11.09.2017 Views

ortak_miras1

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Aynı dil, aynı kültür, aynı tarih<br />

Like language, like culture, like history


Medeniyet, insanlığın <strong>ortak</strong> mirasıdır. Çeşitlilikler <strong>ortak</strong>lıkların<br />

kaynağıdır. Kültür ise yaşamdaki etkileşimlerin bütünüdür. Kültürün<br />

özünü oluşturan paylaşım sürecinde yerel veya ulusal çeşitlilikler,<br />

zamanla insanlığın <strong>ortak</strong> mirası haline gelir. Ortak miras ülkeler ve<br />

milletler arasındaki hoşgörü, dostluk ve barışın temel kaynağını<br />

oluşturur. Bu nedenle UNESCO bir taraftan yerel ve ulusal özgünlükleri<br />

korumayı, diğer taraftan da insanlığın <strong>ortak</strong> kültürel miras belleğini<br />

zenginleştirmeyi hedefler. Böylece farklı bağlamlarda yaratılan ve<br />

yaşatılan özgünlükler insanlığın mirası, dünya da insanlığın <strong>ortak</strong><br />

yurduna haline getirilmeye çalışılır.<br />

Ortaklık miras milletler arasındaki etkileşimleri artırarak yeni<br />

çeşitliliklerin ve özgünlüklerin ortaya çıkmasına kaynaklık eder.<br />

Çeşitlilikler ve özgünlükler arası etkileşim kültürleri zenginleştirir ve<br />

geliştirir. Kültürel <strong>ortak</strong>lıklarla çeşitliliklerin birbirlerini beslemesiyle<br />

insanlığı bir arada tutan dostluk ve barış dili yaratılır. Dünyanın <strong>ortak</strong><br />

kültürel mirası milletlerin özgünlükleriyle bezeli insanlık bahçesini<br />

temsil eder.<br />

Bu proje kapsamında oluşturan Ortak Miras adlı başvuru eserinin<br />

temel amacını, yaşayan kültürel <strong>ortak</strong> miras temelinde Türkiye’deki ve<br />

Türk Dünyasındaki, dolayısıyla da dünyadaki dostluğun, kardeşliğin<br />

ve barışın geliştirilmesine, yaygınlaştırılmasına ve pekiştirilmesine<br />

katkı yapmak meydan getirmektedir. Ortak miras bir toplumu<br />

millete dönüştüren özü meydana getirir. Aynı şekilde Türk Dünyasını<br />

oluşturan devlet ve toplukları bir arada tutan da öncelikle <strong>ortak</strong> tarihi<br />

ve kültürel mirastır. Zirve şahsiyetler, temel eserler, ana kahramanlar<br />

ve köklü gelenekler <strong>ortak</strong> mirası oluşturur. Aynı zamanda <strong>ortak</strong><br />

miras, nesilden nesile canlı olarak aktarılan bilgi ve deneyimler<br />

belleğidir. Örneğin Dede Korkut Hikâyeleri, Nasreddin Hoca fıkraları,<br />

atlı-göçebe yaşam tarzı ve ozan-baksı geleneği ile Türk Dünyasını<br />

asırlardır bir arada tutan bilgi ve deneyim belleği aktarılır.<br />

Ortak miras bugünü ve geleceği yaratan bellektir, dolayısıyla bireysel<br />

ve toplumsal yaratıcılık faaliyetinin temel kaynağıdır. Ortak miras<br />

yeni şahsiyetlerin, eserlerin ve geleneklerin yaratılmasını sağlar.<br />

Böylelikle <strong>ortak</strong> kültürel miras yeni özgünlüklerle zenginleştirilerek<br />

geçmişten geleceğe canlı bir şekilde taşınır. Müzik, dans, tiyatro,<br />

mutfak, el sanatları gibi kültürü oluşturan gelenekler yeni bağlam ve<br />

dinamiklerle geliştirilerek yeni nesillere aktarılır.<br />

Netice itibariyle özgün gelenek çözümlemeleriyle Ortak Miras<br />

başlıklı bu eser, Türk insanının asırlar boyunca komşularıyla birlikte<br />

dostluk ve barış içinde yaşamasını sağlayan <strong>ortak</strong> kültürel mirası<br />

konusunda farkındalık oluşturmayı ve var olan bağları güçlendirmeyi<br />

amaçlamaktadır.<br />

“Ortak Miras” adlı belgeselden hareketle hazırlanan bu başvuru<br />

eserinde Türk Dünyasının “çocuk kültürü ve oyunları, düğün, mutfak<br />

ve saklama uygulamaları, beşeri ilişkiler, spor, eğlence, gezinti, kitap<br />

ve yazı sanatları, güzel sanatlar, söz sanatları, aşk ve sevgi, renkler,<br />

mimari, mevsimler, giyim, halk hekimliği, damga ve motifler, ateş ve<br />

ocak, süsleme sanatları, dokuma, merasim, festival, şenlik, müzik”<br />

gibi farklı kültürel alanlardaki çeşitliliklerden <strong>ortak</strong>lıklara dönüşen<br />

kültürel mirası ayrıntılı ve özgün bir şekilde çözümlenmektedir.<br />

Bu başvuru eserini, maddî ve manevî destekleriyle bilim dünyasına<br />

kazandırıldıkları için Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sayın<br />

yöneticilerine ve değerli çalışanlarına minnettarım. Şüphesiz bu<br />

eserdeki en büyük emek bölümlerin değerli yazarlarına aittir.<br />

Dolayısıyla bu temel eserdeki özgün katkıları için değerli bilim<br />

insanları “Doç. Dr. Mustafa Aksoy, Prof. Dr. Mustafa Arslan, Prof. Dr.<br />

Fuzuli Bayat, Doç. Dr. Selahattin Bekki, Prof. Dr. Ali Boran, Prof. Dr. Ali<br />

Duymaz, Doç. Dr. Gülin Öğüt Eker, Prof. Dr. Metin Ekici, Doç. Dr. Pervin<br />

Ergun, Yard. Doç. Dr. Zehra Kaderli, Dr. Pınar Karataş, Prof. Dr. Fatma<br />

Koç, Prof. Dr. Muhtar Kutlu, Prof. Dr. Aysen Soysaldı, Dr. Şirin Yılmaz”a<br />

(KONTROL EDİNİZ/ SOYADA GÖRE) içten teşekkürlerimi sunarım.<br />

Bu eser Bilge Yapımcılık’ın aynı adla TRT’de yayımlanan başarılı<br />

belgeselinin başvuru kitabıyla taçlandırılması projesinin ürünüdür.<br />

Orta Miras adlı bu temel eserin ortaya çıkmasındaki içten ve yetkin<br />

yönetişimleri için Bilge Yapımcılık’ın ve bu projenin de yöneticisi olan<br />

sayın Metin Tunçtürk’le Bengisu …, Tuğçe …, Alişar …, ….. den oluşan<br />

seçkin ekibine gönülden teşekkür ederim.<br />

Prof. Dr. Nebi Özdemir<br />

Editör


Medeniyet, insanlığın <strong>ortak</strong> mirasıdır. Çeşitlilikler <strong>ortak</strong>lıkların kaynağıdır.<br />

Kültür ise yaşamdaki etkileşimlerin bütünüdür. Kültürün<br />

özünü oluşturan paylaşım sürecinde yerel veya ulusal çeşitlilikler,<br />

zamanla insanlığın <strong>ortak</strong> mirası haline gelir. Ortak miras ülkeler ve<br />

milletler arasındaki hoşgörü, dostluk ve barışın temel kaynağını<br />

oluşturur. Bu nedenle UNESCO bir taraftan yerel ve ulusal özgünlükleri<br />

korumayı, diğer taraftan da insanlığın <strong>ortak</strong> kültürel miras<br />

belleğini zenginleştirmeyi hedefler. Böylece farklı bağlamlarda<br />

yaratılan ve yaşatılan özgünlükler insanlığın mirası, dünya da insanlığın<br />

<strong>ortak</strong> yurduna haline getirilmeye çalışılır.<br />

Ortaklık miras milletler arasındaki etkileşimleri artırarak yeni çeşitliliklerin<br />

ve özgünlüklerin ortaya çıkmasına kaynaklık eder. Çeşitlilikler<br />

ve özgünlükler arası etkileşim kültürleri zenginleştirir ve geliştirir.<br />

Kültürel <strong>ortak</strong>lıklarla çeşitliliklerin birbirlerini beslemesiyle insanlığı<br />

bir arada tutan dostluk ve barış dili yaratılır. Dünyanın <strong>ortak</strong> kültürel<br />

mirası milletlerin özgünlükleriyle bezeli insanlık bahçesini temsil<br />

eder.<br />

Bu proje kapsamında oluşturan Ortak Miras adlı başvuru eserinin temel<br />

amacını, yaşayan kültürel <strong>ortak</strong> miras temelinde Türkiye’deki ve<br />

Türk Dünyasındaki, dolayısıyla da dünyadaki dostluğun, kardeşliğin<br />

ve barışın geliştirilmesine, yaygınlaştırılmasına ve pekiştirilmesine<br />

katkı yapmak meydan getirmektedir. Ortak miras bir toplumu millete<br />

dönüştüren özü meydana getirir. Aynı şekilde Türk Dünyasını oluşturan<br />

devlet ve toplukları bir arada tutan da öncelikle <strong>ortak</strong> tarihi ve<br />

kültürel mirastır. Zirve şahsiyetler, temel eserler, ana kahramanlar ve<br />

köklü gelenekler <strong>ortak</strong> mirası oluşturur. Aynı zamanda <strong>ortak</strong> miras,<br />

nesilden nesile canlı olarak aktarılan bilgi ve deneyimler belleğidir.<br />

Örneğin Dede Korkut Hikâyeleri, Nasreddin Hoca fıkraları, atlı-göçebe<br />

yaşam tarzı ve ozan-baksı geleneği ile Türk Dünyasını asırlardır bir<br />

arada tutan bilgi ve deneyim belleği aktarılır.<br />

Ortak miras bugünü ve geleceği yaratan bellektir, dolayısıyla bireysel<br />

ve toplumsal yaratıcılık faaliyetinin temel kaynağıdır. Ortak miras<br />

yeni şahsiyetlerin, eserlerin ve geleneklerin yaratılmasını sağlar.<br />

Böylelikle <strong>ortak</strong> kültürel miras yeni özgünlüklerle zenginleştirilerek<br />

geçmişten geleceğe canlı bir şekilde taşınır. Müzik, dans, tiyatro,<br />

mutfak, el sanatları gibi kültürü oluşturan gelenekler yeni bağlam ve<br />

dinamiklerle geliştirilerek yeni nesillere aktarılır.<br />

Netice itibariyle özgün gelenek çözümlemeleriyle Ortak Miras<br />

başlıklı bu eser, Türk insanının asırlar boyunca komşularıyla birlikte<br />

dostluk ve barış içinde yaşamasını sağlayan <strong>ortak</strong> kültürel mirası<br />

konusunda farkındalık oluşturmayı ve var olan bağları güçlendirmeyi<br />

amaçlamaktadır.<br />

“Ortak Miras” adlı belgeselden hareketle hazırlanan bu başvuru<br />

eserinde Türk Dünyasının “çocuk kültürü ve oyunları, düğün, mutfak<br />

ve saklama uygulamaları, beşeri ilişkiler, spor, eğlence, gezinti, kitap<br />

ve yazı sanatları, güzel sanatlar, söz sanatları, aşk ve sevgi, renkler,<br />

mimari, mevsimler, giyim, halk hekimliği, damga ve motifler, ateş ve<br />

ocak, süsleme sanatları, dokuma, merasim, festival, şenlik, müzik”<br />

gibi farklı kültürel alanlardaki çeşitliliklerden <strong>ortak</strong>lıklara dönüşen<br />

kültürel mirası ayrıntılı ve özgün bir şekilde çözümlenmektedir.<br />

Bu başvuru eserini, maddî ve manevî destekleriyle bilim dünyasına<br />

kazandırıldıkları için Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sayın yöneticilerine<br />

ve değerli çalışanlarına minnettarım. Şüphesiz bu eserdeki<br />

en büyük emek bölümlerin değerli yazarlarına aittir. Dolayısıyla bu<br />

temel eserdeki özgün katkıları için değerli bilim insanları “Doç. Dr.<br />

Mustafa Aksoy, Prof. Dr. Mustafa Arslan, Prof. Dr. Fuzuli Bayat, Doç.<br />

Dr. Selahattin Bekki, Prof. Dr. Ali Boran, Prof. Dr. Ali Duymaz, Doç.<br />

Dr. Gülin Öğüt Eker, Prof. Dr. Metin Ekici, Doç. Dr. Pervin Ergun, Yard.<br />

Doç. Dr. Zehra Kaderli, Dr. Pınar Karataş, Prof. Dr. Fatma Koç, Prof.<br />

Dr. Muhtar Kutlu, Prof. Dr. Aysen Soysaldı, Dr. Şirin Yılmaz”a (KON-<br />

TROL EDİNİZ/ SOYADA GÖRE) içten teşekkürlerimi sunarım. Bu eser<br />

Bilge Yapımcılık’ın aynı adla TRT’de yayımlanan başarılı belgeselinin<br />

başvuru kitabıyla taçlandırılması projesinin ürünüdür. Orta Miras adlı<br />

bu temel eserin ortaya çıkmasındaki içten ve yetkin yönetişimleri<br />

için Bilge Yapımcılık’ın ve bu projenin de yöneticisi olan sayın Metin<br />

Tunçtürk’le Bengisu …, Tuğçe …, Alişar …, ….. den oluşan seçkin ekibine<br />

gönülden teşekkür ederim.<br />

Prof. Dr. Nebi Özdemir<br />

Editör


Contents_İçindekiler<br />

Halk Hekimliği_5_General Information About Turkey<br />

Süsleme Sanatı_13_Landscapes<br />

Damga Motif_91_Techical Facilities<br />

Giyim Kuşam_103_Transportation<br />

Müzik_109_Public Authority<br />

Halk Hekimliği_113_Filming Permit<br />

Giyim Kuşam_117_Incentives<br />

Süsleme Sanatı_121_Copyrights in Turkey<br />

Damga Motif_125_Filmed in Turkey<br />

Müzik_147_Contacts<br />

Halk Hekimliği_157_Useful Information<br />

Halk Hekimliği_5_General Information About Turkey<br />

Süsleme Sanatı_13_Landscapes<br />

Damga Motif_91_Techical Facilities<br />

Giyim Kuşam_103_Transportation<br />

Müzik_109_Public Authority<br />

Halk Hekimliği_113_Filming Permit<br />

Giyim Kuşam_117_Incentives<br />

Süsleme Sanatı_121_Copyrights in Turkey<br />

Damga Motif_125_Filmed in Turkey<br />

Müzik_147_Contacts<br />

Halk Hekimliği_157_Useful Information<br />

Süsleme Sanatı_121_Copyrights in Turkey<br />

Damga Motif_125_Filmed in Turkey<br />

Müzik_147_Contacts<br />

Halk Hekimliği_157_Useful Information


Doç. Dr. Gülin ÖĞÜT EKER<br />

Bilge Yapım<br />

“Kültürel genetik kodlama örneği<br />

olarak Türk kültürünün <strong>ortak</strong><br />

mirası düğün.”<br />

As an example of cultural genetic coding;<br />

wedding in the common heritage of turkic culture


Kültürel Doku Analizinde Düğün<br />

İnsan hayatını anlamlandıran ve düzenleyen doğum, evlenme, askere gitme, ölüm gibi<br />

geçiş dönemleri ile törenlerde icra edilen ritüeller, düşünce-inanç-yaşam biçimi olarak<br />

adlandırabileceğimiz folklor ürünlerinin, toplumsal sözleşme bağlamında bütün Türk<br />

topluluklarında, asırlara dayanan tarihî süreç içinde farklı inançlarda ortaya çıkıp günümüze<br />

ulaşan dikkat çekici kültürel aktarımlarıdır. Toplumu oluşturan insanların davranış<br />

kalıplarını ve geleneklerini içeren bu aktarımlar incelendiğinde, onları koordine eden<br />

değer yargıları, sosyal ve dinî yaptırımlar değerlendirilerek kültürel doku analiziyle kültürel<br />

genetik kodlama gerçekleştirilir.<br />

01<br />

Düğün<br />

Wedding<br />

Wedding in Cultural Structure Analysis<br />

There have been a number of rituals that interpreting and organizing human life and<br />

being performed in the ceremonies, such as birth, marriage, joning the army, funeral<br />

etc. These are prominent cultural transmissions of the folkloric products, which we can<br />

call them as thought-belief-lifestyle, and, in the context of the social contract they<br />

have emerged and been extant in various beliefs, based on centuries in the historical<br />

process, in all Turkic communities. When these transmissions, which include the behavioral<br />

patterns and traditions of the people who comprise the society are examined, the<br />

cultural genetic coding is performed by means of cultural structure analysis, by evaluating<br />

value judgments, social and religious sanctions that coordinate them.


Common Heritage<br />

10<br />

Ortak Miras<br />

Kolektif bellekten beslenen kültürel genetik kodlamadaki<br />

temel yapı taşlarından biri geçiş dönemleri, geçiş dönemlerinin<br />

törensel boyutunun en yoğun icra edildiği alan da<br />

‘düğün’dür. İnsanları bir araya getiren, bireyler arasındaki<br />

sosyal bağları güçlendiren, <strong>ortak</strong>lığı pekiştiren; kişilerin birbirlerine<br />

ve topluma karşı nasıl hareket etmeleri gerektiğini<br />

gösteren; sahip olunan kültürel mirasın bilincine vardırarak,<br />

gelenek görenekleri, inançları, değer yargılarını, töreleri<br />

canlandıran; eğlendiren; mutluluk veren fonksiyonları ile<br />

‘düğün’, Türk kültürünün <strong>ortak</strong> kültürel belleğinde yaşatılan<br />

asli kodlardan biridir. Sosyal bir varlık olan insanı, dolayısıyla<br />

toplumu ayakta tutan değer yargılarının gelecek nesillere<br />

aktarılmasında manevî anlamda birlik ve bütünlüğü sağlayan<br />

düğünler, tartışılmaz bir öneme sahiptir (Öğüt Eker<br />

1998c: 15). Dinî, millî, hukukî ve kültürel değerlerle, mahremiyete<br />

dayalı sorumluluk duygusuna, sosyal hayatın özelliklerine<br />

göre biçim ve içerik kazanarak gelişen aile yapısı,<br />

evlenme ile sistematik hâle getirilir. İnsanın yaradılışında<br />

var olan karşı cinsle fizyolojik ve psikolojik bütünlük sağlama,<br />

çocuk sahibi olma isteği, sosyal, kültürel ve ekonomik<br />

bir birliktelik olan evlilik kurumunun doğmasına sebep olmuştur.<br />

Evlilik geçiş döneminin ritüellerle zenginleşen ve<br />

anlam aktaran törensel gösterim alanı ise düğündür.<br />

Orta Asya’dan Anadolu’ya, Balkanlar’dan Orta Doğu’ya<br />

uzanan çok geniş bir coğrafyayı kapsayan Türk Dünyası<br />

içinde, kent ve köy kökenli merkezlerde gerçekleştirilen<br />

evlilik geçiş dönemi ve törensel boyutunu oluşturan düğün<br />

One of the basic building blocks in the cultural genetic<br />

coding fed from the collective memory is “transitional periods”,<br />

and, the ground where the ceremonial dimension<br />

of transition periods most intensively performed is “wedding”<br />

(düğün). Wedding, is one of the essential codes that<br />

is retained alive in the common cultural memory of Turkic<br />

culture with functions that bringing people together,<br />

strengthening social ties among individuals, consolidating<br />

commonalities; showing how people should act towards<br />

each other and public, having the awareness of the cultural<br />

heritage possessed, reviving customs and usages, beliefs,<br />

value judgments, tradition; entertaining; giving happiness.<br />

Weddings that provide unity and integrity in spiritual sense<br />

in transmtitting value judgements that sustaining people as<br />

a social entity, ergo, community, to the future generations<br />

have an indisputable precaution. (Öğüt Eker 1998 V: 15) The<br />

family structure that develops by acquiring the form and<br />

content according to the characteristics of social life for religious,<br />

national, legal and cultural values, sense of responsibility<br />

based on privacy, is systematized by means of marriage.<br />

Intention of physiological and psychological integrity<br />

with the opposite sex and desire to have children that is inherent<br />

in humanbeing, has culminated with the institution<br />

of marriage which means social, cultural and economic coexistence.<br />

Ceremonial display ground of the marriage that<br />

ritually enriches and conveys meaning in transitional period<br />

is “marriage ceremony”.


seremonisinde kullanılan araç gereçlerde ve uygulamalarda<br />

farklılıklar doğal olarak yer almakla birlikte, kolektif Türk<br />

Dünyası belleğinde yaşatılan anlamlandırmalarda <strong>ortak</strong>lık<br />

bulunmaktadır. Yüzyıllar öncesinden bugüne aktarılan <strong>ortak</strong><br />

kültürel kodlama olarak gelenek aktarımı boyutunda<br />

kız ile oğlanın evlenme isteğini göstermesinden gerdek<br />

sonrasına kadar devam eden Türk evlenme âdet ve ritüelleri,<br />

düğün geleneği perspektifinde değerlendirildiğinde,<br />

Anadolu, Rumeli ve Türk Cumhuriyetleri düğünleriyle bazı<br />

farklılıkların yanında, temelde benzerlik göstermektedir.<br />

Düğün olgusunun, farklı coğrafyalarda, insanları bir araya<br />

getirerek eğlendirme, gelenekleri canlandırma, eğitme gibi<br />

nihaî amaca hizmet etmesi, kültürel anlamdaki önemini ortaya<br />

koymaktadır.<br />

Türk Dünyasında Düğün<br />

Kelimesinin Etimolojisi<br />

Düğün kavramı, Türk şivelerinde ‘düğün’ veya ‘toy’ kelimeleriyle<br />

ifade edilmektedir. Toy kelimesinde ‘ziyafet’, ‘eğlence’,<br />

‘bayram’, ‘düğün’ anlamları iç içe girmiştir. ‘düğün’<br />

kelimesinin kökeni konusunda iki görüş vardır: Bunlardan<br />

birincisi Fin Türkologu M. Räsänen’in (1966: 142a) “Kırım<br />

Türkçesinde düğün, Almanca ‘festmahl (bayram yemeği),<br />

hochzeit (düğün)’ < toj-kün” olarak gösterdiği ‘toj-kün ><br />

düğün, düyün’ gelişimi, evliliğin, sosyal bir hadise olarak<br />

kabullenilmesi için yapılan ‘toy’ ve bu toy’un gerçekleştirildiği<br />

‘kün’ kelimelerinin birleşmesinden oluşabilir; ancak, bu<br />

gelişimin Türkçenin fonetik özelliklerine uymaması, böyle<br />

bir açıklamayı güçleştirmektedir. Bu çerçevede, Anadolu<br />

ağızlarındaki ‘toy babası’, ‘düğün sahibi’ ve toydüğün (toygar)<br />

‘gösterişli, yemekli düğün’ (Derleme Sözlüğü 1993: X,<br />

The Turkish World covers a vast geography extending from<br />

Central Asia to Anatolia, from the Balkans to the Middle<br />

East. Thus, although the differences naturally occur in marriage<br />

transition period and its ceremonial dimension realized<br />

in urban and village centers and also in the equipments<br />

used in wedding ceremonies and in applications, there is a<br />

commonality in living meanings in the collective Turkic<br />

World memory. As a common cultural coding, in the aspect<br />

of transferring tradition, the marriage customs and rituals,<br />

starting from the intentions of the boy and the girl and lasting<br />

after nuptial day, when it is evaluated in the perspective<br />

of wedding tradition, Anatolia, Rumeli and Turkic Republics<br />

basically show similarities in weddings, along with some differences.<br />

The fact that wedding ceremony is the ultimate<br />

purpose of bringing people together in different geographies,<br />

such as entertaining, reviving traditions, training, reveals<br />

its cultural significance.<br />

Etimology of the Word “Wedding” in the<br />

Turkic World<br />

The concept of wedding is expressed by the words ‘wedding’<br />

or ‘toy’ in Turkic accents. In toy words, meanings of ‘banquet’,<br />

‘entertainment’, ‘festival’, ‘wedding’ are intertwined. There<br />

are two assessments about the origin of the word ‘wedding’:<br />

According to Finnish Turcologist M. Räsänen (1966: 142a)<br />

the word “ ‘wedding’ might have derived from Crimean<br />

Turkish and also evolved as follows: ‘festmahl (feast meal)<br />

in German, Hochzeit (wedding) ‘ düğün,<br />

düyün’. And then the word may have consisted of the combination<br />

of the words both ‘Toy’ that is implemented to accept<br />

the marriage as a social event, and ‘kün’ in which this<br />

toy is realized. However, the fact that this derivation does<br />

not conform to the phonetic features of the Turkish makes it<br />

difficult to make such an explanation. In this framework, examples<br />

such as ‘Toy babası’, ‘host wedding’ and toydüğün<br />

(toygar) ‘showy, dinner with the wedding’ (Derleme Sözlüğü<br />

1993: X,3975) within the concept of the Anatolian dialects<br />

all idicate that the word toy has preserved the original form<br />

of its own. It is also interesting to see that the words ‘dügün/<br />

düğün/düyün’ are used only in some Oghuz group Turkish<br />

accents (Azerbaijani / Crimea)<br />

In accordance with the the second one, ‘düğün’ is derived<br />

from the verb tüg- meaning ‘to connect’ . The evolution of<br />

tüg- ü- n > düğün> düğün which is fit to sound characteristics<br />

of and also parallel to the development of Turkish language<br />

sound history confirms this assesment. Because the<br />

evolution of t-> - and inter-consonants -g-> -ğ- is among<br />

is among the characteristics of Turkish of Turkey. Clauson,<br />

by associating the examples of ‘dügün/düyün’ with the<br />

verb ‘tüg-’, mentiones in his “An Etymological Dictionary<br />

Wedding<br />

11<br />

Düğün


Ortak Miras<br />

Common Heritage<br />

12


3975) örnekleri toy kelimesinin aslî şeklini muhafaza ettiğini<br />

göstermektedir. ‘dügün/düğün/düyün’ kelimelerinin<br />

yalnızca bazı Oğuz grubu Türk şivelerinde (Âzeri/Kırım) kullanılması<br />

da ilgi çekicidir.<br />

İkinci bir görüş ise, ‘düğün’ kelimesinin ‘bağlamak’ anlamındaki<br />

‘tüg-’ fiilinden türemiş olmasıdır. Türk dilinin ses<br />

özelliklerine uygun ve ses tarihi gelişmelerine paralel olan<br />

tüg- ü- n > düğün > düğün gelişimi, bu düşünceyi doğrulamaktadır;<br />

çünkü t- > - ve ünlüler arası -g- > -ğ- gelişmesi<br />

Türkiye Türkçesinin karakteristiği arasındadır. Clauson, An<br />

Etymological Dictionary Pre-Thirteenth Century Turkish<br />

(1972: 484) adlı eserinde ‘dügün/düyün’ örneklerini ‘tüg-’<br />

fiiline bağlayarak Osmanlıcada ‘evlenme, ziyafet, bayram’,<br />

diğer Türk şivelerinde ise ‘düğüm’ mânâsında kullanıldığını<br />

belirtiyor, Clauson, düğün kelimesinin bazı Çağatayca ve<br />

Kıpçakça kaynaklarda az da olsa ‘düğün ziyafeti’, ‘düğün<br />

partisi’ anlamlarında kullandığını ifade ederek ‘Sancar dügünindeyidük=We<br />

were at Sancar’s wedding’ örneğini verir.<br />

Düğün olayının, insanları bir araya getirme, birleştirme<br />

fonksiyonu göz önüne alındığında, yukarıdaki düşüncenin<br />

geçerliliği de ortaya çıkmaktadır (Öğüt Eker 1998a: 1-4).<br />

Şemseddin Sami ve Ahmet Vefik Paşa “düğün” kelimesinin<br />

‘toy günü’ ya da ‘tüy günü’nden bozma olduğunu ileri<br />

sürmekte ve ‘düğün’le bağlantısını kurmak için de şöyle bir<br />

açıklama yapmaktadırlar: “Düğün günü herkesin doya doya<br />

yiyip içmesi sebebiyle, ‘toy günü’; Türklerin o günde evlerini<br />

kuş tüyüyle süslemelerinden dolayı da ‘tüy günü’dür. Dü-<br />

Pre-Thirteenth Century Turkish” (1972: 484) that, it is used<br />

in the Ottoman period for ‘marriage, banquet, feast’, in other<br />

Turkish accents for ‘knot’. Clauson stated that the word<br />

wedding is used in some Chagatai and Kipchak sources in<br />

the sense of ‘wedding feast’, ‘wedding party’ and gives the<br />

example of ‘Sancar dügünindeyidük=We were at Sancar’s<br />

wedding’. When the wedding phenomenon is taken into<br />

consideration in bringing people together or bonding them,<br />

the relevance of the above thought emerges. (Öğüt Eker<br />

1998a: 1-4).<br />

Şemseddin Sami and Ahmet Vefik Pasha argue that the<br />

word “düğün” (wedding) has been derived from the “toy<br />

günü” or “tüy günü” and they also make the following<br />

statement to establish the connection with the wedding<br />

(düğün): “By reason of feasting on the wedding day, ‘Toy<br />

günü (toy day)’ is the day of “tüy günü (feather day)” because<br />

the Turks decorate their homes with birds hair on that<br />

day. Although these statements made for the wedding are<br />

logical, but the opinion that they are not sufficient is prevalent.<br />

(Yakıcı 1991: 33).<br />

The word “toy” has featured in diffrerent sources meaning<br />

those as follows: In the Lugat-i Çağatay ve Türkî Osmânî<br />

(1298/1881: 129) “wedding, sur, sürür’; in the Divânü Lûgâtit-Türk<br />

“tügün” (Atalay 1985:1, 400); in the Ettuhfet-üz-Zekiyye<br />

fil-Lûgat-it-Türkiyye (Atalay 1945: 166, 267) “tüyün,<br />

düğüm’, dügün ‘düğüm’; in Uigur Dictionary (1934: 199)<br />

“tügün”; in the Kitâb al-îdrâk li-lisân al-Atrâk (1931: 36, 106)<br />

Wedding<br />

13<br />

Düğün


Common Heritage<br />

14<br />

Ortak Miras<br />

ğün için yapılan bu açıklamaların mantıklı olmakla birlikte<br />

yeterli olmadığı görüşü hâkimdir (Yakıcı 1991: 33).<br />

Lugat-i Çağatay ve Türkî Osmânî’de (1298/1881: 129) toy<br />

‘düğün, sur, sürür’; Divânü Lûgât-it-Türk’te tügün (Atalay<br />

1985:1, 400); Ettuhfet-üz-Zekiyye fil-Lûgat-it-Türkiyye’de<br />

(Atalay 1945: 166, 267) tüyün ‘düğüm’, dügün ‘düğüm’;<br />

Uygurca Sözlük’te (1934: 199) tügün; Kitâb al-îdrâk li-lisân<br />

al-Atrâk (1931: 36, 106) düğün ‘evlenme meclisi’, toy ‘büyük<br />

düğün’; Lehçeyi Osmânî’de (1293: 410) düğün; Komanisches<br />

Wörterbuch’da (1942: 248) toy ‘ziyafet’; Tarama Sözlüğü’nde<br />

(1943: 1, 696) toy ‘şenlik, şölen, ziyafet’; düğün<br />

‘düğüm, ukde’ biçimleri ve anlamlarıyla yer alır. Derleme<br />

Dergisi’nde (1939: 481) düğün kelimesinin ‘düğüncü, düğüncük,<br />

düğün dileği, düğünlük basmak, düğünlükçü, düğün<br />

duyurucu’ gibi çeşitli tamlamalarla yapılmış türevlerine<br />

rastlarız. Bütün bu tespitler sonucunda diyebiliriz ki, ‘düğün’,<br />

Türk lehçelerinin hemen hemen tamamında ‘düğün’<br />

ve ‘toy’ kelimesiyle kullanılmaktadır.<br />

Soy sürme ve yeni nesiller yetiştirmenin, birlik, bütünlük,<br />

dayanışma ve huzurun sembolü sayılan aile kurumu, düğün<br />

ile eyleme geçirildiğinden, bu olay, bütün Türk topluluklarında<br />

âdeta bir bayram şeklinde algılanmıştır. Nitekim<br />

bayram kavramı da yine bu şivelerde ‘toy’ kelimesi ile karşılanmaktadır.<br />

Karakalpakça ve diğer şivelerdeki “Toyğa toy<br />

ulassın” (Karakalpakşa-Rusşa Sözlik 1958: 644) dileği bu<br />

anlayışın bir tezahürüdür.<br />

Türk Dünyasında Kullanılan<br />

‘Düğün’le İlgili Atasözlerinden<br />

Örnekler<br />

“wedding, ‘wedding council’, toy ‘grand wedding; in the Lehçeyi<br />

Osmânî (1293: 410) “düğün”; in Komanisches Wörterbuch<br />

(1942: 248) “toy ‘, banquet’; Tarama Sözlüğü’nde<br />

(1943: 1, 696) toy ‘feast, şölen, banquet ‘; wedding ‘düğüm,<br />

ukde’. In the Derleme Dergisi (1939: 481), we encountered<br />

various variants of the word wedding such as “düğüncü,<br />

düğüncük, wedding wish, düğünlük basmak, düğünlükçü,<br />

wedding announcer”. As a result of all these determinations,<br />

we can say that, ‘Wedding’ is used in almost all of the<br />

Turkish dialects as ‘wedding’ and ‘toy 1 ’. ‘<br />

The family institution, which is regarded as a symbol of continuity<br />

of family, growing new genration, unity, integrity, solidarity<br />

and peace, as it is embodied via wedding, this event<br />

has been perceived as a feast in all Turkic communities. As<br />

a matter of fact, the concept bayram (feast, festival) is also<br />

met with the words ‘toy’ in these accents. The wish “Toyğa<br />

toy ulassın” (Düğünün düğün olsun- Wish your wedding<br />

conduce to another wedding) (Karakalpakşa-Rusşa Sözlik<br />

1958: 644) in Qaraqalpaqstan and other accents, is a manifestation<br />

of this understanding.<br />

Samples of Proverbs Relating to the Word<br />

‘Wedding’ Used in the Turkic World<br />

A sit can be understood from the proverbs such as “Tuyga<br />

digeç, tugız yıllıg hasta tirilgen -Düğün deyince, dokuz yıllık<br />

hasta dirilmiş”( When the word wedding was announced,<br />

nine years of patient resurrected) (Tatarsko-Russkiy Siovar’<br />

1966: 344); “Gökyüzünde düğün var derler, kadınlar merdiven<br />

kurmaya kalkar” (As they say there is a wedding in<br />

the sky, then women try to build a ladder )(Aksoy 1981: 243)<br />

emphasize the importance of the wedding for Turkic people.<br />

And also, wedding which reflects the traditions by means of<br />

training, providing co-existence, refreshing, entertaining,<br />

giving happiness, eating food, of the existing customs, beliefs<br />

and practices as examples of genetic cultural coding<br />

hidden in collective memory, maintains the sustainability<br />

of our social and cultural values by transmitting them to<br />

• 1 In Tatar ‘tuy’ (Tatarsko-Russkiy Slovar’ 1966: 553);in<br />

Qaraqalpaqstan‘toy’ (Qaraqalpaqstan -Russian Dict. 1958: 644); in Kazakh<br />

‘toy’ (Kazaxsko-Russkiy Slovar’ 1954: 347), Kazak Tilinin Tüsindirme Sözdigi<br />

1961: 356), (Kazak Türkçesi Sözlüğü 1984: 272); in Qumuq ‘toy’ (Kumıksko-<br />

Russkiy Slovar’ 1969: 317); in Crimea- Tatar ‘toy, düğün’ (Kırımskotatarsko-<br />

Russkiy Slovar’ 1988: 127); in Bashkirian ‘tuy’ (Başkirsko-Russkiy Slovar’<br />

1958: 548); in Karaim ‘toy’ (Karaimsko-Russko-Pol’skiy Slovar’ 1974: 322);<br />

in Noghai ‘toy’ (Nogaysko-Russkiy Slovar’ 1963: 354); in Turkmen ‘toy’<br />

(Türkmensko-Rıısskiy Slovar’ 1968: 637), (Türkmen Dilining Sözligi 1962;<br />

121); in Kirghiz ‘toy’ (Kırgızsko-Russkiy Slovar’ 1965; 246), (Kırgız Tilinin<br />

Tüşündürme Sözdügü 1969:601), (Yudahin 1945: 752); in Azerbaijani<br />

‘düyün’ (Azerbaydjansko-Russkiy Slovar’ 1965: 132);in Chuvash Huy’<br />

(Çuvaşsko-Russkiy Slovar’ 1961: 437), (Paasonen 1950; 185); in Uzbek ‘toy’<br />

(Uzbeksko-Rıısskiy Slovar’ 1959: 462);in Gagauzian 4toy’ (Gagauzsko-<br />

Rııssko Moldavskiy Slovar’ 1973: 471); in Oyrot ‘toy’ (Oyrotsko-Russkiy<br />

Slovar’ 1947: 151);in Uigur ‘toy’/’toy-tokün’ (Uygursko-Russkiy Slovar’<br />

1968: 325), (Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü1991:432);in Khakas ‘toy’<br />

(Xakassko-Russkiy Slovar’ 1953: 230) (For The Ref. see. Öğüt Eker 1998:<br />

1-2; 358-410).


Düğünün, Türk insanı için taşıdığı önemi vurgulayan “Tuyga<br />

digeç, tugız yıllıg hasta tirilgen -Düğün deyince, dokuz yıllık<br />

hasta dirilmiş” (Tatarsko-Russkiy Siovar’ 1966: 344); “Gökyüzünde<br />

düğün var derler, kadınlar merdiven kurmaya kalkar”<br />

(Aksoy 1981: 243) atasözlerinden de anlaşılacağı gibi,<br />

eğitme, bir arada bulundurma, canlandırma, eğlendirme,<br />

mutluluk verme, yemek yeme fonksiyonları ile gelenekleri<br />

yansıtan düğün, mevcut âdet, inanç ve uygulamaların kolektif<br />

bellekte saklanan genetik kültürel kodlama örneği<br />

olarak gelecek nesillere aktarımıyla da sosyal ve kültürel<br />

değerlerimizin sürekliliğini sağlar. Düğünün diğer bir fonksiyonunun<br />

da, bütün Türk topluluklarında sosyal yardımlaşma<br />

ve dayanışma aracı olduğu, Karaimcedeki “Toyğa barsan<br />

toyıp kayt=Düğüne, ziyafete gidersen, doyup dön (Karaimsko-Russko-Pol’skiy<br />

Siovar’ 1974: 285), Kazakçadaki “Toyğa<br />

barsan toyıp bar=Düğüne gidersen karnını doyurup git”<br />

(Kazaxsko-Russkiy Siovar’ 1954: 347) sözüyle ortaya konmaktadır.<br />

Düğün, tarih boyunca Türk insanının birbiriyle buluştuğu,<br />

kaynaştığı ve adeta mezc olduğu bir ortam ve tören olma<br />

vasfını korumuştur, Hemen hemen bütün Türk lehçelerinde<br />

mevcut olan ‘Toyğa barsan borın bar; borın barsan orın<br />

bar.=Düğüne /ziyafete gidersen erken git, erken gidersen<br />

yer bulursun; Yamanğa bir işin bulmasın; ya toyda surar ya<br />

cıyında=Dilenciye borçlu olma, ya düğünde ister ya bayramda”<br />

(Tatarsko-Russkiy Siovar’ 1966: 553) vb. atasözleri,<br />

geniş kitleleri bir araya toplayan, kültürel şuurun tesisine<br />

zemin hazırlayan düğünlerin, aynı zamanda toplumsal ilişnext<br />

generation. It has been revealed by the sayings, as in<br />

Karaim”Toyğa barsan toyıp kayt=Düğüne, ziyafete gidersen,<br />

doyup dön - If you go to the wedding, or the banquet, be<br />

full up and return) (Karaimsko-Russko-Pol’skiy Siovar’ 1974:<br />

285), as in Kazakh “Toyğa barsan toyıp bar=Düğüne gidersen<br />

karnını doyurup git- If you go to the wedding, be full up<br />

and go “ (Kazaxsko-Russkiy Siovar’ 1954: 347), that another<br />

function of the wedding is the social assistance and solidarity<br />

tool in all Turkic communities.<br />

Throughout history, the wedding has protected the characteristic<br />

of being an atmosphere and ceremony where the<br />

Turkish people meet or join with. Such proverbs like ‘Toyğa<br />

barsan borın bar; borın barsan orın bar.=Düğüne /ziyafete<br />

gidersen erken git, erken gidersen yer bulursun- If you go<br />

to the wedding / banquet, go early and get the place); Yamanğa<br />

bir işin bulmasın; ya toyda surar ya cıyında=Dilenciye<br />

borçlu olma, ya düğünde ister ya bayramda - Do not<br />

owe the beggar, demands back either at the wedding or<br />

at the festval” (Tatarsko-Russkiy Siovar’ 1966: 553) existing<br />

in almost all Turkish dialects, designate that the weddings<br />

that gather the large masses and prepare the ground for<br />

the establishment of the cultural consciousness also function<br />

as an control mechanism in the arrangement of social<br />

relations.<br />

The wedding has a very significant and distinctive mission<br />

for the Turks at every moments of their lives. Especially<br />

through proverbs, it is possible to identify different aspects<br />

Wedding<br />

15<br />

Düğün


Common Heritage<br />

16<br />

Ortak Miras<br />

kilerin düzenlenmesinde bir denetim mekanizması fonksiyonuna<br />

da sahip olduğunu göstermektedir.<br />

Düğün, Türkler için hayatlarının her safhasında çok önemli<br />

ve belirleyici bir misyona sahip olmuştur. Özellikle atasözleri<br />

aracılığıyla, bu misyonun yukarıdakine benzeyen, farklı<br />

görünümlerini tespit etmek mümkündür: “Harman yel ile,<br />

düğün el ile” birlik, dayanışma ve yardımlaşmanın önemini;<br />

“Eşeği düğüne çağırmışlar ‘ya odun eksik ya su’ demiş”<br />

insanın toplumsal bir varlık olduğunu; “Düğünde Fatmacık’ı<br />

kim bilir?” <strong>ortak</strong> gayelere hizmet etmek için meydana getirilen<br />

beraberliğin ferdiyetçilikten daha ön planda yer aldığını;<br />

“Dilenciye borçlu olma, ya düğünde ister ya bayramda” düğün<br />

toplantılarının insanların birbirleriyle kaynaşma, görüşme<br />

ortamı olduğunu; “Çingene düğünü” eğlencedeki ifrat<br />

ve tefridin karikatürizesini; “Düğün aşıyla dost ağırlanmaz”<br />

başkasının yardımına güvenerek çaba sarf etmemeyi; “Bey<br />

aşı borç; düğün aşı ödünç” her insanın, hayatının bir döneminde<br />

bu sosyal yükümlülüğün altına gireceğini;” Düğünde<br />

okuyucu boklar” sosyal münasebetlerin ve aile müeessesesinin<br />

kurulmasında iyi niyetli çabaların dikkat edilmediğinde<br />

kötü sonuçlar doğurabileceğini; “Elle gelen düğün bayram”<br />

zorlukların yıkıcı etkisinin paylaşılarak azaltılabileceğini;<br />

“Düğün olur iki kişiye, kaygısı düşer deli komşuya” görev ve<br />

sorumluluk duygusunun abartılmasını hicvetmektedir (Aksoy<br />

1981: 212, 213).<br />

Bu ve buna benzer örnekler, Türk insanının millet hâline<br />

gelme safhasında yaşadığı binlerce yıllık tecrübenin ana<br />

of this mission, similar to the above, such as: Harman yel<br />

ile, düğün el ile- The blend happens with wind, the wedding<br />

is realized accompanied by people- emphasizes the<br />

importance of unity, solidarity and helping; “Eşeği düğüne<br />

çağırmışlar ‘ya odun eksik ya su’ demiş”-”They invited the<br />

donkey to the wedding, it said either wood or the water was<br />

missing ‘-states that human is a social entity; “Düğünde<br />

Fatmacık’ı kim bilir?” “Who cares about little Fatma?”-The<br />

unity that is formed to serve common purposes comes to<br />

the fore rather than the individualism; Dilenciye borçlu<br />

olma, ya düğünde ister ya bayramda - Do not owe the<br />

beggar, he demands back either at the wedding or at the<br />

festval-indicates that the wedding meetings are atmeosphere<br />

of the people for becoming more closer and meeting;<br />

“Gypsy wedding”- caricatures the intemperance and<br />

understatement; Düğün aşıyla dost ağırlanmaz-Do not<br />

feast your friends with wedding soap- not to place reliance<br />

on someone else’s help; “Bey aşı borç; düğün aşı ödünç”-<br />

Gent soap is a dept; wedding soap is lend- states that every<br />

human being falls under this social obligation at some point<br />

in his life; ;” Düğünde okuyucu boklar”- Whisperer shits at<br />

the wedding- expresses that social relationships and the<br />

establishment of a family institution can lead to bad consequences<br />

when good intentions are not paid attention. ;<br />

“Elle gelen düğün bayram”- Misery loves company- Means<br />

that, the destructive effect of difficulties can be reduced by<br />

sharing.; “Düğün olur iki kişiye, kaygısı düşer deli komşuya”-<br />

Two people get married, the crazy neighbour gets worried.<br />

It is satirizing the exaggeration of the sense of duty and


kaynaklarından birinin, kültürel genetik kodlama örneğinin<br />

düğün olduğunu göstermektedir. Sosyal tenkitlerle bu<br />

millî varlık içinde engelleyici, zayıf düşürücü unsurları işaret<br />

eden düğün, adeta bir denetim mekanizması oluşturmuştur.<br />

Yukarıdaki düğünle ilgili atasözleri, birbirinden bağımsız<br />

hikmetli sözler olarak değil, Türk kültürü içinde, düğünün<br />

sosyal ve ferdî fonksiyonları çerçevesinde bir yol gösterici,<br />

bir öz eleştiri mekanizması olarak idrak ve izah edilmelidir.<br />

Türk Dünyasında Ortak Düğün<br />

Modeli ve Yazılı Kaynaklarda<br />

Düğün<br />

Toplumun geleceğinin en önemli ve belirleyici yapı taşlarından<br />

biri olan aile kurumunun meydana gelmesindeki ilk<br />

basamak kabul edilen evlilik, başaktörleri olan kız ve oğlanın<br />

tanışması, kız isteme, söz, nişan, kına gecesi, gelin hamamı,<br />

nikah, düğün seremonisi ve gerdek sonrasına kadar<br />

devam eden her safhasında, Göstergebilimin renkli ve çeşitli<br />

örnekleriyle zengin bir tablo hâlinde karşımıza çıkmaktadır.<br />

Sembollerle anlam gönderme esasına dayanan Göstergebilim,<br />

sahip olduğu tanımdan farklı bir mânâyı işaret<br />

eden ‘gösterge’ ile onların birbirleriyle ilişkilerini belirleyen<br />

‘kod’lar aracılığıyla kurulan bir iletişim sistemidir. İnsanlar<br />

arasındaki sözsüz iletişim temeline dayanan Göstergebilim,<br />

grupların düşünce, yargı ve inançlarının sembollerle dile<br />

getirilmesine yardımcı olur. İletişimin, dolayısıyla Göstergebilim’in<br />

de aslî unsuru olan ‘mesaj’ duygu, düşünce, tavır<br />

ve tutumlarla örülür. Toplumda, birbiriyle etkileşimde bulunan<br />

birçok sosyal sistem vardır. Bu sosyal sistemler içinde<br />

en temel olanı, toplumun düşünce, değer yargı ve inançları<br />

bütünü olarak tanımlanan kültürdür (Yumlu 1990: 27). Büresponsibility<br />

(Aksoy 1981: 212, 213).<br />

These and similar examples signify that one of the main<br />

sources of thousands of years of experience that the Turks<br />

lived in the process of becoming a nation, and, an example<br />

of cultural genetic coding is wedding. The wedding, which<br />

pointed out the obstacles and the weak elements with<br />

social criticism in this national entity, constituted almost<br />

a control mechanism. The proverbs of the wedding above<br />

are not mutually independent wisdom words, should be<br />

comprehended and explained, as a guiding, self-criticizing<br />

mechanism, in the frame of social and individual functions<br />

of the wedding within Turkic culture.<br />

Common Wedding Model in Turkic World<br />

and The Wedding in Written Sources<br />

Marriage is considered to be the first step in forming the<br />

family institution, which is one of the most important and<br />

decisive building blocks of society’s future. Marriage has<br />

varios stages that starting from acquaintance of the girl and<br />

the boy, asking for the girl in marriage, affiancing, engagement,<br />

mehndi ceremony, bride’s bath, marriage ceremony,<br />

and continuing until nuptial night. With these features of<br />

wedding, we are confronted with a rich picture with colorful<br />

and diverse examples of semiotics. Semiotics, which<br />

is based on the principle of attributing meanings to symbols,<br />

is a communication system established by means of<br />

‘indicator’ which designates a different meaning from what<br />

it possesses and ‘codes’ which determine their relations<br />

with each other. And alos Semantics, based on nonverbal<br />

communication among people, helps sounding off the<br />

thoughts, judgments and beliefs of groups. The ‘message’,<br />

which is the fundamental element of communication and<br />

therefore of Semiology, is formed by feelings, thoughts, attitudes<br />

and behaviours. There are many social systems in<br />

society that interact with each other. The most fundamental<br />

one among those is the culture defined as the whole of the<br />

society’s thoughts, values and beliefs. (Yumlu 1990: 27).<br />

The culture at the heart of all systems plays a role of knowledge-based,<br />

theoretical and explanatory. At the same time,<br />

it combines all basic directions and subsystems. (Öğüt Eker<br />

2000: 93-94).<br />

Our pre-existing experience of perception ensures subsequent<br />

perceptions to be accepted sooner. The awakining of<br />

human emotions and thoughts is in parallel with the needs<br />

of the society in which they live. The meanings reflected by<br />

symbols through the symbols show differences according<br />

to cultures. Sharing the same historical past and values,<br />

experiencing the events together, determines the cultural<br />

elements of the society which they belong to. The symbols,<br />

which are used at almost every stage of the marriage cer-<br />

Wedding<br />

17<br />

Düğün


Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />

accusa quo quunt.<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />

quo quunt.<br />

Common Heritage<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

18<br />

Ortak Miras


Halk Hekimliği<br />

Common Heritage<br />

19


Common Heritage<br />

20<br />

Ortak Miras<br />

tün sistemlerin merkezinde yer alan kültür, bilgiye dayanan,<br />

kuramsal ve açıklayıcı bir rol üstlenir. Aynı zamanda da tüm<br />

temel yönelmeleri ve alt sistemleri birleştirir (Öğüt Eker<br />

2000: 93-94).<br />

Algılamayla ilgili önceden var olan tecrübelerimiz, sonraki<br />

algılamaların daha kısa sürede kabullenilmesini sağlar. İnsanın<br />

duygu ve düşüncelerinin harekete geçmesi, yaşadığı<br />

toplumda duyduğu ihtiyaçlarla paralellik arz eder. Semboller<br />

aracılığıyla bilince yansıyan anlamlar, kültürlere göre<br />

farklılıklar gösterir. Aynı tarihî geçmişi ve değerleri paylaşmak,<br />

olayları beraber yaşamak, ait olunan toplumun kültürel<br />

öğelerini belirler. Evlenme töreninin hemen her safhasında<br />

kullanılan, insan yaratıcılığının, tasarım gücünün ve<br />

anlam yükleme yeteneğinin göstergesi olan semboller, her<br />

toplumda geçerli olan davranış ve tutumları oluşturarak,<br />

olaylara o topluma özgü olma vasfı kazandırır. Geleneksel<br />

hayatın yoğun yaşandığı köy ve kasabalarda evlenmek isteyen<br />

delikanlının sürekli, ayna karşısında tıraş olması, sinirli,<br />

huzursuz bir tavır takınması, çamaşırlarının yıkanmamasından<br />

yakınması; evlenmek isteyen genç kızın, bulaşıkları<br />

birbirine çarparcasına sert yıkaması, dama çıkıp kedi sesini<br />

taklit etmesi, kardeşleriyle ağız dalaşına girmesi; akrabalık<br />

bağlarının kuvvetlenmesi için kız evinden getirilen tuz ve<br />

külün erkek evindeki tuz ve küle karıştırılması; kız istemeye<br />

gidildiğini anlatmak için soy sürmeyi sembolize eden ocaktaki<br />

ateşin karıştırılması; kız evinin olumlu/olumsuz cevabını<br />

ifade eden gözlemenin alınması; gelinin munis, iyi huylu<br />

olması için, arabadan inmeden ayağının altına koyun posemony,<br />

and which are the sign of human creativity, design<br />

power and ability to giivng meaning, makes the events<br />

have the character of being peculiar to that community, By<br />

coomprising attitudes and behaviors that are valid in every<br />

society. There are numerous symbolic movements that<br />

express nonverbal communication below : In villages and<br />

towns where traditional life lives intensely, young men who<br />

want to get married shave constantly in front of the mirror,<br />

behave in an angry way, show restless attitude, complain<br />

that his clothes are not washed; on the other side, young<br />

girls who want to get married wash dishes in a loudly by<br />

striking them each other, climb up to the roof and imitates<br />

the voice of cat, row with her sisters brothers. Moreover; Salt<br />

and ash that brought from the girl’s house are mixed with<br />

salt and ash in the male house to strengthen the kinship<br />

bonds. In order to ask for the girl in marriage, the fire in<br />

the hearth, which symbolizes the continuity of posterity is<br />

stirred, observations expressing the positive / negative response<br />

of the girl’s houseare taken into consideration; to<br />

make the bride behave in a good tempered way, a sheep<br />

posture is laid down beneath her foot just before she gets<br />

out of the bridal car. She breaks the glass of her own home<br />

to despair of father home and to adopt the new house. In<br />

order to be a tidy and organized house wife, birde is setaed<br />

on pillow that there is a broom under it. (Öğüt Eker 1998c: 28).<br />

The Turkic people, who encode and use their cultural values<br />

in collective memory, were also having this characteristics<br />

earliest known period of history, the life style required by


tu serilmesi, baba ocağından umudunu keserek yeni evini<br />

benimsemesi için, kendi evinden getirdiği bardağı kırması,<br />

gelinin temiz, tertipli bir ev kadını olması için, yeni evinde<br />

altına süpürge konmuş yastığın üzerine oturtulması gibi sayısız<br />

işlem, sözsüz iletişimi ifade eden sembolik hareketlerdir<br />

(Öğüt Eker 1998c: 28).<br />

Kültürel değerlerini kolektif bellekte kodlayarak saklayan<br />

ve kullanan Türk insanı, bu niteliğini, tarihin bilinen en eski<br />

dönemlerinde de yaşatmaktaydı. Eski Türklerde, atlı göçebe<br />

kültürünün gerektirdiği yaşama biçimi ve o kültürdeki insanların<br />

sahip olmaları gereken özellikler, hayatın her safhasında<br />

olduğu gibi, evlenmede de kendini gösterir. Eski Türk<br />

inançlarından olan Şamanizm’de, kötülükleri ve pislikleri<br />

temizleyen, aynı zamanda koruyucu ve kutsal kabul edilen<br />

ateş ile neslin devamını sembolize eden ocak ile ocak kurma<br />

deyimiyle ifade edilen evlenmede amaç, sönmeyen bir ateş<br />

yakarak nesli devam ettirmektir (İnan 1986: 68). Ailenin temel<br />

taşlarından biri olan kadın, Eski Türkçedeki kullanımıyla<br />

‘uragut’ (Atalay 1985: 138) ise, evi aydınlatan bir ateştir. Savaşçılık<br />

ve fizikî gücü kanıtlamayla ifade edilen kahramanlık,<br />

bu kültürün en önemli öğesidir. Erkek kahramanların, ”Ben<br />

yerimden kalkmadan o kalkmış olmalı; ben kara koç atıma<br />

binmeden o binmiş olmalı; ben kanlı kâfir eline varmadan<br />

o varmış, bana baş getirmiş olmalı” (Gökyay 1939: 36,76)<br />

sözleri üzerine, atalarının, “Oğul sen kız dilemezsin, kendine<br />

bir yoldaş istersin... bir cilasın bahadır istersin.” (Gökyay<br />

1939: 36,76) şeklindeki açıklamaları, o dönemdeki gelin<br />

adaylarında aranılan vasıfları veciz bir ifadeyle dile getirmektedir.<br />

Bütün bu özelliklere haiz, aile içinde önem ve değere<br />

sahip olan kadın: “Beri gel başım bahtı, evim tahtı/Han<br />

babamın güveyisi, kadın anamın sevgisi, atam anam verdiequestrian<br />

nomadic cultures and the characteristics that<br />

people in that culture should havei among ancient Turks revealled<br />

themselves in marriage as well as in every stage of<br />

life. The purpose of marriage stated by the idioms, such as<br />

fire, cleansing evil and filth, and at the same time accepeted<br />

as protective and sacred, and the familiy (ocak) or starting<br />

a family (ocak kurmak) that symbolizing the continuity of<br />

posterity, is to perpetuate the posterity by lighting a fire that<br />

never dies down, according to Shamanism, which is an ancient<br />

Turkish belief. (İnan 1986: 68). The woman, one of the<br />

keystones of the family, also known as ‘uragut’ (Atalay 1985:<br />

138) with the use of Old Turkic, is a fire that illuminates the<br />

house. The militancy and the heroism expressed by proving<br />

physical power is the most important element of this culture.<br />

İmmediately after the sayings of male heroes such as<br />

“ She must have stood up before I do; She must have ridden<br />

her horse before I do; before I arrive at the land of bloody<br />

infidel, she must have done it before, and have brought me<br />

the head of infidel “(Gökyay 1939: 36,76), sayings from the<br />

elders such as, “Son, you do not wish a girl, you call yourself<br />

a comrade… your are a polish that you wish a hero”<br />

(Gökyay 1939: 36,76) express the qualifications sought in<br />

bride candidates at that time with a clear expression. On the<br />

other hand the woman wishes his man to be martial, brave,<br />

courageous, agile, generous and trustworthy by saying “<br />

Come near my destiny! Owner of the throne in my home/<br />

My father’s son in law, My mother’s dearest, a present of my<br />

mother in law/, The one that I see as son as I open my eyes,<br />

The one I fall in love with , The one I sleep with on the same<br />

pilow, The one I die for, For God’s sake; If I love another valiant<br />

and sleep together after you , a trout snake shall bite<br />

me”. In the whole of Turkic culture, due to the changes in<br />

life style, the spouse type who protects other characteristics<br />

by transforming warfare into a subsistence battle takes<br />

the place of ‘alp-type’ spouse in equestrian nomadic culture.<br />

The criterias such as having good manners, morality,<br />

respect, purity, order and beauty are the most important<br />

qualities sought in the bride and the family.<br />

Young people who want to marry express their wishes directly<br />

or indirectly in various forms to their families. In accordance<br />

with tradition and manners, the loved one is declared<br />

to the elders of the family through an aunt, sister, or<br />

a close friend. In rare cases where the wish to marry is directly<br />

announced, the person who is informed is the mother.<br />

Mother; funtions as a bridge and transfers information<br />

between the father and the son or the father and the girl.<br />

The wife, as the secret mediator, establisher and executive<br />

of the family, exhibits her constructive attitude also in the<br />

case of marriage by convincing her husband with her logical<br />

and consistent explanations.<br />

Wedding<br />

21<br />

Düğün


Common Heritage<br />

22<br />

Ortak Miras<br />

ği/Göz açuban gördüğüm, gönül verip sevdiğim/Bir yastıkta<br />

baş koyduğum, yolunda öldüğüm, kurban olduğum”, “Senden<br />

sonra bir yiğidi sevip varsam, birlikte yatsam ala yılan<br />

olsun beni soksun“ (Gökyay 1939: 14,74; Ergin 1969: 18,183)<br />

diye seslendiği erkeğinin de mert, yiğit, cesur, atak, cömert<br />

ve güvenilir olmasını ister. Türk kültürünün genelinde, atlı<br />

göçebe kültüründeki ‘alp tipi’ eşin yerini, hayat tarzının değişimi<br />

sebebiyle, savaşçılığı geçim mücadelesine dönüştürerek<br />

diğer özelliklerini koruyan eş adayı alır. Terbiye, ahlâk,<br />

nezâket, saygı, temizlik, düzen, güzellik gibi kriterler, gelin<br />

adayı ve ailesinde aranan en önemli niteliklerdir.<br />

Evlenmek isteyen gençler, bu isteklerini ailelerine doğrudan<br />

veya dolaylı olarak çeşitli şekillerde dile getirirler. Gelenek<br />

ve terbiye icabı, beğenilen kişi, yenge, kız kardeş veya yakın<br />

bir büyük aracılığıyla aile büyüklerine bildirilir. Evlenme<br />

isteğinin doğrudan duyurulduğu nadir durumlarda ise, bilgi<br />

verilen kişi annedir. Anne; baba ile oğul veya baba ile kız<br />

arasında köprü ve bilgi aktarıcı görevinde bulunur. Ailenin<br />

gizli arabulucusu, mimarı ve idarecisi olan kadın, mantıklı,<br />

tutarlı açıklamalarıyla eşini ikna ederek yapıcı tavrını, evlilik<br />

konusunda da sergiler.<br />

Türk ailesinde, ana, baba ve evlatlar arasındaki sadakat, sevgi<br />

ve saygı bağı son derece kuvvetlidir. Aile düzeninde büyüklere<br />

gösterilen saygı, devlet büyüğü hükümdar ve beylere<br />

gösterilen mutlak itaat ve saygının temelidir. Göktürk<br />

Kitabeleri’nde yer alan “Beyleri, milleti ahenksiz olduğu için.<br />

Çin milleti hilekâr ve sahtekâr olduğu için, küçük kardeş ve<br />

büyük kardeşi birbirine düşürdüğü için, Türk milleti il yaptığı<br />

ilini elden çıkarmış, kağan yaptığı kağanını kaybedivermiş...<br />

Küçük kardeş büyük kardeşini bilmez, oğlu babasını bilmezdi.<br />

Öyle kazanılmış, düzene sokulmuş ilimiz, töremiz vardı”<br />

(Ergin 1978: 21, 24) ifadeleri, temeli aile içinde oluşturulan<br />

bu saygı ve itaatin, devletin diğer kademelerinde de bulun-<br />

In any Turkic family, the bonds of loyalty, love and respect<br />

between parents, sons and daughters are extremely strong.<br />

The respect shown to the family elders within the family is<br />

also the basis of the absolute obedience and homage that<br />

must be paid towards the ruling statesmen and the heads<br />

of state. There exist such a statement in Gokturk Tabets,<br />

“Since the nobles and the nations are inharmonious and the<br />

Chinese nation is deceitful and dishonest, and the younger<br />

sibling pit against the older sibling, the Turkic nation has<br />

lost the province that they established by themsleves before<br />

... The little brother does not recognise his big brother,<br />

the son does not recognise his father. We had ever such a<br />

province and custom that we reclaimed and put in order.”<br />

(Ergin 1978: 21, 24) designate that this respect and obedience<br />

created within the family must be found at other<br />

levels of the state, and, how the state would fall into a collapse<br />

if not found. The first examples of the bond of loyalty,<br />

love and respect based on written documents in the Turkic<br />

family system, which are extremely strong among family<br />

members has a deep-rooted past that can date backt to<br />

8th-9th. centuries. In the Turkish family based on such<br />

social and cultural backgrounds in collective memory, the<br />

direct expression of thoughts and feelings about the desire<br />

for marriage to parents, it was consideresd as disrespectful<br />

that because of the suggestion that she might get bored<br />

of his father house and wants to leave as soon as possible<br />

that this way could not be preferred. Even the most obvious<br />

statement of the desire of getting married happened just<br />

like in the Dede Qorqut Epic. Rumour has it that Kam Büre<br />

Bey asked his son “Son, what did you see today in Oguz?”,<br />

and in response to his question, his son Bamsı Beyrek gave<br />

the answer as “ What do I see, the one having son married<br />

him, and the one having daughter gave away her “(Gökyay<br />

1939: 36). In the Turkic parental discipline, in Divanü Lugat-it<br />

Türk, which is the beginning of the tradition of expression<br />

for marriage which is done with such a respectful<br />

and aesthetic style, there is a phrase like; “koluş=kız istemek”,<br />

“Olar ikki kız kolışdı.= They asked for the girl’s hand<br />

for their son”. (Atalay 1985: II, 109) In Anatolian dialects, by<br />

using “düğünlük bas-‘ (Derleme Sözlüğü 1969: 1625), and<br />

the verbs “to look for, to seek, or, to go to see a bride-to-be”<br />

(Örnek 1977: 190) family elders ask for the girl in marriage.<br />

This is the first step generally applied in establishing the<br />

kinship between the two families. The success of this step<br />

ends up intermarrying between families. “Olur bir birge kız<br />

berişdi = They intermarry ” (Atalay 1985: II, 94).<br />

The process of asking for the girl in marriage, in the concepts<br />

of “dünürlük (affinity relationship), dünürlüğe gitme<br />

(intention of establishing affinity relationship) “ is, beyond<br />

the marriage of a nubile and an adult and in terms of being<br />

a step forward, to establish the first kinship between


ması gerektiğini, bulunmadığı takdirde devletin nasıl bir çöküş<br />

içine gireceğini anlatmaktadır. Türk aile sisteminde, aile<br />

üyeleri arasında son derece kuvvetli olan bu sadakat, sevgi<br />

ve saygı bağının yazılı belgelere dayalı ilk örnekleri, 8-9.<br />

yüzyıla uzanacak kadar köklü bir geçmişe sahiptir. Kolektif<br />

bellekte bu tarz sosyal ve kültürel temellere dayalı Türk<br />

ailesinde, evlenme arzusuyla ilgili düşünce ve duyguların<br />

ebeveynlere doğrudan ifade edilmesi, ata evinden sıkılıp bir<br />

an önce ayrılma isteğini akla getirebileceğinden saygısızlık<br />

olarak telakki edilir ve bu yola başvurulmazdı. Evlenme isteğinin<br />

en açık ifadesi bile, Dede Korkut Hikâyeleri’nde, Kam<br />

Büre Beyin oğlu Bamsı Beyrek’e “ Oğul, bugün Oğuz’da anlatılacak<br />

neler gördün?” sorusuna, oğlu “Ne göreyim, oğlu<br />

olan evermiş, kızı olan göçürmüş” (Gökyay 1939: 36) cevabını<br />

vermiştir. Türk aile terbiyesinde, bu derece saygılı ve estetik<br />

bir üslûpla dile getirilen evlenme geleneğinin başlangıcı<br />

olan, Divanü Lugat-it Türk’te “koluş=kız istemek”, “Olar<br />

ikki kız kolışdı.=Onlar birbirlerinden kız istedi” (Atalay 1985:<br />

II, 109); Anadolu ağızlarında ‘düğünlük bas-‘ (Derleme Sözlüğü<br />

1969: 1625), ‘kız soruşturmak, kız aramak, kız bakmak’<br />

(Örnek 1977: 190) fiilleri ile kullanılan kız isteme, iki aile arasında<br />

akrabalık bağlarının kurulması için atılan ilk adımdır.<br />

Bu adımın başarıya ulaşması, ailelerin birbirlerinden kız alıp<br />

vermeleriyle sonuçlanır; “Olur bir birge kız berişdi=Onlar<br />

birbirlerine kız verdiler” (Atalay 1985: II, 94).<br />

‘dünürlük, dünürlüğe gitme’ kavramları içinde gerçekleşen<br />

kız isteme işlemi, iki gencin evlenmelerinin ötesinde kız ve<br />

erkek aileleri arasında ilk akrabalık bağının kurulması yolunfamlies<br />

of the boys and girl, also an attempt to build up a<br />

solidarity, rapprochement and unity between the parties,<br />

considered a cultural aspect. Marriage helps humanbeing<br />

to connect with different families, thetefore people, neighborhoods<br />

/ villages / towns, at the same time strengthening<br />

social relations and consolidating integrity in society.<br />

After going and seing a marriageable girl (Görücülük:Act<br />

of go-between), the process of asking for the girl’s hand<br />

in marriage in second visit begins under the guidance of<br />

a community-accepted, well-experienced, oriented, respectable<br />

grandeur, whiich is called ‘arquçı’ in The ancient<br />

Turkic, the intermediary between two people and the families<br />

during the days of the marriage are named as follows:<br />

(Atalay 1985: I, 141); ‘sawçi’ as an ambassador between relatives<br />

and dünürs (all father- and mother-in-laws) (Atalay<br />

1985, III, 154, 441); ‘yorıgçı’ the man who comes and goes<br />

among the relatives (Atalay 1985; II, 51); In the Anatolian<br />

dialects, ‘ambassador’, ‘kayalıkçı, topçukal, alıcı, requester’,<br />

‘dünürcü’ (Nahya 1987: 261, Morina 1982: 364); ‘düvürücü’<br />

(Halil 1931: 53), ‘dünürcübaşı’ (Kartal 1987: 210); ‘dilekçi’<br />

(Saatçi 1987: 32); ‘spokesman’ (Pencıev 1996: 404) Since<br />

it is believed that those bound to their traditions will revere<br />

the elder’s advices, (Uncle, mukhtar, imam, etc.) who are<br />

trusted in their spiritual authority are considered to be an<br />

integral part of the all father- and mother-in-laws in order<br />

to solve as soon as the problem occurs in asking for the<br />

girl’s hand in marriage. For two reasons, the girl does not<br />

want her, her future mother-in-law and beech cradle, her<br />

uncle, her uncle, and the elders of the neighborhood. For<br />

Wedding<br />

23<br />

Düğün


Common Heritage<br />

24<br />

Ortak Miras<br />

da atılmış bir adım, taraflar arasında bir yakınlaşma, birlik,<br />

beraberlik ve dayanışma girişimi olması açısından da kültürel<br />

bir olaydır. Evlilik aracılığı ile farklı ailelerin, dolayısıyla<br />

farklı insanların, mahallelerin/köylerin/kasabaların birbirine<br />

bağlanması, aynı zamanda sosyal ilişkilerin kuvvetlenmesine<br />

ve toplumda bütünlüğün pekiştirilmesine yardımcı<br />

olur. Görücülükten sonra, ikinci ziyaretle gerçekleştirilen kız<br />

isteme, Eski Türkçede ‘arquçı’ iki kişi arasında aracı olan; evlenme<br />

zamanında dünürler arasında gelip giden kişi (Atalay<br />

1985: I, 141); ‘sawçı’ hısım ve dünürler arasındaki elçi (Atalay<br />

1985; III. 154, 441); ‘yorıgçı’ hısımlar arasında gelip giden<br />

adam (Atalay 1985; II, 51); Anadolu ağızlarında, ‘elçi’,<br />

‘kayalıkçı, topçukal, alıcı, isteyici’, ‘dünürcü’ (Nahya 1987:<br />

261; Morina 1982: 364); ‘düvürücü’ (Halil 1931: 53), ‘dünürcübaşı’<br />

(Kartal 1987: 210); ‘dilekçi’ (Saatçi 1987: 32); ‘sözcü’<br />

(Pencıev 1996: 404) kelimeleriyle ifade edilen, toplum<br />

içinde kabul gören, tecrübe sahibi, saygı değer bir büyüğün<br />

öncülüğüyle başlar. Geleneklerine bağlı kişilerin ata sözüne<br />

hürmet edeceğine inanıldığı için, isteme işinde problem<br />

çıktığında bir an önce çözümlenmesi amacıyla, manevî otoritesine<br />

güvenilen kişiler (amca, muhtar, imam vb), dünürcülerin<br />

ayrılmaz parçası olarak kabul edilir. İki sebeple, kız<br />

istemeye, müstakbel kayınvalide ve kayın pederle beraber<br />

dayı, amca ve mahallenin hatırı sayılır büyükleri de gelir.<br />

Kız isteme olayına, halk içinde itibarı olan, hürmet gören<br />

kişilerin aracılık etmesi ve bu kişilerin düşüncelerine saygı<br />

duyulması, Türk destanlarına kadar uzanan köklü bir gelenektir.<br />

Dede Korkut Kitabı’nda, Bay Püre’nin, oğlu Beyrek’e<br />

two reasons, together with the mother-in-law-to-be and<br />

father-in-law-to-be, also uncle and respectable elders<br />

of the neighborhood come to ask for the girl’ in marriage.<br />

The mediation of the respectable and influential people in<br />

that event and the respect shown towards these people ‘s<br />

thoughts, is a inveterate tradition extending to Turkic epics.<br />

There exist some examples in different epics as folloes: In<br />

the book of Dede Qorqut Epic, before Bay Püre goes to ask<br />

for Banu Çiçek in marriage for his son Beyrek, Bay Pure tells<br />

Beyrek “My Son, we shall call Oguz beys to our house, then<br />

we adopt a manner according to their approval” (Ergin 1989:<br />

124); Kangli Koca, had taken along wise old men ,when he<br />

went looking for a girl for his son Kan Turalı. (Ergin 1989:<br />

185); in accordance with Şeceri-i Terâkime, Korkut Ata,<br />

known as the ancestor of Oguzs helped Tuman marry. (Ergin<br />

t.y: 61,62); in Manas Epic, Temir Khan consulted alp wizards<br />

before giving Kanikey to Manas(İnan 1972: 54). In numerous<br />

Turkic communities, the event of marriage occured by<br />

means of mediation firstly in Hun Turks and also in Oguz,<br />

Altai, Yakut, Kazakh, Uyghur, Turkmen, Gagauz, Azerbaijani,<br />

Mamusha, Dobruca, Ahiskan, Kirkuk (Radloff 1986: 174; İbn<br />

Fazlan Seyahatnamesi 1975: 32; İzgi 1982: 258; Önal 1995:<br />

76; Güngör 1992: 8; Çelik 1994: 20, Hacılı-İdrisi 1993: 22;<br />

Tokatlı 199: 33) communities, so this means that this tradition,<br />

which still preserves the function today, proves its<br />

feature of continuity.<br />

During the event, in order to reach to the propitious sequence,<br />

the word starts with the pattern expression which


Banu Çiçek’i istemeye gitmeden önce “Oğul, kudretli Oğuz<br />

beylerini evimize çağıralım, nasıl uygun görürlerse ona göre<br />

iş edelim” demesi (Ergin 1989: 124); Kanglı Koca’nın oğlu<br />

Kan Turalı’ya kız aramaya çıktığında, yanına ak sakallı pirleri<br />

alması (Ergin 1989: 185); Şeceri-i Terâkime’de, ‘Oğuzların<br />

atası, tamam bilicisi’ Korkut Ata’nın Tuman’ın evlenmesine<br />

yardımcı olması (Ergin t.y: 61,62); Manas Destanı’nda, Temir<br />

Han’ın, Kanıkey’i Manas’a vermeden önce alp vezirlerine<br />

danışması (İnan 1972: 54) bu geleneğin bilinen en eski<br />

örnekleridir. Evlenme olayının, Hun Türklerinden başlayıp<br />

Oğuz, Altay, Yakut, Kazak, Uygur. Türkmen, Gagauz, Âzerî,<br />

Mamuşa, Dobruca, Ahıska, Kerkük (Radloff 1986: 174; İbn<br />

Fazlan Seyahatnamesi 1975: 32; İzgi 1982: 258; Önal 1995:<br />

76; Güngör 1992: 8; Çelik 1994: 20, Hacılı-İdrisi 1993: 22;<br />

Tokatlı 199: 33) gibi pek çok Türk topluluğunda ‘aracı’ yardımıyla<br />

gerçekleştirilmesi, fonksiyonunu günümüzde de koruyan<br />

bu geleneğin süreklilik vasfını kanıtlamaktadır.<br />

Kız isteme sırasında, hayırlı sonuca ulaşabilmek için, söze,<br />

dinî yükümlülük ve kudsiyet ifade eden “Allah’ın emri, Peygamberin<br />

kavliyle kızınız....ı, oğlumuz...a istiyoruz” kalıp ifadesi<br />

ile başlanır. İlk örneğine Dede Korkut Hikâyeleri’nde<br />

(Ergin 1969: 64,140) rastladığımız dinî sorumluluk taşıyan<br />

bu ifade, Allah tarafından emredilen, Hazreti Muhammed’in<br />

sünneti olan evliliğin, Peygamber’in sözüyle teşvik edildiğini<br />

göstermekte ve bir anlamda sosyal yaptırım gücünü de<br />

yansıtmaktadır.<br />

Türk evlenme geleneğinde uygulanan başka bir âdete göre<br />

de, kız evine istemeye gidildiğinde, araya soğukluk girip işlerin<br />

ters gitmemesi, tatsız olayların yaşanmaması için, isteme<br />

işinin olumlu sonuçlanmasını isteyen kız evi tarafından,<br />

dünürcülere acı kahve, soğuk su gibi ikramlardan kaçınılır;<br />

‘ağız tadını’ simgeleyen tatlı, şeker, lokum, çay, gibi yiyecek<br />

ve içecekler sunulur.<br />

Erkek tarafı isteme konusunda kız evinin olurunu alınca, söz<br />

kesme için gün kararlaştırılır. Kız isteme işinin olumlu sonuca<br />

ulaştığım gösteren söz kesme, evlilik müessesesinin şifahî<br />

ilk belgesidir. Ayrıca, gençlere alınacak eşyalar, başlık,<br />

düğün tarihi gibi konular üzerinde konuşulup karara varılır.<br />

Kız ve erkek aileleri arasında akrabalık bağlarının kurulmasında<br />

temel vazifesini gören ‘söz’de, ele alınan konulardan<br />

biri de ‘başlık’tır. Yazılı kaynaklarda ‘kalın’ olarak geçen başlık<br />

ile ilgili kelimelere VIII. yüzyıldan itibaren rastlamaktayız<br />

(Suci Yazıtı-Orkun 1987: 156; Divânü Lûgat-it-Türk-Atalay<br />

1985: III, 371-372). Söz kesmede konuşulup karara bağlanan<br />

başlık (Derleme Sözlüğü 1993: II, 562), bazı bölgelerde<br />

‘ağırlık’ (Yeni Tarama Sözlüğü: 1988: 1,3), ‘ağırlık bitirmek’<br />

(Derleme Sözlüğü 1993: 1,91), ‘bedel, halat’ (Örnek 1977:<br />

201) kelimeleriyle de ifade edilmektedir. Suci Yazıtı’nda<br />

geçen “...kızımın kalınsız birtim, kızımı kalınsız verdim” (Orexpresses<br />

the religious obligation and the holiness “In accordance<br />

with the Allah’s order and along with the utterance<br />

of our Prophet we ask for your daughter’s hand for our<br />

son”<br />

This expression, bearing religious responsibility that we<br />

firstly encountred in Dede Qorqut Epics (Ergin 1969:<br />

64,140), demonstrates that the marriage that ordered by<br />

God, the sunnah of the Prophet Muhammad, has been encouraged<br />

by Prophet, and in a sense, reflects the efficiency<br />

of social sanction.<br />

In accordance with another custom applied in the Turkic<br />

marriage tradition, in the case of asking for the girl in<br />

marriage, in order to avoid loosing contact and the wheels<br />

falling off and unpleasant events, the bride’s house that<br />

expecting a positive result from the event avoides offers<br />

such as bitter coffee, cold water to the dünürs( father- and<br />

mother-in-laws).Instead, food, and drinks such as sweet,<br />

candy, delight, tea, are served as a symbol of ‘relish’.<br />

When the bridegroom side gets the approval from bride’s<br />

house about to ask for, then the date is fixed for the betrothal<br />

day. The betrothal, which designates that the affair<br />

of asking for the girl in marriage has reached the positive result,<br />

is the first verbal document of the marriage institution.<br />

In addition, both sides discuss the topics such as the stuff<br />

to be purchased for the young couple, başlık -bride wealth<br />

( also known as bride price or bride token, is an amount of<br />

money or property or wealth paid by the groom or his family<br />

to the parents of a woman upon the marriage of their<br />

daughter to the groom), wedding date, and so on. One of<br />

the topics discussed is the subject of ‘ bride wealth ‘ that is<br />

handled on the betrothal day, which has an essential role in<br />

the establishment of kinship ties between two families. The<br />

words related to the bride wealth, which occurs as “kalın”<br />

(leave). in written sources, we have encountered it come as<br />

from the 8th century. (Suci Yazıtı-Orkun 1987: 156; Divânü<br />

Lûgat-it-Türk-Atalay 1985: III, 371-372). Bride wealth that<br />

discussed and agreed on during betrothal, (Derleme Sözlüğü<br />

1993: II, 562), in some regions it is also expressed<br />

by the words ‘ağırlık’ (New Scan Lexicon 1988: 1,3), ‘ağırlık<br />

bitirmek’ (Compilation Lexicon 1993: 1.91), ‘worth, rope’<br />

(Example 1977: 201).Such sayings, in the writings of Sucio,<br />

“... kızımın kalınsız birtim, kızımı kalınsız verdim.- I gave my<br />

daughter without kalın” (Orkun 1987: 156), in Dede Qorqut’s<br />

Epics, Kan Turalı’s “ What does the mule want, whether the<br />

golden coin or camel “(Ergin 1969: 137) indicates that the<br />

kalın / Bride wealth is a very old and rooted tradition dating<br />

back to the Ancient Turks. The Bride wealth that provides<br />

the material and spiritual peace and comfort of the biride<br />

to be married and the newly formed family is returned to<br />

Wedding<br />

25<br />

Düğün


Common Heritage<br />

26<br />

Ortak Miras<br />

kun 1987: 156) cümlesi; İbni Fadlan Seyahatnamesi 1975:<br />

32); Dede Korkut Hikâyeleri’nde Kan Turalı’nın “Altın akçe<br />

mi ister katır, deve mi ister?” (Ergin 1969: 137) sözleri, kalın/başlığın<br />

Eski Türklere kadar uzanan çok eski ve köklü bir<br />

gelenek olduğunu göstermektedir. Evlenecek kızın ve yeni<br />

oluşturulacak ailenin maddî ve manevi huzurunu, rahatlığını<br />

sağlayan başlık, boşanma durumunda (geçimsizlik, sadakatsizlik,<br />

kısırlık gibi sebeplerle) haksız olan kadın olduğu<br />

takdirde, erkek evine iade edilir.<br />

Söz kesmenin hemen ardından ‘nişan töreni’ gelir. Türk Medenî<br />

Kânununun 82. maddesinde yer alan; nişanlanmanın<br />

gayesini ortaya koyan “Nişanlanma, evlenme vaadiyle olur”<br />

(Maden 1991: 496) cümlesiyle anlatılan; söze oranla resmiyet<br />

ifade eden nişan, evliliği şeklî olarak simgeleyen bir<br />

aşamadır. Dede Korkut Hikâyeleri’nde “küçük düğün” olarak<br />

geçen nişan, “Yalançı oğlu Yaltaçuk kiçi düğünin eyledi,<br />

ulu düğünine va’de kodı” (Ergin 1989: 133) örne-ğinde de<br />

görüldüğü gibi, evlenme için bir söz, aynı zamanda ön akittir<br />

(Ögel 1988: 266). Anadolu ağızlarına ‘adaklı’ (Derleme<br />

Sözlüğü 1993: 62) şeklinde kullanılan nişanlı kelimesi, evlenecek<br />

olan iki gencin sosyal normlar ve toplum tarafından<br />

kabul görmesini sağlar. Oğuzlar, küçük çocukları nişanlarken<br />

bu sözleşmeye sadık kalacaklarını teyit için çocukların<br />

beşiklerini kerterlermiş. ‘Beşik kertme yavuklu deyimi’ de bu<br />

âdeti bildirir (İnan 1987: 144). Eski Türklerde, bir ağacı, çubuğu<br />

veya yeri kertme, dostluk ve sadakati ifade eden semboldür.<br />

Yazılı belge olmaksızın yalnızca şifahî olarak verilen<br />

bu sözden dönmeye kimse cesaret bile edemez. Kertme<br />

eyleminin sadakatin ifadesi olduğunu tarihi kaynaklar da<br />

teyit eder (Eberhard 1942: 42). Dede Korkut Hikâyeleri’nde<br />

yer alan “Bigler, Allah u Ta’âla mana bir kız virecek olur<br />

the man’s house, if the unjustified one is the woman in the<br />

case of divorce (by the reason of incompatibility, infidelity,<br />

infertility).<br />

‘Engagement ceremony’ ensues upon the betrothal. The<br />

denotation by the expression, “Engagement eventuates<br />

by means of the promise of marriage” which reveals the<br />

puropse of engagement and laid down in the article 82 of<br />

the Turkic Code of Civil Law; (Maden 1991: 496) is that the<br />

engagement, which sgnifies formality compared to the betrothal,<br />

is a phase symbolizing marriage in a formal sense.<br />

Engagement denoted as “mini wedding” in Dede Qorqut<br />

Epics, is simply a promise for marriage, at the same time<br />

a preliminary contract (Ögel 1988: 266)., as is seen in the<br />

example of expression “Yalançı oğlu Yaltaçuk kiçi düğünin<br />

eyledi, ulu düğünine va’de kodı-” (Ergin 1989: 133) …¸ The<br />

fiancée, which is used in the Anatolian dialects as ‘adaklı’<br />

(Derleme Sözlüğü -Compilation Dictionary- 1993: 62),<br />

allows the genders-to-be-married to be accepted by the<br />

social norms and the society. The Oguzs used to betroth the<br />

children in the cradles (in Turkish known as “beşik kertmesi”:<br />

decision on the future marriage of a boy and a girl when<br />

they are both in the cradles) to confirm that they will stick<br />

to this contract when they are engaging small children. The<br />

idiom “Beşik kertme yavuklu - Fiancee betrothed in the<br />

cradle” designates this custom (İnan 1987: 144). In ancient<br />

Turks, notching in a tree, a stick, or a place is a symbol that<br />

expresses friendship and loyalty. Nobody can even dare to<br />

renege on this verbal promise without a written document.<br />

Historical sources also confirm that the act of betroth is an<br />

expression of loyalty. (Eberhard 1942: 42). These expressions<br />

in Dede Qorqut Epics “Bigler, Allah u Ta’âla mana bir<br />

kız virecek olur ise, siz tanık olun, menüm kızım Pay Büre<br />

Bıg oglına bişik kertme yavuklu olsun- Lads!, if God gives<br />

me a daughter, you witness, I have already betrothed my<br />

daughter-to be born with Pay Bubble’s son” (Gökyay 1938:<br />

25; Ergin 1989: 117); “Beyrek üç öpdi, bir dişledi, düğün<br />

kutlu olsun han kızı diyü parmağından altın yüzüği çıkardı<br />

kızın parmağına kiçürdi. Ortamızda bu nişan olsun han kızı,<br />

dedi”- (According to the story, Bani Çiçek wants to testify<br />

Beyrek, who she knows as her fiancée, about valor. As a result<br />

of the fight of two fiancés, Bani Çiçek is beaten, in the<br />

story wrestling between Beyrek and Bani Çiçek and the defeat<br />

of Bani Çiçek are dramatized) (Gökyay 1939: 36; Ergin<br />

1989: 123) indicate that the event of betrothed children in<br />

cradles and the engagement ring used as a formal symbol<br />

are the customs that date back to the Old Turks.<br />

Following the engagement held at the girl’s house, a bundle,<br />

named ‘corresponding to engagement’ and containing<br />

the ring for the birdegroom, also clothes, shirts, socks,<br />

handkerchiefs and a tray of baklava for biridegroom and his


ise, siz tanık olun, menüm kızım Pay Büre Bıg oglına bişik<br />

kertme yavuklu olsun” (Gökyay 1938: 25; Ergin 1989: 117);<br />

“Beyrek üç öpdi, bir dişledi, düğün kutlu olsun han kızı diyü<br />

parmağından altın yüzüği çıkardı kızın parmağına kiçürdi.<br />

Ortamızda bu nişan olsun han kızı, dedi” (Gökyay 1939: 36;<br />

Ergin 1989: 123) ifadeleri, beşik kertme olayının ve nişanda<br />

şekli sembol olarak kullanılan nişan yüzüğünün Eski Türklere<br />

kadar uzanan bir âdet olduğunu göstermektedir.<br />

Kız evinde gerçekleştirilen nişanı müteakip, ‘nişan karşılığı’<br />

adı verilen içinde damada yüzük; damada ve yakınlarına<br />

çamaşır, gömlek, çorap, mendil bulunan bohça ve bir<br />

tepsi baklava, kız evinin amca, dayı, enişte gibi yakınlarıyla<br />

erkek evine gönderilir. Nişandan kısa bir süre sonra, başta<br />

kayın valide olmak üzere, oğlan evinin büyükleri, gelin ve kız<br />

evinin ileri gelenleriyle beraber oturulan yere en yakın ile<br />

düğün alışverişine giderler, Gelin alışverişinde, gelin kıza,<br />

iç çamaşır, gecelik, elbiselik / mantoluk kumaş, hazır elbise,<br />

eşarp, yazma, gezmelik ve gündelik çorap, terlik, ayakkabı,<br />

tarak, ayna, saç tokası vb. her türlü ihtiyacın yanı sıra,<br />

kız evinin isteklerini göz önüne alarak altın cinsinden küpe,<br />

yüzük, bilezik, kolye gibi ziynet eşyalar alınır. Düğün alışverişinde,<br />

gelinin ihtiyaçları karşılandıktan sonra, kayın valide<br />

ve kayın peder, kız kardeş, amca, yenge, teyze gibi birinci<br />

derecedeki yakınlara da elbiselik kumaş veya takım elbise,<br />

terlik, ayakkabı, yazma, çorap gibi gönülleri hoş tutacak hediyeler<br />

verilir.<br />

Söz ile düğün arasında şeker veya kurban bayramı olursa,<br />

relatives are sent to the man’s house with girl’s uncles, etc.<br />

Shortly after the engagement, notably mother-in-law and<br />

the elders of the boy’s house, the elders of the girl’s house<br />

go to the nearest city for wedding shop all together. During<br />

the shopping for the bride, along with all her needs such as,<br />

underclothes, lingerie, fabric for dress / coat, ready wear,<br />

scarf, babushka, socks for travel and daily use, slippers,<br />

shoes, combs, mirror,hairpin etc, and also by taking the<br />

claims of the bride’s part into consideration, jewellery like<br />

gold earrings, rings, bracelets, necklaces etc. are bought<br />

for the bride. After meeting the needs of the bride by the<br />

shopping, gifts such as dresses, slippers, shoes, scarf, socks,<br />

etc. are given to the first-degree relatives, such as sisters,<br />

uncles, aunts, aunts, to make them pleased with.<br />

If the feast following ramadan or sacrifice feast coincides<br />

with the period between the betrothal and the wedding, the<br />

bride-to-be is given presents such as an embellished bride’s<br />

ram, along with a “festive bondle” including candy, cologne,<br />

dress, socks and shoes. The biride’s side also sends similar<br />

gifts to the groom’s house. Marriage preparations beginning<br />

with the event asking for the girl in marriage, gain a<br />

great enthusiasm and speed with the realization of the engagement,<br />

as mentioned with the expression “Deli Karçar<br />

geldi. Elbisesini giydi, evine gitti, ağır düğün hazırlıklarını<br />

yaptı- Crazy Karchar came. He wore his dress elbisini, went<br />

home, made heavy wedding preparations” in Dede Qorqut<br />

Epics. (Ergin 1969: 69). The most important preparation<br />

of the bride’s house is the completion of the dowry while<br />

Wedding<br />

27<br />

Düğün


Common Heritage<br />

28<br />

Ortak Miras<br />

gelin kıza boyalarla süslenmiş gelin koçu, şeker, kolonya,<br />

elbiselik kumaş, çorap ve ayakkabı gibi hediyeler, ‘bayramlık’<br />

bohçası olarak gönderilir. Kız tarafı da, benzer hediyeleri<br />

erkek evine yollar. Kız istemeyle başlayan evlilik hazırlıkları,<br />

Dede Korkut’taki “Deli Karçar geldi. Elbisesini giydi, evine<br />

gitti, ağır düğün hazırlıklarını yaptı” sözünde ifade edildiği<br />

gibi, nişanın gerçekleştirilmesiyle büyük bir coşku ve hız<br />

kazanır (Ergin 1969: 69). Oğlan evi düğün hazırlıklarıyla<br />

uğraşırken, kız evinin en önemli hazırlığı, çeyizin tamamlanmasıdır.<br />

Yıllardan beri süre gelen sözlü kültür geleneğimizin<br />

temsilcisi kabul edilen ‘çeyiz’, kız evinin sosyal statüsünü<br />

yansıtır. Gelin olacak kızın, yeni evindeki çeşitli ihtiyaçlarına<br />

cevap vermesi amacıyla hazırlanan çeyiz, kız evinin maddî<br />

durumunun yanında, sosyal ve kültürel durumunun da bir<br />

göstergesidir. Çeyizin vazgeçilmez par çalan olan, nakışlar,<br />

oyalar, danteller ve bu işlemelerde kullanılan motifler, onları<br />

icra eden amatör sanatçıların, dolayısıyla o toplumun<br />

yaşayışını, coğrafî, ekonomik şartlarını, sosyal hayatını ve<br />

tasarım gücünü ortaya koyan kriterlerdir. Türk kadını, kapalı<br />

bir mekânda bir öğretmenin kontrolünde eğitim almasa da,<br />

içinde bulunduğu sosyal ve kültürel ortamın, rutin akışta<br />

verdiği eğitim ve görgüyle kendini yetiştirir; aldığı bu eğitim<br />

sonucunda edindiği birikimi ve estetik zevkini, dantel, oya,<br />

nakış gibi sanat ürünlerinde dile getirir. Çeyiz hazırlıkları, kız<br />

çocuğunun doğumuyla başlar. Kız annesi, kızı büyüyüp evlendiğinde<br />

ihtiyaç duyabileceği oda takımı, dantel, çarşaf,<br />

başörtüsü, çorap vb. gibi kız çeyizinde bulunması gereken<br />

eşyaları, doğumdan sonra hazırlamaya başlar. İmece usuthe<br />

groom’s side is dealing with the wedding preparations.<br />

The ‘dowry’, which has been regarded as representative of<br />

our oral cultural tradition that has been going on for years,<br />

reflects the social status of the bride’s house. The dowry<br />

prepared to satisfy the various needs of the bride- to-beis<br />

a sign of the social and cultural situation as well as the<br />

material situation of the bride’s house. The indispensable<br />

pieces of dowry, such as embroideries, lacework, motifs<br />

used in these works, are the criterias that reveal the way<br />

of living, geographical and economic conditions, social life<br />

and design power of the amateur artists performing them<br />

and therefore that society. Although the Turkic woman does<br />

not receive training under the supervision of a teacher in a<br />

closed space, she grows up herself by means of the education<br />

and vision given her in the routine flow of the social and<br />

cultural environment she is in; as the culmination of this education,<br />

she expresses the accumulation and the aesthetic<br />

pleasure in the works of art such as lace, embroidery. Dowry<br />

preparations start with the birth of the girl. After birth, the<br />

girl’s mother starts to prepare the stuff to be found in the<br />

dowry, such as bedroom suite, lace, bed sheet, head scarf,<br />

socks etc., that her daughter may need when she grows up<br />

and gets married. When the stuff that prepared after the<br />

cradle girl grows up added to those products that prepared<br />

in a cooperative way and with aesthetic pleasure, in the<br />

end all of those emerge as a various picture . On the same<br />

day evening, the ‘henna night (mehndi ceremony)’ is held<br />

after the ritual inwhich the bride-to-be is informed about<br />

the things she should do and should avoid to be happy in


lüyle hazırlanan, estetik zevk ürünü olan bu eşyalara, beşikteki<br />

kız büyüdüğü zaman yaptıkları da eklenince, zengin bir<br />

tablo ortaya çıkar.<br />

Gelin adayına, yeni hayatında mutlu olması için, yapması<br />

ve yapmaması gereken işler hakkında bilgi vermek amacıyla<br />

yapılan törenden sonra, aynı günün akşamı ‘kına gecesi’<br />

yapılır. Düğün töreninin temeli kabul edilen coşku ve eğlencenin,<br />

adeta ‘ağıt’ havasına dönüştüğü bölüm olan ‘kına’,<br />

gelin baba evinden ayrılmadan önce, genç kızın ana babasından<br />

ayrılmasıyla duyduğu hüznü, acıyı; aynı zamanda<br />

yeni bir hayata başlamanın, aile kurmanın verdiği sevinçle<br />

karışık yaşatan bir gelenektir. Arapça ‘hına, hınnâ’ (Devellioğlu<br />

1982: 432) kelimesinden dilimize geçen; Türk lehçelerinde<br />

de hına, kına’ (Kazaxsko-Russkiy Slovar’ 1954: 463;<br />

Yuhadin-Taymaz 1948: 55) olarak kullanılan kına, tırnakları,<br />

elleri ve saçları boyamak için kullanılan bir bitkidir. Besleme,<br />

canlandırma, renk verme özelliği ile kozmetikte; parasetemol<br />

özelliğiyle de farmakolojide etkili olan kına, Hazreti<br />

Muhammed’in başı ağrıdığı zaman, kınayı ilâç niyetine başıma<br />

sarması, herhangi bir yeri yara olduğu zaman pomad<br />

olarak kullanması ile de dinî misyona sâhiptir<br />

‘Düğün’ün Fonksiyonları<br />

Evlenme olayının, kız istemeden başlayıp gerdek sonrasına<br />

kadar devam eden bu safhaları ışığında, evlenme geleneğini<br />

ve beraberinde getirdiği uygulamalar şöyle değerlendirilebilir:<br />

Düğün, kişilerin birbirlerine ve topluma karşı<br />

nasıl hareket etmeleri gerektiğini gösteren; sahip olunan<br />

kültürel mirasın bilincine vardırarak, gelenek görenekleri,<br />

inançları, değer yargılarını, töreleri canlandıran; mutluluk<br />

veren; eğiten; gelenekleri canlandıran; eğlendiren fonksiyonlarının<br />

yanında insanları bir araya getirme özelliği ile<br />

de oldukça meşakkatli bir hazırlıklar bütünüdür. Kişiye, toplumun<br />

bir üyesi olmanın hazzını ve toplumda düzen içinde<br />

yaşamanın gerekliliğini hissettiren düğün, aynı zamanda<br />

insanları bir araya getirerek bireyler arasındaki toplumsal<br />

bağları kuvvetlendirmekte, <strong>ortak</strong>lığı pekiştirmektedir. Hızla<br />

modernleşen ve teknolojik gelişmelerle insan sesinin yerini<br />

mekanik seslerin almaya başladığı çağımızda, bu çeşit<br />

sosyal dayanışmalar, insanlara aynı toplumun üyesi olarak<br />

yaşama, paylaşma mutluluğunu hissettirerek onları, manevî<br />

hazza ulaştırır. Evlenme töreninin hemen her safhasında<br />

kullanılan, insan yaratıcılığının, tasarım gücünün ve<br />

anlam yükleme yeteneğinin göstergesi olan semboller, her<br />

toplumda geçerli olan davranış ve tutumları oluşturarak,<br />

olayları o topluma özgü olma vasfı kazandırır. Geleneksel<br />

yerleşim yerlerinde, evlenmek isteyen delikanlının sürekli,<br />

ayna karşısında tıraş olması, sinirli, huzursuz bir tavır takınması,<br />

çamaşırlarının yıkanmamasından yakınması; evlenmek<br />

isteyen genç kızın, bulaşıkları birbirine çarparcasına<br />

her new life. The ‘henna night ‘ that is accepted as the basis<br />

of the wedding ceremony and inwhich the enthusiasm<br />

and fun almost turn into a threnody part, is a custom that,<br />

before the bride leaves her father house, makes her feel a<br />

mixture of emotions like the “sadness” she feels because of<br />

drawing apart from her parents; at the same time the “joy”<br />

to start a new lifeby creating a family. The “henna” that was<br />

derived from ‘henna, hınnâ’ of the Arabic language (Devellioğlu<br />

1982: 432) and used as “hına”, “henna” in Turkic dialects<br />

(Kazaxsko-Russkiy Slovar ‘1954: 463; Yuhadin-Taymaz<br />

1948: 55) and is a plant used to dye, nails, hands and<br />

hair. Henna which is effective in cosmetics with its feeding,<br />

invigorating, coloring features; and also pharmacologically<br />

effective with its paracetamol feature, has also a religious<br />

mission that is because when the Prophet Muhammad suffered<br />

from headache He used to wrap henna around His<br />

head with the intent of medication, moreover used to apply<br />

it as a pomade in case of any wound.<br />

Functions of ‘Wedding’<br />

In the light of the phases of marriage, start from the asking<br />

for the girl in marriage and continue until post nuptial, the<br />

tradition of marriage and the practices brought with itself<br />

can be evaluated as follows:<br />

In a board sense the wedding is the whole of arduous preparetions<br />

that, showing how people should move towards<br />

each other and gather; having the awareness of the cultural<br />

heritage that is possessed, reviving tradition, customs, beliefs,<br />

value judgments, patriotism, giving happiness; training;<br />

as well as not only having the ability to bring people<br />

together, but also entertaining functions. It makes individual<br />

feel the pleasure of being a member of society and the<br />

necessity of living in order in the society, at the same time<br />

bringing people together and strengthening the social ties<br />

among the individuals and consolidating the partnership.<br />

In the era of rapid mechanical modernization and in which<br />

the mechanical voices begins to replace the human voice,<br />

these kinds of social solidarities let them have the spiritual<br />

delight by making people feel the happiness of living and<br />

sharing as a member of the same society. Symbols used at<br />

almost every stage of the marriage ceremony, which are<br />

indicative of human creativity, design power and ability<br />

of meaning attribution, and make the events to have the<br />

qualification of being peciluar to that community, by establishing<br />

behaviours and attitudes that are valid in every society.<br />

There are numerous symbolic movements that express<br />

nonverbal communication below: In villages and towns<br />

where traditional life lives intensely, young men who want<br />

to get married shave constantly in front of the mirror, behave<br />

in an angry way, show restless attitude, complain that<br />

his clothes are not washed; on the other side, young girls<br />

Wedding<br />

29<br />

Düğün


Common Heritage<br />

30<br />

Ortak Miras<br />

sert yıkaması, dama çıkıp kedi sesini taklit etmesi, kardeşleriyle<br />

ağız dalaşına girmesi; akrabalık bağlarının kuvvetlenmesi<br />

için kız evinden getirilen tuz ve külün erkek evindeki<br />

tuz ve küle karıştırılması; kız istemeye gidildiğini anlatmak<br />

için soyu sürdürmeyi ifade eden ocaktaki ateşin karıştırılması;<br />

kız evinin olumlu/olumsuz cevabını sembolize eden<br />

gözlemenin alınması; gelinin munis, iyi huylu olması için,<br />

arabadan inmeden ayağının altına koyun postu serilmesi,<br />

baba ocağından umudunu keserek yeni evini benimsemesi<br />

için kendi evinden getirdiği bardağı kırması; gelinin, teiniz,<br />

tertipli bir ev kadını olması için, yeni evinde altına süpürge<br />

konmuş yastığın üzerine oturtulması gibi sayısız işlem, sözsüz<br />

iletişimi ifade eden sembolik hareketlerdir (Öğüt Eker<br />

2000b: 93-96).<br />

Yeryüzündeki her toplum, gelenek diye isimlendirilen <strong>ortak</strong><br />

kabul, düşünce ve anlayış sistemleri ile varlığını sürdürmüş<br />

ve bunu gelecekte de devam ettirecektir Geleneklerin toplumdaki<br />

uygulamaları olan ritüeller, insanoğlunun her zaman<br />

ihtiyaç duyduğu ve duyacağı kültür unsurlarıdır. İnsan,<br />

ne kadar gelişmiş medenî bir varlık olsa da, dar anlamda bir<br />

grubun, geniş anlama da bir milletin vatandaşı olma ihtiyacındandır.<br />

Toplumun temel unsuru olan insan, her ne kadar,<br />

para, eşya, mal, mülk gibi maddî tatminlere sahip olsa da,<br />

paylaşma, dayanışma gibi insanı manevi hazza ulaştıran ve<br />

o toplumun üyesi olma mutluluğunu hissettiren duyguların<br />

eksikliğini hisseder (Günay 1987: 28). Hayatın en önemli<br />

geçiş dönemlerinden biri olan evlenme de, insanın, kendine<br />

ve çevresindekilere duyduğu saygıyı, sevgiyi paylaşmanın<br />

who want to get married wash dishes in a loudly by striking<br />

them each other, climb up to the roof and imitates the voice<br />

of cat, row with her sisters brothers. Moreover; Salt and ash<br />

that brought from the girl’s house are mixed with salt and<br />

ash in the male house to strengthen the kinship bonds. In<br />

order to ask for the girl in marriage, the fire in the hearth,<br />

which symbolizes the continuity of posterity is stirred, observations<br />

expressing the positive / negative response of<br />

the girl’s houseare taken into consideration; to make the<br />

bride behave in a good tempered way, a sheep posture is<br />

laid down beneath her foot just before she gets out of the<br />

bridal car. She breaks the glass of her own home to despair<br />

of father home and to adopt the new house. In order to be a<br />

tidy and organized house wife, birde is setaed on pillow that<br />

there is a broom under it. (Öğüt Eker 1998c: 28).<br />

Every society in the world has continued its existence with<br />

the systems of common acceptance, thought and understanding<br />

which is called tradition and it will perpetuate this<br />

in the future. Rituals, which are the practices of traditions in<br />

the society, are elements of culture that human beings always<br />

need and will hear. Although human being is a developed<br />

civilized entity, but, in broad sense needs to be a citizen<br />

of a nation, and of a group in a narrow sense. Although<br />

the man, the basic element of society owns material satisfactions<br />

such as money, goods and possessions, , and he/<br />

she feels the lack of emotions that make them feel happy<br />

to be a member of that society, such as sharing and solidarity<br />

(Günay 1987: 28). Marriage, one of the most important<br />

transitional periods of life, is the area that comprises the<br />

beautiful, colorful and rich examples of sharing respect and<br />

love with people and their surroundings.<br />

Wedding Rituals<br />

Ritual whcih is defined as, “A set of stereotyped behaviors<br />

and customs based on an example” (Günay 1995: 2), “Manifestation<br />

of the unwrittten and ever-changing expressions<br />

and certain movements by the actors with definite limits”<br />

(Bauman 1992: 249, quoted from Rappaport), in other<br />

words, the way in which social reconciliation is performed<br />

on the stage. The immutability The most important feature<br />

of ritual, arises from its holiness. Holiness, rather than its<br />

feature of ability think, must be understood under circumstances<br />

of communication as a nature of certain sense of<br />

ritual. (Bauman 1992: 255, quoted from Rappaport) This<br />

compulsory holiness causes rituals to be understood by implication<br />

without discussion. Rituals, which are elements of<br />

culture that human beings always need and also will need ,<br />

according to Durkheim, “are mass demonstrations that they<br />

revive, provoke, protect, reshape the participants. Regardless<br />

of qualities and purposes of the ceremonies, bringing<br />

together the members, intensifying the ties between them,


güzel, renkli ve zengin örneklerini taşıyan alanıdır.<br />

Düğün Ritüelleri<br />

“Bir örnek üzerine kalıplaşmış davranışlar ve töreler bütünü”<br />

(Günay 1995: 2), “Yazıya geçmemiş, hiç değişmeyen ifadelerin<br />

ve belirli şekildeki hareketlerin, kesin sınırlarla oyuncular<br />

tarafından ortaya konulması” (Rappaport’dan aktaran<br />

Bauman 1992: 249) olarak tanımlanan ritüel, diğer bir tabirle,<br />

sosyal uzlaşmanın sahnede sergilenme şeklidir. Ritüelin<br />

en önemli özelliği olan değişmezlik, onun kutsiyetinden<br />

gelmektedir. Kutsiyet, düşünebilme özelliğinden ziyade,<br />

ritüelin belli mantığının bir mahiyeti olarak iletişim şartlarında<br />

anlaşılmalıdır (Rappaport’dan aktaran Bauman 1992:<br />

255). Yapılması zorunlu görülen bu kudsiyet, ritüelin tartışılmadan<br />

ima yoluyla anlaşılmasına sebep olur. İnsanoğlunun<br />

her zaman ihtiyaç duyduğu ve duyacağı kültür unsurları<br />

olan ritüeller, Durkheim’e göre “Toplu yapılan gösterilerdir;<br />

katılanları canlandırır, kışkırtır, korur, yeniden şekillendirir.<br />

Törenlerin nitelikleri, amaçları ne olursa olsun, hepsinde<br />

fertleri bir araya getirmek, aralarındaki bağları yoğunlaştırmak,<br />

yakınlaştırmak, daha samimi olmalarını sağlayarak<br />

toplum şuuruna ulaştırmak gibi nitelikler müşterektir.<br />

Fertler, birlik içinde toplumdaki yerlerini ve toplumla ilişkili<br />

duygularını ritüellerle yenilemiş olur” (Günay 1995: 2). Bu<br />

derece kesin özelliklere sahip olan ritlere, Anadolu’nun hemen<br />

her bölgesindeki düğünlerde rastlamaktayız. Hayatın<br />

en önemli geçiş dönemlerinden biri olan evlenme, insanın,<br />

kendine ve çevresindekilere duyduğu saygıyı, sevgiyi paylaşmanın<br />

güzel, renkli ve zengin örneklerini taşıyan alanıdır.<br />

Evlenme olayının hemen her safhasında karşımıza çıkan,<br />

Türk toplumunun <strong>ortak</strong> kabulleri olan ritüeller, bu paylaşmanın<br />

en çarpıcı örnekleridir. Gösterme, koruma, temizleme,<br />

bereket getirme, saadet temin etme, kırma, zürriyet,<br />

sakınma, birleştirme, ayrılma, üzüntü ritleri gibi pek çok<br />

gruba ayırabileceğimiz ritler, aslında, evlenme olayının nihaî<br />

amacını yansıtan unsurlardır. Yapılış amaçlarına göre çeşitli<br />

gruplara ayırdığımız bu ritlerin birçoğu, eski Türk inanç sistemindeki<br />

Budist ve Şamanist unsurlarla ilgilidir: Gelinin<br />

oğlan evine girerken eşiğe basmadan atlayarak veya modern<br />

uygulamalarda kocasının kucağında girmesi; eşiğe ve<br />

ocağa yağ sürülmesi, Budist inanç düşüncesinde yer alan<br />

‘cinlerin eşiğe basarak eve girmeleri; ocakları mekân edinmeleri,<br />

eşiğe basan kişinin, cinlerin etkisine gireceği’ inanç<br />

temeline dayanmaktadır. Cinler, kanı ve karanlığı seven, insana<br />

kuvvet, enerji, dinçlik verdiği için tuzdan; tadı, kokusu<br />

ve dinî özelliği dolayısıyla kınadan; sağlamlığı ve gücü sebebiyle<br />

demirden, çelikten, katrandan, barut kokusundan<br />

nefret eden, tüfek gürültüsünden korkan ve bütün bunlarla<br />

kıyaslanamayacak derecede Kur’an-ı Kerîm’den, mukaddes<br />

kelimelerden kaçan mahlûklardır (Westermark 1938: 7-9).<br />

making people closer to each other, making them more sincere,<br />

and conveying them to the community consciousness<br />

are the common traits of all. Individuals, complement their<br />

positions in the society and the feelings associated with society<br />

by means fo rituals in unity” (Günay 1995: 2). We have<br />

encountered such fashions possessing precise characteristics<br />

in weddings in almost every region of Anatolia. Marriage,<br />

one of the most important transitional periods of life,<br />

is an area bearing the beautiful, colorful and rich examples<br />

of sharing respect and endearment which an individiaul<br />

shows him/herself and neighbourhood.<br />

The rituals, which we encounter almost in every phase of<br />

the event wedding and are the common assumptions of the<br />

Turkish society, are the most striking examples of this sharing.<br />

The fashions we can divide into many groups such as<br />

demonstration, protection, cleansing, fertility, provision of<br />

happiness, kırma (gathering people coming from separate<br />

races and causing to born new generations possessing the<br />

characteristics of both races.), generation, avoidance, unification,<br />

separation, regrets are actually elements reflecting<br />

the ultimate purpose of the marriage. Many of these fashions,<br />

which we split into various groups according to their<br />

purposes, relate to the Buddhist and Shamanist elements in<br />

the ancient Turkish belief system: As the bride firstly enters<br />

into the house, she jumps without stepping onto the threshold<br />

or goes into in her husband’s arms as seen in modern<br />

practices, and the treshold is greased, these are all based<br />

on the Buddhist belief that the ‘gins’ enter the house by<br />

stepping at the threshold and settle in fireplace, and the<br />

person who steps on the threshold will be influenced by<br />

the gins. Gins are the cretaors that; like the blood and the<br />

darkness, but hates salt that is because it revitalizes human;<br />

hate henna because of its taste, smell and religious feature;<br />

due to its strength hate the smell of iron, also hate steel,<br />

tar and gunpowder; are afraid of the sound of gun; incomparable<br />

to those, they are the creators that run away from<br />

the Qur’an and sacred words. (Westermark 1938: 7-9). The<br />

things, which the gin in Buddhist faith and the spirits in the<br />

shamanistic beliefs are mostly interested in are those who<br />

express resurgence, beginning, freshness, like newly-wed<br />

couples, puerperants and newborn children. Beside newly-wed<br />

couples have begun a new life, the fact that sexual<br />

intercourse incident to marriage lead to pollution and lust<br />

has caused them to become a focal point. In the ancient<br />

Turkic belief system, ‘the great deity (Tengri) of heavenly<br />

light and the nimbus is Khan Yulgen (Kayra Khan); and<br />

in the dark world, there exists Erlik Khan also called “black<br />

spirit/proprietor” (kara neme). Ulgen is the tengri that can<br />

become benevolent and tutelar without being sacrificed to<br />

him. The only thing that you have to sacrifice is marriage.<br />

Every bridegroom must must sacrifice to him a horse. Erlik<br />

Wedding<br />

31<br />

Düğün


Common Heritage<br />

32<br />

Ortak Miras<br />

Budist inançtaki cin ile Şamanist inançtaki ruhların en çok<br />

ilgilendikleri hususlar, yeni evlenenler, lohusalar ve yeni<br />

doğan çocuklar gibi, yeniden oluşmayı, başlangıcı, tazeliği<br />

ifade eden şahıslardır. Genç evlilerin, yeni bir hayata başlamalarının<br />

yanında, evlilikle gelen cinsel birlikteliğin kirliliği<br />

ve şehveti beraberinde getirmesi, odak noktası olmalarına<br />

sebep olmuştur. Eski Türk inanç sisteminde, ‘nur ve ziya<br />

âleminin büyük Tanrısı “Han Ülgen” (Kayra Han)’dir; karanlık<br />

âleminde ise, “Erlik Han” denilen ‘kara iye/ruh’ bulunur.<br />

Ülgen, kendisine kurban verilmeden de müşfik ve hâmi olabilen<br />

bir ilâhtır. Kurban vermenin zorunlu olduğu tek konu,<br />

evliliktir. Evlenen delikanlı, atı kurban olarak vermek mecburiyetindedir.<br />

Erlik ise, her vesileyle kurban isteyen, verilmediğinde,<br />

insanlara her türlü kötülüğü yapabilen, musallat<br />

olduğu ailelere felaket ve ölüm getirebilen ‘kara iye’dir.<br />

Kurban etmek için herhangi bir çeşit hayvan bulunamadığı<br />

takdirde, ‘rakı ve şarap’ ile de Erlik’i kandırmak mümkündür.<br />

Şamanist inanç sisteminde, mutlak hâkim olan Ülgen’in yanında,<br />

‘Yardımcı, Koruyucu ve Kara iyeler ile Gök, Yer, Ev iyeleri’<br />

bulunmaktadır. Yardımcı iyeler olan ’Yayık, Suyla, Karlık<br />

ve Utkuçı’; koruyucu iyeler olan ‘Umay, Ak Ana/Ak Ene, Ana<br />

Maygıl’; Kara iyeler olan ‘Erlik, Albastı ; Gök iyeleri olan ‘Gök,<br />

Güneş,Ay ve Yıldızlar’; Yer iyeleri olan ‘Dağ, Kaya-Taş, Yer,<br />

Su, Ağaç/Orman/Bitki’; Ev iyeleri olan ‘Ev, Ocak, Od/Ateş,<br />

Ağıl/Ahır’, bu inanç sistemindeki diğer önemli unsurlardır.<br />

Şamanizm’deki ruhlar ile insanlar arasında aracılık yapan,<br />

büyücülük, şairlik, müzisyenlik, oyunculuk gibi vasıflara sahip<br />

olan ‘Şaman/Kam/Ozan’, dinî otoriteyi temsil eden bir<br />

şahsiyettir. Bu inanç sistemini yaşama biçimi olarak benimseyen<br />

insanlarda var olan, ‘iyilik ve kötülüklerin, bu iyelerden<br />

kaynaklandığı’ düşüncesi, ‘kurban’ ve ‘saçı’larla onları<br />

memnun etme, kızdırmama şeklinde tezahür eder. Çeşitli<br />

ayinlerde sunulan kurban ve saçılarla yetinerek kendileis<br />

the “black proprietor”, that expects a sucrifice on every<br />

occasion, otherwise, that is able to do all kinds of evil and<br />

can bring catastrophe and death to the families that he<br />

haunted. If there is no animal to sacrifice, it is possible to<br />

trick Erlik with ‘raki and wine’. In the Shamanist belief system,<br />

besides Yulgen, the absolute ruler, there are ‘Auxiliary,<br />

Protective and Black proprietors along with proprietors of<br />

the Sky, Earth and House’. Among those Protectors, “Yayık,<br />

Suyla, Karlık ve Utkuçı’ are the Auxiliary; ‘Umay, Ak Ana/Ak<br />

Ene, Ana Maygıl’ are the Protective; ‘Erlik, Albastı (A febrile<br />

illness that women who give birth suffer from. According to<br />

the Shaman Belief, a horrible creature or a blonde fairy girl<br />

that has haunted ladies suffering from puerperal fever)” are<br />

the Black; Sky, Sun, Moon and Stars’are the Sky; Mountain,<br />

Rock-Stone, Ground, Water, Wood / Forest / Plant are the<br />

Earth; ‘House, Family, Od / Fire, sheepfold/ Stable’ are the<br />

House ones that are another important elements in this<br />

belief system. ‘Shaman / Kam / Ozan’, acting as mediator<br />

between the spirits and people and which has the skills<br />

of sorcery, poetry, musicianship, acting is a person representing<br />

religious authority in Shamanism. The thought of<br />

“good and evil both originate from these protectors” that<br />

exist in people who adopt this belief system as a life style,<br />

appears in the way of satisfying them with ‘sacrifice’ and<br />

‘saçı (sweets, barley, money, coins, etc., scattered down<br />

the bride’s head), not angering. The belief that protectors<br />

would not harm people and they are also satisified with if<br />

they are sacrificed and saçıs are scattered in the various<br />

rituals, has led people to scattered saçı and to sacrifice on<br />

every occasion. (Eberhard 1942: 80; Ercilasun 1985: 54-55;<br />

İnan 1976: 15- 26; Kalafat 1989: 8-35; Kafesoğlu 1987: 90-<br />

91; Ögel 1971: 59-71).<br />

Saçı saçma (scattering sweets, barley, money, coins, etc.<br />

down from the bride’s head) is a remnant of a sacrificial<br />

ritual made for the acceptance of a bride member of a foreign<br />

lineage by ancestors and protective spirits of her husband.<br />

During the hunting season, the blood, fat and meat<br />

of the prey; during the shepherd period, milk, kumys, fat of<br />

livestock; during the farming period, millet, wheat, various<br />

fruits were used as saçı. (İnan 1986: 167). Among the Central<br />

Asian Turks, the ritual that bride scatters kumys on to<br />

the horse mane and tail to please souls, has been transformed<br />

into the form of scattering down flour, wheat, sugar,<br />

money and snack from the heads of bride and groom, as a<br />

symbol of abundance. In the shamanist belief system, the<br />

saçı is also used in the case of girl abduction. At the event of<br />

girl abduction in the Yakuts, young people are gathered in<br />

the square with their horses. The shaman comes near to the<br />

horses with a leather bottle and picks up a handful of kumys<br />

and scatters around around the animals with the intention<br />

of saçı. He prays to God to protect the youth from these evil<br />

spirits by saying the names of forty evil spirits. After the rite,


ine zarar vermeyeceği inancı, insanları, her vesileyle saçı<br />

saçmaya ve kurban kesmeye yöneltmiştir (Eberhard 1942:<br />

80; Ercilasun 1985: 54-55; İnan 1976: 15- 26; Kalafat 1989:<br />

8-35; Kafesoğlu 1987: 90-91; Ögel 1971: 59-71).<br />

Saçı saçma, yabancı soya mensup olan bir kızı, kocasının<br />

soyunun ataları ve koruyucu ruhları tarafından kabul<br />

görmesi için yapılan bir kurban ayininin kalıntısıdır. Avcılık<br />

döneminde avın kanı, yağı ve eti; çobanlık döneminde süt,<br />

kımız ve hayvanların yağı; çiftçilik döneminde darı, buğday,<br />

muhtelif meyveler saçı olarak kullanılmıştır (İnan 1986:<br />

167). Orta Asya Türkleri arasında, ruhları memnun etmek<br />

için, gelinin, atın yele ve kuyruğuna kımız saçma ritüeli, günümüzde,<br />

gelin ve damadın başından bereket, bolluk simgesi<br />

olarak un, buğday, şeker, para, çerez saçma şeklini almıştır.<br />

Şamanist inanç sisteminde saçı, kız kaçırma olayında<br />

da kullanılır. Yakutlardaki kız kaçırma hâdisesinde, gençler<br />

atlarıyla meydanda toplanır. Şaman, kımız dolu bir tulumla<br />

atların yanına gelir ve bir avuç kımız alıp hayvanların çevresine<br />

saçı saçar. Kırk kötü ruhun adını söyleyerek gençleri<br />

bu kötü ruhlardan koruması için, Tanrıya dua eder. Ayinden<br />

sonra gençler atlarına binerek kaçırılacak kızın kabilesine<br />

doğru yola çıkarlar (İnan 1986: 166). Eski Türk inanç sistemine<br />

göre, kötü ruhlar, ışıktan korkar, karanlığı severler.<br />

‘Ateş’, insanı kötü ruhlardan koruyan, uzaklaştıran; hatta,<br />

onları yakan, temizleyen bir külttür. Kazak ve Kırgızlarda<br />

gelin, kayın babanın evindeki ateşe yağ atıp, secde eder.<br />

Başkurtlarda da var olan bu âdet, daha sonra ateşe tapmak<br />

dinen yasak olduğundan, din adamları tarafından kaldırılmıştır<br />

(İnan 1986: 166).<br />

Bunun yanında, eski Türk hayatında önemli fonksiyonları<br />

olan ‘yer-su kültü’ (Tekin 1988: 10), Türklerin İslâmiyet’i<br />

kabul etmelerinden sonra da uzun bir süre etkisini sürdürmüştür.<br />

Başkurtlarda, aileye yeni gelin katıldığında uygulanan<br />

‘hu köründürü’ (su gösterme) merasimine göre, gerdek<br />

gecesinin sabahında, geleneksel yerleşim yerindeki kadın<br />

ve kızları toplanarak gelini yakınlardaki kayın babalarının su<br />

içtikleri ırmak veya göle götürürler. İhtiyar bir kadın, gelini<br />

suya, suyu geline gösterdikten sonra “ataylardan kalgan<br />

hu, ineylerden kalgan hu” (babalardan kalan su, analardan<br />

kalan su) diyerek çeşitli sözler söyler ve gelinin süslerinden<br />

gümüş paralarla saçı saçar (İnan 1987 :492). Saçı saçma,<br />

ateşe yağ atma dışında kocasına veya onun soyuna mensup<br />

erkeklere adları ile hitap etmeme, belirli bir süre kayın valide<br />

ve kayın pederle konuşmama gibi ruhlara saygı, korku,<br />

çekinme gibi sebeplere dayanan, kökeni Eski Türk inancına<br />

dayanan pek çok âdet, Türklerin İslâmiyet’i benimsemelerinden<br />

sonra, yeni inanç sistemlerine ve hayat tarzlarına<br />

göre farklı fonksiyon ve üstlenerek bugün de hâlâ varlığını<br />

sürdürmektedir. İnanç sistemleri ve bunlara bağlı olan uygulamaların<br />

insan hayatı üzerindeki tartışılmaz etkisi, bütün<br />

dünya milletleri için söz konusudur. Tarih boyunca, farklı din<br />

young people ride their horses and set off towards the girl’s<br />

tribe to abduct her. (İnan 1986: 166). According to the old<br />

Turkic belief system, evil spirits fear light and love the darkness.<br />

‘Fire’ is the cult which protects the human from evil<br />

spirits and wards off them ; even burns and cleans them.<br />

Kazakhstani and Kirghiz brides, will throw oil on the fire in<br />

house of father-in-law and prostrate. This custom, which<br />

also existed in the Bashkirs, was abolished later by the clergy,<br />

because fire worship is religiously forbidden. (İnan 1986:<br />

166).<br />

Besides, the ‘ cult of ground-water ‘ (Tekin 1988: 10), which<br />

has important functions in the ancient Turkic life, perpetuated<br />

its influence for a long time alos after the Turks accepted<br />

Islam. In Bashkirs, in the morning following the<br />

nuptial night, women and girls in the traditional settlement<br />

are gathered to take the bride away to the nearest river or<br />

lake where father-in-laws drink water, according to the ‘hu<br />

köründürü’ (direction to the water ) ceremony. After an old<br />

woman showed bride the water and showed the water her,<br />

she made a few words saying “ ataylardan kalgan hu, ineylerden<br />

kalgan hu (water left from the mothers and fathers),<br />

and scatters saçı which are silver coins from the jewellery<br />

belonging to the bride (İnan 1987 :492). Besides scattering<br />

saçı and throwing oil to fire, there exist a lot of customs<br />

rooted in old Turkic belief for the brides that what to avoid<br />

or to do, for the reason of respecting for souls, fearing and<br />

frustration. For instance, they should avoid addressing her<br />

husband or her descendants with their names and alos<br />

avoid talking to the mother and father- in-laws for a certain<br />

period of time. Surpsisingly, those customs still exist today,<br />

after the Turks have adopted Islam, with different functions<br />

and assumptions according to new belief systems and lifestyles.<br />

The unquestionable influence of belief systems and<br />

practices connected to them on human life is a matter for<br />

all nations of the world. Throughout history, Turks, who interacted<br />

with different religions and cultures, have created<br />

a new synthesis in this historical process by combining their<br />

ancient belief systems with Islamic thought. Today, these<br />

rituals, which are used at almost every stage of the marriage<br />

tradition, are derived from the Buddhist and Shamanist beliefs<br />

and express the new meanings that the Turkic people<br />

attributed by Islamic thought. These rites based on some<br />

fundamentals such as; protection from evil spirits in Buddhist<br />

faith and evil spirits in shamanism; preventing the spirits<br />

from harming the person by being satisfied with the items<br />

presented; making the souls afraid and run away by making<br />

various voices; by means of cleansing, purifying from evil<br />

spirits and evils to occur; believing in various prayers and<br />

symbols that souls can not harm them, but however in time,<br />

shaped by changing and shaping the society in the belief<br />

system, tradition customs and value judgments, contain<br />

elements which are parallel with their aims of application.<br />

Wedding<br />

33<br />

Düğün


Common Heritage<br />

34<br />

Ortak Miras<br />

ve kültürle etkileşim içinde bulunan Türkler de, bu tarihî<br />

süreç içinde, eski inanç sistemlerini İslâmî düşünce tarzıyla<br />

birleştirerek yeni bir sentez ortaya çıkarmışlardır. Bugün,<br />

evlenme geleneğinin hemen her safhasında kullanılan bu<br />

ritüeller, Budist ve Şamanist inançtan kaynaklanmakla beraber,<br />

Türk insanının İslâmî düşünceyle ona yüklediği yeni<br />

anlamları ifade etmektedir. Budist inançtaki cinlerden, Şamanizm’de<br />

var olan kötü ruhlardan korunma; ruhların sunulan<br />

maddelerle yetinerek kişiye zarar vermesine önleme;<br />

çeşitli sesler çıkararak ruhların korkmasını ve kaçmasını<br />

sağlama; temizlik ile onlardan ve gelecek kötülüklerden<br />

arınma; çeşitli dua ve sembollerle ruhların onlara zarar<br />

veremeyeceğine inanma gibi temellere dayanan; ancak,<br />

zamanla toplumun inanç sisteminde, gelenek göreneklerinde,<br />

değer yargılarında değişip şekillenerek biçimlenen<br />

bu ritler, yapılma amaçlarıyla paralellik taşıyan unsurları<br />

içermektedir. ‘Ağız tadı’ olarak tabir edilen ailedeki huzur ve<br />

sükûnetin korunması için, evlenme olayının her safhasında<br />

şeker ve türevlerinin kullanılıp acıya yer verilmemesi; korku<br />

unsuru olarak sesi, kuvveti ifade eden yumruk ve silahın kullanılması;<br />

bolluk ve bereket için tahıl ürünlerinin yer alması;<br />

nazarın, kötülüklerin gitmesi için cam, tahta, çömlek gibi<br />

eşyaların kırılması örnekler, bu ritlerin aslî amaçlarını yansıtmaktadır<br />

(Öğüt Eker 2000a: 42-43). “Ritüellerin, bazen<br />

kaynaktaki fonksiyonları, bazen uygulama yöntemleri ve<br />

mekânları, aslî şeklinden farklılık gösterebilir” (Günay 1995:<br />

2). Günümüzde fonksiyon değişikliğine uğrayarak, eski Türk<br />

inançlarındaki ruhlara kurban sunma amacının İslâmiyet’le<br />

birlikte tamamen ortadan kalkarak yalnızca bereket, bolluk,<br />

aile huzuru gibi görevler yüklenen bu uygulamalar, evlenme<br />

olayının hemen her safhasında kullanılmaktadır. Gösterme<br />

ritleri olan, kız ve erkek arasında sözün kesildiğini sembolize<br />

eden çevrenin oğlan tarafına verilmesi, iki gencin birleşmesini<br />

topluma ilân etme ve insanların şahitliğinde kabul edildiğini<br />

gösteren nişan, düğün, genç kızlıktan kadınlığa geçiş<br />

sembolü olarak kızın saçına kâkül kesilmesi, görücülüğe<br />

giden kadınların kıyafetlerini ters giymeleri; sakınma ritleri<br />

olan gelinin yüzüne duvak örtülmesi; korunma ritleri olan<br />

(bu ritleri a. şeker, para, kuruyemiş gibi gıdâ maddeleri sunarak,<br />

kurban keserek ruhların onlarla yetinmesini sağlama,<br />

b. gürültü çıkararak, c. ateş yakarak ruhları korkutma ve yeni<br />

evlilere zarar vermesini önleme olmak üzere üç grupta ele<br />

alabiliriz) saçı saçılması, gelinin oğlan evinde ekmekle karşılanması,<br />

ekmeğin kolunun altına verilmesi, başında ufalanması;<br />

evlilik töreninin tamamlanıp bakireliğin tescillenmesinin<br />

işareti olarak silah atılması, gelin adayının silahla<br />

karşılanması, damadın gerdeğe sokulması esnasında, sırtına<br />

yumruk atılması, davul ve zurnanın düğünün vazgeçilmez<br />

unsurları olması, nazara iyi geldiğine inanılan ‘üzellik’<br />

otuyla ‘alazlama’ yapılması, gelinin ocak etrafında gezdirilmesi,<br />

çeşitli vesilelerle mum taşınması ve yakılması, gelinin<br />

altında bıçak bulunan yastığa oturtulması; dinî (koruyucu)<br />

In order to protect the peace and tranquility in the family,<br />

which is called “ağız tadı-relish or harmony”, examples such<br />

as, The use of sugar and its derivatives at every stage of the<br />

marriage process; The use of fist and weapon expressing<br />

voice, force as a fear element; giving place to grain crops for<br />

abundance and plentifulness; The breaking of things such<br />

as glass, wood, pottery to ward off evil spirits and evil eye all<br />

reflect the essential aims of these rites. (Öğüt Eker 2000a:<br />

42-43). “Sometimes the functions at the source of and<br />

sometmes the methods of implementation and the spaces<br />

of the rituals may differ from the original. ”(Günay 1995: 2).<br />

Today, by incuring changes in the function, the purpose of<br />

presenting sacrifices to the spirits in the ancient Turkic beliefs<br />

has disappeared altogether in the wake of accepting<br />

Islam. Now these practices which merely undertake tasks<br />

such as abundance, plentifulness and family rest are only<br />

used at every stage of the marriage process. Varios practices<br />

and applications that expresses feelings and thoughts<br />

about the marriage of people are as follows: Among the<br />

demonstration rituals; some special symbols declaring the<br />

betrothal are given to the groom side; the engagement and<br />

wedding the announcing the cuple of the two young people;<br />

Cutting the curl of the girl’s hair as a symbol of transition<br />

from girlishness to womanhood, while seing the marriageable<br />

girl, wearing the clothes inside out; avoidence<br />

rites such as the bridal veil worn by the bride; protection<br />

rites as ( we can group those into three parts: a. By offering<br />

sacrifices such as sugar, money, and nuts to make spirits be<br />

satisfied with them b. by making noise, c. by burning fire,<br />

scaring the spirits and preventing newly weds from harms.)<br />

scattering saçı, welcoming the bride by bread at the house<br />

of groom and siqueezing the bread bride’s underarm, and<br />

then crumbling bread on top of her head; firing a gun into<br />

the air as a sign of completion of marriage ceremony and<br />

approval of virginity, also welcoming the birde firing a gun<br />

into the air, while the groom entering the nuptial chamber<br />

punching his back, playing drum and horn as indispensable<br />

elements of the wedding, scorching harmal in order to be<br />

protected from evil eye, showing the bride around the fire<br />

place, carrying and lighting candles on different occasions,<br />

seating the bride on a pillow with a knife under it; religious<br />

(protective)rites as reading prayer at every opportunity,<br />

showing the bride and groom around holy places such as<br />

a mosque or a mausoleum, handing over the Holy Qur’an<br />

to the bride or she crosses under the Holy Qur’an; felicity<br />

rites as dessert, sweet, sherbet sending, mirror carrying and<br />

looking in the mirror; coupling rites as superimposing the<br />

hands of the bride and the groom at nuptial night, wearing<br />

ring, Banquet arrangement at every occasion, dining for the<br />

guests; posterity rites as giving a boy to the bride just before<br />

she gets off the car and enters the bridal chamber, seating<br />

a child on the pillion of the bridal horse; plentifulness rites


itler olan, her fırsatta dua okunması gelin ve damadın cami<br />

veya türbe gibi kutsal mevkilerde gezdirilmesi, gelinin eline<br />

Kur’ân-ı Kerîm verilmesi veya Kur’ân-ı Kerîm’in altından<br />

geçirilmesi; saadet ritleri olan tatlı, şeker, şerbet gönderme,<br />

ayna taşıma ve aynaya bakma; birleştirme ritleri olan gerdek<br />

gecesinde gelin damadın ellerinin üst üste konulması,<br />

yüzük takılması, her fırsatta ziyafet düzenlenmesi, gelen<br />

misafirlere yemek verilmesi; zürriyet ritleri olan gelin arabadan<br />

inmeden veya gerdeğe girmeden kucağına erkek çocuk<br />

verilmesi, gelin atının terkisine küçük çocuk bindirilmesi;<br />

bereket ritleri olan saçı saçılması -aynı zamanda korunma<br />

ritidir-, gelinin oğlan evinde ekmekle karşılanması, ekmeğin<br />

kolunun altına verilmesi, başında ufalanması; eğlence ritleri<br />

olan müzik, oyun ve dansın düğünün ayrılmaz bir parçası olması;<br />

temizlik ritleri olan, gelinin gerdekten önce hamamda<br />

yıkanması, gelinin çeşmeye götürülmesi veya oğlan evine<br />

girmeden bir testi suyu devirmesi; üzüntü ritleri olan gelin<br />

kızın beline kemer bağlarken ya da kına yakılırken ağlanması,<br />

gelini alabilme gayesiyle, oğlan tarafının kızın yakınlarını<br />

bahşişle razı etmesi şeklindeki pratiklerin tamamı, insanların<br />

evlenme olayı ile ilgili duygu ve düşüncelerini ifade eden<br />

uygulamalardır.<br />

Nicelik olarak çok fazla olan ritler, aslında birkaç <strong>ortak</strong> amaca<br />

hizmet eder: Zürriyet ritleri, gelinin doğurgan olması;<br />

özellikle de yeni kurulan ailenin soy sürmesi gayesiyle erkek<br />

çocuk sahibi olması; bereket bolluk ritleri, baht zenginliği,<br />

ailenin gelirinin artması; birleştirme ritleri, insanları bir araya<br />

getirerek beraberliği paylaşma; gösterme ritleri, toplum<br />

tarafından görerek onaylanma, evliliğin geçerli kabul edilmesinin<br />

önemini; temizlik ritleri, maddî manevî temizlenmeyi<br />

amaçlama; korunma ritleri, kötü ruhlardan ve niyetlerden<br />

sakınmak için uygulanan pratiklerdir.<br />

Evlenme geleneğinde uygulanan ritlerin hepsinin <strong>ortak</strong><br />

amacı, evlenmelere, dolayısıyla, yeni kurulan aileye saadet,<br />

bolluk, bereket, refah getirmek, soyun sürmesini sağlamak;<br />

aynı zamanda, her türlü olumsuzluk ve kötülüklerden korumaktır.<br />

Ayrıca, araştırmacı Westermark’ın belirttiği gibi, her<br />

ritin kökünde bir anlam arama şartı da yoktur. İnsanlar, yaşayış<br />

şartlarına, ihtiyaçlarına, görgülerine, inançlarına göre<br />

yeni şekillendirmeler de ortaya çıkarabilirler. Yaygın kabul<br />

olan bu uygulamalar, insanoğlu varlığını sürdürdüğü müddetçe,<br />

hayatımızın bir parçası olarak canlılığını her zaman<br />

devam ettirecektir.<br />

Sonuç<br />

Toplumun <strong>ortak</strong> değer yargılarına, bilinçaltına, hayat tarzına<br />

sıkı sıkıya bağlı ve bir noktada bu niteliklerin bir yansıması<br />

olan düğünle ilgili her türlü kavram ve uygulama, bize,<br />

kültürel genetik kodlama bağlamında Türk kültürünü, tarihî<br />

as scattering saçı (coins)- also a protection rite- welcoming<br />

the bride by bread at the house of groom and siqueezing<br />

the bread bride’s underarm, and then crumbling bread on<br />

top of her head; entertainment rites as making music, traditional<br />

and popular dances as integral parts of the wedding,<br />

purity rites as making the bride have a bath in hammam,<br />

before the nuptial night, taking the bride to the fountain,<br />

or knocking down a pitcher by the bride before she enters<br />

into the groom house; sadness rites as, crying of the bride<br />

when belt is tied to her waist or when applying henna to her<br />

hands, for the purpose of to getting the bride, the groom’s<br />

side persuade the bride’s relatives to tip.<br />

The rites, which are quantitatively too many, actually serve<br />

a few common purposes and are also practises applied for<br />

purposes as foloows: Postertiy rites, for the bride is fertile;<br />

especially when the newly set up family owns a boy, abundance<br />

and plentifulness rites for fortunate, increasing of<br />

family income, coupling rites for bringing people together<br />

to share, evincing rites for the essentialty of being seen and<br />

approved by the society, purity rites for purposing of both<br />

material and spiritual cleansing, protection rites for avoiding<br />

evil spirits and intentions.<br />

Common aim of all the rituals practiced in the marriage<br />

tradition, is to bring happiness, abundance, fertility, prosperity<br />

to the to marrying therefore newly formed family,<br />

at the same time, to protect from all kinds of negativities<br />

and evils. Also, as researcher Westermark has stated, there<br />

is no obligation to search for meaning in every root of rite.<br />

People can also reveal new forms according to their living<br />

conditions, needs, feelings, beliefs. These widely accepted<br />

practices will always perpetuate their vitalities as part of our<br />

lives as long as mankind continues to exist.<br />

Conclusion:<br />

Every conception and application related to the wedding,<br />

in some sense which is a reflection of these qualities that<br />

is closely connected with common value judgements of<br />

society, subconscious and life style, is an important key for<br />

us to assessing the Turkic culture, in terms of historical and<br />

cultural aspects and within the context of cultural genetic<br />

coding. The cultural structures we can name “the pasts,<br />

economic situations, life styles, and social norms of socities”<br />

define the nuptial forms. Every society tries to avoid<br />

different and contradictory elements while choosing the<br />

way of marriage appropriate for its cultural structure. The<br />

customs and practices that are applied in weddings with<br />

the specific qualities peculiar to that society are in fact the<br />

most important key points that enable the social order,<br />

sharing and being together. Having such a discipline and<br />

order integrity, the nuptials constitutes the most beautiful<br />

Wedding<br />

35<br />

Düğün


Common Heritage<br />

36<br />

Ortak Miras<br />

ve kültürel açılardan değerlendirmede önemli bir anahtardır.<br />

Toplumların geçmişleri, ekonomik durumları, yaşayış<br />

şekilleri, sosyal normları diye adlandırabileceğimiz kültürel<br />

yapıları, evlenme biçimlerini belirler. Her toplum, kendi<br />

kültür yapısına uygun evlenme şeklini seçerken, farklı ve<br />

aykırı olan unsurlardan kaçınmaya çalışır. Toplumun kendine<br />

özgü nitelikleriyle, düğünlerde kullanılan âdet ve uygulamalar,<br />

aslında, toplumdaki düzeni, paylaşmayı, beraber<br />

olmayı sağlayan son derece önemli kilit noktalarıdır. Böyle<br />

bir disiplin ve düzen bütünlüğüne sahip olan düğün, resmî<br />

yaptırım gücüne dayanmadan gönüllü ilişkiler çerçevesinde<br />

gerçekleşen en güzel ve kuvvetli sosyal dayanışma örneğini<br />

teşkil eder. Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen, Kazan, Uygur,<br />

Anadolu, Balkan, Orta Doğu vd. tüm Türk Dünyasında, köy<br />

ve kent kökenli merkezlerde gerçekleşme biçimlerinde,<br />

kullanılan ürün ve gereçlerde farklılıklar olsa da, evlilik ve<br />

düğün, gelenek aktarımı boyutunda, kültürel genetik kodlama<br />

bağlamında kolektif bellekte taşıdığı <strong>ortak</strong> anlam ve<br />

mesajlarla kuşaktan kuşağa aktarılan gelenek ve kurallar<br />

bütünüdür.<br />

Evlenme geleneğinde uygulanan ritlerin hepsinin <strong>ortak</strong><br />

amacı, evlenenlere, dolayısıyla yeni kurulan aileye saadet,<br />

bolluk, bereket, refah getirmek; soyun sürmesini sağlamak;<br />

aynı zamanda, her türlü olumsuzluk ve kötülüklerden korumaktır.<br />

Türk evlenme geleneğinde, İslâmiyet öncesi ile İslâmî<br />

dönemde kullanılan uygulamalar arasındaki benzerlik<br />

ya da örtüşme, ‘toplumsal idealler’ açısından paralellik içinde<br />

olunduğunu göstermektedir. İnanç sistemindeki değişim<br />

esnasında, tarihî gelişimini sürdüren Türk aile modelinde,<br />

bu ilerlemenin izlerini görmek mümkündür. Nitekim, Eski<br />

Türklerde rastladığımız evlilik seremonileri, aile yapısıyla<br />

alakalı gelenek ve görenekler, İslâmiyet’le uyum sağlayarak<br />

niteliklerini korumuştur. Bu oluşumda eski Türk kodlarının<br />

etkinliği önemli bir rol oynamıştır. Divanü Lügati’t-Türk’ te “İl<br />

bırakılır, töre bırakılmaz.” sözü, bu değişim sürecinin önemli<br />

bir kuralı olarak benimsenmiştir. İslâmî dönemin getirdiği<br />

yeni şartların ‘Türk töresi’yle benzerlikler taşıması, kültürel<br />

bütünlüğün sağlanmasında aslî unsur fonksiyonunu üstlenmiştir.<br />

Zaman ve mekâna göre, insanların hayat şartları,<br />

yaşama biçimleri, istekleri, düşünceleri değişse de, insanoğlu,<br />

‘gelenek’ olarak isimlendirilen <strong>ortak</strong> kabul, düşünce<br />

ve anlayış sistemleri ile geleneklerin toplumdaki uygulamaları<br />

olan ritüellere, her zaman ihtiyaç duyacaktır. Millet<br />

olma şuurunun aslî unsuru olan kültürel değerlerle manevî<br />

bütünlüğü sağlama amacı taşıyan iletişim, geleneksel iletişim<br />

yöntemlerini yaşatırken, manevî değerleriyle bir bütün<br />

olan insanoğlu var olduğu müddetçe, çağdaş iletişim yöntemlerinde<br />

geleneğin izlerini sürdürmeye devam edecektir.<br />

and strong example of social solidarity that takes place<br />

within the framework of voluntary relations, without relying<br />

on the power of official sanctions. In Kazakh, Kyrgyz, Uzbek,<br />

Turkmen, Kazan, Uighur, Anatolia, Balkan, Middle East and<br />

in other whole Turkic world, although there are differences<br />

in the forms of realization in the villages and urban centers<br />

and in the products and equipments used, the marriage<br />

and wedding, within the context of tradition transfer, are<br />

the whole of tradition and rules inherited from generation<br />

to generation, along with the common meaning and messages<br />

that carry in collective memory in the context of cultural<br />

genetic coding. The common purpose of all the rites<br />

practiced in the marriage tradition is to bring happiness,<br />

abundance, plentifulness, prosperity to the newly-weds,<br />

hence the newly formed family; to ensure the continuity of<br />

posterity; at the same time, to protect from all kinds of negativity<br />

and evil. In the Turkic marriage tradition, the similarity<br />

or overlapping between practices used in the pre-Islamic<br />

and the Islamic periods indicates parallellism in terms of the<br />

‘social ideals’. In the course of change in the belief system,<br />

it is possible to see the traces of this progress in the Turkic<br />

family model, which perpetuates its historical evolution. As<br />

a matter of fact, the nuptial ceremonies we encountered in<br />

Old Turks, traditions and customs related to family structure,<br />

maintained their qualities by adapting to Islam. In this<br />

formation, the efficiency of old Turkic codes plays an important<br />

role. The phrase in Divanü Lügati’t-Türk “Any province<br />

may be ceded, but the ceremony can not be stinted”<br />

internalised as an important rule of this change process.<br />

Bearing the similarity of the new conditions necessitated by<br />

the Islamic era between ‘Turkish customs’ has assumed the<br />

function of essential element in ensuring cultural integrity.<br />

According to time and space, although people’s living conditions,<br />

life styles, desires and thoughts change, mankind<br />

will always need to have common understanding, systems<br />

of thinking and understanding, called ‘tradition’, and rituals<br />

that the applications of traditions in society. Communication,<br />

having the aim of ensuring spiritual integrity with the<br />

cultural values that are essential elements of the nation’s<br />

consciousness, will perpetuate the traces of tradition in<br />

contemporary communication methods, as long as human<br />

being who compraises a whole with his spiritual values exist.<br />

REFERENCES<br />

• ATALAY, Besim, Divanü Lûgat-I-Türk Tercümesi IV, Ankara: Türk Tarih<br />

Kurumu Basımevi, 1985.<br />

• AXMEROV, K.Z., T.G. BAİŞEV, G.R. KARİMOVA ve A.A. YULDAŞEV, Başkirsko<br />

Russkiy Slovar’, Moskva: Gosudarstvennoye İzdatel’stvo İnostrannıx<br />

Natsional’nıx Slovar’, 1958.<br />

• BAMMATOV, Z. Z., Kumıksko-Russkiy Slovar’, Moskva: İzdatel’stvo<br />

Sovetskaya Entsiklopediya, 1969.<br />

• BAUMAN, Richard, Folklore Cultural Performances and Popular<br />

Entertainments A Communications, Centered Handbook, New York Oxford:<br />

Oxford University Press, 1992.<br />

• CERECİ, Sedat, İletişiverelim, İstanbul: Şule Yayınları: 43, İletişim Dizisi: 6,


KAYNAKLAR<br />

• ATALAY, Besim, Divanü Lûgat-I-Türk Tercümesi IV, Ankara: Türk Tarih<br />

Kurumu Basımevi, 1985.<br />

• AXMEROV, K.Z., T.G. BAİŞEV, G.R. KARİMOVA ve A.A. YULDAŞEV, Başkirsko<br />

Russkiy Slovar’, Moskva: Gosudarstvennoye İzdatel’stvo İnostrannıx<br />

Natsional’nıx Slovar’, 1958.<br />

• BAMMATOV, Z. Z., Kumıksko-Russkiy Slovar’, Moskva: İzdatel’stvo<br />

Sovetskaya Entsiklopediya, 1969.<br />

• BAUMAN, Richard, Folklore Cultural Performances and Popular<br />

Entertainments A Communications, Centered Handbook, New York Oxford:<br />

Oxford University Press, 1992<br />

• CERECİ, Sedat, İletişiverelim, İstanbul: Şule Yayınları: 43, İletişim Dizisi: 6,<br />

1997.<br />

• CLAUSON, Gerard, An Etymological Dictionary Pre-Thirteenth Century<br />

Turkish, London: Oxford University Press, 1972 .<br />

• DEVELLİOĞLU, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ankara, 1982.<br />

• EBERHARD, W., Çin’in Şimal Komşuları, Ankara, 1942.<br />

• ERGİN, Muharrem, Dede Korkut Kitabı, Kültür ve Turizm Bakanlığı 1000<br />

Temel Eser, İstanbul, 1969.<br />

• ERGİN, Muharrem, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1978.<br />

• ERGİN, Muharrem, Dede Korkut Kitabı, Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih<br />

Yüksek Kurumu TDK Yayınları, Sayı: 169, 1989.<br />

• GÖKYAY, Orhan Şâik, Dede Korkut Masalları, Muâllim Ahmet Hâlit Kitabevi,<br />

İstanbul, 1939.<br />

• GÜNAY, Umay, “Folklor Nedir?”, Türk Folklor Araştırmaları Yıllığı, HAGEM,<br />

Ankara, 1987.<br />

• GÜNAY, Umay, “Ritüeller ve Hıdrellez”, Millî Folklor, Yaz 4, 7, 26, 1995.<br />

• IUIUYEV, E-D.İSAYEV, Kırgız Dilinin Tüşündürme Sözlügü, Frunze: Izdatel’stvo<br />

Mektep, 1969.<br />

• İNAN, Abdülkadir, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara: Atatürk Kültür, Dil<br />

ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, VII. Dizi, Türk Tarih<br />

Kurumu Basımevi, III. Baskı, 1986.<br />

• KEÑESBAYEV, S. K, Kazak Tiliniñ Tüsindirme Sözdigi, Alma-Ata: İzdatel’stvo<br />

Akademi, Nauk Kazaxskoy SSR., 1959<br />

• MORİNA, İrfan, “Mamuşa Düğün Türküleri ve Düğün Âdetleri”, II.<br />

Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, Kültür ve Turizm Bakanlığı<br />

Millî Folklor Araştırma Dairesi Yayınları, 40. Seminer, Kongre Bildirileri Dizisi:<br />

11, IV. Cilt, Gelenek, Görenek ve İnançlar, G.Ü. Basın-Yayın Yüksekokulu<br />

Basımevi, Ankara, 1982.<br />

• NAHYA, Zümrüt, “Kız İsteme ve Söz Kesme Gelenekleri Üzerine Bir Atlas<br />

Denemesi” III. Milletlerarası Folklor Kongresi Bildirileri, IV. Cilt (Gelenek,<br />

Görenek ve İnançlar), Kültür ve Turizm Bakanlığı, Millî Folklor Araştırma<br />

Dairesi Yayınları: 86, Başbakanlık Basımevi, Ankara, 1987.<br />

• ORKUN, Hüseyin Namık, Eski Türk Yazıtları, 1987.<br />

• ÖGEL, Bahaddin, Türk Mitolojisi I, II, Devlet Kitapları, Millî Eğitim Basımevi,<br />

İstanbul, 1971.<br />

• ÖĞÜT EKER, Gülin, Türk Düğün Geleneği İçinde Karakeçili Türk Düğünü,<br />

Basılmamış Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,<br />

Ankara, 1998a.<br />

• ÖĞÜT EKER, Gülin, “Türk Kültürü İçinde Kıbrıs Düğün Geleneğinin<br />

Değerlendirilmesi”, II. Uluslararası Kıbrıs Araştırmaları Kongresi, C. IV, Türk<br />

Halkbilim Çeşitli Konular, Doğu Akdeniz Üniversitesi, Kıbrıs Araştırmaları<br />

Merkezi Yayınları, Gazimağusa, s. 107-120, 1998b; Türk Kültürü<br />

İncelemeleri Dergisi, Tarih ve İslam Araştırma Vakfı (TİSAV), İstanbul, S. 1., s.<br />

39-50, 2000a.<br />

• ÖĞÜT EKER, Gülin, “Türk Kültürü İçinde Geleneksel Bolu Evlenme<br />

Âdetlerinin Yeri”, Millî Folklor, C. V, Yıl: 10, S. 40, Kış, Ankara, s. 15-30, 1998c.<br />

• ÖĞÜT EKER, Gülin, Türk Düğün Geleneği İçinde Karakeçili Türk Düğününün<br />

Ritüel Açıdan Değerlendirilmesi”, Millî Folklor, C. VI, Yıl: 12, S. 46, Yaz,<br />

Ankara: 2000b.<br />

• ÖRNEK, Sedat Veyis, Türk Halkbilimi, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür<br />

Yayınları Folklor Dizisi: 4, İş Bankası Kültür Yayınları: 180, 1977.<br />

• TÜRK DİL KURUMU, Derleme Dergisi, İstanbul, 1939. Tarama Sözlüğü,<br />

İstanbul, 1943 Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü II Ankara: Türk<br />

Tarih Kurumu Basımevi, 1965<br />

• YAKICI, Ali, “Anadolu Düğün Geleneğinin Sosyal Hayata, Sanata ve<br />

Edebiyata ve Etkisine Dair”, Milli Folklor, Sayı 13, Bahar, 1991.<br />

• YUDAHİN, K., Kırgız Sözlüğü II, (Çev.: Abdullah Taymas), Cumhuriyet<br />

Basımevi, İstanbul, 1948.<br />

• YUMLU, KONCA, Kitle İletişim Araştırmaları, Ege Üniversitesi Yayınları, İzmir,<br />

1994.<br />

• XAMZAYEV, M. Ya. S. ALTAYEV, G. ATAYEV, G. AÇILOVA, V. MESGUDOV ve A.<br />

MERETGELDİYEV, Türkmen Dilinin Sözlügi, Aşxabad: îzdaiel’stvo Akademii<br />

Nauk Turkmenskoy SSR., 1962.<br />

• WESTERMARK, Cin, İstanbul, 1938.<br />

1997.<br />

• CLAUSON, Gerard, An Etymological Dictionary Pre-Thirteenth Century<br />

Turkish, London: Oxford University Press, 1972<br />

• DEVELLİOĞLU, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ankara, 1982.<br />

• EBERHARD, W., Çin’in Şimal Komşuları, Ankara, 1942.<br />

• ERGİN, Muharrem, Dede Korkut Kitabı, Kültür ve Turizm Bakanlığı 1000<br />

Temel Eser, İstanbul, 1969.<br />

• ERGİN, Muharrem, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1978.<br />

• ERGİN, Muharrem, Dede Korkut Kitabı, Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih<br />

Yüksek Kurumu TDK Yayınları, Sayı: 169, 1989.<br />

• GÖKYAY, Orhan Şâik, Dede Korkut Masalları, Muâllim Ahmet Hâlit Kitabevi,<br />

İstanbul, 1939.<br />

• GÜNAY, Umay, “Folklor Nedir?”, Türk Folklor Araştırmaları Yıllığı, HAGEM,<br />

Ankara, 1987.<br />

• GÜNAY, Umay, “Ritüeller ve Hıdrellez”, Millî Folklor, Yaz 4, 7, 26, 1995.<br />

• IUIUYEV, E-D.İSAYEV, Kırgız Dilinin Tüşündürme Sözlügü, Frunze: Izdatel’stvo<br />

Mektep, 1969.<br />

• İNAN, Abdülkadir, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara: Atatürk Kültür, Dil<br />

ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, VII. Dizi, Türk Tarih<br />

Kurumu Basımevi, III. Baskı, 1986.<br />

• KEÑESBAYEV, S. K, Kazak Tiliniñ Tüsindirme Sözdigi, Alma-Ata: İzdatel’stvo<br />

Akademi, Nauk Kazaxskoy SSR., 1959<br />

• MORİNA, İrfan, “Mamuşa Düğün Türküleri ve Düğün Âdetleri”, II.<br />

Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, Kültür ve Turizm Bakanlığı<br />

Millî Folklor Araştırma Dairesi Yayınları, 40. Seminer, Kongre Bildirileri Dizisi:<br />

11, IV. Cilt, Gelenek, Görenek ve İnançlar, G.Ü. Basın-Yayın Yüksekokulu<br />

Basımevi, Ankara, 1982.<br />

• NAHYA, Zümrüt, “Kız İsteme ve Söz Kesme Gelenekleri Üzerine Bir Atlas<br />

Denemesi” III. Milletlerarası Folklor Kongresi Bildirileri, IV. Cilt (Gelenek,<br />

Görenek ve İnançlar), Kültür ve Turizm Bakanlığı, Millî Folklor Araştırma<br />

Dairesi Yayınları: 86, Başbakanlık Basımevi, Ankara, 1987.<br />

• ORKUN, Hüseyin Namık, Eski Türk Yazıtları, 1987.<br />

• ÖGEL, Bahaddin, Türk Mitolojisi I, II, Devlet Kitapları, Millî Eğitim Basımevi,<br />

İstanbul, 1971.<br />

• ÖĞÜT EKER, Gülin, Türk Düğün Geleneği İçinde Karakeçili Türk Düğünü,<br />

Basılmamış Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,<br />

Ankara, 1998a.<br />

• ÖĞÜT EKER, Gülin, “Türk Kültürü İçinde Kıbrıs Düğün Geleneğinin<br />

Değerlendirilmesi”, II. Uluslararası Kıbrıs Araştırmaları Kongresi, C. IV, Türk<br />

Halkbilim Çeşitli Konular, Doğu Akdeniz Üniversitesi, Kıbrıs Araştırmaları<br />

Merkezi Yayınları, Gazimağusa, s. 107-120, 1998b; Türk Kültürü<br />

İncelemeleri Dergisi, Tarih ve İslam Araştırma Vakfı (TİSAV), İstanbul, S. 1., s.<br />

39-50, 2000a.<br />

• ÖĞÜT EKER, Gülin, “Türk Kültürü İçinde Geleneksel Bolu Evlenme<br />

Âdetlerinin Yeri”, Millî Folklor, C. V, Yıl: 10, S. 40, Kış, Ankara, s. 15-30, 1998c.<br />

• ÖĞÜT EKER, Gülin, Türk Düğün Geleneği İçinde Karakeçili Türk Düğününün<br />

Ritüel Açıdan Değerlendirilmesi”, Millî Folklor, C. VI, Yıl: 12, S. 46, Yaz,<br />

Ankara: 2000b.<br />

• ÖRNEK, Sedat Veyis, Türk Halkbilimi, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür<br />

Yayınları Folklor Dizisi: 4, İş Bankası Kültür Yayınları: 180, 1977.<br />

• TÜRK DİL KURUMU, Derleme Dergisi, İstanbul, 1939. Tarama Sözlüğü,<br />

İstanbul, 1943 Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü II Ankara: Türk<br />

Tarih Kurumu Basımevi, 1965.<br />

• YAKICI, Ali, “Anadolu Düğün Geleneğinin Sosyal Hayata, Sanata ve<br />

Edebiyata ve Etkisine Dair”, Milli Folklor, Sayı 13, Bahar, 1991.<br />

• YUDAHİN, K., Kırgız Sözlüğü II, (Çev.: Abdullah Taymas), Cumhuriyet<br />

Basımevi, İstanbul, 1948.<br />

• YUMLU, KONCA, Kitle İletişim Araştırmaları, Ege Üniversitesi Yayınları, İzmir,<br />

1994.<br />

• XAMZAYEV, M. Ya. S. ALTAYEV, G. ATAYEV, G. AÇILOVA, V. MESGUDOV ve A.<br />

MERETGELDİYEV, Türkmen Dilinin Sözlügi, Aşxabad: îzdaiel’stvo Akademii<br />

Nauk Turkmenskoy SSR., 1962.<br />

• WESTERMARK, Cin, İstanbul, 1938.<br />

• ÖRNEK, Sedat Veyis, Türk Halkbilimi, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür<br />

Yayınları Folklor Dizisi: 4, Publisher: İş Bankası Kültür Yayınları: 180, 1977.<br />

• TÜRK DİL KURUMU, Derleme Dergisi, İstanbul, 1939. Tarama Sözlüğü,<br />

İstanbul, 1943 Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü II Ankara: Türk<br />

Tarih Kurumu Basımevi, 1965.<br />

• YAKICI, Ali, “Anadolu Düğün Geleneğinin Sosyal Hayata, Sanata ve<br />

Edebiyata ve Etkisine Dair”, Milli Folklor, Issue 13, Bahar, 1991.<br />

• YUDAHİN, K., Kırgız Sözlüğü II, (Çev.: Abdullah Taymas), Publisher:<br />

Cumhuriyet Basımevi, İstanbul, 1948.<br />

• YUMLU, KONCA, Kitle İletişim Araştırmaları, Publisher: Ege Üniversitesi<br />

Yayınları, İzmir, 1994.<br />

• XAMZAYEV, M. Ya. S. ALTAYEV, G. ATAYEV, G. AÇILOVA, V. MESGUDOV ve A.<br />

MERETGELDİYEV, Türkmen Dilinin Sözlügi, Aşxabad: îzdaiel’stvo Akademii<br />

Nauk Turkmenskoy SSR., 1962.<br />

• WESTERMARK, Cin, İstanbul, 1938.<br />

Wedding<br />

37<br />

Düğün


Prof. Dr. Ali DUYMAZ<br />

Bilge Yapım<br />

Beşeri ilişkiler:<br />

Önce selam sonra kelam!<br />

Among the top 10 most visited destinations in the<br />

world with more than 23 million tourists visiting<br />

each


İnsanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen kurallar, kültür ve medeniyetin göstergesi olarak<br />

yüzyıllar boyunca oluşur ve genellikle görgü yoluyla nesilden nesle aktarılır. Görgü,<br />

nezaket, terbiye kuralları olarak tabir edilen bu kurallar, iyi insanın tavır ve davranış kalıpları<br />

olarak dışa yansıyan bir iç zenginliğine de işaret eder. Türk kültürünün güçsüzlere<br />

yardım etme, mazlumları koruma, konuk ağırlama, açları doyurma, açıkları giydirme gibi<br />

değer yargıları aynı zamanda millî kimliği de oluşturur. Adab-ı muaşeret de denen ve<br />

görgü, nezaket ifade eden bu davranış ve söz kalıpları hakkında Gelibolulu Ali’nin XVI.<br />

yüzyılda yazdığı bir eseri vardır. “Mevâidü’n-nefâis fî kavâidü’l-mecâlis” adını taşıyan<br />

bu eser, Osmanlı-Türk terbiye ve nezaket kurallarından bahseden ilk eser olarak kabul<br />

edilir.<br />

02 Beşeri İlişkiler<br />

Humanitarian Relationship:<br />

The rules, regulating relationships among people have occurred for centuries as a sign<br />

of culture and civilization, and have often been transferred from generation to generation<br />

through manners. These rules, which are called etiquette, courtesy and decency<br />

rules, also attest to an inner richness reflecting outwardly as good man’s attitude and<br />

behavior patterns. The value judgments in Turkic culture, such as assisting the weak,<br />

protecting the oppressed, welcoming the guests, feeding the poor, dressing the needys<br />

constitute the national identity at the same time. There is a work written by Gelibolulu<br />

Ali in the 17th century about these behaviors and word patterns, which are also known<br />

as “adab-ı muaşeret” (propriety), and which express etiquette and courtesy. This work<br />

bearing the name “Mevâidü’n-nefâis fî kavâidü’l-mecâlis” is regarded as the first work<br />

to mention the Ottoman-Turkic principles of decency and courtesy.


Common Heritage<br />

40<br />

Ortak Miras<br />

Osmanlı devletinin son döneminde özellikle Fransız kültüründen<br />

alıntı ve aktarmaları içeren “Adab-ı Muaşeret” üzerine<br />

telif ve çeviri pek çok eser yayımlanmıştır. Adab-ı muaşeret<br />

insanların günlük hayatın hemen bütün safhalarında<br />

yaşlarına, konumlarına, mesleklerine ve işlerine göre oturup<br />

kalkmaktan selâm vermeye, yemek yemekten temizliğe<br />

kadar her hususta nasıl davranmaları gerektiğini gösteren<br />

bir bilgi dökümüdür. Bu kurallar resmiyet kazandığında ise<br />

teşrifat yani protokol halini alır ve yaptırım gücü artar. Kısacası<br />

insanlar arası ilişkileri düzenleyen ve çoğunlukla gözlem<br />

ve görgü yoluyla edinilen sözler ve davranışlar bütününe<br />

adab-ı muaşeret denir. Kaynağı çoğunlukla mensubu<br />

olunan din olan görgü kurallarının evrensel ölçekte olanları<br />

kadar millî ve yerel biçimleri de mevcuttur. Türklerin din,<br />

coğrafya ve medeniyet değiştirmeleri sonucunda yüzeysel<br />

değişimlere uğramış olsa da aslında millî karakterlerini dışa<br />

vuran belirli ve <strong>ortak</strong> kültür kodları mevcuttur. İşte bu kodların<br />

görünür hale geldiği ortamlardan biri de görgü kurallarıdır.<br />

Türk millî kimliğinin farkındalığını ortaya koyan bu söz,<br />

tavır ve davranışlar “<strong>ortak</strong> kültürel miras”ın önemli ögelerini<br />

teşkil etmektedir.<br />

Ortak kültür mirasının gündelik hayatta en görünür olan değerlerinden<br />

birisi selamlaşma kültürüdür.Aslında selamlaşma,<br />

insanlar arası ilişkilerin başlangıcı olarak kabul edilebilir.Selam<br />

sözü Arapça asıllı olup İslam sözüyle aynı kökten<br />

gelmektedir. Selamet, birinden salim olma, esenlik, teslimiyet<br />

anlamlarını içerir.İşlevsel olarak ise aşinalık, tanışlık gös-<br />

In the last period of the Ottoman state, many works of<br />

writing and translation have been published on “adab-ı<br />

muaşeret (propriety)” which contains quotations and transcriptions<br />

from French culture. Adab-ı muaşeret is an information<br />

record demonstrating how people should behave in<br />

every aspect of their daily life, from sitting and leaving to<br />

greeting, from eating to cleaning, according to their ages,<br />

statuses, occupations and professions. If these principles<br />

are formalized, then they become ceremonial, i.e protocol<br />

and the sanction power of them will expand. In short, the<br />

whole of words and behaviors that regulate inter-human<br />

relations and have often been acquired through observation<br />

and manners are all called adab-ı müşteret. There are<br />

national and local forms as well as those on the universal<br />

scale of principles of etiquette, which are mostly stemming<br />

from the religion being a member of. There are certain<br />

codes of common culture that outlive the national character<br />

of the Turks indeed, although they have undergone superficial<br />

changes as a result of changes in religion, geography<br />

and civilization. One of the atmospheres in which these<br />

codes become visible is the principles of etiquette. These<br />

words, attitudes and behaviors that reveal the awareness of<br />

the Turkish national identity constitute important subjects<br />

of “common cultural heritage”.<br />

One of the most prominent values of the common cultural<br />

heritage in everyday life is the culture of greeting. In fact,<br />

the excgange of greeting can be regarded as the beginning


termekdemektir. Aynı zamanda ayıplardan ve afetlerdenkoruma<br />

manasına gelir. Selam, Allah’ın güzel isimlerinden de<br />

birisidir. Kuran’da ve hadislerde selam vermekle ilgili övücü<br />

ve teşvik edici bilgiler mevcuttur. Selam üzerine çok sayıda<br />

ayet ve hadis vardır. Mesela Nisâ suresinin 86. Ayetinde<br />

“Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya<br />

aynı selâmla karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını<br />

gereği gibi yapandır.” denirken en ciddi hadis ravilerinden<br />

olan İmam-ı Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste “Siz, iman<br />

etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de<br />

iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz<br />

bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız.” denir.<br />

Müslüman toplumlarda dinî bir kimliğe bürünmüş olan selam,<br />

sosyal hayatta en derin ve yoğun biçimde yer almış,<br />

ahlâki bir kural, hatta nezaket ve görgü kuralı olarak vaz<br />

geçilmez bir değer ve önem kazanmıştır. Buna bağlı olarak<br />

da kalıplaşarak günlük davranışlar ve alışkanlıklar içine yerleşmiştir.<br />

Selamlaşma, birbiriyle karşılaşan insanların kimliklerini<br />

ve niyetlerini anlamanın, karşı tarafa güven telkin<br />

etmenin en kısa yoludur. Selamlaşma, sosyal hayatın çeşitlenmesine<br />

bağlı olarak zamanla resmî, askerî, dinîkalıplar<br />

ve ritüeller halini almıştır. Selam sözleri ve davranışları,<br />

mesleklere, tanışıklık ve dostluk derecelerine, modaya göre<br />

çeşitli biçimlerde kalıplaşmıştır. Batılılaşmayla ve kitle kültürünün<br />

yaygınlaşmasıyla selam sözleri ve davranışlarında<br />

kimi değişimler gerçekleşmişse de günümüz Türk kültüründe<br />

geleneksel selamlaşma sözleri ve davranışları büyük<br />

oranda varlığını devam ettirmektedir.<br />

Selam verme sözü İslâmiyet’le birlikte “Selamünaleyküm”<br />

şeklinde olup selam alma sözü ise “aleykümselam” şeklindedir.<br />

Selamlaşma adabına göre yolda bir tanıdığa rast<br />

gelindiği veya bir meclise, bir topluluğa girildiği zaman sağ<br />

el göğsün üzerine konulup“selamünaleyküm” yahut “merhaba”<br />

denir, selam ve merhabayı alan kimse de karşılıkolarak<br />

“ve aleykümselam” yahut “merhaba” diyerek karşılık<br />

verir. Ancak Mevlevî ve Bektaşilerde selam mukabili olarak<br />

“aşk olsun” gibi farklı tabirler de kullanılmıştır. Mevlevilikte<br />

birine “aşk olsun” denilince o da “eyvallah” mukabelesinde<br />

bulunur, Bektaşilikte ise “aşkın cemal olsun” diye cevap verirdi.<br />

Muhatabı “nur olsun” derse o da tekrar “nurun ala nur<br />

olsun” karşılığını verirdi.<br />

Selamın sözlü kısmına çoğu zaman el, bel, baş veya başlık<br />

hareketleri eşlik eder. Selamla birlikte veya selamı müteakiben<br />

hafifçe öne eğilme, el öpme, el sıkışma, kucaklaşma,<br />

şapka çıkarma ve hatta temenna tabir edilen elin göğse,<br />

çeneye ve başa konulması şeklinde vücut hareketleriyle selamlama<br />

da söz konusudur.<br />

Selam vermenin sünnet, almanın ise farz kabul edildiği İslam<br />

usul ve edebine göre yürüyenin oturana, atlının yayaof<br />

inter-human relations. The word, “Selam/salaam” is Arabic<br />

origin and derived from the same root as the word“Islam”.<br />

It includes the meaning of salvation, peace, safe<br />

and surrender. Functionally means, to look familiar, state<br />

of acquaintance. At the same time, it has the meaning of<br />

protection from shames and disastera. Selam/salaam”, is<br />

among the beautiful names of Allah. There are praiseworthy<br />

and encouraging information about the greeting in the<br />

Qur’an and hadiths. There are many verses and hadiths on<br />

greeting/salaam. For example, while in the 86th verse of<br />

the surah Nisa it is ordered that “When you are greeted by<br />

someone, you should respond it with the better one, or with<br />

as it is. Verily Allah takes everything into account properly.”,<br />

on the other hand, in an hadith narrated by the Imam-i<br />

Muslim, one of the most wellknown hadith relators, it is said<br />

that “You can not ascend to heaven unless you believe in;<br />

You can not believe unless you love each other. I shall tell<br />

you something that you will love each other when you do<br />

that? Propagate the greeting among you. “<br />

The greeting/salaam, which has struck a religious attitude in<br />

Muslim societies, has taken place in social life in the deepest<br />

and most intense form, and also gained importance and<br />

an indispensable value as a moral principle, even courtesy<br />

and a principle of etiquette. As a result, it has become<br />

stereotyped into daily behaviors and habits. Greeting is the<br />

shortest way to understan the identities and intentions of<br />

people who meet each other and to instil confidence to the<br />

other side. Exchanging greetings has become formal, military,<br />

religious patterns and rituals over time, depending on<br />

the diversity of social life. The words and gestures related<br />

to the greeting/salaam have been formed in various ways<br />

according to the professions, the degree of acquaintance<br />

and friendship, the fashion. Although there occured some<br />

changes in the words and gestures of the greeting through<br />

the westernization and the widespreading mass culture,<br />

traditional words and gestures have still been perpetuating<br />

their existences in today’s Turkic culture.<br />

The word of greeting is in the form of “Salamünaleyküm” with<br />

Islam, and the word for responding/receiving the greeting<br />

is “aleykümselam”. According to the customs of exchanging<br />

greetings, in case of encountering an acquaintance on the<br />

way, or of gathering with a council or community, the right<br />

hand is put on the chest and the word “selamünaleyküm”<br />

or “hello-merhaba” is said. On the contrary, the one who<br />

receives the greeting and the hello responds by saying “<br />

ve aleykümselam” or “ hello-merhaba “ in return. However,<br />

among Mawlawis and Bektashis, various expressions such<br />

as “aşk olsun(means hello)” was used as greeting in return.<br />

In Mawlawi order, when one says “aşk olsun”, in response to<br />

he replies by “thank you”, in Bektashism replied by “aşkın<br />

Humanitarian Relationship<br />

41<br />

Beşeri İlişkiler


Common Heritage<br />

42<br />

Ortak Miras<br />

ya, büyüğün küçüğe, yetişkinin çocuğa, şehirlinin köylüye,<br />

devedekinin attakine, attakinin eşektekine, eşektekinin<br />

yayaya, ayaktakinin oturana, azın çoğa, efendinin hizmetçisine,<br />

babanın oğlunaselam vermesi gerekir. Toplumsal bir<br />

hiyerarşi gözeten bu selam verme adabının asıl amacı güçlü<br />

olanın zayıfı kollayıpgözetmesidir.<br />

İslâm adabına göre selam verilip alınmaması gereken durumlar<br />

da vardır ve bu konu ilmihallere de dahi geçmiştir.<br />

Mesela hutbe sırasında, Kuran ve ezan okunurken selam<br />

verilip alınmaz. Aynı biçimde ibadetle meşgul olanlarada<br />

selam verilmez. Ayrıca oyunoynayanlar, şarkı söyleyenler,<br />

satranç türünden oyunlar ve kumar oynayanlar, içki içenler,<br />

açıkça günah işleyenler, yabancı kızlara ve genç kadınlara<br />

bakanlar gibi makbul davranış içinde olmadığı kabul edilen<br />

kişilere de selam verilmez.Zevcesi ile meşgul olmak, avret<br />

yeri açık olmak, abdest bozmakta olmak, yemek yemekte<br />

olmak gibi yalnızca belirli haller süresince selam verilmesinin<br />

uygun olmadığı da dinî kaynaklarda yer alır.Selamlaşmamak,<br />

selam vermemek isetoplumsal anlamda bir dışlama,<br />

cezalandırma yöntemidir ki Türkçede bu durum “selamı<br />

sabahı kesmek” deyiminde ifadesini bulmuştur.<br />

Selamlaşma eski Türk kültüründe de mevcuttur. Başlangıçta<br />

toplumu temsilen hanların kutsal kabul edilen gökyüzü<br />

cisimleri ve dağları selamlaması şeklinde görülen uygulama,<br />

zamanla hanların ve sultanların selamlanmasına dönüşmüştür.<br />

Kısacası Türk töresinde çok önemli bir yere sahip<br />

olan selam, Türk toplulukları içinde, saygı, birlik ve hiyerarşiyi<br />

sağlamaktaydı. Ancak İslâmiyet’in kabulüyle birlikte selam,<br />

ayet ve hadislerin de yönlendirmesiyle daha derin ve<br />

köklü bir kurallar silsilesine dönüşmüştür. “Emniyet, huzur,<br />

esenlik, selamet, barış, rahatlık, kurtuluş” gibi sözcüklerle<br />

anlam dünyası belirlenebilecek olan selama çoğunlukla<br />

bir hareket de eşlik eder. Baş eğme, diz çökme, eğilme gibi<br />

hareketlerin en ziyade üç, dokuz gibi kalıp sayılarla tekrarından<br />

ibaret olan davranışlara örnek bir uygulama Dede<br />

Korkut Kitabı’nda vardır. Dede Korkut Kitabı’nda hareketin<br />

ayrıntısı belirtilmeden saygı gösterme anlamında selam<br />

verme kavramı sıkça geçer, ancak Delü Ozan’ın verdiği selamda<br />

baş indirme ve bağır basma hareketleri de anlatılır:“-<br />

Deli Ozan geldi, baş indirdi, bağır bastı, selam verdi…”. Buradaki<br />

“bağır basma”, eli göğse koymaktır ve bu selam şekli<br />

Anadolu’da halen çok yaygındır.<br />

Özellikle Osmanlı devrinde selamlaşma yabancıların da<br />

dikkatini çekmiştir. Osmanlı devri için ise Fransız yazar Guer,<br />

1746-1747 tarihlerinde Paris’te yayımlanmış olan bir eserinde<br />

şöyle der: “Türkler birbirlerine karşı mükemmel bir muaşeret<br />

usulünün bütün kaidelerine riayet ederler. Bir yerde<br />

karşılaştıkları zaman başlarını eğip sağ ellerini göğüslerine<br />

ve sol ellerini de sarıklarına götürmek suretiyle selâmlaşırlar.”.<br />

Günümüzde bu derece olmamakla birlikte selam<br />

cemal olsun “. If the respondent says, “ nur olsun”, then he<br />

replies again by saying“nurun ala nur olsun”.<br />

The oral part of the greeting is often accompanied by hand,<br />

waist, head or headdress gestures such as slightly obeisance,<br />

hand kissing, handshaking, clinch, taking off hat and<br />

body movements -called temenna- in which the hand is put<br />

on chest, chin and head.<br />

According to the Islamic method and decency, inwhich both<br />

the greeting and the responding to a greeting are accepted<br />

as sunnah (the things that the Prophet practised and<br />

he preached to practise), a walking person should greet<br />

the sitting one; rider should greet pedestrian, the elderly<br />

should greet the youth; the adult should greet the child; the<br />

urbanite should greet the villager; the camel rider should<br />

greet the horse rider; the horse rider should greet the donkey<br />

rider; the donkey rider should greet the walking; the<br />

standing person should greet the sitting; the less should<br />

greet the more; the mister should greet the maid; the father<br />

should greet his son. The main purpose of this greeting<br />

propriety which seeks a social hierarchy is that the powerful<br />

one should take care of the weak.<br />

According to the Islamic belief, there are also some situations<br />

where people should not exchange greeting and this<br />

issue has even taken place in ilmihals (a concise manual of<br />

Islamic faith, worship and ethics). For example, during the<br />

sermon (khutbah), reeding of the Qur’an and the reciting<br />

the adhan (call to worship), exchanging gretings does not<br />

happen. Likewise those who are engaged in worship are<br />

not greeted. Moreover, those who are considered to be not<br />

in favorable behavior, such as playing games (chess-type<br />

games), singing, and gamblers, drinkers, openly comitting<br />

sins, staring at foreign girls and young women are not<br />

greeted. It is also in religious sources that it is not appropriate<br />

to greet someone during certain periods of time, such<br />

as being engaged in wife, being undressed of the private<br />

parts of the body, relieving, or being at dinner. Not to exchange<br />

greeting or no to greet someone is a way of social<br />

exclusion, punishment that it has taken part in Turkish language<br />

with the phrase “selamı sabahı kesmek- to break off<br />

relations with sb “.<br />

Exchanging greetings was also in existence among the<br />

ancient Turkic culture. In the beginning, the practice of<br />

greeting the celestial objects and the mountains which<br />

were regarded as sacred by khans as a representative of<br />

the society, had gradually turned into a greeting of khans<br />

and sultans. In short, the greeting, having a very important<br />

place in the Turkic tradition, was ensuring respect, unity and<br />

hierarchy within the Turkic communities. However, with the<br />

adoption of Islam, the greeting has tuned into a deeper and


sözlerine çoğunlukla bir hareket de eklenir. Selamlaşma insanlar<br />

arasın ilişkilerin başlangıcını düzenleyen ve karşıdaki<br />

kişiye emniyet telkin etmenin yanı sıra hayır dua olarak da<br />

kabul edilebilecek bir söz ve davranış yöntemidir. Selamlaşma<br />

zaman içinde kültürün gelişmesiyle birlikte bir takım<br />

kurallar bütünü de oluşturmuştur. Selam vermenin sünnet<br />

olduğu, almanın ise farz olduğu bir en temel kuraldır. Küçüklerin<br />

büyüklere, az olan grubun çok olana selam vermesi<br />

yanı sıra selam vermenin yanlış olduğu yer ve ortamlar da<br />

belirlenmiştir.<br />

Selam kültürü, sosyal hayatın ve medeniyetin gelişmesine<br />

paralel olarak kurumlaşma eğilimi göstermiştir. Sarayda,<br />

padişahların selamlıkları vardır.Cuma namazı münasebetiyle<br />

padişahlar için yapılan merasime de“Cuma Selamlığı”,<br />

“Cuma Alayı” veya “Selamlık Resm-i Âlisi” de denilirdi.İsveç<br />

elçisi Mouradgea d’Ohsson, 1791’de yayımlanan eserinde<br />

eski Türk terbiye ve nezâketi hakkında bilgi verirken şöyle<br />

der: “Müslüman Türkler hiç bir zaman kendilerinin selâmlanmasını<br />

beklemezler. Bilâ-istisnâ hepsi dostlarından veyahut<br />

tesadüf ettikleri tanıdıklarından evvel davranmaya<br />

can atarlar. Fakat büyükler öyle değildir. Onlar dâima başkalarından<br />

evvel selâm verirler. Hattâ bütün alaylarda sadrazamın,<br />

paşaların, vükela ve ümerânın halkı selâmlaması<br />

teşrifat icâbıdır. Padişah da öyle yapar. İki sıra teşkil eden<br />

yeniçerilerin arasından geçerken hafif bir baş işaretiyle sağ<br />

elini göğsüne doğru biraz kaldırarak selâm verir.”<br />

Bu örnekte de görüldüğü üzere Türk toplumunda selam o<br />

more radical range of rules by the referring of verses and<br />

hadiths. The greeting (salaam), that its semantic world can<br />

be determined by the words such as “safety, quietness, welfare,<br />

salvation, peace, comfort, liberation”, is accompanied<br />

mostly by a movement. The Dede Qorqut book contains<br />

example of the behaviors that include movements, such as<br />

bowing, kneeling, and obeisance, which are repeated with<br />

certain numbers like three or nine. In the Book, the concept<br />

of greeting in the sense of showing respect is frequently<br />

repetaed without giving any detail of the movement, but,<br />

within the concept of the greeting of Deli Ozan, the movements<br />

of bowing and putting hand on the bosom (bağır<br />

basma) are also explained: “Deli Ozan came in, bowed, put<br />

his hand on the bosom, greeted ...”. The “putting hand on<br />

the bosom” in this place is to put a hand on the chest and<br />

this greeting is still very common in Anatolia.<br />

Greeting especially in the Ottoman period also caught the<br />

attention of foreigners. For the Ottoman period, the French<br />

writer Guer, in his work published in Paris in 1746-1747 says:<br />

“The Turks obey all the perfect principles of etiquettey for<br />

each other. When they meet somewhere they exchange<br />

greetings by bowing their heads and taking their right<br />

hands to their chests and their left hands to their headwears.”<br />

Nowadays, although to a lesser extent, a movement<br />

is often added to the words of greeting. Greeting is a way<br />

of saying and acting that, regulates the beginning of inter-human<br />

relations and together with inspiring confidence<br />

the other person can be regarded as benediction. Exchang-<br />

Humanitarian Relationship<br />

43<br />

Beşeri İlişkiler


Common Heritage<br />

44<br />

Ortak Miras<br />

Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />

accusa quo quunt.<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />

quo quunt.<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum


Beşeri İlişkiler<br />

Humanitarian Relationship<br />

45


Common Heritage<br />

46<br />

Ortak Miras<br />

derece önemsenmiştir ki nezaket ve terbiye kuralları, öğrenme<br />

yöntemine işaret edercesine halk arasında görgü<br />

olarak adlandırılırken beşeri ilişkileri düzenleyen bu kurallar<br />

resmiyet kazandığında teşrifata yani bugünkü ifadesiyle<br />

protokol kurallarına dönüşmüştür. Ayrıca öncelikle Osmanlı<br />

saraylarında teşkil edilen ve daha sonra Türk konak, köşk<br />

ve hatta evlerine de yansıyanbiçimde binalarda erkeklere<br />

ayrılan bölüme selamlık adı verilmiştir. Bu yapılarda erkekleremahsus<br />

olan kısma “selamlık” denirkenkadınlarınoturmasına<br />

mahsus olan kısma da“harem” ya da “haremlik”<br />

denmiştir. Bu durum, Osmanlı mimarisinin başlıca yapıtaşlarından<br />

birini oluşturur. Günümüze kadar ulaşmış konutların<br />

çoğu, dönemlerinin ileri gelen ailelerinin konaklarıdır;<br />

bunların görkemli selamlık bölümleri dikkati çeker.<br />

Selam ve selamlaşma geleneği atasözlerine de yansımıştır.<br />

Atalarımız “Bir selam bin hatır yapar”, “Evvel selam, sonra<br />

kelam” gibi selamın niteliğini ortaya koyan sözler söyledikleri<br />

gibi selamlaşmanın insanlar arasında ayrım yapmaya<br />

varacak derecede istismar edilişi gerçeğini de bir tespit olarak<br />

vurgulayan “Garibe bir selam bin altın değer”, “Yoksul<br />

ala ata binse, selam almaz”, “Selam para, kelam para” gibi<br />

sözlere de başvurmuşlardır.<br />

Selamlaşma ticaret ahlâkına da girmiş ve davranış kalıbı<br />

olarak esnaflar arasında da gelenekleşmiştir. Özbekistan,<br />

Kırgızistan gibi Türkistan coğrafyasından Anadolu’ya, oradan<br />

Makedonya, Bosna gibi Balkan coğrafyasına kadar Türk<br />

kültürlü halklar arasında sabah dükkânlar açılırken selaming<br />

greetings has developed a whole set of rules along with<br />

the development of the cultures over time. The greeting is<br />

a sort of basic principle that, to greet someone is assumed<br />

to be sunnah and to respond to the greeting is accepted<br />

as a fardh. Besides the youngs greet the elders, the small<br />

group greet the crowd, also there are the places and the<br />

occasions where it is wrong to greet someone.<br />

The greeting culture has tended to become institutionalized<br />

parallel to the development of social life and civilization.<br />

In the palace, the sultans have selamlıks (welcoming<br />

section for men). The ceremony for the sultan in the name<br />

of Friday prayer was also called “Friday Greeting”, “Friday<br />

Procession” or “Salamlik Resm-i Alisi”. The Swedish ambassador,<br />

Mouradgea d’Ohsson, in his book published in 1791,<br />

while informing about the old Turkish courtesy and decency<br />

he says: “Muslim Turks never expect to be greeted. Without<br />

any exceptions, all of them are willing to act before they<br />

know of their friends or coincidences, but the elders. They<br />

are always the first to greet before others. It was a ceremonial<br />

requirement that even during all processions, grand<br />

vizier, pashas, ministers and executives all greet the public.<br />

So does the Sultan. As he passes through between the two<br />

lines of janisaries, he gently hold up his right hand a little<br />

toward his chest with a slight head mark. “<br />

As it is clear in this example that, the greeting among Turkic<br />

society is so important that while courtesy and decency<br />

principles are defined as etiquette as if referring to the<br />

learning method, these principles which regulate human<br />

relations have been transformed into protocol rules when<br />

they have been formalized. In addition, it was named as selamlık<br />

(welcoming section for men), which was first formed<br />

in the Ottoman palaces and later reflected in the Turkic<br />

mansion, pavilion and even houses, allocated to the men<br />

in the buildings. In these structures, the part dedicated to<br />

men is called “selamlık” while the one to the use of women<br />

is called “harem” or “haremlik”. This is one of the main<br />

building blocks of Ottoman architecture. Most of the houses<br />

that have perpetuated their existences untill today are the<br />

mansions of the eldest families of their era; Their magnificent<br />

selamlik parts attract attention.<br />

The greeting (salaam) and tradition of exchanging greetings<br />

has also been reflected in the proverbs. Our ancestors,<br />

as well as produced some sayings revealing the qualities<br />

of greetings like “Bir selam bin hatır yapar (A greeting may<br />

please thousands of feelings)”, “ Önce selam sonra kelam<br />

(Greeting First, Then A Word)”, they also refer to words<br />

that the fact that the greeting is abused for discrimination<br />

among people at the same time such as “Garibe bir selam<br />

bin altın değer (Being greeted is at a premium for a poor)”,


laşma ve ardından dilenen hayırlı iş, pazar ve kazanç dilekleri<br />

<strong>ortak</strong> kültürel mirasın unsurları arasındaki yerini almıştır.<br />

Esnaflar da güne bir çeşit selamlama ile başlamakta, hem<br />

kendisi hem de meslektaşları için iyi niyet beyanıyla birlikte<br />

hayırlı işler ve bol kazançlar dilemektedir. Burada Anadolu’da<br />

ahlâkî gelişmenin öncü kurumlarından olan ahilik<br />

kültürünü yansıtması itibariyle Denizli’deki Babadağ Çarşı<br />

Kapısı’ndakibir kitabede yer alan manzum ifadeyi eklemek<br />

istiyoruz:<br />

“Sevgi göster herkese ha! Selâmdan kaçınma sakın.<br />

İnsanları ayırma ha! Hepsine adil ver hakkın.<br />

Niyetin iyi olsun ha! Her şeyin gerçeğini söyle.<br />

Hayırlıdan ayrılma ha! İyi anlaş herkes ile.<br />

Etrafına dostluk saç ha! Eser kalır sen gidersin.<br />

İyi belle, unutma ha! Önce hizmet sonra sensin.”<br />

Türk kültüründe selamlaşma düğün geleneklerinde de<br />

kendini gösterir. Mesela Özbekler arasında düğün sonrasında<br />

yapılan gelin selamlama töreni vardır. Bu törene göre<br />

gelin, düğünden sonra damadın akrabalarını ve komşularını<br />

selamlamak durumundadır. Bu geleneğe benzer biçimde<br />

Ahıska Türkleri ile Balkanlarda, özellikle Makedonya ve<br />

Arnavutların yaşadığı coğrafyalarda da rastlanır ve genel<br />

olarak bu âdetin adı” temenna”dır. Son yıllarda Arnavutlar<br />

arasında kına gecesinde yapılan bu ritüel, vaz geçilmez bir<br />

düğün geleneği halini almıştır.<br />

Osmanlı edep ve erkânına göre selamlaşma esnasında veya<br />

hemen akabindeki hareketler “musafaha” ve “temenna”<br />

kavramlarıyla birlikte değerlendirilir. Musafaha, muhabbet,<br />

sevgi ve dostlukgöstermek anlamında olduğundan Osmanlı<br />

usulü selamlaşmada temenna, temenni, rica, tazim anlamı<br />

taşıyan hafifçe öne eğilme ve daha sonra eli başa götürme<br />

eylemi yapılır. Eğilme derecesi saygıya göredir. Esnafların<br />

gelişigüzel yaptığı harekete “bamyacı temenna”, elin<br />

sadece başa götürülmesine “âdetâ temenna” ve yerden<br />

eğilip elin göğüsten çeneye ve sonra başa götürülmesine<br />

ise “yerden temenna” veya “kandilli temenna” denilir. Son<br />

yıllarda görülen el sıkma veya tokalaşma Osmanlı devletinin<br />

son döneminde alafranga bir âdet olarak topluma yerleşmiştir.<br />

Ancak büyüklere saygının bir gereği olarak, özellikle<br />

de anne ve baba gibi akrabalık ilişkisi olan büyüklerin ellerinden<br />

öpmek ve baş üstüne koymak geleneği eskisi kadar<br />

olmasa da varlığını devam ettirmektedir. “Büyüklere saygı,<br />

küçüklere sevgi” felsefesi gereği, yaşça büyük olanlara saygı<br />

duyulur ve bu saygı söz ve davranışlarla gösterilir. Evlerdebaşköşe<br />

olarak belirlenen mevki, konuklar haricinde her<br />

zaman evin en yaşlı kişisine aittir. Söz sırası öncelikle büyüğündür.<br />

Bu gelenek bütün Türk dünyasında aynı biçimdedir.<br />

Orta Asya Türk toplulukları arasında yaşça büyük olup saygı<br />

duyulan kişiler için “aksakal” veya “yaşulu” gibi kavramlar<br />

uygun görülmüştür. Büyüklerin ellerinden, küçüklerin ise<br />

“Yoksul ala ata binse, selam almaz”, “Selam para, kelam<br />

para”.<br />

Exchanging greetings has also taken part in the commercial<br />

morality and traditionalized as a behavior pattern among<br />

tradesmen. While opening the shops in the morning, greeting<br />

and wishing to have a nice working day or earnings to<br />

the otherare among the elements of common Turkic cultural<br />

heritage, from Turkestan geography such as Uzbekistan<br />

and Kyrgyzstan to Anatolia, and from there to Balkan geography<br />

such as Bosnia and Macedonia. Tradesmen also start<br />

the day with a kind of greeting, with good faith statement<br />

and wishing, good work and profits both for themselves and<br />

their colleagues. Here we want to add the poetic expression<br />

which is written on an inscription on the Babadag Bazaar<br />

Gate in Denizli, to reflect the culture of ahilik (turkic-islamic<br />

guild) that is one of the leading fellowships of moral development<br />

in Anatolia:<br />

“Hold in high esteem to everyone! Do not avoid greeting.<br />

Do not discriminate people! Be fair to all.<br />

You intend to do well! Tell the truth of everything.<br />

Do not give up auspicial ones! Get along with everyone.<br />

Propagate friendship around! You may pass away, but your<br />

work.<br />

Think carefully, do not forget! Service first, then you. “<br />

Greeting in Turkic culture also manifests itself in wedding<br />

traditions. For example, Uzbeks have a greeting ceremony<br />

for the bride after the nuptial ceremony. According to this<br />

ceremony, the bride has to greet the groom’s relatives and<br />

neighbors after the wedding. Similar to this tradition, there<br />

is also a custom among Ahiska Turks and in the Balkans,<br />

especially in the geographical regions of Macedonia and<br />

Albanians, it is generally called “temenna”. This ritual, performed<br />

during the henna night among the Albanians in recent<br />

years, has become an indispensable nuptial tradition.<br />

According to the Ottoman decency and principless of conduct,<br />

the movements during or immediately after the greeting<br />

are evaluated together with the terms “musafaha” and<br />

“temenna”. Due to the fact that Musafaha means forming<br />

attachment, feeling of love or friendship, within the concept<br />

of Ottoman style exchanging greetings, there is an action of<br />

slightly bowing forward and then moving the hand towards<br />

head, which also mean temenna, a wish, a request. The<br />

bowing degree depends on respect. “Bamyaci temenna”<br />

is the movement that the tradesmen do indiscriminately,<br />

moving the hand towards head is “ âdetâ temenna”, while<br />

owing, taking the hand from chest to the chin and then to<br />

the head is “yerden temenna” or “kandilli temenna”. The<br />

handshaking, which is popular recently, has settled in the<br />

last period of the Ottoman state as a european style cus-<br />

Humanitarian Relationship<br />

47<br />

Beşeri İlişkiler


Common Heritage<br />

48<br />

Ortak Miras<br />

gözlerinden öpülmesi bir Türk muaşereti halinde benimsenmiş<br />

ve yaşatılmaktadır. Ancak el öpmeninyanı sıra günlük<br />

hayatta büyüklerin yanında ayakların uzatılmaması, bacak<br />

bacak üstüne atılmaması, sigara içilmemesi gibi birçok<br />

kaçınma da zayıflamış olmakla birlikte geleneksel toplum<br />

dokusunun egemen olduğu yerleşim birimlerinde varlığını<br />

ve ağırlığını sürdürmektedir.<br />

Sonuçta uzaktakiler yakındakilere, gurbettekiler sıladakilere<br />

sürekli selam gönderir ve alır. Hatta gurbet kavramı bir<br />

metafor olarak bu dünyayı, sıla da ahiret hayatını simgelediği<br />

için Türk tasavvuf şiirinin en güçlü temsilcisi Yunus Emre<br />

de, terk-i dünya edeceği inancıyla kalanlara selam göndermeyi<br />

ihmal etmez:<br />

“Biz dünyadan gider olduk kalanlara selam olsun<br />

Bizim için hayır dua kılanlara selam olsun”<br />

Beşeri ilişkilerin bir diğer boyutu uğurlama ve karşılama<br />

törenleridir. Uğurlamalarve karşılamalar çevresinde oluşan<br />

söz ve davranış kalıpları, zamanla törenleşmiş ve bu törenler<br />

de Anadolu’da ve diğer Türk kültür havzalarındaki soydaş,<br />

dindaş ve akrabatopluluklarda <strong>ortak</strong> bir kültür mirası<br />

oluşturmuştur. Bayram havasında geçen uğurlamalarda<br />

hüzünle sevinç bir arada yaşanırken karşılamalarda sevinç<br />

ve mutluluk hâkim olur. Bu tür törenler içinde halen en canlı<br />

yaşayan uygulamalardan birisi asker uğurlaması ve karşılamasıdır.<br />

Askerlik, milletimizin tarihten bugüne en fazla önem<br />

verdiği vatanî ve kutsal görevlerdendir. Yirmi yaşına gelmiş<br />

her genç, askerlik vazifesini yapmaya, vatan savunmasına<br />

katkıda bulunmaya hazırlanır. Çünkü ailesi ve toplum ona<br />

askerliği kutsal bir vazife olarak belletmiştir. Askere uğurlanacak<br />

olan gençler,yola çıkmadan birkaç gün önce bütün<br />

akrabalarının evlerinivedalaşma amacıyla ayrı ayrı ziyaret<br />

eder, ev sahipleri asker adayına yiyecekler ikram eder, gönüllerinden<br />

koptuğu kadar harçlıklar verirler. Para veremeyenler<br />

çorap, iç çamaşırı ve mendil gibi gündelik ihtiyaçlara<br />

ait eşyalar hediye ederler. Aile büyükleri askerlerin arkasından<br />

dualar ederler. Akraba ve dost ziyaretleriyle başlayan<br />

asker uğurlamaları süreci, toplu yemeklerle ve şenliklerle<br />

sürdürülür. Asker çıkacak olan evlerde yemekler verilir ve<br />

dualar edilir. Asker adayı gençlerin ellerine kına yakmak da<br />

bir başka âdettir. Daha sonra “En büyük asker bizim asker”<br />

nidalarıyla asker adayları dualarla birliklerine uğurlanır ve<br />

tezkere alıp sağ salim memleketlerine dönmeleri için dileklerde<br />

bulunulur. Askerlik görevini tamamlayan gençlerin<br />

dönüşleri de uğurlama kadar olmasa da önemlidir. Sağ<br />

salim memleketine dönen askerler, aileleri içinde büyük bir<br />

heyecanla karşılanırlar. Dönüşten sonraki günlerde asker,<br />

hiçbir işle meşgul olmaz. Arkadaşlarını ve akrabalarını ziyaret<br />

eder. Aile büyükleri salimen dönmüş olduğu için şükür<br />

duaları ederler. Bazı durumlarda kurban kesilir, mevlit okutulur,<br />

yemeklar verilir. Ancak asker uğurlama ve karşılama<br />

tom. However, as a matter of respect for the elders, the kissing<br />

the hands and putting them on the head of the elderly<br />

relatives, especially if they are mother and father, continues<br />

to exist even though it is not as poular as it was. For the<br />

principle of “Respect to the elders, love to the youngers”,<br />

the older ones are respected and this respect is expressed<br />

by words and behaviors. The place, determined as the seat<br />

of honour, always belongs to the oldest person except the<br />

guests. The elderly always has the first say. This tradition is<br />

the same in the whole Turkic world. Concepts such as “aksakallı<br />

(white-bearded, or wise old man)” or “yaşulu” were<br />

deemed appropriate for the people who were older and respected<br />

among the Central Asian Turkic communities. The<br />

kissing of the elders’ hands and of the youngers’ eyes have<br />

been adopted and sustained as a Turkic propriety. In addition<br />

to hand-kissing, however, many abstinencies, such as<br />

awoiding to stretch legs in presence of elders in daily life,<br />

to cross legs and to smoke also occures infrequently, and<br />

they continue to exist and make their presences felt in the<br />

settlements where traditional social doctrine prevails.<br />

As a result, people staying distant, abroad or homesick,<br />

send and receive greetings to each other. Yunus Emre,<br />

the strongest representative of the Turkic mystic poetry, in<br />

the belief that he will pass away, does not neglect to send<br />

greetings to the survivings, bceause the concept of foreign<br />

land symbolizes this world as a metaphor, and the homeland<br />

symbolizes this world.<br />

“Biz dünyadan gider olduk kalanlara selam olsun<br />

Bizim için hayır dua kılanlara selam olsun”<br />

Another aspect of the humanitarian relations is the farewell<br />

and welcome ceremonies. The patterns of speech and behavior<br />

that occurred in the frame of farewells and welcomes<br />

became ceremonial event over time and these ceremonies<br />

formed a common cultural heritage in cognate, co-religionist<br />

and related communities in Anatolia and other Turkic<br />

cultural basins. While sadness and joy are felt together<br />

in the farewells that are performed as if a festival, the pleasure<br />

and happiness prevail in welcomes. Among these ceremonies,<br />

one of the most vivid living practices is the farewell<br />

and wellcome of soldiers. Military service is among the national<br />

and sacred duties that our people have mostly given<br />

imporance from past to present. Every young man who arrives<br />

at the age of twenty is prepared to contribute to military<br />

service and defense of the country. Because the family<br />

and the community have taught him of the sacred duty. The<br />

conscirpt who are going to be seen off to the military visit<br />

the homes of all relatives for the sake of goodbye a few<br />

days before departure. The hosts offer food for the conscript,<br />

give him as much money as they can. Those who can


Beşeri İlişkiler<br />

Humanitarian Relationship<br />

49


Common Heritage<br />

50<br />

Ortak Miras<br />

yemekleri mümkün olduğunca mütevazı tutulur.<br />

Uğurlama ve karşılama ritüellerinin en yaygın ve önemlilerinden<br />

birisi de hacı uğurlama ve karşılamadır. Hacıları<br />

uğurlamak için gerçekleştirilen törenlerde, hüzün ve sevinç<br />

bir arada yaşanır. İslâm’ın beş şartından biri olarak hac ibadetini<br />

gerçekleştirecekleri için hacı adayları sevinirken diğer<br />

taraftan dost ve akrabalarından ayrılmanın hüznünü de<br />

yaşamaktadırlar. Kimi bölgelerimizde hacı karşılarken ya da<br />

uğurlarken kalabalık yemekli mevlitler de okutulur. Bazen<br />

hacı adayının kendisi hacca gideceğini duyurmak için akraba<br />

ve tanıdıklarına bir yemek daveti verir, bu yemek sonrasında<br />

herkesle vedalaşır ve helalleşir. Günümüzde gelişen<br />

şartlara göre değişiklikler gösterse de benzer biçimde devam<br />

eden bu uygulama, en öz şekliyle hacıların tekbirlerle,<br />

dualarla uğurlanması şeklinde gerçekleştirilmektedir. Hacılar,<br />

helalleşme ve vedalaşmalarla kutsal beldelere uğurlanır.<br />

Hacıların dönüşte karşılanması da benzer törenlerle<br />

kutlanır. Hacı karşılamaları, Osmanlı devrinde gösterişli<br />

törenlerle yapılırdı. Evliya Çelebi hacca gidenlerin salimen<br />

geri dönüşlerini kutlamak için düzenlenen kutlama ve eğlenceleri<br />

seyahatnamesinde ayrıntılarıyla anlatmıştır. Osmanlı<br />

devletinde hacca gidenlerin sağ salim geri dönmeleri<br />

Mısırlı ustaların havai fişek gösterileriyle kutlanırdı. Bu gelenek<br />

o denli önemliydi ki Osmanlı padişahları ve devlet ricali,<br />

kendi düzenlemediklerikutlama ve eğlencelere kuşkuyla<br />

baktıklarıiçin 1564/1565 tarihli bir fermanla,Anadolu’daki<br />

bazı kentlerde esnafın Mekke’den dönen hacılarıkarşılamak<br />

için alay düzenlemelerini yasaklamışlardır.Hac dönüşünde<br />

not give money give gifts for everyday necessities such as<br />

socks, underwear and handkerchiefs. Family elders pray for<br />

them. The process of the send-off, launching with relative<br />

and friend visits continues with mass meals and festivals.<br />

In the houses of the boy conscripted into the army, dinner is<br />

served and people pray. Applying henna to the hands of the<br />

young is another custom. Later on, the conscripts are sent<br />

off to their troops, and people wish them to get their discharges<br />

and return to the hometowns, in company with the<br />

prayers and shouts that “the greatest soldier is the ours!”<br />

The return of young people who completed military service<br />

is remarkable, although not as much as the farewell. The<br />

youngsters returning to their hometowns are welcomed<br />

with great excitement by their families. In the next days the<br />

they will not engage in any business. They visit friends and<br />

relatives. Familiy elders thank goodness for his safely return.<br />

In some cases, they sacrifice, recite mawlid, and give meals.<br />

But the meals given for the farewell and the welcome of the<br />

conscript are kept as modest as possible.<br />

One of the most widespread and important of the rituals<br />

for the farewell and welcome is the one performed for pilgrimage.<br />

Sadness and joy coexist in the ceremonies held<br />

to ward off the hajjis (pilgrims). As one of the five pillars of<br />

Islam, prospective pilgrims feel happiness because they will<br />

perform the duty of pilgrimage, while they live the<br />

sadness of leaving their friends and relatives from the other<br />

side. In some of our areas we have mass meals, while welcoming<br />

pilgrims or sending them off. Sometimes the pro-


Hicaz’dan sağ salim dönen hacılar da dost ve akrabalarına<br />

hediyeler getirirler, kendisini ziyarete gelenlere hediyelerini<br />

takdim ederler.<br />

Uğurlama ve karşılama törenlerinden anlaşılabileceği gibi<br />

hatır gönül sayma işlevi üstlenen her ritüele bir de ikram<br />

eşlik etmektedir. Nitekim Türk kültürünün en temel değerlerinden<br />

birisi de hatır saymak ve ikramda bulunmak olarak<br />

kabul edilir. Hatırşinaslık ve lütufkârlık kavramlarıyla ifade<br />

edebileceğimiz bu davranış kodu, eski Türk kültüründeki<br />

“toy” geleneğine kadar uzanır. “Veren el, alan elden üstündür”<br />

şiarıyla davranan Türkler, bozkır hayatının da tesiriyle<br />

biriktirme ve tasarruftan ziyade vermeye ve paylaşmaya yönelmiş,<br />

“beylik vermekle olur” ilkesine istinaden paylaşmayı<br />

itibar ve saygınlığın ölçüsü olarak değerlendirmiştir. Dede<br />

Korkut Kitabı’nda açları doyurmak, çıplakları donatmak,<br />

borçluları borcundan kurtarmak işlevine yönelik olarak yapılan<br />

ikramlarda attan aygır, deveden buğra, koyundan koç<br />

kırdırılır, tepe gibi et yığdırılır, göl gibi kımız sağdırılır. Yeni<br />

yetişen gencin en önemli görevlerinden biri babasından<br />

öğrendiği şekilde “sofra yayması”dır. At binip kılıç sallamanın<br />

“hüner”, toy verip sofra yaymanın ise “erdem” sayıldığı<br />

Dede Korkut Kitabı’na göre bir kusur işlediği zannına kapılan<br />

Oğuz genci, kendisini “sofra”sındakibir hatadan mı<br />

yoksa “kılıc”ındaki bir hatadan mı dolayı kusurlu görüldüğünü<br />

sorgular. Evin işlevi konuğunun gelmesidir, konuğu<br />

gelmeyen ev karadır, yıkılasıdır. Kadın, evde eşi olmasa dahi<br />

konuğunu ağırlayıp, yedirip içirmesiyle mükelleftir, böylece<br />

toplum nezdinde saygın bir konuma yükselir. İkram meselesi<br />

elbette en çok konukseverlikle ilintili bir husustur. Ancak<br />

konukseverlik ayrı bir başlık altında değerlendirileceği için<br />

biz burada değinmek istemiyoruz.<br />

Almak vermek şeklindeki bu beşerî ilişkiler ağı, aslında sosyal<br />

ve kültürel değerler üretmenin de alt yapısını oluşturur.<br />

Çok eski köklere dayanan “tuz ekmek hakkı”, her alışverişin<br />

bir hak ve hukuk doğurduğunun göstergesidir. Hatır gönül<br />

saymak veya hatırşinaslık hususunda ise “bir fincan kahvenin<br />

kırk yıl hatırı vardır” atasözü aslında pek çok şeyi aydınlatmaya<br />

yeterlidir. Böylece insanlar arasında yaygın bir<br />

güven ve iyi niyet ağı kurulmakta, toplumsal huzur ve barış<br />

inşa edilmektedir.1793 tarihinde İstanbul’a gönderilen bir<br />

Rus sefaret heyetindenadı zikredilmeyen bir kişinin yazdığı<br />

kitapta Türklerin ikramda bulunması ve hatır sayması<br />

hakkında ilgi çekici cümleler vardır:“Bütün gezintilerimde<br />

Türklerin hatırşinaslıklarıyla lûtufkârlıklarını gösteren bir<br />

çok vaziyetlerle karşılaştım. Şâhid olduğum muhtelif deliller<br />

beni bu milletin iyi kalpli ve insanı minnetdâr edecek hareketlere<br />

pek meyyal olduğuna ve tenkid edilen tenbelliğiyle<br />

gevşekliğinin de iklim tesirinden mütevellit bulunduğuna<br />

ikna etmiş oldu. Türk, tahkir edildiği ve kıskançlık hisleri<br />

tahrik olunduğu zaman müdhiş hir mahlûk olur; galeyanına<br />

sebeb olan hiddetin yegâne teskin çâresini düşmanın kaspective<br />

pilgrims invite their relatives and acquaintances to<br />

announce that they will go on pilgrimage so that they give<br />

their blessings to each other. This practice, which continues<br />

in a similar way even though it varies according to today’s<br />

developing conditions, is basically actualized in the way<br />

that prospective pilgrims are sent off accompanied by the<br />

prayers and sayings of “Allahuekber”. The prospective pilgrims,<br />

are sent off by giving blessings and saying goodbyes<br />

to the holy towns. The returning from the pilgrimage is also<br />

celebrated by means of similar ceremonies. The wellcomes<br />

for pilgrims were realized with ostentatious events during<br />

the Ottoman era. Evliya Çelebi, in his work The Seyahatname,<br />

explained in detail the celebrations and entertainments<br />

organized to celebrate the safely return of the pilgrims.<br />

The safely return of those who went to the pilgrimage<br />

in the Ottoman state were celebrated with firework displays<br />

of Egyptian masters. This tradition was so important that the<br />

Ottoman sultans and the state dignitary forbade processions<br />

arranged by tradesmen in some cities in Anatolia in order<br />

to welcome pilgrims returning from Mecca, by means of<br />

an imperial decree dated 1564/1565, because they looked<br />

suspiciously for the celebrations and entertainments they<br />

did not organize. The pilgrims returning from the Hedjaz on<br />

the turn of pilgrimage bring gifts to their friends and relatives,<br />

and submit presents to those who visit their place to<br />

welcome.<br />

As can be understood from the rituals for farewel and welcoming<br />

ceremonies, every ritual that undertakes the function<br />

of considering the feelings of others is also accompanied<br />

by a treat. As a matter of fact, the considering feelings<br />

of others and the offerings are accepted to be some of the<br />

most basic values of Turkic culture. This code of conduct,<br />

which we can express with the concepts of tactfulness and<br />

condescension extends to the “toy” tradition in the old Turkic<br />

culture. The Turks, who acted with the slogan “ Veren el,<br />

alan elden üstündür (The hand, giving alms is more auspicious<br />

than the hand receiving it)” have trended to give and<br />

share rather than to save and accumulate by the influence<br />

of the steppe life, and they also considered the sharing to be<br />

the norm of reputation and dignity referring to the principle<br />

that “beylik vermekle olur (In other words, giving is the basic<br />

characteristic of a seignior) “. In the Dede Qorqut Book,<br />

within the scope of the offerings, there are some illustrations<br />

such as cutting off horses, stallion, sheep, ram, camel<br />

and then stacking of meat as high as a hill, milking koumiss<br />

as large as a lake, in order to feed the poors, to dress the<br />

nudes, to do payement for the debtor. One of the most important<br />

tasks of a newly growing youngster is “laying the<br />

table” as he has learned from his father. According to the<br />

Dede Qorqut book, in which horse riding is considered as<br />

“virtue”, and which swinging sword is as “merit”, an Oghuz<br />

Humanitarian Relationship<br />

51<br />

Beşeri İlişkiler


Common Heritage<br />

52<br />

Ortak Miras<br />

nında bulur, İstanbul civarındaki gezintilerimde ben hep bu<br />

milletin lûtufkârlığıyla müsâfirperverlik aşkına şâhid oldum.<br />

Rastgeldiğim hangi Türk’e yol sorsam, hemen bana rehberlik<br />

etmek teklifinde bulunuyor, yiyecek ve içecek şeyler hususunda<br />

elinden gelen ikramda kusur etmemek suretiyle de<br />

hep ayni kibarlığı gösteriyordu.”<br />

İkramın, yani verme ve paylaşma duygusunun uygulamaya<br />

dökülüşünün en yoğun görüldüğü ortamların başında<br />

özel günler ve bayramlar gelmektedir. Hayatın her anında,<br />

özellikle de hayatın geçiş aşamaları olan doğum, düğün<br />

ve ölüm geleneklerinde ikramda bulunmak halen yaşayan<br />

âdetlerimiz arasındadır. Batı Anadolu’da Hıdrellez günlerine<br />

rastlayan ve “köy hayırı” denen uygulama, aslında toy<br />

geleneğinin günümüze yansımış şeklinden başka bir şey<br />

değildir. İkram yapılan günler arasında kandil geceleri de<br />

ayrı bir yer tutar, kandil simidinin bilhassa herkesin çocukluk<br />

hatıralarındaki yeri bir başkadır. Muharrem ayında aşure<br />

ikramı da paylaşmanın bir başka örneğidir. Ancak ikramın en<br />

yoğun görüldüğü ortamlar dinî bayramlardır. İslamiyet’in<br />

kabulüyle birlikte dinî bayram günlerini birbirlerinin kusurlarınıaffedip<br />

barışmaya vesile kabul eden Türk toplulukları,<br />

Kaşgar’dan Balkanlara kadar geniş bir coğrafyada aynı<br />

<strong>ortak</strong> duyguyu hisseder. Ramazan veya Kurban Bayramı<br />

namazıyla başlayan bayram kutlaması daha sonra büyüklerin<br />

ellerinin öpüldüğü ev ziyaretleriyle devam eder. Ancak<br />

ölmüş olan büyükler de unutulmaz ve mezarlık ziyaretleri<br />

farklı bölgelere farklı zamanlarda olsa da mutlaka gerçekleştirilir.<br />

Çocukların bahşiş verilerek sevindirildiği, konuklara<br />

değişik yiyecek ve içecek ikramlarının yapıldığı bayramlar<br />

böylece <strong>ortak</strong> duygu paylaşımının, toplumsal esenlik ve barışın<br />

simgesi haline gelirler.<br />

Aslında ikram için herhangi bir vesileye veya özel bir zaman<br />

dilimine ihtiyaç yoktur. Mutfağında yemek pişiren kadın,<br />

canı çekeceği düşüncesiyle komşusuna ikramda bulunur.<br />

Bu işlem karşılık görür ve paylaşım kültürü paylaştıkça çoğalır.<br />

Böylelikle bireysel anlamda bir iç huzur sağlanırken<br />

komşuluk ilişkileri gelişir, toplumsal birlik ve beraberliğin<br />

temeli atılır, gelenekler yaşanır ve yaşatılır.<br />

Her ne kadar rekabetçi, bireyci, tüketici ve egoist bir kitle<br />

kültürünün etkisi son yıllarda artarak devam etse de Türk<br />

toplumunun kültürel ve sosyal genetiğinde var olan temel<br />

kodlardan birisi cömertliktir. Modern dünyanın sorunlarına<br />

karşı bu kültür mirasımızı korumak, yaşatmak ve güncellemek,<br />

tarihten tevarüs ettiğimiz gibi geleceğe de miras bırakacağımız<br />

bir davranışlar bütünüdür, iyi insanı gerçekleştirecek<br />

kültür kodlarından birisidir.<br />

Kaynaklar<br />

• İsmail Hami Danişmend (1982). Garb Menba’larına Göre Eski Türk Seciyye<br />

young boy, who thinks of making a mistake, questioned<br />

himself whether he was faulty because of the mistake in<br />

“a table” or using “his sword”. The function of a house is<br />

to host the guest, the guestless house is black, it deserves<br />

to be demolished. Even if her husband is not at home, the<br />

house wife shall welcome her guests, and she is obliged to<br />

wine and dine, so that she has a respectable position in society.<br />

The subject of treating, of course, is mostly related to<br />

the hospitality. However, as the hospitality should be handled<br />

under a separate title, we do not want to mention here.<br />

This network of humanitarian relations in the form of giving-receiving,<br />

in fact, constitutes the basis of producing social<br />

and cultural values. The saying “tuz ekmek hakkı (right<br />

of salt and bread)”, based on ancient roots, is a sign that<br />

every trade generates a right and a law. Regarding the subject<br />

of tactfulness, the proverb “ bir fincan kahvenin kırk yıl<br />

hatırı vardır- A cup of coffee will be remembered for forty<br />

years.(It means that the person who offers the coffee is to<br />

be respected and remembered for a long time for the sake<br />

of his offering.) is indeed enough to enlighten many things<br />

about considering the feelings of others. In a book written<br />

by a person, among the Russian maritime delegation sent<br />

to Istanbul in 1793 and whose name is not mentioned,<br />

there are interesting sentences about the way of treating<br />

and tactfulness of the Turks: “During all my travels, I have<br />

encountered many occasions proving the tactfulness and<br />

condescension of the Turks. The various proofs I have witnessed<br />

convinced me that this nation is benign and tend to<br />

the behaviours that will make the man gratitude and that<br />

their characteristics of laziness and laxity are due to the<br />

influence of the climate. When the Turks are insulted and<br />

their feelings of jealousy are provoked, they transform into<br />

a magnificent creator; they find the sole remedy for the anger<br />

in the blood of the enemy that made them effervescent;<br />

I have always been a witness to the love of hospitality and<br />

the condescension charactersitic of this nation in my trips<br />

around Istanbul.Whenever I asked for direciton to a Turk<br />

that I came across, he immediately offered to guide me, was<br />

also showing his kindness by having great respect for me<br />

without fail, regarding a food and drink.”<br />

Special occasions and festivals are at the forefront of the<br />

occasions where the feeling of offering, or giving and sharing<br />

are most intensely practiced. In every moment of life,<br />

especially in the traditions of birth, wedding and death<br />

which are the transition stages of life, the treating is among<br />

our current customs. In Western Anatolia, the practice of<br />

“Hidrellez (spring festival)” and also called “village barn”<br />

is nothing more than the daily reflection of the toy tradition.<br />

Among the days of offering, hollynights have a separate<br />

places, especially the kandil simidi (ring shaped pastry


ve Ahlâkı, İstanbul: İstanbul Kitabevi Yayınları, (3. Bs.).<br />

• Kudret Emiroğlu (2001). Gündelik Hayatımızın Tarihi, Ankara: Dost Kitabevi<br />

Yayınları.<br />

• Muharrem Ergin (1989). Dede Korkut Kitabı I Giriş-Metin-Faksimile, Ankara:<br />

Türk Dil Kurumu Yayınları, (2. Bs.).<br />

• Suraiya Faroqhi (2005). Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam Ortaçağdan<br />

Yirminci Yüzyıla, Çeviri: Elif Kılıç, İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, (5. Bs.).<br />

• Bozkurt Güvenç (1995). Türk Kimliği Kültür Tarihinin Kaynakları, İstanbul:<br />

Remzi Kitabevi, (3. Bs.).<br />

• Bahaeddin Ögel (1991). Türk Kültür Tarihine Giriş Türk Halk Musikisi Aletleri<br />

(Uygur Devleti’nden Osmanlılara) Cilt: IX, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları<br />

(3. Bs.).<br />

• Mehmet Zeki Pakalın (1993). Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü<br />

III, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.<br />

consumed in holy days) has an important part in everyone’s<br />

childhood memories. Offering ashura (The Noah’s Pudding)<br />

in the month of Muharrem is also another example<br />

of sharing. However, religious festivals are the occasions<br />

in which offerings are seen most intensely. Together with<br />

acceptance of Islam Turkic communities take advantage<br />

of religious festivals to forgive each other’s imperfections<br />

and make peace and share the same common feeling in a<br />

wide geographical area from Kashgar to the Balkans. The<br />

feast celebrations, which began with Feast prayers of both<br />

the Ramadan and the Sacrifice, is followed by visits to the<br />

houses where the hands of the elders are kissed. But the<br />

dead elders are not also neglected, and cemetery visits are<br />

surely carried out even at different times and in different<br />

regions. Festivals in which children are gladened by giving<br />

pocket money to them, and various food and beverages are<br />

served to the guests, thus has become a symbol of sharing<br />

common feelings, social welfare and peace.<br />

In fact, there is no need for any occasion or special time<br />

for the treat. The woman who cooks in the kitchen offer her<br />

neighbors with the thought that she may long for. This geste<br />

is responded and multiplies as the sharing culture is shared.<br />

Thus, while an inner peace is ensured in individual sense,<br />

on the other hand neighborhood relations develop, social<br />

unity and solidarity is laid, traditions are experienced and<br />

kept alive.<br />

Although the influence of a competitive, individualist, consumerist<br />

and egoist mass culture has been increasingly<br />

continuing in recent years, one of the basic codes that exist<br />

in the cultural and social genre of Turkic society is generosity.<br />

Protecting, maintaining and updating our cultural heritage<br />

against the problems of the modern world is, as we<br />

have inherited from history, the whole of behaviors that we<br />

will leave a legacy to the future, and also one of the codes<br />

of culture that will make good people.<br />

References<br />

• İsmail Hami Danişmend (1982). Garb Menba’larına Göre Eski Türk Seciyye<br />

ve Ahlâkı, İstanbul,Publisher: İstanbul Kitabevi Yayınları, (3rd Edt).<br />

• Kudret Emiroğlu (2001). Gündelik Hayatımızın Tarihi, Ankara, Publisher:<br />

Dost Kitabevi Yayınları.<br />

• Muharrem Ergin (1989). Dede Korkut Kitabı I Giriş-Metin-Faksimile, Ankara,<br />

Publisher: Türk Dil Kurumu Yayınları, (2nd print).<br />

• Suraiya Faroqhi (2005). Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam Ortaçağdan<br />

Yirminci Yüzyıla, Çeviri: Elif Kılıç, İstanbul Publisher: Tarih Vakfı Yayınları,<br />

(5th print.).<br />

• Bozkurt Güvenç (1995). Türk Kimliği Kültür Tarihinin Kaynakları, İstanbul,<br />

Publisher: Remzi Kitabevi, (3rd print).<br />

• Bahaeddin Ögel (1991). Türk Kültür Tarihine Giriş Türk Halk Musikisi<br />

Aletleri (Uygur Devleti’nden Osmanlılara) Cilt: IX, Ankara, Publisher: Kültür<br />

Bakanlığı Yayınları (3rd print).<br />

• Mehmet Zeki Pakalın (1993). Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü<br />

III, İstanbul, Publisher: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.<br />

Humanitarian Relationship<br />

53<br />

Beşeri İlişkiler


Doç. Dr. Gülin ÖĞÜT EKER<br />

Bilge Yapım<br />

Türk Dünyasında Beslenme ve Mutfak Kültürü<br />

Nutrition Culinary culture in the Turkic World


Temel Gereksinim Olarak Beslenmeden Kültürel<br />

Gösterge Olan Beslenmeye<br />

Dünyaya gelen her canlı, metabolizmasınaenerji sağlama ve hayatta kalabilme amacıyla<br />

karbonhidrat, protein, vitamin gibi temel gıda bileşimlerini kullanma ihtiyacı hisseder.<br />

Yaşamda var olabilmenin fiziksel göstergesi olan beslenme, enerji depolama, varlığını<br />

devam ettirme, mücadele etme, algılama, anlama ve değerlendirmenin de temel<br />

argümanıdır. Besin maddeleri ve üretim dönüşüm mekânı olan mutfak; yiyecek maddelerinin<br />

üretiminden toplanmasına, pişirilme çeşitlerinden sofra düzenine, yemeklik<br />

malzememiktarlarındangıda maddelerinin saklanma yöntemlerine, besin maddelerinin<br />

sıcak ya da soğuk sunumundan öğün saatlerine kadar çok yönlü ele alınması gereken<br />

bir bütündür. Bu özellikleriyle biyolojik bir zorunluluk olan beslenme, aynı zamanda<br />

benlik algısına sahip ve toplum içinde yaşama ihtiyacı olan insan için kodlarla bellekte<br />

muhafaza edilen kültürel değerler sistemidir.<br />

03 Mutfak Kültürü<br />

Culinary Culture<br />

From Nourishment as an Essential Requirement to the Nutrition,<br />

a Cultural Indicator<br />

Naturally, every living thing newly born in the world needs to use basic food compositions<br />

such as carbohydrates, proteins, and vitamins to provide energy for metabolism<br />

and to survive. The nutrition which is the physical indicator of being able to exist in<br />

life, is also the basic argument of energy storage, perpetuating existence, struggling,<br />

perception, understanding and evaluation. The kitchen, which is the place of food and<br />

production-conversion is the entirety that should be considered in a versatile manner,<br />

from the production to the picking up of foodstuffs, from cooking ways to tableware,<br />

from the amount of foodstuffs to the methods of storage of eatables, from serving the<br />

foodstuff hot or cold to meal times. With these features, nutrition, which is also a biological<br />

necessity is a system of cultural values that is stored in memory with codes for<br />

people who also have self-perception and need to live in society.


Common Heritage<br />

56<br />

Ortak Miras<br />

Balkanlar’dan Orta Doğu’ya, Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan<br />

çok geniş bir coğrafyayı kapsayan Türk Dünyası mutfak<br />

kültürü,günümüzden binlerce yıl önce şekillenmeye başlayan<br />

bir sürecin oluşumudur. Mezopotamya’dan Hindistan’a,<br />

Kafkasya’dan Anadolu’ya kadar farklı lezzetlerin buluşma<br />

noktası olanbu köprü,Orta Asya Türk Devletleri, Selçuklu<br />

ve Osmanlı Devleti gibi farklı yönetim biçimlerininbileşimidir.<br />

Türk Dünyasında yemek kültürü;saray ve halk veya kent<br />

ve köy mutfağı gibi farklı zaman ve mekâna yayılan tarihsel<br />

süreç içinde,değişikmedeniyet etkileşimlerinin çeşitli coğrafya<br />

ve kültürlerdeki <strong>ortak</strong>lığının sembolüdür.<br />

Biyolojik bir ihtiyaç temelinden kaynaklanan beslenme, yaşanılan<br />

toplumun dinî, kültürel, sosyal, ekonomik ve coğrafî<br />

özellikleriyle doğrudan ilişkilidir. Hayatın her safhasında<br />

olduğu gibi, özelde beslenme alışkanlıklarında genelde<br />

mutfak kültüründe de, sofra adabından yemeklik malzemelerin<br />

uyumuna, besin maddelerinin sıcak/soğuk ikramından<br />

yemek sunum şekillerine kadar kent ve köy kökenli<br />

merkezlerde farklılıklar mevcuttur. Şekil ve nicelik açısından<br />

doğal olan bu çeşitliliklerin yanında, misafire verilen değer,<br />

almadan verme ilkesi, sofra hiyerarşisi, yemeğe kodlanan<br />

anlamlar, yemeğin yüklendiği kültürel özellikler ve yemeğin<br />

sosyal statü göstergesi olarak kabulü gibi toplumsal bellekte<br />

yaşatılarak saklanan ve geleceğe aktarılan miras algısı,<br />

bütün Türk Dünyasının <strong>ortak</strong> kültürel değerleridir.<br />

Milletlerin yemek ve içecek tercihleri, topluluğu oluşturan<br />

insanların dünya görüşlerinin, yaşam şartlarının, dinî inanç-<br />

The culinary culture of the Turkic World, encompassing a<br />

vast geographical area extending from the Balkans to the<br />

Middle East, from Central Asia to Anatolia, is formation of<br />

the process that began to take shape thousands of years<br />

ago. This bridge, which is the meeting point of different<br />

tastes from Mesopotamia to India, from Caucasus to Anatolia,<br />

is a combination of different administrative forms<br />

such as Central Asian Turkic States, Seljukian and Ottoman<br />

State. Food Culture in the Turkic World; is the symbol of the<br />

partnership of different civilizational interactions in various<br />

geographies and cultures, in historical process expanding in<br />

different period and place such as the palace and the people,<br />

or the urban and rural cuisine.<br />

Nourishment originating from a biological need is directly<br />

related to the religious, cultural, social, economic and geographical<br />

characteristics of the community people live in.<br />

As it is at every stage of life, there are differences in urban<br />

and rural centers from tableware to the harmony of cooking<br />

ingredients, from serving hot / cold foods to the styles<br />

of serving meals, especially in nutrition habits, generally in<br />

culinary culture. Besides these variations that are natural<br />

in terms of form and quantity, the sense of inheritance that<br />

is eternized in social memory and transferred to the future,<br />

such as dignifying the guest, the unselfish giving principle,<br />

the table hierarchy, the meanings coded in the meal, cultural<br />

characteristics that food bear and the acceptance of<br />

the food as a social status indicator are all the common cultural<br />

values of the whole Turkic World.


larının bir yansımasıdır. Türk kültüründe yemek, ekmek imgesiyle<br />

Tanrı’dan gelen bereketin ve nimetin sembolü olarak<br />

kabul edilir. ‘Ekmeğini taştan çıkarmak’, ‘Ekmek teknesi’,<br />

‘Ekmek parası’ deyimleri de, bu algının sözlü kültürdeki kullanımlarıdır.<br />

Çok geniş bir coğrafyada varlığını sürdüren Türk<br />

Dünyasında yer alan‘Abdalın karnı doyunca gözü pabucundadır’,<br />

‘Kışın ekmeksiz yazın gömleksiz yola çıkma’,‘Gözünü<br />

toprak doyursun’ ‘Acıkan doymam susayan kanmam sanır’,<br />

‘Boğazı büyük olanın dostu olmaz’, ‘Aç gezmektense tok<br />

ölmek iyidir’, ‘Büyük lokma ye, büyük söz söyleme’, ‘Pişmiş<br />

aşa su katmak’, ‘Tuz-ekmek hakkı’,‘Başının etini yemek’ gibi<br />

atasözü ve deyimlerle bu kalıp ifadelerin Türk lehçelerindeki<br />

karşılıkları, Türk Dilindeki beslenmeyle ilgilikullanımlarınne<br />

derece zengin olduğunun göstergesidir.<br />

Eski Türk Yazıtlarında Beslenme<br />

Kültürü ve İktidar<br />

Yemek ve iktidar ilişkisi, insanlık kültür tarihinin her dönem<br />

ve ortamında varlığını gösteren bir güç sergileme yöntemidir.<br />

Türk kültür tarihinde yemek; devlet yönetimindeki resmî<br />

törenlerden özel mülkiyetteki gayri resmî uygulamalara,<br />

doğum/evlenme/askerlik/ölüm gibi geçiş dönemlerinden<br />

dinî/resmî/ferdî/tabiat kökenli bayramlara kadar pek çok<br />

farklı alan ve mekânda imge olarak kullanılmıştır. Bu anlamda<br />

beslenme; sosyalleşme, birleştirme, paylaşma, dostlukları<br />

pekiştirme, aitlik, kabul görme, onaylanma, eğlenme,<br />

beslenme, yardımlaşma, dinî misyon yüklenme, güç ve statü<br />

göstergesi, varlığını ispat etme, kişi ve/veya toplum tarafından<br />

tescillenme, ekonomik gücü gösterme, iş anlaşması<br />

sağlama, tanışma, hatırlanma, reklâm, pazarlama gibi pek<br />

çok açık ve gizli işlev yüklenir. “Her yemek, kendi imgesinde<br />

grup üyelerini birleştiren yapılandırılmış sosyal bir etkinliktir”(Douglas<br />

1972: 67). Etkinlikte buluşan ve toplumdaki<br />

diğer insanlardan ayrılan grup üyeleri, yemek temelinde<br />

sosyal grup olma özelliği yüklenerek sosyal yapıda kimlik<br />

kazanırlar.<br />

Yazılı Türk kaynaklarında yer alan besin maddeleri ve mutfakla<br />

ilgili ifadeler, beslenme kültürünün geçmişten bugüne<br />

varlığını sürdüren biyolojik, ekonomik ve kültürel bir bütün<br />

olduğunun kanıtlarıdır. Yemek ve güç ilişkisinde bireylerin<br />

besin temin sürecindeki rolü belirleyici olabildiği gibi, yöneten<br />

ve yönetilen ilişkilerinin de yemeğe yansıdığını görmek<br />

mümkündür. Birçok kültürde ziyafetler, ziyafeti düzenleyenin<br />

toplumsal statüsünü gösterir. Türklerdeki toy geleneği<br />

ve hükümdar yemekleri bu kapsamda değerlendirilmelidir.<br />

Katılımcılara sunulan yiyeceklerin niteliği, ziyafete davet<br />

edilen katılımcıların sayısı toplumsal güç göstergesi olduğu<br />

gibi, ziyafetin verilme sıklığı da bir statü tescillemesidir.<br />

Ziyafete davet edilmenin simgesel bir anlamı olduğu gibi,<br />

davetin reddedilmesi de mesaj taşıyan önemli bir sözsüz<br />

Food and drink preferences of nations are a reflection of the<br />

worldviews, living conditions, religious beliefs of the people<br />

who constitute the community. The food in Turkic culture is<br />

considered a symbol of blessing and felicity from God with<br />

the image of bread. The idioms, “wresting a living from the<br />

soil”, “A meal ticket”, “ bread and butter” are the expressions<br />

in oral culture. The proverbs and idioms that still exist<br />

in the Turkic World, in a very wide geographical region, such<br />

as ‘Abdalın karnı doyunca gözü pabucundadır’ (the dervish<br />

gets ready to go just after being full up), ‘Kışın ekmeksiz<br />

yazın gömleksiz yola çıkma’(never set off neither in winter<br />

without bread nor in summer without shirt), ‘Gözünü toprak<br />

doyursun’ (nothing on earth can satisfy you), ‘Acıkan doymam<br />

susayan kanmam sanır’ (The one who gets hungry or<br />

thirsty supposes that he/she never gets satisfied ), ‘Boğazı<br />

büyük olanın dostu olmaz’ (The trencherman never has a<br />

fellow), ‘Aç gezmektense tok ölmek iyidir’ (dying with a full<br />

stomach is better than living hungrily) , ‘Büyük lokma ye,<br />

büyük söz söyleme’ (eat a big mouthful, but don’t make big<br />

promises), ‘Pişmiş aşa su katmak’ (pouring cold water on) ,<br />

‘Tuz-ekmek hakkı’ (for the sake of salt and bread) ,‘Başının<br />

etini yemek’ (nagging at someone) and meanings of these<br />

expressions in the Turkish dialects are indicative of the richness<br />

of their use in relation to nutrition in the Turkish language.<br />

Nutrition Culture and Power in Old Turkic<br />

Inscriptions<br />

The relationship between food and power is a way of exhibiting<br />

power that the humanity culture history make its<br />

presence felt in every period and environment. The Meal in<br />

Turkic culture history; from official ceremonies in state administration<br />

to informal practices in private property, and,<br />

from transitional periods such as birth / marriage / military<br />

service/ death to religious / official / individual / natural<br />

originated festivals has been used as an image in many<br />

different areas and places. Nutrition in this sense takes on<br />

some confidential and overt missions such as socialization,<br />

consolidation, sharing, strengthening of friendship, belonging,<br />

acceptance, approval, entertainment, nutrition,<br />

assistance, religious mission, power and status indicator,<br />

proof of existence, registration by the person and / or society,<br />

exhibiting economic power, making deals, conversancy,<br />

anniversary, advertising, marketing. “Every meal/dinner is a<br />

structured social activity that unites group members in its<br />

own image “.”(Douglas 1972: 67). Group members meeting<br />

at the event and separated from other people in the society<br />

gain identity in social structure by being a social group on<br />

the basis of meal/dinner.<br />

The food stuffs and the expressions related to the cuisine<br />

Culinary Culture<br />

57<br />

Mutfak Kültürü


Ortak Miras<br />

Common Heritage<br />

58


Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />

accusa quo quunt.<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />

quo quunt.<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

Culinary Culture<br />

59<br />

Mutfak Kültürü


Common Heritage<br />

60<br />

Ortak Miras<br />

iletişim biçimidir. Davete katılma konusu, simgesel anlamlar<br />

açısından Kutadgu Bilig’de “Ziyafete davet edenler<br />

dört zümre olduğu gibi buna icabet eden insanlar da dört<br />

zümredir. Bunlardan biri davet edildiği her ziyafete gider, ne<br />

ikram edilirse yer içer. Lakin kendisi evine başkalarını çağırmaz.<br />

Evine kapanıp yemeği kendi başına yer. Biri çağrıldığı<br />

ziyafete gider yemeği yer kendi de onu yemeğe davet eder.<br />

Biri de kendi ziyafete gitmediği gibi başkalarını da davet etmez.<br />

Bu insan ölüdür. Sen onu diriden sayma. Ona katılma,<br />

onunla birlikte olma. Bir kısmı da davete gitmez fakat kendisi<br />

hayvanlar keserek başkalarını ziyafete çağırır. Bunlardan<br />

en hayırlısı bu sonuncusudur. Âlim insanların beğendikleri<br />

hareket budur.” öğüdüyle değerlendirilmektedir (Yusuf Has<br />

Hacip 2006:219).<br />

Orhon Kitabeleri’nde geçen “Ey Türk Halkı, tok gözlü ve aksisin:<br />

Açlığı tokluğudüşünmezsin,bir de doyarsan açlığı hiç<br />

düşünmezsin. Böyle olduğun için seni doyurmuş olan hakanlarının<br />

sözlerini almadan her yere gittin ve oralarda hep<br />

mahvoldun. Oralarda sağ kalmış olanlarınız her yönde bitkin<br />

ve mecalsiz yürüyor idiniz… Tahta oturup yoksul ve fakir halkı<br />

hep derleyip topladım. Fakir halkı zengin yaptım, az halkı<br />

çok yaptım.” [Kül Tigin Güney Yüzü 9-10] (Tekin 2008: 13);<br />

“İtaatsizliğin yüzünden seni besleyip doyurmuş olan akıllı<br />

hakanın ile bağımsız ve müreffeh devletine kendin hata<br />

ettin.” [Kül Tigin Doğu Yüzü 23](Tekin 2008: 31); “Türk halkı<br />

aç idi. O at sürüsünü alıp onları doyurdum.” [Bilge Kağan<br />

Doğu Yüzü 38](Tekin 2008: 65); Kutadgu Bilig’de yer alan<br />

in the written Turkic sources are evidence that the dietary<br />

culture is a biological, economic and cultural whole perpetuating<br />

its existence today. In relationship between food and<br />

power, it is possible to see that the relationships of the ruled<br />

and the ruler are reflected in the meal as well as the role of<br />

the individual in the nutritional supply process can be the<br />

determinant. Banquets in many cultures show the social<br />

status of the organizer of the feast. The toy (feast) tradition<br />

in Turks and the monarch feasts should be evaluated within<br />

this scope. Just as the quality of the food served to the<br />

participants and the number of participants invited to the<br />

banquet is a sign of social strength, the frequency of feasts<br />

is also a status indication. As the invitation to the banquet<br />

has a symbolic meaning, the rejection of the invitation is<br />

also an important form of nonverbal communication. There<br />

has been a recommendation in the Kutadgu Bilig about answering<br />

the invitation: “While there are four groups inviting<br />

to banquet, the people who respond to it are also four. One<br />

of them goes to every banquet he is invited to, and he eats<br />

and drinks whatever he is served. However he does not call<br />

other people his home. He confines himself to his house<br />

and eats by his own. The second one goes to the banquet<br />

that he is invited and eats the meal and then he invites the<br />

host to his place to eat. The third one does not participate<br />

in any banquet and he does not invite others. This person<br />

is lifeless. Do not regard him as alive. Do not both join and<br />

accompany him. The fourth does not join the meal but they<br />

cut off the animals and call others at the banquet. The most<br />

propitious one is the last one. This is the manner that intel-


“aş içgüturur bu tiriglikotı (Bu hayatın devası yiyecek ve içecektir).”<br />

(KB-2318) ifadeleri, hayat ve yemek etkileşiminde<br />

yöneten/yönetilenin varlığını ve yemeğin sadakat konusunda<br />

temel kriter olarak değerlendirildiğini gözler önüne<br />

sermektedir.<br />

Geçiş Dönemleri ve Beslenme<br />

Kültürü<br />

Yazılı ve sözlü kaynaklarda düğün, ölüm gibi geçiş dönemlerinde<br />

kullanılan besin maddeleriyle ilgili sözler, Türk kültüründe<br />

beslenmeye verilen önemin göstergeleridir. Halk<br />

hayatı içinde, grup üyelerinin belirli yiyecekler üzerinde,<br />

belleklerde kodlanarak yapılan <strong>ortak</strong> tercihi simgeleyen<br />

düğün yemekleri de, bu algının bir yansımasıdır. Balkan,<br />

Anadolu, Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen, Tatar vd. bütün<br />

Türk Dünyasında düğün gibi geçiş dönemlerinin toplu yemekleri,<br />

genellikle erkek aşçılar tarafından özel olarak yapılır.<br />

Gündelik hayat içinde yemek ve mutfak, dişil cinse ait<br />

bir eylem ve mekân olarak görülmekle birlikte, düğün ve<br />

cenaze kamusal alanı kapsayan yarı resmî ve profesyonel<br />

bir eylem olarak değerlendirildiğinden çoğunlukla erkek<br />

aşçıların hâkimiyetinde görülür. Düğün yemekleri, sadece<br />

farklı Türk topluluklarında değil, aynı topluluğun farklı coğrafî<br />

mekânlarında da keşkekten yahniye, şişlikten dolmaya<br />

kadar çeşitlilik gösterebilir. Değişmeyen <strong>ortak</strong> unsur ise, düğün<br />

yemeklerinin sebze yemeği gibi rutin ve kolay yapılan<br />

yemekler olmayıp kuzu tandır, perde pilavı, kuyu kebabı gibi<br />

uzun sürede hazırlanan meşakkatli yemekler olması ve bu<br />

yemeklerin düğün evinin sosyal statüsünü temsil etmesidir.<br />

Zaman ve emek isteyen yemeklerin yapılması, düğüne ve<br />

gelen misafirlere verilen değerin de bir göstergesidir. Düğün<br />

evinin sahipleri ve misafirler, meşakkatli ve lezzetli yemeklerden<br />

oluşan sofranın etrafında grup kimliklerini hissedip<br />

pekiştirerek folklorun aynı toplumun üyesi olma hazzına<br />

ulaşırlar.Beslenme ve mutfak kültürü, ait olunan grup içinde<br />

bireylerin sosyal rolünü de belirler. “Pek çok insan belirli bir<br />

zamanda belirli yemekler yiyerek grup kimliğini doğrular.”<br />

(Stoeltje 2005: 162).<br />

Orta Asya Türkleri arasında, ruhları memnun etmek için, gelinin,<br />

atın yele ve kuyruğuna kımız saçma ritüeli, günümüzde,<br />

Türk Dünyasında gelin ve damadın başından bereket,<br />

bolluk simgesi olarak un, buğday, şeker, para, çerez saçma<br />

şeklini almıştır. Gelin, arabadan inmeden önce, içinde para,<br />

buğday, üzüm, şeker dolu olan testi, ‘bolluk, bereket ve ağız<br />

tatlılığı getirsin’ diye çatıdan arabanın tekerleğine doğru<br />

atılır. Çevredekiler, testinin içindekileri kapışırlar. Anadolu<br />

halkı arasında ‘çanak yağması‘, ‘çorba kapma‘, ‘tavuk kapma‘<br />

olarak isimlendirilen, saçılan yiyecekleri almak için yapılan<br />

kapışma aslında, gelenek bütünlüğü içinde Eski Türklerde<br />

‘potlaç’, ‘kençliyü‘, Osmanlılarda ‘Han-ı Yağma’nın<br />

lectuals like.” (Yusuf Has Hacip 2006:219).<br />

There also exist other examples given below that illustrate<br />

the existence of the ruler / ruled in life and food interaction<br />

and that food is considered as the basic criterion for loyalty:<br />

In Orkhon inscriptions; “ Turkic folk! You are contented and<br />

crusty. You do not think about hungriness and satiety, and<br />

you do not even think about hungriness if you are full. Because<br />

of this, you go everywhere without the approvals of<br />

your khans who have fed you, and you are always ruined<br />

there. Those of you who were alive were walking all over<br />

the place weakly and exhaustedly ... I sat on the throne<br />

and always gathered the indigent and the poor. I made<br />

poor people rich, I enlarged the population of minority too.<br />

[Kül Tigin Güney Yüzü 9-10] (Tekin 2008: 13); “Because of<br />

your disobedience, you, yourself have behaved wrongly to<br />

the intelligent khan who has fed you and to an independent<br />

and prosperous state.” [Kül Tigin Doğu Yüzü 23](Tekin<br />

2008: 31); The Turkic people were hungry. I owned that herd<br />

of horse and fed them. “ Bilge Kağan Doğu Yüzü 38](Tekin<br />

2008: 65); and “ aş içgüturur bu tiriglikotı – The remedy of<br />

this life are food and drinks). in the Kutadgu Bilig (KB-2318)<br />

Transition Periods and Nutrition Culture<br />

Some sayings in written and verbal sources related to the<br />

nutrients used in the transitional periods such as weddings<br />

and funerals are indicative of the importance given<br />

to feeding in Turkic culture. In public life, wedding dishes<br />

symbolizing the common preference of group members<br />

coded on certain foods and memories are also a reflection<br />

of this predicament. In Balkans, Anatolia, Kazakhstan, Kyrgyzstan,<br />

Uzbekistan, Turkmenistan, Tatarstan and all other<br />

Turkic lands, mass meals of transitional periods such as<br />

weddings are usually performed exclusively by male cooks.<br />

While the dish and the kitchen in everyday life is seen as an<br />

action and space belonging to a female genus, weddings<br />

and funerals are esteemed as semi-formal and professional<br />

actions involving the public sphere, they are often seen as<br />

dominated by male cooks. Wedding breakfasts/diners may<br />

vary not only in different Turkic communities but also in different<br />

geographical locations of the same community, from<br />

keşkek (also known as Kashkak and Kashkek, a traditional<br />

wedding dish made with wheat and meat ) to fricassee, from<br />

shashlik (a dish of skewered and grilled cubes of meat) to<br />

dolma (grape leaves stuffed with meat and rice). The stationary<br />

common fact is that the wedding meals are not routinely<br />

and easily made meals such as vegetable meals, but<br />

they are long-time prepared meals such as lamb roasted<br />

on the tandori, perde pilavı (wedding pilau) (pilau with<br />

chicken and nuts enveloped in thin dough topped with<br />

Culinary Culture<br />

61<br />

Mutfak Kültürü


Common Heritage<br />

62<br />

Ortak Miras<br />

sembolik anlamda devamı kabul edilebilir. Bu şekildeki<br />

yağmalar düğün sahibinde ve davetlilerde bolluk duygusu<br />

da yaratmaktadır. Eski Türklerde, özellikle para saçma olarak<br />

uygulanan saçı saçma âdeti gereğince, gerdek gecesi<br />

gelinle güveyinin başlarına para saçmak için toplanılan yere<br />

de ‘mendiri’ adı verilir. Böyle mutlu ve uğurlu bir günde dağıtılan<br />

yiyeceklerin, alan kişiye de uğur ve kısmet getireceğine<br />

inanılır (Öğüt Eker 1999: 269).<br />

Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’de bahsettiği tören yemekleri<br />

olan“düğün yemeği (küdenke aş), ölü yemeği<br />

(yoğ=yuğ aşı), doğum yemeği (togum aşı),sünnet yemeği<br />

(sünnet aşı), ad kazanma yemeği (at aşı), arkadaş yemeği<br />

(koldaş aşı)”Türk kültüründe grup aidiyetiyle oluşturulan<br />

beslenme alışkanlığının bir göstergesidir. “Arkadaş, kardeş,<br />

uzak ve yakın, herkesin hakkını gözet ve onları yemeğe davet<br />

et… Onlara git, gönüllerini kırma; onları sevindir ve kendin<br />

de sevin ey oğul. Eğer senin için bir ziyafet çekerlerse, o<br />

ziyafete de git; yemeklerini yiyerek onları memnun et. Eğer<br />

beyler seni yemeğe davet ederlerse; yemeği edep ile ye…”<br />

(Arat 1991).<br />

Yusuf Has Hacib; “… oğlu Ay-Toldı için ölüm aşı yaptı, fakirlere<br />

gümüş ve ipekli kumaşlar dağıttı.” (Arat 1991); Manas<br />

Destanı’nda KökötöyHanın vasiyet olarak söylediği “Baymırza,<br />

sözümü dikkatlice dinle, vasiyetimi dinlemeyen, iyiliği<br />

görmeyen oğluma ve bütün halkıma sözümü eksiksiz ilet.<br />

Görecek günüm, içecek suyum bitti. Hepimizden razıyım.<br />

Ben öldükten sonra oğlum zarar görmesin. Malı mülkü saçıp<br />

savurmasın, gelin kızın düğünündeki gibi, kocakarı aşında<br />

olduğu gibi üç inek kesip mütevazi şekilde gömsün. Dünyaya<br />

Kökötöy öldü diye haber vermesin, düşmana toprakları<br />

çiğnetmesin, halkı telaşlandırmasın. Kardeşim Manas ile<br />

danışsın. Emanet sözüm budur...”, Bokmurun’un “Ağalarım,<br />

kardeşlerim, kız almaya gidip babamın vasiyetini kendi ağzından<br />

işitemediğim için içim yanıyor. Şimdi babamın Baymırza<br />

amcama söylediği vasiyetini yerine getireyim. Merhum<br />

babamın hayvanlarını, mal ve servetini esirgemeyim.<br />

Üç yıl boyunca her türlü serveti topladım. Dünyaya duyulacak<br />

şeklide aş vereyim. Kırgızların adetini dünyaya göstereyim,<br />

at keseyim, pehlivan güreşi, yiğit yarışı, kel vuruşması<br />

yaptırayım, deve çözme, gümüş sebikesi atma oyunlarını<br />

düzenleyim…”.sözleri grup toplantılarında beslenmeye verilen<br />

önemi ve yöneticilerin beslenme kültürü üzerinden<br />

statü ve güç kazanmalarının örnekleridir.<br />

Dede Korkut Hikâyeleri’nde, fiilî kahraman olmayan Hanlar<br />

Hanı Bayındır Han’ın, periyodik olarak yılda bir kez verdiği<br />

şölende “bin yerde ipek halı döşenen toy düzenlemesi; attan<br />

aygır, deveden buğra, koyundan koç kestirmesi”, Oğuz<br />

beylerinin şölenlerde “tepe gibi et, göl gibi kımız sağdırması”<br />

da (Ergin 2004: 77-78)Oğuz halkı içinde iktidar olan<br />

almonds), kuyu kebabı (kind of kebab, meat cooked in underground<br />

pit oven) and these dishes represent the social<br />

status of the wedding house. Exacting and time consuming<br />

cookings are also indication of the value given to the wedding<br />

and guests. The host of the wedding house and the<br />

guests are able to feel the group identity around the table<br />

which consists of toilsome but delicious dishes and reach<br />

the pleasure of being a member of the same society. Nutrition<br />

and culinary culture also determine the social role<br />

of individuals within the group to which they belong. “Many<br />

people confirm their group identities by eating certain<br />

meals at a certain time” (Stoeltje 2005: 162).<br />

Among the Central Asian Turks, the ritual that bride scatters<br />

koumiss over horse mane and tail to satisfy the souls, today<br />

has transformed into the tradition of scattering flour, wheat,<br />

sugar, money, cookie over the head of bride and groom as<br />

the symbol of abundance and wealth in the Turkic world.<br />

Before the bride gets out the bridal car, a pitcher, filled with<br />

money, wheat, grapes, and sweet, is thrown from the roof<br />

towards the wheel of the car hoping to bring “plenty, abundance<br />

and relish”. Those around scramble to get the contents<br />

of the pitch. Among Anatolian people, that scramble,<br />

also known as ‘çanak yağması‘, ‘çorba kapma‘, ‘tavuk kapma’<br />

for the things scattered around, is actually, in traditional<br />

integrity accepted as the continuation of the ‘potlaç’ and<br />

the ‘kençliyü’ in old Turks and “Han-ı Yağma” in Ottomans<br />

in a symbolic manner. Such looting also makes the host and<br />

guests feel the sense of abundance. In earlier Turks, in accordance<br />

with the tradition of saçı saçma (sweets, barley,<br />

money, coins, etc., scattered down over the bride’s head),<br />

which is applied especially by scattering money, the place<br />

where people come together to scatter down money over<br />

the head of bride and groom just before nuptial night is<br />

called “mendiri” . It is believed that the food offered on such<br />

a happy and lucky day will bring luck and enthusiasm to the<br />

person who receives it. (Öğüt Eker 1999: 269).<br />

The “wedding dinner/reception (küdenke aş), funeral meal<br />

(yoğ=yuğ aşı), birth feast/reception (togum aşı), circumcision<br />

feast (sünnet aşı), name giving feast (at aşı), friendship<br />

dish (koldaş aşı)” that Yusuf Has Hacib stated in his Kutadgu<br />

Bilig are signs of the nutrition habit formed by group affiliation<br />

in Turkic culture. “Either your friend, sister, distant and<br />

close, take care of everyone’s right and invite them to meal<br />

... Go to them, do not break their hearts; gladden them, and<br />

also delight yourself, my son! If they have a feast for you,<br />

go there; make them pleased by eating whatever you are<br />

served. If gentlemen invite you to a meal; eat in decent<br />

manner …” (Arat 1991).<br />

These words given below are examples of the importance<br />

given to nutrition at group meetings and the status and


Mutfak Kültürü<br />

Culinary Culture<br />

63


Common Heritage<br />

64<br />

Ortak Miras<br />

Bayındır Han ya da diğer beylerin,yemek kültürü üzerinden<br />

statü ve güçlerinin tescillenmesidir. Dede Korkut’ta Oğuz<br />

beylerinin,mekân ve kişi sınırı tanımaksızın kullandıkları “Aç<br />

görürsem doyurdum, çıplak görürsem donattım.” sözü, yöneten<br />

konumunda olan, güç ve iktidarı elinde bulunduran<br />

kişinin, yönetilenlere karşı sorumluluğuna ve “Kız anadan<br />

görmeyince öğüt almaz, oğul atadan görmeyince sofra<br />

çekmez” deyişindeki ‘sofra’ ise, beylerin olmazsa olmaz<br />

özelliğinin cömertlik ve misafirperverlik olduğuna işaret<br />

etmektedir.Kazak Türklerinde yüzyıllara dayanan konakaşı<br />

geleneğinde de, saygı ve önemin göstergesi olarakmisafiri<br />

evin en muteber yerine oturtmak, beşparmak (at, sığır ya<br />

da koyunun kazı, karta, jaya, jal denilen baş, kalça, kaburga<br />

gibi bölümlerinden yapılanhamurlu et yemeği) ikram etmek<br />

de (Kasimanov 1992: 24-26) Türk kültüründeki misafirperverlik<br />

geleneğinin yansımalarıdır.<br />

Cömertlik ve misafirperverliğin göstergesi olan yemek kültürü,<br />

evlilik ve ölüm törenlerinin yanı sıra, askerlik geçiş döneminin<br />

de en önem verilen konulardan biridir. Savaş dönemlerinde<br />

askerin azmi, iradesi, levazım hizmetleriyle eş<br />

değer oranda önemli olan beslenmesi konusu, yemeğin, rutin<br />

hayatta olduğu kadar, savaş ortamlarında da hassas bir<br />

konu olduğunu gösterir. “Türk savaşçıları çocukluktan itibaren<br />

ata binme, yaya ve atlı okçuluk eğitimiyle yetişiyor; barış<br />

zamanlarında sıgıradı verilen av vb. faaliyetlerle bir yandan<br />

bu eğitim ve tatbikatlarla halkın ve ordunun harbe hazırlanması<br />

sağlanırken bir yandan da beslenme, giyim-kuşam<br />

ve teçhizat yapımıyla ilgili malzeme ihtiyacı karşılanıyordu.<br />

Türk orduları sefer öncesinde askerlerini ve atlarını susuzluğa<br />

ve açlığa karşı özel beslenme rejimine tabi tutuyorlar,<br />

muharebe esnasında açlık ve susuzluğu erteleyecek önpower<br />

of the administrators over the nutrition culture:<br />

“…He gave a funeral meal for his son Ay-Toldi, and distributed<br />

silver and silk fabrics to the poor.” By Yusuf Has Hacib<br />

.” (Arat 1991);<br />

“Baymireza, listen to me carefully, transmit my words completely<br />

to my son, who does not take account of my will and<br />

does not discern good and evil, and also transmit to all my<br />

people. I dare say I no longer live. I am pleased with all of<br />

us. Do not let my son get hurt after I’m dead. Do not let him<br />

spend prodigally, he shall cut off three oxes just like done<br />

for the wedding of bride, just like done for the hag food and<br />

bury them in a demure manner. He would not announce to<br />

the world that Kökötöy is dead, he should not let enemy invade<br />

our land, and not trouble the people. He shall consultate<br />

my brother, Manas. This is my fiduciary words…” Köktöy<br />

said, (Yusuf Has Hacib)<br />

“My landlords and friends, due to asking for a girl in marriage,<br />

I could not listen to my father that is why I am so sad.<br />

Now I shall fulfill the will that my father said to Baymirza. I<br />

do not grudge my deceased father’s animals, property and<br />

wealth. I have collected all kinds of fortune for three years.<br />

I will give a banquet that should be heard by all the world. I<br />

would like to show the traditions of the Kyrgyz to the world, I<br />

shall cut off horse, organize such games like wrestling, races<br />

for valiants, bald competition, untwisting camel…” (Bokmorun,<br />

Kökötöy’s son)<br />

In Dede Qorqut Epics, there are some expressions given below<br />

that Bayındır Khan, who is the ruler in the Oghuz people,<br />

or other gents (Beys) , reveal their status and power over<br />

the food culture (Ergin 2004: 77-78):<br />

“ Setting an entertainment in which thousands of silk carpets<br />

laid down, cutting off horses, stallion, sheep, ram,<br />

camel ”, referring to Bayındır Khan, who is not the actual<br />

hero in the Epics, in periodical banquet he gave once a year.<br />

“stacking of meat as high as a hill, milking koumiss as large<br />

as a lake”, referring to Oghuz Beys in feasts.<br />

The saying of Oghuz Beys, regardless of recognizing place<br />

and person “ Whenever I encountered a hungry, I made him<br />

satiated, Whenever I saw a naked, I dressed up him” points<br />

to the responsibility of the ruler and the person in power<br />

for the people ruled. And also “the table” in the idiom “ The<br />

daughter-in-law does not get advice unless she is trained<br />

by her mother, the son does not set a table unless he is<br />

trained by his father” designates that the essential features<br />

of the men are generosity and hospitality. In accordance<br />

with the tradition of Konakaşı of the Kazakh Turks, which<br />

dates back to centuries, it is important to place the guest


lemler alıyorlardı. Kaşgarlı, Türk askerlerinin ve özellikle Uygurların<br />

‘son derece iyi atıcı’ olduklarını, bunların ellerinden<br />

av kurtulamayacağını, bu nedenle aç kalmalarının mümkün<br />

olmadığını nakleder. (Atalay 1986 III: 225).<br />

DivanüLûgat-it-Türk’te geçen Orak eri tıgrakyémianıŋoglak/<br />

süti üze sagrakyéri takı aglak‘Oğrak boyun adamları<br />

yılmaz yiğittir; yedikleri oğlaktır, süt kabının üstünde sürahileri<br />

bulunur, yerleri de çoraktır.’ (Atalay 1985 I: 468)” (Eker<br />

2007: 13)sözü, Orta Asya’daki Türk topluluklarının beslenme<br />

kültüründeki et ve ürünlerinin önemini vurgulamaktadır.<br />

“Uzak coğrafyalara sağlıklı biçimde, savaşabilme yeteneğini<br />

koruyarak intikale imkân sağlayan besin muhafaza teknikleri<br />

(ör. kurutlug ‘keş, kuru yoğurt’, kawurmaç ‘kavrulmuş<br />

buğday’; küli ‘çekirdeğiyle kurutulan zerdali, kayısı, şeftali<br />

ve erik gibi meyveler), mançuklara asılan tagar ve ardıçlardaki<br />

besinlerle at üstünde günlerce yol katedebiliyorlardı.<br />

Levazım ve destek hizmetlerinin hayatî önemi vardır. Savaşma<br />

azim ve idaresi bu hizmetlere bağlıdır” (Eker 2007: 13)<br />

örneğinde görüldüğü gibi, askerlerin beslenmesi konusunda,<br />

bugün olduğu gibi tarihin eski dönemlerinde de vücudun<br />

yapı taşını sağlayan ve enerji veren yiyecek maddeleri<br />

tercih edilmekteydi.<br />

Sosyalleşme Boyutuyla Beslenme<br />

Kültürü ve Kış Hazırlıkları<br />

Türk Cumhuriyetlerinin genelinde, imece usulüyle yapılan<br />

kış hazırlıklarından yemeğin hazırlanıp sunulmasına kadar<br />

beslenme ve mutfak kültürünün hemen her bölümü, dayanışma,<br />

iş bölümü ve sosyalleşmenin bir sonucudur. Tabiatın<br />

hareketlerine bağlı olarak bereket bolluk ayları olan yaz dönemi,<br />

hava şartlarının zorlaşması sebebiyle yiyecek sıkıntısı<br />

çekilen, bir başka ifadeyle yokluğu sembolize eden kış aylarına<br />

hazırlık dönemidir. Türklerin ana vatanı olan Orta Asya<br />

atlı-göçebe kültürünün beslenme alışkanlıkları, zaman<br />

içerisinde göç edilen farklı coğrafyalarda farklı formatlara<br />

dönüşmüştür.Tuzlamak, dondurmak, fırınlamak, kurutmak<br />

vefermante etmekle besin maddelerinin uzun süre kullanılabilmesi<br />

özelliği,mutfak kültürü açısından yaz mevsimini<br />

kışa taşıyan devrim niteliğinde köklü bir değişimdir.<br />

DivanüLûgat-it-Türk’te geçen besin kurutmasıyla ilgili bu<br />

kelimeler, günümüzde, süt, peynir, yoğurttan yapılan kurutların<br />

<strong>ortak</strong> bellekte saklanıp kullanılmasının örnekleridir.<br />

Aynı şekilde kak, Orta Asya mutfak kültüründen günümüz<br />

Türk topluluklarına gelenek aktarımı olarak geçen meyve<br />

kurutma yöntemidir.Bu yöntemlerle, yaz mevsiminin besin<br />

maddeleri, kurutularak uzun süre korunabilmekte ve kış aylarında<br />

da tüketilebilmektedir.<br />

Kak ve kurut gibi besin kurutma sistemlerinin yanında,<br />

at the most respectable place of the house. Also offering<br />

Beşparmak (a sort of meat -pastry dish, made of the portion<br />

of meat -also called kazı, karta, jaya, jal - from the head,<br />

hip, rib of horse, cattle or sheep,) (Kasimanov 1992: 24-26)<br />

is a reflection of the tradition of hospitality in Turkic culture.<br />

Food culture, which is a sign of generosity and hospitality,<br />

is one of the most important issues in the military transition<br />

period, as well as in wedding and funeral ceremonies.<br />

During the war period, the issue of feeding the troops, which<br />

is equally important in terms of determination, will, and<br />

supplies, designates that it is a sensitive issue during the<br />

war as well as in routine life. “Turkish warriors were trained<br />

by horseback riding, infantry and horse archery training<br />

since childhood. In times of peace, while the people and the<br />

army were being prepared for the battle by means of these<br />

training and exercises a type of hunting, so called sıgır etc.,<br />

on the other hand, the need for materials related to nutrition,<br />

clothing, and equipment was met. The Turkish armies<br />

had their troops and horses subjected to a special diet regime<br />

against thirst and hunger before the campaign, taking<br />

precautions to postpone hunger and thirst during battle.<br />

Kaşgarlı conveys that the Turkish soldiers and especially<br />

the Uighurs are ‘extremely good shooters’ and that they<br />

can lose their hunts and so that it is impossible for them to<br />

starve. (Atalay 1986 III: 225).<br />

The expression of ‘Orak eri tıgrakyémianıŋoglak/ süti üze<br />

sagrakyéri takı aglak- The servants of the Oğrak tribe are<br />

valiant; the meat they eat is the kid, their pitchers are found<br />

on the milk case, they live on barren land’ (Atalay 1985 I:<br />

468)” (Eker 2007: 13) which is stated in the DivanüLûgatit-Türk<br />

emphasizes the importance of meat and meat products<br />

in the nutrition culture of Turkic communities in Central<br />

Asia. They were able to travel over for days on horseback to<br />

the distant lands in a healthy way and keeping their ability<br />

to fight by means of nutrient retention techniques (such as<br />

kurutlug ‘keş, dry yogurt’, kawurmaç ‘roasted wheat’; and<br />

dried fruits like küli ‘apricot- with its pit, peach and plum)<br />

enabling deployment and the tagar hanged on mançuks<br />

and food in junipers. The supplies and support services are<br />

vital. Fighting determination and administration depends<br />

on these services. (Eker 2007: 13) As it can be seen from<br />

these examples, in the old days of history, also as it is today,<br />

as for the feeding of the soldiers, food items which provide<br />

the structure of the body and give energy used to be preferred.<br />

Nutrition Culture In Terms of Socialization<br />

and Preparations for the Winter<br />

In the whole of the Turkic Republics, almost every part of<br />

the nutrition and culinary culture, from the preparations<br />

Culinary Culture<br />

65<br />

Mutfak Kültürü


Ortak Miras<br />

Common Heritage<br />

66


Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />

accusa quo quunt.<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />

quo quunt.<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

Culinary Culture<br />

67<br />

Mutfak Kültürü


Common Heritage<br />

68<br />

Ortak Miras<br />

turşu, pekmez, salça, pastırma, konserve, salamura, reçel<br />

gibi farklı besin dönüştürme yöntemleri de, yaz sebze ve<br />

meyvelerinin, kış sofralarının ürünlerini zenginleştirmesine<br />

destek olmaktadır. Bütün bu besin dönüştürme sistemleri,<br />

özellikle kadınların bir araya gelerek imece usulüyle sohbet,<br />

eğlenme, birlikte olma, hoşgörü, çözüme ulaşmave<br />

üretmeişlevlerini de eyleme dönüştürmeleri anlamını taşımaktadır.<br />

Uzun ve meşakkatli bir eylem bütünlüğü olan kış<br />

hazırlıkları, toplumsal bellekte birleşme, bütünleşme, yardımlaşma<br />

ve paylaşmanın da göstergesidir. Geleneksel Türk<br />

ev mimarisinde, kiler, soğukluk gibi bölümler, üretilen kışlık<br />

yiyeceklerin muhafaza edildiği alanlardır; ancak, modern<br />

dönemde kültürlere göre değişen insan ihtiyaçlarının gözardı<br />

edilerek küresel boyutta tek tip tasarlanan ve üretilen<br />

mutfak mekânları ile buzdolabı tasarımları sonucunda, kışlık<br />

üretilen besin maddeleri, farklı mekânlarda korunmaya<br />

çalışılmaktadır.<br />

Yiyecek, sadece bilinen yöntemlerle değil, aynı zamanda<br />

hayal etme seviyesinde de pişirilerek ‘medenileştirilir’. Fischler’a<br />

göre “Pişirme, o kadar büyülü bir uygulamadır ki insan<br />

yemek pişirme ve büyücülük arasındaki garip akrabalığı<br />

hatırlatır.” (Fischler 1988’den aktaran Lupton 1996: 8).Bütün<br />

Türk Dünyasında aynı veya benzer malzemelerden farklı<br />

araç gereçlerle ve fırında/kuyuda pişirme, haşlama, kızartma,<br />

buğulama vb.farklı pişirme teknikleriyle farklı lezzetler<br />

ve sunumlar ortaya çıkarabilmek, kültürü oluşturan bireylerin<br />

belleklerinde kodlanan yazılı olmayan yemek tarifleridir.<br />

Un, tereyağı ve şekerin Hollanda kültüründe kurabiye ve<br />

tarta, Türk Dünyasında ise helvaya dönüşmesi gibi…<br />

Türk Dünyasında besin maddeleri konusundaki bu <strong>ortak</strong>lıkların<br />

yanında, coğrafya ve inançların değişmesiyle birlikte<br />

of winter performed by collective work to the preparation<br />

and service of the meal, is a result of solidarity, division of<br />

tasks and socialization. The summer season, known as the<br />

months of plentifulness and abundance, depending on the<br />

movements of the nature, is the period of preparations for<br />

the winter months, in which food shortage occurs due to the<br />

weather conditions becoming harder, and in other words,<br />

it is the period of preperations for winter which symbolizes<br />

“absence”. The nutrition habits of the Central Asian - main<br />

homeland of the Turks- equestrian nomadic cultures, have<br />

been transformed into different formats in different geographies<br />

migrated over time. The ability to use foodstuffs<br />

for long periods of time by means of salting, freezing, baking,<br />

drying and fermenting is a fundamental revolutionary<br />

change that carries the summer season to winter time in<br />

terms of culinary culture.<br />

These words related to food drying in DivanüLügat-it-Türk<br />

are the examples of stored and used ones in common memory<br />

today which are the dried foods made of milk, cheese,<br />

and yogurt. In the same way, Kak is a method of drying fruit<br />

which is a tradition transfer from the Central Asian culinary<br />

culture to contemporary Turkic communities. With these<br />

methods, the nutrients of the summer season can be kept<br />

dry for a long time and consumed in winter months.<br />

In addition to food drying systems such as kak and drying,<br />

different nutrient conversion methods such as pickles, molasses,<br />

tomato paste, pastrami, canned food, brine, jam<br />

also enable summer vegetables and fruits to enrich the<br />

products of winter tables. All of these nutrient conversion<br />

systems bear the meaning that especially women come together<br />

and actively chat, entertain, coexist, tolerate, solve,<br />

and produce by means of collective work. Winter preparations,<br />

which are a long and complicated whole of action, are<br />

also a sign of unity, integration, cooperation and sharing in<br />

social memory. In the traditional Turkic house architecture,<br />

pantry, cold sections are areas where the produced winter<br />

foods are kept; however, in the modern period, regardless<br />

of human needs which varied according to cultures, and as<br />

a result of the uniformly designed and produced kitchen<br />

spaces and refrigerator designs on a global scale, the nutrients<br />

produced in winter have being tried to be preserved<br />

in different places.<br />

Food is ‘civilized’, not only by known methods, but also<br />

cooked at the level of imagination. According to Fischler,<br />

“Cooking is such a magical application that reminds human<br />

of the strange kinship between cooking and witchcraft.”<br />

(Lupton 1996: 8, citing from Fischler 1988). To be able to<br />

cook different tastes and dishes with different cooking<br />

equipments from the same or similar materials and by various<br />

cooking techniques such as cooking in the oven/un-


farklılıklar da göze çarpmaktadır. Orta Asya Türk topluluklarında<br />

at eti ve kımız en temel besin maddeleri olarak tüketilirken,<br />

Anadolu Türklerinde bu besin maddelerinin tercih<br />

edilmemesi, söz konusu farklılığın bir yansımasıdır. Kazak,<br />

Kırgız Türklerinde misafire değerli olduğunu hatırlatmak<br />

için at eti ikram edilirken, Anadolu Türklerinin sofralarında<br />

bu değer tavuk, koyun, dana etiyle sergilenir. Özel bir mayayla<br />

yapılan kefir bütün Türk Dünyasında rağbet görürken<br />

kısrak sütünden elde edilen ve düşük oranda alkol barındıran<br />

kımız, Anadolu Türkleri tarafından tercih edilen bir içecek<br />

değildir.<br />

Eski Türk toplumunda beslenmeyle ilgili bu veriler dâhilinde,<br />

Türk kültürünün yemek atlası oluşumunda, Osmanlı<br />

Devleti’nin, Orta Çağ dönemindehüküm sürdüğü alanların<br />

genişliği, pahalı ve zor bulunan baharat ticaretinin yapıldığı<br />

İpek ve Baharat yolları üzerinde hak sahibi olması da, Osmanlı/Türk<br />

mutfağının dünya mutfak literatürüne kazandırılma<br />

sebeplerindendir.<br />

Türk Mutfak Kültürünün Temel<br />

Besin Maddeleri<br />

Atlı göçebe kültürüne sahip Eski Türklerin yaşam tarzlarına<br />

en uygun sistem hayvancılık olmakla birlikte, her topluluğun<br />

sınırlı arazide gerçekleştirdiği tarım uygulamaları da<br />

söz konusuydu. Başta at olmak üzere, koyun, keçi, sığır yetiştiriciliğinin<br />

yanında az miktarda arpa, buğday vedarı gibi<br />

tahıl ürünleri de yetiştirilmekteydi. Ziya Gökalp’in (1976:<br />

338, 345, 380) “… Eski Türkler, göçebe olmakla birlikte, her<br />

birinin ayrıca bir parça arazisi de vardı…. Türkler, eskiden<br />

beri buğday, arpa, pirinç, darı ekerlerdi. Yemişleri çok sevdiklerinden<br />

asma, elma, dut fidanları yetiştirirlerdi. Araziyi<br />

sulamak için pek çok arklar açmışlardı… Eski Türkler göçebe<br />

olmakla beraber, ziraattan de büsbütün mahrum değildiler.”<br />

sözleri de Türk beslenme hayatındaki en temel iki maddenin<br />

et ve tahıl ürünlerini olduğunu göstermektedir.Eski<br />

Türklerden günümüze aktarılan et ve tahılın buluşturulduğu<br />

mantı da, bütün Türk topluluklarında farklı isim ve pişirme<br />

şekilleriyle varlığını devam ettirmektedir.<br />

İçecek olarak en temel içki kısrak sütünden yapılan kımız<br />

olmakla birlikte, Kaşgarlı Mahmut’un ağartgu olarak isimlendirdiği<br />

bir çeşitbuğday birası ile Türkmencede çakır, Balkarcadaçağır,<br />

Kazakçada şığır olarak kullanılan CodexCumanicus’ta<br />

da çağır olarak (Eren 1990: 29-31) geçen şarap<br />

da, kullanılan diğer içki çeşitleridir.<br />

Türk Mutfak Kültüründe Maddî<br />

Kültür Ürünleri<br />

Kaşgarlı Mahmut’un DivanüLûgat-it-Türk’te mutfak karşıderground<br />

pit, boiling, frying, poaching in the whole Turkic<br />

World, are non-written recipes encoded in the memories<br />

of the individuals who constitute the culture. Just like the<br />

transforming flour, butter and sugar into cookie and pie in<br />

the Dutch culture, but also into halva (halvah) in the Turkic<br />

world ...<br />

In addition to these commons on the subject of nutrients<br />

in the Turkic World, along with the changing geography<br />

and beliefs the variations are also attracting the attention.<br />

While the horse meat and koumiss have been consumed as<br />

the most basic nutrients in Central Asian Turkic communities,<br />

the nonuse of these nutrients in Anatolian Turks is a reflection<br />

of the difference. Among Kazakhs and Kyrgyz Turks<br />

horse meat is offered to remind guest of being held in high<br />

esteem by the host, whereas Anatolian Turks hold the guest<br />

in high esteem by offering with chicken, lamb and beef. In<br />

the same manner, although kefir, made of a special yeast<br />

is popular in the Turkic World, koumiss, which is obtained<br />

from mare’s milk and contains low alcohol, is not a drink<br />

preferred by Anatolian Turks.<br />

Within the scope of these datas on nutrition of the old Turkic<br />

society, and, in the formation of the food atlas of Turkic<br />

culture, the extent of the territory that Ottoman Empire<br />

reigned in the Middle Ages and the entitlement of the Ottoman<br />

Empire to the Silk and Spice roads where spice trade<br />

was expensive and difficult caused the Ottoman /Turkic cuisine<br />

to take place in the world culinary literature.<br />

Basic Foodstuffs of Turkish Cuisine<br />

Culture<br />

Even though the animal husbandry was the most suitable<br />

system for lifestyle of the old Turks that were having an<br />

equestrian nomadic culture, there were also agricultural<br />

practices that each community carried out in limited spaces.<br />

In addition to horse breeding and along with sheep,<br />

goat, and cattle breeding, also small amounts of cereal<br />

products such as barley, wheat and millet were grown. The<br />

following words of Ziya Gökalp designates that the two<br />

most basic ingredients in Turkish nutrition life are meat and<br />

cereal products. “Old Turks, besides being nomadic, each<br />

also had a piece of land .... Turks had grown wheat, barley,<br />

rice, millet since old times. Because they like dried fruits<br />

and nuts, they used to plant vine, apple, mulberry saplings.<br />

They opened a lot of arches to water lands ... Although old<br />

Turks were nomadic, they were not deprived of cultivation<br />

altogether…” Mantı (Turkish ravioli), which is a mixture of<br />

meat and cereals and transmitted from ancient Turks day<br />

by day, continues to exist in the whole Turkic societies with<br />

its different names and cooking styles.<br />

Culinary Culture<br />

69<br />

Mutfak Kültürü


Common Heritage<br />

70<br />

Ortak Miras<br />

lığında yer verdiğiaşlık(Atalay 2006:43), XI. yüzyılda Karahanlı<br />

ve Selçuklu saraylarında, Türk hükümdar ve beylerinin<br />

aşçıbaşılarının nezaretinde kullanılan mekânlardı. Ayrıca,<br />

Türklerin evlerinde de aşlıkolarak adlandırılan yiyecek pişirme<br />

mekânları tanzim edilmiştir. Aşlıkta, selçibiçek (aşçı<br />

bıçağı), etlik (et asma çengeli), soku (havan), ıwrık (ibrik),<br />

saç gibi madenî materyallerin yanında kaşuk(kaşık),tekne,<br />

tuzluk, sarnıç (su tulumu), tulkuk (tuluk) gibiahşap ve deriden<br />

yapılan maddî kültür ürünleri de bulunmaktaydı. tergi<br />

denilen sofraların yanında tewsi de hem tepsi hem sofra anlamında<br />

kullanılıyordu (Genç 2006: 58).<br />

Sonuç<br />

Beslenme ve mutfak kültürü; yiyeceklerin üretiminden kışlık<br />

hazırlıklara, pişirilme çeşitlerinden sofra adabına, yiyeceklerin<br />

miktarlarından gıda maddelerinin saklanma yöntemlerine,<br />

besin maddelerinin sıcak/soğuk ikramından öğün<br />

saatlerine kadar yaşanılan toplumun coğrafî, dinî, kültürel,<br />

sosyal, ekonomik özellikleriyle doğrudan ilişkili bir sistemdir.<br />

Sosyalleşme, paylaşma, grup üyelerini bir arada bulundurarak<br />

mutlu etme vb. gizli işlevleriyle beslenme kültürü; toplum<br />

üyelerinin belleklerinde oluşturduğu aitlik duygusuyla<br />

birlikte özellikle doğum/askerlik/evlilik/ölüm gibi topluluk<br />

yemeklerinde, grup kimliğinin hissedilip pekiştirilmesine ve<br />

bireylerinsosyal rollerinin belirlenmesine katkıda bulunur.<br />

Binlerce yıl öncesinden şekillenmeye başlayarak günümüze<br />

farklı tatların bileşimi olarak ulaşan Türk Dünyası beslenme<br />

ve mutfak kültürü, Orta Asya’dan Anadolu’yaBalkanlar’dan<br />

Orta Doğu’ya uzanan geniş coğrafî alan içerisinde, ekmek<br />

imgesiyle, Tanrı’dan gelen bereket olarak kabul edilir.Eski<br />

Türklerden günümüze aktarılan temel besin maddeleri<br />

olan et ve tahıl, bütün Türk Dünyasında farklı ebatlarda<br />

ve pişirme şekilleriyle varlığını sürdürmektedir. Günümüz<br />

dünyasında iklim yapısının ve hayat tarzlarının değişmesiyle<br />

birlikte, sebze ve meyve çeşitleri de Türk dünyası yemek<br />

kültürüne farklı tatlar kazandırmıştır.<br />

Türk kültür tarihinde yemeğin statü ve güçle olan ilişkisi,<br />

dünyada varlığını sürdüren bütün topluluklarda olduğu<br />

gibi, Türk Dünyasında da statü göstergesi olarak kamusal ve<br />

özel alanda kullanılmaya devam etmektedir.“Erkeklerin ve<br />

kadınların yiyeceği üretme, sağlama, dağıtma ve tüketme<br />

yetenekleri onların güçleri ölçen bir anahtardır.” (Counihan<br />

2004: 1).Beslenmeyi, salt biyolojik bir zorunluluk olmaktan<br />

çıkaran bu özellikler, aitlik duygusu ve benlik algısıyla<br />

toplum içinde yaşama ihtiyacı hisseden insan için kültürel<br />

kodlarla bellekte muhafaza edilen kültürel değerler bütünü<br />

olma vasfını sağlamaktadır. Mutfak kültüründe, kullanılan<br />

materyallerinve uygulamaların farklılıklarına rağmen,misafire<br />

duyulan saygı, almadan verme ilkesi, sofra hiyerarşisi,<br />

Besides kumiss, the most basic drink as a beverage which<br />

is made from mare’s milk, there are also some other drinks<br />

such as “wheat beer” which Kaşgarlı Mahmut called it<br />

“ağartgu” and a sort of vine which is also called çakır in<br />

Turkmen, çağır in Balkar, şığır in Kazakh and çağır in Codex-<br />

Cumanicus. (Eren 1990: 29-31)<br />

Temporal Culture Products in Turkic<br />

Culinary Culture<br />

The place, Aşlık that is actually corresponding to the kitchen,<br />

stated in the Divanü Lûgat-it-Turk of Kaşgarlı Mahmut<br />

(Atalay 2006: 43), was the space used solely under the supervision<br />

of the chefs of the Turkic rulers and beys in Karahanlı<br />

and Seljukian palaces in the 11th century. Also, in the<br />

houses of the Turks, there exist places designed for cooking<br />

called as Aşlık. In Aşlık there were temporal culture products<br />

along with made of metal such as selçibiçek (chef’s knife),<br />

etlik (hook for hanging meat), soku (mortar), ıwrık (pitcher),<br />

saç (plate) and also made of wood and leather like kaşuk<br />

(spoon), tekne (trough), tuzluk (salt cellar), sarnıç (lysterbag),<br />

tulkuk (leather bottle). The Tewsi was used both in the<br />

meaning of tray and table used together with table called<br />

“tergi”. (Genç 2006: 58).<br />

Conclusion<br />

The nutrition and culinary culture; is a system that is directly<br />

related to the geographical, religious, cultural, social and<br />

economic characteristics of the society we live in, from the<br />

production of foods to the preparations for the winter, from<br />

the cooking varieties to the tableware, from the amount<br />

of foodstuffs to the methods of storage of eatables, from<br />

serving the foodstuff hot or cold to meal times. The nutrition<br />

culture undertakes some confidential and overt missions<br />

such as socialization, sharing and gathering the group<br />

members and making them happy. It consequently reveals<br />

the sense of belonging in the memories of community<br />

members, particularly in community meals such as birth /<br />

military service / wedding / funeral, and also contributes to<br />

feeling and reinforcing group identity and to determining<br />

the social roles of individuals.<br />

The nutrition and culinary culture of Turkic world, that began<br />

to be formed thousands of years ago is extant as a<br />

composition of different tastes and is regarded as a blessing<br />

from God, with the image of bread in a wide geographical<br />

area extending from Central Asia to Anatolia, from the<br />

Balkans to the Middle East. Meat and cereal, which are the<br />

basic nutrients transferred from ancient Turks on a daily basis,<br />

perpetuating its existence in different sizes and cooking<br />

styles throughout the Turkic World. In today’s world, due to


yemeğe kodlanan anlamlar ve yemeğin sosyal statü göstergesi<br />

olarak kabulü gibi toplumsal bellekte yaşatılarak<br />

saklanan ve geleceğe aktarılan miras algısı, bütün Türk<br />

Dünyasının <strong>ortak</strong> kültürel değerleridir.<br />

KAYNAKLAR<br />

• ARAT, Reşit Rahmeti (1991), Kutadgu Bilig I Metin, Ankara: Türk Dil Kurumu<br />

Yayınları: 458.<br />

• ATALAY, Besim (Çeviren) (1985), DivanüLûgat-it-Türk Tercümesi I, II,<br />

III,Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.<br />

• ATALAY, Besim (Çeviren) (2006), DivanüLûgat-it-Türk Tercümesi<br />

(Dizin),Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 5. Baskı.<br />

• COUNIHAN, M. Carole-Kaplan, Steven L. (2004), FoodandGender/Identity<br />

andPower, New York: HarwoodAcademicPublishers.<br />

• DOUGLAS, Mary (1972), «Deciphering a Meal», DaedalusJournal of<br />

theAmerican Academy of ArtsandSciences,Winter 1972: Myth, Symbol,<br />

andCultureIssued as Vol. 101, No. 1, of theProceedings of theAmerican<br />

Academy of ArtsandSciences, p.61.<br />

• EREN, Prof. Dr. Hasan (1990), “Eski Türk İçkileri”, Üçüncü Milletlerarası<br />

Yemek Kongresi (Düzenleyen Feyzi Halıcı), Ankara: Konya Kültür ve Turizm<br />

Vakfı Yayını.<br />

• ERGİN, Muharrem (2004), Dede Korkut Kitabı I, Ankara: Türk Dil Kurumu<br />

Yayınları.<br />

• EKER, Süer (2007), Türk Dil Bilimi Bakımından Tarihî Askerî Terminoloji,<br />

Modern Dönemde Rütbe ve Birlik Adları, Ankara: Grafiker Yayınları.<br />

• GENÇ, Prof. Dr. Reşat (1982), “XI. Yüzyılda Türk Mutfağı”, Türk Mutfağı<br />

Sempozyumu Bildirileri,Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi.<br />

• HALICI, Nevin (2009), Türk Mutfağı, İstanbul: Oğlak Yayınları.<br />

• İNAN, Prof. Dr. Abdülkadir (1976), Eski Türk Dini Tarihi, İstanbul: Millî Eğitim<br />

Basımevi.<br />

• KASİMANOV, Sadık (1992), Kazakların Millî Yemekleri (Çev.: Ertuğrul<br />

YAMAN), Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.<br />

• LUPTON, Deborah (1996), Food, The Body andThe Self,Sage Publications.<br />

• ÖĞÜT EKER, Gülin (1999), “Karakeçili Aşiretinde Eski Türk İnançlarının<br />

İzleri”, Uluslararası Türk Bilimleri Kongresi, 13. CIEPO, 21-24 Eylül<br />

1998;ACTA ViennensiaOttomanica, Viyana/Avusturya; Wien:<br />

ImSelbstverlagDesInstıtutsFürOrientalistik, pp. 267-273.<br />

• STOELTJE J. Beverly (2005), Festival. (Çev: Petek ERSOY), Milli Folklor, C.9,<br />

Sayı: 67, s.160-169.<br />

• TEKİN, Talât (2008), Orhon Yazıtları, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları: 540.<br />

• YUSUF HAS HACİB (2006), Kutadgu Bilig, İstanbul: Kabalcı Yayınevi.<br />

• ZİYA GÖKALP (1976), Türk Medeniyeti Tarihi, (Haz.:İsmail AKA- Kazım Yaşar<br />

KOPRAMAN), İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınları.<br />

the changes in climate and lifestyles, varieties of vegetables<br />

and fruits have brought different tastes to the Turkic<br />

world food culture.<br />

The relationship between food and status and power in Turkic<br />

cultural history continues to be used in the public and<br />

private areas as a status indicator in the Turkic World as well<br />

as in all the communities that sustain its existence in the<br />

world. “The ability of men and women to produce, supply,<br />

distribute and consume food is a key to evaluate their power”<br />

(Counihan 2004: 1)..<br />

These features, define nutrition not only as a biological necessity<br />

but also attribute a meaning to it that it is a system<br />

of cultural values that is stored in memory with codes for<br />

people who also have self-perception and need to live in<br />

society. In the culinary culture, despite the differences in<br />

the materials and applications used, the sense of inheritance<br />

that is eternized in social memory and transferred to<br />

the future, such as dignifying the guest, the unselfish giving<br />

principle, the table hierarchy, the meanings coded in the<br />

meal, cultural characteristics that food bear and the acceptance<br />

of the food as a social status indicator are all the<br />

common cultural values of the whole Turkic World.<br />

REFERENCES<br />

• ARAT, Reşit Rahmeti (1991), Kutadgu Bilig I Metin, Ankara, Publisher : Türk<br />

Dil Kurumu Yayınları: 458.<br />

• ATALAY, Besim (Çeviren) (1985), DivanüLûgat-it-Türk Tercümesi I, II,<br />

III,Ankara, Publisher: Türk Dil Kurumu Yayınları.<br />

• ATALAY, Besim (Çeviren) (2006), DivanüLûgat-it-Türk Tercümesi<br />

(Dizin),Ankara, Publisher: Türk Dil Kurumu Yayınları, 5th Edition.<br />

• COUNIHAN, M. Carole-Kaplan, Steven L. (2004), FoodandGender/Identity<br />

and Power, New York: Harwood Academic Publishers.<br />

• DOUGLAS, Mary (1972), «Deciphering a Meal», Daedalus Journal of<br />

theAmerican Academy of Artsand Sciences,Winter 1972: Myth, Symbol,<br />

and Culture Issued as Vol. 101, No. 1, of the Proceedings of the American<br />

Academy of Arts and Sciences, p.61.<br />

• EREN, Prof. Dr. Hasan (1990), “Eski Türk İçkileri”, Üçüncü Milletlerarası<br />

Yemek Kongresi (Düzenleyen Feyzi Halıcı), Ankara, Publisher: Konya Kültür<br />

ve Turizm Vakfı Yayını.<br />

• ERGİN, Muharrem (2004), Dede Korkut Kitabı I, Ankara, Publisher: Türk Dil<br />

Kurumu Yayınları.<br />

• EKER, Süer (2007), Türk Dil Bilimi Bakımından Tarihî Askerî Terminoloji,<br />

Modern Dönemde Rütbe ve Birlik Adları, Ankara, Publisher: Grafiker<br />

Yayınları.<br />

• GENÇ, Prof. Dr. Reşat (1982), “XI. Yüzyılda Türk Mutfağı”, Türk Mutfağı<br />

Sempozyumu Bildirileri,Ankara, Publisher: Ankara Üniversitesi Basımevi.<br />

• HALICI, Nevin (2009), Türk Mutfağı, İstanbul, Publisher: Oğlak Yayınları.<br />

• İNAN, Prof. Dr. Abdülkadir (1976), Eski Türk Dini Tarihi, İstanbul, Publisher:<br />

Millî Eğitim Basımevi.<br />

• KASİMANOV, Sadık (1992), Kazakların Millî Yemekleri (Çev.: Ertuğrul<br />

YAMAN), Ankara, Publisher: Kültür Bakanlığı Yayınları.<br />

• LUPTON, Deborah (1996), Food, The Body andThe Self,Sage Publications.<br />

• ÖĞÜT EKER, Gülin (1999), “Karakeçili Aşiretinde Eski Türk İnançlarının<br />

İzleri”, Uluslararası Türk Bilimleri Kongresi, 13. CIEPO, 21-24 Eylül<br />

1998;ACTA ViennensiaOttomanica, Viyana/Avusturya; Wien:<br />

ImSelbstverlagDesInstıtutsFürOrientalistik, pp. 267-273.<br />

• STOELTJE J. Beverly (2005), Festival. (Çev: Petek ERSOY), Milli Folklor, V.9,<br />

Issue: 67, pp.160-169.<br />

• TEKİN, Talât (2008), Orhon Yazıtları, Ankara, Publisher: Türk Dil Kurumu<br />

Yayınları: 540.<br />

• YUSUF HAS HACİB (2006), Kutadgu Bilig, İstanbul, Publisher: Kabalcı<br />

Yayınevi.<br />

• ZİYA GÖKALP (1976), Türk Medeniyeti Tarihi, (Haz.:İsmail AKA- Kazım Yaşar<br />

KOPRAMAN), İstanbul, Publisher: Kültür Bakanlığı Yayınları.<br />

Culinary Culture<br />

71<br />

Mutfak Kültürü


Prof. Dr. Olcobay KARATEV<br />

Bilge Yapım<br />

Toy toplantı ve toplantı sonrası<br />

eğlence anlamı taşır.<br />

“Toy” means fun, amusement or entertainment<br />

after a meeting, or it means meeting itself.


Bugün Sibirya’dan Adriyatik’e konuşulan Türk dillerinin hemen hemen tümünde toy<br />

sözcüğü benzer anlamlarda kullanılmaya devam ediyor. “Toy” “aş-toy” temrinleri ve<br />

anlayışı Türk halklarının zihninde ezelden günümüze anlamını kaybetmemiştir. Elbette,<br />

toprak işletmek veya hayvancılıkla ilgili inançlar, insanların gündelik hayatıyla yakından<br />

ilgili örf adetler, gelenekler insanların damarlarına işlemiştir. Türk halklarında düğüne<br />

davet etmek, düğüne iştirak etmek gibi gelenekler eski Çin kaynaklarında (Xan, Vey,<br />

Suy, Tan sülaleleri), Arap-Pers yazılarını temsil eden kaynaklarda, halk destanlarında<br />

(Dede Korkut, Manas, Idel, Alpamısv.s) da yerini almıştır. Türk halklarında tarım’a, bahçıvanlığa,<br />

hayvanların yavrulamasıyla ilgili örf adetlerde bazı değişiklikler mevcut. Halkların<br />

yerleşim bölgesi, iklimi, coğrafisi, dini ve dilinde belli başlı özellikler bulunmaktadır.<br />

Örf adetlerdeki özellikler Türk dünyasının medeniyetinin zengin, çeşitli ve anlamlı olduğunun<br />

delilidir. 16-19 asırlarda Türklerin yaşadığı bölgeleri karış karış gezen doğulu ve<br />

batılı (Avrupalılar, Araplar, Hindular, Çinliler ve persler) seyyahlar, bilim adamları Türk<br />

halklarının yerleştikleri bölgelerin toprağının verimliliğini, ekinlerinin bolluğunu ve lezzetini<br />

öve öve bitirememişlerdir. (Komoliddin 2005:15-18).<br />

04 Tarım Toyları<br />

Agricultural Festivals<br />

It has been being used in almost every dialect of Turkish in the same meaning. Practising<br />

“Toy and As Toy” and the consciouness of it has not lost its meaning in the mind of<br />

Turkish people from time immemorial until today. For sure, cultivating or some beliefs<br />

about husbandary and some customs and traditions dealing with the daily life would<br />

get in people’s blood. Customs in Turkish communities like intiving wedding ceremony<br />

or attending a wedding ceremony had been placed in folk epics like (Dada Qorgud,<br />

Manas, Idel, Alpamısv.s), in old Chinasee sources like (Xan, Vey, Suy, Tan families), in<br />

the text of which represents Arabic-Persian sources. Among Turkish communities one<br />

can see some different practices in agriculture, in gardening and in the customs about<br />

breeding of animals. One can see the certain characteristics of the communities in<br />

their settlements, climate, geography, religion and language. These characteristics are<br />

the proof of richness, variety and meaningfullness of Turkish civilization (Komoliddin<br />

2005:15-18). The itinerants from eastern or weatern countiries(Europeans, Arabians,<br />

Chinese and Persians) who traveled every inch of Turkish settlements between 16th and<br />

19th centuries beslavered the productivity of the soil, abundance of crop and the taste<br />

of crops in the cited region.


Common Heritage<br />

74<br />

Ortak Miras<br />

Oğuz Kağan Destanı’nda gördüğümüz bu toylar en ayrıntılı<br />

biçimde Dede Korkut Kitabı’nda da yer alır. Dede Korkut Masalları<br />

daima, “Dede Korkut geldi, boy boyladı, toy toyladı…”<br />

sözleriyle başlar. Bu konuyu güney Sibirya’daki Göktürkler’in,<br />

Kırgız’ların ve Uygurların “Run” yazılarını araştırarak<br />

öğrenmek mümkün. Türklerin ekine ve hayvan yavrulamasına<br />

ilişkin bayramları folklor bilgilerinde de geniş bir şekilde<br />

ele alınmaktadır. 7-8 yüzyıllardan kalma eski Göktürklerin<br />

yazılarında (şimdiki Moğolistan) çiftçilik kültürü, tarımın<br />

türleri, tahıl saklanan kaplar hakkında bilgiler saklı. (Batmanov<br />

1962,15-21) Eski Türk yazılarında Altay’ın kırmızı renkteki<br />

tarıma elverişli toprakları “kutsal” kabul edildiği yazıyor.<br />

Türklerin dini inançlarının panteonunda (İslam’a kadarki<br />

dini inançlarında) Umay ene ve Yer Sub’un (Cer Suu) özel<br />

yeri vardır ve onlara dua ettikleri bilinir. Umay ene kültü doğum<br />

yapan kadının bir annenin ve doğurganlığın, bereketin<br />

tanrısını temsil eder. Türklerin destekçisi, orta dünyanın<br />

tanrısı Yer-Sub (Yerin ve Suyun tanrısı) tarımda bolluk, hayatın<br />

başlangıcını temsil ediyor. Türklerin hayal dünyasında<br />

(mitolojisinde) Yer-Sub ruhu Türkler’i kötülüklerden korur.<br />

Bu yüzden yılda iki kere dere boyunca ve yüksek bir yere<br />

toplanıp yer ve su tanrısına bağışlayarak kurbanlık keserler.<br />

(Dünya Halklarının Mitolojisi. 1.Tom. 599) Orta Asya’nın<br />

eski halklarından olan Türkler, Kırgızlar, Uygurlar ve diğer<br />

halkların buğday, arpa, sulu, karabuğday yetiştirdiklerini,<br />

ihtiyaçlarına göre kullandıklarını Çin yazılı kaynaklarından<br />

görebiliriz. Çin kaynaklarında Türkler ekini “bao-şi” ayında<br />

(baş ayı- mart) ekerler ve dokuzuncu ayda (ekim) toplarlar<br />

These customs (toy) took place in detailed in Dada Gorgud<br />

Epic where we can also see it in Oguz Khan Epic. Dada<br />

Gorgud tales always begin with the terms “Dada Gorgud<br />

has came and boy boyladı, soy soyladı”. It is a saying like<br />

“once upon a time”. “Boy boyladı” means “telling about<br />

clans” and “soy” means family and “soyladı” means “ singing<br />

the names of family members begining from the remembered<br />

oldest one to his time in a melody with playing<br />

qopuz. So, it means “Dada Gorgud has came, begun to tell<br />

stories about the clans and at the end he has given the<br />

names of the fictitious characters and their families in an<br />

order by singing and playing gopuz”. It is possible to learn<br />

more about it by searching “Run” text in South Siberia which<br />

belongs to Gokturks, Kirghiz and Uighurs. Wide information<br />

about the celebrations of Turks dealing with abundance of<br />

corps and breeding of animals takes place in folkloric texts<br />

.For example, in Gokturk tablets remained from 7th and 8th<br />

centuries (today’s Mongolia) one can see detailed information<br />

about the farming culture, the methods of agriculture<br />

and the container where they kept their corps. (Batmanov<br />

1962,15-21). In old tablets of Turks it is said that the red<br />

soil (terra rossa) of Altay’s which was suitable for farming,<br />

was considered “Blessed”. Before Islam, Turks worship and<br />

pray to “Umay ene” and “Yer Sub” who have special place<br />

in Turks life. The cult of “Umay Ene” represents the abundance,<br />

fertility, mother and a woman giving birth. The supporter<br />

of Turks and the god of middle earth “Yer-Sub” (God<br />

of ground and water) represents the abundance in agri-


yazar. (Тан devri, 6-9 кылымдар). Bu tarihi yazma eserler<br />

Türkler ’de çiftçilik kültürünün ezelden var olduğunun delilidir.<br />

Meyvecilik veya bahçe süsleme sanatını Türkler Orta<br />

Asya’ya, Uzak Doğuya, Orta Doğu’ya, Anadolu’ya ve Kafkaslara<br />

doğruu göç ettikleri zaman keşfetmişler, bahçıvanlığın<br />

sırlarını öğrenmişlerdir.<br />

Türk ve İslam dünyasının ansiklopedist- araştırmacısı, alimiMahmudKaşgari<br />

“Divan-ü Lügat-it Türk” isimli ünlü eserinde<br />

11.asırda yaşayan Türk dilinde konuşan halkların tarım,<br />

bahçıvanlık, tarım enstrümanları, bitkiler, yerleşik halkın<br />

günlük yemeği, tarımın zorluğu, ağır ve meşakkatli emeğini<br />

kaleme almıştır. Yazar aşağıdaki atasözleri örnek olarak<br />

kullanmıştır: “yaz yarış, güz güreş” , “yazın ağır ise, kışın kutlama<br />

olur,” “güzün gelmeden kışa hazırlan” “ ekin ekerken<br />

uyum, ittifak varsa, onu toplarken anlaşmazlık, çıkmaz.”<br />

(KoşgariyMaxmut, T.3. 174, 175,423)<br />

Günümüzde tarım alanında kendini gösteren toylar ve bunların<br />

modernize edilmiş halleri olan festivaller de, tıpkı binlerce<br />

yıl önce yapılanlar gibi üretim, <strong>ortak</strong> çalışma ve eğlence<br />

içeriklidir. Toyların bazı unsurları unutulsa da ana tema<br />

bozulmamıştır. Özbekistan’dan Tataristan’a Kırgızistan’dan<br />

Anadolu’ya Kırım’dan Balkanlar’a tarımla ilgili bir çok tören<br />

bir çok açıdan benzerlikler gösterir.<br />

Koç katımı şenliği, kış yarısı eğlencesi, çiğdem eğlencesi, İlk<br />

saban izi Bayramı, Hızır Bayramı, Nevruz Bayramı, sabantoy,<br />

bağbozumu şenlikleri ilk akla gelen şenliklerdir.<br />

Henüz bahar gelmemişken baharın habercisi olarak saya<br />

gezme veya koyunun yüzü törenleri yapılır. Bu törenler kuzulamanın<br />

ve baharın yani bolluk bereket aylarının yaklaştığının<br />

habercisidir. Bu günlerde çoluk çocuk genç yaşlı toplanarak<br />

saya gezme yapar, maniler söylenir oyunlar oynanır<br />

yemekler yenilir.Türk halklarında ezelden muhafaza edilmeye<br />

devam eden bayramların neredeyse hepsi ilkbahar ve<br />

son bahar aylarına denk gelir, onların çoğunluğu takvimde<br />

kırmızıyla işaretlenmiştir. Nevruz, hayvanların yavrulaması,<br />

bahçıvanlık, tarım, meyvecilik gibi bayramlar bahar bayramlarının<br />

başını çeker. Onun dışında yaradandan (Allahtan)<br />

yağmur ve mahsulün bol olmasını dilemek amacıyla merasim<br />

düzenlenir (kurban kesilerek yapılan tören, kudayı).<br />

Bu tarz adetler Orta Asya’nın Fergana bölgesinde yaşayan<br />

Türklerde yaygındır.<br />

Orta Asya Türklerinde ilkbaharın gelmesini ve hasat bayramını<br />

en iyi temsil eden eski adetlerden biri “sümölök”<br />

pişirme geleneği günümüzde de varlığını sürdürmektedir.<br />

Bu gelenek Özbeklerde, Kırgızlarda, Kazaklarda özel bayramdır.<br />

Sümölök – baharın gelişinin, gündüz ile gecenin<br />

eşitlenişinin, yeşilin ve mavinin canlanışının, tarım işlerinin<br />

başladığının habercisidir. Buğday tohumundan hazırlanan<br />

culture and the begining of life. In Turkish imaginary world<br />

(mythology) the spirit of “Yer Sub” protects Turks from evil.<br />

For this reason, twice in a year they come to gether along a<br />

running water like river or a place where is high and sacrifice<br />

an animal like ram to the God of ground and water (Dünya<br />

Halklarının Mitolojisi. 1.Tom. 599). We can see in the written<br />

sources of China, the older nations like Turks, Kirghiz, Uighur<br />

and others cultivated wheat, barley and durra and used<br />

them according to their needs. Again in Chinese sources, it<br />

is written that Turks plant corps in march and harvest them<br />

in the ninth month (october) (Тан devri, 6-9 кылымдар).<br />

Those sources are the proof of farming culture of Turks that<br />

goes back a long way. Turks had discover how to grow fruit<br />

or ornament a garden when they migrated to central asia,<br />

far east, midlle east, anatolia and caucasus and learned all<br />

the tricks of gardening.<br />

The encyclopeadist-researcher and scholar of Turkish and<br />

Islamic world Mahmud Kasgari has written up the toilsome<br />

lobour of people who lived in 11th century and spoke Turkish<br />

,on agriculture, gardening, agricultural methods, plants,<br />

daily food of inhabitants and the nicesities of agriculture in<br />

his well-known book titled “Divan-u Lugat-it Turk”. To prove<br />

this idea, the author gives some proverbs as an example<br />

“yaz yarış, güz güreş (In summer race, ın autumn wrestle)”,<br />

“yazın ağır ise, kışın kutlama olur (if you have hard times in<br />

summer, then in winter you will have a celebration)”, “güzün<br />

gelemeden kışa hazırlan (prepare for the winter before fall<br />

comes)”, “ekin ekerken uyum varsa, onu toplarken anlaşmazlık<br />

çıkmaz (if people have an accord during the planting of<br />

corps then you will have no conflict during the harvesting)”<br />

(KoşgariyMaxmut, T.3. 174, 175,423).<br />

Customs or ceremonies what we see today dealing with agriculture<br />

and also their modern version festivals have the<br />

same content as it had thousand years before like manufacturing,<br />

joint work and entertainment. Some elements<br />

and functions of these customs may be forgotton but the<br />

main topic remains same. Ceremonies, festivals or customs<br />

dealing with agriculture from Uzbekhistan to Tatary,<br />

from Kirghizistan to Anatolia and from Crimea to Balkanian<br />

shows the same characteristics in many ways.<br />

Some of these customs, festivals and celebrations that<br />

come up to mind first are Mating of Sheep Festival, Midwinter<br />

Entertainment, Hizir Festival, Newruz Festival, Sabantoy,<br />

Vintage Festivals.<br />

“Saya Gezme” is a kind of celebration which is held just before<br />

the spring. It is a custom to celebrate the coming of<br />

spring. So this festival is also the courier of spring. “Koyun<br />

Yüzü” festival is also another celebration held before the<br />

spring. They are also the sign of lambing and spring, that is,<br />

Agricultural Festivals<br />

75<br />

Tarım Toyları


Common Heritage<br />

76<br />

Ortak Miras<br />

lezzetli yemek baharın, nevruzun gelmesinden hemen önce<br />

yapılır. Suma+lak, eski Türk dilinde (suma) “boza hazırlamak<br />

için suyun içinde bekletilip, yumuşatılan tahıl, buğday”<br />

anlamına gelir. (KoşgariyMaxmut. 3.t. 253) Kadim Türklerde<br />

sümölök ve yemek pişirilen kazanlar kutsal olarak kabul<br />

edilirdi. Sebebi bu kazanlarda Tanrıya bağışlanan yemekler<br />

pişirilirdi. Bereketin sembolü kabul edilen Sümölök’ün kültü<br />

tohumu ekmek ve toplamakla yakından ilgilidir. Sümölök’ün<br />

kutsal olduğuna inandıkları için her zaman kadınlar hazırlamıştır.<br />

Bu durum Umay ana kültü ile örtüşüyor. Eski Türklerin<br />

anlayışında sümölök’ü tadan insan tüm sene boyunca<br />

sağlıklı, bereketli hayat yaşayacak. Sümölök- Türklerin sahip<br />

oldukları ezeli, ritüel yemeğidir. Günümüzde de sümölök<br />

kendine has kutlamalar, örf adetler, geleneklerin eşliğinde<br />

hazırlanır. Bu toyda akrabalar, komşular toplanırlar,<br />

toylarlar, biri birine iyi dileklerini sunarlar, yepyeni, tertemiz<br />

kıyafetler giyinirler, evlerin, bahçelerin temizleyip paklarlar.<br />

Mesela Azeri Türklerinde “saya” isimli görenek evvelden beri<br />

süregelmektedir. Bu benzeri bayramlara Orta Asya’nın Türklerinde<br />

de rastlamak mümkün. Saya geleneği yavrulama ve<br />

onların bakımı sürecine denk gelir ve yeni doğan kuzuların<br />

esenlikle yetişmesi için bir temennidir. Bu bayramın kadim<br />

Türklerde de kutlandığını taş üzerine yazılmış eserlerden<br />

anlamak mümkün. “dört ayaklı canlı” “sekiz ayaklı canlıya<br />

dönüştü”<br />

Demek, bu bayramın başlangıcı kadim Gök Türk devletinin<br />

dönemine tekabül eder. Göçebe hayat tarzını benimseyen,<br />

hayvancılığı meslek edinen Türkler için yılkı, koyun, inek,<br />

deve gibi canlılar hayati önem taşır. Türkler gerektiği kadar<br />

buğday, arpa, karabuğday yetiştirmelerine karşın genellikle<br />

Türklerin dirliğinin devam etmesi hayvancılıkla mümkün<br />

olmuştur. Bu yüzden Türklerde hayvanın yavruladığı ve büyüdüğü<br />

dönemlerde özel örf adetler yerine getirilir ve yavaş<br />

yavaş toy hazırlıkları başlar.<br />

Günümüzde özellikle Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgesinde<br />

devam eden yaylacılık geleneğinde de yaylaya iniş<br />

ve çıkışlar şenliklerle yapılır. Havaların ısınmaya başlaması<br />

ve Otların yeşermesiyle birlikte hayvanlarıyla yaylaya çıkan<br />

göçerler ve köylüler bu çıkışı bir şenlik haline getirirler.<br />

İlk sütün alınması kutlanır. Yünün kırpılması hep imece ve<br />

şenlikle yapılır. Bu törenler çok geniş bir coğrafyaya yayılsa<br />

da asırları dün gönülleri bir eden <strong>ortak</strong> bir kültür havzasının<br />

ürünleri olarak ortaya çıktılar. Orta Asya Türkleri hayvan<br />

yavruladığı zaman “uuz (ilk) sütten hazırlanan aş” “bıştak,<br />

aş” gibi sütten hazırlanan yemekler hazırlanmıştır.<br />

Çiftçinin macerası her yıl öncelikle toprağı hazırlamayla<br />

başlar. Toprak, önce sürülür, yabani otlardan temizlenir<br />

sonra o toprağa tohum salınır. Mesela, Orta Asya Türklerinde<br />

tohum salmak İslam öncesi dönemlerde kutlanan<br />

courier of the oncoming month of abundance. In these days<br />

all people including old, young and children come together<br />

and do “Saya Gezme” means have a celebration, They<br />

tell “Mani” a kind of folk literature verse, play games and<br />

eat delicious meals which are special for the day. In Turkish<br />

culture almost all the celebrations or festivals were held in<br />

either spring or autumn since the time immemorial. These<br />

days were tagged with red colour in the calender. Newruz,<br />

Breeding Animals Festival, Gardening, Farming and Orcharding<br />

are the head ones of these celebrations. Besides,<br />

willing from God abundance for corps and rain, they were<br />

held ceremonies to pray God (a ceremony done by sacrificing<br />

an animal for God, kudayi). These kind of ceremonies<br />

are very common among the Turks lived in Fergana region<br />

in Middle Asia.<br />

One of the two custom that represent the coming spring and<br />

harvesting is the festival called “Sumolok” which continues<br />

its existence in Middle East Turkish community. This custom<br />

has a priviliged place in Uzbek, Kirghiz and Kazak culture.<br />

“Sumolok” is the courier of the coming of spring,equinox,<br />

revival of gren and blue, the begining of the agricultural<br />

Works. A special meal that is made by using wheet seed as<br />

a ingredient just before coming spring. In old Turkish “suma-lak”<br />

means (suma-) “is a kind of corps or wheet which<br />

is forcing to wait in water to make it melt in order to prepare<br />

“boza” (Koşgariy Maxmut. 3.t. 253). Among ancient Turks,<br />

the caldrons in which the “sumolok” boiled, was considered<br />

blessed. The reason of this consideration is because ın these<br />

caldrons, the meals consecrate to God cooks. Sumolok is a<br />

sign of abundance. The cult of it is mostly related to bread<br />

and harvesting. Because they believe the “sumolok” is holly,<br />

it is always prepared by woman. This situation is also comply<br />

with the cult in “Umay”. In the beliefs of ancient Turks,<br />

people who eats “sumolok” , would live healthy and in<br />

abundance along the whole year. Sumolok is a kind of rituel<br />

realized by eating or preparing the meal. Today it is still prepared<br />

in some specific celebrations. In these celebrations<br />

or festivals, relatives or neighbours come to gether and give<br />

warm wishes to each other, entertain, wear clean and new<br />

clothes and clear up their garden and house.<br />

For example in Azarbaijan, the custom “saya” continue. İt<br />

is possible to encounter such kind of a festival in the custom<br />

of middle east Turks. “Saya” custom coincides the time<br />

breeding of sheeps and the period care for them and it is a<br />

wish, request or a desire for the lambs growing up in peace.<br />

We learned it was also celebrated by the Ancient Turks from<br />

the tablets belong to them. “four leg living thing turns into<br />

eight leg living thing”.<br />

This means, the begining of this festival coinsides with Gokturk<br />

State. For Turks who indigenize nomadic life as a way of


Nevruzla birlikte başlar. Merkez Asya’da yaşayan Türklerin<br />

Hasat bayramı, toylar, kutlamalar hakkındaki bilgiye Çin yazılı<br />

kaynaklarında rastlamak mümkün. Demek Türkler Orta<br />

Asya’ya yerleşmeden önce de tarımla uğraşmışlardır. Orta<br />

Asyalı Türklerde “baba çiftçi” bayramı esnasında yapılan tohum<br />

salma töreninde evlenmemiş genç kızlar kaysının ya da<br />

başka bir ağacın tomurcuklanmış dallarını sabana bağlanmış<br />

öküzün boynuzlarına bağlarlar. Yaşı ilerlemiş erkekler<br />

kıyafetinin eteklerine koydukları tohumları tarlaya saçarak<br />

ekin ekme merasiminin açılışını yaparlar. Sabanı yöneten<br />

yiğit “Deh! Yavrum! Benim kolum değil Baba Çiftçinin koludur”<br />

diyerek işe başlar<br />

Tohumu atanlar bizim kültürümüzde kuşun kurdun hakkını<br />

da gözetir. Çiftci her tohum atışta bir kendisine bir de kuşun<br />

kurdun hakkı için toprağa tohum salar.Ekinler iklimlere<br />

ve bölgelere göre değişik dönemlerde ekilir. Mesela, Orta<br />

Asya halklarının toprak işleme ve onunla ilgili tarım takvimi<br />

( her ekinin ekilme ve yetiştirilme takvimi) salınmış tohumların<br />

büyüme ve pişmesini etkileme ve yardım etme özel örf<br />

adetlere başvurma nedeni olmuştur. Türklerde verimli hasadın<br />

kültü – Baba Çiftçidir. XX. Yüzyılın başına kadar çiftçiliğin<br />

geliştiği bölgelerdeki her köyün kendi Baba Çiftçisi olurdu.<br />

Çiftçilik işlerinin yürütülmesini yöneten nüfuzlu insan seçilirdi.<br />

Baba çiftçi gençlere özellikle erkek çocuklara çiftçilik<br />

yapma yetkisi verir, orağı eline almasına izin vermiştir.<br />

Ortak kültür coğrafyamızda yeni gün yani yılbaşı, otların<br />

yeşermesiyle başladığı için yeşerme aynı zamanda yeni<br />

life and who aquire husbandary as a profession, animals like<br />

yilki ( a kind of horse), sheep, cow and camel carry a vital<br />

importance for them. Turks maintain their with husbandary<br />

rather than farming. They only plant and cultivate crops<br />

only enough for their community. For this reason, in breeding<br />

times of animals, some special customs or activities<br />

realized and the preparations of festivals begins gradually.<br />

Today, in black sea region and in eastern part of Turkey the<br />

ongoing custom of going to tableland and coming from<br />

there, are realized in the company with festivals. With the<br />

warming of weather and the turning of grass to gren, migrant<br />

people turns this climbing activity into a festival. They<br />

also celebrate the first milk taken from a sheep. Also sharing<br />

it with people is an other activity and done with celebrations<br />

and festivals. These ceremonies can be seen in a wide area<br />

but they come out by the help of a common culture of Turkish<br />

communities. The middle east Turks when aan animal<br />

breeds, they prepare meals (is called “bistak, aş”) by using<br />

the first milk (it is called “uuz”) taken from a sheeep.<br />

The work load of a farmer begins with preparing of soil. First<br />

they plow then weed and plant the seeds. For example,<br />

planting seed activity begins with the newruz festival which<br />

was celebrated before Islam in the culture of midlle east<br />

Turks. It is possible to take information about the harvesting<br />

festival and other festivals and celebrations of central<br />

asia Turks or learn more about it from the Chinese tablets.<br />

This means Turks was engaged in farming before settled in<br />

Agricultural Festivals<br />

77<br />

Tarım Toyları


Common Heritage<br />

78<br />

Ortak Miras<br />

yaş demektir.Türkçe’deki “yaş” kelimesi Taze ot ve yeşildeki<br />

yaşla aynı anlamı taşır. Zaten ‘yeşil’in eski şekli ‘yaşıl’dır. Bu<br />

yüzden ‘yirmi yaşındayım’ demekle, “yirmi yeşil, yani yirmi<br />

bahar gördüm” denmek istenir.<br />

Bu dönemde ekinler yeşerirken bir taraftan da sebze meyve<br />

hazırlıkları yapılır. Fideliklerde hazırlanan fidanlar elle veya<br />

makineler yardımıyla toprağa salınır.Bir taraftan da don ve<br />

soğuk vurması denilen tehlikenin geçtiği varsayılarak ağaçlarda<br />

da budama yapılır. Tarlalar bahçeler gerçek bahara<br />

hazırlanır.<br />

Kırgızların halk rivayetlerine göre Nevruz hakkında böyle diyorlar:<br />

‘İshak babamızın oglu Türk babamız büyüdügünde-<br />

Calalayın diyen birisinii Nevruz adındakı kızıyla evlenmiş. Bu<br />

ikisinin (nikel) toyu (dügünü) Çın Kuran ayınının (Mart ayı)<br />

zamanında yer yeşillene başladıgızaman olmuştur. Bu gün<br />

21 marta denk geliyor. Bundan dolayı kutsal gün Türk babamızla<br />

Nurnevruz annemizin mirazabiraktıgı bu toy (dügün),<br />

dogudaki Müslüman halkında büyük bayram olarak kutlamiddle<br />

east. In middle east Turks, there is a custom called<br />

“baba çiftçi” which means “father farmer”. It is a ceremony.<br />

Young men and women take role in this ceremony. During<br />

the ceremony and during the activity of planting seeds,<br />

virgin girls tie the limbs of an apricot tree or other trees’<br />

branches to the horn of a harnessed ox. Adult men initate<br />

the planting ceremony by spreading the seeds to the soil.<br />

The man who is riding the plow says “ Giddap! My little one!<br />

This is not my arm, this is the arm of Father Farmer”.<br />

In our culture, people who plant the seeds look after the<br />

rights of birds. Farmers spread seeds to the soil both himself<br />

and the birds. Corps are planted in different times taking<br />

into consideration the region and climate. For example,<br />

the calender of farmers in middle east about soil cultivationhad<br />

been the reason to activate some specific cultures<br />

like helping other ones to grow up seeds and mature them.<br />

The cult of fruitful harvesting in turkish culture is “father<br />

farmer”. Until 20th century, in the region of advanced agricultural<br />

area every village have their own “father farmer”.


niyor. Bu bayram annemiz Nurnevruzun adına, hatırasına<br />

‘Nevruz’ bayramı olarak adlandırılmıştır. Yukaridaki örnekler<br />

Nevruz’un Kırgız tarihiyle birliktbügünö kadar geldigini<br />

açıklıyor(Karatayev 1995)<br />

Birde Nevruz bayramının (yeni yılın) karşılanması, kutlanması<br />

böylece: Nevruzdan önce at, inek sürüsü duracak<br />

sarayların ateş yakarlar. Onun yanında seyreden insanlar<br />

soguk kışla yeni gelen ilkbaharın ortosundaki güreşi, mücadeleyi<br />

hayal ederler. Ateş karanlıgın yerine düniyayaaydınlıgıgetirdigi,<br />

tekrar yaramla, canlanmaya işarettir, simgesidir.<br />

Bu yakılan ateş üstünden yaşlı-genç, kadın-erkege bakmadan<br />

herkez ateş üstünden sekirip ‘haramlıktan temizleniyorlar’.’Senin<br />

kızıl (kırmızı) nurun bana gelsin, benim sarı<br />

hastalıgım sana gitsin’ diye tapınıyorlar. Ateşın alevi azaldıkça<br />

tekrar güçlendiriyorlar, karangılıgının durumundan<br />

kurtulup, aydınlıga kavuşmak amaçında yapıyorlar. Böylece<br />

Nevruzdaki karanlıkta aydınlıgınortasindaki güreşte adaletin<br />

ideyasıkullanlıyorlar (Karatayev1997:12).<br />

Mevsimi gelip tohum toprakta çimlenir, boy verir, yeşerir.<br />

Toprak; su, gübre bakım ister. Belleme çapalama bu mevsim<br />

yapılması gereken işler arasındadır. Bu bahçede de ürün<br />

kendini göstermiş ama yine de çapalamak ve zararlı ot temizliği<br />

yapmak gerekir. Kırgız ailesi‘Emeksiz yemek olmaz’<br />

atasözümüzde olduğu gibi çiftçiliğin bir çok yan unsurla<br />

birlikte asıl olarak çalışmaya, terlemeye dayalı olduğunun<br />

şuurunda.Onlar toprağa emek verdikten sonra şartlar da<br />

uygun gelişmişse mahsul alınabileceğini iyi bilen bir çiftçi<br />

ailesi.Bir tarafta ekinler bir tarafta sebzeler yeşerirken<br />

ağaçlar meyveye durur ve çiçeklenir. Bir müddet sonra çiçekler<br />

yavaş yavaş meyveye dönüşür. Ağaçlardan arka arkaya<br />

ürün alınmaya başlanır.<br />

Yazın habercisi kirazdır. Kiraz en erken hasat edilen meyvelerden<br />

biridir. Kiraz bahçesine gidenler hasat öncesi dua<br />

ederler. Ürün, bolluk bereket ve bu mevsime kavuşturduğu<br />

için Allaha şükür ederler. Duadan sonra hasat başlar yavaş<br />

yavaş kasalar dolmaya başlar. Meyve bahçesi sahiplerinin<br />

en yoğun çalıştığı günler bu günlerdir. Çünkü olgunlaşan<br />

meyvenin kısa sürede toplanması ve kısa sürede sevki gerekir.Türkiye’de<br />

harman zamanı yerleşim yerlerinin sıcaklık<br />

durumuna göre değişse de genellikle Haziran - Temmuz -<br />

Ağustos aylarıdır. Ekimden sonra çiftçinin beklediği an bu<br />

andır.<br />

Orta Asya Türkleri yaşayan bölgelerde ilk pişen meyve gilastir<br />

(vişne). Onun türüne (çeşidine) göre belirli isimler verilir.<br />

İlk pişenine gilas denir. Gilas piştiği zaman (mesela Kırgızlarda)<br />

toplamadan önce dua edilir, yaradandan bereket<br />

bolluk dilenir.<br />

Anadolu’da hasat mevsiminde hemen her tarla başında şü-<br />

People elected a man of weight to implement farming activities.<br />

“father farmer” gave responsibility especially to the<br />

young ones about farming and allow them to use harvester.<br />

.In our common cultural geography, new day, that is the first<br />

day of a new year, begins with the turning grass into green.<br />

Foliation also means new age. In Turkish “age” has the same<br />

meaning with fresh grass and age of green vegetables. Besides<br />

the shape of green was called “yaşıl”. For this reason,<br />

20 years old people can also say “ı saw 20 green which<br />

means ı saw 20 spring”.<br />

In this period while corps is getting green, people make<br />

preparation for the fruits and vegetables. Saplings prepared<br />

before are planted by using machines or by hand. On the<br />

other hand, farmer begin to prune the trees supposing that<br />

the freezing hazard is got over. Fields and gardens are prepared<br />

for the spring.<br />

According to the rumors of Kirghiz, about Newruz it is said<br />

“When the son of İshak father,named “Turk Father” was<br />

grown up, married with a daughter of a man who said<br />

“Calalayin”. The name of the girl was Newruz. The wedding<br />

ceremony was held in march acoording to Chinese calender<br />

when the groung was begining to turn into green. This date<br />

coincide with 21th march. For this reason, the wedding ceremony<br />

of “Turk Father” and “Newruz Mother”is accepted as<br />

a inheritance and celebrated also in muslim communities in<br />

the east. This ceremony is called “Newruz” for the memorial<br />

of “Mother Nurnewruz”. This example explains how newruz<br />

comes today through the Kirghiz history(Karatayev 1995).<br />

During the celebrations of new year, people put out a huge<br />

fire where horse and cow flocks rests. Usually these areas<br />

were in front of a palace. People imagine the sun between<br />

the winter and spring by standing nearby the fire. The fire<br />

represents the lightening after dark and revival. People<br />

jump over the fire for redeeming by saying” let your red divine<br />

light come to me and my yellow sins go to you”. This<br />

activity is akind of worship or pray. They blaze the fire when<br />

it weakens. By doing so, they believe that they get rid of<br />

darkness and reach to divine light. So,they use the sun in<br />

the middle of darkness and light to reach justice(Karatayev1997:12).<br />

When the season comes, the soil gets covered with grass<br />

and the corps becomes saplings and turns into green. The<br />

soil needs to be looked after and fertilization. Digging and<br />

weeding are some of the Works during this period. Also in<br />

the gardens the product shows up itself but still needs to<br />

be weeding. The Kirghiz family is aware of in farming hardworking<br />

is essential like in a proverb “ no meal without labouring”.<br />

They are a farmer family who knows only if after<br />

Agricultural Festivals<br />

79<br />

Tarım Toyları


Ortak Miras<br />

Common Heritage<br />

80


Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />

accusa quo quunt.<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />

quo quunt.<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

Agricultural Festivals<br />

81<br />

Tarım Toyları


Common Heritage<br />

82<br />

Ortak Miras<br />

kür törenleri yapılır. İster ırgat tutulsun ister imece edilerek<br />

yardımlaşılsın bu törenler daima yapılır. Bazı yerlerde dua<br />

törenlerine ek olarak yemek yapılır yemek ve tatlı ikram edilir.<br />

Orta Asya Türklerinde (kırgız, özbek, kazak, Karakalpaklar)<br />

hasat bayramı son bahar aylarında kutlanır. Mahsul piştiği<br />

zaman hasat ve harman bayramları kutlanır, tüm çalışanların<br />

katılımıyla tarlada yetişen mahsul, meyve sebze getirilir,<br />

satılır, panayır düzenlenir. Kurban kesilir, sofralar kurulur,<br />

çeşit çeşit yemek ikram edilir, neticede milli spor oyunlara<br />

yer verilir. Kırgızlarda “Op mayda” isimli halk türküsü son<br />

baharda, harman dolduğu zaman söylenir. Çiftçiler “harman<br />

dolsun” diye biri birine içten dilekleriyle dua ederler.<br />

Sene boyunca emek veren çiftçiler aldıkları hasadın mutluluğunu<br />

yaşarlar. Hasat ve harman bayramlarına devlet<br />

erkânı, misafirler iştirak ederler.<br />

Bazı yörelerde tarla sahipleri <strong>ortak</strong>laşa malzemeler alarak<br />

kazanlarda etli pilavlar pişirir ve gelenlere ikram ederler.<br />

Anadolu insanı sofrasını açarak lokmasını paylaşır, şükrünü<br />

böyle ifade eder.<br />

Günümüzde <strong>ortak</strong> coğrafyamızın her tarafında küçük arazilerdeki<br />

ekimler hala geleneksel yöntemlerle biçilip hasat<br />

edilirken belli büyüklükteki araziler de çoğunlukla biçer<br />

döver denilen araçlarla gerçekleştiriliyor.Artık neredeyse el<br />

değmeden yapılan harman ve hasat tamamen modernleşse<br />

de geleneksel törenler değişmiyor.<br />

hardworking and giving labour to soil and the circumstances<br />

are available then they can have a fruitfull harvest. While<br />

on one hand corps and on the other hand vegetables are<br />

matured, trees begin to come into flower. After a while flowers<br />

gradually turns into fruits. People begin to get fruits.<br />

The courier of summer is cherry. It ıs one of the friuts which<br />

is harvested firstly. People who enter the cherry garden pray<br />

first before harvesting. They thank to God for reaching them<br />

product, abundance and the summer. After praying harvesting<br />

begins and the fruit boxes begin to full gradually. These<br />

days are the busiest days of the owner of the fruit garden.<br />

Because they should harvest the fruits sooner and make<br />

transportation. In Turkey, harvesting time may be changed<br />

according to the region and climate but generally june, july<br />

and august are the harvesting months. These periods are<br />

the periods that farmers are expecting after october.<br />

In the region where middle east turks live, the first matured<br />

fruit is sour cherry. People give different names to it according<br />

to its kind. The first matured one is called “gilas”. When<br />

“gilas” matured, Kirghiz people pary before harvesting and<br />

wish from God abundance.<br />

In Anatolia, people hold “thank to God” ceremony before<br />

the field. This ceremony is always done weather the harvesting<br />

is done by means of workers or collective work. In<br />

some places in addition to pray, people cook meal and serve<br />

desert.


Başkır, Tatar ve Nogay Türklerinde “Sabantuy” isimli milli<br />

örf adetlerini barındıran bayram mevuttur. Bu milli bayram<br />

her sene çiftçilik döneminin bittiğini simgeler. Sabantuy ve<br />

onun anlamı komşu Hristiyan dininin mensuplarına da yayılmıştır.<br />

Sabantuy – Türk lehçelerinde “saban veya buursunun<br />

evlenmesi” (saban+toy) anlamına gelir. Türk halklarının<br />

bir bölümünde kutlanan bu geleneğin ortaya çıkması çok<br />

eskiye dayanır. Bayramın nedeni yeni yıldaki ekinin verimli<br />

olmasını dilemektir. Bazı yazma eserlere göre Türklerin<br />

“Sabantoy” bayramı 921 yılında Bulgar hanlığından gelen<br />

(şimdiki Tataristan) Bagdaddan gelen arab seyyah IbnFadlan<br />

tarafından yazmıştır. Sabantuy ve Orta Asya Türkleri kutlayan<br />

Nevruzun anlamı, örf adetlerinin amacı da bol mahsul<br />

almak için dua etmek ve dilek dilemektir.<br />

Yazın sebze ve meyvenin bollaştığı pazarlarda panayırlarda<br />

her tür meyvenin rahatça bulunabildiği bir dönemdir.<br />

Bu dönemde bazı meyveler kısa süren saltanatını başka bir<br />

meyveye bırakırken bazıları yaz boyunca sergilerden eksik<br />

olmaz.<br />

Kırgızistan pazarları son baharın sonlarına kadar bu bolluğu<br />

sergileyen görüntüleri yansıtır.Doğu pazarlarını andıran<br />

pazarlarda meyve sebze mart ayından itibaren son baharın<br />

sonuna kadar satılır. Bu durum meyve sebzelerin olgunlaşmasının<br />

senelik takviminin göstergesidir. Bazı sebzeler<br />

erken pişerse, bazıları geç olgunlaşır. Çiftçilerin ve meyvecilerin<br />

yetiştirdikleri meyve sebzeler sene boyunca edilen duaların<br />

bereketidir. Olgunlaşan her bir meyve ve sebzeler için<br />

düzenlenen bayramlar vardır. Türklerin yerleştiği bölgelerin<br />

hepsinde meyve ve sebzelerle ilişkili yer isimlerine rastlanmaktadır.<br />

Mesela, Alma – Ata şehrinin etrafında eskiden en<br />

iyi elma türleri yetiştirilmiştir. Mırza Çöl kavunu, tarihi kaynaklarda<br />

da belirtildiği gibi kavun yetiştirilen yer anlamına<br />

gelir.<br />

Kavun ve karpuz yaz meyvelerinin başını çeker. Anavatanı<br />

Orta Asya ve Anadolu kabul edilen kavun ve karpuz Türklerin<br />

en çok sevdiği meyveler arasındadır. Özbekistan’dan<br />

Türkiye’ye karpuz ve kavun hasadının yapıldığı dönemlerde<br />

yapılan şenliklere rastlarız. Bunlardan biri hasat bayramıdır.<br />

Bu bayramda şenlikler yapılır türküler söylenir.<br />

Orta Asya’da yetiştirilen kavun karpuzlar hakkındaki bilgiler<br />

orta asırlardaki yazılı kaynaklarda sık sık görülmüştür.<br />

Bölgenin sebze meyveleri, özellikle kavun ve karpuzlarının<br />

kalitesi Avrupalı araştırmacılar da gıpta ile söz etmişlerdir.<br />

Zamanında Orta Asya’nın incisi” olarak nam salmış Fergana<br />

vadisinde Sır Derya ve Amu Derya nehirlerinin tarıma elverişli<br />

kısımlarında yüzyıllardır kavun, kapuz yetiştirilmektedir.<br />

Karpuz, kavun piştiği zaman çiftçiler tarla başında, sonra<br />

pazarlarda kavun karpuz bayramları düzenlenir. O zamandan<br />

beri devam eden geleneklere göre yetiştirilen ekinin<br />

In the custom of middle east Turks (Kirghiz, Uzbek, Kazak,<br />

Karakalpak), harvesting festival is celebrated in autumn<br />

when the crop gets matured. With the attending of all the<br />

workers a festival is held and the corp, fruits and vegetables<br />

which are grown up by them is sold in this festival. Animals<br />

are sacrificed, and many kind of meals are served to people.<br />

They arrange sports activities. “Op Mayda” a kind of folk<br />

song of Kirghiz i singing in autumn during harvesting. Farmers<br />

put their prayers out for each other frankly for “good<br />

harvesting”. Farmers take pride in their harvest after a labouring<br />

year. High state officials and guests also attends to<br />

these festivals.<br />

In some regions owner of the fields buy ingredients jointly<br />

and cook pilaf with meat and servet to people. By doing so,<br />

Anatolian people Express themselves thanks to God.<br />

Today, agriculturak technology has improved a lot. Machines<br />

like combine harvester takes place the tradiditional<br />

tecniques. In small fields the old way of harvesting is still<br />

available. But in bigger ones advanced techonology is used.<br />

Harvesting is nearly done untouched by human hands. Even<br />

so, the customs has not changed.<br />

In Baskir, Tatar and Nogay Turks, there is a festival named<br />

“Sabantuy”. This national festival represents the end of the<br />

season of farming every year. This festival also influence<br />

the cristian community neighbouring these turks. Sabuntay<br />

means “the marriage of saban (plow)” and “tuy (ox)”<br />

(saban-toy). This custom has reached out very old times.<br />

Some Turkish communities celebrate this festival. The aim<br />

of the festival is to pray God for a fruitfull harvesting next<br />

year. Arabic itinerant İbn Fadlan who came from Baghdad<br />

one of the first that gave information about the custom and<br />

it is also mentioned in some tablets which was written in 921<br />

located in Bulgarian State (today Tataristan). The primary<br />

aim of all these festivals and ceremonies is top ray God for a<br />

fruitfull harvesting and wish for abundance.<br />

In the summer it is easy to find every kind of vegetable and<br />

fruits in the bazaar. Some fruits can be find along the whole<br />

summer but some can be find only in a period.<br />

The bazaar of Kirghiztan reflects this wealth untill the autumn.<br />

Many kind of vegetables and fruits can be found in<br />

these bazaars from march to the end of autumn. This situation<br />

explains the yearly calender of fruits and vegetables<br />

in terms of their maturing process. Some vegetables matures<br />

earlier. These vegetables and fruits are accepted as a<br />

product of prays through all the year. There is a festival for<br />

each of matured vegetable and fruit. In Turkish settlements<br />

one can easily encounter places whose names are related<br />

to these vegetables and fruits. For example, Alma-Ata the<br />

Agricultural Festivals<br />

83<br />

Tarım Toyları


Common Heritage<br />

84<br />

Ortak Miras<br />

bir bölümün çiftçiler yetimlere, kimsesizlere, dul ve çocuklu<br />

kadınlara dağıtırlar. Bu geleneğe tüm Türk halkları “kepsen”<br />

(kapsan) derler. Bugün Kırgızlarda, kazaklarda, Özbeklerde,<br />

Karakalpak, Türkmenlerde hasat bayramı kutlanmaktadır.<br />

Türk halkları yaşayan bölgelerde diğer meyvelerle birlikte<br />

üzüme de özel değer verilir. Üzümün çeşitli türleri Doğu<br />

Türkistan, Orta Asya’nın tüm bölgelerine yayılmıştır. Mesela,<br />

sebzeler ve meyvelerdin olgunlaşması pişmesinden sonra<br />

gilas bayramı, nar bayramı, kaysı, incir, elma, üzüm bayramları<br />

düzenlenir. “Çöl mömö” geleneği rüzgârı çağırmak için<br />

kullanılır. Rüzgâr olmasa, sebze meyveler hastalanır, böceklerin<br />

saldırısına uğrarlar. İnsan hayatı ile ilgili örf adetler,<br />

görenek gelenekler insanların hayalinde verimli hasat<br />

alma, bereket ve vardar hayat istemelerinin dışavurumudur.<br />

Yörelere göre değişmekle birlikte birçok yerde yazın sonlarına<br />

doğru mevsimin en önemli meyvesi üzüm hasadı başlar.<br />

Bugün Türk dünyasının bir çok bölgesinde üzüm, gerek<br />

yaş meyve gerek kurutulmuş olarak severek tüketilen bir<br />

meyvedir. En yaygın tarımı yapılan ürünlerden biridir üzüm.<br />

Azerbaycan’da “bağa baharsan bağ olar, bahmazsan dağ<br />

olar”sözü de anadoluda’ki“bakarsan bağ bakmasan dağ<br />

olur” atasözünün karşılığıdır. Budanan bellenen bakılan<br />

bağlardan ürün alma vaktidir.<br />

Türkler çiftçiliğin yanı sıra medyacılıkla da özellikle üzümcülükle<br />

uğraşmışlardır. Onlardan meyve suları yapmayı da<br />

ihmal etmemişlerdir. Kadim Türkler (uygular) üzüm yetiştirmede<br />

647.yılı Türk yağbusu Çinin Tan imparatoruna<br />

üzüm şiresi ikram ettiği yazılmıştır. з. 647-ж. түрк йабгусу<br />

Кытайдын Тан императоруна жүзүмдүн ширесин тартуу<br />

кылгандыгы баяндалат. Бул шире-суусундук байыркы<br />

түрктөрдө – begniдеп аталган экен. Жүзүм ширеси тууралу<br />

маалыматтар Орхондогу түрк жазма эстеликтеринде да<br />

эскерилет.<br />

Bir müddet sofralık tabir edilen yaş kuru üzüm hasadından<br />

sonra kurutmalık ve en sonra da pekmezlik üzüm hasadı<br />

yapılır. Bu hasadın adı bağ bozumudur. Bağ bozumu eskiden<br />

beri hemen hemen bütün kültürlerde törenlerle yapılır.<br />

Günümüzde de Anadolu’da ve yakın coğrafyalarımızda bağ<br />

bozumları imece ve şenlik havasında yapılıyor.<br />

Türkiye’de ilk üzüm alma veya bağ bozumu esnasında dua<br />

yapılır. Bu duadan sonra üzümler toplanmaya başlar. Sepetler<br />

seleler ve çuvallar doldurulur. Günümüzde daha<br />

çok traktörlerle sıkılacak yerlere taşınır. Şiltelerde suyu sıkılan<br />

üzümlerin suyuna şıra denir. Elde edilen şıra değişik işlemlerden<br />

geçirilir ve defalarca kaynatılır. Kazanlarda iyice<br />

kaynatılan ve soğumaya alınan pekmez kışlık yiyecek olarak<br />

saklanmaya hazır hale getirilir.<br />

capital of Kazakhistan, takes his name from apple. “Alma”<br />

means apple. It is place nearby the huge apple trees’ garden<br />

and takes its name from these gardens. Also “Mirza” is a<br />

human name. It means “a place where melon are palnted”.<br />

Melon and water melon are the major fruits of summer. They<br />

are among the most beloved fruits of Turks. Middle east and<br />

Anatolia are eccepted their mother town. From Uzbekia to<br />

Turkey one can encounter festivals held during the harvesting<br />

of melon and water melon. In these festivals people sign<br />

folk music and arrange entertainment.<br />

Information about how to grow up melon and water melon<br />

is derived from the sources of middle ages. The quality of<br />

fruits and vegetables grown up in these regions were the<br />

topic of Europian researchers. In Fergana Valley which was<br />

called “Pearl od Midlle East” and in the arable part of “Sır<br />

Derya” and “Amu Derya” river, melon and water melon has<br />

been grown up for centuries. When they become matured,<br />

farmers arrange festivals in the field or in the bazaar. According<br />

to the custom, farmers give a part of their product<br />

to the orphans, half orphans, widows and mothers taht<br />

is disadvantaged groups. This custom is called “kepsen<br />

(kapsan)”. Today this festival is celebrated by Kirghiz, Kazak,<br />

Uzbek and Karakalpak.<br />

Turkish communities give a special importance to grape.<br />

Species of grapes spread over the region of east Turkistan<br />

and midlle asia. After fruits become matured pomegraaete,<br />

apricot, fig, apple and grape festivals are arranged. The custom<br />

“Çöl Mömö” is held to call wind. Without wind vegetables<br />

and fruits get illness. They are exposed to insect invasion.<br />

Customs dealing with human life reflects the wish of<br />

abundance and wealth and fruitfull harvesting.<br />

In many regions, through the end of summer the harvesting<br />

activity of grape which is most important fruit begins. Grape<br />

is consumed in many Turkish settlement fondly both fresh<br />

and dried. Grape is the most producted fruit amon Turks.<br />

There is a proverb in Azarbaijan “if you look after vineyard,<br />

it become a vineyard if not, it becomes a mounth” also it is<br />

used in Turkish as “if you look after, it become a vineyard<br />

if not, it becomes a mounth”. Now it is time to harvest the<br />

grape which is pruned, plowed and looked after.<br />

Turks also use grape to make juice. It is written in a Uighur<br />

tablet that in 647, The Turkish Yabgu (khan) served<br />

to Chinase Emperor grape juice. (з. 647-ж. түрк йабгусу<br />

Кытайдын Тан императоруна жүзүмдүн ширесин<br />

тартуу кылгандыгы баяндалат. Бул шире-суусундук<br />

байыркы түрктөрдө – begniдеп аталган экен. Жүзүм<br />

ширеси тууралу маалыматтар Орхондогу түрк жазма<br />

эстеликтеринде да эскерилет.)


Tarım Toyları<br />

Agricultural Festivals<br />

85


Common Heritage<br />

86<br />

Ortak Miras<br />

Bu dönemde sebze ve meyve kurutmaları yapılır. Biberden<br />

domatese armuttan kayısıya birçok sebze ve meyvenin kurusu<br />

hazırlanarak kış mevsiminin zor şartları için kilerlerde<br />

saklanır.Türkler pişen sebze ve meyveleri yüzyıllara dayanan<br />

kurutma tekniğiyle kuruturlar. Sebze meyvelerdi kurutma<br />

ve onu saklamak sebze meyvelerin olgunlaşma dönemine<br />

göre yerine getirilir.<br />

Fasulye ve barbunya da hasadı yazın ve güzün yapılan sebzelerdendir.<br />

Hem taze hem de kurutulmuşu ve konservesiyle<br />

tüketilen bu ürünlerin hasadında da törenler yapılır<br />

dualar edilir.<br />

Sonbaharın şenlikli geçen bir başka hasadı da zeytindir. Dualarla<br />

toplanan zeytinler yağlık ve sofralık olarak fabrikalara,<br />

atölyelere sevk edilir.<br />

Zeytinin hasat mevsimi bu ürünün yetiştiği yörelerde bir<br />

bayram olarak kutlanır. Ayvalık, Gemlik gibi yöreler zeytin<br />

hasadının önem taşıdığı yerlerdir.<br />

Ürünün toplandığı bu günlerde bazı ilçelerde hasat bayramı<br />

yapılır. Festivaller düzenlenir.<br />

Bulgur tarhana dövme gibi kış hazırlığı sayılan yiyecekler<br />

de güz döneminde hazırlanır. Bu tür hazırlıkları Ortak kültür<br />

coğrafyamızın hemen her yerinde aynı şekilde görürüz.<br />

Kış hazırlığı genellikle imeceyle ve şenlikli olur. Kışa hazırlık<br />

güz aylarında, sebze ve meyvelerin piştiği dönemde başlar.<br />

Sebzeleri ve meyveleri kışa hazırlamak her bölgede değişiklik<br />

gösterse de usul bakımından aynıdırlar. Elbette, coğrafi<br />

ve iklim özelliklere göre meyve ağaçları ve sebze meyvelerin<br />

farklılığı yadsınamaz. Mesela, biberin çeşitleri, domates, kabak,<br />

patates, nohut, incir gibi Türklerin yaşadığı bölgelerin<br />

hepsinde yetiştirildiyse, zeytun gibi meyve sadece Türkiye’de,<br />

Irakta, Suriye’de, İran’da ikamet eden Türkler tarafından<br />

yetiştirilir.<br />

Bu mevsimde turşular da kurulur. Mevsimin toplanan sebze<br />

ve meyveleriyle kurulan turşular için de bazı yörelerimizde<br />

turşu festivali düzenlenir.<br />

Yapraklar sararıp dökülmeye başlayınca yaz meyve ve sebzeleri<br />

pazarlardan çekilmeye başlar. Yerlerine kış sebze ve<br />

meyveleri gelir.<br />

Kırgızistan da tüm meyvelerin sebzelerin toplanması sona<br />

erdiği ekim ayında Tüşüm Toyu adında toplu hasat bayramı<br />

düzenlenir.Oş kentindeki bu bayrama civardaki tüm çiftçiler<br />

katılır ve yıl boyunca ürettikleri ürünlerini stantlarda<br />

sergilerler. Kırgızistan’da hasat bayramı düzenlemenin da<br />

coğrafi özellikleri bulunmaktadır. Mesela Talas bölgesinde<br />

fasulye bayramı kutlanırsa, Issık Gölde bal, elma bayramlarına<br />

önem verilir. Narın bölgesinde buğday hasat bayramı<br />

The first grape harvesting is done for eating fresh grapes<br />

then for drying them and the last for making pekmez. The<br />

last one is called vintage. Vintage is done with ceremonies<br />

in many of the cultures. Today in Anatolia it is also done with<br />

festivals.<br />

In Turkey, during first harvesting or vintage people pray to<br />

God. After praying harvest begins. Baskets, saddles and<br />

sacks are being stored. Transport to the factories where<br />

they will become juice by using tractors. The juice of grape<br />

is called “şıra” in Turkish. Şıra is boiled many times and is<br />

processed. At the end of this process pekmez is obtained<br />

and left for becoming cold. People prepare pekmez to consume<br />

it in winter. This process make it possible to be kept<br />

long time.<br />

In summer, people begin to dry vegetables and fruits. From<br />

pepper to tomato and from pear to apricot many fruit and<br />

vegetable are dried to consume them in hard times of winter.<br />

These dried ones are kept in cellar. The drying process<br />

reaches out centuries. You can not dry every vegetable and<br />

fruit you harvest. You should know the exact time when to<br />

harvest because the matured ones or green ones can not<br />

be dried.<br />

Bean and cranberry bean are the vegetables that are harvested<br />

in summer and fall. During harvesting of these vegetables,<br />

festivals are held and pray to God. They are also<br />

dried and conserved to consume them in winter.<br />

Another haarvest of autumn is olive which is also celebratory.<br />

It is harvested with pray and transported to factories for<br />

producing olive oil or for edible.<br />

Harvesting time of olive is celebrated as a festival in the region<br />

it grows up. Ayvalık, gemlik are the places where harvest<br />

is important. Festivals are held in these region during<br />

harvesting.<br />

Bulgur and tarhana (sun dried food made of curd, tomato<br />

and flour) are also prepared in autumn as a winterise. We<br />

can see this winterising activity almost every part of common<br />

Turkish cultural region. These activities are celebratory<br />

and jointly. The winterising season begins in autumn<br />

when vegetables and fruits begin to mature. Activities may<br />

be changed according to the region but the method is the<br />

same in all the region. Geographical characteristic of region<br />

and the influence of climate on vegetables and fruits can<br />

not be ignored. Species of pepper and tomato, also potato<br />

pumpkin, chickpea and fig may be different. Also the time<br />

they need to mature may differs. Some fruits like olive can<br />

onl grow up warm countries like Turkey, Iraq, Syria and Iran.<br />

In this season people also pickle with vegetables and fruits


organize edilir.<br />

Üç gün süren bu bayramda bir yandan stantlar dolaşılıp alış<br />

veriş yapılırken bir yanda da hakla oyunları, konserler düzenlenir.<br />

Yapraklar sararıp dökülmeye başlayınca yaz meyve ve sebzeleri<br />

pazarlardan çekilmeye başlar. Yerlerine kış sebze ve<br />

meyveleri gelir.<br />

Topraktan birçok ürün bahar ve yaz aylarında alınırken kışın<br />

meyvesi turunçgillerdir. P<strong>ortak</strong>al, mandalina, limon gibi<br />

ürünlerin hasadı sonbahar ortalarından kış sonuna kadar<br />

yapılır. Çiftçiler olgunlaşmış ürünler toplanacağı zaman tarlada<br />

biraraya gelerek topluca dua ederler. Hasat için gelenlerin<br />

hepsine ikramlarda bulunulur. Ardından hasat başlar.<br />

Diğer ürünlerde olduğu gibi turunçgillerinde hasat bayramı<br />

vardır.<br />

Yakında yağışlar artacak kar gelecek tabiat büyük bir sessizliğe<br />

gömülecek bahar gelince yeniden dirilecek bolluk<br />

bereket saçacaktır.<br />

Çok geniş uçsuz bucaksız verimli topraklar üzerinde yaşıyoruz.<br />

Onlarca ürünü bu topraklardan elde ediyoruz. Yine<br />

ürünlerinden faydalandığımız hayvanlar da bu topraklarda<br />

yetişen otlarla besleniyor.<br />

Hayatımızdaki bir çok şey toprakla ilgilidir. Eski Türk inanışından<br />

gelen bir anlayışla toprak kara yerdir. Kara topraktır<br />

ama aynı zamanda sadık dosttur. İşte bu yüzden kültürümüzde<br />

ve çok geniş bir coğrafyada topraktan alınan ürünler<br />

bereketi temsil eder. İnsanımız çalışıp, alın terini akıtıp, toprağa<br />

tohum saçarken dua eder ve karşılığını Allahtan bekler.<br />

Mahsul alınca da yine dua ve şükürle karşılık verir.Bizim gönül<br />

coğrafyamızda ürünler toplanınca toy olur, bayram olur.<br />

Gönüller bir olur.<br />

KAYNAKLAR<br />

• Batmanov, İ.A (1965). ИсточникформированиятюркскихязыковЮжнойСи<br />

бири и СреднейАзии, Фрунзе.<br />

• Мифы народова мира (1980). Т.1, Москва.<br />

• Kamoliddin Ş.S (2005). Культура оседлых тюрков Средней Азии, Часть 3.<br />

Ташкент.<br />

• KaşgariMahmud (1965). Девону лугатит турк. Т.3. Индекс-словарь.<br />

Ташкент.<br />

• KaratayevOlcobay K. (1995), Kırgız tarihi ve Nevruz. Nevruz, Ankara.<br />

• KaratayevOlcobay K. (1997), Kırgız tarihi ve Nevruz. Anayurttan Atayurda<br />

Türk Dünyası, Yıl:5, Sayı: 12. Ankara.<br />

harvested. In some regions festivals are held.<br />

In autumn, the vegetables and fruits of summer gradually<br />

begin to remove from markets and to launch winter ones<br />

to the market.<br />

In Kirghizistan, ın october, after finishing of all harvesting<br />

activities, a festival is held named “Tüşüm Toyu”. All farmers<br />

attend to this festival in Oş and exhibit all products they<br />

cultivate. Also the harvesting festivals changes according to<br />

the region in Kirghizistan. For example, in Talas region bean<br />

is important so they celebrate the bean festival but in Issik<br />

Göl, apple and honey are important so they hold a festival<br />

fort hem also in Narin region wheat harveting festival is organized.<br />

These festivals continue 3 days. During these days attendees<br />

get around, visit stants, have dealings and on the other<br />

hand folk dances performed and concerts given.<br />

The fruit of winter is citrus fruits. The harvest of orange,<br />

mandarin and lemon begin in mid-autumn to the end of<br />

winter. Farmers again come to gather before harvesting<br />

for praying. All attendees are served then harvest begins. A<br />

harvesting festival is also held for citrus fruits.<br />

In the near future, the amount of rainfall will increase and<br />

snow will come and the nature lapse into silience. When<br />

spring comes, it resurges and will scatter wealth and abundance.<br />

We live on a huge fertile soil. We obtain many products from<br />

this soil. Also the animals we benefit are fed with the grass<br />

of this soil.<br />

Many thing in our life is relaterd with the soil. A beleif in ancient<br />

Turks, soil is a black place. Altough it is a black soil but<br />

at the same time it is a true friend. For this reason the products<br />

of soil represents the abundance. Our people pray to<br />

God while planting the seeds, while working, while sweating<br />

blood and expecting from God the in return. After harvesting,<br />

this time thanks to God. In our cultural geography after<br />

reaping, be festival, be celebrations and be the hearts together<br />

REFERENCES<br />

• Batmanov, İ.A (1965). ИсточникформированиятюркскихязыковЮжнойСи<br />

бири и СреднейАзии, Фрунзе.<br />

• Мифы народова мира (1980). Т.1, Москва.<br />

• Kamoliddin Ş.S (2005). Культура оседлых тюрков Средней Азии, Часть 3.<br />

Ташкент.<br />

• KaşgariMahmud (1965). Девону лугатит турк. Т.3. Индекс-словарь.<br />

Ташкент.<br />

• KaratayevOlcobay K. (1995), Kırgız tarihi ve Nevruz. Nevruz, Ankara.<br />

• KaratayevOlcobay K. (1997), Kırgız tarihi ve Nevruz. Anayurttan Atayurda<br />

Türk Dünyası, Yıl:5, Sayı: 12. Ankara.<br />

Agricultural Festivals<br />

87<br />

Tarım Toyları


Prof. Dr. Metin EKİCİ<br />

Bilge Yapım<br />

Türk Kültüründe Renkler ve Sembolik Anlamları<br />

Colors in Turkish culture and their symbolic meanings


Renkler, kültürde simgesel ifadelere dönüşüp, yoğun anlamlar içermesi ve akılda kalıcı<br />

olmaları nedeniyle, inanç ve kültürel miras aktarımında önemli rol oynarlar. Milletlerin<br />

erken dönem inançları ve yaşam koşullarıyla ilişkili olan renkler daha sonraları simge<br />

olarak kullanılmaya başlar ve bir milletin sonraki dönemlerinde bazı değişkenlikler gösterseler<br />

de, kültürel bir miras olarak aktarılmaya devam ederler. Çeşitli milletlerin kültürlerinde,<br />

her birine farklı anlamlar yüklenerek varlık ve nesnelerin bir özelliğini ifade<br />

etmenin ötesinde simgesel ifadelere dönüşen renkler, Türk kültür tarihi içerisinde önceleri<br />

inanma ve uygulamalarda, daha sonraları edebi yaratımlar ve diğer kültür alanlarında<br />

kuşaktan kuşağa aktarılan <strong>ortak</strong> ifade aracı olmuşlardır.<br />

05 Renkler<br />

Colors<br />

Colors play an important role in transferring beliefs and cultural heritage, because they<br />

turn into symbolic expressions in culture, have intensive meanings and are catchy. The<br />

colors associated with the early beliefs and living conditions of the nations begin to be<br />

used later as symbols and continue to be conveyed as a cultural heritage although they<br />

show some variability in the later periods of a nation. In the cultures of various nations,<br />

the colors that have become symbolic expressions beyond expressing a feature of being<br />

and objects by putting different meanings into each one have become the means<br />

of common expression in Turkish cultural history, beliefs and practices that were later<br />

passed on in literary creations and other cultural fields.


Common Heritage<br />

90<br />

Ortak Miras<br />

Bu makalede; Türk kültüründe ana renklerden başlayarak<br />

kültür tarihimizde çeşitli anlamlar taşımaları bakımından<br />

kültürel mirasımızın bir parçası haline getirilen renklerin<br />

değerlendirmesini yapacağız. Burada ilk olarak, “renk”<br />

sözüüzerinde duracak, daha sonra fiziksel bir olgu olarak<br />

renklerin meydan gelişi hakkında bilgi vereceğiz. Makalenin<br />

asıl kısmını oluşturan kültürümüzde renkler kısmında ise<br />

ana ve ara renklerin kültürel ifade aracı olarak kullanılmaları<br />

hakkında bilgi vereceğiz. Bu bağlamda; evreni algılamada<br />

ışıkla ilgili olması bakımından ilk olarak “ak” ve “kara” renkler,<br />

daha sonra tanrısal bir anlam içermesini dikkate alarak<br />

“gök” renk ve gök rengin zaman içinde anlam değişimini de<br />

içermesini dikkate alarak “yeşil” renk üzerinde duracağız.<br />

Bu renkleri takiben “sarı” renk, tarihsel anlamda önemli bir<br />

değişim ve dönüşümün anlamı olan “al”, “kızıl” ve “kırmızı”<br />

renklerin anlamları üzerinde duracağız. Makalemizde son<br />

olarak değerlendireceğimiz renkler ise “boz”, “kahverengi”,<br />

“pembe”, “mor” ve “turuncu” gibi alt ve ara renkler olacaktır.<br />

Makalemizin son kısmında ise, bütün renkler hakkında genel<br />

bir değerlendirme yer alacaktır.<br />

Kültür tarihimizde renklerin anlamları üzerinde ayrıntılı bir<br />

değerlendirmeye geçmeden önce, “renk” sözü ve fizik bilimine<br />

göre renklerin oluşumu ve farklarını ayırt etme ölçütlerinin<br />

ne olduğu hakkında kısaca bilgi vermek yerinde<br />

olacaktır.<br />

“Renk” sözü dilimize Farsçadan girmiştir.Eski Türkçede<br />

“renk” karşılığı kullanılan sözün ne olduğu konusunda eti-<br />

In this article; starting from the main colors in Turkish culture,<br />

we will evaluate the colors that have become a part<br />

of our cultural heritage in terms of various meanings in our<br />

cultural history. Here, we will first lay emphasis on the ‘’color’’as<br />

a word and then tell you about how color will come<br />

into being as a physical phenomenon. We will give information<br />

about the use of the base and accent colors as a means<br />

of cultural expression in the part of our culture that forms<br />

the main part of the article. In this context; we will first make<br />

a point of “white” and “black” colors that are about the light<br />

in the terms of perception of the universe and then the<br />

“green” color by considering that it includes the “sky” color<br />

and sky color change over time. Following these colors; we<br />

will emphasize the meaning of “al” in turkish, “red” and “red”<br />

colors meaning a significant change and transformation in<br />

historical sense and “yellow” color. The last colors we will<br />

consider in our article are the undertint and accent colors<br />

such as “dun”, “brown”, “pink”, “purple” and “orange”. In the<br />

last part of our article, we will have a general evaluation of<br />

all colors.<br />

Before going into a detailed evaluation of the meanings of<br />

colors in our cultural history, it will be useful to give brief information<br />

about the criteria of distinguishing the differences<br />

and the formation of colors according to the word “color”<br />

and the science of physics.<br />

The word ‘’color’’ came from Persian language to our language.<br />

Eventhough there is no mention in etymological


moloji sözlüklerinde bir söz gösterilmiyorsa da bugünkü<br />

Kazak, Özbek, Çuvaş ve Tatar Türkçeleri grubunda halen<br />

kullanılan “tüs”,“tös”, “tüü” ve “ön” sözlerinin eski Türkçe<br />

döneminde de“renk” karşılığı olarak kullanıldığını Kaşgarlı<br />

Mahmut’un Divan-ü Lügat-it-Türk adlı eserinden öğreniyoruz(Aşurov<br />

2015: 150-153).Bugün “tüs” ve “ön” sözleri renk<br />

anlamında halen Kuzey-doğu Türkçesinde yaşatılırken, Batı<br />

veya Oğuz Türkçesinde yaşatılmaması üzerinde durulması<br />

gereken bir konu olmakla birlikte, Batı Türkçesinde“giysi,<br />

kıyafet, görünüş” anlamında kullanılan “don” sözünün<br />

renk karşılığında kullanılmış olmasının muhtemel olduğunudüşünüyoruz.<br />

Diğer taraftan, Fransızcadan Türkçeye<br />

alıntılanmış bir söz olan “tone” sözünün farklı bir anlamda<br />

olduğunu, bu ton sözünün bir rengin renk sıralamasındaki<br />

yerianlamına geldiğini belirtelim.<br />

Fizik bilimine göre renk;“cisimlerin yansıttığı ya da yaydığı<br />

ışığın gözle algılanmasına ilişkin, ton, parlaklık, doymuşluk<br />

olmak üzere üç nitelikle betimlenen özelliğe ‘renk’ denmektedir.”<br />

Fizikte renk;“elektromanyetik ışınım tayfının insan<br />

gözünün algılayabildiği bölgesinde yer alan dalga boylarıyla<br />

ilişkilidir. İngiliz bilim insanı Isaac Newton, beyaz ışık<br />

üzerinde gerçekleştirdiği deneyler sonucunda, beyaz ışığı<br />

bir prizma aracılığıyla renkli bileşenlerine ayırmış ve kırmızıdan<br />

mora uzanan bir tayf oluşturmuştur.İkinci bir prizma<br />

aracılığıyla ayrışan bu renkleri birleştirerek yeniden beyaz<br />

ışık elde etmiştir.“Newton beyaz perde üzerindeki renklerin<br />

bir sıra teşkil etmesine ‘Spektrum Solaers (Güneş Tayfı)’<br />

adını vermiştir.”(https://www.msxlabs.org).<br />

Fizik bilimine göre renkler birbirlerinden üç ana özellik bakımından<br />

ayırt edilir; ton yani renk türü, doymuşluk ve parlaklıktır.<br />

“Ton”; rengi oluşturan ışığın tayftaki yerine,“doymuşluk”;<br />

rengi oluşturan ışıktaki beyaz ışık miktarına,“parlaklık”;<br />

ışığın şiddetiyle, bir başka deyişle açıklık-koyulukla ilgilidir.<br />

Güneş tayfının Türkçe karşılığı veya bütün renklerin görüldüğü<br />

doğal oluşum ise “Gökkuşağı” veya halk arasında<br />

“Ebemkuşağı” olarak adlandırılır. Rahmetli hocamız Bahaeddin<br />

Ögel’in verdiği bilgilere göre en eski Türk inanç sisteminden<br />

itibaren tanınan ve tanımlanan ebemkuşağı etrafında<br />

çeşitli düşünceler geliştirilmiş, Türk boyları arasında<br />

yaygın olarak ritüeller uygulanmıştır; “Ebekuşağı, alyeşil bir<br />

kuşak veya göğün sembolü olan bir yaydır. Ebekuşağı Gökkurtun<br />

yelesidir. Ebekuşağı şamanları göğe götüren bir yoldur”<br />

(Ögel 2001: 91-97).<br />

Bu genel bilgiden sonra, Türk kültüründe renklerin anlamları<br />

üzerinde ayrı ayrı bilgi vermek uygun olacaktır.<br />

1. Ak (Beyaz):<br />

Bir renk adı olarak güneş ışıklarının ve aydınlığın adı olan<br />

dictionaries about what the word “color” is in old turkish,<br />

the words “tüs”,“tös”, “tüü” and “ön”that are still used in today’s<br />

Kazakh, Uzbek, Chuvash and Tatar Turkic groups are<br />

also used as the “color” turkish equivalent in the old Turkish<br />

period, which we learn from the work of Kaşgarlı Mahmut’s<br />

Divan-ü Lügat-it-Türk (Aşurov 2015: 150-153). While the<br />

words “tüs” and “ön” are still alive in the North-East Turkish<br />

languages in the sense of color, we think it is likely that<br />

the word “don” meaning “clothes, clothes, appearance” in<br />

western turkish is used in the color equivalent as well as it is<br />

important to emphasize the fact that “ön” used in the Western<br />

Turkish language. On the other hand, I have to point out<br />

that the word “tone”, which came from the French to the<br />

Turkic language, has a different meaning and shows a colors’s<br />

shade in color order.<br />

According to physics science, color is expressed in three<br />

qualities as “tone, brightness, saturation” in relation to the<br />

visual perception of light reflected or transmitted by objects.<br />

In physics, color is related to the wave position in the region<br />

where the electromagnetic spectrum can perceive the<br />

human eye. The British scientist Isaac Newton, as a result<br />

of his experiments on white light, created a spectrum that<br />

separated the color components through a prism of white<br />

light and sprang from red to purple. Through a secondary<br />

prism he merged these dissociating colors to produce white<br />

light again. He gave the name ‘Spektrum Solaers’ to the<br />

colors on the white screen. (https://www.msxlabs.org).<br />

According to physics, colors are distinguished from each<br />

other in three main features; Tone or color type, saturation<br />

and brightness. “Tone” is about the color shade of the light<br />

forming the color in the spectrum; “saturation” is about the<br />

amount of white light in the light that makes up the color;<br />

“brightness” is about the intensity of the light, in other<br />

words the lightness-darkness.<br />

The turkish equivalent of the solar spectrum or the natural<br />

formation of all the colors is called “Rainbow” or “Ebemkuşağı”<br />

among the people. According to the information<br />

given by our late Bahaeddin Ogel, various ideas have been<br />

developed around the “Ebemkuşağı”, which has been recognized<br />

and defined since the oldest Turkish belief system<br />

and rituals have been widely applied among the Turkish<br />

tribes; “Ebemkuşağı” is a green and red belt or an arch that<br />

is a symbol of the sky. It is the mane of Bozkurt (a mythological<br />

sacred animal) and also is a path that takes shamans to<br />

the sky. (Ögel 2001: 91-97).<br />

After this general knowledge, it would be appropriate to<br />

provide separate information on the meanings of colors in<br />

Turkish culture.<br />

Colors<br />

91<br />

Renkler


Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />

accusa quo quunt.<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />

quo quunt.<br />

Common Heritage<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

92<br />

Ortak Miras


“ak” renk, diğer bütün renklerin de içinden çıktığı bir renk<br />

adıdır. Türk kültüründe en eski dönemlerden itibaren kullanılan<br />

“ak renk;saflık, arılık, duruluk, temizlik, iyilik, yücelik,<br />

yükseklik, üstünlük” anlamlarında kullanılmıştır.<br />

Yaratıcı tanrıdan gelen saflık ve arılık, başka bir ifadeyle<br />

arınmışlık ak rengin ilk özelliğidir. “Ülgen’in altın kaplı sarayı<br />

ve altın tahtı vardır. Şaman dualarında ona Beyaz Parlak<br />

(Ak Ayas), Parlak Hakan (Ayas Kaan) vb. şekilde hitap edilir.<br />

İnanışa göre Ebem Kuşağını (Gök Kuşağı) da o yaratmıştır”.<br />

Ülgen’i temsil eden ak, daha sonra cennet anlamında<br />

da kullanılmaya başlanmıştır. “Ak sözü ve rengi eski Türk<br />

inançlarında arılık ve yüceliğin bir sembolü hâline gelmiştir.<br />

Bu yüzden ak renk için ‘baş renk’ de diyebiliriz” (Genç 1997:<br />

7-8).<br />

Ak renk makam, mevk, yükseklik belirten ayırıcı kıyafet rengi<br />

olarak kabul edilmiştir. Hun İmparatorluğu döneminden<br />

itibaren hakanların ve devlet büyüklerinin kıyafetlerinden<br />

tanınmalarını sağlamak için ak renkli elbise giydikleri bilinmektedir.Yusuf<br />

Has Hâcib siyahın kul rengi olduğunu, hükümdarın<br />

giysi renginin beyaz olduğunu, siyahla beyazın<br />

birbirinden kolayca ayrıldığı gibi, hükümdarla kulların da<br />

birbirinden ayrılması gerektiğini kaydetmiştir.<br />

Ak renk asalet, soyluluk ve soyda devamlı olmanın sembolü<br />

olarak da kullanılmıştır. Türk geleneklerinde soyun “ak” olması<br />

asil ve temiz bir soydan gelmeyi ifade ederken, şehitlik<br />

mertebesindeki kişiye “ak elbise, kefen” giydirilmesi de<br />

aynı temizliği, saflığı, günahsız olmayı ifade etmektedir. Ev<br />

veya otağın ak renkte olması ise soyluluk, soyun devamını<br />

sağlayacak erkek çocuk sahibi olma durumunu gösteren bir<br />

alamet olarak kabul edilmiştir. Özellikle Dede Korkut Kitabı<br />

içindeki ilk anlatma olan “Dirse Han Oğlu Boğaç Han” anlatmasında<br />

Hanlar hanı Bayındır Han’ın emriyle kurulmuş olan<br />

üç otağ vardır; ak, kızıl ve kara otağ. Bunlardan ak otağa, sadece<br />

devletli Oğuz beylerinden oğul sahibi olanların davet<br />

edilmesi emredilmiştir.<br />

Ak renk, aydınlık ve daha fazla ışık alan, temiz ve karla kaplı<br />

yerler için de yaygın olarak kullanılmıştır. Ak renk bir sıfat<br />

olarak yer, su, dağ adlarında kullanılmış olup, bugün pek<br />

çok birleşik isimde bunları görmek mümkündür. Akdağ, Aktaş,<br />

Aksu, Akpınar, Akgöl, ve Akdeniz adlarında bu yapı açıkça<br />

görülmektedir(Ögel 200:377-394).<br />

Ak rengin bir yön adı olarak kullanılması ve yön olarak “Batı”yı<br />

göstermesi ve Türklerin oturduğu, yaşadığı coğrafyanın<br />

batısında yer alan denizin “Akdeniz” olarak adlandırılması<br />

da oldukça anlamlıdır. Özellikle Kurtuluş Savaşı sırasında<br />

Büyük önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ün; “Ordular ilk hedefiniz<br />

Akdeniz’dir, İleri!” komutunda yer alan Akdeniz ifadesi,<br />

tesadüfi bir söylem değil, ATATÜRK’ün Türkçe, Türk dili ve<br />

1. White (Ak or Beyaz in turkish):<br />

As a color name, white color that is the name of sunlight<br />

and brightness is a color that all other colors come out of<br />

it. White color that is used in Turkish culture from the earliest<br />

times means ‘’purity, innocence, cleanliness, goodness,<br />

glory, height, superiority.’’<br />

The purity and innocence coming from the creative god is<br />

the first characteristic of white color. “Ulgen has a gold-plated<br />

palace and gold throne. In the shaman’s prayers, it is<br />

called as Beyaz Parlak (Ak Ayas), Parlak Hakan (Ayas Kaan<br />

in turkish and so on. According to his belief, he created the<br />

“Ebemkuşağı” (Rainbow). “ The white representing Ülgen<br />

was later used in the sense of paradise. The word and color<br />

‘’white’’ have become a symbol of purity and glory in the<br />

ancient Turkish beliefs. So we can say that white color is the<br />

‘head color’ (Genç 1997: 7-8).<br />

It is accepted as the color that shows the maqam, the position,<br />

the distinctive clothes which indicates the height. From<br />

the time of the Hun Empire, it is known that the judges and<br />

the elders of the state were dressed in white clothes to enable<br />

them to be recognized from their clothes. Yusuf Has<br />

Hâcib noted that the color of the servant is black and the<br />

ruler’s clothes are white, black and white are easily separated<br />

from one another and the servants and rulers must be<br />

separated from each other.<br />

It is also used as a symbol of continuity in bloodline, nobility<br />

and gentility. In the Turkish tradition; wearing white clothes<br />

and winding sheet to the martyr expresses to be clean, purity<br />

and innocence. Having white house or tent is accepted as<br />

a sign of nobility and continuity in bloodline with a baby boy.<br />

Especially in the narration of “Dirse Han’s Son Boğaç Han”<br />

that is the first narration in the book of Dede Korkut, there<br />

are three tents made with the order of Bayındır Han; these<br />

are white, red and black tent. From these, it is ordered to<br />

invite only those who are the son of the Oghuz state’s rulers.<br />

It is also widely used for clean and snow-covered places,<br />

which are exposed to light, bright and more light. White is<br />

used as an adjective in the names of sea, mountain and<br />

place. it is possible to see them in many compound nouns<br />

today. Akdağ, Aktaş, Aksu, Akpınar, Akgöl and Akdeniz<br />

(Mediterranean Sea) are clearly visible in these nouns<br />

(Ögel 200:377-394).<br />

It is quite meaningful that the sea is used as a directional<br />

name and the direction is “West” and the sea which is located<br />

in the west of the geography where the Turks live is<br />

called “Mediterranean”. Especially during the War of Independence,<br />

the Great Leader Mustafa Kemal ATATÜRK says:<br />

Colors<br />

93<br />

Renkler


Common Heritage<br />

94<br />

Ortak Miras<br />

Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />

accusa quo quunt.<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />

quo quunt.<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum


Renkler<br />

Colors<br />

95


Common Heritage<br />

96<br />

Ortak Miras<br />

tarihi konusundaki bilgisinin bir sonucudur. Çünkü, Türkçede<br />

Batı yönünün Ak renkle ifade edildiğini bilmeyen bir<br />

komutan, İzmir istikametinde yönlendirdiği askerlerine “Akdeniz’e”<br />

doğru bir komut vermiş olamaz.<br />

Bunların dışında ak rengi eşya, nesne adlarıyla, hayvan adlarında<br />

kullanmak da Türk kültürünün bu renge verdiği önemi<br />

göstermektedir. Özellikle Akkoyun ve bu tür hayvanlara<br />

sahip olan Türk uruğunun Akkoyunlu olarak adlandırılması<br />

anlamlıdır.<br />

Yine bilge ve tecrübe sahibi yaşlı kişiler için “ak sakal” ifadesinin<br />

kullanımı da Türk kültüründe bilginin saflığı ve temizliği<br />

ifade ettiği, bilgiye sahip olan kişilerin de saygın kişiler<br />

olarak benimsenmesi, bilgi ve tecrübenin yaşla kazanılan<br />

bir özellik olması nedeniyle de yaşlı kimselere karşı da benzer<br />

bir saygı gösterilmesi aynı düşünceyle ilgilidir. Erkekler<br />

için “ak sakal” ifadesi kullanılırken, kadınlar için de “ak pürçekli<br />

ana (saçı ağarmış)” ifadesi kullanılmıştır.<br />

Ak rengin saflık, duruluk, temizlik anlamları günümüzde<br />

kullanılan; “alnın ak olması”, “yüzün ak olması”, “yüzü<br />

ağartmak” vb. gibi deyimlerde açıkça görülmektedir.<br />

Dilimize Arapçadan alıntılanmış olan “Beyaz” ise bazı durumlarda<br />

ak sözünün yerine kullanılmakla birlikte, genelde<br />

kendi kullanım ve sembolik bir kültür alanına sahip olmuştur.<br />

Özellikle İslamiyet’in Türkler tarafından kabulünden<br />

sonra kullanılan bu söz, “beyaz perde” kullanımında olduğu<br />

gibi bazı yeni çıkan alanlar içinde kullanılmaktadır. Genel<br />

olarak “ak” sözü Türk kültür tarihinde oldukça geniş bir kullanım<br />

alanına sahip olup, en eski ve yeni anlamları birlikte<br />

taşımakta, bazı durumlarda ise yerini beyaz sözüne bırakmış<br />

görünmektedir.<br />

2. Kara (Siyah):<br />

Kara bir renk olması kadar, herhangi bir ışık kaynağının bulunmaması<br />

nedeniyle oluşan renksizlik veya renklerin algılanamaması<br />

durumunu ifade eder. Başka bir ifadeyle bir ışık<br />

kaynağı yoksa veya varlık ve nesneler üzerine düşen bir ışığın<br />

yansıtılıp göz tarafından algılanması söz konusu değilse,<br />

içinde bulunulanortam “karanlık”tır ve bu ortama hakim<br />

olan renk “kara”dır. Kara renk, içinde ışık, aydınlık veaklık<br />

olmayanbir sonuçtur. Bu nedenle kara renk, ışıksızlığın ve<br />

dolayısıyla da ak rengin zıddı, karşıtıdır. Başka bir ifadeyle,<br />

ak ve kara ayrılmaz bir bütün gibidir. Kara ve karanlık ile ışık,<br />

aydınlık ve aklık arasındaki ilişki Türkler tarafından da çok<br />

eski dönemden itibaren gözlenmiş ve kara renkle ilgili inanç<br />

ve sembolik kullanımlar da kültürümüzün farklı alanlarında<br />

kendini göstermiştir.<br />

Kara renk Türk kültüründe genel olarak olumsuz anlamla-<br />

“Armies, your first goal is the Mediterranean, Forward!” this<br />

is not a coincidental discourse, but a result of the knowledge<br />

of Turkish, Turkish language and history of ATATÜRK.<br />

Because, a commander who does not know that the Turkish<br />

side is expressed with a white color can not give a command<br />

his soldiers to the “Mediterranean” and directed in İzmir direction.<br />

Apart from these, using white color name as an object of<br />

color, object names and animal names also shows the<br />

importance of this color in Turkish culture. Especially it is<br />

meaningful to name Akkoyun and Turkish phratry which has<br />

animals such as white sheep.<br />

Again, the use of the “ ak sakal (white beard)” that is the<br />

expression for wise and experienced elderly people is also<br />

a reflection of the purity and cleanliness of knowledge in<br />

Turkish culture and the adoption of knowledgeable people<br />

as prestigious individuals because of the fact that knowledge<br />

and experience are acquired with age, as well as respect<br />

is the same. While the expression “ak sakal” was used<br />

for men, the expression “ ak pürçekli ana (mother with grey<br />

hair)” was used for women.<br />

The meaning of white color such as purity, cleanliness, limpidness<br />

is seen in the idiom such as “alnın ak olması (means<br />

being honest)”, “yüzün ak olması (means being honest)”,<br />

“yüzü ağartmak (means making proud)”.<br />

As well as the word ‘’beyaz (white in turkish)’’ coming from<br />

Arabic is used in the place of rhe word ‘’ak (white in turkish)’’<br />

in some cases, it has its own use and a symbolic cultural<br />

domain. Especially after the adoption of Islam by the Turks,<br />

this word is used in some new emerging fields as it is in the<br />

use of “beyaz perde (means cinema in turkish)”. In general,<br />

the word “ak” has a very wide use in the history of Turkish<br />

culture and seems to have left its place “beyaz (white)” in<br />

some cases by carrying the oldest and newest meanings<br />

together.<br />

2. Black (Kara or Siyah in turkish):<br />

It refers to the colorlessness or inability to detect colors as<br />

a result of the absence of any light source as much as it is a<br />

black color. In other words, if there is no light source or if a<br />

light falling on objects and objects is not reflected and not<br />

perceived by the eye, then the place is “darkness” and the<br />

color dominated to this place is “black”. Black color is a result<br />

of no light and brightness. For this reason, the dark color<br />

is the opposite of white color and therefore it is opposite.<br />

In other words, black and white are an inseparable whole.<br />

The relationship between black and white or lightness and<br />

darkness has been observed by the Turks since ancient


ın sembolü olarak kullanılmaktadır. Ancak bazı durumlarda<br />

olumsuzdan olumluya dönüştüğü de gözardı edilememelidir.“Kara;şeytanın<br />

ve kötülüğün, kuzeyin ve soğuğun,gecenin<br />

ve karanlığın, ölüm ve yasın, düşmanlığın, ayıplı ve<br />

eksikli olmanın”sembolü olmuştur.<br />

Kara en eski inanç sisteminde itibaren inançla ilgili olumsuzluğu<br />

ifade etmiştir. Şaman Türklere göre kötü bir anlam<br />

ifade etmektedir.Şamanizmde ak şamanların yanında, kötülükten<br />

korunmak ve karanlık güçlerle mücadele etmek<br />

için kara şamanlar vardır. Kara, eski inanç sisteminde yeraltı<br />

güçlerinin, karanlık ruhların veya şeytanın adı olan Erlik’in<br />

rengidir. Yeni doğan çocukların ve lohusa kadınların Kara<br />

Albastı’dan korumak ve karayı kovmak için de kara şaman<br />

çağırılır (Genç 1997: 41).<br />

Kara aynı zamanda kuzeyin sembolüdür. Kuzey hem soğuğun<br />

hem de karanlığın yoğun olarak yaşandığı yerdir ve bu<br />

nedenle yön olarak “kara” sözü ile sembolize edilmiştir. Kışın<br />

en soğuk günleri “kara kış” olarak adlandırılır. Kuzeyden<br />

esen rüzgârın adı “Karayel”dir. Türklerin yaşadığı coğrafyanın<br />

kuzeyinde yer alan denizin adı “Karadeniz”dir. Bu rengin<br />

kuzey anlamı ile “Karahanlı Türk Hakanlığı” arasında bir ilişki<br />

düşünülmelidir. Kullandıkları Türk lehçesi “Hakaniye” olarak<br />

da adlandırılan Karahanlılara bu adın kendileri tarafından<br />

mı yoksa diğer Türk boyları veya komşu toplumlar tarafından<br />

mı verildiği de değerlendirilmelidir.<br />

Kara renk ölümün ve aynı zamanda yasın rengidir. Kader<br />

veya kaçınılması imkânsız son olan ölüm anlamında “kara<br />

yazı” ifadesi kullanılırken; yas tutmak, yasta olmak anlamında<br />

“karalar bağlamak” deyimi günümüzde de kullanılmaktadır.<br />

Dede Korkut’ta yas evinden “karalı göklü otağ” olarak<br />

bahsedilmektedir. Aynı zamanda “kara giyinip gök sarınma”<br />

da yas nedeniyle gerçekleşmektedir (Genç 1997:42).<br />

Kara renk düşmanı, aynı dine mensup olmayanları tanımlamak<br />

için de kullanılmıştır. Özellikle Dede Korkut Kitabı’ndaki<br />

hemen bütün anlatılarda ve yine İslami dönem Türk anlatılarının<br />

ilk eserlerinde “kara donlu” şeklinde kıyafeti için kara<br />

renk kullanılan kişi ve gruplar düşmanlardır. Bu bağlamda<br />

kullanılan “kara donlu kafir, kara melik, kara donlu casus”<br />

gibi ifadeler kara renkli kıyafet giyenlerin Türk gruplardan<br />

farklı olduğunu, İslam inancına mensup olmayanları gösteren<br />

bir anlamdadır.<br />

Kara renk kültürümüzde utanılması gereken iş veya davranışlarla<br />

bu davranışlara karşı toplumsal kınama için de kullanılmıştır.<br />

Bunun en güzel örneği yine Dede Korkut Kitabı<br />

içindeki anlatmalarda yer almakta olup, “Dirse Han Oğlu<br />

Boğaç Han” anlatmasında geçmektedir. Bu anlatmada,<br />

Bayındır Hanıntarafından kurdurulan üç otağdan biri kara<br />

renklidir ve bu otağda “oğlu, kızı olmayan, çocuksuz oğuz<br />

times. The beliefs and symbolic uses related to black color<br />

have also manifested themselves in different areas of our<br />

culture.<br />

Black color is generally used as a symbol of negative meanings<br />

in Turkish culture. But in some cases it can not be neglected<br />

that the negative has turned into a positive meaning.<br />

“The black has become a symbol of evil, badness, north,<br />

cold, night and darkness, death and mourning, hostility, being<br />

defective and incomplete.”<br />

Black has expressed the negative belief in the oldest belief<br />

system. According to the Shaman Turks, it means bad<br />

things. In Shamanism, there are black shamans that protect<br />

against evil and fight against dark forces as well as white<br />

shamans. Black is the color of Erlik that is the name of underground<br />

forces, dark spirits or devil in the old belief system.<br />

Black shamans are called to protect newborn children<br />

and puerile women from Kara Albastı (an old belief that a<br />

fairy creature haunts to puerile women) and to expel the<br />

bad things (Genç 1997: 41).<br />

At the same time, black is also the symbol of the north.<br />

The north is a place where both cold and darkness live intensively<br />

and for this reason it is symbolized by the word<br />

“black”. The coldest days of winter are called “black winter”.<br />

The name of the wind blowing from the north is “Karayel<br />

(northwest wind)”. The name of the sea in the north of the<br />

geography where the Turks live is “Black Sea”. A relation between<br />

the north meaning of this color and the “Kara-khanid<br />

Khanate” should be considered. It should be evaluated that<br />

the name of “Hakaniye” also used bt the Karakhanids is given<br />

to them either by themselves or by other Turkish tribes or<br />

neighboring societies.<br />

At the same time, black is the color of death and mourn.<br />

While ‘’kara yazı (black destiny)’’ is used in the place of<br />

death that is the impossible end not to be avoided, the idiom<br />

“karalar bağlamak(to go into mourning)” that means<br />

wearing sackcloth and ashes has been also used today. In<br />

Dede Korkut, funeral home is referred as “karalı göklü otağ”.<br />

At the same time, they dress up in black (Genç 1997:42).<br />

Black color is also used to describe those who are not of the<br />

same religion and enemies. Especially in all the narrations<br />

of Dede Korkut Book and in the first works of Turkish narrations<br />

in Islamic period, people and groups who use black<br />

color for clothes are called as “kara donlu” and are seen as<br />

enemies. The expressions such as “kara donlu kafir, kara<br />

melik, kara donlu casus” that are used in this context mean<br />

that people wearing black clothes are different from the<br />

Colors<br />

97<br />

Renkler


Common Heritage<br />

98<br />

Ortak Miras<br />

beylerinin” konuk edilmesi, altlarına kara keçe serilmesi,<br />

yemek olarak kara koyun etinden yemek konulması emredilir.<br />

Bütün bunlar kınamak maksadıyla, toplumda ayıplı, eksikli<br />

olma durumunu göstermek amacıyla kara rengin etkin<br />

kullanımını göstermektedir. Bir kişiye olumsuz bir davranışı<br />

veya olguyu atfetmek anlamında “kara çalmak” veya “karalamak”<br />

vb. gibi sözler günümüzde de kullanılmaktadır.<br />

Kara sözünün alt tabaka, aşağıda bulunan, yönetilen anlamında<br />

kullanılan “kara budun”, yani halk anlamına gelecek<br />

şekilde kullanıldığını da belirmek gerekir.<br />

Kara renk toprakla ilişkili olarak kullanıldığında olumlu anlamda<br />

kullanılmıştır. Bunu en yaygın biçimde vazgeçilmesi<br />

imkânsız tutku ve aşk için kullanılan “kara sevda” ifadesinde<br />

görmekteyiz. Aşık Veysel Şatıroğlu’nun “Toprak” şiirinde;<br />

“Benim sadık yârim kara topraktır” mısraında görüleceği<br />

üzere, bazı durumlarda kara sözü olumlu bir anlam da taşımaktadır.<br />

Yine “kara yer” sözü de toprak, yeryüzü, dünya<br />

anlamında kullanılmıştır. Peygamberimizin sancaklarından<br />

birinin de kara renkte olması, bu sancağın zaman zaman<br />

Türkler tarafından, özellikle de Abbasilerden sonraki dönemde,<br />

hükümdarlık sancağı olarak kullanılmasına neden<br />

olmuştur. En son, bu sancağın Osmanlı İmparatorluğundaki<br />

“Asakir-i Mansure-i Muhammediye ordu birlikleri”için kullanıldığı<br />

bilinmektedir (Genç 1997:43).<br />

Kara sözünün de renk adı olarak Türklerin İslamiyet’i kabul<br />

etmelerinden sonra yerini bazı durumlarda Farsçadan alıntılanmış<br />

“siyah” sözüne bıraktığını da belirtelim.<br />

3. Sarı:<br />

Türk kültüründe“Sarı renk; güç, kudret, kuvvet, varlık, merkez,<br />

orta,taç, taht ve yönetim merkezi”ninsembolü olarak<br />

kullanılmıştır. Türk mitolojisinde yaratıcı tanrı olarak kabul<br />

edilen “Ülgen Han’ın altın kapılı sarayı ve altın tahtı” vardır.“Türklerde<br />

sarı renk hep altın sarısı= sırma rengi ile ifade<br />

edilmiş ve Ülgen’in tahtı nasıl devletin, ülkenin ve dünyanın<br />

merkezinde olarak algılanmış ise, tıpkı onun gibi sarı renk<br />

de dünyanın merkezinin sembol rengi olmuştur.” Sarı renk<br />

bazı devletlerin sembolü olarak da kullanılmıştır. Örneğin<br />

Memlukler ve Altın Ordu devletinin rengi sarıdır (Genç 1997:<br />

31).Osmanlı İmparatorluğu’nun sancak, madalya ve armalarında<br />

sarı renkli olan sancak ve arma ortada durmakta ve<br />

merkezi güç ve kuvveti işaret etmektedir.<br />

Sarı renk giysi rengi olarak, savaşçı kişi veya kadın sembolü<br />

olarak da kullanılmıştır. Sarı renk, savaşçı Türkmen grupların<br />

çizmelerinin rengi olmuştur. Dede Korkut Destanlarında<br />

geçen; “Sarutonlı Selcan Hatun (sarı elbiseli Selcan Hatun)”<br />

tanımlaması, savaşçı kadın ve yönetici kadın elbisesinin sarı<br />

olduğunu göstermesi bakımından dikkate değerdir (Genç<br />

Turkish groups and are not members of the Islamic belief.<br />

In our culture, black color has also been used for social condemnation<br />

against these behaviors and works that should<br />

be embarrassed. The best example of this is in the narration<br />

of Dede Korkut Book again and it is mentioned in the<br />

narration of “Dirse Han’s Son Boğaç Han”. In this narration,<br />

one of the three tent made by Bayindir Han is black and it is<br />

ordered that ‘’the Oghuz Bey having no children’’should be<br />

welcomed in that tent and they should be given the meals<br />

made with black sheep fresh. All of this shows the effective<br />

use of black color for the purpose of condemnation in order<br />

to show the defective, deficient status in society. Idioms<br />

such as “kara çalmak (means defame)” or “karalamak<br />

(means blemish)” attributes a negative behavior or events<br />

are also used today.<br />

It should also be noted that “kara budun”, which means little<br />

people and ruled people is also used in the meaning of<br />

public.<br />

Black color has been used in a positive meaning when used<br />

in relation to the soil. This is most commonly seen in the<br />

expression “kara sevda (bad romance)”, which is used for<br />

passion and love that can not be abandoned. In Aşık Veysel<br />

Şatıroğlu’s “Toprak” poem; the word ‘’kara ‘’also carries<br />

a positive meaning in some cases, as it can be seen in the<br />

verse of “My faithful beloved is black soil.” Again, the word<br />

“kara yer” was used in the meaning of earth, soil or world.<br />

The fact that one of the flags of our Prophet, which was<br />

also in black color led to the occasional use of this flag as<br />

Turks especially during the period after the Abbas. Lastly, it<br />

is known that this flag was used for the army crop called as<br />

“Asakir-i Mansure-i Muhammediye (Muhammed’s Victorious<br />

Army)” in the Ottoman Empire (Genç 1997:43).<br />

We can also mention that the word ‘’kara’’ gives its place to<br />

the word ‘’siyah (black)’’ coming from Persian as the color<br />

name after the Turks adopted Islam.<br />

3. Yellow (Sarı in turkish):<br />

In Turkish culture, “yellow color is used as the symbol of<br />

power, strength, force, entity, center, crown, throne and<br />

head office”. The Ulgen Han that is accepted as a creative<br />

god in Turkish mythology has a gold-plated palace and a<br />

golden throne.” In Turks, yellow color is always expressed<br />

with golden color and this color becomes the symbol color<br />

of the centre of earth according as the throne of Ulgen is<br />

percieved as the center of state and world. Yellow color has<br />

also been used as a symbol of some states. For example, the<br />

color of the Mamluks and the Golden Horde is yellow (Genç<br />

1997: 31). There are yellow flag and emblem in the centre of


Renkler<br />

Colors<br />

99


Common Heritage<br />

100<br />

Ortak Miras<br />

1997: 32-33).<br />

Daha yakın dönemlerde sarı renk kültürümüzde olumsuz<br />

bir anlam kazanmaya başlamıştır. Sarı; renksizleşmek veya<br />

renkteki ve özellikle ten ve dış görünüş rengindeki koyuluğun<br />

azalıp, kaybolmasını ifade etmek için kullanılmaktadır.<br />

Bu durumda “sararıp, solmak” veya “sararmak” ifadeleri kullanılmakta<br />

ve sararan kişiler için bu durum hastalık alameti,<br />

işareti anlamlarında değerlendirilmektedir. Bir kan hastalığı<br />

adının da “sarılık” olduğunu belirtelim.<br />

Sarı renk olumlu anlamlarda; tacı ve tahtı, bir yön adı olarak<br />

merkezi veya ortayı, güç ve savaşçı olmayı ifade ederken;<br />

olumsuz anlamda hastalık ve üzüntünün işareti olarak kullanılmaktadır.<br />

4. Gök(Mavi):<br />

Bir söz olarak ve bir renk adı olarak “Gök” Türkler tarafından<br />

kullanılan en eski sözlerden ve renklerden biridir. Eski Türk<br />

inanç sistemi olan Kamlık inancı veya daha genel adıyla Şamanizm<br />

esas itibariyle “Gök Tanrı” inancı, yani yaratıcının<br />

gökyüzünde bulunduğunu kabul eden bir inanç sistemidir.<br />

Eski Türk inanç sisteminde üçlü bir sistem vardır; “Gök, yer<br />

ve yeraltı”. Buna göre; yaratıcı tanrı “Gökyüzü” adı verilen<br />

yerde, insan “Yeryüzünde”, insana kötülük eden erlik ise<br />

“Yeraltı”nda bulunmaktadır. Bu üçlü sistemden de anlaşılathe<br />

flag, medals and emblem of the Ottoman Empire and<br />

this indicates central power and strength.<br />

The yellow cloth is also used as a symbol of warrior person<br />

or woman. The yellow color was the color of the boots of<br />

Turkmen groups’ warriors. In Dede Korkut Epics; the definition<br />

of “ Sarutonlı Selcan Hatun (Selcan Hatun with yellow<br />

dress)” is remarkable in that it shows that the dresses<br />

of warrior woman and the ruling women are yellow(Genç<br />

1997: 32-33).<br />

More recently, the yellow color has begun to gain a negative<br />

meaning in our culture. Yellow means colorless or is used to<br />

express diminishing or disappearing in the color and especially<br />

in the skin and the outer appearance. In this case, the<br />

expressions such as “sararıp, solmak (means turning pale)”<br />

or “sararmak (means going yellow)” are used for the pale<br />

people and this situation is evaluated as sign of illness. We<br />

can say that the name of a kind of blood sickness is “sarılık<br />

(hepatitis).”<br />

Yellow color has positive meanings; while it expresses the<br />

crown and the throne or center and middle as a direction,<br />

it is used in a negative meaning as the sign of illness and<br />

sadness.<br />

4. Blue (Gök or Mavi in turkish):<br />

As a word and as a color name “Gök” is one of the oldest<br />

words and colors used by the Turks. The old Turkish belief<br />

system, Kamlık belief or Shamanism is essentially a belief<br />

system that accepts the belief in the “ Gök Tanrı (Sky God)”;<br />

that is to say, the creator is in the sky. The old Turkish belief<br />

system has a triple systems as “sky, ground and underground”.<br />

According to this; the place where the creator god<br />

in the “sky”, man is on the “earth” and erlik who does man<br />

harm is in the “underground”. According to this triple system,<br />

“sky or gök” is associated with the sacred and divine.<br />

So holy and good thing is in the sky or it comes from there<br />

to earth and man. According to these, ‘’Gök’’ has meanings<br />

that symbolize being divine, sanctified, sky, ascendancy,<br />

birth, power, strenght, preservation and nature in Turkish<br />

culture. Although we think that some of these meanings in<br />

the word and color of Gök or Sky are forgotten, some are<br />

still being used today.<br />

Belonging to the Sky God is seen in the belief of Shamanism<br />

in the ancient Turkish belief system. Shamans try to send<br />

the soul of a deceased person to the sky and they try to<br />

rise to the sky in rituals and ceremonies. The sky also represents<br />

the sacred color. Because the creative god is in the<br />

sky, whatever belongs to the sky, it belongs to the god and<br />

therefore the color of the sky which is its color is also holy.


cağına göre; “Gök” kutsal olanla ilişkilidir ve tanrısal olan,<br />

kutsal, iyi olan, ilk olan gökyüzündedir veya oradan yeryüzüne<br />

ve insana gelmektedir. Bunlara göre Türk kültüründe<br />

“Gök; Tanrısal olmayı, kutsalı, gökyüzünü, ilkliği, doğumu,<br />

gücü, kudreti, korumayı ve doğuyu” sembolize eden anlamlara<br />

sahip olmuştur. Gök sözünde ve gök renkte bulunduğunu<br />

düşündüğümüz bu anlamların bir kısmı unutulmuşsa da<br />

bir kısmı halen günümüzde kullanılmaktadır.<br />

Gök renkteki tanrıya ait olma eski Türk inanç sistemi olan<br />

Kamlık inancında vardır. Kamlar yaptıkları ayin ve törenlerde<br />

gökyüzüne yükselmeye çalıştıkları gibi, ölen bir kişinin<br />

ruhunu tanrı katı olarak kabul ettikleri gökyüzüne göndermeye<br />

çalışırlar. Gök renk kutsal olanı da temsil eder. Yaratıcı<br />

tanrı gökyüzünde bulunduğu için göğe ait olan, tanrıya<br />

aittir ve dolayısıyla onun rengi olan gök renk de kutsaldır.<br />

Bu sebeple ayin yapılırken, dua edilirken ellerin göğe açılır<br />

(Ögel 2000:457-469).<br />

Yine Türk boylarının ilk defa birleşerek kurdukları devlet ve<br />

imparatorluğun adı “Göktürk” veya “Köktürk” adını almıştır.<br />

Bu devlet hem ilk olma durumunu hem de kendinde tanrısal<br />

bir öz bulunduğunu ifade etmesi bakımından önemli olduğu<br />

kadar tarihte Türk adını taşıyan ilk Türk devleti olması<br />

bakımından dikkate değerdir. Bu devletin bayrağının da<br />

üzerinde “Gök yeleli kurt” ve “gök zemin” üzerine işlenmiş<br />

olması yukarıda belirttiğimiz gök tanrı, gökyüzü, ilk olma ve<br />

güçlü olma durumlarını bütüncül olarak göstermektedir.<br />

Gök renk ilk olmayı ve doğumu sembolize eder. Canlının ilk<br />

durumu “gök”tür, çünkü ona bu gök olma durumunu kazandıran<br />

içinde bulunan tanrısal öz veya nüvedir. Bu nedenle<br />

topraktan çıkan bitkinin çimlenme durumunu ifade etmek,<br />

ekinlerin göğermesi, toprağın göğermesi, meyvelerin ilk<br />

olarak ağaç dallarında görünen ilk halini işaret etmek için<br />

“göğermek” ifadesi kullanılır. Göğermek aynı zamanda<br />

tanrıya doğru yükselmek anlamında, onun katını çıkmaya<br />

çalışmak anlamında kullanılır ki bu durum dilimizde bugün<br />

de kullanılan “güvercin= göğe yükselmeye çalışan kuş”örneğinde<br />

görülebilir.<br />

Gök renk aynı zamanda güç ve kudretin rengi olmuştur. Demir<br />

ateşte kor halini alıp dövüldükten sonra çelikleme işlemi<br />

için su verildiğine aldığı renk göktür. Türkler demiri en eski<br />

dönemden itibaren işleyen ve çelikleştiren bir millet olarak<br />

bu durumu oldukça eski bir dönemde gözlemiş ve destan<br />

kahramanları yemin ederken, ant içerken; “Gök girsin, kızıl<br />

çıksın” ifadesini kullanmıştır. Burada gökten kastedilen çelikleşmiş<br />

kılıç veya benzeri bir savaş aletinin vücudu delmesi<br />

ve vücuttaki kanın dışarı akarak kişinin ölmesi kastedilmiştir.<br />

Türk kültüründe bir yön adı veya sembolü olarak gök renk<br />

doğuyu sembolize etmektedir. Gökyüzünde güneş doğma-<br />

For this reason, while the ritual is being held or people make<br />

prayers, they open and raise their hands to the sky (Ögel<br />

2000:457-469).<br />

Again, the name of the state and empire that Turkish tribes<br />

united for the first time together was named as “Göktürk”<br />

or “Köktürk”. This state is noteworthy in that it is the first<br />

Turkish state to bear the Turkish name in history as far as it<br />

is important in terms of both being first and being a divine<br />

essence in itself. The fact that the flag of this state has been<br />

made on a blue ground with the pattern of “Gök yeleli kurt<br />

or bozkurt (a mythological sacred wolf)” and the flag shows<br />

that the sky god, the sky, the first and being strong are all<br />

integrated in it.<br />

Sky color symbolizes being first and birth. Raw vegetables<br />

and fruits are named as ‘’gök’’ in turkish language. So the<br />

first state of the plant is “gök” menaing immature. For this<br />

reason, it is used to express the word ‘’göğermek’’ for the<br />

germination state of the plant emerging from the soil, the<br />

ripening of the crops, getting rich of the soil, indicating the<br />

first appearance of the fruit in the branches of trees. It is<br />

also used in the sense of trying to come out of it and at the<br />

same time in the sense of rising towards God. This can be<br />

also seen in the example of the bird name such as ‘’güvercin<br />

(pigeon in english) meaning a bird trying to go to the sky in<br />

turkish.<br />

At the same time the color of the sky (blue) has become<br />

the color of power and strenght. After the iron burns and it<br />

is time to be forged, it is put into the water. Then the color<br />

of the water turns to blue in the forging process. As a nation<br />

that has functioned and forged the iron since the earliest<br />

times, the Turks observe this situation in a rather ancient<br />

period and the legendary heroes swear by saying ‘’Gök girsin,<br />

kızıl çıksın’’(means that the sword enters into his body<br />

as a blue one, but it comes out of the body as bloody). Here,<br />

the term “gök” refers that the sword or similar war tool enters<br />

into the body and a person becomes dead after the<br />

blood flows out of the body.<br />

As a direction name or symbol in Turkish culture, sky symbolizes<br />

the east. The first thing in the sphere before sunrise<br />

is “sky”. For this reason, it is also used to express the appearance<br />

of the first signs of the sun, which isin the direction of<br />

the east and so it is called with the blue color.<br />

All of these show in the Turkish culture that the sky has a<br />

meaning that symbolizes divinity, creation, power, birth and<br />

the first state. The word ‘’gök’’ has been lived in the Turkish<br />

dialects and its divinity and divine relationship have been<br />

lost its importance after the acceptance of Islam and the<br />

word “mai = mavi (blue)”, which is quoted from the Arabic<br />

Colors<br />

101<br />

Renkler


Common Heritage<br />

102<br />

Ortak Miras<br />

dan önceki ilk durum “gök”tür. Bu nedenle, burada ortaya<br />

çıkmak, belirmek, görünmek anlamlarına gelen “gök” güneşin<br />

ilk işaretlerinin belirmesi durumunu ifade etmek için<br />

de kullanılmış ve renk olarak da onun ilk defa görünüp, ortaya<br />

çıkacağı yön olan doğu “gök renk” ile gösterilmiştir.<br />

Bütün bunlar Türk kültüründe gök rengin tanrısallık, yaratama,<br />

güç, doğum ve ilk hali sembolize eden bir anlam<br />

taşıdığını göstermektedir. Gök sözü Türk lehçelerinde yaşatılmakla<br />

birlikte tanrısallık ve kutsal olan ilişkisi İslamiyet’in<br />

kabulü sonrasında kaybolmuş ve gök sözü yanında Arapçadan<br />

alıntılan “mai=mavi” sözü renk adı olarak gök rengin<br />

yerine veya yanında kullanılmaya başlanmıştır. Gök rengin<br />

eski kutsallık anlamları da “yeşil” renkte kendini göstermeye<br />

başlamış ve bu anlamların bir kısmı dilimizde ve kültürümüzde<br />

bugün de yaşatılmaya devam etmektedir.<br />

5. Yeşil (Yaşıl):<br />

Türk kültüründe “yeşil” sözü “yaşıl” sözünden üretilmiştir.<br />

Yaşıl sözündeki “ş” sesinin geriye doğru bir inceltme özelliği<br />

sonucunda oluştuğu düşünülen ve bu değişimle “yaşıl” sözünün<br />

bir renk adı olarak günümüzde kullandığımız “yeşil”<br />

sözüne dönüştüğü kabul edilmektedir. Bu değişim dikkate<br />

alınacak olursa “yaşıl” sözünün kök hali olan “yaş” sözünün<br />

su ile ilişkili olduğu ortaya çıkar. Buradan hareketle dilimizde<br />

ve kültürümüzde “yeşil (yaşıl)” sözünün bir renk adı ve<br />

onun sembolik anlamlarını “Yeşil (yaşıl); su, sulu olma, içinde<br />

su bulundurma, taze olma, genç olma, canlı olma, halanguage<br />

has begun to be used instead of or in addition to<br />

the word ‘’gök’’. The meaning of the old sacredness of the<br />

blue color began to show itself in “green” color and some of<br />

these meanings continue to be alive today in our language<br />

and culture.<br />

5. Green (Yeşil or Yaşıl in turkish):<br />

The word “yeşil (gren)” in Turkish culture is produced from<br />

the word “yaşıl”. It is accepted that the word of ‘’yaşıl’ turns<br />

to the word ‘’yeşil’’ because of the voice of the “ş” in the<br />

word of ‘’yaşıl’’. If this change is taken into consideration,<br />

it turns out that the word “yaş”, which is the root state of<br />

the word “yaşıl”, is related with the water. From here, we<br />

can explain the meaning of the word “yeşil or yaşıl (green)”<br />

such as water, juiciness, containing wateri being fresh, being<br />

young, being alive and being in the life’’in our language<br />

and culture.<br />

In Turkish, the word “yaş” is used in the meaning of wetness,<br />

watery, containing water in it. For this reason, the meaning<br />

of the words ‘’yaşarmak (become wet) or yeşermek (become<br />

green)’’ is that plants become green and keep the water inside.<br />

The young and fresh plants are juicy at the same time;<br />

that is to say, they are ‘’yaşıl (green)’’ and sun lights will<br />

heat them and so they becomes green. From this point of<br />

view, the queston of how old are you should be thought as<br />

how many times a person has spent the winter and reached<br />

to the spring. The word “yaşlanmak (become older)” should


yatta olma” şeklinde açıklamak uygun olacaktır.<br />

Türkçede “yaş” sözü ıslaklık, sulu olma, içinde su bulundurma<br />

anlamında bugün de kullanıldığı gibi, yaşıl sözü de<br />

içinde su bulunduran anlamında kullanılmıştır. Bu nedenle<br />

yaşarmak veya yeşermek sözlerinde bulunan anlam yeşile<br />

dönüşmek yanında içinde su tutmak, su bulundurmak anlamındadır.<br />

Genç ve canlı olan varlıklar aynı zamanda suludur,<br />

yani “yaşıl”dır ve güneş ışıkları ve ısısı ile ısındıklarında, bu<br />

ışık ve ısı onların “yaşarması” veya “yeşermesi”ni sağlayacaktır.<br />

Yine aynı anlamdan hareketle “kaş yaşındasınız?”<br />

sorusu, bir şekilde kaç defa kış geçirip, bahara eriştiniz anlamında<br />

düşünülmelidir. “Yaşlanmak” sözünün ise vücuttaki<br />

su miktarının azalması anlamında olduğu düşünülmelidir.<br />

“Türk mitolojisine göre hayır ilâhı Ülgen’in, koruyucu ruh<br />

olarak kabul edilen yedi oğlundan birinin adı Yaşıl (yeşil)<br />

Kaan idi ve umumiyetle bitkilerin yetişip-büyümesini düzenlediğine<br />

inanılırdı” (Genç 1997: 23).<br />

“Eski Türkler yılbaşını başlıca iki tabiat olayının görülmesi ile<br />

başlatmışlardır. Bunlardan biri otların yeşermesi, diğeri de<br />

gök gürlemeleri ile yıldırımların başlaması idi. En eski dönemlerde<br />

büyük çoğunluğu hayvancılıkla geçinen, göçebe<br />

hayat yaşayan Türklerin doğrudan doğruya ekonomik hayatlarının<br />

temelini teşkil eden hayvan sürülerini otlağa çıkarmak<br />

ve sürülerin yavrularını elde etmek itibariyle otların<br />

yeşerme zamanı Türklerin hayatında çok büyük rol oynamıştır.<br />

O yüzden de yeşil renge ayrıca büyük bir önem vermişlerdir”<br />

(Genç 1997: 23-24).<br />

Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinden sonra,yeşil rengin<br />

Hz. Peygamberimiz tarafından da önemli kabul edilmiş olması<br />

ve Peygamberimizin üç sancağından birinin yeşil renkte<br />

olması bu rengin eskiden gök renkte bulunan kutsalla<br />

ilişkilendirmeyi kendi üzerine çektiğini ve İslam sonrası Türk<br />

geleneklerinde de yeşil rengin önem kazandığı görülür. Pek<br />

çok kutsal mekânda yeşil renk İslam’ın ve Türk-İslam kültürünün<br />

rengi olarak kullanılmış ve halen kullanılmaktadır.<br />

Osmanlı İmparatorluğu devrinde, Türk-İslam kültürünün<br />

sembolü olarak yeşil renkli sancak kullanılmıştır.“Osmanlılarda<br />

da yeşil renkli sancağın eskiden beri kullanıldığı söylenebilir.<br />

Mesela İstanbul’un kuşatılmasında Fatih’in gemisinde<br />

yeşil sancak olduğunu biliyoruz” (Genç 1997: 29).<br />

Yeşil renk Türk kültüründe “Yaşıl” sözünden gelmekte olup,<br />

bu renk su ve suyun da yaşamın kaynağı kabul edilmiş olması<br />

dolayısıyla canlı olmayla ilişkili kabul edilmiştir. Bu renge<br />

bir kutsallık atfedilmesi İslamiyet’in kabulü sonrası artmış,<br />

eski Türk inançlarında gök renkte gösterilmeye çalışılan<br />

kutsallık anlamını da bünyesinde toplayarak İslam sonrası<br />

Türk kültüründe daha geniş bir sembolik anlam kazanmıştır.<br />

be considered to mean a reduction in the amount of water<br />

in the body.<br />

According to the Turkish mythology, Ulgen who is the God of<br />

Upper World has seven sons. One of his seven sons is Yaşıl<br />

Kaan (Yashyl Han) and it was believed that he regulated the<br />

growth of the plants in general “(Genç 1997: 23).<br />

The ancient Turks started the year with the occurance of<br />

two major natural phenomena. One of these started with<br />

greening of the grasses and the other one started with the<br />

thunderheads and lightning. In the earliest periods, the vast<br />

majority of the Turks, who lived in livestock and lived in nomadic<br />

life, played a very important role in the lives of the<br />

Turks in order to bring the herds of animals which are the<br />

basis of their economic life directly to the grass. So they has<br />

also given great importance to the green color (Genç 1997:<br />

23-24).<br />

After the Turks accepted Islam, the green color also gained<br />

importance in the post-Islamic Turkish traditions because<br />

this color was accepted as a very important color and one of<br />

our Prophet’s three flags was green. In many sacred places,<br />

the green color was used and has been still used as the color<br />

of Islam and Turkish-Islamic cultures. During the reign of<br />

the Ottoman Empire, a green star was used as a symbol of<br />

Turkish-Islamic culture. “It can be said that the green flag<br />

has been used in the Ottomans for a long time. For example,<br />

we know that there was a green flag in the ship when Fatih<br />

the Conqueror conquested Istanbul (Genç 1997: 29).<br />

Green color comes from the word “Yaşıl” in Turkish culture<br />

and this color is considered to be related with being alive<br />

because water has been accepted as a source of life. Attributing<br />

holiness to this green color has increased after<br />

they accepted Islam and has gained much wider symbolic<br />

meaning in post-Islamic Turkish culture by gathering within<br />

the body its meaning about holiness which is tried to be<br />

shown in the green color in old Turkish beliefs.<br />

6. Red (Al, Kızıl, Kırmızı in turkish):<br />

Depending uponancient Turkish beliefs; “Al (red) color”,<br />

which is one of the colors, has been used in positive or negative<br />

meanings, sometimes by describing things as an adjective<br />

and sometimes by ascribing a specific meaning as<br />

a noun. Whether or not to be considered as a base color,<br />

red color is used to symbolize the flag color and al of the<br />

elements such as sunshine, light, fire, flame, blood and life<br />

which are indispensable for human life.<br />

As can be understood from these examples, red color in<br />

Turkish culture is thought as an element that transforms the<br />

objects and entities coming from the a divine light and heat.<br />

Colors<br />

103<br />

Renkler


Common Heritage<br />

104<br />

Ortak Miras<br />

6. Al, Kızıl, Kırmızı:<br />

Eski Türk inançlarına bağlı olarak kullanılan renklerden biri<br />

olan “al” gerek olumlu gerekse olumsuz anlamlarda kullanılarak<br />

bazen bir sıfat olarak varlıkları nitelemiş, bazen bir<br />

isim (adlandırma) olarak kendine has anlamlar yüklenmiştir.<br />

Bir temel renk olarak kabul edilsin veya edilmesin, “Al renk;<br />

güneş ısısı ve ışığı, ateş, alev, kan ve can”gibi insan yaşamı<br />

için vazgeçilmez olan bütün unsurlar ile“bayrak”rengini<br />

sembolize etmek içinkullanılmıştır.<br />

Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere, Türk kültüründe al<br />

renk, tanrısal bir ışık ve ısıdan gelen ve de dokunduğu varlık<br />

ve nesneleri dönüştüren bir unsur olarak düşünülmüştür.<br />

Al, DivanüLügati’t Türk’te; “Hunların sancaklarını yapmak<br />

için kullanılan ya da onların atlarının eyer örtüsü olan turuncu<br />

renkte, ipeksi süslü bir kumaş. Turuncu renge de al<br />

denir.” şeklinde tanımlanmaktadır (DLT 2005: 137).<br />

“Al kelimesinin ateş kültüyle bağlı olduğunu gösteren bir<br />

emare de bütün Türk kavimlerinde yaygın olan Alaslama<br />

merasimidir. Alaslama Orta ve Doğu Türklerinde ateşle temizleme<br />

takdis merasimidir.” Yakut Türkleri aile ocağı ateşine<br />

Al-ot diyorlar. Türklerle en eski zamandan beri komşu<br />

yaşayan Moğollar da ateşe “gal” diyorlar. “Alev kelimesi de<br />

(Orta ve Doğu Türklerinde) ‘yalın’, ‘yalkın’ bu kökten çıkmıştır.<br />

Altay ve Yenisey kamları ayin ve merasimleri de ‘Alas’<br />

diye bağırırlar ki, Sami dinlerin ‘amin’ kelimesi yerindedir.<br />

Al ruhunun ‘hami ruh’ sayıldığı devirde bunun şerefine dikilen<br />

bayrak ateş rengine yakın bir renkte olmuştur. Bizim<br />

fikrimize göre Türklerin Albayrakları Al ruhunun ateş tanrısı<br />

ve hami ruh sayıldığı devirden kalma bir hatıradır ki; yedi,<br />

sekiz bin yıllık demektir. Hülasa: Bugünkü Türk inanmalarında<br />

yaşayan Al şerir bir ruh olarak tasavvur olunur; yol şaşırtıcı,<br />

yalancı, hilekâr sayılır. Aldanmak, aldatmak, aletmek,<br />

allak-bullak, alık gibi kelimeler bu ruhun sükutundan sonra<br />

türemiş olan kelimelerdir. (İnan 1998: 263-265).<br />

Özkul Çobanoğlu, al ruhu ve kadın arasındaki ilişkinin bir<br />

inanç olarak adlandırılması gerektiğinive bunu “Al Dini” olarak<br />

adlandırmayı tercih ettiğini belirtmektedir. Araştırmacıya<br />

göre; “Kün ve ay tanrı ve tanrıçanın altında yer aldığı kan,<br />

ateş ve güneş kültleriyle özdeşleşen‘Al tanrı’ hem erkekliği<br />

hem de dişiliği olan bir varlık olarak tasavvur edilmiştir.<br />

Al tanrı inancıbütün Altaylıların dini konumuna yükselmiş<br />

ve bugün de Altaylı kavimlerin aralarındaki ‘kut,tör, törü,<br />

kam, ham, kami’ gibi <strong>ortak</strong> dini terminolojinin de oluştuğu<br />

dönemdir. Umay tanrıçaveren bir yaratıcı iken ve canlılara<br />

insanlara kut vermesi esası üzerine teşekkül etmiş olmasınakarşılık,<br />

Al tanrı verdiği canı alan bir dini anlayış üzerine<br />

şekillenmiştir” (Çobanoğlu 2012: 982-983).<br />

Red color is described in Dıwan Lugat at-Turk by this means;<br />

‘’ An orange-colored and silky fancy fabric used to make the<br />

flags of the Huns or the saddle of their horses. This orange<br />

color is called as ‘’al(red)’’ color (DLT 2005: 137).<br />

“An indication that the word ‘’al(red)’’ is connected with<br />

the fire cult is also the ceremony of Cauterization, which is<br />

common in all Turkish tribes. Cauterization is a holy orders<br />

in Central and Eastern Turks. “Yakut Turks call hearth fire<br />

as ‘’Al-Ot’’. The Mongols who have lived with the Turks as a<br />

neighbour since the earliest times also call the fire as “gal”.<br />

“The word ‘’Alev (flame)’’ has emerged from this root “yalın”<br />

and “yalkın” in the Central and Eastern Turks. Shamans in<br />

Altai and Yenisey called as ‘Alas’ in the rituals and ceremonies<br />

and this word means ‘Amen’ in the Sami religion.<br />

The flag that was planted in honor of the ‘protector spirit’<br />

of was in a color that is close to the fire color. In our opinion,<br />

the red flags of the Turks are a remembrance inheriting<br />

from the period that ‘’Al Ruh (bad spirit)’’ was regarded as<br />

the god of fire and protector spirit; this means it is seven<br />

or eight thousand years. In brief, ’Al Ruh (bad spirit)’’ was<br />

regarded as an evil, liar and deceitful spirit in today’s Turkish<br />

beliefs. In turkish, the words such as aldanmak (be deceived)<br />

, aldatmak (deceit), aletmek (do evil), allak-bullak<br />

(topsyturvy), alık (stupid) have derived after the extinction<br />

of this word (İnan 1998: 263-265).<br />

Özkul Çobanoğlu states that it is necessary that tthe relationship<br />

between ‘’Al Ruh (bad spirit)’’ and the woman<br />

should be named as a belief and he would prefer to call it<br />

“Al Din”. According to the researcher; “The red god which<br />

is identified with blood, fire, and sun cults under god and<br />

goddess is conceived as a both male and female. The Red<br />

God belief was the religion of all the Altai people and there<br />

was a common religious terminology such as ‘kut, tör, törü,<br />

kam, ham, kami’ that was also formed among the Altay<br />

tribes. While Umay was a creator of the goddess and gave<br />

people life force and happiness, the Red God belief was<br />

shaped according to the religious understanding that he<br />

took the people’s life (Çobanoğlu 2012: 982-983).<br />

‘’Al and kızıl’’ that has different shades of red in Turkish culture<br />

is often associated with the female one. We can see<br />

this in the public narratives as well as in the positive and<br />

negative spirits formed around the ‘’Al Ruh (bad spirit)’’. In<br />

the period of Dirse Han’s Son Boğaç Han, a woman who had<br />

a baby girl lived in a red tent but a woman who had a baby<br />

boy lived in a white tent. This can be given as an example.<br />

In the folk poetry, the phrase “allar giymek (wear in red)” is<br />

also used for women (Ergin 1997: 78).<br />

In addition, there is a lot of information that this color is<br />

used without gender discrimination. “The ed colored head


Kırmızının farklı tonları olan al ve kızıl Türk kültüründe, çoğu<br />

kez dişi olanla birlikte anılagelmiştir. Bu durumu Al Ruhu etrafında<br />

şekillenen olumlu ve olumsuz ruhlarda görebildiğimiz<br />

gibi, halk anlatmalarında da görebiliriz. Dirse Han Oğlu<br />

Boğaç Han Boyu’nda, oğlu olanların ak otağa, kızı olanlarınsa<br />

kızıl otağa oturtulması bu duruma örnek olarak verilebilir.<br />

Halk şiirinde yer alan “allar giymek” ifadesi de kadınlar<br />

için kullanılır (Ergin 1997: 78).<br />

Bunu yanı sıra, bu rengin cinsiyet ayrımı olmaksızın kullanıldığına<br />

dair pek çok bilgi de mevcuttur. “Kırmızı renkli başlığın<br />

Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar Osmanlılar dâhil Türkmenlerde<br />

giyildiği düşünülmektedir” (Çoruhlu 2000: 187).<br />

Al rengin adı olan “al” sözü kutsal olduğu kabul edilen güneş,<br />

ateş, ışık ve ısı ile ilişkili olmalıdır. Bu düşünceden hareketle<br />

“al” sözünün anlamının “değiştiren ve dönüştüren<br />

tanrıdan gelen kutsal ışık ve ısı” olduğu söylenebilir. Bize<br />

göre bu kutsal ışık ve ısı varlıkları ve nesneleri değiştirme ve<br />

dönüştürme kapasitesine sahiptir. Bu durum “elma/alma”<br />

sözünde çok açık bir şekilde gösterilebilir. Bu meyvenin ilk<br />

ve olgunlaşmamış durumu için “gök” sözü kullanılmaktadır<br />

ki, bu durum onda var olan tanrısal özü ifade etmektedir. Ne<br />

zamanki bu meyveye tanrıdan geldiği kabul edilen kutsal<br />

ışık ve ısı ulaşır, işte o zaman meyve olgunlaşır ve “al renge”<br />

dönüşür ve “alma/elma” olur.<br />

Al rengin “değiştiren ve dönüştüren tanrısal ışık ve ısı” şeklindeki<br />

ilk anlamı, Hunlar dönemindeki bayrakların rengi<br />

gear is thought to be worn by the Turkmen including the Ottomans<br />

from Central Asia to Anatolia (Çoruhlu 2000: 187).<br />

The name of “al” is associated with the sun, fire, light and<br />

heat that are considered to be sacred. It can be argued<br />

that the meaning of “al” in action is the “holy light and heat<br />

from the god that changes and transforms the objects”. According<br />

to us, the sacred light and heat have the capacity<br />

to change and transform the beings and objects. This situation<br />

can be shown very clearly in the word “elma/alma”.<br />

For the first and immature state of this fruit, the word “gök”<br />

is used, which represents the divine essence that exists in<br />

it. Whenever the sacred light and heat that come from the<br />

god reaches to the fruit, then the fruit becomes ripe and<br />

turns into red and becomes “ alma/elma (apple)”.<br />

After these general explanations of the first meaning of the<br />

‘’al’’color such as “change and transformation of divine light<br />

and heat”, the color of the flags in the Huns period, the relation<br />

with the “red” color and the use of both colors as the<br />

symbol of “femininity”; let us give information about its positive<br />

and negative usage.<br />

We find in the compound word “al” or “albastı” that the ‘al’<br />

color is used as a bad or negative, evil soul name. In particular,<br />

the words such as ‘’Albasti (in Turkey and Balkan Turks),<br />

Albız (in Ottoman Turks), Albarstı, Alvasti, Albosti, Yalmavuz,<br />

Yalmaguz (in Central Asian Turks) are used by the Turkish<br />

tribe who accepted Islam. According to popular beliefs<br />

Colors<br />

105<br />

Renkler


Common Heritage<br />

106<br />

Ortak Miras<br />

olması, daha sonra “kızıl” renk ile ilişkisi ve her iki rengin de<br />

“dişilik” sembolü olarak kullanılması hakkındaki bu genel<br />

açıklamalardan sonra, al rengin olumlu ve olumsuz kullanımları<br />

hakkında bilgi verelim.<br />

Al rengin kötü veya olumsuz, şeytani bir ruh adı olarak kullanılması<br />

durumuna “al” veya “albastı” birleşik sözünde<br />

rastlamaktayız. Özellikle İslamiyet’i kabul eden Türk boyları<br />

tarafından “Albastı (Türkiye ve Balkan Türkleri), “Albız<br />

(Osmanlı Türkleri), Albarstı, Alvasti, Albosti, Yalmavuz, Yalmaguz<br />

(Orta Asya Türkleri).” Türk boyları arasındaki halk<br />

inanmalarına göre, “alkarısı” veya “albasması” adı verilen<br />

bu kötü ruh yeni doğum yapmış kadınlara, loğusalara ve çocuklarına<br />

musallat olmakta, onların ciğerlerini yemeye çalışmakta<br />

veya kanlarını emerek onları öldürmeye çalışmaktadır.<br />

Bu kötü ruhun eski Türk inanç sistemindeki koruyucu<br />

ruh al ruhu ile aynı varlık olduğu düşünülürse, eski inanç<br />

sistemindeki olumlu ruh, İslamiyet’in kabulünden sonraki<br />

dönemde şeytanileştirilmiş, olumsuz ve kötü bir varlığa dönüştürülerek<br />

ondan uzaklaşmaya çalışıldığı açıktır (İnayet<br />

2007: 15-17; İnan 1998: 259).<br />

Eski Türklerin Al ruhu etrafında şekillenen inançlarıyla bağlantılı<br />

olan Albastı, Mitolojik Ana kompleksinin Gök Tanrı<br />

inanç sisteminin yoğun baskısıyla arka plana atılmasından<br />

sonra demonik bir özellik kazandığını söylemek mümkündür.<br />

“Zamanla Al Anası veya Albastı’nın cin inancı ile karıştığını<br />

da görmek mümkündür. Nitekim İslamiyet’in kabulünden<br />

sonra ‘hal-cin’ ifadesi ortaya çıktığı gibi Albastı’nın<br />

yeraltı dünyada yaşayan cinlerin anası olduğu da var sayılmıştır”<br />

(Bayat 2007: 322-326).<br />

Eski Türklerdeki “dört unsur”un Alevilik-Bektaşilik’te ve Türk<br />

tasavvufunda yaygın olarak görülen “anasır-ı erbaa” (dört<br />

ana unsur) şekline dönüştüğü görülür. Burada da ateş (kızıl)<br />

olarak simgelenmiştir. Alevi-Bektaşi inanç sisteminde<br />

kızıl renk, “ocak” ile ilişkili bir simge olarak da yaygın olarak<br />

kullanılır. Bu durum, ocak ile ateş arasındaki ilişki ile açıklanabilir.Renkler,<br />

Alevi ve Bektaşi inanç sisteminde kutsal olanı<br />

simgelemek için kullanılmıştır. Buna göre; ak (beyaz) Hz.<br />

Muhammed’i, al (kırmızı) Hz. Ali’yi, siyah Hz. Fatma’yı, yeşil<br />

ile sarı Hz. Hasan’ı ve açık kırmızı ile yeşil Hz. Hüseyin’’i temsil<br />

eden renklerdir. Alevi-Bektaşi kadınlarının alınlarındaki<br />

çekinin rengi de onların sosyal durumlarını gösterir. Bunlar<br />

içerisinde al (kırmızı) çeki, evliliği ifade eder. Yeşil ve al (kırmızı)<br />

çekinin bir arada bulunması, kadının hem evli hem de<br />

ocak soyundan (seyyid) olduğunu gösterir (Birdoğan 1994:<br />

538-542).<br />

Mevlevi ve Bektaşilerde al renkte olan post, mürşit (şeyh)<br />

makamıdır. Alevi-Bektaşilerde halifeye “çar alâmet” yani<br />

“dört işaret” verilir. Bunlar sofra, bayrak, çırağ ve posttur.<br />

Post, halk arasında da makam ifade eden bir kelime olaamong<br />

the Turkish tribes; this evil spirit called as “alkarısı”<br />

or “albasması” infects newly born women, puerperal women<br />

and their children as well as tries to eat their lungs or tries to<br />

kill them by sucking their blood. If this evil spirit is thought<br />

to be the same as the spirit of the protective soul in the old<br />

Turkish belief system, it is obvious that the positive spirit in<br />

the old belief system has been tried to get away from it by<br />

converting it into a satanized, negative and evil entity (İnayet<br />

2007: 15-17; İnan 1998: 259).<br />

It is possible to say that Albasti, which is related with the beliefs<br />

of ancient Turks about ‘’Al Ruh (bad spirit)’’, gains a demonic<br />

characteristic after the Mythological Master Complex<br />

is thrown the background out of focus with intense pressure<br />

of the Sky God belief system. “It is also possible to see that<br />

Al Anası or Albastı are involved with the belief of the gin. As<br />

a matter of fact, after the adoption of Islam, ‘hal-cin’ expression<br />

emerged and it was also assumed that Albastı was<br />

the mother of the underworld gin (Bayat 2007: 322-326).<br />

It is seen that the “four elements” in the Ancient Turks are<br />

converted into the “anasır-ı erbaa” (four main elements),<br />

which is widespread in Turkish mysticism of Alawism and<br />

Bektashism. Here the fire is also symbolized as red color.<br />

The red color in the Alawi-Bektashi belief system is also<br />

commonly used as a symbol associated with the “hearth”.<br />

This can be explained with the relationship between the<br />

hearth and fire. The colors are used to symbolize the sacred<br />

one in the Alawi-Bektashi belief system. According to<br />

this; Ak (white) color represents the Prophet Muhammad,<br />

al (red) color represents the Prophet Ali, black color represents<br />

the Prophet Fatma, green and yellow color represent<br />

the Prophet Hasan as well as green color and light red<br />

color represent the Prophet Hussein. The sign of the Alawi-Bektashi<br />

women’s foreheads shows their social status.<br />

Among them, al (red) color refers to marriage. The combination<br />

of green and al (red) colored sign indicates that<br />

the woman is both married and descended from the sayyid<br />

(Birdoğan 1994: 538-542).<br />

The maqam of shaykh which is colored in red in the Mevlevi<br />

and Bektashis is the maqam of mentor (shaykh). In the<br />

Alawi-Bektashi belief, the “çar alamet”, or “four signs” are<br />

given to the khalifa. These are table, flag, oil-lamp and maqam<br />

of shaykh. The maqam of shaykh expresses as the word<br />

‘’post’’ in turkish among the people and also expresses the<br />

spiritual authority among the dervishes. On the other side,<br />

the colors that symbolize the Bektashi tariqa are green and<br />

red. As a matter of fact, these colors show a special situation<br />

within the Alawi belief system. Apart from these; the<br />

martyrdom of Prophet Hussein in Karbala caused him to<br />

identify with the al (red) color. There are many narratives


Renkler<br />

Colors<br />

107


Common Heritage<br />

108<br />

Ortak Miras<br />

rak karşımıza çıkar ve dervişler arasında da manevi makamı<br />

ifade eder. Diğer taraftan Bektaşi tarikatını simgeleyen<br />

renkler al ve yeşildir. Nitekim bu renkler Alevi inanç sistemi<br />

içerisinde de özel bir durum gösterirler. Bunların dışında Hz.<br />

Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilmesi onun al (kırmızı) renk<br />

ile özdeşleşmesine sebep olmuştur. Halk arasında Kızılbaş<br />

sözcüğündeki “Kızıl” renginin nereden geldiği hususunda<br />

Hz. Ali, Hz. Hüseyin ve Şah İsmail Hatayî ile ilgili birçok<br />

anlatma mevcuttur. Ayrıca Alevi-Bektaşi cemlerinde on iki<br />

hizmet ehlinin bellerine al veya yeşil kuşak bağladıkları,<br />

başlarına ise çoğunlukla (al) kırmızı çeki sardıkları görülür.<br />

Bunlar dışında al (kırmızı) renginin yastan çıkma ve gaza<br />

rengi olarak düşünüldüğü de görülmektedir (Gölpınarlı vd.<br />

1991: 205).<br />

Al veya kızıl renk bir yön adı olarak da kullanılmıştır. Türklerin<br />

dört yönü renklerle karşılama fikrinin oldukça eski<br />

dönemlere dayandığı açıktır. Dört yönü karşılamada kullanılan<br />

renklerden birinin “al” renk olduğu düşünülürse de<br />

bunun daha sonraları yaygın olarak kullanılan “kızıl” renkle<br />

yer değiştirdiği görülür.Dünya modelinin yatay düzeyinde<br />

Hun döneminde kır renk doğuyu, al veya kızıl renk güneyi<br />

göstermiştir. Göktürk yazıtlarından çıkarılan sonuca göre<br />

prehistorik çağdan 7. yüzyıla kadar durum fazla değişmemiştir.<br />

Orhun-Yenisey yazıtlarında Türklerin oturduğu merkez<br />

ve merkeze dost durumda olan doğu kır veya gök, batı<br />

ak, güney doru veya kızıl, kuzey ise yağız veya konur renkle<br />

sembolize edilmiştir (Bayat 2007a: 71). Bugün de Türklerin<br />

yaşadığı coğrafyanın güneyinde bulunan denize kızıl deniz<br />

about the Prophet Ali, the Prophet Hussein and Shah Ismail<br />

Hatayi in the matter of the word ‘’Kızıl’’ within the word<br />

‘’Kızılbaş’’ among the people. Besides, it is seen that twelve<br />

servants fasten their red or green colored belts in their waist<br />

in the djemevi of the Alawi-Bektashi and they often wrap<br />

red fabric to their heads. Other than, ‘’al (red)’’ color is also<br />

seen that it is regarded as holy war color and getting out of<br />

mourning (Gölpınarlı vd. 1991: 205).<br />

‘’Al’’ or red color is also used as a direction name. It is clear<br />

that the Turks’ idea of meeting four directions with colors is<br />

based on ancient times. One of these colors used is thought<br />

to be “al (red) “, but it is later replaced with the commonly<br />

used “kızıl (crimson)” color. In the horizontal level of the<br />

world model in the period of Hun, white color refers to the<br />

west and red color refers to the south. According to the result<br />

obtained from the Göktürk inscriptions, the prehistoric<br />

period did not change much until the 7th century. In the<br />

Orhun-Yenisey inscriptions, the eastern countryside, which<br />

is in the center and near to the center which the Turks reside<br />

in, is symbolized by the color of white or blue, the west<br />

is symbolized with white color, the south is symbolized with<br />

red color and the north is symbolized with black or brown<br />

color (Bayat 2007a: 71). Today, this is the reason why the<br />

name of ‘’Kızıl deniz (Red Sea)’’ is given to the sea found in<br />

the south of the geography where the Turks live.<br />

The word ‘’Al’’ is used in the nominalization as a word root.<br />

Most of these words have the meanings of change and


adı verilmesi bu nedenledir.<br />

Al sözü bir kelime kökü olarak pek çok kelimenin üretilmesinde<br />

kullanılmıştır. Bu sözlerin pek çoğunda yukarıda<br />

bahsettiğimiz değişim ve dönüşüm anlamı mevcuttur. Bu<br />

sözlerin çoğu olumlu anlamda kullanılmasına rağmen, İslamiyet’in<br />

kabulünden sonra bu sözlerin bazıları olumsuz bir<br />

anlam ifadeye etmeye başlamış olmalıdır. Bir bölge adı olan<br />

“Altay” sözünün ve en değerli maden kabul edilen “altun/<br />

altın” sözünün de “al” kök anlamıyla ilişkisi mutlaka tartışılmalıdır.<br />

Bu iki sözün mutlaka “al” sözünün kök şeklinde<br />

var olan tanrısal ısı ve ışıkla değişme ve dönüşme anlamıyla<br />

ilişkili olduğu görülecektir.<br />

Genel olarak bakıldığında al ve kızıl renkler arasında sürekli<br />

bir birliktelik ve yakınlık söz konusu olduğu görülür. Bu renk<br />

Türk kültüründe yer yer farklı anlamlarda kullanılsa da genelde<br />

yakın veya aynı anlamda kullanılmıştır. Özellikle Türklerin<br />

İslamiyet’i kabul edişlerinden sonra al rengin daha az<br />

kullanılıp, bunun yerine kızıl sözünün renk adı olarak daha<br />

yoğun kullanıldığı görülmektedir. Kızıl sözünün kan rengiyle,<br />

kız, kızan sözleriyle olan ilişkisi Dede Korkut Kitabı’ndaki<br />

anlatmalardan yine Dirse Han Oğlu Boğaç Han anlatmasında“kızı<br />

olanlar için kızıl otağ kurdurulması ve kızı olanların<br />

bu otağlarda ağırlanması emri” bunu açıkça göstermektedir.<br />

Al ve kızıl renk yanında, bunlara yakın bir söz olarak ve özellikle<br />

atların rengini ifade etmek için “doru” sözünün de kızıla<br />

yakın anlamda bir renk olarak kullanıldığını belirtelim.<br />

Diğer taraftan kırmızı sözünün dilimiz Arapçadan alıntılanmış<br />

bir söz oluğunu ve de bir renk adı olarak İslamiyet<br />

sonrası yoğun olarak kullanıldığını belirtelim. Ancak, bayrak<br />

renginde kullanılan “al” sözü ve buradan türetilen “Albayrak”<br />

ve “Alsancak” sözlerinde var olan al sözü yerini kızıl<br />

veya kırmızıya bırakmamıştır.<br />

7. Diğer Renkler;Boz (Kır,<br />

Kül Rengi, Gri), Kahverengi<br />

(Devetüyü), Mor, Turuncu<br />

(P<strong>ortak</strong>al Rengi):<br />

Türk kültüründe haklarında ayrıntılı bilgi verdiğimiz yukarıdaki<br />

renkler dışında yaygın olarak kullanılan renkler vardır.Bunlardan<br />

bir kısmı oldukça eskiden beri kullanılmakla<br />

birlikte, bir kısmı da kültür tarihimiz boyunca özellikle Türk<br />

göçü de diyebileceğimiz Orta Asya’dan batıya göçle geldiğimiz<br />

yeni coğrafyalarda karşılaştığımız bitkilerden veya<br />

başka kültürlerle etkileşim sonucu edinilen renk adları olmuştur.<br />

transformation mentioned above. Although most of these<br />

words are used in a positive meaning, some of these words<br />

after the adoption of Islam must have begun to express a<br />

negative meaning. The relation between the word “Altay” a<br />

region name and the meaning of “altun/altın (gold in english)”<br />

accepted as the most valuable mineral is also to be<br />

discussed. It will be seen that these two words are absolutely<br />

connected with the meaning of “al” in the root as a means<br />

of changing and transforming with divine heat and light.<br />

In general, it is seen that there is a constant association and<br />

closeness between red and red color tones. Although this<br />

color is used in Turkish culture in different meanings, it is<br />

generally used in close or the same meaning. Especially after<br />

the Turks’ acceptance of Islam, it is seen that ‘’al (red)’’<br />

color is less used and the word ‘’kızıl (red)’’ is used more<br />

intensely as the color name. The relations of ‘’kızıl (red)’’<br />

word with the blood color and its meaning such as girl, being<br />

hothead or resentful are seen clearly in Dede Korkut’s<br />

book in Dirse Han’s Son Boğaç Han’s statement including<br />

that red tent is set up for the people having baby girl and<br />

people having daughters are welcomed in these red tents.’’<br />

We can express that the word ‘’doru’’ means red as well as<br />

the red color name ‘’al’’ and ‘’kızıl’’ in turkish, but it is used<br />

to express the color of horses.<br />

On the other hand, we can say that the word ‘’kırmızı (red<br />

in english)’’ is a word quoted from the Arabic language and<br />

that it is intensively used after Islam as a color name. However,<br />

the phrase “al” used in the flag color and the word “al”<br />

in the words “Albayrak” and “Alsancak” derived from it did<br />

not leave the place of the word ‘’al’’ to the words such as<br />

‘kızıl’ and ‘’kırmızı.’’<br />

7. Other Colors; Grey (Boz, Kır, Kül Rengi,<br />

Gri in turkish), Brown (Kahverengi or<br />

Devetüyü in turkish), Purple (Mor in<br />

turkish), Orange (Turuncu in turkish):<br />

There are colors that are widely used in the Turkish culture<br />

except for the above colors which we give detailed information<br />

about. Some of them have been used for quite some<br />

time and some of them have been interacting with other<br />

cultures or plants we encountered in the new geographies<br />

where we have migrated to the west from Central Asia and<br />

so we have acquired these color names.<br />

The first of these colors is “boz” or “kır” (grey in english). It<br />

is used as a accent color rather than a main color as well as<br />

it is used as the color name of change and transformation.<br />

This color was used as the color name between black and<br />

white. On the other hand, it should be noted that this color<br />

Colors<br />

109<br />

Renkler


Common Heritage<br />

110<br />

Ortak Miras<br />

Bunlardan ilki “boz” veya “kır” renktir. Boz renk ana bir renk<br />

olmaktan çok ara bir renk bir değişim ve dönüşümün renk<br />

adı olarak kullanılmıştır. Bu renk ak-kara arasında veya siyahtan<br />

beyaza dönüşümün renk adı olarak kullanılmıştır.<br />

Diğer taraftan bu rengin, hız, sürat, görünmekle kaybolmak<br />

arasındaki belli belirsiz olma durumu içinde kullanıldığını<br />

belirtmek gerekir. Özellikle Türk kültüründe kutsal kabul<br />

edilen Hızır’ın bindiği atın rengi olarak kabul edilen boz<br />

renk, aynı zamanda bazı destan kahramanlarının atlarının<br />

rengidir. Hızır için kültürümüzde “Bozatlı Hızır” ifadesi kullanılır.<br />

Yine Dede Korkut Kitabı’ndaki kahramanlardan BamsıBeyrek<br />

için de “BozatlıBamsıBeyrek” tanımlaması kullanılır.<br />

Yaygın olarak kullanılan eski Türk sembollerinden biri<br />

de Türklere yol gösteren kurt “gök yeleli” olmasına rağmen,<br />

Anadolu coğrafyasında bu kurt bağımsızlık ve özgürlüğün<br />

sembolü olarak “Bozkurt” şekline dönüştürülerek kullanılmış<br />

ve kullanılmaktadır. Yine işlenmemiş toprak anlamındaki<br />

yerlerin rengi için “kır” veya “bozkır” sözleri kullanıldığı<br />

gibi, ağarmaya başlamış saçların rengini göstermek için<br />

“kır” sözü kullanılmaktadır. Boz sözü renk adı olarak günümüzde<br />

de yaygın olarak kullanıldığı gibi, bazı durumlarda<br />

boz yerine, kır, kül rengi ve son olarak dilimize Fransızcadan<br />

alıntılanan “gri” sözü kullanılmaktadır.<br />

Kahverengi sözü birleşik kelime olarak kültürümüzde kahve<br />

ile tanıştıktan sonraki devirlerde kullanılmaya başlanmış bir<br />

renk olup, bu rengin biraz açık tonunu göstermek için Türk<br />

kültüründe “Devetüyü” renk adı olarak kullanılmış ve bugün<br />

de Türkiye Türkçesi ağızlarında kullanılmaktadır.<br />

Mor renk bir ara renk olarak kırmızı ile mavi karışımından<br />

elde edilen bir ara renk olup, menekşe veya patlıcan gibi<br />

bazı bitki adlarıyla ilişkili olarak kullanılmaktadır. Kültürel ve<br />

sembolik olarak bakıldığında zor durumda kalma, utanma<br />

ve ayıplı bir iş yapıldığında meydana gelen öfke ile karışık<br />

utanma durumu için “morarma, morartma” şeklinde kullanılmaktadır.<br />

Turuncu da dilimize Farsça ve Arapçadan alıntılanmış bir<br />

renk adı olup, daha çok turunçgiller ailesi bitkilerin <strong>ortak</strong><br />

renk adı olarak kullanılmaktadır. Türkiye Türkçesi ağızlarında<br />

daha çok “p<strong>ortak</strong>al rengi” şeklinde kullanılmakta olan bu<br />

renk bir ara renk olarak kızıl ile sarı arasında bir renktir.<br />

Sonuç olarak Türk kültüründe renklerin; Türklerin yeryüzü<br />

ve gökyüzünü algılamaya ve tanımlamaya başlamalarıyla<br />

birlikte tanımlandığını, ilk inanç sistemiyle birlikte ayin ve<br />

törenlerde kullanılmaya ve bu nedenle de sembolik anlamlar<br />

taşımaya başladığını söyleyebiliriz. Türk kültüründe ak<br />

renk güneş ve ışıkla; kara renk ise ışıksızlık ve yer altı dünyasıyla<br />

ilişkilendirilmiştir. Al, kızıl ve kırmızı renk yine güneş,<br />

ışık, ısı ve ateşle ilgili olarak değişim ve dönüşümün ilgili tasavvur<br />

edilmiştir. Gök (mavi) renk gökyüzünün ve gök tanrıis<br />

used in the vagueness between speed, rapidity and disappearance.<br />

The gray color that is accepted as the color of<br />

the horse, which is considered as sacred especially in the<br />

Turkish culture, is also the color of the horses of some epic<br />

heroes. The statament of ‘’Bozatlı Hızır (Hızır with his grey<br />

horse)’’ is used for Hızır (an immortal person believed to<br />

come in time of need) in our culture. Besides, “Bozatlı Bamsı<br />

Beyrek (Bamsı Beyrek with his grey horse)” is also used for<br />

Bamsı Beyrek who is one of the heroes in the Book of Dede<br />

Korkut. Although, one of the common old Turkish symbols is<br />

the wolf leading to the Turks and called as ‘’gök yeleli (blue<br />

maned wolf)’’, this wolf is called as ‘’Bozkurt (grey wolf)’’<br />

and used as a symbol of independence and freedom. In addition,<br />

the word “kır” or “ bozkır (steppe in english)” is used<br />

for the color of the uncultivated land and the word “kır” is<br />

used for the color of the hair that has started to turn grey.<br />

In some cases, the word “boz” is commonly used as a color<br />

name, but in some cases it substitutes the color names such<br />

as ‘’kır (grey), kül rengi (ash color) and gri (gray) quoted<br />

from the French.<br />

The word ‘’ kahverengi’’is started to be used as a compound<br />

word after we first meet the ‘’coffee (‘kahve’ in turkish).’’ In<br />

turkish culture, the word ‘’Devetüyü’’ that is used as a color<br />

name means light brown color and it is also used in the<br />

Turkish dialects groups.<br />

Purple color (‘mor’ in turkish) is an accent color obtained<br />

from a mixture of red and blue as an accentcolor and is used<br />

in relation to some plant names such as violet or eggplant.<br />

When viewed culturally and symbolically, it is used in the<br />

form of “empurpling” for the situation of being in a difficult<br />

situation, embarrassment and embarrassment mixed with<br />

the anger that occurs when a defective work is done.<br />

Orange (‘turuncu’ in turkish) is a color name quoted from<br />

Persian and Arabic language and is mostly used as the common<br />

color name of citrus fruits. This color which is mostly<br />

used as “p<strong>ortak</strong>al rengi (orange color)” in Turkish dialects is<br />

a color between red and yellow as an accent color.<br />

As a result; we can say that the colors in turkish culture<br />

are defined together with their beginning to perceive and<br />

identify the earth and sky and started to be used with the<br />

first belief system in rituals and ceremonies. Therefore, they<br />

carry symbolic meanings. In turkish culture, white color is<br />

associated with the sun and light while the black color is associated<br />

with the lack of light and underground world. The<br />

red color is also thought to be related with the change and<br />

transformation about the sun, light, heat and fire. The sky<br />

(blue) color is associated with the sky and the sacred color<br />

of the sky god. The green (yeşil or yaşıl in turkish) color is<br />

associated with vitality and new sanctities after the accep-


nın rengi olarak kutsalla ilişkilendirilmiştir. Yeşil (yaşıl) renk<br />

sulu ve canlılıkla ve İslamiyet’in kabulüyle yeni kutsallarla<br />

ilişkilendirilmiştir. Bütün bu renkler insan yaşamında etkin<br />

olan hava, su, ateş ve toprak gibi dört unsur yanında; yaratıcı,<br />

yaşama, değişme ve dönüşmeyle ilgili sembolik anlamlar<br />

yüklenmiştir.<br />

Bu ana renkler dışındaki renkler ise, daha çok doğadaki<br />

hayvan ve bitkilerin özellikleri, onların yansımalarından soyut<br />

aktarmalar şeklinde oluşturulmuştur. Bu soyutlamalar,<br />

somut kullanımlara ait görünseler de Türklerin sahip oldukları<br />

doğal çevredeki hayvan ve bitkilerle insan ilişkisini yansıtan<br />

ve aynı zamanda göçebe ve yarı göçebe Türk yaşam<br />

tarzında vazgeçilmez olan doğayı en iyi şekilde ifade etmenin<br />

bir sonucu olarak görülmelidir.<br />

KAYNAKÇA<br />

• BAYAT, Fuzuli (2007a). Türk Mitolojik Sistemi (Ontolojik ve Epistemolojik<br />

Bağlamda Türk Mitolojisi).Ankara: Ötüken Neşriyat.<br />

• BAYAT, Fuzuli (2007b). Türk Mitolojik Sistemi (Kutsal Dişi – Mitolojik Ana,<br />

Umay Paradigmasında İlkel Mitolojik Kategoriler – İyeler ve Demonoloji)<br />

Cilt 2. Ankara: Ötüken Neşriyat.<br />

• BİRDOĞAN, Nejat (1994). Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik.İstanbul: Berfin<br />

Yayınları.<br />

• ÇOBANOĞLU, Özkul (2012). “Türk Mitolojisinde Al Dini ve Okra İlişkisi.” 38.<br />

ICANAS Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika çalışmaları Kongresi: Tarih ve<br />

Medeniyetler Tarihi, Ankara: AYK, C. II, ss. 981-986.<br />

• ÇORUHLU, Yaşar (2000). Türk Mitolojisinin Anahatları. İstanbul: Kabalcı<br />

Yay.<br />

• ERGİN, Muharrem (1997). Dede Korkut Kitabı-I.Ankara: TDK Yay.<br />

• GENÇ, Reşat (2009). Türk İnanışları ile Millî Geleneklerinde Renkler ve Sarı<br />

Kırmızı Yeşil. Ankara: AKM Yay.<br />

• İNAN, Abdulkadir (1998). Makaleler ve İncelemeler-I. Ankara: TTK Yay.<br />

• İNAYET, Alimcan (2007). Türk Dünyası Efsane ve Masallarında Bir Dev Tipi:<br />

Yalmavuz/ Celmoğuz. İzmir: Kanyılmaz Matbaası.<br />

• KAŞGARLI MAHMÛD (2005). DîvânüLugâti’t-Türk. Akt. Seçkin Erdi, Serap<br />

Tuğba Yurteser. İstanbul: Kabalcı Yay.<br />

• ÖGEL, Bahaeddin (2000). Türk Kültür Tarihine Giriş-VI. Ankara: KTB Yay.,<br />

• ÖGEL, Bahaeddin (2001). Türk Mitolojisi-II.İstanbul: MEB Yay.<br />

• ÖGEL, Bahaeddin (2002). Türk Mitolojisi.Ankara: TTK Yay.<br />

• ÖZDEMİR, Aşur (2015). “Kazakçada Renk Kavramı ve Renkler.” Atatürk Ünv.<br />

Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi 54, ERZURUM, 149-208.<br />

tance of Islam. All these colors are active in human life like<br />

four elements such as air, water, fire and soil; in addition,<br />

symbolic meanings related to creativity, life, change and<br />

transformation are attributed.<br />

Besides these main colors, other colors are consisted with<br />

the features of the animals and plants in the nature as an<br />

abstract transfer of their reflections. These abstractions<br />

should be seen as a result of expressing ideally the nature,<br />

which reflects the human relationship with the animals and<br />

plants in the natural environment that the Turks live and<br />

which is indispensable in nomadic and semi nomadic Turkish<br />

way of life.<br />

REFERENCES<br />

• BAYAT, Fuzuli (2007a). Türk Mitolojik Sistemi (Ontolojik ve Epistemolojik<br />

Bağlamda Türk Mitolojisi).Ankara: Ötüken Neşriyat.<br />

• BAYAT, Fuzuli (2007b). Türk Mitolojik Sistemi (Kutsal Dişi – Mitolojik Ana,<br />

Umay Paradigmasında İlkel Mitolojik Kategoriler – İyeler ve Demonoloji)<br />

Vol. 2. Ankara: Ötüken Neşriyat.<br />

• BİRDOĞAN, Nejat (1994). Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik.İstanbul: Berfin<br />

Yayınları.<br />

• ÇOBANOĞLU, Özkul (2012). “Türk Mitolojisinde Al Dini ve Okra İlişkisi.” 38.<br />

ICANAS Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika çalışmaları Kongresi: Tarih ve<br />

Medeniyetler Tarihi, Ankara: AYK, C. II, ss. 981-986.<br />

• ÇORUHLU, Yaşar (2000). Türk Mitolojisinin Anahatları. İstanbul: Kabalcı<br />

Yay.<br />

• ERGİN, Muharrem (1997). Dede Korkut Kitabı-I.Ankara: TDK Yay.<br />

• GENÇ, Reşat (2009). Türk İnanışları ile Millî Geleneklerinde Renkler ve Sarı<br />

Kırmızı Yeşil. Ankara: AKM Yay.<br />

• İNAN, Abdulkadir (1998). Makaleler ve İncelemeler-I. Ankara: TTK Yay.<br />

• İNAYET, Alimcan (2007). Türk Dünyası Efsane ve Masallarında Bir Dev Tipi:<br />

Yalmavuz/ Celmoğuz. İzmir: Kanyılmaz Matbaası.<br />

• KAŞGARLI MAHMÛD (2005). DîvânüLugâti’t-Türk. Akt. Seçkin Erdi, Serap<br />

Tuğba Yurteser. İstanbul: Kabalcı Yay.<br />

• ÖGEL, Bahaeddin (2000). Türk Kültür Tarihine Giriş-VI. Ankara: KTB Yay.,<br />

• ÖGEL, Bahaeddin (2001). Türk Mitolojisi-II.İstanbul: MEB Yay.<br />

• ÖGEL, Bahaeddin (2002). Türk Mitolojisi.Ankara: TTK Yay.<br />

• ÖZDEMİR, Aşur (2015). “Kazakçada Renk Kavramı ve Renkler.” Atatürk Ünv.<br />

Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi 54, ERZURUM, 149-208.<br />

Colors<br />

111<br />

Renkler


Prof. Dr. Mustafa ARSLAN<br />

Bilge Yapım<br />

Kültürel bütünlüğün en zengin<br />

alanlarından biri de müziktir.<br />

One of the most substantial fields of cultural<br />

integrity is music


Kültür, toplumların tarihi süreç içinde karşılaştıkları temel ihtiyaçları gidermek ana maksadı<br />

etrafında oluşturdukları üretimler toplamıdır. Bu üretimler, <strong>ortak</strong> duygu ve düşünce<br />

yanında toplumsal kimlik, kendine haslık ve tarihsel süreklilik gibi toplumu özellikli kılan<br />

değerleri yansıtmaktadır. Kültürel bütünlüğün en zengin alanlarından biri de müziktir.<br />

İnsanın kendi sesi ve ahengini, tabiat sesleri ve musiki aletleri ile birleştirerek gerçekleştirdiği<br />

icralar, en eski devirlerden beri vazgeçilmez bir faaliyet olarak süregelmiştir.<br />

Araştırmalar, müzik kültürünün toplumların en doğal ifade biçimlerinden biri olduğunu<br />

ortaya koyar. Bilginin ve düşüncenin sanat formuna bürünerek tarihi süreçte gelenek ve<br />

göreneklerle de bütünleşerek hayranlık verici ve kuşatıcı görünümüne kavuşan müzik<br />

kültürü, toplumun diğer sanat alanlarıyla da tam bir manevi uyum halinde var olagelmiştir.<br />

06 Müzik Kültürü<br />

Music Culture<br />

Culture is the sum total of the productions that the societies gather around the main<br />

purpose of meeting the basic needs they experience in the historical process. These<br />

productions reflect common values, such as social identity, self-esteem and historical<br />

continuity as well as common feelings and thoughts. One of the most substantial fields<br />

of cultural integrity is music. Such performances, that human being realized by combining<br />

his own voice and harmony with sounds of nature and musical instruments have<br />

been an indispensable activity since the earliest times. Research reveals that music culture<br />

is one of the most natural forms of expression in societies. The music culture, which<br />

has become a fascinating and enveloping identity by shaping knowledge and thought<br />

into the form of art and integrating with traditions and customs in the historical process,<br />

has also existed in a perfect moral harmony with other branches of art of society.


Common Heritage<br />

114<br />

Ortak Miras<br />

Müzik, Türk kültür dünyası içinde de en önemli <strong>ortak</strong> miraslardan<br />

biridir. Orta Asya’dan Anadolu’ya, Balkanlar’a kadar<br />

bütün kültür coğrafyamız, ezgileriyle, saz ve sohbetleriyle<br />

bu zenginliğin harman olduğu yerdir. Türklerin kadim dönemlerden<br />

itibaren evren algısı, düşünce ve sanat tarzları<br />

çerçevesinde biçimlenen müzik anlayışları, farklı mekân ve<br />

devirlerde yeni şartlara uyum sağlayarak süregelen kültür<br />

tipi bir müzik yapısını oluşturur. Bu kültür tipi müzik yapısı<br />

içinde, yaşanan tarihi olaylar, sevinç ve kederler, acılar,<br />

mutluluklar, büyük şahsiyetlere duyulan saygı ve sevgiler,<br />

aşk, hasret, gurbet duyguları, eşsiz bir sanat formu ve estetiğiyle,<br />

derin anlamlar içeren mısralar ve onlarla bütünleşen<br />

ahenkli ezgilerle dile getirilir. Bugün Türk kültür coğrafyasının<br />

neresine gidilirse gidilsin, ortaya konulan şenliklerde,<br />

törenlerde ve eğlencelerde birbirinden farklı görünen ancak,<br />

her birinin toplumun derin tarihinden izler taşıdığı pek<br />

çok musiki aleti ve makamıyla karşılaşılır. Onlarda geçmişin<br />

hayat tarzı ve inançlarına ilişkin hatıralar ve izler bulmak<br />

mümkündür. Anadolu’da kullanılan bir sazı veya ezgiyi, bazı<br />

farklılıklarla Türk dünyasının her yerinde görme ve dinleme<br />

imkânı bulunur.<br />

Sazlar, Türk müzik kültürünün en önemli müştereklerinden<br />

biridir. Bu musiki vasıtaları, farklı ihtiyaçlar ve şartlar içinde<br />

biçimlenmiş, vurmalı, telli ve nefesli özellikleriyle kültürel<br />

bir zenginlik ve çeşitlilik oluşturmuşlardır. Her birinin icra ortamlarında<br />

üstlendikleri önemli işlevleri ve anlamları vardır.<br />

Bu sazlar, gerek bireysel duygu ve düşüncelerin aktarımında<br />

gerekse biraradalık oluşturan katılımcıların <strong>ortak</strong> değerlerini<br />

ve aidiyetlerini sergiledikleri farklı icra ortamlarında,<br />

geçmişten bugüne doğru gerçekleşen kültür yolculuğunu<br />

açıkça ortaya koyarlar.<br />

Davul, Türk müzik kültürünün baş çalgılarından biridir. Yapı<br />

ve kullanım yönüyle tarih boyunca hiç değişmeyen, tek<br />

başına da kullanılabilen davul, eski Uygur metinlerinde<br />

“küvrük” (Ögel, 1987a: 16; Esin, 2006: 289) adıyla geçer.<br />

İki yanına deri gerilmiş bir ağaç kasnaktan oluşan çalgı, günümüz<br />

Türk dünyasında “tebil, nağara, karaban/baraban,<br />

dabul, davıl” adlarıyla kullanılmaktadır. Ölçüleri yörelere<br />

göre çeşitlilik gösterir. Büyük davullar tokmak ve çomak<br />

(metçik) ile çalınırken, küçük davulların koltuk altına alınarak<br />

parmaklarla çalındığı görülür. Eski Türklerde davul<br />

sesinin kötü ruhları kovduğuna ve devlet gücünü simgelediğine<br />

inanılır.Kamların törenlerinde kullandıkları en önemli<br />

araçlardan biridir.Hun Türklerinden bahseden bir tarihi kaynakta,<br />

cenaze törenlerinde “tebil, zurna” çalındığı zikredilir.Divan-ı<br />

Lügat’it-Türk’te hakanların yanında çalınan kös<br />

ve davula “tuğ” dendiği kayıtlıdır. Çeşitli tarihi kaynaklarda<br />

eski Türklerin günbatımından gün doğumuna kadar davullar<br />

çaldıkları, ordu seferlerine davulların eşlik ettiği, barış<br />

zamanlarında “nevbet davulu” vurulduğu belirtilir. Yusuf<br />

Music is one of the most important common heritages within<br />

the Turkish cultural life. From Central Asia to Anatolia, to<br />

the Balkans our cultural geography is the land where such<br />

a diversity, melodies, instruments and conversations blend<br />

together. The universe perception of the Turks, their musical<br />

notions formed in the frame of thought and art styles and<br />

a culture type has gone on by adapting to new conditions<br />

in different locations and periods, comprises a musical formation.<br />

In this culture type of musical formation, historical<br />

events, delightedness and sorrows, sufferances, happinesses,<br />

respect and affection for outstanding personalities,<br />

love, longing, feelings of dignity are all rendered with a<br />

unique art form and aesthetic, lines including inner meaning<br />

and with harmonious melodies integrated with them.<br />

Where ever you go in the Turkish cultural geography today,<br />

in festivals, ceremonies and entertainments, many musical<br />

instruments that seem different from each other; but each<br />

of them has traces of the long history of society. It is now<br />

possible to find memories and traces of past lifestyle and<br />

beliefs. Not only there is the possibility of coming upon and<br />

listening to an instrument or a melody used in Anatolia, but<br />

also in all over the Turkish land with some differences.<br />

Instruments are some of the most important comons of<br />

Turkish music culture. These musical instruments are<br />

shaped according to different needs and circumstances,<br />

and they have created cultural richness and diversity with<br />

their percussive, string and wind properties. Each of them<br />

has substantial functions and meanings in the rendering<br />

ambient These instruments clearly reveal the cultural journey<br />

that took place from past to present both in the way of<br />

forwarding individual feelings and thoughts and in different<br />

ambients where they exhibit common values and belongings<br />

of the participants.<br />

Drum is one of the main musicians of Turkish music culture.<br />

The drum, which can never be changed throughout<br />

the history in terms of its form and playing, and also can<br />

be played solo, has taken place with the name of “küvrük”<br />

(Ögel, 1987a: 16; Esin, 2006: 289) in ancient Uighur texts.<br />

A musical instrument that consisting of a stretched skin on<br />

both wooden pulley sides, is used in today’s Turkish world<br />

as “ tebil, nağara, karaban/baraban, dabul, davıl “. Its measurements<br />

vary according to regions. As the big drums<br />

are played with mallets and sticks, the small drums can be<br />

played under armpit. Among ancient Turks, sound of the<br />

drum is believed to repulse evil spirits and to symbolize the<br />

power of the state. It is one of the most important instrument<br />

that Kams used in ceremonies. In a historical resource<br />

referring to Hun Turks, it is mentioned that “Tebil, zurna<br />

(horn) “ had been played in funeral ceremonies. It is written<br />

in The Divan-ı Lügati’t-Türk “kös or drum” which is played


Has Hacib de Kutadgu Bilig adlı eserinde, hakanın nevbet<br />

davulunu gök gürlemelerine benzetir ve davulun saltanat<br />

alameti olduğuna vurgu yapar.Davulların çalması İslamiyet’ten<br />

önceki Türk ordularının başlıca savaş işaretiydi. Bu<br />

anlayış İslamiyet’ten sonra da devam etti. Mehterde olduğu<br />

gibi büyük davullar ve kösler genellikle ordu ve hakan maiyetinde,<br />

küçük davullar ise halk arasında kullanılmaktaydı<br />

(Ögel, 1987a: 18-25). Tarihi seyri dikkate alındığında davulun,<br />

eski dönemlerden beri, sefere ve gazaya çağrı yanında,<br />

toya-düğüne, törenlere ilişkin bir davet işlevi üstlendiği<br />

görülür. Ayrıca “nakkare, kudüm” adlarıyla bilinen küçük<br />

davulların tekke-tasavvuf kültür çevresindeki icralarda yaygın<br />

olarak kullanılır. Bu özellikleriyle davul, günümüzdeki<br />

düğünlerde, asker uğurlamalarında, yağlı güreş müsabakalarında,<br />

sahura kalkma zamanlarında, bayramlarda ve<br />

kutlamalarda vazgeçilmez <strong>ortak</strong> değerlerden biridir. Düğünlerde<br />

davulun çalınmadığı ev, “ölü evi gibi” denilerek<br />

yerilir.Bugün Türkçenin konuşulduğu her yerde davul, <strong>ortak</strong><br />

atasözü ve deyimlerin varlığını gösteren en önemli kavramlardan<br />

biridir. “Davulun sesi uzaktan hoş gelir” (Çobanoğlu,<br />

2004: 199) atasözü bütün Türk lehçelerinde bulunan <strong>ortak</strong><br />

atasözlerimizden sadece biridir. Davul ve onunla ilgili mazmunlar<br />

Klasik Türk Edebiyatında da yaygın olarak kullanılır.<br />

“Kûs-ı rıhlet (Göç davulu), tabl-ı fesat (kötülük davulu),<br />

Nevbet-i Şâhî (Padişahların nevbet davulu)” gibi ifadelerle<br />

pek çok dizede duyguların yansıtılma vasıtası olmuştur. Baki’nin<br />

“Subh-dem velvele-i nevbet-i şâhî mi değil”, Mesihi’nin<br />

“Hayme-i aşkı kurup çaldık melamet tablını” dizeleri<br />

bunlardan sadece ikisidir.<br />

Zurna da davul gibi Türk müzik kültürünün en önemli nefesli<br />

çalgılarından biridir. Geçmişten günümüze en az değişikliğe<br />

uğramış çalgılarımızdandır.Çalgının Hun tarihiyle<br />

ilgili eski kaynaklarda “boru” veya “surna/zurna” şeklinde<br />

geçtiği, aynı ifadenin Dede Korkut Kitabı’nda da kullanıldığı<br />

belirtilir (Ögel, 1987a: 408). Özellikle davul ile birlikte<br />

bir takım oluşturduktan sonra açık geniş mekânlarda düzenlenen<br />

tören ve eğlencelerin en önemli müzik aleti olmuştur.Araştırıcılara<br />

göre, zurna ve davul gürlük ve tınısal<br />

özellikleriyle yuğ gibi açık alanlarda düzenlenen törenlerin<br />

akustik ihtiyaçlarını doğrudan karşılamaktadır. Muhtemelen<br />

aynı ihtiyaç doğrultusunda Türkiye başta olmak üzere Türk<br />

dünyasının her yerinde davul-zurna takımı, toylarda, düğünlerde<br />

ve çeşitli törenlerde bir arada bulunur. Düğünler,<br />

nişanlar, tabiat merkezli bereket törenleri, güreşler hep bu<br />

çalgı ikilisinden çıkan nağmeler eşliğinde yapılır (Özdemir,<br />

2005: 256-257). Zurna yapımında en makbul ağaç erik<br />

ağacıdır. Zurnanın bölümleri lüle, nezik, avurtluk ve zurna<br />

borusudur.Anadolu’da kaba zurna, orta zurna, cura zurna ve<br />

zil zurna olmak üzere dört boy zurna kullanılmaktadır. Ayrıca<br />

Anadolu’da “mey”, Azerbaycan’da “balaban”, Özbeklerde<br />

“bulaman” adlarıyla bilinen sipsili zurnalar da bulunmakin<br />

the presence of the khans is called “tuğ” . In various<br />

historical resources, it is expressed that the ancient Turks<br />

played drums from sunset to sunrise, drums accompanied<br />

during military expeditions, “nevbet davulu (The tradition of<br />

military music of Great Seljuks, known as “naubat”. Naubat<br />

Bands play drums at a specific time of the day.) was played<br />

during peacetime. In Kutadgu Bilig, Yusuf Has Hacib likens<br />

Hakan’s nevbet drums to thunderbirds and emphasizes that<br />

the drums are the portent of reign. The play of the drums<br />

was the main battle sign of the Turkish armies before Islam.<br />

This understanding continued after Islam too. Just as in the<br />

case of Mehter (famous Turkish military drum corps, known<br />

as Janissary Band) performance, bigger drums and köses<br />

(Kös/The Ruler’s Drum, very big drum made of camel skin<br />

stretched on copper, which functioned to give signs and<br />

carried on a horse, camel or a vehicle during ceremonies<br />

or wars) were usually played during court of army and khan<br />

and small drums were played among public. (Ögel, 1987a:<br />

18-25) In view of the historical course, it is seen that the<br />

drums have been functioning as an invitation to the toy<br />

(wedding) and ceremonies since ancient times, besides the<br />

call to expedition and war. In addition, small drums known<br />

as “nakkare, kudüm” (A percussion instrument consisting of<br />

a pair of small drums in the form of a hemisphere) are widely<br />

used in performing in the tekke (dervish lodge )-mystical<br />

(sufism) culture. With these features, the drum is one of the<br />

indispensable common values in today’s weddings, during<br />

the seeing young boys off to military service, greased wrestling<br />

matches, times of pre-dawn meal (during Ramadan),<br />

festivals and celebrations. On the condition that drum is<br />

not played in a wedding, the wedding house house is criticised<br />

by naming “like a dead house”. Wherever Turkish is<br />

spoken today Drum is one of the most important concepts<br />

showing the existence of common sayings and idioms. The<br />

well known saying “Davulun sesi uzaktan hoş gelir - (Çobanoğlu,<br />

2004: 199) is only one of our common sayings in<br />

all Turkish dialects. (similar meaning with the idiom “the<br />

grass is always greener on the other side of the fence”) The<br />

drums and related mazmuns (a phrase in which the words<br />

are always used in the same order) are also widely used in<br />

Classical Turkish Literature. Many expressions such as; Kûs-ı<br />

rıhlet (Göç davulu- migration dram), tabl-ı fesat (kötülük<br />

davulu- iniquity dram), Nevbet-i Şâhî (Padişahların nevbet<br />

davulu-Sultan’s naubat dram), have been the means of<br />

reflecting emotions. Among the Divan-elit class literature<br />

poets, Baki’s (A, whose real name is Mahmud Abdülbâkî,<br />

1526-1600) and Mesihi ‘s (1470-1512) verses, ,<br />

“Subh-dem velvele-i nevbet-i şâhî mi değil” (Dağların<br />

yankısı, güzel sesli kuşların sesleri, padişah için çalınan<br />

nevbetin gürültülü sesi değil mi –Are Mountains’ eco,<br />

Birds’voice, not the loud voice of naubat drum?),<br />

Music Culture<br />

115<br />

Müzik Kültürü


Common Heritage<br />

116<br />

Ortak Miras<br />

tadır. Zurna aynı zamanda Türk ordu geleneğinin binlerce<br />

yıldır süren mehteranının en önemli nefesli çalgılarından<br />

biridir. Bas sesleri vermek için kullanılan daha uzun ve kalın<br />

sesli olanlarına “kerenay” adının verildiği ve han mehterleri<br />

içinde kullanıldıkları kayıtlıdır (Ögel, 1987a: 331-332). BugünKıpçak<br />

Türkleri arasında “sernay, sürnay, sornay”, Orta<br />

Asya’da özellikle Özbekistan’da “karnay, zurnay”, Uygur<br />

Türklerinde “surnay” veya “burga” adlarıyla varlığını sürdüren<br />

çalgı, platin saç malzemeden ve istenilen sesi almak<br />

için özenle yapılmaktadır. Dolayısıyla davul gibi zurna da<br />

sadece neşe, eğlence ve sanat için değil, ordu ve toplumu<br />

düzene sokan işlevleriyle <strong>ortak</strong> mirasımızın önemli göstergelerindendir.<br />

Davul-zurna dışında tarihi çok eskilere dayanan ve Türk<br />

<strong>ortak</strong> müzik kültürü içinde önemli bir yere ve işleve sahip<br />

olan, genellikle de “halk çalgıları” adıyla anılan başka sazlar<br />

da bulunmaktadır. Vurmalı sazlardan “dümbek, dümbelek,<br />

darbuka, def” adı verilen Türk halk çalgıları da onlarca<br />

çeşidiyle müzik kültürüne zenginlik kazandırır. Şekil ve adlandırma<br />

olarak Türk dünyasında değişik şekilleri görülen<br />

bu sazlar, günümüzde kına gecelerinde kadınlar tarafından<br />

tercih edilir ve kullanılır. Bunlar arasındaözellikle def öne<br />

çıkar. Gelin adayları defin eşlik ettiği kına havaları ve türkülerle<br />

ağlatılır.<br />

Doğudan batıya, kuzeyden güneye Türk dünyası içinde vurmalı<br />

salar dışında bazı küçük farklılıklarla üflemeli, telli ve<br />

yaylıpek çok çalgıyı bu zenginlik içinde görmek mümkün-<br />

Hayme-i aşkı kurup çaldık melamet tablını (Aşk çadırını kurup,<br />

melamet tablını çaldık. We set up love tent and played<br />

the self-criticism drum) are only two of them respectively.<br />

Zurna-horn (a double-reed outdoor wind instrument, usually<br />

accompanied by a drum) in Anatolian folk music)is one<br />

of the most important wind instruments of Turkish music<br />

culture like drum. From past to present, it has been our<br />

least varied instrument. The instrument had taken place<br />

with the name of “pipe” or “surna / zurna (horn)” in the old<br />

resources related to the history of Hun, same expression<br />

had also been used in the book of Dede Korkut (consists<br />

of the oldest epic stories of Oghuz Turks). (Ögel, 1987a:<br />

408) Especially after teaming together with the drum, it<br />

became the most major musical instrument of ceremonies<br />

and outdoor diversions. According to researchers, horn and<br />

drum with their stentorian and rich timbre features directly<br />

meet the acoustical needs of the ceremonies held in open<br />

air such as funeral. Probably in accordance with the same<br />

needs, drum-horn team exist concurrently, in toy (a special<br />

meeting among old Turks for an official or traditional purpose<br />

such as accession to the throne, birth, etc.), weddings<br />

and various ceremonies especially in Turkey and all over the<br />

Turkish land. Weddings, engagements, nature-centered<br />

blessings and wrestlings are always realised accompanied<br />

by the tunes from this instrumental duality. (Özdemir, 2005:<br />

256-257).<br />

The most favorite tree in Horn manufacture is plum tree.<br />

The parts of Horn are” lüle” (A sort of removable channel<br />

also called etem or metem, that is made of wood or metal<br />

and that inserted into the nezik, resembles the mouthpiece<br />

of the hubble bubble) , “nezik” (a piece also referred as<br />

“peak” or “nazik”, that is fit on the upper end of the lüle to<br />

prevent it against cracking), “avurtluk” ( the piece, made of<br />

wood, bone or metal that fit to the lüle, used to prevent air<br />

leak from the mouth) and “horn pipe” (the biggest part of<br />

the instrument, including seven holes for the musical notes<br />

Mi, re, do, si, la, sol, fa on front side and one at back for the<br />

treble fa) In Anatolia, there are four types of horn, they are<br />

“kaba zurna”, “orta zurna”, “cura zurna “ve “zil zurna”. There<br />

are also sipsili zurna known as “mey” in Anatolia, “balaban”<br />

in Azerbaijan, and “bulaman” in Uzbekistan. At the same<br />

time Horn is one of the most considerable wind instruments<br />

of Mehter (Janissary band) of the Turkish military tradition<br />

that has survived for thousands of years. Horns for longer<br />

and deeper voices used to give bass tones are recorded<br />

as “kerenay” (kurrenay) and used for khan mehters. (Ögel,<br />

1987a: 331-332).The instrument that still exists even today<br />

with the names as, “sernay, sürnay, sornay” among Kipchak<br />

Turks, “karnay, zurnay” in Middle Asia, especially Uzbekistan,<br />

“surnay” or“burga” among Uigur tuks, is made of


dür.Nefesli-üflemeli çalgılar içinde zurna gibi, düdük, kaval,<br />

sipsi, sıbızga, çığırtma, çifte, tulum zurna, ney/nay gibi halk<br />

çalgıları da Türk <strong>ortak</strong> müzik kültürünün unsurlarındandır.<br />

Yapıları, icra mekânları veya coğrafi dağılımları itibarıyla<br />

aralarında bazı farklılıklar görülmekle birlikte aynı ihtiyaç ve<br />

düşüncelerin ortaya çıkardığı bu aletler, göçerevli ve hayvancılığa<br />

bağlı epik bir hayat tarzından, yerleşik, mistik ve<br />

lirik toplumsal yapılara, sosyal kurumlara kadar çeşitli alanlardaki<br />

faaliyetlerin vazgeçilmez parçası olmuşlardır.<br />

Kaval üflemeli çalgıların en yaygını ve bilinenidir. Dilli kaval,<br />

dilsiz kaval olmak üzere başlıca iki türü vardır. Şimşir,<br />

meşe, gürgen gibi sert ağaçlardan ya da pirinç gibi madeni<br />

alaşımlardan yapılanları varsa da, en makbul olanı erik<br />

ağacından yapılanıdır. Araştırıcılar kavalın pastoral ve ilkel<br />

bir alet olduğunu (Ögel, 1987a:446) belirtirler. Ancak Türk<br />

kültür yapısı içinde bu aletle oluşturulmuş geniş ve önemli<br />

bir repertuvarın olması, kavalın köklü bir geçmişe ve bütün<br />

zamanlarda yaygın, aynı zamanda baskın bir etkiye sahip<br />

olmasına işaret eder.Nitekim günümüzde yapılan araştırmalardan<br />

elde edilen veriler dekavalınTürklere ait olduğunu<br />

gösterir. Altay ile Ural dağları arasındaki bölgede arkeolojik<br />

kazılarla ortaya çıkartılan kurgan/mezarlarda, çobanlık<br />

kültürüne ait pek çok malzeme yanında“Ötkeçin” denilen ve<br />

kemikten yapılmış çifte kavala da rastlanmıştır. Anadolu’da<br />

“çığırtma, cırıtma” adıyla bilinen ve kartalların kanat kemiğinden<br />

yapılanmuhtemelen aynı <strong>ortak</strong> kültürün ürünüdür.<br />

Çığırtmanın icrası kolay ve sesi oynaktır. Bu bakımdan kavala<br />

tercih edilir. Bazen tahtadan da yapılabilir. Çobanların<br />

yaptıkları gibi çalgı ince bir bağırsak içine sokulur. Bağırsak<br />

iyice kuruduktan sonra çalgıyı kavrar.İnce ve narin olan bu<br />

aletlerin çatlamaması ve kırılmamasına yardımcı olur. Fakat<br />

tahta çığırtmalarda, kemikten yapılanın ses tonu yoktur.<br />

Sağır bir ses tonu vardır. Çığırtma oyun havalarında ve<br />

o bölgenin meclislerinde yapılan fasıllarda çok kullanılır.Bu<br />

tür örneklerin Türklere ait en eski <strong>ortak</strong> uygarlık ürünleri olduğuna<br />

dair şüphe yoktur. Günümüzde de kaval, bütün çeşitleri<br />

ile Türk dünyasının hemen her yerinde yaygın olarak<br />

kullanılmaktadır. Kazaklarda “sıbızgı”, Kırgızlarda “çoor-çöğür”,<br />

Özbeklerde “nay”, Türkmenlerde “tillitüytük, goşatilli<br />

tüydük”, Azerbaycan’da “tütek, balaman”, Başkurtlarda<br />

“kuray”, Altaylarda “şogur” (Ögel, 1987a: 446-463) kavalın<br />

farklı coğrafyalardaki çeşitlemeleridirler.Buralarda dilli<br />

ve dilsiz düdük çeşitlerine de kaval denildiği görülmektedir.<br />

Topluluk içinde solo çalgı veya bütün çalgılarla birlikte kullanılabilir.Bütün<br />

kullanımlarda kavalın sesi kendi özelliğini<br />

yitirmez ve belirginliğini korur. Araştırıcılar, çeşitli kaval havaları<br />

tespit etmişlerdir. Bunlar bazıları “yüksek hava, aman<br />

havası, senir havaları, suya indirme havası (karakoyun havası),<br />

zeybek havası, hollu havası, çan havası, telez otlatma<br />

havası” (Türker, 2007: 355-356) şeklinde sıralanabilir.<br />

made of platinic sheet material and carefully manufactured<br />

to get the desired sound. Consequently, just as in drum, not<br />

only for joy, fun and art, but also with functions that putting<br />

in the army and society in order, horn is one of the significant<br />

indicators of our common heritage. Beside dram and<br />

horn, there are also other instruments generally called “folk<br />

instruments” dating back to very ancient history and having<br />

an important place and function within the Turkish common<br />

music culture. The Turkish folk instruments among percussions<br />

called “dumbek, dümbelek (Tabor or tabret: a portable<br />

snare drum played with one hand), darbuka (tom-tom: that<br />

is usually beaten with the hands), def (tambourine: one of<br />

the percussion family consisting of a frame, often of wood<br />

or plastic and a drumhead, and some of them with pairs of<br />

small metal jingles, called “zils.)” enrich musical cultures<br />

with dozens of varieties. These instruments nowadays,<br />

which have different forms in the Turkish world according<br />

to their shapes and nomenclature, have been preferable<br />

by women for henna night parties. Among these, def (tambourine)<br />

stands out in particular. Brides are made cry accompanied<br />

by catchy tunes of henna nights and folk songs.<br />

From east to west and north to south, apart from percussions<br />

in the Turkish world, it is possible to see many winds and<br />

string instruments within this multiplicity. Among winds like<br />

horn, folk instruments like düdük (pipe), kaval (flageolet: A<br />

small flutelike instrument with a cylindrical mouthpiece),<br />

sipsi, sıbızga (Kazakh and Kirghiz Turks instrument, played<br />

by attaching to teeth), çığırtma (made from the wing bone<br />

of the eagle and known to be used mostly by shepherds,<br />

nearly a forgotten instrument today), çifte (Turkish folk<br />

wind instrument, made by connecting two cane pipes side<br />

by side. In each of the two cords there are two small reeds<br />

which make sound), tulum zurna, ney/nay etc. are components<br />

of Turkish common music culture. In terms of their<br />

forms, rendering ambients or geographical distribution and<br />

although there are some differences between them, these<br />

tools that the same needs and thoughts emerge have been<br />

indispensable parts of activities in various fields, from an<br />

epic lifestyle linked to errant tribes and livestock to resident,<br />

mystical and lyric social structures, social institutions.<br />

Kaval (flageolet) is the most widespread and famous one<br />

of the wind instruments. There are two main types; Tongue<br />

and Without Tongue. Although there are the formations of<br />

it made of hardwoods such as boxwood, oak, hornbeam or<br />

metal alloys such as brass, the most popular one is made of<br />

plum wood. Researchers indicate that the kaval is an idyllic<br />

and primitive instrument. (Ögel, 1987a:446) However,<br />

the existence of an immense and substantive repertoire<br />

created by means of this instrument in the Turkish culture<br />

structure designates kaval as having a fundamental past<br />

Music Culture<br />

117<br />

Müzik Kültürü


Common Heritage<br />

118<br />

Ortak Miras<br />

Kavalın bir çeşitlemesi olan düdük/tüydük de, özellikle<br />

Türkmenlerin yaşadığı alanlarda yaygın olarak bilinen üflemeli<br />

bir çalgıdır. Dilli ve dilsiz tabir edilen şekilleri vardır.<br />

Dilli çeşitleri insan sesine yakınlığı sebebiyle solo şarkı ve<br />

türkülere eşlik etmede uygundur. Diğer taraftan telli sazların<br />

skalalarına uygun olmaları, onların grup icralarında da<br />

kullanılmalarını mümkün kılar. Türkmenistan’da bahşılar,<br />

hikâye anlatımlarında ve deyiş söylemelerinde dutar yanında<br />

“tüydük” de kullanırlar. Günümüzde bu <strong>ortak</strong>lığın en belirgin<br />

örneklerinden birini Denizli’nin Çameli yöresinde “çam<br />

düdüğü” denilen, gerek yaylalarda çobanlık yaparken, gerekse<br />

açık ve kapalı mekânlarda toplu eğlence törenleri sırasında<br />

türkü ve oyunlara eşlik eden çalgıda görebiliriz.Aynı<br />

<strong>ortak</strong>lığın göstergelerinden biri de sipsidir. Araştırmalara<br />

göre, çok eski bir Türkçe kelime olan sipsi, nefesli sazların<br />

atası ve en doğalıdır (Ögel, 1987a:445). İnce, küçük anlamına<br />

gelmektedir.Teke yöresinin karakteristik çalgısı olarak bilinen<br />

ve halk müziği aletlerinin önemli parçalarından birini<br />

teşkil eden sipsi, genellikle kamıştan yapılır ve iki parçalıdır.<br />

Boğaz, gurbet, teke, zeybek havalarına eşlik eder. Sipsi, Kazakistan’da<br />

“sıbızgı” adıyla bilinir ve çoban havalarının icra<br />

edildiği alettir.<br />

Nefesli-üflemeli çalgılardan biri olan “ney” ise, özellikle<br />

İslamiyet’in kabulünden sonra ortaya çıkan sosyo-kültürel<br />

değişimlere uygun olarak Tekke-Tasavvuf kültür çevrelerindeki<br />

dini-mistik icralarda kullanılan yaygın bir alettir.<br />

Kamıştan yapılmış basit görünümlü bir alet olmasına rağmen<br />

nefesli sazların en gelişmiş örneklerinden biridir. Mevlana’nın<br />

insanı anlattığı ünlü mesnevisine başlarken “dinle<br />

neyden” demesinin gösterdiği üzere, sesi ve yapısı itibarıyla<br />

insanın sembolü olarak da anlam kazanmıştır. Diğer müzik<br />

aletlerinde “çalmak” fiili kullanılırken, ney için “üflemek”<br />

tabirinin kullanılması, mistik ve mecazî bir anlamın yansımasıdır.<br />

Kaynağını İslam’da Allah’ın insanı yaratırken ruhu<br />

üflemiş olmasından alır. Bu bağlamda ney, çıkardığı deruni<br />

ve uhrevi seslerle, insanı başka bir dünyaya davet etmektedir.<br />

Tarihi çok eskilere dayanan ve bugün bütün dünyada<br />

Türk sazı olarak tanınan ney, halen tasavvuf musikisinin ve<br />

Mevlevi semalarının en önemli unsurudur. Aynı anlam ve<br />

işlevleriyle Türk dünyasında Türk-İslam kültürünün temel<br />

göstergelerinden biridir.<br />

Anadolu’da “tulum” veya “tulum-zurna” denilen diğer bir<br />

nefesli-üflemeli çalgı da Türk <strong>ortak</strong> müzik kültürünün örneklerindendir.<br />

Delinmeden ve bozulmadan çıkarılmış bir<br />

koç veya oğlak tulumunun boyun kısmı tıkanarak, kollardan<br />

birine bir ağızlık, diğerine bir “çifte” (nefesli halk sazı) takılarak<br />

yapılır (Özbek, 1975: 92). Kökeni milattan önceki yüzyıllara<br />

kadar uzanır. Anadolu’daki çift-düdük şekline benzer<br />

bir örnek, Macaristan’daki kazılarda ortaya çıkmış ve Avar<br />

Türklerine ait olduğu tespit edilmiştir. Aynı çalgı örnekleri<br />

and a dominant influence as well. As a matter of fact, the<br />

datas obtained from the researches carried out today indicate<br />

that kaval belongs to Turks. In the graves revealed by<br />

archaeological excavations, in a region between Altay and<br />

Ural mountains, “çifte kaval” also called “öteçkin and made<br />

of bone was also found beside many items belonging to the<br />

shepherd culture. In Anatolia, the one known as “çığırtma,<br />

cırıtma” and made from the wing bone of the eagles is probably<br />

the same work of common culture. Çığırtma is easy to<br />

play and the its sound is lilting. In this respect, it is given<br />

preference over kaval . Sometimes it can also be made of<br />

wood. As the shepherds do, the instrument is placed into a<br />

small intestine. Once the intestine gets thoroughly dry, then<br />

it encases the instrument. It helps preventing these thin and<br />

delicate tool from cracking and breaking . But the wooden<br />

çığırtmas don’t have the same sound as the one made of<br />

bone have. That has a deafening tone. The çığırtma is often<br />

performed for lilts and during special performances in that<br />

region. There is no doubt that such examples are the oldest<br />

common civilization products of the Turks. Today, kaval<br />

is widely used in almost all parts of the Turkish land with all<br />

its varieties. In the Kazakhs “Sıbızgı”, in Kyrgyz “çoor-çöğür”,<br />

in Uzbeks “nay”, in Turkmen “ tillitüytük, goşatilli tüydük”,<br />

in Azerbaijan “tütek, balaman”, in Bashkorts “kuray” and in<br />

Altais “şogur” (Ögel, 1987a: 446-463) are varieties of the<br />

kaval in different geographical regions. In those regions, it<br />

can be seen that the varieties of pipe (tongue and without<br />

tongue) are also called he dumb are also called kaval. It<br />

can be performed together with the solo or all the instruments<br />

in a group. During all renders, the tone of kaval does<br />

not lose its own characteristics and maintain its clarity. Researchers<br />

have identified a variety of kaval melodies.some<br />

of them can be classified as follows: “yüksek hava, aman<br />

havası, senir havaları, suya indirme havası (karakoyun havası),<br />

zeybek havası, hollu havası, çan havası, telez otlatma<br />

havası” (Türker, 2007: 355-356)<br />

The pipe, a variation of kaval, is also a wind nstrument widely<br />

known especially in the areas where Turkmens live. There<br />

are forms that are said to be tongue and without tongue.<br />

Due to its affinity to human voice, tongue varieties are suitable<br />

for solo singing and accompaniment to Turkish songs.<br />

On the other hand, their suitability for the scales of string<br />

instruments, makes them available to be used in group performances.<br />

Bahşıs (In ancient and new Turkish dialects, it<br />

is a term which means “priest, clerk, doctor, poet”.) in Turkmenistan<br />

use “tüydük (an ordinary flute generally used<br />

by sepherds)” beside the “dutar (a twin string instrument,<br />

made of mulberry tree, in the shape of pear, most widely<br />

spread among Kyrgyz,Tajik and Uzbek Turks)” for the narrative<br />

of the story and the sayings. Today, we can see one of<br />

the most prominent examples of this commonality in an in-


Müzik Kültürü<br />

Music Culture<br />

119


Common Heritage<br />

120<br />

Ortak Miras<br />

“koşney” adıyla Türkistan’da da bulunmaktadır. Tulum Kırgız<br />

Türkleri arasında da yaygındır.<br />

Bu nefesli-üflemeli sazlara Anadolu’da “mey”, Azerbaycan’da<br />

“balaban”, Türkmenistan ve diğer Türk bölgelerinde<br />

“bulaman, baliman” adlarıyla bilinen çalgıyı da eklemek<br />

gerekir. Dilsiz düdüğe benzeyen, bir gövde ve ağız tarafına<br />

takılan ses çıkarıcı yassı kamış ağızlıktan oluşan mey, hafifliği<br />

ve mat sesi ile küçük ve kapalı mekânların vazgeçilmez<br />

çalgılarından olmuştur (Özbek, 1975:92).Gürgen ceviz gibi<br />

sert ağaçlardan olanları varsa da en makbulü erik ağacından<br />

yapılanıdır. Mey,Erzurum, Kars, Gümüşhane ve Erzincan<br />

yörelerinde yaygın olarak kullanılmakta olup bugün yurdumuzun<br />

çeşitli yerlerinde halk müziği topluluklarında da yer<br />

almaktadır.Çok sesli müzik birlikteliğinde her çalgının verdiği<br />

sesleri, duyuluş yüksekliğine en yakın biçimde göstermek<br />

üzere çeşitli anahtarların kullanılması esastır. Mey topluluk<br />

içinde solo çalgı olarak yetkinlikle kullanılabilir. Toplu çalışlarda<br />

mey, ezgi çalabilir, eşlikte kullanılabilir, dem tutabilirGünümüzdeki<br />

şekilleri gövde, kamış ve kamışın üzerine<br />

takılan kıskaç olmak üzere üç parçadan oluşmaktadır.Azerbaycan<br />

ve Türkmenistan’daki örnekleri biraz daha uzun olup<br />

daha kaba bir sese sahiptir Evliya Çelebi meyden “Türkmen<br />

kamışlı düdüğü” olarak bahseder ve Orta Asya’da “belban,<br />

balaban” adıyla bilindiğini söyler. Uygur Türkleri arasında<br />

kullanılan ve düz tutularak çalınan sekiz delikli “baliman”<br />

da (Arslan-Öger, 2007: 79) aynı tür çalgılardandır.<br />

Türk <strong>ortak</strong> müzik kültürünün önemli müştereklerinden biri<br />

strument, known as “pine-throw” in Çameli region of Denizli,<br />

both accompanying when shepherds playing in the springs<br />

and folk songs and games during public entertainment ceremonies.<br />

One of the indicators of the same commonality<br />

is sipsi. According to researches, sipsi, also an immemorial<br />

Turkish word, is the predecessor and the most natural of<br />

the wind instruments (Ögel, 1987a:445). It means “thin,<br />

small”. Sipsi, known as the characteristic character of the<br />

Teke region and one of the considerable parts of folk music<br />

instruments, is usually made from reed and consists of two<br />

pieces. It accompanies the melodies, Boğaz, gurbet, teke<br />

andzeybek. Sipsi is known in Kazakhstan as “Sıbızgı” and is<br />

an instrument that is used to perform shepherds’ melodies.<br />

“Ney”(Nay), one of the wind-blown instruments, is a common<br />

instrument used in the religious-mystical cultures of<br />

the tekke-mystical culture ambiences in accordance with<br />

the socio-cultural changes that have arisen since the admission<br />

of Islam in particular. Although it is a simple looking<br />

instrument made of reed, it is one of the most advanced<br />

examples of wind instruments. As is understood from<br />

Mevlana’s (known as Rumi, 1207-1273, descended from a<br />

long line of Islamic jurists, theologians, and mystics) saying<br />

“listen to Nay” while introducing the famous Mesnevi<br />

(Masnavi- Spiritual Verses) in which he illustrates human, it<br />

has become meaningful as a symbol of man in terms of the<br />

sound and formation. While the verb “playing” is used for<br />

other musical instruments, the use of the word “blow” for<br />

nay is a reflection of a mystical and metaphorical meaning.


de telli sazlardır. En eski yazılı kaynaklardan itibaren izlendiğinde<br />

geniş bir adlandırma yelpazesine sahip olan<br />

telli sazlar, genellikle kutlu olduğuna inanılan ağaçlardan<br />

oyulup, rüzgâr yeleli atlardan alınan kıllarla yapılan tellerin<br />

takıldığı ve kutsal bir anlamın yüklendiği halde kullanıla<br />

gelir. Bu sazların köklerinde Türk atlı kültürünün düşünce<br />

ve izlerinin yattığı, hepsinin “at kılının seslerine vurgun<br />

ve bağlı” oldukları belirtilir.Türklerde, ilk olarak orta çağda<br />

Orta Asya’da yapılan kazılarda bulunan duvar resimlerinde<br />

yaylı çalgıların izlerine rastlanmaktadır. İnsanların müzikle<br />

olan iletişimlerini ilk olarak doğada duydukları sesleri taklit<br />

ederek gerçekleştirdikleri düşünülmektedir. “Esen rüzgârların,<br />

sazlıklardaki kırık kamışlara çarparak çıkarmışoldukları<br />

ıslık seslerini, onlarında taklit ettikleri, üzüntülü ve sevinçli<br />

günlerinde çıkarmışoldukları seslerin ilk müzik duygularını<br />

verdikleri tahmin edilmektedir” İlk Türkler avlanmak veya<br />

savaşmak için kullandıkları okun yaydan fırlarken çıkardığı<br />

sesten esinlenmişler ve bunu bir çalgı gibi kullanmışlardır(-<br />

Gazimihal, 1958:5-7).<br />

Kopuz telli sazların en eskisidir.Tedavi amaçlı ve kötü ruhları<br />

kovmada faydalanılan bir alet olma yanında “velilik, ululuk”<br />

simgesi özelliğine de sahiptir (Ögel, 1987b: 5). Hakkındaki<br />

ilk açık bilgilere Uygur metinlerinde rastlanır. Uygur hükümdarlarından<br />

İdikut adı verilen Bögü Kağan’ın gayet güzel<br />

kopuz çaldığı zikredilir. At kılından ve tek telli olarak yapıldığı,<br />

dini işlevler de üstlenen kam, baksı, ozanların çaldığı ve<br />

sesinin iyi ruhları çağırıp kötü ruhları kovduğuna inanılan bir<br />

çalgıdır.Kırgız Türkleri arasında lirik türkü söyleyicileri ve aşk<br />

It takes its source in Islam, because according to the Islamic<br />

dogma, God had blown the spirit while creating human being.<br />

In this context, nay invites the human being to another<br />

world, with its intimate and ethereal sound. Nay, which is an<br />

immemorial instrument and known to be Turkish origin today<br />

all over the world, is still the most important element of<br />

Sufi music and Mevlevi Sema Ceremony (Whirling Dervishes<br />

Ceremony, The Mevlevi Sema Ceremony is proclamated as<br />

an Intangible World Heritage in Traditional performing art<br />

social practices themes by UNESCO in October 2005) It is<br />

one of the main indicators of Turkish-Islamic culture in the<br />

Turkish world with the same meaning and functions.<br />

Another wind-blown instrument called “tulum (bagpipe) “<br />

or “tulum-zurna (bagpipe-horn)” in Anatolia is an example<br />

of Turkish common music culture. It is manufactured by<br />

using a ram or a kid’s pelt that removed without punctured<br />

and deformed, and first the neck part of pelt is blocked,<br />

and then a nuzzle is tied into one arm, and a “çiftedouble”<br />

(a wind folk instrument from ) is also tied into other arm.<br />

(Özbek, 1975: 92). The origin of this instrument dates back<br />

to the centuries of before Christ (B . C ). An example of a<br />

similar double-pipe pattern in Anatolia was discovered in<br />

excavations in Hungary and was ascertained to belong to<br />

the Avar Turks. Samples of the same instrument also exist<br />

in Turkestan, with the name of “koşney”. Bagpipe also common<br />

among the Kyrgyz Turks.<br />

It is necessary to add to these wind instruments the “mey”<br />

in Anatolia, “balaban” in Azerbaijan, and the instrument<br />

known as “bulaman, baliman” in Turkmenistan and other<br />

Turkish regions. “Mey”, seems like pipe, composed of a body<br />

and a sound producer flat reed nozzle which is attached to<br />

the mouth side, is one of the indispensable instruments for<br />

small and indoor spaces with its weightlessness and mat<br />

voice. (Özbek, 1975:92). Whether there are some varieties<br />

made of hard wood such as hornbeam, walnut, but the<br />

most widely-accepted one is made of plum trees. Mey is<br />

widely used in Erzurum, Kars, Gümüşhane and Erzincan regions<br />

and today it is also favorite among folk music groups<br />

in various places of our country. In the case of polyphonic<br />

music group, it is essential to use a variety of keys, in order<br />

to show the sounds of each instruments in the closest way<br />

to the height of the hearing. Mey can be used competently<br />

as a solo instrument in the group. In group performances,<br />

mey can play melody, accompany and perform ”dem”<br />

(to accompany an instrument with another instrument or<br />

sound.) Forms of present-days consist of three parts: the<br />

main body, the reed and the clip attached to the reed. The<br />

samples in Azerbaijan and Turkmenistan are slightly longer<br />

and have a loud sound. Evliya Çelebi mentions mey as<br />

“Turkmen reed pipe” and says that he is known as “belban,<br />

Music Culture<br />

121<br />

Müzik Kültürü


Common Heritage<br />

122<br />

Ortak Miras<br />

destanlarını anlatan akınlar “komuz” çalarlar. Altay Türklerinin<br />

de başlıca musiki aletlerinden biridir. Dede Korkut<br />

Kitabı’nda “kolca kopuz getürüp ilden ilebigdenbige ozan<br />

gezer” ifadesi gibi kopuzla ilgili pek çok ibare yer alır. Kopuz,<br />

daha sonra farklı coğrafyalarda değişip gelişerek bugün<br />

bağlama adıyla bilinen sazlarınatası olarak kabul edilir.<br />

Araştırıcılar, bağlama adı verilen tezene veya parmakla<br />

çalınan çalgı/çalgıların diğerlerine göre başat bir unsur ve<br />

tam anlamıyla bir Türk çalgısı olduğunu belirtirler (Reinhard,<br />

2007: 86). Bu sazlar değişen ebatlarına, tel sayılarına<br />

veya icra ortamlarına göre farklı adlar alırlar. Küçük olanlara<br />

genellikle cura, büyüklere divan sazı, meydan sazı denir<br />

ve Türk dünyasının pek çok bölgesinde örnekleri bulunur.<br />

Anadolu’da “meydan sazı, divan sazı, bağlama, bozuk,şeştar,<br />

tambura, çöğür, cura, bulgarı, tar, üçtelli” gibi çeşitleri<br />

görülen telli çalgının, Orta Asya Türkleri arasında “dombıra,<br />

dutar” adlarıyla bilinen çeşitlemeleri vardır. Anadolu’da<br />

“tırnak kemane” adıyla bilinen ve özellikle yakın zamanlara<br />

kadar Teke yöresinde yaygın olan, çeşitli toplantıların vazgeçilmez<br />

çalgısı, eski göçerevli hayatın bir ürünüdür ve kopuzun<br />

günümüze ulaşan örneklerindendir. Ayrıca telli olup<br />

bir yay veya ok ile çalınan çalgıların da kopuzun türevleri<br />

olduğu, “ıklıg/oklu ıklıg, kıl kopuz, kabak kemane, rebab,<br />

eğit,kıyak/gıcak,gircek, kemençe, gıygıy” gibi adlarla anıldığı<br />

görülür.“Iklığ” Türkçe bir kelimedir. Türk toplumunun<br />

tarihte yakın ilişkilerde bulunduğu ve komşuluk yaptığı ülkelerin<br />

dillerinde böyle bir kelimenin varlığına rastlanmaz.<br />

Türkler çalgıyı bulduklarında çalgının tellerini önce at kılından,<br />

daha sonrada bağırsak kirişten yapmışlardır. “Ok”<br />

adını verdikleri yayda da aynı şekilde at kılları kullanmışlardır<br />

(Kafesoğlu, 1984:207). Günümüzde “kabak kemane ve<br />

kemençe” denilen sazlarımızın atası da “yaylı kopuz ve ıklığ”<br />

kabul edilmektedir. Kabak kemane gibi kemençe de en<br />

eski Türk halk çalgıları arasında gösterilmektedir. Telli, deri<br />

kapaklı ve yaylı bir çalgı olan kabak kemane, Orta Asya ile<br />

Anadolu Türk <strong>ortak</strong> müzik kültürünün yaşayan açık örneklerinden<br />

biridir.<br />

Tezene, parmak veya bir yay ile çalınan telli sazlar, daha<br />

çok kapalı mekânlardaki icralarda görülür. İnsanların sevgi-<br />

saygı duyguları, Tanrı’ya yakarışları, dertleri-tasaları bu<br />

sazlarla dile getirilir. Araştırma verilerine göre mitolojik ve<br />

epik dönemlerin dini törenleri, kutlama ve anma ritüelleri<br />

bu sazların eşliğinde söylenmiştir. Kahramanlık destanlarını<br />

icra eden ozanlar, akınlar, yıravlar, baksılar, kaycılar, Anadolu’da<br />

âşık adıyla bilinen uzman anlatıcılar, sözlerini bu<br />

sazlarla birleştirerek terennüm etmişlerdir. Türk dünyasının<br />

her yerinde bilinen Alpamış, Manas, Köroğlu gibi kahramanların<br />

maceraları, Dede Korkut’un diliyle “gazi erenlerin başından<br />

geçenler” nasıl bu sazlarla anlatılmışsa, bugün Teke<br />

yöresinde söylenen “Avşar Beyleri” türküsü de aynı destani<br />

balaban” in Central Asia. The eight-hole “Baliman”, which is<br />

used among Uighur Turks and stolen in the flat, is the same<br />

type of instrument. The eight-hole “Baliman”(Arslan-Öger,<br />

2007: 79), which is used among Uighur Turks and played<br />

by holding straight way, is among the same type of instruments.<br />

One of the considerable mutual thing of the Turkish common<br />

music culture is the stringed instruments. As of viewing<br />

from the earliest written sources, strings, with a wide range<br />

of nomenclature, are used in a sense that carved from the<br />

trees that usually believed to be blessed, and strings made<br />

of hair from flowing mane horse are installed and in the<br />

sense that it has a sacred meaning. It is stated that, when<br />

looking through to the origin of these instruments, we are<br />

confronted with the thoughts and traces of the Turkish<br />

equine culture, they are all “ smitten with and faithful to the<br />

sounds of horse hair”. Among Turks, the traces of stringed<br />

instruments first appear in the murals found during excavations<br />

in the Middle Ages in Central Asia. People are thought<br />

to realize their communication with the music firstly by imitating<br />

the voices they hear in nature. Human being is presumed<br />

to imitate the whistling sounds that the breezy winds<br />

make by striking the broken reeds in the reedies and also<br />

the sounds they have made in their painful and joyful days<br />

are believed to give their first musical feelings. The early<br />

Turks were inspired by the sound came from the arrows they<br />

used to hunt or fight, and they used it as a musical instrument<br />

(Gazimihal, 1958:5-7).<br />

Kopuz (Lute), is the oldest of string instruments. Besides<br />

being a tool that is used for pedagogy and evil spirits, it<br />

also has the symbolism of “ holy man, supremeness”. (Ögel,<br />

1987b: 5). The preliminary vivid information about it is found<br />

in Uighur texts. Buğgü Kağan who is called İdikut from Uighur<br />

rulers is mentioned as playing Kopuz very well. It is<br />

such an instrument that is made up of horsehair and onestringed,<br />

undertaking religious functions, such as kam and<br />

baksı played by ozans (minstrel) and its sound is believed<br />

to call up good spirits and dismiss evil spirits. Among the<br />

Kyrgyz Turks, lyric folksongs performers and love epic improvisers<br />

play “lute”. It is also is one of the main musical instruments<br />

of the Altay Turks. In the Dede Korkut Book, there<br />

are a lot of phrases about kopuz like the expression “kolca<br />

kopuz getürüp ilden ilebigdenbige ozan gezer” (Means:The<br />

ozan (minstrel) plays the kopuz and rides with him). Kopuz,<br />

later evolved and shaped in different geographies, is now<br />

accepted as the predecessor of instrument known by the<br />

name of “bağlama”.<br />

The researchers indicate that, the instrument called “bağlama”,<br />

which is being plucked with a plectrum or finger, is a


duyguların, hatıraların benzer saz ve ezgilerle yansıdığı örneklerden<br />

biridir.<br />

Farklı mekân ve icra ortamlarında saz ile sözün bütünleştiği<br />

ve kültür alanı içinde insanların ortaya koydukları bu muhteşem<br />

müzik zenginliği, herkesin kendinden bir şeyler bulduğu<br />

<strong>ortak</strong> bir dünya oluşturur. Söylenen bir ağıt bile olsa,<br />

insan kendinden bir parça bulur. Musiki aletleriyle birleşen<br />

sözler, algı ve düşünce dünyasında yeni bir kimlik kazanır ve<br />

nesilden nesile aktarılır.<br />

Sazlar eşliğindeki ezgilerle bütünleşen sözler Türkçede<br />

“türkü, hava, yır, küy, gayda” gibi değişik adlar alır. Yapısı,<br />

konusu, ezgisi bakımından farklı şekillerde icra edilen ve<br />

adlandırılan türküler, başlangıçta bir kişi tarafından söylenmiş<br />

olsa bile zamanla <strong>ortak</strong> dünyanın ve toplumun malı<br />

olur, anonimleşir. Türk insanı içini türkülere döker. Sevincini<br />

heyecanını, acısını, sırlarını, sevdasını, hatıralarını türküler<br />

vasıtasıyla aktarır. “Türküz türkü çığırırız” diyerek binlerce<br />

yıllık tarihsel seyrini türkülerle dile getirmiştir. İster Anadolu,<br />

ister Azerbaycan, ister Balkanlar ya da Orta Asya olsun,<br />

her türkünün sosyal, siyasal, dini ve kültürel hayatın içinde<br />

önemli işlevleri olduğu görülür. Denilebilir ki, türküler Türklerin<br />

kimlik kartıdır.<br />

Araştırıcılar türküleri farklı tasniflere tabi tutmuşlardır. İçeriklerine,<br />

ezgilerine, söyleyiş tarzlarına göre veya bazen aynı<br />

türü bazen farklı türleri anlatan “uzun hava, bozlak, kırık<br />

hava, gurbet havası, bayatı, deyiş” şeklindeki sınıflandırmadominant<br />

element and a Turkic instrument in comparison<br />

to the others of the finger-plucked instruments. (Reinhard,<br />

2007: 86). These instruments are given different names<br />

depending on their varying sizes, number of strings or rendering<br />

ambients. The smaller ones are usually called “cura”,<br />

the biggest one is “divan”, “meydan” (the largest of the<br />

family in terms of both body size and fingerboard length.<br />

It is generally played in a plain, unornamented style, and<br />

is used for playing at low pitch. It has seven strings in three<br />

groups.), and there are samples in many parts of the Turkish<br />

world. This string instrument whose variations can be<br />

seen in Anatolia such as “meydan, divan, bağlama, bozuk,<br />

şeştar, tambura, çöğür, cura, bulgarı, tar, üçtelli”, has also<br />

other varieties known as “dombra, dutar” among Central<br />

Asian Turks. Moreover, bağlama has been known in Anatolia<br />

as “nail kemane” and been widely spread especially in the<br />

Teke region until recently, an indispensable instrument of<br />

various meetings, an output of the immemorial immigrant<br />

life, and an extant sample of Kopuz. It can be seen that the<br />

stringed instruments, which are plucked with a bow or an<br />

arrow are the models of kopuz, and are mentioned with the<br />

names such as “gum / oklu gum, gum kopuz, zucchini kemane,<br />

rebab, educ, kucak / gicak, gircek, kemençe, gıygıy”.<br />

“Iklığ “is a word in Turkish. In the languages of the countries<br />

where the Turkish community has close relations in the<br />

past and where they have neighbors, there is no evidence<br />

for the existence of a such word. When the Turks invent the<br />

instrument, they pruduced strings from hores hairfirst, then<br />

Music Culture<br />

123<br />

Müzik Kültürü


Common Heritage<br />

124<br />

Ortak Miras<br />

lar ortaya koymuşlardır. Bu sınıflamaların hepsi, incelemelerde<br />

amaçlanan ana konuya yönelik kolaylık sağlamakla<br />

birlikte, türkü adı ezgiyle sözün bütünleştiği bir üst kimlik<br />

olarak değer ve anlam kazanmıştır. Her bir türkünün kendi<br />

bağlamı içinde değerli ve anlamlı olduğu düşünülmektedir.<br />

Adı ve çeşidi ne olursa olsun, türkülerin en önemli özelliği<br />

içinden çıktığı topluma has oluşu ve Türk <strong>ortak</strong> müzik kültürünün<br />

yaygın ve hâkim ürünü olmasıdır.<br />

Bu özelliği en belirgin kılan örnekler içinde en ilginç olanlarından<br />

biri boğaz havaları, boğaz gaydalarıdır. Türkmenistan’da,<br />

Kıpçak Türklerinde, Türklerin en eski yurtları olarak<br />

bilinen Altay-Sayan bölgelerinde yaygın olarak görülen<br />

boğaz havaları, Batı Anadolu’da, Teke yöresindeözellikle<br />

Burdur, Denizli, Antalya, Isparta bölgelerinde de benzer<br />

şekilde görülür. Altay’ın kuzeyindeki Tuva bölgesinde geleneksel<br />

müziğin en önemli türlerinden olan boğaz havalarının<br />

eşlik çalgısı“igil, iki ve khıl” sözcüklerinden oluşmaktave<br />

iki telli anlamına gelmektedir Benzerleri Sibirya’daki<br />

Altay Cumhuriyeti’nde “ikili”, Hakasya Cumhuriyeti’nde “ıkh,<br />

ıyık”,Orta Asya Türklerinde ise“kobuz, ağız kobızı”adlarıyla<br />

bilinir. Boğaz havaları Teke yöresinin en ilginç ezgilerinin<br />

başında gelir. Hayvancılığa ve çobanlığa bağlı hayat tarzına<br />

özgüdür. Diğer Türk bölgelerinde olduğu gibi insan sesi ve<br />

çalgılarla yapılmaktadır. Kaval, üç telli cura ve kemik düdük<br />

gibi enstrümanlarla çalındığı gözlemlenir. Boğaz havalarının<br />

günümüze ulaşabilmeleri ise daha çok bağlamaçalanlar<br />

olmak üzere sipsi, kemane, kavalgibi sazlara insan sesinden<br />

aktarılmaları neticesinde olmuştur. Boğaz havalarının çıkışı<br />

from the gut. They used horsehair in the same way in the<br />

bow that they named “Ok”(Kafesoğlu, 1984:207). Today,<br />

“spring kopuz ve gıklığ” are accepted as the roots of the<br />

instruments named “kabak kemane and kemençe”. Kabak<br />

kemane is also considered to be one of the immemorial<br />

Turkish folk instruments such as kemane. Kabak kemane, a<br />

stringed, leather covered body, bowed string instrument, is<br />

one of the living examples of Central Asian and Anatolian<br />

Turkish common music cultures.<br />

Tezene (plectrum), stringed instruments, played with a finger<br />

or a bow, are mostly seen in renderings closed spaces.<br />

Human being’s feelings of love, respect, appeal to God, and<br />

troubles are expressed with these instruments. According to<br />

datas from researches, religious ceremonies of mythological<br />

and epic periods, rituals of celebration and commemoration<br />

were realised with the accompaniment of these instruments.<br />

The poets who performed heroic legends, akıns,<br />

yırav, baksı, kaycılar (all four types of people are generally<br />

called “story teller”), the expert narrators known as “Aşık”<br />

(mostly similar meaning with “minstrel”: a travelling musician<br />

and singer) in Anatolia had rendered their lyrics accompanied<br />

by these instruments. Just the adventures of<br />

heroes such as Alpamış, Manas, Köroğlu known all over the<br />

Turkish world and Dede Korkut’s “gazi erenlerin başından<br />

geçenler” (experneces that veterans -holy men had) had<br />

been narrated accompanied by these instruments, and<br />

likewsie The “Avşar Beyleri” song, today in Teke region.<br />

Combination of instrumet and lyric in different ambientes<br />

and venues and this magnificent musical diversity that people<br />

create in the field of culture, create a common world in<br />

which everyone finds something belong to themselves. .<br />

If there is even such a lament, man finds himself a part of<br />

himself.<br />

Even if the singing is a lament, humans feel something<br />

emotional of their own. The lyrics combined with musical<br />

instruments acquire a new identity in the world of perception<br />

and thought, and are transmitted from generation to<br />

generation.<br />

In Turkish language, the lyrics that are integrated with the<br />

melodies accompanied by instruments are given different<br />

names, such as “türkü (folk song), hava, yır, küy, gayda”.<br />

Türküs (Folk Song) that is rendered in diffrent tones interms<br />

of its form, theme, melody, even though it was rendered by<br />

one person for he first time, by passage of time, it becomes<br />

a common value to the common world and society, and becomes<br />

anonymous. Turkish people disburden their mind to<br />

türküs. They express their happinesses, excitements, pains,<br />

secrets, loves and memories by means of türküi. By repetaing<br />

the saying “Türk’üz türkü çığırırız “ (We are Turks that


ve ismi ile ilgili çeşitli görüşler mevcuttur. Bunlardan en çok<br />

kabul edilen görüş boğaz havalarının hayvancılık yapan ve<br />

kaval çalmayı bilmeyen kız çobanların hayvanları gütmek<br />

için kavalı taklit ederek ortaya çıkardıkları görüşüdür. Boğaz<br />

havalarının çoğunlukla kız çobanlar tarafından yapılması da<br />

bu görüşü destekler. Diğer yandan boğaz havalarını guguk<br />

kuşunun sesinin taklit edilerek ortaya çıkmış olduğu da düşünülür.<br />

Guguk kuşu Yörükler için özel bir öneme sahiptir,<br />

göç zamanının geldiğini haber verir. Bu sebeple “mutluluk<br />

verici ve uğurlu” sayılmaktadır. Dolayısıyla “boğaz havaları”<br />

veya “boğaz çalma” mitolojik dönmelerden itibaren Türklerin<br />

tabiatla bütünleşmelerini ifade eden ve bunun ezgi-söz<br />

bütünleşmesiyle ortaya çıkan, tarih boyunca süregelen <strong>ortak</strong><br />

örneklemelerinden biridir.<br />

Sazın ve sözün bütünleştiği türkü söyleme geleneği içinde<br />

“Barak havaları, bozlak havaları, Cezayir havaları” gibi örneklerde<br />

<strong>ortak</strong> kültürün yansımalarıdırlar. Barak havaları,<br />

Orta Asya’dan Anadolu’ya göç etmiş Barak Türkmenlerine<br />

has, ölçü ve ritim bakımından serbest olan ancak dizisi bilinen<br />

ve dizi içindeki seyri belli kalıplara bağlı uzun havalardır.<br />

Erkekler tarafından sohbet ortamlarında bağlama,<br />

düğün ortamlarında ise davul-zurna eşliğinde icra edilirler.<br />

Bozlaklar da uzun hava formunda icra edilen çalma ve<br />

söyleme biçimidir. Aşk, yiğitlik, mertlik, ayrılık, gurbet, sıla<br />

özlemi konularıyla birlikte, aşiret kavgalarını da konu edinir.<br />

Tiz ses perdelerinden pes ses perdelerine doğru inen geniş<br />

bir seyir karakteri yanında süslemelerle bezenmiş çalma ve<br />

söyleme tekniği bozlağın ezgisel olarak belirgin özelliğidir.<br />

Bağlama, keman, def, zil gibi çalgılar eşliğinde icra edilirler.<br />

Cezayir havaları ise, sözlü ve sözsüz olabilme özelliğiyle<br />

oyun ve oyun dışı bağlamlarda icra edilirler. Günümüzde<br />

özellikle kına, düğün ve eğlencelerin tercih edilen türkülerindendir.<br />

Öte yandan ozanlık, bahşılık, âşıklık adlarıyla<br />

Türk dünyasında süregelen gelenek içinde tespit edilen iki<br />

yüz civarında saz havasının, ezginin (Oğuz, 2001: 49-50)<br />

bulunduğu, Türk <strong>ortak</strong> müzik kültürünün anlaşılmasında<br />

önemli veriler sunduğu da dikkate alınmalıdır.<br />

Türkiye’de “atışma, karşılama, deyişme, karşıberi, atma<br />

türkü” gibi adlarla gerek âşıklık geleneği içinde gerekse<br />

şenliklerde, düğünlerde, kutlama törenlerinde görülen<br />

karşılıklı “mani” veya “türkü” söyleme geleneği de Türk müzik<br />

kültürünün müştereklerindendir. Başkurt Türklerinde<br />

“möngebettabıw”, Kırgızlarda “baylanış, baylamta”, Özbeklerde<br />

“aytişuv”, Türkmenlerde “aytış, aytış-tartış”, Uygurlarda<br />

“eytiş” adlarıyla bilinen ve tarafların aynı ezgi eşliğinde<br />

türkünün sözlerini karşılıklı olarak icra etmesine dayanan<br />

atışmalar, yarışma, kendini ispat etme, sosyal kaynaşma işlevleriyle<br />

günümüzde de sürdürülmektedir.<br />

Türk <strong>ortak</strong> müzik kültürünün diğer önemli müştereklerinden<br />

we sing türkü) pleasantly, they declare their thousands of<br />

years of historical progress. Whether in Anatolia, Azerbaijan,<br />

the Balkans, or Central Asia, it is understood that every<br />

Türkü has significant functions in social, political, religious<br />

and cultural life. Thaty is to say, Türküs are the identity card<br />

of the Turks.<br />

The researchers have assorted türküs with different classification.<br />

They put forwrad such classifications according<br />

to their contents, melodies, tones, or, “uzun hava, bozlak,<br />

kırık hava, gurbet havası, bayatı, deyiş” that are sometimes<br />

handling the same theme some times different. All of these<br />

classifications, along with having facility with respect to the<br />

teheme, The name türkü has gained value and meaning as<br />

an upper identity in which melody and lyric have been integrated<br />

. Each Türkü is thought to precious and meaningful<br />

in its own context. Whatever the name and form, the most<br />

important characteristic of the Türküs is being peculiar to<br />

the community that they originate from and a widespread<br />

and dominant output of the Turkish common music culture.<br />

Boğaz Havaları (throat tune) / boğaz gaydası (throat gayda)<br />

is the one of the most prominent examples that bringing<br />

out this feature. Throat tunes, that extensively seen in<br />

Turkmenistan, among Kipchak Turks, in Altay-Sayan regions<br />

which are known as Turks’ oldest dormitories, appears<br />

with the same features in Western Anatolia, Teke region in<br />

Burdur, Denizli, Antalya and Isparta regions. In the Tuva region<br />

of northern Altay, accompaniment music instrument of<br />

throat tunes that one of the most important form of traditional<br />

music is composed of the words “igil, iki ve khıl” and<br />

means “double stringed”. Similar samples are known in the<br />

Altay Republic of Siberia as “ikili”, in Khakassia Republic as<br />

“ıkh, ışık”, and among Central Asian Turks as “kobuz, ortoyebob”.<br />

The throat tunes are among the most interesting melodies<br />

of the Teke region. It is unique to life style founded<br />

upon livestock and shepherding. It is rendered with human<br />

voice and instruments as it is in other Turkish regions. It is<br />

observed to be performed with instruments such as Kaval,<br />

three-strined cura and bone-pipe. The extant of throtat<br />

tunes has eventuated as a result of the transmission of<br />

human voice to to the sipsi, kemane, kaval, and other instruments,<br />

mostly by bağlama player. There are various<br />

opinions about the birth of throat tunes and the name. The<br />

most widely accepted view is that female shepherds who<br />

do not know how to play kaval have rendered by imitating<br />

kaval to feed animals. The fact that the throat tunes are<br />

mostly composed by female shepherds also supports this<br />

view. On the other hand, throat tunes are thought to come<br />

into existence as a result of imitating the voice of a cuckoo.<br />

The cuckoo bird has a special consideration for Yörüks<br />

(nomads); It heralds the forthcoming migration. For this<br />

Music Culture<br />

125<br />

Müzik Kültürü


Common Heritage<br />

126<br />

Ortak Miras<br />

biri de makam müzikleridir. Türk-İslam kültürü çerçevesinde<br />

şekillenen makam müzikleri geleneksel ses ve tınılarla<br />

birleşerek kendine haslık oluşturur. Türk dünyasının farklı<br />

coğrafyalarında makam adları, kullanılan musiki aletleri<br />

ve icra edenlerin tavırları yönünden önemli benzerliklerle<br />

karşılaşmak mümkündür. Makam müzikleri ses dizilerinin<br />

belli kurallara göre kullanılmasıdır. Makamların dizileri<br />

aralıkları eşit ve toplamı 53 koma olan sekiz sesten oluşur.<br />

Dizileri aynı olan makamlar birbirlerinden seyirlerine göre<br />

ayrılırlar. Bu yüzden makamda seyir önemlidir. Türk makam<br />

müziğinde makamlar, “basit, bileşik ve göçürülmüş” olmak<br />

üzere üçe ayrılır. Bugüne kadar Türk makam müziğinde<br />

590 makam tespit edilmiştir. Ancak bunların tamamı yaygın<br />

olarak kullanılmaz. Günümüzde Türkiye’de olduğu gibi<br />

Uygur ve Özbek Türkleri arasında da yaygın olarak kullanılan<br />

ve “on iki makam” adıyla bilinen makamlar, İslamiyet’in<br />

kabulünden sonra inşa edilen <strong>ortak</strong> Türk-İslam kültürünün<br />

en önemli göstergesidir. On iki makam, Müslüman Türklerin<br />

yaşadığı pek çok yerde de karşımıza çıkar. Bunlar, “Rast, Hüseyni,<br />

Çebbayat, Müşavirek, Çargah/Çehargah, Pencigah,<br />

Özhal, Acem, Uşşak, Bayat, Neva, Segah, Irak” adlarıyla bu<br />

<strong>ortak</strong>lığı tescil etmektedirler. Özellikle Uygur Türk müziği,<br />

on iki makam etrafında şekillenmiş ve “meşrep” adı verilen<br />

eğlencelerde bugüne kadar sergilenmiştir (Arslan-Öger,<br />

2007: 72).<br />

Sonuç olarak Türk <strong>ortak</strong> müzik kültürü, sazıyla, sözüyle, ezgileriyle<br />

binlerce yıllık birikimini yansıtan bir kültür hazinesidir.<br />

Tarihin derinliklerinden akıp gelen bir ruh nehri gibi,<br />

Türklerin <strong>ortak</strong> algı ve düşüncelerini günümüze kadar taşımaktadır.<br />

Günümüzün küreselleşen kültür dünyasında, <strong>ortak</strong><br />

kültürel bellek ve toplumsal kimlik kodlamalarının tarihi<br />

sürekliliğini sağlamak bağlamında, <strong>ortak</strong> müzik unsurlarının<br />

faaliyet alanlarını genişletmek ve Türk müzik kültürüne yönelik<br />

farkındalığı arttırmak hem milli hem bilimsel bir gerekliliktir.<br />

KAYNAKLAR:<br />

• ARSLAN, Mustafa, Adem ÖGER (2007). “Uygur Türklerinde Bazı Çalgılar ve<br />

Çin Kültürüne Etkisi”, Halk Müziğinde Çalgılar Uluslararası Sempozyumu<br />

Bildirileri, 14-17 Aralık, Kocaeli.<br />

• ÇOBANOĞLU, Özkul (2004). Türk Dünyası Ortak Atasözleri, Ankara.<br />

• ESİN, Emel (2006). Türklerde Maddi Kültürün Oluşumu, İstanbul.<br />

• GAZİMİHAL, Mahmut Ragıp (1958). Asya ve Anadolu Kaynaklarında Iklığ,<br />

Ankara.<br />

• KAFESOĞLU, İbrahim (1984) Türk Milli Kültürü, İstanbul.<br />

• OĞUZ, M. Öcal (2001). Halk Şiirinde Tür, Şekil ve Makam, Ankara.<br />

• ÖGEL, Bahaeddin (1987a). Türk Kültür Tarihine Giriş-8, Ankara.<br />

• ÖGEL, Bahaeddin (1987b). Türk Kültür Tarihine Giriş-9, Ankara.<br />

• ÖZBEK, Mehmet (1975) Folklor ve Türkülerimiz, İstanbul.<br />

• ÖZDEMİR, Nebi (2005). Türk Eğlence Kültürü, Ankara.<br />

• REİNHARD, Kurt-Ursula (2007). Türkiye’nin Müziği, Çev. Sinemis Sun,<br />

Ankara.<br />

• TURHAN, Salih (2000). Türk Halk Müziğinde Çeşitli Görüşler, Ankara.<br />

• TÜRKER, Seher Keçe (2007). “Halk Müziğinde Çoban-Kaval-Sürü”, Halk<br />

Müziğinde Çalgılar Uluslararası Sempozyumu Bildirileri, 14-17 Aralık,<br />

Kocaeli.<br />

reason, it is acknowledged as “happiness and auspicious”.<br />

Consequently, throat tunes has been one of the common<br />

samples that expressing the integration of the Turks into<br />

nature from mythological turns and being the result of the<br />

integration of melody-lyrica and that have been going on<br />

for ages.<br />

In the tradition of singing folk songs integrated with instrument<br />

and lyric, “Barak havaları (melodies), bozlak havaları<br />

(melodies), Cezayir havaları (melodies)” are reflections<br />

of common cultures. Barak amelodies are the uzun havas<br />

(long melodies) that is unique to Barak Turkmens who migrated<br />

from Central Asia to Anatolia, and having freeform<br />

in terms of bar(metric) and rhythm, but whose series are<br />

known but the course in the series is linked to certain bars.<br />

They are performed by men in special chats with accompniment<br />

of bağlama, and while in weddings with accompaniment<br />

of drums-zurna (horn). Bozlaks are a playing and<br />

rendering variation of uzun hava (long melody). It takes in<br />

hand the subjects of love, bravery, manliness, separation,<br />

dignity, and longing for home, as well as tribal quarrels. Beside<br />

having a wide course character descending from the<br />

treble pitches to the sound pitches, the ornamented playing<br />

and singing technique is a melodic distinctive feature<br />

of the bozlak. They are performed in the accompaniment of<br />

instruments such as bağlama, violin, def, bell. Algeria melodies<br />

are performed in play and non-play contexts along<br />

with the verbal and non-verbal feauture. Today, they are<br />

favorite türküs especially for henna night, weddings and<br />

fun. On the other hand, it should be taken into acount that,<br />

there are over 200 pieces of instrumental melodies (Oğuz,<br />

2001: 49-50) which is determined in the continuing tradition<br />

in the Turkish world with the names of poetry, bahşılık,<br />

minstrelsy and laying important datas to undertand Turkish<br />

mısic cıulture.<br />

Tradition of mutual “mani söyleme“ (“Turkish folkloric poem<br />

rhyme scheme”: has different features, in terms of subject<br />

and form including emotions like love, sorrow, fun etc. Manis<br />

reveal the social life, pperspective of life, and native use<br />

of phrases peculiar to the region that arise from.), that can<br />

be seen in Turkey, with the names such as “atışma, karşılama,<br />

deyişme, karşıberi, atma türkü “ (a satiric altercation<br />

between two minstrel by using rhyme verses) in festivals,<br />

weddings, celebration ceremonies, is a common of Turkish<br />

music culture. Atışma, known as “möngebettabıw” in the<br />

Bashkir Turks, “baylanış, baylamta” in the Kyrgyz, “aytişuv”<br />

in the Uzbeks, “ayışış, ayışış-tartış” in the Turkmen and<br />

based on rendering of the lyrics mutually acompanied by<br />

the same melody, is still being sustained today with function<br />

of competition, self-proving and social cohesion.


One of the other important commons of the Turkish music<br />

culture is makam music. The makam music, formed in the<br />

frame of Turkish-Islamic culture, combines with traditional<br />

timbres and sounds to create its own peculiarity. In different<br />

geographies of the Turkish world, it is possible to encounter<br />

significant similarities, in terms of the names of the<br />

makams, the instruments of music and the attitudes of the<br />

performers. Makam music is the implementaion of sound<br />

sequences according to certain rules. The makams consist<br />

of eight sounds with equal sequence intervals (ses dizisi<br />

aralıkları) and a total of 53 coma. The same set of makams<br />

are separated from each other according to their compasses<br />

(seyir). This is why compass is important for a makam.<br />

In Turkish makam music, the makams are classified into<br />

three forms, they are “simple, compound and göçürülmüş”.<br />

Up to today, 590 makams have been identified in Turkish<br />

makam music. However, not all of them are widely used. As<br />

it is in Turkey nowadays, the makams commonly known as<br />

“oniki makamlar”, which are also widely used among Uygur<br />

and Uzbek Turks, are the most important indicators of the<br />

common Turkish-Islamic culture that was built after the<br />

acceptance of Islam. The Oniki makam is also confronted<br />

in many places where Muslim Turks live. They are registering<br />

this commonnes with their names as; “Rast, Hüseyni,<br />

Çebbayat, Müşavirek, Çargah/Çehargah, Pencigah, Özhal,<br />

Acem, Uşşak, Bayat, Neva, Segah, Irak”. In particular, Uighur<br />

Turkish music has been formed according to Oniki makam<br />

and also performed in the entertainments, called “meşrep”<br />

thus far. (Arslan-Öger, 2007: 72).<br />

Music Culture<br />

127<br />

Müzik Kültürü<br />

Consequently, the Turkish common music culture is a cultural<br />

treasure reflecting the accumulation of thousands of<br />

years with its instruments, lyrics and melodies. Like a river<br />

of spirit flowing through the depth of history, it carries<br />

the common perceptions and thoughts of the Turks up until<br />

now. In today’s globalized cultural world, it is both a national<br />

and a scientific necessity to expand the fields of activity<br />

of common musical elements and to raise awareness<br />

of Turkish music culture, in terms of ensuring the historic<br />

sustainibilty of the common cultural memory and social<br />

identity encoding.<br />

BIBLIOGRAPHY:<br />

ARSLAN, Mustafa, Adem ÖGER (2007). “Uygur Türklerinde<br />

Bazı Çalgılar ve Çin Kültürüne Etkisi”, Halk Müziğinde Çalgılar<br />

Uluslararası Sempozyumu Bildirileri, 14-17 Aralık, Kocaeli.<br />

ÇOBANOĞLU, Özkul (2004). Türk Dünyası Ortak Atasözleri,<br />

Ankara.


Dr. Pınar KARATAŞ<br />

Bilge Yapım<br />

Var olduğu günden bu yana insanın hayatta kalmak<br />

için doğa ile verdiği mücadele...<br />

The struggle of human being against nature to survive siince creation...


Var olduğu günden bu yana insanın hayatta kalmak için doğa ile verdiği mücadele, onu<br />

doğanın zorlayıcı şartlarına karşı çözüm üretmek durumunda bırakmıştır. Kültür ise bu<br />

çözümlerin bir bileşkesi olarak en genel ifadeyle insanın doğaya eklediği her şey olarak<br />

tanımlanmaktadır. Doğa ile verilen mücadelede,öncelikli ihtiyaçlardan biri olan barınmaya<br />

cevap vermek üzere ortaya çıkan mimari, kültürün maddi boyutu içerisinde yer<br />

almaktadır.<br />

07 Ev & Mimari<br />

House - Architecture<br />

The struggle of human being against nature to survive since creation, has obligated him<br />

to generate solution to the challenging conditions of the nature. Culture, on the other<br />

hand, can be defined as everything human being added to nature, as a compound of<br />

these solutions. The architecture that emerged to meet the need for shelter, which is<br />

one of the primary needs within the scope of struggle against nature, is within the temporal<br />

aspect of the culture.


Common Heritage<br />

130<br />

Ortak Miras<br />

Kültür ile maddenin birleşim olan maddi kültür, başlangıçta<br />

ister istemez nesnelerle başlayan ancak onunla bitmeyen<br />

bir yapıya sahiptir ve kültürün algılanış biçimlerinde saklı<br />

olan anlamlarla birlikte var olmaktadır (Glassie1999:41).<br />

İnsanlara görülebilen ve dokunulabilen şeyleri üretmek<br />

için planlar, yöntemler ve nedenler sağlayan bilgi paçalarını<br />

içermektedir (Glassie1986:2). Maddi kültür onu ortaya<br />

koyan insanlarla birlikte anlam taşımaktadır. Zihindeki soyut<br />

anlam ile görünen somut nesne, onu ortaya koyan yaratıcısında<br />

birleşmektedir (Glassie1999:41). Bu bağlamda<br />

insanın doğadan aldığı maddeyi, yaratma arzusu ile birleştirerek<br />

ortaya koyduğu unsurlar söz konusudur. Mimari ise<br />

ihtiyaç, yaratıcılık ve madde üçgeninde ortaya çıkan en temel<br />

unsurlardan biri olarak dikkat çekmektedir.<br />

İddialara, isimlere, anılara ve umutlara fiziksel bir biçim<br />

veren mimari, kavramsal bir uğraş olarak fikirleri planlara,<br />

planları da başkalarınıngörebileceği yapılara dönüştürme<br />

işidir. Ancak mimari sadece maddeyi biçimlendirmekle<br />

kalmaz aynı zamanda insanlar arasındaki ilişkileri de biçimlendirir<br />

(Glassie 2005:232). Mimari onu planlayan, gerçekleştiren<br />

ve kullananlar arasındaki etkileşimin sonucunda<br />

ortaya çıkarak bunlar arasındaki iletişimin somut ifadesi<br />

olarak teşekkül eder. Türk kültüründe ise iletişimin bu somut<br />

ifadelerinin kökeni Orta Asya’ya uzanmaktadır.<br />

Orta Asya’da hayvancılığa bağlı olarak sürdürülen hayatta,<br />

sürülere otlak bulmak için yazın sıcak günlerinde “yaylak”<br />

denen yüksek yaylalara çıkılmış, kışın soğuğu gelmeden de<br />

“kışlak” denen düz ovalara inilmiştir. Sürekli olarak yer değiştirmeye<br />

dayalı olan bu yaşam tarzına en uygun barınak<br />

türü, kolay kurulup kolay sökülen göçer evler olmuştur. Türk<br />

çadırı ya da otağ olarak da anılan bu göçer evler, yuvarlak<br />

yatay bir bölümü, çeşitli şekillerde olabilen sivri tepeli ya da<br />

kubbeli silindir biçimli gövdesi, kamış örgüden ya da kirişlerle<br />

tutturulmuş tahta parçalarından oluşan esnek kafesli<br />

yapısı (Esin 2006:127) ile diğer kültürlerdeki benzerlerinden<br />

ayırıcı özellik göstermiştir.<br />

Mevsimlik olarak yaşam şartlarını düzenleyen ve genellikle<br />

yılda iki defa mekân değiştiren Türkler, yazın yaylaklarda<br />

keçe veya kıl evlerde yaşasalar da kışın kışlaklardaki ahşap<br />

veya kerpiç evlerde yaşamlarını sürdürmüştür. Bu anlamda<br />

yerleşik hayata yabancı değillerdir. Maveraünnehir, Talas<br />

ve Çu ovalarında yapılan kazılar, Türklerin bu hayat tarzının<br />

M.Ö. 3. ve 4. yüzyıllara dayandığını göstermektedir. Sahipleri<br />

belli olan kışlakların zamanla yavaş yavaş köylere ve<br />

yerleşim yerine dönüşmesi (Ögel 2000 a:3) yerleşik hayata<br />

geçiş sürecini başlatmış ve yerleşik yaşama dair öngörüler<br />

oluşturmuştur.<br />

Türklerde tam yerleşik yaşama geçme ve şehirler kurma fikri<br />

Göktürklerle beraber VI. yüzyılın sonlarına doğru ortaya çık-<br />

The temporal culture, as a combination of culture and matter,<br />

at the beginning has a structure that starts inevitably<br />

with objects, but also it does not end with it, and it exists<br />

together with the meanings concealed in the forms of perception<br />

in the culture (Glassie1999:41). It comprises information<br />

packs that provide plans, methods, and reasons for<br />

producing visible and touchable things for people (Glassie1986:2).<br />

Temporal culture has the meaning together with<br />

the people who reveal it. The concrete object that appears<br />

with its abstract meaning in mind merges in its creator,<br />

which reveals it(Glassie1999:41). In this context, there exist<br />

elements that human beings produce by combining matters<br />

from nature with the desire for creation. However architecture<br />

is one of the most fundamental elements emerging<br />

in the trio of need, creativity and matter.<br />

As conceptual task, architecture that physically styles ambitions,<br />

names, memories and hopes, is mainly the work of<br />

transforming ideas into plans and plans into the structures<br />

that others can see. But architecture not only shapes material,<br />

it also forms relationships among people (Glassie<br />

2005:232). The architecture is made up of the result of the<br />

interaction between those who plan, implement and use<br />

it and the concrete expression of the communication between<br />

them. As to Turkic culture, the root of these concrete<br />

expressions of communication extends to Central Asia.<br />

In Central Asia, in the life being spent based on animal husbandry,<br />

they climbed tablelands in order to find pasture for<br />

flocks in hot days of summer and before the cold of winter<br />

begins they came back to low plains called “winter quarters”.<br />

The nomad houses have been the most suitable type<br />

of shelter for this lifestyle, which is based on permanent<br />

displacement, for having the features of easily dismantling<br />

and easily pitching up. These nomad houses, also called<br />

Turkic tent or pavilion (otağ) differ from their congeners in<br />

other cultures with their main bodies having a round, horizontal<br />

part, and a steep crest or a domed cylindrical crust<br />

which can be in various forms; and their flexible cage structures<br />

consisting of wooden pieces attached by beams or<br />

braided reed (Esin 2006:127).<br />

Turks who regulate their living conditions seasonally and<br />

usually change the location twice a year, although, they live<br />

in tents which are made of felt or fur in summer, but they<br />

perpetuate their lives in wooden or adobe houses in winter.<br />

In this sense, they are not unfamiliar to permanent settlement.<br />

The excavations in Maveraunnehir, Talas and Plains<br />

of Chu, indicates that this life style of the Turks dates back<br />

to the 3rd and 4th centuries B.C.. The transformation of the<br />

winter quarters which have owners into village and towns<br />

(Ögel 2000 a:3) has initiated the transition process of permanent<br />

settlement and created predictions of settled life.


Ev & Mimari<br />

House & Architecture<br />

131


Common Heritage<br />

132<br />

Ortak Miras<br />

mıştır. Bazı Göktürk kağanları Çin etkisiyle yerleşik hayata<br />

geçme teşebbüslerinde bulunmuşlarsa da bu düşünce eyleme<br />

dönüştürülmemiştir. Yerleşik yaşama geçen ilk Türkler<br />

ise Uygurlar olmuştur (Sümer 1994:1-5). Uygurların yerleşik<br />

düzene geçişlerinin din değiştirmeye bağlı bir kültür<br />

değişikliği sonucunda gerçekleştiği görülmektedir. Bu bağlamda<br />

Türklerin Anadolu’ya gelişi, yerleşik yaşama geçişi ve<br />

İslam dininin kabulünün hemen hemen eşzamanlı süreçler<br />

olarak gelişmesi de dikkate değerdir.<br />

Anadolu’ya gelen Türklerin göçer evli yaşam tarzı yerini yavaş<br />

yavaş yerleşikliğe bırakmıştır. Türklerin beraberlerinde<br />

getirdikleri kültürel değerleri ve Anadolu’da var olan kültürel<br />

birikim birleşerek yeni bir sentez oluşmuştur (Özgen 2002:<br />

1). Anadolu’da Türklerden önce var olan mimari ile Türklerin<br />

Orta Asya’dan beraberlerinde getirdikleri mimari, fiziksel ve<br />

düşünsel anlamda birleşmiş ve böylelikle Anadolu’da Türklere<br />

özgü yeni yapılar ortaya konulmuştur. Anadolu’da bir<br />

yanda fiziki, bir yanda sosyal gelenekleriyle oluşan bu yeni<br />

mimari, Selçuklu ve sonrasında Osmanlı devletinin sınırları<br />

genişledikçe farklı coğrafyalara taşınmıştır. Bulgaristan,<br />

Yunanistan, Arnavutluk, Makedonya, Bosna ve Kırım’da<br />

da benimsenmiş; etkileri Bağdat, Kahire ve Sudan’a kadar<br />

uzanmıştır.Bu mimari anlayışta sokaklardan evlerin avlularına,<br />

hayatlardan ev içlerindeki yüklüklere varıncaya kadar<br />

birçok özgün mimari unsurla karşılaşmak mümkündür.<br />

Yerleşik hayatla birlikte Türk evlerinin kurulduğu köy, kasaba<br />

ve şehirlere bakıldığında bunların çoğunun senir diye<br />

adlandırılan yamaçlara yapıldığını görülmektedir. Şehirler;<br />

mahalleler halinde, plansız; fakat doğal dokuyla tam bir<br />

uyum içinde gelişmiş ve genellikle bir caminin veya çeşmenin<br />

etrafında kurulmuştur. Ovalardaki yerleşimler daha<br />

sonraları nüfusun artmasıyla yaygınlaşmıştır.<br />

Maddi kültür ve halk mimarisi alanda öncü çalışmalar ortaya<br />

koyan Henry Glassie, mimaride malzeme seçimini anlamlandırmada<br />

toplumsal ve ekonomik koşullar kadar çevre<br />

koşullarının da etkisi olduğunu ve son tahlilde belirleyici<br />

olanın çevre olduğunu belirtmektedir. Dar alanlarda yaşamayı<br />

beceren insanlar çevreyi<br />

tanırlar ve bu arada işlerine<br />

yarayacak en doğru malzemeyi<br />

doğadan seçip almayı<br />

da öğrenirler (2006:164). Bu<br />

durum Türk mimarisi için de<br />

geçerlidir. Türk mimarisinde<br />

de yapılarçevresel koşullara<br />

göre şekillenmiştir. Oturulan<br />

yerin iklimine, ekonomik duruma,<br />

kullanılan yapı malzemesine<br />

ve tekniğine göre<br />

The idea of full settlement and establishing cities in Turks<br />

emerged together with Gokturks towards the end of the 6th<br />

century. Although some of the Gokturk khagans were in the<br />

attempt to shift to the settled life with Chinese influence,<br />

this idea was not realized. The first Turks who shifted to the<br />

residential life were Uyghurs (Sümer 1994:1-5). It is seen<br />

that the transition to the permanent settlement of Uyghurs<br />

actualized as a result of a religious change-related cultural<br />

change. In this context, it is also noteworthy that the Turks’<br />

coming to Anatolia, the transition to settled life and the acceptance<br />

of Islam are almost simultaneous processes. The<br />

nomadic lifestyle of Turks who came to Anatolia gradually<br />

left their place to settled life. The cultural values that the<br />

Turks bring with them and the cultural accumulation that<br />

existed in Anatolia united to create a new synthesis (Özgen<br />

2002: 1). The existing architecture in Anatolia before<br />

the Turks physically and intellectually united with the architecture<br />

that they brought from Central Asia and thus<br />

new structures unique to Turks were revealed in Anatolia.<br />

This new architecture, which was formed in Anatolia on the<br />

one hand by physical and on the other hand social traditions<br />

was transmitted to different geographical regions as<br />

Seljuks and the borders of the Ottoman state expanded afterwards.<br />

It has also been adopted in Bulgaria, Greece, Albania,<br />

Macedonia, Bosnia and Crimea; its effects expanded<br />

to Baghdad, Cairo and Sudan. In this architectural intellection,<br />

it is possible to encounter many unique architectural<br />

elements from the streets to the courtyards of houses, from<br />

the verandas to the alcoves (closet, recess) inside houses.<br />

When looking at the villages, towns and cities where the<br />

Turkic houses are built along with the settled life, it is seen<br />

that these are made to the slopes, which are called “senir”<br />

(The ramp between two mountains.) Cities have been established<br />

in the neighborhood concept, unplanned; also<br />

been usually near to a mosque or fountain, but have developed<br />

in full harmony with the natural texture. The settlements<br />

on the plains have become widespread with increasing<br />

population.<br />

Henry Glassie, who revealed<br />

pioneering works in the field<br />

of temporal culture and folk<br />

architecture has expressed<br />

that, for the interpretation<br />

of choosing materials in architecture,<br />

the impact of<br />

environmental conditions is<br />

effective as well as social and<br />

economic conditions are, and<br />

that the final determinant is<br />

the environment. People who<br />

manage living in confined


değişiklikler göze çarpmaktadır. Bazı yörelerde yöreye uygun<br />

taştan yapılmış evler ön plana çıkarken, bazı yörelerde<br />

kagir yani taşın ve ahşabın birlikte kullanıldığı örnekler bulunur.<br />

Ormanlık bazı bölgelerde de sadece ahşabın kullanıldığı<br />

ilginç mimari örnekler yer almaktadır.Orta Asya’dan<br />

Anadolu’ya, Kafkasya’dan Balkanlar’a kadar birçok yerde<br />

toprağın yani kerpicin kullanıldığı kerpiç ev mimarisi de hala<br />

tüm canlılığıyla yaşamaktadır. Tüm bu örneklerde insanlar<br />

doğanın kendilerine sunduğu malzemeler arasından doğru<br />

olanı seçmeyi öğrenmiş ve öğrendikleri bu bilgiyi geleneksel<br />

bilgi olarak nesiller boyu aktararak da mimari yapıların<br />

sürekliliğini ve günümüze kadar ulaşmasını sağlamışlardır.<br />

Yakın dönemlere kadar Türklerin yerleşim birimleri olarak<br />

büyük şehirler çok az sayıda olmuştur. Hatta bugünkü anlamda<br />

metropoller yoktur. Küçük şehirlerdeki mimari ile kasaba<br />

ve köylerdeki mimari ise farklı şekilde gelişmiştir. Köy<br />

ve kasabalarda tarımla iç içe bir hayat sürüldüğünden sokaklardan<br />

başlayarak evler farklı bir yapı kazanmıştır.Çoğu<br />

yerde alt kat ahır ve samanlık olarak kullanılırken üst katta<br />

insanlar oturmuştur. Ekonomik uğraşın şekillendirdiği alt<br />

katta bulunan ahırların, konutun ısınmasına katkısının yanı<br />

sıra, hava muhalefetinin fazla olduğu bölge ve iklimlerde<br />

insanların hayvanlarına rahatça ulaşabilmesini sağlamak<br />

gibi işlevlerinin de olduğu görülmektedir (Oğuz ve diğer<br />

2007: 11). Sözü edilen bu yapılanma yaşam koşullarının<br />

mimariyi şekillendirmesi bakımından net bir örnek teşkil etmektedir.<br />

Mimarinin, yaşamı kolaylaştıran her türlü unsurun<br />

spaces familiarize the environment and learn to pick up and<br />

choose the right material to use for their work(2006:164).<br />

This fact prevails in the Turkic architecture. In Turkic architecture,<br />

buildings are also shaped according to the environmental<br />

conditions. Diversities attract the attention in<br />

terms of the climate of the living place, the economic situation,<br />

the building material and the technique used. In some<br />

regions, houses made of appropriate stone for local people<br />

are at the forefront, while in some regions there exist<br />

samples of “masonry” (kagir) i.e., stone and wood. In some<br />

forestlands there are also interesting architectural examples<br />

of wood used solely. In many places, from Central Asia<br />

to Anatolia, from the Caucasus to the Balkans, the adobe<br />

house architecture in which soil is used still exist with all its<br />

vitality. In all these templets, people have learned to choose<br />

the right one from the materials that nature has given them<br />

and they have perpetuated the sustainability of architectural<br />

structures and ensured them extant by transferring<br />

this knowledge to generations as traditional knowledge.<br />

Until recently, there have been few numbers of big cities for<br />

settlement units of Turks. Even in today’s context there is<br />

no one. The architecture both in small cities and in towns<br />

and villages have developed differently. Beginning fro m<br />

the streets, houses have gained a different structure due<br />

to the intimate life with agriculture in villages and towns. In<br />

most places the lower floor was used as barn and hayloft,<br />

while people reside on the upper floor. The barns, which<br />

House & Architecture<br />

133<br />

Ev & Mimari


Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />

accusa quo quunt.<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />

quo quunt.<br />

Common Heritage<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

134<br />

Ortak Miras


Ev & Mimari<br />

House & Architecture<br />

135


Common Heritage<br />

136<br />

Ortak Miras<br />

dâhil edilmesiyle fonksiyonel olma özelliğinin esas olduğu<br />

görülmektedir.<br />

Şehirlerde ise dini yapılar ile fırın, hamam, kahvehane ve ticarethane<br />

gibi sosyal alanlarla bezeli bir meydandan başlayarak<br />

dar veya geniş sokaklarla birbirine bağlanan mahallelerin<br />

oluşturduğu bir şehir yapılanması göze çarpmaktadır.<br />

Bu sokaklar bulunduğu bölgenin iklimine göre şekillenmiştir.<br />

Örneğin sıcaktan korunma amacıyla Mardin ve Şanlıurfa’daki<br />

mahalleler dar sokaklarla birbirine bağlanmaktadır.<br />

Birçok şehrimizde yineiklim ve çevre şartlarına bağlı olarak<br />

sokaklar taş döşelidir.<br />

Mimari ile ilgili Türk kültürüne ve Türkçeye damgasını vurmuş<br />

kelimelerden ilki “ev”dir. Değişik iklimlerde ve değişik<br />

dönemlerde çok farklı ev şekilleri gelişmiş ancak bunlara<br />

verilen ad olan “ev” hiçbir zaman değişmemiştir. Ev oturulacak<br />

yerin genel adıdır. Şekli ne olursa olsun kişinin ve ailenin<br />

oturduğu yer evdir. Yurt ise evin bulunduğu coğrafyayı<br />

gösteren bir tabirdir. “Yer yurt” deyişinde de belirtildiği gibi<br />

yurt ister yaylakta ister kışlakta olsun yerleşilen yer, toprak<br />

anlamını taşımaktadır. Bu bağlamda ev ve yurt birbiriyle<br />

bağlantılı kavramlar olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />

Ev sözcüğü başlangıçta çadırla ilgili olarak kullanılırken Selçuklu<br />

döneminde hem çadırı hem de duvarlı evi kastedecek<br />

şekilde kullanılmıştır (Ögel 2000 b: 3). Sözcüğün yerleşik<br />

düzene tam olarak geçişe paralel olarak çadır anlamından<br />

sıyrılıp duvarlı yapı anlamına gelmeye başladığı görülmektedir.<br />

Türkler çok eskiden beri, mağara ev, çadır, alaçık, yer ev, haney,<br />

konak, köşk, yalı ve saraylar isimlerini verdikleri evlerde<br />

oturmuştur. Bugün bunlara apartman ve apartman dairesi<br />

de eklenmiştir. Eskiden olduğu gibi bugün de ev çeşitleri<br />

kendi adlarıyla kullanıldığı gibi hepsine birden “ev”de denilmektedir.<br />

Bu bağlamda “ev”, yapı olarak hangi şekilde olursa<br />

olsun yaşamın sürdürüldüğü temel mekânı karşılan bir<br />

kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Evin yanında Selçuklular<br />

döneminde hane kelimesi de ev anlamında kullanılmaya<br />

başlanmıştır ve hala kullanılmaya devam etmektedir.<br />

DîvanuLugâti’t-Türk’te de ev ile ilgili pek çok kelimeye yer<br />

verilmiştir. Bugün ailesini, düzenini kurmak anlamında “ev<br />

bark olmak” deyiminde kullandığımız “ev bark” (DLT 2014:<br />

150) bunlardan biridir. Bu ifade deyimle günümüze ulaşan<br />

anlamıyla evin, Türk kültüründeki önemini göstermesi açısından<br />

ilgi çekicidir.<br />

Eve yüklenen anlam ve evin ana malzeme ve bölümlerinin<br />

yanı sıra onu tamamlayan kısımlar ve parçalar vardır. Bunlar<br />

da Türk mimarisi açısından büyük önem taşımaktadır.Evde<br />

temel, duvar gibi ana yapı unsurları bulunmaktadır. Duvar<br />

are located on the lower floor and functioned in economic<br />

manner, in addition to its contribution to the heating of the<br />

house, seem to have functions such as ensuring that people<br />

can easily reach their animals in regions and climates<br />

where the weather opposition is high (Oğuz and others<br />

2007: 11). Aforesaid structuring set the pace that how living<br />

conditions form architecture. It is seen that the functionality<br />

of the architecture is essential by including all kinds of elements<br />

that make life easier.<br />

In the cities, a city structuring style is conspicuous that, in<br />

which, starting from a square with religious buildings and<br />

social areas such as bakery, hammam, coffee shop and<br />

commercial area, there are neighborhoods connected by<br />

narrow or wide streets. These streets are planned according<br />

to the climate of the region they exist in. For example,<br />

in order to protect from the heat, neighborhoods in Mardin<br />

and Şanlıurfa are connected by narrow streets. In our many<br />

cities, streets are still paved, depending on climate and environmental<br />

conditions.<br />

The word “house/home (ev)” has made its mark on to the<br />

Turkic culture and the Turkish language relating to the architectural<br />

terminology. In various climates and in different<br />

periods, all sorts of houses have evolved, but the name<br />

“house” never changed. The house is the general name of<br />

the place to reside. Whatever the type is, the place where<br />

the person and the family live is the house. The homeland<br />

is a saying showing the geographical area where the house<br />

is located. As mentioned in the saying “place/ homeland”,<br />

The phrase “homeland”, whether in the summer pasture or<br />

in the winter quarter means the land where people settle in.<br />

In this context, we are confronted with the concepts “house”<br />

and “homeland” as connected with each other.<br />

The word house was originally used in relation to the tent,<br />

but in the Seljukian period it was used to refer to both a<br />

tent and a walled house (Ögel 2000 b: 3). It is seen that<br />

the word has begun to mean “walled structure” along with<br />

leaving the meaning “tent” in parallel with transition to the<br />

fully settled life.<br />

Turks have lived in houses that they named them as cave<br />

house, tent, wigwam (alacık), place, home, house (haney),<br />

mansion, pavilion, private residence and palaces. Today<br />

“apartment” and “flat” are added to those. Just as it used to<br />

be, today, all kinds of houses as used with their own names<br />

are also called “house”. In this context, “house” emerges<br />

as a concept that meets the basic place where life is maintained<br />

regardless of the structure. In the Seljukian period,<br />

beside the house, the word “household“ was also started<br />

to be used in the sense of house and it is still being used.


Ev & Mimari<br />

House & Architecture<br />

137


Common Heritage<br />

138<br />

Ortak Miras<br />

yanında direk, mertek, dayak gibi önemli yapı unsurları da<br />

eski evlerin vazgeçilmezidir. Direk, evi belirleyen yapı malzemelerinden<br />

biridir. Bugün “evin dayağı direği” diye kullanmaya<br />

devam ettiğimiz söz eski metinlerde de geçmektedir<br />

ve evi tutan şey anlamına gelmektedir. Dede Korkut<br />

Hikâyelerinin giriş bölümündeki olumlu özelliklere sahip tek<br />

kadın tipi de “ivüntayağı/ evin dayağı” (Ergin 2004: 76) olarak<br />

adlandırılmıştır. Bu benzetme hem kadının hem de direğin<br />

ev için önemini göstermesi bakımından dikkat çekicidir.<br />

Yerleşik yaşama geçiş ve İslamiyet’in kabulü ile gelişen<br />

mahremiyet anlayışı, geleneksel mimarinin şekillenmesinde<br />

önemli rol oynamıştır. Aile yaşantısının gizliliği, dış<br />

dünyaya kapalı; ancak kendi içinde renkli âlemleri saklayan<br />

avlulu evleri ortaya çıkarmıştır. Bu evlerde pencereler genellikle<br />

iç avluya açılmaktadır. Bunda iklime karşı korunma,<br />

emniyet, töre, gelenekler ve din etkili olmuştur (Ögel 2000<br />

b: 91). Bir yandan doğa ve insan tarafından gelebilecek olan<br />

olumsuzluklar karşısında önlem alınırken, diğer yandan töre<br />

ve geleneklerle ile dinin öğretileriyle uzlaşan yapılarda huzurlu<br />

bir ortamın yaratılması esas alınmıştır.<br />

Orta Asya’dan başlayarak Rumeli’ye kadar evlerin avlularındaayrı<br />

bir dünya yaratılmıştır. Avlular geniş bir hayat<br />

alanıdır.Avluya girişten itibaren insanların hem kendi hem<br />

de hayvanlarının ihtiyaçlarını karşılayacak bölümler bulunmaktadır.<br />

Avlularda ihtiyaca göre kiler, dam ve yer ev bulunmaktadır.<br />

Bazı evlerde tandır veya fırın ya da ocak yer<br />

almaktadır. Ağaç, asma veya sebze yetiştirecek alanlar ve<br />

Dîvanu Lugâti’t-Türk also contains many words about the<br />

house. Today, the “ homeplace or household “ (DLT 2014:<br />

150) we use to refer to “staring a family” in order to set up<br />

a family order is one of them. This expression is interesting<br />

in terms of showing the significance of the house in Turkic<br />

culture with its meaning reaching to present day.<br />

Together with the meaning attributed to the house and the<br />

main parts and materials of it, there are also complementary<br />

parts and components. These are of great importance<br />

in terms of Turkic architecture. There are basic building<br />

elements such as pedestal and wall for houses. Important<br />

building elements such as pillars, rafters, shores beside<br />

walls are also indispensable for old houses. The pillar is one<br />

of the building materials determining the house. Today, the<br />

saying we currently use as “bread winner” takes place in<br />

the old texts and it means “head of the house”. The only<br />

female type with positive features in the introduction of the<br />

Dede Qorqut Epics is also called “ivüntayağı /rafter of the<br />

house” (Ergin 2004: 76). This analogy is remarkable in that<br />

both the woman and the pillar/rafter are important for the<br />

household.<br />

The concept of privacy developed through the transition to<br />

settled life and acceptance of Islam played an important<br />

role in the formation of traditional architecture. The confidentiality<br />

of family life, closed to the outside world; brought<br />

out the courtyards houses that hiding the colorful worlds<br />

in themselves. The windows in these houses usually open


çiçek yetiştirilen bölümler de bulunabilmektedir. Osmanlı<br />

Dönemi’nde de avlu günlük yaşamımın geçirildiği önemli<br />

bir mekân olarak kullanılmıştır. Ev işlerinin yapılması sırasında<br />

rahat çalışmayı sağlamak; kışlık yiyecekleri hazırlamak,<br />

odun kesmek, hayvan bakımı, yemek ve ekmek pişirmek,<br />

sebze-meyve yetiştirmek gibi faaliyetlerin mahremiyetini<br />

korumak ve diğer ev müştemilatının güvenliğinin temini<br />

için avlu çevresi yüksek, kalın ve sağır duvarlarla çevrilmiştir<br />

(Demirel ve diğer 1992: 704). Böylelikle avlu, korunaklı bir<br />

dış mekân olarak evin ayrılmaz bir parçası olmuştur.<br />

Avlularda veya odalarda bulunan ocak, Türk evinin en<br />

önemli sembolüdür. Altay mitlerine göre ateş, Tanrı Ülgen<br />

tarafından ocağıyla birlikte gönderilmiş ve kutsal sayılmıştır.<br />

Ocağın göklere ulaşan dumanı ise kulun dileği olarak görülmüştür.<br />

Bu doğrultuda aile ocağı kavramı önem kazanmış<br />

ve “Atanın yaktığı ateş, annenin kurduğu ocak” anlayışı gelişmiştir<br />

(Ögel 2002:502). Göçürülebilir evlerden itibaren<br />

de ocak, Türk evininin en önemli unsurlarından birisi olmuştur.<br />

Ocak göçer evlerin tam ortasında bulunulmuştur. Ocak<br />

ve ev kavramları o denli iç içedir ki bazen ocak ev yerine dahi<br />

kullanılmıştır.Eski dönemlerde sönmesi durumunda ocağı<br />

tekrar yakmak zor olduğundan ocağın devamının sağlanması<br />

da büyük önem taşımıştır.Ocak ataların etrafında<br />

toplandığı bir kamp alanı oluşturmasından dolayısıyla aileyi<br />

veya soyu sembolize etmektedir. Ocak ve aile ocağının<br />

kutsallığı bütün Türk boyları arasında yaygın olarak devam<br />

etmektedir (Çobanoğlu 2013: 71). Bu nedenle günümüzde<br />

bunun uzantısı olarak bazı dualarda ocağın tütmesi bazı<br />

beddualarda ocağın sönmesi söz konusu edilir. Ocağın sönmesi<br />

evin ve ailenin dağılması anlamına gelirken, tütmesi<br />

aile birliği ve hayatın devam ediyor oluşuna işarettir. Her<br />

evin ocağı olduğu gibi köy evlerinin <strong>ortak</strong> kullandığı ocak ve<br />

fırınlara da rastlanmaktadır.<br />

Türk evinin bir diğer önemli unsuru da kuyudur. Su kuyusu<br />

hem evin, hem mahallenin hem de bağ ve bahçenin hayat<br />

kaynağı olarak görülmektedir. DîvanuLugâti’t-Türk’te<br />

geçen kuyu ile ilgili kelimeler o dönemde kuyuya büyük<br />

önem verildiğini, kuyulu ve kuyusuz<br />

evlerin birbirinden ayrıldığını,<br />

kuyu kazma işinin bilgi ve<br />

tecrübeye dayandığını ve ayrı<br />

bir iş kolu olarak görüldüğünü<br />

göstermektedir (Ögel 2000b:<br />

111-113). Yakın zamana kadar<br />

Asya’da veya Anadolu’da birçok<br />

evin avlusunda su alınabilen<br />

kuyulara da rastlanmıştır. Su ihtiyacı<br />

bunlardan veya mahalle<br />

çeşmesinden karşılanmıştır. Su<br />

ihtiyacını karşılamak amacıyla<br />

to the inner courtyard. In this protection against climate,<br />

security, customs, traditions and religion are all effective<br />

(Ögel 2000 b: 91). On the one hand, while measures are<br />

being taken against the negativities that may arise from<br />

nature and human beings, on the other hand, creating a<br />

peaceful environment in the structures that reconcile with<br />

traditions and religious disciplines is taken as basis.<br />

AS from Central Asia to Rumelia, a world was created in the<br />

courtyards of houses. The courtyards are large life areas.<br />

From the entrance to the courtyard there are sections that<br />

will meet the needs of both humans and animals. In the<br />

courtyards there are cellar, roof and granary for the needs.<br />

Some houses have tandoors or hearths or fireplaces. There<br />

are also places and parts where trees, grapevines or vegetables<br />

and flowers are grown. In the Ottoman period, the<br />

courtyard was used as an important place for daily life. In<br />

order to protect the privacy of activities such as ensuring<br />

comfortable work during housekeeping; preparing wintery<br />

foods, cutting fire wood, caring for animals, cooking meals<br />

and bread, growing vegetables and fruits and for the purpose<br />

of ensuring the security of the other house premises,<br />

the courtyard is surrounded by high, thick and deaf walls<br />

(Demirel and other 1992: 704). Thus, the courtyard became<br />

an integral part of the house as a sheltered outdoor<br />

place.<br />

The fireplace in the courtyard or in the rooms is the most<br />

important symbol of the Turkic house. According to the Altaic<br />

myths, the fire was sent together with the fireplace by<br />

the God Yulgen and it was considered as sacred. The smoke<br />

rising into to the sky has been considered as the human Being’s<br />

wish. In this direction, the concept of the “hearth and<br />

home” has become crucial and the understanding of “the<br />

fire lit by father, the fireplace set up by mother” has emerged<br />

(Ögel 2002:502). As from the nomad houses, the fireplace<br />

has become one of the most fundamental elements of the<br />

Turkic house. It was located in the middle of the nomad<br />

houses. The concepts of the fireplace and the house are<br />

so intertwined that sometimes<br />

fireplace was used instead of<br />

house. It is also important to ensure<br />

the perpetuity of the house<br />

as it is difficult to light the fireplace<br />

again in case of blowing<br />

out. Because the fireplace forms<br />

a camping area that ancestors<br />

gather around, it symbolizes<br />

family or descent. The sanctity<br />

of fireplace and the family<br />

hearth is widespread among all<br />

Turkic tribes (Çobanoğlu 2013:<br />

House & Architecture<br />

139<br />

Ev & Mimari


Common Heritage<br />

140<br />

Ortak Miras<br />

zamanla gelişen havuzlu evler de vardır. Bugün Safranbolu’da<br />

örneklerini gördüğümüz ev içi havuzları, ev kültürünün<br />

geldiği seviyeyi göstermesi bakımından ilgi çekicidir. Burada<br />

su, temizlik yanında dinlendiriciliği ve seyirliği ile de öne<br />

çıkmıştır.<br />

Eski Türk dininde su kutsal sayıldığından kirletmemesine<br />

özen gösterilmiş ve kullanımına temkinli yaklaşılmıştır. Sonraki<br />

dönemlerde ise Budizm ve İslam temizliğiteşvik etmiştir.<br />

Eskiden beri hamam karşılığı olarak çimek ve yunak sözleri<br />

yaygınlaşmıştır (Ögel 2000b: 103).Evlerde bulunan yunağın<br />

yanı sıraköylerde de <strong>ortak</strong> yunaklar bulunmuştur. Köylerin<br />

<strong>ortak</strong> yunaklarının özellikle dere kenarlarında bulunduğu<br />

görülmektedir.<br />

Türk evinin dıştan bazı özellikleri oturulan yerin durumuna<br />

göre değişse de içinde değişmeyen bazı unsurlar vardır.<br />

Bazı araştırmacılara göre asıl belirleyici olan budur. Özellikle<br />

odanın iç düzeninde hiçbir değişikliğin olmadığı belirtilmekte,<br />

iç mekânda değişmez bir düzenin sürdürüldüğü ileri<br />

sürülmektedir (Küçükerman 1996:121). Bu bakımdan aşağıda<br />

ele alınan iç mekânlar anlam ve işlev bakımından geçmişten<br />

bugüne süreklilik arz eden bir yapı sergilemektedir.<br />

Günümüzde Beypazarı evlerinde örneklerini gördüğümüz<br />

gibi evin dış mekânını oluşturan avlu veya eyvan, hayat ve<br />

seki Türk evinin önemli dış birimleridir. Balkon veya çıkmalar<br />

da evin önemli unsurları arasında sayılmaktadır.İç mekânda<br />

ise Türk evinin çekirdeğinigöz adı da verilen oda oluşturur.<br />

Odanın en önemli özelliği kendi başına, yapı içinde belirli<br />

eylemleri karşılayan bir birim olmasıdır. Göçerevli dönemdeki<br />

çadırlar gibi her oda, oturma, yemek yeme, çalışma<br />

yatma gibi eylemlerin gerçekleştirildiği bir ortam olma<br />

özelliği taşmaktadır (Küçükerman 1996: 69). Oda, içinde<br />

gerçekleştirilen eylemlerle şekillenmektedir. Geleneksel bir<br />

Türk evinin her odası, büyüklüğü ve süsleme özellikleri ne<br />

olursa olsun belirli bir düzen göstermektedir. Odaların birbiriyle<br />

bağlantısı yok denecek kadar azdır. Genellikle tüm<br />

odaların sofaya açılan tek bir kapısı bulunmaktadır. Odalar,<br />

bağımsız birer birim olarak düşünülmüş ve kullanılmıştır.<br />

Herhangi bir evin bölümlerinin veodalarının şekillenmesinin<br />

ev sahibinin gelir durumuyla veya ailenin genişliğiyle<br />

yakından ilgili olduğu görülmektedir.Bir ev, tek göz olabileceği<br />

gibi iki ve daha fazla gözden de oluşabilmektedir. Eski<br />

keçe evler, kara çadırlar ve alaçıklar genellikle tek gözden<br />

oluşurken daha sonra gelişen ekonomik durum ve mimariye<br />

göre evlerde göz sayıları artmıştır. İhtiyaçlar ve gelirin<br />

şekillendirdiği evlerin, bunların artmasına paralel olarak<br />

yeni eklenmelere müsait bir yapıya sahip olanları zamanla<br />

genişlemiştir. Odalarda bu değişen duruma göre değişik işlevler<br />

kazanmıştır. Evlerin katları da sözü edilen değişimler<br />

71). For this reason, as an extension of this, today in some<br />

prayers the phrase “keep the home fires burning””, on the<br />

other hand in some curses the phrase “blown out of the fire”<br />

are mentioned. The blowing out of the fireplace means the<br />

disintegration of the house and the family, which is a sign of<br />

the continuity of life and family unity. As well as each house<br />

has fireplace, there are also fireplaces and hearths that are<br />

used collectively in the village houses.<br />

Another fundamental part of Turkic house is well. The water<br />

well is seen as a source of life for both the home and the<br />

neighborhood as well as for the vineyards and the orchards.<br />

Words related to the well in Dîvanu Lugâtit Turk designate<br />

that at that time great importance was attached to the<br />

well, that the houses with and without wells were separated<br />

from each other, that the well digging required to have<br />

knowledge and experience and that it was esteemed as an<br />

exclusive separate business line(Ögel 2000b: 111-113). Until<br />

recently, there were also wells in Asia or in Anatolia where<br />

water can be pumped in many of the house courtyards.<br />

The water need was met by these or from the neighborhood<br />

fountain. There are also houses having ponds/pools<br />

that develop over time to meet water needs. The in-house<br />

ponds that we see today in Safranbolu are interesting because<br />

they show the level of household cultures. Here, water<br />

has come to the forefront with its aspects of cleanliness<br />

as well as rest and visuality. In the ancient Turkic religion,<br />

since water was considered as sacred, they took care of it by<br />

avoiding from pollution. In the following periods, Buddhism<br />

and Islam encouraged cleanliness. Since ancient times, the<br />

words “çimek” and “yunak (bath)” have come widespread<br />

in acknowledgement of the word “hamam” (Ögel 2000b:<br />

103). Besides the ones in the houses, there exist collective<br />

baths used collectively. It is seen that the collective baths in<br />

villages are located especially at streamsides.<br />

Even though some exterior features of the Turkic house<br />

differ depending on the situation of the place of residence,<br />

also there exist some uniform elements. For some researchers,<br />

this is the main determinant. Especially, it is stated that<br />

there is no change for interior design of the room, and it is<br />

suggested that an unchanging order is maintained in the<br />

interior (Küçükerman 1996:121). In this respect, the interiors<br />

dealt with below exhibit a continuing structure in terms of<br />

meaning and function.<br />

Today, as it can be seen within the architectural samples of<br />

Beypazarı houses, the courtyard or the eyvan (vaulted or<br />

domed space recessed from a central hall or court), veranda<br />

and platform which constitutes the exterior of the house,<br />

are the important external units of Turkic house. Balconies<br />

or corbels (oriels) are also important elements of the house.


doğrultusunda zamanla artmıştır. Tek katlı evler yani yer evler<br />

zamanla iki ve daha fazla katlı hale gelmiş, günümüzde<br />

ise bu yapıları çok katlı apartmanlar izlemiştir.<br />

Geleneksel konutların temel birimi olan başodaları zaman<br />

içinde çeşitlenmiş, toplumsal değişmeyle birlikte odalar<br />

oturma odası, misafir odası, yatak odası gibi değişik adlar<br />

almaya başlamıştır.<br />

Sıradan bir odaya kıyasla temiz, yüksek ve dışa açık, hizmet<br />

verilen ve sosyal olma özellikleri ağır basan başoda, evin<br />

diğer bölümlerine kıyasla toplumsal ilişkilerin kurulduğu,<br />

ayrıcalıklı konuma sahip bir oda olmuştur.Mimari olarak da<br />

en azından çıkma oluşturacak şekilde sokağa taşarak diğer<br />

odalardan ayrıldığı ve konuk ağırlama mekânı olma yönüyle<br />

dikkat çektiği görülmektedir (TuruthanUlusu 1991: 219-<br />

220). Günümüzde başoda daha çok misafir odası olarak<br />

anılmakta ve özenilen, temizlik açısından sakınılan bir oda<br />

olarak ayrıcalıklı konumunu sürdürmektedir.<br />

Evin en önemli bölümlerinden biri de odaların açıldığı <strong>ortak</strong><br />

mekân olan sofadır. Türk evinin mekân örgütlenmesinde<br />

tipik bir ilişki kuran sofa, açık avlu ile kapalı bağımsız birimler<br />

arasında bir geçiş alanıdır. Ev planını meydana getiren<br />

başlıca öge olduğundan sofanın şekli doğrudan evin tipini<br />

belirlemektedir (Turuthan Ulusu 1991:220).Sofanın göçer<br />

evlerde merkez çevre bağlamında otağların konumlandırılması<br />

geleneğinin mimari yapıdaki yansıması olarak bu<br />

düzeni sürdürdüğü düşünülmektedir. Bu bağlamda sofa<br />

In the interior space, the room also named as “göz (cell)”<br />

constitutes the core part of the Turkic house.<br />

The most important feature of the room is, on its own, a unit<br />

that meets certain actions within the building. Like the tents<br />

in the nomad house era, every room has the characteristic<br />

of being an environment where activities such as sitting,<br />

eating, working and sleeping are performed (Küçükerman<br />

1996: 69). The room is shaped by the actions carried out<br />

in it. Every room of a traditional Turkic house has a certain<br />

order regardless of its size and decoration characteristics.<br />

There is no connection between the rooms. Usually all<br />

rooms have a single door opening to the hall. The rooms<br />

are considered and used as independent units.<br />

It is understood that, designing any part and room of any<br />

house is closely related to the income status of the landlord<br />

or the largeness of the family. A house can comprise<br />

one cell or two or more cells. While old felt houses, black<br />

tents and wigwams generally consist of a single cell, but<br />

the number of cell in the house has increased depending<br />

on the economic situation and architecture that developed<br />

later. The houses that shaped by needs and income have<br />

expanded in parallel with the increase of those who have a<br />

structure which is suitable for the new additions. The rooms<br />

have also gained various functions according to this changing<br />

situation. The floors of the houses have increased over<br />

time in accordance with the aforesaid changes. Single-storey<br />

houses, i.e. floor houses, have become two or more sto-<br />

House & Architecture<br />

141<br />

Ev & Mimari


Common Heritage<br />

142<br />

Ortak Miras<br />

konumu ve işlevi itibariyle “merkezi yapı”yı temsil etmekte<br />

ve aynı zamanda bir geçiş/servis alanı olmaktadır.Sofaya<br />

açılan her bir oda ise, “otağ”ın etimolojik kökenine yapılan<br />

atıfların yanında birer çekirdek ailenin yaşayabilmesini<br />

mümkün kılmaktadır (Oğuz ve diğer 2007:10). Sofa hem<br />

sembolik olarak hem de evin en aktif kullanılan alanı olarak<br />

göçer evli düzenin uzantısı ve <strong>ortak</strong> eylem ve ilişkileringerçekleştiği<br />

mekânolarak karşımıza çıkmaktadır.<br />

Türk evi sade ve taşınması kolay eşyalardan oluşmasıyladikkat<br />

çekmektedir. Taşınması kolay eşyalardan oluşma özelliği<br />

göçer evli dönemde bir zorunluluk iken sonraki dönemlerde<br />

bu dönemin uzantıları yerleşik dönemde görülmüştür.<br />

Bu nedenle evin iç mekânında yaylaktaki çadırda veya kışlaktaki<br />

evde söz konusu eşyaların konulacağı belli bölümler<br />

oluşturulmuştur. Bu bölümlerden biri de kapalı ve açık<br />

kullanma alanları olarak dikkat çeken dolapların bulunduğu<br />

yüklüktür.<br />

Yüklük genel adının yanında çubukluk, testilik, peşkirlik,<br />

lambalık, cezvelik, çiçeklik, feslik, değneklik, tembel deliği<br />

gibi işlevine göre isimlendirmeler de yapılmış; isimlendirmedeki<br />

yalınlık, biçimlendirmeye de yansıtılmıştır (Küçükerman<br />

1996: 171). Yüklüğe, göçte taşınan eşyalar yani<br />

“yük”ler konulmuş, mekân da adını bu yük kökünden türetilen<br />

sözcükten almıştır. Yük adı verilen eşyalar hem yaylağa<br />

hem kışlağa taşınmış; yerleşik hayata bütünüyle geçince de<br />

evlerdeki yüklükler kaybolmamış, eski hayatın izini saklayan<br />

bölümler olarak varlığını sürdürmüştür.<br />

ried over time, and today these storeys have been followed<br />

by multi-storey apartments.<br />

The main room (baş oda), basic unit of the traditional houses<br />

is diversified over time, and along with social change,<br />

they have begun to be named in such as the living room,<br />

the guest room and the bedroom. Compared to an ordinary<br />

room, the main room preponderating with the characteristics<br />

of being clean, high and outward, serviced and social,<br />

and also compared to other parts of the house, it is a privileged<br />

room where social relations are established. As architecturally,<br />

at least it has been separated from other rooms<br />

by exceeding towards street in such a way as to corbel out<br />

(TuruthanUlusu 1991: 219-220). Today, the main room is<br />

generally called as guest room and it maintains its privileged<br />

position as a cared and clean room.<br />

One of the most important part of the house is the hall,<br />

which is the common space that all rooms opened. The hall<br />

that establishes a typical relationship within the place organization<br />

of the Turkic house, is a transition area between<br />

open courtyard and closed independent units. The shape of<br />

the hall directly determines the type of house, since it is the<br />

main element that constitutes the house plan (Turuthan<br />

Ulusu 1991:220). Hall is thought to maintain this tradition<br />

as a reflection of the tradition of positioning the pavilions<br />

in the context of the central environment in nomad houses.<br />

In this context, in terms of location and function the hall<br />

represents the “central structure”, and at the same time it is


Türk evlerinde yüklüğün yanında eşyaların konulduğu bir<br />

başka yer de raf veya sergenlerdir. Eski Türkçede sergen<br />

söyleyişi yanında “körünç”sözcüğü de kullanılmıştır. (Ögel<br />

2000 b: 39). Bu sözcük görünen yer anlamına gelmektedir.<br />

Bahaeddin Ögel, sergen ve körünç adıyla anılan bu raflara<br />

eski Türklerin herkeste bulunmayan, antika eşyalarını koymuş<br />

olma ihtimali üzerinde durmaktadır. Çadırların köşelerinin<br />

üst kısımlarında da bu türden eşyaların koyulması için<br />

raflar bulunduğunu, bunlara “uğ” adının verildiğini belirtmiştir<br />

(2000b: 39). Bu haliyle sergen ve körüncün kökeninin<br />

“uğ”a dayandığı düşünülebilir. Bugün Anadolu’daki<br />

evlerde de sergenlerin aynı adla yaşamaya devam ettiği<br />

görülmektedir.<br />

Türk evinde dikkat çeken bir diğer unsur evin döşenmesi ile<br />

evde kullanılan eşyaların yerleştirilmesidir. Yukarıda sözü<br />

edilen içyapının değişmezliğine döşemeler de örnek teşkil<br />

etmektedir. Halılar, döşekler, örtüler, sedirler, raflar, ocaklar<br />

her zaman Türk evinin asıl önemli kısmını oluşturmuştur.<br />

Türk evlerinde yer döşemesi ve tavan arasındaki düzen göçer<br />

evli dönemin uzantısı olarak karşımıza çıkmaktadır. Yer<br />

döşemesi ne denli yalın ise tavan o denli süslü ve özenlidir.<br />

Göçer evli düşüncedeki “üstte gök altta toprak” ilkesinin bu<br />

yapılanmayı biçimlendirdiği görülmektedir. Bu düşünceye<br />

bağlı olarak alt örtü denen döşemenin belirli temel ilkeler<br />

dâhilinde hiç değiştirilmeden uygulandığı ortaya çıkmaktadır.<br />

Göçer ev doğrudan toprağın üzerine kurulmuş, bu toprağın<br />

üzerine de halı, kilim gibi örtüler serilerek “alt örtü”<br />

oluşturulmuştur. Türk evinde de bu düzen sürdürülmüş ve<br />

zeminin üzerinde yalın bir düzen tutturulmuştur (Küçükerman<br />

1996:145). Evde göğe en yakın bölüm olan tavan adeta<br />

göğün kutsallığını sembolize eder biçimde süslenmiş, alttaki<br />

yağız yeri temsil eden döşeme ise yalın kalarak kutsalı<br />

kutsal olmayan alandan ayırmıştır.<br />

Göçer evli dönemin bir diğer uzantısı olarak Türk evi, sade<br />

ve kolayca yerleştirilebilir, taşınabilir bir durumda olmuştur.<br />

Ancak, bu sadelik içinde evlerin ferah ve geniş olması, oturulan<br />

minder ve koltukların rahatlığı aranan özelliktir. Odanın<br />

yirmi dört saat içinde değişik amaçlara göre yeniden<br />

düzenlenmesi bu özelliği beraberinde getirmiştir. Yapılacak<br />

tüm değişik işler için oda içine yalnızca yapılacak işle ilgili<br />

nesneler getirilir ve yerleştirilir. İşi biten nesneler kaldırılarak<br />

yerine yenisi getirilir. Söz konusu bu yalın düzenin gerçekleştirilebilmesi<br />

ise ancak böylesi bir iç düzenle mümkün<br />

olmuştur (Küçükerman 1996:147). Günümüzde de bu düzenin<br />

sürdürüldüğü görülmektedir.<br />

Evin iç mekânını dışa açan önemli unsurlardan biri penceredir.<br />

Pencere de bölgenin iklim şartlarına göre şekillen<br />

unsurlardandır. Soğuk iklimden korunmak için yapılan kalın<br />

duvarlarda pencerelerin çoğunlukla dış yüzeye yakın<br />

a transition / service area. In addition to references to the<br />

etymological origin of “pavilion”, each room opened to the<br />

hall enables a core family to live (Oğuz ve diğer 2007:10).<br />

Hall emerges as both symbolic and the most active used<br />

place of the house, and also the extension of the nomad<br />

house form and a venue for common actions and relations.<br />

The Turkic house attracts attention with its simplicity and<br />

easy-to-carry items. Whilst having the characteristic of<br />

easy relocation is imperative in nomad house period, the<br />

extensions of this period appeared in the settled era in the<br />

following periods. For this reason, certain compartments<br />

have been designed for the stuff in the interior of the house,<br />

in the summer pasture tent or in the winter quarters. One of<br />

these compartments is the closet (yüklük) where there are<br />

cabinets (cupboards) that draw attention as enclosed and<br />

apparent usage spaces.<br />

In addition to the general name of the closet, it was also<br />

named according to the household goods kept in such as<br />

rod, stick, pitcher, towel, gaslight chandelier, coffee pot,<br />

bed, tarboosh, cane, lazy hole in the wall (a Turkic idiom for<br />

recess in the wall where The Qur’an, cup, picture, etc. kept<br />

in); The simplicity of naming is also reflected in the designing<br />

(Küçükerman 1996: 171). The goods, i.e. “yük (burden)”-<br />

carried during the move were placed in the closet (yük-lük),<br />

and the place was named after the word derived from this<br />

root (yük-). Goods referred to as burden had been moved to<br />

both summer pasture and winter quarters, the closets in the<br />

houses have not disappeared even after the fully transition<br />

to settled life, have maintained their existences as compartments<br />

that hide the traces of old life.<br />

In addition to closets in Turkic houses, another places<br />

where goods placed are shelves or showcases. In old Turkish<br />

language the word “körünç” was also pronounced along<br />

with showcase (Ögel 2000 b: 39).. This word means the<br />

apparent place. Bahaeddin Ögel presumed that the ancient<br />

Turks have put antique goods which are not owned by<br />

another one on those shelves, which are called showcase<br />

and körünç. At the top of the tents’ corners, shelves were<br />

also found for the placing of these kinds of goods, and they<br />

were given the name “uğ” (2000b: 39). In this way, it can be<br />

considered that the origin of the showcase and the körünç<br />

is based on the “uğ”. Today it is seen that in the houses of<br />

Anatolia showcases continue to exist with the same name.<br />

Another noteworthy feature of the Turkic house is furnishing<br />

the house and arranging the goods. Carpets, mattresses,<br />

covers, cedars, shelves and fireplaces have always been<br />

the main part of the Turkic house.<br />

In the Turkic houses, the order between the floor and the<br />

House & Architecture<br />

143<br />

Ev & Mimari


Common Heritage<br />

144<br />

Ortak Miras<br />

düzenlenmesiyle pencerenin iç yüzeyinde kullanım alanı<br />

oluşturulmuştur. İklimin ılıman olduğu yerlerde yapılan ince<br />

duvarlarda ise pencereler, duvarların iç yüzlerine takılarak<br />

pencere kanatlarının tam bir dönüş yapması ve odanın<br />

içinde yer kaplamaması sağlanmıştır (Küçükerman 1996:<br />

123). Pencerelerin düzenlenmesinde evin aydınlatılması da<br />

önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Gün ışığından<br />

en fazla verimi almak amacıyla pencereler duvarın en<br />

uygun bölümünde yerlerini almıştır.<br />

Türk evindeiç mekânı dışa açan önemli unsurlardan bir diğeri<br />

ise kapıdır. Kapı ister evin içinde oda kapısı, isterse evin<br />

giriş kapısı olsun geçmişten bu yana evin en önemli parçası<br />

sayılmıştır. Kapıya verilen bu önem “kapısı herkese açık olmak”,<br />

“kapısına kilit vurmak gibi” pek çok atasözü ve deyime<br />

de yansımıştır. Eski şekli “kapug”/kapıg olan kapı, Eski<br />

Türkçeden bu yana kullanılan bir sözcük olarak da dikkat<br />

çekmektedir.<br />

Türklerin ev kapıları ile çadır ve otağ kapılarını aynı şekilde<br />

isimlendirdikleri görülmektedir. Dede Korkut Hikâyelerinde<br />

de geçen “kapu baca” ifadesi hem ev hem de çadır için kullanılmıştır.<br />

Ancak ev kapısı için Uygurlardan bu yana ayrıca<br />

“eşik” sözcüğünün kullanıldığı görülmektedir. Kendi anlamıyla<br />

eşiğinin “kapueşigi” şeklinde açıkça belirtildiği ifade<br />

edilmektedir (Ögel 2000b: 47). Günümüzde de “eşiğinde<br />

yatmak/ kapısında yatmak” gibi hem eşikle hem de kapıyla<br />

kullanılan ve aynı anlama gelen deyimlerin varlığı bu anlam<br />

birlikteliğini göstermektedir.<br />

Kapı genellikle odaya bağlı bir öge olarak düşünülmüştür.<br />

İster basit, ister özenli, ister süslü ister yalın olsun kapıların<br />

birleştiği <strong>ortak</strong> noktaoda içine açılmalarıdır (Küçükerman<br />

1996: 135). Bu özellik pratik olması ve yer tasarrufu sağlamasının<br />

yanı sıra oda ve kapının bir bütün olarak algılandığının<br />

göstergesidir. Odaya ait olan kapı yine odanın içinde<br />

kalmakta, oda ile bir bütünlük oluşturmaktadır.<br />

Türk evlerinde odaların bağımsız bir yaşam birimi niteliğini<br />

taşıması kapıların şekillenmesinde de etkili olmuştur. Odalar<br />

dışarıya karşı örtülmek istenmiş ve odaların kapıları ev<br />

içindeki sofaya açılmıştır. Böylelikle kapılar, odaya girişin<br />

denetlenmesini sağlayan bir unsur olmuştur (Küçükerman<br />

1996: 141). Özel bir yaşam alanı olan bir odadan diğerine<br />

doğrudan geçiş engellenmiş, <strong>ortak</strong> alan olan sofa aynı zamanda<br />

bir geçiş alanı olarak işlev görürken kapı bu geçişlerin<br />

sınırı olmuştur.<br />

Kapının kendisi kadar kapıda kullanılan diğer aksesuarlara<br />

da önem verilmiştir. Evin güvenliği için öncelikle kapının güvenli<br />

olması gerektiğinden kapılar çeşitli kilitlerle korunmaya<br />

çalışılmıştır. Eskiden beri kullanılan kilit çeşitlerinden biri<br />

sürgüdür. Genellikle ahşaptan yapılan veeski kaynaklarda<br />

ceiling appears as an extension of the nomad house period.<br />

How the floor is so simple, the ceiling is that much fancy and<br />

elaborate. It is seen that the principle “the sky is above, the<br />

earth is below” of the nomad house shaped this structure.<br />

Depending on this idea, it is understood that the floor also<br />

called “bottom cover” is applied without any change within<br />

certain basic principles. The nomad house was pitched up<br />

directly on the soil, and the “bottom cover” was formed by<br />

laying down carpets, rugs, and other covers. This order was<br />

perpetuated in the Turkic house and a simple order was established<br />

on the ground (Küçükerman 1996: 145) The ceiling,<br />

which is the closest part to the sky in the house was<br />

embellished in such a manner that symbolizing the sanctity<br />

of the sky, while the floor representing the swarthy ground<br />

at the bottom stood simple and separated the holy area<br />

from non-sacred one.<br />

As a further extension of the nomad house period, the Turkic<br />

house has been simple and easily placed and portable.<br />

However, in this simplicity, the houses are spacious and<br />

commodious, and the comfort of sitting cushions and seats<br />

are desirable features. The rearranging the room in different<br />

ways within twenty-four hours has brought this feature<br />

together. For all the various works to be done, only work-related<br />

objects are brought into the room and placed. The<br />

objects of no more use are removed and replaced with new<br />

ones. It was only possible to carry out this aforesaid simple<br />

order by means of such an interior order (Küçükerman<br />

1996: 147). It seems that this order has still being perpetuated<br />

today.<br />

One of the important elements that open the interior of the<br />

house to the outside is the window. The window is the element<br />

that is formed according to the climatic conditions<br />

of that region. By arranging the windows mostly close to<br />

the outer surface on thick walls which are made to protect<br />

against the cold climate, a usage area has been created<br />

on the inner surface of the window. Where the climate is<br />

temperate, the windows are applied on thin walls. It was installed<br />

on the inside faces of the walls to make a complete<br />

turn of the window wings and to occupy space in the room<br />

(Küçükerman 1996: 123). Illumination of the house is also<br />

an important factor in designing windows. In order to get<br />

the most out of the daylight, the windows are located in the<br />

most suitable part of the wall.<br />

One of the crucial constituents that open the interior to the<br />

outside in the Turkic house is the door. Whether it is a room<br />

door inside, or an entrance door it has been considered the<br />

most important part of the house since the past. The importance<br />

given to the door reflects many proverbs and phrases<br />

such as “opening the door to everyone”, “shuting /closing


“sürme kilit” (Ögel 2000b: 59) adıyla da anılan sürgüler,<br />

günümüzde de en çok kullanılan kilit çeşitlerinden biridir.<br />

Ev mimarisinde kapı kol ve tokmaklarının da ayrı bir önemi<br />

vardır. Ana işlevi kapıya vurulmak yoluyla ses çıkartmak olan<br />

kapı tokmakları, dışarıdan gelenin sesini duyurmak için günümüzdeki<br />

zillerin yerine kullanılmıştır. Tokmaklar, çekerek<br />

kapıyı kapatma işleviyle kapı kolu görevini de üstlenmiştir<br />

(Göktaş Kaya 2010:345). Bazı evlerde kadınlar için ayrı erkekler<br />

için ayrı kapı tokmakları bulundurulmuştur. Eve gelen<br />

misafirin kim olduğu ve buna bağlı olarak kapıyı kimin açacağı<br />

da tokmaktan gelen sese göre anlaşılmıştır. Böylelikle<br />

kadın erkek mahremiyetine dikkatin ve ev içindeki harem<br />

selamlık uygulamasının kapıdan başlatıldığı görülmektedir.<br />

Süreç içinde Türk hayatının, özellikle ev konusunda büyük<br />

bir değişim gösterdiği görülmektedir. Bu değişme apartmanlaşma<br />

ve apartman yaşantısına bağlı olarak gerçekleşmiştir.<br />

19. Yüzyıl sonunda Tanzimat’ın etkisiyle başlayan<br />

değişim öncelikle İstanbul’da, Cumhuriyetle birlikte de<br />

Ankara’da başlamıştır (TuruthanUlusu 1991:222). Sonraki<br />

yıllarda bu yapılanma diğer şehirlerde de yaygınlaşmaya<br />

başlamıştır. Günümüzde Türk insanının büyük bir kısmı şehirlerde<br />

ve apartman dairelerinde yaşamaktadır.Şehrin dışında<br />

da ilçe ve köylere apartmanların yapılmaya başlandığı<br />

görülmektedir.<br />

Türk dünyası ve kardeş topluluklarının yüzyıllar içinde oluşturduğu<br />

mimari örnekleri, Orta Asya’nın değişik bölgelerindown”.<br />

The term “door” with the old form “kapug” / kapıg”<br />

draws attention as a word which has been used since the<br />

Old Turkic.<br />

It is seen that the Turks named the doors of house, tent and<br />

pavilion in the same way. The expression “kapu chimney”<br />

in Dede Qorqut Epics has been used for both home and<br />

tent. However, since the Uighurs, the word “threshold” has<br />

also been used for the house door. It is expressed that the<br />

threshold was mentioned with its own sense as “kapueşigi”<br />

(Ögel 2000b: 47). Nowadays, the existence of the idioms<br />

that are used with both the threshold and the door, such as<br />

“lying at the threshold / lying at the door”, shows the unity<br />

of this meaning.<br />

The door has mostly been considered to be a subsidiary<br />

element of the room. Whether simple, elaborate, embellished,<br />

or modest, the common ground that the doors meet<br />

is that they all open into the room (Küçükerman 1996: 135).<br />

This feature is practical and also is a sign that the room and<br />

the door are perceived as a whole, as well as saving space.<br />

The door belonging to the room is still in the room, creating<br />

an integrity with the room. In the Turkic houses, the rooms<br />

became an independent unit of life, which also influenced<br />

the way the doors were produced. The rooms were intended<br />

to be closed against the outside and the doors of the<br />

rooms were opened to the inside of the house. Thus, door<br />

have become a component that enable to control the entrance<br />

to the room (Küçükerman 1996: 141). Direct access<br />

House & Architecture<br />

145<br />

Ev & Mimari


Common Heritage<br />

146<br />

Ortak Miras<br />

de, Azerbaycan’da, Anadolu’da ve Balkanlar’da hala canlı<br />

bir şekilde görülmektedir. Bu yapılarda geçmiş yüzyılların<br />

izlerini taşıyan pek çok unsur bulunmaktadır. Fakat modern<br />

çağlar pek çok şey gibi mimariyi de etkilemiş ve değiştirmiştir.<br />

Son yüzyıllarda yapı teknolojisindeki gelişmeler yeni bir<br />

mimari anlayış ortaya çıkartmıştır. Bu gelişmeler ve değişiklikler<br />

evlerin birçok özelliğine de yansımıştır ancak yüzyıllar<br />

içerisinde edinilen ev ziyaretleri, yeni ev alana hediye getirme,<br />

misafir için ayrı bir oda bulundurma gibi bazı geleneklerhalen<br />

devam etmektedir.<br />

Evlerin biçimleri değişse de komşulukların yaşatılması, çocukların<br />

büyütülmesi,kış hazırlıklarının yapılması, doğumdan<br />

ölüme, sünnetten düğüne hayatın tüm geçiş dönemleri<br />

“ev” denilen bu yaşam alanında gerçekleşmiş ve gerçekleşmeye<br />

devam edecektir.<br />

KAYNAKLAR<br />

• ÇOBANOĞLU, Özkul (2013). “Türk Mitolojisinin Kültleri ve Türk Dünyasındaki<br />

Çeşitlenmeleri”.Türk Edebiyatının Mitolojik Kaynakları. Eskişehir: T.C.<br />

Anadolu Üniversitesi Yayını.<br />

• DEMİREL, Ömer, Muhiddin Tuş ve Adnan Gürbüz (1992). “Osmanlı Anadolu<br />

Ailesinde Ev, Eşya ve Giyim-Kuşam (XVI-XIX Yüzyıllar)”.Sosyo-Kültürel<br />

Değişme Sürecinde Türk Ailesi. C.II, T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu<br />

Yayınları: 703–755.<br />

• DLT (2014). Kaşgarlı Mahmut- DîvanuLugâti’t-Türk (Giriş-Metin-Çeviri-<br />

Notlar-Dizin)(Haz. Ahmet BicanErcilasun ve Ziyat Akkoyunlu), Ankara:<br />

TDK Yayınları.<br />

• ERGİN, Muharrem (2004). Dede Korkut Kitabı I. Ankara: TDK Yayınları.<br />

• ESİN, Emel (2006).Türklerde Maddi Kültürün Oluşumu. İstanbul: Kabalcı<br />

Yayınevi.<br />

• GLASSIE, Henry (1986). Pattern in TheMaterialCulture of TheEastern United<br />

States.<br />

• Bloomington: University of Pennsylvania Press.<br />

• GLASSIE, Henry (1999). MaterialCulture, Bloomington: Indiana<br />

UniversityPress.<br />

• GLASSIE, Henry (2005). “Halk Mimarisi Hakkında II” (Çev. Abbas Karakaya).<br />

Milli Folklor, S. 68, s. 232-234.<br />

• GLASSIE, Henry (2006). “Halk Mimarisi Hakkında III” (Çev. Abbas Karakaya).<br />

Milli Folklor, S. 69, s. 164-168.<br />

• GÖKTAŞ KAYA, Lütfiye (2010). “Geleneksel Kapı Halka ve Tokmakları:<br />

Safranbolu”.Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S.<br />

12,s. 341–369.<br />

• KÜÇÜKERMAN, Önder (1996). Kendi Mekânının Arayışı İçinde Türk Evi.<br />

İstanbul: Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Yayınları.<br />

• OĞUZ, M. Öcal, Ezgi Metin ve Fatih Mor Menekşe (2007). Türkiye’de 2003<br />

Yılında Yaşayan Geleneksel Mimari. Ankara: Gazi Üniversitesi THBMER<br />

Yayını.<br />

• ÖGEL, Bahaeddin (2000 a). Türk Kültür Tarihine Giriş (C. 1). Ankara: Kültür<br />

Bakanlığı Yayınları.<br />

• ÖGEL, Bahaeddin (2000 b). Türk Kültür Tarihine Giriş (C. 3). Ankara: Kültür<br />

Bakanlığı Yayınları.<br />

• ÖGEL, Bahaeddin (2002). Türk Mitolojisi II. Ankara: Türk Tarih Kurumu<br />

Yayınları.<br />

• ÖZGEN, Mutlu (2002). Geleneksel Anadolu Konutunun Oluşumu<br />

Kapsamında Tokat Latifoğlu Konağı’nın Halkbilimsel Açıdan<br />

Değerlendirilmesi. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi,<br />

Yayımlanmamış Lisans Tezi.<br />

• SÜMER, Faruk (1994). Eski Türklerde Şehircilik. Ankara: Türk Tarih Kurumu<br />

Yayınları.<br />

• TURUTHAN ULUSU, Türkan (1991). “Geleneksel Konuttan Günümüz<br />

Konutuna ‘Orta Mekan’”.Türk Halk Mimarisi Sempozyumu Bildirileri, Ankara:<br />

Kültür Bakanlığı Yayınları, s. 217-225.<br />

RÖPORTAJLAR<br />

• KANIBEK CANIBEKOV<br />

from one room to another, which is a private life place, has<br />

been blocked, While the hall, which is a common space, has<br />

functioned as a transition zone at the same time, the door<br />

has been the frontier of these transitions.<br />

As well as the door’s itself, other accessories applied at the<br />

door have also been attached importance. The doors have<br />

been endeavored to be protected with various locks because<br />

the door primarily must be secured for home security.<br />

One of the lock types used in the past is the bolt. The bolts,<br />

which have mainly been wooden and also known as “sliding<br />

locks (bolts)” (Ögel 2000b: 59) in the old sources, are one<br />

of the most widely used lock types today.<br />

Door handles and Door knobs (knockers) also have had<br />

a special significance in the house architecture. The door<br />

knobs, whose main function is to make a sound by being<br />

knocked the door, had been used instead of bells being<br />

functioned today to announce the voice of the outside.<br />

Knobs had also undertaken the role of door handle by pulling<br />

and closing the door (Göktaş Kaya 2010: 345). In some<br />

houses there used to be separate door knockers both for<br />

men and women. The one whoever knocking the door and<br />

the guest used to be distinguished according to the sound<br />

of the knocker. Thus, attention paid to the sexual privacy<br />

and the application of haremlik-selamlık (sitting separately<br />

of man and women in a place) within the home have been<br />

understood to be initiated apart from the door.<br />

Turkic life has been deemed to propound a great change<br />

especially about the house in the historical process. This<br />

change has taken place depending on the process of building<br />

apartment houses. The change that kicked off with the<br />

influence of the Imperial Edict of Gülhane (Tanzimat) at the<br />

end of the 19th century began primarily in Istanbul and later<br />

in Ankara in the wake of the announcement of the Republic<br />

in Turkey (Turuthan Ulusu 1991: 222). In the following years,<br />

this structuring began to expand in other cities as well. Today,<br />

most of the Turks live in cities and apartment flats. It<br />

can be observed that apartments have begun to be built in<br />

the towns and villages outside the city.<br />

The architectural templates that the Turkic world and its<br />

sister communities have formed over the centuries are still<br />

alive in different parts of Central Asia, in Azerbaijan, Anatolia<br />

and the Balkans. There have been several components<br />

in these buildings bearing the traces of the past centuries.<br />

But modern ages have influenced and changed architecture<br />

as much. In recent centuries, developments in building<br />

technology have created a new architectural understanding.<br />

These developments and changes have been reflected<br />

on many features of the houses. But some traditions that<br />

procured during the centuries still proceed, such as home


• PROF. DR. ÖNDER KÜÇÜKERMAN<br />

• DOÇ. DR. PELİN ŞAHİN<br />

visits, bringing a gift to the new home, and having a separate<br />

room for the guest.<br />

Even if the forms of the houses change, all transitional periods<br />

of life such as neighborhoods, raising children, winter<br />

preparations, birth, death, circumcision, weddings, etc.<br />

have been actualized in this living space called “home” and<br />

will continue to occur.<br />

REFERENCES<br />

• ÇOBANOĞLU, Özkul (2013). “Türk Mitolojisinin Kültleri ve Türk Dünyasındaki<br />

Çeşitlenmeleri”.Türk Edebiyatının Mitolojik Kaynakları. Eskişehir: T.C.<br />

Anadolu Üniversitesi Yayını.<br />

• DEMİREL, Ömer, Muhiddin Tuş ve Adnan Gürbüz (1992). “Osmanlı Anadolu<br />

Ailesinde Ev, Eşya ve Giyim-Kuşam (XVI-XIX Yüzyıllar)”.Sosyo-Kültürel<br />

Değişme Sürecinde Türk Ailesi. V.II, Publisher: T.C. Başbakanlık Aile<br />

Araştırma Kurumu Yayınları: 703–755.<br />

• DLT (2014). Kaşgarlı Mahmut- DîvanuLugâti’t-Türk (Giriş-Metin-Çeviri-<br />

Notlar-Dizin)(Haz. Ahmet Bican Ercilasun ve Ziyat Akkoyunlu), Ankara,<br />

Publisher: TDK Yayınları.<br />

• ERGİN, Muharrem (2004). Dede Korkut Kitabı I. Ankara, Publisher: TDK<br />

Yayınları.<br />

• ESİN, Emel (2006).Türklerde Maddi Kültürün Oluşumu. İstanbul, Publisher:<br />

Kabalcı Yayınevi.<br />

• GLASSIE, Henry (1986). Pattern in TheMaterialCulture of TheEastern United<br />

States.<br />

• Bloomington: University of Pennsylvania Press.<br />

• GLASSIE, Henry (1999). MaterialCulture, Bloomington, Publisher: Indiana<br />

University Press.<br />

• GLASSIE, Henry (2005). “Halk Mimarisi Hakkında II” (Çev. Abbas Karakaya).<br />

Milli Folklor, S. 68, pp. 232-234.<br />

• GLASSIE, Henry (2006). “Halk Mimarisi Hakkında III” (Çev. Abbas Karakaya).<br />

Milli Folklor, S. 69, pp. 164-168.<br />

• GÖKTAŞ KAYA, Lütfiye (2010). “Geleneksel Kapı Halka ve Tokmakları:<br />

Safranbolu”.Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S.<br />

12,pp. 341–369.<br />

• KÜÇÜKERMAN, Önder (1996). Kendi Mekânının Arayışı İçinde Türk Evi.<br />

İstanbul: Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Yayınları.<br />

• OĞUZ, M. Öcal, Ezgi Metin ve Fatih Mor Menekşe (2007). Türkiye’de 2003<br />

Yılında Yaşayan Geleneksel Mimari. Ankara: Gazi Üniversitesi THBMER<br />

Yayını.<br />

• ÖGEL, Bahaeddin (2000 a). Türk Kültür Tarihine Giriş (C. 1). Ankara,<br />

Publisher: Kültür Bakanlığı<br />

• Yayınları.<br />

• ÖGEL, Bahaeddin (2000 b). Türk Kültür Tarihine Giriş (C. 3). Ankara,<br />

Publisher: Kültür Bakanlığı<br />

• Yayınları.<br />

• ÖGEL, Bahaeddin (2002). Türk Mitolojisi II. Ankara, Publisher: Türk Tarih<br />

Kurumu Yayınları.<br />

• ÖZGEN, Mutlu (2002). Geleneksel Anadolu Konutunun Oluşumu<br />

Kapsamında Tokat Latifoğlu Konağı’nın Halkbilimsel Açıdan<br />

Değerlendirilmesi. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Unpublished<br />

Undergraduate Thesis.<br />

• SÜMER, Faruk (1994). Eski Türklerde Şehircilik. Ankara, Publisher: Türk Tarih<br />

Kurumu Yayınları.<br />

• TURUTHAN ULUSU, Türkan (1991). “Geleneksel Konuttan Günümüz<br />

Konutuna ‘Orta Mekan’”.Türk Halk Mimarisi Sempozyumu Bildirileri, Ankara,<br />

Publisher: Kültür Bakanlığı Yayınları, pp. 217-225.<br />

House & Architecture<br />

147<br />

Ev & Mimari<br />

INTERVIEWS:<br />

• Kanıbek CANIBEKOV<br />

• Prof. Önder KÜÇÜKERMAN<br />

• Assoc. Prof. Pelin ŞAHİN


M.Muhtar KUTLU<br />

Bilge Yapım<br />

Doğayı anlamaya çalışna<br />

İnsanoğlu’nun belki de ilk keşfi...<br />

The calenders which organizes the time has<br />

functions such as the communities...


Altı dallı kökleri olan,<br />

Yılın başı döndü,<br />

Yılanın başı kıvrıldı.<br />

Akan su şırıldadı.,<br />

Azametli tayga nara attı<br />

Ulu ağacın yaprakları soldu.<br />

Şırıldayarak akan su<br />

Aştın örtüsünü eritip<br />

Altın guguk kuşunun temiz sesi<br />

Beyaz taskılda yankılandı.**<br />

08<br />

Mevsimlerin Zamanında<br />

Biçimlenen Takvimler<br />

Calendars that are shapped according to the<br />

time of the seasons


Common Heritage<br />

150<br />

Ortak Miras<br />

Doğayı anlamaya çalışan İnsanoğlu’nun belki de ilk keşfi,<br />

doğanın birbirini izleyen değişimlerini yani doğanın ritmini<br />

keşfetmek olmuştur. Doğanın döngüsü, bir taraftan insanın<br />

yaşamsal pratiklerini biçimlendirirken diğer taraftan bu pratiklerin<br />

zamansal süreçlerini düzenlemiştir. En eskisinden<br />

en yenisine bilinen bütün takvimlerin döngüselliği, zamanın<br />

bedenleşmesini sağlamıştır. Bir başka ifadeyle doğa şartları,<br />

yalnızca geçim kaynaklarını değil bu kaynakların biçimlediği<br />

pratikleri de belirlemiştir. Bu nedenle takvimleri,<br />

toplulukların doğa karşısındaki pratiklerini, yaşam biçimlerini,<br />

inanışlarını, ritüel ve toplumsal uygulamalarını yansıtan<br />

birer özgün metin gibi okumak mümkündür. Felsefeci Paul<br />

Ricoeur’ün söylediği gibi takvim, evrensel zamanla her bireyin<br />

yaşadığı zaman arasında bir köprü oluşturup, evrensel<br />

zamandan, yaşanılan zamandan farklı, herkesçe anlaşılabilecek,<br />

toplumsal bir zaman yaratır (Bourgoing 2015: 14).<br />

Zamanı düzenleyen takvim, toplulukların mevsimlerle ilişkisini,<br />

özel günlerini, doğa yaşamının eşiklerini takip etmek<br />

gibi işlevlere sahiptir. Bu işlevini kazanabilmesi için tarih<br />

boyunca Güneş’in ve Ay’ın süreçleri insanlar tarafından<br />

büyük bir dikkatle takip edilmiştir. Bütün takvimler, gökcisimlerinin<br />

devinimlerinin gözlenmesine dayanır ve yasalarını<br />

herkesin anlayabileceği doğal bir dönüşü temel alır. Üç<br />

gökbilimsel dönüş bu konuda kaynak oluşturur: günün uzu-<br />

__________________________________<br />

• * Prof. Dr. M. Muhtar KUTLU, Ankara Üniversitesi, DTCF Halkbilim Bölümü<br />

• **Lvova, E. L. vd, Güney Sibirya Türklerinin Geleneksel Dünya Görüşleri,<br />

Kainat ve Zaman. Nesneler Dünyası,(çev. Metin Ergun). Konya: Kömen Yay.,<br />

2013., s. 35.<br />

The calenders which organizes the time has functions such<br />

as the communities’ relation with the seasons, their special<br />

days and tracing the steps for natural life. Throughout<br />

history, the processes of the Sun and the Moon have been<br />

followed with great care by people so that it can gain this<br />

function. All calendars are based on observing the motion<br />

of the celestial bodies and ground on a natural rotation<br />

that everyone can understand. Three astronomical rotations<br />

create resource on this subject: the rotation of the<br />

world around its own axis that reveals the lenght of the day,<br />

the rotation of the Moon around the Earth and the rotation<br />

of the Earth around the Sun that reveals the length of the<br />

year(Bourgoing 2013: 14).<br />

When the historical process is followed, it is seen that societies<br />

basically create different calendars based on the Sun<br />

and the Moon’s rotation. Today, two calendars are used in<br />

Turkey where the majority of Muslims are: the first one is a<br />

lunar calendar, which divides a year into 12 months of 29<br />

or 30 days according to the changes in that period and has<br />

354 or 355 days in a year. The second one is the solar calendar,<br />

which is based on the Earth’s rotations around the<br />

Sun taking 365 or 366 days, is in common with the Western<br />

countries. For the days associated with the traditions of<br />

the people, these two calendars are also used: for religious<br />

__________________________________<br />

• * Prof. Dr. M. Muhtar KUTLU, Ankara University, Faculty of Languages History<br />

and Geography, Department of Ethnology<br />

• Lvova, E. L. et. al., Güney Sibirya Türklerinin Geleneksel Dünya Görüşleri,<br />

Kainat ve Zaman. Nesneler Dünyası,(translated by Metin Ergun). Konya:<br />

Kömen Yay., 2013., p. 35.


nluğunu ortaya koyan Dünya’nın kendi çevresinde dönüşü,<br />

Ay’ın Dünya çevresinde dönüşü ve yılın uzunluğunu ortaya<br />

koyan Dünya’nın Güneş çevresinde dönüşü (Bourgoing<br />

2013: 14).<br />

Tarihsel süreç izlendiğinde toplumların temelde Güneş ve<br />

Ay’ın çevrimine dayanan birbirinden farklı takvimler oluşturdukları<br />

görülmektedir. Bugün çoğunluğu Müslüman olan<br />

Türkiye’de iki takvim kullanılır: Birincisi bir yılı ayın 29/30<br />

günlük dönem içindeki değişmelere göre 12’ye bölen yani<br />

354/355 gün sayan ay takvimi. İkincisi Dünya’nın Güneş<br />

etrafında 365/366 günlük hareketi esasına dayanan Batı<br />

ülkeleriyle <strong>ortak</strong> Güneş takvimi. Halkın gelenekleriyle ilişkileri<br />

sayılı günler için bu iki takvimden de yararlanılır: Dini<br />

bayramlar için ay takviminden, başka türden tören ve işler<br />

için, mevsimleri göstermeye elverişli güneş takviminden<br />

(Boratav 1999: 131).<br />

“On iki Hayvanlı Türk Takvimi” diye bilinen ve Türklerin göçebe/Bozkır<br />

kültürünün izlerini taşıyan, eski Türk takvimine<br />

bakıldığında ise on iki yıllık bir devre üzerine biçimlendiği<br />

görülmektedir. Türkler on iki çeşit hayvanın adını alarak on<br />

iki yıla vermişlerdir; çocuklarının yaşlarını, savaş tarihlerini<br />

ve daha başka şeyleri hep bu yılları dönmesi ile hesaplarlar.<br />

Türkler bu yılların her birinde bir hikmet var sanarak onunla<br />

fal tutarlar, uğur sayarlar, söz gelimi Ud yılı girdiğinde<br />

savaşın çoğalırmış; çünkü öküzler birbiriyle vuruşurlar, tos<br />

yaparlar. Takagu yılında yiyecek çok olur, ancak insanlar<br />

arasında karışıklık çıkarmış; çünkü tavuğun yemi dandedir;<br />

daneyi bulabilmek için çöpleri, kırıntıları birbirine karıştırır.<br />

Timsah yılı girdiğinde yağmur çok yağar, bolluk olurmuş;<br />

çünkü timsah suda yaşar. Domuz yılı girince kar ve soğuk<br />

çok olur, kargaşalık çıkarmış. Böylece Türkler, her yıl bir şey<br />

olacağına inanırlar (Kaşgarlı Mahmud’dan aktaran<br />

Çoruhlu 2002: 169-170). Uygurlar ise on iki ayı<br />

ayrıca altı döneme ayırırlardı. Dört mevsim<br />

buradan ortaya çıkardı: çeçeklik<br />

(çiçekli), isig (sıcak), yağmurlıg<br />

(yağmurlu) ve karlık-buzluk<br />

(Çoruhlu 2002: 171).<br />

Yukarıdaki örneklerde de<br />

görüldüğü gibi takvimler hem<br />

evrensel paylaşımları hem<br />

de toplulukların kendilerine<br />

özgü pratiklerini sergilemektedir.<br />

Burada takvimlerin belirlenişinde<br />

mevsimlerin yaşam<br />

pratikleri üzerindeki önemi<br />

açıktır. Örneğin zamanı Güneş’in<br />

görünür hareketlerine göre<br />

parçalara ayıran Güneş takvimleri, yıllık<br />

festivities from the lunar calendar and for other ceremonies<br />

and regulations from the solar calendar suitable for showing<br />

the months (Boratav 1999: 131).<br />

It is seen that the old Turkish calendar, which is known as<br />

“Twelve Animal Cycle Turkish Calendar” and bearing the<br />

traces of the nomadic / Steppe culture of the Turks, consist<br />

of periods of twelve years. The Turks give the name of<br />

twelve kinds of animals to twelve years; they figure the ages<br />

of their children, the dates of their wars and so on. The Turks<br />

think that there is a wisdom in every one of these years and<br />

they expect favor from it as well as consider it as a good<br />

luck. For example, when it is the year of Ox, the number of<br />

war is increased; because the oxes butt aganist eachother.<br />

There is a lot of food in year of Cock, but there is confusion<br />

among people; because the feed of chicken is ‘’dande’’ in<br />

turkish; they pick the trashes in order to find food. When it is<br />

the year of Fish, it is so much rainy and there is abundance;<br />

because the fish lives into the water. When it is the year of<br />

Pig, it is so snowy, cold and there is disorder. Thus, the Turks<br />

believe that something will happen every year (Çoruhlu<br />

2002: 169-170, quote from Kashgarli Mahmud). The Uighurs<br />

also divided twelve months into six period. Four seasons<br />

emerged from here: çeçeklik (flowering), isig (warm),<br />

yağmurlıg (rainy) and karlık-buzluk (snowy) (Çoruhlu 2002:<br />

171).<br />

As you can see in the examples above, the calendars exhibit<br />

both universal sharing and the specific practices of the<br />

communities. It is clear here that the seasons have impact<br />

on life practice on the subject of the determination of the<br />

calendars. For example, solar calendars that divide time<br />

according to the visible movements of the Sun are essential<br />

for agricultural work, which requires a strict order<br />

in terms of annual time. It is necessary to<br />

make crops harmonious with the seasons,<br />

to plant according to anticipated<br />

precipitation and to use nutrient<br />

reserves sparingly between<br />

two harvests (Bourgoing 2013:<br />

23). From this point of view,<br />

it is possible to say that the<br />

time of vegetative cycle, the<br />

role of determining the calendar<br />

and the promise of this<br />

rotation come together at<br />

the same time. Because the<br />

turn of the winter, the arrival of<br />

spring, the breeding of animals<br />

and the vine of the plants provide<br />

remarkable information on how to<br />

use the time.<br />

Calendars that are shapped according to the time of the seasons<br />

151<br />

Mevsimlerin Zamanında Biçimlenen Takvimler


Common Heritage<br />

152<br />

Ortak Miras<br />

zaman açısından sıkı bir düzen gerektiren tarım işleri için<br />

zorunludur. Ekinleri mevsimlerle uyumlu hale getirebilmek,<br />

öngörülen yağışlara göre ekim yapmak, iki hasat arası besin<br />

rezervlerini idareli kullanmak gerekir (Bourgoing 2013:<br />

23). Buradan hareketle bitkisel döngü sürecinin, takvimi<br />

belirlemedeki rolü ve sözü edilen bu döngünün aynı zamanda<br />

<strong>ortak</strong> pratikler bütünü ortaya çıkardığını söylemek<br />

mümkündür. Çünkü kış dönümü, baharın gelişi, hayvanların<br />

yavrulaması, bitkilerin yeniden topraktan kendilerini<br />

göstermeleri zamanın nasıl kullanılacağına yönelik dikkate<br />

değer bilgiler sunmaktadır.<br />

Doğada zaman değişimi, mevsimlerin daimi değişimi ve gök<br />

cisimlerinin hareket etmesi, insanınkine benzer ve onunla<br />

ilgili yaşam sürecinin özellikleri olarak algılanmaktaydı.<br />

Yaratılışın ve yeni yılın ilk gününde olduğu gibi güneş her<br />

sabah karanlığı ve kaosu yenmektedir. Bu üç an özünde tek<br />

olarak kabul edilmektedir. Yaratılışın ilk sabahı, yeni yılın ilk<br />

sabahı ve her günün ilk sabahı gibi her üç başlangıcın semantik<br />

özdeşliği güney Sibirya materyalleriyle doğrulanmaktadır.<br />

Başlangıçlardan her biri, ilk bakışta zıt özellikler<br />

taşıyan zaman dilimi ile dengelenmektedir. Bu ilk önce<br />

sabah-akşam ve ilkbahar-sonbahar şeklindedir. Sabah ile<br />

İlkbaharın ve akşam ile sonbaharın esas özellikleri niteliksel<br />

değişimdir. İlkbahar ile sabah ve sonbahar ile akşam,<br />

geçiş zaman dilimleridir ve mitolojik gelenekte Dünya uyanmakta<br />

(doğmakta) ve uyumakta (ölmektedir) gibi niteliksel<br />

değişimle ilişkilendirilmektedirler. Canlının durumunda<br />

değişikliklere yol açan zamanı, açık zaman ve olası zaman<br />

The change of time in the nature, the constant change of<br />

seasons and the movement of celestial bodies correspond<br />

with the human being and are perceived as the characteristics<br />

of life cycle related to it. The sun is overwhelmed with<br />

darkness and chaos every morning as in the first day of the<br />

new year and creation. These three moments are inherently<br />

considered as one. The semantic identities of all three<br />

starts such as the first morning of creation, the first morning<br />

of the new year, and the first morning of each day are<br />

confirmed by southern Siberian materials. Each one of theses<br />

starts is balanced with the time zone having opposite<br />

characteristics at first sight. First, this is morning-evening<br />

and spring-autumn. The essential characteristics of morning<br />

and spring as well as spring and autumn are qualitative<br />

change. The spring and morning, autumn and evening are<br />

transitional time periods and the Earth is associated with<br />

qualitative change such as awakening (born) and sleeping<br />

(dying) in the mythological tradition. We can name the time<br />

that leads to changes in the status of the living as the open<br />

time and the possible time. Air unbalance, sudden changes<br />

in air conditions and other unbalances have determined<br />

the specific approach to the months of spring and autumn.<br />

The Khakas people call the border of the winter and summer<br />

seasons as ‘’çil pazı’’ (the beginning of the year). This<br />

is the time when the cuckoo who informs people that the<br />

“timelessness” of winter is over( Lvova vd. 2013: 57).<br />

All these air movements and seasonal variation mentioned<br />

that are considered important changes for people are nat-


olarak adlandırabiliriz. Havanın dengesizliği, hava değişimlerinin<br />

ani değişimleri ve diğer dengesizlik unsurları ilkbahar<br />

ve sonbahar aylarına olan özel yaklaşım nedenini belirlemiştir.<br />

Hakaslar kış ve yaz mevsimlerinin sınırını çil pazı<br />

(yılın başı) diye adlandırırlar. Bu, kışın “zamansızlığının” bittiğini<br />

haber veren guguk kuşunun öttüğü zamandır( Lvova<br />

vd. 2013: 57).<br />

Sözü edilen bütün bu hava hareketleri, mevsimlerin değişimi<br />

insanların kendileri için önemli değişimler olarak kaydettikleri<br />

doğal olaylardır. Bu nedenle bu önemli geçişlere<br />

birer işaret koymak, nesiller öncesinden fark edilmiş olan<br />

söz konusu düzeni devam ettirmek için birbirini takip eden<br />

ve temelde aynı süreçlere işaret eden bir pratikler kümesiyle<br />

karşılaşılmaktadır. Çünkü doğal ritimler olan mevsim<br />

değişimi, güneşin doğuşu ve batışı ve ay devreleri toplumun<br />

yaşamını programlamaktadır. İnsan kendi faaliyetleri<br />

ile doğal ritimler arasında uyumluluk sağlamaya çalışmanın<br />

yanı sıra bu uyumluluğu törenle de güçlendirmektedir(Lvova<br />

vd. 2013: 62).<br />

Yaşamlarını çiftçilik ve hayvancılık ile sürdüren toplulukların<br />

takvimleri, mevsimlerin ve her mevsim içindeki bölünmelerin<br />

yıl içinde her defasında aynı hava şartlarına rastladığı<br />

bir düzende olacaktır. Nitekim bu çevrelerin halk takvimleri<br />

güneş takviminden pek farklı değildir (Boratav 1999: 133).<br />

İnsan ve doğanın döngüsünü belirleyen tüm bu pratikler<br />

evrensel olarak takip edilen takvimin yanında halk arasında<br />

süren bir başka doğa takviminin de çevrimiçi olmasını<br />

sağlamıştır. Çünkü zaman çarkının her dönüşü, ritmik<br />

tekrarlama ile gerçekleşmektedir. Yıl ve gün doğar ve ölür;<br />

insanlar, bitkiler ve hayvanlar, doğar ve ölürler. Zaman<br />

evrelerinin özel noktaları törenlerle güçlendirilmektedir;<br />

çünkü ritmin tekrarlanması ve değişmezlik insanın ve toplumun<br />

refahının ve mutluluğunun güvencesidir (Lvova 2013:<br />

66). Bütün bunlar göz önünde tutularak halk takvimlerinin<br />

oluştukları doğal ve kültürel ortamın ürünü olduğu söylenebilir.<br />

Söz konusu bu takvimler, malı oldukları toplumun<br />

uzun süreli deneyimi, maddi ve manevi pek çok kayıpları<br />

sonucu elde edilmiştir. Halk takvimlerindeki zamanı noktalama<br />

ya da bölümlemeler, kimi kez düzenli bir biçimde yinelenen<br />

doğa olayları ile açıklık kazanırken, kimi kez de dinsel<br />

törenler; toplumsal ortamı etkileyen diğer toplumlarla<br />

ilişkiler, topluma getirilen bir yenilik; üretim biçimindeki bir<br />

değişiklik, saygın bir kişinin ölümü vb. etkin bir olgu ile de<br />

kendini göstermektedir (Erginer 1984: 22).<br />

Halk takvimi etrafında biçimlenen pratikler incelendiğinde<br />

soğukların ve kışın bitişinde başka bir ifadeyle doğanın uyanış<br />

sürecinde gerek Dünya’da gerek Türk kültür hayatının<br />

<strong>ortak</strong> kodları olarak birçok uygulamanın yapıldığı görülmektedir.<br />

Bir anlamda baharı karşılama pratikleri olan bu<br />

ural events. For this reason, it is encountered with a set of<br />

practices that point to these important transitions and to<br />

follow one another in order to maintain the regime, which<br />

has been recognized before the generations. Because the<br />

natural rhythms of seasonal variation, sunrise, sunset and<br />

moon’s circuits program the life of the community. In addition<br />

to trying to maintain harmony between its own activities<br />

and natural rhythms, it also strengthens this harmony<br />

with the ceremony(Lvova vd. 2013: 62).<br />

Calendars of communities, which sustain their lives with<br />

farming and animal husbandry, will be in order that seasons<br />

and divisions within all seasons will concur the same<br />

weather conditions every time within the year. Indeed, the<br />

folk calendars of these communities are not much different<br />

from the solar calendar (Boratav 1999: 133).<br />

All these practices, which determine the cycle of man and<br />

nature, bring another natural calendar passing among the<br />

people as well as the calendar used universally. Because every<br />

turn of the time wheel is realized by rhythmic repetition.<br />

Year and day are born and die; People, plants and animals<br />

are also born and die. The special points of the time phases<br />

are strengthened by ceremonies; because the repetition of<br />

rhythm and invariance is the guarantee of prosperity and<br />

happiness of man and society (Lvova 2013: 66). Taking into<br />

account all of these, it can be said that the folk calendars<br />

are the product of the natural and cultural environment<br />

they are formed with. These calendars are obtained as the<br />

results of the long-term experience, pecuniary loss and intangible<br />

damages of the society in which they are made.<br />

While the end and division of time in the folk calendars are<br />

sometimes clarified with the natural phenomena recurring<br />

on a regular basis, they sometimes show themselves with an<br />

active phenomenon such as rituals, the relations with other<br />

societies affecting the societal environment, a change<br />

brought to the society, a change in the form of production,<br />

the death of a respectable person, etc. (Erginer 1984: 22).<br />

When the practices shaped around the folk’s calendar are<br />

examined, it is seen that many practices are made as common<br />

codes of both in the Turkish cultural life and the world<br />

at the end of cold weather and winter; that is to say, in the<br />

awakening process of the nature. In one sense, these practices<br />

that are the practice of welcoming spring show a property<br />

of welcoming ceremony especially made in rural areas<br />

for getting fertile again, animal and plant’s being healty.<br />

For example, it is striking in terms of representing the exact<br />

process mentioned above that the Crocus Day ritual<br />

(maintained in rural areas in Anatolia about 40 to 50 years<br />

ago by the children and considered a Nevruz practice.) are<br />

made by the children after any of three radiations of heat<br />

Calendars that are shapped according to the time of the seasons<br />

153<br />

Mevsimlerin Zamanında Biçimlenen Takvimler


Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />

accusa quo quunt.<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />

quo quunt.<br />

Common Heritage<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

154<br />

Ortak Miras


Mevsimlerin Zamanında Biçimlenen Takvimler<br />

Calendars that are shapped according to the time of the seasons<br />

155


Common Heritage<br />

156<br />

Ortak Miras<br />

uygulamalar bolluk bereketin yeniden gelmesi, hayvanların<br />

ve bitkilerin sağlıklı olması için özellikle kırsal bölgelerde<br />

<strong>ortak</strong>laşa yapılan bir karşılama töreni özelliği sergilemektedir.<br />

Örneğin baharın gelişini müjdeleyen cemrelerin önce<br />

havaya, sonra suya ve sonunda toprağa düşmesinden sonra<br />

çocukların başrolde oldukları Çiğdem gezme ritüeli tam da<br />

yukarıda sözü edilen süreci temsil etmesi açısından dikkat<br />

çekicidir. Zaman çiğdemleri devşirme zamanıdır. Doğanın<br />

canlanması için oynanan oyunlar arasında yer alan Çiğdem<br />

gezme baharın habercisi çiğdem çiçeklerinin çıkmasıyla<br />

çocuklar tarafından düzenlenen bir oyundur. Bir anlamda<br />

toprağın uyandığının da habercisi olan bu çiçekler, kırsal<br />

bölgelerde çocukların düzenlediği köy seyirlik bir oyundur.<br />

Çiğdemi gören çocuklar kendi aralarında hemen organize<br />

olurlar, torbalarını, heybelerini omuzlarına atarak, kösküç<br />

denilen ve çiğdem sökmede kullanılan ucu sivri değneklerini<br />

ellerine alırlar ve kırlarda çiğdem toplarlar. Yerel söyleyişlere<br />

göre söktükleri, kazdıkları veya topladıkları çiğdemleri<br />

kuru ve dikenli büyük bir çalıya soğanlarından saplarlar ve<br />

mahalle ya da köyde gezdirirler. Bu aynı zamanda kuru bir<br />

çalının yeşil ağaca dönüşünü de simgelemektedir. Kırlarda<br />

Çiğdem söken çocuklar ev ev dolaşarak yağ, bulgur ve<br />

ekmek toplarlar. Her evin önünde ise bir mani söylenir. Toplanan<br />

malzemeyle kadınların da yardımıyla pilav yapılır ve<br />

içine çiğdem çiçekleri ve soğanları atılır. Çiğdem pilavı adı<br />

verilen bu pilav bütün mahalle ve köy halkına ikram edilir<br />

(Oğuz 2014: 22). Mevsimsel ritüellerden birisi olan Çiğdem<br />

gezmesinin çiçeklerin toplanışından bütün köyün birlikte<br />

falling in succession from the sun to the air at first, to water<br />

in the second place and to the ground last. It is time<br />

to gather cracus. The Crocus Day ritual that takes place<br />

among the games played for the revival of nature is a play<br />

maintained by the children with the blooming of crocus. In a<br />

sense; these flowers, which are also precursor of spring are<br />

a theatrical village play maintained by the children in rural<br />

areas. Children who see crocus are immediately organized<br />

among themselves, they pick up their spiky spikes that are<br />

called as ‘’kösküç’’ are used for removing crocus and gather<br />

crocus in the countryside by slinging their bags and packsacks.<br />

According to local speakings, crocuses which are<br />

picked or gathered by the children are put into the large,<br />

dry and spiky bush and then they walk around the village<br />

with them. This also symbolizes the transformation of a dry<br />

bush to a green tree. In the countryside, children picking<br />

crocus gather oil, bulgur and bread by going from door to<br />

door. A turkish poem is read in front of every house. Pilaf is<br />

cocked with these collected materials and the help of the<br />

women and crocus flowers and bulbs are put into it. This pilaf<br />

called as Crocus pilaf is served all of the people in the<br />

village (Oğuz 2014: 22). It is obvious that Crocus Day which<br />

is one of the seasonal rituals bears the symbolic traces of<br />

calendar and season in the process of gathering the flowers<br />

and cocking and eating the food with all of the villagers. It is<br />

striking in terms of showing togetherness of the folk calendars<br />

and seasons that a dry bush is equipped with flowers,<br />

children and mostly women cook jointly and the whole vil-


yaptığı ve tükettiği yemeğe kadarki sürecinde takvimin ve<br />

mevsimin sembolik izlerini taşıdığı açıktır. Kuru bir çalının<br />

çiçeklerle donatılması, çocukların ve çoğunlukla kadınların<br />

<strong>ortak</strong> yemek pişirmesi, bütün köyün bu yemeği tüketmesi<br />

halk takvimi ve mevsimlerin birlikteliğini göstermesi açısından<br />

dikkat çekicidir.<br />

Türklerin yaşadığı geniş coğrafyada baharın ve yazın gelişi<br />

farklı tarihlerde kutlanır. Yeni yıl, yılbaşı, yeni gün (nevruz)<br />

gibi adlarla ifade edilen bahar bayramları Türkler ve akraba<br />

topluluklar arasında bugün de büyük bir coşkuyla kutlana<br />

gelmektedir. Bu günlere özgü; yaşamla ölüm, yeniyle eski,<br />

yazla kış, bollukla kıtlık gibi iki karşıt ana temanın çatışması<br />

ekseninde gelişen ritüeller, giderek takvimin evrimi içinde<br />

de bir anlam kazanmıştır. Hayvancı ve tarımcı topluluklar<br />

için bahar ılım noktasının önemi ve bunun önceden bilinip<br />

belirlenmesine duyulan gereksinim birçok takvimde yılın ve<br />

baharın başladığı gün olarak belirlenmesine neden olmuştur.<br />

On iki Hayvanlı Türk Takvimi’nde olduğu gibi özellikle<br />

Nevruzla yakından ilgili olan Selçuklu Güneş Takviminde<br />

(Takvim-î Celali) de amaç mevsimlerin doğru olarak gösterilmesi,<br />

başka bir deyişle bahar ılım noktasının her yıl aynı<br />

tarihe (Mart Dokuzu/21 Mart) denk gelmesiydi.<br />

Kuzey yarıkürede eski toplumların birçoğunda yeni yılın<br />

başlangıcı ilkbahar gün dönümüne/gün-tün eşitliğine<br />

(ekinoks 1 ), 21 Mart tarihine denk düşmektedir. Yeni yıl, eldeki<br />

belge ve bilgiler de doğrulamaktadır ki, Türklerde de<br />

baharda başlamaktadır. Baharla başlayan sadece yeni yıl<br />

değildir, yaşamın ve yaratılışın da baharla başladığına inanıldığını<br />

görürüz. Türk Mitolojisine göre, ilk insan baharda<br />

yaratılmıştır. Bu mitolojik anlam bir yeni yıl ve bahar bayramı<br />

olan Nevruz’u, basit bir takvim bilgisi ve yeni yıl başlangıcı<br />

olmaktan öte anlamlara taşır. Eski Babil’den Hindistan’a<br />

kadar uzanan coğrafyada 21 Mart’ı yılbaşı olarak kutlayan<br />

halkların tarihinde dinsel, kültürel, siyasal olaylar birikerek<br />

katmanlaşmış ve bayramın mitsel açıklaması ve anlamı<br />

değişmiş, yeni anlamlar yüklenmiş olsa da yeni yıl bayramlarında<br />

yeniden doğuş düşüncesinin ve yaratılışın simgesel<br />

tekrarı günümüze dek sürmüştür. Bu bir yaratılış arketipinin<br />

periyodik tekrarıdır. Yeni yıl bayramları topluluğun<br />

hayatının sürekliliğini sağlama alan/sağlama bağlayan<br />

ritüeller tarafından belirlendiği anlamına gelmektedir.<br />

Nevruz’un kutlandığı 21 Mart tarihi, zamanda böylesi bir<br />

andır ve artık bahardır. Nevruz’la kutlanan, kutsanan yeni<br />

yılın, yılın başlangıcının, baharın ve bereketin çok da karmaşık<br />

olmayan öyküsü bu olsa gerek.<br />

Halk takviminin Çiğdem gezmesinin ardından gelen önemli<br />

bir diğer günü ise Hıdrellez’dir. Hıdrellez, Hızır ve İlyas’ın<br />

• 1- Ekinoks sözcüğü, gece ve gündüzün eşitliğini ifade eden Latince<br />

aeques=eşit ve nox=gece sözcüklerinden oluşur. Solstiz ise, yıl içinde<br />

gecenin gündüzden ya da gündüzün geceden en uzun olduğu günü<br />

tanımlar.<br />

lage is consuming this food together.<br />

The coming of spring and summer is celebrated in different<br />

dates in the wide geographical region where the Turks live.<br />

The spring festivals, which are expressed in names such as<br />

new year, the start of year, new day (nevruz), are celebrated<br />

today with great enthusiasm among the Turks and the related<br />

communities. Accordingly, the rituals that develop on<br />

the axis of the conflict between two opposing main themes<br />

such as life and death, new and old, summer and winter,<br />

wealth and famine have gradually gained meaning in the<br />

evolution of the calendar. The importance of spring’s coming<br />

and need for it to be known and determined for the animal<br />

husbandry and agrarian communities have led to many<br />

calendars being set as the beginning of the year and spring.<br />

As in the Twelve Animal Cycle Turkish Calendar, the aim in<br />

the Seljuk Solar Calendar (Takvim-î Celali) closely related to<br />

Nevruz is to show the seasons correctly; in other words, the<br />

first day of the spring falls on the 21st March in every date<br />

and year. In most of the old societies in the northern hemisphere,<br />

the beginning of the new year falls on 21st March /<br />

day-day equality (equinox). All of available documents and<br />

information are also confirmed that every year starts with<br />

the spring as in the Turks. That beginning with the spring<br />

is not just a new year, we can see that life and creation are<br />

believed to begin with spring. According to Turkish mythology,<br />

the first human being was created in the spring. This<br />

mythological meaning means that Nevruz, which is a new<br />

year and spring festival, has more than a simple calendar of<br />

knowledge and the beginning of the new year.<br />

In the history of the people who celebrate the 21st of March<br />

as a New Year in the region extending from ancient Babylon<br />

to India; religious, cultural and political events become<br />

stratified cumulatively and even if the mythical explanation<br />

and meaning of the festival has changed and new meanings<br />

have been loaded, the symbolic repetition of creation<br />

and reincarnation in new year festivals have lasted until the<br />

day.This is a periodic repetition of a creation archetype. It<br />

means that the New Year holidays are determined by the<br />

rituals that provide the continuity of the community’s life.<br />

The date of 21st March which, is the day of Nevruz’s celebration,<br />

is such a moment in time and it is spring anymore.<br />

This should be the story of Nevruz, the blessed new year,<br />

the beginning of the year and the uncomplicated story of<br />

spring and abundance.<br />

Another important day that comes after the Crocus Day<br />

of folk calendar is the Hıdrellez (old-turkish celebration<br />

of spring ). Hıdrellez is celebrated as a spring festival that<br />

marks the beginning of the summer season and the end<br />

of the winter season with the belief that it is the day when<br />

Calendars that are shapped according to the time of the seasons<br />

157<br />

Mevsimlerin Zamanında Biçimlenen Takvimler


Common Heritage<br />

158<br />

Ortak Miras<br />

bir araya geldiği gün inancıyla kışın sona erip yaz mevsiminin<br />

başlangıcına işaret eden bahar bayramı olarak<br />

kutlanmaktadır. Geleneksel bayramlar içinde kutlama<br />

zamanını genel bir takvim geleneğinin belirlediği, mevsimlik<br />

bayramlar içinde yer alan bahar bayramlarından biridir.<br />

Bir geçiş dönemi olarak kutlanan Hıdrellez, bu yönüyle<br />

mevsimlik-takvimsel olarak uygulanan verimlilik ritleriyle<br />

ilişkilendirilebilir. Tüm bahar bayramları, verimlilik ritlerinin<br />

bugüne uzanan kalıntılarıdır. Bu tür kutlamalar, topluluğun<br />

(ve doğanın) bir durumdan diğerine geçişine eşlik eden<br />

ve edinilen yeni durum ve kimliği belirleyen tanımlayan<br />

bir süreçte, tam eşikte (geçiş anında) gerçekleşmektedir.<br />

Hıdrellez kutlamalarının temelinde de eskiden uzaklaşmak,<br />

yeniyi karşılamak, kutlamak, kutsamak, yeniden ve<br />

yeni durumdan bolluk-bereket ve sağlık dilemek, insanın<br />

çeşitli umarsızlıklarını gidermek, kötülüklere karşı korumak<br />

gibi beklenti ve tasarımlar yatmakta ve bunlara bağlı çeşitli<br />

inanç ve pratikler gerçekleştirilmektedir. Hıdrellez uygulamalarının<br />

hemen hepsinde bu özellikler açıkça görülür.<br />

Hıdrellez günü, eski takvimle (Rumi-Jülyen) 23 Nisan,<br />

günümüz takviminde (Miladi-Gregoryen) 6 Mayıs günüdür.<br />

Halk takviminin geleneksel uygulamaları içinde yılı ikiye<br />

bölen, 6 Mayıs’la başlayan 8 Kasım’a kadar 186 gün<br />

süren Hızır günleri (Ruz-ı Hızır) yaz mevsimini; 9 Kasım’la<br />

başlayan 6 Mayıs’a kadar süren 179 gün ise Kasım günleri<br />

(Ruz-ı Kasım) yani kış mevsimini oluşturan bir takvim kullanılmaktadır.<br />

Söz konusu takvimde yaz dönemi 6 Mayıs’ta<br />

başlamaktadır. 6 Mayıs güneşin Ülker burcuna girdiği, yılı<br />

ikiye bölen dönemin başı ve en eski takvimlere göre baharın<br />

başlangıcıdır. Hıdrellezin baharın başlangıcı kabulüyle<br />

bir takvim bilgisi olduğu kadar, yeni yıl mitlerindeki mitolojik<br />

anlamlarıyla hayatın yani yaratılışın ve yeni yılın da<br />

başlangıcıdır.<br />

Hıdrellez günü ve 6 Mayıs ilişkisi birçok yönden dikkate<br />

değerdir. Bu tarihin astronomik bilgiler, iklim ve doğa<br />

koşullarıyla bağlantılı olduğu da görülmektedir. Nitekim<br />

6 Mayıs tarihi söz konusu coğrafyadaki mevsim değişikliği<br />

ile açıklanmaktadır: Bu tarih güneşin Ülker burcuna girdiği<br />

bir zaman dilimidir. 6 Mayıstan itibaren (Hızır günleri) 8<br />

Kasım’a kadar Ülker yıldızını (astronomideki adıyla “pleyades”)<br />

2 güneşin batışından sonra görmek mümkün değildir.<br />

Bu tarihten sonra ise (8 Kasım) Hıdrelleze kadar güneş battıktan<br />

kısa bir süre görülür. Bu tarihlerin yılı astronomik ve<br />

doğaya uygun bir şekilde kış ve yaz olarak iki ana mevsime<br />

böldüğü görülmektedir. Ülker’in batışı, görünmez oluşu<br />

• 2- “Süreyya”, “Pervin” ve “yedi kız kardeş” adlarıyla da bilinen Ülker<br />

(pleyades) yıldızı astronomik olduğu kadar mitolojik bir yıldızdır. Dünyaya<br />

yakınlığı nedeniyle çıplak gözle izlenebilen güzel görünümlü, üzüm<br />

salkımı gibi ışıklı küçük bir yıldız kümesidir. Kutsal kabul edilen, denizcilere<br />

yol gösteren bir yıldızdır. Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale Şehitleri adlı<br />

şiirindeki ”Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsam oradan” dizelerinde atıfta<br />

bulunduğu bu yıldızdır.<br />

Hıdrellez, Prophets Hızır (Al-Khidr) and Ilyas (Elijah) come<br />

together. Among traditional festivals, it is one of the festival<br />

whose celebration time is determined by the general calendar<br />

tradition and takes place in seasonal festivals. Hıdrellez<br />

made according to seasonal calendars can be associated<br />

with productivity rituals in this respect. All spring festivals<br />

are the remnants of today’s productivity rituals. Such celebrations<br />

take place at the exact threshold (at the time of<br />

transition) in a process that identifies the new situation and<br />

identity that accompany the transition of the community<br />

(and nature) from one situation to another. Expectations<br />

and designs such as becoming distant from the old, welcoming<br />

the new year, celebrating, blessing, wishing health<br />

and abundance from the new situation, eliminating various<br />

despaires of people, protecting against evil lie at the bottom<br />

of the Hıdrellez celebrations and accordingly various beliefs<br />

and practices are realized. These properties are clearly seen<br />

in almost all Hidrellez practices.<br />

Hıdrellez Day falls on the 23rd of April according to the old<br />

calendar (Rumi-Jülyen), but it is the 6th of May according<br />

to the today calendar (Miladi-Gregorian). In the folk calendar<br />

used by the people, the year used to be divided into two:<br />

The period lasting 186 days between May 6 and November<br />

8 was summer, called the “Days of Hızır”, and the period<br />

lasting 179 days between November 8 and May 6 was winter,<br />

called the “Days of Kasım”. May 6 thus represents the<br />

end of winter and the start of the warm days of summer, a<br />

cause for celebration. As well as Hıdrellez is accepted as<br />

the beginning of spring, it is the beginning of the new year<br />

and the creation of life with the mythological meanings of<br />

new year myth. The relation between Hidrellez Day and May<br />

6th are remarkable in many ways. It is also apparent that<br />

this date is related with astronomical information, climate<br />

and natural conditions. As a matter of fact, the date of May<br />

6 is explained by the seosonal changes in the geography:<br />

This date is a time period when the sun enters the sign of<br />

Pleiades. It is not possible to see the Pleiades after the<br />

sunset from May 6 (Days of Hızır) to November 8. After this<br />

date (8th November), the sun will be seen for a short time<br />

until the Hıdrellez. It is seen that these dates are divided<br />

into two main seasons as winter and summer in accordance<br />

with the astronomical and nature of the year. the Pleiades’s<br />

sinking is considered as a visual sign for Hıdrellez and the<br />

beginning of the summer. All of the observations which,<br />

relates the division of the year to the stars and are related<br />

to the star of the Pleiades, live today in the tradition of the<br />

Turkish folk calendar. It is noted that this system based on<br />

the Pleiades is also found in Turkish and Mongolian culture<br />

environment.<br />

Hıdrellez, who takes his name from the names of Hızır


Hıdrellez ve yazın başlangıcı için görsel bir işaret olarak<br />

alınmaktadır. Yılın bölümlenmesini yıldızlarla ilişkilendiren<br />

ve Ülker yıldızına dair bu tür gözlemler, Türk halk takvim geleneği<br />

içinde bugün de yaşamaktadır. Ülker burcuna dayalı<br />

bu sistemin Türk ve Moğol kültür ortamında da bulunduğu<br />

kaydedilmektedir.<br />

Adını Hızır ve İlyas’ın adlarından alan Hıdrellez, Hızır ve<br />

İlyas peygamberlerin her yıl buluştuklarına inanılan gün<br />

olan 6 Mayıs’ta kutlanmaktadır. Anlatılara göre; Hızır ve<br />

İlyas, her yıl 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece, bir su kaynağı<br />

yakınında yüksekçe bir tepede (hıdırlık buluşurlar ve<br />

göğün en yüce katına seyahat ederler. Bu mitolojik buluşma/rastlantı<br />

sırasında ve sonrasında iyi şeyler gerçekleşir:<br />

doğa yenilenir, yiyecek, içecek ve benzeri ürünlerde bolluk<br />

görülür, hastalık ve sakatlık gibi rahatsızlıklar savuşturulur.<br />

Bu buluşma gününde beklenen Hızır’dır. Hızır’dan sağlık<br />

dağıtması, uğur, bereket getirmesi, kısmet ve talihi açması,<br />

mal ve servet kazandırması dilenir. Bunun için Hıdrellez’de<br />

gerçekleştirilenlerin hepsi, sonuçta dilek ve isteklerin yerine<br />

gelmesi için izlenen stratejinin bir ürünüdür.<br />

İnanışa göre Hızır Baba baharın müjdecisidir. Türlü çiçeklerden<br />

örülmüş cüppesi vardır. Al yemeni ile bastığı yerlerde<br />

güller açılır, bülbüller ötüşmeye, baharın bereketi her<br />

yerde kendini hissettirmeye başlar. Hızır, özellikle umudun<br />

tükendiği, çarelerin sona erdiği durumlarda yardıma<br />

çağrılan, çağrıldığında mutlaka geleceğine inanılan bir<br />

kültik-efsanevi kişilik ve kurtarıcıdır. Hızır güçlü kuvvetli, nur<br />

(Al-Khidr) and Ilyas (Elijah), is celebrated on May 6th which<br />

is the day believed that the Prophets of Khidr and Elijah<br />

meet each year on that day. According to the story; Khidr<br />

and Elijah meet on a high hill near a water source at night,<br />

connecting May 5th to May 6th and they travel to the upper<br />

heavens on stairs. During and after this mythological meeting<br />

/ coincidence, good things happen: nature is renewed;<br />

food, beverages and similar products are abundant as well<br />

as diseases and disabilities are prevented. Hıdır (Khidr) is<br />

waited on the day of the meeting. People expect from the<br />

Hızır to give luck, to bring fertility, to open fortune, to gain<br />

property and wealth. All that is done in Hıdrellez for this is<br />

a product of the strategy followed to fulfill the wishes and<br />

wants after all.<br />

According to the belief, Hızır Baba is the herhald of spring.<br />

He has a frock made of various flowers. The roses bring into<br />

blossom in the place where he keeps his feet on the ground,<br />

nightingales start to sing and the spring starts to feel itself<br />

in every place. Hızır is a cult-legendary personality and savior<br />

to be believed that he is surely come when he is called<br />

for help at the time of that hopes and helps are run out of. In<br />

spite of being a strong, powerful, cherub and white-bearded<br />

person; he often changes his identity and travels like a<br />

poor, beggar and thus he tests people.<br />

Entertainments are laid on because of Hıdrellez. People go<br />

to the recreational places. Fortune notes are pulled from the<br />

mouth of the rabbit, songs are sung and games are played<br />

Calendars that are shapped according to the time of the seasons<br />

159<br />

Mevsimlerin Zamanında Biçimlenen Takvimler


Common Heritage<br />

160<br />

Ortak Miras<br />

yüzlü, aksakallı bir kişi olmasına karşılık, çoğunlukla kimlik<br />

değiştirerek zavallı bir fakir, dilenci gibi dolaşır ve böylelikle<br />

insanları sınar. Hıdrellez nedeniyle eğlenceler düzenlenir.<br />

Halk mesire yerlerine gider. Niyetler çekilir, şarkılar söylenir,<br />

oyunlar oynanır (Karadağ 1978: 62). Anadolu’da Hıdrellez<br />

kutlamaları bu günde Hızır’ın kendilerini ve evlerini ziyaret<br />

edeceği düşüncesiyle, “Hızır hakkı” için tabir edilen<br />

hazırlıklarla başlar. Hıdrellez, Anadolu’nun kimi yörelerinde<br />

doğa ile iç içe olma anlamında ağaçlık-yeşillik yerlerde ve<br />

bir suyun kıyısında, kimilerinde mezar ziyaretlerini de içine<br />

alarak, “Hıdırlık” olarak anılan kutsallık atfedilmiş yerlerde<br />

kutlanır. Kutlamalarda Hızır’dan sağlık dağıtması, uğur, bereket<br />

getirmesi, kısmet ve talihi açması, mal ve servet kazandırması<br />

beklenir. Anadolu genelinde, olumlu anlamdaki hemen<br />

her konunun hallinde yardımın gelebileceği beklentisi,<br />

Hızır inancı ile birleştirilmiş bir görünüm sergilemektedir.<br />

Yardım, özellikle maddi dünyaya yönelik olup bolluk, bereket,<br />

zenginlik, uğur, şans, başarı ve kısmetin açılması; mal,<br />

mülk, çocuk gibi beklenti ve istekleri kapsamaktadır. Söz<br />

konusu beklenti ve isteklerin sağlanmasında Hızır en büyük<br />

yardımcıdır. Hızır’ın bu konuda yardımcı olması için dua etmek,<br />

oruç tutmak, kutsal yerleri ziyaret etmek, kurban kesmek,<br />

istek ve beklentileri kâğıda yazıp akarsuya bırakmak;<br />

bolluk ve bereket için ambarların kapaklarını açık bırakmak;<br />

zenginlik için gül dalına para asmak ya da gül dibine para<br />

gömmek; ev, araba, çocuk talebi için akarsu kıyısına çerden<br />

çöpten şekil ya da maket yapmak; sağlıklı olmak, hastalıkları<br />

uzak tutmak ya da şifa bulmak için baharın ilk yeşilliklerini<br />

toplayıp bunları hastalıklı yere sürmek, kaynatıp suyunu<br />

(Karadağ 1978: 62). Hıdrellez celebrations in Anatolia start<br />

with the preparations for “Hızır hakkı” with the thought that<br />

Hızır will visit them and their houses on this day. Hıdrellez<br />

is celebrated in some places of Anatolia including in some<br />

places in the wooden-green areas and near the waterside<br />

as well as the visits to the tombs are called as “Hıdırlık” to<br />

which the holiness is attributed. In the congratulations, it is<br />

expected from Hızır to distribute health, to bring luck, fertility,<br />

fortune and abundance, to gain wealth and money.<br />

In Anatolia, it is expected by the people that the help will<br />

be come in almost every case by Hızır and this is combined<br />

with Hızır belief. Help is especially for the material world and<br />

includes expectations and wants such as abundance, fortune,<br />

wealth, luck, success and marriage,goods, property<br />

and children. Hızır is the biggest helper in providing such<br />

expectations and requests. So many practices are made<br />

as part of Hıdırellez celebrations: to pray for Hızır to help in<br />

this matter, to fast, to visit the sacred places, to sacrifice, to<br />

write the wishes and anticipations on the paper and leave it<br />

to the stream; to leave the lids of the warehouses open for<br />

abundance; to hang money to rose tree or bury money in<br />

rose’s foot for wealth; making a model of home,car, children<br />

etc. in the seashore; to collect the first greens of spring and<br />

to put them to sickly places or to boil and drink its water in<br />

order to be healthy, to keep away from diseases or to find<br />

healing; to burn fire and jump over it in order to be purified;<br />

to tell fortunes in oder to have information about whether<br />

or not there is anything to be done; to pour the flour over


içmek; ateş yakıp üzerinden atlayarak arınmak; herhangi<br />

bir şeyin olup olmayacağı hakkında bilgi sahibi olmak için<br />

mantıvar, baht-caht, bahtiyar açmak, bir tür sınamada bulunmak,<br />

fala bakmak; Hızır’ın eve uğrayıp uğramadığını anlamak<br />

için ayak izini tesbit etmek amacıyla bezler üzerine<br />

un sermek ve daha pek çok işlem Hıdrellez kutlamalarının<br />

çevresinde kümelenmiştir.<br />

Bu kutlamalarda sergilenen pratikler Türk dünyasının <strong>ortak</strong><br />

kültürel mirası olarak baharı, uyanan doğa ile birlikte<br />

bolluk-bereketi ve üremeyi simgeleyen anlam ve öğelerle<br />

yüklüdür. Nevruz kutlamalarının kutsal simgeleri bu güne<br />

dair inanç motiflerinde kendini göstermektedir. Kutlama<br />

yerleri olarak subaşları ve kıyılarının seçilmesi, arınmak,<br />

sağlık ve şifa kazanmak, nazardan korunmak amacıyla<br />

yakılan ateş üzerinden atlanması, yine bu gün yapılan<br />

mezarlık ziyaretleri İslam öncesi eski Türk inanç sistemleri<br />

içinde önemli bir yeri olan su, ateş ve atalar kültüyle olan<br />

bağlarının günümüzde yaşayan simgeleri olarak görülmektedir.<br />

İslâmiyet’le birlikte İslâmi kültür çevresi içinde<br />

Nevruz’a yüklenen yeni anlam ve inançlar mitolojideki<br />

köklerine sadık bir biçimde, bu günü kutsallaştırmaktadır.<br />

Nevruz’un, yeni yıla ve bahara geçişi simgeleyen, topluluğun<br />

bir durumdan diğerine geçişine eşlik eden, tam da<br />

bu geçişte, yani eşikte gerçekleşiyor olması, tüm “geçiş<br />

ritleri”inde olduğu gibi kutsalla bağlantısını güçlendirmektedir.<br />

Kış-bahar çatışması; bir yanda yaşamın, dirliğin<br />

düzenliğin sonu, ölümün; öte yanda yeniden canlanmaya<br />

başlayan doğa ve kendini yeniden yaratan yaşamın simgesidir.<br />

Aslında aynı sonsuz döngünün birbirini biteviye izleyen<br />

iki evresi: ölüm ve diriliştir anlatılan. Kutlamalarda zamanın<br />

periyodik yenilenmesine, yeni bir yaratılışa yani “kozmogonik<br />

eylem”in tekrarına dönük pratikler izlenmektedir. Örneğin<br />

oruç, adak ve arınmalar, ateşi söndürme ve yakma, gürültü,<br />

patırtı, haykırışlar; tüm topluluğun günahlarını yüklendiği<br />

düşünülen aynı zamanda ataların, tanrıların ruhlarını<br />

temsil eden maskeli ve keçi kılıklı adamlar ve düzenlenen<br />

geçit alaylarıyla kötülüklerin, hastalıkların ve günahların<br />

yıllık olarak kovulmasına yönelik simgelerdir. Nevruz geleneğinde<br />

yerel ve bölgesel farklılıklara rağmen kutlamalarda<br />

sergilenen bir örnek ve kalıplaşmış davranışlar, son<br />

yıllarda daha çok bilgi ve belge sahibi olduğumuz Orta Asya<br />

Türk topluluklarında Nevruz’a ait inanç ve pratikler, simgesel<br />

özellikleriyle benzer ve <strong>ortak</strong> yanlar taşımaktadır. Bu da<br />

geleneğin, Türk dünyasının en eski <strong>ortak</strong> kültür kodlarından<br />

biri olduğunu ortaya koymaktadır.<br />

Yeni yıl tüm topluluk için yeni hasat üzerindeki tabunun<br />

kaldırılmasına eş değerdir. Böylece hasat tüm topluluk<br />

için yenilebilir ve kullanılabilir hale gelir. Farklı mevsimlerde,<br />

ayrı zamanlarda olgunlaşan birden fazla tür tahıl ve<br />

meyve ekimi yapılan yerlerde kimi zaman birden fazla yeni<br />

the fabric in order to identify footprints of Hızır.<br />

The practices exhibited in these celebrations as a common<br />

cultural heritage of the Turkish world have meanings and<br />

elements symbolizing abundance and fertility. The holy<br />

symbols of Nevruz celebrations show themselves in the<br />

motives of faith in this day. Selecting the banks and coasts<br />

as the places of celebration; jumping over the fire in oder to<br />

be purified, to gain health and healing and to protect from<br />

evil eye; visiting the cemetery again today are regarded as<br />

the symbols relations with water, fire and ancestor cults<br />

that have an important place in pre-Islamic Turkish belief<br />

systems have lived today. The new meanings and beliefs<br />

that have been burdened to Nevruz in the Islamic cultural<br />

environment together with Islam are sacralized this day<br />

veraciously to the roots of mythology. The fact that Nevruz<br />

is accompanied by a transition from one state to another,<br />

symbolizing the new year and spring transition, is precisely<br />

realized in this transition, strengthens the connection to the<br />

sanctuary as if all “transitional rituals.” winter-spring conflict<br />

is the symbol of one side the end of life and the death;<br />

the other side the revitalisation of the nature and revival of<br />

the life. In fact, the same infinite cycle and two successive<br />

phases following each other are death and resurrection. It<br />

is seen in the celebrations that there are periodic renewal<br />

of the time; that is to say, a new creation or “cosmogonic<br />

action”. For example fasting, offering and purification, extinguishing<br />

and burning the fire, noise, fuss, cries are the<br />

symbols that are for getting rid of evils, diseases and sins on<br />

an annual basis with the pageantry made by masked and<br />

goat-shaped men who represent the souls of the gods and<br />

carry the sins of people. Despite the local and regional differences<br />

in the Nevruz tradition, Nevruz’s beliefs and practices<br />

in the Central Asian Turkic communities that we have<br />

more examples and stereotyped behaviors displayed at celebrations<br />

in recent years, have more similarities and commonalities<br />

with their symbolic features. This reveals that the<br />

tradition is one of the oldest common culture codes of the<br />

Turkish world.<br />

The new year is equivalent to the removal of the taboo on<br />

the new harvest for the whole community. Thus the harvest<br />

can be edible and available for the entire community. It is<br />

observed that there are more than one new year festival in<br />

the places where more than one type of grain and fruit is<br />

matured at different times at different seasons. This means<br />

that it is determined by the rituals which regulate the renewal<br />

of the time sections of the food reserves; that is to<br />

say, the rituals that establish the continuity of the life of the<br />

community (Eliade 1994: 61).<br />

Historical time has difficulty in the face of birth and death<br />

Calendars that are shapped according to the time of the seasons<br />

161<br />

Mevsimlerin Zamanında Biçimlenen Takvimler


Common Heritage<br />

162<br />

Ortak Miras<br />

yıl bayramı olduğunu görülür. Bu zaman bölümlerinin yiyecek<br />

rezervlerinin yenilenmesini düzenleyen ritüeller, yani<br />

bir bütün olarak topluluğun hayatının sürekliliğini sağlama<br />

bağlayan ritüeller tarafından belirlendiği anlamına gelmektedir<br />

(Eliade 1994: 61).<br />

Tarihsel zaman, doğum ve ölüm karşısında yeniden ve<br />

yeniden zorlanmaktadır. Çizgi her an bir yerlerinden kırılmakta<br />

ve ilerleyen ya da basamak çıkan zaman döngüsel<br />

zaman karşısında zorlanmakta, çizgisini kapalı, dış etkiden<br />

korunmuş bir hale getirememektedir (Çamuroğlu 2005: 17).<br />

Günümüzün büyük kentlerinde doğanın döngüsündeki<br />

görünürlük kırsal yaşam biçimlerindeki kadar belirgin<br />

değildir. Ancak mevsimler ve iklimlerin yaşamsal pratikler<br />

üzerindeki etkisi devam etmektedir. Her ne kadar kentlerin<br />

zamanı düz bir çizgide/doğrusal ilerliyor olsa da insan<br />

bedeni döngüsel bir takvimi takip etmektedir. Zamanın<br />

algılanması ve kavramlaştırılması, mevsimler ve takvimler<br />

içinde edilen alışkanlıklar, gelenekler bugün de canlı ve diri<br />

bir biçimde yaşamaya, toplumsal hafızayı tazeleyerek insanı<br />

ve yaşamını önemli ve değerli kılmaya devam ediyor. Söz<br />

konusu bu takip, doğa takvimi aracılığıyla insana ve zamana<br />

<strong>ortak</strong> bir beden kazandırmaktadır. Sözü edilen bu <strong>ortak</strong>lık,<br />

yerel ve evrensel özellikler taşıması açısından da önemlidir.<br />

Günümüzde kent merkezlerinde düzenlenen doğa takvimi<br />

etkinliklerin doğa-insan-zaman arasındaki döngüye yönelik<br />

yeniden farkındalık oluşturmayı hedeflediği görülmektedir.<br />

again and again. The line is broken at any moment and it<br />

is difficult in the face of the cyclic time that gets along or<br />

ascends a stair, but it does not make the line closed and<br />

protected from external effect (Çamuroğlu 2005: 17).<br />

In today’s big cities, visibility in the cycle of nature is not as<br />

clear as in the rural lifestyles. However, the effects of seasons<br />

and climates on vital practices continue. Although the<br />

cities’ time is moving in a straight line, the human body is<br />

following a cyclical calendar. The perception and conceptualization<br />

of the time, the habits gained in the seasons and<br />

the calendars as well as the traditions continue to make life<br />

important and valuable by refreshing the social memory<br />

and live today alive. In other words, this pursuit brings a<br />

common body to man and time through natural calendar.<br />

This partnership is also important in terms of local and universal<br />

traits. It is observed that the natural events calendar<br />

organized in urban centers today aim to raise awareness<br />

about the cycle between nature and man.<br />

REFERENCES<br />

• Eliade, Mircea. Ebedi Dönüş Mitosu, (çev. Ümit Altuğ), Ankara: İmge Yay.,<br />

1994.<br />

• Boratav, Pertev. 100 Soruda Türk Folkloru, İstanbul: Gerçek Yay., 1999.<br />

• Bourgoing, Jacqueline. Takvim Zamanın Efendisi midir?,İstanbul: YKY, 2015.<br />

• Çamuroğlu, Reha. Dönüyordu Bektaşîlikte Zaman Kavrayışı, İstanbul: Kapı<br />

Yay., 2005.<br />

• Çoruhlu, Yaşar. Türk Mitolojisinin Ana Hatları, İstanbul: Kabalcı Yay., 2002.<br />

• Erginer, Gürbüz. Uşak Halk Takvimi Halk Meteorolojisi, Ankara: Türk Tarih<br />

Kurumu Yay., 1984.<br />

• Karadağ, Nurhan. Köy Seyirlik Oyunları, Ankara: İş Bankası Kültür Yay., 1978.<br />

• Kutlu, M. Muhtar. “Anadolu’da Nevruz Kutlamalarının Ritüel Niteliği”,


KAYNAKÇA<br />

• Eliade, Mircea. Ebedi Dönüş Mitosu, (çev. Ümit Altuğ), Ankara: İmge Yay.,<br />

1994.<br />

• Boratav, Pertev. 100 Soruda Türk Folkloru, İstanbul: Gerçek Yay., 1999.<br />

• Bourgoing, Jacqueline. Takvim Zamanın Efendisi midir?,İstanbul: YKY, 2015.<br />

• Çamuroğlu, Reha. Dönüyordu Bektaşîlikte Zaman Kavrayışı, İstanbul: Kapı<br />

Yay., 2005.<br />

• Çoruhlu, Yaşar. Türk Mitolojisinin Ana Hatları, İstanbul: Kabalcı Yay., 2002.<br />

• Erginer, Gürbüz. Uşak Halk Takvimi Halk Meteorolojisi, Ankara: Türk Tarih<br />

Kurumu Yay., 1984.<br />

• Karadağ, Nurhan. Köy Seyirlik Oyunları, Ankara: İş Bankası Kültür Yay., 1978.<br />

• Kutlu, M. Muhtar. “Anadolu’da Nevruz Kutlamalarının Ritüel Niteliği”,<br />

Uluslararası Nevruz Sempozyumu (21–23 Mart 2000) Bildirileri, s. 109–114,<br />

Ankara, 2001.<br />

• Kutlu, M. Muhtar. “Umudun Efendisi Hızır ve Hıdrellez”, Komşu Kültürler ve<br />

Diyalog (Balkanlar, Bulgaristan ve Türkiye), Diyalog için Halk Bilimi Projesi,<br />

s. 91-95. Ankara: Ayrıntı Basımevi, 2012.<br />

• Lvova, E. L. vd, Güney Sibirya Türklerinin Geleneksel Dünya Görüşleri,<br />

Kainat ve Zaman. Nesneler Dünyası,(çev. Metin Ergun). Konya: Kömen Yay.,<br />

2013.<br />

• Oğuz, M. Öcal. Bozok Yazıları, Ankara : Geleneksel Yay., 2014.<br />

Uluslararası Nevruz Sempozyumu (21–23 Mart 2000) Bildirileri, p. 109–114,<br />

Ankara, 2001.<br />

• Kutlu, M. Muhtar. “Umudun Efendisi Hızır ve Hıdrellez”, Komşu Kültürler ve<br />

Diyalog (Balkanlar, Bulgaristan ve Türkiye), Diyalog için Halk Bilimi Projesi,<br />

p. 91-95. Ankara: Ayrıntı Basımevi, 2012.<br />

• Lvova, E. L. et.al., Güney Sibirya Türklerinin Geleneksel Dünya Görüşleri,<br />

Kainat ve Zaman. Nesneler Dünyası,(çev. Metin Ergun). Konya: Kömen Yay.,<br />

2013.<br />

• Oğuz, M. Öcal. Bozok Yazıları, Ankara : Geleneksel Yay., 2014.<br />

•<br />

Calendars that are shapped according to the time of the seasons<br />

163<br />

Mevsimlerin Zamanında Biçimlenen Takvimler


Öğr.Gör.Dr. Ulanbek ALİMOV<br />

Bilge Yapım<br />

Yaşam tarzımızla ve inançlarımızla ilgili ortaya çıkan<br />

oyunlar daha sonra birer spor dalına dönüşmüştür.<br />

The emerging games about our lifestyle and beliefs have turned into sports


Türk boyları tarih öncesi dönemden tarihi döneme, tarihten günümüze zengin kültürlerini<br />

kuşaktan kuşağa bir miras olarak getirmişlerdir. Bu kültür dairesi içerisinde inanç<br />

sistemleri, yaşam şekilleri ve diğer kültürlerle olan bağlar zengin bir mirasın oluşmasına<br />

uygun ortamlar yaratmıştır. Zengin olan kültürün içerisinde spor kendine has özellikleriyle<br />

günümüze ulaşmıştır. Çalışmamızda Türk Dünyasında yaygın bir şekilde devam<br />

ede gelen geleneksel spor dallarını ele alacağız. Yaşam tarzımızla ve inançlarımızla ilgili<br />

ortaya çıkan oyunlar daha sonra birer spor dalına dönüşmüştür.<br />

09<br />

Türklerde Spor Kültürü<br />

The sports culture in Turks<br />

The Turkic tribes perpetuated their rich culture as a heritage, from the prehistoric era<br />

to the historic period and from history until today. Within this cultural circle, belief systems,<br />

lifestyles and ties with other cultures have created appropriate environments for<br />

the formation of a rich heritage. In the rich culture, the sport has reached today with its<br />

specific features. In our work we will consider the traditional sports branches which have<br />

been going on in the Turkic World in a widespread manner. The emerging games about<br />

our lifestyle and beliefs have turned into sports.


Common Heritage<br />

166<br />

Ortak Miras<br />

Avcı göçebelikten yarı göçebeliğe, yarı göçebelikten yerleşik<br />

hayata, tarımla ve ziraattan sanayi toplumuna geçişlerle<br />

birlikte şeklen değişiklik gösteren oyunlar ilk başlarda hayatta<br />

kalabilmek için yapılan mücadeleyle birlikte devam<br />

etmiştir. Daha sonraki dönemlerde oyunlar kültürümüzdeki<br />

doğum, evlilik ve ölüm gibi geçiş dönemlerinde yapılan<br />

düğün, şenlik ve yas törenlerindeki ritüellerin içerisinde<br />

inançlarla yoğrularak devam ettirilmiştir. Daha sonraki<br />

çağdaşlaşmayla birlikte geleneksel oyunlar spor dallarına<br />

dönüşmüştür.<br />

Çalışmamızda Türklerin İslam öncesi inanç sistemleri, İslam’a<br />

geçtikten sonraki ve günümüzdeki durumları dikkate<br />

alınarak değerlendirmeler yapılmaya çalışılacaktır. Çünkü<br />

spor dallarının ortaya çıkışında kültürümüzün bütün dalları<br />

etkili olmuştur. Spor dallarının ortaya çıkışındaki zekâ,<br />

yiğitlik, erdemlilik, güç, cesaret, edep, gelenek gibi durumların<br />

tamamı tek taraflı düşünülemez. Düşünce, müzik, inanç,<br />

gelenekler, görenekler, kıyafetler, sözlü kültür ve daha<br />

birçok özellikler oyunun oluşmasında etkili olmuştur.<br />

Türklerin geleneksel spor dallarının ortaya çıkışına sebep<br />

olan av – savaş – yarış –oyun gibi kavramlar özellikle dikkat<br />

edilmesi gereken konulardır. Bilim adamları tarafından<br />

oyunların ortaya çıkışıyla ilgili birbirinden farklı görüşlerle<br />

birlikte birbirlerini tamamlayan ve destekleyen görüşleri<br />

olmuştur. Bazı bilim adamları oyunlar inançların etkisiyle<br />

ortaya çıkmıştır demişlerdir (Бичурин Н.Я, 1950; Липец,<br />

1981: 135-148; Потапов, 1953: 120-133). Hatta Hollanda’lı<br />

Games that changed in shape along with the transitions respectively,<br />

from the hunter nomadic life to semi-nomadic<br />

life, from semi-nomadic life to permanent settlement, from<br />

agriculture and cultivation to industrial society, were initially<br />

in existence in company with the struggle to survive. In<br />

the following periods, the games were maintained by being<br />

mixed with the beliefs within the rituals of weddings, festivals<br />

and mourning ceremonies during the transition periods<br />

such as birth, marriage and death. Along with the later<br />

modernization, traditional games have turned into sports.<br />

In our study, we will try to make assessments taking into account<br />

the pre-Islamic belief systems of the Turks and the<br />

situations that occurred after they accepted Islam and their<br />

final situations at present day. Because all the branches of<br />

our culture have been influential in the emergence of sport<br />

branches. All of the situations such as intelligence, valor,<br />

virtue, power, courage, decency, tradition in the emergence<br />

of sports can not be unilaterally considered. Thought, music,<br />

beliefs, traditions, customs, clothes, oral culture and<br />

many other features have been effective in the formation<br />

of the game.<br />

The concepts such as hunting- war- racing-game which<br />

caused the emergence of the traditional sports branches<br />

of the Turks are of particular concern. Scientists have had<br />

different opinions about the emergence of the games, together<br />

with complementary and supportive ideas. Some<br />

scholars said that games had emerged under the influ-


tarihçi Huizinga’ya göre “oyun” kültürü yaratmıştır (Huizinga<br />

1995:21).Bütün görüşlerin ışığında Türk Dünyasının ve<br />

Akraba Topluluklarında yaygın olarak oynanan geleneksel<br />

oyunlar ile spor dallarına dönüşmüş hallerini birlikte<br />

değerlendirecek olursak “Türk Boylarının Spor Kültürü<br />

kendi içerisinde her taraftan bir bütünlüğe sahip olduğunu<br />

ve birbirlerini tamamlayan homojen bir özellik taşıdığını<br />

söyleyebiliriz. Oyunların, yarışların türlerine bakacak olursak<br />

çok çeşitlerinin olması bir taraftan harekete dayalı diğer<br />

taraftan zekâya dayalı olmaları birbirlerini beslemekte ve<br />

tamamlamakta olduğunu göstermektedir.”<br />

Biz bütün bu oyunları kültürel kaynaklarımızdan ve tarihimizden<br />

izlerini bulabilmekteyiz. Sözlü kültürümüzde<br />

önemli yeri olan mitlerde, atasözlerinde, lakaplarda,<br />

bilmecelerde, efsanelerde, destanlarda ve halk hikâyelerde<br />

oyunlar hakkında birçok bilgiye ulaşabilmekteyiz. Oğuz<br />

Kağan, Dede Korkut, Manas, Alpamış, Köroğlu gibi Türk<br />

Dünyasının <strong>ortak</strong> mirası olan destanlarımız eşsiz kaynak<br />

niteliğindedir. Türk boylarının yaşadığı coğrafyada rastladığımız<br />

kaya üzerindeki resimler ve yazılar tarihi yazılı<br />

kaynaklarımız sayılmaktadır. KâşgarlıMahmud ve YusufHas<br />

Hacib gibi Türk büyüklerinin eserlerinde oyunlarla ilgili hazine<br />

değerinde bilgiler mevcuttur.<br />

Oyunları çocukluktan itibaren her yaşa göre oynandığını<br />

biliyoruz. Özellikle çocuk oyunları didaktik işleve sahiptir.<br />

Oyunların yardımıyla çocukları gerçek yaşama hazırlayarak<br />

kendi ayakları üzerine durmayı öğretmişlerdir. Oyunların<br />

kuralları bu anlamda özel anlama sahip olup bu kuralların<br />

yaşamın her alanında olacağını çocuklara aşılamaktadır.<br />

Ayrıca her oyunun galibi ve yenileni ile ödül ve cezanın<br />

olması çocuklara hayattaki birbirinden farklı durumları<br />

kolayca anlamasına yardımcı olmaktadır. Çocuk oyunları<br />

ile daha sonraki dönemlerde oynanan spor dallarına da<br />

hazırlanması adeta bir anne-baba ve çocukile çevredeki<br />

çocuklar arasındaki bağları pekiştirmektedir. Bu bağ daha<br />

sonra usta çırak ilişkisini doğurmaktadır. Ustalar çocukların<br />

arasından kendi alanlarına göre daha iyilerini seçerek özel<br />

zaman ayırmaya başlarlar. Örneğin usta güreşçiler çocukların<br />

arasından daha çevik, daha güçlü ve istekli olanları<br />

seçerek yetiştirmesi gibi. Bu bağ geleneklerimizin en önemli<br />

unsuru olup değerlerimizi kuşaktan kuşağa aktarmada özel<br />

yer tutmaktadır. Ustalar çıraklarına sadece oyunla sınırlı<br />

kalmayıp bu oyunu besleyen bütün adetleri, adapları, diğer<br />

geleneklerle olan bağlarını zaman içerisinde aktarmaktadır.<br />

Ayrıca oyunla ilgili hatırları, tecrübeleri anlatırlar. İşte<br />

bu anlatılar daha sonra hikâye, destan, lakap, atasözü ve<br />

diğer türler olarak karşımıza çıkarlar. Bu oyunlar mahalli,<br />

bölgesel, milli ve evrensel özelliklerde birleşirler. Oyunların<br />

tarihteki yaşam şekillerine göre değişebilir olma özelliği da<br />

söz konusudur. Biz Türlerin Spor Kültürü Tarihinde olan bazı<br />

ence of beliefs. (Бичурин Н.Я, 1950; Липец, 1981: 135-148;<br />

Потапов, 1953: 120-133). Even according to the Dutch historian<br />

Huizinga, it has created a culture of “play”.(Huizinga<br />

1995:21). In the consideration of all views, if we evaluate<br />

together with the traditional games and their forms that<br />

transformed into sporting branches in the Turkic World and<br />

the Relative Communities, we can say that Sports Culture of<br />

Turkic Tribes has a totality in its entirety in every aspect and<br />

has a homogenous character complementing each other. If<br />

we have a look at the types of races and games, this much<br />

is certain that “they have many varieties, in one sense they<br />

are based on action, on the other hand they are predicated<br />

on intelligence, and they are both fostering and complementing<br />

each other”.<br />

Traces of all these games are found in our cultural resources<br />

and history. We have access to a great deal of knowledge<br />

about myths, proverbs, nicknames, riddles, legends<br />

and folk stories, which occupy an important place in our<br />

oral culture. Our epics, such as Oguz Kagan, Dede Qorqut,<br />

Manas, Alpathis, Köroğlu which are the common heritage of<br />

the Turkic world have the characteristics of unique sources.<br />

The engraved figures and writings on the rock that we encountered<br />

in the geographical region where the Turks live<br />

are considered to be our historical written sources. There<br />

exist information to the value of treasury related to the<br />

games in the works of Turkic elders, Kâşgarlı Mahmud and<br />

Yusuf Has Hacib.<br />

Obviously games are known to be played by people of all<br />

ages from childhood. Especially kids plays (games) have didactic<br />

function. They have taught the children to stand on<br />

their own feet, preparing for real life by means of games.<br />

The rules of the plays have a special meaning in this sense<br />

and they instilled the existence of these rules in every area<br />

of life into the children. In addition, the winner, loser and<br />

prize of each play help children easily understand the different<br />

situations in life. At the same time, as the kids plays<br />

are also the preparation for sports branches played in later<br />

periods, they also reinforce the bonds between parents and<br />

children and between the children and environment. This<br />

bond then leads to master apprentice relation. Masters begin<br />

to qualify the better ones among children and then to<br />

spare special time for those. For example, the master wrestler<br />

chooses the more nimble, stronger and more willing<br />

ones among the children. This bond is the most important<br />

element of our traditions and has a special place in transferring<br />

our values from a generation to the other. Masters<br />

training to their apprentices is not only limited to play, but<br />

also they transfer all the customs, good manners and traditions<br />

that nourish this play over time. They will also tell you<br />

about the memories and experiences related to the game.<br />

The Sports Culture in Turks<br />

167<br />

Türklerde Spor Kültürü


Ortak Miras<br />

Common Heritage<br />

168


Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />

accusa quo quunt.<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />

quo quunt.<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

The Sports Culture in Turks<br />

169<br />

Türklerde Spor Kültürü


Common Heritage<br />

170<br />

Ortak Miras<br />

oyunlar ele almaya çalışacağız.<br />

Günümüze ulaşan bir başka tarihi atlı oyun da cirittir. Bütün<br />

Türk ülkelerinde severek yapılan bir spordur. Cirit sporu milli<br />

kültürümüzün bir parçası olan çeviklik, ustalık, beceri, zekâ,<br />

yiğitlik, bağışlama gibi erdemlerini yansıtır. Cirit oyunlarında<br />

tek hedef, sadece askeri değil aynı zamanda atı da savaşa<br />

hazırlamaktı.<br />

Osmanlılarda Lahanacılar ile Bamyacılar arasındaki çekişmelerle<br />

bilinenCirit, Günümüzde Türkiye’de tekrar revaç bulan<br />

bir spor dalı haline geldi. Birçok ilimizdeki atlı spor kulüpleri<br />

karşılaşmalar yaparak bu tarihi oyunumuzu yaşatıyor.<br />

Cirit müsabakası öncesinde ve esnasında davul ve zurnayla<br />

Köroğlu ve Cezayir türküsü gibi parçalar çalınır. Amaç ciritçileri<br />

müsabakaya hazırlamaktır.<br />

Cirit oyununda iki takım bulunur. Bu takımlar cirit alanında<br />

karşılıklı olarak 6’şar, 8’er veya 12’şer kişi olarak dizilirler.<br />

Ciritçiler bölgesel giyimleriyle atlarına biner. Sağ ellerine<br />

atacakları ilk ciridi diğer ellerine de yedek ve yetecek miktarda<br />

cirit alırlar. İki tarafın birinden bir atlı öne fırlar, karşı<br />

dizinin önüne 30-40 metre kadar yaklaşır. Karşı tarafın oyuncularından<br />

birisinin adını seslenerek meydana davet eder.<br />

Sağ elindeki ciridi ona doğru savurur, sonra geri döner, atını<br />

kendi dizisine doğru mahmuzlar. Davet edilen oyuncu hızla<br />

takip eder, elindeki ciridi geri dönüp kaçan oyuncuya fırlatır.Bu<br />

kez ilk oyuncunun çıktığı sırada diğer bir ciritçi onu<br />

karşılar. İkinci diziden çıkan, sırasındaki yerini almak için<br />

süratle yerine dönmeye çalışır. Bu defa rakibi onu kovalar<br />

ve ciridini atar.Oyun böylece sürer. Cirit isabet ettiren ciritçi<br />

takımına bir sayı kazandırır. Eğer ciritçi attığı çevgeni rakibine<br />

değil de ata isabet ettirmişse bir sayı kaybeder. Ciritçi<br />

karsı taraf oyuncusundan kendisini sakınmak için çeşitli<br />

hareketler yapar, atin sağına soluna, karnının altına, boynuna<br />

ağar. Bazı ciritçiler rakibi kaçıp dizinine ulasana kadar<br />

üç-dört cirit savurarak isabet ettirmek suretiyle sayı toplar.<br />

Cirit aynı zamanda bir centilmenlik oyunudur. Bazen yüzde<br />

yüz isabet alanında olduğu halde rakip bağışlanır.<br />

Atla yapılan sporlar arasında at üzerinde ok atma da vardı.<br />

Zaten at üzerinde ok atmayı da içinde barındıran sürek avları<br />

önemli bir spor etkinliği sayılabilir.<br />

Türklerde okçuluğun tarihi Türklerin tarih sahnesindeki<br />

varlığı kadar geriye gider. İslâm öncesi dönemde olduğu gibi<br />

İslâmiyet’i kabul etmelerinden sonra da Türkler okçuluktaki<br />

ustalıklarını devam ettirdiler. Türklerin belirleyici vasıflarından<br />

olan okçuluk, Türk tarihinin kültürel yapı taşlarının en<br />

önemlilerindendir. Türkleri diğer milletlerden farklı kılan<br />

pek çok özelliklerden biri de savaş sanatında gösterdikleri<br />

mahirane başarılardır. Askerî unsur olarak istifadenin yanı<br />

Then these stories are followed by stories, epic poems,<br />

nicknames, proverbs and other genres. These games unite<br />

in local, regional, national and universal features. Games<br />

also have a feature of diversity according to the life style in<br />

history. We will try to address some of the games that are in<br />

the History of the Sports Culture of the Branches.<br />

The extant example, Jereed (Javelin) is a historic equestrian<br />

game. It is fondly played in all the Turkic countries. The<br />

game (sports) of Jereed (Javelin) reflects virtues such as<br />

agility, mastery, skill, intelligence, valor, forgiveness that<br />

are also part of our national culture. The only goal in the<br />

Jereed games was not only to prepare the military, but also<br />

to prepare the horse for war.<br />

Known for the controversy between the Lahanacılar and the<br />

Bamyacılar (the cultivators of “cabbage “and “okra” respectively)<br />

in the Ottoman Empire, Jereed has recently become<br />

a popular sporting branch once again in Turkey. In many<br />

cities our equestrian sports clubs perpetuate this historical<br />

game by tournaments.<br />

Before and during the Jereed competition, folk songs such<br />

as Köroğlu and Algeria are performed with drums and horns.<br />

The aim is to make the player (jereed-javelin thrower) ready<br />

to compete.<br />

In principle, there are two teams in the game of jereed.<br />

These teams stand in a row, facing each other, including 6,<br />

8 or 12 persons per team in the field of jereed. Jereed players<br />

are mounted on horses with their regional costumes.<br />

The players will hold the first jereed with their right hands,<br />

and hold a spare one and adequate amounts of those with<br />

other hands. A rider from one of the sides rushes forward<br />

and approaches up to 30-40 meters in front of the opposing<br />

row. He calls out the name of one of the player of the<br />

other side and invites him to the ground. And then he rolls<br />

the jereed in his right hand over to him, goes back, and<br />

spurs his horse towards to his row. Subsequently the challenged<br />

player follows him quickly, throws the jereed to the<br />

player running away. This time, when the first player rushes<br />

forward, another player opposes him. The player of second<br />

row tries to return quickly to get his place. This time his<br />

opponent chases him and throws his jereed. Thus and so<br />

the game goes on. Any player who succeeds in hitting the<br />

jereed to his rival scores a point, but they lose point if the<br />

jereed hits the horse instead of the player. The jereed player<br />

makes various maneuvers to evade rival player, he leans to<br />

the bottom of abdomen, towards to neck and both sides of<br />

the horse. Some players score by hitting three or four jereeds<br />

until the opponent runs away and reaches his row. Jereed<br />

is a gentlemanship game at the same time. Sometimes<br />

the opponent is forgiven even if he is totally in the field of


sıra ok ve yay’a dair Türk tefekküründe oluşan bir takım siyasî,<br />

hukukî ve sosyal manalar son derece köklü izler bırakan<br />

ve bu meyanda yansımaları ile hafızalarda temerküz<br />

eden değerlerdir. Savaş silahı olmasının yanı sıra günlük<br />

hayatın bir parçası olan ok’un kullanımı Türk tarihinin bilinen<br />

en eski dönemine kadar uzanmaktadır. İslâmiyet’ten<br />

önce Türk yaşayışına damgasını vuran okçuluk İslâmiyet’ten<br />

sonra inanç ve düşünüş zemininde aynı canlılığını muhafaza<br />

etmiştir. Asırlar boyunca savaşların değişmez silahı olan<br />

ok ve yay Türk zaferlerine katkı sağlayan en önemli etkendi.<br />

(Tülay Metin, 2014,131-153)<br />

Türk tarihinde, ok ve yay ateşli silahların gelişmesine kadar<br />

çağlar boyunca uzak mesafeden kullanılan en önemli<br />

silah oldu. Sonraki dönemlerde de okçuluk bir spor olarak<br />

varlığını sürdürdü.Türk yayları ve okları çok ince ustalık gerektiren<br />

yapım süreçleriyle imal edildi. Türk okçuları malzemelerin<br />

özellikleri ve maharetleriyle ok atmada üstün<br />

bir beceri kazandı. Bugün İstanbul’da bir semte adını veren<br />

Ok Meydanı dünya okçuluk tarihinde benzeri olmayan bir<br />

örnek olarak varlığını duyurdu.Bu meydanda ok atış talimleri<br />

ve yarışmaları yapıldı ve en uzun menzillere işaret taşları<br />

dikildi. Okun atıldığı yere ayak taşı, düştüğü yere ana taşı<br />

dikilip bunlar da bir deftere kaydedildi. Okçuluğa o kadar<br />

önem verilirdi ki bir kanunname bile çıkarılmıştı. Yarışmalara<br />

padişahlar da iştirak eder ve onlar da rekorlar kırardı.<br />

Bir ara kaybolmaya yüz tutan geleneksel okçuluk son yıllarda<br />

yeniden canlandı. Okçular tekkesi ihya edildi ve yeniden<br />

hitting. The Horseback (Mounted) Archery used to be one<br />

of the riding sports. Anyway, the battues including mounted<br />

archery is deemed to be an important sporting event.<br />

The history of archery in Turks dates back to past as far as<br />

the existence of Turks in the stage of history. After accepting<br />

Islam as it was in the pre-Islamic period, the Turks perpetuated<br />

their ingenuity in archery. Archery, one of the decisive<br />

characteristics of the Turks, is the most important one of the<br />

cultural building blocks of Turkic history. One of the many<br />

features that differs Turks from other nations is their success<br />

in the martial arts. In addition to the benefit as a military<br />

element, a number of political, legal and social meanings<br />

emerge in Turkic consideration relating to arch and<br />

arrow, are the dignities that leave extremely deep-rooted<br />

traces and that are concentrated on memories accordingly<br />

with their reflections. In addition to being a weapon of<br />

war, using the arrow as a part of daily life, dates back to<br />

the oldest known period of Turkic history. Archery, which<br />

left its mark on the Turkic life style before Islam, preserved<br />

the same vitality on the ground of belief and thought after<br />

the acceptance of Islam. The arrow and the bow, the invariable<br />

weapons of wars, had been the most important factor<br />

contributing to Turkish victories for centuries. (Tülay Metin,<br />

2014,131-153)<br />

In Turkic history, arrow and bow were the most substantial<br />

weapons used from long distances throughout the ages until<br />

the development of firearms. In the following periods ar-<br />

The Sports Culture in Turks<br />

171<br />

Türklerde Spor Kültürü


Common Heritage<br />

172<br />

Ortak Miras<br />

yarışmalar düzenlenmeye başlandı.<br />

Kılıç da Lobut atma gibi tarihteki yerini alırken güreş ve<br />

atlı oyunlar gibi bazı sporların çağlar ötesine taşındığı<br />

görülüyor. Güç ve kuvvet, ataklık, cesaret ve kahramanlık<br />

bir yarışma atmosferi içinde yaşatılıyor. Bu spor dalları çok<br />

geniş bir coğrafyada binyıllara uzanan kökleriyle insanımızı<br />

halaheyecana sevk etmeye ve şaşırtmaya devam ediyor.<br />

Orta Asya Türklerinde Kırgızlar başta olmak üzere Kazaklar ve<br />

Özbekler at üzerinde birçok oyun oynar. Bunların en bilineni<br />

Kökbörü, önemli günlerde oynanan bir atlı çeviklik oyunudur.<br />

Kazakistan, Türkmenistan, Çin, Özbekistan, Rusya,<br />

Moğolistan, Türkiye veKırgızistan gibi geniş bir coğrafyada<br />

Kökbörü, Kökpar, Kupkari, Ulak, Ulak Tartış, OğlakKapmaca,<br />

Buzkaşi gibi farklı farklı isimlerle karşılaştığımız bu oyun<br />

günümüzde de halktarafından sevilerek devam ettirilen bir<br />

oyundur.<br />

Gökbörü oyunuyla ilgili daha önceden tanıtım amacıyla<br />

yapılan çalışmalarla karşılaştık. Bu çalışmalargenelde<br />

seyahat eden bilim adamları tarafından veya bu bölgenin<br />

kültürünü tanıtmak amacıyla yapıldığını gördük.Saul<br />

Matveeviç Abromzon’un yazmış olduğu makalelerinden<br />

yola çıkılarak ortaya konan Kırgız ve KırgızstanTarıhıBoyunçaTandalma<br />

Emgekter1 adlı kitapta bu oyun hakkında<br />

kısaca bilgiler verilmiştir. EllsworthHuntington, Orta Asya<br />

gezisinde Kırgızların Alay bölgesinde bu oyunda buzağı kullandıklarını<br />

gösteren vekendisi tarafından çekilen fotoğrachery<br />

has perpetuated its existence as a sport. Turkish bows<br />

and arrows were manufactured in a production process<br />

which requires delicate craftsmanship. The Turkish archers<br />

won a superior skill at arrow shooting with the qualities and<br />

abilities of the materials. The Arrow Square, which gave a<br />

name to a district in Istanbul (called “Ok Meydanı” today),<br />

announced its existence as an unprecedented example in<br />

the history of world archery. Arrow shooting exercises and<br />

competitions were held in this square, and the sign stones<br />

were stitched to the longest range. The Ayaktaşı was erected<br />

at the place where the arrow is shot; and the Anataşı was<br />

erected at place where arrow plunged down and they were<br />

both entered in a book. Archery was given so much importance<br />

that even a law was issued. Ottoman Sultans also<br />

participated in competitions and they also broke records.<br />

The traditional archery, which has fallen into disappearing<br />

for some time, has been revived in recent years. The archery<br />

lodge has been revamped and competitions have been rescheduled<br />

again.<br />

While “the sword” is taking its place in history like “lobut<br />

throwing” (Lobut is a sort of club or heavy stick, in 85-90<br />

centimeters length and 4-5 centimeters thick and made<br />

of peeled dry oak. Shorter and thicker than jereed) it can<br />

be seen that some sports such as wrestling and equestrian<br />

games have been transmitted beyond the ages. Power and<br />

strength, agility, courage and heroism are sustained in an<br />

atmosphere of competition. These sport branches continue


fları dergisinde2 yayınlamıştır. N. N. Karazin3, 1872 yılında<br />

bu oyunla ilgilibilgiler vererek resmiyle birlikte tanıtmaya<br />

çalışmıştır. A. N. Krasnov4 da bu oyunla ilgili kısa bilgiler vermiştir.N.<br />

Uralov5 ise hatıralarında bu oyunlarla ilgi bilgiler<br />

sunmuştur. K. K. Kazanskiy, Pamir Yakınlarında6 adlıkitabında<br />

yine bu oyunla ilgili ilginç bilgiler vermektedir. Bütün bu<br />

bilgiler kısa olmakla birlikte, geleneğin odönemlerde hangi<br />

şekillerde yaşadığını göstermeleri açısından önemlidirler.<br />

Fransız fotoğrafçısı PolNadar’ın1890 yılında gökbörü oyunuyla<br />

ilgili çekmiş olduğu fotoğraflar, oyunun günümüze<br />

fazla bir değişikliğeuğramadan ulaştığını göstermektedir.<br />

Gökbörü oyununda oyunculara ulakçı, çabandesve balbanşeklinde<br />

isimler verilmektedir. Ulakçı ismioyuncuların<br />

tamamı için kullanılırken, çabandesdaha çevik ve hızlı olan<br />

oyunculara denmektedir. Güçlü olanlaraise balbandenir.<br />

Ulakçılar oyundan önce abdest almaktadırlar. Ulakçının,<br />

oyun için yola çıkarken ev ahalisininduasını alması da inançlarla<br />

ilgilidir. Oyundan önce yapılan dualar, yollarının<br />

açık olması, uğurlu gelmesi veherhangi bir felaketin yaşanmaması<br />

için mutlaka yapılması gereken bir uygulamalardır.<br />

Oyun için günleröncesinden semiz teke veya bir yaşında<br />

to amaze and excite our people with their roots dating back<br />

to millennia.<br />

In the Central Asian Turks, especially the Kyrgyzs, Kazakhs<br />

and Uzbeks play many mounted games. The most famous<br />

one of them is Kok-Boru, is an equestrian agility sport played<br />

on stated days. This game which we have encountered with<br />

different names such as Gökbörü, Kökbörü, Kökpar, Kupkari,<br />

Ulak, Ulak Tartış, Capricorn and Buzkaşi in different geographical<br />

regions such as Kazakhstan, Turkmenistan, China,<br />

Uzbekistan, Russia, Mongolia, Turkey and Kyrgyzstan is still<br />

popular among people and fondly perpetuated by them.<br />

We encountered with the works done for promotion before<br />

about the Kok-Boru. It is considered that these studies<br />

have been done by scientists who usually travel or to promote<br />

the culture of this region. There exist brief information<br />

given about this game in the book named “Kırgız ve Kırgızstan<br />

Tarıhı Boyunça Tandalma Emgekter1” which is based<br />

on the articles written by Saul Matveeviç Abromzon. Ellsworth<br />

Huntington published photographs taken by himself<br />

in magazine, illustrating the use of a calf in the game in the<br />

region of Alay in Kyrgyzstan during his trip to Central Asia.<br />

N. N. Karazin3 gave information about this game in 1872<br />

and tried to promote it with his painting. A. N. Krasnov4 also<br />

gave brief information about this game. Uralov5 provided<br />

information about these games in his memories. K. Kazanskiy<br />

gives interesting information about this game in his<br />

book Near Pamir6. Although all of this information is brief,<br />

in terms of designating the form in which the tradition lived<br />

at that time, but of course it is important. The photographs<br />

of the French photographer Pol Nadar about the Kok-Boru<br />

game played in 1890 demonstrate that the game has extended<br />

to present day without significant change.<br />

In the Kok-Boru game, the players are given the names<br />

of “Ulakçı”, “çabandes” and “balban”. While the nickname<br />

Ulakçı is used for all the players, Çabandes is especially given<br />

to the agile and speedy ones. And those who are strong<br />

are called Balban. The Ulakçıs perform an ablution before<br />

the game. When Ulakçı goes out for the play, receiving the<br />

households’ blessing is also pertinent to the beliefs. The<br />

prayer made before the game is absolutely necessary practice<br />

in order to make their way clear, auspicious coming,<br />

and not to experience any disaster.<br />

The days before the game, either a fleshy goat or a one year<br />

old calf is chosen. The goat or calf chosen by the prayers of<br />

the elders is cut off; after removing the internal organs and<br />

the head, the abdomen part of carcass is filled with salt and<br />

kept in cold water for 2-3 hours; and then before bringing it<br />

to the play ground, this time audiences pray to watch the<br />

game accompanied by the elders’ prayer again. After pray-<br />

The Sports Culture in Turks<br />

173<br />

Türklerde Spor Kültürü


Common Heritage<br />

174<br />

Ortak Miras<br />

buzağı seçilmektedir. Aksakalların duasıyla seçilen teke<br />

veya buzağıkesilir; iç organları ve kelle paçası alınan hayvanın<br />

karın boşluğuna tuz doldurulur ve soğuk su içerisinde<br />

2-3 saatbekletilir; oyun alanına çıkartılmadan önce yine aksakalların<br />

duaları eşliğinde oynamak ve seyretmek için gelenlertarafından<br />

dualar edilir. Oyunu düzenleyen kişiye ve<br />

ailesine hayır dualar edildikten sonra evin küçük çocuklarına<br />

“ulak” verilir ve oyun sahasına götürmelerine izin verilir.<br />

Oyunun sonunda eve getirilen “ulak” etinden tadankişinin<br />

oğlu olacağına dair inanç hâlâ yaşamaktadır. Pişirilen bu etin<br />

şifalı olduğuna ve aileye oğul getireceğine dair bu inancın<br />

sonunda oğlu olanlar, yine bu oyunu düzenlemekle yükümlü<br />

sayılırlar.Oyun kurallarıyla ilgili inançlara bakacak olursak,<br />

kuralların tamamen inançlara yönetildiğini görürüz.Öncelikle,<br />

oyunun aksakalların duası olmadan başlamadığını ve<br />

sonlanmadığını söyleyebiliriz. Çok sürükleyici veheyecanlı<br />

geçtiğinden, oyunu yönetmek de oldukça güçtür. Bütün<br />

bu zorluklara rağmen dualarla başlayıp dualarlasona eren<br />

oyun süresine herkes saygı duyar. Kurallara göre, hediyeleri<br />

kazanan ulakçıya halk tarafından hayırdualar edilir.<br />

Ayrıca, oyunu düzenleyen kişinin özel misafirlerine dualar<br />

eşliğinde hediyeler verilir. Oyunsonunda, oyunu düzenleyen<br />

kişiye de iyi dileklerle hayır dualar edilir.Gökbörü oyunu<br />

halk arasında geleneksel bir şekilde günümüzde yaşatılmaktadır.<br />

Gökbörü, doğal icra ortamıbozulmamış nadir<br />

oyunlarımızın başında gelmektedir. Bu arada, bir spor dalı<br />

olarak kurallarını ve muhtevasınıyeniden gözden geçirerek,<br />

oyun için yapay icra ortamı oluşturulmaya çalışıldığını<br />

ing for the organizer of the game and his family, the young<br />

children of the house are given “ulak (goatskin)” and are<br />

allowed to take it to the playground. The belief that the one<br />

who tastes the meat of ulak (the goat cut off for the game)<br />

after the game will have a son is still popular. Also according<br />

to the belief that this cooked meat has a feature of healing.<br />

And that person who has a son as a result of this belief<br />

is obliged to organize this game. If we look at the beliefs<br />

about rules of the game, we can see that the rules are completely<br />

determined by beliefs. First of all, we can say that<br />

the game does not start and finish without prayer of the<br />

elders. As it is very exciting and enthusiastic, refreeing the<br />

game is also very tough work. Despite all these difficulties,<br />

everyone respects the duration of the game that both starts<br />

and finishes accompanied by the prayers. By rules, the<br />

Ulakçı, winner of the gifts are prayed by the folk. In addition,<br />

special guests of the game organizer are given gifts in the<br />

presence of prays. At the end of the game, the organizer of<br />

the game is also prayed with good wishes. Kok-Boru game<br />

is popular among the people today even in traditional form.<br />

It is one of the rare games where the natural play ground<br />

is undisturbed. In the meantime, it should also be pointed<br />

out that as a sporting event, we are trying to create an artificial<br />

play ground for the game by re-examining its rules<br />

and its contents. In other words, it is aimed to popularize<br />

the traditional style of astronomical game. In other words,<br />

the Kok-Boru game which has traditional qualification is<br />

aimed to be popularized. The game, which was performed


da belirtmek gerekir. Başka birifadeyle, geleneksel nitelik<br />

taşıyan gökbörü oyununun popülerleştirilmesi hedeflenmektedir.<br />

Eskiden daha ziyadedoğal icra ortamı olan köy ve<br />

kasabalarda sergilenen oyun, bugün yapay icra ortamında,<br />

çağdaş hipodromlardagerçekleştirilmeye başlanmıştır.<br />

Doğal icra ortamında oyun kış aylarında oynanırken, yapay<br />

icra ortamında yılınon iki ayı oynanabilmektedir. Ancak biz,<br />

bu değişim ve gelişmelerle birlikte, halk tarafından yaşatılmaya<br />

çalışılangeleneğin de devam ettirilmesi taraftarıyız.<br />

(Ulanbek Alimov, 2014, 63)<br />

Günümüz Türk toplumlarının hemen hepsinde eskiden beri<br />

kullanılan bir söz güreş ve güreşçi. Sonraki yüzyıllarda yabancı<br />

dilden pehlivan sözcüğü de güreşçi anlamında Türkçeye<br />

girdi ve kullanıldı. Güreşler, bilhassa kuşak, karakucak<br />

ve yağlı güreşler milli oyunlarımızın başında gelir. Güreş, atlı<br />

sporlardan sonra Türk’lerin yaşayışlarının her safhasında<br />

görülebilen bir spor.<br />

Eskiden değişik zamanlarda yapılan müsabakaların yanında,<br />

köy eğlencelerinde ve düğünlerde de güreşler yer alırdı.<br />

Yakın zamanlara kadar güreşsiz düğün düğünden sayılmazdı.<br />

Güreşçiye ayrı değer verilir, baş tacı edilirdi. Hali vakti<br />

yerinde olanlar, güç gösterisinin nişanesi olarak yanlarında<br />

güreşçi ve yarış atı yetiştirirdi. Her ne kadar düğün güreşleri<br />

günümüzde azalmışsa da şenlikler ve festivaller dolayısıyla<br />

bu milli oyunumuza gösterilen ilgi devam ediyor.<br />

Güreş yediden yetmişe herkes tarafından zevkle yapılıyor ve<br />

rather in villages and towns as natural play grounds, started<br />

to be realized in contemporary hippodromes as artificial<br />

ones. While the game is played in the winter in the natural<br />

play ground, it can be played in the artificial playground for<br />

twelve months of the year. However, we, along with these<br />

changes and developments, are in favor of perpetuating<br />

the tradition which is tried to be sustained by the people. .<br />

(Ulanbek Alimov, 2014, 63)<br />

The words “wrestling” and “wrestler” are pronounced by<br />

almost all of today’s Turkic societies. In the following centuries<br />

the word of foreign origin, “pehlivan” entered the<br />

Turkish language in the sense of “wrestling” and is still<br />

being used. Wrestling, especially “kuşak”, “karakucak” and<br />

“oil wrestling (greasy wrestling)” are our leading national<br />

sports. Wrestling is a sport that can be seen at every stage<br />

of the life of the Turks after equestrian sports.<br />

Besides the competitions performed in different times in<br />

the past, wrestling took place in the village funs and weddings.<br />

Until recently, a wedding party without wrestling was<br />

not considered as wedding. The wrestler was esteemed<br />

specifically, and held in high honour. A well off person used<br />

to bring up wrestlers and racing horses as a sign of power<br />

show. Although wedding wrestling has been rarely seen in<br />

the present day, interest shown in this national game continues<br />

due to festivals and fiestas.<br />

Wrestling is performed with pleasure and watched absolutely<br />

by everybody. The name of Kırkpınar is a filed that is<br />

identified with wrestling. Wrestling in this place, in Edirne<br />

has been existing for centuries. There are many more fields<br />

in Turkic countries like Kırkpınar.<br />

Either in karakucak or in greasy branch, the person who introduces<br />

two wrestlers to each other and to the audiences<br />

and also escalates the competition with his idiosyncratic<br />

words is called “cazgır- announcer”. It is believed that there<br />

exists a sage in wrestling as exists in every profession. Cazgır<br />

also starts to wrestle with the name of the sage. Cazgir<br />

always introduces the wrestlers with their names every time.<br />

After introducing the names of the wrestlers, the wrestler<br />

starts with the perdah. Perdah is mainly to wander the field<br />

by hitting hands on knees by both wrestlers. So it’s a kind<br />

of beginning for the wrestling. After that, now two wrestlers<br />

begin wrestling in a “cutthroat” contest which is also a wrestling<br />

idiom. There is a special place in our language for the<br />

trick names performed during the game. Because at the<br />

same time we can learn wrestling acts. Künde (grappling<br />

hold which is executed from behind the opponent. One or<br />

both arms are used to encircle the opponent’s arm under<br />

the armpit, and secured at the opponent’s neck) tırpan<br />

(scythe: to hit the calf or the ankle of the opponent by inside<br />

The Sports Culture in Turks<br />

175<br />

Türklerde Spor Kültürü


Common Heritage<br />

176<br />

Ortak Miras<br />

seyrediliyor. Kırkpınar adı, güreşle özdeşleşmiş bir yer adıdır.<br />

Edirne’deki bu yerde yapılan güreşler yüzyıllardır devam<br />

ediyor. Kırkpınar gibi Türk ülkelerinde daha pek çok meydan<br />

vardır.<br />

İster karakucak olsun ister yağlı olsun meydana çıkan iki<br />

güreşçiyi kendine has sözlerle seyirciye ve güreşçileri birbirine<br />

tanıştıran ve güreşi kızıştıran kişiye cazgır denir. Her<br />

mesleğin olduğu gibi güreşin de bir piri olduğuna inanılır.<br />

Cazgır da güreşe pirin adını anarak başlar. Cazgır her defasında<br />

güreşçileri adlarıyla tanıtır. Cazgırın güreşçileri adlarıyla<br />

tanıtmasından sonra güreş perdah ile başlar. Perdah<br />

güreşçilerin ellerini dizlerine vurarak meydanı dolaşmalarıdır.<br />

Yani bir nevi güreşe başlangıçtır. Bundan sonra<br />

artık iki güreşçi yine bir güreş tabiriyle kıran kırana güreşe<br />

tutuşur. Güreşte yapılan oyun adlarının da dilimizde özel<br />

bir yeri vardır. Çünkü bu adlarla aynı zamanda güreşteki<br />

fiilleri öğrenebiliyoruz. Künde, tırpan, el ense, ters sarma,<br />

kafa-kol, dana bağı, boyunduruk, çengel, kol kapma bu<br />

oyunlardan bazısının adıdır. Bütün oyunlarda olduğu gibi<br />

güreşte de yenmek de var yenilmek de. Ancak, yenmek ve<br />

yenilmekten önemli şeyler de vardır. Güreşin kendine göre<br />

töreleri her yerde geçerlidir. Mesela güçlü bir kişi zayıf bir<br />

kişiyi ezmez. Ona göre davranır. Eğer güreşçiler bu töreye<br />

uymazlarsa kınanır. Güreş biraz çeviklik biraz kahramanlık<br />

gösterisidir. Kahramanlık, cesaret, ataklık atlı sporların da<br />

en dikkat çekici yönüdür.<br />

Sonuç olarak Türk halklarının spor kültürü diğer toplumlardan<br />

gelenekleri, adetleri, inançları ile ayırt edilerek<br />

evrensel olan değerlere renk kattığını söyleyebiliriz.<br />

Medeniyetler için temizlik, çeviklik, sağlık, güç, hız, adalet<br />

ve diğer değerler ne kadar önemliyse Türk Boyları için de<br />

aynı değerde olduğunu gördük. Türklerin geleneksel spor<br />

dalları genetik, yapısal, işlevsel, tarihi, tipolojik özellikleri<br />

açısından aynı köklerden beslendiğini ve daha sonra çeşitlenerek<br />

günümüze kadar ulaştığını yukarıdaki <strong>ortak</strong> spor<br />

dallarından sadece bazılarını ele alarak sonuca varmaya<br />

çalıştık. Son dönemlerde Türk Dünyası açısından anlamlı<br />

olan faaliyetler gerçekleştirilmeye başlandığını görmekteyiz.<br />

Geleneksel spor dallarımızın popülerleştirilmesi için Türk<br />

Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyine üye ülkelerin <strong>ortak</strong>laşa<br />

düzenledikleri ve Dünya Etnospor Konfederasyonunun<br />

desteklediği Dünya Göçebe Oyunlarının birincisi ve ikincisi<br />

Kırgızistan’da düzenlenmiştir. Bu etkinliğin sonunda<br />

Kırgızistan Türkiye Manas Üniversitesinde “Türk Halklarının<br />

Geleneksel Spor Oyunları Uluslararası Sempozyumu” adlı<br />

sempozyumun da ikincisi düzenlenerek oyunlarımız bilimsel<br />

açıdan ele alınmıştır. Ayrıca TRT AVAZ kanalının Ortak<br />

Miras Serisiyle çekilen belgesellerin özel anlamı olduğunu<br />

belirtmemiz gerekmektedir. Bu tür <strong>ortak</strong> değerler üzerine<br />

çalışmaların giderek çoğalacağını inancı içerisindeyiz.<br />

of the foot with a sudden movement to the to disrupt the<br />

balance and collapse him), el ense (hand –nape- grabbing<br />

the neck of opponent, and then pressing on to the throat<br />

by the thumb, and keeping four fingers on the nape, pulling<br />

with the desire to pull down), ters sarma (reverse winding:<br />

The wrestler puts his foot inside the foot of the opponent<br />

under him and winds round), kafa kol (head-arm, taking<br />

the head and arm of the rival and pulling down with a hip<br />

game), dana bağı (calf lace: The left biceps of the opponent<br />

is held with the right hand. When the head is under the<br />

left arm, left hand grabs the left leg of opponent and pulls<br />

down the opponent by leaning against left side), boyunduruk<br />

(head lock: taking opponent’s head under his arm<br />

and winding around the neck), hook, arm grip are some of<br />

these tricks. As in all games, there are also both defeat and<br />

lose in this game. However, there are also more important<br />

things than defeating and losing. The customs peculiar to<br />

wrestling is valid everywhere. For example, a husky person<br />

does not crush a weak rival. He behaves according to the<br />

capacity of weak. If the wrestlers do not follow this, they will<br />

be condemned. Wrestling is a bit agile and a little heroic.<br />

Heroism, courage, rashness are also the most remarkable<br />

aspect of equestrian sports.<br />

Consequently, we can say that sports culture of Turks is distinguished<br />

from other societies by their traditions, customs<br />

and beliefs, giving a novel touch to universal values. We<br />

have seen that the more purity, agility, health, power, speed,<br />

justice and other values are important for civilizations, the<br />

more they are important for Turkic tribes too on a par. We<br />

tried to conclude by only taking some of the above common<br />

sports branches that the traditional sports branches of the<br />

Turks are fed from the same roots in terms of their genetic,<br />

structural, functional, historical, typological characteristics<br />

and later, they were diversified and reached to present<br />

day. We have seen some meaningful activities in terms of<br />

the Turkic World that have begun to be realized recently.<br />

For popularizing our traditional sports branches, the first<br />

and the second of the World Nomadic Games sponsored<br />

by the World Etnospor Confederation, jointly organized by<br />

the member countries of the The Cooperation Council of<br />

Turkic Speaking States (Turkic Council) were organized in<br />

Kyrgyzstan. At the end of this event, the second symposium<br />

“International Symposium of Traditional Sports Games of<br />

Turkish People” was organized at Kyrgyzstan Turkey Manas<br />

University and our games were dealt with through scientific<br />

point of view. In addition, we should mention that the<br />

documentaries that shot within the scope of the Common<br />

Heritage Series by TRT AVAZ channel has a special meaning.<br />

We believe that works on such common values will gradually<br />

increase.


KAYNAKÇA<br />

• ABRAMZON SaulMatveeviç, Kırgız ve<br />

KırgızstanTarıhıBoyunçaTandalmaEmgekter, Bişkek, 1999<br />

• AKMOLDOYEVA B. B, “Traditsii, Verovanie i ObryadıKirgizovSvyazannıe s<br />

Konevodstvom”, AktualnıyeVoprosıEtnografii i ArheologiiKirgizii, Frunze,<br />

1989<br />

• ALİMBEKOVAkmatali,Konar-Göçerlerin Geleneksel Spor Oyunlarının<br />

ÇocuklarıSosyalleştirmedeki Fonksiyonları, I Türk Halklarının Geleneksel<br />

Spor Oyunları Uluslararası Sempozyumu, 20-22 Kasım 2014, Bişkek, s.73<br />

• ALİMOVUlanbek,Ulak Tartış Oyununun İnançlarla İlişkisi Üzerine,I Türk<br />

Halklarının Geleneksel Spor Oyunları Uluslararası Sempozyumu, 20-22<br />

Kasım 2014, Bişkek63<br />

• AND Metin. “Oyun ve Bügü”, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2007<br />

• HUIZINGA, Johan. “Homo Ludens – Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir<br />

Deneme”, (Çev. M. A. Kılıçbay), İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1995<br />

• HUNTİNGTON Ellsworth, ThePulse Of Asia, A Journey İn Central<br />

AsiaİlustratingTheGeographicBasis Of History,Boston and New York, 1907.<br />

• KAHRAMAN Atıf, Cumhuriyete Kadar Türk Güreşi I, Ankara 1989.<br />

• KARATAYEVOlcobay, Türk, Moğol Dünyasındaki Güreş ve Onun Tarihi-<br />

Etnografik BaşlangıcıI Türk Halklarının Geleneksel Spor Oyunları<br />

Uluslararası Sempozyumu, 20-22 Kasım 2014, Bişkek, s.195<br />

• KARAZİN N. N, Bayga– Mestnayaİgra v Katı-Kurgane, 1872.<br />

• KAZANSKİY K. K, VbliziPamirov, Taşkent, 1895.<br />

• KRASNOV A. N, OçerkBıtaSemireçinskihKirgiz,<br />

İzvestiyaİmperatorskogoRusskogoGeografiçeskogoObşestva,Cilt. XXIII,<br />

1887.<br />

• METİNTülay, Selçuklularda Okçuluğa Genel Bir Bakış, Tarih Okulu Dergisi<br />

(TOD), Mart 2014, Yıl 7, Sayı XVII, ss. 131-153<br />

• TÜRKMENMehmet, Osmanlı’da Güreş Tekkeleri ve Fonksiyonelliği, I Türk<br />

Halklarının Geleneksel Spor Oyunları Uluslararası Sempozyumu, 20-22<br />

Kasım 2014, Bişkek, s.162<br />

• URALOV N, NaVerblyudah, Vospominanie İz Jizni v SredneyAzii, SPb, 1897.<br />

• БИЧУРИН Н.Я.(ИАКИНФ). «Собрание сведений о народах, обитавших в<br />

Средней Азии в древние времена. Редакция текста, вступ. ст., комм. А.Н.<br />

Бернштама и Н.В. Кюнера. Т.1. М.-Л.: Изд-во АН СССР, 1950.<br />

• ЛИПЕЦ Р. С. Лицо волка благословенно... Советская этнография, 1981,<br />

№1, 120-133 бб.<br />

• ПОТАПОВ Л. П. Волк в старинных народных поверьях и приметах<br />

узбеков.-КСИЭ,XXX. Москва., 1958.- 135-148 бб.<br />

REFERENCES<br />

• ABRAMZON SaulMatveeviç, Kırgız ve<br />

KırgızstanTarıhıBoyunçaTandalmaEmgekter, Bişkek, 1999<br />

• AKMOLDOYEVA B. B, “Traditsii, Verovanie i ObryadıKirgizovSvyazannıe s<br />

Konevodstvom”, AktualnıyeVoprosıEtnografii i ArheologiiKirgizii, Frunze,<br />

1989<br />

• ALİMBEKOVAkmatali,Konar-Göçerlerin Geleneksel Spor Oyunlarının<br />

ÇocuklarıSosyalleştirmedeki Fonksiyonları, I Türk Halklarının Geleneksel<br />

Spor Oyunları Uluslararası Sempozyumu, 20-22 Kasım 2014, Bişkek, pp.73<br />

• ALİMOVUlanbek,Ulak Tartış Oyununun İnançlarla İlişkisi Üzerine,I Türk<br />

Halklarının Geleneksel Spor Oyunları Uluslararası Sempozyumu, 20-22<br />

Kasım 2014, Bişkek63<br />

• AND Metin. “Oyun ve Bügü”, İstanbul, Publisher: Yapı Kredi Yayınları, 2007<br />

• HUIZINGA, Johan. “Homo Ludens – Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir<br />

Deneme”, (Trans. M. A. Kılıçbay), İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1995<br />

• HUNTİNGTON Ellsworth, ThePulse Of Asia, A Journey İn Central<br />

AsiaİlustratingTheGeographicBasis Of History,Boston and New York, 1907.<br />

• KAHRAMAN Atıf, Cumhuriyete Kadar Türk Güreşi I, Ankara 1989.<br />

• KARATAYEVOlcobay, Türk, Moğol Dünyasındaki Güreş ve Onun Tarihi-<br />

Etnografik BaşlangıcıI Türk Halklarının Geleneksel Spor Oyunları<br />

Uluslararası Sempozyumu, 20-22 Kasım 2014, Bişkek, pp.195<br />

• KARAZİN N. N, Bayga– Mestnayaİgra v Katı-Kurgane, 1872.<br />

• KAZANSKİY K. K, VbliziPamirov, Taşkent, 1895.<br />

• KRASNOV A. N, OçerkBıtaSemireçinskihKirgiz,<br />

İzvestiyaİmperatorskogoRusskogoGeografiçeskogoObşestva,Cilt. XXIII,<br />

1887.<br />

• METİNTülay, Selçuklularda Okçuluğa Genel Bir Bakış, Tarih Okulu Dergisi<br />

(TOD), Mart 2014, Year 7, S XVII, pp. 131-153<br />

• TÜRKMENMehmet, Osmanlı’da Güreş Tekkeleri ve Fonksiyonelliği, I Türk<br />

Halklarının Geleneksel Spor Oyunları Uluslararası Sempozyumu, 20-22<br />

Kasım 2014, Bişkek, pp.162<br />

• URALOV N, NaVerblyudah, Vospominanie İz Jizni v SredneyAzii, SPb, 1897.<br />

БИЧУРИН Н.Я.(ИАКИНФ). «Собрание сведений о народах, обитавших в<br />

Средней Азии в древние времена. Редакция текста, вступ. ст., комм. А.Н.<br />

Бернштама и Н.В. Кюнера. Т.1. М.-Л.: Изд-во АН СССР, 1950.<br />

• ЛИПЕЦ Р. С. Лицо волка благословенно... Советская этнография, 1981,<br />

№1, 120-133 бб.<br />

• ПОТАПОВ Л. П. Волк в старинных народных поверьях и приметах<br />

узбеков.-КСИЭ,XXX. Москва., 1958.- 135-148 бб.<br />

The Sports Culture in Turks<br />

177<br />

Türklerde Spor Kültürü


Doç. Dr. Fatma KOÇ - Doç. Dr. Emine KOCA<br />

Bilge Yapım<br />

Giyim Kuşama ait tüm değerleri içeren kültür<br />

temel ilkelerde bütünlük içerisinde olabilecek<br />

<strong>ortak</strong> değerleri içerir.<br />

Clothing is comprised collectively with other core values within a culture.


Giyim kuşama ait tüm değerleri içeren kültür temel ilkelerde bütünlük içerisinde olabilecek<br />

<strong>ortak</strong> değerleri içerir. Dış görünürlüğün ilk göstergesi olan giysiler, bir toplumun<br />

kültürel yapısı, adet, gelenk ve görenekleri, dini inançları ve yaşam şekilleri hakkında<br />

bilgi verebilecek ender kaynaklar arasında yer alır. Toplumlar arasındaki maddi ve manevi<br />

değerlerin birbiri ile olan benzerliği farklı sınırlara sahip olsalar bile aynı kökten<br />

olduklarının göstergesi olarak algılanabilir. Söz konusu değerler farklılıkları içinde barındırdığı<br />

gibi benzerlikleri de beraberinde getirmiştir. Bu durumun sınırlarını genişletecek<br />

olursak dünya üzerinde geniş bir alana yayılmış olan Türk dünyasının topluluklarının<br />

arasında da <strong>ortak</strong> bir kültürel mirasın varlığından bahsedilebilir.Örneğin; Güney Anadolu’daki<br />

köyün kültürü, Batı Anadolu’daki bir köyün kültüründen farklıdır, ancak her ikisini<br />

de Rusya’daki veya İtalya’daki köylerden farklı kılan müşterek Türk kültürünü paylaşılmasıdır.<br />

Bu paylaşımdaki benzerlik ve <strong>ortak</strong>lıklar bu fikri doğrulayan çok açık birer örnek<br />

olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />

10<br />

Türk Topluluklarının Giyim Kuşam<br />

Kültüründe Ortak Değerleri<br />

Common dressing values and culture of the Turkic People<br />

Clothing is comprised collectively with other core values within a culture. As the first<br />

layer of appearance, clothes constitutes a rare source of information regarding cultural<br />

structure of a society including their customs, traditions, beliefs and modes of living in<br />

general. Similarities in tangible and intangible values of cultures may indicate common<br />

roots among different populations even if they are separated with borders. Such values<br />

has differences as well as similarities. In that regard it is possible to speak of a shared<br />

cultural heritage between different parts of the Turkic world which is spread over a large<br />

area. Although a village in Southern Anatolia has a different culture from a village in the<br />

Western Anatolia while they share common Turkic cultural elements that differ them<br />

from the villages in Russia or in Italy for instance. Such similarities and commonalities<br />

are in support of this idea.


Common Heritage<br />

180<br />

Ortak Miras<br />

Farklı medeniyetlerle karşılaşmış ve farklı kültürler ile etkileşimde<br />

bulunmuş Atayurt’taki Türk toplulukları ile Anayurt’taki<br />

Türk topluluklarının kültürel değerleri ile gelenekli<br />

giysiler arasındaki <strong>ortak</strong> noktalarının tespiti ile <strong>ortak</strong> bir payda<br />

olması kaçınılmazdır. Tarihi bağların belirlenmesi ve <strong>ortak</strong><br />

bir giyim kuşam bütünlüğünün ortaya konmasına katkıda<br />

bulunmak bu çalışmanın çıkış noktasını oluşturmaktadır.<br />

Bu çalışmada;Akraba Türk topluluklarının gelenekli giyim<br />

biçimlerinde milliliği oluşturan <strong>ortak</strong> noktaların belirlenmesi<br />

ve Türk giyim kuşam özelliklerinin kültür değerlerinin<br />

kayıt altına alınmasıgerekliliği üzerinde durulacaktır. Türklerin<br />

derin tarihi, dağıldığı geniş coğrafya, inanç sistemleri,<br />

yaşam koşulları, estetik algıları ile etkileşimde bulunulan<br />

toplumlar düşünüldüğünde oldukça zengin bir giyim kuşam<br />

kültürünün varlığı ile karşılaşılmaktadır.Türk toplumlarına<br />

ait kadın-erkek kıyafetleri sosyal- siyasi ve ekonomik yönden<br />

etkileşim içinde oldukları uygarlıklar aracılığı ile şekillenerek<br />

günümüzdeki biçimlerine ulaşmıştır.<br />

Türk toplumlarının,dağıldığı geniş coğrafya ve uzun tarihi<br />

geçmişi göz önüne alındığında hiç kuşkusuziletişim halinde<br />

bulunulan toplumların giysilerinin özelliklerinden etkilenerek<br />

melezleşmesi durumunu gündeme getirmiştir. Budurum<br />

Türklere ait toplumların giyim kuşamındaki yöresel ve geleneksel<br />

bazı özelliklerin korunmasını gerekli kılmış ancak değişim<br />

kaçınılmaz olmuştur. Ancak Türk toplumları farklı coğrafyalarda,<br />

farklı dinlere mensup olup, farklı etnik kökenden<br />

gelmiş olsalar da bedenlerinin üzerinde biçimlendirdikleri<br />

giysilerinin kullanımı ve manevi değerlerinin özelliklerini<br />

In that regard it is inevitable to find similarities between<br />

the cultural values and clothing practices of Turkic populations<br />

of the fatherland (Central Asia) and the people of<br />

the motherland (Anatolia) who had been interacting with<br />

different civilisations and cultures. The reason of this essay<br />

is to find historical ties between those populations and to<br />

contribute to the revelation of common clothing culture between<br />

them. On the other hand the necessity for the finding<br />

of similarities that establish a common national clothing<br />

scheme between relative Turkic populations as well as the<br />

need for documenting such cultural values that unite them.<br />

Considering the profound historical background of the<br />

Turks, the large geography they are spread, the populations<br />

with different beliefs, living conditions, aesthetics they have<br />

interacted it is normal to expect such a rich clothing culture.<br />

Both male and female clothes have reached their current<br />

form following the interaction with other civilisations whom<br />

they had social, political and economic interactions.<br />

Considering the large area they have spread and having a<br />

deep historical background and relations with other societies<br />

it can be told that there is a certain element of hybridisation<br />

in clothing culture. In time this caused changes in the<br />

clothing while certain local and traditional characteristics<br />

are preserved. Still Turkic populations are among rare societies<br />

which are able to preserve the daily utilisation and<br />

spiritual characteristics of the clothes as they give a form on<br />

their bodies even they are in separate places, having separate<br />

religious beliefs and being from different ethnic roots.


koruyabilmiş ender topluluklar arasında yer almaktadır.<br />

Söz konusu değişimin yoğunluğu etkileşimin süreci, konumu<br />

ve niteliği doğrultusunda farklılıklar göstermiştir. Türk<br />

kültürünün içinde yer alan giyim kuşama ait kaynakların<br />

varlığı Orta Asya’ya kadar uzandığı düşünüldüğünde, Türk<br />

giyim kuşamının; uzun tarihi geçmişi, yayıldığı geniş coğrafi<br />

alan, etkileşim halinde olduğu kültürler ve değişen inanç<br />

sistemleri ile birlikte değerlendirilerek ele alınmasını ön<br />

plana çıkartmaktadır.Türklerin Anayurttan dünyaya yayılma<br />

rotasının Doğudan Batıya doğru olması Türklerin giysilere<br />

ilişkin değişimlerinde Batı formlarındandaha çok etkilenmesine<br />

ve geleneklere dayalı uygulamaların çeşitli nedenlere<br />

dayalı olarak terk edilerek yerineBatı formlu giysilerinkullanımının<br />

yoğunluklu olarak gündeme gelmesinde etkili<br />

olmuştur.<br />

2. TÜRK TOPLULUKLARININ GİYİM<br />

KUŞAM KÜLTÜRÜ<br />

İnsanlar belirli bir gruba dâhil olabilmek için veya kendi kişiliğini<br />

ifade etmek için giysilerinde farklı biçimler, renkler<br />

kullanabilmektedir. Ayrıca bu giysilerde buldukları anlamlar<br />

ile de benzersizliklerini pekiştirmektedirler (Craik,1998:<br />

206). Her ulusun veya ırkın kendine özgü simgeleri olduğu<br />

gibi, diğer topluluklar veya en az <strong>ortak</strong> yanları olan toplumlarla<br />

işaretleşmek için bazı <strong>ortak</strong> simgeleri bulunmaktadır<br />

(Sürür, 1983: 228).<br />

Giyim Kuşama ilişkin değerler etnik kimliğin belirginlik kazanmasında<br />

önemli bir sembolüdür ve farklı etnokültürel<br />

yapılara sahip toplumlarda bölgeler arasındaki ayrışmalarda<br />

ve benzerliklerin oluşmasında önem kazanmaktadır.<br />

Bu niteliklerin başında dil ve inanç gelmesine rağmen<br />

görenekler, gelenekler, kurumlar, yasalar, folklorik öğeler,<br />

mimari, giyim, beslenme, müzik ve sanat, hatta renk ve<br />

fiziksel görünüş de farklılıkları ve benzerlikleri artırabilir<br />

veya birbirinin yerini alabilir (Kutlu ve Özmen, 2008:307).<br />

Giysiler, bazı toplumlar için inancın etkisi ile şekillenmiş ve<br />

örtünme amaçlı kullanılırken (İslam inancında olduğu gibi)<br />

(Göle 1991) bazı toplumlar için de kişinin kendini ifade etme<br />

amacıyla kullanılan (Batı toplumlarında olduğu gibi) (Flugel<br />

1971) bir araç olmuştur.<br />

Batılı giyim tarzlarında birçok çeşit ve modelin olmasına<br />

rağmen sonuçta giysinin vücut üzerinde nasıl duracağı,<br />

sırta geçirilmeden bellidir, giysi kişinin bedenine uyar<br />

yada uymaz. Doğu giysileri için bunun tam tersini söylemek<br />

mümkündür. Orta Asya’da kullanılanlarından günümüzde<br />

kullanılanlarına kadar, en basit giysiden en törenseline kadar<br />

tümünün biçimi bazı farklılıklara rağmen hemen hemen<br />

benzer niteliktedir (Koç ve Koca 2011: 14). Model aynıdır an-<br />

The intensity of mentioned differentiates depending on the<br />

duration as well as the local conditions and attributes of the<br />

interaction between societies. It is important to consider<br />

that the Turkic clothing culture has its roots back in Central<br />

Asia, while having a wide spread interaction with other<br />

cultures over a vast geography. Since historically the main<br />

route of the Turkic tribes reaching from the fatherland to<br />

the motherland have occurred on the East-West axis, the<br />

changes in Turkic traditional clothing has also been deeply<br />

effected by the interaction with the Western populations<br />

causing different levels of use of the Western cultural elements<br />

replacing the old traditional ones.<br />

2. CLOTHING CULTURE OF TURKIC<br />

POPULATIONS<br />

People tend to use different forms and colours in their<br />

clothing to be included into a group or express themselves.<br />

Besides they strengthen their uniqueness by the meaning<br />

they attribute to these dresses (Craik, 1998:206). Each nation<br />

and race has their unique symbols, while carrying some<br />

common symbols to other populations and groups with the<br />

least commonalities (Sürür, 1983:228).<br />

Values related to the dressing is an important symbol for<br />

prominence of ethnic identity. They also play an important<br />

role in the formation of similarities and differences between<br />

different ethnocultural identities. While leading attributes<br />

to define differences are religion and beliefs, other attributes<br />

like traditions, customs, institutions, regulations,<br />

folkloric elements, architecture, dressing, nutrition, music,<br />

arts and even colours and physical appearance may<br />

also increase those differences, strengthen similarities or<br />

substitute each other (Kutlu ve Özmen, 2008:307). While,<br />

dressing is formed within the belief system and utilised for<br />

purdah (as according to the Islamic belief), (Göle, 1991) it is<br />

utilised as a form of self expression in other societies (as in<br />

the Western societies) (Flugel 1971).<br />

Although there are şorts of different models and types of<br />

Western dressing culture, the form it will take when it is put<br />

on can easily be envisaged before it is worn. The dress suits<br />

or not. This is completely contrary in Eastern clothing. Either<br />

dresses used in Central Asia or the contemporary, from<br />

the simple to the more complicated, Eastern clothes have<br />

a similar outlook with small differences (Koç ve Koca 2011:<br />

14).<br />

Models are the same, taking their unique form while being<br />

wrapped around the body and defined by the gender and<br />

body shape of its owner. Therefore it is not the morphology<br />

which is prominent here. On the contrary the posing of the<br />

dress after being worn and the arrangement of the layers of<br />

Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />

181<br />

Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri


Common Heritage<br />

182<br />

Ortak Miras<br />

cak bedene sarılarak biçimlendirilip giyen kişinin cinsiyeti<br />

veya beden formuna göre şekil aldığından giysinin biçimsel<br />

özelliğinin ön plana çıkmasından ziyade giysinin beden<br />

üzerine nasıl yerleştirildiği ve katmanların beden üzerindeki<br />

diziliş biçimleri ön plana çıkar. Batı giysi formlarınınaksine<br />

Türk giysilerinin gerçek biçimi ancak beden üzerinde ve<br />

giysilerin diğer parçaları ile aksesuarlarının birlikte kullanıldığında<br />

ortaya çıkmaktadır. Bir başka değişle giysiye biçimini<br />

veren onu giyen kişinin kendisidir ve bu onun sosyal<br />

konumunun belirleyicisidir. Kişilerin giysilerle ilgili ayrımı<br />

ölçülerde, renklerde, süsleme biçimlerinin yoğunluğundan,<br />

giyinme şekillerinden veya bolluk–darlık açısından gözlenebilir.<br />

Türk Halklarının kullandıkları giysiler, giysi olmaktan ziyade<br />

üzerinde taşıdıkları anlamları da okuyarak tanımlamak ve<br />

incelemek gerekir. Koç ve Koca’nın (2015:77) yapmış oldukları<br />

çalışmada gelenekli yaşamda kullanılan giysilerin batı<br />

formlu giysilerinden farklı olmasının en önemli nedenleri<br />

arasında “bedene ne giyildiği değil ne şekilde giyildiğinin”<br />

önemli ön planda olduğunu vurgulamışlardır. Türklerin<br />

giysilerinin beden üzerinde şekillendirilmesi “bedenin biçimlendirilmesi”<br />

kavramı ile açıklanabilir. Pek çok doğu<br />

kültüründe olduğu gibi Türk halklarının giysileri kuşanma<br />

biçimlerinin oluşturulması ile anlam kazanır ve bu anlamların<br />

her biri ait olduğu toplumun normları ile değerlendirilerek<br />

ele alınmalıdır. Dolayısıyla, toplumsal normlara dayalı<br />

olarak bedenin biçimlendirilmesi ilegiysilerin farklı şekilde<br />

kullanılması giysilere gerçek işlevinin dışında farklı anlamlar<br />

yükler ve toplumun karmaşık kimliğinin okunmasında özel<br />

bir dil oluşturulur.Durham (2008) gelenekli toplumlarda<br />

kullanılan giysilerin özelliklerini “giysi, onu giyen kadınlar<br />

için fiziksel bir ya da bir dizi anlama sahiptir ki, bu anlamlar<br />

pek çok kişi tarafından bir ya da bir başka boyutta anlaşılabilir.<br />

Bunlara bedene yerleşik anlamlar denilmektedir.<br />

Bunlar, genellikle dillendirilmeyen bedensel duyumlara ve<br />

bedenin kullanımına yerleşiktirler, üzerinde konuşulmayan<br />

ama yine de derin bir seviyede hissedilen anlatılar içerirler”<br />

şeklinde tanımlarken onların biçimlendirilmesinde ve bedene<br />

yerleştirilmesindeki nedenlerin olduğu ve bu giysilerin<br />

değerlendirilmesinin söz konusu anlamların okunması ile<br />

yapılabileceği önemiüzerinde durmuştur.James “Washington<br />

Meydanı” adlı eserinde “Türklerin “giyim konusunda<br />

ki en büyük zaafının kişiliğin kendini dışa vurma arzusundan<br />

kaynaklandığını, giydiklerinde oldukça gösterişli olma<br />

hevesi güderken konuşmadan giysileri ile gösterişliliği ön<br />

plana çıkartması olduğunu belirtmiştir. Türklerin gösterişli<br />

giysi uygulamalarına olan düşkünlüğü, giysilerin üzerine<br />

giydiğinde kendisinin değil giysilerinin güzel gözüküp gözükmediği<br />

durumu söz konusudur” (James, 1983; 20-22).<br />

James’in bu ifadeleri Türk toplumlarında kullanılan giysilerin<br />

katmanların ve aksesuarların hem toplum içindeki<br />

the cloth are much more important.<br />

Unlike Western dress forms, the true form of Turkish dress is<br />

revealed only after being worn over the body and garnished<br />

with other accessories. In other words it is the person itself<br />

who gibes the dress its form and therefore displays his/her<br />

social position. The differences between personal choices<br />

can be observed the sizes, colours, density of garnishing,<br />

dressing styles and looseness or tights of the dress.<br />

Leaving aside their daily functions as dresses, the clothes<br />

of Turkish populations should be defined and analysed<br />

on their meaning. Koç and Koca (2015:77) emphasise the<br />

most significant reason of their difference with the Western<br />

style clothing is the importance given to how the cloth<br />

is dressed rather than what the dress is. As Turkish clothes<br />

are rather reshaped over the body the term “body recasting”<br />

could be used to explain this phenomenon. Like other<br />

Easter cultures the clothes of Turkish communities gain<br />

meaning with the forms of girding. Such meanings should<br />

be dealt with the social norms of the populations they belong<br />

to. Both the form of girding based on social norms and<br />

different utilisation of clothes, attribute separate and new<br />

meanings to the clothes and generates a special language<br />

for understanding the complex cultural identity of a society.<br />

Durham (2008) describes the clothes used in societies with<br />

traditions as “clothes have a singular or a series meanings<br />

for the women wearing them. Such meanings could be understood<br />

by other people at single or multiple dimensions.<br />

These meanings are defined intrinsic meanings to the body.<br />

Generally those meanings are not expressed with words<br />

and they are related to bodily sensations which are not spoken<br />

of but felt at a deeper level.” By this Durham indicates<br />

that there are reasons for their modelling and how they fit<br />

the body. Therefore to evaluate these clothes these intrinsic<br />

meanings should also be taken into account.<br />

As described in his book of “Washington Square” James<br />

mentions that “The biggest frailty of Turks about dressing is<br />

a result of their desire for self-expression. They are enthusiastic<br />

on flashy dressing which can bring garishness into<br />

the forefront without even speaking.Turkish habit for flashy<br />

dressing is related not as a display of self-beauty but as a<br />

display of the beauty of the dress itself.” (James, 1983:20-<br />

22). James statement can be related to highlighting the<br />

intensity of necessity to use dresses, their layers and accessories<br />

as a utility for both social status values and the<br />

level of visibility within the society. This explanation can be<br />

accepted as a confirmation of the claim that where as Western<br />

populations utilise dressing to prioritise the beauty of<br />

the body, Turkic populations are prioritising the beauty of<br />

the clothes.


görünürlük düzeyinin artırılması hem de toplumsal statü<br />

değerlerinin olası gerekliliğinin yoğu ile ilişkilendirilebilir.<br />

Bu durum batı toplumlarında kullanılan giysilerin bedenin<br />

güzelliğinin ön plana çıkartılması için kullanıldığı, Türk toplumlarında<br />

kullanılan giysilerin ise giysi güzelliği üzerine<br />

yoğunlaşıldığı tezini doğrular niteliktedir.<br />

Türkler dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşamakla birlikte<br />

ağırlıklı olarak Orta Asya, Anadolu ve Balkanlar ekseni üzerinde<br />

bulunmuşlardır. Türklerin giyim kültürü, yüzyılların<br />

deneyimlerinden süzülerek biçimlenmiş kuşaktan kuşağa<br />

aktarılan bir değerler bütünü olarak küçük değişiklerle <strong>ortak</strong><br />

bir kültürün varlığını sürdürecek şekilde korunarak günümüze<br />

kadar ulaşmıştır (Koç ve Koca, 2011:11). Dikkati çeken<br />

en önemli nokta Türk toplulukları hangi coğrafi bölgeye<br />

yerleşmiş olursa olsun giysilerinin ana hatlarının birbirine<br />

benzer nitelikte olduğudur (Eruz, 1998,197). Bu benzerlik<br />

Türklerin özellikle göçebeliğin gerektirdiği, sürekli hareket<br />

halinde olmaları nedeniyle, hayatları at üstünde geçen,<br />

Orta Asya Türkleri, kendilerine benzer hayat tarzları olan<br />

kavimlerle <strong>ortak</strong> bir kültüre sahip olmalar ile ilişkilendirilebilir<br />

(Görünür ve Ögel 2007, 61). Türkler genel olarak deri,<br />

keçe gibi daha kalın ve dayanıklı kumaşları tercih etmişlerdir.<br />

Silah ve avlarını ayrıca yiyeceklerini asabilmek için sarkancalı<br />

kemerleri, soğuğa ve rüzgâra karşı korunmak için de<br />

kulaklıklı veya enselikli şapkaları kullanmışlardır. Açık havada<br />

dolaşmanın gereği olarak da genelde keçeden yapılma<br />

palto ve kürkleri giymişlerdir. Deri, keçe, kürk Türk kültürü<br />

içinde bolca bulunan malzemelerdir. Ayrıca inanç olarak da<br />

Turks have been living in various geographies they are generally<br />

concentrated on the Central Asia, Anatolia and the<br />

Balkans axis. The dressing culture of the Turks, being a refinement<br />

of hundreds of years of tradition and experience<br />

and has managed to be preserved as a common tradition<br />

despite minor differences in different populations (Koç ve<br />

Koca, 2011:11). An important point that draws attention is<br />

the similarity between various Turkic populations despite<br />

settling in different geographical regions (Eruz, 1998,197).<br />

This similarities may be related to the necessities of nomadism,<br />

a common attribute and shared culture with similar<br />

societies, having a life on horses and being always on<br />

the move (Görünür ve Ögel 2007, 61). Turks have generally<br />

preferred thick and sturdy clothes like leather and mat.<br />

They have been using hook belt to hang their weapons<br />

and preys, hats with earflaps and neck cover for protection<br />

against wind and cold. As a result of being in open they<br />

chose to wear felted coats and fur. Leather, mat and fur are<br />

common materials within the Turkish culture. This is also<br />

supported by a religious faith allowing the utilisation of animals<br />

to provide needs which in turn places leather, fur and<br />

other animal products shaping the basis of Turkish clothing<br />

culture (Ögel, 1991, 2).<br />

Regarding Turks there are generally five basic layers<br />

constituting a suit of clothes:<br />

1- Shalwar and shirts worn over the skin,<br />

Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />

183<br />

Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri


Common Heritage<br />

184<br />

Ortak Miras<br />

hayvanların ihtiyaca göre kullanımı yasak kabul edilmediğinden<br />

deri, kürk ve hayvan türevli giysiler Türk giyim tarzının<br />

temelinin oluşmasında etken olmuştur (Ögel, 1991, 2).<br />

Türklerde genellikle giysilerin takım oluşturmasında<br />

temel beş katman bulunmaktadır.<br />

1. Tene giyilen Şalvar ve gömleklerden oluşan iç giyimler,<br />

2. Entari, kaftan ve cepkenlerden oluşan üst giyimler,<br />

3. Ferace ve dış kaftanlarından oluşan dış giyimler,<br />

4. Toplumsal Statü göstergesi olarak sunulan başlıklar,<br />

5.Süslemeyi ve estetik anlayışı oluşturan takı ve aksesuarlar<br />

Türkler, Dünya tarihin en eski milletlerinden biri olarak kabul<br />

görmüştür. Türklerin menşei, Eurasia bozkırları ve Türkistan<br />

olarak tarihe geçmiştir (Esin,1959:152). Türkler ve Türklerle<br />

akraba kavimlerin M.Ö. 3000 yılında hatta neolitik devirde<br />

Orta Asya’nın doğu kısımlarında yaşadıkları bilinmektedir<br />

(Eberhard 2002, (1945) 533). Moğolistan, Noyun-Ula Kurgan’lardaki,<br />

Pazırık yükseltilerinde, Kenkol mezarlıklarında,<br />

Talas ve Batken’de yapılan arkeolojik kazılarda elde edilen<br />

bulgular, bir taraftan Orta Asya göçebeleri, Hunlar, Sakalar,<br />

Üsünler ile diğer Türk grupların ve Kırgızların giysilerinde<br />

kullandıkları malzeme, kesim ve süsleme özlliklerinin bariz<br />

bir benzerliğin olduğunu ortaya çıkartılmıştır (Klavdıa ve Aydarbek<br />

2004,6, Öz 1964,159).Türk giysilerinde önden açık,<br />

uzun kollu giysilerin kesim tekniği ile paralellik gösteren,<br />

bilinen en eski örnekler, Pazırık kurganlarında görülmüştür.<br />

Bu kurganlar milattan önce 5. yüzyıla tarihlenmektedir. Kuzey<br />

Moğolistan’da milattan önce 2. yüzyıla tarihlenen mezar<br />

buluntularında tekrar aynı kesim tekniği ile hazırlanmış<br />

ipek kıyafetler ortaya çıkarılmıştır (İnan, 1967).<br />

Türk uluslarının giysilerinin şekillenmesinde tarihi ve kültürel<br />

<strong>ortak</strong> mirasın önemli bir rolünün olduğunu söylemek<br />

mümkündür. Kendine özgü geliştirdikleri bu kültürü karşılaştıkları<br />

toplumlarla kültürleşme sürecine girerek değiştirmiş<br />

veya kalıcılığını sağlayarak ötekinin değişmesinde<br />

etken olmuştur. Gerard’ın (2001) “Göçebe İmparatorluklar”<br />

adlı çalışmasında Çinlilerin Türk giysilerini kullanma gerekliliğini<br />

“Çin vakayinameleri göçebe Şiongnuların (Türk-Moğollar)<br />

genellikle kürkten başlıklar, bileklerde bağcıklarla<br />

büzülmüş bol bir pantolon, kalçalara kadar sarkan iki yanı<br />

yırtmaçlı geniş bir gömlek, kısa bir kürk palto, deri ayakkabılar<br />

giydiğine değinir. Kulaklarda halkalar vardır. Çinliler,<br />

Şiongnu akınlarına etkin bir önlemle karşı çıkmak üzere<br />

hareketlilik kazanmak için savaş arabalarını süvari gücüne<br />

dönüştürür. Onlar aynı zamanda, göçebe pantolonu ata binerken<br />

daha rahat olduğu için entariyi terk eder; atlı oklu<br />

birlikleri kurmaya çaba harcar” şeklinde açıklamıştır.<br />

2- Loose robe (antari), kaftan, bolero constituting the upper<br />

wear,<br />

3- Ferace and external kaftans constituting external wear,<br />

4- Headings as a display of the social status,<br />

5- Ornaments and accessories making up decoration and<br />

aesthetics<br />

Turks are considered as one of the oldest nations in the world<br />

history. Turkish origins are recorded as Eurasian steppes and<br />

Turkistan (Esin,1959:152). It is known that Turks and their<br />

relative populations have been living in Eastern Central Asia<br />

as far as 3000 B.C during the neolithic era (Eberhard 2002,<br />

(1945) 533). Noyun-Ula Cairns in Mongolia, Pazyryk tombs,<br />

Kenkol cemetery, Talas and Batken archeological findings<br />

show that there are apparent similarities between clothes<br />

of Central Asian nomads, Huns, Scythians, Usuns and other<br />

Turkic populations and Kirgiz (Klavdıa ve Aydarbek 2004,6,<br />

Öz 1964,159). The oldest examples of clothes similar and<br />

parallel to the Turkish cutting style of open front, long<br />

armed clothes have been found in Pazyryk Tombs. These<br />

tombs are dated as far as 5 th century B.C. There are also<br />

silk clothes prepared with a similar style have also been<br />

found in the tombs found in North Mongolia dating back to<br />

2nd century (İnan, 1967).<br />

Common historical and cultural heritage has played an<br />

important role in shaping the dressing of different Turkic<br />

nations. Their unique culture has evolved and gained continuance<br />

by interacting with other cultures and triggering<br />

acculturation processes while they also contributed to<br />

their cultural evolution. Gerard mentions the necessities of<br />

Chinese use of Turkic clothing forms in his book “Nomadic<br />

Empires” by saying “Chinese annals tells that Siongnu<br />

(Turks-Mongols) generally wear fur hats, loose trousers<br />

contracted at ankles, large shits with slits on two sides dangling<br />

over hips, a short fur coat and leather shoes. They<br />

have rings on their ears. Chinese transformed their chariots<br />

into cavalries in time due to the need for establishing a effective<br />

counter measure for Siongnu raids. They also abandoned<br />

using loose dresses and adapted nomadic trousers<br />

since they were much easier to wear when riding a horse.<br />

They also tried to establish mounted archer units.”<br />

Baykuzu explains the driving need for Chinese clothing as<br />

“During the Chao Chiefdom (424 - 228 B.C) Chao King Wulin<br />

(340 - 295 B.C.) considered that in order to be successful<br />

against Hunic raids was to adapt their fighting methods after<br />

observing that his chariots were ineffective fighting their<br />

cavalry. He also accepted that Hunic dressing is the most<br />

effective war dress and carried out a series of reforms about


Fot.1: Bilge Kağan a ait kağanlık heykeli (MS 735) (Sertkaya,<br />

ve Diğ. 2001, Moğolistandaki Türk Anıtları Projesi Albümü,<br />

Türkiye Başbakanlık Türk İşbirliği İdaresi (TİKA), s.102).<br />

Pic 1:Khaganate statue belonging to Bilge Khagan (AD. 735)<br />

(Sertkaya, ve Diğ. 2001, Moğolistandaki Türk Anıtları Projesi<br />

Albümü, Türkiye Başbakanlık Türk İşbirliği İdaresi (TİKA),<br />

s.102).<br />

Fot.2: Türk Tarih Enstitüsünde Korunan Köktürk devleti (MS.<br />

552-745) hakanı Köl Tigin’in Başı (Nowgorodowa 1980, fig.<br />

194)<br />

Pic.2:Head of Gokturk (AD. 552-745) Khakan Köl Tigin’s<br />

Statue at Turkish History Institute (Nowgorodowa 1980, fig.<br />

194)<br />

Fot.3: Uygur Prensi 11. ve 12. Yüzyıl Bezeklik Staatliche<br />

Berlin Müzesi - Hint Sanatının Prusya Kültürel Mirası<br />

Müzesi III 8181<br />

Pic.3:Uyghur Prince 11 th and 12 th centuries Bezeklik,<br />

Staatliche Berlin Museum- Prussian Cultural Heritage<br />

Museum of Indian Art III 8181<br />

Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />

185<br />

Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri<br />

Fot.4: Konya İnceminare Taş ve Ahşap Eserler Müzesi 12. 13. Yüzyıl Selçuklu Dönemine Ait Erkek Figürü(fot. F. Koç-E.Koca)<br />

Pic.4:Konya Inceminare Stone and Woodwork Museum, Male figure belonging to 12th and 13th Century Seljuk Period (Pict. F. Koç)


Common Heritage<br />

186<br />

Ortak Miras<br />

Çin giysilerinin kullanımının gerekliliğini Baykuzu,<br />

(2013:234) yapmış olduğu araştırmasında “Chao Beyliği döneminde<br />

(M.Ö. 424- M.Ö. 228) Chao Kralı Wulin (M.Ö. 340-<br />

M.Ö. 295) Hun akınlarına karşı savaş arabaları ile Hun atlılarını<br />

yenememesi durumu karşısında Hunlara karşı başarılı<br />

olmanın yolunun onlar gibi savaşmaktan geçtiğini düşünerek<br />

Hun kıyafetinin en uygun savaş giysisi olduğunu kabul<br />

etmiş ve ordusunda elbise ve silah reformu yapmıştır. Bu<br />

reform Çin tarihinde “Hun kıyafeti ve atlı okçuluğu” reformu<br />

olarak adlandırılmıştır. Böylece Chao Devleti ordusunda ağır<br />

zırhlı birlikler terkedilmiş, Hunların hafif süvari birlikleri taklit<br />

edilmiş, askeri kıyafetler değişmiş, at kullanmaya uygun olmayan<br />

Çin’in uzun etekli giysileri yerine Hunların pantolon<br />

ve çapanları kullanılmaya başlanmıştır”şeklinde aktarmıştır<br />

(ayrıca bkz. Eberhard, 1987:52; Onat, s.69-70).<br />

Türk giysilerinin <strong>ortak</strong> birliğinin en önemli özelliklerinden<br />

birisi pek çok Türk halklarında kadın ve erkek kıyafetlerinin<br />

biçimlerinin arasındaki belli bir ayrımın olmamasıdır. Ancak<br />

her sosyal tabakanın ayrı bir giysi biçimi oluşturulmuştur.<br />

Türk giysileri içinde yalnızca erkek veya kadın giysisi diyebileceğimiz<br />

bir parça bulunmamaktadır (Eruz 1998,297).<br />

Türklerde kadın ve erkek takılarda dahil olmak üzere tüm<br />

giysileri ve onların parçalarını birlikte kullanmışlardır (Esin<br />

1959,160). Ayrım giysi parçalarında değil bunların kullanım<br />

şekillerinden, aksesuar farklılıklarından ve süslemelerin yoğunluğundan<br />

kaynaklanmaktadır. Kadın ve erkek ayrımın<br />

belirleyiciliğinin en önemli parçası başlıklar olmuştur. Örneğin;<br />

Azarbaycan milli Tarih Müzesi koleksiyonunda bulunan<br />

kadın giyiminin ( fot….) biçimsel özelliklerinin Anadolu’da<br />

Diyarbakır Karacadağ, Derik ve Gelengöç köylerinde kullanılan<br />

“Kotik” adı verilen giysilerin (fot. 5-6) birbirine benzerliği<br />

<strong>ortak</strong> kültürün belgeleri olarak sunulabilir.<br />

dresses and weapons in his army. This reform is named as<br />

“Hunic dress and mounted archer” reforms in Chinese history.<br />

So heavily armoured units were abandoned and the<br />

light cavalry of the Huns were copied, they abandoned long<br />

Chinese dresses and adapted Hunic trousers and trawls”<br />

in his study (2013:234) (also see Eberhard, 1987:52; Onat,<br />

s.69-70).<br />

One of the common characteristics of Turkish clothes is the<br />

fact that in most of the Turkic populations there are no significant<br />

distinction between male and female clothing. But<br />

each social stratum has their own dressing style. We can not<br />

classify any part of the Turkish dresses as male or female<br />

clothing (Eruz 1998,297). Turks use all sorts of dresses and<br />

dress pieces including ornaments both in male and female<br />

dressing (Esin 1959,160). The distinction is not about the<br />

pieces of the dresses but their utilisation, differences in accessories<br />

and the amount of ornamentation used. The most<br />

prominent part of the dressing that underlines the gender<br />

difference is the hat. As an example we can draw similarities<br />

in stylistic characteristics between a female dress (pic. ….)<br />

displayed in Azerbaijan National History Museum and the<br />

dresses named as “Kotik” (pic. 5-6) worn Karacadağ, Derik<br />

and Gelengöç villages in Diyarbakır province in Anatolia.<br />

These similarities could be accepted as a testimonial for a<br />

common culture between the two regions.<br />

2.1. Common Characteristics of Headwear and<br />

head Styling<br />

For Turks headwear can be related to expressing superiority<br />

among others through external look. Özden Süslü describes<br />

Turkish typology as having “rounded face, slightly<br />

slanted almond-eyed towards the temporals, bow shaped<br />

eye brows, pointed and lifted nose and small mouth. Also<br />

Fot.5: Azerbaycan Kadın giyimi (Milli Azarbaycan Tarih Müzesi)((fot.<br />

F. Koç-E.Koca)<br />

Pic.5:Azerbaijan Female Clothes ( National Azerbaijan History<br />

Museum)(court. F. Koç)<br />

Fot.6:Diyarbakır Karacadağ, Derik ve Gelengöç köylerinde<br />

kullanılan Kotik<br />

Pic.6:Kotikdressing of Diyarbakır Karacadağ, Derik ve Gelengöç<br />

villages<br />

Fot. 7: Bartın ili Ulus İlçesi Kadın Giyimi<br />

Pic.7: Bartın Province Ulus County Female Clothes


2.1. Başlıklar ve Baş Biçimlendirmedeki Ortak<br />

Özellikler<br />

Türklerde kişinin başkalarına üstünlüğünün belirlemek için<br />

dış görünümünü kullanması başlık ile ilişkilendirilebilir.<br />

Özden Süslü’nün (1989:150) Anadolu Selçuklu kıyafetleri<br />

ile ilgili yapmış olduğu çalışmasında Türk tipini “yuvarlak<br />

çehreli, şakalara doğru hafif çekik badem gözlü, yay kaşlı,<br />

sivri kalkık burunlu, küçük ağızlıdır. Bele kadar inenen uzun<br />

örgülü saçlı” olarak tanımlamıştır. Bu örgülü saçlar Göktürklerde,<br />

Uygurlarda, Abbasilerde ve Cevsak ül-Hakani<br />

saray duvar resimlerinde görülmektedir. Örgülü saç geleneği<br />

Anadolu’da da devam ettirilmiştir. Zülüflerin örülmeden<br />

bırakılması geleneği evlilik işareti olarak kullanılmıştır.<br />

Divanü Lügati’t Türk’te zülüf, “kesme” kâkül, zülüf, perçem,<br />

“onğıklan” ise zülüflü olmak, takma saçlanmak, “önğik” kadınların<br />

takma olarak keçi kılından yaptıkları zülüf, “önğik<br />

yürgeyek” ulanmış zülüf, “önğiklen” zülüflü olmak, takma<br />

saç zülüf takmak olarak tanımlanmıştır ki zülüf kesme kullanılması<br />

çok önemli ve eski bir geleneğe dayanmaktadır. Araz<br />

(1956:8) Anadolu’da zilifleri örülmemiş ve örgüleri çembere<br />

geçirilmemiş bir yörük kadınının yeni gelin olduğunu ve<br />

gelinlerin dalfesin üzerine renkli örtüleri kullandığını evlenmek<br />

istemeyen dul kadınların zilif kesmediğini ve kara yazma<br />

bağladığını, bu kadınların zilif kesmesi durumunun yeniden<br />

evlenmek isteği olarak kabul gördüğünü belirtmiştir.<br />

Kadın figürlerde yüze sürülen süsler erkekleri kadınlardan<br />

ayıran önemli bir özellik olmuştur. Kadınların kullandıkları<br />

yaşmak, ipek bir örtünün baştan omuzlara doğru örtülen<br />

örtülerdir. Yaşmak kullanımı Hun Türklerine kadar dayanır.<br />

Divanü Lügati’t Türk’te yaşmak “saraguç” adı ile anılmıştır.<br />

Kazak kadınlarının kulandığı uzun, sivri uçlu silindirik şapkaların<br />

kökünün ortaçağda Moğol kadınlarının giydiği şapka<br />

olan “bogtak”tan gelmektedir.Bogtakın şekli Kazak halkıplaited<br />

hair stretching down to the belly” in his study on<br />

Anatolian Seljuk clothes. Plaited hair can also be observed<br />

in Gokturks, Uighurs, Abbasids and Cevsakul-Hakani palace<br />

wall paintings. This tradition still continues in Anatolia.<br />

Having earlocks without plaits has been used as a traditional<br />

symbol of marriage. In Divan-i Lugat’it Turk “clip” is<br />

defined as lovelock, earlock, forelock,“onğıklan” is defined<br />

as having earlocks, “önğiklen” with earlocks, “wig” as wearing<br />

earlocks which shows that earlock and clips have long<br />

traditional history. Araz (1956:8) mentions that a newly wed<br />

“yörük” woman in Anatolia do not weave her earlocks and<br />

wrap them inside her headbands. Brides wear colored veils<br />

on their headwear (dalfe) and widows who do not wish to<br />

marry again don’t cut their earlocks and wear black head<br />

scarves (kara yazma). Cutting her earlocks is accepted as a<br />

sign for a widow that she wants to marry again.<br />

One of the prominent distinctions between male and female<br />

figures is the makeup that females apply to their faces.<br />

Yashmak (veil) is a kind of silky headwear that released over<br />

the shoulders. Yashmak has been used since Hun Turks. In<br />

DivanüLügati’t Türk yashmak is defined as “saraguç”.<br />

Long, peaky and cylindrical hats used by Kazak women<br />

dates back to “bogtat” a hat worn by Mongol women during<br />

the middle ages. In form “bogtak” resembles “savkele” a<br />

hat worn by Kazak brides with a feather on top (Banzragch,<br />

2014:43). This is an example for different populations sharing<br />

the same geography and creating a common culture.<br />

Süslü speaks of Hoço Uighur women using conical hats<br />

over high buns which are also named as “boğtak”. Süslü<br />

adds that similar headwear could be find in Anatolia with<br />

the name “Hotoz”, a word which is derived from Caghatay<br />

Turkish word of “kotos”.<br />

Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />

187<br />

Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri<br />

Fot.8: Türklerin ilk Resimli Varka ve Gülşah Hikayesinden (Varka ve Gülşah hocasından ders alıyor) (13. Yüzyıl Anadolu Selçuklu Dönemi)<br />

Pic.8:One of the first illustrated stories of the Turks “Varka and Gülşah”(Varka and Gülşah take lessons from their hodja (teacher)) (13 thcentury Anatolian Seljuks )


Common Heritage<br />

188<br />

Ortak Miras<br />

nın gelinlerinin kullandığı uzun, tepesi tüylü “savkele” adı<br />

verilen başlıklara benzemektedir (Banzragch, 2014:43). Bu<br />

durum aynı coğrafyada yaşayan halkların birbirinden etkilenerek<br />

<strong>ortak</strong> bir kültürün oluşması için verilebilecek önemli<br />

örnekler arasındadır. Süslü (1989:152) çalışmasında Hoço<br />

Uygur kadınlarının yüksek topuzların üzerine şeker külahı<br />

gibi “boğtak” adı verilen başlıkları kullandıklarını Anadolu’da<br />

ise bu başlıkların “Hotoz” ile eşleştirilebileceğini hotoz<br />

kelimesinin ise Çağatayca “kotos” teriminden geldiğini belirtmiştir.<br />

Süslü ayrıca Takke-Külah, Börk adı verilen başlık<br />

türlerinden de bahseder. Banzragch (2014:43), ayrıca “kazınmış<br />

kafanın üzerinde bir tutam saç bırakmak şeklindeki<br />

Moğol saç stili olan “guhul” un Ukrayna’daki Zaporojye Kazakları<br />

tarafından “hohol”adı ile bilindiğini ve bunun Türkler<br />

tarafından da kullanıldığını belitmiştir.<br />

Genel olarak Kırgızistan’ın kuzeyinde kullanılan “şökülö”<br />

adı verilen külah şeklindeki kadın başlıklar Kırgızların ünlü<br />

destan kahramanı Manas’ın hanımlarının giydiğine inanılarak<br />

kutsallık boyutu da kazanmıştır. Aynı zamanda ise Türklerin<br />

eski dini olan Gök Tanrı İnancı’na dayanılarak Tanrı’yı<br />

simgelediğine de inanılır. Şökülöyü gelinler gelin giysisi ile<br />

birkilkte kullanırlar ve damat evine gidildiğinde ise çıkarırlar.<br />

Şökülö Kırgızistan da kullanılmasına rağmen ülkenin kuzeyinde<br />

yer alan Kazakistan’da da yoğun olarak kullanılmaktadır.<br />

İki ülkenin <strong>ortak</strong> kültürel değerlerinin en bariz örneklerinden<br />

bir tanesidir.<br />

Kırgızistan’ın güneyinde kullanılan Özbek ve Kırgız <strong>ortak</strong><br />

değer olarak sunulabilecek bir diğer başlık ise “doppı” adı<br />

verilen başlıklardır. Genç kızların başlıklarının ucunda tüy<br />

vardır. Bu tüy o kızın bekâr olduğunun göstergesidir. Erkekler<br />

“kalpak” adı verilen başlığı takarlar. Kalpakta yaş farkı<br />

yoktur (Gülbeyaz, 2013 .2). Kırgız kadınlarının evlendirildikten<br />

sonra “Kep takıyası” adı verilen başlıkları çıkartarak<br />

“Eleçek” adı verilen başlıkları kullanırlar. Kırgız kadınlarına<br />

özgü olan bu başlığın toplumsal anlamı “çocuğa kundak,<br />

naaşa kefen” olarak kadının kendini ailesine adaması gerekliliği<br />

ön plana çıkarılır.<br />

Nogaylar Hun Türklerinin kullandıkları başlıklara benzer<br />

“eltır börk veya körpe börk” adı verilen başlıkları kullanırlar,<br />

Nogay Türkleri atlı bozkır medeniyetinin doğal olarak karakterlerini<br />

yansıtmaktadır. Ölüye matem için özel bir başlık<br />

kullanılır bu başlık “kara” adı verilen siyah renkten yapılır. Bir<br />

yıl boyunca giyilen bu şapka ata ruhundan kaynaklı olması<br />

durumu ile açıklanmıştır. Mekkeyi ziyaret etmek için “salma/<br />

sarık” kullanılırdı. Anadolu’nun pek çok bölgesinde sarığa<br />

“salma” adının verildiği bilinir. Azerbaycan Türklerinde de<br />

sarık “salma” adı ile bilinmektedir (Kalafat, 2016:112).<br />

Türklerin sarığı kullanması Tuğrul Beyin 1038 yılında Nişabur’a<br />

geldiğinde başında sarığı kullanması ile başlamış,<br />

Süslü also mentions other head caps like takke, külah and<br />

börk. On the other hand Banzragch (2014:43) mentions<br />

about the Mongol tradition of leaving a handful of hair over<br />

shaved head which is called as “guhul” can also be observed<br />

in Ukraine being used by Zaporojye Kazhaks and named as<br />

“hohol”. He also adds that this kind of hair shaping is also<br />

used by Turks.<br />

“Sökülö” a conical shaped female headwear used in the<br />

north of Kirghizstan have gained a sacred status believing<br />

they have been used by the wives of Manas, famous epic<br />

hero of the Kirghiz people. It also resembles god according<br />

to Gök Tanrı (Sky God) belief of the ancient religion of<br />

Turks. Brides use “sökülö” with their wedding dress and take<br />

it off when they arrive at grooms house. “Sökülö” has also a<br />

widespread use in Kazakhistan, northern neighbour of Kazakhistan.<br />

It is one of the prominent indicators of the common<br />

culture among two countries.<br />

Another headwear that belongs to southern Kirghizstan<br />

called “duppi” is also common with “Uzbekistan” another<br />

neighbouring country. There are feathers upon teenage<br />

girls headwears as an indication for them to be singles. Man<br />

wear another type of headwear called “kalpak”. Males of all<br />

ages can wear “kalpak” (Gülbeyaz, 2013.2) Kirghiz ladies<br />

leave their headwear called “Kep Takıyası” as soon as they<br />

marry and begin wearing another headwear called “Elecek”.<br />

Unique to the Kirghiz people “elecek” is a “napkin to their<br />

children and a shroud for them when they die” which has<br />

a social meaning for the women to dedicate themselves to<br />

their families.<br />

Nogays, use “eltır börk and körpe börk” headwears which<br />

are similar to the ones used by Hun Turks. In that regard<br />

they represent the natural characteristics of horseman<br />

steppe civilization. They use a certain type of black headwear<br />

called “kara” representing mourning for the dead. It is<br />

worn for a year after the funeral at thought to have link with<br />

the spirit of the ancestor lost. They use turban (salma/sarık)<br />

when they go on for a pilgrimage to Maccah. It is known that<br />

sarık (turban) is also called as “salma” in most of Anatolia.<br />

Azerbaijani Turks also call sarık (turban) as “salma” (Kalafat,<br />

2016:112).<br />

Turks began using sarık (turban) beginning with the arrival<br />

of Tughrul Bey to Nishabur in 1038 and following 14th and<br />

15th centuries it became the norm and being used hierarchically<br />

from the sovereign to the lowest rank in the palace<br />

(Sümer, 1980). Turks absorbed the tradition of “sarık sarma”<br />

(turban wrapping) after accepting Islam. “Dastar” was used<br />

as the kind of clothe to wrap around the “kavuk” with various<br />

sizes and forms. Seljuki sultans used small sarıks wrapping<br />

“dastar” clothes around their “kavuk”s and put “crown” on


Fot.9:Kırgız kadın başlığı “eleçek” ( DKB Moda ve kadın Etkinliklerinden)<br />

Pic.9:Kirghiz female headwear “eleçek” ( from TDKB Fashion<br />

and Woman Event)<br />

Fot.12: Erkek Kalpağı (Azarbaycan Milli Tarih Müzesi) (fot. F. Koç-E.Koca)<br />

Pic.12:Male “Kalpak”(Azerbaijan National History Museum) (F. Koç)<br />

Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />

189<br />

Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri<br />

Fot.10: Denizli -Çardak ilçesi Söğüt Köyü düğünden bir hafta sonra yapılan baş bağlama<br />

töreninden sonra gelinin başının bağlanması “alabaş”<br />

Pic.10:“Alabaş” headwear of the bride during the “baş bağlama” (heading) ceremony one<br />

week after the wedding, Denizli Province -Çardak County - Söğüt village (F. Koç)<br />

Fot.11: Kütahya -Simav ilçesi yeni gelinin çocuğu olana kadar kullandığı başlık(fot. F.<br />

Koç-E.Koca)<br />

Pic.11:Headwear used by newly wed bride until having her first child, Kütahya Province<br />

-Simav county (F. Koç)


Ortak Miras<br />

Common Heritage<br />

190


14. ve 15. yüzyıllarda Anadolu Selçukluları ve Osmanlı sarayındaki<br />

en basit rütbeden başlayarak hükümdarda son<br />

bulan bir statü sıralaması ile kullanılmıştır (Sümer, 1980).<br />

Türkler Müslümanlığın kabulünden sonra İslam geleneği<br />

olan “sarık sarma” ile karşılaşmışlardır. Dastar adı verilen<br />

kumaşların kavuk etrafına çeşitli biçimlerde ve büyüklüklerde<br />

sarılması ile elde edilen sarıkları Selçuklu sultanları dastarlı<br />

küçük sarık sarak kullanırlar, törenlerde ve kabullerde<br />

ise başlarına taç takarlardı (Uzunçarşılı, 1970,65). Kıymetli<br />

taşlardan yapılan bu taçların Orta Asya’da, Göktürk ve Hun<br />

Devri kurganlarında da görülmüştür (Ögel, 1984, 192, Süslü,<br />

1989:153). Ancak Osmanlı döneminde taç kullanılmamış<br />

bunun yerine sarıklar tercih edilmiştir.<br />

Hakas Türklerinde kürkten yapılan “Yulgu-pörik yadaTülgu-pörik”<br />

(güç şapkası) adında olan şapkalar kullanılır. Bu<br />

şapkalar Gök üçlüsü olarak bilnen üç zirvesini temsil eder.<br />

Şapka kenarlarının iki köşesinin kesimi dünyayı (Gerçek<br />

Dünya tepesi) temsil eder (Kotozhekov2014:36). Bu şapka<br />

formlarının gökyüzünün günün temsili olarak sunulması<br />

Türklerin eski inancı olan gök tanrı inancı ile ilişkilendirilebilir.<br />

Ortak Türk kültürünün birlikteliği ile kullanılan bir diğer başlık<br />

ise Kafkas halkına ait “Kalpaklar”dır. Bilinen ilk biçimiyle<br />

kenarları çeşitli yaban hayvanlarının kürkleriyle kaplı, yarı<br />

çember biçimindeki bu baş giysisi özelliğini günümüzde de<br />

korumaktadır. Başa giyilen kalpak uzaktan bile giyen insanın<br />

hangi Kafkas halkından olduğunu gösterecek nitelikte<br />

yapılır. Çeçen, İnguş ve Dağıstanlılarda geniş, uzun tüylü ve<br />

yüksek biçimleri kullanılır. Batıdaki Adige ve Abhazlardan<br />

başlayarak son yüzyıl içerisinde tüm Kafkasya’ya yayılan ve<br />

“Kubanka” adıyla anılan kalpak biçimi tercih edilir (Koçkar,<br />

2008:108).<br />

Evlilik, insan hayatında doğumla başlayıp ölüme kadar<br />

devam eden sürecin en önemli geçiş dönemi olarak bilinir.<br />

Yapılan uygulamalar öncelikle kadın üzerinde temellendirilmiştir.<br />

Kadın için evlilik geçiş döneminin önemli bir<br />

göstergesi olan “duvak” genel olarak gelinlerin başlarını<br />

ve yüzlerini kapayan örtü olarak bilinir. Kazaklarda “tumak”<br />

kış başlığı, Bulgarlarda “devak”, Sırplarda “duvak”, Özbeklerde<br />

“tuvok”, Kırgızlarda “tubak”, Türkiye Türkçesinde ise<br />

“duvak”adları ile kullanılmıştır (Aydemir, 2013:623).Divanü<br />

Lügati’t Türk’te, Selçuklu gelinlerinde gerdek gecesi geline<br />

“didim”adı verilen taçların takıldığı ve “boğmak” adı verilen<br />

kolyelerin takıldığı ve “didek” adı verilen duvakla yüzünün<br />

örtüldüğünden bahsedilmektedir(çev. Atalay 1985). Kızlıktan<br />

evliliğe atılan ilk adım, zülüf kesmedir. Kız iken örülmüş<br />

olan beliklerin şakak kısmına gelen örgülerden bir kısmı kesilerek<br />

kısaltılır. Buna “zülüf veya kekil” adı verilir (Sümbül,<br />

2008:145).<br />

top of them during ceremonies and receptions (Uzunçarşılı,<br />

1970,65). Garnished with precious stones these crowns are<br />

similar to their predecessors seen in Central Asian kurgan<br />

(tombs) dating back to Göktürks and Huns (Ögel, 1984, 192,<br />

Süslü, 1989:153). During the Ottoman period these crowns<br />

were not preferred and sarıks were used alone.<br />

Hakas Turks use fur hats called “Yulgu-pörikyadaTülgu-pörik”<br />

(power hat). These hats represent three peaks of the sky<br />

known as “Gök Üçlüsü” (Sky Trio). The cut of two sides of the<br />

hat represent the earth as the “real world hill”(Kotozhekov2014:36).<br />

The matching of the hat forms with the representation<br />

of the sky and day may be related to the ancient<br />

Turkish belief of the “Gök Tanrı” (God of Sky).<br />

Another headwear of the common Turkish culture is the<br />

“kalpak” that belongs to the Caucasian people. In its oldest<br />

known form it is a semi circle and is wrapped with animal fur.<br />

It still carries its major characteristics today. “Kalpak” as a<br />

headwear distinctively indicates that the wearer belongs to<br />

the Caucasian people even from a distance. Chechen, Inghus<br />

and Daghestanians use it with long feathers with a tall<br />

shape. In its Western form “Kubanka” it is used by Adygheans<br />

and Abkhasians which spread to whole Caucasian in the<br />

last century (Koçkar, 2008:108).<br />

Marriage is the most prominent transition of human life<br />

beginning with birth and ending with death. In that regard<br />

application about marriage are mainly based on the female<br />

party of the process. “Duvak” (bride’s veil) is an important<br />

indication of marriage process for the female which covers<br />

bride’s head and face. It is used with the names “tumak”<br />

winter headwear by the Kazhaks,“devak” by Bulgarians,“duvak”<br />

by Serbians,“tuvok” by Uzbeks,“tubak” by Kirghizs and<br />

“duvak” in contemporary Turkish (Aydemir, 2013:623). In DivanüLügati’t<br />

Turk it is described that, Seljuk brides wear “didim”<br />

a circlet, necklacee named “boğmak” and their faces<br />

covered with brides’ veil called “didek”during the first night<br />

called “gerdek” (transl. Atalay 1985). First step of the process<br />

moving from girlhood to marriage is cutting the earlocks.<br />

Lower back of the braid woven during the girlhood is<br />

being shortened from where it runs into the temporal. This<br />

part is called “zülüf” or “kekil” (Sümbül, 2008:145).<br />

Araz (1956:8) brings out the marriage of the girls in their<br />

early teenage hood among Karadağ Yörüks living in Anatolia<br />

in his study “Yayla Sırları”. He mentions that the<br />

headwear of the girls change after they reach an age in<br />

which they became available to be married and describes<br />

that “Leaving the fez of the girls without any veil is called<br />

“dalfes”. When a scaled crepe is wrapped around the fez<br />

like a “sarık” (turban) it means that the girl is available for<br />

marriage and can fall in love. She can not be ashamed or<br />

Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />

191<br />

Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri


Common Heritage<br />

192<br />

Ortak Miras<br />

Araz (1956:8) “Yayla Sırları” adlı çalışmasında Anadolu’da<br />

yaşayan Karadağ Yörüklerinde çocuk denilebilecek yaştaki<br />

kızların evlendirdiği üzerinde durmuş ve bu kızlarınevlilik<br />

çağına geldiklerinin belirtisiolarak kullandıkları başlık<br />

biçimini şu şekilde ifade etmiştir. “Genç kızların fesinin örtüsüz<br />

olmasına dalfes denilmektedir. Fesin kenarına pullu<br />

bir krep (çember)sarık gibi sarıldığında bu kıza kim isterse<br />

talip olabilir, gönül verebilir anlamında kullanılır. Bunun<br />

ayıbı günahı olmaz. Bayram veya düğün günü ise ziliflerini<br />

budak budak aşağı sarkıtır, yan saçlarını fesin kenarlarındaki<br />

çembere geçirerek sarar. Ancak dalfesin üzerinde beyaz<br />

bir örtünün bulunması kızın nişanlı veya sözlü olduğunun<br />

göstergesi olarak bilinir.” Anadolu’nun pek çok bölgesinde<br />

evliliğin işareti olarak gerdek gecesinden sonra gelinin başı<br />

kızlığında olduğundan daha başka bir şekilde bağlanarak<br />

kadınlığa adım atmanın işareti başlık ile sunulur.<br />

Koca ve Kırkıncıoğlu’nun (2015:52) Uşak ili Omurca beldesinde<br />

yapmış oldukları çalışmada“Her baş bağlama şeklinin<br />

ayrı bir anlam ifade ettiği Omurca beldesinde, düğün günü<br />

yapılan gelin başı ile gerdek sonrası yapılan baş bağlama<br />

birbirinden farklıdır. Düğün olduktan sonra ertesi gün gelin<br />

başı bozulur. Gelin başına al çeki, onun üstüne kenarları<br />

mavi boncuk oyalı al yazma, onun üzerine de örtme örtülür”<br />

. Baş bağlama tarihi pek çok kaynakta olduğu gibi Anadolu’da<br />

da kadının evliliğinin işareti olarak sunulur ve genç<br />

kızlar başlarını çenelerinin altından bağlamaz gelin olunca<br />

baş örtüsü çene altından bağlanır ve baş üstüne yüksekçe<br />

bir başlık konur. Türkçede kullanılan “baş bağlama” değiminin<br />

evlendirme ile ilişkilendirilmesi buradan gelmektedir.<br />

Koca ve Kırkıncıoğlu’nun (2016:276). Afyonkarahisar Haydarlı<br />

beldesinde yapmış oldukları çalışmada özellikle gelin<br />

başlıklarının farklılığını vurgulamışlardır. “Gelin giyim-kuşamını<br />

diğer giyim biçimlerinden ayıran ve ona gelin giysisi<br />

özelliğini kazandıran ön önemli donanımı baş ve süslemeleridir.<br />

Gelin başı hazırlanırken ilk olarak iki yanına zülüf<br />

askısı gelecek şekilde terlik (boncuklu fes), sonra sırasıyla<br />

baş altını, renkli (sarı, yeşil, mavi, kırmızı renk) çeki ve epri<br />

önden arkaya doğru olacak şekilde bağlanır. Onun üstüne<br />

önce saçaklı, sonra al pullu örtülür ve tam tepe kısmına<br />

renkli tozaklar tutturularak, ön alın kısmına arabeli yerleştirilir.<br />

Yanlardanda renkli simler sarkıtılır. Bu baş bağlama<br />

biçimini yörede sadece gelin veya çok yakın akrabaları kullanabilirler.<br />

Bu yüzden, bu baş bağlama biçimini gören kişiler,<br />

Türkmen kültüründe, kadınların gelin ya da gelinin yakın<br />

akrabası olduğu şeklinde konumunu yorumlayabilir. Diğer<br />

kadınlar günlük giyimlerinde olduğu gibi yaşlarına göre orta<br />

yaşlı veya genç kadın baş bağlama biçimlerini kullanırlar.”<br />

Nogay Türklerinde ise düğün yapıldıktan sonra kadınlarevlilik<br />

işareti olarak başlarına keten bir bez dolar ve üzerine<br />

“tasdar” adı verilen mendil yerleştirirler. “Yağlık, şokana,<br />

blamed for a sin for that. When attending to festivals and<br />

wedding ceremonies they drop their gnarled earlocks, wrap<br />

their sidewise hair into the circlet around their fez. But if<br />

there is a white veil over the “dalfes” it means that the girl is<br />

either got engaged or affianced.” Having a different headwear<br />

between a married and single woman is the sign of<br />

stepping into womanhood in most parts of Anatolia.<br />

Koca and Kırkıncıoğlu (2015:52) carried out a study in<br />

Omurca town in Uşak Province and made observations. “In<br />

Omurca every different head wear has a different meaning.<br />

Therefore brides head wear during the wedding day and<br />

head wear worn after the wedding day. The day after the<br />

wedding day brides head wear is dissolved. Brides headwear<br />

is covered with layers of first “al çeki” (red cover) and<br />

than an “al yazma” (red scarf) with blue bead and lace and<br />

another cloth on the top.”<br />

Wearing headscarves is an indication of marriage in Anatolia<br />

which is also documented in historical sources. Young<br />

girls wearing head scarves do not tie the scarf under their<br />

chin. When a girl is married she begans to tying her headscarf<br />

under her chin and adds a tall cap over her head. This<br />

is the reason that “baş bağlama” (tying head scarf) as a<br />

phrase is related to wedding in Turkish. Koca and Kırkıncıoğlu<br />

(2016:276) mentions about the differences between<br />

brides’ head wears in their study they carried out in Haydarlı,<br />

Afyonkarahisar. “What makes brides’ dressing from others<br />

and making it characteristically a brides’ wear is the head<br />

wear and ornamentation. During the preparation of brides’<br />

head wear first “terlik” (fez with beads) is put on which is<br />

later followed by gold ornaments , colourful covers (yellow,<br />

green, blue, red) and “epri” (coloured headscarf) being<br />

wrapped around from front to the back. On the top of it first<br />

“saçaklı” (fringed cloth) and “al pullu” (red beaded cloth) is<br />

wrapped and on the top of it “tozak”s (colorful bird feathers)<br />

are added and “arabeli” (row of stitched gold or silver coins)<br />

is put on the forehead. Colored syms are swinged from sides.<br />

Only the brides and their close relatives are allowed to use<br />

this head wear during the ceremonies, so that anybody can<br />

apprehend their position. Other women use head wears<br />

matching their age according to their daily praxis.“<br />

Among Nogay Turks following the wedding women wrap a<br />

canvas around their head as a sign of marriage and put a<br />

handkerchief called “tasdar” on top of it. They use different<br />

headscarves named “yağlık”, “şokana”, “bastarkış” and<br />

“şalma”. “Yağlık” has a common name in north and south<br />

Azerbaijan, Norther Caucasia, Derbent Turks, Borçalı region<br />

of Georgia, Karapapah Turks, Iran Turks and Nahcivan and<br />

some of the regions in Anatolia although their usage may<br />

differ (Kalafat, 2016:115).


Fot 13:Kırmızı giysili ve siyah çizmeli iki kişi (Azerbaycan<br />

Surakhan Ateşgah Tapınağı)(fot. F. Koç-E.Koca)<br />

Pic.13:Two persons with red dress and black boots(Azerbaijan<br />

Surakhan FireworshipperTemple) (F. Koç)<br />

Fot.14:Kaya resmi üzerinde geyik üzerinde avlanan kişinin giysisindeki bel bağı<br />

(Azerbaycan Arkeoloji ve Etnoğrafya Müze Kompleksi)(fot. F. Koç-E.Koca)<br />

Pic.14:Waist belt of a person hunting while riding a deer(Azerbaijan Archeology<br />

and Ethnographia Museum)(F. Koç)<br />

bastarkış, şalma”gibi isimler verilenbaş örtülerini kullanırlar.“Yağlık”,<br />

kuzey ve güney Azerbaycan, Kuzey Kafkasya,<br />

Derbent Türklerinde, Gürcistan’ın Borçalı bölgesinde, Karapapah<br />

Türklerinde, İran Türklerinde ve Nahçıvan’da (Kalafat,<br />

2016:115) ve Anadolu’nun bazı bölgelerinde kullanımları<br />

farklı olmasına rağmen aynı isimle anılmaktadır.<br />

Özdemir (2009: 193). Anadolu’nun bazı yörelerinde düğün<br />

bitiminden bir gün sonra geline yapılan takı merasimine<br />

“duvak” adının verildiğini, duvak açma ritüelinin Anadolu’da<br />

genellikle yatak odasında güvey yatağında gerçekleştiğini<br />

ifade etmiştir. Bu ritüel, kadınlığa geçişi gösteren bir<br />

semboldür. Bazı yörelerde İslamiyet’in etkisi ile olduğunu<br />

düşündüğümüz evlilikten sonra, yalnızca kadınların iştirak<br />

ettiği “duvak mevlidi” ile sonlandırılmaktadır. Duvak açma<br />

geleneği genç kızın baba ocağından çıkarak başka bir boya,<br />

nesle geçtiğini bildiren, Türklerin düğün merasimine has bir<br />

gelenektir. Bazı Türk toplumlarında ise gelinin yeni ailesine<br />

tam olarak kabulü ancak ilk çocuğunun doğumu ile gerçekleşmektedir<br />

(Aydemir: 2013: 642). Bu durum bazı yörelerde<br />

gelinin çocuğu olana kadar bazı işaretleri üzerinde taşımasını<br />

gerektirir. Bu genellikle başlığın üzerinde bulundurulan<br />

bir işarettir. Kütahya’nın Simav ilçesinde Düğün günü yüze<br />

örtülen duvağın çocuk olana kadar başın arkasında taşınması<br />

(fot.10) Denizli ili Çardak ilçesi Söğüt Köyü düğün<br />

gününden bir hafta sonra baş bağlama töreninin yapılması<br />

ile başın üzerine altınlı fes ve oyalı çemberlerin takılması<br />

(fot.9) bunlara verilebilecek bazı örneklerdir.<br />

2.2. Giyim- Kuşamda Kullanılan Renklerin Ortak<br />

Özellikleri<br />

Renk olgusu, tarih boyunca medeniyetlerin sosyal, kültürel<br />

ve sanatsal ifade aracı olarak kullanılmış olup giyim-kuşam<br />

Fot.15: sağdan sola kapalı kaftanı, kırmızı entarisi ve tiraz<br />

bordürlü giysisi ve sarığı ile Turan Savaşçı ve Bizans<br />

Prensesi ve onun cariyeleri (Adamova,A.T. L.T. Güzalyan İ,<br />

1985:145)<br />

Pict.15:A Turanian warrior with his modest kaftan, arm<br />

banded red robe and “sarık” (turban), Byzantian Princess<br />

and her concubines - from left to right (Adamova,A.T. L.T.<br />

Güzalyan İ, 1985:145)<br />

Özdemir (2009:193) describes that although in common<br />

use “duvak opening” (opening of the veil) is acted in<br />

grooms bed in the bedroom, in some places in Anatolia<br />

“takı merasimi” (jewelry ceremony) conducted the day after<br />

the wedding is also called “duvak”. This ritual is a symbol<br />

of becoming a woman. In some regions after the wedding,<br />

“duvak mevlidi” (a religious ceremony commemorating the<br />

life of the prophet) is conducted which is believed to be<br />

added with “Islam” becoming the belief system in this populations.<br />

“Duvak açma” (veil opening) tradition resembles<br />

that young woman is leaving her fathers house and joining<br />

another tribe, family or generation which is unique to Turkish<br />

wedding ceremonies. In some of the Turkish populations<br />

the acceptance of the bride into her new family is only possible<br />

after giving birth to her first child (Aydemir:2013:642).<br />

In that regard the bride is expected to carry certain types of<br />

signs before having her first child which is generally a sign<br />

added to the head wear. In Simav, Kütahya “duvak” (veil)<br />

worn during the wedding is worn at the back of the head<br />

until a child is born (pic.10) and in Söğüt village, Çardak,<br />

Denizli baş bağlama” (tying head scarf) ceremony is held a<br />

week after the wedding and a fez with gold coins and laced<br />

circlet is worn over the head (pic.9). Both are examples for<br />

how head wearing differentiates after the wedding.<br />

2.2. Common Characteristics of Colours Used in<br />

Dressing<br />

Concept of color has been utilised as social, cultural and<br />

artistic expression tool for civilisations, which also has significant<br />

role in their dressing culture becoming symbols for<br />

their sentimental, intellectual and spiritual values. Besides<br />

being a component of art, colour has been used as a tool<br />

Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />

193<br />

Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri


Common Heritage<br />

194<br />

Ortak Miras<br />

kültüründe de etkin bir rol oynayarak duygu, düşünce ve<br />

inançları yansıtan bir simge hâline gelmiştir. Renk; sanatın<br />

bir unsuru olsa da farklı coğrafya ve kültürlerde değişik anlamlar<br />

taşıyabilen bir dışavurum aracı olarak kullanılmıştır.<br />

Renkler Türk kültüründe gerek İslâm öncesi gerekse İslâm<br />

sonrasında, özel bir takım inançlar ve nesneleri simgeleştirmek<br />

için de kullanılmıştır( Karaman,2016: 211). Renk Türk<br />

kültüründe her zaman simgesel olarak bir şeyleri ifade etmekte<br />

kullanılan bir kavram olmuştur. Orta Asya’dan Anadolu’ya<br />

ve Osmanlı İmparatorluğuna kadar renkler, giysinin<br />

biçim kadar etkili omuştur.Kanunlarla belirlenen giysi biçimi<br />

ve renkleri oluşturulmuş, giyilen giysinin renginden kişinin<br />

toplum içindeki statüsü, yaptığı işi ve dini inancı ile ilgili fikir<br />

sahibi olabilecek bir etki sunmuştur. Sarayın giyeceği biçim<br />

ve renk, azınlıkların giyeceği biçim ve renk, devlet görevlilerinin<br />

giyecekleri biçim ve renkler yasalarla belirlenmiş, aksi<br />

durumlarda bulunanlar için ceza uygulaması bile yapılmıştır<br />

(Reyhanlı,1983, 69).<br />

Türklerin renklerle ilgili davranışları, eski çağlardan günümüze<br />

kadar günlük hayatlarına, inançlarına, savaşla ilgili<br />

çeşitli uygulamalara, kültürel dokuya; bayram törenlerine,<br />

merasimlere, kullanmış oldukları çadır, bayrak, elbise vb.<br />

araç ve gereçlere, Türk dünyasının millî bayramlarından<br />

Nevruz kutlamalarına doğrudan yansımıştır (Seyidov 1988:<br />

33). Altay Türklerine ait “Yaradılış Destanında” tanrı Kara<br />

Han (Kayra Han) güç sahibi olarak karşımıza çıkar. Gök tanrının<br />

Ak Han, Kızıl Han, Sarı (Kara) Han, Yeşil Han adlarında<br />

dört oğlu vardır. Yakut Türklerine ait Yaratılış destanında<br />

Ürüng-Ayıg-Toyon denilen Yakutların en büyük Tanrısının<br />

adı Beyaz-Yaratıcı-Tanrı veya Beyaz-Yaratıcı’dır. Bu efsanede<br />

geçen Ak-Ene veya Ak-Ana ya da Ürüng-Ayğsıt ise Beyaz<br />

Kadın Yaratıcı’dır (Ögel 1998: 430).<br />

Türk Kültüründe kırmızı rengin kutsiyeti ve yaygınlığı Orta<br />

Asya’da yapılan arkeolojik buluntularda da açık olarak görülmektedir.<br />

Altaylarda daha M.Ö 3 ve 2 bin yıllara ait Yan<br />

Ulagan ve Kuyum kurganlarındaki mezarlardaki iskeletlerin<br />

defnedilmeden önce kırmızıya boyanmış olması nedeniyle<br />

üzerlerindeki kırmızı renkli boya bulunması bu rengin canlılık<br />

yani dirilik anlamını ifade ettiği şeklinde yorumlanmıştır<br />

(Ögel, 1984:18).Talas boylarında Hunlara ait olup M.S 2. ve<br />

4. yüzyıla tarihlenen bir kurganda birisi erkek birisi kadın<br />

olmak üzere iki ceset bulunmuştur. Kadının başı ve yüzü<br />

kırmızı ipek kumaşla örtülmüş, Üzerindeki entari göğüs üzerinden<br />

bağlı ipek kumaştan yapılmıştır. Kadının boynunda<br />

boncuktan gerdanlık bulunmasından bu cesetlerin damat<br />

ile geline ait olma ihtimalini kuvvetlendirmiştir (İnan 1998:<br />

501; Ögel 1984: 93). Kadının yüzündeki kumaşın duvak<br />

olma ihtimali yüksektir.<br />

Kırmızı renk Türkmen çevresinde kahramanlık alâmeti<br />

for self expression, carrying different meanings in different<br />

geographies and cultures. Colours has also been used to<br />

symbolise certain beliefs and objects in the Turkish culture<br />

both before and after Islam ( Karaman,2016: 211). Colour<br />

has always been used as a concept to express symbolism<br />

in the Turkish culture. From Central Asia to Anatolia and up<br />

to the Ottoman Empire colours have been as effective as<br />

the dressing in that manner. Colours not only represented<br />

the social status but also his job and religious beliefs he belonged<br />

to. Colours and forms used by the Palace, colours<br />

and forms the minorities and state officers should wear<br />

have been defined by rules and laws even with a punishment<br />

when they are broke (Reyhanlı,1983, 69).<br />

Turkish choice and manners regarding colours had an impact<br />

on their daily lives, beliefs, war practices, cultural patterns,<br />

festivals, ceremonies, outlook of their tents, flags,<br />

dressings, equipments just as it had an impact on their national<br />

festival of Nevruz celebrations (Seyidov 1988: 33).<br />

In “Creation Saga” of the Altai Turks, “Kara Khan or Kayra<br />

Khan” (Black Lord) is represented as an all powerful being.<br />

“Gök Tanrı” (God of sky) has four sons named as Ak Khan<br />

(White Lord), Kızıl Khan (Red Lord), Sarı (Kara) Khan (Yellow<br />

(Black) Lord) and Yeşil Khan (Green Lord). The biggest God<br />

of Yakut Turks mentioned in their creation saga is called<br />

“Ürüng-Ayıg-Toyon” (White-Creator-God or White Creator).<br />

“Ak-Ene”, “Ak-Ana” or “Ürüng-Ayğsıt” (White Female<br />

Creator) is also a female god mentioned in the same saga<br />

(Ögel 1998: 430).<br />

Red colour is accepted as holy and it is pretty common in<br />

Turkish culture. This can be clearly observed in archeological<br />

findings unearthed in Central Asia. Buried skeletons in<br />

Yan Ulagan and Kuyum kurgan (tombs) dating back to 3rd<br />

and 2nd millennia B.C. in the Altai region are found to be<br />

painted in red with red paint remnants. In that manner it is<br />

suggested that red means liveliness (Ögel, 1984:18). Two<br />

bodies (a male and a female) have been found in a “kurgan”<br />

along the Talas river dating back to the 2nd and 4th<br />

centuries A.D and supposed to belong to the Huns. Womans<br />

face and head is covered with red silk cloth and her “entari”<br />

(loose rob) is also made out of silk with knots on its chest.<br />

Bead necklace found around her neck supports the claim<br />

that the bodies belong to a couple, possibly to a bride and<br />

a groom (İnan 1998: 501; Ögel 1984: 93). It is a high probability<br />

that the cloth on her face is also a “duvak” (brides’<br />

veil).<br />

While Turkmen circles red is a symbol for heroism, resembling<br />

concepts like strength of will, domination, getting attention,<br />

war, desire, love, bride and marriage among Turks<br />

(Ögel 1998: 516). “Al” (Red colour) as a symbol for “Al Ruhu”


Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />

Fot.16: Kırmızı gelin giyimi (Milli Azarbaycan Tarih Müzesi)(fot. F. Koç-E.Koca)<br />

Pic.16: Red bride dressing (National Azerbaijan History Museum)(F. Koç)<br />

Fot.17: Denizli ili Çardak ilçesi Söğüt Köyü rengarek kumaşlarla hazırlamış gelin<br />

Pic.17:Colourfully dressed bride in Söğüt village, Çardak county, Denizli Province rengarek<br />

kumaşlarla hazırlamış<br />

195<br />

Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri<br />

Fot.18:Çorum ili Sungurlu ilçesi Fındıklı köyü Gelin Giyimi<br />

Pic.18:Bride’s dressing in Fındıklı village, Sungurlu county, Çorum Province<br />

Fot.19: Bursa İli Orhaneli İlçesi, Demirci Köyü duvaklı gelin<br />

Pic.19: Bride with a “duvak” (veil) in Demirci village, Orhaneli county, Bursa Province


Common Heritage<br />

196<br />

Ortak Miras<br />

olurken, Türklerde genellikle, üstün irade gücü, hükmetme,<br />

dikkat çekme, savaş, murad, aşk, gelin ve evlilikle ilgili<br />

hususları dile getirmek için kullanılmıştır (Ögel 1998: 516).<br />

Türklerde, Al Ruhu’nun ve güneşin sembolü olan “Al” renk,<br />

sonsuzluğu da ifade eder (Bayraktar 2005: 145-165). “Kırmızı<br />

kemer” ile “Kırmızı çizme ”Orta Asya Türk tarihinde, bir<br />

hükümdarlık sembolü olarak kullanılmıştır (Ögel, 1991:115).<br />

Kırım’da ve Azakönü’nün ilk dönemlerinde kullanılan gelinlikler<br />

kırmızı renkli olarak kullanıldığı (Altınkaynak, (2006:<br />

250), Bulgaristan’ın Filibe bölgesinde yaşayan Kriçim Türklerinde<br />

gelinin duvağı önceleri al renkli olarak kullanıldığı<br />

(Yenisoy 1997: 206), Romanya ve Bulgaristan’daki Gagavuz<br />

Türklerinde de al duvak ve kırmızı kuşak geleneğininhalen<br />

kullanıldığı (Aydemir: 2013: 642) göz önüne alındığında kırmızı<br />

duvağın Türk kültürünün <strong>ortak</strong> değerleri arasındaki en<br />

önemlilerinden biri olarak kabul edilebilir.<br />

Türk dili, Türk tarihi ve Türk kültürü bakımından eşsiz bir hazine<br />

niteliğinde olan Dedem Korkut Kitabı’nda, adı en çok<br />

geçen rengin “al” (kırmızı) olduğu görülür. Bunun yanısıra<br />

ak, gök gibi renklerde sık sık kullanılmıştır. Hikayede ayrıca<br />

gelin ve güvey giysilerinin renkleri ile ilgili bazı terimler de<br />

geçmektedir.<br />

Bay Püre’nin evine Şiven girince kızı, gelini ak ellerine kızıl<br />

kına yakmaz olurlar. Beyrek’e nişanlısından ergenlik bir kırmızı<br />

kaftan gelir, Beyrek giyer. Oğuz Türkleri’nde güveyler<br />

ve nişanlılar kırmızı/kızıl kaftan giyerken bekârların beyaz<br />

kaftan giydiği görülür (Heyet 1996: 58, Yılmaz 2003: 136).<br />

Beyrek’e “Adaklusından ergenlik bir kırmızı kaftan geldi,<br />

Beyrek geydi. Yoldaşlarına bu iş hoş gelmedi, sahtoldılar.<br />

Beyrek aydur: Niye saht oldunuz didi. Ayıtdılar: Niye sahtolmayalum,<br />

sen kızıl kaftan geyersin, biz ağ kaftan geyerüz<br />

didiler” (Beyrek hikayesi D-89) Bamsı Beyrek’te geçen bu<br />

ifadeler Oğuz Türklerinde güveylerin ve nişanlıların kırmızı/kızıl<br />

kaftan giydikleri, bekârların beyaz kaftan giydikleri<br />

anlaşılmaktadır. “Al duvağum altından söyleşmedüm” (Kan<br />

Turalı hikayesi 198),) cümlesinde gelin duvaklarının renklerinin<br />

kırmızı olduğu anlaşılmaktadır (Koç ve Diğ., 2016: 96).<br />

İslâmî Türk Edebiyatı’nın ilk eserlerinden olan Kutadgu Bilig’de<br />

“Ötündümmunu kolsa canım yulug” (Binlerce yıldan<br />

beri dul idim, benzim solmuştu; şimdi bu dul libasını çıkarıp,<br />

beyaz kakımdan gelinlikler giydim) beytinde beyaz rengin<br />

de gelinlik olarak kullanıldığını açıklamaktadır (Kara 2012:<br />

78).Aynı şekilde Kazak, Kırgız hikâyelerinde kızıl kaftan; eski<br />

Başkurtlarda ise kızıl cepken, damatlık giysisi olarak karşımıza<br />

çıkar (İnan 1987: 189). Türk dünyası akraba topluluklarıda<br />

gelin , gelinlik, duvak gibi “Al duvak” geleneği millî<br />

bir geleneğimiz olarak Türklerin Orta Asya’da birlikte yaşadıkları<br />

ve Al Ruhu’nun çok eski dönemlerden kalan kalıntılarıdır<br />

(Aydemir, 2013: 636). İnan (1987:470) dede korkut<br />

hikayelerinde geçen diğer renkler ile ilgili şu tespitlerde<br />

(Red Soul) and sun represents eternity (Bayraktar 2005:<br />

145-165). Red belt and red boots are used as a symbol for<br />

sovereignty in Central Asian Turkish history (Ögel, 1991:115).<br />

During early periods of Crimea and Azakönü bride dresses<br />

were red (Altınkaynak, (2006: 250), among Kriçim Turks living<br />

in “Filibe” Plovdiv, Bulgaria red bride’s “duvak” (veil) was<br />

also used (Yenisoy 1997:206) and since “al duvak” (red veil)<br />

and red belt can be observed among Gagauzian Turks living<br />

in Romania and Bulgaria (Aydemir:2013:642) all present<br />

the “kırmızı duvak” (red veil) as being one of the common<br />

values of the Turkish culture.<br />

Being an unprecedented treasure regarding Turkish language,<br />

history and culture, in the Book of Dedem Korkut<br />

the most frequently mentioned colour is “al” (red). Besides<br />

it “ak” (white) and “gök” (sky, blue) are also frequently used.<br />

Among the stories there are mentions about the colours<br />

and definitions about bride and groom dresses.<br />

When Şiven enters to Bay Püre’s house his daughter and<br />

bride stops applying red henna to their white hands. Beyrek<br />

receives a red “kaftan” from his fiancé which he wears. In<br />

Oghuz Turks grooms and fiancees wear “kırmızı/kızıl” (red)<br />

kaftans, while singles wear white “kaftan” (Heyet 1996: 58,<br />

Yılmaz 2003: 136).<br />

“Beyrek’e adaklusından ergenlik bir kırmızı kaftan geldi,<br />

Beyrek geydi. Yoldaşlarına bu iş hoş gelmedi, sahtoldılar.<br />

Beyrekaydur: Niye saht oldunuz didi. Ayıtdılar: Niye sahtolmayalum,<br />

sen kızıl kaftan geyersin, biz ağ kaftan geyerüzdidiler”<br />

(Beyrekhikayesi, D-89)<br />

(Beyrek received a maturity red robe from his fiancee. Beyrek<br />

wore it. His comrades didn’t like this situation and they<br />

were displeased. Beyrek says:Why are you upset?. They<br />

replied: Why shouldn’t we? You are wearing a red “kaftan”<br />

and we are wearing “ağ” (white) kaftans.” (Beyrekhikayesi,<br />

D-89)<br />

It is understood from this section of the story that among<br />

Oghuz Turks grooms and fiancees wear red kaftans<br />

while singles wear white kaftans. “Al duvağum altından<br />

söyleşmedüm”(I did’nt spoke to you beneath the red veil)<br />

(Kan Turalı story 198),) reminds once again that bride veils<br />

are red in colour. (Koç andothers., 2016: 96). In Kutadgu<br />

Bilig, being one of the first example Islamic Turkish literature<br />

there is a verse saying “Ötündümmunu kolsa canım<br />

yulug” (I have been widow for thousands of years, my skin<br />

was pale; now I take off this widow dress and wear wedding<br />

dress made out of white stoat) which reminds that white<br />

was also being used as the colour of the wedding dress<br />

(Kara 2012: 78). Similarly Kazhak, Kirghiz stories mentions


Fot.20:Levni Minyatür 18. Yüzyıl(TSM koleksiyonu)<br />

Pic.20:Miniature by Levni, 18 th Century(TSM collection)<br />

bulunurken giysilerde kullanılan renklerin anlamlarının olduğunu<br />

vurgular. “Kâfirler ve dervişler genellikle kara “tonlu”<br />

(kaftan veya kürk için kullanılır), Oğuzlar ağ tonlu olarak<br />

nitelendirilirler. Matem esnasında Oğuzlarda ağ ton çıkarılır<br />

kara ton giyilir. Beyrek öldüğünde Ak-Boz atının kuyruğu<br />

kesilir, kırk elli yiğit ak giysilerini çıkarıp “gök” sarınırlar,<br />

sarıklarını yere vururlar, nişanlısı Banı çiçek de ak kaftanını<br />

çıkarıp karalar giyer”<br />

Göktürklerde al kaftan ve cübbe hakanlık simgesi olarak<br />

kullanılmıştır. ve Kızının adı Al-Altun olan Cengiz Han’ın da<br />

al bir kaftana sahip olduğu görülür (Ögel 1991: 401, 403).<br />

Ancak Cengiz Han’ın kaftanın rengi Türk hakanlarınınki gibi<br />

turuncu değil bir çeşit koyu kırmızı olarak tespit edilmiştir<br />

(Ögel 1991: 407). “Kırmızı ve mavi”tarih boyunca Türklerin<br />

rengi olarak nitelendirilmiştir. Günümüzde dünya renk kataloglarında<br />

yer alan “Türk Kırmızısı” ve “Turkuaz” Türk rengi<br />

olarak kabul görmüştür. Ayrıca Osmanlı imparatorluğunda<br />

da kırmızı imparatorluk rengi olarak kabul görmüş kumaş,<br />

ve diğer tekstil ürünlerinde yoğunlukla kullanılmıştır. İmparatorluk<br />

sürecinde çok sayıda padişahın önemli sayılacak<br />

derecede kaftanı kırmızı yoğunluklu olarak tasarlanmıştır.<br />

Gök Türkler’in dini olan Gök Tanrı düşüncesinin, toprağa<br />

yerleşmiş topluluklardan daha çok avcılık, çobanlık ya da<br />

hayvancılıkla geçinen göçebe topluluklara özgü olduğu<br />

bilindiğinden, bu inancın kökeni, Asya bozkırlarına bağlanmıştır.<br />

Gök Tanrı dinine inanan Orta Asya Türkleri için gök<br />

mavidir. Şamanlarda ululuğu temsil eden mavi rengini, gök<br />

kelimesiyle adlandırmışlardır (Kafalı 1996: 50). Türker’de<br />

mavi renk aynı zamanda sonsuzluk ve huzurun rengi olarak<br />

kullanılmıştır (Uçar 2004: 53). Tanrı’nın ululuğunun ve<br />

yüceliğinin bir göstergesi olarak kabul edilmiştir. Gök Tanrı,<br />

Fot.21:Lale ve çintemani aplike desenli kaftan 16. Yüzyıl<br />

(TSM Giysi Koleksiyonu)<br />

Pic.21:Tulip and Çintemani (three spots) applique patterned<br />

kaftan (robe), 16th century(TSM Dress Collection)<br />

Fot.22.Bulgaristan Türklerine ait gelin ve Sağdıç kıyafeti<br />

Pic.22:Fatih with his Imperial coloured fur kaftan and<br />

sarık (turban) in Bellinis’ portrait(TSM Dress Collection)<br />

about “kızıl kaftan” (red kaftan) while seeing “kızıl cepken”<br />

(red bolero) as a groom dress(İnan 1987: 189).<br />

Like other traditions of bride, bride dressing and “duvak”, “al<br />

duvak” is also a national tradition among Turkic and their<br />

relative populations dating back to the ancient times when<br />

they lived together and shared cultural concepts like “Al<br />

Ruhu” (Red Soul) (Aydemir, 2013: 636). İnan (1987:470)<br />

makes evaluations about the colours used in the Dede Korkut<br />

stories and mentions that each of them having their<br />

own meanings. He says “Heretics and dervishes (holy men)<br />

generally are described as being “kara tonlu” (dressed in<br />

black) and Oghuzs are mentioned as “ağ tonlu” (whited<br />

dressed). During mourning “ağ ton” is taken of and a “kara<br />

ton” is worn among Oghuzs. When Beyrek dies his “Ak-boz”<br />

(white-gray) horses tail is cut of, forty of fifty valiants take<br />

their white clothes of and they wrap themselves in “gök”<br />

(blue) dresses, throw their sarık (turban) to the ground<br />

and his fiancee replaces her “ak kaftan” (white kaftan) and<br />

wears in black”<br />

In Gokturks red “kaftan” and “cübbe” (robe) are used as<br />

a symbol of khakanate. It is also said that Genghis Khan<br />

named his daughter as “Al-Altun” (Red Gold) and he also<br />

wore red kaftan. (Ögel 1991: 401, 403). But it is defined<br />

that unlike Tursih Khakans Genghis Khan’s “kaftan” was<br />

dark red instead of orange (Ögel 1991: 407). “Red and Blue”<br />

are mentioned as Turkish colours throughout history. Contemporary<br />

colour catalogues include two separate colours<br />

named of the the Turks “Turkish Red” and “Turkuaz”. On the<br />

other hand red is accepted as the colour of the empire and<br />

used extensively in clothes and other textile products. Red<br />

was used intensively as the colour for most of the Padis-<br />

Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />

197<br />

Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri


Common Heritage<br />

198<br />

Ortak Miras<br />

gök kurt (Bozkurt), gök boynuzlu keçi, gök öküz,gök Türk,<br />

gök yüzlü Oğuz şekillerinde karşımıza çıkar. Yakut, Altay ve<br />

Manas destanlarında gök renginin sembolize ettiği değerler<br />

birbiri ile ilişkilidir (Bayat 1993: 5253). Kubarev (2005:40).<br />

Tuva mezarlarından birinde bulunan bir kaftanın mavi renkte<br />

olduğunu belirtmiştir.<br />

Kara (siyah) genellikle Türk ve akraba kültürlü halklarda<br />

yas rengi olarak kullanılmıştır. Kara bayram, kara gün, kara<br />

yazı, kara yer gibi tabirler yası içeriğini içinde barındırır ve<br />

hala aynı anlamada kullanılmaktadır. Ancak bazı halklarda<br />

Eski Türk inançlarından biri olan mavi renk yas için kullanılır.<br />

Mavi renkli giysileri Özbekistan’ın bir bölümünde Türk halkı<br />

yas tutarken kullanmaktadır (Kalafat, 2016:114). Karadağ<br />

yörüklerinde bir yörük bir yörüğe “ak çorap verirse bu iyi temennilerin<br />

ifadesi, kara koyunun yününden örülmüş bir çorap<br />

verirse sana karşı gönlüm kırık kapalıyım” (Araz, 1956:9)<br />

anlamını ifade etmesi Türk toplumlarında siyah rengin kötü<br />

anlamda kullanımının kanıtlarından biridir. Ayrıca merkezin<br />

hâkimiyetini ve gücü ifâde eden sarı, tarihte Türklerin sıkça<br />

kullandığı renklerden biri olmuş ve “Altın Sarısı” rengi Türk<br />

sarısı rengi olarak tarihe geçmiştir (Bayat 1993:52). Yetim<br />

(2017:406), Beypazarı yöresinde yapmış olduğu çalışmada<br />

giysilerin çok eski örneklerinde yapılan işlemelerde doğal<br />

boyalardan elde edilen renkli ipliklerin çok çeşitli olduğu,<br />

altın ve gümüş rengi sim-sırma kullanıldığıni belirlemiştir.<br />

Kazaklarda evlenmemiş genç kızlar, kırmızı başörtüsü, evliler<br />

ise beyaz kullanır. Beyaz başörtüsüKazaklarda gehahs’<br />

kaftans during the Ottoman realm.<br />

The idea of a Sky God which is also the belief of the Göktürks<br />

is generally thought to be inherent to populations living on<br />

with hunting, herding or husbandry so that its roots are related<br />

to Asian steppes. For Central Asian Turks who believe<br />

in Gök Tanrı (Sky God) sky is blue. Shamans name the colour<br />

of blue after “gök” (sky) which represents greatness. (Kafalı<br />

1996: 50). Turks use the colour of blue as the colour of<br />

eternity and peace (Uçar 2004:53). As a representation of<br />

the greatness and transcendency of Tanrı (God). Gök Tanrı<br />

(Sky God) tooks the form of “gök kurt (Bozkurt)”, “gök”<br />

horned goat,”gök” ox, or appears as “gök” Türk, Oghuz with<br />

a “gök” face. Values symbolised with colour of “gök” in Yakut,<br />

Altay and Manas Saga are related to each other (Bayat<br />

1993:5253), Kubarey (2005:40). A blue kaftan (robe) was<br />

found in a Tuva tomb.<br />

Kara (black) represents mourning in Turkic and their related<br />

populations. Terms like black festival, black day, black destiny,<br />

black place still carry the same meaning and they are<br />

inherently related to the concept of mourning. But in some<br />

populations blue colour is also used for mourning. In parts<br />

of Uzbekistan Turkic people wear blue dresses while they<br />

mourn (Kalafat, 2016:114). Among Karadağ Yörüks when a<br />

person gives a white sock to another it means good wishes,<br />

but if the gift is a sock weaved from black sheeps wools<br />

it means a heartbreak( Araz, 1956:9). This is an evidence<br />

showing that black colour has a negative meaning among


lin olmanın işareti, olarak kullanılır. Beyaz, siyah ve kırmızı<br />

Kazaklarda aynı zamanda yas rengidir. Kazak kadını kocası<br />

öldüğünde siyah giyinir, kızı ise beyaz elbise giyer, kırmızı<br />

şapka takar. Oğlu ölen kadın ise beyaz baş örtüsü takar. Güney<br />

Kazakistan’da erkeklerin bellerine beyaz kumaş parçası<br />

bağlamaları yas belirtisidir (Kadaşeva 1996: 96). Kırgızlarda<br />

ve Azerbaycan’ın Nahcıvan Özerk bölgesinde beyaz baş örtüsü<br />

örtmek ve beyaz giysiler giymek yas tutma ile ilişkilendirilir.Anadolu’nun<br />

bazı bölgelerindeyas tutarken beyaz giyinen<br />

insanlara rastlanmıştır (Ögel 1991: 145, Nerimanoğlu<br />

1996: 69).Anadolu’da gelinlerin yüzüne ve başına örtülen<br />

gelin duvağı rengi genellikle kırmızı olurken bölgelere göre<br />

renk farklılıklarının olduğu görülmektedir. Beyaz, yeşil, sarı,<br />

pembe, al(kırmızı) gibi renkleri kullanmanın farklı anlamları<br />

bulunmaktadır. Sabiha Tansuğ, Türkmenlerin gelin başlıklarında<br />

gök kuşağı renklerini uğur saydıkları için kullandıklarını<br />

belirtmiştir (Tansuğ 2003: 42).Orta Asya’daki Türk köylü<br />

kıyafetlerinde ağırlıklı olarak mavi, kırmızı ve yeşilin hâkim<br />

olduğunu, aynı şekilde Hakas, Başkurt, Kırgız ve Azerî Türklerinin<br />

millî kıyafetlerinde de bu üç rengin kullanıldığını görürüz<br />

(Genç 1997: 66, 69).<br />

2.3. Giysilerin Kullanımı, Giysi Parçalarının<br />

Özellikleri ve Adlandırılmasında Görülen Ortak<br />

Özellikler<br />

Türklerin giyimlerinin pek çok unsurları Avrasya bozkırlarında<br />

yaşayan halklar arasında geniş ölçüde yayılmıştır. Belli<br />

bir kılık birleşmesinin gerçekleştiği varsayılabilir. Arkeolojik<br />

malzemelerde birçok benzerlikler bulunmaktadır. Kubarev’in<br />

(2002) eski Türk antropomorfik kaya heykellerle ilgili<br />

yapmış olduğu araştırmasında, astarın varlığı, dış giyimde<br />

sıcak tutması için keçe kullanımı, kapamaların sağdan sola<br />

doğru yapılması, ön kapamada klapalarının olması, uzun ve<br />

dar yenlerinin (kolları) olması, uzun ve yırtmaçlı eteklerin<br />

varlığı ve en önemlisi giysilerin sağdan sola doğru kapatılması<br />

geleneğinin varlığı vb. Türk giysilerine ait belirgin<br />

özellikler olarak karşımıza çıkar. Türk giyim- kuşam tarihinin<br />

aydınlığa kavuşması için Birleşik Büyük Kağanlık periyodunun<br />

en erken dönemin detaylı ve boyanmış tasvirleri,<br />

üzerindeki Türk tasvirlerindeki kaftanlar ya en üst kısımdan<br />

önden bitiştirilmiş (En çok özel zamanlarda, şölen, tören, ziyafetlerde)<br />

ya da sadece üst kısmı açık bırakılmıştır. Açık bir<br />

şekilde sağdan sola doğru kapatıldığı görülmektedir (ki bu<br />

erken nomadiklerde gelenekseldir) (Yatsenko, 2014:112).<br />

Salman (2006:22) Göktürklerin kullandıkları giysiler üzerine<br />

yapmış olduğu araştırmasında Göktürklerde kaftanı hem<br />

erkek hem de kadınların kullandığını,erkek kaftanlarının, sol<br />

taraf üste gelecek şekilde kapanırken kadın kaftanlarının<br />

bunun tersi olarak sağ yan üste gelecek şekilde kapanmakta<br />

olduğunu,ancak bunun genel bir eğilim gibi görülse de<br />

kesin bir kural olmadığını da belirtmiştir. Göktürk giysileri-<br />

Turkish populations. Yellow is also commonly used among<br />

Turks for representing the central hegemony and power<br />

while “Altın Sarısı” (Golden Yellow) is being accepted as<br />

Turkish yellow in history (Bayat 1993:52). Yetim (2017:406)<br />

in his study that he made in Beypazarı region, indicates the<br />

multitude of coloured thread with natural dyes and the usage<br />

of gold and silver coloured syms.<br />

Among Kazhaks unmarried young girls use red headscarves<br />

while married women use white. White headscarves is a<br />

sign of being a bride. White, black and red are the colours of<br />

mourning at the same time. When her husband dies a Kazakh<br />

woman dresses in black, her daughter wears a white<br />

dress with a red hat. When a woman loses her son she wears<br />

a white headscarf. It is a sign of mourning when men put<br />

white cloth pieces on their waists. (Kadaşeva 1996:96).<br />

Wearing white headscarves and clothes are signs of mourning<br />

in Kirghizs and Nahcivan region of Azerbaijans where<br />

people encountered wearing white for mourning in some<br />

parts of Anatolia (Ögel 1991:145, Nerimanoğlu 1966:69).<br />

Although it may differ between regions in Anatolia brides’<br />

veil covering brides’ head and face is generally red. Usage<br />

of white, yellow, pink and “al” (red) have different meanings.<br />

Sabiha Tansuğ mentions that Türkmens’ usage of rainbow<br />

colours in brides’ headwear is used to indicate good luck<br />

(Tansuğ 2003:42). Blue, red and green are the prime colours<br />

used in the dressings of Central Asian Turkic villagers<br />

where as they could be seen in Hakas, Bashkir, Kirghiz and<br />

Azeri Turks (Genç 1997: 66, 69).<br />

2.3. Common Characteristics in Properties of Dress Parts,<br />

Their Naming and the Usage of Dresses<br />

Many elements of Turkish dressing has spread over other<br />

populations living in Eurasian steppes. It can be considered<br />

that there is certain level of fusion in appearance which is<br />

also evident in archeological findings.<br />

Existence of lining, using felted clothes in external wear for<br />

warmth, making the closure and from right to left, having<br />

lapels in front, having long and narrow sleeves, existence of<br />

long and slashedskirts and most importantly the tradition<br />

of closure from right to the left as mentioned in Kubarey’s<br />

(2002) study on Turkish anthropomorphic rock sculptures<br />

are all distinctive characteristics of the Turkish dress. Being<br />

one of the important evidence to understand Turkish<br />

dressing history detailed and painted portraits of the United<br />

Great Khanate depicts kaftans either being joint from the<br />

upper part (mainly used in special occasions like festives,<br />

ceremonies or feasts) or being left open on the upper part<br />

and clearly to be closed from right to left (which is common<br />

in early nomads) (Yatsenko, 2014:112). Salman (2006:22)<br />

indicates in his study on Göktürk dresses that both men and<br />

Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />

199<br />

Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri


Common Heritage<br />

200<br />

Ortak Miras<br />

nin dışa doğru açılan belirgin yakalarının olmasının önemli<br />

özelliklerden biri olarak belirlemiştir. Göktürk erkeklerinin<br />

başlarına kendilerine özgü börkler taktıklarını ve bunların<br />

keçeden ya da kenarları kürkten yapılmış başlıklar olarak<br />

tespit etmiştir.<br />

Kotozhekov (2014:38)Hakas Türkleri’nin giysileri ile ilgili<br />

yapmış olduğu çalışmasında giysilerin sağdan sola doğru<br />

kapanması gerekliliğini “Hakas halkının kadınları yere kadar<br />

uzanan “hool-o-hoola” adı verilen elbiselerini, Erkekler<br />

ise daha kısa gömleklerini kemersiz kullanırlar. Kadın ve<br />

erkekler Bunların üzerine bedenlerine sağdan sola doğru<br />

sararak kullandıkları kürkten yapılmış üstleri giyerler. Bu<br />

kürklü üstlüklerin sağdan sola doğru bedene sarılması “posolon”<br />

adı verilen güneşin dönme sırası ile açıklanmaktadır.<br />

Kürkün bedene sarılması “Iram” adı verilen ve üzeri M.Ö. 26<br />

yy. efsanelerinde bahsedilen yılan sembolü işlemeli kemerler<br />

kullanılarak yapılmaktadır” şeklinde açıklar. Bu durum<br />

Türklerin eski dini olan Gök Tanrı inancı ile ilişkilendirilebilir.<br />

Khaltueva, (2014:92) Baykal Bölgesinin Yerel Halkının Geleneksel<br />

Kıyafetleri ile ilgili çalışmasında Baykal bölgesinde<br />

yaşayan Evenk halkları giysilerini şu şekilde tanımlamıştır.“-<br />

Kadınlar rovdugadan (geyik derisi) yapılan kaftana benzer<br />

bir giysi giyerler. Kaftanın yakası devrik olarak yapılır ve<br />

üzeri renkli kumaş aplikeleriyle ve düğmelerle süslenir.<br />

Kıyafetin kesim biçimi Moğolların giysi kesimlerine benzer.<br />

Kesim bir bütün kumaştan yapılır, omuzlardan geçirilen ve<br />

arka tarafı aşağıya doğru genişleyen bir biçimde yapılır ve<br />

giydikten sonrasol taraf sağ tarafa doğru kapatılır. Kollar<br />

women wear kaftans, male kaftans close their left side being<br />

on the top while woman kaftans close their right side on<br />

the top as a common tendency but not definitively. Salman<br />

also specifies distinctive outwards collars as an important<br />

aspect of Göktürk dresses. It is also mentioned that Göktürk<br />

men wear unique “börk” (hat) made out of felt or with furs<br />

on their sides.<br />

Kotozhekov (2014:38) explains the necessity for having the<br />

dresses closed from right to left in his study on dressings<br />

of Hakas Turks by saying “ Both Hakas female long dresses<br />

called “hool-a-hoola” extending down to the floor and<br />

men’s shorter shirts are used without belts. They wear upper<br />

wear made out of fur which is wrapped around from right<br />

to the left on top of them. This wrapping act from right to<br />

the left is explained with the direction of the Sun called<br />

“posolon”. They use snake symboled belts called “Iram” also<br />

mentioned in their sagas dating back to the 2 nd century<br />

BC. to wrap the fur around their bodies. This can be related<br />

to ancient Gök Tanrı belief of the Turks. Khaltueva defines<br />

Evenk people’s dressing in her study on the traditional<br />

dresses of the Baikal people as “ Women wear a kaftan like<br />

dress made out of “rovduga” (deer leather). Kaftan’s collar<br />

is folded and is garnished with colour cloth appliqués and<br />

buttons. The cut of the dress resembles Mongolian dress<br />

cuts. Cutting is made out of one big fabric with a style in<br />

which its back stretching downwards and closed from left to<br />

right. Sleeves are large but they got narrower up to the wrist<br />

and covers the upper part. On the other hand the back of


geniştir, ama elinin sonuna doğru darlaşıp bileğin üst tarafını<br />

kapatır. Bu arada evli olan kadın kıyafetinin sırt kısmı<br />

bele doğru daralırken, genç bekâr kızların kıyafetleri kimono<br />

kesimine benzer.”bu tanımlamadan anlaşılıyor ki giysiler<br />

giyildikten sonra giysinin kapama yönü halklar arasında<br />

farklılık göstermektedir.<br />

Doğu giysilerinin en önemli özelliklerinden birikatlı giyim<br />

geleneğidir Koç ve Koca, 2012:155) Bu giyinme geleneğinin<br />

oluşmasındaki en önemli etkeni Jirousek (2004:231)<br />

coğrafi koşullar sebebiyle ısıtma özelliğinden dolayı tercih<br />

edildiğini belirtmiştir. Bu giysilerin her katmanı arasındaki<br />

giyinme sırasının da önemli olduğunu vurgulamıştır. Koç ve<br />

Koca (2011:12) giyinme sırasındaki giysi katmanlarının birbiri<br />

ile uyumunun gerekliliğini “Giysilerin parçaları, genellikle<br />

tek başına kullanıldıklarında bir anlam ifade etmezken, giysi<br />

parçaları bir araya getirilerek takım oluşturulduğunda, Türk<br />

kültür zenginliğini tüm göz alıcılığıyla ortaya koyarak giysiye<br />

inanılmaz bir estetik görünüm verilmesi sağlanmıştır.<br />

Önceleri ihtiyaç olarak gelişim gösteren katlı giyinme daha<br />

sonraki dönemlerde süsleme unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />

Orta Asya’da doğa ve yaşam koşullarının zorunluluğu<br />

olarak kullanılmaya başlandığı düşünülen katlı giyim<br />

geleneğinin yerleşik düzene geçtikten sonrada kullanıldığını<br />

ifade etmişlerdir. (Jirousek,2004:250) Katlı giyinme geleneğinin<br />

iç ve dış mekenalardaki geçişlerde kolayca giyipçıkarılabilme<br />

özelliğine sahip olup son derece fonksiyonel<br />

olduğunu belirtmiştir. Zherlıtsyna (2014:64) Başkurdistan<br />

devletinin güneyindeki Başkurtların genellikle birkaç kat<br />

üst üste gelecek şekilde dış kıyafet giydilkelrini belirtmiştir.<br />

Giyilen her bir katınöncekinden daha uzun ve bol olduğunu,<br />

yılın tüm mevsimlerinde aynı şekilde kullanılan bu kıyafetineski<br />

göçebe tarzına özgü olduğunu vurgulamıştır.<br />

2.3.1. Üstlükler: Kaftan, cübbe, ton, capan, çekmen vb. adlandırılan<br />

ev içi giyimin üzerine giyilen üstlüklerdir. Pek çok<br />

türk toplumunda biçimsel ve kullanım benzerlikler göstermesine<br />

rağmen farklı isimler verilmiştir. Uzun veya kısa<br />

yırtmaçlı veya yırtmaçsız olabileceği gibi uzun kollu veya<br />

kısa kollu olanlarıda mevcuttur.Osmanlı döneminde estetik<br />

değerlerinin yanısıra manevi değerlerinin de çok yüksek<br />

olduğu, Osmanlı sarayında kullanılan en önemli giysi<br />

parçalarından biri olan kaftanlar Türk toplumlarının farklı<br />

adlarla anılan en eski üst giysileri arasında yer alır. Divanü<br />

Lugat-it-Türk’te kaftan; kaftan, elbise; kapama, tanımlaması<br />

ile geçer. Üstlük için kullanılan diğer terim ise “ton”<br />

dur. (Kaşgarlı Mahmut, 1985). Ton sözcüğü için, çok sayıda<br />

ifade ile karşılaşılmaktadır. Bunlar arasında çok ilginç olan<br />

bir tanesi “etekli ton” dur. Üstlük için kullanılan diğer terim<br />

ise kaftan, kalın kaftan, yağmurlık anlamında kullanılan<br />

“yalma” dır. Don ve elbise karşılığı olarak “Otran” (I, 108-<br />

19)da kullanılmıştır.“Bertü” ise üste giyilen hırka, pardesü.<br />

married woman dress gets narrower down to the belly on its<br />

back side, while young single woman dresses are cut similar<br />

to Kimono cutting style.” This definition shows us that<br />

the closure direction of the cloth differs between different<br />

populations.<br />

One of the important features of Eastern clothing is the<br />

tradition of wearing multilayered dresses (Koç and Koca ,<br />

2012:155). Jirousek (2004:231) explains the main reason for<br />

this tradition to appear as the need for more warmth due<br />

to the climate. She emphasises that the wearing order of<br />

these layers are also important. Koç & Koca (2011:12) indicates<br />

the consistency between those layers as “While each<br />

part of the dress do not have a meaning when they are seen<br />

separately, they display an amazing aesthetic look revealing<br />

the richness of Turkish culture with all its glory when<br />

they are gathered up and worn together. Although first appearing<br />

as a need, multilayered dressing later turned into<br />

a way of decoration.” Multilayered dressing was continued<br />

to be used after being populations settled, a tradition they<br />

produced due to the harsh living conditions of the nomadic<br />

life in Central Asia (Jirouse, 2004:250). She also mentions<br />

the functionality of multilayered dressing when moving<br />

from internal to external settings. Zherlitsyna (2014:64)<br />

indicates that Bashkirs living in souther Bashkortostan generally<br />

wear multilayered external clothes on top of another.<br />

Each layer is longer and loose than the before, those dresses<br />

are multi-seasonal and and indication of past nomadic<br />

lifestyle.<br />

2.3.1. Tops: Kaftan, cübbe, ton, capan, çekmen and similar<br />

tops are used to wear on top of home wear. Although they<br />

have similar functionality and usage in most of the Turkic<br />

populations they may carry different names. They might<br />

have long or short slits and sleeves. Kaftan was the most<br />

common and the oldest form of top wearing during the Ottoman<br />

era where religious values were as much important<br />

as aestethics although being named differently in different<br />

Turkic populations. In DivanüLugat-it-Türk kaftan is defined<br />

as kaftan, dress, closure. On the other hand definition used<br />

for tops is “ton” (Mahmud al-Kashgari, 1985). There are<br />

various expressions used for the word “ton”. An interesting<br />

one used among others is “etekli ton” (skirted top). Another<br />

word used for tops is “yalma” with a given meaning of kaftan,<br />

thick kaftan, yağmurluk (raincoat). “Otran” (I,108-19)<br />

is also another word used for meaning “ton” and dresses.<br />

“Bertü” is used as cardigan and top coat (I, 416-5) (Mahmud<br />

al-Kashgari, 1985). Ögel (1991,7) mentions about tops<br />

used by Turks under the names “çapan”, “şapan”, “çapkıt”<br />

and “çekmen”. “Çapan” is commonly used as a definition<br />

for jackets in Erzurum and İçel in Anatolia, while meaning<br />

canvas in Kirkuk Turks and meaning kaftan by ancient Turks.<br />

Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />

201<br />

Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri


Common Heritage<br />

202<br />

Ortak Miras<br />

I, 416-5 karşılığı olarak ifade edilmiştir (Kaşgarlı Mahmut,<br />

1985). Ögel (1991,7)Türklerin “çapan, şapan, çapkıt ve çekmen”<br />

adı verilen bazı üstlüklerden de bahsetmiştir. Erzurum<br />

ve İçel’de yaygın olarak ceketlere, Kerkük Türkleri’nde<br />

ise kaput bezleri için, eski Türklerde kaftanlar için “çapan”<br />

teriminin kullanıldığını belirtmiştir. “Vücudu sıkı bir şekilde<br />

saran uzun elbise” için kullanılan, “çekmen” sözünün ise<br />

Kazan’da “çikmen”Çuvaşla’da ise “sekman” adı ile bilindiğini<br />

ifade etmiştir. Usmanova’nın (2011) Altay dillerinde üst<br />

giysilere verilen adlara ilişkin yapmış olduğu çalışmasında<br />

Cekmen-cekrek, kebenek-köbenek, yalma, kürk, ve könlek<br />

gibi giysi adlarının Türk dünyasının pek çok topumunda<br />

<strong>ortak</strong> ifadeler olarak benzer giysiler için kullanıldığını belirlemiştir.<br />

Araştırma sonucunda Altay dillerinde giyim kuşam<br />

adlarını ifade eden <strong>ortak</strong> sözler aynı kökten geldiğini belirlemiştir.<br />

Giyim kuşam adlarının çoğunu üst giysileri anlatan<br />

kelimelerin çoğunlukla kullanılmasını bölgenin soğuk ve<br />

yağışlı olması ile ilişkilendirmiştir.<br />

Görünür ve Ögel (2007: 63) Osmanlı sarayında kullanılan<br />

kaftanları “biçim itibariyle entari gibi, önden açık, boyu uzun<br />

üst giysisidir. Kolları uzun veya kısa olabilmektedir. Entarinin<br />

üstüne giyilen kaftan, Osmanlı kıyafetleri içinde, çok önem<br />

verilen ve itibar gören bir giysidir. Kaftan denince ilk akla<br />

gelen giysiler, padişah kaftanları ve saray mensuplarına ait<br />

olanlardır. Kaftan, göstergesi olduğu itibarı, dokumasında<br />

kullanılan değerli malzemelerin yanı sıra, uzman kişilerce<br />

hazırlanmış, özellikle padişah giysileri için dokunmuş, ideolojik<br />

ilkeler doğrultusunda tasarlanmış desenleri ile sağlamaktadır.<br />

Üzerinde yer alan aksesuarlar ve içine kaplanan<br />

kürkün değeri de bu vurguyu artırmaktadır. Kaftanlar, sembolizm<br />

taşıyan giysiler olduğu için, kaftan yapılmak üzere<br />

dokunan kumaşlar, duruma göre, malzeme ve desen ile<br />

belirlenmiştir. Altın, gümüş ve ipekle dokunmuş olan, içine<br />

kürk kaplanan, maddi değeri yüksek olan, görüntüsü altını<br />

ve gümüşü andıran kumaşlar olduğu gibi, desenleri ile sembolizm<br />

yaratan örnekler vardır” şeklinde tanımlamışlardır.<br />

Nekrasov Kazaklarının gelenekli kadın kıyafeti, gömlek<br />

(rubaha), gömlek üzerine giyilen (balahon), önlük (zaveska)<br />

ve yelekten (kufaenka) oluşmaktadır. Kadın gömlekleri<br />

uzun kollu, pamuklu renkli kumaşlardan yapılmıştır. Gömleğin<br />

etek kısmına “kırmız” adı verilen kırmızı renkte kumaş<br />

dikilmiştir. Önlük renkli kumaştan dikilen balahon üzerine<br />

bağlanır. Önlük üzerine özel günlerde kadınlar bazen “kulan”<br />

ya da “kataur” adı verilen tokalı kemer takar. Madenî<br />

ve işlemeli kadın kemer tokaları göç sırasında Türkiye’den<br />

getirilmiştir.Bone adı ile bilinen başlıkların örtülerinde kullanılan<br />

desenlerde en çok tercih edilen arı (pçelka) desenidir.Söz<br />

konusu desenin benzeri “Sinekli Hammamiye”<br />

yazmasındaki sinek motifine benzemektedir(İbrahimzade,<br />

ve Gusach, 2015).<br />

“Çekmen” means “long dress tightly wrapping the body”<br />

which is pronounced as “çikmen” by the Kazhaks and “sekman”<br />

by the Chuvashs. In Usmanova’s (2011) study regarding<br />

naming top dressings in Altai languages, it is indicated that<br />

dress names like “çekmen-çekrek”, “kebenek-köbenek”,<br />

“yalma”, “kürk” and “könlek” are commonly used for similar<br />

clothes in different populations of the Turkic world and they<br />

are descending from common linguistic roots. In the same<br />

study, frequent and widespread use of the names of external<br />

wearing is related to cold and wet climate of the region.<br />

Görünür and Ögel (2007:63) define kaftans used in the<br />

Ottoman palace. “shaped like an “entari” (loose rob) it is<br />

long and open in the front. Sleeves might be short or long.<br />

Kaftan, being worn over an “entari” is a dress with outmost<br />

importance and prestige. Padishah kaftans and kaftans of<br />

the members of the palace are the first to be considered.<br />

Kaftan displays its prestige with the help of valuable materials<br />

used in its weaving as well as pattens designed by<br />

experts according to ideological doctrines, especially prepared<br />

for the Sultan’s dressings. Accessories used to garment<br />

the kaftan and the value of the fur used to coat the<br />

kaftan all add up to the elegance of the dress. Since kaftans<br />

are dresses that carry a lot of symbolism, the fabric weaved<br />

for them are defined with the materials and patterns used.<br />

There are fabrics weaved with gold, silver and silk, internally<br />

coated with fur with a high worth, resembling gold and silver<br />

in its look and with pattens creating symbolism.”<br />

Traditional Kazhak woman dressing of Nekrasov consists of<br />

a “rubaha” (shirt), “balahon” worn over the shirt, “Zaveska”<br />

(apron) and “Kufaenka” (vest). Female shirts are long<br />

sleeved and made out of coloured cotton fabric. A red cloth<br />

named as “kirmiz” is stitched to the skirt part of the shirt.<br />

Vest is tied over “balahon” which is made out of coloured<br />

fabric. In special occasions women sometimes use buckled<br />

belts named as “kulan” or “kataur”. Metal and inlaid female<br />

belt buckles are carried from Turkey during the migration.<br />

The most common pattern used over headwear known as<br />

“bone” is a “Pçelka” (bee). This pattern resembles the fly<br />

pattern used in “sinekli hammamiye” “yazma” (headscarf)<br />

(İbrahimzade and Gusach, 2015).<br />

The most important piece of Gagauz woman dressing is the<br />

apron called “farta”. Their dressing consist of “gölmek” as<br />

the underwear and sleeveless dress “fistan” worn on top of<br />

“gölmek”. “Fistan” is sewed from maroon, blue, green, carrot<br />

coloured woolen cloth woven at home. “Fistan” is prepared<br />

with collars or with a crew neck and has a wide skirt. In its<br />

older forms it has lining in its skirt part. The sides of its skirt<br />

is garmented with a wide strip called “aborka”. The accessories<br />

like earrings, bracelets, necklaces are called “gözel-


Fot.23: Anakara-Beypazarı kadın giyimi<br />

altıntokalı kuşak(fot. F. Koç-E.<br />

Koca)<br />

Pic.23: Woman dress with golden<br />

buckles, Beypazarı, Ankara<br />

Fot.24:Kütahya- Tavşanlı- Şapçı Köyü kadın giyimi arkalık(fot. F.<br />

Koç-E.Koca)<br />

Pic.24: “arkalık” Back cloth, Şapçı Village, Tavşanlı, Kütahya-<br />

Tavşanlı<br />

Gagauz kadın giysilerinin en önemli parçası“Farta” adı verilen<br />

önlüklerdir. Gagauz kadın giyimi “gölmek” adı verilen<br />

iç giyim, gölmek üzerine giyilen“fistan”adı verilen kolsuz<br />

elbise giyilerek kullanılır. Fistan evde dokunan bordo, mavi,<br />

yeşil, havuç rengi yün kumaştan dikilmektedir. Yakalı veya<br />

sağır yakalı olarak hazırlanan fistanın eteği geniştir, eski<br />

örneklerinde ise etek kısmı astarlıdır. Eteğin ucu aborka adı<br />

verilen geniş bir şeritle süslenir. Kadınların süslenmek amacı<br />

ile taktıkları Küpe, bilezik, kolye vb. takılara“gözellikler”<br />

adı verilir. Altın, gümüş, kemik ve sedeften yapılmış “stavro<br />

(haç)” takma geleneği de günümüze kadar sürdürülmüştür.<br />

Özellikle sedefin kutsal bir güce sahip olduğuna kutsal<br />

yerlerden geldiğine inanılmaktadır. Kadınlar için önemli bir<br />

süs eşyası da, gümüş tokalı kemer (pahtalı kolon) dir (Uçkun,2010;167)<br />

Türk Şamanlarının en yoğun olduğu bölge Sibirya’dır. Bu<br />

bölge ayrıca Türkçe konuşan Kırgız, Yakut, Uygur Altaylarını<br />

ve Tunguzca konuşan komşu kabileleri de içine almaktadır.<br />

Bütün Şaman toplumlarında olduğu gibi Türk Şamanlarında<br />

da giysiler biçim ve anlam itibarı ile dinsel bir kozmografya<br />

oluşturlar (Drury, 1996:36 akt. Kılıç, 2010:317). Her ne kadar<br />

kabileler arasında birtakım farklılıklar söz konusu olsa da<br />

Şamanlığın gücünün ölçüsünü her zaman kıyafet zenginliği<br />

ve bütünlüğünde aramak gerekir. Kavimler arası savaşlar<br />

esnasında kültürel etkileşimler sonucunda farklılaşmış olan<br />

Sibirya Türk kavimlerine ait Şaman giysilerini Altay, Hakas,<br />

Tofalar, Yakut Tarzları olarak tasarımlanır ve kostümler hayvan<br />

ya da kuş biçiminin bazen bütününün, bazen ise karakteristik<br />

uzuvlarının yansımaları olarak karşımıza çıkar (Kılıç,<br />

2010:318).<br />

Nogay erkeklerinin kullanmış oldukları pantolonlar diğer<br />

Kafkas halklarına nazaran daha geniş olarak tasarlanmıştır<br />

ve“Nogay pantolonu” olarak bilinmektedir. Özellikle tarla<br />

işlerinde uğraşan halk tarafından üste “kısba” veya “kurte<br />

ton” adı verilen kolsuz gömlek giyilir, üzerine astarsız “elen”<br />

Fot.25:Afyon -Dinar Haydarlı Beldesi boncuk, düğme ve muska motifleri<br />

ile süslenmiş kadın kemerleri( Koca ve Diğ. 2015:257)<br />

Pic.25:Belts used in women dresses (Amasra Museum)<br />

likler”. Wearing crosses called “Stavro” made out of Gold,<br />

silver, bones and nacre is a continuing tradition. It is believed<br />

that especially nacre has a divine power and comes<br />

from sacred places. Another important accessory for women<br />

is “pahtalı kolon” (silver buckled belt) (Uçkun,2010;167).<br />

Turkish shamans could generally be seen in Siberia. This<br />

region also includes Turkish speaking populations like Kirghizs,<br />

Yakuts, Uighur Altais and neighbouring tribes speaking<br />

Tunghuz language. Like other Shamanist populations<br />

Turkish shaman dressing create a religious cosmography<br />

in terms of their forms and meanings (Drury, 1996:36akt.<br />

Kılıç, 2010:317). Although having certain differences among<br />

different tribes Shamans power could be found in the richness<br />

of his/her dresses and its wholeness. With the tribal<br />

interactions including tribal wars, the shaman dressing has<br />

differentiated in time. In that regard Shaman dresses of Siberian<br />

Turks have Altai, Hakas, Tofa and Yakut styles. Dresses<br />

are reflections of a part or the whole forms of animals<br />

or bird, especially their distinctive organs and limbs.(Kılıç,<br />

2010:318).<br />

Nogay men use a distinctive type of trousers differing from<br />

other Caucasian populations by having a larger cut and are<br />

called “nogay trousers”. People working in the fields and<br />

farms wear sleeveless shirts called “kisba” or “kurte ton”<br />

and put a “cübbe” or “kaftan” called “elen” on top of them.<br />

There is a pocket on its left chest. In the winter they use<br />

furs called “ton”. The collars of the fur is made to cover the<br />

shoulders and called “tutba yaga” or “yayma yaga” according<br />

to their types. On special days elders and ceremonial<br />

leaders wear “eba” (gaberdine). Caucasian immigrants living<br />

in Sarıkamış, Turkey were using similar clothes until the<br />

last 40-50 years. Nogay women wear is similar to the mens<br />

wear. The most significant feature separating genders is a<br />

veil covering the face slightly ( Kalafat, 2016:112).<br />

2.3.2. Salwars and trousers: TTurish dressing culture was<br />

Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />

203<br />

Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri


Fot.26: Azarbaycan ay ve yıldız motifli kadın takıları (Milli<br />

Azarbaycan Tarih Müzesi)(fot. F. Koç-E.Koca)<br />

Pic.26: Women ornaments garnished with crescent and<br />

star figures (National Azerbaijan HistoryMuseum)(F. Koç)<br />

Fot.27:Denizli ili, Çardak-Söğüt ”karanfil kolye” ( Kırkıncıoğlu,<br />

2015:105)<br />

Pic.27:Crescent and Star patterned earrings (Amasra<br />

Müzesi )(F. Koç)<br />

Fot.28:Uşak ili kadın baş giyimi paralar ve boncuklarla<br />

süslenmiş tepelik ( Kırkıncıoğlu, 2015:237)<br />

Pic.28: “Tepelik” (a kind of head wear worn on top of the<br />

head) (Amasra Museum (F. Koç))<br />

Common Heritage<br />

204<br />

Ortak Miras<br />

adı verilen cübbe –Kaftan gibi üstlükler giyilirdi. Elenlerin<br />

sol üst göğsünün üzerinde bir cep bulunur. Kış aylarında<br />

“ton” adı verilen kürkleri kullanır. Kürklerin yakaları omuzları<br />

örtecek şeklide geniş yapılır ve türüne göre “tutba yaga”<br />

veya “yayma yaga” adı verilir. Özel günlerde kullanılmak<br />

üzere “eba” adı verilen abalar yaşlıların ve tören yöneticileri<br />

tarafından kullanılır. Sarıkamışta yaşayan Kafkas göçmenleri<br />

40-50 yıl öncesine kadar bu giysilerin benzerlerini kullanıyorlardı.<br />

Nogay’larda kadınların giyecekleri de erkeklerin<br />

giysilerine benzerlik göstermektedir. Kadını erkekten<br />

ayıran en önemli özellik başında yüzünü hafifçe kapatan<br />

bir örtünün olmasıdır( Kalafat, 2016:112).<br />

2.3.2. Şalvar ve pantolonlar:Türk kültürü içerisinde Orta<br />

Asya’da stepte hayvancılık ağırlıklı, sürekli at üzerinde ve<br />

zor iklim şartındaki kişiler de giysilerini bu koşullara uygun<br />

şekilde oluşturmuşlardır. At üzerinde yaşam süren Türkler,<br />

bunun sonucu olarak rahat edecekleri giysi olarak pantolonu<br />

tercih etmişlerdir. Bilindiği gibi dünyada ilk pantolon<br />

kullanımı Orta Asya steplerindeki Türklere aittir (Türkoğlu,<br />

2002, 229).<br />

Türkler’in geleneksel ve sağlam düzenli “Boylar-Birliği” biçiminde<br />

Ordu-Devlet halinde bulunmaları, kolay ve çabuk<br />

seferber oluşlarını sağlamıştır. Bunun için, kadınlı-erkekli<br />

kullandıkları ve üstünlüklerini sağlayan, atlı/süvari kılığı<br />

olan kollu, üst üste kullanılabilen ve çatal giyimi (pantolon)<br />

geliştirmişlerdir (Görgünay,2001). Esin (2006) Türk binicilere<br />

ait giysilerin özelliklerini “Türk alplarının kıyafetleri,<br />

atlı muharebeye elverişli, binici giyimidir. Hiç değişmeyen<br />

özellik, daima çizme ve çakşır giymeleridir. Çakşır, bazen<br />

kaplan postundan olur. Ok atan, eski İskitler ve Kuşanlar’da<br />

görülen, Türklerin de giydiği ve “kurtak” dediği kısa<br />

shaped under inhospitable weather conditions, in continious<br />

movement over horses, doing husbandry in Central<br />

Asian Steppes. Trousers was the choice of Turks considering<br />

their daily practice of horse riding. The first known use of<br />

trousers in history has been made by Turks in the Central<br />

Asian steppes (Türkoğlu, 2002, 229).<br />

Turks have been almost like an army-state, a federation of<br />

tribes in tight order which led them to be easily mobilised.<br />

They developed fork wear (trousers) that can be used on top<br />

of another for horsemen and cavalries, which had sleeves<br />

and might be used both by man and woman (Görgünay,<br />

2001). Esin (2006) describes the characteristics of the<br />

dressings of Turkish horsemen. “Turkish “alps” (warriors)<br />

dresses are convenient for warfare and designed for horse<br />

riding. The never changing feature among all is the boots<br />

and “çakşır” (a kind of salwar). “Çakşır” is sometimes made<br />

out of tiger fur. Old Scythians and Kushan figures throwing<br />

arrows are pictured wearing short shirts called “kurtak” with<br />

“çakşır” and long “boots” similar to the Turkish dressing.<br />

Old statues of Kül Tigin and other Göktürks also represent<br />

people wearing another old inner Asian cloth which reaches<br />

out down to the knees, tightened with a waist cloth, upright<br />

or collared kaftan. The main characteristics of this dressing<br />

style unfamiliar to other cultures is being comfortable<br />

during riding a horse and better protection against cold.<br />

Jean Paul Roux defines the “Hiong-nu” (Huns) as wearing<br />

a short tunic with open sides is easier while riding a horse<br />

and tighten their trousers with a belt which they also hang<br />

their quivers.” He underlines the harmony and ease of use<br />

of Turkish clothes. On the other hand Esin (2006) mentions<br />

the use of trousers as “Çakşır with its tied cuffs can be seen<br />

on (Kudirge) horseman drawings in Altais which is thought


ir gömlekle resmedilir kısa gömlekle birlikte sıkı çakşır ve<br />

yüksek çizmeler giyildiği görülür. Kül Tigin’in ve daha birçok<br />

Kök Türk heykellerinin üzerindeki giysilerde dize kadar<br />

uzanan, beli kuşakla sıkılan, dik veya devrik yakalı kaftan da<br />

eski bir “İç Asya” kıyafetidir” şeklinde tanımlamıştır. Başka<br />

kavimlerde daha önce görülmeyen bu kıyafet kültürünün<br />

en belirgin özelliği, ata binerken sorun yaşatmayacak şekilde<br />

rahat olması, soğuktan koruma özelliğinin daha yüksek<br />

olmasıdır. Jean-Poul Roux (2006), Orta Asya uygarlığı<br />

ile ilgili çalışmasında “Hiong-nu’lar (Hunlar) “ata binmeyi<br />

kolaylaştırmak için kenarları açık kısa bir tünik giyerler ve<br />

pantolonlarını sadaklarını astıkları bir kemerle sıkarlardı”<br />

şeklinde tanımlarken Türklerin geliştirdikleri bu giysilerin<br />

yapılan eylemlerle uyumundan ve kullanım rahatlığından<br />

bahsetmiştir. Ayrıca Esin (2006) Türklerin pantolon kullanımının<br />

varlığını “Paçaları bağlı çakşır, ilk “Kök Türk” devrine<br />

ait olduğu sanılan, Altaylarda bulunmuş (Kudirge) eserlerdeki<br />

atlı resimlerinde de görülür” şeklinde belirtmiştir.<br />

Divanü Lügatit Türk’te şalvar terimi geçmemekte ancak üm<br />

(şalvar, don) terimi ile karşılaşılmaktadır. Ögel(1991:100)<br />

şalvarları seyahat ile şavaş şalvarları ve günlük kullanılan<br />

şalvarlar olarak iki grupta toplamıştır. Hunlardan önce<br />

Çin’de pantolonun kullanılmadığını ve Çin kaynaklarında<br />

Hunların giyiminden ilgi ile söz edildiğini, Moğol kavimlerinde<br />

ise pantolon giymenin çok yaygın olduğunu belirtmiştir.<br />

Türklerin üstlük olarak kaftan veya benzeri üstlükleri kullandıklarını<br />

ve ayaklarına uzun çizmeler giymelerinden dolayı<br />

şalvarın görsellerde izlenemediği durumunu belirtmiştir.<br />

to belong to the first Göktürk era.”<br />

The term of “salwar” can not be find on DivanüLügatitTürk,<br />

but instead there is the word “üm” which also means salwar<br />

and ton. Ögel (1991:100) distinguishes salwars as warfare<br />

salwars and salwars for daily usage. It is known that before<br />

the “Hiong-nu” (Huns) trousers were not used by the Chinese,<br />

Chinese spoke of Hunnish dressing style with an interest<br />

and trousers being widely used by Mongolian tribes.<br />

It is also said that because of the Turks using kaftans or<br />

similar long clothes as their outer wear and use long boots<br />

it was hard to observe the use of “salwars” in old paintings<br />

and drawings. Todays Kazhaks use trousers named as “salbar”<br />

when they intend to ride a horse. It is known that this<br />

“salbar” is made out of soft leather and painted in yellow.<br />

Ögel says that “salbar” as a word, is widely used in Central<br />

Asia and the turkish use of the word as “calbar”. Wearing<br />

salwars or trousers is being accepted as a characteristics of<br />

warrior nations. Especially nations whose living mostly on a<br />

horse, like the Turks, it is inevitable to wear trousers.<br />

2.4. Accessories, Waist clothes and Belts:<br />

Accessories, waist clothes and belts have an important in<br />

Turkic populations. Having some of the finest examples of<br />

multilayered dressing the form of the Turkish dressing is<br />

closely related to putting on the accessories over the body<br />

with some of exceptions. DivanüLügati’t Turk has many<br />

words regarding the kinds of dresses, their usage and their<br />

Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />

205<br />

Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri


Fot. 29: Koncu Kumaş alt kısmı deriden<br />

yapılmış çizme (Milli Azarbaycan Tarih<br />

Müzesi) (fot. F. Koç-E.Koca)<br />

Pict. 29:Boots with their “Konç” (stocking)<br />

made out of cloth and the lower part<br />

made out of leather (National Azerbaijan<br />

NationalMuseum) (F. Koç)<br />

Fot. 30: Kadın terliği (Milli Azarbaycan Tarih Müzesi)<br />

(fot. F. Koç-E. Koca)<br />

Pict. 30:Woman slippers (National Azerbaijan History-<br />

Museum) (F. Koç)<br />

Fot. 31: Deriden yapılmış Çarık<br />

Bartın (fot. F. Koç- E. Koca)<br />

Pict. 31:“çarık” made out of<br />

leather (Amasra Museum)(F.<br />

Koç)<br />

Fot.32: Deriden yapılmış Çarık Azarbaycan<br />

(fot. F. Koç- E. Koca)<br />

Pict. 32:“Takunya” (wooden slippers) used<br />

in Anatolia( Amasra Museum)(F. Koç)<br />

Common Heritage<br />

206<br />

Ortak Miras<br />

Günümüzde at ile yolculuk yapacak Kazak halkının “salbar”<br />

adı ile andıkları pantolonları kullandıklarını ve bu şalvarların<br />

yumuşak deriden yapılıp sarıya boyandığını belirtmiştir.<br />

“Salbar” sözcüğünün Orta Asyada çok yaygın olarak kullanıldığını<br />

belirtmiştir. Türkçe kullanımının “çalbar”olduğunu<br />

açıklamıştır. Şalvar veya pantolon giymek savaşçı kavimlere<br />

ait bir gelenek olarak kabul görmüştür. Özellikle hayatları at<br />

üzerinde geçen Türk halkları için pantolon giymek kaçınılmaz<br />

olmuştur.<br />

2.4. Takılar, Kuşak ve Kemerler<br />

Türk toplumlarında takı, kuşak ve kemerlerin giysilerin kuşamında<br />

kuşkusuz önemi büyüktür. Katlı giyim geleneğinin<br />

en güzel örneklerinin verildiği Türk giyim kuşamının biçimlendirilmesi<br />

söz konusu aksesuarların beden üzerine yerleştirilmesi<br />

toplumsal olarak kabul görmüş bazı istisnalar<br />

ile ilgili olmuştur.Divanü Lügati’t Türk’te giysilerin çeşitleri,<br />

giysilerin kullanımı ve süslenmeye ilişkin kelimelerin varlığı<br />

dikkat çekicidir. Divan_i Lügat it Türk’te altun (altın), bogmak<br />

(gerdanlık, gelin gerdanlığı), bakan (halka, toka), bakan<br />

altun (altın halka), bilezük (bilezik), yincü, yünçü veya<br />

yinçü (inci), kepek yincü (küçük inci), kılide (gerdanlık),<br />

kimsen (başlıkları ve kavukları süslemek için kullanılan altın<br />

kırıntıları), kur (kuşak, kemer), monçuk (boncuk, süs için boyuna<br />

takılan değerli taşlar), ökmek (kadınların kulaklarına<br />

taktıkları altın veya gümüşten yapılmış halka), tuş (kemer<br />

kayışları ucuna takılan altın veya gümüş toka), yüzük (yüzük<br />

–parmağa takılan) gibi terimler giysi süsleme unsurları ve<br />

takılar ile ilgili terimleri içermektedir. Bu terimlerin çokluğu<br />

süslenmeye verilen önemini otaya koymaktadır. Özellikle<br />

kadın süslerine, giyim ve kuşama ait kelimeler, bilinçaltında<br />

anaerkil yapının işaretleri olarak eski inançlarının içinde<br />

geçen doğuran - çoğaltan, koruyan - büyüten “Ana” veya<br />

“Ana Tengri” fikri ile ilişkilendirilebilir.<br />

En eski dönemlerden itibaren İslam öncesi Türk toplulukları,<br />

kemeri ve kemer tokasını icat eden bir millet olarak bu<br />

ornamentation. “Altun” (gold), “bogmak” (necklace, brides’<br />

necklace), “bakan” (ring, buckle), “bakan altun” (golden<br />

ring), “bilezük” (bracelet), “yincü, yünçü or yinçü” (pearl),<br />

“kepek yinçü” (small pearl), “kılide” (necklace), “kimsen”<br />

(gold scraps used to garnish headwear and “kavuks”), “kur”<br />

(waist cloth, belt), “monçuk” (beads, precious stones used<br />

for ornamentation), “ökmek” (rings made out of gold and<br />

silver which women put on their wears), “tuş” (gold or silver<br />

buckles put on belt straps head), “yüzük” (ring worn on<br />

a finger) are all examples of such words mentioned in the<br />

book which are about ornamentation and accessories. The<br />

abundance of such words shows how important ornamentation<br />

was to the Turks. Especially abundance of the words<br />

about female ornamentation and dressing might be related<br />

to the subconscious matriarchal background in which<br />

carries the belief of “Ana” (mother) or “Ana Tengri” (mother<br />

god) that gives birth, reproduces, protects and raise.<br />

Beginning from the most ancient times, the pre-Islamic<br />

Turkic populations have assigned many tangible and intangible<br />

meanings to the belt and belt buckle, an accessory<br />

which they invented, by shaping them in different forms<br />

(Baykuzu, 2013:221). Among ancient Turks the term “belbağı”<br />

(waist cloth) was used to define belt or waist cloth,<br />

while the term “kuşak” was derived from the word “kursak”,<br />

which itself is derived from the word “kur-la-mak” meaning<br />

“tying, bracing”. Pre-Islamic Turks used the word “kur”<br />

to define the belt. Especially sovereigns used belts named<br />

“kur kursak” whic were ornamented, inlaid and glamorized<br />

with precious stones (Ögel, 1991:73-74). In Oghuz Khan<br />

Saga the symbol for Khanate was “Altunlug bel bağı” (Golden<br />

waist cloth). For Genghis Khan it was a golden waist cloth<br />

made out of fabric and silk (Ögel, 1991:364).<br />

Türkmen brides living in Demircidere village, Kozak, Bergama<br />

and Bayramiç, Çanakkale and “Tahtacılar” living in<br />

Koşuburnu village use a waist cloth symbolising “Fatma Ana


aksesuara, giysi tamamlayıcı olmanın dışında onu çeşitli<br />

formlara sokarak birçok maddi ve manevi fonksiyon da yüklemişlerdir<br />

(Baykuzu, 2013:221). Eski Türklerde “belbağı”<br />

terimi kemer ya da kuşağı ifade etmek için, kuşak kelimesi<br />

ise “kurşak” kelimesinden, “bağlamak, kuşaklamak” anlamına<br />

gelen “kur-la-mak” fiilinden gelmektedir. İslam öncesi<br />

dönemde eski Türkler kemere “kur”adını vermişlerdir. Özellikle<br />

hükümdarın taktığı, süslü, işlemeli, değerli taşlarla bezenmiş<br />

altından yapılmış “kur kurşak” adı verilen kemerlerikullanmışlardır<br />

(Ögel, 1991:73-74). Oğuz Kağan destanında<br />

kağanlık sembolü “Altunlug bel bağı”dır. Cengiz Han’da bu,<br />

bez veya ipek üzerine yapılmış altın bir kuşak olarak kullanılmıştır<br />

(Ögel 1991: 364).<br />

Bergama Kozak’ta yaşayan Demircidere köyü ile Çanakkale-<br />

Bayramiç’te ve Koşuburnu köylerinde yaşayan “Tahtacılar”<br />

olarak bilinen Türkmengelinlerin bellerine kuşatılan kuşaklar<br />

“Fatma ana kuşağını” simgeler. Kuşak ve kemerler, soy<br />

anlamının temsilcisidir. Yüzyıllar boyunca, gelinin gideceği<br />

gün kızlarına babaları tarafından uygulanan “kuşak kuşatma”<br />

riti ile kuşatılan bu kuşağın tılsımlı varlığına inanılmıştır<br />

(Sürür, 1983: 233).Anadolu’nun bazı bölgesinde çok yaygın<br />

biçimde sürdürülen ve baba vaya erkek kardeş tarafından<br />

uygulanan “kuşak kuşatma riti” bir şalı gelinin başından üç<br />

defa geçirdikten sonra gelinin beline bağlayarak kuşatmaktır.<br />

Kuşak kuşatma riti Kırgızlarda kalın anlaşmasından sonra<br />

kız babasının damadın boynuna bir şal sarması ile yapılır.<br />

Bu baba hukukunun babadan kocaya geçtiği anlamını<br />

taşımaktadır. Aynı gelenek Çin Türkistan’ında da yapılan bir<br />

Kuşağı” (Mother Fatmas’ Waist Cloth). Waist clothes and<br />

belts are representatives of ancestral meaning. It is believed<br />

that the waist cloth wrapped around brides’ waist before living<br />

his fathers house with the “kuşak kuşatma” (waist cloth<br />

wrapping) ritual is talismanic (Sürür, 1983:233). In some<br />

parts of Anatolia this ritual is carried out by the brother of<br />

the father with a “kuşak kuşatma” (waist cloth wrapping)<br />

ritual by spinning a scarf around brides head for three times<br />

and than wrapping around her waist. Among Kirghiz this<br />

ritual is carried out by the brides’ father wrapping a scarf<br />

around grooms neck That means the fathership rights are<br />

passed to the husband from then on. Same ritual can also<br />

be observed in Chinese Turkistan (Erdentuğ, 1974:259).<br />

Ancient Turks and Mongols compares the sun with its life<br />

giving power to a god. With the thought that life is unimaginable<br />

without the energy and effects of the sun, they<br />

reflected the values of the sun their object designs. Turks<br />

use symbols representing the sun in a variety of objects,<br />

beginning with ornaments for women (like earrings, necklaces,<br />

buckles etc.) (Asanova, 2014:29). In a study on the<br />

Caucasion Dressing Ayter (2008:420) defines the use of<br />

belt as “At the last moment when the young girl would leave<br />

her fathers house as a bride, her father wraps a precious<br />

“kemer” (belt) that was built by the most skilled craftsman.<br />

When he says his last farewells he gives advices “My daughter,<br />

you’ll not untie this belt no other than when you are with<br />

your husband. You’ll watch your hand, tongue and belly in<br />

the house that you are joining. You’ll protect our families<br />

Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />

207<br />

Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri


Common Heritage<br />

208<br />

Ortak Miras<br />

gelenektir (Erdentuğ, 1974 : 259).<br />

Eski Türk ve Moğollar hayat gücüne sahip olan Güneşi<br />

tanrıya benzetmişlerdir. Güneş enerjisinin ve etkisinin olmadığı<br />

bir hayatın düşünülemez olduğundan hareketle<br />

güneşe ait değerleri kullandıkları eşyaların tasarımlarına<br />

yansıtmışlardır. Türklerin Güneşi sembolize eden işaretleri<br />

çok sayıda eşyadave özelliklekadınların takılarında ( küpe,<br />

kolye, kemer tokasıvb.) kullanıldığı bilinmektedir (Asanova,<br />

2014:29).Ayter’in (2008:420)Kafkas giysileri ile ilgili<br />

yapmış olduğu çalışmasında kemer kullanımının önemini<br />

şu şekilde vurgulamıştır. “Gelin olan genç kız son kez baba<br />

ocağından çıkarken babası, en namlı ustalara yaptırdığı nadide<br />

“kemeri” kızının beline bağlar ve onu uğurlarken “Kızım<br />

bu kemeri eşinden başka kimsenin yanında çözmeyeceksin.<br />

Gittiğin ocakta eline – diline – beline hâkim olacaksın. Baba<br />

ocağının onurunu koruyacak, bizim yüzümüzü ağartacaksın.<br />

Yolun ve bahtın açık olsun” diye nasihat uğurlar. Çünkü kadın<br />

süslenmesinde kemer bir karakterin, bir namus ve iffet<br />

duygusunun sembolüdür”<br />

Başkurdistan’da yaşayan Başkurtların Milli kıyafetlerindetakıların<br />

çeşitli metallerden yapılabildiği gibi mercan,<br />

kumaş vb. malzemelerden de yapılabilmektedir. Giysilerde<br />

ayrı takı veya giysiye monte edilmiş metal plakaların, sikkelerin<br />

ve mercanların yaygın kullanımı, son bin yılın halk<br />

sanatı kültürünün önemli bir özelliği olmuştur. Bu özellik ilk<br />

önce Güney Başkurdistan, Orenburg ve Volga bozkırlarına,<br />

Çelyabinsk ve Kurgan Ural ötesi bölgelerde yaşayan halkın<br />

honour and make us proud. May god speed speed and have<br />

a good luck!”. That’s because the belt is the symbol of the<br />

emotions of character, honor and chastity.”<br />

Ornaments in Bashkird national clothes can be produced<br />

out of various metals, as well as corals, cloth and others.<br />

The wide spread use of metal plates, coins and corals as<br />

separate ornaments attached to the clothes is an important<br />

aspect of the folk culture of the last millennium. This aspect<br />

is also reveals the common characteristics of South Bashkirdistan,<br />

Orenburg and Volga steppes, Chelyabinsk and<br />

people living beyond Kurgan Ural region. Silver and corals,<br />

sometimes with embroidery is not only a part of external<br />

wear but widely used in hat and shoe production as well as<br />

earrings, necklace, belt, apron and bracelet design. They<br />

also used “muska”s (amulets) made out of clothes to protect<br />

the wearer from evil spirits, evil eye and other misfortunes<br />

(Zherlitsyna, 2014:64). “Muska” and similarly shaped<br />

elements have the same function in most parts of Anatolia<br />

as they are used either as an ornament or as an element of<br />

the dressing.<br />

The marriage of a women is defined with the term “baş<br />

bağlamak” (tying head scarf) in Nogay Turks just like<br />

among Anatolian Turks. Both girls and boys wear “alka”,<br />

“toga” named noserings starting from early ages. “Toga”s<br />

is an ornament used for “beşik kertmesi” (betrohted in cradle)<br />

among Nogays. And they wear “halhal” (foot bracelet)<br />

(Kalafat, 2016:115). Ornaments produced using different


<strong>ortak</strong> karakteristik özelliklerini ortaya koyacak niteliktedir.<br />

Gümüş ve mercan, bazen nakış ile birleştirilmiş, sadece dış<br />

giyim tasarımında değil şapka ve ayakkabı yapımında da ve<br />

küpe, kolye, kemer, önlük, bilezik gibi pek çok aksesuarda<br />

kullanılmıştır. Ayrıca kumaşlardan yapılan Muskaları da kötü<br />

ruhlardan, nazardan ve diğer talihsizliklerden korunacağına<br />

inancıyla giysileri üzerinde kullanmışlardır(Zherlıtsyna,<br />

2014:64). Muska ve muska şeklinde biçimlendiriliş unsurlar<br />

Anadolu’nun pek çok yerinde aynı düşünce ile kullanılan<br />

gerek takı gerekse giysiye iliştirilen bir parça olarak kullanılmaktadır.<br />

Nogay Türklerinde Anadolu da ki Türklerin kültüründe olduğu<br />

gibi kadının evliliği baş bağlama ile ifade edilir. Kızlar<br />

ve erkek çocuklar genç yaşlarından itibaren burunlarına<br />

“alka”,“toga” adı verilen takılar takmışlardır. Togalar Nogaylardabeşik<br />

kertmesi için kullanılan bir takıdır. Ayrıca ayağa<br />

halhal da takılmaktadır (Kalafat, 2016:115).Giysi üzerinde<br />

farklı malzemeler kullanılarak yapılan süslemelere tüm Türk<br />

halklarında rastlamak mümkündür. Bu süsleme çeşitleri<br />

kullanılan malzemelerin yansıttığı mesajlar <strong>ortak</strong> olabildiği<br />

gibi, yöresel kültüre bağlı olarak farklılık gösterebilmektedir.<br />

Örneğin nazardan korunma, bolluk, bereket, zenginlik gibi<br />

mesajları ileten malzeme ve semboller <strong>ortak</strong> olabilmesine<br />

rağmen, statü ve duygusal mesajlar yüklenmiş süsleme<br />

malzemeleri yörelere göre değişebilmektedir (Koç ve Koca,<br />

2016259).Türk toplumlarında zenginliğin, gücün, asaletin,<br />

statü farklılığının, milliyetin simgesi olarak kullanılan metal,<br />

metal içerikli veya değerli taşlı takı ve aksesuarların yanı sıra<br />

inanç ve kültüre dayalı özelliklerle biçimlendirilmiş farklı<br />

malzemelerin kullanımı da yaygındır. Erat (2008:123) takı<br />

kültürü ve nazarlıklara ilişkin yapmış olduğu çalışmasında<br />

“Şaman inancını kullanmış olan anaerkil toplumda “Tohumun”<br />

üreme ve neslin sürdürülmesi amacıyla korunduğunu<br />

ve ona ilahi bir değer verildiğini belirtmiştir. Tohum varlığının<br />

yok edilmemesi gerekliliğini ön plana çıkartmak ve<br />

neslin koruyuculuğunu savunmak amacıyla bir çok tohum<br />

türünün Türk toplumlarında takı olarak kullanıldığını belirtmiştir.<br />

Anadolu’nun Muğla, Mersin, Adana, Aydın vb. pek çok bölgesinde<br />

yaşayan gelenekli toplumlarında tohumlardan kolye,<br />

bilezik vb. takılar yapma geleneği halen sürdürülmektedir.<br />

İğde, Çitlenbik, çörek otu, Üzerlik, Badem, Karanfil, Çam<br />

Kozağı, Buğday Meşe Kozağı (mazı) , Hurma çekirdeği, Baklagiller<br />

yabani ve aşılı erik çekirdekleri, Tepsi tohumları, Acı<br />

badem, Kızılcık çekirdeği, Çam Fıstığı çekirdeği, Akasya tohumu,<br />

Mısır tohumu gibi bitkisel malzemeler ile Kuş tüyleri,<br />

salyangoz kabukları, tazı boncuğu, bazı hayvanların derileri<br />

veya kemikleri, deniz hayvanları ve kabukları vb. hayvansal<br />

malzemeler, değerli ve yarı değerli taşlar ile biçimlendirilmiş<br />

boncuklar, kumaş parçaları tekstilden yapılmış bazı obmaterials<br />

are widely used by Turkic populations in their<br />

dressings. These ornaments with different materials may<br />

carry common messages with other people, as well as having<br />

some local cultural elements. For instance protection<br />

from evil eye, wealth, plentitude, abundancy are among<br />

those common messages where as social status and some<br />

other emotions might be designated to those ornaments<br />

and the materials used to represent these meanings (Koç<br />

ve Koca, 2016259). Metal and precious stones and accessories<br />

represent wealthiness, power, nobility, social status<br />

and nationality while other materials is widely used to represent<br />

faith and cultural aspects. Erat (2008:123) indicates<br />

that “within populations using Shamanist belief “tohum”<br />

(seed) is protected and cherished as a divine value in her<br />

study about ornament culture and “nazarlık” evil eye accessories.<br />

She mentions that seeds features the necessity of<br />

not destroying existence and protecting the generation and<br />

therefore used as ornaments among Turkic populations.<br />

In Muğla, Mersin, Adana, Aydın and many other regions of<br />

Anatiola using seeds in ornaments like necklaces, bracelets<br />

etc. is continued as tradition. “İğde” (elaeagnus), “çitlenbik”<br />

(hackberry), “çörek otu” (black cumin), “üzerlik” (harmal<br />

seed), “badem” (almond), “karanfil” (clove), “çam kozalağı”<br />

(pine cone), “buğday” (wheat), “meşe kozağı (mazı)” (arbor<br />

vitae), “hurma çekirdeği” (date stones), “baklagiller” (leguminosae),<br />

wild and grafted plum, tepsi seed, “acı badem”<br />

(bitter almond), “kızılcık çekirdeği” (cranberry seed), “çam<br />

fıstığı çekirdeği” (pine kernel seed), “Akasya tohumu” (acacia<br />

seed), “mısır tohumu” (corn seed) and similar herbal<br />

materials and bird feathers, agate shells, “tazı boncuğu” (a<br />

kind of sea shell), leathers and bones of some animals, sea<br />

animals and their shells and similar animal materials, precious<br />

and semi-precious stones and wrought beads, textile<br />

pieces and objects made out of textiles and other materials<br />

are known to be used for ornamentation.<br />

People living in Sakha Yakut Federation has developed a<br />

unique “animal” style in their ornaments which is a product<br />

of their nomadic life style, natural events, dreams of<br />

wild world, their unique universe with their religious and<br />

spirituality. Scythian ornaments are generally made out of<br />

gold using Deer, wolf, “pars” (leopard), boar and similar wild<br />

animals as their patterns. Saha Yakut respect for the “Altın<br />

Tanrı” (God of Gold) represents belief, divine fire, nature of<br />

light and the amount of gold in a persons grave is a safeguard<br />

for that persons soul to reach the sky and the god. In<br />

Turks, “Umay (Imay)” (the wife of “Tengri” (God)) is accepted<br />

as the protecter of the children and the women. Scythian<br />

Nobles have “Tabiti” as their protector, while Saha-Yakut<br />

generations have “Ayıısıt”, and Altay, Hakas and other Turks<br />

have “Umay” as their protectors and the protector of the<br />

Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />

209<br />

Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri


Common Heritage<br />

210<br />

Ortak Miras<br />

jeler vb. giysilerde takı ve süsleme amaçlı olarak kullanıldığı<br />

bilinmektedir.<br />

Saha Yakut federasyonunda yaşayan halkların kullandıkları<br />

takıların göçebe yaşam tarzı, doğa olayların, yabani dünyaların<br />

ilhamı, özgün evren, din ve ruhsal görüşleriyle birleştiğinde<br />

özel bir “hayvan” tarzının geliştirildiği görülür. Geyik,<br />

kurt, pars ve yabandomuzu gibi hayvan motiflerini kullanarak“İskit<br />

hayvan” tarzındaki takılargenellikle altından yapılır.<br />

Saha Yakutta kullanılan altın tanrıya saygı, inanç, ilahi<br />

ateşin, ışık doğasını sembolize eder ve ayrıca mezarında<br />

altının çok olması ölen kişinin ruhunun göğe yani Tanrıya<br />

ulaşma garantisi olarak sunulmuştur. Türklerde, Tengri’nin<br />

eşi Umay (Imay) saygıdeğer özellikle kadın ilahinin, çocukların<br />

ve annelerin koruyucusu sayılır. Saka-İskit kraliyet<br />

soylarının Tabiti koruyucusu, Saha – Yakut soylarının koruyucusu<br />

Ayıısıt, Altay, Hakas ve diğer Türklerin koruyucusu<br />

Umay ve ocağın koruyucusu Uma (Parvati) eski kültürel ve<br />

etno-genetik bağlantılara sahiptir ve takılarında kullanılan<br />

motiflerde benzerliklerin olması kaçınılmazdır ( Federova,<br />

2014:50).<br />

2.5. Ayakkabı ve Çizmeler<br />

Türk toplumlarında ayakkabılar çok çeşitlidir. Çeşitlenmesinin<br />

en önemli sebeplerinden birisi malzeme bir diğeri ise<br />

kullanım amacıdır. Biçimlendirilmesinde doğa koşulları,<br />

yaşam şartları, ekonomik durum ve toplumun estetik değerleri<br />

etkili olmuştur. Divanü Lügatit Türk’te ayakkabılar<br />

ile ilgili büküm etük (kadın pabucu), ve oguk (çizme),<br />

etik- etük (pabuç,, mest, edik), oldan- uldan (pabucun altı<br />

tabanı, mestin alt yanı), başak- başmak (pabuç) kelimeleri<br />

mevcuttur. Ögel (1991:115) Kullanım özelliklerine göre<br />

edik, başmak, çedik,sokman, oguk (çizme), gibi isimlerin<br />

Orta Asya ve Anadoluda aykkabılar için kullanılan sözcükler<br />

olduğunu belirtmiştir. Dedekorkut hikayelerinde geçen<br />

“edüginünkoncuna soktı” cümlesinde geçen konç teriminin<br />

Çuvaşlara kadar dayandığını vurgulamıştır. Türk tarihinde<br />

Anadolu’daki Türklerin “sarı çizme” kullandıklarını ve batılı<br />

kaynaklarda “sarı çizme giymek” deyişinin Türkçede, “dünyada<br />

en üst mertebeye erişmek”anlamında kullanıldığını<br />

belirtmiştir. Ayrıca kullanılan çizmelerin deri ve keçeden<br />

yapıldığını özellikle keçe çizmelerin dünyaya Türk toplumlarından<br />

yayıldığını belirtmiştir.<br />

Banzragch (2014;40) göçebe giyim kültürü ile ilgili çalışmasında<br />

Moğolların Rusya’nın egemenliğinin altına girmesi<br />

ile bazı Moğol giysi ve aksesuarlarının isimlerinin Rus<br />

diline geçtiğini bildirmiştir. Burada bahsi geçen kelimelerin<br />

arasında terlik (terleg) kelimesinden bahsetmektedir. Terlik<br />

terimi günümüzde aynı şekilde Anadolu’da Türkçe kelimeler<br />

arasına girmiş ve aynı şekilde kullanılan bir terimdir.<br />

Zherlıtsyna (2014:64) Başkurdistan’da ХIХ yüzyılında yerel<br />

“ocak” (family) “Uma” (Parvati) have ancient cultural and<br />

ethno-genetic relations between different Turkic people.<br />

In that regard it is usual to have similarities between the<br />

pattterns ( Federova, 2014:50).<br />

2.5. Shoes and Boots<br />

Turkic populations have many kinds of shoes. One of the<br />

reason for its diversification is materials used and another<br />

one is the intend of use. It is also related to natural conditions,<br />

living conditions, economical status and aesthetical<br />

values of populations. In DivanülLügatit Türk names used<br />

for shoes can be listed as “büküm etük” (woman shoe), oguk<br />

(boot), etik-etük (shoe, leather socks, “edik”), oldan-uldan<br />

(shoe tread, lower side of leather socks), başak-başmak<br />

(shoe). Ögel (1991:115) indicates that according their intend<br />

of use words like “edik”, “başmak”, “çedik”, “sokman”, “oguk”<br />

(boot) are used both in Central Asia and Anatolia.<br />

He mentions that the term “konç”used in the sentence<br />

“Edüginün koncuna soktı” in Dede Korkut stories goes back<br />

to the Cuvash people. In Turkish history Anatolian Turks are<br />

known to wear “sarı çizme” (yellow boots) and in Western<br />

sources the term “sarı çizme giymek” (wearing yellow boots)<br />

meant to reach the highest position on earth in Turkish.<br />

Ögel also indicates that the boots were made out of leather<br />

and felt which was introduced to other populations by the<br />

Turkic people.<br />

Banzragch (2014:40) refers that with the capturing of Russia<br />

by the Mongals, many Mongolian dressing and ornamentation<br />

names have passed to the Russian language.<br />

One of the words he mentions is “terlik - terleg” (slipper).<br />

“Terlik” is still used in Anatolia and is a part of contemporary<br />

Turkish. Zherlitsyna (2014:64) speaks of “pabuç”, “galoş”<br />

and “çizme” named shoes processed and produced by local<br />

shoemakers in the XIX century Bashkirdistan. She also mentions<br />

the production of shoes with merging “çuha” (broadcloth),<br />

goat wool and homemade canvas by the Bashkirds.<br />

The Northern and Siberian populations use “rovdugadan”<br />

(deer leather) in the summer and “patik” (bootees) made<br />

out of deer leather in the weather. The most common shoe<br />

type is called “unta” in the Evenk language. Both “rovdugadan”<br />

and deer leather shoes known to be protective under<br />

the most extreme weather situations (Roza Khaltueva,<br />

2014:90). The names used for the most common types of<br />

shoes used in Anatolia are “çarık”, “başmak” and “yemeni”.<br />

“Yemeni” is a rough shoe made out of “sahtiyan” (shagreen)<br />

in which toes and upper part of the foot is visible, with heels.<br />

Yüce (2003:323-325) indicates that “yemeni” is mostly<br />

used by women and have various types like plain yemeni,<br />

buckled yemeni and rose yemeni. He also mentions that ye-


kunduracılar tarafından işlenmiş at ve inek derilerinden yapılan<br />

“pabuç”, “galoş” ve “çizme” adı verilen ayakkabıların<br />

varlığından bahseder. Ayrıca Başkurtların deriyi çuha, keçi<br />

yünü veya ev yapımı tuval ile birleştirilerek ayakkabılar yaptıklarından<br />

da bahsetmiştir.<br />

Kuzey ve Sibirya halklarında ise ayakkabı olarak, yazın rovdugadan<br />

(geyik derisi) kışın ise geyik kürkünden yapılan<br />

patikler kullanılmaktadır. En yaygın ayakkabı türü Evenk dilinde<br />

“unta” adı ile bilinen ayakkabılardır. yazın rovdugadan<br />

kışın ise geyik kürkünden yapılan ayakkabılar en Zor iklim<br />

şartlarında bile koruyucu bir özelliğe sahiptir (Roza Khaltueva,<br />

2014:90). Anadolu’da en çok kullanılan ayakkabı türleri<br />

arasında çarık, başmak ve yemeni terimleri geçmektedir.<br />

Yemeni sahtiyandan yapılan, üstü ayak parmakları ve incik<br />

kemiği görünecek kadar açık, ökçeli ve kaba bir ayakkabıdır.<br />

Başmak ise üstü yemeniye göre daha kapalı, burnu küt<br />

ve yuvarlak, arka kısmı sert bir ayakkabı olarak tanımlanır.<br />

Yüce (2003: 323-325), Yemeninin en çok kadınların giydiği<br />

bir ayakkabı türleri olduğunu bunların düz yemeni, tokalı<br />

yemeni veya güllü yemeni denen türlerinin olduğundan<br />

da bahsetmektedir. Aynı zamanda yemeninin ökçeli olması,<br />

yürürken ayağın kaymamasına yardımcı olacağı için pek çok<br />

kimse tarafından tercih edildiğini de anlatır.<br />

Nogayların kullandıkları “dırık” adı verilen ayakkabılar Anadolu’da<br />

kullanılan çarığın yapı ve malzemesi ile benzerlik<br />

göstermektedir. Bu çarıklara Anadolu ve Kafkasya halklarının<br />

<strong>ortak</strong> bir giysi kültürü geliştirerek kullandıkları bir parça<br />

meni is highly preferred due to its antislipperiness with the<br />

help of its heels.<br />

“Dırık” a Nogay shoe has similarities in shape and materials<br />

with the Anatolian “çarık”. “Çarık” is a common dressing<br />

culture between Anatolian and Caucasian populations. In<br />

the winter red and yellow coloured “mests” (leather socks)<br />

named “şebey” are used and they are garmented with gold<br />

and silver. Nogay women also use bootees called “uyuk”<br />

made out of leather and wool as well as “şorap” named<br />

footwear. Another footwear that the Türkmen women use is<br />

“dizlik” (breeches). They are weaved from wool with a narrow<br />

lower part than the upper part and worn from calves to<br />

the ankles (Kalafat, 2016:112). Bootees similar to the “uyuk”<br />

weaved from wool and hardened with leather or felt are<br />

also produced in some parts of Anatolia such as Kars and<br />

also by Bulgarian Turks.<br />

3. CONCLUSION<br />

Despite their Asian and Eastern cultural background, Turks<br />

have always faced towards West, interacting with Western<br />

life style and cultures in various periods of history and became<br />

two different worlds and notions that came across<br />

with them in terms of world view, artistic understanding,<br />

culture, technics, social institutions and institutionalisation<br />

styles and social connections. Cultural interaction between<br />

civilisations have always been the driving force for the development<br />

of mankind. Civilisation has its roots in the Turkic<br />

Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />

211<br />

Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri


Common Heritage<br />

212<br />

Ortak Miras<br />

olduğunu söylemek mümkündür. Kışın “Şebey” adı verilen<br />

kırmızı ve sarı renkli mestler kullanılır ve üzeri gümüş ve altınla<br />

işlenir. Nogaylarda kadınlar yün ve deriden hazırlanan<br />

“Uyuk”adı verilen patikleri “şorap” adı verilen ayak giysilerini<br />

de kullanırlar. Türkmen kadınlarının kullandığı bir diğer<br />

ayak giysisi de dizliklerdir. Renkli yünlerden örülen alt kısmı<br />

dar üst kısmı geniş, baldırlardan bileklere kadar giyilerek<br />

kullanılırlar (Kalafat, 2016:112).Yünden dokunarak yapılan,<br />

altlarına deri veya keçeden altlıklar geçirilen uyukların benzeri<br />

patikler Anadolu’nun bazı bölgelerinde de yapılmaktadır.<br />

Karsa’ta, Bulgaristan Türklerinde yapılan uygulamalar<br />

buna örnek olarak verilebilir.<br />

3. SONUÇ<br />

Türk toplumları için doğu kültürü temel alınmasına rağmen<br />

yüzünü hep batıya doğru yöneltmiş batı yaşayışı ve kültüründen<br />

farklı dönemlerde etkileşime girerek dünya görüşü,<br />

sanat anlayışı, kültürü, tekniği, sosyal kurum ve kurumsallaşma<br />

biçimleri sosyal ilişkileri, ile karşı karşıya gelen iki<br />

dünya ve iki kavramdır. En eski çağlardan itibaren medeniyet<br />

ve kültür alışverişinin insanlığın gelişmesinde önemli<br />

rolü olmuştur. Medeniyetin kökleri Türklerin yaşadıkları ve<br />

anavatanları olan Orta Asya’ya kadar dayanmaktadır.<br />

Türk topluluklarının kültürel, etnik, inanç sistemine bağlı<br />

olarak gelişmiş değerlerinde kendine özgü özellikleri bulunmaktadır.<br />

Atayurt’ta kullanılan ve eskiye dayanan bazı<br />

unsurların, oluşturulduğu bölgelerden binlerce kilometre<br />

uzakta yaşayan diğer halklar arasında da biliniyor ve kullanılıyor<br />

olması Ortak kültürün varlığı ile açıklanabilir. Türk<br />

kökenli Avrasya halklarına özgü birçok sanat unsurunda olduğu<br />

gibi giysi biçimlerinde, giysileri kullanım şekillerinde<br />

ve özellikle malzeme ile süsleme özelliklerinde <strong>ortak</strong> olabileceğini<br />

düşündüğümüz ip uçları ile karşılaşabiliriz.Yüksek<br />

teknoloji olgularının etrafımızı sardığı bir dünyada yaşarken<br />

atalarımıza ve <strong>ortak</strong> kültürümüzün paydalarına ve sanata<br />

değerlerine sahip çıkmak gün geçtikçe daha da önem kazanmaktadır.<br />

KAYNAKÇA<br />

• Adamova,A.T. L.T. Güzalyan İ, 1985, Miniatyuri Rukopisi Poemi “Shahname<br />

1333 Goda., Leningrad: “İskusstvo”<br />

• Alexander Kotozhekov, 2014, “Hakas Kadın Kıyafetlerindeki Dünya<br />

Motifleri”, Türk Dünyası Kadın Türk Dünyasında Moda Eğitimi Paneli,<br />

Eskişehir Valiliği Eskişehir 2013 TDKB Ajansı Eskişehir Kültür Başkenti<br />

Etkinlikleri, Panel Bildirileri, 5-6 Mayıs 2014, Eskişehir, 36-39<br />

• Altınkaynak, Erdoğan, 2006, Tozlu Zaman Perdesinde Kırım Karayları,<br />

Haarlem, Türkistan ve Azerbaycan Araştırma Merkezi.<br />

• Araz Nezihe, 1956, Yayla Sırları, Hayat Dergisi, (1 Haziran 1956), No 9<br />

• Asanova, Balnur, 2014, “Tasarımcıların İlham Kaynağı Olan Kültürel Öğeler”,<br />

Türk Dünyası Kadın Türk Dünyasında Moda Eğitimi Paneli, Eskişehir Valiliği<br />

Eskişehir 2013 TDKB Ajansı Eskişehir Kültür Başkenti Etkinlikleri Panel<br />

Bildirileri, 5-6 Mayıs 2014, Eskişehir, 28-31<br />

• Aydemir, Adem, 2013, “Türk Dünyasında Bazı Düğün Terimleri ve ‘Al Duvak’<br />

Geleneği Üzerine”, Turkish Studies - International Periodical For The<br />

Languages, Literature And History Of Turkish Or Turkic, 8 (9), 619-655,<br />

mother land of Central Asia.<br />

Turkic populations have unique characteristics in their values<br />

which are a result of their cultural, ethnic and spiritual<br />

background. The usage of some of the elements of “atayurt”<br />

(fatherland) with a historical background, known and being<br />

used by the people living thousands of kilometres away<br />

is an indication for a common culture. Like in other artistic<br />

elements, we can see clues of such a common culture<br />

also in the dressing styles, the functions of the dresses and<br />

especially materials they are made of and common ornamentation<br />

practices. In a world that surrounds us with high<br />

tech elements, it is becoming much more important that we<br />

protect and look after our common cultural and artistic heritage<br />

with each day.<br />

LITERATURE<br />

• Adamova,A.T. L.T. Güzalyan İ, 1985, MiniatyuriRukopisiPoemi “Shahname<br />

1333 Goda., Leningrad: “İskusstvo”<br />

• Alexander Kotozhekov, 2014, “Hakas Kadın Kıyafetlerindeki Dünya<br />

Motifleri”, Türk Dünyası Kadın Türk Dünyasında Moda Eğitimi Paneli,<br />

Eskişehir Valiliği Eskişehir 2013 TDKB Ajansı Eskişehir Kültür Başkenti<br />

Etkinlikleri, Panel Bildirileri, 5-6 Mayıs 2014, Eskişehir, 36-39<br />

• Altınkaynak, Erdoğan, 2006, Tozlu Zaman Perdesinde Kırım<br />

Karayları,Haarlem, Türkistan ve Azerbaycan Araştırma Merkezi.<br />

• Araz Nezihe, 1956, Yayla Sırları, Hayat Dergisi, (1 Haziran 1956), No 9<br />

• Asanova, Balnur, 2014, “Tasarımcıların İlham Kaynağı Olan Kültürel Öğeler”,<br />

Türk Dünyası Kadın Türk Dünyasında Moda Eğitimi Paneli, Eskişehir Valiliği<br />

Eskişehir 2013 TDKB Ajansı Eskişehir Kültür Başkenti Etkinlikleri Panel<br />

Bildirileri, 5-6 Mayıs 2014, Eskişehir, 28-31<br />

• Aydemir, Adem, 2013, “Türk Dünyasında Bazı Düğün Terimleri<br />

ve ‘Al Duvak’ Geleneği Üzerine”, TurkishStudies - International<br />

PeriodicalForTheLanguages, LiteratureAndHistory Of TurkishOrTurkic, 8<br />

(9), 619-655,<br />

• Ayter, Adli, 2008, Kafkas Yöresi Giyim Kuşamında Süslenme (Tarihsel<br />

Takı Yapım Geleneği ve Maden İşleme Merkezi), MOTİF Dergisi, Halk<br />

Kültürü’nde Giyim - Kuşam ve Süslenme Uluslararası Sempozyumu<br />

Bildirileri, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Yayınları: 420-422<br />

• Banzragch, Suvd, 2014, “Moğol Giyiminin Veya Göçebe Giyim Kültürünün<br />

Yayılması” Türk Dünyasında Moda Eğitimi Paneli, Eskişehir Valiliği Eskişehir<br />

2013 Tdkb Ajansı Eskişehir Kültür Başkenti Etkinlikleri, Panel Bildirisi, 5-6<br />

Mayıs, Eskişehir, 42-45<br />

• Bayat, Fuzuli, 1993, Oğuz Epik En’enesi ve Oğuz Kağan Dastanı, Sabah:<br />

Azerbaycan ElmlerAkademiyası<br />

• Baykuzu, Tilla Deniz, 2013, “İslam Öncesi Orta Asya Türklerinde Kur ve<br />

Kurluk”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, 53, (1<br />

), 221-250.<br />

• Bayraktar, Nesrin, 2005,“Kavram ve Anlam Boyutunda Al, Kırmızı ve Kızıl”,<br />

International Journal of Central AsianStudies (Prof. Dr. Mustafa Canpolat<br />

Armağanı), 10 (1), 145-165.<br />

• Chaliand, Gerard, 2001, Göçebe İmparatorluklar,(Çev. Engin Sunar), Doğan<br />

Kitap, İstanbul.<br />

• CharlotteJirousek, 2004, OttomanInfluences in Western Dress,<br />

FromOttomanCostumes: FromTextileto Identity. (Ed.S. Faroqhi ve C.<br />

Neumann), Eren Yayınevi: Istanbul.<br />

• Drury,,Nevill, 1996, Şamanizm, Şamanlığın Öğeleri, (çev. Erkan Şimşek),<br />

Okyanus Yayınları, İstanbul.<br />

• Durham, Deborah, 2008, “Giysi, Kimlik ve Demoktatik Özne: Demokratik<br />

Botswana’da Etnik Giysi”, Sosyoloji Dergisi,(Çev. Pelin Önder Erol), (19)<br />

121-141.<br />

• Eberhard, Wolfram 2002, (1945), “Eski Çin Kültürü ve Türkler”, Türkler, (Çev.<br />

İkbal Berk), Yeni Türkiye Yayınları, Ankara: (1), 533-539.<br />

• Erat, Filiz, 2008, “Sarıkız Coğrafyası Türkmenlerinde Takı Kültürü ve<br />

Nazarlık”, MOTİF Dergisi, Halk Kültürü’nde Giyim - Kuşam ve Süslenme<br />

Uluslararası Sempozyumu Bildirileri, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi<br />

Yayınları (146) 122-128.<br />

• Erdentuğ, Nermin, 1974, “Türkiye’nin Karadeniz Bölgesi Görenekleri<br />

ve Törelerinin Etnolojik İncelenmesi II.” Antropoloji Dergisi, Ankara<br />

Üniversitesi, DTCF yayınları, (6) 231-266.


• Ayter, Adli, 2008, Kafkas Yöresi Giyim Kuşamında Süslenme (Tarihsel<br />

Takı Yapım Geleneği ve Maden İşleme Merkezi), MOTİF Dergisi, Halk<br />

Kültürü’nde Giyim - Kuşam ve Süslenme Uluslararası Sempozyumu<br />

Bildirileri, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Yayınları: 420-422<br />

• Banzragch, Suvd, 2014, “Moğol Giyiminin Veya Göçebe Giyim Kültürünün<br />

Yayılması” Türk Dünyasında Moda Eğitimi Paneli, Eskişehir Valiliği Eskişehir<br />

2013 Tdkb Ajansı Eskişehir Kültür Başkenti Etkinlikleri, Panel Bildirisi, 5-6<br />

Mayıs, Eskişehir, 42-45<br />

• Bayat, Fuzuli, 1993, Oğuz Epik En’enesi ve Oğuz Kağan Dastanı, Sabah:<br />

Azerbaycan Elmler Akademiyası<br />

• Baykuzu, Tilla Deniz, 2013, “İslam Öncesi Orta Asya Türklerinde Kur ve<br />

Kurluk”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, 53, (1<br />

), 221-250.<br />

• Bayraktar, Nesrin, 2005,“Kavram ve Anlam Boyutunda Al, Kırmızı ve Kızıl”,<br />

International Journal of Central Asian Studies (Prof. Dr. Mustafa Canpolat<br />

Armağanı), 10 (1), 145-165.<br />

• Chaliand, Gerard, 2001, Göçebe İmparatorluklar,(Çev. Engin Sunar), Doğan<br />

Kitap, İstanbul.<br />

• Charlotte Jirousek, 2004, Ottoman Influences in Western Dress, From<br />

Ottoman Costumes: From Textile to Identity. (Ed.S. Faroqhi ve C. Neumann),<br />

Eren Yayınevi: Istanbul.<br />

• Drury,,Nevill, 1996, Şamanizm, Şamanlığın Öğeleri, (çev. Erkan Şimşek),<br />

Okyanus Yayınları, İstanbul.<br />

• Durham, Deborah, 2008, “Giysi, Kimlik ve Demoktatik Özne: Demokratik<br />

Botswana’da Etnik Giysi”, Sosyoloji Dergisi,(Çev. Pelin Önder Erol), (19)<br />

121-141.<br />

• Eberhard, Wolfram 2002, (1945), “Eski Çin Kültürü ve Türkler”, Türkler, (Çev.<br />

İkbal Berk), Yeni Türkiye Yayınları, Ankara: (1), 533-539.<br />

• Erat, Filiz, 2008, “Sarıkız Coğrafyası Türkmenlerinde Takı Kültürü ve<br />

Nazarlık”, MOTİF Dergisi, Halk Kültürü’nde Giyim - Kuşam ve Süslenme<br />

Uluslararası Sempozyumu Bildirileri, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi<br />

Yayınları (146) 122-128.<br />

• Erdentuğ, Nermin, 1974, “Türkiye’nin Karadeniz Bölgesi Görenekleri<br />

ve Törelerinin Etnolojik İncelenmesi II.” Antropoloji Dergisi, Ankara<br />

Üniversitesi, DTCF yayınları, (6) 231-266.<br />

• Eruz, Fulya, 1998, Selçuklular Dönemi Giyim Kuşam, Türk Dünyası Kültür<br />

Atlası, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı, İstanbul, (2), 196-208.<br />

• Esin, Emel, 1959, “Eurasıa Göçebelerinin Sanatının ve İslamiyet’ten Evvelki<br />

Türkistan Sanatının Türk Plastik ve Tersimi Sanatları Üzerindeki Bazı<br />

Tesirleri”, Milletlerarası Birinci Türk Sanatları Kongresi Bildirileri, Ankara<br />

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk ve İslam Sanatları Tarihi Enstitüsü, Türk<br />

Tarih Kurumu Basımevi, Ankara: 152-174<br />

• Esin, Emel, 2006, Türklerde Maddi Kültürün Oluşumu, Kabalcı Yayınları,<br />

İstanbul.<br />

• Federova, Lena, 2014, “Saha ve İskit Kadın Küpelerinin Tasarımlarında<br />

Kullanılan İşaretler” Türk Dünyası Kadın Türk Dünyasında Moda Eğitimi<br />

Paneli, Eskişehir Valiliği Eskişehir 2013 TDKB Ajansı Eskişehir Kültür<br />

Başkenti Etkinlikleri, Panel Bildirileri, 5-6 Mayıs 2014, Eskişehir, 50 -52<br />

• Flugel, John Carl, 1971, The Psychology Of Clothes, The International<br />

Psycho-Analytical Library : 18 London,<br />

• Genç, Reşat, 1997, Türk İnanışları ile Millî Geleneklerinde Renkler ve Sarı-<br />

Kırmızı-Yeşil, TDK Yay, .Ankara<br />

• Göle, Nilüfer, 1991, Modern Mahrem,Medeniyet ve Örtünme, Metis<br />

Yayınları, İstanbul.<br />

• Görgünay Kırzıoğlu, Neriman, 2001, Altaylar’dan Tunaboyu’na Türk<br />

Dünyası’nda Ortak Yanışlar (Motifler) : Halılar, Benzeri Dokumalar, Giysiler,<br />

Mimari Eserler ile Değişik Eşya ve Paralarda, Kültür Bakanlığı, Ankara<br />

• Görünür, Lale ve Ögel, Semra, 2007, “Osmanlı Kaftanları ile Entarilerinin<br />

Farkları ve Kullanılışları”, İTÜ Dergisi Sosyal Bilimler, 3 (1), 59-68.<br />

• Gülbeyaz, Kürşad, 2013, Kırgız Halk Oyunları ve Giysileri, Akademik Bakış,<br />

Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi, (38), 1-13.<br />

• Heyet, Cevad, 1996, “Türklerin Tarihinde Renklerin Yeri”, Nevruz ve<br />

Renkler. (Ed. Sadık Tural ve Elmas Kılıç), Ankara: TDK Yay., 55-61.<br />

• İbrahimzade, Kemal, ve Gusach, İrina, 2015, “Nekrasoy Kazaklarının<br />

Geleneksel Giysileri ve Tokat Yazmaları: Rusya Müzelerinden Örnekler”,<br />

Osmanlı Mirası Araştırmaları Dergisi, 2 (2), 26-37.<br />

• İmre, Zahit ve Nebioğlu, Osman, 1981 (1979), “Atatürk İlkeleriyle Doğrudan<br />

Doğruya İlgili İncelemeler, “Atatürk ve Batılılaşma”, İstanbul Üniversitesi<br />

Hukuk Fakültesi Mecmuası, (45), 1-4<br />

• İnan, Abdülkadir, 1967. “Altaylar’da Hun Devri Kültürü”, Hayat Tarih<br />

Mecmuası, (12), 14-20.<br />

• İnan, Abdülkadir, 1987, Makaleler ve İncelemeler, Cilt I-II, Türk Tarih<br />

Kurumu Yayınları, Ankara<br />

• James, Henry,1983, Washington Meydanı, (Çev. Fatih Özgüven), İletişim<br />

Yayınları: İstanbul<br />

• Kadaşeva, Karlıgaş, 1996, “Kazak Medeniyetindeki Semboller”. Nevruz ve<br />

Renkler, (Ed. Sadık Tural ve Elmas Kılıç), TDK Yay: Ankara, 95-97.<br />

• Eruz, Fulya, 1998, Selçuklular Dönemi Giyim Kuşam, Türk Dünyası Kültür<br />

Atlası, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı, İstanbul, (2), 196-208.<br />

• Esin, Emel, 1959, “Eurasıa Göçebelerinin Sanatının ve İslamiyet’ten Evvelki<br />

Türkistan Sanatının Türk Plastik ve Tersimi Sanatları Üzerindeki Bazı<br />

Tesirleri”, Milletlerarası Birinci Türk Sanatları Kongresi Bildirileri, Ankara<br />

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk ve İslam Sanatları Tarihi Enstitüsü, Türk<br />

Tarih Kurumu Basımevi, Ankara: 152-174<br />

• Esin, Emel, 2006, Türklerde Maddi Kültürün Oluşumu,Kabalcı Yayınları,<br />

İstanbul.<br />

• Federova, Lena, 2014, “Saha ve İskit Kadın Küpelerinin Tasarımlarında<br />

Kullanılan İşaretler” Türk Dünyası Kadın Türk Dünyasında Moda Eğitimi<br />

Paneli, Eskişehir Valiliği Eskişehir 2013 TDKB Ajansı Eskişehir Kültür<br />

Başkenti Etkinlikleri, Panel Bildirileri, 5-6 Mayıs 2014, Eskişehir, 50 -52<br />

• Flugel, John Carl, 1971, ThePsychology Of Clothes,The International<br />

Psycho-AnalyticalLibrary : 18London,<br />

• Genç, Reşat, 1997, Türk İnanışları ile Millî Geleneklerinde Renkler ve Sarı-<br />

Kırmızı-Yeşil, TDK Yay, .Ankara<br />

• Göle, Nilüfer, 1991, Modern Mahrem,Medeniyet ve Örtünme, Metis<br />

Yayınları, İstanbul.<br />

• GörgünayKırzıoğlu, Neriman, 2001, Altaylar’danTunaboyu’na Türk<br />

Dünyası’nda Ortak Yanışlar (Motifler) : Halılar, Benzeri Dokumalar, Giysiler,<br />

Mimari Eserler ile Değişik Eşya ve Paralarda, Kültür Bakanlığı, Ankara<br />

• Görünür, Lale ve Ögel, Semra, 2007, “Osmanlı Kaftanları ile Entarilerinin<br />

Farkları ve Kullanılışları”, İTÜ Dergisi Sosyal Bilimler, 3 (1), 59-68.<br />

• Gülbeyaz, Kürşad, 2013, Kırgız Halk Oyunları ve Giysileri, Akademik Bakış,<br />

Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi, (38), 1-13.<br />

• Heyet, Cevad, 1996, “Türklerin Tarihinde Renklerin Yeri”, Nevruz ve<br />

Renkler. (Ed. Sadık Tural ve Elmas Kılıç), Ankara: TDK Yay., 55-61.<br />

• İbrahimzade, Kemal, ve Gusach, İrina, 2015, “Nekrasoy Kazaklarının<br />

Geleneksel Giysileri ve Tokat Yazmaları: Rusya Müzelerinden Örnekler”,<br />

Osmanlı Mirası Araştırmaları Dergisi, 2 (2), 26-37.<br />

• İmre, Zahit ve Nebioğlu, Osman, 1981 (1979), “Atatürk İlkeleriyle Doğrudan<br />

Doğruya İlgili İncelemeler, “Atatürk ve Batılılaşma”, İstanbul Üniversitesi<br />

Hukuk Fakültesi Mecmuası, (45), 1-4<br />

• İnan, Abdülkadir, 1967. “Altaylar’da Hun Devri Kültürü”, Hayat Tarih<br />

Mecmuası, (12), 14-20.<br />

• İnan, Abdülkadir, 1987, Makaleler ve İncelemeler, Cilt I-II, Türk Tarih<br />

Kurumu Yayınları, Ankara<br />

• James, Henry,1983, Washington Meydanı, (Çev. Fatih Özgüven), İletişim<br />

Yayınları: İstanbul<br />

• Kadaşeva, Karlıgaş, 1996, “Kazak Medeniyetindeki Semboller”. Nevruz ve<br />

Renkler, (Ed. Sadık Tural ve Elmas Kılıç), TDK Yay: Ankara, 95-97.<br />

• Kafalı, Mustafa, 1996, “Türk Kültüründe Renkler”, Nevruz ve Renkler, Türk<br />

Dünyasında Nevruz İkinci Bilgi Şöleni Bildirileri, Ankara, Atatürk Kültür<br />

Merkezi Yayınları: (116) 49- 54.<br />

• Kalafat, Yaşar, 2006, “Karşılaştırmalı Nogay- Türk Halk Kültürü”,<br />

Karadeniz Araştırmaları, (9), 111-126.<br />

• Kara, Mehmet, 2012, Bir Başka Açıdan Kutadgu Bilig, Nesil Yayınları: Ankara.<br />

• Karaman, Gamze, Gümüş, Deniz ve Gümüş, Kudret Safa, 2016, “Çorum-<br />

Sungurlu Yöresi Aşağı Fındıklı Köyü Geleneksel Kadın Kıyafetlerinde<br />

Renklerin Dili Üzerine Bir İnceleme”, Karadeniz, (32), 210-222.<br />

• Kaşgarlı Mahmut, 1985, DivanüLugat-İt-Türk, (Çev.Besim Atalay), TDK<br />

Yayınları: Ankara.<br />

• Khaltueva, Roza, 2014, “Baykal Bölgesinin Kültürel Öğesi Yerel Halkının<br />

Geleneksel Kıyafetleri: Geleneksellik ve Çağdaşlık”, 90-95.<br />

• Kılıç, Sibel, 2010, “Türk Şaman Giysilerine Semantik Yaklaşım” ,<br />

ZeitschriftFürDieWelt Der Türken Zfwt , 2 (1) 313-334.<br />

• Klavdia, Antipina ve Aydarbek, Koçkunov, 2004, Kırgızların Milli Giysileri,<br />

TTK Basımevi: Ankara.<br />

• Koca, Emine ve Kırkıncıoğlu, Zeynep, 2016, “Uşak İli Omurca Yöresi<br />

Geleneksel Gelin Giyiminin Biçimsel Özelliklerinin İncelenmesi”2.<br />

Uluslararası Çin’den Adriyatik’e Sosyal Bilimler Kongresi Bildiriler Kitabı- 5-<br />

10 Mayıs Payas/Hatay, 271-281<br />

• Koca, Emine ve Kırkıncıoğlu, Zeynep, 2015, “Uşak İli Omurca Yöresi<br />

Geleneksel Gelin Giyiminin Biçimsel Özelliklerinin İncelenmesi”, Atatürk<br />

Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Dergisi, (27), 39-55.<br />

• Koç Fatma, Koca Emine ve Vural Tuba, 2015, Evlilik; “Türk Kültüründe Gelin<br />

ve Damat (Güvey) Giyimi”, Aile Yazıları /8, T.C. Aile ve Sosyal Politikalar<br />

Bakanlığı / Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlügü, (Edt. Saim<br />

Sakaoğlu, Mehmet Akça, Pervin Ergun), 93-122.<br />

• Koç, Fatma ve Emine, Koca, 2016, “Türk Halk Giyiminde Kullanılan<br />

Süslemelere Tipolojik Bir Yaklaşım”. İdil Sanat ve Dil Dergisi, 5 (19), 237-<br />

262.<br />

• Koç, Fatma ve Koca Emine, 2015 “Kütahya’nın Entarili Geleneksel Kadın<br />

Giysilerinin Göstergebilimsel Çözümlemesi, Millî Folklor, 27 (106), 70-87<br />

• Koç, Fatma, Koca Emine,2012, “TheClothingCulture Of TheTurks, AndThe<br />

Entari. (Part 2,The Entari), Folk Life: Journal Of EthnologicalStudies, 50 (2),<br />

Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />

213<br />

Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri


Common Heritage<br />

214<br />

Ortak Miras<br />

• Kafalı, Mustafa, 1996, “Türk Kültüründe Renkler”, Nevruz ve Renkler, Türk<br />

Dünyasında Nevruz İkinci Bilgi Şöleni Bildirileri, Ankara, Atatürk Kültür<br />

Merkezi Yayınları: (116) 49- 54.<br />

• Kalafat, Yaşar, 2006, “Karşılaştırmalı Nogay- Türk Halk Kültürü”,<br />

Karadeniz Araştırmaları, (9), 111-126.<br />

• Kara, Mehmet, 2012, Bir Başka Açıdan Kutadgu Bilig, Nesil Yayınları: Ankara.<br />

• Karaman, Gamze, Gümüş, Deniz ve Gümüş, Kudret Safa, 2016, “Çorum-<br />

Sungurlu Yöresi Aşağı Fındıklı Köyü Geleneksel Kadın Kıyafetlerinde<br />

Renklerin Dili Üzerine Bir İnceleme”, Karadeniz, (32), 210-222.<br />

• Kaşgarlı Mahmut, 1985, Divanü Lugat-İt-Türk, (Çev.Besim Atalay), TDK<br />

Yayınları: Ankara.<br />

• Khaltueva, Roza, 2014, “Baykal Bölgesinin Kültürel Öğesi Yerel Halkının<br />

Geleneksel Kıyafetleri: Geleneksellik ve Çağdaşlık”, 90-95.<br />

• Kılıç, Sibel, 2010, “Türk Şaman Giysilerine Semantik Yaklaşım” , Zeitschrift<br />

Für Die Welt Der Türken Zfwt , 2 (1) 313-334.<br />

• Klavdia, Antipina ve Aydarbek, Koçkunov, 2004, Kırgızların Milli Giysileri,<br />

TTK Basımevi: Ankara.<br />

• Kırkıncıoğlu, Zeynep, 2015, Ege Bölgesi Kadın Giyim Kuşamının<br />

Göstergebilimsel Yöntem İle Çözümlenmesi, Gazi Üniversitesi Eğitim<br />

Bilimleri Enstitüsü, Giyim Endüstrisi ve Giyim Sanatları Anabilim Dalı,<br />

Yayımlanmamaış Doktora Tezi<br />

• Koca, Emine ve Kırkıncıoğlu, Zeynep, 2016, “Kültürel Bir Kodlama Örneği:<br />

Afyonkarahisar Baş Bağlama Biçimleri”2. Uluslararası Çin’den Adriyatik’e<br />

Sosyal Bilimler Kongresi Bildiriler Kitabı- 5- 10 Mayıs Payas/Hatay, 271-281<br />

• Koca, Emine ve Kırkıncıoğlu, Zeynep, 2015, “Uşak İli Omurca Yöresi<br />

Geleneksel Gelin Giyiminin Biçimsel Özelliklerinin İncelenmesi”, Atatürk<br />

Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Dergisi, (27), 39-55.<br />

• Koca Emine, Koç Fatma, Kırkıncıoğlu Zeynep (2015), “Ege Bölgesi Kadın<br />

Halk Giyiminde Kullanılan Kemerler ve Sembolize Ettiği Anlamlar”, III.<br />

Uluslararası Halk Kültürü Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 8-10 Ekim, Kazan,<br />

557-566.<br />

• Koç Fatma, Koca Emine ve Vural Tuba, 2015, Evlilik; “Türk Kültüründe Gelin<br />

ve Damat (Güvey) Giyimi”, Aile Yazıları /8, T.C. Aile ve Sosyal Politikalar<br />

Bakanlığı / Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlügü, (Edt. Saim<br />

Sakaoğlu, Mehmet Akça, Pervin Ergun), 93-122.<br />

• Koç, Fatma ve Emine, Koca, 2016, “Türk Halk Giyiminde Kullanılan<br />

Süslemelere Tipolojik Bir Yaklaşım”. İdil Sanat ve Dil Dergisi, 5 (19), 237-<br />

262.<br />

• Koç, Fatma ve Koca Emine, 2015 “Kütahya’nın Entarili Geleneksel Kadın<br />

Giysilerinin Göstergebilimsel Çözümlemesi, Millî Folklor, 27 (106), 70-87<br />

• Koç, Fatma, Koca Emine,2012, “The Clothing Culture Of The Turks, And The<br />

Entari. (Part 2,The Entari), Folk Life: Journal Of Ethnological Studies, 50<br />

(2), 141-168<br />

• Koç, Fatma ve Koca, Emine, 2011, The Clothing Culture of The Turks and<br />

The Entari (Part 1: History), Folk Life: Journal Of Ethnological Studies, 49<br />

(1), 10–29.<br />

• Koçkar, M. Tekin, 2008, “Eskişehir ve Yöresinde Kafkasya Göçmenlerinin<br />

Giyim Kuşam ve Süslenme Kültürü”, MOTİF Dergisi, Halk Kültürü’nde<br />

Giyim - Kuşam ve Süslenme Uluslararası Sempozyumu Bildirileri, Eskişehir<br />

Osmangazi Üniversitesi Yayınları: 91-115.<br />

• Kubarev, Vladimir D., 2005, “The culture of the early Turks of the Altai<br />

(according to material from burial monuments” Novosibirsk: Institut of<br />

Archaeology Ethnography, SORAN.<br />

• Kutlu, Muhtar ve Özmen, Abdurrahim, 2008, Kimlik (Ler) Sembolü Olarak<br />

Giyim, Kuşam ve Süslenme, MOTİF Dergisi, Halk Kültürü’nde Giyim - Kuşam<br />

ve Süslenme Uluslararası Sempozyumu Bildirileri, Eskişehir Osmangazi<br />

Üniversitesi Yayınları: 305-309<br />

• Nerimanoğlu, Kâmil Veli, 1996, “Türk Kültüründe Renkler”. Nevruz ve<br />

Renkler, (Ed. Sadık Tural ve Elmas Kılıç), Ankara: TDK Yayınları, 63-73.<br />

• Onat, Ayşe, “Orta Asya Kavimlerinin Çin ile Olan İlişkileri Hakkında Kısa Bir<br />

İnceleme”, Ankara Üniversitesi DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, 15, (26),<br />

63-71.<br />

• Ögel, Bahaeddin, 1984, İslamiyet’ten Önce Türk Kültür Tarihi, Türk Tarih<br />

Kurumu Basımevi: Ankara.<br />

• Ögel, Bahaeddin, 1991, Türk Kültür Tarihine Giriş V., Ankara: Kültür Bakanlığı<br />

Yayınları: Ankara.<br />

• Ögel, Bahaeddin, 1998, Türk Mitolojisi I, Türk Tarih Kurumu Yayınları:<br />

Ankara.<br />

• Öz, Tahsin,1964, “Türk Dokumacılığı ve Selçuklular Devrine Ait Bazı<br />

Kumaşlar”, Türk Tarih Kurumu Yıllık Konferansaları I Atatürk Konferansları,<br />

Türk Tarih Kurumu Basımevi: Ankara.<br />

• Özdemir, Cafer,2009, “Havza İlçesinin Genel Folklorik Yapısı”, Uluslararası<br />

Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2 (7), 185-206,<br />

• Reyhanlı, Tülay, 1991, İngiliz Gezginlerine Göre XVI. Yüzyılda İstanbul’da<br />

Hayat, Kültür Ve Turizm Bakanlığı Yayınları: Ankara.<br />

• Roux, Jean-Poul, 2006, Orta Asya: Tarih ve Uygarlık,(Çev. Lale Arslan),<br />

Kabalcı Yayınları: İstanbul. 2. Baskı.<br />

141-168<br />

• Koç, Fatma ve Koca, Emine, 2011, TheClothingCulture of TheTurksandThe<br />

Entari (Part 1: History), Folk Life: Journal Of EthnologicalStudies, 49 (1),<br />

10–29.<br />

• Koçkar, M. Tekin, 2008, “Eskişehir ve Yöresinde Kafkasya Göçmenlerinin<br />

Giyim Kuşam ve Süslenme Kültürü”, MOTİF Dergisi, Halk Kültürü’nde<br />

Giyim - Kuşam ve Süslenme Uluslararası Sempozyumu Bildirileri, Eskişehir<br />

Osmangazi Üniversitesi Yayınları: 91-115.<br />

• Kubarev, Vladimir D., 2005, “Theculture of theearlyTurks of theAltai<br />

(accordingtomaterialfromburialmonuments” Novosibirsk: Institut of<br />

ArchaeologyEthnography, SORAN.<br />

• Kutlu, Muhtar ve Özmen, Abdurrahim, 2008, Kimlik (Ler) Sembolü Olarak<br />

Giyim, Kuşam ve Süslenme, MOTİF Dergisi, Halk Kültürü’nde Giyim - Kuşam<br />

ve Süslenme Uluslararası Sempozyumu Bildirileri, Eskişehir Osmangazi<br />

Üniversitesi Yayınları: 305-309<br />

• Nerimanoğlu, Kâmil Veli, 1996, “Türk Kültüründe Renkler”. Nevruz ve<br />

Renkler, (Ed. Sadık Tural ve Elmas Kılıç), Ankara: TDK Yayınları, 63-73.<br />

• Onat, Ayşe, “Orta Asya Kavimlerinin Çin ile Olan İlişkileri Hakkında Kısa Bir<br />

İnceleme”, Ankara Üniversitesi DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, 15, (26),<br />

63-71.<br />

• Ögel, Bahaeddin, 1984, İslamiyet’ten Önce Türk Kültür Tarihi, Türk Tarih<br />

Kurumu Basımevi: Ankara.<br />

• Ögel, Bahaeddin, 1991, Türk Kültür Tarihine Giriş V., Ankara: Kültür Bakanlığı<br />

Yayınları: Ankara.<br />

• Ögel, Bahaeddin, 1998, Türk Mitolojisi I, Türk Tarih Kurumu Yayınları:<br />

Ankara.<br />

• Öz, Tahsin,1964, “Türk Dokumacılığı ve Selçuklular Devrine Ait Bazı<br />

Kumaşlar”, Türk Tarih Kurumu Yıllık Konferansaları I Atatürk Konferansları,<br />

Türk Tarih Kurumu Basımevi: Ankara.<br />

• Özdemir, Cafer,2009, “Havza İlçesinin Genel Folklorik Yapısı”, Uluslararası<br />

Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2 (7), 185-206,<br />

• Reyhanlı, Tülay, 1991, İngiliz Gezginlerine Göre XVI. Yüzyılda İstanbul’da<br />

Hayat, Kültür Ve Turizm Bakanlığı Yayınları: Ankara.<br />

• Roux, Jean-Poul, 2006, Orta Asya: Tarih ve Uygarlık,(Çev. Lale Arslan),<br />

Kabalcı Yayınları: İstanbul. 2. Baskı.<br />

• Roza Khaltueva,2014 Baykal Bölgesinin Kültürel Öğesi Yerel Halkının<br />

Geleneksel Kıyafetleri: Geleneksellik ve Çağdaşlık, Türk Dünyası Kadın Türk<br />

Dünyasında Moda Eğitimi Paneli, Eskişehir Valiliği Eskişehir 2013 TDKB<br />

Ajansı Eskişehir Kültür Başkenti Etkinlikleri, Panel Bildirileri, 5-6 Mayıs<br />

2014, Eskişehir, 90-94<br />

• Salman, Fikri 2006, “Göktürk Dönemi Kıyafetleri”, Atatürk Üniversitesi<br />

Güzel Sanatlar Fakültesi Dergisi, (9) 12-34.<br />

• Sertkaya O. F.,Alyılmaz C. ve Battulga T. 2001, Moğolistandaki Türk Anıtları<br />

Projesi Albümü, Türkiye Başbakanlık Türk İşbirliği İdaresi (TİKA),<br />

• Seyidov, Mireli, 1988, “Gök, Ak ve Kara Renklerinin Eski İnançlarla Alakası”,<br />

(Çev. Orhan Yavuz), Türk Dünyası Araştırmaları, İstanbul: TDAV. 33-52.<br />

• Sümbül, Muzaffer, 2008, “Adana-Osmaniye Bölgesi Giyim Kültüründe ve<br />

Halk Oyunları Ekiplerinin Giysi Tercihlerinde Kadın Başlıkları” MOTİF Dergisi,<br />

Halk Kültürü’nde Giyim - Kuşam ve Süslenme Uluslararası Sempozyumu<br />

Bildirileri, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Yayınları: 134- 155.<br />

• Sümer, Faruk, 1980, Oğuzlar (Türkmenler) : Tarihleri - Boy Teşkilatı -<br />

Destanları, Ana Yayınları, İstanbul.<br />

• Sürür, Ayten, 1983, “Ege Yöresi Kadın Giyiminde Geleneksel Toplumsal<br />

ve İnançlara Dayalı Ögeler ve Günümüzde Yaşayan Yerel Örnekleri”,<br />

II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, V. Cilt Maddi Kültür,<br />

Başbakanlık Basımevi: Ankara<br />

• Süslü, Özden, 1989, Tasvirlere Göre Anadolu Selçuklu Kıyafetleri, Atatürk<br />

Kültür Merkezi: Ankara.<br />

• Tahsin Öz, 1964 ‘Türk Dokumacılığı Ve Selçuklular Devrine Ait Bazı<br />

Kumaşlar’, Annual Conference Of TheTurkishHistoricalSociety, Ataturk<br />

Conference, İ (Ankara: TurkishHistory Foundation Printing House,<br />

• Tansuğ, Sabiha, 2003, “Kadını Taçlandıran Başlıklar”, Skylife, Türk Hava<br />

Yolları Dergisi, 52-65.<br />

• Türkoğlu, Sabahattin, 2002, “Türk ve Batı Dünyası Arasındaki Giyim-Kuşam<br />

Alışverişi”, VI. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Genel Konular<br />

Seksiyon Bildirileri Kitabı, Kültür Bakanlığı: Ankara.<br />

• Uçar, Tevfik, Fikret, 2004, Görsel İletişim ve Grafik Tasarım.İnkılap Yayınevi:<br />

İstanbul.<br />

• Uçkun, Rabia, 2010, “Gagauz Halk Kültüründe Geleneksel Kadın ve Erkek<br />

Giyimi”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, 10 (2) 165-172.<br />

• Usmanova, Shoira, 2011, “Altay Dillerinde Üst Giysi Adları”, Türk Dünyası<br />

İncelemeleri Dergisi XI (1), 15-23.<br />

• Yatsenko, Sergey A., 2014, “Çin Sanatında Erken Dönem Türk Erkeğinin<br />

Giyim –Kuşamı 6. Yy’ın İkinci Yarısı- 8. Yy’ın İlk Yarısı (Ötekilerin İmajları)-<br />

II.”, Karadeniz, (Çev. Karataş, Hicran), 11 (11), 182-199.<br />

• Yenisoy, Hayriye,Süleymanoğlu,1997, “Kriçim Türklerinin Düğün Türküleri”,<br />

Bilig, Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, (5), 200-209.


• Roza Khaltueva,2014 Baykal Bölgesinin Kültürel Öğesi Yerel Halkının<br />

Geleneksel Kıyafetleri: Geleneksellik ve Çağdaşlık, Türk Dünyası Kadın Türk<br />

Dünyasında Moda Eğitimi Paneli, Eskişehir Valiliği Eskişehir 2013 TDKB<br />

Ajansı Eskişehir Kültür Başkenti Etkinlikleri, Panel Bildirileri, 5-6 Mayıs<br />

2014, Eskişehir, 90-94<br />

• Salman, Fikri 2006, “Göktürk Dönemi Kıyafetleri”, Atatürk Üniversitesi<br />

Güzel Sanatlar Fakültesi Dergisi, (9) 12-34.<br />

• Sertkaya O. F., Alyılmaz C. ve Battulga T. 2001, Moğolistandaki Türk Anıtları<br />

Projesi Albümü, Türkiye Başbakanlık Türk İşbirliği İdaresi (TİKA),<br />

• Seyidov, Mireli, 1988, “Gök, Ak ve Kara Renklerinin Eski İnançlarla Alakası”,<br />

(Çev. Orhan Yavuz), Türk Dünyası Araştırmaları, İstanbul: TDAV. 33-52.<br />

• Sümbül, Muzaffer, 2008, “Adana-Osmaniye Bölgesi Giyim Kültüründe ve<br />

Halk Oyunları Ekiplerinin Giysi Tercihlerinde Kadın Başlıkları” MOTİF Dergisi,<br />

Halk Kültürü’nde Giyim - Kuşam ve Süslenme Uluslararası Sempozyumu<br />

Bildirileri, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Yayınları: 134- 155.<br />

• Sümer, Faruk, 1980, Oğuzlar (Türkmenler) : Tarihleri - Boy Teşkilatı -<br />

Destanları, Ana Yayınları, İstanbul.<br />

• Sürür, Ayten, 1983, “Ege Yöresi Kadın Giyiminde Geleneksel Toplumsal<br />

ve İnançlara Dayalı Ögeler ve Günümüzde Yaşayan Yerel Örnekleri”,<br />

II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, V. Cilt Maddi Kültür,<br />

Başbakanlık Basımevi: Ankara<br />

• Süslü, Özden, 1989, Tasvirlere Göre Anadolu Selçuklu Kıyafetleri, Atatürk<br />

Kültür Merkezi: Ankara.<br />

• Tahsin Öz, 1964 ‘Türk Dokumacılığı Ve Selçuklular Devrine Ait Bazı<br />

Kumaşlar’, Annual Conference Of The Turkish Historical Society, Ataturk<br />

Conference, İ (Ankara: Turkish History Foundation Printing House,<br />

• Tansuğ, Sabiha, 2003, “Kadını Taçlandıran Başlıklar”, Skylife, Türk Hava<br />

Yolları Dergisi, 52-65.<br />

• Türkoğlu, Sabahattin, 2002, “Türk ve Batı Dünyası Arasındaki Giyim-Kuşam<br />

Alışverişi”, VI. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Genel Konular<br />

Seksiyon Bildirileri Kitabı, Kültür Bakanlığı: Ankara.<br />

• Uçar, Tevfik, Fikret, 2004, Görsel İletişim ve Grafik Tasarım.İnkılap Yayınevi:<br />

İstanbul.<br />

• Uçkun, Rabia, 2010, “Gagauz Halk Kültüründe Geleneksel Kadın ve Erkek<br />

Giyimi”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, 10 (2) 165-172.<br />

• Usmanova, Shoira, 2011, “Altay Dillerinde Üst Giysi Adları”, Türk Dünyası<br />

İncelemeleri Dergisi XI (1), 15-23.<br />

• Yatsenko, Sergey A., 2014, “Çin Sanatında Erken Dönem Türk Erkeğinin<br />

Giyim –Kuşamı 6. Yy’ın İkinci Yarısı- 8. Yy’ın İlk Yarısı (Ötekilerin İmajları)-<br />

II.”, Karadeniz, (Çev. Karataş, Hicran), 11 (11), 182-199.<br />

• Yenisoy, Hayriye,Süleymanoğlu,1997, “Kriçim Türklerinin Düğün Türküleri”,<br />

Bilig, Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, (5), 200-209.<br />

• Yetim, Fatma, 2017,“Beypazarı Yöresi Geleneksel Kadın Giyiminde İşlemeli<br />

Çevre Hırka Örnekleri”. İdil, 6 (29), s.401-422.<br />

• Yılmaz, Engin, 2003, “Dede Korkud Kitabı’nda Tasvir Dünyası”, Belleten I,<br />

TDAY: 123-150.<br />

• Yüce, Nuri, 2003, “Göçebe Türklerde Ayakkabı Kültürü”, Ayakkabı Kitabı,<br />

İstanbul: 325<br />

• Zherlıtsyna, Albina, 2014, Çağdaş Başkurt Kostümlerinde Kullanılan Desen<br />

Ve Motiflerin Tarihi Özelliklerinin Korunması, Türk Dünyası Kadın Türk<br />

Dünyasında Moda Eğitimi Paneli, Eskişehir Valiliği Eskişehir 2013 TDKB<br />

Ajansı Eskişehir Kültür Başkenti Etkinlikleri, Panel Bildirileri, 5-6 Mayıs<br />

2014, Eskişehir, 64-67<br />

• Yetim, Fatma, 2017,“Beypazarı Yöresi Geleneksel Kadın Giyiminde İşlemeli<br />

Çevre Hırka Örnekleri”. İdil, 6 (29), s.401-422.<br />

• Yılmaz, Engin, 2003, “Dede Korkud Kitabı’nda Tasvir Dünyası”, Belleten I,<br />

TDAY: 123-150.<br />

• Yüce, Nuri, 2003, “Göçebe Türklerde Ayakkabı Kültürü”, Ayakkabı Kitabı,<br />

İstanbul: 325<br />

• Zherlıtsyna, Albina, 2014, Çağdaş Başkurt Kostümlerinde Kullanılan Desen<br />

Ve Motiflerin Tarihi Özelliklerinin Korunması, Türk Dünyası Kadın Türk<br />

Dünyasında Moda Eğitimi Paneli, Eskişehir Valiliği Eskişehir 2013 TDKB<br />

Ajansı Eskişehir Kültür Başkenti Etkinlikleri, Panel Bildirileri, 5-6 Mayıs<br />

2014, Eskişehir, 64-67<br />

Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />

215<br />

Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri


Prof. Dr. Salahaddin BEKKİ<br />

Bilge Yapım<br />

İnsanın dünyadaki serüvenin başlamasıyla birlikte<br />

hastalık ve sağlık kavramlarının ortaya çıktığı<br />

rahatlıkla söylenebilir.<br />

With the beginning of human being’s adventure in the world, it can be easily<br />

said that the concepts of illness and health have come into existance.


İnsanın dünyadaki serüveninin başlamasıyla birlikte hastalık ve sağlık kavramlarının<br />

ortaya çıktığı rahatlıkla söylenebilir. Tıp tarihi uzmanları, ilk tıbbi müdahalenin gözle<br />

görülebilir somut yaralanmalar (cerrahi) ve doğum olayları vesilesiyle yapıldığı<br />

konusunda birleşmekteler. Gözle görülemeyen iç hastalıkların sebebini anlamakta<br />

zorlanan insanoğlu, bu tür rahatsızlıkların sebeplerini kötü/korkunç olarak niteledikleri<br />

ruhlara bağlamışlardır. (Demir 2016: 19-24)<br />

11 Halk Hekimliği<br />

Folk Medicine<br />

With the beginning of human being’s adventure in the world, it can be easily said that<br />

the concepts of illness and health have come into existance. Medical history experts<br />

generally reach a consensus that the first medical interventions were applied on the<br />

occasion of visible injuries and birth events. Man, who is struggling to understand the<br />

cause of unseen internal diseases, has attributed these sorts of disturbances to the<br />

souls they have described as the evil / terrible


Common Heritage<br />

218<br />

Ortak Miras<br />

Halk hekimliğinde hastalık deyimi, insanın sağlık durumundaki<br />

bozuklukların yanı sıra kısırlıktan nazar değmesi gibi<br />

insanlardan kaynaklandığı düşünülen kötü etkilerle cin,<br />

peri gibi gerçek dışı varlıkların neden oldukları düşünülen<br />

her türlü sakatlıkları kapsamaktadır. (Boratav 1984: 123)<br />

Hastalıkkavramının çerçevesini bu şekilde çizen Pertev Naili<br />

Boratav, halk hekimliğini de şöyle tanımlar: “Halkın, olanakları<br />

bulunmadığı için ya da başka sebeplerle doktora gidemeyince<br />

veya gitmek istemeyince, hastalıklarını tanılama<br />

ve sağaltma amacı ile başvurduğu yöntem ve işlemlerin<br />

tümü.” (1984: 122)<br />

Orta Asya’dan Balkanlara kadar oldukça geniş bir coğrafyaya<br />

yayılmış olan Türklerin halk hekimliği (tıbbi folklor) konusundaki<br />

birikimleri, yaşamış oldukları coğrafyalar kadar renkli ve<br />

tarihleri kadar da kadimdir. Türkiye Türklüğünün halk hekimliği<br />

konusundaki birikimlerinin oluşmasında, Orta Asya’dan<br />

getirdikleri temeli binlerce yıllık Türk tıbbına dayanan pratikler<br />

ile daha sonra dâhil oldukları değişik din ve kültür<br />

çevrelerinden aldıkları unsurların birleşimi vardır. Türklerin<br />

batıya göçleri dolayısıyla yaşadıkları coğrafyaların iklim<br />

değişiklikleri ve buna bağlı olarak ilaç yapımında kullanılan<br />

bitki türlerinin farklılaşıp çeşitlenmesi, Orta Asya Türklüğü<br />

ile Anadolu Türklüğü arasında bir takım farklılıkların ortaya<br />

çıkmasına zemin hazırlamıştır. Durum böyle olmakla birlikte<br />

birçok sihri ve dini pratiklerde Anadolu Türklüğü ile Orta<br />

Asya Türklüğü arasındaki organik bağı canlı olarak görmek<br />

mümkündür.<br />

The definition of illness in the folk medicine embraces detrimental<br />

effects that are thought to be caused by human beings<br />

such as infertility causing someone misfortune, and all<br />

kinds of disabilities etc., which are believed to be brought<br />

about by unreal creators, genie, fairyetc., as well as disorders<br />

in human health. Pertev Naili Boratav, who identifies<br />

the conceptual framework of the disease in this way defines<br />

the folk medicine as follows: All of the methods and procedures<br />

that the public refers to for the purpose of diagnosing<br />

and curing illnesses, when they do not have opportunities<br />

or when they can not or do not want to go to a doctor for<br />

other reasons.<br />

Experiences of the subject of folk medicine that Turks have,<br />

who spread over a vast geography from Central Asia to the<br />

Balkans, are as colorful as their geographies and as fascinating<br />

as their histories. In the formation of the accumulation<br />

of present Turkish medicine on the subject of folk<br />

medicine, there is a combination of the practices based on<br />

thousands of years of Turkish medicine, which they brought<br />

from Central Asia, and the elements they acquire from different<br />

religious and cultural backgrounds. By reason of migrations<br />

of the Turks to the west, the climate varieties of the<br />

geographies they live in and accordingly the differentiation<br />

and diversification of the plant species used for the preparation<br />

of medicines have laid the groundwork for the emergence<br />

of differences between Central Asian Turkism and<br />

Anatolian Turkism. Nonetheless, it is possible to observe the<br />

organic bond between Anatolian Turks and Central Asian


Türklerin değişik devir ve coğrafyalarda hepsi kendine<br />

has bir kültür ortamı yaratan yerleşik, yarı göçebe, göçebe<br />

ve tekrar yerleşik hayat tarzlarını yaşamış olmaları onların<br />

geliştirdikleri halk hekimliği uygulamalarını çeşitlendirmiştir.<br />

Türklerin modern tıbbın ve buna paralel olarak<br />

gelişen eczacılığın hassas ölçülerine ulaşmadan önce “el<br />

terazi göz mizan” diyerek ürettikleri ilaçlarla dinsel ve sihirsel<br />

tedavi şekillerini üç başlık altında tasnif etmek mümkündür:<br />

1. Telkin (Irvasa) Tedavileri<br />

a) Sihirsel<br />

b) Dinsel<br />

2. Mekanik (Parpılama) Tedaviler (dağlama,<br />

çizme, kırık-çıkık, kesme, vurma)<br />

a) Sihirsel<br />

b) Dinsel<br />

3. İlaçla Tedaviler<br />

a) Bitkisel ilaçlar<br />

b) Hayvansal ilaçlar<br />

c)Madensel ilaçlar<br />

d) Şifalı sular<br />

e) Kombine ilaçlar (Şar 1992:241-248)<br />

1. Telkin (Irvasa) Tedavileri<br />

Telkin yoluyla yapılan tedavilerde, hastanın vücuduna dokunma,<br />

ona bir ilaç verme söz konusu değildir. Bu tür tedavilerde,<br />

kutsal kabul edilen belli mekânların (türbe, tekke,<br />

yatır, ziyaret yerleri vb.) ziyaret edilmesi ve oralarda hastaya<br />

yapılan psikolojik telkinler kullanılır. (Şar 2008: 1163-1178)<br />

Türbeler, tekkeler, yatırlar, değişik ziyaret yerleri (bir ağaç,<br />

bir kuyu, özellikli bir taş, vs.) geçmişten günümüze belli<br />

hastalıkların sağaltıldığı kutsal mekânlar olarak varlıklarını<br />

sürdürmektedirler. Ziyaret edilen bu yerlerde dualar<br />

edilmekte, adaklar adanmakta, bazılarına para atılmakta,<br />

bazılarına ise bez bağlanmak suretiyle umulan faydanın<br />

elde edileceğine inanılmaktadır. Adı ne olursa olsun bir faydası<br />

umularak ziyaret edilen ve mutlaka kutsallığı bir şekilde<br />

vurgulanan mekânlara Doğu Türkistan’dan Balkanlara<br />

uzanan Türk kültür coğrafyasının her bölgesinde rastlanılmaktadır.<br />

Çocukları olmayan Kırgız-Kazaklar Hoca Ahmet Yesevî<br />

Turks alive in many magical and religious practices.<br />

On account of living their established, semi-nomadic, nomadic<br />

and resident lifestyles, all of which create specifically<br />

their own cultural environment in the various periods and<br />

geographies, the Turks have diversified their practice of folk<br />

medicine. It is possible to classify the methods of religious<br />

and magical treatment with the medicines that they had<br />

produced by rule of thumb , under three titles, before the<br />

Turks attained the delicate measures of modern medicine<br />

and the pharmacy that evolved parallel to this;<br />

1- Therapeutic Treatments<br />

a) Magical<br />

b) Religious<br />

2-Mechanical Treatments. (Cautery, Drawing,<br />

Fracture, dislocation, cutting, hitting)<br />

a)Megical<br />

b) Religious<br />

3-Drug Therapy<br />

a) Herbal remedies<br />

b) Animal drugs<br />

c) Mineral medicines<br />

d) Medicinal spring<br />

e) Combination medicines<br />

1- Therapeutic Treatments<br />

The patient is not touched or given any medicine in scope<br />

of the therapeutic treatment method. In such treatments,<br />

certain places considered as sacred (such as tomb, dervish<br />

lodge, etc.) are visited and psychological suggestions made<br />

to the patient are used at that places. Tombs, dervish lodges,<br />

monks, different locations (a tree, a well, a special stone,<br />

etc.) continue to exist as sanctuaries where certain diseases<br />

have been healed from the past. In these places visited,<br />

prayer and votives are offered, coin is thrown to some wells,<br />

and some are believed to heal by attaching a piece of cloth.<br />

In any manner whatsoever, such places, that are expected<br />

to heal and emphasized their holinesses are encountered in<br />

every region of Turkish culture geography, from East Turkestan<br />

to the Balkans.<br />

While infertile Kyrgyz-Kazakhs sacrificing for the soul of<br />

Hodja Ahmet Yesevî in his Turban beside the big boiler, for<br />

Folk Medicine<br />

219<br />

Halk Hekimliği


Common Heritage<br />

220<br />

Ortak Miras<br />

türbesinde bulunan büyük kazanın yanında Hoca’nın ruhuna<br />

kurban keserken (Köprülü 1976: 86); aynı amaç için<br />

Türkmenistan’ın Kızılavrat şehrinin KöymetDağı eteğinde<br />

bulunan kadın ermişlerden Parav Bibi’nin türbesi ziyaret<br />

edilmektedir. (Özkan 1995: 465-475) Anadolu’ya baktığımızda<br />

çocuk olması için adanan kurbanın Ankara’da Hüseyin<br />

Gazi(Tanyu 1967: 90);Aksaray’da Bekâr Sultan (Peker<br />

2015: 261); Manisa’da Şeyh Osman Dede (Pehlivan 2012:<br />

128); Sivas’ta ise Ahmet Turan Gazi (Kaya 2012: 155) türbesinde<br />

sunulduğu görülmektedir. Tabiidir ki Türk dünyası ve<br />

Anadolu’daki türbeler mukayese için verdiğimiz örneklerle<br />

sınırlı değildir. Adları geçen araştırmacıların çalışmalarına<br />

bakıldığında Türkiye’nin nüfusu en kalabalık kenti İstanbul<br />

başta olmak üzere en ücra köşedeki mezralara kadar<br />

Anadolu’nun her tarafı insanımızın ihtiyaçlarını karşılamak<br />

üzere ziyaret ettiği yatırlar, ziyaretler, evliya türbeleri, kutsal<br />

taşlar, ağaçlar vs. ile doludur.<br />

Kısırlık başta olmak üzere pek çok hastalığın tedavisinde<br />

başvurulan dini/kutsal mekânların ziyaretçilerinin büyük<br />

çoğunluğu kadınlardan oluşmaktadır.<br />

Sihirsel olarak yapılan telkin tedavileri sınırsızdır. Belli bir<br />

hastalığı telkin yoluyla tedavi ettiğine inanılan kimselere<br />

Anadolu’da “ocaklı” veya “el almış” denir. Türk kültür<br />

coğrafyasında Başkurtlarda ocak, “osok” olarak karşımıza<br />

çıkar. Çuvaşlar çeşitli hastalıkları tedavi eden kimselere<br />

“yumsi” der. Doğu Türkistan’da, “perihan”, “duahan”<br />

ve “bahşı” olarak adlandırılan halk hekimlerine Özbekler<br />

de “bahşı/bakşı” derler. Gagavuzlarda ocaklı kimselere<br />

“okuyucu” denirken yaptıkları işe de “okutma” denir. Azerbaycan’da<br />

“efsuncu”, Bulgaristan Türkleri arasında ise<br />

“bakımca” ocaklının karşılığı kullanılan terimlerdir. (Kumartaşlıoğlu<br />

2016: 180)<br />

Ocaklı olarak adlandırdığımız kişiler doğrudan halk hekimi<br />

unvanını hak eden kimselerdir. Günümüz modern tıbbında<br />

olduğu gibi halk hekimliğinde de belli bir branşlaşmanın<br />

olduğu görülmektedir. Çünkü bir ocakta en fazla bir veya<br />

birkaç hastalık tedavi edilebilmektedir. O yüzden ocak sayısı<br />

tedavi edilmesi gereken hastalıklar kadar çoktur, diyebiliyoruz.<br />

Ocaklıların hastalıkları sağaltmada/tedavi etmede kullandıkları<br />

yöntemlerin büyük bir çoğunluğu büyülük işlemlere<br />

dayanır. Ocaklı, büyünün tutabilmesi için hastalara belirli<br />

şeyleri yedirmek, içirmek, vücudun ağrıyan yerine emler<br />

sürmek gibi uygulamalar yapabileceği gibi aşağıda anlatılacağı<br />

üzere bir nesneyle parpılmak gibi bir takım yardımcı<br />

unsurlara da başvurabilir. (Karakaş 2015: 320-336)<br />

Ocaklı, erkek de olabilir kadın da olabilir. Geleneksel olgular<br />

erkek hastalara erkek ocaklıların, kadın hastalara da<br />

the same purpose, the tomb of Parav Bibi -among women<br />

saint- is visited located at the hillside of Mountain Köymet<br />

in the Kızılvrat city of Turkmenistan (Özkan, 1995: 465-475).<br />

When we look at Anatolia, sacrifices for having a children<br />

are offered at the tombs in Huseyin Gazi of Ankara(Tanyu,<br />

1967: 90), Bekâr Sultan of Aksaray (Peker, 2015: 261); Sheik<br />

Osman Dede of Manisa (Pehlivan 2012: 128); Ahmet Turan<br />

Gazi of Sivas(Kaya, 2012: 155) It goes without saying that,<br />

tombs in the Turkish lands and Anatolia are not the only<br />

examples given for comparison. When we look at the studies<br />

of the researchers whose names are mentioned, as from<br />

Istanbul- the most crowded city of Turkey- to the remotest<br />

corners of the country, everywhere in Anatolia is teem with<br />

places visited by our people for the needs, such as graves<br />

of saints, sacred stones, trees, etc.<br />

Especially for infertility, visitors of the sanctums consulted<br />

for treatment of numerous diseases, consist mainly of women.<br />

Magically given therapeutic treatments are unlimited. A<br />

person who is belied to cure any certain illness by suggestion<br />

is called “faith healer/ocaklı” or “el almış” in Anatolia.<br />

(According to the belief in shaman, “Ocak” is the eminent<br />

home of a religious man called ‘Kam’ , lived and served as<br />

a medicine) In the Turkish culture geography, the concept<br />

of Ocak is named as “osok” among Bashkirs. Chuvashes say<br />

that the person who treats various diseases is “yumsi”. In<br />

East Turkestan, the titles “perihan”, “duahan” and “bahşı”<br />

is used for faith healers while Uzbeks call them “bahşı<br />

“.Among the Gagauz, folk healers are also called “healer,”<br />

while what they do is “healing”.<br />

In Azerbaijan the term “Efsuncu” is used for, while the term<br />

“bkımca” is used among Bulgarian Turks for the term “Ocaklı”.<br />

(Kumartaşlıoğlu, 2016: 180)<br />

Those whom we call “faith healer/ocaklı” are the people<br />

who deserve directly the title “Folk Healer” . As it is in today’s<br />

modern medicine, it seems that there is a certain branching<br />

in folk medicine. Because at least one or several diseases<br />

can be treated in an “ocak”. So we can say that the number<br />

of ocak is as much as the diseases that need to be treated.<br />

The vast majority of the methods implemented by faith<br />

healer/ocaklı for curing / treating the diseases are hinged<br />

on magical processes. In order to succed in enchantment,<br />

the faith healer/ocaklı can make patients feed, drink or rub<br />

the part of patient body in pain by the help of some implementations;<br />

or, can apply some auxiliary elements such as<br />

scraping with an object as described below. (Karakaş, 2015:<br />

320-336)


kadın ocaklıların bakmasını gerektirir. Bir ocaklı, tedavi etme<br />

kudretini (sihri bilgisini) ailesinden kan yoluyla alır. Ocaklık,<br />

babadan oğula, anadan kıza aktarılarak bir nesilde onlarca<br />

sene devam edebilir. Bazen ocaklı kimseler, hastalık tedavisinde<br />

kullandıkları çok özel bilgileri kendileriyle kan bağı<br />

olmayan kimselere de aktarabilirler. Bu bilgi aktarımına “el<br />

verme”; el verilen kişiye ise “izinli” denir. (Şar 1992:241-248)<br />

Sihri birtakım bilgilerle hastalıkları tedavi eden ocaklı kimseleri,<br />

köken itibariyle Orta Asya şaman/kamlarına bağlamak<br />

olanaklı görünmektedir. Günümüzde de Altay, Tuva ve<br />

Hakas Türkleri arasında hastalıkları tedavi eden kamlar bulunmaktadır.<br />

Bu kamlardan biri olan Altaylı Nadya Yuguşeva,<br />

Türkiye’de katıldığı bir programda nasıl kam olduğu, iyi<br />

ve kötü ruhlarla nasıl mücadele edip ne tür tedaviler uyguladığı<br />

konusunda bir konferans vermiştir. (Yuguşeva 2001:<br />

201-210)<br />

Türklerin batıya göçleri ve Müslüman olmaları Kamlık inancına<br />

ait bazı unsurları muhafaza etmelerine engel olmamıştır.<br />

Ocaklı kimselerin açık etmedikleri sihri bilgilerinin<br />

Kamlık kaynaklı İslamî renge boyanmış bilgiler olduğunu<br />

düşünmek durumundayız. 1952-1953 yılları arasında<br />

Çin’in Sincan (Doğu Türkistan) Uygur Otonom bölgesinden<br />

göçmek zorunda kalıp Niğde-Ulukışla- Altay köyüne yerleştirilen<br />

soydaşlarımız arasında ruh ve sinir hastalıklarını<br />

sağaltma konusunda uzmanlaşmış olan kişi “bakşı” olarak<br />

karşımıza çıkmaktadır. Saniye Bakşı, hastaya musallat olduğu<br />

düşünülen kötü ruhları (cinleri) dombıra eşliğinde<br />

The “faith healer/ocaklı” his/herself can be a man or a<br />

woman. Traditional cases require male faith healer/ocaklı<br />

for male patients and female faith healer/ocaklı for female<br />

patients. Any faith healer/ocaklı inherits the ability to cure<br />

(knowledge of magic) by blood from his family. The faith<br />

healing can continue for several years in one generation by<br />

transferring from father to son, from mother to daughter.<br />

Sometimes faith healers can share very distinctive information<br />

that they use in the treatment of illness with people<br />

who are not blood-related. This information transfer is<br />

known as “El verme / getting master’s hand in or “Givinghand”<br />

is anancient tradition based on the spiritual assignment,<br />

bringing somebody in ability and granting authorization.”<br />

and the person getting the master’s hand is called<br />

“able”.(Şar, 1992:241-248)<br />

In terms of common origin, it is possible to associate “the<br />

faith healer/ocaklı” people having magical knowledge of<br />

treating the disease with the Central Asian shaman / kam.At<br />

this moment in time, there are kams that treating diseases<br />

among Altai, Tuva and Hakas Turks. An Altai, Nadya Yuguşeva,<br />

one of these Kams, gave a lecture on how to combat<br />

good and evil spirits and what kind of treatments she practices<br />

in a program she participated in in Turkey. (Yuguşeva<br />

2001: 201-210).<br />

The Turks’ migration to the West and their Muslim identites<br />

did not inhibit them from maintaining some elements of<br />

Kam belief. We have to consider that the magical informa-<br />

Folk Medicine<br />

221<br />

Halk Hekimliği


Common Heritage<br />

222<br />

Ortak Miras<br />

yaptığı ayinle hükmü altında tuttuğu iyi cinleri vasıtasıyla<br />

hastadan uzaklaştırmaktadır. (Kaçargitmez vd. 2000: 11-16)<br />

Anadolu Türk halk hekimliğinde öne çıkan ocakları şöyle<br />

sıralayabiliriz:<br />

Ağrı ocağı, Alazlama ocağı, Al-Albastı-Albasma ocağı, Arpacık-İtdirseği<br />

ocağı, Ateşpare ocağı, Aydaş ocağı, Bakır<br />

basma ocağı, Baş ağrısı- Baş sıkma ocağı, Bel fıtığı, Bertik<br />

ocağı, Bezeme ocağı, Boğaz düşüğü-Boğaz basması ocağı,<br />

Boncuklama ocağı, Boylama ocağı, Bulgur püskürmesi-Bulgurlama<br />

ocağı, Cızma ocağı, Çıban ocağı, Çizdirme ocağı,<br />

Çocuk tutma ocağı, Çubuk ocağı, Dabaz ocağı, Dağlama<br />

ocağı, Dalak kesme ocağı, Damak çekme ocağı, Dapındırma<br />

ocağı, Dene ocağı, Dilaltı ocağı, Dilgöz ocağı, Dıngıldak<br />

ocağı, Dolama ocağı, Dolluk ocağı, Domuzbaşı ocağı, Efsun<br />

ocağı, Ekzema ocağı, Eş ocağı, Fıtık ocağı, Gelincik ocağı,<br />

Gideğen ocağı, Göbek Düşmesi ocağı, Göz ağrısı ocağı,<br />

Göze boz inme ocağı, Gutnu ocağı, Höşürük ocağı, İncileme<br />

ocağı, İncili sırgı ocağı, İnme-Felç ocağı, İrafa ocağı, Isırgı<br />

ocağı, İspahi ocağı, Kabakulak ocağı,Kafaşakılama ocağı,<br />

Kan aldırma ocağı, Kara bezeme-Kara tutma-Kara yakma<br />

ocağı, Karın şişi alma ocağı, Karıncalık-Kumru ocağı,<br />

Kemreleme ocağı, Keneci ocağı, Kengi ocağı, Kırbacı ocağı,<br />

Kırık çıkık ocağı, Kırklama-Kırk basması ocağı, Kıyık ocağı,<br />

Kızılyürük ocağı, Kızılyel ocağı, Korku-Yürek ölçme ocağı,<br />

Kösnü-Köstebek ocağı, Kuduz ocağı, Kulak ağrısı ocağı,<br />

Kulunç ocağı, Kurbağacık ocağı, Kurdeşen ocağı, Kurşun<br />

dökme ocağı, Kurt ağzı bağlama ocağı, Kurt dökme ocağı,<br />

tion that the “faith healer/ocaklı” people do not reveal is the<br />

information that based on both Kam belief and Islamic concept.<br />

The person, among our compatriots who were forced<br />

to migrate from the Uyghur autonomous region of Xinjiang<br />

(East Turkestan) of China between 1952 and 1953, and also<br />

specialized in curing mental and nervous diseases placed<br />

in the village of Niğde-Ulukisla-Altay was confronted with<br />

the title “ bakşı” . Saniye Bakşı, has been beating off the evil<br />

spirits (demons) that are believed to haunt the patient, by<br />

means of the good daemons she is in contact with and the<br />

ritual of the Dombra. . (Kaçargitmez vd., 2000: 11-16)<br />

The “Ocaks” that stand out in Anatolian Turkish folk medicine<br />

can be listed for diseases as follows:<br />

Pain, Scorch, Alkarısı-Albastı (A febrile illness that women<br />

who give birth suffer from. According to the Shaman Belief,<br />

a horrible creature or a blonde fairy girl that has haunted<br />

ladies suffering from puerperal fever ), Stye, Ateşpare<br />

(Known as “Saint Anthony’s Fire” Skin disease. a bacterial<br />

infection of the skin that typically involves the lymphatic<br />

system.) Bakır basması (A kind of skin disease that occurs<br />

with the allergic bubbles grown out of rubescence ), Head<br />

ache, Lumbar disc herniation, Bertik, Wrick, Variola, Measles,<br />

Quinsy, Boncuklama, Talisman: for example, to have a<br />

lucky break and begin to make Money, A type of Carbuncle,<br />

Scratching: The top of head scratched against for lack of<br />

appetite, İnfertility Urticaria, Splenic disaease, diphtheria,<br />

Palatal diseases, Swollen lips, A physcial bond under the<br />

tongue, Swollen finger, A type of stomach disease, Disease


Külleme ocağı, Küpleme ocağı, Mantar ocağı, Mekir ocağı,<br />

Nazar ocağı, Parpı ocağı, Pöccük çekme ocağı, Romatizma<br />

ocağı, Saçkıran ocağı, Sancı ocağı, Sarılık ocağı, Sedef<br />

ocağı, Siğil ocağı, Sıkma ocağı, Sıraca ocağı, Sıtma ocağı,<br />

Siyahlama ocağı, Siğil ocağı, Söylemez ocağı, Sütçekti ocağı,<br />

Şehla düzeltme ocağı, Tatarca ocağı, Tatarkurdu ocağı,<br />

Tavukgötü ocağı, Temre-Demre ocağı, Tıbıka ocağı, Toprak<br />

ocağı, Tuzlama ocağı, Tuz çevirme ocağı, Uçuk ocağı, Uyuz<br />

ocağı, Üçgünlük ocağı, Yakmaca ocağı, Yakmacılık ocağı,<br />

Yanma ocağı, Yarımca ocağı, Yaşkurbağacık ocağı, Yel ocağı,<br />

Yılancık ocağı, Yüğrük ocağı. (Kumartaşlıoğlu 2016: 196)<br />

Bu ocaklar arasında en fonksiyonel olanı nazar ocaklarıdır.<br />

Türk dünyasında nazara bağlı olarak ortaya çıktığına inanılan<br />

rahatsızlıkların tedavisinde modern tıbbın çare üretemediğini<br />

düşünen halk, doğrudan bu hastalığın devasını<br />

ocaklı kimselerde aramıştır. Türkiye ve Türk dünyasında<br />

nazarla ilgili birçok tedavi yöntemi ve nazardan korunma<br />

yolları üretilmiştir.<br />

Halk arasında “kem nazar”, “nazara uğrama”, “nazar<br />

değmesi”, “nazara gelme”, “nazara tutulma”, “göz değmesi”,<br />

“göze gelme”, “kem göze gelme”, “nefese dokunma”,<br />

“nefesi değmiş”, “gög (=mavi) göze gelme” “pis göz”, olarak<br />

adlandırılan nazar, “Belli kimselerde olduğuna inanılan;<br />

insanlara, özellikle çocuklara, evcil hayvanlara, eve, mala-mülke<br />

hatta cansız nesnelere de zarar veren [verdiğine<br />

inanılan] bakışlardan fırlayan çarpıcı ve öldürücü kuvvet”<br />

(Örnek 1971: 180) olarak tanımlanmaktadır.<br />

Nazar değmesinin gerçekleşmesi için, gözü keskin birinin<br />

muhatabına dikkatle bakması yahut kötü niyetli bir kişinin<br />

muhatabı hakkında güzel sözler söylemesi gerekir.<br />

(Acıpayamlı 1962: 1)<br />

Nazar değen bir çocuksa, uyku uyamaz, fazla esner, gözleri<br />

yaşarır, süzülür, sıkıntı içinde kalır, üzerine durgunluk<br />

gelir, neticede çarpılır [hatta] ölebilir. (Acıpayamlı 1962: 1)<br />

Büyükler için ise avuç içlerinin kaşınması, halsizlik, evde<br />

huzursuzluk yaşanması ve hastalık, nazar belirtisi olarak kabul<br />

edilmektedir. (Esirgen 2014: XIX)<br />

İnsanlar kendilerini, çocuklarını ve sahip oldukları her türlü<br />

nesneyi nazara karşı koruma altına almak için çok çeşitli<br />

nazarlıklar üretmişlerdir. Bunlar koruyucu/tılsımlı nesneler<br />

olup muska niteliği taşırlar:<br />

Akik taşı, altın, at kafası, at nalı, boncuk, buğday başağı, civa,<br />

çakıl taşı, çitlembik, çocuk pabucu, çörekotu, dağdağan,<br />

delikli taş, deniz kabukları, fildişi, geyik boynuzu, göz boncuğu,<br />

hurma çekirdeği, iğde dalı, incir, ipe dizilmiş üzerlik,<br />

kaplumbağa kabuğu,koç boynuzu, kurban hayvanının gözü,<br />

kurban kafası, kurt dişi, kurt tüyü, kuru diken, kuş tırnağı,<br />

of the face, head and body of people as swelling, Sufferin<br />

from magic, Eczema, Hernia, Skin desieases like measles,<br />

Puffiness, lesion grown out of allergy, Fallen Belly, Eye ache,<br />

paralysis, mumps, Givin blood, Broken and discolation, Hydrophobia,<br />

Ear ache or winding, Cramp, Fungus, struck by<br />

the evil eye rheumatism, ringworm on hair, psoriasis, wart,<br />

scabies Etc. (Kumartaşlıoğlu, 2016: 196)<br />

The most functional of these Ocaks is for the struck by evil<br />

eye. The people who reckon that modern medicine can not<br />

remedy curing discomfort, believed to arise due to evil eye<br />

in the Turkish world, directly applied to the Ocaklı/faith<br />

healer for remedy In Turkey and in the Turkish land, many<br />

treatment methods and methods of protection have been<br />

generated against evil.eye.<br />

Evil eye, known as “evil- eyed “, “giving someone the evil<br />

eye”, “causing someone misfortune”, blue evil- eye” among<br />

people, a striking and lethal force which rises from a look<br />

that only certain persons can do, believed to injure or harm<br />

people, especially children, pets, home, property or even<br />

inanimate objects.,<br />

In order to succeed in giving someone evil eye, an eagleeyed<br />

has to stare at respondent carefully, or to say good<br />

words about the contact of a malicious person.<br />

If a child is given the evil eye, he/she can not sleep, but<br />

yawns a lot, eyes fill with tears, feels knackered and sick, remains<br />

in distress, and stagnates, and eventually gets paralize<br />

deven dies. (Acıpayamlı, 1962: 1). For the elderly, itchy<br />

palms, fatigue, uneasiness at home and illness are considered<br />

to be signs of evel eye. (ESİRGEN, 2014: XIX)<br />

People have created a wide variety of amulets to protect<br />

themselves, their children, and all kinds of objects they<br />

possess. These are protective / amulet objects and carry<br />

amulet as follows:<br />

Cornelian, gold, horse head, horseshoe, beads, wheat head,<br />

mercury, pebbles, hackberry, child shoe, nigella, dağdağan<br />

(amultes made of hackberry tree), perforated stone, seashells,<br />

ivory, deer horn, evil eye bead, date seed, silverberry,<br />

pear,harmal, turtle shell, cleat, eye of a sacrificial animal,<br />

head of a sacrificial animal; wolf teeth, hair of wolf, dried<br />

thorn,bird nail, spruce brunch, coral, lentil, evil eye bead,<br />

piece of crusty snake skin, egg shell, nion skin, garlic, greyhound<br />

bee, beetle, wolfberry, wolfberry, dry spike, bird spike,<br />

spruce tree, corn, lentil tree, tortoise shell, Snake skin, egg<br />

shell, ginger, etc. (Acıpayamlı, 1971: 181; Çıblak, 2004: 103-<br />

125; Esirgen, 2014: 86)<br />

Folk Medicine<br />

223<br />

Halk Hekimliği


Common Heritage<br />

224<br />

Ortak Miras<br />

ladin ağacı dalı, mercan, mercimek, nazar boncuğu, soğan<br />

kabuğu, sarımsak, tazı boncuğu, üzerlik, yılan gömleği<br />

parçası, yumurta kabuğu, zencefil vs. (Acıpayamlı 1971: 181;<br />

Çıblak 2004: 103-125; Esirgen 2014: 86).<br />

Bu nesnelerin taşınabilecek durumda olanlarından çeşitli<br />

muskalar yapılarak giysilerin üzerine veya görünmeyen<br />

yerlerine dikilir. At kafası, at nalı gibi nesneler ise ev, bahçe,<br />

tarla gibi yerleri tehlikelerden korumak için kullanılır.<br />

Halk arasında nazardan korunmak için kullanılan en yaygın<br />

ve etkili yöntem “nazar boncuğu/mavi boncuk/göz boncuğu”<br />

taşımaktır. Nazar boncuğu, Anadolu’da geleneksel<br />

bağlamının dışında süs ve takı olarak çok yaygın kullanılmakta<br />

olup Türkiye’nin sembollerinden biri olmuştur. (Ekici<br />

ve Fedakâr 2014: 40-50)<br />

Nazara bağlı olarak ortaya çıkan hastalıkları sağalmak için<br />

birtakım dinsel, büyüsel uygulamalar geliştirilmiştir:<br />

a) Kurşun dökme:<br />

Kurşun dökme, Türk kültür coğrafyasının hemen her<br />

köşesinde birbirine benzer şekilde yapılmaktadır:<br />

Nazar değen çocuk [kişi] bir yere oturtulur. Üzerine peştamal<br />

örtülür. Başına kalbur tutulur. Kalburun içine bir parça ekmek,<br />

Kur’an, ters vaziyette ayna, içi su dolu bir kap konur. Bu<br />

sırada bir tavada eritilen kurşun, “Benim elim değil, Fatma<br />

anamızın eli” sözleriyle birlikte Besmele çekilerek içinde su<br />

bulunan kaba dökülür. Bu işlem üç defa tekrarlanır. Bundan<br />

sonra kurşunun su içinde almış olduğu şekle bakılır. Eğer<br />

kurşun girintili ve çıkıntılı ise çocuğun [kişinin] tehlikeyi atlatmış<br />

olduğu kanısına varılır; [eğer kurşun] düz ve kaypak<br />

ise çocuğun [kişinin] durumu ciddi yorumu yapılır.<br />

Bu işlemden sonra kurşun dökülen su, dört yol ağzına<br />

dökülür veya çocuğun [kişinin] alnına, yanaklarına, boynuna,<br />

avuç içlerine, ayaklarına sürülür. Kalburdaki ekmek<br />

ise tastaki kurşunlu suyun içine batırıldıktan sonra veya<br />

batırılmadan köpeklere atılır. (Acıpayamlı1962: 6)<br />

b) Tütsüleme:<br />

Türk halk hekimliğinde nazar değen kişileri iyileştirmede<br />

kullanılan yöntemlerden biri de tütsülemedir. Türkmenistan,<br />

Azerbaycan ve Anadolu sahasında en çok kullanılan<br />

tütsü maddesi “üzerlik otu”dur.(Kumartaşlıoğlu2016: 221)<br />

“Nazar otu” olarak da bilinen üzerlik bitkisinin yanı sıra<br />

çörek otu, göztaşı, kuru karanfil, kâfur, maydanoz tohumuda<br />

tütsü aracı olarak kullanılır. (Çıblak 2004: 103-125; Şar<br />

2008: 1163-1178)Tütsü için kullanılan bu maddeler, ateşte<br />

yakılarak çıkan dumanın etkisiyle hastanın iyileşeceği ya<br />

da nazara uğrayan kişinin nazardan kurtulacağı düşünülür.<br />

Various muskets are made of among these objects that can<br />

be carried as a belonging, and are sewn on clothes or invisible<br />

places. Such objects like horse head, horseshoe are<br />

used to protect places such as houses, gardens and fields<br />

from danger.<br />

The most widely-used and effective method used to protect<br />

people from evil spirits is to carry “ evil eye bead “. The evil<br />

eye bead is commonly used in Anatolia as ornament and<br />

jewelery besides its traditional context and it is one of the<br />

national emblem of Turkey. (Ekici ve Fedakâr, 2014: 40-50)<br />

A certain number of religious and magical practices have<br />

been developed to cure the diseases associated with the<br />

evil eye:<br />

a) Lead Casting: (to make an object by pouring<br />

hot liquid, such as melted metal, into a shaped<br />

container where it becomes hard)<br />

Lead casting is put in practice similarly at every corner of<br />

the Turkish culture geography:<br />

The child exposed to evil eye is seated once. Covered with a<br />

loincloth. A colander is hold over his/her head. . A piece of<br />

bread, Holly Qur’an, a mirror in reverse, a bowl full of water<br />

are put into the colander. Meanwhile, the lead, which is<br />

dissolved in a pan is poured into the bowl with water, saying<br />

the words “not from hand, form the hand of Mother Fatma<br />

“and basmala (saying “Bismillahirrahmanirrahim”-in the<br />

name of Allah, the most gracious, the most merciful). This<br />

process is repeated three times. After that, the shape lead<br />

fallen into engages the whole. If lead is wavy, it is assumed<br />

that the child [person] has survived the danger. ; If the lead<br />

is flat and slippery the it means that situation of the child<br />

[person] is serious.<br />

After this process, lead spilled into water is poured around<br />

a crossroads or sprayed on the forehead, cheeks, neck,<br />

palms, and feet of the child. The piece of bread in colander<br />

is thrown to a dog after it has bathed or without bathed.<br />

b) Incensing<br />

One of the ways used to healing the people exposed to<br />

evil eye in Turkish folk medicine is the incense method.<br />

The most commonly used incense substance in Turkmenistan,<br />

Azerbaijan and Anatolia is “harmal” –derived from<br />

Peganum harmala-. (Kumartaşlıoğlu, 2016: 221) Together<br />

with Harmal which is also known evil eye herb, nigella, blue<br />

stone (copper sulphate), dry carnation, camphor, parsley<br />

seeds are also used as incense materials. (Çıblak, 2004:<br />

103-125;Şar, 2008: 1163-1178) Not only the person exposed<br />

to the evil eye but also the sick person are thought to be got


(Kumartaşlıoğlu 2016: 224) Tütsü yapılırken “Elemtere fiş<br />

/ Kem gözlere şiş / Üzerlik çatlasın / Nazar eden patlasın”<br />

şeklinde söz kalıpları kullanılır. (Kumartaşlıoğlu2016: 224-<br />

225)<br />

c) Köz söndürme:<br />

Fal bakmanın bir çeşidi olan “köz söndürme”de, nazarı<br />

değen kişinin kim olduğu ortaya çıkarılmaya çalışılır. Uygulama<br />

şu şekildedir:<br />

Genişçe bir kap, su ile doldurulur, ocaktan alınan közler,<br />

o gün eve gelen ve kendisinden şüphe edilen misafirlerin<br />

isimleri tek tek söylenip “Nazar ettiyse batsın” denilerek<br />

suya atılır. Her bir misafir için ayrı ayrı suya atılan köz<br />

parçalarından hangisi “cızzz” diye ses çıkarır ya da kömür<br />

halinde suyun dibine batarsa o kişinin nazar değdirdiğine<br />

inanılır. Kaptaki közler, iyice söndükten sonra içindeki sudan<br />

hastaya içirilir, bir miktar su da hastanın vücuduna serpilir.<br />

(Çıblak 2004: 103-125)<br />

d) Tuz Yakma:<br />

Tuz, Türk dünyasında ve Anadolu’da nazara uğramış ya<br />

da hastalanmış kişilerin hastalıklarını göçürmek için yaygın<br />

biçimde kullanılır. Azerbaycan’da nazar değen kişinin<br />

başında bir çimdik tuz dolaştırılır, nazar değdirebilecek<br />

kişilerin isimleri söylenerek tuz ocağa atılır. Bulgaristan’da<br />

çok ağlayan çocuğun ağrısı veya bir sıkıntısı olduğu<br />

düşünüldüğünden annesi veya akrabalarından biri avucuna<br />

rid of the evil eye or to recover by the some as a result of<br />

burning these substances used for incense. (Kumartaşlıoğlu,<br />

2016: 224).During the incense process “Elemtere fiş /<br />

Kem gözlere şiş / Üzerlik çatlasın / Nazar eden patlasın” is<br />

repeated., (A traditional nursery rhyme, damning to the evil<br />

eyed people) (Kumartaşlıoğlu, 2016: 224-225)<br />

c) Extinguishing ember<br />

As a type of fortune-telling, the main purpose of extinguishing<br />

ember is to expose the one as the evil eyed. The<br />

application is as follows:<br />

A large bowl is filled with water, and the embers taken from<br />

the fire are put into the water by telling the names of the<br />

guests who come home that day as suspicious , and saying<br />

“ If he/she had given the evil eye, the God damn it!”. It is<br />

believed that which of the ember pieces put into the water<br />

separately for each guest makes a sound like “CIZZ”, or if<br />

that one sinks in the water in the form of coal, that person is<br />

believed to cause the evil eye. After the embers in the bowl<br />

well extinguished , the patient is drinked the water in the<br />

bowl, and some water sprinkles on the body of the patient.<br />

(Çıblak, 2004: 103-125)<br />

d) Salt Burning:<br />

Salt is widely used to cure illnesses of people who have suffered<br />

from evil eye or illness in the Turkish land and in Anatolia.<br />

In Azerbaijan, a pinch of salt is circulated by hand over<br />

Folk Medicine<br />

225<br />

Halk Hekimliği


Common Heritage<br />

226<br />

Ortak Miras<br />

tuz koyup üç defa çocuğun çevresinde bu tuzu dolandırır.<br />

Daha sonra ise bu tuzu ateşe atar. (Kumartaşlıoğlu 2016:<br />

228)<br />

2. Mekanik (Parpılama) Tedaviler<br />

(Dağlama, çizme, kırık-çıkık,<br />

kesme, vurma)<br />

Hastaların vücutlarını dağlayarak, çizerek, delerek, keserek<br />

ya da vücutlarına değnekle vurarak [veya elle veyahut bir<br />

nesne ile sıvazlayarak] yapılan sağaltma türüne parpılama<br />

denmektedir. (Acıpayamlı 1989: 1-8) Halk hekimliğinde yaygın<br />

olan tedavi usullerindendir. Parpılamabelli hastalıkların<br />

tedavisinde telkini/ırvasa tedavinin bir parçası, ona yardımcı<br />

olan bir unsur olarak da karşımıza çıkabilir. Bu tedavi usulü<br />

de yine belli hasatlıklar konusunda uzmanlaşmış olan ocaklı<br />

kimseler tarafından uygulanır.<br />

DîvânuLügâti’t-Türk’ten beri varlığı bilinen, Esi Türk tıbbının<br />

en yaygın tedavi metodu olan dağlama, insan ya da hayvan<br />

vücudundaki hastalıklı olan bölgenin ateşte kızdırılmış metal<br />

veya ahşap bir nesne (daha çok demir, çuvaldız, maşa,<br />

bıçak, tava, bakır kap vb.) ile yakılmasıdır. (Çavdar1989:<br />

83-88;Kumartaşlıoğlu 2016: 226)Türk halk hekimliğinde<br />

dağlama yerine “alazlama”, “yakma”, “göyündürme”, “en<br />

vurma” kelimeleri de kullanılmaktadır.(Çavdar 1989: 83-<br />

88)<br />

the head of person exposed to evil eye, and names of the<br />

people presumed to give the evil eye are told and the salt is<br />

thrown to the fire. In Bulgaria, on account of a guess that a<br />

loudly wailing child is suffering from pain or trouble, his/her<br />

mother or one of his relatives gets some salt in the palm and<br />

circles around the child three times. Then he throws this salt<br />

into the fire.( Kumartaşlıoğlu, 2016: 228).<br />

2. Mechanical (Parpılama) Treatments<br />

(Cautery, scratching fracture-dislocation,<br />

cutting, hitting)<br />

As a curing method, which is done by cauterizing, scratching,<br />

cutting or hitting with a stick (or stroking the back of)<br />

the patients’ bodies is called Parpılama. (Acıpayamlı, 1989:<br />

1-8) It is a widespread treatment method in folk medicine.<br />

We are confronted by the method Parpılama as a part of the<br />

Therapeutic Treatment for curing certain diseases, or an ancillary<br />

element to it. This treatment method is also applied<br />

by the Ocaklı person who specialized in certain diseases.<br />

Cautery, known to exist since Dîvânu Lügâti’t-Türk, the most<br />

common treatment method used in formerly Turkish medicine,<br />

is a technique in which diseased area of the human or<br />

animal body is burned by a metal or wooden object (mostly<br />

iron, awl, tong, knife, Copper bowl etc.). (Çavdar, 1989:<br />

83-88; Kumartaşlıoğlu, 2016: 226). The words “singeing”,<br />

“burning”, “göyündürme” and “hitting” are used instead of<br />

cauterising in the Turkish folk medicine. .(Çavdar, 1989: 83-


Altaylı kamların dualarında sıkça geçen “alas” kelimesi,<br />

“ateşte temizleme”, “tütsü” yoluyla kişiye musallat olan kötü<br />

ruhları kovmak amacıyla yapılan bir pratiğe dönüşmüştür.<br />

Alazlama, Başkurt ve Kazaklar tarafından da kullanılan bir<br />

sağaltma yöntemidir. Burada yağlı bir paçavra tutuşturularak<br />

hastanın çevresinde “alas, alas” diye dolaştırılır. (İnan<br />

1995: 65;Tanyu 1976: 283-304)Aynı uygulamaya Kırgızlar<br />

“Alastoo (=alazlama)”derler. Nevruz/yeni yıl kutlamalarında,<br />

yeni yılın esenlik, aydınlık ve bereketli geçmesi için ardıç<br />

ağacı dalından yapılan tütsü, hane halkının başları üzerinde,<br />

evlerin içinde ve evlerin avlusunda “alas, alas” denilerek<br />

dolaştırılır. (Yıldız 2004: 302)<br />

Mekanik tedavi usullerinden biri de hastanın rahatsız olan<br />

bölgelerinin ocaklının kendi eli veya sahip olduğu kutsal bir<br />

nesne (geyik boynuzu, demir parçası, terlik, asa, fes vs.) ile<br />

sıvazlamasıdır.Ocaklı, hastayı sıvazlarken kimden el aldıysa<br />

ya da ocağın kökeninde kim varsa, “Benim elim değil, ....’nin<br />

eli” diyerek o kişinin adını söyler. Ama daha çok ocaklıların<br />

piri sayılan “Fatma Ana (Fadime/Eşe/Ayşe/Ayşe Fatma<br />

Ana)”nın ismisöylenir: “Benim elim değil, Fatma Ana’mızın<br />

eli”.(Üçer1976: 147-156;Kumartaşlıoğlu 2016: 188)<br />

Parpılamada, vücuttaki hastalıklı bölgeyi bıçak, ustura, jilet<br />

vb. ile çizerek kan akıtma; balta, bıçak, satır vb. ile keser gibi<br />

yapma; yara veya hastalıklı bölgenin üzerini kalem, yanmış<br />

odun veya kömür parçası vb. ile çizme gibi uygulamalara da<br />

başvurulur. (Kumartaşlıoğlu 2012: 201)<br />

a) Parpılama yöntemiyle dalak kesme:<br />

Sivas merkeze bağlı Hanlı köyünden “Cennet Karı” lakaplı<br />

ocaklının parpılama yöntemiyle dalak kesmesi: Hasta sırt<br />

üstü yatırılıp karnı açılır. Cennet Karı, hastanın karnını bir<br />

taraftan tek eliyle ovalamaya başlar. Bu sırada hastanın<br />

karnından “Calp! Calp!” diye sesler gelir. Ovalanan bölge<br />

iyice yumuşayınca Cennet Karı diğer eliyle hastanın karnına<br />

iğne batırır. Cennet Karı’nın üç iğnesi vardır. Bir eliyle<br />

ovalamaya devam ederken diğer eliyle de iğne batırmaya<br />

devam eder. Bu şekilde dalağa 5-6 iğne batırmış olur. Daha<br />

sonra hastanın diğer karın tarafını yine tek eliyle ovalayan<br />

Cennet Karı, diğer tarafa da aynı işlemi uygular. İşlem tamamlandıktan<br />

sonra hastaya bir hafta süreyle su içmesi yasaklanır.<br />

Onun yerine bol bol süt içirilir, bal yedirilir. Hastaya<br />

sütle pişirilmiş incir yedirilir. Bazen de çakmaktaşı un haline<br />

getirilip bala karıştırılarak hastaya verilir. (Pürlü 2002: 755)<br />

b) Telkin (Irvasa) yöntemiyle dalak kesme:<br />

Dalaklı, sırt üstü yere yatırılır. Evvelce temin edilmiş olan<br />

bir hayvan dalağı, hastanın karnı üzerine konur. Dalağın da<br />

üzerine bir tepsi yerleştirilir. Bu sırada elinde balta tutan<br />

bir kadın hastanın bulunduğu odaya girer. İçerde bulanan<br />

88).<br />

The word “alas”, often used in the prayers of the Altaic cams,<br />

has become a practice by means of “burning” or “incense for<br />

the purpose of expelling evil spirits haunted to the person.<br />

Singeing is also a method of healing used by Bashkir and<br />

Kazakhs. A piece of rag is kindled and then circled around<br />

the patient spelling the words “alas, alas”.(İnan, 1995: 65;<br />

Tanyu, 1976: 283-304) The Kyrgyz people call this practise<br />

“Alastoo”. In Nevruz / new year celebrations, an incense<br />

made from branches of juniper is circulated above the<br />

heads of the households, and also in the houses and in the<br />

house yard by spelling “alas, alas” for welfare, light and fertile<br />

passage of the new year. (Yıldız, 2004: 302)<br />

One of the mechanical treatment methods is to stroke the<br />

diseased body parts of the patient wtih ocaklı’s own hand or<br />

by using an enchanted object ocaklı possessed (deer horn,<br />

iron piece, slipper, scepter, fez, etc.)<br />

While stroking back of the patient, the Ocaklı /faith healer<br />

particularizes the names that whoever the master given<br />

the hand, or , the founder of Ocak, while saying “ I am not<br />

the hand, but the hand of the .... “ . However, the name of<br />

“Mother Fatma” (Fadime/Eşe/Ayşe/Ayşe/ Mother Fatma),<br />

who is considered to be the master of Ocaklı/Faith Healers,<br />

is said: “Not my hand, but the hand of mother Fatma” (Üçer,<br />

1976: 147-156; Kumartaşlıoğlu, 2016: 188)<br />

In Parpılama, bleeding the diseased area of the body by<br />

scratching with a knife, razor, straight razor and so on., or,<br />

as if being cut with an ax, knife, cleaver, etc.; or, drawing<br />

round the wound or diseased area with a pen, burned wood<br />

or charcoal pieces and so on. are such applications that<br />

tried. (Kumartaşlıoğlu, 2012: 201)<br />

a) To take away (pain , fever , thirst) from<br />

Spleen by Parpılama Method (Dalak kesmek)<br />

Taking away (pain , fever , thirst) from the spleen with the<br />

method Parpılama, by a woman Ocaklı /faith healer, nicknamed<br />

“Cennet Karı, “living in Hanlı village of Sivas city<br />

center: The patient is laid on the back and the abdominal<br />

region of the body is become visible. Cennet Karı messages<br />

that part with her hand. Meanwhile, the patient’s belly<br />

sounds like “Calp! Calp! “ When the the abdominal region<br />

is fairly softened, Cenet Karı sinks the needle into the patient’s<br />

abdomen with her other hand. The Cennet Karı has<br />

three needles. While continuing to message with one hand,<br />

she continues to sink the needle with her other hand. In this<br />

way, five to six needles are dipped into the spleen. Cennet<br />

Karı then messages the other side of the patient again with<br />

one hand, she does the same implementation to the other<br />

Folk Medicine<br />

227<br />

Halk Hekimliği


Common Heritage<br />

228<br />

Ortak Miras<br />

hastanın yakınları hep bir ağızdan:<br />

-Nerden geliyorsun, ne yapacaksın? diye bağrışırlar.<br />

Ocaklı kadın şu cevabı verir:<br />

-Dalak keseceğim.<br />

İçerde bulunanlar, bu sefer sorarlar:<br />

-Kesebilir misin?<br />

Ocaklı, kesin cevap verir:<br />

-Elbette.<br />

Ocaklı sözünü bitirir bitirmez, hastanın karnı üzerinde bulunan<br />

tepsiye, elindeki baltasıyla hafif hafif vurmağa başlar.<br />

Böylece hastanın dalağı kesilmiş olur. (Acıpayamlı 1963:<br />

37-58)<br />

c)Telkin, parpılama ve daha birçok sağaltma<br />

yöntemiyle sarılık tedavisi:<br />

Sarılık/sebebi: Aşırı korku, kaygı ve üzüntü.<br />

Sarılık/belirtileri: Kişinin gözünün akı ile elleri ve vücudu<br />

sararır, beti benzi sapsarı olur.<br />

Sarılık/ tedavisi: Hastaya sarılı hindi (sarı yazma) giydirilir.<br />

Alnından ve kulağından ustura veya kullanılmış jiletle kan<br />

alınır. Hastanın sidiği ile çir (kuru kaysı) ıslatılıp habersizce<br />

hastaya yedirilir. Sarılık çiri (tartılmadan alınan kuru kaysı)<br />

satın alınıp hastaya hoşaf olarak içirilir. Ayakları sarı olan bir<br />

tavuk kesilir. Eti pişirilerek hastaya yedirilir. Bu tavuğun sarı<br />

renkli olan ayaklarının daha şifalı olduğuna inanıldığından<br />

öncelikle ayak etleri yedirilir. Hastaya bol bol bal yedirilir.<br />

Karamuk bitkisinin kökü kaynatılarak hastaya aç karna bir<br />

bardak içirilir. Söğüt yaprağı kaynatılarak suyu içirilir. Sığır<br />

ödünden çıkan ve “hazara” adı verilen taş dövülerek un<br />

haline getirilir. Bu un bala katılarak hastaya azar azar yedirilir.<br />

Bu karışım hastanın su veya çayına da katılabilir. Hastanın<br />

boynuna altın takılır. Hastanın boynuna “sarılık taşı” asılır.<br />

Hasta “sarılık pınarı”na götürülür. Hasta “sarılık sabunu” ile<br />

yıkanır. Karalar köyündeki “sarılık ocağı”na götürülür. Bu ocakta<br />

hasta, alnından ve kulaklarının arkasından kan alınmak<br />

suretiyle parpulanır. Hasta Kayadibi bucağındaki “sarılık ocağı”na<br />

götürülür. Burada, ocaklı kadın tarafından hastanın<br />

iki kaşının arasındaki damar hafifçe çizilerek kanatılır. Hasta<br />

Sivas merkez Pulur mahallesindeki “sarılık tekkesi”ne<br />

götürülür. Hasta, Kabasakal köyündeki “sarılık kayası”na<br />

götürülür.<br />

Bilinen sarılığın dışında bu hastalığın bir de “deve sarılığı”<br />

denen çeşidi vardır. Normal sarılığa göre daha tehlikeli olan<br />

side. After the proccess is completed, the patient is banned<br />

from drinking water for a week. Instead, she is drunk plenty<br />

of milk and fed with honey. The patient is aslo fed with figs<br />

that are cooked in milk. Sometimes, some flint that crumbled<br />

into pieces and after mixed with honey is given to the<br />

patient.<br />

b) To to take away (pain , fever , thirst) from<br />

Spleen by Therapeutic Treatment<br />

The patient is laid on the back. A previously supplied animal<br />

spleen is placed on the patient’s abdomen. Then a tray is<br />

placed on that spleen. Meanwhile, a woman holding an ax<br />

in her hand enters into the room where the patient is. The<br />

relatives of the patient present there are in chorus:<br />

-“Where are you coming from? What will you do?” they<br />

scream.<br />

The Ocaklı/faith healer woman answers:instantly:<br />

-“I’m going to take away the (pain , fever ) from the spleen”.<br />

Those who are inside ask this time:<br />

-“Can you?”<br />

The Ocaklı/faith healer answers precisely:<br />

- “Of course”.<br />

As soon as the Ocaklı/faith healer rests her case, she begins<br />

to hit the tray placed on the patient smoothly, with the ax in<br />

his hand. So this means patient’s spleen was cut, (.the pain<br />

or fever was taken away) (Acıpayamlı, 1963: 37-58)<br />

Treatment of Jaundice by Parpılama method,<br />

Therapeutic Treatment and many other<br />

treatments:<br />

Jaundice / cause: Extreme fear, anxiety and sadness.<br />

Jaundice / indications: The white of the eye, hands and the<br />

whole body blanch, and the patinet goes pale yellow.<br />

Jaundice treatment: The patient is dressed a yelolw babushka.<br />

And then he/she is drawn bBlood from the forehead and<br />

ear by using a straight razor or a used razor. A dried apricot<br />

is soaked with patient’s piss and the patient is made to<br />

eat that without warning. . The Jaundice dried apricot (taken<br />

without weighing) is bought and served as a compote<br />

to the patient. A yellow footed chicken is cut. The meat is<br />

cooked and fed to the patient. Since it is believed that the<br />

yellow colored feet of this chicken are more healing, the<br />

meat from those are made to eat firstly. The patient is fed<br />

plenty of honey. The root of the barberry (karamuk –diken


u hastalık çok geç iyileşir. Deve sarılığına yakalan kişiye<br />

deve eti yedirilir. Temin edilebilirse hastaya deve sütü ve<br />

yoğurdu da verilir. Hasta Yassıpınar köyündeki sarılık ocağına<br />

götürülür. Hasta burada kan aldırır, ocak evinin ekmeğini<br />

yer Yassıpınar’ın suyundan içer. (Pürlü 2002: 773-774)<br />

Belli bir coğrafyada yaşayan Sivas İlbeyli Türkmenleri<br />

arasında sarılık hastalığının tedavisinde telkin, parpı, yatır<br />

ziyareti/dua ve em/ilaç olmak üzere her türlü sağaltım<br />

usulüne başvurulduğu görülmektedir. Aslında bu yöntem,<br />

diğer hastalıklar için de geçerlidir. Yani ocaklı, bir hastalığı<br />

sağaltabilmek için mevcut tüm usulleri deneyebilir.<br />

Ocaklı kimselerin dışında, kırık-çıkıkla uğraşan “sınıkçı”,<br />

usta çırak usulüyle yetişmiş “sünnetçi”, gelenekten yetişmiş<br />

“ebe/yerli ebe” ve “iğneciler” de halk hekimliği bünyesinde<br />

bilgisine ve yardımına başvurulan kimselerdir.Ocaklıların<br />

olmadığı yer ve zamanlarda ise “izinliler”, “hocalar”,<br />

“büyücüler”, “üfürükçüler” ve “okuyucular”devreye girer.<br />

3. İlaçla Tedaviler<br />

Halk hekimliğinde başvurulan tedavi yöntemlerinden biri<br />

de ilaçla tedavidir. Halk arasında, “Kocakarı ilaçları”, “ev<br />

ilaçları”, “ara ilacı”, “dul karı ilacı” (Üçer 1989:253-266) gibi<br />

isimlerde verilen halk ilaçlarının çoğu, uzun tecrübeler sonucunda<br />

elde edilmiştir. Halk ilaçları insanımız tarafından<br />

rasyonel ve büyü niteliği taşıyan yöntemlerle birlikte kullanılmaktadır.<br />

üzümü) is boiled and the patient is made drink a glass of it.<br />

Willow leaf is boiled and water is drunk to the patient. The<br />

stone that is poured out of the cattle gall bladder (called<br />

“hazara” ) is miled and transformed into flour. This flour is<br />

mixed with honey and eaten gradually by the patient. This<br />

mixture can also be added to the patient’s water or tea. A<br />

golden thing is strung to the neck of the patient. A”Jaundice<br />

stone “ is hanged to the patient’s neck. The patient is taken<br />

to the “ Jaundice Spring and is bathed with “jaundice soap”.<br />

The patient is accompanied to the Jaundice Ocak in Karalar<br />

village. In this case, the patient is treated by the parpılma<br />

method by taking blood from the forehead and behind the<br />

ears. Or the patient is taken to the jaundice ocak in Kayadibi<br />

village. Here, the vein between two eyebrows of the patient<br />

is drawn blood by means of scratching by the Ocaklı woman.<br />

The patient is taken to the “jaundice lodge” in Pulur of the<br />

central district of Sivas. Some times the patient is accompanied<br />

to “jaundice rock” in Kabasakal village.<br />

Apart from the most widely known jaundice, this disease<br />

also has an other type called “camel jaundice”. This disease,<br />

which is more dangerous than the the most widely known<br />

one, recovers too late. The person caught in the camel<br />

jaundice is fed with camel meat. If it is available, the patient<br />

is given camel milk and yogurt. The patient is, taken to the<br />

jaundice center in the village of Yasspinar and drawn blood<br />

here, drinks the water from Yassipinar Spring, eats some<br />

bread in Ocak hause. (Pürlü, 2002: 773-774)<br />

All kinds of treatment methods including Therapeutic<br />

Treatment, parpılama, visiting yatır (place where a holy<br />

man is buried), prayer and drug are the treatment methods<br />

of jaundice that being implemented among Sivas İlbeyli<br />

Turkmens living in a certain geographical land. In fact, this<br />

method is also applicable to other diseases. That is to say,<br />

the Ocaklı /Faith healer can try all the existing methods in<br />

order to cure a disease.<br />

Apart from Ocakl/Faith healers, “bonesetter“ dealing with<br />

broken and dislocation; “circumciser” excels in circumsizeing<br />

by master-apprenticed; “midwife-local midwifes” traditionally<br />

educated are appeal to for help within folk medicine<br />

treatment. In the absence of any Ocaklı/faith healer,<br />

“ables”, “hodjas”, “healers” and “magicians” step in to provide<br />

help.<br />

3)Drug therapy (Medication)<br />

One of the treatment methods referenced in folk medicine<br />

is medication. Most of the folk medicines given in the<br />

names such as “ folk remedy “, “homemade remedies”, “intermediate<br />

medicines”, “widowed woman medicines” (Üçer,<br />

1989:253-266) were obtained as a result of long-term<br />

Folk Medicine<br />

229<br />

Halk Hekimliği


Common Heritage<br />

230<br />

Ortak Miras<br />

Halk ilaçları bitkisel, hayvansal ve madensel kaynaklı olup<br />

tek tek veya kombine olarak kullanılabilmektedir. Büyük<br />

çoğunluğu bitkilerden elde edilen bu ilaçların hazırlanması<br />

ve kullanılması gelenek ve göreneklere bağlı olarak<br />

ilkel şekillerde sürdürülmektedir. İlkel şartlarda ve şekillerde<br />

hazırlanan halk ilaçları arasında en çok infüzyon 1 , hap,<br />

toz, merhem ve tütsü gibi farmasötik şekiller 2 dikkati çekmektedir.<br />

Halk hekimliğinde aynı hammaddeden üretilen<br />

ilaçların birden fazla hastalığın tedavisinde kullanıldığı da<br />

görülmüştür.(Şar 1992: 241-248)<br />

a) Bitkisel ilaçlar<br />

İnsanoğlunun tabiatta gördüğü her türlü bitki, şifa kaynağı<br />

olarak düşünülmüş ve bir şekilde ondan ilaç üretme yoluna<br />

gidilmiştir. Yenmesi mümkün olan bitkilerin kök, gövde, dal<br />

ve yapraklarının doğrudan yenilmesi; bunların kaynatılarak<br />

çıkan suyun içilmesi veya o bitkilerden hazırlanan merhemlerin<br />

ağrıyan yerlere sürülmesi/sarılması söz konusudur.<br />

Kişilerin yaşadığı coğrafya, iklim ve bitki örtüsüne bağlı<br />

olarak belli bitkilerden elde edilen ilaçlar bir takım ocaklı<br />

kimselerin kullanımıyla sınırlı kalmıştır. Ancak adaçayı,<br />

afyon, ahududu, arpa, ayıüzümü, ayva, buğday, gül, ısırgan<br />

otu, kekik, ölmez çiçeği (altın otu, mantuvar), sarımsak,<br />

soğan, sumak, susam, yılanyastığı, zencefil, zeytin, zeytinyağıgibi<br />

bitkilerden yapılan ilaçlar umumileşmiştir.<br />

• 1 İnfüzyon: Bitkilerin suyun kaynama noktası altında<br />

demlenmesiyleelde edilen ilaç.<br />

• 2 Üretilen ilacın kullanılabilir bir şekle sokması.<br />

experiences. Folk remedies are used in combination with<br />

rational and magical methods by our people.<br />

Folk remedies are of herbal, animal and mineral origin and<br />

can be used individually or in combination. The preparation<br />

and use of these drugs, which are obtained from the vast<br />

majority of plants, are carried out in primitive forms depending<br />

on traditions and customs. Pharmaceutical formulations<br />

such as infusion, pill, powder, ointment and incense<br />

are most noteworthy among the folk remedies prepared in<br />

primitive conditions and forms. It has also been observed<br />

that medicines produced from the same raw material in the<br />

folk medicine are used in the treatment of more than one<br />

diseases. .(Şar, 1992: 241-248)<br />

a) Herbal Medicines<br />

Every type of plant that human beings see in nature has<br />

been thought of as a source of healing and in a way it has<br />

been used to produce medicine from it. İt is the case that<br />

root, trunk, branches and leaves of eateble plants (like<br />

beets) can be directly eaten; remaining juice after water<br />

boiling them can be drunk; or, ointments prepared from<br />

those plants are salved to the painful places.<br />

Depending on the geography, climate and vegetation coverage<br />

where people live, the medicines obtained from certain<br />

plants have been limited by the use of a ceratin Ocaklı/Faith<br />

Healers. However, such herbal medicines made<br />

from plants such as; sage (salvia), opium, raspberry, barley,<br />

cranberry, sunflower, quince, wheat, rose, stinging nettle,<br />

thyme, immortal flower (gold grass), garlic, onion, sumac,<br />

Green dragon, sesame seedlings, ginger, olive, olive oil become<br />

general.<br />

The medicines made by using agricultural products such as<br />

wheat, barley, lentil, vetch, and clover are the reflection of<br />

agriculture in the folk medicine<br />

b) Animal remedies:<br />

The nomadic life for Turks, that first they had to abandon<br />

their homelands and then they began to migrate towards to<br />

the west, after evolved into semi-nomadical (shelter place /<br />

mountain pasture kışlak), finally ended up with establishing<br />

settled life by means of being attached to the land. In this<br />

process, the most important assets of the Turks were horses<br />

and sheep flocks. It is known that they also had drawn benefit<br />

from camels for the transportation of freight. The drugs<br />

that the Turks produced from animal and animal products<br />

are limited to the animals they were acquainted with. Products<br />

such as honey, raw meat, grease, umbilical cord, skin of<br />

sheep tail, wool, felt, yogurt, milk, sediment, cheese, eggs


Buğday, arpa, mercimek, fiğ, yonca, burçak gibi ziraat ürünlerinden<br />

yararlanılarak yapılan ilaçlar ise tarım kültürünün<br />

halk hekimliğine yansımasıdır.<br />

b) Hayvansal ilaçlar<br />

Türklerin ana yurtlarını terk etmek zorunda kalıp batıya<br />

doğru göçleriyle başlayan göçebelik, daha sonra yarı göçebeliğe<br />

(yaylak/kışlak) dönüşmüş, nihayetinde toprağa<br />

bağlanarak yerleşik hayata geçişle sona ermiştir. Bu süreçte<br />

Türklerin en önemli mal varlıkları atlar ve koyun sürüleri<br />

olmuştur. Yük taşımada da develerden yararlandıkları bilinmektedir.<br />

Türklerin hayvan ve hayvan ürünlerinden ürettikleri<br />

ilaçlar tanıdıkları hayvanlarla sınırlı kalmıştır. Bal, çiğ<br />

et, göbek bağı, kuyruk yağı, kuyruk kapağı, yün, keçe, yoğurt,<br />

süt, çökelek, peynir, yumurta gibi ürünler ilaç yapımında<br />

kullanılmıştır. Arı, deve, domuz, güvercin, inek, kaplumbağa,<br />

kirpi, köpek, kurbağa, kurt, leylek, manda, örümcek, tavşan,<br />

tavuk, tavus kuşu, yarasa, yılan gibi bir takım hayvanların<br />

organlarından, kanlarından veya dışkılarından da<br />

ilaçlar yapılmıştır. Denize komşu olan ve denizden geçimini<br />

sağlayan balıkçılar, bir takım deniz ürünlerinden ilaçlarelde<br />

etmişlerdir. Deniz suyunun bünyesindeki iyot sebebiyle<br />

başta guatr olmak üzere nezle gibi birçok hastalığa iyi geldiği<br />

inancı da yaygınlaşmıştır. (Göksoy 1989: 155-161; Algın<br />

2007: 92)<br />

Anadolu halk hekimliğinde yılanın ayrı bir yeri vardır. Yılan<br />

gömleği, yılan derisi, yılan eti ve yılan kemiği, başta yılancık<br />

hastalığı olmak üzere, göz değmesinden, diş eti ağrılarına,<br />

sivilcelerden kelliğe kadar her türlü hastalığın tedavisinde<br />

kullanılmıştır. (Başar 1978: 18-25) Ayrıca yılanlı göller,<br />

yılanlı gözeler ve yılanlı çermikler de yılancık ve sedef<br />

hastalıklarının tedavisinde insanların uğrak yerleridir. Sivas’ın<br />

Kangal ilçesinde bulunan Yılanlı Çermik (bugünkü<br />

adıyla Balıklı Kaplıca)’teki balıklar ile birkaç yılan bu satırların<br />

yazarı tarafından da görülmüştür. Burada yılanınKırgız<br />

halk hekimliğindeen önemli tedavimalzemesiolduğunudabelirtmekgerekir.<br />

Günümüzdebile Kırgız halkhekimlerinin en<br />

az aları tedavi ederken bu sürüngenin organından yapılmış<br />

tedavi malzemelerinden yararlandıkları söylenebilir. Kırgız<br />

hekimleri yılandan yapılanbutedavi malzemesini “akdarı<br />

(Hakilacı)” olarakadlandırırlarve “miñdinbiri(binilaçvarsa<br />

onunen iyisi)” olduğunusöylerler. (Orozobaev2012:107-124)<br />

Şahmaran hakkındaki anlatılarda onun, dünyada her derde<br />

deva olacak bitkileri bildiği hatta bitkilerin dile gelerek<br />

kendilerinin neye ilaç olduklarını ona söylediği ve kendisinin<br />

de -vücudunun belli kesimlerinin kaynatıldığında veya<br />

yendiğinde- onulmaz dertlere deva ve bilgelik kaynağı olduğu<br />

anlatılır. Camasbnâme’ye göreCamasb,Şahmaran’ın<br />

kaynatılan kafa suyunu içmek suretiylebilge bir hekim olan<br />

Lokman’a dönüşmüştür. (Yılar 2016: 418) Lokman Hekim,<br />

are used in medicine. Some drugs were also made from<br />

organs, blood or excrement of some animals such as bee,<br />

camel, pig, pigeon, cow, turtle, hedgehog, dog, frog, wolf,<br />

stork, buffalo, spider, rabbit, chickens, peacocks, bat snake<br />

etc. The fishermen, who were adjoining the sea or picking<br />

up livelihood at sea, produced drugs from some seafoods.<br />

Due to iodine that it includes, the seawater has been widely<br />

acknowledged to cure for many diseases such as cold,<br />

especially goitre. (Göksoy, 1989: 155-161: Algın, 2007: 92)<br />

In Anatolian folk medicine, the snake has been of basic<br />

importance. Snake skin(remain after moulting process),<br />

snake skin, snake meat, and snake bone have been used for<br />

treatment of all kinds of diseases, especially saint anthony’s<br />

fire,evil eye, gingival pain, from acne to baldness(Başar,<br />

1978: 18-25). In addition, serpentine lakes, serpentine<br />

springs and hot springs are frequent places in the treatment<br />

of saint anthony’s fire and psoriasis. The fishes of serpentine<br />

hot springs (now called Balıklı Kaplıca) in Kangal province<br />

of Sivas and a few snakes were seen by the author of these<br />

lines. It should also be noted that the serpent is the most<br />

important treatment material in Kyrgyz folk medicine. Even<br />

today, at least 80% of the Kirghiz folk healers leverage from<br />

treatment materials made from the organs of this reptile<br />

when treating patients. Kyrgyz doctors name this type of<br />

treatment materials made from snake as the “millet -a plant<br />

that is similar to grass, or the small seeds from this plant<br />

that can be eaten)” and says that “one of the mindin (best<br />

one of thousand drugs)”. (Orozobaev, 2012:107-124) Within<br />

the stories about Shahmaran, it is narrated that; she knows<br />

all the plants in the the world that would remedy every disease,<br />

even the plants’ themselves tell her about what sort<br />

of medicines they are, and when particular parts of Shahmaran’s<br />

body are boiled or consumed incase of fatal troubles,<br />

it would be a remedy or source of wisdom According to<br />

the Camasbnâme, Camasb transformed into Lokman, a wise<br />

physician, by drinking the water in which Shahmaran’s head<br />

was boiled. (Yılar, 2016: 418) Along with taking over the wisdom<br />

from Shahmaran, Lokman Hekim learns the language<br />

of all plants and produces remedies for all troubles. Thus, in<br />

the Turkish world, He desrves the title as Master of Doctors<br />

and Pharmacists. (Şimşek, 1995: 333-338)<br />

c) Mineral medicines<br />

Agate, golden, copper, glass, mercury, blue Stone, silver,<br />

water of tin, tar, amber, lime, lead, mineral water, serpantine<br />

(Any of a group of greenish, brownish, or spotted minerals,<br />

Mg3Si2O5(OH)4, used as a source of magnesium and asbestos,<br />

and in architecture as a decorative stone.), water,<br />

stone, soil, salt and a certain number of mineral matters are<br />

given to the patients as is or after some process as a reme-<br />

Folk Medicine<br />

231<br />

Halk Hekimliği


Common Heritage<br />

232<br />

Ortak Miras<br />

Şahmaran’daki bilgeliğin kendine geçmesiyle tüm bitkilerin<br />

dilini öğrenir ve bütün dertlere derman olacak çareler üretir.<br />

Böylelikle, Türk dünyasında hekimlerin ve eczacıların piri<br />

unvanını alır. (Şimşek1995: 333-338)<br />

c)Madensel ilaçlar<br />

Akik, altın, bakır, cam, cıva, göztaşı, gümüş, kalay suyu,<br />

kantaşı, katran, kehribar, kireç, kurşun, maden suyu, parpı<br />

taşı, su, taş, toprak, tuz ve daha birçok madensel maddeler<br />

olduğu gibi ya da bir takım işlemlerden geçirildikten sonra<br />

hastalara em olarak verilir. (Acıpayamlı 1989: 1-8; Algın<br />

2007: 93)<br />

d) Şifalı sular<br />

Türk insanı hastalıklarının sağaltılmasında tabiatta bulunan<br />

her bir nesneden yararlanma yollarını aramış ve bulmuştur.<br />

Nasıl ki hemen her yörede mitik/mistik özelliği bulunan<br />

bir ziyaret yeri bulup onun etrafında bir takım uygulamalar<br />

geliştirip çeşitli hastalıkları sağaltma yoluna gitmişse,<br />

yaşamın temel kaynağı olan suyu da hastalık sağaltmada<br />

mistik bir öğe olarak kullanmaktan geri durmamıştır.<br />

Halk hekimliğinde “şifalı sular” olarak nitelendirilen yer<br />

altı sıcak maden sularının şifa amacıyla kullanımı çok eski<br />

uygarlıklara kadar uzanmaktadır. Yurdumuzun değişik bölgelerinde,<br />

“çermik”, “ılıca”, “iyisu”, “kaplıca”, “terme” gibi<br />

adlarla karşımıza çıkan şifalı sular, “kaynağın bulunduğu<br />

yöreye özgü iklim koşulları ve de biyolojik ortamın etkisidy.<br />

(Acıpayamlı, 1989: 1-8; Algın, 2007: 93)<br />

d) Medicinal spring<br />

Turkish people have sought and found the ways of benefiting<br />

from every object in nature in the treatment of their diseases.<br />

Just as they have found a mythical / mystical place to<br />

visit in every area and developed a number of applications<br />

around it, and finally chosen to cure variety of diseases,<br />

they have also not stopped at using the water as a mystical<br />

element, the main source of life, in treating illnesses. In<br />

folk medicine, the underground hot mineral waters usage,<br />

-which is also described as “medicinal springs”- for healing<br />

purposes, “ dates back to ancient civilizations. Medicinal<br />

springs which we are confronted with the names such<br />

as “çermik”, “thermal”, “iyisu”, “spa”, “terme” in different<br />

regions of our country, is the treatment system, in which<br />

the effectiveness of the treatment on the organism has<br />

been scientifically proven by being implemented as a cure,<br />

including the local climate conditions where the source is<br />

located and the integration of the effect of the biological<br />

environment. (Özer, 1989: 203-209)<br />

In almost every corner of Central Asia and Anatolia, there<br />

are many sanctuary springs, wells, mineral spring, drinking<br />

fountains, which are visited or where prople bathe for the<br />

treatment of various diseases in view of the healing property<br />

of water. These are venues, such as the ocaks listed<br />

above, visited for the treatment of certain diseases and the


nin bütünleştiği ‘kür’ biçiminde uygulanmasıyla, organizma<br />

üzerinde tedavi etkinliği bilimsel olarak kanıtlanmış bir tedavi<br />

sistemidir.” (Özer 1989: 203-209)<br />

Orta Asya ve Anadolu’nun hemen her köşesinde suyun<br />

sağaltıcı özelliği dikkate alınarak çeşitli hastalıkların tedavisinde<br />

ziyaret edilip suyundan içilen veya o suyla banyo<br />

yapılan birçok kutsal pınar, kuyu, içme, çeşme vardır. Bunlar<br />

da yukarıda sıralanan ocaklar gibi belli hastalıkların<br />

sağaltılmasında başvurulan yerlerdir ve büyük çoğunluğu<br />

hastalıklara göre adlandırılmışlardır:<br />

Ağız pınarı, Asa suları 3 , Basur kuyusu, Baş ağrısı pınarı, Ceviz<br />

çeşmesi, Çıban pınarı, Dede suyu, Derme suyu, Dilek pınarı,<br />

Göz pınarı, Günyarı pınarı, Hâcet kuyusu, Karıncalık pınarı,<br />

Kurdeşen pınarı, Munzur suyu, Romatizma pınarı, Sancı<br />

Pınarı, Sarılık pınarı, Sıtma pınarı, Sürk pınarı, Süt pınarı,<br />

Uyuz pınarı, Yedigöze, Yel pınarı, Zemzem pınarı (Özen<br />

1992: 203-214; Nasrattınoğlu 1989: 191-201; Oymak 2010:<br />

35-55; Yolcu2014: 93-102)<br />

Hz. İsa’nın vaftizinin anısına adanan su yada su kaynağına<br />

kutsal su anlamına gelen “ayazma” denir. Hemen<br />

hepsi bir Hıristiyan aziz veya azizenin ismine bağlı olarak<br />

anılan ayazmalar, İstanbul’da halkın cilt, mide, göz, sinir<br />

hastalıkları, bunalımlar, baş ağrıları gibi rahatsızlıklar ile<br />

kısmet açılması, çok para kazanma ve ev sahibi olma gibi<br />

arzularla da ziyaret ettikleri yerlerdir. (Değer 1992: 79-89)<br />

e) Kombine ilaçlar<br />

Hastalıkların tedavisinde bitkisel, madensel ve hayvansal<br />

ilaçların hastalığın çeşidine göre bir arada kullanılmasıdır.<br />

Diğer ilaç çeşitlerine göre yaygın değildir.<br />

Sonuç olarak, halk hekimleri hastalıkları sağaltırken yukarıda<br />

“sarılık hastalığı” tedavisinde anlatıldığı üzere, ırvasa,<br />

parpılama, dua ve em verme gibi tüm tedavi usullerini bir<br />

arada kullanabilmektedirler<br />

Halk hekimliğinde uygulanan sağaltmaların büyük çoğunluğu<br />

sihirsel bir yapıdadır ve majinin “temas büyüsü”ne<br />

uygun bir şekilde işlemektedir. (Acıpayamlı 1989: 1-8) Yani<br />

ocakların asıl iyileştirme gücü, ocağın manevi gücü ile insanların<br />

bu güce olan inançlarında saklıdır.<br />

Halk hekimliğinde kullanılan ilaçlar, hastalık isimleri ve<br />

hastalıkların tedavi edildiği ocakların adları büyük bir<br />

çoğunlukla Türkçedir.<br />

Gündelik hayatın ayrılmaz bir parçası olan halk hekimliği<br />

uygulamaları, sözlü (Atnur 2010: 51-70) ve yazılı edebiyatımıza(Kanter<br />

2013: 341)yansıdığı gibi Yeşilçam filmleri-<br />

• 3 Kutsal ve şifalı sulara Bursa ve Kastamonu’da “asa suyu”<br />

denmektedir.<br />

vast majority of them are named according to diseases:<br />

Mouth springs, Asa Suları (Holy and healing waters are<br />

called “asa suyu” in Bursa and Kastamonu) , hemorrhoid<br />

well, headache springs, Walnut fountain, Boil springs, Dede<br />

suyu, Dreme Suyu, Wish springs, Eye springs, Günyarı pınarı,<br />

Need wells, Ant Spring, Rash springs, Munzur suyu, rheumatism<br />

springs, pain springs, Jaundice springs, malaria<br />

springs, Sürk pınarı, Milk springs, Scab springs, Yedigöze, Yel<br />

pınarı, Zemzem pınarı (Özen, 1992: 203-214; Nasrattınoğlu,<br />

1989: 191-201; Oymak, 2010: 35-55; Yolcu, 2014: 93-102)<br />

The water or the source of water that is dedicated to the<br />

memory of Jesus’ baptism is called the “ayazma (Holy spring<br />

of orthodox greeks)” which means also sacred water. Almost<br />

all of them are referred to as Christians, or saints are<br />

the places that people in Istanbul still visit for their illnesses<br />

such as skin, stomach, eye, nervous diseases, depression,<br />

headache, and also wishes like having a lucky break and<br />

begin to make money. (Değer, 1992: 79-89)<br />

e) Combined Medicines<br />

This is the method of terating diseases, in which herbal,<br />

mineral and animal drugs are used in combination according<br />

to the type of disease. It is not prevalent compared to<br />

other drug types.<br />

Consequently, folk physicians can apply all the treatment<br />

methods together, such as Therapeutic, Parpılama, prayer<br />

and giving remedy, as described above in the treatment of<br />

“jaundice”.<br />

The vast majority of remedies practiced in the folk medicine<br />

are magical, and the processing in a consistent manner with<br />

the Magi’s “contact spell”. (Acıpayamlı, 1989: 1-8) In other<br />

words, the essesntial healing power of the ocaks is hidden<br />

in the spiritual power of the ocaks and in people’s beliefs in<br />

that power.<br />

Names that given to drugs used in folk medicine, diseases<br />

and ocaks where diseases are treated are mostly Turkish.<br />

Folk medicine practices, as an integral part of everyday life,<br />

are reflected in our verbal (Atnur, 2010: 51-70) and written<br />

literature (Kanter, 2013: 341) as well as they have were<br />

filmed in most of Yeşilçam movies.<br />

Even if the development of modern medicine, easy access<br />

to the hospital and the doctor, the freeing of general health<br />

services have reduced the practice of folk medicine, but it<br />

has not been completely removed. Today’s people look as<br />

if they will continue to ring the door-bell of Ocaklı Peoples/<br />

Faith Healers in the absence of any remedy in modern<br />

Folk Medicine<br />

233<br />

Halk Hekimliği


Common Heritage<br />

234<br />

Ortak Miras<br />

nin birçoğunda da işlenmiştir.<br />

Modern tıbbın gelişmesi, hastane ve doktora ulaşımın kolaylaşması,<br />

genel sağlık hizmetlerinin ücretsiz hale getirilmesi<br />

halk hekimliği uygulamalarını azaltmış olsa da<br />

tamamen ortadan kaldıramamıştır. Günümüz insanı, modern<br />

tıbbın çare üretemediği durumlarda veya gizli kalması<br />

gereken bazı rahatsızlıkların tedavisinde ocaklı kimselerin<br />

kapılarını çalmaya devam edecekler gibi görünüyor.<br />

KAYNAKLAR<br />

• Acıpayamlı, Orhan (1962), “Anadolu’da Nazarla İlgili Bazı Âdet ve<br />

İnanmalar”, Ankara Üniversitesi DTCF Dergisi,C. XX, S. 1-2 (Ocak-Haziran),<br />

s. 1-40.<br />

• ______ (1963), “Türkiye Halk Hekimliğinde Dalak Kesme ve Etnolojik İzahı”,<br />

Ankara Üniversitesi DTCF Antropoloji Dergisi, C. 1, S. 1, s. 37-58.<br />

• ______ (1989), “Türkiye Folklorunda Halk Hekimliğinin Morfolojik ve<br />

Fonksiyonel Yönden İncelenmesi”, Türk Halk Hekimliği Sempozyumu<br />

(Ankara, 23-25 Kasım 1988) Bildirileri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara,<br />

s. 1-8.<br />

• Algın, Gülsen (2007), Türk Folklor Araştırmaları Dergisi’ndeki Halk Hekimliği<br />

Yazıları Üzerine Bir İnceleme, Ahi Evran Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi<br />

Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Kırşehir. (Yayımlanmamış araştırma projesi)<br />

• Atnur, Gülhan (2010), “Sibirya’daki Bazı Türk Boylarının Destanlarında Halk<br />

Hekimliği Uygulamaları”, Bilig, S. 55 (Güz), s. 51-70.<br />

• Başar, Zeki (1978), Halk Hekimliğinde ve Tıp Tarihinde Yılan, Atatürk<br />

Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Yayınları, Ankara.<br />

• Boratav, Pertev Naili (1984), 100 Soruda Türk Folkloru, 2. Bs.,Gerçek<br />

Yayınevi, İstanbul.<br />

• Çavdar, C. Ayşenur (1989), “Türk Halk Hekimliğinde Dağlama”, Türk Halk<br />

Hekimliği Sempozyumu (Ankara, 23-25 Kasım 1988) Bildirileri, Kültür<br />

Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 83-88.<br />

• Çıblak, Nilgün (2004), “Halk Kültüründe Nazar, Nazarlık İnancı ve Bunlara<br />

Bağlı Uygulamalar”, Türklük Bilimi Araştırmaları, S. 15 (Bahar), s. 103-125.<br />

• Değer, Mebrure (1992), “İstanbul Ayazmalarında Halk Tedavisi”, IV.<br />

Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri / IV. Cilt Gelenek,<br />

Görenek ve İnançlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 79-89.<br />

• Demir, Müge (2016), “Şamanizm’de Hastalık Kavramı ve Tedavi<br />

Yaklaşımları”, Lokman Hekim Dergisi, S. 6 (1), (2016), s. 19-24.<br />

• Ekici, Metin ve Pınar Fedakâr (2014), “Gelenek, Aktarma, Dönüşüm ve<br />

Kültür Endüstrisi Bağlamında Nazar ve Nazar Boncuğu”, Millî Folklor, S. 101<br />

(Bahar), s. 40-50.<br />

• Esirgen, Bilge (2014), Anadolu Türk Halk Anlatılarında Büyünün İşlevi,<br />

Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim<br />

Dalı, Kocaeli. (Yayımlanmamış doktora tezi.)<br />

• Göksoy, Vildan Özkan (1989), “İstanbul’daki Balıkçı Ailelerinde Halk<br />

Hekimliği”, Türk Halk Hekimliği Sempozyumu (Ankara, 23-25 Kasım 1988)<br />

Bildirileri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 155-161.<br />

• İnan, Abdülkadir (1995), Tarihte ve Bugün Şamanizm Materyaller ve<br />

Araştırmalar, 4. Bs., Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.<br />

• Kaçargitmez, Şengül, Soner Yalçın ve Orhan Tan (2000), “Altay Köyü<br />

Kazakları Alan Araştırması”, II. Türk Halk Kültürü Araştırma Sonuçları<br />

Sempozyumu (Ankara, 16-18 Aralık 1998) Bildirileri, Kültür Bakanlığı<br />

Yayınları, Ankara, s. 11-16.<br />

• Kanter, M. Fatih (2013), Reşat Nuri Güntekin’in Romanlarında Yapı ve İzlek,<br />

Grafiker Yayınları, Ankara.<br />

• Karakaş, Ayhan (2015), “Osmaniye Halk Hekimliğinde Ocaklar ve Bunlara<br />

Bağlı Uygulamalar”, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü<br />

Dergisi, C. 12, S. 31, s. 320-336.<br />

• Kaya, Doğan (2012), Sivas’ta Yatırlar ve Ziyaret Yerleri, Cumhuriyet<br />

Üniversitesi Yayınları, Sivas.<br />

• Köprülü, Fuad (1976), Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 3. Bs., Diyanet<br />

İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara.<br />

• Kumarataşlıoğlu, Satı (2016), Türk Kültüründe Ateş ve Ocak Kültü, Kömen<br />

Yayınları, Konya.<br />

• Nasrattınoğlu, İrfan Ünver (1989), “Halk Hekimliği Açısından<br />

Afyonkarahisar’da Şifalı Sular”, Türk Halk Hekimliği Sempozyumu (Ankara,<br />

23-25 Kasım 1988) Bildirileri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 191-201.<br />

• Orozobaev, Mayrambek (2012), “Kırgız Halk İnancı ve Halk Hekimliği<br />

Uygulamalarında Yılan”, Karadeniz, Y.4, S. 15 (Yaz), s. 107-124.<br />

• Oymak, İskender (2010), “Anadolu’da Su Kültünün İzleri”, Fırat Üniversitesi<br />

medical or in treatments of certain disorders that need to<br />

be kept secret.<br />

BİBLİOGRAPHY<br />

• Acıpayamlı, Orhan (1962), “Anadolu’da Nazarla İlgili Bazı Âdet ve<br />

İnanmalar”, Ankara Üniversitesi DTCF Dergisi,C. XX, S. 1-2 (Ocak-Haziran),<br />

s. 1-40.<br />

• ______ (1963), “Türkiye Halk Hekimliğinde Dalak Kesme ve Etnolojik İzahı”,<br />

Ankara Üniversitesi DTCF Antropoloji Dergisi, C. 1, S. 1, s. 37-58.<br />

• ______ (1989), “Türkiye Folklorunda Halk Hekimliğinin Morfolojik ve<br />

Fonksiyonel Yönden İncelenmesi”, Türk Halk Hekimliği Sempozyumu<br />

(Ankara, 23-25 Kasım 1988) Bildirileri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara,<br />

s. 1-8.<br />

• Algın, Gülsen (2007), Türk Folklor Araştırmaları Dergisi’ndeki Halk Hekimliği<br />

Yazıları Üzerine Bir İnceleme, Ahi Evran Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi<br />

Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Kırşehir. (Yayımlanmamış araştırma projesi)<br />

• Atnur, Gülhan (2010), “Sibirya’daki Bazı Türk Boylarının Destanlarında Halk<br />

Hekimliği Uygulamaları”, Bilig, S. 55 (Güz), s. 51-70.<br />

• Başar, Zeki (1978), Halk Hekimliğinde ve Tıp Tarihinde Yılan, Atatürk<br />

Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Yayınları, Ankara.<br />

• Boratav, Pertev Naili (1984), 100 Soruda Türk Folkloru, 2. Bs.,Gerçek<br />

Yayınevi, İstanbul.<br />

• Çavdar, C. Ayşenur (1989), “Türk Halk Hekimliğinde Dağlama”, Türk Halk<br />

Hekimliği Sempozyumu (Ankara, 23-25 Kasım 1988) Bildirileri, Kültür<br />

Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 83-88.<br />

• Çıblak, Nilgün (2004), “Halk Kültüründe Nazar, Nazarlık İnancı ve Bunlara<br />

Bağlı Uygulamalar”, Türklük Bilimi Araştırmaları, S. 15 (Bahar), s. 103-125.<br />

• Değer, Mebrure (1992), “İstanbul Ayazmalarında Halk Tedavisi”, IV.<br />

Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri / IV. Cilt Gelenek,<br />

Görenek ve İnançlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 79-89.<br />

• Demir, Müge (2016), “Şamanizm’de Hastalık Kavramı ve Tedavi<br />

Yaklaşımları”, Lokman Hekim Dergisi, S. 6 (1), (2016), s. 19-24.<br />

• Ekici, Metin ve Pınar Fedakâr (2014), “Gelenek, Aktarma, Dönüşüm ve<br />

Kültür Endüstrisi Bağlamında Nazar ve Nazar Boncuğu”, Millî Folklor, S. 101<br />

(Bahar), s. 40-50.<br />

• Esirgen, Bilge (2014), Anadolu Türk Halk Anlatılarında Büyünün İşlevi,<br />

Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim<br />

Dalı, Kocaeli. (Yayımlanmamış doktora tezi.)<br />

• Göksoy, Vildan Özkan (1989), “İstanbul’daki Balıkçı Ailelerinde Halk<br />

Hekimliği”, Türk Halk Hekimliği Sempozyumu (Ankara, 23-25 Kasım 1988)<br />

Bildirileri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 155-161.<br />

• İnan, Abdülkadir (1995), Tarihte ve Bugün Şamanizm Materyaller ve<br />

Araştırmalar, 4. Bs., Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.<br />

• Kaçargitmez, Şengül, Soner Yalçın ve Orhan Tan (2000), “Altay Köyü<br />

Kazakları Alan Araştırması”, II. Türk Halk Kültürü Araştırma Sonuçları<br />

Sempozyumu (Ankara, 16-18 Aralık 1998) Bildirileri, Kültür Bakanlığı<br />

Yayınları, Ankara, s. 11-16.<br />

• Kanter, M. Fatih (2013), Reşat Nuri Güntekin’in Romanlarında Yapı ve İzlek,<br />

Grafiker Yayınları, Ankara.<br />

• Karakaş, Ayhan (2015), “Osmaniye Halk Hekimliğinde Ocaklar ve Bunlara<br />

Bağlı Uygulamalar”, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü<br />

Dergisi, C. 12, S. 31, s. 320-336.<br />

• Kaya, Doğan (2012), Sivas’ta Yatırlar ve Ziyaret Yerleri, Cumhuriyet<br />

Üniversitesi Yayınları, Sivas.<br />

• Köprülü, Fuad (1976), Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 3. Bs., Diyanet<br />

İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara.<br />

• Kumarataşlıoğlu, Satı (2016), Türk Kültüründe Ateş ve Ocak Kültü, Kömen<br />

Yayınları, Konya.<br />

• Nasrattınoğlu, İrfan Ünver (1989), “Halk Hekimliği Açısından<br />

Afyonkarahisar’da Şifalı Sular”, Türk Halk Hekimliği Sempozyumu (Ankara,<br />

23-25 Kasım 1988) Bildirileri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 191-201.<br />

• Orozobaev, Mayrambek (2012), “Kırgız Halk İnancı ve Halk Hekimliği<br />

Uygulamalarında Yılan”, Karadeniz, Y.4, S. 15 (Yaz), s. 107-124.<br />

• Oymak, İskender (2010), “Anadolu’da Su Kültünün İzleri”, Fırat Üniversitesi<br />

İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 15/1, s. 35-55.<br />

• Örnek, Sedat Veyis (1971), Etnoloji Sözlüğü, Ankara Üniversitesi DTCF<br />

Yayınları, Ankara.<br />

• Özen, Kutlu (1992), “Sivas ve Divriği Yöresinde Su Kültüne Bağlı Adak<br />

Yerleri”, IV. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri / IV. Cilt<br />

Gelenek, Görenek ve İnançlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara,s. 203-214.<br />

• Özer, Nurten (1989), “Türk Halk Hekimliğinde Kaplıcalarımız”, Türk Halk<br />

Hekimliği Sempozyumu (Ankara, 23-25 Kasım 1988) Bildirileri, Kültür<br />

Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 203-209.<br />

• Özkan, İsa (1995), “Türkmenistan’daki Adak Yerleri ve Bu Yerlerle İlgili<br />

İnançlar”, İpek Yolu Uluslararası Halk edebiyatı Sempozyumu (Ankara, 1-7


İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 15/1, s. 35-55.<br />

• Örnek, Sedat Veyis (1971), Etnoloji Sözlüğü, Ankara Üniversitesi DTCF<br />

Yayınları, Ankara.<br />

• Özen, Kutlu (1992), “Sivas ve Divriği Yöresinde Su Kültüne Bağlı Adak<br />

Yerleri”, IV. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri / IV. Cilt<br />

Gelenek, Görenek ve İnançlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara,s. 203-214.<br />

• Özer, Nurten (1989), “Türk Halk Hekimliğinde Kaplıcalarımız”, Türk Halk<br />

Hekimliği Sempozyumu (Ankara, 23-25 Kasım 1988) Bildirileri, Kültür<br />

Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 203-209.<br />

• Özkan, İsa (1995), “Türkmenistan’daki Adak Yerleri ve Bu Yerlerle İlgili<br />

İnançlar”, İpek Yolu Uluslararası Halk edebiyatı Sempozyumu (Ankara, 1-7<br />

Temmuz 1993) Bildirileri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 465-475.<br />

• Pehlivan, Gürol (2012), Manisa Şehrinde Evliya Kültü, Manisa İl Özel İdaresi<br />

Yayınları, İzmir.<br />

• Peker, Selçuk (2015), Mezar ve Türbelere Kült Merkezli Bir Bakış (Aksaray<br />

Örneği),Kömen Yayınları, Konya.<br />

• Pürlü, Kadir (2002), Sivas’ta İlbeyli Türkmenleri, 2. Cilt, Sivas Belediyesi<br />

Kültür Yayınları, Sivas.<br />

• Savran, Gülnaz (2000), “Adana’dan Derlenen Bazı Halk Hekimliği ve<br />

Halk Veterinerliği Uygulamalarının Karşılaştırılması”, II. Türk Halk Kültürü<br />

Araştırma Sonuçları Sempozyumu (Ankara, 16-18 Aralık 1998) Bildirileri,<br />

Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s.342-362.<br />

• Şar, Sevgi (1992), “Afyon Yöresi Halk Hekimliğinde Görülen Uygulamalar”,<br />

IV. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri / IV. Cilt Gelenek,<br />

Görenek ve İnançlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 241-248.<br />

• ______ (2008), “Anadolu’da Rastlanan Halk Hekimliği Uygulamalarına<br />

Genel Bir Bakış”, 38.ICANAS Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları<br />

Kongresi (Ankara, 10-15 Eylül 2007) Bildiriler, III. Cilt, Atatürk Kültür, Dil ve<br />

Tarih Yüksek Kurumu Yayınları, Ankara, s. 1163-1178.<br />

• Şimşek, Esma (1995), “Bir Olağanüstü Varlığın Yaratılış Miti: Şahmaran”,<br />

Tuncer Gülensoy Armağanı, Haz., Ahmet Buran, Bizim Gençlik Yayınları,<br />

Kayseri, s. 333-338.<br />

• Tanyu, Hikmet (1967), Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Yerleri, Ankara<br />

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara.<br />

• ______ (1976), “Türklerde Ateşle İlgili İnançlar”, I. Uluslararası Türk Folklor<br />

Kongresi Bildirileri / IV. CiltGelenek, Görenek ve İnançlar, Kültür Bakanlığı<br />

Yayınları, Ankara, s.283-304.<br />

• Üçer, Müjgân (1989), “Sivas’ta Folklorik Tıp ve Bunun Modern Tıptaki<br />

Yeri”,Türk Halk Hekimliği Sempozyumu (Ankara, 23-25 Kasım 1988)<br />

Bildirileri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 253-266.<br />

• ______ (1976), “Anadolu Folklorunda ‘Fadime Ana’”, Türk Folkloru<br />

Araştırmaları Yıllığı 1975, s. 147-156.<br />

• Yılar, Ömer (2016), Yemliha’danCamasbnâme’ye Lokman Hekim’den<br />

Günümüze Şahmaran / Metinlerarası Çözümlemeler, Pagem Akademi<br />

Yayınları, Ankara.<br />

• Yıldız, Naciye (2004), “Kırgızistan’da Nevruz”, Türk Dünyası Nevruz<br />

Ansiklopedisi, Ed. Öcal Oğuz, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, s.<br />

297-308.<br />

• Yolcu, Mehmet Ali (2014), “Kutsalın Yeniden Üretimi: Kutsal Su İnançları ve<br />

Hacıbektaş Zemzem Çeşmesi”, 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum Dergisi, C. 33,<br />

S. 8 (Yaz), s. 93-102.<br />

• Yuguşeva, Nadya (2001), “Altaylarda Kamlık (Şamanizm) İnancı ve<br />

Anadolu’daki Yansımaları”, Aktaran: Sadık Tural, Türk Dili Dil ve Edebiyat<br />

Dergisi, S. 590 (Şubat), s. 201-210.<br />

Temmuz 1993) Bildirileri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 465-475.<br />

• Pehlivan, Gürol (2012), Manisa Şehrinde Evliya Kültü, Manisa İl Özel İdaresi<br />

Yayınları, İzmir.<br />

• Peker, Selçuk (2015), Mezar ve Türbelere Kült Merkezli Bir Bakış (Aksaray<br />

Örneği),Kömen Yayınları, Konya.<br />

• Pürlü, Kadir (2002), Sivas’ta İlbeyli Türkmenleri, 2. Cilt, Sivas Belediyesi<br />

Kültür Yayınları, Sivas.<br />

• Savran, Gülnaz (2000), “Adana’dan Derlenen Bazı Halk Hekimliği ve<br />

Halk Veterinerliği Uygulamalarının Karşılaştırılması”, II. Türk Halk Kültürü<br />

Araştırma Sonuçları Sempozyumu (Ankara, 16-18 Aralık 1998) Bildirileri,<br />

Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s.342-362.<br />

• Şar, Sevgi (1992), “Afyon Yöresi Halk Hekimliğinde Görülen Uygulamalar”,<br />

IV. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri / IV. Cilt Gelenek,<br />

Görenek ve İnançlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 241-248.<br />

• ______ (2008), “Anadolu’da Rastlanan Halk Hekimliği Uygulamalarına<br />

Genel Bir Bakış”, 38.ICANAS Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları<br />

Kongresi (Ankara, 10-15 Eylül 2007) Bildiriler, III. Cilt, Atatürk Kültür, Dil ve<br />

Tarih Yüksek Kurumu Yayınları, Ankara, s. 1163-1178.<br />

• Şimşek, Esma (1995), “Bir Olağanüstü Varlığın Yaratılış Miti: Şahmaran”,<br />

Tuncer Gülensoy Armağanı, Haz., Ahmet Buran, Bizim Gençlik Yayınları,<br />

Kayseri, s. 333-338.<br />

• Tanyu, Hikmet (1967), Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Yerleri, Ankara<br />

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara.<br />

• ______ (1976), “Türklerde Ateşle İlgili İnançlar”, I. Uluslararası Türk Folklor<br />

Kongresi Bildirileri / IV. CiltGelenek, Görenek ve İnançlar, Kültür Bakanlığı<br />

Yayınları, Ankara, s.283-304.<br />

• Üçer, Müjgân (1989), “Sivas’ta Folklorik Tıp ve Bunun Modern Tıptaki<br />

Yeri”,Türk Halk Hekimliği Sempozyumu (Ankara, 23-25 Kasım 1988)<br />

Bildirileri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 253-266.<br />

• ______ (1976), “Anadolu Folklorunda ‘Fadime Ana’”, Türk Folkloru<br />

Araştırmaları Yıllığı 1975, s. 147-156.<br />

• Yılar, Ömer (2016), Yemliha’dan Camasbnâme’ye Lokman Hekim’den<br />

Günümüze Şahmaran / Metinlerarası Çözümlemeler, Pagem Akademi<br />

Yayınları, Ankara.<br />

• Yıldız, Naciye (2004), “Kırgızistan’da Nevruz”, Türk Dünyası Nevruz<br />

Ansiklopedisi, Ed. Öcal Oğuz, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, s.<br />

297-308.<br />

• Yolcu, Mehmet Ali (2014), “Kutsalın Yeniden Üretimi: Kutsal Su İnançları ve<br />

Hacıbektaş Zemzem Çeşmesi”, 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum Dergisi, C. 33,<br />

S. 8 (Yaz), s. 93-102.<br />

• Yuguşeva, Nadya (2001), “Altaylarda Kamlık (Şamanizm) İnancı ve<br />

Anadolu’daki Yansımaları”, Aktaran: Sadık Tural, Türk Dili Dil ve Edebiyat<br />

Dergisi, S. 590 (Şubat), s. 201-210.<br />

Folk Medicine<br />

235<br />

Halk Hekimliği


Prof. Dr. Fuzuli BAYAT<br />

Bilge Yapım<br />

Dünya hayatı insan ruhunun<br />

kamilleşme yeridir.<br />

World life is the place where the human soul<br />

becomes perfect.


Giriş<br />

Dünya hayatı insan ruhunun kamilleşme yeridir. İnsanın dünyaya gelişindeki amaç Yüce<br />

Yaratanı bilmek, onu layikince tanımakla kamilleşmektir. Allah’ı (cc) hatırlamak, bir an<br />

olsun ondan ayrı olmamaktır ki bu da ibadetle ve aşkla mümkündür. Aşksız ibadet riyakarlıktırsa,<br />

ibadetsiz aşk da ruhsuz beden gibidir. Allah aşkı veya ilahi aşk, insanın<br />

ruhunu arındırır, onu kötü amellerden uzaklaştırır, ruhunu göklere yüceltir. O nedenle<br />

bütün varlıkların var olma sebebi aşktır: varlığın varlıktan amacı da aşktır. İnsan yaşamı<br />

başlanğıcından sonuna kadar aşktır. Kısacası aşk olmasaydı varlık alemi de olmazdı.<br />

Kuran-ı Kerim aşkla imanı vahdetin iki tarafı olarak görmüş, Allah’ı (cc) sevmeği, onun<br />

sevgisiyle hayırlı işler görmeği müminin en üstün özelliği olarak bilmiştir. O bakımdan<br />

aşkın kaynağı ilahidir ve en büyük aşk da Allah’a olan aşktır ki mutasavvuflar ona ilahi<br />

aşk demişler. İnsanın yaratılış gayesi, seyri-cemal ve kesbi-kemaldır. Kamil insan baktığı<br />

her yerde bu ilahi hikmeti ve ulvi güzelliği gören varlıktır .<br />

12<br />

Yazılı Edebiyatın Mecnunu,<br />

Sözlü Kültürün Keremi<br />

Manun of written literature, karam of oral literature<br />

Introduction<br />

World life is the place where the human soul becomes perfect. The purpose of human’s<br />

descending to earth is to know the Supreme Creator and to be perfect human being by<br />

knowing him thoroughly. It is to remember Allah and not to be separated from him for a<br />

moment and this is possible with worship and love. If worship without love is hypocritical,<br />

love without worship is like a spiritless body. God love or divine love purifies the soul<br />

of human beings, keeps them away from evil spirits and exalts their soul to the heavens.<br />

Therefore, the reason why all beings exist is love: the aim of existence is also love.<br />

Human life from beginning to end is love. In short, if it was not love, there would be no<br />

humanity. The Holy Qur’an has seen faith as both sides of unity and has considered loving<br />

Allah and doing useful things with his love as the supreme feature of believer. From<br />

that point of view; the source of love is the divine and the greatest love which is the love<br />

of Allah as well as the sufis say that it is divine love. The purpose of creation of man is<br />

to be perpect human being and see the beauty of Allah. The perfect human being is the<br />

living being who see this divine wisdom and beauty everywhere he looks.


Common Heritage<br />

238<br />

Ortak Miras<br />

Tasavvuf ehline göre her yaratılışta yaratıldığı andan aşk<br />

vardır. Ancak aşk, özellikle de ilahi aşk duyğusu varlık silsilesinde<br />

yalnız eşrefi mahlukat olan insana özgüdür. Nitekim<br />

insanın Yaratanla ilişkisi de ancak aşkla mümkündür. Aşk, insanla<br />

Rebbü’l-alem arasında bir vasite, bir rabitedir. Mutasavvuflar<br />

“Allah onları, onlar da Allah’ı severler” ayetini delil<br />

göstererek muhabbetullahın önce Hak’tan zuhur ettiğini<br />

ve bütün alemin yaradılışına sebep olduğunu dile getirirler<br />

1 . Çünkü misal alemini anlamak için akıl ve mantık yeterli<br />

değildir. Fizik ötesi olayları aşkla anlayabiliriz. Arap dilinde<br />

“ışk” kökünden meydana gelen aşk sözlüklerde sevda, şiddetli<br />

sevgi, her hangi bir şahsın kendisini bir bütün olarak<br />

sevgilisine adamak, sevgilisinden başka güzel görmeyecek<br />

kadar ona bağlanmak anlamına gelir. Yine de aynı kökten<br />

olan ve “sarmaşık” manasını ifade eden “aşeka” kelimesi de<br />

aşk terimiyle bağlantılıdır. Sarmaşık sarıldığı ağacın suyunu<br />

içdiyi gibi, yaprağını soldurur, bazen de kurudursa, sevgi de<br />

sevenin sevgilisinden başka geri kalan şeylerden ilişkisini<br />

koparır ve onu soldurur 2 . Her güzelin güzelliği Allah’ın cemal<br />

sıfatının bir yansımasıdır. O nedenle hem mecazi hem<br />

de ilahi aşk sonuç bakımından Hüsnü Mutlak’a olan aşktır.<br />

Yaratılış ilahi aşkın açılıp yayılması olduğu içindir ki çoğu zaman<br />

mecazi aşk ilahi aşka ulaşmak yolunda bir köprü olarak<br />

düşünülür. Çünkü yaratılmış olan her şeyi Yaratandan ötürü<br />

sevmek gerekliliği kamil insanın vardığı yüce makamdır.<br />

• 1 Yıldız Abdülvahap (2001). “Meybudiye göre aşk, muhabbet ve<br />

dostluk”. Harran Üniversitesi. İlahiyyat Fakültesi Dergisi, sayı II, s.165-175<br />

• 2 İbnü’l Arabi (1998). İlahi aşk. Çev.Mehmet Kanık. İstanbul: İnsan<br />

yayınları, s.71<br />

According to Sufis, there is love in every creation. But love,<br />

especially the feeling of divine love, is unique to the human<br />

being, which is only peculiar to the human that is the<br />

most honorable of the created. Indeed, the relationship of<br />

human with the Creator is only possible with love. Love is a<br />

way between human and the Lord of the Worlds. The Sufis<br />

mention that love of Allah leads to the creation of the world<br />

because it arises from Allah by adducing the verse ‘’ Allah<br />

loves them, they love Allah.’’ 1 Because wisdom and logic<br />

are not enough to understand ‘’alem-i misal’’ (a bridge between<br />

material world and spirit world). We can understand<br />

metaphysical facts with love. Aşk (Love) that comes from<br />

the root of “ışk” in the Arabic language means love, strong<br />

love, to devote himself to his darling as a whole and to be<br />

attached to darling as far as he thinks the sun rises and sets<br />

on his darling. At the same time, the word “aşeka”, which is<br />

the same root and expresses the meaning of “ivy”, is also<br />

related to love. The ivy drains the tree that the ivy holds on,<br />

dries up and sometimes causes to fade. 2 Beauty of every<br />

beautiful thing is a reflection of the beauty of Allah. For that<br />

reason, both the metaphorical and divine love is the Absolute<br />

Love in terms of consequence.<br />

Because creation is the opening and spreading of divine<br />

love, it is often thought that metaphorical love is a bridge to<br />

• 1 Yıldız Abdülvahap (2001). “Meybudiye göre aşk, muhabbet ve<br />

dostluk”. Harran Üniversitesi. İlahiyyat Fakültesi Dergisi, number II, p.165-<br />

175<br />

• 2 İbnü’l Arabi (1998). İlahi aşk. Translated by Mehmet Kanık. İstanbul:<br />

İnsan yayınları, p.71


Yaratılan her şey bizi Hüsnü Mutlak’a ve onun aşkına doğru<br />

götürür. Her varlığın Hak’la insan gönlü arasında bir perde<br />

olduğunu düşünsek aşk bu perdeleri aradan kaldırmak, yırtmak,<br />

ilahi sırrı bilmek içindir. Aşıkın her şeyden vazgeçmesi<br />

bu dünya perdesinin arkasındaki gerçekleri görmesinden<br />

dolayıdır. Perde ki aradan kalktı artık dünya değerini kaybetmeğe<br />

başlıyor 3 . Yunus Emre de dünya perdesini yırtan<br />

her kesin Hakk’ın didarını görebileceğini, yırtamayanların<br />

ise Onu görmeyeceğini bildirir 4 .<br />

Beşeri aşktan ilahi aşka<br />

Kerem, Mecnun, Züleyha, Garib, Vamık, Ferhad vb. ilahi aşk<br />

simgeleridirler. Hüsnü Mutlak karşısında bir anda mantıktan,<br />

akıldan geçerek ilahi aşk yolunu tutmuşlardır. Geri<br />

dönüşleri, mantıklı olmaları imkansızdır. Onların her biri bir<br />

beşer örneğinde Hakk’a aşık olmuş aşıklardır. Bu cünunların,<br />

mecnunların, meczubların, keremlerin bir yanı reel dünyada,<br />

bir yanı akıllıların tasavvur edemedikleri, sınırları belli<br />

olmayan başka bir dünyadadır. M.Dols bu durumu şöyle<br />

açıklar: “Hummalı bir halde seçilmiş kişi kendinden geçerek<br />

daha yüce ve arzulanan bir gerçekliği yaşar” 5 . Buradan<br />

anlaşıldığına göre Tanrı’nın hüsnünün tecellası olan güzele<br />

aşık olan Mecnun da, Allah’ın cezbesine kapılıp O’na delicesine<br />

aşık olan meczub da, halk hikayelerinin kahramanları<br />

Kerem de, Tahir de, Şah İsmayıl da, Garib de sevdikleri güzelin<br />

simasında ilahi bir aşk görürler. Bu mecazi aşk aslında<br />

ilahi tecellanın görünen, suretleşen, cisimleşen tarafıdır.<br />

Ancak ister klasik edebiyatın ister tasavvuf şiirinin isterse de<br />

sözlü kültürün aşık kahramanları kendi adlarında aşkın derecelerini,<br />

gizliliğini, marifetini yaşatırlar. Örneğin, Mecnun<br />

adı cin kökündendir. Nitekim cünun, mecnun, tecanün (deli<br />

numarası yapmak) de bu köktendir. Aslı “cunun” kökünden<br />

olan kelimelerin hepsinde, gizli olmak, kapalı olmak, örtülü<br />

olmak manası vardır. Mecnun da aklı örtülü, kapalı olduğu<br />

için kendisine bu isim verilmiştir 6 .<br />

Sadece İslam kültüründe değil, şamanlıkta da şamanın<br />

vecd anındaki halı aşktır. Onun vecd halinde olması sadece<br />

Mecnun’un, Züleyha’nın, Kerem’in, Vamık’ın dönüşü olmayan<br />

ilahi aşkı değil, bilinçli bir aşktır. İlahi aşk dervişlikte, hak<br />

aşıkı olan saz şairlerinde, buta alan aşık ve maşukta, Mecnun’da,<br />

Kerem’de ete kemiğe bürünmüştür.<br />

Bir tarafta Mecnun Leyla’sıyla, diğer tarafta Züleyha Yusuf’uyla<br />

divan şiirinin aşık imgesine çevrilmiştir. “Osmanlı<br />

• 3 Əbu Hamid əl-Qəzali (2011). Qəlblərin kəşfi. Rus dilindən tərcə edən<br />

M.Babaşlı. Bakı: Şərq-Qərb, s.42<br />

• 4 Koç Emel (2003). “Yunus Emre düşüncesinde aşk ve eğitim”. Hacı<br />

Bektaş Veli Araştırma Dergisi, sayı 26, s.27<br />

• 5 Dols Michael W (2013). Mecnun: Orta çağ İslam toplumunda deli.<br />

Çeviren: D.G.Dinç. İstanbul: Pinhan yayınları, s.467<br />

• 6 Ebu’l-Kasım en-Nesaburi (2013). Akıllı deliler. Ukalau’l-mecanin.<br />

Çeviren: Y.Atak. İstanbul:<br />

• Şule yayınları, s.31-35<br />

reach the divine love. For that reason, the necessity of loving<br />

all things created for the Creator and the exist of perfect<br />

human being are the supreme authority. Everything that is<br />

created leads us towards the Absolute Love and his love.<br />

If we think that every being is a curtain between Allah and<br />

the human heart, love is for these curtains to get rid of, to<br />

rip up and for people to know the divine secret. The reason<br />

why minstrels give up everything is because they see the<br />

facts behind this world scene. Now that the curtain has left,<br />

the world is beginning to lose its value. 3 Yunus Emre also<br />

declares that everybody tearing the curtain of world can<br />

see the beauty of Allah and those not tearing the curtain of<br />

world can not see him. 4<br />

From Human Love To Divine Love<br />

Karam, Majnun, Züleyha, Garib, Vamık, Ferhad and so on are<br />

the symbols of divine love. They choose divine love inn the<br />

face of Absolute Love. Their return and being reasonable for<br />

them are impossible. Every of them are minstrels who fell<br />

in love with Allah in the example of a human love. One part<br />

of Cünun, Majnun, Meczub and Karam is in the real world,<br />

the other part of them is in the other world that is not described<br />

by them and is without boundaries. M. Dols explains<br />

this situation as follows: “ the chosen person experiences a<br />

higher and more desirable reality at high pressure. “ 5 . According<br />

to this; it is understood that Majnun, the minstrel<br />

of Allah; Meczup, infatuated with Allah by taking a fancy to<br />

him; Karam, the hero of of popular stories; Tahir, Shah Ismail<br />

and also Garib see divine love in the face of the girl<br />

that they love. This metaphorical love is, in fact, the seeming,<br />

all-encompassing and materializing side of divine love.<br />

However; whether turkish popular poet-singers of classical<br />

literature or mystic poetry or oral culture sustain the extent,<br />

secret and merit of their love in their own names. For example,<br />

the name Majnun is rooted in the word ‘’gin’’. As a matter<br />

of fact; the words such as ‘’cünun, majnun and tecanun’’<br />

(feign madness) is in the same root. All of the words whose<br />

original is from the word ‘’cunun’’ have the meaning of being<br />

hidden, being closed, being covered. Majnun has also<br />

been given this name because his mind is covered. 6<br />

Not only in the Islamic culture, but also in the shaman, the<br />

shaman’s situation in the moment of ecstasy is the love.<br />

The love of Majnun, Züleyha, Karam and Vamık is not divine<br />

love of no return, but a conscious love. Divine love shapes in<br />

• 3 Əbu Hamid əl-Qəzali (2011). Qəlblərin kəşfi. Rus dilindən tərcə edən<br />

M.Babaşlı. Bakı: Şərq-Qərb, p.42<br />

• 4 Koç Emel (2003). “Yunus Emre düşüncesinde aşk ve eğitim”. Hacı<br />

Bektaş Veli Araştırma Dergisi, number 26, p.27<br />

• 5 Dols Michael W (2013). Mecnun: Orta çağ İslam toplumunda deli.<br />

Translated by D.G.Dinç. İstanbul: Pinhan yayınları, p.467<br />

• 6 Ebu’l-Kasım en-Nesaburi (2013). Akıllı deliler. Ukalau’l-mecanin.<br />

Translated by Y.Atak. İstanbul:<br />

• Şule yayınları, p.31-35<br />

Manun of Written Literature, Karam of oral Literature<br />

239<br />

Yazılı Edebiyatın Mecnunu, Sözlü Kültürün Keremi


Common Heritage<br />

240<br />

Ortak Miras<br />

şiiri, deliliğin değil, aşkın hallerini söyler. Aşk deliliğin, delilik<br />

de aşkın bir sonucu değildir; delilik, aşkta mündemiçtir” 7 .<br />

Çünkü Allah cemal ve kemal sahibi olarak her türlü güzelliğin<br />

kaynağıdır ve hem de her tür güzelliği sever.<br />

Divan şairleri deli olmayı Leyla uğruna deliren Mecnun’suz<br />

tasavvur etmezler. Mecnun, divan, tekke ve halk edebiyatında<br />

deliliği isminin yerine geçmiş, ismini unutturmuş tek<br />

aşık tiplemesidir. En-Neysaburi yazır ki: “O, deliliğiyle öyle<br />

meşhur oldu ki deliliği isminin yerine geçti. Öyle ki onun ismiyle<br />

çağrıldığı ve babasına nisbet edildiği vaki değildir” 8 .<br />

Onun bu kadar şöhret kazanması mecnunluğun aşıklık anlamına<br />

dönüşmesinden dolayıdır. O bakımdan Allah’ın aşkında<br />

eriyip kül olan Yusuf da, Züleyha da, Vamık da, Ezra<br />

da, Mecnun kadar geniş işlenme alanı bulmamıştır.<br />

Aşıklar sadece erkekler değildir. Klasik şiirimizde aşkın şiddetiyle<br />

deliren kadın tiplemesi olarak Züleyha’nın (Zeliha)<br />

Kuran’a kadar uzayan ünü de hatırlanmalıdır. Kuran-ı Kerim’de<br />

kıssaların en güzeli ve ibretlisi olarak nitelendirilen<br />

Yusuf suresinde anlatılanlarda ismi geçmese de varlığına<br />

her zaman işare edilen kadın aşık Züleyhadır. Aslında divan<br />

edebiyatında Züleyha (Farsça bir isimdir) veya Zeliha (Arapça<br />

şekli) adı ile bilinen bu kadın, şehvani sevgiden, ilahi aşka<br />

geçit yapmıştır. Nitekim şehvani aşktan ilahi aşka geçen bu<br />

kadın, aradığı gerçek aşkı kendi içinde bulduğu anda taptığı<br />

putları kırıp parçalar. Putları kırmak Züleyha’nın cismani<br />

aşktan kurtulup, ilahi aşkın feyzine kapılması, gerçek vuslatı<br />

tadmasıdır. Vuslat ise hem beşeri hem de ilahi aşkın varacağı<br />

son menzildir. Sadece vuslat kelimesine yüklenen anlam<br />

farklıdır. Mecazi aşkı belirten divan edebiyatında vuslat bilidiğimiz<br />

kavuşmadır. İlahi aşkı dile getiren tasavvuf şiirindeyse<br />

vuslat, fenadan bekaya geçmektir.<br />

Nitekim Hallac Mansur “Kitabü’t-tavasin” eserinde ilahi aşkı<br />

pervanenin şamın çevresinde dönmesi gibi tasvir etmiştir.<br />

Pervanenin şamın ışığını görmesi ilme’l-yakin, ona yaklaşıp<br />

hararetini his etmesi ayne’l-yakin, alevin içinde yanıp kül<br />

olması hakke’l-yakindır. Aşıkın en son maksudu yana-yana<br />

yok olmaktır. Aşk anlayışını da ilk defa bu şekliyle izah eden<br />

Hallac Mansur olmuştur 9 .<br />

Belli olan şu ki klasik şiirde mecazi aşktan ilahi aşka geçit<br />

aşıklıkla mecnunluk makamı arasındaki alaka gibi kurulmuş,<br />

üstünlük her zaman mecnunluğa verilmiştir. Allah’ı (cc)<br />

bilmenin, tanımanın Mecnun yolu, divan edebiyatının asıl<br />

marifet anlayışı olmuştur. Çünkü Mecnun görünüşte Leyla’nın<br />

aşkından çöllere düşdüğü izlenimini verse de sırrı iyi<br />

saklayan ancak söylemek icap ederse onu insanlara değil,<br />

• 7 Narlı Mehmet (2013). Edebiyat ve delilik. Ankara: Akçağ yayınları,<br />

s.59<br />

• 8 Ebu’l Kasım en-Neysaburi. Akıllı deliler, s.80<br />

• 9 Hakverdioğlu Metin (2012). “Fuzulide aşk ve aşık kavramı”. The<br />

Journal of Academic Social Science Studies. Volume 5, Issue 1, February,<br />

s.132<br />

flesh and bones in dervishes, turkish popular poet-singers,<br />

Majnun and Karam.<br />

Ottoman poetry plays the role of love image with on the one<br />

hand Majnun and Leyli, on the other hand Züleyha and Yusuf.<br />

“Ottoman poetry tells you about not insanity but love.<br />

Love is not the resulf of insanity, the insanity is not the resulf<br />

of love; insanity is inherent in love.” 7 Because Allah is the<br />

source of all kinds of beauty with his beauty and perfection,<br />

also he loves all kind of music.<br />

Ottoman poets do not envisage being crazy without Majnun<br />

who is mad for the sake of Leyli. Majnun, which is the name<br />

substituting for the madness in the ottoman, dervish and<br />

folk literature, is only minstrel making his real name forget.<br />

En-Neysaburi writes: “He became so famous with his<br />

madness that his name replaced with the madness. It is<br />

not taking place that he is called with his name and people<br />

say something out of spite to this father. “ 8 The fact that he<br />

earns so much fame is because of the fact that his name<br />

turns into religious devotion. In that respect; Yusuf, Züleyha,<br />

Vamık and Esra who fall in love with Allah do not have a<br />

place as much as Majnun.<br />

Minstrels are not just men. Züleyha’s (Zeliha) who is as a<br />

woman figure becomes mad because of the strength of her<br />

love in our classical poetry should be remembered with her<br />

reputation extending to the Qur’an. Even if her name is not<br />

passed in the Surah Yusuf described as the most beautiful<br />

and incongruous surah in the Qur’an, the woman that has<br />

always been commited to existence is Züleyha. Actually,<br />

Züleyha is a Persian name in the Ottoman literature or Zeliha<br />

is Arabic form of this name and this woman known as<br />

Zeliha passes from human love to divine love. As a matter of<br />

fact, this woman who passes from human love to divine love<br />

breaks the idols she worshiped and finds true love inside of<br />

her. Breaking the idols is for her to saved from material love,<br />

to be enlightened from divine love and to experience real<br />

love. Ultimate union is the last destination to which both<br />

human love an divine love will arrive. A meaning attributed<br />

to the ultimate union is different. Reuniting is known as the<br />

ultimate union in the Ottoman literature stating metaphorical<br />

love. Ultimate union means passing from mortality to<br />

perpetuity in sufi literature expressing divine love.<br />

As a matter of fact, Hallac Mansur described “divine love” in<br />

his book “Kitabut-tavasin” that Yakiyn also the same meaning<br />

and root as yakin (near) is a concept divided to three<br />

such as ilme’l-yakin (knowledge of certainty), ayne’l-yakin<br />

(essence of certainty) and hakke’l-yakin (truth of certainty).<br />

The last wish of minstrel is to disappear. Hallac Mansur is<br />

• 7 Narlı Mehmet (2013). Edebiyat ve delilik. Ankara: Akçağ yayınları,<br />

p.59<br />

• 8 Ebu’l Kasım en-Neysaburi. Akıllı deliler, p.80


Yazılı Edebiyatın Mecnunu, Sözlü Kültürün Keremi<br />

Manun of Written Literature, Karam of oral Literature<br />

241


Common Heritage<br />

242<br />

Ortak Miras<br />

semaya, kuşlara, hayvanlara, rüzgara söyleyen aşık tipidir.<br />

Bu durum hem Ali Şir Nevai’de hem Fuzuli’de aynıdır. Aynıyla<br />

Kerem’in de Tahir’in de Garib’in de aniden delirmesi,<br />

buta alıp (bade içip) aşık olmalarına bağlanır. Diğer Türk<br />

halklarında (Türkmenlerde, İrak Türklerinde, Azerbycan ve<br />

Türkiye Türklerinde) da Keremin aşıklığı mecazi aşktan ilahi<br />

aşka doğrudur.<br />

Arap dilinde aşk anlayışını bildiren elliye yakın kelimenin<br />

olduğunu bildiren el Cevziyye “Aşıklar kitabı” adlı eserinde<br />

aşkın manası ve kullanıldığı yer hakkında geniş bilgi verir ve<br />

aşk kelimesini dil ve din bakımından izah edir 10 .<br />

Aşk sevginin son mertebesi olduğundan sevgi insanı tam<br />

olarak kendi hükmü altına alır 11 . Sufilere göre sevgi çeşitli<br />

türlere ayrılır ve en son mertebede de aşk durur 12 . En büyük<br />

aşk Allaha olan sevgidir. Nitekim bunu Yunus Emre de bir şiirinde<br />

şöyle dile getirmiştir.<br />

Aşkun aldı benden beni<br />

Bana seni gerek seni<br />

Ben yanaram düni güni<br />

Bana seni gerek seni<br />

Ne varlığa sevinürem<br />

Ne yokluğa yirinürem<br />

• 10 İbnu’l Kayyum el Cevziyye (2004). Aşıklar kitabı. Çeviren<br />

S.Kocabaş-F.Demirkıran. İstanbul: Şule yayınları, s.52<br />

• 11 Topçu Nurettin (1977). “Aşkın halleri”. Hareket, sayı 77, Mayıs, s.16<br />

• 12 Uludağ Süleyman (1996). Tasavvuf terimleri sözlüğü. İstanbul:<br />

Marifet yayınları, s.59<br />

the first person who explains love in this way 9 . It is evident<br />

that passing from metaphorical love to divine love refers to<br />

the relation between devotion and being Majnun, but the<br />

superiority has always been given to Majnun. The main concept<br />

in Ottoman literature is to know Allah and understand<br />

the way of being Majnun. Because; Majnun is a kind of minstrel<br />

that keeps the secret well but tells it to the sky,birds,<br />

animals, wind but not the people in case of necessity, even<br />

if he seems to go to the desert due to his love to Leyli. This<br />

situation is the same in both Ali Şir Nevai and Fuzuli. In the<br />

same way, the sudden madness of Karam, Tahir and Garib<br />

is related to fall in love after they are drunk wine by the<br />

founder of sufi. In other Turkic peoples (in Turkmen, Iraqi,<br />

Azerbaijan and Turkish Turks), the love of Karam is from<br />

metaphorical love to divine love.<br />

In El-Cevziyye’s book entitled “ Aşıklar kitabı “ which, informs<br />

that there are nearly fifty words meaning love in Arabic language,<br />

he gives extensive information about the meaning<br />

and using of the word ‘’ love’’ and explains the word ‘’ love’’<br />

in terms of language and religion in. 10<br />

Because love is the last stage of the affection, love subjugates<br />

the person completely. 11 According to the Sufis, love<br />

is divided into various kinds and love halts in the last or-<br />

• 9 Hakverdioğlu Metin (2012). “Fuzulide aşk ve aşık kavramı”. The<br />

Journal of Academic Social Science Studies. Volume 5, Issue 1, February,<br />

p.132<br />

• 10 İbnu’l Kayyum el Cevziyye (2004). Aşıklar kitabı. Çeviren<br />

S.Kocabaş-F.Demirkıran. İstanbul: Şule yayınları, p.52<br />

• 11 Topçu Nurettin (1977). “Aşkın halleri”. Hareket, number 77, May, p.16


Aşkunıla avunuram<br />

Bana seni gerek seni 13 .<br />

Aşıkların marifeti<br />

Aşıkların marifeti kendi içinde gizlilik ve açıklık-rüsvalık<br />

bağlamında bir nevi farklılaşma göstermektedir. Marifet<br />

bakımından ister halk isterse de divan ve tasavvuf edebiyatında<br />

aşkın gizliliği, açık-saçıklığından daha üstün olarak<br />

görülmüştür. Çünkü asıl marifet aşkı göstermekte, aşıkın<br />

sevgisinin ne kadar ilahi olduğunu belirtmekte değil, onu<br />

başkalarından saklayabilmekte, gizletmektedir. Ancak aşk<br />

doğası itibariyle gizli olanı ortaya çıkaran, vadedileni ifşa<br />

edendir. Nitekim Hallac Mansur da, Seyyid Nesimi de, Şeyh<br />

Gahgaha da, Hamza Bali de Allah’a olan sonsuz aşklarını<br />

gizli tutmakta zorluk çektiler ve gizli olanı açığa vurdular ve<br />

bu bedeli canlarıyla ödediler. Her ne kadar aşık halıni başkalarından<br />

saklamağa çalışsa da aşkın şiddetinden istemeden<br />

rüsva olursa, kırlara kaçırsa, tenhalığa çekilirse, bu, yine<br />

de aşkın bilinmesi, aşıkın aşkı ile seçilmesi, meşhur olmasıdır.<br />

Halk ozanlarına, klasik divan şairlerine göre bütün bunlar<br />

nefse delalet ettiğinden melameti marifetince hoş görülmez.<br />

Aşkını gizli saklayansa ne Mecnun ne de Keremdir, o<br />

meczubluk makamındadır. “Leyla’ya; “Senin Mecnun’a olan<br />

sevgin mi daha büyük, yoksa Mecnun’un sana olan sevgisi<br />

mi daha büyük?” denilmiş. Leyla; “Benim ona olan sevgim”<br />

demiş. Ona; “Nasıl?” denildiğinde, Leyla; “Çünkü onun bana<br />

olan sevgisi meşhur oldu; benim ona olan sevgim ise, gizli<br />

kaldı” demiş” 14 . Bu kelamda ilahi aşka müptela olmuş aşıkın<br />

marifeti yatmaktadır.<br />

Allahın karşısında en büyük makamlardan birinin muhabbetullah<br />

olması da aşıkın marifet makamında nerelere<br />

ulaştığından haber verir. Muhabbetullahda bir ikilik söz<br />

konusudur, yani sen varsın ki muhabbet ediyorsun, marifetullahta<br />

ise O var, sen yoksun 15 . İlahi aşkla çırpınanlar muhabbetullahdan<br />

geçip marifetullahda karar kılanlardır. Her<br />

şeyin O olması, aşıkın varacağı son menzildir. Kulun, Allah<br />

aşkı ile yanması, Allah’ı bilmesi aşkın marifet makamıdır. Ve<br />

bu marifet makamı cünunda, mecnunda, meczubda vardır,<br />

ancak her birinde bir az farklı hal ve durumda gerçekleşir.<br />

Nitekim aşık ilahi güzellik karşısında aklını yitirip Mecnun olduktan<br />

sonra sır kapıları açılır. Tasavvuf ehline göre aşkın ve<br />

hayretin getirdiği delilik akılla gidilecek sınırlı yolun yetersiz<br />

olduğunu göstermek içindir. Bu yetersizlikte aklın emir ettiği<br />

vacibatlar arka plana geçirilir. Nitekim mecnun gibi meczub<br />

da dini emir ve yasaklara amel etmez ve onlardan sorumlu<br />

da tutulmaz. Çünkü onların en büyük ibadetleri aşklarıdır.<br />

Aşıkların ibadeti Hakk’a olan ilahi aşklarıdır.<br />

• 13 Özmen İsmail (1998). Alevi-bektaşi şiirleri antolojisi. C.1, Ankara: TTK<br />

basımevi, s.76<br />

• 14 Ebu’l Kasım en-Neysaburi. Akıllı deliler, s.81<br />

• 15 https://www.facebook.com/islam.gulleri.../63797924288286.<br />

der. 12 The greatest love is love with Allah. As a matter of fact,<br />

Yunus Emre expressed this in a poem of him:<br />

Aşkun aldı benden beni<br />

(Your love has wreted me away from me)<br />

Bana seni gerek seni<br />

(You are the one I need, you are the one I crave)<br />

Ben yanaram düni güni<br />

(Day and night I burn,gripped by agony)<br />

Bana seni gerek seni<br />

(You are the one I need, you are the one I crave)<br />

Ne varlığa sevinürem<br />

(I find no great joy in being alive)<br />

Ne yokluğa yirinürem<br />

(If I cease to exist, I would not grieve)<br />

Aşkunıla avunuram<br />

(The only solace I have is your love)<br />

Bana seni gerek seni 13 .<br />

(You are the one I need, you are the one I crave)<br />

Knowledge of Minstrels<br />

The knowledge of minstrels shows a kind of differentiation<br />

in the context of privacy and certainty-rationality. The privacy<br />

of love is seen as superior to certainty-rationality in<br />

terms of its knowledge both in folk literature and ottoman<br />

or sufi literature. Because the only thing that matters is to<br />

show the love; to hide it from other; to keep it for himself and<br />

not to mention how the love divine is. But the love reveals<br />

intrinsically what is hidden and discloses the promised. As a<br />

matter of fact; Hallac Mansur, Sayyid Nesimi, Sheikh Gahgaha<br />

and Hamza Bali also had difficulty in keeping infinite<br />

love to God hidden and they revealed their hidden love and<br />

paid them with their souls. Even if he tries to hide his love<br />

from others, gets rid of the strenght of the love unintentionally,<br />

gets away in the countryside and becomes distant;<br />

it is still known that the minstrels come to be known with<br />

their love. According to the folk poets and classical ottoman<br />

poets, the reproach is not tolerated by the knowledge of<br />

love because all of these point to the human soul. The one<br />

who keep his love hidden is neither Majnun nor Karam, he<br />

is in divine madness. Someone asks Leyli whether your love<br />

to Majnun is bigger or the love of Majnun to you is bigger.<br />

Leyli answers that her love to him is bigger. Then he asks<br />

her again: How? She answers that my love to him is hidden,<br />

but his love to me becomes famous. 14 In this dialogue, the<br />

wisdom of divine love is seen. The fact that one of the greatest<br />

authorities in the face of God is Muhabbetullah (Love<br />

• 12 Uludağ Süleyman (1996). Tasavvuf terimleri sözlüğü. İstanbul:<br />

Marifet yayınları, p.59<br />

• 13 Özmen İsmail (1998). Alevi-bektaşi şiirleri antolojisi. C.1, Ankara: TTK<br />

basımevi, p.76<br />

• 14 Ebu’l Kasım en-Neysaburi. Akıllı deliler, p.81<br />

Manun of Written Literature, Karam of oral Literature<br />

243<br />

Yazılı Edebiyatın Mecnunu, Sözlü Kültürün Keremi


Ortak Miras<br />

Common Heritage<br />

244


Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />

accusa quo quunt.<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />

quo quunt.<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

Manun of Written Literature, Karam of oral Literature<br />

245<br />

Yazılı Edebiyatın Mecnunu, Sözlü Kültürün Keremi


Common Heritage<br />

246<br />

Ortak Miras<br />

Mecnun da Kerem de tasavvuf yoluna girmediklerinden,<br />

tarikat edeb-erkanını, sülukunu tamamlamadıklarından ani<br />

bir hal durumuyla, genelde Allah’ın (cc) Esmaü’l-Hüsna’sının<br />

tesellisi karşısında cezbeye kapılıp sürekli cezbe halinde<br />

kaldıklarından gerçek aşıktırlar. Onlara aldıkları manevi feyzi<br />

yidirip hazim ettirecek yol gösterenleri, yani mürşidleri olmadığı<br />

için akılları başlarından gider, bir anlık tecelli onları<br />

sarhoş eder, bir nevi deli olurlar. Sürekli kendilerinden geçtiklerinden<br />

hem mecnunlar hem meczublar hem de keremler<br />

irşad yetkisine sahip değiller. Hatta halk hikayesinin aşık<br />

kahramanları – Kerem’i, Garib’i, Tahir’i haldan hale düşdüklerinden<br />

makam ehli değillerdir. Çünkü irşad için düzenli,<br />

ayık kafalı olmak lazımdır. Oysa Mecnun da Kerem de sürekli<br />

halden hale düşmektedirler. Buna rağmen klasik edebiyatın<br />

Mecnun’uyla halk hikayesinin Kerem’i arasındaki yakınlığa<br />

bakmaksızın aralarında ince bir fark da vardır. Çünkü Kerem<br />

halk hikayelerinin en meraklı aşık kahramanıdırsa, Mecnun<br />

da isimleşerek klasik edebiyatın aşık sembolüne çevrilmiştir.<br />

Nitekim Orta Çağ yazarlarından biri delilerden bahseden<br />

eserinde mescidin kapısında çıplak duran ve sürekli “enel<br />

mecnun Allah” (Ben Allahın mecnunuyam) diyen birini örnek<br />

olarak sunar 16 .<br />

Aşıkın Mecnun zirvesindeki marifet etmenin denemesi olan<br />

Fuzuli mesnevisi, Allah’ı bilmenin mecnunluk marifetini işlemiştir.<br />

Ancak Fuzuli de mecnunluğun yeterli olmadığını<br />

anlamış olmalıdır ki:<br />

Mende Mecnun’dan füzun aşıklık istedadı var<br />

Aşık-ı sadık menem Mecnun’un ancak adı var 17 .<br />

demeğe mecbur olmuştur. Mecnun’un ancak adı var, hükmüyle<br />

Fuzuli en yüce mertebenin aşık-ı sadık olduğunu belirtmiştir.<br />

Çünkü şaire göre, Mecnun önce arif, sonra Mecnun<br />

olmalıdır. Mecnun’sa divanedir, yani anlamına varmadan<br />

haraket eden, işler yapan biridir. O bakımdan tasavvuf edebiyatında<br />

Yusuf’un aşkı aşık-ı sadıka bir örnektir. Nitekim<br />

Kuranda ahsenü’l-kıssas (kıssaların en güzeli) olarak nitelendirilen<br />

Yusuf Suresinde Hz.Yusuf bütün hayatını Allah’ın<br />

sevgisi ve himayesi altında geçirmiştir. Onun diğer insanlardan<br />

farkı bu fitri meylini haram olarak hayata geçirmemesidir<br />

18 . Yusuf’un “Günah işlemekten Allah’a sığınırım” (12/23)<br />

demesi, onun Allah sevgisinin (ilahi aşkın), haram sevgiden<br />

üstün olduğunu göstermesidir. Yusuf onu beşeri hem de<br />

şehvani bir aşkla seven Züleyha’nı geri çevirmesi de bu yüzdendir.<br />

O zamana kadar ki Züleyha da şehvani, beşeri aşktan<br />

kurtularak ilahi aşka kadar yüzelir. Yalnız o zaman Yusuf<br />

onu kabul edir.<br />

• 16 Dols Michael W. Mecnun, s.476<br />

• 17 Füzuli (1958). Eserleri, C.I. Bakü: Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası<br />

, s.139<br />

• 18 Kırca Celal (1990). Kur’an ve insan. İstanbul: Marifet yayınları, s.127<br />

of Allah) informs where the minstrel reaches in the position<br />

of knowledge of love. There is a duality in Muhabbetullah<br />

(Love of Allah); that is to say, you are talking in that you are<br />

there. But, in Marifetullah (Knowledge of Allah) there he<br />

is, not you. 15 Those who have divine love determine to be<br />

in Marifetullah (Knowledge of Allah) by passing from Muhabbetullah<br />

(Love of Allah). Because He is everthing, He is<br />

the final destination of love. Besides, this knowledge is seen<br />

in every maqam such as cünun, majnun and meczub; but it<br />

occurs in every maqam in a different shape and situation. As<br />

a matter of fact, the secret doors are opened after Majnun<br />

is lost his mind in the face of the divine beauty. According to<br />

Sufi, the madness of love and amazement is meant to show<br />

that the limited way that is gone with mind is inadequate. In<br />

this inadequacy, things that need to be done at the behest<br />

of mind are pushed into the background. As a matter of fact,<br />

meczub does not act on religious orders and prohibitions<br />

like majnun and is not responsible for them either. Because<br />

their greatest worship is their love. The minstrels’ worship is<br />

the divine love to Allah.<br />

Because both Majnun and Karam did not enter the path of<br />

mysticism, dealt with invocation, worship and contemplation<br />

by taking a quiet place in a sudden situation and being<br />

in a mystical contemplation in the face of the beautiful<br />

names of Allah for good and all; they are real minstrels.<br />

They lose their mind because they do not have any guide or<br />

mentor who show way them to face up to the sentimental<br />

advance and they become like a mad or drunk due to a momentary<br />

transfiguration. Because they have always passed<br />

through themselves, neither majnun nor meczub nor karam<br />

have the power of irşad(act of showing the true path). Even<br />

the minstrels of the people’s story such as Karam, Garib and<br />

Tahir are not competent because they have changed their<br />

moods. Because you have to be conscious for irşad(act of<br />

showing the true path). However, Majnun and Karam have<br />

changed their moods constantly. Although there is a subtle<br />

difference regardless of the closeness between Majnun in<br />

classical literature and Karam in folk literature.While Karam<br />

is the most curious minstrel of folk literature, Majnun is the<br />

symbol of minstrel in classical literature. Indeed, one of the<br />

writers of the Middle Ages mentions the madness in his work<br />

and presents an example of a person who stands naked at<br />

the door of the mescid and says constantly “enel majnun<br />

Allah”( I am majnun of Allah). 16<br />

Mesnevi of Fuzuli,which is a test of knowledge in the love of<br />

Majnun, takes place the knowledge of God. However, Fuzuli<br />

should understand that being Majnun is not enough:<br />

I have much more features of minstrel than Majnun<br />

• 15 https://www.facebook.com/islam.gulleri.../63797924288286.<br />

• 16 Dols Michael W. Mecnun, p.476


Aşık-ı sadık elest bezminde verdiği sözü, sevgi ile bağlanacağı<br />

Rebbini bilendir. Dolayısıyla vadine, yani ilahi aşkına<br />

sadıktır. Hiçbir dünya güzeli onu sadıklık mertebesinden<br />

indiremez. Aslında Mecnun da Kerem de beşeri aşktan geçerek<br />

sonunda sadık mertebesine ulaşmış olurlar.<br />

Klasik şiirden çıkarılan sonuca göre Mecnun aklın rehberliğine<br />

sığınacak olsaydı beşeri Leyla’ya kavuşma yolunda<br />

hiç bir engeli kalmazdı, en azından Kabe’de Allah’a yalvarar<br />

iyileşer ve sevgilisine kavuşardı. Ancak o, bilerekten aklı,<br />

sağduyuyu terk etmiş, seçimini sevgiliden, yani beşeri Leyla’dan<br />

yana değil, ilahi aşktan yana kullanmıştır. Çünkü Mecnun’un<br />

vecd halinde olması, aklın dışında olmasıdır ki bu<br />

da imanın ulaştığı en yüce makamdır. Mecnun’un marifeti<br />

imanı akılla değil, vecdle bulmasındadır. Bu imanda ikilik<br />

asla kabuledilmezdir.<br />

Ol zahm eseri görindi mende<br />

Biz bir ruhuz iki bedende<br />

Bizde ikilik nişanı yoktur<br />

Her birinin özge canı yoktur<br />

Sen sanma ki oldur ol menem men<br />

Bir can ile zindedir iki ten 19 .<br />

• 19 Füzuli (1958). Eserleri, C.II. Bakü: Azerbaycan SSR Elmler<br />

Akademiyası, s.169<br />

I am a faithful minstrel, Majnun has just a name 17 .<br />

He had to say as in the above. Majnun has a name; however,<br />

Fuzuli has stated that being a faithful minstrel is the highest<br />

maqam. Because according to the poem, Majnun should be<br />

first wise and than be Majnun. But Majnun is mad; that is to<br />

say, he is the one who moves without making sense. In that<br />

respect, Yusuf’s love is an example of loyal love in Sufi literature.<br />

As a matter of fact, Prophet Yusuf has spent his whole<br />

life with the love and under the auspices of Allah in Surah<br />

Yusuh that is described as the most beautiful of section in<br />

the Quran. His difference from other people is that he does<br />

not put his natural desire into practice as haram (is used to<br />

refer to any act that is forbidden by Allah) 18 . Prophet Yusuf’s<br />

saying ‘’ I seek refuge in Allah!’’(ayat 12/23) shows that his<br />

divine love is superior to haram love. This is the reason that<br />

Yusuf rejects Züleyha, who has human love and sensual<br />

love. After all, Züleyha turns towards divine love by getting<br />

rid of human and sensual love. Only then Yusuf accepts her.<br />

The faithful minstrel is the one who has knowledge of Allah<br />

that he connected with love and promise given at the<br />

bezm-i elest (at the time of creation of all the souls that will<br />

ever be born). Therefore, he is faithful to the promise and<br />

divine love. Any outstanding beauty does not hinder him<br />

from devotedness. In fact, Mecnun and Karam also pass<br />

• 17 Füzuli (1958). Eserleri, C.I. Bakü: Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası<br />

, p.139<br />

• 18 Kırca Celal (1990). Kur’an ve insan. İstanbul: Marifet yayınları, p.127<br />

Manun of Written Literature, Karam of oral Literature<br />

247<br />

Yazılı Edebiyatın Mecnunu, Sözlü Kültürün Keremi


Common Heritage<br />

248<br />

Ortak Miras<br />

Mecnun’la ilgili Arap rivayetlerinde bu durumu aydınlatacak<br />

bir yer var: “Mecnun’a; “Leyla’yı seviyor musun?” denilmiş.<br />

Mecnun; “Hayır” demiş. Ona “Niye?” denilmiş”. Mecnun;<br />

“Çünkü sevmek görmek için bir behanedir. Behane de düşmüştür,<br />

artık Leyla bendir, ben de Leylayım” demiş” 20 .<br />

Aşkıkların içmeden de sarhoşane, aptalane tavırları vardır.<br />

Mesela, Kerem’in 32 dişini çektirmesi, Mecnun’un aşkın<br />

belasına daha şiddetle düçar olması hakkındaki duası,<br />

Kayğusuz Abdal’ın Abdal Musa’nın bir sözüne göre beylik<br />

makamını terk edip başka bir aleme düşmesi aslında maddi<br />

alemden marifet dünyasına geçmektir. Aşk sarhoşluğu vahdet<br />

meyinden içip mest-i elestten bu yana ayılmayan aşıka<br />

hayret getirir, Hüsnü Mutlak’ın tecellasında eriyip hayal<br />

olur, İlahi ile gerçek birleşme, kavuşma baş verir. Nitekim<br />

Mecnun’un hal ve tavırları da bir sarhoşu andırır.<br />

Tasavvufi bir makam olan hayret kulun yalnız ilahi güzellik<br />

karşısında düştüğü halıdir. İlahi güzelliğin bu hayret doğuran<br />

marifeti kulun hayret içinde kalmasına neden olur. Hayret<br />

anı marifetin son aşamasıdır ve bu aşamada ehl-i irfan<br />

vahdete kavuşmuş olur. Hayretin doğurduğu marifet nihayetinde<br />

kulu Hakk’a, aşığı maşuka ulaştırır. Kerem Aslının<br />

aşkı ile hayret içinde olduğu içindir ki beşeri Aslı’ya kavuşamır,<br />

çünkü ilahi maşukla artık kavuşmuştur. Aşıkın iki defa<br />

kavuşma yaşamayacağı ilahi aşkın tabiatı gereğidir ki buna<br />

can atan vücut yanıp kül olur. Bu hayret, ilahi aşk halıdir ki<br />

aşığı fenafillah makamına yerleştirmiştir. Fenafillah maka-<br />

• 20 Ebu’l Kasım en-Neysaburi. Akıllı deliler, s.86<br />

through human love and eventually reach a loyal station.<br />

According to the result of classical poetry; there are not any<br />

obstacles in reaching Leyli as a human love, if he is under<br />

the guidance of his mind. At least, he begs and prays to Allah<br />

for his love in the Kaaba. However, he has deliberately<br />

abandoned the knowledge and common sense, then he<br />

takes his choice in divine love, not human love or Leyli. Because<br />

Majnun is in the form of vecd (trance), he is out of the<br />

mind, which is the supreme maqam that faith has attained.<br />

Duality in this belief is never admissible.<br />

Ol zahm eseri görindi mende (There is a wound in me)<br />

Biz bir ruhuz iki bedende (We are one soul and two bodies)<br />

Bizde ikilik nişanı yoktur (There is not duality in us)<br />

Her birinin özge canı yoktur (Both have not got improper<br />

spirit)<br />

Sen sanma ki oldur ol menem men (Do not think that it will<br />

be what you say)<br />

Bir can ile zindedir iki ten 19 . (Two bodies are in one soul)<br />

There is a place to illuminate this situation about Majnun<br />

in Arabic narrations: “Majnun’a; “Do you like Leyla?” was<br />

asked to Majnun. He said “no”. They asked “Why?”. Majnun<br />

answered “Because love is an excuse to see. Anymore there<br />

is no excure. Leyli is me and I am Leyli.” 20<br />

Minstrels are in a stupor mood without being drunk. For example;<br />

Karam’s having his 32 teeth pulled, Majnun’s prayer<br />

about having much stronger love and Kaygusuz Abdal’s<br />

chosing divine love to human love with a word of Abdal<br />

Musa. Euphoria of victory is miraculousness for the minstrel<br />

that drinks the wine of unity and has come to himself since<br />

Mest-i Elest (be in trance with Allah in the bezm-i elest that<br />

is the time of creation of all the souls that will ever be born).<br />

He remains as a memory in the fate of Allah and then the divine<br />

and real unity is occured. As a matter of fact, Majnun’s<br />

attitudes and behaviors resemble the drunks.<br />

Astonishment, which is a sufistic station, human being<br />

shows in view of divine beauty. This divine beauty causes<br />

the human be lost in amazement. Astonishment is the final<br />

part of wisdom and ehl-i irfan (a person who has knowledge<br />

of Allah) reaches the unity. This wisdom lets human being<br />

reach to Allah and minstrel to the beloved. Because Karam<br />

is astonished with the love of Aslı and so he has not reached<br />

his human love. That is to say, he reaches his divine love<br />

anymore. This is the natural for the divine love that the minstrel<br />

has not reached to the divine love for two times and<br />

that person burns away. This astonishment is the nature of<br />

divine love and puts the minstrel in the situation of Fena-<br />

• 19 Füzuli (1958). Eserleri, Vol.II. Bakü: Azerbaycan SSR Elmler<br />

Akademiyası, p.169<br />

• 20 Ebu’l Kasım en-Neysaburi. Akıllı deliler, p.86


mında olan aşık, varlıktan çok surete, cismden çok hayale<br />

benzer. Hayret Mecnun’un da Kerem’in de bu yoldan, yani<br />

suretten geçip Hakk’a ulaşma makamıdır. İlahi aşkın gücünden<br />

hayrete düşüp şaşıran, kendini bilmez duruma gelen<br />

aşıka tasavvuf edebiyatında hem de divane derler.<br />

Hayret genel hatlarıyla “kalbe gelen bir tecelli sebebiyle<br />

salikin düşünemez ve muhakeme edemez hale gelmesidir.<br />

Hayret ya delilde olur, ya da medhulde. Allahın varlığını ispatlayan<br />

delilde hayrete düşmek zındıklık ve mülhidliktir.<br />

Medhulü, yani delille varılan Hakk’ın tecellilerini temaşada<br />

hayrete düşmük sıddıktır.” 21 anlamında bir tasavvufi mertebedir.<br />

Kerem’in, Mecnun’un, Züleyha’nın, Ferhad’ın marifet<br />

makamı aslında ilahi aşktan kopan hayrete dayanır.<br />

Saz şairlerinin icra ettiği halk hikayeleri, divan edebiyatı,<br />

tekke şiiri yalnız tasavvufi aşıklığın – mecnunluğun, keremliğin,<br />

meczubluğun marifetini terennüm etmekten ibarettir,<br />

çünkü aşıkların marifeti saliklerin marifetinden farklıdır. İlahi<br />

aşıklık aşk deliliği, aşk sarhoşluğudur ve aşıkın maşuk önünde<br />

hayretidir, çünkü Mecnun da, Kerem de, meczub da aşk<br />

hastası, yani aşkın kendisidirler. İlahi aşk ehli haldan makama<br />

(halk edebiyatında kandan mekana) geçtikleri, belli<br />

bir makamda karar tuttuktan, temkin ehli olduktan sonra<br />

asıl aşıklık yolunu bulmuş olurlar, başka bir deyişle fenadan<br />

bekaya geçit yapırlar. Asıl aşık, fena fi’l-hak (fenafillah)<br />

merhalesine ulaşmış, aşk yolunda marifeti geçerek, en son<br />

varacağı merhale olan Hak’ta erimiş, Hak da onu muvafık<br />

gördüğü mertebeye ulaştırmıştır. Her ne kadar aşıkların irşad<br />

yetkisi olmasa da onlar fenada noksanlarının sonunu<br />

görüp bekada kemalini diriltmişler. O nedenle fena, Allah’ın<br />

zatı hariç onun bütün sıfatları ile bir olmaktır. Çünkü kalbi<br />

fena bulmuş aşık ilahi nurun mazharı olmuştur. Mecnun da,<br />

Kerem de, meczub da benlik şuurunu kaybederek onun yerine<br />

Allah’ın ebedi aşkını koymuşlar. Zira “aşkın güzellikleri<br />

yalnızca deliler için vardır” 22 .<br />

Aşıkın marifeti onun aşkının aklının karşısında yer almasıdır,<br />

çünkü aklın enstrümanı ilmdir, aşkınki ise ruhtur. Keremler<br />

ve Mecnunlar aşkı ve ona ulaşma yolu olan ruhu tercih edip<br />

aklı ve ilmi kabul etmezler. Mecnunluk aklın kontrölünü inkar<br />

ettiği için bela yolunda çileden çekinmediği gibi rüsvalıktan<br />

da kaçınmaz, aşkını dile getirmekten geri durmaz. O<br />

bakımdan istese de istemese de toplumda seçilir, bilinir. Bu<br />

da aşk marifetinin bir başka yönüdür.<br />

Sözlü edebiyatın Keremi<br />

Kerem halk hikayelerimizin ilahi aşka tutulmuş en büyük<br />

aşık simgesidir ve Mecnun’un halk edebiyatındaki varyantıdır.<br />

Dinler üstü bir aşkı savunan ve bu yolda fena olmağı<br />

• 21 Uludağ Süleyman (2002). Tasavvuf terimleri, s.162<br />

• 22 Dols Michael W. Mecnun, s.440<br />

fillah that is a term in sufism, meaning annihilation of the<br />

selfhood of the disciple in the spiritual state and presence<br />

of the Prophet Muhammad. The minstrel in the maqam of<br />

Fenafillah looks like in a dream, not in real life. This is the<br />

way for both Majnun and Karam in order to reach to Allah.<br />

The minstrel who is astonished because of the strength of<br />

the divine love is also called as ‘’divane’’ in sufi literature.<br />

As a result of astonishment, the pilgrim cannot think and<br />

reconsider due to the transfiguration. Being astonished in<br />

the evidence proving the existence of Allah is atheism and<br />

ungodliness. The person who is astonished in showing the<br />

appearance of Allah is faithful.” 21 The knowledge maqam<br />

of minstrels such as Karam, Majnun, Züleyha and Ferhad is<br />

based on the astonishment about divine love.<br />

The folk tales performed by poets, the divan literature, islamic<br />

poetry are only for singing gently the knowledge of<br />

divine love; being Majnun, Karam and Meczub. Because the<br />

knowşedge of minstrels are different from the knowledge<br />

of pilgrims. Divine love is to be love-besotted and mad because<br />

of love; besides, it is the astonishment of minstrels<br />

in the face of beloved. Becuase Majnun, Karam and also<br />

Meczub is the love. After they become competent, they find<br />

the way of love. The real minstrel reaches to the maqam of<br />

Fenafillah and arrives at the last maqam of Allah. Then Allah<br />

brings to the station which he considers that he is eligible.<br />

Although the minstrels do not have the authority, they have<br />

seen the end of the deficiencies in ‘’fena’’(means mystical<br />

death in sufism). Therefore, mystical death means being<br />

equal with the name of Allah except for his own. Because<br />

the minstrel who died before he dies reaches a good state<br />

in divine love. Majnun, Karam and also Meczub put the eternal<br />

love of Allah into the place of ego-consciousness. For as<br />

much as, ‘’the beauties of love are only for mad people.” 22<br />

The knowledge of love is that the love is in the face of his<br />

mind, because the instrument of the mind is knowledge and<br />

the instrument of the love is soul. People like Karam and<br />

Majnun prefer the love and soul that is the way reaching<br />

to Allah as well as they do not accept the mind and knowledge.<br />

Because Majnun denied the control of mind, he does<br />

not hesitate in the way of trouble, not refrain from disgrace<br />

and not shy away from expressing his love. In that regard,<br />

he is chosen and known by the society whether he wants or<br />

not. This is another aspect of knowledge of the love.<br />

Karam in Oral Literature<br />

Karam who falls in divine love is the greatest love symbol<br />

of our folk stories and is a variation of Majnun in folk liter-<br />

• 21 Uludağ Süleyman (2002). Tasavvuf terimleri, p.162<br />

• 22 Dols Michael W. Mecnun, p.440<br />

Manun of Written Literature, Karam of oral Literature<br />

249<br />

Yazılı Edebiyatın Mecnunu, Sözlü Kültürün Keremi


Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />

accusa quo quunt.<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />

quo quunt.<br />

Common Heritage<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

250<br />

Ortak Miras


Yazılı Edebiyatın Mecnunu, Sözlü Kültürün Keremi<br />

Manun of Written Literature, Karam of oral Literature<br />

251


Common Heritage<br />

252<br />

Ortak Miras<br />

göze alan, sevgilisini hangi dinden olursa olsun ilahi aşka<br />

götüren bir güzel olarak ele alan Kerem’in aşkı Türk dünyasının<br />

çeşitli bölgelerinde Kırım’da ve Dobruca’da, Türkmenistan’da<br />

ve Özbekistan’da, Azerbaycan’da ve Anadolu’da,<br />

Bulgaristan’da ve Balkanlar’da, İran’da ve Horasan’da varlığını<br />

korumuştur. Hatta Kerem Türklerden komşu halklara<br />

Ermenilere, Gürcülere, bazı Dağıstan halklarına da geçmiştir.<br />

Din farkına dayalı aşk, kuru kafa, kendiliğinden yanarak<br />

kül olma, mecazi vuslata kavuşmama vs. Keremi, hikayenin<br />

yayıldığı bütün bölgelerde meşhurlaştırmıştır. O, dinler,<br />

mezhepler, tarikatlar üstü bir ilahi aşk kahramanıdır. Nitekim<br />

bütün varyantlarda Keşiş, kızını nişanlamağa mecbur<br />

olsa da sonradan onu alıp kaçır. Kerem’in Aslı’nın arkasınca<br />

gitmesi, en sonda kahramanların Allah’ın nezdinde ilahi<br />

aşkla sorunları aşarak birleşmeleri fiziki ölümleri ile gerçekleşir.<br />

O bakımdan ilahi aşk kodunun destani varyantı Türk epik<br />

geleneğinde Kerem’de, Mecnun’da, Tahir’de, Şah İsmayıl’da,<br />

Garib’de yeni kuramsal bir çerçevede ortaya çıkmıştır.<br />

Keremliğin, mecnunluğun simgeselleşmesi ilahı aşkın<br />

şiddetindendir. Bu şiddetten dolayıdır ki aşıkların dili anlaşılmır,<br />

halleri garibsenir, tavırları yadımsanır. Halk edebiyatında<br />

Kerem’in, Tahir’in, Abbas’ın, Valeh’in, Garib’in sınır<br />

tanımaz aşkı dilsel verilerde ilahi kökene bağlanır.<br />

Dilin rasyonel tarafından bakıldığında kavranamayacak bu<br />

kesik, dökük, rabıtasız cümleler, aşıkların başka bir halde<br />

olduklarını gösterir. Nitekim aşk destanında denildiği gibi;<br />

“Novruz düz on bir günden sonra özüne geldi. Bakdı ki atası,<br />

anası, gohum-agrabası hamı onun başına yığılıb. Novruz<br />

dedi:<br />

- Men derdimi dilnen desem, dilim yanar. Mene bir saz getirin”<br />

23 ,<br />

yahud başka bir destanda kahraman: “Bir ucu çömçe, bir<br />

ucu nimçe getirin derdimi deyim” 24 . Dille söylesem dilin yanar,<br />

mana bir başı çömçe, bir başı nimçe olan saz verin formülü,<br />

sözlü edebiyatta cezbenin etkisiyle anlaşılamayanın<br />

musikiyle, sazın kutsal diliyle anlaşılır kılınmasıdır. Divan şiirinde,<br />

tasavvuf edebiyatında aşkla ulaşılan bilgi ve hal, irfani<br />

ve tasavvufi yönlüdür. Bu, çalışmakla, okumakla iradeyle<br />

elde edilen bir bilgi ve hal değildir. Allah’ın bir lütfu (ihsanı)<br />

olan bu bilgi irfandır, hal da tasavvuf anlayışıdır, yalnız aşk<br />

yolçularına, sözlü edebi ürünlerde keremlere, tahirlere, yazılı<br />

edebiyatta ise mecnunlara, meczublara aittir.<br />

Sözlü edebiyatta aşıkların onlara aşk badesi içirmekle buta<br />

olarak verilmiş sevgiliye kavuşmaları, vuslatı tadmaları ilahi<br />

• 23 Azerbaycan dastanları (1965). C.I. Tertib edenler: E.Ahundov,<br />

M.H.Tehmasib. Bakü: Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası neşriyyatı, s.154<br />

• 24 Azerbaycan dastanları (1966). C.II. Tertib edenler: E.Ahundov,<br />

M.H.Tehmasib. Bakü: Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası neşriyyatı, s.116<br />

ature. Karam’s love, which advocates a suprareligious love,<br />

risks death before he dies and approaches his minstrel as<br />

a beauty that he brings to the divine love no matter which<br />

religion she is, continues to be in various parts of the Turkish<br />

world in Crimea and Dobruca, Turkmenistan and Uzbekistan,<br />

Azerbaijan and Anatolia, Bulgaria and the Balkans,<br />

Iran and Khorasan. Even, the idea of Karam has passed from<br />

Turks to neighboring peoples such as the Armenians, Georgians<br />

and some people in Daghistan. Love based on religious<br />

difference, death’s-head, burning within the hearth,<br />

failing to reach metaphorical convergence etc. have made<br />

Karam famous in all the regions where the story spreads. As<br />

a matter of fact, the monk is forced to engage his daughter<br />

in all variants, but later he takes her away. The fact that<br />

Karam follows Aslı and the union of the heroes at the end<br />

by overcoming problems with divine love in the presence of<br />

Allah are the result of her physical deaths.<br />

In that sense, the legendary variant of the divine love code<br />

has emerged in Karam, Majnun, Tahir, Shah Ismayil and<br />

Garib within a new theoretical framework in the Turkish epic<br />

tradition. The symbolism of being Karam and Majnun is because<br />

of the strenght of the divine love. It is because of the<br />

strenght that the language of minstrels is incomprehensible,<br />

the behaviour of the minstrels is regarded as strange<br />

and their attitudes are found odd. In folk literature, the limitless<br />

love of Karam, Tahir, Abbas, Valeh, Garib is connected<br />

to the divine root in linguistic expressions.<br />

These inverted, incoherent and unrecognized sentences<br />

which can not be grasped when considering on the rational<br />

part of language show that the minstrels are in a different<br />

mood. As it is said in the epic of love; “ After eleven days from<br />

the coming of Nawruz, he went to the heart of the matter.<br />

He looked that his father, mother, relatives and eveybody<br />

gathered at the head of him. He said Nawruz:<br />

- ‘’If I say: listen to my problem, I can not. But you give me a<br />

stringed instrument.’’ 23<br />

Or a her in another epic: “Give me a stringed instrument, I<br />

will complain.” 24 This shows us that the stringed instrument<br />

make the person more understandable by means of musical<br />

works with the effect of a mystical contemplation in oral literature.<br />

The information and situation that are reached with<br />

love in sufi literature and divan poetry are wise and sufistic.<br />

This is not an information obtained by means of studying,<br />

working and reading. This information that is a bounty of Allah<br />

is knowledge and the situation is also the comprehension<br />

of sufism. They belongs to only Karam and Tahir in the<br />

• 23 Azerbaycan dastanları (1965). Vol.I. Tertib edenler: E.Ahundov,<br />

M.H.Tehmasib. Bakü: Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası neşriyyatı, p.154<br />

• 24 Azerbaycan dastanları (1966). Vol.II. Tertib edenler: E.Ahundov,<br />

M.H.Tehmasib. Bakü: Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası neşriyyatı, p.116


aşkın bu dünyada gerçekleşmesidir. Kerem ve Kurbani gibi<br />

aşıklar istisna oluştururlar, vuslata erişmezler ve aşkın cezbesinin<br />

etkisiyle yüceldikleri marifet makamından inmezler.<br />

Aşk destanlarında buta (bade), aslında tamlık, vahdet remzidir.<br />

Butanı veren saki, derviş, mürşid, pir, Hz.Ali, Hz.Hızır<br />

aşıkı vahdete, başka bir deyişle ilahi aşka çağırır. Kerem de<br />

varyantlarda rüyada kızı görmekle, kızın elinden bade içmekle,<br />

kızla bahçede buluşmakla, avın arkasınca giderken<br />

kızla karşılaşmakla, kızın oturduğu evin camını bilmeden<br />

kırması üzerine kızı görüp bayılması vb. şekillerde aşık olur.<br />

Ancak bu çeşitlilik her iki gencin aşk hastalığına tutulması<br />

motifini askıya almaz.<br />

Aşk destanlarında bu vahdete Hak ile Hak olmak denildiğinden,<br />

ona ulaşmağa can atan kahramanz da Hak aşığı (yani<br />

Hakk’a aşık olmuş, Hak’tan başka hiçbir şeyi görmeyen, Hak<br />

deyip, Hak sözü ile konuşan vs.) denilir. Tanrı vergisi olan<br />

aşıklık aşk destanlarında bade içirilmekle buta vermek veya<br />

buta almak şeklinde tezahür eder. Butanın tamlık remzi olduğunu<br />

gösteren bir element de destanlarda aşk badesinin<br />

hem oğlana hem de kıza aynı anda içirilmesidir. İki birbirine<br />

kavuşmuş buta sembolik şekilde makro kozmosun işareti<br />

olarak değerlendirilir. Ayrı ayrılıkta tamlığı ifade edemeyen<br />

buta, birleştikte ebedi, ezeli varlığın işlevsel-semantik işaretine<br />

çevrilir. Bu halde aşk destanları cüzden küle, zerreden<br />

tama giden yol, ilahi aşkın halk varyantı özelliği taşır 25 .<br />

Bu ise halk hikayelerinde kandan mekana yolculuk gibi su-<br />

• 25 Bayat Fuzuli (2011). Türk tekke (tesevvüf) edebiyyatı. Bakü: Elm ve<br />

tehsil, s.353-354<br />

oral literature as well as Majnun and Meczub in the written<br />

literature.<br />

Coming together with his minstrel means in oral literature<br />

that the divine love becomes true in this world. The minstrels<br />

such as Karam and Kurbani make an exception, they<br />

can not reach the ultimate union and can not go down the<br />

maqaam of knowledge that they reach with the attraction<br />

of love. In fact, wine (‘’bade’’ in turkish) is the symbol of accuracy<br />

and unity. The wine giver, cupbearer, dervish, mentor,<br />

founder of an order, Prophet Ali, Prophet Hızır invite the<br />

minstrel to the divine love. Karam falls in love with her when<br />

he sees her in the diversion, he drinks wine with her hand,<br />

he meets with her in the garden, he chases his hunt, he<br />

breaks her window unwittingly. However, this diversity does<br />

not hinder the lovesickness of both of them.<br />

In love epics, the hero who want to reach to Allah is called<br />

as the minstrel of Allah because the unity is considered to<br />

be with Allah. Minstrel is seen in the love epics that he dwink<br />

wine (‘’bade’’ in turkish). An element which shows that wine<br />

is the symbol of accuracy is means that love wine is drunk<br />

both man and woman at the same time. It is also considered<br />

as the symbol of the macrocosmos. The love epics which is<br />

the way extending from a particle to unity has the characteristics<br />

of public variation of divine love. 25 This is presented<br />

as a journey from this world to the other world in the folk<br />

story.<br />

• 25 Bayat Fuzuli (2011). Türk tekke (tesevvüf) edebiyyatı. Bakü: Elm ve<br />

tehsil, p.353-354<br />

Manun of Written Literature, Karam of oral Literature<br />

253<br />

Yazılı Edebiyatın Mecnunu, Sözlü Kültürün Keremi


Common Heritage<br />

254<br />

Ortak Miras<br />

nulur.<br />

Kurbani’nin, Valeh’in, Kerem’in yolu kandan mekanadır. Mesela,<br />

Valeh ve Zernigar Destanı’nda Mesum efendi, Valehden seferinin<br />

nereye olduğunu sorar:<br />

“Mesum efendi Valehe selam verib dedi:<br />

- Oğlum, söyle görüm seferin haradı?<br />

Valeh selamı alıb erz etti:<br />

- Emi, seferim kannan mekanadı.<br />

Mesum efendi dedi:<br />

- Oğlum, kan kandı, mekan nedi?<br />

Aşık Valeh dedi:<br />

- Kan bu dünya, mekan da o dünyadı 26 .<br />

Sıradan insanların yeri kandır, mekan ariflerin, ölmeden<br />

önce ölenlerin, meczubların yeridir. Aslında, tasavvufta mekan<br />

kamil insanların makamıdır ve kan ve mekan kodu aşkın<br />

her kes için sade izahının halk hikayelerindeki varyantıdır.<br />

Mekan hem de Allah-u Teala katındaki menzillerin en yücesi<br />

olarak bilinir. Mekanda bulunan salik temkin ehlidir 27 .<br />

Kurbani, Kerem, Valeh o yüzden marifette Mecnun’dan<br />

üstündürler. Çünkü cezbe ve aşk yolunun yolcuları, şuttar<br />

• 26 Azerbaycan dastanları (1967). C.III. Tertib eden: E.Ahundov. Bakü:<br />

Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası neşriyyatı, s. 273<br />

• 27 Bax. Uludağ Süleyman. Tasavvuf terimleri, s.323<br />

The way of Kurbani, Valeh, Karam is from this world to the<br />

other world.For example:<br />

In Valeh ve Zernigar epic, Masum Efendi asks where the<br />

Valehdeh journey is:<br />

“Masum Efendi greet Valeh and says:<br />

- My son, how is your journey?<br />

Valeh takes his greetings:<br />

- Uncle, my journey is from this world to the other world.<br />

Masum Efendi says:<br />

- My son, what is the word ‘’kan’’, what is the word ‘’mekan’’?<br />

Minstrel Valeh says:<br />

- The word ‘’kan’’ means this world and the word ‘’mekan’’<br />

means the other world. 26<br />

The word ‘’kan’’ means this world is the place of ordinary<br />

person, but the word ‘’mekan’’ means the other world is the<br />

place of wise man, man dying before he dies and meczub. In<br />

fact, the word ‘’mekan’’ means the other world is the place<br />

of perfect human being. The code of ‘’kan’’ and ‘’mekan’’ is<br />

the variant of love for everybody in the folk stories. the word<br />

‘’mekan’’ which means the other world is known as the most<br />

high maqaam in the presence of Allah. The one who is in the<br />

‘’mekan’’ is pilgrim. 27<br />

• 26 Azerbaycan dastanları (1967). Vol.III. Tertib eden: E.Ahundov. Bakü:<br />

Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası neşriyyatı, p. 273<br />

• 27 Bax. Uludağ Süleyman. Tasavvuf terimleri, p.323


meşrebliler ve büyük ölçekte melami-kalenderi meşrebliler<br />

temkin ehlidirler. Halk edebiyyatındaki Hak aşıkı başlangıçta<br />

haldan hala düşmesiyle telvin ehli olsa da, mekana can<br />

atmakla temkin ehli olmağa hazırlanır. Hak aşığının sabrı,<br />

çilesi, Hakk’ın sınavlarına boyun eğmesi onun temkin ehli<br />

olacağına işarettir. Telvinde bir ikilik sezilse de temkinde<br />

aşık ikilikten kurtulma yolunda ilerlemektedir ve ilahi vuslata<br />

kavuşmaktadır. Aşık mekana yerleşip temkin ehli olduktan<br />

sonra kendini görmez, yalnız Hakk’ı görer. Bu makamda<br />

temkin ehli elest bezmindeki vermiş olduğu sözü ve kalu<br />

bela vadini hatırlar.<br />

Mecnunla Kerem karşılaştırması<br />

Orta Asya’da, Azerbaycan’da, Anadolu’da, İrak’ta, hatta<br />

Balkanlar’da yayılan Kerem ile Aslı hikayesi ilahi aşkın halk<br />

sufizmi varyantıdır. Tıpkı diğer aşk destanlarında olduğu gibi<br />

Kerem marifeti bakımından sadece Mecnun’dan değil, divan<br />

şiirinin bütün aşık tiplerinden üstündür. Onun saz şairlerinin<br />

meclislerinde bu kadar çok icra edilmesinin başlıca<br />

sebebi aşkının Keremliğe (yani Mahmudluğa) dayanmasına<br />

göredir.<br />

Divan şiirinde geniş kullanım alanı olan Mecnun’a karşılık<br />

halk edebiyatında Tahir ile Zühre, Kerem ile Aslı, Garib ile<br />

Şasenem, Elif ile Mahmud, Abbas ile Gülgez, Arzu ile Kamber<br />

vardır ki bunlar ilahi aşkın delileridirler ve bütün hallerde<br />

birinciler her ne kadar aktif görünseler de ikincilerin gizli<br />

olan aşkına göre değerlidirler. Halk tahayyülünde tasavvufi<br />

marifetin en yüce makamı Mecnun’un değil, Kerem’in aşkıdır,<br />

çünkü Kerem (sufi edebiyatında Mahmud), fenafillah<br />

makamında dahi kerem sahibidir, ismi Aslı olup asıl olana,<br />

Yüce Yaratan’a aşıktır, yani meczubdur. Halk sufizmine göre<br />

bundan büyük marifetullah yoktur. Hem de Kerem ile Aslı<br />

Destanı’nın Azerbaycan ve Anadolu varyantlarında Kerem’in<br />

ismi Mahmud, Aslınınki ise Azerbaycan, Anadolu, Türkmen<br />

ve Horasan varyantlarında Meryemdir. Ancak diğer varyantlarda<br />

kahramanların çocukluk adları farkl olsa da her ikisinin<br />

aşık ve maşuk konumuna ulaşmasıyla ismleri Kerem ve Aslı<br />

şeklini almış, Türk dünyasının en şöhretli ilahi aşk kahramanlarına<br />

çevrilmişler. Oysa Mecnun ile Leyla adlı halk hikayesine<br />

ve Mecnun’un divan şiirindeki şöhretine (tasavvufi<br />

edebiyatta Mecnun simgesi az kullanılmıştır. Özellikle Arap<br />

edebiyatında ve onu ilk defa Farsça mesnevi şeklinde kaleme<br />

alan Nizami’de tasavvufi anlam yok derecesindedir.)<br />

bakmayarak saz şairleri marifet pillesinde üstünlüğü asıl<br />

ismi Nahmud olan Kerem’e vermişler. Bunun sebebi Mecnun’un<br />

ilahi aşkla tutuşup yanmasına rağmen ne kendisine<br />

faydasının dokunması ne de irşad yetkisinin olmasıdır.<br />

Meczubluk ise tasavvufi edebiyatta Mahmud’un simasında<br />

Allah aşkıyla yanıp kül olmanın en parlak örneğidir. Elif ile<br />

Therefore Kurbani, Karam and Valeh have the edge on<br />

Majnun by the means of knowledge. Because pilgrims of<br />

transfiguration and divine love are in the maqam of temkin<br />

meaning staying in a place and not making a change<br />

of location. Even if divine love is in the maqam of telvin<br />

meaning transmuting at the start in the folk literature, the<br />

aim is to be in the maqam of temkin. The patience, suffering<br />

and submission of divine lover are the marks for him to be<br />

in the maqam of temkin. Even if one detects the duality in<br />

love in the maqam of telvin, the love gets rid of the duality<br />

in the maqam of temkin and then he reached to the divine<br />

love. After the lover takes his place in the maqam of temkin,<br />

he does not take care of himself but he sees only Allah. In<br />

this maqam, the lover remembers his promises given at the<br />

bezm-i elest (at the time of creation of all the souls that will<br />

ever be born) and hope given in Kalu Bela(the time when<br />

we were asked).<br />

Comparison With Majnun and Karam<br />

The story of Karam and Aslı, which spread in Central Asia,<br />

Azerbaijan, Anatolia, Iraq, and even in the Balkans, is a popular<br />

sufism variant of divine love. Just as it is in other love<br />

epics, Karam is eminent from not only Majnun, but of all<br />

types of lovers in divan poetry. His main reason for that he<br />

is performed so much in the councils of minstrel is that his<br />

love is rooted.<br />

In the folk literature,there are Tahir and Zühre, Karam and<br />

Aslı, Garib and Şasenem, Elif and Mahmoud, Abbas and<br />

Gülgez as well as Arzu and Kamber in folk literature in return<br />

for Majnun having wide usage area in divan poetry. They are<br />

mad of divine love and also worthy according to the secret<br />

of their love. The most eminent maqam in sufism according<br />

to the image of people is not Majnun, but Karam. Because<br />

Karam (called as Mahmoud in sufi literature) has favor in<br />

the maqam of Fenafillah meaning annihilation of the selfhood<br />

of the disciple in the spiritual state and presence of<br />

the Prophet Muhammad. Even if his lover is Aslı, he falls in<br />

love with Allah, that is to say, he is insane. According to the<br />

people’s sufism, there is no great marifetullah (Knowledge<br />

of Allah). The name of Karam is Mahmud in the variants of<br />

Karam and Aslı Epic both in Azerbaijan and Anatolia; the<br />

name of Aslı is Meryem in the variants of Karam and Aslı Epic<br />

in Azerbaijan, Anatolia, Turkmen and Horasan. But even if<br />

their names are different from their names when they were<br />

children, they become Karam and Aslı after they reach the<br />

maqam of beloved and lover. Then they become the most<br />

famous divine lovers of the Turkish world. However; Majnun<br />

symbol in mystic literature is rarely used despite his fame in<br />

the folk story called as Majnun and Leyli as well as Majnun’s<br />

reputation in divan poetry. There is no sufistic meaning in<br />

Manun of Written Literature, Karam of oral Literature<br />

255<br />

Yazılı Edebiyatın Mecnunu, Sözlü Kültürün Keremi


Common Heritage<br />

256<br />

Ortak Miras<br />

Mahmud adlı aşk destanı da bunu kanıtlamaktadır. Mahmud’un<br />

marifet makamı adının anlamıyla eşdeğer olup<br />

onun hamd olunmuş, sena edilmiş, övülmüş olması ile ilgilidir.<br />

Dinde makam-ı Mahmud Hz.Muhammed’in en büyük<br />

şefaat makamı, yani cennettir. Hem de Mahmud, Hz.Peygamberin<br />

bir veriye göre isim, sıfat, künye ve lakaplarının<br />

iki yüz bir olduğu ve Allah’ın Esmaü’l-Hüsna’sı ile <strong>ortak</strong> olan<br />

isimlerinden biridir. Hz.Peygamberin değişik zaman, mekan<br />

ve topluluklara göre aldığı adlar; Ahmed isminin dünyaya<br />

gelmeden önce, Muhammed’in hayatta iken, Mahmud adının<br />

da kendisinden sonra verildiği konu edilir 28 . Hem Mahmud<br />

hem Kerem insan-ı kamillerin en yücesi olan Esmaü’l-Hüsna’nın<br />

adlarıdır. Hz.Peygamber hamd olunan kerem<br />

ehlidir, o yüzden de Kerim adlanır.<br />

Mahmud’un aşık olduğu Elif, düzlüğü ve kametiyle Ulûhiyetin<br />

ve Ahadiyetin simgesidir, çünkü lafz-ı ilahi de Elifle<br />

başlar.<br />

İbranice abid, Allah’a ibadet eden, ibadete düşkün manalarına<br />

gelen Meryem’in de Aslı adını alması tasavvufi bir<br />

yoruma tabiidir. İbranice olan Meryem ismi Arapça asıl, tek,<br />

temel, esas, kural, hakikat, başlanğıç, halis, safi vs. anlamlarına<br />

gelen Aslı adıyla yeni bir maşuk tipine çevrilmiştir 29 .<br />

Mahmud’un halk hikayesinde diğer adının Kuran’da el-Kerim<br />

şeklinde Allah’ın adlarından biri olduğu bellidir. Sözlükte<br />

“iyi, cömert, iyilik, cömertlik, af, bağış, soylu, büyük, şeref,<br />

bağış, Müslümanda bulunması gereken güzel huylardan<br />

biri” anlamlarına gelen kerem, tasavvufi bir istilah olup ihsan,<br />

lütuf, kolay ve rahat bir şekilde mali yardımda bulunma,<br />

karşılıksız yardım demektir. Arapcada cömert ve mert kişiye<br />

kerim denir. Kerem, sözle davranışla, maddi yardım ve ikramla<br />

insanlara iyi muamelede bulunmayı ifade eden geniş<br />

kapsamlı bir kelimedir. O bakımdan, “kerem”, sözlük anlamıyla<br />

İslam ahlakının büyük bir bölümünü içine alır. Kerem/<br />

Kerim ismi hem de Allah’ın Esmaü’l-Hüsna’sından biridir.<br />

Lütuf ve ihsan sahibi, bağışı bol demektir 30 . Hatta Fazlı kerem<br />

söz birleşmesi de vardır ki burada fazl, üstünlük anlamına<br />

gelmektedir. Kerem ise, iyilik, ihsan ve maddi yardımda<br />

kolayca bulunmadır. Fazlı kerem sahibi demek, üstün olan,<br />

cömert olan, iyilik sahibi insan demektir.<br />

O bakımdan aşk destanının kahramanı Mahmud, yani Kerem,<br />

hem Mahmud hem de Kerem iki kelime olup aynı<br />

anlamda birleşmiştir. Kerem ile Aslı Destanı’nda Keremin<br />

comertliğini gösteren bir örnekte o, tecellanın güzelliğini<br />

seyretmek için otuziki dişinin çekilmesine razı olur.<br />

Kerem’in aşktaki makamının ve marifetinin üstün olması<br />

• 28 Yeniterzi Emine. “Hz.Peygamber’in isim ve sıfatları”, www.<br />

sonpeygamber.info Hz. Muhammed Kimdir<br />

• 29 www.ismininanlami.com<br />

• 30 www.mumsema.org › ... › Soru ve Cevaplar ›<br />

the writings of Nizami who puts him down on paper especially<br />

in Arabic literature and as a mathnawi in persian language<br />

for the first time. The minstrels give te supremacy to<br />

Karam. The reason why is that Majnun has got neither act of<br />

showing the true path or the benefit of himself despite the<br />

fact that he falls in divine love.<br />

Being insane is the brightest example of burning with Allah’s<br />

love in Mahmoud’s world according to mystic literature. The<br />

love epic called as Elif and Mahmoud proves this. The name<br />

of Mahmoud is related that it is equivalent to the meaning<br />

of maqam of marifet (Knowledge of Allah). The maqam of<br />

Mahmoud is the greatest intercession maqam of the Prophet<br />

Muhammad, that is to say, that is heaven. According to a<br />

verse; the name, title, tag and nicknames of both Mahmoud<br />

and the Prophet Muhammad are two hundred and one. It<br />

is said that the Prophet’s names given according to different<br />

times, places and communities; for example, the name<br />

Ahmet before he is born, the name Muhammad when he is<br />

alive, the name of Mahmoud given after his death 28 . Both<br />

Mahmoud and Karam are the names of Esmaü’l-Husna<br />

(holy names of Allah). The Prophet Muhammad is praised,<br />

and therefore he is called as Karam.<br />

Elif, who Mahmud is in love with, is a symbol of nobility and<br />

craftsmanship, with its smooth and stature, because the<br />

word of Allah begins with Elif.<br />

The word ‘abid’ in Hebrew means a worshipper to Allah and<br />

a person keen on praying. Called Meryem as Aslı is subject<br />

to a mystical interpretation. The name Meryem that is<br />

in Hebrew language is turned into a new style of beloved<br />

with the name Aslı meaning original, single, basic, essential,<br />

rule, truth, beginning and etc. in Arabic language 29 .<br />

It is certain that the other name of Mahmoud in the folk literature<br />

is el- Kerim that is one of the of Allah in the Qur’an.<br />

Karam, which means ‘’good, generous, goodness, generosity,<br />

forgiveness, act of grace, noble, great, honor, donation,<br />

one of the beautiful things that must be found in Muslims’’<br />

in the dictionary, aslo means ‘’granting, grace, making financial<br />

assistance freely and easily, unrequited help in sufism.<br />

Kerim or Karam means the generous and brave person<br />

in Arabic language. Karam is a comprehensive word that<br />

means treating well to people with word, behaviour, financial<br />

aids and honouring. In this respect, ‘’Karam’’ embodies<br />

a large part of Islamic morality with its lexical meaning.<br />

The name Kerim or Karam is also one of Esmaü’l-Husna of<br />

Allah (holy names of Allah). It means that the person who<br />

has grace and goodness is a grantor. 30 Even there is anoth-<br />

• 28 Yeniterzi Emine. “Hz.Peygamber’in isim ve sıfatları”, www.<br />

sonpeygamber.info Hz. Muhammed Kimdir<br />

• 29 www.ismininanlami.com<br />

• 30 www.mumsema.org › ... › Soru ve Cevaplar ›


onun aşk cömerti ve Allah’ın lütfu olmasından dolayıdır. O<br />

halde keremlik mecnunluktan ziyade meczubluktur. Bunu<br />

Kerem’in yazılı edebiyattaki varyantı olan mahmudluk da<br />

göstermektedir. Nitekim yukarıda da denildiği gibi mahmudluk<br />

hamd olunmuşluktur. Meczub, Allah’ın aşkıyla cezb<br />

olunmuş, ilahi aşkın cazibesine kapılarak kendine çekilmiş<br />

biridir. Kelimenin cezbe kökünden gelmesi, aynı kökten türeyen<br />

cazip, cazibe, cezbe, mecazib gibi sözlerin de kendine<br />

çekmek, cezb etmek manalarında kullanmasını sağlamıştır.<br />

Meczubluk veya tasavvufi halk edebiyatında denildiği gibi<br />

keremlik tıpkı mecnunluk gibi aşk deliliği olsa da aşkla vecde<br />

gelip basiret gözü açılmış tasavvuf ehlidir, ilahi aşıktır.<br />

Meczub her an, her yerde Allah’ın tecellasından vecde gelerek<br />

kendinden geçmiş, yani mehuz (alınmış) edilmiş, meslub<br />

(akıldan getmiş) olmuştur. O bakımdan hali ve makamı<br />

bilgiyle, tecrübeyle elde edilmemiş, Allah’ın lütfu olarak<br />

verilmiştir. Nitekim onun kehanetleri, öngörüleri, söylediği<br />

kelamlar vecd anında gerçekleşmiştir. Bütün bunlar keremlik<br />

ferasetinin göstergesidir ve tasavvuftaki marifet makamına<br />

delalet eder. İrşad yetkisi olmasa da basiret gözünün<br />

açık olması ile Kerem, çılğın aşk delisi olan cünündan, mecnundan<br />

farklı olarak kutsal deli tamlamasına daha yakındır.<br />

Hatta tasavvufta mahmudluk marifette ulaşılan son makam<br />

gibi de anlaşılır.<br />

Kerem’e yakın olan divan şiirindeki Mecnun değil, halk hikayelerinin<br />

kahramanı Mecnun’dur. Yazılı edebi kaynaktan<br />

halk hikayelerine geçen Mecnun ile Leyla, Yusuf ile Züleyha<br />

gibi aşk destanlarında saz şairleri Mecnun’u, Züleyha’nı kalıplaşmış<br />

aşık tipi üzerinde terennüm etmişlerdir.<br />

Buna rağmen Mecnun da, meczub da, Kerem (Mahmud) de<br />

er name as Fazlı Karam. Fazlı means preeminence. Karam<br />

means having grace and goodness as well as making financial<br />

assistance freely and easily. Fazlı Karam is a person that<br />

is the owner of grace and goodness, eminent and generous.<br />

In that respect, the hero of the love epic Mahmoud, that is<br />

to say, Karam, the both of the name Karam an Mahmoud<br />

become two words and are united in the same meaning. In<br />

the Karam and Aslı epic, he accepts to have out his thirty<br />

two teeth in order to reach the divine love which shows us<br />

his generosity.<br />

The superiority of Karam’s authority and knowledge in love<br />

is due to his generosity and the grace of Allah. In that case,<br />

being Karam is insane rather than being Majnun. This is also<br />

seen as Mahmoud that is a variation of Karam in written literature.<br />

Indeed, as mentioned above, being Mahmoud is<br />

praised. Being meczub is a person that becomes insane with<br />

the love of Allah. Even if being meczub or being Karam as it<br />

is said in the sufistic folk literature means becoming insane<br />

with divine love like Majnun, he is a divine lover who loses<br />

himself in the schechinah by being enraptured, that is to<br />

say, he is a minstrel. In that respect, its situation and maqam<br />

are not obtained with the knowledge and experiences, it is<br />

given by the grace of Allah. As a matter of fact; his prophecies,<br />

predictions, sayings and words were realized in the<br />

moment of trance. All of these are indicators of penetration<br />

of Karam and point to the maqam of marifet (Knowledge of<br />

Allah). Even if he has not got act of showing the true path,<br />

Karam is much more closer than Majnun or Cünun who is insane<br />

divine lover to the maqam of holy madness due to his<br />

luckiness. Even, it is also understood that being Mahmoud<br />

Manun of Written Literature, Karam of oral Literature<br />

257<br />

Yazılı Edebiyatın Mecnunu, Sözlü Kültürün Keremi


Common Heritage<br />

258<br />

Ortak Miras<br />

vahdet makamındadırlar. El-Hucviri vahdetin iki türü arasındaki<br />

farkı cem-i selamet ve cem-i teksir ifadeleriyle izah<br />

eder.<br />

Cem-i selamet kutsal yolculuktan sonra gündelik işlerine<br />

dönen sufinin Allah’la bütünleşmesidir.<br />

Cem-i teksir kişinin deliye döndüğü birleşmedir, bu durumda<br />

kişi ya dini vecibelerden muaf tutulur ya da bu vecibeleri<br />

ifa ettiği için mükafatlandırılır 31 . Kerem de Mecnun da vahdetin<br />

ikinci türüne mensupturlar.<br />

Sonuç<br />

Klasik divan edebiyatında aşk her şeydir, her şey de aşktır.<br />

Divan ve tasavvuf edebiyatlarında Mutlak Hakikat olan<br />

Allah’a (cc) kavuşmağın aşk ve akıl olmak üzere başlıca iki<br />

yolu vardır. Aşık aşkı, zahid ise aklı simvolize edir. Maksada<br />

çattıran, ancak zor olan da aşk yoludur ve her zaman akılla<br />

mücadelededir. Mecnun’un yolu geri dönü olmayan ilahi<br />

aşk yoludur. Kerem’in bu yoldaki manevi saferi halk sufizmine<br />

göre kandan, yani beşeri aşktan mekana, yani ilahi aşka<br />

doğrudur. Mecnun gibi birçok aşık maşuk için çeşitli ıztıraplara<br />

sine germiş, canını bu yolda feda etmiştir. Mecazi aşk<br />

yolunda Mecnun Leyla’nı bir vasıta sayıp ilahi aşka ulaşmıştır.<br />

Buna göre mecazi aşk duyğusundan mahrum olanlar ne<br />

kadar ilahi aşka ulaşmak isteseler de bu imtahandan geçe<br />

bilmeyip aşk yolunu terk edirler 32 . Halk edebiyatında Kerem,<br />

Garib, Tahir, Ferhad halk sufizmindeki ideal aşık kahramanlarıdır.<br />

Aşk anlayışı divan, tasavvuf ve saz şairleri tarafından tafsilatlı<br />

bir şekilde işlenmiş ve aşk duyğusu bir çok anlayışlarla<br />

ifade edilmişdir. İlahi aşk konusunu işleyenlere göre mahlukatın<br />

yaratılışındaki gaye Allah’u Teala’nın yarattıklarına<br />

olan aşkıdır. Kamil insan da ilahi aşk yolcusu olmakla Allah’ın<br />

aşkına cevap vermek istemiştir. O bakımdan ilahi aşk<br />

fenada fena olmak, sonra Hakk’ın varlığında beka olmaktır<br />

ki bunun da en parlak örneği hem divan hem tekke şairlerinin<br />

hem de halk ozanlarının bazen açık, bazen de gizli bir<br />

şekilde aşkın feyzini anlatmalarında görülür. Aşkın feyzi ise<br />

cefa, acı göz yaşları ve çiledir. Mecnun ve Kerem bu feyze<br />

kapılmış uzun, çileli bir yol geçerek ilahi aşkta erimişler. İlahi<br />

aşk çilekeşlerinin isimleri kaç asırdır yaşıyor ve kaç asır da<br />

yaşayacaktır.<br />

Aşk Allah’a (cc) yönelmiştir. O bakımdan Allah’ın kullarını<br />

sevmesi muhabbet, kulların Allah’ı sevmesi aşktır. Kul aşık<br />

olur, Allah (cc) ise kuluna aşık olmaz, onu sever. Kulun Allah’a<br />

olan aşkı ise ilahi aşktır, arada hiç kim yoktur. Leyla<br />

da Aslı da aşıkla Allah arasında perdedir, bu perde aradan<br />

• 31 Dols Michael W. Mecnun, s.489<br />

• 32 Kaval Musa (2011). “Mesnevide aşk ve aşık”. Ekev Akademisi Dergisi,<br />

sayı 15, s.120<br />

is the last maqam reached in marifet (Knowledge of Allah).<br />

It is not Majnun in the divan poetry that is close to Karam,<br />

but Majnun is the hero of the people’s stories. Majnun and<br />

Leyli, who pass from written literary sources to popular stories,<br />

the minsterels sing Majnun on the stereotypical love<br />

type of Züleyha pleasantly in the love epics like Yusuf and<br />

Züleyha.<br />

In spite of this, both Majnun, Meczub and Karem (Mahmoud)<br />

are in the maqam of unity. El-Hucviri explains the<br />

differences betweenw two types of unity with the expressions<br />

of cem-i selamet (whole peace) and cem-i teksir<br />

(whole reproduction).<br />

Cem-i selamet means the integration of Sufi returning to<br />

daily works after the holy journey with Allah.<br />

Cem-i teksir means the integration when the person becomes<br />

insane. In this case, the person either is held exempted<br />

from religious obligation or rewarded for performing<br />

these obligations 31 . Both Karam and Majnun are also<br />

members of the second kind of unity.<br />

Conclusion<br />

In classical divan literature, love is everything and everything<br />

is love. There are two main ways in for love and wisdom<br />

to reach to Allah who is the Absolute Reality in Divan<br />

and Sufi Literature. The lover symbolizes the love and the<br />

ascetic symbolizes the wisdom. The way of love is very hard<br />

and it always struggles with wisdom. The way of Majnun is<br />

irremediable way of divine love. According to folk sufism,<br />

the spiritual journey of Karam in this way is from human love<br />

to divine love. Many minstrels like Majnun are lamented for<br />

their beloved on this way. In the way of metaphorical love,<br />

Majnun regards Leyli as a way and reaches to divine love.<br />

According to this, those who are deprived of the metaphorical<br />

sense of love, even if they want to reach divine love, they<br />

do not pass this test and then leave the way of love 32 . In<br />

folk literature; Karam, Garib, Tahir, Ferhad are the ideal love<br />

heroes in folk sufism.<br />

The understanding of love is processed in detail by the minstrels,<br />

divan and mystic poets and the love affection is expressed<br />

in many ways. According to those who are dealing<br />

with the subject of divine love, the goal in the creation of<br />

living creatures is the love to them that created by Allah.<br />

Perfect human being also wants to respond to Allah’s love<br />

by being passenger to divine love. From that point of view,<br />

divine love means mystical death and then becoming eter-<br />

• 31 Dols Michael W. Mecnun, p.489<br />

• 32 Kaval Musa (2011). “Mesnevide aşk ve aşık”. Ekev Akademisi Dergisi,<br />

number 15, p.120


götürüldüğü zaman asıl vuslat başlar. Türk kültürünün her<br />

yerinde yazılı edebiyatımızın Mecnun’u, sözlü kültürümüzün<br />

Kerem’i ilahi aşk ile yanıp kül olduklarından artık sevgi de<br />

dahil, beşeri olan hiçbir şeye meyletmezler.<br />

Kaynakça<br />

• Azerbaycan dastanları (1965). C.I. Tertib edenler: E.Ahundov, M.H.Tehmasib.<br />

Bakü: Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası neşriyyatı<br />

• Azerbaycan dastanları (1966). C.II. Tertib edenler: E.Ahundov,<br />

M.H.Tehmasib. Bakü: Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası neşriyyatı<br />

• Azerbaycan dastanları (1967). C.III. Tertib eden: E.Ahundov. Bakü:<br />

Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası neşriyyatı<br />

• Bayat Fuzuli (2011). Türk tekke (tesevvüf) edebiyyatı. Bakü: Elm ve tehsil<br />

• Dols Michael W (2013). Mecnun: Orta çağ İslam toplumunda deli. Çeviren:<br />

D.G.Dinç. İstanbul: Pinhan yayınları<br />

• Ebu’l-Kasım en-Nesaburi (2013). Akıllı deliler. Ukalau’l-mecanin. Çeviren:<br />

Y.Atak. İstanbul: Şule yayınları<br />

• Əbu Hamid əl-Qəzali (2011). Qəlblərin kəşfi. Rus dilinden tercüme eden:<br />

M.Babaşlı. Bakü: Şərq-Qərb<br />

• Füzuli (1958). Eserleri, C.I. Bakü: Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası<br />

neşriyyatı<br />

• Füzuli (1958). Eserleri, C.II. Bakü: Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası<br />

neşriyyatı<br />

• Hakverdioğlu Metin (2012). “Fuzulide aşk ve aşık kavramı”. The Journal of<br />

Academic Social Science Studies. Volume 5, Issue 1, February, s.132<br />

• https://www.facebook.com/islam.gulleri.../63797924288286<br />

• İbnu’l Kayyum el Cevziyye (2004). Aşıklar Kitabı. Çeviren: S.Kocabaş-F.<br />

Demirkıran. İstanbul: Şule yayınları<br />

• İbnü’l Arabi (1998). İlahi aşk. Çeviren: Mehmet Kanık. İstanbul: İnsan<br />

yayınları<br />

• Kasapoğlu Abdurrahman (1973). Kur’anda iman psikolojisi. İstanbul:<br />

Yalnızkurt yayınları<br />

• Kaval Musa (2011). “Mesnevide aşk ve aşık”. Ekev Akademisi Dergisi, sayı 15<br />

• Kırca Celal (1990). Kur’an ve insan. İstanbul: Marifet yayınları<br />

• Koç Emel (2003). “Yunus Emre düşüncesinde aşk ve eğitim”. Hacı Bektaş<br />

Veli araştırma dergisi, sayı 26<br />

• Narlı Mehmet (2013). Edebiyat ve delilik. Ankara: Akçağ yayınları<br />

• Özmen İsmail (1998). Alevi-bektaşi şiirleri antolojisi. C.1, Ankara: TTK<br />

basımevi<br />

• Soysaldı İhsan (1988). “Tasavvufta aşk ve marifet”. Fırat Üniversitesi İlahiyat<br />

Fakültesi dergisi, sayı 3, Elazığ<br />

• Topçu Nurettin (1977). “Aşkın halleri”, Hareket, sayı 77, Mayıs<br />

• Uludağ Süleyman (1996). Tasavvuf terimleri sözlüğü. İstanbul: Marifet<br />

yayınları<br />

• www.ismininanlami.com<br />

• www.mumsema.org › ... › Soru ve Cevaplar ›<br />

• Yeniterzi Emine. “Hz.Peygamber’in isim ve sıfatları”, www.sonpeygamber.<br />

info Hz. Muhammed Kimdir<br />

• Yıldız Abdülvahap (2001). “Meybudiye göre aşk, muhabbet ve dostluk”.<br />

Harran Üniversitesi. İlahiyyat Fakültesi Dergisi, sayı 2<br />

nal in the presence of Allah. The brightest example of it is<br />

seen sometimes as apparent or sometimes as covered both<br />

in the divan poets and dervish lodge poets when they explain<br />

the advance of love. The advance of love is pain, tears<br />

and suffering. Firstly, Majnun and Karam pass through this<br />

long and suffering way and then they reach to the divine<br />

love. The names of divine love sufferers have been lived for<br />

a long time and will be lived for centuries.<br />

Love has turned to Allah. In that regard, Allah’s loving to his<br />

creatures is affection, the creatures’ loving to Allah is love.<br />

The human being falls in love, but Allah does not fall in love<br />

his human beings, just love them. The love of the human<br />

being is the divine love and there is noone between them.<br />

Both Leyli and Aslı is a curtain between the lover and Allah.<br />

When this curtain is taken from there, the real ultimate<br />

union starts. Because both Majnun of our written literature<br />

and Karam of our verbal culture in every part of Turkish<br />

culture fall in divine love, they no longer tend to anything<br />

about human things including human love.<br />

References<br />

• Azerbaycan dastanları (1965). Vol.I. Tertib edenler: E.Ahundov,<br />

M.H.Tehmasib. Bakü: Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası neşriyyatı<br />

• Azerbaycan dastanları (1966). Vol.II. Tertib edenler: E.Ahundov,<br />

M.H.Tehmasib. Bakü: Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası neşriyyatı<br />

• Azerbaycan dastanları (1967). Vol.III. Tertib eden: E.Ahundov. Bakü:<br />

Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası neşriyyatı<br />

• Bayat Fuzuli (2011). Türk tekke (tesevvüf) edebiyyatı. Bakü: Elm ve tehsil<br />

• Dols Michael W (2013). Mecnun: Orta çağ İslam toplumunda deli.<br />

Translator: D.G.Dinç. İstanbul: Pinhan yayınları<br />

• Ebu’l-Kasım en-Nesaburi (2013). Akıllı deliler. Ukalau’l-mecanin.<br />

Translator: Y.Atak. İstanbul: Şule yayınları<br />

• Əbu Hamid əl-Qəzali (2011). Qəlblərin kəşfi. Rus dilindən tərcümə edən:<br />

M.Babaşlı. Bakü: Şərq-Qərb<br />

• Füzuli (1958). Eserleri, Vol.I. Bakü: Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası<br />

neşriyyatı<br />

• Füzuli (1958). Eserleri, Vol.II. Bakü: Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası<br />

neşriyyatı<br />

• Hakverdioğlu Metin (2012). “Fuzulide aşk ve aşık kavramı”. The Journal of<br />

Academic Social Science Studies. Volume 5, Issue 1, February, p.132<br />

• https://www.facebook.com/islam.gulleri.../63797924288286<br />

• İbnu’l Kayyum el Cevziyye (2004). Aşıklar Kitabı. Çeviren: S.Kocabaş-F.<br />

Demirkıran. İstanbul: Şule yayınları<br />

• İbnü’l Arabi (1998). İlahi aşk. Translator: Mehmet Kanık. İstanbul: İnsan<br />

yayınları<br />

• Kasapoğlu Abdurrahman (1973). Kur’anda iman psikolojisi. İstanbul:<br />

Yalnızkurt yayınları<br />

• Kaval Musa (2011). “Mesnevide aşk ve aşık”. Ekev Akademisi Dergisi,<br />

number 15<br />

• Kırca Celal (1990). Kur’an ve insan. İstanbul: Marifet yayınları<br />

• Koç Emel (2003). “Yunus Emre düşüncesinde aşk ve eğitim”. Hacı Bektaş<br />

Veli araştırma dergisi, number 26<br />

• Narlı Mehmet (2013). Edebiyat ve delilik. Ankara: Akçağ yayınları<br />

• Özmen İsmail (1998). Alevi-bektaşi şiirleri antolojisi. Vol.1, Ankara: TTK<br />

basımevi<br />

• Soysaldı İhsan (1988). “Tasavvufta aşk ve marifet”. Fırat Üniversitesi İlahiyat<br />

Fakültesi dergisi, number 3, Elazığ<br />

• Topçu Nurettin (1977). “Aşkın halleri”, Hareket, number 77, May<br />

• Uludağ Süleyman (1996). Tasavvuf terimleri sözlüğü. İstanbul: Marifet<br />

yayınları<br />

• www.ismininanlami.com<br />

• www.mumsema.org › ... › Soru ve Cevaplar ›<br />

• Yeniterzi Emine. “Hz.Peygamber’in isim ve sıfatları”, www.sonpeygamber.<br />

info Hz. Muhammed Kimdir<br />

• Yıldız Abdülvahap (2001). “Meybudiye göre aşk, muhabbet ve dostluk”.<br />

Harran Üniversitesi. İlahiyyat Fakültesi Dergisi, number 2<br />

Manun of Written Literature, Karam of oral Literature<br />

259<br />

Yazılı Edebiyatın Mecnunu, Sözlü Kültürün Keremi


Mustafa AKSOY<br />

Bilge Yapım<br />

Bir takım kültür unsurları vardır ki bunlar tarihe<br />

şahitlik ederler...<br />

Among the top 10 most visited destinations in the world with more than 23<br />

million tourists visiting each


Bir takım kültür unsurları vardır ki bunlar tarihe şahitlik ederler ve tarihi anlatırlar. Ancak<br />

bu belgelerin ne anlattığı, onları yapanlar ve tarihten gümümüze taşıyanlar tarafından<br />

pek fark edilmezler. Bu bağlamda kültür araştırmacılarına önemli görevler düşmektedir.<br />

Özellikle geleneksel olarak yapılan etnografya eserleri ile mezar taşları, halı, kilim gibi<br />

dokumalardaki damgalar bu türden eserlerdir. Başka bir ifadeyle etnografya eserleri ile<br />

damgalar, tarih ile günümüz arasındaki bağı kuran halklardır. Kültür halkalarını birbirine<br />

bağlamak ve tarihi ile yaşanılan kültür arasındaki ilişkiyi kurmak, kültür araştırması<br />

yapanların temel görevidir.<br />

13<br />

Türk kültüründe damgalar:<br />

Damga, Motif, Sembol, Yanış (İm, Nakış) Kavramları ve Başlı<br />

Mezar Taşları ile Balballar<br />

Stamps in Turkish Culture:<br />

Concept of Stamp, Motif, SymbolYanış (Im, Nakış (Embroidery) and Balbals with Ram Tombstones<br />

There are a set of cultural factors which witness the history and tell us about it. Neverthless,<br />

what these documents tell are not realized turely by the people who made the<br />

history and brought it to the present. In this regard, people deals with cultural studies<br />

take on an essential role about make public realize what the cultural documents tell.<br />

Especially etnographic Works made in a traditional manner grave stones and weavings<br />

on the carpets and rugs are some of the examples that belongs to cited documents<br />

and Works. In an other saying etnographic Works and the markers like weavings are the<br />

elements that establish a bond between history and present. It is their primary duty of<br />

people in cultural studies to attach the cultural circles and work up a connection beween<br />

the living culture and the past one.


Common Heritage<br />

262<br />

Ortak Miras<br />

Motif, Sembol, Yanış, İm, Nakış ve<br />

Damga Kavramları<br />

Türkiye’de halı, kilim konusunda yazılan eserlerde damga<br />

kavramı yerine sembol, özellikle de motif kavramı kullanılmıştır.<br />

Türk Dil Kurumu tarafından bu kavramlar şöyle<br />

tanımlanmıştır: Motif, Fransızca bir kelime olup “yan yana<br />

gelerek bir bezeme işini oluşturan ve kendi başlarına birer<br />

birlik olan öğelerden her biri” diye tanımlanır. Sembol, simge<br />

demektir; simge ise, dilimizde “duyularla ifade edilemeyen<br />

bir şeyi belirten somut nesne veya işaret; remiz, rumuz,<br />

timsal, sembol” biçiminde açıklanır 1 .<br />

Bizim çalışmalarımızda sürekli kullandığımız damga adı ve<br />

terimi ise, motif ve sembolden daha farklı bir anlamı ifade<br />

eder 2 . Damgaların hepsi olmasa da, önemli bir kısmı mühür,<br />

bir boyun/aşiretin bayrağı veya bir ailenin eşyalarını ya da<br />

hayvanlarını başka ailelerin eşya ve hayvanlarından ayırmak<br />

için kullanılmıştır. Örneğin 1925 yılında Kırım’da yapılan bir<br />

saha araştırmasında “tavro” diye de bilinen bu damgaları<br />

Kırım Tatarları, başkalarının malından ayırt etmek için kendi<br />

hayvanlarına kızgın demir ile basarlar 3 denmiştir. 19. yüzyıl-<br />

• 1 Türk Dil Kurumu: http://www.tdk.gov.tr<br />

• 2 Bu eserde bizim ifade ettiğimiz damga kavra mı; bir sosyal<br />

grubun, olduğu gibi ya da asıl şeklinden kopmadan değişime uğramış<br />

olarak tarihten getirdiği etnografya eserleri ile bazı eşyalarda görülen,<br />

bir boyun, oymağın, idarecinin veya bir ailenin özel mülkiyet işareti<br />

(mührü) anlamında kullanılmıştır. Başka tanımla damga bir sosyal grubun<br />

etrafındaki nesneleri bir takım çizimlerle anlamlandırdığı sosyal DNA olarak<br />

kullanılmıştır.<br />

• 3 Osman Akçokraklı, Kırım’da Tatar Tamgaları, İstanbul 1983 (İlk<br />

basımı Kırım-Akmescit, 1926), s. 161.<br />

Concept of Motif, Symbol,Yanıs, Im,<br />

Embroidery, Stamp<br />

In Turkey, the concept of motif and symbol is used in stead<br />

of stampt in written Works which is about carpet and rugs.<br />

These concepts are defined by Turkish Language Instıtution<br />

defines these concepts as: Motif is a French origin word. “it<br />

is an item itself that comes together and produce a decoration”.<br />

Symbol means sign. In Turkish language “sign” is<br />

defined as “ a thing that can not be verbalised by senses but<br />

can be expressed by a tangible thing or a marker, abbreviation,<br />

nickname, image, symbol ( 1 ).<br />

In our work, “stamp” is used in a different meaning from motif<br />

and symbol ( 2 ). Most of stampts are used as a seal to distinguish<br />

the flags of clans or distinguish the properties and<br />

animals of the families from other ones. As an example, in<br />

1925, in a field study which was done in Crimea, the stampt<br />

known as “tavro”, it is said that cimean tatars was branding<br />

• 1 Türk Dil Kurumu: http://www.tdk.gov.tr<br />

• 2 Bu eserde bizim ifade ettiğimiz damga kavra mı; bir sosyal<br />

grubun, olduğu gibi ya da asıl şeklinden kopmadan değişime uğramış<br />

olarak tarihten getirdiği etnografya eserleri ile bazı eşyalarda görülen,<br />

bir boyun, oymağın, idarecinin veya bir ailenin özel mülkiyet işareti<br />

(mührü) anlamında kullanılmıştır. Başka tanımla damga bir sosyal grubun<br />

etrafındaki nesneleri bir takım çizimlerle anlamlandırdığı sosyal DNA olarak<br />

kullanılmıştır. ( ın this work “damga” (stamp) concept is used to mean a<br />

sign of owneship or a seal of personnal possesion of a clan, tribe, a ruler or<br />

a family seen in etnographic Works and on some possesions which are the<br />

original or changed coming along the history. In an other saying, stamp is<br />

a social DNA of a social group used to define the objects around with some<br />

drawings.


da yaptığı saha araştırmalarıyla tanınan Türkolog Radloff da<br />

Altay’da yaşayan “muhtelif soylar atlarını tanıyabilmek için,<br />

bunların arka butlarına vurulan mülkiyet işareti (tamga)<br />

kullanırlar. Ben bu gibi 12 tamga gördüm” 4 diyerek tarihten<br />

gelen bir geleneğe şahitlik yaptığını belirtir.<br />

Radloff, Altaylarda tespit ettiği damga geleneğinin Kao-çılar<br />

yani Kanglılar’da 5 da olduğunu “Kao-çe’ler ehlî hayvanlara<br />

birer mülkiyet damgası vururlar; sahrada bir hayvan<br />

yabancı bir halka karışırsa, onu hiç kimse kendi mülküne<br />

geçiremez” 6 diyerek işret eder.<br />

Türklerin atları damgaladığını “yerdeki tamúalığ yılkı buŋsız<br />

erti (yerdeki damgalı yılkı sayısız idi)” 7 ifadesinden öğreniyoruz.<br />

Türk kültür dünyasında aynı âdet, özel mülkiyet damgası<br />

olarak günümüzde de çok yaygın olmasa da kısmen<br />

devam etmektedir.<br />

Ögel, Oğuz Kaan destanında damga ifadesi Türkiye Türkçesiyle<br />

şöyle ifade etmiştir: “Sizlerin başınıza, ben oldum artık<br />

kağan / Elimizden düşmesin, ne yayımız ne kalkan/ Damgamız<br />

olsun bize, yol gösteren bir buyan” 8 .<br />

Damga, bir şeyin üzerine bir nişan, bir işaret basmaya yarayan<br />

araç. Bu araçla basılan nişan, işaret. Eski Türkçede<br />

“tamga” günümüz Türkiye Türkçesinde “damga” olarak<br />

ifade edilen bu kavram Azerbaycan lehçesinde “damğa”,<br />

Tatar lehçesinde “tamga”, Başkurt, Özbek, Kırgız ve Uygur<br />

lehçesinde “tamğa”, Türkmen lehçesinde “Tağma”, Kazak<br />

lehçesinde “tanba” olarak ifade edilmektedir. Bu kavram<br />

aynı anlamda Rusçaya da “tamga” olarak geçmiştir.<br />

Damga kavramı Türk-Moğol halkları tarafından kullanılmakta<br />

olup, damgaların nasıl oluştuğu konusunda kesin bir<br />

hüküm yoktur. Ancak genel olarak, kayalardaki işaretlerin,<br />

resimlerin zamanla damgalara dönüştüğü genel kabul görmektedir.<br />

Rusçadaki yabancı kelimelerin etimolojisinin yapıldığı sözlükte<br />

“damga” kelimesinin Türkçe olduğu belirtilerek, birinci<br />

manası, Moğol boy toplumunda, boya ait olan (mesela,<br />

hayvan) veya boy mensupları tarafından yapılan (mesela<br />

seramik, halı gibi) eşyalar üzerine vurulan özel mülkiyet işaretidir<br />

ki, sonradan aile ve şahıslara ait işaret haline gelmiştir.<br />

İkinci manası ise, 13-15 yüz yıllarda Rusya’da, gümrüğe<br />

giren eşya üzerine vurulan özel damga karşılığı alınan güm-<br />

• 4 Friedrich Wilhelm Radloff, Sibiraya’dan, Cilt I** (Çev. A. Temir),<br />

İstanbul 1956, s. 290.<br />

• 5 Kanglıların tarih sahnesinde görüldüğü IV. yüzyıldan başlayarak<br />

Moğolistan’dan Türkiye kadar olan tarihi kültürel yapıları ve Türkiye’deki<br />

yerleşim yerleri hakkında sahasında yapılmış ilk ve tek eser için bakınız:<br />

Osman Yorulmaz, Geçmişten Günümüze Kanglı Türkleri, İstanbul 2012.<br />

• 6 Friedrich Wilhelm Radloff, a. g. e., s. 128.<br />

• 7 Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, Ankara 1987 (İlk baskı,<br />

1941), s. 134.<br />

• 8 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, Cilt I, Ankara 1988, s. 118.<br />

their animals to distinguish them from others ( 3 ). Turcologist<br />

Radloff who is known with his field studies in 19th century,<br />

said that many clans had branded back legs of their<br />

horses in order to identify them and as a sign of possesion.<br />

Such kind of stampts are called “tamga”. He also indicated<br />

that he had witnessed a tradition coming thorough the history<br />

by seeing 12 different tamga( 4 ).<br />

Radloff, said that the stampt tradition in Altai is also available<br />

for Kao-çı that is Kanglı clans ( 5 ) “Kao-çes brand their<br />

domestic animals as a sign of possesion, by doing so no one<br />

can embezzle these animals when they join other animals<br />

in desert( 6 ).<br />

We have learned that Turks brand their animals from the<br />

sentence “Yılkı ( a species of horse) on the ground was<br />

countless”( 7 ). The same tradition is continuing in Turkish<br />

culture as a sign of personel property which was not very<br />

common.<br />

Ogel found out that in Oguz Khan epic the word “stampt”<br />

takes place. “ Sizlerin başınıza, ben oldum artık kağan /<br />

• 3 Osman Akçokraklı, Kırım’da Tatar Tamgaları, İstanbul 1983 (İlk<br />

basımı Kırım-Akmescit, 1926), s. 161.<br />

• 4 Friedrich Wilhelm Radloff, Sibiraya’dan, Cilt I** (Çev. A. Temir),<br />

İstanbul 1956, s. 290.<br />

• 5 Kanglıların tarih sahnesinde görüldüğü IV. yüzyıldan başlayarak<br />

Moğolistan’dan Türkiye kadar olan tarihi kültürel yapıları ve Türkiye’deki<br />

yerleşim yerleri hakkında sahasında yapılmış ilk ve tek eser için bakınız:<br />

Osman Yorulmaz, Geçmişten Günümüze Kanglı Türkleri, İstanbul 2012.<br />

• 6 Friedrich Wilhelm Radloff, a. g. e., s. 128.<br />

• 7 Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, Ankara 1987 (İlk baskı,<br />

1941), s. 134.<br />

Stamps in Turkish Culture<br />

263<br />

Türk Kültüründe Damgalar


Common Heritage<br />

264<br />

Ortak Miras<br />

rük vergisidir denmiştir 9 .<br />

Bir başka eserde ise eski Türkler, “damga/tamga”yı, özel<br />

mülkiyet işaretinden başka, ayrıca bir şeyin üzerine basılan<br />

işaret, iz koymaya yarayan alet; mühür ve böyle bir aletle<br />

konulmuş belirti, işaret, yazı; nişan anlamlarında kullanmıştır<br />

diye belirtilmektedir 10 .<br />

Kül Tigin kitabesinde, Turfan’da bulunan Uygurca metinlerde,<br />

Dîvânü Lugâti’t- Türk’te, Kutadgu Bilig’de damga/<br />

tamga’nın günümüzdeki anlamıyla mühür damga şeklinde<br />

kullanıldığına dair açık ifadeler de mevcuttur. Söz konusu<br />

eserlerde kaydedildiğine göre “damga-tamga”dan tamyačï<br />

(tamğaçı, damgacı), tamyala (tamğala, damgala), tamya ur<br />

(tamğa ur, damga vur) gibi terimler 11 * de türemiştir<br />

Tuva Türkçesinde de “damga” ve “şekil” farklı kelimelerle<br />

ifade edilir. Örneğin “tanma”, “mühür, damga, kaşe”; “demdek”<br />

ise “nişan, işaret, sembol, simge, not, numara” 12 anlamında<br />

kullanılır.<br />

Damganın yukarıdaki anlamının aksine İm, Nakış ve Yanış<br />

kavramları ise şu şekilde tanımlanmıştır:<br />

İm: İşaret, alamet anlamında olup, diğer Türk lehçelerinde<br />

kullanılmamaktadır. Türkiye ise bu kavram genel olarak<br />

hayvanların kulağının kesilmesiyle işaretlenmesi anlamında<br />

kullanılır.<br />

Nakış: Arapça “nakş”, süs. Bir çeşit kilim örneği. Genellikle<br />

kumaş üzerine renkli iplikler veya sırma ve sim kullanarak<br />

elle, makineyle yapılan işleme, el işi, ince iş. Gergef üzerine<br />

gerdirilen her hangi bir kumaş üzerinde iğne ya da tığ ile yapılan<br />

süslemeler (Konunun anlaşılması ise bakınız fotoğraf<br />

1). Bu kavram Azerbaycan lehçesinde “nahış”, Başkurt lehçesinde<br />

“nakış”, Kazak lehçesinde “nakış”, Kırgız lehçesinde<br />

“oyu”, Özbek, Uygur ve Tatar lehçesinde “nakış”, Türkmen<br />

lehçesinde “nağış”, Rusçada ise “ornament” olarak kullanılmaktadır.<br />

Yanış: Nakış, süs anlamda olup sadece Türkiye Türkçesinde<br />

• 9 Slovar İnostrannıh Slov, Russkiy Yazık, Moskva 1988, s. 497.<br />

• 10 Drevnetyurkskiy Slovar, Leningrad 1967, s. 530.<br />

• 11 * Turfan’da bulunan Uygurca metinlerde tamya (Tamγa-tamğa); mühür,<br />

damga, baskı, iz (beg tamγasï elgiŋdä (Beyin, idarecinin damgası (mührü)<br />

kendi elinde.) ve büyüleyici işaret (ötrü etüz küzätgü tamγa tutmïš kergäk<br />

tamγasï (Bundan sonra bedeni koruyan işaret yapmak gerekir.) manasında<br />

kullanılmıştır. Kutadgu Bilig’de ise şu örneklere rastlanır: väzirliq aŋar berdi<br />

tamγa ajaγ (Tamga vererek vezirlik görevine getirdi), Tamγa ur (damgala,<br />

damgalamak, mühür lemek), keräk… özi bekläsä qoδsa tamγa urup (Onun<br />

kendisinin muhafaza etmesi ve mühürlemesi /damgalaması gerekir), Tamγačï<br />

(tamğacı, tamgayı muhafaza eden kimse), köni bolsa gïlgï bolur tamγačï (Eğer<br />

o hakkaniyetli olursa, tamganın da muhafızı olacaktır.) Ayrıca damga; nišan<br />

(nişan), tamγa (tamga) şeklinde de geçmektedir. Kâşgarlı Mahmud’dan da şu<br />

örnekleri vere biliriz: Tamγala (tamğala, mühür basmak), ol bitig tamγaladï<br />

(O, mektubu/yazıyı mühürledi/tamgaladı.) Kültegin Kitabesi’nde ise şu ifade<br />

buna örnektir: türgäš qaγanda magarač tamγačï oγuz bilgä tamγačï ketli (Türgiş<br />

kağanından Makraç ve Oğuz Bilge tamgalarını muhafaza eden kimse geldi.)<br />

• 12 D. A, Monguş, Tuvaca-Türkçe Sözlük, Kızıl 2005, s. 200, 63.<br />

Elimizden düşmesin, ne yayımız ne kalkan/ Damgamız olsun<br />

bize, yol gösteren bir buyan “ (mostly means: I’m now the<br />

kagan to bestride you /Never give up your bows and shields<br />

/ Our stampt be us a good fortune that shows us the way)”(<br />

8<br />

).<br />

Stamp has two meanings in Turkish. One is “sign” and the<br />

other is “a tool to sign things”. In old Turkish it is used as<br />

“tamga” which is now “damga”. In Azerbaijanese “damğa”,<br />

in Tatar “tamga” Uzbek, Kirghiz and Uigur “Tamğa”, in Turkmenistan<br />

dialect “tağma” in Kazakh “tanba”. It is also used<br />

in Russia as “tamga”.<br />

The word “damga” is used by Turks and Mogols but there is<br />

no definitive judgement how they come out. General opinion<br />

is, the signs and motifs or drawings on the rocks turns<br />

into stampts (damga) in time.<br />

In Russian dictionary, the word “damga” is defined as Turkish<br />

origin. It is given as a first meaning “belong to clan or<br />

a sign that indicates possesion. Second meaning “between<br />

13th and 15th century in Russia, it is kind of tax which is taken<br />

for the dutiable goods in Exchange for sealing them,<br />

customs”( 9 ).<br />

It is pointed out in an other work that Turks used “damga”<br />

as a meaning of not only the sign of personel property but<br />

also branding, a tool which is used to brand, seal and a tool<br />

which is used to sign, marker, transcript, distinction. In Kul<br />

Tigin tablet, in Uigur text located in Turfan, in Divanu Lugatut<br />

Turk and in Kutadgu Bilig there are clear expressions<br />

about the meaning of stampt (tamga/damga) showing that<br />

it is used in update meaning( 10 ) It is understood from the<br />

cited Works that many new vocabularies reproduced from<br />

the word “damga” as “damgacı”, “damgala” 11 etc.<br />

In tuva dialect “damga” (stampt) and “sekil” (figure) are expressed<br />

with different words.For instance, “tanma” means<br />

in Tuva dialect “seal, stampt, signature”, “demdek” means<br />

• 8 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, Cilt I, Ankara 1988, s. 118.<br />

• 9 Slovar İnostrannıh Slov, Russkiy Yazık, Moskva 1988, s. 497.<br />

• 10 Drevnetyurkskiy Slovar, Leningrad 1967, s. 530.<br />

• 11 In Uigur tablets located in Turfan “tamya” (Tamγa-tamğa);<br />

seal,stamp, press, mark (beg tamγasï elgiŋdä (the seal (stamp) of the<br />

ruler in his own hand) and fascinating marker (ötrü etüz küzätgü tamγa<br />

tutmïš kergäk tamγasï (After this it is necessary to make a marker to<br />

protect the body) used in this meaning. In Kutadgu Bilig one can encounter<br />

to these examples: väzirliq aŋar berdi tamγa ajaγ (The ruler nominate<br />

him as vizier by giving him stamp (tamga)), Tamγa ur (to stamp, to seal),<br />

keräk… özi bekläsä qoδsa tamγa urup (He should store it and seal/stamp<br />

it on his own), Tamγačï (the person who keeps the seal or stamp), köni<br />

bolsa gïlgï bolur tamγačï (İf he be righteous, he will be the guard of the<br />

seal/stamp).Also stamp is used as; nišan (distinction), tamγa (stamp). We<br />

can give examples from Kasgarli Mahmut: Tamγala (to seal, to stamp),<br />

ol bitig tamγaladï (He sealed/stampted that letter or article) In Kultegin<br />

tablet this expression can be an example: türgäš qaγanda magarač<br />

tamγačï oγuz bilgä tamγačï ketli (From theTurkish Khan a person came<br />

who kept the seal of Makrac an Oguz Bilge)


kullanılmaktadır.<br />

Yukarıda da ifade edildiği gibi damga/tamga kavramı Türklerde,<br />

sembolden çok farklı olarak, ilk önce boyların işareti/<br />

soyut kimliği, devletin sınırlarını belirten sınır belgesi, mühür;<br />

daha sonra da her ailenin özel mülkiyet işareti, mührü<br />

ya da şahısların mührü, imzası olarak kullanılmıştır. Zamanla<br />

Türk boylarının ve ailelerinin büyümesi ve farklı sosyal coğrafyalara<br />

dağılmasıyla damgaların bir kısmı unutulmuş veya<br />

yeni damgalar meydana getirilmiştir. Günümüzde ise tarihî<br />

damgaların önemli bir kısmı yukarıda örneklerini verdiğimiz<br />

çeşitli eserlerde ve araç/gereçlerde varlıklarını devam ettirerek<br />

günümüze kadar gelebilmiştir.<br />

Her aileye ait damga geleneği genel olarak 1990’lara kadar<br />

Türkiye’de de kullanılmıştır. Bu geleneğin Türklerin yoğun<br />

olarak yaşadığı Kosova’nın Gora bölgesinde, günümüzde<br />

de devam ettiğini yaptığımız bir araştırmada tespit etmiştik.<br />

Türklerin bugün ya da tarihte kullandığı damgaların önemli<br />

bir kısmı, bugünkü anlamda harflere bağlı yazının olmadığı<br />

zamanlara dayanmakta olup, o günden bugüne kadar çeşitli<br />

Türk grupları tarafından kullanılmış ve kullanılmaktadır.<br />

Bu damgaların bazıları Türklerin ilk alfabesinin bazı harflerini<br />

meydana getirmiştir; ancak alfabeye dönüşen işaret<br />

ve damgalarda önemli ölçüde anlam daralması meydana<br />

gelmiş olması da tabii bir durumdur; çünkü bir damga veya<br />

işaret bir konuyu anlatırken, bir harf, bir sesi yani tek bir şeyi<br />

ifade eder.<br />

“distinction, sign, symbol, token, mark, number”( 12 ).<br />

On the contrary of the meaning of “damga”, the concept of<br />

Im, Embroidery and Yanıs are defined as below:<br />

Im: means marker, characteristic of something. It is not used<br />

other Turkish dialects. In Turkey this word is usually used in<br />

the meaning of cutting a piece of flesh from an animal ear<br />

for marking.<br />

Embroidery (Nakış): in Arabic we call it “nakş or süs”. It is a<br />

kind of rug. Usually,made by using thread, silver-gilt thread<br />

or tinsel, engraving on a colorful fabric or cloth with hand<br />

weaving or machine weaving. Handiwork, craftsmanship.<br />

Embroideries on clothes made by using needle or crochet<br />

needle. In Azebajian it is called “nahış”, in Baskurt “nakış”,<br />

in Kazak “nakış”, in Kirghiz “oyu”, in Uzbek, Uigur and Tatar<br />

“nakış”, in Turkoman “nagış” and in Russian “ornament”<br />

Yanış: It is only used in Turkey. It means embroidery and ornament.<br />

As we mention above “damga/tamga” (stampt) used in a<br />

different meaning from symbol. At first, it was used as a sign<br />

of clans or as a kind of document that shows and indicate<br />

the borders of state, seal of state and later on it was used as<br />

a sign of personel or family possesion or personel signature.<br />

Over time, with the expanding of Turkish clans and families<br />

and spreading to various regions, some of them was for-<br />

• 12 D. A, Monguş, Tuvaca-Türkçe Sözlük, Kızıl 2005, s. 200, 63.<br />

Stamps in Turkish Culture<br />

265<br />

Türk Kültüründe Damgalar


Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />

accusa quo quunt.<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />

quo quunt.<br />

Common Heritage<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

266<br />

Ortak Miras


Türk Kültüründe Damgalar<br />

Stamps in Turkish Culture<br />

267


Common Heritage<br />

268<br />

Ortak Miras<br />

Bazı damgaları işaret olarak ifade etmek mümkün olsa da,<br />

yukarıda verdiğimiz bilgilerden de anlaşılacağı gibi, damga<br />

ve işaret birbirinden farklıdır. Örneğin her damga bir işarettir<br />

ama her işaret damga değildir. Dolayısıyla damga, mühür,<br />

aile veya boyların özel imzası, mülkiyet aracı; işaret ise belirti,<br />

iz, gösterge, sembolik biçim, nişan vb. anlamları ifade<br />

eder.<br />

Bir İşret Dili Olarak Damgalar<br />

Dil; ses, işaret, yazı gibi değişik biçimleriyle, kendi iç mantığı<br />

ve tutarlılığı geniş kitlelerle paylaşılmış bir iletişim aracıdır.<br />

Ancak, “dil sadece genlere bağlı bir öğe olamaz; çünkü kültürle<br />

yoğun bir bağı vardır. Pek çok insanî özellik, varlığını,<br />

sadece genetik kodlara değil, bir parçası olduğu toplumsal<br />

kültüre de borçludur” 13 . Bu sebeple dil, sosyolojik, psikolojik<br />

ve biyolojik bir özellik taşır.<br />

Dil, bir başka deyiş ile: “insanların aralarında haberleşmelerini,<br />

duygu ve düşüncelerini, arzularını, isteklerini, birtakım<br />

olayları çeşitli mesajlarla birbirlerine nakletmelerini temin<br />

eden her çeşit işaretler topluluğuna verilen isimdir” 14 diye de<br />

tanımlanabilir. Örneğin, trafikteki kırmızı, sarı ve yeşil renkler<br />

işaret dilinin alfabesidir. Etnografya eserlerindeki damgalar<br />

da işaret dilinin alfabeleridir; yani etnografya eserleri, işaret<br />

diliyle yazılmış belgelerdir. Yukarıda da ifade ettiğim gibi,<br />

bu belgeler halkların en yalın duygularının ifade edildiği somut<br />

göstergelerdir. Dolayısıyla, sosyal grupların kullandığı<br />

“işaret dilleri daha doğal dillerdir” 15 . Başka tabirle damgalar<br />

sosyal grupların en yalın dilleridir. Bu sebeple, damgalarla<br />

yazılan belgelerin okunması, tarihî gerçeklerin daha sağlıklı<br />

anlaşılmasına önemli katkılar sağlayacaktır.<br />

Nasıl ki biyolojide DNA’lar yolu ile bir veraset varsa, sosyo-kültürel<br />

hayatın DNA’ları da damgalardır ve bunlar bizim<br />

ile hep vardır. Bunları en sade şekliyle sosyal bir grubun inşa<br />

ettiği etnografik eserlerde görmek mümkündür. Halkın kullandığı<br />

bu damgalar, adeta sosyal grupların tarihini taşıyan<br />

şifreleri niteliğindedir ve günlük hayatta konuşulan dilden<br />

bağımsızdırlar. Bu dil, damgalara dayalı ayrı bir anlatım dili<br />

ve ayrı bir iletişim aracıdır. Hatta damgaların dili, ABC ile ilgili<br />

olan (yazıyla ilgili) dilden her zaman önce gelir. Örneğin,<br />

çocuklar, önce ses çıkarır, ses çıkarmayı öğrenir. Ardından<br />

el ve yüz mimikleri ve hareketleri devreye girer. En sonunda<br />

ise, çocuk yazıyı, yani seslerin imlerini veya damgalarını<br />

öğrenmeye başlar.<br />

Sosyo-kültürel olaylar zannedilenin aksine, en zor anlaşılan<br />

olguların başında gelirler. Bu sebeple, damgaların kullanılması,<br />

basit bir sosyal faaliyet olmayıp sosyal grubun veya<br />

• 13 Michael C. Corballis, İşaretten Konuşmaya Dilin Kökeni ve Gelişimi<br />

(Çev. A. Görey), İstanbul 2003, s. 25.<br />

• 14 Ayhan Songar, Dil ve Düşünce, İstanbul 1986, s. 11.<br />

• 15 Michael C. Corballis, a. g. e., s. 122.<br />

gotten or new ones took place. Today, best part of “damga”<br />

(stampt) is confirmed by the manuscripts mentioned above.<br />

The tradition “stampt (damga) for each family” had lived<br />

until 1990’s in Turkey. We also confirm that this tradition<br />

is still living in Gora region in Kosova where Turkish origin<br />

people mostly live.<br />

Most of the “damga” (stampt) which Turks used, traced to<br />

the times beyond the invention of writing and up to now<br />

they are stil used various Turkish groups. Some of these<br />

damgas create some of the letters of Turkish alphabet. By<br />

doing so it narrowed the meaning of damgas because a<br />

damga was telling a subject or a story but a letter can only<br />

define a sound.<br />

It is possible to define some stampts as a marker but as we<br />

mention above stampt and marker are different concepts.<br />

For example, every stampt is a marker but every marker is<br />

not a stampt. Accordingly, stampt and seal is used to mean<br />

signature of families and clans that shows personel possesion<br />

and a kind of ownership tool; and marker is used to<br />

mean symptom, sign, trace, indicator, distinction etc.<br />

Stampts As a Sign Language<br />

Language; is a communication tool where its consistency<br />

and internal logic shared with huge population. It has some<br />

different forms like sound, sign and manuscript. Language<br />

can not be bounded to genes only because it has an intensive<br />

attachment with culture. Many humanitarian characteristics<br />

owe their existence not only genetic codes but also<br />

the culture they belong to ( 13 ). For this reason, language has<br />

sociological, psycological and biological dimension.<br />

In an other saying language “ is agiven name to all kind of<br />

signs that provides to convey emotions, thoughts, desires,<br />

requests and messages and to tell events to other people”(<br />

14<br />

). As an example, red, yellow and green lights in traffic are<br />

an alphabet of sign language in traffic. That is the way it is,<br />

stampts in etnografic Works are the alphabet of sign language<br />

in etnografic Works. That is, etnografic Works are<br />

the documents which are written in sign language. As mentioned<br />

above, these documents are the concrete indicators<br />

that is used to Express the most plain emotions of people.<br />

Accordingly, sign languages used by social groups are more<br />

natural languages ( 15 ). In an other saying, stampts are the<br />

most plain languages of social groups. For this reason,<br />

reading the documents written with stampts will provide<br />

an essential contribution to the understanding of historical<br />

• 13 Michael C. Corballis, İşaretten Konuşmaya Dilin Kökeni ve Gelişimi<br />

(Çev. A. Görey), İstanbul 2003, s. 25.<br />

• 14 Ayhan Songar, Dil ve Düşünce, İstanbul 1986, s. 11.<br />

• 15 Michael C. Corballis, a. g. e., s. 122.


ir milletin sosyal tarihinin bireyleri tarafından ifade edilişinin<br />

bir sonucudur. Çünkü “motif, figür, sembol ve şekillerin<br />

tarihin belirli bir noktasındaki zihniyet ve tutumların ürünleri<br />

oldukları açıktır” 16 . Öte yandan Poloma’ya ve sembolik<br />

etkileşimcilere göre sosyal gruplar, “sembolik etkileşimler”<br />

sonucu meydana gelir 17 . Dolayısıyla, tarih yazıcıları ve sosyo-kültürel<br />

kavramlar hakkında çalışanlar, öncelikle sosyal<br />

grupların kullandıkları sembolleri-damgaları ve onların anlamlarını<br />

dikkate almak zorundadırlar.<br />

Damga dili ise, kültür ve geleneğe hastır; hatta bugün bu<br />

damgaların yenileri üretilmiş biçimleri bakımından birçoğu<br />

milletlerarası özellik taşır. Örneğin, trafik, sağlık, tehlike, askerî<br />

gibi damgalar/işaretler dünyanın her yerinde genelde<br />

aynıdır. İşaret dili olarak kullanılmış olan ve kullanılan Türk<br />

damgalarının Türk kültür coğrafyasının her yerinde aynı şekilde<br />

veya zamanla oluşan bazı değişikliklerle -sanki yeni<br />

bir görünüm alarak- kullanılmaya devam ettiği görülmektedir;<br />

yani Yakutistan’dan Kosova’ya kadar olan Türk kültür<br />

coğrafyasındaki işaret dili olarak ifade ettiğimiz damgalar<br />

aynıdır.<br />

Damgaları Anlamlandırmanın<br />

Zorluğu<br />

• 16 Selçuk Mülayim, “Tanımsız Figürlerin İkonografisi”, Türk Soylu<br />

Halkların Halı, Kilim ve Sicim Sanatı Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri (27-<br />

31 Mayıs 1996, Kayseri), Ankara 1998, s. 222.<br />

• 17 Margaret M. Poloma, Çağdaş Sosyoloji Kurumlar (Çev. H. Erbaş),<br />

Ankara 1993, s. 228.<br />

facts.<br />

Just as genetic inheritance is fact in biology by the help of<br />

DNAs, that is the way it is, stampts are DNAs of socio-cultural<br />

life and these stampts always feels their existence. It<br />

is possible to see them in their pure plain form on the etnografic<br />

Works set up by social groups. These stampts used<br />

by people are like codes of history of social groups and<br />

they are independent from the daily spoken language. This<br />

language is a different one depends on the stampts and a<br />

different communication tool. As a matter of fact, this language<br />

always comes before the written language. As an<br />

example, children first learn to utter. Then gestures and<br />

postures come out. At last they begin to learn writing ,that<br />

is, to sign the sounds.<br />

Contrary to what is believed, socio-cultural events are the<br />

hardest phenomenon to understand. For this reason, using<br />

stampts are not an ordinary social activity. It is the product<br />

of social history defined by a nation or a social group. Because,<br />

“it is certain that motif, drawing, symbol and shapes<br />

are the products of a mentality and attitude of a specific<br />

point of history”( 16 ). On the other hand, according to Polama<br />

and the symbolic interactionists, social groups occur by<br />

means of “symbolic interactions”( 17 ). Accordingly, historians,<br />

people studying on socia-cultural concepts must take<br />

• 16 Selçuk Mülayim, “Tanımsız Figürlerin İkonografisi”, Türk Soylu<br />

Halkların Halı, Kilim ve Sicim Sanatı Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri (27-<br />

31 Mayıs 1996, Kayseri), Ankara 1998, s. 222.<br />

• 17 Margaret M. Poloma, Çağdaş Sosyoloji Kurumlar (Çev. H. Erbaş),<br />

Ankara 1993, s. 228.<br />

Stamps in Turkish Culture<br />

269<br />

Türk Kültüründe Damgalar


Common Heritage<br />

270<br />

Ortak Miras<br />

Halı, kilim, mimarî yapı, anıtlar ve mezarlar gibi etnografya<br />

eserleri üzerindeki damgalar veya süslemeler hakkında<br />

çok çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Bu eserlerin yazarlarınca<br />

sembol veya motif olarak ifade edilenlerle ilgili ortaya<br />

konan anlamların adeta değişmez doğrular olarak kabul<br />

edildiği görülmektedir 18 ; fakat bu konuda karşılaştırmalı<br />

çalışmalar yapmadan o ifadeleri olduğu gibi kabul etmek,<br />

sonu belli olmayan bir yola girmekten başka bir şey değildir,<br />

bir başka deyişle varmak istediğimiz gerçekler meçhulleşir.<br />

Tarihî özelliği olan damgaların anlamlandırılması bazen çok<br />

zor, bazen de imkânsızdır; çünkü onların hangi kaygılarla,<br />

ne zaman meydana geldiği, neyi temsil ettiği ve nasıl tanımlandıklarıyla<br />

ilgili bilgilerimiz son derece sınırlıdır. Dolayısıyla,<br />

göründüklerinden çok daha zengin ifadeleri dile<br />

getiren işaret dilinin unsurlarına herkes farklı anlamlar yükleyebilir<br />

ve onları herkes kendince yorumlayabilir. Mesela,<br />

Burke, çeşitli araştırmacılara yaptığı atıftan hareketle, “Kiliselere<br />

resimler kitaptan okuyamayanlar duvarlara bakarak<br />

okuyabilsinler diye konur” 19 der. Ayrıca Burke, “…Tarihçiler<br />

sadece metinleri okumak zorunda kalsalardı, teknoloji tarihi<br />

pek yoksul kalırdı. Örneğin Çin’de, Mısır’da ve Yunanistan’da,<br />

milattan binlerce yıl önce kullanılmış olan arabalar,<br />

• 18 Tuncer Gülensoy, Orhun’dan Anadolu’ya Türk Damgaları, İstanbul<br />

1989.<br />

• -Neriman Görgünay, Altaylar’dan Tunaboyu’na Türk Dünyası’ndan Ortak<br />

Motifler, Ankara 1994.<br />

• -Mine Erbek, Çatalhöyük’ten Günümüze Anadolu Motifleri, Ankara 2002.<br />

• -Güran Erbek, Anadolu Motifleri Sergisi Sergi, İzmir 1986.<br />

• -Yusuf Durul, Türk Kilim Motifleri, Ankara 1987.<br />

• 19 Peter Burke, Afişten Heykele Minyatürden Fotoğrafa/Tarihin Görgü<br />

Tanıkları (Çev. Z. Yelçe), İstanbul 2003, s. 52.<br />

into consideration stampts and symbols and their meanings<br />

first.<br />

Stampts language pertains to tradition and culture. Even<br />

today, new stampts has been produced and in terms of<br />

their shapes they carry international characteristics. For<br />

instance, traffic signs, emergency signs, military signs and<br />

health care signs are all same in any part of the world. It<br />

has been seen that Turkish stampts which had been used<br />

and still being used as a sign language, still live with minor<br />

changes or almost the same as before through the Turkish<br />

cultural region. That is, from Yakutia to Kosovo, stampts<br />

which we call sign language are the same.<br />

The Difficulty of Interpreting Stampts<br />

There has been many studies and researches about stampts<br />

and embrodieries on the etnografic works like carpets, rugs,<br />

architectural works, monuments and graves. According to<br />

these researchers, it is accepted that the meaning that<br />

these symbols and motifs convey on the cited works above<br />

are the truths which is unchangeable( 18 ). Neverthless, comperative<br />

analysis are needed to accept such kind of an ar-<br />

• 18 Tuncer Gülensoy, Orhun’dan Anadolu’ya Türk Damgaları, İstanbul<br />

1989.<br />

• -Neriman Görgünay, Altaylar’dan Tunaboyu’na Türk Dünyası’ndan Ortak<br />

Motifler, Ankara 1994.<br />

• -Mine Erbek, Çatalhöyük’ten Günümüze Anadolu Motifleri, Ankara 2002.<br />

• -Güran Erbek, Anadolu Motifleri Sergisi Sergi, İzmir 1986.<br />

• -Yusuf Durul, Türk Kilim Motifleri, Ankara 1987.


günümüze ulaşmış modeller ve mezar resimleri sayesinde<br />

yeniden kurgulanabiliyor” 20 diyerek, sanatın şekle/biçime<br />

dönük yönüne vurgu yapar.<br />

Türkiye’de damgalar üzerine çalışan araştırmacılar, Türklerin<br />

tarihî kültür coğrafyalarına yönelmek yerine, yaşadıkları<br />

ve araştırma yaptıkları coğrafyanın tutsağı olarak, adeta<br />

“her şeyin kaynağı coğrafyadır” varsayımını bir gerçeklik<br />

olarak kabul etmişlerdir. Bundan dolayı da araştırma yaptıkları<br />

yerlerdeki damga ve şekil isimlerini Türk kültür coğrafyasının<br />

her yerinde aynı anlam ve isimle kullanıldıklarını<br />

kabul ederek genellemeler yapmışlardır. Fakat durum hiç<br />

de zannedildiği gibi değildir.<br />

Türkiye’de yapılan bazı araştırmalarda bir ilde halı-kilimlerde<br />

elde edilen bulgular sadece o il veya bölgeye aitmiş gibi<br />

açıklanmıştır. Oysa küçük çaplı karşılaştırmalı bir çalışmada<br />

durumun öyle olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle halı-kilimlerdeki<br />

damgalar ve işaretler hakkında genellemelere<br />

ve sağlıklı sonuçlara varmak için öncelikle karşılaştırmalı<br />

araştırmalar yapmak gerekmektedir.<br />

Türkiye’de halı-kilimlerde kullanılan damga ve şekillerin<br />

isimlendirilmeleri genelde yakıştırmadır. Örneğin; “ana<br />

tanrıça”dan hareketle yapılan “eli belinde, hayat ağacı,<br />

bereket, insan, saç bağı, koçboynuzu, küpe, sandıklı, aşk<br />

ve birleşim, yıldız, suyolu, pıtrak, haç, sandık, kazan kulpu,<br />

bereket, akrep” 21 ve benzeri isimlendirmeler genelde, ad oldukları<br />

damganın varlığını yansıtmaktan uzaktır. Diğer yandan<br />

Türkiye’de pıtrak olarak ifade edilen damga Sibirya’da<br />

da vardır. Oysa Sibirya’da pıtrak yetişmez.<br />

Türkiye’deki halı-kilimlerdeki damgaları bir yöreye bağlı<br />

olarak açıklayanlar, nerede araştırma yapmışlarsa orada<br />

tespit ettikleri damgaları orada yaşayan aşiret, halk ya da<br />

coğrafya ile bağlantılı açıklamışlardır 22 . Bu anlayışı kabul<br />

edersek Türkiye’de bir bölge, il, ilçe ya da bir aşirete bağlı<br />

olarak isimlendirilen damgaların diğer Türk kültür coğrafyasındaki<br />

Türk halkları arasında da yaygın olarak kullanılmasını<br />

nasıl açıklarız?<br />

Halı-kilimlerin ve bunların üzerindeki damgaların tasnifinde<br />

“benzetme, varsayım, yakıştırma ve tahmin yöntemleri<br />

yanında, uydurmaları da kabullenerek el yordamıyla ilerlediğimizi<br />

biliyoruz” 23 ifadesi bu konuda araştırılması gereken<br />

temel sorunların bizi beklediğine işaret ediyor. Diğer yandan<br />

eli belinde, koç boynuzu veya bereket olarak isimlendirilen<br />

bazı damgaların nasıl ve neden farklı adlandırıldığı<br />

• 20 Peter Burke, a. g. e., s. 89.<br />

• 21 Güran Erbek, a. g. e. -Mine Erbek, a. g. e.<br />

• 22 Recai Karahan, Dünden Bugüne Hakkâri Kimleri, Ankara 2007.<br />

• -Van Kilimleri.<br />

• -Neriman Görgünay, Eşme Kilimleri, Ankara 1994.<br />

• -Bekir Deniz, Ayvacık (Çanakkale) Yöresi Düz Dokuma ve Yaygıları (Kilim-<br />

Cicim-Zile), Ankara 1998.<br />

• 23 Selçuk Mülayim, a. g. m., s. 219.<br />

guement otherwise it will be nothing but unpredictable way<br />

to take. In another saying the facts we would like to discover<br />

will be unknown.<br />

Interpreting of Stampts that has a historical characterisrics<br />

are sometimes very hard and sometimes impossible. Because<br />

we have very limited knowledge about the corcern<br />

of their existence, when they come out, what they represent<br />

and how they defined. Accordingly, it can be easily understood<br />

that researchers may attirube a meaning to these<br />

sign languages differently and may interpret them as they<br />

wish. For example, Burke, said refering some studies that<br />

“Pictures on the churches walls are drawn to make people<br />

read the Bible by looking at them who can not read the<br />

book form of it”( 19 ). Besides, Burke, emphasises the formal<br />

dimension of art by saying that “ İf historians are only<br />

obliged to read the manuscripts, techonological history will<br />

remain very poor. For example, in China, vehicles which was<br />

used in ancient Egypt and Greece give inspiration to many<br />

car models today and by the way be refictionalised( 20 ).<br />

The researchers who studies on stampts in Turkey has accepted<br />

the geography as a main source to interpret the<br />

meaning of stampts which is not a good way to find the<br />

truth because they need to face the background of Turkish<br />

wide cultural geography instead of being schakled by geography<br />

they work in. For this reason they accept in advance<br />

that stampts and symbols they discover and work on, have<br />

the same name and the meaning in all around the Turkish<br />

cultural geograpy but the fact is not what is accepted.<br />

In some research done in Turkey, it has been claimed that<br />

findings from the research on carpets and rugs in a region<br />

or a province only belongs to the region or province<br />

themselves but it has proved that was not the case by doing<br />

a small comperative analysis. For this reason, in order<br />

to obtain healhty results and generalise the meaning that<br />

stampts convey, we need to do comperative analysis first<br />

In Turkey, the names of stampts and symbols used in carpets<br />

and rugs are usually ascription. For example, such kind<br />

of namings like “inspring from mother goddess “ Akimbo,<br />

tree of life, abundance, human, hair ribbon, cleat, ear ring,<br />

love and combination, star, trench, cocklebur, cross, chest,<br />

boiler handle and scorpion” ( 21 ) are far beyond to represent<br />

the real name of stampts. On the other hand the stampt<br />

which is called cocklebur in Turkey, exist in Siberia too but<br />

cocklebur can not be grown in Siberia.<br />

Researchers in Turkey usually define the meaning of<br />

• 19 Peter Burke, Afişten Heykele Minyatürden Fotoğrafa/Tarihin Görgü<br />

Tanıkları (Çev. Z. Yelçe), İstanbul 2003, s. 52.<br />

• 20 Peter Burke, a. g. e., s. 89.<br />

• 21 Güran Erbek, a. g. e. -Mine Erbek, a. g. e.<br />

Stamps in Turkish Culture<br />

271<br />

Türk Kültüründe Damgalar


Common Heritage<br />

272<br />

Ortak Miras<br />

sorusunun cevaplandırılması gerekir. Diğer yandan nasıl<br />

oluyor da bir eserde aynı damgaya farklı sayfalarda farklı<br />

isimler verilebiliyor?<br />

Türkiye’de kullanılan damgaların her şeyden önce tarihî,<br />

kültürel kaynaklarının tespit edilmesi gerekir. Bu amaca uygun<br />

olarak da öncelikle damgaların Türkiye ve Türk kültür<br />

coğrafyasındaki dökümü yapılmalıdır. Bunlar yapılmadan<br />

halı-kilimlerdeki damgaların isimlendirilmeleri, anlamlandırılmaları<br />

genelde sakıncalı ve yanlış algılamalara yol<br />

açacak sonuçlar yaratabilir. Üstelik kimi zaman bilinçli veya<br />

bilinçsiz biçimde yapılan bu türden hataları düzeltmek, yeni<br />

araştırma yapmaktan çok daha zor olmaktadır.<br />

Halı-kilim damgaları hakkında çalışanların olabildiğince<br />

disiplinler arası bir anlayışla araştırma yapmaları ihtiyaç olduğu<br />

kadar bir zorunluluktur. Dolayısıyla kadim Türk tarihi<br />

ve Türk kültür coğrafyası dikkate alınmadan damgalar hakkında<br />

yapılan isimlendirmeler ve anlamlandırmalar önemli<br />

ölçüde bölgesel ve eksik kalmaya mahkûmdur. Çünkü damgalar<br />

genel olarak tarihî ve sosyal hafızanın ürünüdür.<br />

“Türk tamgalarında görülen istikrarlı devamlılık, boy-kabile<br />

tamga işaretlerinin tespit edilmesine, keza bir etnos sınırları<br />

çerçevesinde veya komşu etnoslar arasında karşılaştırmalı<br />

incelemeler yapılmasına (ki bu tür incelemeler sık sık yapılmaktadır)<br />

imkân sağlamaktadır” 24 . Bu nedenle tarihin<br />

önemli bir kültür unsuru olan etnografya eserlerinde görülen<br />

damgaları tarihî bağlam içinde değerlendirip incelemek<br />

gerekir.<br />

Koç Başı Damgalarının Sosyo-<br />

Kültürel Önemi<br />

Türk halı-kilimlerinin genel karakteristik özelliğini koç başı<br />

damgasının oluşturduğunu düşünüyoruz. Koç başı damgası<br />

canlı ve farklı üsluplarla bütün Türk dünyasında çok belirgin<br />

olarak görülmektedir. Mezar taşlarından söz ederken tekrar<br />

ele alacağımız üzere Çay’a göre, koç başı damgalarını Türk<br />

hayvan üslubunun en güzel karakteristik örneği olarak en<br />

sade şekilleriyle Japonya’dan Anadolu’ya kadar uzanan<br />

coğrafyadaki Türk mezar taşlarında görmek mümkündür 25 .<br />

Sümer, “Oğuz boylarına ait damgaların Anadolu’da hayvanlara<br />

vurulduktan başka halı, kilim motifi olarak kullanıldığını,<br />

aşı boyası ile evlerin duvarlarına resmedildiğini, kap kacağa<br />

ve nazar değmemesi, uğur getirmesi için bazı giyim eşyasına<br />

nakşedildiğini ve hatta mezar taşlarına çizildiğini biliyoruz”<br />

26 der. Rásonyi’ye göre de, Yenisey boylarında ve bir<br />

• 24 R. G. Kuzeyev, İtil-Ural Türkleri (Çev. A. Acaloğlu), İstanbul 2005, s.<br />

81-82.<br />

• 25 Abdulhaluk Çay, Anadolu’da Türk Damgası Koç Heykel-Mezar Taşları<br />

Türkler’de Koç-Koyun Meselesi, Ankara 1983, s. 34.<br />

• 26 Faruk Sümer, Oğuzlar, Ankara 1972, s. 206-207.<br />

stampts they discover on carpets and rugs by taking into<br />

consideration the clan, community or the region they belong<br />

to( 22 ). If we accept to this understanding, then how can<br />

we explain a stampt discovered in a region or a province in<br />

Turkey also used widely and common in other Turkish Cultural<br />

Geography?<br />

We use some methods like “ likening, assumption, ascription<br />

and prediction” to classify the carpets, rugs and the<br />

stampts on them. In some studies, one can encounter such<br />

an expressions like “…besides them you should accept the<br />

fabrications and one can only progress gropely”( 23 22).<br />

That kind of expressions shows us that researchers have<br />

more essential problems to deal with. Also in some studies,<br />

one can see that a stampt has different names like Akimbo,<br />

cleat and abundance. Why a stampt has three different<br />

names? It should be given answer to this question. On the<br />

other hand, one should explain that in a work you can encounter<br />

a stampt name which is different in another page of<br />

the same work.<br />

Before anything else ıt must be confirmed the historical<br />

and cultural source of the stampts used in Turkey. To realize<br />

this aim a list of stampts used in Turkey and Turkish Cultural<br />

Geography should be propared first. Without doing so, especially<br />

in the activity of giving name and interpreting the<br />

stampts may lead some misunderstandings and unintended<br />

consequences. Sometimes ıt would be harder to fix such<br />

kind of an flaw than to make a new research.<br />

It is not a need but an obligation for the researchers working<br />

on stampts in the carpets and rugs to be interdiciplinary.<br />

One must take into consideration the ancient Turkish History<br />

and cultural geography of Turks when giving name to the<br />

stampts otherwise it would remain regional and therefore<br />

deficient but stampts are world-wide and they are the product<br />

of cultural history and social memory.<br />

Stable continuity seen in Turkish stampts provides an opportunity<br />

to identify clans’ stampts and to make bilateral<br />

check with other regions( 24 ). So, it is a necessity to assess<br />

and examine the stampts seen in etnografic works in its historical<br />

context<br />

Socio-Cultural Importance of Ram Stamps<br />

We think that battering ram stampts reflects the main<br />

characteristics of Turkish carpets and rugs. Battering ram<br />

• 22 Recai Karahan, Dünden Bugüne Hakkâri Kimleri, Ankara 2007.<br />

• -Van Kilimleri.<br />

• -Neriman Görgünay, Eşme Kilimleri, Ankara 1994.<br />

• -Bekir Deniz, Ayvacık (Çanakkale) Yöresi Düz Dokuma ve Yaygıları (Kilim-<br />

Cicim-Zile), Ankara 1998.<br />

• 23 Selçuk Mülayim, a. g. m., s. 219.<br />

• 24 R. G. Kuzeyev, İtil-Ural Türkleri (Çev. A. Acaloğlu), İstanbul 2005, s.<br />

81-82.


müddet Moğolistan’da yaşayan Kırgızlar’ın keçe cinsinden<br />

halılarının üzerindeki damgalar da koç başı damgalarıydı 27 .<br />

Yaptığım saha araştırmalarında Oğuzlardan önceki Türklerin,<br />

Oğuzların ve öbür Türk boylarının ilk kullandığı alfabedeki<br />

bazı harfleri yani damgaları; evlerde, mezarlarda, halı,<br />

kilimlerde, mumyalarda, at kuşamlarında, bazı yerleşim birimlerindeki<br />

bazı mekânlarda, tespit ettim. Bunun yanı sıra<br />

aynı damgaları örneğin otobüs duraklarında, tuvaletlerde,<br />

plajlarda, paralarda, Talas barajında, bazı alkollü içeceklerin<br />

kutusunda, giyim eşyalarında ve bunun gibi günlük<br />

yaşamda kullanılan araç ve gereçlerinin üzerinde tespit etmek<br />

mümkündü. Bu damgaların arkaik örneklerini Otar, Akçokraklı,<br />

Kuzeyev, Nowgorodowa, İbrayeva, Trofimov, Ögel,<br />

Gülensoy, Tavkul, Esin, İvanov ve benzerlerinin eserlerinde<br />

görmek mümkündür 28 .<br />

Göktürklerde en önemli kurban hayvanlarını, başta at ile<br />

dağ koyunu ya da koçun teşkil ettiği ve bunlardan atın<br />

• 27 László Rásónyi, Tarihte Türklük (Çev. H. Z. Koşay), Ankara 1971.s. 42.<br />

• 28 İsmail Otar, O. Akçokraklı’nın (Kırım Tatar Tamgaları) İsimli Kitabı<br />

Vesilesi İle Notlar, İstanbul, 1983.<br />

• - Osman Akçokraklı, a. g. e.<br />

• -R. G. Kuzeyev, a. g. e.<br />

• -E. Nowgorodowa, Alte Kunts der Mongolie, Leipzig 1980.<br />

• -K. İbrayeva, Kazahskiy Ornament. Almatı 1994.<br />

• -A. Trofimov, Ornament Çubaşskoy Narodnoy Bışivki, Çeboksarı 1977.<br />

• -Bahaeddin Ögel, İslamiyet’ten Önce Türk Kültür Tarihi, Ankara 1991.<br />

• -Tuncer Gülensoy, a. g. e.<br />

• -Ufuk Tavkul, Kafkasya Gerçeği, İstanbul 2009.<br />

• -Emel Esin, İslâmiyetten Önceki Türk Kültür Tarihine ve İslâma Giriş (Türk<br />

Kültürü El-Kitabı, II. Cilt I/b’den Ayrı Basım), İstanbul 1978.<br />

• -S. İvanov, Ornament Narodov Sibiri Kak İstoriçeskiy İstoçnik, Moskva/<br />

Leningrad 1963.<br />

stampts can be seen specifically in Turkish world with lively<br />

and spectacular manner. According to Cay, it is possible to<br />

see the most characteristic sample of batering ram stampts<br />

in a geography from Japan to Anatolia with their mere form<br />

on the grave rocks( 25 ).<br />

Sümer says that “we know stampts belongs to Oguz clans<br />

were used to brand animals, used as a motif on carpets and<br />

rugs, drew these motifs to their house walls, pots and pans,<br />

engrave these motifs to their clothes for being protected<br />

from evil eyes and used to ornament grave stones.”( 26 ).<br />

According to the Rasonyi, in the clans of Yenisey and kirgiz<br />

people lived in Mongolia, stampts on their mat carpets were<br />

batterring ram ( 27 ).<br />

It is ascertained in my field studies that Turks before Oguz,<br />

Oguz and other Turkish clans use some letters of the first<br />

Turkish alphabet as a stampt at home, on grave stonesi on<br />

carpet and rugs, mummies, when griding on and on some<br />

places in the accomodation units ( 28 ).<br />

• 25 Abdulhaluk Çay, Anadolu’da Türk Damgası Koç Heykel-Mezar Taşları<br />

Türkler’de Koç-Koyun Meselesi, Ankara 1983, s. 34.<br />

• 26 Faruk Sümer, Oğuzlar, Ankara 1972, s. 206-207.<br />

• 27 László Rásónyi, Tarihte Türklük (Çev. H. Z. Koşay), Ankara 1971.s. 42.<br />

• 28 İsmail Otar, O. Akçokraklı’nın (Kırım Tatar Tamgaları) İsimli Kitabı<br />

Vesilesi İle Notlar, İstanbul, 1983.<br />

• - Osman Akçokraklı, a. g. e.<br />

• -R. G. Kuzeyev, a. g. e.<br />

• -E. Nowgorodowa, Alte Kunts der Mongolie, Leipzig 1980.<br />

• -K. İbrayeva, Kazahskiy Ornament. Almatı 1994.<br />

• -A. Trofimov, Ornament Çubaşskoy Narodnoy Bışivki, Çeboksarı 1977.<br />

• -Bahaeddin Ögel, İslamiyet’ten Önce Türk Kültür Tarihi, Ankara 1991.<br />

• -Tuncer Gülensoy, a. g. e.<br />

• -Ufuk Tavkul, Kafkasya Gerçeği, İstanbul 2009.<br />

Stamps in Turkish Culture<br />

273<br />

Türk Kültüründe Damgalar


Common Heritage<br />

274<br />

Ortak Miras<br />

göğe, koçun da toprağa kurban edildiği bilinmektedir 29 .<br />

Türk cumhuriyetlerinde anlatılan Dede Korkut destanlarında<br />

da birçok defa attan aygır, deveden buğra, koyundan<br />

koç kurban edildiği zikredilmektedir 30 . Tatarlar’da ise ölen<br />

biri için at kurban edilir, eti yendikten sonra derisi saman<br />

ile doldurulup sırıklar üzerinde mezarın tepesine dikilirdi 31 .<br />

Türklerdeki kurban geleneği hakkında bilgi veren İnan da<br />

“Göktürkler ölüyü çadıra koyarlar, akrabaları onun için at<br />

ve koyunlar kurban ederler, onların kafataslarını ise kazıklar<br />

üzerine koyarlar” 32 demektedir.<br />

Biz de, araştırma yaptığımız Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’in<br />

merkezinde topak çadır/keçeden yapılmış çadırın (Kırgızların<br />

“boz üy” dediği) yani evin giriş kapısının sağ tarafına<br />

uzaktaki akrabalarının gelmesini beklemek için üç günlüğüne<br />

konmuş (üçüncü gün ceset defnedilir) bir bayan cesedini<br />

ve at kurban edildiğini gördük. Eğer ölen insan erkekse<br />

o zaman ceset çadırın sol tarafına, ancak ölen evin<br />

reisi ise Anadolu’da başköşe, Kırgızların ve Kazakların “tör”<br />

dediği yere konur. Tör ise çadırın girişinin tam karşısındaki<br />

alandır. Diğer yandan burada Hoca Ahmet Yesevi’nin mezarının<br />

da çadır ve tör geleneğine göre yapıldığını belirtmekte<br />

fayda vardır 33 . Kazak Türklerinin defin töreni hakkında<br />

Kazakistan’da uzun süre görev yapmış Yorulmaz’ın ayrıntılı<br />

çalışması vardır 34 . İsteyenler daha geniş bilgi için o kaynağa<br />

bakabilirler.<br />

Kazakistan’da Dede Korkut’a Korkut Ata derler. Korkut<br />

Ata’nın esas mezarı Seyhun nehrinin taşması sonucu sular<br />

altında kalmıştır. Temsilî mezarı ise, nehirden zarar görmeyecek<br />

şekilde bir tepenin başına yapılmış olup, mezarına<br />

giden yol üzerinde bir koç heykeli bulunmaktadır. Korkut<br />

Ata’nın bu mezarı Kızılorda-Aral yolu üzerinde Kızılorda’ya<br />

150 km mesafede olan Jusalı kentinden Seyhun nehrine<br />

doğru uzanan yolun 25. kilometresinde olup, mezarın üzerindeki<br />

borulardan rüzgârın hızı ve yönüne göre ney, tambura,<br />

davul, kopuz, tar gibi birçok müzik aletinin sesini dinlemek<br />

mümkündür.<br />

Hunlarda tanrılara kurban edilen hayvanların arasında en<br />

makbul olanı koçtu. Ayrıca Türkler’de kurban hayvanlarından<br />

özellikle at ve koç mezar taşı olarak da kullanılmıştır.<br />

Diğer yandan Diyarbekirli’ye göre Altaylarda, VIII. veya X.<br />

yüzyıllara ait olduğu düşünülen bir mezarda erkeğin yanın-<br />

• 29 Nejat Diyarbekirli, Hun Sanatı, İstanbul 1972, s. 92.<br />

• 30 Orhan Şaik Gökyay, Dedem Korkudun Kitabı, İstanbul 2000.<br />

• -Oğuzların Diliyle Dedem Korkudun Kitabı (Haz. M. S. Kaçalin), İstanbul<br />

2006.<br />

• 31 L. Ligeti, Bilinmeyen İç Asya (Çev. S. Karatay), Ankara 1998, s. 104.<br />

• 32 Abdulkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara 1986, s. 177-<br />

178.<br />

• 33 Mustafa Aksoy, “Kazakistan’dan Adana’ya Tör Kavramı”, Türk Dünyası<br />

Tarih Kültür Dergisi, Sayı 302, 2012.<br />

• 34 Osman Yorulmaz, “Kazak Türklerinde Defin Adetleri ve Merasimler”,<br />

Prof. Dr. Ramazan ŞEŞEN Armağanı, İstanbul 2005, s. 387-401.<br />

It is known that in Gokturk tradition horse and sheep are the<br />

main animals sacrificing to God 29 . Horse sacrifices to sky and<br />

sheep to soil. In Dada Gorgoud Epic, it is said that stallion,<br />

ram and adult male camel sacrifice to God 30 . Tatars sacrifice<br />

horse after their deaths. After eating its meat, the skin of the<br />

horse fulled with chaff and set up on his grave with posts 31 .<br />

Inan who gives information about the sacrificing tradition<br />

of Turks says that “ Gokturks put the death people to tents,<br />

his or her relatives sacrifice horse or sheep in it and put the<br />

animals skulls on a post and plant them”( 32 ).<br />

In our study which is done in Bishkek, we saw that there was<br />

a mat tent which was set up for three days to host relatives<br />

coming from distant places. It is for three days because after<br />

this period the body must be buried. There was a woman<br />

funeral and the body was put right handside of the tent and<br />

a horse was sacrificed after her. If it was a male the body<br />

would be put to the left hanside and if it was the goodman<br />

then the body would be put to seat of honor. The seat of<br />

honor is the place right across the tent enterance. As a additional<br />

information the grave of Hdja Ahmet Yesevi was set<br />

up in compliance with this tradition ( 33 ). Yorulmaz who has<br />

studied in Kazakhstan for long time has detailed research<br />

about the funeral of them ( 34 ). İt is recommended for additional<br />

information<br />

In Kazakhstan, people call Dada Gorgoud, “Gorgoud Father”.<br />

The real grave of Gorgoud Father was flooded following<br />

the Seyhan river flood. His symbolic grave then was set<br />

up on a top of a hill where flood can do no damage, on the<br />

way his grave there is a ram sculpture. This grave is located<br />

at the 25th km of the way from Jusalı to Seyhun river and it is<br />

possible to listen to the ınstruments like ney, tambura (any<br />

stringed instrument), drum, qopuz, tar according to the direction<br />

of the wind.<br />

In Hun tradition the most favorite animal to sacrifice is ram.<br />

Besides, especially horse and ram were used as a grave<br />

Stone figure in Turkish tradition. According to Diyarbekirli,<br />

in Altays, at a grave which is thought to be belong to VII or X<br />

century, it was found a horse nearby a male body and a ram<br />

nearby a woman body ( 35 ).<br />

• -Emel Esin, İslâmiyetten Önceki Türk Kültür Tarihine ve İslâma Giriş (Türk<br />

Kültürü El-Kitabı, II. Cilt I/b’den Ayrı Basım), İstanbul 1978.<br />

• -S. İvanov, Ornament Narodov Sibiri Kak İstoriçeskiy İstoçnik, Moskva/<br />

Leningrad 1963.<br />

• 29 Nejat Diyarbekirli, Hun Sanatı, İstanbul 1972, s. 92.<br />

• 30 Orhan Şaik Gökyay, Dedem Korkudun Kitabı, İstanbul 2000.<br />

• -Oğuzların Diliyle Dedem Korkudun Kitabı (Haz. M. S. Kaçalin), İstanbul<br />

2006.<br />

• 31 L. Ligeti, Bilinmeyen İç Asya (Çev. S. Karatay), Ankara 1998, s. 104.<br />

• 32 Abdulkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara 1986, s. 177-<br />

178.<br />

• 33 Mustafa Aksoy, “Kazakistan’dan Adana’ya Tör Kavramı”, Türk Dünyası<br />

Tarih Kültür Dergisi, Sayı 302, 2012.<br />

• 34 Osman Yorulmaz, “Kazak Türklerinde Defin Adetleri ve Merasimler”,<br />

Prof. Dr. Ramazan ŞEŞEN Armağanı, İstanbul 2005, s. 387-401.<br />

• 35 Nejat Diyarbekirli, a. g. e., s. 92-93.


Türk Kültüründe Damgalar<br />

Stamps in Turkish Culture<br />

275


Common Heritage<br />

276<br />

Ortak Miras<br />

da at, kadının yanında da koç bulunmuştur 35 .<br />

Uluğ Türkistan coğrafyasında yapmış olduğum saha araştırmaları<br />

sonucunda, doğal koç başı veya boynuzları ile koç<br />

başlı mezar taşlarının sadece erkek mezarlarında 36 ; koç başı<br />

damgası işlenmiş mezar taşlarının ise, hem erkek ve hem<br />

de kadın mezarlarında kullanıldığını tespit ettim. Elinizdeki<br />

eserde de görüldüğü üzere, Türkler, koç başını çeşitli eşyalarına<br />

işlemekten de uzak kalmamışlardır. Örneğin, “koç<br />

başı ya da boynuz nakışı; Oğuzlar, Avarlar, Kırgızlar, Karakalpaklar,<br />

Çuvaşlar, Bulgarlar ve daha birçok Türk topluluklarında<br />

az değişikliklerle her çeşit malzemeyi süslemek için<br />

kullanılmıştır” 37 .<br />

Koç başı damgası, kadimliği göz önünde tutulduğunda,<br />

Türk kültürünün bir mührü gibi bugün hâlâ Altaylar’dan Ön<br />

Asya ve Balkanlara kadar uzanan coğrafyadaki çeşitli mezar<br />

taşlarında, halı ve kilimlerde varlığını sürdürmektedir. Ayrıca<br />

Anadolu’da ananevi anlayışa göre dokunan halı ve kilimlerdeki<br />

hâkim damga koç başıdır. Mezar taşlarındaki koç<br />

başı damgası, özellikle Doğu Anadolu mezarlarında yaygın<br />

olarak kullanılmıştır. Bu bağlamda, koç heykelinin en son<br />

örneklerini de Tunceli ilindeki mezarlıklarda görmekteyiz.<br />

Türkiye’deki koç başlı mezarları ele alan bir makalede, “Anadolu’daki<br />

koç ve koyun heykellerinin Akkoyunlularla Karakoyunlulara<br />

ait oldukları öteden beri kabul edile gelmiştir;<br />

• 35 Nejat Diyarbekirli, a. g. e., s. 92-93.<br />

• 36 Tunceli/Mazgirt’te bir köyde koyun başlı mezar taşı gördük; ancak,<br />

mezar sahibinin kadın mı, erkek mi olduğunu tespit edemedik.<br />

• 37 Nejat Diyarbekirli, a. g. e., s. 93.<br />

According to the result of a field study that I did in Ulug<br />

Turkistan region,ı confirmed that natural ram head or cleat<br />

figures only used at graves for males ( 36 ) and if ram head<br />

figure was only used on a grave Stone then this means it<br />

can be both male or female. It can be observed in this article,<br />

Turks have engraved the figure of ram head to their<br />

available belongings. For example “ ram head or cleat figure<br />

were used to ornament every kind of material by Oguz,<br />

Avar, Kirghiz, Qaraqalpaq, Cuvas and Bulgarian people ( 37 ).<br />

The figure ram head is still living in a wide area from Altays<br />

to Balkans as a seal of Turkish tradition on grave stones or<br />

on carpets ang rugs. Also in Anatolia tradition ram head<br />

is the main figure used to ornament carpets and rugs.On<br />

the grave stones in this region (Anatolia) ram head figure<br />

has been widely used. In this context, one can see the last<br />

version of ram head sculpture at the graveyard in Tunceli<br />

province. In an article about ram head, it has been accepted<br />

that the ram and sheep sculptures in Anatoliawas belong<br />

to Aqqoyunlu and Karakoyunlu States. But no information<br />

about the horse sculptures. Filvaki asserts that the sculpture<br />

of ram and sheep usually were found in the region<br />

where once Aqqoyunlu and Karakoyunlu States reigned this<br />

situation validates that sheep sculpture in Ahlat Museum<br />

and the other one at Ahlat Kirklar Graveyard and in Bitlis<br />

• 36 Tunceli/Mazgirt’te bir köyde koyun başlı mezar taşı gördük; ancak,<br />

mezar sahibinin kadın mı, erkek mi olduğunu tespit edemedik. (We saw a<br />

tomb sheep garvestone in a village in Tunceli / Mazgirt; But we could not<br />

determine whether the grave owner was a woman or a man)<br />

• 37 Nejat Diyarbekirli, a. g. e., s. 93.


fakat at heykellerinin hangi boya ait olabileceği hakkında<br />

bir şey söylenmemiştir. Filvaki, Anadolu’daki koç ve koyun<br />

heykellerinin Akkoyunlular ve Karakoyunlular’ın hâkim oldukları<br />

sahalarda bulunmaları; Ahlat’ta Orta Okulun bahçesinden<br />

müzeye kaldırılan koyun heykelinin 803/1400-1401,<br />

Ahlat Kırklar Mezarlığı’nda insitu olarak bulunan heykel ile<br />

Bitlis’te Kız Enstitüsü bahçesinde bulunan heykelin Akkayunlu<br />

ve Karakoyunlular’a ait olduğu fikrini doğrular” 38 denilmektedir.<br />

Oysa koç başı mezar taşlarını Karakoyunlu veya Akkoyunlularla<br />

açıklamak yerine, kadim Türk tarihiyle açıklamak daha<br />

yerinde olur. Kadim bir kültür içinde biçimlenip ortaya çıkan<br />

damgalar dilinin, yaratıcıları ile birlikte, tarih ve coğrafya<br />

üzerinde dağılarak yürüyüşünü bu koçbaşı damgalarında<br />

görüyoruz.<br />

Anadolu sahasında bulunan heykellerin yaşları ve bulundukları<br />

alanlar, gerçekten de bu konudaki görüşlerin Akkoyunlu<br />

ve Karakoyunlu olgusu üzerine toplanmasına olanak<br />

veriyor. Ancak, o zaman, elinizdeki çalışmaya göre, Altay<br />

dağlarından Kosova’ya kadar uzanan coğrafyadaki Türk<br />

gruplarında, kadınların halı ve kilimlerine işledikleri koç başı<br />

damgalarını; mezarlar ve türbelerdeki koçbaşlarını nasıl<br />

izah edeceğiz? Bütün bu gerçekler ışığında koç başı damgaları<br />

sorununa baktığımızda, kültür tarihi açısından kapsamlı<br />

bir biçimde ve her bağlam içinde çalışılması icap eden<br />

bize özgü farklı bir anlatım dili olduğunu düşünüyorum.<br />

Bilindiği gibi Gürcistan ve Ermenistan coğrafyasında da<br />

koç, koyun ve at başlı mezar taşları vardır. Ermeni ve Gürcüleri<br />

Hint-Avrupa toplumlarından kabul eden görüşe göre<br />

yukarıda ifade edilen mezar taşlarının açıklanması çok zor<br />

görülmektedir. Çünkü sık sık ifade ettiğimiz gibi bir kültürün<br />

en keskin ve direnç gösteren cephesini mezarlar ve ölüm<br />

kültürü göstermektedir. Dolayısıyla Ermeni ve Gürcülerde<br />

görülen o mezar taşlarının Türklerle olan etkileşimden dolayı<br />

olduğunu ifade etmek yeterli olmaz. Diğer yandan bu<br />

görüşü kabul edecek olursak, aynı geleneğin Farslar, Ruslar<br />

ve Araplarda da olmasını beklemek gayet doğal olmalıdır.<br />

Oysa bu saydığımız halklarda öyle bir gelenek yoktur.<br />

Gürcistan’da yapılmış bir araştırmaya göre Gürcistan coğrafyasında<br />

görülen ve bazıları Hıristiyan Gürcülere ait olan<br />

koç, koyun ve at başlı mezar taşlarının Azerbaycan Türklerinden<br />

kalma olduğu ifade edilmektedir 39 . Karamağaralı ise<br />

haklı olarak “Bizanslılar ve diğer Hıristiyan toplulukların da<br />

koç, koyun ve at şeklinde mezar heykeli mevcut olmadığı<br />

için, Ermeni ve Gürcüler tarafından yapılmış olan bu tip<br />

mezar taşları köksüz kalmaktadır. Kanaatimizce bunlar Türk<br />

• 38 Beyhan Karamağaralı, “Koç Koyun ve At Şeklindeki Mezartaşları”,<br />

Anadolu’da Türk Mührü, Ankara 1993, s. 18.<br />

• 39 E. Mehmedov, M. Nemetova, V. Kuliyeva, Gürcüstanda<br />

Azerbaycanlıların Milli Tarihi Medeniyetinin İrsi Olan Heykelleri, Tbilisi 2011.<br />

province at the gate of a school belongs to Aqqoyunlu and<br />

Karakoyunlu States ( 38 ).<br />

Whereas we prefer to explain the sculpture of ram or ram<br />

head figures on grave stones with primeval Turkish history<br />

and tradition rather than Aqqoyunlu and Karakoyunlu. One<br />

can easily see the running of these figures with their creators<br />

shaped in a primeval Turkish culture spreading all over<br />

the cultural region of Turks.<br />

The age of statues found in Anatolia region and their location<br />

has supported the assumptions that they are belong to<br />

Aqqoyunlu and Karakoyunlu but one can also see ram head<br />

figures on carpets and rugs and on grave stones at a region<br />

from Altays to Kosova, so how can be explain this? I think<br />

the issue should be studied in a wide perspective in terms<br />

of cultural history of Turks because ram head figure as a<br />

stampt is a manner of telling special to Turks in my belief.<br />

As known, there are grave stones with ram, sheep and horse<br />

head figures İn Armenia and Georgia. It seems hard to explain<br />

according to the belief that these nations are belong<br />

to the indo-european community because graves and funerals<br />

resists the cultural erosion and hard to change. So in<br />

my opinion it is not enough only saying that this was a result<br />

of a influenced with Turks to explain the situation. On the<br />

other hand if we accept this idea, we also must accept that<br />

same tardition must be avaliable in Iranian, Russian and<br />

Arabian community but it is not. So we have problem that is<br />

not easy to explain.<br />

In a research conducted in Georgia, ıt has been asserted<br />

that grave stones with the figures horse, ram and sheep<br />

head located in Georgia and some belongs to Cristian<br />

Georgians remains from Azerbaijan Turks ( 39 ). Karamağaralı<br />

has said that there has been no sculpture of ram, sheep or<br />

horse in Byzantine or other christian communities, that is<br />

why it is hard to explain such kind of an sculptures and grave<br />

stones in Armenia and Georgia. In his opion, these are the<br />

proofs of turkish influence on these community or they are<br />

the memories of the Turks who were cristians but did not<br />

give up their tradition ( 40 ). One can find evidence to support<br />

this idea in Tuva, Hakasya and West Siberia. There are Turkish<br />

community who are not muslims but using these figures<br />

and sculptures. In a research conducted by Rasim Efendi it<br />

has been confirmed by the samples that supported Karamağaralı<br />

( 41 ).<br />

According to Diyarbekirli, ram head figure has been used by<br />

• 38 Beyhan Karamağaralı, “Koç Koyun ve At Şeklindeki Mezartaşları”,<br />

Anadolu’da Türk Mührü, Ankara 1993, s. 18.<br />

• 39 E. Mehmedov, M. Nemetova, V. Kuliyeva, Gürcüstanda<br />

Azerbaycanlıların Milli Tarihi Medeniyetinin İrsi Olan Heykelleri, Tbilisi 2011.<br />

• 40 Beyhan Karamağaralı, a. g. m., s. 19.<br />

• 41 Rasim Efendi, Kamennaya Plastika Azerbaydjana, Baku 1986.<br />

Stamps in Turkish Culture<br />

277<br />

Türk Kültüründe Damgalar


Common Heritage<br />

278<br />

Ortak Miras<br />

kültürünün Ermeni ve Gürcülere tesirinin belgeleridir, ya da<br />

bu topluluklar tarafından Hıristiyanlaştırılan, fakat kendi<br />

inanç ve adetlerini yaşatan Türklerin bıraktıkları hatıralardır”<br />

40 demektedir. Karamağaralı’yı doğrulayan bazı örnekleri<br />

yani at, koç, koyun mezar taşlarını biz de Tuva, Hakasya ve<br />

Batı Sibirya’da yaşayan ve Müslüman olmayan Türklere ait<br />

mezarlarda görmüştük. Rasim Efendi tarafından Gürcistan,<br />

Ermenistan, Azerbaycan ve Nahçıvan coğrafyasında koç,<br />

koyun, at ve insan suretli mezar taşları hakkında yapılan geniş<br />

kapsamlı bir araştırmada da Karamağaralı’yı doğrulayan<br />

bazı örnekler tespit edilmiştir 41 .<br />

Diyarbekirli’ye göre, koç başı damgası Türkler tarafından,<br />

Hunlardan beri kullanılagelmiş olup bu damga “türbede<br />

önemli bir adamın hatta bir mukaddes kimsenin yattığına<br />

delalet eder” 42 . Esin ise, bu konu hakkında şunları ifade<br />

eder: “Zoomorfik motiflerden, oturmuş koç heykelleri<br />

de Siwet-ulan ve Moğolistan’daki Gök-Türk muhitine has<br />

görünmektedir. Bunların bilhassa mezarlarda bulunması,<br />

henüz daha anlaşılmamış bir mana ifade etmiş olsa gerek.<br />

Tabgaç mezar taşındaki koçbaşlı ejder tasvirini de bu münasebet<br />

ile hatırlıyoruz. Siwet-ulan üslubunda, bir çift karşılıklı<br />

koç heykeli Kül Tigin külliyesinde, yazılı taşın bulunduğu<br />

avlunun girişinde durmakta idi. Bu koç heykelleri, Türk<br />

mezarlarının bir hususiyeti olarak, Türklerin göç ettiği yollar<br />

boyunca dizilmiş ve Mangışlak’dan geçerek Anadolu’ya kadar<br />

uzanmıştır” 43 .<br />

Benim tespitlerime göre ise, en son bulunan koç başlı mezar<br />

taşları Tunceli’dedir. Bunlardan ikisi, 1955 ve 1962 tarihli<br />

olup Tunceli/Ovacık’taki bir köy mezarlığında; öbürü ise,<br />

1965 tarihlidir ve Tunceli merkezindeki bir mezarlıkta bulunmaktadır.<br />

Tunceli’den başka koç heykelleri Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki<br />

birçok yerleşim yerinde karşımıza çıkmaktadır.<br />

Mesela yapmış olduğumuz saha araştırmalarında Kars, Iğdır,<br />

Van, Bitlis, Erzincan, Diyarbakır, Elazığ, Rize illerinde koç<br />

başlı heykelleri tespit ettik. Kaya da 2007’de Hakkâri/Yüksekova’da<br />

iki adet koç başlı mezar taşı tespit etmiştir 44 . Ben<br />

de, Hakkâri’de bulunmuş olan bir koç başlı mezar taşını Van<br />

müzesinde görmüştüm.<br />

Kazakistan’da koç; erlik, yiğitlik ve bağımsızlık damgası olarak<br />

bilinir. Eski zamanlarda Kazak askerlerinin dizlerinde,<br />

göğüslerindeki zırh parçalarında ve ellerindeki kalkanlarında<br />

koç damgası bulunurmuş. Bu anlayışı Kırgızistan’ın Talas<br />

kentindeki Manas bölgesinde bulunan Manas Destanı’nın<br />

• 40 Beyhan Karamağaralı, a. g. m., s. 19.<br />

• 41 Rasim Efendi, Kamennaya Plastika Azerbaydjana, Baku 1986.<br />

• 42 Nejat Diyarbekirli, Hun Sanatı, İstanbul, 1972, s. 94.<br />

• 43 Emel Esin, Türk Kültürü El-Kitabı, Cilt II, Kısım I-A, İstanbul 1972, s.<br />

50.<br />

• 44 Adnan Menderes Kaya, Hakkâri Tarihi Konuşan Bir Kent, Ankara<br />

2010, s. 410.<br />

Turkish community since Huns and this figure shows that an<br />

important person lie under the sod ( 42 ). Esin says about the<br />

topic that “ among the zoomorfic motifs sitting ram sculpture<br />

are seemed to be belong to Siwet-ulan and Gokturk<br />

compound in Mongolia. These sculptures are usually found<br />

in graveyards and its meaning can not be understood yet.<br />

Here we must remember the dragon potrait with ram head<br />

on grave Stone in Tabgac. In Siwet-ulan mode, a pair of ram<br />

suculpture was stood in Kul-Tigin kulliyesi which was located<br />

in the quad where the tablet is stood. These ram sculptures<br />

as a sign of Turkish graves was arranged in a row along<br />

the way where Turks migrated and passes the Mangıslak<br />

and reached to Anatolia ( 43 ).<br />

In my opinion, the last found grave stones with ram head is<br />

in Tunceli. Two of three are located in a graveyard in Ovacık<br />

built in 1955 and 1962 and the other one is located in a<br />

graveyard in city center built in 1965.<br />

One can encounter ram sculpture in many compounds<br />

eastern and southeastern part of Anatolia. For example, in<br />

a field study we conducted, we confirmedram head sculpture<br />

in Kars, Iğdır, van, Bitlis, Erzincan, Diyarbakır, Elazığ and<br />

Rize. Also, Kaya confirmed two grave Stones with ram head<br />

in Hakkari/yuksekova in 2007 ( 44 ). I saw one in Van Museum<br />

which was found in Hakkari.<br />

In Kazakhistan, ram symbolizes the courage, bravery and<br />

independency. In ancient times this figure took place on the<br />

knees of soldiers, on their breast armor and on the guard<br />

plate on their hands. I have discovered this tradition while<br />

ı was conducting a research at Manas tomb compound.<br />

There was ram head figure on manas’guard plate, arch and<br />

armor.<br />

People in Kazakhistan call ram as “kockar”. The head kockar<br />

is considered as blessed and uses to be protected from evil<br />

eye ( 45 ). İt is possible to see an example of this tradition in<br />

Istanbul/Zeytinburnu where Kazak origin immigrants from<br />

East Turkhistan settled. On th eother hand in black sea region<br />

in Turkey it is also known that ram head is used to be<br />

protected from evil eye. Even ı took a foto of a ram head on<br />

the enterance of a liner and a hotel which belongs to people<br />

from that region but settled in Istanbul.<br />

Radloff says in this article that “in Kazak Language they call<br />

ewe (female sheep) “koy”, ram “kockar”, ewe what give birth<br />

“Tu Koy”, male sheep “erkak koy” ( 46 ). Also indicates while<br />

• 42 Nejat Diyarbekirli, Hun Sanatı, İstanbul, 1972, s. 94.<br />

• 43 Emel Esin, Türk Kültürü El-Kitabı, Cilt II, Kısım I-A, İstanbul 1972, s.<br />

50.<br />

• 44 Adnan Menderes Kaya, Hakkâri Tarihi Konuşan Bir Kent, Ankara<br />

2010, s. 410.<br />

• 45 Karadeniz bölgemizde de aynı anlayış hâkimdir.<br />

• 46 Friedrich Wilhelm Radloff, a. g. e., s. 433.


kahramanının, yani Manas’ın türbesinin olduğu yerdeki<br />

araştırmam esnasında tespit ettim. Manas’ın kalkanında,<br />

yayında, kuşandığı zırhında hep koç başı damgaları vardır.<br />

Kazakistan halkı arasında koç’a koçkar derler. Koçkarın başı<br />

kutlu sayılır ve insanları kötülüklerden korumak için nazarlık<br />

olarak da kullanılır 45 . Bunun örneklerini Doğu Türkistan’dan<br />

göç ederek İstanbul’un Zeytinburnu ilçesine yerleşmiş Kazak<br />

Türklerinde de görmek mümkündür. Diğer yandan Karadeniz<br />

bölgesinde de koç başının nazarlık olarak kullanıldığı<br />

bilinmektedir. Hatta İstanbul’a yerleşen Karadenizlilerin<br />

sahibi olduğu bir yolcu gemisi ile otelin giriş kapısının üzerinde<br />

koç başlarını görmüş ve fotoğraflamıştım.<br />

Radloff da yapmış olduğu araştırmada “Kazakçada koyuna<br />

koy, koça koşkar, ana koyuna Tu koy (doğuran koyun), erkek<br />

koyuna erkak koy denir” 46 der. Ayrıca Altay Türklerinden<br />

bahsederken Teleüt Türklerini meydana getiren soylardan<br />

birinin “Koçkor-Mundus” olduğunu belirtir 47 . Bugün önemli<br />

bir kısmı Alevî inançlı olup da genel olarak, Türkiye’de Tunceli,<br />

Erzincan, Bingöl ve Muş illerinde yaşayan Hormeklerin<br />

ataları hakkında ise İbn Fazlan şu ifadeleri kullanır:<br />

“Türklerin diğer bir kısmına Kun (Hun) denir. Bunlar Nastur<br />

mezhebindendir. Kitay (Hitay) Hakanı’ndan korktukları ve<br />

meraları dar geldiği için Kitay ülkesinden ayrıldılar. Harzem-<br />

• 45 Karadeniz bölgemizde de aynı anlayış hâkimdir.<br />

• 46 Friedrich Wilhelm Radloff, a. g. e., s. 433.<br />

• 47 Friedrich Wilhelm Radloff, Sibirya’dan, Cilt I* (Çev. A. Temir), İstanbul<br />

1956, s. 217.<br />

talking about Altay Turks, Kockor-Mundus are on of the<br />

tribes that creates the Teleut Turks (46). Most of them believes<br />

in alevi doctrin are members of this community. They<br />

live in Tunceli, Erzincan, Bingöl and Mus. Ibn Fazlan says<br />

about the ancestors of Hormeks that “ It is called the other<br />

part of Turks Kun (Hun). These are followers of Nastur doctrin.<br />

They left Kitay country because of fear they felt about<br />

Kitay khan and because lack of enough forage. Harzemsah<br />

Ekinci b. Koçkar was a member of this community ( 47 ).<br />

Sesen gives this explanation in the footnote of the same<br />

page “According to Cuveyni, Ekinci b. Kockar was freedman<br />

of Sultan Sencer. Ibn el-Esir says he was the freedman of<br />

Berkiyaruk. Berkiyaruk was crowned in 1083. So this means,<br />

Ekinci became Harzemsah in 1096 or so.<br />

Togan also gives information about Kockar concept and belief<br />

coming from Altays to Anatolia. According to him “ the<br />

first Kastamonu Bey who conquered the Sudak and took<br />

over it from Mogolian in Kırım was Coban. There is a tomb<br />

belongs to Emir Beklemis bin Emir Taybuga bin Ilbasmis bin<br />

Kockar bin Ogulbek bin Besbek. This long name belongs to<br />

one person and his name simple is Besbek but in their tradition<br />

the name of the ancestors was cited. Here we can see<br />

that Ilbasmıs was one of the encestors of Besbek. Besbek<br />

and Ilbasmis were the names that can especially be encountered<br />

in Kipchak Turks ( 48 ).<br />

• 47 İbn Fazlan, Seyahatnâme (Haz. R. Şeşen), İstanbul, 1995, s. 101.<br />

• 48 Z. Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul, 1970, s. 319-<br />

320.<br />

Stamps in Turkish Culture<br />

279<br />

Türk Kültüründe Damgalar


Common Heritage<br />

280<br />

Ortak Miras<br />

şah Ekinci b. Koçkar (ölm. 491 h. = 1097 m. ) onlardandı” 48 .<br />

Şeşen ise aynı sayfada yazdığı dipnotta bu konuda şu açıklamayı<br />

yapar:<br />

“Ekinci b. Koçkar, Cüveynî’ye göre Sultan Sencer’in memlûkü<br />

(azadlısı) idi. İbn el-Esîr ise onun Berkiyâruk’un azadlılarından<br />

olduğunu söyler. Berkiyâruk 487 (1083 m.) yılında<br />

sultan olduğuna göre, Ekinci’nin Harzemşah olarak tâyini<br />

490 (1096) senelerine rastlamalıdır”.<br />

Koçkar kavramının ve inancının Altaylardan Anadolu’yu gelişi<br />

hakkında Togan da bilgi verir. Ona göre “Moğollardan<br />

önce Kırım’da Sudak’ı ilk defa fetheden Kastamonu beyi<br />

Çoban olduğu gibi Sinop’ta Emir Beklemiş bin Emir Taybuga<br />

bin İlbasmış bin Koçkar bin Oğulbek bin Beşbek’in H. 679<br />

(1280) senesine ait Türbesinin bulunduğunu da zikretmeliyim.<br />

Çünkü İlbasmış ve Beşbek, bilhassa Kıpçaklar arasında<br />

tesadüf edilen isimlerdir” 49 .<br />

Çay’ın Türk kültüründe keçi ve koyun hakkındaki geniş<br />

kapsamlı eserinde de “Koçkar, Türkistan’da dağ-teke veya<br />

yabanî erkek koyunlara verilen ad olup kişi adı olarak kullanılmıştır”<br />

ifadesinden sonra “Emir Koçkar, 417 yılında<br />

Memlûklar’ın Halep valisidir” 50 denilerek bir örnek verilmiştir.<br />

Alan araştırmalarım sırasında koç ile ilgili ilginç tespitlerden<br />

birisi kesilen koçun başıyla ilgiliydi. Kazakistan’da, kurban<br />

olarak koç kesilmişse koçun başını ancak baba parçalar ve<br />

çocuklarına dağıtır. Baba evde değilse, koç başı parçalanmadan<br />

haşlanmış olarak bekletilir. Öbür yandan, evde dede<br />

(ata baba) varsa, dede oğlundan ayrı bir evde oturuyor olsa<br />

da, koç başını parçalama hakkı dedenindir; ancak, dedenin<br />

izin vermesi durumunda oğlu koç başını parçalayabilir. Cenaze<br />

ya da toy’larda (çeşitli eğlence törenleri) koç kurban<br />

edilmişse koçun başını parçalama hakkı o cemaatteki en<br />

yaşlı ve saygıdeğer kişinindir. En yaşlı ve saygın insan koç<br />

başını parçaladıktan sonra koçun kulağını oradaki yaşça en<br />

küçüğe verir. Bunun anlamı “çok dinle az konuş” demektir.<br />

Daha sonra parçalanmış koç başından sırayla herkes bir<br />

parça alır ve böylece parçalama işlemi sona erer.<br />

Yukarıda belirtilen bütün seremoniler, işlemler ve bunların<br />

hiyerarşik düzenin belirleyici bir unsuru biçimine dönüşme<br />

hali, koç başının Türkler arasında nasıl önemli bir yere sahip<br />

olduğunu bize gösteriyor. Ancak, araştırmalarım esnasında,<br />

“Niçin başka hayvan değil de koç?” dediğimde, bu hususlarda<br />

doğrusu kimseden açıklayıcı ve doyurucu bir bilgi<br />

• 48 İbn Fazlan, Seyahatnâme (Haz. R. Şeşen), İstanbul, 1995, s. 101.<br />

• 49 Z. Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul, 1970, s. 319-<br />

320.<br />

• 50 Abdülhaluk Çay, Türk Milli Kültüründe Hayvan Motifleri -I- ( Koyun<br />

ve Keçi Etrafında Oluşan Gelenek), Ankara 1990, s. 120.<br />

In a far-reaching article about goat and sheep in Turkish<br />

culture written by Çay, it is said that “Kockar is the name<br />

given to wild goat or wild male sheeps, it was also given to<br />

people. The name of governor of Aleppo in Memluk times in<br />

417 was Emir Kockar is given as an example ( 49 ).<br />

During my field studies, one of the most interesting finding<br />

is about the head of a ram who is sacrificed. In Kazakhistan,<br />

if a ram is sacrificed, only the father of the family can chop<br />

it and give the pieces to their children for eating. İf the father<br />

is not at home, the head is boiled and waited for him. İf<br />

Grandfather lives with their children, to chop the head is the<br />

right of Grandfather. But by taking permission from grandpa,<br />

the son of him can chop it. In a funeral or a festival if a<br />

ram is sacrificed, to chop the head of it is the right of a man<br />

who is the oldest in the attendants. The oldest one gives the<br />

ears of ram to the youngest after chopping it which means<br />

“listen more, speak less” then every attendants takes a<br />

piece of it and the ceremony ends.<br />

All these ceremonies, activities and the system of hierarchy<br />

shows us how valueable the ram head is among Turks. But<br />

during my research ı could not find a satisfactory answer to<br />

why it is ram and not other animals. This may be explained<br />

as the stampt itself or the function of it or the information<br />

which is the main source of stampt are erased from the<br />

memory of the community. May be ı could not find the right<br />

person to take such kind of information. In fact, ı only can<br />

gather limited information about the topic. It is possible to<br />

list them up as; ram comes first when sacrificing an animal.<br />

Horse has a crucial and vital function for the people living in<br />

that region that is why it is not possible to sacrifice a horse<br />

frequently. In that region, it is hard to find goat and cows<br />

because of the nature of the region. All these information is<br />

about the sacrificing function of animals.<br />

Conclusion<br />

It may be said in the context explained above that: Cooperation<br />

between archeologists, art historians, sociologists,<br />

anthropologists and culture historians and the interdiciplinary<br />

manner in their Works about stampts and their explanations<br />

will provide a crucial contribution to the cultural<br />

history and the understanding of text which are created by<br />

the language of stampts<br />

In cultural researches, the traditional cultural factors should<br />

be examined first. Because one can see the most authentic<br />

form of a culture in it and also concealed in it. The main<br />

concern of our study which are carpets, rugs, graves, grave<br />

stones, some archeologic and etnografic cultural elements<br />

• 49 Abdülhaluk Çay, Türk Milli Kültüründe Hayvan Motifleri -I- ( Koyun<br />

ve Keçi Etrafında Oluşan Gelenek), Ankara 1990, s. 120.


alamadım. Bunun temel nedeni belki, damganın kendisinin,<br />

işlevlerinin ve ona kaynaklık eden bilgilerin zihinlerden silinip<br />

gitmiş olması ile açıklanabilir. Belki de ben, bir araştırmacı<br />

olarak bu hususta bilgi sahibi kimselere rastlayamamış<br />

olabilirim, bilemiyorum. Doğrusu, bu konuyla ilgili yaptığım<br />

alan çalışmasından toplayabildiğim bilgiler sınırlıdır. Bunları<br />

şöyle sıralamak mümkündür: Koç, ilk kesilecek kurbanlık<br />

hayvandır. At, bölge insanı için hayati öneme sahip<br />

olduğundan sık sık kurban edilmesi pek mümkün değildir.<br />

Bölgede keçi, inek gibi hayvanlar ise sayıca çok fazla bulunmamakta.<br />

Bütün bu bilgiler, daha çok, hayvanların kurban<br />

edilme işlevleri ile ilgilidir.<br />

Sonuç<br />

Yukarıda açıklanmaya çalışılan bağlam dâhilinde şunlar da<br />

söylenebilir: Arkeolog, sanat tarihçisi, sosyolog, antropolog<br />

ve kültür tarihçilerinin koç-koyun damgaları üzerine yapacağı<br />

çalışmalar ve açıklamalar, kültür tarihine ve dolayısıyla<br />

damgaların dilinin yarattığı “metinlerin” anlaşılmasına<br />

önemli katkılar sağlayacaktır.<br />

Kültür araştırmalarında geleneksel kültür unsurlarının en<br />

başta incelenmesi gerekir. Çünkü bir kültürün en otantik<br />

yapısı buralarda görülür ve buralarda gizlidir. Bizim araştırmamızın<br />

temel konusu olan, halı-kilim, mezar/mezar taşı,<br />

bazı arkeolojik ve etnografik kültür unsurları ve üzerlerindeki<br />

damgaların hiçbir ideolojik arka planı olmayan, önemli<br />

bir kısmı okuma yazma bilmeyen, hatta farklı dilleri konuşan<br />

ve çok büyük coğrafî farklılığa rağmen aynı damgaları<br />

ve kültür unsurlarını kullanmaları kültür araştırmacılarına<br />

önemli mesajlar vermektedir. Bu mesajı okumak ve anlamak<br />

için damgaların ortaya çıktığı Altaylar ile Moğolistan’ın<br />

damgalar ve kültür dünyasına girilmesi gerekir. Özellikle<br />

Türkiye’deki halı-kilimlerdeki damgaları, koç-koyun heykeli<br />

şeklindeki mezar taşlarını veya at başlı mezar taşlarını ya da<br />

insan üslubundaki mezar taşlarını yani balbalları anlamak<br />

mümkün değildir.<br />

Türkler, zaman zaman dillerini, alfabelerini, dinlerini, fizikî<br />

coğrafyalarını, devletlerini değiştirmişler, ancak damgalarını<br />

değiştirmemişlerdir. Fakat tarihî süreç içinde zamanla<br />

damgalarına yeni ilaveler yapmışlar. Mesela yeni aileler ve<br />

oymaklar meydan geldikçe, yeni damgalar da kullanılmaya<br />

başlanmıştır. Bu nedenle Türk tarihini ve sosyal coğrafyasını<br />

damgaları takip ederek öğrenmek ve yazmak mümkündür.<br />

and the stampts on them which have no ideological bacground,<br />

most of them are illiterate, even speaks different<br />

language and although being in a different region but use<br />

same stampts and cultural elements give important message<br />

to the researchers of dicipline. In order to understand<br />

these messages, one should go to Altays where the stampts<br />

come out first and enter the world of culture and stampts<br />

of Mongolia. It will also provide a good opportunity to understand<br />

the meaning of figures on carpets and rugs in Turkey,<br />

also grave stones shaped in ram, sheep statue or grave<br />

stones shaped in horse head, and the balbals.<br />

Turks, from time to time have changed their language, alphabet,<br />

religion, their geography (habitat), their state but<br />

not their stampts. In a historical process, they add some<br />

new stampts. For example, when new clans and families join<br />

to them, new stampts are begun to use. For this reason, it is<br />

possible to learn and write Turkish history by following the<br />

trace of stampts<br />

Stamps in Turkish Culture<br />

281<br />

Türk Kültüründe Damgalar


Pervin ERGUN<br />

Bilge Yapım<br />

En yaygın inanışlara göre evrenin yaratılışı<br />

anasır-ı erbaa adı verilen toprak, hava, ateş<br />

ve su ile başlar.<br />

According to old common beliefs, the creation of the universe<br />

begins with earth, air, fire and water called as ‘’anaasır-ı erbaa’’<br />

that means four elements.


Eski yaygın inanışlara göre evrenin yaratılışı anasır-ı erbaa adı verilen toprak, hava, ateş<br />

ve su ile başlar. İnsan hayatının vazgeçilmezleri olan bu dört unsurun insanların karakterini<br />

de etkilediğine inanılmaktadır. Bu nedenle her çağda ve her toplumda bu dört<br />

unsur hakkında pek çok algı oluşmuş ve bu algı pek çok anlatıya konu olmuştur.<br />

Geleneksel kültürde günlük hayatta ısınmak, yemek pişirmek, yaban hayvanlarından<br />

korunmak maksatlı kullanılmakla birlikte, Türk dünyasında ateş ve ocak ile ilgili çok geniş<br />

ve iç içe geçmiş kavramlar haritası oluşmuştur. 1 Genellikle dişi özellikleri ile öne çıkan<br />

ateş, közü, dumanı, rengi, külü ve çıkardığı sesler bağlamında mitolojik sembollere<br />

dönüşmüş; ona karşı yapılan her türlü saygısızlığın uğursuzluk getireceğine inanılmıştır.<br />

Mecusilikten çok uzak olan bu kutsallıklarda ateşe tapma değil, ocağa saygı gösterme<br />

esastır.<br />

• 1 Ocakla ilgili tanımlar için bkz. Kumartaşlıoğlu 2012:12-22.<br />

14 Ateş ve Ocak<br />

Fire and Hearth<br />

According to old common beliefs, the creation of the universe begins with earth, air, fire<br />

and water called as ‘’anaasır-ı erbaa’’ that means four elements. These four elements,<br />

which are indispensable for human life, are believed to have influenced people’s character.<br />

For this reason, there are so many perceptions about these four elements in every<br />

age and society, and this perception has subjected to many narratives.


Common Heritage<br />

284<br />

Ortak Miras<br />

Türkler eskiden ateşe “od” derlerdi. Daha sonra komşularından<br />

“ateş” sözünü de aldılar ve kullandılar. Türk dünyasında<br />

“od” sözünde, daha fazla mitik iz vardır. Arkaik temelli Saha<br />

Türkçesinde “aile ocağı, aile ateşi” karşılığında kullanılan ve<br />

“mukaddes ateş, sönmeyen alevli ateş” anlamına gelen “aal<br />

uot” (Pekarskiy 1959: 9), terimi de bu inancı yansıtmaktadır.<br />

Buradaki “aal” sözünün anlamı bugün net olarak bilinmemekle<br />

birlikte, Tanrı ile ilgili bütün kutsallıklarda kullanılmaktadır.<br />

Türk kültüründe ailenin sembolü ev, evin sembolü ateşin<br />

yakıldığı ocaktır. Ocak, soyu temsil eder. Türk kültüründe<br />

önemli bir yeri olan ve “kültürel çevreyi toplayan ve organize<br />

eden” 1 , baba ocağı veya ata ocağı diye kutsallaştırılan<br />

bu kurum, Türk dünyasında pek çok atasözü ve deyime konu<br />

olmuştur. Ocağın bozulması, dağılması; evliliğin, düzenin<br />

bozulması anlamına geldiği için ister göçebe çadırı olsun<br />

isterse yerleşik ev, aile ocağı ile ilgili pek çok alkış-kargış<br />

sözleri ve tabu geliştirilmiştir. “Ocağına baykuş tünemek,<br />

oduna ocağına su dökülmek, ocaklardan ırak eylemek, dokuz<br />

ocaklara kül dökmek, evi ocağı yıkılmak, isli ocak üstüne<br />

hasret kalmak, ocağı kör olmak, ocağı batmak, ocağı tütmemek,<br />

ocağı sönmek, ocağına incir dikilmek, ocağında kül<br />

elenmek, ocağı devrilmek” gibi kargışlar ailenin yok olması,<br />

neslinin kuruması anlamına gelirken; “ocağı şenlenmek,<br />

ocağı yeşermek, ocağı tütmek, ocağı odlu olmak, kazanı<br />

kaynamak vb.” alkışlar soyun devam etmesi anlamında kullanılmaktadır.<br />

“Ocağına kor düşmek” ise aileye bir acı gele-<br />

• 1 Lvova vd. 1. 2013:174.<br />

Besides, fire and hearth are used with intent to warm, cook<br />

and protect from the wild animals in daily life in traditional<br />

culture, there is a very wide and intertwined concept map<br />

about fire and hearth in the Turkish world. 1 Fire which usually<br />

distinguishes with its female features has been transformed<br />

into mythological symbols in the context of its<br />

cinder, smoke, color, ash and noise emitted by fire; it was<br />

believed that any kind of disrespect towards it would bring<br />

bad luck. In these sacrednesses which are far from being<br />

zoroastrianism, it is essential not to worship the fire but to<br />

show respect to the hearth.<br />

The Turks used to call fire as “od” in the past. Then they took<br />

the word “ateş” (fire) from their neighbors and used. In the<br />

Turkish world, there are more mythic marks in the word “od”.<br />

The term “aal uot” (Pekarskiy 1959: 9), which is used in the<br />

meaning of “hearth” in the archaic-based Saha Turkic and<br />

means “sacred fire, unbreakable flaming fire” reflects this<br />

belief. Although the meaning of “aal” in this sense is not<br />

clearly known today, it is used in all the sacredness about<br />

the God.<br />

In Turkish culture, the symbol of the family is the house, the<br />

symbol of the house is the hearth where fire burns. Hearth<br />

represents progeny. This institution, which has an important<br />

place in Turkish culture and “ collects and organizes the cultural<br />

environment” 2 , and also is sanctified as family home,<br />

has been the subject of many proverbs and sayings in the<br />

• 1 For definitions of ‘’ocak’’ also see, Kumartaşlıoğlu 2012:12-22.<br />

• 2 Lvova et al.. 1. 2013:174.


ceğine işaret görülmüştür. Kazak ve Kırgızlarda da ev, aile<br />

anlamında ocağın tütmesini ifade eden “tütün” kelimesi,<br />

evin ve ailenin devam ediyor oluşuna işarettir.<br />

Ocağın sadece bir evi değil; bütün yurdu temsil ettiği söyleyişler<br />

de vardır. Mehmet Akif Ersoy da İstiklal Marşı’nın ilk<br />

iki dizesinde ocağı bağımsızlık ateşinin tüttüğü yer olarak<br />

göstermiştir. Ayrıca, Dede Korkut boylarında 2 ve Şor destanı<br />

Kan Argo Ablalı Kan Pergen destanında 3 olduğu gibi kağanın<br />

ocağının selameti, devletin selametinin göstergesi olarak<br />

algılanmaktadır.<br />

Yaratılışın başında, ilk ailenin kuruluşunda ocağın fonksiyonu<br />

ve bu ocağın kuruluşunda Tanrı’nın rolü ile ilgili mitler,<br />

bazı arkaik destanlarda yer almakta ve bu mitlerle ilgili kuttörenler,<br />

bu gün için de geçiş dönemleri ile ilgili ritüellerde<br />

yer almaktadır. Her yeni kurulan aile için, her taşınılan evde<br />

az veya çok tekrar edilerek bugün için anlamı unutulmuş<br />

olsa da yaşatılmaya devam eden bu kuttörenlerde Tanrı ile<br />

iletişim kurmak, kut sağlamak ve ailede soyun devamlılığını<br />

sağlamak amaçlanmıştır. Geçiş dönemlerinde, dünyanın ve<br />

ilk insanın da yaratılış günü kabul edilen yeni gün/nevruzda<br />

ateş ve ocakla ilgili ritüeller yoğunluk kazanmaktadır. Kriz<br />

anlarında ise genellikle kadınlar ve kamlar tarafından yapılan<br />

bazı ritüellerde, ateş ve ocak işlevini yerine getirmektedir.<br />

Hayat şartlarının değişmesine paralel olarak ocak kültürünün<br />

zayıflamasına rağmen terimin canlı bir şekilde yaşıyor<br />

olması, Türk kültüründeki derin izlerinin göstergesidir.<br />

Türk dünyasında ateşi bulan ilk ata ya da ateşi veren Tanrı<br />

ile ilgili pek çok mit kaydedilmiştir. 4 Türk kültüründe ocağın<br />

koruyucu iyeleri ile ilgili çalışmalar da bulunmaktadır. 5 İnsanlar<br />

gibi komşuluk ilişkileri sürdüren, birbirlerini ziyarete<br />

giden, evdekilerin kendilerine davranışlarını eleştirip zarar<br />

vermesinden korkulan bu iyelere saygı gösterilmektedir.<br />

Türk kültüründe ilk ocak ile ilgili mitler, ilk ailenin kuruluşu<br />

bağlamında gelişmiştir. Anohin tarafından Altaylardan derlenen<br />

bir mitte Tanrı Ülgen’in ilk ocağı dikerek ve yakarak<br />

verdiği, bir tazim duasında şöyle nakledilmektedir:<br />

“Üç ateşini yakıp veren!<br />

• 2 “Kazan Beyin dünlüğü altın ban evlerini biz yıkmışız” (DK, 40-4);<br />

“Dünlüğü altın ban evimin kabzası oğul” (52-7, 119-1, 163-5); “Mere Şökli<br />

Melik, dünlüğü altın ban evlerimi getirip durursun, sana gölge olsun”<br />

(57-9, 118-5, 166-13); “Mere Kazan! Dünlüğü altın ban evini getirmişiz,<br />

bizimdir!” (58-5); “Bay Börü Beyin dünlüğü altın ban evine şiven (yas)<br />

girdi.” (91-10); “Dünlüğü altın ban evine babamın şiven girmiş” (97-5)’den<br />

Ögel 1984: 298.<br />

• 3 “Asırlardır nesiller arasında süren düşmanlıktan dolayı ben … Gümüş<br />

Kan’ın taş ocağını yıktım; deniz külünü savurdum. Yaşanır obasını yatırdım,<br />

küçük obayı gürüldettim. Ocağını yıktım; kazanını ters çevirdim (Dırenkova<br />

1940: 89’dan Lvova vd. I. 2013:171).<br />

• 4 Örn. Satı Kumartaşlıoğlu, Türk Kültüründe Ateş ve Ocak Kültü,<br />

Balıkesir Ün. Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi,<br />

Balıkesir 2012; Emel Esin Türk Kozmolojisi, İstanbul: 1979; İbrahim Dilek,<br />

Sibirya Türklerinde Ateşle ilgili İnançlar, Törenler ve Bazı Efsaneler, BİLİG,<br />

Güz 2007, sayı:43, s.33-54 vs.<br />

• 5 Bkz. Kumartaşlıoğlu age; Dilek age.<br />

Turkish world. Because the breaking up the hearth means<br />

breakdown of marriage and family, there are so applauses -<br />

imprecations and taboos about family, hearth whether it’s a<br />

nomad tent or a built-up house.<br />

While imprecations such as “Ocağına baykuş tünemek,<br />

oduna ocağına su dökülmek, ocaklardan ırak eylemek,<br />

dokuz ocaklara kül dökmek, evi ocağı yıkılmak, isli ocak<br />

üstüne hasret kalmak, ocağı kör olmak, ocağı batmak, ocağı<br />

tütmemek, ocağı sönmek, ocağına incir dikilmek, ocağında<br />

kül elenmek, ocağı devrilmek” all means extinction<br />

of family and birth; applauses such as “ocağı şenlenmek,<br />

ocağı yeşermek, ocağı tütmek, ocağı odlu olmak, kazanı<br />

kaynamak etc.” means continuation of the lineage. “Ocağına<br />

kor düşmek” means that a family experiences a very bad<br />

situation. In Kazakhs and Kyrgyzs, the word “tütün”, which<br />

expresses the continuation of bloodline, family and hearth.<br />

The hearth is not just a house; there are also some statements<br />

that it expresses all the country. Mehmet Akif Ersoy<br />

also showed the hearth as the place where the the fight for<br />

independence started in the first two strokes of the Turkish<br />

National Anthem. Addition to this; as in the clan of Dede<br />

Korkut 3 and Şor Epic Kan Argo Ablalı Kan Pergen Epic 4 , the<br />

peace of hearth and hkan is is perceived as a demonstration<br />

of the peace of the state.<br />

The myths about the function of the hearth at the beginning<br />

of creation and in the foundation of the first family and<br />

the role of God in in the foundation of this hearth take part<br />

in some archaic legends, and also the sacraments about<br />

these myths take part in the rituals related to the transitional<br />

periods for these days. It is intended to communicate<br />

with God, bring happiness and maintain the descent of the<br />

family in these sanctuaries, which are kept alive by repeating<br />

more or less in every places and each newly-formed<br />

family;eventhough its meaning has been forgotten today.<br />

During the transition periods, the rituals about the fire and<br />

the hearth gain intensity in the new day / nevruz which is<br />

accepted as the day of creation of the world and the first<br />

man. In the moments of crisis, the fire and hearth function<br />

in some rituals which are usually made by women and shamans.<br />

Although the hearth culture has weakened in parallel<br />

with the changes in the living conditions, the fact that the<br />

• 3 “Kazan Beyin dünlüğü altın ban evlerini biz yıkmışız” (DK, 40-4);<br />

“Dünlüğü altın ban evimin kabzası oğul” (52-7, 119-1, 163-5); “Mere Şökli<br />

Melik, dünlüğü altın ban evlerimi getirip durursun, sana gölge olsun”<br />

(57-9, 118-5, 166-13); “Mere Kazan! Dünlüğü altın ban evini getirmişiz,<br />

bizimdir!” (58-5); “Bay Börü Beyin dünlüğü altın ban evine şiven (yas)<br />

girdi.” (91-10); “Dünlüğü altın ban evine babamın şiven girmiş” (97-5) by<br />

Ögel 1984: 298.<br />

• 4 “Asırlardır nesiller arasında süren düşmanlıktan dolayı ben … Gümüş<br />

Kan’ın taş ocağını yıktım; deniz külünü savurdum. Yaşanır obasını yatırdım,<br />

küçük obayı gürüldettim. Ocağını yıktım; kazanını ters çevirdim (Dırenkova<br />

1940: 89 by Lvova et.al. I. 2013:171).<br />

Fire and Hearth<br />

285<br />

Ateş ve Ocak


Common Heritage<br />

286<br />

Ortak Miras<br />

Üç ocağını dikip veren!<br />

Atam Ülgen!”(Ögel 2002 II: 513 )<br />

“Üç duvarlı ocak”, “üç taşlı ocak”, çok eski bir ocak türüdür<br />

ve “Tanrı Ülgen ocağın üç ayağını dikerek, birleştirerek, yakarak<br />

ilk insanlara vermiştir.” (Ögel 2002 II: 513-514) Tanrı’nın<br />

ateşi, baba ocağından getirerek yakan güveye, ocağı<br />

da geline verdiği Türk dünyasında genel kabuldür. 6 . Yeni evliler<br />

ile ilgili “üç ocak” adı verilen, çok eski Türk geleneğine<br />

göre “tam yuvarlak, top şeklinde, topraktan yapılmış, içleri<br />

oyulmuş üç kap, fırının altına yerleştirilmektedir. Bu üç yuvarlak<br />

kaba, “ocak” adı verilmektedir. Her kabın içine, kırmızı<br />

ve beyaz kurdelelerle süslenmiş bir söğüt dalı ile tereyağı<br />

konmaktadır. Bu üç kap veya ocak, yalnızca evlenme ve kurban<br />

törenlerinde kullanılmakta, diğer zamanlarda sobanın<br />

arkasında durmaktadır. Bunlar, “üç taşlı” en eski ocakların<br />

bir sembolü ve hatırası olarak (Dırenkova 1927’den Ögel<br />

2002 II: 513) yaşatılmaktadır. Türkiye’de kına/gelin okşama<br />

türkülerinde benzer mitolojik izler yaşatılmaktadır:<br />

“Çattılar üçler/çatma taşını.<br />

Kurdular düğün aşını…” veya<br />

“Çatması çatal üleşli<br />

Üç ocağı dokuz taşlı” 7<br />

Tanrı tarafından, ilk ailenin yuvası kurulurken verildiğine<br />

inanılan ocağın fonksiyonu yaratılış destanlarında daha<br />

açık bir şekilde görülmektedir. Sahaların en arkaik kolu olan<br />

Dolganlardan derlenen Er Soğotoh destanı, Türk ailesi için<br />

ocağın anlamına dair oldukça arkaik bir mit barındırmaktadır.<br />

Destanın daha başında belirtildiği üzere destan kahramanlarının<br />

ilk insanlar oldukları ve kendi köklerini bilmedikleri<br />

belirtilmektedir. (Efremov 1984: 79’dan Emelyanov<br />

1990: 50) Onların ocakla ilgili mitik bağlantısının temelinde<br />

çocuksuzluk yatmaktadır. Çocukları olmayan bu ihtiyar karı<br />

koca, iyelerden çocuk istemeye karar verirler. Yaşlı kadın,<br />

çocuğu gök tanrıları ayıılardan 8 isterken, ihtiyar adam yer<br />

iyesinden istemek için deniz kıyısındaki kayaya dua eder.<br />

Üçüncü gün denizden abaahı 9 çıkar ve ihtiyar adamı “bilmediği<br />

bir şeyi” kendisine vermeye zorlar. İhtiyar adam da<br />

söz verir. İhtiyar adam evine geri döndüğünde eşinin kucağında<br />

o güne kadar görmediği bir şeyle karşılaşır. Yaşlı<br />

kadının kucağında bir kızla bir erkek çocuk vardır. İhtiyar<br />

adam, abaahıya verdiği sözü hatırlar; karısına söyler. Yaşlı<br />

kadın, kocasının Tanrı’dan başka bir yerden-abaahıdan<br />

çocuk dileğinde bulunduğunu öğrenince ona çok kızar:<br />

• 6 Bazı derlemelerde tersi de söylenmektedir. Zıtlıkların olması mitik<br />

tasavvurun katmanlarının göstergesidir.<br />

• 7 http://www.turkcemuzik.com/sarki/S%C3%B6z/49410/Asiye-<br />

Karap%C4%B1nar_%C4%B0%C5%9Fte-Geldim-Gidiyorum.html. (E. Tarihi:<br />

24.03.2016)<br />

• 8 Saha Mitolojisine göre Tanrı mekânında yaşayan iyi ruhlar. Yalnızca<br />

kansız kurban sunulan ayıılara, yağ, yoğurt, yemek ve bulamaç ya<br />

doğrudan ya da ateş vasıtasıyla gönderilir.<br />

• 9 Saha mitolojisine göre kötü ruhlar<br />

term lives in vivid is an indication of the deep traces of Turkish<br />

culture.<br />

Many myths about the first ancestor who found fire in the<br />

Turkish world or God who gives fire have been recorded. 5<br />

There are also studies on protective spirits of the hearth in<br />

Turkish culture. 6 People respect to these protective spirits<br />

who continue neighbourhood relations like other people,<br />

visit each other, people are afraid of that they will criticize<br />

and harm their behavior.<br />

Myths about the first hearth in Turkish culture have developed<br />

in the context of the foundation of the first family. In<br />

a prayer said by God Ulgen by builting and firing the first<br />

hearth, a myth compiled by Anohin from the Altays is told<br />

like that:<br />

“Üç ateşini yakıp veren!<br />

Üç ocağını dikip veren!<br />

Atam Ülgen!”(Ögel 2002 II: 513 ) My God Ulgen!<br />

“Three-walled stove”, “three-stoned stove” is a very old<br />

type of stove and “God Ulgen has given it to the first people<br />

by erecting, combining and burning the three legs of the<br />

stove.” (Ögel 2002 II: 513-514) It is accepted in the Turkish<br />

world that the fire of God is given to the groom by bringing<br />

from the family home and the stove is given to the bride. 7 .<br />

According to the very old Turkish tradition about newlyweds,<br />

‘’three pots full round, ball shaped, made of clay,<br />

carved called as ‘’üç ocak’’ in türkish are placed under the<br />

stove. These three round pots are called as “ocak” meaning<br />

‘’hearth’’. Butter and willow tree’s bough decorated with red<br />

and white ribbons are put in each pots.<br />

These three pots or stoves are used only in marriage and<br />

sacrifice ceremonies, and at other times they stand behind<br />

the heater. They are kept alive as a symbol of the oldest<br />

stove with ‘’three stones’’ (Ören 2002 II: 513 from Dirrenkova<br />

1927). In Turkey, similar mythological traces are experienced<br />

in the henna / bride ballads in Turkey:<br />

“Çattılar üçler/çatma taşını.<br />

Kurdular düğün aşını…” veya<br />

“Çatması çatal üleşli<br />

Üç ocağı dokuz taşlı” 8<br />

• 5 Ex. Satı Kumartaşlıoğlu, Türk Kültüründe Ateş ve Ocak Kültü,<br />

Balıkesir Ün. Sosyal Bilimler Enstitüsü Unpublished PhD Thesis, Balıkesir<br />

2012; Emel Esin Türk Kozmolojisi, İstanbul: 1979; İbrahim Dilek, Sibirya<br />

Türklerinde Ateşle ilgili İnançlar, Törenler ve Bazı Efsaneler, BİLİG, Güz<br />

2007, nbr:43, p.33-54 etc.<br />

• 6 Also see, Kumartaşlıoğlu idib.; Dilek idib.<br />

• 7 In some collations, the opposite is also said. The presence of<br />

contrasts is an indication of layers of mythical imagination.<br />

• 8 http://www.turkcemuzik.com/sarki/S%C3%B6z/49410/Asiye-<br />

Karap%C4%B1nar_%C4%B0%C5%9Fte-Geldim-Gidiyorum.html. (Date<br />

accessed: 24.03.2016)


“Çocuklar giderse Orta Ülkenin/Dünyanın merkez direğini<br />

tutacak kimse olmayacak” deyip üzülür. Emelyanov’un naklettiği<br />

üzere bu sözün anlamı Saha Türkçesinde “direği saplamak”<br />

anlamında kullanılan tohoğo annar deyimi ile ifade<br />

edilmektedir ve “bir bölgeyi yaşanır hâle getirmek, bir yeri<br />

mesken edinmek” demektir. Türkçede bugün için argoya<br />

dönüşmüş olarak yaşayan “dünyaya kazık çakmak” deyimi<br />

de aynı anlam dairesinden gelişmiştir. Emelyanov’un da belirttiği<br />

üzere “burada kastedilen muhtemelen Orta Ülkenin/<br />

Dünyanın merkez direğidir. Merkez direk, insan uygarlığının<br />

simgesidir. Onun yeni kuşaklara aktarılması, insanların onu<br />

koruyup yaşatması ihtiyar karı-kocanın esas kaygısıdır. Onlar<br />

sadece kendi köklerini devam ettirmek için değil, aynı<br />

zamanda Orta Dünya’nın kaderi için de endişe duymuşlardır.”<br />

(Emelyanov 1990: 50)<br />

Kadın, bu endişe içinde üzülüp ağlayıp uykuya dalınca rüyasında<br />

yanına Tanrı’nın elçisi bir at gelir ve gözyaşlarının<br />

nedenini sorar. İhtiyarları bekleyen akıbeti yaşlı kadından<br />

dinleyen at, ocağın altında derin kuyu kazıp çocukları oraya<br />

saklamalarını tavsiye eder.<br />

Rüya-ocak-dirilme motifi, Manas destanında da mevcuttur.<br />

Kocasının ölümünden sonra Kanıkey’in rüyasında ocağından<br />

bir kavak gövermesi; bunun göğe kadar yükselmesi;<br />

Manas’ın anne-babasının da bu kavağa tırmanarak göğe<br />

çıkmaları sonunda Manas’ın yeniden canlanması söz konusudur.<br />

(Ögel 1989: 514) Şeyh Edebali’nin göğsünden çıkan<br />

Ay, bu Ay’ın Osmangazi’nin göğsüne girmesi ve aynı yerden<br />

The function of the ‘’ocak (family)’’that is believed to have<br />

been given by God in the first day of the family, appears<br />

more clearly in the epics of creation. The Er Soğotoh legend,<br />

which is collected from Dolgan, the most archaic<br />

branch of Saha Turkic, has a very archaic myth about the<br />

meaning of ’ocak (hearth) for the Turkish family. It is stated<br />

at the bottom of the epic that the epic heroes are the first<br />

people and do not know their own roots. (Efremov 1984:<br />

79 by Emelyanov 1990: 50)Their mythical connection to<br />

the hearth lies at the bottom of childlessness. This elderly<br />

husband and wife, who have no children, decide to want<br />

children from the protective spirits. The old woman prays to<br />

the Sky God to ask the child from Eudemon 9 , while the old<br />

man prays for the rock found in the seashore. On the third<br />

day, Demon 10 comes out of the sea and forces the old man<br />

to give himself “something he does not know”.The old man<br />

promises. When the old man returns to his house, he comes<br />

across something in his wife’s lap that he has not seen until<br />

that day. There ara a girl and a boy in the old lady’s lap.<br />

The old man remembers the promise he gave to Demon; he<br />

tells to his wife. The old woman is very angry with him when<br />

she learns that her husband ask for a child from Demon, not<br />

form the God: she is upset and says whether the children go<br />

away, ‘’there is no one to hold the centerpiece of the world.’’<br />

As Emelyanov conveys, this sentence that is expressed with<br />

‘’tohogo annar’’ statement used in the meaning of ‘’stake’’,<br />

• 9 According to mythology, good spirits living in God’s place. Oil,<br />

yogurt, food and slurry is either sent directly or via fire only to the bears<br />

that the bloodless sacrifice offered to.<br />

• 10 According to mythology of the Sahas, bad spirits.<br />

Fire and Hearth<br />

287<br />

Ateş ve Ocak


Common Heritage<br />

288<br />

Ortak Miras<br />

cihanı kaplayan ağaç çıkması ile aşağıda da ele alınacağı<br />

üzere motifin rüya-göğüs-ocak bağlamında yakın dönemlerdeki<br />

izi sürülebilir.<br />

Dolgan destanında ihtiyarlar, atın tavsiyesine uyarak çocukları<br />

ocağın altına kazdıkları kuyuda saklarlar. Saha ağzında<br />

“göm”mek fiilinden gelen “kömülök” 10 sözcüğünün ocak<br />

için bugün de kullanılması mitolojik hafızayı doğrulamaktadır.<br />

Bu arada kendileri gibi gözle görünmez yardımcıları<br />

olan abaahı üöreler, çocukları almaya gelirler. Fakat ateşe<br />

bakamadıkları için ocağın altında saklanmış olan çocukları<br />

bulamazlar. Bunun üzerine abaahı üöreler, kendilerini<br />

aldattıkları için ihtiyarları cezalandırıp yerler. Daha sonra<br />

çocukları tekrar aramaya koyulurlar, bulamayınca da çekip<br />

giderler. (Emelyanov 1990: 50)<br />

Abaahılardan çocukları koruyan ocağın fonksiyonu bununla<br />

bitmez. Ayıı bahadırının kahramanlıklarının anlatıldığı bölümde<br />

tekrar ortaya çıkar. Çocukların kuyudan çıkmaları ile<br />

başlayan bu bölümde erkek kardeş, kız kardeşine yaratıcıları<br />

olan Ürüng Ayıı Toyon’dan ve diğer tanrılardan yardım<br />

istemezlerse öleceklerini söyler. Kuyudaki erkek kardeş, sırt<br />

üstü yatarak yüzünü göklere çevirir ve ezgiyle şu duayı okur:<br />

“Yaratan (beni) Ürüng Ayıı, ölüm günüm yaklaşmakta. Öleceğim<br />

gün gözlerimin önüne geldi. Eski çağlarda, annem<br />

babam varken, Ulu Ürüng Ayıı Toyon 11 babamın, gürleyip<br />

• 10 KK: Y. Aleksey’den, (68 yaşında) 22.06.2016 tarihinde Yakutsk’ta<br />

derlenmiştir.<br />

• 11 Saha mitolojisine göre dünyayı, insanı, hayvanları, bitkileri yaratan,<br />

means “to bring a place to live, to live a place” in Saha Turkic.The<br />

idiom such as “ live to a ripe old age “ which has been<br />

transformed into a slang for today in Turkish has evolved<br />

from the same meaning. As Emelyanov notes, “what is<br />

meant here is probably the central pole of the Middle East<br />

/ World. The center pole is the symbol of human civilization.<br />

The its transfer to the new generations, protecting and<br />

keeping it alive are the main concerns of the old husband<br />

and wife. They were not only concerned with maintaining<br />

their roots, but also with the fate of Middle-earth. “(Emelyanov<br />

1990: 50)<br />

After the woman falls asleep by weeping with such an anxiety,<br />

a horse that is the envoy of the God cames to her in<br />

her dream and asks her tears. The horse listens what is the<br />

expected conclusion for the olds and recommends her that<br />

she should dig a very deep hole under the stove and hide<br />

the children in it.<br />

The motif of dream, hearth and resurrection are also available<br />

in the Manas epic.After the death of her husband, Kanikey<br />

sees a poplar tree in her dream; it rises up to the sky;<br />

after Manas’s parents also climb into this tree, they arrive<br />

to the top and then Manas resuscitates. (Ögel 1989: 514)<br />

As can be seen below, this motif can be traced in the context<br />

of dream, hearth and resurrection in recent times with<br />

the moon that emerged from Sheikh Edebali’s chest, this<br />

moon’s entering in Osmangazi’s chest, and emerging of the<br />

tree that covers the world from the same place.


çınlayan duuk 12 melez ağacının var olduğunu söylerlerdi.<br />

Son günümde şarkı ağıt söyledim. Eğer Orta Dünya’nın merkez<br />

direğini korumak için kader tarafından yaratıldıysam,<br />

Ürüng Ayıı’nın gürleyen, çınlayan duuk-melez ağacı gürle!<br />

Kelamımı Tanrı’ya götüren elçim ol!”. (Emelyanov, 1990: 51)<br />

Yakarışlardan sonra üçüncü gün kuyuya güneş ışığı, yani<br />

ayıı ışığı düşer. Tanrı’nın elçisi olan mucizevî at, kardeşlerin<br />

ocağın altındaki kuyudan çıkmalarına yardım eder ve onlara<br />

anne babalarından kalan bütün eşyayı toplayıp aldıktan<br />

sonra üzerine binmelerini söyler. Kardeşler anne babalarından<br />

miras kalan balta, çakmak ve çakmak taşını yanlarına<br />

alırlar. Balta, çakmak ve çakmak taşı, atın verdiği akıl doğrultusunda<br />

kullanılarak kardeşlerin abahılardan korunmasına<br />

yardımcı olur. 13 Çakmak, çakmak taşı ve balta Türk dünyasında<br />

bugün de ocakla ilgili kuttören objeleridir. Ocakta<br />

saçı olarak özellikle at kılı yakılması, Tanrı’nın elçisi at ile<br />

evin ocağı ikilisini bir araya getirmektedir. Ayrıca bunlarla<br />

bağlantılı olarak verilen hayvan zenginliğinin şükran nişanesi<br />

olarak aile ocağına yağ ve yağlı çörek saçılmaktadır.<br />

Er Soğotoh, kendisi de abaahılardan kurtardığı bahadır kızla<br />

evlenirken kutsal ocağını kurar. Bu motif, aynı destanın Yakut<br />

varyantı Er Soğotoh Elley Bootur’da da ayrıntılı bir şekilde<br />

işlenmektedir. (Emelyanov 1990: 69-70)<br />

İhtiyar karı kocanın çocuğu olarak doğup ocak altında saklanma<br />

motifine bir başka örnek Şor, Kartıga Pergen destanında<br />

rastlanmaktadır. Doğumdan hemen sonra, altı nesildir<br />

ailenin ocağında olan altı kulaklı dökme kazanın altındaki ot<br />

yığını büyüklüğündeki küllerin altına girip tamamen görünmez<br />

olan destan kahramanı, altı yıl sonra bulunduğu yerden<br />

çıkar; hemen ayağa kalkar. Altın dağın zirvesinden gelen<br />

altın kürk ve ala kamıştan asası olan ihtiyar adam, altın<br />

bardaktaki yemekten bir yudum alıp güneşe ve aya doğru<br />

dönüp bağırarak çocuğa ad verir: “Altın Kan babalı olacaksın!<br />

Annen senin Altın Köök! Altı yıl boyunca külde yattın,<br />

altı yıl boyunca kül yedin! Babanın yemeğinden tatmadın,<br />

annenin sütünden içmedin. Yukarıda bulunan Yüce Kuday<br />

seni yarattı, yemek yemeyip su içmeyesin diye. Altı yıl külle<br />

beslenip, büyümüş, altmış arşın boyunda açık renkli atı<br />

olan Ölümsüz Kartıga Pergen olsun adın, dedi. (Dırenkova<br />

1940: 13’ten Lvova vd. 1. 2013:173) Kül-çocuk arasındaki bu<br />

yakın ilgi, Göktürk kitabelerinde kültürel kahraman olarak<br />

yer alan Kültigin adında gizlidir. Aynı isim bütün Türk dünyasında<br />

yaygındır ve Anadolu’da da Gültekin şeklinde yaşamaktadır.<br />

koruyan Tanrı.<br />

• 12 Duuk Mas: Aar Kuduk Mas, Aal Luuk Mas, Aar Luuk Mas, Aal Duup<br />

Mas, Aal Kudulu Mas da denilen ve bugün hayat ağacı olarak bilinen bu<br />

ağaçta ıduk yer sub iyesinin yaşadığına inanılmaktadır Bkz. Ergun 2004;<br />

Ergun 2005).<br />

• 13 Yere atılan çakmak ateşe, çakmak taşı büyük bir dağa, balta sahili<br />

kaygan ve kayalıklı uçsuz bucaksız denize dönüşür.<br />

In the Dolgan epic, the elders obey the advice of the horse<br />

and hide their children in the hole where they dug under the<br />

stove. The word “kömülök”, 11 which comes from the verb of<br />

“bury” in Saha Turkic and is used for the word ‘’ocak’’, confirms<br />

mythological memory today. In the meantime, ‘’abaahı<br />

üöre’’ (demons) who have invisible helpers like themselves<br />

come to take the children. But because they can not look at<br />

the fire, they can not find the children that are hiding under<br />

the fire. Thereupon, ‘’abaahı üöre’’ (demons) punish the elders<br />

and eat them because they have deceived themselves.<br />

Then they go to look for the children again, and when they<br />

can not find them, they go away. (Emelyanov 1990: 50)<br />

The function of the ‘’ocak’’ (fire) protecting the children<br />

from Demons does not end with it. It reappears in the section<br />

where the heroism of Ayıı Bahadır is told. In this section,<br />

which begins with the children coming out of the hole, the<br />

brother tells his sister that they will die if they do not want<br />

help from the Ürüng Ayıı Toyon and other Gods, the creator<br />

of them. The brother,lying on his back in the hole, turns his<br />

face into heavens, and tells the prayer with melody:<br />

‘’The God Ürüng Ayıı of me, the moment of death is approaching.<br />

The day I was going to die, swam before my eyes.<br />

In the olden days, when my parents were there, Ulu Ürüng<br />

Ayıı Toyon 12 says thatmy father has duuk 13 (tree of life). On<br />

my last day I sing song and lament. If I were created by destiny<br />

to preserve the central pillar of middle-earth, the duuk<br />

(tree of life) of ’the Holy Ürüng Ayıı please roars! Be my envoy<br />

that bring my words to the God! (Emelyanov, 1990: 51)<br />

On the third day after the prayers, the sun shines throw to<br />

the hole, that is to say, the light of god throws. The miraculous<br />

horse, envoy of the God, helps the children to get out<br />

of the hole under the stove and says that they get on him<br />

after they pick up all the remains of their parent.<br />

The children take along axes, lighters and tinderboxes that<br />

are inherited from their parents. The ax, lighter and tinderbox<br />

help to protect the siblings from the Demons by using in<br />

the line with the advice of the horse. 14 The lighter, tinderbox<br />

and ax are still rituel objects related with ‘’ocak’’ in the Turkish<br />

world today.<br />

The burning of especially horse’s hair brings together the<br />

horse envoy of God with the fire of the house. In addition,<br />

• 11 KK: compiled from Y. Aleksey(68 years old) in Yakutsk on<br />

22.06.2016.<br />

• 12 According to mythology of the Sahas; it is the God creating and<br />

protecting the world, human, animals and plants.<br />

• 13 Duuk Mas: also called as Aar Kuduk Mas, Aal Luuk Mas, Aar Luuk<br />

Mas, Aal Duup Mas, Aal Kudulu It is believed that in this tree, known as the<br />

tree of life today, is the place where Idık Yer Sub protective spirits lives. Also<br />

see, Ergun 2004; Ergun 2005).<br />

• 14 The lighter thrown the ground turns into the fire, tinderbox turns<br />

into a huge mountain, Balta beach turns into a slippery and craggy vast<br />

sea.<br />

Fire and Hearth<br />

289<br />

Ateş ve Ocak


Common Heritage<br />

290<br />

Ortak Miras<br />

Türk mitik tasavvurunda ocak, Tanrı’nın yeryüzündeki simgelerinden<br />

biri kabul edilmektedir. Yeryüzü, gökyüzü ve<br />

insanı birleştiren ocak ateşi, Tanrı kutu taşıyan bir merkez<br />

direk vazifesi görmektedir. Ocağın taşlarının sağlamlığı,<br />

“kozmik” ve aile ile birlikte kullanıldığı diğer “sosyal yapıların,<br />

yıkılmazlığının simgesi” olarak kabul edilmektedir. Bu yıkılmazlık<br />

simgesi, Altay arkaik şiirlerinde “bütünlük ve düzen<br />

dengesinin göstergesi” olarak dört direk/ayakla da sembolize<br />

edilmiştir. (Toporov 1982.629-631’den Lvova vd. 2013<br />

I.163-164): “Dört göbekli ateş ana”, “Dört köşeli taş sacayağı”.<br />

(Dırenkova 192’den Lvova vd. 2013:163) Ocağın merkezî<br />

temel direk oluşu ve gökle bağlantısı, “yerle bir göbekli,<br />

mavi gökle bir dilli” (Dırenkova 192’den Lvova vd. 2013:163)<br />

sıfatıyla ifade edilmiştir.<br />

Dolgan, Saha, Kırgız ve Şor destanlarındaki ocak ve ateş ile<br />

ilgili mitik ayrıntılar, bugün Türk dünyasında pek çok kuttören<br />

ve inancın kaynağı niteliğindedir. Destanlarda da görüldüğü<br />

üzere mikro evren olarak nitelendirilen evin merkezinde<br />

yer alan ocak, geleneksel inanç sistemiyle uyumlu bir<br />

şekilde, üç âlemi birleştiren hayat ağacı ve at direği/serge<br />

gibi Tanrı mekânına ulaşan merkezî temel direği sembolize<br />

etmektedir. Kuttörenlerde ocak-baca-tünüğün bu fonksiyonu<br />

daha net bir şekilde görülebilmektedir. Onun hayat<br />

ağacı gibi Tanrı’ya ulaşma yolu fonksiyonu, düğünde dokuz<br />

kayın ağacı fidanının daire şeklinde, kökleriyle toprağa dikilip<br />

tepelerinden baca şeklinde bağlanan “oda/otağda ilk<br />

ocaklarını yakan yeni evlilerde (Lvova vd. 1. 2013: 73-74),<br />

dokuz katlı çentik atılıp tepe yaprakları bırakılarak ocağın<br />

içine yerleştirilen, tepesi evin tünük/bacasından dışarı çıkarılan<br />

formuyla veya yukarıda verildiği üzere üç ocağa konan<br />

söğüt dallarıyla açık bir şekilde temsil edilmektedir.<br />

Destanlarda da görüldüğü üzere ocak, duaların Tanrı’ya<br />

ulaştığı, Tanrı tarafından kabul edildiği, Tanrı’nın elçisinin<br />

gönderildiği, Tanrı tarafından nur/ışık indiği bir yerdir. Geleneksel<br />

evlerde ocakta kurulu kazana bacadan güneş ve<br />

ay ışığı yansıması da bu yüzden kut göstergesi olarak algılanmaktadır.<br />

Göktürk döneminde bacalara tünlük denmesi ve bunların<br />

“göğe açılan pencere” şeklinde tanımlanıyor olması (Ögel<br />

1984: 296), Kaşgarlı Mahmud’un DLT’te belirttiği “tünlük<br />

tuğları” (Ögel 1984: 297-298), Dede Korkut Kitabı’nda hâkimiyet<br />

ve kut sembolü olarak sıkça “dünlüğü altın ban ev”<br />

kullanılması (Ergin 1994); Yalgın’ın Güney Doğu Anadolu<br />

Türkmenlerinin toprak damlı evlerinin bacalarında gördüğü<br />

sığır kuyruğu ile yapılmış tuğları (Ögel 1984: 299) 14 , bizim<br />

1990’lı yıllarda, Muğla-Milas-Çomakdağ köylerinde eski<br />

evlerin bacalarında tespit ettiğimiz taştan yontma kartal<br />

heykelleri, mitolojik hafızada kutsal ağaç gibi aile ocağı-bacanın<br />

Tanrı’ya ulaşma yolu olduğunu göstermektedir.<br />

• 14 Gelenek bozulduğu için sığır; aslında at kuyruğu olmalı.<br />

the oil and scone are scattered to the family as in gratitude<br />

for animal richness in connection with them.<br />

When Er Soğotoh he marries a brave girl after he saves<br />

them from Demons, he sets up the holy hearth. This motif<br />

is also seen in detail in the epic of Er Soğotoh Elley Bootur<br />

that is same epic of the variant of Yakut Turkic. (Emelyanov<br />

1990: 69-70)<br />

Another example of the motif such as being children of and<br />

old husband and wife and hiding in the hole is found in the<br />

epic of Şor, Kartıga Pergen. Immediately after birth, the epic<br />

hero who is completely invisible by entering under the ashes<br />

of the stove over which six –handled boiler that the family<br />

has had for six generations comes out of the hole after six<br />

years; he stands up immediately.An old man having golden<br />

fur and mace coming from the peak of the golden mountain<br />

gives the name to the child by shouting after he takes a swig<br />

from the golden cup and turns to the sun and moon: ‘’ Your<br />

father has golden blood! Your mather had golden root! You<br />

have been under the ashes for six years, you have eaten the<br />

ashes for six years!You did not taste from your father’s food<br />

and drink your mother’s milk. Holy Kuday(God) that is up<br />

created you so that you do not eat something and drink water.<br />

He has feeded with ashes for six years and he grows up.<br />

He said that his name should be Eternal Kartiga Pergen who<br />

is sixty archine tall and has a light-coloured horse. (Dırenkova<br />

1940: 13’ten Lvova et. al. 1. 2013:173)This close interest<br />

between the child and ‘’kül’’(Ash) lies behind the name of<br />

Kültigin found as a cultural hero in the Göktürk inscriptions.<br />

The same name spreads throughout the Turkish world and<br />

lives in Anatolia as Gültekin.<br />

In the conception of Turkish myth, hearth is considered one<br />

of the symbols of God on earth. The earth, sky and hearth<br />

that unites the human being act as centre pole including<br />

divine power of the God. The solidity of the stone of the<br />

‘’ocak’’ (home) is considered to be “cosmic” and “ symbols<br />

of indestructibility and other social constructions “ used<br />

with the family.This symbol of indestructibility is symbolized<br />

with four poles as “a sign of integrity and order balance” in<br />

Altay archaic poetry. (from Toporov 1982.629-631 to Lvova<br />

et. al. 2013 I.163-164): “The four potbelly stove”, “four-cornered<br />

stone pot stand”. (Dirrenkova 192. Lvova et. al., 2013:<br />

163) ‘’Ocak’’ (fire) has connection with centre pole and sky.<br />

(Dirrenkova 192 to Lvova et. al. 2013: 163).<br />

The mythical details about the hearth and fire in the Dolgan,<br />

Saha, Kyrgyz and Shor epics are the source of many<br />

sacrifices and beliefs in the Turkish world today. As it is seen<br />

in the epics, ‘’ocak’’ that is found in the centre of the house<br />

and described as micro-universe, symbolizes the central<br />

basic pole reaching the place of God like the tree of life


Fire and Hearth<br />

291<br />

Ateş ve Ocak<br />

Hayat ağacında yaşadığı ve Tanrı’nın elçisi olduğu kabul<br />

edilen kartal, bir Altay-Sayan şiirinde baca/tünüğün koruyucusu<br />

(“Tündükü koruyan şah kartalları”); düğün alkışında<br />

“tünüğünde kuşlar uyusun” (Lvova vd. 1. 2013: 70) şeklinde<br />

geçmektedir. Oğuz Kağan Destanı’nda olduğu gibi, göğün<br />

çadırın çatısı gibi algılandığı geleneksel dünya görüşte,<br />

tünük/baca, makro kozmosta demir kazıkla birlikte göğün<br />

bacası olarak algılanmaktadır. (Lvova vd. 1. 2013: 70) Ayrıca<br />

bütün bu bacalarda tünlük kapağı da bulunmaktadır. Bugün<br />

Türk dünyasında baca kapağı ile ilgili ayrıntı silikleşmiş<br />

olsa da Haziran 2016’da Saha Sire’de yaptığımız araştırmalar<br />

ve derlemeler göstermiştir ki geleneğin canlı yaşadığı<br />

bölgede baca kapakları kutun kaçmasının önlenmesi için<br />

ocağın söndürüleceği zamanlarda kapatılmaktadır. (KK: Y.<br />

Aleksey’den, 22.06.2016 tarihinde Saha Sire-Yakutsk’ta<br />

derlenmiştir.)<br />

Türk dünyasında ocak mitleri bağlamında gelişen kuttörenler,<br />

belli zamanlarda yoğunlaşmaktadır. Bunlardan<br />

dünyanın, ilk insanın vs. yaratıldığına inanılan yeni günde<br />

which unites the three realms in harmony with the traditional<br />

belief system. This function of ‘’ocak’’ can be seen<br />

more clearly in the rituals.<br />

The function of the way to get to God like his tree of life<br />

is clearly mentioned in the wedding of newlywed who has<br />

a hearth shaped like chimney made by nine beech tree’s<br />

boughs and their roots buried in the ground (Lvova et.al.<br />

1. 2013: 73-74), with the boughs of willow tree whose top<br />

leaves are stayed on it and put in to the ‘’ocak’’(fire) and<br />

upper part taking out of the chimney of the hearth.<br />

As seen in the epics, ‘’ocak’’ (hearth) is a place where the<br />

prayers reach to the God and are accepted by the God, the<br />

God sent his envoy and divine lights fall. In traditional houses,<br />

the reflection of the sun and the moon light to the boiler<br />

on the fireplace is perceived as the divine power.<br />

The chimney is called as ‘’tünlük’’ in the period of Gokturk<br />

and it is identified as ‘’a window to the sky’’(Ögel 1984:<br />

296), Kaşgarlı Mahmud used the word ‘’tünlük tuğu’’(chim-


Common Heritage<br />

292<br />

Ortak Miras<br />

yoğunlaşması anlamlıdır. Örneğin Kafkasya ve Doğu Anadolu<br />

coğrafyasında Ergenekon/Nevruz bayramında, “ahir<br />

çarşamba”da (nevruzdan bir gün önce) evlerin damlarında<br />

veya avlularında Tonkal/Tongal/Tonkar/Tonkur adı verilen<br />

bir ritüel gerçekleştirilmektedir. Buna göre evlerin düz damlarında<br />

ve avlularda hayvanların artıklarından biriktirilen ve<br />

sürüklenerek getirilen kuru ot ve çırpılar üst üste yığılmaktadır.<br />

Tonkal adı verilen bu yığının bir kenarından, çocuklar<br />

tarafından bir tünel açılmakta ve çocuklar bu tünelden<br />

emekleyerek geçmektedir. Büyükler de bu arada törenle<br />

ilgili maniler söylemektedir. Daha sonra tonkal yakılmakta<br />

ve herkes niyet tutarak sırayla bu ateşin üzerinden atlamaktadır.<br />

Tonkalın iki tarafında bulunan büyüklerin yardımıyla<br />

çocuklar ve hastalar şu maniyi söyleyerek ateşin üzerinden<br />

geçirilmektedirler:<br />

“Ağrım, uğrum dökülsün<br />

Oda düşüp kül olsun,<br />

Yansın alev saçılsın<br />

Benim bahtım açılsın” ya da<br />

“Ağırlığım dökül bu otun üstüne.” (Çay 1999: 236)<br />

Tonkalın külleri, “bolluk içeri, böcek dışarı; devlet içeri, böcek<br />

dışarı” denilerek evlerin damlarından evin içine süpürülmektedir.<br />

(Çay 1999: 237) Aile ocağından alınarak evin<br />

kuzeyinde biriktirilen küllerin evin damına ve hayvanların<br />

damlarına dökülmesi uygulaması Sahalar arasında da yaygın<br />

bir gelenektir. (KK: Y. Aleksey’den, 22.06.2016 tarihinde<br />

Saha Sire-Yakutsk’ta derlenmiştir.)<br />

Tonkal gibi dikkat çekici bir başka uygulama “Baca Baca”/“Uşak<br />

Bayramı”dır. İplerin ucuna bağlanan şallar gençler<br />

ve çocuklar tarafından bacalardan sallandırılmakta; ev<br />

sahipleri de içine hediyeler koymaktadır. Nişanlılık dönemindekilerin<br />

bu güne daha özel hazırlanması, beğendiği kızın<br />

bacasından şal sallayanların şalın ucunu düğümlemesi,<br />

ailenin uygun görmesi halinde düğümün çözülmesi ve şalın<br />

kızın koluna bağlanması, uygun görülmediği durumlarda<br />

düğümün çözülmeden içine uygun hediyeler bırakılması<br />

(Çay 1999: 245-246) gibi ayrıntılar, Dolgan destanındaki<br />

tanrısal atın dönüşümü ile ilgili mitteki kutlu şal motifi ile<br />

aynı anlamdadır.<br />

Ardahan’ın Çıldır ilçesindeki ahir çarşamba kutlamasında<br />

ise daha arkaik unsurlar saklanmıştır. Döldökümü denilen<br />

bu günde bütün evlerin bacalarında ateş yakılmaktadır.<br />

Köyün en yaşlısının kav çakmağı ile yaktığı ateşle başlayan<br />

törende, bütün bacaların ateşi bu ocaktan alınarak yakılmaktadır.<br />

(Korkmaz 2000: 222-223)<br />

Ateş üzerinden üç-yedi defa atlama, kuttörende çocukların<br />

ve yaşlıların rolleri, ritüel sırasında yapılan Türkçe dualar,<br />

közlerin hayvan damlarının eşiklerine dökülüp üzerinden<br />

ney tassel) in his Divanü Lûgati’t-Türk, “dünlüğü altın ban<br />

ev” is used as a symbol of Kut belief (ancient belief in Turkics)<br />

and dominance in the book of Dede Korkut, ‘’tuğ’’(tassel)<br />

that is made with ox tail, Yalgın saw in the chimney of<br />

earth-sheltered home of Turkmens in Southeastern Anatolia<br />

Region (Ögel 1984: 299) 15 , stone-sculpted eagle sculptures<br />

are seen in the chimneys of old houses in Çomakköy<br />

village in Milas - Muğla in 1990s; all of these show us that<br />

hearth and chimney is the way of access to the God like holy<br />

tree in mythical memory.<br />

The eagle, which is considered to be the envoy of the God<br />

and lives in the tree of life, is mentioned as the guardion of<br />

‘’tünük’’(chimney) in an Altay-Sayan poem and ‘’birds sleep<br />

in your ‘’tünük’’(chimney)’’ in a wedding blessing. (Lvova et.<br />

al. 1. 2013: 70) As in the Oguz Kagan Destanı, the chimney is<br />

perceived as a chimney of sky with iron stake in macro-cosmos<br />

like in traditional world view. (Lvova et. al. 1. 2013: 70)<br />

In addition, gully cover is founded on all of these chimney.<br />

Even if the details about gully cover have diminished in the<br />

Turkish world today, the researches and compilations we<br />

carried out in the Saha Sire in June 2016 show that gully<br />

cover are closed to prevent escaping of the soul in the region<br />

where the tradition is retained when the fire puts out.<br />

(KK: compiled from Y. Aleksey in Saha Sire-Yakutsk on the<br />

22nd June 2016.)<br />

The rituels, which develops in the context of the hearth<br />

myths in the Turkish world, concentrates in certain periods.<br />

It is believed that the world, the first human, etc. have been<br />

created on the new day. For example, a ritual called Tonkal /<br />

Tongal / Tonkar / Tonkur is carried out in the housetops and<br />

yards on “Ahir Wednesday” (a day before the nevruz) in Erganekon<br />

/ Nevruz festival in the Caucasus and Eastern Anatolia<br />

geography.According to this, the dry weeds and flakes<br />

that are the remains of the animals are collected in the top<br />

and yard of the house and added up. This haycok called as<br />

‘’tonkal’’ and a tunnel on it is opened by children, then they<br />

pass by crawling from this tunnel. The elders also say poems<br />

about the ceremony.Then, tonkal (called haycok) is burned<br />

and everyone jump over this fire in turn after they make a<br />

wish. With the help of the elders who are on both sides of<br />

the tonkal (called haycok) the children and the sick people<br />

are passing over the fire by saying this poem:<br />

“Ağrım, uğrum dökülsün<br />

Oda düşüp kül olsun,<br />

Yansın alev saçılsın<br />

Benim bahtım açılsın” ya da<br />

“Ağırlığım dökül bu otun üstüne.” (Çay 1999: 236)<br />

• 15 Because the tradition is not kept; beef must actually be a horse’s<br />

tail.


geçirilmesi; çocukların aile ocağını sembolize eden ot yığınının<br />

altında sembolik tünel açmaları ve içinden geçmeleri,<br />

sonra da yakılan ateşin üzerinden atlamaları söz konusu<br />

destanlardaki ocak miti ve kuttöreni ile benzer anlamdadır.<br />

Ocak ve ateş ile ilgili bir başka kuttören, Hıdrellez zamanında<br />

yapılmaktadır. Örneğin İstanbul-Değirmen/Germiyan<br />

köyünde Hıdrellez sabahı evin çevresine böceklerden koruyacağı<br />

inancıyla kül dökülmektedir. (Çay 1999: 182) Maraş-Elbistan-Maraba<br />

köyünden derlenen kuttören ise daha<br />

arkaiktir ve mitolojik hafıza daha canlıdır. Buna göre aile<br />

reisi çok sevilen kız torununun saçından kestiği bir parça ile<br />

sığırların kuyruğundan kestiği kılları bir tütsü kabına koyarak<br />

yakar. Yılın bereketli geçmesi, insanların ve hayvanların<br />

sağlıklı olması için dua okur; etrafı tütsüler. Sonra da “Al<br />

Hıdrellezini ver yazımızı” diyerek dışarı atar. (Çay 1999: 184)<br />

Burada da görüldüğü üzere yaz başı bayramının izleri ve kız<br />

çocuk ile ilgili ayrıntı dikkat çekicidir. Silikleşmeye başlayan<br />

at kültü yerine Dolganlarda olduğu gibi sığır kültü ritüelde<br />

yer almıştır.<br />

Bozkır medeniyetinde taşıdığı anlamlarla, Türk aile yapısının<br />

şekillenmesinde önemli rolü olan ocak ve ateşin sosyal<br />

hayatta en yoğun kullanıldığı geçiş dönemi evliliktir. Aralarında<br />

yörelere göre farklılıklar bulunmakla birlikte genel<br />

olarak aile ocağında yanan ateş, nasıl yakılırsa yakılsın kutsal<br />

sayılmaktadır. (Kırcı 1998: 400) Düğün alkışlarında yeni<br />

evliler açısından ocağın taşıdığı değer, açıkça belirtilmektedir.<br />

Örneğin bir Altay alkış duasında şöyle söylenir:<br />

The ashes of tonkal (called haycok) are swept into the<br />

house from the roofs of houses by saying “plentiful in, bug<br />

out; state in, insect out “. (Çay 1999: 237) It is common<br />

practice among the Saha Turkics that the ashes collected<br />

in the north of family house are scattered to the roof of the<br />

house and the animals. (KK: compiled from Y. Aleksey in<br />

Saha- Sire-Yakutsk on the 22nd June 2016.)<br />

Another noteworthy application such as Tonkal (called haycok)<br />

is “Baca Baca (Chimney Chimney)” / “Uşak Festival”.<br />

Scarves tied up to yarn end are hanged by the youths and<br />

children from the chimneys; householders also put gifts into<br />

it. Details such as the more specific preparation of the engagement<br />

period for this day, tying up the yarn end of the<br />

scarf hanging from the chimneys of the house where the<br />

liked girl lives, untying the knot if deemed as appropriate by<br />

her family and tying the scarf to the girl’s arm, putting suitable<br />

gifts without tying the knot if deemed as inappropriate<br />

by her family (Çay 1999: 245-246) has the same meaning<br />

with the holy scarf motif about the conversion of the divine<br />

horses in the Dolgan epic.<br />

In Ahir Wednesday celebration in Ardahan’s Çıldır county,<br />

more archaic elements are hidden. On this day called as<br />

‘’Döldökümü’’, fire is burning in the chimneys of all houses.<br />

In the ceremony, which starts with the fire burned by the<br />

oldest man of the village with tinder lighter, the fire of all<br />

the chimneys is taken from this fire and burned. (Korkmaz<br />

2000: 222-223)<br />

Fire and Hearth<br />

293<br />

Ateş ve Ocak


Common Heritage<br />

294<br />

Ortak Miras<br />

“Düz bir yerde kur ocağını,<br />

Evliliğin güçlü olsun.<br />

Evin senin düzgün olsun,<br />

Taş ocağın güçlü olsun,<br />

Ateşin sonsuza dek yansın!” (Verbitskiy 1893: 82’den Lvova<br />

vd. 1. 2013: 164)<br />

Sibirya Türkleri arasında yaygın olarak yaşayan inanışa<br />

göre yeni evlenen çiftler, evlerinin ocağında kuttören ateşi<br />

yakmazlarsa evlilikleri Tanrı katında kabul edilmemektedir.<br />

Boşanan çiftlerin ise evlerindeki ateşi söndürmemeleri halinde<br />

boşanmanın tam anlamıyla gerçekleşmeyeceği (Dilek<br />

2007: 33-34) inancı, aile ocağında yakılan ateşin adeta<br />

nikâh akdi anlamı taşıdığını göstermektedir.<br />

Alandan yaptığımız araştırmalar göstermiştir ki Saha düğünlerinde<br />

ocak ile ilgili oldukça arkaik izler bulunmaktadır.<br />

Örneğin, erkek tarafı gelini almaya geldiklerinde hemen<br />

evin damına çıkmakta, evin ocağını, bacadan yakmaya<br />

çalışmaktadır. Diğer taraftan gelinin ailesi de ocağı içeriden<br />

yakmaya çalışmaktadır. Her ne kadar kimin ocağı daha<br />

çabuk yakacağı hususunda bir yarış var gibi görünse de<br />

iki taraf birbirine karşı çok nezaketlidir ve yarışı kazanmaya<br />

çalışmazlar. Gelin, koca evine geldiğinde ise önce atını<br />

evin önündeki at kazığı/sergeye bağlamakta sonra da baba<br />

evinde kendi eliyle pişirip getirdiği ikram/yağlı çöreği ocağa<br />

sunmaktadır. Bu arada damadın annesi tarafından gelinin<br />

alnına ocaktan alınan is sürülmekte; fakat buna rağmen üç<br />

Jumping three or seven times over fire, the roles of children<br />

and the elderly in the ritual, Turkish prayers made during<br />

the ritual, pouring the ashes over the thresholds of the animal’s<br />

barn and crossing over; being opened symbolic tunnels<br />

that symbolize the children’s family beneath the mass<br />

of haycok by the children and passing through them, then<br />

jumping over the burning fire are similar to the fire myth and<br />

rituals in the epics in question.<br />

Another ritual related to the fire and hearth is made in<br />

the time of Hidrellez. For example, in Istanbul-Değirmen<br />

/ Germiyan village, ashes are poured in Hıdrellez morning<br />

in the belief that the house will be protected from insects.<br />

(Çay 1999: 182) The ritual from the village of Maraş-Elbistan-Maraba<br />

is more archaic and mythological memory<br />

is more alive.<br />

According to this, head of the family cuts a piece of hairs of<br />

his favorite granddaughter and ox tail and then burns them<br />

by putting in incense burner. He says prayer for becoming<br />

fertile on that year, people and animals to be healthy; incenses<br />

around.Then he throws it out by saying “take your<br />

Hidrellez, give us summer”.(Çay 1999: 184) As you can see<br />

here, the detail about the traces of the summer holiday and<br />

the girl are remarkable. Instead of horse culture that has<br />

started to disappear, ox cult is found in the ritual as it was<br />

in Dolgan.<br />

The wedding is transition period and the hearth and fire<br />

which have an important role in shaping the Turkish family<br />

structure with the meaning found in steppe civilization are<br />

used most intensely in social life. However; there are differences<br />

according to the region among them, the fire that<br />

is burned in the family is generally regarded as sacred no<br />

matter how it is burned. (Kırcı 1998: 400) The value of the<br />

hearth is clearly stated in terms of newlyweds in wedding<br />

applauses. For example, it is said in an Altay applause as<br />

follows:<br />

“Düz bir yerde kur ocağını,<br />

Evliliğin güçlü olsun.<br />

Evin senin düzgün olsun,<br />

Taş ocağın güçlü olsun,<br />

Ateşin sonsuza dek yansın!” (from Verbitskiy 1893: 82 to<br />

Lvova et. al. 1. 2013: 164)<br />

According to the common belief among the Siberian Turks,<br />

newly married couples’s marriage is not accepted on God’s<br />

heaven if they do not burn the ritual fire in their hearth. The<br />

belief is that (Dilek 2007: 33-34) marital separation comes<br />

to nothing exactly in case that the fire is not extinguished<br />

in their houses by divorced couples show that the burned in<br />

the family hearth means marriage contract.


yıl boyunca gelin, bu ocağa yabancı kabul edilmektedir. Bu<br />

süre zarfında gelin saçlarını, bileklerini, ayaklarını ve yüzünü<br />

bile ocağa göstermemekte; “annah” 15 adı verilen peçeli<br />

bir şekilde evde durmaktadır. Gelin ancak ilk çocuğunu doğurduktan<br />

sonra ve o da sadece yüzünü açabilmektedir. 16<br />

Türk dünyasında Saha Sire’deki kadar hassasiyet kalmamış<br />

olmakla birlikte aşağıda belirtileceği üzere bazı ritüeller devam<br />

ettirilmektedir.<br />

Kırcı’nın Ordu-Perşembe-Babalı köyünden naklettiği kuttören<br />

de oldukça arkaik izler barındırmaktadır. Buna göre kız<br />

evinden iki kişi, ellerinde tuttukları değneğin ucundaki bohçaya<br />

gelinin ayağını bastırırlar. Sonra da ellerindekiyle birlikte,<br />

gelin baba evinden çıkarken ve oğlan evine girerken<br />

ocağın etrafında üç defa yere sert basarak dönerler. Benzer<br />

anlamda bir ayrıntı da Trabzon-Beşikdüzü-Türkeli köyünden<br />

nakledilmiştir. Buna göre gelin, oğlan evine girerken bir<br />

kişi, ocağın külünü, sönmemesi ve devamlı tütmesi dileğiyle<br />

karıştırmaktadır. (Kırcı 1998: 445)<br />

Yeni evlilerin ocakla ilgili uyguladıkları daha pek çok kuttören<br />

vardır. Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz: Çuvaş<br />

gelinin baba ocağından aldığı külü ve bir parça ateşi yeni<br />

evine getirmesi; ateşin çeyiz olarak algılanması, gelinin yeni<br />

evindeki en önemli görevinin ocağı devam ettirmek olduğu<br />

anlayışı, yeni evlilere şans getirmesi için ocağa tereyağı saçılması,<br />

sarı başlı ak kuzu kurban edilmesi (Holmberg 1927:<br />

453’ten Kırcı: 1998: 401); çeyize sacayağı konması (Eyüboğlu<br />

1987: 114-117); damadın tabanına kül sürülmesi (Tanyu:<br />

1976: 293-304); gelinin gerdek sabahı ilk önce ocağı<br />

yakması; ocaktan tüten bu dumanın aileye ocağı tüttürecek<br />

yeni bir ferdin katıldığı anlamına gelmesi; bacası erken tüten<br />

gelinlerin daha uğurlu olduğuna inanılması (Kırcı 1998:<br />

406); gelin tarafının hazırladığı çadır, sacayak ve kazanın<br />

çeyizden önce götürülüp ocağın kurulması; düğün töreninin<br />

sonunda gelinin ocağa gelip kazanı doğru yerleştirmesi ve<br />

yakmasının ailenin mutluluğunun ve refahının işareti kabul<br />

edilmesi (Potapov 1969.250’den Lvova 1. 2013:166, 170) vs.<br />

Ayrıca nişanlı kızların “zaman zaman nişanlılarının evine<br />

geldiğinde yere kadar eğilmeleri, ocağa saygı göstermeleri,<br />

kalın paraları tam olarak ödenmemiş ve nikâh gerçekleşmemişse,<br />

ocağın ateşinden, pipolarını bile yakamamaları,<br />

buna karşılık da “ocağın asla sönmesin” diye duada bulunmaları,<br />

aile içindeki sosyal konumlarını göstermektedir. Evlenip<br />

koca evine gelince ise bir kaba yağ ve tereyağı koyup<br />

onları, ocağın ateşine doğru üflemeleri yani saçı yapabilmeleri<br />

(Potanin, Oçerki IV’ten Ögel, 2002 II: 512) mümkün<br />

olmaktadır. Evin sahibi ile aynı soydan gelmeyen kişilerin<br />

ateşin yandığı ocağın karşısında, yanında oturmasının yasak<br />

• 15 Bu terim Anadolu’da hayret ifadesi olarak kullanılmaktadır.<br />

• 16 K.K.: N. P. Romanoviç, 60 yaşında, Saha Sire-Kangalas-Nömügü<br />

köyünde 26.06 2015’te derlenmiştir.<br />

The researches we conducted on the field have showed that<br />

there are very archaic traces about the hearth in Saha Turkics’<br />

weddings. For example, when the boy’s side comes to<br />

get the bride, he runs up to the roof and tries to get fire in<br />

the chimney of the hearth. On the other hand, the family<br />

of the bride is trying to burn the stove from the inside. Although<br />

it seems that there is a race for them who will burn<br />

the fire more quickly, the two sides are very friendly towards<br />

each other and do not try to win the race.When the bride arrives<br />

at the husband’s house, she first attaches the horse to<br />

the pole / stick in front of the house, and then presents the<br />

scones made with her own hands to the family members. In<br />

the meantime, the mother of the groom puts on lamp black<br />

to the bride’s forehead;but nevertheless the bride has been<br />

regarded as a foreigner in the hearth for three years. During<br />

this time, the bride does not even show her hair, wrists,<br />

feet and face to the people in the hearth; she wears face<br />

veil called as ‘’annah” 16 and stays at home. The bride can<br />

open only her face after she gives birth to her first child. 17<br />

However; there is not any sensibility as in Saha Sire, some<br />

rituels have been continued in the Turkish world as will be<br />

described below.<br />

There are also archaic traces in the ritual run in Ordu-Perşembe-Babalı<br />

village by Kırcı. According to this, two<br />

person from the girl’s house press the bride’s feet to the<br />

bundle found in the pole in their hands. Then, together with<br />

their hands, the bride returns three times around the house<br />

by stepping severely on the ground when she leaves from<br />

her father’s house and enters the groom’s house. A similar<br />

detail is also conveyed from the Trabzon-Besikduzu-Türkeli<br />

village. According to this, while the bride enters the groom’s<br />

house, a person blends the ashes of the fire in the expectation<br />

that the fire does not extinguish and continues to burn.<br />

(Kırcı 1998: 445)<br />

There are so many more rituals that newlywed can apply<br />

to. We can list some of them as follows: The Chuvas bride’s<br />

bringing the ash and a piece of fire from the father’s house<br />

to the new house; the perception of fire as marriage portion,<br />

the understanding that the most important task in the<br />

bride’s new hearth is to maintain the family, the scattering<br />

of buttery to bring luck to the newlyweds, the sacrifice of a<br />

yellow-headed white lamb (from Holmberg 1927: 453, Kırcı:<br />

1998: 401); putting pot stand in marriage portion (Eyüboğlu<br />

1987: 114-117); bride’s making a fire first in the wedding<br />

morning; this smoke means that a new member providing<br />

continuance of the family has joined to the family; it is believed<br />

that the bride making a fire as much as early is much<br />

more lucky (Kırcı 1998: 406); setting up a home by bringing<br />

• 16 This term is used as an expression of amazement in Anatolia.<br />

• 17 K.K.: compiled from P. Romanovic, 60 years old, in the village<br />

named Sire-Kangalas-Nömügü in Saha on 26.06.2015.<br />

Fire and Hearth<br />

295<br />

Ateş ve Ocak


Common Heritage<br />

296<br />

Ortak Miras<br />

olması da ocak ile ilgili tabulardandır.<br />

Kazak Türklerinde yüzüne perde örtülerek kayın babasının<br />

evine getirilen gelin, ulu eşiği sağ adımını atarak geçtikten<br />

sonra diz büküp üç kez eğilerek selam verir. Kayınbaba: “Çok<br />

yaşa göz nurum! Bahtlı ol!” diyerek dua eder. Gelinin eline<br />

bir kadın yağ konulan kabı tutuşturup ateşe yağ döktürür,<br />

“Ateş-ana, May (Umay)-ana, şefaat ede gör!” (Velihanov<br />

1993: 25; Yudahin’den Ögel, II 2002: 522) dedirtir. O sırada<br />

yeni gelinin yanındaki kadınlar, ellerini ateşte kızdırıp gelinin<br />

yüzünü sıvazlarlar. (Velihanov 1993: 25)<br />

Koca evine gelen gelinin saç örgüleri çözülürken, ocağın<br />

yanına oturtulması; bir taraftan da ocağın üzerine gelinin<br />

akrabaları tarafından biraz at yağı konması; yağın birden<br />

bire parlayıp alevlerin yükselmesi uğurlu sayılmaktadır.<br />

Gelinin ocağa üç kez selam vererek “Bana mutluluk ve zenginlik<br />

ver! Hayvanlar ver! Donanmış bir ahır, bir oda dolusu<br />

çocuk ver!” (Dırenkova, Kult ognıya …’dan Ögel 2002 II: 512)<br />

şeklindeki duası, gelinin bu ailenin bir üyesi olması ve Tanrı<br />

kutunun tecelli ettiği ocağına sahip çıkmasıyla açıklanabilir.<br />

Bazen yeni evlenen çiftlerin arkadaşları, oğlan evinin ocağına<br />

yağ dökmektedirler. Bu ateşin diğerlerinden farkı,<br />

alevlerinin bacanın deliğine kadar yükselmesidir. Kutluluk,<br />

alevlerin bacaya kadar yükselmesiyle tamamlanmaktadır.<br />

(Ögel 2002 II: 512) Bugün Türkçede şarkılara kadar yansıdığı<br />

üzere bitmeyen kutlu aşkı sembolize eden “ateş bacayı<br />

sardı” sözü de bu inançla ilgilidir.<br />

Düğünlerde dikkati çeken önemli bir ritüel sin sin oyunudur.<br />

Başta Çorum, Amasya, Gaziantep, Ankara gibi illerde, Doğu<br />

Anadolu’da, diğer ateş oyunlarını da sayarsak Zonguldak<br />

(Gavur oyunu), Elazığ (Çayda Çıra), Safranbolu (Kâbem-sini<br />

çevirmesi), Antalya (Samah çırpma oyunu) (Ataman 1987:<br />

39-47) olmak üzere bütün Türk dünyasında düğün ateşiyle<br />

ilgili kuttörenler, “ilk örnek”teki gibi Tanrı kutunun ve iletişimin<br />

sağlandığı kutsal bir yuva kurmayı, arınmayı, soyun<br />

devamlılığını ve Tanrı indinde ant içmeyi sembolize etmektedir.<br />

Ocak ile ilgili kuttörenler hayat boyu, hatta baba ocağının<br />

tüttürülmesi bağlamında nesiller boyu sürdürülmektedir.<br />

Başka bir eve taşınma, yaylaya-kışlaya dönme, çadırın gezdirilmesi<br />

gibi durumlarda ocak ilk yakıldığında Tanrı ile iletişimin<br />

devamı için kuttören davranışları sergilenmesi, adak<br />

ve saçı saçılması zaruri kabul edilmektedir.<br />

Eşik durumlarında ev halkının başına felaket gelmemesi,<br />

ellerdeki siğillerden kurtulmak için etrafı çizilen, iple bağlanan<br />

siğillerin üzerinde gezdirilerek dua okunmuş tuzun<br />

ocağa atılması (K.K. Akyol 2016); başka bir eve yoğurt mayası<br />

verilirken evin ve hayvanlarının nazardan korunmatent,pot<br />

stand and boiler before the marriage portion; boiler’s<br />

being put in a correct place by the bride at the end of<br />

the wedding ceremony and making a fire under the boiler<br />

are regarded as a sign of happiness and prosperity of the<br />

family (from Potapov 1969.250 to Lvova 1. 2013:166, 170)<br />

etc.<br />

Also, engaged girls’behaviours such as their leaning down<br />

when they come to the house of their fiancé, respecting<br />

the hearth, not lightening their pipes from the fire if their<br />

‘’kalın’’(means money given by the groom’s father) is not<br />

paid and their marriage ceremony is not performed, their<br />

saying prayers such as ‘’ your marriage never ends’’ show<br />

their social positions in the family.When they get married<br />

and come to their husband’s house, it is possible for them to<br />

put oil and butter on a pot and blow them towards the fire.<br />

(from Potanin, Oçerki IV to Ögel, 2002 II: 512) It is the taboo<br />

about the hearth that the people who do not come from the<br />

same lineage with the protective spirits of the house are<br />

forbidden to sit next to the burning fire.<br />

In the Kazakh Turks, the bride, who is covered with curtains<br />

on his face and brought to the house of the father-in-law,<br />

greets by leaning three times after she takes a step with<br />

her right foot and passes the doorstep. Father-in-law: “Live<br />

long, apple of my eye! Be lucky! “ A woman gives a pot full<br />

of oil to the hand of the bride, lets her say ‘’ Mother Fire,<br />

Mother Umay, intercede us!’’ (from Velihanov 1993: 25; to<br />

Yudahin, Ögel, II 2002: 522) At that time, the women next<br />

to the new bride slaps on bride’s face after heating their<br />

hands. (Velihanov 1993: 25)<br />

When the bride’s braiding is loosen after she comes to the<br />

husband’s house, she sits next to the fire; on the one hand,<br />

a few horse oil is put into the fire by the relatives of bride<br />

and it is considered auspicious that oil blows suddenly and<br />

burns up. The bride greets the hearth three times and says<br />

prayer such that ‘’Give me happiness and wealth! Give me<br />

the animals! Give me a barn full of animal, lots of babies!’’<br />

(from Dırenkova, Kult ognıya … to Ögel 2002 II: 512) this<br />

can be explained by the fact that the bride is a member of<br />

this family and possesses her hearth revealed in the form of<br />

happinessof the God.<br />

Sometimes the friends of the newly married couples spill oil<br />

to the boy’s house. The difference between this fire and the<br />

others is that their flame rises up to the hole of the chimney.<br />

Happiness is complemented by the rising of flames to the<br />

sky. (Ogel 2002 II: 512) As in the turkish song, ‘’ateş bacayı<br />

sardı’’ (fall over heels in love) which symbolizes the unending<br />

sacred love is related to this belief today.<br />

An important ritual that attracts attention in weddings is Sin


Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />

accusa quo quunt.<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />

quo quunt.<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

Fire and Hearth<br />

297<br />

Ateş ve Ocak


Common Heritage<br />

298<br />

Ortak Miras<br />

sı için üzerine ocaktan alınan bir parça köz atılması (Kırcı<br />

1998: 405); ocak isinin nazardan korunmak (Kalafat 1990:<br />

77) ve eve misafir olarak gelenlerin aile ocağı tarafından<br />

kabulü için kulak arkasına, alına sürülmesi, külünün misafirin<br />

burnuna sürülmesi; misafirin eve geldiği zaman yaktığı<br />

piponun külünü giderken ocağa bırakması (Lvova vd. 2013 I:<br />

186) gibi uygulamalar, ocağın eşik zamanlarındaki koruma<br />

işlevlerindendir. Ocak sönünce başına cinlerin toplanacağı,<br />

sönmüş külde cin ve şeytanın oynak yaptığı, sönmüş ocak<br />

yanında yatmanın günah olduğu, ocağı ışıksız/ateşsiz olanların<br />

mezarlarının da karanlık olacağı (Ülker vd. 2011:119-<br />

120) gibi inançlar bugün Anadolu’da yanan ocağın fonksiyonunun<br />

devam ettiğini göstermektedir.<br />

Altaylarda “Her Altay Türkünün hayatı ocağın başından ve<br />

at direğinin dibinden başlar” (Bidinov 1998: 7’den Dilek<br />

2007: 35) diye bir söz vardır. Her nesilde kuttörensel yenilenmenin<br />

nasıl yinelendiğinin güzel bir göstergesi olan bu<br />

söz, ocak ile çocuk arasındaki yakın ilişkinin göstergesidir.<br />

Çoluğu çocuğu olmayanlar için “ocaksız” çocuğu olanlar<br />

içinse “od-ocak sahibi” sözlerinin ortaya çıkışı, aile ocağının<br />

çocukla ilgili mitik inancın bir gereğidir. Bu bağlamda<br />

“od-ocak şenletmek” deyimi, çocuğun da dâhil olduğu aile<br />

saadetini ifade eden genel kabule dönüşmüştür. Ocak etrafında<br />

toplanan ailenin mutluluğunun bu ateşin alevinden<br />

çocuğa geçeceği (Radloff 1994: 25’ten Dilek 2007: 35);<br />

evin ocağının sürekli yanmasının aile saadetini de sürekli<br />

kılacağı (Ocak 2000: 228’den Dilek 2007: 35), çok çocuklu<br />

ailelerin ocak tarafından daha çok sevildiğine dair inançlar,<br />

bütün Türk dünyasında genel kabul görerek yaşamaktadır.<br />

Dolgan destanında “Orta Ülkenin/Dünyanın merkez direğini<br />

tutacak kimse” şeklinde tanımlanan çocuklar, Dede Korkut<br />

kitabında ısrarla “dünlüğü altın ban evimin kabzası oğul”<br />

(52-7, 119-1, 163-5) şeklinde sıfat bulmaktadır. Bugünkü<br />

dille ifade edilecek olursa “bacası altın büyük evimin sapı/<br />

tutamağı/tutulacak yeri” gibi bir söyleyişin anlamı silikleşmiş<br />

olmakla birlikte, özellikle erkek çocuk üzerinden sürdürülen<br />

bağlantının mitolojik köklere uzandığı kesindir.<br />

Neslin devamının erkek ve kadının aile birliğinin teminatı<br />

olarak görüldüğü geleneksel Türk aile düzeni, ataların dilinde<br />

“Er obanın alevi, kız evin közüdür” şeklinde anlam bulur.<br />

Korkut Ata’nın belirttiği “Devletsiz oğul, ocağının körüdür”<br />

sözü de ocak ve çocuk arasındaki ilginin köklerine işarettir.<br />

Ayrıca ailenin en küçük oğlu için “od/ocak beyi” tabirinin<br />

kullanılması, baba evinin ocak beyinin hakkı olması ve orada<br />

oturması, kuttören zamanlarında bütün aile fertlerinin<br />

ocak beyinin misafiri olması ve büyük kardeşlerin hepsinin<br />

ocak beyine gösterdikleri saygı, döş-ocak-kut bağlamında<br />

şekillenmiştir.<br />

Ocak-çocuk-hayatağacı üçayağında en dikkati çeken<br />

Sin (a kind of folk dance about bravery). Especially in Çorum,<br />

Amasya, Gaziantep and Ankara, Eastern Anatolia in for<br />

other fire dances such as Zonguldak (Gavur Dance), Elazığ<br />

(Çayda Çıra) (a folkloric dance), Safranbolu (Kâbem-sini<br />

çevirmesi) (a folkloric dance),, Antalya (Samah çırpma oyunu)<br />

(a folkloric dance), (Ataman 1987: 39-47) symbolizes<br />

starting a holy family where happiness of God and comminucation<br />

is provided as in the “first example”, purification,<br />

the continuity of descent and swearing in the presence of<br />

God in the whole Turkish world in the rituals about wedding<br />

fire.<br />

The rituals about fire have been carried out for generations<br />

in the context of the continuity of the family home. In cases<br />

such as moving to another house, returning to the highland,<br />

moving the tent, it is considered essential to display<br />

sacrificial behaviors, spread the offerings and making rituals<br />

for the continuation of communication with God when<br />

fire is firstly made.<br />

The applications such as family’s not getting in trouble ,<br />

throwing the blessed salt to the fire by passing over the verrucas<br />

fastened with a string and circled to get rid of them<br />

(K.K. Akyol 2016); putting some ashes taking from the fire<br />

over yogurt pastry when it is given to another house to protect<br />

the house and animals from evil eye (Kırcı 1998: 405);<br />

applying ash to the guest’s behind the ears, forehead, nose<br />

to be protected from the evil eye (Kalafat 1990: 77) and accepted<br />

by the family; throwing the ashes of guest’s pipo to<br />

the fire when he leaves the house (Lvova vd. 2013 I: 186)<br />

are the protection functions of fire. Beliefs such as the gin’s<br />

gattering around the fire after it goes out, moving of gin and<br />

evil in extinguished ashes, being sinful for a person lying<br />

next to the fire, lying under the dark sod if the fire in the<br />

house is extinguished (Ülker vd. 2011:119-120) show that<br />

the function of fire has continued in Anatolia today.<br />

There is a saying in the Altays: “Every Altay Turk’s life starts<br />

at the fire and pole of horse. (from Bidinov 1998: 7 to Dilek<br />

2007: 35) This saying, which is a good indication how ritual<br />

renewal repeats in every generation, is a sign of the close<br />

relationship between the hearth and the child. Occurrence<br />

of expressions such as ‘’ocaksız’’ ( having no family) for<br />

those who do not have a child and ‘’od-ocak sahibi’’ (having<br />

family) for those who have child is a necessity for the<br />

mythic beliefs about the child of a family. In this context,<br />

the idiom “od-ocak şenletmek” (having a happy family with<br />

child) has become a general acceptance, expressing family<br />

happiness, which includes the child. The beliefs about<br />

that happiness of the family gathering around the fire will<br />

pass to the child (from Radloff 1994: 25 to Dilek 2007: 35);<br />

the ongoing fire in the heart perpetuates the family happi-


kuttören, Toroslardan derlenmiş olan “kütük dökme” uygulamasıdır.<br />

Geleneğe göre yeni evlilerin sağlıklı ilk erkek<br />

çocukları doğduğunda köyün gençleri tarafından kutlu<br />

dağdan seçilen bir kütük, çocuğun evinin bacasından dökülmekte<br />

ve karşılığında çocuğun ailesinden adak kurbanı/<br />

bahşiş alınmaktadır. Evde muhafaza edilen bu kütük, daha<br />

sonra çocuk evlenirken düğün yemeğinin pişirilmesinde<br />

kullanılmaktadır. (Bahar 1997’den Ergun 2012: 312, 352,<br />

723)<br />

Bir diğer çok dikkat çekici uygulama “baca sökme” geleneğidir.<br />

Kars yöresinde canlı bir şekilde yaşayan uygulamaya<br />

göre yeni evlilerin ilk erkek çocukları sağlıklı bir şekilde doğduğunda<br />

köyün gençleri, çocuğun doğduğu evin bacasına<br />

çıkarak bacayı bozmaya çalışmaktadırlar. (Kalafat: 1990:<br />

78)<br />

Geleneksel baca sökme ritüelinin günümüzde pencere<br />

camı kırma şekline dönüşmüş uygulamaları da görülmektedir.<br />

Adana, Konya gibi bazı yörelerden yaptığımız derlemeler<br />

göstermiştir ki pencereye baca denmektedir 17 Benzer<br />

adlandırmaların kullanımından Bahaeddin Ögel de bahsetmiştir.<br />

(1984: 296 vd.) Uygulamaya göre ailenin ilk erkek<br />

çocuğu doğduğunda köyün gençleri tarafından evin camı<br />

kırılmaya çalışılmaktadır. Çocuğun babası da gençlere engel<br />

olmakta, “Bedeli neyse verelim”, diyerek hediye/koç vs.<br />

vermektedir. 18 Aile ocağının sönmesi, ailenin yok olması an-<br />

• 17 (K.K.: Tuğçe Sevda Kahriman Konya-Emirgazi 1992, GÜ SBE THB<br />

yüksek lisans öğrencisi; derleme tarihi: 10.04.2016).<br />

• 18 Eşi Adanalı olan kaynak kişinin 1989 yılında Adana’da oğlu<br />

ness (from Ocak 2000: 228 to Dilek 2007: 35) multi-child<br />

families are more loved are living as general acceptance<br />

throughout the Turkish world.<br />

While children who are defined as “those who will hold the<br />

central pole of the Middle East / World” in the Dolgan epic,<br />

there is an adjective in the book of Dede Korkut as “dünlüğü<br />

altın ban evimin kabzası oğul” (52-7, 119-1, 163-5) (means<br />

my son is head of household). If it is expressed with present<br />

language, it is certain that the importance of especially<br />

male child goes down to mythological roots as well as the<br />

meaning of an expression such as ‘’pole / head of my big<br />

house whose chimney is golden’’ becomes indistinct.<br />

The traditional Turkish family system, which is regarded as<br />

the assurance of the male and female’s family union and<br />

continuation of lineage, finds meaning in the form of ‘’Boy<br />

is the fire of the hearth, girl is the ash of the hearth.’’As Korkut<br />

Ata says, ‘’A worthy son is the fire of once hearth.’’is the<br />

mark of interest between the hearth and the child. In addition;<br />

using the term ‘’od/ocak bey’’ for the youngest son<br />

of the family, the house of the hearth’s belonging to‘’ocak<br />

bey’’and his living in there, all the members of the hearth’s<br />

staying at that house in the time of rituals and the respect<br />

showed by all of big bothers to the ‘’ocak bey’’take form in<br />

the context of döş (family)-ocak(hearth)-kut(happiness).<br />

The most noteworthy ritual in the tripod of ‘’hearth-childtree<br />

of life’’is the ‘’kütük dökme’’ (stock damping) tradition<br />

Fire and Hearth<br />

299<br />

Ateş ve Ocak


Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />

accusa quo quunt.<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />

quo quunt.<br />

Common Heritage<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

300<br />

Ortak Miras


Ateş ve Ocak<br />

Fire and Hearth<br />

301


Common Heritage<br />

302<br />

Ortak Miras<br />

lamına gelen baca bozmanın önlenmesinin yolu, gençlere<br />

kanlı/kansız adak/bahşiş/peşkeş vermekten geçmektedir.<br />

Gerek kütük dökme gerekse baca sökme kuttöreni, Dolgan<br />

destanındaki abaasılarla yaşanan mitik savaşın benzeridir<br />

ve aynı anlamdadır. Dolgan destanında kurban olarak ilk<br />

insanlar kendilerini feda ederken sonraki kuttörenlerde onların<br />

yerini koyun, koç ve diğer adak kurbanları almıştır.<br />

Çocuk ile ocak arasında cereyan eden diğer bazı inançlar<br />

ve ritüel uygulamalar şöyledir: Bebeğin kırk basmasından<br />

korunması için anne babasının eşyalarından birer parça<br />

yakılarak tütsüsüne tutulması (Kalafat 1990: 180); göbeği<br />

düşene kadar evden dışarı ateş verilmemesi; ocaktan alınan<br />

bir közün bebeğin yattığı beşiğin ayağı altında sallama esnasında<br />

ezdirilmesi; doğumun kolay olması ve çocuğun kötü<br />

ruhların şerrinden korunması için evdeki yüklüğün üzerine<br />

bez serilip ateş üstüne bir parça yağ atılması (Kırcı 1998:<br />

405); Yakut/Sahalarda ocaktaki külün kıpırdamasının çocuğun<br />

ruhunun oynaması ve aileye yeni bir çocuk doğacağının<br />

müjdecisi olduğu (İnan 1995: 67); duman ve isin nazarı<br />

defedeceği (Kırcı 1998: 404); doğumda ve düğünde üzerlik<br />

tütsüsünün gelini, damadı, çocuğu ve onlara inen kut sayesinde<br />

bütün katılımcıların nazardan korunacağı; doğumdan<br />

sonra ağlamayan çocuk için eşinin ateşe atılması ve ısınan<br />

eş sayesinde çocuğun ağlamaya başlayıp canlanacağına<br />

inanılması (Yeşilçay 1977: 18’den Dilek 2007: 51), çocukları<br />

yaşamayan ailenin yeni doğan bebeğinin uzun yaşaması<br />

için kundağına kömür sarılması (Lvova vd. 2013 II:183), evin<br />

dışında doğan bebeklerin eve girer girmez alınlarına ocaktan<br />

kara sürülmesi gibi ritüel ve inançlar, aile ocağının çocukla<br />

ilgili kut sembolleridir.<br />

Ocak ile ilgili kuttörenlerde dikkati çeken bir başka uygulama<br />

ise insan ve hayvan döşleri ile ilgilidir. Saha Sire’de kadın<br />

hamile olunca kocası ve kendisi çentik atılmış “ımıı” (koruyucu<br />

muska)larını döşlerinde taşımakta ve bununla çocuklarının<br />

doğacağı günü saymaktadırlar. Savaşa giden erkekler<br />

de bunu yanlarından ayırmamaktadır. 19 Burada ocakla<br />

döş arasında bir ilgi tespit edememiş olmakla birlikte, döş<br />

ile çocuk ve kut arasında bir ilgi bulunduğu kesindir. Ocak<br />

ile ilgili bağlantı derleme sırasında gözden kaçmış olmalıdır.<br />

Çünkü aşağıda verilecek olan örneklerde böyle bir bağlantı<br />

söz konusudur.<br />

Altay Türklerinde gelinle birlikte baba ocağına giden damat,<br />

önce baba ocağına bir fincan yağ dökmekte sonra da bir fincan<br />

koynuna/döşüne koymaktadır. (Şatinova 1981: 57’den<br />

Lvova vd. 2013: 216) Bu kuttören Telengitlerde biraz farklı<br />

şekilde, yeni evlilerin kızın ailesini ilk ziyaretlerinde gerçekleştirilmektedir:<br />

Buna göre damat, kesilmiş bir koyunu gedoğduğunda<br />

böyle bir ritüel icra edilmiştir. (K.K.: Mesude Karakuş, Kırıkkale<br />

1960, Öğretmen, Ankara 16.04.2016).<br />

• 19 K.K.: N. P. Romanoviç, (60 yaşında), Saha Sire-Kangalas-Nömügü<br />

Köyünde 26.06 20115’te derlenmiştir.<br />

form the Toros. According to this tradition; when newlywed<br />

has a healthy boy a stock selected from blissful mountain<br />

by young people of the village is poured out from the chimney<br />

of this child’s house and sacrificial animal or tip is taken<br />

from the child’s family in return. This stock that is kept at<br />

home is used to cook the wedding meal while the child is<br />

getting married. (from Bahar 1997 to Ergun 2012: 312, 352,<br />

723)<br />

Another very striking application is the “baca sökme” (detaching<br />

of chimney) tradition. According to practice lived<br />

in Kars province, when the first boy is born healthfully, the<br />

young people of the village are trying to detach the chimney<br />

of house where the child was born. (Kalafat: 1990: 78)<br />

It is also seen that the traditional detaching of chimney<br />

ritual has been transformed into a window glass breaking<br />

style. The compilations that are made in the some regions<br />

such as Adana, Konya,etc. show us that they called window<br />

as chimney. 18 Bahaeddin Ögel also mentioned the use of<br />

similar names. (1984: 296 et.al.) According to the practice;<br />

when the first male child of the family is born, young people<br />

in the village try to break the glass of the house. The<br />

father of the child also obstructs the youth and says them<br />

‘’Let’s give its price’’and gives them gift, ram, etc. 19 The way<br />

to prevent chimney disruption, which means the disappearance<br />

of the family, the annihilation of the family, is to give<br />

sacrificial animal / tips / present to the youth. Both ‘’kütük<br />

dökme’’ (stock damping) and ‘’baca sökme’’ (detaching of<br />

chimney) rituals are similar to the mythical battle with Demons<br />

that took place in the epic of the Dolgan and have the<br />

same meaning.While the first people sacrificed themselves<br />

in the Dolgan epic; ship,ram ve other sacrificial animals take<br />

their places in the next rituals.<br />

Some other beliefs and ritual practices taken place between<br />

the child and the hearth are: burning something belongin to<br />

the child’s mother and father and putting his incense burner<br />

to protect the baby from ‘’kırk basması’’(not taking the<br />

baby out until fourty days pass from his birth day. ) (Kalafat<br />

1990: 180); not making fire until the umbilical cord of baby<br />

is shed; crushing the cinder under the leg of baby’s cradle<br />

when he cradles; throwing a piece of butter over the fire by<br />

spreading the cover upon the large closet for bedding in<br />

the house for easy birth and protecting the baby from the<br />

demon (Kırcı 1998: 405). Some rituals and beliefs in Yakut/<br />

Saha Turkics such as ashes’ keeping still in the fire meaning<br />

a new baby comes to the family(İnan 1995: 67); smoke and<br />

• 18 (K.K.: Tuğçe Sevda Kahriman born in Konya-Emirgazi in 1992,<br />

graduate student in Gazi University in the Departmant of Ethnology; Date<br />

compiled: 10.04.2016).<br />

• 19 Source person whose wife is from Adana performed such a ritual<br />

when his son was born in 1989.<br />

• (K.K.: Mesude Karakuş, born in Kırıkkale in 1960, Teacher, Ankara<br />

16.04.2016).


Ateş ve Ocak<br />

Fire and Hearth<br />

303


Common Heritage<br />

304<br />

Ortak Miras<br />

tirip gelinin ebeveynlerinin izniyle atlarının bağlandığı yere<br />

bağlamaktadır. Koyunu doğru şekilde parçalayıp kafasını ve<br />

ayaklarını tütsüleyen damadın, inciği yağla sarıp evin saygın<br />

bir yerinde yakması; haşlayarak pişirdiği yemekleri ise kendisi<br />

tatmadan, misafirlere ikram etmesi gerekmektedir. Ancak<br />

bundan sonra gelinin annesinin verdiği bir fincan yağı<br />

ocağa serpebilmekte ve fincanı koynuna saklayabilmektedir.<br />

Yağ dökülen ateşin parlaması ve alevlerin yüksekliği,<br />

yeni kurulan ailenin mutluluk ve baht göstergesi olarak algılanmaktadır.<br />

Sonra da kayınvalide, damada yeni şapka ve<br />

kuşak kuşandırarak kesinlikle kuzu derisinden yapılmış kürk<br />

giydirmektedir. (Şatinova 1981: 51’den Lvova vd. 2013: 217)<br />

Bu kuttörenlerde görüldüğü üzere mitolojik hafıza, ocak,<br />

döş, yağ fincanı ve kuzu kürkünü bir araya getirmektedir.<br />

Ocak sadece insanlar için değil, Dolgan destanında tanrısal<br />

ilk atın dönüşüm mitinde ve yukarıdaki kuttörenlerde<br />

olduğu gibi hayvanların da çoğalmalarının teminatı kabul<br />

edilmektedir. Hayvanların çoğalması ile ilgili kuttörenler<br />

ise daha çok güzün yapılmaktadır. Altay Türkleri tarafından<br />

sonbaharda uygulanan “Ot takır” töreninde, gebe koyun<br />

öldürülmekte; kuzusu ateşin külünün altına gömülerek dua<br />

edilmektedir. Bu sayede hayvanın neslinin devam edeceğine<br />

(Bidinov 1998: 10-11’den Dilek 2007: 47) inanılmaktadır.<br />

Tuvalılar da ilk kar yağdığında (9.-10. ayda), kışlak evine dönüşte<br />

“ot dagıır” töreni düzenlemektedir. Törende adak kurbanı<br />

olarak koç kesilmektedir. Koçun yağlı döşü saçı olarak<br />

ocağa sunulmaktadır. Diğer kısımları ise haşlanarak tören<br />

için davet edilen komşulara çayla birlikte ikram edilmektedir.<br />

(Kurbatskiy 2001:172’den Kumartaşlıoğlu 2012:138-<br />

140; Kenin-Lopsan 1994: 103’ten Dilek 2007: 47)<br />

Altaylıların gebe hayvanı kurban olarak adama ve yavrusunu<br />

ocağın-külün altına gömme ritüeli, daha arkaik bir uygulama<br />

gibi durmaktadır. Ocağa yağlı döş sunulması ise muhtemelen<br />

daha geç dönemde teşekkül etmiş olmalıdır. İkisi de<br />

tesadüfî uygulamalar değildir. Hayvancı toplumun bereket<br />

kuttörenlerinde döş ile ilgili uygulamalar, mitik anlayış gereğidir.<br />

Benzer anlayış ve uygulamalar, arkaik destanlarda<br />

ve özellikle düğünle ilgili kuttörenlerde ortaya çıkmaktadır.<br />

Örneğin Er “Töş”tük destanında böyle bir ilgi kurulmaktadır.<br />

Dolgan destanında da olduğu gibi mitolojik-mucizevî olarak<br />

nitelendirebileceğimiz “yaşlılıkta çocuk sahibi olma” motifi,<br />

bağır tahtası/döş ile ilişkilendirilmektedir. Annenin son döşü<br />

olarak algılanan bu çocukların, annenin iman/bağır tahtasından<br />

çıktığına ve Tanrı tarafından özel yaratıldığına inanılmaktadır.<br />

20 Türk kültüründe son erkek çocuğun ocak, ev ve<br />

yurdun koruyucusu olarak algılanması (Roux 1999:176) da<br />

bu inanç ile ilgilidir. Kazak ve özellikle Kırgızlarda bu şekilde<br />

• 20 Bağır tahtası ile ilgili daha geniş bilgi için bkz: Pervin Ergun, “Türk<br />

Kültüründe İman Tahtası”. (2013). Türk Halk Edebiyatı İncelemeleri Saim<br />

Sakaoğlu Armağanı. (Ed. Metin Ergun). Ankara: Türk Kültürünü Araştırma<br />

Enstitüsü Yay.<br />

lamb black’s preventing the evil eye (Kırcı 1998: 404); incence<br />

with harmal seed protecting the bride, groom baby,<br />

all of the people attending to the wedding from the evil<br />

eye thanks to the kut belief at birth and wedding; putting<br />

the partner into the fire for not crying baby after the birth<br />

and being believed that the baby starts to cry and comes to<br />

life thanks to the partner heating in the fire (from Yeşilçay<br />

1977: 18 to Dilek 2007: 51), putting coal into the swaddling<br />

clothes of the newborn baby whose family’s children do not<br />

live long (Lvova et.al. 2013 II:183), putting on black to the<br />

baby’s forehead as soon as he comes to the hearth are the<br />

symbols of the hearth concerned with children.<br />

Another application which is noteworthy in the rituals about<br />

the hearth is related to the human and animal chest. The<br />

husband and wife carry ‘’ımıı’’ (good-luck charm) in their<br />

chest when the wife is pregnant and they count the days<br />

of the birth of a child. When men go to the war, they do not<br />

separate it from their sides. 20 However; an connection between<br />

chest and hearth is not confirmed, it is certain that<br />

there is an interest between chest, baby and kut belief. The<br />

connection with the hearth may be escape the attention<br />

during compilation. Because there is such a connection in<br />

the examples which will be given below.<br />

The groom, who goes to the father’s house together with<br />

the bride in the Altay Turks, first pours a cup of oil to the<br />

fire in the father’s house and then puts it his chest. (from<br />

Şatinova 1981: 57 to Lvova vd. 2013: 216) This ritual is carried<br />

out somewhat differently in Telengits, that is to say, it<br />

is made in the first newlywed’s visits to the bride’s family:<br />

accordingly, the groom brings a sacrified sheep and tethers<br />

it at the place where the horses are found with the permission<br />

of bride’s family. The groom who breaks the sheep to<br />

pieces and fumes its head and foots, covers the shank with<br />

oil and prepares it in a prestigious place; it is necessary for<br />

him to present the boiled dishes without tasting himself.<br />

Only after that, a cup of oil given by the bride’s mother is<br />

poured over the fire and she can hide the cup in her chest.<br />

The flame and height of the fire are perceived as the indicator<br />

of the new family’s happiness and fortune. Then the<br />

mother-in-law makes the groom wear a new hat, belt and<br />

fur definitely made of lamb skin. (from Şatinova 1981: 51to<br />

Lvova vd. 2013: 217) As seen in these rituals, mythological<br />

memory brings together the fire, chest, oil cup and lamb fur.<br />

The hearth is not only for people, but in the myth of the<br />

divine horse’s first conversion in the Dolgan epic, it is accepted<br />

as the assurance of the breeding of animals as in<br />

the above-mentioned rituals. The rituals about the breeding<br />

of animals is made especially in the fall. In ‘’ot takır’’(a<br />

• 20 K.K.: compiled from N. P. Romanovic, 60 years old, in the village<br />

named Sire-Kangalas-Nömügü in Saha on 26.06.2015.


yaşlılıkta doğan çocuklara Töştük adı verme geleneği yaygındır<br />

(Yıldız 1995: 114).<br />

Döş ve ocak ile ilgili inanç ve uygulamalar düğünlerde yoğunlaşmaktadır.<br />

Bütün Türk dünyasında gelinin ardından<br />

ailesi tarafından kızartılmış kuzu, tavuk gönderilmektedir.<br />

Töştük örneğinde görüldüğü üzere bu yemek, yeni evlenen<br />

gençlerin kutlarının ve nesillerinin devamı dileğini, duasını<br />

yerine getirmektedir ve bağır tahtası/döş kültü ile ilgilidir.<br />

Tavuğun lades kemiği çevresinde gelişen oyunlar ve aşağıda<br />

verileceği üzere kuzunun döşü, bu yemeklerin mitolojik<br />

karakterinin göstergesidir.<br />

Anadolu’da anlamını yitirmekle birlikte devam eden bu gelenek,<br />

Türk dünyasında daha canlı bir şekilde yaşamaktadır.<br />

Örneğin Kazaklarda “Kız Uzatu” toyunda (gelin alma veya<br />

gelin gönderme) yeni kurulan “otau” (kigiz üy, otağ)da damat<br />

tarafına yemek sunulmaktadır. Bu yemeğin, ata ruhları<br />

ve Allah için verildiği belirtilmektedir. Kurban olarak koyun,<br />

koç kesilmekte ve damada tös/döş eti yedirilmektedir. Damat<br />

etleri yedikten sonra kemiği “otau”nın “şanırak” (evlerin<br />

tepesinde yuvarlak kısım, tünük(baca)ten dışarı atmaktadır.<br />

Argınbaev tarafından bunun anlamı “Yeni yuvanın dumanı<br />

her daim tütsün, yeni yuvanın ateşi hiç sönmesin” anlamında<br />

olduğu belirtilmektedir. (Argınbaev 1996: 176’dan<br />

Ergun 2013) İnsanın ve adak kurbanı hayvanların döş kemikleri<br />

hayat ağacını sembolize etmektedir. Bunun bacadan<br />

atılması, yukarıda belirtilen baca-hayat ağacı/merkezî<br />

direk-Tanrı kutu-çocuk merkezli uygulamaların bir parçası<br />

traditional ritual) made by Altay Turks in the fall, a pregnant<br />

sheep is killed; then her lamp is buried under the fire<br />

and they pray. It is believed that the lineage of animal will<br />

continue by this means. (from Bidinov 1998: 10-11 to Dilek<br />

2007: 47) When it first snows (in 9th or 10th mount), people<br />

in Tuvalı make “ot dagıır” ritual when they go back to winter<br />

house. At the ritual, the ram is sacrificed. The fatty part<br />

of the ram’s chest is put to the fire as a gift. After boiled,<br />

the other parts are served with tea to the neighbors invited<br />

for the ritual. (from Kurbatskiy 2001: 172 to Kumartaşlıoğlu<br />

2012: 138-140; from Kenin-Lopsan 1994: 103 to Dilek 2007:<br />

47)<br />

The ritual of Altays about taking the pregnant sheep as a<br />

vow and buring the lamp under the ashes of the fire seem to<br />

be a more archaic application. Serving fatty chest meat of<br />

sheep to the fire is probably formed in the late period. Both<br />

are not random applications. Applications related to chest<br />

in the abundance rituals of the animal husbandry society is<br />

for mythic understanding. Similar insights and applications<br />

are occured in archaic legends and especially rituals about<br />

wedding. For example, such interest is seen in the epic of<br />

“Er Töştük”. The motif of “having children in old age”, which<br />

can be described as mythologically-miraculous as it is in<br />

Dolgan’s epic, is associated with the breastbone /chest. It<br />

is believed that these children, who are perceived as the<br />

last progeny, comes out of the breastbone 21 of the mother<br />

• 21 Also see more information about breastbone: Pervin Ergun, “Türk<br />

Kültüründe İman Tahtası”. (2013). Türk Halk Edebiyatı İncelemeleri Saim<br />

Sakaoğlu Armağanı. (Ed. Metin Ergun). Ankara: Türk Kültürünü Araştırma<br />

Fire and Hearth<br />

305<br />

Ateş ve Ocak


Ortak Miras<br />

Common Heritage<br />

306


olmasındandır. Kazak düğünleriyle ilgili bu gelenek, annesi<br />

Kazak olan GÜ Öğretim Görevlisi Yerke Özer tarafından da<br />

teyit edilmiştir. Ayrıca Çin Kazaklarından Prof. Dr. Muhtarhan<br />

Orazbay tarafından Doğu Türkistan’da ve Kazaklarda gerdek<br />

sabahı geline de kuzu veya koyunun döşünden yapılan<br />

“sıbağ” yemeğinin ikram edildiği belirtilmiştir. (Ergun 2013)<br />

Döş yukarıda da belirtildiği üzere kutlu çocuk sembolü olarak<br />

hem gelinle damada yedirilmekte hem de hayvanların<br />

çok olması için ocağa sunulmaktadır.<br />

Ocak ve ateşle ile ilgili dikkat çekici uygulamaların yapıldığı<br />

dönemlerden biri de ölümdür. Aile ocağı normal zamanda<br />

ata ruhlarının ve koruyucu iyelerin yaşadığı bir mekân olarak<br />

düşünülmektedir. Ata ruhlarını ve bereketi, çoğalmayı<br />

sembolize eden tözler evin en kutsal yeri olan ocağın arkasında<br />

bulunmaktadır. Burası evin reisinin oturduğu yerdir;<br />

ayrıca burada eşlerin hayatları boyunca kullanacakları,<br />

perdeyle örtülü yatakları bulunmaktadır. Kadının takılarının,<br />

çocukların göbeklerinin vs. saklandığı ve pek çok kuttörenin<br />

sahnelendiği bu yere gösterilen saygı ata ruhlarına gösterilmiş<br />

kabul edilmektedir. Bu yüzden ata ruhları için baba<br />

ocağında adak ve saçıda bulunanlar, “atalarına çok saygılı”<br />

anlamında “Törkün”/”Türkün” diye adlandırılmaktadır.<br />

Ata ruhlarının memnun edilmesi için ocağa yağ kokusunun<br />

sinmesi ve ocağın sürekli yanması gerektiği, Türk dünyasında<br />

çok yaygın bir inançtır. Fakat evde biri vefat ettiğinde aile<br />

ocağının bu fonksiyonuna ara verilmekte yani ocak söndürülmektedir.<br />

Söndürme işlemi gerek cenazede gerekse diğer<br />

mecburi zamanlarda ocağın içinde yapılmamaktadır.<br />

Közler ocağın içinden dışarı çekilerek söndürülmektedir.<br />

Yoksa normal zamanda ocak söndürülmemekte; üzerine<br />

kül örtülerek uyutulmaktadır ya da Sahalarda olduğu gibi<br />

“suul”maktadır yani bebek gibi kundaklanmaktadır. Söndürülürken<br />

de baca yolu kapatılmaktadır. Normal zamanda<br />

ocağın söndürülmesi günah “anyıı” sayılmaktadır.<br />

Aile ocağı cenazenin kaldırılmasından üç/yedi gün sonra,<br />

adak kurbanı kesilip dualar edilerek yapılan kazan kaldırma<br />

merasiminin sonunda, sülalenin en büyüğünün evinden<br />

alınan ateşle tekrar yakılmaktadır. (M. Ergun 2013: 289<br />

vd.) Cenazenin yıkanması için yakılacak ateşin odunları ve<br />

kullanılacak su dışarıdan getirilmekte; ateş evin dışında yakılmaktadır.<br />

Örneğin Şor Türklerinde bu ateş, köyün dışında<br />

ve batısında yakılmaktadır. (Lvova vd. 1. 2013:170) Bu ateş,<br />

başka bir amaçla kullanılmamaktadır. Kalan su dökülmekte,<br />

ocak söndürülmekte, kalan odunlar evde kullanılmayıp<br />

dışarı atılmakta veya gömülmektedir. (Örnek 1971: 40) Külü<br />

toprakla örtülen bu ocağın, ev ve boyla bağı kesilmektedir.<br />

(Lvova vd. 1. 2013:170-171)<br />

Saha Sire’de ölen kişi için yakılan ocakla ilgili bir ayrıntı, bu<br />

ayrı ocağın fonksiyonunu ortaya çıkarmaktadır. Yakılan bu<br />

and are specially created by God. The perception of the last<br />

male child as a protector of the hearth, family and home<br />

in Turkish culture is related to this belief. (Roux 1999:176)<br />

The tradition of giving children whose parents have in old<br />

age ‘’Töştük’’name is widespread in Kazakh and especially<br />

Kyrgyz. (Yıldız 1995: 114)<br />

Beliefs and applications related to fire and progeny are<br />

concentrated in weddings. After the bride, fried lamb and<br />

chicken are sent by the family in the whole Turkish world. As<br />

seen in the example of ‘’Töştük’’, this meal fulfills the happiness<br />

of newlyweds, continuation of generations and their<br />

prayers and also is about the cult of progeny and breastbone.<br />

The games that is formed with the chicken’s wishbone<br />

and the lamb’s chest as given below are indicators of<br />

the mythological character of these dishes.<br />

However; this tradition continues along with the loss of<br />

meaning in Anatolia, it lives more vividly in the Turkish world.<br />

For example, the meal is provided by the groom in the new<br />

‘’otau (tent)’’ called as ‘’kigiz üy,otağ’’in Kazaks in “Kız Uzatu”<br />

(fetching the bride). It is stated that this meal is given for<br />

the souls of ancestors and for God. Sheep and ram are sacrificed<br />

and its chest meats are eaten by the groom. After the<br />

groom eats meats, he throws the bones from the’’şanırak’’<br />

(chimney) of ‘’otau (tent)’’. It is stated by Argınbaev that this<br />

means ‘’ the new family should be always happy and they<br />

should be never seperated’’(from Argınbaev 1996: 176 to<br />

Ergun 2013) The breastbone of human and sacrificed animals<br />

symbolize the tree of life. Throwing them through the<br />

chimney is because of being a part of above-mentioned applications<br />

such as chimney, life tree, central pole, god, child.<br />

This tradition about the Kazakhs’ weddings is confirmed by<br />

the Gazi University Teaching Assistant Yerke Özer whose<br />

mother is Kazakh. In addition to this; it is stated by Prof. Dr.<br />

Muhtarhan Orazbay according to the information received<br />

from sources of Chinese that a meal called as ‘’sıbağ’’made<br />

of lamb or sheep chest is offered to the bride in bridal morning<br />

in Eastern Turkestan and Kazakhs. (Ergun 2013) As mentioned<br />

above, it is eaten by bride and groom as a symbol of<br />

the blessed child and offered to the hearth for having so<br />

many animals.<br />

One of periods in which notable applications about hearth<br />

and fire is death. The family house are normally considered<br />

as a place where the ancestral spirits and protective spirits<br />

live. The roots which symbolize the ancestral spirits, fertility<br />

and proliferation, are found behind the stove the most sacred<br />

place of the house. Here is the place where the father<br />

of the house sits; besides, there are beds which are covered<br />

with curtains,will be used by the wifes throughout their lives.<br />

The respect showed to this place where the women’s jew-<br />

Enstitüsü Yay.<br />

Fire and Hearth<br />

307<br />

Ateş ve Ocak


Common Heritage<br />

308<br />

Ortak Miras<br />

ocağın külleri ölenin mezarına dökülmektedir. Eskiden, ulaşım<br />

şartlarının kötü olduğu zamanlarda savaşta, seferde,<br />

evinden uzakta, gurbette ölenler yakılıp külleri obasında<br />

yapılan mezarına konmaktadır. 21 Bunlarla muhtemelen ölen<br />

kişinin yeni mekânında yeni ocağının kurulması söz konusudur.<br />

Bu sayede ölenin ruhunun selametle göçürülmesi ve<br />

geride kalanlara zarar vermemesi sağlanmaktadır. Nitekim<br />

Manas, dirilip tekrar baba evine döndüğünde annesi ocakta<br />

yanmakta olan ateşi söndürmüş; memesinden oğlunu bol<br />

bol emzirerek (Ögel 1998: 514) doğum kuttörenini tekrarlamıştır.<br />

Ölenin ateşinin aile ocağından farklı bir yerde yakılması,<br />

ölenin aileden geçici olarak dışlanması anlamına gelmektedir.<br />

Üç/yedi gün sonra adak kurbanı ile birlikte yapılan<br />

kazan kaldırma töreninden sonra yakılan aile ocağının, ata<br />

ruhlarının ziyaret ettiği ve aileyi koruyucu iyelerin yaşadığı<br />

kutlu fonksiyonunu yerine getirmeye devam ettiği yaygın<br />

kabule dönüşmüştür.<br />

Ocak ve ölüm ile ilgili önemli bir ayrıntı çocuk ve genç ölümleri<br />

ile ilgilidir. Güney Tuva Türklerinden nakledildiği üzere<br />

bu tür durumlarda ölenin yüzüne ve göğsüne kömürle bir<br />

işaret konmakta, sonrasında sülalede yeni doğan bir çocuğun<br />

vücudunun aynı yerinde görülen doğum lekesi, ölenin<br />

ruhunun geri döndüğü şeklinde yorumlanmaktadır. (Dyakonova<br />

1975: 93’ten Lvova 2013: 243-244) Ocağa ait kömür,<br />

köz ve yeni nesilde onun izi Anadolu’da eren izi/lekesi formunda<br />

korunmuştur.<br />

Sonuç olarak Türk kültüründe ev, aile, boy, kabile gibi kavramlar<br />

çevresinde oluşan ocak, istikrarın ve dünya düzeninin<br />

şifrelerini göstermektedir. “Güç (zulüm) evden girerse,<br />

töre bacadan çıkar” atasözünde de şifrelendiği üzere, hukuksuzluğun,<br />

adaletsizliğin, saygısızlığın, kısacası Tanrı’nın<br />

kabul etmeyeceği her tür zulmün girdiği mekânlarda ocak,<br />

Tanrı nizamı kabul edilen törenin Tanrı tarafından geri çekileceği<br />

kutsal alanlar olarak kabul edilmektedir.<br />

Aile ocağı kavramı çerçevesinden bakıldığında ise ocak,<br />

yaratılışın başında Tanrı tarafından kurulup, yakıldığı için<br />

kutsaldır. Aile ocağının yanması evlilik akdinin geçerliliğinin<br />

göstergesidir.<br />

Ocak, üç âlemi birleştiren kozmik direk, hayat ağacı, kutlu<br />

atların bağlandığı at kazığı ve evin kutlu direği gibi Tanrı’ya<br />

ulaşma yoludur. Onun Tanrı mekânına ulaşan merkezî direk<br />

fonksiyonu, kuttörenlerde, dokuz katlı çentik atılıp tepe<br />

yaprakları bırakılarak ocağın içine yerleştirilen ve tepesi<br />

evin tünük/bacasından dışarı çıkarılan formuyla açık bir<br />

şekilde canlandırılmaktadır. Bazen de ocak, kütük atma ve<br />

baca yıkma kuttörenlerinde olduğu gibi ilk çocukların korunması<br />

mitinin sembolize edildiği evin kutlu alanına dö-<br />

• 21 (K.K.: N. P. Romanoviç, (60 yaşında), Saha Sire-Kangalas-Nömügü<br />

Köyünde 26.06 20115’te derlenmiştir.)<br />

elry, baby’s umbilical cord, etc. are kept and staged many<br />

rituals, are accepted to be shown to the souls of the ancestors.<br />

That is why, those who give gift and vow in the father’s<br />

house for the souls of their ancestors are called as “Törkün”<br />

/ “Türkün” meaning that they are “very respectful to their<br />

ancestors”.<br />

A widespread belief in the Turkish world is that the smell<br />

of oil in the hearth and making the fire all the time for the<br />

sake of their ancestor. But; when someone dies at home,<br />

this function of the family is interrupted and the fire is extinguished.<br />

Extinguishing is not carried out both at the funeral<br />

and other compulsory times in the stove. The cinders<br />

are extinguished by pulling out of the stove. Otherwise, the<br />

stove is not normally turned off; it is covered with ashes, or<br />

it is “suulmak” (swathe) as it is in the Saha Turks, that is to<br />

say, it is swaddled like a baby. The chimney is closed when<br />

it is extinguished. Normally, the extinguishing of the fire is<br />

considered as “anyıı”(sin).<br />

Three or seven days after the undertaking of the funeral, the<br />

hearth is burned again with the fire taken from the house of<br />

the oldest of the family at the end of ‘’kazan kaldırma ceremony’’<br />

made by sacrificing and praying.(M. Ergun 2013: 289<br />

et. al.) Firewood for fire and water used for the washing of<br />

the funeral are brought from other place; fire is made outside<br />

the house. For example, this fire is made west of and<br />

outside the village in Shor Turks. (Lvova et. al. 1. 2013:170)<br />

This fire is not used for any other purpose. The remaining<br />

water is spilled, the hearth is turned off, the remaining<br />

woods are not used at home and thrown out or buried. (Ex.<br />

1971: 40) This hearth, covered with ash soil, connection with<br />

the family and clan is broken. (Lvova et. al. 1. 2013:170-171)<br />

A detail about the making fire for the person who died in<br />

Saha Sire reveals the function of this separate hearth. The<br />

ashes of this fire are poured into the tomb of the decedent.<br />

In the past, the people who died out of the country when<br />

the conditions of transportation were bad, in times of war,<br />

at mobilization, away from home, were burnt and their ashes<br />

are buried in the tomb. 22 It is likely discussed that the<br />

dead person will found a new hearth in the new place. In<br />

this way, it is ensured that the soul that is dying is brought<br />

to another life by salvation and does not harm those who<br />

are left behind. Indeed, when Manas returned to his father’s<br />

house again, his mother put out the fire that was burning in<br />

hearth; repeated the birthday rituals by breastfeeding his<br />

son abundantly. (Ögel 1998: 514) The fire made for dead<br />

person’s fire in a different place from the family hearth<br />

means that the person who died is temporarily excluded<br />

from the family. Family hearth that is burned three or seven<br />

• 22 (K.K.: compiled from N. P. Romanovic, 60 years old, in the village<br />

named Sire-Kangalas-Nömügü in Saha on 26.06.2015.)


nüşmektedir.<br />

Ocak, yaratılışın başında, yeni günde, ilk ailenin kutlu kuruluşunu<br />

simgelerken Dolgan Türklerinin Er Soğotoh ve Şor<br />

Türklerinin Kan Argo Ablalı Kan Pergen destanlarında olduğu<br />

gibi, ikinci nesilde, Tanrı tarafından “orta dünyanın merkezî<br />

temel direğinin koruyucusu olarak yaratılan” çocukların<br />

kötü ruhlardan korunduğu bir mekâna dönüşmüştür. Evlilik,<br />

çocuk, hayvancılık, yeni gün kuttörenlerinin, çeşitli kriz anlarından<br />

kurtulma maksatlı ritüellerin, ata ruhlarına adak/<br />

saçı göndermenin ve hepsinden önemlisi Tanrı ibadetinin<br />

en eski mabedi ocaktır. Bu bakımdan geleneksel kültürde<br />

evin koruyucu ruhu, hamisi olarak algılanan ocağın, kurulan<br />

her yeni yuvada, aileye her yeni katılan bebek için kuttören<br />

yapılmasını zorunlu kılmıştır. Ayrıca yeni bir eşiğin başlangıcında<br />

sayılan gelin tarafından ocağa saygı gösterilmesi,<br />

tazimde bulunulması; damat tarafından da bazı ritüellerin<br />

yerine getirilmesi gerekmektedir.<br />

Göçebe çadırları vakti zamanı geldiğinde sökülüp taşındığı<br />

halde ocağı bozulmadan, dağıtılmadan öylece bırakılmaktadır.<br />

Bütün Türk yurtlarında yaygın olduğu üzere çeşitli yerlerde<br />

bulunan bu tür ocak kalıntılarına herkes saygı göstermektedir.<br />

Göçebe hayat süren aileler, bir daha aynı yöreye<br />

geldiklerinde kut giderici herhangi bir olay yaşanmamışsa<br />

genellikle aynı ocak üzerine çadırlarını kurmaktadırlar. Yeni<br />

bir eve taşınanlar, yaylak-kışlak gibi mevsimlik eve taşınanlar<br />

ya da göçebe çadırıyla elden ele gezenler çadırlarını her<br />

kurduklarında, ocaklarına geldikleri ilk gün yağ, yağlı çörek<br />

days after the undertaking of the funeral and at the end of<br />

‘’kazan kaldırma ceremony’’ made by sacrificing and praying<br />

becomes a widespread acceptance that the ancestral<br />

spirits visits and it continues to fulfill the blessed function<br />

of protective spirits.<br />

An important detail about the hearth concerns with child<br />

and youth deaths. As reported from the Southern Tuva<br />

Turks, a mark is placed on the face and in the chest with a<br />

charcoal in such cases, then it is understood that the soul<br />

of the death returns if there is a birthmark seen in the same<br />

place of a newborn child’s body in the family. (from Dyakonova<br />

1975: 93 to Lvova 2013: 243-244) The trace of coal, ash<br />

and birthmark belonging to the hearth is preserved in the<br />

form of Saint’s trace in Anatolia.<br />

As a result; the hearth formed around the concepts of<br />

home, family, clan, tribe in the Turkish culture shows the<br />

codes of stability and world order. As it is encoded in the<br />

proverb ‘’When violence comes in from the courtyard, law<br />

and justice go out the window.’’, the hearth is regarded as<br />

sanctuary places where the unwritten laws accepted as<br />

God’s ordinance is retracted by God in every place where<br />

unlawfulness, injustice, disrespect, in short, all kinds of persecution<br />

that God does not accept.<br />

When considered from this point of view of family hearth,<br />

the hearth is sacred because it is founded and burned by<br />

God at the beginning of creation. The burning of the family<br />

hearth is an indication of the validity of the marriage contract.<br />

Hearth is the way to reach God such the cosmic pillar that<br />

links the three realms, the tree of life, the pole to which<br />

blessed horses are tethered and the holy pole of the house.<br />

Its central function of direct reaching to God’s place is<br />

clearly evoked in the rituals. Sometimes, the hearth is<br />

transformed into a blessed place of the house where the<br />

myth of the protection of the first child is symbolized as it<br />

is in the rituals such as ‘’kütük dökme’’ (stock damping) and<br />

‘’baca sökme’’ (detaching of chimney).<br />

While the hearth symbolizes the holly foundation of first<br />

famiy at the beginning of creation on the new day, it becomes<br />

a place where the children that are born as “the<br />

guardians of the central central base of the middle world”<br />

are protected from the demons by the God in the second<br />

generation as it is in the epics such as Kan Argo Ablalı Kan<br />

Pergen of Er Soğotoh and Shor Turks. The hearth is marriages,<br />

children, stockbreeding, new day rituals, rituals aimed at<br />

getting rid of various crisis, presenting gift or sacrificial animal<br />

to the souls of ancestors and the oldest temple of God’s<br />

worship above all. In this respect, the protective spirit of the<br />

Fire and Hearth<br />

309<br />

Ateş ve Ocak


Common Heritage<br />

310<br />

Ortak Miras<br />

ve at kılı atarak tazimde bulunmaktadırlar.<br />

Normal şartlarda ocağın bozulmaması, dağıtılmaması<br />

esasken ölümde bu durum üç veya yedi günlük kesintiye<br />

uğramakta; ağız açımı, kazan kaldırılması gibi kuttören uygulamalarından<br />

sonra merasimle tekrar yakılabilmektedir.<br />

Ölenin ruhunun göçürülme sürecinde yakılan ocak ise aile<br />

ocağının dışındadır; odunları, suyu ile aile ocağına “yabancı”dır.<br />

Vefat edenin Tanrı’nın kutlu mekânına giden yol için<br />

hazırlanması/yıkanması/arınması/öbür dünyadaki ocağının<br />

kurulması dışında başka hiçbir maksatla kullanılmayan<br />

bu ocak, hemen söndürülmekte, kalan odunlar evin dışına<br />

atılmakta ya da mezarına gömülmekte ve külleri toprakla<br />

örtülmektedir. Ölenin ruhunun geride kalanları rahatsız etmemesi<br />

için külleri savrulmakla tehdit edilmektedir.<br />

Böylece Türk geleneksel dünya görüşü içinde ateş ve ocak,<br />

insan için, yaşam ile ölüm, düzen ile kaos, Tanrı ile kötü<br />

ruhlar arasında belli bir hiyerarşik düzen dahilinde yaşamaya<br />

devam etmekte ve her türlü kut için Tanrı’ya ulaşma<br />

yolu kabul edilmektedir. İnsanı kemale eriştirdiğine inanılan<br />

ateş, sufinin nefsini tutuşturup nura gark olmasına vesile<br />

olmakta; könlü köyüp/gönlü yanmış âşıkların dilinde destana<br />

dönüşmekte; nice gelinlerin, gelinlik kızların, damatların<br />

cennet toprağını simgeleyen ateşli kınalarla aile ocağına<br />

adandıklarını kanıtlamakta; ocaklarda nice erenlerin izi<br />

sürülmekte; tavında dövülen demirle Ergenekon’dan çıkılmakta;<br />

nice koç yiğitler Türk cihan hâkimiyeti ülküsü uğruna<br />

asker ocağında pişmektedir. Mitolojiden modern hayata;<br />

gündelik yaşamdan tasavvufun esrarına; şiire, sanata,<br />

edebiyata kadar uzanan çok geniş bir alanda; Türk kültürü<br />

bu güçlü sembolün izleriyle dolup taşmaktadır. En amansız<br />

hastalıklar, onunla tanımlanmaktadır. En tutkulu aşklar,<br />

onunla anlatılmaktadır. Büyük hayallerin, güçlü duyguların,<br />

koca bir tarih macerasının yalazlandığı bu ateş, bu ocak,<br />

medeniyet hikâyemizden nice fasıllar anlatmaktadır.<br />

KAYNAKLAR<br />

• Ataman, S. Yaver. 1987). Folklor Araştırmaları Açısından Halk Oyunlarımıza<br />

Genel Bir Bakış ve Ateş Kültü İle İlgili Oyunlar. III. Milletlerarası Türk Kültürü<br />

Kongresi Bildirileri. Cilt:3, s.39-47. Ankara: KB Yay.<br />

• Çay, Abdülhaluk. (1999). Türk Ergenekon Bayramı Nevruz. Ankara: Tamga<br />

Yay.<br />

• Dilek, İbrahim. (2007). Sibirya Türklerinde Ateşle ilgili İnançlar, Törenler ve<br />

Bazı Efsaneler, BİLİG, Güz 2007, Sayı: 43, s.33-54.<br />

• Efremov, P. E. (1984). Dolganskoe olonho. Yakutsk.<br />

• Emelyanov, N. V. (1990). Sujetı Olonho o Rodonaçalnikah Plemeni.<br />

Moskova: Nauka Yay.<br />

• Ergin, Muharrem. (1994). Dede Korkut Kitabı. Ankara: TDK Yay.<br />

• Ergun, Metin. (2013). Defin Kazanı. Bengü Bitig Dursun Yıldırım Armağanı.<br />

(Ed. Bülent Gül vd.). s.289-300. Ankara: Öncü Kitap.<br />

• Ergun, Pervin. (2004). Türk Kültüründe Ağaç Kültü, Atatürk Kültür Merkezi<br />

Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2004, 2. Baskı 2012.<br />

• Ergun, Pervin. (2005). “Aal Luuk Mas”. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli<br />

Araştırma Dergisi. Bahar 2005. S.33. 293–307.<br />

• Ergun, Pervin. (2010). “Türk Gelininin Mitolojik Göçü”. Balıkesir Üniversitesi<br />

Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. 2010, Cilt: 13, Sayı: 24, 275–290.<br />

• Ergun, Pervin. (2013). “Türk Kültüründe İman Tahtası”. Türk Halk Edebiyatı<br />

house in the traditional culture perceived as a protecter of<br />

the hearth obliges to make a ritual for every newborn baby<br />

in the every new family. In addition, it is necessary for groom<br />

to fulfill some rituals and for the bride who is regarded as<br />

the beginning of a new verge to respect and honor to the<br />

hearth.<br />

When the time comes to move the nomadic tents, the<br />

hearth are left as it is and untouched. As it is common in<br />

all Turkish dormitories, everyone respects this type of remains<br />

of the hearth that is found in various places. Families<br />

with nomadic lifestyles usually build tents on the same<br />

hearth if they do not experience any bad events when they<br />

come to the same locality again. Those who are moved to a<br />

new house, those who move into seasonal houses such as<br />

spring-winter or those who wander with their nomadic tent<br />

throw oil, scones and horse hair to the fire in the first day<br />

when they come to their hearth.<br />

Under normal conditions, it is a basis that the hearth is untouched;<br />

but there is three or seven days interruptions in<br />

the case of death; the fire is made with ceremony again after<br />

the rituals such as ‘’ağız açımı and kazan kaldırılması’’.<br />

The fire that is made during the process of the death’s soul’s<br />

passing on into eternal life is out of the family hearth; it is<br />

stranger to the family hearth with its wood and water. This<br />

hearth that is not used for anything other than the preparation<br />

of the decedent for the way to God’s blessed place /<br />

washing / purification / the establishment of the hearth in<br />

the other world, is immediately extinguished, the remaining<br />

woods are thrown out of the house or buried in the grave<br />

and the ashes are covered with earth. The soul of decedent<br />

is threatened with that its ashes is swept away if it disturbs<br />

the survivors.<br />

Thus; the fire and hearth continue to live for human in a<br />

certain hierarchical order between life and death, order and<br />

chaos, God and evil spirits and is accepted as the way to<br />

reach God for the happiness in the Turkish traditional world<br />

view. The fire, which is believed to mature the human, is<br />

transformed into epic in the language of the minstrels; it is<br />

proved that so many brides, nubile girls, grooms are devoted<br />

to the family with henna symbolizing the heavenly land;<br />

traces of so many saints are seen in the hearth; so many<br />

irons are beaten in this fire help us to exit from Ergenekon;<br />

so many braves go to place for military service for the sake<br />

of the rule of the Turkish world domination. Turkish culture<br />

is full of traces of this powerful symbol in a very wide area<br />

extending from mythology to modern life; from everyday<br />

life to mysticism, poetry, art and literature. The most unrelenting<br />

diseases are defined by it. The most passionate<br />

love is told with it. This fire that is the symbol of the great


İncelemeleri Saim Sakaoğlu Armağanı. (Ed. Metin Ergun). Ankara: Türk<br />

Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yay.<br />

• Eyüboğlu, İsmet Zeki. (1987). Anadolu İnançları Anadolu Mitolojisi İnanç-<br />

Söylence Bağlantısı. İstanbul: Geçit Kitabevi.<br />

• İnan, Abdülkadir. (1995). Tarihte ve Bugün Şamanizm. Ankara: TTK Yay.<br />

• Kalafat, Yaşar. (1990). Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri.<br />

Ankara: TKAE Yay.<br />

• Kırcı, Emine. (1998). Türk Kültüründe Ateşle İlgili İnanışlar. Prof. Dr. Dursun<br />

Yıldırım Armağanı. s.398-407. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay.<br />

• K.K.: Akyol, Cansu; Erzurum 1992, GÜ EF Yüksek Lisans öğrencisi. Derleme<br />

Tarihi: 29.03.2016.<br />

• K.K.: Y. Aleksey, 68 yaşında; derleme yeri: Saha Sire, Yakutsk; derleme tarihi:<br />

22.06.2016.<br />

• K.K.: N. P. Romanoviç, 60 yaşında; derleme yeri: Saha Sire-Kangalas-<br />

Nömügü Köyü; derleme tarihi: 26.06 2015.<br />

• K.K.: Tuğçe Sevda Kahriman Konya-Emirgazi 1992, GÜ SBE THB yüksek<br />

lisans öğrencisi; derleme tarihi: 10.04.2016.<br />

• K.K.: Mesude Karakuş, Kırıkkale 1960, Öğretmen, d. yeri ve tarihi: Ankara<br />

16.04.2016.<br />

• Korkmaz, Ramazan. (2000). Çıldır’daki Nevruz Törenleri ve Bu Törenlerin<br />

Şamanik Kültürle İlişkisi. Türk Dünyasında Nevruz Üçüncü Uluslararası<br />

Bilgi Şöleni Bildirileri (18-20 Mart 1999, Elazığ). s. 221-230. Ankara: AKM<br />

Başkanlığı Yay.<br />

• Kumartaşlıoğlu, Satı. (2012). Türk Kültüründe Ateş ve Ocak Kültü, Balıkesir<br />

Ün. Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, Balıkesir.<br />

• Lvova, E. L.-Oktyabrskaya, İ. V.-Sagalayev, A. M.-Usmanova M. S. (2013).<br />

Güney Sibirya Türklerinin Geleneksel Dünya Görüşleri I, II, III. (Çev. Metin<br />

Ergun). Konya: Kömen Yay.<br />

• Ögel, Bahaeddin. (1984). Türk Kültür Tarihine Giriş. Cilt: VII. Ankara: KTB Yay.<br />

• Ögel, Bahaeddin. (1998). Türk Mitolojisi I, II. Ankara: TTK Yay.<br />

• Örnek, Sedat Veyis. (1971). Anadolu Folklorunda Ölüm. Ankara: DTCF<br />

Yayınları.<br />

• Pekarskiy, E. K. (1959), Slovar Yakutskogo Yazıka. C. 1. St. Petersburg: SSSR<br />

Akademiya Nauk Yay.<br />

• Potapov, L. P. 1969. Oçerki Narodnogo Bıta Tuvintsev. Leningrad.<br />

• Roux, Jean-Paul.(1999). Altay Türklerinde Ölüm. (Aykut Kazancıgil).<br />

İstanbul: Kabalcı Yay.<br />

• Tanyu, Hikmet. (1976). Türklerde Ateş ile İlgili İnançlar. I. Uluslararası Türk<br />

Folkloru Kongresi Bildirileri. Cilt: IV. s. 293-304. Ankara.<br />

• Ülker, T., Yılmaz, N., Kazancı, Ş., Doğru, E. (2011). Gümüşhane Halk<br />

Kültürü-1. Gümüşhane:Aydın Doğan Vakfı-Gümüşhane Kültür-Sanat<br />

Kulübü Yay.<br />

• Velihanov, Şokan. (1993). Kazak Tarihi Tup Tukiannan Özime Şeyin. Almatı:<br />

Jalın Yayınevi.<br />

• Verbitskiy, V. i. (1893). Altayskiye İnorodtsı. Sbornik Etnografiçeskih Statey i<br />

İssledovaniy. Moskova.<br />

• Yıldız, Naciye. (1995). Manas Destanı (W. Radloff) ve Kırgız Kültürü ile İlgili<br />

Tespit ve Tahliller. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.<br />

dreams, the strong emotions, the adventure of this great<br />

history, tells us so many things from the stories of our civilization.<br />

REFERENCES<br />

• Ataman, S. Yaver. 1987). Folklor Araştırmaları Açısından Halk Oyunlarımıza<br />

Genel Bir Bakış ve Ateş Kültü İle İlgili Oyunlar. III. Milletlerarası Türk Kültürü<br />

Kongresi Bildirileri. v:3, p.39-47. Ankara: KB Yay.<br />

• Çay, Abdülhaluk. (1999). Türk Ergenekon Bayramı Nevruz. Ankara: Tamga<br />

Yay.<br />

• Dilek, İbrahim. (2007). Sibirya Türklerinde Ateşle ilgili İnançlar, Törenler ve<br />

Bazı Efsaneler, BİLİG, Güz 2007, Nbr: 43, p.33-54.<br />

• Efremov, P. E. (1984). Dolganskoe olonho. Yakutsk.<br />

• Emelyanov, N. V. (1990). Sujetı Olonho o Rodonaçalnikah Plemeni.<br />

Moskova: Nauka Yay.<br />

• Ergin, Muharrem. (1994). Dede Korkut Kitabı. Ankara: TDK Yay.<br />

• Ergun, Metin. (2013). Defin Kazanı. Bengü Bitig Dursun Yıldırım Armağanı.<br />

(Ed. Bülent Gül et al.). p.289-300. Ankara: Öncü Kitap.<br />

• Ergun, Pervin. (2004). Türk Kültüründe Ağaç Kültü, Atatürk Kültür Merkezi<br />

Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2004, 2. Baskı 2012.<br />

• Ergun, Pervin. (2005). “Aal Luuk Mas”. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli<br />

Araştırma Dergisi. Bahar 2005. P.33. 293–307.<br />

• Ergun, Pervin. (2010). “Türk Gelininin Mitolojik Göçü”. Balıkesir Üniversitesi<br />

Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. 2010, Vol: 13, No: 24, 275–290.<br />

• Ergun, Pervin. (2013). “Türk Kültüründe İman Tahtası”. Türk Halk Edebiyatı<br />

İncelemeleri Saim Sakaoğlu Armağanı. (Edited by Metin Ergun). Ankara:<br />

Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yay.<br />

• Eyüboğlu, İsmet Zeki. (1987). Anadolu İnançları Anadolu Mitolojisi İnanç-<br />

Söylence Bağlantısı. İstanbul: Geçit Kitabevi.<br />

• İnan, Abdülkadir. (1995). Tarihte ve Bugün Şamanizm. Ankara: TTK Yay.<br />

• Kalafat, Yaşar. (1990). Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri.<br />

Ankara: TKAE Yay.<br />

• Kırcı, Emine. (1998). Türk Kültüründe Ateşle İlgili İnanışlar. Prof. Dr. Dursun<br />

Yıldırım Armağanı. p.398-407. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay.<br />

• K.K.: Akyol, Cansu; born in Erzurum in 1992, graduate student in Gazi<br />

University Faculty of Education. Date compiled: 29.03.2016.<br />

• K.K.: Y. Aleksey, 68 years old; place compiled: Saha Sire, Yakutsk; date<br />

compiled: 22.06.2016.<br />

• K.K.: N. P. Romanoviç, 60 years old; place compiled: Saha Sire-Kangalas-<br />

Nömügü Köyü; date compiled: 26.06 2015.<br />

• K.K.: Tuğçe Sevda Kahriman born in Konya-Emirgazi in 1992, graduate<br />

student in Gazi University in the Departmant of Ethnology; date compiled:<br />

10.04.2016.<br />

• K.K.: Mesude Karakuş, born in Kırıkkale in 1960, Teacher, date and place<br />

compiled: Ankara 16.04.2016.<br />

• Korkmaz, Ramazan. (2000). Çıldır’daki Nevruz Törenleri ve Bu Törenlerin<br />

Şamanik Kültürle İlişkisi. Türk Dünyasında Nevruz Üçüncü Uluslararası<br />

Bilgi Şöleni Bildirileri (18-20 Mart 1999, Elazığ). p. 221-230. Ankara: AKM<br />

Başkanlığı Yay.<br />

• Kumartaşlıoğlu, Satı. (2012). Türk Kültüründe Ateş ve Ocak Kültü, Balıkesir<br />

Ün. Sosyal Bilimler Enstitüsü Unpublished PhD Thesis, Balıkesir.<br />

• Lvova, E. L.-Oktyabrskaya, İ. V.-Sagalayev, A. M.-Usmanova M. S. (2013).<br />

Güney Sibirya Türklerinin Geleneksel Dünya Görüşleri I, II, III. (translated by<br />

Metin Ergun). Konya: Kömen Yay.<br />

• Ögel, Bahaeddin. (1984). Türk Kültür Tarihine Giriş. Vol: VII. Ankara: KTB Yay.<br />

• Ögel, Bahaeddin. (1998). Türk Mitolojisi I, II. Ankara: TTK Yay.<br />

• Örnek, Sedat Veyis. (1971). Anadolu Folklorunda Ölüm. Ankara: DTCF<br />

Yayınları.<br />

• Pekarskiy, E. K. (1959), Slovar Yakutskogo Yazıka. C. 1. St. Petersburg: SSSR<br />

Akademiya Nauk Yay.<br />

• Potapov, L. P. 1969. Oçerki Narodnogo Bıta Tuvintsev. Leningrad.<br />

• Roux, Jean-Paul.(1999). Altay Türklerinde Ölüm. (Aykut Kazancıgil).<br />

İstanbul: Kabalcı Yay.<br />

• Tanyu, Hikmet. (1976). Türklerde Ateş ile İlgili İnançlar. I. Uluslararası Türk<br />

Folkloru Kongresi Bildirileri. Vol: IV. p. 293-304. Ankara.<br />

• Ülker, T., Yılmaz, N., Kazancı, Ş., Doğru, E. (2011). Gümüşhane Halk<br />

Kültürü-1. Gümüşhane:Aydın Doğan Vakfı-Gümüşhane Kültür-Sanat<br />

Kulübü Yay.<br />

• Velihanov, Şokan. (1993). Kazak Tarihi Tup Tukiannan Özime Şeyin. Almatı:<br />

Jalın Yayınevi.<br />

• Verbitskiy, V. i. (1893). Altayskiye İnorodtsı. Sbornik Etnografiçeskih Statey i<br />

İssledovaniy. Moskova.<br />

• Yıldız, Naciye. (1995). Manas Destanı (W. Radloff) ve Kırgız Kültürü ile İlgili<br />

Tespit ve Tahliller. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.<br />

Fire and Hearth<br />

311<br />

Ateş ve Ocak


Prof. Dr. Nebi ÖZDEMİR<br />

Bilge Yapım<br />

Oyun her yaştan insan tarafından gerçekleştirilen<br />

gönüllü yaşam etkinliğidir.<br />

The game is a voluntary life activity performed by people of all ages.


Kültürün önemli bir bölümü oyun olarak ve oyun bağlamında yaratılmış ve yaratılmaya<br />

da devam etmektedir. Oyun her yaştan insan tarafından gerçekleştirilen gönüllü<br />

yaşam etkinliğidir. Bilgi ve deneyim belleği olan kültür oyun ortamında yaratılır, geliştirilir,<br />

aktarılarak yaşatılır. Oyun her türlü ayrımı ortadan kaldırarak yaşamı özüne uygun<br />

olarak bütünleştirir. Yaşamın bütüncül olarak algılanıp değerlendirilmesi ise bireysel ve<br />

toplumsal mutluluğun ve huzurun temel kaynaklarındandır. Oyun bireysel ve toplumsal<br />

açıdan geçmişte olduğu gibi gelecekte de var olmaya devam edecektir.<br />

15<br />

Çocuk Oyunları<br />

Children’s Games<br />

An important part of the culture has been created as game and in the context of game.<br />

The game is a voluntary life activity performed by people of all ages. Culture, which is<br />

a memory of knowledge and experience, is created, developed, transmitted and kept<br />

alive. The game integrates life in accordance with its essence by removing all kinds of<br />

discrimination. The holistic perception and evaluation of life is the basic sources of individual<br />

and social happiness and peace. It will continue to exist individually and socially<br />

in the future as well as in the past.


Common Heritage<br />

314<br />

Ortak Miras<br />

Diğer yandan oyun, Türk dünyasının <strong>ortak</strong> miraslarının temel<br />

bağlamlarından biridir.Türk kültürünün en eski sözcüklerinden<br />

biri oyundur. Dolayısıyla oyun, Türk dünyasının <strong>ortak</strong><br />

miraslarından biri olarak kabul edilebilir. Nitekim Eski Türk<br />

Yazıtları, Oğuz Kağan Destanı, Manas Destanı, Divânû Lugâti’t-Türk,<br />

Kutadgu Bilig, Volga Bulgar Kitabeleri, Dede Korkut<br />

Kitabı ve Evliya Çelebi Seyâhatnâmesi gibi tarihi kaynaklarda<br />

“oyun” kelimesinin varlığı, oyun kavramının Türk kültür<br />

tarihi açısından yaygınlığını ve önemini ortaya koymaktadır<br />

(oyun ve çocuk oyunu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Özdemir<br />

2006). Yine oyun sözcüğü Türk dilinin anlam, yapı<br />

ve söyleyiş açılarından çok az değişikliğe uğramıştır. Bugün<br />

Türk dünyasında oyun sözcüğü “Uyın, Uynav (Başkurt ve<br />

Tatar Türkçesi), Oyın, Oyınşık (Kazak Türkçesi)” çeşitlemeleri<br />

dışında, genellikle aynı biçimiyle <strong>ortak</strong> bir miras<br />

olarak yaşatılmaktadır (Kültür Bakanlığı 1991: 668- 669).<br />

Günümüzde oyun sözcüğü Türklerin gündelik yaşamında<br />

en sık kullanılan kelimelerden biridir. Bu durum bireysel ve<br />

toplumsal yaşamın oyunla canlandığının ve renklendiğinin<br />

bir kanıtı sayılabilir.<br />

Saha ve Yakut Türkleri ile Doğu Türkistan Türkleri arasında<br />

erkek şamana oyun denildiği kaydedilmiştir (İnan 1986:<br />

74). Kullanılan araç ve yöntemlerle gerçek yaşamdan farklı<br />

gizemli bir dünyanın yaratılması ve gerilim unsuru oyun ile<br />

şaman töreni arasındaki benzerliği ortaya koymaktadır. Nitekim<br />

Türkiye’de derlenen bir çocuk oyunu sözlü formülleri<br />

ile Kazak-Kırgız baksılarının böy afsunları arasındaki benzerlikler<br />

bulunduğu görülmüştür (Özdemir 2006: 292-<br />

On the other hand, the game is one of the basic contexts of<br />

the common heritage of the Turkish world. One of the earliest<br />

words of Turkish culture is the play. Therefore, it can<br />

be regarded as one of the common heritage of the Turkish<br />

world. Indeed, the existence of the word “oyun (game)”<br />

in historical sources such as Old Turkish Inscriptions, Oguz<br />

Kagan Epic, Manas Epic, Dıwān Lugāt at-Turk (Compendium<br />

of the Turkic Dialects), the Kutadgu Bilig, Volga Bulgarian<br />

Inscriptions, Dede Gorgud Book and Evliya Çelebi’s Travel<br />

Book, (Also see for more information on game and children’s<br />

game, Özdemir 2006) reveals the importance and<br />

penetration of the game in terms of Turkish cultural history.<br />

Again, the word “oyun (game)” has changed little in<br />

the terms of the meaning, structure and utterance of the<br />

Turkish language. Today, the word “oyun (game)” except<br />

for varieties such as “Uyın, Uynav (Bashkir ve Tatar Turkish),<br />

Oyın, Oyınşık (Kazakh Turkish)” is kept alike as a common<br />

heritage in the Turkish world (Ministry of Culture 1991: 668-<br />

669). Today, the word “oyun (game)” is one of the most<br />

frequently used words in everyday life of Turks. This can be<br />

regarded as proof that the individual and social life is revitalized<br />

and colored by the game.<br />

It is recorded that the male shaman is called as ‘’oyun’’ in<br />

Saha and Yakut Turks as well as East Turkestan Turks (İnan<br />

1986: 74). With the tools and methods used, the creation<br />

of a mysterious world different from real life and the thriller<br />

reveal the similarity between game and shamanic ceremony.<br />

As a matter of fact, it is seen that there are similarities


305).<br />

Türkçede oyun sözcüğünün birden fazla anlamı bulunmaktadır.<br />

Oyun kelimesi Türkiye’de “vakit geçirmeye yarayan,<br />

belli kuralları olan eğlence (tenis tavla, dama, çelik çomak,<br />

bale vb.), kumar, şaşkınlık uyandırıcı hüner (hokkabazın<br />

oyunu, cambazın oyunu), tiyatro ve sinemada sanatçının<br />

rolünü yorumlama biçimi, müzik eşliğinde yapılan hareketlerin<br />

bütünü (Zeybek oyunu vb.), sahne veya mikrofonda<br />

oynamak için hazırlanmış eser, temsil, piyes, bedence ve<br />

kafaca yetenekleri geliştirmek amacıyla yapılan, çevikliğe<br />

dayanan her türlü yarışma (Olimpiyat oyunları vb.), düzen,<br />

hile, entrika, hasmını yenmek için yapılan türlü biçimlerde<br />

şaşırtıcı hareket (güreşte vb.), taraflardan birinin dört sayı<br />

kazanmasıyla elde edilen sonuç (teniste)” gibi farklı anlamlara<br />

gelecek şekilde kullanılmaktadır (Türk Dil Kurumu<br />

1988: 1126).<br />

Oyun kökünden türetilen sözcüklerin bolluğu da Türk sosyo-kültürel<br />

yaşamında oyunun etkinliğini ortaya koymaktadır:<br />

“Oyun almak, oyun çıkarmak, oyun ebesi, (birine)<br />

oyun etmek, oyun havası, oyun kâğıdı, oyun kurmak, oyun<br />

kurucu, oyun oynamak, oyuna çıkmak, oyuna gelmek,oyuna<br />

getirmek, oyunu almak; oynak, oynakça, oynaklık, oynama,<br />

oynamak, oynanış, oynatım, oynatma, oynayış, oyunbaz,<br />

oyunbazlık, oyuncak, oyuncakçı, oyuncakçılık, oyuncu,<br />

oyunculuk, oyunlaştırma, oyunluk” (Türk Dil Kurumu 1988:<br />

1126- 1127) bu kelimelerden bazılarıdır.<br />

Oyun ve oyun oynamak sözcükleri toplumun tüm kesimlerine<br />

yönelik olduğu halde, genellikle çocuklara özgü<br />

bir etkinlik olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla “oyun,<br />

oyunbozan, oyuncak, oyunda kaybetmek veya kazanmak,<br />

oyundan vazgeçmek” ve benzerleri başta olmak üzere sözlüklerde<br />

çok sayıda çocuk oyunu ile ilgili kelime bulunmaktadır.<br />

Bu konuda Türkiye’de Halk Ağzından Söz Derleme<br />

Dergisi oldukça zengindir. Bu sözlüklerdeki çocuk oyunu<br />

ve oyuncak adlarıyla oyun terimleri konusundaki yöresel<br />

ve tarihsel çeşitliliğin bolluğu Türk çocuk kültürünün de<br />

zenginliğini göstermektedir. Diğer taraftan Türk devlet ve<br />

topluluklarında yaşayan çocukların oyun dünyalarındaki<br />

yöresel ve ulusal çeşitlenmeler göz önüne alındığında sözü<br />

edilen zenginliğin büyüklüğü daha iyi değerlendirilebilecektir.<br />

Burada bazı çocuk oyunlarının yetişkinler tarafından da<br />

oynandığının dahatırlatılmasında fayda vardır. Böylelikle<br />

oyunlar aracılığıyla yetişkin ve çocuk dünyası ayrımı ortadan<br />

kaldırılır. Dolayısıyla yaşamın bütüncül bir şekilde algılanmasını<br />

sağlayan oyunun bireysel ve toplumsal olgunlaşmayla<br />

yaratıcılığın altyapısını oluşturduğu görülür.<br />

Oyunun “çocuğu yaşama hazırlayan eğitim aracı; çocuğun<br />

zevk aldığı faaliyet; çocuğu aktif hale getiren etkinlik;<br />

çocuğun en önemli işi; çocuklar arası <strong>ortak</strong> anlaşma yolu;<br />

between the oral formulas of a children’s play compiled in<br />

Turkey and the magic of the magicians of Kazakh-Kirghiz<br />

(Özdemir 2006: 292- 305).<br />

In Turkish, there are more than one meaning of the word<br />

“oyun (game)”. It is used as a different meaning such as an<br />

activity engaged in for enjoyment and recreation, especially<br />

by children (tennis, backgammon, chequer, tipcat, ballet<br />

etc.), gambling or stunning trick (magic play, acrobatics),<br />

a dramatic work for the stage, theather or cinema, move<br />

rhythmically to music, typically following a set sequence of<br />

steps (Zeibek play etc.), every kind of competition, representation<br />

or play made for the purpose of developing physical<br />

and mental abilities (Olympic games etc.), different kind<br />

of tricky movements made to defeat the opponent (in wrestling<br />

etc.), the result of one of the sides winning four points<br />

(in tennis) (Turkish Language Association 1988: 1126).<br />

The abundance of the words derived from the root of the<br />

word “oyun (game)” reveals the effectiveness of the game<br />

in Turkish socio-cultural life: “Oyun almak (to win a game),<br />

oyun çıkarmak(to play a game), oyun ebesi (it in the game),<br />

oyun etmek (to play a prank on somebody), oyun havası<br />

(traditional dance music), oyun kâğıdı (playing card), oyun<br />

kurmak (to make a game), oyun kurucu (playmaker), oyun<br />

oynamak (to play a game), oyuna çıkmak (to start the<br />

match), oyuna gelmek (to be deceived), oyuna getirmek<br />

(to trick), oyunu almak (to win a game); oynak (playful),<br />

oynakça (volatilely), oynaklık (changefulness), oynama<br />

(playing), oynamak (to play), oynanış (performance),<br />

oynatım (exhibition), oynatma (removing), oyunbaz (playful),<br />

oyunbazlık (playfulness), oyuncak (toy), oyuncakçı (toy<br />

seller), oyuncu (player), oyunculuk (acting), oyunlaştırma<br />

(gamification), oyunluk (for play)” are some of these words<br />

(Turkish Language Association 1988: 1126-1127).<br />

Games and playing games is often regarded as an infantile<br />

event, although the words are directed at all segments of<br />

society. Therefore, there are a lot of words related to children’s<br />

play in dictionaries especially such as “oyun (play),<br />

oyunbozan (spoilsport), oyuncak (toy), oyunda kaybetmek<br />

(to lose a game) or kazanmak (to win a game), oyundan<br />

vazgeçmek (to quit the game) etc. “In this regard, a journal<br />

called as Halk Ağzından Söz Derleme Dergisi in Turkey<br />

is quite rich. These dictionaries show the richness of the local<br />

and historical diversity in terms of game terms with the<br />

names of children’s games and toys as well as the richness<br />

of the Turkish children’s culture. On the other hand, the<br />

magnitude of the wealth mentioned can be better assessed<br />

when considering the regional and national variations in the<br />

game world of children living in Turkish states and communities.<br />

It is useful here to remind that some children’s games<br />

are also played by adults. Thus, the distinction between the<br />

Children’s Games<br />

315<br />

Çocuk Oyunları


Common Heritage<br />

316<br />

Ortak Miras<br />

çocuğun doğal öğrenme ortamı; çocuğun özgürlüğü;<br />

çocuğun hoşlandığı için yaptığı faaliyet; çocuğun en etkin<br />

öğrenme süreci; çocuğun eğlencesi; çocuğun yoğun<br />

yaşantısı; çocuğun yaratma ortamı; çocuğun gerçek dünya<br />

ile hayal dünyası arasındaki köprü; çocuğu tanıma aracı;<br />

çocuğun kişiliğinin bir aynası; çocuğun hakkı” şeklindeki<br />

tanımları daha çok çocuk eğitimi ve psikolojisi alanlarına<br />

özgüdür. Buna karşılık kültür araştırmaları alanında da<br />

çocuk oyunları farklı boyutlardan değerlendirilmiştir. “Binlerce<br />

yıllık halk kültürü mirası; çocuğa kimlik kazandıran etkinlik;<br />

çocuğun temel kültürlenme bağlamı; kültürel miras<br />

aktarım ortamı” gibi tanımlar bu türdendir(Özdemir 2006:<br />

21- 41, 437- 456).<br />

Çocuk oyunlarının belirgin özellikleri olarak “isteğe bağlılık,<br />

gönüllülük, gerçek yaşamdan geçici olarak ayrılış, büyüleyicilik,<br />

kurallılık, taklit, süreç odaklılık, aktif katılım, esneklik,<br />

serbestlik, zaman ve süre açısından belirsizlik, kurgusallık,<br />

doğallık, eğlendiricilik vb.” gösterilmiştir. Çocuk oyunlarının<br />

işlevsel açıdan çözümlenirken “artık enerji, yaşama hazırlık,<br />

taklit-tekrar, içgüdü, boşalım, dinlenme, yeniden yaratma,<br />

kendini ifade etme, toplumsal buluş, kültürlere göre biçimlenme,<br />

canlandırma, rahatlama vb.” merkezli kuram ve yaklaşımlardan<br />

yararlanılmıştır. Diğer yandan yaş ve bağlam<br />

(tarihi, toplumsal, kültürel, eğitimsel, ekonomik, siyasal ve<br />

teknolojik şartlar vb.) çocuk oyunlarını biçimlendiren temel<br />

dinamikler olarak kabul edilebilir (Özdemir 2006: 21- 56).<br />

Çocuk oyunları “işlev (aklı, bedeni geliştiren-eğiten oyunlar;<br />

gönül eğlendiren, gönlü hoş eden oyunlar vb.), oyun<br />

hareketi (atlama, koşma, sıçrama oyunları vb.), oyun niteliği<br />

(zekaya dayanan oyunlar, eğlendirici oyunlar vb.), oyun<br />

aracı (araçlı- araçsız oyunlar, aşık, değnek, misket, yüzük<br />

oyunu vb.), oyuncular (kız- erkek çocuk oyunları vb.), oyun<br />

tekerlemesi (tekerlemeli- tekerlemesiz oyunlar vb.), oyun<br />

yeri (aşık hava- kapalı mekan çocuk oyunları vb.), yerleşim<br />

birimi (köy- şehir çocuk oyunları vb.), ezgi (ezgili- ezgisiz<br />

çocuk oyunları vb.), oyun zamanı (kış- yaz çocuk oyunları,<br />

gece- gündüz çocuk oyunları vb.), oyun çizimi/sahası (çizgili-<br />

çizgisiz çocuk oyunları gibi), oyuncu düzeni (daire-sıradağınık-<br />

karşılıklı düzende çocuk oyunları vb.)” şeklinde<br />

ifade edilebilecek ölçütlere göre kümelenerek değerlendirildiği<br />

belirlenmiştir. Buna karşılık çocuk oyunlarının temel<br />

oynanma biçimi bakımından kümelenerek yöresel ve tarihsel<br />

çeşitlemeleri temelinde kataloglanarak arşivlenmesinin<br />

işlevsel olacağı görülmüştür (Özdemir 2006: 86- 100).<br />

Türk dünyası çocuk oyunları “oyun adı, oyuncu/lar ve oyun<br />

rolleri, oyun aracı/oyuncak, oyun sahası, oyun zamanı ve<br />

süresi, oyun rollerinin dağıtımı ve başlangıç sırasının belirlenmesi,<br />

oyun tekerlemeler/sayışmacalar, oyun kuralları,<br />

oyun hareketleri, oyun cezası veya ödülü” gibi yapısal unadult<br />

and the children’s world is abolished by means of<br />

games. Therefore, it is seen that the game, which enables<br />

the perception of life to be integrated, constitutes the infrastructure<br />

of creativity with individual and social maturation.<br />

“The game that is the educational tool preparing the child<br />

for life; the activity the child enjoys; the activity that activates<br />

the child; the most important job of the child; common<br />

way of agreement among children; the children’s natural<br />

learning environment; the freedom of the child; the activity<br />

the child has done for his / her liking; the child’s most<br />

effective learning process; the entertainment of the child;<br />

the intense experience of the child; the child’s creating environment;<br />

the bridge between the child’s real world and<br />

imaginary world; the way of knowing the child; a mirror of<br />

the child’s personality; children’s rights” are definitions that<br />

are peculiar to the fields of child education and psychology.<br />

On the other hand, in the field of cultural studies, children’s<br />

games have evaluated from different dimensions. There are<br />

definitions such as “the heritage of thousands of years of<br />

folk culture; activity that gives the child identity; the basic<br />

cultural context of the child; cultural heritage transmission<br />

environment “(Özdemir 2006: 21-41, 437-456).<br />

The distinctive features of children’s games are shown as<br />

“volition, voluntary, temporal separation from real life, fascination,<br />

prescriptivism, imitation, process orientation, active<br />

participation, flexibility, freedom, uncertainty in terms<br />

of time and duration, fiction, naturalness, amusement etc.”<br />

When children’s games are resolved from a functional point<br />

of view, they have benefited from theories and approaches<br />

based on “waste energy, preparation to life, imitation-repetition,<br />

instinct, emptiness, rest, recreation, self-expression,<br />

social invention, shaping according to cultures, animation,<br />

relaxation.” On the other hand, age and context (historical,<br />

social, cultural, educational, economic, political and technological<br />

conditions, etc.) can be regarded as fundamental<br />

dynamics shaping children’s game (Özdemir 2006: 21- 56).<br />

It is stated that children’s plays are evaluated according<br />

to the criteria that can be expressed as “function (plays<br />

educating intelligence and body; amusing plays, pleasing<br />

plays, etc.), game action (jumping, running, bouncing<br />

games, etc.), game quality (intelligent games, funny games<br />

etc.), game tool (games with or without tool, knuckle-bone<br />

games, marbles etc.), players (boy’s and girl’s game etc.),<br />

rhyme for game (game with or without rhyme, etc.), game<br />

room (games in open or closed spaces etc.), residential<br />

unit (village or city children’s games, etc.), tune (children’s<br />

games with or without echoes etc.), game time (winter or<br />

summer games, day or night games for children), player’s<br />

style. On the other hand, it has been seen that cataloging<br />

and archiving based on regional and historical variations


surlardan oluşmaktadır. Çocuklar oyunun adını belirledikleri<br />

anda oyunun diğer yapısal unsurlarını hatırlarlar. Türk<br />

dünyasında çocuklar oyunlarına oyun aracına, terimine,<br />

hareketine, rolüne, sahasına vb. göre ad verirler. Geleneksel<br />

çocuk oyunlarında çevresel her türlü unsur oyun aracı<br />

olarak kullanılabilir. Yaşanılan çevrenin her türlü mekânı<br />

çocuklar tarafından oyun mekânına dönüştürülür. Oyuncu<br />

rolleri ile başlama sırası genellikle “atışma, sayışma, adaşma,<br />

yarışma vb.” yöntemlerden yararlanılarak belirlenmektedir.<br />

Çocuk oyunlarının özünü kurallar meydana getirmektedir.<br />

Çocuk oyunlarında kurallar genellikle oyun hareketi,<br />

sözü, aracı, sahası ve oyuncularla ilgilidir. “Söyleşme, dokunma,<br />

tahmin etme, çevirme, tırmanma, duruş veya yer<br />

değiştirme, çekme, atma, atlama, koşma, saklama/ saklanma<br />

ve bulma, patlatma, çizme/yazma, çukura sokma, denge<br />

sağlama vb.” çocuk oyunlarında gözlenen temel oyun hareketleridir.<br />

Türk dünyası çocuk oyunlarında “şarkı- türkü söyletme,<br />

taklit yaptırma, oyun aracını/ sırasını kazanma veya<br />

kaybetme, oyun dışı kalma, gıda maddesi getirme” gibi ceza<br />

veya ödüller bulunmaktadır (Özdemir 2006: 101- 274).<br />

Çocukların oyun dünyası “coğrafya, tarihî, sosyo-kültürel<br />

bellek, teknolojik gelişmeler” gibi faktörlerin etkisiyle<br />

biçimlenmektedir. Diğer bir ifadeyle çocuk oyunları geçmişi<br />

ve bugünüyle yaşamın aynasıdır. Bu nedenle de çocuk oyunları<br />

insanı ve toplumu konu alan araştırmaların temel malzemelerinden<br />

ve alanlarından birini oluşturmaktadır. İklim<br />

ve bitki örtüsü, gökyüzü unsurları, yeryüzü şekilleri, hayvanlar<br />

gibi unsur ve varlıklardan meydana gelen coğrafya çocuk<br />

will be functional in terms of the basic playing style of children’s<br />

games (Özdemir 2006: 86-100).<br />

Children’s games in Turkish world consist of structural elements<br />

such as “game name, player/s, game roles, game<br />

vehicle/toy, game place, play time and duration, determination<br />

of distribution and start sequence of game roles,<br />

rhymes/prizes, game rules, game movements, awards or<br />

punishment for the game”. Children remember the other<br />

structural elements of the game when they determine the<br />

name of the game. In Turkish world, children give names to<br />

their game according to its tool, movement, role, field etc.<br />

In traditional children’s games, every element of the environment<br />

can be used as a game tool. Every space where<br />

they live is transformed into play space by children. The order<br />

of starting with the roles of the players is generally determined<br />

by using methods such as “ argument, clearance,<br />

match, competition, etc.”. The essence of children’s plays<br />

brings rules.<br />

In children’s games, the rules are usually related to movements,<br />

promises, vehicles, players and players of the game.<br />

The basic game observed in children’s games is such as “ dialogue,<br />

touch, predict, translate, climbing, posture or move,<br />

pull, throw, jump, run, hide and find, blast, draw, redress the<br />

balance etc.” Children’s games in the Turkish world, there<br />

are punishments or prizes such as “singing songs, making<br />

imitations, winning or losing game tools, getting out of play,<br />

bringing food items” (Özdemir 2006: 101-274).<br />

Children’s Games<br />

317<br />

Çocuk Oyunları


Common Heritage<br />

318<br />

Ortak Miras<br />

oyunlarını etkilemektedir. Çocuk oyunlarında “halk edebiyatı,<br />

halk tiyatrosu, geçiş dönemleri, müzik ve dans, giyim-kuşam<br />

ve aksesuar, mutfak, dil, inanç, eğlence ve spor”<br />

gelenekler bir yana, toplumsal yaşamın “ticaret, hukuk,<br />

tarım ve hayvancılık, sağlık, iş yaşamı, meslekler, ulaşım,<br />

mimari” gibi alanlarıyla ilgili pek çok bilgi ve deneyimin<br />

yer aldığı görülür. Diğer bir ifadeyle tarihî, sosyo-kültürel<br />

bağlam ve bellek çocuk oyunları oluşturan, değiştiren ve<br />

dönüştüren temel dinamiklerdendir.<br />

Sözlü kültür, yazılı/basılı kültür ve elektronik kültür çocukların<br />

oyun dünyalarını biçimlendirmiş ve biçimlendirmeye<br />

de devam etmektedir. Son dönemde sanal ve dijital teknolojiler<br />

bir taraftangeleneksel çocuk oyunlarını etkisizleştirmekte,<br />

diğer taraftan da yeni fırsatlar ve imkânlar<br />

yaratmaktadır. Aynı şekilde çocuk ve doğa dostu kentleşme<br />

konusundaki sorunlar çocuk oyun alanlarının kaybolmasına<br />

neden olmaktadır. Kentler çocuklara doğal oyun alanları ve<br />

olanakları yaratılarak yaşanılır hale getirilebilir. Eski ve yeni<br />

medya sektörleri ile hızla gelişen elektronik oyun, dolayısıyla<br />

eğlence endüstrisi çocukların oyun dünyalarındaki gelenek<br />

kültürü etkisini zayıflatmaktadır. Böylelikle kültürel<br />

aktarım konusunda sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle<br />

yaşayan kültürün yeni nesillere aktarılması konusunda<br />

öncelikle gelenek temelli çocuk oyunlarının çağa uygun<br />

hale getirilerek yaşatılmasına önem verilebilir.<br />

Özellikle 1990 sonrasında Türk dünyası çocuk oyunlarını<br />

karşılaştırmalı olarak incelemek mümkün olmuştur. Türk<br />

Children’s game is shaped by the factors such as “geography,<br />

history, socio-cultural memory, technological developments”.<br />

In other words, children’s plays reflect the life<br />

with its past and today. For this reason, children’s games<br />

constitute one of the basic materials and fields of research<br />

on human beings and society. Geography consisting of factors<br />

and creatures such as climate and vegetation, factors<br />

of the sky, land forms, animals affects children’s games. In<br />

children’s games, it is seen that there are many information<br />

and experiences such as “trade, law, agriculture and<br />

animal husbandry, health, business life, occupations, transportation,<br />

architecture” except that the traditions such as<br />

“folk literature, folk theater, transition periods, music and<br />

dance, clothing and accessories, cuisine, language, faith,<br />

entertainment and sports”. In other words, the historical,<br />

socio-cultural context and memory are the basic dynamics<br />

that form, change and transform children’s games.<br />

Oral culture, written/printed culture and electronic culture<br />

continue to shape children’s game worlds. On the one hand,<br />

virtual and digital technologies negated traditional children’s<br />

games; on the other hand, they have been provoking<br />

new opportunities and chances recently. Likewise, the<br />

problems about children and nature-friendly urbanization<br />

cause the disappearance of children’s playgrounds.<br />

Cities can be made live by creating natural playgrounds<br />

and opportunities for children. The rapidly developing electronic<br />

games with the old and new media sectors and the


dünyasındaki çocuk oyunlarının aynı adla (Aşık, Beştaş,<br />

Kim Gerek, Kim Vurdu vb.) benzer tekerleme ve araçlarla<br />

oynandığı tespit edilmiştir. Bazı oyunların adlarında ise<br />

küçük değişmeler mevcuttur. Örneğin Türkiye’de “Çelik” adlı<br />

oyun, Azerbaycan’da “Çilink”, Kızgızistan’da “Çikit”, Kuzey<br />

Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde “Çelik Çomak”, Özbekistan’da<br />

“Çıkkıldak” ve Türkmenistan’da “Toyak” adıyla oynanmaktadır.Türkiye’de<br />

iki çocuk tarafından oynanan Dokuz Taş<br />

oyunu Makedonya’da “Cırtcak” adıyla bilinmektedir. Misket<br />

oyunları da Orta Asya’dan Balkanlar’a erkek çocukların çok<br />

sevdiği oyunların başında gelmektedir. Kosava’da “Cancan”,<br />

Makedonya’da ise “Şilegacık” adıyla oynanan bu oyunlar,<br />

Türkiye’de eskiden “Koz/Ceviz”, bugün ise “Misket” adıyla<br />

oynandığı belirlenmiştir. Hemen hemen dünyanın <strong>ortak</strong><br />

çocuk oyunlarından olan Körebe de benzer ve farklı adlarla<br />

Türk dünyasında da yaşatılmaktadır. Bu oyun Türkiye’de<br />

“Körebe”, Bosna’da “Kukumiş”, Kazakistan’da “Sogır Teke/<br />

Sokırteke (Kör Teke)” ve Kırgızistan’da “Köz Baylamay/ Köz<br />

Tanmay (Göz Bağlama) ve Türkmenistan’da “Göz Dangdı”<br />

adlarıyla oynanmaktadır.Yine çizimli bir oyun olan “Seksek”(Türkiye)<br />

Kazakistan’da “Sekke” adıyla bilinmektedir.<br />

Beştaş Oyununun, Türkiye’de olduğu gibi, Makedonya’da<br />

da beş aşamalı (Birler, İkiler…, Beşler) olarak oynandığı<br />

tespit edilmiştir.Beştaş Oyunu ise Kırgızistan’da “Top Taş”<br />

adıyla tanınmaktadır. Türkiye ve Makedonya’daki “İp Atlama”<br />

oyunu Özbekistan’da “Erkan/İp Atlama”, Kırgızistan’da<br />

“Cip Attamay” adıyla ve söyleşmeli olarak oynanmaktadır.<br />

İki takımlı ve söyleşmeli oyunların Türk dünyasında “Ak Terek<br />

Kök Terek (Kazakistan), Ak Serek Kök Serek (Kırgızistan)<br />

ve Alaylar Halaylar (Türkiye)” şeklinde çeşitlemeleri bulunmaktadır.“Yağ<br />

Satarım Bal Satarım” (Türkiye) adlı oyunun<br />

Kazakistan’da “Oramal Tastav”, Kırgızistan’da “Cooluk<br />

Taştamay” ve Özbekistan’da “Rumolça Rumolça” adlarıyla<br />

ve tekerlemesiz,Kosova’da ise “Kedi Geçer” adıyla tekerlemeli<br />

olarak oynandığı gözlenmiştir.<br />

Türk dünyasında çocuklar ebe ve eş seçiminde “sayışmaca,<br />

yazı-tura/ yaş-kuru, saklanan eşyası bulma, çizgiye atış,<br />

takma isim seçme” gibi benzer yöntemlerden yararlanırlar.<br />

Kızgızistan’da oynanan “Şapalak Oyunu”nda arkadaşlarına<br />

arkasını dönmüş ve elini arkasına açmış olan ebenin<br />

eline diğer oyuncular hafifçe şaplak vururlar, ebe eline<br />

vuran oyuncuyu tahmin etmeye çalışır. Doğru tahmin ebenin<br />

değişimi anlamına gelir. Genellikle Türk dünyası çocuk<br />

oyunlarındaki ebe veya takım seçimlerinde her oyuncuya<br />

bir hece gelecek şekilde söylenen sayışmacalardan yararlanılmaktadır.<br />

Türkiye’de derlenen ebe seçiminde söylenen<br />

sayışmaca örnekleri aşağıda sunulmuştur:<br />

“P<strong>ortak</strong>alı soydum/Başucuma koydum/Ben bir yalan uydurdum.”<br />

entertainment industry weaken the influence of children’s<br />

tradition culture in the game worlds. Thus, problems about<br />

cultural transmission arise. For this reason, it can be given<br />

priority to make tradition-based children’s games suitable<br />

for the ages regarding transfering the living culture to the<br />

new generation.<br />

Particularly after 1990, it was possible to examine comparatively<br />

the children’s games in the Turkish world. It has been<br />

determined that children’s games in the Turkish world are<br />

played with the same name Aşık (Knucklebones), Beştaş<br />

(Jackstones), Kim Gerek (Who needs), Kim Kurdu (Who<br />

sets), etc.) as well as similar rhymes and instruments. Some<br />

games have small variations in their names. For example,<br />

the game called as “ Çelik (tipcat) “ in Turkey is played with<br />

the name “Çilink” in Azerbaijan, “Çikit” in Kirghizstan, “ Çelik<br />

Çomak “ in the Turkish Republic of Northern Cyprus, “ Çıkkıldak”<br />

in Uzbekistan and “Toyak” in Turkmenistan. ‘’Dokuz<br />

Taş oyunu (Nine Men’s Morris Game)’’ is played by two children<br />

in Turkey is known as “Cırtcak” in Macedonia. Marbles<br />

games are also at the forefront of boys’ favorite games<br />

from Central Asia to the Balkans. These games, which are<br />

played with the name of “Cancan” in Kosovo and “Şilegacık”<br />

in Macedonia, have been played in Turkey with the name<br />

of “Koz / Ceviz” and today “Misket”. Blind man’s buff, which<br />

is almost a common children’s game in the world, is also<br />

alive in Turkish world with similar and different names such<br />

as ‘’Körebe’’.This game is played with the name of “Körebe”<br />

in Turkey, “Kukumiş” in Bosnia, “Sogir Teke/Sokırteke”<br />

innKazakhstan and “Köz Baylamay/Köz Tanmay (blindfolding)”<br />

in Kyrgyzstan and “Göz Dangdı” in Turkmenistan.<br />

Hopscotch that is called as “Seksek “ in Turkey is known as”<br />

Sekke “ in Kazakhstan. As it is in Turkey, it is confirmed that<br />

jackstones is played in five steps in Macedonia. Jackstones<br />

is also known as “ Top Taş “ in Kyrgyzstan. The “İp Atlama<br />

(Skipping Rope)” game in Turkey and Macedonia is played<br />

in Uzbekistan with the name of “Erkan/İp Atlama” and “Cip<br />

Attamay” in Kyrgyzstan. The games with multiple players in<br />

the Turkish world have varieties such as “Ak Terek Kök Terek<br />

(Kazakhstan), Ak Serek Kök Serek (Kyrgyzstan) and Alaylar<br />

Halaylar (Turkey)”.The game called as “Yağ satarım bal<br />

satarım (duck duck goose)” in Turkey is known as “Oramal<br />

Tastav” in Kazakhstan, “Cooluk Taştamay” in Kyrgyzstan<br />

and “Rumolça Rumolça” in Uzbekistan and played without<br />

rhyme; but it is known as “Kedi Geçer” in Kosova and played<br />

with rhyme.<br />

In the Turkish world, children use similar methods such as<br />

“counting, heads or tails, finding hidden items, shot at the<br />

line, choosing nicknames” in their choice of mother and<br />

partner in the game. The mother turning his back to his<br />

friends and crossing his hand to his friends tries to guess<br />

Children’s Games<br />

319<br />

Çocuk Oyunları


Ortak Miras<br />

Common Heritage<br />

320


“Eveleme develeme/Deve kuşu kovalama/Çengi çember,<br />

miskü amber/Sazı, tuzı/Berber kızı/Ne gün geldin/Yazın<br />

geldim/Yazılalım/Bir tahtaya dizilelim/Encik, mencik/Sen<br />

dur/Sen çık.”<br />

Türk dünyasında çocuk oyun terimleri ise ülkeye ve yöreye<br />

göre farklılıklar gösterebilmektedir. Örneğin Türkiye ve<br />

Azerbaycan’da hile anlamındaki oyun sözcüğü yerine diğer<br />

Türk soylu ülke ve topluluklarında aldatmaktan türetilen<br />

“aldav/aldâv” kelimesi kullanılmaktadır. Yine oyunbozana<br />

veya oyunda hile yapana Türkiye’de “mızıkçı, cılcık, cıllık,<br />

cıllıcı, gırnakçı, holdara, karacı, kırnak, zıllık”, Azerbaycan’da<br />

“iş pozan, cıgal”, Kazakistan’da “kazan buzar, buzakaz,<br />

buzğış”, Kırgızistan’da “ırk buzâr”, Özbekistan’da “buzgunçi”<br />

ve Türkmenistan’da “oyun buzucı” adları verilmektedir.<br />

Çocuk oyunlarında oyun başında, oyun esnasında ve oyun<br />

sonunda söylenen tekerlemeler bulunmaktadır. Bu tekerlemeler<br />

ülkelere ve yörelere göre farklık ve benzerlikler<br />

gösterebilir. Aşağıda örneklendiği üzere Türk dünyası<br />

çocuklarının sayışmacalarında da benzerlikler bulunmaktadır(Türk<br />

dünyası çocuk oyunları konusunda ayrıntılı bilgi<br />

için bkz. Özhan ve Muradoğlu 1997).<br />

Türkiye:<br />

Eveleme develeme<br />

Devekuşu kovalama<br />

Çengi çember, miskü amber<br />

Sazı tuzı<br />

Berber kızı<br />

Ne gün geldin<br />

Yazın geldim<br />

Yazılalım<br />

Bir tahtaya dizilelim<br />

Encik, mencik<br />

Sen dur, seni çık<br />

Türkmenistan:<br />

Eveleme develeme<br />

Gargı goyunun ganı bilen<br />

Salgım üzümün sağını bilen<br />

Ağam oğlu nere gitti<br />

Duza gitti<br />

Haçen gelecek<br />

Yaz gelecek<br />

Eginin gız<br />

Yola düş<br />

Yorgala<br />

Yatıver sen çık<br />

Özbekistan:<br />

who give a smack to his hand in the “Şapalak Oyunu (Smack<br />

Game)” that is played in Kizgizistan. The correct guess<br />

means that the mother is changed. Generally, the Turkish<br />

world is benefiting from the rhymes that are said as a syllable<br />

for every player in the selection of the mother or team<br />

players in children’s games. The examples of the rhymes in<br />

the selection of the mother in the game in Turkey are as follows:<br />

“P<strong>ortak</strong>alı soydum/Başucuma koydum/Ben bir yalan uydurdum.”<br />

“Eveleme develeme/Deve kuşu kovalama/Çengi çember,<br />

miskü amber/Sazı, tuzı/Berber kızı/Ne gün geldin/Yazın<br />

geldim/Yazılalım/Bir tahtaya dizilelim/Encik, mencik/Sen<br />

dur/Sen çık.”<br />

In the Turkish world, children’s game terms can vary according<br />

to country and region. For example, in Turkey and<br />

Azerbaijan, the word “aldav” that is derived from deception<br />

in other Turkic nations and communities is used instead of<br />

the word of ‘’play’’ meaning trick. The child who is a spoilsport<br />

or plays a trick in the game is called as “mızıkçı, cılcık,<br />

cıllık, cıllıcı, gırnakçı, holdara, karacı, kırnak, zıllık” in Turkey,<br />

“iş pozan, cıgal” in Azerbaijan, “kazan buzar, buzakaz,<br />

buzğış” in Kazakhstan, “ırk buzâr” in Kyrgyzstan, “buzgunçi”<br />

in Uzbekistan and oyun buzucı” in Turkmenistan.<br />

In children’s games, there are ryhmes that are sung at the<br />

beginning of the game, during the game and at the end of<br />

the game. These ryhmes may show similarities and differences<br />

according to countries and regions. As exemplified<br />

below, there are similarities between the Turkish world<br />

children’s counting (Also see for more information about<br />

the Turkish world children’s games, Özhan and Muradoğlu<br />

1997).<br />

Turkey:<br />

Eveleme develeme<br />

Devekuşu kovalama<br />

Çengi çember, miskü amber<br />

Sazı tuzı<br />

Berber kızı<br />

Ne gün geldin<br />

Yazın geldim<br />

Yazılalım<br />

Bir tahtaya dizilelim<br />

Encik, mencik<br />

Sen dur, seni çık<br />

Turkmenistan:<br />

Eveleme develeme<br />

Children’s Games<br />

321<br />

Çocuk Oyunları


Common Heritage<br />

322<br />

Ortak Miras<br />

Evelemen duvalaman<br />

Kara koyge yem veremen<br />

Kara koynun kanı bilen<br />

Suçkum uzun sanı bilen<br />

Emmaoğlu kaya ketti<br />

Emmaoğlu tuzga ketti<br />

Emmaoğlu kaçan keler<br />

Emmaoğlu yaz keler<br />

Pullam pus<br />

Kuçin kus, yolgi tüs<br />

Yumalan yataver<br />

Türk dünyasında çocuklar oyun için toplanırken birbirlerini,<br />

Özbekistan’da derlenen aşağıdaki örneklerdeki gibi bazı tekerlemeler<br />

söyleyerek çağırırlar:<br />

Takçege takçege<br />

Ekmek buğday sepedum<br />

Undı mı nay, undı mı kim<br />

Zafar Bay evden çıkmaydı<br />

Yattı mı ki nay, yattı mı kin<br />

Kel ha kel ha oyna ha<br />

Tamda tavuk katar mı<br />

Aynından tartar mı<br />

Oyun yakmaz balalar<br />

Navazsamdan katar mı<br />

Kel ha kel ha oyna ha.<br />

Keregada pakta var<br />

Uykum kelse yatayver<br />

Anang kurgar koymay mı<br />

Zafar garnıng toymay mı<br />

Oyun sonunda da çocuklar bazı oyunlar yaparak veya tekerlemeler<br />

söyleyerek evlerine dağılırlar. Türkiye’de oyun<br />

sonunda bazen çocuklardan biri iki eliyle top şekli yapar<br />

ve arkadaşlarına “bu nedir?” diye sorar. Diğer çocuklar da<br />

topluca “ağıl” diye cevaplarlar. Bu cevap üzerine çocuklardan<br />

birinin “herkes evine dağıl” demesiyle oyuna katılanlar<br />

dağılır. Oyun sonu tekerleme örnekleri aşağıda verilmiştir:<br />

Türkiye:<br />

Hoo<br />

Akşam<br />

Ayağımın altı üzüm<br />

Herkes evine düzüm düzüm<br />

Özbekistan:<br />

Ev evge<br />

Kepe toyge<br />

Olun bugün tügedi<br />

Gargı goyunun ganı bilen<br />

Salgım üzümün sağını bilen<br />

Ağam oğlu nere gitti<br />

Duza gitti<br />

Haçen gelecek<br />

Yaz gelecek<br />

Eginin gız<br />

Yola düş<br />

Yorgala<br />

Yatıver sen çık<br />

Uzbekistan:<br />

Evelemen duvalaman<br />

Kara koyge yem veremen<br />

Kara koynun kanı bilen<br />

Suçkum uzun sanı bilen<br />

Emmaoğlu kaya ketti<br />

Emmaoğlu tuzga ketti<br />

Emmaoğlu kaçan keler<br />

Emmaoğlu yaz keler<br />

Pullam pus<br />

Kuçin kus, yolgi tüs<br />

Yumalan yataver<br />

In the Turkish world, while the children are gathering for the<br />

game, they invite each other by singing some songs like the<br />

following examples compiled in Uzbekistan:<br />

Takçege takçege<br />

Ekmek buğday sepedum<br />

Undı mı nay, undı mı kim<br />

Zafar Bay evden çıkmaydı<br />

Yattı mı ki nay, yattı mı kin<br />

Kel ha kel ha oyna ha<br />

Tamda tavuk katar mı<br />

Aynından tartar mı<br />

Oyun yakmaz balalar<br />

Navazsamdan katar mı<br />

Kel ha kel ha oyna ha.<br />

Keregada pakta var<br />

Uykum kelse yatayver<br />

Anang kurgar koymay mı<br />

Zafar garnıng toymay mı<br />

At the end of the game, the children go to their homes by<br />

playing some games or singing songs. Sometimes, one of<br />

the children makes a ball shape with two hands and asks<br />

his friends “what is this?” at the end of the game in Turkey.<br />

The other children also collectively answer that it is ‘’pome’’.<br />

Upon this response, one of the children says ‘’everybody go


Erten hemen yığılsa<br />

Oyun kızık boladı<br />

Türk dünyasını oluşturan ülkelerde tespit edilen çocuk<br />

oyunlarının ayrıntılı bir şekilde açıklanması bu çalışmanın<br />

sınırlılığı nedeniyle mümkün olmadığındaadlarının verilmesiyle<br />

yetinilecektir(Türk dünyası çocuk oyunları hakkında<br />

ayrıntılı bilgi için bkz. Özhan ve Moradoğlu 1997). Bu<br />

nedenle Türk dünyası çocuk oyunlarının çok uluslu geniş<br />

bir proje kapsamında derlenip kataloğunun oluşturulması<br />

yararlı olacaktır:<br />

Azerbaycan’da “Biz Şuranın Gızını İzterik, Çipolik (kuzu veya<br />

keçi derisinden top), Çizik, Davşanım, Dede Boyu, Dom<br />

Dom, Dört Taş, Elma Saklama, Eşek Polis, Gız Gaçırttı, Han-<br />

Vezir, Kendir, Kovalam Kaç, Desmal Attı, Mozoni Kur Gel<br />

Ben Vur, Ortada Kaldı, Papag Attı, Rezinko (lastik), Gizlengaç,<br />

Yumurta Döpüştürme vb.” adlı oyunlar canlı bir şekilde<br />

oynanmaktadır.<br />

“Aş Kaskır (Aç Kurt), Agayı Mestek, Aytıs Oyundarı (Atışmalı<br />

Oyunlar), Karımak (Atlamak), Alakan Sokpak (Avuca Vurma),<br />

Bizde, Egiz Kalamak, Üy Artında Kalakaş (Ev Ardında<br />

Kalakaş), Gogi Gok, Neşe Emşek- Neşe Örkeş (Kaç Meme-<br />

Kaç Hörgüç), Karakulak, Kıvır Kıvır Kıvırmaş, Kim Turttı<br />

(Kim Dürttü), Sokırteke (Kör Teke), Kumak, Oramal Tastav<br />

(Mendil Atmak), Orta Dop, Savusak, Sekke, Şimbeke, Koyan<br />

(Tavşan), Taykıraydap, Töbede Dop Kuyuş (Tepeye Top<br />

Koymak), Canıltpaştar (Yanıltmaşlar) vb.” Kazakistan’ın belli<br />

başlı çocuk oyunlarındandır.<br />

Kırgızistan’da ise “Akınek, Akuş Akuş, Altın Şakek Irgıp Çık,<br />

Top Taş (Beş Taş), Buzulgan Tilefon, Çıkık At, Tüye Tüye<br />

(Deve Deve), Alma Ceme (Elma Yeme), Üy Almay (Ev Alma),<br />

Köz Tanmay (Göz Bağlama), Coo Engiş (Güç Sınama),<br />

İğne Coguttum (İğne Kaybettim), İğne Jip Tüğme (İğne İp<br />

Düğme), Cip Kirmay (İp Kesmek), Kop Kare (Kok Kare), Kok<br />

Sıir (Kok Sığır), Koynum, Sokur Teke (Kör Teke), Kurcun, Kuyan<br />

Tebiş, Caa Tartmay (Ok Atmak), Caşınmak (Saklanmak),<br />

Soku Çançmay, Sokur Burküt, Burk Casurmak, Tumalak<br />

Ağaç, Tomuk Casırmay (Tomuk Atmak) vb.” oyunlar çocuklar<br />

tarafından oynanmaktadır.<br />

“Alfabe, Badi Düme, Balık Kaçtı, Bazara Top, Ben Kimim,<br />

Çakı, Çapar, Çubucug ve Onnug, Daş Saglama, Değirmenci<br />

Baba, Delig, Deynegli Mendil, Domuz, Ender Tuna, Gavrun-<br />

Gavrun Gavruncug, Gırlangıç, Gral Baba, Gugocug (Gugo),<br />

Güvercin Yuvadan Uç, Kapucu Başı, Kim Dutar, Ma Ma Makara,<br />

Ne Lazım, Odalı, Reng, Sağır-Dilsiz, Şıngır Mıngır Toz,<br />

Teg Ayeg Omuz Omuza ve Yasdıg” gibi oyunlar da Kuzey<br />

Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde oynanan çocuk oyunlarından<br />

bazılarıdır.<br />

home’’and then they scatter. “Population.” In response to<br />

this, one of the children is said to be “scattered all over the<br />

house” and those who participated in the game are scattered.<br />

Examples of rhymes for endgame are given below:<br />

Turkey:<br />

Hoo<br />

Akşam<br />

Ayağımın altı üzüm<br />

Herkes evine düzüm düzüm<br />

Uzbekistan:<br />

Ev evge<br />

Kepe toyge<br />

Olun bugün tügedi<br />

Erten hemen yığılsa<br />

Oyun kızık boladı<br />

A detailed explanation of the children’s games identified<br />

in the countries that constitute the Turkish world will only<br />

be contented with giving their names due to the limitations<br />

of this study (Also see for more information about Turkish<br />

world children’s games, Özhan and Moradoğlu 1997). For<br />

this reason, it would be beneficial to compile Turkish children’s<br />

games in the context of a multinational large-scale<br />

project:<br />

The games such as “Biz Şuranın Gızını İzterik, Çipolik (a ball<br />

made of lamb or goat leather), Çizik, Davşanım, Dede Boyu,<br />

Dom Dom, Dört Taş, Elma Saklama, Eşek Polis, Gız Gaçırttı,<br />

Han-Vezir, Kendir, Kovalam Kaç, Desmal Attı, Mozoni Kur<br />

Gel Ben Vur, Ortada Kaldı, Papag Attı, Rezinko (rubber), Gizlengaç,<br />

Yumurta Döpüştürme etc.” that are all of the traditional<br />

are still played in Azerbaijan.<br />

The games such as “Aş Kaskır (Hungry Wolf), Agayı Mestek,<br />

Aytıs Oyundarı (call-and-response games), Karımak (jumping),<br />

Alakan Sokpak (hit to palm), Bizde, Egiz Kalamak,<br />

Üy Artında Kalakaş (Ev Ardında Kalakaş), Gogi Gok, Neşe<br />

Emşek- Neşe Örkeş (Kaç Meme- Kaç Hörgüç), Karakulak,<br />

Kıvır Kıvır Kıvırmaş, Kim Turttı (Kim Dürttü), Sokırteke (Kör<br />

Teke), Kumak, Oramal Tastav (Drop the Handkerchief), Orta<br />

Dop, Savusak, Sekke, Şimbeke, Koyan (Rabbit), Taykıraydap,<br />

Töbede Dop Kuyuş (put the ball to the top), Canıltpaştar<br />

(fallacies) etc.” are Kazakhstan’s main children’s games.<br />

The games such as “Akınek, Akuş Akuş, Altın Şakek Irgıp<br />

Çık, Top Taş (jackstones), Buzulgan Tilefon, Çıkık At, Tüye<br />

Tüye (Deve Deve), Alma Ceme (Eating apple), Üy Almay (Ev<br />

Alma), Köz Tanmay (blind man’s buff), Coo Engiş (power<br />

test), İğne Coguttum (I lost neddle), İğne Jip Tüğme (needle,<br />

rope, button), Cip Kirmay (cut the rope), Kop Kare (Kok<br />

Children’s Games<br />

323<br />

Çocuk Oyunları


Common Heritage<br />

324<br />

Ortak Miras<br />

Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />

accusa quo quunt.<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />

quo quunt.<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum


Çocuk Oyunları<br />

Children’s Games<br />

325


Common Heritage<br />

326<br />

Ortak Miras<br />

Özbekistan’da ise çocukların “Al Almaydı Şuginana, At At,<br />

Bayçiçek (Çiğdem), Menham (Ben De), Büg, Çilim Çitti, Çucvara<br />

(mantı) Kaynaydı, Avuş Avuş (Değiş Değiş), Eşik Eşik,<br />

Küreş, Haneden Üziş, Hamam Piş, Horoz, Erkan (İp Atlama),<br />

Kara Gördüm, Kıygır Ketti (Kartal Gitti), Kavun Kavun, Moşik-<br />

Sıçkan (Kedi- Fare), Kotarış (Koparmak), Kourçak (kukla),<br />

Kuvlap Kaçış (Kovalamaca), Kuşin Magi Kuşta Gina, Küçuk,<br />

Lav Lavteke, Pagmak Kuçük, Saka, Kırık Çöp (Saklambaç),<br />

Sapal Bulma, Havuç Kopardı- Gaşır Kopardı, Daş Uruş, Cuft<br />

Mı Tek, Zuvlata” gibi oyunları oynadıkları kaydedilmiştir.<br />

“Aba Alması, Aç Kapıyı Bezirgan Başı, Ali Canbaz Taşa Basmaz,<br />

Aluç Balkuç, Ateşlim, Avul, Ayak Üstü, Beş Taş, Birdir<br />

Bir, Cüz, Çatal Matal Kaç Çatal, Çelik Çomak, Çember Çevirme,<br />

Çömlek Kapmaca, Çukur, Dan Dan Dana, Dikili Taş,<br />

Dokuz Taş, Ebe Beni Aldırma, El El Epelek, El El Üstünde,<br />

Elim Sende, Ellem Büllem, Evcilik, Gıcırık, Güvercin Takla,<br />

Hâkim Davacı, Horoz, İp Atlama, İstop, Kaydırak, Kayış, Kendin<br />

Bil, Kızgın Taş, Kovalamaca, Koz, Körebe, Köşe Kapmaca,<br />

Mendil Kapmaca, Misket, Naç, Nesi Var, Postacı, Saatçi<br />

Baba, Saklambaç, Sandık Başı, Sayma Çıkarma, Sek Sek,<br />

Şimşidim, Tavşan Kaç, Tombik, Top İleri, Topaç, Uzun Eşek,<br />

Uzun Urgan, Vız Vız, Yağ Satarım Bal Satarım, Yakalamaç,<br />

Yakar Top, Yattı Kalktı, Yüzük vb.” de Türkiye’de derlenen ve<br />

yaşatılan çocuk oyunlarından bazılarıdır.<br />

“Ay Terek Kün Terek, Ben Değdim, Boncuk Attı, Cürrüm,<br />

Düzdüm, Eşek Eşek, Gizlenpeçak, Gurcakgoş, Tutkunga Aluv<br />

(Hapse Alma), Pişik- Sıçan, Kim Urdu, Kovalamaşak, Kuyruk<br />

Kare), Kok Sıir (Kok Sığır), Koynum, Sokur Teke (Kör Teke),<br />

Kurcun, Kuyan Tebiş, Caa Tartmay (shoot arrows), Caşınmak<br />

(hide-and-seek), Soku Çançmay, Sokur Burküt, Burk Casurmak,<br />

Tumalak Ağaç, Tomuk Casırmay etc.” are played by<br />

children in Kyrgyzstan.<br />

The games such as “Alfabe, Badi Düme, Balık Kaçtı, Bazara<br />

Top, Ben Kimim, Çakı, Çapar, Çubucug ve Onnug, Daş Saglama,<br />

Değirmenci Baba, Delig, Deynegli Mendil, Domuz,<br />

Ender Tuna, Gavrun- Gavrun Gavruncug, Gırlangıç, Gral<br />

Baba, Gugocug (Gugo), Güvercin Yuvadan Uç, Kapucu Başı,<br />

Kim Dutar, Ma Ma Makara, Ne Lazım, Odalı, Reng, Sağır-Dilsiz,<br />

Şıngır Mıngır Toz, Teg Ayeg Omuz Omuza and Yasdıg”<br />

are some of the children’s games played in Turkish Republic<br />

of Northern Cyprus.<br />

It is recorded that the games such as “Al Almaydı Şuginana,<br />

At At, Bayçiçek (Çiğdem), Menham (Ben De), Büg, Çilim Çitti,<br />

Çucvara (mantı) Kaynaydı, Avuş Avuş (Değiş Değiş), Eşik<br />

Eşik, Küreş, Haneden Üziş, Hamam Piş, Horoz, Erkan (skipping<br />

rope), Kara Gördüm, Kıygır Ketti (Kartal Gitti), Kavun<br />

Kavun, Moşik- Sıçkan (cat and mouse game), Kotarış (Koparmak),<br />

Kourçak (muppet), Kuvlap Kaçış (tag), Kuşin Magi<br />

Kuşta Gina, Küçuk, Lav Lavteke, Pagmak Kuçük, Saka, Kırık<br />

Çöp (hide and seek), Sapal Bulma, Havuç Kopardı- Gaşır<br />

Kopardı, Daş Uruş, Cuft Mı Tek, Zuvlata etc.” are played by<br />

children in Uzbekistan.<br />

The games such as “Aba Alması, Aç Kapıyı Bezirgan Başı, Ali


Kabmaşu (Kuyruk Yaklamak), Orak Attı, Poye Çirkengelder<br />

(Tren Katarı Dizilme), Yağlıga Togustu, Yağlık Aldı” Türkmenistan’da<br />

tespit edilen çocuk oyunlarındandır.<br />

Türk Dünyası’nda çocuklarının bazen yetişkinlerle birlikte<br />

gerçekleştirdikleri ritüelistik kökenli ve işlevli oyunlar da<br />

bulunmaktadır. Bu tür oyunlar baharın karşılanması, yağmurun<br />

yağdırılması, dolayısıyla kıtlığın giderilmesiyle bolluk<br />

ve bereketin sağlanmasına yönelik oyunlardır. Anadolu’da<br />

bu oyunlar “Telden Teleme, Evlidali, Albayrak, Tırtıl, Betlem,<br />

Hasır Küfrü, Gode Gode, Kepçe Gelin, Çomçalı Gelin, Pelebuk,<br />

Saya Gezme, Çiydem Donatması, Çiğdem Pilavı, Gılavan<br />

Gezme, Güneş Düvasi, Babra Bubrik, Yılbaşı, Seydim,<br />

Ayıcı Oyunu, Cadı Oyunu” gibi adlarla anılmaktadır. Türk<br />

dünyasında da bu türden çocuk oyunlarına rastlanmaktadır.<br />

“Bahar Bayramı, Hıdır/ Papağ Attı (Şubat’ın sonu), Cosa<br />

(Köse/ Nevruz zamanı), Yumurta Döğüştürme (ilkbaharda)<br />

(Azerbaycan); Bayçiçek (Nevruz’un ilk günü), Yağmur Yagalak<br />

ve Suhatun (Yağmur yağamadığı dönemlerde), Ya<br />

Ramazan (Ramazan ayının ilk günü) (Özbekistan) vb.” Türk<br />

dünyasında oynanmaya devam eden dini-büyüsel oyunlardan<br />

bazılarıdır. Bu oyunlarbazen (Saya Gezme, Cosa/<br />

Köse vb.) dramatik yapıları nedeniyle geleneksel tiyatro<br />

kapsamında da değerlendirilmektedir.<br />

Yanıltmaç oyunları Türk dünyası çocuklarının <strong>ortak</strong>lıklarından<br />

biridir. Bu ürünler Türk dünyasında “yanıltmaca, caşdırma<br />

(Azerbaycan), caşırtma (Irak Türkmenleri), yanıltmaç<br />

(Türkmenistan), cañıltpaş (Kazakistan, Kırgızistan), tez<br />

aytiş, çendiş, aldanmaçak (Özbekistan), tutal-tez aytış<br />

(Afganistan Özbekleri), tez aytuv (Kırım Tatarları) ve dil kırmak<br />

(Gagauzlar)” şeklinde tanınmaktadır (Duymaz 2002:<br />

114) Bu konu müstakil araştırmalarla çözümlenebilecek<br />

yeterlilikte ve zenginliktedir. Bu oyun, oyuncu başının sözlerinindiğer<br />

çocuklar tarafındansıra ile doğru bir şekilde<br />

tekrarlanmasına veya tamamlanmasına dayanır. Yanıltmaç<br />

oyununun özellikle sıra gecesi, barana ve yaren toplantısı<br />

gibi kurumlaşmış kültür mekânlarında yetişkinler tarafından<br />

da oynandığı tespit edilmiştir. Bu oyunun harekete dayalı<br />

şaşırtmalı çocuk oyunu çeşitlemeleri de mevcuttur. Türk<br />

dünyasında tespit edilen yanıltmaç örnekleri aşağıdadır<br />

(Duymaz 2002: 116- 118):<br />

Afganistan Kazakları: (Jañıltpaş)<br />

“Altay karbay<br />

Aytay karbay değenin<br />

Kaytay karbay<br />

Malındı jabıratıp dalağa<br />

Cartay garbay”<br />

Azerbaycan: (Dil Yanıltmacı)<br />

Canbaz Taşa Basmaz, Aluç Balkuç, Ateşlim, Avul, Ayak Üstü,<br />

Beş Taş, Birdir Bir, Cüz, Çatal Matal Kaç Çatal, Çelik Çomak,<br />

Çember Çevirme, Çömlek Kapmaca, Çukur, Dan Dan Dana,<br />

Dikili Taş, Dokuz Taş, Ebe Beni Aldırma, El El Epelek, El El<br />

Üstünde, Elim Sende, Ellem Büllem, Evcilik, Gıcırık, Güvercin<br />

Takla, Hâkim Davacı, Horoz, İp Atlama, İstop, Kaydırak,<br />

Kayış, Kendin Bil, Kızgın Taş, Kovalamaca, Koz, Körebe, Köşe<br />

Kapmaca, Mendil Kapmaca, Misket, Naç, Nesi Var, Postacı,<br />

Saatçi Baba, Saklambaç, Sandık Başı, Sayma Çıkarma, Sek<br />

Sek, Şimşidim, Tavşan Kaç, Tombik, Top İleri, Topaç, Uzun<br />

Eşek, Uzun Urgan, Vız Vız, Yağ Satarım Bal Satarım, Yakalamaç,<br />

Yakar Top, Yattı Kalktı, Yüzük etc.” are some of the<br />

children’s games compiled and lived in Turkey.<br />

The games such as “Ay Terek Kün Terek, Ben Değdim, Boncuk<br />

Attı, Cürrüm, Düzdüm, Eşek Eşek, Gizlenpeçak, Gurcakgoş,<br />

Tutkunga Aluv (Hapse Alma), Pişik- Sıçan, Kim Urdu,<br />

Kovalamaşak, Kuyruk Kabmaşu (Kuyruk Yaklamak), Orak<br />

Attı, Poye Çirkengelder (Tren Katarı Dizilme), Yağlıga Togustu,<br />

Yağlık Aldı” are the children’s games determined in<br />

Turkmenistan.<br />

In the Turkish World, there are ritualistic and functional<br />

games that children sometimes play together with adults.<br />

these are such games for welcoming the spring, raining,<br />

eliminating famine and providing abundance. In Anatolia,<br />

these games are called as “Telden Teleme, Evlidali, Albayrak,<br />

Tırtıl, Betlem, Hasır Küfrü, Gode Gode, Kepçe Gelin,<br />

Çomçalı Gelin, Pelebuk, Saya Gezme, Çiydem Donatması,<br />

Çiğdem Pilavı, Gılavan Gezme, Güneş Düvasi, Babra Bubrik,<br />

Yılbaşı, Seydim, Ayıcı Oyunu, Cadı Oyunu”.<br />

This kind of children’s games are also encountered in the<br />

Turkish world. “Spring Festival, Hıdır/Papağ Attı (end of February),<br />

Cosa (Köse/Nevruz time), Egg Tapping (in spring)<br />

(Azerbaijan); Bayçiçek (first day of Nevruz), Yağmur Yagalak<br />

and Suhatun (during the rainy season), Ya Ramadan (the<br />

first day of Ramadan) (Uzbekistan), etc. “ are some of the<br />

religious-magical games that continue to be played in the<br />

Turkish world. These games (Saya Gezme, Cosa/Köse etc.)<br />

are also evaluated in the context of traditional theater because<br />

of their dramatic structures.<br />

Tongue twisters (yanıltmaç) games are one of the partnerships<br />

of Turkish children. These games are known in the<br />

Turkish world as “ yanıltmaca, caşdırma (Azerbaijan); caşırtma<br />

(Iraqi Turkmens); yanıltmaç (Turkmenistan); cañıltpaş<br />

(Kazakhstan, Kyrgyzstan); tez aytiş, çendiş, aldanmaçak<br />

(Uzbekistan); tez aytuv (Crimean Tatars) and dil kırmak<br />

(Gagauz)” (Duymaz 2002: 114). This subject is rich and sufficient<br />

to be solved by independent researches.<br />

This game is based on that the words of the lead of the<br />

Children’s Games<br />

327<br />

Çocuk Oyunları


Common Heritage<br />

328<br />

Ortak Miras<br />

“Getdim, gördüm bir derede sekkiz- dogguz saggız şahı var.<br />

Dedim: - Siz nece ilin sekkiz- dogguz saggız şahısız? Dediler:<br />

- Sekkiz ilin, dogguz ilin sekkiz- dogguz saggız şahıyıg.”<br />

Gagauz Türkleri: (Dil Kırmak)<br />

“Kırık küpe<br />

Körpe küpte<br />

Küpe küpe<br />

Küplettiler.”<br />

Kazakistan:<br />

“Kara bürkit tomağasın türsirdi<br />

Onı men tomağalamay kim tomağalaydı<br />

Onı men tomağalamay kim tomağalaydı.”<br />

Kırım Tatarları: (Tez Aytuv)<br />

“Aşadap kelir topal çoban,<br />

Yasap satar çatal saban.<br />

Neçün yasap satar topal çoban, Çatal saban.”<br />

Nahçıvan: (Yanıltmac)<br />

“Demirçi Dadaş dayı, dedem deyir, damın dalında demiri<br />

demire deymesin, demiri demire deyersen, demir deşilir.”<br />

Özbekistan: (Çendiş/ Aldanmaçak)<br />

“Kerim kayakka ketdi?<br />

Ala tayakka ketdi.<br />

Salim kayakka ketdi?<br />

Kızil boyakka ketdi.<br />

Belli!<br />

Kekkü kökke uçdimi?<br />

Kekkü kökke uçdi.<br />

Baka kökke uçdimi?<br />

Baka kökke uçdi.<br />

…”<br />

Türkiye:<br />

“Beş boz yüklü beş boz eşek, beşi de beş boz yüklü beş boz<br />

eşek, gelende beş boz yüklü beş boz eşek, gidende beş boz<br />

yüklü beş boz eşek.”<br />

Türkmenistan:<br />

“Gayradan kırk gılguyruk gelyer, kırk gılguyrugun içinde kırk<br />

gısır galan gırmızı gızıl gılguyruk gelyer.”<br />

Benzerlerine Türk dünyasında rastlanan ve Anadolu’da<br />

“Yattı Kalktı” adıyla tanınan çocuk oyunları dikkat gerektiren<br />

oyunlardır (Özdemir 2006: 346- 350). Bu oyunda<br />

game are repeated or completed correctly and alternately<br />

by the children. It has been determined that tongue twisters<br />

(yanıltmaç) games are played in institutionalized cultural<br />

places such as sira night, barana (a cultural activity<br />

that people gather and chat in Konya in Turkey) and yaren<br />

toplantısı (a traditional gathering) by adults. This game<br />

has behaviour anchored variants of children’s games. The<br />

examples of tongue twisters (yanıltmaç) games are below<br />

(Duymaz 2002: 116- 118):<br />

Kazakhs from Afghanistan: (Jañıltpaş) (Tongue<br />

Twisters)<br />

“Altay karbay<br />

Aytay karbay değenin<br />

Kaytay karbay<br />

Malındı jabıratıp dalağa<br />

Cartay garbay”<br />

Azerbaijan: (Yanıltmaca)<br />

“Getdim, gördüm bir derede sekkiz- dogguz saggız şahı var.<br />

Dedim: - Siz nece ilin sekkiz- dogguz saggız şahısız? Dediler:<br />

- Sekkiz ilin, dogguz ilin sekkiz- dogguz saggız şahıyıg.”<br />

Gagauz Turks: (Dil Kırmak) (Tongue Twisters)<br />

“Kırık küpe<br />

Körpe küpte<br />

Küpe küpe<br />

Küplettiler.”<br />

Kazakhstan:<br />

“Kara bürkit tomağasın türsirdi<br />

Onı men tomağalamay kim tomağalaydı<br />

Onı men tomağalamay kim tomağalaydı.”<br />

Crimean Tatars: (Tez Aytuv) (Tongue Twisters)<br />

“Aşadap kelir topal çoban,<br />

Yasap satar çatal saban.<br />

Neçün yasap satar topal çoban, Çatal saban.”<br />

Nakhichevan: (Yanıltmac) (Tongue Twisters)<br />

“Demirçi Dadaş dayı, dedem deyir, damın dalında demiri<br />

demire deymesin, demiri demire deyersen, demir deşilir.”<br />

Uzbekistan: (Çendiş/ Aldanmaçak) (Tongue<br />

Twisters)<br />

“Kerim kayakka ketdi?<br />

Ala tayakka ketdi.<br />

Salim kayakka ketdi?<br />

Kızil boyakka ketdi.


Çocuk Oyunları<br />

Children’s Games<br />

329


Common Heritage<br />

330<br />

Ortak Miras<br />

oyuncu başı herkese bir takma isim veya sayı verir ve önce<br />

kendi adını söyleyip “yattı kabak kalktı kabak, yatsın kavun<br />

kalksın kavun” diyerek oturduğu yerden öne eğilip kalkar.<br />

Kavun takma adlı oyuncunun duraksamadanyatıp kalkıp<br />

bir başkasına oyun sırasını kalıp sözleri tekrarlayarak aktarması<br />

gereklidir. Duraksayan veya takma adını unutan<br />

oyuncu oyundan çıkar. Bu oyun özellikle kış gecelerinde yetişkinlerin<br />

katılımıyla oynanmaktadır. Özellikle yetişkinlerle<br />

büyük çocukların katıldığı oyunlarda aşağıdaki diyaloglu<br />

söz kalıpları kullanılmaktadır:<br />

Ektim, biçtim on beş kabak aldım. (On beş kabak takma adlı<br />

oyuncuya seslenir)<br />

On beş kabak olmaz<br />

Ya kaç kabak olur?<br />

Yirmi kabak olur. (Oyun sırasının Yirmi Kabak taka adlı oyuncuya<br />

geçtiğini belirtir).<br />

Türk dünyasında yetişkinler gibi, çocukların da en önemli<br />

etkinliklerinden birini yarışmalar oluşturur. Gerçekte iseyarışma,<br />

çocuk oyunlarının özünü meydana getirir. Bununla<br />

birlikte sadece yarışmadan meydana gelen çocuk oyunları<br />

da bulunmaktadır. Bu tür oyunlarda bireysel ve takımlar<br />

arası yarışma söz konusudur. “Çuval Yarışı, Koşu Yarışı, Kale<br />

Oyunu, Halat Çekme, Güreş, Deve Güreşi” bu tür oyunlardandır.<br />

Örneğin Kırgızistan’daki “Eniş/ Deve Güreşi” adlı<br />

oyunda arkadaşlarının sırtına çıkan iki oyuncu birbirlerini<br />

Belli!<br />

Kekkü kökke uçdimi?<br />

Kekkü kökke uçdi.<br />

Baka kökke uçdimi?<br />

Baka kökke uçdi.<br />

…”<br />

Turkey:<br />

“Beş boz yüklü beş boz eşek, beşi de beş boz yüklü beş boz<br />

eşek, gelende beş boz yüklü beş boz eşek, gidende beş boz<br />

yüklü beş boz eşek.”<br />

Turkmenistan:<br />

“Gayradan kırk gılguyruk gelyer, kırk gılguyrugun içinde kırk<br />

gısır galan gırmızı gızıl gılguyruk gelyer.”<br />

Children’s games that are known as “Yattı Kalktı” in Anatolia<br />

and encountered in the Turkish world are games that require<br />

attention (Özdemir 2006: 346- 350). In this game,<br />

the leader of the game gives a nickname or number to each<br />

player and first he or she leans and straights up by saying<br />

“yattı kabak kalktı kabak, yatsın kavun kalksın kavun.” It<br />

is necessary for the player named ‘’Kavun’’ to repeat the<br />

words for continuing the game. The player who hesitates<br />

or forgets his nickname gets out of the game. This game<br />

is played with adult participation especially in the winter<br />

nights. Particularly in games where adults and older chil-


yıkmaya çalışırlar, yıkılan taraf oyunu kaydeder.<br />

Bugün, oyun ve oyuncak endüstrisindeki gelişmeler sonucunda<br />

geleneksel oyunlarla oyun araçlarının yerini<br />

modern oyun ve oyuncaklar almaya başlamıştır. Çocuklar<br />

geçmişin bezden ve deriden topları yerine bugün sanayi<br />

ürünü kauçuk, plastik ve benzeri madden imal edilmiş toplarla<br />

oyun oynamaktadırlar. Bez bebekler önemli bir oranda<br />

ortadan kalkmış, modern oyuncak bebekler çocukların<br />

temel oyuncağı haline gelmiştir. Hatta bugün bez bebek<br />

yapımcılığı bir hobi alanına dönüşmüştür.<br />

Kentli çocuklar sanal ve dijital oyun ortamlarında oynarken<br />

geleneğin pek çok oyunu unutulmaya başlamıştır.Gerçekte<br />

ise geçmişten bugüne taşınan geleneksel çocuk oyunları<br />

Türk dünyasının <strong>ortak</strong> dilinin, duygusunun paylaşıldığı,<br />

daha da önemlisi <strong>ortak</strong> mirasının ve bağlarının yaşatıldığı<br />

kültürel özgünlüklerdir. Çocukların oyunlarıyla yarattıkları<br />

dil, dünya barışının da temelini meydana getirmektedir.<br />

Geleceğin nesillerisanal ve dijital bağlamda üç boyutlu<br />

hologram tekniğiyle oynasalar da aynı oyun dilini kullanmaya<br />

devam edeceklerdir. Belki de gelecekte huzurlu bir<br />

dünyanın temel kaynaklarından ve güvencelerinden birini<br />

çocukların bu <strong>ortak</strong> oyun dili ve kültürü oluşturacaktır.<br />

Kaynaklar:<br />

• Duymaz, Ali (2002), İrfanı Arzulayan Sözler Tekerlemeler, Ankara: Akçağ<br />

Yayınları.<br />

• İnan, Abdülkadir (1986), Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara: Türk Tarih<br />

Kurumu Basımevi.<br />

• Kültür Bakanlığı, (1991), Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü I, Ankara:<br />

Başbakanlık Basımevi.<br />

• Özdemir, Nebi (2006), Türk Çocuk Oyunları I- II, Ankara: Akçağ Yayınları.<br />

• Özhan, Mevlüt ve M. Muradoğlu (1997), Türk Cumhuriyetlerinde Çocuk<br />

Oyunları, Ankara: T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları.<br />

• Türk Dil Kurumu (1988), Türkçe Sözlük, c.2, Ankara: Türk Tarih Kurumu<br />

Basımevi.<br />

dren are involved, the following dialogue are used:<br />

Ektim, biçtim on beş kabak aldım. (he or she calls the player<br />

named as ‘’on beş kabak’’)<br />

On beş kabak olmaz<br />

Ya kaç kabak olur?<br />

Yirmi kabak olur. (it indicates that game line is in the player<br />

named as ‘’Yirmi Kabak’’)<br />

The competition is one of the most important activities of<br />

the children like the adults in the Turkish world. In reality,<br />

the competition creates the essence of children’s games.<br />

However, there are also children’s games that only consists<br />

of competition. In such games, there is individual and team<br />

competition. “Sack Race, Running Race, Castle Game, Tug<br />

of War, Wrestling, Camel Wrestling” are such games. For<br />

example, two players on the back of their friends try to destroy<br />

each other and the fallen player loses the game in the<br />

game called as “Eniş/Camel Wrestling” in Kyrgyzstan.<br />

Today, as a result of the developments in the game and toy<br />

industry, modern games and toys has begun to take the<br />

place of traditional game and toys. Children play games<br />

with industrial products made of rubber, plastic and similar<br />

materials instead of cloths and leather in the past. Cloth<br />

dolls have been disappeared in a certain extent, modern<br />

dolls have become the basic toys of babies and children.<br />

Even today, cloth dolls making has become a hobby space.<br />

Children in the urbans have begun to forget many of their<br />

traditions while playing in virtual and digital gaming environments.<br />

In fact, the traditional children’s games that are<br />

carried from the past to the present are cultural authenticity<br />

having been lived in the common language, sense of emotion,<br />

common heritage and relationship. The language that<br />

children create with their games brings about the foundations<br />

of the world peace. Future generations will continue<br />

to use the same game language in both natural and digital<br />

contexts even if they use three-dimensional hologram<br />

techniques. Maybe the common game language and culture<br />

of children will form one of the basic resources and security<br />

of a peaceful world in the future.<br />

References:<br />

• Duymaz, Ali (2002), İrfanı Arzulayan Sözler Tekerlemeler, Ankara: Akçağ<br />

Yayınları.<br />

• İnan, Abdülkadir (1986), Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara: Türk Tarih<br />

Kurumu Basımevi.<br />

• Kültür Bakanlığı, (1991), Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü I, Ankara:<br />

Başbakanlık Basımevi.<br />

• Özdemir, Nebi (2006), Türk Çocuk Oyunları I- II, Ankara: Akçağ Yayınları.<br />

• Özhan, Mevlüt ve M. Muradoğlu (1997), Türk Cumhuriyetlerinde Çocuk<br />

Oyunları, Ankara: T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları.<br />

• Türk Dil Kurumu (1988), Türkçe Sözlük, vol.2, Ankara: Türk Tarih Kurumu<br />

Basımevi.<br />

Children’s Games<br />

331<br />

Çocuk Oyunları


Prof. Dr. Ali BORAN<br />

Bilge Yapım<br />

Genelde sanat eseri özelde süsleme; Bir medeniyetin<br />

kendi varlık, bilgi ve değer telakkisinin<br />

dışa varmasıdır.<br />

Artwork in general, decoration in particular express a civilization’s<br />

own existence, knowledge and consideration of value.


Genelde sanat eseri özelde süsleme; bir medeniyetin kendi varlık,bilgi ve değer telakkisinin<br />

dışa varmasıdır. Türk- İslam sanatı, varlığı yada varoluşu asıl kaynağı üzerinden<br />

okuyan bir konuma sahiptir. Bu sanat taşın taş olduğu, insanın insan olduğu ve Hâlık’ın<br />

Hâlık olduğu anlayışına sonuna kadar sadık kalmış, bu anlayışı sanatsal bir şekil içinde<br />

göz kamaştırıcı bir şekilde mimariden süslemeye kadar ifadesel bir anlama kavuşturmuştur.<br />

16 Süsleme Sanatları<br />

Decorative Arts<br />

Artwork in general, decoration in particular express a civilization’s own existence,<br />

knowledge and consideration of value. Turkish-Islamic art has a position that reads<br />

creature and existence through its original source. This art has remained faithful to the<br />

understanding that the stone is the stone, the human is human and that Hâlık (creator)<br />

is Hâlık (creator); this art has an expressive meaning from architecture to decoration in<br />

a dazzling and an artistic way.


Common Heritage<br />

334<br />

Ortak Miras<br />

Türk- İslam sanatının diğer din ve milletlerden ayıran özelliğinden<br />

biri de insanın gözüne, gönlüne, kulağına, ruhuna,<br />

ahlakınave sırrına hep birden hitap eder bir dille konuşmasıdır.<br />

Bu özelliğiyle de bu sanat insanın ve alemdeki esrarın<br />

keşfinde önemli bir araç olarak işlev görmüştür. Ayrıca<br />

bu sanatın Pratik hayatta her şeyden önce gözettiği gayesi<br />

ise hayatıngüzelleştirlmesi ve anlamlığınınıngelişmesi olmuştur.Zira<br />

bu sanatta zihni kavrayış ile gönlün yakaladığı<br />

hakikat aynı kanalda buluşarak ve aynı dili paylaşarak bize<br />

daha derin, anlamlı, niteliklihayatın görülmemiş boyutunu<br />

yaşatır. Değil mi ki bu sanat idrakimizi gayba yükseltmenin<br />

önemli bir aracıdır.<br />

Dinin insanın özlediklerini, cennetle kavuşacağını vaat etmesi<br />

onu sanat ile buluşturmuştur.İşte bu sanatın en önemli<br />

unsuru olan süsleme sanatlarında kullanılan geometrik ve<br />

bitkisel süslemeler Müslüman sanatçının dine bağlılığının<br />

bir ifadesidir. Cennetin sembolleri olan bitkisel süslemeler<br />

tövbeyi teşvik etmenin yanında imanı ve Allah’a yakınlığı<br />

tasvir eder. Yani sanatçı Kur’an’da cennetin işaretleri olarak<br />

bitkisel bezemeyi kullanmıştır. Burada betimlenen bitkinin<br />

kendisi değil cenneti ve cennetin çeşitli özellikleridir. Dolayısıyla<br />

bitki motifleri cenneti ve imanın mükafatını temsil<br />

ederken daha soyut geometrik tasarımlar evrenin doğrudan<br />

bir ifadesi olmalıdır. Bu geometrik süslemelerde insan<br />

hiçliği tatmakta, dolayısıyla Rahman’ın soznuzluğu içinde<br />

yaratanına kavuşma arzusu yatmaktadır. İşte bu süsleme<br />

sanatlarında kullanılan teknikler ve uygulandıkları alanlarla<br />

ilgili özellikler genel hatlarıyla verilmektedir.Bunlar:<br />

One of the distinguishing features of Turkish-Islamic art<br />

from other religions and nations is to show itself in a way<br />

that appeals to one’s eye, heart, ear, morality and mystery<br />

all at once. With this feature, this art has also served as an<br />

important tool in the exploration of human and the mystery<br />

of the world. In addition, the main purpose of this art before<br />

anything else is the beautification of life and improvement<br />

of significance. Because the truth that is found by mental<br />

understanding and heart keeps unprecedented dimension<br />

of deeper, more meaningful and eligible life alive by meeting<br />

in the same channel and sharing the same language in<br />

this art. This art is an important way for us to raise our comprehension<br />

to the invisible world.<br />

Religion meets with the art because it promises that people<br />

will meet the people who they miss in heaven. Geometrical<br />

and floral ornaments that are the most important elements<br />

of this art and used in decorative arts are the expression of<br />

the religious commitment of the Muslim artist. Herbal ornaments,<br />

which are the symbols of paradise, depict faith and<br />

nearness to God besides encouraging repentance. In other<br />

words, the artist uses the vegetative ornament as signs of<br />

heaven in the Qur’an. It is not the plant itself depicted here<br />

but the various properties of paradise and heaven. So while<br />

the plant motifs represent the heaven and the reward of<br />

faith, the more abstract geometric designs must be a direct<br />

expression of the universe. In these geometric ornaments,<br />

human beings are experiencing nothingness, and therefore<br />

the desire to meet their creator lies in the Rahman’s


Kündekâri: Farsça bir kelime olan kendekârî heykeltıraşlık,<br />

hakkâklık, kalemkârlık gibi plastik sanatları adlandırır (“oymak,<br />

kesmek”; kârî “iş, çalışma; tarz”). Osmanlıca’da kendekârîye<br />

daha çok “kalemkârî” anlamı verilirken yine Farsça<br />

künde (tomruk) kelimesinden esinlenmiş olup genelde ince<br />

marangozluk kapsamına giren ahşap sanatları, özelde de<br />

tezyini doğramacılık sanatı için kullanılmıştır 1 .<br />

Gerçek ve taklit olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Gerçek<br />

kündekari iç dolğu parçaları ile bunları sınırlandıran çıtalardan<br />

oluşmaktadır. Yapılacak malzemenin iskeletini meydana<br />

getiren farklı kalınlık ve uzunluktaki çıtalar, herhangi bir<br />

çivi ve yapıştırıcı malzeme kullanılmaksızın iç içe geçirilerek<br />

bir araya getirilmektedir. Iskelet ile iç dolğu parçalarının birleşmesi<br />

ve bunu kuşatan dış kilitleme çerçevesiyle “bezeme/<br />

süsleme” denilen tezyinat tablası meydana getirilmektedir 2 .<br />

Birleştirme iskeleti oluşturan çıtaların darbelerin olumsuz<br />

tesirlerine karşı dayanıklı olabilmesi için “narlama” olarak<br />

isimlendirilen parçalar eklenerek iskelet sistemi ortaya çıkarılmaktadır.<br />

Narlama, iskeleti oluşturan çıtaları “zıvana”<br />

ile birleşerek tek bir eksen boyunca uzanmakta ve sistemin<br />

de dayanıklılığını arttırmaktadır.Taklit kündekari ise, gerçek<br />

kündekariden sağlanan görselliğin taklit edilmek suretiyle<br />

yapılan uygulamadır 3 . Kündekari, sekizgen, beşgen, yıldız<br />

gibi geometrik şekillerde kesilmiş küçük ahşap parçalarının<br />

çivi ve tutkal yardımı olmadan birbirlerine geçirilmeleriyle<br />

yapılır. Usta tercih ettiği ceviz, meşe, şimşir, armut, abanoz<br />

ve gül ağacı gibi bir ağaçtan önce planladığı ihtiyaca göre<br />

parçalar halinde kesimini yapar. Geometrik parçalar negatif<br />

veya pozitif geçmelerle birbirine bağlanır. Parçaları bir<br />

uçtan başlayarak adeta sepet örer gibi birleştirerek parçalardan<br />

bütüne gidilmektedir. Genellikle parçaları çerçeveye<br />

alan çıtalarla kenar tahtaları ve göbekler oyma-kabartma<br />

motiflerle, bazen de sedef kakmalarla süslenir.<br />

Gerçek kündekarinin uygulandığı yerler ise, ahşap aksam<br />

gerektiren kapı, pencere ve dolap kanatları, minber, mihrap<br />

ve kürsülerdir. Tercih edilen ağaç türleri ise: ceviz, abanoz,<br />

meşe, şimşir, gül ve armuttur 4 .Engüzel önekleri XII.-XIII.<br />

yüzyıllarda Türk-İslam sanatının yoğu olarak görüldüğü<br />

Anadolu, Mısır, Suriye ve Filistin’deki dini yapılardadır. Anadolu<br />

dışımdaki erken dönem örnekleri ise; Sayda Nefise Hatun<br />

(1138-45) Cami mihrabı, Kahire Salih Talayi Camisi’nin<br />

(1160) kapı kanatları, İmam Şafi’nin sandukası (1211), Melik<br />

Salih Türbesi’nin kapı kanatları (1249-50) ve Tolunoğlu Camisi’ne<br />

(1296) Memluk Sultanı Laçin tarafından yerleştirilen<br />

minberdir 5 .<br />

• 1 Erdem Yücel, “Kündekari”, DİA, c. 26, İstanbul, 2002, 553.<br />

• 2 Gökhan Kürklü, “Geleneksel Türk Ahşap Sanatı Kündekari ve<br />

Günümüz Teknolojisine Sahip Atölye Ortamında Yapılabilirliği”, Afyon<br />

Kocatepe Üniversitesi Fen Bilimleri Dergisi, 11, Afyonkarahisar, 2011, 15.<br />

• 3 Kürklü, a.g.m., 15-16.<br />

• 4 Yücel, a.g.m., 553.<br />

• 5 Yücel, a.g.m., 553; Ayla Ersoy, XV. Yüzyıl Osmanlı Ağaç İşçiliği,<br />

İstanbul, 1993, 6; Ali Boran, Anadolu’daki İç Kale Cami ve Mescidleri,Türk<br />

(the compassionate) eternity. The techniques used in these<br />

decorative arts and features about apply area are given in<br />

general terms. These:<br />

Kündekâri: kündekâri which is a Persian word is named<br />

plastic arts such as sculpture, engraving, the profession of<br />

painting or engraving designs.(‘’carve,cut’’; ‘’kari’’ means<br />

work, style) While the word of ‘’kendekariye’’ means ‘’kalemkari’’(the<br />

profession of painting or engraving designs) in ottoman<br />

Turkish, the wooden arts inspired by the Persian word<br />

‘’künde’’ (timber) and included in cabinetmaking is usually<br />

used in particular for the joinery arts. 1<br />

It is divided into two parts as real and imitation. The real<br />

kundakari consists of inner packing pieces and laths restraining<br />

them. The laths, which are in different thickness<br />

and length and create the skeleton of the material, are<br />

brought together by nestling without using any nails and<br />

adhesive materials. ‘’Decoration’’ called as ‘’ tezyinat tablası’’<br />

is made with the joining of the skeleton and its inner<br />

packing pieces and the outer locking frame surrounding it. 2<br />

The skeleton system is made out by adding the pieces called<br />

as ‘’narlama’’ in order to be able to withstand the adverse<br />

effects of the laths that form the union skeleton. ‘’Narlama’’<br />

lies along a single axis by combinig the laths forming the<br />

skeleton with ‘’mortise’’ and increases the stamina of the<br />

system. Imitation kundekari is a practice that is imitated by<br />

the visuality provided from the real kündekari. 3 Kündakari is<br />

made with mating the small wooden pieces cut in the geometric<br />

shapes such as octagonal, pentagonal, star without<br />

the help of nails and glue.The master makes cuts in pieces<br />

from a tree such as walnut, oak, boxwood, pear, ebony and<br />

rosewood according to his need. The geometric pieces are<br />

connected to each other by negative or positive transitions.<br />

It is made from part to whole like a basket. It is generally<br />

decorated with laths putting the pieces in the frame, edge<br />

plates and middle part with carved- embossing motifs,<br />

sometimes mother of pearl inlaid.<br />

The places where the real kündekari is applied are the doors<br />

required wooden accessories, the wings of window and<br />

wardrobe, pulpit, mihrab and lectern. The preferred types of<br />

trees are: walnut, ebony, oak, boxwood, rose and pear. 4 The<br />

most beautiful examples of them are in religious structures<br />

in Anatolia, Egypt, Syria and Palestine where the Turkish-Islamic<br />

arts are commonly seen in XII.-XIII.centuries. Early period<br />

examples outside of Anatolia are the mihrab of Sayda<br />

Nefise Hatun (1138-45) Mosque, the door wings of Kahire<br />

• 1 Erdem Yücel, “Kündekari”, DİA, v. 26, İstanbul, 2002, 553.<br />

• 2 Gökhan Kürklü, “Geleneksel Türk Ahşap Sanatı Kündekari ve<br />

Günümüz Teknolojisine Sahip Atölye Ortamında Yapılabilirliği”, Afyon<br />

Kocatepe Üniversitesi Fen Bilimleri Dergisi, 11, Afyonkarahisar, 2011, 15.<br />

• 3 Kürklü, ibid., 15-16.<br />

• 4 Yücel, ibid., 553.<br />

Decorative Arts<br />

335<br />

Süsleme Sanatları


Common Heritage<br />

336<br />

Ortak Miras<br />

Anadolu Selçuklu devrine ait birçok eseri Anadolu’daki yapılarda<br />

görmek mümkündür. En eski örnek Aksaray Ulu Cami<br />

minberi (1150-55) olup hemen sonrasında Konya Alaaddin<br />

Cami minberi (1155-56) gelmektedir. Harput Sare Hatun<br />

Cami (XII. Yy), Siirt Ulu Camii (XII. YY), Birgi Ulu Cami (1322),<br />

Malatya Ulu Cami (1376-77), Bursa Ulu Cami (1399), Manisa<br />

İvaz Paşa Cami (1484) ve Niğde Sungur Bey Cami (XVI. YY)<br />

minberleri gerçek kündekarinin güzel örneklerindedir 6 .<br />

Gerçek kündekari tekniğine benzetilmeye çalışılan taklit<br />

kündekari tekniğindeki örneklerde yine Anadolu’da görülmektedir.<br />

Bu tarzın tercih edilmesi yapılmasının kolaylığından<br />

ziyade gerçek kündekariye benzemesidir. Üç tarz taklit<br />

kündekari vardır.<br />

1-Çakma-Kabartma Kündekari: ahşap levvhalar üzerine içleri<br />

geometirk/bitkisel motiflerle tezyin edilmiş geometrik<br />

parçaların aralarına ayrıca hazırlanmış çerçeve çıtaları çivilerle<br />

çakılmıştır. Bu tarzın önemli örnekleri Ankara Alaeddin<br />

Cami (1197-98), Kayseri Ulu Cami (1205), Kayseri Huand<br />

Hatun Cami (1237), Divriği Ulu Cami (1228-29) ve Ankara<br />

Arslanhane Cami (1289-90) minberleri ile, Kastamonu Candaroğlu<br />

Mahmud Bey Camisi’nin (1366) kapı kanatlarıdır 7 .<br />

2- Çakma-Yapıştırma Kündekari: kündekari görünümü şeklindeki<br />

tüm parçalar ayrı ayrı hazırlanmış olup, ahşap levha<br />

üzerine tutkal veya çivi vasıtasıyla sabitlendirilmiştir. Bu tarzın<br />

örnekleri ise Ankara Ahi Elvan Cami (1382) minberi Merzifon<br />

Çelebi Sultan Medresesi (XV. YY) dış kapı kanatları ile<br />

Amasya Mehmed Paşa Camisi’nin (1495) kapı kanatlarıdır.<br />

3- Kabartma Kündekari: Kündekari görünümündeki ahşap<br />

parçalar kabartmalarla süslenmiştir. Bu tarz sadce görünüm<br />

itibariyle kündekari tekniğine benzmektedir. Bu tarz örnekler<br />

Kayseri Ulu Cami (1205), Ankara Hoca Paşa Cami (XIII.<br />

YY), Karamanoğlu İbrahim Bey İmareti (XIII. YY), Konya Beyhekim<br />

Mescidi (XIII. YY) kapılarıdır 8 .<br />

Vitray: Osmanlı mimarları süslemeyi, yapının plastik ve inşa<br />

kuruluşunda aramışlardır. Böylece sade ve ferah bir iç mekana<br />

ulaştılar. Süslemede ölçüyü arayarak sadece gerekli<br />

gördükleri yüzeylerde sınırlı ölçüde kullanma yoluna gittiler.<br />

Bu süslerden birisi de pencerelerdeki vitraylardır.Vitraylara<br />

Osmalılarda revzen-i menhus denilirdi. Osmanlı camilerinin<br />

bazısında alçı kayıtlar arasında renkli veya renksiz cam parçaları<br />

yerleştirilerek oluşturulan desenlerle vitray yapıldı.<br />

Osmanlıların renkli camlı pencerelerinin orijinal örnekleri,<br />

İstanbul Süleymaniye Camii ve Üsküdar Mihrimah Camii’n-<br />

Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2001.<br />

• 6 Yücel, a.g.m., 554; Zeki Oral, “Anadolu’da San’at Değeri Olan Ahşap<br />

Minberler, Kitabeleri ve Tarihçeleri”, Vakıflar Dergisi, S. V, Ankara, 1962, 26-<br />

34, 35-41, 49-51, 60-64, 71-72, 75; Ersoy, a.g.e., 9.<br />

• 7 Yücel, a.g.m., 554; Oral, a.g.m, 34-35, 41-49, 51.<br />

• 8 Yücel, a.g.m., 554; Oral, a.g.m., 72-74; Ersoy, a.g.e., 15, 17-18, 40<br />

Salih Talayi (1160) Mosque, the sarcophagus of Imam Shafi<br />

(1211), ), the door wings of Melik Salih Tomb (1249-50) and<br />

the pulpit that was placed to Tolunoğlu Mosque by Laçin,<br />

the Memlük Sultan. 5<br />

It is possible to see many works belonging to the period of<br />

Anatolian Seljuk in Anatolia. The oldest example is the pulpit<br />

of Aksaray Ulu Mosque (1150-55) and immediately after<br />

that, the pulpit of Konya Alaaddin Mosque comes (1155-56).<br />

The pulpits of Harput Sare Hatun Mosque (XII.c.), Siirt Grand<br />

Mosque (XII.c.), Birgi Grand Mosque (1322), Malatya Grand<br />

Mosque (1376-77), Bursa Grand Mosque (1399), Manisa<br />

Ivaz Pasa Mosque (1484) and Niğde Sungur Bey Mosque<br />

(XVI. c.) are the beautiful examples of real kündekâri. 6<br />

In the examples of the imitation kündekâri technique which<br />

is tried to be likened to the real kündekâri technique is<br />

again seen in Anatolia. The preference of this style is largely<br />

similar to the real kündekâri rather than ease of making.<br />

There are three kinds of imitation kündekâri.<br />

1-Stacking-Embossing Kündekari: The laths for frame that<br />

separately for the geometrical parts are prepared are nailed<br />

over the wooden plaques decorated with geometrical / floral<br />

motifs. Important examples of this type are the mimbars of<br />

Ankara Alaeddin Mosque (1197-98), Kayseri Grand Mosque<br />

(1205), Kayseri Huand Hatun Mosque (1237), Divriği Grand<br />

Mosque (1228-29) and Ankara Arslanhane Mosque (1289-<br />

90) and the door wings of Kastamonu Candaroğlu Mahmud<br />

Bey Mosque (1366). 7<br />

2- Driving-Joining Kündekari: all of the pieces shaped like<br />

kündekari are prepared separately and fixed on the wooden<br />

plaque with glue and nail.Examples of this type are mimbar<br />

of Amasya Mehmed Pasha Mosque (1382), the outer door<br />

wings of Merzifon Çelebi Sultan Madrasa (XV. c.) and the<br />

door wings of Ankara Ahi Elvan Mosque (1495).<br />

3- Embossing Kündekari: Wooden pieces in the shape of<br />

kündekari are decorated with embossing. This style is similar<br />

to kündekari technique in its simplistic appearance. Such<br />

examples are the doors of Kayseri Grand Mosque (1205),<br />

Ankara Hoca Pasha Mosque (XIII. c.), Karamanoğlu İbrahim<br />

Bey İmaret (XIII. c.) and Konya Beykehim Mosque (XIII. c.). 8<br />

Leaded Glass: Ottoman architects look for the decoration<br />

in the construction of plastic and building. Thus, they reach<br />

a simple and spacious indoor. They use the decoration only<br />

• 5 Yücel, ibid., 553; Ayla Ersoy, XV. Yüzyıl Osmanlı Ağaç İşçiliği, İstanbul,<br />

1993, 6; Ali Boran, Anadolu’daki İç Kale Cami ve Mescidleri,Türk Tarih<br />

Kurumu Yayınları, Ankara, 2001.<br />

• 6 Yücel, ibid., 554; Zeki Oral, “Anadolu’da San’at Değeri Olan Ahşap<br />

Minberler, Kitabeleri ve Tarihçeleri”, Vakıflar Dergisi, S. V, Ankara, 1962, 26-<br />

34, 35-41, 49-51, 60-64, 71-72, 75; Ersoy, ibid., 9.<br />

• 7 Yücel, ibid., 554; Oral, ibid, 34-35, 41-49, 51.<br />

• 8 Yücel, ibid., 554; Oral, ibid., 72-74; Ersoy, ibid., 15, 17-18, 40


de görülür. Vitrayda da kullanılan cam Osmanlı döneminde<br />

önemli bir sanat dalı halinde gelişmiştir. Vitray sanatının<br />

sadece Anadolu’da değil küçük farklılıklarla Azerbaycan’da<br />

görmek mümkündür. Azerbaycan’da “Şebeke” adını alan bu<br />

süslemenin vitraydan farkı renkli camların alçı yerine ahşap<br />

kayıtlar arasına yerleştirilmesidir. Şebeke süsleme sanatının<br />

en iyi örnekleri Şeki’deki Han Sarayı’nda mevcuttur.<br />

Alçı:Geçmişten günümüze daha çok mimari ve tezyini sanatlarda<br />

kullanılan alçının diğer kullanım alanları özellikle<br />

tıp ve ziraattır. Mimari ve tezyini sanatlarda silmeler, profiller<br />

gibi tezyinatların yanı sıra heykel ve rölyeflerde de kullanılır.<br />

Duvarlarda ve tavanda da sıva olarak kullanıldığı da olur 9 .<br />

Alçı, çoğunlukla çeşitli örneklerde oyulmuş ya da kalıplanmış<br />

ve zaman zaman da boyanmıştır. İslam’ın kurduğu bölgelerarası<br />

yeni bir denge, alçının İran ya da Irak’tan birden<br />

bire ve hızla tüm Müslüman dünyaya yayılmasına neden<br />

olmuştur. X.yüzyıldan sonra İran’da inşa edilen yapıların<br />

neredeyse tamamının iç süslememalzemesi alçı olmaya<br />

başlar. Muhtemelen X. yüzyılda yapılan Nayin Ulu Camii,<br />

doğudaki üç kubbeli mihraplı bölümünün kemer köşelikleri<br />

ve karınlarında, kemerleri taşıyan ayaklarda ve mihrabında<br />

alçı süslenme görünen örneklerdendir. Kemer karınlarında<br />

dilimlenmiş madalyonlar içine işlenmiş palmet kabartmaları<br />

izlenirken, mihrap alınlığını süsleyen bitkisel kompozisyonun<br />

yüzeyden taşırılmış yüksek kabartma olarak işlendiği94<br />

fark edilmektedir 10 .<br />

• 9 C. E. Arseven, “Alçı” Mad., Sanat Ansiklopedisi, C. I, İstanbul, 1983,<br />

38; A. Karaağaç, Beylikler Devri Mimarisinde Alçı Süslemeler, (Selçuk Üniv.,<br />

Sos. Bil. Ens., Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya, 2002, 19-22.<br />

• 10 Karaağaç, a.g.e., 27.<br />

in the surface considered necessary on a limited scale. One<br />

of these decorations is the leaded glass in the windows. The<br />

leaded glass is called as ‘’ revzen-i menhus’’ in Ottomans.<br />

The leaded glasses are made with the patterns created by<br />

placing colored or colorless glass fragments between plaster<br />

moulds in some of the Ottoman mosques. The original<br />

samples of Ottoman’s colored glass windows are seen in<br />

the Istanbul Suleymaniye Mosque and Üsküdar Mihrimah<br />

Mosque. The glass used in the leaded glass developes into<br />

an important art form during the Ottoman period. It is possible<br />

to see the leaded glass art not only in Anatolia but<br />

also in Azerbaijan with small differences. In Azerbaijan, this<br />

decoration called as ‘’Şebeke’’ has a difference from the<br />

laeded glass, which is that colored glasses are placed between<br />

wooden moulds instead of plaster moulds. The best<br />

examples of ‘’Şebeke’’ decorative art are available at the<br />

Han Palace in Shaki.<br />

Plaster: The other uses of plaster which is used in architecture<br />

and decorative arts from past to present are especially<br />

medicine and agriculture. Decorations such as blankings,<br />

profiles as well as sculptures and reliefs are used in architectural<br />

and decorative arts. They are also used as plaster<br />

in walls and roof. 9<br />

Plaster is often carved or molded in various examples and<br />

painted from time to time. A new interregional balance established<br />

by Islam has caused the plaster to spread rapidly<br />

and individually from Iran or Iraq to the whole Muslim world.<br />

• 9 C. E. Arseven, “Alçı” Mad., Sanat Ansiklopedisi, C. I, İstanbul, 1983,<br />

38; A. Karaağaç, Beylikler Devri Mimarisinde Alçı Süslemeler, (Selçuk Üniv.,<br />

Sos. Bil. Ens., Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya, 2002, 19-22.<br />

Decorative Arts<br />

337<br />

Süsleme Sanatları


Common Heritage<br />

338<br />

Ortak Miras<br />

Karahanlılar zamanında muhtemelen XI-XII yüzyıllarda inşa<br />

edilmiş olan Tirmiz Sarayı’nın iç duvarları geometrik, bitkisel,<br />

yazı ve figüratif kompozisyonlardan oluşan alçı panolarla<br />

bezenmiştir 11 . Sivil bir yapı olması nedeniyle figürün çok<br />

rahat kullanıldığı dikkati çekmektedir.<br />

Hamedan’da XII. yüzyılın ikinci yansında inşa edilen Kümbed-i<br />

Aleviyan duvarlarınyüksek kabartma olarak yapılmış<br />

bitkisel kompozisyonlar ve yazı başlıca süsleme temasım<br />

oluşturmaktadır. Oldukça yüksek kabartılan bitkisel motiflerin<br />

üzerleri Samarra B üslûptaki örneklerde olduğu gibi<br />

küçük kareler ve deliklerle süzgeç gibi yeniden işlenmiştir.<br />

Bu süslemeleri Ardistan ve Zevvare Ulu camilerinde de takip<br />

etmek mümkündür 12 .<br />

Büyük Selçuklu dönemine yapılarından Gülpayegan Mescid-i<br />

Cuması, Zevvare Mescid-i Cuması, Ardistan Mescid-i<br />

Cuması, Hemedan Kümbet-i Aleviyan ve Nahcivan Mümine<br />

Hatun Türbesi alçı bezemenin olduğu önmeli örneklerdir.<br />

Anadolu Selçuklularında bir iç süsleme malzemesi olarak<br />

kullanılan alçı, daha çok saray ve köşk gibi sivil yapıların süslenmesinde<br />

kullanılmıştır. Selçuklu dönemi dinî yapılarından<br />

Harput Ulu Camisi (12. YY), Malatya Ulu Camisi (1224),<br />

Konya Sahip Ata Hankâhı (1279-80) ve Ankara Arslanhane<br />

Cami’nde (1290) alçı süslemelere rastlanmaktadır 13 .<br />

Almost all of the constructions built in Iran after the X. century<br />

begin to be used the plaster in their interior decoration.<br />

Nayin Grand Mosque probably built in the Xth century is<br />

one of the examples of plaster decorating seen in the arch<br />

corners and middle of the three-domed section in the east,<br />

in footsteps carrying belts and in its mihrab. While the palmette<br />

relief is engraved in the medallions founded in middle<br />

of the belts, it is noticed that the herbal composition<br />

that embellishes the pediment of the mihrab embossed94<br />

as a high relief. 10<br />

The inner walls of Tirmiz Palace, which was probably built in<br />

the XI-XII centuries during the Karahanlılar period, are decorated<br />

with plaster panels consisting of geometric, vegetal,<br />

writing and figurative compositions. 11 It is noteworthy that<br />

figure is used very freely because it is a civil structure.<br />

Botanic composition and writing which is made as a relief on<br />

the walls of Kümbed-i Aleviyan built in the second half of XII.<br />

Century in Hamedan constitute the main decorative touch.<br />

As in the style of Samarra B’s examples, upper surface of<br />

botanical motif made as a very high relief is embossed with<br />

small squares and holes like a filter again. It is also possible<br />

to follow these decorations in the glass windows of Ardistan<br />

and Zevvare Grand Mosque. 12<br />

• 11 M.Cezar, Anadolu Öncesi Türklerde Şehir ve Mimarlık,İstanbul 1977,<br />

220-221<br />

• 12 Karaağaç, a.g.e., 27.<br />

• 13 Bakırer, a.g.e., 124, 177,<br />

• 10 Karaağaç, ibid., 27.<br />

• 11 M.Cezar, Anadolu Öncesi Türklerde Şehir ve Mimarlık,İstanbul 1977,<br />

220-221<br />

• 12 Karaağaç, ibid., 27.


Alçının Uygulama Teknikleri: Alçısüslemede kalıplama, kazıma<br />

ve malakâri olmak üzere üç teknik görülür ancak daha<br />

çok İran’da gördüğümüz ajur tekniği, kazıma tekniği bu<br />

grup içinde değerlendirilebilir.<br />

Kalıplama Tekniği: Anadolu alçı süslemeciliğinde en çok<br />

benimsenen bu teknikte üretim çabuk ve kolay olmasının<br />

yanı sıra, kaliteli olduğundan tercih edilmektedir. En erken<br />

örneklerine Anadolu öncesi Türk sanatında rastlanmakla<br />

birlikte, en seçkin uygulamaları IX-X. yüzyıl Samarra saraylarında<br />

görülür. Bu teknikte süsleme kalıba bağlı olarak tercih<br />

edilir.Yüzeyi süslemesi düşünülen kompozisyonun birim<br />

örneğinin çıkarılarak ahşap bir kalıba negatif olarak oyulması<br />

ve bu kalıba hazırlanan sıvı haldeki alçının dökülüp,<br />

sertleştikten sonra çıkarılarak harç yardımıyla yüzeye monte<br />

edilmesi söz konusudur. Bu alçı levhaların dayanıklılığını<br />

arttırmak için kalıp içine kendir lifleri de eklenir 14 .<br />

Kazıma Tekniği; Bu teknikte dondurulan alçı yüzeye işlenen<br />

desenin sivri ve sert uçlu bir aletle (kalem) oyulması söz konusudur.<br />

Alçı düz yüzeyli dikdörtgen veya başka boyutlarda<br />

bir kalıba dökülür. Dondurulan bu kalıplara aktarılan kompozisyon<br />

oyulabileceği gibi, alçı hamur halinde duvar yüzeyine<br />

sıvandıktan sonra kuruması beklenip, kuruduktan sonra<br />

kompozisyonun yüzey üzerinde de oyulması yapılabilir.<br />

Kalıplama tekniği gibi kazıma tekniği de, alçının kolaylıkla<br />

oyulabilen bir malzeme olmasından dolayı yaygın olarak<br />

kullanılmıştır. IX. yüzyılda Samarra’da daha sonra İran’da<br />

Samanoğulları ve Büyük Selçuklular’da, Mısır’da Fatımiler’de<br />

bu teknikte yapılmış süzgeç gibi delikli yüzeylere<br />

sahip bitkisel kompozisyonlarla bezenmiş eserler görülür.<br />

Anadolu’da ise bu teknikte yapılmış bir kaç örnek dışında<br />

kullanılmadığını görmekteyiz 15 .<br />

Malakâri Tekniği:Alçının kalemişiyle birlikte kullanılmasıyla<br />

ortaya çıkar. Süslemenin yapılacağı yüzeye alçının<br />

hamur olarak sıvanması birinci aşamadır. Bu sıvama daha<br />

çok mala veya benzeri bir aletle olduğundan teknik adım<br />

bundan alır. Mala ile şekillendirilen yüzeylere boyalı nakışlarla<br />

süslemeler işlenir. Esasen burada daha çok boyalı nakışlar<br />

söz konusudur. Alçı malzeme daha çok duvar yüzeyini<br />

örten bir sıva niteliğindedir. Ahlat Bogatay Aka-Şirin Hatun<br />

Türbesi (XIII. Yüzyılın ikinci yansı) ve Bilecik Orhan Gazi İmareti’nin<br />

süslemeleri bu teknikteki örneklerdir 16 .<br />

Tuğla:Karahanlılar süsleme için bir taraftan alçı kullanırken,<br />

diğer yandan da tuğla örgülerle güzel ve zengin süsleme<br />

• 14 Ö. Bakırer, Onüç ve Ondördüncü Yüzyıl Anadolu Mihrabları, Ankara,<br />

1976, 33-34<br />

• 15 S.S.Blair-J.Bloom, “Stucco and Plastenvork. Islamic Lands.”, The<br />

Dictionary of Art,c.XXIX, Nevvyork 1996, 818-819<br />

• 16 Y.Demiriz, Osmanlı Mimarisinde Süsleme. Erken Devir<br />

(1300-1453),İstanbul 1979, 234-235.<br />

Gülpayegan Mescid-i Cuması, Zevvare Mescid-i Cuması,<br />

Ardistan Mescid-i Cuması, Hemedan Kümbet-i Aleviyan and<br />

Nahcivan Mutine Hatun Tomb are the important examples<br />

of the Great Seljuk period. The plaster used as an indoor<br />

decoration material in the Anatolian Seljuks was mostly<br />

used to decorate civil structures such as palaces and pavilions.<br />

Plaster decorations are found in the Harput Grand<br />

Mosque (12th c.), Malatya Grand Mosque (1224), Konya Sahip<br />

Ata Hankahı (1279-80) and Ankara Arslanhane Mosque<br />

(1290) in religious constructions belonging to the Seljuk<br />

period. 13<br />

Application techniques of plaster: Three techniques such as<br />

moulding, engraving and malakâri (dome, wall and roof relief<br />

art) are known in plaster decoration, but the technique<br />

of hemstitch and engraving mostly seen in Iran, can be<br />

evaluated within this group.<br />

Moulding Technique: In this technique, which is mostly<br />

adopted in Anatolian plaster decoration, is preferred because<br />

it is fast and easy to produce, as well as good quality.<br />

However; the earliest examples are found in pre-Anatolian<br />

Turkish art, the most distinguished practices are seen in Samarra<br />

palaces in IX-X. centuries. In this technique, decoration<br />

is preferred depending on the mold. It is discussed that<br />

the composition thought to decorate its surface is moulded<br />

negatively in a wood mould by casting its a copy and the<br />

plaster in the liquid state is poured into the mould, then put<br />

in the surface with the help of soil mixture after it hardens.<br />

Hemp fibers are also added into the mould to increase the<br />

durability of these plaster plaques 14 .<br />

Engraving Technique; In this technique, the pattern found<br />

in surface of the frozen plaster is carved with a pointed and<br />

hard-tipped tool (pen). The plaster is poured into a mould<br />

with flat surface, rectangle or in other sizes. The composition<br />

transferred into these frozen moulds can be engraved<br />

or it is waited to dry after plastering on the surface of the<br />

wall in the form of plaster paste and then it can be engraved.<br />

Like molding technique, the engraving technique has also<br />

been used extensively because of the fact that the plaster is<br />

easily carved. In IX. century, there are work of arts decorated<br />

with botanical compositions with perforated surfaces like a<br />

filter made in this technique in Samarra, later in Iran, the<br />

Samanids, the Great Seljuks and the Fatimids in Egypt. In<br />

Anatolia, we see that it is not used except for a few examples<br />

made in this technique. 15<br />

Malakâri (dome, wall and roof relief art) Technique: It occurs<br />

• 13 Bakırer, ibid., 124, 177,<br />

• 14 Ö. Bakırer, Onüç ve Ondördüncü Yüzyıl Anadolu Mihrabları, Ankara,<br />

1976, 33-34<br />

• 15 S.S.Blair-J.Bloom, “Stucco and Plastenvork. Islamic Lands.”, The<br />

Dictionary of Art,v.XXIX, Nevvyork 1996, 818-819<br />

Decorative Arts<br />

339<br />

Süsleme Sanatları


Common Heritage<br />

340<br />

Ortak Miras<br />

desenleri meydana getirmişlerdir. Bu arada tuğlaların kalitesi<br />

fevkalade yükselmiş, ayrıca süsleme alanında kullanılmak<br />

üzere cilalı tuğla da yapılmıştır. XI-XII. yüzyılda malzemedeki<br />

gelişme birbirini takip etmiştir. Süslemeli terrakota<br />

imali ve bunların kaplama tekniğiyle duvarlara vurgulanması<br />

bu yüzyıllardadır. Sırlı tuğla yapımı da bu arada görülür.<br />

Tuğlanın bir yüzü ya da terrakota levhaların bazı yerleri<br />

sırlanmıştır. 17<br />

Süslemeli terrakota imali fikri, alçı malzemeyle elde edilen<br />

zengin desenlerin, daha dayanıklı bir malzemeye geçilmesi<br />

arzusundan doğsa gerektir. Süslemeli terakotanın imali ile<br />

alçı süslemeye yakın zenginlikte süsleme elde edilmiştir.<br />

Nitekim bunlara bazı kimseler stukonun (alçı) taklidi gözüyle<br />

bakarlar. Süslemeli terakotanın kullanılmaya başlamasından<br />

kısa bir müddet sonra sırlı tuğlaya geçilmiştir. Horasan<br />

çevresi ve Semerkant’da ise süslemeli terakota ile sırlı<br />

keramik malzemenin aynı zamanda mimariye uygulanmaya<br />

başlandığını gösterecek işaretler seçilmektedir. 18<br />

Bugünkü Tirmiz şehrinin eski kısmındaki saray külliyesi ortalama<br />

yedi bin metre karelik bir alanı kaplar. Sarayın ana inşa<br />

malzemesi tuğla olup duvarlar ve payelerin zengin tuğla<br />

kaplamaları otuzdan fazla değişik örnekle işlenmiştir. Bunlarda<br />

geometrik örnekler esas olup, altıgenlerin içi rozet<br />

çiçekleri ve bitki motifleri ile dolguludur. Tuğla hamurundan<br />

hazırlanıp sonra pişirilmiş, süslemelerde kullanılmıştır.<br />

Bundan başka rozetler, kuşlar, süvariler ve diğer tasvirlerle<br />

süslü cam madalyonlarda duvarlara yerleştirilerek değişik<br />

bir süsleme unsuru meydana getirilmiştir. Ayrıca büyük hayvan<br />

figürleri olarak iki gövdeli tek başlı, kanatlı aslan ve aslan<br />

başlı ve gövdeli arka ayakları üzerine kalkmış bir dev gibi<br />

vücutları bitki motifleri ve rozetlerle süslemeli on çeşit tasvir<br />

görülür. Arkadan öküze saldıran aslan ve grifon figürleri de<br />

bunlar arasındadır 19 .<br />

Karahanlılar tuğla malzemeyle hem güzel hem de dayanıklı<br />

mimariler yaptılar. Tuğla, yapılarda olduğu gibi minarelerde<br />

de aynı zamanda süsleme malzemesi yerine geçmiştir.<br />

Minare gövdeleri dar ve geniş kuşaklar meydana getirilmek<br />

suretiyle tuğla örgülerle süslenmiştir. 20<br />

Türbelerden ise Ayşe Bibi, Özkend Türbeleri de benzer tuğla<br />

süslemelere sahip olup Uzgend türbeleri, Orta Asya Türk<br />

mimarisinde inşaat, süsleme tekniği ve işçilikteki gelişmeleri<br />

izleme olanağı veren önemli eserlerdendir. Üç türbeden<br />

en son inşa edilen Güney Türbe her bakımdan olgunluğun<br />

örneğidir. Orta Asya Türk mimarlık tarihinde önemli bir yer<br />

tutması gereken Güney Türbe hakkında Nusov’un görüş<br />

ve yargısını bu arada nakletmek uygun düşecektir: “Güney<br />

• 17 Cezar, a.g.e., 276<br />

• 18 Cezar, a.g.e., 276<br />

• 19 Oktay Aslanapa, Türk Sanatı, İstanbul 1999, 42<br />

• 20 Cezar, a.g.e., 162<br />

when the plaster is used together with the pen. The first step<br />

is that the plaster is mortared on the surface where the decoration<br />

is made. Because this daubing is made with mala<br />

(trowel) or a similar tool, this tecnique is named for the<br />

‘’mala’’ (trowel). Painted embroidery decoration is made<br />

to the surface formed with trowel. In fact, there are mostly<br />

painted embroideries here. The plaster material is mostly a<br />

daub covering the wall surface. Ahlat Bogatay Aka-Şirin Hatun<br />

Tomb (second half of XIIIth century) and Bilecik Orhan<br />

Gazi Imaret are examples of this technique. 16<br />

Brick: While the Karakhanids use plaster from one side for<br />

decoration, on the other hand they create beautiful and<br />

rich decoration patterns with brickwork. Meanwhile, the<br />

quality of the bricks has increased considerably, and polished<br />

bricks have also been made to use for the decorative<br />

arts. In XI-XIIth century, tThe development of the material<br />

has followed each other. It is these centuries when decorative<br />

terracotta manufacture and its cladding technique<br />

are executed on the walls. Glazed brick is also seen in the<br />

meantime. One side of the brick or some of the terracotta<br />

plaques are glazed. 17<br />

It should be that the idea of decorative terracotta construction<br />

shows up for the desire of carrying the rich patterns<br />

obtained with plaster to a more durable material. With the<br />

construction of decorative terracotta, a decoration close<br />

to plaster decoration is obtained. As a matter of fact, some<br />

people regard stukon (plaster) as an imitation. A short time<br />

after the decorative terracotta begins to be used, people<br />

pass to use the glazed brick. There are some indication that<br />

decorative terracotta and glazed brick are started to be<br />

used in the architecture at the same time around Khurasan<br />

and in Samarkand. 18<br />

The palace complex in the old part of today’s Tirmiz city<br />

occupies averagely an area with seven thousand square<br />

meters. The main building material of the palace is brick<br />

and the rich brickwork of walls and elephant-foots are processed<br />

with more than thirty different examples. Geometric<br />

examples are based on these and hexagons are filled<br />

with rosette flowers and plant motifs. It is prepared from<br />

brick grout and then cooked and used in decoration. Furthermore,<br />

decorative glass medallions that are decorated<br />

with rosettes, birds, cavalry, and other portraits bring a different<br />

decorative element by being placed on walls. There<br />

are also ten types of animal figures such as two-body and<br />

single-headed, winged lion and lion-headed and body, a<br />

giant on its hind legs whose bodies are decorated with plant<br />

motifs and badges. The figure is that lion and griffon attack<br />

• 16 Y.Demiriz, Osmanlı Mimarisinde Süsleme. Erken Devir<br />

(1300-1453),İstanbul 1979, 234-235.<br />

• 17 Cezar, ibid., 276<br />

• 18 Cezar, ibid., 276


Türbede süslemelerin değişik desenlerinin birbiri ile ustaca<br />

ve gayet iyi şekilde kaynaştırılıp bağdaştırılması, zevk inceliğinin<br />

yanı başında kompozisyon gücünü de ortaya koymaktadır.<br />

İncelik, zarafet ve yüksek seviyede işçiliğin şahidi olan<br />

bu eser, Orta çağ Orta Asya mimarisinin yüksek sanat değerini<br />

belirleyen klasik bir eserdir. 21 Gazneli eseri olan Ribat-ı<br />

Mahi’de tuğla örgü ve alçı ile yapılan süslemeler mevcuttur.<br />

Süslemeleriyle Ribat-ı Şerif ve kufi harfli, çiçekli kitabe kuşağı<br />

Aslan Cazip Türbesi’ndeki kitabeye benzerdir.<br />

Büyük Selçuklular’ın İran’daki eserlerinde tuğla ana yapı<br />

ve süsleme malzemesi olarak kullanılır. Tuğlanın geometrik<br />

kompozisyonlarla istiflenmesiyle mescidi cumalarda,<br />

türbelerde, minarelerde, duvar, eyvan, kubbe, kemer v.b<br />

unsurlarda çok zengin bezeneler sağlanır. Çok zaman alcı<br />

ve terakota süsler tuğla ile birlikte kullanılır. Taş eserlerde<br />

tuğla yardımcı malzeme olarak yer alır. Minare, kubbe,<br />

kasnak, kemer, tonoz gibi unsurlarda tuğla kullanılır. Tuğla<br />

bezeme İran’la kıyaslandığında Anadolu’da daha sade tutulmuştur.<br />

XII. yüzyılın ortalarından başlayarak minarelerin<br />

tuğla ve buna paralel olarak çini dekorlarında zenginleşme<br />

görülür. Çift minareler, çift şerefeler, yivli gövdeler, bütün<br />

gövdeyi saran tuğla ve çini bezeme Anadolu’nun bu konuda<br />

getirdiği yeniliklerdir. Artık tuğlalar Büyük Selçuklu örneklerinde<br />

olduğu gibi çeşitli kompozisyonlar meydana getiren<br />

geometrik şekilli satıhlarda değerlendirilir. Baklavalar, üçgenler,<br />

diyagonal hatlar, kufi yazılı bantlar görülür. Büyük<br />

Selçuklu örneklerinden farklı olarak, sırlı tuğla bezeme çoğu<br />

• 21 Cezar, a.g.e., 134<br />

the ducks is among the figures. 19<br />

The Karakhanids make beautiful and durable architects with<br />

brick. As they are in other structures, bricks are replaced by<br />

decoration materials at the same time in the minarets. Minaret<br />

bodies are decorated with brick by making narrow and<br />

wide cinctures. 20<br />

On the other hand, Ayşe Bibi and Özkend Tombs have similar<br />

brick decoration and Uzgend Tombs are important artifacts<br />

which enable to observe construction, decoration<br />

technique and workmanship developments in Turkish architecture<br />

in Central Asia. The Güney Tomb, which is the last<br />

of three tombs to be built, is an example of maturity in every<br />

respect. It would be appropriate to convey Nusov’s view and<br />

judgment about the Güney Tomb, which should have an important<br />

place in the history of Turkish architecture in Central<br />

Asia: “The Güney Tomb has different designs of decorations<br />

that is integrated masterfully and well with each other<br />

reveals the power of composition as well as pleasure and<br />

grace. This work, which is a witness to delicacy, elegance<br />

and high-level workmanship, is a classic work that determines<br />

the high art value in Middle Ages in Central Asian architecture.<br />

21 Ribat-i Mahi, which is a work belonging to the<br />

Ghaznavids, has decorations made with brickand plaster.<br />

With its decorations, the Ribat-i Sharif is similar to the inscription<br />

written with cufic and found in Aslan Cazip Tomb.<br />

• 19 Oktay Aslanapa, Türk Sanatı, İstanbul 1999, 42<br />

• 20 Cezar, ibid, 162<br />

• 21 Cezar, ibid., 134<br />

Decorative Arts<br />

341<br />

Süsleme Sanatları


Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />

accusa quo quunt.<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />

quo quunt.<br />

Common Heritage<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

342<br />

Ortak Miras


Süsleme Sanatları<br />

Decorative Arts<br />

343


Common Heritage<br />

344<br />

Ortak Miras<br />

kez tuğlaların arasında bütün gövdeyi kapsar. Çinili süsleme<br />

artık firuzenin yanı sıra patlıcan moru ve kobalt mavisi<br />

de görülmeye başlar. Akşehir Taş Medrese (1250), Kırşehir<br />

Cacabey Medresesi (1272-1273), Afyon Ulu Camisi (1277),<br />

Afyon Kuyulu Mescid (XIII YY sonu), minareleri zengin sırlı<br />

tuğla süslü, düz silindirik gövdeli örneklerdir. XII yüzyılın<br />

ikinci yarısında görülmeye başlayan yivli gövdeli tuğla minareler<br />

yuvarlak veya bir yuvarlak bir sivri yüzlü yivleri ve<br />

bunları örten zengin sırlı yuğla ve çini mozaik dekorlarıyla<br />

Büyük Selçuklu örneklerini de aşan bir bezeme sunarlar.<br />

Konya Ince Minareli ve Sivas Gök Medrese minarelerin de<br />

yivlerin arasındaki kaval silmeler firuze renkli sırlı tuğladandır.<br />

2-3cm çapında, yarım daire şeklindeki sırlı tuğlalar üst<br />

üste sıralanarak bu silmeleri meydana getirir. Anadolu Selçuklularının<br />

yarattığı bu zengin çini dekorlu tuğla minareler<br />

etkilerini İran’da XIII. yüzyılın sonu XIV. yüzyılda İlhanlı minarelerinde<br />

sürdürmüştür. 22<br />

Taş:Anadolu Selçuklu yapılarının cephelerinde anlam yoğunluğu<br />

evrensel bir boyut kazanmıştır ve bu sanat, kentsel<br />

çevreye kattığı biçimsel ve ikonografik mesajlarla, bir kültür<br />

ortamı tanımlamış ve insanları da o ortama davet etmiştir.<br />

Selçuklu Anadolu’sunda bu mesaj yerini bulmuştur. Günümüzde<br />

bile ortaçağ dünyasının kimliğini görkemli Selçuk<br />

taçkapılarının varlığı ile algılınır. Anadolu Selçuklu mimarisinde<br />

taş oyma tekniğinde süsleme programı, taçkapılarda,<br />

pencere ve nişlerde, cephelerin köşe payelerinde, yapı<br />

içinde avlu revaklarında, eyvan cephelerinde, mihraplarda,<br />

kervansarayların avlu mescitlerinde vurgulanmıştır. Bazı yapılarda<br />

bezeme tutkusu neredeyse tüm dolu yüzeyleri doldurma<br />

enerjisiyle karşımıza çıkar. 23<br />

Selçukluların anıtlarını süslemekte kullandıkları motifler,<br />

en başta, halılara ve dokumalara özgü süsleme karakterleriyle<br />

dikkati çeker. Nitekim, bu motiflerin büyük bir kısmı<br />

sırma işlerini andırmaktadır. Kordon şeritler, örgüler, bükülmüş<br />

zırhlar, elbise düğmelerini ve koşum kabaralarını<br />

andıran yuvarlak bu sanatın karakteristik motifleridir. Bunların<br />

yanında, yazı ile ilgili ya da yazıdan gelen motiflerde<br />

görüyoruz. Bina cepheleri, çoğu zaman, yazı şeklindeki bu<br />

motiflerle doldurulmuştur. Kapı ve pencere boşluklarından,<br />

cümle kapılarının, kemerlerinin ve kemer- bentlerin çerçeveleri,<br />

genellikle, arabentler, çokgenler, güller halinde birleştirilmiş<br />

motiflerle süslenmektedir. 24<br />

Selçuklu taş süsleme programında taçkapının yeri birincildir.<br />

Anıtsal kapılar Anadolu Selçuklu mimarisini tanımlayan<br />

öğelerdir. Yapıyı tanımlayan ve neredeyse temsil eden taçkapının<br />

davet edici, kucaklayıcı bir görevi vardır. Taçkapı bü-<br />

• 22 Öney, a.g.e., 70<br />

• 23 Ögel, a.g.m.,311<br />

• 24 Arseven, a.g.e.,76-77; Ali Boran,“Ahlat Taşı (Andezit Tüf)”, Vakıflar<br />

Dergisi,XXV, Ank., 1997, s. 363– 373.<br />

Brick is used as a main structure and decorative material in<br />

the Great Seljuks’ works found in Iran. By stacking the bricks<br />

with geometric compositions, very rich decorations are provided<br />

in the elements such as mosques, tombs, minarets,<br />

walls, iwans, domes, coves. Generally,the plaster and terracotta<br />

decorations are used with bricks. The bricks are used<br />

as an auxiliary material in stone works. It is used in the elements<br />

such as minaret, dome, pulley, squinch. Compared<br />

to Iran, laying brick is more simple in Anatolia.Starting from<br />

the middle of the XIIth century, the enrichment in the bricks<br />

of the minarets and concordantly in the tile decorations is<br />

seen. Twin minarets, twin minaret balconies, strand bodies,<br />

brick covering the whole body and tile decoration are innovations<br />

seen in Anatolia. Anymore, the bricks are evaluated<br />

on the geometric shaped surfaces that bring various compositions<br />

like the examples in the Great Seljuks. Crossed circles,<br />

triangles, diagonal lines, Cufic written bands are seen.<br />

Unlike the Great Seljuks’examples, glazed brick decoration<br />

often covers the whole body among bricks. As well as sky<br />

blue, eggplant purple and kobalt blue are seen in tile decoration.The<br />

minarets of Akşehir Taş Madrasa (1250), Kırşehir<br />

Cacabey Madrasa (1272-1273), Afyon Grand Mosque (1277),<br />

Afyon Kuyulu Mescid (End of XIII. c.) are examples with rich<br />

glazed bricks and plain cylindrical bodies. The brick minarets<br />

with grooved body that is started to be seen in the<br />

second half of the XII century, provides much more than<br />

the examples in the Great Seljuks with rounded groove or a<br />

rounded and pointed groove as well as rich grooved bricks<br />

and tile mosaic decors. The pipes found among the grooves<br />

inthe minarets of Konya Ince Minareli and Sivas Gök Medrese<br />

are also made with turquoise colored glazed bricks.<br />

Glazed bricks that are 2-3 centimeters and in a semi-circular<br />

shape make these mouldings by being piled. The influence<br />

of these rich tile-decorated brick minarets created by<br />

the Anatolian Seljuks has continued at end of the XIII. century<br />

in Iran and in XIV. century in the Ilkhanids’ minarets. 22<br />

Stone: The density of meaning has gained a universal dimension<br />

on the fronts of Anatolian Seljuks’ structures, and<br />

this art has defined a cultural environment with formal and<br />

iconographic messages and has invited people to this environment.<br />

This message was found its own level in Seljuk<br />

Anatolia. Even today, the identity of the medieval world is<br />

perceived by the presence of magnificent Seljuk crown gate.<br />

In the Anatolian Seljuk architecture, the decoration program<br />

in stone carving technique was emphasized in crown<br />

gates, in windows, in niches, in the corners of the foots, in<br />

the cloister of the building, in the facades of the iwans, in<br />

the mihrab, in the courtyard mosques of the caravansaray.<br />

Decoration passion in some structures are seen in almost all<br />

of the filled surfaces. 23<br />

• 22 Öney, ibid., 70<br />

• 23 Ögel, ibid.,311


Decorative Arts<br />

345<br />

Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Süsleme Sanatları<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />

accusa quo quunt.<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />

Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />

ipitint.<br />

Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />

mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />

venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />

sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />

quo quunt.<br />

Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />

cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />

suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum


Common Heritage<br />

346<br />

Ortak Miras<br />

tün yapıların tasarımında olduğu gibi büyük kubbeli medreselerde<br />

de önemini koruyarak, X-XI.yüzyıllardaki Karahanlı<br />

yapılarının geleneğinin Anadolu’da sürdüğünü de kanıtlar.<br />

Uygulanan süsleme desenleri ayrı ayrı veya birlikte kullanılan<br />

geometrik, bitkisel ve figürlü olarak sınıflanabilir. Kuşkusuz<br />

yazıda İslami karakterlerin temel öğesi olarak ayrı bir<br />

kategori oluşturur. Çok hafif derinlikte yüzeysel kabartmadan<br />

yüksek kabartmaya kadar değişik plastik karakterlerde<br />

işlenen desenler, yüzeyleri bir ağ gibi kaplar, genellikle<br />

kavranan geometrik kurgulara uysalar bile adeta sonsuz<br />

düzenin parçaları gibi etki yaratırlar. Mimari çizgiler içinde<br />

kalsalar da sanki sonsuz bir alanın bezemesi niteliğinde algılanırlar.<br />

Aslında bu nitelik bütün İslam süsleme sanatları<br />

için geçerlidir. Fakat taş üzerinde, çini veya ahşapta olduğu<br />

gibi, örnekler malzemeye özgü bir karakter kazanmıştır.<br />

Bu sonsuz sıralamada gözlemci geometrik düzenlerde çizgilerin<br />

akışını izler, yüzey üzerinde dolaşır. Motifler birbirine<br />

geçerek, devamlı kesişerek yeni biçimlere olanak verir.<br />

Anadolu’nun taş geçmeleri iki veya üç şeridin örülmesinden<br />

oluşur, oval veya yürek biçimi halkalarla “tutturulanları”<br />

vardır ve daha çok tezhiplerde rastlanan geçmelere benzer.<br />

Örneğin XII. yüzyılın ikinci yarısında Sivas’taki Çifte Minareli<br />

Medrese taçkapısından dönemin zengin tezhipleri tarzında,<br />

yazı ile kaynaşan ve girift düğümlerle bağlanmış geçmeler<br />

vardır. 25<br />

Bitkisel örnekler; bezeme sözlüğünde “rumi” denilen dü-<br />

• 25 Semra Ögel, “Anadolu Selçuklu Mimarisinde Taş Süsleme”,Selçuklu<br />

Çağında Anadolu Sanatı, İstanbul, 2002, 313-314<br />

The motifs which the Seljuks use to decorate their monuments<br />

attract attention with decorative features pertaining<br />

to carpets and weaving first and foremost. As a matter of<br />

fact, most of these motifs resemble brocaded decorations.<br />

Round shape remanding of cord strips, wall, twisted armor,<br />

dress buttons and harness cloutnail is the characteristic<br />

motifs of this art. Besides these, we see motifs related to<br />

writing or from writting. The building facades are often filled<br />

with these motifs in the shape of writing. The door and window<br />

spaces, the frames of arches are usually decorated with<br />

motifs such as dams, polygons, roses. 24<br />

The crown gate comes in first in stone decoration program<br />

in the Seljuks.Monumental gates are elements that describe<br />

the architecture of Anatolian Seljuk. The crown gate<br />

defining and almost describing the structure has an inviting<br />

and embracing task. As it is in the design of all the structures,<br />

the crown gate proves that the tradition of the structures<br />

of Karakhanids in the X-XIth centuries continues in<br />

Anatolia by maintaining its importance in the large domed<br />

madrasahs. The applied decorative patterns can be classified<br />

as geometric, plantal and figurative, used separately or<br />

together. Undoubtedly, it forms a separate category as the<br />

basic element of Islamic characters in writing. The patterns,<br />

which are engraved on different plastic characters from<br />

surface relief in very shallow depth to high relief, register<br />

like pieces of endless order even if they conform to the geo-<br />

• 24 Arseven, ibid.,76-77; Ali Boran,“Ahlat Taşı (Andezit Tüf)”, Vakıflar<br />

Dergisi,XXV, Ank., 1997, p. 363– 373.


zenler iki çatallı yaprak, palmet ve lotusla oluşturulan birleşik<br />

düzenlerdir. Antikiteden bu yana kullanılan palmet,<br />

Selçuklu taş işçiliğinde stilize edilmiş şekliyle en yaygın kullanılan<br />

motiftir. Üç bölümlü bir palmette simetrik olarak iki<br />

yana kıvrılan iki yaprak ortasından sivri bir tepe yaprağı çıkar.<br />

Yan yapraklar sapa yakın yuvarlak “göz”ler halinde kıvrılırlar.<br />

Bu temel şekil pek çok çeşitleme ile kullanılmıştır. Bir<br />

çok kere tepe yaprağı rumilere dönüşmek üzere ayrıktır. Burada<br />

Selçuk bezeme sanatının bir ana motiften varyasyonlar<br />

üretme ilkesinin tipik bir örneği vardır. Yine antikiteden<br />

beri revaçta olan Mısır kaynaklı lotus ile palmetin birleştiği<br />

süs kuşakları (frizler) taşoyma bezemede çok kullanılmıştır.<br />

Rumi ve palmet, tek başlarına veya çiftler halinde, ve yüksek<br />

kabartma olarak, yalın ya da süslü zemin üzerinde işlemiştir.<br />

Bu tutumun en karakteristik örnekleri Divriği ulu camisi<br />

kuzey taçkapısı ve şifahane kapısı, Sivas Çifte Minareli ve<br />

Buruciye Medresesi taçkapılarında uygulanmıştır. Bitkisel<br />

motifler, kıvrım dal kompozisyonlarına girdikleri gibi, bir<br />

eksen halinde de düzenlenmiştir. Düz eksenler üzerindeki<br />

kompozisyonlar kapıların geometrik kurgusuna da en iyi<br />

uyum sağlayan kompozisyonlardır. 26<br />

Mukarnas, basit geometrisine indirgendiği zaman üst üste<br />

dizile hücrelerden oluşan bir sistemdir. Başlıca kullanma<br />

yeri taçkapı girintisi (nişi) üzerindedir. Kapı kemeri üstünde,<br />

yarım kubbesel bir plastik düzen yaratırlar. Anıtsal taçkapıların<br />

hemen hepsinin mukarnaslı kapı nişi vardır. Mukarnaslı<br />

niş süslemeli taçkapılara özgü olarak düşünülebilir. Mukarnas<br />

hücresi bütün içinde bir anlam kazanır. Mukarnasın<br />

algılanmasında, biçim izlenimleri sürekli değişir. Görsel algı<br />

bir biçimden ötekine akar, gölge ve ışık oyunları ile geometrik<br />

biçimler gölge-ışık kontrastı ile hacim kazanırlar. Bütün<br />

kapı nişinin geometrik bir ilkeye göre oyulmuş olduğu hissi<br />

uyanır. Mukarnas, sınırlı bir mekan içinde olsa bile sonsuz bir<br />

oyuğun parçası gibidir. Mukarnasa ayrıca sütun başlıklarında,<br />

konsollarda ve taçkapı çerçevelerinde rastlarız. Anadolu<br />

süslemelerinin örnekleri, çini, ahşap, alçı üzerine işlenen<br />

örneklerle ve el sanatındaki kitap sanatında kullanılanlarla<br />

<strong>ortak</strong> bir sözlüğe sahiptir. Fakat her malzeme ve objeye<br />

özgü motiflerde kuşkusuz vardır. Benzer motifler malzemenin<br />

karakterine bağlı özelliklerde kazanırlar. 27<br />

Asya’da Türkler arasında yaygın olan Şamanizm de doğa<br />

güçlerine insan ve havyan şekilleri verir. Yerle gök arasındakikutsal<br />

varlıklar, resim sanatına girmemekle beraber,<br />

simgesel işaretler olarak kalıcı olmuş ve Anadolu’ya gelmişlerdir.<br />

Şamanın gök yolculuğunda ona yol gösteren kartaldır.<br />

Evrenin ekseni kutsal hayat ağacı, yerle gök arasındaki<br />

bağlantıdır. Ruhlar kuş şekline girer, güneşi, ayı, gezegen-<br />

• 26 Ögel, a.g.m., 315-316; Ali Boran, “Divriği Kale Camiindeki Arslan<br />

Figürlerinin İkonografik Yorumu”,Ortaçağ’da Anadolu Semineri, Prof. Dr.<br />

Aynur Durukan’a Armağan, 8–9 Mayıs 2000, Ankara, 2002, s. 123 – 134.<br />

• 27 Ögel, a.g.m., 319<br />

metric fiction. Even if they remain in architectural lines, they<br />

are perceived as a decoration of endless space. In fact, this<br />

qualification applies to all Islamic decorative arts. However;<br />

as it is on stone, tile or wood, the examples have gained<br />

character pertaining to the materials. In this infinite sequence,<br />

the observer follows the flow of lines in geometric<br />

arrangements, wanders on the surface. Motifs allow for see<br />

new shapes by constantly intersecting. Overlay stones in<br />

Anatolia consist of two or three strips built, there are some<br />

overlay stones oval or heart-shaped stick together with<br />

“rings” and they look like the overlay found in ornamentations.<br />

For example, there are overlay stones combined with<br />

writing and connected with tangled joints in the second half<br />

of XII. Century in the crown gate of Çifte Minareli Madrasah<br />

in Sivas in the rich ornamentations of the period. 25<br />

Plantal samples are joint orders called as ‘’rumi’’ (a kind of<br />

motif) in the dictionary of decoration are formed with twopronged<br />

leaves, palmette and lotus. Palmet, which has<br />

been used since antiquity, is the most widely used motif<br />

as stylized in Seljuk stone work. In a three-part palmette,<br />

a pointed top leaf comes out from the middle two leaves<br />

which are symmetrically curved on both sides. The stipules<br />

are curved in the shape of round ‘’eye’’ close to scape. This<br />

basic form has been used with many variations. On many<br />

occasions, the flower petal is separate for the purpose of<br />

turning into ‘’rumi’’ (a kind of motif). Here is a typical example<br />

of the principle for producing variations from a main<br />

motif of the Seljuks’ decorative arts to produce variations<br />

from a main motif. The friezes, which have been popular<br />

since antiquity and are made of lotus from Egypt and palmates,<br />

have been used extensively in carved decorations.<br />

Rumi (a kind of motif) and palmates have been embossed<br />

either singly or in pairs and plain or decorated surface as a<br />

high relief. The most characteristic examples of this attitude<br />

are applied to the north crown gate and the hospital door of<br />

Divriği Grand Mosque, the crown gates of Sivas Çifte Minareli<br />

ve Buruciye Madrasah. The plant motifs are arranged<br />

in an axis as well as they are in the shape of carved offshoot.<br />

The compositions on the straight axes are the best suited<br />

compositions for the geometric editing of the doors. 26<br />

Stalactite is a system consisting of cells arranged in a row<br />

when reduced to simple geometry. The main place of use<br />

is on the niche of crown gate.They create a half-dome<br />

plastic system on the door belt. Almost all of the monumental<br />

crown gates have a door nishe with stalactite. The<br />

nishe with stalactite can be thought that it pertains to the<br />

crown gates. The nishe with stalactite has a meaning within<br />

• 25 Semra Ögel, “Anadolu Selçuklu Mimarisinde Taş Süsleme”,Selçuklu<br />

Çağında Anadolu Sanatı, İstanbul, 2002, 313-314<br />

• 26 Ögel, ibid., 315-316; Ali Boran, “Divriği Kale Camiindeki Arslan<br />

Figürlerinin İkonografik Yorumu”,Ortaçağ’da Anadolu Semineri, Prof. Dr.<br />

Aynur Durukan’a Armağan, 8–9 May 2000, Ankara, 2002, p. 123 – 134.<br />

Decorative Arts<br />

347<br />

Süsleme Sanatları


Ortak Miras<br />

Common Heritage<br />

348


leri rozetler simgeler, güneş ve ışık temsilcisi aslan ve kimi<br />

zaman karanlık güçleri kimi zaman iyi güçleri temsil eden ve<br />

bereket getirici olan ejder- bu ikisi de hayat ağacının koruyucusudur-<br />

Anadolu taş süslemesinde yerlerini bulur. 28<br />

Taş, Selçuklu devrinden başlayarak Anadolu’nun ana yapı<br />

ve süsleme malzemesi olmuştur. Selçuklu devrinde büyük<br />

beceri geliştiren taş ustaları bu başarılarını Beylikler devrinde<br />

de sürdürmüştür. Orta ve Doğu Anadolu’nun taş işçiliğinde<br />

XIV. ve XV.yüzyıllarda Selçuklu üslubunun etkisi görülür.<br />

Batı Anadolu beyliklerinde ve Osmanlılar’da XIV.yüzyıldan<br />

başlayarak gözlenen daha sade bir anlayışa sahip taş işçiliği<br />

etkisini yüzyıl ilerledikçe diğer bölgelerde de hissettirir.<br />

Beylikler devri eserlerinde taş kabartmaların yanı sıra şebeke,<br />

renkli taş ve kakma işçiliğine de önem verilir. 29<br />

Taş kabartmalar Selçuklu devri düzeyinde olmasa da yapıların<br />

bezemelerinde oldukça önemli yer alır. Yüzeysel işlenen<br />

bu kabartmalar geniş alanlar kaplamaz. Yapı dışında<br />

portallerde, pencere alınlıklarında görülür. Yapı içinde taş<br />

kabartma daha az kullanılır. İznik Yeşil Camii’nde ve sütun<br />

başlıklarında ve yastıklarında işlenen Rumiler, palmetler,<br />

lotuslar yapı içi taş kabartmalarına örnektir. Bursa Yıldırım<br />

Medresesi cephesinde yer alan taş profiller, rozetler, mukarnaslar,<br />

Bursa Ulu Camide portal ve pencere bordürlerinde<br />

görülen geometrik şekiller, kufi yazıyı hatırlatan bordürler,<br />

rumiler, yapı dışında uygulanan taş kabartmalarda<br />

Beylikler devrinin getirdiği yeni anlayışı gösterir. XIV-XV.yüzyıllarda<br />

aynı şehirde bulunan bazı eserlerde oldukça zengin<br />

taş bezemelere rastlarken bir diğerinin daha sade tutulduğunu<br />

görürüz. Geometrik, bitkisel ve yazı motiflerinin dengelenmesinde<br />

de böyle farklılıklar dikkati çeker. XV.yüzyılın<br />

taş işçiliği bakımından en zengin yapılarından olan Amasya<br />

Beyazıt Paşa Camisi ve Bursa Yeşil Camide yazı, bitkisel geometrik<br />

desenler dengeli olarak birlikte uygulanmıştır. XV.<br />

yüzyıl Beylikler devri mihraplarının çoğu taştır. Bu mihrapların<br />

oldukça sade, profilli mermer işçiliği Selçukluların zengin<br />

taş kabartmalı mihraplarından çok farklıdır.<br />

Taş işlemenin en zengin uygulama alanlarından biride<br />

mihrap, taçkapı, kubbe geçişleri, kubbe, sütun ve destek<br />

başlıklarında, bordürlerinde yer alan mukarnaslardır.<br />

Edirne Eski ve Üç Şerfeli, Amasya Bayazıt Paşa, Bursa Yeşil<br />

Cami gibi ünlü eserlerin taçkapılarında gördüğümüz zengin<br />

mukarnaslar Selçuklu taçkapı geleneğin daha gelişmiş<br />

örnekleridir. Mukarnaslarda yer yer görülen sarkıtlar<br />

bu devrin getirdiği yeni bir özelliktir. Bursa Yeşil ve Yıldırım<br />

Camilerinin pencere çerçevelerinde, desteklerinde yer alan<br />

mukarnaslar bu bezemenin çeşitli uygulama alanlarına örnektir.<br />

Mermer şebekeler daha çok son cemaat yerlerinde,<br />

• 28 Ögel, a.g.m., 326<br />

• 29 Gönül Öney, Anadolu Selçuklu Mimari Süslemesi ve El Sanatları,<br />

Ankara, 1992, 28<br />

the whole. In perception of stalactite, impressions of form<br />

change continuously. Visual perception flows from one form<br />

to another, while shadow and light games and geometric<br />

forms gain volume through shadow-light contrast. It arouses<br />

a feeling of that the whole door niches are carved according<br />

to a geometric element. Stalactite is like an endless<br />

piece of niche, even if it is in a limited space. Aın addition,<br />

we can see the stalactite in the column headings, corbels<br />

and crown gates. The samples of Anatolian decorations<br />

have a common dictionary with examples used on tiles,<br />

wood, plaster and those used in handicrafts. But there is no<br />

doubt that there are motifs pertaining to every material and<br />

object. Similar motifs acquire properties that depend on the<br />

character of the material. 27<br />

Shamanism, which is widespread among the Turks in Asia,<br />

gives a place to the elements and the figures of people and<br />

animals. Sacred beings between the place and the sky have<br />

been permanent as symbolic signs as well as not entering<br />

the art of painting and have come to Anatolia. It is the eagle<br />

that leads him through the sky journey. Holy tree of life that<br />

is the axis of the universe is the link between the sky and the<br />

earth. The spirits take the form of birds; the rosettes symbolize<br />

the sun, the moon, planets. While the lion is the representative<br />

of the sun and light, the dragon that represents<br />

sometimes the dark powers and sometimes good powers<br />

brings abundance; both of them are protector of the tree<br />

of life. This makes a perfect sense in the stone decoration<br />

in Anatolia. 28<br />

Stone has been the main building and decoration material<br />

in Anatolia since the starting of the Seljuk period. Stone<br />

masters who have developed great skill in the Seljuk period<br />

have continued these successes in the period of principalities.<br />

The influence of Seljuk style is seen in the stone work of<br />

Central and Eastern Anatolia in XIV. and XV. centuries. Starting<br />

from the XIV. century in the western Anatolian principalities<br />

and the Ottoman Empire, stone workship that has a<br />

more simple understanding shows itself in the other regions<br />

as the century progressed. Besides the stone reliefs; lines,<br />

colored stones and marquetry are important in the structures<br />

of period of principalities. 29<br />

Although the stone reliefs are not at level of the Seljuks,<br />

they are very important in the decorations of the buildings.<br />

These embossments, which are superficially made, do not<br />

cover large areas. They are seen in the crown gates outside<br />

the building and frontal of windows. Stone relief is used less<br />

inside the building. Rumi (a kind of motif), palmet and lotus<br />

which are carved in the column headings and echinuses of<br />

• 27 Ögel, ibid., 319<br />

• 28 Ögel, ibid., 326<br />

• 29 Gönül Öney, Anadolu Selçuklu Mimari Süslemesi ve El Sanatları,<br />

Ankara, 1992, 28<br />

Decorative Arts<br />

349<br />

Süsleme Sanatları


Common Heritage<br />

350<br />

Ortak Miras<br />

mimberlerde, pencerelerde uygulama alanları bulurlar. Geometrik<br />

geçmeli motifleri ile çoğu kez birbirlerinden farklı<br />

programlar sunarlar. İznik Mahmut Çelebi, Milas Firuz Bey,<br />

Bursa Hüdavendigar camilerinin son cemaatlerinde Bursa<br />

Yeşil Caminin pencerelerinde yer alan geometrik kompozisyonlu<br />

mermer şebekeler Beylikler devri süsleme karakterini<br />

gösterir. Renkli mermer ve taşların bir arada kullanılmasıyla<br />

sağlanan hareketli düzeyler devrin özelliğini yansıtır. Bu<br />

tarz süsleme (XI-XIV.YY) Suriye ve Mısır, Eyyubi, Zengi ve<br />

Memluk devri mimarisinde geniş uygulama alanı bulmuştur.<br />

Doğal olarak güney ve güneydoğu Anadolu Bölgesi<br />

Beylikler dönemi yapılarında benzer uygulamalara rastlarız.<br />

Kapı ve pencere kemerlerinde, kilit taşlarında, mihraplarda,<br />

revak kemerlerinde, iki veya daha çok renkte taşla bezemeler<br />

sağlanır. Dönüşümlü olarak iki renk taşla işlenmiş<br />

kemerler Beylikler devri mimarisinde oldukça tutulmuştur.<br />

Edirne Eski, Şahmelek ve Üç Şerefeli camilerde, Amasya<br />

Yörgüç Paşa ve Bayazıt Paşa, Bursa İbn Bezzaz camilerinin<br />

kemerlerinde iki renkli taş uygulamasının başarılı örnekleri<br />

görülmrktedir 30 .<br />

Yazı:Kur’an-ı Kerim’de yazının aracı olan Kalem’in ve bizzat<br />

yazının kendisinin övülmesi, her ne kadar burada fizikî anlamda<br />

kalemin ötesinde yazının ilahi kaynağı kastedilse de,<br />

kalem ve yazıya olan saygı İslam toplumunun karakteristiği<br />

olmuştur. Ayrıca “oku” emri ve hadislerde “Allah’ın yarattığı<br />

ilk şeyin Kalem olduğu” inancı 31 bu durumu pekiştirmiştir.<br />

• 30 Öney, a.g.e., 30-31<br />

• 31 Ebu Dâvûd, Sünen, Sünnet XVI.<br />

Green Mosque of Iznik are the examples of stone relief inside<br />

the building. Stone profiles, rozettes, stalactite found<br />

in Bursa Yıldırım Madrasah, the geometric shapes seen in<br />

crown gate and window borders of Bursa Grand Mosque,<br />

kerbs redolent with cufic, rumi are shown that the period<br />

of principalities brings the new understanding in the stone<br />

relief made outside the building. While very rich stone decorations<br />

are seen in the some works found in the same city<br />

in XIV-XV. centuries, we can see that the other one is more<br />

simple. Such differences in the balance of geometric, plant<br />

and writing motifs are noteworthy. In Amasya Beyazit Pasha<br />

Mosque and Bursa Green Mosque, the richest structures in<br />

terms of stone workmanship in XV. century, the writing and<br />

plantal geometric designs are made together in a balanced<br />

way. Most of the shrines belonging to the period of principalities<br />

in XV. century are stone. These shrines are quite<br />

simple and their profiles from marble. They are very different<br />

from the rich stone relief shrines of the Seljuks.<br />

Stalactite which is found in shrine, crown gate, cupola<br />

pass, dome, column headings, echinuses and nishes is<br />

one of the richest application areas of the stone work. The<br />

rich stalactites which we can see in the famous structures’<br />

crown gates such as Edirne Old Mosque, Edirne Üç Şerefeli<br />

Mosque, amasya Beyazıt Pasha Mosque and Bursa Green<br />

Mosque are the more advanced examples of the crown<br />

gates in the Seljuks’ architecture. The stalactites seen in<br />

places are a new feature that this period brings.Stalactite<br />

which is found in window frames and echinuses of Bursa<br />

Green Mosque and Bursa Yıldırım Mosque are the examples<br />

of various applications of this decoration. Marbles are used<br />

in the narthexes, mimbars and windows. They often provide<br />

different styles with geometric interlocking motifs. Marbles<br />

with geometric composition are found in the window of the<br />

narthexes of İznik Mahmut Çelebi, Milas Firuz Bey and Bursa<br />

Hüdavendigar Mosque show the characters of decorations<br />

in the period of principalities. Living surfaces that are<br />

provided by the use of colored marble and stones together<br />

reflect the feature of this period. This type of decoration<br />

(XI-XIV.c.) has found wide application area in the architecture<br />

of Syria and Egyptia, Ayyubid, Zengi and Mamluk. Naturally<br />

we encounter similar applications in the structures<br />

belonging to the the period of principalities in South and<br />

Southeast Anatolia. Stone decorations are made with two<br />

or more colors in the arches of door and window, key stones,<br />

shrines and colonnade. The arches, which are alternately<br />

handcrafted with two colored stones, are well kept in the<br />

architecture of the the period of principalities. Successful<br />

examples of the application of two colored stones are seen<br />

in Edirne Old Mosque, Edirne Şahmelek Mosque, Edirne Üç<br />

Şerefeli Mosque and in the arches of Amasya Yörgüç Pasha<br />

Mosque, Amasya Bayazıt Pasha Mosque and Bursa İbn Bez-


Böylesi bir zihnî alt yapıdan beslenen İslâm yazı sanatı, gelişimini<br />

sürdürerek tüm bu dine inanan toplumların sanatlarındaki<br />

yerini almıştır. Kitâbeler, bu toplumların sanatında<br />

hem fonksiyonel (inşâ, onarım, bânî, usta, târih gibi bilgi<br />

verme) hem de estetik kaygının sonucu olarak ortaya çıkmışlardır.<br />

Türk tarihinin en erken yazıları, Türkçe olarak Türk kelimesinin<br />

geçtiği ilk örnekler VI. yüzyıldan, Göktürk hükümdarı<br />

Bilge Kağan devrine aittir. Günümüzde Moğolistan sınırları<br />

içinde bulunan yazıtlar, farklı bölgelerdeki 6 adet dikili taştan<br />

oluşmaktadır. 1889 yılında Rus tarihçi Yardinstev tarafından<br />

bulunana yazıtlar üzerine sonradan çok sayıda araştırma<br />

yapılmıştır. 32<br />

Kitâbeler, sadece bânî, usta, tarih vb. bilgileri barındırmakla<br />

kalmaz, aynı zamanda süsleme repertuarına ciddi bir katkıda<br />

bulunurlar. İslam sanatında, dinen yasak olduğu düşünülen<br />

figürden kaçış dolayısıyla, figür dışı süslemelere<br />

yoğunlaşma olduğu şeklindeki kanaat kısmen doğrudur.<br />

Türk-İslam sanatındaki eserlerin çoğunda bulunan süsleme<br />

şekilleri geometrik süsleme, bitkisel süsleme ve yazıdır. Uygulandıkları<br />

esere göre farklılık göstermekle birlikte, genel<br />

olarak, yapılarda çoğunlukla geometrik ve bitkisel süsleme,<br />

mezar taşlarında daha çok yazı sanatına yer verilmiştir. Ancak<br />

bu durumun istisnaları yok değildir. Örneğin Bursa Ulu<br />

Cami’de yazı tüm süslemeye hakim durumdadır. Süsleme<br />

türü ne olursa olsun yazı, süsleme repertuarının vazgeçilmez<br />

öğesidir.<br />

Kitabelerde geçen ayet, hadis, dua, şiir vb. metinler, kitabe<br />

kapsamı içinde ele alınmamakta, çözüme tabi tutulmamaktadır.<br />

Hâlbuki bu metinlerde, o yapıyı bütünleyen içerikler<br />

bulunmaktadır. Örneğin bir rasathanede gökle ilgili, medresede<br />

eğitimle ilgili bir ayet veya hadis bizleri yapının anlam<br />

bütünlüğüne taşıyacak öğelerdendir. Özellikle planındaki<br />

değişme, zamanla yapılan ilavelerle kullanım farklılaşmasına<br />

uğrayan eserlerde, bazen kitabelerdeki ayetler veya<br />

diğer metinler yapı türüne işaret edebilir. Ölüm, ticaret vb<br />

ayetler bize yapının kimliği hakkında bilgi verebilir.<br />

XIII. yüzyılın ortalarına kadar bağımsız levhalarda yüzeye<br />

katılırken, sonraları bezemenin bütünleşmiş parçası haline<br />

gelir. Konya’daki İnce Minareli Medrese taçkapısında Yasin<br />

ve Fetih sureleri yazılı iki geniş şerit, taçkapı nişini çevreler,<br />

tepede birbirine dolanır ve inerler. Taçkapının düzenini bu<br />

şeritler tayin eder.<br />

Kalem İşi:Özellikle dini yapılarda ortaya çıkan bir başka<br />

süsleme sanatı da kalem işidir. Türk kalem işi sanatı, kökeni<br />

Orta Asya’ya, Uygurlar’a dayanan oradan da Anadolu<br />

topraklarına taşınan bir sanattır. Uygurlar’daki duvar süsle-<br />

• 32 Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, İstanbul, 1983, s. 4 vd.<br />

zaz Mosque. 30<br />

Writing: the Pen which is the way of writing the Qur’an is<br />

meant to be a divine source of beyond the physical meaning<br />

here; the respect to the Pen and writing has become a<br />

characteristic of Islamic society. Moreover, ‘’Read!’’order<br />

and the belief in the the prophet muhammad’s sayings that<br />

‘’ the first thing Allah creates is the Pen.’’ 31 reinforce this situation.<br />

The Islamic calligraphy, which is nourished by such<br />

an intellectual infrastructure, has taken its place in the arts<br />

of all these societies believing in this religion by continuing<br />

their development. Inscriptions have emerged as a result<br />

of both in functional (instructions such as constructing, repairing,<br />

father, master) and aesthetic loss in the art of these<br />

societies.<br />

The earliest writings of the Turkish history and the first examples<br />

where the word Turk passes as Turkish belong to the<br />

period of Bilge Kagan Emperor of Gokturk in VI. century. The<br />

inscriptions which is found within the boundaries of Mongolia<br />

consist of 6 stelos in different regions.A number of studies<br />

were later carried out on the inscriptions found by the<br />

Russian historian Yardinstev in 1889. 32<br />

The inscriptions do not contain in itself only informations<br />

such as father, master, history, etc. At the same time, it<br />

makes a serious contribution to the decoration repertoire.<br />

The opinion is partly true in Islamic art that the figure which<br />

is thought to be forbidden is kept away and decorations<br />

not including figures are preferred. The decorative forms<br />

found in the majority of the works in Turkish-Islamic art are<br />

geometric decoration, plantal decoration and writing. Generally,<br />

geometric and plantal ornamentations are mostly<br />

included in the structures, and writing arts are mostly included<br />

in the tombstones, although this differs according<br />

to their practice. However, there are exceptions to this<br />

situation. For example, the writing in Bursa Grand Mosque<br />

possesses all the decoration. Regardless of the type of decoration,<br />

the writing is the indispensable element of the decoration<br />

repertoire.<br />

The textes such as verses, the Prophet Muhammad’s sayings,<br />

prayers, poetry etc. passing in the inscription is not<br />

taken up within the scope of the inscription and are not subject<br />

to resolution. However, there are contents that make up<br />

this structure in these texts. For example, a verse and the<br />

prophet Muhammad’s saying about education in the madrasah<br />

or sky in a observatory are the items that will carry<br />

us to the content integrity. Especially the works that have<br />

change in the plan are subject to become different in using<br />

with the additions made in time and the verses in the in-<br />

• 30 Öney, ibid., 30-31<br />

• 31 Ebu Dâvûd, Sünen, Sünnet XVI.<br />

• 32 Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, İstanbul, 1983, p. 4 et. al.<br />

Decorative Arts<br />

351<br />

Süsleme Sanatları


Ortak Miras<br />

Common Heritage<br />

352


meleri, Anadolu’da bir İslam sanatı olarak gelişmiştir. Kalem<br />

işi ve onun gelişmiş örnekleri olan Malakari ve Edirnekari<br />

Osmanlı Dönemi’ndeki gerek saray konak gibi sivil yapılarda<br />

gerekse dini yapılarda çininin yanında en önemli bezeme<br />

unsuru olarak uygulanır. Kalem işinde önce bir kâğıda geleneğe<br />

uygun şekilde çizilen desen ve motifler daha sonra<br />

uygulanacak yüzeye geçirilir. Yüzeye aktarılmasından sonra<br />

fırçalarla çeşitli renklerle boyanır.<br />

Selçuk mimari süslemesinin bilinmeyen bir yönü, çeşitli yapıların<br />

içini bezeyen fresk şeklinde işlenmiş boyamalardır.<br />

Kubbe, tonoz, kemer, ayak, duvar gibi çeşitli yerlerde kullanılan<br />

geometrik ve bitkisel şekilli boyamalar bugüne güç<br />

seçilebilecek kadar aşılmış bir durumda kalmıştır. Rahmetli<br />

Yımaz Önge’nin araştırmaları sonucu bu şekilde süslenen<br />

Selçuklu yapılarının oldukça yaygın olduğu anlaşılmaktadır.<br />

Boyamalar doğrudan doğruya taş veya bir sıva-astar<br />

tabakası üzerine yapılmaktadır. Benzer süslemeler Beyşehir<br />

Eşrefoğlu Caminde olduğu gibi ahşap üzerine de uygulanmaktadır.<br />

Yılmaz Önge’nin tespit ettiği boyama ve bezemelerin<br />

bazı önemli örnekleri şöylece sıralayabiliriz: Konya<br />

– Beyşehir yolunda Kızılören Han’ın mescidinde mihrap nişi<br />

taş üzerine kırmızı çizgilerle süslenmiştir. Afyon Boyalı Köyde<br />

Kureyş Baba türbesinde moloz taş duvarda, sıva üzerine<br />

kesme taş duvar örgüsünü taklit eden kırmızı çizgiler işlenmiştir.<br />

Konya Aleaddin Camisi’nin kubbeli kısmında (1220<br />

civarı) tuğla kemerlerin harcı üzerine kırmızı zikzaklar, derzlerde<br />

ise yatık “Z” harfleri boyanmıştır. Kemerleri taşıyan taş<br />

ayaklarda ise sıva üzerine tuğla kalınlığına uygun aralıklarla<br />

beyaz çizgiler çizilmiş araları düşey derzleri taklit eder şekilde<br />

beyaz çizgi ve papyona benzer motiflerle bezenmiştir.<br />

Caminin çeşitli yerlerinde başka boyama kalıntıları görülmektedir.<br />

Konya Beyhekim mescidi kubbesinde tuğla örgülerin<br />

derzleri kırmızı çizgilerle belirtilmiştir. Alanya Kalesi’nde,<br />

Alanya Selçuklu köşklerinde ve Alanya yakınında Alara<br />

Kalesi’nde Selçukluların bir bölümünü köşk haline getirerek<br />

kullandıkları Antalya Aspendos tiyatrosunda Konya Aleaddin<br />

köşkünde sıva üzerine işlenmiş çok harap durumda<br />

kırmızı ve siyah renkli zikzaklar, damalı kompozisyonlar yer<br />

alır. Alara Kalesi’nde insan figürüne benzer bazı şekillerde<br />

görülmektedir. 33<br />

Ahşap ağırlıklı camilerin en güzellerinden biri Beyşehir<br />

Eşrefoğlu Camisi’dir. Bu cami, Anadolu’da ahşap kolonlar<br />

üzerine oturan, ahşap yapı malzemelerinin kullanıldığı ve<br />

günümüze kadar sağlam kalabilen camilerin en büyüğüdür.<br />

Yüzyıllar boyunca Türk klasik sanatlarinin bir kolu olan<br />

kalem işi sivil, dini, askeri, mimari yapıların içve dış mekan<br />

süsleme unsuru olarak kullanıldı. Edirne’deki Selimiye Camii’nin<br />

büyük kemerlerinde, Üsküdar Yeni Valide Sultan<br />

• 33 Öney, a.g.e., 85; Ali Boran, “Şam Emeviye Camisi’ne Türklerin<br />

Katkıları” Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi,2009 / 183, İstanbul, 2009, s.<br />

263 -292.<br />

scriptions or other texts can point to the structure. The verses<br />

about death, trade, etc. can give us information about<br />

your identity of the structure.<br />

While it joins the surface on independent plates until the<br />

middle of XIII. century, then it becomes an integral part of<br />

the decoration. Two wide strips written on Yasin and Fetih<br />

surahs in the crown gate of Konya Ince Minareli Madrasah<br />

surround the niches of the crown gate, interlace at the top<br />

and go down. These strips determine the order of the crown<br />

gate.<br />

Hand-drawn: Hand-drawn is an another decorative art that<br />

emerges especially in religious structures. The art of Turkish<br />

hand-drawn is an art whose roots date back to Central Asia<br />

and the Uighurs and then it moves to Anatolia. Wall decorations<br />

in the Uighurs have developed as an Islamic art<br />

in Anatolia. Malakari and Edirnekari (a kind of decoration<br />

technique) which are hand-drawn and its advanced examples<br />

are the most important decoration elements used<br />

both in the civil structures such as the palace, mansion and<br />

religious buildings in addition to the tile in the Ottoman period.<br />

Patterns and motifs that are first drawn in a paper in<br />

accordance with tradition of hand-drawn are passed to the<br />

surface where it will be applied. After transfer to the surface,<br />

it is painted with various colors with the brush.<br />

An unknown aspect of the Seljuk architectural decoration<br />

is the paintings applied in the form of fresco decorated the<br />

inside of the sutructure. The geometric and plantal shaped<br />

paintings are used in various places such as the dome, vault,<br />

arch, foot, wall, etc. have remained etched in such a situation<br />

that one can barely notice. It is understood from the<br />

result of the researches of the deceased Yımaz Önge that<br />

the structuresin the Seljuks which are adorned in this way<br />

are very common. Paintings are applied directly on stone<br />

or on plaster-lining plaques. Similar decorations are made<br />

on wood as well as in Beyşehir Eşrefoğlu Mosque. Some important<br />

examples of paintings and decorations identified by<br />

Yılmaz Önge can be listed as follows: the niche of mihrab<br />

found in the mosque of Kızılören Han on the way to Konya<br />

– Beyşehir are decorated with red lines on the stone. Red<br />

lines that are imitated the stone wall patterns made on the<br />

daub are engraved on the stone wall in Kureyş Baba Tomb in<br />

Afyon Boyalı village. In the domed part of the Konya Aleaddin<br />

Mosque red zigzags (around 1220 pieces) were painted<br />

on the doub of the brick arches, and “Z” letters were painted<br />

on the joints.The stone feet carrying the arches are decorated<br />

with white lines drawn over the daub at suitable intervals<br />

according to the brick thickness and with the motifs in<br />

the shape of bow tie by mimicking vertical joints. There are<br />

other painting remnants in various places of the mosque.<br />

Decorative Arts<br />

353<br />

Süsleme Sanatları


Common Heritage<br />

354<br />

Ortak Miras<br />

Camii ve Çinili Camii’de bulunan özgün kalem işleri, dikkat<br />

çeken örneklerdir.<br />

Çini:Uygurlara kadar uzanan Türk çini sanatı, Büyük Selçuklu’dan<br />

Anadolu’ya geçerek gelişme gösterdi. Uygurlarda<br />

yer döşemesi olarak kullanılan çiniye, Karahanlılar ve Gaznelilere<br />

ait yapılarda da rastlanır. Çini XII. yüzyıldan sonra<br />

Anadolu’da Türklerin inşa ettiği cami, mescit ve mezar anıtlarında;<br />

medrese, şifahane, köşk ve saraylarda yapının iç ve<br />

dış yüzeylerine kaplanarak önemli süsleme öğelerinden biri<br />

haline gelmiştir. Anadolu çinilerinde Büyük Selçuklu sanatında<br />

görülen motiflere yer verilmekle birlikte yeni desen,<br />

renk ve tekniklere uygulanır. dini yapılarda mor, yeşil, firuze,<br />

lacivert rengi sırlanmış çini parçalarının alçı zemin üzerinde<br />

bir araya getirildiği ”mozaik çini tekniği” ve sırlı tuğla göze<br />

çarpar. İslam inancında ibadet edilen yerlerde insan ve<br />

hayvan figürünün bulunması yasak olduğundan genellikle<br />

geometrik desenler, yıldızlı geçmeler, soyut bitkisel motifli<br />

kıvrık dallar ve iri kufi ve sülüs yazılı süslemeleri tercih edilmiştir.<br />

Orta Asya Türk mimarisinin en gösterişli eserleri şüphesiz<br />

Semerkant, Buhara ve Hive’de bulunur. Bu eserlerde de<br />

tuğlaya yapılmış tezyinatın yanında çini süsleme önemlidir.<br />

Cengiz Han’ın yaptığı tahribata rağmen Timurlular zamanında<br />

devlet merkezi olan Semerkant bu sayede pek çok<br />

görkemli yapıya kavuşmuştur. Günümüzde Registan adıyla<br />

bilinen Meydan artık Semarkant’ın sembolü haline gelen<br />

meydandaki Uluğ Bey, Şir Dar ve Tillia Kari medreseleri bir<br />

üçlü oluşturacak simetride ve birbirlerine bakışık olarak inşa<br />

edilmiştir. Cephelerde, taç kapıların yanındaki minarelerde<br />

ve kubbelerde kullanılan mavi çiniler meydanı adeta gökyüzüyle<br />

bütünleştiriyor. Semerkant’ta daha pek çok eserin<br />

yanında Gur-i Mir veya Gur Emir Türbesi olarak adlandırılan<br />

Timur Türbesi de gerek cephesinde gerekse kubbesinde yer<br />

alan çinileriyle dikkat çeker. Özbekistan’da bir başka tarihi<br />

ve önemli merkez olan Buhara’da da pek çok eser göze<br />

çarpar. Burada da medreseler, cami ve mescitler, türbeler<br />

dikkat çeker. Bahaeddin Nakşibendi Külliyesi, Uluğbey<br />

Medresesi, Maderi Medresesi, Çor Minar yani dört minare<br />

gibi yapılar en başta sayılabilir.<br />

Anadolu Selçuklular’ından beri yapılmış en basit çiniler tek<br />

renkli sırla yapılmış levhalardır. Bunlar firuze, lacivert, yeşil<br />

veya mor renklerdedir. Mozaik çinilerde iki çeşittir. Örnekler<br />

ya kakma tekniği olarak önceden hazırlanmış küçük parçaların<br />

bir araya getirilmesinden meydana çıkar, yahut tek<br />

renkli büyük levhalardan kesilen şekillerin birleştirilmesiyle<br />

elde edilir. Anadolu Selçukluları da çini sanatında Büyük<br />

Selçuklulardan alarak yeni bir üslup haline getirmişlerdir.<br />

İran’da kalan en eski çini 1058’de Selçuklular zamanında<br />

yapılmış olup Damgan Cami minaresindeki kitabe çinileri-<br />

The joints of bricks found in the dome of Konya Beyhekim<br />

Mosque are indicated with red lines. Red and black zigzags<br />

and checkered compositions that are made on the daub<br />

and very bad situation are found in the Alanya Castle, in the<br />

pavilion of the Seljuks in Alanya, in the Alara Castle near to<br />

Alanya and in Antalya Aspendos Theater used by the Seljuks<br />

as a pavilion. Alara Castle is seen in some forms similar to<br />

human figures. 33<br />

One of the most beautiful of the wooden dominated<br />

mosque is Beyşehir Eşrefoğlu Mosque. This mosque is the<br />

largest of the mosque in Anatolia that sits on wooden columns,<br />

wooden building materials are used in and has stood<br />

up until today. Hand-drawn that has been a part of Turkish<br />

classical arts for centuries are used as an element of interior<br />

and exterior decorations of civil, religious, military and architectural<br />

constructions. Unique hand-drawns in the great<br />

arches of Selimiye Mosque in Edirne, Üsküdar Yeni Valide<br />

Sultan Mosque and Çinili Mosque are remarkable examples.<br />

The Tile:The art of Turkish tiles dating back to the Uighurs<br />

has developed after it passes from the Great Seljuks to<br />

Anatolia. The tile that is used as flooring in the Uighurs is<br />

also found in buildings belonging to the Karakhanids and<br />

the Ghaznevid. The tile has become one of the important<br />

decoration items after XII. century by covering the interior<br />

and exterior surfaces of the structures such as madrasah,<br />

hospital, pavilion and palace built by Turks in Anatolia. In<br />

the Anatolian tiles; new designs, colors and techniques are<br />

applied as well as the motifs seen in Great Seljuk art. The<br />

pieces of tile glazed with the colour of purple, green, turquoise<br />

and navy blue attract the attention with “mosaic tile<br />

technique” and the glazed brick stripe that are put together<br />

on the plaster ground. Because human and animal figures<br />

is prohibited in the worshipped places according to Islamic<br />

belief; geometrical designs, star shapes, abstract floral<br />

motifs with curling branches, big cufic and a third written<br />

decorations are preferred.<br />

The most spectacular works of Central Asian Turkish architecture<br />

are undoubtedly found in Samarkand, Buhara and<br />

Hive. In these works, it is also important to decorate the tiles<br />

besides the decoration made of bricks. Despite the destruction<br />

of Genghis Khan; Samarkand, which is the state center<br />

in the time of Timurids, has acquired many magnificent<br />

structures by this means.Uluğ Bey, Şir Dar and Tillia Kari Madrasahs,<br />

which are now known as the name of Registan and<br />

have become a symbol of Semarkant, have been constructed<br />

with face to face and symmetrides that will form a trio.<br />

On the facades, the blue tiles used in the minarets and the<br />

• 33 Öney, ibid., 85; Ali Boran, “Şam Emeviye Camisi’ne Türklerin<br />

Katkıları” Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi,2009 / 183, İstanbul, 2009, p.<br />

263 -292.


dir. İranda diğer çini teknikleri hep Selçuklular idaresinde ve<br />

onlar zamanında gelişmiştir. 34<br />

Beylikler devri çini sanatı Selçuklu ve Osmanlı devri ile kıyaslandığında<br />

sönük kalır. XIV.yüzyılda mimaride Selçuklu<br />

geleneği devam etmiş, XV.yüzyılda yeni teknik, renk ve üslubuyla<br />

farklı çiniler yaratılır. Beylik devrinde bir süre Konya’nın<br />

çinicilik merkezi olmaya devam etmiş olmalıdır. İznik<br />

ve Bursa eserlerinin çini malzemeleriyle dikkati çekmeye<br />

başladığı XIV.yüzyıl sonları ve XV.yüzyılda esas merkez muhakkak<br />

İznik,Bursa ve ikinci sırada Kütahya olmuştur. Buna<br />

yeni ekonomik ve politik gelişmeler yol açmıştır. XIV-XV.yüzyıl<br />

çiniciliğinin Selçuklu geleneğini sürdüren, Konya veya<br />

Çevresinin imalatı olması gereken çiniler ve İznik, Kütahya<br />

ve muhtemelen Bursa merkezlerinin ürettikleri farklı bir üslup<br />

getiren çiniler olarak iki ana üslupta ele almamız gerekir.<br />

İznik, Kütahya ve Bursa imalatı çinili eserler özellikle XV.yüzyılda<br />

yoğunlaşır. İznik çinileri bir lonca şeklinde teşkilatlanmıştır.<br />

Başlarında “kaşici başı” vardı. Sipariş alınca ustaları<br />

toplar iş taksimi yapardı. Beylikler devrinde çini malzemenin,<br />

cami, mescid, medrese, türbe gibi dini mimariyle inhisar<br />

ettiği görülmektedir. Ev, köprü, saray, han, hamam, çeşme<br />

ve sebil gibi sivil yapılarda, çini malzeme konusunda bilgi<br />

sahibi değiliz. Muhakkak ki beylikler devri çinili eserleri çok<br />

daha fazlaydı, çeşitli onarımlar veya eserlerinin yok olması<br />

sonucu bu yapıtlar günümüze dek gelememişlerdi. 35<br />

Selçuklular, inşa ettikleri pek çok cami, medrese, kervan-<br />

• 34 Aslanapa,a.g.e., 148<br />

• 35 Öney, a.g.e., s. 35-36<br />

dome next to the crown doors almost<br />

integrate the sky. In addition to many<br />

other works in Samarkand, Timur Tomb<br />

named Gur-i Mir or Gur Emir Türbesi attracts<br />

attention with its tile that is found<br />

both in its front and dome. So many<br />

works attract attention in Bukhara that<br />

is another historical and important center<br />

in Uzbekistan. Madrasahs, mosques<br />

and tombs are striking there. The structures<br />

such as Bahaeddin Naqshbandi<br />

Complex, Uluğbey Madrasah, Maderi<br />

Madrasah, Çor Minar meaning four minarets<br />

are foremost.<br />

The simplest tiles that have been made<br />

since the Anatolian Seljuks are monochrome<br />

glazed plaques. These are<br />

turquoise, dark blue, green or purple<br />

colors. Mosaic is two varieties in tile. Examples<br />

are made either by combining<br />

pre-prepared small pieces with inlay<br />

techniques or by combining shapes cut<br />

from rubious large plaques. The Anatolian<br />

Seljuks also took tile art from the Great Seljuks and<br />

made them into a new style. The oldest tile remaining in<br />

Iran was made in 1058 during the Seljuk period and is the<br />

inscription tile found in the Damgan Mosque’s minaret. The<br />

other tile techniques in Iran were always at the helm of the<br />

Seljuks and they developed in their period. 34<br />

Tile art in the period of principalities pales by comparison<br />

with the period of the Seljuks and Ottomans. In the XIV. century,<br />

the Seljuk tradition has continued in the architecture<br />

and in the XV. century, different tiles were created with new<br />

technique, color and style. It must be so that Konya has<br />

continued to be a tile center for some time during the period<br />

of principalities. After tile works in Iznik and Bursa began<br />

to draw attention with their tile materials in the end of<br />

the XIV. century and in the XV. century, it was certain that<br />

Iznik and Bursa are the main tile center and Kütahya is the<br />

second center. This has led to new economic and political<br />

developments. We have to deal with the tiles as two main<br />

styles; one of them is the tile that maintains the tradition<br />

of the Seljuks’ tile in XIV-XV. centuries is produced in Konya<br />

or its surroundings, the other one is the tile that is probably<br />

produced in Bursa develops different style. Tile works<br />

made in Iznik, Kütahya and Bursa are concentrated in the<br />

XV. century. Iznik tiles are organized as a guild. The head of<br />

this guild is called as ‘’ kaşici başı’’. When the order was received,<br />

he jobshared. During the period of principalities, the<br />

• 34 Aslanapa, ibid., 148<br />

Decorative Arts<br />

355<br />

Süsleme Sanatları


Common Heritage<br />

356<br />

Ortak Miras<br />

saray, türbe ve benzeri eserleri çinilerle süslüdür. Anadolu<br />

Selçuklu devletinin dağılmasından sonra Osmanlı Devleti’nin<br />

kuruluşuyla yeni bir dönem başlamıştır.<br />

DEĞERLENDİME<br />

Türkler gittikleri coğrafyalara kendi kültürlerini beraberlerinde<br />

taşımışlardır. Yüzyıllar boyunca kendi kültürlerini<br />

birlikte yaşadıkları toplumların kültürleriyle de zenginleştirdiler.<br />

Süsleme sanatlarında da Orta Asya’ya birçok yeniliği<br />

bünyelerine katarak ilerlediler. En eski ifadesel anlamı kaya<br />

resimleri üzerinde rastlanmaktadır. Duygu ve düşüncelerini,<br />

aşklarını ve açılarını bu kaya resimleri üzerine kazıdılar. Bu<br />

örneklerden bir kısmı günümüze gelmiştir. Türkler kullandıkları,<br />

eşyaları içten gelerek süslediler. Yaptıkları süslemelerde<br />

geleneğe bağlı kaldılar. Gelenek, görenek ve kültürlerini,<br />

bütün hayatlarını sanatlarına yansıttılar.<br />

Yazı mimaride topluma verilmesi gerekli tüm bilgi ve anlam<br />

derinliğiyanında toplumun sanat anlayışını bir ölçüde süsleme<br />

beğenisini yansıtmaktadır. Yapılarda Fetih süresinin<br />

yada diğer sürelerin yazılmasının derin anlamları vardır.<br />

Üç boyutlu sanat, yani heykel, eski devirlerde en çok mezar<br />

anıtlarında kullanılmıştır. Göktürk, Uygur hatta erken İslam<br />

devirlerinde bu sanat oldukça gelişmişti. Çünkü heykeller,<br />

hemen her mezarda bir mezar taşı olarak kullanılıyordu. İslamiyet’in<br />

kabulünden sonra heykel geleneği, kısmen gerilemiş<br />

ve Ahlat’ta görüldüğü gibi mezar taşlarında desen<br />

ve motif kabartmaları ile güzel yazı öne çıkmıştır. Anadolu<br />

Selçukluları, yeni Türk ve İslam medeniyetinin temellerini<br />

atmaya, Anadolu’yu yeniden imar etmeye başlamışlardır.<br />

Başta başkent Konya olmak üzere Anadolu şehirleri, cami,<br />

medrese, türbe, köşk, kervansaray, han, hamam gibi mimari<br />

eserlerle süslenmiştir. Çoğu Orta Asya’dan gelen, geniş<br />

bir tecrübe ve olgunluğa sahip yetenekli Türk mimarları ve<br />

sanatkarları, yerli mimari ve sanattan yararlanarak Anadolu<br />

Selçuklu taş, çini ve ahşap işçiliğinde çığır açtılar. Mimari<br />

yapılar Selçuklu taş, ahşap ve çini işçiliğinin göz alıcı,<br />

dinlendirici üslubu içinde süslendi ve şaheserler meydana<br />

getirildi. Selçuklulardan kalan mimari eserler özellikle taç<br />

kapılarındaki harika taş işçiliğiyle aradan yüzyıllar geçmesine<br />

rağmen hala göz alıcıdır. Onlar hala hayranlıkla izlenir.<br />

Divriği’deki şifahane ve Ulu Cami Türk taş işçiliğinin belki<br />

de dünya taş işçiliğinin benzersiz bir şaheseri olarak çağlara<br />

meydan okumaktadır. Anadolu Selçukluları ve İlhanlılar<br />

döneminde figürlü süslemede yer alan insan ve fantastik<br />

yaratıklar ile hayvan mücadele sahneleri beylikler dönemiyle<br />

kaybolmuş, figürlü süsleme sona ermesine rağmen<br />

geometrik, bitkisel ve yazılı süslemeler Osmanlı döneminde<br />

gelişerek devam etmiştir.<br />

Çini üzerindeki resimler ve desenler Selçuklu çağından beri<br />

tile was restricted by religious architects such as mosque,<br />

madrasah, and tomb. We do not know anything about tile<br />

materials in civil structures such as houses, bridges, palaces,<br />

inns, baths, fountains and public fountains. Certainly,<br />

the tiled works of the period of principalities were much<br />

more numerous and these works have not survived until today<br />

as a resulf of various repairs or the destruction of these<br />

works. 35<br />

Many mosques, madrasa, caravanserai, tombs and similar<br />

works that were built by the Seljuks are decorated with the<br />

tiles. After the disintegration of the Anatolian Seljuk state,<br />

a new era began with the founding of the Ottoman State.<br />

ASSESSMENT<br />

The Turks have carried their own cultures to the geographies<br />

wherever they go. For centuries they have enriched<br />

their cultures with the cultures of the communities they live<br />

with. In decorative arts, they have also moved to Central<br />

Asia with many innovations by incorporating them. The oldest<br />

expressional meaning is found on rock paintings. They<br />

have sculpted their emotions, thoughts, love and pains on<br />

these rock paintings. Some of these examples have come<br />

until today. They reflect tradition, customs, cultures and all<br />

their lives to their arts.<br />

As well as all the necessary information and the depth of<br />

meaning about writing and architecture given to the society,<br />

the society’s understanding of art reflects their sense of<br />

art at a certain level. There are profound meanings of writing<br />

Surah Al-Fath or other surahs in the structures.<br />

Three-dimensional art, namely sculpture was mostly used<br />

in grave monuments in ancient times. In the Gokturks, Uighurs<br />

and even early Islamic periods; this art has developed<br />

quite a lot. Because the statues were used as gravestones in<br />

almost every grave. After the acceptance of Islam, the tradition<br />

of sculpture partly tapered and the beautiful writing<br />

with reliefs of motifs and patterns in tomb stones came to<br />

the fore as seen in Ahlat. The Anatolian Seljuks have begun<br />

to lay the foundations of the new Turkish and Islamic civilizations<br />

and reconstruct the Anatolian provinces. Anatolian<br />

cities, especially the capital city Konya, are decorated with<br />

architectural works such as mosque, madrasah, tomb, mansion,<br />

caravansary, inn, Turkish bath. Many talented Turkish<br />

architects and craftsmen from Central Asia, who have a<br />

wide range of experience and maturity, have revolutionized<br />

the Anatolian Seljuk stone, tile and wood workmanship by<br />

taking advantage of native architecture and art. The architectural<br />

structions were decorated with a striking, relaxing<br />

style of Seljuk stone, wood and tile workmanship and mas-<br />

• 35 Öney, ibid, p. 35-36


Süsleme Sanatları<br />

Decorative Arts<br />

357


Common Heritage<br />

358<br />

Ortak Miras<br />

büyük bir önem taşır. Bu sanat, Türk güzel sanat kültürünün<br />

en seçkin bir dalıdır. Çini sadece Anadolu’da değil Orta Asya’da<br />

da mimarinin önemli bir unsurudur. Çini, sonraki yüzyıllarda<br />

mimaride Türk süsleme sanatlarının en önemli malzemesi<br />

haline gelmiştir. Hatta bazı camiler çinileriyle anılır<br />

olmuştur. Osmanlılar mozaik çini yerine levha çinileri tercih<br />

edilmiştir. Bu dönemde Bursa, Kütahya ve İznik’te taklidi imkansız<br />

çiniler yapılmıştır. Osmanlı çini sanatı XVI. yüzyılda en<br />

yüksek düzeyine erişmiştir. İznik çini ocaklarında kırmızının<br />

en parlak tonu elde edildi. XVI. yüzyılın sonu ile XVII. yüzyılın<br />

başlarında üretilen çini ve seramiklerde, renk sayısının arttığı<br />

gözlendi. Sırlarda hafif kabarık mercan kırmızısı kullanılmıştır.<br />

Osmanlılarda insan ve hayvan figürlerine pek rastlanmaz.<br />

Bu dönemde bazı kuş çizimleri haricinde bitkisel<br />

süslemenin oluşturduğu natüralist çiçek ve yapraklardan<br />

meydana gelen motifler öne çıktı. Osmanlıların süslemede<br />

en çok kullandıkları öğelerin başında çiçek ve meyveler<br />

gelmiştir. Osmanlı süsleme sanatının en üstün yaratıcılığına<br />

örnek sayılan üst düzeyde bir çiçek bezemesi gelişti. Lale,<br />

karanfil, sümbül, menekşe, narçiçekleri, bahar dalları, üzüm<br />

salkımları ve asma yapraklarının desen olarak kullanıldığı<br />

çini ve seramikler, doğadan bir kesiti yansıtır. Süleymaniye<br />

ve Rüstem Paşa Camii Türk çiniciliğinin en güzel örneklerini<br />

sergiler. Çini için XVII yüzyılın en iyi örneği Sultan Ahmet<br />

Camii’dir. Mercan kırmızısı bu camideki çinilerde yerini tatlı<br />

yeşile bırakmıştır. Bu dönemde ayrıca tabak, kase, vazo,<br />

kandil, kupa, sürahi, ibrik gibi değişik türden eşyalar da aynı<br />

dönemin özellikleriyle üretildi. Günümüze ulaşan bu eserler<br />

çini sanatının şaheserleri olarak korunuyor.<br />

Kalem işleri taş yüzeylere olduğu gibi ahşaba da uygulanır.<br />

Ahşap da eskiden beri süsleme sanatlarımızın merkezinde<br />

olan bir malzemedir. Özbekistan’da, Anadolu’da ve Balkanlar’da<br />

ahşap işçiliğinin en güzel şekilde yansıtıldığı cami ve<br />

tekkeler yaşamaya devam ediyor.<br />

Kündekari Türk ahşap süsleme sanatlarının zirvelerini oluşturur.<br />

Bu sanatlarla yapılan minberler, kapı ve pencereler<br />

hala şaşkınlıkla izlenir. Kündekari süsleme amaçlı bir doğramacılık<br />

tekniğidir. Daha çok kapı pencere ve dolap kanatları,<br />

minber ve kürsülerde uygulanan kündekarinin en güzel<br />

örnekleri Mısır, Suriye ve Anadolu’da görülür. Kündekari<br />

sanatı öylesine değerli bir sanattır ki, Selçuklu ve Osmanlı<br />

eserlerinin yanında günümüzde yapılan önemli camilerin<br />

bazı ahşap işleri de bu sanatla tezyin edilir.<br />

Türk süsleme sanatlarında taş ve mermer başta olmak üzere<br />

ahşap, cam, çini ve değişik metaller kullanılmıştır. Bu malzemeler<br />

bir kısmını adını bildiğimiz ama çoğunlukla meçhul<br />

ustaların ince işçiliğiyle birer sanat eserine dönüşmüştür.<br />

Çoğunluğu tabiattan elde edilen boyalarla tezyin edilmiş<br />

ve rengarenk bir dünya oluşturulmuştur. Bir kısmını yanterpieces<br />

were created. The architectural monuments from<br />

the Seljuks are still eye-catching with their marvelous stone<br />

work on the crown gates in spite of that many centuries pass.<br />

They are still admired. The Hospital and the Grand Mosque<br />

in Divriği challenge the ages as a unique masterpiece of<br />

Turkish stone work and perhaps world stone work. During<br />

the Anatolian Seljuks and Ilkhanids period, human and fantasy<br />

creatures as well as animal fighting scenes were lost in<br />

figurative decoration in the period of principalities. Despite<br />

the end of figurative decoration; geometrical, plantal and<br />

written decorations have continued in the Ottoman period.<br />

The paintings and designs on tile have been of great importance<br />

since the Seljuk period. This art is one of the most<br />

distinguished branch of Turkish fine art culture. Tile is an<br />

important element of architecture not only in Anatolia but<br />

also in Central Asia. Tile has become the most important<br />

material of Turkish decorative arts in architecture for the<br />

following centuries. In fact, some of the mosques have<br />

referred with the tile. The Ottomans preferred tile plaques<br />

instead of mosaic tiles. Inimitability tiles were made in Bursa,<br />

Kütahya and İznik during this period. Ottoman tile art<br />

reached the highest level in XVI. century. The most brilliant<br />

tone of red was obtained in Iznik tile burners. In the tiles and<br />

ceramics which, were produced at end of the XVI. century<br />

and in the beginning of XVII. century, it was observed that<br />

the number of colors increase. Slightly puffy coral red was<br />

used in the glost. There are not many human and animal<br />

figures in the Ottomans. In this period, the motifs arising<br />

from the naturalist flowers and leaves consisting of plantal<br />

decorations came to the forefront except for some bird<br />

drawings in this period. The main items that were mostly<br />

used in the decorations by the Ottomans were flowers and<br />

fruits. A high-level floral decoration which is regarded as an<br />

example of the supreme creativity of the Ottoman decorative<br />

art has emerged. Tulip, carnation, hyacinth, violet, lilies,<br />

spring branches, grape clusters and vine leaves that are<br />

used as pattern on the tiles and ceramics reflect a slice of<br />

nature. Süleymaniye and Rüstem Pasha Mosque have exhibited<br />

the most beautiful examples of Turkish tile. The best<br />

example of XVII. century for tile is Sultan Ahmet Mosque.<br />

Coralline colour gives its place to mellow green colour in tile<br />

of this mosque. During this period, various kinds of things<br />

such as plates, bowls, vases, oil lamps, mugs, carafes and<br />

pitchers were produced with the same characteristics of<br />

period. These artifacts reaching today are protected as the<br />

masterpieces of tile art.<br />

Hand-drawn is also applied to wood as well as stone surfaces.<br />

Wood is also a material that has always been at the center<br />

of our decorative arts. The mosques and islamic monasteries<br />

in which woodworking is best reflected has continued


sıtabildiğimiz bu dünya, ilk dönemlerdeki acemi resim ve<br />

desenlerden dünyanın gıptayla baktığı şaheserlere kadar<br />

büyük bir çeşitliliği barındırır. Orta Asya’dan Avrupa içlerine<br />

kadar çok geniş bir coğrafyada yer alan Türk süsleme sanat<br />

örnekleri bakanları, görenleri şaşırtmayı, etkilemeyi sürdürmekte<br />

olup sanat idrakimizi gayba yükseltmenin önemli bir<br />

aracı olmaya devam etmektedir.<br />

KAYNAKLAR<br />

• ARSEVEN, Celal Esad; Türk Sanatı, İstanbul, 1973.<br />

• ARSEVEN, Celal Esad; “Alçı” Mad., Sanat Ansiklopedisi, C. I, İstanbul, 1983.<br />

• ASLANAPA, Oktay; Türk Sanatı, İsanbul, 1999.<br />

• BAKIRER, Ö.; Onüç ve Ondördüncü Yüzyıl Anadolu Mihrabları, Ankara, 1976.<br />

• BLAIR S.S. - BLOOM J., “Stucco and Plastenvork. Islamic Lands.”, The<br />

Dictionary of Art,c.XXIX, Nevvyork 1996, 818-819.<br />

• BORAN, Ali; “Divriği Kale Camiindeki Arslan Figürlerinin İkonografik<br />

Yorumu”,Ortaçağ’da Anadolu Semineri, Prof. Dr. Aynur Durukan’a<br />

Armağan,8–9 Mayıs 2000, Ankara, 2002, s. 123 – 134.<br />

• BORAN, Ali;Anadolu’daki İç Kale Cami ve Mescidleri,Türk Tarih Kurumu<br />

Yayınları, Ankara, 2001.<br />

• BORAN, Ali;“Ahlat Taşı (Andezit Tüf)”, Vakıflar Dergisi,XXV, Ank., 1997, s.<br />

363– 373.<br />

• BORAN, Ali;“Şam Emeviye Camisi’ne Türklerin Katkıları” Türk Dünyası<br />

Araştırmaları Dergisi,2009 / 183, İstanbul, 2009, s. 263 -292.<br />

• CEZAR, Mustafa; Anadolu Öncesi Türklerde Şehir ve Mimarlık, İstanbul,<br />

1977.<br />

• DEMIRIZ Y., Osmanlı Mimarisinde Süsleme. Erken Devir<br />

(1300-1453),İstanbul 1979.<br />

• ERSOY, Ayla; XV. Yüzyıl Osmanlı Ağaç İşçiliği, İstanbul, 1993.<br />

• KARAAĞAÇ, A.; Beylikler Devri Mimarisinde Alçı Süslemeler, (Selçuk Üniv.,<br />

Sos. Bil. Ens., Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya, 2002.<br />

• KOÇ, Turan; “İslam Estetiği ve Sanat”, İslam ve Sanat, Istanbul,2015, 23-29<br />

• KÜRKLÜ, Gökhan; “Geleneksel Türk Ahşap Sanatı Kündekari ve Günümüz<br />

Teknolojisine Sahip Atölye Ortamında Yapılabilirliği”, Afyon Kocatepe<br />

Üniversitesi Fen Bilimleri Dergisi, 11, Afyonkarahisar, 2011, 13-20.<br />

• ORAL, Zeki; “Anadolu’da San’at Değeri Olan Ahşap Minberler, Kitabeleri ve<br />

Tarihçeleri”, Vakıflar Dergisi, S. V, Ankara, 1962, 23-79.<br />

• ÖGEL, Semra; “Anadolu Selçuklu Mimarisinde Taş Süsleme”, Selçuklu<br />

Çağında Anadolu Sanatı, İstanbul, 2002.<br />

• ÖNEY, Gönül; Anadolu Selçuklu Mimari Süslemesi ve El Sanatları, Ankara,<br />

1992.<br />

• ÖZKURT, Kemal; İsfahan’da Büyük Selçuklu ve İlhanlı Dönemi Mimari<br />

Eserleri, (Yüzüncü Yıl Üniv., Sos. Bil. Ens. Yayınlanmamış Doktora Tezi), Van,<br />

2005.<br />

• PANCAROĞLU, Oya; “Resimli ve Tasvirli El Yazmaları”, Anadolu Selçukluları<br />

ve Beylikler Dönemi Uygarlığı 2, Ankara, 2006.<br />

• YÜCEL, Erdem; “Kündekari”, DİA, c. 26, İstanbul, 2002, 553-54.<br />

to live in Uzbekistan, Anatolia and the Balkans.<br />

Kündekari forms the summits of Turkish wooden decorative<br />

arts. Minarets, doors and windows made with these arts are<br />

still stunned. Kündekari is a technique of woodwork for decoration.<br />

The most beautiful examples of kündekari made<br />

in the wings of door, windows and cabinet as well as minbar<br />

and pulpits are mostly seen in Egypt, Syria and Anatolia.<br />

Kundekari art is such a valuable art that some wooden<br />

works of the important mosques built today are decorated<br />

with this art besides the Seljuk and Ottoman works.<br />

Especially stone and marble, wood, glass, tiles and various<br />

metals are used in Turkish decorative arts. Some of these<br />

materials are known by the name of the artist, but most of<br />

them are transformed into works of art by the fine craftsmanship<br />

of unknown craftsmen. Most of them are decorated<br />

with the colours taking from the nature and a colorful<br />

world has been created. This world, which we can reflect a<br />

part of, contains a great diversity from the simple paintings<br />

and designs to the masterpieces that the world admires enviously.<br />

The examples of Turkish decorative arts, which are<br />

located in a vast geographical area from Central Asia to Europe,<br />

continue to amaze and influence the people and to be<br />

an important way for improving our sense of art.<br />

REFERENCES<br />

• ARSEVEN, Celal Esad; Türk Sanatı, İstanbul, 1973.<br />

• ARSEVEN, Celal Esad; “Alçı” Mad., Sanat Ansiklopedisi, V. I, İstanbul, 1983.<br />

• ASLANAPA, Oktay; Türk Sanatı, İsanbul, 1999.<br />

• BAKIRER, Ö.; Onüç ve Ondördüncü Yüzyıl Anadolu Mihrabları, Ankara, 1976.<br />

• BLAIR S.S. - BLOOM J., “Stucco and Plastenvork. Islamic Lands.”, The<br />

Dictionary of Art,v.XXIX, Nevvyork 1996, 818-819.<br />

• BORAN, Ali; “Divriği Kale Camiindeki Arslan Figürlerinin İkonografik<br />

Yorumu”,Ortaçağ’da Anadolu Semineri, Prof. Dr. Aynur Durukan’a<br />

Armağan,8–9th May 2000, Ankara, 2002, p. 123 – 134.<br />

• BORAN, Ali;Anadolu’daki İç Kale Cami ve Mescidleri,Türk Tarih Kurumu<br />

Yayınları, Ankara, 2001.<br />

• BORAN, Ali;“Ahlat Taşı (Andezit Tüf)”, Vakıflar Dergisi,XXV, Ank., 1997, p.<br />

363– 373.<br />

• BORAN, Ali;“Şam Emeviye Camisi’ne Türklerin Katkıları” Türk Dünyası<br />

Araştırmaları Dergisi,2009 / 183, İstanbul, 2009, p. 263 -292.<br />

• CEZAR, Mustafa; Anadolu Öncesi Türklerde Şehir ve Mimarlık, İstanbul,<br />

1977.<br />

• DEMIRIZ Y., Osmanlı Mimarisinde Süsleme. Erken Devir<br />

(1300-1453),İstanbul 1979.<br />

• ERSOY, Ayla; XV. Yüzyıl Osmanlı Ağaç İşçiliği, İstanbul, 1993.<br />

• KARAAĞAÇ, A.; Beylikler Devri Mimarisinde Alçı Süslemeler, (Selçuk Üniv.,<br />

Sos. Bil. Ens., Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya, 2002.<br />

• KOÇ, Turan; “İslam Estetiği ve Sanat”, İslam ve Sanat, Istanbul,2015, 23-29<br />

• KÜRKLÜ, Gökhan; “Geleneksel Türk Ahşap Sanatı Kündekari ve Günümüz<br />

Teknolojisine Sahip Atölye Ortamında Yapılabilirliği”, Afyon Kocatepe<br />

Üniversitesi Fen Bilimleri Dergisi, 11, Afyonkarahisar, 2011, 13-20.<br />

• ORAL, Zeki; “Anadolu’da San’at Değeri Olan Ahşap Minberler, Kitabeleri ve<br />

Tarihçeleri”, Vakıflar Dergisi, S. V, Ankara, 1962, 23-79.<br />

• ÖGEL, Semra; “Anadolu Selçuklu Mimarisinde Taş Süsleme”, Selçuklu<br />

Çağında Anadolu Sanatı, İstanbul, 2002.<br />

• ÖNEY, Gönül; Anadolu Selçuklu Mimari Süslemesi ve El Sanatları, Ankara,<br />

1992.<br />

• ÖZKURT, Kemal; İsfahan’da Büyük Selçuklu ve İlhanlı Dönemi Mimari<br />

Eserleri, (Yüzüncü Yıl Üniv., Sos. Bil. Ens. Yayınlanmamış Doktora Tezi), Van,<br />

2005.<br />

• PANCAROĞLU, Oya; “Resimli ve Tasvirli El Yazmaları”, Anadolu Selçukluları<br />

ve Beylikler Dönemi Uygarlığı 2, Ankara, 2006.<br />

• YÜCEL, Erdem; “Kündekari”, DİA, v. 26, İstanbul, 2002, 553-54.<br />

Decorative Arts<br />

359<br />

Süsleme Sanatları


Doç. Dr. Hikmet ATİK, Doç. Dr. Mustafa YILDIRIM<br />

Bilge Yapım<br />

İman esaslarından “kitaplara iman” çerçevesinde<br />

Kur’an merkezli bir kitap kültürü oluşmuştur.<br />

Within the framework of the rudiments of faith as “faith in books”, a Qur’an<br />

base book culture has been formed.


Türkler tarihi süreç içerisinde gruplar halinde İslam’ı kabul ettikten sonra yeni girdikleri<br />

bu dinin bütün değerlerine gönülden bir bağla bağlanmışlardır. Bu çerçevede dinî kelime<br />

ve kavramlar, sosyal ve kültürel hayatta yer etmeye başlamıştır. İman esaslarından<br />

“kitaplara iman” çerçevesinde Kur’an merkezli bir kitap kültürü oluşmuştur. Örneğin kitap<br />

ciltleri konusunda birçoğu Türk üslûbunun klasik döneminde gelişen malzemelerine<br />

göre; deri, kumaş, ebrulu, murassa, lake ya da süsleme tekniğinden hareketle de<br />

şemseli, zilbahar, yekşah, zerduz, çârkûşe gibi adlandırmalar ortaya çıkmıştır.<br />

17<br />

Kitap Sanatları<br />

Book Arts<br />

After their acception of Islam in groups in the historical process, The Turks have most<br />

sincerely adhered to all the values of this new religion. In this context religious words<br />

and concepts have begun to ingrain in social and cultural life. Within the framework of<br />

the rudiments of faith as “faith in books”, a Qur’an base book culture has been formed.<br />

For example, concerning the binding, in accordance with the materials developed<br />

during the classical period of many of the Turkish style, leather, fabric, marbling, murassa<br />

( a special form in which certain materials and precious stones such as made of ivory,<br />

mother-of-pearl, gold, ruby, jade, emerald and material are fit on to the cover.) lacquer<br />

or on the basis of the ornamentation technique, the names like şemseli (a binding form,<br />

which take its name from the wrought motif on leather, vary according to the style of<br />

ornamentation), zilbahar (an ornamentation, also known as zerbahar, including lines<br />

drawn in the shape of bars by using crushed gold on the cover, it is located in the middle<br />

part or on the entire surface of the cover), yekşah (the motifs are made by pressing on<br />

the leather surface with a pointed metal tool called “yekşah”), zerduz (a binding style<br />

which is processed on the leather with the lace yarn), çarkûşe ( another binding form,<br />

coated with velvet or patterned embroidered fabrics, and the leather surrounded by the<br />

edges to make triangular bracket on the corners ) have emerged.


Common Heritage<br />

362<br />

Ortak Miras<br />

Tarih boyunca Türk devletlerinin farklı tarzlarda cilt üslûbu<br />

ve tekniği geliştirdikleri görülmektedir. Bunda bölgesel ve<br />

coğrafi etkenler olmakla beraber, öne çıkan hususun kitap<br />

sevgisi ve sanat zevki olduğunu söylemek mümkündür. Örneğin:<br />

Karahanlılar Devri cilt sanatı ve tekniği arasında farklı<br />

yönler göze çarparsa da ciltlerde kullanılan malzemeler,<br />

teknik ve desenler <strong>ortak</strong> özellikler yansıtabilmektedir.<br />

Aynı şekilde Osmanlı Dönemi ciltleri için de benzer şeyleri<br />

ifade edebiliriz. Kitap ve okuma merakı malum olan Fatih’in<br />

özel kütüphanesini oluşturan kitaplar hattıyla, tezhibiyle,<br />

cildiyle, hatta kâğıdıyla Türk kitap sanatında döneme damgasını<br />

vuran başlı başına bir üslûp oluşturarak yeni bir sanat<br />

çığırı açmıştır. Bu dönemde maharetli ustalarca yapılan ve<br />

her biri sanat eseri olan ciltler,diğer Türk devletleri Timurlular,<br />

Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Memlüklerin son devirlerindeki<br />

ciltlerle benzerlik gösterirse de üslûpları farklıdır.<br />

Bu döneme ait örneklerin kabartma motiflerinin farklı yöntemlerle<br />

altınlanmak yani tezhiblemeksuretiyle yapılmış<br />

süsleri, o asırda benzerine başka bir toplumda rastlanmayan<br />

bir sanat eseri niteliğinde mükemmel ciltlerin meydana<br />

getirildiğini göstermektedir.<br />

Kitapların sadece cildi bir sanat eseri olarak meydana getirilmeyip<br />

onun yazılarının daha değerli olduğunu burada<br />

vurgulamak gerekir. Bu eserlere can veren yazılar da farklı<br />

hattatlar ve farklı yazı karakterleriyle yine sanatlı olarak ortaya<br />

çıkmıştır. Allah kelamını en güzel şekilde yazma gayretiyle<br />

ortaya çıkan hat sanatı etrafında diğer kitap sanat-<br />

Throughout history, it has been seen that the Turkish states<br />

have developed various binding styles and technique. It<br />

is possible to say that along with regional and geographical<br />

factors, it is the book loving and artistic highbrow are<br />

the prominent matters in effect. For instance in Karakhanids<br />

period, while there are different conspicuous aspects<br />

among binding art and technique, binding materials, techniques<br />

and patterns can reflect common features.<br />

Likewise, we can express similar things for the bindings of<br />

the Ottoman period. The books that compose the private<br />

library of Fatih (Mehmed the Conqueror), whose curiosity<br />

of book and reading is wellknown, ushered in an artistic<br />

period by creating a style individually that dominated the<br />

era in Turkish book art, with its calligraphy, illumination<br />

and gilding, binding, and even paper. In this period, bindings<br />

that created by the skilful artisan binders, even bear<br />

resemblance to the bindings of the Other Turkish states as<br />

Timurids, Karakoyunlu, Akkoyunlular and in last decades<br />

of Mamluks, but the styles are different. The ornaments of<br />

embossed motifs of the specimens of this turn, made up by<br />

different means, like overlaiding with gold or gilding, show<br />

that perfect bindings were produced in the form of a work<br />

of art that was not found in another society in the same<br />

century. It is important to accentuate here that books are<br />

not only brought to the market as a binding work of art, but<br />

that their writings are more valuable. The writings that gave<br />

life to these works also came out in artisanal manner with<br />

different calligraphers and different writing characters. Also


larıda teşekkül etmiştir. Dolayısıyla yazı yani hat, merkezde<br />

olmak üzere aynı şekilde farklı dönemler ve farklı devletlerce<br />

şaheserler ortaya koyulmuştur.<br />

Baştanbaşa bir kitap medeniyeti olarak ifade edebileceğimiz<br />

milletimizin tarihî serencamı içerisinde kitabın yeri<br />

tartışmasızdır. Bu yüzdendir ki medeniyetimizi inşa eden<br />

<strong>ortak</strong> ve güçlü kültürün nesillere aktarılmasında etkili olan<br />

kitaplar,hakettiği kıymeti almıştır. Bu kıymetin bir yansıması<br />

olarak, kitaba sanat zevki yüksek ve mahir ustalarca yapılan<br />

tezhipler de verilen bu değerin önemli bir tezahürü olarak<br />

karşımıza çıkar. Bu cümleden olarak kitaplarımızın, zahriyesindenserlevhasına,<br />

durağından hatimesine, ferağ kaydına<br />

kadar her yerde bu geleneksel sanatımızın yansımalarını<br />

görmek mümkündür.<br />

Şimdi kültür coğrafyamızda ve medeniyetimizde çok önemli<br />

bir yere sahip olan kitap ve onu oluşturan cilt, hat ve tezhib<br />

hakkında bilgiler vermeye çalışalım.<br />

HAT<br />

Birdençok noktanın peş peşe gelmesiyle meydana gelendoğruya<br />

hat denir. Arapçada çizmek anlamındaki “h-t-t”-<br />

kökündenoluşansözcük, sözlükte “çizgi, yazı, yol” gibi anlamlara<br />

gelir. Yazıyı estetik kurallara bağlı olarakdengeli ve<br />

güzel bir biçimde yazma sanatı, “hüsn-i hat” olarak adlandırılır.<br />

Hüsn-i hatla meşgul olan sanatkâra “hattat” denir.<br />

Hattatlar, asırlardır usta çırak usulüyle yetişmişlerdir.<br />

Romalılar zamanında Kızıldeniz ve Şam arasındaki coğrafyada<br />

yaşamış olan Nebat kavminin yazısı, Araplar tarafından<br />

benimsenmiş ve geliştirilmiştir.İslam öğretisinin ayetlerinin<br />

gelmesiyle birlikte makılî de denilen geometrik, dik<br />

ve köşeli hatla kitap hâline getirilmiş ilk metin, Kur’an-ı Kerim’dir.<br />

Deri üstüne mürekkeple noktasız ve harekesiz olarak<br />

yazılmıştır. Zaman içerisinde “meşk tara” yazı, yuvarlak ve<br />

yumuşak karakterinden dolayı sanat icrasına uygun bir hale<br />

gelmiştir. Emevîlerdöneminden itibaren yazı çeşitleri gelişmeye<br />

başlamış ve ölçülü olarak şekillenmeye başlayan yazılar<br />

“aslî” ve “mevzun hat” ismiyle anılmıştır. İlk İslam yazısı<br />

olan kûfi hat, aklâm-ı sitte (sülüs, nesih, muhakkak, reyhâni,<br />

rikâ’, tevkî’)’nin yayılışına kadar bol bol kullanılmıştır. Yazının<br />

ölçülerini tespit eden ve bir sistem oluşturan, ünlü Arap vezir<br />

ve hattatı İbnMukle’dir. Aklâm-ı sitteden ayrı üslüpta gelişen<br />

talik, nesta’lik, divanî, celî divanî, rik’a, tuğra ve siyâkat<br />

da önemli yazı türleridir.<br />

Türklerin hat sanatıyla meşguliyetleri, Müslüman olmalarıyla<br />

başlar. Anadolu coğrafyasında İbnü’l-Bevvâb’ın tesiri, üç<br />

yüzyıl kadar devam eder. Amasyalı olduğu söylenen Yâkut-ı<br />

Musta’sımî’nin üslûbu, Selçuklu sanat anlayışı içerisinde<br />

şekillenerek zengin ve ileri bir noktaya ulaşır. 15. yüzyılda<br />

other book arts has been formed around the calligraphy art<br />

which appeared with the effort to replicate the Quran in the<br />

most beautiful way. Therefore, as writing, i.e. calligraphy at<br />

the heart, masterpieces have been produced in the same<br />

way by different periods and different states.<br />

The place of the book is beyond contest in the historical<br />

narrative of our nation that we can express it as a book civilization<br />

throughout. In this respect, books, which are effective<br />

in transferring the common and vigorous cultures that<br />

have built our civilization have received the deserved value.<br />

As a reflection of this asset, illumination and gildings,<br />

made by highbrow and skillful artisans, also appear as an<br />

important manifestation of this given value. Thus, it is possible<br />

to see the reflections of this our traditional art in every<br />

part of our books, from zahriye to the serlevha (title) , from<br />

the pause (In manuscripts durak (pause) is an implication<br />

for the reader that should be briefly paused while reading.<br />

Generally in ornamental shapes, drawn to the blank left by<br />

the calligrapher at the end of verse and sentence.) to the<br />

conclusion, to the ferağ kaydı (colophon) (an inscription at<br />

the end of a book or manuscript usually with facts about its<br />

production.)<br />

From now on, I shall try to give information regarding the<br />

book, that has a very significant position in our cultural geography<br />

and civilization, and the binding, calligraphy, illumination<br />

that compose book.<br />

ART OF CALLIGRAPHY<br />

Generally, the line, composed of multiple points lined up in<br />

a row is called the straight line. The word, that is derived<br />

from the root “h-t-t”, which means “to draw” in Arabic, according<br />

to dictionary it means such as line, text, road. Setting<br />

pen to paper in a balanced and beautiful writing art<br />

manner depending on aesthetic rules is called “hüsn-i hat”<br />

(“beautiful writing”, husn al-khatt, calligraphy). The artisans<br />

engaging in calligraphy is named “hattat “(calligrapher).<br />

Calligraphers have been trained by means of master<br />

apprentice relationship for Nabataean nation, who lived in<br />

the geographical area between the Red Sea and Damascus<br />

in Romans period, was adopted and developed by the Arabs.<br />

Along with the revealing of the verses of Islamic principles,<br />

Holy Quran is the first text that afterwards formated into<br />

book form with a geometric, vertical, and angular calligraphy,<br />

also called makılî. It is written in ink on the leather without<br />

any punctuation mark and hareke (vowel signs of Arabic<br />

alphabet). Over time, “meşk tara” font has become suitable<br />

for the artistic practice due to its round, soft character. As<br />

of the Umayyad period, various types of writing have begun<br />

to evolve and the scripts that have begun to be shaped<br />

Book Arts<br />

363<br />

Kitap Sanatları


Common Heritage<br />

364<br />

Ortak Miras<br />

yetişen Amasyalı Şeyh Hamdullah, Yâkut-ı Musta’sımî’nin<br />

koyduğu kurallarda bazı değişiklikler yaparak daha güzel<br />

yazılar yazmıştır. Türk hat sanatının kurucusu sayılan Şeyh<br />

Hamdullah’ın üslûp ve anlayışı, Karahisâri ekolünün takipçileri<br />

dışında 17. yüzyıla kadar sürmüştür. Bu dönemin diğer<br />

büyük hattatlarıAhmedKarahîsâri ve Hafız Osman’dır.18.<br />

yüzyılda Râkım Efendi ve 19. yüzyılda da Kazasker Mustafa<br />

İzzet Efendi, devrinin ustalarıdır. Sâmi Efendi, 19. yüzyılın<br />

sonu 20. yüzyılın başlarında özellikle celî yazılarıyla dikkat<br />

çeken meşhur hattatımızdır. Tuğrakeş İsmail Hakkı Altunbezer,<br />

Necmettin Okyay, Kamil Akdik, Emin Barın gibi hattatlar,<br />

20. yüzyılda hat sanatını sürdüren isimlerdir.<br />

Hat sanatının icrası ve değerli eserler ortaya koyulabilmesi<br />

için kullanılan malzemenin de çok iyi olması önemlidir. Bu<br />

sanatta çoğunlukla kamış, cava, kargı, menevişli ve tahta<br />

kalem kullanılır. Kalemtıraş, kamış açmak için kullanılan bir<br />

bıçaktır.Üstünde kalem ucunun açmak için kesildiği yassıca<br />

alete “makta” denir. Hat sanatında kâğıtların bitkisel boyalarla<br />

boyanması, yumurta veya nişasta âharı ile âharlanması,<br />

kâğıdın cinsine göre yapılır. Bu kâğıt cam veya çakmaktan<br />

yapılmış mühre ile mührelenir. Kâğıt makası da yazı<br />

takımında mutlaka bulunması gereken önemli bir alettir.<br />

Eski dönemde mıstar, kâğıda yazının daha düzenli olmasına<br />

destek sağlamak için satır çizmek için de kullanılırdı. Çeşitli<br />

renklendirici veya koruyucu kimyasal katkılardan oluşan<br />

mürekkep, içerisine konduğu hokka (mürekkeplik) ve yazı<br />

altlığı (zîr-i meşk) da hat sanatının başlıca malzemeleri arasındadır.<br />

as a measure have been named with the names “aslî” and<br />

“mevzun hat”. The first Islamic script, the kufic script, has<br />

been utilised abundantly until the dissemination of aklâm-ı<br />

sitte (sülüs, nesih, muhakkak, reyhâni, rikâ ‘, tevkî’). An eminent<br />

Arabic vizier and calligrapher Ibn Mukle is known to be<br />

the first determined the measures of the script and created<br />

a system. The “talik”, “nesta”, “divanî”, “celî divanî”, “rik’a”,<br />

“tuğra” and “siyat” which developed in different styles are<br />

also considerable types of script.<br />

Turks’ cruiosity about art of calligraphy had begun along<br />

with their acceptance of Islam. The influence of Ibn al-<br />

Bawvâb in the Anatolian geography continued for three<br />

centuries. The style of Yâkut-ı Musta’sımi’s, who is said<br />

to be from Amasya, has been formed within the concept<br />

of Seljukian art and reached a substantial and advanced<br />

stage. Sheikh Hamdullah, who grew up in the 15th century<br />

in Amasya, produced some more beautiful calligraphics<br />

by making some changes in the rules set by Yâkut-ı Musta’simî.<br />

The style and mentality of Sheikh Hamdullah, the<br />

founder of the Turkish art of calligraphy, lasted until the 17th<br />

century except for the followers of the Karahisarri school.<br />

Other great calligraphers of this period are Ahmed Karahisar<br />

and Hafiz Osman. Razim Efendi in the 19th century and<br />

Kazasker Mustafa Izzet Efendi in the 19th century are known<br />

to be the craftsmen of their own periods. Sâmi Efendi is also<br />

accepted to be our famous calligrapher, especially attracting<br />

the attention with his celî script style (It is a term used<br />

for writings of 4 to 5 millimeters wide.) especially at the end


Bu malzemeleri kullanan hattatlar, medeniyetimizi şekillendiren<br />

ve günümüze kadar devam etmesine katkı sağlayan<br />

mühim eserler kaleme almışlardır. Resmî dairelerde<br />

yazı işiyle uğraşan kişilerin oluşturduğu “kalemiyye” sınıfı<br />

da yine yazı, hat ve kalemi kullanan gruplardandır. Kalem ve<br />

yazı; kitabı, kitab da ihtiva ettiği bilgiler sayesinde medeniyeti<br />

oluşturmuştur.<br />

Hat sanatı ile ortaya koyulan birçok eser vardır ki bunları<br />

şöyle sıralamak mümkündür:<br />

1. Kitaplar: Hat sanatının İslam coğrafyasında ve kültüründe<br />

böylesine itibar bulmasının asıl nedeni Kurân-ı Kerîm’dir.<br />

Kur’an’ a duyulan saygının bir yansıması olarak hat ve hat<br />

sanatı önemli gelişmeler katetmiştir. Dünya üzerinde çeşitli<br />

müze, kütüphane ve koleksiyonlarında Kur’an’ın değişik<br />

hat şekilleriyle yazılmış birçok örneği bulunmaktadır. Yine<br />

hüsn-i hatla yazılmış birçok seçkin hadis mecmuası örnekleri<br />

de vardır.<br />

Bu gruba dahil edebileceğimiz diğer türler ise divanlar ve<br />

şiir mecmualarının yanında dinî olmayan yazma kitapların<br />

en geniş kesimini oluşturan eserlerdir. Bu eserlerden bazıları<br />

nakledilen hadiseleri tasvir eden minyatürlerle süslenmiş<br />

olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />

2. Murakka: Çeşitli şekillerde bezenmiş kıtaların bir araya<br />

getirilip ciltlenmesiyle hazırlanan albümlere denir.<br />

3. Tomar: Dikdörtgen biçimindeki mukavvaya yapıştırılmaof<br />

the 19th century and at the beginning of the 20th century.<br />

Such calligraphers like Tuğrakeş İsmail Hakkı Altunbezer,<br />

Necmettin Okyay, Kamil Akdik and Emin Barın are the figures<br />

that continued calligraphy in the 20th century.<br />

In order to produce calligraphic arts and to yield valuable<br />

works, it is essential that the materials used in calligraphy<br />

should be high quality. In this art mostly kamış (Kamish<br />

(reed) pen, cava pen (Java pen: Made from a type of Javanese<br />

thorngrass, the pen is renowned for its hardness and<br />

ability to retain a sharp edge ), kargı (obtained from the<br />

reed used in the construction of nay, due to having a harder<br />

structure than the other reeds), menevişli (wavy: stained<br />

yellowish-brown reeds that are not subjected to amendment<br />

due to hardness and appear to be a spontaneous tiger<br />

post) and wooden pen (a broader tip pen made of hard<br />

and solid wood, in case of insufficiency of bamboo and kargı<br />

pen ) are most widely preferred to use. A sharpener is a sort<br />

of knife used to make a reed into a pen. The tool in a flat<br />

shape, having a cut off upper part in order to sharpen pencil<br />

tip is called “makta”. In calligraphy, the painting of the papers<br />

with vegetative dyes, the smoothening of the eggs or<br />

starch is applied according to the type of paper. This paper<br />

is glazed with a mühre (burnisher) made of glass or lighter.<br />

Paper scissors are also a needful tool that must be found in<br />

writing equipment. In the old days, Mistar (marking board,<br />

for marking lines on a page for calligraphy without drawing<br />

onto the paper.), was also used to draw lines to provide<br />

support for more straight writing on paper. The ink, which<br />

consists of various coloring or protective chemical additives,<br />

the hokka (inkwell) and the writing pad (zir-i mesk)<br />

are among the major materials of calligraphy.<br />

Calligraphers who use these materials have written enduring<br />

craftworks that shaped our civilization and contributed<br />

to continuing it until the day. In the governmental agencies,<br />

the official title “clerk”, comprised mainly of the people who<br />

engage in writing issues is also among the groups that use<br />

writing, calligraphy and pen. The Pen and the writing both<br />

have formed the book, the book has also correspondingly<br />

established the civilization by means of the information it<br />

contains.<br />

There are many works of art created within the concept of<br />

art of calligraphy and it is possible to list them as follows:<br />

1.Books: The main reason why calligraphy has acquired such<br />

a reputation in Islamic geography and culture is the Holy<br />

Qur’an. As a reflection of the respect for the Qur’an, the art<br />

of calligraphy has progressed significantly. There are many<br />

examples of Qur’an written in diverse range of calligraphical<br />

forms still exist in various museums, libraries and collections<br />

all over the world. There are also many distinguished<br />

Book Arts<br />

365<br />

Kitap Sanatları


Common Heritage<br />

366<br />

Ortak Miras<br />

mış kıtaların birbirine yapıştırılıp tutturulması ile oluşan ve<br />

tomar (rulo) halinde sarıldıktan sonra deriden yapılmış bir<br />

mahfazayla korunan hat eserleridir.<br />

4. Levha: Osmanlılarda usta hattatlarca hüsn-i hatla yazılıp<br />

çerçevelenerek çeşitli mekânlardaki duvarlarda ve koleksiyonlarda<br />

yer alan önemli eserelerdir. Böylece değerli eserlerin<br />

hem okunması hem de seyredilmesine imkân sağlamıştır.<br />

5. Hilye: Kültürümüzde ilk örnekleri Hâfız Osman tarafından<br />

yazılan hilyeler, Hz. Peygamber’in fiziki ve ahlaki vasıflarını<br />

kelimelerle anlatan levhalardır.<br />

6. Cami Yazıları: Camilerde bir süsleme ve güzel görüntü<br />

oluşturmak gayesiyle mihrap, minber ve duvar gibi farklı<br />

yerlere yazılan ayetler bulunmaktadır. Bu yazılar bazen<br />

mermere bazen de çinilere işlenerek uygulanmaktadır.<br />

Cami duvarını veya kubbe kasnağını çepeçevre saran kuşak<br />

yazısıyla kubbeyi ve yarım kubbeleri doldurup süsleyen<br />

kubbe yazısı da hep celî sülüsle yazılır.<br />

7. Kitabeler: Cami, medrese, tekke, mektep, han, çeşme,<br />

kale, mezar taşı, hamam, sebil, kütüphane gibi herhangi bir<br />

âbidenin ekseriya dış, bazan da iç cephesinde yer alan veya<br />

nişan taşı, mezar taşı gibi bir dikilitaş üzerindeki yazılara kitabe<br />

denmektedir. Çoğunlukla, bulunduğu bina veya adına<br />

dikildiği şahısla ilgili bilgiler ihtiva eden kitabelerin metinleri,<br />

devrin şairlerince kaleme alınır, sonra da bir hat üstadına<br />

examples of hadith prints written in calligraphy.<br />

Other types we can include in this group are the divans (In<br />

Persian, Turkish and other languages the term diwan (divan)<br />

came to mean a collection of poems by a single author,<br />

as in selected works) and poetry books, as well as the widest<br />

sections of non-religious writing books. Some of these<br />

works of art are confronted as embellished with miniature<br />

paintings depicting the reported events.<br />

2. Murakka’: It is basically called “album” that prepared by<br />

gathering and binding decorated kıtas (particular single<br />

page calligraphic composition) in various forms.<br />

3. Tomar: They are the calligraphic works of art, formed by<br />

sticking and fixing the kıtas together that are unstuck to<br />

rectangular pasteboard and that are protected by a carefully<br />

produced leather sheat after being wrapped in rolls.<br />

4. Levha: (panels) Those are the precious objects which<br />

are written and framed by craftsmen in hüsn-i hat and displayed<br />

on walls and in collections in various places in Ottoman<br />

period. Thus, it makes it possible to read and look at<br />

precious works.<br />

5. Hilye: The first examples of our culture are the ones<br />

written by Hafiz Osman, they are the plates that describe<br />

the physical and moral characteristic of the Prophet Muhammed.<br />

6. Writings in Mosque: There are verses written in different<br />

interior places of mosques, such as mihrab (prayer niche<br />

showing the direction to Mecca), pulpit and wall in order<br />

to create an ornamentation and a beautiful image. These<br />

texts are sometimes applied to marbles and sometimes to<br />

tiles. Along with the girdle text that encircling around both<br />

the mosque wall and the rim of dome and the dome text<br />

spreading over and adorning the half domes are always<br />

written in jalî thuluth script.<br />

7. Inscrıptıons: The texts that existing especially exterior<br />

but also interior of any monuments such as mosque, madrasah,<br />

tekke (dervish lodge), school, inn, fountain, castle,<br />

tombstone, bath, water dispenser, library, or, the ones<br />

written on engraving stone, a tombstone, on an obelisk is<br />

called Inscription. Chiefly, texts of incriptions that contain<br />

information about the building in which they are located<br />

or about the personalities for whom they are erected, have<br />

firstly been written down by poets of that period, then been<br />

written in by a master of calligraphy. With the help of Ebced<br />

(“Abjad (Numerological) Calculations”, a method, based on<br />

the assumption that each letter in the Arabic alphabet indicates<br />

a numerological value, specifying a year in which an


yazdırılır. Manzumenin son bir veya iki mısraında da ebced<br />

yardımıyla o yılın tarihi düşürülür.<br />

TEZHİP<br />

Tezhip, tezyînatın veya bezeme sanatının kâğıt üzerine uygulanmış<br />

seklidir. Arapça altın demek olan “zehep” kelimesinden<br />

türemiştilmiş olan tezhip kelimesi, adını en önemli<br />

ana malzemesi olan altından almıştır. Yazma kitaplar, levhalar,<br />

murakkalar üzerine ezilerek fırçayla sürülecek hale<br />

getirilmiş olan altının ve çeşitli renklerin kullanılmasıyla<br />

gerçekleştirilen bir süsleme sanatıdır. Bu teknikle süslenen<br />

eserlere “müzehhep” eser denir. Tezhip yapan erkek<br />

ise “müzehhip”, hanım ise “müzehhibe”; tezhip yapılan yere<br />

“nakkaşhâne” veya “nakışhâne” denir ki bunlar da Türk İslam<br />

sanatının icrası ve uygulanması gibi alanlarda kullanılagelen<br />

kelime ve kavramlardır.<br />

Kitap sanatlarında en yoğun tezhipler; Kur’an-ı Kerim, Mesnevî,<br />

Muhammediye ve dua kitapları gibi dinî yazmalarda<br />

bulunur. Bunun yanında edebî eser olan divanlarda, ilmî<br />

yazmalarda, Hilye-i Şeriflerde, murakkalarda, kıt’alarda,<br />

levhalardaki celî yazı kenarlarında da tezhip sanatı ile karşılaşılır.<br />

Ayrıca sultanlar ve diğer devlet büyükleri için yazılmış<br />

ya da onlara sunulmuş eserlerde de çok önemli sanat<br />

numunesi müzehhep eserlere rastlamak da mümkündür.<br />

Bilhassa Kur’an-ı Kerim’lerin yazılmış şekli olarak bilinen<br />

mushaflarınzahriye sayfaları, ser levhaları, ünvan sayfaları,<br />

sûre başları, güller, ketebe veya hatime sayfası en yoğun, en<br />

özenilerek yapılan tezhiplerin bulunduğu sayfalardır.<br />

İslâm’ın ilk yıllarındaki Kur’an’ın yazılması ve yazılan sayfaların<br />

bir araya getirilme çabası, yerini sonraki yıllarda<br />

“Kutsal Kitap”ın daha güzel yazılarak mahir sanatkarlarca<br />

özenle oluşturulan ciltlerindeki motifler ve desenlerle süslenmesine<br />

bırakmıştır. Geç Emevi, erken Abbasi Dönemi’nde<br />

8.-10. yüzyıllar arasında istinsah edilen Kur’an nüshalarından<br />

anlaşılacağı üzere, sayfaları tezhiple bezeme geleneğinin,<br />

kutsal kitabın sayfalarında başladığı söylenebilir. 11.-12.<br />

yüzyılda Büyük Selçuklu coğrafyasında hazırlanmış değişik<br />

boyutlardaki Kur’an nüshaları, İslam tezhip sanatının erken<br />

Orta Çağ örneklerini barındıran eserlerdir.<br />

Osmanlı sanatının bir ekol niteliğini yansıtan ilk önemli ve<br />

olgun dönemi Fatih Sultan Mehmet’in saltanat yıllarına<br />

rastlar.Fatih, “kitap”ınistinsahı ve bu faaliyetin belli bir kalitede<br />

olabilmesi için Topkapı Sarayı’nda bir nakışhane kurarak<br />

Edirne ve Anadolu’dan en iyi hattat, müzehhib, nakkaş<br />

ve mücellitleri burada görevlendirmiştir. Fatih devri nakışhânesinin<br />

ilk ser-nakkaşı olan Özbek asıllı Baba Nakkaş,<br />

Osmanlılarda yeni bir tezyînî üslûbun sahibi olarak devrine<br />

damgasını vurmuştur. Sultan II. Bayezid döneminde değişen<br />

sayfa yapısı ve kompozisyon anlayışıyla birlikte, üslûevent<br />

took place, with meaningful sequences arranged by<br />

selecting from letters) in the last or second last verses of<br />

the poetry, the date of that year is noted down.<br />

ART OF ILLUMINATION AND GILDING<br />

Art of illumination is basically, the executed form of ornamentation<br />

on to paper. The word “tezhip-gilding”, derived<br />

from the word “zehep” which means gold in Arabic is named<br />

after gold, the most important main material. That is an<br />

art of ornamentation applied to manuscripts, panels and<br />

murakkas, by using gold and various colors, which are made<br />

to be available for brushing in the wake of being crushed.<br />

The works of art adorned with this technique are called<br />

“müzehhep (gilded, gilt)” works. The craftsman who produce<br />

illumination is “müzehhip (illustrator, gilder)” and the<br />

craftswoman is “müzehhibe”; the place where the illumination<br />

is practised is called “nakkaşhâne – nakışhane (paint<br />

house”) that these are the words and concepts used in the<br />

fields of the practice and application of Turkish Islamic art.<br />

The most extensive illuminations in book arts are found in<br />

religious manuscripts such as the Holy Qur’an, Mathnawi,<br />

Muhammadiyya, and prayer books. Furthermore, the art of<br />

illumination occurs in literary work diwans (divans), scientific<br />

manuscripts, Hilye-i Şerifs, murakkas, kıtas (particular<br />

single page calligraphic composition), on the panels, in the<br />

composition of frames in jali writings. It is also possible to<br />

encounter this very outstanding artwork of gilts written or<br />

presented to the sultans and other statesmen. In particular,<br />

the pages “Zahriye”, Heading , “Unvan” (If just top of<br />

the text, starting on the first right page is being illuminated,<br />

and the name of artwork is mentioned within gilt , this<br />

page is called the Unvan page.) beginnings of surah, Roses<br />

(rosettes), “ketebe” or “hatime” (Called “epilogue or afterword”<br />

in literatüre, last page in the manuscripts, that the<br />

author wrote prayer and mentioned the calligrapher and<br />

the gilder manuscript if any, after finishing the manuscript)<br />

are the pages of the Mushafs, known as the written form of<br />

the Qur’an, consist of gildings that produced in precise and<br />

intensive manner.<br />

Writing the Qur’an in the quite early period of Islam and the<br />

effort to conflate the written pages, evolved into another<br />

purpose that, writing the “Holy Book” more beautifully and<br />

ornamenting its binding with the motifs and patterns carefully<br />

by craftsmen in the following years. As is understood<br />

from the copies of Qur’an written in Late Umayyad, early<br />

Abbasi Period between 8th-10th century, it can be said that<br />

the tradition of illuminating and gilding the pages began on<br />

the pages of the Holy Book. Qur’an copies in various sizes<br />

reproduced in the 11th and 12th centuries within the Great<br />

Book Arts<br />

367<br />

Kitap Sanatları


Common Heritage<br />

368<br />

Ortak Miras<br />

bun, Fatih döneminde yapılan eserlerden daha farklı bir yol<br />

izlendiği görülür.<br />

II. Bayezid devrinde başlayan klâsik üslûbun en parlak devri<br />

Kanuni Sultan Süleyman’ın saltanatı süresince devam<br />

etmiştir. Bu dönemin önde gelen ismi, saray nakışhanesibaşnakkaşıŞahkulu’dur.<br />

17. yüzyıl Osmanlı tezhip sanatı<br />

için genel kabul “1600-1650” yılları arasındaki klasik üslûp<br />

özelliğinin kısmen devam ettirildiği yönündedir. 18. yüzyılda<br />

Batı’nın barok ve rokoko tarzlarının süsleme beğenisi ön<br />

plana çıkmıştır. Tezhip ve lâke üstadı olan “Ali Üsküdari” ve<br />

çiçek ressamı olarak bilinen “Abdullah Buhari”nin yapmış<br />

olduğu eserler, Osmanlı beğenisinin 18. yüzyılda son temsilcisi<br />

olmuştur. 18. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı’ya<br />

kapılarını açmasıyla, her şeyde olduğu gibi, süslemede<br />

de değişiklikler olmuştur. Batı’nın oluşturduğu sanat anlayışı,<br />

bölgesel karakterlerle karışarak “Türk Rokokosu” adı<br />

verilen yeni bir üslûbun doğmasına yol açmıştır. Başlangıcı<br />

III. Ahmet dönemine rastlayan bu değişimler, 19. yüzyılın<br />

sonuna kadar devam etmiştir. 19. yüzyıl ortalarında ise aşırılığa<br />

varan biçimlere ve doymamış renklere kapılan tezhip<br />

sanatı, çirkinleşmiş ve benliğini yitirmiş hâle gelmiştir. 19.<br />

yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başlarında tezhip sanatının devamlılığı<br />

ve bu sanatın eğitimi ile ilgili çalışmalar yapılmıştır.<br />

1882’de kurulan “Sanayi-i Nefise Mektebi”ndetezyînî sanat<br />

eğitimi yeniden başlamış, kısa bir aradan sonra 1915 yılında,<br />

Bâb-ı Âlî caddesi üzerindeki tarihîSıbyan Mektebi binasında<br />

“Medresetü’l-Hattâtîn” adıyla faaliyete geçmiştir. Medresetü’l-Hattâtîn,<br />

geleneksel sanatlarımızın günümüze kadar<br />

devamında büyük rol oynamıştır. Tezhip sanatının kaybolmaması<br />

ve günümüze aktarılması konusunda İsmail Hakkı<br />

Altunbezer (1882–1944), Rikkat Kunt (1903–1986), Muhsin<br />

Demironat (1907–1983) ve Dr. Süheyl Ünver (1898–1986)<br />

gibi değerli hocaların kişisel gayretleri ve onların yetiştirdikleri<br />

öğrencilerin önemli rolü olmuştur. 20. yüzyılın tezhip<br />

sanatı, motif ve desen bakımından 16. yüzyılın klasik devri<br />

örnek alınarak oluşturulmuştur.<br />

Kitaplarda uygulanan tezhip şekilleri ve yerleri kitabın önemi,<br />

içeriği, sahibi gibi farklı sebeplerle muhtelif yerlerle ve<br />

formlarda yapılmaktadır.<br />

Zahriye Tezhibi: Yazma eserlerde esas metinden önce eserin<br />

kime ait olduğu, kimin için yazıldığı yada temellük kitabesi<br />

denilen yazının bulunduğu sayfalara zahriye denmektedir.<br />

Bu ifadelerin yazılmış olduğu sayfaya yapılan süslemeye<br />

de zahriye tezhibi denmektedir. Ancak bu sayfalara yapılan<br />

tezhip, her yazma eserde olan bir durum değildir. Selçuklular<br />

Devri’nde, Kur’an-ı Kerim hariç zahriyelerde eğer kitap<br />

makam mevki sahibi bir kişiye aitse onun adı zahriyede yer<br />

alırdı. Tezhip ustaları zahriyekısmına uyguladıkları süslemeye<br />

ayrı bir özen gösterirlerdi. Tarihî süreç içerisinde farklı üs-<br />

Seljuk geography are the works of art embracing early medieval<br />

examples of Islamic illumination art.<br />

The first important and mature period that reflects the nature<br />

of Ottoman art as a school coincides with the sultanic<br />

years of Fatih Sultan Mehmed (Mehmed the Conqueror).<br />

He established a Painting House in Topkapı Palace with a<br />

view to providing a certain quality in copying activity for<br />

the “book”, and then for this purpose, assigned the best<br />

calligraphers, gilders, nakkaşs (painters) and bookbinders<br />

from Edirne and Anatolia at the Palace. Of Uzbek descent<br />

Baba Nakkaş, the first chief painter of the painting house<br />

of Mehmed the Conqueror, left his mark upon his time as<br />

the owner of new ornamental style in the Ottoman Empire.<br />

Along with the variation on mentality of page form and<br />

composition in the period of Sultan Bayezid II, it is seen that<br />

the style pursued a different trend from the works made<br />

during the period of Mehmed the Conqueror.<br />

The heyday of the classical style that commenced at the<br />

time of Bayezid II, Kanuni continued during the reign of Sultan<br />

Suleiman the Lawgiver. The leading name of this period<br />

is the head of the palace embroidery Şahkulu. The leading<br />

name of this period is the chief painter of painting house at<br />

of the palace Şahkulu. The leading name of this period is<br />

the head of the palace painting haouse, Şahkulu. General<br />

acknowledgement about the Ottoman illumination and<br />

gilding art in the 17 th century is that the classical stylistic<br />

feature between the years “1600-1650” is partly maintained.<br />

In the 18th century, the preference of the baroque<br />

and rococo styles of the Western World stands in the forefront.<br />

The craftworks made by “Abdullah Bukhari”, known<br />

as the master of illumination and lyce, and “Ali Üsküdari”<br />

and known as the flower painter, became the last representatives<br />

of the Ottoman likes in the 18th century. With<br />

the opening of the Ottoman Empire’s doors to the Western<br />

World in the 18th century, there have been changes in the<br />

ornamentation as well as everything else. The concept of<br />

art created by the Western World has mixed with regional<br />

characters and led to the birth of a new style called “Turkish<br />

Rococo”. Origin of these changes which coincided with the<br />

Ahmet III period continued until the end of the 19th century.<br />

But in the mid-nineteenth century the art of gilding and illumination,<br />

which has been fascinated by commited excesses<br />

in forms and unsaturated colors, has become ugly and<br />

lost its identity. At the end of the 19th and at the beginning<br />

of the 20th century, there were some studies done about<br />

the continuity of the art of illumination and the training of<br />

this art. The training of decorative arts was started again in<br />

“Sanayi-i Nefise Mektebi” (School of Fine Arts) which was<br />

established in 1882, a short while later, in 1915, it swung into<br />

action with the name of “Medresetü’l-Hattatîn” (Madrasah


Kitap Sanatları<br />

Book Arts<br />

369


Ortak Miras<br />

Common Heritage<br />

370


Kitap Sanatları<br />

Book Arts<br />

371


Common Heritage<br />

372<br />

Ortak Miras<br />

lûplarda ve kitapların ebadına uygun biçimde farklı şekillerde<br />

uygulanan bu bezemelerin dikdörtgen madalyon beyzî,<br />

mekik kare şeklinde örnekleri vardır.<br />

Serlevha Tezhibi: Yazma eserlerde asıl konunun metninin<br />

başladığı kısma yapılan süsleme işine serlevha tezhibi<br />

denmektedir. Zahriyede görülen bezemelerden sonra en<br />

gösterişli süslemeler burada karşımıza çıkmaktadır. Yine<br />

bu kısımda da eserin önem ve sahibine göre süsleme yapılmaktadır.<br />

Dîbâce adı verilen bu kısımdaki tezhip, metnin<br />

başladığı ilk sayfada ve sadece yazı alanının üzerinde yer<br />

alıyorsa bu sayfaya unvan sayfası denir.<br />

Bölüm Başı Tezhibi: Yazma eserlerde fasıl ya da bahir olarak<br />

adlandırılan bölümlerin başında bulunan, mushaflardaise<br />

sûre başlarında bulunan tezhipli olarak süslenmiş alanlardır.<br />

Mushafların bu kısımlarında sûrelerin isimleri, nâzil oldukları<br />

yer, âyet sayısı, Mekki/Medeni oldukları ve kaçıncı<br />

sûre olduğu bilgisi yazılıdır. Önceleri ölçüsüz ve sadece bir<br />

dikdörtgenle yapılan bu alanın tezhibi daha sonraları yerini<br />

daha sade ve ölçülü desenlere bırakmıştır.<br />

Satırarası Tezhibi: Yazma eserlerde ve hat levhalarında<br />

satırlar arasında kalan boşlukların bezenmesiyle eserlere<br />

zenginlik ya da değer katmak gayesiyle yapılan süslemelerdir.<br />

Hat levhalarında daha çok üç nokta şeklinde yapılan bu<br />

süsleme ferman, berat, menşur gibi Dîvân-ı Hümâyun’dan<br />

çıkan ve bezenmesine gerek duyulan resmî yazılarda desen<br />

ve figürleden oluşmaktadır. Fermanlarda tezhip daha çok<br />

of Calligraphy) on the historic Sıbyan Mektebi (general classification<br />

for primary schools made in Ottoman period) on<br />

the Bâb-ı Âlî street. The Medresetü’l-Hattâtîn played a key<br />

part for our traditional arts to be still extant. With regard to<br />

preventing the art of illumination from disappearance and<br />

the transfering it to the present, artistic endeavors of the<br />

past masters like İsmail Altı Altbezer (1882-1944), Rikkat<br />

Kunt (1903-1986), Muhsin Demironat (1907-1983) and Dr.<br />

Ismail. Suheyl Ünver (1898-1986) and as well as their students<br />

have played a crucial role. The art of illumination of<br />

the 20th century was created by taking the classical period<br />

of the 16th century as an example in terms of motifs and<br />

patterns.<br />

The forms and places of illumination applied in books are<br />

fulfilled in various places and forms<br />

in consequence of different reasons such as importance,<br />

content, author of the book.<br />

Zahriye Illumination: In manuscripts, the pages before the<br />

main text, including information about the work of art that<br />

to whom it belongs to, written for whom also known as<br />

“Bookplate” (or Ex libris) are called zahriye. Then the ornamentation<br />

applied to that pages is called zahriye illumination.<br />

However, every application of illumination and gilding<br />

in that pages is not the case that it is in each manuscript. In<br />

the Seljukian period, except the Qur’an, if the book belongs<br />

to a person who is holding a senior position, his name takes<br />

place in the zahriye. The craftsmen would show special attention<br />

to the ornamentation they applied to the zahriye<br />

section. The illumination craftsmen used to be scrupulous<br />

about performing ornamentation they applied to the zahriye<br />

section. In the historical process, these ornamentations,<br />

applied in different styles and forms suited to the size of the<br />

books have the examples in rectangular, medallion, elliptical,<br />

square shape.<br />

Serlevha (Title Page) Illumunatıon: In manuscripts, the<br />

embelishments applied on the part where the original text<br />

starts are called Serlevha (Title Page) Illumunation. After<br />

the ones that exist in the zahriye, the most spectacular ornaments<br />

are found in here. Also in this part ornamentation<br />

is made performed to the importance and author owner of<br />

the work. If the gilding in this section, called Dibâce (preface),<br />

takes place on the first page in which text starts and<br />

also above the text area, this page is called ünvan (title )<br />

page.<br />

Chapter Heading Illumination: These are the spaces that ornamented<br />

by illumination and gilding at the beginnig of the<br />

cahpters known as “fasıl” or “bahir”in manuscripts, while in<br />

Mushafs (Qur’ans) at the beginnig of surahs. In these parts


tuğranın iç bölümlerinde veya etrafında ya da üst kısmına<br />

doğru üçgen şekli oluşturacak tarzda da olabilir. Satırarası<br />

tezhip uygulamalarının nadide örneklerini hilye-i şerife bezemelerinde<br />

de görmek mümkündür.<br />

Mushaf Gülleri: Mushaflarda yazı alanının dışındaki boşluklara<br />

okuyan/yazan kişiye kolaylık sağlanması için sûrelerin<br />

bölünmesinde hamse, aşere; cüzlerin bölünmesinde hizip,<br />

nısıf, cüz; secde edilmesi gereken yerleri işaretlemede<br />

secde ibaresi yazılı olan tezyinî madalyonlara Mushaf gülü<br />

denmektedir. Bunların farklı geometrik şekillerde yapılmış<br />

bir çok örneği yazma Kur’an’larda yer almaktadır. Mushaf<br />

güllerinin ait olduğu dönem ve üslûba göre çok farklı biçimleri<br />

bulunmaktadır. Aynı sayfa içinde birden fazla mushaf<br />

gülü olduğu zaman ustalar aynı eksen üzerinde tığlarla bu<br />

gülleri birleştirme yoluna gitmişlerdir.<br />

Mushaf Gülleri:<br />

1. Hamse Gülü: Sayfaların kenar boşluklarına satırın hizasında<br />

her beş ayette bir yerleştirilen tezyinî madalyonlardır.<br />

2. Aşere Gülü: Sayfanın kenar boşluğuna satırın hizasında<br />

her on ayette bir yerleştirilen tezyinî madalyonlardır. İlk dönemlerde<br />

on ayetlik bölümlerin sonuna Arapça “on”demek<br />

olan “aşr” kelimesinin ilk harfi olan “ayın” konulurken sonradan<br />

bu ayın harfi yerine harfle birlikte tezyinî aşere gülleri<br />

kullanılmaya başlanmıştır.<br />

3. Hizip Gülü:Kur’an cüzlerinin dörtte birini yani beş sayfalık<br />

bölümünü göstermek amacıyla bu yerlerin başına yerleştirilen<br />

tezyinî madalyonlardır.<br />

4. Nısf Gülü:Kur’an cüzlerinin her birinin yarısını işaret etmek<br />

için bu yerlerin başına konan tezyinî madalyonlardır.<br />

Bu bezemeler yarım cüzü ifade etmek için yatay veya dikey<br />

eksen üzerinde yarıdan bölünmüş şemse biçiminde desenlerden<br />

oluşmaktadır.<br />

5. Cüz Gülü:Kur’an cüzlerinin her birinin başladığı yeri işaret<br />

etmek amacıyla yapılan tezyinî madalyonlardır.<br />

6. Zahriye Gülü: Zahriye sayfalarının tezhibine bitişik halde<br />

sayfa boşluğuna yatay olarak yerleştirilen tezyinî madalyonlardır.<br />

7. Serlevha Gülü: Serlevhanın uzun kenarının ortasına bitişik<br />

olarak yerleştirilerek yatay eksen üzerine daire, yarım daire<br />

ya da armudî biçimde yerleştirilen tezyini madalyonlardır.<br />

8. Sûre Başı Gülü: Sûre başı tezhibine bitişik veya bezemesizsûre<br />

başlarında sayfa kenarında yatay şekilde yerleştirilen<br />

tezyinî madalyonlardır.<br />

9. Hâtime Gülü: Hâtime sayfası tezhibine bitişik olarak yatay<br />

of the Mushafs, information about the names of the surahs,<br />

the place they were revealed, the number of verses, whether<br />

they are Macci or Madani (used to refer to the verses and<br />

suras of Qur’an, as Mecca and Medina were the two places<br />

in which most of the Qur’an has been revealed in) and the<br />

number of surahs are written down. While the illumination<br />

of this area previously used to be made without measure<br />

and with only one rectangle, afterwards left its place to a<br />

more simple and meticulous design.<br />

Illumination of Line Spacing : In order to enrich the work of<br />

art or add value, this is an ornamentation made by means<br />

of embellishing the spaces between lines in manuscripts<br />

and calligraphic panels. This form of ornamentation, mostly<br />

made in shape of three points on calligraphic panels is<br />

composed of patterns and figures that they took place in<br />

official documents of the Dîvân-ı Hümâyun (imperial council)<br />

and, such as ferman (edict), berat (charter, diploma),<br />

menşur (The name of the special charters given by the sultan<br />

in the Ottoman State regarding the appointment of high<br />

rank officials such as vizier) needed to be embellished. The<br />

gilding in fermans have been generally applied inner side<br />

of the sultan’s signature (tuğra), or around of it, or done<br />

in the style that will form a triangle toward the top of that.<br />

It is also possible to see the rare examples of line spacing<br />

illumination practices in the gilded hilye-i şerif (denotes a<br />

religious genre of Ottoman Turkish literature, dealing with<br />

the physical description of Prophet Muhammad).<br />

Mushaf (Qur’an) Roses: For the convenience of the reader/writer,<br />

the ornamental medallions designed on blank<br />

spaces outside of written part of the page including the expressions<br />

such as; “hamse”, “aşere” (in the division of the<br />

surahs,), “hizip” “nısıf” “cüz” (in the division of cüzs), “secde”-prostration<br />

(where prostration should be performed)<br />

in the mushafs are called Mushaf Roses. Many examples<br />

of these made in different geometric forms are in manuscript<br />

version of the Qur’an. There are many different forms<br />

of Mushaf Roses according to the period and style in which<br />

they belong to. In case of more than one mushaf rose in the<br />

same page, the craftsmen preferred to combine these roses<br />

with tığ motifs (the outward arrow pointed spikes of the<br />

ornamental motifs in gilding and illumination) on the same<br />

axis.<br />

Mushaf Roses (rosettes):<br />

1-Hamse Rose : They are the ornamental medallions placed<br />

after every five verses aligned with line and in the margins<br />

of the pages.<br />

2.Aşere Roses: They are the ornamental medallions placed<br />

after every ten verses aligned with line and in the margins<br />

Book Arts<br />

373<br />

Kitap Sanatları


Ortak Miras<br />

Common Heritage<br />

374


eksen üzerinde sayfa boşluğuna yerleştirilen kare veya dikdörtgen<br />

şeklindeki tezyinî madalyonlardır.<br />

10. Secde Gülü:Kur’anda geçen on dört secde âyetinin hizasında<br />

sayfanın kenar boşluğuna yapılan tezyinî madalyonlardır.<br />

Bunlardan başka yazma eser ve Mushaflarda hâtime tezhibi,<br />

ferağ katdı gibi ibareler de yine tezyini motifler içerisinde<br />

ele alınmaktadır.<br />

CİLT VE CİLTÇİLİK<br />

Bilgi ve sanatı kaplayan sanat olan ‘ciltçilik’, Türk sanat tarihinde,<br />

eski kitapçılık sanatlarımızın başında gelir. Kitap zevkini<br />

kazandırmak bakımından çok kuvvetli bir kültür hizmeti<br />

gören bu sanatın tarihi çok eskiye dayanır .<br />

1. Cilt, kitap ya da dergi yapraklarının dağılmasını önlemek<br />

için yapılmış kap.<br />

2. Yazma ve basma kitapların yapraklarının yıpranmaması<br />

ve dağılmadan saklanması için birbirine dikilerek koruyucu<br />

kapaklar içine yerleştirilmesi sanatı.<br />

3. Cilt, bir mecmua veya kitabın yapraklarını dağılmaktan<br />

korumak ve sırasıyla bir arada toplu olarak bulundurmak<br />

için ince tahtadan, deriden veya üzerine deri, kâğıt ve bez<br />

gibi şeyler kaplı mukavvâdan yapılan kaplara denir.<br />

4. Kitaba geçirilen deri, bez veya kâğıtla kaplanmış kap.<br />

5. Bir mecmua veya kitabın yapraklarını dağılmadan ve sırası<br />

bozulmadan bir arada tutabilmek için yapılan koruyucu<br />

kapağa cilt (cild) denilmekte, Arapça “deri” anlamına gelen<br />

bu ismin genellikle ciltlerin bu işe en uygun malzeme olan<br />

deriden yapılmaları sebebiyle verildiği bilinmektedir .<br />

6. Teclid (ciltleme) işini yapanlara ise mücellid (ciltçi) denilmiştir.<br />

7. Cilt ve ciltçilik, yazılı eserlerin saklanmasında ve korunmasında<br />

büyük yeri olan kitapçılık sanatlarındandır.<br />

Cilt ve ciltçiliği bu tanımlar, yapılan araştırmalar ve bugüne<br />

dek oluşan bilgi birikimi ışığında tanımlayacak olursak, eser<br />

içindeki bilgileri daha düzenli sunmak ve korumak, yazıldığı<br />

dönemden ileri dönemlere aktarabilmek ulaştırabilmek<br />

için yapılan, sanatlı olanlarında; yapıldığı dönemin sanat<br />

zevklerini yansıtarak bizlere kadar getiren kitabın koruyucu<br />

kapaklarıdır, denilebilir. Cildin kökeni Arapçadaki deri manasına<br />

gelmekte olsa da daha sonraki devirlerde deriden<br />

yapılmayan kapaklarda da cilt ve ciltleme kavramı kullanılagelmiştir.<br />

of the pages. In the early periods, while the “ayın, first letter<br />

of the word “aşr”, which means “ten” in Arabic used to be<br />

placed at the end of the ten sections, later on, along with<br />

this letter the ornamental aşere roses were begun to be<br />

used instead of the letter “ayın”.<br />

3.Hizip Rose: These are the ornamental medallions placed<br />

at the beginning page of the sections, which indicates one<br />

fourth of, i.e. a five-page section of every Qur’an Juzs (Thirty<br />

divisions of the Qur’an).<br />

4. Nısf Rose: In order to indicate the half of each of the<br />

Qur’anic Juz, these are the ornamental medallions placed at<br />

the beginning page of these sections. These ornaments are<br />

composed of divided ornamental sun-like figure (şemse)<br />

on the horizontal or vertical axis to represent half the juz.<br />

5. Juz Rose: These are the ornamental medallions that designed<br />

to indicate the place where each of the Qur’an juz<br />

begins.<br />

6. Zahriye Rose: The ornamental medallions, that applied<br />

adjacent to the illumination and gildings of the Zahriye<br />

pages or horizontally to the blank sheet of the page.<br />

7. Serlevha (Title) Rose: They are ornamental medallions,<br />

that along with being adjacent to the middle of long side of<br />

the title, placed on a horizontal axis in a circle or in a pear<br />

shape.<br />

8. Surah Headings Rose: These are ornamental medallions,<br />

that placed whether adjoining the ornamentation of the<br />

surah heading illumination and gilding, or, horizontally on<br />

the margin of the page and at the heading without illumination.<br />

9. Hâtime (epilogue) Rose: These are ornamental square<br />

or rectangular medallions, that applied along with adjacent<br />

to the Hâtime page, also on the horizontal axis blank sheet<br />

of the page.<br />

10. Secde (prostration) Rose: The ornamental medallions<br />

that applied aligned with the fourteen prostration verses in<br />

the Qur’an on margin of the page.<br />

Other than these, concepts like hatime (epilogue) and ferağ<br />

kaydı (colophon) illumination are also handled in the<br />

scope of ornamental motifs in mansucripts and Qur’ans.<br />

BINDING AND BOOKBINDING<br />

The Bookbinding, known as the work of art that covers the<br />

knowledge and art, has been of the first book arts in the history<br />

of Turkish art. The history of this art which has a very<br />

Book Arts<br />

375<br />

Kitap Sanatları


Common Heritage<br />

376<br />

Ortak Miras<br />

Türklerde deri işlemeciliği, zamanla büyük bir gelişme göstermiş<br />

ve ciltçilik ayrı bir sanat haline gelmiştir. Çanta, silah<br />

kılıfı, bel kemeri, cilt gibi çeşitli eşyalar deriden yapılmış son<br />

derece güzel eserler verilmiştir.<br />

Geleneksel kültür ve değerlerin gelecek kuşaklara aktarılmasında<br />

çok önemli bir yere sahip olan yazmalara büyük<br />

önem vermiş olan Türkler, cilt işlerine adeta kutsal denecek<br />

bir sevgi gösterirlerdi. Çünkü ortaya koyulan eserlerin hepsi<br />

dinî muhtevalı ve dinî gelenekle kaleme alınmış eserlerdi.<br />

Dönem içerisinde, Kur’an-ı Kerim’ler, hadis kitapları, tasavvufi<br />

eserler başta gelmekteydi. Bunun dışında kaleme alınmış<br />

olan diğer divan ve mesnevi gibi eserler de zaten yine<br />

bu kaynaklardan yani Kur’an ve hadislerden beslendiği için<br />

yazma eserler her dönem bir saygı ve ihtimamla karşı karşıya<br />

idi. Cilt ustaları, bu duygu ve hassasiyet eşliğindeKur’ân<br />

ve yazma ciltlerini büyük bir heyecanla yaparlardı. Onların<br />

saygı ve hürmet içeren bu çalışmaları bir cilt üstündeki çalışmasının<br />

bazen aylarca sürmesine neden olurdu.<br />

Ciltler yapılış tekniği, kullanılan malzemelerine ve süslemeleri<br />

itibariyle birbirinden farklı özellikler göstermekte olup<br />

yansıttıkları üslûplar veya ait oldukları kültür alanlarının<br />

adıyla bilinmektedir.<br />

Cilt sanatı ve ciltçilik tarihsel gelişme süreci içinde bir çok<br />

üslûp ve teknikle Arap, Hatâyî, Memlûk, Mağribî, Rûmî, Türk<br />

gibi ismlerle günümüze kadar gelmiştir.<br />

1. Hatâyî: Bitkisel motif ve desenlerin tercih edildiği cilt üslûbu.<br />

2. Herat:Şîraz ve İsfahan’da Türk, Moğol ve İranlı ustalar tarafından<br />

Timurluların en büyük sanat merkezi olarak kabul<br />

edilen Herat’ta geliştirilmiş olan cilt üslûbu.Bu üslûbun en<br />

karekteristik özelliği; ciltlerde, şemselerle köşebentlerin<br />

içleri ve aralarında kalan boşluklar bitkisel motiflerle doldurulmuş<br />

olmasıdır. Yine bu ciltlerde insan, yılan, aslan, kuş<br />

gibi hayvan ve ejderha gibi canlıların yanında, zümrüdüanka<br />

benzeri efsanevî yaratık figürlerinin yerleştirilmiş olduğunu<br />

görmek mümkündür. Katı’ tekniğinin de kullanıldığı<br />

bu tarzda yapılmış ciltlere Timurlular,Celâyirli, Karakoyunlu,<br />

Akkoyunlu, Safevî ve erken dönem Osmanlı ciltleri arasında<br />

rastlanmaktadır.<br />

3. Arap: Ciltlerin derilerinin ve üzerlerinde bulunan işlemelerin<br />

biraz kaba olmasıyla dikkat çeken bu üslûp, tarihi süreç<br />

içerisinde Halep ve Şam bölgelerinde gelişmiştir. Bu üslûp<br />

üzerinde Uygur cilt tekniğinin etkili olduğu düşünülmektedir.<br />

4. Rûmî: Selçuklu Dönemi ve Moğol istilasından sonra Selçuklu<br />

tesiri altında Anadolu’da oluşan ve devam ettirilen İlstrong<br />

cultural function in terms of acquiring the pleasure<br />

of the book is predicated on very old times.<br />

1. Binding, a cover made to prevent book or magazine pages<br />

from spreading.<br />

2. The art of uniting the leaves of manuscripts and and printed<br />

books by stitching them together in a protective cover, in<br />

order to prevent them from wearing out and spreading out.<br />

3. In order to protect a magazine or book’s leaves from scattering<br />

and also to keep them collectively together, Binding<br />

is a sort of outer cover which is made of fine board, leather,<br />

or a card board bound in such materlails like leather, cloth<br />

or paper.<br />

4. An outer cover, (also generally known as, “book wrapper”<br />

or “dust wrapper”, and previosly known as “dust jacket” ) attached<br />

to the book block, encased in leather, cloth or paper.<br />

5. A protective cover, produced with a view to keep a magazine<br />

or a book’s papers together and to prevent them from<br />

disintegrating and disturbing pagination is called binding.<br />

This name (cild), which means “skin” in Arabic, is generally<br />

known to be due to the fact that the binding is the most<br />

suitable material made of leather for this work.<br />

6. The craftsmen engaged in bookbinding (teclid) are called<br />

“binder” (mücellit).<br />

7. Binding and bookbinding is among the book arts which<br />

has a substantial part in the storing and preservation of<br />

written works of art.<br />

If we define these definitions, “binding” and “bookbinding”,<br />

in accordance with the researches made and the information<br />

accumulated so far, it can be named as a “protective<br />

outer cover of book”, that produced to present and keep the<br />

information in the work of art more regularly, and to transmit<br />

it to the next periods from the written period, and, in the<br />

artistic ones; that transmitting and reflecting the artistic<br />

tastes of the period it was produced. Although the root of<br />

the concept “cild-binding” is in the sense of “skin” in Arabic,<br />

but in later periods, the concept of binding and book<br />

binding have been used for the covers which are not made<br />

of leather.<br />

Leather embroidery in Turks has made a great progress<br />

over time, and bookbinding has become an individual work<br />

of art. Various goods such as bag, weapon case, waist belt,<br />

and binding have been made of leather and fabulously gorgeous<br />

artifacts have been produced.<br />

The Turks, who attached a great importance to manuscripts


hanlı ve Anadolu beylikleri ciltçiliğidir.Memlük üslûbu olarak<br />

da bilinen cilt tekniğinin Memlük Türkleri taafından oluşturulmuş<br />

Arap Rûmî karışımı bir üslûp olduğu kabul edilmektedir.<br />

5. Mağribî: Arap üslûbuna benzeyen Endülüs, Sicilya ve<br />

Fas’ta gelişmiş olan bir cilt tarzıdır. İspanya ve Sicilya yoluyla<br />

Avrupa ciltçiliği üzrerinde de büyük tesiri olan bu üslûpta<br />

ağırlıklı olarak kahverenginin tonları ve siyah renkler hakimdir.<br />

Yuvarlak, girift geometrik şemseler ve cilt kenarlarında<br />

bulunan zencirek veya bordür bu tarzın önemli özelliklerindendir.<br />

7. Türk Üslûbu:Osmanlı ciltçiliğinin merkezi kabul edilen Diyarbakır,<br />

Bursa, Edirne, İstanbul gibi şehirlerde yapılan cilt<br />

tekniğinin adıdır. Lake cildinde içerisinde değerlendirildiği<br />

bu üslûp şükûfe, barok ve modern olmak üzere kendi içinde<br />

küçük farklılıklar gösteren başka alt üslûplara da ayrılmaktadır.<br />

8. Buhârâ-yıCedîd: Hatâyî, Dihlevî ve Avrupa üslûbu gibi birçok<br />

üslûbun özelliğini yansıtan ve bunların karışmasından<br />

meydana gelmiş olan bu üslûp cilt sanatının gelmiş olduğu<br />

son aşama olarak kabul edilmektedir.<br />

Cilt Çeşitleri<br />

Farklı dönemler ve coğrafyalarda farklı üslûblarlagelişmiş<br />

olan cilt çeşitlerini kullanılan malzeme ve süsleme tekniklerine<br />

göre ikiye ayırmak mümkündür. Malzemeye göre deri,<br />

kumaş, ebrulu, murassa‘ (mücevherli), lake; süsleme tekniğine<br />

göre şemseli, zilbahar, yekşah, zerduz, çârkûşe.<br />

1. Deri Cilt: Deri kullanılarak yapılan ve içerdiği motif ve tekniğe<br />

göre muhtelif şekilleri bulunan ciltler.<br />

Şemseli Ciltler: Adını üzerine yapılan şemse motifinden almış<br />

olan şemseli ciltler, şemsenin bezenme tarzına göre<br />

alttan ayırma, üstten ayırma, mülemma‘, mülevven, soğuk,<br />

müşebbek (katı‘) şemseli cilt gibi çeşitli isimlerle anılır. Bu<br />

şemselerin her birinin kendine has tekniklerle ortaya koyulthat<br />

have a very crucial position in transferring traditional<br />

cultures and values to future generations, had shown a<br />

love that would be almost sacred to their binding works.<br />

Because all of the manuscripts exhibited were including<br />

religious contents and written down by means of religious<br />

tradition. During the period, Holy Qur’an, hadith books,<br />

mystical works of art were among the ones in the lead. Apart<br />

from that, other written works such as Divan and Mathnawi,<br />

since they have already been fed from these sources, i.e,<br />

the Holy Qur’an and hadiths, the manuscrips were faced<br />

with respect and diligence in every period of time. Accompanied<br />

by this feeling and sensitivity, master binders used<br />

to produce the Holy Qur’an and the manuscripts bindings<br />

with a great enthusiasm. Their artistic works, which include<br />

respect and reverence, cause work on a binding sometimes<br />

to last for months.<br />

In terms of their application technique, used materials and<br />

embellishments, bindings have different characteristics<br />

and they are known by the name of the styles they represent<br />

or the culture areas they belong to.<br />

In the process of historical development in various styles<br />

and techniques, art of binding and bookbinding have extended<br />

up to date with the names such as Arabic, Hatayi,<br />

Mamluk, Maghribi, Rumi, Turkic.<br />

Hatâyî: The binding style in which the floral motifs and patterns<br />

are preferred.<br />

2. Herat: The binding style developed in both Herat, which<br />

is regarded as the biggest art center of the Timurids, and in<br />

Shirraz and Isfahan by Turkish, Mongolian and Iranian masters.<br />

The most characteristic feature of this style is that, in<br />

the bindings, interiors and the gaps between ornamental<br />

sun-like figure (şemse) and the brackets and in the spaces<br />

between them are filled with floral motifs. Again, in these<br />

bindings, besides livingthings like human and animals like<br />

snakes, lions, birds and creators like dragons, it is possible<br />

to see that the figures of the mythical creatures like the<br />

Phoenix are embroidered. The bindings made in this style,<br />

in which the technique Katı’ (is an ornamentation, in which<br />

the motif or shape on a piece of paper or leather is firstly engraved<br />

and removed, and finally pasted on another paper<br />

or leather.)is also used, are found among the Timurids, Jalayirids,<br />

Black Sheep Turkomans, White Sheep Turkomans,<br />

Safavids and early Ottoman period bindings.<br />

3. Arabic: This style, which attracts attention to the fact that<br />

the leather and embroidery used in bookbinding are a bit<br />

rough, has developed in the Aleppo and Damascus regions<br />

during the history. Uyghur binding technique is thought to<br />

be effective on this style.<br />

Book Arts<br />

377<br />

Kitap Sanatları


Common Heritage<br />

378<br />

Ortak Miras<br />

muş olup mahir sanatkarların ortaya koduğu nadide eserlerdir.<br />

Zilbahar Cilt: Adını halk arasında “kafes şemse” olarak da<br />

bilinen bir süsleme türünden alan bu cilt tekniğinde kapak<br />

üzerine ezilmiş varak altınla dört dilimli yaprak motifi<br />

ve parmaklık şeklinde çizgiler çekilmektedir.Cildin göbek<br />

kısmında veya zeminin tamamında bulunabilen bu bezeme<br />

tekniği sonraları, oluşturulan dikdörtgenlerin araları küçük<br />

yıldızlarla süslemek suretiyle kapaklara daha zengin görünüm<br />

kazandırılmıştır.<br />

Yekşah Cilt: Cildin üzerinden bulunan motiflerinyekşahadı<br />

verilen ucu sivri metal bir aletle bastırılmak suretiyle yapıldığı<br />

bu tarz işlemeler, bazenzilbaharşemseli ciltlere de<br />

uygulanmıştır.<br />

Zerduz Cilt: Sarı, pembe ve yeşil sırmalarla modern ve realist<br />

motiflerin deri üzerine işlenmesi suretiyle yapılmış olan<br />

ciltlerdir.<br />

2. Çârkûşe Cilt: Kadife veya desenli, işlemeli kumaşlarla<br />

kaplanmış ve kenarları köşelerde üçgen köşebentler oluşturacak<br />

şekilde deri ile çevrilmiş cilt çeşidi olup adını bu köşebentlerden<br />

almıştır.<br />

3. Kumaş Cilt: Karton veya mukavva üzerine keten, ipekli ya<br />

da kadife kumaş kaplamak suretiyle yapılmış olan ciltlerdir.<br />

4. Ebrulu Cilt:Bazı ciltlerin dış ve iç kapaklarında güzel gö-<br />

4.Rumi: This is the Bookbinding that widely-spread among<br />

Il-Khanids and Anatolian Principalities (beyliks), after the<br />

Seljukian period and the Mongol invasion, also under the<br />

influence of the Seljukians. Also known as the Mamluk style,<br />

this binding technique is considered to be created by Memluk<br />

Turks and to be a mixture of Arabic and Rumi genre.<br />

5.Maghrebi: It is a binding genre, also resembles Arabic<br />

style, developed in Andalusia, Sicily and Morocco. Predominantly,<br />

brown color tones and black colors dominate this<br />

style, which has great influence over European binding via<br />

Spain and Sicily. Round, intricate geometric ornamental<br />

sun-like figure (şemse) and zencirek (a chain design, used<br />

to embellish the borders of an illuminated manuscript) or<br />

border (The ornamental elements surrounding the outer<br />

edges of the covers, also named “kenarsuyu”, “pervaz” or<br />

“frame”) on the edges of the binding, are important features<br />

of this style.<br />

6.Turkic Style: That is the name of the binding technique<br />

performed in cities like Diyarbakır, Bursa, Edirne, Istanbul,<br />

which are generally acknowledged as center of the Ottoman<br />

book binding. This style, lake binding is also considered<br />

in its cocept, is also arranged into other sub-styles which<br />

differ within themselves, such as şükûfe style (also known<br />

“flower style”, including floral motifs usually dominated in<br />

the cover ornamentation), baroque and modern styles.<br />

8. Buhârâ-yı cedîd style: This style, which reflects the char-


üntü vermek veya kitap mahfazası yapımında ebru tercih<br />

edilmiştir. Bu tarzın kullanıldığı ciltlere ebrulu cilt denmektedir.<br />

Ebrulu ciltler, dayanıklı olabilmeleri için genellikle<br />

çârkûşe tekniğinde yapılmışlardır.<br />

5. Murassa‘ Cilt: Her ne kadar cilt sanatıyla ilgili bir teknik<br />

olsa da kullanılan değerli maden ve taşlar dolayısıyla aslında<br />

kuyumculuk sanatıyla ilgili olan bir çeşit maddî kıymeti<br />

yüksek bir cilt çeşididir. Bu üslûpta fildişi oymalı, altın kaplamalı,<br />

mozaik, yeşim kabartma, yakut, zümrüt, inci ve elmas<br />

süslemeli olan ciltler karşımıza çıkmaktadır. Bu tarz ciltleri<br />

bir saygı tezahürü olarak daha çok Kur’ân-ı Kerîm ciltlerinde<br />

görülmektedir.<br />

6. Lake Cilt:Vernikleme yönteminin kullanıldığı bu tarz ciltlerde<br />

kapağın yapıldığı mukavva veya deri parlatılıp tamamen<br />

pürüzsüz hale getirilerek verniklenir. Ortaya çıkan<br />

bu cilalı satıh üzerine altın ve boya ile nakışlar yapıldıktan<br />

sonra cam gibi parlak bir yüzey elde edilinceye kadar birkaç<br />

kat daha vernik çekilir. Türk cilt sanatında bu örneklere XV.<br />

yüzyılda Osmanlılarda ve Timurlularda rastlanmaktadır.<br />

Günümüzde de hat, tezhip ve ciltçilik gibi geleneksel sanatlarımız<br />

farklı coğrafyalarda ve bilim ortamlarında yine usta<br />

çırak ilişkisi içinde aynı saygıyla, aynı özenle, aynı duygularla<br />

devam ettirilmektedir. Bu hususta yapılan onlarca bilimsel<br />

çalışma, kütüphanelerde yer almaktadır. Modern dünyanın<br />

teknolojik üretimine direnmeye çalışan bu gelenksel<br />

sanatlarımız, yaşadığımız coğrafyada bizi ve kültürmüzü<br />

yansıtan <strong>ortak</strong> ve kalıcı değerlerimiz olarak yaşamaya devam<br />

etmektedir.<br />

Hat, tezhip, cilt ve ciltçilik hakkında kaleme alınmış olan<br />

bazı bilimsel çalışmalar:<br />

• AKAR Azade-KESKİNER Cahide, Türk Süsleme San’atlarında Desen ve Motif,<br />

İstanbul 1978.<br />

• Ali Alparslan, “Hat Sanatında Osmanlılar”, Osmanlı Uygarlığı, T.C. Kültür ve<br />

Turizm Bakanlığı Ya yınları, Ankara 2009, s. 824-839.<br />

• Arıtan, Ahmet Saim, “Ciltçilik”, DİA, VII/551-557, İstanbul 1993.<br />

• Ayla Ersoy, Türk Tezhip Sanatı, Akbank, İstanbul, 1988.<br />

• Banu Mahir, “Osmanlı Bezeme Sanatında Saz Üslûbu”, Hat ve Tezhip<br />

Sanatı, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 2009, s. 379 - 395.<br />

• BİROL İnci A.-Derman ÇİÇEK, Türk Tezyînî Sanatlarında Motifler, İstanbul<br />

2001.<br />

• Çiçek Derman, Türk Tezhip Sanatının Muhteşem Çağı (Editör: Ali Rıza<br />

Özcan) Hat ve Tezhip Sanatı. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara<br />

2009.<br />

• Derman, M. Uğur, “Hat”, DİA, XVI/ 427-437, İstanbul 1997.<br />

• Gülbin Mesara, “Kanunî Sultan Süleyman’ın SernakkaşıKaramemi”, Hat ve<br />

Tezhip Sanatı, T.C. Kül tür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 2009, s. 361<br />

-377.<br />

• Muammer Ülker, Türk Hat Sanatı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara<br />

1987.<br />

• Muhittin Serin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, Kubbealtı Neşriyatı,<br />

İstanbul 2003.<br />

• ÖZEN Mine Esiner, Türk Cilt San’atı, Ankara 1998.<br />

• Şule Pamuk, “Hat”, İslam Sanat ve Estetik,Diyanet İşleri Başkanlığı,İstanbul<br />

2013.<br />

• YILDIZ Nuray, Eskiçağda Yazı Malzemeleri ve Kitabın Oluşumu, Ankara<br />

2000.<br />

acteristics of many styles, such as Hatayi, Dihlevi and European<br />

style, and eventually formed by mixture of them, has<br />

been regarded as the final stage that art of binding reached.<br />

TYPES of BINDING<br />

According to the material and ornamentation techniques<br />

used, it is possible to divide the binding types, which developed<br />

in different periods and geographies with different<br />

styles, into two. According to material: leather, fabric, marbled,<br />

murassa (jewelery), lacquer; According to the decoration<br />

technique: sun-like figure, zilbahar, yekşah, zerduz,<br />

çârkûşe<br />

1. Leather Bindings: Bindings that are made of leather and<br />

containing various shapes according to motif and technique.<br />

Şemseli bindings (“Sun-like figure”, also known “center<br />

-medallion”) The ones, that its name drew inspiration from<br />

sun-like figure embroidered on binding, are termed with<br />

various titles, according to the embellishment genre of the<br />

figure, such as alttan ayırma (The şemse motifs imprinted<br />

on the leather cover are in leather color and the background<br />

is either gilded or wrought in gold.), üstten ayırma<br />

(The background is leather and the motifs are gilded.),<br />

mülemma‘ (Both motifs and background are completely<br />

gilded.), mülevven (The şemse is in leather of another color.<br />

The term means “colored”.), soğuk (Plain, leather color<br />

motifs without decoration)., müşebbek (katı‘) şemseli (The<br />

motifs are cut and carved out of leather and glued on to<br />

give the illusion of depth.). Each of these şemses is made<br />

up of its own peculiar technique, and also they are the rare<br />

artifacts created by master craftsmen.<br />

Zilbahar (lattice) Binding In this binding technique, which<br />

takes its name from an ornament known as “lattice şemse”,<br />

four-slice leaf motif and balustrade-like lines are drawn<br />

down on the cover by means of crushed gold leaf. Within<br />

this embellishment technique, which can be found at the<br />

core of the binding or on the entire floor, afterwards, the<br />

cover is provided a luxuriant apperance by ornamenting the<br />

spaces between rectangles formed with small stars.<br />

Yekşah Binding Such embroideries, in which the motifs on<br />

the binding are decorated by pressing with a metal pointed<br />

tool, called “yekşah”, have also been applied to the Sunlike<br />

figure bindings.<br />

Zerduz Binding It is the type, made by embroidering modern<br />

and realistic motifs on the binding in yellow, pink and<br />

green threads.<br />

2. Çârkûşe Binding: That is a binding style that coated with<br />

Book Arts<br />

379<br />

Kitap Sanatları


Prof. Dr. Nebi ÖZDEMİR<br />

Bilge Yapım<br />

Kültür etkileşimler bütünü ve ürünüdür...<br />

Culture is the whole and product of the interactions.


Kültür etkileşimler bütünü ve ürünüdür. Bu kapsamda ürünler, aktörler, gelenekler, kültürler<br />

arası etkileşimlerin varlığından söz edilebilir. Dolayısıyla geleneklerin, ürünlerin,<br />

kültürlerin yaratılmasında etkileşimlerin ürünü bilgi ve deneyim geçişlerinin ve paylaşımlarının<br />

etkisi büyüktür. Kültürel ürünler ve aktörler seyahatlerle olgunlaşırlar. Türk<br />

kültürü de farklı coğrafyalarda ve dönemlerdeki kültürel etkileşimlerle özgünleşmiştir.<br />

Türk dünyası kapsamındaki <strong>ortak</strong>lıklar da söz konusu etkileşimlerin en yoğunlaştığı<br />

alanlarda ortaya çıkmaktadır. Diğer bir deyişle etkileşimlerin yoğun olduğu alanlarda<br />

yaratılanlar Türk Dünyası’nın <strong>ortak</strong>lıklarıdır. Türk dünyası etkileşimler, dolayısıyla <strong>ortak</strong>lıklar<br />

bütünüdür.<br />

18 Gezinti<br />

Travel<br />

Culture is the whole and product of the interactions. In this context; the presence of<br />

products, actors, traditions, intercultural interactions can be mentioned. Therefore, the<br />

migration and sharing of knowledge and experience that are the interaction products<br />

have great effect in the creation of traditions, products and cultures. Cultural products<br />

and actors improve with travel. Turkish culture has also been characterized with cultural<br />

interactions in different geographies and periods. The partnerships within the Turkish<br />

world are also emerging in areas where interaction is most intensified. In other words, it<br />

is the partnerships of the Turkish World that are created in areas where the interaction is<br />

intense. The Turkish world is the interaction and so the whole of partnership.


Common Heritage<br />

382<br />

Ortak Miras<br />

Türk Dünyası’nın <strong>ortak</strong> kültür belleği göçlerin ve seyahatlerin<br />

ürünüdür. Bazı kültürel şahsiyet, ürün ve uygulamalar<br />

(Nasreddin Hoca, Nevruz, Dede Korkut Hikâyeleri vb.)<br />

zaman içinde farklı coğrafyalara seyahatleri sonucunda<br />

olgunlaşmış, yaygınlaşıp etkinleşerek Türk Dünyası’nın <strong>ortak</strong>lıklarına<br />

dönüşmüştür. Bu nedenle söz konusu <strong>ortak</strong>lıklara<br />

Türk dünyasının farklı coğrafyalarında kolaylıkla rastlanmaktadır.<br />

Diğer bir ifadeyle bu <strong>ortak</strong>lıklarla coğrafyalar<br />

Türk yurdu haline gelmiştir. Yeterince seyahat edemeyen<br />

ürün ve uygulamalar yerel ve ulusal kalmıştır. Türkler uzun<br />

süre atlı- bozkır medeniyetin devamı olan göçebe ve yarıgöçebe<br />

yaşam tarzını sürdürdüklerinden <strong>ortak</strong>lıklarını da<br />

yeni vatanlarına taşımışlardır. Ortaklıklar sayesinde atayurt<br />

ile anayurtlar arasındaki bağlantılar, kültürel genetik bağlar<br />

sürekli olmuştur. Daha yerinde bir ifadeyle sözü edilen <strong>ortak</strong>lıklar,<br />

atayurt ile anayurt arasındaki bağlardır. Türk kültürü<br />

göçlerle olgunlaşıp güçlenmiş ve zenginleşmiştir. Türk<br />

kültürü bir yanıyla göç yolunda yaygınlaşmış ve özgünleşmiştir.<br />

Bütün bu seyahatlerine rağmen Türklerin atayurt ve anayurt<br />

özlemi hep devam etmiştir. Diğer taraftan sürekli göç<br />

eden Türkler arasında anayurt özleminin köklü ve etkin olması<br />

dikkat çekicidir. Bu nedenle “vatan özlemi” Türk Dünyası’nın<br />

<strong>ortak</strong>lıklarından biridir. “Gurbet” ise kültürel yaratım<br />

sürecinin temel nedenlerindedir. Dolayısıyla Türk kültüründe<br />

“göç” olgusu pek çok ürünün temel içeriğini meydana<br />

getirmiş ve getirmeye de devam etmektedir. Uygur Türklerine<br />

ait “Göç Destanı” Türklük yaşamındaki göçün etkisi-<br />

The common cultural memory of the Turkish World is the<br />

product of migrations and travels. Some cultural personalities,<br />

products and practices (Nasreddin Hoca, Nevruz,<br />

Dede Korkut Stories, etc.) have matured, become widespread<br />

and become active as a result of travels to different<br />

geographical regions in time and so become partnerships<br />

of Turkish World. For this reason, these partnerships are<br />

easily found in different geographies of the Turkish world.<br />

In other words, geographies have become Turkish world<br />

with these partnerships.Products and practices that can not<br />

travel enough have remained local and national. Since the<br />

Turks have long maintained nomadic and semi-nomadic<br />

lifestyles that are the continuation of the horse-mounted<br />

and steppe civilization, they have moved their partnerships<br />

to their new homeland. The relationships and cultural genetic<br />

relations between the fatherland and the homeland<br />

have been constant through partnerships. The partnerships<br />

mentioned in more precise terms are the relations between<br />

the fatherland and the homeland. Turkish culture has been<br />

matured and strengthened with immigrants. Turkish culture<br />

has become widespread and unique in the way of migration.<br />

Despite all these trips, the fatherland and homeland longing<br />

of the Turks have always continued. On the other hand,<br />

it is striking that the longing of the homeland is deep and<br />

active among the Turks who have migrated continuously.<br />

For this reason, “ homesickness “ is one of the partnerships<br />

of the Turkish World. “ Homesickness “ is the main reason<br />

for the cultural creation process. Therefore, the phenome-


ni ortaya koymaktadır. Özetle gelenek sözcüğünün köken<br />

anlamındaki “gelmek” eylemi dahi tarihsel boyutta seyahat<br />

veya göçün dönüştürücü ve yaratıcı gücünün temel kanıtı<br />

kabul edilebilir (ayrıntılı bilgi için bkz. Özdemir 2012: 16- 35)<br />

Seyyahlar, dolayısıyla seyahatnameler, yaşamı oluşturan<br />

etkileşimleri dile getirirler. Seyyahlar asker, denizci, devlet<br />

memuru, elçilik görevlisi, doktor, edebiyatçı ve din adamı<br />

gibi farklı mesleklerin mensuplarıdır. İbni Fazlan, Marko<br />

Polo, İbni Batuta Claviyo ve Evliya Çelebi bu gezginlerden<br />

en önemlileridir. Farklı nedenlerle Türklerin yaşadıkları coğrafyalara<br />

seyahat eden Batılı ve Doğulu seyyahlar özellikle<br />

kendilerine yabancı gelenleri kurgulayarak eserlerine aktarmışlardır.<br />

Bu anlatılar Batı ve Doğu dünyasında bugüne<br />

kadar gelen Türk imgesinin de temelini oluşturur(Özdemir<br />

2006). Gerçekte seyyahlar farklı toplumları dolayısıyla kültür<br />

dairelerini birbirine bağlayarak kültürler arası tohumlayıcı<br />

işlevini yerine getirirler. Yabancı seyyahlar aslında Türk<br />

dünyasıyla ilgili <strong>ortak</strong>lıkları ve farklılıkları eserlerine yansıtmışlardır.<br />

Böylelikle kültür adlı bahçelerde nadide çiçeklerin<br />

açmasını sağlamışlardır. Türk kültürü gibi etkileşimlerle var<br />

olan ve gelişen kültürler oldukça zengin bir yapıya sahiptirler<br />

ve kültür değişmelerinin olumsuz etkilerine karşı bağışıklık<br />

ve direnç kazanmışlardır. Örneğin İbni Fazlan (877- 960)<br />

10. Asrın ilk çeyreğinde Buhara başta olmak üzere, İdil (Volga)<br />

boyu Türkleri, Oğuz, Başkurt, Peçenek ve Tatar Türkleri<br />

hakkındaki gözlemlerini eserinde kaydetmiştir. Yine İtalyan<br />

gezgin Marco Polo (1254- 1324) Anadolu, Mezopotamya,<br />

İran, Türkistan ve Çin coğrafyalarını dolaşmış ve Türklernon<br />

of “immigration” in Turkish culture has brought about<br />

the basic content of many products and continues to bring<br />

them up. The “Migration Epic” belonging to Uygur Turks reveals<br />

the effect of immigration in Turkish life. In summary,<br />

the turkish word ‘’gelenek’’(tradition) has a root from the<br />

turkish verb ‘’gelmek’’(to come) and this is accepted that it<br />

is the main evidence of transformative and creative power<br />

of travel or immigration on the historical dimension (Also<br />

see for more information, Özdemir 2012: 16-35)<br />

Travelers and so travel books express the interactions that<br />

form the life. Travelers are members of different professions<br />

such as soldiers, sailors, government officials, embassy<br />

officials, doctors, man of letters and man of god. İbni Fazlan,<br />

Marko Polo, Ibni Batuta Claviyo and Evliya Çelebi are<br />

the most important of these travelers. Western and Eastern<br />

travelers who traveled to the geographies where the Turks<br />

have lived for different reasons have especially transferred<br />

the things that sound strange to them to their works. These<br />

explanations constitute the basis of the Turkish image that<br />

has come to the present in the Western and Eastern world<br />

(Özdemir 2006). In reality, travelers perform the function<br />

of intercultural spread by linking different societies and<br />

cultural areas. Foreign travelers have actually reflected the<br />

partnerships and differences related to the Turkish world<br />

in their works. Thus, they have provided to spread cultural<br />

diversity. The cultures that exist and develop with the interactions<br />

like Turkish culture have a very rich structure and<br />

gain immunity and resistance against the negative effects<br />

Travel<br />

383<br />

Gezinti


Common Heritage<br />

384<br />

Ortak Miras<br />

le ilgili gözlem ve bilgilerini seyahatnamesine aktarmıştır.<br />

Arapça ve Farsça’nın yanında Türkçe de bilen Faslı seyyah<br />

İbni Batuta (1304- 1369) Afrika, Kafkasya, Ortadoğu, Hindistan<br />

ve Uzak Doğu’ya seyahatler gerçekleştirmiş özellikle<br />

Beylikler dönemi Türk coğrafyasıyla ilgili izlenimlerini eserinde<br />

yansıtmıştır. 1402 yılında Papalık tarafından Timur’a<br />

elçi olarak gönderilen İspanyol asilzade Ruy Gonzales de<br />

Clavijo’nun “Anadolu, Orta Asya ve Timur” adıyla Türkçeye<br />

çevrilen seyahatnamesinde Türklerle ilgili bilgiler de bulunmaktadır.<br />

Clavijo Buhara ve Semerkant başta olmak üzere<br />

gördüğü Türk yurtlarının ticarî ve sosyal hayatı hakkında ayrıntılı<br />

bilgiler vermektedir.<br />

Aynı şekilde Manuel Serrano Y. Sanz (İspanyol; 1552-1556),<br />

Lady Mary Wortley Montagu (İngiliz elçisinin eşi; 1717- 1718),<br />

Edward Raczynski (Polonyalı kont; 1814),Jean Henri Abdolanyme<br />

Ubucini (Fransız yazar; 1855), Pretextat-Lecomte<br />

(Fransız mozaikçi ve ressam; 1903) gibi Batılılar eserlerinde<br />

özellikle Osmanlı İmparatorluğu ve İstanbul, dolayısıyla<br />

Türklerle ilgili değerlendirmelerde bulunmuşlardır (ayrıntılı<br />

bilgi için bkz. Şentürk 1997).<br />

1513 tarihli haritasıyla Osmanlı haritacılığının kurucusu ve<br />

döneminin önemli kaptanı Pîrî Reis (1465/1470- 1554) gezip<br />

gördüğü yerler hakkında tarihî ve coğrafî bilgileri içeren<br />

kayıtlar tutmuş, daha sonra bu seyir notlarını (kılavuzunu)<br />

1521 tarihli “Kitab-ı Bahriye” adlı eserinde toplamıştır. Bu<br />

eserde Çanakkale Boğazı, Ege ve Akdeniz bölgesinde kentler,<br />

adalar ve ülkelerle ilgili ustalıkla çizilmiş haritalar buof<br />

cultural changes. For example, Ibni Fazlan (877-960)<br />

recorded his observations about Idyl (Volga) Oguz, Bashkir,<br />

Patzinak and Tatar Turks, especially Bukhara in the first<br />

quarter of the tenth century. Also Italian traveler Marco Polo<br />

(1254- 1324) traveled in Anatolia, Mesopotamia, Iran, Turkistan<br />

and China geographies and transmitted their observations<br />

and information about Turks to travelers. Moroccan<br />

traveler Ibni Batuta (1304-1369), who speaks Arabic and<br />

Persian as well as Turkish, traveled to Africa, the Caucasus,<br />

the Middle East, India and the Far East and represented especially<br />

his impressions of the period of the Beyliks period<br />

in Turkish geography. There are also information about the<br />

Turks in the travel book on the name of “Anatolia, Central<br />

Asia and Timur” translated into Turkic of the Spanish noble<br />

Ruy Gonzales de Clavijo, who was sent as an ambassador to<br />

Timur in 1402 by the Papacy. Clavijo gives detail information<br />

about the commercial and social life of Turks especially<br />

Buhara and Samarkant.<br />

In the same way; western writers such as Manuel Serrano<br />

Y. Sanz (Spanish; 1552-1556), Lady Mary Wortley Montagu<br />

(wife of the British ambassador; 1717-1718), Edward<br />

Raczynski (A Count of Poland; 1814), Jean Henri AbdolanymeUbucini<br />

(French writer; 1855), Pretextat-Lecomte French<br />

mosaicist and painter; 1903) make evaluations about especially<br />

the Ottoman Empire and Istanbul and so Turks (Also<br />

see for more information, Şentürk 1997).<br />

Pîrî Reis (1465/1470- 1554), who is the founder of the Ot-


lunmaktadır.<br />

İtalyan romancı, öykü yazarı ve şair Edmondo De Amicis<br />

(1846- 1908) Hollanda, Londra, Paris, Fas gibi yerlerin<br />

yanında İstanbul’a da gelmiş ve 1878-1879 yıllarındaki<br />

izlenimlerini bir kitapta toplamıştır. “Constantinopoli”<br />

adlı eserinde İstanbul’da her şeyin ışıktan ibaret olduğunu<br />

hayranlıkla anlatmıştır. İstanbul’u seyahatnamelerinde<br />

anlatanlar arasında Fransız Gérard de Nerval (1808-1855)<br />

de bulunmaktadır. “Nerval Voyage en Orient” (Doğuya Seyahat)<br />

başlıklı kitabında adı geçen seyyah daha çok sokak<br />

manzaraları, sünnet düğünleri, dervişler ve çarşılarla ilgili<br />

izlenimlerini anlatmıştır.<br />

Osmanlı seyyahlarının başında gelen Evliya Çelebi (1611-<br />

1682) 17.asır Osmanlı İmparatorluğu (İstanbul, İzmit, Bursa<br />

vd.) ile yabancı diyarları dolaşarak elde ettiği bilgi ve deneyimlerini<br />

“Seyahatname” adlı on ciltlik eserinde toplamıştır.<br />

Evliya Çelebi yarım asır boyunca gezip dolaştığı yerleri yalın<br />

ve fastantik bir kurguyla anlattığı Seyahatnamesi dünyanın<br />

temel başvuru kaynaklarından biri olarak kabul edilmektedir.<br />

Evliya Çelebi yazılı ve sözlü kültür kaynaklarından ve<br />

verilerinden yararlanarak oluşturduğu eserinde yaşadığı<br />

dönemin Osmanlı İmparatorluğu’nu ve diğer ülkeleri ayrıntılı<br />

bir şekilde tanıtmaktadır. Evliya Çelebi uğradığı kentleri<br />

anlatırken “dil ve ağız özelliklerine, coğrafî yapıya, tarihe,<br />

sanat ve mimari eserlerine, ibadet yerlerine, inançlara,<br />

ekonomik ve toplumsal yapıya, gelenek kültürüne (masal,<br />

mani, halk oyunları, giyim-kuşam, geçiş dönemleri, mutfak)<br />

vb.” büyük önem vermiştir. Evliya Çelebi’nin yazılı kültür ve<br />

sözlü kültürden yararlanarak yarattığı özgün kent imgelerinin<br />

bugün dahi gücünü ve etkisini koruduğu gözlenmektedir<br />

(Özdemir 2012: 131- 148; Akkaya 2016). Evliya Çelebi<br />

mekânları sözlü kültür özgünlükleriyle çekici hale gelirler.<br />

Böylece asırlar geçmesine karşılık Evliya Çelebi’nin kentleri<br />

canlılığından bir şey kaybetmemiştir. Gelenek kültürünün,<br />

dolayısıyla gezinti geleneğinin temel işlevi olan “yaratıcılık<br />

ve yaşamı yenileme” işlevi Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde<br />

de tespit edilmektedir. Evliya Çelebi’den önce yaşamış<br />

olan Matrakçı Nasuh’un (1480- 1564) minyatür ile haritayı<br />

birleştiren çizimlerinde kentlerin toplumsal ve kültürel coğrafyası<br />

ile ilgili verilere de ulaşmak mümkündür. Yukarıda<br />

aktarılan bütün bu seyyahlar dolaştıkları coğrafyaları anlatırken<br />

bazen gezinti mekânları, ziyaretgâhlar ve mesirelikler<br />

hakkında da bilgiler vermişlerdir.<br />

Yerleşik yaşama geçildikten sonra da Türk toplumsal yaşamında<br />

eskinin “teferrücgâh, seyran-gah, mesîre, sayfiye,<br />

cevelângâh”ının yerini zamanla “çamlık, piknik yeri, park,<br />

kamp yeri, rekreasyon alanı” gibi açık gezinti ve eğlence<br />

mekânları almıştır (ayrıntılı bilgi için bkz. Özdemir 2005:<br />

111- 114). Bununla birlikte yereldeki gelenek yaşamında “Hıtoman<br />

cartography and the important captain of the period<br />

with his map dated 1513, kept records containing historical<br />

and geographical information about places visited by him<br />

and later collected these navigational notes in the book “Kitab-i<br />

Bahriye” dated 1521. In this work, there are maps that<br />

are masterly drawn the cities, the islands and the countries<br />

in the Dardanelles, the Aegean and Mediterranean regions.<br />

The Italian novelist, story writer and poet Edmondo De Amicis<br />

(1846-1908) came to Holland, London, Paris, Morocco<br />

as well as Istanbul and collected impressions of 1878-1879<br />

in a book. In his work called as “Constantinopoli”, he explained<br />

admiringly that everything in Istanbul consists of<br />

light. There are the French Gérard de Nerval (1808-1855)<br />

among the travellers who takes place Istanbul in their travel<br />

book. In his book named “NervalVoyage en Orient” (Traveling<br />

to the East), the traveller described especially his impressions<br />

about street scenes, circumcision feasts, dervishes<br />

and bazaars.<br />

Evliya Çelebi (1611-1682), who was the most important of<br />

the Ottoman traveler, collected the knowledge and experiences<br />

that he had gained by traveling around the foreign<br />

lands and Ottoman Empire in the 17th century (İstanbul,<br />

İzmit, Bursa etc.) in ten volume book called “Seyahatname”(Travel<br />

Book). “Seyahatname”(Travel Book) that is written<br />

by Evliya Çelebi travelling for half a century and explaining<br />

these places with simple and fantastic fiction is regarded as<br />

one of the basic reference sources of the world. Evliya Çelebi<br />

introduces the Ottoman Empire and other countries in a<br />

detailed way during his time in his work by using the written<br />

and oral cultural sources and data. While Evliya Çelebi describes<br />

the cities that he visited, he gives great importance<br />

to dialect and language properties, geographical structures,<br />

history, art, architectural works, places of worship,<br />

beliefs, economic and social structure, cultural traditions<br />

such as fairy tales, turkish poem, folk dances, clothing,<br />

transitional periods, cuisine etc. Evliya Çelebi’s unique urban<br />

images created by using written culture and verbal culture<br />

are observed to retain their power and influence even<br />

today (Özdemir 2012: 131- 148; Akkaya 2016). The venues<br />

of Evliya Çelebi become attractive with authenticity of oral<br />

culture. Thus, Evliya Çelebi’s cities have not lost anything<br />

despite the passing of centuries. “Cultural creativity and renewal<br />

of life”, which is the main function of tradition culture<br />

and travel tradition, is also determined in Seyahatname<br />

(Travel Book) of Evliya Çelebi. It is possible to reach the informations<br />

about the social and cultural geography of the<br />

cities in the drawings combining the miniature and the map<br />

of Matrakçı Nasuh (1480-1564) living before Evliya Çelebi.<br />

While all of these travelers describe the geographies they<br />

traveled to, they sometimes give information about places<br />

Travel<br />

385<br />

Gezinti


Ortak Miras<br />

Common Heritage<br />

386


Gezinti<br />

Travel<br />

387


Common Heritage<br />

388<br />

Ortak Miras<br />

dırlık, Dedelik, yaylak, bakı yeri, çayırlık, pınar başı, kayabaşı,<br />

bağlar vb.” ise toplumsal yaşamdaki önemini hiç kaybetmemiştir.<br />

Gezinti mekânları veya yaylalar geçmiş yaşantının<br />

kültürel genetiğinin ve belleğinin yeni nesillere aktarıldığı<br />

yaşayan kültürel mekânlar olarak işlev görmüş ve görmeye<br />

de devam etmektedir. Farklı coğrafyalarda yaşasalar da<br />

kültürel genetik kapsamında asırlar öncesinde olduğu gibi,<br />

bugün de Türkler yeryüzünü yatak, gökyüzünü de yorgan<br />

olarak algılamaya devam etmektedirler. Bu nedenle Türkler<br />

arasında ufuk çizgisine bakmak yaygınlığını korumaktadır.<br />

Bu algı da Türklerin <strong>ortak</strong> mirası olarak değerlendirilebilir.<br />

Her kentin kendine özgü gezinti yerleri bulunmaktadır. Örneğin<br />

“Çamlıca, Hisar Üstü, Belgrad Ormanları, Sütlüce,<br />

Yuşa, Abıhayat, Kaymakdonduran, Karakulak Suyu, Göksu<br />

Deresi ve Çayırı, Emirgan, Büyüksu, Küçüksu, vb.” İstanbul’un<br />

önemli yazlık gezinti ve açık eğlence mekânları olarak<br />

değerlendirilmiştir. Yahya Kemal Beyatlı’nın “Sana dün<br />

bir tepeden baktım aziz İstanbul” dizelerinin esin kaynağı<br />

böyle bir gezinti yeri olsa gerektir. Sorunlu sanayileşme ve<br />

kentleşme sürecinde bu gezinti yerlerinin büyük bir kısmı<br />

ortadan kalkmıştır.<br />

“Ayazmana, Erikaltı, Ağapınarı, Sidre, Kayabaşı, Gireği Bağları”<br />

gibi isimlerle anılan mekânlar ise Anadolu insanın yerel<br />

mesirelikleri olarak işlev görmüştür. Bu mekânlarda Hıdrellez,<br />

Nevruz, Koç Katımı ve Çiğdem Pilavı gibi etkinliklerin<br />

yapıldığı bilinmektedir. Hatta bazı yerleşim birimlerinde her<br />

mesireliğin bir mevsiminin veya gezinti zamanının olduğu<br />

kaydedilmiştir. Örneğin Gazinatep’in önemli sahre yerlerinden<br />

Tutluk’a dut mevsiminde, Güllük’e de gül zamanında,<br />

Nurgana ve Babilge’ye de aşırı sıcakların görüldüğü yaz aylarında<br />

gidildiği belirtilmiştir (Güzelbey 1973: 6803- 6805).<br />

Yine ana kutlama mekânlarının genellikle değişmediği ve<br />

şenliklerin aynı yerlerde düzenlendiği gözlenmiştir. Türk<br />

Dünyası’nda da pek çok yerleşim biriminin bu türden yaşayan<br />

kültür mekânları mevcuttur.<br />

Çeşitli kutlama ve törenlerin yapıldığı bu tür gezinti mekânları<br />

olarak daha çok ulu ağaçların, kutsal çeşme ve pınarların<br />

bulunduğu çayırlıkların seçildiği gözlenir. Böylelikle geçmiş<br />

kültürel belleğin tortuları olan su, ağaç, bitki ve ateş kültleri,<br />

iyelerle (orman iyesi, ırmak iyesi vb.) ilgili inançlar yaşatılmaktadır.<br />

Nitekim Altay Türklerinin kurbanların kesildiği ve<br />

toplu yemeğin yenildiği Akağaç Bayramı, “Bay Kayın” adlı<br />

ulu ağacın yanında gerçekleştirilmektedir. Kökenleri yaratılış<br />

mitlerine dayanan hayat ağacı, Anadolu’da ulu ağaca<br />

dönüşüp “ebedi canlılık” imgesi halinde gezinti mekânlarının<br />

temel çekiciliğini meydana getirmiştir. Türk dünyasında<br />

genellikle “bayterek, baygaç- bayağaç” adlarıyla anılan<br />

hayat ağacı atalar kültü ve bereket motifleriyle birlikte<br />

değerlendirilmiştir. “Kutsal ağaç (kayın, çınar, ardıç vb.),<br />

for visit and places suitable for an outing.<br />

Open and recreational places such as “pinetum, picnic area,<br />

park, camp site, recreation area” substitute for the places<br />

suitable for an outing such as “teferrücgâh, seyran-gah,<br />

mesîre, sayfiye, cevelângâh” meaning open area in the past<br />

after settled life in the Turkish social life. (Also see for more<br />

information, Özdemir 2005: 111- 114). Nevertheless, the<br />

places called as “Hıdırlık, Dedelik, yaylak, bakı yeri, çayırlık,<br />

pınar başı, kayabaşı, bağlar, etc.” never lose its importance<br />

in the local tradition of social life. Promenades or summer<br />

ranges have functioned as the living cultural spaces where<br />

the cultural genres and memories of past life are transfered<br />

to the new generations. Even if they have lived in different<br />

geographies, the Turks perceive the earth as a bed and the<br />

sky as a quilt today within the context of cultural genetics<br />

as it was centuries ago. For this reason, looking to the<br />

horizon line maintains its reputation among the Turks. This<br />

perception can also be regarded as a common heritage of<br />

the Turks.<br />

Each city has its own promenade. For example; “Çamlıca,<br />

Hisar Üstü, Belgrad Forests, Sütlüce, Yuşa, Abıhayat, Kaymakdonduran,<br />

Karakulak Water, Göksu Stream and Meadow,<br />

Emirgan, Büyüksu, Küçüksu, etc. “ are considered as<br />

important summer ranges and open spaces of Istanbul. It<br />

shouls be such a promenade that is the inspiration of Yahya<br />

Kemal Beyatlı for the verse “ I looked at you from another<br />

hill, dear Istanbul!”. In the process of problematic industrialization<br />

and urbanization, a large part of these promenades<br />

have been removed.<br />

The places called “Ayazmana, Erikaltı, Ağapınarı, Sidre, Kayabaşı,<br />

Girei Bağları” have been used as local recreational<br />

facilities of Anatolian people. It is known that events such<br />

as Hıdrellez (celebrated as the day on which Prophets Hızır<br />

(Al-Khidr) and Ilyas (Elijah) met on the earth), Nevruz(the<br />

day marking the beginning of spring and means “new day”),<br />

Koç Katımı (loosing the rams to copulate with sheep) and<br />

Çiğdem Pilavı (means Crocus pilaf and is cooked for Nevruz<br />

celebrations in Anatolia). It is even recorded that every recreational<br />

spaces has season or time to visit in some settlements.<br />

For example, it is stated that people should go to<br />

Tutluk, one of the important recreational spaces of Gaziantep,<br />

in the mulberry season; to Güllük in the time of coming<br />

into flower; to Nurgana and Babilge in the time of summer<br />

when it is sweltry (Güzelbey 1973: 6803- 6805). It has also<br />

been observed that the main celebration space usually<br />

are not changed and festivals are held in the same places.<br />

Many dwelling units in the Turkish World also have cultural<br />

spaces like that.<br />

It is observed that the promenades where the great trees,


oy ağacı, dilek/ adak ağacı vb.” ile ilgili bilgi ve deneyim<br />

belleği, Türk insanının <strong>ortak</strong>lıkları olarak gezinti yerlerinde<br />

yaşatılmaya devam etmektedir. Tören ve kutlama yerinin<br />

temel simgesi olan ulu ağaç örneklerine diğer Türk devlet<br />

ve topluluklarında olduğu gibi, Anadolu’da da rastlanmaktadır.<br />

Muğla’daki “Allañ Ağacı” ve efsanesi örneğindeki gibi,<br />

bu ağaçların çeşitli anlatılarla dokunulmazlık ve kutsallıklarını<br />

sürdürdükleri belirlenmiştir (Ergun 2012: 185-186, 469-<br />

479 vd.). Ankara- Mamak’ta bulunan “Karaağaç (Altıağaç)<br />

Dedesi” (altı ağaç ile bir yatırın bulunduğu mekân) atalar<br />

kültü ile ağaç kültünün bir mekânda birleştirilerek yaşatıldığını<br />

ortaya koymaktadır (Tanyu 1961). Sonuç olarak bu tür<br />

kutsiyet niteliği taşıyan ziyaret mekânları, İslamiyet öncesi<br />

ve sonrasında oluşan ve yeniden-biçimlenen inanç ve uygulamalarla<br />

özgünleştirilmiş ve kimliklendirilmiştir.<br />

Anadolu’da “Hıdırlık veya Dedelik” adıyla bilinen mekânlarda<br />

genellikle bir türbeye veya ata mezarına rastlanmaktadır.<br />

Atalar kültünün ardılı olarak kutlamaya katılanlar bu<br />

türbelerde dua edip dilek dilerler. Bu mekânlarda gerçekleştirilen<br />

kutlamalar bir yanıyla dinî-büyüsel, diğer yanıyla<br />

da eğlence boyutuna sahiptir. Bu kutlamalarda dinî- büyüsel<br />

uygulamaları (toplu namaz, kurban kesme vb.), toplu<br />

yenen yemeklerin eşliğinde düzenlenen eğlenceler (at<br />

yarışı, güreş, halk müziği ve oyunları vb.) takip etmektedir.<br />

Ziyaretgâh olarak toplumsal yaşamda önemli bir yere sahip<br />

olan bu tür kültürel mekânlara Türk dünyasında sıklıkla<br />

rastlanmaktadır. “Gaba Ağaç/ Dedelik (Denizli- Çivril/ Bozdağ<br />

Köyü), Dede Dağı (Yozgat- Yerköy), Ardıç Tepe (Şerefthe<br />

sacred fountains and the springs are located are selected<br />

as the places where the various celebrations and ceremonies<br />

are performed. Thus; beliefs about the water, tree,<br />

plant and fire cults as well as deities such as protector spirit<br />

of forest and owner of river that is the mark of the past cultural<br />

memories are kept alive.<br />

As a matter of fact, the Akağaç Feast that Altay Turks sacrifice<br />

an animal for god and organize mass meal is performed<br />

beside the great tree named “Mr. Kayın”. The tree of life<br />

whose roots are based on the myths of creation causes<br />

to become main attractive object of the promenades and<br />

the symbol of ‘’eternal vitality’’ after it becomes the great<br />

tree in Anatolia. The tree of life usually called as “bayterek,<br />

baygaç- bayağaç” in the Turkish world has been evaluated<br />

together with ancestor cults and motifs of abundance.<br />

The examples of “great tree (beech, plane tree, juniper<br />

etc.), wish tree, etc.” that is the main symbol of ceremony<br />

and celebration place are seen in Anatolia as in other Turkish<br />

states and communities. It has been determined that<br />

these trees have continued their immunity and sanctity<br />

with various narratives like the “Allañ Ağacı” and its legendary<br />

in Muğla (Ergun 2012: 185-186, 469- 479 et al.). The<br />

““Karaağaç (Altıağaç) Dedesi” (a place where the grave of<br />

an entombed saint and six trees are found) that is found in<br />

Mamak-Ankara proves that ancestor cult and tree cult meet<br />

in a place and have survived (Tanyu 1961). As a result, such<br />

promenades that have the characteristics of holiness have<br />

been identified with beliefs and practices that were formed<br />

Travel<br />

389<br />

Gezinti


Ortak Miras<br />

Common Heritage<br />

390


likoçhisar- Kazandere), Dede (Afyon- Bolvadin), Huri Melek<br />

(Sivas- Yıldızeli/ Katralan Köyü)” Anadolu’da rastlanan bu<br />

tür mekânlardandır (geniş bilgi için bkz. Ergun 2012). Makedonya<br />

(Radoviş- Kılavuzlu Köyü vb.) Türklerinin “Edirellez,<br />

Ederlez ve Hıdırlez” adlarıyla kutladıkları Hıdrellez etkinlikleri<br />

ağaçlık ve türbe (Ezere Dede Türbesi vb.) yakınında<br />

gerçekleştirilmektedir (Kumartaşlı 2015: 508- 509). Sonuç<br />

olarak Hıdrellez gibi etkinliklerin gerçekleştirildiği yerler<br />

kutsal (türbe ziyareti) ve sekülerin (eğlence) bir arada<br />

uyum içinde yaşatıldığı kültürel mekânlardır (Aslan 2015:<br />

707- 713). Aslında bu durum eğlence- inanç birlikteliğinin,<br />

dahası böyle bir ayrımın bulunmadığı arkaik dönemlerin bakiyesi<br />

olarak değerlendirilebilir.<br />

Türk dünyasında baharı karşılama törenleri genellikle mesireliklerde<br />

yapılmaktadır. Yeni yılın gelişinin kutlandığı bu etkinliklerde<br />

olumsuzluklardan arınmak ve yenilenmek amacıyla<br />

meydan ateşi yakılmakta ve üzerinden atlanmaktadır.<br />

Anadolu’da Hıdrellez ve Nevruz gibi kutlamalarda kökenleri<br />

ateş kültüne dayanan bu tür uygulamalara rastlanmaktadır.<br />

Kafkaslardaki Karaçay- Malkar Türklerinin “Gollu” adını verdikleri<br />

kutsal ağaçların ve taşların bulunduğu mekânlara giderek<br />

kurban kestikleri, yakılan ateşin üzerinden atladıkları<br />

bilinmektedir (Kumartaşlıoğlu 2016: 233- 236; Şamanov<br />

1995: 196- 197; Geleyeva 2000: 120; Karaçay- Malkar Mifle<br />

2007: 54). Aynı şekilde Kazakistan, Azerbaycan ve Kırgızistan<br />

gibi Türk devletlerinin yanında, Balkan Türkleri arasında<br />

düzenlenen bahar kutlamalarında benzer uygulamalar<br />

gerçekleştirilmektedir.<br />

Kökenleri göçebelik ve yarı-göçebeliğe dayanan yayla yaşamı<br />

Türkler arasında <strong>ortak</strong> bir miras olarak yaşatılmıştır.<br />

Yaylak ve kışlak yaşamı Türk toplumsal yaşamının uzun süre<br />

ikili yaşam tarzını meydana getirmiştir. Bugün Anadolu’da<br />

daha çok Karadeniz Bölgesi’ndeki yayla göçleri ve yayla<br />

şenlikleriyle (Kadırga Yaylası Şenlikleri/ Gümüşhane- Trabzon<br />

sınırı, İkizdere- Ovit Yayla Şenlikleri/ Rize vb.) belirginleşen<br />

yayla yaşamı, diğer Türk devlet ve topluluklarında da<br />

önemini korumaya devam etmektedir.<br />

Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki yayla şenlikleri yüksek rakıma<br />

sahip yaylalarda genellikle Mayıs ayının ilk Pazar günü<br />

kutlanan Hıdrellez ile başlayıp Eylül ayının ortasına kadarki<br />

dönemde gerçekleştirilmektedir. Temmuz ve Ağustos ayları<br />

yöredeki yayla şenliklerinin en sık olarak düzenlendiği<br />

dönemdir. Trabzon’da (Akçaabat- Düzköy yolun üzerinde)<br />

20 Temmuz’da başlayıp üç gün süren Hıdrellez kutlamaları<br />

Hıdırnebi Şenlikleri adıyla, 1742 m yüksekliğindeki Hıdırnebi<br />

Yaylası’nda bulunan Hıdırnebi Tepesi’nde gerçekleştirilmektedir<br />

(http://www.trabzonkulturturizm.gov.tr/TR,57698/<br />

onemli-yaylalarimiz. html). Yaylaya toplu göçle başlayan<br />

bu şenliklerde kurbanlar kesilmekte, geleneksel özel gün<br />

and reconstructed before and after Islam.<br />

In Anatolia, there is usually a tomb or an ancestral tomb<br />

in the spaces known as “Hıdırlık or Dedelik”. Those who<br />

attended the celebration as the followers of the ancestor<br />

cult pray and wish in these tombs. The celebrations performed<br />

in these places have a religious and magical as well<br />

as entertainment aspects. In these celebrations, religious<br />

and magical practices (collective salaah, sacrifice, etc.)<br />

are followed with entertainments (horse racing, wrestling,<br />

folk music and dance, etc.) in company with mass feeding.<br />

Such cultural spaces, which have an important place in social<br />

life as recreational areas, are frequently encountered<br />

in the Turkish world. “Gaba Ağaç/ Dedelik (Denizli- Çivril/<br />

Bozdağ Village), Dede Dağı (Yozgat- Yerköy), Ardıç Tepe<br />

(Şereflikoçhisar- Kazandere), Dede (Afyon- Bolvadin), Huri<br />

Melek (Sivas- Yıldızeli/ Katralan Village)” are such places<br />

encountered in Anatolia. (Also see for more information,<br />

Ergun 2012). Hidrellez called as “Edirellez, Ederlez and<br />

Hıdırlez” are celebrated by Macedonia (Radoviş- Kılavuzlu<br />

Village etc.) Turks are carried out near the trees and tomb<br />

(Ezere Dede Tomb, etc.) (Kumartaşlı 2015: 508- 509). As<br />

a result, activities such places where the activities such as<br />

Hıdrellez are performed are cultural spaces in which the sacred<br />

(visit to the tomb) and secular (entertainment) activities<br />

are in harmony (Aslan 2015: 707-713). Actually, this can<br />

be regarded as the basis of association of entertainment<br />

and faith as well as even archaic periods in which there are<br />

not such a distinction.<br />

The ceremonies for welcoming spring in the Turkish world<br />

are usually held in recreational areas. In these activities<br />

celebrated for the new year’s coming, the fire is burned<br />

and jumped over it in order to be purified and renewed from<br />

the negativities. In Anatolia, such practices whose origins<br />

are based on fire cult are seen in the celebrations such as<br />

Hıdrellez and Nevruz. It is known that the Karaçay-Malkar<br />

Turks sacrifice an animal for god and jump over the fire by<br />

going to the sacred places where the great trees called<br />

as “Gollu” and stones are found (Kumartaşlıoğlu 2016:<br />

233- 236; Şamanov 1995: 196- 197; Geleyeva 2000: 120;<br />

Karaçay- Malkar Mifle 2007: 54). In the same way, similar<br />

practices are being realized in spring celebrations among<br />

Balkan Turks besides Turkish states such as Kazakhstan,<br />

Azerbaijan and Kyrgyzstan.<br />

The life in summer range whose origins are based on nomadism<br />

and half-nomadism, has been maintained as a<br />

common heritage among the Turks. The life in summer pasture<br />

and winter quarters have long been a double life style<br />

of Turkish social life. Today, the life in summer range maintains<br />

its importance in other Turkish states and communi-<br />

Travel<br />

391<br />

Gezinti


Common Heritage<br />

392<br />

Ortak Miras<br />

kıyafetleri giyilmekte, sohbetler edilmekte, mani ve türküler<br />

söylenmekte, topluca yemekler yenilmekte, horonlu ve<br />

kemençeli eğlenceler düzenlenmektedir (Şişman 2010:<br />

549- 559). Son dönemde kentli eğlence sektörünün etkisinin<br />

artmasına karşılık bazı şenliklerin yöresel özelliklerinin<br />

korunmaya çalışıldığı gözlenmektedir.<br />

Doğada doğayla birlikte ve doğal ürünlerle, doğal olarak<br />

yenilenme Türklerin <strong>ortak</strong> yaşam kabullerinden biri olarak<br />

belirginleşmiştir. Kültür insan ve doğa etkileşiminin eseridir.<br />

Tabiat kültürle anlam, farklılık ve özgünlük kazanır. Türk<br />

insanı bir taraftan doğanın içinde yaşamını sürdürüp kültürünü<br />

yaratırken, diğer taraftan da yaşadığı coğrafyayı kendi<br />

içeriğiyle anlamlandırarak yurda dönüştürür. Bu süreçte yaratılan<br />

her türlü kültürel unsur ve uygulama coğrafyayı kimliklendirme<br />

işlevini görür. Diğer bir ifadeyle Türk toplumu<br />

kendi kimliğini coğrafyasını yurda dönüştürürken oluşturur.<br />

Dolayısıyla insanlar mekânları, mekânlar insanları yaratmaya<br />

ve biçimlendirmeye devam etmektedir.<br />

Gezinti mekânları geçmişte olduğu gibi bugün de eğlence<br />

kültürünü oluşturan geleneklerin temel yaratım ortamlarından<br />

birini meydana getirmektedir. Nevruz, Hıdrellez,<br />

gibi bahar kutlamaları yöresel müzik, dans, yemek, giyim-kuşam,<br />

sözlü edebiyat ve geleneksel tiyatro gibi farklı<br />

geleneklerin yaşatıldığı ana kültürel etkinliklerin başında<br />

gelmektedir. Yeni gün anlamındaki Nevruz’un eski çağlardan<br />

beri karların eriyip kardelen çiçeklerinin açtığı günde<br />

kutlanması, doğa ve insan etkileşiminin anlamlı bir sonucu<br />

ties with the migration to the summer range especially in<br />

Black Sea Region in Anatolia and festivals in summer range<br />

(Festival in Kadırga summar range/ Gümüşhane-Trabzon<br />

Bound, İkizdere-Ovit Yayla Festivals / Rize etc.).<br />

The festivals in summer ranges with high altitude in Eastern<br />

Black Sea Coastal Religion which begins with Hıdrellez<br />

usually celebrated on the first Sunday of May continues<br />

until mid September. July and August are the months that<br />

the festivals are made mostly in. The Hıdrellez celebrations<br />

that starts in Trabzon (on the way to Akçaabat-Düzköy) on<br />

July 20th and has lasted for three days are held with the<br />

name of Hıdırnebi Festival in Hıdırnebi Hill in Hıdırnebi Plateau<br />

at 1742 meter height. (http://www.trabzonkulturturizm.<br />

gov.tr/TR,57698/onemli-yaylalarimiz.html). In these festivals<br />

starting with mass migration; people sacrifice an animal<br />

for god, wear traditional special day clothes, chat, sing<br />

folk songs and turkish poem, eat meals all together, play<br />

horon (a folk dance of the eastern black sea coastal region)<br />

and kemancha (small three-stringed violin) (Şişman 2010:<br />

549- 559). Recently, it has been observed that some of the<br />

festivals have been tried to be protected the local characteristics<br />

despite the fact that the influence of the urban entertainment<br />

sector has increased.<br />

In nature, natural renewal together with nature and natural<br />

products has become one of the acceptance of the common<br />

life of the Turks. Culture is the result of the interaction<br />

between human and nature. Nature acquires meaning, dif-


ve ürünüdür. Nevruz, doğanın doğum gününün kutlanmasıdır.<br />

Tabiatın yeşermesi ve yenilenmesi insanlara da yansır.<br />

Baharın gelişiyle ilgili kutlamalar dünyanın <strong>ortak</strong>lıklarından<br />

biridir. Bu kutlamalar kültürel özgünlüklerle çeşitlenir. Türk<br />

dünyasının Nevruz ve Hıdrellez kutlamaları ve eğlenceleri<br />

geçmişten bugüne aktarılarak coşkuyla gerçekleştirilen <strong>ortak</strong>lıkların<br />

başında gelmektedir. Türkistan’dan Türkiye’ye ve<br />

Balkanlara uzanan coğrafyada Nevruz günü şenliklerle kutlanmaktadır.<br />

Nitekim Bosna’daki “Hıdrellez ve Ay Dede Kutlamaları”<br />

diğer ülkelerden gelen konukların da katılımıyla<br />

gerçekleştirilmektedir. Hıdrellez kutlamalarında Bosnalılar<br />

bir taraftan uzaktan gelen eş dost ve yakınlarıyla dere kenarlarında<br />

yiyip içerek ve sohbet ederek özlem gidermekte,<br />

diğer taraftan da bazı ritüelistik uygulamaları gerçekleştirmektedirler.<br />

Şenliğe katılanlar ellerindeki kaplara dereden<br />

su doldurup içine çiçekler atarak evlerine dönerler. Bir gece<br />

beklettikleri bu suyla geleneğin yaşatıcıları yüzlerini yıkarlar<br />

ve kalan suyu da evlerinin çevresine dualar eşliğinde<br />

serperler. Böylelikle kendilerinin bereketli ve sağlıklı bir yıl<br />

geçireceklerine inanırlar.<br />

“Seyran ve temaşa” insanın etrafına bakması, görerek, seyrederek,<br />

gözünü dinlendirmesi, bir bakıma göze bağlı ihtiyaçlarını<br />

gidermesidir. “Temaşa” sözcüğü Türkiye, Azerbaycan,<br />

Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan’da<br />

hemen hemen aynı anlamda kullanılmaktadır. Bu sözcüğün<br />

özünü doğal ve insanoğlunun yarattığı güzelliklerin seyredilmesi<br />

oluşturur. Tabiat, kültürle güzelleşir ve özgünleşir.<br />

Tabiatı güzelleştirme biçimleri, ürünleri ve uygulamaları da<br />

Türk dünyasının <strong>ortak</strong>lıklarındandır. Karlı dağlara, nehirlere<br />

ve göllere bakan tepeler, sürülerin otladığı yaylalar, bin bir<br />

ağacın ve çiçeğin yer aldığı bahçeler, çayırlıklar bu kültürel<br />

<strong>ortak</strong>lıkların ve güzelliklerin yaratılma mekânlarıdır. Karanın<br />

ve ufkun denizle birleşimiyle günbatımındaki ve ay ışığındaki<br />

ışık oyunları bir taraftan insan ruhunu dinginleştirirken,<br />

diğer taraftan da kültürel özgünlüklere esin kaynağı olur. Bu<br />

tür mekân ve anlarda “göz ve gönül açılır”. Bu nedenle tabiatın<br />

kucağında gerçekleşen kutlamalar kültürü oluşturan<br />

geleneklerin büyük bir bölümünün yaratıldığı, icra edildiği<br />

ve geliştirildiği, dolayısıyla yaşatıldığı toplumsal etkinliklerdir.<br />

Gezmenin ve seyahatin nedenleri farklıdır. Türk dünyasında<br />

sıla-i rahim denilen aile büyüklerinin ve akrabaların ziyaret<br />

edilmesi büyük önem taşımaktadır. Özellikle dinî bayramlarla<br />

yöresel kutlamalarda bu tür ziyaretler daha sık olarak<br />

gerçekleştirilmektedir. Vefat etmiş ataların yattıkları mezarlık<br />

ve türbelere yapılan ziyaretler de bu kapsamda değerlendirilebilir.<br />

Atalar kültünün bakiyelerini de içeren bu<br />

ziyaretlerde ataların ruhu için Kur’an-ı Kerim’den sureler<br />

okunmaktadır. Bu tür uygulamalara Özbekistan’dan Balkanlar’a<br />

uzanan Türklük coğrafyasında rastlamak mümkündür.<br />

ference and originality with culture. On the one hand, the<br />

Turkish people continue their lives and create the culture<br />

within the nature; on the other hand they transform the geography<br />

that they live into the country by making their own<br />

content. Every kind of cultural element and practice created<br />

in this process is to identify the geography. In other words,<br />

Turkish society creates its identity by transforming its geography<br />

into its own country. Hence, people continue to create<br />

and shape places as well as places continue to create<br />

and shape people.<br />

As they were in the past, the promenades bring about one of<br />

the basic creation of the traditions that make up the entertainment<br />

culture today. Spring celebrations such as Nevruz<br />

and Hıdrellez are among the main cultural events in which<br />

different traditions such as local music, dance, food, clothing,<br />

oral literature and traditional theater are held. Nevruz,<br />

which means the new day, is a meaningful end and a product<br />

of the interaction between nature and man because<br />

it has been celebrated since the ancient times in the day<br />

when the snow melts and the snowdrops are in blossom.<br />

Nevruz is the celebration of nature’s birthday. The foliation<br />

and renewal of nature also reflects to people. Celebrations<br />

about the coming of spring are one of the partnerships of<br />

the world. These celebrations vary with cultural authenticity.<br />

The Nevruz and Hıdrellez celebrations and entertainments<br />

of the Turkish world are at the forefront of the enthusiastic<br />

partnerships that have been come from past to present.<br />

Nevruz is celebrated with festivals in the region extending<br />

from Turkestan to Turkey and the Balkans. As a matter of<br />

fact, “Hıdrellez and Ay Dede celebrations” in Bosnia are realized<br />

with the participation of guests from other countries.<br />

On the one hand, the Bosnian people fulfill their longing<br />

to their friends and relatives who are distant from them by<br />

eating something and chatting in the side of the stream;<br />

on the other hand, they perform some ritualistic practices<br />

in the Hıdırellez celebrations. Participants in the festival fill<br />

their pot with water from the stream and put the flowers on<br />

it, then they return to their homes. They wash their faces<br />

with this water that has been waited for a day and survivors<br />

of this tradition. They pour the remaining water around their<br />

homes accompanied with prayers. Thus, they believe that<br />

they will spend one year in fertile and healthy.<br />

“Seyran ve temaşa” insanın etrafına bakması, görerek,<br />

seyrederek, gözünü dinlendirmesi, bir bakıma göze bağlı ihtiyaçlarını<br />

gidermesidir. “Temaşa”sözcüğü Türkiye, Azerbaycan,<br />

Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan’da<br />

hemen hemen aynı anlamda kullanılmaktadır.Bu sözcüğün<br />

özünü doğal ve insanoğlunun yarattığı güzelliklerin seyredilmesi<br />

oluşturur.<br />

Travel<br />

393<br />

Gezinti


Common Heritage<br />

394<br />

Ortak Miras<br />

Yöresel kutlama ve şenlikler, panayırlar temel kültürel etkileşim,<br />

dolayısıyla değişim ortamlarıdır. Bu kutlama, şenlik,<br />

festival ve panayırların gerçekleştirildiği dönemlerde uzak<br />

diyarlardan gelenlerin misafir edilerek ağırlanması Türk<br />

dünyasının <strong>ortak</strong>larından biridir. Konukseverliğin Türk milletinin<br />

belirgin özelliklerinden biri olduğu, eskiden olduğu<br />

gibi bugün de yabancılarca sıklıkla dile getirilmektedir.<br />

Atlı-göçebe yaşamdan yerleşik yaşama geçmeden önce<br />

Türkler uzun süre yaylak ve kışlaktan oluşan yarı-göçebe bir<br />

yaşam sürmüşlerdir. Bugün Türk dünyasında sık görülmese<br />

de baharın gelişiyle başlayan yaylaya göç, farklı türden bir<br />

seyahatin başlangıcıdır. Yaylaya göç sırasında yolda karşılaşılan<br />

diğer oba veya köylerden gelenlerle kaynaşılır. Geçmişte<br />

obaların bir araya gelip düzenledikleri yayla şenlikleri,<br />

yapı ve işlev bakımından değişmekle birlikte bugün yaşatılmaya<br />

devam etmektedir. Özellikle Orta ve Doğu Karadeniz’de<br />

çok sayıda yayla şenliği düzenlendiği gözlenmektedir.<br />

Çoğunluğu büyük kentlerde yaşayanlar anayurtlarındaki eş<br />

dost ve akrabalarıyla buluşmak için bu şenliklere gelmektedir.<br />

Yöresel özellikleri kaybolmaya, turistik etkinliklere ve<br />

panayırlara dönüşmeye başlayan bu tür şenliklere katılanlar<br />

dağ havası eşliğinde dinlenme, yeme-içme ve eğlenme,<br />

dolayısıyla mutlu olma fırsatını yakalarlar.<br />

Türk dünyasında gezinti ve seyran yerine “saf havala (Başkurt<br />

Türkçesi), serüven, serüvendev, kıdıruv (Kazak Türkçesi),<br />

aylanū, seyil (Kırgız Türkçesi), säyr (Özbek Türkçesi),<br />

saf havada, yöröp kilü (Tatar Türkçesi), gezelenç (Türkmen<br />

Türkçesi), keziş (Uygur Türkçesi)” gibi farklı sözcükler kullanılmaktadır<br />

(Kültür Bakanlığı 1991: 270- 271). Temaşa ise<br />

“küzätiv (Başkurt Türkçesi), karav, tamaşalav (Kazak Türkçesi),<br />

tamaşalō (Kırgız Türkçesi), küzätü (Tatar Türkçesi),<br />

sīnlama, tomaşa etme (Türkmen Türkçesi), tamaşa kıliş (Uygur<br />

Türkçesi)” sözcükleriyle ifade edilmektedir (Kültür Bakanlığı<br />

1991: 868- 869). Bununla birlikte Türk dünyasında,<br />

değişik söyleyişleri bulunsa da, “gezinti, seyran ve temaşa”<br />

kelimelerinin yaygın olduğu görülmektedir.<br />

Gezinti yeri anlamında kullanılan bir diğer sözcük de “bakacak<br />

ve bakı yeri”dir. Anadolu başta olmak üzere Türk dünyasının<br />

pek çok bölgesinde bakacaklar bulunmaktadır. Bakılacak,<br />

seyredilecek yer demek olan bakacaklarda ziyaretçiler<br />

ruhlarını zindeleştirirler. Anadolu ve Balkanlar’da “bakacak”,<br />

Orta Asya’da “bakı yeri” denilen bu tür yerlere hem Türkiye,<br />

hem Orta Asya’da “seyran tepesi” adı da verilmektedir. Bakacakların<br />

varlığı tabiatı seyretmenin, Türk insanının önemli<br />

zevklerinden birisi olduğunu göstermektedir. Buralarda<br />

mavi gök ile yemyeşil tabiatın, adeta sonsuzluğa uzanan bir<br />

bütünlük içinde, ahenkli bir beraberliği söz konusudur. Buna<br />

insanoğlunun katkıları olan nadide mimari eserlerin seyri de<br />

eklenince anlamlı bütünlük ortaya çıkmaktadır.<br />

“Seyran (travel) and temaşa (show)” means looking around,<br />

showing, resting their eyes, satisfying a need related to<br />

eyes in a sense. The word “temaşa (show)” is used in almost<br />

the same meaning in Turkey, Azerbaijan, Turkmenistan, Uzbekistan,<br />

Kazakhstan and Kyrgyzstan. The essence of this<br />

word consists of watching the natural beauties created by<br />

human beings. Nature becomes beautiful and unique with<br />

culture. The forms, products and practices for beautification<br />

of nature are the partnerships of the Turkish world. The hills<br />

viewing the snow-capped mountains, rivers, lakes, highland<br />

where the animals pasture, the gardens where various<br />

kinds of trees and flowers are found and pasturelands<br />

are the places where the cultural partnerships and beauties<br />

are created. On the one hand, light plays in the sunset<br />

and moonlight calm the human soul with the combination<br />

of earth and horizon; on the other hand, they inspire cultural<br />

authenticity. In this kind of space and moments, “eyes<br />

and heart open”. For this reason, the celebrations that take<br />

place in the lap of nature are social events in which a great<br />

part of the tradition consisting of culture are created, developed<br />

and sustained.<br />

The reasons for traveling and promenade are different. ‘’<br />

Sıla-i rahim’’ that means in turkish visiting the family elders<br />

and relatives has great importance in Turkish world. Such<br />

visits are carried out more frequently especially in religious<br />

holidays and local celebrations. The visits made to cemeteries<br />

and tombs where the ancestors have been buried can<br />

also be evaluated within this scope. Surahs from the Qur’an<br />

are read for the soul of their ancestors on these visits. It is<br />

possible to come across such practices in the Turkish geography<br />

that extends from Uzbekistan to the Balkans.<br />

Local celebrations and festivals as well as carnivals are the<br />

main cultural interactions and change environments. Entertaining<br />

guests coming from distant lands is one of the<br />

partners of the Turkish world in the period when this celebration,<br />

fair and festival are performed. It is often said the<br />

same today as it was yesterday by foreigners that the hospitality<br />

is one of the prominent features of the Turkish nation.<br />

Before adopting a sedentary life from horse-nomadic life,<br />

the Turks lived a semi-nomadic life consisting of a long period<br />

of spring and winter. Although it is not common in the<br />

Turkish world today, migration to the summer range, which<br />

starts with the coming of spring, is the beginning of a different<br />

kind of travel. People become friendly at once with<br />

the people in other village and tent seen on the way of migration.<br />

In the past, festivals in summer ranges, where the<br />

people in tents come together and are organized, continue<br />

to exist today despite varying in terms of structure and<br />

function. It is observed that a large number of festivals in


Gezinti<br />

Travel<br />

395


summer range are performed especially in the Central and<br />

Eastern Black Sea. The majority of people living in big cities<br />

come to these festivals to meet their friends and relatives<br />

in their homeland. Participants in such festivities, which begin<br />

to disappear into local attractions and turn into tourist<br />

attractions and fairs, have the chance to rest, eat and drink<br />

and be happy in the accompanied with mountain weather.<br />

Common Heritage<br />

396<br />

Ortak Miras<br />

In the Turkish world, the words such as “saf havala (Bashkir<br />

Turkish), serüven, serüvendev, kıdıruv (Kazakh Turkish),<br />

aylanū, seyil (Kyrgyz Turkish), säyr (Uzbek Turkish), saf havada,<br />

yöröpkilü (Tatar Turkish), gezelenç (Turkmen Turkish),<br />

keziş (Uyghur Turkish)” are used instead of the word<br />

“seyran (trip) and gezinti (travel)’’ (Ministry of Culture 1991:<br />

270-271). The word ‘’temaşa (show)’’ is expressed by the<br />

words “küzätiv (Bashkir Turkish), karav, tamaşalav (Kazakh<br />

Turkish), tamaşalō (Kyrgyz Turkish), küzätü (Tatar Turkish),<br />

sīnlama, tomaşa etme (Turkmen Turkish), tamaşakıliş (Uyghur<br />

Türkçesi) (Ministry of Culture 1991: 868-869). It seems<br />

that the word “trip, traveling and show” is widespread in the<br />

Turkish world, even though it has different sayings.<br />

Another word used in the sense of travel is “ bakacak (an<br />

upland where people can watch best around is on the top<br />

of the hill) and bakı yeri (lookout) “. The visitors refresh their<br />

souls in the ‘’bakacak’’meaning a place for looking around.<br />

These places, which are called as ‘’bakacak’’ in Anatolia and<br />

the Balkans as well as ‘’bakı yeri’’ in Central Asia, are named<br />

as ‘’seyran tepesi’’ both in Turkey and Central Asia. The presence<br />

of ‘’bakacak’’ shows that the viewing of the nature is<br />

one of the important pleasures of the Turkish people. Here,<br />

the blue sky and the verdant nature are in a harmonious<br />

unity as it were in a unity extending to eternity. A meaningful<br />

coherence is revealed when the rare architectural works<br />

which are built by human beings are added.<br />

The history of watching nature is very old in the life of Turkish<br />

people. For example, it is suggested that he was informed<br />

and then crossed over to the Rumeli after Süleyman<br />

Pasha that is the son of Orhan Gazi was curious about the<br />

shore while he was watching it in the the Edincik ruins. It<br />

is stated that the place where Suleyman Pasha seated and<br />

watched the sea is written in the sources of the XVth century<br />

and is called “temaşalık”, in other words, a excursion spot.<br />

Since hunter and collector period, traveling has been the<br />

main activity of human beings. In other words, travel is as<br />

essential activity continued from past to present in all cultures.<br />

In the development of the tourism industry, a limited<br />

number of people have traveled primarily for different reasons<br />

such as pilgrimage, war, state affairs, arts, education,<br />

science, trade and curiosity. Those who have traveled such<br />

trips have tried to make the lands that they have traveled by


Türk insanının yaşamında tabiatı seyretmenin tarihi oldukça<br />

eskidir. Örneğin Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa’nın,<br />

bir gün Edincik harabelerinde, temaşalıkta oturup denizi<br />

seyrederken karşı kıyıları görüp merak ettiği ve bilgi edinip<br />

karşı yakaya, dolayısıyla Osmanlıların Rumeli’ye geçtiği aktarılmaktadır.<br />

XV. yüzyıl kaynaklarının Süleyman Paşa’nın<br />

oturup denizi seyrettiği yeri, “temaşalık”, yani seyir yeri diye<br />

kaydettikleri belirtilmiştir.<br />

Avcı-toplayıcılık döneminden beri insanoğlunun temel faaliyetlerinin<br />

başında seyahat etmek gelmektedir. Diğer bir<br />

ifadeyle seyahat etmek bütün kültürlerde geçmişten günümüze<br />

süregelen köklü bir faaliyettir. Turizm sektörünün<br />

gelişmesinde öncelikle hac, savaş, devlet görevi, sanat,<br />

eğitim, bilim, ticaret ve merak gibi farklı nedenlerle sınırlı<br />

sayıda insanın seyahati söz konusuydu. Bu tür seyahatleri<br />

gerçekleştirenler yazı ve görsellerle (resim, gravür, minyatür<br />

vb.) gezip gördükleri diyarları kalıcı hale getirmeye çalıştılar.<br />

Özellikle sanayileşmenin ve kentleşmenin gelişmesine<br />

paralel olarak 19. asrın ortasında kitlesel turizm faaliyetleri<br />

ortaya çıktı.<br />

Merak bilimin, dolayısıyla kültürün temelidir. İnsanlar farklı<br />

diyarlara çok kere merak ettikleri için seyahat ederler. Keşif<br />

gezileri, insanlık tarihini değiştirmiştir. Doğada yapılan gezintiler<br />

bir bakıma tabiatın keşfidir. Türklük tarihindeki göçlerin<br />

temel nedenlerinden biri de merak edilen yeni coğrafyaların<br />

yurda dönüştürülmesi düşüncesidir. Bu açıdan<br />

bakıldığında Türklük tarihi göçler tarihidir. Türkler göçlerle,<br />

dolayısıyla etkileşimlerle olgunlaşan ve yetkinleşen bir<br />

millettir. “Tebdil-i mekânda ferahlık vardır” atasözü Türkler<br />

arasındaki hareketli ve dinamik yaşam tutkusunu yansıtmaktadır.<br />

Gezme eyleminin çok kere eğlenmekle ilgili anlamlarda da<br />

kullanıldığı tespit edilmiştir. Gezmeye gitmek aynı zamanda<br />

eğlenmeye gitmeyi de ifade etmektedir. Gezinmek de eğlenmek,<br />

vakit geçirmek için gezmek anlamlarına gelmektedir<br />

(Özdemir 2005: 284; TDK 1988: 546- 547). Nitekim toplu<br />

gezinti ve kutlama etkinliklerinde farklı türden eğlenceler<br />

düzenlenmektedir. Gezici eğlence grupları bu tür etkinliklere<br />

katılmaktadır. Bunların başında sirk, çadır tiyatrosu ve<br />

lunapark gibi işletmeler gelmektedir. Burada Türklerin antik<br />

dönem tiyatrolarına “temaşalık”, köyde düzenlenen dramatik<br />

gösterilere de “seyirlik oyunlar” adını verdiklerini de<br />

hatırlatmakta yarar vardır. Anadolu’da köylülerin uzun süre<br />

“henk yapma, oyun çıkarma” etkinliklerinde “Arap Oyunu,<br />

Kız Kaçırma Oyunu, Deve Oyunu, Köse- Gelin Oyunu” gibi<br />

dramatik gösterileri gerçekleştirdikleri bilinmektedir. Bu<br />

oyunlardan birinin de “Göçebe Oyunu” olması dikkat çekicidir.<br />

Osmanlı kentli gezinti mekânlarında Karagöz ve Ortaoyunu<br />

gibi geleneksel tiyatro takımlarının gösteri yapmaları,<br />

writing and visuals (paintings, engravings, miniatures, etc.)<br />

permanent. Parallel to the development of industrialization<br />

and urbanization in particular, mass tourism activities<br />

emerged in the middle of the 19th century.<br />

Curiosity is basis of science and culture. People travel because<br />

they often wonder about different lands. Discovery<br />

trips have changed the history of humanity. The trips in the<br />

nature are a discovery of nature. One of the main reasons<br />

for the migration in the history of Turks is the idea of converting<br />

the new geographies that are curious into the country.<br />

From this point of view, Turkish history is the history of<br />

migrations. Turks are a nation that matures and empowers<br />

with migrations. The proverb “Tebdil-i mekânda ferahlık<br />

vardır (a change is as good as a rest)” reflects a passion for<br />

mobile and dynamic life among the Turks.<br />

It has been determined that travelling has also been used<br />

many times in the meaning of having fun. Traveling means<br />

not going to have a good time at the same time. It also<br />

means having fun and spending time (Özdemir 2005: 284;<br />

TDK (Turkish Language Association)1988: 546- 547). As a<br />

matter of fact, different types of fun are organized in group<br />

tour and celebration events. Mobile entertainment groups<br />

are involved in such activities. The first of these is the circus,<br />

tent theater and amusement parks. It is also worthwhile to<br />

remind that the Turks call the ancient theaters as “temaşalık<br />

(show)” and the dramatic performances organized in the<br />

village as “seyirlik oyunlar (theatrical play)”. It is known<br />

that villagers in Anatolia performed dramatic performances<br />

such as “Arap Oyunu (a traditional play performed by one<br />

woman in the presence of any two or more of the reeds),<br />

Kız Kaçırma Oyunu (a traditional play about abduction of<br />

girls), Deve Oyunu(a traditional play performed in the weddings),<br />

Köse- Gelin Oyunu (a traditional play about the end<br />

of the old year and the beginning of the new year)” in the<br />

events for fun. It is striking that one of these play is “Göçebe<br />

Oyunu (Nomadic Play)”. That traditional theater teams perform<br />

plays such as karagöz shadow play and eulogy show<br />

in ottoman culture and entertainment life reveals the combination<br />

of entertainment and travel.‘’Surname (the general<br />

name of literary texts about festivals in Ottoman Turkish<br />

literature) and miniatures’’ are the main sources that reveal<br />

the coexistence of entertainment and navigation in the Ottoman<br />

period.<br />

It is observed that the local and urban entertainments have<br />

intertwined particularly in the last period. It is a remarkable<br />

transformation that the people who are entertainers<br />

of a period become the watcher of the entertainment professionals<br />

over time. Festivals and carnivals are also made<br />

within the scope of the main event such as wrestling, camel<br />

Travel<br />

397<br />

Gezinti


Common Heritage<br />

398<br />

Ortak Miras<br />

gezinti ve eğlence birlikteliğini ortaya koymaktadır. Surnâme<br />

ve minyatürler Osmanlı dönemindeki tabiatın kucağında<br />

gerçekleşen eğlence ve gezinti birlikteliği ortaya koyan<br />

temel kaynaklardır.<br />

Özellikle son dönemde yöresel ve kentli eğlencelerin iç içe<br />

geçtiği gözlenmektedir. Bir dönem eğlencenin gerçekleştiricileri<br />

olan halkın zamanla eğlence profesyonellerini seyreder<br />

hale gelmesi dikkat çekici bir dönüşümdür. Yağlı veya<br />

karakucak güreş, deve güreşi, cirit, gökbörü, at yarışı, boğa<br />

güreşi ana etkinliği kapsamında şenlik ve festivaller de gerçekleştirilmektedir.<br />

Panayır ve fuar gibi ticarî yanı baskın faaliyetler yerel, ulusal<br />

ve uluslararası gezme eylemenin temel gerekçeleri olabilmektedir.<br />

Pazarlar gibi panayırlar yöresel ve kentli nüfusun<br />

temel alışveriş ve etkileşim ortamlarını meydana getirmekteydi.<br />

Zamanla ulusal ve uluslararası fuarlar panayırların<br />

yerini almaya başlamıştır.<br />

Türk dünyasındaki <strong>ortak</strong>lıkların temelini önceleri sözlü kültür,<br />

daha sonra da yazılı/ basılı kültür bağlamında gerçekleştirilen<br />

etkileşimler oluşturmaktadır. Son dönemde ise<br />

sanal ve dijital kültür bağlamı sadece Türk dünyasının değil<br />

insanlığın <strong>ortak</strong>lıklarını belirginleştirmekte ve zenginleştirmektedir.<br />

Sanal ve dijital bağlamda <strong>ortak</strong> unsurları, sembolleri,<br />

ürünleri, bilgi ve deneyimleri paylaşanlar istendik<br />

iletişim ve etkileşim için en elverişli araçlara ve ortamlara<br />

sahiptirler. Sanal gezintiler dünyasında zaman ve mekân<br />

sınırlamaları ortadan kalkmıştır. Küresel ölçekte paylaşılan<br />

yerel ve ulusal özgünlükler kısa bir sürede insanlığın sanal<br />

kültürel <strong>ortak</strong>lıklarına dönüşebilmektedir. Elektronik kültür<br />

bağlamı Türk dünyasının <strong>ortak</strong>lıklarıyla ilgili belleği hiçbir<br />

dönemde olmadığı kadar zenginleştirmekte, genişletme ve<br />

görünür kılmaktadır. Türk dünyasının <strong>ortak</strong>lıkları bu süreçte<br />

insanlığın sanal- dijital kültürel belleğinin özgünlüklerine<br />

dönüşmektedir. Sonuç olarak sanal ve dijital <strong>ortak</strong>lıkların<br />

gerçek deneyimlere, dolayısıyla milletleri barış ve dostluk<br />

içinde yaşayabilmelerine kaynaklık edebilmesi herkesçe<br />

paylaşılan bir beklenti olsa gerektir.<br />

Kaynaklar<br />

• Akkaya, Sunay (2016), Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Kent İmgeleri ve<br />

Günümüz Kent Markası Tasarımına Etkisi, Ankara: Grafiker Yay.<br />

• Aslan, Mustafa (2015), “Kutsal ve Seküler Arasında: Hıdrellez ve Türbe<br />

Kültleri Çevresinde Gelişen Eğlence Kültürü”, III. Türk Halk Kültürü<br />

Sempozyumu, Bildiriler, c. 2, Kazan: 707- 713<br />

• Ergun, Pervin (2012), Türk Kültüründe Ağaç Kültü, Ankara: AKM Yayınları.<br />

• Geleyeva, Ariuka (2000), “Karaçay- Malkarların Bahar Bayramı<br />

Kutlamalarında Eski Türk İnançlarının İzleri”, Türk Dünyasında Nevruz,<br />

Üçüncü Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri (8-20 Mart 1999, Elazığ), Ankara:<br />

AKM Yayınları: 117- 125.<br />

• Karaçay- Malkar Mifle (2007), Basmaga Caraşdırgan- Dcurtubaylanı<br />

Mahtu, Nalçik “Elbrus”.<br />

• Kumartaşlıoğlu, Satı (2015), “Makedonya Türkleri Arasında Hıdrellez<br />

Kutlamaları”, III. Türk Halk Kültürü Sempozyumu, Bildiriler, c. 2, Kazan:<br />

507- 514.<br />

wrestling, a special old turkish horseman competition with<br />

javelin, gökbörü (one of the historical and national sports of<br />

the Turks like javelin), horse racing and bull wrestling.<br />

Commercial activities such as fairs and festivals can be the<br />

main reasons for local, national and international sightseeing<br />

activities. Like the bazaars, the fairs are regarded as the<br />

basic shopping and interaction environments of the local<br />

and urban population. Over time, national and international<br />

fairs have started to take street fair’s place.<br />

The interactions that take place in the context of verbal<br />

culture in the beginning and then written culture constitute<br />

the basis of the partnerships in the Turkish world. In the last<br />

period, the virtual and digital cultural context enhance and<br />

enrich not only the Turkish world but also the partnerships<br />

of humanity. Those who share common elements, symbols,<br />

products, knowledge and experiences in virtual and digital<br />

contexts have the most convenient tools and environments<br />

for terminal communication and interaction. In the world of<br />

virtual tour, time and space limitations have gone away in<br />

the meantime. Local and national authenticity shared on a<br />

global scale can be transformed into virtual cultural partnerships<br />

of humanity in a short period of time. The context<br />

of electronic culture enriches, expands and bring into view<br />

memory about the partnerships of the Turkish world as never<br />

before. The partnership of the Turkish world is transformed<br />

into the authenticity of the virtual-digital cultural memory<br />

of human being. As a result, the greatest expectation is that<br />

virtual and digital partnerships can lead to real experiences<br />

and enable them to live in peace and friendship.<br />

References<br />

• Akkaya, Sunay (2016), Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Kent İmgeleri ve<br />

Günümüz Kent Markası Tasarımına Etkisi, Ankara: Grafiker Yay.<br />

• Aslan, Mustafa (2015), “Kutsal ve Seküler Arasında: Hıdrellez ve Türbe<br />

Kültleri Çevresinde Gelişen Eğlence Kültürü”,III. Türk Halk Kültürü<br />

Sempozyumu, Bildiriler, vol. 2, Kazan: 707- 713<br />

• Ergun, Pervin (2012), Türk Kültüründe Ağaç Kültü, Ankara: AKM Yayınları.<br />

• Geleyeva, Ariuka (2000), “Karaçay- Malkarların Bahar Bayramı<br />

Kutlamalarında Eski Türk İnançlarının İzleri”, Türk Dünyasında Nevruz,<br />

Üçüncü Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri (8-20 Mart 1999, Elazığ), Ankara:<br />

AKM Yayınları: 117- 125.<br />

• Karaçay- Malkar Mifle (2007), BasmagaCaraşdırgan-<br />

DcurtubaylanıMahtu,Nalçik “Elbrus”.<br />

• Kumartaşlıoğlu, Satı (2015), “Makedonya Türkleri Arasında Hıdrellez<br />

Kutlamaları”, III. Türk Halk Kültürü Sempozyumu, Bildiriler, vol. 2, Kazan:<br />

507- 514.<br />

• “ (2016), Türk Kültüründe Ateş ve Ocak Kültü, Konya: Kömen Yayınlar.<br />

• Kültür Bakanlığı (1991), Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü I, Ankara:<br />

Başbakanlık Basımevi.<br />

• Özdemir, Nebi (2005), Türk Eğlence Kültürü, Ankara: Akçağ Yayınları.<br />

• “ (2006), “Avrupa (Birliği)- Türkiye İlişkilerinin Karşılaştırmalı Kültür<br />

Bilimi Açısından Değerlendirilmesi”, VII. Milletlerarası Türk Halk Kültürü<br />

Kongresi, (Basılmamış bildiri), Gaziantep.<br />

• • (2012), “Evliya Çelebi ve Seyahatnamesinin Sözlü Kültür Boyutu<br />

ve Kent Kültürü Araştırmaları”, Evliya Çelebi’nin Sözlü Kültür Kaynakları<br />

Uluslararası Sempozyumu, Bildiriler, Ankara: Gazi Üniversitesi, (25-26<br />

Nisan 2011), Ankara, 2012: 131- 148.<br />

• “ (2012), “Âşıklık Geleneği ve Seyahat/Göç (Âşık Şenlik Örneklemesi)”,<br />

Uluslararası Âşık Şenlik Sempozyumu Bildiri Metinleri, (Edt. K. Öncül, E.


• “(2016), Türk Kültüründe Ateş ve Ocak Kültü, Konya: Kömen Yayınlar.<br />

• Kültür Bakanlığı (1991), Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü I, Ankara:<br />

Başbakanlık Basımevi.<br />

• Özdemir, Nebi (2005), Türk Eğlence Kültürü, Ankara: Akçağ Yayınları.<br />

• “(2006), “Avrupa (Birliği)- Türkiye İlişkilerinin Karşılaştırmalı Kültür Bilimi<br />

Açısından Değerlendirilmesi”, VII. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi,<br />

(Basılmamış bildiri), Gaziantep.<br />

• • (2012), “Evliya Çelebi ve Seyahatnamesinin Sözlü Kültür Boyutu<br />

ve Kent Kültürü Araştırmaları”, Evliya Çelebi’nin Sözlü Kültür Kaynakları<br />

Uluslararası Sempozyumu, Bildiriler, Ankara: Gazi Üniversitesi, (25-26<br />

Nisan 2011), Ankara, 2012: 131- 148.<br />

• “ (2012), “Âşıklık Geleneği ve Seyahat/Göç (Âşık Şenlik Örneklemesi)”,<br />

Uluslararası Âşık Şenlik Sempozyumu Bildiri Metinleri, (Edt. K. Öncül, E.<br />

Orbay), Kars: Kafkas Üniversitesi, Türk Halkbilimi Araştırma ve Uygulama<br />

Merkezi Yayınları: 5: 16- 35.<br />

• Şamanov, İbrahim (1995), “Kaskasyalı Karaçay- Malkar Türklerinin Halk<br />

Takviminde Yeni Yıl ‘Nevruz’”, Türk Kültüründe Nevruz Uluslararası Bilgi<br />

Şöleni (Sempozyumu) Bildirileri, (Ankara, 20- 22 Mart 1995), Ankara: AKM<br />

Yayınları.<br />

• Şentürk, Habibe (1997), “Batılı Gözüyle Türk Kültürü İncelemeleri”,<br />

Hacettepe Üniversitesi, Türk Halkbilimi Anabilim Dalı<br />

Yayımlanmamış Lisans Tezi, Ankara.<br />

• Şişman, Bekir (2010), “Kültürel, Yapısal ve İşlevsel Açıdan Doğu<br />

Karadeniz’de Yaylacılık ve Yayla Şenlikleri (Hıdırnebi ve Kadırga Yaylaları<br />

Örneği)”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, c.3, s.11: 549- 559.<br />

• Tanyu, Hikmet (1961), “Ankara’da Adakla İlgili Sözler ve Adaklar”, İlahiyat<br />

Dergisi,9, Ankara, IX.<br />

• TDK (1988), Türkçe Sözlük, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.<br />

Orbay), Kars: Kafkas University, Türk Halkbilimi Araştırma ve Uygulama<br />

Merkezi Yayınları: 5: 16- 35.<br />

• Şamanov, İbrahim (1995), “Kaskasyalı Karaçay- Malkar Türklerinin Halk<br />

Takviminde Yeni Yıl ‘Nevruz’”, Türk Kültüründe Nevruz Uluslararası Bilgi<br />

Şöleni (Sempozyumu)Bildirileri, (Ankara, 20- 22 Mart 1995), Ankara: AKM<br />

Yayınları.<br />

• Şentürk, Habibe (1997), “Batılı Gözüyle Türk Kültürü İncelemeleri”,<br />

Hacettepe University,<br />

Departmant of Ethnology Unpublished<br />

Undergraduate Thesis, Ankara.<br />

• Şişman, Bekir (2010), “Kültürel, Yapısal ve İşlevsel Açıdan Doğu<br />

Karadeniz’de Yaylacılık ve Yayla Şenlikleri (Hıdırnebi ve Kadırga Yaylaları<br />

Örneği)”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, vol.3, p.11: 549- 559.<br />

• Tanyu, Hikmet (1961), “Ankara’da Adakla İlgili Sözler ve Adaklar”, İlahiyat<br />

Dergisi,9, Ankara, IX.<br />

• TDK (1988), Türkçe Sözlük, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.<br />

Gezinti<br />

Travel<br />

399


Doç. Dr. Nebi ÖZDEMİR<br />

Bilge Yapım<br />

Kültürün büyük bir bölümü eğlence ortamında ve<br />

eğlence olarak yaratılmakta ve yaşatılmaktadır...<br />

Much of the culture is created and experienced as entertainment.


Kültürün büyük bir bölümü eğlence ortamında ve eğlence olarak yaratılmakta ve yaşatılmaktadır.<br />

Eğlence gelenekler bütünüdür. Kültürü oluşturan geleneklerin büyük bir<br />

bölümünün yaratılması, icrası, geliştirilerek aktarılmasıeğlenceyle yaratılan etkileşim<br />

ortamında gerçekleştirilmektedir. Başka bir ifadeyle kültürün önemli bir kısmı eğlence<br />

bağlamındaki etkileşimlerle yaratılmaktadır(Türk eğlence kültürü hk. Bkz. Özdemir<br />

2005).<br />

19 Eğlence<br />

Entertainment<br />

Much of the culture is created and experienced as entertainment. Entertainment is a<br />

cultivation of traditions. Most of the creation, performing, transfer of the traditions that<br />

shape the culture happens during the interactions of entertainment occasions. In other<br />

words an important share of the culture is created among the interactions related to<br />

entertainment (for more on Turkish entertainment culture see, Özdemir, 2005).


Common Heritage<br />

402<br />

Ortak Miras<br />

Eğlence kavramı farklı açılardan değerlendirilebilir. “Durmak,<br />

kalmak, beklemek” anlamına gelen “eğ/eg-” kökünden<br />

türetilen eğlence sözcüğünün “gülerek, kıvanarak<br />

söyleşmek, konuşmak, yiyip içmek, oynamak, alaya almak,<br />

gülünç duruma getirmek, gülmek” anlamlarına geldiği belirtilmiştir.<br />

Türkiye Türkçesinde eğlenceyle ilgili “eğlendirmek,<br />

eğlendiri, eğlenilmek, eğlenti, eğleşmek, eğleştirmek,<br />

eğletmek” gibi sözcükler de bulunmaktadır(Atalay 1967:53-<br />

54; Eyüboğlu 1995: 221). Türk Dil Kurumu’nun Kavramlar<br />

Dizi’ninde ise eğlencenin bir eylemi (eğlendirmek, avundurmak,<br />

avutmak) veya bir eğlence türünü(eğlenti, âlem,<br />

düğün, gösteri, dernek, balo, cümbüş, parti, garden parti,<br />

şenlik, defile, tedansan, müsamere, çay, kokteyl, fener alayı,<br />

dans,oyun, gün, suvare, oyuncak, kâğıt oyunu, çocuk<br />

oyunları, spor, dama, satranç,domino, tombala, bilardo,<br />

briç, tavla, salıncak, dönme dolap, sirk) ifade ettiği vurgulanmıştır.<br />

“Cambazhane, atlıkarınca, tahterevalli, lunapark,<br />

bar, eğlenmek, zevk etmek,keyfetmek,keyif çatmak, keyif<br />

sürmek, içi açılmak, ferahlamak, oyalanmak, oynamak,<br />

dans etmek, vakit geçirmek, tören, haz” anlamlarına gelen<br />

“eğlencelik” de benzer bir şekilde eğlence aracını, ortamını,<br />

türünü veya eğlencenin işlevini belirtmek için kullanılmaktadır<br />

(TDK 1971: 260- 261).<br />

Türk Halk Ağzından Söz Derleme Dergisi’nin Folklor Sözleri<br />

başlıklı altıncı cildinde çocuk oyunlarının yanı sıra eğlence<br />

ile ilgili çok sayıda maddeye de yer verilmiştir. “Aba atma,<br />

aba dolambaç oyunu, Arap oyunu, aşık oyunları, ayı oyunu,<br />

bar, bayram aşı, bıçak oyunu, cıngırak, çelken, çıvga, çömçe<br />

“Eğlence” (entertainment) might be evaluated from different<br />

perspectives. Turkish word of “eğlence” is thought<br />

be produced from the word stem of “eğ/eg-“ meaning “to<br />

hold on, to stay, to wait”. “Eğlence” has the meanings of<br />

“to chatter, talk, feast, dance, make fun of, make a mockery<br />

of and to laugh”. In Anatolian Turkish there are similar<br />

and related words which are “eğlendirmek” (to entertain),<br />

“eğlendiri” (entertainment), “eğlenilmek” (to be made fun<br />

of), “eğlenti” (party), “eğleşmek” (to hang on), “eğleştirmek”<br />

(to keep busy) or “eğletmek” (to keep somebody waiting)<br />

(Atalay 1967:53-54; Eyüboğlu 1995: 221). In the thesaurus<br />

prepared by the Turkish Language Society, “eğlence” is presented<br />

as an action such as “eğlendirmek” (to entertain),<br />

“avundurmak” (to comfort), “avutmak” (to console) or a<br />

kind of entertainment “eğlenti” (entertainment), “âlem”<br />

(entartainment with boozes), “düğün” (wedding), “gösteri”<br />

(show), “dernek” (meeting), “balo” (ball), “cümbüş” (binge),<br />

“parti” (party), “şenlik” (festival), “defile” (fashion show),<br />

“tedansan”, “müsamere” (show), “çay” (tea party), “kokteyl”<br />

(cocktail party), “fener alayı” (torchlight procession), “dans”<br />

(dance), “oyun” (game), “gün” (day), “ suare” (evening performance),<br />

“oyuncak” (toy), “kağıt oyunu” (card game),<br />

“çocuk oyunları” (children games), “spor” (sports), “dama”<br />

(checkers), “satranç” (chess), “domino” (domino), “tombala”<br />

(lotto), “ bilardo” (billiard), “briç” (bridge), “tavla” (backgammon),<br />

“salıncak” (swing), “dönme dolap”, (ferris wheel),<br />

“sirk” (circus).<br />

Another word “eğlencelik” (entertainments) have close


gelin, danışık yemeği, derder kınası, deve oyunu, diş hediği,<br />

gezek/sıra gezmek, golanka, göde göde, halay, halfene/<br />

örfene, hatim yemeği, höngülmeç, karşılama oyunu, kına<br />

yemeği, kişi yemeği, nikah/çeyiz yemeği, ortaca, oturak/<br />

oturtma, saçı yemeği, samah, saya gezmesi, sıra gezmek,<br />

sinsin/zamah oyunu, sohbet yeme, şirince/ şirinlik, tura, tolaka<br />

oyunu, yallı, yom, yüzük oyunu” bunlardan bazılarıdır(TDK<br />

1952).<br />

Bir kültürdeki herhangi bir unsurun değerlendirilmesinde<br />

yakın ve mecaz anlamlarda kullanımlarının da göz önünde<br />

bulundurulması yararlı olacaktır. Eğlence ve eğlenmenin<br />

Türkiye Türkçesinde “Felekten bir gün çalmak, felekten<br />

kam almak, keyfetmek, keyif çatmak,keyif yetiştirmek, keyif<br />

sürmek, oyalanmak, avunmak, içi açılmak, ferahlamak, ferahlanmak”<br />

gibi yakın ve mecazîanlamlarının olduğu ilgili<br />

kaynaklarda belirtilmiştir (Ağakay1949: 35-36 ve 1956:32).<br />

Eğlence kelimesi yerine Türk dünyasında farklı sözcükler<br />

kullanılmaktadır. “Aylanca (Azerbaycan Türkçesi), irmak,<br />

maraka, tamaşa (Başkurt Türkçesi), savık, oyın- savık, ermek<br />

(Kazak Türkçesi), seyil, könül açu (Kırgız Türkçesi),<br />

köngil açiş, tamaşa, ermak (Özbek Türkçesi), hozurlık kılu,<br />

yuanıç, tamaşa (Tatar Türkçesi), güymence (Türkmen Türkçesi),tamaşa,<br />

oyun-külka (Uygur Türkçesi)” sözcükleri Türk<br />

dünyasında eğlenceyi ifade etmektedir. Bu kelimelerde<br />

eğlencenin “gönül açıcı, huzur verici” işlevlerinin belirginleştirildiği<br />

görülmektedir (Kültür Bakanlığı 1991: 204- 205).<br />

Bu durum bir bakıma Türklerin eğlence anlayışlarını veya<br />

beklentilerini de ortaya koymaktadır. Nitekim Türk eğlence<br />

dünyasında gönül açıcı doğada yapılan gezinti ile eğlence<br />

bütünleşmiştir. Diğer taraftan eğlencenin “durmak, kalmak,<br />

beklemek, durup dinlenmek, vakit geçirmek” şeklindeki köken<br />

anlamı “oturmaya gitmek, sıra gecesi, oda sohbetleri,<br />

yaren toplantısı, gün ve ziyafetler, oturak âlemleri” şeklindeki<br />

eğlence tür ve ortamlarında yaşatılmaktadır. Bu toplantılarınbazen<br />

sıra ile farklı mekânlarda gerçekleştirildiğine<br />

dikkat çekmek gereklidir.<br />

Küçük farklılıklara rağmen Türk dünyasındaki eğlenceler<br />

“ritüel kökenli eğlenceler, dini gün ve bayramlarla ilgili<br />

eğlenceler, geçiş dönemleriyle ilgili eğlenceler, mevsimlik<br />

toplantı, gezinti ve eğlenceler, yöresel şenlik, festival ve panayırlar,<br />

resmi günler ve bayramlarla ilgili eğlenceler, kent<br />

yaşamı kökenli eğlenceler ve diğer eğlenceler” şeklinde sınıflandırılarak<br />

değerlendirilebilir.<br />

“Çömçe Gelin, Cemalcik, Saya Gezmesi, Koç Katımı, Kuzu<br />

Günü, Ahır Çerşembe, Çiğdem Eğlencesi, Yumurta Bayramı”<br />

gibi ritüel kökenli eğlencelerin en köklü ve yaygın olanları<br />

arasında Nevruz ve Hıdrellez gösterilebilir. Baharı karşılama<br />

kutlamaları olan Nevruz ve Hıdrellez kutlamaları Türk<br />

dünyasının en önemli <strong>ortak</strong>lıklarındandır. Nevruz ve Hıdrelmeanings<br />

like “cambazhane” (circus), “atlıkarınca” (carrousel),<br />

“tahtevaralli” (seesaw), “lunapark” (funfair), “bar”<br />

(bar), “eğlenmek” (to have fun), “zevk etmek” (to enjoy),<br />

“keyfetmek” (to relish), “keyif çatmak” (have a fun time),<br />

“keyif sürmek” (to take pleasure), “içi açılmak” (cheer<br />

up), “ferahlamak” (to be refreshed), “oyalanmak” (to idle<br />

around), “oynamak” (to play), “dans etmek” (to dance),<br />

“vakit geçirmek” (to spend time), “tören” (ceremony”, “haz”<br />

(pleasure). Both words are similar in terms of depicting the<br />

tools for having fun, the medium of the entertainment or<br />

the function of the entertainment (TDK 1971: 260- 261).<br />

Sixth volume of the Turkish Word Compilation of Public Language<br />

Journal is dedicated to the folklore vocabulary which<br />

includes many entries about “eğlence” (entertainment)<br />

besides child games. “Aba atma”, “aba dolambaç oyunu”,<br />

“Arap oyunu”, “aşık oyunları”, “ayı oyunu”, “bar”, “bayram<br />

aşı”, “bıçak oyunu”, “çıngırak”, “çelken”, “çıvga”, “çömçe<br />

gelin”, “danışık yemeği”, “derder kınası”, “deve oyunu”,<br />

“diş hediği”, “gezek/sıra gezmek”, “golanka”, “göde göde”,<br />

“halay”, “halfene/örfene”, “hatim yemeği”, “höngülmeç”,<br />

“karşılama oyunu”, “kına yemeği”, “kişi yemeği”, “nikah/<br />

çeyiz yemeği”, “ortaca, oturak/oturtma”, “saçı yemeği”, “samah”,<br />

“saya gezmesi”, “sıra gezmek”, “sinsin/zamah oyunu”,”sohbet<br />

yeme”, “şirince/ şirinlik”, “tura”, “tolaka oyunu”,<br />

“yallı”, “yom”, “yüzük oyunu” are games listed among those<br />

(TDK, 1952).<br />

It is useful to consider the close meanings and metaphors<br />

while evaluating any cultural element. Related sources indicate<br />

such close meaning and metaphors of “eğlence” (entertainment)<br />

like “felekten bir gün çalmak”, “felekten kam<br />

almak”, “keyfetmek”, “keyif çatmak”, “keyif yetiştirmek”,<br />

“keyif sürmek”, “oyalanmak”, “avunmak”, “içi açılmak”,”ferahlamak”,<br />

“ferahlanmak” (Ağakay1949: 35-36 ve 1956:32).<br />

There are different words used for entertainment in the Turkic<br />

world. such as “Aylanca” (Azerbaijan Turkish), “irmak”,<br />

“maraka”, “tamaşa” (Bashkird Turkish), “savık”, “oyunsavık”,<br />

“ermek” (Kazakh Turkish), “seyil”, “könül açu” (Kirhgiz<br />

Türkçesi), “köngil açiş”, “tamaşa”, “ermak” (Uzbek Turkish),<br />

“hozurlık kılu”, “yuanıç”, “tamaşa” (Tatar Turkish), “güymence”<br />

(Turkmen Turkish), “tamaşa”, “oyun-külka” (Uyghur<br />

Turkish)”. All of these variations focus on the functions of<br />

the entertainment to provide cheer and relax (Ministry of<br />

Culture, 1991:204-205).<br />

This somehow represents the perception of entertainment<br />

among Turks and their anticipations. In that regard in Turkish<br />

entertainment having a pleasure trip in the nature to<br />

provide cheer is also accepted as a part of entertainment.<br />

On the other hand the other etymological meaning of the<br />

word stem of “eğlence” which is “to stop, to stay, to wait,<br />

Entertainment<br />

403<br />

Eğlence


Common Heritage<br />

404<br />

Ortak Miras<br />

lez kutlamalarında bolluk ve bereket sağlayıcı, sağaltıcı ve<br />

arındırıcı dinî- büyüsel uygulamalar geleneksel oyun, yarışma,<br />

dans, müzik ve tiyatro gösterilerinden oluşan eğlence<br />

etkinlikleriyle birlikte gerçekleştirilmektedir. Türk dünyasında<br />

Nevruz genellikle 21-22-23 Mart, Hıdrellez ise 22<br />

Nisan ve 6 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirilmektedir. Nevruz<br />

Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan, Azerbaycan, Türkiye<br />

ve Balkanlar başta olmak üzereTürk dünyasının <strong>ortak</strong> millî<br />

bayramıdır. Kazakistan’ın başkenti Astana’da Nevruz binlerce<br />

kişinin katıldığı eğlenceli şenliklerle kutlanmaktadır.<br />

Nevruz’da çeşitli dans, müzik ve yarışmaların yanında ateşin<br />

üzerinden atlama geleneği, Hıdrellez’de de baht veya niyet<br />

çömleği uygulamaları dikkat çekmektedir. “Kurban kesme,<br />

türbe ziyareti, toplu yemek, güreş ve atlı eğlenceler, halat<br />

çekme yarışmaları ve atışmalar” Nevruz ve Hıdrellez kutlamalarında<br />

gerçekleştirilen etkinliklerdendir.<br />

Türk dünyasında dinî günler ve bayramlarla ilgili kutlama ve<br />

eğlencelere büyük önem verilmektedir. Ramazan Ayı’nda iftardan<br />

sonra kamusal mekânların yanında, aileler arasında<br />

sohbet ve eğlenceler de düzenlenmektedir. Bazı yerlerde<br />

Ramazan gecelerinde helva sohbetleri yapılmakta, saz ve<br />

söz meclisleri kurulmaktadır. Geçmişin meddah kahvehanelerinin<br />

yerini bugün şehrin ana caddesi ve parkındaki<br />

bayram eğlenceleri almıştır. Bu tür mekanlarda Osmanlı<br />

döneminin bakiyelerinden biri olarak akşamları Karagöz ve<br />

Kukla gösterileri gerçekleştirilmektedir. Ramazan dönemindeki<br />

sohbet ve eğlencelerin bazen sahura kadar sürdüğü<br />

gözlenmektedir. Yine Ramazan Bayramı ile Kurban Bayramı’nda<br />

dinî görevler yerine getirildikten sonra akraba ve<br />

dostlar ziyaret edilmekte, daha sonra da bayram yerlerinde<br />

düzenlenen eğlencelere katılınmaktadır. Köylerde ise geleneksel<br />

özel gün kıyafetlerini giyip süslenen gençlerinkutlama<br />

mekânlarında karşılıklı maniler, türküler söyleyip dans<br />

ettikleri ve salıncaklar kurup sallandıkları, dolayısıyla birbirlerini<br />

görüp beğenme ve anlaşma fırsatını yakaladıkları<br />

görülmüştür. Son dönemde kentlerde bu tür geleneksel eğlencelerin<br />

yerini mekanik ve elektronik eğlence araçlarından<br />

oluşan tema parkların aldığı tespit edilmiştir. Böylelikle<br />

Bayram Yeri adıyla bilinen kentsel kültürel mekânlar ortadan<br />

kalkmıştır. Bugün yaşayan kültürel mirasın korunması<br />

yaklaşımı yerleşim birimlerindeki bu tür kültürel mekânların<br />

yeniden canlandırılmasını da amaçlamaktadır. Sıklıkla dile<br />

getirilmeye başlanan tüketim kültürünün tatsızlığı ve sıkıcılığı,<br />

yaşayan kültürün yeniden keşfedilen ve canlandırılan<br />

özgünlükleriyle giderilmeye, örneğin Hıdrellez pek çok yörede<br />

yeniden coşkuyla kutlanmaya başlanmıştır.<br />

Ölüm dışındaki doğum, sünnet, askere uğurlama, nişan,<br />

düğün gibi geçiş dönemleri Türk toplumsal yaşamında eğlencelerle<br />

kutlanmaktadır. Doğdu görme, diş hediği ve ad<br />

koyma gibi bebeklik dönemi kutlamalarında geleneksel uyto<br />

put feet up, to spend time” are also been kept alive in<br />

different types of entertainment occasions like “oturmaya<br />

gitmek (to pay a visit), “sıra gecesi” (sira night), “oda sohbeti”<br />

(public room talks), “yaren toplantısı”, “yaren toplantısı”<br />

(friends gathering),”gün ve ziyafetler” (special days and<br />

feasts), “oturak alemleri” (drinking party). It is important to<br />

note that many of these occasions are arranged at different<br />

venues each time hosted by another person.<br />

Despite their small differences the entertainments in the<br />

Turkic world may be classified as “ritual based entertainments,<br />

entertainments regarding religious days and feasts,<br />

entertainment activities related to transitional stages of<br />

life, seasonal gatherings, trips and amusements, local festives,<br />

festivals and fairs, public and national holidays, entertainment<br />

activities regarding urban life and others”.<br />

“Nevruz” and “Hıdırellez” are the most long-established<br />

and common ritual based entertainment occasions where<br />

othes like “çömçe gelin”, “cemalcik”, “saya gezmesi”, “koç<br />

katımı”, “kuzu günü”, “ahır çerşembe”, “çiğdem eğlencesi”,<br />

“yumurta bayramı” could be listed as well. Both “nevruz”<br />

and “hıdırellez” are common celebrations across the Turkic<br />

world to welcome the spring. During both occassions different<br />

types of entertainment activities, religious and magical<br />

activities which are supposed to bring wealth and plentifulness,<br />

providing restoration and purifying are blended<br />

with other entertainment activities consisting of games,<br />

competitions, dance, music and theatre. In the Turkish<br />

world “nevruz” is celebrated on 21-22 and 23 rd March and<br />

“hıdırellez” on 22nd April or 6th May. “Nevruz” is a common<br />

festival among different part of the Turkish world including<br />

Uzbekistan, Kirghizistan, Kazakhistan, Azerbaijan, Turkey<br />

and the Balkans. It is celebrated in Astana, the capital of<br />

Kazakhistan by thousands with enjoyful festives. During<br />

“nevruz” various dance and musical shows and competitions<br />

besides the traditional activity of fire jumping. During<br />

“hıdrellez” traditional activities like “baht çözme” (fortune<br />

telling) and “niyet çözme” (intention telling) are carried<br />

out. Other traditional and ritual based activities carried out<br />

both in “nevruz” and “hıdırellez” are “kurban kesme” (animal<br />

sacrifice), “türbe ziyareti” (visiting shrines), “toplu yemek”<br />

(large group meals), “güreş” (wrestling), “atlı eğlence”<br />

(equestrian sports), “halat çekme” (tug war) and “atışma”<br />

(spatting).<br />

In the Turkic world a great importance is attached to the<br />

celebrations and entertaining activities during religious<br />

occasions and holidays. During the holy “Ramadan” following<br />

the “iftar” (evening meal breaking the fast) public and<br />

family gatherings and other fun activities are carried out.<br />

In some places during the “Ramadan” nights people gather


gulamalar, ziyafetler ve eğlenceler gerçekleştirilmektedir.<br />

Aynı şekilde sünnet, erkeklerin yaşamındaki düğünle kutlanan<br />

ilk eşiğiifade etmektedir. Nişan, düğün ve duvaktan<br />

oluşan evlilik ise kadın ve erkeğin yaşamında önemli bir yere<br />

sahiptir ve toplu eğlencelerle kutlanmaktadır.<br />

Türk dünyasında düğünler toplumunun tamamını ilgilendiren<br />

kutlama ve eğlenceler olarak kabul edilmektedir. Doğdu<br />

görme, ad koyma, diş hediği, askere uğurlama, mezuniyet<br />

gibi geçiş dönemi kutlamaları daha çok aile içi ve akrabalar<br />

arasında gerçekleştirilirken nişan ve düğünler çok sayıda<br />

davetlinin katıldığı tören ve eğlencelerden oluşmaktadır.<br />

Orta Asya’dan Balkanlar’a uzanan Türk dünyasında düğün,<br />

yuva kurmanın geleneksel uygulama ve eğlencelerle onaylanması<br />

anlamına gelmektedir. Düğünlerde geleneksel<br />

müzik ve dans gösterilerine bazen dramatik seyirlik oyunlar<br />

da eşlik etmektedir. Kına gecelerinde düzenlenen “Sinsin”<br />

gibi oyunların kökeni ise Eski Türklük çağlarına uzanmaktadır.<br />

Özellikle Orta Anadolu’da yaygın olan Sinsin Oyunu’nda<br />

katılımcılardan biri davul ve zurna nağmeleri eşliğinde ateşin<br />

etrafında çevresini kollayarak ve dans ederek dolanırken<br />

diğeri de onu yakalayarak pataklamaya çalışır. Bazı yörelerin<br />

düğünlerinde yarışmalar düzenlenmekte ve çeşitli ödüller<br />

dağıtılmaktadır. Örneğin Denizli’nin Çameli ilçesindeki<br />

düğün “Gapma” adlı oyunla başlar. Bu oyunda delikanlılar<br />

uzun bir sırığın ucuna iple asılmış olan ballı ve susamlı büyük<br />

simidi kapmaya çalışırlar.<br />

Kırgızistan düğünlerinde ise “Kalpaytuu” adı verilensöz usin<br />

“saz ve söz meclisi” (music and conversation gatherings)<br />

or have friendly conversations while “helva” (a sweet made<br />

from sesame seeds) is served. The old tradition of “meddah<br />

kahvehaneleri” (storyteller coffeshops) is replaced by activities<br />

in the main avenues and parks of the big city. Still<br />

some of the traditional activities like “Karagöz” (shadow<br />

play) and “Kukla” (puppetshow) has survived up to now.<br />

Entertainment activities during the “Ramadan” nights can<br />

continue until the “sahur” (night meal before dawn).<br />

During the religious holidays people visit their relatives and<br />

friends after performing their religious duties and join the<br />

entertainment activities in the fair grounds. In the villages<br />

entertainments like telling poems “mani” (poems), singing<br />

folk songs“türkü”, dancing and riding on swings carried out<br />

in the fair grounds are opportunities for the young ones,<br />

dressed for the special occasion, to meet, like and to get<br />

in touch with each other. Lately, especially in the urban areas,<br />

it is seen that traditional entertainment activities are<br />

replaced by mechanical and electronical entertainment<br />

devices. This has caused the disappearance of the fair<br />

grounds, in other words the urban cultural spaces. Contemporary<br />

cultural protection approaches include the revival of<br />

such cultural spaces in the urban areas. The dulness and<br />

flavourlessness of the consumption culture has triggered a<br />

countermovement to rediscover and revive such traditional<br />

and unique activities. For instance “hıdırellez” is again<br />

started to be celebrated enthusiasticallyin most of the regions.<br />

Entertainment<br />

405<br />

Eğlence


Common Heritage<br />

406<br />

Ortak Miras<br />

talığına, dahası abartmaya dayalı atışma yarışmaları düzenlenmektedir.<br />

Bu oyunda kendine güvenen bir kişi diğerlerine<br />

meydan okuyarak yarışmayı başlatır. Diğer yarışmacının<br />

rakibinin anlattıklarını daha da abartarak karşılık vermesi<br />

gerekir. Yarışma katılımcılardan biri pes edene kadar devam<br />

eder. Kazanan yarışmacıya düğün sahibi tarafından çeşitli<br />

ödüller verilir.<br />

Orta Asya Türklerinin düğünlerinde şarkı söyleme yarışmalarına<br />

da rastlanmaktadır. Kırgızistan’daki düğünlerde bu<br />

tür şarkı söyleme yarışmaları düzenlenir. Kırgızistan’dakibu<br />

yarışmalı eğlenceye “Ir Kese”(Türkü kâsesi) adı verilmektedir.<br />

Oyun kımız kâsesini eline alan misafirin bir başka konuktan<br />

hünerini sergilemesini istemesiyle başlatılır. Bu oyunda<br />

davetliler kımız kâsesi ellerine geldiğinde gönüllü olarak<br />

şarkı söyleyip dans ederlerya da şiir okuyarak eğlenceye<br />

katılırlar.Diğer halk eğlencelerinde olduğu gibi, bazı yörelerin<br />

düğünlerinde de âşık fasıllarına yer verildiği gözlenmektedir.<br />

Türk halkının eğlence dünyasında dramatik seyirlik oyunlar<br />

önemli bir yere sahiptir. Nitekim özellikle yereldeki Türk halk<br />

eğlencelerinin pek çoğunda bu tür gösterilerin gerçekleştirildiği<br />

belirlenmiştir. Meddah, Karagöz, Ortaoyunu ve Kukla<br />

gibi kentli geleneksel tiyatro türleri bir yana bırakılırsa<br />

özellikle köylerde canlandırmaya dayalı, bazen kökenleri<br />

dini-büyüsel nitelik taşıyan seyirlik oyunlar sergilenmeye<br />

devam etmektedir. “Köse- Gelin Oyunu, Arap Oyunu, Deve<br />

Oyunu, Göçebe Oyunu, Tarla Sınırı Oyunu, Tekecik Oyunu,<br />

Keloğlan Oyunu, Kartal Oyunu, Tilki Oyunu, Samıt ya da Lal<br />

Oyunu vb.” bu türden oyunlardır. Anadolu’nun bazı yörelerinde“Oyun<br />

Çıkarma” ana başlığı altında “Bebek Oyunu ya<br />

da Karaçör” adıyla kukla oyunları da sergilenmektedir (El-<br />

Occasions that mark the transitions in a persons lifetime like<br />

birth, circumcision, conscription, engagement and weddings<br />

-except death- are all occasions for entertainment<br />

in the Turkish social life. There are various traditional feasts<br />

and entertaining activities or ceremonies related to birth<br />

and infancy, like “doğdu görme” (visiting the new born), “diş<br />

hediği” (celebrating the first teeth) and “ad koyma” (naming<br />

the toddler). Similarly “sünnet” (circumcision) is an important<br />

phase for the boys to be celebrated with a major<br />

ceremony. Starting a family which has an important part in<br />

both mens and womens life is also celebrated at each step<br />

with ceremonies open to all, like “nişan” (engagement),<br />

“düğün” (wedding) and “duvak” (veil).<br />

In the Turkic world weddings are ceremonies and celebrations<br />

which are open to the public. Transitional ceremonies<br />

about birth, naming, celebrating the first teeth, conscription<br />

and graduation are celebrated within the family and<br />

with close relatives, while both engagement and especially<br />

weddings are ceremonies with that almost everyone is welcomed<br />

as a guest. In the Turkic world stretching from the<br />

Central Asia to the Balkans, wedding ceremony is the blessing<br />

and approving of the start of a new family (yuva kurmak)<br />

with traditional activities.<br />

Traditional music and dance activities during the weddings<br />

are sometimes accompanied by dramatic theatrical plays.<br />

Plays like “Sinsin” performed during the “kına gecesi” (night<br />

of henna) have their roots back in the ancient Turkic ages.<br />

“Sinsin” is a common play especially in the Central Anatolia.<br />

“Sinsi” is performed as one of the players dances around<br />

the fire and prowls as “davul” (drum) and “zurna”(Turkish<br />

clarion) are played, where as others try to catch an flail the


çin 1991). Burada “Kourçak” adlı kukla oyununun, bir çocuk<br />

oyunu olarak Özbekistan’da oynandığını belirtmek gereklidir<br />

(Özhan ve Muradoğlu 1997: 94- 95). Özbekistan’da genel<br />

olarak kukla tiyatrosuna “Koğırçakbazlık” adı verilmektedir.Özbekistan’da<br />

Nevruz, Kızıl Gül ve Lale gibi bayram ve<br />

şenliklerde, ziyafetlerde, pazar yerlerinde ve düğünlerde<br />

oyunlar sergileyenMaskarabaz ve Kızıkçılar’ın da halk tiyatrosu<br />

kapsamında değerlendirildiği vurgulanmalıdır (Baydemir<br />

2011).<br />

Göçebelik dönemi bakiyelerinden biri olan “Deve Oyunu”<br />

daTürk dünyasında oldukça yaygındır. Bu oyundaomuzlarına<br />

merdiven geçiren iki kişinin üzerine bir örtü örtülür ve<br />

öndekinin eline ucu deve başına benzetilen zilli bir sopa<br />

verilir.Çalgıcı takımının müziğiyle önündeki devecinin çektiği<br />

deve hareket etmeye başlar. Yere çöken deve bahşişin<br />

deveciye verilmesiyle yeniden hareketlenir. Bazen de ipinden<br />

kurtulan deve, seyircileri kovalamaya başlar. Bu sırada<br />

yöresel mani ve türküler de söylenip danslar sergilenir. Bu<br />

oyunun bir benzeri Azerbaycan’da “Maral Oyunu” adıyla<br />

yaşatılmaktadır. Bu oyunda geyik kılığına giren oyuncuçalgı<br />

eşliğinde geyik hareketlerini taklit ederek konukları eğlendirmeye<br />

çalışır.Hayvanları taklit oyunları (Deve, Kartal, Ayı<br />

Oyunu vb.) Anadolu’da yaygın bir şekilde oynanmaktadır.<br />

Türk dünyasında mevsime göre değişen toplantı ve eğlenceler<br />

de yaygındır. Özellikle yerelde tarım ve hayvancılığın<br />

fazla meşgul etmediği dönemlerde çeşitli sohbet toplantıları<br />

ve eğlenceleri düzenlenmektedir. Bu tür eğlenceler Türk<br />

dünyasında farklı adlarla gerçekleştirilmektedir. Türkiye’de<br />

kökenleri AhiTeşkilatı’na da uzanan bu eğlencelere “sıra<br />

gecesi, gezek, örfene, kaz âlemi, oda sohbeti, helva sohbeti,<br />

oturmah, sıra yareni, kürsübaşı sohbeti, cümbüş, kef/keyf,<br />

muhabbet, yaren meclisi, oymak toplantısı, gün ve ziyafet,<br />

davet ve oturak âlemi” gibi adlar verilmektedir. Büyük bir<br />

bölümü değişmeli olarak düzenlenen bu toplantı ve eğlencelerden<br />

yaren meclisi, barana gibi adlarla anılanları geleneksel<br />

bilgi ve deneyimin yaratıldığı, yaşatıldığı ve geliştirildiği,<br />

temel değerlerin aktarıldığı, toplumsal rol modellerin<br />

ve yaşam biçiminin içselleştirildiği kültür kurumları ve bağlamlarıdır.Bu<br />

tür toplantılarda yöresel müzik ve dans icralarının<br />

yanında “Yüzük Oyunu, Tura Oyunu, Talaka, Yanıltmaç,<br />

Helisa Oyunu, Heybeli-Torbalı Oyunu, Han Taşı Oyunu, Geni<br />

Gidi Gergiden, Şır-Şır Oyunu, Sekir Oyunu, Pırasa Yattı Kalktı<br />

Oyunu, Dilsiz Oyunu, Mendil Kapmaca, Hırsız Oyunu, Arı<br />

Oyunu”gibi eğlenceli oyunlarda oynanmaktadır (Ekici vd.<br />

201, Yakıcı 2010: 94- 100, Özdemir 2005: 227- 233). Sazlı<br />

ve sözlü gerçekleştirilen bu toplantılarda belli bir olgunluk<br />

içinde eğlenmenin örneği sergilenirken Zeybeklik, Seymenlik,<br />

Dadaşlık vb. ile ilgili toplumsal bellek ve kimlik de yöresel<br />

halk oyunları ve müziği eşliğinde yaşatılmaktadır.<br />

player. In some regions various competitions with prizes are<br />

organized. For instance in Çameli county of Denizli province<br />

weddings start with a game called “gapma” (capture).<br />

Young men try to catch a big “simit” (bagel) with honey and<br />

sesame which is leashed to a long pole.<br />

In Kirghiz weddings “Kalpaytuu” competitions on mastership<br />

on words and “atışma” (spatting) based on exaggeration. In<br />

kalpaytuu, a person confident enough challenges others<br />

and starts the competition. The challenged must respond<br />

with more exaggerating to his challenger. The competition<br />

continues until one of the parties gives up. The winner is<br />

awarded by the wedding owner.<br />

Among Central Asian Turks it is also common to hold a singing<br />

competition like in Kirghizistan. These competitions are<br />

called “Ir Kese” (song bowl). The game starts when a guest<br />

holding the “kımız” (a fermented liquor prepared from<br />

mare’s milk) demands another guest to display his talent.<br />

During the game guests join the fun by singing, dancing or<br />

reading a poem when the bowl is transferred to them. Like in<br />

other folk activities “aşık faslı” (folk singer part) is also added<br />

to the program in the weddings of some regions.<br />

Dramatic theatrical shows are also an important part of<br />

the Turkic entertainment world which is also pretty much<br />

common in Anatolia. To put aside urban plays like “Meddah”,<br />

“Karagöz”, “Ortaoyunu” and “Kukla”, in the rural areas<br />

theatrical displays especially based on dramatization and<br />

mostly with a religious or magical setup are a continuing<br />

tradition. “Köse-Gelin Oyunu”, “Arap Oyunu”, “Deve Oyunu”,<br />

“Göçebe Oyunu”, “Tarla Sınırı Oyunu”, “Tekecik Oyunu”,<br />

“Keloğlan Oyunu”, “Kartal Oyunu”, “Tilki Oyunu”, “Samıt”<br />

or“Lal Oyunu” are some of these plays. In some parts of<br />

Anatolia puppet plays like “Bebek Oyunu” or “Karaçör” are<br />

displayed as a part of “Oyun Çıkarma” (game display) (Elçin<br />

1991). On the other hand a puppet play named “Kourçak” for<br />

the kids is payed in Uzbekistan (Özhan ve Muradoğlu 1997:<br />

94- 95). In general puppet show is called as “koğırçabazlık”<br />

in Uzbekistan. The shows displayed by “Maskarabaz” and<br />

“Kızıkçılar” during “nevruz”, “Kızıl Gül Bayramı” (Red Rose<br />

Holiday), “Lale Bayramı” (Tulip Holiday) and similar occasions<br />

and feasts, markets, weddings are considered to be a<br />

part of folk theatre (Baydemir 2011).<br />

“Deve Oyunu” (Camel Play) dating back to the nomadic<br />

times is also pretty common play among the Turkish world.<br />

Two persons carry ladders on their shoulders while being<br />

covered with clothes and a stick with bells is held by the<br />

person in the front resembling a camels head. In rhytm with<br />

the playing music the camel starts to move. After the camel<br />

kneels down a tip is given to the cameleer to make the camel<br />

rise again. The camel may release itself from its ropes and<br />

Entertainment<br />

407<br />

Eğlence


Common Heritage<br />

408<br />

Ortak Miras<br />

Türk dünyasında yöresel, ulusal ve uluslararası düzeyde pek<br />

çok şenlik, festival ve panayır düzenlenmektedir. Bunlardan<br />

özellikle yöresel olanları gelenek kültürünün <strong>ortak</strong>lıklarının<br />

belirlenmesi açısından oldukça önemlidir. Ulusal ve uluslararası<br />

niteliğe sahip etkinliklere karşılık yöresel kutlama,<br />

şenlik ve festivaller geleneksel ürün, uygulama ve aktörlerin<br />

yer alması nedeniyle özgün yapılarını bir ölçüde devam<br />

ettirebilmişlerdir. Bu tür etkinlikler ilgili yerleşim birimleriyle<br />

özdeşleşmiştir. Çoğunluğu yerel yönetim ve derneklerce<br />

düzenlenen bu etkinlikler sosyo-kültürel işlevlerinin yanında<br />

ekonomik işleve de sahiptir. Yerelin ulusal ve küreselle<br />

buluştuğu bu faaliyetlerle daha çok ilgili yörenin temel gıda<br />

ürünlerinin (bal, şeftali, üzüm, ceviz, havuç vb.) tanıtılması<br />

ve değerlendirilmesi amaçlanmaktadır.<br />

Türkler yaylak ve kışlak şeklindeki ikili yaşam tarzını ata mirası<br />

olarak kabul ederek yaşatmaya devam etmişlerdir. Dolayısıyla<br />

yaylaya göç, yayla yaşamı ve yayla şenlikleri Türk<br />

toplumsal yaşamının en önemli kültürel etkinlerinden biridir.<br />

Türk dünyasını oluşturan diğer devlet ve topluluklardaki<br />

gibi Anadolu’da pek çok yayla şenliği düzenlenmektedir.<br />

Son dönemde özellikle Doğu Karadeniz,yayla şenlikleriyle<br />

dikkatçekmektedir. Bu bölgede Bahar’ın gelişiyle yaylalara<br />

toplu olarak göçen halk Hıdrellez’le birlikteyayla şenlikleri<br />

düzenlemeye başlar. Doğu Karadeniz’deki yayla şenlikleri<br />

daha çok Temmuz ve Ağustos aylarında gerçekleştirilmektedir(Şişman<br />

2010: 549- 559).“Kadırga Yaylası Şenlikleri<br />

(Gümüşhane- Trabzon sınırı), Geleneksel Hıdır Nebi Yayla<br />

Şenlikleri (Akçaabat/ Trabzon), Sisdağı Şenlikleri (Şalpazarı/<br />

Trabzon), Beşikdüzü Mayıs Yedisi Şenlikleri (Beşikdüzü/<br />

Trabzon), İkizdere- Ovit Yayla Şenlikleri (Rize), Ardeşen<br />

Küçük Yayla Kültür Festivali (Rize), Anzer Bal Yayla Şenliği<br />

(Ballıköy/ Rize)” Doğu Karadeniz’de düzenlenen yayla şenliklerinden<br />

bazılarıdır.Bu şenliklere geleneksel kıyafetleriyle<br />

katılanlarkurbanlar kesiptopluca yöresel yemekleri yerler,<br />

mani ve türküler söyleyip kemençe, davul, zurna ve tulum<br />

ezgileri eşliğinde horon oynarlar.Ayrıca bu şenlikler vesilesiyle<br />

kurulan pazar ve panayırlarda yöresel ürünler meraklılarına<br />

sunulur. Yayla şenliklerinde bazen ok atma yarışmalarının,<br />

güreş müsabakalarının, at yarışlarının ve boğa<br />

güreşlerinin de düzenlendiği görülür.Yine bu şenliklerde<br />

“aşık, koz, çelik çomak, ip atlama, halat çekme, salıncağa<br />

binme, uçurtma uçurma”gibi oyun ve eğlencelere de rastlanmaktadır.<br />

Salıncak ve Gıcırga, yayla şenliklerinin temel eğlencelerinin<br />

başında gelmektedir. Yüksek ağaçlara urganların geçirilmesiyle<br />

kurulan salıncaklar çocuklar ve yetişkinlerin başlıca<br />

eğlence araçlarındadır. Anadolu’da Gıcırga veya Gıcırık<br />

adıylatanınan bu oyun aracı yaklaşık bir buçuk metrelik yere<br />

sağlam bir şekilde sabitlenmiş 15 cm çaplı bir kazığın üzerine,<br />

tam ortasında küçük bir yuva açılan 15 metrelik büyük bir<br />

start chasing the guests. At that moment dances are performed<br />

while local “mani” (poems) are read and folk songs<br />

are sang. A similar game called “maral oyunu” (doe game)<br />

is still alive in Azerbaijan. In this game a player dressed like<br />

a deer mimics deer movements and tries to entertain the<br />

guests. Plays involving mimicking animals like camel, eagle,<br />

bear and others are also common in Anatolia.<br />

Seasonal meetings and entertainment occasions are also<br />

common in the Turkic world. Especially during the seasons<br />

with less farming and husbandry, various kinds of meetings<br />

and gatherings for entertainment might be observed<br />

which are named differently across the Turkic world. In<br />

Turkey such entertainments date back to the “Ahi” order<br />

(Turkish-Islamic guild system) carrying various names like<br />

“sıra gecesi”, “gezek”, “örfene”, “kaz âlemi”, “oda sohbeti”,<br />

“helva sohbeti”, “oturmah”, “sıra yareni”, “kürsübaşı sohbeti”,<br />

“cümbüş”, “kef/keyf”, “muhabbet”, “yaren meclisi”, “oymak<br />

toplantısı”, “gün ve ziyafet”, “davet” and“oturak âlemi”.<br />

Most of these gatherings are held by a different host each<br />

time where meetings like “yaren meclisi” and “barana”<br />

are cultural occasions and institutions in which traditional<br />

knowledge and experience is produced and kept alive, as<br />

well as basic social values are transferred, social role models<br />

and lifestyle is absorbed. During these occasions local<br />

music and dance is performed besides games like “Yüzük<br />

Oyunu”, “Tura Oyunu”, “Talaka”, “Yanıltmaç”, “Helisa Oyunu”,<br />

“Heybeli-Torbalı Oyunu”, “Han Taşı Oyunu”, “Geni Gidi<br />

Gergiden”, “Şır-Şır Oyunu”, “Sekir Oyunu”, “Pırasa Yattı<br />

Kalktı Oyunu”, “Dilsiz Oyunu”, “Mendil Kapmaca”, “Hırsız<br />

Oyunu” and Arı Oyunu”(Ekici vd. 201, Yakıcı 2010: 94- 100,<br />

Özdemir 2005: 227- 233). Backed with verbal and musical<br />

performances these gatherings represent a decent way of<br />

entertainment while social statuses and identities like “zeybeklik”,<br />

“seymenlik”, “dadaşlık” are kept alive.<br />

There are many local, national and international festivals<br />

and fairs in the Turkic world. The local activities are especially<br />

important since they reflect the traditional culture due<br />

to their unique and preserved setup that involves traditional<br />

products, agents and practices. These kind of activities are<br />

identified with the settlements they are held. Mostly being<br />

held by local governments and associations besides having<br />

social and cultural functions, they also carry an economic<br />

dimension. During such activities where the local meets the<br />

global, the prevalent goal is to introduce local food products<br />

like (honey, peach, grapes, walnuts, carrots etc.).<br />

Turks have embraced the dual lifestyle between the “yaylak”<br />

(summer pasture) and “kışlak” (winter dwelling) as a<br />

heritage. In that regard, seasonal migration to the “yayla”<br />

(highlands) and “yayla şenlikleri” (highland festivals) is


Eğlence<br />

Entertainment<br />

409


Common Heritage<br />

410<br />

Ortak Miras<br />

ağaç direğin oturtulmasıyla elde edilir. Gıcırgaya iki kişi karşılıklı<br />

binerek veya abanarak ve aşağı yukarı hareket ederek<br />

dönerler. İki ağacın birleştiği yere konulan kömür parçasının<br />

çıkardığı sesten dolayı bu geleneksel eğlence aracına Gıcırık<br />

veya Gıcırga adı verildiği belirtilmiştir (Özdemir 2005:<br />

238).<br />

Türkler resmi gün ve bayramlarda düzenlenen kutlama ve<br />

eğlencelere de coşkuyla katılmaktadır. “Ulusal bayramlar,<br />

kuruluş günleri, zafer ve fetih günleri, anma günleri” resmi<br />

törenlerin yanında (top atışı, saygı töreni, merasim geçidi<br />

vb.) bilimsel toplantı, konser, yarışma, sergi, film gösterisi,<br />

fener alayı, tiyatro gösterisi, balo, defile, havi fişek gösterisi<br />

gibi etkinliklerle kutlanmaktadır. Türkiye’de “23 Nisan Ulusal<br />

Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma<br />

ve Gençlik ve Spor Bayramı, 30 Ağustos Zafer Bayramı, 29<br />

Ekim Cumhuriyet Bayramı” resmi tören ve etkinliklerle kutlanan<br />

ulusal bayramlardır. Diğer Türk devlet ve topluluklarının<br />

da benzer şekilde coşkuyla kutladıkları ulusal bayramları<br />

bulunmaktadır.<br />

Kent yaşamı kökenli eğlenceler eğlence endüstrisinin, dolayısıyla<br />

eğlence sektörünün kültürel ekonomik faaliyetleridir.<br />

Kentli eğlence dünyası sürekli değişmekte ve dönüşmektedir.<br />

Nitekim “meyhane, gazino, pavyon, taverna,<br />

diskotek, bar, pastane, lokanta/restoran, kulüp, lunapark”<br />

gibi mekânlar zamanla etkisini yitirmiştir. Bugün Dreamland,<br />

Tatilya, Fantasyland gibi eğlence merkezleri ve tema<br />

parkları kentli eğlence sisteminin temel kurumları olarak işone<br />

of the most important entertaining activities in Turkish<br />

social life. Like its counterparts in other countries and<br />

populations forming the Turkic world, highland festivals are<br />

wide spread and common in Anatolia. Lately Eastern Black<br />

Sea region has drew attention with highland festivals. With<br />

the coming of spring, people migrate to the highlands en<br />

masse and begin holding festivals like “Hıdırellez”. Most<br />

of the highland festivals in the region are held in July and<br />

August (Şişman 2010: 549- 559).“Kadırga Yaylası Şenliği”<br />

(Gümüşhane-Trabzon provincial border)”, “Geleneksel<br />

Hıdır Nebi Yayla Şenliği” (Akçaabat/Trabzon), “Sisdağı Şenliği”<br />

(Şalpazarı/Trabzon), “Beşikdüzü Mayıs Yedisi Şenliği”<br />

(Beşikdüzü/Trabzon), “İkizdere-Ovit Yayla Şenliği” (Rize),<br />

“Ardeşen Küçük Yayla Kültür Şenliği” (Rize), “Anzer Bal Yayla<br />

Şenliği” (Ballıköy/ Rize)” are some of those highland festivals<br />

in the Eastern Black Sea Region.<br />

Attendants of these festivals put their traditional clothes<br />

on, sacrifice animals, join feasts of local foods, read local<br />

poems, sing folk songs and play “horon” (a local folk dance)<br />

accompanied with folk music performed with local instruments<br />

like “kemençe”, “davul”, “zurna” and “tulum”. These<br />

festivals also function as a local market and a fair providing<br />

local products to the fanciers. Various sports activities are<br />

also included within the festival programme including archery,<br />

wrestling, horse racing and bull fighting besides other<br />

games like “aşık”(knucklebone), “koz”, “çelik çomak”(tipcat),<br />

“ip atlama”(rope jumping), “halat çekme”(tug of war),<br />

“salıncak” (swing), “uçurtma uçurma” (kiting).


lev görmektedir. “Doğum günü partisi, garden parti, bekârlığa<br />

veda partisi,mezuniyet partisi, evlilik yıldönümü partisi,<br />

yılbaşı partisi, köpüklü parti, emeklilik partisi ve pijama partisi”gibi<br />

etkinlikler kentin eğlence dünyasının partiler temelinde<br />

değiştiğini ortaya koymaktadır. Aynı şekilde “Sevgililer<br />

Günü, Babalar Günü, Anneler Günü, Doğum Günü, Evlilik<br />

Yıldönümü, Evlilikte Gümüş-Altın-Platin Günleri vb.” kutlamalar<br />

da özel yaşam eğlencelerinin günler temelinde yeniden<br />

kurgulandığını göstermektedir. Kentli eğitim kurumları<br />

kapsamında “mezuniyet töreni, bayram, bahar şenliği, panayır,<br />

festival, geleneksel yiyecek (pilav, kurufasulye, aşure,<br />

keşkek döner) günü, mezuniyet balosu, mezunlar gecesi,<br />

yaz panayırı, açılış ve yıl sonu kokteyli” gibi çeşitli eğlenceler<br />

de düzenlenmektedir.Kent kökenli eğlenceler arasında<br />

“yabancı elçiliklerin resmi kutlamaları, şirket geceleri, il tanıtımları,<br />

yaz kampları, spor karşılaşmaları, yarışmalar, konserler,<br />

tiyatro-bale- opera gösterileri, sergiler, turistik Türk<br />

geceleri” gibi etkinlikler de sayılabilir. Tüketim toplumunun<br />

profesyonelleri popüler kültür yardımıyla kentli yaşamın her<br />

gününü ve saatini kitleselleştirdikleri bir eğlence etkinliğiyle<br />

kutlamayı amaç edinmişlerdir. Türk dünyasında da bu<br />

yönde bir değişim ve dönüşümün yaşandığı gözlenmektedir.<br />

Yöresel eğlence dünyası küresel eğlence sektörünün<br />

tektürleştirici etkisi altındadır. Diğer yandan özgünlükler<br />

çağı olan 21. asırla birlikte doğanın, doğalın, dolayısıyla geleneğin<br />

çekiciliği yeniden keşfedilmeye, dolayısıyla yöresel<br />

eğlencelere olan ilgi artmaya başlamıştır.<br />

Türk eğlence kültüründe tek etkinlik merkezli eğlenceler<br />

de bulunmaktadır. “Deve güreşi, boğa güreşi, at yarışı, cirit,<br />

gökbörü, okçuluk, yağlı güreş, karakucak güreşi, aba güreşi”<br />

gibi geleneksel eğlenceler bu türdendir. Bu tür etkinliklere<br />

ulusal ve uluslararası düzeyde ilginin arttığı gözlenmektedir.<br />

Diğer taraftan spor karşılaşmaları (futbol, basketbol, voleybol,<br />

yüzme, kayak, yat, atletizm, atıcılık, otomobil yarışı<br />

vb.) ile kültür ve sanat festivalleri, fuarlar ve panayırlar kent<br />

yaşamında rastlanan tek etkinlik merkezli faaliyetler olarak<br />

değerlendirilebilir.<br />

Türk halk eğlencelerinin “adlandırma, zaman ve süre (zamanı<br />

ve süresi belirli ya da değişken), mekân (açık veya<br />

kapalı eğlence mekânları) ve eğlence” başlıkları altında<br />

değerlendirilebilir. Eğlence bölümü ise “hazırlık, kurallar<br />

(kuruluş, işleyiş vb. ile ilgili kurallar), katılımcılar, başlangıç<br />

kalıbı, sohbet, sözlü edebiyat (destan, mani, türkü vb.),<br />

yiyecek ve içecekler, oyunlar (dramatik olan veya olmayan<br />

oyunlar, elektronik oyunlar vb.), müzik (canlı veya kayıtlı<br />

müzik), dans (geleneksel veya kentli danslar), giyim-kuşam<br />

ve süslenme (yöresel veya kentli), koku, gezinti, inançlar,<br />

hediye ve ödüller, müstehcen unsurlar ve bitiş kalıbı” gibi alt<br />

alanları içermektedir. Türk dünyasındaki eğlencelerin ana<br />

yapısı, diğer bir deyişle <strong>ortak</strong> yapısı bu başlıklar temelinde<br />

“Salıncak” (swing) and “gıcırga” (seesaw) are basic fun plays<br />

of those festivals. Swings are set upon high trees and used<br />

both by children and adults. Known as “gıcırga” in Anatolia,<br />

seesaw is a game device is a long timber as long as 15<br />

meters anchored to a stake with a 15 cm. diameter, tightly<br />

nested into the ground. Two people sat on the opposite<br />

sides of “gıcırga” and move up and down for swinging. The<br />

play is named as “Gıcırık” or “Gıcırga” after the sound made<br />

by the coal piece placed at the centre of the mechanism as<br />

it swings (Özdemir 2005: 238).<br />

National days and holidays are also enthusiastically celebrated<br />

by the Turks. National holidays, establishment days,<br />

victory and conquest celebrations, memorial days are celebrated<br />

not only with official activities like fire gun salute,<br />

honouring ceremony and parades, but also with other activities<br />

like concerts, competitions, exhibitions, torchlight procession,<br />

movie screening, theatre performance, scientific<br />

meetings, ball, fashion show, fireworks show. Main national<br />

and official holidays in Turkey can be listed as National<br />

Sovereignty and Childrens’ Holiday (23rd April), Commemoration<br />

of Ataturk, Youth and Sports Day (19th May), Victory<br />

Day (30th August), Republic Day (29th October). Other<br />

Turkic nations do also have their own national holidays that<br />

day celebrate with enthusiasm.<br />

Urban entertainments are cultural economical activities of<br />

entertainment industry and sector which constantly changing<br />

and transforming. In that regard known entertainment<br />

venues like “ale house, casinos, night clubs, taverns, discos,<br />

bars, patisseries, restaurants, clubs and amusement<br />

parks have lost their prevalence in time. Nowadays entertainment<br />

centers and theme parks like Dreamland, Tatilya,<br />

Fantasyland has become the main stream institutions of<br />

the entertainment industry. Activities like birthady parties,<br />

garden parties, bachelor parties, graduation parties, wedding<br />

anniversary parties, new year parties, foam parties,<br />

retirement parties and pajama parties all indicate that the<br />

entertainment business of the urban life has been shifting<br />

from the ground.<br />

Similarly personal life entertainment occasions are now becoming<br />

rebuild around celebrations like “Valentine’s Day”,<br />

“Father’s Day”, “Mother’s Day”, “Birthday”, “Marriage Anniversary”,<br />

“Silver, Gold or Platin Days of a marriage”. There<br />

are various important days also within the urban education<br />

field like graduation day, holiday, spring fest, funfair,<br />

festival, prom, alumni night,summer funfest,year opening<br />

and ending cocktails. Other urban entertainment activities<br />

may be listed as official ceremonies held by foreign consulates,<br />

company nights, provincial funfests, summer camps,<br />

sports activities, competitions, concerts, theatre, ballet,<br />

Entertainment<br />

411<br />

Eğlence


Common Heritage<br />

412<br />

Ortak Miras<br />

ortaya çıkarılabilir. Diğer bir ifadeyle Türk dünyasının <strong>ortak</strong><br />

miras belleğihalk eğlencelerinin omurgasını oluşturan bu<br />

<strong>ortak</strong> yapıda gizlidir. Eğlencenin kültürün temel bağlamını<br />

oluşturduğu gerçeği hatırlandığında bu varsayımın kolaylıkla<br />

kanıtlanabileceği görülecektir.<br />

Halk eğlencelerinin temel işlevi (folklorun da temel işlevlerinden)<br />

“eğlendirme ve hoş vakit geçirtmektir.” Bununla<br />

birlikte folklorun diğer işlevleri de eğlence ortamında gerçekleştirilir.<br />

Gerçekte geleneksel bilgi ve deneyim belleği<br />

olan folklorun temel işlevi yaratıcılıktır. Eğlence, bireysel ve<br />

toplumsal yaratıcılığın ürünü, ortamı ve aracıdır.Diğer bir<br />

ifadeyle eğlence ortamları kültürün büyük bir bölümünün<br />

yaratıldığı temel bağlamdır. Türk dünyasındaki halk eğlencelerinin<br />

kültürel işlevinin yanında, ekonomik, toplumsal,<br />

psikolojik ve siyasal işlevleri de bulunmaktadır (Özdemir<br />

2005: 309- 344).<br />

Oyun, kültürün temelidir (Huizinga 1995: 22). Dolayısıyla<br />

“oyun, oyun oynamak, oyun çıkarmak” Türk eğlence kültüründe<br />

önemli bir yere sahiptir. Oyun oynamak toplumun<br />

bütün kesimlerince keyif almak amacıyla gerçekleştirilen<br />

gönüllü bir kültürel faaliyettir. Oyun sözcüğü Türk dilinin<br />

dolayısıyla kültürünü en eski ve çok anlamlı kelimelerinden<br />

biridir. Oyunun “vakit geçirmeye yarayan, belli kuralları olan<br />

eğlence” şeklindeki tanımı bir yana, “şaşkınlık uyandırıcı<br />

hüner, tiyatro ve sinemada sanatçının rolünü yorumlama<br />

biçimi, müzik eşliğinde yapılan hareketlerin bütünü, temsil,<br />

yarışma, entrika, kumar” gibi anlamları da bulunmaktadır.<br />

“Oyun çıkarmak, oyun ebesi, oyun etmek, oyun havası, oyun<br />

kâğıdı, oyun kurmak, oyun kurucu, oyun oynamak, oyuna<br />

çıkmak, oyunbaz, oyunbozan, oyuncak, oyuncu, aşk oyunu<br />

vb.” pek çok sözcük oyun ve eğlence ile ilgili olarak türetilmiştir<br />

(TDK 1957: 86- 87, 281- 284; 1988: 1126- 1127). Saha<br />

ve Yakut Türkleri arasında geçmişte olduğu gibi bugün de<br />

şamana “oyun” adı verilmektedir (Vasilev 1993: 12). Özetle<br />

oyun kavramı Türk dünyasının dolayısıyla kültürünün köken<br />

<strong>ortak</strong>lıklarını daiçeren geniş bir kültürel belleğin adıdır. Bu<br />

nedenle Türk dünyasının temel kültür miraslarınınbaşında<br />

oyun gelmektedir. Nitekim Uyın, Uynav (Başkurt ve Tatar<br />

Türkçesi), Oyın, Oyınşık (Kazak Türkçesi) gibi değişik söyleyişlerine<br />

karşılık “oyun” şekli bütün Türk dünyasında korunmuştur<br />

(Kültür Bakanlığı 1991: 668- 669).<br />

Türk dünyasında bazı oyunlar hem çocuklar, hem de yetişkinlerce<br />

oynanmaktadır. “Aşık Oyunu, Cirit Oyunu, Gıcırık,<br />

Kol Açma, Salıncak, Alaylım, Yanıltmaç, İp Atlama, Halat<br />

Çekme” gibi oyunlar bu türdendir. Türkiye’de “Yağ Satarım<br />

Bal Satarım” adıyla bilinen “Cooluktaştamay” oyunu Kırgızistan’da<br />

büyükler tarafından da coşkuyla oynandığı tespit<br />

edilmiştir.Yine kökeni çok eskilere dayanan “Aşık Oyunu”<br />

aynı adla Türk dünyasının pek çok yerinde oynanmaya devam<br />

etmektedir.<br />

opera shows, exhibitions, touristic Turkish nights and alike.<br />

The professionals of the consumption society aspires to<br />

celebrate almost every day and hour of the urban life with<br />

another entertainment activity with the help of the popular<br />

culture. A shift from traditional to these new concept can<br />

also be observed in the Turkish world. The local entertainment<br />

world is under the standardising impact of the global<br />

entertainment sector. On the other hand as a century of<br />

freedoms, the nature’s and the natural’s appeal has started<br />

to be rediscovered. As a result interest in local entertainment<br />

occasions are seeng a revival again.<br />

Turkish culture entertainment occasions might be centred<br />

around one activity only. Camel and bull fighting, horse<br />

races, “cirit” (a match between two teams of cavalries with<br />

javelins), “gökbörü”, archery, oil wrestling, “karakucak”<br />

wrestling, “aba” wrestling are some those activities. Both<br />

national and intertnationala interest seems to be rising for<br />

those kind of activities. On the other hand sports activities<br />

like football, basketball, swimming, skiing, sailing, athletics,<br />

shooting, car races and culture and art festivals, fairs and<br />

funfairs are other entertainment occasions focusing on one<br />

activity.<br />

We can assess Turkish folk entertainments according to<br />

naming, timing and duration (fixed or variable), venue<br />

(outdoor or indoor) and the entertainment itself. The core<br />

entertainment activity could be assessed under subfields<br />

like preparations, rules (setting up, running etc. ), attendees,<br />

startup pattern, chattering, oral literature (epic, poem,<br />

folk song etc.), food and beverages, games (dramatic or<br />

non-dramatic, electronic etc.), music (live or recorded),<br />

dancing (traditional or urban), dressing and ornamentation<br />

(local or urban), scents, trips, beliefs, gifts and rewards, obscenity<br />

and the finishing patterns. Common structures within<br />

different entertainment occasions in the Turkish world<br />

could be revealed under these subfields. In other words the<br />

common cultural heritage forming the backbone of those<br />

entertaining occasions are hidden within this analytical<br />

structure. Since entertainment is the main context of culture<br />

it would be easy to realise that this assumption might<br />

be proved.<br />

Main functions of folk entertainments (also the main function<br />

of the folklore) is to entertain and make people to have<br />

a good time. On the other hand other functions of the folklore<br />

are also realised during the entertainments. The main<br />

functions of folklore is creativity as in reality it is the memory<br />

of traditional knowledge and experience. Entertainment is<br />

the product, medium and means of individual and social<br />

creativity. In other words entertainment occasions is the<br />

main medium in which much of the culture is created. Folk


entertainments in the Turkish world has economic, social,<br />

psychological and political functions besides the cultural<br />

one (Özdemir 2005: 309- 344).<br />

Game is the core of culture (Huizinga 1995: 22). Therefore<br />

games and playing has an important place in the Turkish<br />

entertainment culture. Playing is a common and voluntary<br />

culturla activity performed by a wide spectrum of the<br />

society in order to have fun. “Oyun” (game) is one of the<br />

oldest words of the Turkish language and culture. One of<br />

its meanings is “entertainment with certain rules to spend<br />

time”, while having other meanings like astonishing ability,<br />

the exposition of the artists role in theatre and cinema, all<br />

actions performed with music, performance, contest, plot<br />

and gambling.<br />

“Oyun çıkarmak” (playing sports), “oyun ebesi” (selected<br />

player of a game to achieve a certain task), “oyun etmek”<br />

(to deceive), “oyun havası” (music for folk dance),”oyun<br />

kağıdı” (game card), “oyun kurma” (play making), “oyun kurucu”<br />

(play maker), “oyun oynamak” (to play games), “oyuna<br />

çıkmak” (to join a game), “oyunbaz” (playful), “oyunbozan”<br />

(killjoy), “oyuncak” (toy), “oyuncu” (player), “aşk oyunu”<br />

(love play) and similar phrases and words are derived from<br />

“oyun” and produced to define concepts related to entertainment<br />

(TDK 1957: 86- 87, 281- 284; 1988: 1126- 1127).<br />

Todal Sakha and Yakut Turks still call their shamans as<br />

“oyun” (Vasilev 1993: 12). In brief the concept of “oyun” is<br />

an extensive cultural memory embracing common cultural<br />

roots of the Turkish culture and the Turkish world. In that regard<br />

“oyun” is one of the main cultural heritage of the Turkish<br />

world. Thus despite having different dictions like “uyın”,<br />

“uynav” (Bashkird and Tatar Turkish), “Oyın”, “Oyınşık” (Kazakh<br />

Turkish), “oyun” has been kept almost unchanged<br />

(Kültür Bakanlığı 1991: 668- 669).<br />

Entertainment<br />

413<br />

Eğlence<br />

Among Turks some games are both for children and the<br />

adults. Games like “aşık oyunu”, “cirit oyunu”, “gıcırık”, “kol<br />

açma”, “salıncak”, “alaylım”, “yanıltmaç”, “ip atlama”, “halat<br />

çekme” are among those. A child game called “Yağ Satarım<br />

Bal Satarım” in Turkey is also played in Kirghizistan by the<br />

adults with a name “Cooluktaştamay”. Similarly with its long<br />

history “aşık oyunu” is a widely played game in most of the<br />

places of the Turkish world.<br />

In special occasions like “hıdırellez” young girls swing both<br />

to have fun while singing and telling folk poems and also to<br />

be purified from the evil. They might also swing their friends<br />

swiftly and want them to tell who they love. Rope jumping<br />

and tug of war are also between the common games performed<br />

in highland festivals. A version of this game “Arkan<br />

Tartuu” is played in in Kazakhistan,


Ortak Miras<br />

Common Heritage<br />

414


Hıdrellez gibi kutlamalarda genç kızlarkötülüklerden arınmak,<br />

mani ve türküler eşliğinde eğlenmek amacıyla salıncaklarda<br />

sallanırlar. Bazen de genç kızlar arkadaşlarını hızlı<br />

bir şekilde sallayıp ondan sevdiğini söylemesini isterler. İp<br />

atlama ve halat çekme oyunları da özellikle yayla şenliklerinin<br />

önemli eğlencelerindendir. Nitekim Kazakistan’da“Arkan<br />

Tartuu” adıyla oynanan halat çekme yarışında oyuncular<br />

iki takıma ayrılarak birbirlerini çekmeye çalışırlar, rakip<br />

takımı ortadaki çizginin kendi yakasına çeken takım oyunu<br />

ve ödülü kazanır.<br />

Yine Türkiye’de yetişkinlerin daha çok kış aylarında düzenledikleri<br />

toplantıların temel eğlencelerinden birini yüzük<br />

oyunu meydana getirir. Bu oyun Türk dünyasında da yaygın<br />

olarak oynanmaktadır. İki takıma ayrılan katılımcılar bu<br />

oyunda fincanların altına saklanan yüzüğü bulmaya çalışırlar.Yüzüğü<br />

bulan takım yüzüğü saklama hakkını kazanır.<br />

Bu basit oyun farklı yaş gruplarındaki kişiler tarafından kolaylıkla<br />

oynanabilir. NitekimYüzük Oyunu Kazakistan’da bir<br />

çocuk oyunuyken, Uşak’ta (Türkiye) büyüklerce oynanan bir<br />

düğün eğlencesidir. Bu oyun sırasında söylenen, bazen de<br />

karşı takımın dikkatini dağıtmayı amaçlayantekerlemeler ve<br />

türküler eğlenceye ayrı bir heyecan katar.<br />

Yetişkin oyunlarından önce çocukların oyun dünyasının kültürün<br />

oldukça zengin bir bölümünü oluşturduğu belirlenmiştir.<br />

Oynama biçimi bakımından diğer ülkelerdeki, dolayısıyla<br />

Türk dünyasında çocuklar benzer oyunları oynarlar.<br />

Oyunlardaki çeşitlenme (oyun terimleri, sözleri, şarkıları ve<br />

tekerlemeleri vb.) dilden, dolayısıyla kültüründen kaynaklanmaktadır.<br />

Ortak oyun dilini konuştukları için çocuklar<br />

yetişkinlere göre farklı kültürel bağlamlara daha hızlı ve<br />

sorunsuz bir şekilde uyum sağlarlar. Aynı köken dil ve kültür<br />

belleğinden beslenen Türk çocuklarının oyunları, doğal<br />

olarak Türk dünyasının temel kültürel <strong>ortak</strong>lıklarının başında<br />

gelmektedir (Türk çocuk oyunları hk. bkz. Özdemir 2006;<br />

Özhan vd. 1997).<br />

Atlı oyunlar ve yarışmalar Türk dünyasının geçmişten bugüne<br />

taşınan <strong>ortak</strong> miraslarındandır. Atlı- bozkır medeniyetinin<br />

yaratıcısı olan Türklerin yaşamında at oldukça önemli<br />

bir yere sahip olmuş ve olmaya da devam etmektedir. Çeşitli<br />

vesilelerle düzenlenen festival, şenlik, tören ve benzeri kutlamalarda<br />

atla ilgili bir etkinliğe mutlaka yer verilmektedir.<br />

Dinî ve millî bayramlar, yöresel şenlikler gibikutlamalardagenellikle<br />

at yarışları düzenlenmektedir.“Öndül Kapmaca<br />

(Türkiye), Kökperi, Köpkeri (Türkistan)” adıyla da tanınan<br />

Gökbörü oyunu ise bugün özellikle Kırgızistan, Özbekistan<br />

ve Türkmenistan’da canlı bir şekilde oynanmaktadır. Gökbörü<br />

oyunu Türkler tarafından tarihî ve millî bir oyun, dolayısıyla<br />

<strong>ortak</strong> miras olarak kabul edilip yaşatılmaktadır. Günümüzde<br />

ata sporu olarak tanımlanan oynanan Cirit Oyunu,<br />

Another important entertainment occasion in the winter<br />

time in Turkey is “yüzük oyunu” (ring game). This game is<br />

also common across the Turkish world. The players are divided<br />

into two teams and try to find the ring hidden under<br />

cups. The successful team gain the rights to hide the ring.<br />

This simple game can be played by people at all ages. In<br />

that regard while “yüzük oyunu” ise a child game in Kazakhistan,<br />

it is played by adults in Uşak, Turkey. The game becomes<br />

more fun as the hiders sing folk songs and rhymes to<br />

distract the seekers.<br />

Child plays are more prominent than adult games in terms<br />

of their contribution to the game world. As it is with other<br />

Turkic countries, child plays are mostly common between<br />

a wide range of populations. The diversification of child<br />

games in terms of game terms, vocabulary, songs and<br />

rhymes is a result of the language, thus a result of the culture.<br />

Speaking the same game language children can easily<br />

adapt to different cultural context much more easily than<br />

the adults. Since being nurtured by the same language and<br />

cultural background, games of the Turkish children is one<br />

of the prominent cultural commonalities within the Turkic<br />

world (For Turkish child plays, Özdemir 2006; Özhan vd.<br />

1997).<br />

Equestrian games and competitions is one the historic<br />

common cultural heritages of the Turkish world. As the<br />

originator of the steppe horsemen civilisation horses take<br />

an important part the lives of the Turks. They always put an<br />

activity regarding horses and riding into their entertainment<br />

occasions like festivals, carnivals, ceremonies and etc.<br />

Horse races are held during official and religious holidays,<br />

local festivals and similar occasions. “Gökbörü” game called<br />

“öndül kapmaca” in Turkey and “kökperi”, “köpkeri” in Turkistan<br />

is still actively performed in Kirghizistan, Uzbekistan<br />

and Turkmenistan. “Gökbörü” is accepted as a historical and<br />

national game and kept alive as a common national heritage.<br />

“Cirit Oyunu” (javelin game) being known as ancestral<br />

sport is especially common in Balıkesir, Söğüt, Konya,<br />

Kars, Erzurum, Bayburt and etc in Turkey, as well as widely<br />

performed also bay the Turkistan Turks. It is also common<br />

to perform archery activities during those equestrian occasions.<br />

Another common cultural heritage among Turkish entertainment<br />

world is wrestling and accepted as an ancestral<br />

sport. In that regard the acceptance of “Kırkpınar Yağlı<br />

Güreşleri” (Kırkpınar Oil Wrestling Competition) -with its<br />

656 years history- in to the UNESCO Intangible cultural<br />

heritage list is very important. In Turkey various kinds independent<br />

occasions of wrestling including oil wrestling, karakucak<br />

wrestling, aba wrestling are accepted with a large<br />

Entertainment<br />

415<br />

Eğlence


Common Heritage<br />

416<br />

Ortak Miras<br />

özellikle Türkiye’de (Balıkesir, Söğüt, Konya, Kars, Erzurum,<br />

Bayburt vd.) ve Türkistan Türkleri arasında yaygın olarak oynanmaktadır.Bu<br />

tür atlı etkinlikler esnasında ok yarışmaları<br />

da yapılmaktadır.<br />

Türklerin eğlence dünyasında yer alan <strong>ortak</strong> miraslardan biri<br />

de güreştir. Güreş Türk dünyasında bir ata sporu olarak kabul<br />

edilmektedir. Bu nedenle Türk devlet ve topluluklarında<br />

güreşe büyük önem verilmektedir. 2017 yılında 656’ncısı<br />

düzenlenecek olan Kırkpınar Yağlı Güreşleri’nin UNESCO<br />

tarafından Türkiye’nin, dolayısıyla insanlığın somut olmayan<br />

kültürel mirası olarak temsili listeye edilmesi, bu açıdan<br />

oldukça anlamlıdır. Türkiye’de yağlı güreş, karakucak güreşi<br />

ve aba güreşi ile ilgilimüstakil festival ve şenliklerhalkın yoğun<br />

katılımıyla gerçekleştirilmektedir.<br />

Müzik ve dans eğlence kültürünü oluşturan temel geleneklerdendir.<br />

Çok kere mutluluk ve huzur kaynağı olarak müzik<br />

ve dans gösterisi bir eğlence etkinliğinin tamamını oluşturur.<br />

Festival, şenlik ve kutlamalarda mutlaka müzik ve dans<br />

gösterileri yer alır. Çok kere bu tür etkinliklerde katılımcılar<br />

toplu veya gruplar halinde yerel çalgılar eşliğinde türküler<br />

söyleyip dans ederler. Yerel ve geleneksel eğlence ortamlarında<br />

çalgıcı ve âşıklar temel gelenek kültürü aktörü<br />

olarak işlev görürler. Diğer yandan özel eğlencelerde çalgı<br />

çalmak ve dans etmek konusunda yetenekli katılımcılar hünerlerini<br />

sergilerler. Yaren meclisi, sıra gecesi, barana vb. ise<br />

yerel müzik ve halk oyunu belleğinin icra edildiği, öğrenildiği,<br />

geliştirildiği, dolayısıyla aktarılarak yaşatıldığı gelenek<br />

kurumları ve mekânlarıdır. Bireyler eğlence etkinliklerinde<br />

çalgı çalarak, şarkı söyleyerek ve dans ederek bir yandan<br />

kültürlerini yaşatırlar, diğer yandan da toplumsal cinsiyet ve<br />

kültürel kimliklerini sergileyerek içselleştirirler. Türk dünyasındaki<br />

eğlence etkinliklerinde kültürel kimliğin ve birlikte<br />

yaşamanın sembolü olarak geleneksel müzik ve dans icralarının<br />

coşkuyla gerçekleştirilmeye devam ettiği gözlenmektedir.<br />

Son dönemin yöresel eğlence etkinliklerinde kent<br />

kökenli eğlence sektörünün etkisiyle yerel özgünlükler,<br />

dolayısıyla yöresel müzik ve dans icraları da azalmaktadır.<br />

Bu nedenle bu tür etkinliklerde halk katılımının, dolayısıyla<br />

yöresel özelliklerin ve yapının korunarak geliştirilmesi<br />

büyük önem taşımaktadır. Küresel eğlence endüstrisinin<br />

tektürleştirici etkisi ancak ulusal ve yöresel özgünlüklerin,<br />

dolayısıyla çeşitliliklerin korunması ve geliştirilmesiyle giderilebilir.<br />

Kaynaklar:<br />

• Ağakay, M.Ali (1949), Türkçede Mecazlar Sözlüğü, (Hazl.), Ankara: Doğuş<br />

Matbaası.<br />

• “(1956), Türkçede Yakın Anlamlı Kelimeler Sözlüğü, Ankara: Türk Tarih<br />

Kurumu Basımevi, 1956.<br />

• Atalay, Besim (1967), Türk Dilinde Ana Kelimeler veya Türkçede Türetme<br />

Sözlüğü, Ankara:Ayyıldız Matbaası.<br />

• Baydemir, Hüseyin (2011), “Özbekistan’da Geleneksel Tiyatronun Bir<br />

turnout.<br />

Music and dance are core traditions constituting the entertainment<br />

culture. Most of the times music and dance<br />

performance is the sole activity within an entertainment<br />

occasion and they are an inseparable part of festival, carnivals<br />

and celebrations. Most of the time attendees sing and<br />

dance alone or together while being accompanied with local<br />

instruments. “Çalgıcı” (Musicians) and “aşık” (folk singers)<br />

are the main agents in local and traditional occasions<br />

that produce the culture. Attendees might also give it a try<br />

to prove their abilities on music and dancing.<br />

“Yaren meclisi”, “sıra gecesi”, “barana” and others are traditional<br />

institutions and spaces where local music and folk<br />

dance knowledge is practiced, thought, developed and<br />

transferred. Individuals keep their culture alive, display their<br />

social, gender and cultural roles as they have fun with playing<br />

instruments, singing folk songs and dancing. Traditional<br />

music and folk dance are still performed with joy across the<br />

Turkish world as the symbol of both cultural identity and the<br />

intention to live together. Lately as a result of the advance<br />

of urban entertainment sector, even during the local entertainment<br />

occasions local music and dance are getting less<br />

and less performed. In that regard it is important to protect<br />

and revive these type of traditional activities within their local<br />

characteristics and structure while providing public attendance.<br />

As such by protecting national and local unique<br />

properties, the negative impact of global entertainment industry’s<br />

standardising effect could be avoided.<br />

REFERENCES:<br />

• Ağakay, M.Ali (1949), Türkçede Mecazlar Sözlüğü, (Hazl.), Ankara Publisher:<br />

Doğuş<br />

• Matbaası.<br />

• “ (1956), Türkçede Yakın Anlamlı Kelimeler Sözlüğü, Ankara, Publisher:<br />

Türk Tarih<br />

• Kurumu Basımevi, 1956.<br />

• Atalay, Besim (1967), Türk Dilinde Ana Kelimeler veya Türkçede Türetme<br />

Sözlüğü, Ankara, Publisher: Ayyıldız Matbaası.<br />

• Baydemir, Hüseyin (2011), “Özbekistan’da Geleneksel Tiyatronun Bir<br />

Şubesi: Maskarabazlık ve Kızıkçılık”, Turkish Studies, v.6/1, Winter: 763- 777.<br />

• Ekici, Metin, S. Fedakâr, P. Dönmez Fedakâr, S.B. Tutu, M. Gültekin, N.<br />

Ertuğrul, B. H. Yılmaz (2011), Somut Olmayan Kültürel Miras: Barana/<br />

Dursunbey- Balıkesir, İzmir: Egetan Bas. Yay. Tan. Rek. San. Tic. Ltd. Şti.<br />

• Elçin, Şükrü (1991), Anadolu Köy Orta Oyunları, Ankara, Publisher: TKAE<br />

Yayınları.<br />

• Eyüboğlu, İ. Zeki (1995), Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü, İstanbul, Publisher:<br />

Sosyal Yayınlar.<br />

• Huizinga, J. (1995), Homo Ludens, Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir<br />

Deneme, (orijinal ilk baskısı 1938), (Çev. M. Ali Kılıçbay), İstanbul, Publisher:<br />

Ayrıntı Yayınları.<br />

• Kültür Bakanlığı (1991), Türk Lehçeleri Sözlüğü I, Ankara, Publisher:<br />

Başbakanlık Basımevi.<br />

• Özdemir, Nebi (2005), Cumhuriyet Dönemi Türk Eğlence Kültürü, Ankara,<br />

Publisher: Akçağ Yay.<br />

• “ (2006), Türk Çocuk Oyunları I- II, Ankara, Publisher: Akçağ Yay.<br />

• Özhan, Mevlüt ve M. Muradoğlu (1997), Türk Cumhuriyetlerinde Çocuk<br />

Oyunları, Ankara, Publisher: Kültür Bakanlığı Yay.<br />

• Şişman, Bekir (2010), “Kültürel, Yapısal ve İşlevsel Açıdan Doğu<br />

Karadeniz’de Yaylacılık ve Yayla Şenlikleri (Hıdırnebi ve Kadırga Yaylaları<br />

Örneği)”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, V.3, pp.11: 549- 559.


Şubesi: Maskarabazlık ve Kızıkçılık”, Turkish Studies, v.6/1, Winter: 763- 777.<br />

• Ekici, Metin, S. Fedakâr, P. Dönmez Fedakâr, S.B. Tutu, M. Gültekin, N.<br />

Ertuğrul, B. H. Yılmaz (2011), Somut Olmayan Kültürel Miras: Barana/<br />

Dursunbey- Balıkesir, İzmir: Egetan Bas. Yay. Tan. Rek. San. Tic. Ltd. Şti.<br />

• Elçin, Şükrü (1991), Anadolu Köy Orta Oyunları, Ankara: TKAE Yayınları.<br />

• Eyüboğlu, İ. Zeki (1995), Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü, İstanbul: Sosyal<br />

Yayınlar.<br />

• Huizinga, J. (1995), Homo Ludens, Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir<br />

Deneme, (orijinal ilk baskısı 1938), (Çev. M. Ali Kılıçbay), İstanbul: Ayrıntı<br />

Yayınları.<br />

• Kültür Bakanlığı (1991), Türk Lehçeleri Sözlüğü I, Ankara: Başbakanlık<br />

Basımevi.<br />

• Özdemir, Nebi (2005), Cumhuriyet Dönemi Türk Eğlence Kültürü, Ankara:<br />

Akçağ Yay.<br />

• “(2006), Türk Çocuk Oyunları I- II, Ankara: Akçağ Yay.<br />

• Özhan, Mevlüt ve M. Muradoğlu (1997), Türk Cumhuriyetlerinde Çocuk<br />

Oyunları, Ankara: Kültür Bakanlığı Yay.<br />

• Şişman, Bekir (2010), “Kültürel, Yapısal ve İşlevsel Açıdan Doğu<br />

Karadeniz’de Yaylacılık ve Yayla Şenlikleri (Hıdırnebi ve Kadırga Yaylaları<br />

Örneği)”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, c.3, s.11: 549- 559.<br />

• Türk Dil Kurumu (1952), Türkiye’de Halk Ağzından Söz Derleme Dergisi, VI,<br />

Folklor Sözleri, Ankara:Türk Tarih Kurumu Basımevi.<br />

• “(1957), Türkiye’de Halk Ağzından Söz Derleme Dergisi, V, İndeks, Ankara:<br />

Türk Tarih Kurumu Basımevi.<br />

• “(1971), Kavramlar Dizini, I, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi.<br />

• “(1988), Türkçe Sözlük, Ankara: Türk Tarih Basımevi.<br />

• Vasilev, Yuriy (1993), “Sakalarda Şamanizm”, Ana Yurttan Ata Yurda Türk<br />

Dünyası, Eylül, s.4: 12.<br />

• Yakıcı, Ali (2010), “Somut Olmayan Kültürel Mirasın Somut Mekanı: Konya<br />

Barana Odaları”, Milli Folklor, 87: 94- 100.<br />

• Türk Dil Kurumu (1952), Türkiye’de Halk Ağzından Söz Derleme Dergisi, VI,<br />

Folklor Sözleri, Ankara:Türk Tarih Kurumu Basımevi.<br />

• “ (1957), Türkiye’de Halk Ağzından Söz Derleme Dergisi, V, İndeks,<br />

Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.<br />

• “ (1971), Kavramlar Dizini, I, Ankara, Publisher: Ankara Üniversitesi<br />

Basımevi.<br />

• “ (1988), Türkçe Sözlük, Ankara, Publisher: Türk Tarih Basımevi.<br />

• Vasilev, Yuriy (1993), “Sakalarda Şamanizm”, Ana Yurttan Ata Yurda Türk<br />

Dünyası, Eylül, pp.4: 12.<br />

• Yakıcı, Ali (2010), “Somut Olmayan Kültürel Mirasın Somut Mekanı: Konya<br />

Barana Odaları”, Milli Folklor, 87: 94- 100.<br />

Entertainment<br />

417<br />

Eğlence


Prof. Dr. Ali DUYMAZ<br />

Bilge Yapım<br />

Miras,girişimcilik yeteneği, şans gibi çok<br />

farklı etkenler insanların bir kısmının daha<br />

zengin ve varlıklı olmasına sebep olmaktadır.<br />

Many different factors, such as inheritance, entrepreneurial ability,<br />

and luck cause some people to become richer and wealthier.


Tarihten günümüze toplumlarda insanlar, ekonomik durumları ve malî güçleri itibariyle<br />

eşit değildirler, en kaba tabiriyle göreceli de olsa zengin ve fakir olarak iki kısma<br />

ayrılırlar. Miras,girişimcilik yeteneği, şans gibi çok farklı etkenler insanların bir kısmının<br />

daha zengin ve varlıklı olmasına sebep olmaktadır. Ancak sosyal hayat, din ve ahlâk<br />

gibi kurumların da teşvikiyle her toplumda zenginlere bir yükümlülük ve sorumluluk<br />

yüklemiştir. En öz biçimde yoksullara yardım diyebileceğimiz ve sosyal dayanışma ruhu<br />

içeren bu durum, varlıklıların da sosyalitibar ve konumlarını sürdürebilmeleri için bir gereklilik<br />

olarak ortaya çıkmıştır. Toplumlar, ilkel dönemden bu yana kazandıkları bütün<br />

gelişmelere karşın bu değer yargısından vaz geçmemişlerdir. Aksine modern ve medenî<br />

toplumlarda varlıklı bireyler, sosyal dayanışma ve yardımlaşmayı kurumlaştırarak topluma<br />

karşı sorumluluk ve yükümlülüklerini daha düzenli ve kurallı biçimde yerine getirmeye<br />

yönelmişlerdir. Elbette bu durum, onların toplumsal itibar ve konumlarını yükseltirken<br />

adlarını gelecek kuşaklara da aktarabilmek gibi manevî bir tatmin mekanizması<br />

üretmektedir.<br />

20<br />

Vakıf ve Vakıf Kültürü<br />

Foundation (WAQF) and the Foundation Culture<br />

From past to present, individuals in societies have not been equal between each other<br />

in terms of their economic situations and financial power, and colloquially they have<br />

been divided into two parts, the richest and the poorest. Many different factors, such as<br />

inheritance, entrepreneurial ability, and luck cause some people to become richer and<br />

wealthier. However, with the encouragement of institutions such as social life, religion<br />

and morality, every society has an obligation and responsibility to the the haves. This<br />

situation, quintessentially, which can be called the welfare benefits to the poor and<br />

which includes the spirit of social solidarity, has emerged as a necessity for the wealthy<br />

to sustain their social reputation and position. Societies, despite all the developments<br />

they have acquired since the primitive period, have never forsaken this value judgment.<br />

On the contrary, wealthy individuals in modern and civilized societies have sought to<br />

institutionalize social solidarity and welfare to fulfill their collective responsibilities and<br />

obligations in a more organized and regular manner. This, of course, compirises a spiritual<br />

satisfaction mechanism, such as transferring their names to next generations as<br />

they raise their social reputations and positions.


Ortak Miras<br />

Common Heritage<br />

420


Türklerde de bozkır kültürünün temelini attığı ve sonrasında<br />

kabul edilen İslâm dininin de pekiştirerek biçimlendirdiği<br />

temel bir davranış kodu hayırseverlik ve yardımseverliktir.<br />

Başlangıçta tanrısal bir davranış ve tutum olarak daha çok<br />

hanların uygulamakla yükümlü görüldüğü bu davranış, giderek<br />

zengin olsun veya olmasın bütün bireylerin benimsediği<br />

bir davranışa dökülmüştür. İlk olarak Orhun Anıtlarında<br />

görüldüğü üzere Türk devlet geleneğinde halkın doyurulması<br />

ve giydirilmesi gibi temel ihtiyaçlarının karşılanması,<br />

hanın başlıca görevleri arasındadır. İslâmiyet’in kabulünden<br />

sonra da, mesela Kutadgu Bilig adlı eserde de görüleceği<br />

gibi devlet adamlarına yüklenen görevlerin başında halkın<br />

refah ve mutluluğunun sağlanması gelmektedir. “Han-ı<br />

Yağma” töreninden kök aldığından dolayı Farsçada “sofra”<br />

anlamında kullanılan “han” sözü, hanların vericiliği ve paylaşımcılığını<br />

gösteren arkaik bir iz olsa gerektir. Ayrıca Oğuz<br />

Kağan Destanı, Divânü Lügati’t-Türk gibi temel dil yadigârlarında<br />

görüldüğü üzere bir koyun gövdesinde simgeleştirilen<br />

24 Oğuz boyuna düşen “ülüş” yani “pay”, aynı zamanda<br />

boyların devlet ve toplum hiyerarşisindeki konumunu da<br />

belirleyicidir. “Ülüş” geleneğinin günümüzde de Ege bölgesi<br />

Tahtacı Türkmenleri arasında aynı adla fakat kısmen değişik<br />

bir tarzda devam ettiği kayıtlara geçmiştir. “Komşuda pişer,<br />

bize de düşer” deyimi gereğince hayırseverlik ve yardımseverlik<br />

eksenli benzer bazı uygulamalar “pay”, “komşu<br />

hakkı”, “başak”, “şekere” gibi farklı adlarla Anadolu’da geleneksel<br />

toplum birimlerinde halen yaşatılmaktadır.Köylerdeve<br />

iş bölümünün gerçekleşmediği toplumsal birimlerimizde<br />

gelişigüzel kurumlaşmış yapıların başında ise imece<br />

geleneği vardır. Özellikle tarımsal işlerde dayanışmayı<br />

örgütleyen imece kurumu, yenilikçi devlet adamlarından<br />

Mithat Paşa tarafından görev yaptığı yerlerde güncellenerek<br />

kullanılmış bir gelenektir. Osmanlı devletinin son dönem<br />

devlet adamlarından Mithat Paşa,imece gibi geleneksel<br />

yardımlaşma kurumundan esinlenerek kurduğu “memleket<br />

sandıkları” ile köylü ve çiftçiye üretimde kullanmak üzere<br />

kredi verilmesini sağlamış, halkı imece yöntemiyle çalıştırarak<br />

bayındırlık hizmetlerini ger çekleştirmiştir.<br />

“Ne verirsen elinle, o da gider seninle” ilkesine bağlı olarak<br />

bireysel anlamda yapılan fitre, sadaka, zekât verme, cami<br />

yaptırma gibi dinî ibadet bağlamındaki yardımseverlik<br />

davranışları diğer yandan yol, çeşme, köprü yaptırma gibi<br />

sosyal ve hatta okul yaptırma, Kızılay, Türk hava Kurumu gibi<br />

resmî veya yarı-resmî yardım kuruluşlarına bağışta bulunma<br />

gibi ülke yararına yapılan hayır işlerine de yönelmiştir.<br />

“Veren el alan elden üstündür” ilkesi çerçevesinde vermeyi<br />

psikolojik bir üstünlük sebebi sayan anlayış, medenî<br />

ve kültürel gelişmelere paralel olarak bu davranış kodunu<br />

sistemleştirmiş ve kurumlaştırmıştır.Kısacası Mahmut Tezcan’ın<br />

eserinde de tespit ettiği üzere “hayırseverlik” ve<br />

“yardımseverlik”, Türk kişiliğinin temel davranış kodları<br />

In the Turks, the fundamental code of conduct, that the<br />

steppe culture firstly laid the foundations of and later Islamic<br />

religion formed it by consolidating is philanthropy<br />

and charity. This behavior, which at first was accepted as<br />

a divine behavior and an attitude that many khans were<br />

obliged to implement, has been increasingly transformed<br />

into a behavior that is adopted by all individuals whether<br />

prosperous or not. As it was firstly seen in the Orhun Monuments,<br />

it has been one of the main duties of the khans to<br />

meet the basic needs of the people in the Turkic state tradition,<br />

such as satiating and dressing. After the acceptance<br />

of Islam, for example, as seen in the work of Kutadgu Bilig,<br />

the primary duty of the statesmen is safeguarding the prosperity<br />

and happiness of the people. The word “khan” used<br />

in the Persian word for “table” means that it is an archaic<br />

mark showing the characteristic of giving and sharing<br />

of the khans, because it is rooted from the “Han-ı Yağma”<br />

(looting the khan) ceremony. Moreover, as seen in the basic<br />

language remembrances like the Oguz Kagan Epic, Divanü<br />

Lügati’t-Türk, the “ülüş” or “share” that accrued to<br />

24 Oghuz tribes which was symbolized on a sheep’s body,<br />

also determines the position of the state in the hierarchy<br />

of the state and society at the same time. The fact that the<br />

“ülüş” tradition still exists today among Tahtacı Turkmens<br />

in the Aegean region in the same name but partly in different<br />

ways has been been recorded.In accordance with the<br />

idiom “-Komşuda pişer, bize de düşer- be happy for your<br />

neighbor’s good fortune / maybe we’ll benefit from our<br />

neighbor’s good fortune, there exist some similar practices<br />

based on philanthropy and charity are still alive in traditional<br />

community units in Anatolia with different names such as<br />

“share”, “neighboring rights”, “spike”, “sugar”. There is a tradition<br />

of collective work (imece) which has been the leading<br />

one of cursory institutionalized structures in the villages<br />

and in our social units where the division of tasks are not<br />

realized. The collevtive work fellowship, which procures solidarity<br />

in agricultural affairs in particular, is a tradition that<br />

was implemented by Mithat Pasha, an innovative statesman,<br />

and also was updated in the places where he served.<br />

Mithat Pasha, one of the statesmen of the Ottoman Empire<br />

in its latest period, ensured villagers and farmers to be given<br />

credit to use in the agriculrural production by mans of<br />

“the homeland funds”, inspired by traditional cooperation<br />

fellowships like imece. He realized public services by employing<br />

people through (imece) collective work.<br />

Depending on the principle of “ Ne verirsen elinle, o da<br />

gider seninle -whatever you endow in this life, you reap<br />

tremendous rewards in kingdom come”, the charity actions,<br />

in the context of religious worship, such as fitre (charitable<br />

donations of money or goods to the poor or needy.especially<br />

given in the Ramadan), sadaka (sadaqah, charity), zakat,<br />

Foundation (WAQF) and the Foundation Culture<br />

421<br />

Vakıf ve Vakıf Kültürü


Common Heritage<br />

422<br />

Ortak Miras<br />

arasında kabul edilmiştir.Medenî gelişmeye bağlı olarak da<br />

sistemleşmiş ve kurumsallaşmıştır.<br />

Bozkır eksenli Türk kültüründe han-ı yağma, sığır, şölen,<br />

toy gibitörensel uygulamalar şeklinde gördüğümüz sosyal<br />

yardımlaşma ve dayanışma kurumları, Türk devlet geleneğinin<br />

gelişmesi ve sistemleşmesiyle birlikte, bilhassa<br />

İslâmiyet’in de teşvik ve telkiniyle “vakıf” kavramı etrafında<br />

toplanmıştır. Yani bozkır toplumlarında gördüğümüz ve<br />

isimlerini saydığımız uygulamalarla tarım toplumlarında<br />

gördüğümüz “imece”nin şehir eksenli medenî hayatta vakıf<br />

şeklinde sistemleştiği söylenebilir. Aslında Türk kültüründe<br />

başlangıçtan itibaren var olan yardımlaşma, dayanışma,<br />

paylaşma ve cömertlik değerlerinin devlet erkinin güçlenmesi,<br />

şehir ve kasaba hayatının gelişmesi çerçevesinde<br />

kurumlaşarak vakıf kültürünü ve medeniyetini oluşturduğu<br />

anlaşılmaktadır. Bu çerçevede vakıf kurumları Selçuklu ve<br />

bilhassa Osmanlı devlet yapısının temel taşları şeklinde ortaya<br />

çıkmıştır. Özellikle Osmanlı devletinde sosyal adalet,<br />

fırsat eşitliği, dengeli gelir ve servet dağılımı hususunda<br />

vakıfların önemli payı olduğunu görmekteyiz.<br />

Kelime anlamı “durdurma, alıkoyma, ayırma, bağlama”<br />

olan vakıf sözü, terim anlamı olarak ise “bir malı veya mülkü<br />

satılmamak kaydıyla bir hayır işine bağışlama; kişilerin<br />

menkul veya gayrimenkul mallarını ya da nakit varlıklarını<br />

kendi arzularıyla mülkiyetlerinden çıkarıp toplum yararına<br />

bağışlamaları” şeklinde anlamlandırılabilir.<br />

Vakıf terminolojisinde vakıf kuran kişiye “vâkıf”, vakfedilen<br />

varlığa “mevkuf” denir. Vakıf kuran ve malını vakfeden kişinin<br />

amaçlarını, şartlarını içeren, kurulan vakfın yönetim şekline<br />

ilişkin esasları belirleyen ve tanıklar huzurunda devrin<br />

kadıları veya mahkemelerince tescil edilen vesikaya, yani<br />

bugünkü adıyla vakıf senedine “vakfiye” adı verilir. Vakfın<br />

menfaati kendilerine tahsis ve şart olunan cihete fıkıh<br />

tabiriyle “meşrutünleh” ve “mevkufunaleyh” denir.<br />

Kimi kaynaklarca köken olarak Roma ve Bizans’a<br />

dayandırılan vakıf kurumunun, şu veya bu şekilde bütün<br />

toplumlarda var olan hayırseverlik davranışından türediğine<br />

şüphe yoktur. Dolayısıyla tamamen insanî bir duygu ve<br />

davranışın kurumlaşmasından ibaret olan vakıf kurumu<br />

değişik biçimlerde bütün toplum ve devletlerin tarihinde<br />

görülebilir. Ne var ki dinin ve devlet hayatının vakfı kurumlaştırmaktaki<br />

etkisi de yadsınamaz. Bu çerçevede vakfın<br />

kökeninde İslâmiyet’in olduğu düşüncesi de son derece<br />

yaygın bir görüştür. Vakfı,tamamen İslamî kökenli sayan<br />

bazı araştırmacılar ilk vakıfların,Mescid-i Nebevî’nin son cemaat<br />

mahallinde yatıpkalkan ve kendilerine “ashâb-ı suffe”<br />

denilen yoksul sahabenin yeme içme gibi temel ihtiyaçlarını<br />

karşılamak üzere kurulduğunu kabul ederler.<br />

mosque construction in an individual sense, also tended<br />

towards the social charities such as building roads, fountains,<br />

bridges, and, towards official or semi-official charities<br />

such as donations to the Red Crescent, the Turkish Air<br />

Agency, even building school for the benefit of the country.<br />

The understanding that esteeming the giving as<br />

psychological superiority within the frame of the principle<br />

that “Veren el alan elden üstündür -The hand, giving alms<br />

is more auspicious than the hand receiving it”, systematized<br />

and institutionalized this code of conduct in parallel with<br />

civilized and cultural developments. In short, as found in<br />

Mahmut Tezcan’s work, “philanthropy” and “benevolence”<br />

are accepted as the basic codes of conduct of the Turkic<br />

character. This has been systemized and institutionalized<br />

depending on the development of civilization.<br />

Those institutions of social assistance and solidarity,<br />

that can be seen in the form of ritual practices such as<br />

han-ı yağma (looting the khan), cattle, feast, toy in the<br />

steppe-oriented Turkic culture, together with the development<br />

and systematization of the Turkish state tradition,<br />

have gathered around the concept of “foundation”, especially<br />

with the encouragement and suggestion of Islam.<br />

In other words, it can be said that the “imece (collective<br />

work)” which we see both in the steppe societies and in the<br />

agricultural societies with the applications that we consider<br />

their names, is systematized as a foundation (waqf)<br />

in city-centered civilized life. In fact, it is understood that<br />

the values of cooperation, solidarity, sharing and generosity<br />

that have existed in the Turkic culture since the beginning<br />

have formed foundation culture and civilization by institutionalizing<br />

as a result of strengthening the state authority<br />

and developing the city and town life. In this context, the<br />

foundation institutions emerged as the keystones of the<br />

Seljukian and especially the Ottoman state structure. Especially<br />

in the Ottoman state, we see that foundations have a<br />

significant contrubition in social justice, equality of opportunity,<br />

balanced income and wealth distribution.<br />

As the literal sense of “foundation(waqf)”is “stopping, detaining,<br />

separating, binding”, the foundation can be terminolgically<br />

defined as “donating an asset or a property to a<br />

charitable work provided that not for selling, and endowing<br />

the movable goods or property or cashes to the community<br />

benefit by voluntarily parting with them”.<br />

In the foundation terminology, the person who establishes<br />

the foundation is called “vâkıf (endower, founder, settlor)”<br />

and the good devoted is called “mevkuf (endowed)”. The<br />

document; that includes the terms and purposes of the settlor<br />

and the endower, and ascertains the provisions related<br />

to the method of management, and that registered by the


Türklerin İslamiyet’i kabul etmeden önce de vakıf kurdukları<br />

bilinmektedir. Bilhassa tarımcı-şehirli ve Manihaizm dinini<br />

kabul etmiş olan Uygurlardavakıf benzeri kurumlaşmalar<br />

görülür.Ancak vakıf kurumu, İslâmiyet’in kabulüyle birlikte<br />

yepyeni bir veçhe kazanmış, Türk-İslam devletleri tarihinde<br />

son derece olumlu işlevler üstlenmiştir. Mesela Selçuklu<br />

veziri Nizamülmülk’ün kurduğu medreselerden daha önce<br />

Karahanlılar devletinin hanı TabgaçBuğra Kara Han’ın,<br />

XI. yüzyılın başında Semerkant’ta vakıf olarakbir medrese<br />

yaptırdığı bilinmektedir. Uygurlardan başlayarak Türk devlet<br />

geleneğinde, özellikle de Selçuklular zamanındaetkin ve<br />

yaygın örneklerini görmemize rağmen vakıf, münhasıran bir<br />

Osmanlı kurumu olarak değerlendirilmektedir. Bunda vakfın<br />

Osmanlı devlet yönetiminde hukukî ve sosyal bir kurum<br />

olarak sistemli hale getirilişi ve gelişmişliği etkili olmalıdır.<br />

Bu çerçevede devlet tarafından yapımı ve işletmesi üstlenilemeyen<br />

çarşı, dükkân, hamam, bedesten gibi ticarî tesisler<br />

ile dinî ve hayrî külliyelerin yapım işlerive sürdürülebilir<br />

bir gelir kaynağı yaratmak görevivakıf sistemine yüklenmektedir.Yani<br />

vakıflar, bir yandan toplumsal ve ekonomik bütünlüğü<br />

sağlama işlevini üstlenirken öte yandan yenidenve adil<br />

bölüşüm kurumunu temsil etmektedirler.<br />

Vakıflar asıl itibariyle ferdî kuruluşlardır. Osmanlılar<br />

devrinde kamu hizmetlerinin görülüşü bugünküyle benzer<br />

bir şekilde iki kısımdır. Kabaca hükümet ve belediye olarak<br />

ayırabileceğimiz bu ikili yapıda devlet, gayrimüslimlerin<br />

belediyelik işlerini kendi cemaatlerine bırakırken Müslüman<br />

olanların bu tür işlerini fertlerin inisiyatifine bırakmıştır.<br />

qadi or courts in that period in presence of witnesses, in<br />

other words with its present name “settlement deed” is<br />

called vakfiye (charter of a waqf / deed of trust).The side<br />

for whom the beneficiary of the foundation is entailed, , is<br />

“meşrutünleh” ve “mevkufunaleyh” within the term of fiqh<br />

(For example, if the endower stipulated that the beneficiary<br />

of the inn should be allocated to an imam of a mosque or a<br />

student or mudarris of a madrasah, those are meşrutunleh)<br />

There is no doubt that, the foundation institution, whicih is<br />

originally based on Roman and Byzantine by some sources,<br />

was, somehow derived from the philanthropy behavior<br />

that exists in all societes. Therefore, the foundation institution,<br />

which totally consists of the institutionalization of<br />

human feeling and behavior, can be seen in various forms<br />

in the history of all the societies and states. However, the<br />

influence of religion and state life on institutionalization<br />

of the foundation can not be denied. In this context, the<br />

idea that Islam has been at the root of the foundation is<br />

also a very common idea. Some researchers who consider<br />

the foundation as entirely Islamic- rooted, accept that the<br />

first foundations were established to meet the basic needs<br />

of the companions of prophet muhammad (called “ashab<br />

al-suffe”) who live in the last locus of congregation in Masjid<br />

al-Nabawi.<br />

Turks are known to have established a foundation before<br />

they accepted Islam. In particular, the Uighurs, who are<br />

agrarian-urban and have accepted the religion of Manihaism,<br />

had established institutions like foundations. However,<br />

the foundation has gained a whole new aspect with<br />

the adoption of Islam and has undertaken very positive<br />

functions in the history of the Turkic-Islamic states. For example,<br />

before the madrasahs established by Selçuklu vizier<br />

Nizamülmülk, Tabgaç Bugra Kara Khan of the state of Karakhand,<br />

is known to have built a madrasah in Samarkand as a<br />

foundation at the beginning of the 11th century. Apart from<br />

Uighurs and especially in the Seljukian period, although<br />

we have seen the effective and prevalent examples in the<br />

Turkic state tradition, the foundation is considered as an<br />

Ottoman institution exclusively. In this, systematization and<br />

development of the foundation as a legal and social institution<br />

in the Ottoman state administration should be effective.<br />

In this frame, Alnog with commercial facilities such as<br />

bazaar, shop, hammam, bedesten (covered Turkic bazaar or<br />

market, where antiques, objets d’arts, jewelry, etc. are sold)<br />

which can not be constructed and operated by the state<br />

and also construction of religious and charitable complexes<br />

and the task of creating a sustainable source of income<br />

were all burdened as a task to the foundation system. In<br />

other words the foundations, on the one hand, while function<br />

to provide social and economic integrity, on the other<br />

Foundation (WAQF) and the Foundation Culture<br />

423<br />

Vakıf ve Vakıf Kültürü


Common Heritage<br />

424<br />

Ortak Miras<br />

Daha başka bir ifadeyle Müslüman ve Türkler bütün yerel<br />

işlerini ferdin hamiyet ve gayretine yüklemiş veya fertler<br />

kendi istek ve arzularıyla bu tür işlerden bir veya birkaçını<br />

üzerlerine almışlardır. Adem-i Merkeziyet veya özyönetim<br />

modeli olarak kabul edilebilecek bu ferdiyet yönteminin en<br />

önemli kurumlarından biri de vakıftır. Malını, servetini mensup<br />

olduğu toplumun hayrına ve refahına harcamak, ferdin<br />

sosyal yardımlaşma ve dayanışmaya katkısı kadar hükümetin<br />

üzerindeki yükü de alan bir uygulama olagelmiştir. Ferdî<br />

mülkiyetten çıkan ve mülkiyet hakkının mal sahibine ve<br />

mirasçılarına sağlayacağı bütün hak ve menfaatlerden<br />

toplum yararına vaz geçilen mülk, bir vakıf kuruluşuyla<br />

birlikte tüzel kişilik kazanmış olur. Tüzel kişilik gereği vakfın<br />

yönetimine dair yazılı esaslardan oluşan bir vakfiyesi<br />

bulunur. Vakıf, mütevelli tarafından yönetilir. Böylece fert,<br />

hayır ve hasenat işleriyle bir yandan dinî çerçevede mali bir<br />

ibadet yerine getirmiş olurken öte yandan nefsinden feragat<br />

etme, diğergâmlık, paylaşma, verme gibi hayır işlerinden<br />

dolayı toplumla bütünleşmiş, sosyal ve psikolojik bir tatmin<br />

yaşamış olmaktadır.Maddî menfaat sağlama veya başkaca<br />

dünyevî gerekçeler olsa da bireyleri vakıfkurmaya yönelten<br />

temel etken, Allah’ın rızasını kazanmak ve iyilik etmek, hayır<br />

yapmak gibi dinî inançlar ile ahlâkî kaygılardır. İslâm dini,<br />

bireyi diğer insanlara faydalı olmaya, toplum içinbir şeyler<br />

yapmaya, kısacası fedakârlığa özendirmiştir. Vakıf kuranın<br />

dünyevî anlamda yaptırdığı eserle birlikte adının anılacak ve<br />

yaşayacak olması ile bundan aldığı manevi haz ve toplum<br />

nezdinde saygın bir konuma yükselmesi gibi duygular da<br />

hand, they represent the institution of re-distribution and<br />

fair distribution.<br />

The foundations are, literally individual organizations. The<br />

public services were operated in two ways in the Ottoman<br />

period as similar to today. In this dual structure, which we<br />

can shortly divide as government and municipality, the<br />

state has apportioned the non-Muslims’ municipal affairs to<br />

their own communities, while such works of the Muslims to<br />

the initiative of the individuals. In other words, Muslims and<br />

Turks alloted all their local affairs to the individual’s patriotism<br />

and endeavor, or the individuals undertook the one or<br />

more of these kinds of works with their own desires and desires.<br />

One of the most crucial institutions of this method of<br />

individuality, which can be regarded as the decentralization<br />

or self-management model, is the foundation. Spending<br />

the money and the fortune for the welfare of the community<br />

that he belongs to, has been an application that lessesns<br />

the burden on the government as much as the individual’s<br />

contribution to social cooperation and solidarity. The property,<br />

which is excluded from the individual property and<br />

which is granted for the benefit of society by renouncing all<br />

property rights and benefits of the owner and his heirs, becomes<br />

a legal entity together with an establishing of foundation.<br />

There is a vakfiye (charter of a waqf/deed of trust)<br />

which consists of written principles regarding the management<br />

of the foundation in accordance with the legal entity.<br />

The foundation is managed by the trustee. Thus, while<br />

the individual, on the one hand, fulfills financial worship by


elbette önemlidir.<br />

Vurgulamak gerekir ki vakıf, öncelikle ferdî bir kurumdur,<br />

daha doğrusu ferdin varlığını, bir tüzel kişilik halindegünümüzde<br />

sosyal devletin görev alanında sayılan belirli<br />

sosyal alanlara ve hizmetlere tahsis etmesidir. Osmanlı devleti,<br />

devlet, fert ve toplum ilişkilerini yeniden düzenleyerek<br />

toplumdaki sosyal barış, adalet ve dengeyi sağlama ve<br />

sürdürme görevini vakıflar marifetiyle yürütmüştür. Gücünü<br />

büyük oranda fetihlere veya savaş eksenli yol, köprü, kale,<br />

kışla gibi yapılara vakfeden devlet,böylece sosyal bir yatırım<br />

saydığı vakıfları kurdurup işletme yükümlülüğünü fertlere<br />

devretmiştir. Bu arada vergi muafiyeti veya indirimi gibi farklı<br />

yöntemlerle vakıfların kuruluşunu ve yaşayışını desteklemiş,<br />

teşvik etmiştir. Ancak başta devleti yöneten hükümdar, sultan,<br />

emir, beylerbeyi, bey, melik, şeyh, çelebi, sultan hatun,<br />

kadıgibi unvan ve makam sahipleri olmak üzere bireyler<br />

vakıf kurarlar. Nitekim ilk Osmanlı vakfı ikinci padişah Orhan<br />

Gazi tarafından İznik’te kurulmuş, inşa ettirdiği medreseye<br />

önemli miktarda gelir vakfetmiştir. Sultanlar başta olmak<br />

üzere devlet adamlarının kurduğu vakıflar, zamanla toplumdaki<br />

zengin ve varlıklı kişiler için de bir örnek teşkil etmiş,<br />

vakıflar en küçük köy ve kasaba birimlerine kadar yaygınlaşmıştır.<br />

Böylece vakıf eserleriyle donatılan köy, kasaba ve<br />

şehirler devlet bütçesinden harcama yapılmadan bayındır<br />

hale gelmiştir.Anadolu merkez olmak üzere Osmanlı’nın<br />

egemen olduğu Avrupa, Rumeli, Kuzey Afrika, Suriye, Hicaz,<br />

Irak, Filistin, Yemengibi çok geniş coğrafyadaki cami, köprü,<br />

medrese, kervansaray, zaviye gibi imaret eserlerinin hemen<br />

hementamamı Türklerineseridir vefertler tarafından vakıf<br />

yöntemiyleinşa ettirilmişlerdir.<br />

Osmanlı devlet düzeninde devletin elde ettiği gelirler,<br />

merkezi hazine, tımar ve vakıflar arasında dağıtılırdı. Öyle<br />

ki vakıflar zamanla devlet bütçesi dışında olmakla birlikte<br />

önemli miktarda artı değer üreten kurumlar haline<br />

gelmişlerdir. Mesela XVI. yüzyılda vakıfların nakit gelirlerinin<br />

toplam vergigelirlerine oranı % 12’dir. Böylece büyük imkânlara<br />

sahip olan vakıflar,topluma sosyal güvenlik hizmeti<br />

de sunabilmiştir. Elbette zaman ve yer itibariyle bütüncül<br />

ve kuşatıcı bir yapı gösteremeyişi, bireylerin keyfiyetine ve<br />

iradesine bağlı oluşu, mecburiyet ve talep hakkı içermeyişi,<br />

bütün ihtiyaç sahiplerine aynı oranda ulaşma kabiliyeti bulunmayışı<br />

gibi sebeplerden ötürü vakıf kurumuna günümüz<br />

anlayışı itibariyle bir sosyal güvenlik kurumu olarak bakamayız.<br />

Ancak vakıfların, sosyal güvenlik açısından kısmî ve<br />

dolaylı bir hizmet gördüğü de yadsınamaz.<br />

Vakıflar, sosyal hayatınçok farklı alanlarına ait yapılar, eserler<br />

ve işler gerçekleştirmişlerdir.Hayırseverlerin hiçbir karşılık<br />

beklemeden yaptırdıkları vakıf hizmetleri arasında dinî<br />

hizmetler, eğitim ve öğretimhizmetleri,sağlık hizmetleri,<br />

means of charities in the religious framework, on the other<br />

hand, he experiences social and psychological satisfaction<br />

and integrates with the society because of charities such as<br />

self denialg, genorosity, sharing and giving. Although there<br />

occur some material benefits or other secular reasons, the<br />

main factors that lead people to establish a foundation are<br />

religious beliefs and moral concerns such as for God’ sake<br />

and doing favor and doing works of charity. The Islam has<br />

encouraged human being to be helpful to other people, to<br />

do something for society, in short, to be sacrifice. Not only<br />

the rememberance and eternizing of the founder’s name,<br />

along with the work done in the secular sense, but also the<br />

spiritual pleasure of those works and being in a respectful<br />

position in and society are also unignorable.<br />

It should be emphasized that the foundation is primarily<br />

a private institution, precisely, to dedicate individual’s assets<br />

to certain social purposes and services, which are now<br />

considered as a legal entity by the social state. The State of<br />

Ottoman carried out the duty of establishing and maintaining<br />

social peace, justice and balance in the society by rearranging<br />

the relations between state, individual and society<br />

by means of foundations. That State, that enowed its power<br />

to the great conquests or war-oriented road, bridge, castle,<br />

barracks, such as the state foundation, has thus delegated<br />

the obligation to establish and operate the foundations regarded<br />

as a social investment to individuals. In the meantime,<br />

the state has encouraged and supported establishing<br />

the foundations and theiroperating by different methods<br />

such as tax exemption or reduction. However, the rulers of<br />

the state, in particular the officers and title holders such<br />

as sultan, emir, governor, melik (king), sheikh, çelebi (courteous),<br />

sultana, qadi, individuals established foundations.<br />

As a matter of fact, the first Ottoman foundation was established<br />

by the second sultan Orhan Gazi in Iznik, and he<br />

endowed a substantial amount of allowance to the madrasah<br />

he built. The foundations established by the statesmen,<br />

especially by the sultans, gradually became an example for<br />

the haves and wealthy people in the society and the foundations<br />

spread to the smallest village and towns. Thus villages,<br />

towns and cities equipped with foundation works became<br />

flourishing without spending from the state budget.<br />

Almost all of the imaret works such as mosques, bridges,<br />

medrasah, caravansary, hermitage in the wide geographical<br />

area such as especially in Anatolia, Europe, Rumelia, North<br />

Africa, Syria, Hijaz, Iraq, Palestine, Yemen where the Ottoman<br />

Empire ruled are the work of the Turks, and, they were<br />

built by individuals by means of foundation.<br />

In the Ottoman state, the receipts of the state were distributed<br />

among the central treasury, groom and foundations.<br />

So much so that, the foundations have become institutions<br />

Foundation (WAQF) and the Foundation Culture<br />

425<br />

Vakıf ve Vakıf Kültürü


Ortak Miras<br />

Common Heritage<br />

426


Vakıf ve Vakıf Kültürü<br />

Foundation (WAQF) and the Foundation Culture<br />

427


Common Heritage<br />

428<br />

Ortak Miras<br />

savunma hizmetleri, fakirlerin yararlanabileceği diğer tüm<br />

kamusal ve sosyal hizmetler mevcuttur.<br />

Bu hizmetlerin başında dinî hizmetler ve eserler gelmektedir.<br />

Vakıf eseri olarak en çok karşılaştığımız yapılar cami,<br />

mescit, namazgâh gibi ibadet yerleridir. Ancak kimi Osmanlı<br />

şehir ve kasabalarının merkezindeki cami ile etrafındaki<br />

hamam, medrese, zaviye, imarethane gibi yapıların bir külliye<br />

oluşturduğu da bilinmektedir. Dolayısıyla dinî yapılarla<br />

eğitim kurumları, yeme içme ve temizlik gibi gündelik ihtiyaçların<br />

karşılandığı sosyal yapılar çoğunlukla bir bütünlük<br />

gösterir. Ayrıca külliye içinde veya dışında olsun vakıfların en<br />

çok yatırım yaptığı yapılardan biri de eğitim ve öğretim kurumlarıdır.<br />

Medrese vakıfları olarak adlandırılan ve mektep,<br />

medrese, kütüphane gibi eserler inşa ettiren bu tür vakıflar,<br />

devlet bütçesine yük olmadan eğitim ve öğretim hizmetlerinin<br />

yerine getirilmesine büyükkatkı sağlamışlardır.<br />

Vakıfların yoğunlaştığı bir diğer alan sağlık hizmetleridir.<br />

Hayırsever kişilerce yaptırılan ve “Darüşşifa” ve “Bimarhane”gibi<br />

adlarla anılan sağlık kuruluşlarında yoksullar<br />

ücretsizmuayene ve tedavi edilir, ilaçları da ücretsiz verilirdi.<br />

Kimi vakıflar kale, hisar, burç gibi savunma amaçlı yapılar<br />

da inşa ettirmişlerdir. Vakıfların özellikle vakıf kurucusu<br />

ve mütevellisi olarak hizmet edenlerin türbe ve kabirlerini<br />

de yaptırdıkları bilinmektedir.Vakıf eserleri arasında yol,<br />

köprü, çeşme, aşhane, kervansaray gibi en yaygın sosyal<br />

bayındırlık hizmetleri yanı sıra sokak, kaldırım, lağım, deniz<br />

feneri, iskele, su yolu gibi ikinci derecede kalan yapılar ile<br />

mumhane, şekerhane, mahzen, bozahane, çarşı,pazar, bedesten<br />

gibi ticarî yapılar da önemli yer tutmaktadır.<br />

Ayrıca bugün için bile ilginç sayılabilecek birçok hizmet ve<br />

işlem vakıf marifetiyle yapılabiliyordu. Mesela kış aylarında<br />

kuşların beslenmesi, bayram günlerindeşehir ve kasabalarda<br />

top atılarak çocukların sevindirilmesi, halkın neşe<br />

ve sevincininarttırılması, alışverişlerde halkın aldatılmasını<br />

önlemek amacıyla çarşı ve pazarlara ölçek ve kantarlarkonulması,<br />

devlet adamlarının geçmediği kenar mahallelerinkaldırımlarının<br />

tamir ettirilmesi, evlatlıkların hırpalanıp<br />

azarlanmaması için kırdıkları kapkacağın ödenmesi, yoksul<br />

kızlara çeyiz hazırlanması, çalışamayacak kadar yaşlanan<br />

veyasakatlanan meslek ve sanat erbabı için para ödenmesi,<br />

cezaevlerindekimahkûmlarınbazı ihtiyaçlarının karşılanması,<br />

borçlu olarak tutuklanan kişilerin borçlarının ödenmesi,<br />

verem hastalarının tümihtiyaçlarının karşılanması,<br />

mektep çocuklarının gıda, elbise, yakacak ve gezimasraflarının<br />

temini, Mekke ve Medine’de yaşayan yoksulların<br />

geçimi, Van gölünde gemi işletilmesi gibi çok çeşitli ihtiyaçlar<br />

için vakıflar kurulmuş ve işletilmiştir. Bu anlamda ilginç<br />

vakıf eserlerinden birisi de hasta ve yaralı leyleklerin<br />

bakımı ve tedavisiyle meşgul olan Gurabahane-i Lâklâkân<br />

that generate significant amount of surplus value although<br />

they were out of the scope of the state budget. For example,<br />

in the 17th century, the ratio of cash incomes of foundations<br />

to total tax revenues is 12%. Thus, the foundations<br />

having large opportunities were able to offer social security<br />

services to the socitey. We can not regard the foundation<br />

fellowship as a social security institution according today’s<br />

perception. Because, they can not exhibit a holistic and encompassing<br />

form by time and place, they depend on the individual’s<br />

will and circumstance, they do not have the right<br />

of necessity and demand, they do not have the ability to<br />

reach evenly all the needy. However, it can not be denied<br />

that foundations have a partial and indirect service in terms<br />

of social security.<br />

The foundations have realized buildings, works of art and<br />

works belonging to different parts of social life. Foundation<br />

services provided by philanthropists without any compensation<br />

include religious services, education and training<br />

services, health services, defense services, and all other<br />

public and social services that the poor can benefit from.<br />

The religious services and works are the leading of these<br />

services. The most frequently encountered structures of<br />

the foundation are the places of worship such as mosque,<br />

masjid, namazgah (open air prayer place). However, it is<br />

also known that along with some mosques in the center<br />

of the Ottoman cities and towns, and the buildings surrounding<br />

them such as hmmam, madrasah, hermitage<br />

and almshouse constitute a complex. Therefore, together<br />

with religious buildings, educational institutions and also<br />

social buildings that meet everyday needs such as, food<br />

and drink, and cleaning are mostly integrated. Moreover,<br />

whether inner or outside of the complex, education and<br />

training institutions are one of the most invested structures<br />

of foundations. Such foundations, which are called madrasah<br />

foundations and have built buildings such as school,<br />

madrasah, library, have made a great contribution to the<br />

fulfillment of education and training services without burdening<br />

the state budget.<br />

Another subject the foundations concentrated on was<br />

health care. In the health institutions that were built by<br />

benevolent people and known as “Darüşşifa” and “Bimarhane”,<br />

the poor used to be provided treatment and medicine<br />

free of charge.<br />

Some foundations have also built defensive buildings such<br />

as castles, fortresses and bastions. It is known that the<br />

foundations have also built the tombs and graves of the<br />

people who served as the settlor and the trustee. As well<br />

as the most common social public services such as roads,<br />

bridges, fountains, stables, caravanserais, and also some


adlı leylek bakım evidir.<br />

Bir başka vakıf şekli ise İslâm dininin yasaklamasına<br />

rağmen belirli bir faiz oranıyla para vakfetmek şeklinde<br />

işlem gerçekleştiren para vakıflarıdır. Para vakıfları, ihtiyaç<br />

sahiplerine faizle borç verebilmekte, bu işleme de “muamele-işer’iyye”<br />

veya “hile-i şer’iyye” denmektedir. Bu uygulama,<br />

Osmanlı uleması nezdinden çok tartışılmış olmakla<br />

birlikte azımsanmayacak ölçüde uygulanagelmiştir.<br />

Hemen hemen her padişah bilhassa İstanbul’da büyük<br />

camilerin etrafında külliyeler ve halkın gündelik ihtiyaçlarını<br />

karşılayabileceği sosyal yapılarkurmuştur. Fatih, Beyazıt,<br />

Selimiye, Süleymaniye, Nuruosmaniye, Yeni Cami, Lâleli<br />

külliyeleri bunlardan bir kaçıdır. Ayrıca Nuruosmaniye’ye<br />

Birinci Mahmut, Selimiye’ye Birinci Abdülhamid, Lâleli’ye<br />

Üçüncü Selim kütüphane vakfetmişlerdir. Köprülü Mehmet<br />

Paşa, Carullah Efendi, Esad Efendi, Murad Molla, Beşir Ağa,<br />

Hâkimoğlu Ali Paşa, Ragıp Paşa, Feyzullah Efendi, Pertev<br />

Paşa, Veliyüddin Efendi gibi devlet adamlarının vakfettiği<br />

kütüphanelerin önemli bir kısmı halen faaliyettedir.<br />

Anadolu Selçukluları devletinin dağılmasıyla kurulanAnadolu<br />

beylikleri, otorite kurmak için kendi topraklarında<br />

yaşayan veli ve şeyhlerin nüfuzlarından yararlanmak<br />

amacıyla onlar için yaptıkları tekke ve zaviyelere zengin<br />

vakıflar tahsis etmişlerdir. Bunu ilk yapan beyliklerden<br />

biri Osmanlı beyliğiydi. Osman Bey, Orhan Gazi ve Murad<br />

Hüdâvendigâr’ın birçok tekke ve zaviyeyi bu yöntemle hasecondary<br />

structures such as streets, pavement, sewers,<br />

lighthouse, piers and waterways, and then, some commercial<br />

buildings such as mumhane (place where candles are<br />

made), şekerhane (place where confectionary produced),<br />

bazaars, bozahane (beverage made of slightly fermented<br />

millet ) also have all important places among foundation .<br />

Moreover, many services and transactions given below that<br />

can be considered interesting even today can be done by<br />

operation of the foundation:<br />

Feeding the birds in winter,<br />

Gladdening children in cities and towns by artillery shooting<br />

during feast days,<br />

Increasing the joy and happines of the people,<br />

The placing of scales and weighbridge in bazaars and markets<br />

in order to prevent cheating of people in shopping,<br />

Repairing the pavements of the suburbs that the statesmen<br />

never stop by<br />

Compensating the utensils broken by adopted children, in<br />

order to prevent them from being scolded<br />

Preparation of dowry for poor girls,<br />

Payment to the professions and artisans who are so aged or<br />

disabled that they can not work,<br />

Foundation (WAQF) and the Foundation Culture<br />

429<br />

Vakıf ve Vakıf Kültürü


Common Heritage<br />

430<br />

Ortak Miras<br />

yata geçirdiğine dair tarih kaynaklarında bilgiler vardır. Osmanlı<br />

devletinin öncelikle uç beyleriyle girdiği Rumeli’de<br />

derviş ve ahi zaviyeleri kurduğu, bu zaviyelerin Rumeli’de<br />

fetihleri kolaylaştırdığı, birçok Türk köyünün çekirdeğini bu<br />

zaviyelerin oluşturduğu bilinmektedir. Ahi ve derviş zaviyeleri<br />

Osmanlı devletinin fetih ve yayılış döneminde Rumeli’de<br />

yerleşmede hayati bir rol üstlenmiş ve bu nedenle Osmanlı<br />

padişahlar vakıflar yaparak tekke ve zaviyelerin kuruluşunukuvvetle<br />

desteklemişlerdir.Bilhassa vakfa dayanan dini<br />

ve ticari müesseseler bu şehirlerin gelişmesinde önemli<br />

rol oynamışlardır. Edirne, Filibe, Serez,Üsküp,Sofya, Silistre,<br />

Tırhala, Manastır gibi şehirler başlangıçta birer uç merkezi<br />

olarak yapılanmış, uç beylerinin vakıflarıyla donatılmış,<br />

dahasonra da Rumeli’nin bugüne kadar önemini koruyan<br />

başlıca şehirlerihaline gelmiştir.Kısacası Anadolu’da ve Rumeli’de<br />

geniş topraklar fethedenOsmanlı, bu toprakların bir<br />

kısmınıkamu hizmetleri gören vakıflaratahsis etmiş; bu vakıfların<br />

Türk kültürünün Rumeli’de kuvvetle yerleşmesinde ve<br />

Balkanlarda şehir hayatının gelişmesinde büyük bir hizmetiolmuştur.<br />

Tekke ve zaviye sahibi veliler adına kurulmuş önemli vakıflar<br />

arasında Akyazılı Sultan, Kızıldeli Sultan, Geyikli Baba, Hüssam<br />

Dede, Hamza Baba, Genç Abdal, Hacı Bektaş, Mevlâna<br />

gibi isimleri sayabiliriz.<br />

Osmanlı devletinin kuruluş aşamasında önemli görevler<br />

üstlenen Bacıyân-ı Rûm teşkilatının kadınları örgütlü<br />

bir şekilde eğiterek topluma kazandırma faaliyeti, sonraki<br />

devirlerde kadınların çeşitli vakıflar kurarak yol, köprü,<br />

kervansaray cami gibi birçok yapı inşa ettirmeleri şekline<br />

dönüşmüştür. Ayrıca Osmanlı toplumunda kadının yönetici<br />

olarak yer alabildiği tek meşru hizmet alanıvakıflar olmuştur.<br />

Bu yüzden kadınlar tarafından kurulan vakıfların yönetimide,<br />

yani mütevellisi de yine büyük oranda kadınlardan<br />

oluşmuştur.Vakıf kurucusu olan kadınların çok büyük kısmı<br />

Osmanlı hanedanına mensup eş, anne veya kızlardır. Bu<br />

yüzden kadınlara ait vakıfların önemli bir kısmıİstanbul’da<br />

kurulmuş ve faaliyet göstermiştir.Hanedan veya yüksek<br />

tabaka dışında, varlıklı veya orta halliailelerden gelen bazı<br />

hayırsever kadınlar da vakıf usulüyleyaptırdıkları hayır eserleriyle<br />

topluma hizmet etmişlerdir. MeselaXIV. yüzyılda<br />

yaşamış olan Ankaralı Melike Hatun, cami, medrese, hamam,<br />

çeşme gibi birçok hayır kurumu inşa ettirmiştir. Yani Türk<br />

kadınları neredeyse erkekler kadar vakıf kurmuş;cami, mescit,<br />

medrese, okul, kütüphane, imaret, muvakkithane, yol,<br />

köprü, kervansaray,han, hamam ve kaleler yaptırmışlardır.<br />

Kadınların yaptırdıkları eserlerin başındadarüşşifa, şifahane<br />

gibi çeşitli adlarla anılan hastaneler gelmektedir. MeselaSelçuklu<br />

hükümdarı Alparslan’ın kızkardeşi Gevher Nesibe<br />

Hatunbu hususta önemli bir örnektir. Kayseri’de kurulmuş<br />

olan ve Anadolu’nun ilk hastanesi kabul edilen şifahane,<br />

Meeting some of the needs of prisoners in prisons,<br />

Paying the debts of those arrested as borrowers,<br />

Meeting all the needs of tuberculosis patients,<br />

Compensating the food, clothing, fuel and travel expenses<br />

of school children,<br />

Financing the the poor living in Mecca and Medina,<br />

The operation of ships in Van Lake.<br />

Etc.<br />

One of the interesting foundation works in this sense was<br />

the dispensary for stork, named Gurabahane-i Lâklâkan,<br />

which was engaged in the care and treatment of sick and<br />

injured storks.<br />

Another form of foundation is, despite the prohibition of the<br />

Islamic religion, the monetary foundations that perform the<br />

act of endowing money with a certain interest rate. Monetary<br />

foundations were able to lend to the needy people at<br />

interest that this was called “ muamele-i şer’iyye” or “hile-i<br />

şer’iyye”. Although this practice was discused among ulama<br />

(refers to the educated class of Muslim legal scholars engaged<br />

in the several fields of Islamic studies and Polymath.)<br />

of the Ottoman Empire, it was applied considerably.<br />

Almost every sultan, especially in Istanbul, built complexes<br />

around large mosques and social structures that could<br />

meet the daily needs of the people. The complexes of Fatih,<br />

Beyazit, Selimiye, Süleymaniye, Nuruosmaniye, New<br />

Mosque, Laleli are some of those. Moreover, Mahmut the<br />

1st, Abdulhamid the 1st, Selim the 3rd devoted a library to<br />

the complexes of Nuruosmaniye, Selimiye and Laleli respectively.<br />

A considerable number of libraries are still active<br />

that were devoted by statesmen such as Köprülü Mehmet<br />

Pasha, Carullah Efendi, Esad Efendi, Murad Molla, Bashir<br />

Aga, Hagimoglu Ali Pasha, Ragip Pasha, Feyzullah Efendi,<br />

Pertev Pasha and Veliyüddin Efendi.<br />

The Anatolian principalities, founded in the wake of the disintegration<br />

of the Anatolian Seljukian State, have allocated<br />

rich foundations to the lodges and hermitages they have<br />

built for saints and sheikhs living on their own lands, in order<br />

to take advantage of their influence to establish their<br />

own authorities. One of the first principals who did this was<br />

the Ottoman Principality. There are some information in the<br />

sources of history that Osman Bey, Orhan Gazi and Murad<br />

Hüdâvendigâr realized many of the lodge and hermitage by<br />

means of this method. Ottoman state is known to have first<br />

established dervish and ahi ( Turkic – Islamic guild


Gevher Nesibe Hatun’un bıraktığı zengin vakıfgelirleriyle<br />

yedi yüz yıl boyunca varlığını sürdürmüştür.<br />

Kadınların kurduğu vakıfların XVII. yüzyılda büyük artış<br />

gösterdiği, bunun sebebinin bu dönemde Osmanlı sarayında<br />

“kadınlar saltanatı”nınyaşanması olduğu kaydedilmektedir.<br />

Ancak genel olarak bakıldığında da kadınların kurduğu<br />

vakıfların sayısı ve oranı azımsanmayacak ölçektedir.<br />

Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivine göre toplam 26.000<br />

vakıftan 2309’u kadınlaraaittir. Bu kadın vakıflarının neredeyse<br />

yarısı XVI-XVII. yüzyıllardakurulmuştur.<br />

Vakıfların en önemli boyutlarından birisi hukukî yönleridir.<br />

Osmanlıdevlet nizamı içinde vakıflar, hukukî açıdan nitelikleri<br />

belirlenmiş, idarî ve malîaçıdan özerk sayılmış kurumlardır.<br />

Herhangi bir arazinin veya gayrimenkulünvakfedilebilmesi<br />

için her şeyden önce “mülk” değeri taşıması, yani<br />

padişah tarafından “temlik”veya “tasdik” edilmesi gerekir.<br />

Bireyler, ancak maliki oldukları mülk ve malları vakfedebilirler.<br />

Ayrıca mülkünü vakfedecek kişinin, yani vâkıfın mülkiyet<br />

sahibiolması yanı sıra yetişkin, hür, aklî iradeye ve kanunî<br />

ehliyetesahip olması ve borçlu olmaması gerekmektedir.<br />

Bu şartlarıtaşıyan mülkiyet sahipleri varlıklarını,şartlarını<br />

kendileri belirleyerek kamunun yararına tahsis edebilirler.<br />

Bu tür vakıflara “vakf-ıhayrî” adı verilir.Ayrıca kişinin kendi<br />

soyundan gelenlerin geleceklerini düşünerek ileride istifade<br />

etmeleri içinkurduğu, vakfettiği gelirin bir kısmını<br />

toplumun yararınabir kısmını da evlatlarının faydalanması<br />

için bıraktığı yarıhayrînitelik taşıyan vakıflar da vardır. Bunlara<br />

“evlatlık vakıf”veya hukukî terimiyle “vakf-ıehlî” denir.<br />

Kişilerin kendi mülklerini vakfetmelerine “vakf-ı sahih”, sık<br />

görülmese de mülkiyeti devlete ait olan toprakların vakfedilmesine<br />

de “vakf-ıirsadî” adı verilir. Mesela Osmanlı sadrazamlarının<br />

kendilerine tahsis edilen ve hass denilen arazilerin<br />

gelirinivakfetmeleri “vakf-ı irsadî” sayılır.<br />

Foundation (WAQF) and the Foundation Culture<br />

431<br />

Vakıf ve Vakıf Kültürü<br />

Vakıfların en önemli yanlarından birisi de bugünkü tabirle<br />

sürdürülebilirliktir. Yani sadece bir cami, medrese veya<br />

kütüphane binası inşaettirmekle vakıf kurulmuş olmaz.<br />

İnşa edilen yapıların ve bu yapılardaki hizmet ve işlerin<br />

sürdürülebilmesi için sürekli bir gelir veya gelir getiren<br />

işler debırakmak gerekmektedir. Mesela bir şifahane<br />

yaptıran kişinin,hastaların tedavi, ilaç ve yemek gibi giderleri<br />

yanında hekimler, hastabakıcılar ve diğer hizmetlilerin<br />

maaşlarınıyüzlerce yıl karşılayacak gelirler de vakfetmesi<br />

gerekir. Bu kurum bir medrese ise ders verecek müderrislerin,<br />

talebeninve hizmetlilerin her türlü barınma, yiyecek, giyecek<br />

ile ders araç vegereç ihtiyacınında karşılanmasıgerekir.<br />

Bu bağlamda vakıfların sürdürülebilirliği çerçevesinde iki<br />

boyut ortaya çıkmaktadır. İlki kendisinden faydalanılan ve<br />

“müessesât-ıhayriye”yani hayır kurumları diyebileceğimiz<br />

cami, medrese, mektep, imaret, zaviye,kütüphane, köprü,


Common Heritage<br />

432<br />

Ortak Miras<br />

hastane gibi vakıf kurumlarıdır. İkincisi ise “asl-ıvakf” denilen<br />

ve hayır kurumlarının sürekli ve düzenliişlemesini<br />

sağlayan bina, arazi, nakit para gibi gelir kaynaklarındanoluşan<br />

vakıf işletmeleridir.<br />

Vakfiye denilen ve vakfın maksadı, çalışma yöntemi, yönetimi<br />

hakkında vakıf kurucusunun yazılı metin halinde hazırlattığı<br />

ve kadılara tasdik ettirdiği bir tüzüğü vardır. Bu tüzüğe<br />

bağlı kalmak şartıyla vakfı mütevelliler yürütür. Mütevellinin<br />

vakfı yönetmesinin hukukî ve malî denetimi ise kadılar<br />

tarafından yapılır. Denetim görevi I. Murat zamanında<br />

merkezde “hâkimü’l-hükkâm”adı altında başkadılığa verilmiştir.<br />

Devlet, sadece kamu düzenini tehdit edici durumlarda<br />

vakfa müdahale edebilir, bunundışında vakıf idaresi<br />

tam bir serbestliğe sahiptir.Hayrî olarak kurulan vakıfların<br />

zamanlaaile vakıfları haline dönüştürülmesi, vakıf yoluyla<br />

miri toprakrejiminden yapılan kaçamaklar, kısa bir süre sonra,<br />

toprakrantının tıpkıözel mülkiyet şeklinde olduğu gibiözel<br />

kişilere geçişi gibi durumlar vakıfların devletçe denetlenmesine<br />

sebep olan durumlardır.Cami, mescit, tekke,<br />

türbe, medrese, mektep, imaret gibi dinîkurumlar ile hayır<br />

kuruluşlarının masrafı karşılığı olarak belirli bir mülkün veya<br />

paranın gelirini tahsis etmek üzere vakfedilen şeyler satılmaz,<br />

miras olarak kalmaz, kimse tarafından müdahale edilmez<br />

ve devletin himayesi altında bulunurdu.<br />

Osmanlı devlet düzeninde toprak ve araziler üç ayrı kısımda<br />

değerlendirilir: Mirî, mülk ve vakıf. Vakıf arazileri, vergi gelirleri<br />

dinî, ilmî ve sosyal kurumlara tahsis edilen arazilerdir.<br />

) hermitages in Rumeli where they initially settled by frontiersman,<br />

and also these hermitages are known to have<br />

conquered Rumeli easier and have constituted the core of<br />

many Turkic villages. The Ahi and dervish hermitages played<br />

a vital role in settlement in Rumeli during the conquest and<br />

spread of the Ottoman state, and for this reason the Ottoman<br />

sultans strongly supported the founding of the lodges<br />

and hermitages by making foundations. Religious and commercial<br />

enterprises based especially on foundations have<br />

played an important role in the development of these cities.<br />

Cities such as Edirne, Plovdiv, Serez, Skopje, Sofia, Silistra,<br />

Tirhala and Monastery were initially structured as frontiers,<br />

reinforced with the foundations of the frontiersmen,<br />

and later became the main cities of Rumeli that have preserved<br />

their importance to this day. In short, the Ottomans,<br />

conquering large lands in Anatolia and Rumelia, allocated<br />

some of these lands to the foundations carrying out public<br />

services; these foundations significantly served in the settlement<br />

of Turkic culture in Rumeli and in the development<br />

of city life in the Balkans.<br />

Among the important foundations established in the name<br />

of lodge and hermitage owners are Akyazılı Sultan, Kızıldeli<br />

Sultan, Geyikli Dad, Hüssam Dede, Hamza Baba, Genç Abdal,<br />

Hacı Bektaş, Mevlana (Rumi).<br />

The Baciyân-ı Rûm organization, which has undertaken important<br />

duties during the establishment phase of the Ottoman<br />

state, actualized the activity of reintegrating women


Bu araziler,“vakıf reayası”adı verilen çiftçilerce işlenir ve denetimi<br />

desonraki yıllarda Evkaf Nezareti tarafından yapılırdı.<br />

Vakıf arazilerinin kaynağı mülk arazileridir. Hayırsever mülk<br />

sahipleri, kendi mülkleri olan arazilerden elde edilen gelirleri,<br />

cami, mescit, imaret, medrese, zaviye gibi sosyal<br />

amaçlı kurumların masraflarının karşılanması için vakfetmişlerdir.<br />

Böylece mülkiyet vakfa geçmiş olur ve toprağın<br />

tasarrufu ve gelirinden faydalanma da vakfedilen maksada<br />

ait olurdu. Ömer Lütfi Barkan’ın yaptığı araştırmalaragöre<br />

XVI. yüzyılın başlarında Osmanlı topraklarının beşte birinin<br />

vakıflara aitolduğu anlaşılmaktadır. Geri kalan toprakların<br />

da beşte biri padişahhaslarına, beşte üçü ise dirlik sahiplerine<br />

ayrılmıştır. Bu da vakıfkurumunun zirai ve ekonomik<br />

hayattaki yerini göstermesibakımından oldukça önemlidir.<br />

Osmanlı toplumunda kırsal alanlarda veya köylerde kurulan<br />

vakıflar da önemli işler başarmıştır. Zaviye vakıflar olarak<br />

adlandırılan bu tür vakıflar, genellikle ekilmemiş toprakları<br />

iskân etmek ve yol güzergâhında ve derbentlerdegüvenliği<br />

temin etmek işlevini görüyorlardı. İlk gruba giren zaviyeler,<br />

çoğunlukla kendilerine verilen toprak üzerindetarım yapmakta<br />

ve “su getirip bir zaviye bina edip bağ dikip” o yeri<br />

şenlendirdikleri için bazen öşürden bile muaf tutulmaktaydılar.İkinci<br />

tür vakıflar iseıssızdağ başlarında, derbent yerlerde<br />

ve nehir kıyılarında “ayendeve revende”ye yani gelip<br />

geçenlere hizmet ettiklerinden, yerleştikleri yerler kendilerineverilmiş<br />

ve bir kısmı vergiden muaf tutulmuşlardır.<br />

Vakıf kurumu, Osmanlı’nın bilhassa son döneminde eğitim<br />

kurumlarında sadece fıkıh yani İslâmî hukuk çerçevesinde<br />

bir kurum olarak değerlendirilmiştir. “Ahkâm-ı Evkaf” adı<br />

altında okutulan derslerde vakıf kurumu, köken itibariyle<br />

İslâmiyet’in başlangıç zamanına tarihlenmiş ve yalnızca<br />

“Birşeyi daima durdurmak, bir malı mülkiyetten çıkarıp<br />

menfaatlerini müebbeden bir hayır işine tahsis ederek<br />

saklamak”şeklinde tarif edilmiştir. Vakıf, bu çerçevede “dinî”<br />

bir mesele olarak ele alınmış ve mali ibadetler arasında<br />

sayılmıştır. Bu klasik tanım dışında bir de“bir mülkü ammenin<br />

menafiine veya bir cihet-i hayriyeyete’biden terk<br />

eylemek” şeklinde kanunî tanımı yapılmıştır. Oysa vakıfların<br />

birde belediyecilik ve imarcılıkyönü vardır. Vakıf kavramıyla<br />

imaret kavramı birbiriyle bağlantılı iki kavramdır. Vakıf<br />

sistemi sayesinde imaret yapmak, tamir etmek, memurlarına<br />

maaş ödemek ve idare etmek gibi hususlarda hükümet<br />

bütçesinden herhangi bir kaynak harcanmaz, üstelik halk da<br />

imaret eserlerinin her türlü hizmet ve yardımından ücretsiz<br />

istifade ederdi. Hükümet, imaretler için halktan herhangi<br />

bir vergi de almazdı. Türklerin imaret sistemi ve bu sisteme<br />

dâhil olan imaret eserlerini, hayır sahipleri yapar, idarelerini<br />

temin eder ve memuriyetlerini idame için de yanlarında ve<br />

daha başka yerlerde birçok irat ve akar yaptırarak bu suretle<br />

hem kendi imaretine varidat bulurlar hem de şehir ve kasainto<br />

the society by training them in an organized manner.<br />

This function was transformed into the formation that in<br />

which women built many buildings such as roads, bridges<br />

and caravanserai mosques by establishing various foundations<br />

in later periods. Moreover, in the Ottoman society,<br />

the only legitimate service area in which women could take<br />

place was the foundations. That is why the management of<br />

the foundations established by women, the board of trustee,<br />

was also made up of women in large proportions. The<br />

vast majority of women who are the foundation settlors are<br />

spouses, mothers or daughters of the Ottoman dynasty.<br />

Therefore, a significant number of women’s foundations<br />

were established and operated in Istanbul. Apart from the<br />

dynasty or the gentlefolk, some philanthropic women from<br />

wealthy or middle-class have also served the society by<br />

the charities that they endowed. For example, Melike Hatun,<br />

who lived in 14th century, built many charitable institutions<br />

such as mosque, madrasah, hammam and fountain.<br />

In other words, Turkish women established as many foundations<br />

as men did and built mosque, masjid, madrasah,<br />

school, library, imaret, muvakkithane (A special building,<br />

in which the prayer time was determined and also astronomy<br />

studies were done) road, bridge, caravanserai, inn,<br />

hammam and casttle. The most remarkable one of those<br />

built by the women were the hospitals, which are called by<br />

various names like “darüşşifa” and “şifahane”. For example,<br />

the ruler of the Seljuks Alparslan’s sister, Gevher Nesibe Hatun,<br />

was an important example of this issue. The Şifahane,<br />

established in Kayseri and accepted as the first hospital of<br />

Anatolia, perpetuated its existence for seven hundred years<br />

by means of the affluent foundation income endowed by<br />

Gevher Nesibe Hatun.<br />

It is noted that, the number of foundations established by<br />

women increased dramatically in the 17th century, and that,<br />

the reason for this was the existence of “women’s sultanate”<br />

in the Ottoman court during this period. However, in<br />

general, considerable amount of foundations were established<br />

by women. According to the Archives of the General<br />

Directorate of Foundations, 2309 of 26,000 foundations<br />

belong to women. Almost half of these women’s foundations<br />

were established in 16th and 17th centuries.<br />

One of the most important fetaures of the foundations<br />

is the legality aspect of them. According to the Ottoman<br />

state system, foundations were the institutions that were<br />

qualified in terms of law and autonomous in administrative<br />

and financial terms. In order to devote any land or real<br />

estate, first of all, it should possess a “property value”, in<br />

other words it must be “assigned” or “certified” by the sultan.<br />

Individuals can only endow properties and possessions<br />

they own. Moreover, it is necessary that the person who will<br />

Foundation (WAQF) and the Foundation Culture<br />

433<br />

Vakıf ve Vakıf Kültürü


Common Heritage<br />

434<br />

Ortak Miras<br />

baların imarına hizmet ederlerdi.<br />

İmaret sayılabilecek cami, medrese, bimarhane, aşevi,<br />

tabhane, kervansaray, mektep, kütüphane, muvakkithane,<br />

hanikâh, kalenderhane, türbe, imalathane, arasta, kapalı<br />

çarşı, han, su tesisatı, hamam, umumi hela, meşruta evler,<br />

kahve ve kıraathane, bayram, pazar ve panayır yerleri gibi<br />

çok çeşitli vakıf eserleri yapılmıştır. Ayrıca şehir kuruluşları da<br />

çoğunlukla vakıf marifetiyle gerçekleştirilmiştir. Her ne kadar<br />

Türklerin Asya bozkırlarında konar-göçer bir hayat tarzı<br />

olduğu tarihen gerçekse de aynı coğrafyada şehirler kurdukları<br />

da özellikle son yıllarda yapılan araştırmalarla pekişmektedir.<br />

Türklerin imarcı ve şehir kurucu bir millet olup<br />

olmadığı tartışması bir yana eskiden kurulmuş olan şehir<br />

ve kasabalarda Türklerin inşa ettirdiği imaretler, hatta yeni<br />

baştan kurulan şehir ve kasabaların varlığı açıktır.Osmanlı<br />

Türkleri ise fethettikleri şehir ve kasabaların imaret sistemini<br />

ve şehir tekniğinideğiştirmişler, şehirlere kendilerinden<br />

önceki milletlerin tarzı, üslûbu ve işlevinden bütünüyle<br />

başka bir şekil vermişlerdir. Nitekim Osmanlı Türkleri Avrupa<br />

ortalarına kadar yayıldıkları zaman geçtikleri ve yerleştikleri<br />

eski şehir ve kasabalarda yapmış ve bırakmış oldukları imaretler<br />

oralardan çekildikten sonra o şehirlerin eski sahipleri<br />

tarafından birer bahane ile mesela meydan ve yol açmak<br />

bahanesiyle yok edilmeye başlanmıştır. Osmanlı Türkleri<br />

yalnız eski şehir ve kasabalarda böyle münferit imaretler<br />

yapmakla kalmamışlar, yayıldıkları yerlerde kısmen veya<br />

tamamen şehirler ve kasabalar dahi vücuda getirmişlerdir.<br />

Vakıf marifetiyle yapılan yapılardan en dikkat çekicilerinden<br />

biri meşruta evlerdir. Meşruta evler, günümüzde lojman<br />

olarak karşılık bulan ve modern şehirlerdeki bir fabrika,<br />

işletme veya kurum için orada çalışacak işçi, memur<br />

gibi görevlilerin barınabilmeleri ve işe gelip gitmede zaman<br />

ve emek kaybına yol açmamak üzere yapılan konutlara<br />

benzer yapılardır. Osmanlı devrinde yapılan imaretlerde iş<br />

görecek olanlara yakınlarda birer ev gösterilmiştir. Böylece<br />

hem işlerine yakın bir yerde barınmış olacaklar hem de<br />

çalıştıkları kuruma daha sıkı bağlı çalışacaklardır. Vakıf terminolojisinde<br />

meşrute veya meşruta denilen bu binalar,<br />

çoğu zaman imaret çevresinden az uzakta fakat onun dört<br />

bir tarafında sıralanmış bir halde bulunurlar. Bu yapılanma,<br />

imareti merkeze alarak bir semt oluşmasına da zemin hazırlamaktaydı.<br />

Her kurum gibi vakıfların da sosyal hayatta bir takım olumsuz<br />

yan etkileri olmuştur. Mesela zamanla duagûyân, aşirhân,<br />

mevlidhân,naathân, sâdât ve meşâyihgibi dinî kimlikli ve<br />

ellerine verilen “mürtezika” beratıyla vakıflardan doğrudan<br />

yararlanabilenbir zümre meydana çıkmıştır.Aslî amacı yoksullara,<br />

gariplere, düşkünlere, evsiz ve yurtsuzlara yardım<br />

olan vakıf kurumu, üretime hiçbir katkısı olmayan, üstelik<br />

dedicate the property, i.e. endower, besides must be the<br />

owner of the property, but also must be adult, free, intelligent<br />

and have legal capacity and mustn’t be in debt. Freeholders<br />

bearing these qualifications can dedicate their assets<br />

to tpublic benefit by determining their own conditions.<br />

Such foundations are called “vakf-ı hayri”. There are also<br />

semi-charitable foundations established by settlors that<br />

are called “adoptive foundations” or “vakf-ı ihlî”, considering<br />

the people that will descend from them and their future.<br />

They apportion certain amount of the income they endwed<br />

for public benefit and other amount for the children to benefit<br />

from in the future.<br />

If the endower dedicates the property of his/her own, this<br />

endowment is called “vakf-ı sahih”, although it is not usual,<br />

the ededication of the lands belonging to the state is<br />

called “ vakf-ı irsadî”. For example, the Ottoman grand viziers<br />

for whom a terrain (called “hass”) was devoted, if they<br />

had endowed the receipt of terrain, that was also considered<br />

as “vakf-ı irsadî”.<br />

One of the most important features of the foundations, with<br />

today’s term is sustainability. That is to say, foundation is<br />

not established by constructing only a mosque, madrasah<br />

or library building. It is necessary to create wage-earning<br />

employments in order to sustain the constructed structures<br />

and the services and works in these buildings. For example,<br />

a person who built a hospital should dedicate such amount<br />

of receipts to compansate the expenses of the patients<br />

for treatment, medication and meals as well as salaries<br />

of physicians, nurses and other servants for hundreds of<br />

years. If that institution was a madrasah, all kinds of needs<br />

of the professions, food, clothes and teaching materials of<br />

the teachers, students and servants should be met. In this<br />

context, two aspects emerge in the framework of sustainability<br />

of foundations. The first one is the foundation institutions<br />

that benefited from them and we can call them<br />

as “müessesât-ı hayayriye”, such as mosque, madrasah,<br />

school, imaret, hermitage, library, bridge, hospital. The second<br />

one is the foundation enterprises, called “asl-ıvakf”,<br />

composed of revenue sources such as building, land, and<br />

cash, which enable charitable institutions to operate constantly<br />

and regularly.<br />

There exist a Regulation, called vakfiye (charter of a waqf<br />

/ deed of trust), ascertaining the provisions related to the<br />

method of management and purposes of the foundation,<br />

prepared by the settlor and confirmed by the qadi. The<br />

trustees shall execute the foundation provided that they<br />

adhere to the regulation. The legal and financial supervision<br />

of the trustee administration is performed by qadis.<br />

The duty of supervision was given to the chicef qadi at the


Vakıf ve Vakıf Kültürü<br />

Foundation (WAQF) and the Foundation Culture<br />

435


Common Heritage<br />

436<br />

Ortak Miras<br />

ellerindeki beratları evlatlarına da aktarma imkânıverilen bu<br />

“mürtezika” zümresi gibi belirli bir geliri olduğu halde çalışıp<br />

üretmeyen tüketici sınıfların oluşumuna zemin hazırlamıştır.<br />

Osmanlı devletinin son yüzyılında sosyal yardımlaşma kurumları<br />

kaybolmaya yüz tutmuştur. Osmanlı padişahları<br />

reform teşebbüslerine önayak olurlarken bu eski töreyi unutmuşlardır.<br />

Külliye yapma işi, Üçüncü Selim ile son bulmuş,<br />

Birinci Mahmut, İkinci Mahmut, Abdülmecit, Abdülaziz ve<br />

diğer padişahlar Avrupa taklidi büyük saraylar inşa ettirmeye<br />

yönelmişlerdir. Son dönemde sadece İkinci Abdülhamid,<br />

Yıldız Sarayı kütüphanesini yaptırmıştır. Aynı biçimde<br />

Reşit, Ali, Fuat, Cevdet, Kâmil, Sait, Tevfik Paşa gibi devlet<br />

adamları da vakıf meselesine duyarsız kalmışlardır. Hayrat,<br />

imaret veya kütüphane yerine çoğu ahşap olduğu için sonradan<br />

yanıp yıkılan konaklar yaptırmışlardır. Bu değişimde<br />

elbette öncelikle dinî kaynaklı sosyal dayanışmacı toplum<br />

düzeni yerine ikame edilen rekabetçi ve egoist ekonomi<br />

anlayışının etkisi olmuştur. Batılılaşma ve reformlar sonucu<br />

Türk devlet ve toplum yapısında kaybolmaya başlayan<br />

vakıf kültürü, batı toplumlarında ise güçlenerek varlığını<br />

sürdürmüştür.Halen Batı Avrupa ve Amerika şehirlerinde<br />

üniversiteler ve kütüphanelerin önemli bir kısmı dinî vakıflar<br />

tarafından finanse edilmektedir. Amerika’da ise Rockefeller,<br />

Carnegie gibi büyük zenginlerin kurdukları vakıflar, uluslararası<br />

ekonomi, siyaset ve sosyal yardımlaşma konularında<br />

devletlerin yapamadığı faaliyetlerde bulunmaktadırlar. O<br />

halde ekonomik rekabet devrinde de vakıfların üstlenebileceği<br />

görevler vardır.<br />

headquarter in period of Murat the 1st under the name of<br />

“Hâkimü’l-hükkam”. The state may intervene only incase<br />

of the situations threatening public order, apart from this<br />

the foundation administration has full freedom. There were<br />

situations that caused foundations to be audited by the<br />

state such as transformation of charitable foundations into<br />

family foundations in time, exluding terrains and lands from<br />

the public property regime through foundation, soon after,<br />

transfering the the ground rent to natural persons, just as<br />

it was in the form of private property. The asstes; dedicated<br />

to allocate the receipts of a particular property or money,<br />

in order to cover the expenses of the religious institutions,<br />

such as mosque, masjid, lodge, tomb, madrasah, school,<br />

imaret and also of the charitable organizations were not;<br />

sold, inherited, intervened by anyone, and they were under<br />

the auspices of the state.<br />

In the Ottoman state system, the terrrains and lands were<br />

evaluated in three groups: The Public, the Estate and the<br />

Foundation Terrains (Glebe-like) . The Foundation terrains,<br />

were the terrains that tax revenues obtained from them<br />

were allocated to religious, scientific and social institutions.<br />

These terrains used to be cultivated by the farmers called<br />

“waqf rayah” and supervised by the Ministry of Foundations<br />

in the following years. The source of the foundation<br />

terrains is the Estates. Philanthropic freeholders dedicated<br />

their incomes that they obtained from the terrains of their<br />

own estates to over the expenses of the social purposed institutions,<br />

such as mosques, masjids, imarets, madrasahs,


Diğer yandan bireylerin sosyal ilişkilerindeki gevşeme<br />

ve zayıflama ile meslek ve zümreler arası dayanışmanın<br />

da kaybolmasıyla vakıflar eski güç ve işlevlerini kaybetmişlerdir.<br />

Özellikle zengin ve varlıklı kişilerin çıkar odaklı<br />

davranışları, bilim, kültür ve sanattan uzak durmaları, sosyal<br />

dayanışmayı, toplum çıkarını arka plana atmaları neticesinde<br />

ülkemizde de bazı istisnalar hariç vakıf kültürü<br />

çağın şartları karşısında eski gücünü kaybederek farklı bir<br />

istikamete yönelmiştir.<br />

Çağdaş dünyada ve ülkemizde de vakıflar varlığını<br />

sürdürmektedir. Rekabetçi bir ekonomik düzenin egemen<br />

olduğu günümüz dünyasında vakıfların bir kısmının<br />

aslî işlevlerinden uzaklaşarak reklama ve şirin görünmeye<br />

yöneldiği, hatta meşru olmayan kimi işlerin yapılabilmesi<br />

için bir paravan görevi görme gibi yönlerinin varlığı ne yazık<br />

ki gözlenmektedir. Allah’ın rızası esas kabul edilerek hasbice<br />

yani herhangi bir karşılıkbeklemeden yapılan yardımseverliğin<br />

azaldığı ve bu durumun yeni vakıflara da sirayet ettiği<br />

maalesef bir gerçekliktir.<br />

Vakıf kurumu, UNESCO’nun da “sürdürülebilir kalkınma” için<br />

mücadele edilmesi gerektiğini beyan ettiği üzere günümüz<br />

dünyasının en temel sorunlarından olan gelir dengesizliği,<br />

açlık, yoksulluk,cehalet, sosyal adaletsizlik gibi sorunların<br />

çözümünde istifade edilebilecek önemli bir kurumdur. Ayrıca<br />

elbette sınıfsız, eşit ve güvenli bir toplum oluşturmanın<br />

imkânsızlığını da dikkate alarak vakıf kurumunun en azından<br />

üretimi arttırma, istikrar ve güveni temin etme, toplumsal<br />

barışı sağlama, fertlerin sosyal yardımlaşma ve dayanışma<br />

ruhunu pekiştirme gibi değerlerinin yeniden üretilebileceği,<br />

vakıf kurumunun günümüz dünyasına ilham verici bir geleneksel<br />

kurum olduğu unutulmamalıdır.<br />

Kaynaklar<br />

• Ömer Lütfi Barkan (1942).“Osmanlı İmparatorluğunda Bir İskân ve<br />

Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler I”, Vakıflar Dergisi, (2):<br />

279-304.<br />

• Ömer Lütfi Barkan (1942). “Vakıfların Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu<br />

Olarak Kullanılmasında Diğer Şekiller”, Vakıflar Dergisi, (2): 354-365.<br />

• Sencer Divitçioğlu (2010). Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu Marksist<br />

Üretim Tarzı Kavramı, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.<br />

• Mehmet Sait Doğan (2006). “Vakıf Medeniyetimize Sosyal Siyaset<br />

ve Sosyoloji Açısından Bir Yaklaşım”, İstanbul Üniversitesi Sosyoloji<br />

Konferansları Dergisi, 34, 9-28.<br />

• Yasemin Tümer Erdem-Halime Yiğit (2010). Bacıyân-ı Rûm’dan Günümüze<br />

Türk Kadınının İktisadî Hayattaki Yeri, İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayını.<br />

• Osman Ergin (1936). Türkiye’de Şehirciliğin Tarihî İnkişafı, İstanbul:<br />

Cumhuriyet Matbaası.<br />

• Osman Ergin (1939). Türk Şehirlerinde İmaret Sistemi, İstanbul: Cumhuriyet<br />

Matbaası.<br />

• Fuat Köprülü (1942). “Vakıf Müessesesinin Hukuki Mahiyeti ve Tarihi<br />

Tekâmülü”, Vakıflar Dergisi, (2): 1-35.<br />

• Mehmet Ali Ünal (1997). Osmanlı Müesseseleri Tarihi, Isparta.<br />

• Hilmi Ziya Ülken (1954). “Sosyolog Gözüyle: Zenginler ve İçtimaî Yardım”,<br />

Cumhuriyet, 20.12.1954.<br />

• Amy Singer (2012). İyilik Yap Denize At Müslüman Toplumlarda<br />

Hayırseverlik,Çev. Ali Özdamar, İstanbul: Kitap Yayınevi.<br />

• Ufuk Gülsoy vd. (2012). Bir Medeniyetin İzdüşümü Vakıflar,<br />

İstanbul: Vakıflar Genel Müdürlüğü<br />

hermitages. Thus, ownership was alienated to the foundation,<br />

and the disposal of the land and the benefiting from its<br />

revenue belonged to the purpose devoted to. According to<br />

the researches done by Ömer Lütfi Barkan, it is understood<br />

that at the beginning of 17th century one-fifth of the Ottoman<br />

lands belonged to foundations. On the other hand,<br />

one-fifth of the rest was apportioned for the sultans and the<br />

three-fifth for the owner of the dirlik (In the Ottoman Empire,<br />

the lands or terrains, allocated to the civil servants and<br />

soldiers as a reward of salary and post. This is very important<br />

in that it designates the foundation’s role in agricultural<br />

and economic life.<br />

Foundations established in rural areas or in villages in Ottoman<br />

society also accomplished remarkable works. Such<br />

foundations, which were called zawiyah foundations, often<br />

functioned to settle uncultivated lands and provide security<br />

in the road route and in the mountain pass. Those, in the<br />

first group, often farmed on the land allocated to them and<br />

alos tehey were mostly exempt from Öşür (ashar, tithe) because<br />

they enlivened there by “causing to meet with water<br />

and building a hermitage and planting vineyard”. The ones<br />

in second group were allocated the terrains/lands that they<br />

settled down because they were serving to the passers by<br />

on the deserted mountains, at the mountain pass and on<br />

the riverside and were exempt from tax.<br />

Foundation, as a fellowship was evaluated as an institution<br />

solely within the scope of Islamic jurisprudence (Fiqh) i n<br />

educational institutions in the last period of the Ottoman<br />

Empire. In lessons the foundation fellowship, was taught<br />

under the name of “Ahkâm-ı Evkaf (The Provisions for<br />

Wqfs)”, and its origin was dated back to the beginning of<br />

Islam, and was described as “ to sustain something forever,<br />

dispose of a property by allocating its benefits to a charitable<br />

work, after disappropriating it “. In this framework, the<br />

foundation (waqf) has been dealt with as a “religious” issue<br />

and regarded as one of the financial worships. Apart from<br />

this classical definition, it has been defined legally such<br />

as “relinquishing a property to the public welfare” or “to a<br />

favorable purpose”. However, foundations have municipal<br />

and zoning functions. Concepts, the foundation and the<br />

imaret (public soap kitchen) are two interrelated concepts.<br />

Through the foundation system, no resources were spent<br />

from the government budget for the expense items, such<br />

as building imarets, repairs, salary payement of the officers<br />

and management, and the people also used to benefit from<br />

all kinds of services and assistance of the imaret works free<br />

of charge. The government did not collect any taxes from<br />

the people for imarets. The Benefactors composed the Turkic<br />

imaret system and the imaret works, and ensured their<br />

administration by supplying receipts and real estates for the<br />

Foundation (WAQF) and the Foundation Culture<br />

437<br />

Vakıf ve Vakıf Kültürü


Aysen SOYSALDI<br />

Bilge Yapım<br />

Bir etnoğrafik eser arkeolojik tabletler gibidir...<br />

An ethnographic is like an archaeological tablets.


“Etnografya halk bilimi içinde toplumun kültür ve sanatını özümleyen yapıtlardır. Bir etnoğrafik<br />

eser arkeolojik tabletler gibidir. Bize hangi toplumdan geldiğini, hangi kültürün<br />

etkisinde kaldığını, inançlarını, dinlerini, kültür zenginliklerini tek tek anlatır.” (Soysaldı,<br />

1995:62) Sözlerinin sahibi Rahmetli Prof. Y. Kenan Özbel’in de dediği gibi keçe, halı,<br />

kilim vb. düz dokumalar Türk sanatları içinde maddi kültür değerlerinin aynası denilebilecek<br />

en önemli halk sanatlarındandır. Aynı zamanda bu dokumalar Orta Asya’dan<br />

çıkışla dünyaya yayılan Türk kimliğinin en belirgin belgelerindendir.<br />

21<br />

Tekstil Sanatları<br />

Keçe, Dokuma, Örme, İşleme ve Baskı<br />

Textile Arts (Felt, Weaving, Knitting, Handling and Processing)<br />

“Ethnography is work of art internalizing culture and art of society within the framework<br />

of folklore. An ethnographic is like an archaeological tablets. It explains us one by one<br />

which society it comes from, which culture it has remained under the influence of, its<br />

believes, religions and cultural riches.” (Soysaldı, 1995: 62) As the deceased Prof. Y. Kenan<br />

Özbel says, flat weavings such as felts, carpet, rugs and etc. are the most important<br />

folk arts called as the mirror of material culture values in Turkish arts. At the same time,<br />

these weavings are the most prominent indicator of Turkish identity spreading throughout<br />

the world after emerging in Central Asia.


Common Heritage<br />

440<br />

Ortak Miras<br />

Orta Asya’da yapılan kazılar, yapağı keçe bilgisinin göçer<br />

medeniyetinin çok erken dönemlerinde geliştiğini göstermektedir.<br />

Keçeden çadır, giyim, döşeme hemen her türlü<br />

barınma eşyası üretilmiştir. Oldukça erken zamanlarda kıl ve<br />

yapağı liflerin bükümü ile üretilen iplikler dokuma ve örgü<br />

tekniklerinin de gelişmesini sağlamıştır. Hem Türksoylu<br />

halkların hem de tüm insanlığın bildiği Pazırık kurganlarından<br />

çıkarılan Pazırık halısı, keçe eyer örtüleri ve diğer buluntular<br />

ileri bir kültür ve medeniyet parçasının ifadeleridir.<br />

Türkler yaylak-kışlak düzeni ile (göçebe olmayan) yaşayan<br />

bir soy olup binlerce yıldan beri Tarım Havzasına, Türkistan<br />

bozkırlarına pamuk eken Türk Soylu Urukların hem giyim,<br />

hem örtünme ihtiyacını karşılayan eşyalarda yün ve pamuk<br />

kullanılır. Evini yetiştirdiği koyundan elde ettiği yün keçeyle<br />

yapan, içini halı, kilimle döşeyip, işlemelerle donatan bir<br />

millet ki; bugün hala Türkistan, Özbekistan, Kırgızistan ve<br />

Kazakistan ve merkezi Kaşkar olan Doğu Türkistan’da ‘ak<br />

üy’ de oturur. Mevsimlik yer değiştirme nedeniyle Bozkırda<br />

yaşayan Türk topluluklarının barınakları kolay taşınabilen<br />

keçe, halı-kilim yaygı, perde vb. eşyalarla döşenmiştir.<br />

Fotoğraf 1. Keçe yaygı, Edirne Şifahane.<br />

Fotoğraf 2. Keçe yaygı, Burdur Müzesi Env: 304.44.74.<br />

Türklerin Orta Asya’dan Balkanlara dokuma sanatları tezgâh,<br />

alet, dokuma vb. teknolojilerle ilgili söz varlığına sahip<br />

olması akıl sahiplerinin kolayca kavrayabileceği bir durumdur(Tural,1999:39-40).<br />

Halı, kalı, keçe, kiyiz, kilem, kilim<br />

Excavations made in Central Asia shows that wool felt is<br />

shaped in very early periods of nomadic civilization. Almost<br />

all kinds of dry goods such as tents, clothing, upholstery<br />

made of felts are produced. Yarns which are produced with<br />

winding wool fibres in very early times provide the techniques<br />

of weaving and knitting improved. The Pazyryk carpet,<br />

felt saddle blankets and other antiques which are come<br />

out of the Pazyryk Kurgan known by both Turkic peoples and<br />

whole humanity, are the expression of a piece of advanced<br />

culture and civilization.<br />

Cotton and wool are used in the goods meeting the needs<br />

for clothing and covering of turkic tribes who are living as<br />

nonimmigrants with summar and winter quarters have been<br />

planting cotton in the steppe of Turkistan and agriculture<br />

basin since thousands of years. It is a nation that makes its<br />

house with the wool felts of the sheep, furnishes the house<br />

with carpet and rugs still lives in ‘ak üy’(means house in<br />

turkish) in Turkistan, Uzbekistan, Kyrgyzstan, Kazakhstan<br />

and Eastern Turkistan whose center is Kaşkar. Shelters of<br />

turkish communities living in the steppe are furnished with<br />

easy-carried goods such as felt carpet, rugs, curtains, etc.<br />

due to seasonal displacement.<br />

Picture 1. Felt rug in Edirne Şifahane.<br />

Picture 2. Felt rug in Burdur Museum Inv: 304.44.74.<br />

It is easily understandable situation for intellects that the<br />

Turks have vocabulary about the technologies of weav-


terimlerine en eski Türkçe metinlerden itibaren rastlanmaktadır.<br />

Türk Boylarının göçtüğü ve yurt tuttuğu ülkelerdeki<br />

dillerde de bu söz varlığı hala yaşamaktadır. Örneğin kilim,<br />

oya gibi başka dilde karşılığı olmayan terimlerin yanında,<br />

Balkan dillerindeki tekstil terminolojisi çoğu Türkçe kökenlidir.<br />

Oğuzlar Kafkas dağlarından Anadolu’ya yurt edindikleri her<br />

yerde halı-kilim sanatlarını hayat tarzları gereği öncelikle<br />

kendi ihtiyaçları için sürdürmüşlerdir. Oğuz boylarının bir<br />

kısmı Azerbaycan’da çoğunluğu da Türkiye’de yaşamaktadır.<br />

Azerbaycan’da halçacılık (halça; halı-sumak yaygı) her<br />

köy ve kasabasında hala sürdürülmektedir. Türkiye’den balkanlara<br />

geçen gruplar orada da bu sanatları yörenin iklim ve<br />

malzeme şartlarına göre sürdürmüşlerdir.<br />

Keçe Orta Asya’dan Türkiye’ye sadece ev olmakla kalmayıp,<br />

şırdak veya alakeçe olup yer yaygısı, at eyer örtüsü,<br />

hayvanları koruyan ter keçesi, çobanları koruyan kepenek,<br />

çizme, Dede Korkut’un ‘Kiçe Börklü’ deyiminde ifadesini<br />

bulan keçe kalpak, yeniçerilerin keçe başlıkları ve çeşitli<br />

başlıklar tüm Türk soylu halklarda hala kullanılmaktadır.<br />

Kolay kesilmediği ve ok girmediği için, Osmanlı Ordusunun<br />

çadırları çift kat keçeden yapıldığı bilinmektedir. Önceleri<br />

bir aile işi olan Keçecilik aynı zamanda bir meslektir. Türkiye’de<br />

tepme keçecilik çoban kepeneklerinde yaşamaktadır,<br />

giyeni her türlü hava şartlarından koruduğu için, bazen yatak-yorgan<br />

bazen de barınak olmaktadır. Afyon, Balıkesir,<br />

Konya, Tire, Urfa, Yalvaç gibi merkezlerde gelenekli olarak<br />

sürdürülmekle birlikte, yeni tasarım deneysel ürünler veren<br />

ve dünyaca tanınan keçe ustaları da vardır. Ak keçe(-<br />

sade doğal yün rengi) ya da nakışlı keçe-alakeçe(desenli)<br />

ler de yöre ve ustalara göre değişen üslupta üretilmektedir.<br />

Anadolu ve Orta Asya’da keçe tepme yöntemiyle yapılır. Düz<br />

keçe tabaka halinde serilen yünün sabunlu su ile ıslatılarak<br />

defalarca tepilmesi(dövülmesi)yle şekillendirilir. Benekli ve<br />

nakışlı(desenli) keçelerde önce desen döşenir, üzerine yün<br />

serpilerek tabaka oluşturulur ve tepilerek şekillenir.<br />

Fotoğraf 3. İşlemeli keçe seccade, Burdur Müzesi, Env;<br />

120146.95<br />

Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar her yerde üy ya da topak<br />

ev denilen kubbeli keçe çadırların iskeletini tasarlayan, bu<br />

iskeleti kolan dokumalarla bağlayarak hem süsleme hem<br />

de dış etkenlere karşı dayanıklı hale getirmeyi bilen Türk<br />

boyları basit tezgâh düzeneğini rahatlıkla geliştirebilmiştir.<br />

Günümüzde Orta Asya’da bazı göçerlerin hâlâ kullandığı yer<br />

tezgahlarına bakılırsa bunun kolayca geliştirilebileceği anlaşılır(Soysaldı,<br />

2009: 2, Hull and Luczyc,2000:18. Harvey,<br />

1996:68).<br />

Istar/tezgâhın yatay şekli olan yer tezgâhları bir kare veya<br />

ing arts such as workbench, tools, weaving and etc. from<br />

Central Asia to the Balkans (Tural,1999:39-40). The words<br />

such as halı(carpet), kalı(carpet), keçe(felt), kiyiz(rug),<br />

kilem(rug), kilim(rug) are encountered in oldest turkish text.<br />

These words have been lived in the languages spoken in the<br />

countries where Turkish tribes migrate and live. For example,<br />

most of the words about textile in the Balkan languages<br />

are turkish origin besides the words such as kilim(rug) and<br />

oya(embroidery) not equivalent in other languages.<br />

The Oghuzs have continued the art of rug and carpet in<br />

every place of Anatolia and the Caucasus Mountains as a<br />

matter of their lifestyle for their own requirements. Some<br />

tribes of Oghuzs live in Azerbaijan, but most of them live in<br />

Turkey. ‘Halçacılık’ meaning carpet or rug has been still lived<br />

in every village and the town in Azerbaijan. The tribes which<br />

pass from Turkey to the Balkans according to the region’s<br />

climate and basic materials.<br />

Felt has been still used as a material made for house, carpet,<br />

rug, saddle blanket for animals to protect them, shepherd’s<br />

felt cloak to protect them, boot, trapper’s hat taken place<br />

in phase of ‘Kiçe Börklü’ in Dada Gorgud Epic, headwears of<br />

the Janizaries and different kind of headwears in all of Turkic<br />

peoples from Central Asia to Turkey. It is know that the tents<br />

of Ottoman Army are made with double-layer felt because it<br />

is not cut easily and the arrows do not stick easily in it. Feltmaking<br />

which is family-run business at first is a profession<br />

at the same time. Feltmaking has been lived in shepherd’s<br />

felt cloak in Turkey. Sometimes it becomes a quilts, sometimes<br />

it becomes a shelter because it protect the one who<br />

wear it from every kind of weather condition. As well as it<br />

continues in the places such as Afyon, Balikesir, Bursa, Tire,<br />

Urfa, Yalvaç, etc. as a tradition, there are felt masters who<br />

make new design experimental products and are world wide<br />

known. White felt or figured felt are produced in different<br />

methods changing according to the master and region. Felt<br />

is made with the method of flatting in Anatolia and Central<br />

Asia. The flat felt is formed by wetting with soapy water and<br />

flatting for the umpteenth time. Firstly, the pattern is put for<br />

making dotted and embroidered felts, then the felts are put<br />

on it and formed by flatting.<br />

Picture 3. Embroidered felt prayer rug, Burdur Museum, Inv;<br />

120146.95<br />

In everywhere from Central Asia to Anatolia, the Turkish<br />

tribes, who design the skeleton of domed felt tents called<br />

as house in every place and know how to proof this skeleton<br />

both against ornamentation and external factors by binding<br />

it with weaves, have been able to easily develop a simple<br />

loom mechanism. When we look at the looms that some of<br />

the nomads still use today in Central Asia, it is understood<br />

Textile Arts<br />

441<br />

Tekstil Sanatları


Common Heritage<br />

442<br />

Ortak Miras<br />

dikdörtgen meydana getirecek şekilde dört köşeye çakılan<br />

kazıkların paralel yönde, dış tarafına yerleştirilen iki düzgün<br />

ağaç, çözgü çaprazını sağlayan bir çubuk ve çözgülerin<br />

ağızlık hareketini sağlayan gcü çubuğundan ibarettir. Istar<br />

tezgâhı ise bu tezgâha iki yan tahta eklenerek dikey hale<br />

getirilmiş şeklidir. Bu tezgâhlar yaylada veya bozkırda kolayca<br />

kurulan, sökülüp, taşınarak başka yere de kurulabilen<br />

tezgâhlardır. Istar(halı, kilim, zili vb), mutaf(Çul-kıl dokuma),<br />

çulhalık-culhalık(ince yün, pamuk ve ipek dokuma),<br />

kondu(kolan, palas, cecim) tezgâhların, çarpana(kolan)<br />

dokuma kartları, kirkit, mekik, çıkrık, kirman, iğ-teşi, halı<br />

makası eski adıyla sındı vs. gibi dokuma aletlerine Anadolu’da<br />

ve Türk soylu halkların evlerinde hala rastlanmaktadır.<br />

Istara veya diğer tezgâhlara dokuma için bir sistem üzere<br />

geçirilen dikey yönlü ipliklere arış, eriş, çözgü, çezgi, drezi,<br />

yine tekniğine göre dokuma anında gücüler yardımıyla<br />

açılan ağızlıktan yatay yönde atılan ipliğe atkı, argaç denir.<br />

Argaç sözü 11. yüzyılda Kaşkarlı Mahmut tarafından yazılan<br />

“Divan-ı Lûgat-it Türk” de arkağ olarak geçer ve “bez, kilim,<br />

halı gibi şeyler dokunurken enlemesine atılan ip” tanımı yapılır.<br />

Hatta halı dokuyan kızları kastederek, düğüm kelimesinde<br />

o dönemin söyleyişi ile; “tügüm tügmekte yaşırlardı”<br />

örnek tamlaması verilmiştir.<br />

Yün koyundan kırkılıp, köyden geçen dere ya da çayda yıkanıp,<br />

hallaç atılıp, tarandıktan sonra kirman veya iğ ile eğrilip,<br />

çıkrıkta bükülerek kelepler halinde boyamaya hazırlanır. Lif,<br />

iplik ve boyaların dokuya, renge ve estetiğe taşınması olarak<br />

gördüğümüz halı-kilimlerde birçok saklı sırlar ve mesajthat<br />

they can be easily developed (Soysaldı, 2009: 2, Hull<br />

and Luczyc,2000:18. Harvey, 1996:68).<br />

Hand loom consists of two smooth trees placed on the<br />

outer side of the piles, which are pegged at four corners<br />

to bring the floor looms of horizontal shape of the peg to<br />

the square or rectangular shape as well as a bar which provides<br />

the warp cross and the gusset bar which provides the<br />

movement of the pegs. Hand loom is a form that is made<br />

vertically by adding two sideboards to this loom. These are<br />

the looms that are easily established in the tableland or in<br />

the steppe can be disassembled and moved to other places.<br />

Weaving punches such as ‘ıstar’(loom for carpet, rug, etc.),<br />

‘mutaf’(sackcloth weaving), ‘çulhalık-culhalık’(fine wool,<br />

cotton and silk weaving), the loom of ‘kondu’ (saddle girth,<br />

carpet, rug), carpana kolan(belt-like weavings) weaving<br />

cards, “kirkit” used in order to tighten the weft loops, shuttle,<br />

spinning-wheel, spinner, spindle, ‘sındı’ meaning carpet<br />

scissor and etc. are still seen in Anatolia and in the houses<br />

of turkic peoples. The yarn which is reeved to other loom for<br />

weaving in the horizontal direction is called as ‘’arış, eriş,<br />

çözgü, çezgi, drezi’’ in turkish as well as the yarn which is<br />

reeved to the loom in the vertical direction with the help of<br />

weaver’s reed in the time of weaving is called as ‘’ atkı, argaç’’<br />

in turkish according to its technique. The word ‘’argaç’’<br />

is passed as ‘’arkağ’’ in the “Divan-ı Lûgat-it Turk” written<br />

by Kaşkarlı Mahmut in the 11th century and defined as ‘’a<br />

yarn which is used in horizontal line while weaving of cloth,<br />

rug, carpet, etc.’’Even referring to the girls who weave the


lar vardır.<br />

Fotoğraf 4. Kilim Yaygı, Teke yöresi, 19.yy, Burdur Müzesi,<br />

Env; 176.61.77.<br />

Canlı olgun renk çeşitliliği, abraj denilen parlaktan-mata,<br />

açıktan-koyuya hafif renk değişimlerinin halı ya da kilim<br />

dokusuna verdiği nüans efektleri de ayrı bir estetik unsur ve<br />

bitki boyalarının avantajıdır. Bu bitki boyaları ile elde edilen<br />

halı ve kilimlerin solmadan koyulaşan ve parlaklaşan, pastel<br />

renklerinin uyumu Türklerin boyacılıktaki ustalığını da göstermektedir<br />

(Soysaldı, 1999:611-613).<br />

Bugün doğal boya dediğimiz, halk arasında kökboya denilen<br />

ve adını doğal boyacılığa veren kökboya; boya kökü,<br />

boya pürçü gibi adlarla anılır. Kırmızı rengin çeşitli tonlarını<br />

veren kökboya bitkisinin toprak altı sürgünleridir. Kırmızı<br />

Türklerde hâkimiyetin, zenginliğin ve muradın rengidir, bu<br />

nedenle bayrağımız, hakan otağı, gelin duvağı, kilim ve<br />

halılarda en çok kullanılan renktir. Ayrıca Türk Dünyasında,<br />

tarih boyunca, al-kırmızı, göğ-gök-mavi, (yaşıl-yeşil de bu<br />

göğ grubundandır) ve sarı ana renkler devlet bayrak ve sancaklarına,<br />

halkın giyim-kuşam ve yaşam ortamlarına yansımıştır<br />

(Yardımcı, 2017, Genç, 1997:9-18, Ögel, 1984:6176,<br />

272, 480). Batıdaki mor, mavi, kırmızı vb. renkleri asillerin<br />

kullanabildiği kanuni düzenlemeler hiçbir zaman Türk dünyasında<br />

söz konusu olmamıştır. Orta Asya’da ve Türkiye’de<br />

kökboya bitkisi, ceviz ve cehrinin tarımı yapılmıştır. Avrupalı<br />

seyyahlardan Hamilton Orta Anadolu’da kökboya tarlalarının<br />

olduğunu ve nasıl yetiştiğini anlatır (Deniz, 1998). Ayrıca<br />

kökboya ve cehri yüzlerce yıl Avrupa’ya ihraç edilmiştir. Diğer<br />

doğal boyalar bitki kökleri, yaprakları, meyveleri, çiçekleri,<br />

meyve kabukları gibi bitki aksamıyla bazı maden tuzlarından<br />

elde edilmektedir. Bitki boyaları Türk dünyasında ustaca<br />

kullanılmış, solmayan, kullanıldıkça parlaklaşan renkler<br />

verir. Afganistandaki Türk boyları, Özbekistan, Türkistan’dan<br />

Anadolu’ya tarımı yapılan boya bitkilerinden kökboya(Rubia<br />

Tinctoria)dan dünyaca ünlü Türk kırmızısı, cehri meyvelerinden<br />

ve muhhabbet çiçeğinden sarı, Hindistan’dan<br />

gelen İndigo(İndigoferra Tinctoria)dan veya Anadolu’da<br />

yetişen Çivit otu yapraklarından mavi tonları elde edilmiştir.<br />

Bu ana renkler ve karışımlarıyla elde edilen ara renkler<br />

Türk ve Dünya müzelerini süsleyen Türk halı, kilim, keçe vb.<br />

tarihi tekstil ürünlerinde olgun, uyumlu ve güzel canlılıklarıyla<br />

hâlâ gözlenmektedir. Avrupa’da asalet ve zenginlik<br />

sembolü mor rengin kırmızı ve mavi karışımıyla elde edildiği<br />

ve Türk tekstillerinde de kullanıldığı bilinir. Bitkisel boyacılık<br />

hala kalaylı kazanlarda bitki ve ipliklerin kaynatılması usulüyle<br />

ve küp boyama yöntemleriyle Anadolu’da ve tüm Türk<br />

dünyasında yapılmaktadır.<br />

Fotoğraf 5. Kilim yaygı, 20.yy. Yenipazar camii-Yozgat.<br />

carpet, “tügüm tügmekte yaşırlardı” (means girls are racing<br />

to tie maximum knots) is taken place as an example in the<br />

word ‘’düğüm’’(knot) with the saying in that period.<br />

The flet is cut from sheep, washed in the creek or stream<br />

that passes through the village, made wool fluffer, spinned<br />

with spinner after it is heckled and then prepared for colouring<br />

corymbosely by binding in the spinner. There are<br />

many hidden secrets and messages in the carpets and rugs<br />

that we regard as the transfer of fiber, yarn and dyes to the<br />

texture, color and aesthetics.<br />

Picture 4. Rug, Teke region, 19.century, Burdur Museum, Inv;<br />

176.61.77.<br />

The vivid mature color variety and the nuance effects of<br />

the so-called abrage which is color change from vivid to<br />

dulland light to dark into the carpet or rug texture are distinct<br />

aesthetic elements and the advantage of plant paints.<br />

The pastel colour harmony of the carpets and rugs made<br />

with these plant paints without becoming unfaded show the<br />

mastery of the Turks in painting (Soysaldı, 1999:611-613).<br />

The paint that we call as natural paint and is called as ‘’kökboya’’(madder<br />

root) among people is also mentioned as<br />

the names such as ‘’ boya kökü, boya pürçü’’. Maddler is an<br />

underground plant that gives the red colour different colour<br />

tone. Red is the colour that means the dominance, richness<br />

and desire in Turkish people; therefore, it is the most widely<br />

used colour in our flag, khan’s tent, bridal veil, rug and<br />

carpet. In addition; red, blue, green and yellow that are the<br />

main colour reflect to the state’s flags and banners as well<br />

as clothes of people throughout the history of the Turkish<br />

World (Yardımcı, 2017, Genç, 1997:9-18, Ögel, 1984:6176,<br />

272, 480). The colours such as purple, blue, red, etc. that<br />

are used by the nobles in the west with legal regulation<br />

have never been mentioned in the Turkish world. In Central<br />

Asia and Turkey, maddler, walnut and buckthorn are cultivated.<br />

Hamilton from European travelers tells us that there<br />

are maddler fields in Central Anatolia and how they grew<br />

up (Deniz, 1998). In addition, the maddler and buckthorn<br />

have been exported to Europe for hundreds of years. Other<br />

natural dyes are derived from some mineral salts and plant<br />

parts such as plant roots, leaves, fruites, flowers, fruit bark.<br />

The plant paints are used skillfully in the Turkish world, they<br />

give the colors that do not fade and shine as they are used.<br />

The Turkish tribes in Afghanistan obtain red colour from<br />

maddler(Rubia Tinctoria) that is world wide known turkish<br />

red colour are cultivated in Uzbekistan, Turkistan and<br />

Anatolia; yellow colour from buckthorn berry and wild mignonette;<br />

blue colour from Indigo(İndigoferra Tinctoria)<br />

exported from India or the leaves of isatis tinctoria grown<br />

Textile Arts<br />

443<br />

Tekstil Sanatları


Common Heritage<br />

444<br />

Ortak Miras<br />

Türk dünyasında tülü, hopan, geve, filikli gibi isimler verilen<br />

bir yaygı türü daha vardır. Özellikle bozkırda soğuk iklim<br />

şartlarının uzun sürdüğü bölgelerde dokunan renkli post<br />

yapısına sahip bir yaygıdır. Bu yaygılar Tiftik elyafın çeşitli<br />

renklerde boyanarak ve simetrik Türk düğümü ile çözgülere<br />

bağlanarak araya 4-5cm.lik atkı yüzlü düz kilim dokuma<br />

tekniğinde, yapay post tipinde dokunur. Oldukça hoş ve sıcacık<br />

bir görüntü ve kullanımı olan bu yaygılar İç ve Doğu<br />

Anadolu’da balkanlarda, Kazakistan ve Azerbaycan’da yaygındır<br />

(Kırzıoğlu,1995:23-24). Bu dokumaların iplikle kaba<br />

halı tipinde yapılan ve tülü olarak adlandırılan bir grubu<br />

Konya Karapınar’da dokunmaktadır.<br />

Fotoğraf 6. Filikli yaygı, Yozgat Yenipazar Camii.<br />

Altay dağlarındaki kazılarda çıkarılan Pazırık halısı, keçe<br />

ve diğer tekstillerin dokuma teknikleri MÖ.3-5. yüzyıllarda<br />

gelişmiş dokuma tekniğinin ulaştığı yüksek dereceyi göstermektedir.<br />

Bölgede üretilen bu tekstiller sadece bu bölgede<br />

yetişen bir cins koyunyünü ile dokunmuştur. Birçok<br />

cenaze eşyasının sarıldığı kırmızı yünlü kumaş hem düz hem<br />

de kabarık(cicim teknikli) dokumadır. Bazı at battaniyeleri<br />

keçe olmakla birlikte birçoğu kilim dokumadır. Bugün labijar,<br />

Maimana, sari-pul’da yaşayan Özbek ve Kuzey Afganistandaki<br />

Mezar-ı Şerif civarlarında yaşayan dokuyucular<br />

keskin geometrik desenli kilim dokuma yaygıları ile ünlüdür.<br />

Geleneksel olarak bütün dokumaların hem çözgü hem de<br />

atkısında yün kullanılır. Bazı göçerler çözgü ipliğine direnç<br />

vermesi için keçi kılı eklerler, bazılarıda pamuk çözgü kullanır<br />

(Harvey, 1996: 69). Türk dokuma sanatlarında estetiğin<br />

yanında kullanışlılık da ön plandadır. Yaygılarda sağlamlık<br />

için Anadolu Türkleri nakışlı(cicim-zili) çullarda çözgü ve<br />

atkıyı çoğu zaman keçi kılı, bezeme(nakış-yangış) ipliğini<br />

yünden yapmakta, kilim, zili vb. dokuma çözgülerinde ise kıl<br />

ve yün karışımı iplikleri kullanmaktadır. İpek halı ve kilimleri<br />

de gözardı etmemek gerekir. Saray halılarında 18.yüzyıldan<br />

sonra ipek kullanımının arttığı bilinmektedir.<br />

Fotoğraf 7. Yangışlı-cicim torba ve heybe Burdur-Altınyayla.<br />

Fotoğraf 8. Çalma(cicim) yastık örneği, Yozgat müzesi Env:<br />

2237.<br />

Fotoğraf 9. Çarpana at gemi-yular kolanı, Env; 75.119.92.<br />

Burdur Müzesi.<br />

Fotoğraf 10. Kadın kuşak kolanı, 19.yy, Env; 251.43.74. Burdur<br />

Müzesi.<br />

Fotoğraf 11. Kilim Yaygı, İç Anadolu Bölgesi, 19.yy, Yozgat<br />

Müzesi, Env; 2734.<br />

Dokuma tekniği ve üslûbu, yanışların sembolizmi, renkleri<br />

ile keçe, halı ve kilimler dokunduğu zamanın Türkmen boy<br />

in Anatolia. These main colors and the intermediate colors<br />

obtained with their blends are still seen in historical textile<br />

products such as turkish carpets, rugs, felt, etc. that embellish<br />

the Turkish and World museums with its mature, harmonious<br />

and beautiful vitality. It is known that purple colour<br />

which is the symbol of nobility and wealth in Europe is obtained<br />

with a blend of purple and red colors and is also used<br />

in Turkish textiles. Plant paint is still made by boiling plants<br />

and yarns together in a tinned boiler and with the methods<br />

of vat dyeing in Anatolia and all Turkish world.<br />

Picture 5. Rug , 20th century, Yenipazar Mosque in Yozgat.<br />

In the Turkish world, there is another type of rug called ‘’tülü,<br />

hopan, geve, and filikli’’. It a colourful rug that is woven especially<br />

in the places where cold climatic conditions last for<br />

a long time. These rugs are woven in the shape of artificial<br />

post with the technique of flat rug weaving by dyeing the<br />

angora wool in various colors and tying symmetrical Turkish<br />

knot to the wrapings. These rugs which have pleasant<br />

and warm image and usage are widespread in Central and<br />

Eastern Anatolia, the Balkans, Kazakhstan and Azerbaijan<br />

(Kırzıoğlu, 1995: 23-24). A group of these fabrics made of<br />

rough carpet type with yarn and called as ‘’tülü’’ are woven<br />

in Konya Karapınar.<br />

Picture 6. Corded rug from Yozgat Yenipazar Mosque.<br />

Pazyryk carpet coming out of excavations in Altai mountains,<br />

felts and and other textiles show the high degree<br />

reached by advanced weaving techniques before 3-5th<br />

century.These textiles produced in the region are only woven<br />

by wool of sheep that grows in this region. Red woolen<br />

fabric that many funerary items are wrapped with is both<br />

plain and woven with technique of Cicim weavings. Some<br />

horse blanket is of felt and most of them are rug weaving.<br />

Today, the Uzbek weavers living in Labijar, Maimana and Sari-pul<br />

as well as the weavers living around Mazar-i Sharif in<br />

northern Afghanistan are famous for their sharp geometric<br />

patterned rugs weaving. Traditionally wool is used in both<br />

warp and woof in all weavings. Some nomads add goat hair<br />

to reinforce the warp yarn but some use cotton warp (Harvey,<br />

1996: 69). Usability besides aesthetics is also a front<br />

plan in Turkish weaving arts. The Anatolian Turks use yarns<br />

made of the combination with hair and wool in wrap weaving<br />

such as rug, zili, etc. as well as wrap and woof made<br />

of goat hair in cicim weaving. Silk carpets and rugs should<br />

not also be ignored. It is known that the usage of silk has<br />

increased in the palace carpets after the 18th century.<br />

Picture 7. Sack and carpetbag with cicim weaving technique<br />

from Burdur-Altınyayla.


ya da oymakların teknik, ekonomik ve estetik değerlerini<br />

aktarabilme özelliğine sahiptir. Türkmen dokuyucu sosyal<br />

kimliğini taşıdığı oymağın im veya damgasını(tamga), ve<br />

çevresinden etkilendiği güzellikleri sadeleştirip, geometrik<br />

biçimler haline getirip, yine çevresinde keşfettiği doğal<br />

boyalarla renklendirerek kilimlerine taşımıştır. Bu yüzden<br />

dokumaların desen ve renkleri ile hangi Türkmen boy ya da<br />

oymağına ait olduğu bilinir. Türkiye’de nakış-yangış, motif,<br />

Orta Asya ülkelerinde bu terimlerin yanında bezek-oyu, ornament<br />

de denilen damga, gül, göl, su gibi süsleme birimleri<br />

aynı zamanda dokuyucunun inanç ikliminden sembolik<br />

anlamlar da yüklenerek halı, kilim vb. dokumalarda hayat<br />

bulmuştur. Dokuma terminolojisi Türkiye ve Türk dünyasında<br />

benzerdir. 1996’da Kayseri’de yapılan halı, kilim bilgi şöleninde<br />

sunulan “Yanışlı Kilimler” başlığındaki yanış(yangış)<br />

terimine itiraz edenlere; dinleyici olarak bulunan Türkmenistan<br />

Ataşesi “bizde de aynı terim kullanılıyor” diyerek, Türk<br />

milletinin en önemli unsuru olan Türkçe dil coğrafyasındaki<br />

kültür ve sanat terminolojisi dil birliğini hatırlatmıştı (Soysaldı,1998)<br />

Keçe, halı ve kilimler aslında geçmişi geleceğe taşıyan köprülerdir.<br />

Bu halı kilimler imzasızdır, ancak ait olduğu oymak<br />

ve boy damgaları aynı zamanda imzalarıdır. Bu halı ve kilimlerdeki<br />

desenlerde öncelikli olan geleneğe bağlılıktır”<br />

(Soysaldı. 2009:5).<br />

Fotoğraf 12. Kilim yaygı, kara döşeme bezemeli, Burdur Müzesi,<br />

env: 81.24.78, 19. yy. sonu.<br />

Picture 8. The example of pillow with cicim weaving technique<br />

in Yozgat museum Inv: 2237.<br />

Picture 9. Horse rein and saddle girth with the technique of<br />

çarpana weaving, Inv; 75.119.92. Burdur Museum.<br />

Picture 10. Belt for woman, 19. century, Inv; 251.43.74. Burdur<br />

Museum.<br />

Picture 11. Rug from Central Anatolia Region, 19. century,<br />

Yozgat Museum, Inv; 2734.<br />

Weaving technique and style have the features of weaven<br />

felts, carpets and rugs of transferring the technical, economical<br />

and aesthetic values of Turkmen clans or tribes<br />

with the symbol and colour of patterns. The Turkmen weaver<br />

carries them to the rugs with natural paints that he discovered<br />

around him by simplifying the stamp of the tribe<br />

carrying his social identity, the beauties influenced by him<br />

and transforming them into geometric forms. Therefore, it<br />

is known which weaving belongs to which Turkmen tribe or<br />

clan with the patterns and colors of the weavings. The pattern<br />

is called as ‘’nakış,yangış and motif ‘’ in Turkey, it is also<br />

called as ‘’bezek, oyu, ornament’’in the Central Asia besides<br />

these terms. Decoration units such as stamp, rose, lake and<br />

water have been lived in the weavings such as carpet, rug,<br />

etc. by processing symbolic meanings from the belief of the<br />

weaver. Terminology about weaving is similar in Turkey and<br />

Turkish world. “Yanışlı Kilimler” (Rugs With Pattern) which<br />

Textile Arts<br />

445<br />

Tekstil Sanatları


Ortak Miras<br />

Common Heritage<br />

446


Tekstil Sanatları<br />

Textile Arts<br />

447


Common Heritage<br />

448<br />

Ortak Miras<br />

Prof. Yusuf Durul; 1945-1948 yılları arsında Emirdağı ve Sivrihisar<br />

köylerinde yaptığı araştırmalarda Türkmen kadınının<br />

günlük tarım ve ev işlerinden arta kalan zamanlarında evindeki<br />

her türlü ihtiyaç ve çeyiz (cihaz) için dokuma yaptığını<br />

belirtmektedir. Bu araştırmada; “motiflere verilen ad ve taşıdıkları<br />

anlamlarla, kilimler yazılı bir mektup gibi okunduğunu<br />

ifade eder. İdoller uğur ve bereket işareti olarak köy<br />

toplumunda hala kullanılmaktadır. Zeminde motiflerin akıcı<br />

bir düzende dağılmasıyla dekorlar arasında dengeli boşluklar<br />

görülür, ilk bakışta zemin ile motifleri ayırmak zordur.<br />

Kilimi kilim yapan özellik de burada başlar. Emirdağ’da ve<br />

Avşar Türkmenlerinde Aman kız veya Eli belinde motifleri<br />

gelin çeyizinde mutlaka bulunur. Bu bezemeler uğur ve çoğalmayı<br />

simgeler. Koçbaşı ve koçboynuzu motifleri de aynı<br />

maksatla kullanılır. Kilim ve emsali işleme ve örme sanatları<br />

Türkmenlerin en zengin ve en bilinçli uğraşlarının başında<br />

gelir. Boy, aşiret ve bölgesel özellik taşıyan ve sanat değeri<br />

olan bu işler övgüye değerdir. Dokuma araçlarının basitliği,<br />

taşınabilirliği, kirman ve kirkitin becerikli ellerde neler yapabildiği,<br />

kök boyayı kullanmadaki ustalık çok değerli buluşlardır.<br />

Bu bezeklerin yanında tilki kulak, yıldızlı dikme, yıldız,<br />

zülüf, Kurt izi, kurt ağzı, kedi kulağı, yar yare küstü, fakı başlı,<br />

aklım, evciler damgası, çapraz-çarpı vs. motif adları kilimlerin<br />

dilidir” diye ifade etmektedir (Durul, 1979:21).<br />

Halı-kilim motiflerinin kökleri Türk mitolojisine dayanmakta<br />

olup, Türk dünyasının <strong>ortak</strong> mirasıdır. Eli belinde motifleri<br />

birbirine benzer formlarda olmakla birlikte birçoğunda<br />

eteklerin yan tarafı tırnaklıdır. Bu formdaki elibelinde motiflerine<br />

Toros Türkmenleri Karadöşeme ismini vermektedir<br />

(Foto:10 ). Kara kartala da yörede karakuş denilmesinden<br />

hareketle motif formunun kanatlarını açmış uçan kartala<br />

benzetilerek bu isim verildiği düşünülmektedir. Ayrıca bu<br />

motif Türk mitolojisindeki Gök Tanrı sembolü çift başlı kartal<br />

figürünün uçan şekline benzetilebilir. Bu motife farklı yörelerde<br />

farklı isimler verilse de çift başlı, dişi kartalı sembolize<br />

ettiği düşünülebilir.<br />

Fotoğraf 13. Kırkbudak göllü kilim yaygı, Teke Yöresi, Burdur<br />

Müzesi,19.yy. Env; 48.27.85.<br />

Türk dünyası dokuma sanatlarında kırkbudak ve koçboynuzu<br />

motifleri en yaygın görülen yangışlardandır. Kırk sayısına<br />

atfedilen kutsiyet ilk Türk dininden itibaren bilinen ve uygulamaları<br />

olan bir inanç unsurudur. Koçboynuzu(koçak-kaykalak<br />

olarak da bilinir) bereket ve yiğitlik sembolü olarak<br />

çoğunlukla ala çuvallarda, çeyizlik kilimlerde oldukça sık<br />

rastlanır.<br />

Türk boy, oba ve oymakları halı, kilim yaygılarında zemini<br />

süsleyen ana motiflere göl, gül, top gibi isimler vermektedir.<br />

Bu göl ya da güller Teke gülü, Kazak gülü, Karakalpak gülü,<br />

Yamut gülü, Ersari gülü, Türkmen gülü, Salur gülü, Sarig<br />

is presented in the carpet an rug festival made in Kayseri<br />

in 1996 reminds the language unity of culture and art terminology<br />

in the Turkish language geography, which is the<br />

most important element of the Turkish nation because the<br />

attache of Turkmenistan who is as a guest in this festival<br />

says that they use the same term (Soysaldı,1998).<br />

Felt, carpets and rugs are actually bridges that carry the<br />

past into the future. These carpets and rugs are unsigned,<br />

but they are they symbol of the clans and tribes they belong<br />

to at the same time. It is a commitment to tradition, which is<br />

a priority in patterns in carpets and rugs (Soysaldı.2009:5).<br />

Picture 12. Rug with the motif of black pattern, Burdur Museum,<br />

Inv: 81.24.78, at the end of 19. century.<br />

In the researches he conducted in the villages of Emirdağı<br />

and Sivrihisar between 1945 and 1948, Prof. Yusuf Durul<br />

has stated that women make weaving for all kinds of needs<br />

and dowery in their house at the remaining time from daily<br />

agriculture and domestic affairs. In this study, he explains<br />

that the rugs are read like a written letter because of the<br />

name given to the motifs and the meanings they bear. Idols<br />

are still used in village society as a sign of luck and blessings.<br />

With the smooth distribution of the motifs on the floor,<br />

balanced spaces are seen between the decorations. It is<br />

difficult to separate the motifs from the floor at first sight.<br />

The feature that makes it the rug also starts here. ‘’Aman kız<br />

or Eli belinde’’ motifs are absolutely found in dowery of the<br />

bride in the Turkmens living in Emirdağ and Avşar. These ornaments<br />

are symbols of luck and prosperity. The rams motifs<br />

are also used for the same purpose. Rug and similar motifs<br />

and weaving arts are at the forefront of the richest and most<br />

conscious interests of Turkmens. These works that carry the<br />

regional and artistic features of clans and tribes are worthy<br />

of praise. The simplicity, the portability, the durability<br />

and the ability of the weaving tools as well as the mastery<br />

of using the madder are very valuable inventions. Beside<br />

these decorations, there are motif names in turkish such<br />

as ‘’ tilki kulak, yıldızlı dikme, yıldız, zülüf, Kurt izi, kurt ağzı,<br />

kedi kulağı, yar yare küstü, fakı başlı, aklım, evciler damgası,<br />

çapraz-çarpı etc.’’ (Durul, 1979:21).<br />

The roots of carpet and rug motifs are based on Turkish<br />

mythology and common heritage of the Turkish world. Elibelinde<br />

is a motif of a hands-on-hips female figure. These<br />

motifs are called as ‘’karadöşeme’’ by Toros Turkmens (Photo:10).<br />

It is thought that ‘’kara kartal’’ motif of a black bird<br />

that has opened its wings is given this name because of<br />

that. In addition, this motif can be likened to the symbol of<br />

the Gok Tengri Religion in the Turkish mythology which is<br />

the flying figure of a double-headed eagle. Although this<br />

motif is given different names in different regions, it can be


gülü gibi boy adları veya kartal gülü, dırnak gül, gülli gül,<br />

yıldızlı gül, aynalı gül, ay gül, nuska gül gibi içeriğiyle ilgili<br />

sembolik isimler alır.<br />

Dokuma sanatlarının kenar süsleme desenlerine ise kenar<br />

suyu denir. Su Türk mitolojisinde hayatın dört unsurundan<br />

biri olup, Ab-ı Hayat yani hayat veren unsurdur. Nevruzda<br />

suyun önemi toprağa hayat vermesindendir. Bu desenlerde<br />

bir veya birkaç motifin çeşitli renklerde tekrarı veya zikzak<br />

bir dal bağlantılı yaprak çiçekler yer alır. Tıpkı hayat ağacı<br />

veya bir hayatın farklı evreleri gibi…<br />

Türk kadını hayatının iki önemli dönüm noktası olan gelin<br />

olma ve ölüm için halı ya da kilimin en güzelini kendisi için<br />

dokumuştur. Çeyiz için oğlan evine giden yük üzerine örtülen<br />

kilim ile ölümlük-dirimlik denilen cenaze üzerine örtülen<br />

ve kabristan dönüşünde camiye serilmek üzere dokunan<br />

halı, kilimler desenlerin ve renklerin en güzeline sahiptir.<br />

Çünkü her iki durumda da bütün halk onun maharetini seyredecektir.<br />

Ayrıca cenaze salına örtülen kilimler ölümünden<br />

sonra da camiye serilip üzerinde namaz kılınarak ona sevap<br />

getirecektir. Eğer bu kilimler camilere serilmeseydi bugün<br />

elimizde kalan halı, kilim vb. dokuma yaygı örneklerine oldukça<br />

az rastlanabilirdi.<br />

Türkiye’de 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar halı, kilim, cicim,<br />

zili-sili ve diğer düz dokumalar halkın kendi ihtiyacı ve özellikle<br />

çeyiz için dokunduğu gibi satmak için de dokunuyordu.<br />

Ticari bir meta değeri taşıyan bu mallar ihtiyaç için alınıp<br />

thought that it symbolizes a double headed female eagle.<br />

Picture 13. Rug with the motif of Kırkbudak göl from Teke<br />

Region, Burdur Museum,19. Century, Inv; 48.27.85.<br />

‘’Kırkbudak and koçboynuzu’’motifs are the most common<br />

forms in weaving arts of the Turkish world. Holiness to the<br />

number of fourty is a belief that has been known and practiced<br />

since the first Turkish religion.’’Koçboynuzu’’that is<br />

also known as ‘’koçak or kaykalak’’ in turkish and often seen<br />

as a symbol of fertility and fortitude is mostly weaved in<br />

sacks and rugs for dowery.<br />

Turkish tribes, clans and families give names such as ‘’göl<br />

(lake), gül (rose) and top (ball)’’ to the main motifs that<br />

decorate the floors in the decoration of carpet and rug.<br />

These ‘’ göl(lake), gül (rose)’’ names take the symbolic<br />

names related to their content and tribes such as Teke<br />

gülü, Kazak gülü, Karakalpak gülü, Yamut gülü, Ersari gülü,<br />

Türkmen gülü, Salur gülü, Sarig gülü, kartal gülü, dırnak gül,<br />

gülli gül, yıldızlı gül, aynalı gül, ay gül, nuska gül.<br />

Border patterns of weaving arts is called as ‘’kenar suyu’’ in<br />

turkish. ‘’Su’’ means water in turkish. Water is one of the four<br />

elements of life in Turkish mythology and Ab-ı Hayat (adam’s<br />

wine) is life-giving element. The importance of water<br />

in Nawruz is because of giving life to the earth. There are<br />

flowers with leaves in the shape of zigzag or repetition of<br />

several motifs in different colour in these patterns. Just like<br />

the tree of life or the different phases of a life...<br />

The Turkish woman weaves the most beautiful of the carpet<br />

or rug for herself because of two important turning points<br />

such as bride and death of her life. The rug which is covered<br />

on the goods sent to the groom’s house and the rug which<br />

is covered on funeral and put in the mosque after the death<br />

is buried have the most beautiful colour and patterns. Because<br />

in both cases the whole people will watch its craft. In<br />

addition, funeral coffin covered with the rugs are taken to<br />

the mosque after death is buried and it is believed that this<br />

rugs will bring the death good deeds. If these rugs were not<br />

laid in the floor of the mosque, today we would very rarely<br />

see in the examples of woven materials such as carpet, rug,<br />

etc.<br />

Until the second half of the 20th century in Turkey; carpets,<br />

rugs, cicim, zili-sili and other plain weavings are made not<br />

only for people’s own need and dowery but also for being<br />

sold. These goods which carry a commercial commodity<br />

value were bought and sold for the need. Because carpets,<br />

rugs and other plain weaving goods were indispensable for<br />

everyday life as a means of life style. Villagers who earn<br />

their life with agriculture and livestock farming create the<br />

Textile Arts<br />

449<br />

Tekstil Sanatları


Common Heritage<br />

450<br />

Ortak Miras<br />

satılıyordu. Çünkü yaşam tarzının gereği olarak halı kilim ve<br />

diğer düz dokuma eşyalar gündelik hayatın vazgeçilmezleri<br />

idi. Tarım ve hayvancılıkla geçinen köy halkı nüfusun çoğunluğunu<br />

meydana getiriyordu. Bu köy ve yayla arasında<br />

geçen hayat tarzında ve hatta şehir evlerinin döşeme tarzında<br />

da halı kadar kilim vb. dokumalar da vazgeçilmez eşyalardandır.<br />

Türk-İslam hayat tarzının gereği olarak bağdaş<br />

kurup yere veya sedire oturan Türkler ve diğer doğu halklarının<br />

kültürü gereği bir zengin bir şehir konağı tamamen<br />

halılarla döşenir, mütevazı bir evlerde ise misafir odaları<br />

halı, diğer odalar kilim vb. düz dokumalarla döşenirdi. Yer<br />

yaygısı, duvar askısı, seccade, sedir örtüsü, minder, yastık,<br />

yüklük perdesi, kapı perdesi, çuval, heybe, torba, kaşıklık,<br />

hatta kış günlerinin vazgeçilmez dış giyim eşyası aba ve<br />

daha sayabileceğimiz birçok eşya bu dokumalarla üretilmiş<br />

hala üretilmektedir.<br />

Fotoğraf 14. kilim(cicim) seccade, Burdur-Yazır köyü, 20.yy.<br />

Koçboynuzu Yangışlı.<br />

a b c<br />

d<br />

e<br />

Fotoğraf 15. a- Ufalanmış kökboya kökleri, b- kökboya, c-<br />

meşe palamudu, d- nar kabuğu, e- ceviz kabuğu ile boyanmış<br />

yün ve pamuk ipliği örnekleri(G. Ü. Mesleki Eğitim Fakültesi,<br />

Tekstil Dokuma Örgü eğitimi ABD, 2010).<br />

Fotoğraf 16. Kilim atölyesi, Karatepe.<br />

majority of the population to the village. Rugs, carpets and<br />

other weaving goods are indispensable objects in this lifestyle<br />

between the village and the summer range and even<br />

in the style of decorating their houses in the city. As a result<br />

of the Turkish-Islamic lifestyle and a culture of Turks and<br />

other eastern peoples sitting in a cross-legged position on<br />

the floor or sofa, the house in a rich city is fully decorated<br />

with carpets. But guest rooms are decorated with carpets<br />

and other rooms are decorated with rugs and plain weaving<br />

materials in modest houses. Many goods such as floor rugs,<br />

wall hangers, prayer rugs, cedar covers, cushions, pillows,<br />

curtains, door curtains, sacks, saddlebags, bags, spoon<br />

holder and even indispensable clothes for winter days were<br />

made and have been still made with these weavings.<br />

Picture 14. prayer rug with cicim weaving with the motif of<br />

koçboynuzu (ram’s horn motif) from Burdur-Yazır village,<br />

20.century.<br />

a b c<br />

d<br />

e<br />

Picture 15. a- crumbled roots of madder, b- madder, c- gallnut,<br />

d- cortex granati fructuum, e- wool and cotton yarn<br />

samples painted with walnut shell (Gazi University, Faculty<br />

of Vocational Education, Education About Textile, Weaving<br />

and Knitting in USA, 2010).<br />

Picture 16. Rug studio in Karatepe.


Fotoğraf 17. Kirmanda yün eğirme işi, Karatepe<br />

Fotoğraf 18. Göklü(yıldızlı) zili, Teke yöresi, Burdur Müzesi.<br />

Fotoğraf 19. Zahire çuvalı ve kenarı çarpana kolanlı, Oturgun<br />

çalma nakışlı(atkı yüzlü cicim) dokuma, Yozgat Müzesi.<br />

Fotoğraf 20. Kırkbudak Yangışlı alaçuval, çeyiz-esvap çuvalı,<br />

(Kayma atkılı bezeme tekniği), 19.yy.Burdur Müzesi,<br />

Env; 17.11.85.<br />

Alaçuvallar havsız ilme veya kayma atkılı bezeme tekniğinde<br />

dokunan yoğun emek ve ince hesaplı yanışlara sahip<br />

dokumalardır. Bunlar Türkmen kızının gelin giderken<br />

hemen arkasındaki deve ya da at üzerinde taşınan, çeyizini<br />

içine koyduğu ve bütün maharetini sergilediği zengin<br />

nakışlı-yangışlı dokumalardır. Bu çuvallar her bordüründe<br />

farklı yanışlarıyla halk şiirindeki her dörtlükte farklı sözlerin<br />

kafiyeli dizelerini ve arasındaki nakaratları hatırlatmaktadır.<br />

Aynı zamanda bu yanışlar bir yörük kızının geleceği ile ilgili<br />

zengin ve renkli hayal dünyasının, kuracağı yuvanın bolluk<br />

bereket, sevgi ortamı beklentisinin ifadesidir. Türkmen kızının<br />

okumayı yazmayı bilmediği dönemlerde dokunan çeyiz<br />

çuvallarına yazdığı şiirleri, gelin giderken herkes hayranlıkla<br />

okurdu. Günümüzde şiirler kâğıt üzerine yazılalı çeyiz çuvallarına<br />

yazılmaz oldu ve 20. Yüzyılın ikinci yarısında bu zenginlik<br />

göreceli olarak azaldı.<br />

Fotoğraf 21. Yüklük perdesi (Çalma nakışlı–cicim), 19. yy.<br />

Yozgat Müzesi,<br />

Fotoğraf 22. Cicim seccade, Karacakılavuz-Tekirdağ<br />

Yük çulları yaylaya göçerken taşınan eşya yüklü develerin,<br />

karaçadırda da dizilen yük üzerine örtülür ve gece de battaniye<br />

olarak kullanılır. Bunlar tamamen yün, ince dokulu,<br />

seyrek desenli cicim dokumalardır. Yangışlı yaygı çulları ise<br />

çözgü ve atkısı kıl olduğu için nem çekmez, böcek, bakteri<br />

barındırmaz, hem dayanıklı hem de sağlıklıdır. Kısaca ifade<br />

etmek gerekirse Türkmen-Yörükler hayatlarını devam ettirebilmek<br />

için hem kullanışlı malzemeyi temin edebilecek<br />

ortamı yaratmayı bilmiş, hem de o malzemeyi sanata dönüştürüp<br />

kendilerine zevkli yaşama ortamı yaratmayı da<br />

ihmal etmemiştir. Yüklük perdeleri, yastık ve minder dokumalarının<br />

her biri ayrı ayrı teknik ve desen üslûbuna sahiptir.<br />

Literaturde cicim, zili-sili teknikli dokumalar olarak<br />

bildiğimiz bu dokumaların da oldukça zengin çeşitliliğe sahip<br />

olduğu yadsınamaz. Bu dokumalar pratik ve kıvrak Türk<br />

zekâsının ürünü olarak hem göçer hayatın şartlarına uygun<br />

kullanımlar için elverişli, hem fazla tezgâh aksamı gerektirmeyen,<br />

elindeki kıl ve yün malzemeden ürettiği oldukça<br />

sağlam ve estetik değerleri olan eserlerdir.<br />

Fotoğraf 23. Halı dokuma işi. Bucak-Kocaaliler. Fotoğraf 24.<br />

Picture 17.Wool spinning with spinner in Karatepe<br />

Picture 18. Zilli motif with star pattern from Teke region, Burdur<br />

Museum.<br />

Picture 19. Sack for grain with belt made with çarpana motif<br />

and cicim weaving, Yozgat Museum.<br />

Picture 20. Alachuval for dowery and apparel with patterns<br />

from Kırkbudak (weft knitted decoration technique)<br />

19.century, Burdur Museum, Inv; 17.11.85.<br />

‘’Alachuval’’ (Eleborated sacks) are woven fabrics with intensive<br />

labor and finely balanced patterns made in the<br />

technique of napless knot or saddle back. These are the rich<br />

embroidered weavings that are carried with camels or horses<br />

immediately behind the bride and put in their dowery in<br />

their full capacity after Turkmen girls marries. These sacks<br />

reminds the rhymes and rhymed lines of folk poetry with<br />

their different patterns in every borders. At the same time,<br />

these patterns are the expression of richness and colorful<br />

dreams about the futures of a nomadic girl, the abundance,<br />

the expectation of the love. When the bride goes out of<br />

the father house, people read her feeling with admiration<br />

in the patterns of the carpets and rugs which are woven by<br />

the Turkmen girl who is not able to read or write. Nowadays,<br />

poems can not be written on the sacks for dowery since it<br />

is written in the paper and in the second half of the 20th<br />

century this richness has been relatively reduced.<br />

Picture 21. Press curtain with cicim weaving, 19. Century,<br />

Yozgat Museum.<br />

Picture 22. Prayer rug with cicim weaving from Karacakılavuz<br />

inTekirdağ<br />

The sacks are laid over the goods laden camels that are<br />

used while moving to the summer range, they are also laid<br />

over the goods in the black tent and used a blanket at night.<br />

These are completely wool, fine-textured and open-textured<br />

cicim weavings. Patterned ground cloth is not humectant<br />

fabric and does not contain insect and bacteria and.<br />

It is both durable and healthy. Briefly stated, the Turkmen<br />

and the Yoruks both know how to create an environment in<br />

which they could provide useful materials in order to continue<br />

his life and they do not neglect to create a pleasant<br />

living environment by turning the material into art. Each of<br />

curtains for loads, pillow and cushion weaving have separately<br />

technical and pattern style. It can not be denied that<br />

these weavings known as cicim, zili-sili techniques in the<br />

literature have a very rich variety. As a product of practical<br />

and active Turkish intelligence, these weavings, which are<br />

both suitable for the conditions of immigrant life and do not<br />

Textile Arts<br />

451<br />

Tekstil Sanatları


Ortak Miras<br />

Common Heritage<br />

452


Tekstil Sanatları<br />

Textile Arts<br />

453


Common Heritage<br />

454<br />

Ortak Miras<br />

Halı dokuma işi. Burdur-Ağlasun.<br />

Fotoğraf 25. Azerbaycan örnek halısı, Azer ilme, Bakü-Azerbaycan.<br />

Fotoğraf 26. Teke yöresi halısı Toplu-Dallı(hayat ağacı) desenli,<br />

19.yy. Burdur Müzesi, Env: 75.69.85.<br />

Altaylardan Türkiye’ye ve Balkanlara gelen halı-kilim dokumacılığı<br />

yedi dağın çiçekleri gibi çeşitli yörelerde, farklı<br />

renk ve desen üsluplarıyla karşımıza çıkar. Örneğin Osmanlı<br />

döneminde Balkanlardaki Şarköy(Şehirköy; bugün Sırbistan<br />

sınırları içinde kalan Pirot ve Bulgaristan’da Çiprovsty)<br />

önemli bir kilim dokuma merkezidir(Soysaldı, 2001). Şarköy<br />

kilimleri bütün Osmanlı illerinde ün salmıştır.<br />

Türkiye Cumhuriyeti dönemi Anadolu coğrafyasında ise saray<br />

halıcılığının temsilcisi Hereke, Yörük Türkmen halıcılığının<br />

temsilcisi olan ananevi geleneğe dayalı Ayvacık, Yağcıbedir,<br />

Gördes, Bergama, Milas, Teke yöresi-Döşemealtı,<br />

Taşpınar, Konya-Ladik, Sille, Keçimuhsine, Yahyalı, Kars gibi<br />

yöre halılarının yanında, Uşak, Kırşehir, Kayseri-Bünyan ve<br />

Isparta gibi atölye tipi ticari halı tipleri de tarih boyunca var<br />

olmuş ve az da olsa hâlâ dokunmaktadır.<br />

Türkiye’de olduğu gibi Azerbaycan’da da dokunduğu yörenin<br />

motif ve renkleriyle bezenir ve Gence, Kuba, Bakü,<br />

Şirvan, Kazak, Karabağ mektebi olarak desen gruplarına<br />

sahiptir (Kerimov, 1983, C: I, II, III.). Türkmenistan’ın bayrağında<br />

da yer aldığı gibi, hemen her yöresinde farklı göllerle<br />

require more loom equipments, are very robust and have<br />

aesthetic values because they are made by hand with hair<br />

and wool materials.<br />

Picture 23. Weaving carpet in Bucak in Kocaaliler. Fotoğraf<br />

24. Weaving carpet in Burdur in Ağlasun.<br />

Picture 25. Carpet from Azerbaijan with Azer Ilme, Baku-Azerbaijan.<br />

Picture 26. Carpet from Teke Region with Toplu-Dallı (tree<br />

of life) motif, 19.century. Burdur Museum, Inv: 75.69.85.<br />

The carpet and rug weaving from Altay to Turkey and the<br />

Balkans are seen in different colors and pattern styles in<br />

various regions such as ‘’yedi dağın çiçekleri’’. For example,<br />

in the Ottoman period, Şarköy in the Balkans (Şehirköy;<br />

Pirot found today in Serbia’s borders and Çiprovsty in Bulgaria)<br />

is an important rug weaving center (Soysaldi, 2001).<br />

Şarköy’s rugs have gained fame in all Ottoman provinces.<br />

The representatives of the palace carpet is Hereke; the representative<br />

of the Yörük Türkmen carpets depending on regional<br />

traditions are Ayvacık, Yağcıbedir, Gördes, Bergama,<br />

Milas, Teke yöresi-Döşemealtı, Taşpınar, Konya-Ladik, Sille,<br />

Keçimuhsine, Yahyalı, Kars in the Anatolian geography in<br />

the period of the Republic of Turkey besides that commercial<br />

carpet types such as Uşak, Kırşehir, Kayseri-Bünyan and<br />

Isparta have existed throughout history and are still woven<br />

even a little.


ezenen halılar dokunmaktadır. Bu halılar al monjuk göl,<br />

guşli göl, gubsa göl, beşir yaprak gölü, Kejebe göl, pendi<br />

göl, kertikli dağdan göl, Ayna goçak göl gibi nice yangışlarla<br />

bezenir. Türkmen halılarında kırmızı kökboya hâkimiyeti<br />

yanında mavi ve doğal yün renkleri de kullanılmaktadır. Bu<br />

halı tiplerinin taban, namazlık, ensi, asmalık, torba, eyerlik<br />

gibi kullanım alanına göre boyutları farklılık gösterir (Anonim,<br />

2006).<br />

Fotoğraf 27. Saraçlı eyer (terki) heybesi, halı dokuma, Yozgat<br />

Müzesi.<br />

Halı at heybeleri Türk erkeğinin atının koşum takımının<br />

yanından ayırmadığı önemli bir pazar yükü taşıma eşyasıdır.<br />

Atın binek olduğu dönemlerde eyer heybesi denen bu<br />

saraçlı heybeler bütün Türk dünyasında kullanılmıştır. Bu<br />

nedenle her genç kız halı heybe dokur, nişan sonrası oğlan<br />

evine hediyelerle birlikte verilirdi. Söz verilmiş veya nişanlanmış<br />

kızlar için “O kızın heybesi verildi” dendiği de bilinmektedir<br />

(Burdur Kemer’de Sözlü Görüşme, 2013).<br />

Ortak kültür coğrafyamızda ister yaylak kışlak esasına göre<br />

yaşayan, isterse yerleşik hayata geçmiş olan topluluklarda<br />

halının yanında kilim, cicim, zili, kolan, palas ve haba(doğal<br />

yün ve kıl iplikle yapılan, atkı yüzlü kaba dokunmuş yaygı)<br />

dokumalardan heybe, çuval, yastık, minder yapımı önemli<br />

yer tutar. Yaygı olarak dokunan halı ve kilimlere saçak örme<br />

de önemli işlerdendir. Dokunan halı ve kilim ve kolanların<br />

saçakları çeşit çeşit örgüler ve püsküllerle süslenir. Çarpana<br />

kartlarıyla zengin desen çeşitleriyle dokunan kolanlar kadınların<br />

kuşaklarını, önlüklerinin bağı olmakla kalmaz, çocuklarını<br />

ve yüklerini sırtlarına bağlamakta da kullanılır. Yük<br />

çuvallarının da hem süsü hem de bağlama malzemesidir.<br />

Fotoğraf 28. Sumak yaygı(havsız halça), Bakü.<br />

Fotoğraf 29. İpek halı seccade, 20.yy. Hereke, Özel Koleksiyon.<br />

Halılar kalite belirlemede genellikle Dm² ye düşen düğüm-ilme<br />

sayıları ile ekstra ince, ince, orta, kaba olarak değerlendirilir.<br />

Türkiye’de Türk Standartlar Enstitüsü(TSE 43)<br />

El Dokuması Halı Standardı’ndaki ortalama değerlere göre;<br />

60x60 ve üzeri ekstra ince, 50x50 ince, 40x40 orta, 30x30<br />

ve altı kaba halılar olarak tanımlanır.<br />

Elbette ipek halılar hem hammaddesinin değeri hem de<br />

ekstra ince kalite; 100x100 düğümlü ve üzeri olabilen dokuma<br />

sıklığı ile en değerli halılardır. İpek halı pahalı malzeme<br />

ve titiz usta işçiliği gerektiren Osmanlı saray geleneğidir. Bu<br />

halılar diğer süsleme sanatlarındaki hatayî ve rumî desen<br />

üslubunun yanında yarı natüralist çiçeklerin ve yazılı bezemelerin<br />

de yer aldığı örneklerdir. Dm²’de 100x100 düğüm<br />

As in Turkey, the carpets are decorated with the motifs and<br />

colors of the region they are woven in Azerbaijan and have<br />

a group of patterns such as Gence, Kuba, Baku, Shirvan,<br />

Kazakh and Karabakh (Kerimov, 1983, Vol: I, II, III.). Just as<br />

it is taken its place in Turkmenistan’s flag, different carpets<br />

are woven with the ‘’göl’’pattern in almost all the villages.<br />

These carpets are decorated with various patterns such as<br />

al monjuk göl, guşli göl, gubsa göl, beşir yaprak gölü, Kejebe<br />

göl, pendi göl, kertikli dağdan göl, Ayna goçak göl and<br />

etc. In addition to red madder, blue and natural wool colors<br />

are also used in Turkmen carpets. The types of these carpet<br />

differ according to the dimensions and usage area such as<br />

base, prayer rug, bag, saddlebag, etc. (Anonim, 2006).<br />

Picture 27. Bag for saddler, carpet weaving, Yozgat Museum.<br />

Horse saddlebags which Turkish guys keep around horse’s<br />

harness are an important goods for carring stuffs. Saddlebags<br />

are used in all over the turkish world. For this reason,<br />

every young girls weave carpet and rugs as well as these are<br />

given to the groom with other gifts after the engagement.<br />

It is also known that people say ‘’the girl’s bag is given’’ for<br />

the girls who are given to in marriage or engaged (Verbal<br />

Interview in Burdur in Kemer, 2013).<br />

The woven goods such as carpet, saddleback, sack, the<br />

haba (rough woven fabric made with natural wool and bristles)<br />

made with cicim, zili, kolan, palas weavings hold an<br />

important place in our common culture in the societies that<br />

live according to whether in summer and winter quarters or<br />

in permanent settlement. Making fringe to woven carpets<br />

and rugs used as ground cloth are also important. The belts<br />

which are woven with different kind of rich patterns and çarpana<br />

weaving are not only for the apron of the women but<br />

also for their children and stuffs to carry. They are also both<br />

trim and binding materials of sacks.<br />

Picture 28. Rug woven with napless yarn , Baku.<br />

Picture 29. Silk prayer rug, 20.century from Hereke, Private<br />

Collection.<br />

In determining the quality, the carpets are usually regarded<br />

as extra fine, fine, medium, coarse with the knot numbers<br />

per square desimeter. According to the average values in<br />

Handwoven Carpet Standard in Turkey made by the Turkish<br />

Standards Institute (TSE 43), it is defined that carpet whose<br />

size is 60x60 is extra thin, carpet whose size is 50x50 is<br />

thin, carpet whose size is 40x40 is medium, carpet whose<br />

size is 30x30 and below is coarse carpet.<br />

Of course, silk carpets are the most valuable carpets be-<br />

Textile Arts<br />

455<br />

Tekstil Sanatları


Common Heritage<br />

456<br />

Ortak Miras<br />

bulunan bu halılar oldukça ince kalite dokunmuştur.<br />

Avrupa saraylarını da süsleyen ipek ve yün Hereke halıları<br />

dünyaca ünlüdür. Kocaeli(İzmit)-Hereke merkez olmak<br />

üzere 2000’li yıllara kadar devlet kontrolünde Sümerhalı<br />

bünyesinde üretimini sürdürmüş olmakla birlikte günümüzde<br />

özel firmalar tarafından Hereke’de ve Anadolu’daki belirli<br />

dokuma merkezlerinde dokunmaya devam edilmektedir.<br />

Fotoğraf 30. İpek halı, Yedi dağın çiçeği, Hereke, 20.yy. Özel<br />

Koleksiyon.<br />

Fotoğraf 31. Gördes İpek halı seccade, 20.yy. özel Koleksiyon.<br />

Türk dokuma sanatları elbette halı, kilim, kolan ve benzerlerinden<br />

ibaret değildir.<br />

Ayrıca evde kurulan tezgâhlarda yapılan dokumacılık ve el<br />

aletleriyle yapılan örmecilik ev sanatı olarak kadınlar tarafından<br />

yapılırdı. Bu iş daha çok ev halkının ihtiyacını karşılamaya<br />

yönelikti. Kullanılan hammadde çevre şartlarına ve<br />

yetiştirilen hayvan ve tarım imkânlarına göre değişkenlik<br />

göstermekteydi. Yün, pamuk, keten veya ipek yetiştirilen<br />

bölgelerdeki dokumalarda kullanılırdı. Örneğin Karadeniz<br />

bölgesinde yetiştirilen ketenden üretilen çeşitli bez dokumaların<br />

Şile bezi, Ayancık keteni, elpek keten, İhram(feretiko),<br />

Rize bezi gibi çeşitleri vardır. İpek üretilen yörelerde de<br />

ipekli dokuma iç göynekliği, mahrama, örtme, vs. kumaşlar<br />

yapılmıştır.<br />

Ev dokumalarından bir kısmı kullanım amacına göre üretilirdi.<br />

Örneğin uçkur, peşkir, çevreler, bürümcük-bükülü bez ve<br />

sarı kıvrak-kıvratma gibi kumaşlar iç giyimde kullanılıyordu.<br />

Günlük dış giyim, yatak çarşafı, yorgan yüzü kumaşları olan<br />

alaca ev dokumalarından sayılabilir. Ayrıca erkeklerin dış giyiminde<br />

kullanılan aba ve şayak ev veya çarşı zanaatı olarak<br />

üretilen kumaşlardandır.<br />

Fotoğraf 32. İkat (beş bağlamalı), suna gül desenli saf ipek<br />

atlas kumaş, 19.yy. Özbekistan(Harvey, 1997).<br />

Hangi hammaddeden üretilirse üretilsin her yörenin kumaşları<br />

kendi özellikleriyle öne çıkar o yörenin adıyla bilinir.<br />

Orta Asya’da Özbekistan coğrafyası, özellikle Semerkant’tan<br />

başlayarak ipek ve pamuklu kumaşlarıyla öne çıkmıştır. Orta<br />

Asya’nın özellikle de Özbekistan’ın ikat(çözgü boyamalı)<br />

desenli ipeklileri hâlâ en ünlü kumaşlarıdır.<br />

Çin’den Avrupa’ya uzanan ipek yolunu kontrol edenler daima<br />

Türk devletleri olmuştur. İpek ticareti devletin önemli<br />

gelir kaynakları arsında yer almıştır. Anadolu Türk Kumaşların<br />

ilk örneklerine Selçuklu dönemine ait, Avrupa’da Lyon<br />

ve Berlin’deki Müzelerinde sergilenmektedir. Bu kumaşlarcause<br />

of both the value of raw materials and extra fine quality<br />

and the weaving frequency which can be over 100x100<br />

knots. The silk carpet which requires expensive materials<br />

and skilled craftsmanship is the tradition of the Ottoman<br />

palace. These carpets are the examples of semi-naturalistic<br />

flowers and written ornaments as well as Hatayî and<br />

Rumi designs in other decorative arts. These carpets with<br />

100x100 knot numbers per square desimeter are woven in<br />

very thin quality.<br />

The silks and wool Hereke carpets that also decorate the<br />

European palaces are famous in the world. These carpets<br />

is continued to be woven in Hereke and specific weaving<br />

center in Anatolia by the private companies today as well<br />

as they were produced within the body of Sümerhalı under<br />

the control of the state especially in Kocaeli(İzmit)-Hereke<br />

until the year 2000.<br />

Picture 30. Silk carpet with the motif of yedi dağın çiçeği<br />

(flowers from seven mountains), Hereke, 20. century, Private<br />

Collection.<br />

Picture 31. Silk prayer rug from, 20.century, Private Collection.<br />

Of course, Turkish weaving arts do not consist of only carpets,<br />

rugs, belt and so on.<br />

In addition, weaving made by the looms set up at home<br />

and knitting by hand tools were done by women as home<br />

art. This was mostly aimed at meeting the needs of the<br />

household. The raw materials used varied according to the<br />

environmental conditions and the animal and agricultural<br />

possibilities grown by them. Wool, cotton, linen or silk were<br />

used in the weavings in the cultivated regions. For example,<br />

various cloth made with wefts in the Black Sea region are<br />

produced in various forms such as Şile bezi, Ayancık linen,<br />

Elpek linen, ihram (hessian), and Rize bezi (Feretiko). Silk<br />

weaving, thermal underwear, mahrama meaning head scarf<br />

(worn by village woman), dressing and other kind of fabrics<br />

are made in silk-producing areas.<br />

Some of the home textiles were produced for the purpose of<br />

use. For example, fabrics such as belt, napkin, girth, crimped<br />

fabric and kıvratma fabric (cotton hand woven fabric) are<br />

used in underwear. Daily outerwear, bed linen, quilt cover<br />

fabric can be counted among the household weaving. In<br />

addition, coarse woolen cloth used in outerwear of men is a<br />

kind of fabric produced as house or bazaar handicraft.<br />

Picture 32. Pure silk atlas fabric with rose pattern and ikat (a<br />

kind of painting technique), 19. Century, Uzbekistan (Harvey,<br />

1997).


dan biri aslan figürlü diğeri de çift başlı kartal desenli ipek<br />

kemha parçalarıdır. Osmanlı döneminde Bursa’da başlayan<br />

ipek kumaş üretimi İstanbul’da devam etmiş, saray çevresinde<br />

kurulan atölyelerde sarayın ihtiyacını karşılayan ipek<br />

kumaşlar üretilmiştir. Osmanlı süsleme sanatlarının klasik<br />

dönemi olarak bilinen 16. Yüzyılda kumaş sanatı da en güzel<br />

örneklerini vermiştir. Bu kumaş örnekleri devletin zenginliği<br />

ve ihtişamını sergileyen, dünyanın en büyük desen raporlarına<br />

sahip Kâbe Örtüleri, altın ve gümüş klaptan atkılı,<br />

inanılmaz güzellikte saz yolu üslubundaki kaftanlar, bugün<br />

Topkapı Müzesini süslemektedir. Türk kumaş ve kadifesi<br />

olarak bilinen Türk ve Dünya müzelerini süsleyen kumaşların<br />

çoğu 16. Yüzyıldan kalmadır (Atsoy ve diğerleri, 2001:15,<br />

Scott, 1993:123).<br />

Değerli ipek kumaşların ve ham ipek Ticaretinin Anadolu’daki<br />

son Durağı Bursa’da İpek han Koza Han ve daha<br />

birçok han hala ticaret merkezi olarak hizmet vermektedir.<br />

Bursa doğal ipek boyacılığın merkezi olduğu gibi çeşitli ipek<br />

kumaşların yanında özellikle kadifeleri ve döşemelik Çatma<br />

kadifeleriyle de ünlü idi. Ayrıca pamuk, keten, tiftik(angora-Ankara<br />

tiftiği) yün ve ipekli kumaşlar dokunuyor ve iç ve<br />

dış pazarlarda ticareti yapılıyordu. Ankara Sofu, Denizli Pamuklu(Boğası)<br />

dokumaları, Sivas-Gürün yün şalları, Antep<br />

kutnuları ve bugün sınırlarımızın dışında kalan Şam, Halep<br />

ve bazı Balkan şehirlerinde yüzlerce çeşit kaliteli kumaşlar<br />

üretiliyordu. Bu kumaşların kaliteleri devlet tarafından<br />

kontrol ediliyor, kalite hatası olan kumaşların satılmasına<br />

izin verilmiyordu. Bu kalite kontrol sisteminin ilk örneği Sul-<br />

Whatever raw material is produced, each area’s fabric is<br />

known by its name and becomes prominent with their own<br />

characteristics. In Central Asia, Uzbekistan’s geography becomes<br />

prominent with its silk and cotton fabrics, beginning<br />

especially from Samarkand. The ikat (a dyeing technique<br />

used to pattern textiles) designed yarns of Central Asia, especially<br />

of Uzbekistan are still the most famous fabrics.<br />

Those who control the Silk Road from China to Europe have<br />

always been Turkish states. The silk trade was among the<br />

major income sources of the state. The first examples of<br />

Anatolian Turkish fabrics belong to the Seljuk period and<br />

are exhibited in the Lyon and Berlin museums in Europe.<br />

One of these fabrics is silk kemha pieces with the lion figure<br />

and the other is silk kemha pieces with the double headed<br />

eagle pattern. Silk fabric production which started in Bursa<br />

in the Ottoman period and continued in Istanbul were<br />

produced in the workshops around the palace to meet the<br />

needs of the palace. In the 16th Century, known as the classical<br />

period of the Ottoman decorative arts, the fabric art<br />

gave the best examples. These fabric examples which are<br />

the Kaaba Kiswah showing the richness and splendor of the<br />

state with the world’s greatest pattern reports and the kaftans<br />

embellished with gold and silver weft knitted fabrics<br />

are found in the Topkapı Palace Museum today. Most of the<br />

fabrics that decorate the Turkish and world museums and<br />

are known as Turkish cloths and velvets are from the 16th<br />

century (Atsoy ve diğerleri, 2001:15, Scott, 1993:123).<br />

Textile Arts<br />

457<br />

Tekstil Sanatları


Common Heritage<br />

458<br />

Ortak Miras<br />

tan II. Bayezit Han tarafından ferman olarak yayınlanan ve<br />

1502’de yürürlüğe giren, dünyanın ilk standardı olarak bilinen,<br />

“Kanuname-i İhtisab-ı Bursa” metinlerinde yer almaktadır<br />

(TSE. Tarihsiz:12-18).<br />

Osmanlı şehirlerinde dokumacılık iktisadi faaliyetin önde<br />

gelen kollarından birini oluşturuyor, Zaman zaman Anadolu’da<br />

üretilen pamuğun yetmediği, Hindistan’dan ithal<br />

edildiği de bilinmektedir. Köklü dokuma merkezlerinin üretiminin<br />

günümüzde de devam etmesi, tekstil sanayimizin<br />

dayandığı sağlam temeller elbette geçmişteki dokuma sanatlarımızın<br />

yansımasıdır. Kimi yörelerde geleneksel üretim<br />

yöntemleri sürdürülmekle birlikte kimi yörelerimiz fabrikalaşarak<br />

modern makinalarla üretimini artırmış, tekstil sanayi<br />

merkezleri haline gelmiştir.<br />

Fotoğraf 33. İpekli gülistani kemha kaftan, 16.yy. ortaları,<br />

TSM.Env; 13/529, (Atasoy ve diğerleri, 2001:58-59, Gürsu,<br />

1988:56)<br />

Fotoğraf 34. Çatma yastık yüzü, 17.yy. ortaları, Sadberk Hanım<br />

Müzesi, Env: 9375-D7.(İnalcık, 2008: 252)<br />

Dokuma sanatlarının bir kolu da boya-baskı sanatlarıdır.<br />

Orta Asya’dan Bursa’ya uzanan ipek yolu duraklarının bazıları<br />

Boya ve baskı sanatlarının da geliştiği yerlerdir. Orta<br />

Asya’da İkat boyama ile üretilen desen zenginliği Halep ve<br />

Gaziantep kutnu kumaşları ile ve keşan peştamallarında<br />

sürdürülmüştür. Gelenekli baskı-yazmacılık sanatının icra<br />

The last stops in Anatolia of precious silk fabrics and raw silk<br />

trade are Ipek and Koza Inn in Bursa as well as many other<br />

inns still serve as trade center. Bursa was also famous for<br />

its silk paintings besides various silk fabrics especially such<br />

as velvets and çatma velvet for floor covering. In addition;<br />

cotton, linen, mohair (angora wool or Ankara tiftiği) and<br />

silk fabrics were woven and traded in domestic and foreign<br />

markets.<br />

Weavings in Sofu-Ankara, cotton weavings in Denizli, wool<br />

shawls in Gürün-Sivas, kutnu (a woven textile with a shiny<br />

surface and colourful vertical stripe) in Gaziantep and hundreds<br />

of different quality fabrics in Damascus, Aleppo and<br />

some Balkan cities outside our borders today were produced.<br />

The qualities of these fabrics were controlled by the<br />

state and the sale of fabrics with quality defects was not allowed.<br />

The first example of this quality control system that<br />

is known as the first standard of the world is found in the<br />

texts of “Kanuname-i İhtisab-ı Bursa” which is published as<br />

an edict by Sultan II. Bayezit Han and entered into force<br />

in 1502 (TSE. Undated:12-18). In Ottoman cities, weaving is<br />

one of the leading branches of economic activity. It is also<br />

known that the cotton produced in Anatolia is not enough<br />

and imported from India. That production of the long-established<br />

weaving centers continues today and the strong<br />

foundation upon which our textile industry is based is a reflection<br />

of the past weaving arts by all means. However; traditional<br />

production methods have been continued in some<br />

regions, some of our regions have increased production


edildiği önemli bir yöremiz de Tokat’tır.<br />

Osmanlı döneminden kalan baskı-yazma tekstil örnekleri<br />

16. Yüzyıla tarihlendirilmektedir. Tokat bu tarihlerden başlayarak<br />

devam eden yazmacılık merkezidir. Tokat yazmacı<br />

esnafının vergi gelirlerinin Valide Sultan’a ait olduğu bazı<br />

kaynaklarda ifade edilmektedir. Evliya Çelebi 17. Yüzyılda İstanbul<br />

yazmacıları hakkında o dönemin ifadesiyle “esnaf-ı<br />

nakkaşan-ı yağlıkcıyan hümayun bezler üzerine siyah kalemkar<br />

ederler, yirmi dükkan, yirmi nefer olarak çalışırlardı”<br />

diye yazmaktadır(Kaya, 1988:50).<br />

Yazmacılık üç temel malzemeye dayanır; bez, kalıp ve boya.<br />

Bez olarak genellikle pamuklu dokumalardan tülbent, mermerşahi,<br />

patiska ve kaput bezi kullanılır. Yazma kalıpları<br />

ıhlamur ağacından el aletleriyle oyulur. Elvan yazmalarda<br />

her renk için ayrı kalıp oyulur. Yazma atölyelerinde yüzlerce<br />

kalıp vardır, göbek desenleri, kenar suyu, serpme doldu<br />

motifi kalıpları çeşitli kombinasyonlarla birleştirilerek desen<br />

oluşturulur.<br />

Tokat elvan(renkli) baskı yazmaları, İstanbul Kandilli kalem<br />

işi yazmalar, Kastamonu kara kalem(siyah-beyaz) kalıp<br />

baskı yazmalarıyla ünlüdür. Cumhuriyet döneminde bu yörelerin<br />

yanında Cide’nin sarı yazması(Soysaldı, Özkahveci,<br />

2004:541), Bartın’ın çiçekli hançer yapraklı elvan yazmaları(Soysaldı,<br />

Ön, 2016: 163-168), Göynük’te Kabalar(aile adı)<br />

basması(Soysaldı, 2013:147), Ankara ve kastamonu’nun karakalem<br />

(Siyah-beyaz) sofra bezleri, Elazığ’da Pamuklu kumaşa<br />

çit denildiği için çit baskı(Soysaldı, Kosif, 2016: 219-<br />

224), Diyarbakır’da ipek krep yazmaları ünlü olmuş, çeşitli<br />

merkezlerde yazmacılık gelişmiştir.<br />

Fotoğraf 35. Çeşitli Kutnu Kumaş Örnekleri.<br />

Tokat’ta bugün değişik desenler basılmaktadır. Ancak Tokat’a<br />

özgü “Tokat beşlisi, üzümlüsü, elmalısı, kirazlısı, sineklisi<br />

en çok bilinen modellerdir. Ayrıca her ustanın kendi<br />

imzası olan bir damgası da bulunduğu bilinmektedir. Tokat<br />

yazmalarında renk uyumu da dikkat çekicidir. Bu uyumda<br />

asırların birikimi olan boya hazırlama ve uygulama deneyimi<br />

yatmaktadır. Kırmızı, siyah, bordo gibi koyu zemin üzerine<br />

her rengin olgun açık tonlarını desenlerde görmek mümkündür.<br />

Tokat’ta Yazmacılar Hanı geçmişte tüccarları ağırlamıştı,<br />

bugün de meraklı alıcılarını ağırlamaya devam ediyor.<br />

Ortak kültür coğrafyamızda yazmacılık ve kalıp baskı kumaş<br />

üretiminin görüldüğü yerlerden biri de Azerbaycan’dır.<br />

Azerbaycan’da da baskı ustaları kendilerine has desen kalıpları<br />

ile ipek karışımlı kumaşlar üzerine eşarp, şal üretmeye<br />

devam ediyor. Yöreye giden turistlere hatıra el işi yazmalar<br />

sunularak Azerbaycan hatırası edinmeleri sağlanıyor.<br />

with modern machines after the establishment of factories<br />

and become textile industry centers.<br />

Picture 33. Kemha silk kaftan, in the mid of 16. Century,<br />

Topkapı Palace Museum, Inv; 13/529, (Atasoy ve others,<br />

2001:58-59, Gürsu, 1988:56)<br />

Picture 34. Pillowcase with Çatma motif, in the mid of 17.<br />

century, Sadberk Hanım Museum, Inv: 9375-D7.(İnalcık,<br />

2008: 252)<br />

One of branch of the weaving arts is paint and printing art.<br />

Some stops of the Silk Road extending from Central Asia to<br />

Bursa are places where paint and print arts also develop. In<br />

Central Asia, the pattern richness produced with ikat painting<br />

(a dyeing technique used to pattern textiles) has been<br />

maintained with kutnu fabrics in Aleppo and Gaziantep as<br />

well as breechclothes of Keşan. Tokat is also one of the<br />

important city where traditional print and writing art is performed.<br />

Print and writing textile samples from the Ottoman<br />

period are dated to the 16th century. Tokat is the center of<br />

writing that starts from these dates. It is expressed in some<br />

sources that the incomes of tax registers in Tokat belong to<br />

Queen mother. Evliya Çelebi writes in his work in the 17th<br />

century: ‘’a tax register has twenty shopkeepers and twenty<br />

soldiers as well as they write them on imperial fabrics with<br />

black pen’’(Kaya, 1988:50).<br />

Writing is based on three basic materials; fabric, mold and<br />

paint. The fabric is generally made from cotton fabrics, such<br />

as cheesecloth, agauzelike muslin, chambray and canvas.<br />

The writing molds are carved with hand tools made from<br />

the linden tree. A mold is carved for each colour in Elvan<br />

(colours) writing. There are hundreds of molds in the writing<br />

workshops, the patterns are formed with motifs such as<br />

‘’göbek deseni, kenar suyu, serpme doldu’’ by combining<br />

with various combinations.<br />

Kerchief with Elvan (colourful) printing of Tokat, handdrawn<br />

kerchief of Kandilli in Istanbul and kerchief with<br />

charcoal (black and white) mold printing of Kastamonu<br />

are famous. Besides these regions; yellow kerchief of Cide<br />

(Soysaldı, Özkahveci, 2004:541), colourful kerchief with<br />

flower and hançer yaprak pattern of Bartın (Soysaldı, Ön,<br />

2016: 163-168), Kabalar’s (family name) chintz in Göynük<br />

(Soysaldı, 2013:147), black and white tableclothes of Ankara<br />

and Kastamonu, cotton fabric printing of Elazığ (Soysaldı,<br />

Kosif, 2016: 219-224) and silk crepes in Diyarbakır become<br />

famous in republic period and hand-printed head scarve<br />

selling has developed in various centers.<br />

Picture 35. Various Kutnu Fabric Samples.<br />

Textile Arts<br />

459<br />

Tekstil Sanatları


Ortak Miras<br />

Common Heritage<br />

460


Tekstil Sanatları<br />

Textile Arts<br />

461


Common Heritage<br />

462<br />

Ortak Miras<br />

Fotoğraf 36. Elvan yazma örneği, Tokat<br />

Fotoğraf 37. Baskı işlemi ve kalıpları, Göynük.<br />

Orta Asya’da neredeyse dokumayla eşdeğer üretilen bir<br />

başka tekstil de örgüdür. Bugün Anadolu’da örgü sözü kazak,<br />

çorap eldiven gibi bazı giyisilerin üretimini ifade eder<br />

oldu. Ancak Türk kadını halı, kilim vb. dokuma, çorap, eldiven<br />

vb. örgü, ya da diğer ince pamuklu ve keten dokumalarında<br />

hep aynı bezeme(nakış, yanış-yangış, oyu, veya ornament)leri,<br />

renkleri kullanarak sembolik şekillerle inanılmaz<br />

derinlikte ifadeler ortaya koymuştur. Prof. Özbel’in Paris’te<br />

Türk köylü çorapları sergisi için Fransız sanat eleştirmeni<br />

köşe yazısına “Op – Art sanat akımının gerçek öncülerinin<br />

Anadolu kadınları olduğu” cümlesiyle başlamaktadır (Soysaldı,1995).<br />

Orta Asya’dan balkanlara her yörede ayrı ve bezemelerle<br />

renk-renk birer sanat eseri olan desenli örme işleri şaşırtıcı<br />

incelikte tekniğe de sahiptir. Makedonya’da kadınların birbirinden<br />

güzel el işlerinde eski sanatlarımızın izleri görülür.<br />

Örgü işleri beş, üç veya iki şiş veya tığ, mekik, firkete gibi<br />

araçlarla yapılır. Gelin ve annesi tarafından, damat ailesine<br />

ve okuntu(davetli) hediyesi olarak örülen oyalı yazmalar,<br />

çorap ve keseler çeyiz sandıklarını doldurur. Keselerin para,<br />

saat, mühür, tütün ve ağızlık koymak için kullanılan çeşitli<br />

formları vardır. Balkanlarda Türk düğünlerinde damadın<br />

arkadaşlarına para kesesi hediye edildiği bilinmektedir. Bu<br />

keselere testi, lale gibi helal kazanç ve dürüstlük gibi an-<br />

Different patterns are printed today in Tokat. However; the<br />

patterns such as “Tokat beşlisi, üzümlüsü, elmalısı, kirazlısı,<br />

sineklisi’’ that pertain to Tokat are the most widely known<br />

motifs. It is also known that every master has his own signature.<br />

Color matching is also remarkable in kerchief of Tokat.<br />

This colour harmony is because of in the experience of<br />

paint preparation and application, which is the accumulation<br />

of centuries. It is possible to see in designs that mature<br />

light tones of every color are on the dark background such<br />

as red, black, burgundy. Yazmacılar Inn in Tokat welcomed<br />

traditionally the traders in the past and today it has continued<br />

to welcome curious buyers.<br />

Azerbaijan is one of the places where the production of<br />

hand-printed head scarve selling and mold printing fabric<br />

are seen in our common culture geography. In Azerbaijan,<br />

printmakers continue to produce scarves and shawls on<br />

silk-blended fabrics with patterns and molds of their own.<br />

The tourists who come to the region, hand made kerchief<br />

are presented to so that they can get the souvenir of Azerbaijan.<br />

Picture 36. Kerchief from Tokat.<br />

process and patterns in Göynük.<br />

Picture 37. Printing<br />

In Central Asia, there is an another textile which is almost<br />

equivalent to weaving. Today in Anatolia, knitting a sweater<br />

expresses the production of some clothes like sweater,<br />

socks, gloves. However, Turkish woman produce weavings<br />

such as carpets, rugs and so on as well as knittings such<br />

as sweater, socks, gloves and other cotton and linen fabrics<br />

with embroidered patterns. The column of Prof. Özbel<br />

French art criticism for Turkish peasant socks exhibition in<br />

Paris begins with the statement ‘’the real pioneer of the Op-<br />

Art movement is Anatolian women’’(Soysaldı,1995).<br />

The knitting work which is a piece of art with its different<br />

kind and patterns in every region from Central Asia to the<br />

Balkans, has a surprisingly delicate technique. The traces<br />

of our old arts are seen in beautiful handcrafts of women<br />

in Macedonia. Knitting is done with tools such as five, three<br />

or two skewers, crochet hook, weaver’s shuttle and hairpin.<br />

The kerchief, socks and bags that aremade as a wedding gift<br />

for the family of the groom by the bride and her mother are<br />

put into the wedding chest. There are different kind of bags<br />

used for putting money, clocks, seals, tobacco and mouthpiece.<br />

It is known that purse are given as a gift to the friends<br />

of the groom at Turkish weddings in the Balkans. The motifs<br />

such as pot and tulip meaning halal earnings and honesty<br />

are embroidered on the purses.<br />

Picture 38. Edirne Museum


lamlar yüklenen motifler işlenir.<br />

Fotoğraf 38. Edirne Müzesi<br />

Fotoğraf 39. Tığ işi, boncuklu ve desenli örgü kese örnekleri,<br />

Burdur Müzesi. Soldan sağa Env. No 1; 157.75.92,<br />

2;139.75.83, 3;415.51.74,<br />

Fotoğraf 40.hesap işlemeli ve İğne oyalı yakalık örnekleri<br />

(düğün, bayram ve yabanlık giyimi), Burdur Müzesi, Env;<br />

9.23.80 ve 548.67.73.<br />

Oyanın kelime anlamı; ince zarif süs demektir. Türklerde kız<br />

ismi olarak da kullanılan oya’nın yabancı dilde kelime karşılığı<br />

yoktur. Oyalar süslemek amacıyla kullanılan, iki veya<br />

üç boyutlu ince teknikli örgülerdir. Renk-renk ipek ipliklerle<br />

örülmüş, zarafetin timsali iğne oyalarının yanında, tığ, mekik,<br />

firkete gibi araçlarla örülen, pul, boncuk, koza, kumaş<br />

parçaları vs. malzemelerle zenginleştirilenleri de vardır.<br />

Oyalar kullanılan alet adıyla; mekik oyası, iğne oyası, malzeme<br />

adıyla; boncuk oyası, koza oyası gibi isimler alır. Türk<br />

kadını kendi fesini, başörtüsünü, göyneğini oyalarla süslemekle<br />

kalmamış, zeybeğinin de başına oyalı başlıklar giydirmiştir.<br />

Örneğin Bolu Göynük’te; fes, taç ve dal oyalarına<br />

özel bir değer verilerek, aile yadigarı olarak saklanmakta<br />

ve yeni nesillere aktarılmaktadır (Soysaldı, 2013:105). Örgü<br />

sanatlarımızdan tentene ya da danteller, Orta Asya’dan<br />

Balkanlara, ev dekorasyonunda perde, masa örtüsü, yatak<br />

takımlarını süsleyici unsur olarak çok sık karşılaşılan eşyalardandır.<br />

Halen Anadolu Türklerinde kız çeyizinde oyaların<br />

özel bir yeri olup camekan oya sandıklarında sergilenmekte<br />

ve saklanmaktadır. Balıkesir Gönen’de kurulan oya pazarı<br />

da yaşayan oya işlerininin göstergesidir. Yaylalarda ve konak<br />

bahçelerinde gördükleri çiçekleri ince kadın ruhunun<br />

estetiğinde şekillendirerek işleyen, maharetli eller dallı oya<br />

adı verdiği üç boyutlu iğne oyalarında kalıcı hale getirmiştir.<br />

Türk kadını peşkir, hamam havlusu, yatak çarşafı gibi eşyaların<br />

saçaklarını bile bağlayarak dantele dönüştürmüş,<br />

dünyada benzeri olmayan bağlama dantel örnekleri kazandırmıştır.<br />

Bağlama danteller Amasya-merzifon ve Kastamonu<br />

merkezinde en ince örneklerini vermişlerdir.<br />

Fotoğraf 41. İğne oyalı başörtüleri. Fotoğraf 42. Gül oyalı<br />

fes, gelin tacı ve yerel giysi örnekleri, Göynük.<br />

Fotoğraf 43. Boncuk oyaları (Burdur-Bucak).<br />

Fotoğraf 44. Kaytan işlemeli cepken, Burdur.<br />

Geçmişte nakış bütün süsleme sanatlarına özellikle de<br />

kalemişi, tezhip ve minyatür (tasvir resmi), nakkaş ise süsleme<br />

yapan ressam gibi anlaşılmaktaydı. Bugün ise nakış<br />

işleri kumaş üzerine iğne-iplikle yapılan işleme (süsleme)<br />

Picture 39. Bag samples made with crochet, beaded and<br />

patterned, Burdur Museum, from left to right Inv. No1;<br />

157.75.92, 2;139.75.83, 3;415.51.74,<br />

Picture 40. Neckband samples made with point lace (apparel<br />

for wedding, feast and formal clothing), Burdur Museum,<br />

Inv; 9.23.80 and 548.67.73.<br />

The meaning of the word ‘’oya’’is fine elegant ornament.<br />

Oya, which is also used as a girl’s name among Turks, does<br />

not correspond in a foreign language. ‘’Oya’’ that is a two or<br />

three-dimensional fine-work pattern is used for decorating.<br />

Besides point lace that is made with colourful silk yarns is<br />

the sample of elegance, there are other kinds that is made<br />

with the materials such as spacer, bead, cocoon, fabric and<br />

etc. with the help of the tools such as crochet hook, weaver’s<br />

shuttle and hairpin. These are named according to the<br />

used tools such as mekik oyası (made with weaver’s shuttle),<br />

iğne oyası (made with neddle) as well as materials such<br />

as boncuk oyası (made with beads) and koza oyası (made<br />

with cocoon). The Turkish woman not only decorate her fez,<br />

headscarf and shirt with oya but also dress her up with the<br />

headwear decoreted with oya. For example, fez and crown<br />

are kept as a family heir and transferred to new generations<br />

in Göynük, Bolu (Soysaldı, 2013:105). Laceworks which are<br />

from our knitting arts are very common items from Central<br />

Asia to the Balkans, are seen as the elements of ornaments<br />

of curtains, tablecloths, bedding in home decorations. Oya<br />

has a special place in the dowery of the bride currently in<br />

Anatolian Turks and they are exhibited and hiding on the<br />

glass cases. The bazaar that is established in Gönen, Balikesir<br />

is also a sign of oya. The three-dimensional point lace<br />

called as ‘’dallı oya’’ is made by talented women by being<br />

shaped like the flowers that they see in the summer ranges<br />

and gardens of palace.The Turkish woman made lace by<br />

connecting even the fringes of things such as napkin, bath<br />

towels, bed sheets and so they gave examples of binding<br />

lace which is unprecedented in the world. These lace gave<br />

the thinnest samples in the center of Merzifon, Amasya and<br />

Kastamonu.<br />

Picture 41. Kerchieves with point lace. Picture 42. Fez with<br />

rose pattern, bride crown and local clothes samples from<br />

Göynük.<br />

Picture 43. Kerchieves embroidered with beads (fom Burdur-Bucak).<br />

Picture 44. Bolero with cotton cord from Burdur.<br />

In the past, embroidery was regarded as a painter, ornament<br />

and miniature (painting) in all decorative arts; the<br />

nakkaş (painter) was regarded as a painter making deco-<br />

Textile Arts<br />

463<br />

Tekstil Sanatları


Ortak Miras<br />

Common Heritage<br />

464


sanatıdır. Bu işlemeler de Türk dünyasının <strong>ortak</strong> kültür varlıklarıdır.<br />

Aynı işleme teknikleri benzer uygulama alanları ile<br />

kültür coğrafyamızın her yerinde karşılaşmak mümkündür.<br />

Örneğin; Klasik dönem Osmanlı saray sanatları arasında işlemeler<br />

oldukça önemli bir yer tutar(Barışta, 1995, Barışta,<br />

2016: 21-28). Bu işlemeler arasında Otağ-ı Hümayunlar,<br />

Puşide(sanduka örtüsü), mimber perdesi, seccade, gelinlik<br />

kıyafetler (bindallı vs.), duvar asmalıkları, bohça, çevre,<br />

peşkir, uçkur gibi döşemelik ve giyim eşyaları vardır. Klasik<br />

dönem işlemeleri Osmanlı saray kumaşlarındaki ihtişamın<br />

yansımalarıdır. Sanayi devriminden önce ancak saray çevresi<br />

ve döşemelikler hariç, dokunan kumaşların pek azında<br />

renkli desenlere rastlanırdı. Bu nedenle giyim ve ev eşyalarına<br />

işleme, oya, dantel, kaytan, vb. süsleme ilaveler veya<br />

el ile yapılan boya-baskı işleriyle renkli desenleme yapılırdı.<br />

Fotoğraf 45. İşlemeli bohça, 17.yy. (Tezcan, 2007:48).<br />

Fotoğraf 46. Dival işi, Selimiye Camii Şerifi Mimber kapı perdesi.<br />

Fotoğraf 47. İşlemeli peşkir, Burdur Müzesi Env: 114.48.77<br />

İşleme sanatları şehirlerdeki konak kültüründe oldukça<br />

önemli bir yer tutmakla birlikte halk arasındaki kız çeyizlerinde<br />

de başköşede yer almıştır. Hatta Anadolu Türk işlemelerinde<br />

teke yöresi köylerindeki damat giysilerinde de bu<br />

işlemeler görülmektedir (Soysaldı, Bahar, 2014: 1-14).<br />

İşleme tekniklerinde yama(aplike, kapatma), dival işi(-<br />

sim-sırma), hesap işi, süzeni, iğne boyası, tel kırma, muşabak,<br />

mürver, pesent, sarma-susma, delik işi, gibi çeşitli iğne<br />

yöntemleri uygulanmıştır. Bu nakışlarda çeşitli ağaçlar, çiraitons.<br />

Today, embroidery works are made with needle and<br />

yarns on fabrics. These are the common cultural assets of<br />

the Turkish world. It is possible to encounter the same embroidery<br />

techniques all over the cultural geography with<br />

similar application areas. For example; these embroideries<br />

have a considerable place among the Ottoman palace arts<br />

in the classical period (Barışta, 1995, Barışta, 2016: 21-28).<br />

Among these embroideries, there are upholstery and wearing<br />

apparels such as Otağ-ı Hümayun (the Ottoman Imperial<br />

Tent Complex), Puşide (pall), mimbar curtains, prayer<br />

rugs, wedding dresses (bindallı etc.), wall hangings, bundles,<br />

napkin and belt. The embroideries in classical period<br />

are the reflections of the splendor of Ottoman palace fabrics.<br />

Prior to the industrial revolution, there were only a few<br />

colored patterns in the woven fabrics, except for the palace<br />

clothing and upholstery. For this reason, colored patterns<br />

are made with the embroideries in clothing and household<br />

goods, additional decorations such as oya, lace and cord or<br />

hand-made paint and printing works.<br />

Picture 45. Embroidered pack, 17.century (Tezcan, 2007:48).<br />

Picture 46. The sample of silver embroidery on velvet padded<br />

by cardboard, Selimiye Mosque’s Portiere For Its Pulpit.<br />

Picture 47. Embroidered napkin, Burdur Museum, Inv:<br />

114.48.77<br />

Besides that handicrafts have taken a very important place<br />

in the palace culture in the cities, they have also been in the<br />

forefront in the girls’ doweries among the people. Even according<br />

to Anatolian Turkish traditions, these embroideries<br />

are seen in the clothes of the groom in the villages of Teke<br />

region (Soysaldı, Bahar, 2014: 1-14).<br />

Various decoration methods made with neddle such as<br />

patch (applique), dival work or sim sırma (sim secret embroidery),<br />

hesap işi (a kind of Turkish embroidery), süzeni<br />

(a kind of Turkish embroidery), iğne oyası (point lace), tel<br />

kırma (Turkish metal embroidery), muşabak (treillage),<br />

mürver (a kind of Turkish embroidery), pesent (a kind of<br />

Turkish embroidery), sarma-susma (a kind of Turkish embroidery),<br />

delik işi (a kind of Turkish embroidery). The fairly<br />

stylized semi-naturalist- figured decoration objects show a<br />

complete harmony with the motifs of other decorative arts.<br />

Sim sırma (sim secret embroidery), cord, gold-silver wire,<br />

tram silk and cotton yarns are used according to the place<br />

of use and technical characteristics of them. The production<br />

of these materials is also included in the Ottoman professions.<br />

For example; rope fitter, the bazaar of goldsmiths and<br />

silversmiths, tram silk maker, gold thread maker and etc.<br />

The Turkish Tel Kirma embroidery technique made with<br />

Textile Arts<br />

465<br />

Tekstil Sanatları


Common Heritage<br />

466<br />

Ortak Miras<br />

çekli bitkiler, hayvan figürleri, mimari ögeler ve nesnelerden<br />

oluşan bezeme ögeleri görülmektedir. Oldukça üsluplaştırılmış<br />

yarı natüralist biçimli bezeme ögeleri tam bir uyum<br />

içinde diğer süsleme sanatlarındaki motiflerle benzerlik<br />

göstermektedir. İşlemelerde sim-sırma, kaytan, altın-gümüş<br />

tel, ipek ibrişim ve pamuk ipliklerle işlemenin kullanım<br />

yeri ve teknik özelliğine göre kullanılmıştır. Bu malzemelerin<br />

üretimi Osmanlı dönemi meslekleri içinde de yer almaktadır,<br />

örneğin; kaytancılar, simkeşhane, ibrişimci, kılaptancı<br />

gibi. Tel kırma tekniği gümüş tel ile yapılan Anadolu’nun<br />

Kuzeybatı, Orta ve Akdeniz bölgelerinde çok rastlanan bir<br />

işlemedir. Süzeni-kasnak işi bir tığ yardımıyla yapılan zincir<br />

işi, sim-sırma-dival işi olarak da bilinen, sadece kadınlar tarafından<br />

değil erkeklerin de yaptığı, çarşı işi mesleklerdendir.<br />

Sim-sırma işlemeli, bindallı adı verilen gelinlikler, kutu<br />

içi entari olarak İstanbul’da, Kahramanmaraş’ta işlenerek<br />

diğer şehirlere gönderildiği bilinmektedir.<br />

Fotoğraf 48. Tel kırma işleme (Telli dastar), gelin başörtüsü,<br />

20.yy. başı, Burdur.<br />

KAYNAKLAR<br />

• Anonim, (2006) Gudratly Türkmen Halysy,Türkmen Dövlet neşiryat gullugy,<br />

(Türkmen Halı Müzesi).<br />

• Anonim, (1992) TS 43 - TS 11988 - El Dokuma Halıları, Türk Standartları<br />

Enstitüsü Yay. Ankara.<br />

• Anonim, (Tarihsiz) Kanunname-i İhtisab-ı Bursa, 1502, Tıpkı Basım, Türk<br />

Standartları Enstitüsü yayını. Ankara.<br />

• ATASOY. N, DENNY W.B., MACKİE L.W., TEZCAN H. (2001) İPEK, Osmanlı<br />

Dokuma Sanatı, TEB İletişim ve Yayıncılık A.Ş. İstanbul.<br />

• BARIŞTA. Ö. (1995) Türk İşleme Sanatı Tarihi, Gazi Üniversitesi Yay. Ankara.<br />

• BARIŞTA, H.Ö. 1999) Osmanlı İmparatorluğu Dönemi Türk İşlemeleri, T.C.<br />

Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.<br />

•<br />

• BARIŞTA, Ö . (2016) “XVI. Yüzyıl Türk İşleme Sanatı”, Sanat Tarihi Dergisi 1<br />

<br />

•<br />

• DENİZ, B. (1998) “Geçmişte ve Günümüzde Aksaray Halıları”, Arış S:IV.<br />

AKDTYK. Atatürk Kültür Merkezi Yay.<br />

• GENÇ, R. (1997) Türk İnanışları ile Milli Geleneklerinde Renkler, Atatürk<br />

Kültür Merkezi Yay. Ankara,<br />

•<br />

• GÜRSU, N. (1988) Türk Dokumacılık Sanatı-Çağlar Boyu Desenler,<br />

Redhouse Yayınevi, İstanbul.<br />

•<br />

• İNALCIK, H. (2008) Türkiye Tekstil Tarihi-üzerine araştırmalar,Türkiye İş<br />

Bankası Kültür Yay. İstanbul.<br />

•<br />

• HARVEY, J. (1997) Traditional Textiles of Central Asia, Thames and Hudson,<br />

London.<br />

• KAYA, R. (1988) Türk Yazmacılık Sanatı, İş bankası Kültür yay. İstanbul.<br />

• KERİMOV, L. (1983), Azerbaijan Carpet-C: I, II, III, Mimarlık ve sanat<br />

akademisi yayını, Bakü.<br />

• KIRZIOĞLU, N. G. (1995) Altaylar’dan Tunaboyu’na Türk Dünyası’nda Ortak<br />

Motifler, Türksoy Yayınları, Ankara.<br />

• ÖGEL, B. (2000) Türk Kültür Tarihine Giriş, C:6. 1. Baskı 1984, Kültür<br />

Bakanlığı yay. Ankara.<br />

• ÖGEL, B. (1993) “Türk Mitolojisi” AKDTYK. Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı<br />

Yay. Ankara.<br />

• SCOTT, P. (1993) The Book of Silk, Thames & Hudson Ltd, London.<br />

• SOYSALDI, A. (1998) “Düden Köyü Camii Yanışlı Kilimleri”, Türk Soylu<br />

Halkların Halı, Kilim Ve Cicim Sanatı Uluslararası Bilgi Şöleni 27- 31 Mayıs<br />

1996 Bildirileri, AKDTYK. Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yay. Kongre ve<br />

Sempozyumlar Dizisi, Ankara.<br />

• SOYSALDI, A. (1999) “Türk Kilimlerinde Dokuma Teknikleri ve Boyama<br />

Özellikleri” Erdem, Halı Özel Sayısı-III. C:10,S:30, AKDTYK. Atatürk Kültür<br />

silver wire is a very common in the Northwest, Central and<br />

Mediterranean regions of Anatolia. Süzeni or kasnak işi (a<br />

kind of Turkish embroidery made with embroidery frame),<br />

zincir işi (chain work technique), sim sırma or dival işi (sim<br />

secret embroidery) are the professions that is carried on<br />

by not only women but also men. It is known that wedding<br />

dresses called as bindallı with sim sırma (sim secret embroidery),<br />

are sent to other cities as a loose robe in a box after it<br />

is made in Kahramanmaras and Istanbul.<br />

Picture 48. Turkish metal embroidery (tel kirma), kerchief of<br />

bride, at the start of 20. century, Burdur.<br />

REFERENCES<br />

• Anonim, (2006) Gudratly Türkmen Halysy,Türkmen Dövlet neşiryat gullugy,<br />

(Türkmen Halı Müzesi).<br />

• Anonim, (1992) TS 43 - TS 11988 - El Dokuma Halıları, Türk Standartları<br />

Enstitüsü Yay. Ankara.<br />

• Anonim, (Tarihsiz) Kanunname-i İhtisab-ı Bursa, 1502, Tıpkı Basım, Türk<br />

Standartları Enstitüsü yayını. Ankara.<br />

• ATASOY. N, DENNY W.B., MACKİE L.W., TEZCAN H. (2001) İPEK, Osmanlı<br />

Dokuma Sanatı, TEB İletişim ve Yayıncılık A.Ş. İstanbul.<br />

• BARIŞTA. Ö. (1995) Türk İşleme Sanatı Tarihi, Gazi Üniversitesi Yay. Ankara.<br />

• BARIŞTA, H.Ö. 1999) Osmanlı İmparatorluğu Dönemi Türk İşlemeleri, T.C.<br />

Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.<br />

• BARIŞTA, Ö . (2016) “XVI. Yüzyıl Türk İşleme Sanatı”, Sanat Tarihi Dergisi 1<br />

<br />

• DENİZ, B. (1998) “Geçmişte ve Günümüzde Aksaray Halıları”, Wrap No:IV.<br />

AKDTYK. Atatürk Kültür Merkezi Yay.<br />

• GENÇ, R. (1997) Türk İnanışları ile Milli Geleneklerinde Renkler, Atatürk<br />

Kültür Merkezi Yay. Ankara,<br />

• GÜRSU, N. (1988) Türk Dokumacılık Sanatı-Çağlar Boyu Desenler,<br />

Redhouse Yayınevi, İstanbul.<br />

• İNALCIK, H. (2008) Türkiye Tekstil Tarihi-üzerine araştırmalar,Türkiye İş<br />

Bankası Kültür Yay. İstanbul.<br />

• HARVEY, J. (1997) Traditional Textiles of Central Asia, Thames and Hudson,<br />

London.<br />

• KAYA, R. (1988) Türk Yazmacılık Sanatı, İş bankası Kültür yay. İstanbul.<br />

• KERİMOV, L. (1983), Azerbaijan Carpet-Vol: I, II, III, Mimarlık ve sanat<br />

akademisi yayını, Bakü.<br />

• KIRZIOĞLU, N. G. (1995) Altaylar’dan Tunaboyu’na Türk Dünyası’nda Ortak<br />

Motifler, Türksoy Yayınları, Ankara.<br />

• ÖGEL, B. (2000) Türk Kültür Tarihine Giriş, Vol:6. 1. Press 1984, Kültür<br />

Bakanlığı yay. Ankara.<br />

• ÖGEL, B. (1993) “Türk Mitolojisi” AKDTYK. Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı<br />

Yay. Ankara.<br />

• SCOTT, P. (1993) The Book of Silk, Thames & Hudson Ltd, London.<br />

• SOYSALDI, A. (1998) “Düden Köyü Camii Yanışlı Kilimleri”, Türk Soylu<br />

Halkların Halı, Kilim Ve Cicim Sanatı Uluslararası Bilgi Şöleni 27- 31 May<br />

1996 Bildirileri, AKDTYK. Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yay. Kongre ve<br />

Sempozyumlar Dizisi, Ankara.<br />

• SOYSALDI, A. (1999) “Türk Kilimlerinde Dokuma Teknikleri ve Boyama<br />

Özellikleri” Erdem, Halı Özel Sayısı-III. Vol:10,No:30, AKDTYK. Atatürk Kültür<br />

Merkezi, Ankara.<br />

• SOYSALDI, A. (2001) “Şarköy Kilimlerinin Teknik, Renk ve Bezeme<br />

Özellikleri”, Balkanlarda Kültürel Etkileşim ve Türk Mimarisi Uluslararası<br />

Sempozyumu Bildirileri, 17-19 May 2000, Şumnu, Bulgaristan, Vol: 2,<br />

AKDTYK. Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yay. Ankara.<br />

• SOYSALDI, A. (2001) “Bulgaristan Türklerinde Kilim Dokumacılığı”,<br />

II. Uluslararası Bulgaristan Türk Halk Kültürü Sempozyumu Bildirileri,<br />

Bulgaristan Türk Folkloru, Folklor Araştırmaları Kurumu Yay. 29, Ankara.<br />

• SOYSALDI, A. (2009) “Düz Dokuma Teknikleri ve Teknik Desen Çizimleri<br />

(Kilim, Cicim, Zili-Sili, Sumak vb.)” AKDTYK. Atatürk Kültür Merkezi Yayınları,<br />

Ankara.<br />

• SOYSALDI, A. BAHAR, T. (2014) “Burdur Geleneksel Damat Giyiminden<br />

İşlemeli Örnekler”, Art-e Sanat Dergisi, Özel Sayı:Teke Yöresi Kültürel<br />

Değerleri. Date accessed; 28.04.2017 (http://dergipark.ulakbim.gov.tr/<br />

sduarte/article/view/5000069669)<br />

• SOYSALDI, A. (2013) Göynük’te fes, Taç ve Dal (İğne) Oyaları, Göynük El<br />

Sanatları Paneli ve Çalıştayı Bildirileri. 16-17 July 2010, Göynük Belediyesi


Merkezi, Ankara.<br />

• SOYSALDI, A. (2001) “Şarköy Kilimlerinin Teknik, Renk ve Bezeme<br />

Özellikleri”, Balkanlarda Kültürel Etkileşim ve Türk Mimarisi Uluslararası<br />

Sempozyumu Bildirileri, 17-19 Mayıs 2000, Şumnu, Bulgaristan, C: 2,<br />

AKDTYK. Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yay. Ankara.<br />

• SOYSALDI, A. (2001) “Bulgaristan Türklerinde Kilim Dokumacılığı”,<br />

II. Uluslararası Bulgaristan Türk Halk Kültürü Sempozyumu Bildirileri,<br />

Bulgaristan Türk Folkloru, Folklor Araştırmaları Kurumu Yay. 29, Ankara.<br />

• SOYSALDI, A. (2009) “Düz Dokuma Teknikleri ve Teknik Desen Çizimleri<br />

(Kilim, Cicim, Zili-Sili, Sumak vb.)” AKDTYK. Atatürk Kültür Merkezi Yayınları,<br />

Ankara.<br />

• SOYSALDI, A. BAHAR, T. (2014) “Burdur Geleneksel Damat Giyiminden<br />

İşlemeli Örnekler”, Art-e Sanat Dergisi, Özel Sayı:Teke Yöresi Kültürel<br />

Değerleri. Erişim; 28.04.2017 (http://dergipark.ulakbim.gov.tr/sduarte/<br />

article/view/5000069669)<br />

• SOYSALDI, A. (2013) Göynük’te fes, Taç ve Dal (İğne) Oyaları, Göynük<br />

El Sanatları Paneli ve Çalıştayı Bildirileri. 16-17 Temmuz 2010, Göynük<br />

Belediyesi Yayını.<br />

• SOYSALDI, A. ARAL S. (2014)Burdur-Kapaklı köyü Halılarının Teknik ve<br />

Desen Özellikleri, Art-e Sanat Dergisi, Özel Sayı:Teke Yöresi Kültürel<br />

Değerleri. Erişim; 28.04.2017 (http://dergipark.ulakbim.gov.tr/sduarte/<br />

article/view/5000069669)<br />

• SOYSALDI, A. ARAL, S. (2015) “Burdur İli Kocaaliler Köyü Halılarının Teknik<br />

ve Desen Özellikleri”, I.Teke Yöresi Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 04-06<br />

Mart 2015, Cilt II, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi. Burdur.<br />

•<br />

• SOYSALDI, A, KOSİF, B. (2015) “Teke (Burdur) Yörüklerinde Kolan<br />

Dokumalar”, ”, I.Teke Yöresi Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 04-06 Mart<br />

2015, Cilt II, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi. Burdur.<br />

•<br />

• SOYSALDI, A. ÖZKAHVECİ, G. (2003),Cide Sarı Yazma Kültürü, İkinci<br />

Kastamonu Kültür Sempozyumu Bildirileri, 18-20 Eylül 2003,<br />

KastamonuValiliği, Ankara.<br />

• SOYSALDI, A. (2016) “20.yüzyıl sonu 21. Yüzyıl başı Örnekleriyle Bartın<br />

Yazmacılığı”, VIII. Uluslararası Türk Kültürü, Sanatı ve Kültürel Mirası koruma<br />

Sempozyumu/Sanat Etkinlikleri, 15-17 mayıs 2014, (Dr. Hasan Özönder<br />

Armağanı), Konya.<br />

• SOYSALDI, A. ÖN, G. (2016) “ 20. Yüzyıl Sonu, 21. Yüzyıl Başı Örnekleriyle<br />

Bartın Yazmacılığı”, VIII. Uluslararası Türk Kültürü, Sanatı ve Kültürel Mirası<br />

koruma Sempozyumu/Sanat Etkinlikleri Bildirileri, 15-17 mayıs 2014, (Dr.<br />

Hasan Özönder Armağanı), Konya.<br />

• SOYSALDI, A. KOSİF, B. (2016) “Elazığ Çit Baskıcılığı”, VIII. Uluslararası Türk<br />

Kültürü, Sanatı ve Kültürel Mirası koruma Sempozyumu/Sanat Etkinlikleri<br />

Bildirileri, 15-17 mayıs 2014, (Dr. Hasan Özönder Armağanı), Konya.<br />

• SOYSALDI, A. (2013) “Göynük’te Yazmacılık(Kabalar Basması)”, Göynük<br />

El Sanatları, Paneli ve Çalıştayı Bildirileri, 16-17 Temmuz 2010, Göynük<br />

Belediyesi Yay. Bolu-Göynük.<br />

• TEZCAN, H. OKUMURA, S. (2007) Topkapı Sarayı Müzesi “Döşemelikler”,<br />

Vehbi Koç Vakfı ve TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. İstanbul.<br />

• Tural, S. (1999) “İlmek’e yansıyan Şiir: Halı-Kilim”, Bilig Yay. Ankara.<br />

• Yardımcı, M. (2017) http://www.mehmetyardimci.net/img/files/<br />

akademik21.pdf, erişimTarihi; 05.05.2017.<br />

Yayını.<br />

• SOYSALDI, A. ARAL S. (2014)Burdur-Kapaklı köyü Halılarının Teknik ve<br />

Desen Özellikleri, Art-e Sanat Dergisi, Özel Sayı:Teke Yöresi Kültürel<br />

Değerleri. Date accessed; 28.04.2017 (http://dergipark.ulakbim.gov.tr/<br />

sduarte/article/view/5000069669)<br />

• SOYSALDI, A. ARAL, S. (2015) “Burdur İli Kocaaliler Köyü Halılarının Teknik<br />

ve Desen Özellikleri”, I.Teke Yöresi Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 04-06<br />

March 2015, Vol. II, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi. Burdur.<br />

• SOYSALDI, A, KOSİF, B. (2015) “Teke (Burdur) Yörüklerinde Kolan<br />

Dokumalar”, ”, I.Teke Yöresi Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 04-06 March<br />

2015, Vol. II, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi. Burdur.<br />

• SOYSALDI, A. ÖZKAHVECİ, G. (2003),Cide Sarı Yazma Kültürü, İkinci<br />

Kastamonu Kültür Sempozyumu Bildirileri, 18-20 September 2003,<br />

KastamonuValiliği, Ankara.<br />

• SOYSALDI, A. (2016) “20.yüzyıl sonu 21. Yüzyıl başı Örnekleriyle Bartın<br />

Yazmacılığı”, VIII. Uluslararası Türk Kültürü, Sanatı ve Kültürel Mirası koruma<br />

Sempozyumu/Sanat Etkinlikleri, 15-17 May 2014, (Dr. Hasan Özönder<br />

Armağanı), Konya.<br />

• SOYSALDI, A. ÖN, G. (2016) “ 20. Yüzyıl Sonu, 21. Yüzyıl Başı Örnekleriyle<br />

Bartın Yazmacılığı”, VIII. Uluslararası Türk Kültürü, Sanatı ve Kültürel Mirası<br />

koruma Sempozyumu/Sanat Etkinlikleri Bildirileri, 15-17 May 2014, (Dr.<br />

Hasan Özönder Armağanı), Konya.<br />

• SOYSALDI, A. KOSİF, B. (2016) “Elazığ Çit Baskıcılığı”, VIII. Uluslararası Türk<br />

Kültürü, Sanatı ve Kültürel Mirası koruma Sempozyumu/Sanat Etkinlikleri<br />

Bildirileri, 15-17 May 2014, (Dr. Hasan Özönder Armağanı), Konya.<br />

• SOYSALDI, A. (2013) “Göynük’te Yazmacılık(Kabalar Basması)”, Göynük El<br />

Sanatları, Paneli ve Çalıştayı Bildirileri, 16-17 July 2010, Göynük Belediyesi<br />

Yay. Bolu-Göynük.<br />

• TEZCAN, H. OKUMURA, S. (2007) Topkapı Sarayı Müzesi “Döşemelikler”,<br />

Vehbi Koç Vakfı ve TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. İstanbul.<br />

• Tural, S. (1999) “İlmek’e yansıyan Şiir: Halı-Kilim”, Bilig Yay. Ankara.<br />

• Yardımcı, M. (2017) http://www.mehmetyardimci.net/img/files/<br />

akademik21.pdf, Date accessed; 05.05.2017.<br />

Textile Arts<br />

467<br />

Tekstil Sanatları


Dr. Şirin YILMAZ<br />

Bilge Yapım<br />

kültürün, gelecek nesillere aktarılmasında<br />

en önemli vasıtalardan biri, güzel sanatlar<br />

ürünleridir...<br />

Among the top 10 most visited destinations in the world with more<br />

than 23 million tourists visiting each


Bir toplumun kendine özgü dilini, örfünü, âdetini, inancını, hukukunu, edebiyatını, giyim-<br />

kuşamını, yeme- içmesini, müzik ve sahne sanatlarını geleneksel dünya görüşü<br />

(Çobanoğlu 2000) bağlamında birbirini tamamlar şekilde bir arada tutan büyük ve karmaşık<br />

bilgi birikimi olarak kültürün, gelecek nesillere aktarılmasında en önemli vasıtalardan<br />

biri, güzel sanatlar ürünleridir.<br />

22<br />

Türkler’de güzel sanatlar<br />

Common Heritage Fine Arts in Turkish People<br />

The works of fine arts are the most important means of transferring the culture to the<br />

next generations as the culture which is complex accumulation of knowledgeholds together<br />

a society’s own language, custom, tradition, belief, law, literature, clothing, eating<br />

and drinking, music and performing arts in the context of the traditional worldview<br />

(Çobanoğlu 2000).


Common Heritage<br />

470<br />

Ortak Miras<br />

Kültür evreninde özgün, değerli ve anlamlı davranışların<br />

ve işlevlerin manevî dünyadan çıkıp maddî kimliğe bürünmesiyle<br />

hayat bulan güzel sanat ürünleri, kültürü meydana<br />

getiren ve onu yaşayan insanların davranış örüntülerinin<br />

sonucu olarak ortaya çıktığı için, bize kültürü anlayabileceğimiz<br />

ve yorumlayabileceğimiz eşsiz bilgiler ulaştırır. Söz<br />

konusu ürünler, hayatın, her alanına eşlik ederken hayatımızı<br />

kolaylaştıran, insan aklı ve insan eliyle yapılmış, aynı<br />

zamanda, insanoğlunun içgüdüsel olarak taşıdığı daha<br />

güzele, daha iyiye ulaşma duygusunun nesneleşmiş, somut<br />

varlık kazanmış halidir. Bu bağlamda, güzel sanatlara<br />

dair her ürünün, kendilerini yapan ve kullanan insanların<br />

yaşamsal ihtiyaçlarına birer yanıt olarak ortaya çıktığı gayet<br />

açıktır. O halde, kökeni uçsuz bucaksız Orta Asya topraklarına<br />

uzanan, Oradan, tarihin farklı dönemlerinde farklı yönlere<br />

doğru gerçekleşmiş göçlerle uzak coğrafyalara kadar<br />

varmış olan Türk milletine özgü güzel sanatlar ürünleri de<br />

kök bulduğu topraklarda filizlenen geleneksel dünya görüşünü,<br />

doğal olarak yayıldığı her yere taşımış olan Türkler’in,<br />

tarih boyunca, içinde yaşadığı fizikî koşullara uyumlu olarak,<br />

çevresiyle aktif bir ilişki içinde bulunduğunu gözler önüne<br />

sermiştir.<br />

Erken devirlerden itibaren Türk devletlerinin, toplumsal<br />

ve ekonomik yapısı avcılık, savaşçılık ve özellikle de hayvancılık<br />

üzerine tesis edilmiştir. Bu durum, esasen, göçer<br />

evli olarak yaşadıkları, tarım yapmaya ve yerleşik hayata<br />

uygun olmayan Orta Asya topraklarında ortaya çıkmış ve<br />

göçlerle birlikte kurulan devlet yapılanmalarında, yerleşik<br />

Because the unique, valuable and meaningful behaviors<br />

and functions of the cultural universe come out from the<br />

spiritual world and come into being as the result of the behavioral<br />

patterns of the people who bring the culture to the<br />

nature and find life through the impersonation of the material<br />

identity, it conveys unique information to us that we can<br />

understand and interpret culture.These products, which are<br />

made of human intelligence and human hands, facilitate<br />

our life while accompanied in every field of the life and at<br />

the same time becomeobject and concrete with the sense<br />

of reachingmore beautiful and better thing that human being<br />

wants instinctively.In this context, it is clear that every<br />

product of fine arts has emerged in response to the vital<br />

needs of the people who make and use them.So, the works<br />

of fine arts, which is intrinsic to the Turkish nation whose origin<br />

extends to the vast lands of Central Asia and reachs to<br />

the remote regions with migration taken place in different<br />

directions at different stages of them, shows that the Turks<br />

whocarrytraditional world view to anywhere have an active<br />

relationship with the others in accordance with the physical<br />

conditions in which they lived throughout history.<br />

From the early ages, the social and economic structure of<br />

the Turkish states has been established on hunting, war<br />

and especially on animal husbandry. This has emerged in<br />

the Central Asian terrirories, which are not proper to make<br />

agriculture and to become sedentary, they live as migrant<br />

settler in and has been largely sustained in cultural environments<br />

where permanent settlementis intense and in the


hayatın yoğunlukta olduğu kültür ortamlarında da büyük<br />

ölçüde süreklilik göstermiştir. “Türk bozkır kültürü” (Kafesoğlu<br />

1987) olarak adlandırılan bu özgün yaşam biçimi,<br />

“animistik dünya görüşü” ve animistik inançlar çerçevesinde<br />

şekillenmiş; bu durum, toplumun doğadaki tüm unsurlarla<br />

ahenkli bir varoluşunu gerekli kılmıştır. Bu varoluş sistemi,<br />

toplumun gökyüzü, yeryüzü, yeraltı ve buralardaki tüm varlıklara<br />

dair tasavvurunu son derece etkin biçimde çeşitlendirmiş<br />

ve bitkiler, dağlar, ağaçlar, taşlar, kayalar, sular, ateş,<br />

hava, toprak, madenler, hayvanlar yaşanılan çevrenin canı<br />

ve ruhu olan aktif unsurları olarak kabul edilmiştir. Bunlar<br />

arasında hayvan unsuru toplumun, beslenme, barınma, giyinme,<br />

avlanma gibi hayatî ihtiyaçlarını karşılamada en vazgeçilmezi<br />

olması bakımından yaşamın her alanında önem<br />

ve değer taşımıştır. Öyle ki yaşam alanının bu vazgeçilemez<br />

unsuru, hayatî ihtiyaçları karşılama vasıtası olmanın yanı<br />

sıra, günlük ihtiyaçlara birer yanıt olarak keşfedilen bütün<br />

maddî kültür ürünlerinin süslenmesinde ve bezenmesinde<br />

kendine yer bulmuş Türkler’in geleneksel dünya görüşünü<br />

yansıtan her bir sanat varlığında yer alarak “hayvan üslûbu”<br />

şeklinde ifade edilen bir sanat üslûbunun ortaya çıkmasının<br />

nedeni olmuştur. Böylece, “Bozkırların yüzyıllarca<br />

efendisi olan Türk boyları” (Çay1983: 10), anlayış, algılayış<br />

ve davranış örüntülerini gerçekleştirmede değer verdikleri<br />

hayvanları anlamlı birer sembol haline getirerek hayvan üslûbu<br />

etrafında edebiyatı, güzel sanatları, inançları kapsayan<br />

oldukça işlevsel bir faaliyetler sistemi kurmuştur. Ön Asya<br />

ve Doğu Akdeniz başta olmak üzere başka birçok sanatsal<br />

oluşumda hayvan motiflerinin yoğun olarak görülmesine<br />

rağmen, Türkler’in hayvan üslûbuna dayalı sanat anlayışına<br />

getirdiği zevkin inkâr edilemeyeceğine (Roux 2001: 292)<br />

dair kabul, Türkler’in, edebiyat, inanç, süs eşyası, petroglif,<br />

halı, kilim, at koşum takımları gibi birçok alanda hayvan motiflerini<br />

sembolleştirerek ve stilize ederek, bu üslûbu özgün<br />

ve üstün kıldıklarını göstermektedir.<br />

Türk milleti, hâkimiyet kurduğu coğrafyalarda, kendinden<br />

önce var olan sanat birikimi ile bütünleşmiş, kendi dünya<br />

görüşüne yönelik birikimi ile özgün ve renkli üslûbunu yaratarak,<br />

Türk Dünyası kültür anlayışını en canlı ve zengin şekilde<br />

ifade eden mimari, taş süslemeciliği, seramik, çini, halı<br />

ve kilim, kumaş dokumacılığı, ahşap süslemeciliği, maden<br />

süslemeciliği, kitap sanatları, cam süslemeciliği gibi birçok<br />

sanat dalında eşsiz eserler ortaya koymuştur. Bu eserler,<br />

bozkır kültürü dönemde, göçer evli yaşamın ve animistik<br />

inanç sisteminin sonucu olarak doğada var olan taş, kaya<br />

gibi unsurların üzerine işlenmiş ve resmedilmiş olarak, yerleşik<br />

düzene geçildikten sonraki dönemde insanların farklı<br />

ihtiyaçlarına çözüm olarak hayata geçirilmiş abidevî yapılar,<br />

camiler, hanlar, medreseler, evler, köprüler veya halılar,<br />

sehpalar, kitaplar, bardaklar, süs eşyaları gibi hem fayda<br />

sağlayan hem de sanat zevki taşıyan sayısız eşya ve varlık<br />

state structuresestablished as a result of immigrations.This<br />

unique life style, which is called as “Turkish steppe culture”<br />

(Kafesoğlu 1987), has been shaped within the framework<br />

of “animistic world view” and animistic beliefs; this situation<br />

has necessitated a harmonious existence of society<br />

with all the elements in the nature. This system of existence<br />

has diversified the concept of the society about the sky,<br />

the earth, the underground and all the beings in this area<br />

in an extremely effective way and this is accepted as active<br />

elements including plants, mountains, trees, rocks, water,<br />

fire, air, earth, mines, animals.Among them, the animal factor<br />

society carries importance and value in every aspect of<br />

life in terms of being the most indispensable to meet the<br />

vital needs such as nutrition, sheltering, dressing and hunting.<br />

Such an indispensable factor of the living space is not<br />

only a means of meeting life necessities but also a form of<br />

“animal style” taking place in every artistic entity reflecting<br />

the traditional world view of Turks, who have found animal<br />

style and used it in the embellishment and decoration of<br />

all the cultural products as a response to daily necessities.<br />

Thus, “the Turkish tribe master of the steppesthroughout<br />

the centuries” (Çay1983: 10) has established a highly functional<br />

system of activities around the animal style including<br />

literature, fine arts and beliefs by making the animals that<br />

they value a symbol in order to carry out the understanding,<br />

perception and behavior patterns. Although animal motifs<br />

are seen in many other artistic formations, especially in<br />

Asia Minor and Eastern Mediterranean Sea;the acceptance,<br />

which is about that the Turks bring about the pleasure for<br />

understanding of art based on the animal style (Roux 2001:<br />

292), shows that they make them unique and superior bysymbolizing<br />

and stylingthe animal motifs in many areas<br />

such as the literary, belief, ornament, petroglyph, carpets,<br />

rugs, horse harnesses.<br />

The Turkish nation becomes integrated with the works of art<br />

made before they came in its dominant geographies and has<br />

revealed many unique pieces in many art branches such as<br />

architecture, stone ornamentation, ceramics, tiles, carpets<br />

and cloths weaving,wood ornamentation, ornamentation of<br />

mines, book arts, glass ornaments expressing the Turkish<br />

world culture in the most vibrant and rich way by creating a<br />

unique and colorful style integrated with its own world view.<br />

These artifacts are depicted and painted on stone, rock, etc.<br />

as a result of nomadic life and animistic belief system in the<br />

steppe culture period. In the period after the permanent<br />

settlement; monumental structures, mosques, inns, madrasahs,<br />

houses, bridges or carpets, tables, books, glasses,<br />

ornaments have been spreadin all settlement areas in the<br />

territory of the Turkish worldfor centuries and have left their<br />

marks as numerous goods and means that both gain favor<br />

and carry artistic features.<br />

Common Heritage Fine Arts in Turkish People<br />

471<br />

Türkler’de Güzel Sanatlar


Common Heritage<br />

472<br />

Ortak Miras<br />

olarak yüzyıllarca Türk dünyası topraklarında tüm yerleşim<br />

alanlarına yayılmış, kalıcı izler bırakmıştır.<br />

İslâmiyet öncesine dayanan, “ordu- balık” (Esin 2003: 25-<br />

32) sisteminde şehirleşme yaklaşımı, İslâmiyet’ten sonra<br />

da sürmüş, Türk şehir yerleşimlerinin başlıca unsuru, idarî<br />

merkezlerin yanı sıra, cami, medrese, kervansaray mimarisi<br />

olmuştur. Cami mimarisi, aynı zamanda, yukarıda anılan sanat<br />

dallarının başlıca icra mekânı olmuştur. İslâmiyet öncesi<br />

Türk sanat yaratımları hakkındaki bilgiler, bir sıra Hun mezarlarını<br />

içine alan kurgan kazılarından, -ki bunların en ünlüsü<br />

Pazırık kurganlarıdır- petrogliflerden ve dikili taşlardan<br />

elde edilmiştir. Hun yaşam tarzı ve sanatı hakkında bizi aydınlatan<br />

kurganlar, yığma tepe altında mezar odaları şeklinde<br />

yapılmıştır. Bu mezar odalarında su sızıntılarının donması<br />

sayesinde, içerideki eşyalar, at ve mumyalanmış halde<br />

insan cesetleri, ölüyü mezara taşıyan araba gömüldüğü gibi<br />

muhafaza olabilmiştir. Cesetlerin kol ve bacakları dağ keçisi,<br />

geyik, kanatlı at ve pars, kaplan doğan gibi hayvan ve tamga<br />

dövmeleri ile süslenmiştir. Bunlar, bugüne kadar tespit edilmiş<br />

en eski dövmeler olduğu için dövme sanatının, dünyaya<br />

Türkler tarafından yayıldığına delil olarak kabul edilmektedir.<br />

Ölen kişinin atı yanında, geyik, dağ keçisi, at, koyun,<br />

grifon ve çeşitli efsanevî yırtıcı hayvanların, bitkilerin yer<br />

aldığı figüratif süslemelerle bezenmiş koşum takımları; yine<br />

hayvan ve bitki süslemeleriyle bezeli renkli kumaşlar, renkli<br />

keçe örtüler, masa, davul, ağaçtan oyma kaplar, kulplu kâse,<br />

vazo ve kepçeler, mezar duvarına asılmış örtüler, atların başına<br />

takılan boynuz, deri, ağaç ve keçeden yapılmış geyik<br />

maskeleri, cam boncuklar, altın levhalar bu kurganlardan<br />

elde edilen zengin malzemenin ve belgenin bir kısmıdır. Bu<br />

malzeme ve eşyaları süsleyen yırtıcı hayvan ve kuş figürleri<br />

çoğunlukla, ikili mücadele sahneleri içinde hareketli ve<br />

dinamik üslûpta işlenmiştir. Bunlar arasında keçe üzerine<br />

renkli aplike tekniği ile insan figürleri de yer almaktadır. Bu<br />

kurganlarda bulunan ve “Pazırık Halısı” olarak dünyaca üne<br />

kavuşan halı, yüksek kalitede dokuma ve iplik, son derece<br />

zengin ve kalabalık figür özellikleri dolayısıyla, eşsiz bir<br />

sanatkârlık ürünüdür. Gördes/ Türk düğümü ile dokunmuş<br />

ve 1.89x2m. ölçülerindeki halı, dışta yeleleri kesik, kuyrukları<br />

topuz şeklinde bağlı atlarıyla süvari figürleri, geyiklerin<br />

sıralandığı bir iç bordür, süvarilerle geyiklerin arasında yıldız<br />

motifinden oluşan yardımcı bordür ve ortada yirmi dört<br />

kare içinde güneş simgesi ile nilüfer çiçeğinin karışımından<br />

oluşan dört uçlu yıldızı andıran motiflerle bezelidir. Zemine<br />

serilmek amacıyla değil; süslemek üzere at örtüsü olarak<br />

dokunduğu tahmin edilen halıda, kırmızı zemin üzerine<br />

beyaz, sarı ve mavi renkler kullanılmıştır (Diyarbekirli 1972:<br />

47, 119- 128). M. Ö. II- III. yüzyıla tarihlenmiş olan halı, bilim<br />

dünyasında birtakım tartışmalardan sonra, bulunduğu kurgan<br />

ve çevresindeki yaşam tarzı, ölü gömme âdetleri, sanat<br />

gelenekleri değerlendirilerek, İç Asya’da geniş coğrafyalara<br />

In the”Ordu-Balıq” system of the approach of urbanization<br />

dated back to pre-islam (Esin 2003: 25-32), continued<br />

after Islam and became the main element of Turkish city<br />

settlements as well as mosque, madrasah and caravanserai<br />

architecture. The architecture of the mosque was also<br />

the main execution place of the above-mentioned arts.<br />

The information on pre-Islamic Turkish artifacts has been<br />

obtained from petroglyphs and obelisks, the most famous<br />

of which are the Pazyryk burials, from the excavations of<br />

Hun’s graves. ‘’Kurgan’’ (burial mound), which illuminates<br />

us about the life style and art of the Huns, is builts as a burial<br />

chamberunder the mound of hill. All of the staff in the<br />

grave such as personal belongings of death, horse, mummified<br />

bodies and a vehicle carring the death to the grave<br />

are kept as they are thanks to the freezing of water spills<br />

in these burial chambers.The arms and legs of the corpses<br />

are adorned with mountain goats, deer, winged horses,<br />

pars, tiger, goshawk and stamp tattoos. Because these<br />

are the earliest tattooshaving been found so far, the art<br />

of tattooing is regarded as evidence that it is spreadto the<br />

world by the Turks.Beside the horse of the deceased, the<br />

harnessesdecorated withvarious legendary predators such<br />

as deer, mountain goat, horse, sheep, griffin and figurative<br />

patterns related with plants; coloured clothesdecorated<br />

with animal and plant patterns; colourful felt carpets; table;<br />

drum; pots made with wood engraving; mug; vase and ladles;<br />

the rugs hanged on the wall of the grave; deer masksattached<br />

to the neck of the horses and made with horn,<br />

leather, wood and felt; glass beads and golden plates are<br />

a part of these rich material and the document obtained<br />

from these burial mounds.The predator animal and bird figures<br />

that embellish this material and the goods are mostly<br />

processed in a vigorous and dynamic style in dual fighting<br />

scenes. There are colored applique technique and human<br />

figures on the feltamong them.The carpet, which is found in<br />

these kurgan and is known as “Pazyryk Carpet”, is a product<br />

of unique craftsmanship due to its high quality woven and<br />

yarnas well as extremely rich and crowded figure features.<br />

The carpet, which is woven with Gördes / Turkish knot and<br />

measures 1.89x2 meter are decoreted with patterns found<br />

in the figure of cavalry whose horses’mane is cut and tale is<br />

in a bun in its external part, with internal border consisting<br />

of deers in order, with supporting border consisting of starts<br />

found between cavalries and deers and with the patterns<br />

resembling the four pointedstar consisting of lotus and sun<br />

symbol in the twenty-foursquarein the middle. It is supposed<br />

that this carpet is woven in order not to be rolled out,<br />

but to decorate for the rug of horse. White, blue and yellow<br />

colours are used on the red ground in this carpet (Diyarbekirli<br />

1972: 47, 119- 128). The carpet which is dated back<br />

to 2nd and 3rd century BC makes to the Hun Empire ruling


Türkler’de Güzel Sanatlar<br />

Common Heritage Fine Arts in Turkish People<br />

473


Common Heritage<br />

474<br />

Ortak Miras<br />

hâkim olan Hun İmparatorluğu’na mal edilmiş; böylece halı<br />

sanatının, dünyaya Türkler’in armağanı olduğu kabul görmüştür.<br />

Türkler, doğal çevrede bulunan malzemeyi işleyerek, yaşam<br />

sahneleri içinde olup bitenleri, inançlarını, sembollerini<br />

sanatkârane üslûpta yazı ve heykel olarak taşa nakletmiştir.<br />

Türk adının anıldığı ilk Türkçe metin olarak tespit<br />

edilen Göktürk Abideleri, kuzey Moğolistan’ın doğusunda<br />

yer alan Orhun Irmağı yakınında, VIII. yüzyılın ilk yarısında<br />

Göktürk Devleti’nin idarecileri Kül Tigin, Bilge Kağan ve vezir<br />

Bilge Tonyukuk adına dikilmiş anıtlardır. Kült Tigin Anıtı,<br />

büyük bir kaplumbağa heykelinin sırt kısmına oyuk açılarak<br />

oturtulmuştur. Kaplumbağa heykelinin yakınındaki sunak<br />

taşı, balballar ve koç heykelleri ile Abide çevresi bir külliye<br />

durumundadır. Güney Sibirya’daki Yenisey Vadisi’nde yer<br />

alan ve çoğu mezar taşı olan Yenisey Yazıtları, açık bir tarih<br />

taşımamakla birlikte Göktürk Abideleri’nden daha eski<br />

zamana uzanmaktadır. Mezar taşları ve petroglifler, hayvan<br />

mücadele sahnelerini ve avcıları içeren çizim ve kabartmalarla,<br />

Türkler’in hareketli ve doğa ile aktif ilişkisini yansıtan<br />

hayvan üslûbunun örnekleridir. Ayrıca, Saymalıtaş, Lena<br />

gibi Türk yerleşimlerinde tespit edilen petroglif ve heykeller<br />

de Türk inanç, duyuş, düşünce ve sanat anlayışının yansımalarıdır.<br />

Göktürkler’in ardından, Uygur heykellerinde de Türk hayvan<br />

üslûbu devam etmektedir. 745’te, Ötüken Yaylası’nda<br />

Karabalgasun şehrini merkez alarak devletleşen Uygurlar,<br />

over a large geographical area in Asia Minor by evaluating<br />

its artistic traditions, burial practices and life style in the<br />

kurgan and its around after a number of discussions in the<br />

scientific world.<br />

By processing the materials in the natural environment, the<br />

Turks conveyed their happiness, beliefs and symbols in the<br />

life stages to the stone as a writing and sculpture in the style<br />

of art. Göktürk Inscriptions, where thedesignation “Turks” is<br />

first mentioned as a Turkish text, are the monuments that<br />

are erected in the honor of Kul Tigin, Bilge Khagan and Vizier<br />

Bilge Tonyukuk the rulers of the Göktürks in the first<br />

half of 8th century in the Orkhon Valley found in the east of<br />

North Mongolia. The Kul Tigin Monument’s stone base is in<br />

the shape of tortoise. This monument is like a social complex<br />

with the altar, kurgan stelaes and ram statues found<br />

near the statue of tortoise. The Yenisei Inscriptions, which<br />

are located in Yenisei Valley in southern Siberia and mostly<br />

consist of grave stones, date back to older time than the<br />

Göktürk Inscriptions;however, it has not got an open date.<br />

Grave stones and petroglyphs are examples of animal style<br />

that reflects the animated and active relationship of the<br />

Turks with drawings and embellishments, including animal<br />

fighting scenes and hunters. In addition, petroglyphs and<br />

sculptures found in Turkish settlements such as Saymalitaş<br />

and Lena are also reflections of Turkish beliefs, feelings,<br />

thoughts and art.


Göktürkler’deki balbal geleneğine dayanan gerçekçi ve<br />

yeni bir heykel sanatı yaratmıştır. Dans, müzik, tiyatro, el<br />

sanatları, edebiyat alanlarında oldukça ilerlemiş ürünler<br />

veren Uygurlar, eski Türk dünya görüşü, Budizm ve Maniheizm<br />

etkileriyle harmanlanmış bir sanat anlayışına sahipti.<br />

Yerleşik hayata geçmiş olan Uygurlar, şehirleşme ve tapınak<br />

mimarisinde oldukça ustaydı. Sivil ve askerî mimarinin iç içe<br />

olduğu Uygur şehirlerinde, örneğin Hoço yakınındaki Kumul<br />

civarındaki, Murtuk Vadisi’ndeki tapınaklarda kubbeli plan<br />

tekniği uygulamış ve daha sonra Selçuklu ve Osmanlı mimarisinde<br />

sıklıkla görülecek olan kare yapılı bir plan üzerine<br />

kubbenin oturmasını sağlayacak ve “Türk Üçgeni” olarak<br />

anılacak üçgen geçişlerden yararlanılmıştır. Stupa tarzında<br />

mimari örnekler verilmiştir. Yanı sıra Uygurlar, dikdörtgen<br />

veya kare biçimli oyulmuş mağara tapınakları yapmışlardır.<br />

Ordu- balık sisteminin görüldüğü şehirlerde, dörtgen planda,<br />

sur ve gözetleme kuleleriyle çevrili, tüm yolların idarecilerin<br />

mekânına çıktığı yaşam alanları kurulmuştur. Uygurlar<br />

döneminde Karabalgasun, Hoço, Beş Balık, Murtuk, Bezeklik,<br />

Kızıl şehirleri birer sanat merkezi haline gelmiştir. VIII.<br />

yüzyıldan IX. yüzyıl sonuna kadar uzun bir zamana yayılan<br />

Eski Türk resim sanatı, Uygur dönemi ürünleri ile yepyeni bir<br />

çehreye kavuşmuştur. Eski Uygur şehir harabelerinde tespit<br />

edilen Budist ve Maniheist duvar resimleri ve minyatürler,<br />

VIII ve IX. yüzyıllara dayanmaktadır. Rahiplerin, müzisyenlerin<br />

tasvir edildiği, koyu mavi ve kırmızı yoğunlukta parlak<br />

renklere sahip bu resimler, sıralama halinde ve simetrik<br />

düzene göre kompoze edilmiştir. Böylece Türk resim sanatına<br />

yüz ifadesi, bireysellik taşıyan insan figürleri girmiştir.<br />

Uygurlar’dan kalan minyatürler, Maniheist kitap sayfalarında<br />

yer almaktadır ve dinî- dünyevî sahneleri canlandırmaktadır.<br />

Ayrıca Mani tapınaklarında muhafaza edilen ve<br />

âyinlerde kullanılan büyük resimli sayfalar ve sancaklar da<br />

bu dönemin resim sanatına ait ürünleridir. Büyük ve sade<br />

kompozisyonların, kızıl kahverengi tonlarında işlendiği Uygur<br />

minyatürleri, Türk İslâm minyatürünün temeli olmuştur.<br />

Bu minyatürleri yer aldığı Uygur kitapları, kendi imal ettikleri<br />

kağıtlardan oluşuyor, kamış kalemle yazılıyordu (Esin 2003:<br />

25- 114; Aslanapa 1992: 295- 309).<br />

İslâmiyet’ten önce İran’dan Doğu Türkistan’a kadar büyük<br />

coğrafyada Türkler’in gerçekleştirdiği mimari ve sanatsal<br />

yapılanmayla başlayan gelenek ve gelişme, Anadolu Türk<br />

mimarisinin, temeli olmuştur. İslâmiyet, VIII. yüzyıldan itibaren,<br />

Türk yerleşiminin batı bölgelerinden ilerleyerek Horasan<br />

yoluyla Türkler’e nüfuz etmeye başlamış, X. yüzyılda<br />

Müslümanlığı devlet dini olarak kabul eden Karluk Türkleri,<br />

Karahanlı adını almış ve XIII. yüzyıl başlarına kadar hüküm<br />

sürmüştür. Örneğin, bugünkü Özbekistan’da, Tim’de yer<br />

alan 978 tarihli “Arap Ata Türbesi”, Karahanlılar’dan kalan<br />

en eski eserdir. Gelişmiş cephe yapısı, yonca biçiminde üç<br />

dilimli köşe geçişleri ile yenilikçi bir yaklaşımla inşa edilen<br />

After the Göktürkler, the Turkish animal style continues in<br />

the Uighurs’ sculptures. In 745, Uighurs, who became state<br />

by taking center of Karabalgasun city in Ötüken Plateau,<br />

created a realistic new sculpture art based on the balbal<br />

tradition in Göktürkler. Uighurs, who gave quite advanced<br />

products in dance, music, theater, handicrafts and literature,<br />

had an artistic understanding blended with the effects<br />

of the ancient Turkish worldview, Buddhism and Maniheism.<br />

The Uighurs, who had a resident life, were very good at urbanization<br />

and temple architecture. In the Uyghur cities<br />

where civil and military architectures are intertwined, for example,<br />

dome shapedplan technique was appliedin the Hoço<br />

near Kumul and in the temples of Murtuk Valley. Later, the<br />

pendentive known as “Turkish triangles”provides the dome<br />

subside on asquare shaped plan that will be seen frequently<br />

in Seljuk and Ottoman architecture.Stupa style architectural<br />

examples are made. Besides all, The Uighursmade rectangular<br />

or square carved cave temples. In the cities where<br />

“Ordu-Balıq” system is seen, the living spaces that is quadrangular<br />

and surrounded by city walls and watchtowersare<br />

formed as itsroads reach to the places of the rulers. During<br />

the Uighur period, Karabalgasun, Hoço, Beş Balık, Murtuk,<br />

Bezeklik and Kızıl cities became art centers.Old Turkish<br />

painting art that spreads to a long time from 8th century<br />

until the end of9th centuryhas brought a brand new facade<br />

with products of Uygur period. Buddhist and Maniheist wall<br />

paintings and miniatures found in ancient Uighur city ruins<br />

dates back to the 8th and 9th centuries. These paintings,<br />

which have bright colors in dark blue and red intensity, depicts<br />

the priests and musicians, are arranged according to<br />

order and symmetrical scheme.In this way, human figures<br />

carrying individuality and facial expressions have entered in<br />

the Turkish painting art. The miniatures remained from the<br />

Uighurs are on the pages of the Maniheist book and revitalize<br />

religious and secular scenes. In addition, the large picture<br />

pages and banners which are kept in the Mani temples<br />

and used in the rituals are the products of the art of this<br />

period. Uighur miniatures, in which large and simple compositions<br />

are processed in reddish brown tones, are based<br />

on the Turkish Islamic ministry. The Uyghur books in which<br />

these miniatures were found consisted of the paper they<br />

had manufactured and were written with a reed pen(Esin<br />

2003: 25- 114; Aslanapa 1992: 295- 309).<br />

The tradition and development that started with the architectural<br />

and artistic constructions realized by the Turks in the<br />

great geographical region from Iran to East Turkistan before<br />

Islam became the basis of Anatolian Turkish architecture. Islam<br />

began to pass the Turks through Khorasansince the 8th<br />

century by moving the western regions of Turkish location.<br />

Karluk Turks, who accepted Muslims as state religion in the<br />

9th century, took the name of Karahanlı and ruled until the<br />

Common Heritage Fine Arts in Turkish People<br />

475<br />

Türkler’de Güzel Sanatlar


Common Heritage<br />

476<br />

Ortak Miras<br />

bu eser, imar faaliyetinde Anadolu’yu Türk yurdu yapmaya<br />

katkı sağlayacak mimarlara düşünsel bir miras bırakmıştır.<br />

Özkent’teki 1012 tarihli Nasr bin Ali Türbesi, 1152 tarihli<br />

Celâleddin Hüseyin Türbesi ve 1187 tarihli Muhammed bin<br />

Nasr Toğrul Türbesi süslemeleri ve kitabeleri; aynı zamanda<br />

kare plan üzerine kubbeli tuğla yapılanması ile sonradan<br />

gelecek tek kubbeli cami ve türbelerin ilham kaynağı<br />

olmuştur. Mihrap önünde ibadet edilen her iki kısım genişliğinde<br />

kubbe, Selçuklular’dan önce Gazneliler döneminde<br />

Bust yakınında Sultan Mahmud’un Leşker- i Bâzâr Ulu Camii’nde<br />

çıkmıştır. Selçuklular, bu önemli gelişmeleri dikkate<br />

alarak mihrab önü kubbesi ile dört eyvanlı planın görüldüğü<br />

âbidevî bir cami mimarisi yaratmışlardır. Selçuklu dönemiyle<br />

birlikte Anadolu’nun idarî, ekonomik, edebi, dinî, ilmî bakımdan<br />

Türkleşmesinin ciddi adımları atılmış, cami, mescit,<br />

medrese, türbe, han gibi çeşitli ve büyük bir yapı faaliyeti de<br />

gerçekleşmiştir. Bu yapılarda Selçuklular’ın başlıca malzemesi<br />

taştır. Taş, dinî ve sivil mimaride eşsiz bir ustalık ve ince<br />

bir zevkle işlenmiştir. Orta Asya bezeme geleneğini taşıyan<br />

figüratif ve hareketli sahneler, zamanla stilize olarak, dönüşerek<br />

soyutlaşmış ve Anadolu Selçuklu sanatında “rûmî”<br />

adlı bezeme unsurunu meydana getirmiştir (Esin 2003: 21).<br />

Rûmî, hayvan figürlerinin ve birbirine girişik hayvan mücadele<br />

sahnelerinin kıvrımlı, iç içe yapraklar ve filizler şeklinde<br />

yoğun üslûplaşmış devamıdır. Selçuklu taş süslemesinde<br />

rûmî anlayışı yanında, hayat ağacı temsili, üç dilimli palmet<br />

motifi, bitkisel ağlar sık görülür. Yarım ve tam palmetlerin<br />

uçlarında oluşan düğüm benzeri kıvrımlar Türk bezeme sanatının<br />

belirgin özelliğidir. Bordür olarak zincir benzeri veya<br />

lotusa benzer yaprak uygulamaları boldur (Öney 1992: 11-<br />

12). Selçuklu taş işlemeciliğinde hayvan figürleri sembolik<br />

anlam taşır. Örneğin kartal, boğa, ejder ve aslan, yapılarda<br />

güç sembolü olarak yer alır. Nitekim, çift başlı kartalı sultanlığının<br />

simgesi olarak seçen Alaeddin Keykubad’ın Beyşehir’de<br />

yaptırdığı Kubad- Âbad Sarayı’ndaki bir çinideki<br />

kartal gövdesi üzerinde “es sultani” yazısı, düşünce ve inanç<br />

sistemindeki kartal sembolizminin görünürlük kazandığı örneklerden<br />

biridir. Konya Alâeddin Camii, Malatya Ulu Camii,<br />

Diyarbakır Ulu Camii, Kayseri Hacı Kılıç Camii, Dunaysır Ulu<br />

Camii, Divriği Ulu Camii Selçuklu dönemi dini yapılarından<br />

sadece birkaçıdır. Her biri, taş süslemeleriyle üstün yaratıcılık<br />

örneği sergileyen bu yapılar arasında Divriği Ulu Camii,<br />

Şifahânesi ve türbesi, mimari özellikleri ve hem hayvan üslûbunu<br />

sürdüren, büyük boyutlu hayat ağacı, meyve temsillerinin<br />

görüldüğü, hem de geometrik düzenlemelerin bolca<br />

yer aldığı süsleme üslûbu bakımından göz kamaştırıcıdır.<br />

Selçuklu dönemi cami mimarisinde, çoğunlukla taşıyıcı sütunlarla<br />

büyük mekânın üzerine örtü sisteminin oturtulması<br />

şeklinde uygulanan planlar görülmektedir. Beylikler dönemi<br />

ise Selçuklu sanatının temellerine dayanarak yeni tarzlarla<br />

Osmanlı mimarisinin gelişimini hazırlayan bir devirdir.<br />

beginning of the 13th century.For example, “Arab Ata Tomb”<br />

that is found in Tim todayin Uzbekistan with the date of 978<br />

year is the oldest remaining from the Karahanlı.This work,<br />

which was constructed with an advanced facade structure<br />

and an innovative approach with three-cornered corners in<br />

the form of alfalfa, has left an intellectual heritage with the<br />

architects who will contribute Anatolia to Turkish citizenship.At<br />

the same time, ornaments and inscriptions of Nasr<br />

bin Ali Tomb dated with 1012 in Özkent, Celâleddin Hüseyin<br />

Tomb dated with 1152 and Mohammad bin Nasr Toğrul Tomb<br />

dated with 1187 became the inspiration source for the single<br />

domed mosque and the tombs that will come later with<br />

the construction of the domed brick on the square plan.<br />

The dome, which was used to worship in front of the mihrab,<br />

was found in the Leşker-i Bâzâr Ulu Mosque of Sultan<br />

Mahmud found near Bust in the period of the Ghaznevids<br />

before the Seljuks. Taking these important developments<br />

into consideration, the Seljuks created amonumentalmosque<br />

architecture where the dome in front of the mihrab<br />

and fourvaulted or domed space recessed from a central<br />

hall or court were seen. Anatolia’s administrative, economic,<br />

literary, religious and scientific aspects of the Turkization<br />

have taken serious steps along with the Seljuk period and<br />

various activities such as mosque, mosque, madrasa, tomb<br />

and inn have been realized. The main material of the Seljuks<br />

in this structures is stone. The stone has been crafted<br />

with a unique mastery and delicacy in religious and civil architecture.The<br />

figurative and animated scenes carrying the<br />

tradition of Central Asia decoration techniques have been<br />

stylized, transformed and created the decoration element<br />

called as “Rumi Motif” in Anatolian Seljuk art (Esin 2003:<br />

21). Rumi motif is the intensely stylized in the shape of animal<br />

figures and intertwined animal fighting scenes in the<br />

form of curves, interwovenleaves and offshoots.In addition<br />

to the rumi motif of the Seljuks’ stone decoration, a tree of<br />

life representation, palmette motifwith three cusp, vegetal<br />

nets are seen mostly. The knots formed at the ends of<br />

the half and full palmetts are the distinctive feature of the<br />

Turkish decoration art. As border, leaf applications such as<br />

chain or lotus are so much (Öney 1992: 11- 12). The animal<br />

figures in Seljuk stone working have symbolic significance.<br />

For example; the eagle, the bull, the dragon and the lion<br />

are symbols of power in the structures.As a matter of fact,<br />

the writing “es sultani” on a body of a eagle in the Kubad-<br />

Âbad Palace made in Beyşehir by Alaeddin Keykubad chosing<br />

the double headed eagle as the symbol of sultanate is<br />

one of the examples where the eagle symbolism in the system<br />

of thought and belief earned visibility. Konya Alâeddin<br />

Mosque, Malatya Grand Mosque, Diyarbakır Grand Mosque,<br />

Kayseri Hacı Kilic Mosque, Dunaysir Grand Mosque, Divriği<br />

Grand Mosque are some of the religious structures of the


Selçuklu dönemindeki figüratif zenginlik, yerini rûmîlere,<br />

geometrik kompozisyonlara ve yazılı bordürlere bırakmıştır.<br />

Erken Osmanlı devrinde ise Bursa Alâeddin Cami gibi tek<br />

kubbeli camiler, Bursa Orhan Camii gibi zaviyeli plan uygulanmış<br />

camiler ya da yine Bursa Ulu Cami gibi çok kubbeli<br />

ulu camiler olarak farklı plan tiplerinde cami örnekleri görülmektedir.<br />

Osmanlı İmparatorluğu’nun ilerleyen yıllarında<br />

ekonomik gücün artmasıyla, büyük kalabalıkların aynı anda<br />

ibadet yapmasına olanak tanıyacak daha geniş iç mekânlı<br />

cami planlarına yönelim başlamıştır. Yanı sıra, yapıların<br />

İmparatorluğun maddî gücünü gösteren mermer gibi malzemeyle<br />

kaplanması gibi ihtişamlı görünüme ulaşmayı hedefleyen<br />

çözümler uygulanmıştır. XV. yüzyılın ikinci yarısına<br />

ve XVI. yüzyıla, yani İmparatorluğun en parlak dönemine<br />

gelindiğinde, Osmanlı mimarisini o zamana dek besleyen,<br />

tüm birikim, Mimar Sinan’ın yaratıcı yeteneği ile bir araya<br />

gelerek evrensel ölçekte şaheser yapıların ortaya konacağı<br />

görkemli bir dönem yaşanmıştır. Mimar Sinan, başlıca<br />

eserleri İstanbul’da Şehzade Camii, Süleymaniye Camii, Beşiktaş<br />

Sinan Paşa Camii, Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii,<br />

Kasımpaşa Piyale Paşa Camii, Tophane Kılıç Ali Paşa Camii<br />

ve Edirne’de dördü duvarlardan koparılmış sekiz ayağın taşıdığı<br />

31.50m. çapındaki kubbesiyle mekân bütünlüğünün<br />

muazzam derecede korunduğu Selimiye Camii ile Osmanlı<br />

İmparatorluğu’nda ekonomik refahın mimarlık ile birlikte<br />

tüm güzel sanat dallarına yansıdığı klasik dönemin öncü<br />

ismidir. Mimarlık alanında klasik dönemin ardından, doğal<br />

olarak Mimar Sinan’ın tasarım anlayışının etkileri sürmekte-<br />

Seljuk period.<br />

Among these structures, each of which exhibits superior<br />

creativity with stone ornaments, the Divriği Grand Mosque,<br />

Hospital and Tomb are dazzling in terms of the decorative<br />

style in which the architectural features and the large-scale<br />

life tree, fruit representations, and geometrical arrangements<br />

are given a wide place.In Seljuk period in mosque<br />

architecture, there are plans which are applied in the form<br />

of covering system over large area with mostly carrier columns.<br />

The period of principalities is based on the bases of<br />

the Seljuk art and is a period that prepares the development<br />

of Ottoman architecture with new styles. The figurative richness<br />

of the Seljuk period left its place in rumi, geometrical<br />

compositions and written borders.<br />

In the Early Ottoman era, examples of mosques in different<br />

plan types are seen as single-domed glasses such as Bursa<br />

Alâeddin Mosque, favorably planned glass such as Bursa<br />

Orhan Mosque or multi-domed grand glasses such as Bursa<br />

Ulu Mosque. In the later years of the Ottoman Empire,<br />

with the increase of economic power, it started to lead to<br />

wider interior mosque plans that would allow large crowds<br />

to worship at the same time.In addition, solutions aimed at<br />

achieving magnificent appearance such as the marble-like<br />

covering of the structures showing the material power of<br />

the Empire were applied. When it comes to the second half<br />

of the 15thcentury and the 16th century that was a magnificent<br />

period of the Empire, all the accumulation that fostered<br />

Ottoman architecture until that timeprovided to be<br />

lived a magnificent period in the terms of universal scale<br />

masterpieces by coming together with the creative talent of<br />

Mimar Sinan. With his main works such as Şehzade Mosque,<br />

Süleymaniye Mosque, Beşiktaş Sinan Paşa Mosque, Edirnekapı<br />

Mihrimah Sultan Mosque, Kasımpaşa Piyale Paşa<br />

Mosque, Tophane Kılıç Ali Paşa Mosque and Selimiye<br />

Mosque with its dome at just over 31,5 meters andresting<br />

on eight pillars in Edirne, Mimar Sinan is the pioneer name<br />

of the classical era in which the economic prosperity of the<br />

Ottoman Empire is reflected in all the fine arts branches together<br />

with architecture. Following the classical period in<br />

the field of architecture, the effects of the design concept<br />

of Mimar Sinan naturally continue. For example, the Sultan<br />

Ahmed Mosque was built with the idea of the design that<br />

he applied at the Şehzade Mosque.After the Sultan Ahmed<br />

Mosque, the generation of Mimar Sinan’s students continued<br />

his architectural activities in Istanbul and other cities,<br />

but the large planned and original planned mosque was<br />

not built; architectural activity has gradually lost its former<br />

greatness. Nuru Osmaniye Mosque, Lâleli Mosque and<br />

Nusretiye Mosque, which were built under the influences of<br />

Western art movements in the midde of 18th century and in<br />

Common Heritage Fine Arts in Turkish People<br />

477<br />

Türkler’de Güzel Sanatlar


Ortak Miras<br />

Common Heritage<br />

478


Türkler’de Güzel Sanatlar<br />

Common Heritage Fine Arts in Turkish People<br />

479


Common Heritage<br />

480<br />

Ortak Miras<br />

dir. Örneğin, Sultan Ahmed Camii, O’nun Şehzade Camii’nde<br />

uyguladığı tasarım fikrinden hareketle inşa edilmiştir. Sultan<br />

Ahmed Camii’nin ardından, Mimar Sinan’ın öğrencileri<br />

olan nesil, İstanbul’da ve diğer şehirlerde mimarî faaliyete<br />

devam etse de büyük mekânlı ve özgün planlı cami yapılmamış;<br />

mimari faaliyet, giderek eski azametini yitirmiştir.<br />

XVIII. yüzyıl ortasında ve XIX. yüzyılda Batılı sanat akımlarının<br />

etkisiyle inşa edilen Nûru Osmaniye Camii, Lâleli Camii,<br />

Nusretiye Camii de geleneksel Türk mimari anlayışında yeni<br />

açılımlara örnektir.<br />

Türkler’de medreselerin, Şiiliğe karşı Sünniliği yaymak ve<br />

devlet çalışanı yetiştirmek amacıyla ilk kez XI. yüzyıl başlarında<br />

Gazne’de kurulmuş olmasına karşın, Gazneli medreselerin<br />

mimari özelliklerine ilişkin bilgi yoktur. Selçuklular<br />

ise medreseleri devlet teşkilatı haline getirmiş, devlet çalışanlarını<br />

bu, yatılı öğretim kurumlarında yetiştirmiştir. Karahanlı<br />

ve Gazneli mimarisinde uygulanan dört eyvanlı plan<br />

tipini Selçuklular medreselerine ve camilerine uygulamıştır.<br />

Beylikler döneminde Selçuklular’da olduğu gibi açık bir avlu<br />

etrafını kuşatan odalardan ve çevresindeki üç veya dört eyvandan<br />

oluşmaktadır (Öney 2007: 17).<br />

Karahanlılar’ın “ribat” adını verdiği kervansaray mimarisi<br />

ise, Gazneliler’de ve Büyük Selçuklular’da gelişmiş, Anadolu<br />

Selçukluları’nda zirveye ulaşmıştır. Başlangıçta sınır<br />

güvenliğini sağlamak üzere askerî kaygılarla inşa edilen<br />

bu kervansaraylar, Anadolu Selçukluları’nın yüksek kültürünü,<br />

duyuş ve düşünüş zevkini sanatsal dil ile ifade eden<br />

en önemli abidevî yapılardır. Türk milletinin insan severlik<br />

ve hayır severlik duygularının hayata geçişi olarak, Anadolu’nun<br />

farklı noktalarında, tamamen kesme taştan ve saray<br />

ihtişamında inşa edilmiş, işlenmiş yüzden fazla kervansaray<br />

bulunmaktadır. Bunların dokuzu Selçuklu sultanları tarafından<br />

yaptırılan “sultan han”, diğerleri, vezirler, emir gibi devlet<br />

adamları tarafından yaptırılan yapılardır. Bunların en eskisi<br />

olan, Aksaray- Kayseri yolundaki Alay Han, portalindeki<br />

iki gövdeli aslan kabartması ve geometrik süslemeye geçişin<br />

en eski örneklerini taşıması bakımından ayrıcalıklıdır.<br />

Beylikler döneminde, Selçuklular’da görülen ticaret yolları<br />

üzerinde uzun mesafeler arası kervansaraylardan çok, şehir<br />

içinde konaklamaya ve ticaret yapmaya olanak tanıyan<br />

mekânlar olarak “han”lar ağırlık kazanmıştır. (Öney 2007:<br />

26). Önceden işlek olan ticarî yol güzergâhları, Osmanlı İmparatorluğu<br />

ile birlikte değişmiştir, toprak genişlemiştir. Bu<br />

durumda, aralarında Mimar Sinan’ın da yaptığı bir çok kervansaray<br />

inşa edilmiştir.<br />

Orta Asya sahasında göçer evli ve zaman zaman bazı dış<br />

kültürlerle etkileşim yaşayıp farklı inanç sistemleri içinde<br />

yer alsalar da esasen, Gök Tanrı inancına ve animistik dünya<br />

görüşüne sahip Türkler, İslâmiyet’in kabulü ve yaygınlaşthe<br />

19th century, are examples of new developments in the<br />

traditional Turkish architectural understanding.<br />

Although the madrasahs in Turks were first founded in<br />

Ghaznavid State at the beginning of the 11th century in order<br />

to spread the Sunnism against Shiism, there is no information<br />

about the architectural features of themadrasahsin<br />

Ghaznavid State. The Seljuks have made the madrasahs a<br />

state organization and have trained government employees<br />

in boarding educational institutions. Fourvaulted or<br />

domed spaces recessed from a central hall or court found<br />

in theKarakhanid and Ghaznavid architecture are also applied<br />

to the schools and mosques in the Seljuks. As in the<br />

Seljuk period during the period of principalities, it consists<br />

of three or four vaulted or domed spaces recessed from a<br />

central hall or court and rooms surrounding the open courtyard<br />

(Öney 2007: 17).<br />

Caravanserai architecture, which the Karakhanids named<br />

as “ribat”, developed in the Ghaznavids and Great Seljuks<br />

Empire and reached to the summit in the Anatolian Seljuks.<br />

These caravanserais built with military concerns to provide<br />

border security at the beginning are the most important<br />

monumental structures expressing the high culture, idea<br />

and style of Anatolian Seljuks with their artistic language.<br />

There are more than a hundred caravanserais built withface<br />

stone and in the magnificence of the palace at different<br />

points of Anatolia as the passion of the Turkish people’s humanity<br />

and charitable affection. Nine of them are the sultan<br />

hans built by the Seljuk sultans, others are built by statesmen<br />

such as viziers and reis. The oldest of them, which is<br />

Alay Han found on the Aksaray-Kayseri road, is privileged in<br />

that it carries the oldest examples of two-body lion reliefs<br />

and geometric ornamentation on the portal.In the period<br />

of principalities, “han” (public houses) gained importance<br />

as the places that allow to stay and trade in the city rather<br />

than long distance caravansaries on trade routes seen<br />

in Seljuks (Öney 2007: 26). The commercial road routes<br />

that were well traveled road before have changed with the<br />

Ottoman Empire and the land has expanded. In this case,<br />

many caravanseraiswere built and some of them were built<br />

by Mimar Sinan.<br />

Although they are migrant settlers in Central Asia and occasionally<br />

interacting with some foreign cultures and taking<br />

part in different belief systems, the Turks that have a belief<br />

in Tengrism and an animistic world view have a serious rule<br />

about the representation limitation in the field of fine arts<br />

with acceptance and spread of Islam.In this case, Turkish<br />

artists even chose the method of extreme styling to express<br />

themselves in harmony with Islam. Symbolic animal<br />

motifs abstracted and turned to the appearance of plants;


ması ile birlikte, güzel sanatlar alanında ciddî bir tasvir kısıtlaması<br />

kuralı ile karşı karşıya kalmıştır. Bu durumda, Türk<br />

sanatçılar, İslâmiyet ile uyumlu olarak kendini ifade etmek<br />

üzere daha da hattâ aşırı üslûplaşma yöntemini seçmiş ve<br />

sembolik hayvan motifleri soyutlaşarak bitki görünümüne<br />

yönelmiş, dahası, yazı ve geometrik süslemeler, güzel sanatlarda<br />

yeni ve uzun soluklu bir süsleme anlayışı olarak<br />

itibar kazanmıştır. Yukarıda değinildiği gibi, Türk şehir yerleşiminde<br />

köşkler, saraylar, kervansaraylar, türbeler, köprüler,<br />

evler, çeşmeler, medreseler ve özellikle camiler, sanat<br />

dallarının neredeyse her birinin icra mekânı olmuştur. İslâm<br />

dininde hareketli varlıkların tasvirine yönelik tutucu yorumlar,<br />

İslâmiyet sonrası Türk sanat geleneğinin hemen bütün<br />

dallarında taş, ahşap, maden, kâğıt, toprak, cam malzeme<br />

üzerinde figüratif bezemenin kısıtlanarak bitkisel ve geometrik<br />

bezemenin artmasını ve özellikle hat sanatının da<br />

geniş uygulama alanı kazanmasını doğurmuştur. Zaten Allah’ın<br />

kelâmı olan Kur’an- ı Kerim insanoğluna yazı vasıtasıyla<br />

ulaştığı için İslâmiyet’te yazıya ve güzel yazı/ hüsn- i<br />

hat sanatına çok kıymet verilmiştir. Anadolu’da taş işçiliğinin<br />

hat sanatı ile bütünleştiği cami portalleri, kitabeler, çeşmeler<br />

gibi pek çok örnek görmek mümkündür. Taş işçiliğinin<br />

mimari örnekleri dışında en yaygın uygulama alanlarından<br />

biri mezar taşları ve o mezar taşlarındaki üstün nitelikli hat<br />

sanatıdır. Mezar taşı üzerinde hat sanatının kabartma olarak<br />

son derece etkileyici tarzda, adeta dantel gibi işlendiği<br />

örnekler, Ahlat’taki Selçuklu Mezarlığı’nda toplu olarak<br />

bulunmaktadır. Burada, XI.- XIV. yüzyıllara tarihlenen 8000<br />

moreover, writing and geometric ornaments gain reputationas<br />

a new and long-lasting sense of ornamentation in<br />

fine arts. As mentioned above; mansions, palaces, caravanserais,<br />

tombs, bridges, houses, fountains, madrasahs<br />

and especially mosques have been the execution places<br />

of almost all of the art branches in the Turkish city settlement.The<br />

conservative interpretations of the representation<br />

of moving objects in Islamic religion have resulted in the<br />

increase of herbal and geometric decoration and gaining<br />

wide application area in particular of calligraphy by restricting<br />

the figurative decoration on stone, wood, mine, paper,<br />

soil and glass material in almost all branches of Turkish art<br />

tradition after Islam. Because the Qur’an that is the word<br />

of Allah is already reached to the people by the means of<br />

writing,hüsn- i hatmeaning calligraphyhas been highly valued<br />

in Islam. In Anatolia, it is possible to see many examples<br />

such as mosque portals, inscriptions, fountains in which<br />

stone workmanship integrates with the art of calligraphy.<br />

Apart from the architectural examples of stone workmanship,<br />

some of the most common applications are tombstones<br />

and high-grade calligraphy on the tombstones. The<br />

examples on the tombstone, which are very impressive as a<br />

relief of calligraphy and are processed like lace, are collectively<br />

found in the cemetery of the Seljuks in Ahlat. Here,<br />

approximately 8,000 small tombstones dated back to the<br />

11th – 14th centuries cover an area of 210,000 square meter.<br />

In the line art that brings together the text and the picture,<br />

the texts are not arbitrary; the distance between the<br />

letters, the interposition of the letters and etc. are written<br />

according to certain rules by taking into account the criterias<br />

such as letters in cursive. In Ottoman calligraphy, there<br />

are many types of writing, including kufi, sülüs, nesih, ta’lik,<br />

reyhani, muhakkak, rik’a. Not only architectural elements,<br />

but also plates, edicts, vases, chests and other items are<br />

decorated with this type of writing.One of the areas where<br />

Ottoman masters are most successful in calligraphy is the<br />

“stack” made up of a word or phrase arranged side-by-side<br />

by forming a desired composition according to the writing<br />

style in order to obtain a beautiful appearance. The tughra<br />

that replaces the signature of the Sultan is also a stack. The<br />

stacks that were in the style of writing-painting made by<br />

changingthe forms of the letters and putting together in<br />

different arrangementswere quite popular among the Ottoman<br />

calligraphers.The flowers, ewer, mosque, boat, bird<br />

and lion figures were mostly processed in the writing and<br />

picture stacks. Moreover, the hilye writing (description of<br />

the Prophet Muhammad) that is developed in divan literaturebecause<br />

of the acceptance of Islam and not drawing<br />

the picture has become a visual product that describes the<br />

beauty and body features of the Prophet Muhammad with<br />

Common Heritage Fine Arts in Turkish People<br />

481<br />

Türkler’de Güzel Sanatlar


Common Heritage<br />

482<br />

Ortak Miras<br />

civarında irili ufaklı mezar taşı, 210.000 m²lik bir alanı kaplamaktadır.<br />

Yazı ile resmi bir araya getiren hat sanatında, yazılar, gelişigüzel<br />

değil; harfler arasındaki mesafe, harflerin birbirine<br />

girişikliği gibi ölçütler göz önünde tutularak, belli kurallara<br />

uyarak yazılır. Osmanlı hat sanatında başlıcaları kûfi, sülüs,<br />

nesih, ta’lik, reyhani, muhakkak, rik’a olmak üzere birçok<br />

yazı çeşidi vardır. Bu yazı çeşitleri ile, sadece mimari unsurlar<br />

değil, levhalar, fermanlar, vazo, sandık gibi eşyalar<br />

da süslenmiştir. Hat sanatında Osmanlı ustaların en başarılı<br />

olduğu alanlardan biri, güzel bir görünüm elde etmek<br />

üzere, bir sözcüğün veya cümlenin yazı çeşidine göre, arzu<br />

edilen şekilde bir kompozisyon oluşturarak üst üste, yan<br />

yana dizilmesiyle yapılan “istif”tir. Padişah imzası yerine<br />

geçen tuğralar da birer istiftir. Harflerin biçimlerini bir parça<br />

değiştirip farklı düzenlerde bir araya getirerek yapılan yazı<br />

içinde resim, resim içinde yazı ortaya koyan yazı- resim tarzında<br />

istifler de Osmanlı hat sanatçıları arasında oldukça<br />

yaygındı. Yazı- resim istiflerinde en çok çiçek, ibrik, cami,<br />

kayık, kuş, aslan figürleri işlenirdi. Dahası, İslâmi kabul dolayısıyla<br />

resmi çizilemediği için divan edebiyatında gelişen<br />

hilye yazıcılığı, bir güzel sanat üslûbu olarak, İstanbullu hat<br />

sanatçıları tarafından duvara asılan levhalara taşınmış Hz.<br />

Muhammed’in vücut özelliklerini, güzelliğini anlatan görsel<br />

birer ürün haline gelmiştir.<br />

Çini sanatı, ilk örnekleri Orta Asya’da görülen Türk seramik<br />

sanatının bir dalıdır. Mimaride temel süsleme unsurlarından<br />

the work of the calligraphers from Istanbul as a fine art style.<br />

Tile art is a branch of Turkish ceramics art whose first examples<br />

are seen in Central Asia. The art of tile, which is<br />

one of the basic decoration elements in the architecture,<br />

has always been applied in the Seljuks and Ottomans in<br />

the interior and exterior decoration of different structures<br />

such as mosque, madrasah, tomb and palacein search of<br />

innovation and maturation. Among the people, the tile are<br />

regarded as wall ceramic and usually connected to architecture;<br />

but the ceramics are used as ceramic materials for<br />

their use.In the past, whilethe word “kaşi” was used for wall<br />

tile, the word “evani” was used for ceramics as a domestic<br />

utensils (Öney 1992: 93). Tiles obtained by many different<br />

techniques such as engraving, scraping, mosaics, colored<br />

glazes, minai ware,polishing decorated many structures in<br />

Central Asia during the Great Seljuk period such as Kırmız<br />

Dome,Yuvarlak Dome and Kabud Dome in Meraga in Azerbaijan<br />

as well asMümine Hatun Dome in Nakhichevan.<br />

During the Anatolian Seljuk period, the mosque walls are<br />

seen as monochrome, mostly green, purple, dark blue, turquoise<br />

and made in mosaic technique.The walls of Alaeddin<br />

Mansion and Kubad-Ābad Palace are decorated with<br />

a lot of stars and tiles in the shape of octagon. Sahip Ata<br />

Tomb and Mosque, Karatay Madrasah and Sırçalı Madrasah<br />

have a very rich tiles including geometric arrangements,<br />

cufic and naskh, patterns such as star, flower and bird. In<br />

the early Ottoman period, yellow and green were added to<br />

the color varieties in tile and vegetal patterns were multi-


iri olan çini sanatı, hem Selçuklular’da hem de Osmanlılar’da<br />

cami, medrese, mescid, türbe saray gibi farklı yapıların<br />

iç ve dış süslemesinde daima yenileşme ve olgunlaşma<br />

arayışı içinde uygulanmıştır. Halk arasında çini, genellikle<br />

mimariye bağlı duvar seramiği; seramik ise kullanım eşyası<br />

olarak seramik karşılığında dile getirilmektedir. Geçmişte,<br />

duvar seramiği anlamında “kâşi”, kullanım eşyası olarak seramik<br />

için de “evani” sözcükleri kullanılırdı (Öney 1992: 93).<br />

Kakma, kazıma, mozaik, renkli sır, minai, lüster gibi birçok<br />

farklı teknikle elde edilen çini, Büyük Selçuklular döneminde<br />

Orta Asya’da, örneğin Azerbaycan’daki Meraga’da Kümbedi<br />

Kırmız, Yuvarlak Kümbet, Kümbedi Kabud; Nahcivan’da Mümine<br />

Hatun Kümbedi gibi birçok yapıyı süslemiştir. Anadolu<br />

Selçuklu döneminde cami duvarlarındaki çiniler, çoğunlukla<br />

mozaik tekniğinde yapılmış yeşil, mor, lacivert, firuze gibi<br />

tek renkli olarak görülmektedir. Alaeddin Köşkü ve Kubad-<br />

Âbad Sarayı duvarlarını çok miktarda yıldız ve sekizgen şeklinde<br />

çiniler süslemiştir. Sahip Ata Türbe ve Mescidi, Karatay<br />

Medresesi, Sırçalı Medrese geometrik düzenlemeler, kûfi<br />

ve nesih yazı, yıldız, çiçek ve kuş desenleri içeren oldukça<br />

zengin çinilere sahiptir. Erken Osmanlı dönemi’nde çinide<br />

renk çeşitlerine sarı ve yeşil de eklenmiş, bitkisel desenler<br />

çoğalmıştır. İstanbul’un fethinden sonra inşa edilen Çinili<br />

Köşk ve Sultan Selim Türbesi, göz alıcı zenginliğe sahip duvar<br />

dekorları sayesinde çini sanatında belirgin bir yükselişi<br />

temsil eder. XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren renkli sır<br />

tekniğinden vaz geçilmiş, tüm çiniler sır altı tekniği ile yapılmaya<br />

başlanmıştır. Türk sanat ve kültür hayatında klasik<br />

dönemi temsil eden XVI. yüzyılda, Piyale Paşa Camii çinileri,<br />

Topkapı Sarayı’nda Hırka- i Saadet Dairesi tavus kuşlu çinileri<br />

ve Harem’deki altın yol adlı koridorda yer alan üç pano,<br />

Sultan Süleyman Türbesi çinileri, Sokollu Mehmed Paşa<br />

Camii çinileri son derece incelmiş ve ustalaşmış bir sanat<br />

zevkinin örnekleridir. XVII. yüzyılın ilk yarısında inşa edilen<br />

Sultan Ahmet Camii, Topkapı Sarayı’ndan sonra en zengin<br />

çinili eserdir. Bu yüzyılın ikinci yarısından itibaren, çini sanatında<br />

gözle görülür bir gerileme başlamış, bu sanatı tekrar<br />

canlandırma gayretleri sonuçsuz kalmıştır (Öney 1992: 93-<br />

134; Özdemir 1997: 99- 103).<br />

Mimariye bağlı olarak gelişen bir diğer sanat dalı kalem işidir.<br />

Kâğıt üzerine yazı yazmaya yarayan aletin adı olarak kalem,<br />

geçmişte, kağıt kullanımının yaygınlaşmasından önce<br />

taşa, pişmiş toprağa, ağaca yazı yazmak, resim yapmak için<br />

kullanılan madenî çubukların da adı olmuştur. Hangi zemin<br />

üzerinde süsleme yapılacaksa, bu madenî çubuk, o malzemenin<br />

adını alır: Ağaç kalemi gibi. Dolayısıyla, Kalem işi<br />

olarak anılan sanat dalı, farklı mekânlarda, farklı zeminlerin<br />

üzerinde, farklı amaçlarla icra edilir. Türk kültüründe daha<br />

çok “kalemkâri” adıyla; mimaride sıva, ahşap üzerine renkli<br />

boyalarla uygulanan bezeme tekniği olarak bilinse de aynı<br />

ad altında değişik uygulama teknikleri mevcuttur. Bunlar,<br />

plied. The Çinili Köşk(Tiled Kiosk) and Sultan Selim Tomb<br />

that werebuilt after the conquest of Istanbulrepresent a<br />

remarkable rise in tile art thanks to its striking wall decorations.<br />

From the second half of the 16th century, the colored<br />

glaze technique was abandoned and all the tiles were started<br />

to be made with the ‘’sıraltı’’ technique meaning a tile<br />

before being covered with glaze and baked is stained with<br />

non-vitreous dyes on uncooked or semi-baked porcelain<br />

for decoration purposes.In the 16th century representing<br />

the classical period in Turkish art and culture life, the tiles of<br />

Piyale Pasha Mosque, the tiles with peacock pattern of Hırka-i<br />

Saadet in the Topkapı Palace and three picture found in<br />

the corridor of Golden Road in Haremin the Topkapı Palace,<br />

the tiles of Sultan Süleyman Tomb and the tiles of Sokollu<br />

Mehmed Pasha Mosqueare the examples of very fine and<br />

mastered art. Since the second half of this century, a visible<br />

decline in tile art has begun and efforts to revive this<br />

art have been inconclusive (Öney 1992: 93- 134, Özdemir<br />

1997: 99- 103).<br />

Another type of art that develops depending on architecture<br />

is hand-drawn. As the name of the tool used to write on paper,<br />

the chisel has been the name of the mining rods used in<br />

the past to write, paint and draw the pictures on the stones,<br />

baked clay, tree etc. before the using of paper became<br />

widespread. This chiseltakes the name of that materialthat<br />

is decorated on: for example, wood chisel.Therefore, the art<br />

branch, which is called the hand-drawn, is performed in different<br />

places, on different floors and for different purposes.<br />

In the Turkish culture, it is mostly called “kalemkâri”; even<br />

if it is known as coloring technique applied with colored<br />

paints on wood, there are different application techniques<br />

under the same name. These are as belows:<br />

Embroidery made with brush on white or open fabric is<br />

called as hand-drawn in weaving.As a decoration tool, a<br />

brush is called as a chisel here.<br />

The stone chipping tool that is used by the marble-cutters<br />

and made of iron has a diamond bit, at the same time every<br />

work done with it is called as hand-drawn. All of the caligraphy<br />

pattern, figurative and geometrical decorations made<br />

on marble and other stone materialsare made with these<br />

metal chisels.<br />

In wood carving, it is called as a chisel that is a toll used<br />

for making a embossed figure on the lower part of the<br />

tree(Kuşoğlu 1994: 41).<br />

According to different application techniques in mine processing,<br />

chisels are called with different names such asaltın<br />

kuşak havşa zımbası, kum zımbası, gül çiçek zımbası, kandil<br />

zımbası, bombe kalemi, bilye kalem, sivri uçlu çelik kalem or<br />

Common Heritage Fine Arts in Turkish People<br />

483<br />

Türkler’de Güzel Sanatlar


Common Heritage<br />

484<br />

Ortak Miras<br />

Dokumacılıkta beyaz ya da açık dokuma üzerine fırça ile yapılan<br />

nakışlara kalem işi adı verilmektedir. Burada süsleme<br />

aleti olarak fırçaya, kalem denmektedir.<br />

Taş yontmada, mermercilerin kullandığı çubuk demirden<br />

yapılmış, ucu elmas olan yontma aletine kalem ve bununla<br />

yapılan her bir işlemeye kalem işi adı verilir. Mermer ve<br />

diğer taş malzeme üzerine işlenmiş hat örnekleri, figüratif<br />

ve geometrik bezemelerin tamamı, bu metal kalemlerle yapılmıştır.<br />

Ağaç oymacılıkta, ağacın zeminini indirip yukarıda kalan kısımlarına<br />

kabartma şekiller yapmaya yarayan çelik gövdeli,<br />

ağaç saplı aletlere kalem denir (Kuşoğlu 1994: 41).<br />

Maden işlemeciliğinde, farklı uygulama tekniklerine göre<br />

kalemler, altın kuşak havşa zımbası, kum zımbası, gül çiçek<br />

zımbası, kandil zımbası, bombe kalemi, bilye kalem, sivri<br />

uçlu çelik kalem veya kalem gibi farklı adlarla anılırlar (Yılmaz<br />

1994: 29- 31).<br />

Kalem işi tekniğinin mimarlık alanındaki uygulanmasında<br />

motifi zemine çizmek için kurşun kalem kullanılır, renklendirmek<br />

için kullanılan fırça da kalem adıyla anılır. Son derece<br />

zarif bir güzellik anlayışının ürünü olan kalem işi, çoğunlukla<br />

cami, türbe, mescit, köşk gibi yapıların duvar, tavan,<br />

kubbe veya tonoz yüzeylerini süsler. Temeli Uygur Türkleri’nin<br />

tapınak resimlerine ve bezemelerine uzanan bu sanat<br />

dalı, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Beylikler, Osmanlı<br />

ve Cumhuriyet dönemlerinde gelişmiş ve etkinliğini korumuştur.<br />

Kalem işi, uygulanacak yüzeye ve amaca göre, sıva<br />

üstü; ahşap üstü; mermer ve taş üstü; kumaş ve deri üstü;<br />

malakari olmak üzere farklı tekniklere sahiptir. İstanbul’daki<br />

yalı ve köşklerden Anadolu’daki birçok yapıya varana dek<br />

türlü türlü mekân ve yüzeyde görülebilen kalem işi sanatının<br />

tonoz, kubbe gibi örtü düzenlerine uygulanmış en ayrıcalıklı<br />

ve nadide örneklerinden ikisi, Sivas Divriği Ulu Camii<br />

ve Darüşşifası ile İstanbul Sultan Ahmet Camii’dir.<br />

Türkler’de diğer sanat dallarına ilişkin pekçok bilgi edinilmesine<br />

karşın, cam sanatı hakkında belge ve bilgi oldukça<br />

kısıtlıdır. Belki de cam kolayca kırılmaya dayanıksız olduğundan,<br />

günlük hayata eşlik eden cam eşya ve bu sanatın<br />

en uzak geçmişine dair ipucu elimizde neredeyse yoktur.<br />

Pazırık kurganlarından elde edilen bulgulara dayanarak,<br />

Türkler’in cam eşya kullandığını söylemek mümkündür ancak<br />

erken İslâm sanatında oldukça gelişen cam işçiliğinin<br />

Anadolu Selçukluları devrinde ne gibi ürünler verdiği henüz<br />

tam olarak aydınlanmamıştır. Selçuklu cam sanatı hakkında<br />

Beyşehir Kubad- Âbad Sarayı kazılarından edinilen bilgiye<br />

göre, alçı şebekelere gömülü olarak, yapıların ışık almasını<br />

sağlayan dekoratif görünümlü renkli camlar kullanılmıştır.<br />

Osmanlı döneminde diğer sanatlarda olduğu gibi cam<br />

kalem (Yılmaz 1994: 29- 31).<br />

In the application of the hand-drawn technique in architecture,<br />

a chisel is used to draw the motif and the brush<br />

used for coloring is also called as chisel. The hand-drawn<br />

work, which is the product of an extremely elegant beauty<br />

concept, adorns walls, ceilings, dome or vault surfaces of<br />

structures such as mosque, tomb, palace, mansion. This art<br />

scene extending to the decorations and paintings of the<br />

temples of the Uyghur Turksdeveloped and maintained its<br />

effectiveness.during the period of the Great Seljuks, the<br />

Anatolian Seljuks, the Principalities, the Ottomans and the<br />

Republic.<br />

According to the surface to be applied and according to<br />

purpose, the hand-drawn work has different techniques<br />

such as surface mounted, wood mounted, marble and stone<br />

mounted, fabric and leather mounted as well as malakari.<br />

The hand-drawn work is seen in various places and surfaces<br />

from the waterfront residence and kiosks in Istanbul to<br />

the many buildings in Anatolia. Besides, two of the the most<br />

privileged and rare examples of the hand-drawn works are<br />

Sivas Divriği Grand Mosque and Hospital and Istanbul Sultan<br />

Ahmet Mosque where the hand-drawn art is applied in<br />

the ceilings such as vault and dome.<br />

Although many informations about other art branches in<br />

Turks are obtained, document and information about glass<br />

art is very limited. Perhaps because the glass is so fragile<br />

that it is almost impossible not to break, there is almost no<br />

clue as to the glassware that accompanies everyday life<br />

and the longest past of this art. It is possible to say that the<br />

Turks use glassware on the basis of the findings obtained<br />

from the Pazyryk kurgan, but it has not been yet clear how<br />

the glass workmanship that developed in the early Islamic<br />

art gave the products of the Anatolian Seljuk period.<br />

According to the information obtained from the Beyşehir<br />

Kubad-Âbad Palace excavations about the Seljuk’s glass<br />

art, colored glass with decorative appearance which allows<br />

the structures to light up is used as it is buried in the gypsum<br />

basements. As in the other arts in the Ottoman period, the<br />

development of glass art is an important influence on the<br />

fact that tradesmen and craftsmen are perfectly organized<br />

by observing certain principles and they are under constant<br />

patronage of the state.<br />

The glassmakers were performing this art in a system that is<br />

connected to the rules and has custodians, chamberlains,<br />

yiğitbaşı (the head of the esnaf), beadsman and masters.<br />

There are glassmakers among the art groups that are nearly<br />

45 and named as ehl-i hiref in Topkapı Palace. In the Ottomans<br />

three types of glass were produced: these are flat<br />

glass, colored glass, and crystal glass.The products ob-


sanatının da gelişmesinde esnaf ve sanatkârların belirli<br />

esaslar gözetilerek mükemmel şekilde teşkilatlanması ve<br />

Devlet’in sürekli himayesi altında olması önemli etkendir.<br />

Camcı ve şişeci esnafı bu sanatı nâzırları, kethüdaları, yiğitbaşıları,<br />

duacıları, ustaları olan kurallara bağlı bir sistem<br />

içinde icra ediyordu. Topkapı Sarayı’nda ehl-i hiref denilen<br />

kırk beş kadar sanat grubu arasında, başında sercamger<br />

denilen kişinin liderlik ettiği camgeran yani cam yapıcıları<br />

da bulunuyordu. Osmanlılar’da düz cam, renkli cam, billur<br />

olmak üzere üç çeşit cam üretiliyordu. Bu camlardan elde<br />

edilen ürünler ihtiyaç alanlarına göre, 1. Lamba, kandil, lâledan,<br />

vazo, sürahi, şekerlik, kâse, bardak, fincan, ayna gibi<br />

Lüks mamuller; 2. Rodos kazılarından edinilen bilgiye göre,<br />

Kanuni Sultan Süleyman’ın Rodos kuşatması sırasında kullanılan,<br />

camdan mamul, humbara adı verilen havan topları,<br />

renkli- renksiz donanma fenerleri, fanuslar, hamam kubbesi<br />

için şişeler şeklinde örneklenen orduda veya gündelik hayatta<br />

kullanılmak üzere yapılmış faydalı eşyalar; 3. Avrupa’da<br />

“vitrail”; Türkler arasında “revzen- i menkuş” olarak<br />

adlandırılan nakışlı camlar ve eski yapılardaki pencereler<br />

için yassı camlar, olmak üzere üç ana grupta kullanılıyordu.<br />

Tek parça levhalar halinde camın üretilemediği dönemde,<br />

büyük pencere yüzeylerinin kapatılması için küçük boyutlu<br />

cam parçalarının alçı kayıtlarla birbirine eklenmesi şeklinde<br />

üretilen sanatkârane çözüm, revzen- i menkuşları ortaya çıkartmıştır.<br />

İstanbul Süleymaniye Camii’nde Sarhoş İbrahim<br />

tarafından yapılmış olan mihrap duvarı pencereleri en ünlü<br />

örneklerdendir.<br />

tained from these glassware are as follows: thefirst is luxurious<br />

products such as lamp, oil lamp, vase, jug, sugar bowl,<br />

mug, cup, mirror; the second is beneficial goods such as<br />

howitzers called as camdan mamul and humbara in turkish<br />

andused during the siege of Rhodes by Sultan Süleyman<br />

the Magnificent, colorful and colorless navy lanterns, lamp<br />

glasses, good shaped like bottles for the dome of hamam<br />

(turkish bath) are used in the army or everyday life; the<br />

third is the flat glass that is called as “vitrail” in Europa and<br />

“revzen- i menkuş” in Turkish people is used for the embroidered<br />

glass and the windows in the old structures. That is to<br />

say, it comes under the three main groups.<br />

In the period when glass can not be produced as a single<br />

piece of plaque, the artistic solution produced by adding<br />

small pieces of glass together with gypsum records to cover<br />

the large window surfaces has lead to appear therevzeni<br />

menkuş (embroidered stained glass window). One of the<br />

most famous examples is the windows of mihrab’s wall at<br />

the Suleymaniye Mosque in Istanbul made by Sarhoş Ibrahim.<br />

Original and innovative glassware for everyday use is produced<br />

in Istanbul in the 19th century. In the province of<br />

Beykoz,the wares such as cups, jugs, jars and cups made<br />

of white, milk color, blue glass dough decorated with gilded<br />

embroidery that are called as “Beykoz işi” in turkish<br />

are made in the workshops founded in the Beykoz district<br />

by Mehmet Dede a whirling dervish. Among the varieties<br />

of it produced in Istanbul, the most noteworthy one is the<br />

striped glasscalled as “çeşm- i bulbul”, which are seen in<br />

the form of glass, pitcher and vasewith no definite information<br />

about where the name comes from (Öney 1992: 169-<br />

171; Bayramoğlu 1996: 3- 51).<br />

That the understanding about that Islamic acceptances restraint<br />

the artistic rceration has led the Turks to be master in<br />

the writing, paper and book arts and direct them to superior<br />

creations. One of the most famous of the arts of books isornamentation.<br />

Ornamentationhandcraft whose origin dates<br />

back to the Uygur Turks is an art that handwritten precious<br />

books are decorated with gold bronze paint, dyes and embroideries.<br />

Manuscripts from the Uighurs are in the shape of<br />

rectangular. The ornamentation in which the golden gilding,<br />

blue, red, white, green and purple are dominant is made up<br />

of simplified tree motifs and flower motifs filling the spaces<br />

between them.Among them, twistedoffshoots with flowers<br />

and leaves are noteworthy. These are the first steps towards<br />

the emergence of “hatayî” style in the Turkish ornamentation<br />

art concept by transforming plant forms. This has the<br />

basis of the Herat classicalornamentation scholl living its<br />

most brilliant period in the 15th century. The fact that the<br />

Common Heritage Fine Arts in Turkish People<br />

485<br />

Türkler’de Güzel Sanatlar


Common Heritage<br />

486<br />

Ortak Miras<br />

İstanbul’da günlük kullanım için özgün karakterli ve yenilikçi<br />

cam eşya XIX. yüzyılda üretilmiştir. İlki Beykoz civarında<br />

Mehmet Dede adlı bir mevlevî dervişi tarafından kurulan<br />

imalathanelerde, ileride “Beykoz işi” şeklinde anılacak olan<br />

bardak, sürahi, reçellik fincan gibi yaldızlı nakışlarla süslü<br />

beyaz, süt rengi, mavi cam hamurundan yapılmış eşyalar<br />

üretilmiştir. İstanbul’da üretilen çeşitler arasında en meşhuru,<br />

adının nereden geldiğine dair kesin bir bilgi bulunmayan<br />

ve daha çok bardak, sürahi, vazo biçiminde görülen<br />

“çeşm- i bülbül” adlı çizgili camlardır (Öney 1992: 169- 171;<br />

Bayramoğlu 1996: 3- 51)<br />

İslâmî kabullerin sanatsal yaratımı kısıtlayıcı anlayışı Türkler’i<br />

yazı, kâğıt ve kitap sanatlarında ustalaşmaya ve üstün<br />

yaratımlara yöneltmiştir. Kitap sanatlarının en meşhurlarından<br />

biri tezhibtir. Kökeni Uygur Türkleri’ne uzanan tezhip<br />

sanatı el yazması kıymetli kitapları altın yaldız, boya ve nakışlarla<br />

süsleme sanatıdır. Uygurlar’dan kalan el yazmaları<br />

dikdörtgen şeklindedir. Altın yaldız, mavi, kırmızı, beyaz,<br />

yeşil ve erguvan renginin hâkim olduğu tezyinat, basitleştirilmiş<br />

ağaç motifleri ve aradaki boşlukları dolduran çiçek<br />

motiflerinden oluşur. Bunların arasında çiçek ve yapraklarla<br />

bezeli kıvrımdallar dikkati çeker. Bunlar Türk tezhib sanatı<br />

anlayışında, bitki formlarının dönüşerek “hatayî” üslûbunun<br />

ortaya çıkmasına doğru yol alan ilk adımlardır. Bu üslûp XV.<br />

yüzyılda en parlak devrini yaşayan Herat klasik tezhib mektebinin<br />

de temelidir. Hayvan figürlerinin tezyinatta çok fazla<br />

üslûplaşarak “rûmî” üslûbunu yaratması da tezhib sanatını<br />

Anadolu’ya getiren Selçuklular’ın ilk dönemlerinde gerçekleşmiştir.<br />

Selçuklular’da tezhip daha çok geometrik düzenlemeler<br />

şeklinde ya sayfayı tamamen kaplar ya da yazının<br />

çerçevesi durumundadır. Selçuklu tezhib sanatını, Fatih Sultan<br />

Mehmet’le birlikte olgunlaşma dönemine girecek olan<br />

Osmanlı tezhibi izlemiştir. Hatayî, Rûmî ve Şükûfe adlarında<br />

üç temel bezeme tarzı benimseyen Osmanlı tezhibi, doğal<br />

bir işleyişle hat sanatına paralel olarak gelişmiş ve diğer<br />

sanat dalları gibi XVI. yüzyılda sanatkârlık ve kompozisyon<br />

bakımından doruk noktasına ulaşmıştır. XVII. yüzyılla birlikte<br />

tezhibte duraklama ve gerileme görülmüş, XVIII. yüzyıldaki<br />

Batılı sanat akımları ve 1729’dan matbaanın etkisiyle tezhib<br />

sanatı önemini giderek yitirmiştir (Cunbur 1992a: 441- 445;<br />

Derman 1985: 407- 409).<br />

Türk kitap sanatları arasında ebru duvara asılan levha, kitabın<br />

içinde yazı, kıt’a, minyatür kenarlarında yer aldığı gibi,<br />

kitap ciltlerinde ön ve arka kapak içleri süslemek üzere de<br />

kullanılmıştır. Kâğıt üzerine özel bir karışım kullanarak çizgili,<br />

çizgili, damarlı, dalgalı desenler oluşturma işlemine ebru<br />

adı verilmektedir. Arzu edilen desene göre farklı aletler kullanılarak<br />

battal ebru, taraklı ebru, kumlu ebru, hatip ebrusu,<br />

Necmeddin ebrusu, gelgit (tarama) ebru, bülbül yuvası, şal<br />

örneği, yazılı ebru adıyla anılan çeşitli ebru uygulamaları<br />

animal figures create too many styles in the ornamentation<br />

to create a “rumi” style also took place in the early periods<br />

of the Seljuks who brought the art of ornamentation to Anatolia.<br />

In the Seljuks, the ornamentation is mostly in the form of<br />

geometric arrangements or it covers the entire page or it is<br />

in the frame of writing. The ornamentation art of the Ottoman<br />

that enters in the maturation period with Fatih Sultan<br />

Mehmet follows theornamentation art of the Seljuks. The<br />

ornamentation art of the Ottoman that embraces three basic<br />

forms of ornamentation such as Hatayî, Rumi and Şükufe<br />

in turkish has developed in parallel with the art of calligraphy<br />

in a natural way and reached to the top in the terms of<br />

craftsmanship and composition in the 16th century as the<br />

other art branches are. With the beginning of the 17th century,<br />

the ornamentation art entered in the period of stagnation<br />

and regression. It has lost its significance with the<br />

influence of western art movements in the 18th century and<br />

the printing press in 1729 (Cunbur 1992a: 441- 445; Derman<br />

1985: 407- 409).<br />

Among the Turkish book arts, the plaque hanging on the<br />

wall called as ’’ebru’’in turkish (Paper marbling) taken place<br />

inside the book, in writing, on the sides of the miniature and<br />

front and back case cover of the book is used in order to<br />

decorate. Marbling is the art of creating colorful patterns<br />

by sprinkling and brushing color pigments on a pan of oily<br />

water and then transforming this pattern to paper. Ebru art<br />

meaning marbling, which is made according to the desired<br />

pattern by using different tools, has different names<br />

such as battal ebru, taraklı ebru, kumlu ebru, hatip ebrusu,<br />

Necmeddin ebrusu, gelgit (tarama) ebru, bülbül yuvası, şal<br />

örneği, yazılı ebru in the terms of application area. The oldest<br />

examples of marbling are the decorative papersfrom the<br />

15th centuryin the Topkapi Palace (Kuşoğlu 1994: 117- 125;<br />

Özdemir 1997: 112).<br />

The art of Kaat’ı is a decoration art made by carving the<br />

beautiful prints or various motifs written by calligraphers<br />

with special knives and ancillary tools and sticking them on<br />

different colored paper. In this way, it is possible to obtain<br />

two separate texts or books especially in calligraphy. Extant<br />

examples and written sources show that this art was applied<br />

fondlyin the second half of the 15th century in the period of<br />

the Timurids.Gelibolulu Mustafa Ali which is among the writers<br />

of the Ottoman in the 16th century declares in his work<br />

“Menâkib-Hünerverân” that the oldest and greatest artist<br />

of the kaat’ı art was “Abdullah Kaat’ı” and he was trained in<br />

Herat and unique in his art. One of the artist’s signed works<br />

is the poem written as praisefor Akkoyunlu Sultan Bey by the<br />

famous poet Cami. This work written in ‘’Talik’’ (a kind of font


Türkler’de Güzel Sanatlar<br />

Common Heritage Fine Arts in Turkish People<br />

487


Common Heritage<br />

488<br />

Ortak Miras<br />

yapılabilir. En eski ebru örnekleri Topkapı Sarayı’ndaki XV.<br />

yüzyıla ait süsleme kâğıtlarıdır (Kuşoğlu 1994: 117- 125; Özdemir<br />

1997: 112).<br />

Hattatların yazdığı güzel yazıları veya çeşitli motifleri özel<br />

bıçaklar ve yardımcı aletlerle oyarak farklı renkte kâğıt<br />

üzerine yapıştırma yoluyla süsleme işlemine kaat’ı adı verilmektedir.<br />

Bu şekilde kâğıt oymacılığında özellikle hat<br />

sanatında iki ayrı yazı veya kitap elde etmek mümkündür.<br />

Günümüze ulaşan örnekler ve yazılı kaynaklar, bu sanatın<br />

XV. Yüzyılın ikinci yarısında Timurlular döneminde sevilerek<br />

uygulandığını göstermektedir. XVI. yüzyıl Osmanlı yazarlarından<br />

Gelibolulu Mustafa Ali, “Menâkıb- Hünerverân” adlı<br />

eserinde kaat’ılar bölüğünün en eski ve büyük sanatçısının<br />

Abdullah Kaat’ı olduğunu, Herat’ta yetiştiğini ve sanatında<br />

eşsiz olduğunu bildirir. Sanatçı’nın oyduğu imzalı eserlerinden<br />

birisi, ünlü şair Cami’nin Akkoyunlu Sultan Bey’e methiye<br />

olarak yazdığı şiirdir. Ta’lik hatla yazılmış ve Abdullah<br />

Kaat’ı tarafından oyulmuş bu eser, Topkapı Sarayı kitaplığında<br />

bulunan ünlü bir albümde yer almaktadır. Bu sanatın<br />

Osmanlı Sarayı’ndaki uygulanmış bilinen en erken örnekleri<br />

Kanuni Sultan Süleyman dönemindedir. İçinde çeşitli ağaçlar<br />

ve çiçeklerin, ağaçlara sarılmış sarmaşıkların olduğu<br />

bahçe tasvirleri, vazolu ve vazosuz çiçek buketleri Osmanlı<br />

kaat’ı sanatçılarının başlıca konusu olmuştur (Çağman<br />

1995: 401-402).<br />

Tezhip, ebru, kaat’ı sanatlarını bir araya toplayan, sırası dağılmadan<br />

ve yıpranmadan sayfaları muhafaza etmek üzere<br />

type) style and carved by Abdullah Kaat’ı is on a famous album<br />

in the library of the Topkapı Palace.The earliest known<br />

examples of this art in the Ottoman Palace are during the<br />

reign of Sultan Süleyman the Magnificent. Garden illustrations<br />

with various trees and flowers, vines wrapped in trees,<br />

bouquets with flowers or without flowers were the main topic<br />

of kaat’ı artists of the Ottoman(Çağman 1995: 401-402).<br />

The protective hard covers, which collect the illuminated<br />

manuscript, marbling and kaat’ı arts together to keep pages<br />

in order and not to wear out are called as‘’cilt’’ (cover)<br />

in turkish. Across the common Turkish geography, gaining<br />

reading skill has undoubtedly been a great service of<br />

book arts.The two pieces of coverfound in the exavation<br />

of Kara Hoça and “dated to the 7th century are accepted<br />

as the earliest examples of Turkish art of the cover. At every<br />

point in the common cultural geography of the Turkish<br />

world, leather processing in book cover has increased to a<br />

level of real mastery. The man doing this work was called as<br />

“mücellid “. The book’s cover was made with the leather of<br />

the sheep named ‘’meşin’’, the goat named ‘’sathiyan’’, the<br />

gazella named ‘’rak’’.<br />

The parts of the cover: “Top cover” (right head) cover the<br />

front side of the book. “Bottom cover” (left head) covers the<br />

back face of the book. The “back” (bottom) covers the seam<br />

part of the book. “Miklep” is attached to the free part of the<br />

long side of the lower cover; its margin is pointed, it covers<br />

the bottom part of the top cover, it makes the ‘’sertab’’


yapılan koruyucu sert kapaklara cild adı verilmektedir. Ortak<br />

Türk coğrafyasının her yanında, kitap ve okuma sevgisinin<br />

kazanılmasında şüphesiz ki kitap sanatlarının büyük hizmeti<br />

olmuştur. Kara Hoça kazılarında bulunan VII. yüzyıla tarihlenen<br />

iki cild parçası Türk cild sanatının en eski örnekleri<br />

olarak kabul edilmektedir. Türk dünyası <strong>ortak</strong> kültür coğrafyasının<br />

her bir noktasında kitap cildinde deri işlemeciliği<br />

gerçek bir ustalık derecesine yükselmiştir. Bu işi yapan<br />

ustaya “mücellid” adı verilmekteydi. Kitap cildi, meşin adlı<br />

koyun, sathiyan adlı keçi, rak adlı ince traşlı ceylan derisi ile<br />

yapılmıştır.<br />

Cildin kısımları: “Üst kapak” (sağ baş), kitabın ön yüzünü<br />

örter. “Alt kapak” (sol baş), kitabın arka yüzünü örter. “Sırt”<br />

(dip), kitabın dikiş kısmını örter. “Miklep”, alt kapağın uzun<br />

kenarının serbest kalan kısmına takılır; ucu sivridir, üst kapağın<br />

altına girer, sertabı kapalı tutar. “Sertab”, mıklebin<br />

alt kapağa bağlandığı kısımdır, mıklebin hareketini sağlar.<br />

Sertabın her iki tarafında kalan kısma “dudak”, sırt ile ön ve<br />

arka kapak arasındaki boşluklara “mukat payı” denir. Kenar<br />

dikişinin kalıcı olması, sformların bütün teşkil etmesi yani<br />

sayfaların muntazam bir şekilde durması için yapılan örgü<br />

bağın adı “şiraze”dir. “Cild- bend” ise cildi yıpranmaktan<br />

koruyan kılıftır. Geleneğe bağlı Türk cildlerinde sırt düz ve<br />

bezemesizdir. Kitap adı çoğunlukla etek kısmında, bazan da<br />

sertabdaki bezemeler arasında yazılıdır. Cildin iç yüzündeki<br />

bezemeler çoğunlukla ebru veya kaat’ı tekniği ile yapılır.<br />

Cildin dış yüzeyindeki bezemeler kapak boyunca diktörtgen<br />

bir çerçeve olarak “cetvel”lenir. Daha kalın işlemesine “zencirek”<br />

denir. İçte ikinci bir bordür görülür. Ortadaki göbek<br />

motifinin adı “şemse”, köşelerdeki küçük motiflerin adı ise,<br />

“köşe çiçeği” veya “köşebend”dir (Taviloğlu 1985: 477; Cunbur<br />

1992b: 452- 453).<br />

İslâmiyet’te büyük değer atfedilen hat sanatının en belirgin<br />

ürünü olan el yazması kitaplarda anlatılan olayları tasvir<br />

etmek, açıklamak, metne görsellik eklemek üzere ince<br />

çizimlerle yapılan resimlere minyatür adı verilmiştir. Batı<br />

dillerinde küçük boyutlara sahip bir nesneyi belirtirken, zamanla<br />

Türk resim sanatının adı olmuştur. Minyatür denilen<br />

kitap resmi karşılığında “nakış”, “tasvir”; bu resmi ortaya<br />

koyan sanatçı karşılığında “nakkaş”, “musavvar” sözcükleri<br />

kullanılmıştır.<br />

Türk- İslâm minyatür sanatı, iki ana kaynaktan beslenerek<br />

gelişmiştir: Bunlardan ilki, İslâm’ın formasyon devrinde temasa<br />

geçtiği Emevî ve Abbasî etkisidir. Bu iki kaynak, içinde<br />

bir yandan Part, Sasanî ve Mezopotamya; diğer yandan Hellenistik,<br />

Roma ve Suriye ile Anadolu’dan Kuzey Afrika’ya kadar<br />

olan geniş coğrafyanın kültürel birikimini taşır. Türk- İslam<br />

minyatür sanatını besleyen ikinci kaynak, İslam’a Emevî<br />

devrinden itibaren katılıp Abbasî devrinde artarak değişen<br />

closed. The ‘’sertab’’ is the part where the microcontroller<br />

is connected to the lower cover provides the movement of<br />

the “miklep”.<br />

The part that is left on both sides of ‘’sertab (book-flap)’’ is<br />

called as “dudak (leaf)” in turkish and the spaces between<br />

the back and front and dorsal side of the cover are called<br />

“mukat payı (space between flap and cover)” in turkish. The<br />

permanent stitching of the edge part is the whole formation<br />

of the sforms; that is to say, the name of the braid that is<br />

made to keep the pages in order. “Cild-bend” is a sheath<br />

that protects the cover from wearing and tearing. The back<br />

of the covers in Turkey, which is attached to the tradition,<br />

is plain and unadorned. The name of the book is mostly<br />

written on the bottom and sometimes written among the<br />

decorations of book-flap. The ornaments on the inner surface<br />

of the cover are mostly made of marbling or the art of<br />

Kaat’ı technique. The decorations on the outer surface of<br />

the cover are in a “form” as a rectangular frame along the<br />

cover. The thicker process is called as “zencirek” (thick lines<br />

in the cover) in turkish. A second border appears there. The<br />

middle motif is called as “şemse” (decorative figure of the<br />

sun) and the small motifs in the corners are called as“köşe<br />

çiçeği” veya “köşebend” (angle bracket) (Taviloğlu 1985:<br />

477; Cunbur 1992b: 452- 453).<br />

Drawings, which are made with fine drawings to describe,<br />

explain and addvisuality to the text in the handwritten<br />

books, the most prominent products of calligraphy highly<br />

valued in Islam, are namedas miniature. While expressing<br />

an object with small dimensions in western languages, it<br />

gradually became the name of Turkish art of painting.In<br />

Turkey, the art of miniature painting used to be called ‘nakış’<br />

or ‘tasvir,’ with the former being more commonly employed.<br />

The artist was known as a ‘nakkaş’ or ‘musavvar.<br />

The Turkish-Islamic miniature art has been developed by<br />

feeding from two main sources: the first one is the efects<br />

of the Umayyad and Abbasid, in which Islam was through<br />

the formation period.On the one hand, these two sources<br />

carrythe cultural accumulation of the Pars, Sasanî and<br />

Mesopotamia; on the other hand, they carry the cultural<br />

accumulation of Hellenistic, Roman and Syrian as well as<br />

wide geography from Anatolia to North Africa. The second<br />

source that feeds the Turkish-Islamic miniature art is the<br />

accumulation of culture in Islam which has been increasing<br />

since the Umayyad period and has continued in the Abbasid<br />

period. This accumulation ensures the enrichment of Turkish-Islamic<br />

miniature by carrying the effects of the Uighur<br />

and the Central Asian region cultureon the axis of Turkish<br />

and Manichaeism as well as the effects of the Far East full of<br />

Indian and Chinese culture (İnal 1995: 1- 2).<br />

Common Heritage Fine Arts in Turkish People<br />

489<br />

Türkler’de Güzel Sanatlar


Common Heritage<br />

490<br />

Ortak Miras<br />

yoğunlukta süren kültür birikimidir. Bu birikim bir yandan<br />

Türk ve Mani ekseninde Uygur kültürü ile Orta Asya sahasının<br />

etkilerini; diğer yandan Hint ve Çin birikimi ile dolu Uzak<br />

Doğu etkilerini taşıyarak Türk- İslâm minyatürünün zenginleşmesini<br />

sağlamıştır (İnal 1995: 1- 2).<br />

Minyatürde görülen nesneler perspektif taşımaz ve derinlik<br />

duygusu uyandırmaz. Sahneler gölgeden yoksundur. Kişilerin<br />

bireysel yüz ifadelerine yer verilmez. Tasvir yasağı saç,<br />

sakal, baş örtüsü, sarık gibi ayırıcı unsurları öne çıkararak<br />

her minyatürde aynı kadın ve aynı erkek suratlarına yer vermektedir.<br />

Sahnelerde önemli figürler ya dikkat çekici giysi<br />

detayları, ya da diğer figürlerden daha büyük boyutta çizilerek<br />

sembolik anlatımla vurgulanmaktadır.<br />

Uygur Türkleri’nin Hoço’daki kitap resimlerinde görülen yuvarlak<br />

yüzlü, hafif çekik gözlü insan figürü yaklaşımı, sonraki<br />

yüzyıllarda duvar resimlerine de yansımış ve Selçuklu<br />

figürlerinde de görülmüştür. Anadolu Selçuklu döneminde<br />

beş önemli el yazması öne çıkmaktadır: 1. Dioskorides’in De<br />

Materia Medica adlı kitabının Kitab- ül Haşaiş adlı Türkçe<br />

çevirisi; 2. El Cezerî’nin teknik buluşları içeren El- Câmi<br />

Beyne’l- ilm ve’l- Ameli’n- nâfi’fi Sina’ati’l Hiyal adlı eseri;<br />

3. Sûfî’nin astroloji ile ilgili Suver ül Kevâkib is- Sâbite adlı<br />

eserinin 1135 tarihli nüshası; 4. Muhammed bin Abdülmümin<br />

tarafından resimlenen Varka ve Gülşah nüshası; 5. Nasreddin<br />

Sivâsî’nin Astroloji ve Kehanet Kitabı.<br />

Türk minyatür sanatı, özellikle tıp ve astroloji üzerine yazılmış<br />

kitapların resimlendiği Selçuklu döneminden sonra,<br />

klasik Osmanlı minyatürüne hazırlık aşamasına geçmiştir.<br />

Bu sırada, Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki bir albüm içinde üslûp<br />

birliği taşıyan, çok sayıda renkli ve karakalem bir grup<br />

minyatürün altına lakap olarak Mehmed Siyah Kalem imzası<br />

atılmıştır. XV. yüzyıla tarihlenen ve kesinlikle Türk karakter<br />

taşıyan bu minyatürlerin grup halinde bir arada oluşu, bu<br />

kişinin, tanınan ve beğenilen bir ressam olduğuna işaret<br />

etmektedir. Bunlar, Orta Asya Türk resim sanatının karakteristik<br />

özelliklerini sergileyen gerçekçi tasvirler olması bakımından,<br />

son derece kayda değerdir.<br />

Osmanlı Sarayı’nda nakkaşhâne kurulması, Fatih Sultan<br />

Mehmet döneminde gerçekleşmiştir. Bu adımla birlikte, el<br />

yazmalarının çoğaltılması ve resimlenmesi faaliyetinin artışı,<br />

Türk minyatür sanatının, bünyesindeki tüm Batı ve Doğu<br />

etkilerini sindiren eklektik tavrı ile kendi kimliğini, kemikleşmiş<br />

geleneksel, özgün yapısını kazanacağı klasik dönemin<br />

de kapısı aralanmıştır.<br />

Osmanlı minyatür geleneği, Kanunî Sultan Süleyman zamanında<br />

en parlak ve en verimli dönemini yaşamıştır. Türk<br />

minyatüründeki Türkmen, Tebriz, Şiraz Kazvin, Herat etkileri<br />

toprakların Batı’ya ve Doğu’ya iyice genişlemesiyle daha da<br />

The objects seen in miniature do not have perspective and<br />

do not create a sense of depth. Scenes do not have the<br />

shadows. Individual face expressions of people are not included.<br />

It depicts the same female and same male faces<br />

in every miniature by highlighting the separating elements<br />

such as hair, beard, head cover, turban. Important figures<br />

in the scenes are highlighted with symbolic expression by<br />

being drawn either attention grabbing garment details or<br />

other figures in a larger size.<br />

The round-faced, slanting-eyed human figure approach<br />

seen in Uighur Turks’ book paintings in Hoço also reflected<br />

to the wall paintings in the following centuries and was<br />

also seen in the Seljuks’ figures. During the Anatolian Seljuk<br />

period, five important manuscripts came to the forefront:<br />

the first one is the turkish translation called as Diaskorides’<br />

De Materia Medica called as Kitab- ül Haşaiş in turkish; the<br />

second one is a work named as El- Câmi Beyne’l- ilm ve’l-<br />

Ameli’n- nâfi’fi Sina’ati’l Hiyal containing the technical inventions<br />

of El Cezeri; the third one is a copyof Sufi dated 1135<br />

about astrology and named as Suver ül Kevâkib is- Sâbite;<br />

the fourth one is the copy of Varka and Gülşahillustrated by<br />

Muhammad bin Abdülmümin; the fifth one is the Astrology<br />

and Prophecy Book of Nasreddin Sivâsî.<br />

After the Seljuk period, in which the books written on medicine<br />

and astrology were depicted, the Turkish miniature art<br />

was passed to the preparatory stage of classical Ottoman<br />

miniature. At the same time, Mehmet Siyah Kalem’s signature<br />

was laid as a nickname under a group of colorful and<br />

charcoal miniatures bearing a stylistic association in an<br />

album in the Topkapı Palace Museum. The combination of<br />

these miniature paintings dated to the 15th centuries and<br />

bearing absolutely Turkish characters indicate that this person<br />

is a well-known and an admirablepainter. These are extremely<br />

lucrative in that they are realistic depictions of the<br />

characteristics of Central Asian Turkish painting art.<br />

The establishment of nakkaşhane(painting studio) in the<br />

Ottoman Palace was realized during the reign of Sultan<br />

Mehmet the Conqueror. Along with this step, it results in the<br />

increase in the reproduction and illustration of the manuscripts,<br />

the increase of the activity of Turkish miniature art,<br />

the eclectic attitude absorbed all Western and Eastern influences<br />

in the world and the classical era in which it acquired<br />

its own identity.<br />

Ottoman miniature tradition has lived its the most brilliant<br />

and most productive period during the reign of Sultan Süleyman<br />

the Magnificent. The effects of theTurkmen, Tebriz,<br />

Shiraz Kazvin and Herat in the Turkish miniature reached to<br />

the richer style and began to turn into classical Turkish attitude<br />

as a result of the expanding of its territories towards


Türkler’de Güzel Sanatlar<br />

Common Heritage Fine Arts in Turkish People<br />

491


Common Heritage<br />

492<br />

Ortak Miras<br />

zenginliğe ulaşmış ve bu zenginlik klasik Türk tavrına dönüşmeye<br />

başlamıştır. Bu dönemde kompozisyonda stilize<br />

doğa tasvirleri, hareketli resim anlayışına yaklaşma dahası,<br />

sonraki Osmanlı minyatürlerinin öncelikli konusu olacak<br />

tarihî olaylar, klasik dönemin kimlik özelliklerinden bazıları<br />

haline gelmiştir. Böylece Doğu minyatür geleneğinde görülen<br />

edebî ve hayalî dünyanın sınırlayıcı ortamından çıkılarak<br />

daha güncel ve daha gerçekçi bir üslûp benimsenmiştir. Bu<br />

dönemin, Osmanlı’da tarihî gelişmeleri konu alan, kuşbakışı<br />

figürsüz manzaralar ve topografik canlandırmalarıyla<br />

en önemli ismi Matrakçı Nasuh’dur. Bu arada XVI. yüzyılda<br />

minyatür faaliyeti Özbek sahasında da canlı bir şekilde<br />

ilerlemekteydi ve Buhara’da Muhammed Şadi’nin Fetihnâme’si;<br />

Hatifî’nin Hüsrev ve Şîrîn’i; Muhammed Sâlih’in<br />

Şaybânînâme’si resimlenmişti. Buhara minyatürlerinde de<br />

aynı dönem, süslemeden uzaklaşarak sadeleşmeye başlayan,<br />

koyu renklerin siyah konturlarla bir arada kullanıldığı<br />

iri insan figürlerinin yalın kompozisyonlarla bütünleştiği bir<br />

eğilim görülmektedir. Klasik etkilerin dorukta olduğu II. Selim<br />

ve III. Murad dönemlerinde, yenilikçi, özgün tarz, iyice<br />

yerleşmiştir. Bu dönemde portre tarzında çizimler yapan Nigârî,<br />

Nakkaş Osman öne çıkan isimlerdir. XVII. yüzyılda tarihî<br />

konular sürmekle birlikte azalmıştır, albümler, portre resimleri<br />

revaçtadır. Ardından XVIII. yüzyılda Lâle Devri, sağlam,<br />

büyük ve derinlik duygusu taşıyan kompozisyonlarıyla Levnî’nin<br />

çağıdır. Levnî’den sonra gelen Abdullah Buhârî Türk<br />

minyatürünün son sanatçısı olmuş, diğer sanat dallarında<br />

olduğu gibi matbaanın kullanılmaya başlaması ve Batılı sanat<br />

akımlarının farklı çizgisi Türk minyatürünün sona ermesine<br />

yol açmıştır (Renda 1985: 459- 462; İnal 1995: 111- 171;<br />

Tanındı 1996: 25- 62).<br />

Dünya tarihinin en karanlık çağlarından beri var olan, Orta<br />

Asya’dan Balkanlar’a, Sibirya’dan Kuzey Afrika’ya kadar uçsuz<br />

bucaksız coğrafyalarda hüküm süren; “millet” olma, birlik<br />

olma duygusunu daima kalbinde taşıyan Türkler, hayatın<br />

her alanında iyiyi, güzeli, faydalıyı arayan ve hayata geçiren<br />

üstün bir millet olmuştur. Yaşadığı her yerde, her durumda<br />

hem tabiat varlıkları, hem de kendisinden önceki yerleşik<br />

kültür ile aktif iletişim halinde olmuş; güzel sanat ürünleri<br />

yaratımında etkilemiş, etkilenmiş; kendi geleneksel dünya<br />

görüşü, kendi duyuş ve düşünüşü ekseninde en faydalı olana<br />

ulaşmış ve onu en zarif hale getirmeyi; kendi tarzını yaratmayı<br />

başarmıştır. Türk <strong>ortak</strong> kültür mirası coğrafyasında,<br />

türlü türlü ahşap işleme sanatlarında, demir, bakır, gümüş<br />

ve altın madenlerini işleme sanatlarında, tespihçilikte, keçecilikte,<br />

yazmacılıkta, cam altı resimciliğinde, her türlü dokumacılıkta<br />

ve hayata fayda, kolaylık, güzellik sunan bütün<br />

diğer sanat etkinliklerinde meslekî bilgi, erdemli insan olma<br />

özellikleri kişiye usta- çırak ilişkisi içinde kazandırılmıştır.<br />

Ataya, kültüre, geçmişe hürmet duygusu, günümüz insanını,<br />

ustalardan öğrenme, geçmişine ve kimliğine sahip çıkthe<br />

West and East. In this period, the depictions of nature<br />

stylized in composition, approaching the understanding of<br />

moving picture and the historical events that will be the priority<br />

of the subsequent Ottoman miniatures became some<br />

of the identity features of the classical period.Thus, a more<br />

up-to-date and more realistic style has been adopted by<br />

deriving from the restrictive environment of the literary and<br />

imaginary world seen in the Eastern miniature tradition.<br />

Matrakçı Nasuh is the most important name in this period<br />

with his historical views on Ottoman history, bird’s eye view<br />

landscape without figures and topographical portraits. By<br />

the way, the miniature activity was moving alive in the Uzbek<br />

in the 16th century and Muhammed Şadi’s Fetihnâme<br />

(victory letter) in Buhara, thw work of Hüsrev and Şîrîn of<br />

Hatifi and Muhammed Sâlih’s Şaybânînâme were portrayed.<br />

A tendency is observed in the Buhara miniatures, in which<br />

the large human figures is used in the same period, is started<br />

to simplify away from ornamentation, that dark colors<br />

together with black contours are used in and are integrated<br />

with simple compositions. Classical effects are at the peak<br />

during the periods of II. Selim and III. Murad and the innovative<br />

and original style was seen. In this period, Nigârî and<br />

Painter Osman who made portraiture drawings are prominent<br />

names. In the 17th century, historical subjects decreased<br />

even if they tried to be continued, but albums and<br />

portraits were the most popular.Then, in the 18th century,<br />

the Tulip Revolution is the epic of Levni with his strong, large<br />

and deeply sensuous compositions. Then, Abdullah Bukhari,<br />

who came after Levni, became the last artist of the Turkish<br />

miniature andthe different style of Western art movementsled<br />

to the end of the Turkish miniatureas it was in other art<br />

branches after the press press was invented (Renda 1985:<br />

459- 462; İnal 1995: 111- 171; Tanındı 1996: 25- 62).<br />

Since the darkest days of the history of the world, the Turks<br />

who have been dominated to the immense geographies,<br />

from Central Asia to the Balkans, from Siberia to North Africa<br />

andare always carrying the feelings of unity in their<br />

heart, become a superior nation that has looked for and put<br />

into practice good, beautiful and useful things in every area<br />

of life. They have been in active communication with both<br />

natural beings and pre-established culture in every case<br />

in every place where they live; the works of arts effected<br />

the creation; so it has reached its most beneficial axis of its<br />

own traditional worldview, feelings and thoughts. So, it has<br />

achieved to be the most elegant and begun to create his<br />

own style.<br />

Craft knowledge and the features about being a virtuous<br />

person are gained to the people in master-apprentice relationship<br />

all kind of art activities such as weaving, timber<br />

work, processing mines such as iron, copper, silver and gold,


ma bilinciyle geleneksel sanatlarımızın korunması yolunda<br />

umut vermektedir.<br />

Kaynakça:<br />

• ASLANAPA, Oktay (1992) “Kültür ve Sanat” Türk Dünyası El Kitabı, C.II Dil-<br />

Kültür- San’at. Sayfa: 293- 440. Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü<br />

Yayınları.<br />

• BAYRAMOĞLU, Fuat (1996) Türk Cam Sanatı ve Beykoz İşleri. Ankara:<br />

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.<br />

• CUNBUR, Müjgan (1992a) “Türkler’de Tezhib Sanatı” Türk Dünyası El Kitabı,<br />

C.II Dil- Kültür- San’at. Sayfa: 441- 451<br />

• CUNBUR, Müjgan (1992b) “Türkler’de Cild Sanatı” Türk Dünyası El Kitabı,<br />

C.II Dil- Kültür- San’at. Sayfa: 452 463. Ankara: Türk Kültürünü Araştırma<br />

Enstitüsü Yayınları.<br />

• ÇAY, M. Abdulhalûk (1983) Anadolu’da Türk Damgası Koç Heykel- Mezar<br />

Taşları ve Türkler’de Koç- Koyun Meselesi. Ankara: Türk Kültürünü Araştırma<br />

Enstitüsü.<br />

• ÇOBANOĞLU, Özkul (2000) “Geleneksel Dünya Görüşü Veya Halk<br />

Felsefesinin Halkbilimi Çalışmaları Üzerindeki Yeri ve Önemi Üzerine<br />

Tespitler” Millî Folklor. Sayı 45, Sayfa: 12- 14.<br />

• DERMAN, Çiçek (1985) “Tezhib Sanatının Bugünkü Meseleleri” Türkiye’de<br />

Sanatın Bugünü ve Yarını. Sayfa: 407- 410. Ankara: HÜ. Güzel Sanatlar<br />

Fakültesi Yayınları.<br />

• DİYARBEKİRLİ, Nejat (1972) Hun Sanatı. İstanbul: Millî Eğitim Bakanlığı<br />

Kültür Yayınları.<br />

• ESİN, Emel (2003) Türkler’de Maddî Kültürün Oluşumu. İstanbul: Kabalcı<br />

Yayınevi.<br />

• İNAL, Güner (1995) Türk Minyatür Sanatı (Başlangıcından Osmanlılar’a<br />

Kadar). Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayını.<br />

• KAFESOĞLU, İbrahim (1987) Türk Bozkır Kültürü. Ankara: Türk Kültürünü<br />

Araştırma Enstitüsü.<br />

• KUŞOĞLU, Mehmet Zeki (1994) Dünkü Sanatımız- Kültürümüz. İstanbul:<br />

Ötüken Neşriyat.<br />

• ÖNEY, Gönül (1992) Anadolu Selçuklu Mimari Süslemesi ve El Sanatları.<br />

Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.<br />

• ÖNEY, Gönül (2007) Beylikler Devri Sanatı XIV.- XV. Yüzyıl. Ankara: Türk<br />

Tarih Kurumu Yayınları.<br />

• ÖZDEMİR, Nurdane (1997) Anadolu Halk Kültüründe Resim, Heykel ve<br />

Müziğin Yeri. Önemi. Ankara: Nurol Matbaacılık.<br />

• RENDA, Günsel (1985) “Kitap Sanatının Etkin Bir Türü- Minyatür” Türkiye’de<br />

Sanatın Bugünü ve Yarını. Sayfa: 459- 465. Ankara: HÜ. Güzel Sanatlar<br />

Fakültesi Yayınları.<br />

• ROUX, Jean- Paul (2001) Orta Asya Tarih ve Uygarlık. İstanbul: Kabalcı<br />

Yayınevi.<br />

• TANINDI, Zeren (1996) Türk Minyatür Sanatı. Ankara: İş Bankası Kültür<br />

Yayınları.<br />

• TAVİLOĞLU, Nur (1985) “Geleneksel Sanatlarımızın Önemli Bir Kolu Olan<br />

Cildcilik ve Bugünkü Durumu” Türkiye’de Sanatın Bugünü ve Yarını. Sayfa:<br />

477- 480. Ankara: HÜ. Güzel Sanatlar Fakültesi Yayınları.<br />

• YILMAZ, Şirin (1994) Beypazarı’nda Maden Sanatı. (HÜ. Yayımlanmamış<br />

Yüksek Lisans Tezi). Ankara.<br />

making beads, felt works, manuscript and glass workings in<br />

Turkish traditional culture heritage geography. It gives hope<br />

to the preservation of our traditional arts with the consciousness<br />

of filial piety,the respect to the culture and past,<br />

leraning the people of today from their masters, protecting<br />

the past and the identity.<br />

References:<br />

• ASLANAPA, Oktay (1992) “Kültür ve Sanat” Türk Dünyası El Kitabı, V.II Dil-<br />

Kültür- San’at.p: 293- 440. Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü<br />

Yayınları.<br />

• BAYRAMOĞLU, Fuat (1996) Türk Cam Sanatı ve Beykoz İşleri. Ankara:<br />

Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.<br />

• CUNBUR, Müjgan (1992a) “Türkler’de Tezhib Sanatı” Türk Dünyası El Kitabı,<br />

V.II Dil- Kültür- San’at.p: 441- 451<br />

• CUNBUR, Müjgan (1992b) “Türkler’de Cild Sanatı” Türk Dünyası El Kitabı,<br />

V.II Dil- Kültür- San’at.p: 452 463. Ankara: Türk Kültürünü Araştırma<br />

Enstitüsü Yayınları.<br />

• ÇAY, M. Abdulhalûk (1983) Anadolu’da Türk Damgası Koç Heykel- Mezar<br />

Taşları ve Türkler’de Koç- Koyun Meselesi. Ankara: Türk Kültürünü Araştırma<br />

Enstitüsü.<br />

• ÇOBANOĞLU, Özkul (2000) “Geleneksel Dünya Görüşü Veya Halk<br />

Felsefesinin Halkbilimi Çalışmaları Üzerindeki Yeri ve Önemi Üzerine<br />

Tespitler” Millî Folklor. Number 45, Sayfa: 12- 14.<br />

• DERMAN, Çiçek (1985) “Tezhib Sanatının Bugünkü Meseleleri” Türkiye’de<br />

SanatınBugünü ve Yarını.p: 407- 410. Ankara: HÜ. Güzel Sanatlar Fakültesi<br />

Yayınları.<br />

• DİYARBEKİRLİ, Nejat (1972) Hun Sanatı. İstanbul: Millî Eğitim Bakanlığı<br />

Kültür Yayınları.<br />

• ESİN, Emel (2003) Türkler’de Maddî Kültürün Oluşumu. İstanbul: Kabalcı<br />

Yayınevi.<br />

• İNAL, Güner (1995) Türk Minyatür Sanatı (Başlangıcından Osmanlılar’a<br />

Kadar). Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayını.<br />

• KAFESOĞLU, İbrahim (1987) Türk Bozkır Kültürü. Ankara: Türk Kültürünü<br />

Araştırma Enstitüsü.<br />

• KUŞOĞLU, Mehmet Zeki (1994) Dünkü Sanatımız- Kültürümüz. İstanbul:<br />

Ötüken Neşriyat.<br />

• ÖNEY, Gönül (1992) Anadolu Selçuklu Mimari Süslemesi ve El Sanatları.<br />

Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.<br />

• ÖNEY, Gönül (2007) Beylikler Devri Sanatı XIV.- XV. Yüzyıl. Ankara: Türk<br />

Tarih Kurumu Yayınları.<br />

• ÖZDEMİR, Nurdane (1997) Anadolu Halk Kültüründe Resim, Heykel ve<br />

Müziğin Yeri. Önemi. Ankara: Nurol Matbaacılık.<br />

• RENDA, Günsel (1985) “Kitap Sanatının Etkin Bir Türü- Minyatür” Türkiye’de<br />

SanatınBugünü ve Yarını. Sayfa: 459- 465. Ankara: HÜ. Güzel Sanatlar<br />

Fakültesi Yayınları.<br />

• ROUX, Jean- Paul (2001) Orta Asya Tarih ve Uygarlık. İstanbul: Kabalcı<br />

Yayınevi.<br />

• TANINDI, Zeren (1996) Türk Minyatür Sanatı. Ankara: İş Bankası Kültür<br />

Yayınları.<br />

• TAVİLOĞLU, Nur (1985) “Geleneksel Sanatlarımızın Önemli Bir Kolu Olan<br />

Cildcilik ve Bugünkü Durumu” Türkiye’de SanatınBugünü ve Yarını.p: 477-<br />

480. Ankara: HÜ. Güzel Sanatlar Fakültesi Yayınları.<br />

• YILMAZ, Şirin (1994) Beypazarı’nda Maden Sanatı. (HÜ. Yayımlanmamış<br />

Yüksek Lisans Tezi). Ankara.<br />

Common Heritage Fine Arts in Turkish People<br />

493<br />

Türkler’de Güzel Sanatlar


Yrd. Doç. Dr. Zehra KADERLİ<br />

Bilge Yapım<br />

Kültürel miras deneyimleri, zamanları, mekanları,<br />

nesilleri ve toplumları bir süreklilik içinde birbirine<br />

bağlayan bir köprü işlevi görür...<br />

This common cultural heritage serves as a bridge connecting experiences,<br />

times, places, generations and societies.


Bilinen evren sürekli bir düzensizliğe gitme eğilimi gösterirken, insanoğlu varolduğu<br />

günden itibaren kendisini, çevresini, doğayı ve bütün olarak bu evreni anlama ve ona<br />

anlam içeren örüntüler çerçevesinde düzen atfetme çabası içinde olmuştur. Böylece<br />

insanlar, içinde doğdukları kaosu (düzensizliği), çevrelerindeki sosyo-kültürel şartlanmanın<br />

mantık düzlemi içinde bir neden-sonuç ilişkisine dayalı açıklamalarla anlamlı<br />

kılarak kozmosa, yani düzenliliği ifade eden kainata dönüştürürüler (Çobanoğlu 2013:<br />

13). İnsani varoluşun temel bir boyutu olarak bu, evrenin, dünyanın ve yaşamın anlamlı<br />

kılınarak bilişsel, duygusal, duyumsal ve davranışsal olarak yaratıcı bir biçimde insanileştirilmesidir.<br />

Bütün olarak bu yaratıcı ve anlamlı süreç insanlığın <strong>ortak</strong> kültürel mirasını<br />

oluşturmuştur. Bu <strong>ortak</strong> kültürel miras deneyimleri, zamanları, mekanları, nesilleri ve<br />

toplumları bir süreklilik içinde birbirine bağlayan bir köprü işlevi görür. Bu köprünün temel<br />

yapıtaşlarını oluşturan ise geleneklerdir. Gelenekler insani deneyimlerin ve kültürel<br />

unsurların çeşitli bağlamsal koşullara göre iletişimsel süreçler içinde <strong>ortak</strong> anlam,<br />

biçim, icra ve işlev kalıplaşmaları çerçevesinde dışavurulmasını sağlayan en önemli<br />

mekanizmalardır.<br />

23<br />

Sözlü kültür ve gelenek<br />

Oral Culture and Tradition<br />

While the common universe has a tendency to be in a constant irregularity, mankind<br />

has been struggling to perceive itself, its environment, nature and this universe as a<br />

whole and to attribute order in the frame of its meaning since the day when it existed.<br />

Thus; people are able to transform the chaos (disorder) that they are born into the<br />

cosmos, in other words, universe expressing regularity by making it meaningful with the<br />

explanations based on cause and effect relationship in the framework of socio-cultural<br />

conditioning in their surroundings(Çobanoğlu 2013: 13). As a fundamental dimension<br />

of human existence, it is humanized the universe creatively as cognitive, emotional,<br />

sensual and behavioral by making the world and life meaningful. All in all, this creative<br />

and meaningful process has created the common cultural heritage of mankind. This<br />

common cultural heritage serves as a bridge connecting experiences, times, places,<br />

generations and societies. Tradition is the basic building blocks of this bridge. Traditions<br />

are the most important mechanisms that enable human experiences and cultural elements<br />

to be expressed within communicative processes in terms of common meanings,<br />

forms, enforcement and functioning according to various contextual conditions.


Common Heritage<br />

496<br />

Ortak Miras<br />

İnsanlığın kültür tarihi bu tarihsel sürecin yönünü belirleyen<br />

dönüm noktaları esas alındığında, icad edilen ve kullanılan<br />

iletişim araçlarına göre, sözlü, yazılı ve elektronik olarak<br />

üç temel evreye sahiptir (Ong 2007). Diğer tüm icadlardan<br />

farklı olarak iletişim araçlarının bu öncül belirleyiciliği<br />

onlarınduygu, düşünce ve deneyimleri aktarma aracı olmalarının<br />

yanında insanın görme, algılama, tanımlama ve<br />

anlamlandırma süreçleri üzerinde biçimlendirici bir etkiye<br />

sahip olmalarından kaynaklanır. Tarihsel süreç içinde insanoğlu<br />

pek çok iletişim aracı kullanmış olmasına rağmen insani<br />

varoluşun ilk ve en eski iletişim mekanizması sözü, sesi<br />

ve bedeni içine alan sözlü iletişim olmuştur. Sözlü iletişimin<br />

kollektif, yüzyüze etkileşime ve belleğe dayalı, kısa, şiirsel,<br />

bedensel ve ritmik doğası kültürel yaratıcılığı etkileyip<br />

biçimlendirerek sözlü geleneklerin ortaya çıkmasını<br />

sağlamıştır.<br />

Bu bağlamda, sözlü gelenekler ve bu geleneklerin ürünü<br />

olarak halk edebiyatı verimleri, tarihsel süreç içinde bir<br />

halkın mevcut ve zamanla değişen doğal ve sosyo-kültürel<br />

şartlara bağlı olarak dünyayı ve çevresini görme, anlama ve<br />

anlamlandırma biçimleri, yaşadığı deneyimleri dışavurma,<br />

saklama ve gelecek nesillere aktarma şekli ve aracı olarak<br />

edebi ve sanatsal yaratıcılığın ötesinde bilgiler taşıyan ve<br />

işlevler gören hazinelerdir.<br />

Milletlerin milli kimliklerini oluşturan <strong>ortak</strong> kabuller, geniş<br />

ölçüde sözlü kültür içinde teşekkül eder. Bir milletin hayatında<br />

her <strong>ortak</strong> kabul, kendini yaşatan gelenekler yaratır<br />

Based on the turning points that determine the direction<br />

of this historical process, human cultural history has three<br />

basic stages of oral, written and electronic according to the<br />

means of communication invented and used (Ong 2007).<br />

Unlike all other inventions, this predeterminacy of communication<br />

means is due to the fact that people have a formative<br />

influence on the processes of seeing, perceiving, describing<br />

and meaning, as well as being a means to convey<br />

thoughts, thoughts and experiences. Although human beings<br />

have used many means of communication in the historical<br />

process, the first and earliest communication mechanism<br />

of human existence has been verbal communication<br />

that includes vocabulary, voice and body. It has enabled<br />

verbal communication to manifest oral traditions by influencing<br />

and shaping the short, poetic, bodily and rhythmic<br />

nature of cultural creativity based on collective and face to<br />

face interaction as well as memory.<br />

In this context, verbal traditions and folk literature efficiency<br />

as a product of these traditions are treasures that contain<br />

informations and have functions beyond the literary<br />

and artistic creativity as the way and form of seeing, understanding<br />

and making sense of the world and its surroundings<br />

depending on a people’s existing and changing natural<br />

and socio-cultural conditions in the course of history as<br />

well as expressing, keeping and handing down the experiences<br />

they gained to the next generations.<br />

The common assumptions that constitute the national


ve bu gelenekler milli kimliği paylaşan fertler tarafından ihtiva<br />

ettikleri özellikler bütünüyle bilinmese bile, istinad ettikleri<br />

temel özellikler itibariyle müştereken bilinirler. Bu durum,<br />

fertlerin birtakım olaylar karşısında, birbirlerini ferden<br />

tanımasalar bile <strong>ortak</strong> tavır takınmalarını sağlar (Yıldırım<br />

1998: 38). Bu yönüyle sözlü gelenekler Türk Dünyası adını<br />

verdiğimiz ve Orta Asya’dan Balkanlara uzanan vebirbirini<br />

tanımasa bile Türk insanını <strong>ortak</strong> dünya görüşü, duyuş,<br />

davranış ve ifade ediş biçimleri etrafında bir süreklilik içinde<br />

birleştiren Türk kültürünün temel bileşenleridir.<br />

Bu bağlamda, Türk Dünyası <strong>ortak</strong> sözlü geleneğinin ve<br />

halk edebiyatının en önemli ürünlerinden biri şüphesiz<br />

ninnilerdir. Ninniler çocukların doğdukları andan itibaren<br />

çevresindeki yaşantı ve kültürün ritmini onlara duyuran<br />

ilk ve en önemli kültürlenme araçlarıdır. Daha çok çocukların<br />

uyuması için ezgi eşliğinde manzum ve mensur olarak<br />

söylenen ninnilerden (Elçin 2005: 271) söz eden ilk kaynak<br />

olan Kaşgarlı Mahmud’un Divân-ı Lûgati’t-Türk’ünde “balu<br />

balu” adı verilen ninniye diğer Türk bölgelerinde “laylay”,<br />

“leyley”, “elle””, “nene”, “beşik cırı” gibi isimler verilmektedir(Aça<br />

2007: 195; Yıldız 2003: 298).<br />

Ninniler Türk dilinin tüm sadeliğini ortaya koyan ve her<br />

biri kendine has özellikler taşıya taşıya aktarılan dil hazineleridir.<br />

Daha çok kadınlar tarafından yaratılan ve icra<br />

edilen ninnilerde pek çok konu oldukça duygusal bir tavırla<br />

dışavurulur. Annenin duygularını ve çocuğu ile ilgili beklenti<br />

ve temennilerini ezgili bir şekilde ifade ettiği ninniler, hem<br />

annenin hem çocuğun yaşantısında son derece olumlu<br />

işlevler görürler.<br />

Türk insanının gündelik yaşantısının pek çok ortam ve boyutunda<br />

karşımıza çıkan ürünlerden biri de mani’dir. Mani,<br />

müstakil bir nazım biçimi olmakla birlikte, zamanla pek çok<br />

ağıt, alkış, bilmece, destan, kargış, ninni ve yakarış da kendi<br />

tür özelliklerini yitirmeden mani biçiminde karşımıza çıkmaktadır<br />

(Akalın & Şimşek 2003: 251). Düğünlerde, kadın<br />

toplulukları arasında, iş ortamlarında ve bunun gibi pek çok<br />

bağlamda söylenen ve gelenksel biçimiyle “atılan” maniler<br />

hece vezninin 7 veya 8’li ölçüsüyle meydana getirilen dört<br />

mısraık manzumelerdir (Elçin 2005: 281). Maniler içinde<br />

icra edildikleri ortamın özelliklerine bağlı olarak farklı konularda<br />

dolaylı bir anlatım üslübuyla duygu ve düşüncelerin<br />

dışavurulmasını sağlarlar. Özellikle gençlerin ince bir söyleyiş<br />

içinde birbirlerine duygularını anlatmalarında maniler<br />

başlı başına toplumsal kabul görmüş iletişim araçlarıdır.<br />

Maniler aynı zamanda imece usulüyle iş yapılan ortamların<br />

vazgeçilmez iletişim ve eğlence araçlarıdır. Türk Dünyasının<br />

pek çok bölgesinde karşımıza çıkan manilere Azerbaycan<br />

Türkleri arasında “bayati”, Doğu Anadolu ve Kerkük Türkleri<br />

arasında ise “hoyrat” adı verilmektedir.<br />

identities of the nations are formed within a wide range of<br />

oral culture. Every common assumption creates traditions<br />

that live up themselves in a nation’s life and even if these<br />

traditions’ features embodied by the individuals who share<br />

the national identity, they are jointly known with their basic<br />

characteristics relied on. This situation allows individuals to<br />

take common attitudes in the face of certain events even<br />

if they do not recognize each other (Yildirim 1998: 38). In<br />

this respect, verbal traditions are the basic components of<br />

Turkish culture, which we call the Turkish World and which<br />

extend from Central Asia to the Balkans as well as being<br />

gathered around the common world view, feelings, behaviors<br />

and expressions of the Turkish people in consistent.<br />

In this context, one of the most important products of the<br />

Turkish World’s common oral tradition and folk literature<br />

is undoubtedly lullabies. Lullabies are the first and most<br />

important means of accultration that has informed them<br />

about the life and culture of their surroundings since their<br />

children are born. The lullaby that is called as “balu balu in<br />

the Divan-ı Lûgati’t-Türk of Kaşgarlı Mahmud, which is the<br />

earliest source of lullabies (Elçin 2005: 271) read melodiously<br />

as poetical and prosaic for sleeping the children, is<br />

also given names such as “laylay”, “leyley”, “elle”, “nene”,<br />

“beşik cırı” in other Turkish regions. (Aça 2007: 195; Yıldız<br />

2003: 298).<br />

Lullabies are the language treasures that reveal the entire<br />

pureness of the Turkish language and each of which is<br />

transferred with its own characteristics. In many lullabies,<br />

which are created and executed by especially women, many<br />

issues are expressed in a very emotional way. The lullabies<br />

that consist of the emotions, expectations and wishes of<br />

the mother about her children in a melodious way, have<br />

extremely positive functions in both the mother and the<br />

child’s life.<br />

Turkish poem is one of the products that are encountered<br />

in many environments and dimensions of the daily life of<br />

the Turkish people. In addition to being an independent<br />

form of verse, a good number of lament, applause, riddle,<br />

epic, imprecation, lullaby and prayer are in the form<br />

of turkish peom without losing its characteristics (Akalın &<br />

Şimşek 2003: 251). The turkish poems which are read in the<br />

weedings, among the women, in the business climate and<br />

in many other contexts, are tetrastich written with seven or<br />

eight feet per line of syllabic meter (Elçin 2005: 281). Depending<br />

on the characteristics of the environment in which<br />

they are performed, they provide emotions and expressions<br />

with an indirect expression in different subjects. Especially<br />

when young people express their emotions to one another<br />

in a subtle way, turkish poems are communally accepted as<br />

Oral Culture and Tradition<br />

497<br />

Sözlü Kültür ve Gelenek


Common Heritage<br />

498<br />

Ortak Miras<br />

Tarihsel süreç içinde Türk kültürünün <strong>ortak</strong> deneyim birikimini<br />

ve dünya görüşünü en konsantre biçimde muhafaza<br />

etmiş olan sözlü ürünler şüphesiz atasözleri ve deyimler<br />

olmuştur. Atasözleri, söz, ses ve beden yoluyla iletişim kuran<br />

sözlü kültür insanının yaşadığı deneyimlerini, kollektif yapıyı<br />

doğrudan ilgilendiren pragmatik bir algı doğrultusunda,<br />

bellekte kalıcı bir şekilde kısa, öz ve ritmik olarak kodladığı<br />

ürünlerdir. Bu bağlamda atasözleri, geçmişten günümüze<br />

Türk insanının içinde bulunduğu koşullarda hangi deneyimleri<br />

yaşadığı, bunları nasıl algıladığı ve bunlardan ne gibi<br />

sonuçlar çıkardığı ile ilgili eşsiz bilgiler sunarlar. Çobanoğlu’nun<br />

da belirttiği gibi, atasözleri toplumsal yaşantı içinde<br />

bireyin uyması beklenen genel kural ve düstur niteliğindedir.<br />

Sosyal değerleri taşıyıp aktararak atasözleri, bir yandan<br />

genç kuşakları, halkımızı düşünce ve söyleyiş gücüyle tarihimize,<br />

atalarımıza bağlarlar, diğer yandan da günün yeniliklerine<br />

ilgisiz kalacak olan dünkü kuşakları da gençliği<br />

anlamaya çağırır, dünün tecrübelerine yenilikler katmaya<br />

teşvik ederler. Böylelikle, ulusal hayatın ve milli kimliğin<br />

sürekliliğini temin ederler. Bu nedenle Türk kavimlerine ait<br />

atasözleri taşıdıkları mesajlar ve yönlendirdikleri davranış<br />

itibariyle Türk milletinin temel zihin yapısını gösteren birlik<br />

ve bütünlüğü ifade etmeleri bakımından sözlü edebiyat<br />

türleri içinde ayrı bir ehemmiyete sahiptir(Çobanoğlu 2004:<br />

1, 496).<br />

Muazzam bir medeniyet tarihi, binlerce yıllık dili olan Türk<br />

insanının atasözleri, dünyanın eskilik bakımından en kıdemli<br />

atasözleri arasındadır. 11. yüzyılda yazılmış Divân-ı Lûgati’t-Türk’te<br />

290 civarında atasözü vardır. Bunlardan bir<br />

kısmını aynen bugün de kullanıyoruz: “Dağ dağa kavuşmaz<br />

insan insana kavuşur”,“Aç ne yemez, tok ne demez” o günlerden<br />

kalan ve hala çok kullanılan atalar sözleridir.Bazı<br />

atasözlerimiz çok geniş coğrafyalarda olduğu gibi aynen<br />

kullanılır. “Bilenle bilmeyen bir olmaz”, dendiğinde Özbekistan’da<br />

da aynı şey, Makedonya’da da aynı şey anlaşılır. “At<br />

sahibini tanır”, dendiğinde Kırgızistan veya Kazakistan’da<br />

da Türkiye veya Bulgaristan’da da herkes ne söylenmek istendiğini<br />

kolaylıkla anlar.<br />

Şüphesiz Türk Dünyası kültür birliğinin ve zenginliğinin en<br />

önemli geleneği epik destan geleneğidir. Destanlar Türk<br />

milletinin tarih yapıcı bir kavim olarak en belirleyici milli<br />

özelliklerini ortaya koyan hazinelerdir. Türk destan geleneği<br />

dünyada en zengin destan geleneklerinin başında gelir.<br />

Destanlar, Türk milletinin geleneksel dünya görüşünün<br />

ilk verileri olarak tanımlanabilecek olan mitlerden sonra,<br />

çoğunlukla onların gölgesini ve çizgilerini bir çerçeve olarak<br />

taşıyan, gerek kahramanlarının gerekse olayların akışıyla<br />

birlikte; tarihe ait zamanlarda olmuş olayların hikayesi<br />

inancıyla, sözlü kültür ortamında ve yüz yüze bir iletişim<br />

bağlamında teatral bir biçimde anlatılan, daha çok kahraa<br />

means of communication. They are indispensable way of<br />

communication and entertainment in environments where<br />

collective work is done. The turkish poem that we encounter<br />

in many regions of the Turkish world is called as “bayati”<br />

among the Azerbaijan Turks and “hoyrat” among the Eastern<br />

Anatolia and Kirkuk Turks.<br />

Proverbs and idioms have undoubtedly been the verbal<br />

products that have kept the collective experience of Turkish<br />

culture in the historical process and the world view in<br />

the most concentrated form. Proverbs are products in<br />

which the verbal culture used through speech, voice and<br />

body language are encoded permanently the experiences<br />

of a person in a pragmatic perception directly related to<br />

collective cognition as short, concise and rhythmic. In this<br />

context, proverbs provide incomparable information about<br />

what people experience, how they perceive them and what<br />

conclusions they have produced in the conditions that the<br />

Turkish people live in the past. As Çobanoğlu points out,<br />

proverbs are the general rule and the principle of being expected<br />

to comply with the individual in social life. On the<br />

one hand, proverbs attribute young generation and people<br />

to their ancestors and history with power of thinking and<br />

speaking; on the other hand, they encourage people understand<br />

new generations and the youth leaving out in the<br />

cold. In this way, they ensure the continuity of national life<br />

and national identity. For this reason, the proverbs of the<br />

Turkish tribes have a different meaning in the oral literary<br />

genres in terms of the messages they carry and the conduct<br />

they are guiding in expressing the unity and the basic mind<br />

structure of the Turkish nation (Çobanoğlu 2004: 1, 496).<br />

The proverbs of the Turkish people having a tremendous<br />

history of civilization and thousands of years of language<br />

are among the most premier proverbs of the world in the<br />

point of oldness. There are nearly 290 proverbs in Divân-ı<br />

Lûghat al-Turk written in the 11th century. We use some of<br />

these today as they are today: “ Dağ dağa kavuşmaz insan<br />

insana kavuşur (Mountain won’t meet mountain, but man<br />

will meet man)”, “ Aç ne yemez, tok ne demez ( the poor<br />

does not consider what he has, the rich does not content<br />

what he has)” are the proverbs that descend from the ancient<br />

times and are still used very much. Some of our proverbs<br />

are used in the same way as in the very vast geograpies.<br />

When someone says ‘’ Bilenle bilmeyen bir olmaz (The<br />

cognizant and the incognizant can ever be the same)’’, it<br />

is understood the same thing both in Uzbekistan and in<br />

Macedonia. When someone says ‘’At sahibini tanır (a horse<br />

recognises its owner)”, everybody understands easily what<br />

it means in Kyrgyzstan or Kazakhstan and in Turkey or Bulgaria.


Sözlü Kültür ve Gelenek<br />

Oral Culture and Tradition<br />

499


Common Heritage<br />

500<br />

Ortak Miras<br />

manlık ana temalı hikayelerdir.En yalın ifadesiyle, destanlar,<br />

tarihsel gerçekliğin ruhunu ortaya koyan, bir bireyin, ailenin<br />

veya topluluğun şahsında, toplumun, kendini, üzerine inşa<br />

etmek istediği değerler adına giriştiği bir var oluş mücadelesini<br />

ortaya koyarlar (Çobanoğlu 2001: 89).<br />

Türk Dünyası epik destan geleneği bağlamında yaşayan<br />

en büyük destanlarımızın biri olan Manas destanı, Kırgız<br />

Türk sözlü geleneğinin en değerli mirası ve milli kimliğinin<br />

sembolüdür. Orta Asya Türklerinin hayatına dair tarihi izler<br />

taşıyan bu büyük destan, günümüzde manasçı adı verilen<br />

ustalarca çalınıp söylenir. Kırgızların büyük aşamalardan<br />

geçerek birlik ve beraberliklerini korumalarını anlatandestan,<br />

dil ve folklorik özellikler bakımından çok zengindir.<br />

Eski Türk inançlarının İslami inanç unsurlarının birlikte<br />

görüldüğü destanda, Kırgız bağımsızlık mücadelesinin kahramanı<br />

Manas’ın ve oğullarının başından geçenler ile kahramanlıkları<br />

anlatılır. Günümüzde bile aşıklar, Kırgızistan’da<br />

Manas’ın söylendiği gibi sazına sarılarak adeta onunla<br />

söyleşerek yürekten gelen ifadelerle seslenirler.<br />

Sözlü geleneğin bir diğer önemli anlatmalık türü de masal’dır.<br />

Masal, insanoğlunun mitolojik dönemlerde bir<br />

bütün içinde varsaydığı ve inanç faktörü tarafından belirlenen<br />

gerçeklik algısının zamanla bölümlenerek gerçek ve<br />

gerçeküstü biçiminde ayrılması sonucunda ortaya çıkmış<br />

ürünlerdir. İnsanoğlunun yağız yer yüzündeki faaliyetlerinin<br />

ve sorumluluklarının artarak genişlemesiyle birlikte,<br />

görünen ve içinde somut olarak yaşanan gerçekliğin boğuc-<br />

Undoubtedly, the most important tradition of the Turkish<br />

World cultural union and its richness is the epic legend<br />

tradition. Epics are treasures that reveal the most defining<br />

national characteristics of the Turkish nation as a history-making<br />

people. Turkish epic tradition is one of the<br />

richest epic traditions in the world. After the myths that can<br />

be defined as the first data of the traditional world view of<br />

the Turkish nation, epics which are seen as a frame keeping<br />

their shadows and lines. With its simple statement, epic<br />

stories revealing the soul of historicity show the struggle for<br />

existence made on the behalf of the values built for an individual,<br />

a family or society (Çobanoğlu 2001: 89).<br />

Epic of Manas which is one of our greatest epics living in the<br />

context of the Turkish World epic legend tradition, is the<br />

symbol of the most valuable legacy and national identity<br />

of the Kyrgyz Turkish oral tradition. This great epic bearing<br />

the historical traces of the lives of the Central Asian Turks is<br />

said to be played by masters called as ‘’manasçı’’. This epic<br />

which tells us that the Kyrgyz people pass through great<br />

stages and protect their unity and solidarity is very rich in<br />

terms of language and folkloric characteristics. The events<br />

experienced by Manas the hero of the Kyrgyz independence<br />

struggle and his sons as well as their heroism are told in the<br />

epic where the ancient Turkic beliefs are seen together with<br />

the elements of Islamic belief. As Manas said in Kyrgyzstan,<br />

even turkish popular poet-singers today play their saz in a<br />

cheerful way.<br />

Another important type of phrase of oral tradition is fairy<br />

tale. The fairy tale is a product that is determined as a whole<br />

in a mythological period by the factor of faith is emerged as<br />

a result of the perception of reality separated as real and<br />

surreal. With the increasing expansion of human activities<br />

and responsibilities of human beings, there is a need of<br />

having a world like the dangers and limitations of the reality<br />

that is visible and in concrete, the time and space for human<br />

beings can be attained according to different rules, things<br />

that can not be possible in the present world become possible<br />

and even a moment that can be saved from the troubles<br />

of the present world. Unlike myths and legends, the fairy<br />

tales are known to be unreal and however told with great<br />

pleasure in terms of both narrator and listener.<br />

In the tradition of Turkish fairy tales, the tale is told more by<br />

the women called as “fairy mother or grandmother”. Fairy<br />

tales come to life as traces of animal life, imaginary events<br />

and everyday life. In the content of fairy tales, anonymous<br />

folk literature products such as proverbs, sayings, idioms,<br />

small stories, applause, imprecation are also seen (Sakaoğlu<br />

2002: 131). It is possible to see people’s aspirations, joys,<br />

dreams, fears, sadness, wishes, lifestyles and worries in the


uluğu ve sınırlılığı insan için zamanın ve mekanın bambaşka<br />

kurallara göre aşılabildiği, mevcut dünyada olması mümkün<br />

olmayan şeylerin mümkün hale gelebildiği ve bir anlık<br />

dahi olsa mevcut dünyanın sıkıntılarından kurtulabildiği bir<br />

hayal ve imkanlar dünyası ihtiyacı ortaya çıkarmıştır. Masallar,<br />

gerek anlatan ve gerekse dinleyen açısından mit ya<br />

da efsaneden farklı olarak gerçek olmadığı bilinen ve buna<br />

rağmen büyük bir haz ile anlatılan ürünlerdir.<br />

Türk masal anlatma geleneği içinde masallar daha çok<br />

“masal anası-ninesi” adı verilen kadınlar tarafından anlatılır.<br />

Masallar, hayvanlar aleminin, hayali olayların ve<br />

günlük hayatın izleri olarak karşımıza çıkarlar. Masalların<br />

içeriğinde atasözü, deyim, küçük hikaye, dua-beddua gibi<br />

anonim halk edebiyatı ürünlerine de rastlanır (Sakaoğlu<br />

2002: 131). Masallarda insanların özlemlerini, sevinçlerini,<br />

hayallerini, korkularını, üzüntülerini, dileklerini, yaşam<br />

biçimlerini ve endişelerini görmek mümkündür (Çobanoğlu<br />

2012 : 168).Tüm sözlü geleneklerin ve türlerin zamanla<br />

değişim ve dönüşüm geçirmesi gibi, masallar da zamanla<br />

yalnızca çocuklara anlatılmaya başlanmış ve kitle iletişim<br />

araçlarının artması ve medya teknolojilerinin gelişmesiyle<br />

birlikte işlev mekanizmasını sinema gibi türlere devretmiştir.<br />

Buna rağmen masal türü müstakil bir tür olarak kısmen<br />

yaşamaya devam etmektedir.<br />

Türk sözlü edebiyat geleneği içinde 16. yüzyıldan itibaren<br />

görülmeye başlanan halk hikayeleri, bu sürece kadar göçer<br />

dünya görüşü ve yaşam tarzı benimsemiş olan ve kollektif<br />

mücadelesini daha çok dış güçler karşısında ortaya koyan<br />

Türk insanının zamanla yerleşik yaşama geçerek ve kısmen<br />

de yazılı kültürü içselleştirmeye başlayarak kendi içinde<br />

sosyo-kültürel katmanlaşma göstermeye başlamasıyla<br />

ortaya çıkmışlardır denilebilir. Başlı başına bir zihniyet ve<br />

yaşam tarzı değişiminin ürünü olan halk hikayeleri, bu yönleriyle<br />

epik destanlardan oldukça farklıdırlar. Manzum ve<br />

mensur özellik göstermeleri, psikolojik derinlik ve ayrıntılar<br />

içermeleri, oldukça uzun olmaları ve tekil bir kahraman tipolojisinden<br />

ziyade karakter özelliği gösteren kişiler kadrosuna<br />

sahip olmaları gibi özellikleri, onları sözlü ve yazılı<br />

kültür yaratıcılığının kesişme noktasında ve epik destan ile<br />

roman türü arasında konumlandırmamızı sağlamaktadır.<br />

Halk hikayeleri aynı zamanda aşıklık geleneğinin önemli bir<br />

bileşenidir. Dede Korkut Hikayelerinde “ozanlar” tarafından<br />

anlatıldığını gördüğümüz halk hikayeleri, Türk Dünyasının<br />

çeşitli bölgelerinde “aşık, destancı, akın, bahşı” adı verilen<br />

geleneksel anlatıcılar tarafından anlatılır.<br />

Masallardan farklı olarak daha çok erkek ortamlarında ve<br />

erkekler tarafından anlatılan halk hikayeleri konu bakımından<br />

kahramanlık ve aşk hikayeleri olmak üzere ikiye ayrılır<br />

(Boratav 2002: 16; Alptekin 2002). Bu bağlamda örneğin<br />

fairy tales (Çobanoğlu 2012: 168). As the oral traditions and<br />

their genres having been changed and transformed over<br />

time, the fairy tales start to be told to only children at time<br />

and hand over its function to the other types such as cinema<br />

as the result of the mass media and the development of<br />

media technologies. Despite this, the fairy tale is still partly<br />

alive as an independent species.<br />

It can be said that the public narratives that began to have<br />

been seen in the Turkish oral literary tradition since the<br />

16th century after the Turkish people who have embraced<br />

the immigrant worldview and lifestyle until this process and<br />

put forth the collective struggle mostly against the external<br />

powers have started to internalize the written culture in<br />

time and show socio-cultural stratification. Folktales, which<br />

are the product of a mentality and lifestyle change in itself,<br />

are quite different from epics in these respects. The features<br />

such as its poetic and prosaic features, containing psychological<br />

depth and details, being quite long and having staff<br />

showing the characteristic character rather than a singular<br />

hero typologue provide us that we can locate them at the<br />

intersection of verbal and written cultural creativity and<br />

between the epic and the novel genre. Folktales are also<br />

an important component of the tradition of turkish popular<br />

poet-singer. The folktales which are told by the narrators<br />

called as ‘’ozan’’ in Dada Gorgud Epic, are aslo told by traditional<br />

narrators named as “aşık, destancı, akın, bahşı” in<br />

various regions of the Turkish World.<br />

Unlike fairy tales, the folktales that are told among the men<br />

and by them are divided into two part as heroism and love<br />

stories in the terms of subject (Boratav 2002: 16; Alptekin<br />

2002). For example, Köroğlu that is described and played<br />

with various variants from Central Asia to the Balkans is very<br />

important in this context. They reflect the socio-cultural<br />

structure and events of the society where they are created,<br />

even if not directly, in their own fictional style. Folktales<br />

that contain the actions of the Turkish people in the various<br />

regions of the Turkish world, their attitudes in the face of<br />

the great history and societal asylum, their joys or sorrows,<br />

their respect for the great personalities, the love stories of<br />

the young people are told with deep content and unique<br />

melodies.<br />

In the Turkish oral tradition, another one of the phase types<br />

is anecdote. The anecdotes that are mean and way of effective<br />

communication within verbal culture with its unique<br />

characteristics as composition, expression style and function,<br />

bring about a wide and powerful effect on the masses<br />

by defining the world they live in. The anecdotes are common<br />

and loud protest method of reaction to unacceptable,<br />

riotous and impolitic issues and events with their tolerance<br />

Oral Culture and Tradition<br />

501<br />

Sözlü Kültür ve Gelenek


Common Heritage<br />

502<br />

Ortak Miras<br />

Orta Asya’dan Balkanlar’a kadar çok değişik varyantlarıyla<br />

anlatılan ve çalınıp söylenen Köroğlu’nun yeri oldukça<br />

önemlidir. Halk hikayeleri içinde yaratıldıkları cemiyetin<br />

sosyo-kültürel yapısını ve yaşanan olaylarını doğrudan olmasa<br />

bile kendi kurgusal örümlemeleri içinde yansıtırlar.<br />

Halk hikayeleri Türk Dünyasının çeşitli bölgelerinde Türk<br />

insanının büyük tarihi ve toplumsal hadiseler karşısında<br />

takındığı tavırları,sevinçlerini veya acılarını, büyük şahsiyetler<br />

hakkındaki saygılarını, gençler arasında geçen hazin<br />

aşk hikâyelerini kalpleri fetheden mısralarla, derin bir<br />

içerikle ve eşsiz ezgilerle dile getirme işlevleri görmüşlerdir.<br />

Türk sözlü geleneği içinde anlatmalık türlerden bir diğeri<br />

fıkradır. Kompozisyon, ifade tarzı ve işlev olarak kendine has<br />

özellikleriyle sözlü kültür içinde etkili bir iletişim yöntemi ve<br />

aracı olan fıkralar, yaşatıldıkları dünyayı tanımlamalarıyla<br />

kitleler üzerinde oldukça geniş ve kuvvetli etkiler meydana<br />

getirirler. Fıkralar, bünyelerinde barındırdıkları hoşgörü ve<br />

kabul edilebilir eleştiri zırhıyla, topluma aykırı gelen , uyumu<br />

bozan, kabul edilmeyen konu ve olaylara gösterilen<br />

tepkinin <strong>ortak</strong> ve sesli protesto yöntemidir. Sosyal yaşamın<br />

eleştiri işlevini yerine getiren fıkraların gelişme, değişim<br />

ve dönüşüme açık yönleri onların her dönem ve ortamda<br />

kendilerini sürdürmelerini sağlamıştır ve sağlamaya devam<br />

etmektedir (Eker 2003: 77).<br />

Türk fıkralarının konuları yaşanmış hayat sahnelerine<br />

dayanır. Fıkraların merkezinde daima insan-toplum,<br />

toplum-insan ilişkileri yer alır. Toplumsal yaşamda ortaya<br />

çıkan zıtlıklar, düşünce ve davranış farklılıklarından doğan<br />

çatışmalar fıkraların temel konularını oluşturur. Her fıkranın<br />

esasını bir olay ve bu olay içinde yer alan şahıslar meydana<br />

getirir. Fıkraların şahıs kadroları tez ve karşı teze göre<br />

sıralanır. Her fıkranın kahramanı olumlu tipi ve tezi; onun<br />

karşısında yer alan şahıs veya şahıslar ise karşı tezi temsil<br />

eder. Fıkranın kahramanı halkın <strong>ortak</strong> zekasını, adalet duygusunu,<br />

hazırcevaplılığını, mantık gücünü, aklını, bilgisini ve<br />

olgunluğunu temsil eder (Yıldırım 1999: 5-10).<br />

Tıpkı diğer sözlü gelenek verimlerinde olduğu gibi fıkralar<br />

da Türk Dünyasının en önemli birleştirici hazineleridir.<br />

Bunun en güzel örneği, Türk Dünyasının bazı bölgelerinde<br />

“Hâce Nasreddin”, bazen “Hoca Nasır”, bazen de “Efendi<br />

Nasreddin” olarak karşımıza çıkan Nasreddin Hoca ve<br />

fıkralarıdır. Özdemir’in belirttiği gibi,Nasreddin Hoca, Türk<br />

halk felsefesinin sembolü ve Türk düşünce sisteminin bilgeler<br />

bilgesidir. Nasreddin Hoca fıkra belleği aracılığıyla nesiller<br />

eleştirel düşüncenin sistematiğini, mizahın hoşgörülü<br />

dünyasında öğrenmekte ve öğretmektedir (2010: 28).<br />

Nasreddin Hoca, Kazakistan’da Kazak, Özbekistan’da Özbek,<br />

Türkmenistan’da Türkmen, Kırgızistan’da Kırgız, Tataristan’da<br />

bir Tatar gibi bilinir. Onun fıkraları o kadar benand<br />

acceptance of criticism in their bodies. Explicit sides of<br />

the anecdotes for their development, change and transformation<br />

that fulfill the function of criticism of social life<br />

continue to be provided and maintained in every period and<br />

environment (Eker 2003: 77).<br />

The subjects of the Turkish anecdote are based on the life<br />

scenes. There are always human-society and society-human<br />

relations at the center of the anecdotes. Contradictions<br />

arising from social differences, conflicts arising from<br />

differences of thought and behavior constitute the main<br />

subjects of the anecdotes. The basis of every anecdote<br />

consists of an event and the people involved in it. The personal<br />

members of the anecdotes are sorted according to<br />

thesis and antithesis. Every anecdote has a positive type of<br />

hero and thesis and the person or persons who are in front<br />

of him represents the antithesis. The hero of the anecdote<br />

represents the common intelligence of the people, sense<br />

of justice, smartness, logic, mind, knowledge and maturity<br />

(Yıldırım 1999: 5-10).<br />

Just as the other oral traditions, the anecdotes are the most<br />

important unifying treasures of the Turkish World. The best<br />

example of this is Nasreddin Hodja and his anecdotes which<br />

we confront as “ Hâce Nasreddin “, sometimes “Hodja Nasır”<br />

and sometimes “ Efendi Nasreddin “ in some regions of the<br />

Turkish World. As Özdemir states, Nasreddin Hodja is the<br />

symbol of Turkish popular philosophy and the wisdom of the<br />

Turkish thought system. Nasreddin Hodja learns and teaches<br />

the system of critical thinking through anecdote memory<br />

in tolerant world of humour (2010: 28). Nasreddin Hodja<br />

is known as Kazakh in Kazakhstan, Uzbek in Uzbekistan,<br />

Turkmen in Turkmenistan, Kyrgyz in Kyrgyzstan, Tatar in Tatarstan.<br />

His anecdotes are so embraced that no one even<br />

realized that he was a born and raised in Anatolia. This is<br />

also what makes Nasreddin Hodja unique. Nasreddin Hodja<br />

is the only person from this aspect in the world. Nasreddin<br />

Hodja, who can not be shared by Anatolian people, is perceived<br />

and known as a national hero in Uzbekistan. He is<br />

known with the name of “Afandi” in there and his anecdotes<br />

are named as “latifa”. The Uzbek people love him so much<br />

that they built a magnificent monument in Bukhara that<br />

he sit on the donkey as a sign of interest and love. His wise<br />

anecdotes are liked by everyone. The anecdotes starting<br />

with “ One day Nasreddin Hodja...” attract the attention of<br />

everyone. Some expressions in his anecdotes have almost<br />

become proverbs or idioms. “Ye kürküm ye (clothes make<br />

the man) , bindiğin dalı kesmek (kill the goose that lays the<br />

golden egg), parayı veren düdüğü çalar (he who pays the<br />

piper calls the tune)” are the anecdotes that young and old<br />

alike both laugh and hold up as an example.


imsenmiştir ki, kimse onun Anadolu’da doğup büyümüş bir<br />

şahsiyet olduğunu fark etmez bile. Nasreddin Hoca’yı benzersiz<br />

kılan da budur. Nasreddin Hoca bu yönüyle dünyada<br />

tektir. Anadolu insanı tarafından paylaşılamayan Nasreddin<br />

Hoca, aynı şekilde Özbekistan’da adeta bir milli kahraman<br />

gibi algılanır, tanınır ve bilinir. Orada “Afandi” adıyla bilinen<br />

hocanın fıkralarına “latifa” denilir. Özbek halkı onu o kadar<br />

çok sever ki bu ilgi ve sevginin simgesi olarak Buhara’da eşek<br />

üzerinde bir de muhteşem anıtı yaptırılmıştır.Onun bilgelik<br />

dolu fıkraları büyük küçük herkesi sarıp sarmalar. “Hoca bir<br />

gün…” diye başlayan fıkralar herkesin dikkatini çeker. Onun<br />

fıkralarındaki bazı ifadeler, neredeyse birer atasözü veya<br />

deyim haline gelmiştir. “Ye kürküm ye, bindiğin dalı kesmek,<br />

parayı veren düdüğü çalar” yediden yetmişe herkesin hem<br />

güldüğü hem de ibret aldığı kıssalardır.<br />

Fıkralar hem bir yandan yaşamın garip ve tezat durumlarının<br />

anlatısal olarak normalize edilmesini ve anlamlandırılması<br />

işlevini görürken, öte yandan adeta bir yargı ve cezalandırma<br />

mekanizması olarak işlev görürler. Fıkralar bu yönleriyle<br />

insani ilişkileri düzenler ve toplumsal yaşamın düzenine,<br />

bütünlüğüne katkı sağlarlar. Bunlarla birlikte fıkralar gülme<br />

ve eğlendirme işlevleriyle gündelik yaşamın ağırlığı, kontrol<br />

edilemezliği, zorluğu ve karmaşası karşısında insanlara<br />

bunlarla baş etme ve etkilerini bertaraf etme imkanı sağlarlar.<br />

İnsani iletişim ve etkileşimin sağlanmasında pek çok<br />

birleştirici mekanizma vardır; ancak hiçbiri gülmenin yarattığı<br />

olumlu ve motive edici etkiyi sağlayamaz. Bu yönüyle<br />

fıkralar bir toplumun ruh, akıl ve davranış sağlığını garanti<br />

altına alan ve süspansif etki yaratan terapatik baş etme mekanizmalarıdır.<br />

On the one hand, they are regarded as the strange and<br />

contradictory functions of life semantically as normalization<br />

and sense-making; on the other hand, they act as a<br />

mechanism of justice and punishment. The anecdotes arranges<br />

human relations with this aspect and contributes to<br />

the order and integrity of social life. Together with these,<br />

the anecdotes give people the opportunity to cope with<br />

and to eliminate their influence in the face of the uncontrollability,<br />

difficulty and complexity of everyday life with<br />

their functions of laughing and entertaining. There are<br />

many unifying mechanisms in providing human communication<br />

and interaction; but none can provide the positive<br />

and motivating effect that smile creates. In this regard, the<br />

anecdotes is a therapeutic response mechanism that guarantees<br />

the soul, mind and behavior of a society and creates<br />

a suspensive effect.<br />

The Turkish oral tradition is quite rich in terms of both oral<br />

types and discoursal types. Undoubtedly, oral types are the<br />

first thing that comes to mind when it is said is the folk song<br />

showing its belonging to Turkish people and language. The<br />

folk song called as “mahnı, halk yırı, yır, halk kaşığı, halk<br />

cırı, halk aydımı” in different regions of the Turkish world<br />

has emerged as a resulf of expressing emotions. The most<br />

important customs of the Turks are that they have a special<br />

way of expression and melodies. The folk song that is<br />

a product created by an individual who reflects all kinds of<br />

subjects and emotions belonging to an individual or a society<br />

has been anonymous over time. In all its parts, the performance<br />

of folk songs can be all aspects of everyday and<br />

Oral Culture and Tradition<br />

503<br />

Sözlü Kültür ve Gelenek


Common Heritage<br />

504<br />

Ortak Miras<br />

Türk sözlü geleneği anlatmalık türlerde olduğu gibi söylemelik<br />

türler açısından da oldukça zengindir. Şüphesiz<br />

söylemelik türler dendiğinde ilk akla gelen, Türk insanına<br />

ve diline aidiyetini ortaya koyan adıyla, türküdür. Türk<br />

Dünyasını farklı bölgelerinde “mahnı, halk yırı, yır, halk<br />

kaşığı, halk cırı, halk aydımı” gibi adlarla isimlendirilen<br />

türkü, duyguların ifade edilme ihtiyacının bir neticesi olarak<br />

ortaya çıkmıştır. Türkülerin en önemli husussiyetleri özel bir<br />

ifade tarzına sahip olmaları ve ezgileridir. Türküler, bir fert<br />

tarafından yaratılan ve zamanla anonimleşerek yaratıcısı<br />

unutulan, şahsa ya da topluma ait her türlü konu ve duyguyu<br />

aksettiren ürünlerdir. Bu yönleriyle türkülerin icra<br />

bağlamları gündelik ve özel yaşamın her boyutu olabilir.<br />

Türküler koşma ve mani türünden ortaya çıkmış manzum<br />

ürünlerdir. Halk arasında ezgi ile söylenen her türlü nazma<br />

türkü adı verilmektedir. Her türlü konuyu içerebilen türküler,<br />

aynı zamanda diğer sözlü türler içinde de karşımıza çıkar.<br />

Özellikle duyguların ifade edildiği kısımlarda türküler,<br />

anlatılmak istenen olayın duygusal boyutlarının dinleyiciye<br />

aktarılmasında rol oynar.Türk sözlü geleneği içinde<br />

türkülerin yaratılmasına ve icra edilmesine “türkü yakmak,<br />

çığırmak, söylemek” denilir. Türküler ezgilerine, konularına<br />

ve yapılarına göre ayırlır. Ezgilerine göre türküler usullü ve<br />

usulsüz olarak ikiye ayrılır. Usullü türküler genellikle oyun<br />

havaları olup bölgesel olarak “zeybek, horon, karşılama”<br />

gibi isimler alırlar. Usulsüz türküler ise uzun havalardır ve<br />

“maya, bozlak, koşma garip, hoyrat, kerem” gibi çeşitleri<br />

vardır. Konuları bakımından türküler; aşk ve sevda türküleri,<br />

private life.<br />

The folk songs are poetical products that emerge from poetry<br />

and turkish poem.Every kind of poetry that is sung with<br />

melody by people is named as folk song. The folk songs,<br />

which can involve in all kinds of subject, are also confronted<br />

with other verbal types. Particularly in the parts where emotions<br />

are expressed, the folk song plays a role in conveying<br />

the emotional dimensions of the event to the audience. It is<br />

said that “ türkü yakmak, çığırmak, söylemek “ means create<br />

and perform folk song in the Turkish oral tradition. The<br />

folk song distinguishes according to its melodies, subjects<br />

and structures. According to melody, it is divided into two<br />

as beat and off-beat. Beat folk songs that are usually traditional<br />

dance music are called as “zeybek (zeibek), horon (a<br />

folk dance of the eastern black sea coastal region), karşılama<br />

(a kind of play)”. Off-beat folk songs are unmetered folk<br />

song and there are several types such as “maya, bozlak,<br />

koşma garip, hoyrat, kerem” (all of them is a type of turkish<br />

folk song). The folk songs are classified as love folk song,<br />

folks songs about homesickness, humorous folk songs, folk<br />

songs about borders, heroic folk songs, folk songs about<br />

bandit, folk songs about ceremony, folk songs about trade,<br />

nursery and play folk songs, folk songs about military and<br />

folk songs about shepherd in the terms of their subjects.<br />

The Turkish oral culture and tradition contain many other<br />

traditions and verbal utilities. All in all, as a clear indication<br />

and demonstration of the Turkish people’s perception, de-


gurbet türküleri, mizahi türküler, serhat türküleri, kahramanlık<br />

türküleri, eşkiya türküleri, tören türküleri, esnaf<br />

türküleri, çocuk ve oyun türküleri, askerlik türküleri ve çoban<br />

türküleri olarak sınıflandırılır.<br />

Türk sözlü kültür ve geleneği bünyesinde daha pek çok<br />

geleneği ve sözlü verimi barındırır. Bütün olarak değerlendirildiğinde<br />

Türk insanının evreni, dünyayı, kendisini ve<br />

çevresini görme, tanımlama, sınıflandırma, anlamlandırma<br />

ve yaratıcı dışavurumlarla insanileştirme çabasının bir<br />

neticesi ve göstergesi olarak sözlü kültürü, en yalın ifadesiyle<br />

Orta Asya’dan Balkanlara, tarihin erken devirlerinden<br />

günümüze Türk insanının tarih yapıcı bir millet olarak dünya<br />

kültür ve tarihine yön vermiş ve vermeye devam ediyor<br />

oluşunun temel dayanağı ve teminatıdır. Günümüzde<br />

eğer, tüm yerel farklılığımızın ve çeşitliliğimizin üstünde<br />

ve ötesinde <strong>ortak</strong> bir dünya görüşünü, duyuşunu ve yaşam<br />

tarzını ifade eden Türk Dünyası kavramından söz edebiliyorsak,<br />

şüphesiz bu <strong>ortak</strong>lık ve birliğin katalizör mekanizması<br />

geçmişte de günümüzde de sözlü kültürümüz ve geleneğimiz<br />

olmuştur. Bu kültürel <strong>ortak</strong> miras, tıpkı geçmişte<br />

olduğu gibi günümüzde de Türk insanının dünya üzerindeki<br />

serüveninin fenomenolojisini ortaya koyar. Türk insanının<br />

bütüncül olarak deneyimlenen dünyasını en estetik ve veciz<br />

şekilde nesilden nesile aktarılmasını sağlayan Türk sözlü<br />

kültürü, bu bağlamda hem Türk toplumunun kollektif<br />

belleğini ve hem de kimliğini ve en önemlisi kim olduğu ve<br />

olması gerektiğini gösteren biricik mirası ve sermayesidir.<br />

Kaynaklar<br />

• Aça, Mehmet (2007), “Halk Şiirinde Tür ve Şekil”, Türk Halk Edebiyatı El<br />

Kitabı, Ed.: M. Öcal Oğuz, Ankara: Grafiker Yayınları.<br />

• Akalın, L. Sami ve Şimşek, Esma (2003), “Maniler”, Türk Dünyası Edebiyat<br />

Tarihi III, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.<br />

• Alptekin, Ali Berat (2002), Halk Hikayelerinin Motif Yapısı, Ankara: Akçağ<br />

Yayınları.<br />

• Boratav, Pertev Naili (2002), Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği, İstanbul:<br />

Tarih Vakfı Yayınları.<br />

• Çobanoğlu, Özkul (2001), “Türk Destanları”, Türk Dünyası Edebiyat Tarihi I,<br />

Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.<br />

• Çobanoğlu, Özkul (2004), Türk Dünyası Ortak Atasözleri Sözlüğü, Ankara:<br />

Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.<br />

• Çobanoğlu, Özkul (2012), Türk Halk Edebiyatına Giriş, Eskişehir: Anadolu<br />

Ünivesitesi Yayınları.<br />

• Çobanoğlu, Özkul (2013), “Mit, Mitoloji ve Edebiyat”, Türk Edebiyatının<br />

Mitolojik Kaynakları, Eskişehir: Anadolu Ünivesitesi Yayınları.<br />

• Elçin, Şükrü (2005), Halk Edebiyatına Giriş, Ankara: Akçağ Yayınları.<br />

• Eker, Gülin Öğüt (2003), “Fıkralar”, Türk Dünyası Edebiyat Tarihi III, Ankara:<br />

Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.<br />

• Ong, Walter (2007), Sözlü ve Yazılı Kültür: Sözün Teknolojileşmesi, Çev.:<br />

Sema Postacıoğlu Banon, İstanbul: Metis Yayınları.<br />

• Özdemir, Nebi (2010), “Mizah, Eleştirel Düşünce ve Bilgelik: Nasreddin<br />

Hoca”, Milli Folklor, 87: 27-40.<br />

• Sakaoğlu, Saim (2002), “Masallar”, Türk Dünyası Edebiyat Tarihi II, Ankara:<br />

Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.<br />

• Yıldırım, Dursun (1998), Türk Bitiği: Araştırma-İnceleme Yazıları, Ankara:<br />

Akçağ Yayınları.<br />

• Yıldırım, Dursun (1999), Türk Edebiyatında Bektaşi Fıkraları, Ankara: Akçağ<br />

Yayınları.<br />

• Yıldız, Naciye (2003), “Ninniler”, Türk Dünyası Edebiyat Tarihi III, Ankara:<br />

Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.<br />

scription, classification, sense-making and humanization<br />

with creative expressing; oral culture is the basic stance<br />

and assurance of that Turkish people as a history maker<br />

has given direction to the world’s culture and history and<br />

has continued. Today, if we can talk about the concept of<br />

the Turkish World, which expresses a common worldview,<br />

feelings and lifestyle both above and beyond our own local<br />

diversity and differentness, the catalytic mechanism of this<br />

partnership and association has undoubtedly been our verbal<br />

culture and tradition in the past and present. As it was<br />

in the past, this cultural common heritage reveals the phenomenology<br />

of the adventure of the Turkish people around<br />

the world today. The Turkish oral culture, which enables the<br />

transfer of experienced world of the Turkish people in the<br />

most aesthetic and modern way from generation to generation,<br />

is the unique heritage and capital that show both the<br />

collective memory of the Turkish society and its identity and<br />

most importantly who it is.<br />

References<br />

• Aça, Mehmet (2007), “Halk Şiirinde Tür ve Şekil”, Türk Halk Edebiyatı El<br />

Kitabı, Ed.: M. Öcal Oğuz, Ankara: Grafiker Yayınları.<br />

• Akalın, L. Sami ve Şimşek, Esma (2003), “Maniler”, Türk Dünyası Edebiyat<br />

Tarihi III, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.<br />

• Alptekin, Ali Berat (2002), Halk Hikayelerinin Motif Yapısı, Ankara: Akçağ<br />

Yayınları.<br />

• Boratav, Pertev Naili (2002), Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği, İstanbul:<br />

Tarih Vakfı Yayınları.<br />

• Çobanoğlu, Özkul (2001), “Türk Destanları”, Türk Dünyası Edebiyat Tarihi I,<br />

Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.<br />

• Çobanoğlu, Özkul (2004), Türk Dünyası Ortak Atasözleri Sözlüğü, Ankara:<br />

Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.<br />

• Çobanoğlu, Özkul (2012), Türk Halk Edebiyatına Giriş, Eskişehir: Anadolu<br />

Ünivesitesi Yayınları.<br />

• Çobanoğlu, Özkul (2013), “Mit, Mitoloji ve Edebiyat”, Türk Edebiyatının<br />

Mitolojik Kaynakları, Eskişehir: Anadolu Ünivesitesi Yayınları.<br />

• Elçin, Şükrü (2005), Halk Edebiyatına Giriş, Ankara: Akçağ Yayınları.<br />

• Eker, Gülin Öğüt (2003), “Fıkralar”, Türk Dünyası Edebiyat Tarihi III, Ankara:<br />

Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.<br />

• Ong, Walter (2007), Sözlü ve Yazılı Kültür: Sözün Teknolojileşmesi, Çev.:<br />

Sema Postacıoğlu Banon, İstanbul: Metis Yayınları.<br />

• Özdemir, Nebi (2010), “Mizah, Eleştirel Düşünce ve Bilgelik: Nasreddin<br />

Hoca”, Milli Folklor, 87: 27-40.<br />

• Sakaoğlu, Saim (2002), “Masallar”, Türk Dünyası Edebiyat Tarihi II, Ankara:<br />

Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.<br />

• Yıldırım, Dursun (1998), Türk Bitiği: Araştırma-İnceleme Yazıları, Ankara:<br />

Akçağ Yayınları.<br />

• Yıldırım, Dursun (1999), Türk Edebiyatında Bektaşi Fıkraları, Ankara: Akçağ<br />

Yayınları.<br />

• Yıldız, Naciye (2003), “Ninniler”, Türk Dünyası Edebiyat Tarihi III, Ankara:<br />

Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.<br />

Oral Culture and Tradition<br />

505<br />

Sözlü Kültür ve Gelenek


Prof. Dr. Ali DUYMAZ<br />

Bilge Yapım<br />

Common Heritage<br />

506<br />

Ortak Miras<br />

“Konuğu gelmeyen kara evler yıkılsa yeğ”<br />

Dede Korkut Kitabı<br />

Among the top 10 most visited destinations in the world with more<br />

than 23 million tourists visiting each


Türk kültür değerleri sayılırken kahramanlık, yurtseverlik, mertlik, kanaatkârlık, tutumluluk,<br />

toprağa bağlılık, saygı ve hürmet, hayırseverlik, hoşgörü, namus ve şeref, ağırbaşlılık,<br />

alçakgönüllülük gibi birçok değerin arasında ve hatta çoğu zaman başında<br />

konukseverlik de sayılmaktadır. Türk kültürünün tarihten bugüne değişmeyen temel<br />

kodlarından birisi, belki de birincisi konukseverliktir. Konu üzerinde araştırmaları olan<br />

Mahmut Tezcan, Türk kişilik ve karakterini oluşturan temel unsurlardan biri olarak konukseverliği<br />

alır. Türklerle ilgili yabancıların değerlendirmesinden oluşan on olumlu<br />

stereotipten beşincisi de konukseverliktir.<br />

24 Misafirperverlik &<br />

Konukseverlik<br />

Manun of written literature, karam of oral literature<br />

Wedding<br />

507<br />

Düğün<br />

World with more than 23 million tourists visiting each year, aside from unique natural<br />

beauties, historic sites, a developed transport system and hospitality services, Turkey<br />

has become a center of attraction with a technical infrastructure and quality personnel<br />

producing over 150 films and thousands of episodes of television serials with foreign<br />

directors and producers that want to film in Turkey in recent years.


Common Heritage<br />

508<br />

Ortak Miras<br />

İslâm öncesi töre değerlerinden biri olan ve İslâmiyet’in<br />

kabulüyle birlikte kurulan yeni medeniyet dönemlerinde<br />

dinî atıflarla güçlenen ve mesela ahilik gibi uygulamalarla<br />

kurumsallaşan bu değer yargısı, Batılılaşma sürecinde kimi<br />

karşı çıkışlarla da karşılaşmıştır. Batılılaşmayı teknolojik ve<br />

bilimsel gelişmelerin yanı sıra kültürünün de alınması anlamında<br />

algılayan Abdullah Cevdet gibi bazı isimler, konukseverlik<br />

gibi Türk kültür değerlerini “bedevi” bulmuşlar ve<br />

değişmesi gerektiğini beyan etmişlerdir. Abdullah Cevdet,<br />

konukseverliği örnek vererek şöyle demektedir: “Türklerin<br />

daha umumi muhit bir tabirle, Osmanlının en ziyade mucib<br />

ve mevzu-u iftihar addettiği ananelerinden biri de “misafirperverlik”tir.<br />

Misafirperverlik hiç şüphe yok bedeviyet devrinin<br />

fazail-i zaruriyesinden idi... Avrupa bedeviyetten pek çok<br />

merhaleler uzaklaştığı için artık o fazilet-i bedeviyeyi unuttu.<br />

O şimdi bu yirminci asr-ı medeniyette kürre-i arz üzerinde<br />

gayr-ı mütemeddin kavimlerin bedevi olarak misafir<br />

kalması imkânına açılan kapıları şiddetle kapamakla meşguldür...”.<br />

Hatta 1920’li yıllarda devrin anlayışı gereği alafranga<br />

nezaket kurallarına daha fazla ağırlık veren “Teşrifat<br />

ve Âdâb-ı Muaşeret” isimli bir kitap yazmış ve söz konusu<br />

kitabı birkaç baskı yapmış olan Lütfi Simavi, “misafirperverlik”<br />

kısmında olumsuz örneklerden yola çıkarak misafirlerin<br />

aşırılığına ve ev sahiplerinin çektikleri sıkıntılara değinerek<br />

bilhassa “davetsiz misafirler”den yakınır. Oysa yabancı gezgin<br />

ve araştırmacıların Türklerde fark ettikleri en belirgin<br />

özellik konukseverliktir. Mesela İngiliz tarihçi Geofrey Lewis,<br />

“Türk portresi” çizerken Türkleri çekingen ve saygılı insanlar


olarak Doğu’nun İngiliz centilmenleri benzetmesiyle tanıtır.<br />

Aynı yazar, ölçülü, hata yapmamaya çalışan, mahcup, 600<br />

yıllık dünya imparatorluğunun sorumluluk sahibi, ağırbaşlı<br />

varisleri olan Türklerin konuksever ve kibar olduklarını vurgulayarak<br />

somut bir örnek verir ve “Siz bizim konuğumuz<br />

oldunuz, gerekçesiyle, yabancı müşterisinden para almayan<br />

tok gözlü otel sahibi dünyanın başka hangi ülkesinde,<br />

nerede bulunur?” diye sorar.<br />

Konukseverliğin göçer kavimlerde yüksek bir değer olarak<br />

kabullenildiği bir gerçektir. Ancak günümüzde birey veya<br />

toplum olarak insanlığın sorunlarına çözümler arayan Batılı<br />

felsefe ve düşünce insanları “antropo-etik” veya “etno-etik”<br />

değerlere yeni yüklemeler ve güncelleştirmeler yapma<br />

yolunu da bir alternatif olarak değerlendirmektedirler. Batılı<br />

düşünürler, bu tür kültürel kodları estetik, etik, politik ve<br />

hukukî alanlara taşımakta, yeni karşılaşılan ve küresel boyuta<br />

yükselen sorunlara çözüm önerileri sunmaktadırlar. Bu<br />

çerçevede Batılı, özellikle de Alman ve Fransız felsefecilerin<br />

Kant’tan Heidegger’e, Levinas’tan Derrida’ya kadar üzerinde<br />

durdukları en temel kavramlardan biri de “konukseverlik”tir.<br />

Her ne kadar yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi, Türk kültüründeki<br />

bazı değerlerle birlikte konukseverlikte de bir takım<br />

aşınma ve bozulmalar söz konusu olsa da geleneksel kültür<br />

kodlarını ve değerlerini dikey ve yatay düzlemlerde takip<br />

edebildiğimiz bir <strong>ortak</strong> Türk kültürü vardır. Daha açık bir<br />

ifadeyle kavim dönemini yaşayan bir boy ile değişik medenî<br />

seviyeleri yaşamış ve aşmış rafine bir kültür ve medeniyet<br />

unsurunu, eşzamanlı olarak tespit etmemiz Türk kültür coğrafyasında<br />

halen imkân dâhilindedir. Elbette misafir odaları<br />

ve kadın günleri gibi konukseverliğin değişik güncellemeleri<br />

de vardır ve bu husus da ayrıca ele alınması gereken konulardandır.<br />

Wedding<br />

509<br />

Düğün<br />

Türkçede “konuk” sözü İslâmiyet’in tesiriyle Arapça misafir<br />

sözüyle birlikte kullanılmaya başlanmış, kimi zaman dar bir<br />

alanda da olsa Farsça “mihman” kelimesi de kullanımda olmuştur.<br />

Türkçenin değişik dönem ve şivelerinde elbette konuk<br />

anlamında başka sözler de kullanılmıştır. Türk kültüründe<br />

konukları iki başlık altında toplamak mümkündür. Bunlar<br />

çağrılı yani davetli konuklar ile “Tanrı misafiri” ya da “davetsiz<br />

misafirler”dir. Nitekim Dede Korkut Kitabı’nda konuk<br />

sözünün bu iki anlamda kullanıldığı dikkati çeker. Bunlardan<br />

ilkinin, mukaddimede kadın tipleri anlatılırken “yazıdan<br />

yabandan eve bir konuk gelse” ifadesinde geçen şekliyle<br />

“yazıdan yabandan gelen”, yani öteki, yabancı, meçhul kişiler<br />

olduğu açıktır. Bu kalıp ifade, kadın tiplemelerinden<br />

bir diğeri anlatılırken “Öte yazıdan yabandan bir odlu konuk<br />

gelse” şekline bürünür. Buradaki “öte” sözü, “konuk”u<br />

en azından mekânsal anlamda biraz daha uzaklaştırıp ya-


ancılaştırırken “odlu” sözü “konuk”a soyut anlamda değer<br />

arttıran bir anlam katmaktadır. Bu ilk anlam, konuk sözünün<br />

en yaygın ve evrensel anlamıdır; yani yabancı, öteki, uzak<br />

anlamı. Nitekim konuğa karşı takınılan tutum ve davranışlar,<br />

aslında ev sahibiyle konuk arasındaki ötekiliği, yabancılığı<br />

vurgulayan tavır ve davranışlardır. Bir anlamda konuk sözü,<br />

yabancı sözüyle eş anlamlıdır. Burada vurgulamamız gereken<br />

bir diğer husus da bu “dış konuk”ların davetsiz, yani<br />

kendiliğinden gelen konuklar olmalarıdır. Bunlarda ev sahibinin<br />

herhangi bir daveti veya başkaca bir inisiyatifi yoktur.<br />

Common Heritage<br />

510<br />

Ortak Miras<br />

İkinci anlam ise Oğuz ili içinden konuklar olarak değerlendirebileceğimiz<br />

“davetli”, yani “okunmuş” konuklardır. Mesela<br />

Hanlar Hanı Bayındır Han yılda bir kere toy ederek Oğuz<br />

beylerini konuklamaktadır. Konukseverliğin en üst yorumu<br />

sayılabilecek “hân-ı yağma” veya “potlaç” geleneğine kadar<br />

uzanan bu toy davetine katılanlar, adları sanları bilinen,<br />

tanınan ve hatta davet edilen “iç” konuklardır. Han’ın bu daveti<br />

bazen genel olmaktan çıkıp özel bir kişiye de yönelebilir.<br />

Mesela Begil Oğlı Emren boyunda Bayındır Han, Gürcistan<br />

sınırına “karavulluk” etmesi için gönderdiği Begil’i yılda bir<br />

kere divanına çağırıp konuklamaktadır. Begil, bu hikâyeye<br />

göre biraz gönülsüz bir biçimde Gürcistan ağzına gönderilmiş<br />

olduğu için onun gönlünü hoş tutmak üzere Bayındır<br />

Han’ın özel bir ilgi gösterdiği görülmektedir. Yine Dede Korkut’ta<br />

herhangi bir dileği veya haceti olan bazı beyler de İç<br />

Oğuz ve Dış Oğuz beylerini konuk ederler.<br />

Türkmen Türkçesinde ve bu dilin en güçlü mensubu Mahtumkulu’nda<br />

konuk anlamında daha ziyade Farsça kökenli<br />

“mıhman” kelimesi, zaman zaman da Arapça asıllı “mısapır”<br />

sözü kullanılmaktadır. Mahtumkulu’nda “çar taraptan”, yani<br />

yabancı ve uzak diyarlardan gelebilen konuklar olduğu gibi<br />

yakından gelen tanıdık bildik konukların da olabileceği metinlerin<br />

bağlamından anlaşılabilmektedir.<br />

Sonuçta uzak veya yakından gelmesine, davet edilip edilmemesine,<br />

tanıdık olup olmamasına, makam ve statüsüne<br />

bakılmaksızın “konuk”un kendisi bizatihi bir sosyal konumu,<br />

yani belirli ve geleneksel bir tutum ve davranış kalıbının muhatabı<br />

olmayı temsil eder. Aslında konuk için başkaca bir sıfata<br />

ihtiyaç dahi hissedilmez. Konuğun iyisi kötüsü, zengini<br />

fakiri, genci yaşlısı, kadını erkeği, tanıdığı yabancısı yoktur.<br />

Ev sahibi ister tanımadığı ve belki de zamansız ve uygunsuz<br />

gelişinden dolayı “Tanrı misafiri” diye adlandırdığı konukla<br />

tanıdığı bildiği, hatta davet ettiği bir konuğu karşılama ve<br />

kabul etmede farklı davranmaz. Kısaca yemez yedirir, içmez<br />

içirir.<br />

Konuk ağırlamada en önemli mekân evdir. Daha başka bir<br />

ifadeyle evin en temel işlevi konuk ağırlamadır. Dede Korkut<br />

Kitabı’nın en özlü sözlerinden birisi “Konuğu gelmeyen<br />

kara evler yıkılsa yeğ” sözüdür. Mukaddimede Dede Korkut


dilinden söylenen soylama dizisinde ev ile konuk arasında<br />

bir paralellik kurulur. Evi anlamlı, işlevine uygun kılan da<br />

konuktur. Konuk gelmezse ak ev, kara eve döner ve böyle<br />

evlerin yıkılması yeğlenir. Demek ki evin ilk ve temel işlevi<br />

“konuk” ağırlamaktır. Her biri bir atasözü değerindeki bu<br />

soylamalarda soyut ve teorik olarak bir genç alpta, erde olması<br />

gereken, yani erin erdemini oluşturan değerlerin başında<br />

da konukseverlik gelmektedir. Nitekim normalde evin<br />

erkeğine terettüp eden bu görev, o denli önemlidir ki “er<br />

adam evde olmasa” bu görev evin kadınına düşer.<br />

Wedding<br />

511<br />

Düğün<br />

Kısacası ev ile konuk arasında kurulan ilişki doğru orantılı<br />

ve işlevsel bir ilişkidir. Ev, konuğu geliyorsa, o evde konuk<br />

ağırlanıyorsa işlevine uygun bir evdir, yoksa “kara”dır, dolayısıyla<br />

yıkılması tercih edilir. Bir Türkmen atasözü de aynı<br />

duyguyu “Mihman gelmeyen övün yıkılanı yahşı” şeklinde<br />

ifade eder. Ev ile konuk ilişkisi Türkmen klasik şairi Mahtumkulu’nun<br />

şiirlerinde de karşımıza çıkmaktadır. Mahtumkulu,<br />

“Bahıl öyde mıhman durmaz” demektedir. Soyut değerlerin<br />

insan-varlık arasındaki ilişkiyi düzenlemesi veya insan-nesne<br />

arasında doğrusal bir ilişki kurulması geleneksel toplum<br />

için temel bir yargıdır. Bu yargı yıpranma veya değişime uğrama<br />

temayülü gösterirse toplumun ve dünyanın bozulması<br />

anlamı taşımaktadır. Evi “ak” kılan konuğun gelmesidir, eğer<br />

konuk gelmiyor veya layıkıyla ağırlanmıyorsa ev “kara” olur<br />

ve yıkılması yeğlenir.<br />

Tarihte konuk ağırlama hanlara ve beylere mahsus bir davranış<br />

modeli olarak örneklenmektedir. Çünkü hanlar veya


Ortak Miras<br />

Common Heritage<br />

512


eyler, Tanrı’nın davranışı olarak emsal alınan bir tavır olarak<br />

konuk ağırlamaktadırlar. Başka bir ifadeyle tanrısal bir<br />

eylem olarak konukseverdirler. Çünkü Tanrı, dünyayı ve<br />

varlıkları insanlara izzet ve ikram için yaratmış, bu dünyada<br />

insanlar Tanrı’nın misafiri olarak ağırlanmaktadırlar. O halde<br />

Tanrı kutuna mazhar olmuş özel kişiler olarak hanlar ve beyler<br />

de bu davranışı model alarak yeryüzünde uygulamakla<br />

sorumludurlar. Nitekim Divanü Lugat-it-Türk’te de konuk,<br />

kut (uğur) getirendir. Misafirin uğuruyla, nasibiyle geldiğine<br />

dair günümüzde de Türk lehçelerinde yaşayan birçok<br />

atasözümüz vardır. Bunlardan birisi “Gonaklı öye gut girer”<br />

şeklindedir. Misafirin rızkıyla gelişine dair bir diğer atasözü<br />

ise şöyledir: “Mihman gelir eşikten, rızkı gelir deşikten”. Misafirin<br />

bereket getirdiği inancıyla konuk, insanlar arasında<br />

bir yük olarak görülmez. Aksine konuğun tükettiğinin kat kat<br />

fazlasının ev sahibine Tanrı tarafından bahşedileceği inancı<br />

hâkimdir. “Misafir on kısmetle gelir, birini yer, dokuzunu bırakır”<br />

sözü bu inancın ifadesidir.<br />

Bilindiği gibi Tanrı’dan “kut” alan ve onun yeryüzündeki<br />

temsilcisi olan, bir anlamda kendilerine babalık vazifesi edinen<br />

Türk hükümdarları, “toy” tertip ederek Tanrı adına halkı<br />

doyururlar. Hân-ı yağma kültürünün temelinde hükümdarların<br />

bu tanrısal eylemi yatmaktadır. Oğuz Kağan Destanı ve<br />

Dede Korkut Kitabı’ndaki hanların toylarında da asıl maksat<br />

budur. Dede Korkut Kitabı’nda örneklerini gördüğümüz han<br />

toyları dışındaki toylar da bu tanrısal eylemin model alındığı<br />

toylardır. Toylardaki “açları doyurmak”, “yalıncakları giydirmek”,<br />

“tepe gibi et yığmak, göl gibi kımız sağmak”, Tanrı’dan<br />

kut alan hanın uygulamaları olarak diğer toylarda model<br />

alınarak tekrar edilir. O halde konuk ağırlamak da, tanıdık<br />

olsun olmasın insanları hoşnut etmek, doyurmak, ikramda<br />

bulunmak ve hediye vermek gibi uygulamalar açısından bir<br />

tanrısal eylem olarak görülmelidir.<br />

Wedding<br />

513<br />

Düğün<br />

Bir başka paralellik ise toplumun model insan algısı üzerinden<br />

inşa edilmiştir. Konargöçer, atlı ve akıncı Türk kültürünün<br />

model insanı olan alplar, konuklarıyla, konuk ağırlamalarıyla<br />

toplum içinde farklılaşırlar ve model teşkil ederler.<br />

Dede Korkut Kitabı’nda başta Bayındır Han ve Salur Kazan<br />

olmak üzere hanlar ve beyler, konuk ağırlama hususunda<br />

son derece hassastırlar. Beylerin, tanrısal bir eylem olan cömertliği<br />

yeryüzünde temsil eden ve uygulayan kişiler olması<br />

kuralı gereği cömertliğin bir başka yansıması sayılan konukseverliği<br />

de muhakkak göstermesi gerekmektedir.<br />

Misafire hürmet göstermeyen, konuk ağırlamaktan kaçınan<br />

kişiler toplum nezdinde kınanır. “Kapısı sürülü, sofrası dürülü”<br />

tabiriyle nitelenen bu tür kişiler mert sözünün karşıtı<br />

olarak “namert” kelimesiyle tanımlanırlar. Namerde misafir<br />

olmak da tavsiye edilen bir davranış değildir. Mahtumkulu<br />

“Malı çoktur diyerek namerde misafir olma, cömert her ne


kadar fakir olsa da var eyler” diyerek konuk olunacak yeri<br />

ve kişiyi seçmenin de mertlik unsurlarından biri olduğunu<br />

vurgular:<br />

“Malı köp diyp, mıhman bolma namarda,<br />

Comart herçent gallaç bolsa, bar eyler.”<br />

Kısacası Türk milletinin inkıraz devrinin başladığı yıllara<br />

kadar model insanı olan “alp”, “yiğit” veya “mert” insanın<br />

temel vasıflarından birisi konukseverliğidir. Bu konukseverliğin<br />

nesilden nesle geçmesini sağlayan yöntem de görgüdür.<br />

Yani Dede Korkut Kitabı’ndaki ifadesiyle söylemek<br />

gerekirse “Kız anadan görmeyince öğüt almaz. Oğul atadan<br />

görmeyince sofra yaymaz.”<br />

Common Heritage<br />

514<br />

Ortak Miras<br />

Onuncu yüzyılda Türkistan’ı başta başa dolaşan ünlü seyyah<br />

İbn Fadlan’ın seyahatnamesinde en çok vurgu yapılan<br />

hususlar arasında Türklerin misafirperverliği önde gelir.<br />

Konuyla ilgili şahit olduğu birçok olayı anlatan Fadlan, “Bir<br />

Türk’ün yurdundan, tanımadığı bir kimse geçip ona “Ben<br />

senin misafirinim. Develerinden, hayvanlarından ve parandan<br />

(dirhemlerinden) şu miktara ihtiyacım var.” derse, Türk<br />

istediklerini ona verir.” diyerek Türklerin konuk karşısındaki<br />

tutumlarına çarpıcı bir örnek verir. Anadolu’yu dolaşan İbni<br />

Battuta, Seyahatname’sinde “Yabancı konukları ağırlayan,<br />

eşkıyaya karşı savaşan, dünyada başka bir eşi bulunmayan,<br />

temiz kalpli, iyi ahlaklı, yiğit gençler”den övgüyle söz etmektedir.<br />

Günlük kazançlarını başkanlarına veren, yiyecek<br />

giyecek satın alındıktan sonra kalanla hayır işleri yapan,<br />

konuk ağırlayan bu gençlerin amaçları, yardımlaşma, dayanışma,<br />

güvenlik ve barış sağlamak olarak tanımlanır. Hiç<br />

şüphesiz bütün kaynaklarda konukseverlik övülen bir tutum<br />

olarak ele alındığı gibi konuğun gelmeyişi veya layık olduğu<br />

biçimde ağırlanmaması da eleştirilen bir davranış olarak ele<br />

alınmıştır. Dede Korkut Kitabı’nda toparlayıcı ve genelleyici<br />

bir ifadeyle anlatılan konukseverlik, Türkmen klasik şairi<br />

Mahtumkulu’nun şiirlerinde de oldukça ayrıntılı olarak işlenmiştir.<br />

Her ne kadar “Dede Korkut dilinden ozan” söylese de kadınların<br />

dört gruba ayrıldığı soylamada da konukseverlik<br />

konusu ele alınmaktadır. Yerleşik hayatın kadını toplumsal<br />

anlamda öne çıkarmaya başladığı çağların izlerin taşıyan<br />

bu sözlerde “evin dayağı” şeklinde olumlu kadın tiplemesinden<br />

bahsedilirken “Yazıdan yabandan eve bir konuk gelse,<br />

er adam evde olmasa, o onu yedirir içirir ağırlar azizler<br />

gönderir. O Ayşe Fatıma soyudur hanım. Onun bebekleri<br />

yetsin. Ocağına buncılayın avrat gelsin” denir. Aynı soylamada<br />

olumsuz kadın tiplemelerinden “nice söylersen bayağı”<br />

şeklinde ele alınan kadın da “Öte yazıdan yabandan<br />

bir odlu konuk gelse, er adam evde olsa, ona dese ki: Kalk,<br />

ekmek getir yiyelim, bu da yesin dese, pişmiş ekmeğin ba-


kası olmaz yemek gerektir; avrat der: Neyleyeyim, bu yıkılacak<br />

evde un yok elek yok, deve değirmeninden gelmedi der;<br />

… O Nuh peygamberin eşeği aslıdır. Ondan dahi sizi hanım<br />

Allah saklasın, ocağınıza buncılayın avrat gelmesin” sözleriyle<br />

eylem eksenli bir tasvirle tanımlanır. Görüldüğü üzere<br />

her ne kadar “söz dinlemez” kadın tiplemesini tasvir etse de<br />

burada da ölçü konukseverlik üzerine kurulmuştur. Konukseverlik<br />

ve buna bağlı ikram ve izzet gibi erdemler, erkeğin<br />

olduğu gibi kadının da değer ölçüleri arasında ilk sırada yer<br />

almaktadır. Ancak burada “neden kadın?” sorusu da gayri<br />

ihtiyari akla gelmektedir. Dolayısıyla herhangi bir hükme<br />

varmadan birkaç bilgi vermeyi gerekli görüyoruz.<br />

Wedding<br />

515<br />

Düğün<br />

İbn Battuta, XIV. yüzyılda Anadolu beylikleri döneminde<br />

Kayseri’de Emir Alâüddin Eretna ve Osmanlı Beyi Orhan<br />

Bey’in eşleri ile görüştüğünü anlatırken, bu kadınların beyleri<br />

evlerinde olmadığı halde İbn Battuta ve arkadaşları<br />

için sofra hazırlattıklarını ve onlarla birlikte yemek yiyerek<br />

sohbet ettiklerini belirtir. Hatta misafirleri ayrılırken de, Seyyah’a<br />

hediyeler vererek ikramda bulunmuşlardır. Bu durumu<br />

Türk kültür ve tarihinde kadının konumu ve aileyi babadan<br />

sonra annenin temsiliyle açıklayabiliriz. Ya da Oğuz toplumunda,<br />

Dede Korkut Kitabı’nda Banıçiçek ve Selcen Hatun<br />

tiplerine de yansıdığı gibi kadınların yüksek ahlâk sahibi<br />

olmalarının güveniyle toylarda ve eğlencelerde erkeklerle<br />

birlikte toplanmaları, çalgı çalıp kımız içmeleri, hatta erkek<br />

gibi ata binmeleri ve kahramanlık göstermeleri de bu çerçevede<br />

değerlendirilebilir. Bu özgüven, erkek evde bulunmadığı<br />

zamanlarda kadınların konuk kabul etmelerine de


Common Heritage<br />

516<br />

Ortak Miras<br />

ruhsat veya imkân vermiş olmalıdır. Günümüzde de kadınların,<br />

kırsal yerleşimlerde ve özellikle de Alevi-Bektaşi toplulukları<br />

arasında bu niteliklerini sürdürdüğü bilinmektedir.<br />

Mesela Sıraç Türkmenlerinde konuğun o evin bereketini<br />

artırmak için Tanrı tarafından gönderilmiş olduğuna inanıldığı<br />

ve kadınların da erkeklerden kaçmadan konuklarla<br />

yarenlik ettiklerine dair kayıtlar vardır. Aynı biçimde Kazak<br />

Türklerinin geleneğinde de evde kocaları olmadığı zaman<br />

misafire karşı beyinin yokluğunu aratmayan ve misafiri gerektiği<br />

şekilde ağırlayan kadınlar, hem kendi bölgelerinde,<br />

hem de başka bölgelerde örnek kadın olarak takdir ve övgü<br />

ile anılmaktadırlar. Ev işlerinde konukla ilgilenmek hususunda<br />

görevin büyük oranda kadınlara düştüğü, kadınların<br />

konukseverliğin güncel yorumlaması sayılabilecek kabul<br />

günlerindeki etkinliği gibi hususlar düşünülecek olursa bu<br />

durum sıradan ve normal karşılanmalıdır. Ancak bazı ilkel<br />

kavimlerden günümüze ulaşan bilgiler eski dönemlerdeki<br />

bazı kabilelerde konuğa gösterilen saygının gereği olarak<br />

konuklara kendi eşlerini sunabildikleri, konuğun bunu kabul<br />

etmemesinin kabile için bir aşağılama olduğu bilgisine rastlamaktayız.<br />

Türkler arasında pek görülmese de İbn Fadlan<br />

Seyahatnamesi’nde Karluklarda reisin karısı, kızı ya da kız<br />

kardeşinin, yabancı bir kafile gelince onları konuk ettikleri<br />

yazılmaktadır.<br />

Konukseverlikte en önemli hususlardan birisi gelen konuk<br />

kim olursa olsun belirli bir davranış kalıbıyla tutum sergilemektir.<br />

Güler yüz göstermek, yemek ikram etmek, cimri<br />

davranmamak, rahatsız edici tutum takınmamak gibi. Dede


Korkut Kitabı’nda yukarıda hem kadın tiplemeleriyle ilgili kısımda<br />

hem de hanların ve beylerin davranışlarında bunları<br />

ayrıntılı olarak ele almıştık. Aslında konuk geldiğinde bu tutum<br />

ve davranışlar, hazır bir alışkanlık kalıbı gibi devreye girmekte,<br />

aksi davrananlar ise toplum tarafından kınanmakta<br />

ve sosyal bir baskıya uğramaktadır.<br />

Konuk karşılama ve ağırlamada dikkat edilecek hususların<br />

başında güler yüz gelmektedir. Kazaklar arasında “Misafirle,<br />

hiçbir yiyecek olmasa bile sıcak ve samimi bir sohbet yeter”<br />

şeklinde bir atasözü kullanılmaktadır. Türkmenler buna<br />

benzer biçimde “Buğday nanın bolmasa, buğday sözün yok<br />

mudur” derler, Anadolu’da ise “Buğday ekmeğin yoktuysa<br />

buğday dilin de mi yoktu” sözü aynı bağlamda kullanılmaktadır.<br />

Orta Asya Türk topluluklarında konuk, eller göğse götürülüp<br />

eğilerek selamlanmak usulüyle karşılanır. Yaş farkına<br />

bakmadan konuğa saygı gereği “siz” sözüyle hitap edilir.<br />

Orta Asya Türk toplulukları misafirperverliğin kaynağında<br />

Cengiz Han’ın seferlerini ve İpek Yolu’nun gösterirler. Rivayete<br />

göre Cengiz Han, askerlerini doyurmaları için geçtiği<br />

yerlerdeki hanelere paylaştırmış ve konukseverlik geleneği<br />

böylece yerleşmiştir. Bir başka rivayete göre ise Büyük İpek<br />

Yolu’nun işlemeye başlamasıyla yol üzerinde yaşayan topluluklar,<br />

tüccarların konaklama ihtiyacını karşılamışlar ve<br />

böylece konukseverlik geleneği doğmuştur.<br />

Çünkü konuk, annesinden babasından, akrabalarından ve<br />

kardeşlerinden ayrılmış, ilinden yurdundan uzak düşmüş bir<br />

kişidir. Kısacası “garip”tir ve gariplerin de duası makbul sayılır.<br />

Mert kişiler, misafir karşısına güler yüzle çıkar, namertler<br />

ise konuktan gizlenir. Misafir, güler yüz yanında hoş sözlerle<br />

karşılanmalı ve ağırlanmalıdır. Onu incitecek herhangi bir<br />

söz söylenmemelidir. Türkmen atasözlerinde dendiği gibi<br />

“Mihmana gel diymek bar, git diymek yok”tur, “Mihmanın<br />

itine-de ‘tur!’ diyme”mek gerekir. Misafir olarak kabul edilen<br />

ve ağırlanan kişiye karşı gönülden ve candan davranılması,<br />

ekmeğinden pay verilmesi ve en önemlisi de kan davalı bile<br />

olunsa bu davadan vazgeçilmesi gerektiği öğütlenir.<br />

Wedding<br />

517<br />

Düğün<br />

Misafire karşı davranışların en başında onu yedirip içirmek<br />

vardır. Anadolu’da “Halil İbrahim Sofrası” veya “Han-ı Halil”<br />

deyimiyle ifade edilen sofra herkese açık sofradır. En kısa<br />

süreli konuklukta dahi misafire kahve veya şerbet ikram<br />

edilir. Cömertlik felsefesi bağlamında ele alınabilecek bir<br />

durum olan yeme içme hususunda Mahtumkulu bir şiirinde<br />

misafire “sofra yayıp nan (ekmek) dökmek” gerektiğini vurgulamaktadır:<br />

“Supra yayıp, dökgül nanıñ,<br />

Bu dünyede aşıñ galar.” (Kazı 2008: 154)<br />

Elbette konukseverliğin gereklerini bu yazının kapsamı için-


de tümüyle değerlendiremeyiz. Ancak birkaç örnekle dahi<br />

Türk kültürünün temel kaynaklarında konukların cömertlik<br />

felsefesi içinde karşılanması ve ağırlanmasını gerekli kıldığını<br />

söyleyebiliriz. Bunlar öncelikle güler yüz, hoş söz ve<br />

yedirip içirmektir. Kısacası konuğa “izzet” ve “ikram”da bulunulması,<br />

Türk kültürünün tavsiye ve telkin ettiği tutum ve<br />

davranışları özetleyici ifadeler olarak değerlendirilebilir.<br />

Türkmenistan Türkmenleri arasında halen yaşayan ve Anadolu’da<br />

da kısmen kaybolmakla birlikte özellikle Yörük ve<br />

Türkmen aşiretleri arasında örnekleri görülen bir gelenek<br />

vardır. Bu geleneğe göre misafir geldiğinde, misafirin ağırlığı<br />

ve ev sahibinin durumuna göre bir hayvan kesilir. Türkmenlerin<br />

“sövüş” adını verdiği bu gelenek için Mahtumkulu’nun<br />

“Sövüş Bile” başlıklı bir şiiri vardır.<br />

Common Heritage<br />

518<br />

Ortak Miras<br />

Konukseverliğin somut durumlara yansıyışı da söz konusudur.<br />

Bu durumun en net göstergesi misafirin oturtulduğu<br />

yerdir. Buna göre “karavaş eşikte oturur”, evin en yaşlısı ve<br />

konuk ise “tör”e oturtulur. Töre sözünün anlam köklerinden<br />

biri olduğunu düşündüğümüz “tör”e oturma hakkı ve düzeniyle<br />

ilgili ilk bilgilere Dîvânü Lugâti’t Türk’te “tör” ve “töre”<br />

sözlerinin açıklamalarında karşılaşıyoruz: “Tör: Evin [saygı<br />

duyulan kimselere ayrılmış] en önemli yeri”; “Töre: Evin en<br />

önemli yeri ve itibar edilen kimselere sunulan oturağı [sedir]”.<br />

Kazak Türklerindeki konukseverliğin kökenini açıklayan<br />

bir inanışı da buna eklersek konukseverliğin, töre değeri<br />

olarak anlamı daha açık hâle gelecektir. Eski Kazak Hanlarından<br />

Alaş’a kadar uzanan bu uygulama şöyledir: Alaş<br />

yaşlanınca elindeki mal varlığını dört kısma ayırmış, üç kısmını<br />

üç oğluna yani Ulu, Orta ve Küçük Cüz’e vermiştir. Dördüncü<br />

kısmı da misafir hissesi olarak ayırmış ve misafirleri<br />

ağırlamak kaydıyla üç oğlunun <strong>ortak</strong> hizmetine bırakmıştır.<br />

Konuğa karşı duyulan bu saygı ve ona itibar etme, Türklerin<br />

“yabancı” sayılan konuğu “öteki”leştirmeme hususundaki<br />

hassasiyetini göstermektedir. Türkiye Türkçesindeki<br />

“Tanrı misafiri” sözünün Kazak Türkçesinde “Kuday Konak”<br />

olarak görülüşü, misafiri atadan ulu görmeyi düstur eden<br />

değeri “Mıhman atañdan ulı” şeklinde atasözü formunda<br />

ifade eden Türkmenlerde de <strong>ortak</strong>tır. Özbekler arasında bu<br />

anlayış, “Misafir babandan daha önemlidir” anlamında bir<br />

atasözüyle karşılanır. Günümüzde evlerin misafir odalarının<br />

tefrişi ve kullanımı hususundaki uygulamalarla örtüşen bu<br />

töre kuralının kısmî değişiklik ve güncellemelerle halen yaşadığı<br />

açıktır.<br />

Konukluk süresi Türk kültürünün hemen hemen tüm kaynaklarında<br />

“üç gün”dür. Bazı kaynaklar bu süreyi azami üç<br />

gün olarak kaydederken bazı kaynaklarda da en az üç gündür.<br />

İbni Battuta’dan örneklerde de görüleceği üzere genel<br />

olarak Türk kültüründe, özelde de ahî geleneğinde misafirliğin<br />

süresi üç gündür. Buna göre ahîlerin konuklarını en


az üç gün ağırlamaları gerekir.<br />

Bu durum, Dede Korkut Kitabı’nda<br />

da aynı şekildedir. Misafir<br />

açısından bakıldığında da uzun<br />

süreli konukluk tercih edilecek<br />

bir durum değildir. Mahtumkulu’na<br />

göre “herkesin özüne vatanı<br />

yahşıdır” ve vursa dövse de,<br />

horlasa aşağılasa da yâd illerde<br />

misafirlik çekmektense kendi ili<br />

yahşıdır. Sonuçta konukluğun üç<br />

ya da beş gün gibi, kısa ve geçici<br />

bir durum olduğu ifade edilmektedir.<br />

Uygulama da bu şekildedir.<br />

Nitekim bir Türkmen atasözü de<br />

“Mihman birinci gün gızıl, ikinci<br />

gün kümüş, üçüncü gün mis,<br />

dördüncü gün pis” demektedir.<br />

Ani gelen misafirler dışında düğün, ölüm veya bayram gibi<br />

bir vesileyle davet edilen konuklar için özel hazırlıklar yapılır.<br />

Özbekler arasında yaşayan bir geleneğe göre gelen<br />

konuğa sofrada büyük bir tabakla yemek sunulursa bu onu<br />

aileye eş tutukları ve ayrı görmedikleri anlamı taşır. Özbeklerin<br />

“Hom Tobak” veya “İnok Tobak” dedikleri bu uygulama,<br />

kelimelerin anlamlarından da anlaşılabileceği gibi kardeşlik<br />

ve dostluk tabaklarıdır.<br />

Konuk sözünün özellikle gelip geçici olma durumundan dolayı<br />

değişik benzetme ve eğretilemelerde kullanıldığını görüyoruz.<br />

Daha XI. yüzyılda, Divânü Lugati’t-Türk’te bu sözün<br />

anlam yüklemeleriyle ilgili bir zenginlikle karşılaşmaktayız.<br />

Konuk sözüyle ilgili örneklemeler yapılırken konukseverlikle<br />

ilgili birçok değer yargısını da aktaran bu muhteşem eserde<br />

“kış konugı ot” (Kış konuğu ateş) şeklinde bir sav yer almaktadır.<br />

Ateşin kış mevsiminin konuğu olduğunu ifade eden<br />

bu savda konukluğun gelip geçicilik anlamı esas alınmıştır.<br />

Esas ilgi çekici olanı ise tasavvuf felsefesinde rastladığımız<br />

bir istiaredir. Kâşgarlı’nın eserinde yer alan bir manzumede<br />

“öz konugı” şeklinde geçen tamlama, “bedenin yaşamı<br />

sağlayan unsuru, özün konuğu” yani “ruh” anlamında kullanılmıştır.<br />

Bilindiği gibi insanın dünyada, ruhun da bedende<br />

misafir görülmesi tasavvuf düşüncesinin temel değerlerinden<br />

biridir.<br />

Wedding<br />

519<br />

Düğün<br />

Konuk sözü özellikle dinî-tasavvufî edebiyatta mecazî bir<br />

anlam yüklenmiştir. Bu anlam, “ruh”, “can” anlamıdır ve bedende<br />

ruhun gelip geçiciliğine istiare olarak bir üst manada<br />

kullanılmıştır. Bu çerçevede asıl olanın öteki dünya olduğu<br />

inancını pekiştirmek üzere “can tende misafir“ olarak tanımlanmaktadır.<br />

Bazen benzetme çok yönlü hale gelir. Can kuşa<br />

benzetilerek bu kuşun beş gün tene misafir olduğu ve bir<br />

gün kanat açıp uçup gideceği, bu dünyaya gelen canların


zengin fakir ayrımı gözetilmeksizin birbirine misafir oldukları<br />

ve herkesin bir gün öleceği vurgulanır.<br />

Common Heritage<br />

520<br />

Ortak Miras<br />

Konukseverlik kurumsal bir nitelik kazanarak geleneksel<br />

Türk yaşam biçimine, şehirlerine, yollarına ve mimarisine de<br />

yansımıştır. Bu hususta vakıf kurumu ve vakıf eserleri başta<br />

gelir. Ancak bu konu ayrı bir başlık altında değerlendirileceği<br />

için burada ayrıntıya girmek istemiyoruz. Selçuklu ve<br />

Osmanlı devirlerinde inşa edilen külliyeler, kervansaraylar,<br />

hanlar, imarethaneler, misafirhaneler konukseverliği görünür<br />

kılan mekânlardır. Osmanlı konaklarında konuklar, “selamlık”<br />

denen kısımda yer alan ve divanhane denilen büyük<br />

bir odada ağırlanırlar, burada bazen hizmetçilerin konuklara<br />

ikram etmek üzere kahve pişirdiği ocaklı bir köşe de olurmuş.<br />

Ayrıca yine Osmanlı devletinde az kullanılan ve kervansaray<br />

bulunmayan yolların yakınlarındaki tekkeler, dergâhlar ve<br />

zaviyeler, gelip geçen yolculara daha fazla konukseverlik<br />

gösterebilmeleri için vergiden muaf tutulurlarmış. Tekke<br />

ve tarikat adabına göre de dergâhlara uğrayan dervişlerin<br />

önüne bir kâse çorba konması adettir ve gece gündüz<br />

kaynayan kazan konukseverliğin simgesi olmuştur. Hatta<br />

büyük tekkelerde konuklar için ayrı bir bölüm bulunurmuş.<br />

Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde dervişlerin konukseverliğinin,<br />

zaviyelerde yolculara çorba verilişinin anlatıldığı<br />

bölümler vardır. Konukseverliğin köylere yansıması ise “köy<br />

odaları” veya “köy konakları” kurumuyla olmuştur. Camilerde<br />

veya köyün herhangi bir yerinde inşa edilen köy odaları,<br />

her gün bir aile tarafından yemek çıkarılan ve yolcuların,<br />

konukların serbestçe ve rahatça kalmasını sağlayacak bir<br />

ortam oluşturmuştur. Günümüzde köylü veya kentli olsun<br />

evlerde en titiz biçimde korunan, temiz yatak ve çarşafları<br />

hazır bulundurulan, en nezih yemek takımlarıyla düzenli<br />

ve “gizlence” tutulan odalar da “misafir odaları”dır. Evlerin<br />

kadınları bu hususta biraz gösteriş kısmına ağırlık vermiş olsalar<br />

da geleneksel hassasiyetleriyle odaları her an konuk<br />

gelecek biçimde hazır tutmaktadırlar.<br />

Konukseverlik, Türk kültürünün en eski ve yaygın normlarından<br />

biridir. Ne var ki konukseverliğin edilgen yapısı ve<br />

konuğa karşı aşırı ilgi boyutu, bir ucu yabancı hayranlığına<br />

kadar uzanan ve hatta yabancılaşmalara yol açan bir özellik<br />

de taşımaktadır. Bu durumun, bir yandan tarih boyunca<br />

Türklerin her kültürle uyumlu yaşayabilme yeteneklerini<br />

geliştirmek gibi olumlu bir yönü varken diğer taraftan özellikle<br />

aydın bazında yabancılaşmaların önünü açtığı gerçeği<br />

de unutulmamalıdır. Ev sahibi ile düşmanlık sözlerinin Batı<br />

dillerinde karşılığı olan “host” ve “hostility” kelimeleri arasındaki<br />

etimolojik ilişki, konuğu “öteki” olarak tanımlayan<br />

konukseverlik fikriyle uyuşmaktadır. Bu ötekilik, ev sahibini<br />

tehdit eden bir düşmanın ötekiliği de olabilir. Ev sahibi ile<br />

konuk arasındaki bu durum, Kant tarafından konukseverliğin<br />

sömürgecilik tarafından kötüye kullanımı olarak da


yorumlanmıştır. Çünkü sömürgeciler, yabancı bir ülkede konukluk<br />

haklarının ötesine geçebilmekte, egemenlik dayatabilmektedirler.<br />

Batı’da Immanuel Kant, Emmanuel Levinas<br />

ve Jacques Derrida gibi felsefecilerin “konukseverlik” kavramını<br />

etik olarak güncel yorumlamalara ve değerlendirmelere<br />

tabi tuttuğu, özellikle son dönem felsefecilerinden<br />

Derrida’nın konukseverliği bütün düşünce boyutlarıyla ve<br />

bilhassa da güncel siyasî bağlamda “göçmenlere ve mültecilere<br />

davranma biçimi” olarak değerlendirdiğini söyleyebiliriz.<br />

Türk düşünce ve sanat dünyasında ise, kültürümüzün<br />

temel değerlerini felsefî açıdan değerlendirme ve yorumlamada<br />

önemli eksikliklerimiz olduğunu kabul etmekle birlikte<br />

güncel sorunlara karşı çözüm üretmede bu geleneksel<br />

değerlerden üstünkörü de olsa faydalanmaların gerçekleştiğini<br />

de belirtmeliyiz.<br />

KAYNAKÇA<br />

• K. Berkeliyev (1983). Türkmen Nakılları ve Atalar Sözi, Aşgabat: Ilım.<br />

• Mırat Çarıyev (2005). Türkmen Halk Nakılları, Aşgabat: Miras.<br />

• Özkul Çobanoğlu (2004). Türk Dünyası Ortak Atasözleri Sözlüğü, Ankara:<br />

AKM Yayınları.<br />

• İsmail Hami Danişmend (1982). Garb Menba’larına Göre Eski Türk Seciyye<br />

ve Ahlâkı, İstanbul: İstanbul Kitabevi Yayınları, (3. Bs.).<br />

• Cihangir Doğan (2007). “Kazak Türklerinde Konukseverlik ve Konuk<br />

Ağırlama”, Sosyoloji Konferansları Dergisi, (36), 28-44.<br />

• Ali Duymaz (1999). Dede Korkut Kitabı’nda Hüner ve Erdem Kavramları<br />

Üzerine, IV. Türk Dünyası Yazarlar Kurultayı 5-6 Kasım 1998 Bildiriler,<br />

Ankara: İLESAM Yayınları.<br />

• Kudret Emiroğlu (2001). Gündelik Hayatımızın Tarihi, Ankara: Dost Kitabevi<br />

Yayınları.<br />

• Muharrem Ergin (1989). Dede Korkut Kitabı I Giriş-Metin-Faksimile, Ankara:<br />

Türk Dil Kurumu Yayınları, (2. Bs.).<br />

• Suraiya Faroqhi (2005). Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam Ortaçağdan<br />

Yirminci Yüzyıla, Çeviri: Elif Kılıç, İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, (5. Bs.).<br />

• Baymuhammet Atalıyeviç Garrıyev (1959). Magtımgulı, Aşgabat:<br />

Türkmendövletneşir.<br />

• Bozkurt Güvenç (1995). Türk Kimliği Kültür Tarihinin Kaynakları, İstanbul:<br />

Remzi Kitabevi, (3. Bs.).<br />

• Kaşgarlı Mahmud (2005). Dîvânü Lugâti’t-Türk, (Çeviri, Uyarlama,<br />

Düzenleme: Seçkin Erdi-Serap Tuğba Yurteser), İstanbul: Kabalcı Yayınevi.<br />

• Shurubu Kayhan (2017). Beşikten Mezara Türk Dünyası Gelenekleri,<br />

İstanbul: Dörtmevsim Kitap.<br />

• Mıratdurdı Kazı (2008). Magtımgulı Pıragınıñ Kamil Divanı, Aşgabat: Eyran<br />

Islam Respuplikasınıñ Türkmenistandakı İlçihanasınıñ Medeniyet Merkezi.<br />

• Lütfi Simavi (1963). Teşrifat ve Âdâb-ı Muaşeret, İstanbul: Marifet Matbaası,<br />

(4. Bs.).<br />

• Magtımgulı Saylanan Eserler (1983), Aşgabat: Magarıf Neşiryatı.<br />

• Barry Stocker, (2006). “Derrida Etiğinde Çelişki, Aşkınlık ve Öznellik”,<br />

COGİTO Yapı Kredi Yayınları Üç Aylık Düşünce Dergisi, Sayı: 47-48, Yaz-Güz,<br />

334-349.<br />

• Mehmet Şeker (2006). Anadolu’nun Türkleşmesi ve Kültürel Hayatı,<br />

İstanbul: Ötüken Neşriyat.<br />

• Ramazan Şeşen (2010). İbn Fadlan Seyahatnamesi ve Ekleri, İstanbul:<br />

Yeditepe Yayınevi.<br />

• Hikmet Tanyu (1978). “Türk Töresi Üzerinde Yeni Bir Araştırma”, Ankara<br />

Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (XXIII), 97-120.<br />

• Mahmut Tezcan (1997). Türk Kişiliği ve Kültür-Kişilik İlişkileri, Ankara: Kültür<br />

Bakanlığı Yayınları.<br />

• Mahmut Tezcan (2000). Türk Ailesi Antropolojisi, Ankara: İmge Kitabevi.<br />

• Serpil Tunç (2010). “Konukseverlik: Hukukta ve Hukukun Ötesinde”, Birinci<br />

Uluslararası Felsefe Kongresi Kongre Bildiri Tam-Metinler Kitabı, Bursa: Asa<br />

Kitabevi, s. 481-493.<br />

• Ramazan Uçar (2011). “Abdullah Cevdet’in Batı Medeniyeti ve Batılılaşma<br />

Anlayışı”, Toplum Bilimleri, 5 (10), Temmuz-Aralık: 7-30.<br />

• B. Veliyev-C. Ilyasov (1982). Stavropol Türkmenleriniñ Nakılları, Aşgabat:<br />

Ilım.<br />

• Güllü Yoloğlu (1999). Türklerin Aile Merasimleri, Ankara: Atatürk Kültür<br />

Merkezi Yayınları.<br />

Wedding<br />

521<br />

Düğün

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!