Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Aynı dil, aynı kültür, aynı tarih<br />
Like language, like culture, like history
Medeniyet, insanlığın <strong>ortak</strong> mirasıdır. Çeşitlilikler <strong>ortak</strong>lıkların<br />
kaynağıdır. Kültür ise yaşamdaki etkileşimlerin bütünüdür. Kültürün<br />
özünü oluşturan paylaşım sürecinde yerel veya ulusal çeşitlilikler,<br />
zamanla insanlığın <strong>ortak</strong> mirası haline gelir. Ortak miras ülkeler ve<br />
milletler arasındaki hoşgörü, dostluk ve barışın temel kaynağını<br />
oluşturur. Bu nedenle UNESCO bir taraftan yerel ve ulusal özgünlükleri<br />
korumayı, diğer taraftan da insanlığın <strong>ortak</strong> kültürel miras belleğini<br />
zenginleştirmeyi hedefler. Böylece farklı bağlamlarda yaratılan ve<br />
yaşatılan özgünlükler insanlığın mirası, dünya da insanlığın <strong>ortak</strong><br />
yurduna haline getirilmeye çalışılır.<br />
Ortaklık miras milletler arasındaki etkileşimleri artırarak yeni<br />
çeşitliliklerin ve özgünlüklerin ortaya çıkmasına kaynaklık eder.<br />
Çeşitlilikler ve özgünlükler arası etkileşim kültürleri zenginleştirir ve<br />
geliştirir. Kültürel <strong>ortak</strong>lıklarla çeşitliliklerin birbirlerini beslemesiyle<br />
insanlığı bir arada tutan dostluk ve barış dili yaratılır. Dünyanın <strong>ortak</strong><br />
kültürel mirası milletlerin özgünlükleriyle bezeli insanlık bahçesini<br />
temsil eder.<br />
Bu proje kapsamında oluşturan Ortak Miras adlı başvuru eserinin<br />
temel amacını, yaşayan kültürel <strong>ortak</strong> miras temelinde Türkiye’deki ve<br />
Türk Dünyasındaki, dolayısıyla da dünyadaki dostluğun, kardeşliğin<br />
ve barışın geliştirilmesine, yaygınlaştırılmasına ve pekiştirilmesine<br />
katkı yapmak meydan getirmektedir. Ortak miras bir toplumu<br />
millete dönüştüren özü meydana getirir. Aynı şekilde Türk Dünyasını<br />
oluşturan devlet ve toplukları bir arada tutan da öncelikle <strong>ortak</strong> tarihi<br />
ve kültürel mirastır. Zirve şahsiyetler, temel eserler, ana kahramanlar<br />
ve köklü gelenekler <strong>ortak</strong> mirası oluşturur. Aynı zamanda <strong>ortak</strong><br />
miras, nesilden nesile canlı olarak aktarılan bilgi ve deneyimler<br />
belleğidir. Örneğin Dede Korkut Hikâyeleri, Nasreddin Hoca fıkraları,<br />
atlı-göçebe yaşam tarzı ve ozan-baksı geleneği ile Türk Dünyasını<br />
asırlardır bir arada tutan bilgi ve deneyim belleği aktarılır.<br />
Ortak miras bugünü ve geleceği yaratan bellektir, dolayısıyla bireysel<br />
ve toplumsal yaratıcılık faaliyetinin temel kaynağıdır. Ortak miras<br />
yeni şahsiyetlerin, eserlerin ve geleneklerin yaratılmasını sağlar.<br />
Böylelikle <strong>ortak</strong> kültürel miras yeni özgünlüklerle zenginleştirilerek<br />
geçmişten geleceğe canlı bir şekilde taşınır. Müzik, dans, tiyatro,<br />
mutfak, el sanatları gibi kültürü oluşturan gelenekler yeni bağlam ve<br />
dinamiklerle geliştirilerek yeni nesillere aktarılır.<br />
Netice itibariyle özgün gelenek çözümlemeleriyle Ortak Miras<br />
başlıklı bu eser, Türk insanının asırlar boyunca komşularıyla birlikte<br />
dostluk ve barış içinde yaşamasını sağlayan <strong>ortak</strong> kültürel mirası<br />
konusunda farkındalık oluşturmayı ve var olan bağları güçlendirmeyi<br />
amaçlamaktadır.<br />
“Ortak Miras” adlı belgeselden hareketle hazırlanan bu başvuru<br />
eserinde Türk Dünyasının “çocuk kültürü ve oyunları, düğün, mutfak<br />
ve saklama uygulamaları, beşeri ilişkiler, spor, eğlence, gezinti, kitap<br />
ve yazı sanatları, güzel sanatlar, söz sanatları, aşk ve sevgi, renkler,<br />
mimari, mevsimler, giyim, halk hekimliği, damga ve motifler, ateş ve<br />
ocak, süsleme sanatları, dokuma, merasim, festival, şenlik, müzik”<br />
gibi farklı kültürel alanlardaki çeşitliliklerden <strong>ortak</strong>lıklara dönüşen<br />
kültürel mirası ayrıntılı ve özgün bir şekilde çözümlenmektedir.<br />
Bu başvuru eserini, maddî ve manevî destekleriyle bilim dünyasına<br />
kazandırıldıkları için Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sayın<br />
yöneticilerine ve değerli çalışanlarına minnettarım. Şüphesiz bu<br />
eserdeki en büyük emek bölümlerin değerli yazarlarına aittir.<br />
Dolayısıyla bu temel eserdeki özgün katkıları için değerli bilim<br />
insanları “Doç. Dr. Mustafa Aksoy, Prof. Dr. Mustafa Arslan, Prof. Dr.<br />
Fuzuli Bayat, Doç. Dr. Selahattin Bekki, Prof. Dr. Ali Boran, Prof. Dr. Ali<br />
Duymaz, Doç. Dr. Gülin Öğüt Eker, Prof. Dr. Metin Ekici, Doç. Dr. Pervin<br />
Ergun, Yard. Doç. Dr. Zehra Kaderli, Dr. Pınar Karataş, Prof. Dr. Fatma<br />
Koç, Prof. Dr. Muhtar Kutlu, Prof. Dr. Aysen Soysaldı, Dr. Şirin Yılmaz”a<br />
(KONTROL EDİNİZ/ SOYADA GÖRE) içten teşekkürlerimi sunarım.<br />
Bu eser Bilge Yapımcılık’ın aynı adla TRT’de yayımlanan başarılı<br />
belgeselinin başvuru kitabıyla taçlandırılması projesinin ürünüdür.<br />
Orta Miras adlı bu temel eserin ortaya çıkmasındaki içten ve yetkin<br />
yönetişimleri için Bilge Yapımcılık’ın ve bu projenin de yöneticisi olan<br />
sayın Metin Tunçtürk’le Bengisu …, Tuğçe …, Alişar …, ….. den oluşan<br />
seçkin ekibine gönülden teşekkür ederim.<br />
Prof. Dr. Nebi Özdemir<br />
Editör
Medeniyet, insanlığın <strong>ortak</strong> mirasıdır. Çeşitlilikler <strong>ortak</strong>lıkların kaynağıdır.<br />
Kültür ise yaşamdaki etkileşimlerin bütünüdür. Kültürün<br />
özünü oluşturan paylaşım sürecinde yerel veya ulusal çeşitlilikler,<br />
zamanla insanlığın <strong>ortak</strong> mirası haline gelir. Ortak miras ülkeler ve<br />
milletler arasındaki hoşgörü, dostluk ve barışın temel kaynağını<br />
oluşturur. Bu nedenle UNESCO bir taraftan yerel ve ulusal özgünlükleri<br />
korumayı, diğer taraftan da insanlığın <strong>ortak</strong> kültürel miras<br />
belleğini zenginleştirmeyi hedefler. Böylece farklı bağlamlarda<br />
yaratılan ve yaşatılan özgünlükler insanlığın mirası, dünya da insanlığın<br />
<strong>ortak</strong> yurduna haline getirilmeye çalışılır.<br />
Ortaklık miras milletler arasındaki etkileşimleri artırarak yeni çeşitliliklerin<br />
ve özgünlüklerin ortaya çıkmasına kaynaklık eder. Çeşitlilikler<br />
ve özgünlükler arası etkileşim kültürleri zenginleştirir ve geliştirir.<br />
Kültürel <strong>ortak</strong>lıklarla çeşitliliklerin birbirlerini beslemesiyle insanlığı<br />
bir arada tutan dostluk ve barış dili yaratılır. Dünyanın <strong>ortak</strong> kültürel<br />
mirası milletlerin özgünlükleriyle bezeli insanlık bahçesini temsil<br />
eder.<br />
Bu proje kapsamında oluşturan Ortak Miras adlı başvuru eserinin temel<br />
amacını, yaşayan kültürel <strong>ortak</strong> miras temelinde Türkiye’deki ve<br />
Türk Dünyasındaki, dolayısıyla da dünyadaki dostluğun, kardeşliğin<br />
ve barışın geliştirilmesine, yaygınlaştırılmasına ve pekiştirilmesine<br />
katkı yapmak meydan getirmektedir. Ortak miras bir toplumu millete<br />
dönüştüren özü meydana getirir. Aynı şekilde Türk Dünyasını oluşturan<br />
devlet ve toplukları bir arada tutan da öncelikle <strong>ortak</strong> tarihi ve<br />
kültürel mirastır. Zirve şahsiyetler, temel eserler, ana kahramanlar ve<br />
köklü gelenekler <strong>ortak</strong> mirası oluşturur. Aynı zamanda <strong>ortak</strong> miras,<br />
nesilden nesile canlı olarak aktarılan bilgi ve deneyimler belleğidir.<br />
Örneğin Dede Korkut Hikâyeleri, Nasreddin Hoca fıkraları, atlı-göçebe<br />
yaşam tarzı ve ozan-baksı geleneği ile Türk Dünyasını asırlardır bir<br />
arada tutan bilgi ve deneyim belleği aktarılır.<br />
Ortak miras bugünü ve geleceği yaratan bellektir, dolayısıyla bireysel<br />
ve toplumsal yaratıcılık faaliyetinin temel kaynağıdır. Ortak miras<br />
yeni şahsiyetlerin, eserlerin ve geleneklerin yaratılmasını sağlar.<br />
Böylelikle <strong>ortak</strong> kültürel miras yeni özgünlüklerle zenginleştirilerek<br />
geçmişten geleceğe canlı bir şekilde taşınır. Müzik, dans, tiyatro,<br />
mutfak, el sanatları gibi kültürü oluşturan gelenekler yeni bağlam ve<br />
dinamiklerle geliştirilerek yeni nesillere aktarılır.<br />
Netice itibariyle özgün gelenek çözümlemeleriyle Ortak Miras<br />
başlıklı bu eser, Türk insanının asırlar boyunca komşularıyla birlikte<br />
dostluk ve barış içinde yaşamasını sağlayan <strong>ortak</strong> kültürel mirası<br />
konusunda farkındalık oluşturmayı ve var olan bağları güçlendirmeyi<br />
amaçlamaktadır.<br />
“Ortak Miras” adlı belgeselden hareketle hazırlanan bu başvuru<br />
eserinde Türk Dünyasının “çocuk kültürü ve oyunları, düğün, mutfak<br />
ve saklama uygulamaları, beşeri ilişkiler, spor, eğlence, gezinti, kitap<br />
ve yazı sanatları, güzel sanatlar, söz sanatları, aşk ve sevgi, renkler,<br />
mimari, mevsimler, giyim, halk hekimliği, damga ve motifler, ateş ve<br />
ocak, süsleme sanatları, dokuma, merasim, festival, şenlik, müzik”<br />
gibi farklı kültürel alanlardaki çeşitliliklerden <strong>ortak</strong>lıklara dönüşen<br />
kültürel mirası ayrıntılı ve özgün bir şekilde çözümlenmektedir.<br />
Bu başvuru eserini, maddî ve manevî destekleriyle bilim dünyasına<br />
kazandırıldıkları için Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın sayın yöneticilerine<br />
ve değerli çalışanlarına minnettarım. Şüphesiz bu eserdeki<br />
en büyük emek bölümlerin değerli yazarlarına aittir. Dolayısıyla bu<br />
temel eserdeki özgün katkıları için değerli bilim insanları “Doç. Dr.<br />
Mustafa Aksoy, Prof. Dr. Mustafa Arslan, Prof. Dr. Fuzuli Bayat, Doç.<br />
Dr. Selahattin Bekki, Prof. Dr. Ali Boran, Prof. Dr. Ali Duymaz, Doç.<br />
Dr. Gülin Öğüt Eker, Prof. Dr. Metin Ekici, Doç. Dr. Pervin Ergun, Yard.<br />
Doç. Dr. Zehra Kaderli, Dr. Pınar Karataş, Prof. Dr. Fatma Koç, Prof.<br />
Dr. Muhtar Kutlu, Prof. Dr. Aysen Soysaldı, Dr. Şirin Yılmaz”a (KON-<br />
TROL EDİNİZ/ SOYADA GÖRE) içten teşekkürlerimi sunarım. Bu eser<br />
Bilge Yapımcılık’ın aynı adla TRT’de yayımlanan başarılı belgeselinin<br />
başvuru kitabıyla taçlandırılması projesinin ürünüdür. Orta Miras adlı<br />
bu temel eserin ortaya çıkmasındaki içten ve yetkin yönetişimleri<br />
için Bilge Yapımcılık’ın ve bu projenin de yöneticisi olan sayın Metin<br />
Tunçtürk’le Bengisu …, Tuğçe …, Alişar …, ….. den oluşan seçkin ekibine<br />
gönülden teşekkür ederim.<br />
Prof. Dr. Nebi Özdemir<br />
Editör
Contents_İçindekiler<br />
Halk Hekimliği_5_General Information About Turkey<br />
Süsleme Sanatı_13_Landscapes<br />
Damga Motif_91_Techical Facilities<br />
Giyim Kuşam_103_Transportation<br />
Müzik_109_Public Authority<br />
Halk Hekimliği_113_Filming Permit<br />
Giyim Kuşam_117_Incentives<br />
Süsleme Sanatı_121_Copyrights in Turkey<br />
Damga Motif_125_Filmed in Turkey<br />
Müzik_147_Contacts<br />
Halk Hekimliği_157_Useful Information<br />
Halk Hekimliği_5_General Information About Turkey<br />
Süsleme Sanatı_13_Landscapes<br />
Damga Motif_91_Techical Facilities<br />
Giyim Kuşam_103_Transportation<br />
Müzik_109_Public Authority<br />
Halk Hekimliği_113_Filming Permit<br />
Giyim Kuşam_117_Incentives<br />
Süsleme Sanatı_121_Copyrights in Turkey<br />
Damga Motif_125_Filmed in Turkey<br />
Müzik_147_Contacts<br />
Halk Hekimliği_157_Useful Information<br />
Süsleme Sanatı_121_Copyrights in Turkey<br />
Damga Motif_125_Filmed in Turkey<br />
Müzik_147_Contacts<br />
Halk Hekimliği_157_Useful Information
Doç. Dr. Gülin ÖĞÜT EKER<br />
Bilge Yapım<br />
“Kültürel genetik kodlama örneği<br />
olarak Türk kültürünün <strong>ortak</strong><br />
mirası düğün.”<br />
As an example of cultural genetic coding;<br />
wedding in the common heritage of turkic culture
Kültürel Doku Analizinde Düğün<br />
İnsan hayatını anlamlandıran ve düzenleyen doğum, evlenme, askere gitme, ölüm gibi<br />
geçiş dönemleri ile törenlerde icra edilen ritüeller, düşünce-inanç-yaşam biçimi olarak<br />
adlandırabileceğimiz folklor ürünlerinin, toplumsal sözleşme bağlamında bütün Türk<br />
topluluklarında, asırlara dayanan tarihî süreç içinde farklı inançlarda ortaya çıkıp günümüze<br />
ulaşan dikkat çekici kültürel aktarımlarıdır. Toplumu oluşturan insanların davranış<br />
kalıplarını ve geleneklerini içeren bu aktarımlar incelendiğinde, onları koordine eden<br />
değer yargıları, sosyal ve dinî yaptırımlar değerlendirilerek kültürel doku analiziyle kültürel<br />
genetik kodlama gerçekleştirilir.<br />
01<br />
Düğün<br />
Wedding<br />
Wedding in Cultural Structure Analysis<br />
There have been a number of rituals that interpreting and organizing human life and<br />
being performed in the ceremonies, such as birth, marriage, joning the army, funeral<br />
etc. These are prominent cultural transmissions of the folkloric products, which we can<br />
call them as thought-belief-lifestyle, and, in the context of the social contract they<br />
have emerged and been extant in various beliefs, based on centuries in the historical<br />
process, in all Turkic communities. When these transmissions, which include the behavioral<br />
patterns and traditions of the people who comprise the society are examined, the<br />
cultural genetic coding is performed by means of cultural structure analysis, by evaluating<br />
value judgments, social and religious sanctions that coordinate them.
Common Heritage<br />
10<br />
Ortak Miras<br />
Kolektif bellekten beslenen kültürel genetik kodlamadaki<br />
temel yapı taşlarından biri geçiş dönemleri, geçiş dönemlerinin<br />
törensel boyutunun en yoğun icra edildiği alan da<br />
‘düğün’dür. İnsanları bir araya getiren, bireyler arasındaki<br />
sosyal bağları güçlendiren, <strong>ortak</strong>lığı pekiştiren; kişilerin birbirlerine<br />
ve topluma karşı nasıl hareket etmeleri gerektiğini<br />
gösteren; sahip olunan kültürel mirasın bilincine vardırarak,<br />
gelenek görenekleri, inançları, değer yargılarını, töreleri<br />
canlandıran; eğlendiren; mutluluk veren fonksiyonları ile<br />
‘düğün’, Türk kültürünün <strong>ortak</strong> kültürel belleğinde yaşatılan<br />
asli kodlardan biridir. Sosyal bir varlık olan insanı, dolayısıyla<br />
toplumu ayakta tutan değer yargılarının gelecek nesillere<br />
aktarılmasında manevî anlamda birlik ve bütünlüğü sağlayan<br />
düğünler, tartışılmaz bir öneme sahiptir (Öğüt Eker<br />
1998c: 15). Dinî, millî, hukukî ve kültürel değerlerle, mahremiyete<br />
dayalı sorumluluk duygusuna, sosyal hayatın özelliklerine<br />
göre biçim ve içerik kazanarak gelişen aile yapısı,<br />
evlenme ile sistematik hâle getirilir. İnsanın yaradılışında<br />
var olan karşı cinsle fizyolojik ve psikolojik bütünlük sağlama,<br />
çocuk sahibi olma isteği, sosyal, kültürel ve ekonomik<br />
bir birliktelik olan evlilik kurumunun doğmasına sebep olmuştur.<br />
Evlilik geçiş döneminin ritüellerle zenginleşen ve<br />
anlam aktaran törensel gösterim alanı ise düğündür.<br />
Orta Asya’dan Anadolu’ya, Balkanlar’dan Orta Doğu’ya<br />
uzanan çok geniş bir coğrafyayı kapsayan Türk Dünyası<br />
içinde, kent ve köy kökenli merkezlerde gerçekleştirilen<br />
evlilik geçiş dönemi ve törensel boyutunu oluşturan düğün<br />
One of the basic building blocks in the cultural genetic<br />
coding fed from the collective memory is “transitional periods”,<br />
and, the ground where the ceremonial dimension<br />
of transition periods most intensively performed is “wedding”<br />
(düğün). Wedding, is one of the essential codes that<br />
is retained alive in the common cultural memory of Turkic<br />
culture with functions that bringing people together,<br />
strengthening social ties among individuals, consolidating<br />
commonalities; showing how people should act towards<br />
each other and public, having the awareness of the cultural<br />
heritage possessed, reviving customs and usages, beliefs,<br />
value judgments, tradition; entertaining; giving happiness.<br />
Weddings that provide unity and integrity in spiritual sense<br />
in transmtitting value judgements that sustaining people as<br />
a social entity, ergo, community, to the future generations<br />
have an indisputable precaution. (Öğüt Eker 1998 V: 15) The<br />
family structure that develops by acquiring the form and<br />
content according to the characteristics of social life for religious,<br />
national, legal and cultural values, sense of responsibility<br />
based on privacy, is systematized by means of marriage.<br />
Intention of physiological and psychological integrity<br />
with the opposite sex and desire to have children that is inherent<br />
in humanbeing, has culminated with the institution<br />
of marriage which means social, cultural and economic coexistence.<br />
Ceremonial display ground of the marriage that<br />
ritually enriches and conveys meaning in transitional period<br />
is “marriage ceremony”.
seremonisinde kullanılan araç gereçlerde ve uygulamalarda<br />
farklılıklar doğal olarak yer almakla birlikte, kolektif Türk<br />
Dünyası belleğinde yaşatılan anlamlandırmalarda <strong>ortak</strong>lık<br />
bulunmaktadır. Yüzyıllar öncesinden bugüne aktarılan <strong>ortak</strong><br />
kültürel kodlama olarak gelenek aktarımı boyutunda<br />
kız ile oğlanın evlenme isteğini göstermesinden gerdek<br />
sonrasına kadar devam eden Türk evlenme âdet ve ritüelleri,<br />
düğün geleneği perspektifinde değerlendirildiğinde,<br />
Anadolu, Rumeli ve Türk Cumhuriyetleri düğünleriyle bazı<br />
farklılıkların yanında, temelde benzerlik göstermektedir.<br />
Düğün olgusunun, farklı coğrafyalarda, insanları bir araya<br />
getirerek eğlendirme, gelenekleri canlandırma, eğitme gibi<br />
nihaî amaca hizmet etmesi, kültürel anlamdaki önemini ortaya<br />
koymaktadır.<br />
Türk Dünyasında Düğün<br />
Kelimesinin Etimolojisi<br />
Düğün kavramı, Türk şivelerinde ‘düğün’ veya ‘toy’ kelimeleriyle<br />
ifade edilmektedir. Toy kelimesinde ‘ziyafet’, ‘eğlence’,<br />
‘bayram’, ‘düğün’ anlamları iç içe girmiştir. ‘düğün’<br />
kelimesinin kökeni konusunda iki görüş vardır: Bunlardan<br />
birincisi Fin Türkologu M. Räsänen’in (1966: 142a) “Kırım<br />
Türkçesinde düğün, Almanca ‘festmahl (bayram yemeği),<br />
hochzeit (düğün)’ < toj-kün” olarak gösterdiği ‘toj-kün ><br />
düğün, düyün’ gelişimi, evliliğin, sosyal bir hadise olarak<br />
kabullenilmesi için yapılan ‘toy’ ve bu toy’un gerçekleştirildiği<br />
‘kün’ kelimelerinin birleşmesinden oluşabilir; ancak, bu<br />
gelişimin Türkçenin fonetik özelliklerine uymaması, böyle<br />
bir açıklamayı güçleştirmektedir. Bu çerçevede, Anadolu<br />
ağızlarındaki ‘toy babası’, ‘düğün sahibi’ ve toydüğün (toygar)<br />
‘gösterişli, yemekli düğün’ (Derleme Sözlüğü 1993: X,<br />
The Turkish World covers a vast geography extending from<br />
Central Asia to Anatolia, from the Balkans to the Middle<br />
East. Thus, although the differences naturally occur in marriage<br />
transition period and its ceremonial dimension realized<br />
in urban and village centers and also in the equipments<br />
used in wedding ceremonies and in applications, there is a<br />
commonality in living meanings in the collective Turkic<br />
World memory. As a common cultural coding, in the aspect<br />
of transferring tradition, the marriage customs and rituals,<br />
starting from the intentions of the boy and the girl and lasting<br />
after nuptial day, when it is evaluated in the perspective<br />
of wedding tradition, Anatolia, Rumeli and Turkic Republics<br />
basically show similarities in weddings, along with some differences.<br />
The fact that wedding ceremony is the ultimate<br />
purpose of bringing people together in different geographies,<br />
such as entertaining, reviving traditions, training, reveals<br />
its cultural significance.<br />
Etimology of the Word “Wedding” in the<br />
Turkic World<br />
The concept of wedding is expressed by the words ‘wedding’<br />
or ‘toy’ in Turkic accents. In toy words, meanings of ‘banquet’,<br />
‘entertainment’, ‘festival’, ‘wedding’ are intertwined. There<br />
are two assessments about the origin of the word ‘wedding’:<br />
According to Finnish Turcologist M. Räsänen (1966: 142a)<br />
the word “ ‘wedding’ might have derived from Crimean<br />
Turkish and also evolved as follows: ‘festmahl (feast meal)<br />
in German, Hochzeit (wedding) ‘ düğün,<br />
düyün’. And then the word may have consisted of the combination<br />
of the words both ‘Toy’ that is implemented to accept<br />
the marriage as a social event, and ‘kün’ in which this<br />
toy is realized. However, the fact that this derivation does<br />
not conform to the phonetic features of the Turkish makes it<br />
difficult to make such an explanation. In this framework, examples<br />
such as ‘Toy babası’, ‘host wedding’ and toydüğün<br />
(toygar) ‘showy, dinner with the wedding’ (Derleme Sözlüğü<br />
1993: X,3975) within the concept of the Anatolian dialects<br />
all idicate that the word toy has preserved the original form<br />
of its own. It is also interesting to see that the words ‘dügün/<br />
düğün/düyün’ are used only in some Oghuz group Turkish<br />
accents (Azerbaijani / Crimea)<br />
In accordance with the the second one, ‘düğün’ is derived<br />
from the verb tüg- meaning ‘to connect’ . The evolution of<br />
tüg- ü- n > düğün> düğün which is fit to sound characteristics<br />
of and also parallel to the development of Turkish language<br />
sound history confirms this assesment. Because the<br />
evolution of t-> - and inter-consonants -g-> -ğ- is among<br />
is among the characteristics of Turkish of Turkey. Clauson,<br />
by associating the examples of ‘dügün/düyün’ with the<br />
verb ‘tüg-’, mentiones in his “An Etymological Dictionary<br />
Wedding<br />
11<br />
Düğün
Ortak Miras<br />
Common Heritage<br />
12
3975) örnekleri toy kelimesinin aslî şeklini muhafaza ettiğini<br />
göstermektedir. ‘dügün/düğün/düyün’ kelimelerinin<br />
yalnızca bazı Oğuz grubu Türk şivelerinde (Âzeri/Kırım) kullanılması<br />
da ilgi çekicidir.<br />
İkinci bir görüş ise, ‘düğün’ kelimesinin ‘bağlamak’ anlamındaki<br />
‘tüg-’ fiilinden türemiş olmasıdır. Türk dilinin ses<br />
özelliklerine uygun ve ses tarihi gelişmelerine paralel olan<br />
tüg- ü- n > düğün > düğün gelişimi, bu düşünceyi doğrulamaktadır;<br />
çünkü t- > - ve ünlüler arası -g- > -ğ- gelişmesi<br />
Türkiye Türkçesinin karakteristiği arasındadır. Clauson, An<br />
Etymological Dictionary Pre-Thirteenth Century Turkish<br />
(1972: 484) adlı eserinde ‘dügün/düyün’ örneklerini ‘tüg-’<br />
fiiline bağlayarak Osmanlıcada ‘evlenme, ziyafet, bayram’,<br />
diğer Türk şivelerinde ise ‘düğüm’ mânâsında kullanıldığını<br />
belirtiyor, Clauson, düğün kelimesinin bazı Çağatayca ve<br />
Kıpçakça kaynaklarda az da olsa ‘düğün ziyafeti’, ‘düğün<br />
partisi’ anlamlarında kullandığını ifade ederek ‘Sancar dügünindeyidük=We<br />
were at Sancar’s wedding’ örneğini verir.<br />
Düğün olayının, insanları bir araya getirme, birleştirme<br />
fonksiyonu göz önüne alındığında, yukarıdaki düşüncenin<br />
geçerliliği de ortaya çıkmaktadır (Öğüt Eker 1998a: 1-4).<br />
Şemseddin Sami ve Ahmet Vefik Paşa “düğün” kelimesinin<br />
‘toy günü’ ya da ‘tüy günü’nden bozma olduğunu ileri<br />
sürmekte ve ‘düğün’le bağlantısını kurmak için de şöyle bir<br />
açıklama yapmaktadırlar: “Düğün günü herkesin doya doya<br />
yiyip içmesi sebebiyle, ‘toy günü’; Türklerin o günde evlerini<br />
kuş tüyüyle süslemelerinden dolayı da ‘tüy günü’dür. Dü-<br />
Pre-Thirteenth Century Turkish” (1972: 484) that, it is used<br />
in the Ottoman period for ‘marriage, banquet, feast’, in other<br />
Turkish accents for ‘knot’. Clauson stated that the word<br />
wedding is used in some Chagatai and Kipchak sources in<br />
the sense of ‘wedding feast’, ‘wedding party’ and gives the<br />
example of ‘Sancar dügünindeyidük=We were at Sancar’s<br />
wedding’. When the wedding phenomenon is taken into<br />
consideration in bringing people together or bonding them,<br />
the relevance of the above thought emerges. (Öğüt Eker<br />
1998a: 1-4).<br />
Şemseddin Sami and Ahmet Vefik Pasha argue that the<br />
word “düğün” (wedding) has been derived from the “toy<br />
günü” or “tüy günü” and they also make the following<br />
statement to establish the connection with the wedding<br />
(düğün): “By reason of feasting on the wedding day, ‘Toy<br />
günü (toy day)’ is the day of “tüy günü (feather day)” because<br />
the Turks decorate their homes with birds hair on that<br />
day. Although these statements made for the wedding are<br />
logical, but the opinion that they are not sufficient is prevalent.<br />
(Yakıcı 1991: 33).<br />
The word “toy” has featured in diffrerent sources meaning<br />
those as follows: In the Lugat-i Çağatay ve Türkî Osmânî<br />
(1298/1881: 129) “wedding, sur, sürür’; in the Divânü Lûgâtit-Türk<br />
“tügün” (Atalay 1985:1, 400); in the Ettuhfet-üz-Zekiyye<br />
fil-Lûgat-it-Türkiyye (Atalay 1945: 166, 267) “tüyün,<br />
düğüm’, dügün ‘düğüm’; in Uigur Dictionary (1934: 199)<br />
“tügün”; in the Kitâb al-îdrâk li-lisân al-Atrâk (1931: 36, 106)<br />
Wedding<br />
13<br />
Düğün
Common Heritage<br />
14<br />
Ortak Miras<br />
ğün için yapılan bu açıklamaların mantıklı olmakla birlikte<br />
yeterli olmadığı görüşü hâkimdir (Yakıcı 1991: 33).<br />
Lugat-i Çağatay ve Türkî Osmânî’de (1298/1881: 129) toy<br />
‘düğün, sur, sürür’; Divânü Lûgât-it-Türk’te tügün (Atalay<br />
1985:1, 400); Ettuhfet-üz-Zekiyye fil-Lûgat-it-Türkiyye’de<br />
(Atalay 1945: 166, 267) tüyün ‘düğüm’, dügün ‘düğüm’;<br />
Uygurca Sözlük’te (1934: 199) tügün; Kitâb al-îdrâk li-lisân<br />
al-Atrâk (1931: 36, 106) düğün ‘evlenme meclisi’, toy ‘büyük<br />
düğün’; Lehçeyi Osmânî’de (1293: 410) düğün; Komanisches<br />
Wörterbuch’da (1942: 248) toy ‘ziyafet’; Tarama Sözlüğü’nde<br />
(1943: 1, 696) toy ‘şenlik, şölen, ziyafet’; düğün<br />
‘düğüm, ukde’ biçimleri ve anlamlarıyla yer alır. Derleme<br />
Dergisi’nde (1939: 481) düğün kelimesinin ‘düğüncü, düğüncük,<br />
düğün dileği, düğünlük basmak, düğünlükçü, düğün<br />
duyurucu’ gibi çeşitli tamlamalarla yapılmış türevlerine<br />
rastlarız. Bütün bu tespitler sonucunda diyebiliriz ki, ‘düğün’,<br />
Türk lehçelerinin hemen hemen tamamında ‘düğün’<br />
ve ‘toy’ kelimesiyle kullanılmaktadır.<br />
Soy sürme ve yeni nesiller yetiştirmenin, birlik, bütünlük,<br />
dayanışma ve huzurun sembolü sayılan aile kurumu, düğün<br />
ile eyleme geçirildiğinden, bu olay, bütün Türk topluluklarında<br />
âdeta bir bayram şeklinde algılanmıştır. Nitekim<br />
bayram kavramı da yine bu şivelerde ‘toy’ kelimesi ile karşılanmaktadır.<br />
Karakalpakça ve diğer şivelerdeki “Toyğa toy<br />
ulassın” (Karakalpakşa-Rusşa Sözlik 1958: 644) dileği bu<br />
anlayışın bir tezahürüdür.<br />
Türk Dünyasında Kullanılan<br />
‘Düğün’le İlgili Atasözlerinden<br />
Örnekler<br />
“wedding, ‘wedding council’, toy ‘grand wedding; in the Lehçeyi<br />
Osmânî (1293: 410) “düğün”; in Komanisches Wörterbuch<br />
(1942: 248) “toy ‘, banquet’; Tarama Sözlüğü’nde<br />
(1943: 1, 696) toy ‘feast, şölen, banquet ‘; wedding ‘düğüm,<br />
ukde’. In the Derleme Dergisi (1939: 481), we encountered<br />
various variants of the word wedding such as “düğüncü,<br />
düğüncük, wedding wish, düğünlük basmak, düğünlükçü,<br />
wedding announcer”. As a result of all these determinations,<br />
we can say that, ‘Wedding’ is used in almost all of the<br />
Turkish dialects as ‘wedding’ and ‘toy 1 ’. ‘<br />
The family institution, which is regarded as a symbol of continuity<br />
of family, growing new genration, unity, integrity, solidarity<br />
and peace, as it is embodied via wedding, this event<br />
has been perceived as a feast in all Turkic communities. As<br />
a matter of fact, the concept bayram (feast, festival) is also<br />
met with the words ‘toy’ in these accents. The wish “Toyğa<br />
toy ulassın” (Düğünün düğün olsun- Wish your wedding<br />
conduce to another wedding) (Karakalpakşa-Rusşa Sözlik<br />
1958: 644) in Qaraqalpaqstan and other accents, is a manifestation<br />
of this understanding.<br />
Samples of Proverbs Relating to the Word<br />
‘Wedding’ Used in the Turkic World<br />
A sit can be understood from the proverbs such as “Tuyga<br />
digeç, tugız yıllıg hasta tirilgen -Düğün deyince, dokuz yıllık<br />
hasta dirilmiş”( When the word wedding was announced,<br />
nine years of patient resurrected) (Tatarsko-Russkiy Siovar’<br />
1966: 344); “Gökyüzünde düğün var derler, kadınlar merdiven<br />
kurmaya kalkar” (As they say there is a wedding in<br />
the sky, then women try to build a ladder )(Aksoy 1981: 243)<br />
emphasize the importance of the wedding for Turkic people.<br />
And also, wedding which reflects the traditions by means of<br />
training, providing co-existence, refreshing, entertaining,<br />
giving happiness, eating food, of the existing customs, beliefs<br />
and practices as examples of genetic cultural coding<br />
hidden in collective memory, maintains the sustainability<br />
of our social and cultural values by transmitting them to<br />
• 1 In Tatar ‘tuy’ (Tatarsko-Russkiy Slovar’ 1966: 553);in<br />
Qaraqalpaqstan‘toy’ (Qaraqalpaqstan -Russian Dict. 1958: 644); in Kazakh<br />
‘toy’ (Kazaxsko-Russkiy Slovar’ 1954: 347), Kazak Tilinin Tüsindirme Sözdigi<br />
1961: 356), (Kazak Türkçesi Sözlüğü 1984: 272); in Qumuq ‘toy’ (Kumıksko-<br />
Russkiy Slovar’ 1969: 317); in Crimea- Tatar ‘toy, düğün’ (Kırımskotatarsko-<br />
Russkiy Slovar’ 1988: 127); in Bashkirian ‘tuy’ (Başkirsko-Russkiy Slovar’<br />
1958: 548); in Karaim ‘toy’ (Karaimsko-Russko-Pol’skiy Slovar’ 1974: 322);<br />
in Noghai ‘toy’ (Nogaysko-Russkiy Slovar’ 1963: 354); in Turkmen ‘toy’<br />
(Türkmensko-Rıısskiy Slovar’ 1968: 637), (Türkmen Dilining Sözligi 1962;<br />
121); in Kirghiz ‘toy’ (Kırgızsko-Russkiy Slovar’ 1965; 246), (Kırgız Tilinin<br />
Tüşündürme Sözdügü 1969:601), (Yudahin 1945: 752); in Azerbaijani<br />
‘düyün’ (Azerbaydjansko-Russkiy Slovar’ 1965: 132);in Chuvash Huy’<br />
(Çuvaşsko-Russkiy Slovar’ 1961: 437), (Paasonen 1950; 185); in Uzbek ‘toy’<br />
(Uzbeksko-Rıısskiy Slovar’ 1959: 462);in Gagauzian 4toy’ (Gagauzsko-<br />
Rııssko Moldavskiy Slovar’ 1973: 471); in Oyrot ‘toy’ (Oyrotsko-Russkiy<br />
Slovar’ 1947: 151);in Uigur ‘toy’/’toy-tokün’ (Uygursko-Russkiy Slovar’<br />
1968: 325), (Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü1991:432);in Khakas ‘toy’<br />
(Xakassko-Russkiy Slovar’ 1953: 230) (For The Ref. see. Öğüt Eker 1998:<br />
1-2; 358-410).
Düğünün, Türk insanı için taşıdığı önemi vurgulayan “Tuyga<br />
digeç, tugız yıllıg hasta tirilgen -Düğün deyince, dokuz yıllık<br />
hasta dirilmiş” (Tatarsko-Russkiy Siovar’ 1966: 344); “Gökyüzünde<br />
düğün var derler, kadınlar merdiven kurmaya kalkar”<br />
(Aksoy 1981: 243) atasözlerinden de anlaşılacağı gibi,<br />
eğitme, bir arada bulundurma, canlandırma, eğlendirme,<br />
mutluluk verme, yemek yeme fonksiyonları ile gelenekleri<br />
yansıtan düğün, mevcut âdet, inanç ve uygulamaların kolektif<br />
bellekte saklanan genetik kültürel kodlama örneği<br />
olarak gelecek nesillere aktarımıyla da sosyal ve kültürel<br />
değerlerimizin sürekliliğini sağlar. Düğünün diğer bir fonksiyonunun<br />
da, bütün Türk topluluklarında sosyal yardımlaşma<br />
ve dayanışma aracı olduğu, Karaimcedeki “Toyğa barsan<br />
toyıp kayt=Düğüne, ziyafete gidersen, doyup dön (Karaimsko-Russko-Pol’skiy<br />
Siovar’ 1974: 285), Kazakçadaki “Toyğa<br />
barsan toyıp bar=Düğüne gidersen karnını doyurup git”<br />
(Kazaxsko-Russkiy Siovar’ 1954: 347) sözüyle ortaya konmaktadır.<br />
Düğün, tarih boyunca Türk insanının birbiriyle buluştuğu,<br />
kaynaştığı ve adeta mezc olduğu bir ortam ve tören olma<br />
vasfını korumuştur, Hemen hemen bütün Türk lehçelerinde<br />
mevcut olan ‘Toyğa barsan borın bar; borın barsan orın<br />
bar.=Düğüne /ziyafete gidersen erken git, erken gidersen<br />
yer bulursun; Yamanğa bir işin bulmasın; ya toyda surar ya<br />
cıyında=Dilenciye borçlu olma, ya düğünde ister ya bayramda”<br />
(Tatarsko-Russkiy Siovar’ 1966: 553) vb. atasözleri,<br />
geniş kitleleri bir araya toplayan, kültürel şuurun tesisine<br />
zemin hazırlayan düğünlerin, aynı zamanda toplumsal ilişnext<br />
generation. It has been revealed by the sayings, as in<br />
Karaim”Toyğa barsan toyıp kayt=Düğüne, ziyafete gidersen,<br />
doyup dön - If you go to the wedding, or the banquet, be<br />
full up and return) (Karaimsko-Russko-Pol’skiy Siovar’ 1974:<br />
285), as in Kazakh “Toyğa barsan toyıp bar=Düğüne gidersen<br />
karnını doyurup git- If you go to the wedding, be full up<br />
and go “ (Kazaxsko-Russkiy Siovar’ 1954: 347), that another<br />
function of the wedding is the social assistance and solidarity<br />
tool in all Turkic communities.<br />
Throughout history, the wedding has protected the characteristic<br />
of being an atmosphere and ceremony where the<br />
Turkish people meet or join with. Such proverbs like ‘Toyğa<br />
barsan borın bar; borın barsan orın bar.=Düğüne /ziyafete<br />
gidersen erken git, erken gidersen yer bulursun- If you go<br />
to the wedding / banquet, go early and get the place); Yamanğa<br />
bir işin bulmasın; ya toyda surar ya cıyında=Dilenciye<br />
borçlu olma, ya düğünde ister ya bayramda - Do not<br />
owe the beggar, demands back either at the wedding or<br />
at the festval” (Tatarsko-Russkiy Siovar’ 1966: 553) existing<br />
in almost all Turkish dialects, designate that the weddings<br />
that gather the large masses and prepare the ground for<br />
the establishment of the cultural consciousness also function<br />
as an control mechanism in the arrangement of social<br />
relations.<br />
The wedding has a very significant and distinctive mission<br />
for the Turks at every moments of their lives. Especially<br />
through proverbs, it is possible to identify different aspects<br />
Wedding<br />
15<br />
Düğün
Common Heritage<br />
16<br />
Ortak Miras<br />
kilerin düzenlenmesinde bir denetim mekanizması fonksiyonuna<br />
da sahip olduğunu göstermektedir.<br />
Düğün, Türkler için hayatlarının her safhasında çok önemli<br />
ve belirleyici bir misyona sahip olmuştur. Özellikle atasözleri<br />
aracılığıyla, bu misyonun yukarıdakine benzeyen, farklı<br />
görünümlerini tespit etmek mümkündür: “Harman yel ile,<br />
düğün el ile” birlik, dayanışma ve yardımlaşmanın önemini;<br />
“Eşeği düğüne çağırmışlar ‘ya odun eksik ya su’ demiş”<br />
insanın toplumsal bir varlık olduğunu; “Düğünde Fatmacık’ı<br />
kim bilir?” <strong>ortak</strong> gayelere hizmet etmek için meydana getirilen<br />
beraberliğin ferdiyetçilikten daha ön planda yer aldığını;<br />
“Dilenciye borçlu olma, ya düğünde ister ya bayramda” düğün<br />
toplantılarının insanların birbirleriyle kaynaşma, görüşme<br />
ortamı olduğunu; “Çingene düğünü” eğlencedeki ifrat<br />
ve tefridin karikatürizesini; “Düğün aşıyla dost ağırlanmaz”<br />
başkasının yardımına güvenerek çaba sarf etmemeyi; “Bey<br />
aşı borç; düğün aşı ödünç” her insanın, hayatının bir döneminde<br />
bu sosyal yükümlülüğün altına gireceğini;” Düğünde<br />
okuyucu boklar” sosyal münasebetlerin ve aile müeessesesinin<br />
kurulmasında iyi niyetli çabaların dikkat edilmediğinde<br />
kötü sonuçlar doğurabileceğini; “Elle gelen düğün bayram”<br />
zorlukların yıkıcı etkisinin paylaşılarak azaltılabileceğini;<br />
“Düğün olur iki kişiye, kaygısı düşer deli komşuya” görev ve<br />
sorumluluk duygusunun abartılmasını hicvetmektedir (Aksoy<br />
1981: 212, 213).<br />
Bu ve buna benzer örnekler, Türk insanının millet hâline<br />
gelme safhasında yaşadığı binlerce yıllık tecrübenin ana<br />
of this mission, similar to the above, such as: Harman yel<br />
ile, düğün el ile- The blend happens with wind, the wedding<br />
is realized accompanied by people- emphasizes the<br />
importance of unity, solidarity and helping; “Eşeği düğüne<br />
çağırmışlar ‘ya odun eksik ya su’ demiş”-”They invited the<br />
donkey to the wedding, it said either wood or the water was<br />
missing ‘-states that human is a social entity; “Düğünde<br />
Fatmacık’ı kim bilir?” “Who cares about little Fatma?”-The<br />
unity that is formed to serve common purposes comes to<br />
the fore rather than the individualism; Dilenciye borçlu<br />
olma, ya düğünde ister ya bayramda - Do not owe the<br />
beggar, he demands back either at the wedding or at the<br />
festval-indicates that the wedding meetings are atmeosphere<br />
of the people for becoming more closer and meeting;<br />
“Gypsy wedding”- caricatures the intemperance and<br />
understatement; Düğün aşıyla dost ağırlanmaz-Do not<br />
feast your friends with wedding soap- not to place reliance<br />
on someone else’s help; “Bey aşı borç; düğün aşı ödünç”-<br />
Gent soap is a dept; wedding soap is lend- states that every<br />
human being falls under this social obligation at some point<br />
in his life; ;” Düğünde okuyucu boklar”- Whisperer shits at<br />
the wedding- expresses that social relationships and the<br />
establishment of a family institution can lead to bad consequences<br />
when good intentions are not paid attention. ;<br />
“Elle gelen düğün bayram”- Misery loves company- Means<br />
that, the destructive effect of difficulties can be reduced by<br />
sharing.; “Düğün olur iki kişiye, kaygısı düşer deli komşuya”-<br />
Two people get married, the crazy neighbour gets worried.<br />
It is satirizing the exaggeration of the sense of duty and
kaynaklarından birinin, kültürel genetik kodlama örneğinin<br />
düğün olduğunu göstermektedir. Sosyal tenkitlerle bu<br />
millî varlık içinde engelleyici, zayıf düşürücü unsurları işaret<br />
eden düğün, adeta bir denetim mekanizması oluşturmuştur.<br />
Yukarıdaki düğünle ilgili atasözleri, birbirinden bağımsız<br />
hikmetli sözler olarak değil, Türk kültürü içinde, düğünün<br />
sosyal ve ferdî fonksiyonları çerçevesinde bir yol gösterici,<br />
bir öz eleştiri mekanizması olarak idrak ve izah edilmelidir.<br />
Türk Dünyasında Ortak Düğün<br />
Modeli ve Yazılı Kaynaklarda<br />
Düğün<br />
Toplumun geleceğinin en önemli ve belirleyici yapı taşlarından<br />
biri olan aile kurumunun meydana gelmesindeki ilk<br />
basamak kabul edilen evlilik, başaktörleri olan kız ve oğlanın<br />
tanışması, kız isteme, söz, nişan, kına gecesi, gelin hamamı,<br />
nikah, düğün seremonisi ve gerdek sonrasına kadar<br />
devam eden her safhasında, Göstergebilimin renkli ve çeşitli<br />
örnekleriyle zengin bir tablo hâlinde karşımıza çıkmaktadır.<br />
Sembollerle anlam gönderme esasına dayanan Göstergebilim,<br />
sahip olduğu tanımdan farklı bir mânâyı işaret<br />
eden ‘gösterge’ ile onların birbirleriyle ilişkilerini belirleyen<br />
‘kod’lar aracılığıyla kurulan bir iletişim sistemidir. İnsanlar<br />
arasındaki sözsüz iletişim temeline dayanan Göstergebilim,<br />
grupların düşünce, yargı ve inançlarının sembollerle dile<br />
getirilmesine yardımcı olur. İletişimin, dolayısıyla Göstergebilim’in<br />
de aslî unsuru olan ‘mesaj’ duygu, düşünce, tavır<br />
ve tutumlarla örülür. Toplumda, birbiriyle etkileşimde bulunan<br />
birçok sosyal sistem vardır. Bu sosyal sistemler içinde<br />
en temel olanı, toplumun düşünce, değer yargı ve inançları<br />
bütünü olarak tanımlanan kültürdür (Yumlu 1990: 27). Büresponsibility<br />
(Aksoy 1981: 212, 213).<br />
These and similar examples signify that one of the main<br />
sources of thousands of years of experience that the Turks<br />
lived in the process of becoming a nation, and, an example<br />
of cultural genetic coding is wedding. The wedding, which<br />
pointed out the obstacles and the weak elements with<br />
social criticism in this national entity, constituted almost<br />
a control mechanism. The proverbs of the wedding above<br />
are not mutually independent wisdom words, should be<br />
comprehended and explained, as a guiding, self-criticizing<br />
mechanism, in the frame of social and individual functions<br />
of the wedding within Turkic culture.<br />
Common Wedding Model in Turkic World<br />
and The Wedding in Written Sources<br />
Marriage is considered to be the first step in forming the<br />
family institution, which is one of the most important and<br />
decisive building blocks of society’s future. Marriage has<br />
varios stages that starting from acquaintance of the girl and<br />
the boy, asking for the girl in marriage, affiancing, engagement,<br />
mehndi ceremony, bride’s bath, marriage ceremony,<br />
and continuing until nuptial night. With these features of<br />
wedding, we are confronted with a rich picture with colorful<br />
and diverse examples of semiotics. Semiotics, which<br />
is based on the principle of attributing meanings to symbols,<br />
is a communication system established by means of<br />
‘indicator’ which designates a different meaning from what<br />
it possesses and ‘codes’ which determine their relations<br />
with each other. And alos Semantics, based on nonverbal<br />
communication among people, helps sounding off the<br />
thoughts, judgments and beliefs of groups. The ‘message’,<br />
which is the fundamental element of communication and<br />
therefore of Semiology, is formed by feelings, thoughts, attitudes<br />
and behaviours. There are many social systems in<br />
society that interact with each other. The most fundamental<br />
one among those is the culture defined as the whole of the<br />
society’s thoughts, values and beliefs. (Yumlu 1990: 27).<br />
The culture at the heart of all systems plays a role of knowledge-based,<br />
theoretical and explanatory. At the same time,<br />
it combines all basic directions and subsystems. (Öğüt Eker<br />
2000: 93-94).<br />
Our pre-existing experience of perception ensures subsequent<br />
perceptions to be accepted sooner. The awakining of<br />
human emotions and thoughts is in parallel with the needs<br />
of the society in which they live. The meanings reflected by<br />
symbols through the symbols show differences according<br />
to cultures. Sharing the same historical past and values,<br />
experiencing the events together, determines the cultural<br />
elements of the society which they belong to. The symbols,<br />
which are used at almost every stage of the marriage cer-<br />
Wedding<br />
17<br />
Düğün
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />
accusa quo quunt.<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />
quo quunt.<br />
Common Heritage<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
18<br />
Ortak Miras
Halk Hekimliği<br />
Common Heritage<br />
19
Common Heritage<br />
20<br />
Ortak Miras<br />
tün sistemlerin merkezinde yer alan kültür, bilgiye dayanan,<br />
kuramsal ve açıklayıcı bir rol üstlenir. Aynı zamanda da tüm<br />
temel yönelmeleri ve alt sistemleri birleştirir (Öğüt Eker<br />
2000: 93-94).<br />
Algılamayla ilgili önceden var olan tecrübelerimiz, sonraki<br />
algılamaların daha kısa sürede kabullenilmesini sağlar. İnsanın<br />
duygu ve düşüncelerinin harekete geçmesi, yaşadığı<br />
toplumda duyduğu ihtiyaçlarla paralellik arz eder. Semboller<br />
aracılığıyla bilince yansıyan anlamlar, kültürlere göre<br />
farklılıklar gösterir. Aynı tarihî geçmişi ve değerleri paylaşmak,<br />
olayları beraber yaşamak, ait olunan toplumun kültürel<br />
öğelerini belirler. Evlenme töreninin hemen her safhasında<br />
kullanılan, insan yaratıcılığının, tasarım gücünün ve<br />
anlam yükleme yeteneğinin göstergesi olan semboller, her<br />
toplumda geçerli olan davranış ve tutumları oluşturarak,<br />
olaylara o topluma özgü olma vasfı kazandırır. Geleneksel<br />
hayatın yoğun yaşandığı köy ve kasabalarda evlenmek isteyen<br />
delikanlının sürekli, ayna karşısında tıraş olması, sinirli,<br />
huzursuz bir tavır takınması, çamaşırlarının yıkanmamasından<br />
yakınması; evlenmek isteyen genç kızın, bulaşıkları<br />
birbirine çarparcasına sert yıkaması, dama çıkıp kedi sesini<br />
taklit etmesi, kardeşleriyle ağız dalaşına girmesi; akrabalık<br />
bağlarının kuvvetlenmesi için kız evinden getirilen tuz ve<br />
külün erkek evindeki tuz ve küle karıştırılması; kız istemeye<br />
gidildiğini anlatmak için soy sürmeyi sembolize eden ocaktaki<br />
ateşin karıştırılması; kız evinin olumlu/olumsuz cevabını<br />
ifade eden gözlemenin alınması; gelinin munis, iyi huylu<br />
olması için, arabadan inmeden ayağının altına koyun posemony,<br />
and which are the sign of human creativity, design<br />
power and ability to giivng meaning, makes the events<br />
have the character of being peculiar to that community, By<br />
coomprising attitudes and behaviors that are valid in every<br />
society. There are numerous symbolic movements that<br />
express nonverbal communication below : In villages and<br />
towns where traditional life lives intensely, young men who<br />
want to get married shave constantly in front of the mirror,<br />
behave in an angry way, show restless attitude, complain<br />
that his clothes are not washed; on the other side, young<br />
girls who want to get married wash dishes in a loudly by<br />
striking them each other, climb up to the roof and imitates<br />
the voice of cat, row with her sisters brothers. Moreover; Salt<br />
and ash that brought from the girl’s house are mixed with<br />
salt and ash in the male house to strengthen the kinship<br />
bonds. In order to ask for the girl in marriage, the fire in<br />
the hearth, which symbolizes the continuity of posterity is<br />
stirred, observations expressing the positive / negative response<br />
of the girl’s houseare taken into consideration; to<br />
make the bride behave in a good tempered way, a sheep<br />
posture is laid down beneath her foot just before she gets<br />
out of the bridal car. She breaks the glass of her own home<br />
to despair of father home and to adopt the new house. In<br />
order to be a tidy and organized house wife, birde is setaed<br />
on pillow that there is a broom under it. (Öğüt Eker 1998c: 28).<br />
The Turkic people, who encode and use their cultural values<br />
in collective memory, were also having this characteristics<br />
earliest known period of history, the life style required by
tu serilmesi, baba ocağından umudunu keserek yeni evini<br />
benimsemesi için, kendi evinden getirdiği bardağı kırması,<br />
gelinin temiz, tertipli bir ev kadını olması için, yeni evinde<br />
altına süpürge konmuş yastığın üzerine oturtulması gibi sayısız<br />
işlem, sözsüz iletişimi ifade eden sembolik hareketlerdir<br />
(Öğüt Eker 1998c: 28).<br />
Kültürel değerlerini kolektif bellekte kodlayarak saklayan<br />
ve kullanan Türk insanı, bu niteliğini, tarihin bilinen en eski<br />
dönemlerinde de yaşatmaktaydı. Eski Türklerde, atlı göçebe<br />
kültürünün gerektirdiği yaşama biçimi ve o kültürdeki insanların<br />
sahip olmaları gereken özellikler, hayatın her safhasında<br />
olduğu gibi, evlenmede de kendini gösterir. Eski Türk<br />
inançlarından olan Şamanizm’de, kötülükleri ve pislikleri<br />
temizleyen, aynı zamanda koruyucu ve kutsal kabul edilen<br />
ateş ile neslin devamını sembolize eden ocak ile ocak kurma<br />
deyimiyle ifade edilen evlenmede amaç, sönmeyen bir ateş<br />
yakarak nesli devam ettirmektir (İnan 1986: 68). Ailenin temel<br />
taşlarından biri olan kadın, Eski Türkçedeki kullanımıyla<br />
‘uragut’ (Atalay 1985: 138) ise, evi aydınlatan bir ateştir. Savaşçılık<br />
ve fizikî gücü kanıtlamayla ifade edilen kahramanlık,<br />
bu kültürün en önemli öğesidir. Erkek kahramanların, ”Ben<br />
yerimden kalkmadan o kalkmış olmalı; ben kara koç atıma<br />
binmeden o binmiş olmalı; ben kanlı kâfir eline varmadan<br />
o varmış, bana baş getirmiş olmalı” (Gökyay 1939: 36,76)<br />
sözleri üzerine, atalarının, “Oğul sen kız dilemezsin, kendine<br />
bir yoldaş istersin... bir cilasın bahadır istersin.” (Gökyay<br />
1939: 36,76) şeklindeki açıklamaları, o dönemdeki gelin<br />
adaylarında aranılan vasıfları veciz bir ifadeyle dile getirmektedir.<br />
Bütün bu özelliklere haiz, aile içinde önem ve değere<br />
sahip olan kadın: “Beri gel başım bahtı, evim tahtı/Han<br />
babamın güveyisi, kadın anamın sevgisi, atam anam verdiequestrian<br />
nomadic cultures and the characteristics that<br />
people in that culture should havei among ancient Turks revealled<br />
themselves in marriage as well as in every stage of<br />
life. The purpose of marriage stated by the idioms, such as<br />
fire, cleansing evil and filth, and at the same time accepeted<br />
as protective and sacred, and the familiy (ocak) or starting<br />
a family (ocak kurmak) that symbolizing the continuity of<br />
posterity, is to perpetuate the posterity by lighting a fire that<br />
never dies down, according to Shamanism, which is an ancient<br />
Turkish belief. (İnan 1986: 68). The woman, one of the<br />
keystones of the family, also known as ‘uragut’ (Atalay 1985:<br />
138) with the use of Old Turkic, is a fire that illuminates the<br />
house. The militancy and the heroism expressed by proving<br />
physical power is the most important element of this culture.<br />
İmmediately after the sayings of male heroes such as<br />
“ She must have stood up before I do; She must have ridden<br />
her horse before I do; before I arrive at the land of bloody<br />
infidel, she must have done it before, and have brought me<br />
the head of infidel “(Gökyay 1939: 36,76), sayings from the<br />
elders such as, “Son, you do not wish a girl, you call yourself<br />
a comrade… your are a polish that you wish a hero”<br />
(Gökyay 1939: 36,76) express the qualifications sought in<br />
bride candidates at that time with a clear expression. On the<br />
other hand the woman wishes his man to be martial, brave,<br />
courageous, agile, generous and trustworthy by saying “<br />
Come near my destiny! Owner of the throne in my home/<br />
My father’s son in law, My mother’s dearest, a present of my<br />
mother in law/, The one that I see as son as I open my eyes,<br />
The one I fall in love with , The one I sleep with on the same<br />
pilow, The one I die for, For God’s sake; If I love another valiant<br />
and sleep together after you , a trout snake shall bite<br />
me”. In the whole of Turkic culture, due to the changes in<br />
life style, the spouse type who protects other characteristics<br />
by transforming warfare into a subsistence battle takes<br />
the place of ‘alp-type’ spouse in equestrian nomadic culture.<br />
The criterias such as having good manners, morality,<br />
respect, purity, order and beauty are the most important<br />
qualities sought in the bride and the family.<br />
Young people who want to marry express their wishes directly<br />
or indirectly in various forms to their families. In accordance<br />
with tradition and manners, the loved one is declared<br />
to the elders of the family through an aunt, sister, or<br />
a close friend. In rare cases where the wish to marry is directly<br />
announced, the person who is informed is the mother.<br />
Mother; funtions as a bridge and transfers information<br />
between the father and the son or the father and the girl.<br />
The wife, as the secret mediator, establisher and executive<br />
of the family, exhibits her constructive attitude also in the<br />
case of marriage by convincing her husband with her logical<br />
and consistent explanations.<br />
Wedding<br />
21<br />
Düğün
Common Heritage<br />
22<br />
Ortak Miras<br />
ği/Göz açuban gördüğüm, gönül verip sevdiğim/Bir yastıkta<br />
baş koyduğum, yolunda öldüğüm, kurban olduğum”, “Senden<br />
sonra bir yiğidi sevip varsam, birlikte yatsam ala yılan<br />
olsun beni soksun“ (Gökyay 1939: 14,74; Ergin 1969: 18,183)<br />
diye seslendiği erkeğinin de mert, yiğit, cesur, atak, cömert<br />
ve güvenilir olmasını ister. Türk kültürünün genelinde, atlı<br />
göçebe kültüründeki ‘alp tipi’ eşin yerini, hayat tarzının değişimi<br />
sebebiyle, savaşçılığı geçim mücadelesine dönüştürerek<br />
diğer özelliklerini koruyan eş adayı alır. Terbiye, ahlâk,<br />
nezâket, saygı, temizlik, düzen, güzellik gibi kriterler, gelin<br />
adayı ve ailesinde aranan en önemli niteliklerdir.<br />
Evlenmek isteyen gençler, bu isteklerini ailelerine doğrudan<br />
veya dolaylı olarak çeşitli şekillerde dile getirirler. Gelenek<br />
ve terbiye icabı, beğenilen kişi, yenge, kız kardeş veya yakın<br />
bir büyük aracılığıyla aile büyüklerine bildirilir. Evlenme<br />
isteğinin doğrudan duyurulduğu nadir durumlarda ise, bilgi<br />
verilen kişi annedir. Anne; baba ile oğul veya baba ile kız<br />
arasında köprü ve bilgi aktarıcı görevinde bulunur. Ailenin<br />
gizli arabulucusu, mimarı ve idarecisi olan kadın, mantıklı,<br />
tutarlı açıklamalarıyla eşini ikna ederek yapıcı tavrını, evlilik<br />
konusunda da sergiler.<br />
Türk ailesinde, ana, baba ve evlatlar arasındaki sadakat, sevgi<br />
ve saygı bağı son derece kuvvetlidir. Aile düzeninde büyüklere<br />
gösterilen saygı, devlet büyüğü hükümdar ve beylere<br />
gösterilen mutlak itaat ve saygının temelidir. Göktürk<br />
Kitabeleri’nde yer alan “Beyleri, milleti ahenksiz olduğu için.<br />
Çin milleti hilekâr ve sahtekâr olduğu için, küçük kardeş ve<br />
büyük kardeşi birbirine düşürdüğü için, Türk milleti il yaptığı<br />
ilini elden çıkarmış, kağan yaptığı kağanını kaybedivermiş...<br />
Küçük kardeş büyük kardeşini bilmez, oğlu babasını bilmezdi.<br />
Öyle kazanılmış, düzene sokulmuş ilimiz, töremiz vardı”<br />
(Ergin 1978: 21, 24) ifadeleri, temeli aile içinde oluşturulan<br />
bu saygı ve itaatin, devletin diğer kademelerinde de bulun-<br />
In any Turkic family, the bonds of loyalty, love and respect<br />
between parents, sons and daughters are extremely strong.<br />
The respect shown to the family elders within the family is<br />
also the basis of the absolute obedience and homage that<br />
must be paid towards the ruling statesmen and the heads<br />
of state. There exist such a statement in Gokturk Tabets,<br />
“Since the nobles and the nations are inharmonious and the<br />
Chinese nation is deceitful and dishonest, and the younger<br />
sibling pit against the older sibling, the Turkic nation has<br />
lost the province that they established by themsleves before<br />
... The little brother does not recognise his big brother,<br />
the son does not recognise his father. We had ever such a<br />
province and custom that we reclaimed and put in order.”<br />
(Ergin 1978: 21, 24) designate that this respect and obedience<br />
created within the family must be found at other<br />
levels of the state, and, how the state would fall into a collapse<br />
if not found. The first examples of the bond of loyalty,<br />
love and respect based on written documents in the Turkic<br />
family system, which are extremely strong among family<br />
members has a deep-rooted past that can date backt to<br />
8th-9th. centuries. In the Turkish family based on such<br />
social and cultural backgrounds in collective memory, the<br />
direct expression of thoughts and feelings about the desire<br />
for marriage to parents, it was consideresd as disrespectful<br />
that because of the suggestion that she might get bored<br />
of his father house and wants to leave as soon as possible<br />
that this way could not be preferred. Even the most obvious<br />
statement of the desire of getting married happened just<br />
like in the Dede Qorqut Epic. Rumour has it that Kam Büre<br />
Bey asked his son “Son, what did you see today in Oguz?”,<br />
and in response to his question, his son Bamsı Beyrek gave<br />
the answer as “ What do I see, the one having son married<br />
him, and the one having daughter gave away her “(Gökyay<br />
1939: 36). In the Turkic parental discipline, in Divanü Lugat-it<br />
Türk, which is the beginning of the tradition of expression<br />
for marriage which is done with such a respectful<br />
and aesthetic style, there is a phrase like; “koluş=kız istemek”,<br />
“Olar ikki kız kolışdı.= They asked for the girl’s hand<br />
for their son”. (Atalay 1985: II, 109) In Anatolian dialects, by<br />
using “düğünlük bas-‘ (Derleme Sözlüğü 1969: 1625), and<br />
the verbs “to look for, to seek, or, to go to see a bride-to-be”<br />
(Örnek 1977: 190) family elders ask for the girl in marriage.<br />
This is the first step generally applied in establishing the<br />
kinship between the two families. The success of this step<br />
ends up intermarrying between families. “Olur bir birge kız<br />
berişdi = They intermarry ” (Atalay 1985: II, 94).<br />
The process of asking for the girl in marriage, in the concepts<br />
of “dünürlük (affinity relationship), dünürlüğe gitme<br />
(intention of establishing affinity relationship) “ is, beyond<br />
the marriage of a nubile and an adult and in terms of being<br />
a step forward, to establish the first kinship between
ması gerektiğini, bulunmadığı takdirde devletin nasıl bir çöküş<br />
içine gireceğini anlatmaktadır. Türk aile sisteminde, aile<br />
üyeleri arasında son derece kuvvetli olan bu sadakat, sevgi<br />
ve saygı bağının yazılı belgelere dayalı ilk örnekleri, 8-9.<br />
yüzyıla uzanacak kadar köklü bir geçmişe sahiptir. Kolektif<br />
bellekte bu tarz sosyal ve kültürel temellere dayalı Türk<br />
ailesinde, evlenme arzusuyla ilgili düşünce ve duyguların<br />
ebeveynlere doğrudan ifade edilmesi, ata evinden sıkılıp bir<br />
an önce ayrılma isteğini akla getirebileceğinden saygısızlık<br />
olarak telakki edilir ve bu yola başvurulmazdı. Evlenme isteğinin<br />
en açık ifadesi bile, Dede Korkut Hikâyeleri’nde, Kam<br />
Büre Beyin oğlu Bamsı Beyrek’e “ Oğul, bugün Oğuz’da anlatılacak<br />
neler gördün?” sorusuna, oğlu “Ne göreyim, oğlu<br />
olan evermiş, kızı olan göçürmüş” (Gökyay 1939: 36) cevabını<br />
vermiştir. Türk aile terbiyesinde, bu derece saygılı ve estetik<br />
bir üslûpla dile getirilen evlenme geleneğinin başlangıcı<br />
olan, Divanü Lugat-it Türk’te “koluş=kız istemek”, “Olar<br />
ikki kız kolışdı.=Onlar birbirlerinden kız istedi” (Atalay 1985:<br />
II, 109); Anadolu ağızlarında ‘düğünlük bas-‘ (Derleme Sözlüğü<br />
1969: 1625), ‘kız soruşturmak, kız aramak, kız bakmak’<br />
(Örnek 1977: 190) fiilleri ile kullanılan kız isteme, iki aile arasında<br />
akrabalık bağlarının kurulması için atılan ilk adımdır.<br />
Bu adımın başarıya ulaşması, ailelerin birbirlerinden kız alıp<br />
vermeleriyle sonuçlanır; “Olur bir birge kız berişdi=Onlar<br />
birbirlerine kız verdiler” (Atalay 1985: II, 94).<br />
‘dünürlük, dünürlüğe gitme’ kavramları içinde gerçekleşen<br />
kız isteme işlemi, iki gencin evlenmelerinin ötesinde kız ve<br />
erkek aileleri arasında ilk akrabalık bağının kurulması yolunfamlies<br />
of the boys and girl, also an attempt to build up a<br />
solidarity, rapprochement and unity between the parties,<br />
considered a cultural aspect. Marriage helps humanbeing<br />
to connect with different families, thetefore people, neighborhoods<br />
/ villages / towns, at the same time strengthening<br />
social relations and consolidating integrity in society.<br />
After going and seing a marriageable girl (Görücülük:Act<br />
of go-between), the process of asking for the girl’s hand<br />
in marriage in second visit begins under the guidance of<br />
a community-accepted, well-experienced, oriented, respectable<br />
grandeur, whiich is called ‘arquçı’ in The ancient<br />
Turkic, the intermediary between two people and the families<br />
during the days of the marriage are named as follows:<br />
(Atalay 1985: I, 141); ‘sawçi’ as an ambassador between relatives<br />
and dünürs (all father- and mother-in-laws) (Atalay<br />
1985, III, 154, 441); ‘yorıgçı’ the man who comes and goes<br />
among the relatives (Atalay 1985; II, 51); In the Anatolian<br />
dialects, ‘ambassador’, ‘kayalıkçı, topçukal, alıcı, requester’,<br />
‘dünürcü’ (Nahya 1987: 261, Morina 1982: 364); ‘düvürücü’<br />
(Halil 1931: 53), ‘dünürcübaşı’ (Kartal 1987: 210); ‘dilekçi’<br />
(Saatçi 1987: 32); ‘spokesman’ (Pencıev 1996: 404) Since<br />
it is believed that those bound to their traditions will revere<br />
the elder’s advices, (Uncle, mukhtar, imam, etc.) who are<br />
trusted in their spiritual authority are considered to be an<br />
integral part of the all father- and mother-in-laws in order<br />
to solve as soon as the problem occurs in asking for the<br />
girl’s hand in marriage. For two reasons, the girl does not<br />
want her, her future mother-in-law and beech cradle, her<br />
uncle, her uncle, and the elders of the neighborhood. For<br />
Wedding<br />
23<br />
Düğün
Common Heritage<br />
24<br />
Ortak Miras<br />
da atılmış bir adım, taraflar arasında bir yakınlaşma, birlik,<br />
beraberlik ve dayanışma girişimi olması açısından da kültürel<br />
bir olaydır. Evlilik aracılığı ile farklı ailelerin, dolayısıyla<br />
farklı insanların, mahallelerin/köylerin/kasabaların birbirine<br />
bağlanması, aynı zamanda sosyal ilişkilerin kuvvetlenmesine<br />
ve toplumda bütünlüğün pekiştirilmesine yardımcı<br />
olur. Görücülükten sonra, ikinci ziyaretle gerçekleştirilen kız<br />
isteme, Eski Türkçede ‘arquçı’ iki kişi arasında aracı olan; evlenme<br />
zamanında dünürler arasında gelip giden kişi (Atalay<br />
1985: I, 141); ‘sawçı’ hısım ve dünürler arasındaki elçi (Atalay<br />
1985; III. 154, 441); ‘yorıgçı’ hısımlar arasında gelip giden<br />
adam (Atalay 1985; II, 51); Anadolu ağızlarında, ‘elçi’,<br />
‘kayalıkçı, topçukal, alıcı, isteyici’, ‘dünürcü’ (Nahya 1987:<br />
261; Morina 1982: 364); ‘düvürücü’ (Halil 1931: 53), ‘dünürcübaşı’<br />
(Kartal 1987: 210); ‘dilekçi’ (Saatçi 1987: 32); ‘sözcü’<br />
(Pencıev 1996: 404) kelimeleriyle ifade edilen, toplum<br />
içinde kabul gören, tecrübe sahibi, saygı değer bir büyüğün<br />
öncülüğüyle başlar. Geleneklerine bağlı kişilerin ata sözüne<br />
hürmet edeceğine inanıldığı için, isteme işinde problem<br />
çıktığında bir an önce çözümlenmesi amacıyla, manevî otoritesine<br />
güvenilen kişiler (amca, muhtar, imam vb), dünürcülerin<br />
ayrılmaz parçası olarak kabul edilir. İki sebeple, kız<br />
istemeye, müstakbel kayınvalide ve kayın pederle beraber<br />
dayı, amca ve mahallenin hatırı sayılır büyükleri de gelir.<br />
Kız isteme olayına, halk içinde itibarı olan, hürmet gören<br />
kişilerin aracılık etmesi ve bu kişilerin düşüncelerine saygı<br />
duyulması, Türk destanlarına kadar uzanan köklü bir gelenektir.<br />
Dede Korkut Kitabı’nda, Bay Püre’nin, oğlu Beyrek’e<br />
two reasons, together with the mother-in-law-to-be and<br />
father-in-law-to-be, also uncle and respectable elders<br />
of the neighborhood come to ask for the girl’ in marriage.<br />
The mediation of the respectable and influential people in<br />
that event and the respect shown towards these people ‘s<br />
thoughts, is a inveterate tradition extending to Turkic epics.<br />
There exist some examples in different epics as folloes: In<br />
the book of Dede Qorqut Epic, before Bay Püre goes to ask<br />
for Banu Çiçek in marriage for his son Beyrek, Bay Pure tells<br />
Beyrek “My Son, we shall call Oguz beys to our house, then<br />
we adopt a manner according to their approval” (Ergin 1989:<br />
124); Kangli Koca, had taken along wise old men ,when he<br />
went looking for a girl for his son Kan Turalı. (Ergin 1989:<br />
185); in accordance with Şeceri-i Terâkime, Korkut Ata,<br />
known as the ancestor of Oguzs helped Tuman marry. (Ergin<br />
t.y: 61,62); in Manas Epic, Temir Khan consulted alp wizards<br />
before giving Kanikey to Manas(İnan 1972: 54). In numerous<br />
Turkic communities, the event of marriage occured by<br />
means of mediation firstly in Hun Turks and also in Oguz,<br />
Altai, Yakut, Kazakh, Uyghur, Turkmen, Gagauz, Azerbaijani,<br />
Mamusha, Dobruca, Ahiskan, Kirkuk (Radloff 1986: 174; İbn<br />
Fazlan Seyahatnamesi 1975: 32; İzgi 1982: 258; Önal 1995:<br />
76; Güngör 1992: 8; Çelik 1994: 20, Hacılı-İdrisi 1993: 22;<br />
Tokatlı 199: 33) communities, so this means that this tradition,<br />
which still preserves the function today, proves its<br />
feature of continuity.<br />
During the event, in order to reach to the propitious sequence,<br />
the word starts with the pattern expression which
Banu Çiçek’i istemeye gitmeden önce “Oğul, kudretli Oğuz<br />
beylerini evimize çağıralım, nasıl uygun görürlerse ona göre<br />
iş edelim” demesi (Ergin 1989: 124); Kanglı Koca’nın oğlu<br />
Kan Turalı’ya kız aramaya çıktığında, yanına ak sakallı pirleri<br />
alması (Ergin 1989: 185); Şeceri-i Terâkime’de, ‘Oğuzların<br />
atası, tamam bilicisi’ Korkut Ata’nın Tuman’ın evlenmesine<br />
yardımcı olması (Ergin t.y: 61,62); Manas Destanı’nda, Temir<br />
Han’ın, Kanıkey’i Manas’a vermeden önce alp vezirlerine<br />
danışması (İnan 1972: 54) bu geleneğin bilinen en eski<br />
örnekleridir. Evlenme olayının, Hun Türklerinden başlayıp<br />
Oğuz, Altay, Yakut, Kazak, Uygur. Türkmen, Gagauz, Âzerî,<br />
Mamuşa, Dobruca, Ahıska, Kerkük (Radloff 1986: 174; İbn<br />
Fazlan Seyahatnamesi 1975: 32; İzgi 1982: 258; Önal 1995:<br />
76; Güngör 1992: 8; Çelik 1994: 20, Hacılı-İdrisi 1993: 22;<br />
Tokatlı 199: 33) gibi pek çok Türk topluluğunda ‘aracı’ yardımıyla<br />
gerçekleştirilmesi, fonksiyonunu günümüzde de koruyan<br />
bu geleneğin süreklilik vasfını kanıtlamaktadır.<br />
Kız isteme sırasında, hayırlı sonuca ulaşabilmek için, söze,<br />
dinî yükümlülük ve kudsiyet ifade eden “Allah’ın emri, Peygamberin<br />
kavliyle kızınız....ı, oğlumuz...a istiyoruz” kalıp ifadesi<br />
ile başlanır. İlk örneğine Dede Korkut Hikâyeleri’nde<br />
(Ergin 1969: 64,140) rastladığımız dinî sorumluluk taşıyan<br />
bu ifade, Allah tarafından emredilen, Hazreti Muhammed’in<br />
sünneti olan evliliğin, Peygamber’in sözüyle teşvik edildiğini<br />
göstermekte ve bir anlamda sosyal yaptırım gücünü de<br />
yansıtmaktadır.<br />
Türk evlenme geleneğinde uygulanan başka bir âdete göre<br />
de, kız evine istemeye gidildiğinde, araya soğukluk girip işlerin<br />
ters gitmemesi, tatsız olayların yaşanmaması için, isteme<br />
işinin olumlu sonuçlanmasını isteyen kız evi tarafından,<br />
dünürcülere acı kahve, soğuk su gibi ikramlardan kaçınılır;<br />
‘ağız tadını’ simgeleyen tatlı, şeker, lokum, çay, gibi yiyecek<br />
ve içecekler sunulur.<br />
Erkek tarafı isteme konusunda kız evinin olurunu alınca, söz<br />
kesme için gün kararlaştırılır. Kız isteme işinin olumlu sonuca<br />
ulaştığım gösteren söz kesme, evlilik müessesesinin şifahî<br />
ilk belgesidir. Ayrıca, gençlere alınacak eşyalar, başlık,<br />
düğün tarihi gibi konular üzerinde konuşulup karara varılır.<br />
Kız ve erkek aileleri arasında akrabalık bağlarının kurulmasında<br />
temel vazifesini gören ‘söz’de, ele alınan konulardan<br />
biri de ‘başlık’tır. Yazılı kaynaklarda ‘kalın’ olarak geçen başlık<br />
ile ilgili kelimelere VIII. yüzyıldan itibaren rastlamaktayız<br />
(Suci Yazıtı-Orkun 1987: 156; Divânü Lûgat-it-Türk-Atalay<br />
1985: III, 371-372). Söz kesmede konuşulup karara bağlanan<br />
başlık (Derleme Sözlüğü 1993: II, 562), bazı bölgelerde<br />
‘ağırlık’ (Yeni Tarama Sözlüğü: 1988: 1,3), ‘ağırlık bitirmek’<br />
(Derleme Sözlüğü 1993: 1,91), ‘bedel, halat’ (Örnek 1977:<br />
201) kelimeleriyle de ifade edilmektedir. Suci Yazıtı’nda<br />
geçen “...kızımın kalınsız birtim, kızımı kalınsız verdim” (Orexpresses<br />
the religious obligation and the holiness “In accordance<br />
with the Allah’s order and along with the utterance<br />
of our Prophet we ask for your daughter’s hand for our<br />
son”<br />
This expression, bearing religious responsibility that we<br />
firstly encountred in Dede Qorqut Epics (Ergin 1969:<br />
64,140), demonstrates that the marriage that ordered by<br />
God, the sunnah of the Prophet Muhammad, has been encouraged<br />
by Prophet, and in a sense, reflects the efficiency<br />
of social sanction.<br />
In accordance with another custom applied in the Turkic<br />
marriage tradition, in the case of asking for the girl in<br />
marriage, in order to avoid loosing contact and the wheels<br />
falling off and unpleasant events, the bride’s house that<br />
expecting a positive result from the event avoides offers<br />
such as bitter coffee, cold water to the dünürs( father- and<br />
mother-in-laws).Instead, food, and drinks such as sweet,<br />
candy, delight, tea, are served as a symbol of ‘relish’.<br />
When the bridegroom side gets the approval from bride’s<br />
house about to ask for, then the date is fixed for the betrothal<br />
day. The betrothal, which designates that the affair<br />
of asking for the girl in marriage has reached the positive result,<br />
is the first verbal document of the marriage institution.<br />
In addition, both sides discuss the topics such as the stuff<br />
to be purchased for the young couple, başlık -bride wealth<br />
( also known as bride price or bride token, is an amount of<br />
money or property or wealth paid by the groom or his family<br />
to the parents of a woman upon the marriage of their<br />
daughter to the groom), wedding date, and so on. One of<br />
the topics discussed is the subject of ‘ bride wealth ‘ that is<br />
handled on the betrothal day, which has an essential role in<br />
the establishment of kinship ties between two families. The<br />
words related to the bride wealth, which occurs as “kalın”<br />
(leave). in written sources, we have encountered it come as<br />
from the 8th century. (Suci Yazıtı-Orkun 1987: 156; Divânü<br />
Lûgat-it-Türk-Atalay 1985: III, 371-372). Bride wealth that<br />
discussed and agreed on during betrothal, (Derleme Sözlüğü<br />
1993: II, 562), in some regions it is also expressed<br />
by the words ‘ağırlık’ (New Scan Lexicon 1988: 1,3), ‘ağırlık<br />
bitirmek’ (Compilation Lexicon 1993: 1.91), ‘worth, rope’<br />
(Example 1977: 201).Such sayings, in the writings of Sucio,<br />
“... kızımın kalınsız birtim, kızımı kalınsız verdim.- I gave my<br />
daughter without kalın” (Orkun 1987: 156), in Dede Qorqut’s<br />
Epics, Kan Turalı’s “ What does the mule want, whether the<br />
golden coin or camel “(Ergin 1969: 137) indicates that the<br />
kalın / Bride wealth is a very old and rooted tradition dating<br />
back to the Ancient Turks. The Bride wealth that provides<br />
the material and spiritual peace and comfort of the biride<br />
to be married and the newly formed family is returned to<br />
Wedding<br />
25<br />
Düğün
Common Heritage<br />
26<br />
Ortak Miras<br />
kun 1987: 156) cümlesi; İbni Fadlan Seyahatnamesi 1975:<br />
32); Dede Korkut Hikâyeleri’nde Kan Turalı’nın “Altın akçe<br />
mi ister katır, deve mi ister?” (Ergin 1969: 137) sözleri, kalın/başlığın<br />
Eski Türklere kadar uzanan çok eski ve köklü bir<br />
gelenek olduğunu göstermektedir. Evlenecek kızın ve yeni<br />
oluşturulacak ailenin maddî ve manevi huzurunu, rahatlığını<br />
sağlayan başlık, boşanma durumunda (geçimsizlik, sadakatsizlik,<br />
kısırlık gibi sebeplerle) haksız olan kadın olduğu<br />
takdirde, erkek evine iade edilir.<br />
Söz kesmenin hemen ardından ‘nişan töreni’ gelir. Türk Medenî<br />
Kânununun 82. maddesinde yer alan; nişanlanmanın<br />
gayesini ortaya koyan “Nişanlanma, evlenme vaadiyle olur”<br />
(Maden 1991: 496) cümlesiyle anlatılan; söze oranla resmiyet<br />
ifade eden nişan, evliliği şeklî olarak simgeleyen bir<br />
aşamadır. Dede Korkut Hikâyeleri’nde “küçük düğün” olarak<br />
geçen nişan, “Yalançı oğlu Yaltaçuk kiçi düğünin eyledi,<br />
ulu düğünine va’de kodı” (Ergin 1989: 133) örne-ğinde de<br />
görüldüğü gibi, evlenme için bir söz, aynı zamanda ön akittir<br />
(Ögel 1988: 266). Anadolu ağızlarına ‘adaklı’ (Derleme<br />
Sözlüğü 1993: 62) şeklinde kullanılan nişanlı kelimesi, evlenecek<br />
olan iki gencin sosyal normlar ve toplum tarafından<br />
kabul görmesini sağlar. Oğuzlar, küçük çocukları nişanlarken<br />
bu sözleşmeye sadık kalacaklarını teyit için çocukların<br />
beşiklerini kerterlermiş. ‘Beşik kertme yavuklu deyimi’ de bu<br />
âdeti bildirir (İnan 1987: 144). Eski Türklerde, bir ağacı, çubuğu<br />
veya yeri kertme, dostluk ve sadakati ifade eden semboldür.<br />
Yazılı belge olmaksızın yalnızca şifahî olarak verilen<br />
bu sözden dönmeye kimse cesaret bile edemez. Kertme<br />
eyleminin sadakatin ifadesi olduğunu tarihi kaynaklar da<br />
teyit eder (Eberhard 1942: 42). Dede Korkut Hikâyeleri’nde<br />
yer alan “Bigler, Allah u Ta’âla mana bir kız virecek olur<br />
the man’s house, if the unjustified one is the woman in the<br />
case of divorce (by the reason of incompatibility, infidelity,<br />
infertility).<br />
‘Engagement ceremony’ ensues upon the betrothal. The<br />
denotation by the expression, “Engagement eventuates<br />
by means of the promise of marriage” which reveals the<br />
puropse of engagement and laid down in the article 82 of<br />
the Turkic Code of Civil Law; (Maden 1991: 496) is that the<br />
engagement, which sgnifies formality compared to the betrothal,<br />
is a phase symbolizing marriage in a formal sense.<br />
Engagement denoted as “mini wedding” in Dede Qorqut<br />
Epics, is simply a promise for marriage, at the same time<br />
a preliminary contract (Ögel 1988: 266)., as is seen in the<br />
example of expression “Yalançı oğlu Yaltaçuk kiçi düğünin<br />
eyledi, ulu düğünine va’de kodı-” (Ergin 1989: 133) …¸ The<br />
fiancée, which is used in the Anatolian dialects as ‘adaklı’<br />
(Derleme Sözlüğü -Compilation Dictionary- 1993: 62),<br />
allows the genders-to-be-married to be accepted by the<br />
social norms and the society. The Oguzs used to betroth the<br />
children in the cradles (in Turkish known as “beşik kertmesi”:<br />
decision on the future marriage of a boy and a girl when<br />
they are both in the cradles) to confirm that they will stick<br />
to this contract when they are engaging small children. The<br />
idiom “Beşik kertme yavuklu - Fiancee betrothed in the<br />
cradle” designates this custom (İnan 1987: 144). In ancient<br />
Turks, notching in a tree, a stick, or a place is a symbol that<br />
expresses friendship and loyalty. Nobody can even dare to<br />
renege on this verbal promise without a written document.<br />
Historical sources also confirm that the act of betroth is an<br />
expression of loyalty. (Eberhard 1942: 42). These expressions<br />
in Dede Qorqut Epics “Bigler, Allah u Ta’âla mana bir<br />
kız virecek olur ise, siz tanık olun, menüm kızım Pay Büre<br />
Bıg oglına bişik kertme yavuklu olsun- Lads!, if God gives<br />
me a daughter, you witness, I have already betrothed my<br />
daughter-to be born with Pay Bubble’s son” (Gökyay 1938:<br />
25; Ergin 1989: 117); “Beyrek üç öpdi, bir dişledi, düğün<br />
kutlu olsun han kızı diyü parmağından altın yüzüği çıkardı<br />
kızın parmağına kiçürdi. Ortamızda bu nişan olsun han kızı,<br />
dedi”- (According to the story, Bani Çiçek wants to testify<br />
Beyrek, who she knows as her fiancée, about valor. As a result<br />
of the fight of two fiancés, Bani Çiçek is beaten, in the<br />
story wrestling between Beyrek and Bani Çiçek and the defeat<br />
of Bani Çiçek are dramatized) (Gökyay 1939: 36; Ergin<br />
1989: 123) indicate that the event of betrothed children in<br />
cradles and the engagement ring used as a formal symbol<br />
are the customs that date back to the Old Turks.<br />
Following the engagement held at the girl’s house, a bundle,<br />
named ‘corresponding to engagement’ and containing<br />
the ring for the birdegroom, also clothes, shirts, socks,<br />
handkerchiefs and a tray of baklava for biridegroom and his
ise, siz tanık olun, menüm kızım Pay Büre Bıg oglına bişik<br />
kertme yavuklu olsun” (Gökyay 1938: 25; Ergin 1989: 117);<br />
“Beyrek üç öpdi, bir dişledi, düğün kutlu olsun han kızı diyü<br />
parmağından altın yüzüği çıkardı kızın parmağına kiçürdi.<br />
Ortamızda bu nişan olsun han kızı, dedi” (Gökyay 1939: 36;<br />
Ergin 1989: 123) ifadeleri, beşik kertme olayının ve nişanda<br />
şekli sembol olarak kullanılan nişan yüzüğünün Eski Türklere<br />
kadar uzanan bir âdet olduğunu göstermektedir.<br />
Kız evinde gerçekleştirilen nişanı müteakip, ‘nişan karşılığı’<br />
adı verilen içinde damada yüzük; damada ve yakınlarına<br />
çamaşır, gömlek, çorap, mendil bulunan bohça ve bir<br />
tepsi baklava, kız evinin amca, dayı, enişte gibi yakınlarıyla<br />
erkek evine gönderilir. Nişandan kısa bir süre sonra, başta<br />
kayın valide olmak üzere, oğlan evinin büyükleri, gelin ve kız<br />
evinin ileri gelenleriyle beraber oturulan yere en yakın ile<br />
düğün alışverişine giderler, Gelin alışverişinde, gelin kıza,<br />
iç çamaşır, gecelik, elbiselik / mantoluk kumaş, hazır elbise,<br />
eşarp, yazma, gezmelik ve gündelik çorap, terlik, ayakkabı,<br />
tarak, ayna, saç tokası vb. her türlü ihtiyacın yanı sıra,<br />
kız evinin isteklerini göz önüne alarak altın cinsinden küpe,<br />
yüzük, bilezik, kolye gibi ziynet eşyalar alınır. Düğün alışverişinde,<br />
gelinin ihtiyaçları karşılandıktan sonra, kayın valide<br />
ve kayın peder, kız kardeş, amca, yenge, teyze gibi birinci<br />
derecedeki yakınlara da elbiselik kumaş veya takım elbise,<br />
terlik, ayakkabı, yazma, çorap gibi gönülleri hoş tutacak hediyeler<br />
verilir.<br />
Söz ile düğün arasında şeker veya kurban bayramı olursa,<br />
relatives are sent to the man’s house with girl’s uncles, etc.<br />
Shortly after the engagement, notably mother-in-law and<br />
the elders of the boy’s house, the elders of the girl’s house<br />
go to the nearest city for wedding shop all together. During<br />
the shopping for the bride, along with all her needs such as,<br />
underclothes, lingerie, fabric for dress / coat, ready wear,<br />
scarf, babushka, socks for travel and daily use, slippers,<br />
shoes, combs, mirror,hairpin etc, and also by taking the<br />
claims of the bride’s part into consideration, jewellery like<br />
gold earrings, rings, bracelets, necklaces etc. are bought<br />
for the bride. After meeting the needs of the bride by the<br />
shopping, gifts such as dresses, slippers, shoes, scarf, socks,<br />
etc. are given to the first-degree relatives, such as sisters,<br />
uncles, aunts, aunts, to make them pleased with.<br />
If the feast following ramadan or sacrifice feast coincides<br />
with the period between the betrothal and the wedding, the<br />
bride-to-be is given presents such as an embellished bride’s<br />
ram, along with a “festive bondle” including candy, cologne,<br />
dress, socks and shoes. The biride’s side also sends similar<br />
gifts to the groom’s house. Marriage preparations beginning<br />
with the event asking for the girl in marriage, gain a<br />
great enthusiasm and speed with the realization of the engagement,<br />
as mentioned with the expression “Deli Karçar<br />
geldi. Elbisesini giydi, evine gitti, ağır düğün hazırlıklarını<br />
yaptı- Crazy Karchar came. He wore his dress elbisini, went<br />
home, made heavy wedding preparations” in Dede Qorqut<br />
Epics. (Ergin 1969: 69). The most important preparation<br />
of the bride’s house is the completion of the dowry while<br />
Wedding<br />
27<br />
Düğün
Common Heritage<br />
28<br />
Ortak Miras<br />
gelin kıza boyalarla süslenmiş gelin koçu, şeker, kolonya,<br />
elbiselik kumaş, çorap ve ayakkabı gibi hediyeler, ‘bayramlık’<br />
bohçası olarak gönderilir. Kız tarafı da, benzer hediyeleri<br />
erkek evine yollar. Kız istemeyle başlayan evlilik hazırlıkları,<br />
Dede Korkut’taki “Deli Karçar geldi. Elbisesini giydi, evine<br />
gitti, ağır düğün hazırlıklarını yaptı” sözünde ifade edildiği<br />
gibi, nişanın gerçekleştirilmesiyle büyük bir coşku ve hız<br />
kazanır (Ergin 1969: 69). Oğlan evi düğün hazırlıklarıyla<br />
uğraşırken, kız evinin en önemli hazırlığı, çeyizin tamamlanmasıdır.<br />
Yıllardan beri süre gelen sözlü kültür geleneğimizin<br />
temsilcisi kabul edilen ‘çeyiz’, kız evinin sosyal statüsünü<br />
yansıtır. Gelin olacak kızın, yeni evindeki çeşitli ihtiyaçlarına<br />
cevap vermesi amacıyla hazırlanan çeyiz, kız evinin maddî<br />
durumunun yanında, sosyal ve kültürel durumunun da bir<br />
göstergesidir. Çeyizin vazgeçilmez par çalan olan, nakışlar,<br />
oyalar, danteller ve bu işlemelerde kullanılan motifler, onları<br />
icra eden amatör sanatçıların, dolayısıyla o toplumun<br />
yaşayışını, coğrafî, ekonomik şartlarını, sosyal hayatını ve<br />
tasarım gücünü ortaya koyan kriterlerdir. Türk kadını, kapalı<br />
bir mekânda bir öğretmenin kontrolünde eğitim almasa da,<br />
içinde bulunduğu sosyal ve kültürel ortamın, rutin akışta<br />
verdiği eğitim ve görgüyle kendini yetiştirir; aldığı bu eğitim<br />
sonucunda edindiği birikimi ve estetik zevkini, dantel, oya,<br />
nakış gibi sanat ürünlerinde dile getirir. Çeyiz hazırlıkları, kız<br />
çocuğunun doğumuyla başlar. Kız annesi, kızı büyüyüp evlendiğinde<br />
ihtiyaç duyabileceği oda takımı, dantel, çarşaf,<br />
başörtüsü, çorap vb. gibi kız çeyizinde bulunması gereken<br />
eşyaları, doğumdan sonra hazırlamaya başlar. İmece usuthe<br />
groom’s side is dealing with the wedding preparations.<br />
The ‘dowry’, which has been regarded as representative of<br />
our oral cultural tradition that has been going on for years,<br />
reflects the social status of the bride’s house. The dowry<br />
prepared to satisfy the various needs of the bride- to-beis<br />
a sign of the social and cultural situation as well as the<br />
material situation of the bride’s house. The indispensable<br />
pieces of dowry, such as embroideries, lacework, motifs<br />
used in these works, are the criterias that reveal the way<br />
of living, geographical and economic conditions, social life<br />
and design power of the amateur artists performing them<br />
and therefore that society. Although the Turkic woman does<br />
not receive training under the supervision of a teacher in a<br />
closed space, she grows up herself by means of the education<br />
and vision given her in the routine flow of the social and<br />
cultural environment she is in; as the culmination of this education,<br />
she expresses the accumulation and the aesthetic<br />
pleasure in the works of art such as lace, embroidery. Dowry<br />
preparations start with the birth of the girl. After birth, the<br />
girl’s mother starts to prepare the stuff to be found in the<br />
dowry, such as bedroom suite, lace, bed sheet, head scarf,<br />
socks etc., that her daughter may need when she grows up<br />
and gets married. When the stuff that prepared after the<br />
cradle girl grows up added to those products that prepared<br />
in a cooperative way and with aesthetic pleasure, in the<br />
end all of those emerge as a various picture . On the same<br />
day evening, the ‘henna night (mehndi ceremony)’ is held<br />
after the ritual inwhich the bride-to-be is informed about<br />
the things she should do and should avoid to be happy in
lüyle hazırlanan, estetik zevk ürünü olan bu eşyalara, beşikteki<br />
kız büyüdüğü zaman yaptıkları da eklenince, zengin bir<br />
tablo ortaya çıkar.<br />
Gelin adayına, yeni hayatında mutlu olması için, yapması<br />
ve yapmaması gereken işler hakkında bilgi vermek amacıyla<br />
yapılan törenden sonra, aynı günün akşamı ‘kına gecesi’<br />
yapılır. Düğün töreninin temeli kabul edilen coşku ve eğlencenin,<br />
adeta ‘ağıt’ havasına dönüştüğü bölüm olan ‘kına’,<br />
gelin baba evinden ayrılmadan önce, genç kızın ana babasından<br />
ayrılmasıyla duyduğu hüznü, acıyı; aynı zamanda<br />
yeni bir hayata başlamanın, aile kurmanın verdiği sevinçle<br />
karışık yaşatan bir gelenektir. Arapça ‘hına, hınnâ’ (Devellioğlu<br />
1982: 432) kelimesinden dilimize geçen; Türk lehçelerinde<br />
de hına, kına’ (Kazaxsko-Russkiy Slovar’ 1954: 463;<br />
Yuhadin-Taymaz 1948: 55) olarak kullanılan kına, tırnakları,<br />
elleri ve saçları boyamak için kullanılan bir bitkidir. Besleme,<br />
canlandırma, renk verme özelliği ile kozmetikte; parasetemol<br />
özelliğiyle de farmakolojide etkili olan kına, Hazreti<br />
Muhammed’in başı ağrıdığı zaman, kınayı ilâç niyetine başıma<br />
sarması, herhangi bir yeri yara olduğu zaman pomad<br />
olarak kullanması ile de dinî misyona sâhiptir<br />
‘Düğün’ün Fonksiyonları<br />
Evlenme olayının, kız istemeden başlayıp gerdek sonrasına<br />
kadar devam eden bu safhaları ışığında, evlenme geleneğini<br />
ve beraberinde getirdiği uygulamalar şöyle değerlendirilebilir:<br />
Düğün, kişilerin birbirlerine ve topluma karşı<br />
nasıl hareket etmeleri gerektiğini gösteren; sahip olunan<br />
kültürel mirasın bilincine vardırarak, gelenek görenekleri,<br />
inançları, değer yargılarını, töreleri canlandıran; mutluluk<br />
veren; eğiten; gelenekleri canlandıran; eğlendiren fonksiyonlarının<br />
yanında insanları bir araya getirme özelliği ile<br />
de oldukça meşakkatli bir hazırlıklar bütünüdür. Kişiye, toplumun<br />
bir üyesi olmanın hazzını ve toplumda düzen içinde<br />
yaşamanın gerekliliğini hissettiren düğün, aynı zamanda<br />
insanları bir araya getirerek bireyler arasındaki toplumsal<br />
bağları kuvvetlendirmekte, <strong>ortak</strong>lığı pekiştirmektedir. Hızla<br />
modernleşen ve teknolojik gelişmelerle insan sesinin yerini<br />
mekanik seslerin almaya başladığı çağımızda, bu çeşit<br />
sosyal dayanışmalar, insanlara aynı toplumun üyesi olarak<br />
yaşama, paylaşma mutluluğunu hissettirerek onları, manevî<br />
hazza ulaştırır. Evlenme töreninin hemen her safhasında<br />
kullanılan, insan yaratıcılığının, tasarım gücünün ve<br />
anlam yükleme yeteneğinin göstergesi olan semboller, her<br />
toplumda geçerli olan davranış ve tutumları oluşturarak,<br />
olayları o topluma özgü olma vasfı kazandırır. Geleneksel<br />
yerleşim yerlerinde, evlenmek isteyen delikanlının sürekli,<br />
ayna karşısında tıraş olması, sinirli, huzursuz bir tavır takınması,<br />
çamaşırlarının yıkanmamasından yakınması; evlenmek<br />
isteyen genç kızın, bulaşıkları birbirine çarparcasına<br />
her new life. The ‘henna night ‘ that is accepted as the basis<br />
of the wedding ceremony and inwhich the enthusiasm<br />
and fun almost turn into a threnody part, is a custom that,<br />
before the bride leaves her father house, makes her feel a<br />
mixture of emotions like the “sadness” she feels because of<br />
drawing apart from her parents; at the same time the “joy”<br />
to start a new lifeby creating a family. The “henna” that was<br />
derived from ‘henna, hınnâ’ of the Arabic language (Devellioğlu<br />
1982: 432) and used as “hına”, “henna” in Turkic dialects<br />
(Kazaxsko-Russkiy Slovar ‘1954: 463; Yuhadin-Taymaz<br />
1948: 55) and is a plant used to dye, nails, hands and<br />
hair. Henna which is effective in cosmetics with its feeding,<br />
invigorating, coloring features; and also pharmacologically<br />
effective with its paracetamol feature, has also a religious<br />
mission that is because when the Prophet Muhammad suffered<br />
from headache He used to wrap henna around His<br />
head with the intent of medication, moreover used to apply<br />
it as a pomade in case of any wound.<br />
Functions of ‘Wedding’<br />
In the light of the phases of marriage, start from the asking<br />
for the girl in marriage and continue until post nuptial, the<br />
tradition of marriage and the practices brought with itself<br />
can be evaluated as follows:<br />
In a board sense the wedding is the whole of arduous preparetions<br />
that, showing how people should move towards<br />
each other and gather; having the awareness of the cultural<br />
heritage that is possessed, reviving tradition, customs, beliefs,<br />
value judgments, patriotism, giving happiness; training;<br />
as well as not only having the ability to bring people<br />
together, but also entertaining functions. It makes individual<br />
feel the pleasure of being a member of society and the<br />
necessity of living in order in the society, at the same time<br />
bringing people together and strengthening the social ties<br />
among the individuals and consolidating the partnership.<br />
In the era of rapid mechanical modernization and in which<br />
the mechanical voices begins to replace the human voice,<br />
these kinds of social solidarities let them have the spiritual<br />
delight by making people feel the happiness of living and<br />
sharing as a member of the same society. Symbols used at<br />
almost every stage of the marriage ceremony, which are<br />
indicative of human creativity, design power and ability<br />
of meaning attribution, and make the events to have the<br />
qualification of being peciluar to that community, by establishing<br />
behaviours and attitudes that are valid in every society.<br />
There are numerous symbolic movements that express<br />
nonverbal communication below: In villages and towns<br />
where traditional life lives intensely, young men who want<br />
to get married shave constantly in front of the mirror, behave<br />
in an angry way, show restless attitude, complain that<br />
his clothes are not washed; on the other side, young girls<br />
Wedding<br />
29<br />
Düğün
Common Heritage<br />
30<br />
Ortak Miras<br />
sert yıkaması, dama çıkıp kedi sesini taklit etmesi, kardeşleriyle<br />
ağız dalaşına girmesi; akrabalık bağlarının kuvvetlenmesi<br />
için kız evinden getirilen tuz ve külün erkek evindeki<br />
tuz ve küle karıştırılması; kız istemeye gidildiğini anlatmak<br />
için soyu sürdürmeyi ifade eden ocaktaki ateşin karıştırılması;<br />
kız evinin olumlu/olumsuz cevabını sembolize eden<br />
gözlemenin alınması; gelinin munis, iyi huylu olması için,<br />
arabadan inmeden ayağının altına koyun postu serilmesi,<br />
baba ocağından umudunu keserek yeni evini benimsemesi<br />
için kendi evinden getirdiği bardağı kırması; gelinin, teiniz,<br />
tertipli bir ev kadını olması için, yeni evinde altına süpürge<br />
konmuş yastığın üzerine oturtulması gibi sayısız işlem, sözsüz<br />
iletişimi ifade eden sembolik hareketlerdir (Öğüt Eker<br />
2000b: 93-96).<br />
Yeryüzündeki her toplum, gelenek diye isimlendirilen <strong>ortak</strong><br />
kabul, düşünce ve anlayış sistemleri ile varlığını sürdürmüş<br />
ve bunu gelecekte de devam ettirecektir Geleneklerin toplumdaki<br />
uygulamaları olan ritüeller, insanoğlunun her zaman<br />
ihtiyaç duyduğu ve duyacağı kültür unsurlarıdır. İnsan,<br />
ne kadar gelişmiş medenî bir varlık olsa da, dar anlamda bir<br />
grubun, geniş anlama da bir milletin vatandaşı olma ihtiyacındandır.<br />
Toplumun temel unsuru olan insan, her ne kadar,<br />
para, eşya, mal, mülk gibi maddî tatminlere sahip olsa da,<br />
paylaşma, dayanışma gibi insanı manevi hazza ulaştıran ve<br />
o toplumun üyesi olma mutluluğunu hissettiren duyguların<br />
eksikliğini hisseder (Günay 1987: 28). Hayatın en önemli<br />
geçiş dönemlerinden biri olan evlenme de, insanın, kendine<br />
ve çevresindekilere duyduğu saygıyı, sevgiyi paylaşmanın<br />
who want to get married wash dishes in a loudly by striking<br />
them each other, climb up to the roof and imitates the voice<br />
of cat, row with her sisters brothers. Moreover; Salt and ash<br />
that brought from the girl’s house are mixed with salt and<br />
ash in the male house to strengthen the kinship bonds. In<br />
order to ask for the girl in marriage, the fire in the hearth,<br />
which symbolizes the continuity of posterity is stirred, observations<br />
expressing the positive / negative response of<br />
the girl’s houseare taken into consideration; to make the<br />
bride behave in a good tempered way, a sheep posture is<br />
laid down beneath her foot just before she gets out of the<br />
bridal car. She breaks the glass of her own home to despair<br />
of father home and to adopt the new house. In order to be a<br />
tidy and organized house wife, birde is setaed on pillow that<br />
there is a broom under it. (Öğüt Eker 1998c: 28).<br />
Every society in the world has continued its existence with<br />
the systems of common acceptance, thought and understanding<br />
which is called tradition and it will perpetuate this<br />
in the future. Rituals, which are the practices of traditions in<br />
the society, are elements of culture that human beings always<br />
need and will hear. Although human being is a developed<br />
civilized entity, but, in broad sense needs to be a citizen<br />
of a nation, and of a group in a narrow sense. Although<br />
the man, the basic element of society owns material satisfactions<br />
such as money, goods and possessions, , and he/<br />
she feels the lack of emotions that make them feel happy<br />
to be a member of that society, such as sharing and solidarity<br />
(Günay 1987: 28). Marriage, one of the most important<br />
transitional periods of life, is the area that comprises the<br />
beautiful, colorful and rich examples of sharing respect and<br />
love with people and their surroundings.<br />
Wedding Rituals<br />
Ritual whcih is defined as, “A set of stereotyped behaviors<br />
and customs based on an example” (Günay 1995: 2), “Manifestation<br />
of the unwrittten and ever-changing expressions<br />
and certain movements by the actors with definite limits”<br />
(Bauman 1992: 249, quoted from Rappaport), in other<br />
words, the way in which social reconciliation is performed<br />
on the stage. The immutability The most important feature<br />
of ritual, arises from its holiness. Holiness, rather than its<br />
feature of ability think, must be understood under circumstances<br />
of communication as a nature of certain sense of<br />
ritual. (Bauman 1992: 255, quoted from Rappaport) This<br />
compulsory holiness causes rituals to be understood by implication<br />
without discussion. Rituals, which are elements of<br />
culture that human beings always need and also will need ,<br />
according to Durkheim, “are mass demonstrations that they<br />
revive, provoke, protect, reshape the participants. Regardless<br />
of qualities and purposes of the ceremonies, bringing<br />
together the members, intensifying the ties between them,
güzel, renkli ve zengin örneklerini taşıyan alanıdır.<br />
Düğün Ritüelleri<br />
“Bir örnek üzerine kalıplaşmış davranışlar ve töreler bütünü”<br />
(Günay 1995: 2), “Yazıya geçmemiş, hiç değişmeyen ifadelerin<br />
ve belirli şekildeki hareketlerin, kesin sınırlarla oyuncular<br />
tarafından ortaya konulması” (Rappaport’dan aktaran<br />
Bauman 1992: 249) olarak tanımlanan ritüel, diğer bir tabirle,<br />
sosyal uzlaşmanın sahnede sergilenme şeklidir. Ritüelin<br />
en önemli özelliği olan değişmezlik, onun kutsiyetinden<br />
gelmektedir. Kutsiyet, düşünebilme özelliğinden ziyade,<br />
ritüelin belli mantığının bir mahiyeti olarak iletişim şartlarında<br />
anlaşılmalıdır (Rappaport’dan aktaran Bauman 1992:<br />
255). Yapılması zorunlu görülen bu kudsiyet, ritüelin tartışılmadan<br />
ima yoluyla anlaşılmasına sebep olur. İnsanoğlunun<br />
her zaman ihtiyaç duyduğu ve duyacağı kültür unsurları<br />
olan ritüeller, Durkheim’e göre “Toplu yapılan gösterilerdir;<br />
katılanları canlandırır, kışkırtır, korur, yeniden şekillendirir.<br />
Törenlerin nitelikleri, amaçları ne olursa olsun, hepsinde<br />
fertleri bir araya getirmek, aralarındaki bağları yoğunlaştırmak,<br />
yakınlaştırmak, daha samimi olmalarını sağlayarak<br />
toplum şuuruna ulaştırmak gibi nitelikler müşterektir.<br />
Fertler, birlik içinde toplumdaki yerlerini ve toplumla ilişkili<br />
duygularını ritüellerle yenilemiş olur” (Günay 1995: 2). Bu<br />
derece kesin özelliklere sahip olan ritlere, Anadolu’nun hemen<br />
her bölgesindeki düğünlerde rastlamaktayız. Hayatın<br />
en önemli geçiş dönemlerinden biri olan evlenme, insanın,<br />
kendine ve çevresindekilere duyduğu saygıyı, sevgiyi paylaşmanın<br />
güzel, renkli ve zengin örneklerini taşıyan alanıdır.<br />
Evlenme olayının hemen her safhasında karşımıza çıkan,<br />
Türk toplumunun <strong>ortak</strong> kabulleri olan ritüeller, bu paylaşmanın<br />
en çarpıcı örnekleridir. Gösterme, koruma, temizleme,<br />
bereket getirme, saadet temin etme, kırma, zürriyet,<br />
sakınma, birleştirme, ayrılma, üzüntü ritleri gibi pek çok<br />
gruba ayırabileceğimiz ritler, aslında, evlenme olayının nihaî<br />
amacını yansıtan unsurlardır. Yapılış amaçlarına göre çeşitli<br />
gruplara ayırdığımız bu ritlerin birçoğu, eski Türk inanç sistemindeki<br />
Budist ve Şamanist unsurlarla ilgilidir: Gelinin<br />
oğlan evine girerken eşiğe basmadan atlayarak veya modern<br />
uygulamalarda kocasının kucağında girmesi; eşiğe ve<br />
ocağa yağ sürülmesi, Budist inanç düşüncesinde yer alan<br />
‘cinlerin eşiğe basarak eve girmeleri; ocakları mekân edinmeleri,<br />
eşiğe basan kişinin, cinlerin etkisine gireceği’ inanç<br />
temeline dayanmaktadır. Cinler, kanı ve karanlığı seven, insana<br />
kuvvet, enerji, dinçlik verdiği için tuzdan; tadı, kokusu<br />
ve dinî özelliği dolayısıyla kınadan; sağlamlığı ve gücü sebebiyle<br />
demirden, çelikten, katrandan, barut kokusundan<br />
nefret eden, tüfek gürültüsünden korkan ve bütün bunlarla<br />
kıyaslanamayacak derecede Kur’an-ı Kerîm’den, mukaddes<br />
kelimelerden kaçan mahlûklardır (Westermark 1938: 7-9).<br />
making people closer to each other, making them more sincere,<br />
and conveying them to the community consciousness<br />
are the common traits of all. Individuals, complement their<br />
positions in the society and the feelings associated with society<br />
by means fo rituals in unity” (Günay 1995: 2). We have<br />
encountered such fashions possessing precise characteristics<br />
in weddings in almost every region of Anatolia. Marriage,<br />
one of the most important transitional periods of life,<br />
is an area bearing the beautiful, colorful and rich examples<br />
of sharing respect and endearment which an individiaul<br />
shows him/herself and neighbourhood.<br />
The rituals, which we encounter almost in every phase of<br />
the event wedding and are the common assumptions of the<br />
Turkish society, are the most striking examples of this sharing.<br />
The fashions we can divide into many groups such as<br />
demonstration, protection, cleansing, fertility, provision of<br />
happiness, kırma (gathering people coming from separate<br />
races and causing to born new generations possessing the<br />
characteristics of both races.), generation, avoidance, unification,<br />
separation, regrets are actually elements reflecting<br />
the ultimate purpose of the marriage. Many of these fashions,<br />
which we split into various groups according to their<br />
purposes, relate to the Buddhist and Shamanist elements in<br />
the ancient Turkish belief system: As the bride firstly enters<br />
into the house, she jumps without stepping onto the threshold<br />
or goes into in her husband’s arms as seen in modern<br />
practices, and the treshold is greased, these are all based<br />
on the Buddhist belief that the ‘gins’ enter the house by<br />
stepping at the threshold and settle in fireplace, and the<br />
person who steps on the threshold will be influenced by<br />
the gins. Gins are the cretaors that; like the blood and the<br />
darkness, but hates salt that is because it revitalizes human;<br />
hate henna because of its taste, smell and religious feature;<br />
due to its strength hate the smell of iron, also hate steel,<br />
tar and gunpowder; are afraid of the sound of gun; incomparable<br />
to those, they are the creators that run away from<br />
the Qur’an and sacred words. (Westermark 1938: 7-9). The<br />
things, which the gin in Buddhist faith and the spirits in the<br />
shamanistic beliefs are mostly interested in are those who<br />
express resurgence, beginning, freshness, like newly-wed<br />
couples, puerperants and newborn children. Beside newly-wed<br />
couples have begun a new life, the fact that sexual<br />
intercourse incident to marriage lead to pollution and lust<br />
has caused them to become a focal point. In the ancient<br />
Turkic belief system, ‘the great deity (Tengri) of heavenly<br />
light and the nimbus is Khan Yulgen (Kayra Khan); and<br />
in the dark world, there exists Erlik Khan also called “black<br />
spirit/proprietor” (kara neme). Ulgen is the tengri that can<br />
become benevolent and tutelar without being sacrificed to<br />
him. The only thing that you have to sacrifice is marriage.<br />
Every bridegroom must must sacrifice to him a horse. Erlik<br />
Wedding<br />
31<br />
Düğün
Common Heritage<br />
32<br />
Ortak Miras<br />
Budist inançtaki cin ile Şamanist inançtaki ruhların en çok<br />
ilgilendikleri hususlar, yeni evlenenler, lohusalar ve yeni<br />
doğan çocuklar gibi, yeniden oluşmayı, başlangıcı, tazeliği<br />
ifade eden şahıslardır. Genç evlilerin, yeni bir hayata başlamalarının<br />
yanında, evlilikle gelen cinsel birlikteliğin kirliliği<br />
ve şehveti beraberinde getirmesi, odak noktası olmalarına<br />
sebep olmuştur. Eski Türk inanç sisteminde, ‘nur ve ziya<br />
âleminin büyük Tanrısı “Han Ülgen” (Kayra Han)’dir; karanlık<br />
âleminde ise, “Erlik Han” denilen ‘kara iye/ruh’ bulunur.<br />
Ülgen, kendisine kurban verilmeden de müşfik ve hâmi olabilen<br />
bir ilâhtır. Kurban vermenin zorunlu olduğu tek konu,<br />
evliliktir. Evlenen delikanlı, atı kurban olarak vermek mecburiyetindedir.<br />
Erlik ise, her vesileyle kurban isteyen, verilmediğinde,<br />
insanlara her türlü kötülüğü yapabilen, musallat<br />
olduğu ailelere felaket ve ölüm getirebilen ‘kara iye’dir.<br />
Kurban etmek için herhangi bir çeşit hayvan bulunamadığı<br />
takdirde, ‘rakı ve şarap’ ile de Erlik’i kandırmak mümkündür.<br />
Şamanist inanç sisteminde, mutlak hâkim olan Ülgen’in yanında,<br />
‘Yardımcı, Koruyucu ve Kara iyeler ile Gök, Yer, Ev iyeleri’<br />
bulunmaktadır. Yardımcı iyeler olan ’Yayık, Suyla, Karlık<br />
ve Utkuçı’; koruyucu iyeler olan ‘Umay, Ak Ana/Ak Ene, Ana<br />
Maygıl’; Kara iyeler olan ‘Erlik, Albastı ; Gök iyeleri olan ‘Gök,<br />
Güneş,Ay ve Yıldızlar’; Yer iyeleri olan ‘Dağ, Kaya-Taş, Yer,<br />
Su, Ağaç/Orman/Bitki’; Ev iyeleri olan ‘Ev, Ocak, Od/Ateş,<br />
Ağıl/Ahır’, bu inanç sistemindeki diğer önemli unsurlardır.<br />
Şamanizm’deki ruhlar ile insanlar arasında aracılık yapan,<br />
büyücülük, şairlik, müzisyenlik, oyunculuk gibi vasıflara sahip<br />
olan ‘Şaman/Kam/Ozan’, dinî otoriteyi temsil eden bir<br />
şahsiyettir. Bu inanç sistemini yaşama biçimi olarak benimseyen<br />
insanlarda var olan, ‘iyilik ve kötülüklerin, bu iyelerden<br />
kaynaklandığı’ düşüncesi, ‘kurban’ ve ‘saçı’larla onları<br />
memnun etme, kızdırmama şeklinde tezahür eder. Çeşitli<br />
ayinlerde sunulan kurban ve saçılarla yetinerek kendileis<br />
the “black proprietor”, that expects a sucrifice on every<br />
occasion, otherwise, that is able to do all kinds of evil and<br />
can bring catastrophe and death to the families that he<br />
haunted. If there is no animal to sacrifice, it is possible to<br />
trick Erlik with ‘raki and wine’. In the Shamanist belief system,<br />
besides Yulgen, the absolute ruler, there are ‘Auxiliary,<br />
Protective and Black proprietors along with proprietors of<br />
the Sky, Earth and House’. Among those Protectors, “Yayık,<br />
Suyla, Karlık ve Utkuçı’ are the Auxiliary; ‘Umay, Ak Ana/Ak<br />
Ene, Ana Maygıl’ are the Protective; ‘Erlik, Albastı (A febrile<br />
illness that women who give birth suffer from. According to<br />
the Shaman Belief, a horrible creature or a blonde fairy girl<br />
that has haunted ladies suffering from puerperal fever)” are<br />
the Black; Sky, Sun, Moon and Stars’are the Sky; Mountain,<br />
Rock-Stone, Ground, Water, Wood / Forest / Plant are the<br />
Earth; ‘House, Family, Od / Fire, sheepfold/ Stable’ are the<br />
House ones that are another important elements in this<br />
belief system. ‘Shaman / Kam / Ozan’, acting as mediator<br />
between the spirits and people and which has the skills<br />
of sorcery, poetry, musicianship, acting is a person representing<br />
religious authority in Shamanism. The thought of<br />
“good and evil both originate from these protectors” that<br />
exist in people who adopt this belief system as a life style,<br />
appears in the way of satisfying them with ‘sacrifice’ and<br />
‘saçı (sweets, barley, money, coins, etc., scattered down<br />
the bride’s head), not angering. The belief that protectors<br />
would not harm people and they are also satisified with if<br />
they are sacrificed and saçıs are scattered in the various<br />
rituals, has led people to scattered saçı and to sacrifice on<br />
every occasion. (Eberhard 1942: 80; Ercilasun 1985: 54-55;<br />
İnan 1976: 15- 26; Kalafat 1989: 8-35; Kafesoğlu 1987: 90-<br />
91; Ögel 1971: 59-71).<br />
Saçı saçma (scattering sweets, barley, money, coins, etc.<br />
down from the bride’s head) is a remnant of a sacrificial<br />
ritual made for the acceptance of a bride member of a foreign<br />
lineage by ancestors and protective spirits of her husband.<br />
During the hunting season, the blood, fat and meat<br />
of the prey; during the shepherd period, milk, kumys, fat of<br />
livestock; during the farming period, millet, wheat, various<br />
fruits were used as saçı. (İnan 1986: 167). Among the Central<br />
Asian Turks, the ritual that bride scatters kumys on to<br />
the horse mane and tail to please souls, has been transformed<br />
into the form of scattering down flour, wheat, sugar,<br />
money and snack from the heads of bride and groom, as a<br />
symbol of abundance. In the shamanist belief system, the<br />
saçı is also used in the case of girl abduction. At the event of<br />
girl abduction in the Yakuts, young people are gathered in<br />
the square with their horses. The shaman comes near to the<br />
horses with a leather bottle and picks up a handful of kumys<br />
and scatters around around the animals with the intention<br />
of saçı. He prays to God to protect the youth from these evil<br />
spirits by saying the names of forty evil spirits. After the rite,
ine zarar vermeyeceği inancı, insanları, her vesileyle saçı<br />
saçmaya ve kurban kesmeye yöneltmiştir (Eberhard 1942:<br />
80; Ercilasun 1985: 54-55; İnan 1976: 15- 26; Kalafat 1989:<br />
8-35; Kafesoğlu 1987: 90-91; Ögel 1971: 59-71).<br />
Saçı saçma, yabancı soya mensup olan bir kızı, kocasının<br />
soyunun ataları ve koruyucu ruhları tarafından kabul<br />
görmesi için yapılan bir kurban ayininin kalıntısıdır. Avcılık<br />
döneminde avın kanı, yağı ve eti; çobanlık döneminde süt,<br />
kımız ve hayvanların yağı; çiftçilik döneminde darı, buğday,<br />
muhtelif meyveler saçı olarak kullanılmıştır (İnan 1986:<br />
167). Orta Asya Türkleri arasında, ruhları memnun etmek<br />
için, gelinin, atın yele ve kuyruğuna kımız saçma ritüeli, günümüzde,<br />
gelin ve damadın başından bereket, bolluk simgesi<br />
olarak un, buğday, şeker, para, çerez saçma şeklini almıştır.<br />
Şamanist inanç sisteminde saçı, kız kaçırma olayında<br />
da kullanılır. Yakutlardaki kız kaçırma hâdisesinde, gençler<br />
atlarıyla meydanda toplanır. Şaman, kımız dolu bir tulumla<br />
atların yanına gelir ve bir avuç kımız alıp hayvanların çevresine<br />
saçı saçar. Kırk kötü ruhun adını söyleyerek gençleri<br />
bu kötü ruhlardan koruması için, Tanrıya dua eder. Ayinden<br />
sonra gençler atlarına binerek kaçırılacak kızın kabilesine<br />
doğru yola çıkarlar (İnan 1986: 166). Eski Türk inanç sistemine<br />
göre, kötü ruhlar, ışıktan korkar, karanlığı severler.<br />
‘Ateş’, insanı kötü ruhlardan koruyan, uzaklaştıran; hatta,<br />
onları yakan, temizleyen bir külttür. Kazak ve Kırgızlarda<br />
gelin, kayın babanın evindeki ateşe yağ atıp, secde eder.<br />
Başkurtlarda da var olan bu âdet, daha sonra ateşe tapmak<br />
dinen yasak olduğundan, din adamları tarafından kaldırılmıştır<br />
(İnan 1986: 166).<br />
Bunun yanında, eski Türk hayatında önemli fonksiyonları<br />
olan ‘yer-su kültü’ (Tekin 1988: 10), Türklerin İslâmiyet’i<br />
kabul etmelerinden sonra da uzun bir süre etkisini sürdürmüştür.<br />
Başkurtlarda, aileye yeni gelin katıldığında uygulanan<br />
‘hu köründürü’ (su gösterme) merasimine göre, gerdek<br />
gecesinin sabahında, geleneksel yerleşim yerindeki kadın<br />
ve kızları toplanarak gelini yakınlardaki kayın babalarının su<br />
içtikleri ırmak veya göle götürürler. İhtiyar bir kadın, gelini<br />
suya, suyu geline gösterdikten sonra “ataylardan kalgan<br />
hu, ineylerden kalgan hu” (babalardan kalan su, analardan<br />
kalan su) diyerek çeşitli sözler söyler ve gelinin süslerinden<br />
gümüş paralarla saçı saçar (İnan 1987 :492). Saçı saçma,<br />
ateşe yağ atma dışında kocasına veya onun soyuna mensup<br />
erkeklere adları ile hitap etmeme, belirli bir süre kayın valide<br />
ve kayın pederle konuşmama gibi ruhlara saygı, korku,<br />
çekinme gibi sebeplere dayanan, kökeni Eski Türk inancına<br />
dayanan pek çok âdet, Türklerin İslâmiyet’i benimsemelerinden<br />
sonra, yeni inanç sistemlerine ve hayat tarzlarına<br />
göre farklı fonksiyon ve üstlenerek bugün de hâlâ varlığını<br />
sürdürmektedir. İnanç sistemleri ve bunlara bağlı olan uygulamaların<br />
insan hayatı üzerindeki tartışılmaz etkisi, bütün<br />
dünya milletleri için söz konusudur. Tarih boyunca, farklı din<br />
young people ride their horses and set off towards the girl’s<br />
tribe to abduct her. (İnan 1986: 166). According to the old<br />
Turkic belief system, evil spirits fear light and love the darkness.<br />
‘Fire’ is the cult which protects the human from evil<br />
spirits and wards off them ; even burns and cleans them.<br />
Kazakhstani and Kirghiz brides, will throw oil on the fire in<br />
house of father-in-law and prostrate. This custom, which<br />
also existed in the Bashkirs, was abolished later by the clergy,<br />
because fire worship is religiously forbidden. (İnan 1986:<br />
166).<br />
Besides, the ‘ cult of ground-water ‘ (Tekin 1988: 10), which<br />
has important functions in the ancient Turkic life, perpetuated<br />
its influence for a long time alos after the Turks accepted<br />
Islam. In Bashkirs, in the morning following the<br />
nuptial night, women and girls in the traditional settlement<br />
are gathered to take the bride away to the nearest river or<br />
lake where father-in-laws drink water, according to the ‘hu<br />
köründürü’ (direction to the water ) ceremony. After an old<br />
woman showed bride the water and showed the water her,<br />
she made a few words saying “ ataylardan kalgan hu, ineylerden<br />
kalgan hu (water left from the mothers and fathers),<br />
and scatters saçı which are silver coins from the jewellery<br />
belonging to the bride (İnan 1987 :492). Besides scattering<br />
saçı and throwing oil to fire, there exist a lot of customs<br />
rooted in old Turkic belief for the brides that what to avoid<br />
or to do, for the reason of respecting for souls, fearing and<br />
frustration. For instance, they should avoid addressing her<br />
husband or her descendants with their names and alos<br />
avoid talking to the mother and father- in-laws for a certain<br />
period of time. Surpsisingly, those customs still exist today,<br />
after the Turks have adopted Islam, with different functions<br />
and assumptions according to new belief systems and lifestyles.<br />
The unquestionable influence of belief systems and<br />
practices connected to them on human life is a matter for<br />
all nations of the world. Throughout history, Turks, who interacted<br />
with different religions and cultures, have created<br />
a new synthesis in this historical process by combining their<br />
ancient belief systems with Islamic thought. Today, these<br />
rituals, which are used at almost every stage of the marriage<br />
tradition, are derived from the Buddhist and Shamanist beliefs<br />
and express the new meanings that the Turkic people<br />
attributed by Islamic thought. These rites based on some<br />
fundamentals such as; protection from evil spirits in Buddhist<br />
faith and evil spirits in shamanism; preventing the spirits<br />
from harming the person by being satisfied with the items<br />
presented; making the souls afraid and run away by making<br />
various voices; by means of cleansing, purifying from evil<br />
spirits and evils to occur; believing in various prayers and<br />
symbols that souls can not harm them, but however in time,<br />
shaped by changing and shaping the society in the belief<br />
system, tradition customs and value judgments, contain<br />
elements which are parallel with their aims of application.<br />
Wedding<br />
33<br />
Düğün
Common Heritage<br />
34<br />
Ortak Miras<br />
ve kültürle etkileşim içinde bulunan Türkler de, bu tarihî<br />
süreç içinde, eski inanç sistemlerini İslâmî düşünce tarzıyla<br />
birleştirerek yeni bir sentez ortaya çıkarmışlardır. Bugün,<br />
evlenme geleneğinin hemen her safhasında kullanılan bu<br />
ritüeller, Budist ve Şamanist inançtan kaynaklanmakla beraber,<br />
Türk insanının İslâmî düşünceyle ona yüklediği yeni<br />
anlamları ifade etmektedir. Budist inançtaki cinlerden, Şamanizm’de<br />
var olan kötü ruhlardan korunma; ruhların sunulan<br />
maddelerle yetinerek kişiye zarar vermesine önleme;<br />
çeşitli sesler çıkararak ruhların korkmasını ve kaçmasını<br />
sağlama; temizlik ile onlardan ve gelecek kötülüklerden<br />
arınma; çeşitli dua ve sembollerle ruhların onlara zarar<br />
veremeyeceğine inanma gibi temellere dayanan; ancak,<br />
zamanla toplumun inanç sisteminde, gelenek göreneklerinde,<br />
değer yargılarında değişip şekillenerek biçimlenen<br />
bu ritler, yapılma amaçlarıyla paralellik taşıyan unsurları<br />
içermektedir. ‘Ağız tadı’ olarak tabir edilen ailedeki huzur ve<br />
sükûnetin korunması için, evlenme olayının her safhasında<br />
şeker ve türevlerinin kullanılıp acıya yer verilmemesi; korku<br />
unsuru olarak sesi, kuvveti ifade eden yumruk ve silahın kullanılması;<br />
bolluk ve bereket için tahıl ürünlerinin yer alması;<br />
nazarın, kötülüklerin gitmesi için cam, tahta, çömlek gibi<br />
eşyaların kırılması örnekler, bu ritlerin aslî amaçlarını yansıtmaktadır<br />
(Öğüt Eker 2000a: 42-43). “Ritüellerin, bazen<br />
kaynaktaki fonksiyonları, bazen uygulama yöntemleri ve<br />
mekânları, aslî şeklinden farklılık gösterebilir” (Günay 1995:<br />
2). Günümüzde fonksiyon değişikliğine uğrayarak, eski Türk<br />
inançlarındaki ruhlara kurban sunma amacının İslâmiyet’le<br />
birlikte tamamen ortadan kalkarak yalnızca bereket, bolluk,<br />
aile huzuru gibi görevler yüklenen bu uygulamalar, evlenme<br />
olayının hemen her safhasında kullanılmaktadır. Gösterme<br />
ritleri olan, kız ve erkek arasında sözün kesildiğini sembolize<br />
eden çevrenin oğlan tarafına verilmesi, iki gencin birleşmesini<br />
topluma ilân etme ve insanların şahitliğinde kabul edildiğini<br />
gösteren nişan, düğün, genç kızlıktan kadınlığa geçiş<br />
sembolü olarak kızın saçına kâkül kesilmesi, görücülüğe<br />
giden kadınların kıyafetlerini ters giymeleri; sakınma ritleri<br />
olan gelinin yüzüne duvak örtülmesi; korunma ritleri olan<br />
(bu ritleri a. şeker, para, kuruyemiş gibi gıdâ maddeleri sunarak,<br />
kurban keserek ruhların onlarla yetinmesini sağlama,<br />
b. gürültü çıkararak, c. ateş yakarak ruhları korkutma ve yeni<br />
evlilere zarar vermesini önleme olmak üzere üç grupta ele<br />
alabiliriz) saçı saçılması, gelinin oğlan evinde ekmekle karşılanması,<br />
ekmeğin kolunun altına verilmesi, başında ufalanması;<br />
evlilik töreninin tamamlanıp bakireliğin tescillenmesinin<br />
işareti olarak silah atılması, gelin adayının silahla<br />
karşılanması, damadın gerdeğe sokulması esnasında, sırtına<br />
yumruk atılması, davul ve zurnanın düğünün vazgeçilmez<br />
unsurları olması, nazara iyi geldiğine inanılan ‘üzellik’<br />
otuyla ‘alazlama’ yapılması, gelinin ocak etrafında gezdirilmesi,<br />
çeşitli vesilelerle mum taşınması ve yakılması, gelinin<br />
altında bıçak bulunan yastığa oturtulması; dinî (koruyucu)<br />
In order to protect the peace and tranquility in the family,<br />
which is called “ağız tadı-relish or harmony”, examples such<br />
as, The use of sugar and its derivatives at every stage of the<br />
marriage process; The use of fist and weapon expressing<br />
voice, force as a fear element; giving place to grain crops for<br />
abundance and plentifulness; The breaking of things such<br />
as glass, wood, pottery to ward off evil spirits and evil eye all<br />
reflect the essential aims of these rites. (Öğüt Eker 2000a:<br />
42-43). “Sometimes the functions at the source of and<br />
sometmes the methods of implementation and the spaces<br />
of the rituals may differ from the original. ”(Günay 1995: 2).<br />
Today, by incuring changes in the function, the purpose of<br />
presenting sacrifices to the spirits in the ancient Turkic beliefs<br />
has disappeared altogether in the wake of accepting<br />
Islam. Now these practices which merely undertake tasks<br />
such as abundance, plentifulness and family rest are only<br />
used at every stage of the marriage process. Varios practices<br />
and applications that expresses feelings and thoughts<br />
about the marriage of people are as follows: Among the<br />
demonstration rituals; some special symbols declaring the<br />
betrothal are given to the groom side; the engagement and<br />
wedding the announcing the cuple of the two young people;<br />
Cutting the curl of the girl’s hair as a symbol of transition<br />
from girlishness to womanhood, while seing the marriageable<br />
girl, wearing the clothes inside out; avoidence<br />
rites such as the bridal veil worn by the bride; protection<br />
rites as ( we can group those into three parts: a. By offering<br />
sacrifices such as sugar, money, and nuts to make spirits be<br />
satisfied with them b. by making noise, c. by burning fire,<br />
scaring the spirits and preventing newly weds from harms.)<br />
scattering saçı, welcoming the bride by bread at the house<br />
of groom and siqueezing the bread bride’s underarm, and<br />
then crumbling bread on top of her head; firing a gun into<br />
the air as a sign of completion of marriage ceremony and<br />
approval of virginity, also welcoming the birde firing a gun<br />
into the air, while the groom entering the nuptial chamber<br />
punching his back, playing drum and horn as indispensable<br />
elements of the wedding, scorching harmal in order to be<br />
protected from evil eye, showing the bride around the fire<br />
place, carrying and lighting candles on different occasions,<br />
seating the bride on a pillow with a knife under it; religious<br />
(protective)rites as reading prayer at every opportunity,<br />
showing the bride and groom around holy places such as<br />
a mosque or a mausoleum, handing over the Holy Qur’an<br />
to the bride or she crosses under the Holy Qur’an; felicity<br />
rites as dessert, sweet, sherbet sending, mirror carrying and<br />
looking in the mirror; coupling rites as superimposing the<br />
hands of the bride and the groom at nuptial night, wearing<br />
ring, Banquet arrangement at every occasion, dining for the<br />
guests; posterity rites as giving a boy to the bride just before<br />
she gets off the car and enters the bridal chamber, seating<br />
a child on the pillion of the bridal horse; plentifulness rites
itler olan, her fırsatta dua okunması gelin ve damadın cami<br />
veya türbe gibi kutsal mevkilerde gezdirilmesi, gelinin eline<br />
Kur’ân-ı Kerîm verilmesi veya Kur’ân-ı Kerîm’in altından<br />
geçirilmesi; saadet ritleri olan tatlı, şeker, şerbet gönderme,<br />
ayna taşıma ve aynaya bakma; birleştirme ritleri olan gerdek<br />
gecesinde gelin damadın ellerinin üst üste konulması,<br />
yüzük takılması, her fırsatta ziyafet düzenlenmesi, gelen<br />
misafirlere yemek verilmesi; zürriyet ritleri olan gelin arabadan<br />
inmeden veya gerdeğe girmeden kucağına erkek çocuk<br />
verilmesi, gelin atının terkisine küçük çocuk bindirilmesi;<br />
bereket ritleri olan saçı saçılması -aynı zamanda korunma<br />
ritidir-, gelinin oğlan evinde ekmekle karşılanması, ekmeğin<br />
kolunun altına verilmesi, başında ufalanması; eğlence ritleri<br />
olan müzik, oyun ve dansın düğünün ayrılmaz bir parçası olması;<br />
temizlik ritleri olan, gelinin gerdekten önce hamamda<br />
yıkanması, gelinin çeşmeye götürülmesi veya oğlan evine<br />
girmeden bir testi suyu devirmesi; üzüntü ritleri olan gelin<br />
kızın beline kemer bağlarken ya da kına yakılırken ağlanması,<br />
gelini alabilme gayesiyle, oğlan tarafının kızın yakınlarını<br />
bahşişle razı etmesi şeklindeki pratiklerin tamamı, insanların<br />
evlenme olayı ile ilgili duygu ve düşüncelerini ifade eden<br />
uygulamalardır.<br />
Nicelik olarak çok fazla olan ritler, aslında birkaç <strong>ortak</strong> amaca<br />
hizmet eder: Zürriyet ritleri, gelinin doğurgan olması;<br />
özellikle de yeni kurulan ailenin soy sürmesi gayesiyle erkek<br />
çocuk sahibi olması; bereket bolluk ritleri, baht zenginliği,<br />
ailenin gelirinin artması; birleştirme ritleri, insanları bir araya<br />
getirerek beraberliği paylaşma; gösterme ritleri, toplum<br />
tarafından görerek onaylanma, evliliğin geçerli kabul edilmesinin<br />
önemini; temizlik ritleri, maddî manevî temizlenmeyi<br />
amaçlama; korunma ritleri, kötü ruhlardan ve niyetlerden<br />
sakınmak için uygulanan pratiklerdir.<br />
Evlenme geleneğinde uygulanan ritlerin hepsinin <strong>ortak</strong><br />
amacı, evlenmelere, dolayısıyla, yeni kurulan aileye saadet,<br />
bolluk, bereket, refah getirmek, soyun sürmesini sağlamak;<br />
aynı zamanda, her türlü olumsuzluk ve kötülüklerden korumaktır.<br />
Ayrıca, araştırmacı Westermark’ın belirttiği gibi, her<br />
ritin kökünde bir anlam arama şartı da yoktur. İnsanlar, yaşayış<br />
şartlarına, ihtiyaçlarına, görgülerine, inançlarına göre<br />
yeni şekillendirmeler de ortaya çıkarabilirler. Yaygın kabul<br />
olan bu uygulamalar, insanoğlu varlığını sürdürdüğü müddetçe,<br />
hayatımızın bir parçası olarak canlılığını her zaman<br />
devam ettirecektir.<br />
Sonuç<br />
Toplumun <strong>ortak</strong> değer yargılarına, bilinçaltına, hayat tarzına<br />
sıkı sıkıya bağlı ve bir noktada bu niteliklerin bir yansıması<br />
olan düğünle ilgili her türlü kavram ve uygulama, bize,<br />
kültürel genetik kodlama bağlamında Türk kültürünü, tarihî<br />
as scattering saçı (coins)- also a protection rite- welcoming<br />
the bride by bread at the house of groom and siqueezing<br />
the bread bride’s underarm, and then crumbling bread on<br />
top of her head; entertainment rites as making music, traditional<br />
and popular dances as integral parts of the wedding,<br />
purity rites as making the bride have a bath in hammam,<br />
before the nuptial night, taking the bride to the fountain,<br />
or knocking down a pitcher by the bride before she enters<br />
into the groom house; sadness rites as, crying of the bride<br />
when belt is tied to her waist or when applying henna to her<br />
hands, for the purpose of to getting the bride, the groom’s<br />
side persuade the bride’s relatives to tip.<br />
The rites, which are quantitatively too many, actually serve<br />
a few common purposes and are also practises applied for<br />
purposes as foloows: Postertiy rites, for the bride is fertile;<br />
especially when the newly set up family owns a boy, abundance<br />
and plentifulness rites for fortunate, increasing of<br />
family income, coupling rites for bringing people together<br />
to share, evincing rites for the essentialty of being seen and<br />
approved by the society, purity rites for purposing of both<br />
material and spiritual cleansing, protection rites for avoiding<br />
evil spirits and intentions.<br />
Common aim of all the rituals practiced in the marriage<br />
tradition, is to bring happiness, abundance, fertility, prosperity<br />
to the to marrying therefore newly formed family,<br />
at the same time, to protect from all kinds of negativities<br />
and evils. Also, as researcher Westermark has stated, there<br />
is no obligation to search for meaning in every root of rite.<br />
People can also reveal new forms according to their living<br />
conditions, needs, feelings, beliefs. These widely accepted<br />
practices will always perpetuate their vitalities as part of our<br />
lives as long as mankind continues to exist.<br />
Conclusion:<br />
Every conception and application related to the wedding,<br />
in some sense which is a reflection of these qualities that<br />
is closely connected with common value judgements of<br />
society, subconscious and life style, is an important key for<br />
us to assessing the Turkic culture, in terms of historical and<br />
cultural aspects and within the context of cultural genetic<br />
coding. The cultural structures we can name “the pasts,<br />
economic situations, life styles, and social norms of socities”<br />
define the nuptial forms. Every society tries to avoid<br />
different and contradictory elements while choosing the<br />
way of marriage appropriate for its cultural structure. The<br />
customs and practices that are applied in weddings with<br />
the specific qualities peculiar to that society are in fact the<br />
most important key points that enable the social order,<br />
sharing and being together. Having such a discipline and<br />
order integrity, the nuptials constitutes the most beautiful<br />
Wedding<br />
35<br />
Düğün
Common Heritage<br />
36<br />
Ortak Miras<br />
ve kültürel açılardan değerlendirmede önemli bir anahtardır.<br />
Toplumların geçmişleri, ekonomik durumları, yaşayış<br />
şekilleri, sosyal normları diye adlandırabileceğimiz kültürel<br />
yapıları, evlenme biçimlerini belirler. Her toplum, kendi<br />
kültür yapısına uygun evlenme şeklini seçerken, farklı ve<br />
aykırı olan unsurlardan kaçınmaya çalışır. Toplumun kendine<br />
özgü nitelikleriyle, düğünlerde kullanılan âdet ve uygulamalar,<br />
aslında, toplumdaki düzeni, paylaşmayı, beraber<br />
olmayı sağlayan son derece önemli kilit noktalarıdır. Böyle<br />
bir disiplin ve düzen bütünlüğüne sahip olan düğün, resmî<br />
yaptırım gücüne dayanmadan gönüllü ilişkiler çerçevesinde<br />
gerçekleşen en güzel ve kuvvetli sosyal dayanışma örneğini<br />
teşkil eder. Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen, Kazan, Uygur,<br />
Anadolu, Balkan, Orta Doğu vd. tüm Türk Dünyasında, köy<br />
ve kent kökenli merkezlerde gerçekleşme biçimlerinde,<br />
kullanılan ürün ve gereçlerde farklılıklar olsa da, evlilik ve<br />
düğün, gelenek aktarımı boyutunda, kültürel genetik kodlama<br />
bağlamında kolektif bellekte taşıdığı <strong>ortak</strong> anlam ve<br />
mesajlarla kuşaktan kuşağa aktarılan gelenek ve kurallar<br />
bütünüdür.<br />
Evlenme geleneğinde uygulanan ritlerin hepsinin <strong>ortak</strong><br />
amacı, evlenenlere, dolayısıyla yeni kurulan aileye saadet,<br />
bolluk, bereket, refah getirmek; soyun sürmesini sağlamak;<br />
aynı zamanda, her türlü olumsuzluk ve kötülüklerden korumaktır.<br />
Türk evlenme geleneğinde, İslâmiyet öncesi ile İslâmî<br />
dönemde kullanılan uygulamalar arasındaki benzerlik<br />
ya da örtüşme, ‘toplumsal idealler’ açısından paralellik içinde<br />
olunduğunu göstermektedir. İnanç sistemindeki değişim<br />
esnasında, tarihî gelişimini sürdüren Türk aile modelinde,<br />
bu ilerlemenin izlerini görmek mümkündür. Nitekim, Eski<br />
Türklerde rastladığımız evlilik seremonileri, aile yapısıyla<br />
alakalı gelenek ve görenekler, İslâmiyet’le uyum sağlayarak<br />
niteliklerini korumuştur. Bu oluşumda eski Türk kodlarının<br />
etkinliği önemli bir rol oynamıştır. Divanü Lügati’t-Türk’ te “İl<br />
bırakılır, töre bırakılmaz.” sözü, bu değişim sürecinin önemli<br />
bir kuralı olarak benimsenmiştir. İslâmî dönemin getirdiği<br />
yeni şartların ‘Türk töresi’yle benzerlikler taşıması, kültürel<br />
bütünlüğün sağlanmasında aslî unsur fonksiyonunu üstlenmiştir.<br />
Zaman ve mekâna göre, insanların hayat şartları,<br />
yaşama biçimleri, istekleri, düşünceleri değişse de, insanoğlu,<br />
‘gelenek’ olarak isimlendirilen <strong>ortak</strong> kabul, düşünce<br />
ve anlayış sistemleri ile geleneklerin toplumdaki uygulamaları<br />
olan ritüellere, her zaman ihtiyaç duyacaktır. Millet<br />
olma şuurunun aslî unsuru olan kültürel değerlerle manevî<br />
bütünlüğü sağlama amacı taşıyan iletişim, geleneksel iletişim<br />
yöntemlerini yaşatırken, manevî değerleriyle bir bütün<br />
olan insanoğlu var olduğu müddetçe, çağdaş iletişim yöntemlerinde<br />
geleneğin izlerini sürdürmeye devam edecektir.<br />
and strong example of social solidarity that takes place<br />
within the framework of voluntary relations, without relying<br />
on the power of official sanctions. In Kazakh, Kyrgyz, Uzbek,<br />
Turkmen, Kazan, Uighur, Anatolia, Balkan, Middle East and<br />
in other whole Turkic world, although there are differences<br />
in the forms of realization in the villages and urban centers<br />
and in the products and equipments used, the marriage<br />
and wedding, within the context of tradition transfer, are<br />
the whole of tradition and rules inherited from generation<br />
to generation, along with the common meaning and messages<br />
that carry in collective memory in the context of cultural<br />
genetic coding. The common purpose of all the rites<br />
practiced in the marriage tradition is to bring happiness,<br />
abundance, plentifulness, prosperity to the newly-weds,<br />
hence the newly formed family; to ensure the continuity of<br />
posterity; at the same time, to protect from all kinds of negativity<br />
and evil. In the Turkic marriage tradition, the similarity<br />
or overlapping between practices used in the pre-Islamic<br />
and the Islamic periods indicates parallellism in terms of the<br />
‘social ideals’. In the course of change in the belief system,<br />
it is possible to see the traces of this progress in the Turkic<br />
family model, which perpetuates its historical evolution. As<br />
a matter of fact, the nuptial ceremonies we encountered in<br />
Old Turks, traditions and customs related to family structure,<br />
maintained their qualities by adapting to Islam. In this<br />
formation, the efficiency of old Turkic codes plays an important<br />
role. The phrase in Divanü Lügati’t-Türk “Any province<br />
may be ceded, but the ceremony can not be stinted”<br />
internalised as an important rule of this change process.<br />
Bearing the similarity of the new conditions necessitated by<br />
the Islamic era between ‘Turkish customs’ has assumed the<br />
function of essential element in ensuring cultural integrity.<br />
According to time and space, although people’s living conditions,<br />
life styles, desires and thoughts change, mankind<br />
will always need to have common understanding, systems<br />
of thinking and understanding, called ‘tradition’, and rituals<br />
that the applications of traditions in society. Communication,<br />
having the aim of ensuring spiritual integrity with the<br />
cultural values that are essential elements of the nation’s<br />
consciousness, will perpetuate the traces of tradition in<br />
contemporary communication methods, as long as human<br />
being who compraises a whole with his spiritual values exist.<br />
REFERENCES<br />
• ATALAY, Besim, Divanü Lûgat-I-Türk Tercümesi IV, Ankara: Türk Tarih<br />
Kurumu Basımevi, 1985.<br />
• AXMEROV, K.Z., T.G. BAİŞEV, G.R. KARİMOVA ve A.A. YULDAŞEV, Başkirsko<br />
Russkiy Slovar’, Moskva: Gosudarstvennoye İzdatel’stvo İnostrannıx<br />
Natsional’nıx Slovar’, 1958.<br />
• BAMMATOV, Z. Z., Kumıksko-Russkiy Slovar’, Moskva: İzdatel’stvo<br />
Sovetskaya Entsiklopediya, 1969.<br />
• BAUMAN, Richard, Folklore Cultural Performances and Popular<br />
Entertainments A Communications, Centered Handbook, New York Oxford:<br />
Oxford University Press, 1992.<br />
• CERECİ, Sedat, İletişiverelim, İstanbul: Şule Yayınları: 43, İletişim Dizisi: 6,
KAYNAKLAR<br />
• ATALAY, Besim, Divanü Lûgat-I-Türk Tercümesi IV, Ankara: Türk Tarih<br />
Kurumu Basımevi, 1985.<br />
• AXMEROV, K.Z., T.G. BAİŞEV, G.R. KARİMOVA ve A.A. YULDAŞEV, Başkirsko<br />
Russkiy Slovar’, Moskva: Gosudarstvennoye İzdatel’stvo İnostrannıx<br />
Natsional’nıx Slovar’, 1958.<br />
• BAMMATOV, Z. Z., Kumıksko-Russkiy Slovar’, Moskva: İzdatel’stvo<br />
Sovetskaya Entsiklopediya, 1969.<br />
• BAUMAN, Richard, Folklore Cultural Performances and Popular<br />
Entertainments A Communications, Centered Handbook, New York Oxford:<br />
Oxford University Press, 1992<br />
• CERECİ, Sedat, İletişiverelim, İstanbul: Şule Yayınları: 43, İletişim Dizisi: 6,<br />
1997.<br />
• CLAUSON, Gerard, An Etymological Dictionary Pre-Thirteenth Century<br />
Turkish, London: Oxford University Press, 1972 .<br />
• DEVELLİOĞLU, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ankara, 1982.<br />
• EBERHARD, W., Çin’in Şimal Komşuları, Ankara, 1942.<br />
• ERGİN, Muharrem, Dede Korkut Kitabı, Kültür ve Turizm Bakanlığı 1000<br />
Temel Eser, İstanbul, 1969.<br />
• ERGİN, Muharrem, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1978.<br />
• ERGİN, Muharrem, Dede Korkut Kitabı, Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih<br />
Yüksek Kurumu TDK Yayınları, Sayı: 169, 1989.<br />
• GÖKYAY, Orhan Şâik, Dede Korkut Masalları, Muâllim Ahmet Hâlit Kitabevi,<br />
İstanbul, 1939.<br />
• GÜNAY, Umay, “Folklor Nedir?”, Türk Folklor Araştırmaları Yıllığı, HAGEM,<br />
Ankara, 1987.<br />
• GÜNAY, Umay, “Ritüeller ve Hıdrellez”, Millî Folklor, Yaz 4, 7, 26, 1995.<br />
• IUIUYEV, E-D.İSAYEV, Kırgız Dilinin Tüşündürme Sözlügü, Frunze: Izdatel’stvo<br />
Mektep, 1969.<br />
• İNAN, Abdülkadir, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara: Atatürk Kültür, Dil<br />
ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, VII. Dizi, Türk Tarih<br />
Kurumu Basımevi, III. Baskı, 1986.<br />
• KEÑESBAYEV, S. K, Kazak Tiliniñ Tüsindirme Sözdigi, Alma-Ata: İzdatel’stvo<br />
Akademi, Nauk Kazaxskoy SSR., 1959<br />
• MORİNA, İrfan, “Mamuşa Düğün Türküleri ve Düğün Âdetleri”, II.<br />
Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, Kültür ve Turizm Bakanlığı<br />
Millî Folklor Araştırma Dairesi Yayınları, 40. Seminer, Kongre Bildirileri Dizisi:<br />
11, IV. Cilt, Gelenek, Görenek ve İnançlar, G.Ü. Basın-Yayın Yüksekokulu<br />
Basımevi, Ankara, 1982.<br />
• NAHYA, Zümrüt, “Kız İsteme ve Söz Kesme Gelenekleri Üzerine Bir Atlas<br />
Denemesi” III. Milletlerarası Folklor Kongresi Bildirileri, IV. Cilt (Gelenek,<br />
Görenek ve İnançlar), Kültür ve Turizm Bakanlığı, Millî Folklor Araştırma<br />
Dairesi Yayınları: 86, Başbakanlık Basımevi, Ankara, 1987.<br />
• ORKUN, Hüseyin Namık, Eski Türk Yazıtları, 1987.<br />
• ÖGEL, Bahaddin, Türk Mitolojisi I, II, Devlet Kitapları, Millî Eğitim Basımevi,<br />
İstanbul, 1971.<br />
• ÖĞÜT EKER, Gülin, Türk Düğün Geleneği İçinde Karakeçili Türk Düğünü,<br />
Basılmamış Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,<br />
Ankara, 1998a.<br />
• ÖĞÜT EKER, Gülin, “Türk Kültürü İçinde Kıbrıs Düğün Geleneğinin<br />
Değerlendirilmesi”, II. Uluslararası Kıbrıs Araştırmaları Kongresi, C. IV, Türk<br />
Halkbilim Çeşitli Konular, Doğu Akdeniz Üniversitesi, Kıbrıs Araştırmaları<br />
Merkezi Yayınları, Gazimağusa, s. 107-120, 1998b; Türk Kültürü<br />
İncelemeleri Dergisi, Tarih ve İslam Araştırma Vakfı (TİSAV), İstanbul, S. 1., s.<br />
39-50, 2000a.<br />
• ÖĞÜT EKER, Gülin, “Türk Kültürü İçinde Geleneksel Bolu Evlenme<br />
Âdetlerinin Yeri”, Millî Folklor, C. V, Yıl: 10, S. 40, Kış, Ankara, s. 15-30, 1998c.<br />
• ÖĞÜT EKER, Gülin, Türk Düğün Geleneği İçinde Karakeçili Türk Düğününün<br />
Ritüel Açıdan Değerlendirilmesi”, Millî Folklor, C. VI, Yıl: 12, S. 46, Yaz,<br />
Ankara: 2000b.<br />
• ÖRNEK, Sedat Veyis, Türk Halkbilimi, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür<br />
Yayınları Folklor Dizisi: 4, İş Bankası Kültür Yayınları: 180, 1977.<br />
• TÜRK DİL KURUMU, Derleme Dergisi, İstanbul, 1939. Tarama Sözlüğü,<br />
İstanbul, 1943 Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü II Ankara: Türk<br />
Tarih Kurumu Basımevi, 1965<br />
• YAKICI, Ali, “Anadolu Düğün Geleneğinin Sosyal Hayata, Sanata ve<br />
Edebiyata ve Etkisine Dair”, Milli Folklor, Sayı 13, Bahar, 1991.<br />
• YUDAHİN, K., Kırgız Sözlüğü II, (Çev.: Abdullah Taymas), Cumhuriyet<br />
Basımevi, İstanbul, 1948.<br />
• YUMLU, KONCA, Kitle İletişim Araştırmaları, Ege Üniversitesi Yayınları, İzmir,<br />
1994.<br />
• XAMZAYEV, M. Ya. S. ALTAYEV, G. ATAYEV, G. AÇILOVA, V. MESGUDOV ve A.<br />
MERETGELDİYEV, Türkmen Dilinin Sözlügi, Aşxabad: îzdaiel’stvo Akademii<br />
Nauk Turkmenskoy SSR., 1962.<br />
• WESTERMARK, Cin, İstanbul, 1938.<br />
1997.<br />
• CLAUSON, Gerard, An Etymological Dictionary Pre-Thirteenth Century<br />
Turkish, London: Oxford University Press, 1972<br />
• DEVELLİOĞLU, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ankara, 1982.<br />
• EBERHARD, W., Çin’in Şimal Komşuları, Ankara, 1942.<br />
• ERGİN, Muharrem, Dede Korkut Kitabı, Kültür ve Turizm Bakanlığı 1000<br />
Temel Eser, İstanbul, 1969.<br />
• ERGİN, Muharrem, Orhun Abideleri, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1978.<br />
• ERGİN, Muharrem, Dede Korkut Kitabı, Ankara: Atatürk Kültür, Dil ve Tarih<br />
Yüksek Kurumu TDK Yayınları, Sayı: 169, 1989.<br />
• GÖKYAY, Orhan Şâik, Dede Korkut Masalları, Muâllim Ahmet Hâlit Kitabevi,<br />
İstanbul, 1939.<br />
• GÜNAY, Umay, “Folklor Nedir?”, Türk Folklor Araştırmaları Yıllığı, HAGEM,<br />
Ankara, 1987.<br />
• GÜNAY, Umay, “Ritüeller ve Hıdrellez”, Millî Folklor, Yaz 4, 7, 26, 1995.<br />
• IUIUYEV, E-D.İSAYEV, Kırgız Dilinin Tüşündürme Sözlügü, Frunze: Izdatel’stvo<br />
Mektep, 1969.<br />
• İNAN, Abdülkadir, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara: Atatürk Kültür, Dil<br />
ve Tarih Yüksek Kurumu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, VII. Dizi, Türk Tarih<br />
Kurumu Basımevi, III. Baskı, 1986.<br />
• KEÑESBAYEV, S. K, Kazak Tiliniñ Tüsindirme Sözdigi, Alma-Ata: İzdatel’stvo<br />
Akademi, Nauk Kazaxskoy SSR., 1959<br />
• MORİNA, İrfan, “Mamuşa Düğün Türküleri ve Düğün Âdetleri”, II.<br />
Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, Kültür ve Turizm Bakanlığı<br />
Millî Folklor Araştırma Dairesi Yayınları, 40. Seminer, Kongre Bildirileri Dizisi:<br />
11, IV. Cilt, Gelenek, Görenek ve İnançlar, G.Ü. Basın-Yayın Yüksekokulu<br />
Basımevi, Ankara, 1982.<br />
• NAHYA, Zümrüt, “Kız İsteme ve Söz Kesme Gelenekleri Üzerine Bir Atlas<br />
Denemesi” III. Milletlerarası Folklor Kongresi Bildirileri, IV. Cilt (Gelenek,<br />
Görenek ve İnançlar), Kültür ve Turizm Bakanlığı, Millî Folklor Araştırma<br />
Dairesi Yayınları: 86, Başbakanlık Basımevi, Ankara, 1987.<br />
• ORKUN, Hüseyin Namık, Eski Türk Yazıtları, 1987.<br />
• ÖGEL, Bahaddin, Türk Mitolojisi I, II, Devlet Kitapları, Millî Eğitim Basımevi,<br />
İstanbul, 1971.<br />
• ÖĞÜT EKER, Gülin, Türk Düğün Geleneği İçinde Karakeçili Türk Düğünü,<br />
Basılmamış Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,<br />
Ankara, 1998a.<br />
• ÖĞÜT EKER, Gülin, “Türk Kültürü İçinde Kıbrıs Düğün Geleneğinin<br />
Değerlendirilmesi”, II. Uluslararası Kıbrıs Araştırmaları Kongresi, C. IV, Türk<br />
Halkbilim Çeşitli Konular, Doğu Akdeniz Üniversitesi, Kıbrıs Araştırmaları<br />
Merkezi Yayınları, Gazimağusa, s. 107-120, 1998b; Türk Kültürü<br />
İncelemeleri Dergisi, Tarih ve İslam Araştırma Vakfı (TİSAV), İstanbul, S. 1., s.<br />
39-50, 2000a.<br />
• ÖĞÜT EKER, Gülin, “Türk Kültürü İçinde Geleneksel Bolu Evlenme<br />
Âdetlerinin Yeri”, Millî Folklor, C. V, Yıl: 10, S. 40, Kış, Ankara, s. 15-30, 1998c.<br />
• ÖĞÜT EKER, Gülin, Türk Düğün Geleneği İçinde Karakeçili Türk Düğününün<br />
Ritüel Açıdan Değerlendirilmesi”, Millî Folklor, C. VI, Yıl: 12, S. 46, Yaz,<br />
Ankara: 2000b.<br />
• ÖRNEK, Sedat Veyis, Türk Halkbilimi, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür<br />
Yayınları Folklor Dizisi: 4, İş Bankası Kültür Yayınları: 180, 1977.<br />
• TÜRK DİL KURUMU, Derleme Dergisi, İstanbul, 1939. Tarama Sözlüğü,<br />
İstanbul, 1943 Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü II Ankara: Türk<br />
Tarih Kurumu Basımevi, 1965.<br />
• YAKICI, Ali, “Anadolu Düğün Geleneğinin Sosyal Hayata, Sanata ve<br />
Edebiyata ve Etkisine Dair”, Milli Folklor, Sayı 13, Bahar, 1991.<br />
• YUDAHİN, K., Kırgız Sözlüğü II, (Çev.: Abdullah Taymas), Cumhuriyet<br />
Basımevi, İstanbul, 1948.<br />
• YUMLU, KONCA, Kitle İletişim Araştırmaları, Ege Üniversitesi Yayınları, İzmir,<br />
1994.<br />
• XAMZAYEV, M. Ya. S. ALTAYEV, G. ATAYEV, G. AÇILOVA, V. MESGUDOV ve A.<br />
MERETGELDİYEV, Türkmen Dilinin Sözlügi, Aşxabad: îzdaiel’stvo Akademii<br />
Nauk Turkmenskoy SSR., 1962.<br />
• WESTERMARK, Cin, İstanbul, 1938.<br />
• ÖRNEK, Sedat Veyis, Türk Halkbilimi, Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür<br />
Yayınları Folklor Dizisi: 4, Publisher: İş Bankası Kültür Yayınları: 180, 1977.<br />
• TÜRK DİL KURUMU, Derleme Dergisi, İstanbul, 1939. Tarama Sözlüğü,<br />
İstanbul, 1943 Türkiye’de Halk Ağzından Derleme Sözlüğü II Ankara: Türk<br />
Tarih Kurumu Basımevi, 1965.<br />
• YAKICI, Ali, “Anadolu Düğün Geleneğinin Sosyal Hayata, Sanata ve<br />
Edebiyata ve Etkisine Dair”, Milli Folklor, Issue 13, Bahar, 1991.<br />
• YUDAHİN, K., Kırgız Sözlüğü II, (Çev.: Abdullah Taymas), Publisher:<br />
Cumhuriyet Basımevi, İstanbul, 1948.<br />
• YUMLU, KONCA, Kitle İletişim Araştırmaları, Publisher: Ege Üniversitesi<br />
Yayınları, İzmir, 1994.<br />
• XAMZAYEV, M. Ya. S. ALTAYEV, G. ATAYEV, G. AÇILOVA, V. MESGUDOV ve A.<br />
MERETGELDİYEV, Türkmen Dilinin Sözlügi, Aşxabad: îzdaiel’stvo Akademii<br />
Nauk Turkmenskoy SSR., 1962.<br />
• WESTERMARK, Cin, İstanbul, 1938.<br />
Wedding<br />
37<br />
Düğün
Prof. Dr. Ali DUYMAZ<br />
Bilge Yapım<br />
Beşeri ilişkiler:<br />
Önce selam sonra kelam!<br />
Among the top 10 most visited destinations in the<br />
world with more than 23 million tourists visiting<br />
each
İnsanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen kurallar, kültür ve medeniyetin göstergesi olarak<br />
yüzyıllar boyunca oluşur ve genellikle görgü yoluyla nesilden nesle aktarılır. Görgü,<br />
nezaket, terbiye kuralları olarak tabir edilen bu kurallar, iyi insanın tavır ve davranış kalıpları<br />
olarak dışa yansıyan bir iç zenginliğine de işaret eder. Türk kültürünün güçsüzlere<br />
yardım etme, mazlumları koruma, konuk ağırlama, açları doyurma, açıkları giydirme gibi<br />
değer yargıları aynı zamanda millî kimliği de oluşturur. Adab-ı muaşeret de denen ve<br />
görgü, nezaket ifade eden bu davranış ve söz kalıpları hakkında Gelibolulu Ali’nin XVI.<br />
yüzyılda yazdığı bir eseri vardır. “Mevâidü’n-nefâis fî kavâidü’l-mecâlis” adını taşıyan<br />
bu eser, Osmanlı-Türk terbiye ve nezaket kurallarından bahseden ilk eser olarak kabul<br />
edilir.<br />
02 Beşeri İlişkiler<br />
Humanitarian Relationship:<br />
The rules, regulating relationships among people have occurred for centuries as a sign<br />
of culture and civilization, and have often been transferred from generation to generation<br />
through manners. These rules, which are called etiquette, courtesy and decency<br />
rules, also attest to an inner richness reflecting outwardly as good man’s attitude and<br />
behavior patterns. The value judgments in Turkic culture, such as assisting the weak,<br />
protecting the oppressed, welcoming the guests, feeding the poor, dressing the needys<br />
constitute the national identity at the same time. There is a work written by Gelibolulu<br />
Ali in the 17th century about these behaviors and word patterns, which are also known<br />
as “adab-ı muaşeret” (propriety), and which express etiquette and courtesy. This work<br />
bearing the name “Mevâidü’n-nefâis fî kavâidü’l-mecâlis” is regarded as the first work<br />
to mention the Ottoman-Turkic principles of decency and courtesy.
Common Heritage<br />
40<br />
Ortak Miras<br />
Osmanlı devletinin son döneminde özellikle Fransız kültüründen<br />
alıntı ve aktarmaları içeren “Adab-ı Muaşeret” üzerine<br />
telif ve çeviri pek çok eser yayımlanmıştır. Adab-ı muaşeret<br />
insanların günlük hayatın hemen bütün safhalarında<br />
yaşlarına, konumlarına, mesleklerine ve işlerine göre oturup<br />
kalkmaktan selâm vermeye, yemek yemekten temizliğe<br />
kadar her hususta nasıl davranmaları gerektiğini gösteren<br />
bir bilgi dökümüdür. Bu kurallar resmiyet kazandığında ise<br />
teşrifat yani protokol halini alır ve yaptırım gücü artar. Kısacası<br />
insanlar arası ilişkileri düzenleyen ve çoğunlukla gözlem<br />
ve görgü yoluyla edinilen sözler ve davranışlar bütününe<br />
adab-ı muaşeret denir. Kaynağı çoğunlukla mensubu<br />
olunan din olan görgü kurallarının evrensel ölçekte olanları<br />
kadar millî ve yerel biçimleri de mevcuttur. Türklerin din,<br />
coğrafya ve medeniyet değiştirmeleri sonucunda yüzeysel<br />
değişimlere uğramış olsa da aslında millî karakterlerini dışa<br />
vuran belirli ve <strong>ortak</strong> kültür kodları mevcuttur. İşte bu kodların<br />
görünür hale geldiği ortamlardan biri de görgü kurallarıdır.<br />
Türk millî kimliğinin farkındalığını ortaya koyan bu söz,<br />
tavır ve davranışlar “<strong>ortak</strong> kültürel miras”ın önemli ögelerini<br />
teşkil etmektedir.<br />
Ortak kültür mirasının gündelik hayatta en görünür olan değerlerinden<br />
birisi selamlaşma kültürüdür.Aslında selamlaşma,<br />
insanlar arası ilişkilerin başlangıcı olarak kabul edilebilir.Selam<br />
sözü Arapça asıllı olup İslam sözüyle aynı kökten<br />
gelmektedir. Selamet, birinden salim olma, esenlik, teslimiyet<br />
anlamlarını içerir.İşlevsel olarak ise aşinalık, tanışlık gös-<br />
In the last period of the Ottoman state, many works of<br />
writing and translation have been published on “adab-ı<br />
muaşeret (propriety)” which contains quotations and transcriptions<br />
from French culture. Adab-ı muaşeret is an information<br />
record demonstrating how people should behave in<br />
every aspect of their daily life, from sitting and leaving to<br />
greeting, from eating to cleaning, according to their ages,<br />
statuses, occupations and professions. If these principles<br />
are formalized, then they become ceremonial, i.e protocol<br />
and the sanction power of them will expand. In short, the<br />
whole of words and behaviors that regulate inter-human<br />
relations and have often been acquired through observation<br />
and manners are all called adab-ı müşteret. There are<br />
national and local forms as well as those on the universal<br />
scale of principles of etiquette, which are mostly stemming<br />
from the religion being a member of. There are certain<br />
codes of common culture that outlive the national character<br />
of the Turks indeed, although they have undergone superficial<br />
changes as a result of changes in religion, geography<br />
and civilization. One of the atmospheres in which these<br />
codes become visible is the principles of etiquette. These<br />
words, attitudes and behaviors that reveal the awareness of<br />
the Turkish national identity constitute important subjects<br />
of “common cultural heritage”.<br />
One of the most prominent values of the common cultural<br />
heritage in everyday life is the culture of greeting. In fact,<br />
the excgange of greeting can be regarded as the beginning
termekdemektir. Aynı zamanda ayıplardan ve afetlerdenkoruma<br />
manasına gelir. Selam, Allah’ın güzel isimlerinden de<br />
birisidir. Kuran’da ve hadislerde selam vermekle ilgili övücü<br />
ve teşvik edici bilgiler mevcuttur. Selam üzerine çok sayıda<br />
ayet ve hadis vardır. Mesela Nisâ suresinin 86. Ayetinde<br />
“Size bir selâm verildiği zaman, ondan daha güzeliyle veya<br />
aynı selâmla karşılık verin. Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını<br />
gereği gibi yapandır.” denirken en ciddi hadis ravilerinden<br />
olan İmam-ı Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste “Siz, iman<br />
etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de<br />
iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz<br />
bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız.” denir.<br />
Müslüman toplumlarda dinî bir kimliğe bürünmüş olan selam,<br />
sosyal hayatta en derin ve yoğun biçimde yer almış,<br />
ahlâki bir kural, hatta nezaket ve görgü kuralı olarak vaz<br />
geçilmez bir değer ve önem kazanmıştır. Buna bağlı olarak<br />
da kalıplaşarak günlük davranışlar ve alışkanlıklar içine yerleşmiştir.<br />
Selamlaşma, birbiriyle karşılaşan insanların kimliklerini<br />
ve niyetlerini anlamanın, karşı tarafa güven telkin<br />
etmenin en kısa yoludur. Selamlaşma, sosyal hayatın çeşitlenmesine<br />
bağlı olarak zamanla resmî, askerî, dinîkalıplar<br />
ve ritüeller halini almıştır. Selam sözleri ve davranışları,<br />
mesleklere, tanışıklık ve dostluk derecelerine, modaya göre<br />
çeşitli biçimlerde kalıplaşmıştır. Batılılaşmayla ve kitle kültürünün<br />
yaygınlaşmasıyla selam sözleri ve davranışlarında<br />
kimi değişimler gerçekleşmişse de günümüz Türk kültüründe<br />
geleneksel selamlaşma sözleri ve davranışları büyük<br />
oranda varlığını devam ettirmektedir.<br />
Selam verme sözü İslâmiyet’le birlikte “Selamünaleyküm”<br />
şeklinde olup selam alma sözü ise “aleykümselam” şeklindedir.<br />
Selamlaşma adabına göre yolda bir tanıdığa rast<br />
gelindiği veya bir meclise, bir topluluğa girildiği zaman sağ<br />
el göğsün üzerine konulup“selamünaleyküm” yahut “merhaba”<br />
denir, selam ve merhabayı alan kimse de karşılıkolarak<br />
“ve aleykümselam” yahut “merhaba” diyerek karşılık<br />
verir. Ancak Mevlevî ve Bektaşilerde selam mukabili olarak<br />
“aşk olsun” gibi farklı tabirler de kullanılmıştır. Mevlevilikte<br />
birine “aşk olsun” denilince o da “eyvallah” mukabelesinde<br />
bulunur, Bektaşilikte ise “aşkın cemal olsun” diye cevap verirdi.<br />
Muhatabı “nur olsun” derse o da tekrar “nurun ala nur<br />
olsun” karşılığını verirdi.<br />
Selamın sözlü kısmına çoğu zaman el, bel, baş veya başlık<br />
hareketleri eşlik eder. Selamla birlikte veya selamı müteakiben<br />
hafifçe öne eğilme, el öpme, el sıkışma, kucaklaşma,<br />
şapka çıkarma ve hatta temenna tabir edilen elin göğse,<br />
çeneye ve başa konulması şeklinde vücut hareketleriyle selamlama<br />
da söz konusudur.<br />
Selam vermenin sünnet, almanın ise farz kabul edildiği İslam<br />
usul ve edebine göre yürüyenin oturana, atlının yayaof<br />
inter-human relations. The word, “Selam/salaam” is Arabic<br />
origin and derived from the same root as the word“Islam”.<br />
It includes the meaning of salvation, peace, safe<br />
and surrender. Functionally means, to look familiar, state<br />
of acquaintance. At the same time, it has the meaning of<br />
protection from shames and disastera. Selam/salaam”, is<br />
among the beautiful names of Allah. There are praiseworthy<br />
and encouraging information about the greeting in the<br />
Qur’an and hadiths. There are many verses and hadiths on<br />
greeting/salaam. For example, while in the 86th verse of<br />
the surah Nisa it is ordered that “When you are greeted by<br />
someone, you should respond it with the better one, or with<br />
as it is. Verily Allah takes everything into account properly.”,<br />
on the other hand, in an hadith narrated by the Imam-i<br />
Muslim, one of the most wellknown hadith relators, it is said<br />
that “You can not ascend to heaven unless you believe in;<br />
You can not believe unless you love each other. I shall tell<br />
you something that you will love each other when you do<br />
that? Propagate the greeting among you. “<br />
The greeting/salaam, which has struck a religious attitude in<br />
Muslim societies, has taken place in social life in the deepest<br />
and most intense form, and also gained importance and<br />
an indispensable value as a moral principle, even courtesy<br />
and a principle of etiquette. As a result, it has become<br />
stereotyped into daily behaviors and habits. Greeting is the<br />
shortest way to understan the identities and intentions of<br />
people who meet each other and to instil confidence to the<br />
other side. Exchanging greetings has become formal, military,<br />
religious patterns and rituals over time, depending on<br />
the diversity of social life. The words and gestures related<br />
to the greeting/salaam have been formed in various ways<br />
according to the professions, the degree of acquaintance<br />
and friendship, the fashion. Although there occured some<br />
changes in the words and gestures of the greeting through<br />
the westernization and the widespreading mass culture,<br />
traditional words and gestures have still been perpetuating<br />
their existences in today’s Turkic culture.<br />
The word of greeting is in the form of “Salamünaleyküm” with<br />
Islam, and the word for responding/receiving the greeting<br />
is “aleykümselam”. According to the customs of exchanging<br />
greetings, in case of encountering an acquaintance on the<br />
way, or of gathering with a council or community, the right<br />
hand is put on the chest and the word “selamünaleyküm”<br />
or “hello-merhaba” is said. On the contrary, the one who<br />
receives the greeting and the hello responds by saying “<br />
ve aleykümselam” or “ hello-merhaba “ in return. However,<br />
among Mawlawis and Bektashis, various expressions such<br />
as “aşk olsun(means hello)” was used as greeting in return.<br />
In Mawlawi order, when one says “aşk olsun”, in response to<br />
he replies by “thank you”, in Bektashism replied by “aşkın<br />
Humanitarian Relationship<br />
41<br />
Beşeri İlişkiler
Common Heritage<br />
42<br />
Ortak Miras<br />
ya, büyüğün küçüğe, yetişkinin çocuğa, şehirlinin köylüye,<br />
devedekinin attakine, attakinin eşektekine, eşektekinin<br />
yayaya, ayaktakinin oturana, azın çoğa, efendinin hizmetçisine,<br />
babanın oğlunaselam vermesi gerekir. Toplumsal bir<br />
hiyerarşi gözeten bu selam verme adabının asıl amacı güçlü<br />
olanın zayıfı kollayıpgözetmesidir.<br />
İslâm adabına göre selam verilip alınmaması gereken durumlar<br />
da vardır ve bu konu ilmihallere de dahi geçmiştir.<br />
Mesela hutbe sırasında, Kuran ve ezan okunurken selam<br />
verilip alınmaz. Aynı biçimde ibadetle meşgul olanlarada<br />
selam verilmez. Ayrıca oyunoynayanlar, şarkı söyleyenler,<br />
satranç türünden oyunlar ve kumar oynayanlar, içki içenler,<br />
açıkça günah işleyenler, yabancı kızlara ve genç kadınlara<br />
bakanlar gibi makbul davranış içinde olmadığı kabul edilen<br />
kişilere de selam verilmez.Zevcesi ile meşgul olmak, avret<br />
yeri açık olmak, abdest bozmakta olmak, yemek yemekte<br />
olmak gibi yalnızca belirli haller süresince selam verilmesinin<br />
uygun olmadığı da dinî kaynaklarda yer alır.Selamlaşmamak,<br />
selam vermemek isetoplumsal anlamda bir dışlama,<br />
cezalandırma yöntemidir ki Türkçede bu durum “selamı<br />
sabahı kesmek” deyiminde ifadesini bulmuştur.<br />
Selamlaşma eski Türk kültüründe de mevcuttur. Başlangıçta<br />
toplumu temsilen hanların kutsal kabul edilen gökyüzü<br />
cisimleri ve dağları selamlaması şeklinde görülen uygulama,<br />
zamanla hanların ve sultanların selamlanmasına dönüşmüştür.<br />
Kısacası Türk töresinde çok önemli bir yere sahip<br />
olan selam, Türk toplulukları içinde, saygı, birlik ve hiyerarşiyi<br />
sağlamaktaydı. Ancak İslâmiyet’in kabulüyle birlikte selam,<br />
ayet ve hadislerin de yönlendirmesiyle daha derin ve<br />
köklü bir kurallar silsilesine dönüşmüştür. “Emniyet, huzur,<br />
esenlik, selamet, barış, rahatlık, kurtuluş” gibi sözcüklerle<br />
anlam dünyası belirlenebilecek olan selama çoğunlukla<br />
bir hareket de eşlik eder. Baş eğme, diz çökme, eğilme gibi<br />
hareketlerin en ziyade üç, dokuz gibi kalıp sayılarla tekrarından<br />
ibaret olan davranışlara örnek bir uygulama Dede<br />
Korkut Kitabı’nda vardır. Dede Korkut Kitabı’nda hareketin<br />
ayrıntısı belirtilmeden saygı gösterme anlamında selam<br />
verme kavramı sıkça geçer, ancak Delü Ozan’ın verdiği selamda<br />
baş indirme ve bağır basma hareketleri de anlatılır:“-<br />
Deli Ozan geldi, baş indirdi, bağır bastı, selam verdi…”. Buradaki<br />
“bağır basma”, eli göğse koymaktır ve bu selam şekli<br />
Anadolu’da halen çok yaygındır.<br />
Özellikle Osmanlı devrinde selamlaşma yabancıların da<br />
dikkatini çekmiştir. Osmanlı devri için ise Fransız yazar Guer,<br />
1746-1747 tarihlerinde Paris’te yayımlanmış olan bir eserinde<br />
şöyle der: “Türkler birbirlerine karşı mükemmel bir muaşeret<br />
usulünün bütün kaidelerine riayet ederler. Bir yerde<br />
karşılaştıkları zaman başlarını eğip sağ ellerini göğüslerine<br />
ve sol ellerini de sarıklarına götürmek suretiyle selâmlaşırlar.”.<br />
Günümüzde bu derece olmamakla birlikte selam<br />
cemal olsun “. If the respondent says, “ nur olsun”, then he<br />
replies again by saying“nurun ala nur olsun”.<br />
The oral part of the greeting is often accompanied by hand,<br />
waist, head or headdress gestures such as slightly obeisance,<br />
hand kissing, handshaking, clinch, taking off hat and<br />
body movements -called temenna- in which the hand is put<br />
on chest, chin and head.<br />
According to the Islamic method and decency, inwhich both<br />
the greeting and the responding to a greeting are accepted<br />
as sunnah (the things that the Prophet practised and<br />
he preached to practise), a walking person should greet<br />
the sitting one; rider should greet pedestrian, the elderly<br />
should greet the youth; the adult should greet the child; the<br />
urbanite should greet the villager; the camel rider should<br />
greet the horse rider; the horse rider should greet the donkey<br />
rider; the donkey rider should greet the walking; the<br />
standing person should greet the sitting; the less should<br />
greet the more; the mister should greet the maid; the father<br />
should greet his son. The main purpose of this greeting<br />
propriety which seeks a social hierarchy is that the powerful<br />
one should take care of the weak.<br />
According to the Islamic belief, there are also some situations<br />
where people should not exchange greeting and this<br />
issue has even taken place in ilmihals (a concise manual of<br />
Islamic faith, worship and ethics). For example, during the<br />
sermon (khutbah), reeding of the Qur’an and the reciting<br />
the adhan (call to worship), exchanging gretings does not<br />
happen. Likewise those who are engaged in worship are<br />
not greeted. Moreover, those who are considered to be not<br />
in favorable behavior, such as playing games (chess-type<br />
games), singing, and gamblers, drinkers, openly comitting<br />
sins, staring at foreign girls and young women are not<br />
greeted. It is also in religious sources that it is not appropriate<br />
to greet someone during certain periods of time, such<br />
as being engaged in wife, being undressed of the private<br />
parts of the body, relieving, or being at dinner. Not to exchange<br />
greeting or no to greet someone is a way of social<br />
exclusion, punishment that it has taken part in Turkish language<br />
with the phrase “selamı sabahı kesmek- to break off<br />
relations with sb “.<br />
Exchanging greetings was also in existence among the<br />
ancient Turkic culture. In the beginning, the practice of<br />
greeting the celestial objects and the mountains which<br />
were regarded as sacred by khans as a representative of<br />
the society, had gradually turned into a greeting of khans<br />
and sultans. In short, the greeting, having a very important<br />
place in the Turkic tradition, was ensuring respect, unity and<br />
hierarchy within the Turkic communities. However, with the<br />
adoption of Islam, the greeting has tuned into a deeper and
sözlerine çoğunlukla bir hareket de eklenir. Selamlaşma insanlar<br />
arasın ilişkilerin başlangıcını düzenleyen ve karşıdaki<br />
kişiye emniyet telkin etmenin yanı sıra hayır dua olarak da<br />
kabul edilebilecek bir söz ve davranış yöntemidir. Selamlaşma<br />
zaman içinde kültürün gelişmesiyle birlikte bir takım<br />
kurallar bütünü de oluşturmuştur. Selam vermenin sünnet<br />
olduğu, almanın ise farz olduğu bir en temel kuraldır. Küçüklerin<br />
büyüklere, az olan grubun çok olana selam vermesi<br />
yanı sıra selam vermenin yanlış olduğu yer ve ortamlar da<br />
belirlenmiştir.<br />
Selam kültürü, sosyal hayatın ve medeniyetin gelişmesine<br />
paralel olarak kurumlaşma eğilimi göstermiştir. Sarayda,<br />
padişahların selamlıkları vardır.Cuma namazı münasebetiyle<br />
padişahlar için yapılan merasime de“Cuma Selamlığı”,<br />
“Cuma Alayı” veya “Selamlık Resm-i Âlisi” de denilirdi.İsveç<br />
elçisi Mouradgea d’Ohsson, 1791’de yayımlanan eserinde<br />
eski Türk terbiye ve nezâketi hakkında bilgi verirken şöyle<br />
der: “Müslüman Türkler hiç bir zaman kendilerinin selâmlanmasını<br />
beklemezler. Bilâ-istisnâ hepsi dostlarından veyahut<br />
tesadüf ettikleri tanıdıklarından evvel davranmaya<br />
can atarlar. Fakat büyükler öyle değildir. Onlar dâima başkalarından<br />
evvel selâm verirler. Hattâ bütün alaylarda sadrazamın,<br />
paşaların, vükela ve ümerânın halkı selâmlaması<br />
teşrifat icâbıdır. Padişah da öyle yapar. İki sıra teşkil eden<br />
yeniçerilerin arasından geçerken hafif bir baş işaretiyle sağ<br />
elini göğsüne doğru biraz kaldırarak selâm verir.”<br />
Bu örnekte de görüldüğü üzere Türk toplumunda selam o<br />
more radical range of rules by the referring of verses and<br />
hadiths. The greeting (salaam), that its semantic world can<br />
be determined by the words such as “safety, quietness, welfare,<br />
salvation, peace, comfort, liberation”, is accompanied<br />
mostly by a movement. The Dede Qorqut book contains<br />
example of the behaviors that include movements, such as<br />
bowing, kneeling, and obeisance, which are repeated with<br />
certain numbers like three or nine. In the Book, the concept<br />
of greeting in the sense of showing respect is frequently<br />
repetaed without giving any detail of the movement, but,<br />
within the concept of the greeting of Deli Ozan, the movements<br />
of bowing and putting hand on the bosom (bağır<br />
basma) are also explained: “Deli Ozan came in, bowed, put<br />
his hand on the bosom, greeted ...”. The “putting hand on<br />
the bosom” in this place is to put a hand on the chest and<br />
this greeting is still very common in Anatolia.<br />
Greeting especially in the Ottoman period also caught the<br />
attention of foreigners. For the Ottoman period, the French<br />
writer Guer, in his work published in Paris in 1746-1747 says:<br />
“The Turks obey all the perfect principles of etiquettey for<br />
each other. When they meet somewhere they exchange<br />
greetings by bowing their heads and taking their right<br />
hands to their chests and their left hands to their headwears.”<br />
Nowadays, although to a lesser extent, a movement<br />
is often added to the words of greeting. Greeting is a way<br />
of saying and acting that, regulates the beginning of inter-human<br />
relations and together with inspiring confidence<br />
the other person can be regarded as benediction. Exchang-<br />
Humanitarian Relationship<br />
43<br />
Beşeri İlişkiler
Common Heritage<br />
44<br />
Ortak Miras<br />
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />
accusa quo quunt.<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />
quo quunt.<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum
Beşeri İlişkiler<br />
Humanitarian Relationship<br />
45
Common Heritage<br />
46<br />
Ortak Miras<br />
derece önemsenmiştir ki nezaket ve terbiye kuralları, öğrenme<br />
yöntemine işaret edercesine halk arasında görgü<br />
olarak adlandırılırken beşeri ilişkileri düzenleyen bu kurallar<br />
resmiyet kazandığında teşrifata yani bugünkü ifadesiyle<br />
protokol kurallarına dönüşmüştür. Ayrıca öncelikle Osmanlı<br />
saraylarında teşkil edilen ve daha sonra Türk konak, köşk<br />
ve hatta evlerine de yansıyanbiçimde binalarda erkeklere<br />
ayrılan bölüme selamlık adı verilmiştir. Bu yapılarda erkekleremahsus<br />
olan kısma “selamlık” denirkenkadınlarınoturmasına<br />
mahsus olan kısma da“harem” ya da “haremlik”<br />
denmiştir. Bu durum, Osmanlı mimarisinin başlıca yapıtaşlarından<br />
birini oluşturur. Günümüze kadar ulaşmış konutların<br />
çoğu, dönemlerinin ileri gelen ailelerinin konaklarıdır;<br />
bunların görkemli selamlık bölümleri dikkati çeker.<br />
Selam ve selamlaşma geleneği atasözlerine de yansımıştır.<br />
Atalarımız “Bir selam bin hatır yapar”, “Evvel selam, sonra<br />
kelam” gibi selamın niteliğini ortaya koyan sözler söyledikleri<br />
gibi selamlaşmanın insanlar arasında ayrım yapmaya<br />
varacak derecede istismar edilişi gerçeğini de bir tespit olarak<br />
vurgulayan “Garibe bir selam bin altın değer”, “Yoksul<br />
ala ata binse, selam almaz”, “Selam para, kelam para” gibi<br />
sözlere de başvurmuşlardır.<br />
Selamlaşma ticaret ahlâkına da girmiş ve davranış kalıbı<br />
olarak esnaflar arasında da gelenekleşmiştir. Özbekistan,<br />
Kırgızistan gibi Türkistan coğrafyasından Anadolu’ya, oradan<br />
Makedonya, Bosna gibi Balkan coğrafyasına kadar Türk<br />
kültürlü halklar arasında sabah dükkânlar açılırken selaming<br />
greetings has developed a whole set of rules along with<br />
the development of the cultures over time. The greeting is<br />
a sort of basic principle that, to greet someone is assumed<br />
to be sunnah and to respond to the greeting is accepted<br />
as a fardh. Besides the youngs greet the elders, the small<br />
group greet the crowd, also there are the places and the<br />
occasions where it is wrong to greet someone.<br />
The greeting culture has tended to become institutionalized<br />
parallel to the development of social life and civilization.<br />
In the palace, the sultans have selamlıks (welcoming<br />
section for men). The ceremony for the sultan in the name<br />
of Friday prayer was also called “Friday Greeting”, “Friday<br />
Procession” or “Salamlik Resm-i Alisi”. The Swedish ambassador,<br />
Mouradgea d’Ohsson, in his book published in 1791,<br />
while informing about the old Turkish courtesy and decency<br />
he says: “Muslim Turks never expect to be greeted. Without<br />
any exceptions, all of them are willing to act before they<br />
know of their friends or coincidences, but the elders. They<br />
are always the first to greet before others. It was a ceremonial<br />
requirement that even during all processions, grand<br />
vizier, pashas, ministers and executives all greet the public.<br />
So does the Sultan. As he passes through between the two<br />
lines of janisaries, he gently hold up his right hand a little<br />
toward his chest with a slight head mark. “<br />
As it is clear in this example that, the greeting among Turkic<br />
society is so important that while courtesy and decency<br />
principles are defined as etiquette as if referring to the<br />
learning method, these principles which regulate human<br />
relations have been transformed into protocol rules when<br />
they have been formalized. In addition, it was named as selamlık<br />
(welcoming section for men), which was first formed<br />
in the Ottoman palaces and later reflected in the Turkic<br />
mansion, pavilion and even houses, allocated to the men<br />
in the buildings. In these structures, the part dedicated to<br />
men is called “selamlık” while the one to the use of women<br />
is called “harem” or “haremlik”. This is one of the main<br />
building blocks of Ottoman architecture. Most of the houses<br />
that have perpetuated their existences untill today are the<br />
mansions of the eldest families of their era; Their magnificent<br />
selamlik parts attract attention.<br />
The greeting (salaam) and tradition of exchanging greetings<br />
has also been reflected in the proverbs. Our ancestors,<br />
as well as produced some sayings revealing the qualities<br />
of greetings like “Bir selam bin hatır yapar (A greeting may<br />
please thousands of feelings)”, “ Önce selam sonra kelam<br />
(Greeting First, Then A Word)”, they also refer to words<br />
that the fact that the greeting is abused for discrimination<br />
among people at the same time such as “Garibe bir selam<br />
bin altın değer (Being greeted is at a premium for a poor)”,
laşma ve ardından dilenen hayırlı iş, pazar ve kazanç dilekleri<br />
<strong>ortak</strong> kültürel mirasın unsurları arasındaki yerini almıştır.<br />
Esnaflar da güne bir çeşit selamlama ile başlamakta, hem<br />
kendisi hem de meslektaşları için iyi niyet beyanıyla birlikte<br />
hayırlı işler ve bol kazançlar dilemektedir. Burada Anadolu’da<br />
ahlâkî gelişmenin öncü kurumlarından olan ahilik<br />
kültürünü yansıtması itibariyle Denizli’deki Babadağ Çarşı<br />
Kapısı’ndakibir kitabede yer alan manzum ifadeyi eklemek<br />
istiyoruz:<br />
“Sevgi göster herkese ha! Selâmdan kaçınma sakın.<br />
İnsanları ayırma ha! Hepsine adil ver hakkın.<br />
Niyetin iyi olsun ha! Her şeyin gerçeğini söyle.<br />
Hayırlıdan ayrılma ha! İyi anlaş herkes ile.<br />
Etrafına dostluk saç ha! Eser kalır sen gidersin.<br />
İyi belle, unutma ha! Önce hizmet sonra sensin.”<br />
Türk kültüründe selamlaşma düğün geleneklerinde de<br />
kendini gösterir. Mesela Özbekler arasında düğün sonrasında<br />
yapılan gelin selamlama töreni vardır. Bu törene göre<br />
gelin, düğünden sonra damadın akrabalarını ve komşularını<br />
selamlamak durumundadır. Bu geleneğe benzer biçimde<br />
Ahıska Türkleri ile Balkanlarda, özellikle Makedonya ve<br />
Arnavutların yaşadığı coğrafyalarda da rastlanır ve genel<br />
olarak bu âdetin adı” temenna”dır. Son yıllarda Arnavutlar<br />
arasında kına gecesinde yapılan bu ritüel, vaz geçilmez bir<br />
düğün geleneği halini almıştır.<br />
Osmanlı edep ve erkânına göre selamlaşma esnasında veya<br />
hemen akabindeki hareketler “musafaha” ve “temenna”<br />
kavramlarıyla birlikte değerlendirilir. Musafaha, muhabbet,<br />
sevgi ve dostlukgöstermek anlamında olduğundan Osmanlı<br />
usulü selamlaşmada temenna, temenni, rica, tazim anlamı<br />
taşıyan hafifçe öne eğilme ve daha sonra eli başa götürme<br />
eylemi yapılır. Eğilme derecesi saygıya göredir. Esnafların<br />
gelişigüzel yaptığı harekete “bamyacı temenna”, elin<br />
sadece başa götürülmesine “âdetâ temenna” ve yerden<br />
eğilip elin göğüsten çeneye ve sonra başa götürülmesine<br />
ise “yerden temenna” veya “kandilli temenna” denilir. Son<br />
yıllarda görülen el sıkma veya tokalaşma Osmanlı devletinin<br />
son döneminde alafranga bir âdet olarak topluma yerleşmiştir.<br />
Ancak büyüklere saygının bir gereği olarak, özellikle<br />
de anne ve baba gibi akrabalık ilişkisi olan büyüklerin ellerinden<br />
öpmek ve baş üstüne koymak geleneği eskisi kadar<br />
olmasa da varlığını devam ettirmektedir. “Büyüklere saygı,<br />
küçüklere sevgi” felsefesi gereği, yaşça büyük olanlara saygı<br />
duyulur ve bu saygı söz ve davranışlarla gösterilir. Evlerdebaşköşe<br />
olarak belirlenen mevki, konuklar haricinde her<br />
zaman evin en yaşlı kişisine aittir. Söz sırası öncelikle büyüğündür.<br />
Bu gelenek bütün Türk dünyasında aynı biçimdedir.<br />
Orta Asya Türk toplulukları arasında yaşça büyük olup saygı<br />
duyulan kişiler için “aksakal” veya “yaşulu” gibi kavramlar<br />
uygun görülmüştür. Büyüklerin ellerinden, küçüklerin ise<br />
“Yoksul ala ata binse, selam almaz”, “Selam para, kelam<br />
para”.<br />
Exchanging greetings has also taken part in the commercial<br />
morality and traditionalized as a behavior pattern among<br />
tradesmen. While opening the shops in the morning, greeting<br />
and wishing to have a nice working day or earnings to<br />
the otherare among the elements of common Turkic cultural<br />
heritage, from Turkestan geography such as Uzbekistan<br />
and Kyrgyzstan to Anatolia, and from there to Balkan geography<br />
such as Bosnia and Macedonia. Tradesmen also start<br />
the day with a kind of greeting, with good faith statement<br />
and wishing, good work and profits both for themselves and<br />
their colleagues. Here we want to add the poetic expression<br />
which is written on an inscription on the Babadag Bazaar<br />
Gate in Denizli, to reflect the culture of ahilik (turkic-islamic<br />
guild) that is one of the leading fellowships of moral development<br />
in Anatolia:<br />
“Hold in high esteem to everyone! Do not avoid greeting.<br />
Do not discriminate people! Be fair to all.<br />
You intend to do well! Tell the truth of everything.<br />
Do not give up auspicial ones! Get along with everyone.<br />
Propagate friendship around! You may pass away, but your<br />
work.<br />
Think carefully, do not forget! Service first, then you. “<br />
Greeting in Turkic culture also manifests itself in wedding<br />
traditions. For example, Uzbeks have a greeting ceremony<br />
for the bride after the nuptial ceremony. According to this<br />
ceremony, the bride has to greet the groom’s relatives and<br />
neighbors after the wedding. Similar to this tradition, there<br />
is also a custom among Ahiska Turks and in the Balkans,<br />
especially in the geographical regions of Macedonia and<br />
Albanians, it is generally called “temenna”. This ritual, performed<br />
during the henna night among the Albanians in recent<br />
years, has become an indispensable nuptial tradition.<br />
According to the Ottoman decency and principless of conduct,<br />
the movements during or immediately after the greeting<br />
are evaluated together with the terms “musafaha” and<br />
“temenna”. Due to the fact that Musafaha means forming<br />
attachment, feeling of love or friendship, within the concept<br />
of Ottoman style exchanging greetings, there is an action of<br />
slightly bowing forward and then moving the hand towards<br />
head, which also mean temenna, a wish, a request. The<br />
bowing degree depends on respect. “Bamyaci temenna”<br />
is the movement that the tradesmen do indiscriminately,<br />
moving the hand towards head is “ âdetâ temenna”, while<br />
owing, taking the hand from chest to the chin and then to<br />
the head is “yerden temenna” or “kandilli temenna”. The<br />
handshaking, which is popular recently, has settled in the<br />
last period of the Ottoman state as a european style cus-<br />
Humanitarian Relationship<br />
47<br />
Beşeri İlişkiler
Common Heritage<br />
48<br />
Ortak Miras<br />
gözlerinden öpülmesi bir Türk muaşereti halinde benimsenmiş<br />
ve yaşatılmaktadır. Ancak el öpmeninyanı sıra günlük<br />
hayatta büyüklerin yanında ayakların uzatılmaması, bacak<br />
bacak üstüne atılmaması, sigara içilmemesi gibi birçok<br />
kaçınma da zayıflamış olmakla birlikte geleneksel toplum<br />
dokusunun egemen olduğu yerleşim birimlerinde varlığını<br />
ve ağırlığını sürdürmektedir.<br />
Sonuçta uzaktakiler yakındakilere, gurbettekiler sıladakilere<br />
sürekli selam gönderir ve alır. Hatta gurbet kavramı bir<br />
metafor olarak bu dünyayı, sıla da ahiret hayatını simgelediği<br />
için Türk tasavvuf şiirinin en güçlü temsilcisi Yunus Emre<br />
de, terk-i dünya edeceği inancıyla kalanlara selam göndermeyi<br />
ihmal etmez:<br />
“Biz dünyadan gider olduk kalanlara selam olsun<br />
Bizim için hayır dua kılanlara selam olsun”<br />
Beşeri ilişkilerin bir diğer boyutu uğurlama ve karşılama<br />
törenleridir. Uğurlamalarve karşılamalar çevresinde oluşan<br />
söz ve davranış kalıpları, zamanla törenleşmiş ve bu törenler<br />
de Anadolu’da ve diğer Türk kültür havzalarındaki soydaş,<br />
dindaş ve akrabatopluluklarda <strong>ortak</strong> bir kültür mirası<br />
oluşturmuştur. Bayram havasında geçen uğurlamalarda<br />
hüzünle sevinç bir arada yaşanırken karşılamalarda sevinç<br />
ve mutluluk hâkim olur. Bu tür törenler içinde halen en canlı<br />
yaşayan uygulamalardan birisi asker uğurlaması ve karşılamasıdır.<br />
Askerlik, milletimizin tarihten bugüne en fazla önem<br />
verdiği vatanî ve kutsal görevlerdendir. Yirmi yaşına gelmiş<br />
her genç, askerlik vazifesini yapmaya, vatan savunmasına<br />
katkıda bulunmaya hazırlanır. Çünkü ailesi ve toplum ona<br />
askerliği kutsal bir vazife olarak belletmiştir. Askere uğurlanacak<br />
olan gençler,yola çıkmadan birkaç gün önce bütün<br />
akrabalarının evlerinivedalaşma amacıyla ayrı ayrı ziyaret<br />
eder, ev sahipleri asker adayına yiyecekler ikram eder, gönüllerinden<br />
koptuğu kadar harçlıklar verirler. Para veremeyenler<br />
çorap, iç çamaşırı ve mendil gibi gündelik ihtiyaçlara<br />
ait eşyalar hediye ederler. Aile büyükleri askerlerin arkasından<br />
dualar ederler. Akraba ve dost ziyaretleriyle başlayan<br />
asker uğurlamaları süreci, toplu yemeklerle ve şenliklerle<br />
sürdürülür. Asker çıkacak olan evlerde yemekler verilir ve<br />
dualar edilir. Asker adayı gençlerin ellerine kına yakmak da<br />
bir başka âdettir. Daha sonra “En büyük asker bizim asker”<br />
nidalarıyla asker adayları dualarla birliklerine uğurlanır ve<br />
tezkere alıp sağ salim memleketlerine dönmeleri için dileklerde<br />
bulunulur. Askerlik görevini tamamlayan gençlerin<br />
dönüşleri de uğurlama kadar olmasa da önemlidir. Sağ<br />
salim memleketine dönen askerler, aileleri içinde büyük bir<br />
heyecanla karşılanırlar. Dönüşten sonraki günlerde asker,<br />
hiçbir işle meşgul olmaz. Arkadaşlarını ve akrabalarını ziyaret<br />
eder. Aile büyükleri salimen dönmüş olduğu için şükür<br />
duaları ederler. Bazı durumlarda kurban kesilir, mevlit okutulur,<br />
yemeklar verilir. Ancak asker uğurlama ve karşılama<br />
tom. However, as a matter of respect for the elders, the kissing<br />
the hands and putting them on the head of the elderly<br />
relatives, especially if they are mother and father, continues<br />
to exist even though it is not as poular as it was. For the<br />
principle of “Respect to the elders, love to the youngers”,<br />
the older ones are respected and this respect is expressed<br />
by words and behaviors. The place, determined as the seat<br />
of honour, always belongs to the oldest person except the<br />
guests. The elderly always has the first say. This tradition is<br />
the same in the whole Turkic world. Concepts such as “aksakallı<br />
(white-bearded, or wise old man)” or “yaşulu” were<br />
deemed appropriate for the people who were older and respected<br />
among the Central Asian Turkic communities. The<br />
kissing of the elders’ hands and of the youngers’ eyes have<br />
been adopted and sustained as a Turkic propriety. In addition<br />
to hand-kissing, however, many abstinencies, such as<br />
awoiding to stretch legs in presence of elders in daily life,<br />
to cross legs and to smoke also occures infrequently, and<br />
they continue to exist and make their presences felt in the<br />
settlements where traditional social doctrine prevails.<br />
As a result, people staying distant, abroad or homesick,<br />
send and receive greetings to each other. Yunus Emre,<br />
the strongest representative of the Turkic mystic poetry, in<br />
the belief that he will pass away, does not neglect to send<br />
greetings to the survivings, bceause the concept of foreign<br />
land symbolizes this world as a metaphor, and the homeland<br />
symbolizes this world.<br />
“Biz dünyadan gider olduk kalanlara selam olsun<br />
Bizim için hayır dua kılanlara selam olsun”<br />
Another aspect of the humanitarian relations is the farewell<br />
and welcome ceremonies. The patterns of speech and behavior<br />
that occurred in the frame of farewells and welcomes<br />
became ceremonial event over time and these ceremonies<br />
formed a common cultural heritage in cognate, co-religionist<br />
and related communities in Anatolia and other Turkic<br />
cultural basins. While sadness and joy are felt together<br />
in the farewells that are performed as if a festival, the pleasure<br />
and happiness prevail in welcomes. Among these ceremonies,<br />
one of the most vivid living practices is the farewell<br />
and wellcome of soldiers. Military service is among the national<br />
and sacred duties that our people have mostly given<br />
imporance from past to present. Every young man who arrives<br />
at the age of twenty is prepared to contribute to military<br />
service and defense of the country. Because the family<br />
and the community have taught him of the sacred duty. The<br />
conscirpt who are going to be seen off to the military visit<br />
the homes of all relatives for the sake of goodbye a few<br />
days before departure. The hosts offer food for the conscript,<br />
give him as much money as they can. Those who can
Beşeri İlişkiler<br />
Humanitarian Relationship<br />
49
Common Heritage<br />
50<br />
Ortak Miras<br />
yemekleri mümkün olduğunca mütevazı tutulur.<br />
Uğurlama ve karşılama ritüellerinin en yaygın ve önemlilerinden<br />
birisi de hacı uğurlama ve karşılamadır. Hacıları<br />
uğurlamak için gerçekleştirilen törenlerde, hüzün ve sevinç<br />
bir arada yaşanır. İslâm’ın beş şartından biri olarak hac ibadetini<br />
gerçekleştirecekleri için hacı adayları sevinirken diğer<br />
taraftan dost ve akrabalarından ayrılmanın hüznünü de<br />
yaşamaktadırlar. Kimi bölgelerimizde hacı karşılarken ya da<br />
uğurlarken kalabalık yemekli mevlitler de okutulur. Bazen<br />
hacı adayının kendisi hacca gideceğini duyurmak için akraba<br />
ve tanıdıklarına bir yemek daveti verir, bu yemek sonrasında<br />
herkesle vedalaşır ve helalleşir. Günümüzde gelişen<br />
şartlara göre değişiklikler gösterse de benzer biçimde devam<br />
eden bu uygulama, en öz şekliyle hacıların tekbirlerle,<br />
dualarla uğurlanması şeklinde gerçekleştirilmektedir. Hacılar,<br />
helalleşme ve vedalaşmalarla kutsal beldelere uğurlanır.<br />
Hacıların dönüşte karşılanması da benzer törenlerle<br />
kutlanır. Hacı karşılamaları, Osmanlı devrinde gösterişli<br />
törenlerle yapılırdı. Evliya Çelebi hacca gidenlerin salimen<br />
geri dönüşlerini kutlamak için düzenlenen kutlama ve eğlenceleri<br />
seyahatnamesinde ayrıntılarıyla anlatmıştır. Osmanlı<br />
devletinde hacca gidenlerin sağ salim geri dönmeleri<br />
Mısırlı ustaların havai fişek gösterileriyle kutlanırdı. Bu gelenek<br />
o denli önemliydi ki Osmanlı padişahları ve devlet ricali,<br />
kendi düzenlemediklerikutlama ve eğlencelere kuşkuyla<br />
baktıklarıiçin 1564/1565 tarihli bir fermanla,Anadolu’daki<br />
bazı kentlerde esnafın Mekke’den dönen hacılarıkarşılamak<br />
için alay düzenlemelerini yasaklamışlardır.Hac dönüşünde<br />
not give money give gifts for everyday necessities such as<br />
socks, underwear and handkerchiefs. Family elders pray for<br />
them. The process of the send-off, launching with relative<br />
and friend visits continues with mass meals and festivals.<br />
In the houses of the boy conscripted into the army, dinner is<br />
served and people pray. Applying henna to the hands of the<br />
young is another custom. Later on, the conscripts are sent<br />
off to their troops, and people wish them to get their discharges<br />
and return to the hometowns, in company with the<br />
prayers and shouts that “the greatest soldier is the ours!”<br />
The return of young people who completed military service<br />
is remarkable, although not as much as the farewell. The<br />
youngsters returning to their hometowns are welcomed<br />
with great excitement by their families. In the next days the<br />
they will not engage in any business. They visit friends and<br />
relatives. Familiy elders thank goodness for his safely return.<br />
In some cases, they sacrifice, recite mawlid, and give meals.<br />
But the meals given for the farewell and the welcome of the<br />
conscript are kept as modest as possible.<br />
One of the most widespread and important of the rituals<br />
for the farewell and welcome is the one performed for pilgrimage.<br />
Sadness and joy coexist in the ceremonies held<br />
to ward off the hajjis (pilgrims). As one of the five pillars of<br />
Islam, prospective pilgrims feel happiness because they will<br />
perform the duty of pilgrimage, while they live the<br />
sadness of leaving their friends and relatives from the other<br />
side. In some of our areas we have mass meals, while welcoming<br />
pilgrims or sending them off. Sometimes the pro-
Hicaz’dan sağ salim dönen hacılar da dost ve akrabalarına<br />
hediyeler getirirler, kendisini ziyarete gelenlere hediyelerini<br />
takdim ederler.<br />
Uğurlama ve karşılama törenlerinden anlaşılabileceği gibi<br />
hatır gönül sayma işlevi üstlenen her ritüele bir de ikram<br />
eşlik etmektedir. Nitekim Türk kültürünün en temel değerlerinden<br />
birisi de hatır saymak ve ikramda bulunmak olarak<br />
kabul edilir. Hatırşinaslık ve lütufkârlık kavramlarıyla ifade<br />
edebileceğimiz bu davranış kodu, eski Türk kültüründeki<br />
“toy” geleneğine kadar uzanır. “Veren el, alan elden üstündür”<br />
şiarıyla davranan Türkler, bozkır hayatının da tesiriyle<br />
biriktirme ve tasarruftan ziyade vermeye ve paylaşmaya yönelmiş,<br />
“beylik vermekle olur” ilkesine istinaden paylaşmayı<br />
itibar ve saygınlığın ölçüsü olarak değerlendirmiştir. Dede<br />
Korkut Kitabı’nda açları doyurmak, çıplakları donatmak,<br />
borçluları borcundan kurtarmak işlevine yönelik olarak yapılan<br />
ikramlarda attan aygır, deveden buğra, koyundan koç<br />
kırdırılır, tepe gibi et yığdırılır, göl gibi kımız sağdırılır. Yeni<br />
yetişen gencin en önemli görevlerinden biri babasından<br />
öğrendiği şekilde “sofra yayması”dır. At binip kılıç sallamanın<br />
“hüner”, toy verip sofra yaymanın ise “erdem” sayıldığı<br />
Dede Korkut Kitabı’na göre bir kusur işlediği zannına kapılan<br />
Oğuz genci, kendisini “sofra”sındakibir hatadan mı<br />
yoksa “kılıc”ındaki bir hatadan mı dolayı kusurlu görüldüğünü<br />
sorgular. Evin işlevi konuğunun gelmesidir, konuğu<br />
gelmeyen ev karadır, yıkılasıdır. Kadın, evde eşi olmasa dahi<br />
konuğunu ağırlayıp, yedirip içirmesiyle mükelleftir, böylece<br />
toplum nezdinde saygın bir konuma yükselir. İkram meselesi<br />
elbette en çok konukseverlikle ilintili bir husustur. Ancak<br />
konukseverlik ayrı bir başlık altında değerlendirileceği için<br />
biz burada değinmek istemiyoruz.<br />
Almak vermek şeklindeki bu beşerî ilişkiler ağı, aslında sosyal<br />
ve kültürel değerler üretmenin de alt yapısını oluşturur.<br />
Çok eski köklere dayanan “tuz ekmek hakkı”, her alışverişin<br />
bir hak ve hukuk doğurduğunun göstergesidir. Hatır gönül<br />
saymak veya hatırşinaslık hususunda ise “bir fincan kahvenin<br />
kırk yıl hatırı vardır” atasözü aslında pek çok şeyi aydınlatmaya<br />
yeterlidir. Böylece insanlar arasında yaygın bir<br />
güven ve iyi niyet ağı kurulmakta, toplumsal huzur ve barış<br />
inşa edilmektedir.1793 tarihinde İstanbul’a gönderilen bir<br />
Rus sefaret heyetindenadı zikredilmeyen bir kişinin yazdığı<br />
kitapta Türklerin ikramda bulunması ve hatır sayması<br />
hakkında ilgi çekici cümleler vardır:“Bütün gezintilerimde<br />
Türklerin hatırşinaslıklarıyla lûtufkârlıklarını gösteren bir<br />
çok vaziyetlerle karşılaştım. Şâhid olduğum muhtelif deliller<br />
beni bu milletin iyi kalpli ve insanı minnetdâr edecek hareketlere<br />
pek meyyal olduğuna ve tenkid edilen tenbelliğiyle<br />
gevşekliğinin de iklim tesirinden mütevellit bulunduğuna<br />
ikna etmiş oldu. Türk, tahkir edildiği ve kıskançlık hisleri<br />
tahrik olunduğu zaman müdhiş hir mahlûk olur; galeyanına<br />
sebeb olan hiddetin yegâne teskin çâresini düşmanın kaspective<br />
pilgrims invite their relatives and acquaintances to<br />
announce that they will go on pilgrimage so that they give<br />
their blessings to each other. This practice, which continues<br />
in a similar way even though it varies according to today’s<br />
developing conditions, is basically actualized in the way<br />
that prospective pilgrims are sent off accompanied by the<br />
prayers and sayings of “Allahuekber”. The prospective pilgrims,<br />
are sent off by giving blessings and saying goodbyes<br />
to the holy towns. The returning from the pilgrimage is also<br />
celebrated by means of similar ceremonies. The wellcomes<br />
for pilgrims were realized with ostentatious events during<br />
the Ottoman era. Evliya Çelebi, in his work The Seyahatname,<br />
explained in detail the celebrations and entertainments<br />
organized to celebrate the safely return of the pilgrims.<br />
The safely return of those who went to the pilgrimage<br />
in the Ottoman state were celebrated with firework displays<br />
of Egyptian masters. This tradition was so important that the<br />
Ottoman sultans and the state dignitary forbade processions<br />
arranged by tradesmen in some cities in Anatolia in order<br />
to welcome pilgrims returning from Mecca, by means of<br />
an imperial decree dated 1564/1565, because they looked<br />
suspiciously for the celebrations and entertainments they<br />
did not organize. The pilgrims returning from the Hedjaz on<br />
the turn of pilgrimage bring gifts to their friends and relatives,<br />
and submit presents to those who visit their place to<br />
welcome.<br />
As can be understood from the rituals for farewel and welcoming<br />
ceremonies, every ritual that undertakes the function<br />
of considering the feelings of others is also accompanied<br />
by a treat. As a matter of fact, the considering feelings<br />
of others and the offerings are accepted to be some of the<br />
most basic values of Turkic culture. This code of conduct,<br />
which we can express with the concepts of tactfulness and<br />
condescension extends to the “toy” tradition in the old Turkic<br />
culture. The Turks, who acted with the slogan “ Veren el,<br />
alan elden üstündür (The hand, giving alms is more auspicious<br />
than the hand receiving it)” have trended to give and<br />
share rather than to save and accumulate by the influence<br />
of the steppe life, and they also considered the sharing to be<br />
the norm of reputation and dignity referring to the principle<br />
that “beylik vermekle olur (In other words, giving is the basic<br />
characteristic of a seignior) “. In the Dede Qorqut Book,<br />
within the scope of the offerings, there are some illustrations<br />
such as cutting off horses, stallion, sheep, ram, camel<br />
and then stacking of meat as high as a hill, milking koumiss<br />
as large as a lake, in order to feed the poors, to dress the<br />
nudes, to do payement for the debtor. One of the most important<br />
tasks of a newly growing youngster is “laying the<br />
table” as he has learned from his father. According to the<br />
Dede Qorqut book, in which horse riding is considered as<br />
“virtue”, and which swinging sword is as “merit”, an Oghuz<br />
Humanitarian Relationship<br />
51<br />
Beşeri İlişkiler
Common Heritage<br />
52<br />
Ortak Miras<br />
nında bulur, İstanbul civarındaki gezintilerimde ben hep bu<br />
milletin lûtufkârlığıyla müsâfirperverlik aşkına şâhid oldum.<br />
Rastgeldiğim hangi Türk’e yol sorsam, hemen bana rehberlik<br />
etmek teklifinde bulunuyor, yiyecek ve içecek şeyler hususunda<br />
elinden gelen ikramda kusur etmemek suretiyle de<br />
hep ayni kibarlığı gösteriyordu.”<br />
İkramın, yani verme ve paylaşma duygusunun uygulamaya<br />
dökülüşünün en yoğun görüldüğü ortamların başında<br />
özel günler ve bayramlar gelmektedir. Hayatın her anında,<br />
özellikle de hayatın geçiş aşamaları olan doğum, düğün<br />
ve ölüm geleneklerinde ikramda bulunmak halen yaşayan<br />
âdetlerimiz arasındadır. Batı Anadolu’da Hıdrellez günlerine<br />
rastlayan ve “köy hayırı” denen uygulama, aslında toy<br />
geleneğinin günümüze yansımış şeklinden başka bir şey<br />
değildir. İkram yapılan günler arasında kandil geceleri de<br />
ayrı bir yer tutar, kandil simidinin bilhassa herkesin çocukluk<br />
hatıralarındaki yeri bir başkadır. Muharrem ayında aşure<br />
ikramı da paylaşmanın bir başka örneğidir. Ancak ikramın en<br />
yoğun görüldüğü ortamlar dinî bayramlardır. İslamiyet’in<br />
kabulüyle birlikte dinî bayram günlerini birbirlerinin kusurlarınıaffedip<br />
barışmaya vesile kabul eden Türk toplulukları,<br />
Kaşgar’dan Balkanlara kadar geniş bir coğrafyada aynı<br />
<strong>ortak</strong> duyguyu hisseder. Ramazan veya Kurban Bayramı<br />
namazıyla başlayan bayram kutlaması daha sonra büyüklerin<br />
ellerinin öpüldüğü ev ziyaretleriyle devam eder. Ancak<br />
ölmüş olan büyükler de unutulmaz ve mezarlık ziyaretleri<br />
farklı bölgelere farklı zamanlarda olsa da mutlaka gerçekleştirilir.<br />
Çocukların bahşiş verilerek sevindirildiği, konuklara<br />
değişik yiyecek ve içecek ikramlarının yapıldığı bayramlar<br />
böylece <strong>ortak</strong> duygu paylaşımının, toplumsal esenlik ve barışın<br />
simgesi haline gelirler.<br />
Aslında ikram için herhangi bir vesileye veya özel bir zaman<br />
dilimine ihtiyaç yoktur. Mutfağında yemek pişiren kadın,<br />
canı çekeceği düşüncesiyle komşusuna ikramda bulunur.<br />
Bu işlem karşılık görür ve paylaşım kültürü paylaştıkça çoğalır.<br />
Böylelikle bireysel anlamda bir iç huzur sağlanırken<br />
komşuluk ilişkileri gelişir, toplumsal birlik ve beraberliğin<br />
temeli atılır, gelenekler yaşanır ve yaşatılır.<br />
Her ne kadar rekabetçi, bireyci, tüketici ve egoist bir kitle<br />
kültürünün etkisi son yıllarda artarak devam etse de Türk<br />
toplumunun kültürel ve sosyal genetiğinde var olan temel<br />
kodlardan birisi cömertliktir. Modern dünyanın sorunlarına<br />
karşı bu kültür mirasımızı korumak, yaşatmak ve güncellemek,<br />
tarihten tevarüs ettiğimiz gibi geleceğe de miras bırakacağımız<br />
bir davranışlar bütünüdür, iyi insanı gerçekleştirecek<br />
kültür kodlarından birisidir.<br />
Kaynaklar<br />
• İsmail Hami Danişmend (1982). Garb Menba’larına Göre Eski Türk Seciyye<br />
young boy, who thinks of making a mistake, questioned<br />
himself whether he was faulty because of the mistake in<br />
“a table” or using “his sword”. The function of a house is<br />
to host the guest, the guestless house is black, it deserves<br />
to be demolished. Even if her husband is not at home, the<br />
house wife shall welcome her guests, and she is obliged to<br />
wine and dine, so that she has a respectable position in society.<br />
The subject of treating, of course, is mostly related to<br />
the hospitality. However, as the hospitality should be handled<br />
under a separate title, we do not want to mention here.<br />
This network of humanitarian relations in the form of giving-receiving,<br />
in fact, constitutes the basis of producing social<br />
and cultural values. The saying “tuz ekmek hakkı (right<br />
of salt and bread)”, based on ancient roots, is a sign that<br />
every trade generates a right and a law. Regarding the subject<br />
of tactfulness, the proverb “ bir fincan kahvenin kırk yıl<br />
hatırı vardır- A cup of coffee will be remembered for forty<br />
years.(It means that the person who offers the coffee is to<br />
be respected and remembered for a long time for the sake<br />
of his offering.) is indeed enough to enlighten many things<br />
about considering the feelings of others. In a book written<br />
by a person, among the Russian maritime delegation sent<br />
to Istanbul in 1793 and whose name is not mentioned,<br />
there are interesting sentences about the way of treating<br />
and tactfulness of the Turks: “During all my travels, I have<br />
encountered many occasions proving the tactfulness and<br />
condescension of the Turks. The various proofs I have witnessed<br />
convinced me that this nation is benign and tend to<br />
the behaviours that will make the man gratitude and that<br />
their characteristics of laziness and laxity are due to the<br />
influence of the climate. When the Turks are insulted and<br />
their feelings of jealousy are provoked, they transform into<br />
a magnificent creator; they find the sole remedy for the anger<br />
in the blood of the enemy that made them effervescent;<br />
I have always been a witness to the love of hospitality and<br />
the condescension charactersitic of this nation in my trips<br />
around Istanbul.Whenever I asked for direciton to a Turk<br />
that I came across, he immediately offered to guide me, was<br />
also showing his kindness by having great respect for me<br />
without fail, regarding a food and drink.”<br />
Special occasions and festivals are at the forefront of the<br />
occasions where the feeling of offering, or giving and sharing<br />
are most intensely practiced. In every moment of life,<br />
especially in the traditions of birth, wedding and death<br />
which are the transition stages of life, the treating is among<br />
our current customs. In Western Anatolia, the practice of<br />
“Hidrellez (spring festival)” and also called “village barn”<br />
is nothing more than the daily reflection of the toy tradition.<br />
Among the days of offering, hollynights have a separate<br />
places, especially the kandil simidi (ring shaped pastry
ve Ahlâkı, İstanbul: İstanbul Kitabevi Yayınları, (3. Bs.).<br />
• Kudret Emiroğlu (2001). Gündelik Hayatımızın Tarihi, Ankara: Dost Kitabevi<br />
Yayınları.<br />
• Muharrem Ergin (1989). Dede Korkut Kitabı I Giriş-Metin-Faksimile, Ankara:<br />
Türk Dil Kurumu Yayınları, (2. Bs.).<br />
• Suraiya Faroqhi (2005). Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam Ortaçağdan<br />
Yirminci Yüzyıla, Çeviri: Elif Kılıç, İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, (5. Bs.).<br />
• Bozkurt Güvenç (1995). Türk Kimliği Kültür Tarihinin Kaynakları, İstanbul:<br />
Remzi Kitabevi, (3. Bs.).<br />
• Bahaeddin Ögel (1991). Türk Kültür Tarihine Giriş Türk Halk Musikisi Aletleri<br />
(Uygur Devleti’nden Osmanlılara) Cilt: IX, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları<br />
(3. Bs.).<br />
• Mehmet Zeki Pakalın (1993). Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü<br />
III, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.<br />
consumed in holy days) has an important part in everyone’s<br />
childhood memories. Offering ashura (The Noah’s Pudding)<br />
in the month of Muharrem is also another example<br />
of sharing. However, religious festivals are the occasions<br />
in which offerings are seen most intensely. Together with<br />
acceptance of Islam Turkic communities take advantage<br />
of religious festivals to forgive each other’s imperfections<br />
and make peace and share the same common feeling in a<br />
wide geographical area from Kashgar to the Balkans. The<br />
feast celebrations, which began with Feast prayers of both<br />
the Ramadan and the Sacrifice, is followed by visits to the<br />
houses where the hands of the elders are kissed. But the<br />
dead elders are not also neglected, and cemetery visits are<br />
surely carried out even at different times and in different<br />
regions. Festivals in which children are gladened by giving<br />
pocket money to them, and various food and beverages are<br />
served to the guests, thus has become a symbol of sharing<br />
common feelings, social welfare and peace.<br />
In fact, there is no need for any occasion or special time<br />
for the treat. The woman who cooks in the kitchen offer her<br />
neighbors with the thought that she may long for. This geste<br />
is responded and multiplies as the sharing culture is shared.<br />
Thus, while an inner peace is ensured in individual sense,<br />
on the other hand neighborhood relations develop, social<br />
unity and solidarity is laid, traditions are experienced and<br />
kept alive.<br />
Although the influence of a competitive, individualist, consumerist<br />
and egoist mass culture has been increasingly<br />
continuing in recent years, one of the basic codes that exist<br />
in the cultural and social genre of Turkic society is generosity.<br />
Protecting, maintaining and updating our cultural heritage<br />
against the problems of the modern world is, as we<br />
have inherited from history, the whole of behaviors that we<br />
will leave a legacy to the future, and also one of the codes<br />
of culture that will make good people.<br />
References<br />
• İsmail Hami Danişmend (1982). Garb Menba’larına Göre Eski Türk Seciyye<br />
ve Ahlâkı, İstanbul,Publisher: İstanbul Kitabevi Yayınları, (3rd Edt).<br />
• Kudret Emiroğlu (2001). Gündelik Hayatımızın Tarihi, Ankara, Publisher:<br />
Dost Kitabevi Yayınları.<br />
• Muharrem Ergin (1989). Dede Korkut Kitabı I Giriş-Metin-Faksimile, Ankara,<br />
Publisher: Türk Dil Kurumu Yayınları, (2nd print).<br />
• Suraiya Faroqhi (2005). Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam Ortaçağdan<br />
Yirminci Yüzyıla, Çeviri: Elif Kılıç, İstanbul Publisher: Tarih Vakfı Yayınları,<br />
(5th print.).<br />
• Bozkurt Güvenç (1995). Türk Kimliği Kültür Tarihinin Kaynakları, İstanbul,<br />
Publisher: Remzi Kitabevi, (3rd print).<br />
• Bahaeddin Ögel (1991). Türk Kültür Tarihine Giriş Türk Halk Musikisi<br />
Aletleri (Uygur Devleti’nden Osmanlılara) Cilt: IX, Ankara, Publisher: Kültür<br />
Bakanlığı Yayınları (3rd print).<br />
• Mehmet Zeki Pakalın (1993). Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü<br />
III, İstanbul, Publisher: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.<br />
Humanitarian Relationship<br />
53<br />
Beşeri İlişkiler
Doç. Dr. Gülin ÖĞÜT EKER<br />
Bilge Yapım<br />
Türk Dünyasında Beslenme ve Mutfak Kültürü<br />
Nutrition Culinary culture in the Turkic World
Temel Gereksinim Olarak Beslenmeden Kültürel<br />
Gösterge Olan Beslenmeye<br />
Dünyaya gelen her canlı, metabolizmasınaenerji sağlama ve hayatta kalabilme amacıyla<br />
karbonhidrat, protein, vitamin gibi temel gıda bileşimlerini kullanma ihtiyacı hisseder.<br />
Yaşamda var olabilmenin fiziksel göstergesi olan beslenme, enerji depolama, varlığını<br />
devam ettirme, mücadele etme, algılama, anlama ve değerlendirmenin de temel<br />
argümanıdır. Besin maddeleri ve üretim dönüşüm mekânı olan mutfak; yiyecek maddelerinin<br />
üretiminden toplanmasına, pişirilme çeşitlerinden sofra düzenine, yemeklik<br />
malzememiktarlarındangıda maddelerinin saklanma yöntemlerine, besin maddelerinin<br />
sıcak ya da soğuk sunumundan öğün saatlerine kadar çok yönlü ele alınması gereken<br />
bir bütündür. Bu özellikleriyle biyolojik bir zorunluluk olan beslenme, aynı zamanda<br />
benlik algısına sahip ve toplum içinde yaşama ihtiyacı olan insan için kodlarla bellekte<br />
muhafaza edilen kültürel değerler sistemidir.<br />
03 Mutfak Kültürü<br />
Culinary Culture<br />
From Nourishment as an Essential Requirement to the Nutrition,<br />
a Cultural Indicator<br />
Naturally, every living thing newly born in the world needs to use basic food compositions<br />
such as carbohydrates, proteins, and vitamins to provide energy for metabolism<br />
and to survive. The nutrition which is the physical indicator of being able to exist in<br />
life, is also the basic argument of energy storage, perpetuating existence, struggling,<br />
perception, understanding and evaluation. The kitchen, which is the place of food and<br />
production-conversion is the entirety that should be considered in a versatile manner,<br />
from the production to the picking up of foodstuffs, from cooking ways to tableware,<br />
from the amount of foodstuffs to the methods of storage of eatables, from serving the<br />
foodstuff hot or cold to meal times. With these features, nutrition, which is also a biological<br />
necessity is a system of cultural values that is stored in memory with codes for<br />
people who also have self-perception and need to live in society.
Common Heritage<br />
56<br />
Ortak Miras<br />
Balkanlar’dan Orta Doğu’ya, Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan<br />
çok geniş bir coğrafyayı kapsayan Türk Dünyası mutfak<br />
kültürü,günümüzden binlerce yıl önce şekillenmeye başlayan<br />
bir sürecin oluşumudur. Mezopotamya’dan Hindistan’a,<br />
Kafkasya’dan Anadolu’ya kadar farklı lezzetlerin buluşma<br />
noktası olanbu köprü,Orta Asya Türk Devletleri, Selçuklu<br />
ve Osmanlı Devleti gibi farklı yönetim biçimlerininbileşimidir.<br />
Türk Dünyasında yemek kültürü;saray ve halk veya kent<br />
ve köy mutfağı gibi farklı zaman ve mekâna yayılan tarihsel<br />
süreç içinde,değişikmedeniyet etkileşimlerinin çeşitli coğrafya<br />
ve kültürlerdeki <strong>ortak</strong>lığının sembolüdür.<br />
Biyolojik bir ihtiyaç temelinden kaynaklanan beslenme, yaşanılan<br />
toplumun dinî, kültürel, sosyal, ekonomik ve coğrafî<br />
özellikleriyle doğrudan ilişkilidir. Hayatın her safhasında<br />
olduğu gibi, özelde beslenme alışkanlıklarında genelde<br />
mutfak kültüründe de, sofra adabından yemeklik malzemelerin<br />
uyumuna, besin maddelerinin sıcak/soğuk ikramından<br />
yemek sunum şekillerine kadar kent ve köy kökenli<br />
merkezlerde farklılıklar mevcuttur. Şekil ve nicelik açısından<br />
doğal olan bu çeşitliliklerin yanında, misafire verilen değer,<br />
almadan verme ilkesi, sofra hiyerarşisi, yemeğe kodlanan<br />
anlamlar, yemeğin yüklendiği kültürel özellikler ve yemeğin<br />
sosyal statü göstergesi olarak kabulü gibi toplumsal bellekte<br />
yaşatılarak saklanan ve geleceğe aktarılan miras algısı,<br />
bütün Türk Dünyasının <strong>ortak</strong> kültürel değerleridir.<br />
Milletlerin yemek ve içecek tercihleri, topluluğu oluşturan<br />
insanların dünya görüşlerinin, yaşam şartlarının, dinî inanç-<br />
The culinary culture of the Turkic World, encompassing a<br />
vast geographical area extending from the Balkans to the<br />
Middle East, from Central Asia to Anatolia, is formation of<br />
the process that began to take shape thousands of years<br />
ago. This bridge, which is the meeting point of different<br />
tastes from Mesopotamia to India, from Caucasus to Anatolia,<br />
is a combination of different administrative forms<br />
such as Central Asian Turkic States, Seljukian and Ottoman<br />
State. Food Culture in the Turkic World; is the symbol of the<br />
partnership of different civilizational interactions in various<br />
geographies and cultures, in historical process expanding in<br />
different period and place such as the palace and the people,<br />
or the urban and rural cuisine.<br />
Nourishment originating from a biological need is directly<br />
related to the religious, cultural, social, economic and geographical<br />
characteristics of the community people live in.<br />
As it is at every stage of life, there are differences in urban<br />
and rural centers from tableware to the harmony of cooking<br />
ingredients, from serving hot / cold foods to the styles<br />
of serving meals, especially in nutrition habits, generally in<br />
culinary culture. Besides these variations that are natural<br />
in terms of form and quantity, the sense of inheritance that<br />
is eternized in social memory and transferred to the future,<br />
such as dignifying the guest, the unselfish giving principle,<br />
the table hierarchy, the meanings coded in the meal, cultural<br />
characteristics that food bear and the acceptance of<br />
the food as a social status indicator are all the common cultural<br />
values of the whole Turkic World.
larının bir yansımasıdır. Türk kültüründe yemek, ekmek imgesiyle<br />
Tanrı’dan gelen bereketin ve nimetin sembolü olarak<br />
kabul edilir. ‘Ekmeğini taştan çıkarmak’, ‘Ekmek teknesi’,<br />
‘Ekmek parası’ deyimleri de, bu algının sözlü kültürdeki kullanımlarıdır.<br />
Çok geniş bir coğrafyada varlığını sürdüren Türk<br />
Dünyasında yer alan‘Abdalın karnı doyunca gözü pabucundadır’,<br />
‘Kışın ekmeksiz yazın gömleksiz yola çıkma’,‘Gözünü<br />
toprak doyursun’ ‘Acıkan doymam susayan kanmam sanır’,<br />
‘Boğazı büyük olanın dostu olmaz’, ‘Aç gezmektense tok<br />
ölmek iyidir’, ‘Büyük lokma ye, büyük söz söyleme’, ‘Pişmiş<br />
aşa su katmak’, ‘Tuz-ekmek hakkı’,‘Başının etini yemek’ gibi<br />
atasözü ve deyimlerle bu kalıp ifadelerin Türk lehçelerindeki<br />
karşılıkları, Türk Dilindeki beslenmeyle ilgilikullanımlarınne<br />
derece zengin olduğunun göstergesidir.<br />
Eski Türk Yazıtlarında Beslenme<br />
Kültürü ve İktidar<br />
Yemek ve iktidar ilişkisi, insanlık kültür tarihinin her dönem<br />
ve ortamında varlığını gösteren bir güç sergileme yöntemidir.<br />
Türk kültür tarihinde yemek; devlet yönetimindeki resmî<br />
törenlerden özel mülkiyetteki gayri resmî uygulamalara,<br />
doğum/evlenme/askerlik/ölüm gibi geçiş dönemlerinden<br />
dinî/resmî/ferdî/tabiat kökenli bayramlara kadar pek çok<br />
farklı alan ve mekânda imge olarak kullanılmıştır. Bu anlamda<br />
beslenme; sosyalleşme, birleştirme, paylaşma, dostlukları<br />
pekiştirme, aitlik, kabul görme, onaylanma, eğlenme,<br />
beslenme, yardımlaşma, dinî misyon yüklenme, güç ve statü<br />
göstergesi, varlığını ispat etme, kişi ve/veya toplum tarafından<br />
tescillenme, ekonomik gücü gösterme, iş anlaşması<br />
sağlama, tanışma, hatırlanma, reklâm, pazarlama gibi pek<br />
çok açık ve gizli işlev yüklenir. “Her yemek, kendi imgesinde<br />
grup üyelerini birleştiren yapılandırılmış sosyal bir etkinliktir”(Douglas<br />
1972: 67). Etkinlikte buluşan ve toplumdaki<br />
diğer insanlardan ayrılan grup üyeleri, yemek temelinde<br />
sosyal grup olma özelliği yüklenerek sosyal yapıda kimlik<br />
kazanırlar.<br />
Yazılı Türk kaynaklarında yer alan besin maddeleri ve mutfakla<br />
ilgili ifadeler, beslenme kültürünün geçmişten bugüne<br />
varlığını sürdüren biyolojik, ekonomik ve kültürel bir bütün<br />
olduğunun kanıtlarıdır. Yemek ve güç ilişkisinde bireylerin<br />
besin temin sürecindeki rolü belirleyici olabildiği gibi, yöneten<br />
ve yönetilen ilişkilerinin de yemeğe yansıdığını görmek<br />
mümkündür. Birçok kültürde ziyafetler, ziyafeti düzenleyenin<br />
toplumsal statüsünü gösterir. Türklerdeki toy geleneği<br />
ve hükümdar yemekleri bu kapsamda değerlendirilmelidir.<br />
Katılımcılara sunulan yiyeceklerin niteliği, ziyafete davet<br />
edilen katılımcıların sayısı toplumsal güç göstergesi olduğu<br />
gibi, ziyafetin verilme sıklığı da bir statü tescillemesidir.<br />
Ziyafete davet edilmenin simgesel bir anlamı olduğu gibi,<br />
davetin reddedilmesi de mesaj taşıyan önemli bir sözsüz<br />
Food and drink preferences of nations are a reflection of the<br />
worldviews, living conditions, religious beliefs of the people<br />
who constitute the community. The food in Turkic culture is<br />
considered a symbol of blessing and felicity from God with<br />
the image of bread. The idioms, “wresting a living from the<br />
soil”, “A meal ticket”, “ bread and butter” are the expressions<br />
in oral culture. The proverbs and idioms that still exist<br />
in the Turkic World, in a very wide geographical region, such<br />
as ‘Abdalın karnı doyunca gözü pabucundadır’ (the dervish<br />
gets ready to go just after being full up), ‘Kışın ekmeksiz<br />
yazın gömleksiz yola çıkma’(never set off neither in winter<br />
without bread nor in summer without shirt), ‘Gözünü toprak<br />
doyursun’ (nothing on earth can satisfy you), ‘Acıkan doymam<br />
susayan kanmam sanır’ (The one who gets hungry or<br />
thirsty supposes that he/she never gets satisfied ), ‘Boğazı<br />
büyük olanın dostu olmaz’ (The trencherman never has a<br />
fellow), ‘Aç gezmektense tok ölmek iyidir’ (dying with a full<br />
stomach is better than living hungrily) , ‘Büyük lokma ye,<br />
büyük söz söyleme’ (eat a big mouthful, but don’t make big<br />
promises), ‘Pişmiş aşa su katmak’ (pouring cold water on) ,<br />
‘Tuz-ekmek hakkı’ (for the sake of salt and bread) ,‘Başının<br />
etini yemek’ (nagging at someone) and meanings of these<br />
expressions in the Turkish dialects are indicative of the richness<br />
of their use in relation to nutrition in the Turkish language.<br />
Nutrition Culture and Power in Old Turkic<br />
Inscriptions<br />
The relationship between food and power is a way of exhibiting<br />
power that the humanity culture history make its<br />
presence felt in every period and environment. The Meal in<br />
Turkic culture history; from official ceremonies in state administration<br />
to informal practices in private property, and,<br />
from transitional periods such as birth / marriage / military<br />
service/ death to religious / official / individual / natural<br />
originated festivals has been used as an image in many<br />
different areas and places. Nutrition in this sense takes on<br />
some confidential and overt missions such as socialization,<br />
consolidation, sharing, strengthening of friendship, belonging,<br />
acceptance, approval, entertainment, nutrition,<br />
assistance, religious mission, power and status indicator,<br />
proof of existence, registration by the person and / or society,<br />
exhibiting economic power, making deals, conversancy,<br />
anniversary, advertising, marketing. “Every meal/dinner is a<br />
structured social activity that unites group members in its<br />
own image “.”(Douglas 1972: 67). Group members meeting<br />
at the event and separated from other people in the society<br />
gain identity in social structure by being a social group on<br />
the basis of meal/dinner.<br />
The food stuffs and the expressions related to the cuisine<br />
Culinary Culture<br />
57<br />
Mutfak Kültürü
Ortak Miras<br />
Common Heritage<br />
58
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />
accusa quo quunt.<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />
quo quunt.<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
Culinary Culture<br />
59<br />
Mutfak Kültürü
Common Heritage<br />
60<br />
Ortak Miras<br />
iletişim biçimidir. Davete katılma konusu, simgesel anlamlar<br />
açısından Kutadgu Bilig’de “Ziyafete davet edenler<br />
dört zümre olduğu gibi buna icabet eden insanlar da dört<br />
zümredir. Bunlardan biri davet edildiği her ziyafete gider, ne<br />
ikram edilirse yer içer. Lakin kendisi evine başkalarını çağırmaz.<br />
Evine kapanıp yemeği kendi başına yer. Biri çağrıldığı<br />
ziyafete gider yemeği yer kendi de onu yemeğe davet eder.<br />
Biri de kendi ziyafete gitmediği gibi başkalarını da davet etmez.<br />
Bu insan ölüdür. Sen onu diriden sayma. Ona katılma,<br />
onunla birlikte olma. Bir kısmı da davete gitmez fakat kendisi<br />
hayvanlar keserek başkalarını ziyafete çağırır. Bunlardan<br />
en hayırlısı bu sonuncusudur. Âlim insanların beğendikleri<br />
hareket budur.” öğüdüyle değerlendirilmektedir (Yusuf Has<br />
Hacip 2006:219).<br />
Orhon Kitabeleri’nde geçen “Ey Türk Halkı, tok gözlü ve aksisin:<br />
Açlığı tokluğudüşünmezsin,bir de doyarsan açlığı hiç<br />
düşünmezsin. Böyle olduğun için seni doyurmuş olan hakanlarının<br />
sözlerini almadan her yere gittin ve oralarda hep<br />
mahvoldun. Oralarda sağ kalmış olanlarınız her yönde bitkin<br />
ve mecalsiz yürüyor idiniz… Tahta oturup yoksul ve fakir halkı<br />
hep derleyip topladım. Fakir halkı zengin yaptım, az halkı<br />
çok yaptım.” [Kül Tigin Güney Yüzü 9-10] (Tekin 2008: 13);<br />
“İtaatsizliğin yüzünden seni besleyip doyurmuş olan akıllı<br />
hakanın ile bağımsız ve müreffeh devletine kendin hata<br />
ettin.” [Kül Tigin Doğu Yüzü 23](Tekin 2008: 31); “Türk halkı<br />
aç idi. O at sürüsünü alıp onları doyurdum.” [Bilge Kağan<br />
Doğu Yüzü 38](Tekin 2008: 65); Kutadgu Bilig’de yer alan<br />
in the written Turkic sources are evidence that the dietary<br />
culture is a biological, economic and cultural whole perpetuating<br />
its existence today. In relationship between food and<br />
power, it is possible to see that the relationships of the ruled<br />
and the ruler are reflected in the meal as well as the role of<br />
the individual in the nutritional supply process can be the<br />
determinant. Banquets in many cultures show the social<br />
status of the organizer of the feast. The toy (feast) tradition<br />
in Turks and the monarch feasts should be evaluated within<br />
this scope. Just as the quality of the food served to the<br />
participants and the number of participants invited to the<br />
banquet is a sign of social strength, the frequency of feasts<br />
is also a status indication. As the invitation to the banquet<br />
has a symbolic meaning, the rejection of the invitation is<br />
also an important form of nonverbal communication. There<br />
has been a recommendation in the Kutadgu Bilig about answering<br />
the invitation: “While there are four groups inviting<br />
to banquet, the people who respond to it are also four. One<br />
of them goes to every banquet he is invited to, and he eats<br />
and drinks whatever he is served. However he does not call<br />
other people his home. He confines himself to his house<br />
and eats by his own. The second one goes to the banquet<br />
that he is invited and eats the meal and then he invites the<br />
host to his place to eat. The third one does not participate<br />
in any banquet and he does not invite others. This person<br />
is lifeless. Do not regard him as alive. Do not both join and<br />
accompany him. The fourth does not join the meal but they<br />
cut off the animals and call others at the banquet. The most<br />
propitious one is the last one. This is the manner that intel-
“aş içgüturur bu tiriglikotı (Bu hayatın devası yiyecek ve içecektir).”<br />
(KB-2318) ifadeleri, hayat ve yemek etkileşiminde<br />
yöneten/yönetilenin varlığını ve yemeğin sadakat konusunda<br />
temel kriter olarak değerlendirildiğini gözler önüne<br />
sermektedir.<br />
Geçiş Dönemleri ve Beslenme<br />
Kültürü<br />
Yazılı ve sözlü kaynaklarda düğün, ölüm gibi geçiş dönemlerinde<br />
kullanılan besin maddeleriyle ilgili sözler, Türk kültüründe<br />
beslenmeye verilen önemin göstergeleridir. Halk<br />
hayatı içinde, grup üyelerinin belirli yiyecekler üzerinde,<br />
belleklerde kodlanarak yapılan <strong>ortak</strong> tercihi simgeleyen<br />
düğün yemekleri de, bu algının bir yansımasıdır. Balkan,<br />
Anadolu, Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen, Tatar vd. bütün<br />
Türk Dünyasında düğün gibi geçiş dönemlerinin toplu yemekleri,<br />
genellikle erkek aşçılar tarafından özel olarak yapılır.<br />
Gündelik hayat içinde yemek ve mutfak, dişil cinse ait<br />
bir eylem ve mekân olarak görülmekle birlikte, düğün ve<br />
cenaze kamusal alanı kapsayan yarı resmî ve profesyonel<br />
bir eylem olarak değerlendirildiğinden çoğunlukla erkek<br />
aşçıların hâkimiyetinde görülür. Düğün yemekleri, sadece<br />
farklı Türk topluluklarında değil, aynı topluluğun farklı coğrafî<br />
mekânlarında da keşkekten yahniye, şişlikten dolmaya<br />
kadar çeşitlilik gösterebilir. Değişmeyen <strong>ortak</strong> unsur ise, düğün<br />
yemeklerinin sebze yemeği gibi rutin ve kolay yapılan<br />
yemekler olmayıp kuzu tandır, perde pilavı, kuyu kebabı gibi<br />
uzun sürede hazırlanan meşakkatli yemekler olması ve bu<br />
yemeklerin düğün evinin sosyal statüsünü temsil etmesidir.<br />
Zaman ve emek isteyen yemeklerin yapılması, düğüne ve<br />
gelen misafirlere verilen değerin de bir göstergesidir. Düğün<br />
evinin sahipleri ve misafirler, meşakkatli ve lezzetli yemeklerden<br />
oluşan sofranın etrafında grup kimliklerini hissedip<br />
pekiştirerek folklorun aynı toplumun üyesi olma hazzına<br />
ulaşırlar.Beslenme ve mutfak kültürü, ait olunan grup içinde<br />
bireylerin sosyal rolünü de belirler. “Pek çok insan belirli bir<br />
zamanda belirli yemekler yiyerek grup kimliğini doğrular.”<br />
(Stoeltje 2005: 162).<br />
Orta Asya Türkleri arasında, ruhları memnun etmek için, gelinin,<br />
atın yele ve kuyruğuna kımız saçma ritüeli, günümüzde,<br />
Türk Dünyasında gelin ve damadın başından bereket,<br />
bolluk simgesi olarak un, buğday, şeker, para, çerez saçma<br />
şeklini almıştır. Gelin, arabadan inmeden önce, içinde para,<br />
buğday, üzüm, şeker dolu olan testi, ‘bolluk, bereket ve ağız<br />
tatlılığı getirsin’ diye çatıdan arabanın tekerleğine doğru<br />
atılır. Çevredekiler, testinin içindekileri kapışırlar. Anadolu<br />
halkı arasında ‘çanak yağması‘, ‘çorba kapma‘, ‘tavuk kapma‘<br />
olarak isimlendirilen, saçılan yiyecekleri almak için yapılan<br />
kapışma aslında, gelenek bütünlüğü içinde Eski Türklerde<br />
‘potlaç’, ‘kençliyü‘, Osmanlılarda ‘Han-ı Yağma’nın<br />
lectuals like.” (Yusuf Has Hacip 2006:219).<br />
There also exist other examples given below that illustrate<br />
the existence of the ruler / ruled in life and food interaction<br />
and that food is considered as the basic criterion for loyalty:<br />
In Orkhon inscriptions; “ Turkic folk! You are contented and<br />
crusty. You do not think about hungriness and satiety, and<br />
you do not even think about hungriness if you are full. Because<br />
of this, you go everywhere without the approvals of<br />
your khans who have fed you, and you are always ruined<br />
there. Those of you who were alive were walking all over<br />
the place weakly and exhaustedly ... I sat on the throne<br />
and always gathered the indigent and the poor. I made<br />
poor people rich, I enlarged the population of minority too.<br />
[Kül Tigin Güney Yüzü 9-10] (Tekin 2008: 13); “Because of<br />
your disobedience, you, yourself have behaved wrongly to<br />
the intelligent khan who has fed you and to an independent<br />
and prosperous state.” [Kül Tigin Doğu Yüzü 23](Tekin<br />
2008: 31); The Turkic people were hungry. I owned that herd<br />
of horse and fed them. “ Bilge Kağan Doğu Yüzü 38](Tekin<br />
2008: 65); and “ aş içgüturur bu tiriglikotı – The remedy of<br />
this life are food and drinks). in the Kutadgu Bilig (KB-2318)<br />
Transition Periods and Nutrition Culture<br />
Some sayings in written and verbal sources related to the<br />
nutrients used in the transitional periods such as weddings<br />
and funerals are indicative of the importance given<br />
to feeding in Turkic culture. In public life, wedding dishes<br />
symbolizing the common preference of group members<br />
coded on certain foods and memories are also a reflection<br />
of this predicament. In Balkans, Anatolia, Kazakhstan, Kyrgyzstan,<br />
Uzbekistan, Turkmenistan, Tatarstan and all other<br />
Turkic lands, mass meals of transitional periods such as<br />
weddings are usually performed exclusively by male cooks.<br />
While the dish and the kitchen in everyday life is seen as an<br />
action and space belonging to a female genus, weddings<br />
and funerals are esteemed as semi-formal and professional<br />
actions involving the public sphere, they are often seen as<br />
dominated by male cooks. Wedding breakfasts/diners may<br />
vary not only in different Turkic communities but also in different<br />
geographical locations of the same community, from<br />
keşkek (also known as Kashkak and Kashkek, a traditional<br />
wedding dish made with wheat and meat ) to fricassee, from<br />
shashlik (a dish of skewered and grilled cubes of meat) to<br />
dolma (grape leaves stuffed with meat and rice). The stationary<br />
common fact is that the wedding meals are not routinely<br />
and easily made meals such as vegetable meals, but<br />
they are long-time prepared meals such as lamb roasted<br />
on the tandori, perde pilavı (wedding pilau) (pilau with<br />
chicken and nuts enveloped in thin dough topped with<br />
Culinary Culture<br />
61<br />
Mutfak Kültürü
Common Heritage<br />
62<br />
Ortak Miras<br />
sembolik anlamda devamı kabul edilebilir. Bu şekildeki<br />
yağmalar düğün sahibinde ve davetlilerde bolluk duygusu<br />
da yaratmaktadır. Eski Türklerde, özellikle para saçma olarak<br />
uygulanan saçı saçma âdeti gereğince, gerdek gecesi<br />
gelinle güveyinin başlarına para saçmak için toplanılan yere<br />
de ‘mendiri’ adı verilir. Böyle mutlu ve uğurlu bir günde dağıtılan<br />
yiyeceklerin, alan kişiye de uğur ve kısmet getireceğine<br />
inanılır (Öğüt Eker 1999: 269).<br />
Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’de bahsettiği tören yemekleri<br />
olan“düğün yemeği (küdenke aş), ölü yemeği<br />
(yoğ=yuğ aşı), doğum yemeği (togum aşı),sünnet yemeği<br />
(sünnet aşı), ad kazanma yemeği (at aşı), arkadaş yemeği<br />
(koldaş aşı)”Türk kültüründe grup aidiyetiyle oluşturulan<br />
beslenme alışkanlığının bir göstergesidir. “Arkadaş, kardeş,<br />
uzak ve yakın, herkesin hakkını gözet ve onları yemeğe davet<br />
et… Onlara git, gönüllerini kırma; onları sevindir ve kendin<br />
de sevin ey oğul. Eğer senin için bir ziyafet çekerlerse, o<br />
ziyafete de git; yemeklerini yiyerek onları memnun et. Eğer<br />
beyler seni yemeğe davet ederlerse; yemeği edep ile ye…”<br />
(Arat 1991).<br />
Yusuf Has Hacib; “… oğlu Ay-Toldı için ölüm aşı yaptı, fakirlere<br />
gümüş ve ipekli kumaşlar dağıttı.” (Arat 1991); Manas<br />
Destanı’nda KökötöyHanın vasiyet olarak söylediği “Baymırza,<br />
sözümü dikkatlice dinle, vasiyetimi dinlemeyen, iyiliği<br />
görmeyen oğluma ve bütün halkıma sözümü eksiksiz ilet.<br />
Görecek günüm, içecek suyum bitti. Hepimizden razıyım.<br />
Ben öldükten sonra oğlum zarar görmesin. Malı mülkü saçıp<br />
savurmasın, gelin kızın düğünündeki gibi, kocakarı aşında<br />
olduğu gibi üç inek kesip mütevazi şekilde gömsün. Dünyaya<br />
Kökötöy öldü diye haber vermesin, düşmana toprakları<br />
çiğnetmesin, halkı telaşlandırmasın. Kardeşim Manas ile<br />
danışsın. Emanet sözüm budur...”, Bokmurun’un “Ağalarım,<br />
kardeşlerim, kız almaya gidip babamın vasiyetini kendi ağzından<br />
işitemediğim için içim yanıyor. Şimdi babamın Baymırza<br />
amcama söylediği vasiyetini yerine getireyim. Merhum<br />
babamın hayvanlarını, mal ve servetini esirgemeyim.<br />
Üç yıl boyunca her türlü serveti topladım. Dünyaya duyulacak<br />
şeklide aş vereyim. Kırgızların adetini dünyaya göstereyim,<br />
at keseyim, pehlivan güreşi, yiğit yarışı, kel vuruşması<br />
yaptırayım, deve çözme, gümüş sebikesi atma oyunlarını<br />
düzenleyim…”.sözleri grup toplantılarında beslenmeye verilen<br />
önemi ve yöneticilerin beslenme kültürü üzerinden<br />
statü ve güç kazanmalarının örnekleridir.<br />
Dede Korkut Hikâyeleri’nde, fiilî kahraman olmayan Hanlar<br />
Hanı Bayındır Han’ın, periyodik olarak yılda bir kez verdiği<br />
şölende “bin yerde ipek halı döşenen toy düzenlemesi; attan<br />
aygır, deveden buğra, koyundan koç kestirmesi”, Oğuz<br />
beylerinin şölenlerde “tepe gibi et, göl gibi kımız sağdırması”<br />
da (Ergin 2004: 77-78)Oğuz halkı içinde iktidar olan<br />
almonds), kuyu kebabı (kind of kebab, meat cooked in underground<br />
pit oven) and these dishes represent the social<br />
status of the wedding house. Exacting and time consuming<br />
cookings are also indication of the value given to the wedding<br />
and guests. The host of the wedding house and the<br />
guests are able to feel the group identity around the table<br />
which consists of toilsome but delicious dishes and reach<br />
the pleasure of being a member of the same society. Nutrition<br />
and culinary culture also determine the social role<br />
of individuals within the group to which they belong. “Many<br />
people confirm their group identities by eating certain<br />
meals at a certain time” (Stoeltje 2005: 162).<br />
Among the Central Asian Turks, the ritual that bride scatters<br />
koumiss over horse mane and tail to satisfy the souls, today<br />
has transformed into the tradition of scattering flour, wheat,<br />
sugar, money, cookie over the head of bride and groom as<br />
the symbol of abundance and wealth in the Turkic world.<br />
Before the bride gets out the bridal car, a pitcher, filled with<br />
money, wheat, grapes, and sweet, is thrown from the roof<br />
towards the wheel of the car hoping to bring “plenty, abundance<br />
and relish”. Those around scramble to get the contents<br />
of the pitch. Among Anatolian people, that scramble,<br />
also known as ‘çanak yağması‘, ‘çorba kapma‘, ‘tavuk kapma’<br />
for the things scattered around, is actually, in traditional<br />
integrity accepted as the continuation of the ‘potlaç’ and<br />
the ‘kençliyü’ in old Turks and “Han-ı Yağma” in Ottomans<br />
in a symbolic manner. Such looting also makes the host and<br />
guests feel the sense of abundance. In earlier Turks, in accordance<br />
with the tradition of saçı saçma (sweets, barley,<br />
money, coins, etc., scattered down over the bride’s head),<br />
which is applied especially by scattering money, the place<br />
where people come together to scatter down money over<br />
the head of bride and groom just before nuptial night is<br />
called “mendiri” . It is believed that the food offered on such<br />
a happy and lucky day will bring luck and enthusiasm to the<br />
person who receives it. (Öğüt Eker 1999: 269).<br />
The “wedding dinner/reception (küdenke aş), funeral meal<br />
(yoğ=yuğ aşı), birth feast/reception (togum aşı), circumcision<br />
feast (sünnet aşı), name giving feast (at aşı), friendship<br />
dish (koldaş aşı)” that Yusuf Has Hacib stated in his Kutadgu<br />
Bilig are signs of the nutrition habit formed by group affiliation<br />
in Turkic culture. “Either your friend, sister, distant and<br />
close, take care of everyone’s right and invite them to meal<br />
... Go to them, do not break their hearts; gladden them, and<br />
also delight yourself, my son! If they have a feast for you,<br />
go there; make them pleased by eating whatever you are<br />
served. If gentlemen invite you to a meal; eat in decent<br />
manner …” (Arat 1991).<br />
These words given below are examples of the importance<br />
given to nutrition at group meetings and the status and
Mutfak Kültürü<br />
Culinary Culture<br />
63
Common Heritage<br />
64<br />
Ortak Miras<br />
Bayındır Han ya da diğer beylerin,yemek kültürü üzerinden<br />
statü ve güçlerinin tescillenmesidir. Dede Korkut’ta Oğuz<br />
beylerinin,mekân ve kişi sınırı tanımaksızın kullandıkları “Aç<br />
görürsem doyurdum, çıplak görürsem donattım.” sözü, yöneten<br />
konumunda olan, güç ve iktidarı elinde bulunduran<br />
kişinin, yönetilenlere karşı sorumluluğuna ve “Kız anadan<br />
görmeyince öğüt almaz, oğul atadan görmeyince sofra<br />
çekmez” deyişindeki ‘sofra’ ise, beylerin olmazsa olmaz<br />
özelliğinin cömertlik ve misafirperverlik olduğuna işaret<br />
etmektedir.Kazak Türklerinde yüzyıllara dayanan konakaşı<br />
geleneğinde de, saygı ve önemin göstergesi olarakmisafiri<br />
evin en muteber yerine oturtmak, beşparmak (at, sığır ya<br />
da koyunun kazı, karta, jaya, jal denilen baş, kalça, kaburga<br />
gibi bölümlerinden yapılanhamurlu et yemeği) ikram etmek<br />
de (Kasimanov 1992: 24-26) Türk kültüründeki misafirperverlik<br />
geleneğinin yansımalarıdır.<br />
Cömertlik ve misafirperverliğin göstergesi olan yemek kültürü,<br />
evlilik ve ölüm törenlerinin yanı sıra, askerlik geçiş döneminin<br />
de en önem verilen konulardan biridir. Savaş dönemlerinde<br />
askerin azmi, iradesi, levazım hizmetleriyle eş<br />
değer oranda önemli olan beslenmesi konusu, yemeğin, rutin<br />
hayatta olduğu kadar, savaş ortamlarında da hassas bir<br />
konu olduğunu gösterir. “Türk savaşçıları çocukluktan itibaren<br />
ata binme, yaya ve atlı okçuluk eğitimiyle yetişiyor; barış<br />
zamanlarında sıgıradı verilen av vb. faaliyetlerle bir yandan<br />
bu eğitim ve tatbikatlarla halkın ve ordunun harbe hazırlanması<br />
sağlanırken bir yandan da beslenme, giyim-kuşam<br />
ve teçhizat yapımıyla ilgili malzeme ihtiyacı karşılanıyordu.<br />
Türk orduları sefer öncesinde askerlerini ve atlarını susuzluğa<br />
ve açlığa karşı özel beslenme rejimine tabi tutuyorlar,<br />
muharebe esnasında açlık ve susuzluğu erteleyecek önpower<br />
of the administrators over the nutrition culture:<br />
“…He gave a funeral meal for his son Ay-Toldi, and distributed<br />
silver and silk fabrics to the poor.” By Yusuf Has Hacib<br />
.” (Arat 1991);<br />
“Baymireza, listen to me carefully, transmit my words completely<br />
to my son, who does not take account of my will and<br />
does not discern good and evil, and also transmit to all my<br />
people. I dare say I no longer live. I am pleased with all of<br />
us. Do not let my son get hurt after I’m dead. Do not let him<br />
spend prodigally, he shall cut off three oxes just like done<br />
for the wedding of bride, just like done for the hag food and<br />
bury them in a demure manner. He would not announce to<br />
the world that Kökötöy is dead, he should not let enemy invade<br />
our land, and not trouble the people. He shall consultate<br />
my brother, Manas. This is my fiduciary words…” Köktöy<br />
said, (Yusuf Has Hacib)<br />
“My landlords and friends, due to asking for a girl in marriage,<br />
I could not listen to my father that is why I am so sad.<br />
Now I shall fulfill the will that my father said to Baymirza. I<br />
do not grudge my deceased father’s animals, property and<br />
wealth. I have collected all kinds of fortune for three years.<br />
I will give a banquet that should be heard by all the world. I<br />
would like to show the traditions of the Kyrgyz to the world, I<br />
shall cut off horse, organize such games like wrestling, races<br />
for valiants, bald competition, untwisting camel…” (Bokmorun,<br />
Kökötöy’s son)<br />
In Dede Qorqut Epics, there are some expressions given below<br />
that Bayındır Khan, who is the ruler in the Oghuz people,<br />
or other gents (Beys) , reveal their status and power over<br />
the food culture (Ergin 2004: 77-78):<br />
“ Setting an entertainment in which thousands of silk carpets<br />
laid down, cutting off horses, stallion, sheep, ram,<br />
camel ”, referring to Bayındır Khan, who is not the actual<br />
hero in the Epics, in periodical banquet he gave once a year.<br />
“stacking of meat as high as a hill, milking koumiss as large<br />
as a lake”, referring to Oghuz Beys in feasts.<br />
The saying of Oghuz Beys, regardless of recognizing place<br />
and person “ Whenever I encountered a hungry, I made him<br />
satiated, Whenever I saw a naked, I dressed up him” points<br />
to the responsibility of the ruler and the person in power<br />
for the people ruled. And also “the table” in the idiom “ The<br />
daughter-in-law does not get advice unless she is trained<br />
by her mother, the son does not set a table unless he is<br />
trained by his father” designates that the essential features<br />
of the men are generosity and hospitality. In accordance<br />
with the tradition of Konakaşı of the Kazakh Turks, which<br />
dates back to centuries, it is important to place the guest
lemler alıyorlardı. Kaşgarlı, Türk askerlerinin ve özellikle Uygurların<br />
‘son derece iyi atıcı’ olduklarını, bunların ellerinden<br />
av kurtulamayacağını, bu nedenle aç kalmalarının mümkün<br />
olmadığını nakleder. (Atalay 1986 III: 225).<br />
DivanüLûgat-it-Türk’te geçen Orak eri tıgrakyémianıŋoglak/<br />
süti üze sagrakyéri takı aglak‘Oğrak boyun adamları<br />
yılmaz yiğittir; yedikleri oğlaktır, süt kabının üstünde sürahileri<br />
bulunur, yerleri de çoraktır.’ (Atalay 1985 I: 468)” (Eker<br />
2007: 13)sözü, Orta Asya’daki Türk topluluklarının beslenme<br />
kültüründeki et ve ürünlerinin önemini vurgulamaktadır.<br />
“Uzak coğrafyalara sağlıklı biçimde, savaşabilme yeteneğini<br />
koruyarak intikale imkân sağlayan besin muhafaza teknikleri<br />
(ör. kurutlug ‘keş, kuru yoğurt’, kawurmaç ‘kavrulmuş<br />
buğday’; küli ‘çekirdeğiyle kurutulan zerdali, kayısı, şeftali<br />
ve erik gibi meyveler), mançuklara asılan tagar ve ardıçlardaki<br />
besinlerle at üstünde günlerce yol katedebiliyorlardı.<br />
Levazım ve destek hizmetlerinin hayatî önemi vardır. Savaşma<br />
azim ve idaresi bu hizmetlere bağlıdır” (Eker 2007: 13)<br />
örneğinde görüldüğü gibi, askerlerin beslenmesi konusunda,<br />
bugün olduğu gibi tarihin eski dönemlerinde de vücudun<br />
yapı taşını sağlayan ve enerji veren yiyecek maddeleri<br />
tercih edilmekteydi.<br />
Sosyalleşme Boyutuyla Beslenme<br />
Kültürü ve Kış Hazırlıkları<br />
Türk Cumhuriyetlerinin genelinde, imece usulüyle yapılan<br />
kış hazırlıklarından yemeğin hazırlanıp sunulmasına kadar<br />
beslenme ve mutfak kültürünün hemen her bölümü, dayanışma,<br />
iş bölümü ve sosyalleşmenin bir sonucudur. Tabiatın<br />
hareketlerine bağlı olarak bereket bolluk ayları olan yaz dönemi,<br />
hava şartlarının zorlaşması sebebiyle yiyecek sıkıntısı<br />
çekilen, bir başka ifadeyle yokluğu sembolize eden kış aylarına<br />
hazırlık dönemidir. Türklerin ana vatanı olan Orta Asya<br />
atlı-göçebe kültürünün beslenme alışkanlıkları, zaman<br />
içerisinde göç edilen farklı coğrafyalarda farklı formatlara<br />
dönüşmüştür.Tuzlamak, dondurmak, fırınlamak, kurutmak<br />
vefermante etmekle besin maddelerinin uzun süre kullanılabilmesi<br />
özelliği,mutfak kültürü açısından yaz mevsimini<br />
kışa taşıyan devrim niteliğinde köklü bir değişimdir.<br />
DivanüLûgat-it-Türk’te geçen besin kurutmasıyla ilgili bu<br />
kelimeler, günümüzde, süt, peynir, yoğurttan yapılan kurutların<br />
<strong>ortak</strong> bellekte saklanıp kullanılmasının örnekleridir.<br />
Aynı şekilde kak, Orta Asya mutfak kültüründen günümüz<br />
Türk topluluklarına gelenek aktarımı olarak geçen meyve<br />
kurutma yöntemidir.Bu yöntemlerle, yaz mevsiminin besin<br />
maddeleri, kurutularak uzun süre korunabilmekte ve kış aylarında<br />
da tüketilebilmektedir.<br />
Kak ve kurut gibi besin kurutma sistemlerinin yanında,<br />
at the most respectable place of the house. Also offering<br />
Beşparmak (a sort of meat -pastry dish, made of the portion<br />
of meat -also called kazı, karta, jaya, jal - from the head,<br />
hip, rib of horse, cattle or sheep,) (Kasimanov 1992: 24-26)<br />
is a reflection of the tradition of hospitality in Turkic culture.<br />
Food culture, which is a sign of generosity and hospitality,<br />
is one of the most important issues in the military transition<br />
period, as well as in wedding and funeral ceremonies.<br />
During the war period, the issue of feeding the troops, which<br />
is equally important in terms of determination, will, and<br />
supplies, designates that it is a sensitive issue during the<br />
war as well as in routine life. “Turkish warriors were trained<br />
by horseback riding, infantry and horse archery training<br />
since childhood. In times of peace, while the people and the<br />
army were being prepared for the battle by means of these<br />
training and exercises a type of hunting, so called sıgır etc.,<br />
on the other hand, the need for materials related to nutrition,<br />
clothing, and equipment was met. The Turkish armies<br />
had their troops and horses subjected to a special diet regime<br />
against thirst and hunger before the campaign, taking<br />
precautions to postpone hunger and thirst during battle.<br />
Kaşgarlı conveys that the Turkish soldiers and especially<br />
the Uighurs are ‘extremely good shooters’ and that they<br />
can lose their hunts and so that it is impossible for them to<br />
starve. (Atalay 1986 III: 225).<br />
The expression of ‘Orak eri tıgrakyémianıŋoglak/ süti üze<br />
sagrakyéri takı aglak- The servants of the Oğrak tribe are<br />
valiant; the meat they eat is the kid, their pitchers are found<br />
on the milk case, they live on barren land’ (Atalay 1985 I:<br />
468)” (Eker 2007: 13) which is stated in the DivanüLûgatit-Türk<br />
emphasizes the importance of meat and meat products<br />
in the nutrition culture of Turkic communities in Central<br />
Asia. They were able to travel over for days on horseback to<br />
the distant lands in a healthy way and keeping their ability<br />
to fight by means of nutrient retention techniques (such as<br />
kurutlug ‘keş, dry yogurt’, kawurmaç ‘roasted wheat’; and<br />
dried fruits like küli ‘apricot- with its pit, peach and plum)<br />
enabling deployment and the tagar hanged on mançuks<br />
and food in junipers. The supplies and support services are<br />
vital. Fighting determination and administration depends<br />
on these services. (Eker 2007: 13) As it can be seen from<br />
these examples, in the old days of history, also as it is today,<br />
as for the feeding of the soldiers, food items which provide<br />
the structure of the body and give energy used to be preferred.<br />
Nutrition Culture In Terms of Socialization<br />
and Preparations for the Winter<br />
In the whole of the Turkic Republics, almost every part of<br />
the nutrition and culinary culture, from the preparations<br />
Culinary Culture<br />
65<br />
Mutfak Kültürü
Ortak Miras<br />
Common Heritage<br />
66
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />
accusa quo quunt.<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />
quo quunt.<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
Culinary Culture<br />
67<br />
Mutfak Kültürü
Common Heritage<br />
68<br />
Ortak Miras<br />
turşu, pekmez, salça, pastırma, konserve, salamura, reçel<br />
gibi farklı besin dönüştürme yöntemleri de, yaz sebze ve<br />
meyvelerinin, kış sofralarının ürünlerini zenginleştirmesine<br />
destek olmaktadır. Bütün bu besin dönüştürme sistemleri,<br />
özellikle kadınların bir araya gelerek imece usulüyle sohbet,<br />
eğlenme, birlikte olma, hoşgörü, çözüme ulaşmave<br />
üretmeişlevlerini de eyleme dönüştürmeleri anlamını taşımaktadır.<br />
Uzun ve meşakkatli bir eylem bütünlüğü olan kış<br />
hazırlıkları, toplumsal bellekte birleşme, bütünleşme, yardımlaşma<br />
ve paylaşmanın da göstergesidir. Geleneksel Türk<br />
ev mimarisinde, kiler, soğukluk gibi bölümler, üretilen kışlık<br />
yiyeceklerin muhafaza edildiği alanlardır; ancak, modern<br />
dönemde kültürlere göre değişen insan ihtiyaçlarının gözardı<br />
edilerek küresel boyutta tek tip tasarlanan ve üretilen<br />
mutfak mekânları ile buzdolabı tasarımları sonucunda, kışlık<br />
üretilen besin maddeleri, farklı mekânlarda korunmaya<br />
çalışılmaktadır.<br />
Yiyecek, sadece bilinen yöntemlerle değil, aynı zamanda<br />
hayal etme seviyesinde de pişirilerek ‘medenileştirilir’. Fischler’a<br />
göre “Pişirme, o kadar büyülü bir uygulamadır ki insan<br />
yemek pişirme ve büyücülük arasındaki garip akrabalığı<br />
hatırlatır.” (Fischler 1988’den aktaran Lupton 1996: 8).Bütün<br />
Türk Dünyasında aynı veya benzer malzemelerden farklı<br />
araç gereçlerle ve fırında/kuyuda pişirme, haşlama, kızartma,<br />
buğulama vb.farklı pişirme teknikleriyle farklı lezzetler<br />
ve sunumlar ortaya çıkarabilmek, kültürü oluşturan bireylerin<br />
belleklerinde kodlanan yazılı olmayan yemek tarifleridir.<br />
Un, tereyağı ve şekerin Hollanda kültüründe kurabiye ve<br />
tarta, Türk Dünyasında ise helvaya dönüşmesi gibi…<br />
Türk Dünyasında besin maddeleri konusundaki bu <strong>ortak</strong>lıkların<br />
yanında, coğrafya ve inançların değişmesiyle birlikte<br />
of winter performed by collective work to the preparation<br />
and service of the meal, is a result of solidarity, division of<br />
tasks and socialization. The summer season, known as the<br />
months of plentifulness and abundance, depending on the<br />
movements of the nature, is the period of preparations for<br />
the winter months, in which food shortage occurs due to the<br />
weather conditions becoming harder, and in other words,<br />
it is the period of preperations for winter which symbolizes<br />
“absence”. The nutrition habits of the Central Asian - main<br />
homeland of the Turks- equestrian nomadic cultures, have<br />
been transformed into different formats in different geographies<br />
migrated over time. The ability to use foodstuffs<br />
for long periods of time by means of salting, freezing, baking,<br />
drying and fermenting is a fundamental revolutionary<br />
change that carries the summer season to winter time in<br />
terms of culinary culture.<br />
These words related to food drying in DivanüLügat-it-Türk<br />
are the examples of stored and used ones in common memory<br />
today which are the dried foods made of milk, cheese,<br />
and yogurt. In the same way, Kak is a method of drying fruit<br />
which is a tradition transfer from the Central Asian culinary<br />
culture to contemporary Turkic communities. With these<br />
methods, the nutrients of the summer season can be kept<br />
dry for a long time and consumed in winter months.<br />
In addition to food drying systems such as kak and drying,<br />
different nutrient conversion methods such as pickles, molasses,<br />
tomato paste, pastrami, canned food, brine, jam<br />
also enable summer vegetables and fruits to enrich the<br />
products of winter tables. All of these nutrient conversion<br />
systems bear the meaning that especially women come together<br />
and actively chat, entertain, coexist, tolerate, solve,<br />
and produce by means of collective work. Winter preparations,<br />
which are a long and complicated whole of action, are<br />
also a sign of unity, integration, cooperation and sharing in<br />
social memory. In the traditional Turkic house architecture,<br />
pantry, cold sections are areas where the produced winter<br />
foods are kept; however, in the modern period, regardless<br />
of human needs which varied according to cultures, and as<br />
a result of the uniformly designed and produced kitchen<br />
spaces and refrigerator designs on a global scale, the nutrients<br />
produced in winter have being tried to be preserved<br />
in different places.<br />
Food is ‘civilized’, not only by known methods, but also<br />
cooked at the level of imagination. According to Fischler,<br />
“Cooking is such a magical application that reminds human<br />
of the strange kinship between cooking and witchcraft.”<br />
(Lupton 1996: 8, citing from Fischler 1988). To be able to<br />
cook different tastes and dishes with different cooking<br />
equipments from the same or similar materials and by various<br />
cooking techniques such as cooking in the oven/un-
farklılıklar da göze çarpmaktadır. Orta Asya Türk topluluklarında<br />
at eti ve kımız en temel besin maddeleri olarak tüketilirken,<br />
Anadolu Türklerinde bu besin maddelerinin tercih<br />
edilmemesi, söz konusu farklılığın bir yansımasıdır. Kazak,<br />
Kırgız Türklerinde misafire değerli olduğunu hatırlatmak<br />
için at eti ikram edilirken, Anadolu Türklerinin sofralarında<br />
bu değer tavuk, koyun, dana etiyle sergilenir. Özel bir mayayla<br />
yapılan kefir bütün Türk Dünyasında rağbet görürken<br />
kısrak sütünden elde edilen ve düşük oranda alkol barındıran<br />
kımız, Anadolu Türkleri tarafından tercih edilen bir içecek<br />
değildir.<br />
Eski Türk toplumunda beslenmeyle ilgili bu veriler dâhilinde,<br />
Türk kültürünün yemek atlası oluşumunda, Osmanlı<br />
Devleti’nin, Orta Çağ dönemindehüküm sürdüğü alanların<br />
genişliği, pahalı ve zor bulunan baharat ticaretinin yapıldığı<br />
İpek ve Baharat yolları üzerinde hak sahibi olması da, Osmanlı/Türk<br />
mutfağının dünya mutfak literatürüne kazandırılma<br />
sebeplerindendir.<br />
Türk Mutfak Kültürünün Temel<br />
Besin Maddeleri<br />
Atlı göçebe kültürüne sahip Eski Türklerin yaşam tarzlarına<br />
en uygun sistem hayvancılık olmakla birlikte, her topluluğun<br />
sınırlı arazide gerçekleştirdiği tarım uygulamaları da<br />
söz konusuydu. Başta at olmak üzere, koyun, keçi, sığır yetiştiriciliğinin<br />
yanında az miktarda arpa, buğday vedarı gibi<br />
tahıl ürünleri de yetiştirilmekteydi. Ziya Gökalp’in (1976:<br />
338, 345, 380) “… Eski Türkler, göçebe olmakla birlikte, her<br />
birinin ayrıca bir parça arazisi de vardı…. Türkler, eskiden<br />
beri buğday, arpa, pirinç, darı ekerlerdi. Yemişleri çok sevdiklerinden<br />
asma, elma, dut fidanları yetiştirirlerdi. Araziyi<br />
sulamak için pek çok arklar açmışlardı… Eski Türkler göçebe<br />
olmakla beraber, ziraattan de büsbütün mahrum değildiler.”<br />
sözleri de Türk beslenme hayatındaki en temel iki maddenin<br />
et ve tahıl ürünlerini olduğunu göstermektedir.Eski<br />
Türklerden günümüze aktarılan et ve tahılın buluşturulduğu<br />
mantı da, bütün Türk topluluklarında farklı isim ve pişirme<br />
şekilleriyle varlığını devam ettirmektedir.<br />
İçecek olarak en temel içki kısrak sütünden yapılan kımız<br />
olmakla birlikte, Kaşgarlı Mahmut’un ağartgu olarak isimlendirdiği<br />
bir çeşitbuğday birası ile Türkmencede çakır, Balkarcadaçağır,<br />
Kazakçada şığır olarak kullanılan CodexCumanicus’ta<br />
da çağır olarak (Eren 1990: 29-31) geçen şarap<br />
da, kullanılan diğer içki çeşitleridir.<br />
Türk Mutfak Kültüründe Maddî<br />
Kültür Ürünleri<br />
Kaşgarlı Mahmut’un DivanüLûgat-it-Türk’te mutfak karşıderground<br />
pit, boiling, frying, poaching in the whole Turkic<br />
World, are non-written recipes encoded in the memories<br />
of the individuals who constitute the culture. Just like the<br />
transforming flour, butter and sugar into cookie and pie in<br />
the Dutch culture, but also into halva (halvah) in the Turkic<br />
world ...<br />
In addition to these commons on the subject of nutrients<br />
in the Turkic World, along with the changing geography<br />
and beliefs the variations are also attracting the attention.<br />
While the horse meat and koumiss have been consumed as<br />
the most basic nutrients in Central Asian Turkic communities,<br />
the nonuse of these nutrients in Anatolian Turks is a reflection<br />
of the difference. Among Kazakhs and Kyrgyz Turks<br />
horse meat is offered to remind guest of being held in high<br />
esteem by the host, whereas Anatolian Turks hold the guest<br />
in high esteem by offering with chicken, lamb and beef. In<br />
the same manner, although kefir, made of a special yeast<br />
is popular in the Turkic World, koumiss, which is obtained<br />
from mare’s milk and contains low alcohol, is not a drink<br />
preferred by Anatolian Turks.<br />
Within the scope of these datas on nutrition of the old Turkic<br />
society, and, in the formation of the food atlas of Turkic<br />
culture, the extent of the territory that Ottoman Empire<br />
reigned in the Middle Ages and the entitlement of the Ottoman<br />
Empire to the Silk and Spice roads where spice trade<br />
was expensive and difficult caused the Ottoman /Turkic cuisine<br />
to take place in the world culinary literature.<br />
Basic Foodstuffs of Turkish Cuisine<br />
Culture<br />
Even though the animal husbandry was the most suitable<br />
system for lifestyle of the old Turks that were having an<br />
equestrian nomadic culture, there were also agricultural<br />
practices that each community carried out in limited spaces.<br />
In addition to horse breeding and along with sheep,<br />
goat, and cattle breeding, also small amounts of cereal<br />
products such as barley, wheat and millet were grown. The<br />
following words of Ziya Gökalp designates that the two<br />
most basic ingredients in Turkish nutrition life are meat and<br />
cereal products. “Old Turks, besides being nomadic, each<br />
also had a piece of land .... Turks had grown wheat, barley,<br />
rice, millet since old times. Because they like dried fruits<br />
and nuts, they used to plant vine, apple, mulberry saplings.<br />
They opened a lot of arches to water lands ... Although old<br />
Turks were nomadic, they were not deprived of cultivation<br />
altogether…” Mantı (Turkish ravioli), which is a mixture of<br />
meat and cereals and transmitted from ancient Turks day<br />
by day, continues to exist in the whole Turkic societies with<br />
its different names and cooking styles.<br />
Culinary Culture<br />
69<br />
Mutfak Kültürü
Common Heritage<br />
70<br />
Ortak Miras<br />
lığında yer verdiğiaşlık(Atalay 2006:43), XI. yüzyılda Karahanlı<br />
ve Selçuklu saraylarında, Türk hükümdar ve beylerinin<br />
aşçıbaşılarının nezaretinde kullanılan mekânlardı. Ayrıca,<br />
Türklerin evlerinde de aşlıkolarak adlandırılan yiyecek pişirme<br />
mekânları tanzim edilmiştir. Aşlıkta, selçibiçek (aşçı<br />
bıçağı), etlik (et asma çengeli), soku (havan), ıwrık (ibrik),<br />
saç gibi madenî materyallerin yanında kaşuk(kaşık),tekne,<br />
tuzluk, sarnıç (su tulumu), tulkuk (tuluk) gibiahşap ve deriden<br />
yapılan maddî kültür ürünleri de bulunmaktaydı. tergi<br />
denilen sofraların yanında tewsi de hem tepsi hem sofra anlamında<br />
kullanılıyordu (Genç 2006: 58).<br />
Sonuç<br />
Beslenme ve mutfak kültürü; yiyeceklerin üretiminden kışlık<br />
hazırlıklara, pişirilme çeşitlerinden sofra adabına, yiyeceklerin<br />
miktarlarından gıda maddelerinin saklanma yöntemlerine,<br />
besin maddelerinin sıcak/soğuk ikramından öğün<br />
saatlerine kadar yaşanılan toplumun coğrafî, dinî, kültürel,<br />
sosyal, ekonomik özellikleriyle doğrudan ilişkili bir sistemdir.<br />
Sosyalleşme, paylaşma, grup üyelerini bir arada bulundurarak<br />
mutlu etme vb. gizli işlevleriyle beslenme kültürü; toplum<br />
üyelerinin belleklerinde oluşturduğu aitlik duygusuyla<br />
birlikte özellikle doğum/askerlik/evlilik/ölüm gibi topluluk<br />
yemeklerinde, grup kimliğinin hissedilip pekiştirilmesine ve<br />
bireylerinsosyal rollerinin belirlenmesine katkıda bulunur.<br />
Binlerce yıl öncesinden şekillenmeye başlayarak günümüze<br />
farklı tatların bileşimi olarak ulaşan Türk Dünyası beslenme<br />
ve mutfak kültürü, Orta Asya’dan Anadolu’yaBalkanlar’dan<br />
Orta Doğu’ya uzanan geniş coğrafî alan içerisinde, ekmek<br />
imgesiyle, Tanrı’dan gelen bereket olarak kabul edilir.Eski<br />
Türklerden günümüze aktarılan temel besin maddeleri<br />
olan et ve tahıl, bütün Türk Dünyasında farklı ebatlarda<br />
ve pişirme şekilleriyle varlığını sürdürmektedir. Günümüz<br />
dünyasında iklim yapısının ve hayat tarzlarının değişmesiyle<br />
birlikte, sebze ve meyve çeşitleri de Türk dünyası yemek<br />
kültürüne farklı tatlar kazandırmıştır.<br />
Türk kültür tarihinde yemeğin statü ve güçle olan ilişkisi,<br />
dünyada varlığını sürdüren bütün topluluklarda olduğu<br />
gibi, Türk Dünyasında da statü göstergesi olarak kamusal ve<br />
özel alanda kullanılmaya devam etmektedir.“Erkeklerin ve<br />
kadınların yiyeceği üretme, sağlama, dağıtma ve tüketme<br />
yetenekleri onların güçleri ölçen bir anahtardır.” (Counihan<br />
2004: 1).Beslenmeyi, salt biyolojik bir zorunluluk olmaktan<br />
çıkaran bu özellikler, aitlik duygusu ve benlik algısıyla<br />
toplum içinde yaşama ihtiyacı hisseden insan için kültürel<br />
kodlarla bellekte muhafaza edilen kültürel değerler bütünü<br />
olma vasfını sağlamaktadır. Mutfak kültüründe, kullanılan<br />
materyallerinve uygulamaların farklılıklarına rağmen,misafire<br />
duyulan saygı, almadan verme ilkesi, sofra hiyerarşisi,<br />
Besides kumiss, the most basic drink as a beverage which<br />
is made from mare’s milk, there are also some other drinks<br />
such as “wheat beer” which Kaşgarlı Mahmut called it<br />
“ağartgu” and a sort of vine which is also called çakır in<br />
Turkmen, çağır in Balkar, şığır in Kazakh and çağır in Codex-<br />
Cumanicus. (Eren 1990: 29-31)<br />
Temporal Culture Products in Turkic<br />
Culinary Culture<br />
The place, Aşlık that is actually corresponding to the kitchen,<br />
stated in the Divanü Lûgat-it-Turk of Kaşgarlı Mahmut<br />
(Atalay 2006: 43), was the space used solely under the supervision<br />
of the chefs of the Turkic rulers and beys in Karahanlı<br />
and Seljukian palaces in the 11th century. Also, in the<br />
houses of the Turks, there exist places designed for cooking<br />
called as Aşlık. In Aşlık there were temporal culture products<br />
along with made of metal such as selçibiçek (chef’s knife),<br />
etlik (hook for hanging meat), soku (mortar), ıwrık (pitcher),<br />
saç (plate) and also made of wood and leather like kaşuk<br />
(spoon), tekne (trough), tuzluk (salt cellar), sarnıç (lysterbag),<br />
tulkuk (leather bottle). The Tewsi was used both in the<br />
meaning of tray and table used together with table called<br />
“tergi”. (Genç 2006: 58).<br />
Conclusion<br />
The nutrition and culinary culture; is a system that is directly<br />
related to the geographical, religious, cultural, social and<br />
economic characteristics of the society we live in, from the<br />
production of foods to the preparations for the winter, from<br />
the cooking varieties to the tableware, from the amount<br />
of foodstuffs to the methods of storage of eatables, from<br />
serving the foodstuff hot or cold to meal times. The nutrition<br />
culture undertakes some confidential and overt missions<br />
such as socialization, sharing and gathering the group<br />
members and making them happy. It consequently reveals<br />
the sense of belonging in the memories of community<br />
members, particularly in community meals such as birth /<br />
military service / wedding / funeral, and also contributes to<br />
feeling and reinforcing group identity and to determining<br />
the social roles of individuals.<br />
The nutrition and culinary culture of Turkic world, that began<br />
to be formed thousands of years ago is extant as a<br />
composition of different tastes and is regarded as a blessing<br />
from God, with the image of bread in a wide geographical<br />
area extending from Central Asia to Anatolia, from the<br />
Balkans to the Middle East. Meat and cereal, which are the<br />
basic nutrients transferred from ancient Turks on a daily basis,<br />
perpetuating its existence in different sizes and cooking<br />
styles throughout the Turkic World. In today’s world, due to
yemeğe kodlanan anlamlar ve yemeğin sosyal statü göstergesi<br />
olarak kabulü gibi toplumsal bellekte yaşatılarak<br />
saklanan ve geleceğe aktarılan miras algısı, bütün Türk<br />
Dünyasının <strong>ortak</strong> kültürel değerleridir.<br />
KAYNAKLAR<br />
• ARAT, Reşit Rahmeti (1991), Kutadgu Bilig I Metin, Ankara: Türk Dil Kurumu<br />
Yayınları: 458.<br />
• ATALAY, Besim (Çeviren) (1985), DivanüLûgat-it-Türk Tercümesi I, II,<br />
III,Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.<br />
• ATALAY, Besim (Çeviren) (2006), DivanüLûgat-it-Türk Tercümesi<br />
(Dizin),Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 5. Baskı.<br />
• COUNIHAN, M. Carole-Kaplan, Steven L. (2004), FoodandGender/Identity<br />
andPower, New York: HarwoodAcademicPublishers.<br />
• DOUGLAS, Mary (1972), «Deciphering a Meal», DaedalusJournal of<br />
theAmerican Academy of ArtsandSciences,Winter 1972: Myth, Symbol,<br />
andCultureIssued as Vol. 101, No. 1, of theProceedings of theAmerican<br />
Academy of ArtsandSciences, p.61.<br />
• EREN, Prof. Dr. Hasan (1990), “Eski Türk İçkileri”, Üçüncü Milletlerarası<br />
Yemek Kongresi (Düzenleyen Feyzi Halıcı), Ankara: Konya Kültür ve Turizm<br />
Vakfı Yayını.<br />
• ERGİN, Muharrem (2004), Dede Korkut Kitabı I, Ankara: Türk Dil Kurumu<br />
Yayınları.<br />
• EKER, Süer (2007), Türk Dil Bilimi Bakımından Tarihî Askerî Terminoloji,<br />
Modern Dönemde Rütbe ve Birlik Adları, Ankara: Grafiker Yayınları.<br />
• GENÇ, Prof. Dr. Reşat (1982), “XI. Yüzyılda Türk Mutfağı”, Türk Mutfağı<br />
Sempozyumu Bildirileri,Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi.<br />
• HALICI, Nevin (2009), Türk Mutfağı, İstanbul: Oğlak Yayınları.<br />
• İNAN, Prof. Dr. Abdülkadir (1976), Eski Türk Dini Tarihi, İstanbul: Millî Eğitim<br />
Basımevi.<br />
• KASİMANOV, Sadık (1992), Kazakların Millî Yemekleri (Çev.: Ertuğrul<br />
YAMAN), Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.<br />
• LUPTON, Deborah (1996), Food, The Body andThe Self,Sage Publications.<br />
• ÖĞÜT EKER, Gülin (1999), “Karakeçili Aşiretinde Eski Türk İnançlarının<br />
İzleri”, Uluslararası Türk Bilimleri Kongresi, 13. CIEPO, 21-24 Eylül<br />
1998;ACTA ViennensiaOttomanica, Viyana/Avusturya; Wien:<br />
ImSelbstverlagDesInstıtutsFürOrientalistik, pp. 267-273.<br />
• STOELTJE J. Beverly (2005), Festival. (Çev: Petek ERSOY), Milli Folklor, C.9,<br />
Sayı: 67, s.160-169.<br />
• TEKİN, Talât (2008), Orhon Yazıtları, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları: 540.<br />
• YUSUF HAS HACİB (2006), Kutadgu Bilig, İstanbul: Kabalcı Yayınevi.<br />
• ZİYA GÖKALP (1976), Türk Medeniyeti Tarihi, (Haz.:İsmail AKA- Kazım Yaşar<br />
KOPRAMAN), İstanbul: Kültür Bakanlığı Yayınları.<br />
the changes in climate and lifestyles, varieties of vegetables<br />
and fruits have brought different tastes to the Turkic<br />
world food culture.<br />
The relationship between food and status and power in Turkic<br />
cultural history continues to be used in the public and<br />
private areas as a status indicator in the Turkic World as well<br />
as in all the communities that sustain its existence in the<br />
world. “The ability of men and women to produce, supply,<br />
distribute and consume food is a key to evaluate their power”<br />
(Counihan 2004: 1)..<br />
These features, define nutrition not only as a biological necessity<br />
but also attribute a meaning to it that it is a system<br />
of cultural values that is stored in memory with codes for<br />
people who also have self-perception and need to live in<br />
society. In the culinary culture, despite the differences in<br />
the materials and applications used, the sense of inheritance<br />
that is eternized in social memory and transferred to<br />
the future, such as dignifying the guest, the unselfish giving<br />
principle, the table hierarchy, the meanings coded in the<br />
meal, cultural characteristics that food bear and the acceptance<br />
of the food as a social status indicator are all the<br />
common cultural values of the whole Turkic World.<br />
REFERENCES<br />
• ARAT, Reşit Rahmeti (1991), Kutadgu Bilig I Metin, Ankara, Publisher : Türk<br />
Dil Kurumu Yayınları: 458.<br />
• ATALAY, Besim (Çeviren) (1985), DivanüLûgat-it-Türk Tercümesi I, II,<br />
III,Ankara, Publisher: Türk Dil Kurumu Yayınları.<br />
• ATALAY, Besim (Çeviren) (2006), DivanüLûgat-it-Türk Tercümesi<br />
(Dizin),Ankara, Publisher: Türk Dil Kurumu Yayınları, 5th Edition.<br />
• COUNIHAN, M. Carole-Kaplan, Steven L. (2004), FoodandGender/Identity<br />
and Power, New York: Harwood Academic Publishers.<br />
• DOUGLAS, Mary (1972), «Deciphering a Meal», Daedalus Journal of<br />
theAmerican Academy of Artsand Sciences,Winter 1972: Myth, Symbol,<br />
and Culture Issued as Vol. 101, No. 1, of the Proceedings of the American<br />
Academy of Arts and Sciences, p.61.<br />
• EREN, Prof. Dr. Hasan (1990), “Eski Türk İçkileri”, Üçüncü Milletlerarası<br />
Yemek Kongresi (Düzenleyen Feyzi Halıcı), Ankara, Publisher: Konya Kültür<br />
ve Turizm Vakfı Yayını.<br />
• ERGİN, Muharrem (2004), Dede Korkut Kitabı I, Ankara, Publisher: Türk Dil<br />
Kurumu Yayınları.<br />
• EKER, Süer (2007), Türk Dil Bilimi Bakımından Tarihî Askerî Terminoloji,<br />
Modern Dönemde Rütbe ve Birlik Adları, Ankara, Publisher: Grafiker<br />
Yayınları.<br />
• GENÇ, Prof. Dr. Reşat (1982), “XI. Yüzyılda Türk Mutfağı”, Türk Mutfağı<br />
Sempozyumu Bildirileri,Ankara, Publisher: Ankara Üniversitesi Basımevi.<br />
• HALICI, Nevin (2009), Türk Mutfağı, İstanbul, Publisher: Oğlak Yayınları.<br />
• İNAN, Prof. Dr. Abdülkadir (1976), Eski Türk Dini Tarihi, İstanbul, Publisher:<br />
Millî Eğitim Basımevi.<br />
• KASİMANOV, Sadık (1992), Kazakların Millî Yemekleri (Çev.: Ertuğrul<br />
YAMAN), Ankara, Publisher: Kültür Bakanlığı Yayınları.<br />
• LUPTON, Deborah (1996), Food, The Body andThe Self,Sage Publications.<br />
• ÖĞÜT EKER, Gülin (1999), “Karakeçili Aşiretinde Eski Türk İnançlarının<br />
İzleri”, Uluslararası Türk Bilimleri Kongresi, 13. CIEPO, 21-24 Eylül<br />
1998;ACTA ViennensiaOttomanica, Viyana/Avusturya; Wien:<br />
ImSelbstverlagDesInstıtutsFürOrientalistik, pp. 267-273.<br />
• STOELTJE J. Beverly (2005), Festival. (Çev: Petek ERSOY), Milli Folklor, V.9,<br />
Issue: 67, pp.160-169.<br />
• TEKİN, Talât (2008), Orhon Yazıtları, Ankara, Publisher: Türk Dil Kurumu<br />
Yayınları: 540.<br />
• YUSUF HAS HACİB (2006), Kutadgu Bilig, İstanbul, Publisher: Kabalcı<br />
Yayınevi.<br />
• ZİYA GÖKALP (1976), Türk Medeniyeti Tarihi, (Haz.:İsmail AKA- Kazım Yaşar<br />
KOPRAMAN), İstanbul, Publisher: Kültür Bakanlığı Yayınları.<br />
Culinary Culture<br />
71<br />
Mutfak Kültürü
Prof. Dr. Olcobay KARATEV<br />
Bilge Yapım<br />
Toy toplantı ve toplantı sonrası<br />
eğlence anlamı taşır.<br />
“Toy” means fun, amusement or entertainment<br />
after a meeting, or it means meeting itself.
Bugün Sibirya’dan Adriyatik’e konuşulan Türk dillerinin hemen hemen tümünde toy<br />
sözcüğü benzer anlamlarda kullanılmaya devam ediyor. “Toy” “aş-toy” temrinleri ve<br />
anlayışı Türk halklarının zihninde ezelden günümüze anlamını kaybetmemiştir. Elbette,<br />
toprak işletmek veya hayvancılıkla ilgili inançlar, insanların gündelik hayatıyla yakından<br />
ilgili örf adetler, gelenekler insanların damarlarına işlemiştir. Türk halklarında düğüne<br />
davet etmek, düğüne iştirak etmek gibi gelenekler eski Çin kaynaklarında (Xan, Vey,<br />
Suy, Tan sülaleleri), Arap-Pers yazılarını temsil eden kaynaklarda, halk destanlarında<br />
(Dede Korkut, Manas, Idel, Alpamısv.s) da yerini almıştır. Türk halklarında tarım’a, bahçıvanlığa,<br />
hayvanların yavrulamasıyla ilgili örf adetlerde bazı değişiklikler mevcut. Halkların<br />
yerleşim bölgesi, iklimi, coğrafisi, dini ve dilinde belli başlı özellikler bulunmaktadır.<br />
Örf adetlerdeki özellikler Türk dünyasının medeniyetinin zengin, çeşitli ve anlamlı olduğunun<br />
delilidir. 16-19 asırlarda Türklerin yaşadığı bölgeleri karış karış gezen doğulu ve<br />
batılı (Avrupalılar, Araplar, Hindular, Çinliler ve persler) seyyahlar, bilim adamları Türk<br />
halklarının yerleştikleri bölgelerin toprağının verimliliğini, ekinlerinin bolluğunu ve lezzetini<br />
öve öve bitirememişlerdir. (Komoliddin 2005:15-18).<br />
04 Tarım Toyları<br />
Agricultural Festivals<br />
It has been being used in almost every dialect of Turkish in the same meaning. Practising<br />
“Toy and As Toy” and the consciouness of it has not lost its meaning in the mind of<br />
Turkish people from time immemorial until today. For sure, cultivating or some beliefs<br />
about husbandary and some customs and traditions dealing with the daily life would<br />
get in people’s blood. Customs in Turkish communities like intiving wedding ceremony<br />
or attending a wedding ceremony had been placed in folk epics like (Dada Qorgud,<br />
Manas, Idel, Alpamısv.s), in old Chinasee sources like (Xan, Vey, Suy, Tan families), in<br />
the text of which represents Arabic-Persian sources. Among Turkish communities one<br />
can see some different practices in agriculture, in gardening and in the customs about<br />
breeding of animals. One can see the certain characteristics of the communities in<br />
their settlements, climate, geography, religion and language. These characteristics are<br />
the proof of richness, variety and meaningfullness of Turkish civilization (Komoliddin<br />
2005:15-18). The itinerants from eastern or weatern countiries(Europeans, Arabians,<br />
Chinese and Persians) who traveled every inch of Turkish settlements between 16th and<br />
19th centuries beslavered the productivity of the soil, abundance of crop and the taste<br />
of crops in the cited region.
Common Heritage<br />
74<br />
Ortak Miras<br />
Oğuz Kağan Destanı’nda gördüğümüz bu toylar en ayrıntılı<br />
biçimde Dede Korkut Kitabı’nda da yer alır. Dede Korkut Masalları<br />
daima, “Dede Korkut geldi, boy boyladı, toy toyladı…”<br />
sözleriyle başlar. Bu konuyu güney Sibirya’daki Göktürkler’in,<br />
Kırgız’ların ve Uygurların “Run” yazılarını araştırarak<br />
öğrenmek mümkün. Türklerin ekine ve hayvan yavrulamasına<br />
ilişkin bayramları folklor bilgilerinde de geniş bir şekilde<br />
ele alınmaktadır. 7-8 yüzyıllardan kalma eski Göktürklerin<br />
yazılarında (şimdiki Moğolistan) çiftçilik kültürü, tarımın<br />
türleri, tahıl saklanan kaplar hakkında bilgiler saklı. (Batmanov<br />
1962,15-21) Eski Türk yazılarında Altay’ın kırmızı renkteki<br />
tarıma elverişli toprakları “kutsal” kabul edildiği yazıyor.<br />
Türklerin dini inançlarının panteonunda (İslam’a kadarki<br />
dini inançlarında) Umay ene ve Yer Sub’un (Cer Suu) özel<br />
yeri vardır ve onlara dua ettikleri bilinir. Umay ene kültü doğum<br />
yapan kadının bir annenin ve doğurganlığın, bereketin<br />
tanrısını temsil eder. Türklerin destekçisi, orta dünyanın<br />
tanrısı Yer-Sub (Yerin ve Suyun tanrısı) tarımda bolluk, hayatın<br />
başlangıcını temsil ediyor. Türklerin hayal dünyasında<br />
(mitolojisinde) Yer-Sub ruhu Türkler’i kötülüklerden korur.<br />
Bu yüzden yılda iki kere dere boyunca ve yüksek bir yere<br />
toplanıp yer ve su tanrısına bağışlayarak kurbanlık keserler.<br />
(Dünya Halklarının Mitolojisi. 1.Tom. 599) Orta Asya’nın<br />
eski halklarından olan Türkler, Kırgızlar, Uygurlar ve diğer<br />
halkların buğday, arpa, sulu, karabuğday yetiştirdiklerini,<br />
ihtiyaçlarına göre kullandıklarını Çin yazılı kaynaklarından<br />
görebiliriz. Çin kaynaklarında Türkler ekini “bao-şi” ayında<br />
(baş ayı- mart) ekerler ve dokuzuncu ayda (ekim) toplarlar<br />
These customs (toy) took place in detailed in Dada Gorgud<br />
Epic where we can also see it in Oguz Khan Epic. Dada<br />
Gorgud tales always begin with the terms “Dada Gorgud<br />
has came and boy boyladı, soy soyladı”. It is a saying like<br />
“once upon a time”. “Boy boyladı” means “telling about<br />
clans” and “soy” means family and “soyladı” means “ singing<br />
the names of family members begining from the remembered<br />
oldest one to his time in a melody with playing<br />
qopuz. So, it means “Dada Gorgud has came, begun to tell<br />
stories about the clans and at the end he has given the<br />
names of the fictitious characters and their families in an<br />
order by singing and playing gopuz”. It is possible to learn<br />
more about it by searching “Run” text in South Siberia which<br />
belongs to Gokturks, Kirghiz and Uighurs. Wide information<br />
about the celebrations of Turks dealing with abundance of<br />
corps and breeding of animals takes place in folkloric texts<br />
.For example, in Gokturk tablets remained from 7th and 8th<br />
centuries (today’s Mongolia) one can see detailed information<br />
about the farming culture, the methods of agriculture<br />
and the container where they kept their corps. (Batmanov<br />
1962,15-21). In old tablets of Turks it is said that the red<br />
soil (terra rossa) of Altay’s which was suitable for farming,<br />
was considered “Blessed”. Before Islam, Turks worship and<br />
pray to “Umay ene” and “Yer Sub” who have special place<br />
in Turks life. The cult of “Umay Ene” represents the abundance,<br />
fertility, mother and a woman giving birth. The supporter<br />
of Turks and the god of middle earth “Yer-Sub” (God<br />
of ground and water) represents the abundance in agri-
yazar. (Тан devri, 6-9 кылымдар). Bu tarihi yazma eserler<br />
Türkler ’de çiftçilik kültürünün ezelden var olduğunun delilidir.<br />
Meyvecilik veya bahçe süsleme sanatını Türkler Orta<br />
Asya’ya, Uzak Doğuya, Orta Doğu’ya, Anadolu’ya ve Kafkaslara<br />
doğruu göç ettikleri zaman keşfetmişler, bahçıvanlığın<br />
sırlarını öğrenmişlerdir.<br />
Türk ve İslam dünyasının ansiklopedist- araştırmacısı, alimiMahmudKaşgari<br />
“Divan-ü Lügat-it Türk” isimli ünlü eserinde<br />
11.asırda yaşayan Türk dilinde konuşan halkların tarım,<br />
bahçıvanlık, tarım enstrümanları, bitkiler, yerleşik halkın<br />
günlük yemeği, tarımın zorluğu, ağır ve meşakkatli emeğini<br />
kaleme almıştır. Yazar aşağıdaki atasözleri örnek olarak<br />
kullanmıştır: “yaz yarış, güz güreş” , “yazın ağır ise, kışın kutlama<br />
olur,” “güzün gelmeden kışa hazırlan” “ ekin ekerken<br />
uyum, ittifak varsa, onu toplarken anlaşmazlık, çıkmaz.”<br />
(KoşgariyMaxmut, T.3. 174, 175,423)<br />
Günümüzde tarım alanında kendini gösteren toylar ve bunların<br />
modernize edilmiş halleri olan festivaller de, tıpkı binlerce<br />
yıl önce yapılanlar gibi üretim, <strong>ortak</strong> çalışma ve eğlence<br />
içeriklidir. Toyların bazı unsurları unutulsa da ana tema<br />
bozulmamıştır. Özbekistan’dan Tataristan’a Kırgızistan’dan<br />
Anadolu’ya Kırım’dan Balkanlar’a tarımla ilgili bir çok tören<br />
bir çok açıdan benzerlikler gösterir.<br />
Koç katımı şenliği, kış yarısı eğlencesi, çiğdem eğlencesi, İlk<br />
saban izi Bayramı, Hızır Bayramı, Nevruz Bayramı, sabantoy,<br />
bağbozumu şenlikleri ilk akla gelen şenliklerdir.<br />
Henüz bahar gelmemişken baharın habercisi olarak saya<br />
gezme veya koyunun yüzü törenleri yapılır. Bu törenler kuzulamanın<br />
ve baharın yani bolluk bereket aylarının yaklaştığının<br />
habercisidir. Bu günlerde çoluk çocuk genç yaşlı toplanarak<br />
saya gezme yapar, maniler söylenir oyunlar oynanır<br />
yemekler yenilir.Türk halklarında ezelden muhafaza edilmeye<br />
devam eden bayramların neredeyse hepsi ilkbahar ve<br />
son bahar aylarına denk gelir, onların çoğunluğu takvimde<br />
kırmızıyla işaretlenmiştir. Nevruz, hayvanların yavrulaması,<br />
bahçıvanlık, tarım, meyvecilik gibi bayramlar bahar bayramlarının<br />
başını çeker. Onun dışında yaradandan (Allahtan)<br />
yağmur ve mahsulün bol olmasını dilemek amacıyla merasim<br />
düzenlenir (kurban kesilerek yapılan tören, kudayı).<br />
Bu tarz adetler Orta Asya’nın Fergana bölgesinde yaşayan<br />
Türklerde yaygındır.<br />
Orta Asya Türklerinde ilkbaharın gelmesini ve hasat bayramını<br />
en iyi temsil eden eski adetlerden biri “sümölök”<br />
pişirme geleneği günümüzde de varlığını sürdürmektedir.<br />
Bu gelenek Özbeklerde, Kırgızlarda, Kazaklarda özel bayramdır.<br />
Sümölök – baharın gelişinin, gündüz ile gecenin<br />
eşitlenişinin, yeşilin ve mavinin canlanışının, tarım işlerinin<br />
başladığının habercisidir. Buğday tohumundan hazırlanan<br />
culture and the begining of life. In Turkish imaginary world<br />
(mythology) the spirit of “Yer Sub” protects Turks from evil.<br />
For this reason, twice in a year they come to gether along a<br />
running water like river or a place where is high and sacrifice<br />
an animal like ram to the God of ground and water (Dünya<br />
Halklarının Mitolojisi. 1.Tom. 599). We can see in the written<br />
sources of China, the older nations like Turks, Kirghiz, Uighur<br />
and others cultivated wheat, barley and durra and used<br />
them according to their needs. Again in Chinese sources, it<br />
is written that Turks plant corps in march and harvest them<br />
in the ninth month (october) (Тан devri, 6-9 кылымдар).<br />
Those sources are the proof of farming culture of Turks that<br />
goes back a long way. Turks had discover how to grow fruit<br />
or ornament a garden when they migrated to central asia,<br />
far east, midlle east, anatolia and caucasus and learned all<br />
the tricks of gardening.<br />
The encyclopeadist-researcher and scholar of Turkish and<br />
Islamic world Mahmud Kasgari has written up the toilsome<br />
lobour of people who lived in 11th century and spoke Turkish<br />
,on agriculture, gardening, agricultural methods, plants,<br />
daily food of inhabitants and the nicesities of agriculture in<br />
his well-known book titled “Divan-u Lugat-it Turk”. To prove<br />
this idea, the author gives some proverbs as an example<br />
“yaz yarış, güz güreş (In summer race, ın autumn wrestle)”,<br />
“yazın ağır ise, kışın kutlama olur (if you have hard times in<br />
summer, then in winter you will have a celebration)”, “güzün<br />
gelemeden kışa hazırlan (prepare for the winter before fall<br />
comes)”, “ekin ekerken uyum varsa, onu toplarken anlaşmazlık<br />
çıkmaz (if people have an accord during the planting of<br />
corps then you will have no conflict during the harvesting)”<br />
(KoşgariyMaxmut, T.3. 174, 175,423).<br />
Customs or ceremonies what we see today dealing with agriculture<br />
and also their modern version festivals have the<br />
same content as it had thousand years before like manufacturing,<br />
joint work and entertainment. Some elements<br />
and functions of these customs may be forgotton but the<br />
main topic remains same. Ceremonies, festivals or customs<br />
dealing with agriculture from Uzbekhistan to Tatary,<br />
from Kirghizistan to Anatolia and from Crimea to Balkanian<br />
shows the same characteristics in many ways.<br />
Some of these customs, festivals and celebrations that<br />
come up to mind first are Mating of Sheep Festival, Midwinter<br />
Entertainment, Hizir Festival, Newruz Festival, Sabantoy,<br />
Vintage Festivals.<br />
“Saya Gezme” is a kind of celebration which is held just before<br />
the spring. It is a custom to celebrate the coming of<br />
spring. So this festival is also the courier of spring. “Koyun<br />
Yüzü” festival is also another celebration held before the<br />
spring. They are also the sign of lambing and spring, that is,<br />
Agricultural Festivals<br />
75<br />
Tarım Toyları
Common Heritage<br />
76<br />
Ortak Miras<br />
lezzetli yemek baharın, nevruzun gelmesinden hemen önce<br />
yapılır. Suma+lak, eski Türk dilinde (suma) “boza hazırlamak<br />
için suyun içinde bekletilip, yumuşatılan tahıl, buğday”<br />
anlamına gelir. (KoşgariyMaxmut. 3.t. 253) Kadim Türklerde<br />
sümölök ve yemek pişirilen kazanlar kutsal olarak kabul<br />
edilirdi. Sebebi bu kazanlarda Tanrıya bağışlanan yemekler<br />
pişirilirdi. Bereketin sembolü kabul edilen Sümölök’ün kültü<br />
tohumu ekmek ve toplamakla yakından ilgilidir. Sümölök’ün<br />
kutsal olduğuna inandıkları için her zaman kadınlar hazırlamıştır.<br />
Bu durum Umay ana kültü ile örtüşüyor. Eski Türklerin<br />
anlayışında sümölök’ü tadan insan tüm sene boyunca<br />
sağlıklı, bereketli hayat yaşayacak. Sümölök- Türklerin sahip<br />
oldukları ezeli, ritüel yemeğidir. Günümüzde de sümölök<br />
kendine has kutlamalar, örf adetler, geleneklerin eşliğinde<br />
hazırlanır. Bu toyda akrabalar, komşular toplanırlar,<br />
toylarlar, biri birine iyi dileklerini sunarlar, yepyeni, tertemiz<br />
kıyafetler giyinirler, evlerin, bahçelerin temizleyip paklarlar.<br />
Mesela Azeri Türklerinde “saya” isimli görenek evvelden beri<br />
süregelmektedir. Bu benzeri bayramlara Orta Asya’nın Türklerinde<br />
de rastlamak mümkün. Saya geleneği yavrulama ve<br />
onların bakımı sürecine denk gelir ve yeni doğan kuzuların<br />
esenlikle yetişmesi için bir temennidir. Bu bayramın kadim<br />
Türklerde de kutlandığını taş üzerine yazılmış eserlerden<br />
anlamak mümkün. “dört ayaklı canlı” “sekiz ayaklı canlıya<br />
dönüştü”<br />
Demek, bu bayramın başlangıcı kadim Gök Türk devletinin<br />
dönemine tekabül eder. Göçebe hayat tarzını benimseyen,<br />
hayvancılığı meslek edinen Türkler için yılkı, koyun, inek,<br />
deve gibi canlılar hayati önem taşır. Türkler gerektiği kadar<br />
buğday, arpa, karabuğday yetiştirmelerine karşın genellikle<br />
Türklerin dirliğinin devam etmesi hayvancılıkla mümkün<br />
olmuştur. Bu yüzden Türklerde hayvanın yavruladığı ve büyüdüğü<br />
dönemlerde özel örf adetler yerine getirilir ve yavaş<br />
yavaş toy hazırlıkları başlar.<br />
Günümüzde özellikle Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgesinde<br />
devam eden yaylacılık geleneğinde de yaylaya iniş<br />
ve çıkışlar şenliklerle yapılır. Havaların ısınmaya başlaması<br />
ve Otların yeşermesiyle birlikte hayvanlarıyla yaylaya çıkan<br />
göçerler ve köylüler bu çıkışı bir şenlik haline getirirler.<br />
İlk sütün alınması kutlanır. Yünün kırpılması hep imece ve<br />
şenlikle yapılır. Bu törenler çok geniş bir coğrafyaya yayılsa<br />
da asırları dün gönülleri bir eden <strong>ortak</strong> bir kültür havzasının<br />
ürünleri olarak ortaya çıktılar. Orta Asya Türkleri hayvan<br />
yavruladığı zaman “uuz (ilk) sütten hazırlanan aş” “bıştak,<br />
aş” gibi sütten hazırlanan yemekler hazırlanmıştır.<br />
Çiftçinin macerası her yıl öncelikle toprağı hazırlamayla<br />
başlar. Toprak, önce sürülür, yabani otlardan temizlenir<br />
sonra o toprağa tohum salınır. Mesela, Orta Asya Türklerinde<br />
tohum salmak İslam öncesi dönemlerde kutlanan<br />
courier of the oncoming month of abundance. In these days<br />
all people including old, young and children come together<br />
and do “Saya Gezme” means have a celebration, They<br />
tell “Mani” a kind of folk literature verse, play games and<br />
eat delicious meals which are special for the day. In Turkish<br />
culture almost all the celebrations or festivals were held in<br />
either spring or autumn since the time immemorial. These<br />
days were tagged with red colour in the calender. Newruz,<br />
Breeding Animals Festival, Gardening, Farming and Orcharding<br />
are the head ones of these celebrations. Besides,<br />
willing from God abundance for corps and rain, they were<br />
held ceremonies to pray God (a ceremony done by sacrificing<br />
an animal for God, kudayi). These kind of ceremonies<br />
are very common among the Turks lived in Fergana region<br />
in Middle Asia.<br />
One of the two custom that represent the coming spring and<br />
harvesting is the festival called “Sumolok” which continues<br />
its existence in Middle East Turkish community. This custom<br />
has a priviliged place in Uzbek, Kirghiz and Kazak culture.<br />
“Sumolok” is the courier of the coming of spring,equinox,<br />
revival of gren and blue, the begining of the agricultural<br />
Works. A special meal that is made by using wheet seed as<br />
a ingredient just before coming spring. In old Turkish “suma-lak”<br />
means (suma-) “is a kind of corps or wheet which<br />
is forcing to wait in water to make it melt in order to prepare<br />
“boza” (Koşgariy Maxmut. 3.t. 253). Among ancient Turks,<br />
the caldrons in which the “sumolok” boiled, was considered<br />
blessed. The reason of this consideration is because ın these<br />
caldrons, the meals consecrate to God cooks. Sumolok is a<br />
sign of abundance. The cult of it is mostly related to bread<br />
and harvesting. Because they believe the “sumolok” is holly,<br />
it is always prepared by woman. This situation is also comply<br />
with the cult in “Umay”. In the beliefs of ancient Turks,<br />
people who eats “sumolok” , would live healthy and in<br />
abundance along the whole year. Sumolok is a kind of rituel<br />
realized by eating or preparing the meal. Today it is still prepared<br />
in some specific celebrations. In these celebrations<br />
or festivals, relatives or neighbours come to gether and give<br />
warm wishes to each other, entertain, wear clean and new<br />
clothes and clear up their garden and house.<br />
For example in Azarbaijan, the custom “saya” continue. İt<br />
is possible to encounter such kind of a festival in the custom<br />
of middle east Turks. “Saya” custom coincides the time<br />
breeding of sheeps and the period care for them and it is a<br />
wish, request or a desire for the lambs growing up in peace.<br />
We learned it was also celebrated by the Ancient Turks from<br />
the tablets belong to them. “four leg living thing turns into<br />
eight leg living thing”.<br />
This means, the begining of this festival coinsides with Gokturk<br />
State. For Turks who indigenize nomadic life as a way of
Nevruzla birlikte başlar. Merkez Asya’da yaşayan Türklerin<br />
Hasat bayramı, toylar, kutlamalar hakkındaki bilgiye Çin yazılı<br />
kaynaklarında rastlamak mümkün. Demek Türkler Orta<br />
Asya’ya yerleşmeden önce de tarımla uğraşmışlardır. Orta<br />
Asyalı Türklerde “baba çiftçi” bayramı esnasında yapılan tohum<br />
salma töreninde evlenmemiş genç kızlar kaysının ya da<br />
başka bir ağacın tomurcuklanmış dallarını sabana bağlanmış<br />
öküzün boynuzlarına bağlarlar. Yaşı ilerlemiş erkekler<br />
kıyafetinin eteklerine koydukları tohumları tarlaya saçarak<br />
ekin ekme merasiminin açılışını yaparlar. Sabanı yöneten<br />
yiğit “Deh! Yavrum! Benim kolum değil Baba Çiftçinin koludur”<br />
diyerek işe başlar<br />
Tohumu atanlar bizim kültürümüzde kuşun kurdun hakkını<br />
da gözetir. Çiftci her tohum atışta bir kendisine bir de kuşun<br />
kurdun hakkı için toprağa tohum salar.Ekinler iklimlere<br />
ve bölgelere göre değişik dönemlerde ekilir. Mesela, Orta<br />
Asya halklarının toprak işleme ve onunla ilgili tarım takvimi<br />
( her ekinin ekilme ve yetiştirilme takvimi) salınmış tohumların<br />
büyüme ve pişmesini etkileme ve yardım etme özel örf<br />
adetlere başvurma nedeni olmuştur. Türklerde verimli hasadın<br />
kültü – Baba Çiftçidir. XX. Yüzyılın başına kadar çiftçiliğin<br />
geliştiği bölgelerdeki her köyün kendi Baba Çiftçisi olurdu.<br />
Çiftçilik işlerinin yürütülmesini yöneten nüfuzlu insan seçilirdi.<br />
Baba çiftçi gençlere özellikle erkek çocuklara çiftçilik<br />
yapma yetkisi verir, orağı eline almasına izin vermiştir.<br />
Ortak kültür coğrafyamızda yeni gün yani yılbaşı, otların<br />
yeşermesiyle başladığı için yeşerme aynı zamanda yeni<br />
life and who aquire husbandary as a profession, animals like<br />
yilki ( a kind of horse), sheep, cow and camel carry a vital<br />
importance for them. Turks maintain their with husbandary<br />
rather than farming. They only plant and cultivate crops<br />
only enough for their community. For this reason, in breeding<br />
times of animals, some special customs or activities<br />
realized and the preparations of festivals begins gradually.<br />
Today, in black sea region and in eastern part of Turkey the<br />
ongoing custom of going to tableland and coming from<br />
there, are realized in the company with festivals. With the<br />
warming of weather and the turning of grass to gren, migrant<br />
people turns this climbing activity into a festival. They<br />
also celebrate the first milk taken from a sheep. Also sharing<br />
it with people is an other activity and done with celebrations<br />
and festivals. These ceremonies can be seen in a wide area<br />
but they come out by the help of a common culture of Turkish<br />
communities. The middle east Turks when aan animal<br />
breeds, they prepare meals (is called “bistak, aş”) by using<br />
the first milk (it is called “uuz”) taken from a sheeep.<br />
The work load of a farmer begins with preparing of soil. First<br />
they plow then weed and plant the seeds. For example,<br />
planting seed activity begins with the newruz festival which<br />
was celebrated before Islam in the culture of midlle east<br />
Turks. It is possible to take information about the harvesting<br />
festival and other festivals and celebrations of central<br />
asia Turks or learn more about it from the Chinese tablets.<br />
This means Turks was engaged in farming before settled in<br />
Agricultural Festivals<br />
77<br />
Tarım Toyları
Common Heritage<br />
78<br />
Ortak Miras<br />
yaş demektir.Türkçe’deki “yaş” kelimesi Taze ot ve yeşildeki<br />
yaşla aynı anlamı taşır. Zaten ‘yeşil’in eski şekli ‘yaşıl’dır. Bu<br />
yüzden ‘yirmi yaşındayım’ demekle, “yirmi yeşil, yani yirmi<br />
bahar gördüm” denmek istenir.<br />
Bu dönemde ekinler yeşerirken bir taraftan da sebze meyve<br />
hazırlıkları yapılır. Fideliklerde hazırlanan fidanlar elle veya<br />
makineler yardımıyla toprağa salınır.Bir taraftan da don ve<br />
soğuk vurması denilen tehlikenin geçtiği varsayılarak ağaçlarda<br />
da budama yapılır. Tarlalar bahçeler gerçek bahara<br />
hazırlanır.<br />
Kırgızların halk rivayetlerine göre Nevruz hakkında böyle diyorlar:<br />
‘İshak babamızın oglu Türk babamız büyüdügünde-<br />
Calalayın diyen birisinii Nevruz adındakı kızıyla evlenmiş. Bu<br />
ikisinin (nikel) toyu (dügünü) Çın Kuran ayınının (Mart ayı)<br />
zamanında yer yeşillene başladıgızaman olmuştur. Bu gün<br />
21 marta denk geliyor. Bundan dolayı kutsal gün Türk babamızla<br />
Nurnevruz annemizin mirazabiraktıgı bu toy (dügün),<br />
dogudaki Müslüman halkında büyük bayram olarak kutlamiddle<br />
east. In middle east Turks, there is a custom called<br />
“baba çiftçi” which means “father farmer”. It is a ceremony.<br />
Young men and women take role in this ceremony. During<br />
the ceremony and during the activity of planting seeds,<br />
virgin girls tie the limbs of an apricot tree or other trees’<br />
branches to the horn of a harnessed ox. Adult men initate<br />
the planting ceremony by spreading the seeds to the soil.<br />
The man who is riding the plow says “ Giddap! My little one!<br />
This is not my arm, this is the arm of Father Farmer”.<br />
In our culture, people who plant the seeds look after the<br />
rights of birds. Farmers spread seeds to the soil both himself<br />
and the birds. Corps are planted in different times taking<br />
into consideration the region and climate. For example,<br />
the calender of farmers in middle east about soil cultivationhad<br />
been the reason to activate some specific cultures<br />
like helping other ones to grow up seeds and mature them.<br />
The cult of fruitful harvesting in turkish culture is “father<br />
farmer”. Until 20th century, in the region of advanced agricultural<br />
area every village have their own “father farmer”.
niyor. Bu bayram annemiz Nurnevruzun adına, hatırasına<br />
‘Nevruz’ bayramı olarak adlandırılmıştır. Yukaridaki örnekler<br />
Nevruz’un Kırgız tarihiyle birliktbügünö kadar geldigini<br />
açıklıyor(Karatayev 1995)<br />
Birde Nevruz bayramının (yeni yılın) karşılanması, kutlanması<br />
böylece: Nevruzdan önce at, inek sürüsü duracak<br />
sarayların ateş yakarlar. Onun yanında seyreden insanlar<br />
soguk kışla yeni gelen ilkbaharın ortosundaki güreşi, mücadeleyi<br />
hayal ederler. Ateş karanlıgın yerine düniyayaaydınlıgıgetirdigi,<br />
tekrar yaramla, canlanmaya işarettir, simgesidir.<br />
Bu yakılan ateş üstünden yaşlı-genç, kadın-erkege bakmadan<br />
herkez ateş üstünden sekirip ‘haramlıktan temizleniyorlar’.’Senin<br />
kızıl (kırmızı) nurun bana gelsin, benim sarı<br />
hastalıgım sana gitsin’ diye tapınıyorlar. Ateşın alevi azaldıkça<br />
tekrar güçlendiriyorlar, karangılıgının durumundan<br />
kurtulup, aydınlıga kavuşmak amaçında yapıyorlar. Böylece<br />
Nevruzdaki karanlıkta aydınlıgınortasindaki güreşte adaletin<br />
ideyasıkullanlıyorlar (Karatayev1997:12).<br />
Mevsimi gelip tohum toprakta çimlenir, boy verir, yeşerir.<br />
Toprak; su, gübre bakım ister. Belleme çapalama bu mevsim<br />
yapılması gereken işler arasındadır. Bu bahçede de ürün<br />
kendini göstermiş ama yine de çapalamak ve zararlı ot temizliği<br />
yapmak gerekir. Kırgız ailesi‘Emeksiz yemek olmaz’<br />
atasözümüzde olduğu gibi çiftçiliğin bir çok yan unsurla<br />
birlikte asıl olarak çalışmaya, terlemeye dayalı olduğunun<br />
şuurunda.Onlar toprağa emek verdikten sonra şartlar da<br />
uygun gelişmişse mahsul alınabileceğini iyi bilen bir çiftçi<br />
ailesi.Bir tarafta ekinler bir tarafta sebzeler yeşerirken<br />
ağaçlar meyveye durur ve çiçeklenir. Bir müddet sonra çiçekler<br />
yavaş yavaş meyveye dönüşür. Ağaçlardan arka arkaya<br />
ürün alınmaya başlanır.<br />
Yazın habercisi kirazdır. Kiraz en erken hasat edilen meyvelerden<br />
biridir. Kiraz bahçesine gidenler hasat öncesi dua<br />
ederler. Ürün, bolluk bereket ve bu mevsime kavuşturduğu<br />
için Allaha şükür ederler. Duadan sonra hasat başlar yavaş<br />
yavaş kasalar dolmaya başlar. Meyve bahçesi sahiplerinin<br />
en yoğun çalıştığı günler bu günlerdir. Çünkü olgunlaşan<br />
meyvenin kısa sürede toplanması ve kısa sürede sevki gerekir.Türkiye’de<br />
harman zamanı yerleşim yerlerinin sıcaklık<br />
durumuna göre değişse de genellikle Haziran - Temmuz -<br />
Ağustos aylarıdır. Ekimden sonra çiftçinin beklediği an bu<br />
andır.<br />
Orta Asya Türkleri yaşayan bölgelerde ilk pişen meyve gilastir<br />
(vişne). Onun türüne (çeşidine) göre belirli isimler verilir.<br />
İlk pişenine gilas denir. Gilas piştiği zaman (mesela Kırgızlarda)<br />
toplamadan önce dua edilir, yaradandan bereket<br />
bolluk dilenir.<br />
Anadolu’da hasat mevsiminde hemen her tarla başında şü-<br />
People elected a man of weight to implement farming activities.<br />
“father farmer” gave responsibility especially to the<br />
young ones about farming and allow them to use harvester.<br />
.In our common cultural geography, new day, that is the first<br />
day of a new year, begins with the turning grass into green.<br />
Foliation also means new age. In Turkish “age” has the same<br />
meaning with fresh grass and age of green vegetables. Besides<br />
the shape of green was called “yaşıl”. For this reason,<br />
20 years old people can also say “ı saw 20 green which<br />
means ı saw 20 spring”.<br />
In this period while corps is getting green, people make<br />
preparation for the fruits and vegetables. Saplings prepared<br />
before are planted by using machines or by hand. On the<br />
other hand, farmer begin to prune the trees supposing that<br />
the freezing hazard is got over. Fields and gardens are prepared<br />
for the spring.<br />
According to the rumors of Kirghiz, about Newruz it is said<br />
“When the son of İshak father,named “Turk Father” was<br />
grown up, married with a daughter of a man who said<br />
“Calalayin”. The name of the girl was Newruz. The wedding<br />
ceremony was held in march acoording to Chinese calender<br />
when the groung was begining to turn into green. This date<br />
coincide with 21th march. For this reason, the wedding ceremony<br />
of “Turk Father” and “Newruz Mother”is accepted as<br />
a inheritance and celebrated also in muslim communities in<br />
the east. This ceremony is called “Newruz” for the memorial<br />
of “Mother Nurnewruz”. This example explains how newruz<br />
comes today through the Kirghiz history(Karatayev 1995).<br />
During the celebrations of new year, people put out a huge<br />
fire where horse and cow flocks rests. Usually these areas<br />
were in front of a palace. People imagine the sun between<br />
the winter and spring by standing nearby the fire. The fire<br />
represents the lightening after dark and revival. People<br />
jump over the fire for redeeming by saying” let your red divine<br />
light come to me and my yellow sins go to you”. This<br />
activity is akind of worship or pray. They blaze the fire when<br />
it weakens. By doing so, they believe that they get rid of<br />
darkness and reach to divine light. So,they use the sun in<br />
the middle of darkness and light to reach justice(Karatayev1997:12).<br />
When the season comes, the soil gets covered with grass<br />
and the corps becomes saplings and turns into green. The<br />
soil needs to be looked after and fertilization. Digging and<br />
weeding are some of the Works during this period. Also in<br />
the gardens the product shows up itself but still needs to<br />
be weeding. The Kirghiz family is aware of in farming hardworking<br />
is essential like in a proverb “ no meal without labouring”.<br />
They are a farmer family who knows only if after<br />
Agricultural Festivals<br />
79<br />
Tarım Toyları
Ortak Miras<br />
Common Heritage<br />
80
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />
accusa quo quunt.<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />
quo quunt.<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
Agricultural Festivals<br />
81<br />
Tarım Toyları
Common Heritage<br />
82<br />
Ortak Miras<br />
kür törenleri yapılır. İster ırgat tutulsun ister imece edilerek<br />
yardımlaşılsın bu törenler daima yapılır. Bazı yerlerde dua<br />
törenlerine ek olarak yemek yapılır yemek ve tatlı ikram edilir.<br />
Orta Asya Türklerinde (kırgız, özbek, kazak, Karakalpaklar)<br />
hasat bayramı son bahar aylarında kutlanır. Mahsul piştiği<br />
zaman hasat ve harman bayramları kutlanır, tüm çalışanların<br />
katılımıyla tarlada yetişen mahsul, meyve sebze getirilir,<br />
satılır, panayır düzenlenir. Kurban kesilir, sofralar kurulur,<br />
çeşit çeşit yemek ikram edilir, neticede milli spor oyunlara<br />
yer verilir. Kırgızlarda “Op mayda” isimli halk türküsü son<br />
baharda, harman dolduğu zaman söylenir. Çiftçiler “harman<br />
dolsun” diye biri birine içten dilekleriyle dua ederler.<br />
Sene boyunca emek veren çiftçiler aldıkları hasadın mutluluğunu<br />
yaşarlar. Hasat ve harman bayramlarına devlet<br />
erkânı, misafirler iştirak ederler.<br />
Bazı yörelerde tarla sahipleri <strong>ortak</strong>laşa malzemeler alarak<br />
kazanlarda etli pilavlar pişirir ve gelenlere ikram ederler.<br />
Anadolu insanı sofrasını açarak lokmasını paylaşır, şükrünü<br />
böyle ifade eder.<br />
Günümüzde <strong>ortak</strong> coğrafyamızın her tarafında küçük arazilerdeki<br />
ekimler hala geleneksel yöntemlerle biçilip hasat<br />
edilirken belli büyüklükteki araziler de çoğunlukla biçer<br />
döver denilen araçlarla gerçekleştiriliyor.Artık neredeyse el<br />
değmeden yapılan harman ve hasat tamamen modernleşse<br />
de geleneksel törenler değişmiyor.<br />
hardworking and giving labour to soil and the circumstances<br />
are available then they can have a fruitfull harvest. While<br />
on one hand corps and on the other hand vegetables are<br />
matured, trees begin to come into flower. After a while flowers<br />
gradually turns into fruits. People begin to get fruits.<br />
The courier of summer is cherry. It ıs one of the friuts which<br />
is harvested firstly. People who enter the cherry garden pray<br />
first before harvesting. They thank to God for reaching them<br />
product, abundance and the summer. After praying harvesting<br />
begins and the fruit boxes begin to full gradually. These<br />
days are the busiest days of the owner of the fruit garden.<br />
Because they should harvest the fruits sooner and make<br />
transportation. In Turkey, harvesting time may be changed<br />
according to the region and climate but generally june, july<br />
and august are the harvesting months. These periods are<br />
the periods that farmers are expecting after october.<br />
In the region where middle east turks live, the first matured<br />
fruit is sour cherry. People give different names to it according<br />
to its kind. The first matured one is called “gilas”. When<br />
“gilas” matured, Kirghiz people pary before harvesting and<br />
wish from God abundance.<br />
In Anatolia, people hold “thank to God” ceremony before<br />
the field. This ceremony is always done weather the harvesting<br />
is done by means of workers or collective work. In<br />
some places in addition to pray, people cook meal and serve<br />
desert.
Başkır, Tatar ve Nogay Türklerinde “Sabantuy” isimli milli<br />
örf adetlerini barındıran bayram mevuttur. Bu milli bayram<br />
her sene çiftçilik döneminin bittiğini simgeler. Sabantuy ve<br />
onun anlamı komşu Hristiyan dininin mensuplarına da yayılmıştır.<br />
Sabantuy – Türk lehçelerinde “saban veya buursunun<br />
evlenmesi” (saban+toy) anlamına gelir. Türk halklarının<br />
bir bölümünde kutlanan bu geleneğin ortaya çıkması çok<br />
eskiye dayanır. Bayramın nedeni yeni yıldaki ekinin verimli<br />
olmasını dilemektir. Bazı yazma eserlere göre Türklerin<br />
“Sabantoy” bayramı 921 yılında Bulgar hanlığından gelen<br />
(şimdiki Tataristan) Bagdaddan gelen arab seyyah IbnFadlan<br />
tarafından yazmıştır. Sabantuy ve Orta Asya Türkleri kutlayan<br />
Nevruzun anlamı, örf adetlerinin amacı da bol mahsul<br />
almak için dua etmek ve dilek dilemektir.<br />
Yazın sebze ve meyvenin bollaştığı pazarlarda panayırlarda<br />
her tür meyvenin rahatça bulunabildiği bir dönemdir.<br />
Bu dönemde bazı meyveler kısa süren saltanatını başka bir<br />
meyveye bırakırken bazıları yaz boyunca sergilerden eksik<br />
olmaz.<br />
Kırgızistan pazarları son baharın sonlarına kadar bu bolluğu<br />
sergileyen görüntüleri yansıtır.Doğu pazarlarını andıran<br />
pazarlarda meyve sebze mart ayından itibaren son baharın<br />
sonuna kadar satılır. Bu durum meyve sebzelerin olgunlaşmasının<br />
senelik takviminin göstergesidir. Bazı sebzeler<br />
erken pişerse, bazıları geç olgunlaşır. Çiftçilerin ve meyvecilerin<br />
yetiştirdikleri meyve sebzeler sene boyunca edilen duaların<br />
bereketidir. Olgunlaşan her bir meyve ve sebzeler için<br />
düzenlenen bayramlar vardır. Türklerin yerleştiği bölgelerin<br />
hepsinde meyve ve sebzelerle ilişkili yer isimlerine rastlanmaktadır.<br />
Mesela, Alma – Ata şehrinin etrafında eskiden en<br />
iyi elma türleri yetiştirilmiştir. Mırza Çöl kavunu, tarihi kaynaklarda<br />
da belirtildiği gibi kavun yetiştirilen yer anlamına<br />
gelir.<br />
Kavun ve karpuz yaz meyvelerinin başını çeker. Anavatanı<br />
Orta Asya ve Anadolu kabul edilen kavun ve karpuz Türklerin<br />
en çok sevdiği meyveler arasındadır. Özbekistan’dan<br />
Türkiye’ye karpuz ve kavun hasadının yapıldığı dönemlerde<br />
yapılan şenliklere rastlarız. Bunlardan biri hasat bayramıdır.<br />
Bu bayramda şenlikler yapılır türküler söylenir.<br />
Orta Asya’da yetiştirilen kavun karpuzlar hakkındaki bilgiler<br />
orta asırlardaki yazılı kaynaklarda sık sık görülmüştür.<br />
Bölgenin sebze meyveleri, özellikle kavun ve karpuzlarının<br />
kalitesi Avrupalı araştırmacılar da gıpta ile söz etmişlerdir.<br />
Zamanında Orta Asya’nın incisi” olarak nam salmış Fergana<br />
vadisinde Sır Derya ve Amu Derya nehirlerinin tarıma elverişli<br />
kısımlarında yüzyıllardır kavun, kapuz yetiştirilmektedir.<br />
Karpuz, kavun piştiği zaman çiftçiler tarla başında, sonra<br />
pazarlarda kavun karpuz bayramları düzenlenir. O zamandan<br />
beri devam eden geleneklere göre yetiştirilen ekinin<br />
In the custom of middle east Turks (Kirghiz, Uzbek, Kazak,<br />
Karakalpak), harvesting festival is celebrated in autumn<br />
when the crop gets matured. With the attending of all the<br />
workers a festival is held and the corp, fruits and vegetables<br />
which are grown up by them is sold in this festival. Animals<br />
are sacrificed, and many kind of meals are served to people.<br />
They arrange sports activities. “Op Mayda” a kind of folk<br />
song of Kirghiz i singing in autumn during harvesting. Farmers<br />
put their prayers out for each other frankly for “good<br />
harvesting”. Farmers take pride in their harvest after a labouring<br />
year. High state officials and guests also attends to<br />
these festivals.<br />
In some regions owner of the fields buy ingredients jointly<br />
and cook pilaf with meat and servet to people. By doing so,<br />
Anatolian people Express themselves thanks to God.<br />
Today, agriculturak technology has improved a lot. Machines<br />
like combine harvester takes place the tradiditional<br />
tecniques. In small fields the old way of harvesting is still<br />
available. But in bigger ones advanced techonology is used.<br />
Harvesting is nearly done untouched by human hands. Even<br />
so, the customs has not changed.<br />
In Baskir, Tatar and Nogay Turks, there is a festival named<br />
“Sabantuy”. This national festival represents the end of the<br />
season of farming every year. This festival also influence<br />
the cristian community neighbouring these turks. Sabuntay<br />
means “the marriage of saban (plow)” and “tuy (ox)”<br />
(saban-toy). This custom has reached out very old times.<br />
Some Turkish communities celebrate this festival. The aim<br />
of the festival is to pray God for a fruitfull harvesting next<br />
year. Arabic itinerant İbn Fadlan who came from Baghdad<br />
one of the first that gave information about the custom and<br />
it is also mentioned in some tablets which was written in 921<br />
located in Bulgarian State (today Tataristan). The primary<br />
aim of all these festivals and ceremonies is top ray God for a<br />
fruitfull harvesting and wish for abundance.<br />
In the summer it is easy to find every kind of vegetable and<br />
fruits in the bazaar. Some fruits can be find along the whole<br />
summer but some can be find only in a period.<br />
The bazaar of Kirghiztan reflects this wealth untill the autumn.<br />
Many kind of vegetables and fruits can be found in<br />
these bazaars from march to the end of autumn. This situation<br />
explains the yearly calender of fruits and vegetables<br />
in terms of their maturing process. Some vegetables matures<br />
earlier. These vegetables and fruits are accepted as a<br />
product of prays through all the year. There is a festival for<br />
each of matured vegetable and fruit. In Turkish settlements<br />
one can easily encounter places whose names are related<br />
to these vegetables and fruits. For example, Alma-Ata the<br />
Agricultural Festivals<br />
83<br />
Tarım Toyları
Common Heritage<br />
84<br />
Ortak Miras<br />
bir bölümün çiftçiler yetimlere, kimsesizlere, dul ve çocuklu<br />
kadınlara dağıtırlar. Bu geleneğe tüm Türk halkları “kepsen”<br />
(kapsan) derler. Bugün Kırgızlarda, kazaklarda, Özbeklerde,<br />
Karakalpak, Türkmenlerde hasat bayramı kutlanmaktadır.<br />
Türk halkları yaşayan bölgelerde diğer meyvelerle birlikte<br />
üzüme de özel değer verilir. Üzümün çeşitli türleri Doğu<br />
Türkistan, Orta Asya’nın tüm bölgelerine yayılmıştır. Mesela,<br />
sebzeler ve meyvelerdin olgunlaşması pişmesinden sonra<br />
gilas bayramı, nar bayramı, kaysı, incir, elma, üzüm bayramları<br />
düzenlenir. “Çöl mömö” geleneği rüzgârı çağırmak için<br />
kullanılır. Rüzgâr olmasa, sebze meyveler hastalanır, böceklerin<br />
saldırısına uğrarlar. İnsan hayatı ile ilgili örf adetler,<br />
görenek gelenekler insanların hayalinde verimli hasat<br />
alma, bereket ve vardar hayat istemelerinin dışavurumudur.<br />
Yörelere göre değişmekle birlikte birçok yerde yazın sonlarına<br />
doğru mevsimin en önemli meyvesi üzüm hasadı başlar.<br />
Bugün Türk dünyasının bir çok bölgesinde üzüm, gerek<br />
yaş meyve gerek kurutulmuş olarak severek tüketilen bir<br />
meyvedir. En yaygın tarımı yapılan ürünlerden biridir üzüm.<br />
Azerbaycan’da “bağa baharsan bağ olar, bahmazsan dağ<br />
olar”sözü de anadoluda’ki“bakarsan bağ bakmasan dağ<br />
olur” atasözünün karşılığıdır. Budanan bellenen bakılan<br />
bağlardan ürün alma vaktidir.<br />
Türkler çiftçiliğin yanı sıra medyacılıkla da özellikle üzümcülükle<br />
uğraşmışlardır. Onlardan meyve suları yapmayı da<br />
ihmal etmemişlerdir. Kadim Türkler (uygular) üzüm yetiştirmede<br />
647.yılı Türk yağbusu Çinin Tan imparatoruna<br />
üzüm şiresi ikram ettiği yazılmıştır. з. 647-ж. түрк йабгусу<br />
Кытайдын Тан императоруна жүзүмдүн ширесин тартуу<br />
кылгандыгы баяндалат. Бул шире-суусундук байыркы<br />
түрктөрдө – begniдеп аталган экен. Жүзүм ширеси тууралу<br />
маалыматтар Орхондогу түрк жазма эстеликтеринде да<br />
эскерилет.<br />
Bir müddet sofralık tabir edilen yaş kuru üzüm hasadından<br />
sonra kurutmalık ve en sonra da pekmezlik üzüm hasadı<br />
yapılır. Bu hasadın adı bağ bozumudur. Bağ bozumu eskiden<br />
beri hemen hemen bütün kültürlerde törenlerle yapılır.<br />
Günümüzde de Anadolu’da ve yakın coğrafyalarımızda bağ<br />
bozumları imece ve şenlik havasında yapılıyor.<br />
Türkiye’de ilk üzüm alma veya bağ bozumu esnasında dua<br />
yapılır. Bu duadan sonra üzümler toplanmaya başlar. Sepetler<br />
seleler ve çuvallar doldurulur. Günümüzde daha<br />
çok traktörlerle sıkılacak yerlere taşınır. Şiltelerde suyu sıkılan<br />
üzümlerin suyuna şıra denir. Elde edilen şıra değişik işlemlerden<br />
geçirilir ve defalarca kaynatılır. Kazanlarda iyice<br />
kaynatılan ve soğumaya alınan pekmez kışlık yiyecek olarak<br />
saklanmaya hazır hale getirilir.<br />
capital of Kazakhistan, takes his name from apple. “Alma”<br />
means apple. It is place nearby the huge apple trees’ garden<br />
and takes its name from these gardens. Also “Mirza” is a<br />
human name. It means “a place where melon are palnted”.<br />
Melon and water melon are the major fruits of summer. They<br />
are among the most beloved fruits of Turks. Middle east and<br />
Anatolia are eccepted their mother town. From Uzbekia to<br />
Turkey one can encounter festivals held during the harvesting<br />
of melon and water melon. In these festivals people sign<br />
folk music and arrange entertainment.<br />
Information about how to grow up melon and water melon<br />
is derived from the sources of middle ages. The quality of<br />
fruits and vegetables grown up in these regions were the<br />
topic of Europian researchers. In Fergana Valley which was<br />
called “Pearl od Midlle East” and in the arable part of “Sır<br />
Derya” and “Amu Derya” river, melon and water melon has<br />
been grown up for centuries. When they become matured,<br />
farmers arrange festivals in the field or in the bazaar. According<br />
to the custom, farmers give a part of their product<br />
to the orphans, half orphans, widows and mothers taht<br />
is disadvantaged groups. This custom is called “kepsen<br />
(kapsan)”. Today this festival is celebrated by Kirghiz, Kazak,<br />
Uzbek and Karakalpak.<br />
Turkish communities give a special importance to grape.<br />
Species of grapes spread over the region of east Turkistan<br />
and midlle asia. After fruits become matured pomegraaete,<br />
apricot, fig, apple and grape festivals are arranged. The custom<br />
“Çöl Mömö” is held to call wind. Without wind vegetables<br />
and fruits get illness. They are exposed to insect invasion.<br />
Customs dealing with human life reflects the wish of<br />
abundance and wealth and fruitfull harvesting.<br />
In many regions, through the end of summer the harvesting<br />
activity of grape which is most important fruit begins. Grape<br />
is consumed in many Turkish settlement fondly both fresh<br />
and dried. Grape is the most producted fruit amon Turks.<br />
There is a proverb in Azarbaijan “if you look after vineyard,<br />
it become a vineyard if not, it becomes a mounth” also it is<br />
used in Turkish as “if you look after, it become a vineyard<br />
if not, it becomes a mounth”. Now it is time to harvest the<br />
grape which is pruned, plowed and looked after.<br />
Turks also use grape to make juice. It is written in a Uighur<br />
tablet that in 647, The Turkish Yabgu (khan) served<br />
to Chinase Emperor grape juice. (з. 647-ж. түрк йабгусу<br />
Кытайдын Тан императоруна жүзүмдүн ширесин<br />
тартуу кылгандыгы баяндалат. Бул шире-суусундук<br />
байыркы түрктөрдө – begniдеп аталган экен. Жүзүм<br />
ширеси тууралу маалыматтар Орхондогу түрк жазма<br />
эстеликтеринде да эскерилет.)
Tarım Toyları<br />
Agricultural Festivals<br />
85
Common Heritage<br />
86<br />
Ortak Miras<br />
Bu dönemde sebze ve meyve kurutmaları yapılır. Biberden<br />
domatese armuttan kayısıya birçok sebze ve meyvenin kurusu<br />
hazırlanarak kış mevsiminin zor şartları için kilerlerde<br />
saklanır.Türkler pişen sebze ve meyveleri yüzyıllara dayanan<br />
kurutma tekniğiyle kuruturlar. Sebze meyvelerdi kurutma<br />
ve onu saklamak sebze meyvelerin olgunlaşma dönemine<br />
göre yerine getirilir.<br />
Fasulye ve barbunya da hasadı yazın ve güzün yapılan sebzelerdendir.<br />
Hem taze hem de kurutulmuşu ve konservesiyle<br />
tüketilen bu ürünlerin hasadında da törenler yapılır<br />
dualar edilir.<br />
Sonbaharın şenlikli geçen bir başka hasadı da zeytindir. Dualarla<br />
toplanan zeytinler yağlık ve sofralık olarak fabrikalara,<br />
atölyelere sevk edilir.<br />
Zeytinin hasat mevsimi bu ürünün yetiştiği yörelerde bir<br />
bayram olarak kutlanır. Ayvalık, Gemlik gibi yöreler zeytin<br />
hasadının önem taşıdığı yerlerdir.<br />
Ürünün toplandığı bu günlerde bazı ilçelerde hasat bayramı<br />
yapılır. Festivaller düzenlenir.<br />
Bulgur tarhana dövme gibi kış hazırlığı sayılan yiyecekler<br />
de güz döneminde hazırlanır. Bu tür hazırlıkları Ortak kültür<br />
coğrafyamızın hemen her yerinde aynı şekilde görürüz.<br />
Kış hazırlığı genellikle imeceyle ve şenlikli olur. Kışa hazırlık<br />
güz aylarında, sebze ve meyvelerin piştiği dönemde başlar.<br />
Sebzeleri ve meyveleri kışa hazırlamak her bölgede değişiklik<br />
gösterse de usul bakımından aynıdırlar. Elbette, coğrafi<br />
ve iklim özelliklere göre meyve ağaçları ve sebze meyvelerin<br />
farklılığı yadsınamaz. Mesela, biberin çeşitleri, domates, kabak,<br />
patates, nohut, incir gibi Türklerin yaşadığı bölgelerin<br />
hepsinde yetiştirildiyse, zeytun gibi meyve sadece Türkiye’de,<br />
Irakta, Suriye’de, İran’da ikamet eden Türkler tarafından<br />
yetiştirilir.<br />
Bu mevsimde turşular da kurulur. Mevsimin toplanan sebze<br />
ve meyveleriyle kurulan turşular için de bazı yörelerimizde<br />
turşu festivali düzenlenir.<br />
Yapraklar sararıp dökülmeye başlayınca yaz meyve ve sebzeleri<br />
pazarlardan çekilmeye başlar. Yerlerine kış sebze ve<br />
meyveleri gelir.<br />
Kırgızistan da tüm meyvelerin sebzelerin toplanması sona<br />
erdiği ekim ayında Tüşüm Toyu adında toplu hasat bayramı<br />
düzenlenir.Oş kentindeki bu bayrama civardaki tüm çiftçiler<br />
katılır ve yıl boyunca ürettikleri ürünlerini stantlarda<br />
sergilerler. Kırgızistan’da hasat bayramı düzenlemenin da<br />
coğrafi özellikleri bulunmaktadır. Mesela Talas bölgesinde<br />
fasulye bayramı kutlanırsa, Issık Gölde bal, elma bayramlarına<br />
önem verilir. Narın bölgesinde buğday hasat bayramı<br />
The first grape harvesting is done for eating fresh grapes<br />
then for drying them and the last for making pekmez. The<br />
last one is called vintage. Vintage is done with ceremonies<br />
in many of the cultures. Today in Anatolia it is also done with<br />
festivals.<br />
In Turkey, during first harvesting or vintage people pray to<br />
God. After praying harvest begins. Baskets, saddles and<br />
sacks are being stored. Transport to the factories where<br />
they will become juice by using tractors. The juice of grape<br />
is called “şıra” in Turkish. Şıra is boiled many times and is<br />
processed. At the end of this process pekmez is obtained<br />
and left for becoming cold. People prepare pekmez to consume<br />
it in winter. This process make it possible to be kept<br />
long time.<br />
In summer, people begin to dry vegetables and fruits. From<br />
pepper to tomato and from pear to apricot many fruit and<br />
vegetable are dried to consume them in hard times of winter.<br />
These dried ones are kept in cellar. The drying process<br />
reaches out centuries. You can not dry every vegetable and<br />
fruit you harvest. You should know the exact time when to<br />
harvest because the matured ones or green ones can not<br />
be dried.<br />
Bean and cranberry bean are the vegetables that are harvested<br />
in summer and fall. During harvesting of these vegetables,<br />
festivals are held and pray to God. They are also<br />
dried and conserved to consume them in winter.<br />
Another haarvest of autumn is olive which is also celebratory.<br />
It is harvested with pray and transported to factories for<br />
producing olive oil or for edible.<br />
Harvesting time of olive is celebrated as a festival in the region<br />
it grows up. Ayvalık, gemlik are the places where harvest<br />
is important. Festivals are held in these region during<br />
harvesting.<br />
Bulgur and tarhana (sun dried food made of curd, tomato<br />
and flour) are also prepared in autumn as a winterise. We<br />
can see this winterising activity almost every part of common<br />
Turkish cultural region. These activities are celebratory<br />
and jointly. The winterising season begins in autumn<br />
when vegetables and fruits begin to mature. Activities may<br />
be changed according to the region but the method is the<br />
same in all the region. Geographical characteristic of region<br />
and the influence of climate on vegetables and fruits can<br />
not be ignored. Species of pepper and tomato, also potato<br />
pumpkin, chickpea and fig may be different. Also the time<br />
they need to mature may differs. Some fruits like olive can<br />
onl grow up warm countries like Turkey, Iraq, Syria and Iran.<br />
In this season people also pickle with vegetables and fruits
organize edilir.<br />
Üç gün süren bu bayramda bir yandan stantlar dolaşılıp alış<br />
veriş yapılırken bir yanda da hakla oyunları, konserler düzenlenir.<br />
Yapraklar sararıp dökülmeye başlayınca yaz meyve ve sebzeleri<br />
pazarlardan çekilmeye başlar. Yerlerine kış sebze ve<br />
meyveleri gelir.<br />
Topraktan birçok ürün bahar ve yaz aylarında alınırken kışın<br />
meyvesi turunçgillerdir. P<strong>ortak</strong>al, mandalina, limon gibi<br />
ürünlerin hasadı sonbahar ortalarından kış sonuna kadar<br />
yapılır. Çiftçiler olgunlaşmış ürünler toplanacağı zaman tarlada<br />
biraraya gelerek topluca dua ederler. Hasat için gelenlerin<br />
hepsine ikramlarda bulunulur. Ardından hasat başlar.<br />
Diğer ürünlerde olduğu gibi turunçgillerinde hasat bayramı<br />
vardır.<br />
Yakında yağışlar artacak kar gelecek tabiat büyük bir sessizliğe<br />
gömülecek bahar gelince yeniden dirilecek bolluk<br />
bereket saçacaktır.<br />
Çok geniş uçsuz bucaksız verimli topraklar üzerinde yaşıyoruz.<br />
Onlarca ürünü bu topraklardan elde ediyoruz. Yine<br />
ürünlerinden faydalandığımız hayvanlar da bu topraklarda<br />
yetişen otlarla besleniyor.<br />
Hayatımızdaki bir çok şey toprakla ilgilidir. Eski Türk inanışından<br />
gelen bir anlayışla toprak kara yerdir. Kara topraktır<br />
ama aynı zamanda sadık dosttur. İşte bu yüzden kültürümüzde<br />
ve çok geniş bir coğrafyada topraktan alınan ürünler<br />
bereketi temsil eder. İnsanımız çalışıp, alın terini akıtıp, toprağa<br />
tohum saçarken dua eder ve karşılığını Allahtan bekler.<br />
Mahsul alınca da yine dua ve şükürle karşılık verir.Bizim gönül<br />
coğrafyamızda ürünler toplanınca toy olur, bayram olur.<br />
Gönüller bir olur.<br />
KAYNAKLAR<br />
• Batmanov, İ.A (1965). ИсточникформированиятюркскихязыковЮжнойСи<br />
бири и СреднейАзии, Фрунзе.<br />
• Мифы народова мира (1980). Т.1, Москва.<br />
• Kamoliddin Ş.S (2005). Культура оседлых тюрков Средней Азии, Часть 3.<br />
Ташкент.<br />
• KaşgariMahmud (1965). Девону лугатит турк. Т.3. Индекс-словарь.<br />
Ташкент.<br />
• KaratayevOlcobay K. (1995), Kırgız tarihi ve Nevruz. Nevruz, Ankara.<br />
• KaratayevOlcobay K. (1997), Kırgız tarihi ve Nevruz. Anayurttan Atayurda<br />
Türk Dünyası, Yıl:5, Sayı: 12. Ankara.<br />
harvested. In some regions festivals are held.<br />
In autumn, the vegetables and fruits of summer gradually<br />
begin to remove from markets and to launch winter ones<br />
to the market.<br />
In Kirghizistan, ın october, after finishing of all harvesting<br />
activities, a festival is held named “Tüşüm Toyu”. All farmers<br />
attend to this festival in Oş and exhibit all products they<br />
cultivate. Also the harvesting festivals changes according to<br />
the region in Kirghizistan. For example, in Talas region bean<br />
is important so they celebrate the bean festival but in Issik<br />
Göl, apple and honey are important so they hold a festival<br />
fort hem also in Narin region wheat harveting festival is organized.<br />
These festivals continue 3 days. During these days attendees<br />
get around, visit stants, have dealings and on the other<br />
hand folk dances performed and concerts given.<br />
The fruit of winter is citrus fruits. The harvest of orange,<br />
mandarin and lemon begin in mid-autumn to the end of<br />
winter. Farmers again come to gather before harvesting<br />
for praying. All attendees are served then harvest begins. A<br />
harvesting festival is also held for citrus fruits.<br />
In the near future, the amount of rainfall will increase and<br />
snow will come and the nature lapse into silience. When<br />
spring comes, it resurges and will scatter wealth and abundance.<br />
We live on a huge fertile soil. We obtain many products from<br />
this soil. Also the animals we benefit are fed with the grass<br />
of this soil.<br />
Many thing in our life is relaterd with the soil. A beleif in ancient<br />
Turks, soil is a black place. Altough it is a black soil but<br />
at the same time it is a true friend. For this reason the products<br />
of soil represents the abundance. Our people pray to<br />
God while planting the seeds, while working, while sweating<br />
blood and expecting from God the in return. After harvesting,<br />
this time thanks to God. In our cultural geography after<br />
reaping, be festival, be celebrations and be the hearts together<br />
REFERENCES<br />
• Batmanov, İ.A (1965). ИсточникформированиятюркскихязыковЮжнойСи<br />
бири и СреднейАзии, Фрунзе.<br />
• Мифы народова мира (1980). Т.1, Москва.<br />
• Kamoliddin Ş.S (2005). Культура оседлых тюрков Средней Азии, Часть 3.<br />
Ташкент.<br />
• KaşgariMahmud (1965). Девону лугатит турк. Т.3. Индекс-словарь.<br />
Ташкент.<br />
• KaratayevOlcobay K. (1995), Kırgız tarihi ve Nevruz. Nevruz, Ankara.<br />
• KaratayevOlcobay K. (1997), Kırgız tarihi ve Nevruz. Anayurttan Atayurda<br />
Türk Dünyası, Yıl:5, Sayı: 12. Ankara.<br />
Agricultural Festivals<br />
87<br />
Tarım Toyları
Prof. Dr. Metin EKİCİ<br />
Bilge Yapım<br />
Türk Kültüründe Renkler ve Sembolik Anlamları<br />
Colors in Turkish culture and their symbolic meanings
Renkler, kültürde simgesel ifadelere dönüşüp, yoğun anlamlar içermesi ve akılda kalıcı<br />
olmaları nedeniyle, inanç ve kültürel miras aktarımında önemli rol oynarlar. Milletlerin<br />
erken dönem inançları ve yaşam koşullarıyla ilişkili olan renkler daha sonraları simge<br />
olarak kullanılmaya başlar ve bir milletin sonraki dönemlerinde bazı değişkenlikler gösterseler<br />
de, kültürel bir miras olarak aktarılmaya devam ederler. Çeşitli milletlerin kültürlerinde,<br />
her birine farklı anlamlar yüklenerek varlık ve nesnelerin bir özelliğini ifade<br />
etmenin ötesinde simgesel ifadelere dönüşen renkler, Türk kültür tarihi içerisinde önceleri<br />
inanma ve uygulamalarda, daha sonraları edebi yaratımlar ve diğer kültür alanlarında<br />
kuşaktan kuşağa aktarılan <strong>ortak</strong> ifade aracı olmuşlardır.<br />
05 Renkler<br />
Colors<br />
Colors play an important role in transferring beliefs and cultural heritage, because they<br />
turn into symbolic expressions in culture, have intensive meanings and are catchy. The<br />
colors associated with the early beliefs and living conditions of the nations begin to be<br />
used later as symbols and continue to be conveyed as a cultural heritage although they<br />
show some variability in the later periods of a nation. In the cultures of various nations,<br />
the colors that have become symbolic expressions beyond expressing a feature of being<br />
and objects by putting different meanings into each one have become the means<br />
of common expression in Turkish cultural history, beliefs and practices that were later<br />
passed on in literary creations and other cultural fields.
Common Heritage<br />
90<br />
Ortak Miras<br />
Bu makalede; Türk kültüründe ana renklerden başlayarak<br />
kültür tarihimizde çeşitli anlamlar taşımaları bakımından<br />
kültürel mirasımızın bir parçası haline getirilen renklerin<br />
değerlendirmesini yapacağız. Burada ilk olarak, “renk”<br />
sözüüzerinde duracak, daha sonra fiziksel bir olgu olarak<br />
renklerin meydan gelişi hakkında bilgi vereceğiz. Makalenin<br />
asıl kısmını oluşturan kültürümüzde renkler kısmında ise<br />
ana ve ara renklerin kültürel ifade aracı olarak kullanılmaları<br />
hakkında bilgi vereceğiz. Bu bağlamda; evreni algılamada<br />
ışıkla ilgili olması bakımından ilk olarak “ak” ve “kara” renkler,<br />
daha sonra tanrısal bir anlam içermesini dikkate alarak<br />
“gök” renk ve gök rengin zaman içinde anlam değişimini de<br />
içermesini dikkate alarak “yeşil” renk üzerinde duracağız.<br />
Bu renkleri takiben “sarı” renk, tarihsel anlamda önemli bir<br />
değişim ve dönüşümün anlamı olan “al”, “kızıl” ve “kırmızı”<br />
renklerin anlamları üzerinde duracağız. Makalemizde son<br />
olarak değerlendireceğimiz renkler ise “boz”, “kahverengi”,<br />
“pembe”, “mor” ve “turuncu” gibi alt ve ara renkler olacaktır.<br />
Makalemizin son kısmında ise, bütün renkler hakkında genel<br />
bir değerlendirme yer alacaktır.<br />
Kültür tarihimizde renklerin anlamları üzerinde ayrıntılı bir<br />
değerlendirmeye geçmeden önce, “renk” sözü ve fizik bilimine<br />
göre renklerin oluşumu ve farklarını ayırt etme ölçütlerinin<br />
ne olduğu hakkında kısaca bilgi vermek yerinde<br />
olacaktır.<br />
“Renk” sözü dilimize Farsçadan girmiştir.Eski Türkçede<br />
“renk” karşılığı kullanılan sözün ne olduğu konusunda eti-<br />
In this article; starting from the main colors in Turkish culture,<br />
we will evaluate the colors that have become a part<br />
of our cultural heritage in terms of various meanings in our<br />
cultural history. Here, we will first lay emphasis on the ‘’color’’as<br />
a word and then tell you about how color will come<br />
into being as a physical phenomenon. We will give information<br />
about the use of the base and accent colors as a means<br />
of cultural expression in the part of our culture that forms<br />
the main part of the article. In this context; we will first make<br />
a point of “white” and “black” colors that are about the light<br />
in the terms of perception of the universe and then the<br />
“green” color by considering that it includes the “sky” color<br />
and sky color change over time. Following these colors; we<br />
will emphasize the meaning of “al” in turkish, “red” and “red”<br />
colors meaning a significant change and transformation in<br />
historical sense and “yellow” color. The last colors we will<br />
consider in our article are the undertint and accent colors<br />
such as “dun”, “brown”, “pink”, “purple” and “orange”. In the<br />
last part of our article, we will have a general evaluation of<br />
all colors.<br />
Before going into a detailed evaluation of the meanings of<br />
colors in our cultural history, it will be useful to give brief information<br />
about the criteria of distinguishing the differences<br />
and the formation of colors according to the word “color”<br />
and the science of physics.<br />
The word ‘’color’’ came from Persian language to our language.<br />
Eventhough there is no mention in etymological
moloji sözlüklerinde bir söz gösterilmiyorsa da bugünkü<br />
Kazak, Özbek, Çuvaş ve Tatar Türkçeleri grubunda halen<br />
kullanılan “tüs”,“tös”, “tüü” ve “ön” sözlerinin eski Türkçe<br />
döneminde de“renk” karşılığı olarak kullanıldığını Kaşgarlı<br />
Mahmut’un Divan-ü Lügat-it-Türk adlı eserinden öğreniyoruz(Aşurov<br />
2015: 150-153).Bugün “tüs” ve “ön” sözleri renk<br />
anlamında halen Kuzey-doğu Türkçesinde yaşatılırken, Batı<br />
veya Oğuz Türkçesinde yaşatılmaması üzerinde durulması<br />
gereken bir konu olmakla birlikte, Batı Türkçesinde“giysi,<br />
kıyafet, görünüş” anlamında kullanılan “don” sözünün<br />
renk karşılığında kullanılmış olmasının muhtemel olduğunudüşünüyoruz.<br />
Diğer taraftan, Fransızcadan Türkçeye<br />
alıntılanmış bir söz olan “tone” sözünün farklı bir anlamda<br />
olduğunu, bu ton sözünün bir rengin renk sıralamasındaki<br />
yerianlamına geldiğini belirtelim.<br />
Fizik bilimine göre renk;“cisimlerin yansıttığı ya da yaydığı<br />
ışığın gözle algılanmasına ilişkin, ton, parlaklık, doymuşluk<br />
olmak üzere üç nitelikle betimlenen özelliğe ‘renk’ denmektedir.”<br />
Fizikte renk;“elektromanyetik ışınım tayfının insan<br />
gözünün algılayabildiği bölgesinde yer alan dalga boylarıyla<br />
ilişkilidir. İngiliz bilim insanı Isaac Newton, beyaz ışık<br />
üzerinde gerçekleştirdiği deneyler sonucunda, beyaz ışığı<br />
bir prizma aracılığıyla renkli bileşenlerine ayırmış ve kırmızıdan<br />
mora uzanan bir tayf oluşturmuştur.İkinci bir prizma<br />
aracılığıyla ayrışan bu renkleri birleştirerek yeniden beyaz<br />
ışık elde etmiştir.“Newton beyaz perde üzerindeki renklerin<br />
bir sıra teşkil etmesine ‘Spektrum Solaers (Güneş Tayfı)’<br />
adını vermiştir.”(https://www.msxlabs.org).<br />
Fizik bilimine göre renkler birbirlerinden üç ana özellik bakımından<br />
ayırt edilir; ton yani renk türü, doymuşluk ve parlaklıktır.<br />
“Ton”; rengi oluşturan ışığın tayftaki yerine,“doymuşluk”;<br />
rengi oluşturan ışıktaki beyaz ışık miktarına,“parlaklık”;<br />
ışığın şiddetiyle, bir başka deyişle açıklık-koyulukla ilgilidir.<br />
Güneş tayfının Türkçe karşılığı veya bütün renklerin görüldüğü<br />
doğal oluşum ise “Gökkuşağı” veya halk arasında<br />
“Ebemkuşağı” olarak adlandırılır. Rahmetli hocamız Bahaeddin<br />
Ögel’in verdiği bilgilere göre en eski Türk inanç sisteminden<br />
itibaren tanınan ve tanımlanan ebemkuşağı etrafında<br />
çeşitli düşünceler geliştirilmiş, Türk boyları arasında<br />
yaygın olarak ritüeller uygulanmıştır; “Ebekuşağı, alyeşil bir<br />
kuşak veya göğün sembolü olan bir yaydır. Ebekuşağı Gökkurtun<br />
yelesidir. Ebekuşağı şamanları göğe götüren bir yoldur”<br />
(Ögel 2001: 91-97).<br />
Bu genel bilgiden sonra, Türk kültüründe renklerin anlamları<br />
üzerinde ayrı ayrı bilgi vermek uygun olacaktır.<br />
1. Ak (Beyaz):<br />
Bir renk adı olarak güneş ışıklarının ve aydınlığın adı olan<br />
dictionaries about what the word “color” is in old turkish,<br />
the words “tüs”,“tös”, “tüü” and “ön”that are still used in today’s<br />
Kazakh, Uzbek, Chuvash and Tatar Turkic groups are<br />
also used as the “color” turkish equivalent in the old Turkish<br />
period, which we learn from the work of Kaşgarlı Mahmut’s<br />
Divan-ü Lügat-it-Türk (Aşurov 2015: 150-153). While the<br />
words “tüs” and “ön” are still alive in the North-East Turkish<br />
languages in the sense of color, we think it is likely that<br />
the word “don” meaning “clothes, clothes, appearance” in<br />
western turkish is used in the color equivalent as well as it is<br />
important to emphasize the fact that “ön” used in the Western<br />
Turkish language. On the other hand, I have to point out<br />
that the word “tone”, which came from the French to the<br />
Turkic language, has a different meaning and shows a colors’s<br />
shade in color order.<br />
According to physics science, color is expressed in three<br />
qualities as “tone, brightness, saturation” in relation to the<br />
visual perception of light reflected or transmitted by objects.<br />
In physics, color is related to the wave position in the region<br />
where the electromagnetic spectrum can perceive the<br />
human eye. The British scientist Isaac Newton, as a result<br />
of his experiments on white light, created a spectrum that<br />
separated the color components through a prism of white<br />
light and sprang from red to purple. Through a secondary<br />
prism he merged these dissociating colors to produce white<br />
light again. He gave the name ‘Spektrum Solaers’ to the<br />
colors on the white screen. (https://www.msxlabs.org).<br />
According to physics, colors are distinguished from each<br />
other in three main features; Tone or color type, saturation<br />
and brightness. “Tone” is about the color shade of the light<br />
forming the color in the spectrum; “saturation” is about the<br />
amount of white light in the light that makes up the color;<br />
“brightness” is about the intensity of the light, in other<br />
words the lightness-darkness.<br />
The turkish equivalent of the solar spectrum or the natural<br />
formation of all the colors is called “Rainbow” or “Ebemkuşağı”<br />
among the people. According to the information<br />
given by our late Bahaeddin Ogel, various ideas have been<br />
developed around the “Ebemkuşağı”, which has been recognized<br />
and defined since the oldest Turkish belief system<br />
and rituals have been widely applied among the Turkish<br />
tribes; “Ebemkuşağı” is a green and red belt or an arch that<br />
is a symbol of the sky. It is the mane of Bozkurt (a mythological<br />
sacred animal) and also is a path that takes shamans to<br />
the sky. (Ögel 2001: 91-97).<br />
After this general knowledge, it would be appropriate to<br />
provide separate information on the meanings of colors in<br />
Turkish culture.<br />
Colors<br />
91<br />
Renkler
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />
accusa quo quunt.<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />
quo quunt.<br />
Common Heritage<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
92<br />
Ortak Miras
“ak” renk, diğer bütün renklerin de içinden çıktığı bir renk<br />
adıdır. Türk kültüründe en eski dönemlerden itibaren kullanılan<br />
“ak renk;saflık, arılık, duruluk, temizlik, iyilik, yücelik,<br />
yükseklik, üstünlük” anlamlarında kullanılmıştır.<br />
Yaratıcı tanrıdan gelen saflık ve arılık, başka bir ifadeyle<br />
arınmışlık ak rengin ilk özelliğidir. “Ülgen’in altın kaplı sarayı<br />
ve altın tahtı vardır. Şaman dualarında ona Beyaz Parlak<br />
(Ak Ayas), Parlak Hakan (Ayas Kaan) vb. şekilde hitap edilir.<br />
İnanışa göre Ebem Kuşağını (Gök Kuşağı) da o yaratmıştır”.<br />
Ülgen’i temsil eden ak, daha sonra cennet anlamında<br />
da kullanılmaya başlanmıştır. “Ak sözü ve rengi eski Türk<br />
inançlarında arılık ve yüceliğin bir sembolü hâline gelmiştir.<br />
Bu yüzden ak renk için ‘baş renk’ de diyebiliriz” (Genç 1997:<br />
7-8).<br />
Ak renk makam, mevk, yükseklik belirten ayırıcı kıyafet rengi<br />
olarak kabul edilmiştir. Hun İmparatorluğu döneminden<br />
itibaren hakanların ve devlet büyüklerinin kıyafetlerinden<br />
tanınmalarını sağlamak için ak renkli elbise giydikleri bilinmektedir.Yusuf<br />
Has Hâcib siyahın kul rengi olduğunu, hükümdarın<br />
giysi renginin beyaz olduğunu, siyahla beyazın<br />
birbirinden kolayca ayrıldığı gibi, hükümdarla kulların da<br />
birbirinden ayrılması gerektiğini kaydetmiştir.<br />
Ak renk asalet, soyluluk ve soyda devamlı olmanın sembolü<br />
olarak da kullanılmıştır. Türk geleneklerinde soyun “ak” olması<br />
asil ve temiz bir soydan gelmeyi ifade ederken, şehitlik<br />
mertebesindeki kişiye “ak elbise, kefen” giydirilmesi de<br />
aynı temizliği, saflığı, günahsız olmayı ifade etmektedir. Ev<br />
veya otağın ak renkte olması ise soyluluk, soyun devamını<br />
sağlayacak erkek çocuk sahibi olma durumunu gösteren bir<br />
alamet olarak kabul edilmiştir. Özellikle Dede Korkut Kitabı<br />
içindeki ilk anlatma olan “Dirse Han Oğlu Boğaç Han” anlatmasında<br />
Hanlar hanı Bayındır Han’ın emriyle kurulmuş olan<br />
üç otağ vardır; ak, kızıl ve kara otağ. Bunlardan ak otağa, sadece<br />
devletli Oğuz beylerinden oğul sahibi olanların davet<br />
edilmesi emredilmiştir.<br />
Ak renk, aydınlık ve daha fazla ışık alan, temiz ve karla kaplı<br />
yerler için de yaygın olarak kullanılmıştır. Ak renk bir sıfat<br />
olarak yer, su, dağ adlarında kullanılmış olup, bugün pek<br />
çok birleşik isimde bunları görmek mümkündür. Akdağ, Aktaş,<br />
Aksu, Akpınar, Akgöl, ve Akdeniz adlarında bu yapı açıkça<br />
görülmektedir(Ögel 200:377-394).<br />
Ak rengin bir yön adı olarak kullanılması ve yön olarak “Batı”yı<br />
göstermesi ve Türklerin oturduğu, yaşadığı coğrafyanın<br />
batısında yer alan denizin “Akdeniz” olarak adlandırılması<br />
da oldukça anlamlıdır. Özellikle Kurtuluş Savaşı sırasında<br />
Büyük önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ün; “Ordular ilk hedefiniz<br />
Akdeniz’dir, İleri!” komutunda yer alan Akdeniz ifadesi,<br />
tesadüfi bir söylem değil, ATATÜRK’ün Türkçe, Türk dili ve<br />
1. White (Ak or Beyaz in turkish):<br />
As a color name, white color that is the name of sunlight<br />
and brightness is a color that all other colors come out of<br />
it. White color that is used in Turkish culture from the earliest<br />
times means ‘’purity, innocence, cleanliness, goodness,<br />
glory, height, superiority.’’<br />
The purity and innocence coming from the creative god is<br />
the first characteristic of white color. “Ulgen has a gold-plated<br />
palace and gold throne. In the shaman’s prayers, it is<br />
called as Beyaz Parlak (Ak Ayas), Parlak Hakan (Ayas Kaan<br />
in turkish and so on. According to his belief, he created the<br />
“Ebemkuşağı” (Rainbow). “ The white representing Ülgen<br />
was later used in the sense of paradise. The word and color<br />
‘’white’’ have become a symbol of purity and glory in the<br />
ancient Turkish beliefs. So we can say that white color is the<br />
‘head color’ (Genç 1997: 7-8).<br />
It is accepted as the color that shows the maqam, the position,<br />
the distinctive clothes which indicates the height. From<br />
the time of the Hun Empire, it is known that the judges and<br />
the elders of the state were dressed in white clothes to enable<br />
them to be recognized from their clothes. Yusuf Has<br />
Hâcib noted that the color of the servant is black and the<br />
ruler’s clothes are white, black and white are easily separated<br />
from one another and the servants and rulers must be<br />
separated from each other.<br />
It is also used as a symbol of continuity in bloodline, nobility<br />
and gentility. In the Turkish tradition; wearing white clothes<br />
and winding sheet to the martyr expresses to be clean, purity<br />
and innocence. Having white house or tent is accepted as<br />
a sign of nobility and continuity in bloodline with a baby boy.<br />
Especially in the narration of “Dirse Han’s Son Boğaç Han”<br />
that is the first narration in the book of Dede Korkut, there<br />
are three tents made with the order of Bayındır Han; these<br />
are white, red and black tent. From these, it is ordered to<br />
invite only those who are the son of the Oghuz state’s rulers.<br />
It is also widely used for clean and snow-covered places,<br />
which are exposed to light, bright and more light. White is<br />
used as an adjective in the names of sea, mountain and<br />
place. it is possible to see them in many compound nouns<br />
today. Akdağ, Aktaş, Aksu, Akpınar, Akgöl and Akdeniz<br />
(Mediterranean Sea) are clearly visible in these nouns<br />
(Ögel 200:377-394).<br />
It is quite meaningful that the sea is used as a directional<br />
name and the direction is “West” and the sea which is located<br />
in the west of the geography where the Turks live is<br />
called “Mediterranean”. Especially during the War of Independence,<br />
the Great Leader Mustafa Kemal ATATÜRK says:<br />
Colors<br />
93<br />
Renkler
Common Heritage<br />
94<br />
Ortak Miras<br />
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />
accusa quo quunt.<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />
quo quunt.<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum
Renkler<br />
Colors<br />
95
Common Heritage<br />
96<br />
Ortak Miras<br />
tarihi konusundaki bilgisinin bir sonucudur. Çünkü, Türkçede<br />
Batı yönünün Ak renkle ifade edildiğini bilmeyen bir<br />
komutan, İzmir istikametinde yönlendirdiği askerlerine “Akdeniz’e”<br />
doğru bir komut vermiş olamaz.<br />
Bunların dışında ak rengi eşya, nesne adlarıyla, hayvan adlarında<br />
kullanmak da Türk kültürünün bu renge verdiği önemi<br />
göstermektedir. Özellikle Akkoyun ve bu tür hayvanlara<br />
sahip olan Türk uruğunun Akkoyunlu olarak adlandırılması<br />
anlamlıdır.<br />
Yine bilge ve tecrübe sahibi yaşlı kişiler için “ak sakal” ifadesinin<br />
kullanımı da Türk kültüründe bilginin saflığı ve temizliği<br />
ifade ettiği, bilgiye sahip olan kişilerin de saygın kişiler<br />
olarak benimsenmesi, bilgi ve tecrübenin yaşla kazanılan<br />
bir özellik olması nedeniyle de yaşlı kimselere karşı da benzer<br />
bir saygı gösterilmesi aynı düşünceyle ilgilidir. Erkekler<br />
için “ak sakal” ifadesi kullanılırken, kadınlar için de “ak pürçekli<br />
ana (saçı ağarmış)” ifadesi kullanılmıştır.<br />
Ak rengin saflık, duruluk, temizlik anlamları günümüzde<br />
kullanılan; “alnın ak olması”, “yüzün ak olması”, “yüzü<br />
ağartmak” vb. gibi deyimlerde açıkça görülmektedir.<br />
Dilimize Arapçadan alıntılanmış olan “Beyaz” ise bazı durumlarda<br />
ak sözünün yerine kullanılmakla birlikte, genelde<br />
kendi kullanım ve sembolik bir kültür alanına sahip olmuştur.<br />
Özellikle İslamiyet’in Türkler tarafından kabulünden<br />
sonra kullanılan bu söz, “beyaz perde” kullanımında olduğu<br />
gibi bazı yeni çıkan alanlar içinde kullanılmaktadır. Genel<br />
olarak “ak” sözü Türk kültür tarihinde oldukça geniş bir kullanım<br />
alanına sahip olup, en eski ve yeni anlamları birlikte<br />
taşımakta, bazı durumlarda ise yerini beyaz sözüne bırakmış<br />
görünmektedir.<br />
2. Kara (Siyah):<br />
Kara bir renk olması kadar, herhangi bir ışık kaynağının bulunmaması<br />
nedeniyle oluşan renksizlik veya renklerin algılanamaması<br />
durumunu ifade eder. Başka bir ifadeyle bir ışık<br />
kaynağı yoksa veya varlık ve nesneler üzerine düşen bir ışığın<br />
yansıtılıp göz tarafından algılanması söz konusu değilse,<br />
içinde bulunulanortam “karanlık”tır ve bu ortama hakim<br />
olan renk “kara”dır. Kara renk, içinde ışık, aydınlık veaklık<br />
olmayanbir sonuçtur. Bu nedenle kara renk, ışıksızlığın ve<br />
dolayısıyla da ak rengin zıddı, karşıtıdır. Başka bir ifadeyle,<br />
ak ve kara ayrılmaz bir bütün gibidir. Kara ve karanlık ile ışık,<br />
aydınlık ve aklık arasındaki ilişki Türkler tarafından da çok<br />
eski dönemden itibaren gözlenmiş ve kara renkle ilgili inanç<br />
ve sembolik kullanımlar da kültürümüzün farklı alanlarında<br />
kendini göstermiştir.<br />
Kara renk Türk kültüründe genel olarak olumsuz anlamla-<br />
“Armies, your first goal is the Mediterranean, Forward!” this<br />
is not a coincidental discourse, but a result of the knowledge<br />
of Turkish, Turkish language and history of ATATÜRK.<br />
Because, a commander who does not know that the Turkish<br />
side is expressed with a white color can not give a command<br />
his soldiers to the “Mediterranean” and directed in İzmir direction.<br />
Apart from these, using white color name as an object of<br />
color, object names and animal names also shows the<br />
importance of this color in Turkish culture. Especially it is<br />
meaningful to name Akkoyun and Turkish phratry which has<br />
animals such as white sheep.<br />
Again, the use of the “ ak sakal (white beard)” that is the<br />
expression for wise and experienced elderly people is also<br />
a reflection of the purity and cleanliness of knowledge in<br />
Turkish culture and the adoption of knowledgeable people<br />
as prestigious individuals because of the fact that knowledge<br />
and experience are acquired with age, as well as respect<br />
is the same. While the expression “ak sakal” was used<br />
for men, the expression “ ak pürçekli ana (mother with grey<br />
hair)” was used for women.<br />
The meaning of white color such as purity, cleanliness, limpidness<br />
is seen in the idiom such as “alnın ak olması (means<br />
being honest)”, “yüzün ak olması (means being honest)”,<br />
“yüzü ağartmak (means making proud)”.<br />
As well as the word ‘’beyaz (white in turkish)’’ coming from<br />
Arabic is used in the place of rhe word ‘’ak (white in turkish)’’<br />
in some cases, it has its own use and a symbolic cultural<br />
domain. Especially after the adoption of Islam by the Turks,<br />
this word is used in some new emerging fields as it is in the<br />
use of “beyaz perde (means cinema in turkish)”. In general,<br />
the word “ak” has a very wide use in the history of Turkish<br />
culture and seems to have left its place “beyaz (white)” in<br />
some cases by carrying the oldest and newest meanings<br />
together.<br />
2. Black (Kara or Siyah in turkish):<br />
It refers to the colorlessness or inability to detect colors as<br />
a result of the absence of any light source as much as it is a<br />
black color. In other words, if there is no light source or if a<br />
light falling on objects and objects is not reflected and not<br />
perceived by the eye, then the place is “darkness” and the<br />
color dominated to this place is “black”. Black color is a result<br />
of no light and brightness. For this reason, the dark color<br />
is the opposite of white color and therefore it is opposite.<br />
In other words, black and white are an inseparable whole.<br />
The relationship between black and white or lightness and<br />
darkness has been observed by the Turks since ancient
ın sembolü olarak kullanılmaktadır. Ancak bazı durumlarda<br />
olumsuzdan olumluya dönüştüğü de gözardı edilememelidir.“Kara;şeytanın<br />
ve kötülüğün, kuzeyin ve soğuğun,gecenin<br />
ve karanlığın, ölüm ve yasın, düşmanlığın, ayıplı ve<br />
eksikli olmanın”sembolü olmuştur.<br />
Kara en eski inanç sisteminde itibaren inançla ilgili olumsuzluğu<br />
ifade etmiştir. Şaman Türklere göre kötü bir anlam<br />
ifade etmektedir.Şamanizmde ak şamanların yanında, kötülükten<br />
korunmak ve karanlık güçlerle mücadele etmek<br />
için kara şamanlar vardır. Kara, eski inanç sisteminde yeraltı<br />
güçlerinin, karanlık ruhların veya şeytanın adı olan Erlik’in<br />
rengidir. Yeni doğan çocukların ve lohusa kadınların Kara<br />
Albastı’dan korumak ve karayı kovmak için de kara şaman<br />
çağırılır (Genç 1997: 41).<br />
Kara aynı zamanda kuzeyin sembolüdür. Kuzey hem soğuğun<br />
hem de karanlığın yoğun olarak yaşandığı yerdir ve bu<br />
nedenle yön olarak “kara” sözü ile sembolize edilmiştir. Kışın<br />
en soğuk günleri “kara kış” olarak adlandırılır. Kuzeyden<br />
esen rüzgârın adı “Karayel”dir. Türklerin yaşadığı coğrafyanın<br />
kuzeyinde yer alan denizin adı “Karadeniz”dir. Bu rengin<br />
kuzey anlamı ile “Karahanlı Türk Hakanlığı” arasında bir ilişki<br />
düşünülmelidir. Kullandıkları Türk lehçesi “Hakaniye” olarak<br />
da adlandırılan Karahanlılara bu adın kendileri tarafından<br />
mı yoksa diğer Türk boyları veya komşu toplumlar tarafından<br />
mı verildiği de değerlendirilmelidir.<br />
Kara renk ölümün ve aynı zamanda yasın rengidir. Kader<br />
veya kaçınılması imkânsız son olan ölüm anlamında “kara<br />
yazı” ifadesi kullanılırken; yas tutmak, yasta olmak anlamında<br />
“karalar bağlamak” deyimi günümüzde de kullanılmaktadır.<br />
Dede Korkut’ta yas evinden “karalı göklü otağ” olarak<br />
bahsedilmektedir. Aynı zamanda “kara giyinip gök sarınma”<br />
da yas nedeniyle gerçekleşmektedir (Genç 1997:42).<br />
Kara renk düşmanı, aynı dine mensup olmayanları tanımlamak<br />
için de kullanılmıştır. Özellikle Dede Korkut Kitabı’ndaki<br />
hemen bütün anlatılarda ve yine İslami dönem Türk anlatılarının<br />
ilk eserlerinde “kara donlu” şeklinde kıyafeti için kara<br />
renk kullanılan kişi ve gruplar düşmanlardır. Bu bağlamda<br />
kullanılan “kara donlu kafir, kara melik, kara donlu casus”<br />
gibi ifadeler kara renkli kıyafet giyenlerin Türk gruplardan<br />
farklı olduğunu, İslam inancına mensup olmayanları gösteren<br />
bir anlamdadır.<br />
Kara renk kültürümüzde utanılması gereken iş veya davranışlarla<br />
bu davranışlara karşı toplumsal kınama için de kullanılmıştır.<br />
Bunun en güzel örneği yine Dede Korkut Kitabı<br />
içindeki anlatmalarda yer almakta olup, “Dirse Han Oğlu<br />
Boğaç Han” anlatmasında geçmektedir. Bu anlatmada,<br />
Bayındır Hanıntarafından kurdurulan üç otağdan biri kara<br />
renklidir ve bu otağda “oğlu, kızı olmayan, çocuksuz oğuz<br />
times. The beliefs and symbolic uses related to black color<br />
have also manifested themselves in different areas of our<br />
culture.<br />
Black color is generally used as a symbol of negative meanings<br />
in Turkish culture. But in some cases it can not be neglected<br />
that the negative has turned into a positive meaning.<br />
“The black has become a symbol of evil, badness, north,<br />
cold, night and darkness, death and mourning, hostility, being<br />
defective and incomplete.”<br />
Black has expressed the negative belief in the oldest belief<br />
system. According to the Shaman Turks, it means bad<br />
things. In Shamanism, there are black shamans that protect<br />
against evil and fight against dark forces as well as white<br />
shamans. Black is the color of Erlik that is the name of underground<br />
forces, dark spirits or devil in the old belief system.<br />
Black shamans are called to protect newborn children<br />
and puerile women from Kara Albastı (an old belief that a<br />
fairy creature haunts to puerile women) and to expel the<br />
bad things (Genç 1997: 41).<br />
At the same time, black is also the symbol of the north.<br />
The north is a place where both cold and darkness live intensively<br />
and for this reason it is symbolized by the word<br />
“black”. The coldest days of winter are called “black winter”.<br />
The name of the wind blowing from the north is “Karayel<br />
(northwest wind)”. The name of the sea in the north of the<br />
geography where the Turks live is “Black Sea”. A relation between<br />
the north meaning of this color and the “Kara-khanid<br />
Khanate” should be considered. It should be evaluated that<br />
the name of “Hakaniye” also used bt the Karakhanids is given<br />
to them either by themselves or by other Turkish tribes or<br />
neighboring societies.<br />
At the same time, black is the color of death and mourn.<br />
While ‘’kara yazı (black destiny)’’ is used in the place of<br />
death that is the impossible end not to be avoided, the idiom<br />
“karalar bağlamak(to go into mourning)” that means<br />
wearing sackcloth and ashes has been also used today. In<br />
Dede Korkut, funeral home is referred as “karalı göklü otağ”.<br />
At the same time, they dress up in black (Genç 1997:42).<br />
Black color is also used to describe those who are not of the<br />
same religion and enemies. Especially in all the narrations<br />
of Dede Korkut Book and in the first works of Turkish narrations<br />
in Islamic period, people and groups who use black<br />
color for clothes are called as “kara donlu” and are seen as<br />
enemies. The expressions such as “kara donlu kafir, kara<br />
melik, kara donlu casus” that are used in this context mean<br />
that people wearing black clothes are different from the<br />
Colors<br />
97<br />
Renkler
Common Heritage<br />
98<br />
Ortak Miras<br />
beylerinin” konuk edilmesi, altlarına kara keçe serilmesi,<br />
yemek olarak kara koyun etinden yemek konulması emredilir.<br />
Bütün bunlar kınamak maksadıyla, toplumda ayıplı, eksikli<br />
olma durumunu göstermek amacıyla kara rengin etkin<br />
kullanımını göstermektedir. Bir kişiye olumsuz bir davranışı<br />
veya olguyu atfetmek anlamında “kara çalmak” veya “karalamak”<br />
vb. gibi sözler günümüzde de kullanılmaktadır.<br />
Kara sözünün alt tabaka, aşağıda bulunan, yönetilen anlamında<br />
kullanılan “kara budun”, yani halk anlamına gelecek<br />
şekilde kullanıldığını da belirmek gerekir.<br />
Kara renk toprakla ilişkili olarak kullanıldığında olumlu anlamda<br />
kullanılmıştır. Bunu en yaygın biçimde vazgeçilmesi<br />
imkânsız tutku ve aşk için kullanılan “kara sevda” ifadesinde<br />
görmekteyiz. Aşık Veysel Şatıroğlu’nun “Toprak” şiirinde;<br />
“Benim sadık yârim kara topraktır” mısraında görüleceği<br />
üzere, bazı durumlarda kara sözü olumlu bir anlam da taşımaktadır.<br />
Yine “kara yer” sözü de toprak, yeryüzü, dünya<br />
anlamında kullanılmıştır. Peygamberimizin sancaklarından<br />
birinin de kara renkte olması, bu sancağın zaman zaman<br />
Türkler tarafından, özellikle de Abbasilerden sonraki dönemde,<br />
hükümdarlık sancağı olarak kullanılmasına neden<br />
olmuştur. En son, bu sancağın Osmanlı İmparatorluğundaki<br />
“Asakir-i Mansure-i Muhammediye ordu birlikleri”için kullanıldığı<br />
bilinmektedir (Genç 1997:43).<br />
Kara sözünün de renk adı olarak Türklerin İslamiyet’i kabul<br />
etmelerinden sonra yerini bazı durumlarda Farsçadan alıntılanmış<br />
“siyah” sözüne bıraktığını da belirtelim.<br />
3. Sarı:<br />
Türk kültüründe“Sarı renk; güç, kudret, kuvvet, varlık, merkez,<br />
orta,taç, taht ve yönetim merkezi”ninsembolü olarak<br />
kullanılmıştır. Türk mitolojisinde yaratıcı tanrı olarak kabul<br />
edilen “Ülgen Han’ın altın kapılı sarayı ve altın tahtı” vardır.“Türklerde<br />
sarı renk hep altın sarısı= sırma rengi ile ifade<br />
edilmiş ve Ülgen’in tahtı nasıl devletin, ülkenin ve dünyanın<br />
merkezinde olarak algılanmış ise, tıpkı onun gibi sarı renk<br />
de dünyanın merkezinin sembol rengi olmuştur.” Sarı renk<br />
bazı devletlerin sembolü olarak da kullanılmıştır. Örneğin<br />
Memlukler ve Altın Ordu devletinin rengi sarıdır (Genç 1997:<br />
31).Osmanlı İmparatorluğu’nun sancak, madalya ve armalarında<br />
sarı renkli olan sancak ve arma ortada durmakta ve<br />
merkezi güç ve kuvveti işaret etmektedir.<br />
Sarı renk giysi rengi olarak, savaşçı kişi veya kadın sembolü<br />
olarak da kullanılmıştır. Sarı renk, savaşçı Türkmen grupların<br />
çizmelerinin rengi olmuştur. Dede Korkut Destanlarında<br />
geçen; “Sarutonlı Selcan Hatun (sarı elbiseli Selcan Hatun)”<br />
tanımlaması, savaşçı kadın ve yönetici kadın elbisesinin sarı<br />
olduğunu göstermesi bakımından dikkate değerdir (Genç<br />
Turkish groups and are not members of the Islamic belief.<br />
In our culture, black color has also been used for social condemnation<br />
against these behaviors and works that should<br />
be embarrassed. The best example of this is in the narration<br />
of Dede Korkut Book again and it is mentioned in the<br />
narration of “Dirse Han’s Son Boğaç Han”. In this narration,<br />
one of the three tent made by Bayindir Han is black and it is<br />
ordered that ‘’the Oghuz Bey having no children’’should be<br />
welcomed in that tent and they should be given the meals<br />
made with black sheep fresh. All of this shows the effective<br />
use of black color for the purpose of condemnation in order<br />
to show the defective, deficient status in society. Idioms<br />
such as “kara çalmak (means defame)” or “karalamak<br />
(means blemish)” attributes a negative behavior or events<br />
are also used today.<br />
It should also be noted that “kara budun”, which means little<br />
people and ruled people is also used in the meaning of<br />
public.<br />
Black color has been used in a positive meaning when used<br />
in relation to the soil. This is most commonly seen in the<br />
expression “kara sevda (bad romance)”, which is used for<br />
passion and love that can not be abandoned. In Aşık Veysel<br />
Şatıroğlu’s “Toprak” poem; the word ‘’kara ‘’also carries<br />
a positive meaning in some cases, as it can be seen in the<br />
verse of “My faithful beloved is black soil.” Again, the word<br />
“kara yer” was used in the meaning of earth, soil or world.<br />
The fact that one of the flags of our Prophet, which was<br />
also in black color led to the occasional use of this flag as<br />
Turks especially during the period after the Abbas. Lastly, it<br />
is known that this flag was used for the army crop called as<br />
“Asakir-i Mansure-i Muhammediye (Muhammed’s Victorious<br />
Army)” in the Ottoman Empire (Genç 1997:43).<br />
We can also mention that the word ‘’kara’’ gives its place to<br />
the word ‘’siyah (black)’’ coming from Persian as the color<br />
name after the Turks adopted Islam.<br />
3. Yellow (Sarı in turkish):<br />
In Turkish culture, “yellow color is used as the symbol of<br />
power, strength, force, entity, center, crown, throne and<br />
head office”. The Ulgen Han that is accepted as a creative<br />
god in Turkish mythology has a gold-plated palace and a<br />
golden throne.” In Turks, yellow color is always expressed<br />
with golden color and this color becomes the symbol color<br />
of the centre of earth according as the throne of Ulgen is<br />
percieved as the center of state and world. Yellow color has<br />
also been used as a symbol of some states. For example, the<br />
color of the Mamluks and the Golden Horde is yellow (Genç<br />
1997: 31). There are yellow flag and emblem in the centre of
Renkler<br />
Colors<br />
99
Common Heritage<br />
100<br />
Ortak Miras<br />
1997: 32-33).<br />
Daha yakın dönemlerde sarı renk kültürümüzde olumsuz<br />
bir anlam kazanmaya başlamıştır. Sarı; renksizleşmek veya<br />
renkteki ve özellikle ten ve dış görünüş rengindeki koyuluğun<br />
azalıp, kaybolmasını ifade etmek için kullanılmaktadır.<br />
Bu durumda “sararıp, solmak” veya “sararmak” ifadeleri kullanılmakta<br />
ve sararan kişiler için bu durum hastalık alameti,<br />
işareti anlamlarında değerlendirilmektedir. Bir kan hastalığı<br />
adının da “sarılık” olduğunu belirtelim.<br />
Sarı renk olumlu anlamlarda; tacı ve tahtı, bir yön adı olarak<br />
merkezi veya ortayı, güç ve savaşçı olmayı ifade ederken;<br />
olumsuz anlamda hastalık ve üzüntünün işareti olarak kullanılmaktadır.<br />
4. Gök(Mavi):<br />
Bir söz olarak ve bir renk adı olarak “Gök” Türkler tarafından<br />
kullanılan en eski sözlerden ve renklerden biridir. Eski Türk<br />
inanç sistemi olan Kamlık inancı veya daha genel adıyla Şamanizm<br />
esas itibariyle “Gök Tanrı” inancı, yani yaratıcının<br />
gökyüzünde bulunduğunu kabul eden bir inanç sistemidir.<br />
Eski Türk inanç sisteminde üçlü bir sistem vardır; “Gök, yer<br />
ve yeraltı”. Buna göre; yaratıcı tanrı “Gökyüzü” adı verilen<br />
yerde, insan “Yeryüzünde”, insana kötülük eden erlik ise<br />
“Yeraltı”nda bulunmaktadır. Bu üçlü sistemden de anlaşılathe<br />
flag, medals and emblem of the Ottoman Empire and<br />
this indicates central power and strength.<br />
The yellow cloth is also used as a symbol of warrior person<br />
or woman. The yellow color was the color of the boots of<br />
Turkmen groups’ warriors. In Dede Korkut Epics; the definition<br />
of “ Sarutonlı Selcan Hatun (Selcan Hatun with yellow<br />
dress)” is remarkable in that it shows that the dresses<br />
of warrior woman and the ruling women are yellow(Genç<br />
1997: 32-33).<br />
More recently, the yellow color has begun to gain a negative<br />
meaning in our culture. Yellow means colorless or is used to<br />
express diminishing or disappearing in the color and especially<br />
in the skin and the outer appearance. In this case, the<br />
expressions such as “sararıp, solmak (means turning pale)”<br />
or “sararmak (means going yellow)” are used for the pale<br />
people and this situation is evaluated as sign of illness. We<br />
can say that the name of a kind of blood sickness is “sarılık<br />
(hepatitis).”<br />
Yellow color has positive meanings; while it expresses the<br />
crown and the throne or center and middle as a direction,<br />
it is used in a negative meaning as the sign of illness and<br />
sadness.<br />
4. Blue (Gök or Mavi in turkish):<br />
As a word and as a color name “Gök” is one of the oldest<br />
words and colors used by the Turks. The old Turkish belief<br />
system, Kamlık belief or Shamanism is essentially a belief<br />
system that accepts the belief in the “ Gök Tanrı (Sky God)”;<br />
that is to say, the creator is in the sky. The old Turkish belief<br />
system has a triple systems as “sky, ground and underground”.<br />
According to this; the place where the creator god<br />
in the “sky”, man is on the “earth” and erlik who does man<br />
harm is in the “underground”. According to this triple system,<br />
“sky or gök” is associated with the sacred and divine.<br />
So holy and good thing is in the sky or it comes from there<br />
to earth and man. According to these, ‘’Gök’’ has meanings<br />
that symbolize being divine, sanctified, sky, ascendancy,<br />
birth, power, strenght, preservation and nature in Turkish<br />
culture. Although we think that some of these meanings in<br />
the word and color of Gök or Sky are forgotten, some are<br />
still being used today.<br />
Belonging to the Sky God is seen in the belief of Shamanism<br />
in the ancient Turkish belief system. Shamans try to send<br />
the soul of a deceased person to the sky and they try to<br />
rise to the sky in rituals and ceremonies. The sky also represents<br />
the sacred color. Because the creative god is in the<br />
sky, whatever belongs to the sky, it belongs to the god and<br />
therefore the color of the sky which is its color is also holy.
cağına göre; “Gök” kutsal olanla ilişkilidir ve tanrısal olan,<br />
kutsal, iyi olan, ilk olan gökyüzündedir veya oradan yeryüzüne<br />
ve insana gelmektedir. Bunlara göre Türk kültüründe<br />
“Gök; Tanrısal olmayı, kutsalı, gökyüzünü, ilkliği, doğumu,<br />
gücü, kudreti, korumayı ve doğuyu” sembolize eden anlamlara<br />
sahip olmuştur. Gök sözünde ve gök renkte bulunduğunu<br />
düşündüğümüz bu anlamların bir kısmı unutulmuşsa da<br />
bir kısmı halen günümüzde kullanılmaktadır.<br />
Gök renkteki tanrıya ait olma eski Türk inanç sistemi olan<br />
Kamlık inancında vardır. Kamlar yaptıkları ayin ve törenlerde<br />
gökyüzüne yükselmeye çalıştıkları gibi, ölen bir kişinin<br />
ruhunu tanrı katı olarak kabul ettikleri gökyüzüne göndermeye<br />
çalışırlar. Gök renk kutsal olanı da temsil eder. Yaratıcı<br />
tanrı gökyüzünde bulunduğu için göğe ait olan, tanrıya<br />
aittir ve dolayısıyla onun rengi olan gök renk de kutsaldır.<br />
Bu sebeple ayin yapılırken, dua edilirken ellerin göğe açılır<br />
(Ögel 2000:457-469).<br />
Yine Türk boylarının ilk defa birleşerek kurdukları devlet ve<br />
imparatorluğun adı “Göktürk” veya “Köktürk” adını almıştır.<br />
Bu devlet hem ilk olma durumunu hem de kendinde tanrısal<br />
bir öz bulunduğunu ifade etmesi bakımından önemli olduğu<br />
kadar tarihte Türk adını taşıyan ilk Türk devleti olması<br />
bakımından dikkate değerdir. Bu devletin bayrağının da<br />
üzerinde “Gök yeleli kurt” ve “gök zemin” üzerine işlenmiş<br />
olması yukarıda belirttiğimiz gök tanrı, gökyüzü, ilk olma ve<br />
güçlü olma durumlarını bütüncül olarak göstermektedir.<br />
Gök renk ilk olmayı ve doğumu sembolize eder. Canlının ilk<br />
durumu “gök”tür, çünkü ona bu gök olma durumunu kazandıran<br />
içinde bulunan tanrısal öz veya nüvedir. Bu nedenle<br />
topraktan çıkan bitkinin çimlenme durumunu ifade etmek,<br />
ekinlerin göğermesi, toprağın göğermesi, meyvelerin ilk<br />
olarak ağaç dallarında görünen ilk halini işaret etmek için<br />
“göğermek” ifadesi kullanılır. Göğermek aynı zamanda<br />
tanrıya doğru yükselmek anlamında, onun katını çıkmaya<br />
çalışmak anlamında kullanılır ki bu durum dilimizde bugün<br />
de kullanılan “güvercin= göğe yükselmeye çalışan kuş”örneğinde<br />
görülebilir.<br />
Gök renk aynı zamanda güç ve kudretin rengi olmuştur. Demir<br />
ateşte kor halini alıp dövüldükten sonra çelikleme işlemi<br />
için su verildiğine aldığı renk göktür. Türkler demiri en eski<br />
dönemden itibaren işleyen ve çelikleştiren bir millet olarak<br />
bu durumu oldukça eski bir dönemde gözlemiş ve destan<br />
kahramanları yemin ederken, ant içerken; “Gök girsin, kızıl<br />
çıksın” ifadesini kullanmıştır. Burada gökten kastedilen çelikleşmiş<br />
kılıç veya benzeri bir savaş aletinin vücudu delmesi<br />
ve vücuttaki kanın dışarı akarak kişinin ölmesi kastedilmiştir.<br />
Türk kültüründe bir yön adı veya sembolü olarak gök renk<br />
doğuyu sembolize etmektedir. Gökyüzünde güneş doğma-<br />
For this reason, while the ritual is being held or people make<br />
prayers, they open and raise their hands to the sky (Ögel<br />
2000:457-469).<br />
Again, the name of the state and empire that Turkish tribes<br />
united for the first time together was named as “Göktürk”<br />
or “Köktürk”. This state is noteworthy in that it is the first<br />
Turkish state to bear the Turkish name in history as far as it<br />
is important in terms of both being first and being a divine<br />
essence in itself. The fact that the flag of this state has been<br />
made on a blue ground with the pattern of “Gök yeleli kurt<br />
or bozkurt (a mythological sacred wolf)” and the flag shows<br />
that the sky god, the sky, the first and being strong are all<br />
integrated in it.<br />
Sky color symbolizes being first and birth. Raw vegetables<br />
and fruits are named as ‘’gök’’ in turkish language. So the<br />
first state of the plant is “gök” menaing immature. For this<br />
reason, it is used to express the word ‘’göğermek’’ for the<br />
germination state of the plant emerging from the soil, the<br />
ripening of the crops, getting rich of the soil, indicating the<br />
first appearance of the fruit in the branches of trees. It is<br />
also used in the sense of trying to come out of it and at the<br />
same time in the sense of rising towards God. This can be<br />
also seen in the example of the bird name such as ‘’güvercin<br />
(pigeon in english) meaning a bird trying to go to the sky in<br />
turkish.<br />
At the same time the color of the sky (blue) has become<br />
the color of power and strenght. After the iron burns and it<br />
is time to be forged, it is put into the water. Then the color<br />
of the water turns to blue in the forging process. As a nation<br />
that has functioned and forged the iron since the earliest<br />
times, the Turks observe this situation in a rather ancient<br />
period and the legendary heroes swear by saying ‘’Gök girsin,<br />
kızıl çıksın’’(means that the sword enters into his body<br />
as a blue one, but it comes out of the body as bloody). Here,<br />
the term “gök” refers that the sword or similar war tool enters<br />
into the body and a person becomes dead after the<br />
blood flows out of the body.<br />
As a direction name or symbol in Turkish culture, sky symbolizes<br />
the east. The first thing in the sphere before sunrise<br />
is “sky”. For this reason, it is also used to express the appearance<br />
of the first signs of the sun, which isin the direction of<br />
the east and so it is called with the blue color.<br />
All of these show in the Turkish culture that the sky has a<br />
meaning that symbolizes divinity, creation, power, birth and<br />
the first state. The word ‘’gök’’ has been lived in the Turkish<br />
dialects and its divinity and divine relationship have been<br />
lost its importance after the acceptance of Islam and the<br />
word “mai = mavi (blue)”, which is quoted from the Arabic<br />
Colors<br />
101<br />
Renkler
Common Heritage<br />
102<br />
Ortak Miras<br />
dan önceki ilk durum “gök”tür. Bu nedenle, burada ortaya<br />
çıkmak, belirmek, görünmek anlamlarına gelen “gök” güneşin<br />
ilk işaretlerinin belirmesi durumunu ifade etmek için<br />
de kullanılmış ve renk olarak da onun ilk defa görünüp, ortaya<br />
çıkacağı yön olan doğu “gök renk” ile gösterilmiştir.<br />
Bütün bunlar Türk kültüründe gök rengin tanrısallık, yaratama,<br />
güç, doğum ve ilk hali sembolize eden bir anlam<br />
taşıdığını göstermektedir. Gök sözü Türk lehçelerinde yaşatılmakla<br />
birlikte tanrısallık ve kutsal olan ilişkisi İslamiyet’in<br />
kabulü sonrasında kaybolmuş ve gök sözü yanında Arapçadan<br />
alıntılan “mai=mavi” sözü renk adı olarak gök rengin<br />
yerine veya yanında kullanılmaya başlanmıştır. Gök rengin<br />
eski kutsallık anlamları da “yeşil” renkte kendini göstermeye<br />
başlamış ve bu anlamların bir kısmı dilimizde ve kültürümüzde<br />
bugün de yaşatılmaya devam etmektedir.<br />
5. Yeşil (Yaşıl):<br />
Türk kültüründe “yeşil” sözü “yaşıl” sözünden üretilmiştir.<br />
Yaşıl sözündeki “ş” sesinin geriye doğru bir inceltme özelliği<br />
sonucunda oluştuğu düşünülen ve bu değişimle “yaşıl” sözünün<br />
bir renk adı olarak günümüzde kullandığımız “yeşil”<br />
sözüne dönüştüğü kabul edilmektedir. Bu değişim dikkate<br />
alınacak olursa “yaşıl” sözünün kök hali olan “yaş” sözünün<br />
su ile ilişkili olduğu ortaya çıkar. Buradan hareketle dilimizde<br />
ve kültürümüzde “yeşil (yaşıl)” sözünün bir renk adı ve<br />
onun sembolik anlamlarını “Yeşil (yaşıl); su, sulu olma, içinde<br />
su bulundurma, taze olma, genç olma, canlı olma, halanguage<br />
has begun to be used instead of or in addition to<br />
the word ‘’gök’’. The meaning of the old sacredness of the<br />
blue color began to show itself in “green” color and some of<br />
these meanings continue to be alive today in our language<br />
and culture.<br />
5. Green (Yeşil or Yaşıl in turkish):<br />
The word “yeşil (gren)” in Turkish culture is produced from<br />
the word “yaşıl”. It is accepted that the word of ‘’yaşıl’ turns<br />
to the word ‘’yeşil’’ because of the voice of the “ş” in the<br />
word of ‘’yaşıl’’. If this change is taken into consideration,<br />
it turns out that the word “yaş”, which is the root state of<br />
the word “yaşıl”, is related with the water. From here, we<br />
can explain the meaning of the word “yeşil or yaşıl (green)”<br />
such as water, juiciness, containing wateri being fresh, being<br />
young, being alive and being in the life’’in our language<br />
and culture.<br />
In Turkish, the word “yaş” is used in the meaning of wetness,<br />
watery, containing water in it. For this reason, the meaning<br />
of the words ‘’yaşarmak (become wet) or yeşermek (become<br />
green)’’ is that plants become green and keep the water inside.<br />
The young and fresh plants are juicy at the same time;<br />
that is to say, they are ‘’yaşıl (green)’’ and sun lights will<br />
heat them and so they becomes green. From this point of<br />
view, the queston of how old are you should be thought as<br />
how many times a person has spent the winter and reached<br />
to the spring. The word “yaşlanmak (become older)” should
yatta olma” şeklinde açıklamak uygun olacaktır.<br />
Türkçede “yaş” sözü ıslaklık, sulu olma, içinde su bulundurma<br />
anlamında bugün de kullanıldığı gibi, yaşıl sözü de<br />
içinde su bulunduran anlamında kullanılmıştır. Bu nedenle<br />
yaşarmak veya yeşermek sözlerinde bulunan anlam yeşile<br />
dönüşmek yanında içinde su tutmak, su bulundurmak anlamındadır.<br />
Genç ve canlı olan varlıklar aynı zamanda suludur,<br />
yani “yaşıl”dır ve güneş ışıkları ve ısısı ile ısındıklarında, bu<br />
ışık ve ısı onların “yaşarması” veya “yeşermesi”ni sağlayacaktır.<br />
Yine aynı anlamdan hareketle “kaş yaşındasınız?”<br />
sorusu, bir şekilde kaç defa kış geçirip, bahara eriştiniz anlamında<br />
düşünülmelidir. “Yaşlanmak” sözünün ise vücuttaki<br />
su miktarının azalması anlamında olduğu düşünülmelidir.<br />
“Türk mitolojisine göre hayır ilâhı Ülgen’in, koruyucu ruh<br />
olarak kabul edilen yedi oğlundan birinin adı Yaşıl (yeşil)<br />
Kaan idi ve umumiyetle bitkilerin yetişip-büyümesini düzenlediğine<br />
inanılırdı” (Genç 1997: 23).<br />
“Eski Türkler yılbaşını başlıca iki tabiat olayının görülmesi ile<br />
başlatmışlardır. Bunlardan biri otların yeşermesi, diğeri de<br />
gök gürlemeleri ile yıldırımların başlaması idi. En eski dönemlerde<br />
büyük çoğunluğu hayvancılıkla geçinen, göçebe<br />
hayat yaşayan Türklerin doğrudan doğruya ekonomik hayatlarının<br />
temelini teşkil eden hayvan sürülerini otlağa çıkarmak<br />
ve sürülerin yavrularını elde etmek itibariyle otların<br />
yeşerme zamanı Türklerin hayatında çok büyük rol oynamıştır.<br />
O yüzden de yeşil renge ayrıca büyük bir önem vermişlerdir”<br />
(Genç 1997: 23-24).<br />
Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinden sonra,yeşil rengin<br />
Hz. Peygamberimiz tarafından da önemli kabul edilmiş olması<br />
ve Peygamberimizin üç sancağından birinin yeşil renkte<br />
olması bu rengin eskiden gök renkte bulunan kutsalla<br />
ilişkilendirmeyi kendi üzerine çektiğini ve İslam sonrası Türk<br />
geleneklerinde de yeşil rengin önem kazandığı görülür. Pek<br />
çok kutsal mekânda yeşil renk İslam’ın ve Türk-İslam kültürünün<br />
rengi olarak kullanılmış ve halen kullanılmaktadır.<br />
Osmanlı İmparatorluğu devrinde, Türk-İslam kültürünün<br />
sembolü olarak yeşil renkli sancak kullanılmıştır.“Osmanlılarda<br />
da yeşil renkli sancağın eskiden beri kullanıldığı söylenebilir.<br />
Mesela İstanbul’un kuşatılmasında Fatih’in gemisinde<br />
yeşil sancak olduğunu biliyoruz” (Genç 1997: 29).<br />
Yeşil renk Türk kültüründe “Yaşıl” sözünden gelmekte olup,<br />
bu renk su ve suyun da yaşamın kaynağı kabul edilmiş olması<br />
dolayısıyla canlı olmayla ilişkili kabul edilmiştir. Bu renge<br />
bir kutsallık atfedilmesi İslamiyet’in kabulü sonrası artmış,<br />
eski Türk inançlarında gök renkte gösterilmeye çalışılan<br />
kutsallık anlamını da bünyesinde toplayarak İslam sonrası<br />
Türk kültüründe daha geniş bir sembolik anlam kazanmıştır.<br />
be considered to mean a reduction in the amount of water<br />
in the body.<br />
According to the Turkish mythology, Ulgen who is the God of<br />
Upper World has seven sons. One of his seven sons is Yaşıl<br />
Kaan (Yashyl Han) and it was believed that he regulated the<br />
growth of the plants in general “(Genç 1997: 23).<br />
The ancient Turks started the year with the occurance of<br />
two major natural phenomena. One of these started with<br />
greening of the grasses and the other one started with the<br />
thunderheads and lightning. In the earliest periods, the vast<br />
majority of the Turks, who lived in livestock and lived in nomadic<br />
life, played a very important role in the lives of the<br />
Turks in order to bring the herds of animals which are the<br />
basis of their economic life directly to the grass. So they has<br />
also given great importance to the green color (Genç 1997:<br />
23-24).<br />
After the Turks accepted Islam, the green color also gained<br />
importance in the post-Islamic Turkish traditions because<br />
this color was accepted as a very important color and one of<br />
our Prophet’s three flags was green. In many sacred places,<br />
the green color was used and has been still used as the color<br />
of Islam and Turkish-Islamic cultures. During the reign of<br />
the Ottoman Empire, a green star was used as a symbol of<br />
Turkish-Islamic culture. “It can be said that the green flag<br />
has been used in the Ottomans for a long time. For example,<br />
we know that there was a green flag in the ship when Fatih<br />
the Conqueror conquested Istanbul (Genç 1997: 29).<br />
Green color comes from the word “Yaşıl” in Turkish culture<br />
and this color is considered to be related with being alive<br />
because water has been accepted as a source of life. Attributing<br />
holiness to this green color has increased after<br />
they accepted Islam and has gained much wider symbolic<br />
meaning in post-Islamic Turkish culture by gathering within<br />
the body its meaning about holiness which is tried to be<br />
shown in the green color in old Turkish beliefs.<br />
6. Red (Al, Kızıl, Kırmızı in turkish):<br />
Depending uponancient Turkish beliefs; “Al (red) color”,<br />
which is one of the colors, has been used in positive or negative<br />
meanings, sometimes by describing things as an adjective<br />
and sometimes by ascribing a specific meaning as<br />
a noun. Whether or not to be considered as a base color,<br />
red color is used to symbolize the flag color and al of the<br />
elements such as sunshine, light, fire, flame, blood and life<br />
which are indispensable for human life.<br />
As can be understood from these examples, red color in<br />
Turkish culture is thought as an element that transforms the<br />
objects and entities coming from the a divine light and heat.<br />
Colors<br />
103<br />
Renkler
Common Heritage<br />
104<br />
Ortak Miras<br />
6. Al, Kızıl, Kırmızı:<br />
Eski Türk inançlarına bağlı olarak kullanılan renklerden biri<br />
olan “al” gerek olumlu gerekse olumsuz anlamlarda kullanılarak<br />
bazen bir sıfat olarak varlıkları nitelemiş, bazen bir<br />
isim (adlandırma) olarak kendine has anlamlar yüklenmiştir.<br />
Bir temel renk olarak kabul edilsin veya edilmesin, “Al renk;<br />
güneş ısısı ve ışığı, ateş, alev, kan ve can”gibi insan yaşamı<br />
için vazgeçilmez olan bütün unsurlar ile“bayrak”rengini<br />
sembolize etmek içinkullanılmıştır.<br />
Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere, Türk kültüründe al<br />
renk, tanrısal bir ışık ve ısıdan gelen ve de dokunduğu varlık<br />
ve nesneleri dönüştüren bir unsur olarak düşünülmüştür.<br />
Al, DivanüLügati’t Türk’te; “Hunların sancaklarını yapmak<br />
için kullanılan ya da onların atlarının eyer örtüsü olan turuncu<br />
renkte, ipeksi süslü bir kumaş. Turuncu renge de al<br />
denir.” şeklinde tanımlanmaktadır (DLT 2005: 137).<br />
“Al kelimesinin ateş kültüyle bağlı olduğunu gösteren bir<br />
emare de bütün Türk kavimlerinde yaygın olan Alaslama<br />
merasimidir. Alaslama Orta ve Doğu Türklerinde ateşle temizleme<br />
takdis merasimidir.” Yakut Türkleri aile ocağı ateşine<br />
Al-ot diyorlar. Türklerle en eski zamandan beri komşu<br />
yaşayan Moğollar da ateşe “gal” diyorlar. “Alev kelimesi de<br />
(Orta ve Doğu Türklerinde) ‘yalın’, ‘yalkın’ bu kökten çıkmıştır.<br />
Altay ve Yenisey kamları ayin ve merasimleri de ‘Alas’<br />
diye bağırırlar ki, Sami dinlerin ‘amin’ kelimesi yerindedir.<br />
Al ruhunun ‘hami ruh’ sayıldığı devirde bunun şerefine dikilen<br />
bayrak ateş rengine yakın bir renkte olmuştur. Bizim<br />
fikrimize göre Türklerin Albayrakları Al ruhunun ateş tanrısı<br />
ve hami ruh sayıldığı devirden kalma bir hatıradır ki; yedi,<br />
sekiz bin yıllık demektir. Hülasa: Bugünkü Türk inanmalarında<br />
yaşayan Al şerir bir ruh olarak tasavvur olunur; yol şaşırtıcı,<br />
yalancı, hilekâr sayılır. Aldanmak, aldatmak, aletmek,<br />
allak-bullak, alık gibi kelimeler bu ruhun sükutundan sonra<br />
türemiş olan kelimelerdir. (İnan 1998: 263-265).<br />
Özkul Çobanoğlu, al ruhu ve kadın arasındaki ilişkinin bir<br />
inanç olarak adlandırılması gerektiğinive bunu “Al Dini” olarak<br />
adlandırmayı tercih ettiğini belirtmektedir. Araştırmacıya<br />
göre; “Kün ve ay tanrı ve tanrıçanın altında yer aldığı kan,<br />
ateş ve güneş kültleriyle özdeşleşen‘Al tanrı’ hem erkekliği<br />
hem de dişiliği olan bir varlık olarak tasavvur edilmiştir.<br />
Al tanrı inancıbütün Altaylıların dini konumuna yükselmiş<br />
ve bugün de Altaylı kavimlerin aralarındaki ‘kut,tör, törü,<br />
kam, ham, kami’ gibi <strong>ortak</strong> dini terminolojinin de oluştuğu<br />
dönemdir. Umay tanrıçaveren bir yaratıcı iken ve canlılara<br />
insanlara kut vermesi esası üzerine teşekkül etmiş olmasınakarşılık,<br />
Al tanrı verdiği canı alan bir dini anlayış üzerine<br />
şekillenmiştir” (Çobanoğlu 2012: 982-983).<br />
Red color is described in Dıwan Lugat at-Turk by this means;<br />
‘’ An orange-colored and silky fancy fabric used to make the<br />
flags of the Huns or the saddle of their horses. This orange<br />
color is called as ‘’al(red)’’ color (DLT 2005: 137).<br />
“An indication that the word ‘’al(red)’’ is connected with<br />
the fire cult is also the ceremony of Cauterization, which is<br />
common in all Turkish tribes. Cauterization is a holy orders<br />
in Central and Eastern Turks. “Yakut Turks call hearth fire<br />
as ‘’Al-Ot’’. The Mongols who have lived with the Turks as a<br />
neighbour since the earliest times also call the fire as “gal”.<br />
“The word ‘’Alev (flame)’’ has emerged from this root “yalın”<br />
and “yalkın” in the Central and Eastern Turks. Shamans in<br />
Altai and Yenisey called as ‘Alas’ in the rituals and ceremonies<br />
and this word means ‘Amen’ in the Sami religion.<br />
The flag that was planted in honor of the ‘protector spirit’<br />
of was in a color that is close to the fire color. In our opinion,<br />
the red flags of the Turks are a remembrance inheriting<br />
from the period that ‘’Al Ruh (bad spirit)’’ was regarded as<br />
the god of fire and protector spirit; this means it is seven<br />
or eight thousand years. In brief, ’Al Ruh (bad spirit)’’ was<br />
regarded as an evil, liar and deceitful spirit in today’s Turkish<br />
beliefs. In turkish, the words such as aldanmak (be deceived)<br />
, aldatmak (deceit), aletmek (do evil), allak-bullak<br />
(topsyturvy), alık (stupid) have derived after the extinction<br />
of this word (İnan 1998: 263-265).<br />
Özkul Çobanoğlu states that it is necessary that tthe relationship<br />
between ‘’Al Ruh (bad spirit)’’ and the woman<br />
should be named as a belief and he would prefer to call it<br />
“Al Din”. According to the researcher; “The red god which<br />
is identified with blood, fire, and sun cults under god and<br />
goddess is conceived as a both male and female. The Red<br />
God belief was the religion of all the Altai people and there<br />
was a common religious terminology such as ‘kut, tör, törü,<br />
kam, ham, kami’ that was also formed among the Altay<br />
tribes. While Umay was a creator of the goddess and gave<br />
people life force and happiness, the Red God belief was<br />
shaped according to the religious understanding that he<br />
took the people’s life (Çobanoğlu 2012: 982-983).<br />
‘’Al and kızıl’’ that has different shades of red in Turkish culture<br />
is often associated with the female one. We can see<br />
this in the public narratives as well as in the positive and<br />
negative spirits formed around the ‘’Al Ruh (bad spirit)’’. In<br />
the period of Dirse Han’s Son Boğaç Han, a woman who had<br />
a baby girl lived in a red tent but a woman who had a baby<br />
boy lived in a white tent. This can be given as an example.<br />
In the folk poetry, the phrase “allar giymek (wear in red)” is<br />
also used for women (Ergin 1997: 78).<br />
In addition, there is a lot of information that this color is<br />
used without gender discrimination. “The ed colored head
Kırmızının farklı tonları olan al ve kızıl Türk kültüründe, çoğu<br />
kez dişi olanla birlikte anılagelmiştir. Bu durumu Al Ruhu etrafında<br />
şekillenen olumlu ve olumsuz ruhlarda görebildiğimiz<br />
gibi, halk anlatmalarında da görebiliriz. Dirse Han Oğlu<br />
Boğaç Han Boyu’nda, oğlu olanların ak otağa, kızı olanlarınsa<br />
kızıl otağa oturtulması bu duruma örnek olarak verilebilir.<br />
Halk şiirinde yer alan “allar giymek” ifadesi de kadınlar<br />
için kullanılır (Ergin 1997: 78).<br />
Bunu yanı sıra, bu rengin cinsiyet ayrımı olmaksızın kullanıldığına<br />
dair pek çok bilgi de mevcuttur. “Kırmızı renkli başlığın<br />
Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar Osmanlılar dâhil Türkmenlerde<br />
giyildiği düşünülmektedir” (Çoruhlu 2000: 187).<br />
Al rengin adı olan “al” sözü kutsal olduğu kabul edilen güneş,<br />
ateş, ışık ve ısı ile ilişkili olmalıdır. Bu düşünceden hareketle<br />
“al” sözünün anlamının “değiştiren ve dönüştüren<br />
tanrıdan gelen kutsal ışık ve ısı” olduğu söylenebilir. Bize<br />
göre bu kutsal ışık ve ısı varlıkları ve nesneleri değiştirme ve<br />
dönüştürme kapasitesine sahiptir. Bu durum “elma/alma”<br />
sözünde çok açık bir şekilde gösterilebilir. Bu meyvenin ilk<br />
ve olgunlaşmamış durumu için “gök” sözü kullanılmaktadır<br />
ki, bu durum onda var olan tanrısal özü ifade etmektedir. Ne<br />
zamanki bu meyveye tanrıdan geldiği kabul edilen kutsal<br />
ışık ve ısı ulaşır, işte o zaman meyve olgunlaşır ve “al renge”<br />
dönüşür ve “alma/elma” olur.<br />
Al rengin “değiştiren ve dönüştüren tanrısal ışık ve ısı” şeklindeki<br />
ilk anlamı, Hunlar dönemindeki bayrakların rengi<br />
gear is thought to be worn by the Turkmen including the Ottomans<br />
from Central Asia to Anatolia (Çoruhlu 2000: 187).<br />
The name of “al” is associated with the sun, fire, light and<br />
heat that are considered to be sacred. It can be argued<br />
that the meaning of “al” in action is the “holy light and heat<br />
from the god that changes and transforms the objects”. According<br />
to us, the sacred light and heat have the capacity<br />
to change and transform the beings and objects. This situation<br />
can be shown very clearly in the word “elma/alma”.<br />
For the first and immature state of this fruit, the word “gök”<br />
is used, which represents the divine essence that exists in<br />
it. Whenever the sacred light and heat that come from the<br />
god reaches to the fruit, then the fruit becomes ripe and<br />
turns into red and becomes “ alma/elma (apple)”.<br />
After these general explanations of the first meaning of the<br />
‘’al’’color such as “change and transformation of divine light<br />
and heat”, the color of the flags in the Huns period, the relation<br />
with the “red” color and the use of both colors as the<br />
symbol of “femininity”; let us give information about its positive<br />
and negative usage.<br />
We find in the compound word “al” or “albastı” that the ‘al’<br />
color is used as a bad or negative, evil soul name. In particular,<br />
the words such as ‘’Albasti (in Turkey and Balkan Turks),<br />
Albız (in Ottoman Turks), Albarstı, Alvasti, Albosti, Yalmavuz,<br />
Yalmaguz (in Central Asian Turks) are used by the Turkish<br />
tribe who accepted Islam. According to popular beliefs<br />
Colors<br />
105<br />
Renkler
Common Heritage<br />
106<br />
Ortak Miras<br />
olması, daha sonra “kızıl” renk ile ilişkisi ve her iki rengin de<br />
“dişilik” sembolü olarak kullanılması hakkındaki bu genel<br />
açıklamalardan sonra, al rengin olumlu ve olumsuz kullanımları<br />
hakkında bilgi verelim.<br />
Al rengin kötü veya olumsuz, şeytani bir ruh adı olarak kullanılması<br />
durumuna “al” veya “albastı” birleşik sözünde<br />
rastlamaktayız. Özellikle İslamiyet’i kabul eden Türk boyları<br />
tarafından “Albastı (Türkiye ve Balkan Türkleri), “Albız<br />
(Osmanlı Türkleri), Albarstı, Alvasti, Albosti, Yalmavuz, Yalmaguz<br />
(Orta Asya Türkleri).” Türk boyları arasındaki halk<br />
inanmalarına göre, “alkarısı” veya “albasması” adı verilen<br />
bu kötü ruh yeni doğum yapmış kadınlara, loğusalara ve çocuklarına<br />
musallat olmakta, onların ciğerlerini yemeye çalışmakta<br />
veya kanlarını emerek onları öldürmeye çalışmaktadır.<br />
Bu kötü ruhun eski Türk inanç sistemindeki koruyucu<br />
ruh al ruhu ile aynı varlık olduğu düşünülürse, eski inanç<br />
sistemindeki olumlu ruh, İslamiyet’in kabulünden sonraki<br />
dönemde şeytanileştirilmiş, olumsuz ve kötü bir varlığa dönüştürülerek<br />
ondan uzaklaşmaya çalışıldığı açıktır (İnayet<br />
2007: 15-17; İnan 1998: 259).<br />
Eski Türklerin Al ruhu etrafında şekillenen inançlarıyla bağlantılı<br />
olan Albastı, Mitolojik Ana kompleksinin Gök Tanrı<br />
inanç sisteminin yoğun baskısıyla arka plana atılmasından<br />
sonra demonik bir özellik kazandığını söylemek mümkündür.<br />
“Zamanla Al Anası veya Albastı’nın cin inancı ile karıştığını<br />
da görmek mümkündür. Nitekim İslamiyet’in kabulünden<br />
sonra ‘hal-cin’ ifadesi ortaya çıktığı gibi Albastı’nın<br />
yeraltı dünyada yaşayan cinlerin anası olduğu da var sayılmıştır”<br />
(Bayat 2007: 322-326).<br />
Eski Türklerdeki “dört unsur”un Alevilik-Bektaşilik’te ve Türk<br />
tasavvufunda yaygın olarak görülen “anasır-ı erbaa” (dört<br />
ana unsur) şekline dönüştüğü görülür. Burada da ateş (kızıl)<br />
olarak simgelenmiştir. Alevi-Bektaşi inanç sisteminde<br />
kızıl renk, “ocak” ile ilişkili bir simge olarak da yaygın olarak<br />
kullanılır. Bu durum, ocak ile ateş arasındaki ilişki ile açıklanabilir.Renkler,<br />
Alevi ve Bektaşi inanç sisteminde kutsal olanı<br />
simgelemek için kullanılmıştır. Buna göre; ak (beyaz) Hz.<br />
Muhammed’i, al (kırmızı) Hz. Ali’yi, siyah Hz. Fatma’yı, yeşil<br />
ile sarı Hz. Hasan’ı ve açık kırmızı ile yeşil Hz. Hüseyin’’i temsil<br />
eden renklerdir. Alevi-Bektaşi kadınlarının alınlarındaki<br />
çekinin rengi de onların sosyal durumlarını gösterir. Bunlar<br />
içerisinde al (kırmızı) çeki, evliliği ifade eder. Yeşil ve al (kırmızı)<br />
çekinin bir arada bulunması, kadının hem evli hem de<br />
ocak soyundan (seyyid) olduğunu gösterir (Birdoğan 1994:<br />
538-542).<br />
Mevlevi ve Bektaşilerde al renkte olan post, mürşit (şeyh)<br />
makamıdır. Alevi-Bektaşilerde halifeye “çar alâmet” yani<br />
“dört işaret” verilir. Bunlar sofra, bayrak, çırağ ve posttur.<br />
Post, halk arasında da makam ifade eden bir kelime olaamong<br />
the Turkish tribes; this evil spirit called as “alkarısı”<br />
or “albasması” infects newly born women, puerperal women<br />
and their children as well as tries to eat their lungs or tries to<br />
kill them by sucking their blood. If this evil spirit is thought<br />
to be the same as the spirit of the protective soul in the old<br />
Turkish belief system, it is obvious that the positive spirit in<br />
the old belief system has been tried to get away from it by<br />
converting it into a satanized, negative and evil entity (İnayet<br />
2007: 15-17; İnan 1998: 259).<br />
It is possible to say that Albasti, which is related with the beliefs<br />
of ancient Turks about ‘’Al Ruh (bad spirit)’’, gains a demonic<br />
characteristic after the Mythological Master Complex<br />
is thrown the background out of focus with intense pressure<br />
of the Sky God belief system. “It is also possible to see that<br />
Al Anası or Albastı are involved with the belief of the gin. As<br />
a matter of fact, after the adoption of Islam, ‘hal-cin’ expression<br />
emerged and it was also assumed that Albastı was<br />
the mother of the underworld gin (Bayat 2007: 322-326).<br />
It is seen that the “four elements” in the Ancient Turks are<br />
converted into the “anasır-ı erbaa” (four main elements),<br />
which is widespread in Turkish mysticism of Alawism and<br />
Bektashism. Here the fire is also symbolized as red color.<br />
The red color in the Alawi-Bektashi belief system is also<br />
commonly used as a symbol associated with the “hearth”.<br />
This can be explained with the relationship between the<br />
hearth and fire. The colors are used to symbolize the sacred<br />
one in the Alawi-Bektashi belief system. According to<br />
this; Ak (white) color represents the Prophet Muhammad,<br />
al (red) color represents the Prophet Ali, black color represents<br />
the Prophet Fatma, green and yellow color represent<br />
the Prophet Hasan as well as green color and light red<br />
color represent the Prophet Hussein. The sign of the Alawi-Bektashi<br />
women’s foreheads shows their social status.<br />
Among them, al (red) color refers to marriage. The combination<br />
of green and al (red) colored sign indicates that<br />
the woman is both married and descended from the sayyid<br />
(Birdoğan 1994: 538-542).<br />
The maqam of shaykh which is colored in red in the Mevlevi<br />
and Bektashis is the maqam of mentor (shaykh). In the<br />
Alawi-Bektashi belief, the “çar alamet”, or “four signs” are<br />
given to the khalifa. These are table, flag, oil-lamp and maqam<br />
of shaykh. The maqam of shaykh expresses as the word<br />
‘’post’’ in turkish among the people and also expresses the<br />
spiritual authority among the dervishes. On the other side,<br />
the colors that symbolize the Bektashi tariqa are green and<br />
red. As a matter of fact, these colors show a special situation<br />
within the Alawi belief system. Apart from these; the<br />
martyrdom of Prophet Hussein in Karbala caused him to<br />
identify with the al (red) color. There are many narratives
Renkler<br />
Colors<br />
107
Common Heritage<br />
108<br />
Ortak Miras<br />
rak karşımıza çıkar ve dervişler arasında da manevi makamı<br />
ifade eder. Diğer taraftan Bektaşi tarikatını simgeleyen<br />
renkler al ve yeşildir. Nitekim bu renkler Alevi inanç sistemi<br />
içerisinde de özel bir durum gösterirler. Bunların dışında Hz.<br />
Hüseyin’in Kerbela’da şehit edilmesi onun al (kırmızı) renk<br />
ile özdeşleşmesine sebep olmuştur. Halk arasında Kızılbaş<br />
sözcüğündeki “Kızıl” renginin nereden geldiği hususunda<br />
Hz. Ali, Hz. Hüseyin ve Şah İsmail Hatayî ile ilgili birçok<br />
anlatma mevcuttur. Ayrıca Alevi-Bektaşi cemlerinde on iki<br />
hizmet ehlinin bellerine al veya yeşil kuşak bağladıkları,<br />
başlarına ise çoğunlukla (al) kırmızı çeki sardıkları görülür.<br />
Bunlar dışında al (kırmızı) renginin yastan çıkma ve gaza<br />
rengi olarak düşünüldüğü de görülmektedir (Gölpınarlı vd.<br />
1991: 205).<br />
Al veya kızıl renk bir yön adı olarak da kullanılmıştır. Türklerin<br />
dört yönü renklerle karşılama fikrinin oldukça eski<br />
dönemlere dayandığı açıktır. Dört yönü karşılamada kullanılan<br />
renklerden birinin “al” renk olduğu düşünülürse de<br />
bunun daha sonraları yaygın olarak kullanılan “kızıl” renkle<br />
yer değiştirdiği görülür.Dünya modelinin yatay düzeyinde<br />
Hun döneminde kır renk doğuyu, al veya kızıl renk güneyi<br />
göstermiştir. Göktürk yazıtlarından çıkarılan sonuca göre<br />
prehistorik çağdan 7. yüzyıla kadar durum fazla değişmemiştir.<br />
Orhun-Yenisey yazıtlarında Türklerin oturduğu merkez<br />
ve merkeze dost durumda olan doğu kır veya gök, batı<br />
ak, güney doru veya kızıl, kuzey ise yağız veya konur renkle<br />
sembolize edilmiştir (Bayat 2007a: 71). Bugün de Türklerin<br />
yaşadığı coğrafyanın güneyinde bulunan denize kızıl deniz<br />
about the Prophet Ali, the Prophet Hussein and Shah Ismail<br />
Hatayi in the matter of the word ‘’Kızıl’’ within the word<br />
‘’Kızılbaş’’ among the people. Besides, it is seen that twelve<br />
servants fasten their red or green colored belts in their waist<br />
in the djemevi of the Alawi-Bektashi and they often wrap<br />
red fabric to their heads. Other than, ‘’al (red)’’ color is also<br />
seen that it is regarded as holy war color and getting out of<br />
mourning (Gölpınarlı vd. 1991: 205).<br />
‘’Al’’ or red color is also used as a direction name. It is clear<br />
that the Turks’ idea of meeting four directions with colors is<br />
based on ancient times. One of these colors used is thought<br />
to be “al (red) “, but it is later replaced with the commonly<br />
used “kızıl (crimson)” color. In the horizontal level of the<br />
world model in the period of Hun, white color refers to the<br />
west and red color refers to the south. According to the result<br />
obtained from the Göktürk inscriptions, the prehistoric<br />
period did not change much until the 7th century. In the<br />
Orhun-Yenisey inscriptions, the eastern countryside, which<br />
is in the center and near to the center which the Turks reside<br />
in, is symbolized by the color of white or blue, the west<br />
is symbolized with white color, the south is symbolized with<br />
red color and the north is symbolized with black or brown<br />
color (Bayat 2007a: 71). Today, this is the reason why the<br />
name of ‘’Kızıl deniz (Red Sea)’’ is given to the sea found in<br />
the south of the geography where the Turks live.<br />
The word ‘’Al’’ is used in the nominalization as a word root.<br />
Most of these words have the meanings of change and
adı verilmesi bu nedenledir.<br />
Al sözü bir kelime kökü olarak pek çok kelimenin üretilmesinde<br />
kullanılmıştır. Bu sözlerin pek çoğunda yukarıda<br />
bahsettiğimiz değişim ve dönüşüm anlamı mevcuttur. Bu<br />
sözlerin çoğu olumlu anlamda kullanılmasına rağmen, İslamiyet’in<br />
kabulünden sonra bu sözlerin bazıları olumsuz bir<br />
anlam ifadeye etmeye başlamış olmalıdır. Bir bölge adı olan<br />
“Altay” sözünün ve en değerli maden kabul edilen “altun/<br />
altın” sözünün de “al” kök anlamıyla ilişkisi mutlaka tartışılmalıdır.<br />
Bu iki sözün mutlaka “al” sözünün kök şeklinde<br />
var olan tanrısal ısı ve ışıkla değişme ve dönüşme anlamıyla<br />
ilişkili olduğu görülecektir.<br />
Genel olarak bakıldığında al ve kızıl renkler arasında sürekli<br />
bir birliktelik ve yakınlık söz konusu olduğu görülür. Bu renk<br />
Türk kültüründe yer yer farklı anlamlarda kullanılsa da genelde<br />
yakın veya aynı anlamda kullanılmıştır. Özellikle Türklerin<br />
İslamiyet’i kabul edişlerinden sonra al rengin daha az<br />
kullanılıp, bunun yerine kızıl sözünün renk adı olarak daha<br />
yoğun kullanıldığı görülmektedir. Kızıl sözünün kan rengiyle,<br />
kız, kızan sözleriyle olan ilişkisi Dede Korkut Kitabı’ndaki<br />
anlatmalardan yine Dirse Han Oğlu Boğaç Han anlatmasında“kızı<br />
olanlar için kızıl otağ kurdurulması ve kızı olanların<br />
bu otağlarda ağırlanması emri” bunu açıkça göstermektedir.<br />
Al ve kızıl renk yanında, bunlara yakın bir söz olarak ve özellikle<br />
atların rengini ifade etmek için “doru” sözünün de kızıla<br />
yakın anlamda bir renk olarak kullanıldığını belirtelim.<br />
Diğer taraftan kırmızı sözünün dilimiz Arapçadan alıntılanmış<br />
bir söz oluğunu ve de bir renk adı olarak İslamiyet<br />
sonrası yoğun olarak kullanıldığını belirtelim. Ancak, bayrak<br />
renginde kullanılan “al” sözü ve buradan türetilen “Albayrak”<br />
ve “Alsancak” sözlerinde var olan al sözü yerini kızıl<br />
veya kırmızıya bırakmamıştır.<br />
7. Diğer Renkler;Boz (Kır,<br />
Kül Rengi, Gri), Kahverengi<br />
(Devetüyü), Mor, Turuncu<br />
(P<strong>ortak</strong>al Rengi):<br />
Türk kültüründe haklarında ayrıntılı bilgi verdiğimiz yukarıdaki<br />
renkler dışında yaygın olarak kullanılan renkler vardır.Bunlardan<br />
bir kısmı oldukça eskiden beri kullanılmakla<br />
birlikte, bir kısmı da kültür tarihimiz boyunca özellikle Türk<br />
göçü de diyebileceğimiz Orta Asya’dan batıya göçle geldiğimiz<br />
yeni coğrafyalarda karşılaştığımız bitkilerden veya<br />
başka kültürlerle etkileşim sonucu edinilen renk adları olmuştur.<br />
transformation mentioned above. Although most of these<br />
words are used in a positive meaning, some of these words<br />
after the adoption of Islam must have begun to express a<br />
negative meaning. The relation between the word “Altay” a<br />
region name and the meaning of “altun/altın (gold in english)”<br />
accepted as the most valuable mineral is also to be<br />
discussed. It will be seen that these two words are absolutely<br />
connected with the meaning of “al” in the root as a means<br />
of changing and transforming with divine heat and light.<br />
In general, it is seen that there is a constant association and<br />
closeness between red and red color tones. Although this<br />
color is used in Turkish culture in different meanings, it is<br />
generally used in close or the same meaning. Especially after<br />
the Turks’ acceptance of Islam, it is seen that ‘’al (red)’’<br />
color is less used and the word ‘’kızıl (red)’’ is used more<br />
intensely as the color name. The relations of ‘’kızıl (red)’’<br />
word with the blood color and its meaning such as girl, being<br />
hothead or resentful are seen clearly in Dede Korkut’s<br />
book in Dirse Han’s Son Boğaç Han’s statement including<br />
that red tent is set up for the people having baby girl and<br />
people having daughters are welcomed in these red tents.’’<br />
We can express that the word ‘’doru’’ means red as well as<br />
the red color name ‘’al’’ and ‘’kızıl’’ in turkish, but it is used<br />
to express the color of horses.<br />
On the other hand, we can say that the word ‘’kırmızı (red<br />
in english)’’ is a word quoted from the Arabic language and<br />
that it is intensively used after Islam as a color name. However,<br />
the phrase “al” used in the flag color and the word “al”<br />
in the words “Albayrak” and “Alsancak” derived from it did<br />
not leave the place of the word ‘’al’’ to the words such as<br />
‘kızıl’ and ‘’kırmızı.’’<br />
7. Other Colors; Grey (Boz, Kır, Kül Rengi,<br />
Gri in turkish), Brown (Kahverengi or<br />
Devetüyü in turkish), Purple (Mor in<br />
turkish), Orange (Turuncu in turkish):<br />
There are colors that are widely used in the Turkish culture<br />
except for the above colors which we give detailed information<br />
about. Some of them have been used for quite some<br />
time and some of them have been interacting with other<br />
cultures or plants we encountered in the new geographies<br />
where we have migrated to the west from Central Asia and<br />
so we have acquired these color names.<br />
The first of these colors is “boz” or “kır” (grey in english). It<br />
is used as a accent color rather than a main color as well as<br />
it is used as the color name of change and transformation.<br />
This color was used as the color name between black and<br />
white. On the other hand, it should be noted that this color<br />
Colors<br />
109<br />
Renkler
Common Heritage<br />
110<br />
Ortak Miras<br />
Bunlardan ilki “boz” veya “kır” renktir. Boz renk ana bir renk<br />
olmaktan çok ara bir renk bir değişim ve dönüşümün renk<br />
adı olarak kullanılmıştır. Bu renk ak-kara arasında veya siyahtan<br />
beyaza dönüşümün renk adı olarak kullanılmıştır.<br />
Diğer taraftan bu rengin, hız, sürat, görünmekle kaybolmak<br />
arasındaki belli belirsiz olma durumu içinde kullanıldığını<br />
belirtmek gerekir. Özellikle Türk kültüründe kutsal kabul<br />
edilen Hızır’ın bindiği atın rengi olarak kabul edilen boz<br />
renk, aynı zamanda bazı destan kahramanlarının atlarının<br />
rengidir. Hızır için kültürümüzde “Bozatlı Hızır” ifadesi kullanılır.<br />
Yine Dede Korkut Kitabı’ndaki kahramanlardan BamsıBeyrek<br />
için de “BozatlıBamsıBeyrek” tanımlaması kullanılır.<br />
Yaygın olarak kullanılan eski Türk sembollerinden biri<br />
de Türklere yol gösteren kurt “gök yeleli” olmasına rağmen,<br />
Anadolu coğrafyasında bu kurt bağımsızlık ve özgürlüğün<br />
sembolü olarak “Bozkurt” şekline dönüştürülerek kullanılmış<br />
ve kullanılmaktadır. Yine işlenmemiş toprak anlamındaki<br />
yerlerin rengi için “kır” veya “bozkır” sözleri kullanıldığı<br />
gibi, ağarmaya başlamış saçların rengini göstermek için<br />
“kır” sözü kullanılmaktadır. Boz sözü renk adı olarak günümüzde<br />
de yaygın olarak kullanıldığı gibi, bazı durumlarda<br />
boz yerine, kır, kül rengi ve son olarak dilimize Fransızcadan<br />
alıntılanan “gri” sözü kullanılmaktadır.<br />
Kahverengi sözü birleşik kelime olarak kültürümüzde kahve<br />
ile tanıştıktan sonraki devirlerde kullanılmaya başlanmış bir<br />
renk olup, bu rengin biraz açık tonunu göstermek için Türk<br />
kültüründe “Devetüyü” renk adı olarak kullanılmış ve bugün<br />
de Türkiye Türkçesi ağızlarında kullanılmaktadır.<br />
Mor renk bir ara renk olarak kırmızı ile mavi karışımından<br />
elde edilen bir ara renk olup, menekşe veya patlıcan gibi<br />
bazı bitki adlarıyla ilişkili olarak kullanılmaktadır. Kültürel ve<br />
sembolik olarak bakıldığında zor durumda kalma, utanma<br />
ve ayıplı bir iş yapıldığında meydana gelen öfke ile karışık<br />
utanma durumu için “morarma, morartma” şeklinde kullanılmaktadır.<br />
Turuncu da dilimize Farsça ve Arapçadan alıntılanmış bir<br />
renk adı olup, daha çok turunçgiller ailesi bitkilerin <strong>ortak</strong><br />
renk adı olarak kullanılmaktadır. Türkiye Türkçesi ağızlarında<br />
daha çok “p<strong>ortak</strong>al rengi” şeklinde kullanılmakta olan bu<br />
renk bir ara renk olarak kızıl ile sarı arasında bir renktir.<br />
Sonuç olarak Türk kültüründe renklerin; Türklerin yeryüzü<br />
ve gökyüzünü algılamaya ve tanımlamaya başlamalarıyla<br />
birlikte tanımlandığını, ilk inanç sistemiyle birlikte ayin ve<br />
törenlerde kullanılmaya ve bu nedenle de sembolik anlamlar<br />
taşımaya başladığını söyleyebiliriz. Türk kültüründe ak<br />
renk güneş ve ışıkla; kara renk ise ışıksızlık ve yer altı dünyasıyla<br />
ilişkilendirilmiştir. Al, kızıl ve kırmızı renk yine güneş,<br />
ışık, ısı ve ateşle ilgili olarak değişim ve dönüşümün ilgili tasavvur<br />
edilmiştir. Gök (mavi) renk gökyüzünün ve gök tanrıis<br />
used in the vagueness between speed, rapidity and disappearance.<br />
The gray color that is accepted as the color of<br />
the horse, which is considered as sacred especially in the<br />
Turkish culture, is also the color of the horses of some epic<br />
heroes. The statament of ‘’Bozatlı Hızır (Hızır with his grey<br />
horse)’’ is used for Hızır (an immortal person believed to<br />
come in time of need) in our culture. Besides, “Bozatlı Bamsı<br />
Beyrek (Bamsı Beyrek with his grey horse)” is also used for<br />
Bamsı Beyrek who is one of the heroes in the Book of Dede<br />
Korkut. Although, one of the common old Turkish symbols is<br />
the wolf leading to the Turks and called as ‘’gök yeleli (blue<br />
maned wolf)’’, this wolf is called as ‘’Bozkurt (grey wolf)’’<br />
and used as a symbol of independence and freedom. In addition,<br />
the word “kır” or “ bozkır (steppe in english)” is used<br />
for the color of the uncultivated land and the word “kır” is<br />
used for the color of the hair that has started to turn grey.<br />
In some cases, the word “boz” is commonly used as a color<br />
name, but in some cases it substitutes the color names such<br />
as ‘’kır (grey), kül rengi (ash color) and gri (gray) quoted<br />
from the French.<br />
The word ‘’ kahverengi’’is started to be used as a compound<br />
word after we first meet the ‘’coffee (‘kahve’ in turkish).’’ In<br />
turkish culture, the word ‘’Devetüyü’’ that is used as a color<br />
name means light brown color and it is also used in the<br />
Turkish dialects groups.<br />
Purple color (‘mor’ in turkish) is an accent color obtained<br />
from a mixture of red and blue as an accentcolor and is used<br />
in relation to some plant names such as violet or eggplant.<br />
When viewed culturally and symbolically, it is used in the<br />
form of “empurpling” for the situation of being in a difficult<br />
situation, embarrassment and embarrassment mixed with<br />
the anger that occurs when a defective work is done.<br />
Orange (‘turuncu’ in turkish) is a color name quoted from<br />
Persian and Arabic language and is mostly used as the common<br />
color name of citrus fruits. This color which is mostly<br />
used as “p<strong>ortak</strong>al rengi (orange color)” in Turkish dialects is<br />
a color between red and yellow as an accent color.<br />
As a result; we can say that the colors in turkish culture<br />
are defined together with their beginning to perceive and<br />
identify the earth and sky and started to be used with the<br />
first belief system in rituals and ceremonies. Therefore, they<br />
carry symbolic meanings. In turkish culture, white color is<br />
associated with the sun and light while the black color is associated<br />
with the lack of light and underground world. The<br />
red color is also thought to be related with the change and<br />
transformation about the sun, light, heat and fire. The sky<br />
(blue) color is associated with the sky and the sacred color<br />
of the sky god. The green (yeşil or yaşıl in turkish) color is<br />
associated with vitality and new sanctities after the accep-
nın rengi olarak kutsalla ilişkilendirilmiştir. Yeşil (yaşıl) renk<br />
sulu ve canlılıkla ve İslamiyet’in kabulüyle yeni kutsallarla<br />
ilişkilendirilmiştir. Bütün bu renkler insan yaşamında etkin<br />
olan hava, su, ateş ve toprak gibi dört unsur yanında; yaratıcı,<br />
yaşama, değişme ve dönüşmeyle ilgili sembolik anlamlar<br />
yüklenmiştir.<br />
Bu ana renkler dışındaki renkler ise, daha çok doğadaki<br />
hayvan ve bitkilerin özellikleri, onların yansımalarından soyut<br />
aktarmalar şeklinde oluşturulmuştur. Bu soyutlamalar,<br />
somut kullanımlara ait görünseler de Türklerin sahip oldukları<br />
doğal çevredeki hayvan ve bitkilerle insan ilişkisini yansıtan<br />
ve aynı zamanda göçebe ve yarı göçebe Türk yaşam<br />
tarzında vazgeçilmez olan doğayı en iyi şekilde ifade etmenin<br />
bir sonucu olarak görülmelidir.<br />
KAYNAKÇA<br />
• BAYAT, Fuzuli (2007a). Türk Mitolojik Sistemi (Ontolojik ve Epistemolojik<br />
Bağlamda Türk Mitolojisi).Ankara: Ötüken Neşriyat.<br />
• BAYAT, Fuzuli (2007b). Türk Mitolojik Sistemi (Kutsal Dişi – Mitolojik Ana,<br />
Umay Paradigmasında İlkel Mitolojik Kategoriler – İyeler ve Demonoloji)<br />
Cilt 2. Ankara: Ötüken Neşriyat.<br />
• BİRDOĞAN, Nejat (1994). Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik.İstanbul: Berfin<br />
Yayınları.<br />
• ÇOBANOĞLU, Özkul (2012). “Türk Mitolojisinde Al Dini ve Okra İlişkisi.” 38.<br />
ICANAS Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika çalışmaları Kongresi: Tarih ve<br />
Medeniyetler Tarihi, Ankara: AYK, C. II, ss. 981-986.<br />
• ÇORUHLU, Yaşar (2000). Türk Mitolojisinin Anahatları. İstanbul: Kabalcı<br />
Yay.<br />
• ERGİN, Muharrem (1997). Dede Korkut Kitabı-I.Ankara: TDK Yay.<br />
• GENÇ, Reşat (2009). Türk İnanışları ile Millî Geleneklerinde Renkler ve Sarı<br />
Kırmızı Yeşil. Ankara: AKM Yay.<br />
• İNAN, Abdulkadir (1998). Makaleler ve İncelemeler-I. Ankara: TTK Yay.<br />
• İNAYET, Alimcan (2007). Türk Dünyası Efsane ve Masallarında Bir Dev Tipi:<br />
Yalmavuz/ Celmoğuz. İzmir: Kanyılmaz Matbaası.<br />
• KAŞGARLI MAHMÛD (2005). DîvânüLugâti’t-Türk. Akt. Seçkin Erdi, Serap<br />
Tuğba Yurteser. İstanbul: Kabalcı Yay.<br />
• ÖGEL, Bahaeddin (2000). Türk Kültür Tarihine Giriş-VI. Ankara: KTB Yay.,<br />
• ÖGEL, Bahaeddin (2001). Türk Mitolojisi-II.İstanbul: MEB Yay.<br />
• ÖGEL, Bahaeddin (2002). Türk Mitolojisi.Ankara: TTK Yay.<br />
• ÖZDEMİR, Aşur (2015). “Kazakçada Renk Kavramı ve Renkler.” Atatürk Ünv.<br />
Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi 54, ERZURUM, 149-208.<br />
tance of Islam. All these colors are active in human life like<br />
four elements such as air, water, fire and soil; in addition,<br />
symbolic meanings related to creativity, life, change and<br />
transformation are attributed.<br />
Besides these main colors, other colors are consisted with<br />
the features of the animals and plants in the nature as an<br />
abstract transfer of their reflections. These abstractions<br />
should be seen as a result of expressing ideally the nature,<br />
which reflects the human relationship with the animals and<br />
plants in the natural environment that the Turks live and<br />
which is indispensable in nomadic and semi nomadic Turkish<br />
way of life.<br />
REFERENCES<br />
• BAYAT, Fuzuli (2007a). Türk Mitolojik Sistemi (Ontolojik ve Epistemolojik<br />
Bağlamda Türk Mitolojisi).Ankara: Ötüken Neşriyat.<br />
• BAYAT, Fuzuli (2007b). Türk Mitolojik Sistemi (Kutsal Dişi – Mitolojik Ana,<br />
Umay Paradigmasında İlkel Mitolojik Kategoriler – İyeler ve Demonoloji)<br />
Vol. 2. Ankara: Ötüken Neşriyat.<br />
• BİRDOĞAN, Nejat (1994). Anadolu’nun Gizli Kültürü Alevilik.İstanbul: Berfin<br />
Yayınları.<br />
• ÇOBANOĞLU, Özkul (2012). “Türk Mitolojisinde Al Dini ve Okra İlişkisi.” 38.<br />
ICANAS Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika çalışmaları Kongresi: Tarih ve<br />
Medeniyetler Tarihi, Ankara: AYK, C. II, ss. 981-986.<br />
• ÇORUHLU, Yaşar (2000). Türk Mitolojisinin Anahatları. İstanbul: Kabalcı<br />
Yay.<br />
• ERGİN, Muharrem (1997). Dede Korkut Kitabı-I.Ankara: TDK Yay.<br />
• GENÇ, Reşat (2009). Türk İnanışları ile Millî Geleneklerinde Renkler ve Sarı<br />
Kırmızı Yeşil. Ankara: AKM Yay.<br />
• İNAN, Abdulkadir (1998). Makaleler ve İncelemeler-I. Ankara: TTK Yay.<br />
• İNAYET, Alimcan (2007). Türk Dünyası Efsane ve Masallarında Bir Dev Tipi:<br />
Yalmavuz/ Celmoğuz. İzmir: Kanyılmaz Matbaası.<br />
• KAŞGARLI MAHMÛD (2005). DîvânüLugâti’t-Türk. Akt. Seçkin Erdi, Serap<br />
Tuğba Yurteser. İstanbul: Kabalcı Yay.<br />
• ÖGEL, Bahaeddin (2000). Türk Kültür Tarihine Giriş-VI. Ankara: KTB Yay.,<br />
• ÖGEL, Bahaeddin (2001). Türk Mitolojisi-II.İstanbul: MEB Yay.<br />
• ÖGEL, Bahaeddin (2002). Türk Mitolojisi.Ankara: TTK Yay.<br />
• ÖZDEMİR, Aşur (2015). “Kazakçada Renk Kavramı ve Renkler.” Atatürk Ünv.<br />
Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi 54, ERZURUM, 149-208.<br />
Colors<br />
111<br />
Renkler
Prof. Dr. Mustafa ARSLAN<br />
Bilge Yapım<br />
Kültürel bütünlüğün en zengin<br />
alanlarından biri de müziktir.<br />
One of the most substantial fields of cultural<br />
integrity is music
Kültür, toplumların tarihi süreç içinde karşılaştıkları temel ihtiyaçları gidermek ana maksadı<br />
etrafında oluşturdukları üretimler toplamıdır. Bu üretimler, <strong>ortak</strong> duygu ve düşünce<br />
yanında toplumsal kimlik, kendine haslık ve tarihsel süreklilik gibi toplumu özellikli kılan<br />
değerleri yansıtmaktadır. Kültürel bütünlüğün en zengin alanlarından biri de müziktir.<br />
İnsanın kendi sesi ve ahengini, tabiat sesleri ve musiki aletleri ile birleştirerek gerçekleştirdiği<br />
icralar, en eski devirlerden beri vazgeçilmez bir faaliyet olarak süregelmiştir.<br />
Araştırmalar, müzik kültürünün toplumların en doğal ifade biçimlerinden biri olduğunu<br />
ortaya koyar. Bilginin ve düşüncenin sanat formuna bürünerek tarihi süreçte gelenek ve<br />
göreneklerle de bütünleşerek hayranlık verici ve kuşatıcı görünümüne kavuşan müzik<br />
kültürü, toplumun diğer sanat alanlarıyla da tam bir manevi uyum halinde var olagelmiştir.<br />
06 Müzik Kültürü<br />
Music Culture<br />
Culture is the sum total of the productions that the societies gather around the main<br />
purpose of meeting the basic needs they experience in the historical process. These<br />
productions reflect common values, such as social identity, self-esteem and historical<br />
continuity as well as common feelings and thoughts. One of the most substantial fields<br />
of cultural integrity is music. Such performances, that human being realized by combining<br />
his own voice and harmony with sounds of nature and musical instruments have<br />
been an indispensable activity since the earliest times. Research reveals that music culture<br />
is one of the most natural forms of expression in societies. The music culture, which<br />
has become a fascinating and enveloping identity by shaping knowledge and thought<br />
into the form of art and integrating with traditions and customs in the historical process,<br />
has also existed in a perfect moral harmony with other branches of art of society.
Common Heritage<br />
114<br />
Ortak Miras<br />
Müzik, Türk kültür dünyası içinde de en önemli <strong>ortak</strong> miraslardan<br />
biridir. Orta Asya’dan Anadolu’ya, Balkanlar’a kadar<br />
bütün kültür coğrafyamız, ezgileriyle, saz ve sohbetleriyle<br />
bu zenginliğin harman olduğu yerdir. Türklerin kadim dönemlerden<br />
itibaren evren algısı, düşünce ve sanat tarzları<br />
çerçevesinde biçimlenen müzik anlayışları, farklı mekân ve<br />
devirlerde yeni şartlara uyum sağlayarak süregelen kültür<br />
tipi bir müzik yapısını oluşturur. Bu kültür tipi müzik yapısı<br />
içinde, yaşanan tarihi olaylar, sevinç ve kederler, acılar,<br />
mutluluklar, büyük şahsiyetlere duyulan saygı ve sevgiler,<br />
aşk, hasret, gurbet duyguları, eşsiz bir sanat formu ve estetiğiyle,<br />
derin anlamlar içeren mısralar ve onlarla bütünleşen<br />
ahenkli ezgilerle dile getirilir. Bugün Türk kültür coğrafyasının<br />
neresine gidilirse gidilsin, ortaya konulan şenliklerde,<br />
törenlerde ve eğlencelerde birbirinden farklı görünen ancak,<br />
her birinin toplumun derin tarihinden izler taşıdığı pek<br />
çok musiki aleti ve makamıyla karşılaşılır. Onlarda geçmişin<br />
hayat tarzı ve inançlarına ilişkin hatıralar ve izler bulmak<br />
mümkündür. Anadolu’da kullanılan bir sazı veya ezgiyi, bazı<br />
farklılıklarla Türk dünyasının her yerinde görme ve dinleme<br />
imkânı bulunur.<br />
Sazlar, Türk müzik kültürünün en önemli müştereklerinden<br />
biridir. Bu musiki vasıtaları, farklı ihtiyaçlar ve şartlar içinde<br />
biçimlenmiş, vurmalı, telli ve nefesli özellikleriyle kültürel<br />
bir zenginlik ve çeşitlilik oluşturmuşlardır. Her birinin icra ortamlarında<br />
üstlendikleri önemli işlevleri ve anlamları vardır.<br />
Bu sazlar, gerek bireysel duygu ve düşüncelerin aktarımında<br />
gerekse biraradalık oluşturan katılımcıların <strong>ortak</strong> değerlerini<br />
ve aidiyetlerini sergiledikleri farklı icra ortamlarında,<br />
geçmişten bugüne doğru gerçekleşen kültür yolculuğunu<br />
açıkça ortaya koyarlar.<br />
Davul, Türk müzik kültürünün baş çalgılarından biridir. Yapı<br />
ve kullanım yönüyle tarih boyunca hiç değişmeyen, tek<br />
başına da kullanılabilen davul, eski Uygur metinlerinde<br />
“küvrük” (Ögel, 1987a: 16; Esin, 2006: 289) adıyla geçer.<br />
İki yanına deri gerilmiş bir ağaç kasnaktan oluşan çalgı, günümüz<br />
Türk dünyasında “tebil, nağara, karaban/baraban,<br />
dabul, davıl” adlarıyla kullanılmaktadır. Ölçüleri yörelere<br />
göre çeşitlilik gösterir. Büyük davullar tokmak ve çomak<br />
(metçik) ile çalınırken, küçük davulların koltuk altına alınarak<br />
parmaklarla çalındığı görülür. Eski Türklerde davul<br />
sesinin kötü ruhları kovduğuna ve devlet gücünü simgelediğine<br />
inanılır.Kamların törenlerinde kullandıkları en önemli<br />
araçlardan biridir.Hun Türklerinden bahseden bir tarihi kaynakta,<br />
cenaze törenlerinde “tebil, zurna” çalındığı zikredilir.Divan-ı<br />
Lügat’it-Türk’te hakanların yanında çalınan kös<br />
ve davula “tuğ” dendiği kayıtlıdır. Çeşitli tarihi kaynaklarda<br />
eski Türklerin günbatımından gün doğumuna kadar davullar<br />
çaldıkları, ordu seferlerine davulların eşlik ettiği, barış<br />
zamanlarında “nevbet davulu” vurulduğu belirtilir. Yusuf<br />
Music is one of the most important common heritages within<br />
the Turkish cultural life. From Central Asia to Anatolia, to<br />
the Balkans our cultural geography is the land where such<br />
a diversity, melodies, instruments and conversations blend<br />
together. The universe perception of the Turks, their musical<br />
notions formed in the frame of thought and art styles and<br />
a culture type has gone on by adapting to new conditions<br />
in different locations and periods, comprises a musical formation.<br />
In this culture type of musical formation, historical<br />
events, delightedness and sorrows, sufferances, happinesses,<br />
respect and affection for outstanding personalities,<br />
love, longing, feelings of dignity are all rendered with a<br />
unique art form and aesthetic, lines including inner meaning<br />
and with harmonious melodies integrated with them.<br />
Where ever you go in the Turkish cultural geography today,<br />
in festivals, ceremonies and entertainments, many musical<br />
instruments that seem different from each other; but each<br />
of them has traces of the long history of society. It is now<br />
possible to find memories and traces of past lifestyle and<br />
beliefs. Not only there is the possibility of coming upon and<br />
listening to an instrument or a melody used in Anatolia, but<br />
also in all over the Turkish land with some differences.<br />
Instruments are some of the most important comons of<br />
Turkish music culture. These musical instruments are<br />
shaped according to different needs and circumstances,<br />
and they have created cultural richness and diversity with<br />
their percussive, string and wind properties. Each of them<br />
has substantial functions and meanings in the rendering<br />
ambient These instruments clearly reveal the cultural journey<br />
that took place from past to present both in the way of<br />
forwarding individual feelings and thoughts and in different<br />
ambients where they exhibit common values and belongings<br />
of the participants.<br />
Drum is one of the main musicians of Turkish music culture.<br />
The drum, which can never be changed throughout<br />
the history in terms of its form and playing, and also can<br />
be played solo, has taken place with the name of “küvrük”<br />
(Ögel, 1987a: 16; Esin, 2006: 289) in ancient Uighur texts.<br />
A musical instrument that consisting of a stretched skin on<br />
both wooden pulley sides, is used in today’s Turkish world<br />
as “ tebil, nağara, karaban/baraban, dabul, davıl “. Its measurements<br />
vary according to regions. As the big drums<br />
are played with mallets and sticks, the small drums can be<br />
played under armpit. Among ancient Turks, sound of the<br />
drum is believed to repulse evil spirits and to symbolize the<br />
power of the state. It is one of the most important instrument<br />
that Kams used in ceremonies. In a historical resource<br />
referring to Hun Turks, it is mentioned that “Tebil, zurna<br />
(horn) “ had been played in funeral ceremonies. It is written<br />
in The Divan-ı Lügati’t-Türk “kös or drum” which is played
Has Hacib de Kutadgu Bilig adlı eserinde, hakanın nevbet<br />
davulunu gök gürlemelerine benzetir ve davulun saltanat<br />
alameti olduğuna vurgu yapar.Davulların çalması İslamiyet’ten<br />
önceki Türk ordularının başlıca savaş işaretiydi. Bu<br />
anlayış İslamiyet’ten sonra da devam etti. Mehterde olduğu<br />
gibi büyük davullar ve kösler genellikle ordu ve hakan maiyetinde,<br />
küçük davullar ise halk arasında kullanılmaktaydı<br />
(Ögel, 1987a: 18-25). Tarihi seyri dikkate alındığında davulun,<br />
eski dönemlerden beri, sefere ve gazaya çağrı yanında,<br />
toya-düğüne, törenlere ilişkin bir davet işlevi üstlendiği<br />
görülür. Ayrıca “nakkare, kudüm” adlarıyla bilinen küçük<br />
davulların tekke-tasavvuf kültür çevresindeki icralarda yaygın<br />
olarak kullanılır. Bu özellikleriyle davul, günümüzdeki<br />
düğünlerde, asker uğurlamalarında, yağlı güreş müsabakalarında,<br />
sahura kalkma zamanlarında, bayramlarda ve<br />
kutlamalarda vazgeçilmez <strong>ortak</strong> değerlerden biridir. Düğünlerde<br />
davulun çalınmadığı ev, “ölü evi gibi” denilerek<br />
yerilir.Bugün Türkçenin konuşulduğu her yerde davul, <strong>ortak</strong><br />
atasözü ve deyimlerin varlığını gösteren en önemli kavramlardan<br />
biridir. “Davulun sesi uzaktan hoş gelir” (Çobanoğlu,<br />
2004: 199) atasözü bütün Türk lehçelerinde bulunan <strong>ortak</strong><br />
atasözlerimizden sadece biridir. Davul ve onunla ilgili mazmunlar<br />
Klasik Türk Edebiyatında da yaygın olarak kullanılır.<br />
“Kûs-ı rıhlet (Göç davulu), tabl-ı fesat (kötülük davulu),<br />
Nevbet-i Şâhî (Padişahların nevbet davulu)” gibi ifadelerle<br />
pek çok dizede duyguların yansıtılma vasıtası olmuştur. Baki’nin<br />
“Subh-dem velvele-i nevbet-i şâhî mi değil”, Mesihi’nin<br />
“Hayme-i aşkı kurup çaldık melamet tablını” dizeleri<br />
bunlardan sadece ikisidir.<br />
Zurna da davul gibi Türk müzik kültürünün en önemli nefesli<br />
çalgılarından biridir. Geçmişten günümüze en az değişikliğe<br />
uğramış çalgılarımızdandır.Çalgının Hun tarihiyle<br />
ilgili eski kaynaklarda “boru” veya “surna/zurna” şeklinde<br />
geçtiği, aynı ifadenin Dede Korkut Kitabı’nda da kullanıldığı<br />
belirtilir (Ögel, 1987a: 408). Özellikle davul ile birlikte<br />
bir takım oluşturduktan sonra açık geniş mekânlarda düzenlenen<br />
tören ve eğlencelerin en önemli müzik aleti olmuştur.Araştırıcılara<br />
göre, zurna ve davul gürlük ve tınısal<br />
özellikleriyle yuğ gibi açık alanlarda düzenlenen törenlerin<br />
akustik ihtiyaçlarını doğrudan karşılamaktadır. Muhtemelen<br />
aynı ihtiyaç doğrultusunda Türkiye başta olmak üzere Türk<br />
dünyasının her yerinde davul-zurna takımı, toylarda, düğünlerde<br />
ve çeşitli törenlerde bir arada bulunur. Düğünler,<br />
nişanlar, tabiat merkezli bereket törenleri, güreşler hep bu<br />
çalgı ikilisinden çıkan nağmeler eşliğinde yapılır (Özdemir,<br />
2005: 256-257). Zurna yapımında en makbul ağaç erik<br />
ağacıdır. Zurnanın bölümleri lüle, nezik, avurtluk ve zurna<br />
borusudur.Anadolu’da kaba zurna, orta zurna, cura zurna ve<br />
zil zurna olmak üzere dört boy zurna kullanılmaktadır. Ayrıca<br />
Anadolu’da “mey”, Azerbaycan’da “balaban”, Özbeklerde<br />
“bulaman” adlarıyla bilinen sipsili zurnalar da bulunmakin<br />
the presence of the khans is called “tuğ” . In various<br />
historical resources, it is expressed that the ancient Turks<br />
played drums from sunset to sunrise, drums accompanied<br />
during military expeditions, “nevbet davulu (The tradition of<br />
military music of Great Seljuks, known as “naubat”. Naubat<br />
Bands play drums at a specific time of the day.) was played<br />
during peacetime. In Kutadgu Bilig, Yusuf Has Hacib likens<br />
Hakan’s nevbet drums to thunderbirds and emphasizes that<br />
the drums are the portent of reign. The play of the drums<br />
was the main battle sign of the Turkish armies before Islam.<br />
This understanding continued after Islam too. Just as in the<br />
case of Mehter (famous Turkish military drum corps, known<br />
as Janissary Band) performance, bigger drums and köses<br />
(Kös/The Ruler’s Drum, very big drum made of camel skin<br />
stretched on copper, which functioned to give signs and<br />
carried on a horse, camel or a vehicle during ceremonies<br />
or wars) were usually played during court of army and khan<br />
and small drums were played among public. (Ögel, 1987a:<br />
18-25) In view of the historical course, it is seen that the<br />
drums have been functioning as an invitation to the toy<br />
(wedding) and ceremonies since ancient times, besides the<br />
call to expedition and war. In addition, small drums known<br />
as “nakkare, kudüm” (A percussion instrument consisting of<br />
a pair of small drums in the form of a hemisphere) are widely<br />
used in performing in the tekke (dervish lodge )-mystical<br />
(sufism) culture. With these features, the drum is one of the<br />
indispensable common values in today’s weddings, during<br />
the seeing young boys off to military service, greased wrestling<br />
matches, times of pre-dawn meal (during Ramadan),<br />
festivals and celebrations. On the condition that drum is<br />
not played in a wedding, the wedding house house is criticised<br />
by naming “like a dead house”. Wherever Turkish is<br />
spoken today Drum is one of the most important concepts<br />
showing the existence of common sayings and idioms. The<br />
well known saying “Davulun sesi uzaktan hoş gelir - (Çobanoğlu,<br />
2004: 199) is only one of our common sayings in<br />
all Turkish dialects. (similar meaning with the idiom “the<br />
grass is always greener on the other side of the fence”) The<br />
drums and related mazmuns (a phrase in which the words<br />
are always used in the same order) are also widely used in<br />
Classical Turkish Literature. Many expressions such as; Kûs-ı<br />
rıhlet (Göç davulu- migration dram), tabl-ı fesat (kötülük<br />
davulu- iniquity dram), Nevbet-i Şâhî (Padişahların nevbet<br />
davulu-Sultan’s naubat dram), have been the means of<br />
reflecting emotions. Among the Divan-elit class literature<br />
poets, Baki’s (A, whose real name is Mahmud Abdülbâkî,<br />
1526-1600) and Mesihi ‘s (1470-1512) verses, ,<br />
“Subh-dem velvele-i nevbet-i şâhî mi değil” (Dağların<br />
yankısı, güzel sesli kuşların sesleri, padişah için çalınan<br />
nevbetin gürültülü sesi değil mi –Are Mountains’ eco,<br />
Birds’voice, not the loud voice of naubat drum?),<br />
Music Culture<br />
115<br />
Müzik Kültürü
Common Heritage<br />
116<br />
Ortak Miras<br />
tadır. Zurna aynı zamanda Türk ordu geleneğinin binlerce<br />
yıldır süren mehteranının en önemli nefesli çalgılarından<br />
biridir. Bas sesleri vermek için kullanılan daha uzun ve kalın<br />
sesli olanlarına “kerenay” adının verildiği ve han mehterleri<br />
içinde kullanıldıkları kayıtlıdır (Ögel, 1987a: 331-332). BugünKıpçak<br />
Türkleri arasında “sernay, sürnay, sornay”, Orta<br />
Asya’da özellikle Özbekistan’da “karnay, zurnay”, Uygur<br />
Türklerinde “surnay” veya “burga” adlarıyla varlığını sürdüren<br />
çalgı, platin saç malzemeden ve istenilen sesi almak<br />
için özenle yapılmaktadır. Dolayısıyla davul gibi zurna da<br />
sadece neşe, eğlence ve sanat için değil, ordu ve toplumu<br />
düzene sokan işlevleriyle <strong>ortak</strong> mirasımızın önemli göstergelerindendir.<br />
Davul-zurna dışında tarihi çok eskilere dayanan ve Türk<br />
<strong>ortak</strong> müzik kültürü içinde önemli bir yere ve işleve sahip<br />
olan, genellikle de “halk çalgıları” adıyla anılan başka sazlar<br />
da bulunmaktadır. Vurmalı sazlardan “dümbek, dümbelek,<br />
darbuka, def” adı verilen Türk halk çalgıları da onlarca<br />
çeşidiyle müzik kültürüne zenginlik kazandırır. Şekil ve adlandırma<br />
olarak Türk dünyasında değişik şekilleri görülen<br />
bu sazlar, günümüzde kına gecelerinde kadınlar tarafından<br />
tercih edilir ve kullanılır. Bunlar arasındaözellikle def öne<br />
çıkar. Gelin adayları defin eşlik ettiği kına havaları ve türkülerle<br />
ağlatılır.<br />
Doğudan batıya, kuzeyden güneye Türk dünyası içinde vurmalı<br />
salar dışında bazı küçük farklılıklarla üflemeli, telli ve<br />
yaylıpek çok çalgıyı bu zenginlik içinde görmek mümkün-<br />
Hayme-i aşkı kurup çaldık melamet tablını (Aşk çadırını kurup,<br />
melamet tablını çaldık. We set up love tent and played<br />
the self-criticism drum) are only two of them respectively.<br />
Zurna-horn (a double-reed outdoor wind instrument, usually<br />
accompanied by a drum) in Anatolian folk music)is one<br />
of the most important wind instruments of Turkish music<br />
culture like drum. From past to present, it has been our<br />
least varied instrument. The instrument had taken place<br />
with the name of “pipe” or “surna / zurna (horn)” in the old<br />
resources related to the history of Hun, same expression<br />
had also been used in the book of Dede Korkut (consists<br />
of the oldest epic stories of Oghuz Turks). (Ögel, 1987a:<br />
408) Especially after teaming together with the drum, it<br />
became the most major musical instrument of ceremonies<br />
and outdoor diversions. According to researchers, horn and<br />
drum with their stentorian and rich timbre features directly<br />
meet the acoustical needs of the ceremonies held in open<br />
air such as funeral. Probably in accordance with the same<br />
needs, drum-horn team exist concurrently, in toy (a special<br />
meeting among old Turks for an official or traditional purpose<br />
such as accession to the throne, birth, etc.), weddings<br />
and various ceremonies especially in Turkey and all over the<br />
Turkish land. Weddings, engagements, nature-centered<br />
blessings and wrestlings are always realised accompanied<br />
by the tunes from this instrumental duality. (Özdemir, 2005:<br />
256-257).<br />
The most favorite tree in Horn manufacture is plum tree.<br />
The parts of Horn are” lüle” (A sort of removable channel<br />
also called etem or metem, that is made of wood or metal<br />
and that inserted into the nezik, resembles the mouthpiece<br />
of the hubble bubble) , “nezik” (a piece also referred as<br />
“peak” or “nazik”, that is fit on the upper end of the lüle to<br />
prevent it against cracking), “avurtluk” ( the piece, made of<br />
wood, bone or metal that fit to the lüle, used to prevent air<br />
leak from the mouth) and “horn pipe” (the biggest part of<br />
the instrument, including seven holes for the musical notes<br />
Mi, re, do, si, la, sol, fa on front side and one at back for the<br />
treble fa) In Anatolia, there are four types of horn, they are<br />
“kaba zurna”, “orta zurna”, “cura zurna “ve “zil zurna”. There<br />
are also sipsili zurna known as “mey” in Anatolia, “balaban”<br />
in Azerbaijan, and “bulaman” in Uzbekistan. At the same<br />
time Horn is one of the most considerable wind instruments<br />
of Mehter (Janissary band) of the Turkish military tradition<br />
that has survived for thousands of years. Horns for longer<br />
and deeper voices used to give bass tones are recorded<br />
as “kerenay” (kurrenay) and used for khan mehters. (Ögel,<br />
1987a: 331-332).The instrument that still exists even today<br />
with the names as, “sernay, sürnay, sornay” among Kipchak<br />
Turks, “karnay, zurnay” in Middle Asia, especially Uzbekistan,<br />
“surnay” or“burga” among Uigur tuks, is made of
dür.Nefesli-üflemeli çalgılar içinde zurna gibi, düdük, kaval,<br />
sipsi, sıbızga, çığırtma, çifte, tulum zurna, ney/nay gibi halk<br />
çalgıları da Türk <strong>ortak</strong> müzik kültürünün unsurlarındandır.<br />
Yapıları, icra mekânları veya coğrafi dağılımları itibarıyla<br />
aralarında bazı farklılıklar görülmekle birlikte aynı ihtiyaç ve<br />
düşüncelerin ortaya çıkardığı bu aletler, göçerevli ve hayvancılığa<br />
bağlı epik bir hayat tarzından, yerleşik, mistik ve<br />
lirik toplumsal yapılara, sosyal kurumlara kadar çeşitli alanlardaki<br />
faaliyetlerin vazgeçilmez parçası olmuşlardır.<br />
Kaval üflemeli çalgıların en yaygını ve bilinenidir. Dilli kaval,<br />
dilsiz kaval olmak üzere başlıca iki türü vardır. Şimşir,<br />
meşe, gürgen gibi sert ağaçlardan ya da pirinç gibi madeni<br />
alaşımlardan yapılanları varsa da, en makbul olanı erik<br />
ağacından yapılanıdır. Araştırıcılar kavalın pastoral ve ilkel<br />
bir alet olduğunu (Ögel, 1987a:446) belirtirler. Ancak Türk<br />
kültür yapısı içinde bu aletle oluşturulmuş geniş ve önemli<br />
bir repertuvarın olması, kavalın köklü bir geçmişe ve bütün<br />
zamanlarda yaygın, aynı zamanda baskın bir etkiye sahip<br />
olmasına işaret eder.Nitekim günümüzde yapılan araştırmalardan<br />
elde edilen veriler dekavalınTürklere ait olduğunu<br />
gösterir. Altay ile Ural dağları arasındaki bölgede arkeolojik<br />
kazılarla ortaya çıkartılan kurgan/mezarlarda, çobanlık<br />
kültürüne ait pek çok malzeme yanında“Ötkeçin” denilen ve<br />
kemikten yapılmış çifte kavala da rastlanmıştır. Anadolu’da<br />
“çığırtma, cırıtma” adıyla bilinen ve kartalların kanat kemiğinden<br />
yapılanmuhtemelen aynı <strong>ortak</strong> kültürün ürünüdür.<br />
Çığırtmanın icrası kolay ve sesi oynaktır. Bu bakımdan kavala<br />
tercih edilir. Bazen tahtadan da yapılabilir. Çobanların<br />
yaptıkları gibi çalgı ince bir bağırsak içine sokulur. Bağırsak<br />
iyice kuruduktan sonra çalgıyı kavrar.İnce ve narin olan bu<br />
aletlerin çatlamaması ve kırılmamasına yardımcı olur. Fakat<br />
tahta çığırtmalarda, kemikten yapılanın ses tonu yoktur.<br />
Sağır bir ses tonu vardır. Çığırtma oyun havalarında ve<br />
o bölgenin meclislerinde yapılan fasıllarda çok kullanılır.Bu<br />
tür örneklerin Türklere ait en eski <strong>ortak</strong> uygarlık ürünleri olduğuna<br />
dair şüphe yoktur. Günümüzde de kaval, bütün çeşitleri<br />
ile Türk dünyasının hemen her yerinde yaygın olarak<br />
kullanılmaktadır. Kazaklarda “sıbızgı”, Kırgızlarda “çoor-çöğür”,<br />
Özbeklerde “nay”, Türkmenlerde “tillitüytük, goşatilli<br />
tüydük”, Azerbaycan’da “tütek, balaman”, Başkurtlarda<br />
“kuray”, Altaylarda “şogur” (Ögel, 1987a: 446-463) kavalın<br />
farklı coğrafyalardaki çeşitlemeleridirler.Buralarda dilli<br />
ve dilsiz düdük çeşitlerine de kaval denildiği görülmektedir.<br />
Topluluk içinde solo çalgı veya bütün çalgılarla birlikte kullanılabilir.Bütün<br />
kullanımlarda kavalın sesi kendi özelliğini<br />
yitirmez ve belirginliğini korur. Araştırıcılar, çeşitli kaval havaları<br />
tespit etmişlerdir. Bunlar bazıları “yüksek hava, aman<br />
havası, senir havaları, suya indirme havası (karakoyun havası),<br />
zeybek havası, hollu havası, çan havası, telez otlatma<br />
havası” (Türker, 2007: 355-356) şeklinde sıralanabilir.<br />
made of platinic sheet material and carefully manufactured<br />
to get the desired sound. Consequently, just as in drum, not<br />
only for joy, fun and art, but also with functions that putting<br />
in the army and society in order, horn is one of the significant<br />
indicators of our common heritage. Beside dram and<br />
horn, there are also other instruments generally called “folk<br />
instruments” dating back to very ancient history and having<br />
an important place and function within the Turkish common<br />
music culture. The Turkish folk instruments among percussions<br />
called “dumbek, dümbelek (Tabor or tabret: a portable<br />
snare drum played with one hand), darbuka (tom-tom: that<br />
is usually beaten with the hands), def (tambourine: one of<br />
the percussion family consisting of a frame, often of wood<br />
or plastic and a drumhead, and some of them with pairs of<br />
small metal jingles, called “zils.)” enrich musical cultures<br />
with dozens of varieties. These instruments nowadays,<br />
which have different forms in the Turkish world according<br />
to their shapes and nomenclature, have been preferable<br />
by women for henna night parties. Among these, def (tambourine)<br />
stands out in particular. Brides are made cry accompanied<br />
by catchy tunes of henna nights and folk songs.<br />
From east to west and north to south, apart from percussions<br />
in the Turkish world, it is possible to see many winds and<br />
string instruments within this multiplicity. Among winds like<br />
horn, folk instruments like düdük (pipe), kaval (flageolet: A<br />
small flutelike instrument with a cylindrical mouthpiece),<br />
sipsi, sıbızga (Kazakh and Kirghiz Turks instrument, played<br />
by attaching to teeth), çığırtma (made from the wing bone<br />
of the eagle and known to be used mostly by shepherds,<br />
nearly a forgotten instrument today), çifte (Turkish folk<br />
wind instrument, made by connecting two cane pipes side<br />
by side. In each of the two cords there are two small reeds<br />
which make sound), tulum zurna, ney/nay etc. are components<br />
of Turkish common music culture. In terms of their<br />
forms, rendering ambients or geographical distribution and<br />
although there are some differences between them, these<br />
tools that the same needs and thoughts emerge have been<br />
indispensable parts of activities in various fields, from an<br />
epic lifestyle linked to errant tribes and livestock to resident,<br />
mystical and lyric social structures, social institutions.<br />
Kaval (flageolet) is the most widespread and famous one<br />
of the wind instruments. There are two main types; Tongue<br />
and Without Tongue. Although there are the formations of<br />
it made of hardwoods such as boxwood, oak, hornbeam or<br />
metal alloys such as brass, the most popular one is made of<br />
plum wood. Researchers indicate that the kaval is an idyllic<br />
and primitive instrument. (Ögel, 1987a:446) However,<br />
the existence of an immense and substantive repertoire<br />
created by means of this instrument in the Turkish culture<br />
structure designates kaval as having a fundamental past<br />
Music Culture<br />
117<br />
Müzik Kültürü
Common Heritage<br />
118<br />
Ortak Miras<br />
Kavalın bir çeşitlemesi olan düdük/tüydük de, özellikle<br />
Türkmenlerin yaşadığı alanlarda yaygın olarak bilinen üflemeli<br />
bir çalgıdır. Dilli ve dilsiz tabir edilen şekilleri vardır.<br />
Dilli çeşitleri insan sesine yakınlığı sebebiyle solo şarkı ve<br />
türkülere eşlik etmede uygundur. Diğer taraftan telli sazların<br />
skalalarına uygun olmaları, onların grup icralarında da<br />
kullanılmalarını mümkün kılar. Türkmenistan’da bahşılar,<br />
hikâye anlatımlarında ve deyiş söylemelerinde dutar yanında<br />
“tüydük” de kullanırlar. Günümüzde bu <strong>ortak</strong>lığın en belirgin<br />
örneklerinden birini Denizli’nin Çameli yöresinde “çam<br />
düdüğü” denilen, gerek yaylalarda çobanlık yaparken, gerekse<br />
açık ve kapalı mekânlarda toplu eğlence törenleri sırasında<br />
türkü ve oyunlara eşlik eden çalgıda görebiliriz.Aynı<br />
<strong>ortak</strong>lığın göstergelerinden biri de sipsidir. Araştırmalara<br />
göre, çok eski bir Türkçe kelime olan sipsi, nefesli sazların<br />
atası ve en doğalıdır (Ögel, 1987a:445). İnce, küçük anlamına<br />
gelmektedir.Teke yöresinin karakteristik çalgısı olarak bilinen<br />
ve halk müziği aletlerinin önemli parçalarından birini<br />
teşkil eden sipsi, genellikle kamıştan yapılır ve iki parçalıdır.<br />
Boğaz, gurbet, teke, zeybek havalarına eşlik eder. Sipsi, Kazakistan’da<br />
“sıbızgı” adıyla bilinir ve çoban havalarının icra<br />
edildiği alettir.<br />
Nefesli-üflemeli çalgılardan biri olan “ney” ise, özellikle<br />
İslamiyet’in kabulünden sonra ortaya çıkan sosyo-kültürel<br />
değişimlere uygun olarak Tekke-Tasavvuf kültür çevrelerindeki<br />
dini-mistik icralarda kullanılan yaygın bir alettir.<br />
Kamıştan yapılmış basit görünümlü bir alet olmasına rağmen<br />
nefesli sazların en gelişmiş örneklerinden biridir. Mevlana’nın<br />
insanı anlattığı ünlü mesnevisine başlarken “dinle<br />
neyden” demesinin gösterdiği üzere, sesi ve yapısı itibarıyla<br />
insanın sembolü olarak da anlam kazanmıştır. Diğer müzik<br />
aletlerinde “çalmak” fiili kullanılırken, ney için “üflemek”<br />
tabirinin kullanılması, mistik ve mecazî bir anlamın yansımasıdır.<br />
Kaynağını İslam’da Allah’ın insanı yaratırken ruhu<br />
üflemiş olmasından alır. Bu bağlamda ney, çıkardığı deruni<br />
ve uhrevi seslerle, insanı başka bir dünyaya davet etmektedir.<br />
Tarihi çok eskilere dayanan ve bugün bütün dünyada<br />
Türk sazı olarak tanınan ney, halen tasavvuf musikisinin ve<br />
Mevlevi semalarının en önemli unsurudur. Aynı anlam ve<br />
işlevleriyle Türk dünyasında Türk-İslam kültürünün temel<br />
göstergelerinden biridir.<br />
Anadolu’da “tulum” veya “tulum-zurna” denilen diğer bir<br />
nefesli-üflemeli çalgı da Türk <strong>ortak</strong> müzik kültürünün örneklerindendir.<br />
Delinmeden ve bozulmadan çıkarılmış bir<br />
koç veya oğlak tulumunun boyun kısmı tıkanarak, kollardan<br />
birine bir ağızlık, diğerine bir “çifte” (nefesli halk sazı) takılarak<br />
yapılır (Özbek, 1975: 92). Kökeni milattan önceki yüzyıllara<br />
kadar uzanır. Anadolu’daki çift-düdük şekline benzer<br />
bir örnek, Macaristan’daki kazılarda ortaya çıkmış ve Avar<br />
Türklerine ait olduğu tespit edilmiştir. Aynı çalgı örnekleri<br />
and a dominant influence as well. As a matter of fact, the<br />
datas obtained from the researches carried out today indicate<br />
that kaval belongs to Turks. In the graves revealed by<br />
archaeological excavations, in a region between Altay and<br />
Ural mountains, “çifte kaval” also called “öteçkin and made<br />
of bone was also found beside many items belonging to the<br />
shepherd culture. In Anatolia, the one known as “çığırtma,<br />
cırıtma” and made from the wing bone of the eagles is probably<br />
the same work of common culture. Çığırtma is easy to<br />
play and the its sound is lilting. In this respect, it is given<br />
preference over kaval . Sometimes it can also be made of<br />
wood. As the shepherds do, the instrument is placed into a<br />
small intestine. Once the intestine gets thoroughly dry, then<br />
it encases the instrument. It helps preventing these thin and<br />
delicate tool from cracking and breaking . But the wooden<br />
çığırtmas don’t have the same sound as the one made of<br />
bone have. That has a deafening tone. The çığırtma is often<br />
performed for lilts and during special performances in that<br />
region. There is no doubt that such examples are the oldest<br />
common civilization products of the Turks. Today, kaval<br />
is widely used in almost all parts of the Turkish land with all<br />
its varieties. In the Kazakhs “Sıbızgı”, in Kyrgyz “çoor-çöğür”,<br />
in Uzbeks “nay”, in Turkmen “ tillitüytük, goşatilli tüydük”,<br />
in Azerbaijan “tütek, balaman”, in Bashkorts “kuray” and in<br />
Altais “şogur” (Ögel, 1987a: 446-463) are varieties of the<br />
kaval in different geographical regions. In those regions, it<br />
can be seen that the varieties of pipe (tongue and without<br />
tongue) are also called he dumb are also called kaval. It<br />
can be performed together with the solo or all the instruments<br />
in a group. During all renders, the tone of kaval does<br />
not lose its own characteristics and maintain its clarity. Researchers<br />
have identified a variety of kaval melodies.some<br />
of them can be classified as follows: “yüksek hava, aman<br />
havası, senir havaları, suya indirme havası (karakoyun havası),<br />
zeybek havası, hollu havası, çan havası, telez otlatma<br />
havası” (Türker, 2007: 355-356)<br />
The pipe, a variation of kaval, is also a wind nstrument widely<br />
known especially in the areas where Turkmens live. There<br />
are forms that are said to be tongue and without tongue.<br />
Due to its affinity to human voice, tongue varieties are suitable<br />
for solo singing and accompaniment to Turkish songs.<br />
On the other hand, their suitability for the scales of string<br />
instruments, makes them available to be used in group performances.<br />
Bahşıs (In ancient and new Turkish dialects, it<br />
is a term which means “priest, clerk, doctor, poet”.) in Turkmenistan<br />
use “tüydük (an ordinary flute generally used<br />
by sepherds)” beside the “dutar (a twin string instrument,<br />
made of mulberry tree, in the shape of pear, most widely<br />
spread among Kyrgyz,Tajik and Uzbek Turks)” for the narrative<br />
of the story and the sayings. Today, we can see one of<br />
the most prominent examples of this commonality in an in-
Müzik Kültürü<br />
Music Culture<br />
119
Common Heritage<br />
120<br />
Ortak Miras<br />
“koşney” adıyla Türkistan’da da bulunmaktadır. Tulum Kırgız<br />
Türkleri arasında da yaygındır.<br />
Bu nefesli-üflemeli sazlara Anadolu’da “mey”, Azerbaycan’da<br />
“balaban”, Türkmenistan ve diğer Türk bölgelerinde<br />
“bulaman, baliman” adlarıyla bilinen çalgıyı da eklemek<br />
gerekir. Dilsiz düdüğe benzeyen, bir gövde ve ağız tarafına<br />
takılan ses çıkarıcı yassı kamış ağızlıktan oluşan mey, hafifliği<br />
ve mat sesi ile küçük ve kapalı mekânların vazgeçilmez<br />
çalgılarından olmuştur (Özbek, 1975:92).Gürgen ceviz gibi<br />
sert ağaçlardan olanları varsa da en makbulü erik ağacından<br />
yapılanıdır. Mey,Erzurum, Kars, Gümüşhane ve Erzincan<br />
yörelerinde yaygın olarak kullanılmakta olup bugün yurdumuzun<br />
çeşitli yerlerinde halk müziği topluluklarında da yer<br />
almaktadır.Çok sesli müzik birlikteliğinde her çalgının verdiği<br />
sesleri, duyuluş yüksekliğine en yakın biçimde göstermek<br />
üzere çeşitli anahtarların kullanılması esastır. Mey topluluk<br />
içinde solo çalgı olarak yetkinlikle kullanılabilir. Toplu çalışlarda<br />
mey, ezgi çalabilir, eşlikte kullanılabilir, dem tutabilirGünümüzdeki<br />
şekilleri gövde, kamış ve kamışın üzerine<br />
takılan kıskaç olmak üzere üç parçadan oluşmaktadır.Azerbaycan<br />
ve Türkmenistan’daki örnekleri biraz daha uzun olup<br />
daha kaba bir sese sahiptir Evliya Çelebi meyden “Türkmen<br />
kamışlı düdüğü” olarak bahseder ve Orta Asya’da “belban,<br />
balaban” adıyla bilindiğini söyler. Uygur Türkleri arasında<br />
kullanılan ve düz tutularak çalınan sekiz delikli “baliman”<br />
da (Arslan-Öger, 2007: 79) aynı tür çalgılardandır.<br />
Türk <strong>ortak</strong> müzik kültürünün önemli müştereklerinden biri<br />
strument, known as “pine-throw” in Çameli region of Denizli,<br />
both accompanying when shepherds playing in the springs<br />
and folk songs and games during public entertainment ceremonies.<br />
One of the indicators of the same commonality<br />
is sipsi. According to researches, sipsi, also an immemorial<br />
Turkish word, is the predecessor and the most natural of<br />
the wind instruments (Ögel, 1987a:445). It means “thin,<br />
small”. Sipsi, known as the characteristic character of the<br />
Teke region and one of the considerable parts of folk music<br />
instruments, is usually made from reed and consists of two<br />
pieces. It accompanies the melodies, Boğaz, gurbet, teke<br />
andzeybek. Sipsi is known in Kazakhstan as “Sıbızgı” and is<br />
an instrument that is used to perform shepherds’ melodies.<br />
“Ney”(Nay), one of the wind-blown instruments, is a common<br />
instrument used in the religious-mystical cultures of<br />
the tekke-mystical culture ambiences in accordance with<br />
the socio-cultural changes that have arisen since the admission<br />
of Islam in particular. Although it is a simple looking<br />
instrument made of reed, it is one of the most advanced<br />
examples of wind instruments. As is understood from<br />
Mevlana’s (known as Rumi, 1207-1273, descended from a<br />
long line of Islamic jurists, theologians, and mystics) saying<br />
“listen to Nay” while introducing the famous Mesnevi<br />
(Masnavi- Spiritual Verses) in which he illustrates human, it<br />
has become meaningful as a symbol of man in terms of the<br />
sound and formation. While the verb “playing” is used for<br />
other musical instruments, the use of the word “blow” for<br />
nay is a reflection of a mystical and metaphorical meaning.
de telli sazlardır. En eski yazılı kaynaklardan itibaren izlendiğinde<br />
geniş bir adlandırma yelpazesine sahip olan<br />
telli sazlar, genellikle kutlu olduğuna inanılan ağaçlardan<br />
oyulup, rüzgâr yeleli atlardan alınan kıllarla yapılan tellerin<br />
takıldığı ve kutsal bir anlamın yüklendiği halde kullanıla<br />
gelir. Bu sazların köklerinde Türk atlı kültürünün düşünce<br />
ve izlerinin yattığı, hepsinin “at kılının seslerine vurgun<br />
ve bağlı” oldukları belirtilir.Türklerde, ilk olarak orta çağda<br />
Orta Asya’da yapılan kazılarda bulunan duvar resimlerinde<br />
yaylı çalgıların izlerine rastlanmaktadır. İnsanların müzikle<br />
olan iletişimlerini ilk olarak doğada duydukları sesleri taklit<br />
ederek gerçekleştirdikleri düşünülmektedir. “Esen rüzgârların,<br />
sazlıklardaki kırık kamışlara çarparak çıkarmışoldukları<br />
ıslık seslerini, onlarında taklit ettikleri, üzüntülü ve sevinçli<br />
günlerinde çıkarmışoldukları seslerin ilk müzik duygularını<br />
verdikleri tahmin edilmektedir” İlk Türkler avlanmak veya<br />
savaşmak için kullandıkları okun yaydan fırlarken çıkardığı<br />
sesten esinlenmişler ve bunu bir çalgı gibi kullanmışlardır(-<br />
Gazimihal, 1958:5-7).<br />
Kopuz telli sazların en eskisidir.Tedavi amaçlı ve kötü ruhları<br />
kovmada faydalanılan bir alet olma yanında “velilik, ululuk”<br />
simgesi özelliğine de sahiptir (Ögel, 1987b: 5). Hakkındaki<br />
ilk açık bilgilere Uygur metinlerinde rastlanır. Uygur hükümdarlarından<br />
İdikut adı verilen Bögü Kağan’ın gayet güzel<br />
kopuz çaldığı zikredilir. At kılından ve tek telli olarak yapıldığı,<br />
dini işlevler de üstlenen kam, baksı, ozanların çaldığı ve<br />
sesinin iyi ruhları çağırıp kötü ruhları kovduğuna inanılan bir<br />
çalgıdır.Kırgız Türkleri arasında lirik türkü söyleyicileri ve aşk<br />
It takes its source in Islam, because according to the Islamic<br />
dogma, God had blown the spirit while creating human being.<br />
In this context, nay invites the human being to another<br />
world, with its intimate and ethereal sound. Nay, which is an<br />
immemorial instrument and known to be Turkish origin today<br />
all over the world, is still the most important element of<br />
Sufi music and Mevlevi Sema Ceremony (Whirling Dervishes<br />
Ceremony, The Mevlevi Sema Ceremony is proclamated as<br />
an Intangible World Heritage in Traditional performing art<br />
social practices themes by UNESCO in October 2005) It is<br />
one of the main indicators of Turkish-Islamic culture in the<br />
Turkish world with the same meaning and functions.<br />
Another wind-blown instrument called “tulum (bagpipe) “<br />
or “tulum-zurna (bagpipe-horn)” in Anatolia is an example<br />
of Turkish common music culture. It is manufactured by<br />
using a ram or a kid’s pelt that removed without punctured<br />
and deformed, and first the neck part of pelt is blocked,<br />
and then a nuzzle is tied into one arm, and a “çiftedouble”<br />
(a wind folk instrument from ) is also tied into other arm.<br />
(Özbek, 1975: 92). The origin of this instrument dates back<br />
to the centuries of before Christ (B . C ). An example of a<br />
similar double-pipe pattern in Anatolia was discovered in<br />
excavations in Hungary and was ascertained to belong to<br />
the Avar Turks. Samples of the same instrument also exist<br />
in Turkestan, with the name of “koşney”. Bagpipe also common<br />
among the Kyrgyz Turks.<br />
It is necessary to add to these wind instruments the “mey”<br />
in Anatolia, “balaban” in Azerbaijan, and the instrument<br />
known as “bulaman, baliman” in Turkmenistan and other<br />
Turkish regions. “Mey”, seems like pipe, composed of a body<br />
and a sound producer flat reed nozzle which is attached to<br />
the mouth side, is one of the indispensable instruments for<br />
small and indoor spaces with its weightlessness and mat<br />
voice. (Özbek, 1975:92). Whether there are some varieties<br />
made of hard wood such as hornbeam, walnut, but the<br />
most widely-accepted one is made of plum trees. Mey is<br />
widely used in Erzurum, Kars, Gümüşhane and Erzincan regions<br />
and today it is also favorite among folk music groups<br />
in various places of our country. In the case of polyphonic<br />
music group, it is essential to use a variety of keys, in order<br />
to show the sounds of each instruments in the closest way<br />
to the height of the hearing. Mey can be used competently<br />
as a solo instrument in the group. In group performances,<br />
mey can play melody, accompany and perform ”dem”<br />
(to accompany an instrument with another instrument or<br />
sound.) Forms of present-days consist of three parts: the<br />
main body, the reed and the clip attached to the reed. The<br />
samples in Azerbaijan and Turkmenistan are slightly longer<br />
and have a loud sound. Evliya Çelebi mentions mey as<br />
“Turkmen reed pipe” and says that he is known as “belban,<br />
Music Culture<br />
121<br />
Müzik Kültürü
Common Heritage<br />
122<br />
Ortak Miras<br />
destanlarını anlatan akınlar “komuz” çalarlar. Altay Türklerinin<br />
de başlıca musiki aletlerinden biridir. Dede Korkut<br />
Kitabı’nda “kolca kopuz getürüp ilden ilebigdenbige ozan<br />
gezer” ifadesi gibi kopuzla ilgili pek çok ibare yer alır. Kopuz,<br />
daha sonra farklı coğrafyalarda değişip gelişerek bugün<br />
bağlama adıyla bilinen sazlarınatası olarak kabul edilir.<br />
Araştırıcılar, bağlama adı verilen tezene veya parmakla<br />
çalınan çalgı/çalgıların diğerlerine göre başat bir unsur ve<br />
tam anlamıyla bir Türk çalgısı olduğunu belirtirler (Reinhard,<br />
2007: 86). Bu sazlar değişen ebatlarına, tel sayılarına<br />
veya icra ortamlarına göre farklı adlar alırlar. Küçük olanlara<br />
genellikle cura, büyüklere divan sazı, meydan sazı denir<br />
ve Türk dünyasının pek çok bölgesinde örnekleri bulunur.<br />
Anadolu’da “meydan sazı, divan sazı, bağlama, bozuk,şeştar,<br />
tambura, çöğür, cura, bulgarı, tar, üçtelli” gibi çeşitleri<br />
görülen telli çalgının, Orta Asya Türkleri arasında “dombıra,<br />
dutar” adlarıyla bilinen çeşitlemeleri vardır. Anadolu’da<br />
“tırnak kemane” adıyla bilinen ve özellikle yakın zamanlara<br />
kadar Teke yöresinde yaygın olan, çeşitli toplantıların vazgeçilmez<br />
çalgısı, eski göçerevli hayatın bir ürünüdür ve kopuzun<br />
günümüze ulaşan örneklerindendir. Ayrıca telli olup<br />
bir yay veya ok ile çalınan çalgıların da kopuzun türevleri<br />
olduğu, “ıklıg/oklu ıklıg, kıl kopuz, kabak kemane, rebab,<br />
eğit,kıyak/gıcak,gircek, kemençe, gıygıy” gibi adlarla anıldığı<br />
görülür.“Iklığ” Türkçe bir kelimedir. Türk toplumunun<br />
tarihte yakın ilişkilerde bulunduğu ve komşuluk yaptığı ülkelerin<br />
dillerinde böyle bir kelimenin varlığına rastlanmaz.<br />
Türkler çalgıyı bulduklarında çalgının tellerini önce at kılından,<br />
daha sonrada bağırsak kirişten yapmışlardır. “Ok”<br />
adını verdikleri yayda da aynı şekilde at kılları kullanmışlardır<br />
(Kafesoğlu, 1984:207). Günümüzde “kabak kemane ve<br />
kemençe” denilen sazlarımızın atası da “yaylı kopuz ve ıklığ”<br />
kabul edilmektedir. Kabak kemane gibi kemençe de en<br />
eski Türk halk çalgıları arasında gösterilmektedir. Telli, deri<br />
kapaklı ve yaylı bir çalgı olan kabak kemane, Orta Asya ile<br />
Anadolu Türk <strong>ortak</strong> müzik kültürünün yaşayan açık örneklerinden<br />
biridir.<br />
Tezene, parmak veya bir yay ile çalınan telli sazlar, daha<br />
çok kapalı mekânlardaki icralarda görülür. İnsanların sevgi-<br />
saygı duyguları, Tanrı’ya yakarışları, dertleri-tasaları bu<br />
sazlarla dile getirilir. Araştırma verilerine göre mitolojik ve<br />
epik dönemlerin dini törenleri, kutlama ve anma ritüelleri<br />
bu sazların eşliğinde söylenmiştir. Kahramanlık destanlarını<br />
icra eden ozanlar, akınlar, yıravlar, baksılar, kaycılar, Anadolu’da<br />
âşık adıyla bilinen uzman anlatıcılar, sözlerini bu<br />
sazlarla birleştirerek terennüm etmişlerdir. Türk dünyasının<br />
her yerinde bilinen Alpamış, Manas, Köroğlu gibi kahramanların<br />
maceraları, Dede Korkut’un diliyle “gazi erenlerin başından<br />
geçenler” nasıl bu sazlarla anlatılmışsa, bugün Teke<br />
yöresinde söylenen “Avşar Beyleri” türküsü de aynı destani<br />
balaban” in Central Asia. The eight-hole “Baliman”, which is<br />
used among Uighur Turks and stolen in the flat, is the same<br />
type of instrument. The eight-hole “Baliman”(Arslan-Öger,<br />
2007: 79), which is used among Uighur Turks and played<br />
by holding straight way, is among the same type of instruments.<br />
One of the considerable mutual thing of the Turkish common<br />
music culture is the stringed instruments. As of viewing<br />
from the earliest written sources, strings, with a wide range<br />
of nomenclature, are used in a sense that carved from the<br />
trees that usually believed to be blessed, and strings made<br />
of hair from flowing mane horse are installed and in the<br />
sense that it has a sacred meaning. It is stated that, when<br />
looking through to the origin of these instruments, we are<br />
confronted with the thoughts and traces of the Turkish<br />
equine culture, they are all “ smitten with and faithful to the<br />
sounds of horse hair”. Among Turks, the traces of stringed<br />
instruments first appear in the murals found during excavations<br />
in the Middle Ages in Central Asia. People are thought<br />
to realize their communication with the music firstly by imitating<br />
the voices they hear in nature. Human being is presumed<br />
to imitate the whistling sounds that the breezy winds<br />
make by striking the broken reeds in the reedies and also<br />
the sounds they have made in their painful and joyful days<br />
are believed to give their first musical feelings. The early<br />
Turks were inspired by the sound came from the arrows they<br />
used to hunt or fight, and they used it as a musical instrument<br />
(Gazimihal, 1958:5-7).<br />
Kopuz (Lute), is the oldest of string instruments. Besides<br />
being a tool that is used for pedagogy and evil spirits, it<br />
also has the symbolism of “ holy man, supremeness”. (Ögel,<br />
1987b: 5). The preliminary vivid information about it is found<br />
in Uighur texts. Buğgü Kağan who is called İdikut from Uighur<br />
rulers is mentioned as playing Kopuz very well. It is<br />
such an instrument that is made up of horsehair and onestringed,<br />
undertaking religious functions, such as kam and<br />
baksı played by ozans (minstrel) and its sound is believed<br />
to call up good spirits and dismiss evil spirits. Among the<br />
Kyrgyz Turks, lyric folksongs performers and love epic improvisers<br />
play “lute”. It is also is one of the main musical instruments<br />
of the Altay Turks. In the Dede Korkut Book, there<br />
are a lot of phrases about kopuz like the expression “kolca<br />
kopuz getürüp ilden ilebigdenbige ozan gezer” (Means:The<br />
ozan (minstrel) plays the kopuz and rides with him). Kopuz,<br />
later evolved and shaped in different geographies, is now<br />
accepted as the predecessor of instrument known by the<br />
name of “bağlama”.<br />
The researchers indicate that, the instrument called “bağlama”,<br />
which is being plucked with a plectrum or finger, is a
duyguların, hatıraların benzer saz ve ezgilerle yansıdığı örneklerden<br />
biridir.<br />
Farklı mekân ve icra ortamlarında saz ile sözün bütünleştiği<br />
ve kültür alanı içinde insanların ortaya koydukları bu muhteşem<br />
müzik zenginliği, herkesin kendinden bir şeyler bulduğu<br />
<strong>ortak</strong> bir dünya oluşturur. Söylenen bir ağıt bile olsa,<br />
insan kendinden bir parça bulur. Musiki aletleriyle birleşen<br />
sözler, algı ve düşünce dünyasında yeni bir kimlik kazanır ve<br />
nesilden nesile aktarılır.<br />
Sazlar eşliğindeki ezgilerle bütünleşen sözler Türkçede<br />
“türkü, hava, yır, küy, gayda” gibi değişik adlar alır. Yapısı,<br />
konusu, ezgisi bakımından farklı şekillerde icra edilen ve<br />
adlandırılan türküler, başlangıçta bir kişi tarafından söylenmiş<br />
olsa bile zamanla <strong>ortak</strong> dünyanın ve toplumun malı<br />
olur, anonimleşir. Türk insanı içini türkülere döker. Sevincini<br />
heyecanını, acısını, sırlarını, sevdasını, hatıralarını türküler<br />
vasıtasıyla aktarır. “Türküz türkü çığırırız” diyerek binlerce<br />
yıllık tarihsel seyrini türkülerle dile getirmiştir. İster Anadolu,<br />
ister Azerbaycan, ister Balkanlar ya da Orta Asya olsun,<br />
her türkünün sosyal, siyasal, dini ve kültürel hayatın içinde<br />
önemli işlevleri olduğu görülür. Denilebilir ki, türküler Türklerin<br />
kimlik kartıdır.<br />
Araştırıcılar türküleri farklı tasniflere tabi tutmuşlardır. İçeriklerine,<br />
ezgilerine, söyleyiş tarzlarına göre veya bazen aynı<br />
türü bazen farklı türleri anlatan “uzun hava, bozlak, kırık<br />
hava, gurbet havası, bayatı, deyiş” şeklindeki sınıflandırmadominant<br />
element and a Turkic instrument in comparison<br />
to the others of the finger-plucked instruments. (Reinhard,<br />
2007: 86). These instruments are given different names<br />
depending on their varying sizes, number of strings or rendering<br />
ambients. The smaller ones are usually called “cura”,<br />
the biggest one is “divan”, “meydan” (the largest of the<br />
family in terms of both body size and fingerboard length.<br />
It is generally played in a plain, unornamented style, and<br />
is used for playing at low pitch. It has seven strings in three<br />
groups.), and there are samples in many parts of the Turkish<br />
world. This string instrument whose variations can be<br />
seen in Anatolia such as “meydan, divan, bağlama, bozuk,<br />
şeştar, tambura, çöğür, cura, bulgarı, tar, üçtelli”, has also<br />
other varieties known as “dombra, dutar” among Central<br />
Asian Turks. Moreover, bağlama has been known in Anatolia<br />
as “nail kemane” and been widely spread especially in the<br />
Teke region until recently, an indispensable instrument of<br />
various meetings, an output of the immemorial immigrant<br />
life, and an extant sample of Kopuz. It can be seen that the<br />
stringed instruments, which are plucked with a bow or an<br />
arrow are the models of kopuz, and are mentioned with the<br />
names such as “gum / oklu gum, gum kopuz, zucchini kemane,<br />
rebab, educ, kucak / gicak, gircek, kemençe, gıygıy”.<br />
“Iklığ “is a word in Turkish. In the languages of the countries<br />
where the Turkish community has close relations in the<br />
past and where they have neighbors, there is no evidence<br />
for the existence of a such word. When the Turks invent the<br />
instrument, they pruduced strings from hores hairfirst, then<br />
Music Culture<br />
123<br />
Müzik Kültürü
Common Heritage<br />
124<br />
Ortak Miras<br />
lar ortaya koymuşlardır. Bu sınıflamaların hepsi, incelemelerde<br />
amaçlanan ana konuya yönelik kolaylık sağlamakla<br />
birlikte, türkü adı ezgiyle sözün bütünleştiği bir üst kimlik<br />
olarak değer ve anlam kazanmıştır. Her bir türkünün kendi<br />
bağlamı içinde değerli ve anlamlı olduğu düşünülmektedir.<br />
Adı ve çeşidi ne olursa olsun, türkülerin en önemli özelliği<br />
içinden çıktığı topluma has oluşu ve Türk <strong>ortak</strong> müzik kültürünün<br />
yaygın ve hâkim ürünü olmasıdır.<br />
Bu özelliği en belirgin kılan örnekler içinde en ilginç olanlarından<br />
biri boğaz havaları, boğaz gaydalarıdır. Türkmenistan’da,<br />
Kıpçak Türklerinde, Türklerin en eski yurtları olarak<br />
bilinen Altay-Sayan bölgelerinde yaygın olarak görülen<br />
boğaz havaları, Batı Anadolu’da, Teke yöresindeözellikle<br />
Burdur, Denizli, Antalya, Isparta bölgelerinde de benzer<br />
şekilde görülür. Altay’ın kuzeyindeki Tuva bölgesinde geleneksel<br />
müziğin en önemli türlerinden olan boğaz havalarının<br />
eşlik çalgısı“igil, iki ve khıl” sözcüklerinden oluşmaktave<br />
iki telli anlamına gelmektedir Benzerleri Sibirya’daki<br />
Altay Cumhuriyeti’nde “ikili”, Hakasya Cumhuriyeti’nde “ıkh,<br />
ıyık”,Orta Asya Türklerinde ise“kobuz, ağız kobızı”adlarıyla<br />
bilinir. Boğaz havaları Teke yöresinin en ilginç ezgilerinin<br />
başında gelir. Hayvancılığa ve çobanlığa bağlı hayat tarzına<br />
özgüdür. Diğer Türk bölgelerinde olduğu gibi insan sesi ve<br />
çalgılarla yapılmaktadır. Kaval, üç telli cura ve kemik düdük<br />
gibi enstrümanlarla çalındığı gözlemlenir. Boğaz havalarının<br />
günümüze ulaşabilmeleri ise daha çok bağlamaçalanlar<br />
olmak üzere sipsi, kemane, kavalgibi sazlara insan sesinden<br />
aktarılmaları neticesinde olmuştur. Boğaz havalarının çıkışı<br />
from the gut. They used horsehair in the same way in the<br />
bow that they named “Ok”(Kafesoğlu, 1984:207). Today,<br />
“spring kopuz ve gıklığ” are accepted as the roots of the<br />
instruments named “kabak kemane and kemençe”. Kabak<br />
kemane is also considered to be one of the immemorial<br />
Turkish folk instruments such as kemane. Kabak kemane, a<br />
stringed, leather covered body, bowed string instrument, is<br />
one of the living examples of Central Asian and Anatolian<br />
Turkish common music cultures.<br />
Tezene (plectrum), stringed instruments, played with a finger<br />
or a bow, are mostly seen in renderings closed spaces.<br />
Human being’s feelings of love, respect, appeal to God, and<br />
troubles are expressed with these instruments. According to<br />
datas from researches, religious ceremonies of mythological<br />
and epic periods, rituals of celebration and commemoration<br />
were realised with the accompaniment of these instruments.<br />
The poets who performed heroic legends, akıns,<br />
yırav, baksı, kaycılar (all four types of people are generally<br />
called “story teller”), the expert narrators known as “Aşık”<br />
(mostly similar meaning with “minstrel”: a travelling musician<br />
and singer) in Anatolia had rendered their lyrics accompanied<br />
by these instruments. Just the adventures of<br />
heroes such as Alpamış, Manas, Köroğlu known all over the<br />
Turkish world and Dede Korkut’s “gazi erenlerin başından<br />
geçenler” (experneces that veterans -holy men had) had<br />
been narrated accompanied by these instruments, and<br />
likewsie The “Avşar Beyleri” song, today in Teke region.<br />
Combination of instrumet and lyric in different ambientes<br />
and venues and this magnificent musical diversity that people<br />
create in the field of culture, create a common world in<br />
which everyone finds something belong to themselves. .<br />
If there is even such a lament, man finds himself a part of<br />
himself.<br />
Even if the singing is a lament, humans feel something<br />
emotional of their own. The lyrics combined with musical<br />
instruments acquire a new identity in the world of perception<br />
and thought, and are transmitted from generation to<br />
generation.<br />
In Turkish language, the lyrics that are integrated with the<br />
melodies accompanied by instruments are given different<br />
names, such as “türkü (folk song), hava, yır, küy, gayda”.<br />
Türküs (Folk Song) that is rendered in diffrent tones interms<br />
of its form, theme, melody, even though it was rendered by<br />
one person for he first time, by passage of time, it becomes<br />
a common value to the common world and society, and becomes<br />
anonymous. Turkish people disburden their mind to<br />
türküs. They express their happinesses, excitements, pains,<br />
secrets, loves and memories by means of türküi. By repetaing<br />
the saying “Türk’üz türkü çığırırız “ (We are Turks that
ve ismi ile ilgili çeşitli görüşler mevcuttur. Bunlardan en çok<br />
kabul edilen görüş boğaz havalarının hayvancılık yapan ve<br />
kaval çalmayı bilmeyen kız çobanların hayvanları gütmek<br />
için kavalı taklit ederek ortaya çıkardıkları görüşüdür. Boğaz<br />
havalarının çoğunlukla kız çobanlar tarafından yapılması da<br />
bu görüşü destekler. Diğer yandan boğaz havalarını guguk<br />
kuşunun sesinin taklit edilerek ortaya çıkmış olduğu da düşünülür.<br />
Guguk kuşu Yörükler için özel bir öneme sahiptir,<br />
göç zamanının geldiğini haber verir. Bu sebeple “mutluluk<br />
verici ve uğurlu” sayılmaktadır. Dolayısıyla “boğaz havaları”<br />
veya “boğaz çalma” mitolojik dönmelerden itibaren Türklerin<br />
tabiatla bütünleşmelerini ifade eden ve bunun ezgi-söz<br />
bütünleşmesiyle ortaya çıkan, tarih boyunca süregelen <strong>ortak</strong><br />
örneklemelerinden biridir.<br />
Sazın ve sözün bütünleştiği türkü söyleme geleneği içinde<br />
“Barak havaları, bozlak havaları, Cezayir havaları” gibi örneklerde<br />
<strong>ortak</strong> kültürün yansımalarıdırlar. Barak havaları,<br />
Orta Asya’dan Anadolu’ya göç etmiş Barak Türkmenlerine<br />
has, ölçü ve ritim bakımından serbest olan ancak dizisi bilinen<br />
ve dizi içindeki seyri belli kalıplara bağlı uzun havalardır.<br />
Erkekler tarafından sohbet ortamlarında bağlama,<br />
düğün ortamlarında ise davul-zurna eşliğinde icra edilirler.<br />
Bozlaklar da uzun hava formunda icra edilen çalma ve<br />
söyleme biçimidir. Aşk, yiğitlik, mertlik, ayrılık, gurbet, sıla<br />
özlemi konularıyla birlikte, aşiret kavgalarını da konu edinir.<br />
Tiz ses perdelerinden pes ses perdelerine doğru inen geniş<br />
bir seyir karakteri yanında süslemelerle bezenmiş çalma ve<br />
söyleme tekniği bozlağın ezgisel olarak belirgin özelliğidir.<br />
Bağlama, keman, def, zil gibi çalgılar eşliğinde icra edilirler.<br />
Cezayir havaları ise, sözlü ve sözsüz olabilme özelliğiyle<br />
oyun ve oyun dışı bağlamlarda icra edilirler. Günümüzde<br />
özellikle kına, düğün ve eğlencelerin tercih edilen türkülerindendir.<br />
Öte yandan ozanlık, bahşılık, âşıklık adlarıyla<br />
Türk dünyasında süregelen gelenek içinde tespit edilen iki<br />
yüz civarında saz havasının, ezginin (Oğuz, 2001: 49-50)<br />
bulunduğu, Türk <strong>ortak</strong> müzik kültürünün anlaşılmasında<br />
önemli veriler sunduğu da dikkate alınmalıdır.<br />
Türkiye’de “atışma, karşılama, deyişme, karşıberi, atma<br />
türkü” gibi adlarla gerek âşıklık geleneği içinde gerekse<br />
şenliklerde, düğünlerde, kutlama törenlerinde görülen<br />
karşılıklı “mani” veya “türkü” söyleme geleneği de Türk müzik<br />
kültürünün müştereklerindendir. Başkurt Türklerinde<br />
“möngebettabıw”, Kırgızlarda “baylanış, baylamta”, Özbeklerde<br />
“aytişuv”, Türkmenlerde “aytış, aytış-tartış”, Uygurlarda<br />
“eytiş” adlarıyla bilinen ve tarafların aynı ezgi eşliğinde<br />
türkünün sözlerini karşılıklı olarak icra etmesine dayanan<br />
atışmalar, yarışma, kendini ispat etme, sosyal kaynaşma işlevleriyle<br />
günümüzde de sürdürülmektedir.<br />
Türk <strong>ortak</strong> müzik kültürünün diğer önemli müştereklerinden<br />
we sing türkü) pleasantly, they declare their thousands of<br />
years of historical progress. Whether in Anatolia, Azerbaijan,<br />
the Balkans, or Central Asia, it is understood that every<br />
Türkü has significant functions in social, political, religious<br />
and cultural life. Thaty is to say, Türküs are the identity card<br />
of the Turks.<br />
The researchers have assorted türküs with different classification.<br />
They put forwrad such classifications according<br />
to their contents, melodies, tones, or, “uzun hava, bozlak,<br />
kırık hava, gurbet havası, bayatı, deyiş” that are sometimes<br />
handling the same theme some times different. All of these<br />
classifications, along with having facility with respect to the<br />
teheme, The name türkü has gained value and meaning as<br />
an upper identity in which melody and lyric have been integrated<br />
. Each Türkü is thought to precious and meaningful<br />
in its own context. Whatever the name and form, the most<br />
important characteristic of the Türküs is being peculiar to<br />
the community that they originate from and a widespread<br />
and dominant output of the Turkish common music culture.<br />
Boğaz Havaları (throat tune) / boğaz gaydası (throat gayda)<br />
is the one of the most prominent examples that bringing<br />
out this feature. Throat tunes, that extensively seen in<br />
Turkmenistan, among Kipchak Turks, in Altay-Sayan regions<br />
which are known as Turks’ oldest dormitories, appears<br />
with the same features in Western Anatolia, Teke region in<br />
Burdur, Denizli, Antalya and Isparta regions. In the Tuva region<br />
of northern Altay, accompaniment music instrument of<br />
throat tunes that one of the most important form of traditional<br />
music is composed of the words “igil, iki ve khıl” and<br />
means “double stringed”. Similar samples are known in the<br />
Altay Republic of Siberia as “ikili”, in Khakassia Republic as<br />
“ıkh, ışık”, and among Central Asian Turks as “kobuz, ortoyebob”.<br />
The throat tunes are among the most interesting melodies<br />
of the Teke region. It is unique to life style founded<br />
upon livestock and shepherding. It is rendered with human<br />
voice and instruments as it is in other Turkish regions. It is<br />
observed to be performed with instruments such as Kaval,<br />
three-strined cura and bone-pipe. The extant of throtat<br />
tunes has eventuated as a result of the transmission of<br />
human voice to to the sipsi, kemane, kaval, and other instruments,<br />
mostly by bağlama player. There are various<br />
opinions about the birth of throat tunes and the name. The<br />
most widely accepted view is that female shepherds who<br />
do not know how to play kaval have rendered by imitating<br />
kaval to feed animals. The fact that the throat tunes are<br />
mostly composed by female shepherds also supports this<br />
view. On the other hand, throat tunes are thought to come<br />
into existence as a result of imitating the voice of a cuckoo.<br />
The cuckoo bird has a special consideration for Yörüks<br />
(nomads); It heralds the forthcoming migration. For this<br />
Music Culture<br />
125<br />
Müzik Kültürü
Common Heritage<br />
126<br />
Ortak Miras<br />
biri de makam müzikleridir. Türk-İslam kültürü çerçevesinde<br />
şekillenen makam müzikleri geleneksel ses ve tınılarla<br />
birleşerek kendine haslık oluşturur. Türk dünyasının farklı<br />
coğrafyalarında makam adları, kullanılan musiki aletleri<br />
ve icra edenlerin tavırları yönünden önemli benzerliklerle<br />
karşılaşmak mümkündür. Makam müzikleri ses dizilerinin<br />
belli kurallara göre kullanılmasıdır. Makamların dizileri<br />
aralıkları eşit ve toplamı 53 koma olan sekiz sesten oluşur.<br />
Dizileri aynı olan makamlar birbirlerinden seyirlerine göre<br />
ayrılırlar. Bu yüzden makamda seyir önemlidir. Türk makam<br />
müziğinde makamlar, “basit, bileşik ve göçürülmüş” olmak<br />
üzere üçe ayrılır. Bugüne kadar Türk makam müziğinde<br />
590 makam tespit edilmiştir. Ancak bunların tamamı yaygın<br />
olarak kullanılmaz. Günümüzde Türkiye’de olduğu gibi<br />
Uygur ve Özbek Türkleri arasında da yaygın olarak kullanılan<br />
ve “on iki makam” adıyla bilinen makamlar, İslamiyet’in<br />
kabulünden sonra inşa edilen <strong>ortak</strong> Türk-İslam kültürünün<br />
en önemli göstergesidir. On iki makam, Müslüman Türklerin<br />
yaşadığı pek çok yerde de karşımıza çıkar. Bunlar, “Rast, Hüseyni,<br />
Çebbayat, Müşavirek, Çargah/Çehargah, Pencigah,<br />
Özhal, Acem, Uşşak, Bayat, Neva, Segah, Irak” adlarıyla bu<br />
<strong>ortak</strong>lığı tescil etmektedirler. Özellikle Uygur Türk müziği,<br />
on iki makam etrafında şekillenmiş ve “meşrep” adı verilen<br />
eğlencelerde bugüne kadar sergilenmiştir (Arslan-Öger,<br />
2007: 72).<br />
Sonuç olarak Türk <strong>ortak</strong> müzik kültürü, sazıyla, sözüyle, ezgileriyle<br />
binlerce yıllık birikimini yansıtan bir kültür hazinesidir.<br />
Tarihin derinliklerinden akıp gelen bir ruh nehri gibi,<br />
Türklerin <strong>ortak</strong> algı ve düşüncelerini günümüze kadar taşımaktadır.<br />
Günümüzün küreselleşen kültür dünyasında, <strong>ortak</strong><br />
kültürel bellek ve toplumsal kimlik kodlamalarının tarihi<br />
sürekliliğini sağlamak bağlamında, <strong>ortak</strong> müzik unsurlarının<br />
faaliyet alanlarını genişletmek ve Türk müzik kültürüne yönelik<br />
farkındalığı arttırmak hem milli hem bilimsel bir gerekliliktir.<br />
KAYNAKLAR:<br />
• ARSLAN, Mustafa, Adem ÖGER (2007). “Uygur Türklerinde Bazı Çalgılar ve<br />
Çin Kültürüne Etkisi”, Halk Müziğinde Çalgılar Uluslararası Sempozyumu<br />
Bildirileri, 14-17 Aralık, Kocaeli.<br />
• ÇOBANOĞLU, Özkul (2004). Türk Dünyası Ortak Atasözleri, Ankara.<br />
• ESİN, Emel (2006). Türklerde Maddi Kültürün Oluşumu, İstanbul.<br />
• GAZİMİHAL, Mahmut Ragıp (1958). Asya ve Anadolu Kaynaklarında Iklığ,<br />
Ankara.<br />
• KAFESOĞLU, İbrahim (1984) Türk Milli Kültürü, İstanbul.<br />
• OĞUZ, M. Öcal (2001). Halk Şiirinde Tür, Şekil ve Makam, Ankara.<br />
• ÖGEL, Bahaeddin (1987a). Türk Kültür Tarihine Giriş-8, Ankara.<br />
• ÖGEL, Bahaeddin (1987b). Türk Kültür Tarihine Giriş-9, Ankara.<br />
• ÖZBEK, Mehmet (1975) Folklor ve Türkülerimiz, İstanbul.<br />
• ÖZDEMİR, Nebi (2005). Türk Eğlence Kültürü, Ankara.<br />
• REİNHARD, Kurt-Ursula (2007). Türkiye’nin Müziği, Çev. Sinemis Sun,<br />
Ankara.<br />
• TURHAN, Salih (2000). Türk Halk Müziğinde Çeşitli Görüşler, Ankara.<br />
• TÜRKER, Seher Keçe (2007). “Halk Müziğinde Çoban-Kaval-Sürü”, Halk<br />
Müziğinde Çalgılar Uluslararası Sempozyumu Bildirileri, 14-17 Aralık,<br />
Kocaeli.<br />
reason, it is acknowledged as “happiness and auspicious”.<br />
Consequently, throat tunes has been one of the common<br />
samples that expressing the integration of the Turks into<br />
nature from mythological turns and being the result of the<br />
integration of melody-lyrica and that have been going on<br />
for ages.<br />
In the tradition of singing folk songs integrated with instrument<br />
and lyric, “Barak havaları (melodies), bozlak havaları<br />
(melodies), Cezayir havaları (melodies)” are reflections<br />
of common cultures. Barak amelodies are the uzun havas<br />
(long melodies) that is unique to Barak Turkmens who migrated<br />
from Central Asia to Anatolia, and having freeform<br />
in terms of bar(metric) and rhythm, but whose series are<br />
known but the course in the series is linked to certain bars.<br />
They are performed by men in special chats with accompniment<br />
of bağlama, and while in weddings with accompaniment<br />
of drums-zurna (horn). Bozlaks are a playing and<br />
rendering variation of uzun hava (long melody). It takes in<br />
hand the subjects of love, bravery, manliness, separation,<br />
dignity, and longing for home, as well as tribal quarrels. Beside<br />
having a wide course character descending from the<br />
treble pitches to the sound pitches, the ornamented playing<br />
and singing technique is a melodic distinctive feature<br />
of the bozlak. They are performed in the accompaniment of<br />
instruments such as bağlama, violin, def, bell. Algeria melodies<br />
are performed in play and non-play contexts along<br />
with the verbal and non-verbal feauture. Today, they are<br />
favorite türküs especially for henna night, weddings and<br />
fun. On the other hand, it should be taken into acount that,<br />
there are over 200 pieces of instrumental melodies (Oğuz,<br />
2001: 49-50) which is determined in the continuing tradition<br />
in the Turkish world with the names of poetry, bahşılık,<br />
minstrelsy and laying important datas to undertand Turkish<br />
mısic cıulture.<br />
Tradition of mutual “mani söyleme“ (“Turkish folkloric poem<br />
rhyme scheme”: has different features, in terms of subject<br />
and form including emotions like love, sorrow, fun etc. Manis<br />
reveal the social life, pperspective of life, and native use<br />
of phrases peculiar to the region that arise from.), that can<br />
be seen in Turkey, with the names such as “atışma, karşılama,<br />
deyişme, karşıberi, atma türkü “ (a satiric altercation<br />
between two minstrel by using rhyme verses) in festivals,<br />
weddings, celebration ceremonies, is a common of Turkish<br />
music culture. Atışma, known as “möngebettabıw” in the<br />
Bashkir Turks, “baylanış, baylamta” in the Kyrgyz, “aytişuv”<br />
in the Uzbeks, “ayışış, ayışış-tartış” in the Turkmen and<br />
based on rendering of the lyrics mutually acompanied by<br />
the same melody, is still being sustained today with function<br />
of competition, self-proving and social cohesion.
One of the other important commons of the Turkish music<br />
culture is makam music. The makam music, formed in the<br />
frame of Turkish-Islamic culture, combines with traditional<br />
timbres and sounds to create its own peculiarity. In different<br />
geographies of the Turkish world, it is possible to encounter<br />
significant similarities, in terms of the names of the<br />
makams, the instruments of music and the attitudes of the<br />
performers. Makam music is the implementaion of sound<br />
sequences according to certain rules. The makams consist<br />
of eight sounds with equal sequence intervals (ses dizisi<br />
aralıkları) and a total of 53 coma. The same set of makams<br />
are separated from each other according to their compasses<br />
(seyir). This is why compass is important for a makam.<br />
In Turkish makam music, the makams are classified into<br />
three forms, they are “simple, compound and göçürülmüş”.<br />
Up to today, 590 makams have been identified in Turkish<br />
makam music. However, not all of them are widely used. As<br />
it is in Turkey nowadays, the makams commonly known as<br />
“oniki makamlar”, which are also widely used among Uygur<br />
and Uzbek Turks, are the most important indicators of the<br />
common Turkish-Islamic culture that was built after the<br />
acceptance of Islam. The Oniki makam is also confronted<br />
in many places where Muslim Turks live. They are registering<br />
this commonnes with their names as; “Rast, Hüseyni,<br />
Çebbayat, Müşavirek, Çargah/Çehargah, Pencigah, Özhal,<br />
Acem, Uşşak, Bayat, Neva, Segah, Irak”. In particular, Uighur<br />
Turkish music has been formed according to Oniki makam<br />
and also performed in the entertainments, called “meşrep”<br />
thus far. (Arslan-Öger, 2007: 72).<br />
Music Culture<br />
127<br />
Müzik Kültürü<br />
Consequently, the Turkish common music culture is a cultural<br />
treasure reflecting the accumulation of thousands of<br />
years with its instruments, lyrics and melodies. Like a river<br />
of spirit flowing through the depth of history, it carries<br />
the common perceptions and thoughts of the Turks up until<br />
now. In today’s globalized cultural world, it is both a national<br />
and a scientific necessity to expand the fields of activity<br />
of common musical elements and to raise awareness<br />
of Turkish music culture, in terms of ensuring the historic<br />
sustainibilty of the common cultural memory and social<br />
identity encoding.<br />
BIBLIOGRAPHY:<br />
ARSLAN, Mustafa, Adem ÖGER (2007). “Uygur Türklerinde<br />
Bazı Çalgılar ve Çin Kültürüne Etkisi”, Halk Müziğinde Çalgılar<br />
Uluslararası Sempozyumu Bildirileri, 14-17 Aralık, Kocaeli.<br />
ÇOBANOĞLU, Özkul (2004). Türk Dünyası Ortak Atasözleri,<br />
Ankara.
Dr. Pınar KARATAŞ<br />
Bilge Yapım<br />
Var olduğu günden bu yana insanın hayatta kalmak<br />
için doğa ile verdiği mücadele...<br />
The struggle of human being against nature to survive siince creation...
Var olduğu günden bu yana insanın hayatta kalmak için doğa ile verdiği mücadele, onu<br />
doğanın zorlayıcı şartlarına karşı çözüm üretmek durumunda bırakmıştır. Kültür ise bu<br />
çözümlerin bir bileşkesi olarak en genel ifadeyle insanın doğaya eklediği her şey olarak<br />
tanımlanmaktadır. Doğa ile verilen mücadelede,öncelikli ihtiyaçlardan biri olan barınmaya<br />
cevap vermek üzere ortaya çıkan mimari, kültürün maddi boyutu içerisinde yer<br />
almaktadır.<br />
07 Ev & Mimari<br />
House - Architecture<br />
The struggle of human being against nature to survive since creation, has obligated him<br />
to generate solution to the challenging conditions of the nature. Culture, on the other<br />
hand, can be defined as everything human being added to nature, as a compound of<br />
these solutions. The architecture that emerged to meet the need for shelter, which is<br />
one of the primary needs within the scope of struggle against nature, is within the temporal<br />
aspect of the culture.
Common Heritage<br />
130<br />
Ortak Miras<br />
Kültür ile maddenin birleşim olan maddi kültür, başlangıçta<br />
ister istemez nesnelerle başlayan ancak onunla bitmeyen<br />
bir yapıya sahiptir ve kültürün algılanış biçimlerinde saklı<br />
olan anlamlarla birlikte var olmaktadır (Glassie1999:41).<br />
İnsanlara görülebilen ve dokunulabilen şeyleri üretmek<br />
için planlar, yöntemler ve nedenler sağlayan bilgi paçalarını<br />
içermektedir (Glassie1986:2). Maddi kültür onu ortaya<br />
koyan insanlarla birlikte anlam taşımaktadır. Zihindeki soyut<br />
anlam ile görünen somut nesne, onu ortaya koyan yaratıcısında<br />
birleşmektedir (Glassie1999:41). Bu bağlamda<br />
insanın doğadan aldığı maddeyi, yaratma arzusu ile birleştirerek<br />
ortaya koyduğu unsurlar söz konusudur. Mimari ise<br />
ihtiyaç, yaratıcılık ve madde üçgeninde ortaya çıkan en temel<br />
unsurlardan biri olarak dikkat çekmektedir.<br />
İddialara, isimlere, anılara ve umutlara fiziksel bir biçim<br />
veren mimari, kavramsal bir uğraş olarak fikirleri planlara,<br />
planları da başkalarınıngörebileceği yapılara dönüştürme<br />
işidir. Ancak mimari sadece maddeyi biçimlendirmekle<br />
kalmaz aynı zamanda insanlar arasındaki ilişkileri de biçimlendirir<br />
(Glassie 2005:232). Mimari onu planlayan, gerçekleştiren<br />
ve kullananlar arasındaki etkileşimin sonucunda<br />
ortaya çıkarak bunlar arasındaki iletişimin somut ifadesi<br />
olarak teşekkül eder. Türk kültüründe ise iletişimin bu somut<br />
ifadelerinin kökeni Orta Asya’ya uzanmaktadır.<br />
Orta Asya’da hayvancılığa bağlı olarak sürdürülen hayatta,<br />
sürülere otlak bulmak için yazın sıcak günlerinde “yaylak”<br />
denen yüksek yaylalara çıkılmış, kışın soğuğu gelmeden de<br />
“kışlak” denen düz ovalara inilmiştir. Sürekli olarak yer değiştirmeye<br />
dayalı olan bu yaşam tarzına en uygun barınak<br />
türü, kolay kurulup kolay sökülen göçer evler olmuştur. Türk<br />
çadırı ya da otağ olarak da anılan bu göçer evler, yuvarlak<br />
yatay bir bölümü, çeşitli şekillerde olabilen sivri tepeli ya da<br />
kubbeli silindir biçimli gövdesi, kamış örgüden ya da kirişlerle<br />
tutturulmuş tahta parçalarından oluşan esnek kafesli<br />
yapısı (Esin 2006:127) ile diğer kültürlerdeki benzerlerinden<br />
ayırıcı özellik göstermiştir.<br />
Mevsimlik olarak yaşam şartlarını düzenleyen ve genellikle<br />
yılda iki defa mekân değiştiren Türkler, yazın yaylaklarda<br />
keçe veya kıl evlerde yaşasalar da kışın kışlaklardaki ahşap<br />
veya kerpiç evlerde yaşamlarını sürdürmüştür. Bu anlamda<br />
yerleşik hayata yabancı değillerdir. Maveraünnehir, Talas<br />
ve Çu ovalarında yapılan kazılar, Türklerin bu hayat tarzının<br />
M.Ö. 3. ve 4. yüzyıllara dayandığını göstermektedir. Sahipleri<br />
belli olan kışlakların zamanla yavaş yavaş köylere ve<br />
yerleşim yerine dönüşmesi (Ögel 2000 a:3) yerleşik hayata<br />
geçiş sürecini başlatmış ve yerleşik yaşama dair öngörüler<br />
oluşturmuştur.<br />
Türklerde tam yerleşik yaşama geçme ve şehirler kurma fikri<br />
Göktürklerle beraber VI. yüzyılın sonlarına doğru ortaya çık-<br />
The temporal culture, as a combination of culture and matter,<br />
at the beginning has a structure that starts inevitably<br />
with objects, but also it does not end with it, and it exists<br />
together with the meanings concealed in the forms of perception<br />
in the culture (Glassie1999:41). It comprises information<br />
packs that provide plans, methods, and reasons for<br />
producing visible and touchable things for people (Glassie1986:2).<br />
Temporal culture has the meaning together with<br />
the people who reveal it. The concrete object that appears<br />
with its abstract meaning in mind merges in its creator,<br />
which reveals it(Glassie1999:41). In this context, there exist<br />
elements that human beings produce by combining matters<br />
from nature with the desire for creation. However architecture<br />
is one of the most fundamental elements emerging<br />
in the trio of need, creativity and matter.<br />
As conceptual task, architecture that physically styles ambitions,<br />
names, memories and hopes, is mainly the work of<br />
transforming ideas into plans and plans into the structures<br />
that others can see. But architecture not only shapes material,<br />
it also forms relationships among people (Glassie<br />
2005:232). The architecture is made up of the result of the<br />
interaction between those who plan, implement and use<br />
it and the concrete expression of the communication between<br />
them. As to Turkic culture, the root of these concrete<br />
expressions of communication extends to Central Asia.<br />
In Central Asia, in the life being spent based on animal husbandry,<br />
they climbed tablelands in order to find pasture for<br />
flocks in hot days of summer and before the cold of winter<br />
begins they came back to low plains called “winter quarters”.<br />
The nomad houses have been the most suitable type<br />
of shelter for this lifestyle, which is based on permanent<br />
displacement, for having the features of easily dismantling<br />
and easily pitching up. These nomad houses, also called<br />
Turkic tent or pavilion (otağ) differ from their congeners in<br />
other cultures with their main bodies having a round, horizontal<br />
part, and a steep crest or a domed cylindrical crust<br />
which can be in various forms; and their flexible cage structures<br />
consisting of wooden pieces attached by beams or<br />
braided reed (Esin 2006:127).<br />
Turks who regulate their living conditions seasonally and<br />
usually change the location twice a year, although, they live<br />
in tents which are made of felt or fur in summer, but they<br />
perpetuate their lives in wooden or adobe houses in winter.<br />
In this sense, they are not unfamiliar to permanent settlement.<br />
The excavations in Maveraunnehir, Talas and Plains<br />
of Chu, indicates that this life style of the Turks dates back<br />
to the 3rd and 4th centuries B.C.. The transformation of the<br />
winter quarters which have owners into village and towns<br />
(Ögel 2000 a:3) has initiated the transition process of permanent<br />
settlement and created predictions of settled life.
Ev & Mimari<br />
House & Architecture<br />
131
Common Heritage<br />
132<br />
Ortak Miras<br />
mıştır. Bazı Göktürk kağanları Çin etkisiyle yerleşik hayata<br />
geçme teşebbüslerinde bulunmuşlarsa da bu düşünce eyleme<br />
dönüştürülmemiştir. Yerleşik yaşama geçen ilk Türkler<br />
ise Uygurlar olmuştur (Sümer 1994:1-5). Uygurların yerleşik<br />
düzene geçişlerinin din değiştirmeye bağlı bir kültür<br />
değişikliği sonucunda gerçekleştiği görülmektedir. Bu bağlamda<br />
Türklerin Anadolu’ya gelişi, yerleşik yaşama geçişi ve<br />
İslam dininin kabulünün hemen hemen eşzamanlı süreçler<br />
olarak gelişmesi de dikkate değerdir.<br />
Anadolu’ya gelen Türklerin göçer evli yaşam tarzı yerini yavaş<br />
yavaş yerleşikliğe bırakmıştır. Türklerin beraberlerinde<br />
getirdikleri kültürel değerleri ve Anadolu’da var olan kültürel<br />
birikim birleşerek yeni bir sentez oluşmuştur (Özgen 2002:<br />
1). Anadolu’da Türklerden önce var olan mimari ile Türklerin<br />
Orta Asya’dan beraberlerinde getirdikleri mimari, fiziksel ve<br />
düşünsel anlamda birleşmiş ve böylelikle Anadolu’da Türklere<br />
özgü yeni yapılar ortaya konulmuştur. Anadolu’da bir<br />
yanda fiziki, bir yanda sosyal gelenekleriyle oluşan bu yeni<br />
mimari, Selçuklu ve sonrasında Osmanlı devletinin sınırları<br />
genişledikçe farklı coğrafyalara taşınmıştır. Bulgaristan,<br />
Yunanistan, Arnavutluk, Makedonya, Bosna ve Kırım’da<br />
da benimsenmiş; etkileri Bağdat, Kahire ve Sudan’a kadar<br />
uzanmıştır.Bu mimari anlayışta sokaklardan evlerin avlularına,<br />
hayatlardan ev içlerindeki yüklüklere varıncaya kadar<br />
birçok özgün mimari unsurla karşılaşmak mümkündür.<br />
Yerleşik hayatla birlikte Türk evlerinin kurulduğu köy, kasaba<br />
ve şehirlere bakıldığında bunların çoğunun senir diye<br />
adlandırılan yamaçlara yapıldığını görülmektedir. Şehirler;<br />
mahalleler halinde, plansız; fakat doğal dokuyla tam bir<br />
uyum içinde gelişmiş ve genellikle bir caminin veya çeşmenin<br />
etrafında kurulmuştur. Ovalardaki yerleşimler daha<br />
sonraları nüfusun artmasıyla yaygınlaşmıştır.<br />
Maddi kültür ve halk mimarisi alanda öncü çalışmalar ortaya<br />
koyan Henry Glassie, mimaride malzeme seçimini anlamlandırmada<br />
toplumsal ve ekonomik koşullar kadar çevre<br />
koşullarının da etkisi olduğunu ve son tahlilde belirleyici<br />
olanın çevre olduğunu belirtmektedir. Dar alanlarda yaşamayı<br />
beceren insanlar çevreyi<br />
tanırlar ve bu arada işlerine<br />
yarayacak en doğru malzemeyi<br />
doğadan seçip almayı<br />
da öğrenirler (2006:164). Bu<br />
durum Türk mimarisi için de<br />
geçerlidir. Türk mimarisinde<br />
de yapılarçevresel koşullara<br />
göre şekillenmiştir. Oturulan<br />
yerin iklimine, ekonomik duruma,<br />
kullanılan yapı malzemesine<br />
ve tekniğine göre<br />
The idea of full settlement and establishing cities in Turks<br />
emerged together with Gokturks towards the end of the 6th<br />
century. Although some of the Gokturk khagans were in the<br />
attempt to shift to the settled life with Chinese influence,<br />
this idea was not realized. The first Turks who shifted to the<br />
residential life were Uyghurs (Sümer 1994:1-5). It is seen<br />
that the transition to the permanent settlement of Uyghurs<br />
actualized as a result of a religious change-related cultural<br />
change. In this context, it is also noteworthy that the Turks’<br />
coming to Anatolia, the transition to settled life and the acceptance<br />
of Islam are almost simultaneous processes. The<br />
nomadic lifestyle of Turks who came to Anatolia gradually<br />
left their place to settled life. The cultural values that the<br />
Turks bring with them and the cultural accumulation that<br />
existed in Anatolia united to create a new synthesis (Özgen<br />
2002: 1). The existing architecture in Anatolia before<br />
the Turks physically and intellectually united with the architecture<br />
that they brought from Central Asia and thus<br />
new structures unique to Turks were revealed in Anatolia.<br />
This new architecture, which was formed in Anatolia on the<br />
one hand by physical and on the other hand social traditions<br />
was transmitted to different geographical regions as<br />
Seljuks and the borders of the Ottoman state expanded afterwards.<br />
It has also been adopted in Bulgaria, Greece, Albania,<br />
Macedonia, Bosnia and Crimea; its effects expanded<br />
to Baghdad, Cairo and Sudan. In this architectural intellection,<br />
it is possible to encounter many unique architectural<br />
elements from the streets to the courtyards of houses, from<br />
the verandas to the alcoves (closet, recess) inside houses.<br />
When looking at the villages, towns and cities where the<br />
Turkic houses are built along with the settled life, it is seen<br />
that these are made to the slopes, which are called “senir”<br />
(The ramp between two mountains.) Cities have been established<br />
in the neighborhood concept, unplanned; also<br />
been usually near to a mosque or fountain, but have developed<br />
in full harmony with the natural texture. The settlements<br />
on the plains have become widespread with increasing<br />
population.<br />
Henry Glassie, who revealed<br />
pioneering works in the field<br />
of temporal culture and folk<br />
architecture has expressed<br />
that, for the interpretation<br />
of choosing materials in architecture,<br />
the impact of<br />
environmental conditions is<br />
effective as well as social and<br />
economic conditions are, and<br />
that the final determinant is<br />
the environment. People who<br />
manage living in confined
değişiklikler göze çarpmaktadır. Bazı yörelerde yöreye uygun<br />
taştan yapılmış evler ön plana çıkarken, bazı yörelerde<br />
kagir yani taşın ve ahşabın birlikte kullanıldığı örnekler bulunur.<br />
Ormanlık bazı bölgelerde de sadece ahşabın kullanıldığı<br />
ilginç mimari örnekler yer almaktadır.Orta Asya’dan<br />
Anadolu’ya, Kafkasya’dan Balkanlar’a kadar birçok yerde<br />
toprağın yani kerpicin kullanıldığı kerpiç ev mimarisi de hala<br />
tüm canlılığıyla yaşamaktadır. Tüm bu örneklerde insanlar<br />
doğanın kendilerine sunduğu malzemeler arasından doğru<br />
olanı seçmeyi öğrenmiş ve öğrendikleri bu bilgiyi geleneksel<br />
bilgi olarak nesiller boyu aktararak da mimari yapıların<br />
sürekliliğini ve günümüze kadar ulaşmasını sağlamışlardır.<br />
Yakın dönemlere kadar Türklerin yerleşim birimleri olarak<br />
büyük şehirler çok az sayıda olmuştur. Hatta bugünkü anlamda<br />
metropoller yoktur. Küçük şehirlerdeki mimari ile kasaba<br />
ve köylerdeki mimari ise farklı şekilde gelişmiştir. Köy<br />
ve kasabalarda tarımla iç içe bir hayat sürüldüğünden sokaklardan<br />
başlayarak evler farklı bir yapı kazanmıştır.Çoğu<br />
yerde alt kat ahır ve samanlık olarak kullanılırken üst katta<br />
insanlar oturmuştur. Ekonomik uğraşın şekillendirdiği alt<br />
katta bulunan ahırların, konutun ısınmasına katkısının yanı<br />
sıra, hava muhalefetinin fazla olduğu bölge ve iklimlerde<br />
insanların hayvanlarına rahatça ulaşabilmesini sağlamak<br />
gibi işlevlerinin de olduğu görülmektedir (Oğuz ve diğer<br />
2007: 11). Sözü edilen bu yapılanma yaşam koşullarının<br />
mimariyi şekillendirmesi bakımından net bir örnek teşkil etmektedir.<br />
Mimarinin, yaşamı kolaylaştıran her türlü unsurun<br />
spaces familiarize the environment and learn to pick up and<br />
choose the right material to use for their work(2006:164).<br />
This fact prevails in the Turkic architecture. In Turkic architecture,<br />
buildings are also shaped according to the environmental<br />
conditions. Diversities attract the attention in<br />
terms of the climate of the living place, the economic situation,<br />
the building material and the technique used. In some<br />
regions, houses made of appropriate stone for local people<br />
are at the forefront, while in some regions there exist<br />
samples of “masonry” (kagir) i.e., stone and wood. In some<br />
forestlands there are also interesting architectural examples<br />
of wood used solely. In many places, from Central Asia<br />
to Anatolia, from the Caucasus to the Balkans, the adobe<br />
house architecture in which soil is used still exist with all its<br />
vitality. In all these templets, people have learned to choose<br />
the right one from the materials that nature has given them<br />
and they have perpetuated the sustainability of architectural<br />
structures and ensured them extant by transferring<br />
this knowledge to generations as traditional knowledge.<br />
Until recently, there have been few numbers of big cities for<br />
settlement units of Turks. Even in today’s context there is<br />
no one. The architecture both in small cities and in towns<br />
and villages have developed differently. Beginning fro m<br />
the streets, houses have gained a different structure due<br />
to the intimate life with agriculture in villages and towns. In<br />
most places the lower floor was used as barn and hayloft,<br />
while people reside on the upper floor. The barns, which<br />
House & Architecture<br />
133<br />
Ev & Mimari
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />
accusa quo quunt.<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />
quo quunt.<br />
Common Heritage<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
134<br />
Ortak Miras
Ev & Mimari<br />
House & Architecture<br />
135
Common Heritage<br />
136<br />
Ortak Miras<br />
dâhil edilmesiyle fonksiyonel olma özelliğinin esas olduğu<br />
görülmektedir.<br />
Şehirlerde ise dini yapılar ile fırın, hamam, kahvehane ve ticarethane<br />
gibi sosyal alanlarla bezeli bir meydandan başlayarak<br />
dar veya geniş sokaklarla birbirine bağlanan mahallelerin<br />
oluşturduğu bir şehir yapılanması göze çarpmaktadır.<br />
Bu sokaklar bulunduğu bölgenin iklimine göre şekillenmiştir.<br />
Örneğin sıcaktan korunma amacıyla Mardin ve Şanlıurfa’daki<br />
mahalleler dar sokaklarla birbirine bağlanmaktadır.<br />
Birçok şehrimizde yineiklim ve çevre şartlarına bağlı olarak<br />
sokaklar taş döşelidir.<br />
Mimari ile ilgili Türk kültürüne ve Türkçeye damgasını vurmuş<br />
kelimelerden ilki “ev”dir. Değişik iklimlerde ve değişik<br />
dönemlerde çok farklı ev şekilleri gelişmiş ancak bunlara<br />
verilen ad olan “ev” hiçbir zaman değişmemiştir. Ev oturulacak<br />
yerin genel adıdır. Şekli ne olursa olsun kişinin ve ailenin<br />
oturduğu yer evdir. Yurt ise evin bulunduğu coğrafyayı<br />
gösteren bir tabirdir. “Yer yurt” deyişinde de belirtildiği gibi<br />
yurt ister yaylakta ister kışlakta olsun yerleşilen yer, toprak<br />
anlamını taşımaktadır. Bu bağlamda ev ve yurt birbiriyle<br />
bağlantılı kavramlar olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />
Ev sözcüğü başlangıçta çadırla ilgili olarak kullanılırken Selçuklu<br />
döneminde hem çadırı hem de duvarlı evi kastedecek<br />
şekilde kullanılmıştır (Ögel 2000 b: 3). Sözcüğün yerleşik<br />
düzene tam olarak geçişe paralel olarak çadır anlamından<br />
sıyrılıp duvarlı yapı anlamına gelmeye başladığı görülmektedir.<br />
Türkler çok eskiden beri, mağara ev, çadır, alaçık, yer ev, haney,<br />
konak, köşk, yalı ve saraylar isimlerini verdikleri evlerde<br />
oturmuştur. Bugün bunlara apartman ve apartman dairesi<br />
de eklenmiştir. Eskiden olduğu gibi bugün de ev çeşitleri<br />
kendi adlarıyla kullanıldığı gibi hepsine birden “ev”de denilmektedir.<br />
Bu bağlamda “ev”, yapı olarak hangi şekilde olursa<br />
olsun yaşamın sürdürüldüğü temel mekânı karşılan bir<br />
kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Evin yanında Selçuklular<br />
döneminde hane kelimesi de ev anlamında kullanılmaya<br />
başlanmıştır ve hala kullanılmaya devam etmektedir.<br />
DîvanuLugâti’t-Türk’te de ev ile ilgili pek çok kelimeye yer<br />
verilmiştir. Bugün ailesini, düzenini kurmak anlamında “ev<br />
bark olmak” deyiminde kullandığımız “ev bark” (DLT 2014:<br />
150) bunlardan biridir. Bu ifade deyimle günümüze ulaşan<br />
anlamıyla evin, Türk kültüründeki önemini göstermesi açısından<br />
ilgi çekicidir.<br />
Eve yüklenen anlam ve evin ana malzeme ve bölümlerinin<br />
yanı sıra onu tamamlayan kısımlar ve parçalar vardır. Bunlar<br />
da Türk mimarisi açısından büyük önem taşımaktadır.Evde<br />
temel, duvar gibi ana yapı unsurları bulunmaktadır. Duvar<br />
are located on the lower floor and functioned in economic<br />
manner, in addition to its contribution to the heating of the<br />
house, seem to have functions such as ensuring that people<br />
can easily reach their animals in regions and climates<br />
where the weather opposition is high (Oğuz and others<br />
2007: 11). Aforesaid structuring set the pace that how living<br />
conditions form architecture. It is seen that the functionality<br />
of the architecture is essential by including all kinds of elements<br />
that make life easier.<br />
In the cities, a city structuring style is conspicuous that, in<br />
which, starting from a square with religious buildings and<br />
social areas such as bakery, hammam, coffee shop and<br />
commercial area, there are neighborhoods connected by<br />
narrow or wide streets. These streets are planned according<br />
to the climate of the region they exist in. For example,<br />
in order to protect from the heat, neighborhoods in Mardin<br />
and Şanlıurfa are connected by narrow streets. In our many<br />
cities, streets are still paved, depending on climate and environmental<br />
conditions.<br />
The word “house/home (ev)” has made its mark on to the<br />
Turkic culture and the Turkish language relating to the architectural<br />
terminology. In various climates and in different<br />
periods, all sorts of houses have evolved, but the name<br />
“house” never changed. The house is the general name of<br />
the place to reside. Whatever the type is, the place where<br />
the person and the family live is the house. The homeland<br />
is a saying showing the geographical area where the house<br />
is located. As mentioned in the saying “place/ homeland”,<br />
The phrase “homeland”, whether in the summer pasture or<br />
in the winter quarter means the land where people settle in.<br />
In this context, we are confronted with the concepts “house”<br />
and “homeland” as connected with each other.<br />
The word house was originally used in relation to the tent,<br />
but in the Seljukian period it was used to refer to both a<br />
tent and a walled house (Ögel 2000 b: 3). It is seen that<br />
the word has begun to mean “walled structure” along with<br />
leaving the meaning “tent” in parallel with transition to the<br />
fully settled life.<br />
Turks have lived in houses that they named them as cave<br />
house, tent, wigwam (alacık), place, home, house (haney),<br />
mansion, pavilion, private residence and palaces. Today<br />
“apartment” and “flat” are added to those. Just as it used to<br />
be, today, all kinds of houses as used with their own names<br />
are also called “house”. In this context, “house” emerges<br />
as a concept that meets the basic place where life is maintained<br />
regardless of the structure. In the Seljukian period,<br />
beside the house, the word “household“ was also started<br />
to be used in the sense of house and it is still being used.
Ev & Mimari<br />
House & Architecture<br />
137
Common Heritage<br />
138<br />
Ortak Miras<br />
yanında direk, mertek, dayak gibi önemli yapı unsurları da<br />
eski evlerin vazgeçilmezidir. Direk, evi belirleyen yapı malzemelerinden<br />
biridir. Bugün “evin dayağı direği” diye kullanmaya<br />
devam ettiğimiz söz eski metinlerde de geçmektedir<br />
ve evi tutan şey anlamına gelmektedir. Dede Korkut<br />
Hikâyelerinin giriş bölümündeki olumlu özelliklere sahip tek<br />
kadın tipi de “ivüntayağı/ evin dayağı” (Ergin 2004: 76) olarak<br />
adlandırılmıştır. Bu benzetme hem kadının hem de direğin<br />
ev için önemini göstermesi bakımından dikkat çekicidir.<br />
Yerleşik yaşama geçiş ve İslamiyet’in kabulü ile gelişen<br />
mahremiyet anlayışı, geleneksel mimarinin şekillenmesinde<br />
önemli rol oynamıştır. Aile yaşantısının gizliliği, dış<br />
dünyaya kapalı; ancak kendi içinde renkli âlemleri saklayan<br />
avlulu evleri ortaya çıkarmıştır. Bu evlerde pencereler genellikle<br />
iç avluya açılmaktadır. Bunda iklime karşı korunma,<br />
emniyet, töre, gelenekler ve din etkili olmuştur (Ögel 2000<br />
b: 91). Bir yandan doğa ve insan tarafından gelebilecek olan<br />
olumsuzluklar karşısında önlem alınırken, diğer yandan töre<br />
ve geleneklerle ile dinin öğretileriyle uzlaşan yapılarda huzurlu<br />
bir ortamın yaratılması esas alınmıştır.<br />
Orta Asya’dan başlayarak Rumeli’ye kadar evlerin avlularındaayrı<br />
bir dünya yaratılmıştır. Avlular geniş bir hayat<br />
alanıdır.Avluya girişten itibaren insanların hem kendi hem<br />
de hayvanlarının ihtiyaçlarını karşılayacak bölümler bulunmaktadır.<br />
Avlularda ihtiyaca göre kiler, dam ve yer ev bulunmaktadır.<br />
Bazı evlerde tandır veya fırın ya da ocak yer<br />
almaktadır. Ağaç, asma veya sebze yetiştirecek alanlar ve<br />
Dîvanu Lugâti’t-Türk also contains many words about the<br />
house. Today, the “ homeplace or household “ (DLT 2014:<br />
150) we use to refer to “staring a family” in order to set up<br />
a family order is one of them. This expression is interesting<br />
in terms of showing the significance of the house in Turkic<br />
culture with its meaning reaching to present day.<br />
Together with the meaning attributed to the house and the<br />
main parts and materials of it, there are also complementary<br />
parts and components. These are of great importance<br />
in terms of Turkic architecture. There are basic building<br />
elements such as pedestal and wall for houses. Important<br />
building elements such as pillars, rafters, shores beside<br />
walls are also indispensable for old houses. The pillar is one<br />
of the building materials determining the house. Today, the<br />
saying we currently use as “bread winner” takes place in<br />
the old texts and it means “head of the house”. The only<br />
female type with positive features in the introduction of the<br />
Dede Qorqut Epics is also called “ivüntayağı /rafter of the<br />
house” (Ergin 2004: 76). This analogy is remarkable in that<br />
both the woman and the pillar/rafter are important for the<br />
household.<br />
The concept of privacy developed through the transition to<br />
settled life and acceptance of Islam played an important<br />
role in the formation of traditional architecture. The confidentiality<br />
of family life, closed to the outside world; brought<br />
out the courtyards houses that hiding the colorful worlds<br />
in themselves. The windows in these houses usually open
çiçek yetiştirilen bölümler de bulunabilmektedir. Osmanlı<br />
Dönemi’nde de avlu günlük yaşamımın geçirildiği önemli<br />
bir mekân olarak kullanılmıştır. Ev işlerinin yapılması sırasında<br />
rahat çalışmayı sağlamak; kışlık yiyecekleri hazırlamak,<br />
odun kesmek, hayvan bakımı, yemek ve ekmek pişirmek,<br />
sebze-meyve yetiştirmek gibi faaliyetlerin mahremiyetini<br />
korumak ve diğer ev müştemilatının güvenliğinin temini<br />
için avlu çevresi yüksek, kalın ve sağır duvarlarla çevrilmiştir<br />
(Demirel ve diğer 1992: 704). Böylelikle avlu, korunaklı bir<br />
dış mekân olarak evin ayrılmaz bir parçası olmuştur.<br />
Avlularda veya odalarda bulunan ocak, Türk evinin en<br />
önemli sembolüdür. Altay mitlerine göre ateş, Tanrı Ülgen<br />
tarafından ocağıyla birlikte gönderilmiş ve kutsal sayılmıştır.<br />
Ocağın göklere ulaşan dumanı ise kulun dileği olarak görülmüştür.<br />
Bu doğrultuda aile ocağı kavramı önem kazanmış<br />
ve “Atanın yaktığı ateş, annenin kurduğu ocak” anlayışı gelişmiştir<br />
(Ögel 2002:502). Göçürülebilir evlerden itibaren<br />
de ocak, Türk evininin en önemli unsurlarından birisi olmuştur.<br />
Ocak göçer evlerin tam ortasında bulunulmuştur. Ocak<br />
ve ev kavramları o denli iç içedir ki bazen ocak ev yerine dahi<br />
kullanılmıştır.Eski dönemlerde sönmesi durumunda ocağı<br />
tekrar yakmak zor olduğundan ocağın devamının sağlanması<br />
da büyük önem taşımıştır.Ocak ataların etrafında<br />
toplandığı bir kamp alanı oluşturmasından dolayısıyla aileyi<br />
veya soyu sembolize etmektedir. Ocak ve aile ocağının<br />
kutsallığı bütün Türk boyları arasında yaygın olarak devam<br />
etmektedir (Çobanoğlu 2013: 71). Bu nedenle günümüzde<br />
bunun uzantısı olarak bazı dualarda ocağın tütmesi bazı<br />
beddualarda ocağın sönmesi söz konusu edilir. Ocağın sönmesi<br />
evin ve ailenin dağılması anlamına gelirken, tütmesi<br />
aile birliği ve hayatın devam ediyor oluşuna işarettir. Her<br />
evin ocağı olduğu gibi köy evlerinin <strong>ortak</strong> kullandığı ocak ve<br />
fırınlara da rastlanmaktadır.<br />
Türk evinin bir diğer önemli unsuru da kuyudur. Su kuyusu<br />
hem evin, hem mahallenin hem de bağ ve bahçenin hayat<br />
kaynağı olarak görülmektedir. DîvanuLugâti’t-Türk’te<br />
geçen kuyu ile ilgili kelimeler o dönemde kuyuya büyük<br />
önem verildiğini, kuyulu ve kuyusuz<br />
evlerin birbirinden ayrıldığını,<br />
kuyu kazma işinin bilgi ve<br />
tecrübeye dayandığını ve ayrı<br />
bir iş kolu olarak görüldüğünü<br />
göstermektedir (Ögel 2000b:<br />
111-113). Yakın zamana kadar<br />
Asya’da veya Anadolu’da birçok<br />
evin avlusunda su alınabilen<br />
kuyulara da rastlanmıştır. Su ihtiyacı<br />
bunlardan veya mahalle<br />
çeşmesinden karşılanmıştır. Su<br />
ihtiyacını karşılamak amacıyla<br />
to the inner courtyard. In this protection against climate,<br />
security, customs, traditions and religion are all effective<br />
(Ögel 2000 b: 91). On the one hand, while measures are<br />
being taken against the negativities that may arise from<br />
nature and human beings, on the other hand, creating a<br />
peaceful environment in the structures that reconcile with<br />
traditions and religious disciplines is taken as basis.<br />
AS from Central Asia to Rumelia, a world was created in the<br />
courtyards of houses. The courtyards are large life areas.<br />
From the entrance to the courtyard there are sections that<br />
will meet the needs of both humans and animals. In the<br />
courtyards there are cellar, roof and granary for the needs.<br />
Some houses have tandoors or hearths or fireplaces. There<br />
are also places and parts where trees, grapevines or vegetables<br />
and flowers are grown. In the Ottoman period, the<br />
courtyard was used as an important place for daily life. In<br />
order to protect the privacy of activities such as ensuring<br />
comfortable work during housekeeping; preparing wintery<br />
foods, cutting fire wood, caring for animals, cooking meals<br />
and bread, growing vegetables and fruits and for the purpose<br />
of ensuring the security of the other house premises,<br />
the courtyard is surrounded by high, thick and deaf walls<br />
(Demirel and other 1992: 704). Thus, the courtyard became<br />
an integral part of the house as a sheltered outdoor<br />
place.<br />
The fireplace in the courtyard or in the rooms is the most<br />
important symbol of the Turkic house. According to the Altaic<br />
myths, the fire was sent together with the fireplace by<br />
the God Yulgen and it was considered as sacred. The smoke<br />
rising into to the sky has been considered as the human Being’s<br />
wish. In this direction, the concept of the “hearth and<br />
home” has become crucial and the understanding of “the<br />
fire lit by father, the fireplace set up by mother” has emerged<br />
(Ögel 2002:502). As from the nomad houses, the fireplace<br />
has become one of the most fundamental elements of the<br />
Turkic house. It was located in the middle of the nomad<br />
houses. The concepts of the fireplace and the house are<br />
so intertwined that sometimes<br />
fireplace was used instead of<br />
house. It is also important to ensure<br />
the perpetuity of the house<br />
as it is difficult to light the fireplace<br />
again in case of blowing<br />
out. Because the fireplace forms<br />
a camping area that ancestors<br />
gather around, it symbolizes<br />
family or descent. The sanctity<br />
of fireplace and the family<br />
hearth is widespread among all<br />
Turkic tribes (Çobanoğlu 2013:<br />
House & Architecture<br />
139<br />
Ev & Mimari
Common Heritage<br />
140<br />
Ortak Miras<br />
zamanla gelişen havuzlu evler de vardır. Bugün Safranbolu’da<br />
örneklerini gördüğümüz ev içi havuzları, ev kültürünün<br />
geldiği seviyeyi göstermesi bakımından ilgi çekicidir. Burada<br />
su, temizlik yanında dinlendiriciliği ve seyirliği ile de öne<br />
çıkmıştır.<br />
Eski Türk dininde su kutsal sayıldığından kirletmemesine<br />
özen gösterilmiş ve kullanımına temkinli yaklaşılmıştır. Sonraki<br />
dönemlerde ise Budizm ve İslam temizliğiteşvik etmiştir.<br />
Eskiden beri hamam karşılığı olarak çimek ve yunak sözleri<br />
yaygınlaşmıştır (Ögel 2000b: 103).Evlerde bulunan yunağın<br />
yanı sıraköylerde de <strong>ortak</strong> yunaklar bulunmuştur. Köylerin<br />
<strong>ortak</strong> yunaklarının özellikle dere kenarlarında bulunduğu<br />
görülmektedir.<br />
Türk evinin dıştan bazı özellikleri oturulan yerin durumuna<br />
göre değişse de içinde değişmeyen bazı unsurlar vardır.<br />
Bazı araştırmacılara göre asıl belirleyici olan budur. Özellikle<br />
odanın iç düzeninde hiçbir değişikliğin olmadığı belirtilmekte,<br />
iç mekânda değişmez bir düzenin sürdürüldüğü ileri<br />
sürülmektedir (Küçükerman 1996:121). Bu bakımdan aşağıda<br />
ele alınan iç mekânlar anlam ve işlev bakımından geçmişten<br />
bugüne süreklilik arz eden bir yapı sergilemektedir.<br />
Günümüzde Beypazarı evlerinde örneklerini gördüğümüz<br />
gibi evin dış mekânını oluşturan avlu veya eyvan, hayat ve<br />
seki Türk evinin önemli dış birimleridir. Balkon veya çıkmalar<br />
da evin önemli unsurları arasında sayılmaktadır.İç mekânda<br />
ise Türk evinin çekirdeğinigöz adı da verilen oda oluşturur.<br />
Odanın en önemli özelliği kendi başına, yapı içinde belirli<br />
eylemleri karşılayan bir birim olmasıdır. Göçerevli dönemdeki<br />
çadırlar gibi her oda, oturma, yemek yeme, çalışma<br />
yatma gibi eylemlerin gerçekleştirildiği bir ortam olma<br />
özelliği taşmaktadır (Küçükerman 1996: 69). Oda, içinde<br />
gerçekleştirilen eylemlerle şekillenmektedir. Geleneksel bir<br />
Türk evinin her odası, büyüklüğü ve süsleme özellikleri ne<br />
olursa olsun belirli bir düzen göstermektedir. Odaların birbiriyle<br />
bağlantısı yok denecek kadar azdır. Genellikle tüm<br />
odaların sofaya açılan tek bir kapısı bulunmaktadır. Odalar,<br />
bağımsız birer birim olarak düşünülmüş ve kullanılmıştır.<br />
Herhangi bir evin bölümlerinin veodalarının şekillenmesinin<br />
ev sahibinin gelir durumuyla veya ailenin genişliğiyle<br />
yakından ilgili olduğu görülmektedir.Bir ev, tek göz olabileceği<br />
gibi iki ve daha fazla gözden de oluşabilmektedir. Eski<br />
keçe evler, kara çadırlar ve alaçıklar genellikle tek gözden<br />
oluşurken daha sonra gelişen ekonomik durum ve mimariye<br />
göre evlerde göz sayıları artmıştır. İhtiyaçlar ve gelirin<br />
şekillendirdiği evlerin, bunların artmasına paralel olarak<br />
yeni eklenmelere müsait bir yapıya sahip olanları zamanla<br />
genişlemiştir. Odalarda bu değişen duruma göre değişik işlevler<br />
kazanmıştır. Evlerin katları da sözü edilen değişimler<br />
71). For this reason, as an extension of this, today in some<br />
prayers the phrase “keep the home fires burning””, on the<br />
other hand in some curses the phrase “blown out of the fire”<br />
are mentioned. The blowing out of the fireplace means the<br />
disintegration of the house and the family, which is a sign of<br />
the continuity of life and family unity. As well as each house<br />
has fireplace, there are also fireplaces and hearths that are<br />
used collectively in the village houses.<br />
Another fundamental part of Turkic house is well. The water<br />
well is seen as a source of life for both the home and the<br />
neighborhood as well as for the vineyards and the orchards.<br />
Words related to the well in Dîvanu Lugâtit Turk designate<br />
that at that time great importance was attached to the<br />
well, that the houses with and without wells were separated<br />
from each other, that the well digging required to have<br />
knowledge and experience and that it was esteemed as an<br />
exclusive separate business line(Ögel 2000b: 111-113). Until<br />
recently, there were also wells in Asia or in Anatolia where<br />
water can be pumped in many of the house courtyards.<br />
The water need was met by these or from the neighborhood<br />
fountain. There are also houses having ponds/pools<br />
that develop over time to meet water needs. The in-house<br />
ponds that we see today in Safranbolu are interesting because<br />
they show the level of household cultures. Here, water<br />
has come to the forefront with its aspects of cleanliness<br />
as well as rest and visuality. In the ancient Turkic religion,<br />
since water was considered as sacred, they took care of it by<br />
avoiding from pollution. In the following periods, Buddhism<br />
and Islam encouraged cleanliness. Since ancient times, the<br />
words “çimek” and “yunak (bath)” have come widespread<br />
in acknowledgement of the word “hamam” (Ögel 2000b:<br />
103). Besides the ones in the houses, there exist collective<br />
baths used collectively. It is seen that the collective baths in<br />
villages are located especially at streamsides.<br />
Even though some exterior features of the Turkic house<br />
differ depending on the situation of the place of residence,<br />
also there exist some uniform elements. For some researchers,<br />
this is the main determinant. Especially, it is stated that<br />
there is no change for interior design of the room, and it is<br />
suggested that an unchanging order is maintained in the<br />
interior (Küçükerman 1996:121). In this respect, the interiors<br />
dealt with below exhibit a continuing structure in terms of<br />
meaning and function.<br />
Today, as it can be seen within the architectural samples of<br />
Beypazarı houses, the courtyard or the eyvan (vaulted or<br />
domed space recessed from a central hall or court), veranda<br />
and platform which constitutes the exterior of the house,<br />
are the important external units of Turkic house. Balconies<br />
or corbels (oriels) are also important elements of the house.
doğrultusunda zamanla artmıştır. Tek katlı evler yani yer evler<br />
zamanla iki ve daha fazla katlı hale gelmiş, günümüzde<br />
ise bu yapıları çok katlı apartmanlar izlemiştir.<br />
Geleneksel konutların temel birimi olan başodaları zaman<br />
içinde çeşitlenmiş, toplumsal değişmeyle birlikte odalar<br />
oturma odası, misafir odası, yatak odası gibi değişik adlar<br />
almaya başlamıştır.<br />
Sıradan bir odaya kıyasla temiz, yüksek ve dışa açık, hizmet<br />
verilen ve sosyal olma özellikleri ağır basan başoda, evin<br />
diğer bölümlerine kıyasla toplumsal ilişkilerin kurulduğu,<br />
ayrıcalıklı konuma sahip bir oda olmuştur.Mimari olarak da<br />
en azından çıkma oluşturacak şekilde sokağa taşarak diğer<br />
odalardan ayrıldığı ve konuk ağırlama mekânı olma yönüyle<br />
dikkat çektiği görülmektedir (TuruthanUlusu 1991: 219-<br />
220). Günümüzde başoda daha çok misafir odası olarak<br />
anılmakta ve özenilen, temizlik açısından sakınılan bir oda<br />
olarak ayrıcalıklı konumunu sürdürmektedir.<br />
Evin en önemli bölümlerinden biri de odaların açıldığı <strong>ortak</strong><br />
mekân olan sofadır. Türk evinin mekân örgütlenmesinde<br />
tipik bir ilişki kuran sofa, açık avlu ile kapalı bağımsız birimler<br />
arasında bir geçiş alanıdır. Ev planını meydana getiren<br />
başlıca öge olduğundan sofanın şekli doğrudan evin tipini<br />
belirlemektedir (Turuthan Ulusu 1991:220).Sofanın göçer<br />
evlerde merkez çevre bağlamında otağların konumlandırılması<br />
geleneğinin mimari yapıdaki yansıması olarak bu<br />
düzeni sürdürdüğü düşünülmektedir. Bu bağlamda sofa<br />
In the interior space, the room also named as “göz (cell)”<br />
constitutes the core part of the Turkic house.<br />
The most important feature of the room is, on its own, a unit<br />
that meets certain actions within the building. Like the tents<br />
in the nomad house era, every room has the characteristic<br />
of being an environment where activities such as sitting,<br />
eating, working and sleeping are performed (Küçükerman<br />
1996: 69). The room is shaped by the actions carried out<br />
in it. Every room of a traditional Turkic house has a certain<br />
order regardless of its size and decoration characteristics.<br />
There is no connection between the rooms. Usually all<br />
rooms have a single door opening to the hall. The rooms<br />
are considered and used as independent units.<br />
It is understood that, designing any part and room of any<br />
house is closely related to the income status of the landlord<br />
or the largeness of the family. A house can comprise<br />
one cell or two or more cells. While old felt houses, black<br />
tents and wigwams generally consist of a single cell, but<br />
the number of cell in the house has increased depending<br />
on the economic situation and architecture that developed<br />
later. The houses that shaped by needs and income have<br />
expanded in parallel with the increase of those who have a<br />
structure which is suitable for the new additions. The rooms<br />
have also gained various functions according to this changing<br />
situation. The floors of the houses have increased over<br />
time in accordance with the aforesaid changes. Single-storey<br />
houses, i.e. floor houses, have become two or more sto-<br />
House & Architecture<br />
141<br />
Ev & Mimari
Common Heritage<br />
142<br />
Ortak Miras<br />
konumu ve işlevi itibariyle “merkezi yapı”yı temsil etmekte<br />
ve aynı zamanda bir geçiş/servis alanı olmaktadır.Sofaya<br />
açılan her bir oda ise, “otağ”ın etimolojik kökenine yapılan<br />
atıfların yanında birer çekirdek ailenin yaşayabilmesini<br />
mümkün kılmaktadır (Oğuz ve diğer 2007:10). Sofa hem<br />
sembolik olarak hem de evin en aktif kullanılan alanı olarak<br />
göçer evli düzenin uzantısı ve <strong>ortak</strong> eylem ve ilişkileringerçekleştiği<br />
mekânolarak karşımıza çıkmaktadır.<br />
Türk evi sade ve taşınması kolay eşyalardan oluşmasıyladikkat<br />
çekmektedir. Taşınması kolay eşyalardan oluşma özelliği<br />
göçer evli dönemde bir zorunluluk iken sonraki dönemlerde<br />
bu dönemin uzantıları yerleşik dönemde görülmüştür.<br />
Bu nedenle evin iç mekânında yaylaktaki çadırda veya kışlaktaki<br />
evde söz konusu eşyaların konulacağı belli bölümler<br />
oluşturulmuştur. Bu bölümlerden biri de kapalı ve açık<br />
kullanma alanları olarak dikkat çeken dolapların bulunduğu<br />
yüklüktür.<br />
Yüklük genel adının yanında çubukluk, testilik, peşkirlik,<br />
lambalık, cezvelik, çiçeklik, feslik, değneklik, tembel deliği<br />
gibi işlevine göre isimlendirmeler de yapılmış; isimlendirmedeki<br />
yalınlık, biçimlendirmeye de yansıtılmıştır (Küçükerman<br />
1996: 171). Yüklüğe, göçte taşınan eşyalar yani<br />
“yük”ler konulmuş, mekân da adını bu yük kökünden türetilen<br />
sözcükten almıştır. Yük adı verilen eşyalar hem yaylağa<br />
hem kışlağa taşınmış; yerleşik hayata bütünüyle geçince de<br />
evlerdeki yüklükler kaybolmamış, eski hayatın izini saklayan<br />
bölümler olarak varlığını sürdürmüştür.<br />
ried over time, and today these storeys have been followed<br />
by multi-storey apartments.<br />
The main room (baş oda), basic unit of the traditional houses<br />
is diversified over time, and along with social change,<br />
they have begun to be named in such as the living room,<br />
the guest room and the bedroom. Compared to an ordinary<br />
room, the main room preponderating with the characteristics<br />
of being clean, high and outward, serviced and social,<br />
and also compared to other parts of the house, it is a privileged<br />
room where social relations are established. As architecturally,<br />
at least it has been separated from other rooms<br />
by exceeding towards street in such a way as to corbel out<br />
(TuruthanUlusu 1991: 219-220). Today, the main room is<br />
generally called as guest room and it maintains its privileged<br />
position as a cared and clean room.<br />
One of the most important part of the house is the hall,<br />
which is the common space that all rooms opened. The hall<br />
that establishes a typical relationship within the place organization<br />
of the Turkic house, is a transition area between<br />
open courtyard and closed independent units. The shape of<br />
the hall directly determines the type of house, since it is the<br />
main element that constitutes the house plan (Turuthan<br />
Ulusu 1991:220). Hall is thought to maintain this tradition<br />
as a reflection of the tradition of positioning the pavilions<br />
in the context of the central environment in nomad houses.<br />
In this context, in terms of location and function the hall<br />
represents the “central structure”, and at the same time it is
Türk evlerinde yüklüğün yanında eşyaların konulduğu bir<br />
başka yer de raf veya sergenlerdir. Eski Türkçede sergen<br />
söyleyişi yanında “körünç”sözcüğü de kullanılmıştır. (Ögel<br />
2000 b: 39). Bu sözcük görünen yer anlamına gelmektedir.<br />
Bahaeddin Ögel, sergen ve körünç adıyla anılan bu raflara<br />
eski Türklerin herkeste bulunmayan, antika eşyalarını koymuş<br />
olma ihtimali üzerinde durmaktadır. Çadırların köşelerinin<br />
üst kısımlarında da bu türden eşyaların koyulması için<br />
raflar bulunduğunu, bunlara “uğ” adının verildiğini belirtmiştir<br />
(2000b: 39). Bu haliyle sergen ve körüncün kökeninin<br />
“uğ”a dayandığı düşünülebilir. Bugün Anadolu’daki<br />
evlerde de sergenlerin aynı adla yaşamaya devam ettiği<br />
görülmektedir.<br />
Türk evinde dikkat çeken bir diğer unsur evin döşenmesi ile<br />
evde kullanılan eşyaların yerleştirilmesidir. Yukarıda sözü<br />
edilen içyapının değişmezliğine döşemeler de örnek teşkil<br />
etmektedir. Halılar, döşekler, örtüler, sedirler, raflar, ocaklar<br />
her zaman Türk evinin asıl önemli kısmını oluşturmuştur.<br />
Türk evlerinde yer döşemesi ve tavan arasındaki düzen göçer<br />
evli dönemin uzantısı olarak karşımıza çıkmaktadır. Yer<br />
döşemesi ne denli yalın ise tavan o denli süslü ve özenlidir.<br />
Göçer evli düşüncedeki “üstte gök altta toprak” ilkesinin bu<br />
yapılanmayı biçimlendirdiği görülmektedir. Bu düşünceye<br />
bağlı olarak alt örtü denen döşemenin belirli temel ilkeler<br />
dâhilinde hiç değiştirilmeden uygulandığı ortaya çıkmaktadır.<br />
Göçer ev doğrudan toprağın üzerine kurulmuş, bu toprağın<br />
üzerine de halı, kilim gibi örtüler serilerek “alt örtü”<br />
oluşturulmuştur. Türk evinde de bu düzen sürdürülmüş ve<br />
zeminin üzerinde yalın bir düzen tutturulmuştur (Küçükerman<br />
1996:145). Evde göğe en yakın bölüm olan tavan adeta<br />
göğün kutsallığını sembolize eder biçimde süslenmiş, alttaki<br />
yağız yeri temsil eden döşeme ise yalın kalarak kutsalı<br />
kutsal olmayan alandan ayırmıştır.<br />
Göçer evli dönemin bir diğer uzantısı olarak Türk evi, sade<br />
ve kolayca yerleştirilebilir, taşınabilir bir durumda olmuştur.<br />
Ancak, bu sadelik içinde evlerin ferah ve geniş olması, oturulan<br />
minder ve koltukların rahatlığı aranan özelliktir. Odanın<br />
yirmi dört saat içinde değişik amaçlara göre yeniden<br />
düzenlenmesi bu özelliği beraberinde getirmiştir. Yapılacak<br />
tüm değişik işler için oda içine yalnızca yapılacak işle ilgili<br />
nesneler getirilir ve yerleştirilir. İşi biten nesneler kaldırılarak<br />
yerine yenisi getirilir. Söz konusu bu yalın düzenin gerçekleştirilebilmesi<br />
ise ancak böylesi bir iç düzenle mümkün<br />
olmuştur (Küçükerman 1996:147). Günümüzde de bu düzenin<br />
sürdürüldüğü görülmektedir.<br />
Evin iç mekânını dışa açan önemli unsurlardan biri penceredir.<br />
Pencere de bölgenin iklim şartlarına göre şekillen<br />
unsurlardandır. Soğuk iklimden korunmak için yapılan kalın<br />
duvarlarda pencerelerin çoğunlukla dış yüzeye yakın<br />
a transition / service area. In addition to references to the<br />
etymological origin of “pavilion”, each room opened to the<br />
hall enables a core family to live (Oğuz ve diğer 2007:10).<br />
Hall emerges as both symbolic and the most active used<br />
place of the house, and also the extension of the nomad<br />
house form and a venue for common actions and relations.<br />
The Turkic house attracts attention with its simplicity and<br />
easy-to-carry items. Whilst having the characteristic of<br />
easy relocation is imperative in nomad house period, the<br />
extensions of this period appeared in the settled era in the<br />
following periods. For this reason, certain compartments<br />
have been designed for the stuff in the interior of the house,<br />
in the summer pasture tent or in the winter quarters. One of<br />
these compartments is the closet (yüklük) where there are<br />
cabinets (cupboards) that draw attention as enclosed and<br />
apparent usage spaces.<br />
In addition to the general name of the closet, it was also<br />
named according to the household goods kept in such as<br />
rod, stick, pitcher, towel, gaslight chandelier, coffee pot,<br />
bed, tarboosh, cane, lazy hole in the wall (a Turkic idiom for<br />
recess in the wall where The Qur’an, cup, picture, etc. kept<br />
in); The simplicity of naming is also reflected in the designing<br />
(Küçükerman 1996: 171). The goods, i.e. “yük (burden)”-<br />
carried during the move were placed in the closet (yük-lük),<br />
and the place was named after the word derived from this<br />
root (yük-). Goods referred to as burden had been moved to<br />
both summer pasture and winter quarters, the closets in the<br />
houses have not disappeared even after the fully transition<br />
to settled life, have maintained their existences as compartments<br />
that hide the traces of old life.<br />
In addition to closets in Turkic houses, another places<br />
where goods placed are shelves or showcases. In old Turkish<br />
language the word “körünç” was also pronounced along<br />
with showcase (Ögel 2000 b: 39).. This word means the<br />
apparent place. Bahaeddin Ögel presumed that the ancient<br />
Turks have put antique goods which are not owned by<br />
another one on those shelves, which are called showcase<br />
and körünç. At the top of the tents’ corners, shelves were<br />
also found for the placing of these kinds of goods, and they<br />
were given the name “uğ” (2000b: 39). In this way, it can be<br />
considered that the origin of the showcase and the körünç<br />
is based on the “uğ”. Today it is seen that in the houses of<br />
Anatolia showcases continue to exist with the same name.<br />
Another noteworthy feature of the Turkic house is furnishing<br />
the house and arranging the goods. Carpets, mattresses,<br />
covers, cedars, shelves and fireplaces have always been<br />
the main part of the Turkic house.<br />
In the Turkic houses, the order between the floor and the<br />
House & Architecture<br />
143<br />
Ev & Mimari
Common Heritage<br />
144<br />
Ortak Miras<br />
düzenlenmesiyle pencerenin iç yüzeyinde kullanım alanı<br />
oluşturulmuştur. İklimin ılıman olduğu yerlerde yapılan ince<br />
duvarlarda ise pencereler, duvarların iç yüzlerine takılarak<br />
pencere kanatlarının tam bir dönüş yapması ve odanın<br />
içinde yer kaplamaması sağlanmıştır (Küçükerman 1996:<br />
123). Pencerelerin düzenlenmesinde evin aydınlatılması da<br />
önemli bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Gün ışığından<br />
en fazla verimi almak amacıyla pencereler duvarın en<br />
uygun bölümünde yerlerini almıştır.<br />
Türk evindeiç mekânı dışa açan önemli unsurlardan bir diğeri<br />
ise kapıdır. Kapı ister evin içinde oda kapısı, isterse evin<br />
giriş kapısı olsun geçmişten bu yana evin en önemli parçası<br />
sayılmıştır. Kapıya verilen bu önem “kapısı herkese açık olmak”,<br />
“kapısına kilit vurmak gibi” pek çok atasözü ve deyime<br />
de yansımıştır. Eski şekli “kapug”/kapıg olan kapı, Eski<br />
Türkçeden bu yana kullanılan bir sözcük olarak da dikkat<br />
çekmektedir.<br />
Türklerin ev kapıları ile çadır ve otağ kapılarını aynı şekilde<br />
isimlendirdikleri görülmektedir. Dede Korkut Hikâyelerinde<br />
de geçen “kapu baca” ifadesi hem ev hem de çadır için kullanılmıştır.<br />
Ancak ev kapısı için Uygurlardan bu yana ayrıca<br />
“eşik” sözcüğünün kullanıldığı görülmektedir. Kendi anlamıyla<br />
eşiğinin “kapueşigi” şeklinde açıkça belirtildiği ifade<br />
edilmektedir (Ögel 2000b: 47). Günümüzde de “eşiğinde<br />
yatmak/ kapısında yatmak” gibi hem eşikle hem de kapıyla<br />
kullanılan ve aynı anlama gelen deyimlerin varlığı bu anlam<br />
birlikteliğini göstermektedir.<br />
Kapı genellikle odaya bağlı bir öge olarak düşünülmüştür.<br />
İster basit, ister özenli, ister süslü ister yalın olsun kapıların<br />
birleştiği <strong>ortak</strong> noktaoda içine açılmalarıdır (Küçükerman<br />
1996: 135). Bu özellik pratik olması ve yer tasarrufu sağlamasının<br />
yanı sıra oda ve kapının bir bütün olarak algılandığının<br />
göstergesidir. Odaya ait olan kapı yine odanın içinde<br />
kalmakta, oda ile bir bütünlük oluşturmaktadır.<br />
Türk evlerinde odaların bağımsız bir yaşam birimi niteliğini<br />
taşıması kapıların şekillenmesinde de etkili olmuştur. Odalar<br />
dışarıya karşı örtülmek istenmiş ve odaların kapıları ev<br />
içindeki sofaya açılmıştır. Böylelikle kapılar, odaya girişin<br />
denetlenmesini sağlayan bir unsur olmuştur (Küçükerman<br />
1996: 141). Özel bir yaşam alanı olan bir odadan diğerine<br />
doğrudan geçiş engellenmiş, <strong>ortak</strong> alan olan sofa aynı zamanda<br />
bir geçiş alanı olarak işlev görürken kapı bu geçişlerin<br />
sınırı olmuştur.<br />
Kapının kendisi kadar kapıda kullanılan diğer aksesuarlara<br />
da önem verilmiştir. Evin güvenliği için öncelikle kapının güvenli<br />
olması gerektiğinden kapılar çeşitli kilitlerle korunmaya<br />
çalışılmıştır. Eskiden beri kullanılan kilit çeşitlerinden biri<br />
sürgüdür. Genellikle ahşaptan yapılan veeski kaynaklarda<br />
ceiling appears as an extension of the nomad house period.<br />
How the floor is so simple, the ceiling is that much fancy and<br />
elaborate. It is seen that the principle “the sky is above, the<br />
earth is below” of the nomad house shaped this structure.<br />
Depending on this idea, it is understood that the floor also<br />
called “bottom cover” is applied without any change within<br />
certain basic principles. The nomad house was pitched up<br />
directly on the soil, and the “bottom cover” was formed by<br />
laying down carpets, rugs, and other covers. This order was<br />
perpetuated in the Turkic house and a simple order was established<br />
on the ground (Küçükerman 1996: 145) The ceiling,<br />
which is the closest part to the sky in the house was<br />
embellished in such a manner that symbolizing the sanctity<br />
of the sky, while the floor representing the swarthy ground<br />
at the bottom stood simple and separated the holy area<br />
from non-sacred one.<br />
As a further extension of the nomad house period, the Turkic<br />
house has been simple and easily placed and portable.<br />
However, in this simplicity, the houses are spacious and<br />
commodious, and the comfort of sitting cushions and seats<br />
are desirable features. The rearranging the room in different<br />
ways within twenty-four hours has brought this feature<br />
together. For all the various works to be done, only work-related<br />
objects are brought into the room and placed. The<br />
objects of no more use are removed and replaced with new<br />
ones. It was only possible to carry out this aforesaid simple<br />
order by means of such an interior order (Küçükerman<br />
1996: 147). It seems that this order has still being perpetuated<br />
today.<br />
One of the important elements that open the interior of the<br />
house to the outside is the window. The window is the element<br />
that is formed according to the climatic conditions<br />
of that region. By arranging the windows mostly close to<br />
the outer surface on thick walls which are made to protect<br />
against the cold climate, a usage area has been created<br />
on the inner surface of the window. Where the climate is<br />
temperate, the windows are applied on thin walls. It was installed<br />
on the inside faces of the walls to make a complete<br />
turn of the window wings and to occupy space in the room<br />
(Küçükerman 1996: 123). Illumination of the house is also<br />
an important factor in designing windows. In order to get<br />
the most out of the daylight, the windows are located in the<br />
most suitable part of the wall.<br />
One of the crucial constituents that open the interior to the<br />
outside in the Turkic house is the door. Whether it is a room<br />
door inside, or an entrance door it has been considered the<br />
most important part of the house since the past. The importance<br />
given to the door reflects many proverbs and phrases<br />
such as “opening the door to everyone”, “shuting /closing
“sürme kilit” (Ögel 2000b: 59) adıyla da anılan sürgüler,<br />
günümüzde de en çok kullanılan kilit çeşitlerinden biridir.<br />
Ev mimarisinde kapı kol ve tokmaklarının da ayrı bir önemi<br />
vardır. Ana işlevi kapıya vurulmak yoluyla ses çıkartmak olan<br />
kapı tokmakları, dışarıdan gelenin sesini duyurmak için günümüzdeki<br />
zillerin yerine kullanılmıştır. Tokmaklar, çekerek<br />
kapıyı kapatma işleviyle kapı kolu görevini de üstlenmiştir<br />
(Göktaş Kaya 2010:345). Bazı evlerde kadınlar için ayrı erkekler<br />
için ayrı kapı tokmakları bulundurulmuştur. Eve gelen<br />
misafirin kim olduğu ve buna bağlı olarak kapıyı kimin açacağı<br />
da tokmaktan gelen sese göre anlaşılmıştır. Böylelikle<br />
kadın erkek mahremiyetine dikkatin ve ev içindeki harem<br />
selamlık uygulamasının kapıdan başlatıldığı görülmektedir.<br />
Süreç içinde Türk hayatının, özellikle ev konusunda büyük<br />
bir değişim gösterdiği görülmektedir. Bu değişme apartmanlaşma<br />
ve apartman yaşantısına bağlı olarak gerçekleşmiştir.<br />
19. Yüzyıl sonunda Tanzimat’ın etkisiyle başlayan<br />
değişim öncelikle İstanbul’da, Cumhuriyetle birlikte de<br />
Ankara’da başlamıştır (TuruthanUlusu 1991:222). Sonraki<br />
yıllarda bu yapılanma diğer şehirlerde de yaygınlaşmaya<br />
başlamıştır. Günümüzde Türk insanının büyük bir kısmı şehirlerde<br />
ve apartman dairelerinde yaşamaktadır.Şehrin dışında<br />
da ilçe ve köylere apartmanların yapılmaya başlandığı<br />
görülmektedir.<br />
Türk dünyası ve kardeş topluluklarının yüzyıllar içinde oluşturduğu<br />
mimari örnekleri, Orta Asya’nın değişik bölgelerindown”.<br />
The term “door” with the old form “kapug” / kapıg”<br />
draws attention as a word which has been used since the<br />
Old Turkic.<br />
It is seen that the Turks named the doors of house, tent and<br />
pavilion in the same way. The expression “kapu chimney”<br />
in Dede Qorqut Epics has been used for both home and<br />
tent. However, since the Uighurs, the word “threshold” has<br />
also been used for the house door. It is expressed that the<br />
threshold was mentioned with its own sense as “kapueşigi”<br />
(Ögel 2000b: 47). Nowadays, the existence of the idioms<br />
that are used with both the threshold and the door, such as<br />
“lying at the threshold / lying at the door”, shows the unity<br />
of this meaning.<br />
The door has mostly been considered to be a subsidiary<br />
element of the room. Whether simple, elaborate, embellished,<br />
or modest, the common ground that the doors meet<br />
is that they all open into the room (Küçükerman 1996: 135).<br />
This feature is practical and also is a sign that the room and<br />
the door are perceived as a whole, as well as saving space.<br />
The door belonging to the room is still in the room, creating<br />
an integrity with the room. In the Turkic houses, the rooms<br />
became an independent unit of life, which also influenced<br />
the way the doors were produced. The rooms were intended<br />
to be closed against the outside and the doors of the<br />
rooms were opened to the inside of the house. Thus, door<br />
have become a component that enable to control the entrance<br />
to the room (Küçükerman 1996: 141). Direct access<br />
House & Architecture<br />
145<br />
Ev & Mimari
Common Heritage<br />
146<br />
Ortak Miras<br />
de, Azerbaycan’da, Anadolu’da ve Balkanlar’da hala canlı<br />
bir şekilde görülmektedir. Bu yapılarda geçmiş yüzyılların<br />
izlerini taşıyan pek çok unsur bulunmaktadır. Fakat modern<br />
çağlar pek çok şey gibi mimariyi de etkilemiş ve değiştirmiştir.<br />
Son yüzyıllarda yapı teknolojisindeki gelişmeler yeni bir<br />
mimari anlayış ortaya çıkartmıştır. Bu gelişmeler ve değişiklikler<br />
evlerin birçok özelliğine de yansımıştır ancak yüzyıllar<br />
içerisinde edinilen ev ziyaretleri, yeni ev alana hediye getirme,<br />
misafir için ayrı bir oda bulundurma gibi bazı geleneklerhalen<br />
devam etmektedir.<br />
Evlerin biçimleri değişse de komşulukların yaşatılması, çocukların<br />
büyütülmesi,kış hazırlıklarının yapılması, doğumdan<br />
ölüme, sünnetten düğüne hayatın tüm geçiş dönemleri<br />
“ev” denilen bu yaşam alanında gerçekleşmiş ve gerçekleşmeye<br />
devam edecektir.<br />
KAYNAKLAR<br />
• ÇOBANOĞLU, Özkul (2013). “Türk Mitolojisinin Kültleri ve Türk Dünyasındaki<br />
Çeşitlenmeleri”.Türk Edebiyatının Mitolojik Kaynakları. Eskişehir: T.C.<br />
Anadolu Üniversitesi Yayını.<br />
• DEMİREL, Ömer, Muhiddin Tuş ve Adnan Gürbüz (1992). “Osmanlı Anadolu<br />
Ailesinde Ev, Eşya ve Giyim-Kuşam (XVI-XIX Yüzyıllar)”.Sosyo-Kültürel<br />
Değişme Sürecinde Türk Ailesi. C.II, T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu<br />
Yayınları: 703–755.<br />
• DLT (2014). Kaşgarlı Mahmut- DîvanuLugâti’t-Türk (Giriş-Metin-Çeviri-<br />
Notlar-Dizin)(Haz. Ahmet BicanErcilasun ve Ziyat Akkoyunlu), Ankara:<br />
TDK Yayınları.<br />
• ERGİN, Muharrem (2004). Dede Korkut Kitabı I. Ankara: TDK Yayınları.<br />
• ESİN, Emel (2006).Türklerde Maddi Kültürün Oluşumu. İstanbul: Kabalcı<br />
Yayınevi.<br />
• GLASSIE, Henry (1986). Pattern in TheMaterialCulture of TheEastern United<br />
States.<br />
• Bloomington: University of Pennsylvania Press.<br />
• GLASSIE, Henry (1999). MaterialCulture, Bloomington: Indiana<br />
UniversityPress.<br />
• GLASSIE, Henry (2005). “Halk Mimarisi Hakkında II” (Çev. Abbas Karakaya).<br />
Milli Folklor, S. 68, s. 232-234.<br />
• GLASSIE, Henry (2006). “Halk Mimarisi Hakkında III” (Çev. Abbas Karakaya).<br />
Milli Folklor, S. 69, s. 164-168.<br />
• GÖKTAŞ KAYA, Lütfiye (2010). “Geleneksel Kapı Halka ve Tokmakları:<br />
Safranbolu”.Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S.<br />
12,s. 341–369.<br />
• KÜÇÜKERMAN, Önder (1996). Kendi Mekânının Arayışı İçinde Türk Evi.<br />
İstanbul: Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Yayınları.<br />
• OĞUZ, M. Öcal, Ezgi Metin ve Fatih Mor Menekşe (2007). Türkiye’de 2003<br />
Yılında Yaşayan Geleneksel Mimari. Ankara: Gazi Üniversitesi THBMER<br />
Yayını.<br />
• ÖGEL, Bahaeddin (2000 a). Türk Kültür Tarihine Giriş (C. 1). Ankara: Kültür<br />
Bakanlığı Yayınları.<br />
• ÖGEL, Bahaeddin (2000 b). Türk Kültür Tarihine Giriş (C. 3). Ankara: Kültür<br />
Bakanlığı Yayınları.<br />
• ÖGEL, Bahaeddin (2002). Türk Mitolojisi II. Ankara: Türk Tarih Kurumu<br />
Yayınları.<br />
• ÖZGEN, Mutlu (2002). Geleneksel Anadolu Konutunun Oluşumu<br />
Kapsamında Tokat Latifoğlu Konağı’nın Halkbilimsel Açıdan<br />
Değerlendirilmesi. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi,<br />
Yayımlanmamış Lisans Tezi.<br />
• SÜMER, Faruk (1994). Eski Türklerde Şehircilik. Ankara: Türk Tarih Kurumu<br />
Yayınları.<br />
• TURUTHAN ULUSU, Türkan (1991). “Geleneksel Konuttan Günümüz<br />
Konutuna ‘Orta Mekan’”.Türk Halk Mimarisi Sempozyumu Bildirileri, Ankara:<br />
Kültür Bakanlığı Yayınları, s. 217-225.<br />
RÖPORTAJLAR<br />
• KANIBEK CANIBEKOV<br />
from one room to another, which is a private life place, has<br />
been blocked, While the hall, which is a common space, has<br />
functioned as a transition zone at the same time, the door<br />
has been the frontier of these transitions.<br />
As well as the door’s itself, other accessories applied at the<br />
door have also been attached importance. The doors have<br />
been endeavored to be protected with various locks because<br />
the door primarily must be secured for home security.<br />
One of the lock types used in the past is the bolt. The bolts,<br />
which have mainly been wooden and also known as “sliding<br />
locks (bolts)” (Ögel 2000b: 59) in the old sources, are one<br />
of the most widely used lock types today.<br />
Door handles and Door knobs (knockers) also have had<br />
a special significance in the house architecture. The door<br />
knobs, whose main function is to make a sound by being<br />
knocked the door, had been used instead of bells being<br />
functioned today to announce the voice of the outside.<br />
Knobs had also undertaken the role of door handle by pulling<br />
and closing the door (Göktaş Kaya 2010: 345). In some<br />
houses there used to be separate door knockers both for<br />
men and women. The one whoever knocking the door and<br />
the guest used to be distinguished according to the sound<br />
of the knocker. Thus, attention paid to the sexual privacy<br />
and the application of haremlik-selamlık (sitting separately<br />
of man and women in a place) within the home have been<br />
understood to be initiated apart from the door.<br />
Turkic life has been deemed to propound a great change<br />
especially about the house in the historical process. This<br />
change has taken place depending on the process of building<br />
apartment houses. The change that kicked off with the<br />
influence of the Imperial Edict of Gülhane (Tanzimat) at the<br />
end of the 19th century began primarily in Istanbul and later<br />
in Ankara in the wake of the announcement of the Republic<br />
in Turkey (Turuthan Ulusu 1991: 222). In the following years,<br />
this structuring began to expand in other cities as well. Today,<br />
most of the Turks live in cities and apartment flats. It<br />
can be observed that apartments have begun to be built in<br />
the towns and villages outside the city.<br />
The architectural templates that the Turkic world and its<br />
sister communities have formed over the centuries are still<br />
alive in different parts of Central Asia, in Azerbaijan, Anatolia<br />
and the Balkans. There have been several components<br />
in these buildings bearing the traces of the past centuries.<br />
But modern ages have influenced and changed architecture<br />
as much. In recent centuries, developments in building<br />
technology have created a new architectural understanding.<br />
These developments and changes have been reflected<br />
on many features of the houses. But some traditions that<br />
procured during the centuries still proceed, such as home
• PROF. DR. ÖNDER KÜÇÜKERMAN<br />
• DOÇ. DR. PELİN ŞAHİN<br />
visits, bringing a gift to the new home, and having a separate<br />
room for the guest.<br />
Even if the forms of the houses change, all transitional periods<br />
of life such as neighborhoods, raising children, winter<br />
preparations, birth, death, circumcision, weddings, etc.<br />
have been actualized in this living space called “home” and<br />
will continue to occur.<br />
REFERENCES<br />
• ÇOBANOĞLU, Özkul (2013). “Türk Mitolojisinin Kültleri ve Türk Dünyasındaki<br />
Çeşitlenmeleri”.Türk Edebiyatının Mitolojik Kaynakları. Eskişehir: T.C.<br />
Anadolu Üniversitesi Yayını.<br />
• DEMİREL, Ömer, Muhiddin Tuş ve Adnan Gürbüz (1992). “Osmanlı Anadolu<br />
Ailesinde Ev, Eşya ve Giyim-Kuşam (XVI-XIX Yüzyıllar)”.Sosyo-Kültürel<br />
Değişme Sürecinde Türk Ailesi. V.II, Publisher: T.C. Başbakanlık Aile<br />
Araştırma Kurumu Yayınları: 703–755.<br />
• DLT (2014). Kaşgarlı Mahmut- DîvanuLugâti’t-Türk (Giriş-Metin-Çeviri-<br />
Notlar-Dizin)(Haz. Ahmet Bican Ercilasun ve Ziyat Akkoyunlu), Ankara,<br />
Publisher: TDK Yayınları.<br />
• ERGİN, Muharrem (2004). Dede Korkut Kitabı I. Ankara, Publisher: TDK<br />
Yayınları.<br />
• ESİN, Emel (2006).Türklerde Maddi Kültürün Oluşumu. İstanbul, Publisher:<br />
Kabalcı Yayınevi.<br />
• GLASSIE, Henry (1986). Pattern in TheMaterialCulture of TheEastern United<br />
States.<br />
• Bloomington: University of Pennsylvania Press.<br />
• GLASSIE, Henry (1999). MaterialCulture, Bloomington, Publisher: Indiana<br />
University Press.<br />
• GLASSIE, Henry (2005). “Halk Mimarisi Hakkında II” (Çev. Abbas Karakaya).<br />
Milli Folklor, S. 68, pp. 232-234.<br />
• GLASSIE, Henry (2006). “Halk Mimarisi Hakkında III” (Çev. Abbas Karakaya).<br />
Milli Folklor, S. 69, pp. 164-168.<br />
• GÖKTAŞ KAYA, Lütfiye (2010). “Geleneksel Kapı Halka ve Tokmakları:<br />
Safranbolu”.Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S.<br />
12,pp. 341–369.<br />
• KÜÇÜKERMAN, Önder (1996). Kendi Mekânının Arayışı İçinde Türk Evi.<br />
İstanbul: Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Yayınları.<br />
• OĞUZ, M. Öcal, Ezgi Metin ve Fatih Mor Menekşe (2007). Türkiye’de 2003<br />
Yılında Yaşayan Geleneksel Mimari. Ankara: Gazi Üniversitesi THBMER<br />
Yayını.<br />
• ÖGEL, Bahaeddin (2000 a). Türk Kültür Tarihine Giriş (C. 1). Ankara,<br />
Publisher: Kültür Bakanlığı<br />
• Yayınları.<br />
• ÖGEL, Bahaeddin (2000 b). Türk Kültür Tarihine Giriş (C. 3). Ankara,<br />
Publisher: Kültür Bakanlığı<br />
• Yayınları.<br />
• ÖGEL, Bahaeddin (2002). Türk Mitolojisi II. Ankara, Publisher: Türk Tarih<br />
Kurumu Yayınları.<br />
• ÖZGEN, Mutlu (2002). Geleneksel Anadolu Konutunun Oluşumu<br />
Kapsamında Tokat Latifoğlu Konağı’nın Halkbilimsel Açıdan<br />
Değerlendirilmesi. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Unpublished<br />
Undergraduate Thesis.<br />
• SÜMER, Faruk (1994). Eski Türklerde Şehircilik. Ankara, Publisher: Türk Tarih<br />
Kurumu Yayınları.<br />
• TURUTHAN ULUSU, Türkan (1991). “Geleneksel Konuttan Günümüz<br />
Konutuna ‘Orta Mekan’”.Türk Halk Mimarisi Sempozyumu Bildirileri, Ankara,<br />
Publisher: Kültür Bakanlığı Yayınları, pp. 217-225.<br />
House & Architecture<br />
147<br />
Ev & Mimari<br />
INTERVIEWS:<br />
• Kanıbek CANIBEKOV<br />
• Prof. Önder KÜÇÜKERMAN<br />
• Assoc. Prof. Pelin ŞAHİN
M.Muhtar KUTLU<br />
Bilge Yapım<br />
Doğayı anlamaya çalışna<br />
İnsanoğlu’nun belki de ilk keşfi...<br />
The calenders which organizes the time has<br />
functions such as the communities...
Altı dallı kökleri olan,<br />
Yılın başı döndü,<br />
Yılanın başı kıvrıldı.<br />
Akan su şırıldadı.,<br />
Azametli tayga nara attı<br />
Ulu ağacın yaprakları soldu.<br />
Şırıldayarak akan su<br />
Aştın örtüsünü eritip<br />
Altın guguk kuşunun temiz sesi<br />
Beyaz taskılda yankılandı.**<br />
08<br />
Mevsimlerin Zamanında<br />
Biçimlenen Takvimler<br />
Calendars that are shapped according to the<br />
time of the seasons
Common Heritage<br />
150<br />
Ortak Miras<br />
Doğayı anlamaya çalışan İnsanoğlu’nun belki de ilk keşfi,<br />
doğanın birbirini izleyen değişimlerini yani doğanın ritmini<br />
keşfetmek olmuştur. Doğanın döngüsü, bir taraftan insanın<br />
yaşamsal pratiklerini biçimlendirirken diğer taraftan bu pratiklerin<br />
zamansal süreçlerini düzenlemiştir. En eskisinden<br />
en yenisine bilinen bütün takvimlerin döngüselliği, zamanın<br />
bedenleşmesini sağlamıştır. Bir başka ifadeyle doğa şartları,<br />
yalnızca geçim kaynaklarını değil bu kaynakların biçimlediği<br />
pratikleri de belirlemiştir. Bu nedenle takvimleri,<br />
toplulukların doğa karşısındaki pratiklerini, yaşam biçimlerini,<br />
inanışlarını, ritüel ve toplumsal uygulamalarını yansıtan<br />
birer özgün metin gibi okumak mümkündür. Felsefeci Paul<br />
Ricoeur’ün söylediği gibi takvim, evrensel zamanla her bireyin<br />
yaşadığı zaman arasında bir köprü oluşturup, evrensel<br />
zamandan, yaşanılan zamandan farklı, herkesçe anlaşılabilecek,<br />
toplumsal bir zaman yaratır (Bourgoing 2015: 14).<br />
Zamanı düzenleyen takvim, toplulukların mevsimlerle ilişkisini,<br />
özel günlerini, doğa yaşamının eşiklerini takip etmek<br />
gibi işlevlere sahiptir. Bu işlevini kazanabilmesi için tarih<br />
boyunca Güneş’in ve Ay’ın süreçleri insanlar tarafından<br />
büyük bir dikkatle takip edilmiştir. Bütün takvimler, gökcisimlerinin<br />
devinimlerinin gözlenmesine dayanır ve yasalarını<br />
herkesin anlayabileceği doğal bir dönüşü temel alır. Üç<br />
gökbilimsel dönüş bu konuda kaynak oluşturur: günün uzu-<br />
__________________________________<br />
• * Prof. Dr. M. Muhtar KUTLU, Ankara Üniversitesi, DTCF Halkbilim Bölümü<br />
• **Lvova, E. L. vd, Güney Sibirya Türklerinin Geleneksel Dünya Görüşleri,<br />
Kainat ve Zaman. Nesneler Dünyası,(çev. Metin Ergun). Konya: Kömen Yay.,<br />
2013., s. 35.<br />
The calenders which organizes the time has functions such<br />
as the communities’ relation with the seasons, their special<br />
days and tracing the steps for natural life. Throughout<br />
history, the processes of the Sun and the Moon have been<br />
followed with great care by people so that it can gain this<br />
function. All calendars are based on observing the motion<br />
of the celestial bodies and ground on a natural rotation<br />
that everyone can understand. Three astronomical rotations<br />
create resource on this subject: the rotation of the<br />
world around its own axis that reveals the lenght of the day,<br />
the rotation of the Moon around the Earth and the rotation<br />
of the Earth around the Sun that reveals the length of the<br />
year(Bourgoing 2013: 14).<br />
When the historical process is followed, it is seen that societies<br />
basically create different calendars based on the Sun<br />
and the Moon’s rotation. Today, two calendars are used in<br />
Turkey where the majority of Muslims are: the first one is a<br />
lunar calendar, which divides a year into 12 months of 29<br />
or 30 days according to the changes in that period and has<br />
354 or 355 days in a year. The second one is the solar calendar,<br />
which is based on the Earth’s rotations around the<br />
Sun taking 365 or 366 days, is in common with the Western<br />
countries. For the days associated with the traditions of<br />
the people, these two calendars are also used: for religious<br />
__________________________________<br />
• * Prof. Dr. M. Muhtar KUTLU, Ankara University, Faculty of Languages History<br />
and Geography, Department of Ethnology<br />
• Lvova, E. L. et. al., Güney Sibirya Türklerinin Geleneksel Dünya Görüşleri,<br />
Kainat ve Zaman. Nesneler Dünyası,(translated by Metin Ergun). Konya:<br />
Kömen Yay., 2013., p. 35.
nluğunu ortaya koyan Dünya’nın kendi çevresinde dönüşü,<br />
Ay’ın Dünya çevresinde dönüşü ve yılın uzunluğunu ortaya<br />
koyan Dünya’nın Güneş çevresinde dönüşü (Bourgoing<br />
2013: 14).<br />
Tarihsel süreç izlendiğinde toplumların temelde Güneş ve<br />
Ay’ın çevrimine dayanan birbirinden farklı takvimler oluşturdukları<br />
görülmektedir. Bugün çoğunluğu Müslüman olan<br />
Türkiye’de iki takvim kullanılır: Birincisi bir yılı ayın 29/30<br />
günlük dönem içindeki değişmelere göre 12’ye bölen yani<br />
354/355 gün sayan ay takvimi. İkincisi Dünya’nın Güneş<br />
etrafında 365/366 günlük hareketi esasına dayanan Batı<br />
ülkeleriyle <strong>ortak</strong> Güneş takvimi. Halkın gelenekleriyle ilişkileri<br />
sayılı günler için bu iki takvimden de yararlanılır: Dini<br />
bayramlar için ay takviminden, başka türden tören ve işler<br />
için, mevsimleri göstermeye elverişli güneş takviminden<br />
(Boratav 1999: 131).<br />
“On iki Hayvanlı Türk Takvimi” diye bilinen ve Türklerin göçebe/Bozkır<br />
kültürünün izlerini taşıyan, eski Türk takvimine<br />
bakıldığında ise on iki yıllık bir devre üzerine biçimlendiği<br />
görülmektedir. Türkler on iki çeşit hayvanın adını alarak on<br />
iki yıla vermişlerdir; çocuklarının yaşlarını, savaş tarihlerini<br />
ve daha başka şeyleri hep bu yılları dönmesi ile hesaplarlar.<br />
Türkler bu yılların her birinde bir hikmet var sanarak onunla<br />
fal tutarlar, uğur sayarlar, söz gelimi Ud yılı girdiğinde<br />
savaşın çoğalırmış; çünkü öküzler birbiriyle vuruşurlar, tos<br />
yaparlar. Takagu yılında yiyecek çok olur, ancak insanlar<br />
arasında karışıklık çıkarmış; çünkü tavuğun yemi dandedir;<br />
daneyi bulabilmek için çöpleri, kırıntıları birbirine karıştırır.<br />
Timsah yılı girdiğinde yağmur çok yağar, bolluk olurmuş;<br />
çünkü timsah suda yaşar. Domuz yılı girince kar ve soğuk<br />
çok olur, kargaşalık çıkarmış. Böylece Türkler, her yıl bir şey<br />
olacağına inanırlar (Kaşgarlı Mahmud’dan aktaran<br />
Çoruhlu 2002: 169-170). Uygurlar ise on iki ayı<br />
ayrıca altı döneme ayırırlardı. Dört mevsim<br />
buradan ortaya çıkardı: çeçeklik<br />
(çiçekli), isig (sıcak), yağmurlıg<br />
(yağmurlu) ve karlık-buzluk<br />
(Çoruhlu 2002: 171).<br />
Yukarıdaki örneklerde de<br />
görüldüğü gibi takvimler hem<br />
evrensel paylaşımları hem<br />
de toplulukların kendilerine<br />
özgü pratiklerini sergilemektedir.<br />
Burada takvimlerin belirlenişinde<br />
mevsimlerin yaşam<br />
pratikleri üzerindeki önemi<br />
açıktır. Örneğin zamanı Güneş’in<br />
görünür hareketlerine göre<br />
parçalara ayıran Güneş takvimleri, yıllık<br />
festivities from the lunar calendar and for other ceremonies<br />
and regulations from the solar calendar suitable for showing<br />
the months (Boratav 1999: 131).<br />
It is seen that the old Turkish calendar, which is known as<br />
“Twelve Animal Cycle Turkish Calendar” and bearing the<br />
traces of the nomadic / Steppe culture of the Turks, consist<br />
of periods of twelve years. The Turks give the name of<br />
twelve kinds of animals to twelve years; they figure the ages<br />
of their children, the dates of their wars and so on. The Turks<br />
think that there is a wisdom in every one of these years and<br />
they expect favor from it as well as consider it as a good<br />
luck. For example, when it is the year of Ox, the number of<br />
war is increased; because the oxes butt aganist eachother.<br />
There is a lot of food in year of Cock, but there is confusion<br />
among people; because the feed of chicken is ‘’dande’’ in<br />
turkish; they pick the trashes in order to find food. When it is<br />
the year of Fish, it is so much rainy and there is abundance;<br />
because the fish lives into the water. When it is the year of<br />
Pig, it is so snowy, cold and there is disorder. Thus, the Turks<br />
believe that something will happen every year (Çoruhlu<br />
2002: 169-170, quote from Kashgarli Mahmud). The Uighurs<br />
also divided twelve months into six period. Four seasons<br />
emerged from here: çeçeklik (flowering), isig (warm),<br />
yağmurlıg (rainy) and karlık-buzluk (snowy) (Çoruhlu 2002:<br />
171).<br />
As you can see in the examples above, the calendars exhibit<br />
both universal sharing and the specific practices of the<br />
communities. It is clear here that the seasons have impact<br />
on life practice on the subject of the determination of the<br />
calendars. For example, solar calendars that divide time<br />
according to the visible movements of the Sun are essential<br />
for agricultural work, which requires a strict order<br />
in terms of annual time. It is necessary to<br />
make crops harmonious with the seasons,<br />
to plant according to anticipated<br />
precipitation and to use nutrient<br />
reserves sparingly between<br />
two harvests (Bourgoing 2013:<br />
23). From this point of view,<br />
it is possible to say that the<br />
time of vegetative cycle, the<br />
role of determining the calendar<br />
and the promise of this<br />
rotation come together at<br />
the same time. Because the<br />
turn of the winter, the arrival of<br />
spring, the breeding of animals<br />
and the vine of the plants provide<br />
remarkable information on how to<br />
use the time.<br />
Calendars that are shapped according to the time of the seasons<br />
151<br />
Mevsimlerin Zamanında Biçimlenen Takvimler
Common Heritage<br />
152<br />
Ortak Miras<br />
zaman açısından sıkı bir düzen gerektiren tarım işleri için<br />
zorunludur. Ekinleri mevsimlerle uyumlu hale getirebilmek,<br />
öngörülen yağışlara göre ekim yapmak, iki hasat arası besin<br />
rezervlerini idareli kullanmak gerekir (Bourgoing 2013:<br />
23). Buradan hareketle bitkisel döngü sürecinin, takvimi<br />
belirlemedeki rolü ve sözü edilen bu döngünün aynı zamanda<br />
<strong>ortak</strong> pratikler bütünü ortaya çıkardığını söylemek<br />
mümkündür. Çünkü kış dönümü, baharın gelişi, hayvanların<br />
yavrulaması, bitkilerin yeniden topraktan kendilerini<br />
göstermeleri zamanın nasıl kullanılacağına yönelik dikkate<br />
değer bilgiler sunmaktadır.<br />
Doğada zaman değişimi, mevsimlerin daimi değişimi ve gök<br />
cisimlerinin hareket etmesi, insanınkine benzer ve onunla<br />
ilgili yaşam sürecinin özellikleri olarak algılanmaktaydı.<br />
Yaratılışın ve yeni yılın ilk gününde olduğu gibi güneş her<br />
sabah karanlığı ve kaosu yenmektedir. Bu üç an özünde tek<br />
olarak kabul edilmektedir. Yaratılışın ilk sabahı, yeni yılın ilk<br />
sabahı ve her günün ilk sabahı gibi her üç başlangıcın semantik<br />
özdeşliği güney Sibirya materyalleriyle doğrulanmaktadır.<br />
Başlangıçlardan her biri, ilk bakışta zıt özellikler<br />
taşıyan zaman dilimi ile dengelenmektedir. Bu ilk önce<br />
sabah-akşam ve ilkbahar-sonbahar şeklindedir. Sabah ile<br />
İlkbaharın ve akşam ile sonbaharın esas özellikleri niteliksel<br />
değişimdir. İlkbahar ile sabah ve sonbahar ile akşam,<br />
geçiş zaman dilimleridir ve mitolojik gelenekte Dünya uyanmakta<br />
(doğmakta) ve uyumakta (ölmektedir) gibi niteliksel<br />
değişimle ilişkilendirilmektedirler. Canlının durumunda<br />
değişikliklere yol açan zamanı, açık zaman ve olası zaman<br />
The change of time in the nature, the constant change of<br />
seasons and the movement of celestial bodies correspond<br />
with the human being and are perceived as the characteristics<br />
of life cycle related to it. The sun is overwhelmed with<br />
darkness and chaos every morning as in the first day of the<br />
new year and creation. These three moments are inherently<br />
considered as one. The semantic identities of all three<br />
starts such as the first morning of creation, the first morning<br />
of the new year, and the first morning of each day are<br />
confirmed by southern Siberian materials. Each one of theses<br />
starts is balanced with the time zone having opposite<br />
characteristics at first sight. First, this is morning-evening<br />
and spring-autumn. The essential characteristics of morning<br />
and spring as well as spring and autumn are qualitative<br />
change. The spring and morning, autumn and evening are<br />
transitional time periods and the Earth is associated with<br />
qualitative change such as awakening (born) and sleeping<br />
(dying) in the mythological tradition. We can name the time<br />
that leads to changes in the status of the living as the open<br />
time and the possible time. Air unbalance, sudden changes<br />
in air conditions and other unbalances have determined<br />
the specific approach to the months of spring and autumn.<br />
The Khakas people call the border of the winter and summer<br />
seasons as ‘’çil pazı’’ (the beginning of the year). This<br />
is the time when the cuckoo who informs people that the<br />
“timelessness” of winter is over( Lvova vd. 2013: 57).<br />
All these air movements and seasonal variation mentioned<br />
that are considered important changes for people are nat-
olarak adlandırabiliriz. Havanın dengesizliği, hava değişimlerinin<br />
ani değişimleri ve diğer dengesizlik unsurları ilkbahar<br />
ve sonbahar aylarına olan özel yaklaşım nedenini belirlemiştir.<br />
Hakaslar kış ve yaz mevsimlerinin sınırını çil pazı<br />
(yılın başı) diye adlandırırlar. Bu, kışın “zamansızlığının” bittiğini<br />
haber veren guguk kuşunun öttüğü zamandır( Lvova<br />
vd. 2013: 57).<br />
Sözü edilen bütün bu hava hareketleri, mevsimlerin değişimi<br />
insanların kendileri için önemli değişimler olarak kaydettikleri<br />
doğal olaylardır. Bu nedenle bu önemli geçişlere<br />
birer işaret koymak, nesiller öncesinden fark edilmiş olan<br />
söz konusu düzeni devam ettirmek için birbirini takip eden<br />
ve temelde aynı süreçlere işaret eden bir pratikler kümesiyle<br />
karşılaşılmaktadır. Çünkü doğal ritimler olan mevsim<br />
değişimi, güneşin doğuşu ve batışı ve ay devreleri toplumun<br />
yaşamını programlamaktadır. İnsan kendi faaliyetleri<br />
ile doğal ritimler arasında uyumluluk sağlamaya çalışmanın<br />
yanı sıra bu uyumluluğu törenle de güçlendirmektedir(Lvova<br />
vd. 2013: 62).<br />
Yaşamlarını çiftçilik ve hayvancılık ile sürdüren toplulukların<br />
takvimleri, mevsimlerin ve her mevsim içindeki bölünmelerin<br />
yıl içinde her defasında aynı hava şartlarına rastladığı<br />
bir düzende olacaktır. Nitekim bu çevrelerin halk takvimleri<br />
güneş takviminden pek farklı değildir (Boratav 1999: 133).<br />
İnsan ve doğanın döngüsünü belirleyen tüm bu pratikler<br />
evrensel olarak takip edilen takvimin yanında halk arasında<br />
süren bir başka doğa takviminin de çevrimiçi olmasını<br />
sağlamıştır. Çünkü zaman çarkının her dönüşü, ritmik<br />
tekrarlama ile gerçekleşmektedir. Yıl ve gün doğar ve ölür;<br />
insanlar, bitkiler ve hayvanlar, doğar ve ölürler. Zaman<br />
evrelerinin özel noktaları törenlerle güçlendirilmektedir;<br />
çünkü ritmin tekrarlanması ve değişmezlik insanın ve toplumun<br />
refahının ve mutluluğunun güvencesidir (Lvova 2013:<br />
66). Bütün bunlar göz önünde tutularak halk takvimlerinin<br />
oluştukları doğal ve kültürel ortamın ürünü olduğu söylenebilir.<br />
Söz konusu bu takvimler, malı oldukları toplumun<br />
uzun süreli deneyimi, maddi ve manevi pek çok kayıpları<br />
sonucu elde edilmiştir. Halk takvimlerindeki zamanı noktalama<br />
ya da bölümlemeler, kimi kez düzenli bir biçimde yinelenen<br />
doğa olayları ile açıklık kazanırken, kimi kez de dinsel<br />
törenler; toplumsal ortamı etkileyen diğer toplumlarla<br />
ilişkiler, topluma getirilen bir yenilik; üretim biçimindeki bir<br />
değişiklik, saygın bir kişinin ölümü vb. etkin bir olgu ile de<br />
kendini göstermektedir (Erginer 1984: 22).<br />
Halk takvimi etrafında biçimlenen pratikler incelendiğinde<br />
soğukların ve kışın bitişinde başka bir ifadeyle doğanın uyanış<br />
sürecinde gerek Dünya’da gerek Türk kültür hayatının<br />
<strong>ortak</strong> kodları olarak birçok uygulamanın yapıldığı görülmektedir.<br />
Bir anlamda baharı karşılama pratikleri olan bu<br />
ural events. For this reason, it is encountered with a set of<br />
practices that point to these important transitions and to<br />
follow one another in order to maintain the regime, which<br />
has been recognized before the generations. Because the<br />
natural rhythms of seasonal variation, sunrise, sunset and<br />
moon’s circuits program the life of the community. In addition<br />
to trying to maintain harmony between its own activities<br />
and natural rhythms, it also strengthens this harmony<br />
with the ceremony(Lvova vd. 2013: 62).<br />
Calendars of communities, which sustain their lives with<br />
farming and animal husbandry, will be in order that seasons<br />
and divisions within all seasons will concur the same<br />
weather conditions every time within the year. Indeed, the<br />
folk calendars of these communities are not much different<br />
from the solar calendar (Boratav 1999: 133).<br />
All these practices, which determine the cycle of man and<br />
nature, bring another natural calendar passing among the<br />
people as well as the calendar used universally. Because every<br />
turn of the time wheel is realized by rhythmic repetition.<br />
Year and day are born and die; People, plants and animals<br />
are also born and die. The special points of the time phases<br />
are strengthened by ceremonies; because the repetition of<br />
rhythm and invariance is the guarantee of prosperity and<br />
happiness of man and society (Lvova 2013: 66). Taking into<br />
account all of these, it can be said that the folk calendars<br />
are the product of the natural and cultural environment<br />
they are formed with. These calendars are obtained as the<br />
results of the long-term experience, pecuniary loss and intangible<br />
damages of the society in which they are made.<br />
While the end and division of time in the folk calendars are<br />
sometimes clarified with the natural phenomena recurring<br />
on a regular basis, they sometimes show themselves with an<br />
active phenomenon such as rituals, the relations with other<br />
societies affecting the societal environment, a change<br />
brought to the society, a change in the form of production,<br />
the death of a respectable person, etc. (Erginer 1984: 22).<br />
When the practices shaped around the folk’s calendar are<br />
examined, it is seen that many practices are made as common<br />
codes of both in the Turkish cultural life and the world<br />
at the end of cold weather and winter; that is to say, in the<br />
awakening process of the nature. In one sense, these practices<br />
that are the practice of welcoming spring show a property<br />
of welcoming ceremony especially made in rural areas<br />
for getting fertile again, animal and plant’s being healty.<br />
For example, it is striking in terms of representing the exact<br />
process mentioned above that the Crocus Day ritual<br />
(maintained in rural areas in Anatolia about 40 to 50 years<br />
ago by the children and considered a Nevruz practice.) are<br />
made by the children after any of three radiations of heat<br />
Calendars that are shapped according to the time of the seasons<br />
153<br />
Mevsimlerin Zamanında Biçimlenen Takvimler
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />
accusa quo quunt.<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />
quo quunt.<br />
Common Heritage<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
154<br />
Ortak Miras
Mevsimlerin Zamanında Biçimlenen Takvimler<br />
Calendars that are shapped according to the time of the seasons<br />
155
Common Heritage<br />
156<br />
Ortak Miras<br />
uygulamalar bolluk bereketin yeniden gelmesi, hayvanların<br />
ve bitkilerin sağlıklı olması için özellikle kırsal bölgelerde<br />
<strong>ortak</strong>laşa yapılan bir karşılama töreni özelliği sergilemektedir.<br />
Örneğin baharın gelişini müjdeleyen cemrelerin önce<br />
havaya, sonra suya ve sonunda toprağa düşmesinden sonra<br />
çocukların başrolde oldukları Çiğdem gezme ritüeli tam da<br />
yukarıda sözü edilen süreci temsil etmesi açısından dikkat<br />
çekicidir. Zaman çiğdemleri devşirme zamanıdır. Doğanın<br />
canlanması için oynanan oyunlar arasında yer alan Çiğdem<br />
gezme baharın habercisi çiğdem çiçeklerinin çıkmasıyla<br />
çocuklar tarafından düzenlenen bir oyundur. Bir anlamda<br />
toprağın uyandığının da habercisi olan bu çiçekler, kırsal<br />
bölgelerde çocukların düzenlediği köy seyirlik bir oyundur.<br />
Çiğdemi gören çocuklar kendi aralarında hemen organize<br />
olurlar, torbalarını, heybelerini omuzlarına atarak, kösküç<br />
denilen ve çiğdem sökmede kullanılan ucu sivri değneklerini<br />
ellerine alırlar ve kırlarda çiğdem toplarlar. Yerel söyleyişlere<br />
göre söktükleri, kazdıkları veya topladıkları çiğdemleri<br />
kuru ve dikenli büyük bir çalıya soğanlarından saplarlar ve<br />
mahalle ya da köyde gezdirirler. Bu aynı zamanda kuru bir<br />
çalının yeşil ağaca dönüşünü de simgelemektedir. Kırlarda<br />
Çiğdem söken çocuklar ev ev dolaşarak yağ, bulgur ve<br />
ekmek toplarlar. Her evin önünde ise bir mani söylenir. Toplanan<br />
malzemeyle kadınların da yardımıyla pilav yapılır ve<br />
içine çiğdem çiçekleri ve soğanları atılır. Çiğdem pilavı adı<br />
verilen bu pilav bütün mahalle ve köy halkına ikram edilir<br />
(Oğuz 2014: 22). Mevsimsel ritüellerden birisi olan Çiğdem<br />
gezmesinin çiçeklerin toplanışından bütün köyün birlikte<br />
falling in succession from the sun to the air at first, to water<br />
in the second place and to the ground last. It is time<br />
to gather cracus. The Crocus Day ritual that takes place<br />
among the games played for the revival of nature is a play<br />
maintained by the children with the blooming of crocus. In a<br />
sense; these flowers, which are also precursor of spring are<br />
a theatrical village play maintained by the children in rural<br />
areas. Children who see crocus are immediately organized<br />
among themselves, they pick up their spiky spikes that are<br />
called as ‘’kösküç’’ are used for removing crocus and gather<br />
crocus in the countryside by slinging their bags and packsacks.<br />
According to local speakings, crocuses which are<br />
picked or gathered by the children are put into the large,<br />
dry and spiky bush and then they walk around the village<br />
with them. This also symbolizes the transformation of a dry<br />
bush to a green tree. In the countryside, children picking<br />
crocus gather oil, bulgur and bread by going from door to<br />
door. A turkish poem is read in front of every house. Pilaf is<br />
cocked with these collected materials and the help of the<br />
women and crocus flowers and bulbs are put into it. This pilaf<br />
called as Crocus pilaf is served all of the people in the<br />
village (Oğuz 2014: 22). It is obvious that Crocus Day which<br />
is one of the seasonal rituals bears the symbolic traces of<br />
calendar and season in the process of gathering the flowers<br />
and cocking and eating the food with all of the villagers. It is<br />
striking in terms of showing togetherness of the folk calendars<br />
and seasons that a dry bush is equipped with flowers,<br />
children and mostly women cook jointly and the whole vil-
yaptığı ve tükettiği yemeğe kadarki sürecinde takvimin ve<br />
mevsimin sembolik izlerini taşıdığı açıktır. Kuru bir çalının<br />
çiçeklerle donatılması, çocukların ve çoğunlukla kadınların<br />
<strong>ortak</strong> yemek pişirmesi, bütün köyün bu yemeği tüketmesi<br />
halk takvimi ve mevsimlerin birlikteliğini göstermesi açısından<br />
dikkat çekicidir.<br />
Türklerin yaşadığı geniş coğrafyada baharın ve yazın gelişi<br />
farklı tarihlerde kutlanır. Yeni yıl, yılbaşı, yeni gün (nevruz)<br />
gibi adlarla ifade edilen bahar bayramları Türkler ve akraba<br />
topluluklar arasında bugün de büyük bir coşkuyla kutlana<br />
gelmektedir. Bu günlere özgü; yaşamla ölüm, yeniyle eski,<br />
yazla kış, bollukla kıtlık gibi iki karşıt ana temanın çatışması<br />
ekseninde gelişen ritüeller, giderek takvimin evrimi içinde<br />
de bir anlam kazanmıştır. Hayvancı ve tarımcı topluluklar<br />
için bahar ılım noktasının önemi ve bunun önceden bilinip<br />
belirlenmesine duyulan gereksinim birçok takvimde yılın ve<br />
baharın başladığı gün olarak belirlenmesine neden olmuştur.<br />
On iki Hayvanlı Türk Takvimi’nde olduğu gibi özellikle<br />
Nevruzla yakından ilgili olan Selçuklu Güneş Takviminde<br />
(Takvim-î Celali) de amaç mevsimlerin doğru olarak gösterilmesi,<br />
başka bir deyişle bahar ılım noktasının her yıl aynı<br />
tarihe (Mart Dokuzu/21 Mart) denk gelmesiydi.<br />
Kuzey yarıkürede eski toplumların birçoğunda yeni yılın<br />
başlangıcı ilkbahar gün dönümüne/gün-tün eşitliğine<br />
(ekinoks 1 ), 21 Mart tarihine denk düşmektedir. Yeni yıl, eldeki<br />
belge ve bilgiler de doğrulamaktadır ki, Türklerde de<br />
baharda başlamaktadır. Baharla başlayan sadece yeni yıl<br />
değildir, yaşamın ve yaratılışın da baharla başladığına inanıldığını<br />
görürüz. Türk Mitolojisine göre, ilk insan baharda<br />
yaratılmıştır. Bu mitolojik anlam bir yeni yıl ve bahar bayramı<br />
olan Nevruz’u, basit bir takvim bilgisi ve yeni yıl başlangıcı<br />
olmaktan öte anlamlara taşır. Eski Babil’den Hindistan’a<br />
kadar uzanan coğrafyada 21 Mart’ı yılbaşı olarak kutlayan<br />
halkların tarihinde dinsel, kültürel, siyasal olaylar birikerek<br />
katmanlaşmış ve bayramın mitsel açıklaması ve anlamı<br />
değişmiş, yeni anlamlar yüklenmiş olsa da yeni yıl bayramlarında<br />
yeniden doğuş düşüncesinin ve yaratılışın simgesel<br />
tekrarı günümüze dek sürmüştür. Bu bir yaratılış arketipinin<br />
periyodik tekrarıdır. Yeni yıl bayramları topluluğun<br />
hayatının sürekliliğini sağlama alan/sağlama bağlayan<br />
ritüeller tarafından belirlendiği anlamına gelmektedir.<br />
Nevruz’un kutlandığı 21 Mart tarihi, zamanda böylesi bir<br />
andır ve artık bahardır. Nevruz’la kutlanan, kutsanan yeni<br />
yılın, yılın başlangıcının, baharın ve bereketin çok da karmaşık<br />
olmayan öyküsü bu olsa gerek.<br />
Halk takviminin Çiğdem gezmesinin ardından gelen önemli<br />
bir diğer günü ise Hıdrellez’dir. Hıdrellez, Hızır ve İlyas’ın<br />
• 1- Ekinoks sözcüğü, gece ve gündüzün eşitliğini ifade eden Latince<br />
aeques=eşit ve nox=gece sözcüklerinden oluşur. Solstiz ise, yıl içinde<br />
gecenin gündüzden ya da gündüzün geceden en uzun olduğu günü<br />
tanımlar.<br />
lage is consuming this food together.<br />
The coming of spring and summer is celebrated in different<br />
dates in the wide geographical region where the Turks live.<br />
The spring festivals, which are expressed in names such as<br />
new year, the start of year, new day (nevruz), are celebrated<br />
today with great enthusiasm among the Turks and the related<br />
communities. Accordingly, the rituals that develop on<br />
the axis of the conflict between two opposing main themes<br />
such as life and death, new and old, summer and winter,<br />
wealth and famine have gradually gained meaning in the<br />
evolution of the calendar. The importance of spring’s coming<br />
and need for it to be known and determined for the animal<br />
husbandry and agrarian communities have led to many<br />
calendars being set as the beginning of the year and spring.<br />
As in the Twelve Animal Cycle Turkish Calendar, the aim in<br />
the Seljuk Solar Calendar (Takvim-î Celali) closely related to<br />
Nevruz is to show the seasons correctly; in other words, the<br />
first day of the spring falls on the 21st March in every date<br />
and year. In most of the old societies in the northern hemisphere,<br />
the beginning of the new year falls on 21st March /<br />
day-day equality (equinox). All of available documents and<br />
information are also confirmed that every year starts with<br />
the spring as in the Turks. That beginning with the spring<br />
is not just a new year, we can see that life and creation are<br />
believed to begin with spring. According to Turkish mythology,<br />
the first human being was created in the spring. This<br />
mythological meaning means that Nevruz, which is a new<br />
year and spring festival, has more than a simple calendar of<br />
knowledge and the beginning of the new year.<br />
In the history of the people who celebrate the 21st of March<br />
as a New Year in the region extending from ancient Babylon<br />
to India; religious, cultural and political events become<br />
stratified cumulatively and even if the mythical explanation<br />
and meaning of the festival has changed and new meanings<br />
have been loaded, the symbolic repetition of creation<br />
and reincarnation in new year festivals have lasted until the<br />
day.This is a periodic repetition of a creation archetype. It<br />
means that the New Year holidays are determined by the<br />
rituals that provide the continuity of the community’s life.<br />
The date of 21st March which, is the day of Nevruz’s celebration,<br />
is such a moment in time and it is spring anymore.<br />
This should be the story of Nevruz, the blessed new year,<br />
the beginning of the year and the uncomplicated story of<br />
spring and abundance.<br />
Another important day that comes after the Crocus Day<br />
of folk calendar is the Hıdrellez (old-turkish celebration<br />
of spring ). Hıdrellez is celebrated as a spring festival that<br />
marks the beginning of the summer season and the end<br />
of the winter season with the belief that it is the day when<br />
Calendars that are shapped according to the time of the seasons<br />
157<br />
Mevsimlerin Zamanında Biçimlenen Takvimler
Common Heritage<br />
158<br />
Ortak Miras<br />
bir araya geldiği gün inancıyla kışın sona erip yaz mevsiminin<br />
başlangıcına işaret eden bahar bayramı olarak<br />
kutlanmaktadır. Geleneksel bayramlar içinde kutlama<br />
zamanını genel bir takvim geleneğinin belirlediği, mevsimlik<br />
bayramlar içinde yer alan bahar bayramlarından biridir.<br />
Bir geçiş dönemi olarak kutlanan Hıdrellez, bu yönüyle<br />
mevsimlik-takvimsel olarak uygulanan verimlilik ritleriyle<br />
ilişkilendirilebilir. Tüm bahar bayramları, verimlilik ritlerinin<br />
bugüne uzanan kalıntılarıdır. Bu tür kutlamalar, topluluğun<br />
(ve doğanın) bir durumdan diğerine geçişine eşlik eden<br />
ve edinilen yeni durum ve kimliği belirleyen tanımlayan<br />
bir süreçte, tam eşikte (geçiş anında) gerçekleşmektedir.<br />
Hıdrellez kutlamalarının temelinde de eskiden uzaklaşmak,<br />
yeniyi karşılamak, kutlamak, kutsamak, yeniden ve<br />
yeni durumdan bolluk-bereket ve sağlık dilemek, insanın<br />
çeşitli umarsızlıklarını gidermek, kötülüklere karşı korumak<br />
gibi beklenti ve tasarımlar yatmakta ve bunlara bağlı çeşitli<br />
inanç ve pratikler gerçekleştirilmektedir. Hıdrellez uygulamalarının<br />
hemen hepsinde bu özellikler açıkça görülür.<br />
Hıdrellez günü, eski takvimle (Rumi-Jülyen) 23 Nisan,<br />
günümüz takviminde (Miladi-Gregoryen) 6 Mayıs günüdür.<br />
Halk takviminin geleneksel uygulamaları içinde yılı ikiye<br />
bölen, 6 Mayıs’la başlayan 8 Kasım’a kadar 186 gün<br />
süren Hızır günleri (Ruz-ı Hızır) yaz mevsimini; 9 Kasım’la<br />
başlayan 6 Mayıs’a kadar süren 179 gün ise Kasım günleri<br />
(Ruz-ı Kasım) yani kış mevsimini oluşturan bir takvim kullanılmaktadır.<br />
Söz konusu takvimde yaz dönemi 6 Mayıs’ta<br />
başlamaktadır. 6 Mayıs güneşin Ülker burcuna girdiği, yılı<br />
ikiye bölen dönemin başı ve en eski takvimlere göre baharın<br />
başlangıcıdır. Hıdrellezin baharın başlangıcı kabulüyle<br />
bir takvim bilgisi olduğu kadar, yeni yıl mitlerindeki mitolojik<br />
anlamlarıyla hayatın yani yaratılışın ve yeni yılın da<br />
başlangıcıdır.<br />
Hıdrellez günü ve 6 Mayıs ilişkisi birçok yönden dikkate<br />
değerdir. Bu tarihin astronomik bilgiler, iklim ve doğa<br />
koşullarıyla bağlantılı olduğu da görülmektedir. Nitekim<br />
6 Mayıs tarihi söz konusu coğrafyadaki mevsim değişikliği<br />
ile açıklanmaktadır: Bu tarih güneşin Ülker burcuna girdiği<br />
bir zaman dilimidir. 6 Mayıstan itibaren (Hızır günleri) 8<br />
Kasım’a kadar Ülker yıldızını (astronomideki adıyla “pleyades”)<br />
2 güneşin batışından sonra görmek mümkün değildir.<br />
Bu tarihten sonra ise (8 Kasım) Hıdrelleze kadar güneş battıktan<br />
kısa bir süre görülür. Bu tarihlerin yılı astronomik ve<br />
doğaya uygun bir şekilde kış ve yaz olarak iki ana mevsime<br />
böldüğü görülmektedir. Ülker’in batışı, görünmez oluşu<br />
• 2- “Süreyya”, “Pervin” ve “yedi kız kardeş” adlarıyla da bilinen Ülker<br />
(pleyades) yıldızı astronomik olduğu kadar mitolojik bir yıldızdır. Dünyaya<br />
yakınlığı nedeniyle çıplak gözle izlenebilen güzel görünümlü, üzüm<br />
salkımı gibi ışıklı küçük bir yıldız kümesidir. Kutsal kabul edilen, denizcilere<br />
yol gösteren bir yıldızdır. Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale Şehitleri adlı<br />
şiirindeki ”Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsam oradan” dizelerinde atıfta<br />
bulunduğu bu yıldızdır.<br />
Hıdrellez, Prophets Hızır (Al-Khidr) and Ilyas (Elijah) come<br />
together. Among traditional festivals, it is one of the festival<br />
whose celebration time is determined by the general calendar<br />
tradition and takes place in seasonal festivals. Hıdrellez<br />
made according to seasonal calendars can be associated<br />
with productivity rituals in this respect. All spring festivals<br />
are the remnants of today’s productivity rituals. Such celebrations<br />
take place at the exact threshold (at the time of<br />
transition) in a process that identifies the new situation and<br />
identity that accompany the transition of the community<br />
(and nature) from one situation to another. Expectations<br />
and designs such as becoming distant from the old, welcoming<br />
the new year, celebrating, blessing, wishing health<br />
and abundance from the new situation, eliminating various<br />
despaires of people, protecting against evil lie at the bottom<br />
of the Hıdrellez celebrations and accordingly various beliefs<br />
and practices are realized. These properties are clearly seen<br />
in almost all Hidrellez practices.<br />
Hıdrellez Day falls on the 23rd of April according to the old<br />
calendar (Rumi-Jülyen), but it is the 6th of May according<br />
to the today calendar (Miladi-Gregorian). In the folk calendar<br />
used by the people, the year used to be divided into two:<br />
The period lasting 186 days between May 6 and November<br />
8 was summer, called the “Days of Hızır”, and the period<br />
lasting 179 days between November 8 and May 6 was winter,<br />
called the “Days of Kasım”. May 6 thus represents the<br />
end of winter and the start of the warm days of summer, a<br />
cause for celebration. As well as Hıdrellez is accepted as<br />
the beginning of spring, it is the beginning of the new year<br />
and the creation of life with the mythological meanings of<br />
new year myth. The relation between Hidrellez Day and May<br />
6th are remarkable in many ways. It is also apparent that<br />
this date is related with astronomical information, climate<br />
and natural conditions. As a matter of fact, the date of May<br />
6 is explained by the seosonal changes in the geography:<br />
This date is a time period when the sun enters the sign of<br />
Pleiades. It is not possible to see the Pleiades after the<br />
sunset from May 6 (Days of Hızır) to November 8. After this<br />
date (8th November), the sun will be seen for a short time<br />
until the Hıdrellez. It is seen that these dates are divided<br />
into two main seasons as winter and summer in accordance<br />
with the astronomical and nature of the year. the Pleiades’s<br />
sinking is considered as a visual sign for Hıdrellez and the<br />
beginning of the summer. All of the observations which,<br />
relates the division of the year to the stars and are related<br />
to the star of the Pleiades, live today in the tradition of the<br />
Turkish folk calendar. It is noted that this system based on<br />
the Pleiades is also found in Turkish and Mongolian culture<br />
environment.<br />
Hıdrellez, who takes his name from the names of Hızır
Hıdrellez ve yazın başlangıcı için görsel bir işaret olarak<br />
alınmaktadır. Yılın bölümlenmesini yıldızlarla ilişkilendiren<br />
ve Ülker yıldızına dair bu tür gözlemler, Türk halk takvim geleneği<br />
içinde bugün de yaşamaktadır. Ülker burcuna dayalı<br />
bu sistemin Türk ve Moğol kültür ortamında da bulunduğu<br />
kaydedilmektedir.<br />
Adını Hızır ve İlyas’ın adlarından alan Hıdrellez, Hızır ve<br />
İlyas peygamberlerin her yıl buluştuklarına inanılan gün<br />
olan 6 Mayıs’ta kutlanmaktadır. Anlatılara göre; Hızır ve<br />
İlyas, her yıl 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece, bir su kaynağı<br />
yakınında yüksekçe bir tepede (hıdırlık buluşurlar ve<br />
göğün en yüce katına seyahat ederler. Bu mitolojik buluşma/rastlantı<br />
sırasında ve sonrasında iyi şeyler gerçekleşir:<br />
doğa yenilenir, yiyecek, içecek ve benzeri ürünlerde bolluk<br />
görülür, hastalık ve sakatlık gibi rahatsızlıklar savuşturulur.<br />
Bu buluşma gününde beklenen Hızır’dır. Hızır’dan sağlık<br />
dağıtması, uğur, bereket getirmesi, kısmet ve talihi açması,<br />
mal ve servet kazandırması dilenir. Bunun için Hıdrellez’de<br />
gerçekleştirilenlerin hepsi, sonuçta dilek ve isteklerin yerine<br />
gelmesi için izlenen stratejinin bir ürünüdür.<br />
İnanışa göre Hızır Baba baharın müjdecisidir. Türlü çiçeklerden<br />
örülmüş cüppesi vardır. Al yemeni ile bastığı yerlerde<br />
güller açılır, bülbüller ötüşmeye, baharın bereketi her<br />
yerde kendini hissettirmeye başlar. Hızır, özellikle umudun<br />
tükendiği, çarelerin sona erdiği durumlarda yardıma<br />
çağrılan, çağrıldığında mutlaka geleceğine inanılan bir<br />
kültik-efsanevi kişilik ve kurtarıcıdır. Hızır güçlü kuvvetli, nur<br />
(Al-Khidr) and Ilyas (Elijah), is celebrated on May 6th which<br />
is the day believed that the Prophets of Khidr and Elijah<br />
meet each year on that day. According to the story; Khidr<br />
and Elijah meet on a high hill near a water source at night,<br />
connecting May 5th to May 6th and they travel to the upper<br />
heavens on stairs. During and after this mythological meeting<br />
/ coincidence, good things happen: nature is renewed;<br />
food, beverages and similar products are abundant as well<br />
as diseases and disabilities are prevented. Hıdır (Khidr) is<br />
waited on the day of the meeting. People expect from the<br />
Hızır to give luck, to bring fertility, to open fortune, to gain<br />
property and wealth. All that is done in Hıdrellez for this is<br />
a product of the strategy followed to fulfill the wishes and<br />
wants after all.<br />
According to the belief, Hızır Baba is the herhald of spring.<br />
He has a frock made of various flowers. The roses bring into<br />
blossom in the place where he keeps his feet on the ground,<br />
nightingales start to sing and the spring starts to feel itself<br />
in every place. Hızır is a cult-legendary personality and savior<br />
to be believed that he is surely come when he is called<br />
for help at the time of that hopes and helps are run out of. In<br />
spite of being a strong, powerful, cherub and white-bearded<br />
person; he often changes his identity and travels like a<br />
poor, beggar and thus he tests people.<br />
Entertainments are laid on because of Hıdrellez. People go<br />
to the recreational places. Fortune notes are pulled from the<br />
mouth of the rabbit, songs are sung and games are played<br />
Calendars that are shapped according to the time of the seasons<br />
159<br />
Mevsimlerin Zamanında Biçimlenen Takvimler
Common Heritage<br />
160<br />
Ortak Miras<br />
yüzlü, aksakallı bir kişi olmasına karşılık, çoğunlukla kimlik<br />
değiştirerek zavallı bir fakir, dilenci gibi dolaşır ve böylelikle<br />
insanları sınar. Hıdrellez nedeniyle eğlenceler düzenlenir.<br />
Halk mesire yerlerine gider. Niyetler çekilir, şarkılar söylenir,<br />
oyunlar oynanır (Karadağ 1978: 62). Anadolu’da Hıdrellez<br />
kutlamaları bu günde Hızır’ın kendilerini ve evlerini ziyaret<br />
edeceği düşüncesiyle, “Hızır hakkı” için tabir edilen<br />
hazırlıklarla başlar. Hıdrellez, Anadolu’nun kimi yörelerinde<br />
doğa ile iç içe olma anlamında ağaçlık-yeşillik yerlerde ve<br />
bir suyun kıyısında, kimilerinde mezar ziyaretlerini de içine<br />
alarak, “Hıdırlık” olarak anılan kutsallık atfedilmiş yerlerde<br />
kutlanır. Kutlamalarda Hızır’dan sağlık dağıtması, uğur, bereket<br />
getirmesi, kısmet ve talihi açması, mal ve servet kazandırması<br />
beklenir. Anadolu genelinde, olumlu anlamdaki hemen<br />
her konunun hallinde yardımın gelebileceği beklentisi,<br />
Hızır inancı ile birleştirilmiş bir görünüm sergilemektedir.<br />
Yardım, özellikle maddi dünyaya yönelik olup bolluk, bereket,<br />
zenginlik, uğur, şans, başarı ve kısmetin açılması; mal,<br />
mülk, çocuk gibi beklenti ve istekleri kapsamaktadır. Söz<br />
konusu beklenti ve isteklerin sağlanmasında Hızır en büyük<br />
yardımcıdır. Hızır’ın bu konuda yardımcı olması için dua etmek,<br />
oruç tutmak, kutsal yerleri ziyaret etmek, kurban kesmek,<br />
istek ve beklentileri kâğıda yazıp akarsuya bırakmak;<br />
bolluk ve bereket için ambarların kapaklarını açık bırakmak;<br />
zenginlik için gül dalına para asmak ya da gül dibine para<br />
gömmek; ev, araba, çocuk talebi için akarsu kıyısına çerden<br />
çöpten şekil ya da maket yapmak; sağlıklı olmak, hastalıkları<br />
uzak tutmak ya da şifa bulmak için baharın ilk yeşilliklerini<br />
toplayıp bunları hastalıklı yere sürmek, kaynatıp suyunu<br />
(Karadağ 1978: 62). Hıdrellez celebrations in Anatolia start<br />
with the preparations for “Hızır hakkı” with the thought that<br />
Hızır will visit them and their houses on this day. Hıdrellez<br />
is celebrated in some places of Anatolia including in some<br />
places in the wooden-green areas and near the waterside<br />
as well as the visits to the tombs are called as “Hıdırlık” to<br />
which the holiness is attributed. In the congratulations, it is<br />
expected from Hızır to distribute health, to bring luck, fertility,<br />
fortune and abundance, to gain wealth and money.<br />
In Anatolia, it is expected by the people that the help will<br />
be come in almost every case by Hızır and this is combined<br />
with Hızır belief. Help is especially for the material world and<br />
includes expectations and wants such as abundance, fortune,<br />
wealth, luck, success and marriage,goods, property<br />
and children. Hızır is the biggest helper in providing such<br />
expectations and requests. So many practices are made<br />
as part of Hıdırellez celebrations: to pray for Hızır to help in<br />
this matter, to fast, to visit the sacred places, to sacrifice, to<br />
write the wishes and anticipations on the paper and leave it<br />
to the stream; to leave the lids of the warehouses open for<br />
abundance; to hang money to rose tree or bury money in<br />
rose’s foot for wealth; making a model of home,car, children<br />
etc. in the seashore; to collect the first greens of spring and<br />
to put them to sickly places or to boil and drink its water in<br />
order to be healthy, to keep away from diseases or to find<br />
healing; to burn fire and jump over it in order to be purified;<br />
to tell fortunes in oder to have information about whether<br />
or not there is anything to be done; to pour the flour over
içmek; ateş yakıp üzerinden atlayarak arınmak; herhangi<br />
bir şeyin olup olmayacağı hakkında bilgi sahibi olmak için<br />
mantıvar, baht-caht, bahtiyar açmak, bir tür sınamada bulunmak,<br />
fala bakmak; Hızır’ın eve uğrayıp uğramadığını anlamak<br />
için ayak izini tesbit etmek amacıyla bezler üzerine<br />
un sermek ve daha pek çok işlem Hıdrellez kutlamalarının<br />
çevresinde kümelenmiştir.<br />
Bu kutlamalarda sergilenen pratikler Türk dünyasının <strong>ortak</strong><br />
kültürel mirası olarak baharı, uyanan doğa ile birlikte<br />
bolluk-bereketi ve üremeyi simgeleyen anlam ve öğelerle<br />
yüklüdür. Nevruz kutlamalarının kutsal simgeleri bu güne<br />
dair inanç motiflerinde kendini göstermektedir. Kutlama<br />
yerleri olarak subaşları ve kıyılarının seçilmesi, arınmak,<br />
sağlık ve şifa kazanmak, nazardan korunmak amacıyla<br />
yakılan ateş üzerinden atlanması, yine bu gün yapılan<br />
mezarlık ziyaretleri İslam öncesi eski Türk inanç sistemleri<br />
içinde önemli bir yeri olan su, ateş ve atalar kültüyle olan<br />
bağlarının günümüzde yaşayan simgeleri olarak görülmektedir.<br />
İslâmiyet’le birlikte İslâmi kültür çevresi içinde<br />
Nevruz’a yüklenen yeni anlam ve inançlar mitolojideki<br />
köklerine sadık bir biçimde, bu günü kutsallaştırmaktadır.<br />
Nevruz’un, yeni yıla ve bahara geçişi simgeleyen, topluluğun<br />
bir durumdan diğerine geçişine eşlik eden, tam da<br />
bu geçişte, yani eşikte gerçekleşiyor olması, tüm “geçiş<br />
ritleri”inde olduğu gibi kutsalla bağlantısını güçlendirmektedir.<br />
Kış-bahar çatışması; bir yanda yaşamın, dirliğin<br />
düzenliğin sonu, ölümün; öte yanda yeniden canlanmaya<br />
başlayan doğa ve kendini yeniden yaratan yaşamın simgesidir.<br />
Aslında aynı sonsuz döngünün birbirini biteviye izleyen<br />
iki evresi: ölüm ve diriliştir anlatılan. Kutlamalarda zamanın<br />
periyodik yenilenmesine, yeni bir yaratılışa yani “kozmogonik<br />
eylem”in tekrarına dönük pratikler izlenmektedir. Örneğin<br />
oruç, adak ve arınmalar, ateşi söndürme ve yakma, gürültü,<br />
patırtı, haykırışlar; tüm topluluğun günahlarını yüklendiği<br />
düşünülen aynı zamanda ataların, tanrıların ruhlarını<br />
temsil eden maskeli ve keçi kılıklı adamlar ve düzenlenen<br />
geçit alaylarıyla kötülüklerin, hastalıkların ve günahların<br />
yıllık olarak kovulmasına yönelik simgelerdir. Nevruz geleneğinde<br />
yerel ve bölgesel farklılıklara rağmen kutlamalarda<br />
sergilenen bir örnek ve kalıplaşmış davranışlar, son<br />
yıllarda daha çok bilgi ve belge sahibi olduğumuz Orta Asya<br />
Türk topluluklarında Nevruz’a ait inanç ve pratikler, simgesel<br />
özellikleriyle benzer ve <strong>ortak</strong> yanlar taşımaktadır. Bu da<br />
geleneğin, Türk dünyasının en eski <strong>ortak</strong> kültür kodlarından<br />
biri olduğunu ortaya koymaktadır.<br />
Yeni yıl tüm topluluk için yeni hasat üzerindeki tabunun<br />
kaldırılmasına eş değerdir. Böylece hasat tüm topluluk<br />
için yenilebilir ve kullanılabilir hale gelir. Farklı mevsimlerde,<br />
ayrı zamanlarda olgunlaşan birden fazla tür tahıl ve<br />
meyve ekimi yapılan yerlerde kimi zaman birden fazla yeni<br />
the fabric in order to identify footprints of Hızır.<br />
The practices exhibited in these celebrations as a common<br />
cultural heritage of the Turkish world have meanings and<br />
elements symbolizing abundance and fertility. The holy<br />
symbols of Nevruz celebrations show themselves in the<br />
motives of faith in this day. Selecting the banks and coasts<br />
as the places of celebration; jumping over the fire in oder to<br />
be purified, to gain health and healing and to protect from<br />
evil eye; visiting the cemetery again today are regarded as<br />
the symbols relations with water, fire and ancestor cults<br />
that have an important place in pre-Islamic Turkish belief<br />
systems have lived today. The new meanings and beliefs<br />
that have been burdened to Nevruz in the Islamic cultural<br />
environment together with Islam are sacralized this day<br />
veraciously to the roots of mythology. The fact that Nevruz<br />
is accompanied by a transition from one state to another,<br />
symbolizing the new year and spring transition, is precisely<br />
realized in this transition, strengthens the connection to the<br />
sanctuary as if all “transitional rituals.” winter-spring conflict<br />
is the symbol of one side the end of life and the death;<br />
the other side the revitalisation of the nature and revival of<br />
the life. In fact, the same infinite cycle and two successive<br />
phases following each other are death and resurrection. It<br />
is seen in the celebrations that there are periodic renewal<br />
of the time; that is to say, a new creation or “cosmogonic<br />
action”. For example fasting, offering and purification, extinguishing<br />
and burning the fire, noise, fuss, cries are the<br />
symbols that are for getting rid of evils, diseases and sins on<br />
an annual basis with the pageantry made by masked and<br />
goat-shaped men who represent the souls of the gods and<br />
carry the sins of people. Despite the local and regional differences<br />
in the Nevruz tradition, Nevruz’s beliefs and practices<br />
in the Central Asian Turkic communities that we have<br />
more examples and stereotyped behaviors displayed at celebrations<br />
in recent years, have more similarities and commonalities<br />
with their symbolic features. This reveals that the<br />
tradition is one of the oldest common culture codes of the<br />
Turkish world.<br />
The new year is equivalent to the removal of the taboo on<br />
the new harvest for the whole community. Thus the harvest<br />
can be edible and available for the entire community. It is<br />
observed that there are more than one new year festival in<br />
the places where more than one type of grain and fruit is<br />
matured at different times at different seasons. This means<br />
that it is determined by the rituals which regulate the renewal<br />
of the time sections of the food reserves; that is to<br />
say, the rituals that establish the continuity of the life of the<br />
community (Eliade 1994: 61).<br />
Historical time has difficulty in the face of birth and death<br />
Calendars that are shapped according to the time of the seasons<br />
161<br />
Mevsimlerin Zamanında Biçimlenen Takvimler
Common Heritage<br />
162<br />
Ortak Miras<br />
yıl bayramı olduğunu görülür. Bu zaman bölümlerinin yiyecek<br />
rezervlerinin yenilenmesini düzenleyen ritüeller, yani<br />
bir bütün olarak topluluğun hayatının sürekliliğini sağlama<br />
bağlayan ritüeller tarafından belirlendiği anlamına gelmektedir<br />
(Eliade 1994: 61).<br />
Tarihsel zaman, doğum ve ölüm karşısında yeniden ve<br />
yeniden zorlanmaktadır. Çizgi her an bir yerlerinden kırılmakta<br />
ve ilerleyen ya da basamak çıkan zaman döngüsel<br />
zaman karşısında zorlanmakta, çizgisini kapalı, dış etkiden<br />
korunmuş bir hale getirememektedir (Çamuroğlu 2005: 17).<br />
Günümüzün büyük kentlerinde doğanın döngüsündeki<br />
görünürlük kırsal yaşam biçimlerindeki kadar belirgin<br />
değildir. Ancak mevsimler ve iklimlerin yaşamsal pratikler<br />
üzerindeki etkisi devam etmektedir. Her ne kadar kentlerin<br />
zamanı düz bir çizgide/doğrusal ilerliyor olsa da insan<br />
bedeni döngüsel bir takvimi takip etmektedir. Zamanın<br />
algılanması ve kavramlaştırılması, mevsimler ve takvimler<br />
içinde edilen alışkanlıklar, gelenekler bugün de canlı ve diri<br />
bir biçimde yaşamaya, toplumsal hafızayı tazeleyerek insanı<br />
ve yaşamını önemli ve değerli kılmaya devam ediyor. Söz<br />
konusu bu takip, doğa takvimi aracılığıyla insana ve zamana<br />
<strong>ortak</strong> bir beden kazandırmaktadır. Sözü edilen bu <strong>ortak</strong>lık,<br />
yerel ve evrensel özellikler taşıması açısından da önemlidir.<br />
Günümüzde kent merkezlerinde düzenlenen doğa takvimi<br />
etkinliklerin doğa-insan-zaman arasındaki döngüye yönelik<br />
yeniden farkındalık oluşturmayı hedeflediği görülmektedir.<br />
again and again. The line is broken at any moment and it<br />
is difficult in the face of the cyclic time that gets along or<br />
ascends a stair, but it does not make the line closed and<br />
protected from external effect (Çamuroğlu 2005: 17).<br />
In today’s big cities, visibility in the cycle of nature is not as<br />
clear as in the rural lifestyles. However, the effects of seasons<br />
and climates on vital practices continue. Although the<br />
cities’ time is moving in a straight line, the human body is<br />
following a cyclical calendar. The perception and conceptualization<br />
of the time, the habits gained in the seasons and<br />
the calendars as well as the traditions continue to make life<br />
important and valuable by refreshing the social memory<br />
and live today alive. In other words, this pursuit brings a<br />
common body to man and time through natural calendar.<br />
This partnership is also important in terms of local and universal<br />
traits. It is observed that the natural events calendar<br />
organized in urban centers today aim to raise awareness<br />
about the cycle between nature and man.<br />
REFERENCES<br />
• Eliade, Mircea. Ebedi Dönüş Mitosu, (çev. Ümit Altuğ), Ankara: İmge Yay.,<br />
1994.<br />
• Boratav, Pertev. 100 Soruda Türk Folkloru, İstanbul: Gerçek Yay., 1999.<br />
• Bourgoing, Jacqueline. Takvim Zamanın Efendisi midir?,İstanbul: YKY, 2015.<br />
• Çamuroğlu, Reha. Dönüyordu Bektaşîlikte Zaman Kavrayışı, İstanbul: Kapı<br />
Yay., 2005.<br />
• Çoruhlu, Yaşar. Türk Mitolojisinin Ana Hatları, İstanbul: Kabalcı Yay., 2002.<br />
• Erginer, Gürbüz. Uşak Halk Takvimi Halk Meteorolojisi, Ankara: Türk Tarih<br />
Kurumu Yay., 1984.<br />
• Karadağ, Nurhan. Köy Seyirlik Oyunları, Ankara: İş Bankası Kültür Yay., 1978.<br />
• Kutlu, M. Muhtar. “Anadolu’da Nevruz Kutlamalarının Ritüel Niteliği”,
KAYNAKÇA<br />
• Eliade, Mircea. Ebedi Dönüş Mitosu, (çev. Ümit Altuğ), Ankara: İmge Yay.,<br />
1994.<br />
• Boratav, Pertev. 100 Soruda Türk Folkloru, İstanbul: Gerçek Yay., 1999.<br />
• Bourgoing, Jacqueline. Takvim Zamanın Efendisi midir?,İstanbul: YKY, 2015.<br />
• Çamuroğlu, Reha. Dönüyordu Bektaşîlikte Zaman Kavrayışı, İstanbul: Kapı<br />
Yay., 2005.<br />
• Çoruhlu, Yaşar. Türk Mitolojisinin Ana Hatları, İstanbul: Kabalcı Yay., 2002.<br />
• Erginer, Gürbüz. Uşak Halk Takvimi Halk Meteorolojisi, Ankara: Türk Tarih<br />
Kurumu Yay., 1984.<br />
• Karadağ, Nurhan. Köy Seyirlik Oyunları, Ankara: İş Bankası Kültür Yay., 1978.<br />
• Kutlu, M. Muhtar. “Anadolu’da Nevruz Kutlamalarının Ritüel Niteliği”,<br />
Uluslararası Nevruz Sempozyumu (21–23 Mart 2000) Bildirileri, s. 109–114,<br />
Ankara, 2001.<br />
• Kutlu, M. Muhtar. “Umudun Efendisi Hızır ve Hıdrellez”, Komşu Kültürler ve<br />
Diyalog (Balkanlar, Bulgaristan ve Türkiye), Diyalog için Halk Bilimi Projesi,<br />
s. 91-95. Ankara: Ayrıntı Basımevi, 2012.<br />
• Lvova, E. L. vd, Güney Sibirya Türklerinin Geleneksel Dünya Görüşleri,<br />
Kainat ve Zaman. Nesneler Dünyası,(çev. Metin Ergun). Konya: Kömen Yay.,<br />
2013.<br />
• Oğuz, M. Öcal. Bozok Yazıları, Ankara : Geleneksel Yay., 2014.<br />
Uluslararası Nevruz Sempozyumu (21–23 Mart 2000) Bildirileri, p. 109–114,<br />
Ankara, 2001.<br />
• Kutlu, M. Muhtar. “Umudun Efendisi Hızır ve Hıdrellez”, Komşu Kültürler ve<br />
Diyalog (Balkanlar, Bulgaristan ve Türkiye), Diyalog için Halk Bilimi Projesi,<br />
p. 91-95. Ankara: Ayrıntı Basımevi, 2012.<br />
• Lvova, E. L. et.al., Güney Sibirya Türklerinin Geleneksel Dünya Görüşleri,<br />
Kainat ve Zaman. Nesneler Dünyası,(çev. Metin Ergun). Konya: Kömen Yay.,<br />
2013.<br />
• Oğuz, M. Öcal. Bozok Yazıları, Ankara : Geleneksel Yay., 2014.<br />
•<br />
Calendars that are shapped according to the time of the seasons<br />
163<br />
Mevsimlerin Zamanında Biçimlenen Takvimler
Öğr.Gör.Dr. Ulanbek ALİMOV<br />
Bilge Yapım<br />
Yaşam tarzımızla ve inançlarımızla ilgili ortaya çıkan<br />
oyunlar daha sonra birer spor dalına dönüşmüştür.<br />
The emerging games about our lifestyle and beliefs have turned into sports
Türk boyları tarih öncesi dönemden tarihi döneme, tarihten günümüze zengin kültürlerini<br />
kuşaktan kuşağa bir miras olarak getirmişlerdir. Bu kültür dairesi içerisinde inanç<br />
sistemleri, yaşam şekilleri ve diğer kültürlerle olan bağlar zengin bir mirasın oluşmasına<br />
uygun ortamlar yaratmıştır. Zengin olan kültürün içerisinde spor kendine has özellikleriyle<br />
günümüze ulaşmıştır. Çalışmamızda Türk Dünyasında yaygın bir şekilde devam<br />
ede gelen geleneksel spor dallarını ele alacağız. Yaşam tarzımızla ve inançlarımızla ilgili<br />
ortaya çıkan oyunlar daha sonra birer spor dalına dönüşmüştür.<br />
09<br />
Türklerde Spor Kültürü<br />
The sports culture in Turks<br />
The Turkic tribes perpetuated their rich culture as a heritage, from the prehistoric era<br />
to the historic period and from history until today. Within this cultural circle, belief systems,<br />
lifestyles and ties with other cultures have created appropriate environments for<br />
the formation of a rich heritage. In the rich culture, the sport has reached today with its<br />
specific features. In our work we will consider the traditional sports branches which have<br />
been going on in the Turkic World in a widespread manner. The emerging games about<br />
our lifestyle and beliefs have turned into sports.
Common Heritage<br />
166<br />
Ortak Miras<br />
Avcı göçebelikten yarı göçebeliğe, yarı göçebelikten yerleşik<br />
hayata, tarımla ve ziraattan sanayi toplumuna geçişlerle<br />
birlikte şeklen değişiklik gösteren oyunlar ilk başlarda hayatta<br />
kalabilmek için yapılan mücadeleyle birlikte devam<br />
etmiştir. Daha sonraki dönemlerde oyunlar kültürümüzdeki<br />
doğum, evlilik ve ölüm gibi geçiş dönemlerinde yapılan<br />
düğün, şenlik ve yas törenlerindeki ritüellerin içerisinde<br />
inançlarla yoğrularak devam ettirilmiştir. Daha sonraki<br />
çağdaşlaşmayla birlikte geleneksel oyunlar spor dallarına<br />
dönüşmüştür.<br />
Çalışmamızda Türklerin İslam öncesi inanç sistemleri, İslam’a<br />
geçtikten sonraki ve günümüzdeki durumları dikkate<br />
alınarak değerlendirmeler yapılmaya çalışılacaktır. Çünkü<br />
spor dallarının ortaya çıkışında kültürümüzün bütün dalları<br />
etkili olmuştur. Spor dallarının ortaya çıkışındaki zekâ,<br />
yiğitlik, erdemlilik, güç, cesaret, edep, gelenek gibi durumların<br />
tamamı tek taraflı düşünülemez. Düşünce, müzik, inanç,<br />
gelenekler, görenekler, kıyafetler, sözlü kültür ve daha<br />
birçok özellikler oyunun oluşmasında etkili olmuştur.<br />
Türklerin geleneksel spor dallarının ortaya çıkışına sebep<br />
olan av – savaş – yarış –oyun gibi kavramlar özellikle dikkat<br />
edilmesi gereken konulardır. Bilim adamları tarafından<br />
oyunların ortaya çıkışıyla ilgili birbirinden farklı görüşlerle<br />
birlikte birbirlerini tamamlayan ve destekleyen görüşleri<br />
olmuştur. Bazı bilim adamları oyunlar inançların etkisiyle<br />
ortaya çıkmıştır demişlerdir (Бичурин Н.Я, 1950; Липец,<br />
1981: 135-148; Потапов, 1953: 120-133). Hatta Hollanda’lı<br />
Games that changed in shape along with the transitions respectively,<br />
from the hunter nomadic life to semi-nomadic<br />
life, from semi-nomadic life to permanent settlement, from<br />
agriculture and cultivation to industrial society, were initially<br />
in existence in company with the struggle to survive. In<br />
the following periods, the games were maintained by being<br />
mixed with the beliefs within the rituals of weddings, festivals<br />
and mourning ceremonies during the transition periods<br />
such as birth, marriage and death. Along with the later<br />
modernization, traditional games have turned into sports.<br />
In our study, we will try to make assessments taking into account<br />
the pre-Islamic belief systems of the Turks and the<br />
situations that occurred after they accepted Islam and their<br />
final situations at present day. Because all the branches of<br />
our culture have been influential in the emergence of sport<br />
branches. All of the situations such as intelligence, valor,<br />
virtue, power, courage, decency, tradition in the emergence<br />
of sports can not be unilaterally considered. Thought, music,<br />
beliefs, traditions, customs, clothes, oral culture and<br />
many other features have been effective in the formation<br />
of the game.<br />
The concepts such as hunting- war- racing-game which<br />
caused the emergence of the traditional sports branches<br />
of the Turks are of particular concern. Scientists have had<br />
different opinions about the emergence of the games, together<br />
with complementary and supportive ideas. Some<br />
scholars said that games had emerged under the influ-
tarihçi Huizinga’ya göre “oyun” kültürü yaratmıştır (Huizinga<br />
1995:21).Bütün görüşlerin ışığında Türk Dünyasının ve<br />
Akraba Topluluklarında yaygın olarak oynanan geleneksel<br />
oyunlar ile spor dallarına dönüşmüş hallerini birlikte<br />
değerlendirecek olursak “Türk Boylarının Spor Kültürü<br />
kendi içerisinde her taraftan bir bütünlüğe sahip olduğunu<br />
ve birbirlerini tamamlayan homojen bir özellik taşıdığını<br />
söyleyebiliriz. Oyunların, yarışların türlerine bakacak olursak<br />
çok çeşitlerinin olması bir taraftan harekete dayalı diğer<br />
taraftan zekâya dayalı olmaları birbirlerini beslemekte ve<br />
tamamlamakta olduğunu göstermektedir.”<br />
Biz bütün bu oyunları kültürel kaynaklarımızdan ve tarihimizden<br />
izlerini bulabilmekteyiz. Sözlü kültürümüzde<br />
önemli yeri olan mitlerde, atasözlerinde, lakaplarda,<br />
bilmecelerde, efsanelerde, destanlarda ve halk hikâyelerde<br />
oyunlar hakkında birçok bilgiye ulaşabilmekteyiz. Oğuz<br />
Kağan, Dede Korkut, Manas, Alpamış, Köroğlu gibi Türk<br />
Dünyasının <strong>ortak</strong> mirası olan destanlarımız eşsiz kaynak<br />
niteliğindedir. Türk boylarının yaşadığı coğrafyada rastladığımız<br />
kaya üzerindeki resimler ve yazılar tarihi yazılı<br />
kaynaklarımız sayılmaktadır. KâşgarlıMahmud ve YusufHas<br />
Hacib gibi Türk büyüklerinin eserlerinde oyunlarla ilgili hazine<br />
değerinde bilgiler mevcuttur.<br />
Oyunları çocukluktan itibaren her yaşa göre oynandığını<br />
biliyoruz. Özellikle çocuk oyunları didaktik işleve sahiptir.<br />
Oyunların yardımıyla çocukları gerçek yaşama hazırlayarak<br />
kendi ayakları üzerine durmayı öğretmişlerdir. Oyunların<br />
kuralları bu anlamda özel anlama sahip olup bu kuralların<br />
yaşamın her alanında olacağını çocuklara aşılamaktadır.<br />
Ayrıca her oyunun galibi ve yenileni ile ödül ve cezanın<br />
olması çocuklara hayattaki birbirinden farklı durumları<br />
kolayca anlamasına yardımcı olmaktadır. Çocuk oyunları<br />
ile daha sonraki dönemlerde oynanan spor dallarına da<br />
hazırlanması adeta bir anne-baba ve çocukile çevredeki<br />
çocuklar arasındaki bağları pekiştirmektedir. Bu bağ daha<br />
sonra usta çırak ilişkisini doğurmaktadır. Ustalar çocukların<br />
arasından kendi alanlarına göre daha iyilerini seçerek özel<br />
zaman ayırmaya başlarlar. Örneğin usta güreşçiler çocukların<br />
arasından daha çevik, daha güçlü ve istekli olanları<br />
seçerek yetiştirmesi gibi. Bu bağ geleneklerimizin en önemli<br />
unsuru olup değerlerimizi kuşaktan kuşağa aktarmada özel<br />
yer tutmaktadır. Ustalar çıraklarına sadece oyunla sınırlı<br />
kalmayıp bu oyunu besleyen bütün adetleri, adapları, diğer<br />
geleneklerle olan bağlarını zaman içerisinde aktarmaktadır.<br />
Ayrıca oyunla ilgili hatırları, tecrübeleri anlatırlar. İşte<br />
bu anlatılar daha sonra hikâye, destan, lakap, atasözü ve<br />
diğer türler olarak karşımıza çıkarlar. Bu oyunlar mahalli,<br />
bölgesel, milli ve evrensel özelliklerde birleşirler. Oyunların<br />
tarihteki yaşam şekillerine göre değişebilir olma özelliği da<br />
söz konusudur. Biz Türlerin Spor Kültürü Tarihinde olan bazı<br />
ence of beliefs. (Бичурин Н.Я, 1950; Липец, 1981: 135-148;<br />
Потапов, 1953: 120-133). Even according to the Dutch historian<br />
Huizinga, it has created a culture of “play”.(Huizinga<br />
1995:21). In the consideration of all views, if we evaluate<br />
together with the traditional games and their forms that<br />
transformed into sporting branches in the Turkic World and<br />
the Relative Communities, we can say that Sports Culture of<br />
Turkic Tribes has a totality in its entirety in every aspect and<br />
has a homogenous character complementing each other. If<br />
we have a look at the types of races and games, this much<br />
is certain that “they have many varieties, in one sense they<br />
are based on action, on the other hand they are predicated<br />
on intelligence, and they are both fostering and complementing<br />
each other”.<br />
Traces of all these games are found in our cultural resources<br />
and history. We have access to a great deal of knowledge<br />
about myths, proverbs, nicknames, riddles, legends<br />
and folk stories, which occupy an important place in our<br />
oral culture. Our epics, such as Oguz Kagan, Dede Qorqut,<br />
Manas, Alpathis, Köroğlu which are the common heritage of<br />
the Turkic world have the characteristics of unique sources.<br />
The engraved figures and writings on the rock that we encountered<br />
in the geographical region where the Turks live<br />
are considered to be our historical written sources. There<br />
exist information to the value of treasury related to the<br />
games in the works of Turkic elders, Kâşgarlı Mahmud and<br />
Yusuf Has Hacib.<br />
Obviously games are known to be played by people of all<br />
ages from childhood. Especially kids plays (games) have didactic<br />
function. They have taught the children to stand on<br />
their own feet, preparing for real life by means of games.<br />
The rules of the plays have a special meaning in this sense<br />
and they instilled the existence of these rules in every area<br />
of life into the children. In addition, the winner, loser and<br />
prize of each play help children easily understand the different<br />
situations in life. At the same time, as the kids plays<br />
are also the preparation for sports branches played in later<br />
periods, they also reinforce the bonds between parents and<br />
children and between the children and environment. This<br />
bond then leads to master apprentice relation. Masters begin<br />
to qualify the better ones among children and then to<br />
spare special time for those. For example, the master wrestler<br />
chooses the more nimble, stronger and more willing<br />
ones among the children. This bond is the most important<br />
element of our traditions and has a special place in transferring<br />
our values from a generation to the other. Masters<br />
training to their apprentices is not only limited to play, but<br />
also they transfer all the customs, good manners and traditions<br />
that nourish this play over time. They will also tell you<br />
about the memories and experiences related to the game.<br />
The Sports Culture in Turks<br />
167<br />
Türklerde Spor Kültürü
Ortak Miras<br />
Common Heritage<br />
168
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />
accusa quo quunt.<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />
quo quunt.<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
The Sports Culture in Turks<br />
169<br />
Türklerde Spor Kültürü
Common Heritage<br />
170<br />
Ortak Miras<br />
oyunlar ele almaya çalışacağız.<br />
Günümüze ulaşan bir başka tarihi atlı oyun da cirittir. Bütün<br />
Türk ülkelerinde severek yapılan bir spordur. Cirit sporu milli<br />
kültürümüzün bir parçası olan çeviklik, ustalık, beceri, zekâ,<br />
yiğitlik, bağışlama gibi erdemlerini yansıtır. Cirit oyunlarında<br />
tek hedef, sadece askeri değil aynı zamanda atı da savaşa<br />
hazırlamaktı.<br />
Osmanlılarda Lahanacılar ile Bamyacılar arasındaki çekişmelerle<br />
bilinenCirit, Günümüzde Türkiye’de tekrar revaç bulan<br />
bir spor dalı haline geldi. Birçok ilimizdeki atlı spor kulüpleri<br />
karşılaşmalar yaparak bu tarihi oyunumuzu yaşatıyor.<br />
Cirit müsabakası öncesinde ve esnasında davul ve zurnayla<br />
Köroğlu ve Cezayir türküsü gibi parçalar çalınır. Amaç ciritçileri<br />
müsabakaya hazırlamaktır.<br />
Cirit oyununda iki takım bulunur. Bu takımlar cirit alanında<br />
karşılıklı olarak 6’şar, 8’er veya 12’şer kişi olarak dizilirler.<br />
Ciritçiler bölgesel giyimleriyle atlarına biner. Sağ ellerine<br />
atacakları ilk ciridi diğer ellerine de yedek ve yetecek miktarda<br />
cirit alırlar. İki tarafın birinden bir atlı öne fırlar, karşı<br />
dizinin önüne 30-40 metre kadar yaklaşır. Karşı tarafın oyuncularından<br />
birisinin adını seslenerek meydana davet eder.<br />
Sağ elindeki ciridi ona doğru savurur, sonra geri döner, atını<br />
kendi dizisine doğru mahmuzlar. Davet edilen oyuncu hızla<br />
takip eder, elindeki ciridi geri dönüp kaçan oyuncuya fırlatır.Bu<br />
kez ilk oyuncunun çıktığı sırada diğer bir ciritçi onu<br />
karşılar. İkinci diziden çıkan, sırasındaki yerini almak için<br />
süratle yerine dönmeye çalışır. Bu defa rakibi onu kovalar<br />
ve ciridini atar.Oyun böylece sürer. Cirit isabet ettiren ciritçi<br />
takımına bir sayı kazandırır. Eğer ciritçi attığı çevgeni rakibine<br />
değil de ata isabet ettirmişse bir sayı kaybeder. Ciritçi<br />
karsı taraf oyuncusundan kendisini sakınmak için çeşitli<br />
hareketler yapar, atin sağına soluna, karnının altına, boynuna<br />
ağar. Bazı ciritçiler rakibi kaçıp dizinine ulasana kadar<br />
üç-dört cirit savurarak isabet ettirmek suretiyle sayı toplar.<br />
Cirit aynı zamanda bir centilmenlik oyunudur. Bazen yüzde<br />
yüz isabet alanında olduğu halde rakip bağışlanır.<br />
Atla yapılan sporlar arasında at üzerinde ok atma da vardı.<br />
Zaten at üzerinde ok atmayı da içinde barındıran sürek avları<br />
önemli bir spor etkinliği sayılabilir.<br />
Türklerde okçuluğun tarihi Türklerin tarih sahnesindeki<br />
varlığı kadar geriye gider. İslâm öncesi dönemde olduğu gibi<br />
İslâmiyet’i kabul etmelerinden sonra da Türkler okçuluktaki<br />
ustalıklarını devam ettirdiler. Türklerin belirleyici vasıflarından<br />
olan okçuluk, Türk tarihinin kültürel yapı taşlarının en<br />
önemlilerindendir. Türkleri diğer milletlerden farklı kılan<br />
pek çok özelliklerden biri de savaş sanatında gösterdikleri<br />
mahirane başarılardır. Askerî unsur olarak istifadenin yanı<br />
Then these stories are followed by stories, epic poems,<br />
nicknames, proverbs and other genres. These games unite<br />
in local, regional, national and universal features. Games<br />
also have a feature of diversity according to the life style in<br />
history. We will try to address some of the games that are in<br />
the History of the Sports Culture of the Branches.<br />
The extant example, Jereed (Javelin) is a historic equestrian<br />
game. It is fondly played in all the Turkic countries. The<br />
game (sports) of Jereed (Javelin) reflects virtues such as<br />
agility, mastery, skill, intelligence, valor, forgiveness that<br />
are also part of our national culture. The only goal in the<br />
Jereed games was not only to prepare the military, but also<br />
to prepare the horse for war.<br />
Known for the controversy between the Lahanacılar and the<br />
Bamyacılar (the cultivators of “cabbage “and “okra” respectively)<br />
in the Ottoman Empire, Jereed has recently become<br />
a popular sporting branch once again in Turkey. In many<br />
cities our equestrian sports clubs perpetuate this historical<br />
game by tournaments.<br />
Before and during the Jereed competition, folk songs such<br />
as Köroğlu and Algeria are performed with drums and horns.<br />
The aim is to make the player (jereed-javelin thrower) ready<br />
to compete.<br />
In principle, there are two teams in the game of jereed.<br />
These teams stand in a row, facing each other, including 6,<br />
8 or 12 persons per team in the field of jereed. Jereed players<br />
are mounted on horses with their regional costumes.<br />
The players will hold the first jereed with their right hands,<br />
and hold a spare one and adequate amounts of those with<br />
other hands. A rider from one of the sides rushes forward<br />
and approaches up to 30-40 meters in front of the opposing<br />
row. He calls out the name of one of the player of the<br />
other side and invites him to the ground. And then he rolls<br />
the jereed in his right hand over to him, goes back, and<br />
spurs his horse towards to his row. Subsequently the challenged<br />
player follows him quickly, throws the jereed to the<br />
player running away. This time, when the first player rushes<br />
forward, another player opposes him. The player of second<br />
row tries to return quickly to get his place. This time his<br />
opponent chases him and throws his jereed. Thus and so<br />
the game goes on. Any player who succeeds in hitting the<br />
jereed to his rival scores a point, but they lose point if the<br />
jereed hits the horse instead of the player. The jereed player<br />
makes various maneuvers to evade rival player, he leans to<br />
the bottom of abdomen, towards to neck and both sides of<br />
the horse. Some players score by hitting three or four jereeds<br />
until the opponent runs away and reaches his row. Jereed<br />
is a gentlemanship game at the same time. Sometimes<br />
the opponent is forgiven even if he is totally in the field of
sıra ok ve yay’a dair Türk tefekküründe oluşan bir takım siyasî,<br />
hukukî ve sosyal manalar son derece köklü izler bırakan<br />
ve bu meyanda yansımaları ile hafızalarda temerküz<br />
eden değerlerdir. Savaş silahı olmasının yanı sıra günlük<br />
hayatın bir parçası olan ok’un kullanımı Türk tarihinin bilinen<br />
en eski dönemine kadar uzanmaktadır. İslâmiyet’ten<br />
önce Türk yaşayışına damgasını vuran okçuluk İslâmiyet’ten<br />
sonra inanç ve düşünüş zemininde aynı canlılığını muhafaza<br />
etmiştir. Asırlar boyunca savaşların değişmez silahı olan<br />
ok ve yay Türk zaferlerine katkı sağlayan en önemli etkendi.<br />
(Tülay Metin, 2014,131-153)<br />
Türk tarihinde, ok ve yay ateşli silahların gelişmesine kadar<br />
çağlar boyunca uzak mesafeden kullanılan en önemli<br />
silah oldu. Sonraki dönemlerde de okçuluk bir spor olarak<br />
varlığını sürdürdü.Türk yayları ve okları çok ince ustalık gerektiren<br />
yapım süreçleriyle imal edildi. Türk okçuları malzemelerin<br />
özellikleri ve maharetleriyle ok atmada üstün<br />
bir beceri kazandı. Bugün İstanbul’da bir semte adını veren<br />
Ok Meydanı dünya okçuluk tarihinde benzeri olmayan bir<br />
örnek olarak varlığını duyurdu.Bu meydanda ok atış talimleri<br />
ve yarışmaları yapıldı ve en uzun menzillere işaret taşları<br />
dikildi. Okun atıldığı yere ayak taşı, düştüğü yere ana taşı<br />
dikilip bunlar da bir deftere kaydedildi. Okçuluğa o kadar<br />
önem verilirdi ki bir kanunname bile çıkarılmıştı. Yarışmalara<br />
padişahlar da iştirak eder ve onlar da rekorlar kırardı.<br />
Bir ara kaybolmaya yüz tutan geleneksel okçuluk son yıllarda<br />
yeniden canlandı. Okçular tekkesi ihya edildi ve yeniden<br />
hitting. The Horseback (Mounted) Archery used to be one<br />
of the riding sports. Anyway, the battues including mounted<br />
archery is deemed to be an important sporting event.<br />
The history of archery in Turks dates back to past as far as<br />
the existence of Turks in the stage of history. After accepting<br />
Islam as it was in the pre-Islamic period, the Turks perpetuated<br />
their ingenuity in archery. Archery, one of the decisive<br />
characteristics of the Turks, is the most important one of the<br />
cultural building blocks of Turkic history. One of the many<br />
features that differs Turks from other nations is their success<br />
in the martial arts. In addition to the benefit as a military<br />
element, a number of political, legal and social meanings<br />
emerge in Turkic consideration relating to arch and<br />
arrow, are the dignities that leave extremely deep-rooted<br />
traces and that are concentrated on memories accordingly<br />
with their reflections. In addition to being a weapon of<br />
war, using the arrow as a part of daily life, dates back to<br />
the oldest known period of Turkic history. Archery, which<br />
left its mark on the Turkic life style before Islam, preserved<br />
the same vitality on the ground of belief and thought after<br />
the acceptance of Islam. The arrow and the bow, the invariable<br />
weapons of wars, had been the most important factor<br />
contributing to Turkish victories for centuries. (Tülay Metin,<br />
2014,131-153)<br />
In Turkic history, arrow and bow were the most substantial<br />
weapons used from long distances throughout the ages until<br />
the development of firearms. In the following periods ar-<br />
The Sports Culture in Turks<br />
171<br />
Türklerde Spor Kültürü
Common Heritage<br />
172<br />
Ortak Miras<br />
yarışmalar düzenlenmeye başlandı.<br />
Kılıç da Lobut atma gibi tarihteki yerini alırken güreş ve<br />
atlı oyunlar gibi bazı sporların çağlar ötesine taşındığı<br />
görülüyor. Güç ve kuvvet, ataklık, cesaret ve kahramanlık<br />
bir yarışma atmosferi içinde yaşatılıyor. Bu spor dalları çok<br />
geniş bir coğrafyada binyıllara uzanan kökleriyle insanımızı<br />
halaheyecana sevk etmeye ve şaşırtmaya devam ediyor.<br />
Orta Asya Türklerinde Kırgızlar başta olmak üzere Kazaklar ve<br />
Özbekler at üzerinde birçok oyun oynar. Bunların en bilineni<br />
Kökbörü, önemli günlerde oynanan bir atlı çeviklik oyunudur.<br />
Kazakistan, Türkmenistan, Çin, Özbekistan, Rusya,<br />
Moğolistan, Türkiye veKırgızistan gibi geniş bir coğrafyada<br />
Kökbörü, Kökpar, Kupkari, Ulak, Ulak Tartış, OğlakKapmaca,<br />
Buzkaşi gibi farklı farklı isimlerle karşılaştığımız bu oyun<br />
günümüzde de halktarafından sevilerek devam ettirilen bir<br />
oyundur.<br />
Gökbörü oyunuyla ilgili daha önceden tanıtım amacıyla<br />
yapılan çalışmalarla karşılaştık. Bu çalışmalargenelde<br />
seyahat eden bilim adamları tarafından veya bu bölgenin<br />
kültürünü tanıtmak amacıyla yapıldığını gördük.Saul<br />
Matveeviç Abromzon’un yazmış olduğu makalelerinden<br />
yola çıkılarak ortaya konan Kırgız ve KırgızstanTarıhıBoyunçaTandalma<br />
Emgekter1 adlı kitapta bu oyun hakkında<br />
kısaca bilgiler verilmiştir. EllsworthHuntington, Orta Asya<br />
gezisinde Kırgızların Alay bölgesinde bu oyunda buzağı kullandıklarını<br />
gösteren vekendisi tarafından çekilen fotoğrachery<br />
has perpetuated its existence as a sport. Turkish bows<br />
and arrows were manufactured in a production process<br />
which requires delicate craftsmanship. The Turkish archers<br />
won a superior skill at arrow shooting with the qualities and<br />
abilities of the materials. The Arrow Square, which gave a<br />
name to a district in Istanbul (called “Ok Meydanı” today),<br />
announced its existence as an unprecedented example in<br />
the history of world archery. Arrow shooting exercises and<br />
competitions were held in this square, and the sign stones<br />
were stitched to the longest range. The Ayaktaşı was erected<br />
at the place where the arrow is shot; and the Anataşı was<br />
erected at place where arrow plunged down and they were<br />
both entered in a book. Archery was given so much importance<br />
that even a law was issued. Ottoman Sultans also<br />
participated in competitions and they also broke records.<br />
The traditional archery, which has fallen into disappearing<br />
for some time, has been revived in recent years. The archery<br />
lodge has been revamped and competitions have been rescheduled<br />
again.<br />
While “the sword” is taking its place in history like “lobut<br />
throwing” (Lobut is a sort of club or heavy stick, in 85-90<br />
centimeters length and 4-5 centimeters thick and made<br />
of peeled dry oak. Shorter and thicker than jereed) it can<br />
be seen that some sports such as wrestling and equestrian<br />
games have been transmitted beyond the ages. Power and<br />
strength, agility, courage and heroism are sustained in an<br />
atmosphere of competition. These sport branches continue
fları dergisinde2 yayınlamıştır. N. N. Karazin3, 1872 yılında<br />
bu oyunla ilgilibilgiler vererek resmiyle birlikte tanıtmaya<br />
çalışmıştır. A. N. Krasnov4 da bu oyunla ilgili kısa bilgiler vermiştir.N.<br />
Uralov5 ise hatıralarında bu oyunlarla ilgi bilgiler<br />
sunmuştur. K. K. Kazanskiy, Pamir Yakınlarında6 adlıkitabında<br />
yine bu oyunla ilgili ilginç bilgiler vermektedir. Bütün bu<br />
bilgiler kısa olmakla birlikte, geleneğin odönemlerde hangi<br />
şekillerde yaşadığını göstermeleri açısından önemlidirler.<br />
Fransız fotoğrafçısı PolNadar’ın1890 yılında gökbörü oyunuyla<br />
ilgili çekmiş olduğu fotoğraflar, oyunun günümüze<br />
fazla bir değişikliğeuğramadan ulaştığını göstermektedir.<br />
Gökbörü oyununda oyunculara ulakçı, çabandesve balbanşeklinde<br />
isimler verilmektedir. Ulakçı ismioyuncuların<br />
tamamı için kullanılırken, çabandesdaha çevik ve hızlı olan<br />
oyunculara denmektedir. Güçlü olanlaraise balbandenir.<br />
Ulakçılar oyundan önce abdest almaktadırlar. Ulakçının,<br />
oyun için yola çıkarken ev ahalisininduasını alması da inançlarla<br />
ilgilidir. Oyundan önce yapılan dualar, yollarının<br />
açık olması, uğurlu gelmesi veherhangi bir felaketin yaşanmaması<br />
için mutlaka yapılması gereken bir uygulamalardır.<br />
Oyun için günleröncesinden semiz teke veya bir yaşında<br />
to amaze and excite our people with their roots dating back<br />
to millennia.<br />
In the Central Asian Turks, especially the Kyrgyzs, Kazakhs<br />
and Uzbeks play many mounted games. The most famous<br />
one of them is Kok-Boru, is an equestrian agility sport played<br />
on stated days. This game which we have encountered with<br />
different names such as Gökbörü, Kökbörü, Kökpar, Kupkari,<br />
Ulak, Ulak Tartış, Capricorn and Buzkaşi in different geographical<br />
regions such as Kazakhstan, Turkmenistan, China,<br />
Uzbekistan, Russia, Mongolia, Turkey and Kyrgyzstan is still<br />
popular among people and fondly perpetuated by them.<br />
We encountered with the works done for promotion before<br />
about the Kok-Boru. It is considered that these studies<br />
have been done by scientists who usually travel or to promote<br />
the culture of this region. There exist brief information<br />
given about this game in the book named “Kırgız ve Kırgızstan<br />
Tarıhı Boyunça Tandalma Emgekter1” which is based<br />
on the articles written by Saul Matveeviç Abromzon. Ellsworth<br />
Huntington published photographs taken by himself<br />
in magazine, illustrating the use of a calf in the game in the<br />
region of Alay in Kyrgyzstan during his trip to Central Asia.<br />
N. N. Karazin3 gave information about this game in 1872<br />
and tried to promote it with his painting. A. N. Krasnov4 also<br />
gave brief information about this game. Uralov5 provided<br />
information about these games in his memories. K. Kazanskiy<br />
gives interesting information about this game in his<br />
book Near Pamir6. Although all of this information is brief,<br />
in terms of designating the form in which the tradition lived<br />
at that time, but of course it is important. The photographs<br />
of the French photographer Pol Nadar about the Kok-Boru<br />
game played in 1890 demonstrate that the game has extended<br />
to present day without significant change.<br />
In the Kok-Boru game, the players are given the names<br />
of “Ulakçı”, “çabandes” and “balban”. While the nickname<br />
Ulakçı is used for all the players, Çabandes is especially given<br />
to the agile and speedy ones. And those who are strong<br />
are called Balban. The Ulakçıs perform an ablution before<br />
the game. When Ulakçı goes out for the play, receiving the<br />
households’ blessing is also pertinent to the beliefs. The<br />
prayer made before the game is absolutely necessary practice<br />
in order to make their way clear, auspicious coming,<br />
and not to experience any disaster.<br />
The days before the game, either a fleshy goat or a one year<br />
old calf is chosen. The goat or calf chosen by the prayers of<br />
the elders is cut off; after removing the internal organs and<br />
the head, the abdomen part of carcass is filled with salt and<br />
kept in cold water for 2-3 hours; and then before bringing it<br />
to the play ground, this time audiences pray to watch the<br />
game accompanied by the elders’ prayer again. After pray-<br />
The Sports Culture in Turks<br />
173<br />
Türklerde Spor Kültürü
Common Heritage<br />
174<br />
Ortak Miras<br />
buzağı seçilmektedir. Aksakalların duasıyla seçilen teke<br />
veya buzağıkesilir; iç organları ve kelle paçası alınan hayvanın<br />
karın boşluğuna tuz doldurulur ve soğuk su içerisinde<br />
2-3 saatbekletilir; oyun alanına çıkartılmadan önce yine aksakalların<br />
duaları eşliğinde oynamak ve seyretmek için gelenlertarafından<br />
dualar edilir. Oyunu düzenleyen kişiye ve<br />
ailesine hayır dualar edildikten sonra evin küçük çocuklarına<br />
“ulak” verilir ve oyun sahasına götürmelerine izin verilir.<br />
Oyunun sonunda eve getirilen “ulak” etinden tadankişinin<br />
oğlu olacağına dair inanç hâlâ yaşamaktadır. Pişirilen bu etin<br />
şifalı olduğuna ve aileye oğul getireceğine dair bu inancın<br />
sonunda oğlu olanlar, yine bu oyunu düzenlemekle yükümlü<br />
sayılırlar.Oyun kurallarıyla ilgili inançlara bakacak olursak,<br />
kuralların tamamen inançlara yönetildiğini görürüz.Öncelikle,<br />
oyunun aksakalların duası olmadan başlamadığını ve<br />
sonlanmadığını söyleyebiliriz. Çok sürükleyici veheyecanlı<br />
geçtiğinden, oyunu yönetmek de oldukça güçtür. Bütün<br />
bu zorluklara rağmen dualarla başlayıp dualarlasona eren<br />
oyun süresine herkes saygı duyar. Kurallara göre, hediyeleri<br />
kazanan ulakçıya halk tarafından hayırdualar edilir.<br />
Ayrıca, oyunu düzenleyen kişinin özel misafirlerine dualar<br />
eşliğinde hediyeler verilir. Oyunsonunda, oyunu düzenleyen<br />
kişiye de iyi dileklerle hayır dualar edilir.Gökbörü oyunu<br />
halk arasında geleneksel bir şekilde günümüzde yaşatılmaktadır.<br />
Gökbörü, doğal icra ortamıbozulmamış nadir<br />
oyunlarımızın başında gelmektedir. Bu arada, bir spor dalı<br />
olarak kurallarını ve muhtevasınıyeniden gözden geçirerek,<br />
oyun için yapay icra ortamı oluşturulmaya çalışıldığını<br />
ing for the organizer of the game and his family, the young<br />
children of the house are given “ulak (goatskin)” and are<br />
allowed to take it to the playground. The belief that the one<br />
who tastes the meat of ulak (the goat cut off for the game)<br />
after the game will have a son is still popular. Also according<br />
to the belief that this cooked meat has a feature of healing.<br />
And that person who has a son as a result of this belief<br />
is obliged to organize this game. If we look at the beliefs<br />
about rules of the game, we can see that the rules are completely<br />
determined by beliefs. First of all, we can say that<br />
the game does not start and finish without prayer of the<br />
elders. As it is very exciting and enthusiastic, refreeing the<br />
game is also very tough work. Despite all these difficulties,<br />
everyone respects the duration of the game that both starts<br />
and finishes accompanied by the prayers. By rules, the<br />
Ulakçı, winner of the gifts are prayed by the folk. In addition,<br />
special guests of the game organizer are given gifts in the<br />
presence of prays. At the end of the game, the organizer of<br />
the game is also prayed with good wishes. Kok-Boru game<br />
is popular among the people today even in traditional form.<br />
It is one of the rare games where the natural play ground<br />
is undisturbed. In the meantime, it should also be pointed<br />
out that as a sporting event, we are trying to create an artificial<br />
play ground for the game by re-examining its rules<br />
and its contents. In other words, it is aimed to popularize<br />
the traditional style of astronomical game. In other words,<br />
the Kok-Boru game which has traditional qualification is<br />
aimed to be popularized. The game, which was performed
da belirtmek gerekir. Başka birifadeyle, geleneksel nitelik<br />
taşıyan gökbörü oyununun popülerleştirilmesi hedeflenmektedir.<br />
Eskiden daha ziyadedoğal icra ortamı olan köy ve<br />
kasabalarda sergilenen oyun, bugün yapay icra ortamında,<br />
çağdaş hipodromlardagerçekleştirilmeye başlanmıştır.<br />
Doğal icra ortamında oyun kış aylarında oynanırken, yapay<br />
icra ortamında yılınon iki ayı oynanabilmektedir. Ancak biz,<br />
bu değişim ve gelişmelerle birlikte, halk tarafından yaşatılmaya<br />
çalışılangeleneğin de devam ettirilmesi taraftarıyız.<br />
(Ulanbek Alimov, 2014, 63)<br />
Günümüz Türk toplumlarının hemen hepsinde eskiden beri<br />
kullanılan bir söz güreş ve güreşçi. Sonraki yüzyıllarda yabancı<br />
dilden pehlivan sözcüğü de güreşçi anlamında Türkçeye<br />
girdi ve kullanıldı. Güreşler, bilhassa kuşak, karakucak<br />
ve yağlı güreşler milli oyunlarımızın başında gelir. Güreş, atlı<br />
sporlardan sonra Türk’lerin yaşayışlarının her safhasında<br />
görülebilen bir spor.<br />
Eskiden değişik zamanlarda yapılan müsabakaların yanında,<br />
köy eğlencelerinde ve düğünlerde de güreşler yer alırdı.<br />
Yakın zamanlara kadar güreşsiz düğün düğünden sayılmazdı.<br />
Güreşçiye ayrı değer verilir, baş tacı edilirdi. Hali vakti<br />
yerinde olanlar, güç gösterisinin nişanesi olarak yanlarında<br />
güreşçi ve yarış atı yetiştirirdi. Her ne kadar düğün güreşleri<br />
günümüzde azalmışsa da şenlikler ve festivaller dolayısıyla<br />
bu milli oyunumuza gösterilen ilgi devam ediyor.<br />
Güreş yediden yetmişe herkes tarafından zevkle yapılıyor ve<br />
rather in villages and towns as natural play grounds, started<br />
to be realized in contemporary hippodromes as artificial<br />
ones. While the game is played in the winter in the natural<br />
play ground, it can be played in the artificial playground for<br />
twelve months of the year. However, we, along with these<br />
changes and developments, are in favor of perpetuating<br />
the tradition which is tried to be sustained by the people. .<br />
(Ulanbek Alimov, 2014, 63)<br />
The words “wrestling” and “wrestler” are pronounced by<br />
almost all of today’s Turkic societies. In the following centuries<br />
the word of foreign origin, “pehlivan” entered the<br />
Turkish language in the sense of “wrestling” and is still<br />
being used. Wrestling, especially “kuşak”, “karakucak” and<br />
“oil wrestling (greasy wrestling)” are our leading national<br />
sports. Wrestling is a sport that can be seen at every stage<br />
of the life of the Turks after equestrian sports.<br />
Besides the competitions performed in different times in<br />
the past, wrestling took place in the village funs and weddings.<br />
Until recently, a wedding party without wrestling was<br />
not considered as wedding. The wrestler was esteemed<br />
specifically, and held in high honour. A well off person used<br />
to bring up wrestlers and racing horses as a sign of power<br />
show. Although wedding wrestling has been rarely seen in<br />
the present day, interest shown in this national game continues<br />
due to festivals and fiestas.<br />
Wrestling is performed with pleasure and watched absolutely<br />
by everybody. The name of Kırkpınar is a filed that is<br />
identified with wrestling. Wrestling in this place, in Edirne<br />
has been existing for centuries. There are many more fields<br />
in Turkic countries like Kırkpınar.<br />
Either in karakucak or in greasy branch, the person who introduces<br />
two wrestlers to each other and to the audiences<br />
and also escalates the competition with his idiosyncratic<br />
words is called “cazgır- announcer”. It is believed that there<br />
exists a sage in wrestling as exists in every profession. Cazgır<br />
also starts to wrestle with the name of the sage. Cazgir<br />
always introduces the wrestlers with their names every time.<br />
After introducing the names of the wrestlers, the wrestler<br />
starts with the perdah. Perdah is mainly to wander the field<br />
by hitting hands on knees by both wrestlers. So it’s a kind<br />
of beginning for the wrestling. After that, now two wrestlers<br />
begin wrestling in a “cutthroat” contest which is also a wrestling<br />
idiom. There is a special place in our language for the<br />
trick names performed during the game. Because at the<br />
same time we can learn wrestling acts. Künde (grappling<br />
hold which is executed from behind the opponent. One or<br />
both arms are used to encircle the opponent’s arm under<br />
the armpit, and secured at the opponent’s neck) tırpan<br />
(scythe: to hit the calf or the ankle of the opponent by inside<br />
The Sports Culture in Turks<br />
175<br />
Türklerde Spor Kültürü
Common Heritage<br />
176<br />
Ortak Miras<br />
seyrediliyor. Kırkpınar adı, güreşle özdeşleşmiş bir yer adıdır.<br />
Edirne’deki bu yerde yapılan güreşler yüzyıllardır devam<br />
ediyor. Kırkpınar gibi Türk ülkelerinde daha pek çok meydan<br />
vardır.<br />
İster karakucak olsun ister yağlı olsun meydana çıkan iki<br />
güreşçiyi kendine has sözlerle seyirciye ve güreşçileri birbirine<br />
tanıştıran ve güreşi kızıştıran kişiye cazgır denir. Her<br />
mesleğin olduğu gibi güreşin de bir piri olduğuna inanılır.<br />
Cazgır da güreşe pirin adını anarak başlar. Cazgır her defasında<br />
güreşçileri adlarıyla tanıtır. Cazgırın güreşçileri adlarıyla<br />
tanıtmasından sonra güreş perdah ile başlar. Perdah<br />
güreşçilerin ellerini dizlerine vurarak meydanı dolaşmalarıdır.<br />
Yani bir nevi güreşe başlangıçtır. Bundan sonra<br />
artık iki güreşçi yine bir güreş tabiriyle kıran kırana güreşe<br />
tutuşur. Güreşte yapılan oyun adlarının da dilimizde özel<br />
bir yeri vardır. Çünkü bu adlarla aynı zamanda güreşteki<br />
fiilleri öğrenebiliyoruz. Künde, tırpan, el ense, ters sarma,<br />
kafa-kol, dana bağı, boyunduruk, çengel, kol kapma bu<br />
oyunlardan bazısının adıdır. Bütün oyunlarda olduğu gibi<br />
güreşte de yenmek de var yenilmek de. Ancak, yenmek ve<br />
yenilmekten önemli şeyler de vardır. Güreşin kendine göre<br />
töreleri her yerde geçerlidir. Mesela güçlü bir kişi zayıf bir<br />
kişiyi ezmez. Ona göre davranır. Eğer güreşçiler bu töreye<br />
uymazlarsa kınanır. Güreş biraz çeviklik biraz kahramanlık<br />
gösterisidir. Kahramanlık, cesaret, ataklık atlı sporların da<br />
en dikkat çekici yönüdür.<br />
Sonuç olarak Türk halklarının spor kültürü diğer toplumlardan<br />
gelenekleri, adetleri, inançları ile ayırt edilerek<br />
evrensel olan değerlere renk kattığını söyleyebiliriz.<br />
Medeniyetler için temizlik, çeviklik, sağlık, güç, hız, adalet<br />
ve diğer değerler ne kadar önemliyse Türk Boyları için de<br />
aynı değerde olduğunu gördük. Türklerin geleneksel spor<br />
dalları genetik, yapısal, işlevsel, tarihi, tipolojik özellikleri<br />
açısından aynı köklerden beslendiğini ve daha sonra çeşitlenerek<br />
günümüze kadar ulaştığını yukarıdaki <strong>ortak</strong> spor<br />
dallarından sadece bazılarını ele alarak sonuca varmaya<br />
çalıştık. Son dönemlerde Türk Dünyası açısından anlamlı<br />
olan faaliyetler gerçekleştirilmeye başlandığını görmekteyiz.<br />
Geleneksel spor dallarımızın popülerleştirilmesi için Türk<br />
Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyine üye ülkelerin <strong>ortak</strong>laşa<br />
düzenledikleri ve Dünya Etnospor Konfederasyonunun<br />
desteklediği Dünya Göçebe Oyunlarının birincisi ve ikincisi<br />
Kırgızistan’da düzenlenmiştir. Bu etkinliğin sonunda<br />
Kırgızistan Türkiye Manas Üniversitesinde “Türk Halklarının<br />
Geleneksel Spor Oyunları Uluslararası Sempozyumu” adlı<br />
sempozyumun da ikincisi düzenlenerek oyunlarımız bilimsel<br />
açıdan ele alınmıştır. Ayrıca TRT AVAZ kanalının Ortak<br />
Miras Serisiyle çekilen belgesellerin özel anlamı olduğunu<br />
belirtmemiz gerekmektedir. Bu tür <strong>ortak</strong> değerler üzerine<br />
çalışmaların giderek çoğalacağını inancı içerisindeyiz.<br />
of the foot with a sudden movement to the to disrupt the<br />
balance and collapse him), el ense (hand –nape- grabbing<br />
the neck of opponent, and then pressing on to the throat<br />
by the thumb, and keeping four fingers on the nape, pulling<br />
with the desire to pull down), ters sarma (reverse winding:<br />
The wrestler puts his foot inside the foot of the opponent<br />
under him and winds round), kafa kol (head-arm, taking<br />
the head and arm of the rival and pulling down with a hip<br />
game), dana bağı (calf lace: The left biceps of the opponent<br />
is held with the right hand. When the head is under the<br />
left arm, left hand grabs the left leg of opponent and pulls<br />
down the opponent by leaning against left side), boyunduruk<br />
(head lock: taking opponent’s head under his arm<br />
and winding around the neck), hook, arm grip are some of<br />
these tricks. As in all games, there are also both defeat and<br />
lose in this game. However, there are also more important<br />
things than defeating and losing. The customs peculiar to<br />
wrestling is valid everywhere. For example, a husky person<br />
does not crush a weak rival. He behaves according to the<br />
capacity of weak. If the wrestlers do not follow this, they will<br />
be condemned. Wrestling is a bit agile and a little heroic.<br />
Heroism, courage, rashness are also the most remarkable<br />
aspect of equestrian sports.<br />
Consequently, we can say that sports culture of Turks is distinguished<br />
from other societies by their traditions, customs<br />
and beliefs, giving a novel touch to universal values. We<br />
have seen that the more purity, agility, health, power, speed,<br />
justice and other values are important for civilizations, the<br />
more they are important for Turkic tribes too on a par. We<br />
tried to conclude by only taking some of the above common<br />
sports branches that the traditional sports branches of the<br />
Turks are fed from the same roots in terms of their genetic,<br />
structural, functional, historical, typological characteristics<br />
and later, they were diversified and reached to present<br />
day. We have seen some meaningful activities in terms of<br />
the Turkic World that have begun to be realized recently.<br />
For popularizing our traditional sports branches, the first<br />
and the second of the World Nomadic Games sponsored<br />
by the World Etnospor Confederation, jointly organized by<br />
the member countries of the The Cooperation Council of<br />
Turkic Speaking States (Turkic Council) were organized in<br />
Kyrgyzstan. At the end of this event, the second symposium<br />
“International Symposium of Traditional Sports Games of<br />
Turkish People” was organized at Kyrgyzstan Turkey Manas<br />
University and our games were dealt with through scientific<br />
point of view. In addition, we should mention that the<br />
documentaries that shot within the scope of the Common<br />
Heritage Series by TRT AVAZ channel has a special meaning.<br />
We believe that works on such common values will gradually<br />
increase.
KAYNAKÇA<br />
• ABRAMZON SaulMatveeviç, Kırgız ve<br />
KırgızstanTarıhıBoyunçaTandalmaEmgekter, Bişkek, 1999<br />
• AKMOLDOYEVA B. B, “Traditsii, Verovanie i ObryadıKirgizovSvyazannıe s<br />
Konevodstvom”, AktualnıyeVoprosıEtnografii i ArheologiiKirgizii, Frunze,<br />
1989<br />
• ALİMBEKOVAkmatali,Konar-Göçerlerin Geleneksel Spor Oyunlarının<br />
ÇocuklarıSosyalleştirmedeki Fonksiyonları, I Türk Halklarının Geleneksel<br />
Spor Oyunları Uluslararası Sempozyumu, 20-22 Kasım 2014, Bişkek, s.73<br />
• ALİMOVUlanbek,Ulak Tartış Oyununun İnançlarla İlişkisi Üzerine,I Türk<br />
Halklarının Geleneksel Spor Oyunları Uluslararası Sempozyumu, 20-22<br />
Kasım 2014, Bişkek63<br />
• AND Metin. “Oyun ve Bügü”, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2007<br />
• HUIZINGA, Johan. “Homo Ludens – Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir<br />
Deneme”, (Çev. M. A. Kılıçbay), İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1995<br />
• HUNTİNGTON Ellsworth, ThePulse Of Asia, A Journey İn Central<br />
AsiaİlustratingTheGeographicBasis Of History,Boston and New York, 1907.<br />
• KAHRAMAN Atıf, Cumhuriyete Kadar Türk Güreşi I, Ankara 1989.<br />
• KARATAYEVOlcobay, Türk, Moğol Dünyasındaki Güreş ve Onun Tarihi-<br />
Etnografik BaşlangıcıI Türk Halklarının Geleneksel Spor Oyunları<br />
Uluslararası Sempozyumu, 20-22 Kasım 2014, Bişkek, s.195<br />
• KARAZİN N. N, Bayga– Mestnayaİgra v Katı-Kurgane, 1872.<br />
• KAZANSKİY K. K, VbliziPamirov, Taşkent, 1895.<br />
• KRASNOV A. N, OçerkBıtaSemireçinskihKirgiz,<br />
İzvestiyaİmperatorskogoRusskogoGeografiçeskogoObşestva,Cilt. XXIII,<br />
1887.<br />
• METİNTülay, Selçuklularda Okçuluğa Genel Bir Bakış, Tarih Okulu Dergisi<br />
(TOD), Mart 2014, Yıl 7, Sayı XVII, ss. 131-153<br />
• TÜRKMENMehmet, Osmanlı’da Güreş Tekkeleri ve Fonksiyonelliği, I Türk<br />
Halklarının Geleneksel Spor Oyunları Uluslararası Sempozyumu, 20-22<br />
Kasım 2014, Bişkek, s.162<br />
• URALOV N, NaVerblyudah, Vospominanie İz Jizni v SredneyAzii, SPb, 1897.<br />
• БИЧУРИН Н.Я.(ИАКИНФ). «Собрание сведений о народах, обитавших в<br />
Средней Азии в древние времена. Редакция текста, вступ. ст., комм. А.Н.<br />
Бернштама и Н.В. Кюнера. Т.1. М.-Л.: Изд-во АН СССР, 1950.<br />
• ЛИПЕЦ Р. С. Лицо волка благословенно... Советская этнография, 1981,<br />
№1, 120-133 бб.<br />
• ПОТАПОВ Л. П. Волк в старинных народных поверьях и приметах<br />
узбеков.-КСИЭ,XXX. Москва., 1958.- 135-148 бб.<br />
REFERENCES<br />
• ABRAMZON SaulMatveeviç, Kırgız ve<br />
KırgızstanTarıhıBoyunçaTandalmaEmgekter, Bişkek, 1999<br />
• AKMOLDOYEVA B. B, “Traditsii, Verovanie i ObryadıKirgizovSvyazannıe s<br />
Konevodstvom”, AktualnıyeVoprosıEtnografii i ArheologiiKirgizii, Frunze,<br />
1989<br />
• ALİMBEKOVAkmatali,Konar-Göçerlerin Geleneksel Spor Oyunlarının<br />
ÇocuklarıSosyalleştirmedeki Fonksiyonları, I Türk Halklarının Geleneksel<br />
Spor Oyunları Uluslararası Sempozyumu, 20-22 Kasım 2014, Bişkek, pp.73<br />
• ALİMOVUlanbek,Ulak Tartış Oyununun İnançlarla İlişkisi Üzerine,I Türk<br />
Halklarının Geleneksel Spor Oyunları Uluslararası Sempozyumu, 20-22<br />
Kasım 2014, Bişkek63<br />
• AND Metin. “Oyun ve Bügü”, İstanbul, Publisher: Yapı Kredi Yayınları, 2007<br />
• HUIZINGA, Johan. “Homo Ludens – Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir<br />
Deneme”, (Trans. M. A. Kılıçbay), İstanbul, Ayrıntı Yayınları, 1995<br />
• HUNTİNGTON Ellsworth, ThePulse Of Asia, A Journey İn Central<br />
AsiaİlustratingTheGeographicBasis Of History,Boston and New York, 1907.<br />
• KAHRAMAN Atıf, Cumhuriyete Kadar Türk Güreşi I, Ankara 1989.<br />
• KARATAYEVOlcobay, Türk, Moğol Dünyasındaki Güreş ve Onun Tarihi-<br />
Etnografik BaşlangıcıI Türk Halklarının Geleneksel Spor Oyunları<br />
Uluslararası Sempozyumu, 20-22 Kasım 2014, Bişkek, pp.195<br />
• KARAZİN N. N, Bayga– Mestnayaİgra v Katı-Kurgane, 1872.<br />
• KAZANSKİY K. K, VbliziPamirov, Taşkent, 1895.<br />
• KRASNOV A. N, OçerkBıtaSemireçinskihKirgiz,<br />
İzvestiyaİmperatorskogoRusskogoGeografiçeskogoObşestva,Cilt. XXIII,<br />
1887.<br />
• METİNTülay, Selçuklularda Okçuluğa Genel Bir Bakış, Tarih Okulu Dergisi<br />
(TOD), Mart 2014, Year 7, S XVII, pp. 131-153<br />
• TÜRKMENMehmet, Osmanlı’da Güreş Tekkeleri ve Fonksiyonelliği, I Türk<br />
Halklarının Geleneksel Spor Oyunları Uluslararası Sempozyumu, 20-22<br />
Kasım 2014, Bişkek, pp.162<br />
• URALOV N, NaVerblyudah, Vospominanie İz Jizni v SredneyAzii, SPb, 1897.<br />
БИЧУРИН Н.Я.(ИАКИНФ). «Собрание сведений о народах, обитавших в<br />
Средней Азии в древние времена. Редакция текста, вступ. ст., комм. А.Н.<br />
Бернштама и Н.В. Кюнера. Т.1. М.-Л.: Изд-во АН СССР, 1950.<br />
• ЛИПЕЦ Р. С. Лицо волка благословенно... Советская этнография, 1981,<br />
№1, 120-133 бб.<br />
• ПОТАПОВ Л. П. Волк в старинных народных поверьях и приметах<br />
узбеков.-КСИЭ,XXX. Москва., 1958.- 135-148 бб.<br />
The Sports Culture in Turks<br />
177<br />
Türklerde Spor Kültürü
Doç. Dr. Fatma KOÇ - Doç. Dr. Emine KOCA<br />
Bilge Yapım<br />
Giyim Kuşama ait tüm değerleri içeren kültür<br />
temel ilkelerde bütünlük içerisinde olabilecek<br />
<strong>ortak</strong> değerleri içerir.<br />
Clothing is comprised collectively with other core values within a culture.
Giyim kuşama ait tüm değerleri içeren kültür temel ilkelerde bütünlük içerisinde olabilecek<br />
<strong>ortak</strong> değerleri içerir. Dış görünürlüğün ilk göstergesi olan giysiler, bir toplumun<br />
kültürel yapısı, adet, gelenk ve görenekleri, dini inançları ve yaşam şekilleri hakkında<br />
bilgi verebilecek ender kaynaklar arasında yer alır. Toplumlar arasındaki maddi ve manevi<br />
değerlerin birbiri ile olan benzerliği farklı sınırlara sahip olsalar bile aynı kökten<br />
olduklarının göstergesi olarak algılanabilir. Söz konusu değerler farklılıkları içinde barındırdığı<br />
gibi benzerlikleri de beraberinde getirmiştir. Bu durumun sınırlarını genişletecek<br />
olursak dünya üzerinde geniş bir alana yayılmış olan Türk dünyasının topluluklarının<br />
arasında da <strong>ortak</strong> bir kültürel mirasın varlığından bahsedilebilir.Örneğin; Güney Anadolu’daki<br />
köyün kültürü, Batı Anadolu’daki bir köyün kültüründen farklıdır, ancak her ikisini<br />
de Rusya’daki veya İtalya’daki köylerden farklı kılan müşterek Türk kültürünü paylaşılmasıdır.<br />
Bu paylaşımdaki benzerlik ve <strong>ortak</strong>lıklar bu fikri doğrulayan çok açık birer örnek<br />
olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />
10<br />
Türk Topluluklarının Giyim Kuşam<br />
Kültüründe Ortak Değerleri<br />
Common dressing values and culture of the Turkic People<br />
Clothing is comprised collectively with other core values within a culture. As the first<br />
layer of appearance, clothes constitutes a rare source of information regarding cultural<br />
structure of a society including their customs, traditions, beliefs and modes of living in<br />
general. Similarities in tangible and intangible values of cultures may indicate common<br />
roots among different populations even if they are separated with borders. Such values<br />
has differences as well as similarities. In that regard it is possible to speak of a shared<br />
cultural heritage between different parts of the Turkic world which is spread over a large<br />
area. Although a village in Southern Anatolia has a different culture from a village in the<br />
Western Anatolia while they share common Turkic cultural elements that differ them<br />
from the villages in Russia or in Italy for instance. Such similarities and commonalities<br />
are in support of this idea.
Common Heritage<br />
180<br />
Ortak Miras<br />
Farklı medeniyetlerle karşılaşmış ve farklı kültürler ile etkileşimde<br />
bulunmuş Atayurt’taki Türk toplulukları ile Anayurt’taki<br />
Türk topluluklarının kültürel değerleri ile gelenekli<br />
giysiler arasındaki <strong>ortak</strong> noktalarının tespiti ile <strong>ortak</strong> bir payda<br />
olması kaçınılmazdır. Tarihi bağların belirlenmesi ve <strong>ortak</strong><br />
bir giyim kuşam bütünlüğünün ortaya konmasına katkıda<br />
bulunmak bu çalışmanın çıkış noktasını oluşturmaktadır.<br />
Bu çalışmada;Akraba Türk topluluklarının gelenekli giyim<br />
biçimlerinde milliliği oluşturan <strong>ortak</strong> noktaların belirlenmesi<br />
ve Türk giyim kuşam özelliklerinin kültür değerlerinin<br />
kayıt altına alınmasıgerekliliği üzerinde durulacaktır. Türklerin<br />
derin tarihi, dağıldığı geniş coğrafya, inanç sistemleri,<br />
yaşam koşulları, estetik algıları ile etkileşimde bulunulan<br />
toplumlar düşünüldüğünde oldukça zengin bir giyim kuşam<br />
kültürünün varlığı ile karşılaşılmaktadır.Türk toplumlarına<br />
ait kadın-erkek kıyafetleri sosyal- siyasi ve ekonomik yönden<br />
etkileşim içinde oldukları uygarlıklar aracılığı ile şekillenerek<br />
günümüzdeki biçimlerine ulaşmıştır.<br />
Türk toplumlarının,dağıldığı geniş coğrafya ve uzun tarihi<br />
geçmişi göz önüne alındığında hiç kuşkusuziletişim halinde<br />
bulunulan toplumların giysilerinin özelliklerinden etkilenerek<br />
melezleşmesi durumunu gündeme getirmiştir. Budurum<br />
Türklere ait toplumların giyim kuşamındaki yöresel ve geleneksel<br />
bazı özelliklerin korunmasını gerekli kılmış ancak değişim<br />
kaçınılmaz olmuştur. Ancak Türk toplumları farklı coğrafyalarda,<br />
farklı dinlere mensup olup, farklı etnik kökenden<br />
gelmiş olsalar da bedenlerinin üzerinde biçimlendirdikleri<br />
giysilerinin kullanımı ve manevi değerlerinin özelliklerini<br />
In that regard it is inevitable to find similarities between<br />
the cultural values and clothing practices of Turkic populations<br />
of the fatherland (Central Asia) and the people of<br />
the motherland (Anatolia) who had been interacting with<br />
different civilisations and cultures. The reason of this essay<br />
is to find historical ties between those populations and to<br />
contribute to the revelation of common clothing culture between<br />
them. On the other hand the necessity for the finding<br />
of similarities that establish a common national clothing<br />
scheme between relative Turkic populations as well as the<br />
need for documenting such cultural values that unite them.<br />
Considering the profound historical background of the<br />
Turks, the large geography they are spread, the populations<br />
with different beliefs, living conditions, aesthetics they have<br />
interacted it is normal to expect such a rich clothing culture.<br />
Both male and female clothes have reached their current<br />
form following the interaction with other civilisations whom<br />
they had social, political and economic interactions.<br />
Considering the large area they have spread and having a<br />
deep historical background and relations with other societies<br />
it can be told that there is a certain element of hybridisation<br />
in clothing culture. In time this caused changes in the<br />
clothing while certain local and traditional characteristics<br />
are preserved. Still Turkic populations are among rare societies<br />
which are able to preserve the daily utilisation and<br />
spiritual characteristics of the clothes as they give a form on<br />
their bodies even they are in separate places, having separate<br />
religious beliefs and being from different ethnic roots.
koruyabilmiş ender topluluklar arasında yer almaktadır.<br />
Söz konusu değişimin yoğunluğu etkileşimin süreci, konumu<br />
ve niteliği doğrultusunda farklılıklar göstermiştir. Türk<br />
kültürünün içinde yer alan giyim kuşama ait kaynakların<br />
varlığı Orta Asya’ya kadar uzandığı düşünüldüğünde, Türk<br />
giyim kuşamının; uzun tarihi geçmişi, yayıldığı geniş coğrafi<br />
alan, etkileşim halinde olduğu kültürler ve değişen inanç<br />
sistemleri ile birlikte değerlendirilerek ele alınmasını ön<br />
plana çıkartmaktadır.Türklerin Anayurttan dünyaya yayılma<br />
rotasının Doğudan Batıya doğru olması Türklerin giysilere<br />
ilişkin değişimlerinde Batı formlarındandaha çok etkilenmesine<br />
ve geleneklere dayalı uygulamaların çeşitli nedenlere<br />
dayalı olarak terk edilerek yerineBatı formlu giysilerinkullanımının<br />
yoğunluklu olarak gündeme gelmesinde etkili<br />
olmuştur.<br />
2. TÜRK TOPLULUKLARININ GİYİM<br />
KUŞAM KÜLTÜRÜ<br />
İnsanlar belirli bir gruba dâhil olabilmek için veya kendi kişiliğini<br />
ifade etmek için giysilerinde farklı biçimler, renkler<br />
kullanabilmektedir. Ayrıca bu giysilerde buldukları anlamlar<br />
ile de benzersizliklerini pekiştirmektedirler (Craik,1998:<br />
206). Her ulusun veya ırkın kendine özgü simgeleri olduğu<br />
gibi, diğer topluluklar veya en az <strong>ortak</strong> yanları olan toplumlarla<br />
işaretleşmek için bazı <strong>ortak</strong> simgeleri bulunmaktadır<br />
(Sürür, 1983: 228).<br />
Giyim Kuşama ilişkin değerler etnik kimliğin belirginlik kazanmasında<br />
önemli bir sembolüdür ve farklı etnokültürel<br />
yapılara sahip toplumlarda bölgeler arasındaki ayrışmalarda<br />
ve benzerliklerin oluşmasında önem kazanmaktadır.<br />
Bu niteliklerin başında dil ve inanç gelmesine rağmen<br />
görenekler, gelenekler, kurumlar, yasalar, folklorik öğeler,<br />
mimari, giyim, beslenme, müzik ve sanat, hatta renk ve<br />
fiziksel görünüş de farklılıkları ve benzerlikleri artırabilir<br />
veya birbirinin yerini alabilir (Kutlu ve Özmen, 2008:307).<br />
Giysiler, bazı toplumlar için inancın etkisi ile şekillenmiş ve<br />
örtünme amaçlı kullanılırken (İslam inancında olduğu gibi)<br />
(Göle 1991) bazı toplumlar için de kişinin kendini ifade etme<br />
amacıyla kullanılan (Batı toplumlarında olduğu gibi) (Flugel<br />
1971) bir araç olmuştur.<br />
Batılı giyim tarzlarında birçok çeşit ve modelin olmasına<br />
rağmen sonuçta giysinin vücut üzerinde nasıl duracağı,<br />
sırta geçirilmeden bellidir, giysi kişinin bedenine uyar<br />
yada uymaz. Doğu giysileri için bunun tam tersini söylemek<br />
mümkündür. Orta Asya’da kullanılanlarından günümüzde<br />
kullanılanlarına kadar, en basit giysiden en törenseline kadar<br />
tümünün biçimi bazı farklılıklara rağmen hemen hemen<br />
benzer niteliktedir (Koç ve Koca 2011: 14). Model aynıdır an-<br />
The intensity of mentioned differentiates depending on the<br />
duration as well as the local conditions and attributes of the<br />
interaction between societies. It is important to consider<br />
that the Turkic clothing culture has its roots back in Central<br />
Asia, while having a wide spread interaction with other<br />
cultures over a vast geography. Since historically the main<br />
route of the Turkic tribes reaching from the fatherland to<br />
the motherland have occurred on the East-West axis, the<br />
changes in Turkic traditional clothing has also been deeply<br />
effected by the interaction with the Western populations<br />
causing different levels of use of the Western cultural elements<br />
replacing the old traditional ones.<br />
2. CLOTHING CULTURE OF TURKIC<br />
POPULATIONS<br />
People tend to use different forms and colours in their<br />
clothing to be included into a group or express themselves.<br />
Besides they strengthen their uniqueness by the meaning<br />
they attribute to these dresses (Craik, 1998:206). Each nation<br />
and race has their unique symbols, while carrying some<br />
common symbols to other populations and groups with the<br />
least commonalities (Sürür, 1983:228).<br />
Values related to the dressing is an important symbol for<br />
prominence of ethnic identity. They also play an important<br />
role in the formation of similarities and differences between<br />
different ethnocultural identities. While leading attributes<br />
to define differences are religion and beliefs, other attributes<br />
like traditions, customs, institutions, regulations,<br />
folkloric elements, architecture, dressing, nutrition, music,<br />
arts and even colours and physical appearance may<br />
also increase those differences, strengthen similarities or<br />
substitute each other (Kutlu ve Özmen, 2008:307). While,<br />
dressing is formed within the belief system and utilised for<br />
purdah (as according to the Islamic belief), (Göle, 1991) it is<br />
utilised as a form of self expression in other societies (as in<br />
the Western societies) (Flugel 1971).<br />
Although there are şorts of different models and types of<br />
Western dressing culture, the form it will take when it is put<br />
on can easily be envisaged before it is worn. The dress suits<br />
or not. This is completely contrary in Eastern clothing. Either<br />
dresses used in Central Asia or the contemporary, from<br />
the simple to the more complicated, Eastern clothes have<br />
a similar outlook with small differences (Koç ve Koca 2011:<br />
14).<br />
Models are the same, taking their unique form while being<br />
wrapped around the body and defined by the gender and<br />
body shape of its owner. Therefore it is not the morphology<br />
which is prominent here. On the contrary the posing of the<br />
dress after being worn and the arrangement of the layers of<br />
Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />
181<br />
Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri
Common Heritage<br />
182<br />
Ortak Miras<br />
cak bedene sarılarak biçimlendirilip giyen kişinin cinsiyeti<br />
veya beden formuna göre şekil aldığından giysinin biçimsel<br />
özelliğinin ön plana çıkmasından ziyade giysinin beden<br />
üzerine nasıl yerleştirildiği ve katmanların beden üzerindeki<br />
diziliş biçimleri ön plana çıkar. Batı giysi formlarınınaksine<br />
Türk giysilerinin gerçek biçimi ancak beden üzerinde ve<br />
giysilerin diğer parçaları ile aksesuarlarının birlikte kullanıldığında<br />
ortaya çıkmaktadır. Bir başka değişle giysiye biçimini<br />
veren onu giyen kişinin kendisidir ve bu onun sosyal<br />
konumunun belirleyicisidir. Kişilerin giysilerle ilgili ayrımı<br />
ölçülerde, renklerde, süsleme biçimlerinin yoğunluğundan,<br />
giyinme şekillerinden veya bolluk–darlık açısından gözlenebilir.<br />
Türk Halklarının kullandıkları giysiler, giysi olmaktan ziyade<br />
üzerinde taşıdıkları anlamları da okuyarak tanımlamak ve<br />
incelemek gerekir. Koç ve Koca’nın (2015:77) yapmış oldukları<br />
çalışmada gelenekli yaşamda kullanılan giysilerin batı<br />
formlu giysilerinden farklı olmasının en önemli nedenleri<br />
arasında “bedene ne giyildiği değil ne şekilde giyildiğinin”<br />
önemli ön planda olduğunu vurgulamışlardır. Türklerin<br />
giysilerinin beden üzerinde şekillendirilmesi “bedenin biçimlendirilmesi”<br />
kavramı ile açıklanabilir. Pek çok doğu<br />
kültüründe olduğu gibi Türk halklarının giysileri kuşanma<br />
biçimlerinin oluşturulması ile anlam kazanır ve bu anlamların<br />
her biri ait olduğu toplumun normları ile değerlendirilerek<br />
ele alınmalıdır. Dolayısıyla, toplumsal normlara dayalı<br />
olarak bedenin biçimlendirilmesi ilegiysilerin farklı şekilde<br />
kullanılması giysilere gerçek işlevinin dışında farklı anlamlar<br />
yükler ve toplumun karmaşık kimliğinin okunmasında özel<br />
bir dil oluşturulur.Durham (2008) gelenekli toplumlarda<br />
kullanılan giysilerin özelliklerini “giysi, onu giyen kadınlar<br />
için fiziksel bir ya da bir dizi anlama sahiptir ki, bu anlamlar<br />
pek çok kişi tarafından bir ya da bir başka boyutta anlaşılabilir.<br />
Bunlara bedene yerleşik anlamlar denilmektedir.<br />
Bunlar, genellikle dillendirilmeyen bedensel duyumlara ve<br />
bedenin kullanımına yerleşiktirler, üzerinde konuşulmayan<br />
ama yine de derin bir seviyede hissedilen anlatılar içerirler”<br />
şeklinde tanımlarken onların biçimlendirilmesinde ve bedene<br />
yerleştirilmesindeki nedenlerin olduğu ve bu giysilerin<br />
değerlendirilmesinin söz konusu anlamların okunması ile<br />
yapılabileceği önemiüzerinde durmuştur.James “Washington<br />
Meydanı” adlı eserinde “Türklerin “giyim konusunda<br />
ki en büyük zaafının kişiliğin kendini dışa vurma arzusundan<br />
kaynaklandığını, giydiklerinde oldukça gösterişli olma<br />
hevesi güderken konuşmadan giysileri ile gösterişliliği ön<br />
plana çıkartması olduğunu belirtmiştir. Türklerin gösterişli<br />
giysi uygulamalarına olan düşkünlüğü, giysilerin üzerine<br />
giydiğinde kendisinin değil giysilerinin güzel gözüküp gözükmediği<br />
durumu söz konusudur” (James, 1983; 20-22).<br />
James’in bu ifadeleri Türk toplumlarında kullanılan giysilerin<br />
katmanların ve aksesuarların hem toplum içindeki<br />
the cloth are much more important.<br />
Unlike Western dress forms, the true form of Turkish dress is<br />
revealed only after being worn over the body and garnished<br />
with other accessories. In other words it is the person itself<br />
who gibes the dress its form and therefore displays his/her<br />
social position. The differences between personal choices<br />
can be observed the sizes, colours, density of garnishing,<br />
dressing styles and looseness or tights of the dress.<br />
Leaving aside their daily functions as dresses, the clothes<br />
of Turkish populations should be defined and analysed<br />
on their meaning. Koç and Koca (2015:77) emphasise the<br />
most significant reason of their difference with the Western<br />
style clothing is the importance given to how the cloth<br />
is dressed rather than what the dress is. As Turkish clothes<br />
are rather reshaped over the body the term “body recasting”<br />
could be used to explain this phenomenon. Like other<br />
Easter cultures the clothes of Turkish communities gain<br />
meaning with the forms of girding. Such meanings should<br />
be dealt with the social norms of the populations they belong<br />
to. Both the form of girding based on social norms and<br />
different utilisation of clothes, attribute separate and new<br />
meanings to the clothes and generates a special language<br />
for understanding the complex cultural identity of a society.<br />
Durham (2008) describes the clothes used in societies with<br />
traditions as “clothes have a singular or a series meanings<br />
for the women wearing them. Such meanings could be understood<br />
by other people at single or multiple dimensions.<br />
These meanings are defined intrinsic meanings to the body.<br />
Generally those meanings are not expressed with words<br />
and they are related to bodily sensations which are not spoken<br />
of but felt at a deeper level.” By this Durham indicates<br />
that there are reasons for their modelling and how they fit<br />
the body. Therefore to evaluate these clothes these intrinsic<br />
meanings should also be taken into account.<br />
As described in his book of “Washington Square” James<br />
mentions that “The biggest frailty of Turks about dressing is<br />
a result of their desire for self-expression. They are enthusiastic<br />
on flashy dressing which can bring garishness into<br />
the forefront without even speaking.Turkish habit for flashy<br />
dressing is related not as a display of self-beauty but as a<br />
display of the beauty of the dress itself.” (James, 1983:20-<br />
22). James statement can be related to highlighting the<br />
intensity of necessity to use dresses, their layers and accessories<br />
as a utility for both social status values and the<br />
level of visibility within the society. This explanation can be<br />
accepted as a confirmation of the claim that where as Western<br />
populations utilise dressing to prioritise the beauty of<br />
the body, Turkic populations are prioritising the beauty of<br />
the clothes.
görünürlük düzeyinin artırılması hem de toplumsal statü<br />
değerlerinin olası gerekliliğinin yoğu ile ilişkilendirilebilir.<br />
Bu durum batı toplumlarında kullanılan giysilerin bedenin<br />
güzelliğinin ön plana çıkartılması için kullanıldığı, Türk toplumlarında<br />
kullanılan giysilerin ise giysi güzelliği üzerine<br />
yoğunlaşıldığı tezini doğrular niteliktedir.<br />
Türkler dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşamakla birlikte<br />
ağırlıklı olarak Orta Asya, Anadolu ve Balkanlar ekseni üzerinde<br />
bulunmuşlardır. Türklerin giyim kültürü, yüzyılların<br />
deneyimlerinden süzülerek biçimlenmiş kuşaktan kuşağa<br />
aktarılan bir değerler bütünü olarak küçük değişiklerle <strong>ortak</strong><br />
bir kültürün varlığını sürdürecek şekilde korunarak günümüze<br />
kadar ulaşmıştır (Koç ve Koca, 2011:11). Dikkati çeken<br />
en önemli nokta Türk toplulukları hangi coğrafi bölgeye<br />
yerleşmiş olursa olsun giysilerinin ana hatlarının birbirine<br />
benzer nitelikte olduğudur (Eruz, 1998,197). Bu benzerlik<br />
Türklerin özellikle göçebeliğin gerektirdiği, sürekli hareket<br />
halinde olmaları nedeniyle, hayatları at üstünde geçen,<br />
Orta Asya Türkleri, kendilerine benzer hayat tarzları olan<br />
kavimlerle <strong>ortak</strong> bir kültüre sahip olmalar ile ilişkilendirilebilir<br />
(Görünür ve Ögel 2007, 61). Türkler genel olarak deri,<br />
keçe gibi daha kalın ve dayanıklı kumaşları tercih etmişlerdir.<br />
Silah ve avlarını ayrıca yiyeceklerini asabilmek için sarkancalı<br />
kemerleri, soğuğa ve rüzgâra karşı korunmak için de<br />
kulaklıklı veya enselikli şapkaları kullanmışlardır. Açık havada<br />
dolaşmanın gereği olarak da genelde keçeden yapılma<br />
palto ve kürkleri giymişlerdir. Deri, keçe, kürk Türk kültürü<br />
içinde bolca bulunan malzemelerdir. Ayrıca inanç olarak da<br />
Turks have been living in various geographies they are generally<br />
concentrated on the Central Asia, Anatolia and the<br />
Balkans axis. The dressing culture of the Turks, being a refinement<br />
of hundreds of years of tradition and experience<br />
and has managed to be preserved as a common tradition<br />
despite minor differences in different populations (Koç ve<br />
Koca, 2011:11). An important point that draws attention is<br />
the similarity between various Turkic populations despite<br />
settling in different geographical regions (Eruz, 1998,197).<br />
This similarities may be related to the necessities of nomadism,<br />
a common attribute and shared culture with similar<br />
societies, having a life on horses and being always on<br />
the move (Görünür ve Ögel 2007, 61). Turks have generally<br />
preferred thick and sturdy clothes like leather and mat.<br />
They have been using hook belt to hang their weapons<br />
and preys, hats with earflaps and neck cover for protection<br />
against wind and cold. As a result of being in open they<br />
chose to wear felted coats and fur. Leather, mat and fur are<br />
common materials within the Turkish culture. This is also<br />
supported by a religious faith allowing the utilisation of animals<br />
to provide needs which in turn places leather, fur and<br />
other animal products shaping the basis of Turkish clothing<br />
culture (Ögel, 1991, 2).<br />
Regarding Turks there are generally five basic layers<br />
constituting a suit of clothes:<br />
1- Shalwar and shirts worn over the skin,<br />
Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />
183<br />
Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri
Common Heritage<br />
184<br />
Ortak Miras<br />
hayvanların ihtiyaca göre kullanımı yasak kabul edilmediğinden<br />
deri, kürk ve hayvan türevli giysiler Türk giyim tarzının<br />
temelinin oluşmasında etken olmuştur (Ögel, 1991, 2).<br />
Türklerde genellikle giysilerin takım oluşturmasında<br />
temel beş katman bulunmaktadır.<br />
1. Tene giyilen Şalvar ve gömleklerden oluşan iç giyimler,<br />
2. Entari, kaftan ve cepkenlerden oluşan üst giyimler,<br />
3. Ferace ve dış kaftanlarından oluşan dış giyimler,<br />
4. Toplumsal Statü göstergesi olarak sunulan başlıklar,<br />
5.Süslemeyi ve estetik anlayışı oluşturan takı ve aksesuarlar<br />
Türkler, Dünya tarihin en eski milletlerinden biri olarak kabul<br />
görmüştür. Türklerin menşei, Eurasia bozkırları ve Türkistan<br />
olarak tarihe geçmiştir (Esin,1959:152). Türkler ve Türklerle<br />
akraba kavimlerin M.Ö. 3000 yılında hatta neolitik devirde<br />
Orta Asya’nın doğu kısımlarında yaşadıkları bilinmektedir<br />
(Eberhard 2002, (1945) 533). Moğolistan, Noyun-Ula Kurgan’lardaki,<br />
Pazırık yükseltilerinde, Kenkol mezarlıklarında,<br />
Talas ve Batken’de yapılan arkeolojik kazılarda elde edilen<br />
bulgular, bir taraftan Orta Asya göçebeleri, Hunlar, Sakalar,<br />
Üsünler ile diğer Türk grupların ve Kırgızların giysilerinde<br />
kullandıkları malzeme, kesim ve süsleme özlliklerinin bariz<br />
bir benzerliğin olduğunu ortaya çıkartılmıştır (Klavdıa ve Aydarbek<br />
2004,6, Öz 1964,159).Türk giysilerinde önden açık,<br />
uzun kollu giysilerin kesim tekniği ile paralellik gösteren,<br />
bilinen en eski örnekler, Pazırık kurganlarında görülmüştür.<br />
Bu kurganlar milattan önce 5. yüzyıla tarihlenmektedir. Kuzey<br />
Moğolistan’da milattan önce 2. yüzyıla tarihlenen mezar<br />
buluntularında tekrar aynı kesim tekniği ile hazırlanmış<br />
ipek kıyafetler ortaya çıkarılmıştır (İnan, 1967).<br />
Türk uluslarının giysilerinin şekillenmesinde tarihi ve kültürel<br />
<strong>ortak</strong> mirasın önemli bir rolünün olduğunu söylemek<br />
mümkündür. Kendine özgü geliştirdikleri bu kültürü karşılaştıkları<br />
toplumlarla kültürleşme sürecine girerek değiştirmiş<br />
veya kalıcılığını sağlayarak ötekinin değişmesinde<br />
etken olmuştur. Gerard’ın (2001) “Göçebe İmparatorluklar”<br />
adlı çalışmasında Çinlilerin Türk giysilerini kullanma gerekliliğini<br />
“Çin vakayinameleri göçebe Şiongnuların (Türk-Moğollar)<br />
genellikle kürkten başlıklar, bileklerde bağcıklarla<br />
büzülmüş bol bir pantolon, kalçalara kadar sarkan iki yanı<br />
yırtmaçlı geniş bir gömlek, kısa bir kürk palto, deri ayakkabılar<br />
giydiğine değinir. Kulaklarda halkalar vardır. Çinliler,<br />
Şiongnu akınlarına etkin bir önlemle karşı çıkmak üzere<br />
hareketlilik kazanmak için savaş arabalarını süvari gücüne<br />
dönüştürür. Onlar aynı zamanda, göçebe pantolonu ata binerken<br />
daha rahat olduğu için entariyi terk eder; atlı oklu<br />
birlikleri kurmaya çaba harcar” şeklinde açıklamıştır.<br />
2- Loose robe (antari), kaftan, bolero constituting the upper<br />
wear,<br />
3- Ferace and external kaftans constituting external wear,<br />
4- Headings as a display of the social status,<br />
5- Ornaments and accessories making up decoration and<br />
aesthetics<br />
Turks are considered as one of the oldest nations in the world<br />
history. Turkish origins are recorded as Eurasian steppes and<br />
Turkistan (Esin,1959:152). It is known that Turks and their<br />
relative populations have been living in Eastern Central Asia<br />
as far as 3000 B.C during the neolithic era (Eberhard 2002,<br />
(1945) 533). Noyun-Ula Cairns in Mongolia, Pazyryk tombs,<br />
Kenkol cemetery, Talas and Batken archeological findings<br />
show that there are apparent similarities between clothes<br />
of Central Asian nomads, Huns, Scythians, Usuns and other<br />
Turkic populations and Kirgiz (Klavdıa ve Aydarbek 2004,6,<br />
Öz 1964,159). The oldest examples of clothes similar and<br />
parallel to the Turkish cutting style of open front, long<br />
armed clothes have been found in Pazyryk Tombs. These<br />
tombs are dated as far as 5 th century B.C. There are also<br />
silk clothes prepared with a similar style have also been<br />
found in the tombs found in North Mongolia dating back to<br />
2nd century (İnan, 1967).<br />
Common historical and cultural heritage has played an<br />
important role in shaping the dressing of different Turkic<br />
nations. Their unique culture has evolved and gained continuance<br />
by interacting with other cultures and triggering<br />
acculturation processes while they also contributed to<br />
their cultural evolution. Gerard mentions the necessities of<br />
Chinese use of Turkic clothing forms in his book “Nomadic<br />
Empires” by saying “Chinese annals tells that Siongnu<br />
(Turks-Mongols) generally wear fur hats, loose trousers<br />
contracted at ankles, large shits with slits on two sides dangling<br />
over hips, a short fur coat and leather shoes. They<br />
have rings on their ears. Chinese transformed their chariots<br />
into cavalries in time due to the need for establishing a effective<br />
counter measure for Siongnu raids. They also abandoned<br />
using loose dresses and adapted nomadic trousers<br />
since they were much easier to wear when riding a horse.<br />
They also tried to establish mounted archer units.”<br />
Baykuzu explains the driving need for Chinese clothing as<br />
“During the Chao Chiefdom (424 - 228 B.C) Chao King Wulin<br />
(340 - 295 B.C.) considered that in order to be successful<br />
against Hunic raids was to adapt their fighting methods after<br />
observing that his chariots were ineffective fighting their<br />
cavalry. He also accepted that Hunic dressing is the most<br />
effective war dress and carried out a series of reforms about
Fot.1: Bilge Kağan a ait kağanlık heykeli (MS 735) (Sertkaya,<br />
ve Diğ. 2001, Moğolistandaki Türk Anıtları Projesi Albümü,<br />
Türkiye Başbakanlık Türk İşbirliği İdaresi (TİKA), s.102).<br />
Pic 1:Khaganate statue belonging to Bilge Khagan (AD. 735)<br />
(Sertkaya, ve Diğ. 2001, Moğolistandaki Türk Anıtları Projesi<br />
Albümü, Türkiye Başbakanlık Türk İşbirliği İdaresi (TİKA),<br />
s.102).<br />
Fot.2: Türk Tarih Enstitüsünde Korunan Köktürk devleti (MS.<br />
552-745) hakanı Köl Tigin’in Başı (Nowgorodowa 1980, fig.<br />
194)<br />
Pic.2:Head of Gokturk (AD. 552-745) Khakan Köl Tigin’s<br />
Statue at Turkish History Institute (Nowgorodowa 1980, fig.<br />
194)<br />
Fot.3: Uygur Prensi 11. ve 12. Yüzyıl Bezeklik Staatliche<br />
Berlin Müzesi - Hint Sanatının Prusya Kültürel Mirası<br />
Müzesi III 8181<br />
Pic.3:Uyghur Prince 11 th and 12 th centuries Bezeklik,<br />
Staatliche Berlin Museum- Prussian Cultural Heritage<br />
Museum of Indian Art III 8181<br />
Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />
185<br />
Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri<br />
Fot.4: Konya İnceminare Taş ve Ahşap Eserler Müzesi 12. 13. Yüzyıl Selçuklu Dönemine Ait Erkek Figürü(fot. F. Koç-E.Koca)<br />
Pic.4:Konya Inceminare Stone and Woodwork Museum, Male figure belonging to 12th and 13th Century Seljuk Period (Pict. F. Koç)
Common Heritage<br />
186<br />
Ortak Miras<br />
Çin giysilerinin kullanımının gerekliliğini Baykuzu,<br />
(2013:234) yapmış olduğu araştırmasında “Chao Beyliği döneminde<br />
(M.Ö. 424- M.Ö. 228) Chao Kralı Wulin (M.Ö. 340-<br />
M.Ö. 295) Hun akınlarına karşı savaş arabaları ile Hun atlılarını<br />
yenememesi durumu karşısında Hunlara karşı başarılı<br />
olmanın yolunun onlar gibi savaşmaktan geçtiğini düşünerek<br />
Hun kıyafetinin en uygun savaş giysisi olduğunu kabul<br />
etmiş ve ordusunda elbise ve silah reformu yapmıştır. Bu<br />
reform Çin tarihinde “Hun kıyafeti ve atlı okçuluğu” reformu<br />
olarak adlandırılmıştır. Böylece Chao Devleti ordusunda ağır<br />
zırhlı birlikler terkedilmiş, Hunların hafif süvari birlikleri taklit<br />
edilmiş, askeri kıyafetler değişmiş, at kullanmaya uygun olmayan<br />
Çin’in uzun etekli giysileri yerine Hunların pantolon<br />
ve çapanları kullanılmaya başlanmıştır”şeklinde aktarmıştır<br />
(ayrıca bkz. Eberhard, 1987:52; Onat, s.69-70).<br />
Türk giysilerinin <strong>ortak</strong> birliğinin en önemli özelliklerinden<br />
birisi pek çok Türk halklarında kadın ve erkek kıyafetlerinin<br />
biçimlerinin arasındaki belli bir ayrımın olmamasıdır. Ancak<br />
her sosyal tabakanın ayrı bir giysi biçimi oluşturulmuştur.<br />
Türk giysileri içinde yalnızca erkek veya kadın giysisi diyebileceğimiz<br />
bir parça bulunmamaktadır (Eruz 1998,297).<br />
Türklerde kadın ve erkek takılarda dahil olmak üzere tüm<br />
giysileri ve onların parçalarını birlikte kullanmışlardır (Esin<br />
1959,160). Ayrım giysi parçalarında değil bunların kullanım<br />
şekillerinden, aksesuar farklılıklarından ve süslemelerin yoğunluğundan<br />
kaynaklanmaktadır. Kadın ve erkek ayrımın<br />
belirleyiciliğinin en önemli parçası başlıklar olmuştur. Örneğin;<br />
Azarbaycan milli Tarih Müzesi koleksiyonunda bulunan<br />
kadın giyiminin ( fot….) biçimsel özelliklerinin Anadolu’da<br />
Diyarbakır Karacadağ, Derik ve Gelengöç köylerinde kullanılan<br />
“Kotik” adı verilen giysilerin (fot. 5-6) birbirine benzerliği<br />
<strong>ortak</strong> kültürün belgeleri olarak sunulabilir.<br />
dresses and weapons in his army. This reform is named as<br />
“Hunic dress and mounted archer” reforms in Chinese history.<br />
So heavily armoured units were abandoned and the<br />
light cavalry of the Huns were copied, they abandoned long<br />
Chinese dresses and adapted Hunic trousers and trawls”<br />
in his study (2013:234) (also see Eberhard, 1987:52; Onat,<br />
s.69-70).<br />
One of the common characteristics of Turkish clothes is the<br />
fact that in most of the Turkic populations there are no significant<br />
distinction between male and female clothing. But<br />
each social stratum has their own dressing style. We can not<br />
classify any part of the Turkish dresses as male or female<br />
clothing (Eruz 1998,297). Turks use all sorts of dresses and<br />
dress pieces including ornaments both in male and female<br />
dressing (Esin 1959,160). The distinction is not about the<br />
pieces of the dresses but their utilisation, differences in accessories<br />
and the amount of ornamentation used. The most<br />
prominent part of the dressing that underlines the gender<br />
difference is the hat. As an example we can draw similarities<br />
in stylistic characteristics between a female dress (pic. ….)<br />
displayed in Azerbaijan National History Museum and the<br />
dresses named as “Kotik” (pic. 5-6) worn Karacadağ, Derik<br />
and Gelengöç villages in Diyarbakır province in Anatolia.<br />
These similarities could be accepted as a testimonial for a<br />
common culture between the two regions.<br />
2.1. Common Characteristics of Headwear and<br />
head Styling<br />
For Turks headwear can be related to expressing superiority<br />
among others through external look. Özden Süslü describes<br />
Turkish typology as having “rounded face, slightly<br />
slanted almond-eyed towards the temporals, bow shaped<br />
eye brows, pointed and lifted nose and small mouth. Also<br />
Fot.5: Azerbaycan Kadın giyimi (Milli Azarbaycan Tarih Müzesi)((fot.<br />
F. Koç-E.Koca)<br />
Pic.5:Azerbaijan Female Clothes ( National Azerbaijan History<br />
Museum)(court. F. Koç)<br />
Fot.6:Diyarbakır Karacadağ, Derik ve Gelengöç köylerinde<br />
kullanılan Kotik<br />
Pic.6:Kotikdressing of Diyarbakır Karacadağ, Derik ve Gelengöç<br />
villages<br />
Fot. 7: Bartın ili Ulus İlçesi Kadın Giyimi<br />
Pic.7: Bartın Province Ulus County Female Clothes
2.1. Başlıklar ve Baş Biçimlendirmedeki Ortak<br />
Özellikler<br />
Türklerde kişinin başkalarına üstünlüğünün belirlemek için<br />
dış görünümünü kullanması başlık ile ilişkilendirilebilir.<br />
Özden Süslü’nün (1989:150) Anadolu Selçuklu kıyafetleri<br />
ile ilgili yapmış olduğu çalışmasında Türk tipini “yuvarlak<br />
çehreli, şakalara doğru hafif çekik badem gözlü, yay kaşlı,<br />
sivri kalkık burunlu, küçük ağızlıdır. Bele kadar inenen uzun<br />
örgülü saçlı” olarak tanımlamıştır. Bu örgülü saçlar Göktürklerde,<br />
Uygurlarda, Abbasilerde ve Cevsak ül-Hakani<br />
saray duvar resimlerinde görülmektedir. Örgülü saç geleneği<br />
Anadolu’da da devam ettirilmiştir. Zülüflerin örülmeden<br />
bırakılması geleneği evlilik işareti olarak kullanılmıştır.<br />
Divanü Lügati’t Türk’te zülüf, “kesme” kâkül, zülüf, perçem,<br />
“onğıklan” ise zülüflü olmak, takma saçlanmak, “önğik” kadınların<br />
takma olarak keçi kılından yaptıkları zülüf, “önğik<br />
yürgeyek” ulanmış zülüf, “önğiklen” zülüflü olmak, takma<br />
saç zülüf takmak olarak tanımlanmıştır ki zülüf kesme kullanılması<br />
çok önemli ve eski bir geleneğe dayanmaktadır. Araz<br />
(1956:8) Anadolu’da zilifleri örülmemiş ve örgüleri çembere<br />
geçirilmemiş bir yörük kadınının yeni gelin olduğunu ve<br />
gelinlerin dalfesin üzerine renkli örtüleri kullandığını evlenmek<br />
istemeyen dul kadınların zilif kesmediğini ve kara yazma<br />
bağladığını, bu kadınların zilif kesmesi durumunun yeniden<br />
evlenmek isteği olarak kabul gördüğünü belirtmiştir.<br />
Kadın figürlerde yüze sürülen süsler erkekleri kadınlardan<br />
ayıran önemli bir özellik olmuştur. Kadınların kullandıkları<br />
yaşmak, ipek bir örtünün baştan omuzlara doğru örtülen<br />
örtülerdir. Yaşmak kullanımı Hun Türklerine kadar dayanır.<br />
Divanü Lügati’t Türk’te yaşmak “saraguç” adı ile anılmıştır.<br />
Kazak kadınlarının kulandığı uzun, sivri uçlu silindirik şapkaların<br />
kökünün ortaçağda Moğol kadınlarının giydiği şapka<br />
olan “bogtak”tan gelmektedir.Bogtakın şekli Kazak halkıplaited<br />
hair stretching down to the belly” in his study on<br />
Anatolian Seljuk clothes. Plaited hair can also be observed<br />
in Gokturks, Uighurs, Abbasids and Cevsakul-Hakani palace<br />
wall paintings. This tradition still continues in Anatolia.<br />
Having earlocks without plaits has been used as a traditional<br />
symbol of marriage. In Divan-i Lugat’it Turk “clip” is<br />
defined as lovelock, earlock, forelock,“onğıklan” is defined<br />
as having earlocks, “önğiklen” with earlocks, “wig” as wearing<br />
earlocks which shows that earlock and clips have long<br />
traditional history. Araz (1956:8) mentions that a newly wed<br />
“yörük” woman in Anatolia do not weave her earlocks and<br />
wrap them inside her headbands. Brides wear colored veils<br />
on their headwear (dalfe) and widows who do not wish to<br />
marry again don’t cut their earlocks and wear black head<br />
scarves (kara yazma). Cutting her earlocks is accepted as a<br />
sign for a widow that she wants to marry again.<br />
One of the prominent distinctions between male and female<br />
figures is the makeup that females apply to their faces.<br />
Yashmak (veil) is a kind of silky headwear that released over<br />
the shoulders. Yashmak has been used since Hun Turks. In<br />
DivanüLügati’t Türk yashmak is defined as “saraguç”.<br />
Long, peaky and cylindrical hats used by Kazak women<br />
dates back to “bogtat” a hat worn by Mongol women during<br />
the middle ages. In form “bogtak” resembles “savkele” a<br />
hat worn by Kazak brides with a feather on top (Banzragch,<br />
2014:43). This is an example for different populations sharing<br />
the same geography and creating a common culture.<br />
Süslü speaks of Hoço Uighur women using conical hats<br />
over high buns which are also named as “boğtak”. Süslü<br />
adds that similar headwear could be find in Anatolia with<br />
the name “Hotoz”, a word which is derived from Caghatay<br />
Turkish word of “kotos”.<br />
Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />
187<br />
Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri<br />
Fot.8: Türklerin ilk Resimli Varka ve Gülşah Hikayesinden (Varka ve Gülşah hocasından ders alıyor) (13. Yüzyıl Anadolu Selçuklu Dönemi)<br />
Pic.8:One of the first illustrated stories of the Turks “Varka and Gülşah”(Varka and Gülşah take lessons from their hodja (teacher)) (13 thcentury Anatolian Seljuks )
Common Heritage<br />
188<br />
Ortak Miras<br />
nın gelinlerinin kullandığı uzun, tepesi tüylü “savkele” adı<br />
verilen başlıklara benzemektedir (Banzragch, 2014:43). Bu<br />
durum aynı coğrafyada yaşayan halkların birbirinden etkilenerek<br />
<strong>ortak</strong> bir kültürün oluşması için verilebilecek önemli<br />
örnekler arasındadır. Süslü (1989:152) çalışmasında Hoço<br />
Uygur kadınlarının yüksek topuzların üzerine şeker külahı<br />
gibi “boğtak” adı verilen başlıkları kullandıklarını Anadolu’da<br />
ise bu başlıkların “Hotoz” ile eşleştirilebileceğini hotoz<br />
kelimesinin ise Çağatayca “kotos” teriminden geldiğini belirtmiştir.<br />
Süslü ayrıca Takke-Külah, Börk adı verilen başlık<br />
türlerinden de bahseder. Banzragch (2014:43), ayrıca “kazınmış<br />
kafanın üzerinde bir tutam saç bırakmak şeklindeki<br />
Moğol saç stili olan “guhul” un Ukrayna’daki Zaporojye Kazakları<br />
tarafından “hohol”adı ile bilindiğini ve bunun Türkler<br />
tarafından da kullanıldığını belitmiştir.<br />
Genel olarak Kırgızistan’ın kuzeyinde kullanılan “şökülö”<br />
adı verilen külah şeklindeki kadın başlıklar Kırgızların ünlü<br />
destan kahramanı Manas’ın hanımlarının giydiğine inanılarak<br />
kutsallık boyutu da kazanmıştır. Aynı zamanda ise Türklerin<br />
eski dini olan Gök Tanrı İnancı’na dayanılarak Tanrı’yı<br />
simgelediğine de inanılır. Şökülöyü gelinler gelin giysisi ile<br />
birkilkte kullanırlar ve damat evine gidildiğinde ise çıkarırlar.<br />
Şökülö Kırgızistan da kullanılmasına rağmen ülkenin kuzeyinde<br />
yer alan Kazakistan’da da yoğun olarak kullanılmaktadır.<br />
İki ülkenin <strong>ortak</strong> kültürel değerlerinin en bariz örneklerinden<br />
bir tanesidir.<br />
Kırgızistan’ın güneyinde kullanılan Özbek ve Kırgız <strong>ortak</strong><br />
değer olarak sunulabilecek bir diğer başlık ise “doppı” adı<br />
verilen başlıklardır. Genç kızların başlıklarının ucunda tüy<br />
vardır. Bu tüy o kızın bekâr olduğunun göstergesidir. Erkekler<br />
“kalpak” adı verilen başlığı takarlar. Kalpakta yaş farkı<br />
yoktur (Gülbeyaz, 2013 .2). Kırgız kadınlarının evlendirildikten<br />
sonra “Kep takıyası” adı verilen başlıkları çıkartarak<br />
“Eleçek” adı verilen başlıkları kullanırlar. Kırgız kadınlarına<br />
özgü olan bu başlığın toplumsal anlamı “çocuğa kundak,<br />
naaşa kefen” olarak kadının kendini ailesine adaması gerekliliği<br />
ön plana çıkarılır.<br />
Nogaylar Hun Türklerinin kullandıkları başlıklara benzer<br />
“eltır börk veya körpe börk” adı verilen başlıkları kullanırlar,<br />
Nogay Türkleri atlı bozkır medeniyetinin doğal olarak karakterlerini<br />
yansıtmaktadır. Ölüye matem için özel bir başlık<br />
kullanılır bu başlık “kara” adı verilen siyah renkten yapılır. Bir<br />
yıl boyunca giyilen bu şapka ata ruhundan kaynaklı olması<br />
durumu ile açıklanmıştır. Mekkeyi ziyaret etmek için “salma/<br />
sarık” kullanılırdı. Anadolu’nun pek çok bölgesinde sarığa<br />
“salma” adının verildiği bilinir. Azerbaycan Türklerinde de<br />
sarık “salma” adı ile bilinmektedir (Kalafat, 2016:112).<br />
Türklerin sarığı kullanması Tuğrul Beyin 1038 yılında Nişabur’a<br />
geldiğinde başında sarığı kullanması ile başlamış,<br />
Süslü also mentions other head caps like takke, külah and<br />
börk. On the other hand Banzragch (2014:43) mentions<br />
about the Mongol tradition of leaving a handful of hair over<br />
shaved head which is called as “guhul” can also be observed<br />
in Ukraine being used by Zaporojye Kazhaks and named as<br />
“hohol”. He also adds that this kind of hair shaping is also<br />
used by Turks.<br />
“Sökülö” a conical shaped female headwear used in the<br />
north of Kirghizstan have gained a sacred status believing<br />
they have been used by the wives of Manas, famous epic<br />
hero of the Kirghiz people. It also resembles god according<br />
to Gök Tanrı (Sky God) belief of the ancient religion of<br />
Turks. Brides use “sökülö” with their wedding dress and take<br />
it off when they arrive at grooms house. “Sökülö” has also a<br />
widespread use in Kazakhistan, northern neighbour of Kazakhistan.<br />
It is one of the prominent indicators of the common<br />
culture among two countries.<br />
Another headwear that belongs to southern Kirghizstan<br />
called “duppi” is also common with “Uzbekistan” another<br />
neighbouring country. There are feathers upon teenage<br />
girls headwears as an indication for them to be singles. Man<br />
wear another type of headwear called “kalpak”. Males of all<br />
ages can wear “kalpak” (Gülbeyaz, 2013.2) Kirghiz ladies<br />
leave their headwear called “Kep Takıyası” as soon as they<br />
marry and begin wearing another headwear called “Elecek”.<br />
Unique to the Kirghiz people “elecek” is a “napkin to their<br />
children and a shroud for them when they die” which has<br />
a social meaning for the women to dedicate themselves to<br />
their families.<br />
Nogays, use “eltır börk and körpe börk” headwears which<br />
are similar to the ones used by Hun Turks. In that regard<br />
they represent the natural characteristics of horseman<br />
steppe civilization. They use a certain type of black headwear<br />
called “kara” representing mourning for the dead. It is<br />
worn for a year after the funeral at thought to have link with<br />
the spirit of the ancestor lost. They use turban (salma/sarık)<br />
when they go on for a pilgrimage to Maccah. It is known that<br />
sarık (turban) is also called as “salma” in most of Anatolia.<br />
Azerbaijani Turks also call sarık (turban) as “salma” (Kalafat,<br />
2016:112).<br />
Turks began using sarık (turban) beginning with the arrival<br />
of Tughrul Bey to Nishabur in 1038 and following 14th and<br />
15th centuries it became the norm and being used hierarchically<br />
from the sovereign to the lowest rank in the palace<br />
(Sümer, 1980). Turks absorbed the tradition of “sarık sarma”<br />
(turban wrapping) after accepting Islam. “Dastar” was used<br />
as the kind of clothe to wrap around the “kavuk” with various<br />
sizes and forms. Seljuki sultans used small sarıks wrapping<br />
“dastar” clothes around their “kavuk”s and put “crown” on
Fot.9:Kırgız kadın başlığı “eleçek” ( DKB Moda ve kadın Etkinliklerinden)<br />
Pic.9:Kirghiz female headwear “eleçek” ( from TDKB Fashion<br />
and Woman Event)<br />
Fot.12: Erkek Kalpağı (Azarbaycan Milli Tarih Müzesi) (fot. F. Koç-E.Koca)<br />
Pic.12:Male “Kalpak”(Azerbaijan National History Museum) (F. Koç)<br />
Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />
189<br />
Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri<br />
Fot.10: Denizli -Çardak ilçesi Söğüt Köyü düğünden bir hafta sonra yapılan baş bağlama<br />
töreninden sonra gelinin başının bağlanması “alabaş”<br />
Pic.10:“Alabaş” headwear of the bride during the “baş bağlama” (heading) ceremony one<br />
week after the wedding, Denizli Province -Çardak County - Söğüt village (F. Koç)<br />
Fot.11: Kütahya -Simav ilçesi yeni gelinin çocuğu olana kadar kullandığı başlık(fot. F.<br />
Koç-E.Koca)<br />
Pic.11:Headwear used by newly wed bride until having her first child, Kütahya Province<br />
-Simav county (F. Koç)
Ortak Miras<br />
Common Heritage<br />
190
14. ve 15. yüzyıllarda Anadolu Selçukluları ve Osmanlı sarayındaki<br />
en basit rütbeden başlayarak hükümdarda son<br />
bulan bir statü sıralaması ile kullanılmıştır (Sümer, 1980).<br />
Türkler Müslümanlığın kabulünden sonra İslam geleneği<br />
olan “sarık sarma” ile karşılaşmışlardır. Dastar adı verilen<br />
kumaşların kavuk etrafına çeşitli biçimlerde ve büyüklüklerde<br />
sarılması ile elde edilen sarıkları Selçuklu sultanları dastarlı<br />
küçük sarık sarak kullanırlar, törenlerde ve kabullerde<br />
ise başlarına taç takarlardı (Uzunçarşılı, 1970,65). Kıymetli<br />
taşlardan yapılan bu taçların Orta Asya’da, Göktürk ve Hun<br />
Devri kurganlarında da görülmüştür (Ögel, 1984, 192, Süslü,<br />
1989:153). Ancak Osmanlı döneminde taç kullanılmamış<br />
bunun yerine sarıklar tercih edilmiştir.<br />
Hakas Türklerinde kürkten yapılan “Yulgu-pörik yadaTülgu-pörik”<br />
(güç şapkası) adında olan şapkalar kullanılır. Bu<br />
şapkalar Gök üçlüsü olarak bilnen üç zirvesini temsil eder.<br />
Şapka kenarlarının iki köşesinin kesimi dünyayı (Gerçek<br />
Dünya tepesi) temsil eder (Kotozhekov2014:36). Bu şapka<br />
formlarının gökyüzünün günün temsili olarak sunulması<br />
Türklerin eski inancı olan gök tanrı inancı ile ilişkilendirilebilir.<br />
Ortak Türk kültürünün birlikteliği ile kullanılan bir diğer başlık<br />
ise Kafkas halkına ait “Kalpaklar”dır. Bilinen ilk biçimiyle<br />
kenarları çeşitli yaban hayvanlarının kürkleriyle kaplı, yarı<br />
çember biçimindeki bu baş giysisi özelliğini günümüzde de<br />
korumaktadır. Başa giyilen kalpak uzaktan bile giyen insanın<br />
hangi Kafkas halkından olduğunu gösterecek nitelikte<br />
yapılır. Çeçen, İnguş ve Dağıstanlılarda geniş, uzun tüylü ve<br />
yüksek biçimleri kullanılır. Batıdaki Adige ve Abhazlardan<br />
başlayarak son yüzyıl içerisinde tüm Kafkasya’ya yayılan ve<br />
“Kubanka” adıyla anılan kalpak biçimi tercih edilir (Koçkar,<br />
2008:108).<br />
Evlilik, insan hayatında doğumla başlayıp ölüme kadar<br />
devam eden sürecin en önemli geçiş dönemi olarak bilinir.<br />
Yapılan uygulamalar öncelikle kadın üzerinde temellendirilmiştir.<br />
Kadın için evlilik geçiş döneminin önemli bir<br />
göstergesi olan “duvak” genel olarak gelinlerin başlarını<br />
ve yüzlerini kapayan örtü olarak bilinir. Kazaklarda “tumak”<br />
kış başlığı, Bulgarlarda “devak”, Sırplarda “duvak”, Özbeklerde<br />
“tuvok”, Kırgızlarda “tubak”, Türkiye Türkçesinde ise<br />
“duvak”adları ile kullanılmıştır (Aydemir, 2013:623).Divanü<br />
Lügati’t Türk’te, Selçuklu gelinlerinde gerdek gecesi geline<br />
“didim”adı verilen taçların takıldığı ve “boğmak” adı verilen<br />
kolyelerin takıldığı ve “didek” adı verilen duvakla yüzünün<br />
örtüldüğünden bahsedilmektedir(çev. Atalay 1985). Kızlıktan<br />
evliliğe atılan ilk adım, zülüf kesmedir. Kız iken örülmüş<br />
olan beliklerin şakak kısmına gelen örgülerden bir kısmı kesilerek<br />
kısaltılır. Buna “zülüf veya kekil” adı verilir (Sümbül,<br />
2008:145).<br />
top of them during ceremonies and receptions (Uzunçarşılı,<br />
1970,65). Garnished with precious stones these crowns are<br />
similar to their predecessors seen in Central Asian kurgan<br />
(tombs) dating back to Göktürks and Huns (Ögel, 1984, 192,<br />
Süslü, 1989:153). During the Ottoman period these crowns<br />
were not preferred and sarıks were used alone.<br />
Hakas Turks use fur hats called “Yulgu-pörikyadaTülgu-pörik”<br />
(power hat). These hats represent three peaks of the sky<br />
known as “Gök Üçlüsü” (Sky Trio). The cut of two sides of the<br />
hat represent the earth as the “real world hill”(Kotozhekov2014:36).<br />
The matching of the hat forms with the representation<br />
of the sky and day may be related to the ancient<br />
Turkish belief of the “Gök Tanrı” (God of Sky).<br />
Another headwear of the common Turkish culture is the<br />
“kalpak” that belongs to the Caucasian people. In its oldest<br />
known form it is a semi circle and is wrapped with animal fur.<br />
It still carries its major characteristics today. “Kalpak” as a<br />
headwear distinctively indicates that the wearer belongs to<br />
the Caucasian people even from a distance. Chechen, Inghus<br />
and Daghestanians use it with long feathers with a tall<br />
shape. In its Western form “Kubanka” it is used by Adygheans<br />
and Abkhasians which spread to whole Caucasian in the<br />
last century (Koçkar, 2008:108).<br />
Marriage is the most prominent transition of human life<br />
beginning with birth and ending with death. In that regard<br />
application about marriage are mainly based on the female<br />
party of the process. “Duvak” (bride’s veil) is an important<br />
indication of marriage process for the female which covers<br />
bride’s head and face. It is used with the names “tumak”<br />
winter headwear by the Kazhaks,“devak” by Bulgarians,“duvak”<br />
by Serbians,“tuvok” by Uzbeks,“tubak” by Kirghizs and<br />
“duvak” in contemporary Turkish (Aydemir, 2013:623). In DivanüLügati’t<br />
Turk it is described that, Seljuk brides wear “didim”<br />
a circlet, necklacee named “boğmak” and their faces<br />
covered with brides’ veil called “didek”during the first night<br />
called “gerdek” (transl. Atalay 1985). First step of the process<br />
moving from girlhood to marriage is cutting the earlocks.<br />
Lower back of the braid woven during the girlhood is<br />
being shortened from where it runs into the temporal. This<br />
part is called “zülüf” or “kekil” (Sümbül, 2008:145).<br />
Araz (1956:8) brings out the marriage of the girls in their<br />
early teenage hood among Karadağ Yörüks living in Anatolia<br />
in his study “Yayla Sırları”. He mentions that the<br />
headwear of the girls change after they reach an age in<br />
which they became available to be married and describes<br />
that “Leaving the fez of the girls without any veil is called<br />
“dalfes”. When a scaled crepe is wrapped around the fez<br />
like a “sarık” (turban) it means that the girl is available for<br />
marriage and can fall in love. She can not be ashamed or<br />
Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />
191<br />
Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri
Common Heritage<br />
192<br />
Ortak Miras<br />
Araz (1956:8) “Yayla Sırları” adlı çalışmasında Anadolu’da<br />
yaşayan Karadağ Yörüklerinde çocuk denilebilecek yaştaki<br />
kızların evlendirdiği üzerinde durmuş ve bu kızlarınevlilik<br />
çağına geldiklerinin belirtisiolarak kullandıkları başlık<br />
biçimini şu şekilde ifade etmiştir. “Genç kızların fesinin örtüsüz<br />
olmasına dalfes denilmektedir. Fesin kenarına pullu<br />
bir krep (çember)sarık gibi sarıldığında bu kıza kim isterse<br />
talip olabilir, gönül verebilir anlamında kullanılır. Bunun<br />
ayıbı günahı olmaz. Bayram veya düğün günü ise ziliflerini<br />
budak budak aşağı sarkıtır, yan saçlarını fesin kenarlarındaki<br />
çembere geçirerek sarar. Ancak dalfesin üzerinde beyaz<br />
bir örtünün bulunması kızın nişanlı veya sözlü olduğunun<br />
göstergesi olarak bilinir.” Anadolu’nun pek çok bölgesinde<br />
evliliğin işareti olarak gerdek gecesinden sonra gelinin başı<br />
kızlığında olduğundan daha başka bir şekilde bağlanarak<br />
kadınlığa adım atmanın işareti başlık ile sunulur.<br />
Koca ve Kırkıncıoğlu’nun (2015:52) Uşak ili Omurca beldesinde<br />
yapmış oldukları çalışmada“Her baş bağlama şeklinin<br />
ayrı bir anlam ifade ettiği Omurca beldesinde, düğün günü<br />
yapılan gelin başı ile gerdek sonrası yapılan baş bağlama<br />
birbirinden farklıdır. Düğün olduktan sonra ertesi gün gelin<br />
başı bozulur. Gelin başına al çeki, onun üstüne kenarları<br />
mavi boncuk oyalı al yazma, onun üzerine de örtme örtülür”<br />
. Baş bağlama tarihi pek çok kaynakta olduğu gibi Anadolu’da<br />
da kadının evliliğinin işareti olarak sunulur ve genç<br />
kızlar başlarını çenelerinin altından bağlamaz gelin olunca<br />
baş örtüsü çene altından bağlanır ve baş üstüne yüksekçe<br />
bir başlık konur. Türkçede kullanılan “baş bağlama” değiminin<br />
evlendirme ile ilişkilendirilmesi buradan gelmektedir.<br />
Koca ve Kırkıncıoğlu’nun (2016:276). Afyonkarahisar Haydarlı<br />
beldesinde yapmış oldukları çalışmada özellikle gelin<br />
başlıklarının farklılığını vurgulamışlardır. “Gelin giyim-kuşamını<br />
diğer giyim biçimlerinden ayıran ve ona gelin giysisi<br />
özelliğini kazandıran ön önemli donanımı baş ve süslemeleridir.<br />
Gelin başı hazırlanırken ilk olarak iki yanına zülüf<br />
askısı gelecek şekilde terlik (boncuklu fes), sonra sırasıyla<br />
baş altını, renkli (sarı, yeşil, mavi, kırmızı renk) çeki ve epri<br />
önden arkaya doğru olacak şekilde bağlanır. Onun üstüne<br />
önce saçaklı, sonra al pullu örtülür ve tam tepe kısmına<br />
renkli tozaklar tutturularak, ön alın kısmına arabeli yerleştirilir.<br />
Yanlardanda renkli simler sarkıtılır. Bu baş bağlama<br />
biçimini yörede sadece gelin veya çok yakın akrabaları kullanabilirler.<br />
Bu yüzden, bu baş bağlama biçimini gören kişiler,<br />
Türkmen kültüründe, kadınların gelin ya da gelinin yakın<br />
akrabası olduğu şeklinde konumunu yorumlayabilir. Diğer<br />
kadınlar günlük giyimlerinde olduğu gibi yaşlarına göre orta<br />
yaşlı veya genç kadın baş bağlama biçimlerini kullanırlar.”<br />
Nogay Türklerinde ise düğün yapıldıktan sonra kadınlarevlilik<br />
işareti olarak başlarına keten bir bez dolar ve üzerine<br />
“tasdar” adı verilen mendil yerleştirirler. “Yağlık, şokana,<br />
blamed for a sin for that. When attending to festivals and<br />
wedding ceremonies they drop their gnarled earlocks, wrap<br />
their sidewise hair into the circlet around their fez. But if<br />
there is a white veil over the “dalfes” it means that the girl is<br />
either got engaged or affianced.” Having a different headwear<br />
between a married and single woman is the sign of<br />
stepping into womanhood in most parts of Anatolia.<br />
Koca and Kırkıncıoğlu (2015:52) carried out a study in<br />
Omurca town in Uşak Province and made observations. “In<br />
Omurca every different head wear has a different meaning.<br />
Therefore brides head wear during the wedding day and<br />
head wear worn after the wedding day. The day after the<br />
wedding day brides head wear is dissolved. Brides headwear<br />
is covered with layers of first “al çeki” (red cover) and<br />
than an “al yazma” (red scarf) with blue bead and lace and<br />
another cloth on the top.”<br />
Wearing headscarves is an indication of marriage in Anatolia<br />
which is also documented in historical sources. Young<br />
girls wearing head scarves do not tie the scarf under their<br />
chin. When a girl is married she begans to tying her headscarf<br />
under her chin and adds a tall cap over her head. This<br />
is the reason that “baş bağlama” (tying head scarf) as a<br />
phrase is related to wedding in Turkish. Koca and Kırkıncıoğlu<br />
(2016:276) mentions about the differences between<br />
brides’ head wears in their study they carried out in Haydarlı,<br />
Afyonkarahisar. “What makes brides’ dressing from others<br />
and making it characteristically a brides’ wear is the head<br />
wear and ornamentation. During the preparation of brides’<br />
head wear first “terlik” (fez with beads) is put on which is<br />
later followed by gold ornaments , colourful covers (yellow,<br />
green, blue, red) and “epri” (coloured headscarf) being<br />
wrapped around from front to the back. On the top of it first<br />
“saçaklı” (fringed cloth) and “al pullu” (red beaded cloth) is<br />
wrapped and on the top of it “tozak”s (colorful bird feathers)<br />
are added and “arabeli” (row of stitched gold or silver coins)<br />
is put on the forehead. Colored syms are swinged from sides.<br />
Only the brides and their close relatives are allowed to use<br />
this head wear during the ceremonies, so that anybody can<br />
apprehend their position. Other women use head wears<br />
matching their age according to their daily praxis.“<br />
Among Nogay Turks following the wedding women wrap a<br />
canvas around their head as a sign of marriage and put a<br />
handkerchief called “tasdar” on top of it. They use different<br />
headscarves named “yağlık”, “şokana”, “bastarkış” and<br />
“şalma”. “Yağlık” has a common name in north and south<br />
Azerbaijan, Norther Caucasia, Derbent Turks, Borçalı region<br />
of Georgia, Karapapah Turks, Iran Turks and Nahcivan and<br />
some of the regions in Anatolia although their usage may<br />
differ (Kalafat, 2016:115).
Fot 13:Kırmızı giysili ve siyah çizmeli iki kişi (Azerbaycan<br />
Surakhan Ateşgah Tapınağı)(fot. F. Koç-E.Koca)<br />
Pic.13:Two persons with red dress and black boots(Azerbaijan<br />
Surakhan FireworshipperTemple) (F. Koç)<br />
Fot.14:Kaya resmi üzerinde geyik üzerinde avlanan kişinin giysisindeki bel bağı<br />
(Azerbaycan Arkeoloji ve Etnoğrafya Müze Kompleksi)(fot. F. Koç-E.Koca)<br />
Pic.14:Waist belt of a person hunting while riding a deer(Azerbaijan Archeology<br />
and Ethnographia Museum)(F. Koç)<br />
bastarkış, şalma”gibi isimler verilenbaş örtülerini kullanırlar.“Yağlık”,<br />
kuzey ve güney Azerbaycan, Kuzey Kafkasya,<br />
Derbent Türklerinde, Gürcistan’ın Borçalı bölgesinde, Karapapah<br />
Türklerinde, İran Türklerinde ve Nahçıvan’da (Kalafat,<br />
2016:115) ve Anadolu’nun bazı bölgelerinde kullanımları<br />
farklı olmasına rağmen aynı isimle anılmaktadır.<br />
Özdemir (2009: 193). Anadolu’nun bazı yörelerinde düğün<br />
bitiminden bir gün sonra geline yapılan takı merasimine<br />
“duvak” adının verildiğini, duvak açma ritüelinin Anadolu’da<br />
genellikle yatak odasında güvey yatağında gerçekleştiğini<br />
ifade etmiştir. Bu ritüel, kadınlığa geçişi gösteren bir<br />
semboldür. Bazı yörelerde İslamiyet’in etkisi ile olduğunu<br />
düşündüğümüz evlilikten sonra, yalnızca kadınların iştirak<br />
ettiği “duvak mevlidi” ile sonlandırılmaktadır. Duvak açma<br />
geleneği genç kızın baba ocağından çıkarak başka bir boya,<br />
nesle geçtiğini bildiren, Türklerin düğün merasimine has bir<br />
gelenektir. Bazı Türk toplumlarında ise gelinin yeni ailesine<br />
tam olarak kabulü ancak ilk çocuğunun doğumu ile gerçekleşmektedir<br />
(Aydemir: 2013: 642). Bu durum bazı yörelerde<br />
gelinin çocuğu olana kadar bazı işaretleri üzerinde taşımasını<br />
gerektirir. Bu genellikle başlığın üzerinde bulundurulan<br />
bir işarettir. Kütahya’nın Simav ilçesinde Düğün günü yüze<br />
örtülen duvağın çocuk olana kadar başın arkasında taşınması<br />
(fot.10) Denizli ili Çardak ilçesi Söğüt Köyü düğün<br />
gününden bir hafta sonra baş bağlama töreninin yapılması<br />
ile başın üzerine altınlı fes ve oyalı çemberlerin takılması<br />
(fot.9) bunlara verilebilecek bazı örneklerdir.<br />
2.2. Giyim- Kuşamda Kullanılan Renklerin Ortak<br />
Özellikleri<br />
Renk olgusu, tarih boyunca medeniyetlerin sosyal, kültürel<br />
ve sanatsal ifade aracı olarak kullanılmış olup giyim-kuşam<br />
Fot.15: sağdan sola kapalı kaftanı, kırmızı entarisi ve tiraz<br />
bordürlü giysisi ve sarığı ile Turan Savaşçı ve Bizans<br />
Prensesi ve onun cariyeleri (Adamova,A.T. L.T. Güzalyan İ,<br />
1985:145)<br />
Pict.15:A Turanian warrior with his modest kaftan, arm<br />
banded red robe and “sarık” (turban), Byzantian Princess<br />
and her concubines - from left to right (Adamova,A.T. L.T.<br />
Güzalyan İ, 1985:145)<br />
Özdemir (2009:193) describes that although in common<br />
use “duvak opening” (opening of the veil) is acted in<br />
grooms bed in the bedroom, in some places in Anatolia<br />
“takı merasimi” (jewelry ceremony) conducted the day after<br />
the wedding is also called “duvak”. This ritual is a symbol<br />
of becoming a woman. In some regions after the wedding,<br />
“duvak mevlidi” (a religious ceremony commemorating the<br />
life of the prophet) is conducted which is believed to be<br />
added with “Islam” becoming the belief system in this populations.<br />
“Duvak açma” (veil opening) tradition resembles<br />
that young woman is leaving her fathers house and joining<br />
another tribe, family or generation which is unique to Turkish<br />
wedding ceremonies. In some of the Turkish populations<br />
the acceptance of the bride into her new family is only possible<br />
after giving birth to her first child (Aydemir:2013:642).<br />
In that regard the bride is expected to carry certain types of<br />
signs before having her first child which is generally a sign<br />
added to the head wear. In Simav, Kütahya “duvak” (veil)<br />
worn during the wedding is worn at the back of the head<br />
until a child is born (pic.10) and in Söğüt village, Çardak,<br />
Denizli baş bağlama” (tying head scarf) ceremony is held a<br />
week after the wedding and a fez with gold coins and laced<br />
circlet is worn over the head (pic.9). Both are examples for<br />
how head wearing differentiates after the wedding.<br />
2.2. Common Characteristics of Colours Used in<br />
Dressing<br />
Concept of color has been utilised as social, cultural and<br />
artistic expression tool for civilisations, which also has significant<br />
role in their dressing culture becoming symbols for<br />
their sentimental, intellectual and spiritual values. Besides<br />
being a component of art, colour has been used as a tool<br />
Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />
193<br />
Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri
Common Heritage<br />
194<br />
Ortak Miras<br />
kültüründe de etkin bir rol oynayarak duygu, düşünce ve<br />
inançları yansıtan bir simge hâline gelmiştir. Renk; sanatın<br />
bir unsuru olsa da farklı coğrafya ve kültürlerde değişik anlamlar<br />
taşıyabilen bir dışavurum aracı olarak kullanılmıştır.<br />
Renkler Türk kültüründe gerek İslâm öncesi gerekse İslâm<br />
sonrasında, özel bir takım inançlar ve nesneleri simgeleştirmek<br />
için de kullanılmıştır( Karaman,2016: 211). Renk Türk<br />
kültüründe her zaman simgesel olarak bir şeyleri ifade etmekte<br />
kullanılan bir kavram olmuştur. Orta Asya’dan Anadolu’ya<br />
ve Osmanlı İmparatorluğuna kadar renkler, giysinin<br />
biçim kadar etkili omuştur.Kanunlarla belirlenen giysi biçimi<br />
ve renkleri oluşturulmuş, giyilen giysinin renginden kişinin<br />
toplum içindeki statüsü, yaptığı işi ve dini inancı ile ilgili fikir<br />
sahibi olabilecek bir etki sunmuştur. Sarayın giyeceği biçim<br />
ve renk, azınlıkların giyeceği biçim ve renk, devlet görevlilerinin<br />
giyecekleri biçim ve renkler yasalarla belirlenmiş, aksi<br />
durumlarda bulunanlar için ceza uygulaması bile yapılmıştır<br />
(Reyhanlı,1983, 69).<br />
Türklerin renklerle ilgili davranışları, eski çağlardan günümüze<br />
kadar günlük hayatlarına, inançlarına, savaşla ilgili<br />
çeşitli uygulamalara, kültürel dokuya; bayram törenlerine,<br />
merasimlere, kullanmış oldukları çadır, bayrak, elbise vb.<br />
araç ve gereçlere, Türk dünyasının millî bayramlarından<br />
Nevruz kutlamalarına doğrudan yansımıştır (Seyidov 1988:<br />
33). Altay Türklerine ait “Yaradılış Destanında” tanrı Kara<br />
Han (Kayra Han) güç sahibi olarak karşımıza çıkar. Gök tanrının<br />
Ak Han, Kızıl Han, Sarı (Kara) Han, Yeşil Han adlarında<br />
dört oğlu vardır. Yakut Türklerine ait Yaratılış destanında<br />
Ürüng-Ayıg-Toyon denilen Yakutların en büyük Tanrısının<br />
adı Beyaz-Yaratıcı-Tanrı veya Beyaz-Yaratıcı’dır. Bu efsanede<br />
geçen Ak-Ene veya Ak-Ana ya da Ürüng-Ayğsıt ise Beyaz<br />
Kadın Yaratıcı’dır (Ögel 1998: 430).<br />
Türk Kültüründe kırmızı rengin kutsiyeti ve yaygınlığı Orta<br />
Asya’da yapılan arkeolojik buluntularda da açık olarak görülmektedir.<br />
Altaylarda daha M.Ö 3 ve 2 bin yıllara ait Yan<br />
Ulagan ve Kuyum kurganlarındaki mezarlardaki iskeletlerin<br />
defnedilmeden önce kırmızıya boyanmış olması nedeniyle<br />
üzerlerindeki kırmızı renkli boya bulunması bu rengin canlılık<br />
yani dirilik anlamını ifade ettiği şeklinde yorumlanmıştır<br />
(Ögel, 1984:18).Talas boylarında Hunlara ait olup M.S 2. ve<br />
4. yüzyıla tarihlenen bir kurganda birisi erkek birisi kadın<br />
olmak üzere iki ceset bulunmuştur. Kadının başı ve yüzü<br />
kırmızı ipek kumaşla örtülmüş, Üzerindeki entari göğüs üzerinden<br />
bağlı ipek kumaştan yapılmıştır. Kadının boynunda<br />
boncuktan gerdanlık bulunmasından bu cesetlerin damat<br />
ile geline ait olma ihtimalini kuvvetlendirmiştir (İnan 1998:<br />
501; Ögel 1984: 93). Kadının yüzündeki kumaşın duvak<br />
olma ihtimali yüksektir.<br />
Kırmızı renk Türkmen çevresinde kahramanlık alâmeti<br />
for self expression, carrying different meanings in different<br />
geographies and cultures. Colours has also been used to<br />
symbolise certain beliefs and objects in the Turkish culture<br />
both before and after Islam ( Karaman,2016: 211). Colour<br />
has always been used as a concept to express symbolism<br />
in the Turkish culture. From Central Asia to Anatolia and up<br />
to the Ottoman Empire colours have been as effective as<br />
the dressing in that manner. Colours not only represented<br />
the social status but also his job and religious beliefs he belonged<br />
to. Colours and forms used by the Palace, colours<br />
and forms the minorities and state officers should wear<br />
have been defined by rules and laws even with a punishment<br />
when they are broke (Reyhanlı,1983, 69).<br />
Turkish choice and manners regarding colours had an impact<br />
on their daily lives, beliefs, war practices, cultural patterns,<br />
festivals, ceremonies, outlook of their tents, flags,<br />
dressings, equipments just as it had an impact on their national<br />
festival of Nevruz celebrations (Seyidov 1988: 33).<br />
In “Creation Saga” of the Altai Turks, “Kara Khan or Kayra<br />
Khan” (Black Lord) is represented as an all powerful being.<br />
“Gök Tanrı” (God of sky) has four sons named as Ak Khan<br />
(White Lord), Kızıl Khan (Red Lord), Sarı (Kara) Khan (Yellow<br />
(Black) Lord) and Yeşil Khan (Green Lord). The biggest God<br />
of Yakut Turks mentioned in their creation saga is called<br />
“Ürüng-Ayıg-Toyon” (White-Creator-God or White Creator).<br />
“Ak-Ene”, “Ak-Ana” or “Ürüng-Ayğsıt” (White Female<br />
Creator) is also a female god mentioned in the same saga<br />
(Ögel 1998: 430).<br />
Red colour is accepted as holy and it is pretty common in<br />
Turkish culture. This can be clearly observed in archeological<br />
findings unearthed in Central Asia. Buried skeletons in<br />
Yan Ulagan and Kuyum kurgan (tombs) dating back to 3rd<br />
and 2nd millennia B.C. in the Altai region are found to be<br />
painted in red with red paint remnants. In that manner it is<br />
suggested that red means liveliness (Ögel, 1984:18). Two<br />
bodies (a male and a female) have been found in a “kurgan”<br />
along the Talas river dating back to the 2nd and 4th<br />
centuries A.D and supposed to belong to the Huns. Womans<br />
face and head is covered with red silk cloth and her “entari”<br />
(loose rob) is also made out of silk with knots on its chest.<br />
Bead necklace found around her neck supports the claim<br />
that the bodies belong to a couple, possibly to a bride and<br />
a groom (İnan 1998: 501; Ögel 1984: 93). It is a high probability<br />
that the cloth on her face is also a “duvak” (brides’<br />
veil).<br />
While Turkmen circles red is a symbol for heroism, resembling<br />
concepts like strength of will, domination, getting attention,<br />
war, desire, love, bride and marriage among Turks<br />
(Ögel 1998: 516). “Al” (Red colour) as a symbol for “Al Ruhu”
Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />
Fot.16: Kırmızı gelin giyimi (Milli Azarbaycan Tarih Müzesi)(fot. F. Koç-E.Koca)<br />
Pic.16: Red bride dressing (National Azerbaijan History Museum)(F. Koç)<br />
Fot.17: Denizli ili Çardak ilçesi Söğüt Köyü rengarek kumaşlarla hazırlamış gelin<br />
Pic.17:Colourfully dressed bride in Söğüt village, Çardak county, Denizli Province rengarek<br />
kumaşlarla hazırlamış<br />
195<br />
Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri<br />
Fot.18:Çorum ili Sungurlu ilçesi Fındıklı köyü Gelin Giyimi<br />
Pic.18:Bride’s dressing in Fındıklı village, Sungurlu county, Çorum Province<br />
Fot.19: Bursa İli Orhaneli İlçesi, Demirci Köyü duvaklı gelin<br />
Pic.19: Bride with a “duvak” (veil) in Demirci village, Orhaneli county, Bursa Province
Common Heritage<br />
196<br />
Ortak Miras<br />
olurken, Türklerde genellikle, üstün irade gücü, hükmetme,<br />
dikkat çekme, savaş, murad, aşk, gelin ve evlilikle ilgili<br />
hususları dile getirmek için kullanılmıştır (Ögel 1998: 516).<br />
Türklerde, Al Ruhu’nun ve güneşin sembolü olan “Al” renk,<br />
sonsuzluğu da ifade eder (Bayraktar 2005: 145-165). “Kırmızı<br />
kemer” ile “Kırmızı çizme ”Orta Asya Türk tarihinde, bir<br />
hükümdarlık sembolü olarak kullanılmıştır (Ögel, 1991:115).<br />
Kırım’da ve Azakönü’nün ilk dönemlerinde kullanılan gelinlikler<br />
kırmızı renkli olarak kullanıldığı (Altınkaynak, (2006:<br />
250), Bulgaristan’ın Filibe bölgesinde yaşayan Kriçim Türklerinde<br />
gelinin duvağı önceleri al renkli olarak kullanıldığı<br />
(Yenisoy 1997: 206), Romanya ve Bulgaristan’daki Gagavuz<br />
Türklerinde de al duvak ve kırmızı kuşak geleneğininhalen<br />
kullanıldığı (Aydemir: 2013: 642) göz önüne alındığında kırmızı<br />
duvağın Türk kültürünün <strong>ortak</strong> değerleri arasındaki en<br />
önemlilerinden biri olarak kabul edilebilir.<br />
Türk dili, Türk tarihi ve Türk kültürü bakımından eşsiz bir hazine<br />
niteliğinde olan Dedem Korkut Kitabı’nda, adı en çok<br />
geçen rengin “al” (kırmızı) olduğu görülür. Bunun yanısıra<br />
ak, gök gibi renklerde sık sık kullanılmıştır. Hikayede ayrıca<br />
gelin ve güvey giysilerinin renkleri ile ilgili bazı terimler de<br />
geçmektedir.<br />
Bay Püre’nin evine Şiven girince kızı, gelini ak ellerine kızıl<br />
kına yakmaz olurlar. Beyrek’e nişanlısından ergenlik bir kırmızı<br />
kaftan gelir, Beyrek giyer. Oğuz Türkleri’nde güveyler<br />
ve nişanlılar kırmızı/kızıl kaftan giyerken bekârların beyaz<br />
kaftan giydiği görülür (Heyet 1996: 58, Yılmaz 2003: 136).<br />
Beyrek’e “Adaklusından ergenlik bir kırmızı kaftan geldi,<br />
Beyrek geydi. Yoldaşlarına bu iş hoş gelmedi, sahtoldılar.<br />
Beyrek aydur: Niye saht oldunuz didi. Ayıtdılar: Niye sahtolmayalum,<br />
sen kızıl kaftan geyersin, biz ağ kaftan geyerüz<br />
didiler” (Beyrek hikayesi D-89) Bamsı Beyrek’te geçen bu<br />
ifadeler Oğuz Türklerinde güveylerin ve nişanlıların kırmızı/kızıl<br />
kaftan giydikleri, bekârların beyaz kaftan giydikleri<br />
anlaşılmaktadır. “Al duvağum altından söyleşmedüm” (Kan<br />
Turalı hikayesi 198),) cümlesinde gelin duvaklarının renklerinin<br />
kırmızı olduğu anlaşılmaktadır (Koç ve Diğ., 2016: 96).<br />
İslâmî Türk Edebiyatı’nın ilk eserlerinden olan Kutadgu Bilig’de<br />
“Ötündümmunu kolsa canım yulug” (Binlerce yıldan<br />
beri dul idim, benzim solmuştu; şimdi bu dul libasını çıkarıp,<br />
beyaz kakımdan gelinlikler giydim) beytinde beyaz rengin<br />
de gelinlik olarak kullanıldığını açıklamaktadır (Kara 2012:<br />
78).Aynı şekilde Kazak, Kırgız hikâyelerinde kızıl kaftan; eski<br />
Başkurtlarda ise kızıl cepken, damatlık giysisi olarak karşımıza<br />
çıkar (İnan 1987: 189). Türk dünyası akraba topluluklarıda<br />
gelin , gelinlik, duvak gibi “Al duvak” geleneği millî<br />
bir geleneğimiz olarak Türklerin Orta Asya’da birlikte yaşadıkları<br />
ve Al Ruhu’nun çok eski dönemlerden kalan kalıntılarıdır<br />
(Aydemir, 2013: 636). İnan (1987:470) dede korkut<br />
hikayelerinde geçen diğer renkler ile ilgili şu tespitlerde<br />
(Red Soul) and sun represents eternity (Bayraktar 2005:<br />
145-165). Red belt and red boots are used as a symbol for<br />
sovereignty in Central Asian Turkish history (Ögel, 1991:115).<br />
During early periods of Crimea and Azakönü bride dresses<br />
were red (Altınkaynak, (2006: 250), among Kriçim Turks living<br />
in “Filibe” Plovdiv, Bulgaria red bride’s “duvak” (veil) was<br />
also used (Yenisoy 1997:206) and since “al duvak” (red veil)<br />
and red belt can be observed among Gagauzian Turks living<br />
in Romania and Bulgaria (Aydemir:2013:642) all present<br />
the “kırmızı duvak” (red veil) as being one of the common<br />
values of the Turkish culture.<br />
Being an unprecedented treasure regarding Turkish language,<br />
history and culture, in the Book of Dedem Korkut<br />
the most frequently mentioned colour is “al” (red). Besides<br />
it “ak” (white) and “gök” (sky, blue) are also frequently used.<br />
Among the stories there are mentions about the colours<br />
and definitions about bride and groom dresses.<br />
When Şiven enters to Bay Püre’s house his daughter and<br />
bride stops applying red henna to their white hands. Beyrek<br />
receives a red “kaftan” from his fiancé which he wears. In<br />
Oghuz Turks grooms and fiancees wear “kırmızı/kızıl” (red)<br />
kaftans, while singles wear white “kaftan” (Heyet 1996: 58,<br />
Yılmaz 2003: 136).<br />
“Beyrek’e adaklusından ergenlik bir kırmızı kaftan geldi,<br />
Beyrek geydi. Yoldaşlarına bu iş hoş gelmedi, sahtoldılar.<br />
Beyrekaydur: Niye saht oldunuz didi. Ayıtdılar: Niye sahtolmayalum,<br />
sen kızıl kaftan geyersin, biz ağ kaftan geyerüzdidiler”<br />
(Beyrekhikayesi, D-89)<br />
(Beyrek received a maturity red robe from his fiancee. Beyrek<br />
wore it. His comrades didn’t like this situation and they<br />
were displeased. Beyrek says:Why are you upset?. They<br />
replied: Why shouldn’t we? You are wearing a red “kaftan”<br />
and we are wearing “ağ” (white) kaftans.” (Beyrekhikayesi,<br />
D-89)<br />
It is understood from this section of the story that among<br />
Oghuz Turks grooms and fiancees wear red kaftans<br />
while singles wear white kaftans. “Al duvağum altından<br />
söyleşmedüm”(I did’nt spoke to you beneath the red veil)<br />
(Kan Turalı story 198),) reminds once again that bride veils<br />
are red in colour. (Koç andothers., 2016: 96). In Kutadgu<br />
Bilig, being one of the first example Islamic Turkish literature<br />
there is a verse saying “Ötündümmunu kolsa canım<br />
yulug” (I have been widow for thousands of years, my skin<br />
was pale; now I take off this widow dress and wear wedding<br />
dress made out of white stoat) which reminds that white<br />
was also being used as the colour of the wedding dress<br />
(Kara 2012: 78). Similarly Kazhak, Kirghiz stories mentions
Fot.20:Levni Minyatür 18. Yüzyıl(TSM koleksiyonu)<br />
Pic.20:Miniature by Levni, 18 th Century(TSM collection)<br />
bulunurken giysilerde kullanılan renklerin anlamlarının olduğunu<br />
vurgular. “Kâfirler ve dervişler genellikle kara “tonlu”<br />
(kaftan veya kürk için kullanılır), Oğuzlar ağ tonlu olarak<br />
nitelendirilirler. Matem esnasında Oğuzlarda ağ ton çıkarılır<br />
kara ton giyilir. Beyrek öldüğünde Ak-Boz atının kuyruğu<br />
kesilir, kırk elli yiğit ak giysilerini çıkarıp “gök” sarınırlar,<br />
sarıklarını yere vururlar, nişanlısı Banı çiçek de ak kaftanını<br />
çıkarıp karalar giyer”<br />
Göktürklerde al kaftan ve cübbe hakanlık simgesi olarak<br />
kullanılmıştır. ve Kızının adı Al-Altun olan Cengiz Han’ın da<br />
al bir kaftana sahip olduğu görülür (Ögel 1991: 401, 403).<br />
Ancak Cengiz Han’ın kaftanın rengi Türk hakanlarınınki gibi<br />
turuncu değil bir çeşit koyu kırmızı olarak tespit edilmiştir<br />
(Ögel 1991: 407). “Kırmızı ve mavi”tarih boyunca Türklerin<br />
rengi olarak nitelendirilmiştir. Günümüzde dünya renk kataloglarında<br />
yer alan “Türk Kırmızısı” ve “Turkuaz” Türk rengi<br />
olarak kabul görmüştür. Ayrıca Osmanlı imparatorluğunda<br />
da kırmızı imparatorluk rengi olarak kabul görmüş kumaş,<br />
ve diğer tekstil ürünlerinde yoğunlukla kullanılmıştır. İmparatorluk<br />
sürecinde çok sayıda padişahın önemli sayılacak<br />
derecede kaftanı kırmızı yoğunluklu olarak tasarlanmıştır.<br />
Gök Türkler’in dini olan Gök Tanrı düşüncesinin, toprağa<br />
yerleşmiş topluluklardan daha çok avcılık, çobanlık ya da<br />
hayvancılıkla geçinen göçebe topluluklara özgü olduğu<br />
bilindiğinden, bu inancın kökeni, Asya bozkırlarına bağlanmıştır.<br />
Gök Tanrı dinine inanan Orta Asya Türkleri için gök<br />
mavidir. Şamanlarda ululuğu temsil eden mavi rengini, gök<br />
kelimesiyle adlandırmışlardır (Kafalı 1996: 50). Türker’de<br />
mavi renk aynı zamanda sonsuzluk ve huzurun rengi olarak<br />
kullanılmıştır (Uçar 2004: 53). Tanrı’nın ululuğunun ve<br />
yüceliğinin bir göstergesi olarak kabul edilmiştir. Gök Tanrı,<br />
Fot.21:Lale ve çintemani aplike desenli kaftan 16. Yüzyıl<br />
(TSM Giysi Koleksiyonu)<br />
Pic.21:Tulip and Çintemani (three spots) applique patterned<br />
kaftan (robe), 16th century(TSM Dress Collection)<br />
Fot.22.Bulgaristan Türklerine ait gelin ve Sağdıç kıyafeti<br />
Pic.22:Fatih with his Imperial coloured fur kaftan and<br />
sarık (turban) in Bellinis’ portrait(TSM Dress Collection)<br />
about “kızıl kaftan” (red kaftan) while seeing “kızıl cepken”<br />
(red bolero) as a groom dress(İnan 1987: 189).<br />
Like other traditions of bride, bride dressing and “duvak”, “al<br />
duvak” is also a national tradition among Turkic and their<br />
relative populations dating back to the ancient times when<br />
they lived together and shared cultural concepts like “Al<br />
Ruhu” (Red Soul) (Aydemir, 2013: 636). İnan (1987:470)<br />
makes evaluations about the colours used in the Dede Korkut<br />
stories and mentions that each of them having their<br />
own meanings. He says “Heretics and dervishes (holy men)<br />
generally are described as being “kara tonlu” (dressed in<br />
black) and Oghuzs are mentioned as “ağ tonlu” (whited<br />
dressed). During mourning “ağ ton” is taken of and a “kara<br />
ton” is worn among Oghuzs. When Beyrek dies his “Ak-boz”<br />
(white-gray) horses tail is cut of, forty of fifty valiants take<br />
their white clothes of and they wrap themselves in “gök”<br />
(blue) dresses, throw their sarık (turban) to the ground<br />
and his fiancee replaces her “ak kaftan” (white kaftan) and<br />
wears in black”<br />
In Gokturks red “kaftan” and “cübbe” (robe) are used as<br />
a symbol of khakanate. It is also said that Genghis Khan<br />
named his daughter as “Al-Altun” (Red Gold) and he also<br />
wore red kaftan. (Ögel 1991: 401, 403). But it is defined<br />
that unlike Tursih Khakans Genghis Khan’s “kaftan” was<br />
dark red instead of orange (Ögel 1991: 407). “Red and Blue”<br />
are mentioned as Turkish colours throughout history. Contemporary<br />
colour catalogues include two separate colours<br />
named of the the Turks “Turkish Red” and “Turkuaz”. On the<br />
other hand red is accepted as the colour of the empire and<br />
used extensively in clothes and other textile products. Red<br />
was used intensively as the colour for most of the Padis-<br />
Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />
197<br />
Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri
Common Heritage<br />
198<br />
Ortak Miras<br />
gök kurt (Bozkurt), gök boynuzlu keçi, gök öküz,gök Türk,<br />
gök yüzlü Oğuz şekillerinde karşımıza çıkar. Yakut, Altay ve<br />
Manas destanlarında gök renginin sembolize ettiği değerler<br />
birbiri ile ilişkilidir (Bayat 1993: 5253). Kubarev (2005:40).<br />
Tuva mezarlarından birinde bulunan bir kaftanın mavi renkte<br />
olduğunu belirtmiştir.<br />
Kara (siyah) genellikle Türk ve akraba kültürlü halklarda<br />
yas rengi olarak kullanılmıştır. Kara bayram, kara gün, kara<br />
yazı, kara yer gibi tabirler yası içeriğini içinde barındırır ve<br />
hala aynı anlamada kullanılmaktadır. Ancak bazı halklarda<br />
Eski Türk inançlarından biri olan mavi renk yas için kullanılır.<br />
Mavi renkli giysileri Özbekistan’ın bir bölümünde Türk halkı<br />
yas tutarken kullanmaktadır (Kalafat, 2016:114). Karadağ<br />
yörüklerinde bir yörük bir yörüğe “ak çorap verirse bu iyi temennilerin<br />
ifadesi, kara koyunun yününden örülmüş bir çorap<br />
verirse sana karşı gönlüm kırık kapalıyım” (Araz, 1956:9)<br />
anlamını ifade etmesi Türk toplumlarında siyah rengin kötü<br />
anlamda kullanımının kanıtlarından biridir. Ayrıca merkezin<br />
hâkimiyetini ve gücü ifâde eden sarı, tarihte Türklerin sıkça<br />
kullandığı renklerden biri olmuş ve “Altın Sarısı” rengi Türk<br />
sarısı rengi olarak tarihe geçmiştir (Bayat 1993:52). Yetim<br />
(2017:406), Beypazarı yöresinde yapmış olduğu çalışmada<br />
giysilerin çok eski örneklerinde yapılan işlemelerde doğal<br />
boyalardan elde edilen renkli ipliklerin çok çeşitli olduğu,<br />
altın ve gümüş rengi sim-sırma kullanıldığıni belirlemiştir.<br />
Kazaklarda evlenmemiş genç kızlar, kırmızı başörtüsü, evliler<br />
ise beyaz kullanır. Beyaz başörtüsüKazaklarda gehahs’<br />
kaftans during the Ottoman realm.<br />
The idea of a Sky God which is also the belief of the Göktürks<br />
is generally thought to be inherent to populations living on<br />
with hunting, herding or husbandry so that its roots are related<br />
to Asian steppes. For Central Asian Turks who believe<br />
in Gök Tanrı (Sky God) sky is blue. Shamans name the colour<br />
of blue after “gök” (sky) which represents greatness. (Kafalı<br />
1996: 50). Turks use the colour of blue as the colour of<br />
eternity and peace (Uçar 2004:53). As a representation of<br />
the greatness and transcendency of Tanrı (God). Gök Tanrı<br />
(Sky God) tooks the form of “gök kurt (Bozkurt)”, “gök”<br />
horned goat,”gök” ox, or appears as “gök” Türk, Oghuz with<br />
a “gök” face. Values symbolised with colour of “gök” in Yakut,<br />
Altay and Manas Saga are related to each other (Bayat<br />
1993:5253), Kubarey (2005:40). A blue kaftan (robe) was<br />
found in a Tuva tomb.<br />
Kara (black) represents mourning in Turkic and their related<br />
populations. Terms like black festival, black day, black destiny,<br />
black place still carry the same meaning and they are<br />
inherently related to the concept of mourning. But in some<br />
populations blue colour is also used for mourning. In parts<br />
of Uzbekistan Turkic people wear blue dresses while they<br />
mourn (Kalafat, 2016:114). Among Karadağ Yörüks when a<br />
person gives a white sock to another it means good wishes,<br />
but if the gift is a sock weaved from black sheeps wools<br />
it means a heartbreak( Araz, 1956:9). This is an evidence<br />
showing that black colour has a negative meaning among
lin olmanın işareti, olarak kullanılır. Beyaz, siyah ve kırmızı<br />
Kazaklarda aynı zamanda yas rengidir. Kazak kadını kocası<br />
öldüğünde siyah giyinir, kızı ise beyaz elbise giyer, kırmızı<br />
şapka takar. Oğlu ölen kadın ise beyaz baş örtüsü takar. Güney<br />
Kazakistan’da erkeklerin bellerine beyaz kumaş parçası<br />
bağlamaları yas belirtisidir (Kadaşeva 1996: 96). Kırgızlarda<br />
ve Azerbaycan’ın Nahcıvan Özerk bölgesinde beyaz baş örtüsü<br />
örtmek ve beyaz giysiler giymek yas tutma ile ilişkilendirilir.Anadolu’nun<br />
bazı bölgelerindeyas tutarken beyaz giyinen<br />
insanlara rastlanmıştır (Ögel 1991: 145, Nerimanoğlu<br />
1996: 69).Anadolu’da gelinlerin yüzüne ve başına örtülen<br />
gelin duvağı rengi genellikle kırmızı olurken bölgelere göre<br />
renk farklılıklarının olduğu görülmektedir. Beyaz, yeşil, sarı,<br />
pembe, al(kırmızı) gibi renkleri kullanmanın farklı anlamları<br />
bulunmaktadır. Sabiha Tansuğ, Türkmenlerin gelin başlıklarında<br />
gök kuşağı renklerini uğur saydıkları için kullandıklarını<br />
belirtmiştir (Tansuğ 2003: 42).Orta Asya’daki Türk köylü<br />
kıyafetlerinde ağırlıklı olarak mavi, kırmızı ve yeşilin hâkim<br />
olduğunu, aynı şekilde Hakas, Başkurt, Kırgız ve Azerî Türklerinin<br />
millî kıyafetlerinde de bu üç rengin kullanıldığını görürüz<br />
(Genç 1997: 66, 69).<br />
2.3. Giysilerin Kullanımı, Giysi Parçalarının<br />
Özellikleri ve Adlandırılmasında Görülen Ortak<br />
Özellikler<br />
Türklerin giyimlerinin pek çok unsurları Avrasya bozkırlarında<br />
yaşayan halklar arasında geniş ölçüde yayılmıştır. Belli<br />
bir kılık birleşmesinin gerçekleştiği varsayılabilir. Arkeolojik<br />
malzemelerde birçok benzerlikler bulunmaktadır. Kubarev’in<br />
(2002) eski Türk antropomorfik kaya heykellerle ilgili<br />
yapmış olduğu araştırmasında, astarın varlığı, dış giyimde<br />
sıcak tutması için keçe kullanımı, kapamaların sağdan sola<br />
doğru yapılması, ön kapamada klapalarının olması, uzun ve<br />
dar yenlerinin (kolları) olması, uzun ve yırtmaçlı eteklerin<br />
varlığı ve en önemlisi giysilerin sağdan sola doğru kapatılması<br />
geleneğinin varlığı vb. Türk giysilerine ait belirgin<br />
özellikler olarak karşımıza çıkar. Türk giyim- kuşam tarihinin<br />
aydınlığa kavuşması için Birleşik Büyük Kağanlık periyodunun<br />
en erken dönemin detaylı ve boyanmış tasvirleri,<br />
üzerindeki Türk tasvirlerindeki kaftanlar ya en üst kısımdan<br />
önden bitiştirilmiş (En çok özel zamanlarda, şölen, tören, ziyafetlerde)<br />
ya da sadece üst kısmı açık bırakılmıştır. Açık bir<br />
şekilde sağdan sola doğru kapatıldığı görülmektedir (ki bu<br />
erken nomadiklerde gelenekseldir) (Yatsenko, 2014:112).<br />
Salman (2006:22) Göktürklerin kullandıkları giysiler üzerine<br />
yapmış olduğu araştırmasında Göktürklerde kaftanı hem<br />
erkek hem de kadınların kullandığını,erkek kaftanlarının, sol<br />
taraf üste gelecek şekilde kapanırken kadın kaftanlarının<br />
bunun tersi olarak sağ yan üste gelecek şekilde kapanmakta<br />
olduğunu,ancak bunun genel bir eğilim gibi görülse de<br />
kesin bir kural olmadığını da belirtmiştir. Göktürk giysileri-<br />
Turkish populations. Yellow is also commonly used among<br />
Turks for representing the central hegemony and power<br />
while “Altın Sarısı” (Golden Yellow) is being accepted as<br />
Turkish yellow in history (Bayat 1993:52). Yetim (2017:406)<br />
in his study that he made in Beypazarı region, indicates the<br />
multitude of coloured thread with natural dyes and the usage<br />
of gold and silver coloured syms.<br />
Among Kazhaks unmarried young girls use red headscarves<br />
while married women use white. White headscarves is a<br />
sign of being a bride. White, black and red are the colours of<br />
mourning at the same time. When her husband dies a Kazakh<br />
woman dresses in black, her daughter wears a white<br />
dress with a red hat. When a woman loses her son she wears<br />
a white headscarf. It is a sign of mourning when men put<br />
white cloth pieces on their waists. (Kadaşeva 1996:96).<br />
Wearing white headscarves and clothes are signs of mourning<br />
in Kirghizs and Nahcivan region of Azerbaijans where<br />
people encountered wearing white for mourning in some<br />
parts of Anatolia (Ögel 1991:145, Nerimanoğlu 1966:69).<br />
Although it may differ between regions in Anatolia brides’<br />
veil covering brides’ head and face is generally red. Usage<br />
of white, yellow, pink and “al” (red) have different meanings.<br />
Sabiha Tansuğ mentions that Türkmens’ usage of rainbow<br />
colours in brides’ headwear is used to indicate good luck<br />
(Tansuğ 2003:42). Blue, red and green are the prime colours<br />
used in the dressings of Central Asian Turkic villagers<br />
where as they could be seen in Hakas, Bashkir, Kirghiz and<br />
Azeri Turks (Genç 1997: 66, 69).<br />
2.3. Common Characteristics in Properties of Dress Parts,<br />
Their Naming and the Usage of Dresses<br />
Many elements of Turkish dressing has spread over other<br />
populations living in Eurasian steppes. It can be considered<br />
that there is certain level of fusion in appearance which is<br />
also evident in archeological findings.<br />
Existence of lining, using felted clothes in external wear for<br />
warmth, making the closure and from right to left, having<br />
lapels in front, having long and narrow sleeves, existence of<br />
long and slashedskirts and most importantly the tradition<br />
of closure from right to the left as mentioned in Kubarey’s<br />
(2002) study on Turkish anthropomorphic rock sculptures<br />
are all distinctive characteristics of the Turkish dress. Being<br />
one of the important evidence to understand Turkish<br />
dressing history detailed and painted portraits of the United<br />
Great Khanate depicts kaftans either being joint from the<br />
upper part (mainly used in special occasions like festives,<br />
ceremonies or feasts) or being left open on the upper part<br />
and clearly to be closed from right to left (which is common<br />
in early nomads) (Yatsenko, 2014:112). Salman (2006:22)<br />
indicates in his study on Göktürk dresses that both men and<br />
Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />
199<br />
Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri
Common Heritage<br />
200<br />
Ortak Miras<br />
nin dışa doğru açılan belirgin yakalarının olmasının önemli<br />
özelliklerden biri olarak belirlemiştir. Göktürk erkeklerinin<br />
başlarına kendilerine özgü börkler taktıklarını ve bunların<br />
keçeden ya da kenarları kürkten yapılmış başlıklar olarak<br />
tespit etmiştir.<br />
Kotozhekov (2014:38)Hakas Türkleri’nin giysileri ile ilgili<br />
yapmış olduğu çalışmasında giysilerin sağdan sola doğru<br />
kapanması gerekliliğini “Hakas halkının kadınları yere kadar<br />
uzanan “hool-o-hoola” adı verilen elbiselerini, Erkekler<br />
ise daha kısa gömleklerini kemersiz kullanırlar. Kadın ve<br />
erkekler Bunların üzerine bedenlerine sağdan sola doğru<br />
sararak kullandıkları kürkten yapılmış üstleri giyerler. Bu<br />
kürklü üstlüklerin sağdan sola doğru bedene sarılması “posolon”<br />
adı verilen güneşin dönme sırası ile açıklanmaktadır.<br />
Kürkün bedene sarılması “Iram” adı verilen ve üzeri M.Ö. 26<br />
yy. efsanelerinde bahsedilen yılan sembolü işlemeli kemerler<br />
kullanılarak yapılmaktadır” şeklinde açıklar. Bu durum<br />
Türklerin eski dini olan Gök Tanrı inancı ile ilişkilendirilebilir.<br />
Khaltueva, (2014:92) Baykal Bölgesinin Yerel Halkının Geleneksel<br />
Kıyafetleri ile ilgili çalışmasında Baykal bölgesinde<br />
yaşayan Evenk halkları giysilerini şu şekilde tanımlamıştır.“-<br />
Kadınlar rovdugadan (geyik derisi) yapılan kaftana benzer<br />
bir giysi giyerler. Kaftanın yakası devrik olarak yapılır ve<br />
üzeri renkli kumaş aplikeleriyle ve düğmelerle süslenir.<br />
Kıyafetin kesim biçimi Moğolların giysi kesimlerine benzer.<br />
Kesim bir bütün kumaştan yapılır, omuzlardan geçirilen ve<br />
arka tarafı aşağıya doğru genişleyen bir biçimde yapılır ve<br />
giydikten sonrasol taraf sağ tarafa doğru kapatılır. Kollar<br />
women wear kaftans, male kaftans close their left side being<br />
on the top while woman kaftans close their right side on<br />
the top as a common tendency but not definitively. Salman<br />
also specifies distinctive outwards collars as an important<br />
aspect of Göktürk dresses. It is also mentioned that Göktürk<br />
men wear unique “börk” (hat) made out of felt or with furs<br />
on their sides.<br />
Kotozhekov (2014:38) explains the necessity for having the<br />
dresses closed from right to left in his study on dressings<br />
of Hakas Turks by saying “ Both Hakas female long dresses<br />
called “hool-a-hoola” extending down to the floor and<br />
men’s shorter shirts are used without belts. They wear upper<br />
wear made out of fur which is wrapped around from right<br />
to the left on top of them. This wrapping act from right to<br />
the left is explained with the direction of the Sun called<br />
“posolon”. They use snake symboled belts called “Iram” also<br />
mentioned in their sagas dating back to the 2 nd century<br />
BC. to wrap the fur around their bodies. This can be related<br />
to ancient Gök Tanrı belief of the Turks. Khaltueva defines<br />
Evenk people’s dressing in her study on the traditional<br />
dresses of the Baikal people as “ Women wear a kaftan like<br />
dress made out of “rovduga” (deer leather). Kaftan’s collar<br />
is folded and is garnished with colour cloth appliqués and<br />
buttons. The cut of the dress resembles Mongolian dress<br />
cuts. Cutting is made out of one big fabric with a style in<br />
which its back stretching downwards and closed from left to<br />
right. Sleeves are large but they got narrower up to the wrist<br />
and covers the upper part. On the other hand the back of
geniştir, ama elinin sonuna doğru darlaşıp bileğin üst tarafını<br />
kapatır. Bu arada evli olan kadın kıyafetinin sırt kısmı<br />
bele doğru daralırken, genç bekâr kızların kıyafetleri kimono<br />
kesimine benzer.”bu tanımlamadan anlaşılıyor ki giysiler<br />
giyildikten sonra giysinin kapama yönü halklar arasında<br />
farklılık göstermektedir.<br />
Doğu giysilerinin en önemli özelliklerinden birikatlı giyim<br />
geleneğidir Koç ve Koca, 2012:155) Bu giyinme geleneğinin<br />
oluşmasındaki en önemli etkeni Jirousek (2004:231)<br />
coğrafi koşullar sebebiyle ısıtma özelliğinden dolayı tercih<br />
edildiğini belirtmiştir. Bu giysilerin her katmanı arasındaki<br />
giyinme sırasının da önemli olduğunu vurgulamıştır. Koç ve<br />
Koca (2011:12) giyinme sırasındaki giysi katmanlarının birbiri<br />
ile uyumunun gerekliliğini “Giysilerin parçaları, genellikle<br />
tek başına kullanıldıklarında bir anlam ifade etmezken, giysi<br />
parçaları bir araya getirilerek takım oluşturulduğunda, Türk<br />
kültür zenginliğini tüm göz alıcılığıyla ortaya koyarak giysiye<br />
inanılmaz bir estetik görünüm verilmesi sağlanmıştır.<br />
Önceleri ihtiyaç olarak gelişim gösteren katlı giyinme daha<br />
sonraki dönemlerde süsleme unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />
Orta Asya’da doğa ve yaşam koşullarının zorunluluğu<br />
olarak kullanılmaya başlandığı düşünülen katlı giyim<br />
geleneğinin yerleşik düzene geçtikten sonrada kullanıldığını<br />
ifade etmişlerdir. (Jirousek,2004:250) Katlı giyinme geleneğinin<br />
iç ve dış mekenalardaki geçişlerde kolayca giyipçıkarılabilme<br />
özelliğine sahip olup son derece fonksiyonel<br />
olduğunu belirtmiştir. Zherlıtsyna (2014:64) Başkurdistan<br />
devletinin güneyindeki Başkurtların genellikle birkaç kat<br />
üst üste gelecek şekilde dış kıyafet giydilkelrini belirtmiştir.<br />
Giyilen her bir katınöncekinden daha uzun ve bol olduğunu,<br />
yılın tüm mevsimlerinde aynı şekilde kullanılan bu kıyafetineski<br />
göçebe tarzına özgü olduğunu vurgulamıştır.<br />
2.3.1. Üstlükler: Kaftan, cübbe, ton, capan, çekmen vb. adlandırılan<br />
ev içi giyimin üzerine giyilen üstlüklerdir. Pek çok<br />
türk toplumunda biçimsel ve kullanım benzerlikler göstermesine<br />
rağmen farklı isimler verilmiştir. Uzun veya kısa<br />
yırtmaçlı veya yırtmaçsız olabileceği gibi uzun kollu veya<br />
kısa kollu olanlarıda mevcuttur.Osmanlı döneminde estetik<br />
değerlerinin yanısıra manevi değerlerinin de çok yüksek<br />
olduğu, Osmanlı sarayında kullanılan en önemli giysi<br />
parçalarından biri olan kaftanlar Türk toplumlarının farklı<br />
adlarla anılan en eski üst giysileri arasında yer alır. Divanü<br />
Lugat-it-Türk’te kaftan; kaftan, elbise; kapama, tanımlaması<br />
ile geçer. Üstlük için kullanılan diğer terim ise “ton”<br />
dur. (Kaşgarlı Mahmut, 1985). Ton sözcüğü için, çok sayıda<br />
ifade ile karşılaşılmaktadır. Bunlar arasında çok ilginç olan<br />
bir tanesi “etekli ton” dur. Üstlük için kullanılan diğer terim<br />
ise kaftan, kalın kaftan, yağmurlık anlamında kullanılan<br />
“yalma” dır. Don ve elbise karşılığı olarak “Otran” (I, 108-<br />
19)da kullanılmıştır.“Bertü” ise üste giyilen hırka, pardesü.<br />
married woman dress gets narrower down to the belly on its<br />
back side, while young single woman dresses are cut similar<br />
to Kimono cutting style.” This definition shows us that<br />
the closure direction of the cloth differs between different<br />
populations.<br />
One of the important features of Eastern clothing is the<br />
tradition of wearing multilayered dresses (Koç and Koca ,<br />
2012:155). Jirousek (2004:231) explains the main reason for<br />
this tradition to appear as the need for more warmth due<br />
to the climate. She emphasises that the wearing order of<br />
these layers are also important. Koç & Koca (2011:12) indicates<br />
the consistency between those layers as “While each<br />
part of the dress do not have a meaning when they are seen<br />
separately, they display an amazing aesthetic look revealing<br />
the richness of Turkish culture with all its glory when<br />
they are gathered up and worn together. Although first appearing<br />
as a need, multilayered dressing later turned into<br />
a way of decoration.” Multilayered dressing was continued<br />
to be used after being populations settled, a tradition they<br />
produced due to the harsh living conditions of the nomadic<br />
life in Central Asia (Jirouse, 2004:250). She also mentions<br />
the functionality of multilayered dressing when moving<br />
from internal to external settings. Zherlitsyna (2014:64)<br />
indicates that Bashkirs living in souther Bashkortostan generally<br />
wear multilayered external clothes on top of another.<br />
Each layer is longer and loose than the before, those dresses<br />
are multi-seasonal and and indication of past nomadic<br />
lifestyle.<br />
2.3.1. Tops: Kaftan, cübbe, ton, capan, çekmen and similar<br />
tops are used to wear on top of home wear. Although they<br />
have similar functionality and usage in most of the Turkic<br />
populations they may carry different names. They might<br />
have long or short slits and sleeves. Kaftan was the most<br />
common and the oldest form of top wearing during the Ottoman<br />
era where religious values were as much important<br />
as aestethics although being named differently in different<br />
Turkic populations. In DivanüLugat-it-Türk kaftan is defined<br />
as kaftan, dress, closure. On the other hand definition used<br />
for tops is “ton” (Mahmud al-Kashgari, 1985). There are<br />
various expressions used for the word “ton”. An interesting<br />
one used among others is “etekli ton” (skirted top). Another<br />
word used for tops is “yalma” with a given meaning of kaftan,<br />
thick kaftan, yağmurluk (raincoat). “Otran” (I,108-19)<br />
is also another word used for meaning “ton” and dresses.<br />
“Bertü” is used as cardigan and top coat (I, 416-5) (Mahmud<br />
al-Kashgari, 1985). Ögel (1991,7) mentions about tops<br />
used by Turks under the names “çapan”, “şapan”, “çapkıt”<br />
and “çekmen”. “Çapan” is commonly used as a definition<br />
for jackets in Erzurum and İçel in Anatolia, while meaning<br />
canvas in Kirkuk Turks and meaning kaftan by ancient Turks.<br />
Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />
201<br />
Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri
Common Heritage<br />
202<br />
Ortak Miras<br />
I, 416-5 karşılığı olarak ifade edilmiştir (Kaşgarlı Mahmut,<br />
1985). Ögel (1991,7)Türklerin “çapan, şapan, çapkıt ve çekmen”<br />
adı verilen bazı üstlüklerden de bahsetmiştir. Erzurum<br />
ve İçel’de yaygın olarak ceketlere, Kerkük Türkleri’nde<br />
ise kaput bezleri için, eski Türklerde kaftanlar için “çapan”<br />
teriminin kullanıldığını belirtmiştir. “Vücudu sıkı bir şekilde<br />
saran uzun elbise” için kullanılan, “çekmen” sözünün ise<br />
Kazan’da “çikmen”Çuvaşla’da ise “sekman” adı ile bilindiğini<br />
ifade etmiştir. Usmanova’nın (2011) Altay dillerinde üst<br />
giysilere verilen adlara ilişkin yapmış olduğu çalışmasında<br />
Cekmen-cekrek, kebenek-köbenek, yalma, kürk, ve könlek<br />
gibi giysi adlarının Türk dünyasının pek çok topumunda<br />
<strong>ortak</strong> ifadeler olarak benzer giysiler için kullanıldığını belirlemiştir.<br />
Araştırma sonucunda Altay dillerinde giyim kuşam<br />
adlarını ifade eden <strong>ortak</strong> sözler aynı kökten geldiğini belirlemiştir.<br />
Giyim kuşam adlarının çoğunu üst giysileri anlatan<br />
kelimelerin çoğunlukla kullanılmasını bölgenin soğuk ve<br />
yağışlı olması ile ilişkilendirmiştir.<br />
Görünür ve Ögel (2007: 63) Osmanlı sarayında kullanılan<br />
kaftanları “biçim itibariyle entari gibi, önden açık, boyu uzun<br />
üst giysisidir. Kolları uzun veya kısa olabilmektedir. Entarinin<br />
üstüne giyilen kaftan, Osmanlı kıyafetleri içinde, çok önem<br />
verilen ve itibar gören bir giysidir. Kaftan denince ilk akla<br />
gelen giysiler, padişah kaftanları ve saray mensuplarına ait<br />
olanlardır. Kaftan, göstergesi olduğu itibarı, dokumasında<br />
kullanılan değerli malzemelerin yanı sıra, uzman kişilerce<br />
hazırlanmış, özellikle padişah giysileri için dokunmuş, ideolojik<br />
ilkeler doğrultusunda tasarlanmış desenleri ile sağlamaktadır.<br />
Üzerinde yer alan aksesuarlar ve içine kaplanan<br />
kürkün değeri de bu vurguyu artırmaktadır. Kaftanlar, sembolizm<br />
taşıyan giysiler olduğu için, kaftan yapılmak üzere<br />
dokunan kumaşlar, duruma göre, malzeme ve desen ile<br />
belirlenmiştir. Altın, gümüş ve ipekle dokunmuş olan, içine<br />
kürk kaplanan, maddi değeri yüksek olan, görüntüsü altını<br />
ve gümüşü andıran kumaşlar olduğu gibi, desenleri ile sembolizm<br />
yaratan örnekler vardır” şeklinde tanımlamışlardır.<br />
Nekrasov Kazaklarının gelenekli kadın kıyafeti, gömlek<br />
(rubaha), gömlek üzerine giyilen (balahon), önlük (zaveska)<br />
ve yelekten (kufaenka) oluşmaktadır. Kadın gömlekleri<br />
uzun kollu, pamuklu renkli kumaşlardan yapılmıştır. Gömleğin<br />
etek kısmına “kırmız” adı verilen kırmızı renkte kumaş<br />
dikilmiştir. Önlük renkli kumaştan dikilen balahon üzerine<br />
bağlanır. Önlük üzerine özel günlerde kadınlar bazen “kulan”<br />
ya da “kataur” adı verilen tokalı kemer takar. Madenî<br />
ve işlemeli kadın kemer tokaları göç sırasında Türkiye’den<br />
getirilmiştir.Bone adı ile bilinen başlıkların örtülerinde kullanılan<br />
desenlerde en çok tercih edilen arı (pçelka) desenidir.Söz<br />
konusu desenin benzeri “Sinekli Hammamiye”<br />
yazmasındaki sinek motifine benzemektedir(İbrahimzade,<br />
ve Gusach, 2015).<br />
“Çekmen” means “long dress tightly wrapping the body”<br />
which is pronounced as “çikmen” by the Kazhaks and “sekman”<br />
by the Chuvashs. In Usmanova’s (2011) study regarding<br />
naming top dressings in Altai languages, it is indicated that<br />
dress names like “çekmen-çekrek”, “kebenek-köbenek”,<br />
“yalma”, “kürk” and “könlek” are commonly used for similar<br />
clothes in different populations of the Turkic world and they<br />
are descending from common linguistic roots. In the same<br />
study, frequent and widespread use of the names of external<br />
wearing is related to cold and wet climate of the region.<br />
Görünür and Ögel (2007:63) define kaftans used in the<br />
Ottoman palace. “shaped like an “entari” (loose rob) it is<br />
long and open in the front. Sleeves might be short or long.<br />
Kaftan, being worn over an “entari” is a dress with outmost<br />
importance and prestige. Padishah kaftans and kaftans of<br />
the members of the palace are the first to be considered.<br />
Kaftan displays its prestige with the help of valuable materials<br />
used in its weaving as well as pattens designed by<br />
experts according to ideological doctrines, especially prepared<br />
for the Sultan’s dressings. Accessories used to garment<br />
the kaftan and the value of the fur used to coat the<br />
kaftan all add up to the elegance of the dress. Since kaftans<br />
are dresses that carry a lot of symbolism, the fabric weaved<br />
for them are defined with the materials and patterns used.<br />
There are fabrics weaved with gold, silver and silk, internally<br />
coated with fur with a high worth, resembling gold and silver<br />
in its look and with pattens creating symbolism.”<br />
Traditional Kazhak woman dressing of Nekrasov consists of<br />
a “rubaha” (shirt), “balahon” worn over the shirt, “Zaveska”<br />
(apron) and “Kufaenka” (vest). Female shirts are long<br />
sleeved and made out of coloured cotton fabric. A red cloth<br />
named as “kirmiz” is stitched to the skirt part of the shirt.<br />
Vest is tied over “balahon” which is made out of coloured<br />
fabric. In special occasions women sometimes use buckled<br />
belts named as “kulan” or “kataur”. Metal and inlaid female<br />
belt buckles are carried from Turkey during the migration.<br />
The most common pattern used over headwear known as<br />
“bone” is a “Pçelka” (bee). This pattern resembles the fly<br />
pattern used in “sinekli hammamiye” “yazma” (headscarf)<br />
(İbrahimzade and Gusach, 2015).<br />
The most important piece of Gagauz woman dressing is the<br />
apron called “farta”. Their dressing consist of “gölmek” as<br />
the underwear and sleeveless dress “fistan” worn on top of<br />
“gölmek”. “Fistan” is sewed from maroon, blue, green, carrot<br />
coloured woolen cloth woven at home. “Fistan” is prepared<br />
with collars or with a crew neck and has a wide skirt. In its<br />
older forms it has lining in its skirt part. The sides of its skirt<br />
is garmented with a wide strip called “aborka”. The accessories<br />
like earrings, bracelets, necklaces are called “gözel-
Fot.23: Anakara-Beypazarı kadın giyimi<br />
altıntokalı kuşak(fot. F. Koç-E.<br />
Koca)<br />
Pic.23: Woman dress with golden<br />
buckles, Beypazarı, Ankara<br />
Fot.24:Kütahya- Tavşanlı- Şapçı Köyü kadın giyimi arkalık(fot. F.<br />
Koç-E.Koca)<br />
Pic.24: “arkalık” Back cloth, Şapçı Village, Tavşanlı, Kütahya-<br />
Tavşanlı<br />
Gagauz kadın giysilerinin en önemli parçası“Farta” adı verilen<br />
önlüklerdir. Gagauz kadın giyimi “gölmek” adı verilen<br />
iç giyim, gölmek üzerine giyilen“fistan”adı verilen kolsuz<br />
elbise giyilerek kullanılır. Fistan evde dokunan bordo, mavi,<br />
yeşil, havuç rengi yün kumaştan dikilmektedir. Yakalı veya<br />
sağır yakalı olarak hazırlanan fistanın eteği geniştir, eski<br />
örneklerinde ise etek kısmı astarlıdır. Eteğin ucu aborka adı<br />
verilen geniş bir şeritle süslenir. Kadınların süslenmek amacı<br />
ile taktıkları Küpe, bilezik, kolye vb. takılara“gözellikler”<br />
adı verilir. Altın, gümüş, kemik ve sedeften yapılmış “stavro<br />
(haç)” takma geleneği de günümüze kadar sürdürülmüştür.<br />
Özellikle sedefin kutsal bir güce sahip olduğuna kutsal<br />
yerlerden geldiğine inanılmaktadır. Kadınlar için önemli bir<br />
süs eşyası da, gümüş tokalı kemer (pahtalı kolon) dir (Uçkun,2010;167)<br />
Türk Şamanlarının en yoğun olduğu bölge Sibirya’dır. Bu<br />
bölge ayrıca Türkçe konuşan Kırgız, Yakut, Uygur Altaylarını<br />
ve Tunguzca konuşan komşu kabileleri de içine almaktadır.<br />
Bütün Şaman toplumlarında olduğu gibi Türk Şamanlarında<br />
da giysiler biçim ve anlam itibarı ile dinsel bir kozmografya<br />
oluşturlar (Drury, 1996:36 akt. Kılıç, 2010:317). Her ne kadar<br />
kabileler arasında birtakım farklılıklar söz konusu olsa da<br />
Şamanlığın gücünün ölçüsünü her zaman kıyafet zenginliği<br />
ve bütünlüğünde aramak gerekir. Kavimler arası savaşlar<br />
esnasında kültürel etkileşimler sonucunda farklılaşmış olan<br />
Sibirya Türk kavimlerine ait Şaman giysilerini Altay, Hakas,<br />
Tofalar, Yakut Tarzları olarak tasarımlanır ve kostümler hayvan<br />
ya da kuş biçiminin bazen bütününün, bazen ise karakteristik<br />
uzuvlarının yansımaları olarak karşımıza çıkar (Kılıç,<br />
2010:318).<br />
Nogay erkeklerinin kullanmış oldukları pantolonlar diğer<br />
Kafkas halklarına nazaran daha geniş olarak tasarlanmıştır<br />
ve“Nogay pantolonu” olarak bilinmektedir. Özellikle tarla<br />
işlerinde uğraşan halk tarafından üste “kısba” veya “kurte<br />
ton” adı verilen kolsuz gömlek giyilir, üzerine astarsız “elen”<br />
Fot.25:Afyon -Dinar Haydarlı Beldesi boncuk, düğme ve muska motifleri<br />
ile süslenmiş kadın kemerleri( Koca ve Diğ. 2015:257)<br />
Pic.25:Belts used in women dresses (Amasra Museum)<br />
likler”. Wearing crosses called “Stavro” made out of Gold,<br />
silver, bones and nacre is a continuing tradition. It is believed<br />
that especially nacre has a divine power and comes<br />
from sacred places. Another important accessory for women<br />
is “pahtalı kolon” (silver buckled belt) (Uçkun,2010;167).<br />
Turkish shamans could generally be seen in Siberia. This<br />
region also includes Turkish speaking populations like Kirghizs,<br />
Yakuts, Uighur Altais and neighbouring tribes speaking<br />
Tunghuz language. Like other Shamanist populations<br />
Turkish shaman dressing create a religious cosmography<br />
in terms of their forms and meanings (Drury, 1996:36akt.<br />
Kılıç, 2010:317). Although having certain differences among<br />
different tribes Shamans power could be found in the richness<br />
of his/her dresses and its wholeness. With the tribal<br />
interactions including tribal wars, the shaman dressing has<br />
differentiated in time. In that regard Shaman dresses of Siberian<br />
Turks have Altai, Hakas, Tofa and Yakut styles. Dresses<br />
are reflections of a part or the whole forms of animals<br />
or bird, especially their distinctive organs and limbs.(Kılıç,<br />
2010:318).<br />
Nogay men use a distinctive type of trousers differing from<br />
other Caucasian populations by having a larger cut and are<br />
called “nogay trousers”. People working in the fields and<br />
farms wear sleeveless shirts called “kisba” or “kurte ton”<br />
and put a “cübbe” or “kaftan” called “elen” on top of them.<br />
There is a pocket on its left chest. In the winter they use<br />
furs called “ton”. The collars of the fur is made to cover the<br />
shoulders and called “tutba yaga” or “yayma yaga” according<br />
to their types. On special days elders and ceremonial<br />
leaders wear “eba” (gaberdine). Caucasian immigrants living<br />
in Sarıkamış, Turkey were using similar clothes until the<br />
last 40-50 years. Nogay women wear is similar to the mens<br />
wear. The most significant feature separating genders is a<br />
veil covering the face slightly ( Kalafat, 2016:112).<br />
2.3.2. Salwars and trousers: TTurish dressing culture was<br />
Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />
203<br />
Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri
Fot.26: Azarbaycan ay ve yıldız motifli kadın takıları (Milli<br />
Azarbaycan Tarih Müzesi)(fot. F. Koç-E.Koca)<br />
Pic.26: Women ornaments garnished with crescent and<br />
star figures (National Azerbaijan HistoryMuseum)(F. Koç)<br />
Fot.27:Denizli ili, Çardak-Söğüt ”karanfil kolye” ( Kırkıncıoğlu,<br />
2015:105)<br />
Pic.27:Crescent and Star patterned earrings (Amasra<br />
Müzesi )(F. Koç)<br />
Fot.28:Uşak ili kadın baş giyimi paralar ve boncuklarla<br />
süslenmiş tepelik ( Kırkıncıoğlu, 2015:237)<br />
Pic.28: “Tepelik” (a kind of head wear worn on top of the<br />
head) (Amasra Museum (F. Koç))<br />
Common Heritage<br />
204<br />
Ortak Miras<br />
adı verilen cübbe –Kaftan gibi üstlükler giyilirdi. Elenlerin<br />
sol üst göğsünün üzerinde bir cep bulunur. Kış aylarında<br />
“ton” adı verilen kürkleri kullanır. Kürklerin yakaları omuzları<br />
örtecek şeklide geniş yapılır ve türüne göre “tutba yaga”<br />
veya “yayma yaga” adı verilir. Özel günlerde kullanılmak<br />
üzere “eba” adı verilen abalar yaşlıların ve tören yöneticileri<br />
tarafından kullanılır. Sarıkamışta yaşayan Kafkas göçmenleri<br />
40-50 yıl öncesine kadar bu giysilerin benzerlerini kullanıyorlardı.<br />
Nogay’larda kadınların giyecekleri de erkeklerin<br />
giysilerine benzerlik göstermektedir. Kadını erkekten<br />
ayıran en önemli özellik başında yüzünü hafifçe kapatan<br />
bir örtünün olmasıdır( Kalafat, 2016:112).<br />
2.3.2. Şalvar ve pantolonlar:Türk kültürü içerisinde Orta<br />
Asya’da stepte hayvancılık ağırlıklı, sürekli at üzerinde ve<br />
zor iklim şartındaki kişiler de giysilerini bu koşullara uygun<br />
şekilde oluşturmuşlardır. At üzerinde yaşam süren Türkler,<br />
bunun sonucu olarak rahat edecekleri giysi olarak pantolonu<br />
tercih etmişlerdir. Bilindiği gibi dünyada ilk pantolon<br />
kullanımı Orta Asya steplerindeki Türklere aittir (Türkoğlu,<br />
2002, 229).<br />
Türkler’in geleneksel ve sağlam düzenli “Boylar-Birliği” biçiminde<br />
Ordu-Devlet halinde bulunmaları, kolay ve çabuk<br />
seferber oluşlarını sağlamıştır. Bunun için, kadınlı-erkekli<br />
kullandıkları ve üstünlüklerini sağlayan, atlı/süvari kılığı<br />
olan kollu, üst üste kullanılabilen ve çatal giyimi (pantolon)<br />
geliştirmişlerdir (Görgünay,2001). Esin (2006) Türk binicilere<br />
ait giysilerin özelliklerini “Türk alplarının kıyafetleri,<br />
atlı muharebeye elverişli, binici giyimidir. Hiç değişmeyen<br />
özellik, daima çizme ve çakşır giymeleridir. Çakşır, bazen<br />
kaplan postundan olur. Ok atan, eski İskitler ve Kuşanlar’da<br />
görülen, Türklerin de giydiği ve “kurtak” dediği kısa<br />
shaped under inhospitable weather conditions, in continious<br />
movement over horses, doing husbandry in Central<br />
Asian Steppes. Trousers was the choice of Turks considering<br />
their daily practice of horse riding. The first known use of<br />
trousers in history has been made by Turks in the Central<br />
Asian steppes (Türkoğlu, 2002, 229).<br />
Turks have been almost like an army-state, a federation of<br />
tribes in tight order which led them to be easily mobilised.<br />
They developed fork wear (trousers) that can be used on top<br />
of another for horsemen and cavalries, which had sleeves<br />
and might be used both by man and woman (Görgünay,<br />
2001). Esin (2006) describes the characteristics of the<br />
dressings of Turkish horsemen. “Turkish “alps” (warriors)<br />
dresses are convenient for warfare and designed for horse<br />
riding. The never changing feature among all is the boots<br />
and “çakşır” (a kind of salwar). “Çakşır” is sometimes made<br />
out of tiger fur. Old Scythians and Kushan figures throwing<br />
arrows are pictured wearing short shirts called “kurtak” with<br />
“çakşır” and long “boots” similar to the Turkish dressing.<br />
Old statues of Kül Tigin and other Göktürks also represent<br />
people wearing another old inner Asian cloth which reaches<br />
out down to the knees, tightened with a waist cloth, upright<br />
or collared kaftan. The main characteristics of this dressing<br />
style unfamiliar to other cultures is being comfortable<br />
during riding a horse and better protection against cold.<br />
Jean Paul Roux defines the “Hiong-nu” (Huns) as wearing<br />
a short tunic with open sides is easier while riding a horse<br />
and tighten their trousers with a belt which they also hang<br />
their quivers.” He underlines the harmony and ease of use<br />
of Turkish clothes. On the other hand Esin (2006) mentions<br />
the use of trousers as “Çakşır with its tied cuffs can be seen<br />
on (Kudirge) horseman drawings in Altais which is thought
ir gömlekle resmedilir kısa gömlekle birlikte sıkı çakşır ve<br />
yüksek çizmeler giyildiği görülür. Kül Tigin’in ve daha birçok<br />
Kök Türk heykellerinin üzerindeki giysilerde dize kadar<br />
uzanan, beli kuşakla sıkılan, dik veya devrik yakalı kaftan da<br />
eski bir “İç Asya” kıyafetidir” şeklinde tanımlamıştır. Başka<br />
kavimlerde daha önce görülmeyen bu kıyafet kültürünün<br />
en belirgin özelliği, ata binerken sorun yaşatmayacak şekilde<br />
rahat olması, soğuktan koruma özelliğinin daha yüksek<br />
olmasıdır. Jean-Poul Roux (2006), Orta Asya uygarlığı<br />
ile ilgili çalışmasında “Hiong-nu’lar (Hunlar) “ata binmeyi<br />
kolaylaştırmak için kenarları açık kısa bir tünik giyerler ve<br />
pantolonlarını sadaklarını astıkları bir kemerle sıkarlardı”<br />
şeklinde tanımlarken Türklerin geliştirdikleri bu giysilerin<br />
yapılan eylemlerle uyumundan ve kullanım rahatlığından<br />
bahsetmiştir. Ayrıca Esin (2006) Türklerin pantolon kullanımının<br />
varlığını “Paçaları bağlı çakşır, ilk “Kök Türk” devrine<br />
ait olduğu sanılan, Altaylarda bulunmuş (Kudirge) eserlerdeki<br />
atlı resimlerinde de görülür” şeklinde belirtmiştir.<br />
Divanü Lügatit Türk’te şalvar terimi geçmemekte ancak üm<br />
(şalvar, don) terimi ile karşılaşılmaktadır. Ögel(1991:100)<br />
şalvarları seyahat ile şavaş şalvarları ve günlük kullanılan<br />
şalvarlar olarak iki grupta toplamıştır. Hunlardan önce<br />
Çin’de pantolonun kullanılmadığını ve Çin kaynaklarında<br />
Hunların giyiminden ilgi ile söz edildiğini, Moğol kavimlerinde<br />
ise pantolon giymenin çok yaygın olduğunu belirtmiştir.<br />
Türklerin üstlük olarak kaftan veya benzeri üstlükleri kullandıklarını<br />
ve ayaklarına uzun çizmeler giymelerinden dolayı<br />
şalvarın görsellerde izlenemediği durumunu belirtmiştir.<br />
to belong to the first Göktürk era.”<br />
The term of “salwar” can not be find on DivanüLügatitTürk,<br />
but instead there is the word “üm” which also means salwar<br />
and ton. Ögel (1991:100) distinguishes salwars as warfare<br />
salwars and salwars for daily usage. It is known that before<br />
the “Hiong-nu” (Huns) trousers were not used by the Chinese,<br />
Chinese spoke of Hunnish dressing style with an interest<br />
and trousers being widely used by Mongolian tribes.<br />
It is also said that because of the Turks using kaftans or<br />
similar long clothes as their outer wear and use long boots<br />
it was hard to observe the use of “salwars” in old paintings<br />
and drawings. Todays Kazhaks use trousers named as “salbar”<br />
when they intend to ride a horse. It is known that this<br />
“salbar” is made out of soft leather and painted in yellow.<br />
Ögel says that “salbar” as a word, is widely used in Central<br />
Asia and the turkish use of the word as “calbar”. Wearing<br />
salwars or trousers is being accepted as a characteristics of<br />
warrior nations. Especially nations whose living mostly on a<br />
horse, like the Turks, it is inevitable to wear trousers.<br />
2.4. Accessories, Waist clothes and Belts:<br />
Accessories, waist clothes and belts have an important in<br />
Turkic populations. Having some of the finest examples of<br />
multilayered dressing the form of the Turkish dressing is<br />
closely related to putting on the accessories over the body<br />
with some of exceptions. DivanüLügati’t Turk has many<br />
words regarding the kinds of dresses, their usage and their<br />
Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />
205<br />
Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri
Fot. 29: Koncu Kumaş alt kısmı deriden<br />
yapılmış çizme (Milli Azarbaycan Tarih<br />
Müzesi) (fot. F. Koç-E.Koca)<br />
Pict. 29:Boots with their “Konç” (stocking)<br />
made out of cloth and the lower part<br />
made out of leather (National Azerbaijan<br />
NationalMuseum) (F. Koç)<br />
Fot. 30: Kadın terliği (Milli Azarbaycan Tarih Müzesi)<br />
(fot. F. Koç-E. Koca)<br />
Pict. 30:Woman slippers (National Azerbaijan History-<br />
Museum) (F. Koç)<br />
Fot. 31: Deriden yapılmış Çarık<br />
Bartın (fot. F. Koç- E. Koca)<br />
Pict. 31:“çarık” made out of<br />
leather (Amasra Museum)(F.<br />
Koç)<br />
Fot.32: Deriden yapılmış Çarık Azarbaycan<br />
(fot. F. Koç- E. Koca)<br />
Pict. 32:“Takunya” (wooden slippers) used<br />
in Anatolia( Amasra Museum)(F. Koç)<br />
Common Heritage<br />
206<br />
Ortak Miras<br />
Günümüzde at ile yolculuk yapacak Kazak halkının “salbar”<br />
adı ile andıkları pantolonları kullandıklarını ve bu şalvarların<br />
yumuşak deriden yapılıp sarıya boyandığını belirtmiştir.<br />
“Salbar” sözcüğünün Orta Asyada çok yaygın olarak kullanıldığını<br />
belirtmiştir. Türkçe kullanımının “çalbar”olduğunu<br />
açıklamıştır. Şalvar veya pantolon giymek savaşçı kavimlere<br />
ait bir gelenek olarak kabul görmüştür. Özellikle hayatları at<br />
üzerinde geçen Türk halkları için pantolon giymek kaçınılmaz<br />
olmuştur.<br />
2.4. Takılar, Kuşak ve Kemerler<br />
Türk toplumlarında takı, kuşak ve kemerlerin giysilerin kuşamında<br />
kuşkusuz önemi büyüktür. Katlı giyim geleneğinin<br />
en güzel örneklerinin verildiği Türk giyim kuşamının biçimlendirilmesi<br />
söz konusu aksesuarların beden üzerine yerleştirilmesi<br />
toplumsal olarak kabul görmüş bazı istisnalar<br />
ile ilgili olmuştur.Divanü Lügati’t Türk’te giysilerin çeşitleri,<br />
giysilerin kullanımı ve süslenmeye ilişkin kelimelerin varlığı<br />
dikkat çekicidir. Divan_i Lügat it Türk’te altun (altın), bogmak<br />
(gerdanlık, gelin gerdanlığı), bakan (halka, toka), bakan<br />
altun (altın halka), bilezük (bilezik), yincü, yünçü veya<br />
yinçü (inci), kepek yincü (küçük inci), kılide (gerdanlık),<br />
kimsen (başlıkları ve kavukları süslemek için kullanılan altın<br />
kırıntıları), kur (kuşak, kemer), monçuk (boncuk, süs için boyuna<br />
takılan değerli taşlar), ökmek (kadınların kulaklarına<br />
taktıkları altın veya gümüşten yapılmış halka), tuş (kemer<br />
kayışları ucuna takılan altın veya gümüş toka), yüzük (yüzük<br />
–parmağa takılan) gibi terimler giysi süsleme unsurları ve<br />
takılar ile ilgili terimleri içermektedir. Bu terimlerin çokluğu<br />
süslenmeye verilen önemini otaya koymaktadır. Özellikle<br />
kadın süslerine, giyim ve kuşama ait kelimeler, bilinçaltında<br />
anaerkil yapının işaretleri olarak eski inançlarının içinde<br />
geçen doğuran - çoğaltan, koruyan - büyüten “Ana” veya<br />
“Ana Tengri” fikri ile ilişkilendirilebilir.<br />
En eski dönemlerden itibaren İslam öncesi Türk toplulukları,<br />
kemeri ve kemer tokasını icat eden bir millet olarak bu<br />
ornamentation. “Altun” (gold), “bogmak” (necklace, brides’<br />
necklace), “bakan” (ring, buckle), “bakan altun” (golden<br />
ring), “bilezük” (bracelet), “yincü, yünçü or yinçü” (pearl),<br />
“kepek yinçü” (small pearl), “kılide” (necklace), “kimsen”<br />
(gold scraps used to garnish headwear and “kavuks”), “kur”<br />
(waist cloth, belt), “monçuk” (beads, precious stones used<br />
for ornamentation), “ökmek” (rings made out of gold and<br />
silver which women put on their wears), “tuş” (gold or silver<br />
buckles put on belt straps head), “yüzük” (ring worn on<br />
a finger) are all examples of such words mentioned in the<br />
book which are about ornamentation and accessories. The<br />
abundance of such words shows how important ornamentation<br />
was to the Turks. Especially abundance of the words<br />
about female ornamentation and dressing might be related<br />
to the subconscious matriarchal background in which<br />
carries the belief of “Ana” (mother) or “Ana Tengri” (mother<br />
god) that gives birth, reproduces, protects and raise.<br />
Beginning from the most ancient times, the pre-Islamic<br />
Turkic populations have assigned many tangible and intangible<br />
meanings to the belt and belt buckle, an accessory<br />
which they invented, by shaping them in different forms<br />
(Baykuzu, 2013:221). Among ancient Turks the term “belbağı”<br />
(waist cloth) was used to define belt or waist cloth,<br />
while the term “kuşak” was derived from the word “kursak”,<br />
which itself is derived from the word “kur-la-mak” meaning<br />
“tying, bracing”. Pre-Islamic Turks used the word “kur”<br />
to define the belt. Especially sovereigns used belts named<br />
“kur kursak” whic were ornamented, inlaid and glamorized<br />
with precious stones (Ögel, 1991:73-74). In Oghuz Khan<br />
Saga the symbol for Khanate was “Altunlug bel bağı” (Golden<br />
waist cloth). For Genghis Khan it was a golden waist cloth<br />
made out of fabric and silk (Ögel, 1991:364).<br />
Türkmen brides living in Demircidere village, Kozak, Bergama<br />
and Bayramiç, Çanakkale and “Tahtacılar” living in<br />
Koşuburnu village use a waist cloth symbolising “Fatma Ana
aksesuara, giysi tamamlayıcı olmanın dışında onu çeşitli<br />
formlara sokarak birçok maddi ve manevi fonksiyon da yüklemişlerdir<br />
(Baykuzu, 2013:221). Eski Türklerde “belbağı”<br />
terimi kemer ya da kuşağı ifade etmek için, kuşak kelimesi<br />
ise “kurşak” kelimesinden, “bağlamak, kuşaklamak” anlamına<br />
gelen “kur-la-mak” fiilinden gelmektedir. İslam öncesi<br />
dönemde eski Türkler kemere “kur”adını vermişlerdir. Özellikle<br />
hükümdarın taktığı, süslü, işlemeli, değerli taşlarla bezenmiş<br />
altından yapılmış “kur kurşak” adı verilen kemerlerikullanmışlardır<br />
(Ögel, 1991:73-74). Oğuz Kağan destanında<br />
kağanlık sembolü “Altunlug bel bağı”dır. Cengiz Han’da bu,<br />
bez veya ipek üzerine yapılmış altın bir kuşak olarak kullanılmıştır<br />
(Ögel 1991: 364).<br />
Bergama Kozak’ta yaşayan Demircidere köyü ile Çanakkale-<br />
Bayramiç’te ve Koşuburnu köylerinde yaşayan “Tahtacılar”<br />
olarak bilinen Türkmengelinlerin bellerine kuşatılan kuşaklar<br />
“Fatma ana kuşağını” simgeler. Kuşak ve kemerler, soy<br />
anlamının temsilcisidir. Yüzyıllar boyunca, gelinin gideceği<br />
gün kızlarına babaları tarafından uygulanan “kuşak kuşatma”<br />
riti ile kuşatılan bu kuşağın tılsımlı varlığına inanılmıştır<br />
(Sürür, 1983: 233).Anadolu’nun bazı bölgesinde çok yaygın<br />
biçimde sürdürülen ve baba vaya erkek kardeş tarafından<br />
uygulanan “kuşak kuşatma riti” bir şalı gelinin başından üç<br />
defa geçirdikten sonra gelinin beline bağlayarak kuşatmaktır.<br />
Kuşak kuşatma riti Kırgızlarda kalın anlaşmasından sonra<br />
kız babasının damadın boynuna bir şal sarması ile yapılır.<br />
Bu baba hukukunun babadan kocaya geçtiği anlamını<br />
taşımaktadır. Aynı gelenek Çin Türkistan’ında da yapılan bir<br />
Kuşağı” (Mother Fatmas’ Waist Cloth). Waist clothes and<br />
belts are representatives of ancestral meaning. It is believed<br />
that the waist cloth wrapped around brides’ waist before living<br />
his fathers house with the “kuşak kuşatma” (waist cloth<br />
wrapping) ritual is talismanic (Sürür, 1983:233). In some<br />
parts of Anatolia this ritual is carried out by the brother of<br />
the father with a “kuşak kuşatma” (waist cloth wrapping)<br />
ritual by spinning a scarf around brides head for three times<br />
and than wrapping around her waist. Among Kirghiz this<br />
ritual is carried out by the brides’ father wrapping a scarf<br />
around grooms neck That means the fathership rights are<br />
passed to the husband from then on. Same ritual can also<br />
be observed in Chinese Turkistan (Erdentuğ, 1974:259).<br />
Ancient Turks and Mongols compares the sun with its life<br />
giving power to a god. With the thought that life is unimaginable<br />
without the energy and effects of the sun, they<br />
reflected the values of the sun their object designs. Turks<br />
use symbols representing the sun in a variety of objects,<br />
beginning with ornaments for women (like earrings, necklaces,<br />
buckles etc.) (Asanova, 2014:29). In a study on the<br />
Caucasion Dressing Ayter (2008:420) defines the use of<br />
belt as “At the last moment when the young girl would leave<br />
her fathers house as a bride, her father wraps a precious<br />
“kemer” (belt) that was built by the most skilled craftsman.<br />
When he says his last farewells he gives advices “My daughter,<br />
you’ll not untie this belt no other than when you are with<br />
your husband. You’ll watch your hand, tongue and belly in<br />
the house that you are joining. You’ll protect our families<br />
Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />
207<br />
Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri
Common Heritage<br />
208<br />
Ortak Miras<br />
gelenektir (Erdentuğ, 1974 : 259).<br />
Eski Türk ve Moğollar hayat gücüne sahip olan Güneşi<br />
tanrıya benzetmişlerdir. Güneş enerjisinin ve etkisinin olmadığı<br />
bir hayatın düşünülemez olduğundan hareketle<br />
güneşe ait değerleri kullandıkları eşyaların tasarımlarına<br />
yansıtmışlardır. Türklerin Güneşi sembolize eden işaretleri<br />
çok sayıda eşyadave özelliklekadınların takılarında ( küpe,<br />
kolye, kemer tokasıvb.) kullanıldığı bilinmektedir (Asanova,<br />
2014:29).Ayter’in (2008:420)Kafkas giysileri ile ilgili<br />
yapmış olduğu çalışmasında kemer kullanımının önemini<br />
şu şekilde vurgulamıştır. “Gelin olan genç kız son kez baba<br />
ocağından çıkarken babası, en namlı ustalara yaptırdığı nadide<br />
“kemeri” kızının beline bağlar ve onu uğurlarken “Kızım<br />
bu kemeri eşinden başka kimsenin yanında çözmeyeceksin.<br />
Gittiğin ocakta eline – diline – beline hâkim olacaksın. Baba<br />
ocağının onurunu koruyacak, bizim yüzümüzü ağartacaksın.<br />
Yolun ve bahtın açık olsun” diye nasihat uğurlar. Çünkü kadın<br />
süslenmesinde kemer bir karakterin, bir namus ve iffet<br />
duygusunun sembolüdür”<br />
Başkurdistan’da yaşayan Başkurtların Milli kıyafetlerindetakıların<br />
çeşitli metallerden yapılabildiği gibi mercan,<br />
kumaş vb. malzemelerden de yapılabilmektedir. Giysilerde<br />
ayrı takı veya giysiye monte edilmiş metal plakaların, sikkelerin<br />
ve mercanların yaygın kullanımı, son bin yılın halk<br />
sanatı kültürünün önemli bir özelliği olmuştur. Bu özellik ilk<br />
önce Güney Başkurdistan, Orenburg ve Volga bozkırlarına,<br />
Çelyabinsk ve Kurgan Ural ötesi bölgelerde yaşayan halkın<br />
honour and make us proud. May god speed speed and have<br />
a good luck!”. That’s because the belt is the symbol of the<br />
emotions of character, honor and chastity.”<br />
Ornaments in Bashkird national clothes can be produced<br />
out of various metals, as well as corals, cloth and others.<br />
The wide spread use of metal plates, coins and corals as<br />
separate ornaments attached to the clothes is an important<br />
aspect of the folk culture of the last millennium. This aspect<br />
is also reveals the common characteristics of South Bashkirdistan,<br />
Orenburg and Volga steppes, Chelyabinsk and<br />
people living beyond Kurgan Ural region. Silver and corals,<br />
sometimes with embroidery is not only a part of external<br />
wear but widely used in hat and shoe production as well as<br />
earrings, necklace, belt, apron and bracelet design. They<br />
also used “muska”s (amulets) made out of clothes to protect<br />
the wearer from evil spirits, evil eye and other misfortunes<br />
(Zherlitsyna, 2014:64). “Muska” and similarly shaped<br />
elements have the same function in most parts of Anatolia<br />
as they are used either as an ornament or as an element of<br />
the dressing.<br />
The marriage of a women is defined with the term “baş<br />
bağlamak” (tying head scarf) in Nogay Turks just like<br />
among Anatolian Turks. Both girls and boys wear “alka”,<br />
“toga” named noserings starting from early ages. “Toga”s<br />
is an ornament used for “beşik kertmesi” (betrohted in cradle)<br />
among Nogays. And they wear “halhal” (foot bracelet)<br />
(Kalafat, 2016:115). Ornaments produced using different
<strong>ortak</strong> karakteristik özelliklerini ortaya koyacak niteliktedir.<br />
Gümüş ve mercan, bazen nakış ile birleştirilmiş, sadece dış<br />
giyim tasarımında değil şapka ve ayakkabı yapımında da ve<br />
küpe, kolye, kemer, önlük, bilezik gibi pek çok aksesuarda<br />
kullanılmıştır. Ayrıca kumaşlardan yapılan Muskaları da kötü<br />
ruhlardan, nazardan ve diğer talihsizliklerden korunacağına<br />
inancıyla giysileri üzerinde kullanmışlardır(Zherlıtsyna,<br />
2014:64). Muska ve muska şeklinde biçimlendiriliş unsurlar<br />
Anadolu’nun pek çok yerinde aynı düşünce ile kullanılan<br />
gerek takı gerekse giysiye iliştirilen bir parça olarak kullanılmaktadır.<br />
Nogay Türklerinde Anadolu da ki Türklerin kültüründe olduğu<br />
gibi kadının evliliği baş bağlama ile ifade edilir. Kızlar<br />
ve erkek çocuklar genç yaşlarından itibaren burunlarına<br />
“alka”,“toga” adı verilen takılar takmışlardır. Togalar Nogaylardabeşik<br />
kertmesi için kullanılan bir takıdır. Ayrıca ayağa<br />
halhal da takılmaktadır (Kalafat, 2016:115).Giysi üzerinde<br />
farklı malzemeler kullanılarak yapılan süslemelere tüm Türk<br />
halklarında rastlamak mümkündür. Bu süsleme çeşitleri<br />
kullanılan malzemelerin yansıttığı mesajlar <strong>ortak</strong> olabildiği<br />
gibi, yöresel kültüre bağlı olarak farklılık gösterebilmektedir.<br />
Örneğin nazardan korunma, bolluk, bereket, zenginlik gibi<br />
mesajları ileten malzeme ve semboller <strong>ortak</strong> olabilmesine<br />
rağmen, statü ve duygusal mesajlar yüklenmiş süsleme<br />
malzemeleri yörelere göre değişebilmektedir (Koç ve Koca,<br />
2016259).Türk toplumlarında zenginliğin, gücün, asaletin,<br />
statü farklılığının, milliyetin simgesi olarak kullanılan metal,<br />
metal içerikli veya değerli taşlı takı ve aksesuarların yanı sıra<br />
inanç ve kültüre dayalı özelliklerle biçimlendirilmiş farklı<br />
malzemelerin kullanımı da yaygındır. Erat (2008:123) takı<br />
kültürü ve nazarlıklara ilişkin yapmış olduğu çalışmasında<br />
“Şaman inancını kullanmış olan anaerkil toplumda “Tohumun”<br />
üreme ve neslin sürdürülmesi amacıyla korunduğunu<br />
ve ona ilahi bir değer verildiğini belirtmiştir. Tohum varlığının<br />
yok edilmemesi gerekliliğini ön plana çıkartmak ve<br />
neslin koruyuculuğunu savunmak amacıyla bir çok tohum<br />
türünün Türk toplumlarında takı olarak kullanıldığını belirtmiştir.<br />
Anadolu’nun Muğla, Mersin, Adana, Aydın vb. pek çok bölgesinde<br />
yaşayan gelenekli toplumlarında tohumlardan kolye,<br />
bilezik vb. takılar yapma geleneği halen sürdürülmektedir.<br />
İğde, Çitlenbik, çörek otu, Üzerlik, Badem, Karanfil, Çam<br />
Kozağı, Buğday Meşe Kozağı (mazı) , Hurma çekirdeği, Baklagiller<br />
yabani ve aşılı erik çekirdekleri, Tepsi tohumları, Acı<br />
badem, Kızılcık çekirdeği, Çam Fıstığı çekirdeği, Akasya tohumu,<br />
Mısır tohumu gibi bitkisel malzemeler ile Kuş tüyleri,<br />
salyangoz kabukları, tazı boncuğu, bazı hayvanların derileri<br />
veya kemikleri, deniz hayvanları ve kabukları vb. hayvansal<br />
malzemeler, değerli ve yarı değerli taşlar ile biçimlendirilmiş<br />
boncuklar, kumaş parçaları tekstilden yapılmış bazı obmaterials<br />
are widely used by Turkic populations in their<br />
dressings. These ornaments with different materials may<br />
carry common messages with other people, as well as having<br />
some local cultural elements. For instance protection<br />
from evil eye, wealth, plentitude, abundancy are among<br />
those common messages where as social status and some<br />
other emotions might be designated to those ornaments<br />
and the materials used to represent these meanings (Koç<br />
ve Koca, 2016259). Metal and precious stones and accessories<br />
represent wealthiness, power, nobility, social status<br />
and nationality while other materials is widely used to represent<br />
faith and cultural aspects. Erat (2008:123) indicates<br />
that “within populations using Shamanist belief “tohum”<br />
(seed) is protected and cherished as a divine value in her<br />
study about ornament culture and “nazarlık” evil eye accessories.<br />
She mentions that seeds features the necessity of<br />
not destroying existence and protecting the generation and<br />
therefore used as ornaments among Turkic populations.<br />
In Muğla, Mersin, Adana, Aydın and many other regions of<br />
Anatiola using seeds in ornaments like necklaces, bracelets<br />
etc. is continued as tradition. “İğde” (elaeagnus), “çitlenbik”<br />
(hackberry), “çörek otu” (black cumin), “üzerlik” (harmal<br />
seed), “badem” (almond), “karanfil” (clove), “çam kozalağı”<br />
(pine cone), “buğday” (wheat), “meşe kozağı (mazı)” (arbor<br />
vitae), “hurma çekirdeği” (date stones), “baklagiller” (leguminosae),<br />
wild and grafted plum, tepsi seed, “acı badem”<br />
(bitter almond), “kızılcık çekirdeği” (cranberry seed), “çam<br />
fıstığı çekirdeği” (pine kernel seed), “Akasya tohumu” (acacia<br />
seed), “mısır tohumu” (corn seed) and similar herbal<br />
materials and bird feathers, agate shells, “tazı boncuğu” (a<br />
kind of sea shell), leathers and bones of some animals, sea<br />
animals and their shells and similar animal materials, precious<br />
and semi-precious stones and wrought beads, textile<br />
pieces and objects made out of textiles and other materials<br />
are known to be used for ornamentation.<br />
People living in Sakha Yakut Federation has developed a<br />
unique “animal” style in their ornaments which is a product<br />
of their nomadic life style, natural events, dreams of<br />
wild world, their unique universe with their religious and<br />
spirituality. Scythian ornaments are generally made out of<br />
gold using Deer, wolf, “pars” (leopard), boar and similar wild<br />
animals as their patterns. Saha Yakut respect for the “Altın<br />
Tanrı” (God of Gold) represents belief, divine fire, nature of<br />
light and the amount of gold in a persons grave is a safeguard<br />
for that persons soul to reach the sky and the god. In<br />
Turks, “Umay (Imay)” (the wife of “Tengri” (God)) is accepted<br />
as the protecter of the children and the women. Scythian<br />
Nobles have “Tabiti” as their protector, while Saha-Yakut<br />
generations have “Ayıısıt”, and Altay, Hakas and other Turks<br />
have “Umay” as their protectors and the protector of the<br />
Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />
209<br />
Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri
Common Heritage<br />
210<br />
Ortak Miras<br />
jeler vb. giysilerde takı ve süsleme amaçlı olarak kullanıldığı<br />
bilinmektedir.<br />
Saha Yakut federasyonunda yaşayan halkların kullandıkları<br />
takıların göçebe yaşam tarzı, doğa olayların, yabani dünyaların<br />
ilhamı, özgün evren, din ve ruhsal görüşleriyle birleştiğinde<br />
özel bir “hayvan” tarzının geliştirildiği görülür. Geyik,<br />
kurt, pars ve yabandomuzu gibi hayvan motiflerini kullanarak“İskit<br />
hayvan” tarzındaki takılargenellikle altından yapılır.<br />
Saha Yakutta kullanılan altın tanrıya saygı, inanç, ilahi<br />
ateşin, ışık doğasını sembolize eder ve ayrıca mezarında<br />
altının çok olması ölen kişinin ruhunun göğe yani Tanrıya<br />
ulaşma garantisi olarak sunulmuştur. Türklerde, Tengri’nin<br />
eşi Umay (Imay) saygıdeğer özellikle kadın ilahinin, çocukların<br />
ve annelerin koruyucusu sayılır. Saka-İskit kraliyet<br />
soylarının Tabiti koruyucusu, Saha – Yakut soylarının koruyucusu<br />
Ayıısıt, Altay, Hakas ve diğer Türklerin koruyucusu<br />
Umay ve ocağın koruyucusu Uma (Parvati) eski kültürel ve<br />
etno-genetik bağlantılara sahiptir ve takılarında kullanılan<br />
motiflerde benzerliklerin olması kaçınılmazdır ( Federova,<br />
2014:50).<br />
2.5. Ayakkabı ve Çizmeler<br />
Türk toplumlarında ayakkabılar çok çeşitlidir. Çeşitlenmesinin<br />
en önemli sebeplerinden birisi malzeme bir diğeri ise<br />
kullanım amacıdır. Biçimlendirilmesinde doğa koşulları,<br />
yaşam şartları, ekonomik durum ve toplumun estetik değerleri<br />
etkili olmuştur. Divanü Lügatit Türk’te ayakkabılar<br />
ile ilgili büküm etük (kadın pabucu), ve oguk (çizme),<br />
etik- etük (pabuç,, mest, edik), oldan- uldan (pabucun altı<br />
tabanı, mestin alt yanı), başak- başmak (pabuç) kelimeleri<br />
mevcuttur. Ögel (1991:115) Kullanım özelliklerine göre<br />
edik, başmak, çedik,sokman, oguk (çizme), gibi isimlerin<br />
Orta Asya ve Anadoluda aykkabılar için kullanılan sözcükler<br />
olduğunu belirtmiştir. Dedekorkut hikayelerinde geçen<br />
“edüginünkoncuna soktı” cümlesinde geçen konç teriminin<br />
Çuvaşlara kadar dayandığını vurgulamıştır. Türk tarihinde<br />
Anadolu’daki Türklerin “sarı çizme” kullandıklarını ve batılı<br />
kaynaklarda “sarı çizme giymek” deyişinin Türkçede, “dünyada<br />
en üst mertebeye erişmek”anlamında kullanıldığını<br />
belirtmiştir. Ayrıca kullanılan çizmelerin deri ve keçeden<br />
yapıldığını özellikle keçe çizmelerin dünyaya Türk toplumlarından<br />
yayıldığını belirtmiştir.<br />
Banzragch (2014;40) göçebe giyim kültürü ile ilgili çalışmasında<br />
Moğolların Rusya’nın egemenliğinin altına girmesi<br />
ile bazı Moğol giysi ve aksesuarlarının isimlerinin Rus<br />
diline geçtiğini bildirmiştir. Burada bahsi geçen kelimelerin<br />
arasında terlik (terleg) kelimesinden bahsetmektedir. Terlik<br />
terimi günümüzde aynı şekilde Anadolu’da Türkçe kelimeler<br />
arasına girmiş ve aynı şekilde kullanılan bir terimdir.<br />
Zherlıtsyna (2014:64) Başkurdistan’da ХIХ yüzyılında yerel<br />
“ocak” (family) “Uma” (Parvati) have ancient cultural and<br />
ethno-genetic relations between different Turkic people.<br />
In that regard it is usual to have similarities between the<br />
pattterns ( Federova, 2014:50).<br />
2.5. Shoes and Boots<br />
Turkic populations have many kinds of shoes. One of the<br />
reason for its diversification is materials used and another<br />
one is the intend of use. It is also related to natural conditions,<br />
living conditions, economical status and aesthetical<br />
values of populations. In DivanülLügatit Türk names used<br />
for shoes can be listed as “büküm etük” (woman shoe), oguk<br />
(boot), etik-etük (shoe, leather socks, “edik”), oldan-uldan<br />
(shoe tread, lower side of leather socks), başak-başmak<br />
(shoe). Ögel (1991:115) indicates that according their intend<br />
of use words like “edik”, “başmak”, “çedik”, “sokman”, “oguk”<br />
(boot) are used both in Central Asia and Anatolia.<br />
He mentions that the term “konç”used in the sentence<br />
“Edüginün koncuna soktı” in Dede Korkut stories goes back<br />
to the Cuvash people. In Turkish history Anatolian Turks are<br />
known to wear “sarı çizme” (yellow boots) and in Western<br />
sources the term “sarı çizme giymek” (wearing yellow boots)<br />
meant to reach the highest position on earth in Turkish.<br />
Ögel also indicates that the boots were made out of leather<br />
and felt which was introduced to other populations by the<br />
Turkic people.<br />
Banzragch (2014:40) refers that with the capturing of Russia<br />
by the Mongals, many Mongolian dressing and ornamentation<br />
names have passed to the Russian language.<br />
One of the words he mentions is “terlik - terleg” (slipper).<br />
“Terlik” is still used in Anatolia and is a part of contemporary<br />
Turkish. Zherlitsyna (2014:64) speaks of “pabuç”, “galoş”<br />
and “çizme” named shoes processed and produced by local<br />
shoemakers in the XIX century Bashkirdistan. She also mentions<br />
the production of shoes with merging “çuha” (broadcloth),<br />
goat wool and homemade canvas by the Bashkirds.<br />
The Northern and Siberian populations use “rovdugadan”<br />
(deer leather) in the summer and “patik” (bootees) made<br />
out of deer leather in the weather. The most common shoe<br />
type is called “unta” in the Evenk language. Both “rovdugadan”<br />
and deer leather shoes known to be protective under<br />
the most extreme weather situations (Roza Khaltueva,<br />
2014:90). The names used for the most common types of<br />
shoes used in Anatolia are “çarık”, “başmak” and “yemeni”.<br />
“Yemeni” is a rough shoe made out of “sahtiyan” (shagreen)<br />
in which toes and upper part of the foot is visible, with heels.<br />
Yüce (2003:323-325) indicates that “yemeni” is mostly<br />
used by women and have various types like plain yemeni,<br />
buckled yemeni and rose yemeni. He also mentions that ye-
kunduracılar tarafından işlenmiş at ve inek derilerinden yapılan<br />
“pabuç”, “galoş” ve “çizme” adı verilen ayakkabıların<br />
varlığından bahseder. Ayrıca Başkurtların deriyi çuha, keçi<br />
yünü veya ev yapımı tuval ile birleştirilerek ayakkabılar yaptıklarından<br />
da bahsetmiştir.<br />
Kuzey ve Sibirya halklarında ise ayakkabı olarak, yazın rovdugadan<br />
(geyik derisi) kışın ise geyik kürkünden yapılan<br />
patikler kullanılmaktadır. En yaygın ayakkabı türü Evenk dilinde<br />
“unta” adı ile bilinen ayakkabılardır. yazın rovdugadan<br />
kışın ise geyik kürkünden yapılan ayakkabılar en Zor iklim<br />
şartlarında bile koruyucu bir özelliğe sahiptir (Roza Khaltueva,<br />
2014:90). Anadolu’da en çok kullanılan ayakkabı türleri<br />
arasında çarık, başmak ve yemeni terimleri geçmektedir.<br />
Yemeni sahtiyandan yapılan, üstü ayak parmakları ve incik<br />
kemiği görünecek kadar açık, ökçeli ve kaba bir ayakkabıdır.<br />
Başmak ise üstü yemeniye göre daha kapalı, burnu küt<br />
ve yuvarlak, arka kısmı sert bir ayakkabı olarak tanımlanır.<br />
Yüce (2003: 323-325), Yemeninin en çok kadınların giydiği<br />
bir ayakkabı türleri olduğunu bunların düz yemeni, tokalı<br />
yemeni veya güllü yemeni denen türlerinin olduğundan<br />
da bahsetmektedir. Aynı zamanda yemeninin ökçeli olması,<br />
yürürken ayağın kaymamasına yardımcı olacağı için pek çok<br />
kimse tarafından tercih edildiğini de anlatır.<br />
Nogayların kullandıkları “dırık” adı verilen ayakkabılar Anadolu’da<br />
kullanılan çarığın yapı ve malzemesi ile benzerlik<br />
göstermektedir. Bu çarıklara Anadolu ve Kafkasya halklarının<br />
<strong>ortak</strong> bir giysi kültürü geliştirerek kullandıkları bir parça<br />
meni is highly preferred due to its antislipperiness with the<br />
help of its heels.<br />
“Dırık” a Nogay shoe has similarities in shape and materials<br />
with the Anatolian “çarık”. “Çarık” is a common dressing<br />
culture between Anatolian and Caucasian populations. In<br />
the winter red and yellow coloured “mests” (leather socks)<br />
named “şebey” are used and they are garmented with gold<br />
and silver. Nogay women also use bootees called “uyuk”<br />
made out of leather and wool as well as “şorap” named<br />
footwear. Another footwear that the Türkmen women use is<br />
“dizlik” (breeches). They are weaved from wool with a narrow<br />
lower part than the upper part and worn from calves to<br />
the ankles (Kalafat, 2016:112). Bootees similar to the “uyuk”<br />
weaved from wool and hardened with leather or felt are<br />
also produced in some parts of Anatolia such as Kars and<br />
also by Bulgarian Turks.<br />
3. CONCLUSION<br />
Despite their Asian and Eastern cultural background, Turks<br />
have always faced towards West, interacting with Western<br />
life style and cultures in various periods of history and became<br />
two different worlds and notions that came across<br />
with them in terms of world view, artistic understanding,<br />
culture, technics, social institutions and institutionalisation<br />
styles and social connections. Cultural interaction between<br />
civilisations have always been the driving force for the development<br />
of mankind. Civilisation has its roots in the Turkic<br />
Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />
211<br />
Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri
Common Heritage<br />
212<br />
Ortak Miras<br />
olduğunu söylemek mümkündür. Kışın “Şebey” adı verilen<br />
kırmızı ve sarı renkli mestler kullanılır ve üzeri gümüş ve altınla<br />
işlenir. Nogaylarda kadınlar yün ve deriden hazırlanan<br />
“Uyuk”adı verilen patikleri “şorap” adı verilen ayak giysilerini<br />
de kullanırlar. Türkmen kadınlarının kullandığı bir diğer<br />
ayak giysisi de dizliklerdir. Renkli yünlerden örülen alt kısmı<br />
dar üst kısmı geniş, baldırlardan bileklere kadar giyilerek<br />
kullanılırlar (Kalafat, 2016:112).Yünden dokunarak yapılan,<br />
altlarına deri veya keçeden altlıklar geçirilen uyukların benzeri<br />
patikler Anadolu’nun bazı bölgelerinde de yapılmaktadır.<br />
Karsa’ta, Bulgaristan Türklerinde yapılan uygulamalar<br />
buna örnek olarak verilebilir.<br />
3. SONUÇ<br />
Türk toplumları için doğu kültürü temel alınmasına rağmen<br />
yüzünü hep batıya doğru yöneltmiş batı yaşayışı ve kültüründen<br />
farklı dönemlerde etkileşime girerek dünya görüşü,<br />
sanat anlayışı, kültürü, tekniği, sosyal kurum ve kurumsallaşma<br />
biçimleri sosyal ilişkileri, ile karşı karşıya gelen iki<br />
dünya ve iki kavramdır. En eski çağlardan itibaren medeniyet<br />
ve kültür alışverişinin insanlığın gelişmesinde önemli<br />
rolü olmuştur. Medeniyetin kökleri Türklerin yaşadıkları ve<br />
anavatanları olan Orta Asya’ya kadar dayanmaktadır.<br />
Türk topluluklarının kültürel, etnik, inanç sistemine bağlı<br />
olarak gelişmiş değerlerinde kendine özgü özellikleri bulunmaktadır.<br />
Atayurt’ta kullanılan ve eskiye dayanan bazı<br />
unsurların, oluşturulduğu bölgelerden binlerce kilometre<br />
uzakta yaşayan diğer halklar arasında da biliniyor ve kullanılıyor<br />
olması Ortak kültürün varlığı ile açıklanabilir. Türk<br />
kökenli Avrasya halklarına özgü birçok sanat unsurunda olduğu<br />
gibi giysi biçimlerinde, giysileri kullanım şekillerinde<br />
ve özellikle malzeme ile süsleme özelliklerinde <strong>ortak</strong> olabileceğini<br />
düşündüğümüz ip uçları ile karşılaşabiliriz.Yüksek<br />
teknoloji olgularının etrafımızı sardığı bir dünyada yaşarken<br />
atalarımıza ve <strong>ortak</strong> kültürümüzün paydalarına ve sanata<br />
değerlerine sahip çıkmak gün geçtikçe daha da önem kazanmaktadır.<br />
KAYNAKÇA<br />
• Adamova,A.T. L.T. Güzalyan İ, 1985, Miniatyuri Rukopisi Poemi “Shahname<br />
1333 Goda., Leningrad: “İskusstvo”<br />
• Alexander Kotozhekov, 2014, “Hakas Kadın Kıyafetlerindeki Dünya<br />
Motifleri”, Türk Dünyası Kadın Türk Dünyasında Moda Eğitimi Paneli,<br />
Eskişehir Valiliği Eskişehir 2013 TDKB Ajansı Eskişehir Kültür Başkenti<br />
Etkinlikleri, Panel Bildirileri, 5-6 Mayıs 2014, Eskişehir, 36-39<br />
• Altınkaynak, Erdoğan, 2006, Tozlu Zaman Perdesinde Kırım Karayları,<br />
Haarlem, Türkistan ve Azerbaycan Araştırma Merkezi.<br />
• Araz Nezihe, 1956, Yayla Sırları, Hayat Dergisi, (1 Haziran 1956), No 9<br />
• Asanova, Balnur, 2014, “Tasarımcıların İlham Kaynağı Olan Kültürel Öğeler”,<br />
Türk Dünyası Kadın Türk Dünyasında Moda Eğitimi Paneli, Eskişehir Valiliği<br />
Eskişehir 2013 TDKB Ajansı Eskişehir Kültür Başkenti Etkinlikleri Panel<br />
Bildirileri, 5-6 Mayıs 2014, Eskişehir, 28-31<br />
• Aydemir, Adem, 2013, “Türk Dünyasında Bazı Düğün Terimleri ve ‘Al Duvak’<br />
Geleneği Üzerine”, Turkish Studies - International Periodical For The<br />
Languages, Literature And History Of Turkish Or Turkic, 8 (9), 619-655,<br />
mother land of Central Asia.<br />
Turkic populations have unique characteristics in their values<br />
which are a result of their cultural, ethnic and spiritual<br />
background. The usage of some of the elements of “atayurt”<br />
(fatherland) with a historical background, known and being<br />
used by the people living thousands of kilometres away<br />
is an indication for a common culture. Like in other artistic<br />
elements, we can see clues of such a common culture<br />
also in the dressing styles, the functions of the dresses and<br />
especially materials they are made of and common ornamentation<br />
practices. In a world that surrounds us with high<br />
tech elements, it is becoming much more important that we<br />
protect and look after our common cultural and artistic heritage<br />
with each day.<br />
LITERATURE<br />
• Adamova,A.T. L.T. Güzalyan İ, 1985, MiniatyuriRukopisiPoemi “Shahname<br />
1333 Goda., Leningrad: “İskusstvo”<br />
• Alexander Kotozhekov, 2014, “Hakas Kadın Kıyafetlerindeki Dünya<br />
Motifleri”, Türk Dünyası Kadın Türk Dünyasında Moda Eğitimi Paneli,<br />
Eskişehir Valiliği Eskişehir 2013 TDKB Ajansı Eskişehir Kültür Başkenti<br />
Etkinlikleri, Panel Bildirileri, 5-6 Mayıs 2014, Eskişehir, 36-39<br />
• Altınkaynak, Erdoğan, 2006, Tozlu Zaman Perdesinde Kırım<br />
Karayları,Haarlem, Türkistan ve Azerbaycan Araştırma Merkezi.<br />
• Araz Nezihe, 1956, Yayla Sırları, Hayat Dergisi, (1 Haziran 1956), No 9<br />
• Asanova, Balnur, 2014, “Tasarımcıların İlham Kaynağı Olan Kültürel Öğeler”,<br />
Türk Dünyası Kadın Türk Dünyasında Moda Eğitimi Paneli, Eskişehir Valiliği<br />
Eskişehir 2013 TDKB Ajansı Eskişehir Kültür Başkenti Etkinlikleri Panel<br />
Bildirileri, 5-6 Mayıs 2014, Eskişehir, 28-31<br />
• Aydemir, Adem, 2013, “Türk Dünyasında Bazı Düğün Terimleri<br />
ve ‘Al Duvak’ Geleneği Üzerine”, TurkishStudies - International<br />
PeriodicalForTheLanguages, LiteratureAndHistory Of TurkishOrTurkic, 8<br />
(9), 619-655,<br />
• Ayter, Adli, 2008, Kafkas Yöresi Giyim Kuşamında Süslenme (Tarihsel<br />
Takı Yapım Geleneği ve Maden İşleme Merkezi), MOTİF Dergisi, Halk<br />
Kültürü’nde Giyim - Kuşam ve Süslenme Uluslararası Sempozyumu<br />
Bildirileri, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Yayınları: 420-422<br />
• Banzragch, Suvd, 2014, “Moğol Giyiminin Veya Göçebe Giyim Kültürünün<br />
Yayılması” Türk Dünyasında Moda Eğitimi Paneli, Eskişehir Valiliği Eskişehir<br />
2013 Tdkb Ajansı Eskişehir Kültür Başkenti Etkinlikleri, Panel Bildirisi, 5-6<br />
Mayıs, Eskişehir, 42-45<br />
• Bayat, Fuzuli, 1993, Oğuz Epik En’enesi ve Oğuz Kağan Dastanı, Sabah:<br />
Azerbaycan ElmlerAkademiyası<br />
• Baykuzu, Tilla Deniz, 2013, “İslam Öncesi Orta Asya Türklerinde Kur ve<br />
Kurluk”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, 53, (1<br />
), 221-250.<br />
• Bayraktar, Nesrin, 2005,“Kavram ve Anlam Boyutunda Al, Kırmızı ve Kızıl”,<br />
International Journal of Central AsianStudies (Prof. Dr. Mustafa Canpolat<br />
Armağanı), 10 (1), 145-165.<br />
• Chaliand, Gerard, 2001, Göçebe İmparatorluklar,(Çev. Engin Sunar), Doğan<br />
Kitap, İstanbul.<br />
• CharlotteJirousek, 2004, OttomanInfluences in Western Dress,<br />
FromOttomanCostumes: FromTextileto Identity. (Ed.S. Faroqhi ve C.<br />
Neumann), Eren Yayınevi: Istanbul.<br />
• Drury,,Nevill, 1996, Şamanizm, Şamanlığın Öğeleri, (çev. Erkan Şimşek),<br />
Okyanus Yayınları, İstanbul.<br />
• Durham, Deborah, 2008, “Giysi, Kimlik ve Demoktatik Özne: Demokratik<br />
Botswana’da Etnik Giysi”, Sosyoloji Dergisi,(Çev. Pelin Önder Erol), (19)<br />
121-141.<br />
• Eberhard, Wolfram 2002, (1945), “Eski Çin Kültürü ve Türkler”, Türkler, (Çev.<br />
İkbal Berk), Yeni Türkiye Yayınları, Ankara: (1), 533-539.<br />
• Erat, Filiz, 2008, “Sarıkız Coğrafyası Türkmenlerinde Takı Kültürü ve<br />
Nazarlık”, MOTİF Dergisi, Halk Kültürü’nde Giyim - Kuşam ve Süslenme<br />
Uluslararası Sempozyumu Bildirileri, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi<br />
Yayınları (146) 122-128.<br />
• Erdentuğ, Nermin, 1974, “Türkiye’nin Karadeniz Bölgesi Görenekleri<br />
ve Törelerinin Etnolojik İncelenmesi II.” Antropoloji Dergisi, Ankara<br />
Üniversitesi, DTCF yayınları, (6) 231-266.
• Ayter, Adli, 2008, Kafkas Yöresi Giyim Kuşamında Süslenme (Tarihsel<br />
Takı Yapım Geleneği ve Maden İşleme Merkezi), MOTİF Dergisi, Halk<br />
Kültürü’nde Giyim - Kuşam ve Süslenme Uluslararası Sempozyumu<br />
Bildirileri, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Yayınları: 420-422<br />
• Banzragch, Suvd, 2014, “Moğol Giyiminin Veya Göçebe Giyim Kültürünün<br />
Yayılması” Türk Dünyasında Moda Eğitimi Paneli, Eskişehir Valiliği Eskişehir<br />
2013 Tdkb Ajansı Eskişehir Kültür Başkenti Etkinlikleri, Panel Bildirisi, 5-6<br />
Mayıs, Eskişehir, 42-45<br />
• Bayat, Fuzuli, 1993, Oğuz Epik En’enesi ve Oğuz Kağan Dastanı, Sabah:<br />
Azerbaycan Elmler Akademiyası<br />
• Baykuzu, Tilla Deniz, 2013, “İslam Öncesi Orta Asya Türklerinde Kur ve<br />
Kurluk”, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, 53, (1<br />
), 221-250.<br />
• Bayraktar, Nesrin, 2005,“Kavram ve Anlam Boyutunda Al, Kırmızı ve Kızıl”,<br />
International Journal of Central Asian Studies (Prof. Dr. Mustafa Canpolat<br />
Armağanı), 10 (1), 145-165.<br />
• Chaliand, Gerard, 2001, Göçebe İmparatorluklar,(Çev. Engin Sunar), Doğan<br />
Kitap, İstanbul.<br />
• Charlotte Jirousek, 2004, Ottoman Influences in Western Dress, From<br />
Ottoman Costumes: From Textile to Identity. (Ed.S. Faroqhi ve C. Neumann),<br />
Eren Yayınevi: Istanbul.<br />
• Drury,,Nevill, 1996, Şamanizm, Şamanlığın Öğeleri, (çev. Erkan Şimşek),<br />
Okyanus Yayınları, İstanbul.<br />
• Durham, Deborah, 2008, “Giysi, Kimlik ve Demoktatik Özne: Demokratik<br />
Botswana’da Etnik Giysi”, Sosyoloji Dergisi,(Çev. Pelin Önder Erol), (19)<br />
121-141.<br />
• Eberhard, Wolfram 2002, (1945), “Eski Çin Kültürü ve Türkler”, Türkler, (Çev.<br />
İkbal Berk), Yeni Türkiye Yayınları, Ankara: (1), 533-539.<br />
• Erat, Filiz, 2008, “Sarıkız Coğrafyası Türkmenlerinde Takı Kültürü ve<br />
Nazarlık”, MOTİF Dergisi, Halk Kültürü’nde Giyim - Kuşam ve Süslenme<br />
Uluslararası Sempozyumu Bildirileri, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi<br />
Yayınları (146) 122-128.<br />
• Erdentuğ, Nermin, 1974, “Türkiye’nin Karadeniz Bölgesi Görenekleri<br />
ve Törelerinin Etnolojik İncelenmesi II.” Antropoloji Dergisi, Ankara<br />
Üniversitesi, DTCF yayınları, (6) 231-266.<br />
• Eruz, Fulya, 1998, Selçuklular Dönemi Giyim Kuşam, Türk Dünyası Kültür<br />
Atlası, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı, İstanbul, (2), 196-208.<br />
• Esin, Emel, 1959, “Eurasıa Göçebelerinin Sanatının ve İslamiyet’ten Evvelki<br />
Türkistan Sanatının Türk Plastik ve Tersimi Sanatları Üzerindeki Bazı<br />
Tesirleri”, Milletlerarası Birinci Türk Sanatları Kongresi Bildirileri, Ankara<br />
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk ve İslam Sanatları Tarihi Enstitüsü, Türk<br />
Tarih Kurumu Basımevi, Ankara: 152-174<br />
• Esin, Emel, 2006, Türklerde Maddi Kültürün Oluşumu, Kabalcı Yayınları,<br />
İstanbul.<br />
• Federova, Lena, 2014, “Saha ve İskit Kadın Küpelerinin Tasarımlarında<br />
Kullanılan İşaretler” Türk Dünyası Kadın Türk Dünyasında Moda Eğitimi<br />
Paneli, Eskişehir Valiliği Eskişehir 2013 TDKB Ajansı Eskişehir Kültür<br />
Başkenti Etkinlikleri, Panel Bildirileri, 5-6 Mayıs 2014, Eskişehir, 50 -52<br />
• Flugel, John Carl, 1971, The Psychology Of Clothes, The International<br />
Psycho-Analytical Library : 18 London,<br />
• Genç, Reşat, 1997, Türk İnanışları ile Millî Geleneklerinde Renkler ve Sarı-<br />
Kırmızı-Yeşil, TDK Yay, .Ankara<br />
• Göle, Nilüfer, 1991, Modern Mahrem,Medeniyet ve Örtünme, Metis<br />
Yayınları, İstanbul.<br />
• Görgünay Kırzıoğlu, Neriman, 2001, Altaylar’dan Tunaboyu’na Türk<br />
Dünyası’nda Ortak Yanışlar (Motifler) : Halılar, Benzeri Dokumalar, Giysiler,<br />
Mimari Eserler ile Değişik Eşya ve Paralarda, Kültür Bakanlığı, Ankara<br />
• Görünür, Lale ve Ögel, Semra, 2007, “Osmanlı Kaftanları ile Entarilerinin<br />
Farkları ve Kullanılışları”, İTÜ Dergisi Sosyal Bilimler, 3 (1), 59-68.<br />
• Gülbeyaz, Kürşad, 2013, Kırgız Halk Oyunları ve Giysileri, Akademik Bakış,<br />
Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi, (38), 1-13.<br />
• Heyet, Cevad, 1996, “Türklerin Tarihinde Renklerin Yeri”, Nevruz ve<br />
Renkler. (Ed. Sadık Tural ve Elmas Kılıç), Ankara: TDK Yay., 55-61.<br />
• İbrahimzade, Kemal, ve Gusach, İrina, 2015, “Nekrasoy Kazaklarının<br />
Geleneksel Giysileri ve Tokat Yazmaları: Rusya Müzelerinden Örnekler”,<br />
Osmanlı Mirası Araştırmaları Dergisi, 2 (2), 26-37.<br />
• İmre, Zahit ve Nebioğlu, Osman, 1981 (1979), “Atatürk İlkeleriyle Doğrudan<br />
Doğruya İlgili İncelemeler, “Atatürk ve Batılılaşma”, İstanbul Üniversitesi<br />
Hukuk Fakültesi Mecmuası, (45), 1-4<br />
• İnan, Abdülkadir, 1967. “Altaylar’da Hun Devri Kültürü”, Hayat Tarih<br />
Mecmuası, (12), 14-20.<br />
• İnan, Abdülkadir, 1987, Makaleler ve İncelemeler, Cilt I-II, Türk Tarih<br />
Kurumu Yayınları, Ankara<br />
• James, Henry,1983, Washington Meydanı, (Çev. Fatih Özgüven), İletişim<br />
Yayınları: İstanbul<br />
• Kadaşeva, Karlıgaş, 1996, “Kazak Medeniyetindeki Semboller”. Nevruz ve<br />
Renkler, (Ed. Sadık Tural ve Elmas Kılıç), TDK Yay: Ankara, 95-97.<br />
• Eruz, Fulya, 1998, Selçuklular Dönemi Giyim Kuşam, Türk Dünyası Kültür<br />
Atlası, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı, İstanbul, (2), 196-208.<br />
• Esin, Emel, 1959, “Eurasıa Göçebelerinin Sanatının ve İslamiyet’ten Evvelki<br />
Türkistan Sanatının Türk Plastik ve Tersimi Sanatları Üzerindeki Bazı<br />
Tesirleri”, Milletlerarası Birinci Türk Sanatları Kongresi Bildirileri, Ankara<br />
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Türk ve İslam Sanatları Tarihi Enstitüsü, Türk<br />
Tarih Kurumu Basımevi, Ankara: 152-174<br />
• Esin, Emel, 2006, Türklerde Maddi Kültürün Oluşumu,Kabalcı Yayınları,<br />
İstanbul.<br />
• Federova, Lena, 2014, “Saha ve İskit Kadın Küpelerinin Tasarımlarında<br />
Kullanılan İşaretler” Türk Dünyası Kadın Türk Dünyasında Moda Eğitimi<br />
Paneli, Eskişehir Valiliği Eskişehir 2013 TDKB Ajansı Eskişehir Kültür<br />
Başkenti Etkinlikleri, Panel Bildirileri, 5-6 Mayıs 2014, Eskişehir, 50 -52<br />
• Flugel, John Carl, 1971, ThePsychology Of Clothes,The International<br />
Psycho-AnalyticalLibrary : 18London,<br />
• Genç, Reşat, 1997, Türk İnanışları ile Millî Geleneklerinde Renkler ve Sarı-<br />
Kırmızı-Yeşil, TDK Yay, .Ankara<br />
• Göle, Nilüfer, 1991, Modern Mahrem,Medeniyet ve Örtünme, Metis<br />
Yayınları, İstanbul.<br />
• GörgünayKırzıoğlu, Neriman, 2001, Altaylar’danTunaboyu’na Türk<br />
Dünyası’nda Ortak Yanışlar (Motifler) : Halılar, Benzeri Dokumalar, Giysiler,<br />
Mimari Eserler ile Değişik Eşya ve Paralarda, Kültür Bakanlığı, Ankara<br />
• Görünür, Lale ve Ögel, Semra, 2007, “Osmanlı Kaftanları ile Entarilerinin<br />
Farkları ve Kullanılışları”, İTÜ Dergisi Sosyal Bilimler, 3 (1), 59-68.<br />
• Gülbeyaz, Kürşad, 2013, Kırgız Halk Oyunları ve Giysileri, Akademik Bakış,<br />
Uluslararası Hakemli Sosyal Bilimler E-Dergisi, (38), 1-13.<br />
• Heyet, Cevad, 1996, “Türklerin Tarihinde Renklerin Yeri”, Nevruz ve<br />
Renkler. (Ed. Sadık Tural ve Elmas Kılıç), Ankara: TDK Yay., 55-61.<br />
• İbrahimzade, Kemal, ve Gusach, İrina, 2015, “Nekrasoy Kazaklarının<br />
Geleneksel Giysileri ve Tokat Yazmaları: Rusya Müzelerinden Örnekler”,<br />
Osmanlı Mirası Araştırmaları Dergisi, 2 (2), 26-37.<br />
• İmre, Zahit ve Nebioğlu, Osman, 1981 (1979), “Atatürk İlkeleriyle Doğrudan<br />
Doğruya İlgili İncelemeler, “Atatürk ve Batılılaşma”, İstanbul Üniversitesi<br />
Hukuk Fakültesi Mecmuası, (45), 1-4<br />
• İnan, Abdülkadir, 1967. “Altaylar’da Hun Devri Kültürü”, Hayat Tarih<br />
Mecmuası, (12), 14-20.<br />
• İnan, Abdülkadir, 1987, Makaleler ve İncelemeler, Cilt I-II, Türk Tarih<br />
Kurumu Yayınları, Ankara<br />
• James, Henry,1983, Washington Meydanı, (Çev. Fatih Özgüven), İletişim<br />
Yayınları: İstanbul<br />
• Kadaşeva, Karlıgaş, 1996, “Kazak Medeniyetindeki Semboller”. Nevruz ve<br />
Renkler, (Ed. Sadık Tural ve Elmas Kılıç), TDK Yay: Ankara, 95-97.<br />
• Kafalı, Mustafa, 1996, “Türk Kültüründe Renkler”, Nevruz ve Renkler, Türk<br />
Dünyasında Nevruz İkinci Bilgi Şöleni Bildirileri, Ankara, Atatürk Kültür<br />
Merkezi Yayınları: (116) 49- 54.<br />
• Kalafat, Yaşar, 2006, “Karşılaştırmalı Nogay- Türk Halk Kültürü”,<br />
Karadeniz Araştırmaları, (9), 111-126.<br />
• Kara, Mehmet, 2012, Bir Başka Açıdan Kutadgu Bilig, Nesil Yayınları: Ankara.<br />
• Karaman, Gamze, Gümüş, Deniz ve Gümüş, Kudret Safa, 2016, “Çorum-<br />
Sungurlu Yöresi Aşağı Fındıklı Köyü Geleneksel Kadın Kıyafetlerinde<br />
Renklerin Dili Üzerine Bir İnceleme”, Karadeniz, (32), 210-222.<br />
• Kaşgarlı Mahmut, 1985, DivanüLugat-İt-Türk, (Çev.Besim Atalay), TDK<br />
Yayınları: Ankara.<br />
• Khaltueva, Roza, 2014, “Baykal Bölgesinin Kültürel Öğesi Yerel Halkının<br />
Geleneksel Kıyafetleri: Geleneksellik ve Çağdaşlık”, 90-95.<br />
• Kılıç, Sibel, 2010, “Türk Şaman Giysilerine Semantik Yaklaşım” ,<br />
ZeitschriftFürDieWelt Der Türken Zfwt , 2 (1) 313-334.<br />
• Klavdia, Antipina ve Aydarbek, Koçkunov, 2004, Kırgızların Milli Giysileri,<br />
TTK Basımevi: Ankara.<br />
• Koca, Emine ve Kırkıncıoğlu, Zeynep, 2016, “Uşak İli Omurca Yöresi<br />
Geleneksel Gelin Giyiminin Biçimsel Özelliklerinin İncelenmesi”2.<br />
Uluslararası Çin’den Adriyatik’e Sosyal Bilimler Kongresi Bildiriler Kitabı- 5-<br />
10 Mayıs Payas/Hatay, 271-281<br />
• Koca, Emine ve Kırkıncıoğlu, Zeynep, 2015, “Uşak İli Omurca Yöresi<br />
Geleneksel Gelin Giyiminin Biçimsel Özelliklerinin İncelenmesi”, Atatürk<br />
Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Dergisi, (27), 39-55.<br />
• Koç Fatma, Koca Emine ve Vural Tuba, 2015, Evlilik; “Türk Kültüründe Gelin<br />
ve Damat (Güvey) Giyimi”, Aile Yazıları /8, T.C. Aile ve Sosyal Politikalar<br />
Bakanlığı / Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlügü, (Edt. Saim<br />
Sakaoğlu, Mehmet Akça, Pervin Ergun), 93-122.<br />
• Koç, Fatma ve Emine, Koca, 2016, “Türk Halk Giyiminde Kullanılan<br />
Süslemelere Tipolojik Bir Yaklaşım”. İdil Sanat ve Dil Dergisi, 5 (19), 237-<br />
262.<br />
• Koç, Fatma ve Koca Emine, 2015 “Kütahya’nın Entarili Geleneksel Kadın<br />
Giysilerinin Göstergebilimsel Çözümlemesi, Millî Folklor, 27 (106), 70-87<br />
• Koç, Fatma, Koca Emine,2012, “TheClothingCulture Of TheTurks, AndThe<br />
Entari. (Part 2,The Entari), Folk Life: Journal Of EthnologicalStudies, 50 (2),<br />
Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />
213<br />
Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri
Common Heritage<br />
214<br />
Ortak Miras<br />
• Kafalı, Mustafa, 1996, “Türk Kültüründe Renkler”, Nevruz ve Renkler, Türk<br />
Dünyasında Nevruz İkinci Bilgi Şöleni Bildirileri, Ankara, Atatürk Kültür<br />
Merkezi Yayınları: (116) 49- 54.<br />
• Kalafat, Yaşar, 2006, “Karşılaştırmalı Nogay- Türk Halk Kültürü”,<br />
Karadeniz Araştırmaları, (9), 111-126.<br />
• Kara, Mehmet, 2012, Bir Başka Açıdan Kutadgu Bilig, Nesil Yayınları: Ankara.<br />
• Karaman, Gamze, Gümüş, Deniz ve Gümüş, Kudret Safa, 2016, “Çorum-<br />
Sungurlu Yöresi Aşağı Fındıklı Köyü Geleneksel Kadın Kıyafetlerinde<br />
Renklerin Dili Üzerine Bir İnceleme”, Karadeniz, (32), 210-222.<br />
• Kaşgarlı Mahmut, 1985, Divanü Lugat-İt-Türk, (Çev.Besim Atalay), TDK<br />
Yayınları: Ankara.<br />
• Khaltueva, Roza, 2014, “Baykal Bölgesinin Kültürel Öğesi Yerel Halkının<br />
Geleneksel Kıyafetleri: Geleneksellik ve Çağdaşlık”, 90-95.<br />
• Kılıç, Sibel, 2010, “Türk Şaman Giysilerine Semantik Yaklaşım” , Zeitschrift<br />
Für Die Welt Der Türken Zfwt , 2 (1) 313-334.<br />
• Klavdia, Antipina ve Aydarbek, Koçkunov, 2004, Kırgızların Milli Giysileri,<br />
TTK Basımevi: Ankara.<br />
• Kırkıncıoğlu, Zeynep, 2015, Ege Bölgesi Kadın Giyim Kuşamının<br />
Göstergebilimsel Yöntem İle Çözümlenmesi, Gazi Üniversitesi Eğitim<br />
Bilimleri Enstitüsü, Giyim Endüstrisi ve Giyim Sanatları Anabilim Dalı,<br />
Yayımlanmamaış Doktora Tezi<br />
• Koca, Emine ve Kırkıncıoğlu, Zeynep, 2016, “Kültürel Bir Kodlama Örneği:<br />
Afyonkarahisar Baş Bağlama Biçimleri”2. Uluslararası Çin’den Adriyatik’e<br />
Sosyal Bilimler Kongresi Bildiriler Kitabı- 5- 10 Mayıs Payas/Hatay, 271-281<br />
• Koca, Emine ve Kırkıncıoğlu, Zeynep, 2015, “Uşak İli Omurca Yöresi<br />
Geleneksel Gelin Giyiminin Biçimsel Özelliklerinin İncelenmesi”, Atatürk<br />
Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Dergisi, (27), 39-55.<br />
• Koca Emine, Koç Fatma, Kırkıncıoğlu Zeynep (2015), “Ege Bölgesi Kadın<br />
Halk Giyiminde Kullanılan Kemerler ve Sembolize Ettiği Anlamlar”, III.<br />
Uluslararası Halk Kültürü Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 8-10 Ekim, Kazan,<br />
557-566.<br />
• Koç Fatma, Koca Emine ve Vural Tuba, 2015, Evlilik; “Türk Kültüründe Gelin<br />
ve Damat (Güvey) Giyimi”, Aile Yazıları /8, T.C. Aile ve Sosyal Politikalar<br />
Bakanlığı / Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlügü, (Edt. Saim<br />
Sakaoğlu, Mehmet Akça, Pervin Ergun), 93-122.<br />
• Koç, Fatma ve Emine, Koca, 2016, “Türk Halk Giyiminde Kullanılan<br />
Süslemelere Tipolojik Bir Yaklaşım”. İdil Sanat ve Dil Dergisi, 5 (19), 237-<br />
262.<br />
• Koç, Fatma ve Koca Emine, 2015 “Kütahya’nın Entarili Geleneksel Kadın<br />
Giysilerinin Göstergebilimsel Çözümlemesi, Millî Folklor, 27 (106), 70-87<br />
• Koç, Fatma, Koca Emine,2012, “The Clothing Culture Of The Turks, And The<br />
Entari. (Part 2,The Entari), Folk Life: Journal Of Ethnological Studies, 50<br />
(2), 141-168<br />
• Koç, Fatma ve Koca, Emine, 2011, The Clothing Culture of The Turks and<br />
The Entari (Part 1: History), Folk Life: Journal Of Ethnological Studies, 49<br />
(1), 10–29.<br />
• Koçkar, M. Tekin, 2008, “Eskişehir ve Yöresinde Kafkasya Göçmenlerinin<br />
Giyim Kuşam ve Süslenme Kültürü”, MOTİF Dergisi, Halk Kültürü’nde<br />
Giyim - Kuşam ve Süslenme Uluslararası Sempozyumu Bildirileri, Eskişehir<br />
Osmangazi Üniversitesi Yayınları: 91-115.<br />
• Kubarev, Vladimir D., 2005, “The culture of the early Turks of the Altai<br />
(according to material from burial monuments” Novosibirsk: Institut of<br />
Archaeology Ethnography, SORAN.<br />
• Kutlu, Muhtar ve Özmen, Abdurrahim, 2008, Kimlik (Ler) Sembolü Olarak<br />
Giyim, Kuşam ve Süslenme, MOTİF Dergisi, Halk Kültürü’nde Giyim - Kuşam<br />
ve Süslenme Uluslararası Sempozyumu Bildirileri, Eskişehir Osmangazi<br />
Üniversitesi Yayınları: 305-309<br />
• Nerimanoğlu, Kâmil Veli, 1996, “Türk Kültüründe Renkler”. Nevruz ve<br />
Renkler, (Ed. Sadık Tural ve Elmas Kılıç), Ankara: TDK Yayınları, 63-73.<br />
• Onat, Ayşe, “Orta Asya Kavimlerinin Çin ile Olan İlişkileri Hakkında Kısa Bir<br />
İnceleme”, Ankara Üniversitesi DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, 15, (26),<br />
63-71.<br />
• Ögel, Bahaeddin, 1984, İslamiyet’ten Önce Türk Kültür Tarihi, Türk Tarih<br />
Kurumu Basımevi: Ankara.<br />
• Ögel, Bahaeddin, 1991, Türk Kültür Tarihine Giriş V., Ankara: Kültür Bakanlığı<br />
Yayınları: Ankara.<br />
• Ögel, Bahaeddin, 1998, Türk Mitolojisi I, Türk Tarih Kurumu Yayınları:<br />
Ankara.<br />
• Öz, Tahsin,1964, “Türk Dokumacılığı ve Selçuklular Devrine Ait Bazı<br />
Kumaşlar”, Türk Tarih Kurumu Yıllık Konferansaları I Atatürk Konferansları,<br />
Türk Tarih Kurumu Basımevi: Ankara.<br />
• Özdemir, Cafer,2009, “Havza İlçesinin Genel Folklorik Yapısı”, Uluslararası<br />
Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2 (7), 185-206,<br />
• Reyhanlı, Tülay, 1991, İngiliz Gezginlerine Göre XVI. Yüzyılda İstanbul’da<br />
Hayat, Kültür Ve Turizm Bakanlığı Yayınları: Ankara.<br />
• Roux, Jean-Poul, 2006, Orta Asya: Tarih ve Uygarlık,(Çev. Lale Arslan),<br />
Kabalcı Yayınları: İstanbul. 2. Baskı.<br />
141-168<br />
• Koç, Fatma ve Koca, Emine, 2011, TheClothingCulture of TheTurksandThe<br />
Entari (Part 1: History), Folk Life: Journal Of EthnologicalStudies, 49 (1),<br />
10–29.<br />
• Koçkar, M. Tekin, 2008, “Eskişehir ve Yöresinde Kafkasya Göçmenlerinin<br />
Giyim Kuşam ve Süslenme Kültürü”, MOTİF Dergisi, Halk Kültürü’nde<br />
Giyim - Kuşam ve Süslenme Uluslararası Sempozyumu Bildirileri, Eskişehir<br />
Osmangazi Üniversitesi Yayınları: 91-115.<br />
• Kubarev, Vladimir D., 2005, “Theculture of theearlyTurks of theAltai<br />
(accordingtomaterialfromburialmonuments” Novosibirsk: Institut of<br />
ArchaeologyEthnography, SORAN.<br />
• Kutlu, Muhtar ve Özmen, Abdurrahim, 2008, Kimlik (Ler) Sembolü Olarak<br />
Giyim, Kuşam ve Süslenme, MOTİF Dergisi, Halk Kültürü’nde Giyim - Kuşam<br />
ve Süslenme Uluslararası Sempozyumu Bildirileri, Eskişehir Osmangazi<br />
Üniversitesi Yayınları: 305-309<br />
• Nerimanoğlu, Kâmil Veli, 1996, “Türk Kültüründe Renkler”. Nevruz ve<br />
Renkler, (Ed. Sadık Tural ve Elmas Kılıç), Ankara: TDK Yayınları, 63-73.<br />
• Onat, Ayşe, “Orta Asya Kavimlerinin Çin ile Olan İlişkileri Hakkında Kısa Bir<br />
İnceleme”, Ankara Üniversitesi DTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, 15, (26),<br />
63-71.<br />
• Ögel, Bahaeddin, 1984, İslamiyet’ten Önce Türk Kültür Tarihi, Türk Tarih<br />
Kurumu Basımevi: Ankara.<br />
• Ögel, Bahaeddin, 1991, Türk Kültür Tarihine Giriş V., Ankara: Kültür Bakanlığı<br />
Yayınları: Ankara.<br />
• Ögel, Bahaeddin, 1998, Türk Mitolojisi I, Türk Tarih Kurumu Yayınları:<br />
Ankara.<br />
• Öz, Tahsin,1964, “Türk Dokumacılığı ve Selçuklular Devrine Ait Bazı<br />
Kumaşlar”, Türk Tarih Kurumu Yıllık Konferansaları I Atatürk Konferansları,<br />
Türk Tarih Kurumu Basımevi: Ankara.<br />
• Özdemir, Cafer,2009, “Havza İlçesinin Genel Folklorik Yapısı”, Uluslararası<br />
Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2 (7), 185-206,<br />
• Reyhanlı, Tülay, 1991, İngiliz Gezginlerine Göre XVI. Yüzyılda İstanbul’da<br />
Hayat, Kültür Ve Turizm Bakanlığı Yayınları: Ankara.<br />
• Roux, Jean-Poul, 2006, Orta Asya: Tarih ve Uygarlık,(Çev. Lale Arslan),<br />
Kabalcı Yayınları: İstanbul. 2. Baskı.<br />
• Roza Khaltueva,2014 Baykal Bölgesinin Kültürel Öğesi Yerel Halkının<br />
Geleneksel Kıyafetleri: Geleneksellik ve Çağdaşlık, Türk Dünyası Kadın Türk<br />
Dünyasında Moda Eğitimi Paneli, Eskişehir Valiliği Eskişehir 2013 TDKB<br />
Ajansı Eskişehir Kültür Başkenti Etkinlikleri, Panel Bildirileri, 5-6 Mayıs<br />
2014, Eskişehir, 90-94<br />
• Salman, Fikri 2006, “Göktürk Dönemi Kıyafetleri”, Atatürk Üniversitesi<br />
Güzel Sanatlar Fakültesi Dergisi, (9) 12-34.<br />
• Sertkaya O. F.,Alyılmaz C. ve Battulga T. 2001, Moğolistandaki Türk Anıtları<br />
Projesi Albümü, Türkiye Başbakanlık Türk İşbirliği İdaresi (TİKA),<br />
• Seyidov, Mireli, 1988, “Gök, Ak ve Kara Renklerinin Eski İnançlarla Alakası”,<br />
(Çev. Orhan Yavuz), Türk Dünyası Araştırmaları, İstanbul: TDAV. 33-52.<br />
• Sümbül, Muzaffer, 2008, “Adana-Osmaniye Bölgesi Giyim Kültüründe ve<br />
Halk Oyunları Ekiplerinin Giysi Tercihlerinde Kadın Başlıkları” MOTİF Dergisi,<br />
Halk Kültürü’nde Giyim - Kuşam ve Süslenme Uluslararası Sempozyumu<br />
Bildirileri, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Yayınları: 134- 155.<br />
• Sümer, Faruk, 1980, Oğuzlar (Türkmenler) : Tarihleri - Boy Teşkilatı -<br />
Destanları, Ana Yayınları, İstanbul.<br />
• Sürür, Ayten, 1983, “Ege Yöresi Kadın Giyiminde Geleneksel Toplumsal<br />
ve İnançlara Dayalı Ögeler ve Günümüzde Yaşayan Yerel Örnekleri”,<br />
II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, V. Cilt Maddi Kültür,<br />
Başbakanlık Basımevi: Ankara<br />
• Süslü, Özden, 1989, Tasvirlere Göre Anadolu Selçuklu Kıyafetleri, Atatürk<br />
Kültür Merkezi: Ankara.<br />
• Tahsin Öz, 1964 ‘Türk Dokumacılığı Ve Selçuklular Devrine Ait Bazı<br />
Kumaşlar’, Annual Conference Of TheTurkishHistoricalSociety, Ataturk<br />
Conference, İ (Ankara: TurkishHistory Foundation Printing House,<br />
• Tansuğ, Sabiha, 2003, “Kadını Taçlandıran Başlıklar”, Skylife, Türk Hava<br />
Yolları Dergisi, 52-65.<br />
• Türkoğlu, Sabahattin, 2002, “Türk ve Batı Dünyası Arasındaki Giyim-Kuşam<br />
Alışverişi”, VI. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Genel Konular<br />
Seksiyon Bildirileri Kitabı, Kültür Bakanlığı: Ankara.<br />
• Uçar, Tevfik, Fikret, 2004, Görsel İletişim ve Grafik Tasarım.İnkılap Yayınevi:<br />
İstanbul.<br />
• Uçkun, Rabia, 2010, “Gagauz Halk Kültüründe Geleneksel Kadın ve Erkek<br />
Giyimi”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, 10 (2) 165-172.<br />
• Usmanova, Shoira, 2011, “Altay Dillerinde Üst Giysi Adları”, Türk Dünyası<br />
İncelemeleri Dergisi XI (1), 15-23.<br />
• Yatsenko, Sergey A., 2014, “Çin Sanatında Erken Dönem Türk Erkeğinin<br />
Giyim –Kuşamı 6. Yy’ın İkinci Yarısı- 8. Yy’ın İlk Yarısı (Ötekilerin İmajları)-<br />
II.”, Karadeniz, (Çev. Karataş, Hicran), 11 (11), 182-199.<br />
• Yenisoy, Hayriye,Süleymanoğlu,1997, “Kriçim Türklerinin Düğün Türküleri”,<br />
Bilig, Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, (5), 200-209.
• Roza Khaltueva,2014 Baykal Bölgesinin Kültürel Öğesi Yerel Halkının<br />
Geleneksel Kıyafetleri: Geleneksellik ve Çağdaşlık, Türk Dünyası Kadın Türk<br />
Dünyasında Moda Eğitimi Paneli, Eskişehir Valiliği Eskişehir 2013 TDKB<br />
Ajansı Eskişehir Kültür Başkenti Etkinlikleri, Panel Bildirileri, 5-6 Mayıs<br />
2014, Eskişehir, 90-94<br />
• Salman, Fikri 2006, “Göktürk Dönemi Kıyafetleri”, Atatürk Üniversitesi<br />
Güzel Sanatlar Fakültesi Dergisi, (9) 12-34.<br />
• Sertkaya O. F., Alyılmaz C. ve Battulga T. 2001, Moğolistandaki Türk Anıtları<br />
Projesi Albümü, Türkiye Başbakanlık Türk İşbirliği İdaresi (TİKA),<br />
• Seyidov, Mireli, 1988, “Gök, Ak ve Kara Renklerinin Eski İnançlarla Alakası”,<br />
(Çev. Orhan Yavuz), Türk Dünyası Araştırmaları, İstanbul: TDAV. 33-52.<br />
• Sümbül, Muzaffer, 2008, “Adana-Osmaniye Bölgesi Giyim Kültüründe ve<br />
Halk Oyunları Ekiplerinin Giysi Tercihlerinde Kadın Başlıkları” MOTİF Dergisi,<br />
Halk Kültürü’nde Giyim - Kuşam ve Süslenme Uluslararası Sempozyumu<br />
Bildirileri, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Yayınları: 134- 155.<br />
• Sümer, Faruk, 1980, Oğuzlar (Türkmenler) : Tarihleri - Boy Teşkilatı -<br />
Destanları, Ana Yayınları, İstanbul.<br />
• Sürür, Ayten, 1983, “Ege Yöresi Kadın Giyiminde Geleneksel Toplumsal<br />
ve İnançlara Dayalı Ögeler ve Günümüzde Yaşayan Yerel Örnekleri”,<br />
II. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, V. Cilt Maddi Kültür,<br />
Başbakanlık Basımevi: Ankara<br />
• Süslü, Özden, 1989, Tasvirlere Göre Anadolu Selçuklu Kıyafetleri, Atatürk<br />
Kültür Merkezi: Ankara.<br />
• Tahsin Öz, 1964 ‘Türk Dokumacılığı Ve Selçuklular Devrine Ait Bazı<br />
Kumaşlar’, Annual Conference Of The Turkish Historical Society, Ataturk<br />
Conference, İ (Ankara: Turkish History Foundation Printing House,<br />
• Tansuğ, Sabiha, 2003, “Kadını Taçlandıran Başlıklar”, Skylife, Türk Hava<br />
Yolları Dergisi, 52-65.<br />
• Türkoğlu, Sabahattin, 2002, “Türk ve Batı Dünyası Arasındaki Giyim-Kuşam<br />
Alışverişi”, VI. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Genel Konular<br />
Seksiyon Bildirileri Kitabı, Kültür Bakanlığı: Ankara.<br />
• Uçar, Tevfik, Fikret, 2004, Görsel İletişim ve Grafik Tasarım.İnkılap Yayınevi:<br />
İstanbul.<br />
• Uçkun, Rabia, 2010, “Gagauz Halk Kültüründe Geleneksel Kadın ve Erkek<br />
Giyimi”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, 10 (2) 165-172.<br />
• Usmanova, Shoira, 2011, “Altay Dillerinde Üst Giysi Adları”, Türk Dünyası<br />
İncelemeleri Dergisi XI (1), 15-23.<br />
• Yatsenko, Sergey A., 2014, “Çin Sanatında Erken Dönem Türk Erkeğinin<br />
Giyim –Kuşamı 6. Yy’ın İkinci Yarısı- 8. Yy’ın İlk Yarısı (Ötekilerin İmajları)-<br />
II.”, Karadeniz, (Çev. Karataş, Hicran), 11 (11), 182-199.<br />
• Yenisoy, Hayriye,Süleymanoğlu,1997, “Kriçim Türklerinin Düğün Türküleri”,<br />
Bilig, Türk Dünyası Sosyal Bilimler Dergisi, (5), 200-209.<br />
• Yetim, Fatma, 2017,“Beypazarı Yöresi Geleneksel Kadın Giyiminde İşlemeli<br />
Çevre Hırka Örnekleri”. İdil, 6 (29), s.401-422.<br />
• Yılmaz, Engin, 2003, “Dede Korkud Kitabı’nda Tasvir Dünyası”, Belleten I,<br />
TDAY: 123-150.<br />
• Yüce, Nuri, 2003, “Göçebe Türklerde Ayakkabı Kültürü”, Ayakkabı Kitabı,<br />
İstanbul: 325<br />
• Zherlıtsyna, Albina, 2014, Çağdaş Başkurt Kostümlerinde Kullanılan Desen<br />
Ve Motiflerin Tarihi Özelliklerinin Korunması, Türk Dünyası Kadın Türk<br />
Dünyasında Moda Eğitimi Paneli, Eskişehir Valiliği Eskişehir 2013 TDKB<br />
Ajansı Eskişehir Kültür Başkenti Etkinlikleri, Panel Bildirileri, 5-6 Mayıs<br />
2014, Eskişehir, 64-67<br />
• Yetim, Fatma, 2017,“Beypazarı Yöresi Geleneksel Kadın Giyiminde İşlemeli<br />
Çevre Hırka Örnekleri”. İdil, 6 (29), s.401-422.<br />
• Yılmaz, Engin, 2003, “Dede Korkud Kitabı’nda Tasvir Dünyası”, Belleten I,<br />
TDAY: 123-150.<br />
• Yüce, Nuri, 2003, “Göçebe Türklerde Ayakkabı Kültürü”, Ayakkabı Kitabı,<br />
İstanbul: 325<br />
• Zherlıtsyna, Albina, 2014, Çağdaş Başkurt Kostümlerinde Kullanılan Desen<br />
Ve Motiflerin Tarihi Özelliklerinin Korunması, Türk Dünyası Kadın Türk<br />
Dünyasında Moda Eğitimi Paneli, Eskişehir Valiliği Eskişehir 2013 TDKB<br />
Ajansı Eskişehir Kültür Başkenti Etkinlikleri, Panel Bildirileri, 5-6 Mayıs<br />
2014, Eskişehir, 64-67<br />
Common Dressing Values and Culture of the Turkic People<br />
215<br />
Türk Topluluklarının Giyim KUşam Kültüründe Ortak Değerleri
Prof. Dr. Salahaddin BEKKİ<br />
Bilge Yapım<br />
İnsanın dünyadaki serüvenin başlamasıyla birlikte<br />
hastalık ve sağlık kavramlarının ortaya çıktığı<br />
rahatlıkla söylenebilir.<br />
With the beginning of human being’s adventure in the world, it can be easily<br />
said that the concepts of illness and health have come into existance.
İnsanın dünyadaki serüveninin başlamasıyla birlikte hastalık ve sağlık kavramlarının<br />
ortaya çıktığı rahatlıkla söylenebilir. Tıp tarihi uzmanları, ilk tıbbi müdahalenin gözle<br />
görülebilir somut yaralanmalar (cerrahi) ve doğum olayları vesilesiyle yapıldığı<br />
konusunda birleşmekteler. Gözle görülemeyen iç hastalıkların sebebini anlamakta<br />
zorlanan insanoğlu, bu tür rahatsızlıkların sebeplerini kötü/korkunç olarak niteledikleri<br />
ruhlara bağlamışlardır. (Demir 2016: 19-24)<br />
11 Halk Hekimliği<br />
Folk Medicine<br />
With the beginning of human being’s adventure in the world, it can be easily said that<br />
the concepts of illness and health have come into existance. Medical history experts<br />
generally reach a consensus that the first medical interventions were applied on the<br />
occasion of visible injuries and birth events. Man, who is struggling to understand the<br />
cause of unseen internal diseases, has attributed these sorts of disturbances to the<br />
souls they have described as the evil / terrible
Common Heritage<br />
218<br />
Ortak Miras<br />
Halk hekimliğinde hastalık deyimi, insanın sağlık durumundaki<br />
bozuklukların yanı sıra kısırlıktan nazar değmesi gibi<br />
insanlardan kaynaklandığı düşünülen kötü etkilerle cin,<br />
peri gibi gerçek dışı varlıkların neden oldukları düşünülen<br />
her türlü sakatlıkları kapsamaktadır. (Boratav 1984: 123)<br />
Hastalıkkavramının çerçevesini bu şekilde çizen Pertev Naili<br />
Boratav, halk hekimliğini de şöyle tanımlar: “Halkın, olanakları<br />
bulunmadığı için ya da başka sebeplerle doktora gidemeyince<br />
veya gitmek istemeyince, hastalıklarını tanılama<br />
ve sağaltma amacı ile başvurduğu yöntem ve işlemlerin<br />
tümü.” (1984: 122)<br />
Orta Asya’dan Balkanlara kadar oldukça geniş bir coğrafyaya<br />
yayılmış olan Türklerin halk hekimliği (tıbbi folklor) konusundaki<br />
birikimleri, yaşamış oldukları coğrafyalar kadar renkli ve<br />
tarihleri kadar da kadimdir. Türkiye Türklüğünün halk hekimliği<br />
konusundaki birikimlerinin oluşmasında, Orta Asya’dan<br />
getirdikleri temeli binlerce yıllık Türk tıbbına dayanan pratikler<br />
ile daha sonra dâhil oldukları değişik din ve kültür<br />
çevrelerinden aldıkları unsurların birleşimi vardır. Türklerin<br />
batıya göçleri dolayısıyla yaşadıkları coğrafyaların iklim<br />
değişiklikleri ve buna bağlı olarak ilaç yapımında kullanılan<br />
bitki türlerinin farklılaşıp çeşitlenmesi, Orta Asya Türklüğü<br />
ile Anadolu Türklüğü arasında bir takım farklılıkların ortaya<br />
çıkmasına zemin hazırlamıştır. Durum böyle olmakla birlikte<br />
birçok sihri ve dini pratiklerde Anadolu Türklüğü ile Orta<br />
Asya Türklüğü arasındaki organik bağı canlı olarak görmek<br />
mümkündür.<br />
The definition of illness in the folk medicine embraces detrimental<br />
effects that are thought to be caused by human beings<br />
such as infertility causing someone misfortune, and all<br />
kinds of disabilities etc., which are believed to be brought<br />
about by unreal creators, genie, fairyetc., as well as disorders<br />
in human health. Pertev Naili Boratav, who identifies<br />
the conceptual framework of the disease in this way defines<br />
the folk medicine as follows: All of the methods and procedures<br />
that the public refers to for the purpose of diagnosing<br />
and curing illnesses, when they do not have opportunities<br />
or when they can not or do not want to go to a doctor for<br />
other reasons.<br />
Experiences of the subject of folk medicine that Turks have,<br />
who spread over a vast geography from Central Asia to the<br />
Balkans, are as colorful as their geographies and as fascinating<br />
as their histories. In the formation of the accumulation<br />
of present Turkish medicine on the subject of folk<br />
medicine, there is a combination of the practices based on<br />
thousands of years of Turkish medicine, which they brought<br />
from Central Asia, and the elements they acquire from different<br />
religious and cultural backgrounds. By reason of migrations<br />
of the Turks to the west, the climate varieties of the<br />
geographies they live in and accordingly the differentiation<br />
and diversification of the plant species used for the preparation<br />
of medicines have laid the groundwork for the emergence<br />
of differences between Central Asian Turkism and<br />
Anatolian Turkism. Nonetheless, it is possible to observe the<br />
organic bond between Anatolian Turks and Central Asian
Türklerin değişik devir ve coğrafyalarda hepsi kendine<br />
has bir kültür ortamı yaratan yerleşik, yarı göçebe, göçebe<br />
ve tekrar yerleşik hayat tarzlarını yaşamış olmaları onların<br />
geliştirdikleri halk hekimliği uygulamalarını çeşitlendirmiştir.<br />
Türklerin modern tıbbın ve buna paralel olarak<br />
gelişen eczacılığın hassas ölçülerine ulaşmadan önce “el<br />
terazi göz mizan” diyerek ürettikleri ilaçlarla dinsel ve sihirsel<br />
tedavi şekillerini üç başlık altında tasnif etmek mümkündür:<br />
1. Telkin (Irvasa) Tedavileri<br />
a) Sihirsel<br />
b) Dinsel<br />
2. Mekanik (Parpılama) Tedaviler (dağlama,<br />
çizme, kırık-çıkık, kesme, vurma)<br />
a) Sihirsel<br />
b) Dinsel<br />
3. İlaçla Tedaviler<br />
a) Bitkisel ilaçlar<br />
b) Hayvansal ilaçlar<br />
c)Madensel ilaçlar<br />
d) Şifalı sular<br />
e) Kombine ilaçlar (Şar 1992:241-248)<br />
1. Telkin (Irvasa) Tedavileri<br />
Telkin yoluyla yapılan tedavilerde, hastanın vücuduna dokunma,<br />
ona bir ilaç verme söz konusu değildir. Bu tür tedavilerde,<br />
kutsal kabul edilen belli mekânların (türbe, tekke,<br />
yatır, ziyaret yerleri vb.) ziyaret edilmesi ve oralarda hastaya<br />
yapılan psikolojik telkinler kullanılır. (Şar 2008: 1163-1178)<br />
Türbeler, tekkeler, yatırlar, değişik ziyaret yerleri (bir ağaç,<br />
bir kuyu, özellikli bir taş, vs.) geçmişten günümüze belli<br />
hastalıkların sağaltıldığı kutsal mekânlar olarak varlıklarını<br />
sürdürmektedirler. Ziyaret edilen bu yerlerde dualar<br />
edilmekte, adaklar adanmakta, bazılarına para atılmakta,<br />
bazılarına ise bez bağlanmak suretiyle umulan faydanın<br />
elde edileceğine inanılmaktadır. Adı ne olursa olsun bir faydası<br />
umularak ziyaret edilen ve mutlaka kutsallığı bir şekilde<br />
vurgulanan mekânlara Doğu Türkistan’dan Balkanlara<br />
uzanan Türk kültür coğrafyasının her bölgesinde rastlanılmaktadır.<br />
Çocukları olmayan Kırgız-Kazaklar Hoca Ahmet Yesevî<br />
Turks alive in many magical and religious practices.<br />
On account of living their established, semi-nomadic, nomadic<br />
and resident lifestyles, all of which create specifically<br />
their own cultural environment in the various periods and<br />
geographies, the Turks have diversified their practice of folk<br />
medicine. It is possible to classify the methods of religious<br />
and magical treatment with the medicines that they had<br />
produced by rule of thumb , under three titles, before the<br />
Turks attained the delicate measures of modern medicine<br />
and the pharmacy that evolved parallel to this;<br />
1- Therapeutic Treatments<br />
a) Magical<br />
b) Religious<br />
2-Mechanical Treatments. (Cautery, Drawing,<br />
Fracture, dislocation, cutting, hitting)<br />
a)Megical<br />
b) Religious<br />
3-Drug Therapy<br />
a) Herbal remedies<br />
b) Animal drugs<br />
c) Mineral medicines<br />
d) Medicinal spring<br />
e) Combination medicines<br />
1- Therapeutic Treatments<br />
The patient is not touched or given any medicine in scope<br />
of the therapeutic treatment method. In such treatments,<br />
certain places considered as sacred (such as tomb, dervish<br />
lodge, etc.) are visited and psychological suggestions made<br />
to the patient are used at that places. Tombs, dervish lodges,<br />
monks, different locations (a tree, a well, a special stone,<br />
etc.) continue to exist as sanctuaries where certain diseases<br />
have been healed from the past. In these places visited,<br />
prayer and votives are offered, coin is thrown to some wells,<br />
and some are believed to heal by attaching a piece of cloth.<br />
In any manner whatsoever, such places, that are expected<br />
to heal and emphasized their holinesses are encountered in<br />
every region of Turkish culture geography, from East Turkestan<br />
to the Balkans.<br />
While infertile Kyrgyz-Kazakhs sacrificing for the soul of<br />
Hodja Ahmet Yesevî in his Turban beside the big boiler, for<br />
Folk Medicine<br />
219<br />
Halk Hekimliği
Common Heritage<br />
220<br />
Ortak Miras<br />
türbesinde bulunan büyük kazanın yanında Hoca’nın ruhuna<br />
kurban keserken (Köprülü 1976: 86); aynı amaç için<br />
Türkmenistan’ın Kızılavrat şehrinin KöymetDağı eteğinde<br />
bulunan kadın ermişlerden Parav Bibi’nin türbesi ziyaret<br />
edilmektedir. (Özkan 1995: 465-475) Anadolu’ya baktığımızda<br />
çocuk olması için adanan kurbanın Ankara’da Hüseyin<br />
Gazi(Tanyu 1967: 90);Aksaray’da Bekâr Sultan (Peker<br />
2015: 261); Manisa’da Şeyh Osman Dede (Pehlivan 2012:<br />
128); Sivas’ta ise Ahmet Turan Gazi (Kaya 2012: 155) türbesinde<br />
sunulduğu görülmektedir. Tabiidir ki Türk dünyası ve<br />
Anadolu’daki türbeler mukayese için verdiğimiz örneklerle<br />
sınırlı değildir. Adları geçen araştırmacıların çalışmalarına<br />
bakıldığında Türkiye’nin nüfusu en kalabalık kenti İstanbul<br />
başta olmak üzere en ücra köşedeki mezralara kadar<br />
Anadolu’nun her tarafı insanımızın ihtiyaçlarını karşılamak<br />
üzere ziyaret ettiği yatırlar, ziyaretler, evliya türbeleri, kutsal<br />
taşlar, ağaçlar vs. ile doludur.<br />
Kısırlık başta olmak üzere pek çok hastalığın tedavisinde<br />
başvurulan dini/kutsal mekânların ziyaretçilerinin büyük<br />
çoğunluğu kadınlardan oluşmaktadır.<br />
Sihirsel olarak yapılan telkin tedavileri sınırsızdır. Belli bir<br />
hastalığı telkin yoluyla tedavi ettiğine inanılan kimselere<br />
Anadolu’da “ocaklı” veya “el almış” denir. Türk kültür<br />
coğrafyasında Başkurtlarda ocak, “osok” olarak karşımıza<br />
çıkar. Çuvaşlar çeşitli hastalıkları tedavi eden kimselere<br />
“yumsi” der. Doğu Türkistan’da, “perihan”, “duahan”<br />
ve “bahşı” olarak adlandırılan halk hekimlerine Özbekler<br />
de “bahşı/bakşı” derler. Gagavuzlarda ocaklı kimselere<br />
“okuyucu” denirken yaptıkları işe de “okutma” denir. Azerbaycan’da<br />
“efsuncu”, Bulgaristan Türkleri arasında ise<br />
“bakımca” ocaklının karşılığı kullanılan terimlerdir. (Kumartaşlıoğlu<br />
2016: 180)<br />
Ocaklı olarak adlandırdığımız kişiler doğrudan halk hekimi<br />
unvanını hak eden kimselerdir. Günümüz modern tıbbında<br />
olduğu gibi halk hekimliğinde de belli bir branşlaşmanın<br />
olduğu görülmektedir. Çünkü bir ocakta en fazla bir veya<br />
birkaç hastalık tedavi edilebilmektedir. O yüzden ocak sayısı<br />
tedavi edilmesi gereken hastalıklar kadar çoktur, diyebiliyoruz.<br />
Ocaklıların hastalıkları sağaltmada/tedavi etmede kullandıkları<br />
yöntemlerin büyük bir çoğunluğu büyülük işlemlere<br />
dayanır. Ocaklı, büyünün tutabilmesi için hastalara belirli<br />
şeyleri yedirmek, içirmek, vücudun ağrıyan yerine emler<br />
sürmek gibi uygulamalar yapabileceği gibi aşağıda anlatılacağı<br />
üzere bir nesneyle parpılmak gibi bir takım yardımcı<br />
unsurlara da başvurabilir. (Karakaş 2015: 320-336)<br />
Ocaklı, erkek de olabilir kadın da olabilir. Geleneksel olgular<br />
erkek hastalara erkek ocaklıların, kadın hastalara da<br />
the same purpose, the tomb of Parav Bibi -among women<br />
saint- is visited located at the hillside of Mountain Köymet<br />
in the Kızılvrat city of Turkmenistan (Özkan, 1995: 465-475).<br />
When we look at Anatolia, sacrifices for having a children<br />
are offered at the tombs in Huseyin Gazi of Ankara(Tanyu,<br />
1967: 90), Bekâr Sultan of Aksaray (Peker, 2015: 261); Sheik<br />
Osman Dede of Manisa (Pehlivan 2012: 128); Ahmet Turan<br />
Gazi of Sivas(Kaya, 2012: 155) It goes without saying that,<br />
tombs in the Turkish lands and Anatolia are not the only<br />
examples given for comparison. When we look at the studies<br />
of the researchers whose names are mentioned, as from<br />
Istanbul- the most crowded city of Turkey- to the remotest<br />
corners of the country, everywhere in Anatolia is teem with<br />
places visited by our people for the needs, such as graves<br />
of saints, sacred stones, trees, etc.<br />
Especially for infertility, visitors of the sanctums consulted<br />
for treatment of numerous diseases, consist mainly of women.<br />
Magically given therapeutic treatments are unlimited. A<br />
person who is belied to cure any certain illness by suggestion<br />
is called “faith healer/ocaklı” or “el almış” in Anatolia.<br />
(According to the belief in shaman, “Ocak” is the eminent<br />
home of a religious man called ‘Kam’ , lived and served as<br />
a medicine) In the Turkish culture geography, the concept<br />
of Ocak is named as “osok” among Bashkirs. Chuvashes say<br />
that the person who treats various diseases is “yumsi”. In<br />
East Turkestan, the titles “perihan”, “duahan” and “bahşı”<br />
is used for faith healers while Uzbeks call them “bahşı<br />
“.Among the Gagauz, folk healers are also called “healer,”<br />
while what they do is “healing”.<br />
In Azerbaijan the term “Efsuncu” is used for, while the term<br />
“bkımca” is used among Bulgarian Turks for the term “Ocaklı”.<br />
(Kumartaşlıoğlu, 2016: 180)<br />
Those whom we call “faith healer/ocaklı” are the people<br />
who deserve directly the title “Folk Healer” . As it is in today’s<br />
modern medicine, it seems that there is a certain branching<br />
in folk medicine. Because at least one or several diseases<br />
can be treated in an “ocak”. So we can say that the number<br />
of ocak is as much as the diseases that need to be treated.<br />
The vast majority of the methods implemented by faith<br />
healer/ocaklı for curing / treating the diseases are hinged<br />
on magical processes. In order to succed in enchantment,<br />
the faith healer/ocaklı can make patients feed, drink or rub<br />
the part of patient body in pain by the help of some implementations;<br />
or, can apply some auxiliary elements such as<br />
scraping with an object as described below. (Karakaş, 2015:<br />
320-336)
kadın ocaklıların bakmasını gerektirir. Bir ocaklı, tedavi etme<br />
kudretini (sihri bilgisini) ailesinden kan yoluyla alır. Ocaklık,<br />
babadan oğula, anadan kıza aktarılarak bir nesilde onlarca<br />
sene devam edebilir. Bazen ocaklı kimseler, hastalık tedavisinde<br />
kullandıkları çok özel bilgileri kendileriyle kan bağı<br />
olmayan kimselere de aktarabilirler. Bu bilgi aktarımına “el<br />
verme”; el verilen kişiye ise “izinli” denir. (Şar 1992:241-248)<br />
Sihri birtakım bilgilerle hastalıkları tedavi eden ocaklı kimseleri,<br />
köken itibariyle Orta Asya şaman/kamlarına bağlamak<br />
olanaklı görünmektedir. Günümüzde de Altay, Tuva ve<br />
Hakas Türkleri arasında hastalıkları tedavi eden kamlar bulunmaktadır.<br />
Bu kamlardan biri olan Altaylı Nadya Yuguşeva,<br />
Türkiye’de katıldığı bir programda nasıl kam olduğu, iyi<br />
ve kötü ruhlarla nasıl mücadele edip ne tür tedaviler uyguladığı<br />
konusunda bir konferans vermiştir. (Yuguşeva 2001:<br />
201-210)<br />
Türklerin batıya göçleri ve Müslüman olmaları Kamlık inancına<br />
ait bazı unsurları muhafaza etmelerine engel olmamıştır.<br />
Ocaklı kimselerin açık etmedikleri sihri bilgilerinin<br />
Kamlık kaynaklı İslamî renge boyanmış bilgiler olduğunu<br />
düşünmek durumundayız. 1952-1953 yılları arasında<br />
Çin’in Sincan (Doğu Türkistan) Uygur Otonom bölgesinden<br />
göçmek zorunda kalıp Niğde-Ulukışla- Altay köyüne yerleştirilen<br />
soydaşlarımız arasında ruh ve sinir hastalıklarını<br />
sağaltma konusunda uzmanlaşmış olan kişi “bakşı” olarak<br />
karşımıza çıkmaktadır. Saniye Bakşı, hastaya musallat olduğu<br />
düşünülen kötü ruhları (cinleri) dombıra eşliğinde<br />
The “faith healer/ocaklı” his/herself can be a man or a<br />
woman. Traditional cases require male faith healer/ocaklı<br />
for male patients and female faith healer/ocaklı for female<br />
patients. Any faith healer/ocaklı inherits the ability to cure<br />
(knowledge of magic) by blood from his family. The faith<br />
healing can continue for several years in one generation by<br />
transferring from father to son, from mother to daughter.<br />
Sometimes faith healers can share very distinctive information<br />
that they use in the treatment of illness with people<br />
who are not blood-related. This information transfer is<br />
known as “El verme / getting master’s hand in or “Givinghand”<br />
is anancient tradition based on the spiritual assignment,<br />
bringing somebody in ability and granting authorization.”<br />
and the person getting the master’s hand is called<br />
“able”.(Şar, 1992:241-248)<br />
In terms of common origin, it is possible to associate “the<br />
faith healer/ocaklı” people having magical knowledge of<br />
treating the disease with the Central Asian shaman / kam.At<br />
this moment in time, there are kams that treating diseases<br />
among Altai, Tuva and Hakas Turks. An Altai, Nadya Yuguşeva,<br />
one of these Kams, gave a lecture on how to combat<br />
good and evil spirits and what kind of treatments she practices<br />
in a program she participated in in Turkey. (Yuguşeva<br />
2001: 201-210).<br />
The Turks’ migration to the West and their Muslim identites<br />
did not inhibit them from maintaining some elements of<br />
Kam belief. We have to consider that the magical informa-<br />
Folk Medicine<br />
221<br />
Halk Hekimliği
Common Heritage<br />
222<br />
Ortak Miras<br />
yaptığı ayinle hükmü altında tuttuğu iyi cinleri vasıtasıyla<br />
hastadan uzaklaştırmaktadır. (Kaçargitmez vd. 2000: 11-16)<br />
Anadolu Türk halk hekimliğinde öne çıkan ocakları şöyle<br />
sıralayabiliriz:<br />
Ağrı ocağı, Alazlama ocağı, Al-Albastı-Albasma ocağı, Arpacık-İtdirseği<br />
ocağı, Ateşpare ocağı, Aydaş ocağı, Bakır<br />
basma ocağı, Baş ağrısı- Baş sıkma ocağı, Bel fıtığı, Bertik<br />
ocağı, Bezeme ocağı, Boğaz düşüğü-Boğaz basması ocağı,<br />
Boncuklama ocağı, Boylama ocağı, Bulgur püskürmesi-Bulgurlama<br />
ocağı, Cızma ocağı, Çıban ocağı, Çizdirme ocağı,<br />
Çocuk tutma ocağı, Çubuk ocağı, Dabaz ocağı, Dağlama<br />
ocağı, Dalak kesme ocağı, Damak çekme ocağı, Dapındırma<br />
ocağı, Dene ocağı, Dilaltı ocağı, Dilgöz ocağı, Dıngıldak<br />
ocağı, Dolama ocağı, Dolluk ocağı, Domuzbaşı ocağı, Efsun<br />
ocağı, Ekzema ocağı, Eş ocağı, Fıtık ocağı, Gelincik ocağı,<br />
Gideğen ocağı, Göbek Düşmesi ocağı, Göz ağrısı ocağı,<br />
Göze boz inme ocağı, Gutnu ocağı, Höşürük ocağı, İncileme<br />
ocağı, İncili sırgı ocağı, İnme-Felç ocağı, İrafa ocağı, Isırgı<br />
ocağı, İspahi ocağı, Kabakulak ocağı,Kafaşakılama ocağı,<br />
Kan aldırma ocağı, Kara bezeme-Kara tutma-Kara yakma<br />
ocağı, Karın şişi alma ocağı, Karıncalık-Kumru ocağı,<br />
Kemreleme ocağı, Keneci ocağı, Kengi ocağı, Kırbacı ocağı,<br />
Kırık çıkık ocağı, Kırklama-Kırk basması ocağı, Kıyık ocağı,<br />
Kızılyürük ocağı, Kızılyel ocağı, Korku-Yürek ölçme ocağı,<br />
Kösnü-Köstebek ocağı, Kuduz ocağı, Kulak ağrısı ocağı,<br />
Kulunç ocağı, Kurbağacık ocağı, Kurdeşen ocağı, Kurşun<br />
dökme ocağı, Kurt ağzı bağlama ocağı, Kurt dökme ocağı,<br />
tion that the “faith healer/ocaklı” people do not reveal is the<br />
information that based on both Kam belief and Islamic concept.<br />
The person, among our compatriots who were forced<br />
to migrate from the Uyghur autonomous region of Xinjiang<br />
(East Turkestan) of China between 1952 and 1953, and also<br />
specialized in curing mental and nervous diseases placed<br />
in the village of Niğde-Ulukisla-Altay was confronted with<br />
the title “ bakşı” . Saniye Bakşı, has been beating off the evil<br />
spirits (demons) that are believed to haunt the patient, by<br />
means of the good daemons she is in contact with and the<br />
ritual of the Dombra. . (Kaçargitmez vd., 2000: 11-16)<br />
The “Ocaks” that stand out in Anatolian Turkish folk medicine<br />
can be listed for diseases as follows:<br />
Pain, Scorch, Alkarısı-Albastı (A febrile illness that women<br />
who give birth suffer from. According to the Shaman Belief,<br />
a horrible creature or a blonde fairy girl that has haunted<br />
ladies suffering from puerperal fever ), Stye, Ateşpare<br />
(Known as “Saint Anthony’s Fire” Skin disease. a bacterial<br />
infection of the skin that typically involves the lymphatic<br />
system.) Bakır basması (A kind of skin disease that occurs<br />
with the allergic bubbles grown out of rubescence ), Head<br />
ache, Lumbar disc herniation, Bertik, Wrick, Variola, Measles,<br />
Quinsy, Boncuklama, Talisman: for example, to have a<br />
lucky break and begin to make Money, A type of Carbuncle,<br />
Scratching: The top of head scratched against for lack of<br />
appetite, İnfertility Urticaria, Splenic disaease, diphtheria,<br />
Palatal diseases, Swollen lips, A physcial bond under the<br />
tongue, Swollen finger, A type of stomach disease, Disease
Külleme ocağı, Küpleme ocağı, Mantar ocağı, Mekir ocağı,<br />
Nazar ocağı, Parpı ocağı, Pöccük çekme ocağı, Romatizma<br />
ocağı, Saçkıran ocağı, Sancı ocağı, Sarılık ocağı, Sedef<br />
ocağı, Siğil ocağı, Sıkma ocağı, Sıraca ocağı, Sıtma ocağı,<br />
Siyahlama ocağı, Siğil ocağı, Söylemez ocağı, Sütçekti ocağı,<br />
Şehla düzeltme ocağı, Tatarca ocağı, Tatarkurdu ocağı,<br />
Tavukgötü ocağı, Temre-Demre ocağı, Tıbıka ocağı, Toprak<br />
ocağı, Tuzlama ocağı, Tuz çevirme ocağı, Uçuk ocağı, Uyuz<br />
ocağı, Üçgünlük ocağı, Yakmaca ocağı, Yakmacılık ocağı,<br />
Yanma ocağı, Yarımca ocağı, Yaşkurbağacık ocağı, Yel ocağı,<br />
Yılancık ocağı, Yüğrük ocağı. (Kumartaşlıoğlu 2016: 196)<br />
Bu ocaklar arasında en fonksiyonel olanı nazar ocaklarıdır.<br />
Türk dünyasında nazara bağlı olarak ortaya çıktığına inanılan<br />
rahatsızlıkların tedavisinde modern tıbbın çare üretemediğini<br />
düşünen halk, doğrudan bu hastalığın devasını<br />
ocaklı kimselerde aramıştır. Türkiye ve Türk dünyasında<br />
nazarla ilgili birçok tedavi yöntemi ve nazardan korunma<br />
yolları üretilmiştir.<br />
Halk arasında “kem nazar”, “nazara uğrama”, “nazar<br />
değmesi”, “nazara gelme”, “nazara tutulma”, “göz değmesi”,<br />
“göze gelme”, “kem göze gelme”, “nefese dokunma”,<br />
“nefesi değmiş”, “gög (=mavi) göze gelme” “pis göz”, olarak<br />
adlandırılan nazar, “Belli kimselerde olduğuna inanılan;<br />
insanlara, özellikle çocuklara, evcil hayvanlara, eve, mala-mülke<br />
hatta cansız nesnelere de zarar veren [verdiğine<br />
inanılan] bakışlardan fırlayan çarpıcı ve öldürücü kuvvet”<br />
(Örnek 1971: 180) olarak tanımlanmaktadır.<br />
Nazar değmesinin gerçekleşmesi için, gözü keskin birinin<br />
muhatabına dikkatle bakması yahut kötü niyetli bir kişinin<br />
muhatabı hakkında güzel sözler söylemesi gerekir.<br />
(Acıpayamlı 1962: 1)<br />
Nazar değen bir çocuksa, uyku uyamaz, fazla esner, gözleri<br />
yaşarır, süzülür, sıkıntı içinde kalır, üzerine durgunluk<br />
gelir, neticede çarpılır [hatta] ölebilir. (Acıpayamlı 1962: 1)<br />
Büyükler için ise avuç içlerinin kaşınması, halsizlik, evde<br />
huzursuzluk yaşanması ve hastalık, nazar belirtisi olarak kabul<br />
edilmektedir. (Esirgen 2014: XIX)<br />
İnsanlar kendilerini, çocuklarını ve sahip oldukları her türlü<br />
nesneyi nazara karşı koruma altına almak için çok çeşitli<br />
nazarlıklar üretmişlerdir. Bunlar koruyucu/tılsımlı nesneler<br />
olup muska niteliği taşırlar:<br />
Akik taşı, altın, at kafası, at nalı, boncuk, buğday başağı, civa,<br />
çakıl taşı, çitlembik, çocuk pabucu, çörekotu, dağdağan,<br />
delikli taş, deniz kabukları, fildişi, geyik boynuzu, göz boncuğu,<br />
hurma çekirdeği, iğde dalı, incir, ipe dizilmiş üzerlik,<br />
kaplumbağa kabuğu,koç boynuzu, kurban hayvanının gözü,<br />
kurban kafası, kurt dişi, kurt tüyü, kuru diken, kuş tırnağı,<br />
of the face, head and body of people as swelling, Sufferin<br />
from magic, Eczema, Hernia, Skin desieases like measles,<br />
Puffiness, lesion grown out of allergy, Fallen Belly, Eye ache,<br />
paralysis, mumps, Givin blood, Broken and discolation, Hydrophobia,<br />
Ear ache or winding, Cramp, Fungus, struck by<br />
the evil eye rheumatism, ringworm on hair, psoriasis, wart,<br />
scabies Etc. (Kumartaşlıoğlu, 2016: 196)<br />
The most functional of these Ocaks is for the struck by evil<br />
eye. The people who reckon that modern medicine can not<br />
remedy curing discomfort, believed to arise due to evil eye<br />
in the Turkish world, directly applied to the Ocaklı/faith<br />
healer for remedy In Turkey and in the Turkish land, many<br />
treatment methods and methods of protection have been<br />
generated against evil.eye.<br />
Evil eye, known as “evil- eyed “, “giving someone the evil<br />
eye”, “causing someone misfortune”, blue evil- eye” among<br />
people, a striking and lethal force which rises from a look<br />
that only certain persons can do, believed to injure or harm<br />
people, especially children, pets, home, property or even<br />
inanimate objects.,<br />
In order to succeed in giving someone evil eye, an eagleeyed<br />
has to stare at respondent carefully, or to say good<br />
words about the contact of a malicious person.<br />
If a child is given the evil eye, he/she can not sleep, but<br />
yawns a lot, eyes fill with tears, feels knackered and sick, remains<br />
in distress, and stagnates, and eventually gets paralize<br />
deven dies. (Acıpayamlı, 1962: 1). For the elderly, itchy<br />
palms, fatigue, uneasiness at home and illness are considered<br />
to be signs of evel eye. (ESİRGEN, 2014: XIX)<br />
People have created a wide variety of amulets to protect<br />
themselves, their children, and all kinds of objects they<br />
possess. These are protective / amulet objects and carry<br />
amulet as follows:<br />
Cornelian, gold, horse head, horseshoe, beads, wheat head,<br />
mercury, pebbles, hackberry, child shoe, nigella, dağdağan<br />
(amultes made of hackberry tree), perforated stone, seashells,<br />
ivory, deer horn, evil eye bead, date seed, silverberry,<br />
pear,harmal, turtle shell, cleat, eye of a sacrificial animal,<br />
head of a sacrificial animal; wolf teeth, hair of wolf, dried<br />
thorn,bird nail, spruce brunch, coral, lentil, evil eye bead,<br />
piece of crusty snake skin, egg shell, nion skin, garlic, greyhound<br />
bee, beetle, wolfberry, wolfberry, dry spike, bird spike,<br />
spruce tree, corn, lentil tree, tortoise shell, Snake skin, egg<br />
shell, ginger, etc. (Acıpayamlı, 1971: 181; Çıblak, 2004: 103-<br />
125; Esirgen, 2014: 86)<br />
Folk Medicine<br />
223<br />
Halk Hekimliği
Common Heritage<br />
224<br />
Ortak Miras<br />
ladin ağacı dalı, mercan, mercimek, nazar boncuğu, soğan<br />
kabuğu, sarımsak, tazı boncuğu, üzerlik, yılan gömleği<br />
parçası, yumurta kabuğu, zencefil vs. (Acıpayamlı 1971: 181;<br />
Çıblak 2004: 103-125; Esirgen 2014: 86).<br />
Bu nesnelerin taşınabilecek durumda olanlarından çeşitli<br />
muskalar yapılarak giysilerin üzerine veya görünmeyen<br />
yerlerine dikilir. At kafası, at nalı gibi nesneler ise ev, bahçe,<br />
tarla gibi yerleri tehlikelerden korumak için kullanılır.<br />
Halk arasında nazardan korunmak için kullanılan en yaygın<br />
ve etkili yöntem “nazar boncuğu/mavi boncuk/göz boncuğu”<br />
taşımaktır. Nazar boncuğu, Anadolu’da geleneksel<br />
bağlamının dışında süs ve takı olarak çok yaygın kullanılmakta<br />
olup Türkiye’nin sembollerinden biri olmuştur. (Ekici<br />
ve Fedakâr 2014: 40-50)<br />
Nazara bağlı olarak ortaya çıkan hastalıkları sağalmak için<br />
birtakım dinsel, büyüsel uygulamalar geliştirilmiştir:<br />
a) Kurşun dökme:<br />
Kurşun dökme, Türk kültür coğrafyasının hemen her<br />
köşesinde birbirine benzer şekilde yapılmaktadır:<br />
Nazar değen çocuk [kişi] bir yere oturtulur. Üzerine peştamal<br />
örtülür. Başına kalbur tutulur. Kalburun içine bir parça ekmek,<br />
Kur’an, ters vaziyette ayna, içi su dolu bir kap konur. Bu<br />
sırada bir tavada eritilen kurşun, “Benim elim değil, Fatma<br />
anamızın eli” sözleriyle birlikte Besmele çekilerek içinde su<br />
bulunan kaba dökülür. Bu işlem üç defa tekrarlanır. Bundan<br />
sonra kurşunun su içinde almış olduğu şekle bakılır. Eğer<br />
kurşun girintili ve çıkıntılı ise çocuğun [kişinin] tehlikeyi atlatmış<br />
olduğu kanısına varılır; [eğer kurşun] düz ve kaypak<br />
ise çocuğun [kişinin] durumu ciddi yorumu yapılır.<br />
Bu işlemden sonra kurşun dökülen su, dört yol ağzına<br />
dökülür veya çocuğun [kişinin] alnına, yanaklarına, boynuna,<br />
avuç içlerine, ayaklarına sürülür. Kalburdaki ekmek<br />
ise tastaki kurşunlu suyun içine batırıldıktan sonra veya<br />
batırılmadan köpeklere atılır. (Acıpayamlı1962: 6)<br />
b) Tütsüleme:<br />
Türk halk hekimliğinde nazar değen kişileri iyileştirmede<br />
kullanılan yöntemlerden biri de tütsülemedir. Türkmenistan,<br />
Azerbaycan ve Anadolu sahasında en çok kullanılan<br />
tütsü maddesi “üzerlik otu”dur.(Kumartaşlıoğlu2016: 221)<br />
“Nazar otu” olarak da bilinen üzerlik bitkisinin yanı sıra<br />
çörek otu, göztaşı, kuru karanfil, kâfur, maydanoz tohumuda<br />
tütsü aracı olarak kullanılır. (Çıblak 2004: 103-125; Şar<br />
2008: 1163-1178)Tütsü için kullanılan bu maddeler, ateşte<br />
yakılarak çıkan dumanın etkisiyle hastanın iyileşeceği ya<br />
da nazara uğrayan kişinin nazardan kurtulacağı düşünülür.<br />
Various muskets are made of among these objects that can<br />
be carried as a belonging, and are sewn on clothes or invisible<br />
places. Such objects like horse head, horseshoe are<br />
used to protect places such as houses, gardens and fields<br />
from danger.<br />
The most widely-used and effective method used to protect<br />
people from evil spirits is to carry “ evil eye bead “. The evil<br />
eye bead is commonly used in Anatolia as ornament and<br />
jewelery besides its traditional context and it is one of the<br />
national emblem of Turkey. (Ekici ve Fedakâr, 2014: 40-50)<br />
A certain number of religious and magical practices have<br />
been developed to cure the diseases associated with the<br />
evil eye:<br />
a) Lead Casting: (to make an object by pouring<br />
hot liquid, such as melted metal, into a shaped<br />
container where it becomes hard)<br />
Lead casting is put in practice similarly at every corner of<br />
the Turkish culture geography:<br />
The child exposed to evil eye is seated once. Covered with a<br />
loincloth. A colander is hold over his/her head. . A piece of<br />
bread, Holly Qur’an, a mirror in reverse, a bowl full of water<br />
are put into the colander. Meanwhile, the lead, which is<br />
dissolved in a pan is poured into the bowl with water, saying<br />
the words “not from hand, form the hand of Mother Fatma<br />
“and basmala (saying “Bismillahirrahmanirrahim”-in the<br />
name of Allah, the most gracious, the most merciful). This<br />
process is repeated three times. After that, the shape lead<br />
fallen into engages the whole. If lead is wavy, it is assumed<br />
that the child [person] has survived the danger. ; If the lead<br />
is flat and slippery the it means that situation of the child<br />
[person] is serious.<br />
After this process, lead spilled into water is poured around<br />
a crossroads or sprayed on the forehead, cheeks, neck,<br />
palms, and feet of the child. The piece of bread in colander<br />
is thrown to a dog after it has bathed or without bathed.<br />
b) Incensing<br />
One of the ways used to healing the people exposed to<br />
evil eye in Turkish folk medicine is the incense method.<br />
The most commonly used incense substance in Turkmenistan,<br />
Azerbaijan and Anatolia is “harmal” –derived from<br />
Peganum harmala-. (Kumartaşlıoğlu, 2016: 221) Together<br />
with Harmal which is also known evil eye herb, nigella, blue<br />
stone (copper sulphate), dry carnation, camphor, parsley<br />
seeds are also used as incense materials. (Çıblak, 2004:<br />
103-125;Şar, 2008: 1163-1178) Not only the person exposed<br />
to the evil eye but also the sick person are thought to be got
(Kumartaşlıoğlu 2016: 224) Tütsü yapılırken “Elemtere fiş<br />
/ Kem gözlere şiş / Üzerlik çatlasın / Nazar eden patlasın”<br />
şeklinde söz kalıpları kullanılır. (Kumartaşlıoğlu2016: 224-<br />
225)<br />
c) Köz söndürme:<br />
Fal bakmanın bir çeşidi olan “köz söndürme”de, nazarı<br />
değen kişinin kim olduğu ortaya çıkarılmaya çalışılır. Uygulama<br />
şu şekildedir:<br />
Genişçe bir kap, su ile doldurulur, ocaktan alınan közler,<br />
o gün eve gelen ve kendisinden şüphe edilen misafirlerin<br />
isimleri tek tek söylenip “Nazar ettiyse batsın” denilerek<br />
suya atılır. Her bir misafir için ayrı ayrı suya atılan köz<br />
parçalarından hangisi “cızzz” diye ses çıkarır ya da kömür<br />
halinde suyun dibine batarsa o kişinin nazar değdirdiğine<br />
inanılır. Kaptaki közler, iyice söndükten sonra içindeki sudan<br />
hastaya içirilir, bir miktar su da hastanın vücuduna serpilir.<br />
(Çıblak 2004: 103-125)<br />
d) Tuz Yakma:<br />
Tuz, Türk dünyasında ve Anadolu’da nazara uğramış ya<br />
da hastalanmış kişilerin hastalıklarını göçürmek için yaygın<br />
biçimde kullanılır. Azerbaycan’da nazar değen kişinin<br />
başında bir çimdik tuz dolaştırılır, nazar değdirebilecek<br />
kişilerin isimleri söylenerek tuz ocağa atılır. Bulgaristan’da<br />
çok ağlayan çocuğun ağrısı veya bir sıkıntısı olduğu<br />
düşünüldüğünden annesi veya akrabalarından biri avucuna<br />
rid of the evil eye or to recover by the some as a result of<br />
burning these substances used for incense. (Kumartaşlıoğlu,<br />
2016: 224).During the incense process “Elemtere fiş /<br />
Kem gözlere şiş / Üzerlik çatlasın / Nazar eden patlasın” is<br />
repeated., (A traditional nursery rhyme, damning to the evil<br />
eyed people) (Kumartaşlıoğlu, 2016: 224-225)<br />
c) Extinguishing ember<br />
As a type of fortune-telling, the main purpose of extinguishing<br />
ember is to expose the one as the evil eyed. The<br />
application is as follows:<br />
A large bowl is filled with water, and the embers taken from<br />
the fire are put into the water by telling the names of the<br />
guests who come home that day as suspicious , and saying<br />
“ If he/she had given the evil eye, the God damn it!”. It is<br />
believed that which of the ember pieces put into the water<br />
separately for each guest makes a sound like “CIZZ”, or if<br />
that one sinks in the water in the form of coal, that person is<br />
believed to cause the evil eye. After the embers in the bowl<br />
well extinguished , the patient is drinked the water in the<br />
bowl, and some water sprinkles on the body of the patient.<br />
(Çıblak, 2004: 103-125)<br />
d) Salt Burning:<br />
Salt is widely used to cure illnesses of people who have suffered<br />
from evil eye or illness in the Turkish land and in Anatolia.<br />
In Azerbaijan, a pinch of salt is circulated by hand over<br />
Folk Medicine<br />
225<br />
Halk Hekimliği
Common Heritage<br />
226<br />
Ortak Miras<br />
tuz koyup üç defa çocuğun çevresinde bu tuzu dolandırır.<br />
Daha sonra ise bu tuzu ateşe atar. (Kumartaşlıoğlu 2016:<br />
228)<br />
2. Mekanik (Parpılama) Tedaviler<br />
(Dağlama, çizme, kırık-çıkık,<br />
kesme, vurma)<br />
Hastaların vücutlarını dağlayarak, çizerek, delerek, keserek<br />
ya da vücutlarına değnekle vurarak [veya elle veyahut bir<br />
nesne ile sıvazlayarak] yapılan sağaltma türüne parpılama<br />
denmektedir. (Acıpayamlı 1989: 1-8) Halk hekimliğinde yaygın<br />
olan tedavi usullerindendir. Parpılamabelli hastalıkların<br />
tedavisinde telkini/ırvasa tedavinin bir parçası, ona yardımcı<br />
olan bir unsur olarak da karşımıza çıkabilir. Bu tedavi usulü<br />
de yine belli hasatlıklar konusunda uzmanlaşmış olan ocaklı<br />
kimseler tarafından uygulanır.<br />
DîvânuLügâti’t-Türk’ten beri varlığı bilinen, Esi Türk tıbbının<br />
en yaygın tedavi metodu olan dağlama, insan ya da hayvan<br />
vücudundaki hastalıklı olan bölgenin ateşte kızdırılmış metal<br />
veya ahşap bir nesne (daha çok demir, çuvaldız, maşa,<br />
bıçak, tava, bakır kap vb.) ile yakılmasıdır. (Çavdar1989:<br />
83-88;Kumartaşlıoğlu 2016: 226)Türk halk hekimliğinde<br />
dağlama yerine “alazlama”, “yakma”, “göyündürme”, “en<br />
vurma” kelimeleri de kullanılmaktadır.(Çavdar 1989: 83-<br />
88)<br />
the head of person exposed to evil eye, and names of the<br />
people presumed to give the evil eye are told and the salt is<br />
thrown to the fire. In Bulgaria, on account of a guess that a<br />
loudly wailing child is suffering from pain or trouble, his/her<br />
mother or one of his relatives gets some salt in the palm and<br />
circles around the child three times. Then he throws this salt<br />
into the fire.( Kumartaşlıoğlu, 2016: 228).<br />
2. Mechanical (Parpılama) Treatments<br />
(Cautery, scratching fracture-dislocation,<br />
cutting, hitting)<br />
As a curing method, which is done by cauterizing, scratching,<br />
cutting or hitting with a stick (or stroking the back of)<br />
the patients’ bodies is called Parpılama. (Acıpayamlı, 1989:<br />
1-8) It is a widespread treatment method in folk medicine.<br />
We are confronted by the method Parpılama as a part of the<br />
Therapeutic Treatment for curing certain diseases, or an ancillary<br />
element to it. This treatment method is also applied<br />
by the Ocaklı person who specialized in certain diseases.<br />
Cautery, known to exist since Dîvânu Lügâti’t-Türk, the most<br />
common treatment method used in formerly Turkish medicine,<br />
is a technique in which diseased area of the human or<br />
animal body is burned by a metal or wooden object (mostly<br />
iron, awl, tong, knife, Copper bowl etc.). (Çavdar, 1989:<br />
83-88; Kumartaşlıoğlu, 2016: 226). The words “singeing”,<br />
“burning”, “göyündürme” and “hitting” are used instead of<br />
cauterising in the Turkish folk medicine. .(Çavdar, 1989: 83-
Altaylı kamların dualarında sıkça geçen “alas” kelimesi,<br />
“ateşte temizleme”, “tütsü” yoluyla kişiye musallat olan kötü<br />
ruhları kovmak amacıyla yapılan bir pratiğe dönüşmüştür.<br />
Alazlama, Başkurt ve Kazaklar tarafından da kullanılan bir<br />
sağaltma yöntemidir. Burada yağlı bir paçavra tutuşturularak<br />
hastanın çevresinde “alas, alas” diye dolaştırılır. (İnan<br />
1995: 65;Tanyu 1976: 283-304)Aynı uygulamaya Kırgızlar<br />
“Alastoo (=alazlama)”derler. Nevruz/yeni yıl kutlamalarında,<br />
yeni yılın esenlik, aydınlık ve bereketli geçmesi için ardıç<br />
ağacı dalından yapılan tütsü, hane halkının başları üzerinde,<br />
evlerin içinde ve evlerin avlusunda “alas, alas” denilerek<br />
dolaştırılır. (Yıldız 2004: 302)<br />
Mekanik tedavi usullerinden biri de hastanın rahatsız olan<br />
bölgelerinin ocaklının kendi eli veya sahip olduğu kutsal bir<br />
nesne (geyik boynuzu, demir parçası, terlik, asa, fes vs.) ile<br />
sıvazlamasıdır.Ocaklı, hastayı sıvazlarken kimden el aldıysa<br />
ya da ocağın kökeninde kim varsa, “Benim elim değil, ....’nin<br />
eli” diyerek o kişinin adını söyler. Ama daha çok ocaklıların<br />
piri sayılan “Fatma Ana (Fadime/Eşe/Ayşe/Ayşe Fatma<br />
Ana)”nın ismisöylenir: “Benim elim değil, Fatma Ana’mızın<br />
eli”.(Üçer1976: 147-156;Kumartaşlıoğlu 2016: 188)<br />
Parpılamada, vücuttaki hastalıklı bölgeyi bıçak, ustura, jilet<br />
vb. ile çizerek kan akıtma; balta, bıçak, satır vb. ile keser gibi<br />
yapma; yara veya hastalıklı bölgenin üzerini kalem, yanmış<br />
odun veya kömür parçası vb. ile çizme gibi uygulamalara da<br />
başvurulur. (Kumartaşlıoğlu 2012: 201)<br />
a) Parpılama yöntemiyle dalak kesme:<br />
Sivas merkeze bağlı Hanlı köyünden “Cennet Karı” lakaplı<br />
ocaklının parpılama yöntemiyle dalak kesmesi: Hasta sırt<br />
üstü yatırılıp karnı açılır. Cennet Karı, hastanın karnını bir<br />
taraftan tek eliyle ovalamaya başlar. Bu sırada hastanın<br />
karnından “Calp! Calp!” diye sesler gelir. Ovalanan bölge<br />
iyice yumuşayınca Cennet Karı diğer eliyle hastanın karnına<br />
iğne batırır. Cennet Karı’nın üç iğnesi vardır. Bir eliyle<br />
ovalamaya devam ederken diğer eliyle de iğne batırmaya<br />
devam eder. Bu şekilde dalağa 5-6 iğne batırmış olur. Daha<br />
sonra hastanın diğer karın tarafını yine tek eliyle ovalayan<br />
Cennet Karı, diğer tarafa da aynı işlemi uygular. İşlem tamamlandıktan<br />
sonra hastaya bir hafta süreyle su içmesi yasaklanır.<br />
Onun yerine bol bol süt içirilir, bal yedirilir. Hastaya<br />
sütle pişirilmiş incir yedirilir. Bazen de çakmaktaşı un haline<br />
getirilip bala karıştırılarak hastaya verilir. (Pürlü 2002: 755)<br />
b) Telkin (Irvasa) yöntemiyle dalak kesme:<br />
Dalaklı, sırt üstü yere yatırılır. Evvelce temin edilmiş olan<br />
bir hayvan dalağı, hastanın karnı üzerine konur. Dalağın da<br />
üzerine bir tepsi yerleştirilir. Bu sırada elinde balta tutan<br />
bir kadın hastanın bulunduğu odaya girer. İçerde bulanan<br />
88).<br />
The word “alas”, often used in the prayers of the Altaic cams,<br />
has become a practice by means of “burning” or “incense for<br />
the purpose of expelling evil spirits haunted to the person.<br />
Singeing is also a method of healing used by Bashkir and<br />
Kazakhs. A piece of rag is kindled and then circled around<br />
the patient spelling the words “alas, alas”.(İnan, 1995: 65;<br />
Tanyu, 1976: 283-304) The Kyrgyz people call this practise<br />
“Alastoo”. In Nevruz / new year celebrations, an incense<br />
made from branches of juniper is circulated above the<br />
heads of the households, and also in the houses and in the<br />
house yard by spelling “alas, alas” for welfare, light and fertile<br />
passage of the new year. (Yıldız, 2004: 302)<br />
One of the mechanical treatment methods is to stroke the<br />
diseased body parts of the patient wtih ocaklı’s own hand or<br />
by using an enchanted object ocaklı possessed (deer horn,<br />
iron piece, slipper, scepter, fez, etc.)<br />
While stroking back of the patient, the Ocaklı /faith healer<br />
particularizes the names that whoever the master given<br />
the hand, or , the founder of Ocak, while saying “ I am not<br />
the hand, but the hand of the .... “ . However, the name of<br />
“Mother Fatma” (Fadime/Eşe/Ayşe/Ayşe/ Mother Fatma),<br />
who is considered to be the master of Ocaklı/Faith Healers,<br />
is said: “Not my hand, but the hand of mother Fatma” (Üçer,<br />
1976: 147-156; Kumartaşlıoğlu, 2016: 188)<br />
In Parpılama, bleeding the diseased area of the body by<br />
scratching with a knife, razor, straight razor and so on., or,<br />
as if being cut with an ax, knife, cleaver, etc.; or, drawing<br />
round the wound or diseased area with a pen, burned wood<br />
or charcoal pieces and so on. are such applications that<br />
tried. (Kumartaşlıoğlu, 2012: 201)<br />
a) To take away (pain , fever , thirst) from<br />
Spleen by Parpılama Method (Dalak kesmek)<br />
Taking away (pain , fever , thirst) from the spleen with the<br />
method Parpılama, by a woman Ocaklı /faith healer, nicknamed<br />
“Cennet Karı, “living in Hanlı village of Sivas city<br />
center: The patient is laid on the back and the abdominal<br />
region of the body is become visible. Cennet Karı messages<br />
that part with her hand. Meanwhile, the patient’s belly<br />
sounds like “Calp! Calp! “ When the the abdominal region<br />
is fairly softened, Cenet Karı sinks the needle into the patient’s<br />
abdomen with her other hand. The Cennet Karı has<br />
three needles. While continuing to message with one hand,<br />
she continues to sink the needle with her other hand. In this<br />
way, five to six needles are dipped into the spleen. Cennet<br />
Karı then messages the other side of the patient again with<br />
one hand, she does the same implementation to the other<br />
Folk Medicine<br />
227<br />
Halk Hekimliği
Common Heritage<br />
228<br />
Ortak Miras<br />
hastanın yakınları hep bir ağızdan:<br />
-Nerden geliyorsun, ne yapacaksın? diye bağrışırlar.<br />
Ocaklı kadın şu cevabı verir:<br />
-Dalak keseceğim.<br />
İçerde bulunanlar, bu sefer sorarlar:<br />
-Kesebilir misin?<br />
Ocaklı, kesin cevap verir:<br />
-Elbette.<br />
Ocaklı sözünü bitirir bitirmez, hastanın karnı üzerinde bulunan<br />
tepsiye, elindeki baltasıyla hafif hafif vurmağa başlar.<br />
Böylece hastanın dalağı kesilmiş olur. (Acıpayamlı 1963:<br />
37-58)<br />
c)Telkin, parpılama ve daha birçok sağaltma<br />
yöntemiyle sarılık tedavisi:<br />
Sarılık/sebebi: Aşırı korku, kaygı ve üzüntü.<br />
Sarılık/belirtileri: Kişinin gözünün akı ile elleri ve vücudu<br />
sararır, beti benzi sapsarı olur.<br />
Sarılık/ tedavisi: Hastaya sarılı hindi (sarı yazma) giydirilir.<br />
Alnından ve kulağından ustura veya kullanılmış jiletle kan<br />
alınır. Hastanın sidiği ile çir (kuru kaysı) ıslatılıp habersizce<br />
hastaya yedirilir. Sarılık çiri (tartılmadan alınan kuru kaysı)<br />
satın alınıp hastaya hoşaf olarak içirilir. Ayakları sarı olan bir<br />
tavuk kesilir. Eti pişirilerek hastaya yedirilir. Bu tavuğun sarı<br />
renkli olan ayaklarının daha şifalı olduğuna inanıldığından<br />
öncelikle ayak etleri yedirilir. Hastaya bol bol bal yedirilir.<br />
Karamuk bitkisinin kökü kaynatılarak hastaya aç karna bir<br />
bardak içirilir. Söğüt yaprağı kaynatılarak suyu içirilir. Sığır<br />
ödünden çıkan ve “hazara” adı verilen taş dövülerek un<br />
haline getirilir. Bu un bala katılarak hastaya azar azar yedirilir.<br />
Bu karışım hastanın su veya çayına da katılabilir. Hastanın<br />
boynuna altın takılır. Hastanın boynuna “sarılık taşı” asılır.<br />
Hasta “sarılık pınarı”na götürülür. Hasta “sarılık sabunu” ile<br />
yıkanır. Karalar köyündeki “sarılık ocağı”na götürülür. Bu ocakta<br />
hasta, alnından ve kulaklarının arkasından kan alınmak<br />
suretiyle parpulanır. Hasta Kayadibi bucağındaki “sarılık ocağı”na<br />
götürülür. Burada, ocaklı kadın tarafından hastanın<br />
iki kaşının arasındaki damar hafifçe çizilerek kanatılır. Hasta<br />
Sivas merkez Pulur mahallesindeki “sarılık tekkesi”ne<br />
götürülür. Hasta, Kabasakal köyündeki “sarılık kayası”na<br />
götürülür.<br />
Bilinen sarılığın dışında bu hastalığın bir de “deve sarılığı”<br />
denen çeşidi vardır. Normal sarılığa göre daha tehlikeli olan<br />
side. After the proccess is completed, the patient is banned<br />
from drinking water for a week. Instead, she is drunk plenty<br />
of milk and fed with honey. The patient is aslo fed with figs<br />
that are cooked in milk. Sometimes, some flint that crumbled<br />
into pieces and after mixed with honey is given to the<br />
patient.<br />
b) To to take away (pain , fever , thirst) from<br />
Spleen by Therapeutic Treatment<br />
The patient is laid on the back. A previously supplied animal<br />
spleen is placed on the patient’s abdomen. Then a tray is<br />
placed on that spleen. Meanwhile, a woman holding an ax<br />
in her hand enters into the room where the patient is. The<br />
relatives of the patient present there are in chorus:<br />
-“Where are you coming from? What will you do?” they<br />
scream.<br />
The Ocaklı/faith healer woman answers:instantly:<br />
-“I’m going to take away the (pain , fever ) from the spleen”.<br />
Those who are inside ask this time:<br />
-“Can you?”<br />
The Ocaklı/faith healer answers precisely:<br />
- “Of course”.<br />
As soon as the Ocaklı/faith healer rests her case, she begins<br />
to hit the tray placed on the patient smoothly, with the ax in<br />
his hand. So this means patient’s spleen was cut, (.the pain<br />
or fever was taken away) (Acıpayamlı, 1963: 37-58)<br />
Treatment of Jaundice by Parpılama method,<br />
Therapeutic Treatment and many other<br />
treatments:<br />
Jaundice / cause: Extreme fear, anxiety and sadness.<br />
Jaundice / indications: The white of the eye, hands and the<br />
whole body blanch, and the patinet goes pale yellow.<br />
Jaundice treatment: The patient is dressed a yelolw babushka.<br />
And then he/she is drawn bBlood from the forehead and<br />
ear by using a straight razor or a used razor. A dried apricot<br />
is soaked with patient’s piss and the patient is made to<br />
eat that without warning. . The Jaundice dried apricot (taken<br />
without weighing) is bought and served as a compote<br />
to the patient. A yellow footed chicken is cut. The meat is<br />
cooked and fed to the patient. Since it is believed that the<br />
yellow colored feet of this chicken are more healing, the<br />
meat from those are made to eat firstly. The patient is fed<br />
plenty of honey. The root of the barberry (karamuk –diken
u hastalık çok geç iyileşir. Deve sarılığına yakalan kişiye<br />
deve eti yedirilir. Temin edilebilirse hastaya deve sütü ve<br />
yoğurdu da verilir. Hasta Yassıpınar köyündeki sarılık ocağına<br />
götürülür. Hasta burada kan aldırır, ocak evinin ekmeğini<br />
yer Yassıpınar’ın suyundan içer. (Pürlü 2002: 773-774)<br />
Belli bir coğrafyada yaşayan Sivas İlbeyli Türkmenleri<br />
arasında sarılık hastalığının tedavisinde telkin, parpı, yatır<br />
ziyareti/dua ve em/ilaç olmak üzere her türlü sağaltım<br />
usulüne başvurulduğu görülmektedir. Aslında bu yöntem,<br />
diğer hastalıklar için de geçerlidir. Yani ocaklı, bir hastalığı<br />
sağaltabilmek için mevcut tüm usulleri deneyebilir.<br />
Ocaklı kimselerin dışında, kırık-çıkıkla uğraşan “sınıkçı”,<br />
usta çırak usulüyle yetişmiş “sünnetçi”, gelenekten yetişmiş<br />
“ebe/yerli ebe” ve “iğneciler” de halk hekimliği bünyesinde<br />
bilgisine ve yardımına başvurulan kimselerdir.Ocaklıların<br />
olmadığı yer ve zamanlarda ise “izinliler”, “hocalar”,<br />
“büyücüler”, “üfürükçüler” ve “okuyucular”devreye girer.<br />
3. İlaçla Tedaviler<br />
Halk hekimliğinde başvurulan tedavi yöntemlerinden biri<br />
de ilaçla tedavidir. Halk arasında, “Kocakarı ilaçları”, “ev<br />
ilaçları”, “ara ilacı”, “dul karı ilacı” (Üçer 1989:253-266) gibi<br />
isimlerde verilen halk ilaçlarının çoğu, uzun tecrübeler sonucunda<br />
elde edilmiştir. Halk ilaçları insanımız tarafından<br />
rasyonel ve büyü niteliği taşıyan yöntemlerle birlikte kullanılmaktadır.<br />
üzümü) is boiled and the patient is made drink a glass of it.<br />
Willow leaf is boiled and water is drunk to the patient. The<br />
stone that is poured out of the cattle gall bladder (called<br />
“hazara” ) is miled and transformed into flour. This flour is<br />
mixed with honey and eaten gradually by the patient. This<br />
mixture can also be added to the patient’s water or tea. A<br />
golden thing is strung to the neck of the patient. A”Jaundice<br />
stone “ is hanged to the patient’s neck. The patient is taken<br />
to the “ Jaundice Spring and is bathed with “jaundice soap”.<br />
The patient is accompanied to the Jaundice Ocak in Karalar<br />
village. In this case, the patient is treated by the parpılma<br />
method by taking blood from the forehead and behind the<br />
ears. Or the patient is taken to the jaundice ocak in Kayadibi<br />
village. Here, the vein between two eyebrows of the patient<br />
is drawn blood by means of scratching by the Ocaklı woman.<br />
The patient is taken to the “jaundice lodge” in Pulur of the<br />
central district of Sivas. Some times the patient is accompanied<br />
to “jaundice rock” in Kabasakal village.<br />
Apart from the most widely known jaundice, this disease<br />
also has an other type called “camel jaundice”. This disease,<br />
which is more dangerous than the the most widely known<br />
one, recovers too late. The person caught in the camel<br />
jaundice is fed with camel meat. If it is available, the patient<br />
is given camel milk and yogurt. The patient is, taken to the<br />
jaundice center in the village of Yasspinar and drawn blood<br />
here, drinks the water from Yassipinar Spring, eats some<br />
bread in Ocak hause. (Pürlü, 2002: 773-774)<br />
All kinds of treatment methods including Therapeutic<br />
Treatment, parpılama, visiting yatır (place where a holy<br />
man is buried), prayer and drug are the treatment methods<br />
of jaundice that being implemented among Sivas İlbeyli<br />
Turkmens living in a certain geographical land. In fact, this<br />
method is also applicable to other diseases. That is to say,<br />
the Ocaklı /Faith healer can try all the existing methods in<br />
order to cure a disease.<br />
Apart from Ocakl/Faith healers, “bonesetter“ dealing with<br />
broken and dislocation; “circumciser” excels in circumsizeing<br />
by master-apprenticed; “midwife-local midwifes” traditionally<br />
educated are appeal to for help within folk medicine<br />
treatment. In the absence of any Ocaklı/faith healer,<br />
“ables”, “hodjas”, “healers” and “magicians” step in to provide<br />
help.<br />
3)Drug therapy (Medication)<br />
One of the treatment methods referenced in folk medicine<br />
is medication. Most of the folk medicines given in the<br />
names such as “ folk remedy “, “homemade remedies”, “intermediate<br />
medicines”, “widowed woman medicines” (Üçer,<br />
1989:253-266) were obtained as a result of long-term<br />
Folk Medicine<br />
229<br />
Halk Hekimliği
Common Heritage<br />
230<br />
Ortak Miras<br />
Halk ilaçları bitkisel, hayvansal ve madensel kaynaklı olup<br />
tek tek veya kombine olarak kullanılabilmektedir. Büyük<br />
çoğunluğu bitkilerden elde edilen bu ilaçların hazırlanması<br />
ve kullanılması gelenek ve göreneklere bağlı olarak<br />
ilkel şekillerde sürdürülmektedir. İlkel şartlarda ve şekillerde<br />
hazırlanan halk ilaçları arasında en çok infüzyon 1 , hap,<br />
toz, merhem ve tütsü gibi farmasötik şekiller 2 dikkati çekmektedir.<br />
Halk hekimliğinde aynı hammaddeden üretilen<br />
ilaçların birden fazla hastalığın tedavisinde kullanıldığı da<br />
görülmüştür.(Şar 1992: 241-248)<br />
a) Bitkisel ilaçlar<br />
İnsanoğlunun tabiatta gördüğü her türlü bitki, şifa kaynağı<br />
olarak düşünülmüş ve bir şekilde ondan ilaç üretme yoluna<br />
gidilmiştir. Yenmesi mümkün olan bitkilerin kök, gövde, dal<br />
ve yapraklarının doğrudan yenilmesi; bunların kaynatılarak<br />
çıkan suyun içilmesi veya o bitkilerden hazırlanan merhemlerin<br />
ağrıyan yerlere sürülmesi/sarılması söz konusudur.<br />
Kişilerin yaşadığı coğrafya, iklim ve bitki örtüsüne bağlı<br />
olarak belli bitkilerden elde edilen ilaçlar bir takım ocaklı<br />
kimselerin kullanımıyla sınırlı kalmıştır. Ancak adaçayı,<br />
afyon, ahududu, arpa, ayıüzümü, ayva, buğday, gül, ısırgan<br />
otu, kekik, ölmez çiçeği (altın otu, mantuvar), sarımsak,<br />
soğan, sumak, susam, yılanyastığı, zencefil, zeytin, zeytinyağıgibi<br />
bitkilerden yapılan ilaçlar umumileşmiştir.<br />
• 1 İnfüzyon: Bitkilerin suyun kaynama noktası altında<br />
demlenmesiyleelde edilen ilaç.<br />
• 2 Üretilen ilacın kullanılabilir bir şekle sokması.<br />
experiences. Folk remedies are used in combination with<br />
rational and magical methods by our people.<br />
Folk remedies are of herbal, animal and mineral origin and<br />
can be used individually or in combination. The preparation<br />
and use of these drugs, which are obtained from the vast<br />
majority of plants, are carried out in primitive forms depending<br />
on traditions and customs. Pharmaceutical formulations<br />
such as infusion, pill, powder, ointment and incense<br />
are most noteworthy among the folk remedies prepared in<br />
primitive conditions and forms. It has also been observed<br />
that medicines produced from the same raw material in the<br />
folk medicine are used in the treatment of more than one<br />
diseases. .(Şar, 1992: 241-248)<br />
a) Herbal Medicines<br />
Every type of plant that human beings see in nature has<br />
been thought of as a source of healing and in a way it has<br />
been used to produce medicine from it. İt is the case that<br />
root, trunk, branches and leaves of eateble plants (like<br />
beets) can be directly eaten; remaining juice after water<br />
boiling them can be drunk; or, ointments prepared from<br />
those plants are salved to the painful places.<br />
Depending on the geography, climate and vegetation coverage<br />
where people live, the medicines obtained from certain<br />
plants have been limited by the use of a ceratin Ocaklı/Faith<br />
Healers. However, such herbal medicines made<br />
from plants such as; sage (salvia), opium, raspberry, barley,<br />
cranberry, sunflower, quince, wheat, rose, stinging nettle,<br />
thyme, immortal flower (gold grass), garlic, onion, sumac,<br />
Green dragon, sesame seedlings, ginger, olive, olive oil become<br />
general.<br />
The medicines made by using agricultural products such as<br />
wheat, barley, lentil, vetch, and clover are the reflection of<br />
agriculture in the folk medicine<br />
b) Animal remedies:<br />
The nomadic life for Turks, that first they had to abandon<br />
their homelands and then they began to migrate towards to<br />
the west, after evolved into semi-nomadical (shelter place /<br />
mountain pasture kışlak), finally ended up with establishing<br />
settled life by means of being attached to the land. In this<br />
process, the most important assets of the Turks were horses<br />
and sheep flocks. It is known that they also had drawn benefit<br />
from camels for the transportation of freight. The drugs<br />
that the Turks produced from animal and animal products<br />
are limited to the animals they were acquainted with. Products<br />
such as honey, raw meat, grease, umbilical cord, skin of<br />
sheep tail, wool, felt, yogurt, milk, sediment, cheese, eggs
Buğday, arpa, mercimek, fiğ, yonca, burçak gibi ziraat ürünlerinden<br />
yararlanılarak yapılan ilaçlar ise tarım kültürünün<br />
halk hekimliğine yansımasıdır.<br />
b) Hayvansal ilaçlar<br />
Türklerin ana yurtlarını terk etmek zorunda kalıp batıya<br />
doğru göçleriyle başlayan göçebelik, daha sonra yarı göçebeliğe<br />
(yaylak/kışlak) dönüşmüş, nihayetinde toprağa<br />
bağlanarak yerleşik hayata geçişle sona ermiştir. Bu süreçte<br />
Türklerin en önemli mal varlıkları atlar ve koyun sürüleri<br />
olmuştur. Yük taşımada da develerden yararlandıkları bilinmektedir.<br />
Türklerin hayvan ve hayvan ürünlerinden ürettikleri<br />
ilaçlar tanıdıkları hayvanlarla sınırlı kalmıştır. Bal, çiğ<br />
et, göbek bağı, kuyruk yağı, kuyruk kapağı, yün, keçe, yoğurt,<br />
süt, çökelek, peynir, yumurta gibi ürünler ilaç yapımında<br />
kullanılmıştır. Arı, deve, domuz, güvercin, inek, kaplumbağa,<br />
kirpi, köpek, kurbağa, kurt, leylek, manda, örümcek, tavşan,<br />
tavuk, tavus kuşu, yarasa, yılan gibi bir takım hayvanların<br />
organlarından, kanlarından veya dışkılarından da<br />
ilaçlar yapılmıştır. Denize komşu olan ve denizden geçimini<br />
sağlayan balıkçılar, bir takım deniz ürünlerinden ilaçlarelde<br />
etmişlerdir. Deniz suyunun bünyesindeki iyot sebebiyle<br />
başta guatr olmak üzere nezle gibi birçok hastalığa iyi geldiği<br />
inancı da yaygınlaşmıştır. (Göksoy 1989: 155-161; Algın<br />
2007: 92)<br />
Anadolu halk hekimliğinde yılanın ayrı bir yeri vardır. Yılan<br />
gömleği, yılan derisi, yılan eti ve yılan kemiği, başta yılancık<br />
hastalığı olmak üzere, göz değmesinden, diş eti ağrılarına,<br />
sivilcelerden kelliğe kadar her türlü hastalığın tedavisinde<br />
kullanılmıştır. (Başar 1978: 18-25) Ayrıca yılanlı göller,<br />
yılanlı gözeler ve yılanlı çermikler de yılancık ve sedef<br />
hastalıklarının tedavisinde insanların uğrak yerleridir. Sivas’ın<br />
Kangal ilçesinde bulunan Yılanlı Çermik (bugünkü<br />
adıyla Balıklı Kaplıca)’teki balıklar ile birkaç yılan bu satırların<br />
yazarı tarafından da görülmüştür. Burada yılanınKırgız<br />
halk hekimliğindeen önemli tedavimalzemesiolduğunudabelirtmekgerekir.<br />
Günümüzdebile Kırgız halkhekimlerinin en<br />
az aları tedavi ederken bu sürüngenin organından yapılmış<br />
tedavi malzemelerinden yararlandıkları söylenebilir. Kırgız<br />
hekimleri yılandan yapılanbutedavi malzemesini “akdarı<br />
(Hakilacı)” olarakadlandırırlarve “miñdinbiri(binilaçvarsa<br />
onunen iyisi)” olduğunusöylerler. (Orozobaev2012:107-124)<br />
Şahmaran hakkındaki anlatılarda onun, dünyada her derde<br />
deva olacak bitkileri bildiği hatta bitkilerin dile gelerek<br />
kendilerinin neye ilaç olduklarını ona söylediği ve kendisinin<br />
de -vücudunun belli kesimlerinin kaynatıldığında veya<br />
yendiğinde- onulmaz dertlere deva ve bilgelik kaynağı olduğu<br />
anlatılır. Camasbnâme’ye göreCamasb,Şahmaran’ın<br />
kaynatılan kafa suyunu içmek suretiylebilge bir hekim olan<br />
Lokman’a dönüşmüştür. (Yılar 2016: 418) Lokman Hekim,<br />
are used in medicine. Some drugs were also made from<br />
organs, blood or excrement of some animals such as bee,<br />
camel, pig, pigeon, cow, turtle, hedgehog, dog, frog, wolf,<br />
stork, buffalo, spider, rabbit, chickens, peacocks, bat snake<br />
etc. The fishermen, who were adjoining the sea or picking<br />
up livelihood at sea, produced drugs from some seafoods.<br />
Due to iodine that it includes, the seawater has been widely<br />
acknowledged to cure for many diseases such as cold,<br />
especially goitre. (Göksoy, 1989: 155-161: Algın, 2007: 92)<br />
In Anatolian folk medicine, the snake has been of basic<br />
importance. Snake skin(remain after moulting process),<br />
snake skin, snake meat, and snake bone have been used for<br />
treatment of all kinds of diseases, especially saint anthony’s<br />
fire,evil eye, gingival pain, from acne to baldness(Başar,<br />
1978: 18-25). In addition, serpentine lakes, serpentine<br />
springs and hot springs are frequent places in the treatment<br />
of saint anthony’s fire and psoriasis. The fishes of serpentine<br />
hot springs (now called Balıklı Kaplıca) in Kangal province<br />
of Sivas and a few snakes were seen by the author of these<br />
lines. It should also be noted that the serpent is the most<br />
important treatment material in Kyrgyz folk medicine. Even<br />
today, at least 80% of the Kirghiz folk healers leverage from<br />
treatment materials made from the organs of this reptile<br />
when treating patients. Kyrgyz doctors name this type of<br />
treatment materials made from snake as the “millet -a plant<br />
that is similar to grass, or the small seeds from this plant<br />
that can be eaten)” and says that “one of the mindin (best<br />
one of thousand drugs)”. (Orozobaev, 2012:107-124) Within<br />
the stories about Shahmaran, it is narrated that; she knows<br />
all the plants in the the world that would remedy every disease,<br />
even the plants’ themselves tell her about what sort<br />
of medicines they are, and when particular parts of Shahmaran’s<br />
body are boiled or consumed incase of fatal troubles,<br />
it would be a remedy or source of wisdom According to<br />
the Camasbnâme, Camasb transformed into Lokman, a wise<br />
physician, by drinking the water in which Shahmaran’s head<br />
was boiled. (Yılar, 2016: 418) Along with taking over the wisdom<br />
from Shahmaran, Lokman Hekim learns the language<br />
of all plants and produces remedies for all troubles. Thus, in<br />
the Turkish world, He desrves the title as Master of Doctors<br />
and Pharmacists. (Şimşek, 1995: 333-338)<br />
c) Mineral medicines<br />
Agate, golden, copper, glass, mercury, blue Stone, silver,<br />
water of tin, tar, amber, lime, lead, mineral water, serpantine<br />
(Any of a group of greenish, brownish, or spotted minerals,<br />
Mg3Si2O5(OH)4, used as a source of magnesium and asbestos,<br />
and in architecture as a decorative stone.), water,<br />
stone, soil, salt and a certain number of mineral matters are<br />
given to the patients as is or after some process as a reme-<br />
Folk Medicine<br />
231<br />
Halk Hekimliği
Common Heritage<br />
232<br />
Ortak Miras<br />
Şahmaran’daki bilgeliğin kendine geçmesiyle tüm bitkilerin<br />
dilini öğrenir ve bütün dertlere derman olacak çareler üretir.<br />
Böylelikle, Türk dünyasında hekimlerin ve eczacıların piri<br />
unvanını alır. (Şimşek1995: 333-338)<br />
c)Madensel ilaçlar<br />
Akik, altın, bakır, cam, cıva, göztaşı, gümüş, kalay suyu,<br />
kantaşı, katran, kehribar, kireç, kurşun, maden suyu, parpı<br />
taşı, su, taş, toprak, tuz ve daha birçok madensel maddeler<br />
olduğu gibi ya da bir takım işlemlerden geçirildikten sonra<br />
hastalara em olarak verilir. (Acıpayamlı 1989: 1-8; Algın<br />
2007: 93)<br />
d) Şifalı sular<br />
Türk insanı hastalıklarının sağaltılmasında tabiatta bulunan<br />
her bir nesneden yararlanma yollarını aramış ve bulmuştur.<br />
Nasıl ki hemen her yörede mitik/mistik özelliği bulunan<br />
bir ziyaret yeri bulup onun etrafında bir takım uygulamalar<br />
geliştirip çeşitli hastalıkları sağaltma yoluna gitmişse,<br />
yaşamın temel kaynağı olan suyu da hastalık sağaltmada<br />
mistik bir öğe olarak kullanmaktan geri durmamıştır.<br />
Halk hekimliğinde “şifalı sular” olarak nitelendirilen yer<br />
altı sıcak maden sularının şifa amacıyla kullanımı çok eski<br />
uygarlıklara kadar uzanmaktadır. Yurdumuzun değişik bölgelerinde,<br />
“çermik”, “ılıca”, “iyisu”, “kaplıca”, “terme” gibi<br />
adlarla karşımıza çıkan şifalı sular, “kaynağın bulunduğu<br />
yöreye özgü iklim koşulları ve de biyolojik ortamın etkisidy.<br />
(Acıpayamlı, 1989: 1-8; Algın, 2007: 93)<br />
d) Medicinal spring<br />
Turkish people have sought and found the ways of benefiting<br />
from every object in nature in the treatment of their diseases.<br />
Just as they have found a mythical / mystical place to<br />
visit in every area and developed a number of applications<br />
around it, and finally chosen to cure variety of diseases,<br />
they have also not stopped at using the water as a mystical<br />
element, the main source of life, in treating illnesses. In<br />
folk medicine, the underground hot mineral waters usage,<br />
-which is also described as “medicinal springs”- for healing<br />
purposes, “ dates back to ancient civilizations. Medicinal<br />
springs which we are confronted with the names such<br />
as “çermik”, “thermal”, “iyisu”, “spa”, “terme” in different<br />
regions of our country, is the treatment system, in which<br />
the effectiveness of the treatment on the organism has<br />
been scientifically proven by being implemented as a cure,<br />
including the local climate conditions where the source is<br />
located and the integration of the effect of the biological<br />
environment. (Özer, 1989: 203-209)<br />
In almost every corner of Central Asia and Anatolia, there<br />
are many sanctuary springs, wells, mineral spring, drinking<br />
fountains, which are visited or where prople bathe for the<br />
treatment of various diseases in view of the healing property<br />
of water. These are venues, such as the ocaks listed<br />
above, visited for the treatment of certain diseases and the
nin bütünleştiği ‘kür’ biçiminde uygulanmasıyla, organizma<br />
üzerinde tedavi etkinliği bilimsel olarak kanıtlanmış bir tedavi<br />
sistemidir.” (Özer 1989: 203-209)<br />
Orta Asya ve Anadolu’nun hemen her köşesinde suyun<br />
sağaltıcı özelliği dikkate alınarak çeşitli hastalıkların tedavisinde<br />
ziyaret edilip suyundan içilen veya o suyla banyo<br />
yapılan birçok kutsal pınar, kuyu, içme, çeşme vardır. Bunlar<br />
da yukarıda sıralanan ocaklar gibi belli hastalıkların<br />
sağaltılmasında başvurulan yerlerdir ve büyük çoğunluğu<br />
hastalıklara göre adlandırılmışlardır:<br />
Ağız pınarı, Asa suları 3 , Basur kuyusu, Baş ağrısı pınarı, Ceviz<br />
çeşmesi, Çıban pınarı, Dede suyu, Derme suyu, Dilek pınarı,<br />
Göz pınarı, Günyarı pınarı, Hâcet kuyusu, Karıncalık pınarı,<br />
Kurdeşen pınarı, Munzur suyu, Romatizma pınarı, Sancı<br />
Pınarı, Sarılık pınarı, Sıtma pınarı, Sürk pınarı, Süt pınarı,<br />
Uyuz pınarı, Yedigöze, Yel pınarı, Zemzem pınarı (Özen<br />
1992: 203-214; Nasrattınoğlu 1989: 191-201; Oymak 2010:<br />
35-55; Yolcu2014: 93-102)<br />
Hz. İsa’nın vaftizinin anısına adanan su yada su kaynağına<br />
kutsal su anlamına gelen “ayazma” denir. Hemen<br />
hepsi bir Hıristiyan aziz veya azizenin ismine bağlı olarak<br />
anılan ayazmalar, İstanbul’da halkın cilt, mide, göz, sinir<br />
hastalıkları, bunalımlar, baş ağrıları gibi rahatsızlıklar ile<br />
kısmet açılması, çok para kazanma ve ev sahibi olma gibi<br />
arzularla da ziyaret ettikleri yerlerdir. (Değer 1992: 79-89)<br />
e) Kombine ilaçlar<br />
Hastalıkların tedavisinde bitkisel, madensel ve hayvansal<br />
ilaçların hastalığın çeşidine göre bir arada kullanılmasıdır.<br />
Diğer ilaç çeşitlerine göre yaygın değildir.<br />
Sonuç olarak, halk hekimleri hastalıkları sağaltırken yukarıda<br />
“sarılık hastalığı” tedavisinde anlatıldığı üzere, ırvasa,<br />
parpılama, dua ve em verme gibi tüm tedavi usullerini bir<br />
arada kullanabilmektedirler<br />
Halk hekimliğinde uygulanan sağaltmaların büyük çoğunluğu<br />
sihirsel bir yapıdadır ve majinin “temas büyüsü”ne<br />
uygun bir şekilde işlemektedir. (Acıpayamlı 1989: 1-8) Yani<br />
ocakların asıl iyileştirme gücü, ocağın manevi gücü ile insanların<br />
bu güce olan inançlarında saklıdır.<br />
Halk hekimliğinde kullanılan ilaçlar, hastalık isimleri ve<br />
hastalıkların tedavi edildiği ocakların adları büyük bir<br />
çoğunlukla Türkçedir.<br />
Gündelik hayatın ayrılmaz bir parçası olan halk hekimliği<br />
uygulamaları, sözlü (Atnur 2010: 51-70) ve yazılı edebiyatımıza(Kanter<br />
2013: 341)yansıdığı gibi Yeşilçam filmleri-<br />
• 3 Kutsal ve şifalı sulara Bursa ve Kastamonu’da “asa suyu”<br />
denmektedir.<br />
vast majority of them are named according to diseases:<br />
Mouth springs, Asa Suları (Holy and healing waters are<br />
called “asa suyu” in Bursa and Kastamonu) , hemorrhoid<br />
well, headache springs, Walnut fountain, Boil springs, Dede<br />
suyu, Dreme Suyu, Wish springs, Eye springs, Günyarı pınarı,<br />
Need wells, Ant Spring, Rash springs, Munzur suyu, rheumatism<br />
springs, pain springs, Jaundice springs, malaria<br />
springs, Sürk pınarı, Milk springs, Scab springs, Yedigöze, Yel<br />
pınarı, Zemzem pınarı (Özen, 1992: 203-214; Nasrattınoğlu,<br />
1989: 191-201; Oymak, 2010: 35-55; Yolcu, 2014: 93-102)<br />
The water or the source of water that is dedicated to the<br />
memory of Jesus’ baptism is called the “ayazma (Holy spring<br />
of orthodox greeks)” which means also sacred water. Almost<br />
all of them are referred to as Christians, or saints are<br />
the places that people in Istanbul still visit for their illnesses<br />
such as skin, stomach, eye, nervous diseases, depression,<br />
headache, and also wishes like having a lucky break and<br />
begin to make money. (Değer, 1992: 79-89)<br />
e) Combined Medicines<br />
This is the method of terating diseases, in which herbal,<br />
mineral and animal drugs are used in combination according<br />
to the type of disease. It is not prevalent compared to<br />
other drug types.<br />
Consequently, folk physicians can apply all the treatment<br />
methods together, such as Therapeutic, Parpılama, prayer<br />
and giving remedy, as described above in the treatment of<br />
“jaundice”.<br />
The vast majority of remedies practiced in the folk medicine<br />
are magical, and the processing in a consistent manner with<br />
the Magi’s “contact spell”. (Acıpayamlı, 1989: 1-8) In other<br />
words, the essesntial healing power of the ocaks is hidden<br />
in the spiritual power of the ocaks and in people’s beliefs in<br />
that power.<br />
Names that given to drugs used in folk medicine, diseases<br />
and ocaks where diseases are treated are mostly Turkish.<br />
Folk medicine practices, as an integral part of everyday life,<br />
are reflected in our verbal (Atnur, 2010: 51-70) and written<br />
literature (Kanter, 2013: 341) as well as they have were<br />
filmed in most of Yeşilçam movies.<br />
Even if the development of modern medicine, easy access<br />
to the hospital and the doctor, the freeing of general health<br />
services have reduced the practice of folk medicine, but it<br />
has not been completely removed. Today’s people look as<br />
if they will continue to ring the door-bell of Ocaklı Peoples/<br />
Faith Healers in the absence of any remedy in modern<br />
Folk Medicine<br />
233<br />
Halk Hekimliği
Common Heritage<br />
234<br />
Ortak Miras<br />
nin birçoğunda da işlenmiştir.<br />
Modern tıbbın gelişmesi, hastane ve doktora ulaşımın kolaylaşması,<br />
genel sağlık hizmetlerinin ücretsiz hale getirilmesi<br />
halk hekimliği uygulamalarını azaltmış olsa da<br />
tamamen ortadan kaldıramamıştır. Günümüz insanı, modern<br />
tıbbın çare üretemediği durumlarda veya gizli kalması<br />
gereken bazı rahatsızlıkların tedavisinde ocaklı kimselerin<br />
kapılarını çalmaya devam edecekler gibi görünüyor.<br />
KAYNAKLAR<br />
• Acıpayamlı, Orhan (1962), “Anadolu’da Nazarla İlgili Bazı Âdet ve<br />
İnanmalar”, Ankara Üniversitesi DTCF Dergisi,C. XX, S. 1-2 (Ocak-Haziran),<br />
s. 1-40.<br />
• ______ (1963), “Türkiye Halk Hekimliğinde Dalak Kesme ve Etnolojik İzahı”,<br />
Ankara Üniversitesi DTCF Antropoloji Dergisi, C. 1, S. 1, s. 37-58.<br />
• ______ (1989), “Türkiye Folklorunda Halk Hekimliğinin Morfolojik ve<br />
Fonksiyonel Yönden İncelenmesi”, Türk Halk Hekimliği Sempozyumu<br />
(Ankara, 23-25 Kasım 1988) Bildirileri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara,<br />
s. 1-8.<br />
• Algın, Gülsen (2007), Türk Folklor Araştırmaları Dergisi’ndeki Halk Hekimliği<br />
Yazıları Üzerine Bir İnceleme, Ahi Evran Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi<br />
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Kırşehir. (Yayımlanmamış araştırma projesi)<br />
• Atnur, Gülhan (2010), “Sibirya’daki Bazı Türk Boylarının Destanlarında Halk<br />
Hekimliği Uygulamaları”, Bilig, S. 55 (Güz), s. 51-70.<br />
• Başar, Zeki (1978), Halk Hekimliğinde ve Tıp Tarihinde Yılan, Atatürk<br />
Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Yayınları, Ankara.<br />
• Boratav, Pertev Naili (1984), 100 Soruda Türk Folkloru, 2. Bs.,Gerçek<br />
Yayınevi, İstanbul.<br />
• Çavdar, C. Ayşenur (1989), “Türk Halk Hekimliğinde Dağlama”, Türk Halk<br />
Hekimliği Sempozyumu (Ankara, 23-25 Kasım 1988) Bildirileri, Kültür<br />
Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 83-88.<br />
• Çıblak, Nilgün (2004), “Halk Kültüründe Nazar, Nazarlık İnancı ve Bunlara<br />
Bağlı Uygulamalar”, Türklük Bilimi Araştırmaları, S. 15 (Bahar), s. 103-125.<br />
• Değer, Mebrure (1992), “İstanbul Ayazmalarında Halk Tedavisi”, IV.<br />
Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri / IV. Cilt Gelenek,<br />
Görenek ve İnançlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 79-89.<br />
• Demir, Müge (2016), “Şamanizm’de Hastalık Kavramı ve Tedavi<br />
Yaklaşımları”, Lokman Hekim Dergisi, S. 6 (1), (2016), s. 19-24.<br />
• Ekici, Metin ve Pınar Fedakâr (2014), “Gelenek, Aktarma, Dönüşüm ve<br />
Kültür Endüstrisi Bağlamında Nazar ve Nazar Boncuğu”, Millî Folklor, S. 101<br />
(Bahar), s. 40-50.<br />
• Esirgen, Bilge (2014), Anadolu Türk Halk Anlatılarında Büyünün İşlevi,<br />
Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim<br />
Dalı, Kocaeli. (Yayımlanmamış doktora tezi.)<br />
• Göksoy, Vildan Özkan (1989), “İstanbul’daki Balıkçı Ailelerinde Halk<br />
Hekimliği”, Türk Halk Hekimliği Sempozyumu (Ankara, 23-25 Kasım 1988)<br />
Bildirileri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 155-161.<br />
• İnan, Abdülkadir (1995), Tarihte ve Bugün Şamanizm Materyaller ve<br />
Araştırmalar, 4. Bs., Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.<br />
• Kaçargitmez, Şengül, Soner Yalçın ve Orhan Tan (2000), “Altay Köyü<br />
Kazakları Alan Araştırması”, II. Türk Halk Kültürü Araştırma Sonuçları<br />
Sempozyumu (Ankara, 16-18 Aralık 1998) Bildirileri, Kültür Bakanlığı<br />
Yayınları, Ankara, s. 11-16.<br />
• Kanter, M. Fatih (2013), Reşat Nuri Güntekin’in Romanlarında Yapı ve İzlek,<br />
Grafiker Yayınları, Ankara.<br />
• Karakaş, Ayhan (2015), “Osmaniye Halk Hekimliğinde Ocaklar ve Bunlara<br />
Bağlı Uygulamalar”, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü<br />
Dergisi, C. 12, S. 31, s. 320-336.<br />
• Kaya, Doğan (2012), Sivas’ta Yatırlar ve Ziyaret Yerleri, Cumhuriyet<br />
Üniversitesi Yayınları, Sivas.<br />
• Köprülü, Fuad (1976), Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 3. Bs., Diyanet<br />
İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara.<br />
• Kumarataşlıoğlu, Satı (2016), Türk Kültüründe Ateş ve Ocak Kültü, Kömen<br />
Yayınları, Konya.<br />
• Nasrattınoğlu, İrfan Ünver (1989), “Halk Hekimliği Açısından<br />
Afyonkarahisar’da Şifalı Sular”, Türk Halk Hekimliği Sempozyumu (Ankara,<br />
23-25 Kasım 1988) Bildirileri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 191-201.<br />
• Orozobaev, Mayrambek (2012), “Kırgız Halk İnancı ve Halk Hekimliği<br />
Uygulamalarında Yılan”, Karadeniz, Y.4, S. 15 (Yaz), s. 107-124.<br />
• Oymak, İskender (2010), “Anadolu’da Su Kültünün İzleri”, Fırat Üniversitesi<br />
medical or in treatments of certain disorders that need to<br />
be kept secret.<br />
BİBLİOGRAPHY<br />
• Acıpayamlı, Orhan (1962), “Anadolu’da Nazarla İlgili Bazı Âdet ve<br />
İnanmalar”, Ankara Üniversitesi DTCF Dergisi,C. XX, S. 1-2 (Ocak-Haziran),<br />
s. 1-40.<br />
• ______ (1963), “Türkiye Halk Hekimliğinde Dalak Kesme ve Etnolojik İzahı”,<br />
Ankara Üniversitesi DTCF Antropoloji Dergisi, C. 1, S. 1, s. 37-58.<br />
• ______ (1989), “Türkiye Folklorunda Halk Hekimliğinin Morfolojik ve<br />
Fonksiyonel Yönden İncelenmesi”, Türk Halk Hekimliği Sempozyumu<br />
(Ankara, 23-25 Kasım 1988) Bildirileri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara,<br />
s. 1-8.<br />
• Algın, Gülsen (2007), Türk Folklor Araştırmaları Dergisi’ndeki Halk Hekimliği<br />
Yazıları Üzerine Bir İnceleme, Ahi Evran Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi<br />
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, Kırşehir. (Yayımlanmamış araştırma projesi)<br />
• Atnur, Gülhan (2010), “Sibirya’daki Bazı Türk Boylarının Destanlarında Halk<br />
Hekimliği Uygulamaları”, Bilig, S. 55 (Güz), s. 51-70.<br />
• Başar, Zeki (1978), Halk Hekimliğinde ve Tıp Tarihinde Yılan, Atatürk<br />
Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Yayınları, Ankara.<br />
• Boratav, Pertev Naili (1984), 100 Soruda Türk Folkloru, 2. Bs.,Gerçek<br />
Yayınevi, İstanbul.<br />
• Çavdar, C. Ayşenur (1989), “Türk Halk Hekimliğinde Dağlama”, Türk Halk<br />
Hekimliği Sempozyumu (Ankara, 23-25 Kasım 1988) Bildirileri, Kültür<br />
Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 83-88.<br />
• Çıblak, Nilgün (2004), “Halk Kültüründe Nazar, Nazarlık İnancı ve Bunlara<br />
Bağlı Uygulamalar”, Türklük Bilimi Araştırmaları, S. 15 (Bahar), s. 103-125.<br />
• Değer, Mebrure (1992), “İstanbul Ayazmalarında Halk Tedavisi”, IV.<br />
Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri / IV. Cilt Gelenek,<br />
Görenek ve İnançlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 79-89.<br />
• Demir, Müge (2016), “Şamanizm’de Hastalık Kavramı ve Tedavi<br />
Yaklaşımları”, Lokman Hekim Dergisi, S. 6 (1), (2016), s. 19-24.<br />
• Ekici, Metin ve Pınar Fedakâr (2014), “Gelenek, Aktarma, Dönüşüm ve<br />
Kültür Endüstrisi Bağlamında Nazar ve Nazar Boncuğu”, Millî Folklor, S. 101<br />
(Bahar), s. 40-50.<br />
• Esirgen, Bilge (2014), Anadolu Türk Halk Anlatılarında Büyünün İşlevi,<br />
Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim<br />
Dalı, Kocaeli. (Yayımlanmamış doktora tezi.)<br />
• Göksoy, Vildan Özkan (1989), “İstanbul’daki Balıkçı Ailelerinde Halk<br />
Hekimliği”, Türk Halk Hekimliği Sempozyumu (Ankara, 23-25 Kasım 1988)<br />
Bildirileri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 155-161.<br />
• İnan, Abdülkadir (1995), Tarihte ve Bugün Şamanizm Materyaller ve<br />
Araştırmalar, 4. Bs., Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.<br />
• Kaçargitmez, Şengül, Soner Yalçın ve Orhan Tan (2000), “Altay Köyü<br />
Kazakları Alan Araştırması”, II. Türk Halk Kültürü Araştırma Sonuçları<br />
Sempozyumu (Ankara, 16-18 Aralık 1998) Bildirileri, Kültür Bakanlığı<br />
Yayınları, Ankara, s. 11-16.<br />
• Kanter, M. Fatih (2013), Reşat Nuri Güntekin’in Romanlarında Yapı ve İzlek,<br />
Grafiker Yayınları, Ankara.<br />
• Karakaş, Ayhan (2015), “Osmaniye Halk Hekimliğinde Ocaklar ve Bunlara<br />
Bağlı Uygulamalar”, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü<br />
Dergisi, C. 12, S. 31, s. 320-336.<br />
• Kaya, Doğan (2012), Sivas’ta Yatırlar ve Ziyaret Yerleri, Cumhuriyet<br />
Üniversitesi Yayınları, Sivas.<br />
• Köprülü, Fuad (1976), Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, 3. Bs., Diyanet<br />
İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara.<br />
• Kumarataşlıoğlu, Satı (2016), Türk Kültüründe Ateş ve Ocak Kültü, Kömen<br />
Yayınları, Konya.<br />
• Nasrattınoğlu, İrfan Ünver (1989), “Halk Hekimliği Açısından<br />
Afyonkarahisar’da Şifalı Sular”, Türk Halk Hekimliği Sempozyumu (Ankara,<br />
23-25 Kasım 1988) Bildirileri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 191-201.<br />
• Orozobaev, Mayrambek (2012), “Kırgız Halk İnancı ve Halk Hekimliği<br />
Uygulamalarında Yılan”, Karadeniz, Y.4, S. 15 (Yaz), s. 107-124.<br />
• Oymak, İskender (2010), “Anadolu’da Su Kültünün İzleri”, Fırat Üniversitesi<br />
İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 15/1, s. 35-55.<br />
• Örnek, Sedat Veyis (1971), Etnoloji Sözlüğü, Ankara Üniversitesi DTCF<br />
Yayınları, Ankara.<br />
• Özen, Kutlu (1992), “Sivas ve Divriği Yöresinde Su Kültüne Bağlı Adak<br />
Yerleri”, IV. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri / IV. Cilt<br />
Gelenek, Görenek ve İnançlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara,s. 203-214.<br />
• Özer, Nurten (1989), “Türk Halk Hekimliğinde Kaplıcalarımız”, Türk Halk<br />
Hekimliği Sempozyumu (Ankara, 23-25 Kasım 1988) Bildirileri, Kültür<br />
Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 203-209.<br />
• Özkan, İsa (1995), “Türkmenistan’daki Adak Yerleri ve Bu Yerlerle İlgili<br />
İnançlar”, İpek Yolu Uluslararası Halk edebiyatı Sempozyumu (Ankara, 1-7
İlahiyat Fakültesi Dergisi, C. 15/1, s. 35-55.<br />
• Örnek, Sedat Veyis (1971), Etnoloji Sözlüğü, Ankara Üniversitesi DTCF<br />
Yayınları, Ankara.<br />
• Özen, Kutlu (1992), “Sivas ve Divriği Yöresinde Su Kültüne Bağlı Adak<br />
Yerleri”, IV. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri / IV. Cilt<br />
Gelenek, Görenek ve İnançlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara,s. 203-214.<br />
• Özer, Nurten (1989), “Türk Halk Hekimliğinde Kaplıcalarımız”, Türk Halk<br />
Hekimliği Sempozyumu (Ankara, 23-25 Kasım 1988) Bildirileri, Kültür<br />
Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 203-209.<br />
• Özkan, İsa (1995), “Türkmenistan’daki Adak Yerleri ve Bu Yerlerle İlgili<br />
İnançlar”, İpek Yolu Uluslararası Halk edebiyatı Sempozyumu (Ankara, 1-7<br />
Temmuz 1993) Bildirileri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 465-475.<br />
• Pehlivan, Gürol (2012), Manisa Şehrinde Evliya Kültü, Manisa İl Özel İdaresi<br />
Yayınları, İzmir.<br />
• Peker, Selçuk (2015), Mezar ve Türbelere Kült Merkezli Bir Bakış (Aksaray<br />
Örneği),Kömen Yayınları, Konya.<br />
• Pürlü, Kadir (2002), Sivas’ta İlbeyli Türkmenleri, 2. Cilt, Sivas Belediyesi<br />
Kültür Yayınları, Sivas.<br />
• Savran, Gülnaz (2000), “Adana’dan Derlenen Bazı Halk Hekimliği ve<br />
Halk Veterinerliği Uygulamalarının Karşılaştırılması”, II. Türk Halk Kültürü<br />
Araştırma Sonuçları Sempozyumu (Ankara, 16-18 Aralık 1998) Bildirileri,<br />
Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s.342-362.<br />
• Şar, Sevgi (1992), “Afyon Yöresi Halk Hekimliğinde Görülen Uygulamalar”,<br />
IV. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri / IV. Cilt Gelenek,<br />
Görenek ve İnançlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 241-248.<br />
• ______ (2008), “Anadolu’da Rastlanan Halk Hekimliği Uygulamalarına<br />
Genel Bir Bakış”, 38.ICANAS Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları<br />
Kongresi (Ankara, 10-15 Eylül 2007) Bildiriler, III. Cilt, Atatürk Kültür, Dil ve<br />
Tarih Yüksek Kurumu Yayınları, Ankara, s. 1163-1178.<br />
• Şimşek, Esma (1995), “Bir Olağanüstü Varlığın Yaratılış Miti: Şahmaran”,<br />
Tuncer Gülensoy Armağanı, Haz., Ahmet Buran, Bizim Gençlik Yayınları,<br />
Kayseri, s. 333-338.<br />
• Tanyu, Hikmet (1967), Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Yerleri, Ankara<br />
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara.<br />
• ______ (1976), “Türklerde Ateşle İlgili İnançlar”, I. Uluslararası Türk Folklor<br />
Kongresi Bildirileri / IV. CiltGelenek, Görenek ve İnançlar, Kültür Bakanlığı<br />
Yayınları, Ankara, s.283-304.<br />
• Üçer, Müjgân (1989), “Sivas’ta Folklorik Tıp ve Bunun Modern Tıptaki<br />
Yeri”,Türk Halk Hekimliği Sempozyumu (Ankara, 23-25 Kasım 1988)<br />
Bildirileri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 253-266.<br />
• ______ (1976), “Anadolu Folklorunda ‘Fadime Ana’”, Türk Folkloru<br />
Araştırmaları Yıllığı 1975, s. 147-156.<br />
• Yılar, Ömer (2016), Yemliha’danCamasbnâme’ye Lokman Hekim’den<br />
Günümüze Şahmaran / Metinlerarası Çözümlemeler, Pagem Akademi<br />
Yayınları, Ankara.<br />
• Yıldız, Naciye (2004), “Kırgızistan’da Nevruz”, Türk Dünyası Nevruz<br />
Ansiklopedisi, Ed. Öcal Oğuz, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, s.<br />
297-308.<br />
• Yolcu, Mehmet Ali (2014), “Kutsalın Yeniden Üretimi: Kutsal Su İnançları ve<br />
Hacıbektaş Zemzem Çeşmesi”, 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum Dergisi, C. 33,<br />
S. 8 (Yaz), s. 93-102.<br />
• Yuguşeva, Nadya (2001), “Altaylarda Kamlık (Şamanizm) İnancı ve<br />
Anadolu’daki Yansımaları”, Aktaran: Sadık Tural, Türk Dili Dil ve Edebiyat<br />
Dergisi, S. 590 (Şubat), s. 201-210.<br />
Temmuz 1993) Bildirileri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 465-475.<br />
• Pehlivan, Gürol (2012), Manisa Şehrinde Evliya Kültü, Manisa İl Özel İdaresi<br />
Yayınları, İzmir.<br />
• Peker, Selçuk (2015), Mezar ve Türbelere Kült Merkezli Bir Bakış (Aksaray<br />
Örneği),Kömen Yayınları, Konya.<br />
• Pürlü, Kadir (2002), Sivas’ta İlbeyli Türkmenleri, 2. Cilt, Sivas Belediyesi<br />
Kültür Yayınları, Sivas.<br />
• Savran, Gülnaz (2000), “Adana’dan Derlenen Bazı Halk Hekimliği ve<br />
Halk Veterinerliği Uygulamalarının Karşılaştırılması”, II. Türk Halk Kültürü<br />
Araştırma Sonuçları Sempozyumu (Ankara, 16-18 Aralık 1998) Bildirileri,<br />
Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s.342-362.<br />
• Şar, Sevgi (1992), “Afyon Yöresi Halk Hekimliğinde Görülen Uygulamalar”,<br />
IV. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri / IV. Cilt Gelenek,<br />
Görenek ve İnançlar, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 241-248.<br />
• ______ (2008), “Anadolu’da Rastlanan Halk Hekimliği Uygulamalarına<br />
Genel Bir Bakış”, 38.ICANAS Uluslararası Asya ve Kuzey Afrika Çalışmaları<br />
Kongresi (Ankara, 10-15 Eylül 2007) Bildiriler, III. Cilt, Atatürk Kültür, Dil ve<br />
Tarih Yüksek Kurumu Yayınları, Ankara, s. 1163-1178.<br />
• Şimşek, Esma (1995), “Bir Olağanüstü Varlığın Yaratılış Miti: Şahmaran”,<br />
Tuncer Gülensoy Armağanı, Haz., Ahmet Buran, Bizim Gençlik Yayınları,<br />
Kayseri, s. 333-338.<br />
• Tanyu, Hikmet (1967), Ankara ve Çevresinde Adak ve Adak Yerleri, Ankara<br />
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara.<br />
• ______ (1976), “Türklerde Ateşle İlgili İnançlar”, I. Uluslararası Türk Folklor<br />
Kongresi Bildirileri / IV. CiltGelenek, Görenek ve İnançlar, Kültür Bakanlığı<br />
Yayınları, Ankara, s.283-304.<br />
• Üçer, Müjgân (1989), “Sivas’ta Folklorik Tıp ve Bunun Modern Tıptaki<br />
Yeri”,Türk Halk Hekimliği Sempozyumu (Ankara, 23-25 Kasım 1988)<br />
Bildirileri, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, s. 253-266.<br />
• ______ (1976), “Anadolu Folklorunda ‘Fadime Ana’”, Türk Folkloru<br />
Araştırmaları Yıllığı 1975, s. 147-156.<br />
• Yılar, Ömer (2016), Yemliha’dan Camasbnâme’ye Lokman Hekim’den<br />
Günümüze Şahmaran / Metinlerarası Çözümlemeler, Pagem Akademi<br />
Yayınları, Ankara.<br />
• Yıldız, Naciye (2004), “Kırgızistan’da Nevruz”, Türk Dünyası Nevruz<br />
Ansiklopedisi, Ed. Öcal Oğuz, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, s.<br />
297-308.<br />
• Yolcu, Mehmet Ali (2014), “Kutsalın Yeniden Üretimi: Kutsal Su İnançları ve<br />
Hacıbektaş Zemzem Çeşmesi”, 21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum Dergisi, C. 33,<br />
S. 8 (Yaz), s. 93-102.<br />
• Yuguşeva, Nadya (2001), “Altaylarda Kamlık (Şamanizm) İnancı ve<br />
Anadolu’daki Yansımaları”, Aktaran: Sadık Tural, Türk Dili Dil ve Edebiyat<br />
Dergisi, S. 590 (Şubat), s. 201-210.<br />
Folk Medicine<br />
235<br />
Halk Hekimliği
Prof. Dr. Fuzuli BAYAT<br />
Bilge Yapım<br />
Dünya hayatı insan ruhunun<br />
kamilleşme yeridir.<br />
World life is the place where the human soul<br />
becomes perfect.
Giriş<br />
Dünya hayatı insan ruhunun kamilleşme yeridir. İnsanın dünyaya gelişindeki amaç Yüce<br />
Yaratanı bilmek, onu layikince tanımakla kamilleşmektir. Allah’ı (cc) hatırlamak, bir an<br />
olsun ondan ayrı olmamaktır ki bu da ibadetle ve aşkla mümkündür. Aşksız ibadet riyakarlıktırsa,<br />
ibadetsiz aşk da ruhsuz beden gibidir. Allah aşkı veya ilahi aşk, insanın<br />
ruhunu arındırır, onu kötü amellerden uzaklaştırır, ruhunu göklere yüceltir. O nedenle<br />
bütün varlıkların var olma sebebi aşktır: varlığın varlıktan amacı da aşktır. İnsan yaşamı<br />
başlanğıcından sonuna kadar aşktır. Kısacası aşk olmasaydı varlık alemi de olmazdı.<br />
Kuran-ı Kerim aşkla imanı vahdetin iki tarafı olarak görmüş, Allah’ı (cc) sevmeği, onun<br />
sevgisiyle hayırlı işler görmeği müminin en üstün özelliği olarak bilmiştir. O bakımdan<br />
aşkın kaynağı ilahidir ve en büyük aşk da Allah’a olan aşktır ki mutasavvuflar ona ilahi<br />
aşk demişler. İnsanın yaratılış gayesi, seyri-cemal ve kesbi-kemaldır. Kamil insan baktığı<br />
her yerde bu ilahi hikmeti ve ulvi güzelliği gören varlıktır .<br />
12<br />
Yazılı Edebiyatın Mecnunu,<br />
Sözlü Kültürün Keremi<br />
Manun of written literature, karam of oral literature<br />
Introduction<br />
World life is the place where the human soul becomes perfect. The purpose of human’s<br />
descending to earth is to know the Supreme Creator and to be perfect human being by<br />
knowing him thoroughly. It is to remember Allah and not to be separated from him for a<br />
moment and this is possible with worship and love. If worship without love is hypocritical,<br />
love without worship is like a spiritless body. God love or divine love purifies the soul<br />
of human beings, keeps them away from evil spirits and exalts their soul to the heavens.<br />
Therefore, the reason why all beings exist is love: the aim of existence is also love.<br />
Human life from beginning to end is love. In short, if it was not love, there would be no<br />
humanity. The Holy Qur’an has seen faith as both sides of unity and has considered loving<br />
Allah and doing useful things with his love as the supreme feature of believer. From<br />
that point of view; the source of love is the divine and the greatest love which is the love<br />
of Allah as well as the sufis say that it is divine love. The purpose of creation of man is<br />
to be perpect human being and see the beauty of Allah. The perfect human being is the<br />
living being who see this divine wisdom and beauty everywhere he looks.
Common Heritage<br />
238<br />
Ortak Miras<br />
Tasavvuf ehline göre her yaratılışta yaratıldığı andan aşk<br />
vardır. Ancak aşk, özellikle de ilahi aşk duyğusu varlık silsilesinde<br />
yalnız eşrefi mahlukat olan insana özgüdür. Nitekim<br />
insanın Yaratanla ilişkisi de ancak aşkla mümkündür. Aşk, insanla<br />
Rebbü’l-alem arasında bir vasite, bir rabitedir. Mutasavvuflar<br />
“Allah onları, onlar da Allah’ı severler” ayetini delil<br />
göstererek muhabbetullahın önce Hak’tan zuhur ettiğini<br />
ve bütün alemin yaradılışına sebep olduğunu dile getirirler<br />
1 . Çünkü misal alemini anlamak için akıl ve mantık yeterli<br />
değildir. Fizik ötesi olayları aşkla anlayabiliriz. Arap dilinde<br />
“ışk” kökünden meydana gelen aşk sözlüklerde sevda, şiddetli<br />
sevgi, her hangi bir şahsın kendisini bir bütün olarak<br />
sevgilisine adamak, sevgilisinden başka güzel görmeyecek<br />
kadar ona bağlanmak anlamına gelir. Yine de aynı kökten<br />
olan ve “sarmaşık” manasını ifade eden “aşeka” kelimesi de<br />
aşk terimiyle bağlantılıdır. Sarmaşık sarıldığı ağacın suyunu<br />
içdiyi gibi, yaprağını soldurur, bazen de kurudursa, sevgi de<br />
sevenin sevgilisinden başka geri kalan şeylerden ilişkisini<br />
koparır ve onu soldurur 2 . Her güzelin güzelliği Allah’ın cemal<br />
sıfatının bir yansımasıdır. O nedenle hem mecazi hem<br />
de ilahi aşk sonuç bakımından Hüsnü Mutlak’a olan aşktır.<br />
Yaratılış ilahi aşkın açılıp yayılması olduğu içindir ki çoğu zaman<br />
mecazi aşk ilahi aşka ulaşmak yolunda bir köprü olarak<br />
düşünülür. Çünkü yaratılmış olan her şeyi Yaratandan ötürü<br />
sevmek gerekliliği kamil insanın vardığı yüce makamdır.<br />
• 1 Yıldız Abdülvahap (2001). “Meybudiye göre aşk, muhabbet ve<br />
dostluk”. Harran Üniversitesi. İlahiyyat Fakültesi Dergisi, sayı II, s.165-175<br />
• 2 İbnü’l Arabi (1998). İlahi aşk. Çev.Mehmet Kanık. İstanbul: İnsan<br />
yayınları, s.71<br />
According to Sufis, there is love in every creation. But love,<br />
especially the feeling of divine love, is unique to the human<br />
being, which is only peculiar to the human that is the<br />
most honorable of the created. Indeed, the relationship of<br />
human with the Creator is only possible with love. Love is a<br />
way between human and the Lord of the Worlds. The Sufis<br />
mention that love of Allah leads to the creation of the world<br />
because it arises from Allah by adducing the verse ‘’ Allah<br />
loves them, they love Allah.’’ 1 Because wisdom and logic<br />
are not enough to understand ‘’alem-i misal’’ (a bridge between<br />
material world and spirit world). We can understand<br />
metaphysical facts with love. Aşk (Love) that comes from<br />
the root of “ışk” in the Arabic language means love, strong<br />
love, to devote himself to his darling as a whole and to be<br />
attached to darling as far as he thinks the sun rises and sets<br />
on his darling. At the same time, the word “aşeka”, which is<br />
the same root and expresses the meaning of “ivy”, is also<br />
related to love. The ivy drains the tree that the ivy holds on,<br />
dries up and sometimes causes to fade. 2 Beauty of every<br />
beautiful thing is a reflection of the beauty of Allah. For that<br />
reason, both the metaphorical and divine love is the Absolute<br />
Love in terms of consequence.<br />
Because creation is the opening and spreading of divine<br />
love, it is often thought that metaphorical love is a bridge to<br />
• 1 Yıldız Abdülvahap (2001). “Meybudiye göre aşk, muhabbet ve<br />
dostluk”. Harran Üniversitesi. İlahiyyat Fakültesi Dergisi, number II, p.165-<br />
175<br />
• 2 İbnü’l Arabi (1998). İlahi aşk. Translated by Mehmet Kanık. İstanbul:<br />
İnsan yayınları, p.71
Yaratılan her şey bizi Hüsnü Mutlak’a ve onun aşkına doğru<br />
götürür. Her varlığın Hak’la insan gönlü arasında bir perde<br />
olduğunu düşünsek aşk bu perdeleri aradan kaldırmak, yırtmak,<br />
ilahi sırrı bilmek içindir. Aşıkın her şeyden vazgeçmesi<br />
bu dünya perdesinin arkasındaki gerçekleri görmesinden<br />
dolayıdır. Perde ki aradan kalktı artık dünya değerini kaybetmeğe<br />
başlıyor 3 . Yunus Emre de dünya perdesini yırtan<br />
her kesin Hakk’ın didarını görebileceğini, yırtamayanların<br />
ise Onu görmeyeceğini bildirir 4 .<br />
Beşeri aşktan ilahi aşka<br />
Kerem, Mecnun, Züleyha, Garib, Vamık, Ferhad vb. ilahi aşk<br />
simgeleridirler. Hüsnü Mutlak karşısında bir anda mantıktan,<br />
akıldan geçerek ilahi aşk yolunu tutmuşlardır. Geri<br />
dönüşleri, mantıklı olmaları imkansızdır. Onların her biri bir<br />
beşer örneğinde Hakk’a aşık olmuş aşıklardır. Bu cünunların,<br />
mecnunların, meczubların, keremlerin bir yanı reel dünyada,<br />
bir yanı akıllıların tasavvur edemedikleri, sınırları belli<br />
olmayan başka bir dünyadadır. M.Dols bu durumu şöyle<br />
açıklar: “Hummalı bir halde seçilmiş kişi kendinden geçerek<br />
daha yüce ve arzulanan bir gerçekliği yaşar” 5 . Buradan<br />
anlaşıldığına göre Tanrı’nın hüsnünün tecellası olan güzele<br />
aşık olan Mecnun da, Allah’ın cezbesine kapılıp O’na delicesine<br />
aşık olan meczub da, halk hikayelerinin kahramanları<br />
Kerem de, Tahir de, Şah İsmayıl da, Garib de sevdikleri güzelin<br />
simasında ilahi bir aşk görürler. Bu mecazi aşk aslında<br />
ilahi tecellanın görünen, suretleşen, cisimleşen tarafıdır.<br />
Ancak ister klasik edebiyatın ister tasavvuf şiirinin isterse de<br />
sözlü kültürün aşık kahramanları kendi adlarında aşkın derecelerini,<br />
gizliliğini, marifetini yaşatırlar. Örneğin, Mecnun<br />
adı cin kökündendir. Nitekim cünun, mecnun, tecanün (deli<br />
numarası yapmak) de bu köktendir. Aslı “cunun” kökünden<br />
olan kelimelerin hepsinde, gizli olmak, kapalı olmak, örtülü<br />
olmak manası vardır. Mecnun da aklı örtülü, kapalı olduğu<br />
için kendisine bu isim verilmiştir 6 .<br />
Sadece İslam kültüründe değil, şamanlıkta da şamanın<br />
vecd anındaki halı aşktır. Onun vecd halinde olması sadece<br />
Mecnun’un, Züleyha’nın, Kerem’in, Vamık’ın dönüşü olmayan<br />
ilahi aşkı değil, bilinçli bir aşktır. İlahi aşk dervişlikte, hak<br />
aşıkı olan saz şairlerinde, buta alan aşık ve maşukta, Mecnun’da,<br />
Kerem’de ete kemiğe bürünmüştür.<br />
Bir tarafta Mecnun Leyla’sıyla, diğer tarafta Züleyha Yusuf’uyla<br />
divan şiirinin aşık imgesine çevrilmiştir. “Osmanlı<br />
• 3 Əbu Hamid əl-Qəzali (2011). Qəlblərin kəşfi. Rus dilindən tərcə edən<br />
M.Babaşlı. Bakı: Şərq-Qərb, s.42<br />
• 4 Koç Emel (2003). “Yunus Emre düşüncesinde aşk ve eğitim”. Hacı<br />
Bektaş Veli Araştırma Dergisi, sayı 26, s.27<br />
• 5 Dols Michael W (2013). Mecnun: Orta çağ İslam toplumunda deli.<br />
Çeviren: D.G.Dinç. İstanbul: Pinhan yayınları, s.467<br />
• 6 Ebu’l-Kasım en-Nesaburi (2013). Akıllı deliler. Ukalau’l-mecanin.<br />
Çeviren: Y.Atak. İstanbul:<br />
• Şule yayınları, s.31-35<br />
reach the divine love. For that reason, the necessity of loving<br />
all things created for the Creator and the exist of perfect<br />
human being are the supreme authority. Everything that is<br />
created leads us towards the Absolute Love and his love.<br />
If we think that every being is a curtain between Allah and<br />
the human heart, love is for these curtains to get rid of, to<br />
rip up and for people to know the divine secret. The reason<br />
why minstrels give up everything is because they see the<br />
facts behind this world scene. Now that the curtain has left,<br />
the world is beginning to lose its value. 3 Yunus Emre also<br />
declares that everybody tearing the curtain of world can<br />
see the beauty of Allah and those not tearing the curtain of<br />
world can not see him. 4<br />
From Human Love To Divine Love<br />
Karam, Majnun, Züleyha, Garib, Vamık, Ferhad and so on are<br />
the symbols of divine love. They choose divine love inn the<br />
face of Absolute Love. Their return and being reasonable for<br />
them are impossible. Every of them are minstrels who fell<br />
in love with Allah in the example of a human love. One part<br />
of Cünun, Majnun, Meczub and Karam is in the real world,<br />
the other part of them is in the other world that is not described<br />
by them and is without boundaries. M. Dols explains<br />
this situation as follows: “ the chosen person experiences a<br />
higher and more desirable reality at high pressure. “ 5 . According<br />
to this; it is understood that Majnun, the minstrel<br />
of Allah; Meczup, infatuated with Allah by taking a fancy to<br />
him; Karam, the hero of of popular stories; Tahir, Shah Ismail<br />
and also Garib see divine love in the face of the girl<br />
that they love. This metaphorical love is, in fact, the seeming,<br />
all-encompassing and materializing side of divine love.<br />
However; whether turkish popular poet-singers of classical<br />
literature or mystic poetry or oral culture sustain the extent,<br />
secret and merit of their love in their own names. For example,<br />
the name Majnun is rooted in the word ‘’gin’’. As a matter<br />
of fact; the words such as ‘’cünun, majnun and tecanun’’<br />
(feign madness) is in the same root. All of the words whose<br />
original is from the word ‘’cunun’’ have the meaning of being<br />
hidden, being closed, being covered. Majnun has also<br />
been given this name because his mind is covered. 6<br />
Not only in the Islamic culture, but also in the shaman, the<br />
shaman’s situation in the moment of ecstasy is the love.<br />
The love of Majnun, Züleyha, Karam and Vamık is not divine<br />
love of no return, but a conscious love. Divine love shapes in<br />
• 3 Əbu Hamid əl-Qəzali (2011). Qəlblərin kəşfi. Rus dilindən tərcə edən<br />
M.Babaşlı. Bakı: Şərq-Qərb, p.42<br />
• 4 Koç Emel (2003). “Yunus Emre düşüncesinde aşk ve eğitim”. Hacı<br />
Bektaş Veli Araştırma Dergisi, number 26, p.27<br />
• 5 Dols Michael W (2013). Mecnun: Orta çağ İslam toplumunda deli.<br />
Translated by D.G.Dinç. İstanbul: Pinhan yayınları, p.467<br />
• 6 Ebu’l-Kasım en-Nesaburi (2013). Akıllı deliler. Ukalau’l-mecanin.<br />
Translated by Y.Atak. İstanbul:<br />
• Şule yayınları, p.31-35<br />
Manun of Written Literature, Karam of oral Literature<br />
239<br />
Yazılı Edebiyatın Mecnunu, Sözlü Kültürün Keremi
Common Heritage<br />
240<br />
Ortak Miras<br />
şiiri, deliliğin değil, aşkın hallerini söyler. Aşk deliliğin, delilik<br />
de aşkın bir sonucu değildir; delilik, aşkta mündemiçtir” 7 .<br />
Çünkü Allah cemal ve kemal sahibi olarak her türlü güzelliğin<br />
kaynağıdır ve hem de her tür güzelliği sever.<br />
Divan şairleri deli olmayı Leyla uğruna deliren Mecnun’suz<br />
tasavvur etmezler. Mecnun, divan, tekke ve halk edebiyatında<br />
deliliği isminin yerine geçmiş, ismini unutturmuş tek<br />
aşık tiplemesidir. En-Neysaburi yazır ki: “O, deliliğiyle öyle<br />
meşhur oldu ki deliliği isminin yerine geçti. Öyle ki onun ismiyle<br />
çağrıldığı ve babasına nisbet edildiği vaki değildir” 8 .<br />
Onun bu kadar şöhret kazanması mecnunluğun aşıklık anlamına<br />
dönüşmesinden dolayıdır. O bakımdan Allah’ın aşkında<br />
eriyip kül olan Yusuf da, Züleyha da, Vamık da, Ezra<br />
da, Mecnun kadar geniş işlenme alanı bulmamıştır.<br />
Aşıklar sadece erkekler değildir. Klasik şiirimizde aşkın şiddetiyle<br />
deliren kadın tiplemesi olarak Züleyha’nın (Zeliha)<br />
Kuran’a kadar uzayan ünü de hatırlanmalıdır. Kuran-ı Kerim’de<br />
kıssaların en güzeli ve ibretlisi olarak nitelendirilen<br />
Yusuf suresinde anlatılanlarda ismi geçmese de varlığına<br />
her zaman işare edilen kadın aşık Züleyhadır. Aslında divan<br />
edebiyatında Züleyha (Farsça bir isimdir) veya Zeliha (Arapça<br />
şekli) adı ile bilinen bu kadın, şehvani sevgiden, ilahi aşka<br />
geçit yapmıştır. Nitekim şehvani aşktan ilahi aşka geçen bu<br />
kadın, aradığı gerçek aşkı kendi içinde bulduğu anda taptığı<br />
putları kırıp parçalar. Putları kırmak Züleyha’nın cismani<br />
aşktan kurtulup, ilahi aşkın feyzine kapılması, gerçek vuslatı<br />
tadmasıdır. Vuslat ise hem beşeri hem de ilahi aşkın varacağı<br />
son menzildir. Sadece vuslat kelimesine yüklenen anlam<br />
farklıdır. Mecazi aşkı belirten divan edebiyatında vuslat bilidiğimiz<br />
kavuşmadır. İlahi aşkı dile getiren tasavvuf şiirindeyse<br />
vuslat, fenadan bekaya geçmektir.<br />
Nitekim Hallac Mansur “Kitabü’t-tavasin” eserinde ilahi aşkı<br />
pervanenin şamın çevresinde dönmesi gibi tasvir etmiştir.<br />
Pervanenin şamın ışığını görmesi ilme’l-yakin, ona yaklaşıp<br />
hararetini his etmesi ayne’l-yakin, alevin içinde yanıp kül<br />
olması hakke’l-yakindır. Aşıkın en son maksudu yana-yana<br />
yok olmaktır. Aşk anlayışını da ilk defa bu şekliyle izah eden<br />
Hallac Mansur olmuştur 9 .<br />
Belli olan şu ki klasik şiirde mecazi aşktan ilahi aşka geçit<br />
aşıklıkla mecnunluk makamı arasındaki alaka gibi kurulmuş,<br />
üstünlük her zaman mecnunluğa verilmiştir. Allah’ı (cc)<br />
bilmenin, tanımanın Mecnun yolu, divan edebiyatının asıl<br />
marifet anlayışı olmuştur. Çünkü Mecnun görünüşte Leyla’nın<br />
aşkından çöllere düşdüğü izlenimini verse de sırrı iyi<br />
saklayan ancak söylemek icap ederse onu insanlara değil,<br />
• 7 Narlı Mehmet (2013). Edebiyat ve delilik. Ankara: Akçağ yayınları,<br />
s.59<br />
• 8 Ebu’l Kasım en-Neysaburi. Akıllı deliler, s.80<br />
• 9 Hakverdioğlu Metin (2012). “Fuzulide aşk ve aşık kavramı”. The<br />
Journal of Academic Social Science Studies. Volume 5, Issue 1, February,<br />
s.132<br />
flesh and bones in dervishes, turkish popular poet-singers,<br />
Majnun and Karam.<br />
Ottoman poetry plays the role of love image with on the one<br />
hand Majnun and Leyli, on the other hand Züleyha and Yusuf.<br />
“Ottoman poetry tells you about not insanity but love.<br />
Love is not the resulf of insanity, the insanity is not the resulf<br />
of love; insanity is inherent in love.” 7 Because Allah is the<br />
source of all kinds of beauty with his beauty and perfection,<br />
also he loves all kind of music.<br />
Ottoman poets do not envisage being crazy without Majnun<br />
who is mad for the sake of Leyli. Majnun, which is the name<br />
substituting for the madness in the ottoman, dervish and<br />
folk literature, is only minstrel making his real name forget.<br />
En-Neysaburi writes: “He became so famous with his<br />
madness that his name replaced with the madness. It is<br />
not taking place that he is called with his name and people<br />
say something out of spite to this father. “ 8 The fact that he<br />
earns so much fame is because of the fact that his name<br />
turns into religious devotion. In that respect; Yusuf, Züleyha,<br />
Vamık and Esra who fall in love with Allah do not have a<br />
place as much as Majnun.<br />
Minstrels are not just men. Züleyha’s (Zeliha) who is as a<br />
woman figure becomes mad because of the strength of her<br />
love in our classical poetry should be remembered with her<br />
reputation extending to the Qur’an. Even if her name is not<br />
passed in the Surah Yusuf described as the most beautiful<br />
and incongruous surah in the Qur’an, the woman that has<br />
always been commited to existence is Züleyha. Actually,<br />
Züleyha is a Persian name in the Ottoman literature or Zeliha<br />
is Arabic form of this name and this woman known as<br />
Zeliha passes from human love to divine love. As a matter of<br />
fact, this woman who passes from human love to divine love<br />
breaks the idols she worshiped and finds true love inside of<br />
her. Breaking the idols is for her to saved from material love,<br />
to be enlightened from divine love and to experience real<br />
love. Ultimate union is the last destination to which both<br />
human love an divine love will arrive. A meaning attributed<br />
to the ultimate union is different. Reuniting is known as the<br />
ultimate union in the Ottoman literature stating metaphorical<br />
love. Ultimate union means passing from mortality to<br />
perpetuity in sufi literature expressing divine love.<br />
As a matter of fact, Hallac Mansur described “divine love” in<br />
his book “Kitabut-tavasin” that Yakiyn also the same meaning<br />
and root as yakin (near) is a concept divided to three<br />
such as ilme’l-yakin (knowledge of certainty), ayne’l-yakin<br />
(essence of certainty) and hakke’l-yakin (truth of certainty).<br />
The last wish of minstrel is to disappear. Hallac Mansur is<br />
• 7 Narlı Mehmet (2013). Edebiyat ve delilik. Ankara: Akçağ yayınları,<br />
p.59<br />
• 8 Ebu’l Kasım en-Neysaburi. Akıllı deliler, p.80
Yazılı Edebiyatın Mecnunu, Sözlü Kültürün Keremi<br />
Manun of Written Literature, Karam of oral Literature<br />
241
Common Heritage<br />
242<br />
Ortak Miras<br />
semaya, kuşlara, hayvanlara, rüzgara söyleyen aşık tipidir.<br />
Bu durum hem Ali Şir Nevai’de hem Fuzuli’de aynıdır. Aynıyla<br />
Kerem’in de Tahir’in de Garib’in de aniden delirmesi,<br />
buta alıp (bade içip) aşık olmalarına bağlanır. Diğer Türk<br />
halklarında (Türkmenlerde, İrak Türklerinde, Azerbycan ve<br />
Türkiye Türklerinde) da Keremin aşıklığı mecazi aşktan ilahi<br />
aşka doğrudur.<br />
Arap dilinde aşk anlayışını bildiren elliye yakın kelimenin<br />
olduğunu bildiren el Cevziyye “Aşıklar kitabı” adlı eserinde<br />
aşkın manası ve kullanıldığı yer hakkında geniş bilgi verir ve<br />
aşk kelimesini dil ve din bakımından izah edir 10 .<br />
Aşk sevginin son mertebesi olduğundan sevgi insanı tam<br />
olarak kendi hükmü altına alır 11 . Sufilere göre sevgi çeşitli<br />
türlere ayrılır ve en son mertebede de aşk durur 12 . En büyük<br />
aşk Allaha olan sevgidir. Nitekim bunu Yunus Emre de bir şiirinde<br />
şöyle dile getirmiştir.<br />
Aşkun aldı benden beni<br />
Bana seni gerek seni<br />
Ben yanaram düni güni<br />
Bana seni gerek seni<br />
Ne varlığa sevinürem<br />
Ne yokluğa yirinürem<br />
• 10 İbnu’l Kayyum el Cevziyye (2004). Aşıklar kitabı. Çeviren<br />
S.Kocabaş-F.Demirkıran. İstanbul: Şule yayınları, s.52<br />
• 11 Topçu Nurettin (1977). “Aşkın halleri”. Hareket, sayı 77, Mayıs, s.16<br />
• 12 Uludağ Süleyman (1996). Tasavvuf terimleri sözlüğü. İstanbul:<br />
Marifet yayınları, s.59<br />
the first person who explains love in this way 9 . It is evident<br />
that passing from metaphorical love to divine love refers to<br />
the relation between devotion and being Majnun, but the<br />
superiority has always been given to Majnun. The main concept<br />
in Ottoman literature is to know Allah and understand<br />
the way of being Majnun. Because; Majnun is a kind of minstrel<br />
that keeps the secret well but tells it to the sky,birds,<br />
animals, wind but not the people in case of necessity, even<br />
if he seems to go to the desert due to his love to Leyli. This<br />
situation is the same in both Ali Şir Nevai and Fuzuli. In the<br />
same way, the sudden madness of Karam, Tahir and Garib<br />
is related to fall in love after they are drunk wine by the<br />
founder of sufi. In other Turkic peoples (in Turkmen, Iraqi,<br />
Azerbaijan and Turkish Turks), the love of Karam is from<br />
metaphorical love to divine love.<br />
In El-Cevziyye’s book entitled “ Aşıklar kitabı “ which, informs<br />
that there are nearly fifty words meaning love in Arabic language,<br />
he gives extensive information about the meaning<br />
and using of the word ‘’ love’’ and explains the word ‘’ love’’<br />
in terms of language and religion in. 10<br />
Because love is the last stage of the affection, love subjugates<br />
the person completely. 11 According to the Sufis, love<br />
is divided into various kinds and love halts in the last or-<br />
• 9 Hakverdioğlu Metin (2012). “Fuzulide aşk ve aşık kavramı”. The<br />
Journal of Academic Social Science Studies. Volume 5, Issue 1, February,<br />
p.132<br />
• 10 İbnu’l Kayyum el Cevziyye (2004). Aşıklar kitabı. Çeviren<br />
S.Kocabaş-F.Demirkıran. İstanbul: Şule yayınları, p.52<br />
• 11 Topçu Nurettin (1977). “Aşkın halleri”. Hareket, number 77, May, p.16
Aşkunıla avunuram<br />
Bana seni gerek seni 13 .<br />
Aşıkların marifeti<br />
Aşıkların marifeti kendi içinde gizlilik ve açıklık-rüsvalık<br />
bağlamında bir nevi farklılaşma göstermektedir. Marifet<br />
bakımından ister halk isterse de divan ve tasavvuf edebiyatında<br />
aşkın gizliliği, açık-saçıklığından daha üstün olarak<br />
görülmüştür. Çünkü asıl marifet aşkı göstermekte, aşıkın<br />
sevgisinin ne kadar ilahi olduğunu belirtmekte değil, onu<br />
başkalarından saklayabilmekte, gizletmektedir. Ancak aşk<br />
doğası itibariyle gizli olanı ortaya çıkaran, vadedileni ifşa<br />
edendir. Nitekim Hallac Mansur da, Seyyid Nesimi de, Şeyh<br />
Gahgaha da, Hamza Bali de Allah’a olan sonsuz aşklarını<br />
gizli tutmakta zorluk çektiler ve gizli olanı açığa vurdular ve<br />
bu bedeli canlarıyla ödediler. Her ne kadar aşık halıni başkalarından<br />
saklamağa çalışsa da aşkın şiddetinden istemeden<br />
rüsva olursa, kırlara kaçırsa, tenhalığa çekilirse, bu, yine<br />
de aşkın bilinmesi, aşıkın aşkı ile seçilmesi, meşhur olmasıdır.<br />
Halk ozanlarına, klasik divan şairlerine göre bütün bunlar<br />
nefse delalet ettiğinden melameti marifetince hoş görülmez.<br />
Aşkını gizli saklayansa ne Mecnun ne de Keremdir, o<br />
meczubluk makamındadır. “Leyla’ya; “Senin Mecnun’a olan<br />
sevgin mi daha büyük, yoksa Mecnun’un sana olan sevgisi<br />
mi daha büyük?” denilmiş. Leyla; “Benim ona olan sevgim”<br />
demiş. Ona; “Nasıl?” denildiğinde, Leyla; “Çünkü onun bana<br />
olan sevgisi meşhur oldu; benim ona olan sevgim ise, gizli<br />
kaldı” demiş” 14 . Bu kelamda ilahi aşka müptela olmuş aşıkın<br />
marifeti yatmaktadır.<br />
Allahın karşısında en büyük makamlardan birinin muhabbetullah<br />
olması da aşıkın marifet makamında nerelere<br />
ulaştığından haber verir. Muhabbetullahda bir ikilik söz<br />
konusudur, yani sen varsın ki muhabbet ediyorsun, marifetullahta<br />
ise O var, sen yoksun 15 . İlahi aşkla çırpınanlar muhabbetullahdan<br />
geçip marifetullahda karar kılanlardır. Her<br />
şeyin O olması, aşıkın varacağı son menzildir. Kulun, Allah<br />
aşkı ile yanması, Allah’ı bilmesi aşkın marifet makamıdır. Ve<br />
bu marifet makamı cünunda, mecnunda, meczubda vardır,<br />
ancak her birinde bir az farklı hal ve durumda gerçekleşir.<br />
Nitekim aşık ilahi güzellik karşısında aklını yitirip Mecnun olduktan<br />
sonra sır kapıları açılır. Tasavvuf ehline göre aşkın ve<br />
hayretin getirdiği delilik akılla gidilecek sınırlı yolun yetersiz<br />
olduğunu göstermek içindir. Bu yetersizlikte aklın emir ettiği<br />
vacibatlar arka plana geçirilir. Nitekim mecnun gibi meczub<br />
da dini emir ve yasaklara amel etmez ve onlardan sorumlu<br />
da tutulmaz. Çünkü onların en büyük ibadetleri aşklarıdır.<br />
Aşıkların ibadeti Hakk’a olan ilahi aşklarıdır.<br />
• 13 Özmen İsmail (1998). Alevi-bektaşi şiirleri antolojisi. C.1, Ankara: TTK<br />
basımevi, s.76<br />
• 14 Ebu’l Kasım en-Neysaburi. Akıllı deliler, s.81<br />
• 15 https://www.facebook.com/islam.gulleri.../63797924288286.<br />
der. 12 The greatest love is love with Allah. As a matter of fact,<br />
Yunus Emre expressed this in a poem of him:<br />
Aşkun aldı benden beni<br />
(Your love has wreted me away from me)<br />
Bana seni gerek seni<br />
(You are the one I need, you are the one I crave)<br />
Ben yanaram düni güni<br />
(Day and night I burn,gripped by agony)<br />
Bana seni gerek seni<br />
(You are the one I need, you are the one I crave)<br />
Ne varlığa sevinürem<br />
(I find no great joy in being alive)<br />
Ne yokluğa yirinürem<br />
(If I cease to exist, I would not grieve)<br />
Aşkunıla avunuram<br />
(The only solace I have is your love)<br />
Bana seni gerek seni 13 .<br />
(You are the one I need, you are the one I crave)<br />
Knowledge of Minstrels<br />
The knowledge of minstrels shows a kind of differentiation<br />
in the context of privacy and certainty-rationality. The privacy<br />
of love is seen as superior to certainty-rationality in<br />
terms of its knowledge both in folk literature and ottoman<br />
or sufi literature. Because the only thing that matters is to<br />
show the love; to hide it from other; to keep it for himself and<br />
not to mention how the love divine is. But the love reveals<br />
intrinsically what is hidden and discloses the promised. As a<br />
matter of fact; Hallac Mansur, Sayyid Nesimi, Sheikh Gahgaha<br />
and Hamza Bali also had difficulty in keeping infinite<br />
love to God hidden and they revealed their hidden love and<br />
paid them with their souls. Even if he tries to hide his love<br />
from others, gets rid of the strenght of the love unintentionally,<br />
gets away in the countryside and becomes distant;<br />
it is still known that the minstrels come to be known with<br />
their love. According to the folk poets and classical ottoman<br />
poets, the reproach is not tolerated by the knowledge of<br />
love because all of these point to the human soul. The one<br />
who keep his love hidden is neither Majnun nor Karam, he<br />
is in divine madness. Someone asks Leyli whether your love<br />
to Majnun is bigger or the love of Majnun to you is bigger.<br />
Leyli answers that her love to him is bigger. Then he asks<br />
her again: How? She answers that my love to him is hidden,<br />
but his love to me becomes famous. 14 In this dialogue, the<br />
wisdom of divine love is seen. The fact that one of the greatest<br />
authorities in the face of God is Muhabbetullah (Love<br />
• 12 Uludağ Süleyman (1996). Tasavvuf terimleri sözlüğü. İstanbul:<br />
Marifet yayınları, p.59<br />
• 13 Özmen İsmail (1998). Alevi-bektaşi şiirleri antolojisi. C.1, Ankara: TTK<br />
basımevi, p.76<br />
• 14 Ebu’l Kasım en-Neysaburi. Akıllı deliler, p.81<br />
Manun of Written Literature, Karam of oral Literature<br />
243<br />
Yazılı Edebiyatın Mecnunu, Sözlü Kültürün Keremi
Ortak Miras<br />
Common Heritage<br />
244
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />
accusa quo quunt.<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />
quo quunt.<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
Manun of Written Literature, Karam of oral Literature<br />
245<br />
Yazılı Edebiyatın Mecnunu, Sözlü Kültürün Keremi
Common Heritage<br />
246<br />
Ortak Miras<br />
Mecnun da Kerem de tasavvuf yoluna girmediklerinden,<br />
tarikat edeb-erkanını, sülukunu tamamlamadıklarından ani<br />
bir hal durumuyla, genelde Allah’ın (cc) Esmaü’l-Hüsna’sının<br />
tesellisi karşısında cezbeye kapılıp sürekli cezbe halinde<br />
kaldıklarından gerçek aşıktırlar. Onlara aldıkları manevi feyzi<br />
yidirip hazim ettirecek yol gösterenleri, yani mürşidleri olmadığı<br />
için akılları başlarından gider, bir anlık tecelli onları<br />
sarhoş eder, bir nevi deli olurlar. Sürekli kendilerinden geçtiklerinden<br />
hem mecnunlar hem meczublar hem de keremler<br />
irşad yetkisine sahip değiller. Hatta halk hikayesinin aşık<br />
kahramanları – Kerem’i, Garib’i, Tahir’i haldan hale düşdüklerinden<br />
makam ehli değillerdir. Çünkü irşad için düzenli,<br />
ayık kafalı olmak lazımdır. Oysa Mecnun da Kerem de sürekli<br />
halden hale düşmektedirler. Buna rağmen klasik edebiyatın<br />
Mecnun’uyla halk hikayesinin Kerem’i arasındaki yakınlığa<br />
bakmaksızın aralarında ince bir fark da vardır. Çünkü Kerem<br />
halk hikayelerinin en meraklı aşık kahramanıdırsa, Mecnun<br />
da isimleşerek klasik edebiyatın aşık sembolüne çevrilmiştir.<br />
Nitekim Orta Çağ yazarlarından biri delilerden bahseden<br />
eserinde mescidin kapısında çıplak duran ve sürekli “enel<br />
mecnun Allah” (Ben Allahın mecnunuyam) diyen birini örnek<br />
olarak sunar 16 .<br />
Aşıkın Mecnun zirvesindeki marifet etmenin denemesi olan<br />
Fuzuli mesnevisi, Allah’ı bilmenin mecnunluk marifetini işlemiştir.<br />
Ancak Fuzuli de mecnunluğun yeterli olmadığını<br />
anlamış olmalıdır ki:<br />
Mende Mecnun’dan füzun aşıklık istedadı var<br />
Aşık-ı sadık menem Mecnun’un ancak adı var 17 .<br />
demeğe mecbur olmuştur. Mecnun’un ancak adı var, hükmüyle<br />
Fuzuli en yüce mertebenin aşık-ı sadık olduğunu belirtmiştir.<br />
Çünkü şaire göre, Mecnun önce arif, sonra Mecnun<br />
olmalıdır. Mecnun’sa divanedir, yani anlamına varmadan<br />
haraket eden, işler yapan biridir. O bakımdan tasavvuf edebiyatında<br />
Yusuf’un aşkı aşık-ı sadıka bir örnektir. Nitekim<br />
Kuranda ahsenü’l-kıssas (kıssaların en güzeli) olarak nitelendirilen<br />
Yusuf Suresinde Hz.Yusuf bütün hayatını Allah’ın<br />
sevgisi ve himayesi altında geçirmiştir. Onun diğer insanlardan<br />
farkı bu fitri meylini haram olarak hayata geçirmemesidir<br />
18 . Yusuf’un “Günah işlemekten Allah’a sığınırım” (12/23)<br />
demesi, onun Allah sevgisinin (ilahi aşkın), haram sevgiden<br />
üstün olduğunu göstermesidir. Yusuf onu beşeri hem de<br />
şehvani bir aşkla seven Züleyha’nı geri çevirmesi de bu yüzdendir.<br />
O zamana kadar ki Züleyha da şehvani, beşeri aşktan<br />
kurtularak ilahi aşka kadar yüzelir. Yalnız o zaman Yusuf<br />
onu kabul edir.<br />
• 16 Dols Michael W. Mecnun, s.476<br />
• 17 Füzuli (1958). Eserleri, C.I. Bakü: Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası<br />
, s.139<br />
• 18 Kırca Celal (1990). Kur’an ve insan. İstanbul: Marifet yayınları, s.127<br />
of Allah) informs where the minstrel reaches in the position<br />
of knowledge of love. There is a duality in Muhabbetullah<br />
(Love of Allah); that is to say, you are talking in that you are<br />
there. But, in Marifetullah (Knowledge of Allah) there he<br />
is, not you. 15 Those who have divine love determine to be<br />
in Marifetullah (Knowledge of Allah) by passing from Muhabbetullah<br />
(Love of Allah). Because He is everthing, He is<br />
the final destination of love. Besides, this knowledge is seen<br />
in every maqam such as cünun, majnun and meczub; but it<br />
occurs in every maqam in a different shape and situation. As<br />
a matter of fact, the secret doors are opened after Majnun<br />
is lost his mind in the face of the divine beauty. According to<br />
Sufi, the madness of love and amazement is meant to show<br />
that the limited way that is gone with mind is inadequate. In<br />
this inadequacy, things that need to be done at the behest<br />
of mind are pushed into the background. As a matter of fact,<br />
meczub does not act on religious orders and prohibitions<br />
like majnun and is not responsible for them either. Because<br />
their greatest worship is their love. The minstrels’ worship is<br />
the divine love to Allah.<br />
Because both Majnun and Karam did not enter the path of<br />
mysticism, dealt with invocation, worship and contemplation<br />
by taking a quiet place in a sudden situation and being<br />
in a mystical contemplation in the face of the beautiful<br />
names of Allah for good and all; they are real minstrels.<br />
They lose their mind because they do not have any guide or<br />
mentor who show way them to face up to the sentimental<br />
advance and they become like a mad or drunk due to a momentary<br />
transfiguration. Because they have always passed<br />
through themselves, neither majnun nor meczub nor karam<br />
have the power of irşad(act of showing the true path). Even<br />
the minstrels of the people’s story such as Karam, Garib and<br />
Tahir are not competent because they have changed their<br />
moods. Because you have to be conscious for irşad(act of<br />
showing the true path). However, Majnun and Karam have<br />
changed their moods constantly. Although there is a subtle<br />
difference regardless of the closeness between Majnun in<br />
classical literature and Karam in folk literature.While Karam<br />
is the most curious minstrel of folk literature, Majnun is the<br />
symbol of minstrel in classical literature. Indeed, one of the<br />
writers of the Middle Ages mentions the madness in his work<br />
and presents an example of a person who stands naked at<br />
the door of the mescid and says constantly “enel majnun<br />
Allah”( I am majnun of Allah). 16<br />
Mesnevi of Fuzuli,which is a test of knowledge in the love of<br />
Majnun, takes place the knowledge of God. However, Fuzuli<br />
should understand that being Majnun is not enough:<br />
I have much more features of minstrel than Majnun<br />
• 15 https://www.facebook.com/islam.gulleri.../63797924288286.<br />
• 16 Dols Michael W. Mecnun, p.476
Aşık-ı sadık elest bezminde verdiği sözü, sevgi ile bağlanacağı<br />
Rebbini bilendir. Dolayısıyla vadine, yani ilahi aşkına<br />
sadıktır. Hiçbir dünya güzeli onu sadıklık mertebesinden<br />
indiremez. Aslında Mecnun da Kerem de beşeri aşktan geçerek<br />
sonunda sadık mertebesine ulaşmış olurlar.<br />
Klasik şiirden çıkarılan sonuca göre Mecnun aklın rehberliğine<br />
sığınacak olsaydı beşeri Leyla’ya kavuşma yolunda<br />
hiç bir engeli kalmazdı, en azından Kabe’de Allah’a yalvarar<br />
iyileşer ve sevgilisine kavuşardı. Ancak o, bilerekten aklı,<br />
sağduyuyu terk etmiş, seçimini sevgiliden, yani beşeri Leyla’dan<br />
yana değil, ilahi aşktan yana kullanmıştır. Çünkü Mecnun’un<br />
vecd halinde olması, aklın dışında olmasıdır ki bu<br />
da imanın ulaştığı en yüce makamdır. Mecnun’un marifeti<br />
imanı akılla değil, vecdle bulmasındadır. Bu imanda ikilik<br />
asla kabuledilmezdir.<br />
Ol zahm eseri görindi mende<br />
Biz bir ruhuz iki bedende<br />
Bizde ikilik nişanı yoktur<br />
Her birinin özge canı yoktur<br />
Sen sanma ki oldur ol menem men<br />
Bir can ile zindedir iki ten 19 .<br />
• 19 Füzuli (1958). Eserleri, C.II. Bakü: Azerbaycan SSR Elmler<br />
Akademiyası, s.169<br />
I am a faithful minstrel, Majnun has just a name 17 .<br />
He had to say as in the above. Majnun has a name; however,<br />
Fuzuli has stated that being a faithful minstrel is the highest<br />
maqam. Because according to the poem, Majnun should be<br />
first wise and than be Majnun. But Majnun is mad; that is to<br />
say, he is the one who moves without making sense. In that<br />
respect, Yusuf’s love is an example of loyal love in Sufi literature.<br />
As a matter of fact, Prophet Yusuf has spent his whole<br />
life with the love and under the auspices of Allah in Surah<br />
Yusuh that is described as the most beautiful of section in<br />
the Quran. His difference from other people is that he does<br />
not put his natural desire into practice as haram (is used to<br />
refer to any act that is forbidden by Allah) 18 . Prophet Yusuf’s<br />
saying ‘’ I seek refuge in Allah!’’(ayat 12/23) shows that his<br />
divine love is superior to haram love. This is the reason that<br />
Yusuf rejects Züleyha, who has human love and sensual<br />
love. After all, Züleyha turns towards divine love by getting<br />
rid of human and sensual love. Only then Yusuf accepts her.<br />
The faithful minstrel is the one who has knowledge of Allah<br />
that he connected with love and promise given at the<br />
bezm-i elest (at the time of creation of all the souls that will<br />
ever be born). Therefore, he is faithful to the promise and<br />
divine love. Any outstanding beauty does not hinder him<br />
from devotedness. In fact, Mecnun and Karam also pass<br />
• 17 Füzuli (1958). Eserleri, C.I. Bakü: Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası<br />
, p.139<br />
• 18 Kırca Celal (1990). Kur’an ve insan. İstanbul: Marifet yayınları, p.127<br />
Manun of Written Literature, Karam of oral Literature<br />
247<br />
Yazılı Edebiyatın Mecnunu, Sözlü Kültürün Keremi
Common Heritage<br />
248<br />
Ortak Miras<br />
Mecnun’la ilgili Arap rivayetlerinde bu durumu aydınlatacak<br />
bir yer var: “Mecnun’a; “Leyla’yı seviyor musun?” denilmiş.<br />
Mecnun; “Hayır” demiş. Ona “Niye?” denilmiş”. Mecnun;<br />
“Çünkü sevmek görmek için bir behanedir. Behane de düşmüştür,<br />
artık Leyla bendir, ben de Leylayım” demiş” 20 .<br />
Aşkıkların içmeden de sarhoşane, aptalane tavırları vardır.<br />
Mesela, Kerem’in 32 dişini çektirmesi, Mecnun’un aşkın<br />
belasına daha şiddetle düçar olması hakkındaki duası,<br />
Kayğusuz Abdal’ın Abdal Musa’nın bir sözüne göre beylik<br />
makamını terk edip başka bir aleme düşmesi aslında maddi<br />
alemden marifet dünyasına geçmektir. Aşk sarhoşluğu vahdet<br />
meyinden içip mest-i elestten bu yana ayılmayan aşıka<br />
hayret getirir, Hüsnü Mutlak’ın tecellasında eriyip hayal<br />
olur, İlahi ile gerçek birleşme, kavuşma baş verir. Nitekim<br />
Mecnun’un hal ve tavırları da bir sarhoşu andırır.<br />
Tasavvufi bir makam olan hayret kulun yalnız ilahi güzellik<br />
karşısında düştüğü halıdir. İlahi güzelliğin bu hayret doğuran<br />
marifeti kulun hayret içinde kalmasına neden olur. Hayret<br />
anı marifetin son aşamasıdır ve bu aşamada ehl-i irfan<br />
vahdete kavuşmuş olur. Hayretin doğurduğu marifet nihayetinde<br />
kulu Hakk’a, aşığı maşuka ulaştırır. Kerem Aslının<br />
aşkı ile hayret içinde olduğu içindir ki beşeri Aslı’ya kavuşamır,<br />
çünkü ilahi maşukla artık kavuşmuştur. Aşıkın iki defa<br />
kavuşma yaşamayacağı ilahi aşkın tabiatı gereğidir ki buna<br />
can atan vücut yanıp kül olur. Bu hayret, ilahi aşk halıdir ki<br />
aşığı fenafillah makamına yerleştirmiştir. Fenafillah maka-<br />
• 20 Ebu’l Kasım en-Neysaburi. Akıllı deliler, s.86<br />
through human love and eventually reach a loyal station.<br />
According to the result of classical poetry; there are not any<br />
obstacles in reaching Leyli as a human love, if he is under<br />
the guidance of his mind. At least, he begs and prays to Allah<br />
for his love in the Kaaba. However, he has deliberately<br />
abandoned the knowledge and common sense, then he<br />
takes his choice in divine love, not human love or Leyli. Because<br />
Majnun is in the form of vecd (trance), he is out of the<br />
mind, which is the supreme maqam that faith has attained.<br />
Duality in this belief is never admissible.<br />
Ol zahm eseri görindi mende (There is a wound in me)<br />
Biz bir ruhuz iki bedende (We are one soul and two bodies)<br />
Bizde ikilik nişanı yoktur (There is not duality in us)<br />
Her birinin özge canı yoktur (Both have not got improper<br />
spirit)<br />
Sen sanma ki oldur ol menem men (Do not think that it will<br />
be what you say)<br />
Bir can ile zindedir iki ten 19 . (Two bodies are in one soul)<br />
There is a place to illuminate this situation about Majnun<br />
in Arabic narrations: “Majnun’a; “Do you like Leyla?” was<br />
asked to Majnun. He said “no”. They asked “Why?”. Majnun<br />
answered “Because love is an excuse to see. Anymore there<br />
is no excure. Leyli is me and I am Leyli.” 20<br />
Minstrels are in a stupor mood without being drunk. For example;<br />
Karam’s having his 32 teeth pulled, Majnun’s prayer<br />
about having much stronger love and Kaygusuz Abdal’s<br />
chosing divine love to human love with a word of Abdal<br />
Musa. Euphoria of victory is miraculousness for the minstrel<br />
that drinks the wine of unity and has come to himself since<br />
Mest-i Elest (be in trance with Allah in the bezm-i elest that<br />
is the time of creation of all the souls that will ever be born).<br />
He remains as a memory in the fate of Allah and then the divine<br />
and real unity is occured. As a matter of fact, Majnun’s<br />
attitudes and behaviors resemble the drunks.<br />
Astonishment, which is a sufistic station, human being<br />
shows in view of divine beauty. This divine beauty causes<br />
the human be lost in amazement. Astonishment is the final<br />
part of wisdom and ehl-i irfan (a person who has knowledge<br />
of Allah) reaches the unity. This wisdom lets human being<br />
reach to Allah and minstrel to the beloved. Because Karam<br />
is astonished with the love of Aslı and so he has not reached<br />
his human love. That is to say, he reaches his divine love<br />
anymore. This is the natural for the divine love that the minstrel<br />
has not reached to the divine love for two times and<br />
that person burns away. This astonishment is the nature of<br />
divine love and puts the minstrel in the situation of Fena-<br />
• 19 Füzuli (1958). Eserleri, Vol.II. Bakü: Azerbaycan SSR Elmler<br />
Akademiyası, p.169<br />
• 20 Ebu’l Kasım en-Neysaburi. Akıllı deliler, p.86
mında olan aşık, varlıktan çok surete, cismden çok hayale<br />
benzer. Hayret Mecnun’un da Kerem’in de bu yoldan, yani<br />
suretten geçip Hakk’a ulaşma makamıdır. İlahi aşkın gücünden<br />
hayrete düşüp şaşıran, kendini bilmez duruma gelen<br />
aşıka tasavvuf edebiyatında hem de divane derler.<br />
Hayret genel hatlarıyla “kalbe gelen bir tecelli sebebiyle<br />
salikin düşünemez ve muhakeme edemez hale gelmesidir.<br />
Hayret ya delilde olur, ya da medhulde. Allahın varlığını ispatlayan<br />
delilde hayrete düşmek zındıklık ve mülhidliktir.<br />
Medhulü, yani delille varılan Hakk’ın tecellilerini temaşada<br />
hayrete düşmük sıddıktır.” 21 anlamında bir tasavvufi mertebedir.<br />
Kerem’in, Mecnun’un, Züleyha’nın, Ferhad’ın marifet<br />
makamı aslında ilahi aşktan kopan hayrete dayanır.<br />
Saz şairlerinin icra ettiği halk hikayeleri, divan edebiyatı,<br />
tekke şiiri yalnız tasavvufi aşıklığın – mecnunluğun, keremliğin,<br />
meczubluğun marifetini terennüm etmekten ibarettir,<br />
çünkü aşıkların marifeti saliklerin marifetinden farklıdır. İlahi<br />
aşıklık aşk deliliği, aşk sarhoşluğudur ve aşıkın maşuk önünde<br />
hayretidir, çünkü Mecnun da, Kerem de, meczub da aşk<br />
hastası, yani aşkın kendisidirler. İlahi aşk ehli haldan makama<br />
(halk edebiyatında kandan mekana) geçtikleri, belli<br />
bir makamda karar tuttuktan, temkin ehli olduktan sonra<br />
asıl aşıklık yolunu bulmuş olurlar, başka bir deyişle fenadan<br />
bekaya geçit yapırlar. Asıl aşık, fena fi’l-hak (fenafillah)<br />
merhalesine ulaşmış, aşk yolunda marifeti geçerek, en son<br />
varacağı merhale olan Hak’ta erimiş, Hak da onu muvafık<br />
gördüğü mertebeye ulaştırmıştır. Her ne kadar aşıkların irşad<br />
yetkisi olmasa da onlar fenada noksanlarının sonunu<br />
görüp bekada kemalini diriltmişler. O nedenle fena, Allah’ın<br />
zatı hariç onun bütün sıfatları ile bir olmaktır. Çünkü kalbi<br />
fena bulmuş aşık ilahi nurun mazharı olmuştur. Mecnun da,<br />
Kerem de, meczub da benlik şuurunu kaybederek onun yerine<br />
Allah’ın ebedi aşkını koymuşlar. Zira “aşkın güzellikleri<br />
yalnızca deliler için vardır” 22 .<br />
Aşıkın marifeti onun aşkının aklının karşısında yer almasıdır,<br />
çünkü aklın enstrümanı ilmdir, aşkınki ise ruhtur. Keremler<br />
ve Mecnunlar aşkı ve ona ulaşma yolu olan ruhu tercih edip<br />
aklı ve ilmi kabul etmezler. Mecnunluk aklın kontrölünü inkar<br />
ettiği için bela yolunda çileden çekinmediği gibi rüsvalıktan<br />
da kaçınmaz, aşkını dile getirmekten geri durmaz. O<br />
bakımdan istese de istemese de toplumda seçilir, bilinir. Bu<br />
da aşk marifetinin bir başka yönüdür.<br />
Sözlü edebiyatın Keremi<br />
Kerem halk hikayelerimizin ilahi aşka tutulmuş en büyük<br />
aşık simgesidir ve Mecnun’un halk edebiyatındaki varyantıdır.<br />
Dinler üstü bir aşkı savunan ve bu yolda fena olmağı<br />
• 21 Uludağ Süleyman (2002). Tasavvuf terimleri, s.162<br />
• 22 Dols Michael W. Mecnun, s.440<br />
fillah that is a term in sufism, meaning annihilation of the<br />
selfhood of the disciple in the spiritual state and presence<br />
of the Prophet Muhammad. The minstrel in the maqam of<br />
Fenafillah looks like in a dream, not in real life. This is the<br />
way for both Majnun and Karam in order to reach to Allah.<br />
The minstrel who is astonished because of the strength of<br />
the divine love is also called as ‘’divane’’ in sufi literature.<br />
As a result of astonishment, the pilgrim cannot think and<br />
reconsider due to the transfiguration. Being astonished in<br />
the evidence proving the existence of Allah is atheism and<br />
ungodliness. The person who is astonished in showing the<br />
appearance of Allah is faithful.” 21 The knowledge maqam<br />
of minstrels such as Karam, Majnun, Züleyha and Ferhad is<br />
based on the astonishment about divine love.<br />
The folk tales performed by poets, the divan literature, islamic<br />
poetry are only for singing gently the knowledge of<br />
divine love; being Majnun, Karam and Meczub. Because the<br />
knowşedge of minstrels are different from the knowledge<br />
of pilgrims. Divine love is to be love-besotted and mad because<br />
of love; besides, it is the astonishment of minstrels<br />
in the face of beloved. Becuase Majnun, Karam and also<br />
Meczub is the love. After they become competent, they find<br />
the way of love. The real minstrel reaches to the maqam of<br />
Fenafillah and arrives at the last maqam of Allah. Then Allah<br />
brings to the station which he considers that he is eligible.<br />
Although the minstrels do not have the authority, they have<br />
seen the end of the deficiencies in ‘’fena’’(means mystical<br />
death in sufism). Therefore, mystical death means being<br />
equal with the name of Allah except for his own. Because<br />
the minstrel who died before he dies reaches a good state<br />
in divine love. Majnun, Karam and also Meczub put the eternal<br />
love of Allah into the place of ego-consciousness. For as<br />
much as, ‘’the beauties of love are only for mad people.” 22<br />
The knowledge of love is that the love is in the face of his<br />
mind, because the instrument of the mind is knowledge and<br />
the instrument of the love is soul. People like Karam and<br />
Majnun prefer the love and soul that is the way reaching<br />
to Allah as well as they do not accept the mind and knowledge.<br />
Because Majnun denied the control of mind, he does<br />
not hesitate in the way of trouble, not refrain from disgrace<br />
and not shy away from expressing his love. In that regard,<br />
he is chosen and known by the society whether he wants or<br />
not. This is another aspect of knowledge of the love.<br />
Karam in Oral Literature<br />
Karam who falls in divine love is the greatest love symbol<br />
of our folk stories and is a variation of Majnun in folk liter-<br />
• 21 Uludağ Süleyman (2002). Tasavvuf terimleri, p.162<br />
• 22 Dols Michael W. Mecnun, p.440<br />
Manun of Written Literature, Karam of oral Literature<br />
249<br />
Yazılı Edebiyatın Mecnunu, Sözlü Kültürün Keremi
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />
accusa quo quunt.<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />
quo quunt.<br />
Common Heritage<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
250<br />
Ortak Miras
Yazılı Edebiyatın Mecnunu, Sözlü Kültürün Keremi<br />
Manun of Written Literature, Karam of oral Literature<br />
251
Common Heritage<br />
252<br />
Ortak Miras<br />
göze alan, sevgilisini hangi dinden olursa olsun ilahi aşka<br />
götüren bir güzel olarak ele alan Kerem’in aşkı Türk dünyasının<br />
çeşitli bölgelerinde Kırım’da ve Dobruca’da, Türkmenistan’da<br />
ve Özbekistan’da, Azerbaycan’da ve Anadolu’da,<br />
Bulgaristan’da ve Balkanlar’da, İran’da ve Horasan’da varlığını<br />
korumuştur. Hatta Kerem Türklerden komşu halklara<br />
Ermenilere, Gürcülere, bazı Dağıstan halklarına da geçmiştir.<br />
Din farkına dayalı aşk, kuru kafa, kendiliğinden yanarak<br />
kül olma, mecazi vuslata kavuşmama vs. Keremi, hikayenin<br />
yayıldığı bütün bölgelerde meşhurlaştırmıştır. O, dinler,<br />
mezhepler, tarikatlar üstü bir ilahi aşk kahramanıdır. Nitekim<br />
bütün varyantlarda Keşiş, kızını nişanlamağa mecbur<br />
olsa da sonradan onu alıp kaçır. Kerem’in Aslı’nın arkasınca<br />
gitmesi, en sonda kahramanların Allah’ın nezdinde ilahi<br />
aşkla sorunları aşarak birleşmeleri fiziki ölümleri ile gerçekleşir.<br />
O bakımdan ilahi aşk kodunun destani varyantı Türk epik<br />
geleneğinde Kerem’de, Mecnun’da, Tahir’de, Şah İsmayıl’da,<br />
Garib’de yeni kuramsal bir çerçevede ortaya çıkmıştır.<br />
Keremliğin, mecnunluğun simgeselleşmesi ilahı aşkın<br />
şiddetindendir. Bu şiddetten dolayıdır ki aşıkların dili anlaşılmır,<br />
halleri garibsenir, tavırları yadımsanır. Halk edebiyatında<br />
Kerem’in, Tahir’in, Abbas’ın, Valeh’in, Garib’in sınır<br />
tanımaz aşkı dilsel verilerde ilahi kökene bağlanır.<br />
Dilin rasyonel tarafından bakıldığında kavranamayacak bu<br />
kesik, dökük, rabıtasız cümleler, aşıkların başka bir halde<br />
olduklarını gösterir. Nitekim aşk destanında denildiği gibi;<br />
“Novruz düz on bir günden sonra özüne geldi. Bakdı ki atası,<br />
anası, gohum-agrabası hamı onun başına yığılıb. Novruz<br />
dedi:<br />
- Men derdimi dilnen desem, dilim yanar. Mene bir saz getirin”<br />
23 ,<br />
yahud başka bir destanda kahraman: “Bir ucu çömçe, bir<br />
ucu nimçe getirin derdimi deyim” 24 . Dille söylesem dilin yanar,<br />
mana bir başı çömçe, bir başı nimçe olan saz verin formülü,<br />
sözlü edebiyatta cezbenin etkisiyle anlaşılamayanın<br />
musikiyle, sazın kutsal diliyle anlaşılır kılınmasıdır. Divan şiirinde,<br />
tasavvuf edebiyatında aşkla ulaşılan bilgi ve hal, irfani<br />
ve tasavvufi yönlüdür. Bu, çalışmakla, okumakla iradeyle<br />
elde edilen bir bilgi ve hal değildir. Allah’ın bir lütfu (ihsanı)<br />
olan bu bilgi irfandır, hal da tasavvuf anlayışıdır, yalnız aşk<br />
yolçularına, sözlü edebi ürünlerde keremlere, tahirlere, yazılı<br />
edebiyatta ise mecnunlara, meczublara aittir.<br />
Sözlü edebiyatta aşıkların onlara aşk badesi içirmekle buta<br />
olarak verilmiş sevgiliye kavuşmaları, vuslatı tadmaları ilahi<br />
• 23 Azerbaycan dastanları (1965). C.I. Tertib edenler: E.Ahundov,<br />
M.H.Tehmasib. Bakü: Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası neşriyyatı, s.154<br />
• 24 Azerbaycan dastanları (1966). C.II. Tertib edenler: E.Ahundov,<br />
M.H.Tehmasib. Bakü: Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası neşriyyatı, s.116<br />
ature. Karam’s love, which advocates a suprareligious love,<br />
risks death before he dies and approaches his minstrel as<br />
a beauty that he brings to the divine love no matter which<br />
religion she is, continues to be in various parts of the Turkish<br />
world in Crimea and Dobruca, Turkmenistan and Uzbekistan,<br />
Azerbaijan and Anatolia, Bulgaria and the Balkans,<br />
Iran and Khorasan. Even, the idea of Karam has passed from<br />
Turks to neighboring peoples such as the Armenians, Georgians<br />
and some people in Daghistan. Love based on religious<br />
difference, death’s-head, burning within the hearth,<br />
failing to reach metaphorical convergence etc. have made<br />
Karam famous in all the regions where the story spreads. As<br />
a matter of fact, the monk is forced to engage his daughter<br />
in all variants, but later he takes her away. The fact that<br />
Karam follows Aslı and the union of the heroes at the end<br />
by overcoming problems with divine love in the presence of<br />
Allah are the result of her physical deaths.<br />
In that sense, the legendary variant of the divine love code<br />
has emerged in Karam, Majnun, Tahir, Shah Ismayil and<br />
Garib within a new theoretical framework in the Turkish epic<br />
tradition. The symbolism of being Karam and Majnun is because<br />
of the strenght of the divine love. It is because of the<br />
strenght that the language of minstrels is incomprehensible,<br />
the behaviour of the minstrels is regarded as strange<br />
and their attitudes are found odd. In folk literature, the limitless<br />
love of Karam, Tahir, Abbas, Valeh, Garib is connected<br />
to the divine root in linguistic expressions.<br />
These inverted, incoherent and unrecognized sentences<br />
which can not be grasped when considering on the rational<br />
part of language show that the minstrels are in a different<br />
mood. As it is said in the epic of love; “ After eleven days from<br />
the coming of Nawruz, he went to the heart of the matter.<br />
He looked that his father, mother, relatives and eveybody<br />
gathered at the head of him. He said Nawruz:<br />
- ‘’If I say: listen to my problem, I can not. But you give me a<br />
stringed instrument.’’ 23<br />
Or a her in another epic: “Give me a stringed instrument, I<br />
will complain.” 24 This shows us that the stringed instrument<br />
make the person more understandable by means of musical<br />
works with the effect of a mystical contemplation in oral literature.<br />
The information and situation that are reached with<br />
love in sufi literature and divan poetry are wise and sufistic.<br />
This is not an information obtained by means of studying,<br />
working and reading. This information that is a bounty of Allah<br />
is knowledge and the situation is also the comprehension<br />
of sufism. They belongs to only Karam and Tahir in the<br />
• 23 Azerbaycan dastanları (1965). Vol.I. Tertib edenler: E.Ahundov,<br />
M.H.Tehmasib. Bakü: Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası neşriyyatı, p.154<br />
• 24 Azerbaycan dastanları (1966). Vol.II. Tertib edenler: E.Ahundov,<br />
M.H.Tehmasib. Bakü: Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası neşriyyatı, p.116
aşkın bu dünyada gerçekleşmesidir. Kerem ve Kurbani gibi<br />
aşıklar istisna oluştururlar, vuslata erişmezler ve aşkın cezbesinin<br />
etkisiyle yüceldikleri marifet makamından inmezler.<br />
Aşk destanlarında buta (bade), aslında tamlık, vahdet remzidir.<br />
Butanı veren saki, derviş, mürşid, pir, Hz.Ali, Hz.Hızır<br />
aşıkı vahdete, başka bir deyişle ilahi aşka çağırır. Kerem de<br />
varyantlarda rüyada kızı görmekle, kızın elinden bade içmekle,<br />
kızla bahçede buluşmakla, avın arkasınca giderken<br />
kızla karşılaşmakla, kızın oturduğu evin camını bilmeden<br />
kırması üzerine kızı görüp bayılması vb. şekillerde aşık olur.<br />
Ancak bu çeşitlilik her iki gencin aşk hastalığına tutulması<br />
motifini askıya almaz.<br />
Aşk destanlarında bu vahdete Hak ile Hak olmak denildiğinden,<br />
ona ulaşmağa can atan kahramanz da Hak aşığı (yani<br />
Hakk’a aşık olmuş, Hak’tan başka hiçbir şeyi görmeyen, Hak<br />
deyip, Hak sözü ile konuşan vs.) denilir. Tanrı vergisi olan<br />
aşıklık aşk destanlarında bade içirilmekle buta vermek veya<br />
buta almak şeklinde tezahür eder. Butanın tamlık remzi olduğunu<br />
gösteren bir element de destanlarda aşk badesinin<br />
hem oğlana hem de kıza aynı anda içirilmesidir. İki birbirine<br />
kavuşmuş buta sembolik şekilde makro kozmosun işareti<br />
olarak değerlendirilir. Ayrı ayrılıkta tamlığı ifade edemeyen<br />
buta, birleştikte ebedi, ezeli varlığın işlevsel-semantik işaretine<br />
çevrilir. Bu halde aşk destanları cüzden küle, zerreden<br />
tama giden yol, ilahi aşkın halk varyantı özelliği taşır 25 .<br />
Bu ise halk hikayelerinde kandan mekana yolculuk gibi su-<br />
• 25 Bayat Fuzuli (2011). Türk tekke (tesevvüf) edebiyyatı. Bakü: Elm ve<br />
tehsil, s.353-354<br />
oral literature as well as Majnun and Meczub in the written<br />
literature.<br />
Coming together with his minstrel means in oral literature<br />
that the divine love becomes true in this world. The minstrels<br />
such as Karam and Kurbani make an exception, they<br />
can not reach the ultimate union and can not go down the<br />
maqaam of knowledge that they reach with the attraction<br />
of love. In fact, wine (‘’bade’’ in turkish) is the symbol of accuracy<br />
and unity. The wine giver, cupbearer, dervish, mentor,<br />
founder of an order, Prophet Ali, Prophet Hızır invite the<br />
minstrel to the divine love. Karam falls in love with her when<br />
he sees her in the diversion, he drinks wine with her hand,<br />
he meets with her in the garden, he chases his hunt, he<br />
breaks her window unwittingly. However, this diversity does<br />
not hinder the lovesickness of both of them.<br />
In love epics, the hero who want to reach to Allah is called<br />
as the minstrel of Allah because the unity is considered to<br />
be with Allah. Minstrel is seen in the love epics that he dwink<br />
wine (‘’bade’’ in turkish). An element which shows that wine<br />
is the symbol of accuracy is means that love wine is drunk<br />
both man and woman at the same time. It is also considered<br />
as the symbol of the macrocosmos. The love epics which is<br />
the way extending from a particle to unity has the characteristics<br />
of public variation of divine love. 25 This is presented<br />
as a journey from this world to the other world in the folk<br />
story.<br />
• 25 Bayat Fuzuli (2011). Türk tekke (tesevvüf) edebiyyatı. Bakü: Elm ve<br />
tehsil, p.353-354<br />
Manun of Written Literature, Karam of oral Literature<br />
253<br />
Yazılı Edebiyatın Mecnunu, Sözlü Kültürün Keremi
Common Heritage<br />
254<br />
Ortak Miras<br />
nulur.<br />
Kurbani’nin, Valeh’in, Kerem’in yolu kandan mekanadır. Mesela,<br />
Valeh ve Zernigar Destanı’nda Mesum efendi, Valehden seferinin<br />
nereye olduğunu sorar:<br />
“Mesum efendi Valehe selam verib dedi:<br />
- Oğlum, söyle görüm seferin haradı?<br />
Valeh selamı alıb erz etti:<br />
- Emi, seferim kannan mekanadı.<br />
Mesum efendi dedi:<br />
- Oğlum, kan kandı, mekan nedi?<br />
Aşık Valeh dedi:<br />
- Kan bu dünya, mekan da o dünyadı 26 .<br />
Sıradan insanların yeri kandır, mekan ariflerin, ölmeden<br />
önce ölenlerin, meczubların yeridir. Aslında, tasavvufta mekan<br />
kamil insanların makamıdır ve kan ve mekan kodu aşkın<br />
her kes için sade izahının halk hikayelerindeki varyantıdır.<br />
Mekan hem de Allah-u Teala katındaki menzillerin en yücesi<br />
olarak bilinir. Mekanda bulunan salik temkin ehlidir 27 .<br />
Kurbani, Kerem, Valeh o yüzden marifette Mecnun’dan<br />
üstündürler. Çünkü cezbe ve aşk yolunun yolcuları, şuttar<br />
• 26 Azerbaycan dastanları (1967). C.III. Tertib eden: E.Ahundov. Bakü:<br />
Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası neşriyyatı, s. 273<br />
• 27 Bax. Uludağ Süleyman. Tasavvuf terimleri, s.323<br />
The way of Kurbani, Valeh, Karam is from this world to the<br />
other world.For example:<br />
In Valeh ve Zernigar epic, Masum Efendi asks where the<br />
Valehdeh journey is:<br />
“Masum Efendi greet Valeh and says:<br />
- My son, how is your journey?<br />
Valeh takes his greetings:<br />
- Uncle, my journey is from this world to the other world.<br />
Masum Efendi says:<br />
- My son, what is the word ‘’kan’’, what is the word ‘’mekan’’?<br />
Minstrel Valeh says:<br />
- The word ‘’kan’’ means this world and the word ‘’mekan’’<br />
means the other world. 26<br />
The word ‘’kan’’ means this world is the place of ordinary<br />
person, but the word ‘’mekan’’ means the other world is the<br />
place of wise man, man dying before he dies and meczub. In<br />
fact, the word ‘’mekan’’ means the other world is the place<br />
of perfect human being. The code of ‘’kan’’ and ‘’mekan’’ is<br />
the variant of love for everybody in the folk stories. the word<br />
‘’mekan’’ which means the other world is known as the most<br />
high maqaam in the presence of Allah. The one who is in the<br />
‘’mekan’’ is pilgrim. 27<br />
• 26 Azerbaycan dastanları (1967). Vol.III. Tertib eden: E.Ahundov. Bakü:<br />
Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası neşriyyatı, p. 273<br />
• 27 Bax. Uludağ Süleyman. Tasavvuf terimleri, p.323
meşrebliler ve büyük ölçekte melami-kalenderi meşrebliler<br />
temkin ehlidirler. Halk edebiyyatındaki Hak aşıkı başlangıçta<br />
haldan hala düşmesiyle telvin ehli olsa da, mekana can<br />
atmakla temkin ehli olmağa hazırlanır. Hak aşığının sabrı,<br />
çilesi, Hakk’ın sınavlarına boyun eğmesi onun temkin ehli<br />
olacağına işarettir. Telvinde bir ikilik sezilse de temkinde<br />
aşık ikilikten kurtulma yolunda ilerlemektedir ve ilahi vuslata<br />
kavuşmaktadır. Aşık mekana yerleşip temkin ehli olduktan<br />
sonra kendini görmez, yalnız Hakk’ı görer. Bu makamda<br />
temkin ehli elest bezmindeki vermiş olduğu sözü ve kalu<br />
bela vadini hatırlar.<br />
Mecnunla Kerem karşılaştırması<br />
Orta Asya’da, Azerbaycan’da, Anadolu’da, İrak’ta, hatta<br />
Balkanlar’da yayılan Kerem ile Aslı hikayesi ilahi aşkın halk<br />
sufizmi varyantıdır. Tıpkı diğer aşk destanlarında olduğu gibi<br />
Kerem marifeti bakımından sadece Mecnun’dan değil, divan<br />
şiirinin bütün aşık tiplerinden üstündür. Onun saz şairlerinin<br />
meclislerinde bu kadar çok icra edilmesinin başlıca<br />
sebebi aşkının Keremliğe (yani Mahmudluğa) dayanmasına<br />
göredir.<br />
Divan şiirinde geniş kullanım alanı olan Mecnun’a karşılık<br />
halk edebiyatında Tahir ile Zühre, Kerem ile Aslı, Garib ile<br />
Şasenem, Elif ile Mahmud, Abbas ile Gülgez, Arzu ile Kamber<br />
vardır ki bunlar ilahi aşkın delileridirler ve bütün hallerde<br />
birinciler her ne kadar aktif görünseler de ikincilerin gizli<br />
olan aşkına göre değerlidirler. Halk tahayyülünde tasavvufi<br />
marifetin en yüce makamı Mecnun’un değil, Kerem’in aşkıdır,<br />
çünkü Kerem (sufi edebiyatında Mahmud), fenafillah<br />
makamında dahi kerem sahibidir, ismi Aslı olup asıl olana,<br />
Yüce Yaratan’a aşıktır, yani meczubdur. Halk sufizmine göre<br />
bundan büyük marifetullah yoktur. Hem de Kerem ile Aslı<br />
Destanı’nın Azerbaycan ve Anadolu varyantlarında Kerem’in<br />
ismi Mahmud, Aslınınki ise Azerbaycan, Anadolu, Türkmen<br />
ve Horasan varyantlarında Meryemdir. Ancak diğer varyantlarda<br />
kahramanların çocukluk adları farkl olsa da her ikisinin<br />
aşık ve maşuk konumuna ulaşmasıyla ismleri Kerem ve Aslı<br />
şeklini almış, Türk dünyasının en şöhretli ilahi aşk kahramanlarına<br />
çevrilmişler. Oysa Mecnun ile Leyla adlı halk hikayesine<br />
ve Mecnun’un divan şiirindeki şöhretine (tasavvufi<br />
edebiyatta Mecnun simgesi az kullanılmıştır. Özellikle Arap<br />
edebiyatında ve onu ilk defa Farsça mesnevi şeklinde kaleme<br />
alan Nizami’de tasavvufi anlam yok derecesindedir.)<br />
bakmayarak saz şairleri marifet pillesinde üstünlüğü asıl<br />
ismi Nahmud olan Kerem’e vermişler. Bunun sebebi Mecnun’un<br />
ilahi aşkla tutuşup yanmasına rağmen ne kendisine<br />
faydasının dokunması ne de irşad yetkisinin olmasıdır.<br />
Meczubluk ise tasavvufi edebiyatta Mahmud’un simasında<br />
Allah aşkıyla yanıp kül olmanın en parlak örneğidir. Elif ile<br />
Therefore Kurbani, Karam and Valeh have the edge on<br />
Majnun by the means of knowledge. Because pilgrims of<br />
transfiguration and divine love are in the maqam of temkin<br />
meaning staying in a place and not making a change<br />
of location. Even if divine love is in the maqam of telvin<br />
meaning transmuting at the start in the folk literature, the<br />
aim is to be in the maqam of temkin. The patience, suffering<br />
and submission of divine lover are the marks for him to be<br />
in the maqam of temkin. Even if one detects the duality in<br />
love in the maqam of telvin, the love gets rid of the duality<br />
in the maqam of temkin and then he reached to the divine<br />
love. After the lover takes his place in the maqam of temkin,<br />
he does not take care of himself but he sees only Allah. In<br />
this maqam, the lover remembers his promises given at the<br />
bezm-i elest (at the time of creation of all the souls that will<br />
ever be born) and hope given in Kalu Bela(the time when<br />
we were asked).<br />
Comparison With Majnun and Karam<br />
The story of Karam and Aslı, which spread in Central Asia,<br />
Azerbaijan, Anatolia, Iraq, and even in the Balkans, is a popular<br />
sufism variant of divine love. Just as it is in other love<br />
epics, Karam is eminent from not only Majnun, but of all<br />
types of lovers in divan poetry. His main reason for that he<br />
is performed so much in the councils of minstrel is that his<br />
love is rooted.<br />
In the folk literature,there are Tahir and Zühre, Karam and<br />
Aslı, Garib and Şasenem, Elif and Mahmoud, Abbas and<br />
Gülgez as well as Arzu and Kamber in folk literature in return<br />
for Majnun having wide usage area in divan poetry. They are<br />
mad of divine love and also worthy according to the secret<br />
of their love. The most eminent maqam in sufism according<br />
to the image of people is not Majnun, but Karam. Because<br />
Karam (called as Mahmoud in sufi literature) has favor in<br />
the maqam of Fenafillah meaning annihilation of the selfhood<br />
of the disciple in the spiritual state and presence of<br />
the Prophet Muhammad. Even if his lover is Aslı, he falls in<br />
love with Allah, that is to say, he is insane. According to the<br />
people’s sufism, there is no great marifetullah (Knowledge<br />
of Allah). The name of Karam is Mahmud in the variants of<br />
Karam and Aslı Epic both in Azerbaijan and Anatolia; the<br />
name of Aslı is Meryem in the variants of Karam and Aslı Epic<br />
in Azerbaijan, Anatolia, Turkmen and Horasan. But even if<br />
their names are different from their names when they were<br />
children, they become Karam and Aslı after they reach the<br />
maqam of beloved and lover. Then they become the most<br />
famous divine lovers of the Turkish world. However; Majnun<br />
symbol in mystic literature is rarely used despite his fame in<br />
the folk story called as Majnun and Leyli as well as Majnun’s<br />
reputation in divan poetry. There is no sufistic meaning in<br />
Manun of Written Literature, Karam of oral Literature<br />
255<br />
Yazılı Edebiyatın Mecnunu, Sözlü Kültürün Keremi
Common Heritage<br />
256<br />
Ortak Miras<br />
Mahmud adlı aşk destanı da bunu kanıtlamaktadır. Mahmud’un<br />
marifet makamı adının anlamıyla eşdeğer olup<br />
onun hamd olunmuş, sena edilmiş, övülmüş olması ile ilgilidir.<br />
Dinde makam-ı Mahmud Hz.Muhammed’in en büyük<br />
şefaat makamı, yani cennettir. Hem de Mahmud, Hz.Peygamberin<br />
bir veriye göre isim, sıfat, künye ve lakaplarının<br />
iki yüz bir olduğu ve Allah’ın Esmaü’l-Hüsna’sı ile <strong>ortak</strong> olan<br />
isimlerinden biridir. Hz.Peygamberin değişik zaman, mekan<br />
ve topluluklara göre aldığı adlar; Ahmed isminin dünyaya<br />
gelmeden önce, Muhammed’in hayatta iken, Mahmud adının<br />
da kendisinden sonra verildiği konu edilir 28 . Hem Mahmud<br />
hem Kerem insan-ı kamillerin en yücesi olan Esmaü’l-Hüsna’nın<br />
adlarıdır. Hz.Peygamber hamd olunan kerem<br />
ehlidir, o yüzden de Kerim adlanır.<br />
Mahmud’un aşık olduğu Elif, düzlüğü ve kametiyle Ulûhiyetin<br />
ve Ahadiyetin simgesidir, çünkü lafz-ı ilahi de Elifle<br />
başlar.<br />
İbranice abid, Allah’a ibadet eden, ibadete düşkün manalarına<br />
gelen Meryem’in de Aslı adını alması tasavvufi bir<br />
yoruma tabiidir. İbranice olan Meryem ismi Arapça asıl, tek,<br />
temel, esas, kural, hakikat, başlanğıç, halis, safi vs. anlamlarına<br />
gelen Aslı adıyla yeni bir maşuk tipine çevrilmiştir 29 .<br />
Mahmud’un halk hikayesinde diğer adının Kuran’da el-Kerim<br />
şeklinde Allah’ın adlarından biri olduğu bellidir. Sözlükte<br />
“iyi, cömert, iyilik, cömertlik, af, bağış, soylu, büyük, şeref,<br />
bağış, Müslümanda bulunması gereken güzel huylardan<br />
biri” anlamlarına gelen kerem, tasavvufi bir istilah olup ihsan,<br />
lütuf, kolay ve rahat bir şekilde mali yardımda bulunma,<br />
karşılıksız yardım demektir. Arapcada cömert ve mert kişiye<br />
kerim denir. Kerem, sözle davranışla, maddi yardım ve ikramla<br />
insanlara iyi muamelede bulunmayı ifade eden geniş<br />
kapsamlı bir kelimedir. O bakımdan, “kerem”, sözlük anlamıyla<br />
İslam ahlakının büyük bir bölümünü içine alır. Kerem/<br />
Kerim ismi hem de Allah’ın Esmaü’l-Hüsna’sından biridir.<br />
Lütuf ve ihsan sahibi, bağışı bol demektir 30 . Hatta Fazlı kerem<br />
söz birleşmesi de vardır ki burada fazl, üstünlük anlamına<br />
gelmektedir. Kerem ise, iyilik, ihsan ve maddi yardımda<br />
kolayca bulunmadır. Fazlı kerem sahibi demek, üstün olan,<br />
cömert olan, iyilik sahibi insan demektir.<br />
O bakımdan aşk destanının kahramanı Mahmud, yani Kerem,<br />
hem Mahmud hem de Kerem iki kelime olup aynı<br />
anlamda birleşmiştir. Kerem ile Aslı Destanı’nda Keremin<br />
comertliğini gösteren bir örnekte o, tecellanın güzelliğini<br />
seyretmek için otuziki dişinin çekilmesine razı olur.<br />
Kerem’in aşktaki makamının ve marifetinin üstün olması<br />
• 28 Yeniterzi Emine. “Hz.Peygamber’in isim ve sıfatları”, www.<br />
sonpeygamber.info Hz. Muhammed Kimdir<br />
• 29 www.ismininanlami.com<br />
• 30 www.mumsema.org › ... › Soru ve Cevaplar ›<br />
the writings of Nizami who puts him down on paper especially<br />
in Arabic literature and as a mathnawi in persian language<br />
for the first time. The minstrels give te supremacy to<br />
Karam. The reason why is that Majnun has got neither act of<br />
showing the true path or the benefit of himself despite the<br />
fact that he falls in divine love.<br />
Being insane is the brightest example of burning with Allah’s<br />
love in Mahmoud’s world according to mystic literature. The<br />
love epic called as Elif and Mahmoud proves this. The name<br />
of Mahmoud is related that it is equivalent to the meaning<br />
of maqam of marifet (Knowledge of Allah). The maqam of<br />
Mahmoud is the greatest intercession maqam of the Prophet<br />
Muhammad, that is to say, that is heaven. According to a<br />
verse; the name, title, tag and nicknames of both Mahmoud<br />
and the Prophet Muhammad are two hundred and one. It<br />
is said that the Prophet’s names given according to different<br />
times, places and communities; for example, the name<br />
Ahmet before he is born, the name Muhammad when he is<br />
alive, the name of Mahmoud given after his death 28 . Both<br />
Mahmoud and Karam are the names of Esmaü’l-Husna<br />
(holy names of Allah). The Prophet Muhammad is praised,<br />
and therefore he is called as Karam.<br />
Elif, who Mahmud is in love with, is a symbol of nobility and<br />
craftsmanship, with its smooth and stature, because the<br />
word of Allah begins with Elif.<br />
The word ‘abid’ in Hebrew means a worshipper to Allah and<br />
a person keen on praying. Called Meryem as Aslı is subject<br />
to a mystical interpretation. The name Meryem that is<br />
in Hebrew language is turned into a new style of beloved<br />
with the name Aslı meaning original, single, basic, essential,<br />
rule, truth, beginning and etc. in Arabic language 29 .<br />
It is certain that the other name of Mahmoud in the folk literature<br />
is el- Kerim that is one of the of Allah in the Qur’an.<br />
Karam, which means ‘’good, generous, goodness, generosity,<br />
forgiveness, act of grace, noble, great, honor, donation,<br />
one of the beautiful things that must be found in Muslims’’<br />
in the dictionary, aslo means ‘’granting, grace, making financial<br />
assistance freely and easily, unrequited help in sufism.<br />
Kerim or Karam means the generous and brave person<br />
in Arabic language. Karam is a comprehensive word that<br />
means treating well to people with word, behaviour, financial<br />
aids and honouring. In this respect, ‘’Karam’’ embodies<br />
a large part of Islamic morality with its lexical meaning.<br />
The name Kerim or Karam is also one of Esmaü’l-Husna of<br />
Allah (holy names of Allah). It means that the person who<br />
has grace and goodness is a grantor. 30 Even there is anoth-<br />
• 28 Yeniterzi Emine. “Hz.Peygamber’in isim ve sıfatları”, www.<br />
sonpeygamber.info Hz. Muhammed Kimdir<br />
• 29 www.ismininanlami.com<br />
• 30 www.mumsema.org › ... › Soru ve Cevaplar ›
onun aşk cömerti ve Allah’ın lütfu olmasından dolayıdır. O<br />
halde keremlik mecnunluktan ziyade meczubluktur. Bunu<br />
Kerem’in yazılı edebiyattaki varyantı olan mahmudluk da<br />
göstermektedir. Nitekim yukarıda da denildiği gibi mahmudluk<br />
hamd olunmuşluktur. Meczub, Allah’ın aşkıyla cezb<br />
olunmuş, ilahi aşkın cazibesine kapılarak kendine çekilmiş<br />
biridir. Kelimenin cezbe kökünden gelmesi, aynı kökten türeyen<br />
cazip, cazibe, cezbe, mecazib gibi sözlerin de kendine<br />
çekmek, cezb etmek manalarında kullanmasını sağlamıştır.<br />
Meczubluk veya tasavvufi halk edebiyatında denildiği gibi<br />
keremlik tıpkı mecnunluk gibi aşk deliliği olsa da aşkla vecde<br />
gelip basiret gözü açılmış tasavvuf ehlidir, ilahi aşıktır.<br />
Meczub her an, her yerde Allah’ın tecellasından vecde gelerek<br />
kendinden geçmiş, yani mehuz (alınmış) edilmiş, meslub<br />
(akıldan getmiş) olmuştur. O bakımdan hali ve makamı<br />
bilgiyle, tecrübeyle elde edilmemiş, Allah’ın lütfu olarak<br />
verilmiştir. Nitekim onun kehanetleri, öngörüleri, söylediği<br />
kelamlar vecd anında gerçekleşmiştir. Bütün bunlar keremlik<br />
ferasetinin göstergesidir ve tasavvuftaki marifet makamına<br />
delalet eder. İrşad yetkisi olmasa da basiret gözünün<br />
açık olması ile Kerem, çılğın aşk delisi olan cünündan, mecnundan<br />
farklı olarak kutsal deli tamlamasına daha yakındır.<br />
Hatta tasavvufta mahmudluk marifette ulaşılan son makam<br />
gibi de anlaşılır.<br />
Kerem’e yakın olan divan şiirindeki Mecnun değil, halk hikayelerinin<br />
kahramanı Mecnun’dur. Yazılı edebi kaynaktan<br />
halk hikayelerine geçen Mecnun ile Leyla, Yusuf ile Züleyha<br />
gibi aşk destanlarında saz şairleri Mecnun’u, Züleyha’nı kalıplaşmış<br />
aşık tipi üzerinde terennüm etmişlerdir.<br />
Buna rağmen Mecnun da, meczub da, Kerem (Mahmud) de<br />
er name as Fazlı Karam. Fazlı means preeminence. Karam<br />
means having grace and goodness as well as making financial<br />
assistance freely and easily. Fazlı Karam is a person that<br />
is the owner of grace and goodness, eminent and generous.<br />
In that respect, the hero of the love epic Mahmoud, that is<br />
to say, Karam, the both of the name Karam an Mahmoud<br />
become two words and are united in the same meaning. In<br />
the Karam and Aslı epic, he accepts to have out his thirty<br />
two teeth in order to reach the divine love which shows us<br />
his generosity.<br />
The superiority of Karam’s authority and knowledge in love<br />
is due to his generosity and the grace of Allah. In that case,<br />
being Karam is insane rather than being Majnun. This is also<br />
seen as Mahmoud that is a variation of Karam in written literature.<br />
Indeed, as mentioned above, being Mahmoud is<br />
praised. Being meczub is a person that becomes insane with<br />
the love of Allah. Even if being meczub or being Karam as it<br />
is said in the sufistic folk literature means becoming insane<br />
with divine love like Majnun, he is a divine lover who loses<br />
himself in the schechinah by being enraptured, that is to<br />
say, he is a minstrel. In that respect, its situation and maqam<br />
are not obtained with the knowledge and experiences, it is<br />
given by the grace of Allah. As a matter of fact; his prophecies,<br />
predictions, sayings and words were realized in the<br />
moment of trance. All of these are indicators of penetration<br />
of Karam and point to the maqam of marifet (Knowledge of<br />
Allah). Even if he has not got act of showing the true path,<br />
Karam is much more closer than Majnun or Cünun who is insane<br />
divine lover to the maqam of holy madness due to his<br />
luckiness. Even, it is also understood that being Mahmoud<br />
Manun of Written Literature, Karam of oral Literature<br />
257<br />
Yazılı Edebiyatın Mecnunu, Sözlü Kültürün Keremi
Common Heritage<br />
258<br />
Ortak Miras<br />
vahdet makamındadırlar. El-Hucviri vahdetin iki türü arasındaki<br />
farkı cem-i selamet ve cem-i teksir ifadeleriyle izah<br />
eder.<br />
Cem-i selamet kutsal yolculuktan sonra gündelik işlerine<br />
dönen sufinin Allah’la bütünleşmesidir.<br />
Cem-i teksir kişinin deliye döndüğü birleşmedir, bu durumda<br />
kişi ya dini vecibelerden muaf tutulur ya da bu vecibeleri<br />
ifa ettiği için mükafatlandırılır 31 . Kerem de Mecnun da vahdetin<br />
ikinci türüne mensupturlar.<br />
Sonuç<br />
Klasik divan edebiyatında aşk her şeydir, her şey de aşktır.<br />
Divan ve tasavvuf edebiyatlarında Mutlak Hakikat olan<br />
Allah’a (cc) kavuşmağın aşk ve akıl olmak üzere başlıca iki<br />
yolu vardır. Aşık aşkı, zahid ise aklı simvolize edir. Maksada<br />
çattıran, ancak zor olan da aşk yoludur ve her zaman akılla<br />
mücadelededir. Mecnun’un yolu geri dönü olmayan ilahi<br />
aşk yoludur. Kerem’in bu yoldaki manevi saferi halk sufizmine<br />
göre kandan, yani beşeri aşktan mekana, yani ilahi aşka<br />
doğrudur. Mecnun gibi birçok aşık maşuk için çeşitli ıztıraplara<br />
sine germiş, canını bu yolda feda etmiştir. Mecazi aşk<br />
yolunda Mecnun Leyla’nı bir vasıta sayıp ilahi aşka ulaşmıştır.<br />
Buna göre mecazi aşk duyğusundan mahrum olanlar ne<br />
kadar ilahi aşka ulaşmak isteseler de bu imtahandan geçe<br />
bilmeyip aşk yolunu terk edirler 32 . Halk edebiyatında Kerem,<br />
Garib, Tahir, Ferhad halk sufizmindeki ideal aşık kahramanlarıdır.<br />
Aşk anlayışı divan, tasavvuf ve saz şairleri tarafından tafsilatlı<br />
bir şekilde işlenmiş ve aşk duyğusu bir çok anlayışlarla<br />
ifade edilmişdir. İlahi aşk konusunu işleyenlere göre mahlukatın<br />
yaratılışındaki gaye Allah’u Teala’nın yarattıklarına<br />
olan aşkıdır. Kamil insan da ilahi aşk yolcusu olmakla Allah’ın<br />
aşkına cevap vermek istemiştir. O bakımdan ilahi aşk<br />
fenada fena olmak, sonra Hakk’ın varlığında beka olmaktır<br />
ki bunun da en parlak örneği hem divan hem tekke şairlerinin<br />
hem de halk ozanlarının bazen açık, bazen de gizli bir<br />
şekilde aşkın feyzini anlatmalarında görülür. Aşkın feyzi ise<br />
cefa, acı göz yaşları ve çiledir. Mecnun ve Kerem bu feyze<br />
kapılmış uzun, çileli bir yol geçerek ilahi aşkta erimişler. İlahi<br />
aşk çilekeşlerinin isimleri kaç asırdır yaşıyor ve kaç asır da<br />
yaşayacaktır.<br />
Aşk Allah’a (cc) yönelmiştir. O bakımdan Allah’ın kullarını<br />
sevmesi muhabbet, kulların Allah’ı sevmesi aşktır. Kul aşık<br />
olur, Allah (cc) ise kuluna aşık olmaz, onu sever. Kulun Allah’a<br />
olan aşkı ise ilahi aşktır, arada hiç kim yoktur. Leyla<br />
da Aslı da aşıkla Allah arasında perdedir, bu perde aradan<br />
• 31 Dols Michael W. Mecnun, s.489<br />
• 32 Kaval Musa (2011). “Mesnevide aşk ve aşık”. Ekev Akademisi Dergisi,<br />
sayı 15, s.120<br />
is the last maqam reached in marifet (Knowledge of Allah).<br />
It is not Majnun in the divan poetry that is close to Karam,<br />
but Majnun is the hero of the people’s stories. Majnun and<br />
Leyli, who pass from written literary sources to popular stories,<br />
the minsterels sing Majnun on the stereotypical love<br />
type of Züleyha pleasantly in the love epics like Yusuf and<br />
Züleyha.<br />
In spite of this, both Majnun, Meczub and Karem (Mahmoud)<br />
are in the maqam of unity. El-Hucviri explains the<br />
differences betweenw two types of unity with the expressions<br />
of cem-i selamet (whole peace) and cem-i teksir<br />
(whole reproduction).<br />
Cem-i selamet means the integration of Sufi returning to<br />
daily works after the holy journey with Allah.<br />
Cem-i teksir means the integration when the person becomes<br />
insane. In this case, the person either is held exempted<br />
from religious obligation or rewarded for performing<br />
these obligations 31 . Both Karam and Majnun are also<br />
members of the second kind of unity.<br />
Conclusion<br />
In classical divan literature, love is everything and everything<br />
is love. There are two main ways in for love and wisdom<br />
to reach to Allah who is the Absolute Reality in Divan<br />
and Sufi Literature. The lover symbolizes the love and the<br />
ascetic symbolizes the wisdom. The way of love is very hard<br />
and it always struggles with wisdom. The way of Majnun is<br />
irremediable way of divine love. According to folk sufism,<br />
the spiritual journey of Karam in this way is from human love<br />
to divine love. Many minstrels like Majnun are lamented for<br />
their beloved on this way. In the way of metaphorical love,<br />
Majnun regards Leyli as a way and reaches to divine love.<br />
According to this, those who are deprived of the metaphorical<br />
sense of love, even if they want to reach divine love, they<br />
do not pass this test and then leave the way of love 32 . In<br />
folk literature; Karam, Garib, Tahir, Ferhad are the ideal love<br />
heroes in folk sufism.<br />
The understanding of love is processed in detail by the minstrels,<br />
divan and mystic poets and the love affection is expressed<br />
in many ways. According to those who are dealing<br />
with the subject of divine love, the goal in the creation of<br />
living creatures is the love to them that created by Allah.<br />
Perfect human being also wants to respond to Allah’s love<br />
by being passenger to divine love. From that point of view,<br />
divine love means mystical death and then becoming eter-<br />
• 31 Dols Michael W. Mecnun, p.489<br />
• 32 Kaval Musa (2011). “Mesnevide aşk ve aşık”. Ekev Akademisi Dergisi,<br />
number 15, p.120
götürüldüğü zaman asıl vuslat başlar. Türk kültürünün her<br />
yerinde yazılı edebiyatımızın Mecnun’u, sözlü kültürümüzün<br />
Kerem’i ilahi aşk ile yanıp kül olduklarından artık sevgi de<br />
dahil, beşeri olan hiçbir şeye meyletmezler.<br />
Kaynakça<br />
• Azerbaycan dastanları (1965). C.I. Tertib edenler: E.Ahundov, M.H.Tehmasib.<br />
Bakü: Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası neşriyyatı<br />
• Azerbaycan dastanları (1966). C.II. Tertib edenler: E.Ahundov,<br />
M.H.Tehmasib. Bakü: Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası neşriyyatı<br />
• Azerbaycan dastanları (1967). C.III. Tertib eden: E.Ahundov. Bakü:<br />
Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası neşriyyatı<br />
• Bayat Fuzuli (2011). Türk tekke (tesevvüf) edebiyyatı. Bakü: Elm ve tehsil<br />
• Dols Michael W (2013). Mecnun: Orta çağ İslam toplumunda deli. Çeviren:<br />
D.G.Dinç. İstanbul: Pinhan yayınları<br />
• Ebu’l-Kasım en-Nesaburi (2013). Akıllı deliler. Ukalau’l-mecanin. Çeviren:<br />
Y.Atak. İstanbul: Şule yayınları<br />
• Əbu Hamid əl-Qəzali (2011). Qəlblərin kəşfi. Rus dilinden tercüme eden:<br />
M.Babaşlı. Bakü: Şərq-Qərb<br />
• Füzuli (1958). Eserleri, C.I. Bakü: Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası<br />
neşriyyatı<br />
• Füzuli (1958). Eserleri, C.II. Bakü: Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası<br />
neşriyyatı<br />
• Hakverdioğlu Metin (2012). “Fuzulide aşk ve aşık kavramı”. The Journal of<br />
Academic Social Science Studies. Volume 5, Issue 1, February, s.132<br />
• https://www.facebook.com/islam.gulleri.../63797924288286<br />
• İbnu’l Kayyum el Cevziyye (2004). Aşıklar Kitabı. Çeviren: S.Kocabaş-F.<br />
Demirkıran. İstanbul: Şule yayınları<br />
• İbnü’l Arabi (1998). İlahi aşk. Çeviren: Mehmet Kanık. İstanbul: İnsan<br />
yayınları<br />
• Kasapoğlu Abdurrahman (1973). Kur’anda iman psikolojisi. İstanbul:<br />
Yalnızkurt yayınları<br />
• Kaval Musa (2011). “Mesnevide aşk ve aşık”. Ekev Akademisi Dergisi, sayı 15<br />
• Kırca Celal (1990). Kur’an ve insan. İstanbul: Marifet yayınları<br />
• Koç Emel (2003). “Yunus Emre düşüncesinde aşk ve eğitim”. Hacı Bektaş<br />
Veli araştırma dergisi, sayı 26<br />
• Narlı Mehmet (2013). Edebiyat ve delilik. Ankara: Akçağ yayınları<br />
• Özmen İsmail (1998). Alevi-bektaşi şiirleri antolojisi. C.1, Ankara: TTK<br />
basımevi<br />
• Soysaldı İhsan (1988). “Tasavvufta aşk ve marifet”. Fırat Üniversitesi İlahiyat<br />
Fakültesi dergisi, sayı 3, Elazığ<br />
• Topçu Nurettin (1977). “Aşkın halleri”, Hareket, sayı 77, Mayıs<br />
• Uludağ Süleyman (1996). Tasavvuf terimleri sözlüğü. İstanbul: Marifet<br />
yayınları<br />
• www.ismininanlami.com<br />
• www.mumsema.org › ... › Soru ve Cevaplar ›<br />
• Yeniterzi Emine. “Hz.Peygamber’in isim ve sıfatları”, www.sonpeygamber.<br />
info Hz. Muhammed Kimdir<br />
• Yıldız Abdülvahap (2001). “Meybudiye göre aşk, muhabbet ve dostluk”.<br />
Harran Üniversitesi. İlahiyyat Fakültesi Dergisi, sayı 2<br />
nal in the presence of Allah. The brightest example of it is<br />
seen sometimes as apparent or sometimes as covered both<br />
in the divan poets and dervish lodge poets when they explain<br />
the advance of love. The advance of love is pain, tears<br />
and suffering. Firstly, Majnun and Karam pass through this<br />
long and suffering way and then they reach to the divine<br />
love. The names of divine love sufferers have been lived for<br />
a long time and will be lived for centuries.<br />
Love has turned to Allah. In that regard, Allah’s loving to his<br />
creatures is affection, the creatures’ loving to Allah is love.<br />
The human being falls in love, but Allah does not fall in love<br />
his human beings, just love them. The love of the human<br />
being is the divine love and there is noone between them.<br />
Both Leyli and Aslı is a curtain between the lover and Allah.<br />
When this curtain is taken from there, the real ultimate<br />
union starts. Because both Majnun of our written literature<br />
and Karam of our verbal culture in every part of Turkish<br />
culture fall in divine love, they no longer tend to anything<br />
about human things including human love.<br />
References<br />
• Azerbaycan dastanları (1965). Vol.I. Tertib edenler: E.Ahundov,<br />
M.H.Tehmasib. Bakü: Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası neşriyyatı<br />
• Azerbaycan dastanları (1966). Vol.II. Tertib edenler: E.Ahundov,<br />
M.H.Tehmasib. Bakü: Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası neşriyyatı<br />
• Azerbaycan dastanları (1967). Vol.III. Tertib eden: E.Ahundov. Bakü:<br />
Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası neşriyyatı<br />
• Bayat Fuzuli (2011). Türk tekke (tesevvüf) edebiyyatı. Bakü: Elm ve tehsil<br />
• Dols Michael W (2013). Mecnun: Orta çağ İslam toplumunda deli.<br />
Translator: D.G.Dinç. İstanbul: Pinhan yayınları<br />
• Ebu’l-Kasım en-Nesaburi (2013). Akıllı deliler. Ukalau’l-mecanin.<br />
Translator: Y.Atak. İstanbul: Şule yayınları<br />
• Əbu Hamid əl-Qəzali (2011). Qəlblərin kəşfi. Rus dilindən tərcümə edən:<br />
M.Babaşlı. Bakü: Şərq-Qərb<br />
• Füzuli (1958). Eserleri, Vol.I. Bakü: Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası<br />
neşriyyatı<br />
• Füzuli (1958). Eserleri, Vol.II. Bakü: Azerbaycan SSR Elmler Akademiyası<br />
neşriyyatı<br />
• Hakverdioğlu Metin (2012). “Fuzulide aşk ve aşık kavramı”. The Journal of<br />
Academic Social Science Studies. Volume 5, Issue 1, February, p.132<br />
• https://www.facebook.com/islam.gulleri.../63797924288286<br />
• İbnu’l Kayyum el Cevziyye (2004). Aşıklar Kitabı. Çeviren: S.Kocabaş-F.<br />
Demirkıran. İstanbul: Şule yayınları<br />
• İbnü’l Arabi (1998). İlahi aşk. Translator: Mehmet Kanık. İstanbul: İnsan<br />
yayınları<br />
• Kasapoğlu Abdurrahman (1973). Kur’anda iman psikolojisi. İstanbul:<br />
Yalnızkurt yayınları<br />
• Kaval Musa (2011). “Mesnevide aşk ve aşık”. Ekev Akademisi Dergisi,<br />
number 15<br />
• Kırca Celal (1990). Kur’an ve insan. İstanbul: Marifet yayınları<br />
• Koç Emel (2003). “Yunus Emre düşüncesinde aşk ve eğitim”. Hacı Bektaş<br />
Veli araştırma dergisi, number 26<br />
• Narlı Mehmet (2013). Edebiyat ve delilik. Ankara: Akçağ yayınları<br />
• Özmen İsmail (1998). Alevi-bektaşi şiirleri antolojisi. Vol.1, Ankara: TTK<br />
basımevi<br />
• Soysaldı İhsan (1988). “Tasavvufta aşk ve marifet”. Fırat Üniversitesi İlahiyat<br />
Fakültesi dergisi, number 3, Elazığ<br />
• Topçu Nurettin (1977). “Aşkın halleri”, Hareket, number 77, May<br />
• Uludağ Süleyman (1996). Tasavvuf terimleri sözlüğü. İstanbul: Marifet<br />
yayınları<br />
• www.ismininanlami.com<br />
• www.mumsema.org › ... › Soru ve Cevaplar ›<br />
• Yeniterzi Emine. “Hz.Peygamber’in isim ve sıfatları”, www.sonpeygamber.<br />
info Hz. Muhammed Kimdir<br />
• Yıldız Abdülvahap (2001). “Meybudiye göre aşk, muhabbet ve dostluk”.<br />
Harran Üniversitesi. İlahiyyat Fakültesi Dergisi, number 2<br />
Manun of Written Literature, Karam of oral Literature<br />
259<br />
Yazılı Edebiyatın Mecnunu, Sözlü Kültürün Keremi
Mustafa AKSOY<br />
Bilge Yapım<br />
Bir takım kültür unsurları vardır ki bunlar tarihe<br />
şahitlik ederler...<br />
Among the top 10 most visited destinations in the world with more than 23<br />
million tourists visiting each
Bir takım kültür unsurları vardır ki bunlar tarihe şahitlik ederler ve tarihi anlatırlar. Ancak<br />
bu belgelerin ne anlattığı, onları yapanlar ve tarihten gümümüze taşıyanlar tarafından<br />
pek fark edilmezler. Bu bağlamda kültür araştırmacılarına önemli görevler düşmektedir.<br />
Özellikle geleneksel olarak yapılan etnografya eserleri ile mezar taşları, halı, kilim gibi<br />
dokumalardaki damgalar bu türden eserlerdir. Başka bir ifadeyle etnografya eserleri ile<br />
damgalar, tarih ile günümüz arasındaki bağı kuran halklardır. Kültür halkalarını birbirine<br />
bağlamak ve tarihi ile yaşanılan kültür arasındaki ilişkiyi kurmak, kültür araştırması<br />
yapanların temel görevidir.<br />
13<br />
Türk kültüründe damgalar:<br />
Damga, Motif, Sembol, Yanış (İm, Nakış) Kavramları ve Başlı<br />
Mezar Taşları ile Balballar<br />
Stamps in Turkish Culture:<br />
Concept of Stamp, Motif, SymbolYanış (Im, Nakış (Embroidery) and Balbals with Ram Tombstones<br />
There are a set of cultural factors which witness the history and tell us about it. Neverthless,<br />
what these documents tell are not realized turely by the people who made the<br />
history and brought it to the present. In this regard, people deals with cultural studies<br />
take on an essential role about make public realize what the cultural documents tell.<br />
Especially etnographic Works made in a traditional manner grave stones and weavings<br />
on the carpets and rugs are some of the examples that belongs to cited documents<br />
and Works. In an other saying etnographic Works and the markers like weavings are the<br />
elements that establish a bond between history and present. It is their primary duty of<br />
people in cultural studies to attach the cultural circles and work up a connection beween<br />
the living culture and the past one.
Common Heritage<br />
262<br />
Ortak Miras<br />
Motif, Sembol, Yanış, İm, Nakış ve<br />
Damga Kavramları<br />
Türkiye’de halı, kilim konusunda yazılan eserlerde damga<br />
kavramı yerine sembol, özellikle de motif kavramı kullanılmıştır.<br />
Türk Dil Kurumu tarafından bu kavramlar şöyle<br />
tanımlanmıştır: Motif, Fransızca bir kelime olup “yan yana<br />
gelerek bir bezeme işini oluşturan ve kendi başlarına birer<br />
birlik olan öğelerden her biri” diye tanımlanır. Sembol, simge<br />
demektir; simge ise, dilimizde “duyularla ifade edilemeyen<br />
bir şeyi belirten somut nesne veya işaret; remiz, rumuz,<br />
timsal, sembol” biçiminde açıklanır 1 .<br />
Bizim çalışmalarımızda sürekli kullandığımız damga adı ve<br />
terimi ise, motif ve sembolden daha farklı bir anlamı ifade<br />
eder 2 . Damgaların hepsi olmasa da, önemli bir kısmı mühür,<br />
bir boyun/aşiretin bayrağı veya bir ailenin eşyalarını ya da<br />
hayvanlarını başka ailelerin eşya ve hayvanlarından ayırmak<br />
için kullanılmıştır. Örneğin 1925 yılında Kırım’da yapılan bir<br />
saha araştırmasında “tavro” diye de bilinen bu damgaları<br />
Kırım Tatarları, başkalarının malından ayırt etmek için kendi<br />
hayvanlarına kızgın demir ile basarlar 3 denmiştir. 19. yüzyıl-<br />
• 1 Türk Dil Kurumu: http://www.tdk.gov.tr<br />
• 2 Bu eserde bizim ifade ettiğimiz damga kavra mı; bir sosyal<br />
grubun, olduğu gibi ya da asıl şeklinden kopmadan değişime uğramış<br />
olarak tarihten getirdiği etnografya eserleri ile bazı eşyalarda görülen,<br />
bir boyun, oymağın, idarecinin veya bir ailenin özel mülkiyet işareti<br />
(mührü) anlamında kullanılmıştır. Başka tanımla damga bir sosyal grubun<br />
etrafındaki nesneleri bir takım çizimlerle anlamlandırdığı sosyal DNA olarak<br />
kullanılmıştır.<br />
• 3 Osman Akçokraklı, Kırım’da Tatar Tamgaları, İstanbul 1983 (İlk<br />
basımı Kırım-Akmescit, 1926), s. 161.<br />
Concept of Motif, Symbol,Yanıs, Im,<br />
Embroidery, Stamp<br />
In Turkey, the concept of motif and symbol is used in stead<br />
of stampt in written Works which is about carpet and rugs.<br />
These concepts are defined by Turkish Language Instıtution<br />
defines these concepts as: Motif is a French origin word. “it<br />
is an item itself that comes together and produce a decoration”.<br />
Symbol means sign. In Turkish language “sign” is<br />
defined as “ a thing that can not be verbalised by senses but<br />
can be expressed by a tangible thing or a marker, abbreviation,<br />
nickname, image, symbol ( 1 ).<br />
In our work, “stamp” is used in a different meaning from motif<br />
and symbol ( 2 ). Most of stampts are used as a seal to distinguish<br />
the flags of clans or distinguish the properties and<br />
animals of the families from other ones. As an example, in<br />
1925, in a field study which was done in Crimea, the stampt<br />
known as “tavro”, it is said that cimean tatars was branding<br />
• 1 Türk Dil Kurumu: http://www.tdk.gov.tr<br />
• 2 Bu eserde bizim ifade ettiğimiz damga kavra mı; bir sosyal<br />
grubun, olduğu gibi ya da asıl şeklinden kopmadan değişime uğramış<br />
olarak tarihten getirdiği etnografya eserleri ile bazı eşyalarda görülen,<br />
bir boyun, oymağın, idarecinin veya bir ailenin özel mülkiyet işareti<br />
(mührü) anlamında kullanılmıştır. Başka tanımla damga bir sosyal grubun<br />
etrafındaki nesneleri bir takım çizimlerle anlamlandırdığı sosyal DNA olarak<br />
kullanılmıştır. ( ın this work “damga” (stamp) concept is used to mean a<br />
sign of owneship or a seal of personnal possesion of a clan, tribe, a ruler or<br />
a family seen in etnographic Works and on some possesions which are the<br />
original or changed coming along the history. In an other saying, stamp is<br />
a social DNA of a social group used to define the objects around with some<br />
drawings.
da yaptığı saha araştırmalarıyla tanınan Türkolog Radloff da<br />
Altay’da yaşayan “muhtelif soylar atlarını tanıyabilmek için,<br />
bunların arka butlarına vurulan mülkiyet işareti (tamga)<br />
kullanırlar. Ben bu gibi 12 tamga gördüm” 4 diyerek tarihten<br />
gelen bir geleneğe şahitlik yaptığını belirtir.<br />
Radloff, Altaylarda tespit ettiği damga geleneğinin Kao-çılar<br />
yani Kanglılar’da 5 da olduğunu “Kao-çe’ler ehlî hayvanlara<br />
birer mülkiyet damgası vururlar; sahrada bir hayvan<br />
yabancı bir halka karışırsa, onu hiç kimse kendi mülküne<br />
geçiremez” 6 diyerek işret eder.<br />
Türklerin atları damgaladığını “yerdeki tamúalığ yılkı buŋsız<br />
erti (yerdeki damgalı yılkı sayısız idi)” 7 ifadesinden öğreniyoruz.<br />
Türk kültür dünyasında aynı âdet, özel mülkiyet damgası<br />
olarak günümüzde de çok yaygın olmasa da kısmen<br />
devam etmektedir.<br />
Ögel, Oğuz Kaan destanında damga ifadesi Türkiye Türkçesiyle<br />
şöyle ifade etmiştir: “Sizlerin başınıza, ben oldum artık<br />
kağan / Elimizden düşmesin, ne yayımız ne kalkan/ Damgamız<br />
olsun bize, yol gösteren bir buyan” 8 .<br />
Damga, bir şeyin üzerine bir nişan, bir işaret basmaya yarayan<br />
araç. Bu araçla basılan nişan, işaret. Eski Türkçede<br />
“tamga” günümüz Türkiye Türkçesinde “damga” olarak<br />
ifade edilen bu kavram Azerbaycan lehçesinde “damğa”,<br />
Tatar lehçesinde “tamga”, Başkurt, Özbek, Kırgız ve Uygur<br />
lehçesinde “tamğa”, Türkmen lehçesinde “Tağma”, Kazak<br />
lehçesinde “tanba” olarak ifade edilmektedir. Bu kavram<br />
aynı anlamda Rusçaya da “tamga” olarak geçmiştir.<br />
Damga kavramı Türk-Moğol halkları tarafından kullanılmakta<br />
olup, damgaların nasıl oluştuğu konusunda kesin bir<br />
hüküm yoktur. Ancak genel olarak, kayalardaki işaretlerin,<br />
resimlerin zamanla damgalara dönüştüğü genel kabul görmektedir.<br />
Rusçadaki yabancı kelimelerin etimolojisinin yapıldığı sözlükte<br />
“damga” kelimesinin Türkçe olduğu belirtilerek, birinci<br />
manası, Moğol boy toplumunda, boya ait olan (mesela,<br />
hayvan) veya boy mensupları tarafından yapılan (mesela<br />
seramik, halı gibi) eşyalar üzerine vurulan özel mülkiyet işaretidir<br />
ki, sonradan aile ve şahıslara ait işaret haline gelmiştir.<br />
İkinci manası ise, 13-15 yüz yıllarda Rusya’da, gümrüğe<br />
giren eşya üzerine vurulan özel damga karşılığı alınan güm-<br />
• 4 Friedrich Wilhelm Radloff, Sibiraya’dan, Cilt I** (Çev. A. Temir),<br />
İstanbul 1956, s. 290.<br />
• 5 Kanglıların tarih sahnesinde görüldüğü IV. yüzyıldan başlayarak<br />
Moğolistan’dan Türkiye kadar olan tarihi kültürel yapıları ve Türkiye’deki<br />
yerleşim yerleri hakkında sahasında yapılmış ilk ve tek eser için bakınız:<br />
Osman Yorulmaz, Geçmişten Günümüze Kanglı Türkleri, İstanbul 2012.<br />
• 6 Friedrich Wilhelm Radloff, a. g. e., s. 128.<br />
• 7 Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, Ankara 1987 (İlk baskı,<br />
1941), s. 134.<br />
• 8 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, Cilt I, Ankara 1988, s. 118.<br />
their animals to distinguish them from others ( 3 ). Turcologist<br />
Radloff who is known with his field studies in 19th century,<br />
said that many clans had branded back legs of their<br />
horses in order to identify them and as a sign of possesion.<br />
Such kind of stampts are called “tamga”. He also indicated<br />
that he had witnessed a tradition coming thorough the history<br />
by seeing 12 different tamga( 4 ).<br />
Radloff, said that the stampt tradition in Altai is also available<br />
for Kao-çı that is Kanglı clans ( 5 ) “Kao-çes brand their<br />
domestic animals as a sign of possesion, by doing so no one<br />
can embezzle these animals when they join other animals<br />
in desert( 6 ).<br />
We have learned that Turks brand their animals from the<br />
sentence “Yılkı ( a species of horse) on the ground was<br />
countless”( 7 ). The same tradition is continuing in Turkish<br />
culture as a sign of personel property which was not very<br />
common.<br />
Ogel found out that in Oguz Khan epic the word “stampt”<br />
takes place. “ Sizlerin başınıza, ben oldum artık kağan /<br />
• 3 Osman Akçokraklı, Kırım’da Tatar Tamgaları, İstanbul 1983 (İlk<br />
basımı Kırım-Akmescit, 1926), s. 161.<br />
• 4 Friedrich Wilhelm Radloff, Sibiraya’dan, Cilt I** (Çev. A. Temir),<br />
İstanbul 1956, s. 290.<br />
• 5 Kanglıların tarih sahnesinde görüldüğü IV. yüzyıldan başlayarak<br />
Moğolistan’dan Türkiye kadar olan tarihi kültürel yapıları ve Türkiye’deki<br />
yerleşim yerleri hakkında sahasında yapılmış ilk ve tek eser için bakınız:<br />
Osman Yorulmaz, Geçmişten Günümüze Kanglı Türkleri, İstanbul 2012.<br />
• 6 Friedrich Wilhelm Radloff, a. g. e., s. 128.<br />
• 7 Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, Ankara 1987 (İlk baskı,<br />
1941), s. 134.<br />
Stamps in Turkish Culture<br />
263<br />
Türk Kültüründe Damgalar
Common Heritage<br />
264<br />
Ortak Miras<br />
rük vergisidir denmiştir 9 .<br />
Bir başka eserde ise eski Türkler, “damga/tamga”yı, özel<br />
mülkiyet işaretinden başka, ayrıca bir şeyin üzerine basılan<br />
işaret, iz koymaya yarayan alet; mühür ve böyle bir aletle<br />
konulmuş belirti, işaret, yazı; nişan anlamlarında kullanmıştır<br />
diye belirtilmektedir 10 .<br />
Kül Tigin kitabesinde, Turfan’da bulunan Uygurca metinlerde,<br />
Dîvânü Lugâti’t- Türk’te, Kutadgu Bilig’de damga/<br />
tamga’nın günümüzdeki anlamıyla mühür damga şeklinde<br />
kullanıldığına dair açık ifadeler de mevcuttur. Söz konusu<br />
eserlerde kaydedildiğine göre “damga-tamga”dan tamyačï<br />
(tamğaçı, damgacı), tamyala (tamğala, damgala), tamya ur<br />
(tamğa ur, damga vur) gibi terimler 11 * de türemiştir<br />
Tuva Türkçesinde de “damga” ve “şekil” farklı kelimelerle<br />
ifade edilir. Örneğin “tanma”, “mühür, damga, kaşe”; “demdek”<br />
ise “nişan, işaret, sembol, simge, not, numara” 12 anlamında<br />
kullanılır.<br />
Damganın yukarıdaki anlamının aksine İm, Nakış ve Yanış<br />
kavramları ise şu şekilde tanımlanmıştır:<br />
İm: İşaret, alamet anlamında olup, diğer Türk lehçelerinde<br />
kullanılmamaktadır. Türkiye ise bu kavram genel olarak<br />
hayvanların kulağının kesilmesiyle işaretlenmesi anlamında<br />
kullanılır.<br />
Nakış: Arapça “nakş”, süs. Bir çeşit kilim örneği. Genellikle<br />
kumaş üzerine renkli iplikler veya sırma ve sim kullanarak<br />
elle, makineyle yapılan işleme, el işi, ince iş. Gergef üzerine<br />
gerdirilen her hangi bir kumaş üzerinde iğne ya da tığ ile yapılan<br />
süslemeler (Konunun anlaşılması ise bakınız fotoğraf<br />
1). Bu kavram Azerbaycan lehçesinde “nahış”, Başkurt lehçesinde<br />
“nakış”, Kazak lehçesinde “nakış”, Kırgız lehçesinde<br />
“oyu”, Özbek, Uygur ve Tatar lehçesinde “nakış”, Türkmen<br />
lehçesinde “nağış”, Rusçada ise “ornament” olarak kullanılmaktadır.<br />
Yanış: Nakış, süs anlamda olup sadece Türkiye Türkçesinde<br />
• 9 Slovar İnostrannıh Slov, Russkiy Yazık, Moskva 1988, s. 497.<br />
• 10 Drevnetyurkskiy Slovar, Leningrad 1967, s. 530.<br />
• 11 * Turfan’da bulunan Uygurca metinlerde tamya (Tamγa-tamğa); mühür,<br />
damga, baskı, iz (beg tamγasï elgiŋdä (Beyin, idarecinin damgası (mührü)<br />
kendi elinde.) ve büyüleyici işaret (ötrü etüz küzätgü tamγa tutmïš kergäk<br />
tamγasï (Bundan sonra bedeni koruyan işaret yapmak gerekir.) manasında<br />
kullanılmıştır. Kutadgu Bilig’de ise şu örneklere rastlanır: väzirliq aŋar berdi<br />
tamγa ajaγ (Tamga vererek vezirlik görevine getirdi), Tamγa ur (damgala,<br />
damgalamak, mühür lemek), keräk… özi bekläsä qoδsa tamγa urup (Onun<br />
kendisinin muhafaza etmesi ve mühürlemesi /damgalaması gerekir), Tamγačï<br />
(tamğacı, tamgayı muhafaza eden kimse), köni bolsa gïlgï bolur tamγačï (Eğer<br />
o hakkaniyetli olursa, tamganın da muhafızı olacaktır.) Ayrıca damga; nišan<br />
(nişan), tamγa (tamga) şeklinde de geçmektedir. Kâşgarlı Mahmud’dan da şu<br />
örnekleri vere biliriz: Tamγala (tamğala, mühür basmak), ol bitig tamγaladï<br />
(O, mektubu/yazıyı mühürledi/tamgaladı.) Kültegin Kitabesi’nde ise şu ifade<br />
buna örnektir: türgäš qaγanda magarač tamγačï oγuz bilgä tamγačï ketli (Türgiş<br />
kağanından Makraç ve Oğuz Bilge tamgalarını muhafaza eden kimse geldi.)<br />
• 12 D. A, Monguş, Tuvaca-Türkçe Sözlük, Kızıl 2005, s. 200, 63.<br />
Elimizden düşmesin, ne yayımız ne kalkan/ Damgamız olsun<br />
bize, yol gösteren bir buyan “ (mostly means: I’m now the<br />
kagan to bestride you /Never give up your bows and shields<br />
/ Our stampt be us a good fortune that shows us the way)”(<br />
8<br />
).<br />
Stamp has two meanings in Turkish. One is “sign” and the<br />
other is “a tool to sign things”. In old Turkish it is used as<br />
“tamga” which is now “damga”. In Azerbaijanese “damğa”,<br />
in Tatar “tamga” Uzbek, Kirghiz and Uigur “Tamğa”, in Turkmenistan<br />
dialect “tağma” in Kazakh “tanba”. It is also used<br />
in Russia as “tamga”.<br />
The word “damga” is used by Turks and Mogols but there is<br />
no definitive judgement how they come out. General opinion<br />
is, the signs and motifs or drawings on the rocks turns<br />
into stampts (damga) in time.<br />
In Russian dictionary, the word “damga” is defined as Turkish<br />
origin. It is given as a first meaning “belong to clan or<br />
a sign that indicates possesion. Second meaning “between<br />
13th and 15th century in Russia, it is kind of tax which is taken<br />
for the dutiable goods in Exchange for sealing them,<br />
customs”( 9 ).<br />
It is pointed out in an other work that Turks used “damga”<br />
as a meaning of not only the sign of personel property but<br />
also branding, a tool which is used to brand, seal and a tool<br />
which is used to sign, marker, transcript, distinction. In Kul<br />
Tigin tablet, in Uigur text located in Turfan, in Divanu Lugatut<br />
Turk and in Kutadgu Bilig there are clear expressions<br />
about the meaning of stampt (tamga/damga) showing that<br />
it is used in update meaning( 10 ) It is understood from the<br />
cited Works that many new vocabularies reproduced from<br />
the word “damga” as “damgacı”, “damgala” 11 etc.<br />
In tuva dialect “damga” (stampt) and “sekil” (figure) are expressed<br />
with different words.For instance, “tanma” means<br />
in Tuva dialect “seal, stampt, signature”, “demdek” means<br />
• 8 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, Cilt I, Ankara 1988, s. 118.<br />
• 9 Slovar İnostrannıh Slov, Russkiy Yazık, Moskva 1988, s. 497.<br />
• 10 Drevnetyurkskiy Slovar, Leningrad 1967, s. 530.<br />
• 11 In Uigur tablets located in Turfan “tamya” (Tamγa-tamğa);<br />
seal,stamp, press, mark (beg tamγasï elgiŋdä (the seal (stamp) of the<br />
ruler in his own hand) and fascinating marker (ötrü etüz küzätgü tamγa<br />
tutmïš kergäk tamγasï (After this it is necessary to make a marker to<br />
protect the body) used in this meaning. In Kutadgu Bilig one can encounter<br />
to these examples: väzirliq aŋar berdi tamγa ajaγ (The ruler nominate<br />
him as vizier by giving him stamp (tamga)), Tamγa ur (to stamp, to seal),<br />
keräk… özi bekläsä qoδsa tamγa urup (He should store it and seal/stamp<br />
it on his own), Tamγačï (the person who keeps the seal or stamp), köni<br />
bolsa gïlgï bolur tamγačï (İf he be righteous, he will be the guard of the<br />
seal/stamp).Also stamp is used as; nišan (distinction), tamγa (stamp). We<br />
can give examples from Kasgarli Mahmut: Tamγala (to seal, to stamp),<br />
ol bitig tamγaladï (He sealed/stampted that letter or article) In Kultegin<br />
tablet this expression can be an example: türgäš qaγanda magarač<br />
tamγačï oγuz bilgä tamγačï ketli (From theTurkish Khan a person came<br />
who kept the seal of Makrac an Oguz Bilge)
kullanılmaktadır.<br />
Yukarıda da ifade edildiği gibi damga/tamga kavramı Türklerde,<br />
sembolden çok farklı olarak, ilk önce boyların işareti/<br />
soyut kimliği, devletin sınırlarını belirten sınır belgesi, mühür;<br />
daha sonra da her ailenin özel mülkiyet işareti, mührü<br />
ya da şahısların mührü, imzası olarak kullanılmıştır. Zamanla<br />
Türk boylarının ve ailelerinin büyümesi ve farklı sosyal coğrafyalara<br />
dağılmasıyla damgaların bir kısmı unutulmuş veya<br />
yeni damgalar meydana getirilmiştir. Günümüzde ise tarihî<br />
damgaların önemli bir kısmı yukarıda örneklerini verdiğimiz<br />
çeşitli eserlerde ve araç/gereçlerde varlıklarını devam ettirerek<br />
günümüze kadar gelebilmiştir.<br />
Her aileye ait damga geleneği genel olarak 1990’lara kadar<br />
Türkiye’de de kullanılmıştır. Bu geleneğin Türklerin yoğun<br />
olarak yaşadığı Kosova’nın Gora bölgesinde, günümüzde<br />
de devam ettiğini yaptığımız bir araştırmada tespit etmiştik.<br />
Türklerin bugün ya da tarihte kullandığı damgaların önemli<br />
bir kısmı, bugünkü anlamda harflere bağlı yazının olmadığı<br />
zamanlara dayanmakta olup, o günden bugüne kadar çeşitli<br />
Türk grupları tarafından kullanılmış ve kullanılmaktadır.<br />
Bu damgaların bazıları Türklerin ilk alfabesinin bazı harflerini<br />
meydana getirmiştir; ancak alfabeye dönüşen işaret<br />
ve damgalarda önemli ölçüde anlam daralması meydana<br />
gelmiş olması da tabii bir durumdur; çünkü bir damga veya<br />
işaret bir konuyu anlatırken, bir harf, bir sesi yani tek bir şeyi<br />
ifade eder.<br />
“distinction, sign, symbol, token, mark, number”( 12 ).<br />
On the contrary of the meaning of “damga”, the concept of<br />
Im, Embroidery and Yanıs are defined as below:<br />
Im: means marker, characteristic of something. It is not used<br />
other Turkish dialects. In Turkey this word is usually used in<br />
the meaning of cutting a piece of flesh from an animal ear<br />
for marking.<br />
Embroidery (Nakış): in Arabic we call it “nakş or süs”. It is a<br />
kind of rug. Usually,made by using thread, silver-gilt thread<br />
or tinsel, engraving on a colorful fabric or cloth with hand<br />
weaving or machine weaving. Handiwork, craftsmanship.<br />
Embroideries on clothes made by using needle or crochet<br />
needle. In Azebajian it is called “nahış”, in Baskurt “nakış”,<br />
in Kazak “nakış”, in Kirghiz “oyu”, in Uzbek, Uigur and Tatar<br />
“nakış”, in Turkoman “nagış” and in Russian “ornament”<br />
Yanış: It is only used in Turkey. It means embroidery and ornament.<br />
As we mention above “damga/tamga” (stampt) used in a<br />
different meaning from symbol. At first, it was used as a sign<br />
of clans or as a kind of document that shows and indicate<br />
the borders of state, seal of state and later on it was used as<br />
a sign of personel or family possesion or personel signature.<br />
Over time, with the expanding of Turkish clans and families<br />
and spreading to various regions, some of them was for-<br />
• 12 D. A, Monguş, Tuvaca-Türkçe Sözlük, Kızıl 2005, s. 200, 63.<br />
Stamps in Turkish Culture<br />
265<br />
Türk Kültüründe Damgalar
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />
accusa quo quunt.<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />
quo quunt.<br />
Common Heritage<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
266<br />
Ortak Miras
Türk Kültüründe Damgalar<br />
Stamps in Turkish Culture<br />
267
Common Heritage<br />
268<br />
Ortak Miras<br />
Bazı damgaları işaret olarak ifade etmek mümkün olsa da,<br />
yukarıda verdiğimiz bilgilerden de anlaşılacağı gibi, damga<br />
ve işaret birbirinden farklıdır. Örneğin her damga bir işarettir<br />
ama her işaret damga değildir. Dolayısıyla damga, mühür,<br />
aile veya boyların özel imzası, mülkiyet aracı; işaret ise belirti,<br />
iz, gösterge, sembolik biçim, nişan vb. anlamları ifade<br />
eder.<br />
Bir İşret Dili Olarak Damgalar<br />
Dil; ses, işaret, yazı gibi değişik biçimleriyle, kendi iç mantığı<br />
ve tutarlılığı geniş kitlelerle paylaşılmış bir iletişim aracıdır.<br />
Ancak, “dil sadece genlere bağlı bir öğe olamaz; çünkü kültürle<br />
yoğun bir bağı vardır. Pek çok insanî özellik, varlığını,<br />
sadece genetik kodlara değil, bir parçası olduğu toplumsal<br />
kültüre de borçludur” 13 . Bu sebeple dil, sosyolojik, psikolojik<br />
ve biyolojik bir özellik taşır.<br />
Dil, bir başka deyiş ile: “insanların aralarında haberleşmelerini,<br />
duygu ve düşüncelerini, arzularını, isteklerini, birtakım<br />
olayları çeşitli mesajlarla birbirlerine nakletmelerini temin<br />
eden her çeşit işaretler topluluğuna verilen isimdir” 14 diye de<br />
tanımlanabilir. Örneğin, trafikteki kırmızı, sarı ve yeşil renkler<br />
işaret dilinin alfabesidir. Etnografya eserlerindeki damgalar<br />
da işaret dilinin alfabeleridir; yani etnografya eserleri, işaret<br />
diliyle yazılmış belgelerdir. Yukarıda da ifade ettiğim gibi,<br />
bu belgeler halkların en yalın duygularının ifade edildiği somut<br />
göstergelerdir. Dolayısıyla, sosyal grupların kullandığı<br />
“işaret dilleri daha doğal dillerdir” 15 . Başka tabirle damgalar<br />
sosyal grupların en yalın dilleridir. Bu sebeple, damgalarla<br />
yazılan belgelerin okunması, tarihî gerçeklerin daha sağlıklı<br />
anlaşılmasına önemli katkılar sağlayacaktır.<br />
Nasıl ki biyolojide DNA’lar yolu ile bir veraset varsa, sosyo-kültürel<br />
hayatın DNA’ları da damgalardır ve bunlar bizim<br />
ile hep vardır. Bunları en sade şekliyle sosyal bir grubun inşa<br />
ettiği etnografik eserlerde görmek mümkündür. Halkın kullandığı<br />
bu damgalar, adeta sosyal grupların tarihini taşıyan<br />
şifreleri niteliğindedir ve günlük hayatta konuşulan dilden<br />
bağımsızdırlar. Bu dil, damgalara dayalı ayrı bir anlatım dili<br />
ve ayrı bir iletişim aracıdır. Hatta damgaların dili, ABC ile ilgili<br />
olan (yazıyla ilgili) dilden her zaman önce gelir. Örneğin,<br />
çocuklar, önce ses çıkarır, ses çıkarmayı öğrenir. Ardından<br />
el ve yüz mimikleri ve hareketleri devreye girer. En sonunda<br />
ise, çocuk yazıyı, yani seslerin imlerini veya damgalarını<br />
öğrenmeye başlar.<br />
Sosyo-kültürel olaylar zannedilenin aksine, en zor anlaşılan<br />
olguların başında gelirler. Bu sebeple, damgaların kullanılması,<br />
basit bir sosyal faaliyet olmayıp sosyal grubun veya<br />
• 13 Michael C. Corballis, İşaretten Konuşmaya Dilin Kökeni ve Gelişimi<br />
(Çev. A. Görey), İstanbul 2003, s. 25.<br />
• 14 Ayhan Songar, Dil ve Düşünce, İstanbul 1986, s. 11.<br />
• 15 Michael C. Corballis, a. g. e., s. 122.<br />
gotten or new ones took place. Today, best part of “damga”<br />
(stampt) is confirmed by the manuscripts mentioned above.<br />
The tradition “stampt (damga) for each family” had lived<br />
until 1990’s in Turkey. We also confirm that this tradition<br />
is still living in Gora region in Kosova where Turkish origin<br />
people mostly live.<br />
Most of the “damga” (stampt) which Turks used, traced to<br />
the times beyond the invention of writing and up to now<br />
they are stil used various Turkish groups. Some of these<br />
damgas create some of the letters of Turkish alphabet. By<br />
doing so it narrowed the meaning of damgas because a<br />
damga was telling a subject or a story but a letter can only<br />
define a sound.<br />
It is possible to define some stampts as a marker but as we<br />
mention above stampt and marker are different concepts.<br />
For example, every stampt is a marker but every marker is<br />
not a stampt. Accordingly, stampt and seal is used to mean<br />
signature of families and clans that shows personel possesion<br />
and a kind of ownership tool; and marker is used to<br />
mean symptom, sign, trace, indicator, distinction etc.<br />
Stampts As a Sign Language<br />
Language; is a communication tool where its consistency<br />
and internal logic shared with huge population. It has some<br />
different forms like sound, sign and manuscript. Language<br />
can not be bounded to genes only because it has an intensive<br />
attachment with culture. Many humanitarian characteristics<br />
owe their existence not only genetic codes but also<br />
the culture they belong to ( 13 ). For this reason, language has<br />
sociological, psycological and biological dimension.<br />
In an other saying language “ is agiven name to all kind of<br />
signs that provides to convey emotions, thoughts, desires,<br />
requests and messages and to tell events to other people”(<br />
14<br />
). As an example, red, yellow and green lights in traffic are<br />
an alphabet of sign language in traffic. That is the way it is,<br />
stampts in etnografic Works are the alphabet of sign language<br />
in etnografic Works. That is, etnografic Works are<br />
the documents which are written in sign language. As mentioned<br />
above, these documents are the concrete indicators<br />
that is used to Express the most plain emotions of people.<br />
Accordingly, sign languages used by social groups are more<br />
natural languages ( 15 ). In an other saying, stampts are the<br />
most plain languages of social groups. For this reason,<br />
reading the documents written with stampts will provide<br />
an essential contribution to the understanding of historical<br />
• 13 Michael C. Corballis, İşaretten Konuşmaya Dilin Kökeni ve Gelişimi<br />
(Çev. A. Görey), İstanbul 2003, s. 25.<br />
• 14 Ayhan Songar, Dil ve Düşünce, İstanbul 1986, s. 11.<br />
• 15 Michael C. Corballis, a. g. e., s. 122.
ir milletin sosyal tarihinin bireyleri tarafından ifade edilişinin<br />
bir sonucudur. Çünkü “motif, figür, sembol ve şekillerin<br />
tarihin belirli bir noktasındaki zihniyet ve tutumların ürünleri<br />
oldukları açıktır” 16 . Öte yandan Poloma’ya ve sembolik<br />
etkileşimcilere göre sosyal gruplar, “sembolik etkileşimler”<br />
sonucu meydana gelir 17 . Dolayısıyla, tarih yazıcıları ve sosyo-kültürel<br />
kavramlar hakkında çalışanlar, öncelikle sosyal<br />
grupların kullandıkları sembolleri-damgaları ve onların anlamlarını<br />
dikkate almak zorundadırlar.<br />
Damga dili ise, kültür ve geleneğe hastır; hatta bugün bu<br />
damgaların yenileri üretilmiş biçimleri bakımından birçoğu<br />
milletlerarası özellik taşır. Örneğin, trafik, sağlık, tehlike, askerî<br />
gibi damgalar/işaretler dünyanın her yerinde genelde<br />
aynıdır. İşaret dili olarak kullanılmış olan ve kullanılan Türk<br />
damgalarının Türk kültür coğrafyasının her yerinde aynı şekilde<br />
veya zamanla oluşan bazı değişikliklerle -sanki yeni<br />
bir görünüm alarak- kullanılmaya devam ettiği görülmektedir;<br />
yani Yakutistan’dan Kosova’ya kadar olan Türk kültür<br />
coğrafyasındaki işaret dili olarak ifade ettiğimiz damgalar<br />
aynıdır.<br />
Damgaları Anlamlandırmanın<br />
Zorluğu<br />
• 16 Selçuk Mülayim, “Tanımsız Figürlerin İkonografisi”, Türk Soylu<br />
Halkların Halı, Kilim ve Sicim Sanatı Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri (27-<br />
31 Mayıs 1996, Kayseri), Ankara 1998, s. 222.<br />
• 17 Margaret M. Poloma, Çağdaş Sosyoloji Kurumlar (Çev. H. Erbaş),<br />
Ankara 1993, s. 228.<br />
facts.<br />
Just as genetic inheritance is fact in biology by the help of<br />
DNAs, that is the way it is, stampts are DNAs of socio-cultural<br />
life and these stampts always feels their existence. It<br />
is possible to see them in their pure plain form on the etnografic<br />
Works set up by social groups. These stampts used<br />
by people are like codes of history of social groups and<br />
they are independent from the daily spoken language. This<br />
language is a different one depends on the stampts and a<br />
different communication tool. As a matter of fact, this language<br />
always comes before the written language. As an<br />
example, children first learn to utter. Then gestures and<br />
postures come out. At last they begin to learn writing ,that<br />
is, to sign the sounds.<br />
Contrary to what is believed, socio-cultural events are the<br />
hardest phenomenon to understand. For this reason, using<br />
stampts are not an ordinary social activity. It is the product<br />
of social history defined by a nation or a social group. Because,<br />
“it is certain that motif, drawing, symbol and shapes<br />
are the products of a mentality and attitude of a specific<br />
point of history”( 16 ). On the other hand, according to Polama<br />
and the symbolic interactionists, social groups occur by<br />
means of “symbolic interactions”( 17 ). Accordingly, historians,<br />
people studying on socia-cultural concepts must take<br />
• 16 Selçuk Mülayim, “Tanımsız Figürlerin İkonografisi”, Türk Soylu<br />
Halkların Halı, Kilim ve Sicim Sanatı Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri (27-<br />
31 Mayıs 1996, Kayseri), Ankara 1998, s. 222.<br />
• 17 Margaret M. Poloma, Çağdaş Sosyoloji Kurumlar (Çev. H. Erbaş),<br />
Ankara 1993, s. 228.<br />
Stamps in Turkish Culture<br />
269<br />
Türk Kültüründe Damgalar
Common Heritage<br />
270<br />
Ortak Miras<br />
Halı, kilim, mimarî yapı, anıtlar ve mezarlar gibi etnografya<br />
eserleri üzerindeki damgalar veya süslemeler hakkında<br />
çok çeşitli araştırmalar yapılmıştır. Bu eserlerin yazarlarınca<br />
sembol veya motif olarak ifade edilenlerle ilgili ortaya<br />
konan anlamların adeta değişmez doğrular olarak kabul<br />
edildiği görülmektedir 18 ; fakat bu konuda karşılaştırmalı<br />
çalışmalar yapmadan o ifadeleri olduğu gibi kabul etmek,<br />
sonu belli olmayan bir yola girmekten başka bir şey değildir,<br />
bir başka deyişle varmak istediğimiz gerçekler meçhulleşir.<br />
Tarihî özelliği olan damgaların anlamlandırılması bazen çok<br />
zor, bazen de imkânsızdır; çünkü onların hangi kaygılarla,<br />
ne zaman meydana geldiği, neyi temsil ettiği ve nasıl tanımlandıklarıyla<br />
ilgili bilgilerimiz son derece sınırlıdır. Dolayısıyla,<br />
göründüklerinden çok daha zengin ifadeleri dile<br />
getiren işaret dilinin unsurlarına herkes farklı anlamlar yükleyebilir<br />
ve onları herkes kendince yorumlayabilir. Mesela,<br />
Burke, çeşitli araştırmacılara yaptığı atıftan hareketle, “Kiliselere<br />
resimler kitaptan okuyamayanlar duvarlara bakarak<br />
okuyabilsinler diye konur” 19 der. Ayrıca Burke, “…Tarihçiler<br />
sadece metinleri okumak zorunda kalsalardı, teknoloji tarihi<br />
pek yoksul kalırdı. Örneğin Çin’de, Mısır’da ve Yunanistan’da,<br />
milattan binlerce yıl önce kullanılmış olan arabalar,<br />
• 18 Tuncer Gülensoy, Orhun’dan Anadolu’ya Türk Damgaları, İstanbul<br />
1989.<br />
• -Neriman Görgünay, Altaylar’dan Tunaboyu’na Türk Dünyası’ndan Ortak<br />
Motifler, Ankara 1994.<br />
• -Mine Erbek, Çatalhöyük’ten Günümüze Anadolu Motifleri, Ankara 2002.<br />
• -Güran Erbek, Anadolu Motifleri Sergisi Sergi, İzmir 1986.<br />
• -Yusuf Durul, Türk Kilim Motifleri, Ankara 1987.<br />
• 19 Peter Burke, Afişten Heykele Minyatürden Fotoğrafa/Tarihin Görgü<br />
Tanıkları (Çev. Z. Yelçe), İstanbul 2003, s. 52.<br />
into consideration stampts and symbols and their meanings<br />
first.<br />
Stampts language pertains to tradition and culture. Even<br />
today, new stampts has been produced and in terms of<br />
their shapes they carry international characteristics. For<br />
instance, traffic signs, emergency signs, military signs and<br />
health care signs are all same in any part of the world. It<br />
has been seen that Turkish stampts which had been used<br />
and still being used as a sign language, still live with minor<br />
changes or almost the same as before through the Turkish<br />
cultural region. That is, from Yakutia to Kosovo, stampts<br />
which we call sign language are the same.<br />
The Difficulty of Interpreting Stampts<br />
There has been many studies and researches about stampts<br />
and embrodieries on the etnografic works like carpets, rugs,<br />
architectural works, monuments and graves. According to<br />
these researchers, it is accepted that the meaning that<br />
these symbols and motifs convey on the cited works above<br />
are the truths which is unchangeable( 18 ). Neverthless, comperative<br />
analysis are needed to accept such kind of an ar-<br />
• 18 Tuncer Gülensoy, Orhun’dan Anadolu’ya Türk Damgaları, İstanbul<br />
1989.<br />
• -Neriman Görgünay, Altaylar’dan Tunaboyu’na Türk Dünyası’ndan Ortak<br />
Motifler, Ankara 1994.<br />
• -Mine Erbek, Çatalhöyük’ten Günümüze Anadolu Motifleri, Ankara 2002.<br />
• -Güran Erbek, Anadolu Motifleri Sergisi Sergi, İzmir 1986.<br />
• -Yusuf Durul, Türk Kilim Motifleri, Ankara 1987.
günümüze ulaşmış modeller ve mezar resimleri sayesinde<br />
yeniden kurgulanabiliyor” 20 diyerek, sanatın şekle/biçime<br />
dönük yönüne vurgu yapar.<br />
Türkiye’de damgalar üzerine çalışan araştırmacılar, Türklerin<br />
tarihî kültür coğrafyalarına yönelmek yerine, yaşadıkları<br />
ve araştırma yaptıkları coğrafyanın tutsağı olarak, adeta<br />
“her şeyin kaynağı coğrafyadır” varsayımını bir gerçeklik<br />
olarak kabul etmişlerdir. Bundan dolayı da araştırma yaptıkları<br />
yerlerdeki damga ve şekil isimlerini Türk kültür coğrafyasının<br />
her yerinde aynı anlam ve isimle kullanıldıklarını<br />
kabul ederek genellemeler yapmışlardır. Fakat durum hiç<br />
de zannedildiği gibi değildir.<br />
Türkiye’de yapılan bazı araştırmalarda bir ilde halı-kilimlerde<br />
elde edilen bulgular sadece o il veya bölgeye aitmiş gibi<br />
açıklanmıştır. Oysa küçük çaplı karşılaştırmalı bir çalışmada<br />
durumun öyle olmadığı ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle halı-kilimlerdeki<br />
damgalar ve işaretler hakkında genellemelere<br />
ve sağlıklı sonuçlara varmak için öncelikle karşılaştırmalı<br />
araştırmalar yapmak gerekmektedir.<br />
Türkiye’de halı-kilimlerde kullanılan damga ve şekillerin<br />
isimlendirilmeleri genelde yakıştırmadır. Örneğin; “ana<br />
tanrıça”dan hareketle yapılan “eli belinde, hayat ağacı,<br />
bereket, insan, saç bağı, koçboynuzu, küpe, sandıklı, aşk<br />
ve birleşim, yıldız, suyolu, pıtrak, haç, sandık, kazan kulpu,<br />
bereket, akrep” 21 ve benzeri isimlendirmeler genelde, ad oldukları<br />
damganın varlığını yansıtmaktan uzaktır. Diğer yandan<br />
Türkiye’de pıtrak olarak ifade edilen damga Sibirya’da<br />
da vardır. Oysa Sibirya’da pıtrak yetişmez.<br />
Türkiye’deki halı-kilimlerdeki damgaları bir yöreye bağlı<br />
olarak açıklayanlar, nerede araştırma yapmışlarsa orada<br />
tespit ettikleri damgaları orada yaşayan aşiret, halk ya da<br />
coğrafya ile bağlantılı açıklamışlardır 22 . Bu anlayışı kabul<br />
edersek Türkiye’de bir bölge, il, ilçe ya da bir aşirete bağlı<br />
olarak isimlendirilen damgaların diğer Türk kültür coğrafyasındaki<br />
Türk halkları arasında da yaygın olarak kullanılmasını<br />
nasıl açıklarız?<br />
Halı-kilimlerin ve bunların üzerindeki damgaların tasnifinde<br />
“benzetme, varsayım, yakıştırma ve tahmin yöntemleri<br />
yanında, uydurmaları da kabullenerek el yordamıyla ilerlediğimizi<br />
biliyoruz” 23 ifadesi bu konuda araştırılması gereken<br />
temel sorunların bizi beklediğine işaret ediyor. Diğer yandan<br />
eli belinde, koç boynuzu veya bereket olarak isimlendirilen<br />
bazı damgaların nasıl ve neden farklı adlandırıldığı<br />
• 20 Peter Burke, a. g. e., s. 89.<br />
• 21 Güran Erbek, a. g. e. -Mine Erbek, a. g. e.<br />
• 22 Recai Karahan, Dünden Bugüne Hakkâri Kimleri, Ankara 2007.<br />
• -Van Kilimleri.<br />
• -Neriman Görgünay, Eşme Kilimleri, Ankara 1994.<br />
• -Bekir Deniz, Ayvacık (Çanakkale) Yöresi Düz Dokuma ve Yaygıları (Kilim-<br />
Cicim-Zile), Ankara 1998.<br />
• 23 Selçuk Mülayim, a. g. m., s. 219.<br />
guement otherwise it will be nothing but unpredictable way<br />
to take. In another saying the facts we would like to discover<br />
will be unknown.<br />
Interpreting of Stampts that has a historical characterisrics<br />
are sometimes very hard and sometimes impossible. Because<br />
we have very limited knowledge about the corcern<br />
of their existence, when they come out, what they represent<br />
and how they defined. Accordingly, it can be easily understood<br />
that researchers may attirube a meaning to these<br />
sign languages differently and may interpret them as they<br />
wish. For example, Burke, said refering some studies that<br />
“Pictures on the churches walls are drawn to make people<br />
read the Bible by looking at them who can not read the<br />
book form of it”( 19 ). Besides, Burke, emphasises the formal<br />
dimension of art by saying that “ İf historians are only<br />
obliged to read the manuscripts, techonological history will<br />
remain very poor. For example, in China, vehicles which was<br />
used in ancient Egypt and Greece give inspiration to many<br />
car models today and by the way be refictionalised( 20 ).<br />
The researchers who studies on stampts in Turkey has accepted<br />
the geography as a main source to interpret the<br />
meaning of stampts which is not a good way to find the<br />
truth because they need to face the background of Turkish<br />
wide cultural geography instead of being schakled by geography<br />
they work in. For this reason they accept in advance<br />
that stampts and symbols they discover and work on, have<br />
the same name and the meaning in all around the Turkish<br />
cultural geograpy but the fact is not what is accepted.<br />
In some research done in Turkey, it has been claimed that<br />
findings from the research on carpets and rugs in a region<br />
or a province only belongs to the region or province<br />
themselves but it has proved that was not the case by doing<br />
a small comperative analysis. For this reason, in order<br />
to obtain healhty results and generalise the meaning that<br />
stampts convey, we need to do comperative analysis first<br />
In Turkey, the names of stampts and symbols used in carpets<br />
and rugs are usually ascription. For example, such kind<br />
of namings like “inspring from mother goddess “ Akimbo,<br />
tree of life, abundance, human, hair ribbon, cleat, ear ring,<br />
love and combination, star, trench, cocklebur, cross, chest,<br />
boiler handle and scorpion” ( 21 ) are far beyond to represent<br />
the real name of stampts. On the other hand the stampt<br />
which is called cocklebur in Turkey, exist in Siberia too but<br />
cocklebur can not be grown in Siberia.<br />
Researchers in Turkey usually define the meaning of<br />
• 19 Peter Burke, Afişten Heykele Minyatürden Fotoğrafa/Tarihin Görgü<br />
Tanıkları (Çev. Z. Yelçe), İstanbul 2003, s. 52.<br />
• 20 Peter Burke, a. g. e., s. 89.<br />
• 21 Güran Erbek, a. g. e. -Mine Erbek, a. g. e.<br />
Stamps in Turkish Culture<br />
271<br />
Türk Kültüründe Damgalar
Common Heritage<br />
272<br />
Ortak Miras<br />
sorusunun cevaplandırılması gerekir. Diğer yandan nasıl<br />
oluyor da bir eserde aynı damgaya farklı sayfalarda farklı<br />
isimler verilebiliyor?<br />
Türkiye’de kullanılan damgaların her şeyden önce tarihî,<br />
kültürel kaynaklarının tespit edilmesi gerekir. Bu amaca uygun<br />
olarak da öncelikle damgaların Türkiye ve Türk kültür<br />
coğrafyasındaki dökümü yapılmalıdır. Bunlar yapılmadan<br />
halı-kilimlerdeki damgaların isimlendirilmeleri, anlamlandırılmaları<br />
genelde sakıncalı ve yanlış algılamalara yol<br />
açacak sonuçlar yaratabilir. Üstelik kimi zaman bilinçli veya<br />
bilinçsiz biçimde yapılan bu türden hataları düzeltmek, yeni<br />
araştırma yapmaktan çok daha zor olmaktadır.<br />
Halı-kilim damgaları hakkında çalışanların olabildiğince<br />
disiplinler arası bir anlayışla araştırma yapmaları ihtiyaç olduğu<br />
kadar bir zorunluluktur. Dolayısıyla kadim Türk tarihi<br />
ve Türk kültür coğrafyası dikkate alınmadan damgalar hakkında<br />
yapılan isimlendirmeler ve anlamlandırmalar önemli<br />
ölçüde bölgesel ve eksik kalmaya mahkûmdur. Çünkü damgalar<br />
genel olarak tarihî ve sosyal hafızanın ürünüdür.<br />
“Türk tamgalarında görülen istikrarlı devamlılık, boy-kabile<br />
tamga işaretlerinin tespit edilmesine, keza bir etnos sınırları<br />
çerçevesinde veya komşu etnoslar arasında karşılaştırmalı<br />
incelemeler yapılmasına (ki bu tür incelemeler sık sık yapılmaktadır)<br />
imkân sağlamaktadır” 24 . Bu nedenle tarihin<br />
önemli bir kültür unsuru olan etnografya eserlerinde görülen<br />
damgaları tarihî bağlam içinde değerlendirip incelemek<br />
gerekir.<br />
Koç Başı Damgalarının Sosyo-<br />
Kültürel Önemi<br />
Türk halı-kilimlerinin genel karakteristik özelliğini koç başı<br />
damgasının oluşturduğunu düşünüyoruz. Koç başı damgası<br />
canlı ve farklı üsluplarla bütün Türk dünyasında çok belirgin<br />
olarak görülmektedir. Mezar taşlarından söz ederken tekrar<br />
ele alacağımız üzere Çay’a göre, koç başı damgalarını Türk<br />
hayvan üslubunun en güzel karakteristik örneği olarak en<br />
sade şekilleriyle Japonya’dan Anadolu’ya kadar uzanan<br />
coğrafyadaki Türk mezar taşlarında görmek mümkündür 25 .<br />
Sümer, “Oğuz boylarına ait damgaların Anadolu’da hayvanlara<br />
vurulduktan başka halı, kilim motifi olarak kullanıldığını,<br />
aşı boyası ile evlerin duvarlarına resmedildiğini, kap kacağa<br />
ve nazar değmemesi, uğur getirmesi için bazı giyim eşyasına<br />
nakşedildiğini ve hatta mezar taşlarına çizildiğini biliyoruz”<br />
26 der. Rásonyi’ye göre de, Yenisey boylarında ve bir<br />
• 24 R. G. Kuzeyev, İtil-Ural Türkleri (Çev. A. Acaloğlu), İstanbul 2005, s.<br />
81-82.<br />
• 25 Abdulhaluk Çay, Anadolu’da Türk Damgası Koç Heykel-Mezar Taşları<br />
Türkler’de Koç-Koyun Meselesi, Ankara 1983, s. 34.<br />
• 26 Faruk Sümer, Oğuzlar, Ankara 1972, s. 206-207.<br />
stampts they discover on carpets and rugs by taking into<br />
consideration the clan, community or the region they belong<br />
to( 22 ). If we accept to this understanding, then how can<br />
we explain a stampt discovered in a region or a province in<br />
Turkey also used widely and common in other Turkish Cultural<br />
Geography?<br />
We use some methods like “ likening, assumption, ascription<br />
and prediction” to classify the carpets, rugs and the<br />
stampts on them. In some studies, one can encounter such<br />
an expressions like “…besides them you should accept the<br />
fabrications and one can only progress gropely”( 23 22).<br />
That kind of expressions shows us that researchers have<br />
more essential problems to deal with. Also in some studies,<br />
one can see that a stampt has different names like Akimbo,<br />
cleat and abundance. Why a stampt has three different<br />
names? It should be given answer to this question. On the<br />
other hand, one should explain that in a work you can encounter<br />
a stampt name which is different in another page of<br />
the same work.<br />
Before anything else ıt must be confirmed the historical<br />
and cultural source of the stampts used in Turkey. To realize<br />
this aim a list of stampts used in Turkey and Turkish Cultural<br />
Geography should be propared first. Without doing so, especially<br />
in the activity of giving name and interpreting the<br />
stampts may lead some misunderstandings and unintended<br />
consequences. Sometimes ıt would be harder to fix such<br />
kind of an flaw than to make a new research.<br />
It is not a need but an obligation for the researchers working<br />
on stampts in the carpets and rugs to be interdiciplinary.<br />
One must take into consideration the ancient Turkish History<br />
and cultural geography of Turks when giving name to the<br />
stampts otherwise it would remain regional and therefore<br />
deficient but stampts are world-wide and they are the product<br />
of cultural history and social memory.<br />
Stable continuity seen in Turkish stampts provides an opportunity<br />
to identify clans’ stampts and to make bilateral<br />
check with other regions( 24 ). So, it is a necessity to assess<br />
and examine the stampts seen in etnografic works in its historical<br />
context<br />
Socio-Cultural Importance of Ram Stamps<br />
We think that battering ram stampts reflects the main<br />
characteristics of Turkish carpets and rugs. Battering ram<br />
• 22 Recai Karahan, Dünden Bugüne Hakkâri Kimleri, Ankara 2007.<br />
• -Van Kilimleri.<br />
• -Neriman Görgünay, Eşme Kilimleri, Ankara 1994.<br />
• -Bekir Deniz, Ayvacık (Çanakkale) Yöresi Düz Dokuma ve Yaygıları (Kilim-<br />
Cicim-Zile), Ankara 1998.<br />
• 23 Selçuk Mülayim, a. g. m., s. 219.<br />
• 24 R. G. Kuzeyev, İtil-Ural Türkleri (Çev. A. Acaloğlu), İstanbul 2005, s.<br />
81-82.
müddet Moğolistan’da yaşayan Kırgızlar’ın keçe cinsinden<br />
halılarının üzerindeki damgalar da koç başı damgalarıydı 27 .<br />
Yaptığım saha araştırmalarında Oğuzlardan önceki Türklerin,<br />
Oğuzların ve öbür Türk boylarının ilk kullandığı alfabedeki<br />
bazı harfleri yani damgaları; evlerde, mezarlarda, halı,<br />
kilimlerde, mumyalarda, at kuşamlarında, bazı yerleşim birimlerindeki<br />
bazı mekânlarda, tespit ettim. Bunun yanı sıra<br />
aynı damgaları örneğin otobüs duraklarında, tuvaletlerde,<br />
plajlarda, paralarda, Talas barajında, bazı alkollü içeceklerin<br />
kutusunda, giyim eşyalarında ve bunun gibi günlük<br />
yaşamda kullanılan araç ve gereçlerinin üzerinde tespit etmek<br />
mümkündü. Bu damgaların arkaik örneklerini Otar, Akçokraklı,<br />
Kuzeyev, Nowgorodowa, İbrayeva, Trofimov, Ögel,<br />
Gülensoy, Tavkul, Esin, İvanov ve benzerlerinin eserlerinde<br />
görmek mümkündür 28 .<br />
Göktürklerde en önemli kurban hayvanlarını, başta at ile<br />
dağ koyunu ya da koçun teşkil ettiği ve bunlardan atın<br />
• 27 László Rásónyi, Tarihte Türklük (Çev. H. Z. Koşay), Ankara 1971.s. 42.<br />
• 28 İsmail Otar, O. Akçokraklı’nın (Kırım Tatar Tamgaları) İsimli Kitabı<br />
Vesilesi İle Notlar, İstanbul, 1983.<br />
• - Osman Akçokraklı, a. g. e.<br />
• -R. G. Kuzeyev, a. g. e.<br />
• -E. Nowgorodowa, Alte Kunts der Mongolie, Leipzig 1980.<br />
• -K. İbrayeva, Kazahskiy Ornament. Almatı 1994.<br />
• -A. Trofimov, Ornament Çubaşskoy Narodnoy Bışivki, Çeboksarı 1977.<br />
• -Bahaeddin Ögel, İslamiyet’ten Önce Türk Kültür Tarihi, Ankara 1991.<br />
• -Tuncer Gülensoy, a. g. e.<br />
• -Ufuk Tavkul, Kafkasya Gerçeği, İstanbul 2009.<br />
• -Emel Esin, İslâmiyetten Önceki Türk Kültür Tarihine ve İslâma Giriş (Türk<br />
Kültürü El-Kitabı, II. Cilt I/b’den Ayrı Basım), İstanbul 1978.<br />
• -S. İvanov, Ornament Narodov Sibiri Kak İstoriçeskiy İstoçnik, Moskva/<br />
Leningrad 1963.<br />
stampts can be seen specifically in Turkish world with lively<br />
and spectacular manner. According to Cay, it is possible to<br />
see the most characteristic sample of batering ram stampts<br />
in a geography from Japan to Anatolia with their mere form<br />
on the grave rocks( 25 ).<br />
Sümer says that “we know stampts belongs to Oguz clans<br />
were used to brand animals, used as a motif on carpets and<br />
rugs, drew these motifs to their house walls, pots and pans,<br />
engrave these motifs to their clothes for being protected<br />
from evil eyes and used to ornament grave stones.”( 26 ).<br />
According to the Rasonyi, in the clans of Yenisey and kirgiz<br />
people lived in Mongolia, stampts on their mat carpets were<br />
batterring ram ( 27 ).<br />
It is ascertained in my field studies that Turks before Oguz,<br />
Oguz and other Turkish clans use some letters of the first<br />
Turkish alphabet as a stampt at home, on grave stonesi on<br />
carpet and rugs, mummies, when griding on and on some<br />
places in the accomodation units ( 28 ).<br />
• 25 Abdulhaluk Çay, Anadolu’da Türk Damgası Koç Heykel-Mezar Taşları<br />
Türkler’de Koç-Koyun Meselesi, Ankara 1983, s. 34.<br />
• 26 Faruk Sümer, Oğuzlar, Ankara 1972, s. 206-207.<br />
• 27 László Rásónyi, Tarihte Türklük (Çev. H. Z. Koşay), Ankara 1971.s. 42.<br />
• 28 İsmail Otar, O. Akçokraklı’nın (Kırım Tatar Tamgaları) İsimli Kitabı<br />
Vesilesi İle Notlar, İstanbul, 1983.<br />
• - Osman Akçokraklı, a. g. e.<br />
• -R. G. Kuzeyev, a. g. e.<br />
• -E. Nowgorodowa, Alte Kunts der Mongolie, Leipzig 1980.<br />
• -K. İbrayeva, Kazahskiy Ornament. Almatı 1994.<br />
• -A. Trofimov, Ornament Çubaşskoy Narodnoy Bışivki, Çeboksarı 1977.<br />
• -Bahaeddin Ögel, İslamiyet’ten Önce Türk Kültür Tarihi, Ankara 1991.<br />
• -Tuncer Gülensoy, a. g. e.<br />
• -Ufuk Tavkul, Kafkasya Gerçeği, İstanbul 2009.<br />
Stamps in Turkish Culture<br />
273<br />
Türk Kültüründe Damgalar
Common Heritage<br />
274<br />
Ortak Miras<br />
göğe, koçun da toprağa kurban edildiği bilinmektedir 29 .<br />
Türk cumhuriyetlerinde anlatılan Dede Korkut destanlarında<br />
da birçok defa attan aygır, deveden buğra, koyundan<br />
koç kurban edildiği zikredilmektedir 30 . Tatarlar’da ise ölen<br />
biri için at kurban edilir, eti yendikten sonra derisi saman<br />
ile doldurulup sırıklar üzerinde mezarın tepesine dikilirdi 31 .<br />
Türklerdeki kurban geleneği hakkında bilgi veren İnan da<br />
“Göktürkler ölüyü çadıra koyarlar, akrabaları onun için at<br />
ve koyunlar kurban ederler, onların kafataslarını ise kazıklar<br />
üzerine koyarlar” 32 demektedir.<br />
Biz de, araştırma yaptığımız Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’in<br />
merkezinde topak çadır/keçeden yapılmış çadırın (Kırgızların<br />
“boz üy” dediği) yani evin giriş kapısının sağ tarafına<br />
uzaktaki akrabalarının gelmesini beklemek için üç günlüğüne<br />
konmuş (üçüncü gün ceset defnedilir) bir bayan cesedini<br />
ve at kurban edildiğini gördük. Eğer ölen insan erkekse<br />
o zaman ceset çadırın sol tarafına, ancak ölen evin<br />
reisi ise Anadolu’da başköşe, Kırgızların ve Kazakların “tör”<br />
dediği yere konur. Tör ise çadırın girişinin tam karşısındaki<br />
alandır. Diğer yandan burada Hoca Ahmet Yesevi’nin mezarının<br />
da çadır ve tör geleneğine göre yapıldığını belirtmekte<br />
fayda vardır 33 . Kazak Türklerinin defin töreni hakkında<br />
Kazakistan’da uzun süre görev yapmış Yorulmaz’ın ayrıntılı<br />
çalışması vardır 34 . İsteyenler daha geniş bilgi için o kaynağa<br />
bakabilirler.<br />
Kazakistan’da Dede Korkut’a Korkut Ata derler. Korkut<br />
Ata’nın esas mezarı Seyhun nehrinin taşması sonucu sular<br />
altında kalmıştır. Temsilî mezarı ise, nehirden zarar görmeyecek<br />
şekilde bir tepenin başına yapılmış olup, mezarına<br />
giden yol üzerinde bir koç heykeli bulunmaktadır. Korkut<br />
Ata’nın bu mezarı Kızılorda-Aral yolu üzerinde Kızılorda’ya<br />
150 km mesafede olan Jusalı kentinden Seyhun nehrine<br />
doğru uzanan yolun 25. kilometresinde olup, mezarın üzerindeki<br />
borulardan rüzgârın hızı ve yönüne göre ney, tambura,<br />
davul, kopuz, tar gibi birçok müzik aletinin sesini dinlemek<br />
mümkündür.<br />
Hunlarda tanrılara kurban edilen hayvanların arasında en<br />
makbul olanı koçtu. Ayrıca Türkler’de kurban hayvanlarından<br />
özellikle at ve koç mezar taşı olarak da kullanılmıştır.<br />
Diğer yandan Diyarbekirli’ye göre Altaylarda, VIII. veya X.<br />
yüzyıllara ait olduğu düşünülen bir mezarda erkeğin yanın-<br />
• 29 Nejat Diyarbekirli, Hun Sanatı, İstanbul 1972, s. 92.<br />
• 30 Orhan Şaik Gökyay, Dedem Korkudun Kitabı, İstanbul 2000.<br />
• -Oğuzların Diliyle Dedem Korkudun Kitabı (Haz. M. S. Kaçalin), İstanbul<br />
2006.<br />
• 31 L. Ligeti, Bilinmeyen İç Asya (Çev. S. Karatay), Ankara 1998, s. 104.<br />
• 32 Abdulkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara 1986, s. 177-<br />
178.<br />
• 33 Mustafa Aksoy, “Kazakistan’dan Adana’ya Tör Kavramı”, Türk Dünyası<br />
Tarih Kültür Dergisi, Sayı 302, 2012.<br />
• 34 Osman Yorulmaz, “Kazak Türklerinde Defin Adetleri ve Merasimler”,<br />
Prof. Dr. Ramazan ŞEŞEN Armağanı, İstanbul 2005, s. 387-401.<br />
It is known that in Gokturk tradition horse and sheep are the<br />
main animals sacrificing to God 29 . Horse sacrifices to sky and<br />
sheep to soil. In Dada Gorgoud Epic, it is said that stallion,<br />
ram and adult male camel sacrifice to God 30 . Tatars sacrifice<br />
horse after their deaths. After eating its meat, the skin of the<br />
horse fulled with chaff and set up on his grave with posts 31 .<br />
Inan who gives information about the sacrificing tradition<br />
of Turks says that “ Gokturks put the death people to tents,<br />
his or her relatives sacrifice horse or sheep in it and put the<br />
animals skulls on a post and plant them”( 32 ).<br />
In our study which is done in Bishkek, we saw that there was<br />
a mat tent which was set up for three days to host relatives<br />
coming from distant places. It is for three days because after<br />
this period the body must be buried. There was a woman<br />
funeral and the body was put right handside of the tent and<br />
a horse was sacrificed after her. If it was a male the body<br />
would be put to the left hanside and if it was the goodman<br />
then the body would be put to seat of honor. The seat of<br />
honor is the place right across the tent enterance. As a additional<br />
information the grave of Hdja Ahmet Yesevi was set<br />
up in compliance with this tradition ( 33 ). Yorulmaz who has<br />
studied in Kazakhstan for long time has detailed research<br />
about the funeral of them ( 34 ). İt is recommended for additional<br />
information<br />
In Kazakhstan, people call Dada Gorgoud, “Gorgoud Father”.<br />
The real grave of Gorgoud Father was flooded following<br />
the Seyhan river flood. His symbolic grave then was set<br />
up on a top of a hill where flood can do no damage, on the<br />
way his grave there is a ram sculpture. This grave is located<br />
at the 25th km of the way from Jusalı to Seyhun river and it is<br />
possible to listen to the ınstruments like ney, tambura (any<br />
stringed instrument), drum, qopuz, tar according to the direction<br />
of the wind.<br />
In Hun tradition the most favorite animal to sacrifice is ram.<br />
Besides, especially horse and ram were used as a grave<br />
Stone figure in Turkish tradition. According to Diyarbekirli,<br />
in Altays, at a grave which is thought to be belong to VII or X<br />
century, it was found a horse nearby a male body and a ram<br />
nearby a woman body ( 35 ).<br />
• -Emel Esin, İslâmiyetten Önceki Türk Kültür Tarihine ve İslâma Giriş (Türk<br />
Kültürü El-Kitabı, II. Cilt I/b’den Ayrı Basım), İstanbul 1978.<br />
• -S. İvanov, Ornament Narodov Sibiri Kak İstoriçeskiy İstoçnik, Moskva/<br />
Leningrad 1963.<br />
• 29 Nejat Diyarbekirli, Hun Sanatı, İstanbul 1972, s. 92.<br />
• 30 Orhan Şaik Gökyay, Dedem Korkudun Kitabı, İstanbul 2000.<br />
• -Oğuzların Diliyle Dedem Korkudun Kitabı (Haz. M. S. Kaçalin), İstanbul<br />
2006.<br />
• 31 L. Ligeti, Bilinmeyen İç Asya (Çev. S. Karatay), Ankara 1998, s. 104.<br />
• 32 Abdulkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara 1986, s. 177-<br />
178.<br />
• 33 Mustafa Aksoy, “Kazakistan’dan Adana’ya Tör Kavramı”, Türk Dünyası<br />
Tarih Kültür Dergisi, Sayı 302, 2012.<br />
• 34 Osman Yorulmaz, “Kazak Türklerinde Defin Adetleri ve Merasimler”,<br />
Prof. Dr. Ramazan ŞEŞEN Armağanı, İstanbul 2005, s. 387-401.<br />
• 35 Nejat Diyarbekirli, a. g. e., s. 92-93.
Türk Kültüründe Damgalar<br />
Stamps in Turkish Culture<br />
275
Common Heritage<br />
276<br />
Ortak Miras<br />
da at, kadının yanında da koç bulunmuştur 35 .<br />
Uluğ Türkistan coğrafyasında yapmış olduğum saha araştırmaları<br />
sonucunda, doğal koç başı veya boynuzları ile koç<br />
başlı mezar taşlarının sadece erkek mezarlarında 36 ; koç başı<br />
damgası işlenmiş mezar taşlarının ise, hem erkek ve hem<br />
de kadın mezarlarında kullanıldığını tespit ettim. Elinizdeki<br />
eserde de görüldüğü üzere, Türkler, koç başını çeşitli eşyalarına<br />
işlemekten de uzak kalmamışlardır. Örneğin, “koç<br />
başı ya da boynuz nakışı; Oğuzlar, Avarlar, Kırgızlar, Karakalpaklar,<br />
Çuvaşlar, Bulgarlar ve daha birçok Türk topluluklarında<br />
az değişikliklerle her çeşit malzemeyi süslemek için<br />
kullanılmıştır” 37 .<br />
Koç başı damgası, kadimliği göz önünde tutulduğunda,<br />
Türk kültürünün bir mührü gibi bugün hâlâ Altaylar’dan Ön<br />
Asya ve Balkanlara kadar uzanan coğrafyadaki çeşitli mezar<br />
taşlarında, halı ve kilimlerde varlığını sürdürmektedir. Ayrıca<br />
Anadolu’da ananevi anlayışa göre dokunan halı ve kilimlerdeki<br />
hâkim damga koç başıdır. Mezar taşlarındaki koç<br />
başı damgası, özellikle Doğu Anadolu mezarlarında yaygın<br />
olarak kullanılmıştır. Bu bağlamda, koç heykelinin en son<br />
örneklerini de Tunceli ilindeki mezarlıklarda görmekteyiz.<br />
Türkiye’deki koç başlı mezarları ele alan bir makalede, “Anadolu’daki<br />
koç ve koyun heykellerinin Akkoyunlularla Karakoyunlulara<br />
ait oldukları öteden beri kabul edile gelmiştir;<br />
• 35 Nejat Diyarbekirli, a. g. e., s. 92-93.<br />
• 36 Tunceli/Mazgirt’te bir köyde koyun başlı mezar taşı gördük; ancak,<br />
mezar sahibinin kadın mı, erkek mi olduğunu tespit edemedik.<br />
• 37 Nejat Diyarbekirli, a. g. e., s. 93.<br />
According to the result of a field study that I did in Ulug<br />
Turkistan region,ı confirmed that natural ram head or cleat<br />
figures only used at graves for males ( 36 ) and if ram head<br />
figure was only used on a grave Stone then this means it<br />
can be both male or female. It can be observed in this article,<br />
Turks have engraved the figure of ram head to their<br />
available belongings. For example “ ram head or cleat figure<br />
were used to ornament every kind of material by Oguz,<br />
Avar, Kirghiz, Qaraqalpaq, Cuvas and Bulgarian people ( 37 ).<br />
The figure ram head is still living in a wide area from Altays<br />
to Balkans as a seal of Turkish tradition on grave stones or<br />
on carpets ang rugs. Also in Anatolia tradition ram head<br />
is the main figure used to ornament carpets and rugs.On<br />
the grave stones in this region (Anatolia) ram head figure<br />
has been widely used. In this context, one can see the last<br />
version of ram head sculpture at the graveyard in Tunceli<br />
province. In an article about ram head, it has been accepted<br />
that the ram and sheep sculptures in Anatoliawas belong<br />
to Aqqoyunlu and Karakoyunlu States. But no information<br />
about the horse sculptures. Filvaki asserts that the sculpture<br />
of ram and sheep usually were found in the region<br />
where once Aqqoyunlu and Karakoyunlu States reigned this<br />
situation validates that sheep sculpture in Ahlat Museum<br />
and the other one at Ahlat Kirklar Graveyard and in Bitlis<br />
• 36 Tunceli/Mazgirt’te bir köyde koyun başlı mezar taşı gördük; ancak,<br />
mezar sahibinin kadın mı, erkek mi olduğunu tespit edemedik. (We saw a<br />
tomb sheep garvestone in a village in Tunceli / Mazgirt; But we could not<br />
determine whether the grave owner was a woman or a man)<br />
• 37 Nejat Diyarbekirli, a. g. e., s. 93.
fakat at heykellerinin hangi boya ait olabileceği hakkında<br />
bir şey söylenmemiştir. Filvaki, Anadolu’daki koç ve koyun<br />
heykellerinin Akkoyunlular ve Karakoyunlular’ın hâkim oldukları<br />
sahalarda bulunmaları; Ahlat’ta Orta Okulun bahçesinden<br />
müzeye kaldırılan koyun heykelinin 803/1400-1401,<br />
Ahlat Kırklar Mezarlığı’nda insitu olarak bulunan heykel ile<br />
Bitlis’te Kız Enstitüsü bahçesinde bulunan heykelin Akkayunlu<br />
ve Karakoyunlular’a ait olduğu fikrini doğrular” 38 denilmektedir.<br />
Oysa koç başı mezar taşlarını Karakoyunlu veya Akkoyunlularla<br />
açıklamak yerine, kadim Türk tarihiyle açıklamak daha<br />
yerinde olur. Kadim bir kültür içinde biçimlenip ortaya çıkan<br />
damgalar dilinin, yaratıcıları ile birlikte, tarih ve coğrafya<br />
üzerinde dağılarak yürüyüşünü bu koçbaşı damgalarında<br />
görüyoruz.<br />
Anadolu sahasında bulunan heykellerin yaşları ve bulundukları<br />
alanlar, gerçekten de bu konudaki görüşlerin Akkoyunlu<br />
ve Karakoyunlu olgusu üzerine toplanmasına olanak<br />
veriyor. Ancak, o zaman, elinizdeki çalışmaya göre, Altay<br />
dağlarından Kosova’ya kadar uzanan coğrafyadaki Türk<br />
gruplarında, kadınların halı ve kilimlerine işledikleri koç başı<br />
damgalarını; mezarlar ve türbelerdeki koçbaşlarını nasıl<br />
izah edeceğiz? Bütün bu gerçekler ışığında koç başı damgaları<br />
sorununa baktığımızda, kültür tarihi açısından kapsamlı<br />
bir biçimde ve her bağlam içinde çalışılması icap eden<br />
bize özgü farklı bir anlatım dili olduğunu düşünüyorum.<br />
Bilindiği gibi Gürcistan ve Ermenistan coğrafyasında da<br />
koç, koyun ve at başlı mezar taşları vardır. Ermeni ve Gürcüleri<br />
Hint-Avrupa toplumlarından kabul eden görüşe göre<br />
yukarıda ifade edilen mezar taşlarının açıklanması çok zor<br />
görülmektedir. Çünkü sık sık ifade ettiğimiz gibi bir kültürün<br />
en keskin ve direnç gösteren cephesini mezarlar ve ölüm<br />
kültürü göstermektedir. Dolayısıyla Ermeni ve Gürcülerde<br />
görülen o mezar taşlarının Türklerle olan etkileşimden dolayı<br />
olduğunu ifade etmek yeterli olmaz. Diğer yandan bu<br />
görüşü kabul edecek olursak, aynı geleneğin Farslar, Ruslar<br />
ve Araplarda da olmasını beklemek gayet doğal olmalıdır.<br />
Oysa bu saydığımız halklarda öyle bir gelenek yoktur.<br />
Gürcistan’da yapılmış bir araştırmaya göre Gürcistan coğrafyasında<br />
görülen ve bazıları Hıristiyan Gürcülere ait olan<br />
koç, koyun ve at başlı mezar taşlarının Azerbaycan Türklerinden<br />
kalma olduğu ifade edilmektedir 39 . Karamağaralı ise<br />
haklı olarak “Bizanslılar ve diğer Hıristiyan toplulukların da<br />
koç, koyun ve at şeklinde mezar heykeli mevcut olmadığı<br />
için, Ermeni ve Gürcüler tarafından yapılmış olan bu tip<br />
mezar taşları köksüz kalmaktadır. Kanaatimizce bunlar Türk<br />
• 38 Beyhan Karamağaralı, “Koç Koyun ve At Şeklindeki Mezartaşları”,<br />
Anadolu’da Türk Mührü, Ankara 1993, s. 18.<br />
• 39 E. Mehmedov, M. Nemetova, V. Kuliyeva, Gürcüstanda<br />
Azerbaycanlıların Milli Tarihi Medeniyetinin İrsi Olan Heykelleri, Tbilisi 2011.<br />
province at the gate of a school belongs to Aqqoyunlu and<br />
Karakoyunlu States ( 38 ).<br />
Whereas we prefer to explain the sculpture of ram or ram<br />
head figures on grave stones with primeval Turkish history<br />
and tradition rather than Aqqoyunlu and Karakoyunlu. One<br />
can easily see the running of these figures with their creators<br />
shaped in a primeval Turkish culture spreading all over<br />
the cultural region of Turks.<br />
The age of statues found in Anatolia region and their location<br />
has supported the assumptions that they are belong to<br />
Aqqoyunlu and Karakoyunlu but one can also see ram head<br />
figures on carpets and rugs and on grave stones at a region<br />
from Altays to Kosova, so how can be explain this? I think<br />
the issue should be studied in a wide perspective in terms<br />
of cultural history of Turks because ram head figure as a<br />
stampt is a manner of telling special to Turks in my belief.<br />
As known, there are grave stones with ram, sheep and horse<br />
head figures İn Armenia and Georgia. It seems hard to explain<br />
according to the belief that these nations are belong<br />
to the indo-european community because graves and funerals<br />
resists the cultural erosion and hard to change. So in<br />
my opinion it is not enough only saying that this was a result<br />
of a influenced with Turks to explain the situation. On the<br />
other hand if we accept this idea, we also must accept that<br />
same tardition must be avaliable in Iranian, Russian and<br />
Arabian community but it is not. So we have problem that is<br />
not easy to explain.<br />
In a research conducted in Georgia, ıt has been asserted<br />
that grave stones with the figures horse, ram and sheep<br />
head located in Georgia and some belongs to Cristian<br />
Georgians remains from Azerbaijan Turks ( 39 ). Karamağaralı<br />
has said that there has been no sculpture of ram, sheep or<br />
horse in Byzantine or other christian communities, that is<br />
why it is hard to explain such kind of an sculptures and grave<br />
stones in Armenia and Georgia. In his opion, these are the<br />
proofs of turkish influence on these community or they are<br />
the memories of the Turks who were cristians but did not<br />
give up their tradition ( 40 ). One can find evidence to support<br />
this idea in Tuva, Hakasya and West Siberia. There are Turkish<br />
community who are not muslims but using these figures<br />
and sculptures. In a research conducted by Rasim Efendi it<br />
has been confirmed by the samples that supported Karamağaralı<br />
( 41 ).<br />
According to Diyarbekirli, ram head figure has been used by<br />
• 38 Beyhan Karamağaralı, “Koç Koyun ve At Şeklindeki Mezartaşları”,<br />
Anadolu’da Türk Mührü, Ankara 1993, s. 18.<br />
• 39 E. Mehmedov, M. Nemetova, V. Kuliyeva, Gürcüstanda<br />
Azerbaycanlıların Milli Tarihi Medeniyetinin İrsi Olan Heykelleri, Tbilisi 2011.<br />
• 40 Beyhan Karamağaralı, a. g. m., s. 19.<br />
• 41 Rasim Efendi, Kamennaya Plastika Azerbaydjana, Baku 1986.<br />
Stamps in Turkish Culture<br />
277<br />
Türk Kültüründe Damgalar
Common Heritage<br />
278<br />
Ortak Miras<br />
kültürünün Ermeni ve Gürcülere tesirinin belgeleridir, ya da<br />
bu topluluklar tarafından Hıristiyanlaştırılan, fakat kendi<br />
inanç ve adetlerini yaşatan Türklerin bıraktıkları hatıralardır”<br />
40 demektedir. Karamağaralı’yı doğrulayan bazı örnekleri<br />
yani at, koç, koyun mezar taşlarını biz de Tuva, Hakasya ve<br />
Batı Sibirya’da yaşayan ve Müslüman olmayan Türklere ait<br />
mezarlarda görmüştük. Rasim Efendi tarafından Gürcistan,<br />
Ermenistan, Azerbaycan ve Nahçıvan coğrafyasında koç,<br />
koyun, at ve insan suretli mezar taşları hakkında yapılan geniş<br />
kapsamlı bir araştırmada da Karamağaralı’yı doğrulayan<br />
bazı örnekler tespit edilmiştir 41 .<br />
Diyarbekirli’ye göre, koç başı damgası Türkler tarafından,<br />
Hunlardan beri kullanılagelmiş olup bu damga “türbede<br />
önemli bir adamın hatta bir mukaddes kimsenin yattığına<br />
delalet eder” 42 . Esin ise, bu konu hakkında şunları ifade<br />
eder: “Zoomorfik motiflerden, oturmuş koç heykelleri<br />
de Siwet-ulan ve Moğolistan’daki Gök-Türk muhitine has<br />
görünmektedir. Bunların bilhassa mezarlarda bulunması,<br />
henüz daha anlaşılmamış bir mana ifade etmiş olsa gerek.<br />
Tabgaç mezar taşındaki koçbaşlı ejder tasvirini de bu münasebet<br />
ile hatırlıyoruz. Siwet-ulan üslubunda, bir çift karşılıklı<br />
koç heykeli Kül Tigin külliyesinde, yazılı taşın bulunduğu<br />
avlunun girişinde durmakta idi. Bu koç heykelleri, Türk<br />
mezarlarının bir hususiyeti olarak, Türklerin göç ettiği yollar<br />
boyunca dizilmiş ve Mangışlak’dan geçerek Anadolu’ya kadar<br />
uzanmıştır” 43 .<br />
Benim tespitlerime göre ise, en son bulunan koç başlı mezar<br />
taşları Tunceli’dedir. Bunlardan ikisi, 1955 ve 1962 tarihli<br />
olup Tunceli/Ovacık’taki bir köy mezarlığında; öbürü ise,<br />
1965 tarihlidir ve Tunceli merkezindeki bir mezarlıkta bulunmaktadır.<br />
Tunceli’den başka koç heykelleri Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki<br />
birçok yerleşim yerinde karşımıza çıkmaktadır.<br />
Mesela yapmış olduğumuz saha araştırmalarında Kars, Iğdır,<br />
Van, Bitlis, Erzincan, Diyarbakır, Elazığ, Rize illerinde koç<br />
başlı heykelleri tespit ettik. Kaya da 2007’de Hakkâri/Yüksekova’da<br />
iki adet koç başlı mezar taşı tespit etmiştir 44 . Ben<br />
de, Hakkâri’de bulunmuş olan bir koç başlı mezar taşını Van<br />
müzesinde görmüştüm.<br />
Kazakistan’da koç; erlik, yiğitlik ve bağımsızlık damgası olarak<br />
bilinir. Eski zamanlarda Kazak askerlerinin dizlerinde,<br />
göğüslerindeki zırh parçalarında ve ellerindeki kalkanlarında<br />
koç damgası bulunurmuş. Bu anlayışı Kırgızistan’ın Talas<br />
kentindeki Manas bölgesinde bulunan Manas Destanı’nın<br />
• 40 Beyhan Karamağaralı, a. g. m., s. 19.<br />
• 41 Rasim Efendi, Kamennaya Plastika Azerbaydjana, Baku 1986.<br />
• 42 Nejat Diyarbekirli, Hun Sanatı, İstanbul, 1972, s. 94.<br />
• 43 Emel Esin, Türk Kültürü El-Kitabı, Cilt II, Kısım I-A, İstanbul 1972, s.<br />
50.<br />
• 44 Adnan Menderes Kaya, Hakkâri Tarihi Konuşan Bir Kent, Ankara<br />
2010, s. 410.<br />
Turkish community since Huns and this figure shows that an<br />
important person lie under the sod ( 42 ). Esin says about the<br />
topic that “ among the zoomorfic motifs sitting ram sculpture<br />
are seemed to be belong to Siwet-ulan and Gokturk<br />
compound in Mongolia. These sculptures are usually found<br />
in graveyards and its meaning can not be understood yet.<br />
Here we must remember the dragon potrait with ram head<br />
on grave Stone in Tabgac. In Siwet-ulan mode, a pair of ram<br />
suculpture was stood in Kul-Tigin kulliyesi which was located<br />
in the quad where the tablet is stood. These ram sculptures<br />
as a sign of Turkish graves was arranged in a row along<br />
the way where Turks migrated and passes the Mangıslak<br />
and reached to Anatolia ( 43 ).<br />
In my opinion, the last found grave stones with ram head is<br />
in Tunceli. Two of three are located in a graveyard in Ovacık<br />
built in 1955 and 1962 and the other one is located in a<br />
graveyard in city center built in 1965.<br />
One can encounter ram sculpture in many compounds<br />
eastern and southeastern part of Anatolia. For example, in<br />
a field study we conducted, we confirmedram head sculpture<br />
in Kars, Iğdır, van, Bitlis, Erzincan, Diyarbakır, Elazığ and<br />
Rize. Also, Kaya confirmed two grave Stones with ram head<br />
in Hakkari/yuksekova in 2007 ( 44 ). I saw one in Van Museum<br />
which was found in Hakkari.<br />
In Kazakhistan, ram symbolizes the courage, bravery and<br />
independency. In ancient times this figure took place on the<br />
knees of soldiers, on their breast armor and on the guard<br />
plate on their hands. I have discovered this tradition while<br />
ı was conducting a research at Manas tomb compound.<br />
There was ram head figure on manas’guard plate, arch and<br />
armor.<br />
People in Kazakhistan call ram as “kockar”. The head kockar<br />
is considered as blessed and uses to be protected from evil<br />
eye ( 45 ). İt is possible to see an example of this tradition in<br />
Istanbul/Zeytinburnu where Kazak origin immigrants from<br />
East Turkhistan settled. On th eother hand in black sea region<br />
in Turkey it is also known that ram head is used to be<br />
protected from evil eye. Even ı took a foto of a ram head on<br />
the enterance of a liner and a hotel which belongs to people<br />
from that region but settled in Istanbul.<br />
Radloff says in this article that “in Kazak Language they call<br />
ewe (female sheep) “koy”, ram “kockar”, ewe what give birth<br />
“Tu Koy”, male sheep “erkak koy” ( 46 ). Also indicates while<br />
• 42 Nejat Diyarbekirli, Hun Sanatı, İstanbul, 1972, s. 94.<br />
• 43 Emel Esin, Türk Kültürü El-Kitabı, Cilt II, Kısım I-A, İstanbul 1972, s.<br />
50.<br />
• 44 Adnan Menderes Kaya, Hakkâri Tarihi Konuşan Bir Kent, Ankara<br />
2010, s. 410.<br />
• 45 Karadeniz bölgemizde de aynı anlayış hâkimdir.<br />
• 46 Friedrich Wilhelm Radloff, a. g. e., s. 433.
kahramanının, yani Manas’ın türbesinin olduğu yerdeki<br />
araştırmam esnasında tespit ettim. Manas’ın kalkanında,<br />
yayında, kuşandığı zırhında hep koç başı damgaları vardır.<br />
Kazakistan halkı arasında koç’a koçkar derler. Koçkarın başı<br />
kutlu sayılır ve insanları kötülüklerden korumak için nazarlık<br />
olarak da kullanılır 45 . Bunun örneklerini Doğu Türkistan’dan<br />
göç ederek İstanbul’un Zeytinburnu ilçesine yerleşmiş Kazak<br />
Türklerinde de görmek mümkündür. Diğer yandan Karadeniz<br />
bölgesinde de koç başının nazarlık olarak kullanıldığı<br />
bilinmektedir. Hatta İstanbul’a yerleşen Karadenizlilerin<br />
sahibi olduğu bir yolcu gemisi ile otelin giriş kapısının üzerinde<br />
koç başlarını görmüş ve fotoğraflamıştım.<br />
Radloff da yapmış olduğu araştırmada “Kazakçada koyuna<br />
koy, koça koşkar, ana koyuna Tu koy (doğuran koyun), erkek<br />
koyuna erkak koy denir” 46 der. Ayrıca Altay Türklerinden<br />
bahsederken Teleüt Türklerini meydana getiren soylardan<br />
birinin “Koçkor-Mundus” olduğunu belirtir 47 . Bugün önemli<br />
bir kısmı Alevî inançlı olup da genel olarak, Türkiye’de Tunceli,<br />
Erzincan, Bingöl ve Muş illerinde yaşayan Hormeklerin<br />
ataları hakkında ise İbn Fazlan şu ifadeleri kullanır:<br />
“Türklerin diğer bir kısmına Kun (Hun) denir. Bunlar Nastur<br />
mezhebindendir. Kitay (Hitay) Hakanı’ndan korktukları ve<br />
meraları dar geldiği için Kitay ülkesinden ayrıldılar. Harzem-<br />
• 45 Karadeniz bölgemizde de aynı anlayış hâkimdir.<br />
• 46 Friedrich Wilhelm Radloff, a. g. e., s. 433.<br />
• 47 Friedrich Wilhelm Radloff, Sibirya’dan, Cilt I* (Çev. A. Temir), İstanbul<br />
1956, s. 217.<br />
talking about Altay Turks, Kockor-Mundus are on of the<br />
tribes that creates the Teleut Turks (46). Most of them believes<br />
in alevi doctrin are members of this community. They<br />
live in Tunceli, Erzincan, Bingöl and Mus. Ibn Fazlan says<br />
about the ancestors of Hormeks that “ It is called the other<br />
part of Turks Kun (Hun). These are followers of Nastur doctrin.<br />
They left Kitay country because of fear they felt about<br />
Kitay khan and because lack of enough forage. Harzemsah<br />
Ekinci b. Koçkar was a member of this community ( 47 ).<br />
Sesen gives this explanation in the footnote of the same<br />
page “According to Cuveyni, Ekinci b. Kockar was freedman<br />
of Sultan Sencer. Ibn el-Esir says he was the freedman of<br />
Berkiyaruk. Berkiyaruk was crowned in 1083. So this means,<br />
Ekinci became Harzemsah in 1096 or so.<br />
Togan also gives information about Kockar concept and belief<br />
coming from Altays to Anatolia. According to him “ the<br />
first Kastamonu Bey who conquered the Sudak and took<br />
over it from Mogolian in Kırım was Coban. There is a tomb<br />
belongs to Emir Beklemis bin Emir Taybuga bin Ilbasmis bin<br />
Kockar bin Ogulbek bin Besbek. This long name belongs to<br />
one person and his name simple is Besbek but in their tradition<br />
the name of the ancestors was cited. Here we can see<br />
that Ilbasmıs was one of the encestors of Besbek. Besbek<br />
and Ilbasmis were the names that can especially be encountered<br />
in Kipchak Turks ( 48 ).<br />
• 47 İbn Fazlan, Seyahatnâme (Haz. R. Şeşen), İstanbul, 1995, s. 101.<br />
• 48 Z. Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul, 1970, s. 319-<br />
320.<br />
Stamps in Turkish Culture<br />
279<br />
Türk Kültüründe Damgalar
Common Heritage<br />
280<br />
Ortak Miras<br />
şah Ekinci b. Koçkar (ölm. 491 h. = 1097 m. ) onlardandı” 48 .<br />
Şeşen ise aynı sayfada yazdığı dipnotta bu konuda şu açıklamayı<br />
yapar:<br />
“Ekinci b. Koçkar, Cüveynî’ye göre Sultan Sencer’in memlûkü<br />
(azadlısı) idi. İbn el-Esîr ise onun Berkiyâruk’un azadlılarından<br />
olduğunu söyler. Berkiyâruk 487 (1083 m.) yılında<br />
sultan olduğuna göre, Ekinci’nin Harzemşah olarak tâyini<br />
490 (1096) senelerine rastlamalıdır”.<br />
Koçkar kavramının ve inancının Altaylardan Anadolu’yu gelişi<br />
hakkında Togan da bilgi verir. Ona göre “Moğollardan<br />
önce Kırım’da Sudak’ı ilk defa fetheden Kastamonu beyi<br />
Çoban olduğu gibi Sinop’ta Emir Beklemiş bin Emir Taybuga<br />
bin İlbasmış bin Koçkar bin Oğulbek bin Beşbek’in H. 679<br />
(1280) senesine ait Türbesinin bulunduğunu da zikretmeliyim.<br />
Çünkü İlbasmış ve Beşbek, bilhassa Kıpçaklar arasında<br />
tesadüf edilen isimlerdir” 49 .<br />
Çay’ın Türk kültüründe keçi ve koyun hakkındaki geniş<br />
kapsamlı eserinde de “Koçkar, Türkistan’da dağ-teke veya<br />
yabanî erkek koyunlara verilen ad olup kişi adı olarak kullanılmıştır”<br />
ifadesinden sonra “Emir Koçkar, 417 yılında<br />
Memlûklar’ın Halep valisidir” 50 denilerek bir örnek verilmiştir.<br />
Alan araştırmalarım sırasında koç ile ilgili ilginç tespitlerden<br />
birisi kesilen koçun başıyla ilgiliydi. Kazakistan’da, kurban<br />
olarak koç kesilmişse koçun başını ancak baba parçalar ve<br />
çocuklarına dağıtır. Baba evde değilse, koç başı parçalanmadan<br />
haşlanmış olarak bekletilir. Öbür yandan, evde dede<br />
(ata baba) varsa, dede oğlundan ayrı bir evde oturuyor olsa<br />
da, koç başını parçalama hakkı dedenindir; ancak, dedenin<br />
izin vermesi durumunda oğlu koç başını parçalayabilir. Cenaze<br />
ya da toy’larda (çeşitli eğlence törenleri) koç kurban<br />
edilmişse koçun başını parçalama hakkı o cemaatteki en<br />
yaşlı ve saygıdeğer kişinindir. En yaşlı ve saygın insan koç<br />
başını parçaladıktan sonra koçun kulağını oradaki yaşça en<br />
küçüğe verir. Bunun anlamı “çok dinle az konuş” demektir.<br />
Daha sonra parçalanmış koç başından sırayla herkes bir<br />
parça alır ve böylece parçalama işlemi sona erer.<br />
Yukarıda belirtilen bütün seremoniler, işlemler ve bunların<br />
hiyerarşik düzenin belirleyici bir unsuru biçimine dönüşme<br />
hali, koç başının Türkler arasında nasıl önemli bir yere sahip<br />
olduğunu bize gösteriyor. Ancak, araştırmalarım esnasında,<br />
“Niçin başka hayvan değil de koç?” dediğimde, bu hususlarda<br />
doğrusu kimseden açıklayıcı ve doyurucu bir bilgi<br />
• 48 İbn Fazlan, Seyahatnâme (Haz. R. Şeşen), İstanbul, 1995, s. 101.<br />
• 49 Z. Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, İstanbul, 1970, s. 319-<br />
320.<br />
• 50 Abdülhaluk Çay, Türk Milli Kültüründe Hayvan Motifleri -I- ( Koyun<br />
ve Keçi Etrafında Oluşan Gelenek), Ankara 1990, s. 120.<br />
In a far-reaching article about goat and sheep in Turkish<br />
culture written by Çay, it is said that “Kockar is the name<br />
given to wild goat or wild male sheeps, it was also given to<br />
people. The name of governor of Aleppo in Memluk times in<br />
417 was Emir Kockar is given as an example ( 49 ).<br />
During my field studies, one of the most interesting finding<br />
is about the head of a ram who is sacrificed. In Kazakhistan,<br />
if a ram is sacrificed, only the father of the family can chop<br />
it and give the pieces to their children for eating. İf the father<br />
is not at home, the head is boiled and waited for him. İf<br />
Grandfather lives with their children, to chop the head is the<br />
right of Grandfather. But by taking permission from grandpa,<br />
the son of him can chop it. In a funeral or a festival if a<br />
ram is sacrificed, to chop the head of it is the right of a man<br />
who is the oldest in the attendants. The oldest one gives the<br />
ears of ram to the youngest after chopping it which means<br />
“listen more, speak less” then every attendants takes a<br />
piece of it and the ceremony ends.<br />
All these ceremonies, activities and the system of hierarchy<br />
shows us how valueable the ram head is among Turks. But<br />
during my research ı could not find a satisfactory answer to<br />
why it is ram and not other animals. This may be explained<br />
as the stampt itself or the function of it or the information<br />
which is the main source of stampt are erased from the<br />
memory of the community. May be ı could not find the right<br />
person to take such kind of information. In fact, ı only can<br />
gather limited information about the topic. It is possible to<br />
list them up as; ram comes first when sacrificing an animal.<br />
Horse has a crucial and vital function for the people living in<br />
that region that is why it is not possible to sacrifice a horse<br />
frequently. In that region, it is hard to find goat and cows<br />
because of the nature of the region. All these information is<br />
about the sacrificing function of animals.<br />
Conclusion<br />
It may be said in the context explained above that: Cooperation<br />
between archeologists, art historians, sociologists,<br />
anthropologists and culture historians and the interdiciplinary<br />
manner in their Works about stampts and their explanations<br />
will provide a crucial contribution to the cultural<br />
history and the understanding of text which are created by<br />
the language of stampts<br />
In cultural researches, the traditional cultural factors should<br />
be examined first. Because one can see the most authentic<br />
form of a culture in it and also concealed in it. The main<br />
concern of our study which are carpets, rugs, graves, grave<br />
stones, some archeologic and etnografic cultural elements<br />
• 49 Abdülhaluk Çay, Türk Milli Kültüründe Hayvan Motifleri -I- ( Koyun<br />
ve Keçi Etrafında Oluşan Gelenek), Ankara 1990, s. 120.
alamadım. Bunun temel nedeni belki, damganın kendisinin,<br />
işlevlerinin ve ona kaynaklık eden bilgilerin zihinlerden silinip<br />
gitmiş olması ile açıklanabilir. Belki de ben, bir araştırmacı<br />
olarak bu hususta bilgi sahibi kimselere rastlayamamış<br />
olabilirim, bilemiyorum. Doğrusu, bu konuyla ilgili yaptığım<br />
alan çalışmasından toplayabildiğim bilgiler sınırlıdır. Bunları<br />
şöyle sıralamak mümkündür: Koç, ilk kesilecek kurbanlık<br />
hayvandır. At, bölge insanı için hayati öneme sahip<br />
olduğundan sık sık kurban edilmesi pek mümkün değildir.<br />
Bölgede keçi, inek gibi hayvanlar ise sayıca çok fazla bulunmamakta.<br />
Bütün bu bilgiler, daha çok, hayvanların kurban<br />
edilme işlevleri ile ilgilidir.<br />
Sonuç<br />
Yukarıda açıklanmaya çalışılan bağlam dâhilinde şunlar da<br />
söylenebilir: Arkeolog, sanat tarihçisi, sosyolog, antropolog<br />
ve kültür tarihçilerinin koç-koyun damgaları üzerine yapacağı<br />
çalışmalar ve açıklamalar, kültür tarihine ve dolayısıyla<br />
damgaların dilinin yarattığı “metinlerin” anlaşılmasına<br />
önemli katkılar sağlayacaktır.<br />
Kültür araştırmalarında geleneksel kültür unsurlarının en<br />
başta incelenmesi gerekir. Çünkü bir kültürün en otantik<br />
yapısı buralarda görülür ve buralarda gizlidir. Bizim araştırmamızın<br />
temel konusu olan, halı-kilim, mezar/mezar taşı,<br />
bazı arkeolojik ve etnografik kültür unsurları ve üzerlerindeki<br />
damgaların hiçbir ideolojik arka planı olmayan, önemli<br />
bir kısmı okuma yazma bilmeyen, hatta farklı dilleri konuşan<br />
ve çok büyük coğrafî farklılığa rağmen aynı damgaları<br />
ve kültür unsurlarını kullanmaları kültür araştırmacılarına<br />
önemli mesajlar vermektedir. Bu mesajı okumak ve anlamak<br />
için damgaların ortaya çıktığı Altaylar ile Moğolistan’ın<br />
damgalar ve kültür dünyasına girilmesi gerekir. Özellikle<br />
Türkiye’deki halı-kilimlerdeki damgaları, koç-koyun heykeli<br />
şeklindeki mezar taşlarını veya at başlı mezar taşlarını ya da<br />
insan üslubundaki mezar taşlarını yani balbalları anlamak<br />
mümkün değildir.<br />
Türkler, zaman zaman dillerini, alfabelerini, dinlerini, fizikî<br />
coğrafyalarını, devletlerini değiştirmişler, ancak damgalarını<br />
değiştirmemişlerdir. Fakat tarihî süreç içinde zamanla<br />
damgalarına yeni ilaveler yapmışlar. Mesela yeni aileler ve<br />
oymaklar meydan geldikçe, yeni damgalar da kullanılmaya<br />
başlanmıştır. Bu nedenle Türk tarihini ve sosyal coğrafyasını<br />
damgaları takip ederek öğrenmek ve yazmak mümkündür.<br />
and the stampts on them which have no ideological bacground,<br />
most of them are illiterate, even speaks different<br />
language and although being in a different region but use<br />
same stampts and cultural elements give important message<br />
to the researchers of dicipline. In order to understand<br />
these messages, one should go to Altays where the stampts<br />
come out first and enter the world of culture and stampts<br />
of Mongolia. It will also provide a good opportunity to understand<br />
the meaning of figures on carpets and rugs in Turkey,<br />
also grave stones shaped in ram, sheep statue or grave<br />
stones shaped in horse head, and the balbals.<br />
Turks, from time to time have changed their language, alphabet,<br />
religion, their geography (habitat), their state but<br />
not their stampts. In a historical process, they add some<br />
new stampts. For example, when new clans and families join<br />
to them, new stampts are begun to use. For this reason, it is<br />
possible to learn and write Turkish history by following the<br />
trace of stampts<br />
Stamps in Turkish Culture<br />
281<br />
Türk Kültüründe Damgalar
Pervin ERGUN<br />
Bilge Yapım<br />
En yaygın inanışlara göre evrenin yaratılışı<br />
anasır-ı erbaa adı verilen toprak, hava, ateş<br />
ve su ile başlar.<br />
According to old common beliefs, the creation of the universe<br />
begins with earth, air, fire and water called as ‘’anaasır-ı erbaa’’<br />
that means four elements.
Eski yaygın inanışlara göre evrenin yaratılışı anasır-ı erbaa adı verilen toprak, hava, ateş<br />
ve su ile başlar. İnsan hayatının vazgeçilmezleri olan bu dört unsurun insanların karakterini<br />
de etkilediğine inanılmaktadır. Bu nedenle her çağda ve her toplumda bu dört<br />
unsur hakkında pek çok algı oluşmuş ve bu algı pek çok anlatıya konu olmuştur.<br />
Geleneksel kültürde günlük hayatta ısınmak, yemek pişirmek, yaban hayvanlarından<br />
korunmak maksatlı kullanılmakla birlikte, Türk dünyasında ateş ve ocak ile ilgili çok geniş<br />
ve iç içe geçmiş kavramlar haritası oluşmuştur. 1 Genellikle dişi özellikleri ile öne çıkan<br />
ateş, közü, dumanı, rengi, külü ve çıkardığı sesler bağlamında mitolojik sembollere<br />
dönüşmüş; ona karşı yapılan her türlü saygısızlığın uğursuzluk getireceğine inanılmıştır.<br />
Mecusilikten çok uzak olan bu kutsallıklarda ateşe tapma değil, ocağa saygı gösterme<br />
esastır.<br />
• 1 Ocakla ilgili tanımlar için bkz. Kumartaşlıoğlu 2012:12-22.<br />
14 Ateş ve Ocak<br />
Fire and Hearth<br />
According to old common beliefs, the creation of the universe begins with earth, air, fire<br />
and water called as ‘’anaasır-ı erbaa’’ that means four elements. These four elements,<br />
which are indispensable for human life, are believed to have influenced people’s character.<br />
For this reason, there are so many perceptions about these four elements in every<br />
age and society, and this perception has subjected to many narratives.
Common Heritage<br />
284<br />
Ortak Miras<br />
Türkler eskiden ateşe “od” derlerdi. Daha sonra komşularından<br />
“ateş” sözünü de aldılar ve kullandılar. Türk dünyasında<br />
“od” sözünde, daha fazla mitik iz vardır. Arkaik temelli Saha<br />
Türkçesinde “aile ocağı, aile ateşi” karşılığında kullanılan ve<br />
“mukaddes ateş, sönmeyen alevli ateş” anlamına gelen “aal<br />
uot” (Pekarskiy 1959: 9), terimi de bu inancı yansıtmaktadır.<br />
Buradaki “aal” sözünün anlamı bugün net olarak bilinmemekle<br />
birlikte, Tanrı ile ilgili bütün kutsallıklarda kullanılmaktadır.<br />
Türk kültüründe ailenin sembolü ev, evin sembolü ateşin<br />
yakıldığı ocaktır. Ocak, soyu temsil eder. Türk kültüründe<br />
önemli bir yeri olan ve “kültürel çevreyi toplayan ve organize<br />
eden” 1 , baba ocağı veya ata ocağı diye kutsallaştırılan<br />
bu kurum, Türk dünyasında pek çok atasözü ve deyime konu<br />
olmuştur. Ocağın bozulması, dağılması; evliliğin, düzenin<br />
bozulması anlamına geldiği için ister göçebe çadırı olsun<br />
isterse yerleşik ev, aile ocağı ile ilgili pek çok alkış-kargış<br />
sözleri ve tabu geliştirilmiştir. “Ocağına baykuş tünemek,<br />
oduna ocağına su dökülmek, ocaklardan ırak eylemek, dokuz<br />
ocaklara kül dökmek, evi ocağı yıkılmak, isli ocak üstüne<br />
hasret kalmak, ocağı kör olmak, ocağı batmak, ocağı tütmemek,<br />
ocağı sönmek, ocağına incir dikilmek, ocağında kül<br />
elenmek, ocağı devrilmek” gibi kargışlar ailenin yok olması,<br />
neslinin kuruması anlamına gelirken; “ocağı şenlenmek,<br />
ocağı yeşermek, ocağı tütmek, ocağı odlu olmak, kazanı<br />
kaynamak vb.” alkışlar soyun devam etmesi anlamında kullanılmaktadır.<br />
“Ocağına kor düşmek” ise aileye bir acı gele-<br />
• 1 Lvova vd. 1. 2013:174.<br />
Besides, fire and hearth are used with intent to warm, cook<br />
and protect from the wild animals in daily life in traditional<br />
culture, there is a very wide and intertwined concept map<br />
about fire and hearth in the Turkish world. 1 Fire which usually<br />
distinguishes with its female features has been transformed<br />
into mythological symbols in the context of its<br />
cinder, smoke, color, ash and noise emitted by fire; it was<br />
believed that any kind of disrespect towards it would bring<br />
bad luck. In these sacrednesses which are far from being<br />
zoroastrianism, it is essential not to worship the fire but to<br />
show respect to the hearth.<br />
The Turks used to call fire as “od” in the past. Then they took<br />
the word “ateş” (fire) from their neighbors and used. In the<br />
Turkish world, there are more mythic marks in the word “od”.<br />
The term “aal uot” (Pekarskiy 1959: 9), which is used in the<br />
meaning of “hearth” in the archaic-based Saha Turkic and<br />
means “sacred fire, unbreakable flaming fire” reflects this<br />
belief. Although the meaning of “aal” in this sense is not<br />
clearly known today, it is used in all the sacredness about<br />
the God.<br />
In Turkish culture, the symbol of the family is the house, the<br />
symbol of the house is the hearth where fire burns. Hearth<br />
represents progeny. This institution, which has an important<br />
place in Turkish culture and “ collects and organizes the cultural<br />
environment” 2 , and also is sanctified as family home,<br />
has been the subject of many proverbs and sayings in the<br />
• 1 For definitions of ‘’ocak’’ also see, Kumartaşlıoğlu 2012:12-22.<br />
• 2 Lvova et al.. 1. 2013:174.
ceğine işaret görülmüştür. Kazak ve Kırgızlarda da ev, aile<br />
anlamında ocağın tütmesini ifade eden “tütün” kelimesi,<br />
evin ve ailenin devam ediyor oluşuna işarettir.<br />
Ocağın sadece bir evi değil; bütün yurdu temsil ettiği söyleyişler<br />
de vardır. Mehmet Akif Ersoy da İstiklal Marşı’nın ilk<br />
iki dizesinde ocağı bağımsızlık ateşinin tüttüğü yer olarak<br />
göstermiştir. Ayrıca, Dede Korkut boylarında 2 ve Şor destanı<br />
Kan Argo Ablalı Kan Pergen destanında 3 olduğu gibi kağanın<br />
ocağının selameti, devletin selametinin göstergesi olarak<br />
algılanmaktadır.<br />
Yaratılışın başında, ilk ailenin kuruluşunda ocağın fonksiyonu<br />
ve bu ocağın kuruluşunda Tanrı’nın rolü ile ilgili mitler,<br />
bazı arkaik destanlarda yer almakta ve bu mitlerle ilgili kuttörenler,<br />
bu gün için de geçiş dönemleri ile ilgili ritüellerde<br />
yer almaktadır. Her yeni kurulan aile için, her taşınılan evde<br />
az veya çok tekrar edilerek bugün için anlamı unutulmuş<br />
olsa da yaşatılmaya devam eden bu kuttörenlerde Tanrı ile<br />
iletişim kurmak, kut sağlamak ve ailede soyun devamlılığını<br />
sağlamak amaçlanmıştır. Geçiş dönemlerinde, dünyanın ve<br />
ilk insanın da yaratılış günü kabul edilen yeni gün/nevruzda<br />
ateş ve ocakla ilgili ritüeller yoğunluk kazanmaktadır. Kriz<br />
anlarında ise genellikle kadınlar ve kamlar tarafından yapılan<br />
bazı ritüellerde, ateş ve ocak işlevini yerine getirmektedir.<br />
Hayat şartlarının değişmesine paralel olarak ocak kültürünün<br />
zayıflamasına rağmen terimin canlı bir şekilde yaşıyor<br />
olması, Türk kültüründeki derin izlerinin göstergesidir.<br />
Türk dünyasında ateşi bulan ilk ata ya da ateşi veren Tanrı<br />
ile ilgili pek çok mit kaydedilmiştir. 4 Türk kültüründe ocağın<br />
koruyucu iyeleri ile ilgili çalışmalar da bulunmaktadır. 5 İnsanlar<br />
gibi komşuluk ilişkileri sürdüren, birbirlerini ziyarete<br />
giden, evdekilerin kendilerine davranışlarını eleştirip zarar<br />
vermesinden korkulan bu iyelere saygı gösterilmektedir.<br />
Türk kültüründe ilk ocak ile ilgili mitler, ilk ailenin kuruluşu<br />
bağlamında gelişmiştir. Anohin tarafından Altaylardan derlenen<br />
bir mitte Tanrı Ülgen’in ilk ocağı dikerek ve yakarak<br />
verdiği, bir tazim duasında şöyle nakledilmektedir:<br />
“Üç ateşini yakıp veren!<br />
• 2 “Kazan Beyin dünlüğü altın ban evlerini biz yıkmışız” (DK, 40-4);<br />
“Dünlüğü altın ban evimin kabzası oğul” (52-7, 119-1, 163-5); “Mere Şökli<br />
Melik, dünlüğü altın ban evlerimi getirip durursun, sana gölge olsun”<br />
(57-9, 118-5, 166-13); “Mere Kazan! Dünlüğü altın ban evini getirmişiz,<br />
bizimdir!” (58-5); “Bay Börü Beyin dünlüğü altın ban evine şiven (yas)<br />
girdi.” (91-10); “Dünlüğü altın ban evine babamın şiven girmiş” (97-5)’den<br />
Ögel 1984: 298.<br />
• 3 “Asırlardır nesiller arasında süren düşmanlıktan dolayı ben … Gümüş<br />
Kan’ın taş ocağını yıktım; deniz külünü savurdum. Yaşanır obasını yatırdım,<br />
küçük obayı gürüldettim. Ocağını yıktım; kazanını ters çevirdim (Dırenkova<br />
1940: 89’dan Lvova vd. I. 2013:171).<br />
• 4 Örn. Satı Kumartaşlıoğlu, Türk Kültüründe Ateş ve Ocak Kültü,<br />
Balıkesir Ün. Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi,<br />
Balıkesir 2012; Emel Esin Türk Kozmolojisi, İstanbul: 1979; İbrahim Dilek,<br />
Sibirya Türklerinde Ateşle ilgili İnançlar, Törenler ve Bazı Efsaneler, BİLİG,<br />
Güz 2007, sayı:43, s.33-54 vs.<br />
• 5 Bkz. Kumartaşlıoğlu age; Dilek age.<br />
Turkish world. Because the breaking up the hearth means<br />
breakdown of marriage and family, there are so applauses -<br />
imprecations and taboos about family, hearth whether it’s a<br />
nomad tent or a built-up house.<br />
While imprecations such as “Ocağına baykuş tünemek,<br />
oduna ocağına su dökülmek, ocaklardan ırak eylemek,<br />
dokuz ocaklara kül dökmek, evi ocağı yıkılmak, isli ocak<br />
üstüne hasret kalmak, ocağı kör olmak, ocağı batmak, ocağı<br />
tütmemek, ocağı sönmek, ocağına incir dikilmek, ocağında<br />
kül elenmek, ocağı devrilmek” all means extinction<br />
of family and birth; applauses such as “ocağı şenlenmek,<br />
ocağı yeşermek, ocağı tütmek, ocağı odlu olmak, kazanı<br />
kaynamak etc.” means continuation of the lineage. “Ocağına<br />
kor düşmek” means that a family experiences a very bad<br />
situation. In Kazakhs and Kyrgyzs, the word “tütün”, which<br />
expresses the continuation of bloodline, family and hearth.<br />
The hearth is not just a house; there are also some statements<br />
that it expresses all the country. Mehmet Akif Ersoy<br />
also showed the hearth as the place where the the fight for<br />
independence started in the first two strokes of the Turkish<br />
National Anthem. Addition to this; as in the clan of Dede<br />
Korkut 3 and Şor Epic Kan Argo Ablalı Kan Pergen Epic 4 , the<br />
peace of hearth and hkan is is perceived as a demonstration<br />
of the peace of the state.<br />
The myths about the function of the hearth at the beginning<br />
of creation and in the foundation of the first family and<br />
the role of God in in the foundation of this hearth take part<br />
in some archaic legends, and also the sacraments about<br />
these myths take part in the rituals related to the transitional<br />
periods for these days. It is intended to communicate<br />
with God, bring happiness and maintain the descent of the<br />
family in these sanctuaries, which are kept alive by repeating<br />
more or less in every places and each newly-formed<br />
family;eventhough its meaning has been forgotten today.<br />
During the transition periods, the rituals about the fire and<br />
the hearth gain intensity in the new day / nevruz which is<br />
accepted as the day of creation of the world and the first<br />
man. In the moments of crisis, the fire and hearth function<br />
in some rituals which are usually made by women and shamans.<br />
Although the hearth culture has weakened in parallel<br />
with the changes in the living conditions, the fact that the<br />
• 3 “Kazan Beyin dünlüğü altın ban evlerini biz yıkmışız” (DK, 40-4);<br />
“Dünlüğü altın ban evimin kabzası oğul” (52-7, 119-1, 163-5); “Mere Şökli<br />
Melik, dünlüğü altın ban evlerimi getirip durursun, sana gölge olsun”<br />
(57-9, 118-5, 166-13); “Mere Kazan! Dünlüğü altın ban evini getirmişiz,<br />
bizimdir!” (58-5); “Bay Börü Beyin dünlüğü altın ban evine şiven (yas)<br />
girdi.” (91-10); “Dünlüğü altın ban evine babamın şiven girmiş” (97-5) by<br />
Ögel 1984: 298.<br />
• 4 “Asırlardır nesiller arasında süren düşmanlıktan dolayı ben … Gümüş<br />
Kan’ın taş ocağını yıktım; deniz külünü savurdum. Yaşanır obasını yatırdım,<br />
küçük obayı gürüldettim. Ocağını yıktım; kazanını ters çevirdim (Dırenkova<br />
1940: 89 by Lvova et.al. I. 2013:171).<br />
Fire and Hearth<br />
285<br />
Ateş ve Ocak
Common Heritage<br />
286<br />
Ortak Miras<br />
Üç ocağını dikip veren!<br />
Atam Ülgen!”(Ögel 2002 II: 513 )<br />
“Üç duvarlı ocak”, “üç taşlı ocak”, çok eski bir ocak türüdür<br />
ve “Tanrı Ülgen ocağın üç ayağını dikerek, birleştirerek, yakarak<br />
ilk insanlara vermiştir.” (Ögel 2002 II: 513-514) Tanrı’nın<br />
ateşi, baba ocağından getirerek yakan güveye, ocağı<br />
da geline verdiği Türk dünyasında genel kabuldür. 6 . Yeni evliler<br />
ile ilgili “üç ocak” adı verilen, çok eski Türk geleneğine<br />
göre “tam yuvarlak, top şeklinde, topraktan yapılmış, içleri<br />
oyulmuş üç kap, fırının altına yerleştirilmektedir. Bu üç yuvarlak<br />
kaba, “ocak” adı verilmektedir. Her kabın içine, kırmızı<br />
ve beyaz kurdelelerle süslenmiş bir söğüt dalı ile tereyağı<br />
konmaktadır. Bu üç kap veya ocak, yalnızca evlenme ve kurban<br />
törenlerinde kullanılmakta, diğer zamanlarda sobanın<br />
arkasında durmaktadır. Bunlar, “üç taşlı” en eski ocakların<br />
bir sembolü ve hatırası olarak (Dırenkova 1927’den Ögel<br />
2002 II: 513) yaşatılmaktadır. Türkiye’de kına/gelin okşama<br />
türkülerinde benzer mitolojik izler yaşatılmaktadır:<br />
“Çattılar üçler/çatma taşını.<br />
Kurdular düğün aşını…” veya<br />
“Çatması çatal üleşli<br />
Üç ocağı dokuz taşlı” 7<br />
Tanrı tarafından, ilk ailenin yuvası kurulurken verildiğine<br />
inanılan ocağın fonksiyonu yaratılış destanlarında daha<br />
açık bir şekilde görülmektedir. Sahaların en arkaik kolu olan<br />
Dolganlardan derlenen Er Soğotoh destanı, Türk ailesi için<br />
ocağın anlamına dair oldukça arkaik bir mit barındırmaktadır.<br />
Destanın daha başında belirtildiği üzere destan kahramanlarının<br />
ilk insanlar oldukları ve kendi köklerini bilmedikleri<br />
belirtilmektedir. (Efremov 1984: 79’dan Emelyanov<br />
1990: 50) Onların ocakla ilgili mitik bağlantısının temelinde<br />
çocuksuzluk yatmaktadır. Çocukları olmayan bu ihtiyar karı<br />
koca, iyelerden çocuk istemeye karar verirler. Yaşlı kadın,<br />
çocuğu gök tanrıları ayıılardan 8 isterken, ihtiyar adam yer<br />
iyesinden istemek için deniz kıyısındaki kayaya dua eder.<br />
Üçüncü gün denizden abaahı 9 çıkar ve ihtiyar adamı “bilmediği<br />
bir şeyi” kendisine vermeye zorlar. İhtiyar adam da<br />
söz verir. İhtiyar adam evine geri döndüğünde eşinin kucağında<br />
o güne kadar görmediği bir şeyle karşılaşır. Yaşlı<br />
kadının kucağında bir kızla bir erkek çocuk vardır. İhtiyar<br />
adam, abaahıya verdiği sözü hatırlar; karısına söyler. Yaşlı<br />
kadın, kocasının Tanrı’dan başka bir yerden-abaahıdan<br />
çocuk dileğinde bulunduğunu öğrenince ona çok kızar:<br />
• 6 Bazı derlemelerde tersi de söylenmektedir. Zıtlıkların olması mitik<br />
tasavvurun katmanlarının göstergesidir.<br />
• 7 http://www.turkcemuzik.com/sarki/S%C3%B6z/49410/Asiye-<br />
Karap%C4%B1nar_%C4%B0%C5%9Fte-Geldim-Gidiyorum.html. (E. Tarihi:<br />
24.03.2016)<br />
• 8 Saha Mitolojisine göre Tanrı mekânında yaşayan iyi ruhlar. Yalnızca<br />
kansız kurban sunulan ayıılara, yağ, yoğurt, yemek ve bulamaç ya<br />
doğrudan ya da ateş vasıtasıyla gönderilir.<br />
• 9 Saha mitolojisine göre kötü ruhlar<br />
term lives in vivid is an indication of the deep traces of Turkish<br />
culture.<br />
Many myths about the first ancestor who found fire in the<br />
Turkish world or God who gives fire have been recorded. 5<br />
There are also studies on protective spirits of the hearth in<br />
Turkish culture. 6 People respect to these protective spirits<br />
who continue neighbourhood relations like other people,<br />
visit each other, people are afraid of that they will criticize<br />
and harm their behavior.<br />
Myths about the first hearth in Turkish culture have developed<br />
in the context of the foundation of the first family. In<br />
a prayer said by God Ulgen by builting and firing the first<br />
hearth, a myth compiled by Anohin from the Altays is told<br />
like that:<br />
“Üç ateşini yakıp veren!<br />
Üç ocağını dikip veren!<br />
Atam Ülgen!”(Ögel 2002 II: 513 ) My God Ulgen!<br />
“Three-walled stove”, “three-stoned stove” is a very old<br />
type of stove and “God Ulgen has given it to the first people<br />
by erecting, combining and burning the three legs of the<br />
stove.” (Ögel 2002 II: 513-514) It is accepted in the Turkish<br />
world that the fire of God is given to the groom by bringing<br />
from the family home and the stove is given to the bride. 7 .<br />
According to the very old Turkish tradition about newlyweds,<br />
‘’three pots full round, ball shaped, made of clay,<br />
carved called as ‘’üç ocak’’ in türkish are placed under the<br />
stove. These three round pots are called as “ocak” meaning<br />
‘’hearth’’. Butter and willow tree’s bough decorated with red<br />
and white ribbons are put in each pots.<br />
These three pots or stoves are used only in marriage and<br />
sacrifice ceremonies, and at other times they stand behind<br />
the heater. They are kept alive as a symbol of the oldest<br />
stove with ‘’three stones’’ (Ören 2002 II: 513 from Dirrenkova<br />
1927). In Turkey, similar mythological traces are experienced<br />
in the henna / bride ballads in Turkey:<br />
“Çattılar üçler/çatma taşını.<br />
Kurdular düğün aşını…” veya<br />
“Çatması çatal üleşli<br />
Üç ocağı dokuz taşlı” 8<br />
• 5 Ex. Satı Kumartaşlıoğlu, Türk Kültüründe Ateş ve Ocak Kültü,<br />
Balıkesir Ün. Sosyal Bilimler Enstitüsü Unpublished PhD Thesis, Balıkesir<br />
2012; Emel Esin Türk Kozmolojisi, İstanbul: 1979; İbrahim Dilek, Sibirya<br />
Türklerinde Ateşle ilgili İnançlar, Törenler ve Bazı Efsaneler, BİLİG, Güz<br />
2007, nbr:43, p.33-54 etc.<br />
• 6 Also see, Kumartaşlıoğlu idib.; Dilek idib.<br />
• 7 In some collations, the opposite is also said. The presence of<br />
contrasts is an indication of layers of mythical imagination.<br />
• 8 http://www.turkcemuzik.com/sarki/S%C3%B6z/49410/Asiye-<br />
Karap%C4%B1nar_%C4%B0%C5%9Fte-Geldim-Gidiyorum.html. (Date<br />
accessed: 24.03.2016)
“Çocuklar giderse Orta Ülkenin/Dünyanın merkez direğini<br />
tutacak kimse olmayacak” deyip üzülür. Emelyanov’un naklettiği<br />
üzere bu sözün anlamı Saha Türkçesinde “direği saplamak”<br />
anlamında kullanılan tohoğo annar deyimi ile ifade<br />
edilmektedir ve “bir bölgeyi yaşanır hâle getirmek, bir yeri<br />
mesken edinmek” demektir. Türkçede bugün için argoya<br />
dönüşmüş olarak yaşayan “dünyaya kazık çakmak” deyimi<br />
de aynı anlam dairesinden gelişmiştir. Emelyanov’un da belirttiği<br />
üzere “burada kastedilen muhtemelen Orta Ülkenin/<br />
Dünyanın merkez direğidir. Merkez direk, insan uygarlığının<br />
simgesidir. Onun yeni kuşaklara aktarılması, insanların onu<br />
koruyup yaşatması ihtiyar karı-kocanın esas kaygısıdır. Onlar<br />
sadece kendi köklerini devam ettirmek için değil, aynı<br />
zamanda Orta Dünya’nın kaderi için de endişe duymuşlardır.”<br />
(Emelyanov 1990: 50)<br />
Kadın, bu endişe içinde üzülüp ağlayıp uykuya dalınca rüyasında<br />
yanına Tanrı’nın elçisi bir at gelir ve gözyaşlarının<br />
nedenini sorar. İhtiyarları bekleyen akıbeti yaşlı kadından<br />
dinleyen at, ocağın altında derin kuyu kazıp çocukları oraya<br />
saklamalarını tavsiye eder.<br />
Rüya-ocak-dirilme motifi, Manas destanında da mevcuttur.<br />
Kocasının ölümünden sonra Kanıkey’in rüyasında ocağından<br />
bir kavak gövermesi; bunun göğe kadar yükselmesi;<br />
Manas’ın anne-babasının da bu kavağa tırmanarak göğe<br />
çıkmaları sonunda Manas’ın yeniden canlanması söz konusudur.<br />
(Ögel 1989: 514) Şeyh Edebali’nin göğsünden çıkan<br />
Ay, bu Ay’ın Osmangazi’nin göğsüne girmesi ve aynı yerden<br />
The function of the ‘’ocak (family)’’that is believed to have<br />
been given by God in the first day of the family, appears<br />
more clearly in the epics of creation. The Er Soğotoh legend,<br />
which is collected from Dolgan, the most archaic<br />
branch of Saha Turkic, has a very archaic myth about the<br />
meaning of ’ocak (hearth) for the Turkish family. It is stated<br />
at the bottom of the epic that the epic heroes are the first<br />
people and do not know their own roots. (Efremov 1984:<br />
79 by Emelyanov 1990: 50)Their mythical connection to<br />
the hearth lies at the bottom of childlessness. This elderly<br />
husband and wife, who have no children, decide to want<br />
children from the protective spirits. The old woman prays to<br />
the Sky God to ask the child from Eudemon 9 , while the old<br />
man prays for the rock found in the seashore. On the third<br />
day, Demon 10 comes out of the sea and forces the old man<br />
to give himself “something he does not know”.The old man<br />
promises. When the old man returns to his house, he comes<br />
across something in his wife’s lap that he has not seen until<br />
that day. There ara a girl and a boy in the old lady’s lap.<br />
The old man remembers the promise he gave to Demon; he<br />
tells to his wife. The old woman is very angry with him when<br />
she learns that her husband ask for a child from Demon, not<br />
form the God: she is upset and says whether the children go<br />
away, ‘’there is no one to hold the centerpiece of the world.’’<br />
As Emelyanov conveys, this sentence that is expressed with<br />
‘’tohogo annar’’ statement used in the meaning of ‘’stake’’,<br />
• 9 According to mythology, good spirits living in God’s place. Oil,<br />
yogurt, food and slurry is either sent directly or via fire only to the bears<br />
that the bloodless sacrifice offered to.<br />
• 10 According to mythology of the Sahas, bad spirits.<br />
Fire and Hearth<br />
287<br />
Ateş ve Ocak
Common Heritage<br />
288<br />
Ortak Miras<br />
cihanı kaplayan ağaç çıkması ile aşağıda da ele alınacağı<br />
üzere motifin rüya-göğüs-ocak bağlamında yakın dönemlerdeki<br />
izi sürülebilir.<br />
Dolgan destanında ihtiyarlar, atın tavsiyesine uyarak çocukları<br />
ocağın altına kazdıkları kuyuda saklarlar. Saha ağzında<br />
“göm”mek fiilinden gelen “kömülök” 10 sözcüğünün ocak<br />
için bugün de kullanılması mitolojik hafızayı doğrulamaktadır.<br />
Bu arada kendileri gibi gözle görünmez yardımcıları<br />
olan abaahı üöreler, çocukları almaya gelirler. Fakat ateşe<br />
bakamadıkları için ocağın altında saklanmış olan çocukları<br />
bulamazlar. Bunun üzerine abaahı üöreler, kendilerini<br />
aldattıkları için ihtiyarları cezalandırıp yerler. Daha sonra<br />
çocukları tekrar aramaya koyulurlar, bulamayınca da çekip<br />
giderler. (Emelyanov 1990: 50)<br />
Abaahılardan çocukları koruyan ocağın fonksiyonu bununla<br />
bitmez. Ayıı bahadırının kahramanlıklarının anlatıldığı bölümde<br />
tekrar ortaya çıkar. Çocukların kuyudan çıkmaları ile<br />
başlayan bu bölümde erkek kardeş, kız kardeşine yaratıcıları<br />
olan Ürüng Ayıı Toyon’dan ve diğer tanrılardan yardım<br />
istemezlerse öleceklerini söyler. Kuyudaki erkek kardeş, sırt<br />
üstü yatarak yüzünü göklere çevirir ve ezgiyle şu duayı okur:<br />
“Yaratan (beni) Ürüng Ayıı, ölüm günüm yaklaşmakta. Öleceğim<br />
gün gözlerimin önüne geldi. Eski çağlarda, annem<br />
babam varken, Ulu Ürüng Ayıı Toyon 11 babamın, gürleyip<br />
• 10 KK: Y. Aleksey’den, (68 yaşında) 22.06.2016 tarihinde Yakutsk’ta<br />
derlenmiştir.<br />
• 11 Saha mitolojisine göre dünyayı, insanı, hayvanları, bitkileri yaratan,<br />
means “to bring a place to live, to live a place” in Saha Turkic.The<br />
idiom such as “ live to a ripe old age “ which has been<br />
transformed into a slang for today in Turkish has evolved<br />
from the same meaning. As Emelyanov notes, “what is<br />
meant here is probably the central pole of the Middle East<br />
/ World. The center pole is the symbol of human civilization.<br />
The its transfer to the new generations, protecting and<br />
keeping it alive are the main concerns of the old husband<br />
and wife. They were not only concerned with maintaining<br />
their roots, but also with the fate of Middle-earth. “(Emelyanov<br />
1990: 50)<br />
After the woman falls asleep by weeping with such an anxiety,<br />
a horse that is the envoy of the God cames to her in<br />
her dream and asks her tears. The horse listens what is the<br />
expected conclusion for the olds and recommends her that<br />
she should dig a very deep hole under the stove and hide<br />
the children in it.<br />
The motif of dream, hearth and resurrection are also available<br />
in the Manas epic.After the death of her husband, Kanikey<br />
sees a poplar tree in her dream; it rises up to the sky;<br />
after Manas’s parents also climb into this tree, they arrive<br />
to the top and then Manas resuscitates. (Ögel 1989: 514)<br />
As can be seen below, this motif can be traced in the context<br />
of dream, hearth and resurrection in recent times with<br />
the moon that emerged from Sheikh Edebali’s chest, this<br />
moon’s entering in Osmangazi’s chest, and emerging of the<br />
tree that covers the world from the same place.
çınlayan duuk 12 melez ağacının var olduğunu söylerlerdi.<br />
Son günümde şarkı ağıt söyledim. Eğer Orta Dünya’nın merkez<br />
direğini korumak için kader tarafından yaratıldıysam,<br />
Ürüng Ayıı’nın gürleyen, çınlayan duuk-melez ağacı gürle!<br />
Kelamımı Tanrı’ya götüren elçim ol!”. (Emelyanov, 1990: 51)<br />
Yakarışlardan sonra üçüncü gün kuyuya güneş ışığı, yani<br />
ayıı ışığı düşer. Tanrı’nın elçisi olan mucizevî at, kardeşlerin<br />
ocağın altındaki kuyudan çıkmalarına yardım eder ve onlara<br />
anne babalarından kalan bütün eşyayı toplayıp aldıktan<br />
sonra üzerine binmelerini söyler. Kardeşler anne babalarından<br />
miras kalan balta, çakmak ve çakmak taşını yanlarına<br />
alırlar. Balta, çakmak ve çakmak taşı, atın verdiği akıl doğrultusunda<br />
kullanılarak kardeşlerin abahılardan korunmasına<br />
yardımcı olur. 13 Çakmak, çakmak taşı ve balta Türk dünyasında<br />
bugün de ocakla ilgili kuttören objeleridir. Ocakta<br />
saçı olarak özellikle at kılı yakılması, Tanrı’nın elçisi at ile<br />
evin ocağı ikilisini bir araya getirmektedir. Ayrıca bunlarla<br />
bağlantılı olarak verilen hayvan zenginliğinin şükran nişanesi<br />
olarak aile ocağına yağ ve yağlı çörek saçılmaktadır.<br />
Er Soğotoh, kendisi de abaahılardan kurtardığı bahadır kızla<br />
evlenirken kutsal ocağını kurar. Bu motif, aynı destanın Yakut<br />
varyantı Er Soğotoh Elley Bootur’da da ayrıntılı bir şekilde<br />
işlenmektedir. (Emelyanov 1990: 69-70)<br />
İhtiyar karı kocanın çocuğu olarak doğup ocak altında saklanma<br />
motifine bir başka örnek Şor, Kartıga Pergen destanında<br />
rastlanmaktadır. Doğumdan hemen sonra, altı nesildir<br />
ailenin ocağında olan altı kulaklı dökme kazanın altındaki ot<br />
yığını büyüklüğündeki küllerin altına girip tamamen görünmez<br />
olan destan kahramanı, altı yıl sonra bulunduğu yerden<br />
çıkar; hemen ayağa kalkar. Altın dağın zirvesinden gelen<br />
altın kürk ve ala kamıştan asası olan ihtiyar adam, altın<br />
bardaktaki yemekten bir yudum alıp güneşe ve aya doğru<br />
dönüp bağırarak çocuğa ad verir: “Altın Kan babalı olacaksın!<br />
Annen senin Altın Köök! Altı yıl boyunca külde yattın,<br />
altı yıl boyunca kül yedin! Babanın yemeğinden tatmadın,<br />
annenin sütünden içmedin. Yukarıda bulunan Yüce Kuday<br />
seni yarattı, yemek yemeyip su içmeyesin diye. Altı yıl külle<br />
beslenip, büyümüş, altmış arşın boyunda açık renkli atı<br />
olan Ölümsüz Kartıga Pergen olsun adın, dedi. (Dırenkova<br />
1940: 13’ten Lvova vd. 1. 2013:173) Kül-çocuk arasındaki bu<br />
yakın ilgi, Göktürk kitabelerinde kültürel kahraman olarak<br />
yer alan Kültigin adında gizlidir. Aynı isim bütün Türk dünyasında<br />
yaygındır ve Anadolu’da da Gültekin şeklinde yaşamaktadır.<br />
koruyan Tanrı.<br />
• 12 Duuk Mas: Aar Kuduk Mas, Aal Luuk Mas, Aar Luuk Mas, Aal Duup<br />
Mas, Aal Kudulu Mas da denilen ve bugün hayat ağacı olarak bilinen bu<br />
ağaçta ıduk yer sub iyesinin yaşadığına inanılmaktadır Bkz. Ergun 2004;<br />
Ergun 2005).<br />
• 13 Yere atılan çakmak ateşe, çakmak taşı büyük bir dağa, balta sahili<br />
kaygan ve kayalıklı uçsuz bucaksız denize dönüşür.<br />
In the Dolgan epic, the elders obey the advice of the horse<br />
and hide their children in the hole where they dug under the<br />
stove. The word “kömülök”, 11 which comes from the verb of<br />
“bury” in Saha Turkic and is used for the word ‘’ocak’’, confirms<br />
mythological memory today. In the meantime, ‘’abaahı<br />
üöre’’ (demons) who have invisible helpers like themselves<br />
come to take the children. But because they can not look at<br />
the fire, they can not find the children that are hiding under<br />
the fire. Thereupon, ‘’abaahı üöre’’ (demons) punish the elders<br />
and eat them because they have deceived themselves.<br />
Then they go to look for the children again, and when they<br />
can not find them, they go away. (Emelyanov 1990: 50)<br />
The function of the ‘’ocak’’ (fire) protecting the children<br />
from Demons does not end with it. It reappears in the section<br />
where the heroism of Ayıı Bahadır is told. In this section,<br />
which begins with the children coming out of the hole, the<br />
brother tells his sister that they will die if they do not want<br />
help from the Ürüng Ayıı Toyon and other Gods, the creator<br />
of them. The brother,lying on his back in the hole, turns his<br />
face into heavens, and tells the prayer with melody:<br />
‘’The God Ürüng Ayıı of me, the moment of death is approaching.<br />
The day I was going to die, swam before my eyes.<br />
In the olden days, when my parents were there, Ulu Ürüng<br />
Ayıı Toyon 12 says thatmy father has duuk 13 (tree of life). On<br />
my last day I sing song and lament. If I were created by destiny<br />
to preserve the central pillar of middle-earth, the duuk<br />
(tree of life) of ’the Holy Ürüng Ayıı please roars! Be my envoy<br />
that bring my words to the God! (Emelyanov, 1990: 51)<br />
On the third day after the prayers, the sun shines throw to<br />
the hole, that is to say, the light of god throws. The miraculous<br />
horse, envoy of the God, helps the children to get out<br />
of the hole under the stove and says that they get on him<br />
after they pick up all the remains of their parent.<br />
The children take along axes, lighters and tinderboxes that<br />
are inherited from their parents. The ax, lighter and tinderbox<br />
help to protect the siblings from the Demons by using in<br />
the line with the advice of the horse. 14 The lighter, tinderbox<br />
and ax are still rituel objects related with ‘’ocak’’ in the Turkish<br />
world today.<br />
The burning of especially horse’s hair brings together the<br />
horse envoy of God with the fire of the house. In addition,<br />
• 11 KK: compiled from Y. Aleksey(68 years old) in Yakutsk on<br />
22.06.2016.<br />
• 12 According to mythology of the Sahas; it is the God creating and<br />
protecting the world, human, animals and plants.<br />
• 13 Duuk Mas: also called as Aar Kuduk Mas, Aal Luuk Mas, Aar Luuk<br />
Mas, Aal Duup Mas, Aal Kudulu It is believed that in this tree, known as the<br />
tree of life today, is the place where Idık Yer Sub protective spirits lives. Also<br />
see, Ergun 2004; Ergun 2005).<br />
• 14 The lighter thrown the ground turns into the fire, tinderbox turns<br />
into a huge mountain, Balta beach turns into a slippery and craggy vast<br />
sea.<br />
Fire and Hearth<br />
289<br />
Ateş ve Ocak
Common Heritage<br />
290<br />
Ortak Miras<br />
Türk mitik tasavvurunda ocak, Tanrı’nın yeryüzündeki simgelerinden<br />
biri kabul edilmektedir. Yeryüzü, gökyüzü ve<br />
insanı birleştiren ocak ateşi, Tanrı kutu taşıyan bir merkez<br />
direk vazifesi görmektedir. Ocağın taşlarının sağlamlığı,<br />
“kozmik” ve aile ile birlikte kullanıldığı diğer “sosyal yapıların,<br />
yıkılmazlığının simgesi” olarak kabul edilmektedir. Bu yıkılmazlık<br />
simgesi, Altay arkaik şiirlerinde “bütünlük ve düzen<br />
dengesinin göstergesi” olarak dört direk/ayakla da sembolize<br />
edilmiştir. (Toporov 1982.629-631’den Lvova vd. 2013<br />
I.163-164): “Dört göbekli ateş ana”, “Dört köşeli taş sacayağı”.<br />
(Dırenkova 192’den Lvova vd. 2013:163) Ocağın merkezî<br />
temel direk oluşu ve gökle bağlantısı, “yerle bir göbekli,<br />
mavi gökle bir dilli” (Dırenkova 192’den Lvova vd. 2013:163)<br />
sıfatıyla ifade edilmiştir.<br />
Dolgan, Saha, Kırgız ve Şor destanlarındaki ocak ve ateş ile<br />
ilgili mitik ayrıntılar, bugün Türk dünyasında pek çok kuttören<br />
ve inancın kaynağı niteliğindedir. Destanlarda da görüldüğü<br />
üzere mikro evren olarak nitelendirilen evin merkezinde<br />
yer alan ocak, geleneksel inanç sistemiyle uyumlu bir<br />
şekilde, üç âlemi birleştiren hayat ağacı ve at direği/serge<br />
gibi Tanrı mekânına ulaşan merkezî temel direği sembolize<br />
etmektedir. Kuttörenlerde ocak-baca-tünüğün bu fonksiyonu<br />
daha net bir şekilde görülebilmektedir. Onun hayat<br />
ağacı gibi Tanrı’ya ulaşma yolu fonksiyonu, düğünde dokuz<br />
kayın ağacı fidanının daire şeklinde, kökleriyle toprağa dikilip<br />
tepelerinden baca şeklinde bağlanan “oda/otağda ilk<br />
ocaklarını yakan yeni evlilerde (Lvova vd. 1. 2013: 73-74),<br />
dokuz katlı çentik atılıp tepe yaprakları bırakılarak ocağın<br />
içine yerleştirilen, tepesi evin tünük/bacasından dışarı çıkarılan<br />
formuyla veya yukarıda verildiği üzere üç ocağa konan<br />
söğüt dallarıyla açık bir şekilde temsil edilmektedir.<br />
Destanlarda da görüldüğü üzere ocak, duaların Tanrı’ya<br />
ulaştığı, Tanrı tarafından kabul edildiği, Tanrı’nın elçisinin<br />
gönderildiği, Tanrı tarafından nur/ışık indiği bir yerdir. Geleneksel<br />
evlerde ocakta kurulu kazana bacadan güneş ve<br />
ay ışığı yansıması da bu yüzden kut göstergesi olarak algılanmaktadır.<br />
Göktürk döneminde bacalara tünlük denmesi ve bunların<br />
“göğe açılan pencere” şeklinde tanımlanıyor olması (Ögel<br />
1984: 296), Kaşgarlı Mahmud’un DLT’te belirttiği “tünlük<br />
tuğları” (Ögel 1984: 297-298), Dede Korkut Kitabı’nda hâkimiyet<br />
ve kut sembolü olarak sıkça “dünlüğü altın ban ev”<br />
kullanılması (Ergin 1994); Yalgın’ın Güney Doğu Anadolu<br />
Türkmenlerinin toprak damlı evlerinin bacalarında gördüğü<br />
sığır kuyruğu ile yapılmış tuğları (Ögel 1984: 299) 14 , bizim<br />
1990’lı yıllarda, Muğla-Milas-Çomakdağ köylerinde eski<br />
evlerin bacalarında tespit ettiğimiz taştan yontma kartal<br />
heykelleri, mitolojik hafızada kutsal ağaç gibi aile ocağı-bacanın<br />
Tanrı’ya ulaşma yolu olduğunu göstermektedir.<br />
• 14 Gelenek bozulduğu için sığır; aslında at kuyruğu olmalı.<br />
the oil and scone are scattered to the family as in gratitude<br />
for animal richness in connection with them.<br />
When Er Soğotoh he marries a brave girl after he saves<br />
them from Demons, he sets up the holy hearth. This motif<br />
is also seen in detail in the epic of Er Soğotoh Elley Bootur<br />
that is same epic of the variant of Yakut Turkic. (Emelyanov<br />
1990: 69-70)<br />
Another example of the motif such as being children of and<br />
old husband and wife and hiding in the hole is found in the<br />
epic of Şor, Kartıga Pergen. Immediately after birth, the epic<br />
hero who is completely invisible by entering under the ashes<br />
of the stove over which six –handled boiler that the family<br />
has had for six generations comes out of the hole after six<br />
years; he stands up immediately.An old man having golden<br />
fur and mace coming from the peak of the golden mountain<br />
gives the name to the child by shouting after he takes a swig<br />
from the golden cup and turns to the sun and moon: ‘’ Your<br />
father has golden blood! Your mather had golden root! You<br />
have been under the ashes for six years, you have eaten the<br />
ashes for six years!You did not taste from your father’s food<br />
and drink your mother’s milk. Holy Kuday(God) that is up<br />
created you so that you do not eat something and drink water.<br />
He has feeded with ashes for six years and he grows up.<br />
He said that his name should be Eternal Kartiga Pergen who<br />
is sixty archine tall and has a light-coloured horse. (Dırenkova<br />
1940: 13’ten Lvova et. al. 1. 2013:173)This close interest<br />
between the child and ‘’kül’’(Ash) lies behind the name of<br />
Kültigin found as a cultural hero in the Göktürk inscriptions.<br />
The same name spreads throughout the Turkish world and<br />
lives in Anatolia as Gültekin.<br />
In the conception of Turkish myth, hearth is considered one<br />
of the symbols of God on earth. The earth, sky and hearth<br />
that unites the human being act as centre pole including<br />
divine power of the God. The solidity of the stone of the<br />
‘’ocak’’ (home) is considered to be “cosmic” and “ symbols<br />
of indestructibility and other social constructions “ used<br />
with the family.This symbol of indestructibility is symbolized<br />
with four poles as “a sign of integrity and order balance” in<br />
Altay archaic poetry. (from Toporov 1982.629-631 to Lvova<br />
et. al. 2013 I.163-164): “The four potbelly stove”, “four-cornered<br />
stone pot stand”. (Dirrenkova 192. Lvova et. al., 2013:<br />
163) ‘’Ocak’’ (fire) has connection with centre pole and sky.<br />
(Dirrenkova 192 to Lvova et. al. 2013: 163).<br />
The mythical details about the hearth and fire in the Dolgan,<br />
Saha, Kyrgyz and Shor epics are the source of many<br />
sacrifices and beliefs in the Turkish world today. As it is seen<br />
in the epics, ‘’ocak’’ that is found in the centre of the house<br />
and described as micro-universe, symbolizes the central<br />
basic pole reaching the place of God like the tree of life
Fire and Hearth<br />
291<br />
Ateş ve Ocak<br />
Hayat ağacında yaşadığı ve Tanrı’nın elçisi olduğu kabul<br />
edilen kartal, bir Altay-Sayan şiirinde baca/tünüğün koruyucusu<br />
(“Tündükü koruyan şah kartalları”); düğün alkışında<br />
“tünüğünde kuşlar uyusun” (Lvova vd. 1. 2013: 70) şeklinde<br />
geçmektedir. Oğuz Kağan Destanı’nda olduğu gibi, göğün<br />
çadırın çatısı gibi algılandığı geleneksel dünya görüşte,<br />
tünük/baca, makro kozmosta demir kazıkla birlikte göğün<br />
bacası olarak algılanmaktadır. (Lvova vd. 1. 2013: 70) Ayrıca<br />
bütün bu bacalarda tünlük kapağı da bulunmaktadır. Bugün<br />
Türk dünyasında baca kapağı ile ilgili ayrıntı silikleşmiş<br />
olsa da Haziran 2016’da Saha Sire’de yaptığımız araştırmalar<br />
ve derlemeler göstermiştir ki geleneğin canlı yaşadığı<br />
bölgede baca kapakları kutun kaçmasının önlenmesi için<br />
ocağın söndürüleceği zamanlarda kapatılmaktadır. (KK: Y.<br />
Aleksey’den, 22.06.2016 tarihinde Saha Sire-Yakutsk’ta<br />
derlenmiştir.)<br />
Türk dünyasında ocak mitleri bağlamında gelişen kuttörenler,<br />
belli zamanlarda yoğunlaşmaktadır. Bunlardan<br />
dünyanın, ilk insanın vs. yaratıldığına inanılan yeni günde<br />
which unites the three realms in harmony with the traditional<br />
belief system. This function of ‘’ocak’’ can be seen<br />
more clearly in the rituals.<br />
The function of the way to get to God like his tree of life<br />
is clearly mentioned in the wedding of newlywed who has<br />
a hearth shaped like chimney made by nine beech tree’s<br />
boughs and their roots buried in the ground (Lvova et.al.<br />
1. 2013: 73-74), with the boughs of willow tree whose top<br />
leaves are stayed on it and put in to the ‘’ocak’’(fire) and<br />
upper part taking out of the chimney of the hearth.<br />
As seen in the epics, ‘’ocak’’ (hearth) is a place where the<br />
prayers reach to the God and are accepted by the God, the<br />
God sent his envoy and divine lights fall. In traditional houses,<br />
the reflection of the sun and the moon light to the boiler<br />
on the fireplace is perceived as the divine power.<br />
The chimney is called as ‘’tünlük’’ in the period of Gokturk<br />
and it is identified as ‘’a window to the sky’’(Ögel 1984:<br />
296), Kaşgarlı Mahmud used the word ‘’tünlük tuğu’’(chim-
Common Heritage<br />
292<br />
Ortak Miras<br />
yoğunlaşması anlamlıdır. Örneğin Kafkasya ve Doğu Anadolu<br />
coğrafyasında Ergenekon/Nevruz bayramında, “ahir<br />
çarşamba”da (nevruzdan bir gün önce) evlerin damlarında<br />
veya avlularında Tonkal/Tongal/Tonkar/Tonkur adı verilen<br />
bir ritüel gerçekleştirilmektedir. Buna göre evlerin düz damlarında<br />
ve avlularda hayvanların artıklarından biriktirilen ve<br />
sürüklenerek getirilen kuru ot ve çırpılar üst üste yığılmaktadır.<br />
Tonkal adı verilen bu yığının bir kenarından, çocuklar<br />
tarafından bir tünel açılmakta ve çocuklar bu tünelden<br />
emekleyerek geçmektedir. Büyükler de bu arada törenle<br />
ilgili maniler söylemektedir. Daha sonra tonkal yakılmakta<br />
ve herkes niyet tutarak sırayla bu ateşin üzerinden atlamaktadır.<br />
Tonkalın iki tarafında bulunan büyüklerin yardımıyla<br />
çocuklar ve hastalar şu maniyi söyleyerek ateşin üzerinden<br />
geçirilmektedirler:<br />
“Ağrım, uğrum dökülsün<br />
Oda düşüp kül olsun,<br />
Yansın alev saçılsın<br />
Benim bahtım açılsın” ya da<br />
“Ağırlığım dökül bu otun üstüne.” (Çay 1999: 236)<br />
Tonkalın külleri, “bolluk içeri, böcek dışarı; devlet içeri, böcek<br />
dışarı” denilerek evlerin damlarından evin içine süpürülmektedir.<br />
(Çay 1999: 237) Aile ocağından alınarak evin<br />
kuzeyinde biriktirilen küllerin evin damına ve hayvanların<br />
damlarına dökülmesi uygulaması Sahalar arasında da yaygın<br />
bir gelenektir. (KK: Y. Aleksey’den, 22.06.2016 tarihinde<br />
Saha Sire-Yakutsk’ta derlenmiştir.)<br />
Tonkal gibi dikkat çekici bir başka uygulama “Baca Baca”/“Uşak<br />
Bayramı”dır. İplerin ucuna bağlanan şallar gençler<br />
ve çocuklar tarafından bacalardan sallandırılmakta; ev<br />
sahipleri de içine hediyeler koymaktadır. Nişanlılık dönemindekilerin<br />
bu güne daha özel hazırlanması, beğendiği kızın<br />
bacasından şal sallayanların şalın ucunu düğümlemesi,<br />
ailenin uygun görmesi halinde düğümün çözülmesi ve şalın<br />
kızın koluna bağlanması, uygun görülmediği durumlarda<br />
düğümün çözülmeden içine uygun hediyeler bırakılması<br />
(Çay 1999: 245-246) gibi ayrıntılar, Dolgan destanındaki<br />
tanrısal atın dönüşümü ile ilgili mitteki kutlu şal motifi ile<br />
aynı anlamdadır.<br />
Ardahan’ın Çıldır ilçesindeki ahir çarşamba kutlamasında<br />
ise daha arkaik unsurlar saklanmıştır. Döldökümü denilen<br />
bu günde bütün evlerin bacalarında ateş yakılmaktadır.<br />
Köyün en yaşlısının kav çakmağı ile yaktığı ateşle başlayan<br />
törende, bütün bacaların ateşi bu ocaktan alınarak yakılmaktadır.<br />
(Korkmaz 2000: 222-223)<br />
Ateş üzerinden üç-yedi defa atlama, kuttörende çocukların<br />
ve yaşlıların rolleri, ritüel sırasında yapılan Türkçe dualar,<br />
közlerin hayvan damlarının eşiklerine dökülüp üzerinden<br />
ney tassel) in his Divanü Lûgati’t-Türk, “dünlüğü altın ban<br />
ev” is used as a symbol of Kut belief (ancient belief in Turkics)<br />
and dominance in the book of Dede Korkut, ‘’tuğ’’(tassel)<br />
that is made with ox tail, Yalgın saw in the chimney of<br />
earth-sheltered home of Turkmens in Southeastern Anatolia<br />
Region (Ögel 1984: 299) 15 , stone-sculpted eagle sculptures<br />
are seen in the chimneys of old houses in Çomakköy<br />
village in Milas - Muğla in 1990s; all of these show us that<br />
hearth and chimney is the way of access to the God like holy<br />
tree in mythical memory.<br />
The eagle, which is considered to be the envoy of the God<br />
and lives in the tree of life, is mentioned as the guardion of<br />
‘’tünük’’(chimney) in an Altay-Sayan poem and ‘’birds sleep<br />
in your ‘’tünük’’(chimney)’’ in a wedding blessing. (Lvova et.<br />
al. 1. 2013: 70) As in the Oguz Kagan Destanı, the chimney is<br />
perceived as a chimney of sky with iron stake in macro-cosmos<br />
like in traditional world view. (Lvova et. al. 1. 2013: 70)<br />
In addition, gully cover is founded on all of these chimney.<br />
Even if the details about gully cover have diminished in the<br />
Turkish world today, the researches and compilations we<br />
carried out in the Saha Sire in June 2016 show that gully<br />
cover are closed to prevent escaping of the soul in the region<br />
where the tradition is retained when the fire puts out.<br />
(KK: compiled from Y. Aleksey in Saha Sire-Yakutsk on the<br />
22nd June 2016.)<br />
The rituels, which develops in the context of the hearth<br />
myths in the Turkish world, concentrates in certain periods.<br />
It is believed that the world, the first human, etc. have been<br />
created on the new day. For example, a ritual called Tonkal /<br />
Tongal / Tonkar / Tonkur is carried out in the housetops and<br />
yards on “Ahir Wednesday” (a day before the nevruz) in Erganekon<br />
/ Nevruz festival in the Caucasus and Eastern Anatolia<br />
geography.According to this, the dry weeds and flakes<br />
that are the remains of the animals are collected in the top<br />
and yard of the house and added up. This haycok called as<br />
‘’tonkal’’ and a tunnel on it is opened by children, then they<br />
pass by crawling from this tunnel. The elders also say poems<br />
about the ceremony.Then, tonkal (called haycok) is burned<br />
and everyone jump over this fire in turn after they make a<br />
wish. With the help of the elders who are on both sides of<br />
the tonkal (called haycok) the children and the sick people<br />
are passing over the fire by saying this poem:<br />
“Ağrım, uğrum dökülsün<br />
Oda düşüp kül olsun,<br />
Yansın alev saçılsın<br />
Benim bahtım açılsın” ya da<br />
“Ağırlığım dökül bu otun üstüne.” (Çay 1999: 236)<br />
• 15 Because the tradition is not kept; beef must actually be a horse’s<br />
tail.
geçirilmesi; çocukların aile ocağını sembolize eden ot yığınının<br />
altında sembolik tünel açmaları ve içinden geçmeleri,<br />
sonra da yakılan ateşin üzerinden atlamaları söz konusu<br />
destanlardaki ocak miti ve kuttöreni ile benzer anlamdadır.<br />
Ocak ve ateş ile ilgili bir başka kuttören, Hıdrellez zamanında<br />
yapılmaktadır. Örneğin İstanbul-Değirmen/Germiyan<br />
köyünde Hıdrellez sabahı evin çevresine böceklerden koruyacağı<br />
inancıyla kül dökülmektedir. (Çay 1999: 182) Maraş-Elbistan-Maraba<br />
köyünden derlenen kuttören ise daha<br />
arkaiktir ve mitolojik hafıza daha canlıdır. Buna göre aile<br />
reisi çok sevilen kız torununun saçından kestiği bir parça ile<br />
sığırların kuyruğundan kestiği kılları bir tütsü kabına koyarak<br />
yakar. Yılın bereketli geçmesi, insanların ve hayvanların<br />
sağlıklı olması için dua okur; etrafı tütsüler. Sonra da “Al<br />
Hıdrellezini ver yazımızı” diyerek dışarı atar. (Çay 1999: 184)<br />
Burada da görüldüğü üzere yaz başı bayramının izleri ve kız<br />
çocuk ile ilgili ayrıntı dikkat çekicidir. Silikleşmeye başlayan<br />
at kültü yerine Dolganlarda olduğu gibi sığır kültü ritüelde<br />
yer almıştır.<br />
Bozkır medeniyetinde taşıdığı anlamlarla, Türk aile yapısının<br />
şekillenmesinde önemli rolü olan ocak ve ateşin sosyal<br />
hayatta en yoğun kullanıldığı geçiş dönemi evliliktir. Aralarında<br />
yörelere göre farklılıklar bulunmakla birlikte genel<br />
olarak aile ocağında yanan ateş, nasıl yakılırsa yakılsın kutsal<br />
sayılmaktadır. (Kırcı 1998: 400) Düğün alkışlarında yeni<br />
evliler açısından ocağın taşıdığı değer, açıkça belirtilmektedir.<br />
Örneğin bir Altay alkış duasında şöyle söylenir:<br />
The ashes of tonkal (called haycok) are swept into the<br />
house from the roofs of houses by saying “plentiful in, bug<br />
out; state in, insect out “. (Çay 1999: 237) It is common<br />
practice among the Saha Turkics that the ashes collected<br />
in the north of family house are scattered to the roof of the<br />
house and the animals. (KK: compiled from Y. Aleksey in<br />
Saha- Sire-Yakutsk on the 22nd June 2016.)<br />
Another noteworthy application such as Tonkal (called haycok)<br />
is “Baca Baca (Chimney Chimney)” / “Uşak Festival”.<br />
Scarves tied up to yarn end are hanged by the youths and<br />
children from the chimneys; householders also put gifts into<br />
it. Details such as the more specific preparation of the engagement<br />
period for this day, tying up the yarn end of the<br />
scarf hanging from the chimneys of the house where the<br />
liked girl lives, untying the knot if deemed as appropriate by<br />
her family and tying the scarf to the girl’s arm, putting suitable<br />
gifts without tying the knot if deemed as inappropriate<br />
by her family (Çay 1999: 245-246) has the same meaning<br />
with the holy scarf motif about the conversion of the divine<br />
horses in the Dolgan epic.<br />
In Ahir Wednesday celebration in Ardahan’s Çıldır county,<br />
more archaic elements are hidden. On this day called as<br />
‘’Döldökümü’’, fire is burning in the chimneys of all houses.<br />
In the ceremony, which starts with the fire burned by the<br />
oldest man of the village with tinder lighter, the fire of all<br />
the chimneys is taken from this fire and burned. (Korkmaz<br />
2000: 222-223)<br />
Fire and Hearth<br />
293<br />
Ateş ve Ocak
Common Heritage<br />
294<br />
Ortak Miras<br />
“Düz bir yerde kur ocağını,<br />
Evliliğin güçlü olsun.<br />
Evin senin düzgün olsun,<br />
Taş ocağın güçlü olsun,<br />
Ateşin sonsuza dek yansın!” (Verbitskiy 1893: 82’den Lvova<br />
vd. 1. 2013: 164)<br />
Sibirya Türkleri arasında yaygın olarak yaşayan inanışa<br />
göre yeni evlenen çiftler, evlerinin ocağında kuttören ateşi<br />
yakmazlarsa evlilikleri Tanrı katında kabul edilmemektedir.<br />
Boşanan çiftlerin ise evlerindeki ateşi söndürmemeleri halinde<br />
boşanmanın tam anlamıyla gerçekleşmeyeceği (Dilek<br />
2007: 33-34) inancı, aile ocağında yakılan ateşin adeta<br />
nikâh akdi anlamı taşıdığını göstermektedir.<br />
Alandan yaptığımız araştırmalar göstermiştir ki Saha düğünlerinde<br />
ocak ile ilgili oldukça arkaik izler bulunmaktadır.<br />
Örneğin, erkek tarafı gelini almaya geldiklerinde hemen<br />
evin damına çıkmakta, evin ocağını, bacadan yakmaya<br />
çalışmaktadır. Diğer taraftan gelinin ailesi de ocağı içeriden<br />
yakmaya çalışmaktadır. Her ne kadar kimin ocağı daha<br />
çabuk yakacağı hususunda bir yarış var gibi görünse de<br />
iki taraf birbirine karşı çok nezaketlidir ve yarışı kazanmaya<br />
çalışmazlar. Gelin, koca evine geldiğinde ise önce atını<br />
evin önündeki at kazığı/sergeye bağlamakta sonra da baba<br />
evinde kendi eliyle pişirip getirdiği ikram/yağlı çöreği ocağa<br />
sunmaktadır. Bu arada damadın annesi tarafından gelinin<br />
alnına ocaktan alınan is sürülmekte; fakat buna rağmen üç<br />
Jumping three or seven times over fire, the roles of children<br />
and the elderly in the ritual, Turkish prayers made during<br />
the ritual, pouring the ashes over the thresholds of the animal’s<br />
barn and crossing over; being opened symbolic tunnels<br />
that symbolize the children’s family beneath the mass<br />
of haycok by the children and passing through them, then<br />
jumping over the burning fire are similar to the fire myth and<br />
rituals in the epics in question.<br />
Another ritual related to the fire and hearth is made in<br />
the time of Hidrellez. For example, in Istanbul-Değirmen<br />
/ Germiyan village, ashes are poured in Hıdrellez morning<br />
in the belief that the house will be protected from insects.<br />
(Çay 1999: 182) The ritual from the village of Maraş-Elbistan-Maraba<br />
is more archaic and mythological memory<br />
is more alive.<br />
According to this, head of the family cuts a piece of hairs of<br />
his favorite granddaughter and ox tail and then burns them<br />
by putting in incense burner. He says prayer for becoming<br />
fertile on that year, people and animals to be healthy; incenses<br />
around.Then he throws it out by saying “take your<br />
Hidrellez, give us summer”.(Çay 1999: 184) As you can see<br />
here, the detail about the traces of the summer holiday and<br />
the girl are remarkable. Instead of horse culture that has<br />
started to disappear, ox cult is found in the ritual as it was<br />
in Dolgan.<br />
The wedding is transition period and the hearth and fire<br />
which have an important role in shaping the Turkish family<br />
structure with the meaning found in steppe civilization are<br />
used most intensely in social life. However; there are differences<br />
according to the region among them, the fire that<br />
is burned in the family is generally regarded as sacred no<br />
matter how it is burned. (Kırcı 1998: 400) The value of the<br />
hearth is clearly stated in terms of newlyweds in wedding<br />
applauses. For example, it is said in an Altay applause as<br />
follows:<br />
“Düz bir yerde kur ocağını,<br />
Evliliğin güçlü olsun.<br />
Evin senin düzgün olsun,<br />
Taş ocağın güçlü olsun,<br />
Ateşin sonsuza dek yansın!” (from Verbitskiy 1893: 82 to<br />
Lvova et. al. 1. 2013: 164)<br />
According to the common belief among the Siberian Turks,<br />
newly married couples’s marriage is not accepted on God’s<br />
heaven if they do not burn the ritual fire in their hearth. The<br />
belief is that (Dilek 2007: 33-34) marital separation comes<br />
to nothing exactly in case that the fire is not extinguished<br />
in their houses by divorced couples show that the burned in<br />
the family hearth means marriage contract.
yıl boyunca gelin, bu ocağa yabancı kabul edilmektedir. Bu<br />
süre zarfında gelin saçlarını, bileklerini, ayaklarını ve yüzünü<br />
bile ocağa göstermemekte; “annah” 15 adı verilen peçeli<br />
bir şekilde evde durmaktadır. Gelin ancak ilk çocuğunu doğurduktan<br />
sonra ve o da sadece yüzünü açabilmektedir. 16<br />
Türk dünyasında Saha Sire’deki kadar hassasiyet kalmamış<br />
olmakla birlikte aşağıda belirtileceği üzere bazı ritüeller devam<br />
ettirilmektedir.<br />
Kırcı’nın Ordu-Perşembe-Babalı köyünden naklettiği kuttören<br />
de oldukça arkaik izler barındırmaktadır. Buna göre kız<br />
evinden iki kişi, ellerinde tuttukları değneğin ucundaki bohçaya<br />
gelinin ayağını bastırırlar. Sonra da ellerindekiyle birlikte,<br />
gelin baba evinden çıkarken ve oğlan evine girerken<br />
ocağın etrafında üç defa yere sert basarak dönerler. Benzer<br />
anlamda bir ayrıntı da Trabzon-Beşikdüzü-Türkeli köyünden<br />
nakledilmiştir. Buna göre gelin, oğlan evine girerken bir<br />
kişi, ocağın külünü, sönmemesi ve devamlı tütmesi dileğiyle<br />
karıştırmaktadır. (Kırcı 1998: 445)<br />
Yeni evlilerin ocakla ilgili uyguladıkları daha pek çok kuttören<br />
vardır. Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz: Çuvaş<br />
gelinin baba ocağından aldığı külü ve bir parça ateşi yeni<br />
evine getirmesi; ateşin çeyiz olarak algılanması, gelinin yeni<br />
evindeki en önemli görevinin ocağı devam ettirmek olduğu<br />
anlayışı, yeni evlilere şans getirmesi için ocağa tereyağı saçılması,<br />
sarı başlı ak kuzu kurban edilmesi (Holmberg 1927:<br />
453’ten Kırcı: 1998: 401); çeyize sacayağı konması (Eyüboğlu<br />
1987: 114-117); damadın tabanına kül sürülmesi (Tanyu:<br />
1976: 293-304); gelinin gerdek sabahı ilk önce ocağı<br />
yakması; ocaktan tüten bu dumanın aileye ocağı tüttürecek<br />
yeni bir ferdin katıldığı anlamına gelmesi; bacası erken tüten<br />
gelinlerin daha uğurlu olduğuna inanılması (Kırcı 1998:<br />
406); gelin tarafının hazırladığı çadır, sacayak ve kazanın<br />
çeyizden önce götürülüp ocağın kurulması; düğün töreninin<br />
sonunda gelinin ocağa gelip kazanı doğru yerleştirmesi ve<br />
yakmasının ailenin mutluluğunun ve refahının işareti kabul<br />
edilmesi (Potapov 1969.250’den Lvova 1. 2013:166, 170) vs.<br />
Ayrıca nişanlı kızların “zaman zaman nişanlılarının evine<br />
geldiğinde yere kadar eğilmeleri, ocağa saygı göstermeleri,<br />
kalın paraları tam olarak ödenmemiş ve nikâh gerçekleşmemişse,<br />
ocağın ateşinden, pipolarını bile yakamamaları,<br />
buna karşılık da “ocağın asla sönmesin” diye duada bulunmaları,<br />
aile içindeki sosyal konumlarını göstermektedir. Evlenip<br />
koca evine gelince ise bir kaba yağ ve tereyağı koyup<br />
onları, ocağın ateşine doğru üflemeleri yani saçı yapabilmeleri<br />
(Potanin, Oçerki IV’ten Ögel, 2002 II: 512) mümkün<br />
olmaktadır. Evin sahibi ile aynı soydan gelmeyen kişilerin<br />
ateşin yandığı ocağın karşısında, yanında oturmasının yasak<br />
• 15 Bu terim Anadolu’da hayret ifadesi olarak kullanılmaktadır.<br />
• 16 K.K.: N. P. Romanoviç, 60 yaşında, Saha Sire-Kangalas-Nömügü<br />
köyünde 26.06 2015’te derlenmiştir.<br />
The researches we conducted on the field have showed that<br />
there are very archaic traces about the hearth in Saha Turkics’<br />
weddings. For example, when the boy’s side comes to<br />
get the bride, he runs up to the roof and tries to get fire in<br />
the chimney of the hearth. On the other hand, the family<br />
of the bride is trying to burn the stove from the inside. Although<br />
it seems that there is a race for them who will burn<br />
the fire more quickly, the two sides are very friendly towards<br />
each other and do not try to win the race.When the bride arrives<br />
at the husband’s house, she first attaches the horse to<br />
the pole / stick in front of the house, and then presents the<br />
scones made with her own hands to the family members. In<br />
the meantime, the mother of the groom puts on lamp black<br />
to the bride’s forehead;but nevertheless the bride has been<br />
regarded as a foreigner in the hearth for three years. During<br />
this time, the bride does not even show her hair, wrists,<br />
feet and face to the people in the hearth; she wears face<br />
veil called as ‘’annah” 16 and stays at home. The bride can<br />
open only her face after she gives birth to her first child. 17<br />
However; there is not any sensibility as in Saha Sire, some<br />
rituels have been continued in the Turkish world as will be<br />
described below.<br />
There are also archaic traces in the ritual run in Ordu-Perşembe-Babalı<br />
village by Kırcı. According to this, two<br />
person from the girl’s house press the bride’s feet to the<br />
bundle found in the pole in their hands. Then, together with<br />
their hands, the bride returns three times around the house<br />
by stepping severely on the ground when she leaves from<br />
her father’s house and enters the groom’s house. A similar<br />
detail is also conveyed from the Trabzon-Besikduzu-Türkeli<br />
village. According to this, while the bride enters the groom’s<br />
house, a person blends the ashes of the fire in the expectation<br />
that the fire does not extinguish and continues to burn.<br />
(Kırcı 1998: 445)<br />
There are so many more rituals that newlywed can apply<br />
to. We can list some of them as follows: The Chuvas bride’s<br />
bringing the ash and a piece of fire from the father’s house<br />
to the new house; the perception of fire as marriage portion,<br />
the understanding that the most important task in the<br />
bride’s new hearth is to maintain the family, the scattering<br />
of buttery to bring luck to the newlyweds, the sacrifice of a<br />
yellow-headed white lamb (from Holmberg 1927: 453, Kırcı:<br />
1998: 401); putting pot stand in marriage portion (Eyüboğlu<br />
1987: 114-117); bride’s making a fire first in the wedding<br />
morning; this smoke means that a new member providing<br />
continuance of the family has joined to the family; it is believed<br />
that the bride making a fire as much as early is much<br />
more lucky (Kırcı 1998: 406); setting up a home by bringing<br />
• 16 This term is used as an expression of amazement in Anatolia.<br />
• 17 K.K.: compiled from P. Romanovic, 60 years old, in the village<br />
named Sire-Kangalas-Nömügü in Saha on 26.06.2015.<br />
Fire and Hearth<br />
295<br />
Ateş ve Ocak
Common Heritage<br />
296<br />
Ortak Miras<br />
olması da ocak ile ilgili tabulardandır.<br />
Kazak Türklerinde yüzüne perde örtülerek kayın babasının<br />
evine getirilen gelin, ulu eşiği sağ adımını atarak geçtikten<br />
sonra diz büküp üç kez eğilerek selam verir. Kayınbaba: “Çok<br />
yaşa göz nurum! Bahtlı ol!” diyerek dua eder. Gelinin eline<br />
bir kadın yağ konulan kabı tutuşturup ateşe yağ döktürür,<br />
“Ateş-ana, May (Umay)-ana, şefaat ede gör!” (Velihanov<br />
1993: 25; Yudahin’den Ögel, II 2002: 522) dedirtir. O sırada<br />
yeni gelinin yanındaki kadınlar, ellerini ateşte kızdırıp gelinin<br />
yüzünü sıvazlarlar. (Velihanov 1993: 25)<br />
Koca evine gelen gelinin saç örgüleri çözülürken, ocağın<br />
yanına oturtulması; bir taraftan da ocağın üzerine gelinin<br />
akrabaları tarafından biraz at yağı konması; yağın birden<br />
bire parlayıp alevlerin yükselmesi uğurlu sayılmaktadır.<br />
Gelinin ocağa üç kez selam vererek “Bana mutluluk ve zenginlik<br />
ver! Hayvanlar ver! Donanmış bir ahır, bir oda dolusu<br />
çocuk ver!” (Dırenkova, Kult ognıya …’dan Ögel 2002 II: 512)<br />
şeklindeki duası, gelinin bu ailenin bir üyesi olması ve Tanrı<br />
kutunun tecelli ettiği ocağına sahip çıkmasıyla açıklanabilir.<br />
Bazen yeni evlenen çiftlerin arkadaşları, oğlan evinin ocağına<br />
yağ dökmektedirler. Bu ateşin diğerlerinden farkı,<br />
alevlerinin bacanın deliğine kadar yükselmesidir. Kutluluk,<br />
alevlerin bacaya kadar yükselmesiyle tamamlanmaktadır.<br />
(Ögel 2002 II: 512) Bugün Türkçede şarkılara kadar yansıdığı<br />
üzere bitmeyen kutlu aşkı sembolize eden “ateş bacayı<br />
sardı” sözü de bu inançla ilgilidir.<br />
Düğünlerde dikkati çeken önemli bir ritüel sin sin oyunudur.<br />
Başta Çorum, Amasya, Gaziantep, Ankara gibi illerde, Doğu<br />
Anadolu’da, diğer ateş oyunlarını da sayarsak Zonguldak<br />
(Gavur oyunu), Elazığ (Çayda Çıra), Safranbolu (Kâbem-sini<br />
çevirmesi), Antalya (Samah çırpma oyunu) (Ataman 1987:<br />
39-47) olmak üzere bütün Türk dünyasında düğün ateşiyle<br />
ilgili kuttörenler, “ilk örnek”teki gibi Tanrı kutunun ve iletişimin<br />
sağlandığı kutsal bir yuva kurmayı, arınmayı, soyun<br />
devamlılığını ve Tanrı indinde ant içmeyi sembolize etmektedir.<br />
Ocak ile ilgili kuttörenler hayat boyu, hatta baba ocağının<br />
tüttürülmesi bağlamında nesiller boyu sürdürülmektedir.<br />
Başka bir eve taşınma, yaylaya-kışlaya dönme, çadırın gezdirilmesi<br />
gibi durumlarda ocak ilk yakıldığında Tanrı ile iletişimin<br />
devamı için kuttören davranışları sergilenmesi, adak<br />
ve saçı saçılması zaruri kabul edilmektedir.<br />
Eşik durumlarında ev halkının başına felaket gelmemesi,<br />
ellerdeki siğillerden kurtulmak için etrafı çizilen, iple bağlanan<br />
siğillerin üzerinde gezdirilerek dua okunmuş tuzun<br />
ocağa atılması (K.K. Akyol 2016); başka bir eve yoğurt mayası<br />
verilirken evin ve hayvanlarının nazardan korunmatent,pot<br />
stand and boiler before the marriage portion; boiler’s<br />
being put in a correct place by the bride at the end of<br />
the wedding ceremony and making a fire under the boiler<br />
are regarded as a sign of happiness and prosperity of the<br />
family (from Potapov 1969.250 to Lvova 1. 2013:166, 170)<br />
etc.<br />
Also, engaged girls’behaviours such as their leaning down<br />
when they come to the house of their fiancé, respecting<br />
the hearth, not lightening their pipes from the fire if their<br />
‘’kalın’’(means money given by the groom’s father) is not<br />
paid and their marriage ceremony is not performed, their<br />
saying prayers such as ‘’ your marriage never ends’’ show<br />
their social positions in the family.When they get married<br />
and come to their husband’s house, it is possible for them to<br />
put oil and butter on a pot and blow them towards the fire.<br />
(from Potanin, Oçerki IV to Ögel, 2002 II: 512) It is the taboo<br />
about the hearth that the people who do not come from the<br />
same lineage with the protective spirits of the house are<br />
forbidden to sit next to the burning fire.<br />
In the Kazakh Turks, the bride, who is covered with curtains<br />
on his face and brought to the house of the father-in-law,<br />
greets by leaning three times after she takes a step with<br />
her right foot and passes the doorstep. Father-in-law: “Live<br />
long, apple of my eye! Be lucky! “ A woman gives a pot full<br />
of oil to the hand of the bride, lets her say ‘’ Mother Fire,<br />
Mother Umay, intercede us!’’ (from Velihanov 1993: 25; to<br />
Yudahin, Ögel, II 2002: 522) At that time, the women next<br />
to the new bride slaps on bride’s face after heating their<br />
hands. (Velihanov 1993: 25)<br />
When the bride’s braiding is loosen after she comes to the<br />
husband’s house, she sits next to the fire; on the one hand,<br />
a few horse oil is put into the fire by the relatives of bride<br />
and it is considered auspicious that oil blows suddenly and<br />
burns up. The bride greets the hearth three times and says<br />
prayer such that ‘’Give me happiness and wealth! Give me<br />
the animals! Give me a barn full of animal, lots of babies!’’<br />
(from Dırenkova, Kult ognıya … to Ögel 2002 II: 512) this<br />
can be explained by the fact that the bride is a member of<br />
this family and possesses her hearth revealed in the form of<br />
happinessof the God.<br />
Sometimes the friends of the newly married couples spill oil<br />
to the boy’s house. The difference between this fire and the<br />
others is that their flame rises up to the hole of the chimney.<br />
Happiness is complemented by the rising of flames to the<br />
sky. (Ogel 2002 II: 512) As in the turkish song, ‘’ateş bacayı<br />
sardı’’ (fall over heels in love) which symbolizes the unending<br />
sacred love is related to this belief today.<br />
An important ritual that attracts attention in weddings is Sin
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />
accusa quo quunt.<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />
quo quunt.<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
Fire and Hearth<br />
297<br />
Ateş ve Ocak
Common Heritage<br />
298<br />
Ortak Miras<br />
sı için üzerine ocaktan alınan bir parça köz atılması (Kırcı<br />
1998: 405); ocak isinin nazardan korunmak (Kalafat 1990:<br />
77) ve eve misafir olarak gelenlerin aile ocağı tarafından<br />
kabulü için kulak arkasına, alına sürülmesi, külünün misafirin<br />
burnuna sürülmesi; misafirin eve geldiği zaman yaktığı<br />
piponun külünü giderken ocağa bırakması (Lvova vd. 2013 I:<br />
186) gibi uygulamalar, ocağın eşik zamanlarındaki koruma<br />
işlevlerindendir. Ocak sönünce başına cinlerin toplanacağı,<br />
sönmüş külde cin ve şeytanın oynak yaptığı, sönmüş ocak<br />
yanında yatmanın günah olduğu, ocağı ışıksız/ateşsiz olanların<br />
mezarlarının da karanlık olacağı (Ülker vd. 2011:119-<br />
120) gibi inançlar bugün Anadolu’da yanan ocağın fonksiyonunun<br />
devam ettiğini göstermektedir.<br />
Altaylarda “Her Altay Türkünün hayatı ocağın başından ve<br />
at direğinin dibinden başlar” (Bidinov 1998: 7’den Dilek<br />
2007: 35) diye bir söz vardır. Her nesilde kuttörensel yenilenmenin<br />
nasıl yinelendiğinin güzel bir göstergesi olan bu<br />
söz, ocak ile çocuk arasındaki yakın ilişkinin göstergesidir.<br />
Çoluğu çocuğu olmayanlar için “ocaksız” çocuğu olanlar<br />
içinse “od-ocak sahibi” sözlerinin ortaya çıkışı, aile ocağının<br />
çocukla ilgili mitik inancın bir gereğidir. Bu bağlamda<br />
“od-ocak şenletmek” deyimi, çocuğun da dâhil olduğu aile<br />
saadetini ifade eden genel kabule dönüşmüştür. Ocak etrafında<br />
toplanan ailenin mutluluğunun bu ateşin alevinden<br />
çocuğa geçeceği (Radloff 1994: 25’ten Dilek 2007: 35);<br />
evin ocağının sürekli yanmasının aile saadetini de sürekli<br />
kılacağı (Ocak 2000: 228’den Dilek 2007: 35), çok çocuklu<br />
ailelerin ocak tarafından daha çok sevildiğine dair inançlar,<br />
bütün Türk dünyasında genel kabul görerek yaşamaktadır.<br />
Dolgan destanında “Orta Ülkenin/Dünyanın merkez direğini<br />
tutacak kimse” şeklinde tanımlanan çocuklar, Dede Korkut<br />
kitabında ısrarla “dünlüğü altın ban evimin kabzası oğul”<br />
(52-7, 119-1, 163-5) şeklinde sıfat bulmaktadır. Bugünkü<br />
dille ifade edilecek olursa “bacası altın büyük evimin sapı/<br />
tutamağı/tutulacak yeri” gibi bir söyleyişin anlamı silikleşmiş<br />
olmakla birlikte, özellikle erkek çocuk üzerinden sürdürülen<br />
bağlantının mitolojik köklere uzandığı kesindir.<br />
Neslin devamının erkek ve kadının aile birliğinin teminatı<br />
olarak görüldüğü geleneksel Türk aile düzeni, ataların dilinde<br />
“Er obanın alevi, kız evin közüdür” şeklinde anlam bulur.<br />
Korkut Ata’nın belirttiği “Devletsiz oğul, ocağının körüdür”<br />
sözü de ocak ve çocuk arasındaki ilginin köklerine işarettir.<br />
Ayrıca ailenin en küçük oğlu için “od/ocak beyi” tabirinin<br />
kullanılması, baba evinin ocak beyinin hakkı olması ve orada<br />
oturması, kuttören zamanlarında bütün aile fertlerinin<br />
ocak beyinin misafiri olması ve büyük kardeşlerin hepsinin<br />
ocak beyine gösterdikleri saygı, döş-ocak-kut bağlamında<br />
şekillenmiştir.<br />
Ocak-çocuk-hayatağacı üçayağında en dikkati çeken<br />
Sin (a kind of folk dance about bravery). Especially in Çorum,<br />
Amasya, Gaziantep and Ankara, Eastern Anatolia in for<br />
other fire dances such as Zonguldak (Gavur Dance), Elazığ<br />
(Çayda Çıra) (a folkloric dance), Safranbolu (Kâbem-sini<br />
çevirmesi) (a folkloric dance),, Antalya (Samah çırpma oyunu)<br />
(a folkloric dance), (Ataman 1987: 39-47) symbolizes<br />
starting a holy family where happiness of God and comminucation<br />
is provided as in the “first example”, purification,<br />
the continuity of descent and swearing in the presence of<br />
God in the whole Turkish world in the rituals about wedding<br />
fire.<br />
The rituals about fire have been carried out for generations<br />
in the context of the continuity of the family home. In cases<br />
such as moving to another house, returning to the highland,<br />
moving the tent, it is considered essential to display<br />
sacrificial behaviors, spread the offerings and making rituals<br />
for the continuation of communication with God when<br />
fire is firstly made.<br />
The applications such as family’s not getting in trouble ,<br />
throwing the blessed salt to the fire by passing over the verrucas<br />
fastened with a string and circled to get rid of them<br />
(K.K. Akyol 2016); putting some ashes taking from the fire<br />
over yogurt pastry when it is given to another house to protect<br />
the house and animals from evil eye (Kırcı 1998: 405);<br />
applying ash to the guest’s behind the ears, forehead, nose<br />
to be protected from the evil eye (Kalafat 1990: 77) and accepted<br />
by the family; throwing the ashes of guest’s pipo to<br />
the fire when he leaves the house (Lvova vd. 2013 I: 186)<br />
are the protection functions of fire. Beliefs such as the gin’s<br />
gattering around the fire after it goes out, moving of gin and<br />
evil in extinguished ashes, being sinful for a person lying<br />
next to the fire, lying under the dark sod if the fire in the<br />
house is extinguished (Ülker vd. 2011:119-120) show that<br />
the function of fire has continued in Anatolia today.<br />
There is a saying in the Altays: “Every Altay Turk’s life starts<br />
at the fire and pole of horse. (from Bidinov 1998: 7 to Dilek<br />
2007: 35) This saying, which is a good indication how ritual<br />
renewal repeats in every generation, is a sign of the close<br />
relationship between the hearth and the child. Occurrence<br />
of expressions such as ‘’ocaksız’’ ( having no family) for<br />
those who do not have a child and ‘’od-ocak sahibi’’ (having<br />
family) for those who have child is a necessity for the<br />
mythic beliefs about the child of a family. In this context,<br />
the idiom “od-ocak şenletmek” (having a happy family with<br />
child) has become a general acceptance, expressing family<br />
happiness, which includes the child. The beliefs about<br />
that happiness of the family gathering around the fire will<br />
pass to the child (from Radloff 1994: 25 to Dilek 2007: 35);<br />
the ongoing fire in the heart perpetuates the family happi-
kuttören, Toroslardan derlenmiş olan “kütük dökme” uygulamasıdır.<br />
Geleneğe göre yeni evlilerin sağlıklı ilk erkek<br />
çocukları doğduğunda köyün gençleri tarafından kutlu<br />
dağdan seçilen bir kütük, çocuğun evinin bacasından dökülmekte<br />
ve karşılığında çocuğun ailesinden adak kurbanı/<br />
bahşiş alınmaktadır. Evde muhafaza edilen bu kütük, daha<br />
sonra çocuk evlenirken düğün yemeğinin pişirilmesinde<br />
kullanılmaktadır. (Bahar 1997’den Ergun 2012: 312, 352,<br />
723)<br />
Bir diğer çok dikkat çekici uygulama “baca sökme” geleneğidir.<br />
Kars yöresinde canlı bir şekilde yaşayan uygulamaya<br />
göre yeni evlilerin ilk erkek çocukları sağlıklı bir şekilde doğduğunda<br />
köyün gençleri, çocuğun doğduğu evin bacasına<br />
çıkarak bacayı bozmaya çalışmaktadırlar. (Kalafat: 1990:<br />
78)<br />
Geleneksel baca sökme ritüelinin günümüzde pencere<br />
camı kırma şekline dönüşmüş uygulamaları da görülmektedir.<br />
Adana, Konya gibi bazı yörelerden yaptığımız derlemeler<br />
göstermiştir ki pencereye baca denmektedir 17 Benzer<br />
adlandırmaların kullanımından Bahaeddin Ögel de bahsetmiştir.<br />
(1984: 296 vd.) Uygulamaya göre ailenin ilk erkek<br />
çocuğu doğduğunda köyün gençleri tarafından evin camı<br />
kırılmaya çalışılmaktadır. Çocuğun babası da gençlere engel<br />
olmakta, “Bedeli neyse verelim”, diyerek hediye/koç vs.<br />
vermektedir. 18 Aile ocağının sönmesi, ailenin yok olması an-<br />
• 17 (K.K.: Tuğçe Sevda Kahriman Konya-Emirgazi 1992, GÜ SBE THB<br />
yüksek lisans öğrencisi; derleme tarihi: 10.04.2016).<br />
• 18 Eşi Adanalı olan kaynak kişinin 1989 yılında Adana’da oğlu<br />
ness (from Ocak 2000: 228 to Dilek 2007: 35) multi-child<br />
families are more loved are living as general acceptance<br />
throughout the Turkish world.<br />
While children who are defined as “those who will hold the<br />
central pole of the Middle East / World” in the Dolgan epic,<br />
there is an adjective in the book of Dede Korkut as “dünlüğü<br />
altın ban evimin kabzası oğul” (52-7, 119-1, 163-5) (means<br />
my son is head of household). If it is expressed with present<br />
language, it is certain that the importance of especially<br />
male child goes down to mythological roots as well as the<br />
meaning of an expression such as ‘’pole / head of my big<br />
house whose chimney is golden’’ becomes indistinct.<br />
The traditional Turkish family system, which is regarded as<br />
the assurance of the male and female’s family union and<br />
continuation of lineage, finds meaning in the form of ‘’Boy<br />
is the fire of the hearth, girl is the ash of the hearth.’’As Korkut<br />
Ata says, ‘’A worthy son is the fire of once hearth.’’is the<br />
mark of interest between the hearth and the child. In addition;<br />
using the term ‘’od/ocak bey’’ for the youngest son<br />
of the family, the house of the hearth’s belonging to‘’ocak<br />
bey’’and his living in there, all the members of the hearth’s<br />
staying at that house in the time of rituals and the respect<br />
showed by all of big bothers to the ‘’ocak bey’’take form in<br />
the context of döş (family)-ocak(hearth)-kut(happiness).<br />
The most noteworthy ritual in the tripod of ‘’hearth-childtree<br />
of life’’is the ‘’kütük dökme’’ (stock damping) tradition<br />
Fire and Hearth<br />
299<br />
Ateş ve Ocak
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />
accusa quo quunt.<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />
quo quunt.<br />
Common Heritage<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
300<br />
Ortak Miras
Ateş ve Ocak<br />
Fire and Hearth<br />
301
Common Heritage<br />
302<br />
Ortak Miras<br />
lamına gelen baca bozmanın önlenmesinin yolu, gençlere<br />
kanlı/kansız adak/bahşiş/peşkeş vermekten geçmektedir.<br />
Gerek kütük dökme gerekse baca sökme kuttöreni, Dolgan<br />
destanındaki abaasılarla yaşanan mitik savaşın benzeridir<br />
ve aynı anlamdadır. Dolgan destanında kurban olarak ilk<br />
insanlar kendilerini feda ederken sonraki kuttörenlerde onların<br />
yerini koyun, koç ve diğer adak kurbanları almıştır.<br />
Çocuk ile ocak arasında cereyan eden diğer bazı inançlar<br />
ve ritüel uygulamalar şöyledir: Bebeğin kırk basmasından<br />
korunması için anne babasının eşyalarından birer parça<br />
yakılarak tütsüsüne tutulması (Kalafat 1990: 180); göbeği<br />
düşene kadar evden dışarı ateş verilmemesi; ocaktan alınan<br />
bir közün bebeğin yattığı beşiğin ayağı altında sallama esnasında<br />
ezdirilmesi; doğumun kolay olması ve çocuğun kötü<br />
ruhların şerrinden korunması için evdeki yüklüğün üzerine<br />
bez serilip ateş üstüne bir parça yağ atılması (Kırcı 1998:<br />
405); Yakut/Sahalarda ocaktaki külün kıpırdamasının çocuğun<br />
ruhunun oynaması ve aileye yeni bir çocuk doğacağının<br />
müjdecisi olduğu (İnan 1995: 67); duman ve isin nazarı<br />
defedeceği (Kırcı 1998: 404); doğumda ve düğünde üzerlik<br />
tütsüsünün gelini, damadı, çocuğu ve onlara inen kut sayesinde<br />
bütün katılımcıların nazardan korunacağı; doğumdan<br />
sonra ağlamayan çocuk için eşinin ateşe atılması ve ısınan<br />
eş sayesinde çocuğun ağlamaya başlayıp canlanacağına<br />
inanılması (Yeşilçay 1977: 18’den Dilek 2007: 51), çocukları<br />
yaşamayan ailenin yeni doğan bebeğinin uzun yaşaması<br />
için kundağına kömür sarılması (Lvova vd. 2013 II:183), evin<br />
dışında doğan bebeklerin eve girer girmez alınlarına ocaktan<br />
kara sürülmesi gibi ritüel ve inançlar, aile ocağının çocukla<br />
ilgili kut sembolleridir.<br />
Ocak ile ilgili kuttörenlerde dikkati çeken bir başka uygulama<br />
ise insan ve hayvan döşleri ile ilgilidir. Saha Sire’de kadın<br />
hamile olunca kocası ve kendisi çentik atılmış “ımıı” (koruyucu<br />
muska)larını döşlerinde taşımakta ve bununla çocuklarının<br />
doğacağı günü saymaktadırlar. Savaşa giden erkekler<br />
de bunu yanlarından ayırmamaktadır. 19 Burada ocakla<br />
döş arasında bir ilgi tespit edememiş olmakla birlikte, döş<br />
ile çocuk ve kut arasında bir ilgi bulunduğu kesindir. Ocak<br />
ile ilgili bağlantı derleme sırasında gözden kaçmış olmalıdır.<br />
Çünkü aşağıda verilecek olan örneklerde böyle bir bağlantı<br />
söz konusudur.<br />
Altay Türklerinde gelinle birlikte baba ocağına giden damat,<br />
önce baba ocağına bir fincan yağ dökmekte sonra da bir fincan<br />
koynuna/döşüne koymaktadır. (Şatinova 1981: 57’den<br />
Lvova vd. 2013: 216) Bu kuttören Telengitlerde biraz farklı<br />
şekilde, yeni evlilerin kızın ailesini ilk ziyaretlerinde gerçekleştirilmektedir:<br />
Buna göre damat, kesilmiş bir koyunu gedoğduğunda<br />
böyle bir ritüel icra edilmiştir. (K.K.: Mesude Karakuş, Kırıkkale<br />
1960, Öğretmen, Ankara 16.04.2016).<br />
• 19 K.K.: N. P. Romanoviç, (60 yaşında), Saha Sire-Kangalas-Nömügü<br />
Köyünde 26.06 20115’te derlenmiştir.<br />
form the Toros. According to this tradition; when newlywed<br />
has a healthy boy a stock selected from blissful mountain<br />
by young people of the village is poured out from the chimney<br />
of this child’s house and sacrificial animal or tip is taken<br />
from the child’s family in return. This stock that is kept at<br />
home is used to cook the wedding meal while the child is<br />
getting married. (from Bahar 1997 to Ergun 2012: 312, 352,<br />
723)<br />
Another very striking application is the “baca sökme” (detaching<br />
of chimney) tradition. According to practice lived<br />
in Kars province, when the first boy is born healthfully, the<br />
young people of the village are trying to detach the chimney<br />
of house where the child was born. (Kalafat: 1990: 78)<br />
It is also seen that the traditional detaching of chimney<br />
ritual has been transformed into a window glass breaking<br />
style. The compilations that are made in the some regions<br />
such as Adana, Konya,etc. show us that they called window<br />
as chimney. 18 Bahaeddin Ögel also mentioned the use of<br />
similar names. (1984: 296 et.al.) According to the practice;<br />
when the first male child of the family is born, young people<br />
in the village try to break the glass of the house. The<br />
father of the child also obstructs the youth and says them<br />
‘’Let’s give its price’’and gives them gift, ram, etc. 19 The way<br />
to prevent chimney disruption, which means the disappearance<br />
of the family, the annihilation of the family, is to give<br />
sacrificial animal / tips / present to the youth. Both ‘’kütük<br />
dökme’’ (stock damping) and ‘’baca sökme’’ (detaching of<br />
chimney) rituals are similar to the mythical battle with Demons<br />
that took place in the epic of the Dolgan and have the<br />
same meaning.While the first people sacrificed themselves<br />
in the Dolgan epic; ship,ram ve other sacrificial animals take<br />
their places in the next rituals.<br />
Some other beliefs and ritual practices taken place between<br />
the child and the hearth are: burning something belongin to<br />
the child’s mother and father and putting his incense burner<br />
to protect the baby from ‘’kırk basması’’(not taking the<br />
baby out until fourty days pass from his birth day. ) (Kalafat<br />
1990: 180); not making fire until the umbilical cord of baby<br />
is shed; crushing the cinder under the leg of baby’s cradle<br />
when he cradles; throwing a piece of butter over the fire by<br />
spreading the cover upon the large closet for bedding in<br />
the house for easy birth and protecting the baby from the<br />
demon (Kırcı 1998: 405). Some rituals and beliefs in Yakut/<br />
Saha Turkics such as ashes’ keeping still in the fire meaning<br />
a new baby comes to the family(İnan 1995: 67); smoke and<br />
• 18 (K.K.: Tuğçe Sevda Kahriman born in Konya-Emirgazi in 1992,<br />
graduate student in Gazi University in the Departmant of Ethnology; Date<br />
compiled: 10.04.2016).<br />
• 19 Source person whose wife is from Adana performed such a ritual<br />
when his son was born in 1989.<br />
• (K.K.: Mesude Karakuş, born in Kırıkkale in 1960, Teacher, Ankara<br />
16.04.2016).
Ateş ve Ocak<br />
Fire and Hearth<br />
303
Common Heritage<br />
304<br />
Ortak Miras<br />
tirip gelinin ebeveynlerinin izniyle atlarının bağlandığı yere<br />
bağlamaktadır. Koyunu doğru şekilde parçalayıp kafasını ve<br />
ayaklarını tütsüleyen damadın, inciği yağla sarıp evin saygın<br />
bir yerinde yakması; haşlayarak pişirdiği yemekleri ise kendisi<br />
tatmadan, misafirlere ikram etmesi gerekmektedir. Ancak<br />
bundan sonra gelinin annesinin verdiği bir fincan yağı<br />
ocağa serpebilmekte ve fincanı koynuna saklayabilmektedir.<br />
Yağ dökülen ateşin parlaması ve alevlerin yüksekliği,<br />
yeni kurulan ailenin mutluluk ve baht göstergesi olarak algılanmaktadır.<br />
Sonra da kayınvalide, damada yeni şapka ve<br />
kuşak kuşandırarak kesinlikle kuzu derisinden yapılmış kürk<br />
giydirmektedir. (Şatinova 1981: 51’den Lvova vd. 2013: 217)<br />
Bu kuttörenlerde görüldüğü üzere mitolojik hafıza, ocak,<br />
döş, yağ fincanı ve kuzu kürkünü bir araya getirmektedir.<br />
Ocak sadece insanlar için değil, Dolgan destanında tanrısal<br />
ilk atın dönüşüm mitinde ve yukarıdaki kuttörenlerde<br />
olduğu gibi hayvanların da çoğalmalarının teminatı kabul<br />
edilmektedir. Hayvanların çoğalması ile ilgili kuttörenler<br />
ise daha çok güzün yapılmaktadır. Altay Türkleri tarafından<br />
sonbaharda uygulanan “Ot takır” töreninde, gebe koyun<br />
öldürülmekte; kuzusu ateşin külünün altına gömülerek dua<br />
edilmektedir. Bu sayede hayvanın neslinin devam edeceğine<br />
(Bidinov 1998: 10-11’den Dilek 2007: 47) inanılmaktadır.<br />
Tuvalılar da ilk kar yağdığında (9.-10. ayda), kışlak evine dönüşte<br />
“ot dagıır” töreni düzenlemektedir. Törende adak kurbanı<br />
olarak koç kesilmektedir. Koçun yağlı döşü saçı olarak<br />
ocağa sunulmaktadır. Diğer kısımları ise haşlanarak tören<br />
için davet edilen komşulara çayla birlikte ikram edilmektedir.<br />
(Kurbatskiy 2001:172’den Kumartaşlıoğlu 2012:138-<br />
140; Kenin-Lopsan 1994: 103’ten Dilek 2007: 47)<br />
Altaylıların gebe hayvanı kurban olarak adama ve yavrusunu<br />
ocağın-külün altına gömme ritüeli, daha arkaik bir uygulama<br />
gibi durmaktadır. Ocağa yağlı döş sunulması ise muhtemelen<br />
daha geç dönemde teşekkül etmiş olmalıdır. İkisi de<br />
tesadüfî uygulamalar değildir. Hayvancı toplumun bereket<br />
kuttörenlerinde döş ile ilgili uygulamalar, mitik anlayış gereğidir.<br />
Benzer anlayış ve uygulamalar, arkaik destanlarda<br />
ve özellikle düğünle ilgili kuttörenlerde ortaya çıkmaktadır.<br />
Örneğin Er “Töş”tük destanında böyle bir ilgi kurulmaktadır.<br />
Dolgan destanında da olduğu gibi mitolojik-mucizevî olarak<br />
nitelendirebileceğimiz “yaşlılıkta çocuk sahibi olma” motifi,<br />
bağır tahtası/döş ile ilişkilendirilmektedir. Annenin son döşü<br />
olarak algılanan bu çocukların, annenin iman/bağır tahtasından<br />
çıktığına ve Tanrı tarafından özel yaratıldığına inanılmaktadır.<br />
20 Türk kültüründe son erkek çocuğun ocak, ev ve<br />
yurdun koruyucusu olarak algılanması (Roux 1999:176) da<br />
bu inanç ile ilgilidir. Kazak ve özellikle Kırgızlarda bu şekilde<br />
• 20 Bağır tahtası ile ilgili daha geniş bilgi için bkz: Pervin Ergun, “Türk<br />
Kültüründe İman Tahtası”. (2013). Türk Halk Edebiyatı İncelemeleri Saim<br />
Sakaoğlu Armağanı. (Ed. Metin Ergun). Ankara: Türk Kültürünü Araştırma<br />
Enstitüsü Yay.<br />
lamb black’s preventing the evil eye (Kırcı 1998: 404); incence<br />
with harmal seed protecting the bride, groom baby,<br />
all of the people attending to the wedding from the evil<br />
eye thanks to the kut belief at birth and wedding; putting<br />
the partner into the fire for not crying baby after the birth<br />
and being believed that the baby starts to cry and comes to<br />
life thanks to the partner heating in the fire (from Yeşilçay<br />
1977: 18 to Dilek 2007: 51), putting coal into the swaddling<br />
clothes of the newborn baby whose family’s children do not<br />
live long (Lvova et.al. 2013 II:183), putting on black to the<br />
baby’s forehead as soon as he comes to the hearth are the<br />
symbols of the hearth concerned with children.<br />
Another application which is noteworthy in the rituals about<br />
the hearth is related to the human and animal chest. The<br />
husband and wife carry ‘’ımıı’’ (good-luck charm) in their<br />
chest when the wife is pregnant and they count the days<br />
of the birth of a child. When men go to the war, they do not<br />
separate it from their sides. 20 However; an connection between<br />
chest and hearth is not confirmed, it is certain that<br />
there is an interest between chest, baby and kut belief. The<br />
connection with the hearth may be escape the attention<br />
during compilation. Because there is such a connection in<br />
the examples which will be given below.<br />
The groom, who goes to the father’s house together with<br />
the bride in the Altay Turks, first pours a cup of oil to the<br />
fire in the father’s house and then puts it his chest. (from<br />
Şatinova 1981: 57 to Lvova vd. 2013: 216) This ritual is carried<br />
out somewhat differently in Telengits, that is to say, it<br />
is made in the first newlywed’s visits to the bride’s family:<br />
accordingly, the groom brings a sacrified sheep and tethers<br />
it at the place where the horses are found with the permission<br />
of bride’s family. The groom who breaks the sheep to<br />
pieces and fumes its head and foots, covers the shank with<br />
oil and prepares it in a prestigious place; it is necessary for<br />
him to present the boiled dishes without tasting himself.<br />
Only after that, a cup of oil given by the bride’s mother is<br />
poured over the fire and she can hide the cup in her chest.<br />
The flame and height of the fire are perceived as the indicator<br />
of the new family’s happiness and fortune. Then the<br />
mother-in-law makes the groom wear a new hat, belt and<br />
fur definitely made of lamb skin. (from Şatinova 1981: 51to<br />
Lvova vd. 2013: 217) As seen in these rituals, mythological<br />
memory brings together the fire, chest, oil cup and lamb fur.<br />
The hearth is not only for people, but in the myth of the<br />
divine horse’s first conversion in the Dolgan epic, it is accepted<br />
as the assurance of the breeding of animals as in<br />
the above-mentioned rituals. The rituals about the breeding<br />
of animals is made especially in the fall. In ‘’ot takır’’(a<br />
• 20 K.K.: compiled from N. P. Romanovic, 60 years old, in the village<br />
named Sire-Kangalas-Nömügü in Saha on 26.06.2015.
yaşlılıkta doğan çocuklara Töştük adı verme geleneği yaygındır<br />
(Yıldız 1995: 114).<br />
Döş ve ocak ile ilgili inanç ve uygulamalar düğünlerde yoğunlaşmaktadır.<br />
Bütün Türk dünyasında gelinin ardından<br />
ailesi tarafından kızartılmış kuzu, tavuk gönderilmektedir.<br />
Töştük örneğinde görüldüğü üzere bu yemek, yeni evlenen<br />
gençlerin kutlarının ve nesillerinin devamı dileğini, duasını<br />
yerine getirmektedir ve bağır tahtası/döş kültü ile ilgilidir.<br />
Tavuğun lades kemiği çevresinde gelişen oyunlar ve aşağıda<br />
verileceği üzere kuzunun döşü, bu yemeklerin mitolojik<br />
karakterinin göstergesidir.<br />
Anadolu’da anlamını yitirmekle birlikte devam eden bu gelenek,<br />
Türk dünyasında daha canlı bir şekilde yaşamaktadır.<br />
Örneğin Kazaklarda “Kız Uzatu” toyunda (gelin alma veya<br />
gelin gönderme) yeni kurulan “otau” (kigiz üy, otağ)da damat<br />
tarafına yemek sunulmaktadır. Bu yemeğin, ata ruhları<br />
ve Allah için verildiği belirtilmektedir. Kurban olarak koyun,<br />
koç kesilmekte ve damada tös/döş eti yedirilmektedir. Damat<br />
etleri yedikten sonra kemiği “otau”nın “şanırak” (evlerin<br />
tepesinde yuvarlak kısım, tünük(baca)ten dışarı atmaktadır.<br />
Argınbaev tarafından bunun anlamı “Yeni yuvanın dumanı<br />
her daim tütsün, yeni yuvanın ateşi hiç sönmesin” anlamında<br />
olduğu belirtilmektedir. (Argınbaev 1996: 176’dan<br />
Ergun 2013) İnsanın ve adak kurbanı hayvanların döş kemikleri<br />
hayat ağacını sembolize etmektedir. Bunun bacadan<br />
atılması, yukarıda belirtilen baca-hayat ağacı/merkezî<br />
direk-Tanrı kutu-çocuk merkezli uygulamaların bir parçası<br />
traditional ritual) made by Altay Turks in the fall, a pregnant<br />
sheep is killed; then her lamp is buried under the fire<br />
and they pray. It is believed that the lineage of animal will<br />
continue by this means. (from Bidinov 1998: 10-11 to Dilek<br />
2007: 47) When it first snows (in 9th or 10th mount), people<br />
in Tuvalı make “ot dagıır” ritual when they go back to winter<br />
house. At the ritual, the ram is sacrificed. The fatty part<br />
of the ram’s chest is put to the fire as a gift. After boiled,<br />
the other parts are served with tea to the neighbors invited<br />
for the ritual. (from Kurbatskiy 2001: 172 to Kumartaşlıoğlu<br />
2012: 138-140; from Kenin-Lopsan 1994: 103 to Dilek 2007:<br />
47)<br />
The ritual of Altays about taking the pregnant sheep as a<br />
vow and buring the lamp under the ashes of the fire seem to<br />
be a more archaic application. Serving fatty chest meat of<br />
sheep to the fire is probably formed in the late period. Both<br />
are not random applications. Applications related to chest<br />
in the abundance rituals of the animal husbandry society is<br />
for mythic understanding. Similar insights and applications<br />
are occured in archaic legends and especially rituals about<br />
wedding. For example, such interest is seen in the epic of<br />
“Er Töştük”. The motif of “having children in old age”, which<br />
can be described as mythologically-miraculous as it is in<br />
Dolgan’s epic, is associated with the breastbone /chest. It<br />
is believed that these children, who are perceived as the<br />
last progeny, comes out of the breastbone 21 of the mother<br />
• 21 Also see more information about breastbone: Pervin Ergun, “Türk<br />
Kültüründe İman Tahtası”. (2013). Türk Halk Edebiyatı İncelemeleri Saim<br />
Sakaoğlu Armağanı. (Ed. Metin Ergun). Ankara: Türk Kültürünü Araştırma<br />
Fire and Hearth<br />
305<br />
Ateş ve Ocak
Ortak Miras<br />
Common Heritage<br />
306
olmasındandır. Kazak düğünleriyle ilgili bu gelenek, annesi<br />
Kazak olan GÜ Öğretim Görevlisi Yerke Özer tarafından da<br />
teyit edilmiştir. Ayrıca Çin Kazaklarından Prof. Dr. Muhtarhan<br />
Orazbay tarafından Doğu Türkistan’da ve Kazaklarda gerdek<br />
sabahı geline de kuzu veya koyunun döşünden yapılan<br />
“sıbağ” yemeğinin ikram edildiği belirtilmiştir. (Ergun 2013)<br />
Döş yukarıda da belirtildiği üzere kutlu çocuk sembolü olarak<br />
hem gelinle damada yedirilmekte hem de hayvanların<br />
çok olması için ocağa sunulmaktadır.<br />
Ocak ve ateşle ile ilgili dikkat çekici uygulamaların yapıldığı<br />
dönemlerden biri de ölümdür. Aile ocağı normal zamanda<br />
ata ruhlarının ve koruyucu iyelerin yaşadığı bir mekân olarak<br />
düşünülmektedir. Ata ruhlarını ve bereketi, çoğalmayı<br />
sembolize eden tözler evin en kutsal yeri olan ocağın arkasında<br />
bulunmaktadır. Burası evin reisinin oturduğu yerdir;<br />
ayrıca burada eşlerin hayatları boyunca kullanacakları,<br />
perdeyle örtülü yatakları bulunmaktadır. Kadının takılarının,<br />
çocukların göbeklerinin vs. saklandığı ve pek çok kuttörenin<br />
sahnelendiği bu yere gösterilen saygı ata ruhlarına gösterilmiş<br />
kabul edilmektedir. Bu yüzden ata ruhları için baba<br />
ocağında adak ve saçıda bulunanlar, “atalarına çok saygılı”<br />
anlamında “Törkün”/”Türkün” diye adlandırılmaktadır.<br />
Ata ruhlarının memnun edilmesi için ocağa yağ kokusunun<br />
sinmesi ve ocağın sürekli yanması gerektiği, Türk dünyasında<br />
çok yaygın bir inançtır. Fakat evde biri vefat ettiğinde aile<br />
ocağının bu fonksiyonuna ara verilmekte yani ocak söndürülmektedir.<br />
Söndürme işlemi gerek cenazede gerekse diğer<br />
mecburi zamanlarda ocağın içinde yapılmamaktadır.<br />
Közler ocağın içinden dışarı çekilerek söndürülmektedir.<br />
Yoksa normal zamanda ocak söndürülmemekte; üzerine<br />
kül örtülerek uyutulmaktadır ya da Sahalarda olduğu gibi<br />
“suul”maktadır yani bebek gibi kundaklanmaktadır. Söndürülürken<br />
de baca yolu kapatılmaktadır. Normal zamanda<br />
ocağın söndürülmesi günah “anyıı” sayılmaktadır.<br />
Aile ocağı cenazenin kaldırılmasından üç/yedi gün sonra,<br />
adak kurbanı kesilip dualar edilerek yapılan kazan kaldırma<br />
merasiminin sonunda, sülalenin en büyüğünün evinden<br />
alınan ateşle tekrar yakılmaktadır. (M. Ergun 2013: 289<br />
vd.) Cenazenin yıkanması için yakılacak ateşin odunları ve<br />
kullanılacak su dışarıdan getirilmekte; ateş evin dışında yakılmaktadır.<br />
Örneğin Şor Türklerinde bu ateş, köyün dışında<br />
ve batısında yakılmaktadır. (Lvova vd. 1. 2013:170) Bu ateş,<br />
başka bir amaçla kullanılmamaktadır. Kalan su dökülmekte,<br />
ocak söndürülmekte, kalan odunlar evde kullanılmayıp<br />
dışarı atılmakta veya gömülmektedir. (Örnek 1971: 40) Külü<br />
toprakla örtülen bu ocağın, ev ve boyla bağı kesilmektedir.<br />
(Lvova vd. 1. 2013:170-171)<br />
Saha Sire’de ölen kişi için yakılan ocakla ilgili bir ayrıntı, bu<br />
ayrı ocağın fonksiyonunu ortaya çıkarmaktadır. Yakılan bu<br />
and are specially created by God. The perception of the last<br />
male child as a protector of the hearth, family and home<br />
in Turkish culture is related to this belief. (Roux 1999:176)<br />
The tradition of giving children whose parents have in old<br />
age ‘’Töştük’’name is widespread in Kazakh and especially<br />
Kyrgyz. (Yıldız 1995: 114)<br />
Beliefs and applications related to fire and progeny are<br />
concentrated in weddings. After the bride, fried lamb and<br />
chicken are sent by the family in the whole Turkish world. As<br />
seen in the example of ‘’Töştük’’, this meal fulfills the happiness<br />
of newlyweds, continuation of generations and their<br />
prayers and also is about the cult of progeny and breastbone.<br />
The games that is formed with the chicken’s wishbone<br />
and the lamb’s chest as given below are indicators of<br />
the mythological character of these dishes.<br />
However; this tradition continues along with the loss of<br />
meaning in Anatolia, it lives more vividly in the Turkish world.<br />
For example, the meal is provided by the groom in the new<br />
‘’otau (tent)’’ called as ‘’kigiz üy,otağ’’in Kazaks in “Kız Uzatu”<br />
(fetching the bride). It is stated that this meal is given for<br />
the souls of ancestors and for God. Sheep and ram are sacrificed<br />
and its chest meats are eaten by the groom. After the<br />
groom eats meats, he throws the bones from the’’şanırak’’<br />
(chimney) of ‘’otau (tent)’’. It is stated by Argınbaev that this<br />
means ‘’ the new family should be always happy and they<br />
should be never seperated’’(from Argınbaev 1996: 176 to<br />
Ergun 2013) The breastbone of human and sacrificed animals<br />
symbolize the tree of life. Throwing them through the<br />
chimney is because of being a part of above-mentioned applications<br />
such as chimney, life tree, central pole, god, child.<br />
This tradition about the Kazakhs’ weddings is confirmed by<br />
the Gazi University Teaching Assistant Yerke Özer whose<br />
mother is Kazakh. In addition to this; it is stated by Prof. Dr.<br />
Muhtarhan Orazbay according to the information received<br />
from sources of Chinese that a meal called as ‘’sıbağ’’made<br />
of lamb or sheep chest is offered to the bride in bridal morning<br />
in Eastern Turkestan and Kazakhs. (Ergun 2013) As mentioned<br />
above, it is eaten by bride and groom as a symbol of<br />
the blessed child and offered to the hearth for having so<br />
many animals.<br />
One of periods in which notable applications about hearth<br />
and fire is death. The family house are normally considered<br />
as a place where the ancestral spirits and protective spirits<br />
live. The roots which symbolize the ancestral spirits, fertility<br />
and proliferation, are found behind the stove the most sacred<br />
place of the house. Here is the place where the father<br />
of the house sits; besides, there are beds which are covered<br />
with curtains,will be used by the wifes throughout their lives.<br />
The respect showed to this place where the women’s jew-<br />
Enstitüsü Yay.<br />
Fire and Hearth<br />
307<br />
Ateş ve Ocak
Common Heritage<br />
308<br />
Ortak Miras<br />
ocağın külleri ölenin mezarına dökülmektedir. Eskiden, ulaşım<br />
şartlarının kötü olduğu zamanlarda savaşta, seferde,<br />
evinden uzakta, gurbette ölenler yakılıp külleri obasında<br />
yapılan mezarına konmaktadır. 21 Bunlarla muhtemelen ölen<br />
kişinin yeni mekânında yeni ocağının kurulması söz konusudur.<br />
Bu sayede ölenin ruhunun selametle göçürülmesi ve<br />
geride kalanlara zarar vermemesi sağlanmaktadır. Nitekim<br />
Manas, dirilip tekrar baba evine döndüğünde annesi ocakta<br />
yanmakta olan ateşi söndürmüş; memesinden oğlunu bol<br />
bol emzirerek (Ögel 1998: 514) doğum kuttörenini tekrarlamıştır.<br />
Ölenin ateşinin aile ocağından farklı bir yerde yakılması,<br />
ölenin aileden geçici olarak dışlanması anlamına gelmektedir.<br />
Üç/yedi gün sonra adak kurbanı ile birlikte yapılan<br />
kazan kaldırma töreninden sonra yakılan aile ocağının, ata<br />
ruhlarının ziyaret ettiği ve aileyi koruyucu iyelerin yaşadığı<br />
kutlu fonksiyonunu yerine getirmeye devam ettiği yaygın<br />
kabule dönüşmüştür.<br />
Ocak ve ölüm ile ilgili önemli bir ayrıntı çocuk ve genç ölümleri<br />
ile ilgilidir. Güney Tuva Türklerinden nakledildiği üzere<br />
bu tür durumlarda ölenin yüzüne ve göğsüne kömürle bir<br />
işaret konmakta, sonrasında sülalede yeni doğan bir çocuğun<br />
vücudunun aynı yerinde görülen doğum lekesi, ölenin<br />
ruhunun geri döndüğü şeklinde yorumlanmaktadır. (Dyakonova<br />
1975: 93’ten Lvova 2013: 243-244) Ocağa ait kömür,<br />
köz ve yeni nesilde onun izi Anadolu’da eren izi/lekesi formunda<br />
korunmuştur.<br />
Sonuç olarak Türk kültüründe ev, aile, boy, kabile gibi kavramlar<br />
çevresinde oluşan ocak, istikrarın ve dünya düzeninin<br />
şifrelerini göstermektedir. “Güç (zulüm) evden girerse,<br />
töre bacadan çıkar” atasözünde de şifrelendiği üzere, hukuksuzluğun,<br />
adaletsizliğin, saygısızlığın, kısacası Tanrı’nın<br />
kabul etmeyeceği her tür zulmün girdiği mekânlarda ocak,<br />
Tanrı nizamı kabul edilen törenin Tanrı tarafından geri çekileceği<br />
kutsal alanlar olarak kabul edilmektedir.<br />
Aile ocağı kavramı çerçevesinden bakıldığında ise ocak,<br />
yaratılışın başında Tanrı tarafından kurulup, yakıldığı için<br />
kutsaldır. Aile ocağının yanması evlilik akdinin geçerliliğinin<br />
göstergesidir.<br />
Ocak, üç âlemi birleştiren kozmik direk, hayat ağacı, kutlu<br />
atların bağlandığı at kazığı ve evin kutlu direği gibi Tanrı’ya<br />
ulaşma yoludur. Onun Tanrı mekânına ulaşan merkezî direk<br />
fonksiyonu, kuttörenlerde, dokuz katlı çentik atılıp tepe<br />
yaprakları bırakılarak ocağın içine yerleştirilen ve tepesi<br />
evin tünük/bacasından dışarı çıkarılan formuyla açık bir<br />
şekilde canlandırılmaktadır. Bazen de ocak, kütük atma ve<br />
baca yıkma kuttörenlerinde olduğu gibi ilk çocukların korunması<br />
mitinin sembolize edildiği evin kutlu alanına dö-<br />
• 21 (K.K.: N. P. Romanoviç, (60 yaşında), Saha Sire-Kangalas-Nömügü<br />
Köyünde 26.06 20115’te derlenmiştir.)<br />
elry, baby’s umbilical cord, etc. are kept and staged many<br />
rituals, are accepted to be shown to the souls of the ancestors.<br />
That is why, those who give gift and vow in the father’s<br />
house for the souls of their ancestors are called as “Törkün”<br />
/ “Türkün” meaning that they are “very respectful to their<br />
ancestors”.<br />
A widespread belief in the Turkish world is that the smell<br />
of oil in the hearth and making the fire all the time for the<br />
sake of their ancestor. But; when someone dies at home,<br />
this function of the family is interrupted and the fire is extinguished.<br />
Extinguishing is not carried out both at the funeral<br />
and other compulsory times in the stove. The cinders<br />
are extinguished by pulling out of the stove. Otherwise, the<br />
stove is not normally turned off; it is covered with ashes, or<br />
it is “suulmak” (swathe) as it is in the Saha Turks, that is to<br />
say, it is swaddled like a baby. The chimney is closed when<br />
it is extinguished. Normally, the extinguishing of the fire is<br />
considered as “anyıı”(sin).<br />
Three or seven days after the undertaking of the funeral, the<br />
hearth is burned again with the fire taken from the house of<br />
the oldest of the family at the end of ‘’kazan kaldırma ceremony’’<br />
made by sacrificing and praying.(M. Ergun 2013: 289<br />
et. al.) Firewood for fire and water used for the washing of<br />
the funeral are brought from other place; fire is made outside<br />
the house. For example, this fire is made west of and<br />
outside the village in Shor Turks. (Lvova et. al. 1. 2013:170)<br />
This fire is not used for any other purpose. The remaining<br />
water is spilled, the hearth is turned off, the remaining<br />
woods are not used at home and thrown out or buried. (Ex.<br />
1971: 40) This hearth, covered with ash soil, connection with<br />
the family and clan is broken. (Lvova et. al. 1. 2013:170-171)<br />
A detail about the making fire for the person who died in<br />
Saha Sire reveals the function of this separate hearth. The<br />
ashes of this fire are poured into the tomb of the decedent.<br />
In the past, the people who died out of the country when<br />
the conditions of transportation were bad, in times of war,<br />
at mobilization, away from home, were burnt and their ashes<br />
are buried in the tomb. 22 It is likely discussed that the<br />
dead person will found a new hearth in the new place. In<br />
this way, it is ensured that the soul that is dying is brought<br />
to another life by salvation and does not harm those who<br />
are left behind. Indeed, when Manas returned to his father’s<br />
house again, his mother put out the fire that was burning in<br />
hearth; repeated the birthday rituals by breastfeeding his<br />
son abundantly. (Ögel 1998: 514) The fire made for dead<br />
person’s fire in a different place from the family hearth<br />
means that the person who died is temporarily excluded<br />
from the family. Family hearth that is burned three or seven<br />
• 22 (K.K.: compiled from N. P. Romanovic, 60 years old, in the village<br />
named Sire-Kangalas-Nömügü in Saha on 26.06.2015.)
nüşmektedir.<br />
Ocak, yaratılışın başında, yeni günde, ilk ailenin kutlu kuruluşunu<br />
simgelerken Dolgan Türklerinin Er Soğotoh ve Şor<br />
Türklerinin Kan Argo Ablalı Kan Pergen destanlarında olduğu<br />
gibi, ikinci nesilde, Tanrı tarafından “orta dünyanın merkezî<br />
temel direğinin koruyucusu olarak yaratılan” çocukların<br />
kötü ruhlardan korunduğu bir mekâna dönüşmüştür. Evlilik,<br />
çocuk, hayvancılık, yeni gün kuttörenlerinin, çeşitli kriz anlarından<br />
kurtulma maksatlı ritüellerin, ata ruhlarına adak/<br />
saçı göndermenin ve hepsinden önemlisi Tanrı ibadetinin<br />
en eski mabedi ocaktır. Bu bakımdan geleneksel kültürde<br />
evin koruyucu ruhu, hamisi olarak algılanan ocağın, kurulan<br />
her yeni yuvada, aileye her yeni katılan bebek için kuttören<br />
yapılmasını zorunlu kılmıştır. Ayrıca yeni bir eşiğin başlangıcında<br />
sayılan gelin tarafından ocağa saygı gösterilmesi,<br />
tazimde bulunulması; damat tarafından da bazı ritüellerin<br />
yerine getirilmesi gerekmektedir.<br />
Göçebe çadırları vakti zamanı geldiğinde sökülüp taşındığı<br />
halde ocağı bozulmadan, dağıtılmadan öylece bırakılmaktadır.<br />
Bütün Türk yurtlarında yaygın olduğu üzere çeşitli yerlerde<br />
bulunan bu tür ocak kalıntılarına herkes saygı göstermektedir.<br />
Göçebe hayat süren aileler, bir daha aynı yöreye<br />
geldiklerinde kut giderici herhangi bir olay yaşanmamışsa<br />
genellikle aynı ocak üzerine çadırlarını kurmaktadırlar. Yeni<br />
bir eve taşınanlar, yaylak-kışlak gibi mevsimlik eve taşınanlar<br />
ya da göçebe çadırıyla elden ele gezenler çadırlarını her<br />
kurduklarında, ocaklarına geldikleri ilk gün yağ, yağlı çörek<br />
days after the undertaking of the funeral and at the end of<br />
‘’kazan kaldırma ceremony’’ made by sacrificing and praying<br />
becomes a widespread acceptance that the ancestral<br />
spirits visits and it continues to fulfill the blessed function<br />
of protective spirits.<br />
An important detail about the hearth concerns with child<br />
and youth deaths. As reported from the Southern Tuva<br />
Turks, a mark is placed on the face and in the chest with a<br />
charcoal in such cases, then it is understood that the soul<br />
of the death returns if there is a birthmark seen in the same<br />
place of a newborn child’s body in the family. (from Dyakonova<br />
1975: 93 to Lvova 2013: 243-244) The trace of coal, ash<br />
and birthmark belonging to the hearth is preserved in the<br />
form of Saint’s trace in Anatolia.<br />
As a result; the hearth formed around the concepts of<br />
home, family, clan, tribe in the Turkish culture shows the<br />
codes of stability and world order. As it is encoded in the<br />
proverb ‘’When violence comes in from the courtyard, law<br />
and justice go out the window.’’, the hearth is regarded as<br />
sanctuary places where the unwritten laws accepted as<br />
God’s ordinance is retracted by God in every place where<br />
unlawfulness, injustice, disrespect, in short, all kinds of persecution<br />
that God does not accept.<br />
When considered from this point of view of family hearth,<br />
the hearth is sacred because it is founded and burned by<br />
God at the beginning of creation. The burning of the family<br />
hearth is an indication of the validity of the marriage contract.<br />
Hearth is the way to reach God such the cosmic pillar that<br />
links the three realms, the tree of life, the pole to which<br />
blessed horses are tethered and the holy pole of the house.<br />
Its central function of direct reaching to God’s place is<br />
clearly evoked in the rituals. Sometimes, the hearth is<br />
transformed into a blessed place of the house where the<br />
myth of the protection of the first child is symbolized as it<br />
is in the rituals such as ‘’kütük dökme’’ (stock damping) and<br />
‘’baca sökme’’ (detaching of chimney).<br />
While the hearth symbolizes the holly foundation of first<br />
famiy at the beginning of creation on the new day, it becomes<br />
a place where the children that are born as “the<br />
guardians of the central central base of the middle world”<br />
are protected from the demons by the God in the second<br />
generation as it is in the epics such as Kan Argo Ablalı Kan<br />
Pergen of Er Soğotoh and Shor Turks. The hearth is marriages,<br />
children, stockbreeding, new day rituals, rituals aimed at<br />
getting rid of various crisis, presenting gift or sacrificial animal<br />
to the souls of ancestors and the oldest temple of God’s<br />
worship above all. In this respect, the protective spirit of the<br />
Fire and Hearth<br />
309<br />
Ateş ve Ocak
Common Heritage<br />
310<br />
Ortak Miras<br />
ve at kılı atarak tazimde bulunmaktadırlar.<br />
Normal şartlarda ocağın bozulmaması, dağıtılmaması<br />
esasken ölümde bu durum üç veya yedi günlük kesintiye<br />
uğramakta; ağız açımı, kazan kaldırılması gibi kuttören uygulamalarından<br />
sonra merasimle tekrar yakılabilmektedir.<br />
Ölenin ruhunun göçürülme sürecinde yakılan ocak ise aile<br />
ocağının dışındadır; odunları, suyu ile aile ocağına “yabancı”dır.<br />
Vefat edenin Tanrı’nın kutlu mekânına giden yol için<br />
hazırlanması/yıkanması/arınması/öbür dünyadaki ocağının<br />
kurulması dışında başka hiçbir maksatla kullanılmayan<br />
bu ocak, hemen söndürülmekte, kalan odunlar evin dışına<br />
atılmakta ya da mezarına gömülmekte ve külleri toprakla<br />
örtülmektedir. Ölenin ruhunun geride kalanları rahatsız etmemesi<br />
için külleri savrulmakla tehdit edilmektedir.<br />
Böylece Türk geleneksel dünya görüşü içinde ateş ve ocak,<br />
insan için, yaşam ile ölüm, düzen ile kaos, Tanrı ile kötü<br />
ruhlar arasında belli bir hiyerarşik düzen dahilinde yaşamaya<br />
devam etmekte ve her türlü kut için Tanrı’ya ulaşma<br />
yolu kabul edilmektedir. İnsanı kemale eriştirdiğine inanılan<br />
ateş, sufinin nefsini tutuşturup nura gark olmasına vesile<br />
olmakta; könlü köyüp/gönlü yanmış âşıkların dilinde destana<br />
dönüşmekte; nice gelinlerin, gelinlik kızların, damatların<br />
cennet toprağını simgeleyen ateşli kınalarla aile ocağına<br />
adandıklarını kanıtlamakta; ocaklarda nice erenlerin izi<br />
sürülmekte; tavında dövülen demirle Ergenekon’dan çıkılmakta;<br />
nice koç yiğitler Türk cihan hâkimiyeti ülküsü uğruna<br />
asker ocağında pişmektedir. Mitolojiden modern hayata;<br />
gündelik yaşamdan tasavvufun esrarına; şiire, sanata,<br />
edebiyata kadar uzanan çok geniş bir alanda; Türk kültürü<br />
bu güçlü sembolün izleriyle dolup taşmaktadır. En amansız<br />
hastalıklar, onunla tanımlanmaktadır. En tutkulu aşklar,<br />
onunla anlatılmaktadır. Büyük hayallerin, güçlü duyguların,<br />
koca bir tarih macerasının yalazlandığı bu ateş, bu ocak,<br />
medeniyet hikâyemizden nice fasıllar anlatmaktadır.<br />
KAYNAKLAR<br />
• Ataman, S. Yaver. 1987). Folklor Araştırmaları Açısından Halk Oyunlarımıza<br />
Genel Bir Bakış ve Ateş Kültü İle İlgili Oyunlar. III. Milletlerarası Türk Kültürü<br />
Kongresi Bildirileri. Cilt:3, s.39-47. Ankara: KB Yay.<br />
• Çay, Abdülhaluk. (1999). Türk Ergenekon Bayramı Nevruz. Ankara: Tamga<br />
Yay.<br />
• Dilek, İbrahim. (2007). Sibirya Türklerinde Ateşle ilgili İnançlar, Törenler ve<br />
Bazı Efsaneler, BİLİG, Güz 2007, Sayı: 43, s.33-54.<br />
• Efremov, P. E. (1984). Dolganskoe olonho. Yakutsk.<br />
• Emelyanov, N. V. (1990). Sujetı Olonho o Rodonaçalnikah Plemeni.<br />
Moskova: Nauka Yay.<br />
• Ergin, Muharrem. (1994). Dede Korkut Kitabı. Ankara: TDK Yay.<br />
• Ergun, Metin. (2013). Defin Kazanı. Bengü Bitig Dursun Yıldırım Armağanı.<br />
(Ed. Bülent Gül vd.). s.289-300. Ankara: Öncü Kitap.<br />
• Ergun, Pervin. (2004). Türk Kültüründe Ağaç Kültü, Atatürk Kültür Merkezi<br />
Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2004, 2. Baskı 2012.<br />
• Ergun, Pervin. (2005). “Aal Luuk Mas”. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli<br />
Araştırma Dergisi. Bahar 2005. S.33. 293–307.<br />
• Ergun, Pervin. (2010). “Türk Gelininin Mitolojik Göçü”. Balıkesir Üniversitesi<br />
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. 2010, Cilt: 13, Sayı: 24, 275–290.<br />
• Ergun, Pervin. (2013). “Türk Kültüründe İman Tahtası”. Türk Halk Edebiyatı<br />
house in the traditional culture perceived as a protecter of<br />
the hearth obliges to make a ritual for every newborn baby<br />
in the every new family. In addition, it is necessary for groom<br />
to fulfill some rituals and for the bride who is regarded as<br />
the beginning of a new verge to respect and honor to the<br />
hearth.<br />
When the time comes to move the nomadic tents, the<br />
hearth are left as it is and untouched. As it is common in<br />
all Turkish dormitories, everyone respects this type of remains<br />
of the hearth that is found in various places. Families<br />
with nomadic lifestyles usually build tents on the same<br />
hearth if they do not experience any bad events when they<br />
come to the same locality again. Those who are moved to a<br />
new house, those who move into seasonal houses such as<br />
spring-winter or those who wander with their nomadic tent<br />
throw oil, scones and horse hair to the fire in the first day<br />
when they come to their hearth.<br />
Under normal conditions, it is a basis that the hearth is untouched;<br />
but there is three or seven days interruptions in<br />
the case of death; the fire is made with ceremony again after<br />
the rituals such as ‘’ağız açımı and kazan kaldırılması’’.<br />
The fire that is made during the process of the death’s soul’s<br />
passing on into eternal life is out of the family hearth; it is<br />
stranger to the family hearth with its wood and water. This<br />
hearth that is not used for anything other than the preparation<br />
of the decedent for the way to God’s blessed place /<br />
washing / purification / the establishment of the hearth in<br />
the other world, is immediately extinguished, the remaining<br />
woods are thrown out of the house or buried in the grave<br />
and the ashes are covered with earth. The soul of decedent<br />
is threatened with that its ashes is swept away if it disturbs<br />
the survivors.<br />
Thus; the fire and hearth continue to live for human in a<br />
certain hierarchical order between life and death, order and<br />
chaos, God and evil spirits and is accepted as the way to<br />
reach God for the happiness in the Turkish traditional world<br />
view. The fire, which is believed to mature the human, is<br />
transformed into epic in the language of the minstrels; it is<br />
proved that so many brides, nubile girls, grooms are devoted<br />
to the family with henna symbolizing the heavenly land;<br />
traces of so many saints are seen in the hearth; so many<br />
irons are beaten in this fire help us to exit from Ergenekon;<br />
so many braves go to place for military service for the sake<br />
of the rule of the Turkish world domination. Turkish culture<br />
is full of traces of this powerful symbol in a very wide area<br />
extending from mythology to modern life; from everyday<br />
life to mysticism, poetry, art and literature. The most unrelenting<br />
diseases are defined by it. The most passionate<br />
love is told with it. This fire that is the symbol of the great
İncelemeleri Saim Sakaoğlu Armağanı. (Ed. Metin Ergun). Ankara: Türk<br />
Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yay.<br />
• Eyüboğlu, İsmet Zeki. (1987). Anadolu İnançları Anadolu Mitolojisi İnanç-<br />
Söylence Bağlantısı. İstanbul: Geçit Kitabevi.<br />
• İnan, Abdülkadir. (1995). Tarihte ve Bugün Şamanizm. Ankara: TTK Yay.<br />
• Kalafat, Yaşar. (1990). Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri.<br />
Ankara: TKAE Yay.<br />
• Kırcı, Emine. (1998). Türk Kültüründe Ateşle İlgili İnanışlar. Prof. Dr. Dursun<br />
Yıldırım Armağanı. s.398-407. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay.<br />
• K.K.: Akyol, Cansu; Erzurum 1992, GÜ EF Yüksek Lisans öğrencisi. Derleme<br />
Tarihi: 29.03.2016.<br />
• K.K.: Y. Aleksey, 68 yaşında; derleme yeri: Saha Sire, Yakutsk; derleme tarihi:<br />
22.06.2016.<br />
• K.K.: N. P. Romanoviç, 60 yaşında; derleme yeri: Saha Sire-Kangalas-<br />
Nömügü Köyü; derleme tarihi: 26.06 2015.<br />
• K.K.: Tuğçe Sevda Kahriman Konya-Emirgazi 1992, GÜ SBE THB yüksek<br />
lisans öğrencisi; derleme tarihi: 10.04.2016.<br />
• K.K.: Mesude Karakuş, Kırıkkale 1960, Öğretmen, d. yeri ve tarihi: Ankara<br />
16.04.2016.<br />
• Korkmaz, Ramazan. (2000). Çıldır’daki Nevruz Törenleri ve Bu Törenlerin<br />
Şamanik Kültürle İlişkisi. Türk Dünyasında Nevruz Üçüncü Uluslararası<br />
Bilgi Şöleni Bildirileri (18-20 Mart 1999, Elazığ). s. 221-230. Ankara: AKM<br />
Başkanlığı Yay.<br />
• Kumartaşlıoğlu, Satı. (2012). Türk Kültüründe Ateş ve Ocak Kültü, Balıkesir<br />
Ün. Sosyal Bilimler Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, Balıkesir.<br />
• Lvova, E. L.-Oktyabrskaya, İ. V.-Sagalayev, A. M.-Usmanova M. S. (2013).<br />
Güney Sibirya Türklerinin Geleneksel Dünya Görüşleri I, II, III. (Çev. Metin<br />
Ergun). Konya: Kömen Yay.<br />
• Ögel, Bahaeddin. (1984). Türk Kültür Tarihine Giriş. Cilt: VII. Ankara: KTB Yay.<br />
• Ögel, Bahaeddin. (1998). Türk Mitolojisi I, II. Ankara: TTK Yay.<br />
• Örnek, Sedat Veyis. (1971). Anadolu Folklorunda Ölüm. Ankara: DTCF<br />
Yayınları.<br />
• Pekarskiy, E. K. (1959), Slovar Yakutskogo Yazıka. C. 1. St. Petersburg: SSSR<br />
Akademiya Nauk Yay.<br />
• Potapov, L. P. 1969. Oçerki Narodnogo Bıta Tuvintsev. Leningrad.<br />
• Roux, Jean-Paul.(1999). Altay Türklerinde Ölüm. (Aykut Kazancıgil).<br />
İstanbul: Kabalcı Yay.<br />
• Tanyu, Hikmet. (1976). Türklerde Ateş ile İlgili İnançlar. I. Uluslararası Türk<br />
Folkloru Kongresi Bildirileri. Cilt: IV. s. 293-304. Ankara.<br />
• Ülker, T., Yılmaz, N., Kazancı, Ş., Doğru, E. (2011). Gümüşhane Halk<br />
Kültürü-1. Gümüşhane:Aydın Doğan Vakfı-Gümüşhane Kültür-Sanat<br />
Kulübü Yay.<br />
• Velihanov, Şokan. (1993). Kazak Tarihi Tup Tukiannan Özime Şeyin. Almatı:<br />
Jalın Yayınevi.<br />
• Verbitskiy, V. i. (1893). Altayskiye İnorodtsı. Sbornik Etnografiçeskih Statey i<br />
İssledovaniy. Moskova.<br />
• Yıldız, Naciye. (1995). Manas Destanı (W. Radloff) ve Kırgız Kültürü ile İlgili<br />
Tespit ve Tahliller. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.<br />
dreams, the strong emotions, the adventure of this great<br />
history, tells us so many things from the stories of our civilization.<br />
REFERENCES<br />
• Ataman, S. Yaver. 1987). Folklor Araştırmaları Açısından Halk Oyunlarımıza<br />
Genel Bir Bakış ve Ateş Kültü İle İlgili Oyunlar. III. Milletlerarası Türk Kültürü<br />
Kongresi Bildirileri. v:3, p.39-47. Ankara: KB Yay.<br />
• Çay, Abdülhaluk. (1999). Türk Ergenekon Bayramı Nevruz. Ankara: Tamga<br />
Yay.<br />
• Dilek, İbrahim. (2007). Sibirya Türklerinde Ateşle ilgili İnançlar, Törenler ve<br />
Bazı Efsaneler, BİLİG, Güz 2007, Nbr: 43, p.33-54.<br />
• Efremov, P. E. (1984). Dolganskoe olonho. Yakutsk.<br />
• Emelyanov, N. V. (1990). Sujetı Olonho o Rodonaçalnikah Plemeni.<br />
Moskova: Nauka Yay.<br />
• Ergin, Muharrem. (1994). Dede Korkut Kitabı. Ankara: TDK Yay.<br />
• Ergun, Metin. (2013). Defin Kazanı. Bengü Bitig Dursun Yıldırım Armağanı.<br />
(Ed. Bülent Gül et al.). p.289-300. Ankara: Öncü Kitap.<br />
• Ergun, Pervin. (2004). Türk Kültüründe Ağaç Kültü, Atatürk Kültür Merkezi<br />
Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2004, 2. Baskı 2012.<br />
• Ergun, Pervin. (2005). “Aal Luuk Mas”. Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli<br />
Araştırma Dergisi. Bahar 2005. P.33. 293–307.<br />
• Ergun, Pervin. (2010). “Türk Gelininin Mitolojik Göçü”. Balıkesir Üniversitesi<br />
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi. 2010, Vol: 13, No: 24, 275–290.<br />
• Ergun, Pervin. (2013). “Türk Kültüründe İman Tahtası”. Türk Halk Edebiyatı<br />
İncelemeleri Saim Sakaoğlu Armağanı. (Edited by Metin Ergun). Ankara:<br />
Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yay.<br />
• Eyüboğlu, İsmet Zeki. (1987). Anadolu İnançları Anadolu Mitolojisi İnanç-<br />
Söylence Bağlantısı. İstanbul: Geçit Kitabevi.<br />
• İnan, Abdülkadir. (1995). Tarihte ve Bugün Şamanizm. Ankara: TTK Yay.<br />
• Kalafat, Yaşar. (1990). Doğu Anadolu’da Eski Türk İnançlarının İzleri.<br />
Ankara: TKAE Yay.<br />
• Kırcı, Emine. (1998). Türk Kültüründe Ateşle İlgili İnanışlar. Prof. Dr. Dursun<br />
Yıldırım Armağanı. p.398-407. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay.<br />
• K.K.: Akyol, Cansu; born in Erzurum in 1992, graduate student in Gazi<br />
University Faculty of Education. Date compiled: 29.03.2016.<br />
• K.K.: Y. Aleksey, 68 years old; place compiled: Saha Sire, Yakutsk; date<br />
compiled: 22.06.2016.<br />
• K.K.: N. P. Romanoviç, 60 years old; place compiled: Saha Sire-Kangalas-<br />
Nömügü Köyü; date compiled: 26.06 2015.<br />
• K.K.: Tuğçe Sevda Kahriman born in Konya-Emirgazi in 1992, graduate<br />
student in Gazi University in the Departmant of Ethnology; date compiled:<br />
10.04.2016.<br />
• K.K.: Mesude Karakuş, born in Kırıkkale in 1960, Teacher, date and place<br />
compiled: Ankara 16.04.2016.<br />
• Korkmaz, Ramazan. (2000). Çıldır’daki Nevruz Törenleri ve Bu Törenlerin<br />
Şamanik Kültürle İlişkisi. Türk Dünyasında Nevruz Üçüncü Uluslararası<br />
Bilgi Şöleni Bildirileri (18-20 Mart 1999, Elazığ). p. 221-230. Ankara: AKM<br />
Başkanlığı Yay.<br />
• Kumartaşlıoğlu, Satı. (2012). Türk Kültüründe Ateş ve Ocak Kültü, Balıkesir<br />
Ün. Sosyal Bilimler Enstitüsü Unpublished PhD Thesis, Balıkesir.<br />
• Lvova, E. L.-Oktyabrskaya, İ. V.-Sagalayev, A. M.-Usmanova M. S. (2013).<br />
Güney Sibirya Türklerinin Geleneksel Dünya Görüşleri I, II, III. (translated by<br />
Metin Ergun). Konya: Kömen Yay.<br />
• Ögel, Bahaeddin. (1984). Türk Kültür Tarihine Giriş. Vol: VII. Ankara: KTB Yay.<br />
• Ögel, Bahaeddin. (1998). Türk Mitolojisi I, II. Ankara: TTK Yay.<br />
• Örnek, Sedat Veyis. (1971). Anadolu Folklorunda Ölüm. Ankara: DTCF<br />
Yayınları.<br />
• Pekarskiy, E. K. (1959), Slovar Yakutskogo Yazıka. C. 1. St. Petersburg: SSSR<br />
Akademiya Nauk Yay.<br />
• Potapov, L. P. 1969. Oçerki Narodnogo Bıta Tuvintsev. Leningrad.<br />
• Roux, Jean-Paul.(1999). Altay Türklerinde Ölüm. (Aykut Kazancıgil).<br />
İstanbul: Kabalcı Yay.<br />
• Tanyu, Hikmet. (1976). Türklerde Ateş ile İlgili İnançlar. I. Uluslararası Türk<br />
Folkloru Kongresi Bildirileri. Vol: IV. p. 293-304. Ankara.<br />
• Ülker, T., Yılmaz, N., Kazancı, Ş., Doğru, E. (2011). Gümüşhane Halk<br />
Kültürü-1. Gümüşhane:Aydın Doğan Vakfı-Gümüşhane Kültür-Sanat<br />
Kulübü Yay.<br />
• Velihanov, Şokan. (1993). Kazak Tarihi Tup Tukiannan Özime Şeyin. Almatı:<br />
Jalın Yayınevi.<br />
• Verbitskiy, V. i. (1893). Altayskiye İnorodtsı. Sbornik Etnografiçeskih Statey i<br />
İssledovaniy. Moskova.<br />
• Yıldız, Naciye. (1995). Manas Destanı (W. Radloff) ve Kırgız Kültürü ile İlgili<br />
Tespit ve Tahliller. Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.<br />
Fire and Hearth<br />
311<br />
Ateş ve Ocak
Prof. Dr. Nebi ÖZDEMİR<br />
Bilge Yapım<br />
Oyun her yaştan insan tarafından gerçekleştirilen<br />
gönüllü yaşam etkinliğidir.<br />
The game is a voluntary life activity performed by people of all ages.
Kültürün önemli bir bölümü oyun olarak ve oyun bağlamında yaratılmış ve yaratılmaya<br />
da devam etmektedir. Oyun her yaştan insan tarafından gerçekleştirilen gönüllü<br />
yaşam etkinliğidir. Bilgi ve deneyim belleği olan kültür oyun ortamında yaratılır, geliştirilir,<br />
aktarılarak yaşatılır. Oyun her türlü ayrımı ortadan kaldırarak yaşamı özüne uygun<br />
olarak bütünleştirir. Yaşamın bütüncül olarak algılanıp değerlendirilmesi ise bireysel ve<br />
toplumsal mutluluğun ve huzurun temel kaynaklarındandır. Oyun bireysel ve toplumsal<br />
açıdan geçmişte olduğu gibi gelecekte de var olmaya devam edecektir.<br />
15<br />
Çocuk Oyunları<br />
Children’s Games<br />
An important part of the culture has been created as game and in the context of game.<br />
The game is a voluntary life activity performed by people of all ages. Culture, which is<br />
a memory of knowledge and experience, is created, developed, transmitted and kept<br />
alive. The game integrates life in accordance with its essence by removing all kinds of<br />
discrimination. The holistic perception and evaluation of life is the basic sources of individual<br />
and social happiness and peace. It will continue to exist individually and socially<br />
in the future as well as in the past.
Common Heritage<br />
314<br />
Ortak Miras<br />
Diğer yandan oyun, Türk dünyasının <strong>ortak</strong> miraslarının temel<br />
bağlamlarından biridir.Türk kültürünün en eski sözcüklerinden<br />
biri oyundur. Dolayısıyla oyun, Türk dünyasının <strong>ortak</strong><br />
miraslarından biri olarak kabul edilebilir. Nitekim Eski Türk<br />
Yazıtları, Oğuz Kağan Destanı, Manas Destanı, Divânû Lugâti’t-Türk,<br />
Kutadgu Bilig, Volga Bulgar Kitabeleri, Dede Korkut<br />
Kitabı ve Evliya Çelebi Seyâhatnâmesi gibi tarihi kaynaklarda<br />
“oyun” kelimesinin varlığı, oyun kavramının Türk kültür<br />
tarihi açısından yaygınlığını ve önemini ortaya koymaktadır<br />
(oyun ve çocuk oyunu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Özdemir<br />
2006). Yine oyun sözcüğü Türk dilinin anlam, yapı<br />
ve söyleyiş açılarından çok az değişikliğe uğramıştır. Bugün<br />
Türk dünyasında oyun sözcüğü “Uyın, Uynav (Başkurt ve<br />
Tatar Türkçesi), Oyın, Oyınşık (Kazak Türkçesi)” çeşitlemeleri<br />
dışında, genellikle aynı biçimiyle <strong>ortak</strong> bir miras<br />
olarak yaşatılmaktadır (Kültür Bakanlığı 1991: 668- 669).<br />
Günümüzde oyun sözcüğü Türklerin gündelik yaşamında<br />
en sık kullanılan kelimelerden biridir. Bu durum bireysel ve<br />
toplumsal yaşamın oyunla canlandığının ve renklendiğinin<br />
bir kanıtı sayılabilir.<br />
Saha ve Yakut Türkleri ile Doğu Türkistan Türkleri arasında<br />
erkek şamana oyun denildiği kaydedilmiştir (İnan 1986:<br />
74). Kullanılan araç ve yöntemlerle gerçek yaşamdan farklı<br />
gizemli bir dünyanın yaratılması ve gerilim unsuru oyun ile<br />
şaman töreni arasındaki benzerliği ortaya koymaktadır. Nitekim<br />
Türkiye’de derlenen bir çocuk oyunu sözlü formülleri<br />
ile Kazak-Kırgız baksılarının böy afsunları arasındaki benzerlikler<br />
bulunduğu görülmüştür (Özdemir 2006: 292-<br />
On the other hand, the game is one of the basic contexts of<br />
the common heritage of the Turkish world. One of the earliest<br />
words of Turkish culture is the play. Therefore, it can<br />
be regarded as one of the common heritage of the Turkish<br />
world. Indeed, the existence of the word “oyun (game)”<br />
in historical sources such as Old Turkish Inscriptions, Oguz<br />
Kagan Epic, Manas Epic, Dıwān Lugāt at-Turk (Compendium<br />
of the Turkic Dialects), the Kutadgu Bilig, Volga Bulgarian<br />
Inscriptions, Dede Gorgud Book and Evliya Çelebi’s Travel<br />
Book, (Also see for more information on game and children’s<br />
game, Özdemir 2006) reveals the importance and<br />
penetration of the game in terms of Turkish cultural history.<br />
Again, the word “oyun (game)” has changed little in<br />
the terms of the meaning, structure and utterance of the<br />
Turkish language. Today, the word “oyun (game)” except<br />
for varieties such as “Uyın, Uynav (Bashkir ve Tatar Turkish),<br />
Oyın, Oyınşık (Kazakh Turkish)” is kept alike as a common<br />
heritage in the Turkish world (Ministry of Culture 1991: 668-<br />
669). Today, the word “oyun (game)” is one of the most<br />
frequently used words in everyday life of Turks. This can be<br />
regarded as proof that the individual and social life is revitalized<br />
and colored by the game.<br />
It is recorded that the male shaman is called as ‘’oyun’’ in<br />
Saha and Yakut Turks as well as East Turkestan Turks (İnan<br />
1986: 74). With the tools and methods used, the creation<br />
of a mysterious world different from real life and the thriller<br />
reveal the similarity between game and shamanic ceremony.<br />
As a matter of fact, it is seen that there are similarities
305).<br />
Türkçede oyun sözcüğünün birden fazla anlamı bulunmaktadır.<br />
Oyun kelimesi Türkiye’de “vakit geçirmeye yarayan,<br />
belli kuralları olan eğlence (tenis tavla, dama, çelik çomak,<br />
bale vb.), kumar, şaşkınlık uyandırıcı hüner (hokkabazın<br />
oyunu, cambazın oyunu), tiyatro ve sinemada sanatçının<br />
rolünü yorumlama biçimi, müzik eşliğinde yapılan hareketlerin<br />
bütünü (Zeybek oyunu vb.), sahne veya mikrofonda<br />
oynamak için hazırlanmış eser, temsil, piyes, bedence ve<br />
kafaca yetenekleri geliştirmek amacıyla yapılan, çevikliğe<br />
dayanan her türlü yarışma (Olimpiyat oyunları vb.), düzen,<br />
hile, entrika, hasmını yenmek için yapılan türlü biçimlerde<br />
şaşırtıcı hareket (güreşte vb.), taraflardan birinin dört sayı<br />
kazanmasıyla elde edilen sonuç (teniste)” gibi farklı anlamlara<br />
gelecek şekilde kullanılmaktadır (Türk Dil Kurumu<br />
1988: 1126).<br />
Oyun kökünden türetilen sözcüklerin bolluğu da Türk sosyo-kültürel<br />
yaşamında oyunun etkinliğini ortaya koymaktadır:<br />
“Oyun almak, oyun çıkarmak, oyun ebesi, (birine)<br />
oyun etmek, oyun havası, oyun kâğıdı, oyun kurmak, oyun<br />
kurucu, oyun oynamak, oyuna çıkmak, oyuna gelmek,oyuna<br />
getirmek, oyunu almak; oynak, oynakça, oynaklık, oynama,<br />
oynamak, oynanış, oynatım, oynatma, oynayış, oyunbaz,<br />
oyunbazlık, oyuncak, oyuncakçı, oyuncakçılık, oyuncu,<br />
oyunculuk, oyunlaştırma, oyunluk” (Türk Dil Kurumu 1988:<br />
1126- 1127) bu kelimelerden bazılarıdır.<br />
Oyun ve oyun oynamak sözcükleri toplumun tüm kesimlerine<br />
yönelik olduğu halde, genellikle çocuklara özgü<br />
bir etkinlik olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla “oyun,<br />
oyunbozan, oyuncak, oyunda kaybetmek veya kazanmak,<br />
oyundan vazgeçmek” ve benzerleri başta olmak üzere sözlüklerde<br />
çok sayıda çocuk oyunu ile ilgili kelime bulunmaktadır.<br />
Bu konuda Türkiye’de Halk Ağzından Söz Derleme<br />
Dergisi oldukça zengindir. Bu sözlüklerdeki çocuk oyunu<br />
ve oyuncak adlarıyla oyun terimleri konusundaki yöresel<br />
ve tarihsel çeşitliliğin bolluğu Türk çocuk kültürünün de<br />
zenginliğini göstermektedir. Diğer taraftan Türk devlet ve<br />
topluluklarında yaşayan çocukların oyun dünyalarındaki<br />
yöresel ve ulusal çeşitlenmeler göz önüne alındığında sözü<br />
edilen zenginliğin büyüklüğü daha iyi değerlendirilebilecektir.<br />
Burada bazı çocuk oyunlarının yetişkinler tarafından da<br />
oynandığının dahatırlatılmasında fayda vardır. Böylelikle<br />
oyunlar aracılığıyla yetişkin ve çocuk dünyası ayrımı ortadan<br />
kaldırılır. Dolayısıyla yaşamın bütüncül bir şekilde algılanmasını<br />
sağlayan oyunun bireysel ve toplumsal olgunlaşmayla<br />
yaratıcılığın altyapısını oluşturduğu görülür.<br />
Oyunun “çocuğu yaşama hazırlayan eğitim aracı; çocuğun<br />
zevk aldığı faaliyet; çocuğu aktif hale getiren etkinlik;<br />
çocuğun en önemli işi; çocuklar arası <strong>ortak</strong> anlaşma yolu;<br />
between the oral formulas of a children’s play compiled in<br />
Turkey and the magic of the magicians of Kazakh-Kirghiz<br />
(Özdemir 2006: 292- 305).<br />
In Turkish, there are more than one meaning of the word<br />
“oyun (game)”. It is used as a different meaning such as an<br />
activity engaged in for enjoyment and recreation, especially<br />
by children (tennis, backgammon, chequer, tipcat, ballet<br />
etc.), gambling or stunning trick (magic play, acrobatics),<br />
a dramatic work for the stage, theather or cinema, move<br />
rhythmically to music, typically following a set sequence of<br />
steps (Zeibek play etc.), every kind of competition, representation<br />
or play made for the purpose of developing physical<br />
and mental abilities (Olympic games etc.), different kind<br />
of tricky movements made to defeat the opponent (in wrestling<br />
etc.), the result of one of the sides winning four points<br />
(in tennis) (Turkish Language Association 1988: 1126).<br />
The abundance of the words derived from the root of the<br />
word “oyun (game)” reveals the effectiveness of the game<br />
in Turkish socio-cultural life: “Oyun almak (to win a game),<br />
oyun çıkarmak(to play a game), oyun ebesi (it in the game),<br />
oyun etmek (to play a prank on somebody), oyun havası<br />
(traditional dance music), oyun kâğıdı (playing card), oyun<br />
kurmak (to make a game), oyun kurucu (playmaker), oyun<br />
oynamak (to play a game), oyuna çıkmak (to start the<br />
match), oyuna gelmek (to be deceived), oyuna getirmek<br />
(to trick), oyunu almak (to win a game); oynak (playful),<br />
oynakça (volatilely), oynaklık (changefulness), oynama<br />
(playing), oynamak (to play), oynanış (performance),<br />
oynatım (exhibition), oynatma (removing), oyunbaz (playful),<br />
oyunbazlık (playfulness), oyuncak (toy), oyuncakçı (toy<br />
seller), oyuncu (player), oyunculuk (acting), oyunlaştırma<br />
(gamification), oyunluk (for play)” are some of these words<br />
(Turkish Language Association 1988: 1126-1127).<br />
Games and playing games is often regarded as an infantile<br />
event, although the words are directed at all segments of<br />
society. Therefore, there are a lot of words related to children’s<br />
play in dictionaries especially such as “oyun (play),<br />
oyunbozan (spoilsport), oyuncak (toy), oyunda kaybetmek<br />
(to lose a game) or kazanmak (to win a game), oyundan<br />
vazgeçmek (to quit the game) etc. “In this regard, a journal<br />
called as Halk Ağzından Söz Derleme Dergisi in Turkey<br />
is quite rich. These dictionaries show the richness of the local<br />
and historical diversity in terms of game terms with the<br />
names of children’s games and toys as well as the richness<br />
of the Turkish children’s culture. On the other hand, the<br />
magnitude of the wealth mentioned can be better assessed<br />
when considering the regional and national variations in the<br />
game world of children living in Turkish states and communities.<br />
It is useful here to remind that some children’s games<br />
are also played by adults. Thus, the distinction between the<br />
Children’s Games<br />
315<br />
Çocuk Oyunları
Common Heritage<br />
316<br />
Ortak Miras<br />
çocuğun doğal öğrenme ortamı; çocuğun özgürlüğü;<br />
çocuğun hoşlandığı için yaptığı faaliyet; çocuğun en etkin<br />
öğrenme süreci; çocuğun eğlencesi; çocuğun yoğun<br />
yaşantısı; çocuğun yaratma ortamı; çocuğun gerçek dünya<br />
ile hayal dünyası arasındaki köprü; çocuğu tanıma aracı;<br />
çocuğun kişiliğinin bir aynası; çocuğun hakkı” şeklindeki<br />
tanımları daha çok çocuk eğitimi ve psikolojisi alanlarına<br />
özgüdür. Buna karşılık kültür araştırmaları alanında da<br />
çocuk oyunları farklı boyutlardan değerlendirilmiştir. “Binlerce<br />
yıllık halk kültürü mirası; çocuğa kimlik kazandıran etkinlik;<br />
çocuğun temel kültürlenme bağlamı; kültürel miras<br />
aktarım ortamı” gibi tanımlar bu türdendir(Özdemir 2006:<br />
21- 41, 437- 456).<br />
Çocuk oyunlarının belirgin özellikleri olarak “isteğe bağlılık,<br />
gönüllülük, gerçek yaşamdan geçici olarak ayrılış, büyüleyicilik,<br />
kurallılık, taklit, süreç odaklılık, aktif katılım, esneklik,<br />
serbestlik, zaman ve süre açısından belirsizlik, kurgusallık,<br />
doğallık, eğlendiricilik vb.” gösterilmiştir. Çocuk oyunlarının<br />
işlevsel açıdan çözümlenirken “artık enerji, yaşama hazırlık,<br />
taklit-tekrar, içgüdü, boşalım, dinlenme, yeniden yaratma,<br />
kendini ifade etme, toplumsal buluş, kültürlere göre biçimlenme,<br />
canlandırma, rahatlama vb.” merkezli kuram ve yaklaşımlardan<br />
yararlanılmıştır. Diğer yandan yaş ve bağlam<br />
(tarihi, toplumsal, kültürel, eğitimsel, ekonomik, siyasal ve<br />
teknolojik şartlar vb.) çocuk oyunlarını biçimlendiren temel<br />
dinamikler olarak kabul edilebilir (Özdemir 2006: 21- 56).<br />
Çocuk oyunları “işlev (aklı, bedeni geliştiren-eğiten oyunlar;<br />
gönül eğlendiren, gönlü hoş eden oyunlar vb.), oyun<br />
hareketi (atlama, koşma, sıçrama oyunları vb.), oyun niteliği<br />
(zekaya dayanan oyunlar, eğlendirici oyunlar vb.), oyun<br />
aracı (araçlı- araçsız oyunlar, aşık, değnek, misket, yüzük<br />
oyunu vb.), oyuncular (kız- erkek çocuk oyunları vb.), oyun<br />
tekerlemesi (tekerlemeli- tekerlemesiz oyunlar vb.), oyun<br />
yeri (aşık hava- kapalı mekan çocuk oyunları vb.), yerleşim<br />
birimi (köy- şehir çocuk oyunları vb.), ezgi (ezgili- ezgisiz<br />
çocuk oyunları vb.), oyun zamanı (kış- yaz çocuk oyunları,<br />
gece- gündüz çocuk oyunları vb.), oyun çizimi/sahası (çizgili-<br />
çizgisiz çocuk oyunları gibi), oyuncu düzeni (daire-sıradağınık-<br />
karşılıklı düzende çocuk oyunları vb.)” şeklinde<br />
ifade edilebilecek ölçütlere göre kümelenerek değerlendirildiği<br />
belirlenmiştir. Buna karşılık çocuk oyunlarının temel<br />
oynanma biçimi bakımından kümelenerek yöresel ve tarihsel<br />
çeşitlemeleri temelinde kataloglanarak arşivlenmesinin<br />
işlevsel olacağı görülmüştür (Özdemir 2006: 86- 100).<br />
Türk dünyası çocuk oyunları “oyun adı, oyuncu/lar ve oyun<br />
rolleri, oyun aracı/oyuncak, oyun sahası, oyun zamanı ve<br />
süresi, oyun rollerinin dağıtımı ve başlangıç sırasının belirlenmesi,<br />
oyun tekerlemeler/sayışmacalar, oyun kuralları,<br />
oyun hareketleri, oyun cezası veya ödülü” gibi yapısal unadult<br />
and the children’s world is abolished by means of<br />
games. Therefore, it is seen that the game, which enables<br />
the perception of life to be integrated, constitutes the infrastructure<br />
of creativity with individual and social maturation.<br />
“The game that is the educational tool preparing the child<br />
for life; the activity the child enjoys; the activity that activates<br />
the child; the most important job of the child; common<br />
way of agreement among children; the children’s natural<br />
learning environment; the freedom of the child; the activity<br />
the child has done for his / her liking; the child’s most<br />
effective learning process; the entertainment of the child;<br />
the intense experience of the child; the child’s creating environment;<br />
the bridge between the child’s real world and<br />
imaginary world; the way of knowing the child; a mirror of<br />
the child’s personality; children’s rights” are definitions that<br />
are peculiar to the fields of child education and psychology.<br />
On the other hand, in the field of cultural studies, children’s<br />
games have evaluated from different dimensions. There are<br />
definitions such as “the heritage of thousands of years of<br />
folk culture; activity that gives the child identity; the basic<br />
cultural context of the child; cultural heritage transmission<br />
environment “(Özdemir 2006: 21-41, 437-456).<br />
The distinctive features of children’s games are shown as<br />
“volition, voluntary, temporal separation from real life, fascination,<br />
prescriptivism, imitation, process orientation, active<br />
participation, flexibility, freedom, uncertainty in terms<br />
of time and duration, fiction, naturalness, amusement etc.”<br />
When children’s games are resolved from a functional point<br />
of view, they have benefited from theories and approaches<br />
based on “waste energy, preparation to life, imitation-repetition,<br />
instinct, emptiness, rest, recreation, self-expression,<br />
social invention, shaping according to cultures, animation,<br />
relaxation.” On the other hand, age and context (historical,<br />
social, cultural, educational, economic, political and technological<br />
conditions, etc.) can be regarded as fundamental<br />
dynamics shaping children’s game (Özdemir 2006: 21- 56).<br />
It is stated that children’s plays are evaluated according<br />
to the criteria that can be expressed as “function (plays<br />
educating intelligence and body; amusing plays, pleasing<br />
plays, etc.), game action (jumping, running, bouncing<br />
games, etc.), game quality (intelligent games, funny games<br />
etc.), game tool (games with or without tool, knuckle-bone<br />
games, marbles etc.), players (boy’s and girl’s game etc.),<br />
rhyme for game (game with or without rhyme, etc.), game<br />
room (games in open or closed spaces etc.), residential<br />
unit (village or city children’s games, etc.), tune (children’s<br />
games with or without echoes etc.), game time (winter or<br />
summer games, day or night games for children), player’s<br />
style. On the other hand, it has been seen that cataloging<br />
and archiving based on regional and historical variations
surlardan oluşmaktadır. Çocuklar oyunun adını belirledikleri<br />
anda oyunun diğer yapısal unsurlarını hatırlarlar. Türk<br />
dünyasında çocuklar oyunlarına oyun aracına, terimine,<br />
hareketine, rolüne, sahasına vb. göre ad verirler. Geleneksel<br />
çocuk oyunlarında çevresel her türlü unsur oyun aracı<br />
olarak kullanılabilir. Yaşanılan çevrenin her türlü mekânı<br />
çocuklar tarafından oyun mekânına dönüştürülür. Oyuncu<br />
rolleri ile başlama sırası genellikle “atışma, sayışma, adaşma,<br />
yarışma vb.” yöntemlerden yararlanılarak belirlenmektedir.<br />
Çocuk oyunlarının özünü kurallar meydana getirmektedir.<br />
Çocuk oyunlarında kurallar genellikle oyun hareketi,<br />
sözü, aracı, sahası ve oyuncularla ilgilidir. “Söyleşme, dokunma,<br />
tahmin etme, çevirme, tırmanma, duruş veya yer<br />
değiştirme, çekme, atma, atlama, koşma, saklama/ saklanma<br />
ve bulma, patlatma, çizme/yazma, çukura sokma, denge<br />
sağlama vb.” çocuk oyunlarında gözlenen temel oyun hareketleridir.<br />
Türk dünyası çocuk oyunlarında “şarkı- türkü söyletme,<br />
taklit yaptırma, oyun aracını/ sırasını kazanma veya<br />
kaybetme, oyun dışı kalma, gıda maddesi getirme” gibi ceza<br />
veya ödüller bulunmaktadır (Özdemir 2006: 101- 274).<br />
Çocukların oyun dünyası “coğrafya, tarihî, sosyo-kültürel<br />
bellek, teknolojik gelişmeler” gibi faktörlerin etkisiyle<br />
biçimlenmektedir. Diğer bir ifadeyle çocuk oyunları geçmişi<br />
ve bugünüyle yaşamın aynasıdır. Bu nedenle de çocuk oyunları<br />
insanı ve toplumu konu alan araştırmaların temel malzemelerinden<br />
ve alanlarından birini oluşturmaktadır. İklim<br />
ve bitki örtüsü, gökyüzü unsurları, yeryüzü şekilleri, hayvanlar<br />
gibi unsur ve varlıklardan meydana gelen coğrafya çocuk<br />
will be functional in terms of the basic playing style of children’s<br />
games (Özdemir 2006: 86-100).<br />
Children’s games in Turkish world consist of structural elements<br />
such as “game name, player/s, game roles, game<br />
vehicle/toy, game place, play time and duration, determination<br />
of distribution and start sequence of game roles,<br />
rhymes/prizes, game rules, game movements, awards or<br />
punishment for the game”. Children remember the other<br />
structural elements of the game when they determine the<br />
name of the game. In Turkish world, children give names to<br />
their game according to its tool, movement, role, field etc.<br />
In traditional children’s games, every element of the environment<br />
can be used as a game tool. Every space where<br />
they live is transformed into play space by children. The order<br />
of starting with the roles of the players is generally determined<br />
by using methods such as “ argument, clearance,<br />
match, competition, etc.”. The essence of children’s plays<br />
brings rules.<br />
In children’s games, the rules are usually related to movements,<br />
promises, vehicles, players and players of the game.<br />
The basic game observed in children’s games is such as “ dialogue,<br />
touch, predict, translate, climbing, posture or move,<br />
pull, throw, jump, run, hide and find, blast, draw, redress the<br />
balance etc.” Children’s games in the Turkish world, there<br />
are punishments or prizes such as “singing songs, making<br />
imitations, winning or losing game tools, getting out of play,<br />
bringing food items” (Özdemir 2006: 101-274).<br />
Children’s Games<br />
317<br />
Çocuk Oyunları
Common Heritage<br />
318<br />
Ortak Miras<br />
oyunlarını etkilemektedir. Çocuk oyunlarında “halk edebiyatı,<br />
halk tiyatrosu, geçiş dönemleri, müzik ve dans, giyim-kuşam<br />
ve aksesuar, mutfak, dil, inanç, eğlence ve spor”<br />
gelenekler bir yana, toplumsal yaşamın “ticaret, hukuk,<br />
tarım ve hayvancılık, sağlık, iş yaşamı, meslekler, ulaşım,<br />
mimari” gibi alanlarıyla ilgili pek çok bilgi ve deneyimin<br />
yer aldığı görülür. Diğer bir ifadeyle tarihî, sosyo-kültürel<br />
bağlam ve bellek çocuk oyunları oluşturan, değiştiren ve<br />
dönüştüren temel dinamiklerdendir.<br />
Sözlü kültür, yazılı/basılı kültür ve elektronik kültür çocukların<br />
oyun dünyalarını biçimlendirmiş ve biçimlendirmeye<br />
de devam etmektedir. Son dönemde sanal ve dijital teknolojiler<br />
bir taraftangeleneksel çocuk oyunlarını etkisizleştirmekte,<br />
diğer taraftan da yeni fırsatlar ve imkânlar<br />
yaratmaktadır. Aynı şekilde çocuk ve doğa dostu kentleşme<br />
konusundaki sorunlar çocuk oyun alanlarının kaybolmasına<br />
neden olmaktadır. Kentler çocuklara doğal oyun alanları ve<br />
olanakları yaratılarak yaşanılır hale getirilebilir. Eski ve yeni<br />
medya sektörleri ile hızla gelişen elektronik oyun, dolayısıyla<br />
eğlence endüstrisi çocukların oyun dünyalarındaki gelenek<br />
kültürü etkisini zayıflatmaktadır. Böylelikle kültürel<br />
aktarım konusunda sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle<br />
yaşayan kültürün yeni nesillere aktarılması konusunda<br />
öncelikle gelenek temelli çocuk oyunlarının çağa uygun<br />
hale getirilerek yaşatılmasına önem verilebilir.<br />
Özellikle 1990 sonrasında Türk dünyası çocuk oyunlarını<br />
karşılaştırmalı olarak incelemek mümkün olmuştur. Türk<br />
Children’s game is shaped by the factors such as “geography,<br />
history, socio-cultural memory, technological developments”.<br />
In other words, children’s plays reflect the life<br />
with its past and today. For this reason, children’s games<br />
constitute one of the basic materials and fields of research<br />
on human beings and society. Geography consisting of factors<br />
and creatures such as climate and vegetation, factors<br />
of the sky, land forms, animals affects children’s games. In<br />
children’s games, it is seen that there are many information<br />
and experiences such as “trade, law, agriculture and<br />
animal husbandry, health, business life, occupations, transportation,<br />
architecture” except that the traditions such as<br />
“folk literature, folk theater, transition periods, music and<br />
dance, clothing and accessories, cuisine, language, faith,<br />
entertainment and sports”. In other words, the historical,<br />
socio-cultural context and memory are the basic dynamics<br />
that form, change and transform children’s games.<br />
Oral culture, written/printed culture and electronic culture<br />
continue to shape children’s game worlds. On the one hand,<br />
virtual and digital technologies negated traditional children’s<br />
games; on the other hand, they have been provoking<br />
new opportunities and chances recently. Likewise, the<br />
problems about children and nature-friendly urbanization<br />
cause the disappearance of children’s playgrounds.<br />
Cities can be made live by creating natural playgrounds<br />
and opportunities for children. The rapidly developing electronic<br />
games with the old and new media sectors and the
dünyasındaki çocuk oyunlarının aynı adla (Aşık, Beştaş,<br />
Kim Gerek, Kim Vurdu vb.) benzer tekerleme ve araçlarla<br />
oynandığı tespit edilmiştir. Bazı oyunların adlarında ise<br />
küçük değişmeler mevcuttur. Örneğin Türkiye’de “Çelik” adlı<br />
oyun, Azerbaycan’da “Çilink”, Kızgızistan’da “Çikit”, Kuzey<br />
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde “Çelik Çomak”, Özbekistan’da<br />
“Çıkkıldak” ve Türkmenistan’da “Toyak” adıyla oynanmaktadır.Türkiye’de<br />
iki çocuk tarafından oynanan Dokuz Taş<br />
oyunu Makedonya’da “Cırtcak” adıyla bilinmektedir. Misket<br />
oyunları da Orta Asya’dan Balkanlar’a erkek çocukların çok<br />
sevdiği oyunların başında gelmektedir. Kosava’da “Cancan”,<br />
Makedonya’da ise “Şilegacık” adıyla oynanan bu oyunlar,<br />
Türkiye’de eskiden “Koz/Ceviz”, bugün ise “Misket” adıyla<br />
oynandığı belirlenmiştir. Hemen hemen dünyanın <strong>ortak</strong><br />
çocuk oyunlarından olan Körebe de benzer ve farklı adlarla<br />
Türk dünyasında da yaşatılmaktadır. Bu oyun Türkiye’de<br />
“Körebe”, Bosna’da “Kukumiş”, Kazakistan’da “Sogır Teke/<br />
Sokırteke (Kör Teke)” ve Kırgızistan’da “Köz Baylamay/ Köz<br />
Tanmay (Göz Bağlama) ve Türkmenistan’da “Göz Dangdı”<br />
adlarıyla oynanmaktadır.Yine çizimli bir oyun olan “Seksek”(Türkiye)<br />
Kazakistan’da “Sekke” adıyla bilinmektedir.<br />
Beştaş Oyununun, Türkiye’de olduğu gibi, Makedonya’da<br />
da beş aşamalı (Birler, İkiler…, Beşler) olarak oynandığı<br />
tespit edilmiştir.Beştaş Oyunu ise Kırgızistan’da “Top Taş”<br />
adıyla tanınmaktadır. Türkiye ve Makedonya’daki “İp Atlama”<br />
oyunu Özbekistan’da “Erkan/İp Atlama”, Kırgızistan’da<br />
“Cip Attamay” adıyla ve söyleşmeli olarak oynanmaktadır.<br />
İki takımlı ve söyleşmeli oyunların Türk dünyasında “Ak Terek<br />
Kök Terek (Kazakistan), Ak Serek Kök Serek (Kırgızistan)<br />
ve Alaylar Halaylar (Türkiye)” şeklinde çeşitlemeleri bulunmaktadır.“Yağ<br />
Satarım Bal Satarım” (Türkiye) adlı oyunun<br />
Kazakistan’da “Oramal Tastav”, Kırgızistan’da “Cooluk<br />
Taştamay” ve Özbekistan’da “Rumolça Rumolça” adlarıyla<br />
ve tekerlemesiz,Kosova’da ise “Kedi Geçer” adıyla tekerlemeli<br />
olarak oynandığı gözlenmiştir.<br />
Türk dünyasında çocuklar ebe ve eş seçiminde “sayışmaca,<br />
yazı-tura/ yaş-kuru, saklanan eşyası bulma, çizgiye atış,<br />
takma isim seçme” gibi benzer yöntemlerden yararlanırlar.<br />
Kızgızistan’da oynanan “Şapalak Oyunu”nda arkadaşlarına<br />
arkasını dönmüş ve elini arkasına açmış olan ebenin<br />
eline diğer oyuncular hafifçe şaplak vururlar, ebe eline<br />
vuran oyuncuyu tahmin etmeye çalışır. Doğru tahmin ebenin<br />
değişimi anlamına gelir. Genellikle Türk dünyası çocuk<br />
oyunlarındaki ebe veya takım seçimlerinde her oyuncuya<br />
bir hece gelecek şekilde söylenen sayışmacalardan yararlanılmaktadır.<br />
Türkiye’de derlenen ebe seçiminde söylenen<br />
sayışmaca örnekleri aşağıda sunulmuştur:<br />
“P<strong>ortak</strong>alı soydum/Başucuma koydum/Ben bir yalan uydurdum.”<br />
entertainment industry weaken the influence of children’s<br />
tradition culture in the game worlds. Thus, problems about<br />
cultural transmission arise. For this reason, it can be given<br />
priority to make tradition-based children’s games suitable<br />
for the ages regarding transfering the living culture to the<br />
new generation.<br />
Particularly after 1990, it was possible to examine comparatively<br />
the children’s games in the Turkish world. It has been<br />
determined that children’s games in the Turkish world are<br />
played with the same name Aşık (Knucklebones), Beştaş<br />
(Jackstones), Kim Gerek (Who needs), Kim Kurdu (Who<br />
sets), etc.) as well as similar rhymes and instruments. Some<br />
games have small variations in their names. For example,<br />
the game called as “ Çelik (tipcat) “ in Turkey is played with<br />
the name “Çilink” in Azerbaijan, “Çikit” in Kirghizstan, “ Çelik<br />
Çomak “ in the Turkish Republic of Northern Cyprus, “ Çıkkıldak”<br />
in Uzbekistan and “Toyak” in Turkmenistan. ‘’Dokuz<br />
Taş oyunu (Nine Men’s Morris Game)’’ is played by two children<br />
in Turkey is known as “Cırtcak” in Macedonia. Marbles<br />
games are also at the forefront of boys’ favorite games<br />
from Central Asia to the Balkans. These games, which are<br />
played with the name of “Cancan” in Kosovo and “Şilegacık”<br />
in Macedonia, have been played in Turkey with the name<br />
of “Koz / Ceviz” and today “Misket”. Blind man’s buff, which<br />
is almost a common children’s game in the world, is also<br />
alive in Turkish world with similar and different names such<br />
as ‘’Körebe’’.This game is played with the name of “Körebe”<br />
in Turkey, “Kukumiş” in Bosnia, “Sogir Teke/Sokırteke”<br />
innKazakhstan and “Köz Baylamay/Köz Tanmay (blindfolding)”<br />
in Kyrgyzstan and “Göz Dangdı” in Turkmenistan.<br />
Hopscotch that is called as “Seksek “ in Turkey is known as”<br />
Sekke “ in Kazakhstan. As it is in Turkey, it is confirmed that<br />
jackstones is played in five steps in Macedonia. Jackstones<br />
is also known as “ Top Taş “ in Kyrgyzstan. The “İp Atlama<br />
(Skipping Rope)” game in Turkey and Macedonia is played<br />
in Uzbekistan with the name of “Erkan/İp Atlama” and “Cip<br />
Attamay” in Kyrgyzstan. The games with multiple players in<br />
the Turkish world have varieties such as “Ak Terek Kök Terek<br />
(Kazakhstan), Ak Serek Kök Serek (Kyrgyzstan) and Alaylar<br />
Halaylar (Turkey)”.The game called as “Yağ satarım bal<br />
satarım (duck duck goose)” in Turkey is known as “Oramal<br />
Tastav” in Kazakhstan, “Cooluk Taştamay” in Kyrgyzstan<br />
and “Rumolça Rumolça” in Uzbekistan and played without<br />
rhyme; but it is known as “Kedi Geçer” in Kosova and played<br />
with rhyme.<br />
In the Turkish world, children use similar methods such as<br />
“counting, heads or tails, finding hidden items, shot at the<br />
line, choosing nicknames” in their choice of mother and<br />
partner in the game. The mother turning his back to his<br />
friends and crossing his hand to his friends tries to guess<br />
Children’s Games<br />
319<br />
Çocuk Oyunları
Ortak Miras<br />
Common Heritage<br />
320
“Eveleme develeme/Deve kuşu kovalama/Çengi çember,<br />
miskü amber/Sazı, tuzı/Berber kızı/Ne gün geldin/Yazın<br />
geldim/Yazılalım/Bir tahtaya dizilelim/Encik, mencik/Sen<br />
dur/Sen çık.”<br />
Türk dünyasında çocuk oyun terimleri ise ülkeye ve yöreye<br />
göre farklılıklar gösterebilmektedir. Örneğin Türkiye ve<br />
Azerbaycan’da hile anlamındaki oyun sözcüğü yerine diğer<br />
Türk soylu ülke ve topluluklarında aldatmaktan türetilen<br />
“aldav/aldâv” kelimesi kullanılmaktadır. Yine oyunbozana<br />
veya oyunda hile yapana Türkiye’de “mızıkçı, cılcık, cıllık,<br />
cıllıcı, gırnakçı, holdara, karacı, kırnak, zıllık”, Azerbaycan’da<br />
“iş pozan, cıgal”, Kazakistan’da “kazan buzar, buzakaz,<br />
buzğış”, Kırgızistan’da “ırk buzâr”, Özbekistan’da “buzgunçi”<br />
ve Türkmenistan’da “oyun buzucı” adları verilmektedir.<br />
Çocuk oyunlarında oyun başında, oyun esnasında ve oyun<br />
sonunda söylenen tekerlemeler bulunmaktadır. Bu tekerlemeler<br />
ülkelere ve yörelere göre farklık ve benzerlikler<br />
gösterebilir. Aşağıda örneklendiği üzere Türk dünyası<br />
çocuklarının sayışmacalarında da benzerlikler bulunmaktadır(Türk<br />
dünyası çocuk oyunları konusunda ayrıntılı bilgi<br />
için bkz. Özhan ve Muradoğlu 1997).<br />
Türkiye:<br />
Eveleme develeme<br />
Devekuşu kovalama<br />
Çengi çember, miskü amber<br />
Sazı tuzı<br />
Berber kızı<br />
Ne gün geldin<br />
Yazın geldim<br />
Yazılalım<br />
Bir tahtaya dizilelim<br />
Encik, mencik<br />
Sen dur, seni çık<br />
Türkmenistan:<br />
Eveleme develeme<br />
Gargı goyunun ganı bilen<br />
Salgım üzümün sağını bilen<br />
Ağam oğlu nere gitti<br />
Duza gitti<br />
Haçen gelecek<br />
Yaz gelecek<br />
Eginin gız<br />
Yola düş<br />
Yorgala<br />
Yatıver sen çık<br />
Özbekistan:<br />
who give a smack to his hand in the “Şapalak Oyunu (Smack<br />
Game)” that is played in Kizgizistan. The correct guess<br />
means that the mother is changed. Generally, the Turkish<br />
world is benefiting from the rhymes that are said as a syllable<br />
for every player in the selection of the mother or team<br />
players in children’s games. The examples of the rhymes in<br />
the selection of the mother in the game in Turkey are as follows:<br />
“P<strong>ortak</strong>alı soydum/Başucuma koydum/Ben bir yalan uydurdum.”<br />
“Eveleme develeme/Deve kuşu kovalama/Çengi çember,<br />
miskü amber/Sazı, tuzı/Berber kızı/Ne gün geldin/Yazın<br />
geldim/Yazılalım/Bir tahtaya dizilelim/Encik, mencik/Sen<br />
dur/Sen çık.”<br />
In the Turkish world, children’s game terms can vary according<br />
to country and region. For example, in Turkey and<br />
Azerbaijan, the word “aldav” that is derived from deception<br />
in other Turkic nations and communities is used instead of<br />
the word of ‘’play’’ meaning trick. The child who is a spoilsport<br />
or plays a trick in the game is called as “mızıkçı, cılcık,<br />
cıllık, cıllıcı, gırnakçı, holdara, karacı, kırnak, zıllık” in Turkey,<br />
“iş pozan, cıgal” in Azerbaijan, “kazan buzar, buzakaz,<br />
buzğış” in Kazakhstan, “ırk buzâr” in Kyrgyzstan, “buzgunçi”<br />
in Uzbekistan and oyun buzucı” in Turkmenistan.<br />
In children’s games, there are ryhmes that are sung at the<br />
beginning of the game, during the game and at the end of<br />
the game. These ryhmes may show similarities and differences<br />
according to countries and regions. As exemplified<br />
below, there are similarities between the Turkish world<br />
children’s counting (Also see for more information about<br />
the Turkish world children’s games, Özhan and Muradoğlu<br />
1997).<br />
Turkey:<br />
Eveleme develeme<br />
Devekuşu kovalama<br />
Çengi çember, miskü amber<br />
Sazı tuzı<br />
Berber kızı<br />
Ne gün geldin<br />
Yazın geldim<br />
Yazılalım<br />
Bir tahtaya dizilelim<br />
Encik, mencik<br />
Sen dur, seni çık<br />
Turkmenistan:<br />
Eveleme develeme<br />
Children’s Games<br />
321<br />
Çocuk Oyunları
Common Heritage<br />
322<br />
Ortak Miras<br />
Evelemen duvalaman<br />
Kara koyge yem veremen<br />
Kara koynun kanı bilen<br />
Suçkum uzun sanı bilen<br />
Emmaoğlu kaya ketti<br />
Emmaoğlu tuzga ketti<br />
Emmaoğlu kaçan keler<br />
Emmaoğlu yaz keler<br />
Pullam pus<br />
Kuçin kus, yolgi tüs<br />
Yumalan yataver<br />
Türk dünyasında çocuklar oyun için toplanırken birbirlerini,<br />
Özbekistan’da derlenen aşağıdaki örneklerdeki gibi bazı tekerlemeler<br />
söyleyerek çağırırlar:<br />
Takçege takçege<br />
Ekmek buğday sepedum<br />
Undı mı nay, undı mı kim<br />
Zafar Bay evden çıkmaydı<br />
Yattı mı ki nay, yattı mı kin<br />
Kel ha kel ha oyna ha<br />
Tamda tavuk katar mı<br />
Aynından tartar mı<br />
Oyun yakmaz balalar<br />
Navazsamdan katar mı<br />
Kel ha kel ha oyna ha.<br />
Keregada pakta var<br />
Uykum kelse yatayver<br />
Anang kurgar koymay mı<br />
Zafar garnıng toymay mı<br />
Oyun sonunda da çocuklar bazı oyunlar yaparak veya tekerlemeler<br />
söyleyerek evlerine dağılırlar. Türkiye’de oyun<br />
sonunda bazen çocuklardan biri iki eliyle top şekli yapar<br />
ve arkadaşlarına “bu nedir?” diye sorar. Diğer çocuklar da<br />
topluca “ağıl” diye cevaplarlar. Bu cevap üzerine çocuklardan<br />
birinin “herkes evine dağıl” demesiyle oyuna katılanlar<br />
dağılır. Oyun sonu tekerleme örnekleri aşağıda verilmiştir:<br />
Türkiye:<br />
Hoo<br />
Akşam<br />
Ayağımın altı üzüm<br />
Herkes evine düzüm düzüm<br />
Özbekistan:<br />
Ev evge<br />
Kepe toyge<br />
Olun bugün tügedi<br />
Gargı goyunun ganı bilen<br />
Salgım üzümün sağını bilen<br />
Ağam oğlu nere gitti<br />
Duza gitti<br />
Haçen gelecek<br />
Yaz gelecek<br />
Eginin gız<br />
Yola düş<br />
Yorgala<br />
Yatıver sen çık<br />
Uzbekistan:<br />
Evelemen duvalaman<br />
Kara koyge yem veremen<br />
Kara koynun kanı bilen<br />
Suçkum uzun sanı bilen<br />
Emmaoğlu kaya ketti<br />
Emmaoğlu tuzga ketti<br />
Emmaoğlu kaçan keler<br />
Emmaoğlu yaz keler<br />
Pullam pus<br />
Kuçin kus, yolgi tüs<br />
Yumalan yataver<br />
In the Turkish world, while the children are gathering for the<br />
game, they invite each other by singing some songs like the<br />
following examples compiled in Uzbekistan:<br />
Takçege takçege<br />
Ekmek buğday sepedum<br />
Undı mı nay, undı mı kim<br />
Zafar Bay evden çıkmaydı<br />
Yattı mı ki nay, yattı mı kin<br />
Kel ha kel ha oyna ha<br />
Tamda tavuk katar mı<br />
Aynından tartar mı<br />
Oyun yakmaz balalar<br />
Navazsamdan katar mı<br />
Kel ha kel ha oyna ha.<br />
Keregada pakta var<br />
Uykum kelse yatayver<br />
Anang kurgar koymay mı<br />
Zafar garnıng toymay mı<br />
At the end of the game, the children go to their homes by<br />
playing some games or singing songs. Sometimes, one of<br />
the children makes a ball shape with two hands and asks<br />
his friends “what is this?” at the end of the game in Turkey.<br />
The other children also collectively answer that it is ‘’pome’’.<br />
Upon this response, one of the children says ‘’everybody go
Erten hemen yığılsa<br />
Oyun kızık boladı<br />
Türk dünyasını oluşturan ülkelerde tespit edilen çocuk<br />
oyunlarının ayrıntılı bir şekilde açıklanması bu çalışmanın<br />
sınırlılığı nedeniyle mümkün olmadığındaadlarının verilmesiyle<br />
yetinilecektir(Türk dünyası çocuk oyunları hakkında<br />
ayrıntılı bilgi için bkz. Özhan ve Moradoğlu 1997). Bu<br />
nedenle Türk dünyası çocuk oyunlarının çok uluslu geniş<br />
bir proje kapsamında derlenip kataloğunun oluşturulması<br />
yararlı olacaktır:<br />
Azerbaycan’da “Biz Şuranın Gızını İzterik, Çipolik (kuzu veya<br />
keçi derisinden top), Çizik, Davşanım, Dede Boyu, Dom<br />
Dom, Dört Taş, Elma Saklama, Eşek Polis, Gız Gaçırttı, Han-<br />
Vezir, Kendir, Kovalam Kaç, Desmal Attı, Mozoni Kur Gel<br />
Ben Vur, Ortada Kaldı, Papag Attı, Rezinko (lastik), Gizlengaç,<br />
Yumurta Döpüştürme vb.” adlı oyunlar canlı bir şekilde<br />
oynanmaktadır.<br />
“Aş Kaskır (Aç Kurt), Agayı Mestek, Aytıs Oyundarı (Atışmalı<br />
Oyunlar), Karımak (Atlamak), Alakan Sokpak (Avuca Vurma),<br />
Bizde, Egiz Kalamak, Üy Artında Kalakaş (Ev Ardında<br />
Kalakaş), Gogi Gok, Neşe Emşek- Neşe Örkeş (Kaç Meme-<br />
Kaç Hörgüç), Karakulak, Kıvır Kıvır Kıvırmaş, Kim Turttı<br />
(Kim Dürttü), Sokırteke (Kör Teke), Kumak, Oramal Tastav<br />
(Mendil Atmak), Orta Dop, Savusak, Sekke, Şimbeke, Koyan<br />
(Tavşan), Taykıraydap, Töbede Dop Kuyuş (Tepeye Top<br />
Koymak), Canıltpaştar (Yanıltmaşlar) vb.” Kazakistan’ın belli<br />
başlı çocuk oyunlarındandır.<br />
Kırgızistan’da ise “Akınek, Akuş Akuş, Altın Şakek Irgıp Çık,<br />
Top Taş (Beş Taş), Buzulgan Tilefon, Çıkık At, Tüye Tüye<br />
(Deve Deve), Alma Ceme (Elma Yeme), Üy Almay (Ev Alma),<br />
Köz Tanmay (Göz Bağlama), Coo Engiş (Güç Sınama),<br />
İğne Coguttum (İğne Kaybettim), İğne Jip Tüğme (İğne İp<br />
Düğme), Cip Kirmay (İp Kesmek), Kop Kare (Kok Kare), Kok<br />
Sıir (Kok Sığır), Koynum, Sokur Teke (Kör Teke), Kurcun, Kuyan<br />
Tebiş, Caa Tartmay (Ok Atmak), Caşınmak (Saklanmak),<br />
Soku Çançmay, Sokur Burküt, Burk Casurmak, Tumalak<br />
Ağaç, Tomuk Casırmay (Tomuk Atmak) vb.” oyunlar çocuklar<br />
tarafından oynanmaktadır.<br />
“Alfabe, Badi Düme, Balık Kaçtı, Bazara Top, Ben Kimim,<br />
Çakı, Çapar, Çubucug ve Onnug, Daş Saglama, Değirmenci<br />
Baba, Delig, Deynegli Mendil, Domuz, Ender Tuna, Gavrun-<br />
Gavrun Gavruncug, Gırlangıç, Gral Baba, Gugocug (Gugo),<br />
Güvercin Yuvadan Uç, Kapucu Başı, Kim Dutar, Ma Ma Makara,<br />
Ne Lazım, Odalı, Reng, Sağır-Dilsiz, Şıngır Mıngır Toz,<br />
Teg Ayeg Omuz Omuza ve Yasdıg” gibi oyunlar da Kuzey<br />
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde oynanan çocuk oyunlarından<br />
bazılarıdır.<br />
home’’and then they scatter. “Population.” In response to<br />
this, one of the children is said to be “scattered all over the<br />
house” and those who participated in the game are scattered.<br />
Examples of rhymes for endgame are given below:<br />
Turkey:<br />
Hoo<br />
Akşam<br />
Ayağımın altı üzüm<br />
Herkes evine düzüm düzüm<br />
Uzbekistan:<br />
Ev evge<br />
Kepe toyge<br />
Olun bugün tügedi<br />
Erten hemen yığılsa<br />
Oyun kızık boladı<br />
A detailed explanation of the children’s games identified<br />
in the countries that constitute the Turkish world will only<br />
be contented with giving their names due to the limitations<br />
of this study (Also see for more information about Turkish<br />
world children’s games, Özhan and Moradoğlu 1997). For<br />
this reason, it would be beneficial to compile Turkish children’s<br />
games in the context of a multinational large-scale<br />
project:<br />
The games such as “Biz Şuranın Gızını İzterik, Çipolik (a ball<br />
made of lamb or goat leather), Çizik, Davşanım, Dede Boyu,<br />
Dom Dom, Dört Taş, Elma Saklama, Eşek Polis, Gız Gaçırttı,<br />
Han-Vezir, Kendir, Kovalam Kaç, Desmal Attı, Mozoni Kur<br />
Gel Ben Vur, Ortada Kaldı, Papag Attı, Rezinko (rubber), Gizlengaç,<br />
Yumurta Döpüştürme etc.” that are all of the traditional<br />
are still played in Azerbaijan.<br />
The games such as “Aş Kaskır (Hungry Wolf), Agayı Mestek,<br />
Aytıs Oyundarı (call-and-response games), Karımak (jumping),<br />
Alakan Sokpak (hit to palm), Bizde, Egiz Kalamak,<br />
Üy Artında Kalakaş (Ev Ardında Kalakaş), Gogi Gok, Neşe<br />
Emşek- Neşe Örkeş (Kaç Meme- Kaç Hörgüç), Karakulak,<br />
Kıvır Kıvır Kıvırmaş, Kim Turttı (Kim Dürttü), Sokırteke (Kör<br />
Teke), Kumak, Oramal Tastav (Drop the Handkerchief), Orta<br />
Dop, Savusak, Sekke, Şimbeke, Koyan (Rabbit), Taykıraydap,<br />
Töbede Dop Kuyuş (put the ball to the top), Canıltpaştar<br />
(fallacies) etc.” are Kazakhstan’s main children’s games.<br />
The games such as “Akınek, Akuş Akuş, Altın Şakek Irgıp<br />
Çık, Top Taş (jackstones), Buzulgan Tilefon, Çıkık At, Tüye<br />
Tüye (Deve Deve), Alma Ceme (Eating apple), Üy Almay (Ev<br />
Alma), Köz Tanmay (blind man’s buff), Coo Engiş (power<br />
test), İğne Coguttum (I lost neddle), İğne Jip Tüğme (needle,<br />
rope, button), Cip Kirmay (cut the rope), Kop Kare (Kok<br />
Children’s Games<br />
323<br />
Çocuk Oyunları
Common Heritage<br />
324<br />
Ortak Miras<br />
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />
accusa quo quunt.<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />
quo quunt.<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum
Çocuk Oyunları<br />
Children’s Games<br />
325
Common Heritage<br />
326<br />
Ortak Miras<br />
Özbekistan’da ise çocukların “Al Almaydı Şuginana, At At,<br />
Bayçiçek (Çiğdem), Menham (Ben De), Büg, Çilim Çitti, Çucvara<br />
(mantı) Kaynaydı, Avuş Avuş (Değiş Değiş), Eşik Eşik,<br />
Küreş, Haneden Üziş, Hamam Piş, Horoz, Erkan (İp Atlama),<br />
Kara Gördüm, Kıygır Ketti (Kartal Gitti), Kavun Kavun, Moşik-<br />
Sıçkan (Kedi- Fare), Kotarış (Koparmak), Kourçak (kukla),<br />
Kuvlap Kaçış (Kovalamaca), Kuşin Magi Kuşta Gina, Küçuk,<br />
Lav Lavteke, Pagmak Kuçük, Saka, Kırık Çöp (Saklambaç),<br />
Sapal Bulma, Havuç Kopardı- Gaşır Kopardı, Daş Uruş, Cuft<br />
Mı Tek, Zuvlata” gibi oyunları oynadıkları kaydedilmiştir.<br />
“Aba Alması, Aç Kapıyı Bezirgan Başı, Ali Canbaz Taşa Basmaz,<br />
Aluç Balkuç, Ateşlim, Avul, Ayak Üstü, Beş Taş, Birdir<br />
Bir, Cüz, Çatal Matal Kaç Çatal, Çelik Çomak, Çember Çevirme,<br />
Çömlek Kapmaca, Çukur, Dan Dan Dana, Dikili Taş,<br />
Dokuz Taş, Ebe Beni Aldırma, El El Epelek, El El Üstünde,<br />
Elim Sende, Ellem Büllem, Evcilik, Gıcırık, Güvercin Takla,<br />
Hâkim Davacı, Horoz, İp Atlama, İstop, Kaydırak, Kayış, Kendin<br />
Bil, Kızgın Taş, Kovalamaca, Koz, Körebe, Köşe Kapmaca,<br />
Mendil Kapmaca, Misket, Naç, Nesi Var, Postacı, Saatçi<br />
Baba, Saklambaç, Sandık Başı, Sayma Çıkarma, Sek Sek,<br />
Şimşidim, Tavşan Kaç, Tombik, Top İleri, Topaç, Uzun Eşek,<br />
Uzun Urgan, Vız Vız, Yağ Satarım Bal Satarım, Yakalamaç,<br />
Yakar Top, Yattı Kalktı, Yüzük vb.” de Türkiye’de derlenen ve<br />
yaşatılan çocuk oyunlarından bazılarıdır.<br />
“Ay Terek Kün Terek, Ben Değdim, Boncuk Attı, Cürrüm,<br />
Düzdüm, Eşek Eşek, Gizlenpeçak, Gurcakgoş, Tutkunga Aluv<br />
(Hapse Alma), Pişik- Sıçan, Kim Urdu, Kovalamaşak, Kuyruk<br />
Kare), Kok Sıir (Kok Sığır), Koynum, Sokur Teke (Kör Teke),<br />
Kurcun, Kuyan Tebiş, Caa Tartmay (shoot arrows), Caşınmak<br />
(hide-and-seek), Soku Çançmay, Sokur Burküt, Burk Casurmak,<br />
Tumalak Ağaç, Tomuk Casırmay etc.” are played by<br />
children in Kyrgyzstan.<br />
The games such as “Alfabe, Badi Düme, Balık Kaçtı, Bazara<br />
Top, Ben Kimim, Çakı, Çapar, Çubucug ve Onnug, Daş Saglama,<br />
Değirmenci Baba, Delig, Deynegli Mendil, Domuz,<br />
Ender Tuna, Gavrun- Gavrun Gavruncug, Gırlangıç, Gral<br />
Baba, Gugocug (Gugo), Güvercin Yuvadan Uç, Kapucu Başı,<br />
Kim Dutar, Ma Ma Makara, Ne Lazım, Odalı, Reng, Sağır-Dilsiz,<br />
Şıngır Mıngır Toz, Teg Ayeg Omuz Omuza and Yasdıg”<br />
are some of the children’s games played in Turkish Republic<br />
of Northern Cyprus.<br />
It is recorded that the games such as “Al Almaydı Şuginana,<br />
At At, Bayçiçek (Çiğdem), Menham (Ben De), Büg, Çilim Çitti,<br />
Çucvara (mantı) Kaynaydı, Avuş Avuş (Değiş Değiş), Eşik<br />
Eşik, Küreş, Haneden Üziş, Hamam Piş, Horoz, Erkan (skipping<br />
rope), Kara Gördüm, Kıygır Ketti (Kartal Gitti), Kavun<br />
Kavun, Moşik- Sıçkan (cat and mouse game), Kotarış (Koparmak),<br />
Kourçak (muppet), Kuvlap Kaçış (tag), Kuşin Magi<br />
Kuşta Gina, Küçuk, Lav Lavteke, Pagmak Kuçük, Saka, Kırık<br />
Çöp (hide and seek), Sapal Bulma, Havuç Kopardı- Gaşır<br />
Kopardı, Daş Uruş, Cuft Mı Tek, Zuvlata etc.” are played by<br />
children in Uzbekistan.<br />
The games such as “Aba Alması, Aç Kapıyı Bezirgan Başı, Ali
Kabmaşu (Kuyruk Yaklamak), Orak Attı, Poye Çirkengelder<br />
(Tren Katarı Dizilme), Yağlıga Togustu, Yağlık Aldı” Türkmenistan’da<br />
tespit edilen çocuk oyunlarındandır.<br />
Türk Dünyası’nda çocuklarının bazen yetişkinlerle birlikte<br />
gerçekleştirdikleri ritüelistik kökenli ve işlevli oyunlar da<br />
bulunmaktadır. Bu tür oyunlar baharın karşılanması, yağmurun<br />
yağdırılması, dolayısıyla kıtlığın giderilmesiyle bolluk<br />
ve bereketin sağlanmasına yönelik oyunlardır. Anadolu’da<br />
bu oyunlar “Telden Teleme, Evlidali, Albayrak, Tırtıl, Betlem,<br />
Hasır Küfrü, Gode Gode, Kepçe Gelin, Çomçalı Gelin, Pelebuk,<br />
Saya Gezme, Çiydem Donatması, Çiğdem Pilavı, Gılavan<br />
Gezme, Güneş Düvasi, Babra Bubrik, Yılbaşı, Seydim,<br />
Ayıcı Oyunu, Cadı Oyunu” gibi adlarla anılmaktadır. Türk<br />
dünyasında da bu türden çocuk oyunlarına rastlanmaktadır.<br />
“Bahar Bayramı, Hıdır/ Papağ Attı (Şubat’ın sonu), Cosa<br />
(Köse/ Nevruz zamanı), Yumurta Döğüştürme (ilkbaharda)<br />
(Azerbaycan); Bayçiçek (Nevruz’un ilk günü), Yağmur Yagalak<br />
ve Suhatun (Yağmur yağamadığı dönemlerde), Ya<br />
Ramazan (Ramazan ayının ilk günü) (Özbekistan) vb.” Türk<br />
dünyasında oynanmaya devam eden dini-büyüsel oyunlardan<br />
bazılarıdır. Bu oyunlarbazen (Saya Gezme, Cosa/<br />
Köse vb.) dramatik yapıları nedeniyle geleneksel tiyatro<br />
kapsamında da değerlendirilmektedir.<br />
Yanıltmaç oyunları Türk dünyası çocuklarının <strong>ortak</strong>lıklarından<br />
biridir. Bu ürünler Türk dünyasında “yanıltmaca, caşdırma<br />
(Azerbaycan), caşırtma (Irak Türkmenleri), yanıltmaç<br />
(Türkmenistan), cañıltpaş (Kazakistan, Kırgızistan), tez<br />
aytiş, çendiş, aldanmaçak (Özbekistan), tutal-tez aytış<br />
(Afganistan Özbekleri), tez aytuv (Kırım Tatarları) ve dil kırmak<br />
(Gagauzlar)” şeklinde tanınmaktadır (Duymaz 2002:<br />
114) Bu konu müstakil araştırmalarla çözümlenebilecek<br />
yeterlilikte ve zenginliktedir. Bu oyun, oyuncu başının sözlerinindiğer<br />
çocuklar tarafındansıra ile doğru bir şekilde<br />
tekrarlanmasına veya tamamlanmasına dayanır. Yanıltmaç<br />
oyununun özellikle sıra gecesi, barana ve yaren toplantısı<br />
gibi kurumlaşmış kültür mekânlarında yetişkinler tarafından<br />
da oynandığı tespit edilmiştir. Bu oyunun harekete dayalı<br />
şaşırtmalı çocuk oyunu çeşitlemeleri de mevcuttur. Türk<br />
dünyasında tespit edilen yanıltmaç örnekleri aşağıdadır<br />
(Duymaz 2002: 116- 118):<br />
Afganistan Kazakları: (Jañıltpaş)<br />
“Altay karbay<br />
Aytay karbay değenin<br />
Kaytay karbay<br />
Malındı jabıratıp dalağa<br />
Cartay garbay”<br />
Azerbaycan: (Dil Yanıltmacı)<br />
Canbaz Taşa Basmaz, Aluç Balkuç, Ateşlim, Avul, Ayak Üstü,<br />
Beş Taş, Birdir Bir, Cüz, Çatal Matal Kaç Çatal, Çelik Çomak,<br />
Çember Çevirme, Çömlek Kapmaca, Çukur, Dan Dan Dana,<br />
Dikili Taş, Dokuz Taş, Ebe Beni Aldırma, El El Epelek, El El<br />
Üstünde, Elim Sende, Ellem Büllem, Evcilik, Gıcırık, Güvercin<br />
Takla, Hâkim Davacı, Horoz, İp Atlama, İstop, Kaydırak,<br />
Kayış, Kendin Bil, Kızgın Taş, Kovalamaca, Koz, Körebe, Köşe<br />
Kapmaca, Mendil Kapmaca, Misket, Naç, Nesi Var, Postacı,<br />
Saatçi Baba, Saklambaç, Sandık Başı, Sayma Çıkarma, Sek<br />
Sek, Şimşidim, Tavşan Kaç, Tombik, Top İleri, Topaç, Uzun<br />
Eşek, Uzun Urgan, Vız Vız, Yağ Satarım Bal Satarım, Yakalamaç,<br />
Yakar Top, Yattı Kalktı, Yüzük etc.” are some of the<br />
children’s games compiled and lived in Turkey.<br />
The games such as “Ay Terek Kün Terek, Ben Değdim, Boncuk<br />
Attı, Cürrüm, Düzdüm, Eşek Eşek, Gizlenpeçak, Gurcakgoş,<br />
Tutkunga Aluv (Hapse Alma), Pişik- Sıçan, Kim Urdu,<br />
Kovalamaşak, Kuyruk Kabmaşu (Kuyruk Yaklamak), Orak<br />
Attı, Poye Çirkengelder (Tren Katarı Dizilme), Yağlıga Togustu,<br />
Yağlık Aldı” are the children’s games determined in<br />
Turkmenistan.<br />
In the Turkish World, there are ritualistic and functional<br />
games that children sometimes play together with adults.<br />
these are such games for welcoming the spring, raining,<br />
eliminating famine and providing abundance. In Anatolia,<br />
these games are called as “Telden Teleme, Evlidali, Albayrak,<br />
Tırtıl, Betlem, Hasır Küfrü, Gode Gode, Kepçe Gelin,<br />
Çomçalı Gelin, Pelebuk, Saya Gezme, Çiydem Donatması,<br />
Çiğdem Pilavı, Gılavan Gezme, Güneş Düvasi, Babra Bubrik,<br />
Yılbaşı, Seydim, Ayıcı Oyunu, Cadı Oyunu”.<br />
This kind of children’s games are also encountered in the<br />
Turkish world. “Spring Festival, Hıdır/Papağ Attı (end of February),<br />
Cosa (Köse/Nevruz time), Egg Tapping (in spring)<br />
(Azerbaijan); Bayçiçek (first day of Nevruz), Yağmur Yagalak<br />
and Suhatun (during the rainy season), Ya Ramadan (the<br />
first day of Ramadan) (Uzbekistan), etc. “ are some of the<br />
religious-magical games that continue to be played in the<br />
Turkish world. These games (Saya Gezme, Cosa/Köse etc.)<br />
are also evaluated in the context of traditional theater because<br />
of their dramatic structures.<br />
Tongue twisters (yanıltmaç) games are one of the partnerships<br />
of Turkish children. These games are known in the<br />
Turkish world as “ yanıltmaca, caşdırma (Azerbaijan); caşırtma<br />
(Iraqi Turkmens); yanıltmaç (Turkmenistan); cañıltpaş<br />
(Kazakhstan, Kyrgyzstan); tez aytiş, çendiş, aldanmaçak<br />
(Uzbekistan); tez aytuv (Crimean Tatars) and dil kırmak<br />
(Gagauz)” (Duymaz 2002: 114). This subject is rich and sufficient<br />
to be solved by independent researches.<br />
This game is based on that the words of the lead of the<br />
Children’s Games<br />
327<br />
Çocuk Oyunları
Common Heritage<br />
328<br />
Ortak Miras<br />
“Getdim, gördüm bir derede sekkiz- dogguz saggız şahı var.<br />
Dedim: - Siz nece ilin sekkiz- dogguz saggız şahısız? Dediler:<br />
- Sekkiz ilin, dogguz ilin sekkiz- dogguz saggız şahıyıg.”<br />
Gagauz Türkleri: (Dil Kırmak)<br />
“Kırık küpe<br />
Körpe küpte<br />
Küpe küpe<br />
Küplettiler.”<br />
Kazakistan:<br />
“Kara bürkit tomağasın türsirdi<br />
Onı men tomağalamay kim tomağalaydı<br />
Onı men tomağalamay kim tomağalaydı.”<br />
Kırım Tatarları: (Tez Aytuv)<br />
“Aşadap kelir topal çoban,<br />
Yasap satar çatal saban.<br />
Neçün yasap satar topal çoban, Çatal saban.”<br />
Nahçıvan: (Yanıltmac)<br />
“Demirçi Dadaş dayı, dedem deyir, damın dalında demiri<br />
demire deymesin, demiri demire deyersen, demir deşilir.”<br />
Özbekistan: (Çendiş/ Aldanmaçak)<br />
“Kerim kayakka ketdi?<br />
Ala tayakka ketdi.<br />
Salim kayakka ketdi?<br />
Kızil boyakka ketdi.<br />
Belli!<br />
Kekkü kökke uçdimi?<br />
Kekkü kökke uçdi.<br />
Baka kökke uçdimi?<br />
Baka kökke uçdi.<br />
…”<br />
Türkiye:<br />
“Beş boz yüklü beş boz eşek, beşi de beş boz yüklü beş boz<br />
eşek, gelende beş boz yüklü beş boz eşek, gidende beş boz<br />
yüklü beş boz eşek.”<br />
Türkmenistan:<br />
“Gayradan kırk gılguyruk gelyer, kırk gılguyrugun içinde kırk<br />
gısır galan gırmızı gızıl gılguyruk gelyer.”<br />
Benzerlerine Türk dünyasında rastlanan ve Anadolu’da<br />
“Yattı Kalktı” adıyla tanınan çocuk oyunları dikkat gerektiren<br />
oyunlardır (Özdemir 2006: 346- 350). Bu oyunda<br />
game are repeated or completed correctly and alternately<br />
by the children. It has been determined that tongue twisters<br />
(yanıltmaç) games are played in institutionalized cultural<br />
places such as sira night, barana (a cultural activity<br />
that people gather and chat in Konya in Turkey) and yaren<br />
toplantısı (a traditional gathering) by adults. This game<br />
has behaviour anchored variants of children’s games. The<br />
examples of tongue twisters (yanıltmaç) games are below<br />
(Duymaz 2002: 116- 118):<br />
Kazakhs from Afghanistan: (Jañıltpaş) (Tongue<br />
Twisters)<br />
“Altay karbay<br />
Aytay karbay değenin<br />
Kaytay karbay<br />
Malındı jabıratıp dalağa<br />
Cartay garbay”<br />
Azerbaijan: (Yanıltmaca)<br />
“Getdim, gördüm bir derede sekkiz- dogguz saggız şahı var.<br />
Dedim: - Siz nece ilin sekkiz- dogguz saggız şahısız? Dediler:<br />
- Sekkiz ilin, dogguz ilin sekkiz- dogguz saggız şahıyıg.”<br />
Gagauz Turks: (Dil Kırmak) (Tongue Twisters)<br />
“Kırık küpe<br />
Körpe küpte<br />
Küpe küpe<br />
Küplettiler.”<br />
Kazakhstan:<br />
“Kara bürkit tomağasın türsirdi<br />
Onı men tomağalamay kim tomağalaydı<br />
Onı men tomağalamay kim tomağalaydı.”<br />
Crimean Tatars: (Tez Aytuv) (Tongue Twisters)<br />
“Aşadap kelir topal çoban,<br />
Yasap satar çatal saban.<br />
Neçün yasap satar topal çoban, Çatal saban.”<br />
Nakhichevan: (Yanıltmac) (Tongue Twisters)<br />
“Demirçi Dadaş dayı, dedem deyir, damın dalında demiri<br />
demire deymesin, demiri demire deyersen, demir deşilir.”<br />
Uzbekistan: (Çendiş/ Aldanmaçak) (Tongue<br />
Twisters)<br />
“Kerim kayakka ketdi?<br />
Ala tayakka ketdi.<br />
Salim kayakka ketdi?<br />
Kızil boyakka ketdi.
Çocuk Oyunları<br />
Children’s Games<br />
329
Common Heritage<br />
330<br />
Ortak Miras<br />
oyuncu başı herkese bir takma isim veya sayı verir ve önce<br />
kendi adını söyleyip “yattı kabak kalktı kabak, yatsın kavun<br />
kalksın kavun” diyerek oturduğu yerden öne eğilip kalkar.<br />
Kavun takma adlı oyuncunun duraksamadanyatıp kalkıp<br />
bir başkasına oyun sırasını kalıp sözleri tekrarlayarak aktarması<br />
gereklidir. Duraksayan veya takma adını unutan<br />
oyuncu oyundan çıkar. Bu oyun özellikle kış gecelerinde yetişkinlerin<br />
katılımıyla oynanmaktadır. Özellikle yetişkinlerle<br />
büyük çocukların katıldığı oyunlarda aşağıdaki diyaloglu<br />
söz kalıpları kullanılmaktadır:<br />
Ektim, biçtim on beş kabak aldım. (On beş kabak takma adlı<br />
oyuncuya seslenir)<br />
On beş kabak olmaz<br />
Ya kaç kabak olur?<br />
Yirmi kabak olur. (Oyun sırasının Yirmi Kabak taka adlı oyuncuya<br />
geçtiğini belirtir).<br />
Türk dünyasında yetişkinler gibi, çocukların da en önemli<br />
etkinliklerinden birini yarışmalar oluşturur. Gerçekte iseyarışma,<br />
çocuk oyunlarının özünü meydana getirir. Bununla<br />
birlikte sadece yarışmadan meydana gelen çocuk oyunları<br />
da bulunmaktadır. Bu tür oyunlarda bireysel ve takımlar<br />
arası yarışma söz konusudur. “Çuval Yarışı, Koşu Yarışı, Kale<br />
Oyunu, Halat Çekme, Güreş, Deve Güreşi” bu tür oyunlardandır.<br />
Örneğin Kırgızistan’daki “Eniş/ Deve Güreşi” adlı<br />
oyunda arkadaşlarının sırtına çıkan iki oyuncu birbirlerini<br />
Belli!<br />
Kekkü kökke uçdimi?<br />
Kekkü kökke uçdi.<br />
Baka kökke uçdimi?<br />
Baka kökke uçdi.<br />
…”<br />
Turkey:<br />
“Beş boz yüklü beş boz eşek, beşi de beş boz yüklü beş boz<br />
eşek, gelende beş boz yüklü beş boz eşek, gidende beş boz<br />
yüklü beş boz eşek.”<br />
Turkmenistan:<br />
“Gayradan kırk gılguyruk gelyer, kırk gılguyrugun içinde kırk<br />
gısır galan gırmızı gızıl gılguyruk gelyer.”<br />
Children’s games that are known as “Yattı Kalktı” in Anatolia<br />
and encountered in the Turkish world are games that require<br />
attention (Özdemir 2006: 346- 350). In this game,<br />
the leader of the game gives a nickname or number to each<br />
player and first he or she leans and straights up by saying<br />
“yattı kabak kalktı kabak, yatsın kavun kalksın kavun.” It<br />
is necessary for the player named ‘’Kavun’’ to repeat the<br />
words for continuing the game. The player who hesitates<br />
or forgets his nickname gets out of the game. This game<br />
is played with adult participation especially in the winter<br />
nights. Particularly in games where adults and older chil-
yıkmaya çalışırlar, yıkılan taraf oyunu kaydeder.<br />
Bugün, oyun ve oyuncak endüstrisindeki gelişmeler sonucunda<br />
geleneksel oyunlarla oyun araçlarının yerini<br />
modern oyun ve oyuncaklar almaya başlamıştır. Çocuklar<br />
geçmişin bezden ve deriden topları yerine bugün sanayi<br />
ürünü kauçuk, plastik ve benzeri madden imal edilmiş toplarla<br />
oyun oynamaktadırlar. Bez bebekler önemli bir oranda<br />
ortadan kalkmış, modern oyuncak bebekler çocukların<br />
temel oyuncağı haline gelmiştir. Hatta bugün bez bebek<br />
yapımcılığı bir hobi alanına dönüşmüştür.<br />
Kentli çocuklar sanal ve dijital oyun ortamlarında oynarken<br />
geleneğin pek çok oyunu unutulmaya başlamıştır.Gerçekte<br />
ise geçmişten bugüne taşınan geleneksel çocuk oyunları<br />
Türk dünyasının <strong>ortak</strong> dilinin, duygusunun paylaşıldığı,<br />
daha da önemlisi <strong>ortak</strong> mirasının ve bağlarının yaşatıldığı<br />
kültürel özgünlüklerdir. Çocukların oyunlarıyla yarattıkları<br />
dil, dünya barışının da temelini meydana getirmektedir.<br />
Geleceğin nesillerisanal ve dijital bağlamda üç boyutlu<br />
hologram tekniğiyle oynasalar da aynı oyun dilini kullanmaya<br />
devam edeceklerdir. Belki de gelecekte huzurlu bir<br />
dünyanın temel kaynaklarından ve güvencelerinden birini<br />
çocukların bu <strong>ortak</strong> oyun dili ve kültürü oluşturacaktır.<br />
Kaynaklar:<br />
• Duymaz, Ali (2002), İrfanı Arzulayan Sözler Tekerlemeler, Ankara: Akçağ<br />
Yayınları.<br />
• İnan, Abdülkadir (1986), Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara: Türk Tarih<br />
Kurumu Basımevi.<br />
• Kültür Bakanlığı, (1991), Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü I, Ankara:<br />
Başbakanlık Basımevi.<br />
• Özdemir, Nebi (2006), Türk Çocuk Oyunları I- II, Ankara: Akçağ Yayınları.<br />
• Özhan, Mevlüt ve M. Muradoğlu (1997), Türk Cumhuriyetlerinde Çocuk<br />
Oyunları, Ankara: T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları.<br />
• Türk Dil Kurumu (1988), Türkçe Sözlük, c.2, Ankara: Türk Tarih Kurumu<br />
Basımevi.<br />
dren are involved, the following dialogue are used:<br />
Ektim, biçtim on beş kabak aldım. (he or she calls the player<br />
named as ‘’on beş kabak’’)<br />
On beş kabak olmaz<br />
Ya kaç kabak olur?<br />
Yirmi kabak olur. (it indicates that game line is in the player<br />
named as ‘’Yirmi Kabak’’)<br />
The competition is one of the most important activities of<br />
the children like the adults in the Turkish world. In reality,<br />
the competition creates the essence of children’s games.<br />
However, there are also children’s games that only consists<br />
of competition. In such games, there is individual and team<br />
competition. “Sack Race, Running Race, Castle Game, Tug<br />
of War, Wrestling, Camel Wrestling” are such games. For<br />
example, two players on the back of their friends try to destroy<br />
each other and the fallen player loses the game in the<br />
game called as “Eniş/Camel Wrestling” in Kyrgyzstan.<br />
Today, as a result of the developments in the game and toy<br />
industry, modern games and toys has begun to take the<br />
place of traditional game and toys. Children play games<br />
with industrial products made of rubber, plastic and similar<br />
materials instead of cloths and leather in the past. Cloth<br />
dolls have been disappeared in a certain extent, modern<br />
dolls have become the basic toys of babies and children.<br />
Even today, cloth dolls making has become a hobby space.<br />
Children in the urbans have begun to forget many of their<br />
traditions while playing in virtual and digital gaming environments.<br />
In fact, the traditional children’s games that are<br />
carried from the past to the present are cultural authenticity<br />
having been lived in the common language, sense of emotion,<br />
common heritage and relationship. The language that<br />
children create with their games brings about the foundations<br />
of the world peace. Future generations will continue<br />
to use the same game language in both natural and digital<br />
contexts even if they use three-dimensional hologram<br />
techniques. Maybe the common game language and culture<br />
of children will form one of the basic resources and security<br />
of a peaceful world in the future.<br />
References:<br />
• Duymaz, Ali (2002), İrfanı Arzulayan Sözler Tekerlemeler, Ankara: Akçağ<br />
Yayınları.<br />
• İnan, Abdülkadir (1986), Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara: Türk Tarih<br />
Kurumu Basımevi.<br />
• Kültür Bakanlığı, (1991), Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü I, Ankara:<br />
Başbakanlık Basımevi.<br />
• Özdemir, Nebi (2006), Türk Çocuk Oyunları I- II, Ankara: Akçağ Yayınları.<br />
• Özhan, Mevlüt ve M. Muradoğlu (1997), Türk Cumhuriyetlerinde Çocuk<br />
Oyunları, Ankara: T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları.<br />
• Türk Dil Kurumu (1988), Türkçe Sözlük, vol.2, Ankara: Türk Tarih Kurumu<br />
Basımevi.<br />
Children’s Games<br />
331<br />
Çocuk Oyunları
Prof. Dr. Ali BORAN<br />
Bilge Yapım<br />
Genelde sanat eseri özelde süsleme; Bir medeniyetin<br />
kendi varlık, bilgi ve değer telakkisinin<br />
dışa varmasıdır.<br />
Artwork in general, decoration in particular express a civilization’s<br />
own existence, knowledge and consideration of value.
Genelde sanat eseri özelde süsleme; bir medeniyetin kendi varlık,bilgi ve değer telakkisinin<br />
dışa varmasıdır. Türk- İslam sanatı, varlığı yada varoluşu asıl kaynağı üzerinden<br />
okuyan bir konuma sahiptir. Bu sanat taşın taş olduğu, insanın insan olduğu ve Hâlık’ın<br />
Hâlık olduğu anlayışına sonuna kadar sadık kalmış, bu anlayışı sanatsal bir şekil içinde<br />
göz kamaştırıcı bir şekilde mimariden süslemeye kadar ifadesel bir anlama kavuşturmuştur.<br />
16 Süsleme Sanatları<br />
Decorative Arts<br />
Artwork in general, decoration in particular express a civilization’s own existence,<br />
knowledge and consideration of value. Turkish-Islamic art has a position that reads<br />
creature and existence through its original source. This art has remained faithful to the<br />
understanding that the stone is the stone, the human is human and that Hâlık (creator)<br />
is Hâlık (creator); this art has an expressive meaning from architecture to decoration in<br />
a dazzling and an artistic way.
Common Heritage<br />
334<br />
Ortak Miras<br />
Türk- İslam sanatının diğer din ve milletlerden ayıran özelliğinden<br />
biri de insanın gözüne, gönlüne, kulağına, ruhuna,<br />
ahlakınave sırrına hep birden hitap eder bir dille konuşmasıdır.<br />
Bu özelliğiyle de bu sanat insanın ve alemdeki esrarın<br />
keşfinde önemli bir araç olarak işlev görmüştür. Ayrıca<br />
bu sanatın Pratik hayatta her şeyden önce gözettiği gayesi<br />
ise hayatıngüzelleştirlmesi ve anlamlığınınıngelişmesi olmuştur.Zira<br />
bu sanatta zihni kavrayış ile gönlün yakaladığı<br />
hakikat aynı kanalda buluşarak ve aynı dili paylaşarak bize<br />
daha derin, anlamlı, niteliklihayatın görülmemiş boyutunu<br />
yaşatır. Değil mi ki bu sanat idrakimizi gayba yükseltmenin<br />
önemli bir aracıdır.<br />
Dinin insanın özlediklerini, cennetle kavuşacağını vaat etmesi<br />
onu sanat ile buluşturmuştur.İşte bu sanatın en önemli<br />
unsuru olan süsleme sanatlarında kullanılan geometrik ve<br />
bitkisel süslemeler Müslüman sanatçının dine bağlılığının<br />
bir ifadesidir. Cennetin sembolleri olan bitkisel süslemeler<br />
tövbeyi teşvik etmenin yanında imanı ve Allah’a yakınlığı<br />
tasvir eder. Yani sanatçı Kur’an’da cennetin işaretleri olarak<br />
bitkisel bezemeyi kullanmıştır. Burada betimlenen bitkinin<br />
kendisi değil cenneti ve cennetin çeşitli özellikleridir. Dolayısıyla<br />
bitki motifleri cenneti ve imanın mükafatını temsil<br />
ederken daha soyut geometrik tasarımlar evrenin doğrudan<br />
bir ifadesi olmalıdır. Bu geometrik süslemelerde insan<br />
hiçliği tatmakta, dolayısıyla Rahman’ın soznuzluğu içinde<br />
yaratanına kavuşma arzusu yatmaktadır. İşte bu süsleme<br />
sanatlarında kullanılan teknikler ve uygulandıkları alanlarla<br />
ilgili özellikler genel hatlarıyla verilmektedir.Bunlar:<br />
One of the distinguishing features of Turkish-Islamic art<br />
from other religions and nations is to show itself in a way<br />
that appeals to one’s eye, heart, ear, morality and mystery<br />
all at once. With this feature, this art has also served as an<br />
important tool in the exploration of human and the mystery<br />
of the world. In addition, the main purpose of this art before<br />
anything else is the beautification of life and improvement<br />
of significance. Because the truth that is found by mental<br />
understanding and heart keeps unprecedented dimension<br />
of deeper, more meaningful and eligible life alive by meeting<br />
in the same channel and sharing the same language in<br />
this art. This art is an important way for us to raise our comprehension<br />
to the invisible world.<br />
Religion meets with the art because it promises that people<br />
will meet the people who they miss in heaven. Geometrical<br />
and floral ornaments that are the most important elements<br />
of this art and used in decorative arts are the expression of<br />
the religious commitment of the Muslim artist. Herbal ornaments,<br />
which are the symbols of paradise, depict faith and<br />
nearness to God besides encouraging repentance. In other<br />
words, the artist uses the vegetative ornament as signs of<br />
heaven in the Qur’an. It is not the plant itself depicted here<br />
but the various properties of paradise and heaven. So while<br />
the plant motifs represent the heaven and the reward of<br />
faith, the more abstract geometric designs must be a direct<br />
expression of the universe. In these geometric ornaments,<br />
human beings are experiencing nothingness, and therefore<br />
the desire to meet their creator lies in the Rahman’s
Kündekâri: Farsça bir kelime olan kendekârî heykeltıraşlık,<br />
hakkâklık, kalemkârlık gibi plastik sanatları adlandırır (“oymak,<br />
kesmek”; kârî “iş, çalışma; tarz”). Osmanlıca’da kendekârîye<br />
daha çok “kalemkârî” anlamı verilirken yine Farsça<br />
künde (tomruk) kelimesinden esinlenmiş olup genelde ince<br />
marangozluk kapsamına giren ahşap sanatları, özelde de<br />
tezyini doğramacılık sanatı için kullanılmıştır 1 .<br />
Gerçek ve taklit olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır. Gerçek<br />
kündekari iç dolğu parçaları ile bunları sınırlandıran çıtalardan<br />
oluşmaktadır. Yapılacak malzemenin iskeletini meydana<br />
getiren farklı kalınlık ve uzunluktaki çıtalar, herhangi bir<br />
çivi ve yapıştırıcı malzeme kullanılmaksızın iç içe geçirilerek<br />
bir araya getirilmektedir. Iskelet ile iç dolğu parçalarının birleşmesi<br />
ve bunu kuşatan dış kilitleme çerçevesiyle “bezeme/<br />
süsleme” denilen tezyinat tablası meydana getirilmektedir 2 .<br />
Birleştirme iskeleti oluşturan çıtaların darbelerin olumsuz<br />
tesirlerine karşı dayanıklı olabilmesi için “narlama” olarak<br />
isimlendirilen parçalar eklenerek iskelet sistemi ortaya çıkarılmaktadır.<br />
Narlama, iskeleti oluşturan çıtaları “zıvana”<br />
ile birleşerek tek bir eksen boyunca uzanmakta ve sistemin<br />
de dayanıklılığını arttırmaktadır.Taklit kündekari ise, gerçek<br />
kündekariden sağlanan görselliğin taklit edilmek suretiyle<br />
yapılan uygulamadır 3 . Kündekari, sekizgen, beşgen, yıldız<br />
gibi geometrik şekillerde kesilmiş küçük ahşap parçalarının<br />
çivi ve tutkal yardımı olmadan birbirlerine geçirilmeleriyle<br />
yapılır. Usta tercih ettiği ceviz, meşe, şimşir, armut, abanoz<br />
ve gül ağacı gibi bir ağaçtan önce planladığı ihtiyaca göre<br />
parçalar halinde kesimini yapar. Geometrik parçalar negatif<br />
veya pozitif geçmelerle birbirine bağlanır. Parçaları bir<br />
uçtan başlayarak adeta sepet örer gibi birleştirerek parçalardan<br />
bütüne gidilmektedir. Genellikle parçaları çerçeveye<br />
alan çıtalarla kenar tahtaları ve göbekler oyma-kabartma<br />
motiflerle, bazen de sedef kakmalarla süslenir.<br />
Gerçek kündekarinin uygulandığı yerler ise, ahşap aksam<br />
gerektiren kapı, pencere ve dolap kanatları, minber, mihrap<br />
ve kürsülerdir. Tercih edilen ağaç türleri ise: ceviz, abanoz,<br />
meşe, şimşir, gül ve armuttur 4 .Engüzel önekleri XII.-XIII.<br />
yüzyıllarda Türk-İslam sanatının yoğu olarak görüldüğü<br />
Anadolu, Mısır, Suriye ve Filistin’deki dini yapılardadır. Anadolu<br />
dışımdaki erken dönem örnekleri ise; Sayda Nefise Hatun<br />
(1138-45) Cami mihrabı, Kahire Salih Talayi Camisi’nin<br />
(1160) kapı kanatları, İmam Şafi’nin sandukası (1211), Melik<br />
Salih Türbesi’nin kapı kanatları (1249-50) ve Tolunoğlu Camisi’ne<br />
(1296) Memluk Sultanı Laçin tarafından yerleştirilen<br />
minberdir 5 .<br />
• 1 Erdem Yücel, “Kündekari”, DİA, c. 26, İstanbul, 2002, 553.<br />
• 2 Gökhan Kürklü, “Geleneksel Türk Ahşap Sanatı Kündekari ve<br />
Günümüz Teknolojisine Sahip Atölye Ortamında Yapılabilirliği”, Afyon<br />
Kocatepe Üniversitesi Fen Bilimleri Dergisi, 11, Afyonkarahisar, 2011, 15.<br />
• 3 Kürklü, a.g.m., 15-16.<br />
• 4 Yücel, a.g.m., 553.<br />
• 5 Yücel, a.g.m., 553; Ayla Ersoy, XV. Yüzyıl Osmanlı Ağaç İşçiliği,<br />
İstanbul, 1993, 6; Ali Boran, Anadolu’daki İç Kale Cami ve Mescidleri,Türk<br />
(the compassionate) eternity. The techniques used in these<br />
decorative arts and features about apply area are given in<br />
general terms. These:<br />
Kündekâri: kündekâri which is a Persian word is named<br />
plastic arts such as sculpture, engraving, the profession of<br />
painting or engraving designs.(‘’carve,cut’’; ‘’kari’’ means<br />
work, style) While the word of ‘’kendekariye’’ means ‘’kalemkari’’(the<br />
profession of painting or engraving designs) in ottoman<br />
Turkish, the wooden arts inspired by the Persian word<br />
‘’künde’’ (timber) and included in cabinetmaking is usually<br />
used in particular for the joinery arts. 1<br />
It is divided into two parts as real and imitation. The real<br />
kundakari consists of inner packing pieces and laths restraining<br />
them. The laths, which are in different thickness<br />
and length and create the skeleton of the material, are<br />
brought together by nestling without using any nails and<br />
adhesive materials. ‘’Decoration’’ called as ‘’ tezyinat tablası’’<br />
is made with the joining of the skeleton and its inner<br />
packing pieces and the outer locking frame surrounding it. 2<br />
The skeleton system is made out by adding the pieces called<br />
as ‘’narlama’’ in order to be able to withstand the adverse<br />
effects of the laths that form the union skeleton. ‘’Narlama’’<br />
lies along a single axis by combinig the laths forming the<br />
skeleton with ‘’mortise’’ and increases the stamina of the<br />
system. Imitation kundekari is a practice that is imitated by<br />
the visuality provided from the real kündekari. 3 Kündakari is<br />
made with mating the small wooden pieces cut in the geometric<br />
shapes such as octagonal, pentagonal, star without<br />
the help of nails and glue.The master makes cuts in pieces<br />
from a tree such as walnut, oak, boxwood, pear, ebony and<br />
rosewood according to his need. The geometric pieces are<br />
connected to each other by negative or positive transitions.<br />
It is made from part to whole like a basket. It is generally<br />
decorated with laths putting the pieces in the frame, edge<br />
plates and middle part with carved- embossing motifs,<br />
sometimes mother of pearl inlaid.<br />
The places where the real kündekari is applied are the doors<br />
required wooden accessories, the wings of window and<br />
wardrobe, pulpit, mihrab and lectern. The preferred types of<br />
trees are: walnut, ebony, oak, boxwood, rose and pear. 4 The<br />
most beautiful examples of them are in religious structures<br />
in Anatolia, Egypt, Syria and Palestine where the Turkish-Islamic<br />
arts are commonly seen in XII.-XIII.centuries. Early period<br />
examples outside of Anatolia are the mihrab of Sayda<br />
Nefise Hatun (1138-45) Mosque, the door wings of Kahire<br />
• 1 Erdem Yücel, “Kündekari”, DİA, v. 26, İstanbul, 2002, 553.<br />
• 2 Gökhan Kürklü, “Geleneksel Türk Ahşap Sanatı Kündekari ve<br />
Günümüz Teknolojisine Sahip Atölye Ortamında Yapılabilirliği”, Afyon<br />
Kocatepe Üniversitesi Fen Bilimleri Dergisi, 11, Afyonkarahisar, 2011, 15.<br />
• 3 Kürklü, ibid., 15-16.<br />
• 4 Yücel, ibid., 553.<br />
Decorative Arts<br />
335<br />
Süsleme Sanatları
Common Heritage<br />
336<br />
Ortak Miras<br />
Anadolu Selçuklu devrine ait birçok eseri Anadolu’daki yapılarda<br />
görmek mümkündür. En eski örnek Aksaray Ulu Cami<br />
minberi (1150-55) olup hemen sonrasında Konya Alaaddin<br />
Cami minberi (1155-56) gelmektedir. Harput Sare Hatun<br />
Cami (XII. Yy), Siirt Ulu Camii (XII. YY), Birgi Ulu Cami (1322),<br />
Malatya Ulu Cami (1376-77), Bursa Ulu Cami (1399), Manisa<br />
İvaz Paşa Cami (1484) ve Niğde Sungur Bey Cami (XVI. YY)<br />
minberleri gerçek kündekarinin güzel örneklerindedir 6 .<br />
Gerçek kündekari tekniğine benzetilmeye çalışılan taklit<br />
kündekari tekniğindeki örneklerde yine Anadolu’da görülmektedir.<br />
Bu tarzın tercih edilmesi yapılmasının kolaylığından<br />
ziyade gerçek kündekariye benzemesidir. Üç tarz taklit<br />
kündekari vardır.<br />
1-Çakma-Kabartma Kündekari: ahşap levvhalar üzerine içleri<br />
geometirk/bitkisel motiflerle tezyin edilmiş geometrik<br />
parçaların aralarına ayrıca hazırlanmış çerçeve çıtaları çivilerle<br />
çakılmıştır. Bu tarzın önemli örnekleri Ankara Alaeddin<br />
Cami (1197-98), Kayseri Ulu Cami (1205), Kayseri Huand<br />
Hatun Cami (1237), Divriği Ulu Cami (1228-29) ve Ankara<br />
Arslanhane Cami (1289-90) minberleri ile, Kastamonu Candaroğlu<br />
Mahmud Bey Camisi’nin (1366) kapı kanatlarıdır 7 .<br />
2- Çakma-Yapıştırma Kündekari: kündekari görünümü şeklindeki<br />
tüm parçalar ayrı ayrı hazırlanmış olup, ahşap levha<br />
üzerine tutkal veya çivi vasıtasıyla sabitlendirilmiştir. Bu tarzın<br />
örnekleri ise Ankara Ahi Elvan Cami (1382) minberi Merzifon<br />
Çelebi Sultan Medresesi (XV. YY) dış kapı kanatları ile<br />
Amasya Mehmed Paşa Camisi’nin (1495) kapı kanatlarıdır.<br />
3- Kabartma Kündekari: Kündekari görünümündeki ahşap<br />
parçalar kabartmalarla süslenmiştir. Bu tarz sadce görünüm<br />
itibariyle kündekari tekniğine benzmektedir. Bu tarz örnekler<br />
Kayseri Ulu Cami (1205), Ankara Hoca Paşa Cami (XIII.<br />
YY), Karamanoğlu İbrahim Bey İmareti (XIII. YY), Konya Beyhekim<br />
Mescidi (XIII. YY) kapılarıdır 8 .<br />
Vitray: Osmanlı mimarları süslemeyi, yapının plastik ve inşa<br />
kuruluşunda aramışlardır. Böylece sade ve ferah bir iç mekana<br />
ulaştılar. Süslemede ölçüyü arayarak sadece gerekli<br />
gördükleri yüzeylerde sınırlı ölçüde kullanma yoluna gittiler.<br />
Bu süslerden birisi de pencerelerdeki vitraylardır.Vitraylara<br />
Osmalılarda revzen-i menhus denilirdi. Osmanlı camilerinin<br />
bazısında alçı kayıtlar arasında renkli veya renksiz cam parçaları<br />
yerleştirilerek oluşturulan desenlerle vitray yapıldı.<br />
Osmanlıların renkli camlı pencerelerinin orijinal örnekleri,<br />
İstanbul Süleymaniye Camii ve Üsküdar Mihrimah Camii’n-<br />
Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 2001.<br />
• 6 Yücel, a.g.m., 554; Zeki Oral, “Anadolu’da San’at Değeri Olan Ahşap<br />
Minberler, Kitabeleri ve Tarihçeleri”, Vakıflar Dergisi, S. V, Ankara, 1962, 26-<br />
34, 35-41, 49-51, 60-64, 71-72, 75; Ersoy, a.g.e., 9.<br />
• 7 Yücel, a.g.m., 554; Oral, a.g.m, 34-35, 41-49, 51.<br />
• 8 Yücel, a.g.m., 554; Oral, a.g.m., 72-74; Ersoy, a.g.e., 15, 17-18, 40<br />
Salih Talayi (1160) Mosque, the sarcophagus of Imam Shafi<br />
(1211), ), the door wings of Melik Salih Tomb (1249-50) and<br />
the pulpit that was placed to Tolunoğlu Mosque by Laçin,<br />
the Memlük Sultan. 5<br />
It is possible to see many works belonging to the period of<br />
Anatolian Seljuk in Anatolia. The oldest example is the pulpit<br />
of Aksaray Ulu Mosque (1150-55) and immediately after<br />
that, the pulpit of Konya Alaaddin Mosque comes (1155-56).<br />
The pulpits of Harput Sare Hatun Mosque (XII.c.), Siirt Grand<br />
Mosque (XII.c.), Birgi Grand Mosque (1322), Malatya Grand<br />
Mosque (1376-77), Bursa Grand Mosque (1399), Manisa<br />
Ivaz Pasa Mosque (1484) and Niğde Sungur Bey Mosque<br />
(XVI. c.) are the beautiful examples of real kündekâri. 6<br />
In the examples of the imitation kündekâri technique which<br />
is tried to be likened to the real kündekâri technique is<br />
again seen in Anatolia. The preference of this style is largely<br />
similar to the real kündekâri rather than ease of making.<br />
There are three kinds of imitation kündekâri.<br />
1-Stacking-Embossing Kündekari: The laths for frame that<br />
separately for the geometrical parts are prepared are nailed<br />
over the wooden plaques decorated with geometrical / floral<br />
motifs. Important examples of this type are the mimbars of<br />
Ankara Alaeddin Mosque (1197-98), Kayseri Grand Mosque<br />
(1205), Kayseri Huand Hatun Mosque (1237), Divriği Grand<br />
Mosque (1228-29) and Ankara Arslanhane Mosque (1289-<br />
90) and the door wings of Kastamonu Candaroğlu Mahmud<br />
Bey Mosque (1366). 7<br />
2- Driving-Joining Kündekari: all of the pieces shaped like<br />
kündekari are prepared separately and fixed on the wooden<br />
plaque with glue and nail.Examples of this type are mimbar<br />
of Amasya Mehmed Pasha Mosque (1382), the outer door<br />
wings of Merzifon Çelebi Sultan Madrasa (XV. c.) and the<br />
door wings of Ankara Ahi Elvan Mosque (1495).<br />
3- Embossing Kündekari: Wooden pieces in the shape of<br />
kündekari are decorated with embossing. This style is similar<br />
to kündekari technique in its simplistic appearance. Such<br />
examples are the doors of Kayseri Grand Mosque (1205),<br />
Ankara Hoca Pasha Mosque (XIII. c.), Karamanoğlu İbrahim<br />
Bey İmaret (XIII. c.) and Konya Beykehim Mosque (XIII. c.). 8<br />
Leaded Glass: Ottoman architects look for the decoration<br />
in the construction of plastic and building. Thus, they reach<br />
a simple and spacious indoor. They use the decoration only<br />
• 5 Yücel, ibid., 553; Ayla Ersoy, XV. Yüzyıl Osmanlı Ağaç İşçiliği, İstanbul,<br />
1993, 6; Ali Boran, Anadolu’daki İç Kale Cami ve Mescidleri,Türk Tarih<br />
Kurumu Yayınları, Ankara, 2001.<br />
• 6 Yücel, ibid., 554; Zeki Oral, “Anadolu’da San’at Değeri Olan Ahşap<br />
Minberler, Kitabeleri ve Tarihçeleri”, Vakıflar Dergisi, S. V, Ankara, 1962, 26-<br />
34, 35-41, 49-51, 60-64, 71-72, 75; Ersoy, ibid., 9.<br />
• 7 Yücel, ibid., 554; Oral, ibid, 34-35, 41-49, 51.<br />
• 8 Yücel, ibid., 554; Oral, ibid., 72-74; Ersoy, ibid., 15, 17-18, 40
de görülür. Vitrayda da kullanılan cam Osmanlı döneminde<br />
önemli bir sanat dalı halinde gelişmiştir. Vitray sanatının<br />
sadece Anadolu’da değil küçük farklılıklarla Azerbaycan’da<br />
görmek mümkündür. Azerbaycan’da “Şebeke” adını alan bu<br />
süslemenin vitraydan farkı renkli camların alçı yerine ahşap<br />
kayıtlar arasına yerleştirilmesidir. Şebeke süsleme sanatının<br />
en iyi örnekleri Şeki’deki Han Sarayı’nda mevcuttur.<br />
Alçı:Geçmişten günümüze daha çok mimari ve tezyini sanatlarda<br />
kullanılan alçının diğer kullanım alanları özellikle<br />
tıp ve ziraattır. Mimari ve tezyini sanatlarda silmeler, profiller<br />
gibi tezyinatların yanı sıra heykel ve rölyeflerde de kullanılır.<br />
Duvarlarda ve tavanda da sıva olarak kullanıldığı da olur 9 .<br />
Alçı, çoğunlukla çeşitli örneklerde oyulmuş ya da kalıplanmış<br />
ve zaman zaman da boyanmıştır. İslam’ın kurduğu bölgelerarası<br />
yeni bir denge, alçının İran ya da Irak’tan birden<br />
bire ve hızla tüm Müslüman dünyaya yayılmasına neden<br />
olmuştur. X.yüzyıldan sonra İran’da inşa edilen yapıların<br />
neredeyse tamamının iç süslememalzemesi alçı olmaya<br />
başlar. Muhtemelen X. yüzyılda yapılan Nayin Ulu Camii,<br />
doğudaki üç kubbeli mihraplı bölümünün kemer köşelikleri<br />
ve karınlarında, kemerleri taşıyan ayaklarda ve mihrabında<br />
alçı süslenme görünen örneklerdendir. Kemer karınlarında<br />
dilimlenmiş madalyonlar içine işlenmiş palmet kabartmaları<br />
izlenirken, mihrap alınlığını süsleyen bitkisel kompozisyonun<br />
yüzeyden taşırılmış yüksek kabartma olarak işlendiği94<br />
fark edilmektedir 10 .<br />
• 9 C. E. Arseven, “Alçı” Mad., Sanat Ansiklopedisi, C. I, İstanbul, 1983,<br />
38; A. Karaağaç, Beylikler Devri Mimarisinde Alçı Süslemeler, (Selçuk Üniv.,<br />
Sos. Bil. Ens., Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya, 2002, 19-22.<br />
• 10 Karaağaç, a.g.e., 27.<br />
in the surface considered necessary on a limited scale. One<br />
of these decorations is the leaded glass in the windows. The<br />
leaded glass is called as ‘’ revzen-i menhus’’ in Ottomans.<br />
The leaded glasses are made with the patterns created by<br />
placing colored or colorless glass fragments between plaster<br />
moulds in some of the Ottoman mosques. The original<br />
samples of Ottoman’s colored glass windows are seen in<br />
the Istanbul Suleymaniye Mosque and Üsküdar Mihrimah<br />
Mosque. The glass used in the leaded glass developes into<br />
an important art form during the Ottoman period. It is possible<br />
to see the leaded glass art not only in Anatolia but<br />
also in Azerbaijan with small differences. In Azerbaijan, this<br />
decoration called as ‘’Şebeke’’ has a difference from the<br />
laeded glass, which is that colored glasses are placed between<br />
wooden moulds instead of plaster moulds. The best<br />
examples of ‘’Şebeke’’ decorative art are available at the<br />
Han Palace in Shaki.<br />
Plaster: The other uses of plaster which is used in architecture<br />
and decorative arts from past to present are especially<br />
medicine and agriculture. Decorations such as blankings,<br />
profiles as well as sculptures and reliefs are used in architectural<br />
and decorative arts. They are also used as plaster<br />
in walls and roof. 9<br />
Plaster is often carved or molded in various examples and<br />
painted from time to time. A new interregional balance established<br />
by Islam has caused the plaster to spread rapidly<br />
and individually from Iran or Iraq to the whole Muslim world.<br />
• 9 C. E. Arseven, “Alçı” Mad., Sanat Ansiklopedisi, C. I, İstanbul, 1983,<br />
38; A. Karaağaç, Beylikler Devri Mimarisinde Alçı Süslemeler, (Selçuk Üniv.,<br />
Sos. Bil. Ens., Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya, 2002, 19-22.<br />
Decorative Arts<br />
337<br />
Süsleme Sanatları
Common Heritage<br />
338<br />
Ortak Miras<br />
Karahanlılar zamanında muhtemelen XI-XII yüzyıllarda inşa<br />
edilmiş olan Tirmiz Sarayı’nın iç duvarları geometrik, bitkisel,<br />
yazı ve figüratif kompozisyonlardan oluşan alçı panolarla<br />
bezenmiştir 11 . Sivil bir yapı olması nedeniyle figürün çok<br />
rahat kullanıldığı dikkati çekmektedir.<br />
Hamedan’da XII. yüzyılın ikinci yansında inşa edilen Kümbed-i<br />
Aleviyan duvarlarınyüksek kabartma olarak yapılmış<br />
bitkisel kompozisyonlar ve yazı başlıca süsleme temasım<br />
oluşturmaktadır. Oldukça yüksek kabartılan bitkisel motiflerin<br />
üzerleri Samarra B üslûptaki örneklerde olduğu gibi<br />
küçük kareler ve deliklerle süzgeç gibi yeniden işlenmiştir.<br />
Bu süslemeleri Ardistan ve Zevvare Ulu camilerinde de takip<br />
etmek mümkündür 12 .<br />
Büyük Selçuklu dönemine yapılarından Gülpayegan Mescid-i<br />
Cuması, Zevvare Mescid-i Cuması, Ardistan Mescid-i<br />
Cuması, Hemedan Kümbet-i Aleviyan ve Nahcivan Mümine<br />
Hatun Türbesi alçı bezemenin olduğu önmeli örneklerdir.<br />
Anadolu Selçuklularında bir iç süsleme malzemesi olarak<br />
kullanılan alçı, daha çok saray ve köşk gibi sivil yapıların süslenmesinde<br />
kullanılmıştır. Selçuklu dönemi dinî yapılarından<br />
Harput Ulu Camisi (12. YY), Malatya Ulu Camisi (1224),<br />
Konya Sahip Ata Hankâhı (1279-80) ve Ankara Arslanhane<br />
Cami’nde (1290) alçı süslemelere rastlanmaktadır 13 .<br />
Almost all of the constructions built in Iran after the X. century<br />
begin to be used the plaster in their interior decoration.<br />
Nayin Grand Mosque probably built in the Xth century is<br />
one of the examples of plaster decorating seen in the arch<br />
corners and middle of the three-domed section in the east,<br />
in footsteps carrying belts and in its mihrab. While the palmette<br />
relief is engraved in the medallions founded in middle<br />
of the belts, it is noticed that the herbal composition<br />
that embellishes the pediment of the mihrab embossed94<br />
as a high relief. 10<br />
The inner walls of Tirmiz Palace, which was probably built in<br />
the XI-XII centuries during the Karahanlılar period, are decorated<br />
with plaster panels consisting of geometric, vegetal,<br />
writing and figurative compositions. 11 It is noteworthy that<br />
figure is used very freely because it is a civil structure.<br />
Botanic composition and writing which is made as a relief on<br />
the walls of Kümbed-i Aleviyan built in the second half of XII.<br />
Century in Hamedan constitute the main decorative touch.<br />
As in the style of Samarra B’s examples, upper surface of<br />
botanical motif made as a very high relief is embossed with<br />
small squares and holes like a filter again. It is also possible<br />
to follow these decorations in the glass windows of Ardistan<br />
and Zevvare Grand Mosque. 12<br />
• 11 M.Cezar, Anadolu Öncesi Türklerde Şehir ve Mimarlık,İstanbul 1977,<br />
220-221<br />
• 12 Karaağaç, a.g.e., 27.<br />
• 13 Bakırer, a.g.e., 124, 177,<br />
• 10 Karaağaç, ibid., 27.<br />
• 11 M.Cezar, Anadolu Öncesi Türklerde Şehir ve Mimarlık,İstanbul 1977,<br />
220-221<br />
• 12 Karaağaç, ibid., 27.
Alçının Uygulama Teknikleri: Alçısüslemede kalıplama, kazıma<br />
ve malakâri olmak üzere üç teknik görülür ancak daha<br />
çok İran’da gördüğümüz ajur tekniği, kazıma tekniği bu<br />
grup içinde değerlendirilebilir.<br />
Kalıplama Tekniği: Anadolu alçı süslemeciliğinde en çok<br />
benimsenen bu teknikte üretim çabuk ve kolay olmasının<br />
yanı sıra, kaliteli olduğundan tercih edilmektedir. En erken<br />
örneklerine Anadolu öncesi Türk sanatında rastlanmakla<br />
birlikte, en seçkin uygulamaları IX-X. yüzyıl Samarra saraylarında<br />
görülür. Bu teknikte süsleme kalıba bağlı olarak tercih<br />
edilir.Yüzeyi süslemesi düşünülen kompozisyonun birim<br />
örneğinin çıkarılarak ahşap bir kalıba negatif olarak oyulması<br />
ve bu kalıba hazırlanan sıvı haldeki alçının dökülüp,<br />
sertleştikten sonra çıkarılarak harç yardımıyla yüzeye monte<br />
edilmesi söz konusudur. Bu alçı levhaların dayanıklılığını<br />
arttırmak için kalıp içine kendir lifleri de eklenir 14 .<br />
Kazıma Tekniği; Bu teknikte dondurulan alçı yüzeye işlenen<br />
desenin sivri ve sert uçlu bir aletle (kalem) oyulması söz konusudur.<br />
Alçı düz yüzeyli dikdörtgen veya başka boyutlarda<br />
bir kalıba dökülür. Dondurulan bu kalıplara aktarılan kompozisyon<br />
oyulabileceği gibi, alçı hamur halinde duvar yüzeyine<br />
sıvandıktan sonra kuruması beklenip, kuruduktan sonra<br />
kompozisyonun yüzey üzerinde de oyulması yapılabilir.<br />
Kalıplama tekniği gibi kazıma tekniği de, alçının kolaylıkla<br />
oyulabilen bir malzeme olmasından dolayı yaygın olarak<br />
kullanılmıştır. IX. yüzyılda Samarra’da daha sonra İran’da<br />
Samanoğulları ve Büyük Selçuklular’da, Mısır’da Fatımiler’de<br />
bu teknikte yapılmış süzgeç gibi delikli yüzeylere<br />
sahip bitkisel kompozisyonlarla bezenmiş eserler görülür.<br />
Anadolu’da ise bu teknikte yapılmış bir kaç örnek dışında<br />
kullanılmadığını görmekteyiz 15 .<br />
Malakâri Tekniği:Alçının kalemişiyle birlikte kullanılmasıyla<br />
ortaya çıkar. Süslemenin yapılacağı yüzeye alçının<br />
hamur olarak sıvanması birinci aşamadır. Bu sıvama daha<br />
çok mala veya benzeri bir aletle olduğundan teknik adım<br />
bundan alır. Mala ile şekillendirilen yüzeylere boyalı nakışlarla<br />
süslemeler işlenir. Esasen burada daha çok boyalı nakışlar<br />
söz konusudur. Alçı malzeme daha çok duvar yüzeyini<br />
örten bir sıva niteliğindedir. Ahlat Bogatay Aka-Şirin Hatun<br />
Türbesi (XIII. Yüzyılın ikinci yansı) ve Bilecik Orhan Gazi İmareti’nin<br />
süslemeleri bu teknikteki örneklerdir 16 .<br />
Tuğla:Karahanlılar süsleme için bir taraftan alçı kullanırken,<br />
diğer yandan da tuğla örgülerle güzel ve zengin süsleme<br />
• 14 Ö. Bakırer, Onüç ve Ondördüncü Yüzyıl Anadolu Mihrabları, Ankara,<br />
1976, 33-34<br />
• 15 S.S.Blair-J.Bloom, “Stucco and Plastenvork. Islamic Lands.”, The<br />
Dictionary of Art,c.XXIX, Nevvyork 1996, 818-819<br />
• 16 Y.Demiriz, Osmanlı Mimarisinde Süsleme. Erken Devir<br />
(1300-1453),İstanbul 1979, 234-235.<br />
Gülpayegan Mescid-i Cuması, Zevvare Mescid-i Cuması,<br />
Ardistan Mescid-i Cuması, Hemedan Kümbet-i Aleviyan and<br />
Nahcivan Mutine Hatun Tomb are the important examples<br />
of the Great Seljuk period. The plaster used as an indoor<br />
decoration material in the Anatolian Seljuks was mostly<br />
used to decorate civil structures such as palaces and pavilions.<br />
Plaster decorations are found in the Harput Grand<br />
Mosque (12th c.), Malatya Grand Mosque (1224), Konya Sahip<br />
Ata Hankahı (1279-80) and Ankara Arslanhane Mosque<br />
(1290) in religious constructions belonging to the Seljuk<br />
period. 13<br />
Application techniques of plaster: Three techniques such as<br />
moulding, engraving and malakâri (dome, wall and roof relief<br />
art) are known in plaster decoration, but the technique<br />
of hemstitch and engraving mostly seen in Iran, can be<br />
evaluated within this group.<br />
Moulding Technique: In this technique, which is mostly<br />
adopted in Anatolian plaster decoration, is preferred because<br />
it is fast and easy to produce, as well as good quality.<br />
However; the earliest examples are found in pre-Anatolian<br />
Turkish art, the most distinguished practices are seen in Samarra<br />
palaces in IX-X. centuries. In this technique, decoration<br />
is preferred depending on the mold. It is discussed that<br />
the composition thought to decorate its surface is moulded<br />
negatively in a wood mould by casting its a copy and the<br />
plaster in the liquid state is poured into the mould, then put<br />
in the surface with the help of soil mixture after it hardens.<br />
Hemp fibers are also added into the mould to increase the<br />
durability of these plaster plaques 14 .<br />
Engraving Technique; In this technique, the pattern found<br />
in surface of the frozen plaster is carved with a pointed and<br />
hard-tipped tool (pen). The plaster is poured into a mould<br />
with flat surface, rectangle or in other sizes. The composition<br />
transferred into these frozen moulds can be engraved<br />
or it is waited to dry after plastering on the surface of the<br />
wall in the form of plaster paste and then it can be engraved.<br />
Like molding technique, the engraving technique has also<br />
been used extensively because of the fact that the plaster is<br />
easily carved. In IX. century, there are work of arts decorated<br />
with botanical compositions with perforated surfaces like a<br />
filter made in this technique in Samarra, later in Iran, the<br />
Samanids, the Great Seljuks and the Fatimids in Egypt. In<br />
Anatolia, we see that it is not used except for a few examples<br />
made in this technique. 15<br />
Malakâri (dome, wall and roof relief art) Technique: It occurs<br />
• 13 Bakırer, ibid., 124, 177,<br />
• 14 Ö. Bakırer, Onüç ve Ondördüncü Yüzyıl Anadolu Mihrabları, Ankara,<br />
1976, 33-34<br />
• 15 S.S.Blair-J.Bloom, “Stucco and Plastenvork. Islamic Lands.”, The<br />
Dictionary of Art,v.XXIX, Nevvyork 1996, 818-819<br />
Decorative Arts<br />
339<br />
Süsleme Sanatları
Common Heritage<br />
340<br />
Ortak Miras<br />
desenleri meydana getirmişlerdir. Bu arada tuğlaların kalitesi<br />
fevkalade yükselmiş, ayrıca süsleme alanında kullanılmak<br />
üzere cilalı tuğla da yapılmıştır. XI-XII. yüzyılda malzemedeki<br />
gelişme birbirini takip etmiştir. Süslemeli terrakota<br />
imali ve bunların kaplama tekniğiyle duvarlara vurgulanması<br />
bu yüzyıllardadır. Sırlı tuğla yapımı da bu arada görülür.<br />
Tuğlanın bir yüzü ya da terrakota levhaların bazı yerleri<br />
sırlanmıştır. 17<br />
Süslemeli terrakota imali fikri, alçı malzemeyle elde edilen<br />
zengin desenlerin, daha dayanıklı bir malzemeye geçilmesi<br />
arzusundan doğsa gerektir. Süslemeli terakotanın imali ile<br />
alçı süslemeye yakın zenginlikte süsleme elde edilmiştir.<br />
Nitekim bunlara bazı kimseler stukonun (alçı) taklidi gözüyle<br />
bakarlar. Süslemeli terakotanın kullanılmaya başlamasından<br />
kısa bir müddet sonra sırlı tuğlaya geçilmiştir. Horasan<br />
çevresi ve Semerkant’da ise süslemeli terakota ile sırlı<br />
keramik malzemenin aynı zamanda mimariye uygulanmaya<br />
başlandığını gösterecek işaretler seçilmektedir. 18<br />
Bugünkü Tirmiz şehrinin eski kısmındaki saray külliyesi ortalama<br />
yedi bin metre karelik bir alanı kaplar. Sarayın ana inşa<br />
malzemesi tuğla olup duvarlar ve payelerin zengin tuğla<br />
kaplamaları otuzdan fazla değişik örnekle işlenmiştir. Bunlarda<br />
geometrik örnekler esas olup, altıgenlerin içi rozet<br />
çiçekleri ve bitki motifleri ile dolguludur. Tuğla hamurundan<br />
hazırlanıp sonra pişirilmiş, süslemelerde kullanılmıştır.<br />
Bundan başka rozetler, kuşlar, süvariler ve diğer tasvirlerle<br />
süslü cam madalyonlarda duvarlara yerleştirilerek değişik<br />
bir süsleme unsuru meydana getirilmiştir. Ayrıca büyük hayvan<br />
figürleri olarak iki gövdeli tek başlı, kanatlı aslan ve aslan<br />
başlı ve gövdeli arka ayakları üzerine kalkmış bir dev gibi<br />
vücutları bitki motifleri ve rozetlerle süslemeli on çeşit tasvir<br />
görülür. Arkadan öküze saldıran aslan ve grifon figürleri de<br />
bunlar arasındadır 19 .<br />
Karahanlılar tuğla malzemeyle hem güzel hem de dayanıklı<br />
mimariler yaptılar. Tuğla, yapılarda olduğu gibi minarelerde<br />
de aynı zamanda süsleme malzemesi yerine geçmiştir.<br />
Minare gövdeleri dar ve geniş kuşaklar meydana getirilmek<br />
suretiyle tuğla örgülerle süslenmiştir. 20<br />
Türbelerden ise Ayşe Bibi, Özkend Türbeleri de benzer tuğla<br />
süslemelere sahip olup Uzgend türbeleri, Orta Asya Türk<br />
mimarisinde inşaat, süsleme tekniği ve işçilikteki gelişmeleri<br />
izleme olanağı veren önemli eserlerdendir. Üç türbeden<br />
en son inşa edilen Güney Türbe her bakımdan olgunluğun<br />
örneğidir. Orta Asya Türk mimarlık tarihinde önemli bir yer<br />
tutması gereken Güney Türbe hakkında Nusov’un görüş<br />
ve yargısını bu arada nakletmek uygun düşecektir: “Güney<br />
• 17 Cezar, a.g.e., 276<br />
• 18 Cezar, a.g.e., 276<br />
• 19 Oktay Aslanapa, Türk Sanatı, İstanbul 1999, 42<br />
• 20 Cezar, a.g.e., 162<br />
when the plaster is used together with the pen. The first step<br />
is that the plaster is mortared on the surface where the decoration<br />
is made. Because this daubing is made with mala<br />
(trowel) or a similar tool, this tecnique is named for the<br />
‘’mala’’ (trowel). Painted embroidery decoration is made<br />
to the surface formed with trowel. In fact, there are mostly<br />
painted embroideries here. The plaster material is mostly a<br />
daub covering the wall surface. Ahlat Bogatay Aka-Şirin Hatun<br />
Tomb (second half of XIIIth century) and Bilecik Orhan<br />
Gazi Imaret are examples of this technique. 16<br />
Brick: While the Karakhanids use plaster from one side for<br />
decoration, on the other hand they create beautiful and<br />
rich decoration patterns with brickwork. Meanwhile, the<br />
quality of the bricks has increased considerably, and polished<br />
bricks have also been made to use for the decorative<br />
arts. In XI-XIIth century, tThe development of the material<br />
has followed each other. It is these centuries when decorative<br />
terracotta manufacture and its cladding technique<br />
are executed on the walls. Glazed brick is also seen in the<br />
meantime. One side of the brick or some of the terracotta<br />
plaques are glazed. 17<br />
It should be that the idea of decorative terracotta construction<br />
shows up for the desire of carrying the rich patterns<br />
obtained with plaster to a more durable material. With the<br />
construction of decorative terracotta, a decoration close<br />
to plaster decoration is obtained. As a matter of fact, some<br />
people regard stukon (plaster) as an imitation. A short time<br />
after the decorative terracotta begins to be used, people<br />
pass to use the glazed brick. There are some indication that<br />
decorative terracotta and glazed brick are started to be<br />
used in the architecture at the same time around Khurasan<br />
and in Samarkand. 18<br />
The palace complex in the old part of today’s Tirmiz city<br />
occupies averagely an area with seven thousand square<br />
meters. The main building material of the palace is brick<br />
and the rich brickwork of walls and elephant-foots are processed<br />
with more than thirty different examples. Geometric<br />
examples are based on these and hexagons are filled<br />
with rosette flowers and plant motifs. It is prepared from<br />
brick grout and then cooked and used in decoration. Furthermore,<br />
decorative glass medallions that are decorated<br />
with rosettes, birds, cavalry, and other portraits bring a different<br />
decorative element by being placed on walls. There<br />
are also ten types of animal figures such as two-body and<br />
single-headed, winged lion and lion-headed and body, a<br />
giant on its hind legs whose bodies are decorated with plant<br />
motifs and badges. The figure is that lion and griffon attack<br />
• 16 Y.Demiriz, Osmanlı Mimarisinde Süsleme. Erken Devir<br />
(1300-1453),İstanbul 1979, 234-235.<br />
• 17 Cezar, ibid., 276<br />
• 18 Cezar, ibid., 276
Türbede süslemelerin değişik desenlerinin birbiri ile ustaca<br />
ve gayet iyi şekilde kaynaştırılıp bağdaştırılması, zevk inceliğinin<br />
yanı başında kompozisyon gücünü de ortaya koymaktadır.<br />
İncelik, zarafet ve yüksek seviyede işçiliğin şahidi olan<br />
bu eser, Orta çağ Orta Asya mimarisinin yüksek sanat değerini<br />
belirleyen klasik bir eserdir. 21 Gazneli eseri olan Ribat-ı<br />
Mahi’de tuğla örgü ve alçı ile yapılan süslemeler mevcuttur.<br />
Süslemeleriyle Ribat-ı Şerif ve kufi harfli, çiçekli kitabe kuşağı<br />
Aslan Cazip Türbesi’ndeki kitabeye benzerdir.<br />
Büyük Selçuklular’ın İran’daki eserlerinde tuğla ana yapı<br />
ve süsleme malzemesi olarak kullanılır. Tuğlanın geometrik<br />
kompozisyonlarla istiflenmesiyle mescidi cumalarda,<br />
türbelerde, minarelerde, duvar, eyvan, kubbe, kemer v.b<br />
unsurlarda çok zengin bezeneler sağlanır. Çok zaman alcı<br />
ve terakota süsler tuğla ile birlikte kullanılır. Taş eserlerde<br />
tuğla yardımcı malzeme olarak yer alır. Minare, kubbe,<br />
kasnak, kemer, tonoz gibi unsurlarda tuğla kullanılır. Tuğla<br />
bezeme İran’la kıyaslandığında Anadolu’da daha sade tutulmuştur.<br />
XII. yüzyılın ortalarından başlayarak minarelerin<br />
tuğla ve buna paralel olarak çini dekorlarında zenginleşme<br />
görülür. Çift minareler, çift şerefeler, yivli gövdeler, bütün<br />
gövdeyi saran tuğla ve çini bezeme Anadolu’nun bu konuda<br />
getirdiği yeniliklerdir. Artık tuğlalar Büyük Selçuklu örneklerinde<br />
olduğu gibi çeşitli kompozisyonlar meydana getiren<br />
geometrik şekilli satıhlarda değerlendirilir. Baklavalar, üçgenler,<br />
diyagonal hatlar, kufi yazılı bantlar görülür. Büyük<br />
Selçuklu örneklerinden farklı olarak, sırlı tuğla bezeme çoğu<br />
• 21 Cezar, a.g.e., 134<br />
the ducks is among the figures. 19<br />
The Karakhanids make beautiful and durable architects with<br />
brick. As they are in other structures, bricks are replaced by<br />
decoration materials at the same time in the minarets. Minaret<br />
bodies are decorated with brick by making narrow and<br />
wide cinctures. 20<br />
On the other hand, Ayşe Bibi and Özkend Tombs have similar<br />
brick decoration and Uzgend Tombs are important artifacts<br />
which enable to observe construction, decoration<br />
technique and workmanship developments in Turkish architecture<br />
in Central Asia. The Güney Tomb, which is the last<br />
of three tombs to be built, is an example of maturity in every<br />
respect. It would be appropriate to convey Nusov’s view and<br />
judgment about the Güney Tomb, which should have an important<br />
place in the history of Turkish architecture in Central<br />
Asia: “The Güney Tomb has different designs of decorations<br />
that is integrated masterfully and well with each other<br />
reveals the power of composition as well as pleasure and<br />
grace. This work, which is a witness to delicacy, elegance<br />
and high-level workmanship, is a classic work that determines<br />
the high art value in Middle Ages in Central Asian architecture.<br />
21 Ribat-i Mahi, which is a work belonging to the<br />
Ghaznavids, has decorations made with brickand plaster.<br />
With its decorations, the Ribat-i Sharif is similar to the inscription<br />
written with cufic and found in Aslan Cazip Tomb.<br />
• 19 Oktay Aslanapa, Türk Sanatı, İstanbul 1999, 42<br />
• 20 Cezar, ibid, 162<br />
• 21 Cezar, ibid., 134<br />
Decorative Arts<br />
341<br />
Süsleme Sanatları
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />
accusa quo quunt.<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />
quo quunt.<br />
Common Heritage<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
342<br />
Ortak Miras
Süsleme Sanatları<br />
Decorative Arts<br />
343
Common Heritage<br />
344<br />
Ortak Miras<br />
kez tuğlaların arasında bütün gövdeyi kapsar. Çinili süsleme<br />
artık firuzenin yanı sıra patlıcan moru ve kobalt mavisi<br />
de görülmeye başlar. Akşehir Taş Medrese (1250), Kırşehir<br />
Cacabey Medresesi (1272-1273), Afyon Ulu Camisi (1277),<br />
Afyon Kuyulu Mescid (XIII YY sonu), minareleri zengin sırlı<br />
tuğla süslü, düz silindirik gövdeli örneklerdir. XII yüzyılın<br />
ikinci yarısında görülmeye başlayan yivli gövdeli tuğla minareler<br />
yuvarlak veya bir yuvarlak bir sivri yüzlü yivleri ve<br />
bunları örten zengin sırlı yuğla ve çini mozaik dekorlarıyla<br />
Büyük Selçuklu örneklerini de aşan bir bezeme sunarlar.<br />
Konya Ince Minareli ve Sivas Gök Medrese minarelerin de<br />
yivlerin arasındaki kaval silmeler firuze renkli sırlı tuğladandır.<br />
2-3cm çapında, yarım daire şeklindeki sırlı tuğlalar üst<br />
üste sıralanarak bu silmeleri meydana getirir. Anadolu Selçuklularının<br />
yarattığı bu zengin çini dekorlu tuğla minareler<br />
etkilerini İran’da XIII. yüzyılın sonu XIV. yüzyılda İlhanlı minarelerinde<br />
sürdürmüştür. 22<br />
Taş:Anadolu Selçuklu yapılarının cephelerinde anlam yoğunluğu<br />
evrensel bir boyut kazanmıştır ve bu sanat, kentsel<br />
çevreye kattığı biçimsel ve ikonografik mesajlarla, bir kültür<br />
ortamı tanımlamış ve insanları da o ortama davet etmiştir.<br />
Selçuklu Anadolu’sunda bu mesaj yerini bulmuştur. Günümüzde<br />
bile ortaçağ dünyasının kimliğini görkemli Selçuk<br />
taçkapılarının varlığı ile algılınır. Anadolu Selçuklu mimarisinde<br />
taş oyma tekniğinde süsleme programı, taçkapılarda,<br />
pencere ve nişlerde, cephelerin köşe payelerinde, yapı<br />
içinde avlu revaklarında, eyvan cephelerinde, mihraplarda,<br />
kervansarayların avlu mescitlerinde vurgulanmıştır. Bazı yapılarda<br />
bezeme tutkusu neredeyse tüm dolu yüzeyleri doldurma<br />
enerjisiyle karşımıza çıkar. 23<br />
Selçukluların anıtlarını süslemekte kullandıkları motifler,<br />
en başta, halılara ve dokumalara özgü süsleme karakterleriyle<br />
dikkati çeker. Nitekim, bu motiflerin büyük bir kısmı<br />
sırma işlerini andırmaktadır. Kordon şeritler, örgüler, bükülmüş<br />
zırhlar, elbise düğmelerini ve koşum kabaralarını<br />
andıran yuvarlak bu sanatın karakteristik motifleridir. Bunların<br />
yanında, yazı ile ilgili ya da yazıdan gelen motiflerde<br />
görüyoruz. Bina cepheleri, çoğu zaman, yazı şeklindeki bu<br />
motiflerle doldurulmuştur. Kapı ve pencere boşluklarından,<br />
cümle kapılarının, kemerlerinin ve kemer- bentlerin çerçeveleri,<br />
genellikle, arabentler, çokgenler, güller halinde birleştirilmiş<br />
motiflerle süslenmektedir. 24<br />
Selçuklu taş süsleme programında taçkapının yeri birincildir.<br />
Anıtsal kapılar Anadolu Selçuklu mimarisini tanımlayan<br />
öğelerdir. Yapıyı tanımlayan ve neredeyse temsil eden taçkapının<br />
davet edici, kucaklayıcı bir görevi vardır. Taçkapı bü-<br />
• 22 Öney, a.g.e., 70<br />
• 23 Ögel, a.g.m.,311<br />
• 24 Arseven, a.g.e.,76-77; Ali Boran,“Ahlat Taşı (Andezit Tüf)”, Vakıflar<br />
Dergisi,XXV, Ank., 1997, s. 363– 373.<br />
Brick is used as a main structure and decorative material in<br />
the Great Seljuks’ works found in Iran. By stacking the bricks<br />
with geometric compositions, very rich decorations are provided<br />
in the elements such as mosques, tombs, minarets,<br />
walls, iwans, domes, coves. Generally,the plaster and terracotta<br />
decorations are used with bricks. The bricks are used<br />
as an auxiliary material in stone works. It is used in the elements<br />
such as minaret, dome, pulley, squinch. Compared<br />
to Iran, laying brick is more simple in Anatolia.Starting from<br />
the middle of the XIIth century, the enrichment in the bricks<br />
of the minarets and concordantly in the tile decorations is<br />
seen. Twin minarets, twin minaret balconies, strand bodies,<br />
brick covering the whole body and tile decoration are innovations<br />
seen in Anatolia. Anymore, the bricks are evaluated<br />
on the geometric shaped surfaces that bring various compositions<br />
like the examples in the Great Seljuks. Crossed circles,<br />
triangles, diagonal lines, Cufic written bands are seen.<br />
Unlike the Great Seljuks’examples, glazed brick decoration<br />
often covers the whole body among bricks. As well as sky<br />
blue, eggplant purple and kobalt blue are seen in tile decoration.The<br />
minarets of Akşehir Taş Madrasa (1250), Kırşehir<br />
Cacabey Madrasa (1272-1273), Afyon Grand Mosque (1277),<br />
Afyon Kuyulu Mescid (End of XIII. c.) are examples with rich<br />
glazed bricks and plain cylindrical bodies. The brick minarets<br />
with grooved body that is started to be seen in the<br />
second half of the XII century, provides much more than<br />
the examples in the Great Seljuks with rounded groove or a<br />
rounded and pointed groove as well as rich grooved bricks<br />
and tile mosaic decors. The pipes found among the grooves<br />
inthe minarets of Konya Ince Minareli and Sivas Gök Medrese<br />
are also made with turquoise colored glazed bricks.<br />
Glazed bricks that are 2-3 centimeters and in a semi-circular<br />
shape make these mouldings by being piled. The influence<br />
of these rich tile-decorated brick minarets created by<br />
the Anatolian Seljuks has continued at end of the XIII. century<br />
in Iran and in XIV. century in the Ilkhanids’ minarets. 22<br />
Stone: The density of meaning has gained a universal dimension<br />
on the fronts of Anatolian Seljuks’ structures, and<br />
this art has defined a cultural environment with formal and<br />
iconographic messages and has invited people to this environment.<br />
This message was found its own level in Seljuk<br />
Anatolia. Even today, the identity of the medieval world is<br />
perceived by the presence of magnificent Seljuk crown gate.<br />
In the Anatolian Seljuk architecture, the decoration program<br />
in stone carving technique was emphasized in crown<br />
gates, in windows, in niches, in the corners of the foots, in<br />
the cloister of the building, in the facades of the iwans, in<br />
the mihrab, in the courtyard mosques of the caravansaray.<br />
Decoration passion in some structures are seen in almost all<br />
of the filled surfaces. 23<br />
• 22 Öney, ibid., 70<br />
• 23 Ögel, ibid.,311
Decorative Arts<br />
345<br />
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Süsleme Sanatları<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam<br />
accusa quo quunt.<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum<br />
Vitas sum quasped quassintiae nos essedition cumquuntiis et et<br />
ipitint.<br />
Ehendit aut ero odi dolut ut ut eos aut debis re omnihitatem quamus<br />
mil magnihi liquunt volo cuscit doluptis et aut ius quam rem<br />
venima conecaesti nobissitem deliquo et, ut andae sam expeditis<br />
sit harunda esecepreium dunt et est, ab ipici ut et dolesequam accusa<br />
quo quunt.<br />
Ucillandunt. Solo cori net earum quam incitem quuntest imos rero<br />
cum eos moluptae ra net lacea voloris vel magnis rem rernatur,<br />
suntion poreraectore resequi ario. Et eos ut aute voluptium sum
Common Heritage<br />
346<br />
Ortak Miras<br />
tün yapıların tasarımında olduğu gibi büyük kubbeli medreselerde<br />
de önemini koruyarak, X-XI.yüzyıllardaki Karahanlı<br />
yapılarının geleneğinin Anadolu’da sürdüğünü de kanıtlar.<br />
Uygulanan süsleme desenleri ayrı ayrı veya birlikte kullanılan<br />
geometrik, bitkisel ve figürlü olarak sınıflanabilir. Kuşkusuz<br />
yazıda İslami karakterlerin temel öğesi olarak ayrı bir<br />
kategori oluşturur. Çok hafif derinlikte yüzeysel kabartmadan<br />
yüksek kabartmaya kadar değişik plastik karakterlerde<br />
işlenen desenler, yüzeyleri bir ağ gibi kaplar, genellikle<br />
kavranan geometrik kurgulara uysalar bile adeta sonsuz<br />
düzenin parçaları gibi etki yaratırlar. Mimari çizgiler içinde<br />
kalsalar da sanki sonsuz bir alanın bezemesi niteliğinde algılanırlar.<br />
Aslında bu nitelik bütün İslam süsleme sanatları<br />
için geçerlidir. Fakat taş üzerinde, çini veya ahşapta olduğu<br />
gibi, örnekler malzemeye özgü bir karakter kazanmıştır.<br />
Bu sonsuz sıralamada gözlemci geometrik düzenlerde çizgilerin<br />
akışını izler, yüzey üzerinde dolaşır. Motifler birbirine<br />
geçerek, devamlı kesişerek yeni biçimlere olanak verir.<br />
Anadolu’nun taş geçmeleri iki veya üç şeridin örülmesinden<br />
oluşur, oval veya yürek biçimi halkalarla “tutturulanları”<br />
vardır ve daha çok tezhiplerde rastlanan geçmelere benzer.<br />
Örneğin XII. yüzyılın ikinci yarısında Sivas’taki Çifte Minareli<br />
Medrese taçkapısından dönemin zengin tezhipleri tarzında,<br />
yazı ile kaynaşan ve girift düğümlerle bağlanmış geçmeler<br />
vardır. 25<br />
Bitkisel örnekler; bezeme sözlüğünde “rumi” denilen dü-<br />
• 25 Semra Ögel, “Anadolu Selçuklu Mimarisinde Taş Süsleme”,Selçuklu<br />
Çağında Anadolu Sanatı, İstanbul, 2002, 313-314<br />
The motifs which the Seljuks use to decorate their monuments<br />
attract attention with decorative features pertaining<br />
to carpets and weaving first and foremost. As a matter of<br />
fact, most of these motifs resemble brocaded decorations.<br />
Round shape remanding of cord strips, wall, twisted armor,<br />
dress buttons and harness cloutnail is the characteristic<br />
motifs of this art. Besides these, we see motifs related to<br />
writing or from writting. The building facades are often filled<br />
with these motifs in the shape of writing. The door and window<br />
spaces, the frames of arches are usually decorated with<br />
motifs such as dams, polygons, roses. 24<br />
The crown gate comes in first in stone decoration program<br />
in the Seljuks.Monumental gates are elements that describe<br />
the architecture of Anatolian Seljuk. The crown gate<br />
defining and almost describing the structure has an inviting<br />
and embracing task. As it is in the design of all the structures,<br />
the crown gate proves that the tradition of the structures<br />
of Karakhanids in the X-XIth centuries continues in<br />
Anatolia by maintaining its importance in the large domed<br />
madrasahs. The applied decorative patterns can be classified<br />
as geometric, plantal and figurative, used separately or<br />
together. Undoubtedly, it forms a separate category as the<br />
basic element of Islamic characters in writing. The patterns,<br />
which are engraved on different plastic characters from<br />
surface relief in very shallow depth to high relief, register<br />
like pieces of endless order even if they conform to the geo-<br />
• 24 Arseven, ibid.,76-77; Ali Boran,“Ahlat Taşı (Andezit Tüf)”, Vakıflar<br />
Dergisi,XXV, Ank., 1997, p. 363– 373.
zenler iki çatallı yaprak, palmet ve lotusla oluşturulan birleşik<br />
düzenlerdir. Antikiteden bu yana kullanılan palmet,<br />
Selçuklu taş işçiliğinde stilize edilmiş şekliyle en yaygın kullanılan<br />
motiftir. Üç bölümlü bir palmette simetrik olarak iki<br />
yana kıvrılan iki yaprak ortasından sivri bir tepe yaprağı çıkar.<br />
Yan yapraklar sapa yakın yuvarlak “göz”ler halinde kıvrılırlar.<br />
Bu temel şekil pek çok çeşitleme ile kullanılmıştır. Bir<br />
çok kere tepe yaprağı rumilere dönüşmek üzere ayrıktır. Burada<br />
Selçuk bezeme sanatının bir ana motiften varyasyonlar<br />
üretme ilkesinin tipik bir örneği vardır. Yine antikiteden<br />
beri revaçta olan Mısır kaynaklı lotus ile palmetin birleştiği<br />
süs kuşakları (frizler) taşoyma bezemede çok kullanılmıştır.<br />
Rumi ve palmet, tek başlarına veya çiftler halinde, ve yüksek<br />
kabartma olarak, yalın ya da süslü zemin üzerinde işlemiştir.<br />
Bu tutumun en karakteristik örnekleri Divriği ulu camisi<br />
kuzey taçkapısı ve şifahane kapısı, Sivas Çifte Minareli ve<br />
Buruciye Medresesi taçkapılarında uygulanmıştır. Bitkisel<br />
motifler, kıvrım dal kompozisyonlarına girdikleri gibi, bir<br />
eksen halinde de düzenlenmiştir. Düz eksenler üzerindeki<br />
kompozisyonlar kapıların geometrik kurgusuna da en iyi<br />
uyum sağlayan kompozisyonlardır. 26<br />
Mukarnas, basit geometrisine indirgendiği zaman üst üste<br />
dizile hücrelerden oluşan bir sistemdir. Başlıca kullanma<br />
yeri taçkapı girintisi (nişi) üzerindedir. Kapı kemeri üstünde,<br />
yarım kubbesel bir plastik düzen yaratırlar. Anıtsal taçkapıların<br />
hemen hepsinin mukarnaslı kapı nişi vardır. Mukarnaslı<br />
niş süslemeli taçkapılara özgü olarak düşünülebilir. Mukarnas<br />
hücresi bütün içinde bir anlam kazanır. Mukarnasın<br />
algılanmasında, biçim izlenimleri sürekli değişir. Görsel algı<br />
bir biçimden ötekine akar, gölge ve ışık oyunları ile geometrik<br />
biçimler gölge-ışık kontrastı ile hacim kazanırlar. Bütün<br />
kapı nişinin geometrik bir ilkeye göre oyulmuş olduğu hissi<br />
uyanır. Mukarnas, sınırlı bir mekan içinde olsa bile sonsuz bir<br />
oyuğun parçası gibidir. Mukarnasa ayrıca sütun başlıklarında,<br />
konsollarda ve taçkapı çerçevelerinde rastlarız. Anadolu<br />
süslemelerinin örnekleri, çini, ahşap, alçı üzerine işlenen<br />
örneklerle ve el sanatındaki kitap sanatında kullanılanlarla<br />
<strong>ortak</strong> bir sözlüğe sahiptir. Fakat her malzeme ve objeye<br />
özgü motiflerde kuşkusuz vardır. Benzer motifler malzemenin<br />
karakterine bağlı özelliklerde kazanırlar. 27<br />
Asya’da Türkler arasında yaygın olan Şamanizm de doğa<br />
güçlerine insan ve havyan şekilleri verir. Yerle gök arasındakikutsal<br />
varlıklar, resim sanatına girmemekle beraber,<br />
simgesel işaretler olarak kalıcı olmuş ve Anadolu’ya gelmişlerdir.<br />
Şamanın gök yolculuğunda ona yol gösteren kartaldır.<br />
Evrenin ekseni kutsal hayat ağacı, yerle gök arasındaki<br />
bağlantıdır. Ruhlar kuş şekline girer, güneşi, ayı, gezegen-<br />
• 26 Ögel, a.g.m., 315-316; Ali Boran, “Divriği Kale Camiindeki Arslan<br />
Figürlerinin İkonografik Yorumu”,Ortaçağ’da Anadolu Semineri, Prof. Dr.<br />
Aynur Durukan’a Armağan, 8–9 Mayıs 2000, Ankara, 2002, s. 123 – 134.<br />
• 27 Ögel, a.g.m., 319<br />
metric fiction. Even if they remain in architectural lines, they<br />
are perceived as a decoration of endless space. In fact, this<br />
qualification applies to all Islamic decorative arts. However;<br />
as it is on stone, tile or wood, the examples have gained<br />
character pertaining to the materials. In this infinite sequence,<br />
the observer follows the flow of lines in geometric<br />
arrangements, wanders on the surface. Motifs allow for see<br />
new shapes by constantly intersecting. Overlay stones in<br />
Anatolia consist of two or three strips built, there are some<br />
overlay stones oval or heart-shaped stick together with<br />
“rings” and they look like the overlay found in ornamentations.<br />
For example, there are overlay stones combined with<br />
writing and connected with tangled joints in the second half<br />
of XII. Century in the crown gate of Çifte Minareli Madrasah<br />
in Sivas in the rich ornamentations of the period. 25<br />
Plantal samples are joint orders called as ‘’rumi’’ (a kind of<br />
motif) in the dictionary of decoration are formed with twopronged<br />
leaves, palmette and lotus. Palmet, which has<br />
been used since antiquity, is the most widely used motif<br />
as stylized in Seljuk stone work. In a three-part palmette,<br />
a pointed top leaf comes out from the middle two leaves<br />
which are symmetrically curved on both sides. The stipules<br />
are curved in the shape of round ‘’eye’’ close to scape. This<br />
basic form has been used with many variations. On many<br />
occasions, the flower petal is separate for the purpose of<br />
turning into ‘’rumi’’ (a kind of motif). Here is a typical example<br />
of the principle for producing variations from a main<br />
motif of the Seljuks’ decorative arts to produce variations<br />
from a main motif. The friezes, which have been popular<br />
since antiquity and are made of lotus from Egypt and palmates,<br />
have been used extensively in carved decorations.<br />
Rumi (a kind of motif) and palmates have been embossed<br />
either singly or in pairs and plain or decorated surface as a<br />
high relief. The most characteristic examples of this attitude<br />
are applied to the north crown gate and the hospital door of<br />
Divriği Grand Mosque, the crown gates of Sivas Çifte Minareli<br />
ve Buruciye Madrasah. The plant motifs are arranged<br />
in an axis as well as they are in the shape of carved offshoot.<br />
The compositions on the straight axes are the best suited<br />
compositions for the geometric editing of the doors. 26<br />
Stalactite is a system consisting of cells arranged in a row<br />
when reduced to simple geometry. The main place of use<br />
is on the niche of crown gate.They create a half-dome<br />
plastic system on the door belt. Almost all of the monumental<br />
crown gates have a door nishe with stalactite. The<br />
nishe with stalactite can be thought that it pertains to the<br />
crown gates. The nishe with stalactite has a meaning within<br />
• 25 Semra Ögel, “Anadolu Selçuklu Mimarisinde Taş Süsleme”,Selçuklu<br />
Çağında Anadolu Sanatı, İstanbul, 2002, 313-314<br />
• 26 Ögel, ibid., 315-316; Ali Boran, “Divriği Kale Camiindeki Arslan<br />
Figürlerinin İkonografik Yorumu”,Ortaçağ’da Anadolu Semineri, Prof. Dr.<br />
Aynur Durukan’a Armağan, 8–9 May 2000, Ankara, 2002, p. 123 – 134.<br />
Decorative Arts<br />
347<br />
Süsleme Sanatları
Ortak Miras<br />
Common Heritage<br />
348
leri rozetler simgeler, güneş ve ışık temsilcisi aslan ve kimi<br />
zaman karanlık güçleri kimi zaman iyi güçleri temsil eden ve<br />
bereket getirici olan ejder- bu ikisi de hayat ağacının koruyucusudur-<br />
Anadolu taş süslemesinde yerlerini bulur. 28<br />
Taş, Selçuklu devrinden başlayarak Anadolu’nun ana yapı<br />
ve süsleme malzemesi olmuştur. Selçuklu devrinde büyük<br />
beceri geliştiren taş ustaları bu başarılarını Beylikler devrinde<br />
de sürdürmüştür. Orta ve Doğu Anadolu’nun taş işçiliğinde<br />
XIV. ve XV.yüzyıllarda Selçuklu üslubunun etkisi görülür.<br />
Batı Anadolu beyliklerinde ve Osmanlılar’da XIV.yüzyıldan<br />
başlayarak gözlenen daha sade bir anlayışa sahip taş işçiliği<br />
etkisini yüzyıl ilerledikçe diğer bölgelerde de hissettirir.<br />
Beylikler devri eserlerinde taş kabartmaların yanı sıra şebeke,<br />
renkli taş ve kakma işçiliğine de önem verilir. 29<br />
Taş kabartmalar Selçuklu devri düzeyinde olmasa da yapıların<br />
bezemelerinde oldukça önemli yer alır. Yüzeysel işlenen<br />
bu kabartmalar geniş alanlar kaplamaz. Yapı dışında<br />
portallerde, pencere alınlıklarında görülür. Yapı içinde taş<br />
kabartma daha az kullanılır. İznik Yeşil Camii’nde ve sütun<br />
başlıklarında ve yastıklarında işlenen Rumiler, palmetler,<br />
lotuslar yapı içi taş kabartmalarına örnektir. Bursa Yıldırım<br />
Medresesi cephesinde yer alan taş profiller, rozetler, mukarnaslar,<br />
Bursa Ulu Camide portal ve pencere bordürlerinde<br />
görülen geometrik şekiller, kufi yazıyı hatırlatan bordürler,<br />
rumiler, yapı dışında uygulanan taş kabartmalarda<br />
Beylikler devrinin getirdiği yeni anlayışı gösterir. XIV-XV.yüzyıllarda<br />
aynı şehirde bulunan bazı eserlerde oldukça zengin<br />
taş bezemelere rastlarken bir diğerinin daha sade tutulduğunu<br />
görürüz. Geometrik, bitkisel ve yazı motiflerinin dengelenmesinde<br />
de böyle farklılıklar dikkati çeker. XV.yüzyılın<br />
taş işçiliği bakımından en zengin yapılarından olan Amasya<br />
Beyazıt Paşa Camisi ve Bursa Yeşil Camide yazı, bitkisel geometrik<br />
desenler dengeli olarak birlikte uygulanmıştır. XV.<br />
yüzyıl Beylikler devri mihraplarının çoğu taştır. Bu mihrapların<br />
oldukça sade, profilli mermer işçiliği Selçukluların zengin<br />
taş kabartmalı mihraplarından çok farklıdır.<br />
Taş işlemenin en zengin uygulama alanlarından biride<br />
mihrap, taçkapı, kubbe geçişleri, kubbe, sütun ve destek<br />
başlıklarında, bordürlerinde yer alan mukarnaslardır.<br />
Edirne Eski ve Üç Şerfeli, Amasya Bayazıt Paşa, Bursa Yeşil<br />
Cami gibi ünlü eserlerin taçkapılarında gördüğümüz zengin<br />
mukarnaslar Selçuklu taçkapı geleneğin daha gelişmiş<br />
örnekleridir. Mukarnaslarda yer yer görülen sarkıtlar<br />
bu devrin getirdiği yeni bir özelliktir. Bursa Yeşil ve Yıldırım<br />
Camilerinin pencere çerçevelerinde, desteklerinde yer alan<br />
mukarnaslar bu bezemenin çeşitli uygulama alanlarına örnektir.<br />
Mermer şebekeler daha çok son cemaat yerlerinde,<br />
• 28 Ögel, a.g.m., 326<br />
• 29 Gönül Öney, Anadolu Selçuklu Mimari Süslemesi ve El Sanatları,<br />
Ankara, 1992, 28<br />
the whole. In perception of stalactite, impressions of form<br />
change continuously. Visual perception flows from one form<br />
to another, while shadow and light games and geometric<br />
forms gain volume through shadow-light contrast. It arouses<br />
a feeling of that the whole door niches are carved according<br />
to a geometric element. Stalactite is like an endless<br />
piece of niche, even if it is in a limited space. Aın addition,<br />
we can see the stalactite in the column headings, corbels<br />
and crown gates. The samples of Anatolian decorations<br />
have a common dictionary with examples used on tiles,<br />
wood, plaster and those used in handicrafts. But there is no<br />
doubt that there are motifs pertaining to every material and<br />
object. Similar motifs acquire properties that depend on the<br />
character of the material. 27<br />
Shamanism, which is widespread among the Turks in Asia,<br />
gives a place to the elements and the figures of people and<br />
animals. Sacred beings between the place and the sky have<br />
been permanent as symbolic signs as well as not entering<br />
the art of painting and have come to Anatolia. It is the eagle<br />
that leads him through the sky journey. Holy tree of life that<br />
is the axis of the universe is the link between the sky and the<br />
earth. The spirits take the form of birds; the rosettes symbolize<br />
the sun, the moon, planets. While the lion is the representative<br />
of the sun and light, the dragon that represents<br />
sometimes the dark powers and sometimes good powers<br />
brings abundance; both of them are protector of the tree<br />
of life. This makes a perfect sense in the stone decoration<br />
in Anatolia. 28<br />
Stone has been the main building and decoration material<br />
in Anatolia since the starting of the Seljuk period. Stone<br />
masters who have developed great skill in the Seljuk period<br />
have continued these successes in the period of principalities.<br />
The influence of Seljuk style is seen in the stone work of<br />
Central and Eastern Anatolia in XIV. and XV. centuries. Starting<br />
from the XIV. century in the western Anatolian principalities<br />
and the Ottoman Empire, stone workship that has a<br />
more simple understanding shows itself in the other regions<br />
as the century progressed. Besides the stone reliefs; lines,<br />
colored stones and marquetry are important in the structures<br />
of period of principalities. 29<br />
Although the stone reliefs are not at level of the Seljuks,<br />
they are very important in the decorations of the buildings.<br />
These embossments, which are superficially made, do not<br />
cover large areas. They are seen in the crown gates outside<br />
the building and frontal of windows. Stone relief is used less<br />
inside the building. Rumi (a kind of motif), palmet and lotus<br />
which are carved in the column headings and echinuses of<br />
• 27 Ögel, ibid., 319<br />
• 28 Ögel, ibid., 326<br />
• 29 Gönül Öney, Anadolu Selçuklu Mimari Süslemesi ve El Sanatları,<br />
Ankara, 1992, 28<br />
Decorative Arts<br />
349<br />
Süsleme Sanatları
Common Heritage<br />
350<br />
Ortak Miras<br />
mimberlerde, pencerelerde uygulama alanları bulurlar. Geometrik<br />
geçmeli motifleri ile çoğu kez birbirlerinden farklı<br />
programlar sunarlar. İznik Mahmut Çelebi, Milas Firuz Bey,<br />
Bursa Hüdavendigar camilerinin son cemaatlerinde Bursa<br />
Yeşil Caminin pencerelerinde yer alan geometrik kompozisyonlu<br />
mermer şebekeler Beylikler devri süsleme karakterini<br />
gösterir. Renkli mermer ve taşların bir arada kullanılmasıyla<br />
sağlanan hareketli düzeyler devrin özelliğini yansıtır. Bu<br />
tarz süsleme (XI-XIV.YY) Suriye ve Mısır, Eyyubi, Zengi ve<br />
Memluk devri mimarisinde geniş uygulama alanı bulmuştur.<br />
Doğal olarak güney ve güneydoğu Anadolu Bölgesi<br />
Beylikler dönemi yapılarında benzer uygulamalara rastlarız.<br />
Kapı ve pencere kemerlerinde, kilit taşlarında, mihraplarda,<br />
revak kemerlerinde, iki veya daha çok renkte taşla bezemeler<br />
sağlanır. Dönüşümlü olarak iki renk taşla işlenmiş<br />
kemerler Beylikler devri mimarisinde oldukça tutulmuştur.<br />
Edirne Eski, Şahmelek ve Üç Şerefeli camilerde, Amasya<br />
Yörgüç Paşa ve Bayazıt Paşa, Bursa İbn Bezzaz camilerinin<br />
kemerlerinde iki renkli taş uygulamasının başarılı örnekleri<br />
görülmrktedir 30 .<br />
Yazı:Kur’an-ı Kerim’de yazının aracı olan Kalem’in ve bizzat<br />
yazının kendisinin övülmesi, her ne kadar burada fizikî anlamda<br />
kalemin ötesinde yazının ilahi kaynağı kastedilse de,<br />
kalem ve yazıya olan saygı İslam toplumunun karakteristiği<br />
olmuştur. Ayrıca “oku” emri ve hadislerde “Allah’ın yarattığı<br />
ilk şeyin Kalem olduğu” inancı 31 bu durumu pekiştirmiştir.<br />
• 30 Öney, a.g.e., 30-31<br />
• 31 Ebu Dâvûd, Sünen, Sünnet XVI.<br />
Green Mosque of Iznik are the examples of stone relief inside<br />
the building. Stone profiles, rozettes, stalactite found<br />
in Bursa Yıldırım Madrasah, the geometric shapes seen in<br />
crown gate and window borders of Bursa Grand Mosque,<br />
kerbs redolent with cufic, rumi are shown that the period<br />
of principalities brings the new understanding in the stone<br />
relief made outside the building. While very rich stone decorations<br />
are seen in the some works found in the same city<br />
in XIV-XV. centuries, we can see that the other one is more<br />
simple. Such differences in the balance of geometric, plant<br />
and writing motifs are noteworthy. In Amasya Beyazit Pasha<br />
Mosque and Bursa Green Mosque, the richest structures in<br />
terms of stone workmanship in XV. century, the writing and<br />
plantal geometric designs are made together in a balanced<br />
way. Most of the shrines belonging to the period of principalities<br />
in XV. century are stone. These shrines are quite<br />
simple and their profiles from marble. They are very different<br />
from the rich stone relief shrines of the Seljuks.<br />
Stalactite which is found in shrine, crown gate, cupola<br />
pass, dome, column headings, echinuses and nishes is<br />
one of the richest application areas of the stone work. The<br />
rich stalactites which we can see in the famous structures’<br />
crown gates such as Edirne Old Mosque, Edirne Üç Şerefeli<br />
Mosque, amasya Beyazıt Pasha Mosque and Bursa Green<br />
Mosque are the more advanced examples of the crown<br />
gates in the Seljuks’ architecture. The stalactites seen in<br />
places are a new feature that this period brings.Stalactite<br />
which is found in window frames and echinuses of Bursa<br />
Green Mosque and Bursa Yıldırım Mosque are the examples<br />
of various applications of this decoration. Marbles are used<br />
in the narthexes, mimbars and windows. They often provide<br />
different styles with geometric interlocking motifs. Marbles<br />
with geometric composition are found in the window of the<br />
narthexes of İznik Mahmut Çelebi, Milas Firuz Bey and Bursa<br />
Hüdavendigar Mosque show the characters of decorations<br />
in the period of principalities. Living surfaces that are<br />
provided by the use of colored marble and stones together<br />
reflect the feature of this period. This type of decoration<br />
(XI-XIV.c.) has found wide application area in the architecture<br />
of Syria and Egyptia, Ayyubid, Zengi and Mamluk. Naturally<br />
we encounter similar applications in the structures<br />
belonging to the the period of principalities in South and<br />
Southeast Anatolia. Stone decorations are made with two<br />
or more colors in the arches of door and window, key stones,<br />
shrines and colonnade. The arches, which are alternately<br />
handcrafted with two colored stones, are well kept in the<br />
architecture of the the period of principalities. Successful<br />
examples of the application of two colored stones are seen<br />
in Edirne Old Mosque, Edirne Şahmelek Mosque, Edirne Üç<br />
Şerefeli Mosque and in the arches of Amasya Yörgüç Pasha<br />
Mosque, Amasya Bayazıt Pasha Mosque and Bursa İbn Bez-
Böylesi bir zihnî alt yapıdan beslenen İslâm yazı sanatı, gelişimini<br />
sürdürerek tüm bu dine inanan toplumların sanatlarındaki<br />
yerini almıştır. Kitâbeler, bu toplumların sanatında<br />
hem fonksiyonel (inşâ, onarım, bânî, usta, târih gibi bilgi<br />
verme) hem de estetik kaygının sonucu olarak ortaya çıkmışlardır.<br />
Türk tarihinin en erken yazıları, Türkçe olarak Türk kelimesinin<br />
geçtiği ilk örnekler VI. yüzyıldan, Göktürk hükümdarı<br />
Bilge Kağan devrine aittir. Günümüzde Moğolistan sınırları<br />
içinde bulunan yazıtlar, farklı bölgelerdeki 6 adet dikili taştan<br />
oluşmaktadır. 1889 yılında Rus tarihçi Yardinstev tarafından<br />
bulunana yazıtlar üzerine sonradan çok sayıda araştırma<br />
yapılmıştır. 32<br />
Kitâbeler, sadece bânî, usta, tarih vb. bilgileri barındırmakla<br />
kalmaz, aynı zamanda süsleme repertuarına ciddi bir katkıda<br />
bulunurlar. İslam sanatında, dinen yasak olduğu düşünülen<br />
figürden kaçış dolayısıyla, figür dışı süslemelere<br />
yoğunlaşma olduğu şeklindeki kanaat kısmen doğrudur.<br />
Türk-İslam sanatındaki eserlerin çoğunda bulunan süsleme<br />
şekilleri geometrik süsleme, bitkisel süsleme ve yazıdır. Uygulandıkları<br />
esere göre farklılık göstermekle birlikte, genel<br />
olarak, yapılarda çoğunlukla geometrik ve bitkisel süsleme,<br />
mezar taşlarında daha çok yazı sanatına yer verilmiştir. Ancak<br />
bu durumun istisnaları yok değildir. Örneğin Bursa Ulu<br />
Cami’de yazı tüm süslemeye hakim durumdadır. Süsleme<br />
türü ne olursa olsun yazı, süsleme repertuarının vazgeçilmez<br />
öğesidir.<br />
Kitabelerde geçen ayet, hadis, dua, şiir vb. metinler, kitabe<br />
kapsamı içinde ele alınmamakta, çözüme tabi tutulmamaktadır.<br />
Hâlbuki bu metinlerde, o yapıyı bütünleyen içerikler<br />
bulunmaktadır. Örneğin bir rasathanede gökle ilgili, medresede<br />
eğitimle ilgili bir ayet veya hadis bizleri yapının anlam<br />
bütünlüğüne taşıyacak öğelerdendir. Özellikle planındaki<br />
değişme, zamanla yapılan ilavelerle kullanım farklılaşmasına<br />
uğrayan eserlerde, bazen kitabelerdeki ayetler veya<br />
diğer metinler yapı türüne işaret edebilir. Ölüm, ticaret vb<br />
ayetler bize yapının kimliği hakkında bilgi verebilir.<br />
XIII. yüzyılın ortalarına kadar bağımsız levhalarda yüzeye<br />
katılırken, sonraları bezemenin bütünleşmiş parçası haline<br />
gelir. Konya’daki İnce Minareli Medrese taçkapısında Yasin<br />
ve Fetih sureleri yazılı iki geniş şerit, taçkapı nişini çevreler,<br />
tepede birbirine dolanır ve inerler. Taçkapının düzenini bu<br />
şeritler tayin eder.<br />
Kalem İşi:Özellikle dini yapılarda ortaya çıkan bir başka<br />
süsleme sanatı da kalem işidir. Türk kalem işi sanatı, kökeni<br />
Orta Asya’ya, Uygurlar’a dayanan oradan da Anadolu<br />
topraklarına taşınan bir sanattır. Uygurlar’daki duvar süsle-<br />
• 32 Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, İstanbul, 1983, s. 4 vd.<br />
zaz Mosque. 30<br />
Writing: the Pen which is the way of writing the Qur’an is<br />
meant to be a divine source of beyond the physical meaning<br />
here; the respect to the Pen and writing has become a<br />
characteristic of Islamic society. Moreover, ‘’Read!’’order<br />
and the belief in the the prophet muhammad’s sayings that<br />
‘’ the first thing Allah creates is the Pen.’’ 31 reinforce this situation.<br />
The Islamic calligraphy, which is nourished by such<br />
an intellectual infrastructure, has taken its place in the arts<br />
of all these societies believing in this religion by continuing<br />
their development. Inscriptions have emerged as a result<br />
of both in functional (instructions such as constructing, repairing,<br />
father, master) and aesthetic loss in the art of these<br />
societies.<br />
The earliest writings of the Turkish history and the first examples<br />
where the word Turk passes as Turkish belong to the<br />
period of Bilge Kagan Emperor of Gokturk in VI. century. The<br />
inscriptions which is found within the boundaries of Mongolia<br />
consist of 6 stelos in different regions.A number of studies<br />
were later carried out on the inscriptions found by the<br />
Russian historian Yardinstev in 1889. 32<br />
The inscriptions do not contain in itself only informations<br />
such as father, master, history, etc. At the same time, it<br />
makes a serious contribution to the decoration repertoire.<br />
The opinion is partly true in Islamic art that the figure which<br />
is thought to be forbidden is kept away and decorations<br />
not including figures are preferred. The decorative forms<br />
found in the majority of the works in Turkish-Islamic art are<br />
geometric decoration, plantal decoration and writing. Generally,<br />
geometric and plantal ornamentations are mostly<br />
included in the structures, and writing arts are mostly included<br />
in the tombstones, although this differs according<br />
to their practice. However, there are exceptions to this<br />
situation. For example, the writing in Bursa Grand Mosque<br />
possesses all the decoration. Regardless of the type of decoration,<br />
the writing is the indispensable element of the decoration<br />
repertoire.<br />
The textes such as verses, the Prophet Muhammad’s sayings,<br />
prayers, poetry etc. passing in the inscription is not<br />
taken up within the scope of the inscription and are not subject<br />
to resolution. However, there are contents that make up<br />
this structure in these texts. For example, a verse and the<br />
prophet Muhammad’s saying about education in the madrasah<br />
or sky in a observatory are the items that will carry<br />
us to the content integrity. Especially the works that have<br />
change in the plan are subject to become different in using<br />
with the additions made in time and the verses in the in-<br />
• 30 Öney, ibid., 30-31<br />
• 31 Ebu Dâvûd, Sünen, Sünnet XVI.<br />
• 32 Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, İstanbul, 1983, p. 4 et. al.<br />
Decorative Arts<br />
351<br />
Süsleme Sanatları
Ortak Miras<br />
Common Heritage<br />
352
meleri, Anadolu’da bir İslam sanatı olarak gelişmiştir. Kalem<br />
işi ve onun gelişmiş örnekleri olan Malakari ve Edirnekari<br />
Osmanlı Dönemi’ndeki gerek saray konak gibi sivil yapılarda<br />
gerekse dini yapılarda çininin yanında en önemli bezeme<br />
unsuru olarak uygulanır. Kalem işinde önce bir kâğıda geleneğe<br />
uygun şekilde çizilen desen ve motifler daha sonra<br />
uygulanacak yüzeye geçirilir. Yüzeye aktarılmasından sonra<br />
fırçalarla çeşitli renklerle boyanır.<br />
Selçuk mimari süslemesinin bilinmeyen bir yönü, çeşitli yapıların<br />
içini bezeyen fresk şeklinde işlenmiş boyamalardır.<br />
Kubbe, tonoz, kemer, ayak, duvar gibi çeşitli yerlerde kullanılan<br />
geometrik ve bitkisel şekilli boyamalar bugüne güç<br />
seçilebilecek kadar aşılmış bir durumda kalmıştır. Rahmetli<br />
Yımaz Önge’nin araştırmaları sonucu bu şekilde süslenen<br />
Selçuklu yapılarının oldukça yaygın olduğu anlaşılmaktadır.<br />
Boyamalar doğrudan doğruya taş veya bir sıva-astar<br />
tabakası üzerine yapılmaktadır. Benzer süslemeler Beyşehir<br />
Eşrefoğlu Caminde olduğu gibi ahşap üzerine de uygulanmaktadır.<br />
Yılmaz Önge’nin tespit ettiği boyama ve bezemelerin<br />
bazı önemli örnekleri şöylece sıralayabiliriz: Konya<br />
– Beyşehir yolunda Kızılören Han’ın mescidinde mihrap nişi<br />
taş üzerine kırmızı çizgilerle süslenmiştir. Afyon Boyalı Köyde<br />
Kureyş Baba türbesinde moloz taş duvarda, sıva üzerine<br />
kesme taş duvar örgüsünü taklit eden kırmızı çizgiler işlenmiştir.<br />
Konya Aleaddin Camisi’nin kubbeli kısmında (1220<br />
civarı) tuğla kemerlerin harcı üzerine kırmızı zikzaklar, derzlerde<br />
ise yatık “Z” harfleri boyanmıştır. Kemerleri taşıyan taş<br />
ayaklarda ise sıva üzerine tuğla kalınlığına uygun aralıklarla<br />
beyaz çizgiler çizilmiş araları düşey derzleri taklit eder şekilde<br />
beyaz çizgi ve papyona benzer motiflerle bezenmiştir.<br />
Caminin çeşitli yerlerinde başka boyama kalıntıları görülmektedir.<br />
Konya Beyhekim mescidi kubbesinde tuğla örgülerin<br />
derzleri kırmızı çizgilerle belirtilmiştir. Alanya Kalesi’nde,<br />
Alanya Selçuklu köşklerinde ve Alanya yakınında Alara<br />
Kalesi’nde Selçukluların bir bölümünü köşk haline getirerek<br />
kullandıkları Antalya Aspendos tiyatrosunda Konya Aleaddin<br />
köşkünde sıva üzerine işlenmiş çok harap durumda<br />
kırmızı ve siyah renkli zikzaklar, damalı kompozisyonlar yer<br />
alır. Alara Kalesi’nde insan figürüne benzer bazı şekillerde<br />
görülmektedir. 33<br />
Ahşap ağırlıklı camilerin en güzellerinden biri Beyşehir<br />
Eşrefoğlu Camisi’dir. Bu cami, Anadolu’da ahşap kolonlar<br />
üzerine oturan, ahşap yapı malzemelerinin kullanıldığı ve<br />
günümüze kadar sağlam kalabilen camilerin en büyüğüdür.<br />
Yüzyıllar boyunca Türk klasik sanatlarinin bir kolu olan<br />
kalem işi sivil, dini, askeri, mimari yapıların içve dış mekan<br />
süsleme unsuru olarak kullanıldı. Edirne’deki Selimiye Camii’nin<br />
büyük kemerlerinde, Üsküdar Yeni Valide Sultan<br />
• 33 Öney, a.g.e., 85; Ali Boran, “Şam Emeviye Camisi’ne Türklerin<br />
Katkıları” Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi,2009 / 183, İstanbul, 2009, s.<br />
263 -292.<br />
scriptions or other texts can point to the structure. The verses<br />
about death, trade, etc. can give us information about<br />
your identity of the structure.<br />
While it joins the surface on independent plates until the<br />
middle of XIII. century, then it becomes an integral part of<br />
the decoration. Two wide strips written on Yasin and Fetih<br />
surahs in the crown gate of Konya Ince Minareli Madrasah<br />
surround the niches of the crown gate, interlace at the top<br />
and go down. These strips determine the order of the crown<br />
gate.<br />
Hand-drawn: Hand-drawn is an another decorative art that<br />
emerges especially in religious structures. The art of Turkish<br />
hand-drawn is an art whose roots date back to Central Asia<br />
and the Uighurs and then it moves to Anatolia. Wall decorations<br />
in the Uighurs have developed as an Islamic art<br />
in Anatolia. Malakari and Edirnekari (a kind of decoration<br />
technique) which are hand-drawn and its advanced examples<br />
are the most important decoration elements used<br />
both in the civil structures such as the palace, mansion and<br />
religious buildings in addition to the tile in the Ottoman period.<br />
Patterns and motifs that are first drawn in a paper in<br />
accordance with tradition of hand-drawn are passed to the<br />
surface where it will be applied. After transfer to the surface,<br />
it is painted with various colors with the brush.<br />
An unknown aspect of the Seljuk architectural decoration<br />
is the paintings applied in the form of fresco decorated the<br />
inside of the sutructure. The geometric and plantal shaped<br />
paintings are used in various places such as the dome, vault,<br />
arch, foot, wall, etc. have remained etched in such a situation<br />
that one can barely notice. It is understood from the<br />
result of the researches of the deceased Yımaz Önge that<br />
the structuresin the Seljuks which are adorned in this way<br />
are very common. Paintings are applied directly on stone<br />
or on plaster-lining plaques. Similar decorations are made<br />
on wood as well as in Beyşehir Eşrefoğlu Mosque. Some important<br />
examples of paintings and decorations identified by<br />
Yılmaz Önge can be listed as follows: the niche of mihrab<br />
found in the mosque of Kızılören Han on the way to Konya<br />
– Beyşehir are decorated with red lines on the stone. Red<br />
lines that are imitated the stone wall patterns made on the<br />
daub are engraved on the stone wall in Kureyş Baba Tomb in<br />
Afyon Boyalı village. In the domed part of the Konya Aleaddin<br />
Mosque red zigzags (around 1220 pieces) were painted<br />
on the doub of the brick arches, and “Z” letters were painted<br />
on the joints.The stone feet carrying the arches are decorated<br />
with white lines drawn over the daub at suitable intervals<br />
according to the brick thickness and with the motifs in<br />
the shape of bow tie by mimicking vertical joints. There are<br />
other painting remnants in various places of the mosque.<br />
Decorative Arts<br />
353<br />
Süsleme Sanatları
Common Heritage<br />
354<br />
Ortak Miras<br />
Camii ve Çinili Camii’de bulunan özgün kalem işleri, dikkat<br />
çeken örneklerdir.<br />
Çini:Uygurlara kadar uzanan Türk çini sanatı, Büyük Selçuklu’dan<br />
Anadolu’ya geçerek gelişme gösterdi. Uygurlarda<br />
yer döşemesi olarak kullanılan çiniye, Karahanlılar ve Gaznelilere<br />
ait yapılarda da rastlanır. Çini XII. yüzyıldan sonra<br />
Anadolu’da Türklerin inşa ettiği cami, mescit ve mezar anıtlarında;<br />
medrese, şifahane, köşk ve saraylarda yapının iç ve<br />
dış yüzeylerine kaplanarak önemli süsleme öğelerinden biri<br />
haline gelmiştir. Anadolu çinilerinde Büyük Selçuklu sanatında<br />
görülen motiflere yer verilmekle birlikte yeni desen,<br />
renk ve tekniklere uygulanır. dini yapılarda mor, yeşil, firuze,<br />
lacivert rengi sırlanmış çini parçalarının alçı zemin üzerinde<br />
bir araya getirildiği ”mozaik çini tekniği” ve sırlı tuğla göze<br />
çarpar. İslam inancında ibadet edilen yerlerde insan ve<br />
hayvan figürünün bulunması yasak olduğundan genellikle<br />
geometrik desenler, yıldızlı geçmeler, soyut bitkisel motifli<br />
kıvrık dallar ve iri kufi ve sülüs yazılı süslemeleri tercih edilmiştir.<br />
Orta Asya Türk mimarisinin en gösterişli eserleri şüphesiz<br />
Semerkant, Buhara ve Hive’de bulunur. Bu eserlerde de<br />
tuğlaya yapılmış tezyinatın yanında çini süsleme önemlidir.<br />
Cengiz Han’ın yaptığı tahribata rağmen Timurlular zamanında<br />
devlet merkezi olan Semerkant bu sayede pek çok<br />
görkemli yapıya kavuşmuştur. Günümüzde Registan adıyla<br />
bilinen Meydan artık Semarkant’ın sembolü haline gelen<br />
meydandaki Uluğ Bey, Şir Dar ve Tillia Kari medreseleri bir<br />
üçlü oluşturacak simetride ve birbirlerine bakışık olarak inşa<br />
edilmiştir. Cephelerde, taç kapıların yanındaki minarelerde<br />
ve kubbelerde kullanılan mavi çiniler meydanı adeta gökyüzüyle<br />
bütünleştiriyor. Semerkant’ta daha pek çok eserin<br />
yanında Gur-i Mir veya Gur Emir Türbesi olarak adlandırılan<br />
Timur Türbesi de gerek cephesinde gerekse kubbesinde yer<br />
alan çinileriyle dikkat çeker. Özbekistan’da bir başka tarihi<br />
ve önemli merkez olan Buhara’da da pek çok eser göze<br />
çarpar. Burada da medreseler, cami ve mescitler, türbeler<br />
dikkat çeker. Bahaeddin Nakşibendi Külliyesi, Uluğbey<br />
Medresesi, Maderi Medresesi, Çor Minar yani dört minare<br />
gibi yapılar en başta sayılabilir.<br />
Anadolu Selçuklular’ından beri yapılmış en basit çiniler tek<br />
renkli sırla yapılmış levhalardır. Bunlar firuze, lacivert, yeşil<br />
veya mor renklerdedir. Mozaik çinilerde iki çeşittir. Örnekler<br />
ya kakma tekniği olarak önceden hazırlanmış küçük parçaların<br />
bir araya getirilmesinden meydana çıkar, yahut tek<br />
renkli büyük levhalardan kesilen şekillerin birleştirilmesiyle<br />
elde edilir. Anadolu Selçukluları da çini sanatında Büyük<br />
Selçuklulardan alarak yeni bir üslup haline getirmişlerdir.<br />
İran’da kalan en eski çini 1058’de Selçuklular zamanında<br />
yapılmış olup Damgan Cami minaresindeki kitabe çinileri-<br />
The joints of bricks found in the dome of Konya Beyhekim<br />
Mosque are indicated with red lines. Red and black zigzags<br />
and checkered compositions that are made on the daub<br />
and very bad situation are found in the Alanya Castle, in the<br />
pavilion of the Seljuks in Alanya, in the Alara Castle near to<br />
Alanya and in Antalya Aspendos Theater used by the Seljuks<br />
as a pavilion. Alara Castle is seen in some forms similar to<br />
human figures. 33<br />
One of the most beautiful of the wooden dominated<br />
mosque is Beyşehir Eşrefoğlu Mosque. This mosque is the<br />
largest of the mosque in Anatolia that sits on wooden columns,<br />
wooden building materials are used in and has stood<br />
up until today. Hand-drawn that has been a part of Turkish<br />
classical arts for centuries are used as an element of interior<br />
and exterior decorations of civil, religious, military and architectural<br />
constructions. Unique hand-drawns in the great<br />
arches of Selimiye Mosque in Edirne, Üsküdar Yeni Valide<br />
Sultan Mosque and Çinili Mosque are remarkable examples.<br />
The Tile:The art of Turkish tiles dating back to the Uighurs<br />
has developed after it passes from the Great Seljuks to<br />
Anatolia. The tile that is used as flooring in the Uighurs is<br />
also found in buildings belonging to the Karakhanids and<br />
the Ghaznevid. The tile has become one of the important<br />
decoration items after XII. century by covering the interior<br />
and exterior surfaces of the structures such as madrasah,<br />
hospital, pavilion and palace built by Turks in Anatolia. In<br />
the Anatolian tiles; new designs, colors and techniques are<br />
applied as well as the motifs seen in Great Seljuk art. The<br />
pieces of tile glazed with the colour of purple, green, turquoise<br />
and navy blue attract the attention with “mosaic tile<br />
technique” and the glazed brick stripe that are put together<br />
on the plaster ground. Because human and animal figures<br />
is prohibited in the worshipped places according to Islamic<br />
belief; geometrical designs, star shapes, abstract floral<br />
motifs with curling branches, big cufic and a third written<br />
decorations are preferred.<br />
The most spectacular works of Central Asian Turkish architecture<br />
are undoubtedly found in Samarkand, Buhara and<br />
Hive. In these works, it is also important to decorate the tiles<br />
besides the decoration made of bricks. Despite the destruction<br />
of Genghis Khan; Samarkand, which is the state center<br />
in the time of Timurids, has acquired many magnificent<br />
structures by this means.Uluğ Bey, Şir Dar and Tillia Kari Madrasahs,<br />
which are now known as the name of Registan and<br />
have become a symbol of Semarkant, have been constructed<br />
with face to face and symmetrides that will form a trio.<br />
On the facades, the blue tiles used in the minarets and the<br />
• 33 Öney, ibid., 85; Ali Boran, “Şam Emeviye Camisi’ne Türklerin<br />
Katkıları” Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi,2009 / 183, İstanbul, 2009, p.<br />
263 -292.
dir. İranda diğer çini teknikleri hep Selçuklular idaresinde ve<br />
onlar zamanında gelişmiştir. 34<br />
Beylikler devri çini sanatı Selçuklu ve Osmanlı devri ile kıyaslandığında<br />
sönük kalır. XIV.yüzyılda mimaride Selçuklu<br />
geleneği devam etmiş, XV.yüzyılda yeni teknik, renk ve üslubuyla<br />
farklı çiniler yaratılır. Beylik devrinde bir süre Konya’nın<br />
çinicilik merkezi olmaya devam etmiş olmalıdır. İznik<br />
ve Bursa eserlerinin çini malzemeleriyle dikkati çekmeye<br />
başladığı XIV.yüzyıl sonları ve XV.yüzyılda esas merkez muhakkak<br />
İznik,Bursa ve ikinci sırada Kütahya olmuştur. Buna<br />
yeni ekonomik ve politik gelişmeler yol açmıştır. XIV-XV.yüzyıl<br />
çiniciliğinin Selçuklu geleneğini sürdüren, Konya veya<br />
Çevresinin imalatı olması gereken çiniler ve İznik, Kütahya<br />
ve muhtemelen Bursa merkezlerinin ürettikleri farklı bir üslup<br />
getiren çiniler olarak iki ana üslupta ele almamız gerekir.<br />
İznik, Kütahya ve Bursa imalatı çinili eserler özellikle XV.yüzyılda<br />
yoğunlaşır. İznik çinileri bir lonca şeklinde teşkilatlanmıştır.<br />
Başlarında “kaşici başı” vardı. Sipariş alınca ustaları<br />
toplar iş taksimi yapardı. Beylikler devrinde çini malzemenin,<br />
cami, mescid, medrese, türbe gibi dini mimariyle inhisar<br />
ettiği görülmektedir. Ev, köprü, saray, han, hamam, çeşme<br />
ve sebil gibi sivil yapılarda, çini malzeme konusunda bilgi<br />
sahibi değiliz. Muhakkak ki beylikler devri çinili eserleri çok<br />
daha fazlaydı, çeşitli onarımlar veya eserlerinin yok olması<br />
sonucu bu yapıtlar günümüze dek gelememişlerdi. 35<br />
Selçuklular, inşa ettikleri pek çok cami, medrese, kervan-<br />
• 34 Aslanapa,a.g.e., 148<br />
• 35 Öney, a.g.e., s. 35-36<br />
dome next to the crown doors almost<br />
integrate the sky. In addition to many<br />
other works in Samarkand, Timur Tomb<br />
named Gur-i Mir or Gur Emir Türbesi attracts<br />
attention with its tile that is found<br />
both in its front and dome. So many<br />
works attract attention in Bukhara that<br />
is another historical and important center<br />
in Uzbekistan. Madrasahs, mosques<br />
and tombs are striking there. The structures<br />
such as Bahaeddin Naqshbandi<br />
Complex, Uluğbey Madrasah, Maderi<br />
Madrasah, Çor Minar meaning four minarets<br />
are foremost.<br />
The simplest tiles that have been made<br />
since the Anatolian Seljuks are monochrome<br />
glazed plaques. These are<br />
turquoise, dark blue, green or purple<br />
colors. Mosaic is two varieties in tile. Examples<br />
are made either by combining<br />
pre-prepared small pieces with inlay<br />
techniques or by combining shapes cut<br />
from rubious large plaques. The Anatolian<br />
Seljuks also took tile art from the Great Seljuks and<br />
made them into a new style. The oldest tile remaining in<br />
Iran was made in 1058 during the Seljuk period and is the<br />
inscription tile found in the Damgan Mosque’s minaret. The<br />
other tile techniques in Iran were always at the helm of the<br />
Seljuks and they developed in their period. 34<br />
Tile art in the period of principalities pales by comparison<br />
with the period of the Seljuks and Ottomans. In the XIV. century,<br />
the Seljuk tradition has continued in the architecture<br />
and in the XV. century, different tiles were created with new<br />
technique, color and style. It must be so that Konya has<br />
continued to be a tile center for some time during the period<br />
of principalities. After tile works in Iznik and Bursa began<br />
to draw attention with their tile materials in the end of<br />
the XIV. century and in the XV. century, it was certain that<br />
Iznik and Bursa are the main tile center and Kütahya is the<br />
second center. This has led to new economic and political<br />
developments. We have to deal with the tiles as two main<br />
styles; one of them is the tile that maintains the tradition<br />
of the Seljuks’ tile in XIV-XV. centuries is produced in Konya<br />
or its surroundings, the other one is the tile that is probably<br />
produced in Bursa develops different style. Tile works<br />
made in Iznik, Kütahya and Bursa are concentrated in the<br />
XV. century. Iznik tiles are organized as a guild. The head of<br />
this guild is called as ‘’ kaşici başı’’. When the order was received,<br />
he jobshared. During the period of principalities, the<br />
• 34 Aslanapa, ibid., 148<br />
Decorative Arts<br />
355<br />
Süsleme Sanatları
Common Heritage<br />
356<br />
Ortak Miras<br />
saray, türbe ve benzeri eserleri çinilerle süslüdür. Anadolu<br />
Selçuklu devletinin dağılmasından sonra Osmanlı Devleti’nin<br />
kuruluşuyla yeni bir dönem başlamıştır.<br />
DEĞERLENDİME<br />
Türkler gittikleri coğrafyalara kendi kültürlerini beraberlerinde<br />
taşımışlardır. Yüzyıllar boyunca kendi kültürlerini<br />
birlikte yaşadıkları toplumların kültürleriyle de zenginleştirdiler.<br />
Süsleme sanatlarında da Orta Asya’ya birçok yeniliği<br />
bünyelerine katarak ilerlediler. En eski ifadesel anlamı kaya<br />
resimleri üzerinde rastlanmaktadır. Duygu ve düşüncelerini,<br />
aşklarını ve açılarını bu kaya resimleri üzerine kazıdılar. Bu<br />
örneklerden bir kısmı günümüze gelmiştir. Türkler kullandıkları,<br />
eşyaları içten gelerek süslediler. Yaptıkları süslemelerde<br />
geleneğe bağlı kaldılar. Gelenek, görenek ve kültürlerini,<br />
bütün hayatlarını sanatlarına yansıttılar.<br />
Yazı mimaride topluma verilmesi gerekli tüm bilgi ve anlam<br />
derinliğiyanında toplumun sanat anlayışını bir ölçüde süsleme<br />
beğenisini yansıtmaktadır. Yapılarda Fetih süresinin<br />
yada diğer sürelerin yazılmasının derin anlamları vardır.<br />
Üç boyutlu sanat, yani heykel, eski devirlerde en çok mezar<br />
anıtlarında kullanılmıştır. Göktürk, Uygur hatta erken İslam<br />
devirlerinde bu sanat oldukça gelişmişti. Çünkü heykeller,<br />
hemen her mezarda bir mezar taşı olarak kullanılıyordu. İslamiyet’in<br />
kabulünden sonra heykel geleneği, kısmen gerilemiş<br />
ve Ahlat’ta görüldüğü gibi mezar taşlarında desen<br />
ve motif kabartmaları ile güzel yazı öne çıkmıştır. Anadolu<br />
Selçukluları, yeni Türk ve İslam medeniyetinin temellerini<br />
atmaya, Anadolu’yu yeniden imar etmeye başlamışlardır.<br />
Başta başkent Konya olmak üzere Anadolu şehirleri, cami,<br />
medrese, türbe, köşk, kervansaray, han, hamam gibi mimari<br />
eserlerle süslenmiştir. Çoğu Orta Asya’dan gelen, geniş<br />
bir tecrübe ve olgunluğa sahip yetenekli Türk mimarları ve<br />
sanatkarları, yerli mimari ve sanattan yararlanarak Anadolu<br />
Selçuklu taş, çini ve ahşap işçiliğinde çığır açtılar. Mimari<br />
yapılar Selçuklu taş, ahşap ve çini işçiliğinin göz alıcı,<br />
dinlendirici üslubu içinde süslendi ve şaheserler meydana<br />
getirildi. Selçuklulardan kalan mimari eserler özellikle taç<br />
kapılarındaki harika taş işçiliğiyle aradan yüzyıllar geçmesine<br />
rağmen hala göz alıcıdır. Onlar hala hayranlıkla izlenir.<br />
Divriği’deki şifahane ve Ulu Cami Türk taş işçiliğinin belki<br />
de dünya taş işçiliğinin benzersiz bir şaheseri olarak çağlara<br />
meydan okumaktadır. Anadolu Selçukluları ve İlhanlılar<br />
döneminde figürlü süslemede yer alan insan ve fantastik<br />
yaratıklar ile hayvan mücadele sahneleri beylikler dönemiyle<br />
kaybolmuş, figürlü süsleme sona ermesine rağmen<br />
geometrik, bitkisel ve yazılı süslemeler Osmanlı döneminde<br />
gelişerek devam etmiştir.<br />
Çini üzerindeki resimler ve desenler Selçuklu çağından beri<br />
tile was restricted by religious architects such as mosque,<br />
madrasah, and tomb. We do not know anything about tile<br />
materials in civil structures such as houses, bridges, palaces,<br />
inns, baths, fountains and public fountains. Certainly,<br />
the tiled works of the period of principalities were much<br />
more numerous and these works have not survived until today<br />
as a resulf of various repairs or the destruction of these<br />
works. 35<br />
Many mosques, madrasa, caravanserai, tombs and similar<br />
works that were built by the Seljuks are decorated with the<br />
tiles. After the disintegration of the Anatolian Seljuk state,<br />
a new era began with the founding of the Ottoman State.<br />
ASSESSMENT<br />
The Turks have carried their own cultures to the geographies<br />
wherever they go. For centuries they have enriched<br />
their cultures with the cultures of the communities they live<br />
with. In decorative arts, they have also moved to Central<br />
Asia with many innovations by incorporating them. The oldest<br />
expressional meaning is found on rock paintings. They<br />
have sculpted their emotions, thoughts, love and pains on<br />
these rock paintings. Some of these examples have come<br />
until today. They reflect tradition, customs, cultures and all<br />
their lives to their arts.<br />
As well as all the necessary information and the depth of<br />
meaning about writing and architecture given to the society,<br />
the society’s understanding of art reflects their sense of<br />
art at a certain level. There are profound meanings of writing<br />
Surah Al-Fath or other surahs in the structures.<br />
Three-dimensional art, namely sculpture was mostly used<br />
in grave monuments in ancient times. In the Gokturks, Uighurs<br />
and even early Islamic periods; this art has developed<br />
quite a lot. Because the statues were used as gravestones in<br />
almost every grave. After the acceptance of Islam, the tradition<br />
of sculpture partly tapered and the beautiful writing<br />
with reliefs of motifs and patterns in tomb stones came to<br />
the fore as seen in Ahlat. The Anatolian Seljuks have begun<br />
to lay the foundations of the new Turkish and Islamic civilizations<br />
and reconstruct the Anatolian provinces. Anatolian<br />
cities, especially the capital city Konya, are decorated with<br />
architectural works such as mosque, madrasah, tomb, mansion,<br />
caravansary, inn, Turkish bath. Many talented Turkish<br />
architects and craftsmen from Central Asia, who have a<br />
wide range of experience and maturity, have revolutionized<br />
the Anatolian Seljuk stone, tile and wood workmanship by<br />
taking advantage of native architecture and art. The architectural<br />
structions were decorated with a striking, relaxing<br />
style of Seljuk stone, wood and tile workmanship and mas-<br />
• 35 Öney, ibid, p. 35-36
Süsleme Sanatları<br />
Decorative Arts<br />
357
Common Heritage<br />
358<br />
Ortak Miras<br />
büyük bir önem taşır. Bu sanat, Türk güzel sanat kültürünün<br />
en seçkin bir dalıdır. Çini sadece Anadolu’da değil Orta Asya’da<br />
da mimarinin önemli bir unsurudur. Çini, sonraki yüzyıllarda<br />
mimaride Türk süsleme sanatlarının en önemli malzemesi<br />
haline gelmiştir. Hatta bazı camiler çinileriyle anılır<br />
olmuştur. Osmanlılar mozaik çini yerine levha çinileri tercih<br />
edilmiştir. Bu dönemde Bursa, Kütahya ve İznik’te taklidi imkansız<br />
çiniler yapılmıştır. Osmanlı çini sanatı XVI. yüzyılda en<br />
yüksek düzeyine erişmiştir. İznik çini ocaklarında kırmızının<br />
en parlak tonu elde edildi. XVI. yüzyılın sonu ile XVII. yüzyılın<br />
başlarında üretilen çini ve seramiklerde, renk sayısının arttığı<br />
gözlendi. Sırlarda hafif kabarık mercan kırmızısı kullanılmıştır.<br />
Osmanlılarda insan ve hayvan figürlerine pek rastlanmaz.<br />
Bu dönemde bazı kuş çizimleri haricinde bitkisel<br />
süslemenin oluşturduğu natüralist çiçek ve yapraklardan<br />
meydana gelen motifler öne çıktı. Osmanlıların süslemede<br />
en çok kullandıkları öğelerin başında çiçek ve meyveler<br />
gelmiştir. Osmanlı süsleme sanatının en üstün yaratıcılığına<br />
örnek sayılan üst düzeyde bir çiçek bezemesi gelişti. Lale,<br />
karanfil, sümbül, menekşe, narçiçekleri, bahar dalları, üzüm<br />
salkımları ve asma yapraklarının desen olarak kullanıldığı<br />
çini ve seramikler, doğadan bir kesiti yansıtır. Süleymaniye<br />
ve Rüstem Paşa Camii Türk çiniciliğinin en güzel örneklerini<br />
sergiler. Çini için XVII yüzyılın en iyi örneği Sultan Ahmet<br />
Camii’dir. Mercan kırmızısı bu camideki çinilerde yerini tatlı<br />
yeşile bırakmıştır. Bu dönemde ayrıca tabak, kase, vazo,<br />
kandil, kupa, sürahi, ibrik gibi değişik türden eşyalar da aynı<br />
dönemin özellikleriyle üretildi. Günümüze ulaşan bu eserler<br />
çini sanatının şaheserleri olarak korunuyor.<br />
Kalem işleri taş yüzeylere olduğu gibi ahşaba da uygulanır.<br />
Ahşap da eskiden beri süsleme sanatlarımızın merkezinde<br />
olan bir malzemedir. Özbekistan’da, Anadolu’da ve Balkanlar’da<br />
ahşap işçiliğinin en güzel şekilde yansıtıldığı cami ve<br />
tekkeler yaşamaya devam ediyor.<br />
Kündekari Türk ahşap süsleme sanatlarının zirvelerini oluşturur.<br />
Bu sanatlarla yapılan minberler, kapı ve pencereler<br />
hala şaşkınlıkla izlenir. Kündekari süsleme amaçlı bir doğramacılık<br />
tekniğidir. Daha çok kapı pencere ve dolap kanatları,<br />
minber ve kürsülerde uygulanan kündekarinin en güzel<br />
örnekleri Mısır, Suriye ve Anadolu’da görülür. Kündekari<br />
sanatı öylesine değerli bir sanattır ki, Selçuklu ve Osmanlı<br />
eserlerinin yanında günümüzde yapılan önemli camilerin<br />
bazı ahşap işleri de bu sanatla tezyin edilir.<br />
Türk süsleme sanatlarında taş ve mermer başta olmak üzere<br />
ahşap, cam, çini ve değişik metaller kullanılmıştır. Bu malzemeler<br />
bir kısmını adını bildiğimiz ama çoğunlukla meçhul<br />
ustaların ince işçiliğiyle birer sanat eserine dönüşmüştür.<br />
Çoğunluğu tabiattan elde edilen boyalarla tezyin edilmiş<br />
ve rengarenk bir dünya oluşturulmuştur. Bir kısmını yanterpieces<br />
were created. The architectural monuments from<br />
the Seljuks are still eye-catching with their marvelous stone<br />
work on the crown gates in spite of that many centuries pass.<br />
They are still admired. The Hospital and the Grand Mosque<br />
in Divriği challenge the ages as a unique masterpiece of<br />
Turkish stone work and perhaps world stone work. During<br />
the Anatolian Seljuks and Ilkhanids period, human and fantasy<br />
creatures as well as animal fighting scenes were lost in<br />
figurative decoration in the period of principalities. Despite<br />
the end of figurative decoration; geometrical, plantal and<br />
written decorations have continued in the Ottoman period.<br />
The paintings and designs on tile have been of great importance<br />
since the Seljuk period. This art is one of the most<br />
distinguished branch of Turkish fine art culture. Tile is an<br />
important element of architecture not only in Anatolia but<br />
also in Central Asia. Tile has become the most important<br />
material of Turkish decorative arts in architecture for the<br />
following centuries. In fact, some of the mosques have<br />
referred with the tile. The Ottomans preferred tile plaques<br />
instead of mosaic tiles. Inimitability tiles were made in Bursa,<br />
Kütahya and İznik during this period. Ottoman tile art<br />
reached the highest level in XVI. century. The most brilliant<br />
tone of red was obtained in Iznik tile burners. In the tiles and<br />
ceramics which, were produced at end of the XVI. century<br />
and in the beginning of XVII. century, it was observed that<br />
the number of colors increase. Slightly puffy coral red was<br />
used in the glost. There are not many human and animal<br />
figures in the Ottomans. In this period, the motifs arising<br />
from the naturalist flowers and leaves consisting of plantal<br />
decorations came to the forefront except for some bird<br />
drawings in this period. The main items that were mostly<br />
used in the decorations by the Ottomans were flowers and<br />
fruits. A high-level floral decoration which is regarded as an<br />
example of the supreme creativity of the Ottoman decorative<br />
art has emerged. Tulip, carnation, hyacinth, violet, lilies,<br />
spring branches, grape clusters and vine leaves that are<br />
used as pattern on the tiles and ceramics reflect a slice of<br />
nature. Süleymaniye and Rüstem Pasha Mosque have exhibited<br />
the most beautiful examples of Turkish tile. The best<br />
example of XVII. century for tile is Sultan Ahmet Mosque.<br />
Coralline colour gives its place to mellow green colour in tile<br />
of this mosque. During this period, various kinds of things<br />
such as plates, bowls, vases, oil lamps, mugs, carafes and<br />
pitchers were produced with the same characteristics of<br />
period. These artifacts reaching today are protected as the<br />
masterpieces of tile art.<br />
Hand-drawn is also applied to wood as well as stone surfaces.<br />
Wood is also a material that has always been at the center<br />
of our decorative arts. The mosques and islamic monasteries<br />
in which woodworking is best reflected has continued
sıtabildiğimiz bu dünya, ilk dönemlerdeki acemi resim ve<br />
desenlerden dünyanın gıptayla baktığı şaheserlere kadar<br />
büyük bir çeşitliliği barındırır. Orta Asya’dan Avrupa içlerine<br />
kadar çok geniş bir coğrafyada yer alan Türk süsleme sanat<br />
örnekleri bakanları, görenleri şaşırtmayı, etkilemeyi sürdürmekte<br />
olup sanat idrakimizi gayba yükseltmenin önemli bir<br />
aracı olmaya devam etmektedir.<br />
KAYNAKLAR<br />
• ARSEVEN, Celal Esad; Türk Sanatı, İstanbul, 1973.<br />
• ARSEVEN, Celal Esad; “Alçı” Mad., Sanat Ansiklopedisi, C. I, İstanbul, 1983.<br />
• ASLANAPA, Oktay; Türk Sanatı, İsanbul, 1999.<br />
• BAKIRER, Ö.; Onüç ve Ondördüncü Yüzyıl Anadolu Mihrabları, Ankara, 1976.<br />
• BLAIR S.S. - BLOOM J., “Stucco and Plastenvork. Islamic Lands.”, The<br />
Dictionary of Art,c.XXIX, Nevvyork 1996, 818-819.<br />
• BORAN, Ali; “Divriği Kale Camiindeki Arslan Figürlerinin İkonografik<br />
Yorumu”,Ortaçağ’da Anadolu Semineri, Prof. Dr. Aynur Durukan’a<br />
Armağan,8–9 Mayıs 2000, Ankara, 2002, s. 123 – 134.<br />
• BORAN, Ali;Anadolu’daki İç Kale Cami ve Mescidleri,Türk Tarih Kurumu<br />
Yayınları, Ankara, 2001.<br />
• BORAN, Ali;“Ahlat Taşı (Andezit Tüf)”, Vakıflar Dergisi,XXV, Ank., 1997, s.<br />
363– 373.<br />
• BORAN, Ali;“Şam Emeviye Camisi’ne Türklerin Katkıları” Türk Dünyası<br />
Araştırmaları Dergisi,2009 / 183, İstanbul, 2009, s. 263 -292.<br />
• CEZAR, Mustafa; Anadolu Öncesi Türklerde Şehir ve Mimarlık, İstanbul,<br />
1977.<br />
• DEMIRIZ Y., Osmanlı Mimarisinde Süsleme. Erken Devir<br />
(1300-1453),İstanbul 1979.<br />
• ERSOY, Ayla; XV. Yüzyıl Osmanlı Ağaç İşçiliği, İstanbul, 1993.<br />
• KARAAĞAÇ, A.; Beylikler Devri Mimarisinde Alçı Süslemeler, (Selçuk Üniv.,<br />
Sos. Bil. Ens., Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya, 2002.<br />
• KOÇ, Turan; “İslam Estetiği ve Sanat”, İslam ve Sanat, Istanbul,2015, 23-29<br />
• KÜRKLÜ, Gökhan; “Geleneksel Türk Ahşap Sanatı Kündekari ve Günümüz<br />
Teknolojisine Sahip Atölye Ortamında Yapılabilirliği”, Afyon Kocatepe<br />
Üniversitesi Fen Bilimleri Dergisi, 11, Afyonkarahisar, 2011, 13-20.<br />
• ORAL, Zeki; “Anadolu’da San’at Değeri Olan Ahşap Minberler, Kitabeleri ve<br />
Tarihçeleri”, Vakıflar Dergisi, S. V, Ankara, 1962, 23-79.<br />
• ÖGEL, Semra; “Anadolu Selçuklu Mimarisinde Taş Süsleme”, Selçuklu<br />
Çağında Anadolu Sanatı, İstanbul, 2002.<br />
• ÖNEY, Gönül; Anadolu Selçuklu Mimari Süslemesi ve El Sanatları, Ankara,<br />
1992.<br />
• ÖZKURT, Kemal; İsfahan’da Büyük Selçuklu ve İlhanlı Dönemi Mimari<br />
Eserleri, (Yüzüncü Yıl Üniv., Sos. Bil. Ens. Yayınlanmamış Doktora Tezi), Van,<br />
2005.<br />
• PANCAROĞLU, Oya; “Resimli ve Tasvirli El Yazmaları”, Anadolu Selçukluları<br />
ve Beylikler Dönemi Uygarlığı 2, Ankara, 2006.<br />
• YÜCEL, Erdem; “Kündekari”, DİA, c. 26, İstanbul, 2002, 553-54.<br />
to live in Uzbekistan, Anatolia and the Balkans.<br />
Kündekari forms the summits of Turkish wooden decorative<br />
arts. Minarets, doors and windows made with these arts are<br />
still stunned. Kündekari is a technique of woodwork for decoration.<br />
The most beautiful examples of kündekari made<br />
in the wings of door, windows and cabinet as well as minbar<br />
and pulpits are mostly seen in Egypt, Syria and Anatolia.<br />
Kundekari art is such a valuable art that some wooden<br />
works of the important mosques built today are decorated<br />
with this art besides the Seljuk and Ottoman works.<br />
Especially stone and marble, wood, glass, tiles and various<br />
metals are used in Turkish decorative arts. Some of these<br />
materials are known by the name of the artist, but most of<br />
them are transformed into works of art by the fine craftsmanship<br />
of unknown craftsmen. Most of them are decorated<br />
with the colours taking from the nature and a colorful<br />
world has been created. This world, which we can reflect a<br />
part of, contains a great diversity from the simple paintings<br />
and designs to the masterpieces that the world admires enviously.<br />
The examples of Turkish decorative arts, which are<br />
located in a vast geographical area from Central Asia to Europe,<br />
continue to amaze and influence the people and to be<br />
an important way for improving our sense of art.<br />
REFERENCES<br />
• ARSEVEN, Celal Esad; Türk Sanatı, İstanbul, 1973.<br />
• ARSEVEN, Celal Esad; “Alçı” Mad., Sanat Ansiklopedisi, V. I, İstanbul, 1983.<br />
• ASLANAPA, Oktay; Türk Sanatı, İsanbul, 1999.<br />
• BAKIRER, Ö.; Onüç ve Ondördüncü Yüzyıl Anadolu Mihrabları, Ankara, 1976.<br />
• BLAIR S.S. - BLOOM J., “Stucco and Plastenvork. Islamic Lands.”, The<br />
Dictionary of Art,v.XXIX, Nevvyork 1996, 818-819.<br />
• BORAN, Ali; “Divriği Kale Camiindeki Arslan Figürlerinin İkonografik<br />
Yorumu”,Ortaçağ’da Anadolu Semineri, Prof. Dr. Aynur Durukan’a<br />
Armağan,8–9th May 2000, Ankara, 2002, p. 123 – 134.<br />
• BORAN, Ali;Anadolu’daki İç Kale Cami ve Mescidleri,Türk Tarih Kurumu<br />
Yayınları, Ankara, 2001.<br />
• BORAN, Ali;“Ahlat Taşı (Andezit Tüf)”, Vakıflar Dergisi,XXV, Ank., 1997, p.<br />
363– 373.<br />
• BORAN, Ali;“Şam Emeviye Camisi’ne Türklerin Katkıları” Türk Dünyası<br />
Araştırmaları Dergisi,2009 / 183, İstanbul, 2009, p. 263 -292.<br />
• CEZAR, Mustafa; Anadolu Öncesi Türklerde Şehir ve Mimarlık, İstanbul,<br />
1977.<br />
• DEMIRIZ Y., Osmanlı Mimarisinde Süsleme. Erken Devir<br />
(1300-1453),İstanbul 1979.<br />
• ERSOY, Ayla; XV. Yüzyıl Osmanlı Ağaç İşçiliği, İstanbul, 1993.<br />
• KARAAĞAÇ, A.; Beylikler Devri Mimarisinde Alçı Süslemeler, (Selçuk Üniv.,<br />
Sos. Bil. Ens., Yayınlanmamış Doktora Tezi), Konya, 2002.<br />
• KOÇ, Turan; “İslam Estetiği ve Sanat”, İslam ve Sanat, Istanbul,2015, 23-29<br />
• KÜRKLÜ, Gökhan; “Geleneksel Türk Ahşap Sanatı Kündekari ve Günümüz<br />
Teknolojisine Sahip Atölye Ortamında Yapılabilirliği”, Afyon Kocatepe<br />
Üniversitesi Fen Bilimleri Dergisi, 11, Afyonkarahisar, 2011, 13-20.<br />
• ORAL, Zeki; “Anadolu’da San’at Değeri Olan Ahşap Minberler, Kitabeleri ve<br />
Tarihçeleri”, Vakıflar Dergisi, S. V, Ankara, 1962, 23-79.<br />
• ÖGEL, Semra; “Anadolu Selçuklu Mimarisinde Taş Süsleme”, Selçuklu<br />
Çağında Anadolu Sanatı, İstanbul, 2002.<br />
• ÖNEY, Gönül; Anadolu Selçuklu Mimari Süslemesi ve El Sanatları, Ankara,<br />
1992.<br />
• ÖZKURT, Kemal; İsfahan’da Büyük Selçuklu ve İlhanlı Dönemi Mimari<br />
Eserleri, (Yüzüncü Yıl Üniv., Sos. Bil. Ens. Yayınlanmamış Doktora Tezi), Van,<br />
2005.<br />
• PANCAROĞLU, Oya; “Resimli ve Tasvirli El Yazmaları”, Anadolu Selçukluları<br />
ve Beylikler Dönemi Uygarlığı 2, Ankara, 2006.<br />
• YÜCEL, Erdem; “Kündekari”, DİA, v. 26, İstanbul, 2002, 553-54.<br />
Decorative Arts<br />
359<br />
Süsleme Sanatları
Doç. Dr. Hikmet ATİK, Doç. Dr. Mustafa YILDIRIM<br />
Bilge Yapım<br />
İman esaslarından “kitaplara iman” çerçevesinde<br />
Kur’an merkezli bir kitap kültürü oluşmuştur.<br />
Within the framework of the rudiments of faith as “faith in books”, a Qur’an<br />
base book culture has been formed.
Türkler tarihi süreç içerisinde gruplar halinde İslam’ı kabul ettikten sonra yeni girdikleri<br />
bu dinin bütün değerlerine gönülden bir bağla bağlanmışlardır. Bu çerçevede dinî kelime<br />
ve kavramlar, sosyal ve kültürel hayatta yer etmeye başlamıştır. İman esaslarından<br />
“kitaplara iman” çerçevesinde Kur’an merkezli bir kitap kültürü oluşmuştur. Örneğin kitap<br />
ciltleri konusunda birçoğu Türk üslûbunun klasik döneminde gelişen malzemelerine<br />
göre; deri, kumaş, ebrulu, murassa, lake ya da süsleme tekniğinden hareketle de<br />
şemseli, zilbahar, yekşah, zerduz, çârkûşe gibi adlandırmalar ortaya çıkmıştır.<br />
17<br />
Kitap Sanatları<br />
Book Arts<br />
After their acception of Islam in groups in the historical process, The Turks have most<br />
sincerely adhered to all the values of this new religion. In this context religious words<br />
and concepts have begun to ingrain in social and cultural life. Within the framework of<br />
the rudiments of faith as “faith in books”, a Qur’an base book culture has been formed.<br />
For example, concerning the binding, in accordance with the materials developed<br />
during the classical period of many of the Turkish style, leather, fabric, marbling, murassa<br />
( a special form in which certain materials and precious stones such as made of ivory,<br />
mother-of-pearl, gold, ruby, jade, emerald and material are fit on to the cover.) lacquer<br />
or on the basis of the ornamentation technique, the names like şemseli (a binding form,<br />
which take its name from the wrought motif on leather, vary according to the style of<br />
ornamentation), zilbahar (an ornamentation, also known as zerbahar, including lines<br />
drawn in the shape of bars by using crushed gold on the cover, it is located in the middle<br />
part or on the entire surface of the cover), yekşah (the motifs are made by pressing on<br />
the leather surface with a pointed metal tool called “yekşah”), zerduz (a binding style<br />
which is processed on the leather with the lace yarn), çarkûşe ( another binding form,<br />
coated with velvet or patterned embroidered fabrics, and the leather surrounded by the<br />
edges to make triangular bracket on the corners ) have emerged.
Common Heritage<br />
362<br />
Ortak Miras<br />
Tarih boyunca Türk devletlerinin farklı tarzlarda cilt üslûbu<br />
ve tekniği geliştirdikleri görülmektedir. Bunda bölgesel ve<br />
coğrafi etkenler olmakla beraber, öne çıkan hususun kitap<br />
sevgisi ve sanat zevki olduğunu söylemek mümkündür. Örneğin:<br />
Karahanlılar Devri cilt sanatı ve tekniği arasında farklı<br />
yönler göze çarparsa da ciltlerde kullanılan malzemeler,<br />
teknik ve desenler <strong>ortak</strong> özellikler yansıtabilmektedir.<br />
Aynı şekilde Osmanlı Dönemi ciltleri için de benzer şeyleri<br />
ifade edebiliriz. Kitap ve okuma merakı malum olan Fatih’in<br />
özel kütüphanesini oluşturan kitaplar hattıyla, tezhibiyle,<br />
cildiyle, hatta kâğıdıyla Türk kitap sanatında döneme damgasını<br />
vuran başlı başına bir üslûp oluşturarak yeni bir sanat<br />
çığırı açmıştır. Bu dönemde maharetli ustalarca yapılan ve<br />
her biri sanat eseri olan ciltler,diğer Türk devletleri Timurlular,<br />
Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Memlüklerin son devirlerindeki<br />
ciltlerle benzerlik gösterirse de üslûpları farklıdır.<br />
Bu döneme ait örneklerin kabartma motiflerinin farklı yöntemlerle<br />
altınlanmak yani tezhiblemeksuretiyle yapılmış<br />
süsleri, o asırda benzerine başka bir toplumda rastlanmayan<br />
bir sanat eseri niteliğinde mükemmel ciltlerin meydana<br />
getirildiğini göstermektedir.<br />
Kitapların sadece cildi bir sanat eseri olarak meydana getirilmeyip<br />
onun yazılarının daha değerli olduğunu burada<br />
vurgulamak gerekir. Bu eserlere can veren yazılar da farklı<br />
hattatlar ve farklı yazı karakterleriyle yine sanatlı olarak ortaya<br />
çıkmıştır. Allah kelamını en güzel şekilde yazma gayretiyle<br />
ortaya çıkan hat sanatı etrafında diğer kitap sanat-<br />
Throughout history, it has been seen that the Turkish states<br />
have developed various binding styles and technique. It<br />
is possible to say that along with regional and geographical<br />
factors, it is the book loving and artistic highbrow are<br />
the prominent matters in effect. For instance in Karakhanids<br />
period, while there are different conspicuous aspects<br />
among binding art and technique, binding materials, techniques<br />
and patterns can reflect common features.<br />
Likewise, we can express similar things for the bindings of<br />
the Ottoman period. The books that compose the private<br />
library of Fatih (Mehmed the Conqueror), whose curiosity<br />
of book and reading is wellknown, ushered in an artistic<br />
period by creating a style individually that dominated the<br />
era in Turkish book art, with its calligraphy, illumination<br />
and gilding, binding, and even paper. In this period, bindings<br />
that created by the skilful artisan binders, even bear<br />
resemblance to the bindings of the Other Turkish states as<br />
Timurids, Karakoyunlu, Akkoyunlular and in last decades<br />
of Mamluks, but the styles are different. The ornaments of<br />
embossed motifs of the specimens of this turn, made up by<br />
different means, like overlaiding with gold or gilding, show<br />
that perfect bindings were produced in the form of a work<br />
of art that was not found in another society in the same<br />
century. It is important to accentuate here that books are<br />
not only brought to the market as a binding work of art, but<br />
that their writings are more valuable. The writings that gave<br />
life to these works also came out in artisanal manner with<br />
different calligraphers and different writing characters. Also
larıda teşekkül etmiştir. Dolayısıyla yazı yani hat, merkezde<br />
olmak üzere aynı şekilde farklı dönemler ve farklı devletlerce<br />
şaheserler ortaya koyulmuştur.<br />
Baştanbaşa bir kitap medeniyeti olarak ifade edebileceğimiz<br />
milletimizin tarihî serencamı içerisinde kitabın yeri<br />
tartışmasızdır. Bu yüzdendir ki medeniyetimizi inşa eden<br />
<strong>ortak</strong> ve güçlü kültürün nesillere aktarılmasında etkili olan<br />
kitaplar,hakettiği kıymeti almıştır. Bu kıymetin bir yansıması<br />
olarak, kitaba sanat zevki yüksek ve mahir ustalarca yapılan<br />
tezhipler de verilen bu değerin önemli bir tezahürü olarak<br />
karşımıza çıkar. Bu cümleden olarak kitaplarımızın, zahriyesindenserlevhasına,<br />
durağından hatimesine, ferağ kaydına<br />
kadar her yerde bu geleneksel sanatımızın yansımalarını<br />
görmek mümkündür.<br />
Şimdi kültür coğrafyamızda ve medeniyetimizde çok önemli<br />
bir yere sahip olan kitap ve onu oluşturan cilt, hat ve tezhib<br />
hakkında bilgiler vermeye çalışalım.<br />
HAT<br />
Birdençok noktanın peş peşe gelmesiyle meydana gelendoğruya<br />
hat denir. Arapçada çizmek anlamındaki “h-t-t”-<br />
kökündenoluşansözcük, sözlükte “çizgi, yazı, yol” gibi anlamlara<br />
gelir. Yazıyı estetik kurallara bağlı olarakdengeli ve<br />
güzel bir biçimde yazma sanatı, “hüsn-i hat” olarak adlandırılır.<br />
Hüsn-i hatla meşgul olan sanatkâra “hattat” denir.<br />
Hattatlar, asırlardır usta çırak usulüyle yetişmişlerdir.<br />
Romalılar zamanında Kızıldeniz ve Şam arasındaki coğrafyada<br />
yaşamış olan Nebat kavminin yazısı, Araplar tarafından<br />
benimsenmiş ve geliştirilmiştir.İslam öğretisinin ayetlerinin<br />
gelmesiyle birlikte makılî de denilen geometrik, dik<br />
ve köşeli hatla kitap hâline getirilmiş ilk metin, Kur’an-ı Kerim’dir.<br />
Deri üstüne mürekkeple noktasız ve harekesiz olarak<br />
yazılmıştır. Zaman içerisinde “meşk tara” yazı, yuvarlak ve<br />
yumuşak karakterinden dolayı sanat icrasına uygun bir hale<br />
gelmiştir. Emevîlerdöneminden itibaren yazı çeşitleri gelişmeye<br />
başlamış ve ölçülü olarak şekillenmeye başlayan yazılar<br />
“aslî” ve “mevzun hat” ismiyle anılmıştır. İlk İslam yazısı<br />
olan kûfi hat, aklâm-ı sitte (sülüs, nesih, muhakkak, reyhâni,<br />
rikâ’, tevkî’)’nin yayılışına kadar bol bol kullanılmıştır. Yazının<br />
ölçülerini tespit eden ve bir sistem oluşturan, ünlü Arap vezir<br />
ve hattatı İbnMukle’dir. Aklâm-ı sitteden ayrı üslüpta gelişen<br />
talik, nesta’lik, divanî, celî divanî, rik’a, tuğra ve siyâkat<br />
da önemli yazı türleridir.<br />
Türklerin hat sanatıyla meşguliyetleri, Müslüman olmalarıyla<br />
başlar. Anadolu coğrafyasında İbnü’l-Bevvâb’ın tesiri, üç<br />
yüzyıl kadar devam eder. Amasyalı olduğu söylenen Yâkut-ı<br />
Musta’sımî’nin üslûbu, Selçuklu sanat anlayışı içerisinde<br />
şekillenerek zengin ve ileri bir noktaya ulaşır. 15. yüzyılda<br />
other book arts has been formed around the calligraphy art<br />
which appeared with the effort to replicate the Quran in the<br />
most beautiful way. Therefore, as writing, i.e. calligraphy at<br />
the heart, masterpieces have been produced in the same<br />
way by different periods and different states.<br />
The place of the book is beyond contest in the historical<br />
narrative of our nation that we can express it as a book civilization<br />
throughout. In this respect, books, which are effective<br />
in transferring the common and vigorous cultures that<br />
have built our civilization have received the deserved value.<br />
As a reflection of this asset, illumination and gildings,<br />
made by highbrow and skillful artisans, also appear as an<br />
important manifestation of this given value. Thus, it is possible<br />
to see the reflections of this our traditional art in every<br />
part of our books, from zahriye to the serlevha (title) , from<br />
the pause (In manuscripts durak (pause) is an implication<br />
for the reader that should be briefly paused while reading.<br />
Generally in ornamental shapes, drawn to the blank left by<br />
the calligrapher at the end of verse and sentence.) to the<br />
conclusion, to the ferağ kaydı (colophon) (an inscription at<br />
the end of a book or manuscript usually with facts about its<br />
production.)<br />
From now on, I shall try to give information regarding the<br />
book, that has a very significant position in our cultural geography<br />
and civilization, and the binding, calligraphy, illumination<br />
that compose book.<br />
ART OF CALLIGRAPHY<br />
Generally, the line, composed of multiple points lined up in<br />
a row is called the straight line. The word, that is derived<br />
from the root “h-t-t”, which means “to draw” in Arabic, according<br />
to dictionary it means such as line, text, road. Setting<br />
pen to paper in a balanced and beautiful writing art<br />
manner depending on aesthetic rules is called “hüsn-i hat”<br />
(“beautiful writing”, husn al-khatt, calligraphy). The artisans<br />
engaging in calligraphy is named “hattat “(calligrapher).<br />
Calligraphers have been trained by means of master<br />
apprentice relationship for Nabataean nation, who lived in<br />
the geographical area between the Red Sea and Damascus<br />
in Romans period, was adopted and developed by the Arabs.<br />
Along with the revealing of the verses of Islamic principles,<br />
Holy Quran is the first text that afterwards formated into<br />
book form with a geometric, vertical, and angular calligraphy,<br />
also called makılî. It is written in ink on the leather without<br />
any punctuation mark and hareke (vowel signs of Arabic<br />
alphabet). Over time, “meşk tara” font has become suitable<br />
for the artistic practice due to its round, soft character. As<br />
of the Umayyad period, various types of writing have begun<br />
to evolve and the scripts that have begun to be shaped<br />
Book Arts<br />
363<br />
Kitap Sanatları
Common Heritage<br />
364<br />
Ortak Miras<br />
yetişen Amasyalı Şeyh Hamdullah, Yâkut-ı Musta’sımî’nin<br />
koyduğu kurallarda bazı değişiklikler yaparak daha güzel<br />
yazılar yazmıştır. Türk hat sanatının kurucusu sayılan Şeyh<br />
Hamdullah’ın üslûp ve anlayışı, Karahisâri ekolünün takipçileri<br />
dışında 17. yüzyıla kadar sürmüştür. Bu dönemin diğer<br />
büyük hattatlarıAhmedKarahîsâri ve Hafız Osman’dır.18.<br />
yüzyılda Râkım Efendi ve 19. yüzyılda da Kazasker Mustafa<br />
İzzet Efendi, devrinin ustalarıdır. Sâmi Efendi, 19. yüzyılın<br />
sonu 20. yüzyılın başlarında özellikle celî yazılarıyla dikkat<br />
çeken meşhur hattatımızdır. Tuğrakeş İsmail Hakkı Altunbezer,<br />
Necmettin Okyay, Kamil Akdik, Emin Barın gibi hattatlar,<br />
20. yüzyılda hat sanatını sürdüren isimlerdir.<br />
Hat sanatının icrası ve değerli eserler ortaya koyulabilmesi<br />
için kullanılan malzemenin de çok iyi olması önemlidir. Bu<br />
sanatta çoğunlukla kamış, cava, kargı, menevişli ve tahta<br />
kalem kullanılır. Kalemtıraş, kamış açmak için kullanılan bir<br />
bıçaktır.Üstünde kalem ucunun açmak için kesildiği yassıca<br />
alete “makta” denir. Hat sanatında kâğıtların bitkisel boyalarla<br />
boyanması, yumurta veya nişasta âharı ile âharlanması,<br />
kâğıdın cinsine göre yapılır. Bu kâğıt cam veya çakmaktan<br />
yapılmış mühre ile mührelenir. Kâğıt makası da yazı<br />
takımında mutlaka bulunması gereken önemli bir alettir.<br />
Eski dönemde mıstar, kâğıda yazının daha düzenli olmasına<br />
destek sağlamak için satır çizmek için de kullanılırdı. Çeşitli<br />
renklendirici veya koruyucu kimyasal katkılardan oluşan<br />
mürekkep, içerisine konduğu hokka (mürekkeplik) ve yazı<br />
altlığı (zîr-i meşk) da hat sanatının başlıca malzemeleri arasındadır.<br />
as a measure have been named with the names “aslî” and<br />
“mevzun hat”. The first Islamic script, the kufic script, has<br />
been utilised abundantly until the dissemination of aklâm-ı<br />
sitte (sülüs, nesih, muhakkak, reyhâni, rikâ ‘, tevkî’). An eminent<br />
Arabic vizier and calligrapher Ibn Mukle is known to be<br />
the first determined the measures of the script and created<br />
a system. The “talik”, “nesta”, “divanî”, “celî divanî”, “rik’a”,<br />
“tuğra” and “siyat” which developed in different styles are<br />
also considerable types of script.<br />
Turks’ cruiosity about art of calligraphy had begun along<br />
with their acceptance of Islam. The influence of Ibn al-<br />
Bawvâb in the Anatolian geography continued for three<br />
centuries. The style of Yâkut-ı Musta’sımi’s, who is said<br />
to be from Amasya, has been formed within the concept<br />
of Seljukian art and reached a substantial and advanced<br />
stage. Sheikh Hamdullah, who grew up in the 15th century<br />
in Amasya, produced some more beautiful calligraphics<br />
by making some changes in the rules set by Yâkut-ı Musta’simî.<br />
The style and mentality of Sheikh Hamdullah, the<br />
founder of the Turkish art of calligraphy, lasted until the 17th<br />
century except for the followers of the Karahisarri school.<br />
Other great calligraphers of this period are Ahmed Karahisar<br />
and Hafiz Osman. Razim Efendi in the 19th century and<br />
Kazasker Mustafa Izzet Efendi in the 19th century are known<br />
to be the craftsmen of their own periods. Sâmi Efendi is also<br />
accepted to be our famous calligrapher, especially attracting<br />
the attention with his celî script style (It is a term used<br />
for writings of 4 to 5 millimeters wide.) especially at the end
Bu malzemeleri kullanan hattatlar, medeniyetimizi şekillendiren<br />
ve günümüze kadar devam etmesine katkı sağlayan<br />
mühim eserler kaleme almışlardır. Resmî dairelerde<br />
yazı işiyle uğraşan kişilerin oluşturduğu “kalemiyye” sınıfı<br />
da yine yazı, hat ve kalemi kullanan gruplardandır. Kalem ve<br />
yazı; kitabı, kitab da ihtiva ettiği bilgiler sayesinde medeniyeti<br />
oluşturmuştur.<br />
Hat sanatı ile ortaya koyulan birçok eser vardır ki bunları<br />
şöyle sıralamak mümkündür:<br />
1. Kitaplar: Hat sanatının İslam coğrafyasında ve kültüründe<br />
böylesine itibar bulmasının asıl nedeni Kurân-ı Kerîm’dir.<br />
Kur’an’ a duyulan saygının bir yansıması olarak hat ve hat<br />
sanatı önemli gelişmeler katetmiştir. Dünya üzerinde çeşitli<br />
müze, kütüphane ve koleksiyonlarında Kur’an’ın değişik<br />
hat şekilleriyle yazılmış birçok örneği bulunmaktadır. Yine<br />
hüsn-i hatla yazılmış birçok seçkin hadis mecmuası örnekleri<br />
de vardır.<br />
Bu gruba dahil edebileceğimiz diğer türler ise divanlar ve<br />
şiir mecmualarının yanında dinî olmayan yazma kitapların<br />
en geniş kesimini oluşturan eserlerdir. Bu eserlerden bazıları<br />
nakledilen hadiseleri tasvir eden minyatürlerle süslenmiş<br />
olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />
2. Murakka: Çeşitli şekillerde bezenmiş kıtaların bir araya<br />
getirilip ciltlenmesiyle hazırlanan albümlere denir.<br />
3. Tomar: Dikdörtgen biçimindeki mukavvaya yapıştırılmaof<br />
the 19th century and at the beginning of the 20th century.<br />
Such calligraphers like Tuğrakeş İsmail Hakkı Altunbezer,<br />
Necmettin Okyay, Kamil Akdik and Emin Barın are the figures<br />
that continued calligraphy in the 20th century.<br />
In order to produce calligraphic arts and to yield valuable<br />
works, it is essential that the materials used in calligraphy<br />
should be high quality. In this art mostly kamış (Kamish<br />
(reed) pen, cava pen (Java pen: Made from a type of Javanese<br />
thorngrass, the pen is renowned for its hardness and<br />
ability to retain a sharp edge ), kargı (obtained from the<br />
reed used in the construction of nay, due to having a harder<br />
structure than the other reeds), menevişli (wavy: stained<br />
yellowish-brown reeds that are not subjected to amendment<br />
due to hardness and appear to be a spontaneous tiger<br />
post) and wooden pen (a broader tip pen made of hard<br />
and solid wood, in case of insufficiency of bamboo and kargı<br />
pen ) are most widely preferred to use. A sharpener is a sort<br />
of knife used to make a reed into a pen. The tool in a flat<br />
shape, having a cut off upper part in order to sharpen pencil<br />
tip is called “makta”. In calligraphy, the painting of the papers<br />
with vegetative dyes, the smoothening of the eggs or<br />
starch is applied according to the type of paper. This paper<br />
is glazed with a mühre (burnisher) made of glass or lighter.<br />
Paper scissors are also a needful tool that must be found in<br />
writing equipment. In the old days, Mistar (marking board,<br />
for marking lines on a page for calligraphy without drawing<br />
onto the paper.), was also used to draw lines to provide<br />
support for more straight writing on paper. The ink, which<br />
consists of various coloring or protective chemical additives,<br />
the hokka (inkwell) and the writing pad (zir-i mesk)<br />
are among the major materials of calligraphy.<br />
Calligraphers who use these materials have written enduring<br />
craftworks that shaped our civilization and contributed<br />
to continuing it until the day. In the governmental agencies,<br />
the official title “clerk”, comprised mainly of the people who<br />
engage in writing issues is also among the groups that use<br />
writing, calligraphy and pen. The Pen and the writing both<br />
have formed the book, the book has also correspondingly<br />
established the civilization by means of the information it<br />
contains.<br />
There are many works of art created within the concept of<br />
art of calligraphy and it is possible to list them as follows:<br />
1.Books: The main reason why calligraphy has acquired such<br />
a reputation in Islamic geography and culture is the Holy<br />
Qur’an. As a reflection of the respect for the Qur’an, the art<br />
of calligraphy has progressed significantly. There are many<br />
examples of Qur’an written in diverse range of calligraphical<br />
forms still exist in various museums, libraries and collections<br />
all over the world. There are also many distinguished<br />
Book Arts<br />
365<br />
Kitap Sanatları
Common Heritage<br />
366<br />
Ortak Miras<br />
mış kıtaların birbirine yapıştırılıp tutturulması ile oluşan ve<br />
tomar (rulo) halinde sarıldıktan sonra deriden yapılmış bir<br />
mahfazayla korunan hat eserleridir.<br />
4. Levha: Osmanlılarda usta hattatlarca hüsn-i hatla yazılıp<br />
çerçevelenerek çeşitli mekânlardaki duvarlarda ve koleksiyonlarda<br />
yer alan önemli eserelerdir. Böylece değerli eserlerin<br />
hem okunması hem de seyredilmesine imkân sağlamıştır.<br />
5. Hilye: Kültürümüzde ilk örnekleri Hâfız Osman tarafından<br />
yazılan hilyeler, Hz. Peygamber’in fiziki ve ahlaki vasıflarını<br />
kelimelerle anlatan levhalardır.<br />
6. Cami Yazıları: Camilerde bir süsleme ve güzel görüntü<br />
oluşturmak gayesiyle mihrap, minber ve duvar gibi farklı<br />
yerlere yazılan ayetler bulunmaktadır. Bu yazılar bazen<br />
mermere bazen de çinilere işlenerek uygulanmaktadır.<br />
Cami duvarını veya kubbe kasnağını çepeçevre saran kuşak<br />
yazısıyla kubbeyi ve yarım kubbeleri doldurup süsleyen<br />
kubbe yazısı da hep celî sülüsle yazılır.<br />
7. Kitabeler: Cami, medrese, tekke, mektep, han, çeşme,<br />
kale, mezar taşı, hamam, sebil, kütüphane gibi herhangi bir<br />
âbidenin ekseriya dış, bazan da iç cephesinde yer alan veya<br />
nişan taşı, mezar taşı gibi bir dikilitaş üzerindeki yazılara kitabe<br />
denmektedir. Çoğunlukla, bulunduğu bina veya adına<br />
dikildiği şahısla ilgili bilgiler ihtiva eden kitabelerin metinleri,<br />
devrin şairlerince kaleme alınır, sonra da bir hat üstadına<br />
examples of hadith prints written in calligraphy.<br />
Other types we can include in this group are the divans (In<br />
Persian, Turkish and other languages the term diwan (divan)<br />
came to mean a collection of poems by a single author,<br />
as in selected works) and poetry books, as well as the widest<br />
sections of non-religious writing books. Some of these<br />
works of art are confronted as embellished with miniature<br />
paintings depicting the reported events.<br />
2. Murakka’: It is basically called “album” that prepared by<br />
gathering and binding decorated kıtas (particular single<br />
page calligraphic composition) in various forms.<br />
3. Tomar: They are the calligraphic works of art, formed by<br />
sticking and fixing the kıtas together that are unstuck to<br />
rectangular pasteboard and that are protected by a carefully<br />
produced leather sheat after being wrapped in rolls.<br />
4. Levha: (panels) Those are the precious objects which<br />
are written and framed by craftsmen in hüsn-i hat and displayed<br />
on walls and in collections in various places in Ottoman<br />
period. Thus, it makes it possible to read and look at<br />
precious works.<br />
5. Hilye: The first examples of our culture are the ones<br />
written by Hafiz Osman, they are the plates that describe<br />
the physical and moral characteristic of the Prophet Muhammed.<br />
6. Writings in Mosque: There are verses written in different<br />
interior places of mosques, such as mihrab (prayer niche<br />
showing the direction to Mecca), pulpit and wall in order<br />
to create an ornamentation and a beautiful image. These<br />
texts are sometimes applied to marbles and sometimes to<br />
tiles. Along with the girdle text that encircling around both<br />
the mosque wall and the rim of dome and the dome text<br />
spreading over and adorning the half domes are always<br />
written in jalî thuluth script.<br />
7. Inscrıptıons: The texts that existing especially exterior<br />
but also interior of any monuments such as mosque, madrasah,<br />
tekke (dervish lodge), school, inn, fountain, castle,<br />
tombstone, bath, water dispenser, library, or, the ones<br />
written on engraving stone, a tombstone, on an obelisk is<br />
called Inscription. Chiefly, texts of incriptions that contain<br />
information about the building in which they are located<br />
or about the personalities for whom they are erected, have<br />
firstly been written down by poets of that period, then been<br />
written in by a master of calligraphy. With the help of Ebced<br />
(“Abjad (Numerological) Calculations”, a method, based on<br />
the assumption that each letter in the Arabic alphabet indicates<br />
a numerological value, specifying a year in which an
yazdırılır. Manzumenin son bir veya iki mısraında da ebced<br />
yardımıyla o yılın tarihi düşürülür.<br />
TEZHİP<br />
Tezhip, tezyînatın veya bezeme sanatının kâğıt üzerine uygulanmış<br />
seklidir. Arapça altın demek olan “zehep” kelimesinden<br />
türemiştilmiş olan tezhip kelimesi, adını en önemli<br />
ana malzemesi olan altından almıştır. Yazma kitaplar, levhalar,<br />
murakkalar üzerine ezilerek fırçayla sürülecek hale<br />
getirilmiş olan altının ve çeşitli renklerin kullanılmasıyla<br />
gerçekleştirilen bir süsleme sanatıdır. Bu teknikle süslenen<br />
eserlere “müzehhep” eser denir. Tezhip yapan erkek<br />
ise “müzehhip”, hanım ise “müzehhibe”; tezhip yapılan yere<br />
“nakkaşhâne” veya “nakışhâne” denir ki bunlar da Türk İslam<br />
sanatının icrası ve uygulanması gibi alanlarda kullanılagelen<br />
kelime ve kavramlardır.<br />
Kitap sanatlarında en yoğun tezhipler; Kur’an-ı Kerim, Mesnevî,<br />
Muhammediye ve dua kitapları gibi dinî yazmalarda<br />
bulunur. Bunun yanında edebî eser olan divanlarda, ilmî<br />
yazmalarda, Hilye-i Şeriflerde, murakkalarda, kıt’alarda,<br />
levhalardaki celî yazı kenarlarında da tezhip sanatı ile karşılaşılır.<br />
Ayrıca sultanlar ve diğer devlet büyükleri için yazılmış<br />
ya da onlara sunulmuş eserlerde de çok önemli sanat<br />
numunesi müzehhep eserlere rastlamak da mümkündür.<br />
Bilhassa Kur’an-ı Kerim’lerin yazılmış şekli olarak bilinen<br />
mushaflarınzahriye sayfaları, ser levhaları, ünvan sayfaları,<br />
sûre başları, güller, ketebe veya hatime sayfası en yoğun, en<br />
özenilerek yapılan tezhiplerin bulunduğu sayfalardır.<br />
İslâm’ın ilk yıllarındaki Kur’an’ın yazılması ve yazılan sayfaların<br />
bir araya getirilme çabası, yerini sonraki yıllarda<br />
“Kutsal Kitap”ın daha güzel yazılarak mahir sanatkarlarca<br />
özenle oluşturulan ciltlerindeki motifler ve desenlerle süslenmesine<br />
bırakmıştır. Geç Emevi, erken Abbasi Dönemi’nde<br />
8.-10. yüzyıllar arasında istinsah edilen Kur’an nüshalarından<br />
anlaşılacağı üzere, sayfaları tezhiple bezeme geleneğinin,<br />
kutsal kitabın sayfalarında başladığı söylenebilir. 11.-12.<br />
yüzyılda Büyük Selçuklu coğrafyasında hazırlanmış değişik<br />
boyutlardaki Kur’an nüshaları, İslam tezhip sanatının erken<br />
Orta Çağ örneklerini barındıran eserlerdir.<br />
Osmanlı sanatının bir ekol niteliğini yansıtan ilk önemli ve<br />
olgun dönemi Fatih Sultan Mehmet’in saltanat yıllarına<br />
rastlar.Fatih, “kitap”ınistinsahı ve bu faaliyetin belli bir kalitede<br />
olabilmesi için Topkapı Sarayı’nda bir nakışhane kurarak<br />
Edirne ve Anadolu’dan en iyi hattat, müzehhib, nakkaş<br />
ve mücellitleri burada görevlendirmiştir. Fatih devri nakışhânesinin<br />
ilk ser-nakkaşı olan Özbek asıllı Baba Nakkaş,<br />
Osmanlılarda yeni bir tezyînî üslûbun sahibi olarak devrine<br />
damgasını vurmuştur. Sultan II. Bayezid döneminde değişen<br />
sayfa yapısı ve kompozisyon anlayışıyla birlikte, üslûevent<br />
took place, with meaningful sequences arranged by<br />
selecting from letters) in the last or second last verses of<br />
the poetry, the date of that year is noted down.<br />
ART OF ILLUMINATION AND GILDING<br />
Art of illumination is basically, the executed form of ornamentation<br />
on to paper. The word “tezhip-gilding”, derived<br />
from the word “zehep” which means gold in Arabic is named<br />
after gold, the most important main material. That is an<br />
art of ornamentation applied to manuscripts, panels and<br />
murakkas, by using gold and various colors, which are made<br />
to be available for brushing in the wake of being crushed.<br />
The works of art adorned with this technique are called<br />
“müzehhep (gilded, gilt)” works. The craftsman who produce<br />
illumination is “müzehhip (illustrator, gilder)” and the<br />
craftswoman is “müzehhibe”; the place where the illumination<br />
is practised is called “nakkaşhâne – nakışhane (paint<br />
house”) that these are the words and concepts used in the<br />
fields of the practice and application of Turkish Islamic art.<br />
The most extensive illuminations in book arts are found in<br />
religious manuscripts such as the Holy Qur’an, Mathnawi,<br />
Muhammadiyya, and prayer books. Furthermore, the art of<br />
illumination occurs in literary work diwans (divans), scientific<br />
manuscripts, Hilye-i Şerifs, murakkas, kıtas (particular<br />
single page calligraphic composition), on the panels, in the<br />
composition of frames in jali writings. It is also possible to<br />
encounter this very outstanding artwork of gilts written or<br />
presented to the sultans and other statesmen. In particular,<br />
the pages “Zahriye”, Heading , “Unvan” (If just top of<br />
the text, starting on the first right page is being illuminated,<br />
and the name of artwork is mentioned within gilt , this<br />
page is called the Unvan page.) beginnings of surah, Roses<br />
(rosettes), “ketebe” or “hatime” (Called “epilogue or afterword”<br />
in literatüre, last page in the manuscripts, that the<br />
author wrote prayer and mentioned the calligrapher and<br />
the gilder manuscript if any, after finishing the manuscript)<br />
are the pages of the Mushafs, known as the written form of<br />
the Qur’an, consist of gildings that produced in precise and<br />
intensive manner.<br />
Writing the Qur’an in the quite early period of Islam and the<br />
effort to conflate the written pages, evolved into another<br />
purpose that, writing the “Holy Book” more beautifully and<br />
ornamenting its binding with the motifs and patterns carefully<br />
by craftsmen in the following years. As is understood<br />
from the copies of Qur’an written in Late Umayyad, early<br />
Abbasi Period between 8th-10th century, it can be said that<br />
the tradition of illuminating and gilding the pages began on<br />
the pages of the Holy Book. Qur’an copies in various sizes<br />
reproduced in the 11th and 12th centuries within the Great<br />
Book Arts<br />
367<br />
Kitap Sanatları
Common Heritage<br />
368<br />
Ortak Miras<br />
bun, Fatih döneminde yapılan eserlerden daha farklı bir yol<br />
izlendiği görülür.<br />
II. Bayezid devrinde başlayan klâsik üslûbun en parlak devri<br />
Kanuni Sultan Süleyman’ın saltanatı süresince devam<br />
etmiştir. Bu dönemin önde gelen ismi, saray nakışhanesibaşnakkaşıŞahkulu’dur.<br />
17. yüzyıl Osmanlı tezhip sanatı<br />
için genel kabul “1600-1650” yılları arasındaki klasik üslûp<br />
özelliğinin kısmen devam ettirildiği yönündedir. 18. yüzyılda<br />
Batı’nın barok ve rokoko tarzlarının süsleme beğenisi ön<br />
plana çıkmıştır. Tezhip ve lâke üstadı olan “Ali Üsküdari” ve<br />
çiçek ressamı olarak bilinen “Abdullah Buhari”nin yapmış<br />
olduğu eserler, Osmanlı beğenisinin 18. yüzyılda son temsilcisi<br />
olmuştur. 18. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun Batı’ya<br />
kapılarını açmasıyla, her şeyde olduğu gibi, süslemede<br />
de değişiklikler olmuştur. Batı’nın oluşturduğu sanat anlayışı,<br />
bölgesel karakterlerle karışarak “Türk Rokokosu” adı<br />
verilen yeni bir üslûbun doğmasına yol açmıştır. Başlangıcı<br />
III. Ahmet dönemine rastlayan bu değişimler, 19. yüzyılın<br />
sonuna kadar devam etmiştir. 19. yüzyıl ortalarında ise aşırılığa<br />
varan biçimlere ve doymamış renklere kapılan tezhip<br />
sanatı, çirkinleşmiş ve benliğini yitirmiş hâle gelmiştir. 19.<br />
yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başlarında tezhip sanatının devamlılığı<br />
ve bu sanatın eğitimi ile ilgili çalışmalar yapılmıştır.<br />
1882’de kurulan “Sanayi-i Nefise Mektebi”ndetezyînî sanat<br />
eğitimi yeniden başlamış, kısa bir aradan sonra 1915 yılında,<br />
Bâb-ı Âlî caddesi üzerindeki tarihîSıbyan Mektebi binasında<br />
“Medresetü’l-Hattâtîn” adıyla faaliyete geçmiştir. Medresetü’l-Hattâtîn,<br />
geleneksel sanatlarımızın günümüze kadar<br />
devamında büyük rol oynamıştır. Tezhip sanatının kaybolmaması<br />
ve günümüze aktarılması konusunda İsmail Hakkı<br />
Altunbezer (1882–1944), Rikkat Kunt (1903–1986), Muhsin<br />
Demironat (1907–1983) ve Dr. Süheyl Ünver (1898–1986)<br />
gibi değerli hocaların kişisel gayretleri ve onların yetiştirdikleri<br />
öğrencilerin önemli rolü olmuştur. 20. yüzyılın tezhip<br />
sanatı, motif ve desen bakımından 16. yüzyılın klasik devri<br />
örnek alınarak oluşturulmuştur.<br />
Kitaplarda uygulanan tezhip şekilleri ve yerleri kitabın önemi,<br />
içeriği, sahibi gibi farklı sebeplerle muhtelif yerlerle ve<br />
formlarda yapılmaktadır.<br />
Zahriye Tezhibi: Yazma eserlerde esas metinden önce eserin<br />
kime ait olduğu, kimin için yazıldığı yada temellük kitabesi<br />
denilen yazının bulunduğu sayfalara zahriye denmektedir.<br />
Bu ifadelerin yazılmış olduğu sayfaya yapılan süslemeye<br />
de zahriye tezhibi denmektedir. Ancak bu sayfalara yapılan<br />
tezhip, her yazma eserde olan bir durum değildir. Selçuklular<br />
Devri’nde, Kur’an-ı Kerim hariç zahriyelerde eğer kitap<br />
makam mevki sahibi bir kişiye aitse onun adı zahriyede yer<br />
alırdı. Tezhip ustaları zahriyekısmına uyguladıkları süslemeye<br />
ayrı bir özen gösterirlerdi. Tarihî süreç içerisinde farklı üs-<br />
Seljuk geography are the works of art embracing early medieval<br />
examples of Islamic illumination art.<br />
The first important and mature period that reflects the nature<br />
of Ottoman art as a school coincides with the sultanic<br />
years of Fatih Sultan Mehmed (Mehmed the Conqueror).<br />
He established a Painting House in Topkapı Palace with a<br />
view to providing a certain quality in copying activity for<br />
the “book”, and then for this purpose, assigned the best<br />
calligraphers, gilders, nakkaşs (painters) and bookbinders<br />
from Edirne and Anatolia at the Palace. Of Uzbek descent<br />
Baba Nakkaş, the first chief painter of the painting house<br />
of Mehmed the Conqueror, left his mark upon his time as<br />
the owner of new ornamental style in the Ottoman Empire.<br />
Along with the variation on mentality of page form and<br />
composition in the period of Sultan Bayezid II, it is seen that<br />
the style pursued a different trend from the works made<br />
during the period of Mehmed the Conqueror.<br />
The heyday of the classical style that commenced at the<br />
time of Bayezid II, Kanuni continued during the reign of Sultan<br />
Suleiman the Lawgiver. The leading name of this period<br />
is the head of the palace embroidery Şahkulu. The leading<br />
name of this period is the chief painter of painting house at<br />
of the palace Şahkulu. The leading name of this period is<br />
the head of the palace painting haouse, Şahkulu. General<br />
acknowledgement about the Ottoman illumination and<br />
gilding art in the 17 th century is that the classical stylistic<br />
feature between the years “1600-1650” is partly maintained.<br />
In the 18th century, the preference of the baroque<br />
and rococo styles of the Western World stands in the forefront.<br />
The craftworks made by “Abdullah Bukhari”, known<br />
as the master of illumination and lyce, and “Ali Üsküdari”<br />
and known as the flower painter, became the last representatives<br />
of the Ottoman likes in the 18th century. With<br />
the opening of the Ottoman Empire’s doors to the Western<br />
World in the 18th century, there have been changes in the<br />
ornamentation as well as everything else. The concept of<br />
art created by the Western World has mixed with regional<br />
characters and led to the birth of a new style called “Turkish<br />
Rococo”. Origin of these changes which coincided with the<br />
Ahmet III period continued until the end of the 19th century.<br />
But in the mid-nineteenth century the art of gilding and illumination,<br />
which has been fascinated by commited excesses<br />
in forms and unsaturated colors, has become ugly and<br />
lost its identity. At the end of the 19th and at the beginning<br />
of the 20th century, there were some studies done about<br />
the continuity of the art of illumination and the training of<br />
this art. The training of decorative arts was started again in<br />
“Sanayi-i Nefise Mektebi” (School of Fine Arts) which was<br />
established in 1882, a short while later, in 1915, it swung into<br />
action with the name of “Medresetü’l-Hattatîn” (Madrasah
Kitap Sanatları<br />
Book Arts<br />
369
Ortak Miras<br />
Common Heritage<br />
370
Kitap Sanatları<br />
Book Arts<br />
371
Common Heritage<br />
372<br />
Ortak Miras<br />
lûplarda ve kitapların ebadına uygun biçimde farklı şekillerde<br />
uygulanan bu bezemelerin dikdörtgen madalyon beyzî,<br />
mekik kare şeklinde örnekleri vardır.<br />
Serlevha Tezhibi: Yazma eserlerde asıl konunun metninin<br />
başladığı kısma yapılan süsleme işine serlevha tezhibi<br />
denmektedir. Zahriyede görülen bezemelerden sonra en<br />
gösterişli süslemeler burada karşımıza çıkmaktadır. Yine<br />
bu kısımda da eserin önem ve sahibine göre süsleme yapılmaktadır.<br />
Dîbâce adı verilen bu kısımdaki tezhip, metnin<br />
başladığı ilk sayfada ve sadece yazı alanının üzerinde yer<br />
alıyorsa bu sayfaya unvan sayfası denir.<br />
Bölüm Başı Tezhibi: Yazma eserlerde fasıl ya da bahir olarak<br />
adlandırılan bölümlerin başında bulunan, mushaflardaise<br />
sûre başlarında bulunan tezhipli olarak süslenmiş alanlardır.<br />
Mushafların bu kısımlarında sûrelerin isimleri, nâzil oldukları<br />
yer, âyet sayısı, Mekki/Medeni oldukları ve kaçıncı<br />
sûre olduğu bilgisi yazılıdır. Önceleri ölçüsüz ve sadece bir<br />
dikdörtgenle yapılan bu alanın tezhibi daha sonraları yerini<br />
daha sade ve ölçülü desenlere bırakmıştır.<br />
Satırarası Tezhibi: Yazma eserlerde ve hat levhalarında<br />
satırlar arasında kalan boşlukların bezenmesiyle eserlere<br />
zenginlik ya da değer katmak gayesiyle yapılan süslemelerdir.<br />
Hat levhalarında daha çok üç nokta şeklinde yapılan bu<br />
süsleme ferman, berat, menşur gibi Dîvân-ı Hümâyun’dan<br />
çıkan ve bezenmesine gerek duyulan resmî yazılarda desen<br />
ve figürleden oluşmaktadır. Fermanlarda tezhip daha çok<br />
of Calligraphy) on the historic Sıbyan Mektebi (general classification<br />
for primary schools made in Ottoman period) on<br />
the Bâb-ı Âlî street. The Medresetü’l-Hattâtîn played a key<br />
part for our traditional arts to be still extant. With regard to<br />
preventing the art of illumination from disappearance and<br />
the transfering it to the present, artistic endeavors of the<br />
past masters like İsmail Altı Altbezer (1882-1944), Rikkat<br />
Kunt (1903-1986), Muhsin Demironat (1907-1983) and Dr.<br />
Ismail. Suheyl Ünver (1898-1986) and as well as their students<br />
have played a crucial role. The art of illumination of<br />
the 20th century was created by taking the classical period<br />
of the 16th century as an example in terms of motifs and<br />
patterns.<br />
The forms and places of illumination applied in books are<br />
fulfilled in various places and forms<br />
in consequence of different reasons such as importance,<br />
content, author of the book.<br />
Zahriye Illumination: In manuscripts, the pages before the<br />
main text, including information about the work of art that<br />
to whom it belongs to, written for whom also known as<br />
“Bookplate” (or Ex libris) are called zahriye. Then the ornamentation<br />
applied to that pages is called zahriye illumination.<br />
However, every application of illumination and gilding<br />
in that pages is not the case that it is in each manuscript. In<br />
the Seljukian period, except the Qur’an, if the book belongs<br />
to a person who is holding a senior position, his name takes<br />
place in the zahriye. The craftsmen would show special attention<br />
to the ornamentation they applied to the zahriye<br />
section. The illumination craftsmen used to be scrupulous<br />
about performing ornamentation they applied to the zahriye<br />
section. In the historical process, these ornamentations,<br />
applied in different styles and forms suited to the size of the<br />
books have the examples in rectangular, medallion, elliptical,<br />
square shape.<br />
Serlevha (Title Page) Illumunatıon: In manuscripts, the<br />
embelishments applied on the part where the original text<br />
starts are called Serlevha (Title Page) Illumunation. After<br />
the ones that exist in the zahriye, the most spectacular ornaments<br />
are found in here. Also in this part ornamentation<br />
is made performed to the importance and author owner of<br />
the work. If the gilding in this section, called Dibâce (preface),<br />
takes place on the first page in which text starts and<br />
also above the text area, this page is called ünvan (title )<br />
page.<br />
Chapter Heading Illumination: These are the spaces that ornamented<br />
by illumination and gilding at the beginnig of the<br />
cahpters known as “fasıl” or “bahir”in manuscripts, while in<br />
Mushafs (Qur’ans) at the beginnig of surahs. In these parts
tuğranın iç bölümlerinde veya etrafında ya da üst kısmına<br />
doğru üçgen şekli oluşturacak tarzda da olabilir. Satırarası<br />
tezhip uygulamalarının nadide örneklerini hilye-i şerife bezemelerinde<br />
de görmek mümkündür.<br />
Mushaf Gülleri: Mushaflarda yazı alanının dışındaki boşluklara<br />
okuyan/yazan kişiye kolaylık sağlanması için sûrelerin<br />
bölünmesinde hamse, aşere; cüzlerin bölünmesinde hizip,<br />
nısıf, cüz; secde edilmesi gereken yerleri işaretlemede<br />
secde ibaresi yazılı olan tezyinî madalyonlara Mushaf gülü<br />
denmektedir. Bunların farklı geometrik şekillerde yapılmış<br />
bir çok örneği yazma Kur’an’larda yer almaktadır. Mushaf<br />
güllerinin ait olduğu dönem ve üslûba göre çok farklı biçimleri<br />
bulunmaktadır. Aynı sayfa içinde birden fazla mushaf<br />
gülü olduğu zaman ustalar aynı eksen üzerinde tığlarla bu<br />
gülleri birleştirme yoluna gitmişlerdir.<br />
Mushaf Gülleri:<br />
1. Hamse Gülü: Sayfaların kenar boşluklarına satırın hizasında<br />
her beş ayette bir yerleştirilen tezyinî madalyonlardır.<br />
2. Aşere Gülü: Sayfanın kenar boşluğuna satırın hizasında<br />
her on ayette bir yerleştirilen tezyinî madalyonlardır. İlk dönemlerde<br />
on ayetlik bölümlerin sonuna Arapça “on”demek<br />
olan “aşr” kelimesinin ilk harfi olan “ayın” konulurken sonradan<br />
bu ayın harfi yerine harfle birlikte tezyinî aşere gülleri<br />
kullanılmaya başlanmıştır.<br />
3. Hizip Gülü:Kur’an cüzlerinin dörtte birini yani beş sayfalık<br />
bölümünü göstermek amacıyla bu yerlerin başına yerleştirilen<br />
tezyinî madalyonlardır.<br />
4. Nısf Gülü:Kur’an cüzlerinin her birinin yarısını işaret etmek<br />
için bu yerlerin başına konan tezyinî madalyonlardır.<br />
Bu bezemeler yarım cüzü ifade etmek için yatay veya dikey<br />
eksen üzerinde yarıdan bölünmüş şemse biçiminde desenlerden<br />
oluşmaktadır.<br />
5. Cüz Gülü:Kur’an cüzlerinin her birinin başladığı yeri işaret<br />
etmek amacıyla yapılan tezyinî madalyonlardır.<br />
6. Zahriye Gülü: Zahriye sayfalarının tezhibine bitişik halde<br />
sayfa boşluğuna yatay olarak yerleştirilen tezyinî madalyonlardır.<br />
7. Serlevha Gülü: Serlevhanın uzun kenarının ortasına bitişik<br />
olarak yerleştirilerek yatay eksen üzerine daire, yarım daire<br />
ya da armudî biçimde yerleştirilen tezyini madalyonlardır.<br />
8. Sûre Başı Gülü: Sûre başı tezhibine bitişik veya bezemesizsûre<br />
başlarında sayfa kenarında yatay şekilde yerleştirilen<br />
tezyinî madalyonlardır.<br />
9. Hâtime Gülü: Hâtime sayfası tezhibine bitişik olarak yatay<br />
of the Mushafs, information about the names of the surahs,<br />
the place they were revealed, the number of verses, whether<br />
they are Macci or Madani (used to refer to the verses and<br />
suras of Qur’an, as Mecca and Medina were the two places<br />
in which most of the Qur’an has been revealed in) and the<br />
number of surahs are written down. While the illumination<br />
of this area previously used to be made without measure<br />
and with only one rectangle, afterwards left its place to a<br />
more simple and meticulous design.<br />
Illumination of Line Spacing : In order to enrich the work of<br />
art or add value, this is an ornamentation made by means<br />
of embellishing the spaces between lines in manuscripts<br />
and calligraphic panels. This form of ornamentation, mostly<br />
made in shape of three points on calligraphic panels is<br />
composed of patterns and figures that they took place in<br />
official documents of the Dîvân-ı Hümâyun (imperial council)<br />
and, such as ferman (edict), berat (charter, diploma),<br />
menşur (The name of the special charters given by the sultan<br />
in the Ottoman State regarding the appointment of high<br />
rank officials such as vizier) needed to be embellished. The<br />
gilding in fermans have been generally applied inner side<br />
of the sultan’s signature (tuğra), or around of it, or done<br />
in the style that will form a triangle toward the top of that.<br />
It is also possible to see the rare examples of line spacing<br />
illumination practices in the gilded hilye-i şerif (denotes a<br />
religious genre of Ottoman Turkish literature, dealing with<br />
the physical description of Prophet Muhammad).<br />
Mushaf (Qur’an) Roses: For the convenience of the reader/writer,<br />
the ornamental medallions designed on blank<br />
spaces outside of written part of the page including the expressions<br />
such as; “hamse”, “aşere” (in the division of the<br />
surahs,), “hizip” “nısıf” “cüz” (in the division of cüzs), “secde”-prostration<br />
(where prostration should be performed)<br />
in the mushafs are called Mushaf Roses. Many examples<br />
of these made in different geometric forms are in manuscript<br />
version of the Qur’an. There are many different forms<br />
of Mushaf Roses according to the period and style in which<br />
they belong to. In case of more than one mushaf rose in the<br />
same page, the craftsmen preferred to combine these roses<br />
with tığ motifs (the outward arrow pointed spikes of the<br />
ornamental motifs in gilding and illumination) on the same<br />
axis.<br />
Mushaf Roses (rosettes):<br />
1-Hamse Rose : They are the ornamental medallions placed<br />
after every five verses aligned with line and in the margins<br />
of the pages.<br />
2.Aşere Roses: They are the ornamental medallions placed<br />
after every ten verses aligned with line and in the margins<br />
Book Arts<br />
373<br />
Kitap Sanatları
Ortak Miras<br />
Common Heritage<br />
374
eksen üzerinde sayfa boşluğuna yerleştirilen kare veya dikdörtgen<br />
şeklindeki tezyinî madalyonlardır.<br />
10. Secde Gülü:Kur’anda geçen on dört secde âyetinin hizasında<br />
sayfanın kenar boşluğuna yapılan tezyinî madalyonlardır.<br />
Bunlardan başka yazma eser ve Mushaflarda hâtime tezhibi,<br />
ferağ katdı gibi ibareler de yine tezyini motifler içerisinde<br />
ele alınmaktadır.<br />
CİLT VE CİLTÇİLİK<br />
Bilgi ve sanatı kaplayan sanat olan ‘ciltçilik’, Türk sanat tarihinde,<br />
eski kitapçılık sanatlarımızın başında gelir. Kitap zevkini<br />
kazandırmak bakımından çok kuvvetli bir kültür hizmeti<br />
gören bu sanatın tarihi çok eskiye dayanır .<br />
1. Cilt, kitap ya da dergi yapraklarının dağılmasını önlemek<br />
için yapılmış kap.<br />
2. Yazma ve basma kitapların yapraklarının yıpranmaması<br />
ve dağılmadan saklanması için birbirine dikilerek koruyucu<br />
kapaklar içine yerleştirilmesi sanatı.<br />
3. Cilt, bir mecmua veya kitabın yapraklarını dağılmaktan<br />
korumak ve sırasıyla bir arada toplu olarak bulundurmak<br />
için ince tahtadan, deriden veya üzerine deri, kâğıt ve bez<br />
gibi şeyler kaplı mukavvâdan yapılan kaplara denir.<br />
4. Kitaba geçirilen deri, bez veya kâğıtla kaplanmış kap.<br />
5. Bir mecmua veya kitabın yapraklarını dağılmadan ve sırası<br />
bozulmadan bir arada tutabilmek için yapılan koruyucu<br />
kapağa cilt (cild) denilmekte, Arapça “deri” anlamına gelen<br />
bu ismin genellikle ciltlerin bu işe en uygun malzeme olan<br />
deriden yapılmaları sebebiyle verildiği bilinmektedir .<br />
6. Teclid (ciltleme) işini yapanlara ise mücellid (ciltçi) denilmiştir.<br />
7. Cilt ve ciltçilik, yazılı eserlerin saklanmasında ve korunmasında<br />
büyük yeri olan kitapçılık sanatlarındandır.<br />
Cilt ve ciltçiliği bu tanımlar, yapılan araştırmalar ve bugüne<br />
dek oluşan bilgi birikimi ışığında tanımlayacak olursak, eser<br />
içindeki bilgileri daha düzenli sunmak ve korumak, yazıldığı<br />
dönemden ileri dönemlere aktarabilmek ulaştırabilmek<br />
için yapılan, sanatlı olanlarında; yapıldığı dönemin sanat<br />
zevklerini yansıtarak bizlere kadar getiren kitabın koruyucu<br />
kapaklarıdır, denilebilir. Cildin kökeni Arapçadaki deri manasına<br />
gelmekte olsa da daha sonraki devirlerde deriden<br />
yapılmayan kapaklarda da cilt ve ciltleme kavramı kullanılagelmiştir.<br />
of the pages. In the early periods, while the “ayın, first letter<br />
of the word “aşr”, which means “ten” in Arabic used to be<br />
placed at the end of the ten sections, later on, along with<br />
this letter the ornamental aşere roses were begun to be<br />
used instead of the letter “ayın”.<br />
3.Hizip Rose: These are the ornamental medallions placed<br />
at the beginning page of the sections, which indicates one<br />
fourth of, i.e. a five-page section of every Qur’an Juzs (Thirty<br />
divisions of the Qur’an).<br />
4. Nısf Rose: In order to indicate the half of each of the<br />
Qur’anic Juz, these are the ornamental medallions placed at<br />
the beginning page of these sections. These ornaments are<br />
composed of divided ornamental sun-like figure (şemse)<br />
on the horizontal or vertical axis to represent half the juz.<br />
5. Juz Rose: These are the ornamental medallions that designed<br />
to indicate the place where each of the Qur’an juz<br />
begins.<br />
6. Zahriye Rose: The ornamental medallions, that applied<br />
adjacent to the illumination and gildings of the Zahriye<br />
pages or horizontally to the blank sheet of the page.<br />
7. Serlevha (Title) Rose: They are ornamental medallions,<br />
that along with being adjacent to the middle of long side of<br />
the title, placed on a horizontal axis in a circle or in a pear<br />
shape.<br />
8. Surah Headings Rose: These are ornamental medallions,<br />
that placed whether adjoining the ornamentation of the<br />
surah heading illumination and gilding, or, horizontally on<br />
the margin of the page and at the heading without illumination.<br />
9. Hâtime (epilogue) Rose: These are ornamental square<br />
or rectangular medallions, that applied along with adjacent<br />
to the Hâtime page, also on the horizontal axis blank sheet<br />
of the page.<br />
10. Secde (prostration) Rose: The ornamental medallions<br />
that applied aligned with the fourteen prostration verses in<br />
the Qur’an on margin of the page.<br />
Other than these, concepts like hatime (epilogue) and ferağ<br />
kaydı (colophon) illumination are also handled in the<br />
scope of ornamental motifs in mansucripts and Qur’ans.<br />
BINDING AND BOOKBINDING<br />
The Bookbinding, known as the work of art that covers the<br />
knowledge and art, has been of the first book arts in the history<br />
of Turkish art. The history of this art which has a very<br />
Book Arts<br />
375<br />
Kitap Sanatları
Common Heritage<br />
376<br />
Ortak Miras<br />
Türklerde deri işlemeciliği, zamanla büyük bir gelişme göstermiş<br />
ve ciltçilik ayrı bir sanat haline gelmiştir. Çanta, silah<br />
kılıfı, bel kemeri, cilt gibi çeşitli eşyalar deriden yapılmış son<br />
derece güzel eserler verilmiştir.<br />
Geleneksel kültür ve değerlerin gelecek kuşaklara aktarılmasında<br />
çok önemli bir yere sahip olan yazmalara büyük<br />
önem vermiş olan Türkler, cilt işlerine adeta kutsal denecek<br />
bir sevgi gösterirlerdi. Çünkü ortaya koyulan eserlerin hepsi<br />
dinî muhtevalı ve dinî gelenekle kaleme alınmış eserlerdi.<br />
Dönem içerisinde, Kur’an-ı Kerim’ler, hadis kitapları, tasavvufi<br />
eserler başta gelmekteydi. Bunun dışında kaleme alınmış<br />
olan diğer divan ve mesnevi gibi eserler de zaten yine<br />
bu kaynaklardan yani Kur’an ve hadislerden beslendiği için<br />
yazma eserler her dönem bir saygı ve ihtimamla karşı karşıya<br />
idi. Cilt ustaları, bu duygu ve hassasiyet eşliğindeKur’ân<br />
ve yazma ciltlerini büyük bir heyecanla yaparlardı. Onların<br />
saygı ve hürmet içeren bu çalışmaları bir cilt üstündeki çalışmasının<br />
bazen aylarca sürmesine neden olurdu.<br />
Ciltler yapılış tekniği, kullanılan malzemelerine ve süslemeleri<br />
itibariyle birbirinden farklı özellikler göstermekte olup<br />
yansıttıkları üslûplar veya ait oldukları kültür alanlarının<br />
adıyla bilinmektedir.<br />
Cilt sanatı ve ciltçilik tarihsel gelişme süreci içinde bir çok<br />
üslûp ve teknikle Arap, Hatâyî, Memlûk, Mağribî, Rûmî, Türk<br />
gibi ismlerle günümüze kadar gelmiştir.<br />
1. Hatâyî: Bitkisel motif ve desenlerin tercih edildiği cilt üslûbu.<br />
2. Herat:Şîraz ve İsfahan’da Türk, Moğol ve İranlı ustalar tarafından<br />
Timurluların en büyük sanat merkezi olarak kabul<br />
edilen Herat’ta geliştirilmiş olan cilt üslûbu.Bu üslûbun en<br />
karekteristik özelliği; ciltlerde, şemselerle köşebentlerin<br />
içleri ve aralarında kalan boşluklar bitkisel motiflerle doldurulmuş<br />
olmasıdır. Yine bu ciltlerde insan, yılan, aslan, kuş<br />
gibi hayvan ve ejderha gibi canlıların yanında, zümrüdüanka<br />
benzeri efsanevî yaratık figürlerinin yerleştirilmiş olduğunu<br />
görmek mümkündür. Katı’ tekniğinin de kullanıldığı<br />
bu tarzda yapılmış ciltlere Timurlular,Celâyirli, Karakoyunlu,<br />
Akkoyunlu, Safevî ve erken dönem Osmanlı ciltleri arasında<br />
rastlanmaktadır.<br />
3. Arap: Ciltlerin derilerinin ve üzerlerinde bulunan işlemelerin<br />
biraz kaba olmasıyla dikkat çeken bu üslûp, tarihi süreç<br />
içerisinde Halep ve Şam bölgelerinde gelişmiştir. Bu üslûp<br />
üzerinde Uygur cilt tekniğinin etkili olduğu düşünülmektedir.<br />
4. Rûmî: Selçuklu Dönemi ve Moğol istilasından sonra Selçuklu<br />
tesiri altında Anadolu’da oluşan ve devam ettirilen İlstrong<br />
cultural function in terms of acquiring the pleasure<br />
of the book is predicated on very old times.<br />
1. Binding, a cover made to prevent book or magazine pages<br />
from spreading.<br />
2. The art of uniting the leaves of manuscripts and and printed<br />
books by stitching them together in a protective cover, in<br />
order to prevent them from wearing out and spreading out.<br />
3. In order to protect a magazine or book’s leaves from scattering<br />
and also to keep them collectively together, Binding<br />
is a sort of outer cover which is made of fine board, leather,<br />
or a card board bound in such materlails like leather, cloth<br />
or paper.<br />
4. An outer cover, (also generally known as, “book wrapper”<br />
or “dust wrapper”, and previosly known as “dust jacket” ) attached<br />
to the book block, encased in leather, cloth or paper.<br />
5. A protective cover, produced with a view to keep a magazine<br />
or a book’s papers together and to prevent them from<br />
disintegrating and disturbing pagination is called binding.<br />
This name (cild), which means “skin” in Arabic, is generally<br />
known to be due to the fact that the binding is the most<br />
suitable material made of leather for this work.<br />
6. The craftsmen engaged in bookbinding (teclid) are called<br />
“binder” (mücellit).<br />
7. Binding and bookbinding is among the book arts which<br />
has a substantial part in the storing and preservation of<br />
written works of art.<br />
If we define these definitions, “binding” and “bookbinding”,<br />
in accordance with the researches made and the information<br />
accumulated so far, it can be named as a “protective<br />
outer cover of book”, that produced to present and keep the<br />
information in the work of art more regularly, and to transmit<br />
it to the next periods from the written period, and, in the<br />
artistic ones; that transmitting and reflecting the artistic<br />
tastes of the period it was produced. Although the root of<br />
the concept “cild-binding” is in the sense of “skin” in Arabic,<br />
but in later periods, the concept of binding and book<br />
binding have been used for the covers which are not made<br />
of leather.<br />
Leather embroidery in Turks has made a great progress<br />
over time, and bookbinding has become an individual work<br />
of art. Various goods such as bag, weapon case, waist belt,<br />
and binding have been made of leather and fabulously gorgeous<br />
artifacts have been produced.<br />
The Turks, who attached a great importance to manuscripts
hanlı ve Anadolu beylikleri ciltçiliğidir.Memlük üslûbu olarak<br />
da bilinen cilt tekniğinin Memlük Türkleri taafından oluşturulmuş<br />
Arap Rûmî karışımı bir üslûp olduğu kabul edilmektedir.<br />
5. Mağribî: Arap üslûbuna benzeyen Endülüs, Sicilya ve<br />
Fas’ta gelişmiş olan bir cilt tarzıdır. İspanya ve Sicilya yoluyla<br />
Avrupa ciltçiliği üzrerinde de büyük tesiri olan bu üslûpta<br />
ağırlıklı olarak kahverenginin tonları ve siyah renkler hakimdir.<br />
Yuvarlak, girift geometrik şemseler ve cilt kenarlarında<br />
bulunan zencirek veya bordür bu tarzın önemli özelliklerindendir.<br />
7. Türk Üslûbu:Osmanlı ciltçiliğinin merkezi kabul edilen Diyarbakır,<br />
Bursa, Edirne, İstanbul gibi şehirlerde yapılan cilt<br />
tekniğinin adıdır. Lake cildinde içerisinde değerlendirildiği<br />
bu üslûp şükûfe, barok ve modern olmak üzere kendi içinde<br />
küçük farklılıklar gösteren başka alt üslûplara da ayrılmaktadır.<br />
8. Buhârâ-yıCedîd: Hatâyî, Dihlevî ve Avrupa üslûbu gibi birçok<br />
üslûbun özelliğini yansıtan ve bunların karışmasından<br />
meydana gelmiş olan bu üslûp cilt sanatının gelmiş olduğu<br />
son aşama olarak kabul edilmektedir.<br />
Cilt Çeşitleri<br />
Farklı dönemler ve coğrafyalarda farklı üslûblarlagelişmiş<br />
olan cilt çeşitlerini kullanılan malzeme ve süsleme tekniklerine<br />
göre ikiye ayırmak mümkündür. Malzemeye göre deri,<br />
kumaş, ebrulu, murassa‘ (mücevherli), lake; süsleme tekniğine<br />
göre şemseli, zilbahar, yekşah, zerduz, çârkûşe.<br />
1. Deri Cilt: Deri kullanılarak yapılan ve içerdiği motif ve tekniğe<br />
göre muhtelif şekilleri bulunan ciltler.<br />
Şemseli Ciltler: Adını üzerine yapılan şemse motifinden almış<br />
olan şemseli ciltler, şemsenin bezenme tarzına göre<br />
alttan ayırma, üstten ayırma, mülemma‘, mülevven, soğuk,<br />
müşebbek (katı‘) şemseli cilt gibi çeşitli isimlerle anılır. Bu<br />
şemselerin her birinin kendine has tekniklerle ortaya koyulthat<br />
have a very crucial position in transferring traditional<br />
cultures and values to future generations, had shown a<br />
love that would be almost sacred to their binding works.<br />
Because all of the manuscripts exhibited were including<br />
religious contents and written down by means of religious<br />
tradition. During the period, Holy Qur’an, hadith books,<br />
mystical works of art were among the ones in the lead. Apart<br />
from that, other written works such as Divan and Mathnawi,<br />
since they have already been fed from these sources, i.e,<br />
the Holy Qur’an and hadiths, the manuscrips were faced<br />
with respect and diligence in every period of time. Accompanied<br />
by this feeling and sensitivity, master binders used<br />
to produce the Holy Qur’an and the manuscripts bindings<br />
with a great enthusiasm. Their artistic works, which include<br />
respect and reverence, cause work on a binding sometimes<br />
to last for months.<br />
In terms of their application technique, used materials and<br />
embellishments, bindings have different characteristics<br />
and they are known by the name of the styles they represent<br />
or the culture areas they belong to.<br />
In the process of historical development in various styles<br />
and techniques, art of binding and bookbinding have extended<br />
up to date with the names such as Arabic, Hatayi,<br />
Mamluk, Maghribi, Rumi, Turkic.<br />
Hatâyî: The binding style in which the floral motifs and patterns<br />
are preferred.<br />
2. Herat: The binding style developed in both Herat, which<br />
is regarded as the biggest art center of the Timurids, and in<br />
Shirraz and Isfahan by Turkish, Mongolian and Iranian masters.<br />
The most characteristic feature of this style is that, in<br />
the bindings, interiors and the gaps between ornamental<br />
sun-like figure (şemse) and the brackets and in the spaces<br />
between them are filled with floral motifs. Again, in these<br />
bindings, besides livingthings like human and animals like<br />
snakes, lions, birds and creators like dragons, it is possible<br />
to see that the figures of the mythical creatures like the<br />
Phoenix are embroidered. The bindings made in this style,<br />
in which the technique Katı’ (is an ornamentation, in which<br />
the motif or shape on a piece of paper or leather is firstly engraved<br />
and removed, and finally pasted on another paper<br />
or leather.)is also used, are found among the Timurids, Jalayirids,<br />
Black Sheep Turkomans, White Sheep Turkomans,<br />
Safavids and early Ottoman period bindings.<br />
3. Arabic: This style, which attracts attention to the fact that<br />
the leather and embroidery used in bookbinding are a bit<br />
rough, has developed in the Aleppo and Damascus regions<br />
during the history. Uyghur binding technique is thought to<br />
be effective on this style.<br />
Book Arts<br />
377<br />
Kitap Sanatları
Common Heritage<br />
378<br />
Ortak Miras<br />
muş olup mahir sanatkarların ortaya koduğu nadide eserlerdir.<br />
Zilbahar Cilt: Adını halk arasında “kafes şemse” olarak da<br />
bilinen bir süsleme türünden alan bu cilt tekniğinde kapak<br />
üzerine ezilmiş varak altınla dört dilimli yaprak motifi<br />
ve parmaklık şeklinde çizgiler çekilmektedir.Cildin göbek<br />
kısmında veya zeminin tamamında bulunabilen bu bezeme<br />
tekniği sonraları, oluşturulan dikdörtgenlerin araları küçük<br />
yıldızlarla süslemek suretiyle kapaklara daha zengin görünüm<br />
kazandırılmıştır.<br />
Yekşah Cilt: Cildin üzerinden bulunan motiflerinyekşahadı<br />
verilen ucu sivri metal bir aletle bastırılmak suretiyle yapıldığı<br />
bu tarz işlemeler, bazenzilbaharşemseli ciltlere de<br />
uygulanmıştır.<br />
Zerduz Cilt: Sarı, pembe ve yeşil sırmalarla modern ve realist<br />
motiflerin deri üzerine işlenmesi suretiyle yapılmış olan<br />
ciltlerdir.<br />
2. Çârkûşe Cilt: Kadife veya desenli, işlemeli kumaşlarla<br />
kaplanmış ve kenarları köşelerde üçgen köşebentler oluşturacak<br />
şekilde deri ile çevrilmiş cilt çeşidi olup adını bu köşebentlerden<br />
almıştır.<br />
3. Kumaş Cilt: Karton veya mukavva üzerine keten, ipekli ya<br />
da kadife kumaş kaplamak suretiyle yapılmış olan ciltlerdir.<br />
4. Ebrulu Cilt:Bazı ciltlerin dış ve iç kapaklarında güzel gö-<br />
4.Rumi: This is the Bookbinding that widely-spread among<br />
Il-Khanids and Anatolian Principalities (beyliks), after the<br />
Seljukian period and the Mongol invasion, also under the<br />
influence of the Seljukians. Also known as the Mamluk style,<br />
this binding technique is considered to be created by Memluk<br />
Turks and to be a mixture of Arabic and Rumi genre.<br />
5.Maghrebi: It is a binding genre, also resembles Arabic<br />
style, developed in Andalusia, Sicily and Morocco. Predominantly,<br />
brown color tones and black colors dominate this<br />
style, which has great influence over European binding via<br />
Spain and Sicily. Round, intricate geometric ornamental<br />
sun-like figure (şemse) and zencirek (a chain design, used<br />
to embellish the borders of an illuminated manuscript) or<br />
border (The ornamental elements surrounding the outer<br />
edges of the covers, also named “kenarsuyu”, “pervaz” or<br />
“frame”) on the edges of the binding, are important features<br />
of this style.<br />
6.Turkic Style: That is the name of the binding technique<br />
performed in cities like Diyarbakır, Bursa, Edirne, Istanbul,<br />
which are generally acknowledged as center of the Ottoman<br />
book binding. This style, lake binding is also considered<br />
in its cocept, is also arranged into other sub-styles which<br />
differ within themselves, such as şükûfe style (also known<br />
“flower style”, including floral motifs usually dominated in<br />
the cover ornamentation), baroque and modern styles.<br />
8. Buhârâ-yı cedîd style: This style, which reflects the char-
üntü vermek veya kitap mahfazası yapımında ebru tercih<br />
edilmiştir. Bu tarzın kullanıldığı ciltlere ebrulu cilt denmektedir.<br />
Ebrulu ciltler, dayanıklı olabilmeleri için genellikle<br />
çârkûşe tekniğinde yapılmışlardır.<br />
5. Murassa‘ Cilt: Her ne kadar cilt sanatıyla ilgili bir teknik<br />
olsa da kullanılan değerli maden ve taşlar dolayısıyla aslında<br />
kuyumculuk sanatıyla ilgili olan bir çeşit maddî kıymeti<br />
yüksek bir cilt çeşididir. Bu üslûpta fildişi oymalı, altın kaplamalı,<br />
mozaik, yeşim kabartma, yakut, zümrüt, inci ve elmas<br />
süslemeli olan ciltler karşımıza çıkmaktadır. Bu tarz ciltleri<br />
bir saygı tezahürü olarak daha çok Kur’ân-ı Kerîm ciltlerinde<br />
görülmektedir.<br />
6. Lake Cilt:Vernikleme yönteminin kullanıldığı bu tarz ciltlerde<br />
kapağın yapıldığı mukavva veya deri parlatılıp tamamen<br />
pürüzsüz hale getirilerek verniklenir. Ortaya çıkan<br />
bu cilalı satıh üzerine altın ve boya ile nakışlar yapıldıktan<br />
sonra cam gibi parlak bir yüzey elde edilinceye kadar birkaç<br />
kat daha vernik çekilir. Türk cilt sanatında bu örneklere XV.<br />
yüzyılda Osmanlılarda ve Timurlularda rastlanmaktadır.<br />
Günümüzde de hat, tezhip ve ciltçilik gibi geleneksel sanatlarımız<br />
farklı coğrafyalarda ve bilim ortamlarında yine usta<br />
çırak ilişkisi içinde aynı saygıyla, aynı özenle, aynı duygularla<br />
devam ettirilmektedir. Bu hususta yapılan onlarca bilimsel<br />
çalışma, kütüphanelerde yer almaktadır. Modern dünyanın<br />
teknolojik üretimine direnmeye çalışan bu gelenksel<br />
sanatlarımız, yaşadığımız coğrafyada bizi ve kültürmüzü<br />
yansıtan <strong>ortak</strong> ve kalıcı değerlerimiz olarak yaşamaya devam<br />
etmektedir.<br />
Hat, tezhip, cilt ve ciltçilik hakkında kaleme alınmış olan<br />
bazı bilimsel çalışmalar:<br />
• AKAR Azade-KESKİNER Cahide, Türk Süsleme San’atlarında Desen ve Motif,<br />
İstanbul 1978.<br />
• Ali Alparslan, “Hat Sanatında Osmanlılar”, Osmanlı Uygarlığı, T.C. Kültür ve<br />
Turizm Bakanlığı Ya yınları, Ankara 2009, s. 824-839.<br />
• Arıtan, Ahmet Saim, “Ciltçilik”, DİA, VII/551-557, İstanbul 1993.<br />
• Ayla Ersoy, Türk Tezhip Sanatı, Akbank, İstanbul, 1988.<br />
• Banu Mahir, “Osmanlı Bezeme Sanatında Saz Üslûbu”, Hat ve Tezhip<br />
Sanatı, T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 2009, s. 379 - 395.<br />
• BİROL İnci A.-Derman ÇİÇEK, Türk Tezyînî Sanatlarında Motifler, İstanbul<br />
2001.<br />
• Çiçek Derman, Türk Tezhip Sanatının Muhteşem Çağı (Editör: Ali Rıza<br />
Özcan) Hat ve Tezhip Sanatı. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara<br />
2009.<br />
• Derman, M. Uğur, “Hat”, DİA, XVI/ 427-437, İstanbul 1997.<br />
• Gülbin Mesara, “Kanunî Sultan Süleyman’ın SernakkaşıKaramemi”, Hat ve<br />
Tezhip Sanatı, T.C. Kül tür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 2009, s. 361<br />
-377.<br />
• Muammer Ülker, Türk Hat Sanatı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara<br />
1987.<br />
• Muhittin Serin, Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, Kubbealtı Neşriyatı,<br />
İstanbul 2003.<br />
• ÖZEN Mine Esiner, Türk Cilt San’atı, Ankara 1998.<br />
• Şule Pamuk, “Hat”, İslam Sanat ve Estetik,Diyanet İşleri Başkanlığı,İstanbul<br />
2013.<br />
• YILDIZ Nuray, Eskiçağda Yazı Malzemeleri ve Kitabın Oluşumu, Ankara<br />
2000.<br />
acteristics of many styles, such as Hatayi, Dihlevi and European<br />
style, and eventually formed by mixture of them, has<br />
been regarded as the final stage that art of binding reached.<br />
TYPES of BINDING<br />
According to the material and ornamentation techniques<br />
used, it is possible to divide the binding types, which developed<br />
in different periods and geographies with different<br />
styles, into two. According to material: leather, fabric, marbled,<br />
murassa (jewelery), lacquer; According to the decoration<br />
technique: sun-like figure, zilbahar, yekşah, zerduz,<br />
çârkûşe<br />
1. Leather Bindings: Bindings that are made of leather and<br />
containing various shapes according to motif and technique.<br />
Şemseli bindings (“Sun-like figure”, also known “center<br />
-medallion”) The ones, that its name drew inspiration from<br />
sun-like figure embroidered on binding, are termed with<br />
various titles, according to the embellishment genre of the<br />
figure, such as alttan ayırma (The şemse motifs imprinted<br />
on the leather cover are in leather color and the background<br />
is either gilded or wrought in gold.), üstten ayırma<br />
(The background is leather and the motifs are gilded.),<br />
mülemma‘ (Both motifs and background are completely<br />
gilded.), mülevven (The şemse is in leather of another color.<br />
The term means “colored”.), soğuk (Plain, leather color<br />
motifs without decoration)., müşebbek (katı‘) şemseli (The<br />
motifs are cut and carved out of leather and glued on to<br />
give the illusion of depth.). Each of these şemses is made<br />
up of its own peculiar technique, and also they are the rare<br />
artifacts created by master craftsmen.<br />
Zilbahar (lattice) Binding In this binding technique, which<br />
takes its name from an ornament known as “lattice şemse”,<br />
four-slice leaf motif and balustrade-like lines are drawn<br />
down on the cover by means of crushed gold leaf. Within<br />
this embellishment technique, which can be found at the<br />
core of the binding or on the entire floor, afterwards, the<br />
cover is provided a luxuriant apperance by ornamenting the<br />
spaces between rectangles formed with small stars.<br />
Yekşah Binding Such embroideries, in which the motifs on<br />
the binding are decorated by pressing with a metal pointed<br />
tool, called “yekşah”, have also been applied to the Sunlike<br />
figure bindings.<br />
Zerduz Binding It is the type, made by embroidering modern<br />
and realistic motifs on the binding in yellow, pink and<br />
green threads.<br />
2. Çârkûşe Binding: That is a binding style that coated with<br />
Book Arts<br />
379<br />
Kitap Sanatları
Prof. Dr. Nebi ÖZDEMİR<br />
Bilge Yapım<br />
Kültür etkileşimler bütünü ve ürünüdür...<br />
Culture is the whole and product of the interactions.
Kültür etkileşimler bütünü ve ürünüdür. Bu kapsamda ürünler, aktörler, gelenekler, kültürler<br />
arası etkileşimlerin varlığından söz edilebilir. Dolayısıyla geleneklerin, ürünlerin,<br />
kültürlerin yaratılmasında etkileşimlerin ürünü bilgi ve deneyim geçişlerinin ve paylaşımlarının<br />
etkisi büyüktür. Kültürel ürünler ve aktörler seyahatlerle olgunlaşırlar. Türk<br />
kültürü de farklı coğrafyalarda ve dönemlerdeki kültürel etkileşimlerle özgünleşmiştir.<br />
Türk dünyası kapsamındaki <strong>ortak</strong>lıklar da söz konusu etkileşimlerin en yoğunlaştığı<br />
alanlarda ortaya çıkmaktadır. Diğer bir deyişle etkileşimlerin yoğun olduğu alanlarda<br />
yaratılanlar Türk Dünyası’nın <strong>ortak</strong>lıklarıdır. Türk dünyası etkileşimler, dolayısıyla <strong>ortak</strong>lıklar<br />
bütünüdür.<br />
18 Gezinti<br />
Travel<br />
Culture is the whole and product of the interactions. In this context; the presence of<br />
products, actors, traditions, intercultural interactions can be mentioned. Therefore, the<br />
migration and sharing of knowledge and experience that are the interaction products<br />
have great effect in the creation of traditions, products and cultures. Cultural products<br />
and actors improve with travel. Turkish culture has also been characterized with cultural<br />
interactions in different geographies and periods. The partnerships within the Turkish<br />
world are also emerging in areas where interaction is most intensified. In other words, it<br />
is the partnerships of the Turkish World that are created in areas where the interaction is<br />
intense. The Turkish world is the interaction and so the whole of partnership.
Common Heritage<br />
382<br />
Ortak Miras<br />
Türk Dünyası’nın <strong>ortak</strong> kültür belleği göçlerin ve seyahatlerin<br />
ürünüdür. Bazı kültürel şahsiyet, ürün ve uygulamalar<br />
(Nasreddin Hoca, Nevruz, Dede Korkut Hikâyeleri vb.)<br />
zaman içinde farklı coğrafyalara seyahatleri sonucunda<br />
olgunlaşmış, yaygınlaşıp etkinleşerek Türk Dünyası’nın <strong>ortak</strong>lıklarına<br />
dönüşmüştür. Bu nedenle söz konusu <strong>ortak</strong>lıklara<br />
Türk dünyasının farklı coğrafyalarında kolaylıkla rastlanmaktadır.<br />
Diğer bir ifadeyle bu <strong>ortak</strong>lıklarla coğrafyalar<br />
Türk yurdu haline gelmiştir. Yeterince seyahat edemeyen<br />
ürün ve uygulamalar yerel ve ulusal kalmıştır. Türkler uzun<br />
süre atlı- bozkır medeniyetin devamı olan göçebe ve yarıgöçebe<br />
yaşam tarzını sürdürdüklerinden <strong>ortak</strong>lıklarını da<br />
yeni vatanlarına taşımışlardır. Ortaklıklar sayesinde atayurt<br />
ile anayurtlar arasındaki bağlantılar, kültürel genetik bağlar<br />
sürekli olmuştur. Daha yerinde bir ifadeyle sözü edilen <strong>ortak</strong>lıklar,<br />
atayurt ile anayurt arasındaki bağlardır. Türk kültürü<br />
göçlerle olgunlaşıp güçlenmiş ve zenginleşmiştir. Türk<br />
kültürü bir yanıyla göç yolunda yaygınlaşmış ve özgünleşmiştir.<br />
Bütün bu seyahatlerine rağmen Türklerin atayurt ve anayurt<br />
özlemi hep devam etmiştir. Diğer taraftan sürekli göç<br />
eden Türkler arasında anayurt özleminin köklü ve etkin olması<br />
dikkat çekicidir. Bu nedenle “vatan özlemi” Türk Dünyası’nın<br />
<strong>ortak</strong>lıklarından biridir. “Gurbet” ise kültürel yaratım<br />
sürecinin temel nedenlerindedir. Dolayısıyla Türk kültüründe<br />
“göç” olgusu pek çok ürünün temel içeriğini meydana<br />
getirmiş ve getirmeye de devam etmektedir. Uygur Türklerine<br />
ait “Göç Destanı” Türklük yaşamındaki göçün etkisi-<br />
The common cultural memory of the Turkish World is the<br />
product of migrations and travels. Some cultural personalities,<br />
products and practices (Nasreddin Hoca, Nevruz,<br />
Dede Korkut Stories, etc.) have matured, become widespread<br />
and become active as a result of travels to different<br />
geographical regions in time and so become partnerships<br />
of Turkish World. For this reason, these partnerships are<br />
easily found in different geographies of the Turkish world.<br />
In other words, geographies have become Turkish world<br />
with these partnerships.Products and practices that can not<br />
travel enough have remained local and national. Since the<br />
Turks have long maintained nomadic and semi-nomadic<br />
lifestyles that are the continuation of the horse-mounted<br />
and steppe civilization, they have moved their partnerships<br />
to their new homeland. The relationships and cultural genetic<br />
relations between the fatherland and the homeland<br />
have been constant through partnerships. The partnerships<br />
mentioned in more precise terms are the relations between<br />
the fatherland and the homeland. Turkish culture has been<br />
matured and strengthened with immigrants. Turkish culture<br />
has become widespread and unique in the way of migration.<br />
Despite all these trips, the fatherland and homeland longing<br />
of the Turks have always continued. On the other hand,<br />
it is striking that the longing of the homeland is deep and<br />
active among the Turks who have migrated continuously.<br />
For this reason, “ homesickness “ is one of the partnerships<br />
of the Turkish World. “ Homesickness “ is the main reason<br />
for the cultural creation process. Therefore, the phenome-
ni ortaya koymaktadır. Özetle gelenek sözcüğünün köken<br />
anlamındaki “gelmek” eylemi dahi tarihsel boyutta seyahat<br />
veya göçün dönüştürücü ve yaratıcı gücünün temel kanıtı<br />
kabul edilebilir (ayrıntılı bilgi için bkz. Özdemir 2012: 16- 35)<br />
Seyyahlar, dolayısıyla seyahatnameler, yaşamı oluşturan<br />
etkileşimleri dile getirirler. Seyyahlar asker, denizci, devlet<br />
memuru, elçilik görevlisi, doktor, edebiyatçı ve din adamı<br />
gibi farklı mesleklerin mensuplarıdır. İbni Fazlan, Marko<br />
Polo, İbni Batuta Claviyo ve Evliya Çelebi bu gezginlerden<br />
en önemlileridir. Farklı nedenlerle Türklerin yaşadıkları coğrafyalara<br />
seyahat eden Batılı ve Doğulu seyyahlar özellikle<br />
kendilerine yabancı gelenleri kurgulayarak eserlerine aktarmışlardır.<br />
Bu anlatılar Batı ve Doğu dünyasında bugüne<br />
kadar gelen Türk imgesinin de temelini oluşturur(Özdemir<br />
2006). Gerçekte seyyahlar farklı toplumları dolayısıyla kültür<br />
dairelerini birbirine bağlayarak kültürler arası tohumlayıcı<br />
işlevini yerine getirirler. Yabancı seyyahlar aslında Türk<br />
dünyasıyla ilgili <strong>ortak</strong>lıkları ve farklılıkları eserlerine yansıtmışlardır.<br />
Böylelikle kültür adlı bahçelerde nadide çiçeklerin<br />
açmasını sağlamışlardır. Türk kültürü gibi etkileşimlerle var<br />
olan ve gelişen kültürler oldukça zengin bir yapıya sahiptirler<br />
ve kültür değişmelerinin olumsuz etkilerine karşı bağışıklık<br />
ve direnç kazanmışlardır. Örneğin İbni Fazlan (877- 960)<br />
10. Asrın ilk çeyreğinde Buhara başta olmak üzere, İdil (Volga)<br />
boyu Türkleri, Oğuz, Başkurt, Peçenek ve Tatar Türkleri<br />
hakkındaki gözlemlerini eserinde kaydetmiştir. Yine İtalyan<br />
gezgin Marco Polo (1254- 1324) Anadolu, Mezopotamya,<br />
İran, Türkistan ve Çin coğrafyalarını dolaşmış ve Türklernon<br />
of “immigration” in Turkish culture has brought about<br />
the basic content of many products and continues to bring<br />
them up. The “Migration Epic” belonging to Uygur Turks reveals<br />
the effect of immigration in Turkish life. In summary,<br />
the turkish word ‘’gelenek’’(tradition) has a root from the<br />
turkish verb ‘’gelmek’’(to come) and this is accepted that it<br />
is the main evidence of transformative and creative power<br />
of travel or immigration on the historical dimension (Also<br />
see for more information, Özdemir 2012: 16-35)<br />
Travelers and so travel books express the interactions that<br />
form the life. Travelers are members of different professions<br />
such as soldiers, sailors, government officials, embassy<br />
officials, doctors, man of letters and man of god. İbni Fazlan,<br />
Marko Polo, Ibni Batuta Claviyo and Evliya Çelebi are<br />
the most important of these travelers. Western and Eastern<br />
travelers who traveled to the geographies where the Turks<br />
have lived for different reasons have especially transferred<br />
the things that sound strange to them to their works. These<br />
explanations constitute the basis of the Turkish image that<br />
has come to the present in the Western and Eastern world<br />
(Özdemir 2006). In reality, travelers perform the function<br />
of intercultural spread by linking different societies and<br />
cultural areas. Foreign travelers have actually reflected the<br />
partnerships and differences related to the Turkish world<br />
in their works. Thus, they have provided to spread cultural<br />
diversity. The cultures that exist and develop with the interactions<br />
like Turkish culture have a very rich structure and<br />
gain immunity and resistance against the negative effects<br />
Travel<br />
383<br />
Gezinti
Common Heritage<br />
384<br />
Ortak Miras<br />
le ilgili gözlem ve bilgilerini seyahatnamesine aktarmıştır.<br />
Arapça ve Farsça’nın yanında Türkçe de bilen Faslı seyyah<br />
İbni Batuta (1304- 1369) Afrika, Kafkasya, Ortadoğu, Hindistan<br />
ve Uzak Doğu’ya seyahatler gerçekleştirmiş özellikle<br />
Beylikler dönemi Türk coğrafyasıyla ilgili izlenimlerini eserinde<br />
yansıtmıştır. 1402 yılında Papalık tarafından Timur’a<br />
elçi olarak gönderilen İspanyol asilzade Ruy Gonzales de<br />
Clavijo’nun “Anadolu, Orta Asya ve Timur” adıyla Türkçeye<br />
çevrilen seyahatnamesinde Türklerle ilgili bilgiler de bulunmaktadır.<br />
Clavijo Buhara ve Semerkant başta olmak üzere<br />
gördüğü Türk yurtlarının ticarî ve sosyal hayatı hakkında ayrıntılı<br />
bilgiler vermektedir.<br />
Aynı şekilde Manuel Serrano Y. Sanz (İspanyol; 1552-1556),<br />
Lady Mary Wortley Montagu (İngiliz elçisinin eşi; 1717- 1718),<br />
Edward Raczynski (Polonyalı kont; 1814),Jean Henri Abdolanyme<br />
Ubucini (Fransız yazar; 1855), Pretextat-Lecomte<br />
(Fransız mozaikçi ve ressam; 1903) gibi Batılılar eserlerinde<br />
özellikle Osmanlı İmparatorluğu ve İstanbul, dolayısıyla<br />
Türklerle ilgili değerlendirmelerde bulunmuşlardır (ayrıntılı<br />
bilgi için bkz. Şentürk 1997).<br />
1513 tarihli haritasıyla Osmanlı haritacılığının kurucusu ve<br />
döneminin önemli kaptanı Pîrî Reis (1465/1470- 1554) gezip<br />
gördüğü yerler hakkında tarihî ve coğrafî bilgileri içeren<br />
kayıtlar tutmuş, daha sonra bu seyir notlarını (kılavuzunu)<br />
1521 tarihli “Kitab-ı Bahriye” adlı eserinde toplamıştır. Bu<br />
eserde Çanakkale Boğazı, Ege ve Akdeniz bölgesinde kentler,<br />
adalar ve ülkelerle ilgili ustalıkla çizilmiş haritalar buof<br />
cultural changes. For example, Ibni Fazlan (877-960)<br />
recorded his observations about Idyl (Volga) Oguz, Bashkir,<br />
Patzinak and Tatar Turks, especially Bukhara in the first<br />
quarter of the tenth century. Also Italian traveler Marco Polo<br />
(1254- 1324) traveled in Anatolia, Mesopotamia, Iran, Turkistan<br />
and China geographies and transmitted their observations<br />
and information about Turks to travelers. Moroccan<br />
traveler Ibni Batuta (1304-1369), who speaks Arabic and<br />
Persian as well as Turkish, traveled to Africa, the Caucasus,<br />
the Middle East, India and the Far East and represented especially<br />
his impressions of the period of the Beyliks period<br />
in Turkish geography. There are also information about the<br />
Turks in the travel book on the name of “Anatolia, Central<br />
Asia and Timur” translated into Turkic of the Spanish noble<br />
Ruy Gonzales de Clavijo, who was sent as an ambassador to<br />
Timur in 1402 by the Papacy. Clavijo gives detail information<br />
about the commercial and social life of Turks especially<br />
Buhara and Samarkant.<br />
In the same way; western writers such as Manuel Serrano<br />
Y. Sanz (Spanish; 1552-1556), Lady Mary Wortley Montagu<br />
(wife of the British ambassador; 1717-1718), Edward<br />
Raczynski (A Count of Poland; 1814), Jean Henri AbdolanymeUbucini<br />
(French writer; 1855), Pretextat-Lecomte French<br />
mosaicist and painter; 1903) make evaluations about especially<br />
the Ottoman Empire and Istanbul and so Turks (Also<br />
see for more information, Şentürk 1997).<br />
Pîrî Reis (1465/1470- 1554), who is the founder of the Ot-
lunmaktadır.<br />
İtalyan romancı, öykü yazarı ve şair Edmondo De Amicis<br />
(1846- 1908) Hollanda, Londra, Paris, Fas gibi yerlerin<br />
yanında İstanbul’a da gelmiş ve 1878-1879 yıllarındaki<br />
izlenimlerini bir kitapta toplamıştır. “Constantinopoli”<br />
adlı eserinde İstanbul’da her şeyin ışıktan ibaret olduğunu<br />
hayranlıkla anlatmıştır. İstanbul’u seyahatnamelerinde<br />
anlatanlar arasında Fransız Gérard de Nerval (1808-1855)<br />
de bulunmaktadır. “Nerval Voyage en Orient” (Doğuya Seyahat)<br />
başlıklı kitabında adı geçen seyyah daha çok sokak<br />
manzaraları, sünnet düğünleri, dervişler ve çarşılarla ilgili<br />
izlenimlerini anlatmıştır.<br />
Osmanlı seyyahlarının başında gelen Evliya Çelebi (1611-<br />
1682) 17.asır Osmanlı İmparatorluğu (İstanbul, İzmit, Bursa<br />
vd.) ile yabancı diyarları dolaşarak elde ettiği bilgi ve deneyimlerini<br />
“Seyahatname” adlı on ciltlik eserinde toplamıştır.<br />
Evliya Çelebi yarım asır boyunca gezip dolaştığı yerleri yalın<br />
ve fastantik bir kurguyla anlattığı Seyahatnamesi dünyanın<br />
temel başvuru kaynaklarından biri olarak kabul edilmektedir.<br />
Evliya Çelebi yazılı ve sözlü kültür kaynaklarından ve<br />
verilerinden yararlanarak oluşturduğu eserinde yaşadığı<br />
dönemin Osmanlı İmparatorluğu’nu ve diğer ülkeleri ayrıntılı<br />
bir şekilde tanıtmaktadır. Evliya Çelebi uğradığı kentleri<br />
anlatırken “dil ve ağız özelliklerine, coğrafî yapıya, tarihe,<br />
sanat ve mimari eserlerine, ibadet yerlerine, inançlara,<br />
ekonomik ve toplumsal yapıya, gelenek kültürüne (masal,<br />
mani, halk oyunları, giyim-kuşam, geçiş dönemleri, mutfak)<br />
vb.” büyük önem vermiştir. Evliya Çelebi’nin yazılı kültür ve<br />
sözlü kültürden yararlanarak yarattığı özgün kent imgelerinin<br />
bugün dahi gücünü ve etkisini koruduğu gözlenmektedir<br />
(Özdemir 2012: 131- 148; Akkaya 2016). Evliya Çelebi<br />
mekânları sözlü kültür özgünlükleriyle çekici hale gelirler.<br />
Böylece asırlar geçmesine karşılık Evliya Çelebi’nin kentleri<br />
canlılığından bir şey kaybetmemiştir. Gelenek kültürünün,<br />
dolayısıyla gezinti geleneğinin temel işlevi olan “yaratıcılık<br />
ve yaşamı yenileme” işlevi Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde<br />
de tespit edilmektedir. Evliya Çelebi’den önce yaşamış<br />
olan Matrakçı Nasuh’un (1480- 1564) minyatür ile haritayı<br />
birleştiren çizimlerinde kentlerin toplumsal ve kültürel coğrafyası<br />
ile ilgili verilere de ulaşmak mümkündür. Yukarıda<br />
aktarılan bütün bu seyyahlar dolaştıkları coğrafyaları anlatırken<br />
bazen gezinti mekânları, ziyaretgâhlar ve mesirelikler<br />
hakkında da bilgiler vermişlerdir.<br />
Yerleşik yaşama geçildikten sonra da Türk toplumsal yaşamında<br />
eskinin “teferrücgâh, seyran-gah, mesîre, sayfiye,<br />
cevelângâh”ının yerini zamanla “çamlık, piknik yeri, park,<br />
kamp yeri, rekreasyon alanı” gibi açık gezinti ve eğlence<br />
mekânları almıştır (ayrıntılı bilgi için bkz. Özdemir 2005:<br />
111- 114). Bununla birlikte yereldeki gelenek yaşamında “Hıtoman<br />
cartography and the important captain of the period<br />
with his map dated 1513, kept records containing historical<br />
and geographical information about places visited by him<br />
and later collected these navigational notes in the book “Kitab-i<br />
Bahriye” dated 1521. In this work, there are maps that<br />
are masterly drawn the cities, the islands and the countries<br />
in the Dardanelles, the Aegean and Mediterranean regions.<br />
The Italian novelist, story writer and poet Edmondo De Amicis<br />
(1846-1908) came to Holland, London, Paris, Morocco<br />
as well as Istanbul and collected impressions of 1878-1879<br />
in a book. In his work called as “Constantinopoli”, he explained<br />
admiringly that everything in Istanbul consists of<br />
light. There are the French Gérard de Nerval (1808-1855)<br />
among the travellers who takes place Istanbul in their travel<br />
book. In his book named “NervalVoyage en Orient” (Traveling<br />
to the East), the traveller described especially his impressions<br />
about street scenes, circumcision feasts, dervishes<br />
and bazaars.<br />
Evliya Çelebi (1611-1682), who was the most important of<br />
the Ottoman traveler, collected the knowledge and experiences<br />
that he had gained by traveling around the foreign<br />
lands and Ottoman Empire in the 17th century (İstanbul,<br />
İzmit, Bursa etc.) in ten volume book called “Seyahatname”(Travel<br />
Book). “Seyahatname”(Travel Book) that is written<br />
by Evliya Çelebi travelling for half a century and explaining<br />
these places with simple and fantastic fiction is regarded as<br />
one of the basic reference sources of the world. Evliya Çelebi<br />
introduces the Ottoman Empire and other countries in a<br />
detailed way during his time in his work by using the written<br />
and oral cultural sources and data. While Evliya Çelebi describes<br />
the cities that he visited, he gives great importance<br />
to dialect and language properties, geographical structures,<br />
history, art, architectural works, places of worship,<br />
beliefs, economic and social structure, cultural traditions<br />
such as fairy tales, turkish poem, folk dances, clothing,<br />
transitional periods, cuisine etc. Evliya Çelebi’s unique urban<br />
images created by using written culture and verbal culture<br />
are observed to retain their power and influence even<br />
today (Özdemir 2012: 131- 148; Akkaya 2016). The venues<br />
of Evliya Çelebi become attractive with authenticity of oral<br />
culture. Thus, Evliya Çelebi’s cities have not lost anything<br />
despite the passing of centuries. “Cultural creativity and renewal<br />
of life”, which is the main function of tradition culture<br />
and travel tradition, is also determined in Seyahatname<br />
(Travel Book) of Evliya Çelebi. It is possible to reach the informations<br />
about the social and cultural geography of the<br />
cities in the drawings combining the miniature and the map<br />
of Matrakçı Nasuh (1480-1564) living before Evliya Çelebi.<br />
While all of these travelers describe the geographies they<br />
traveled to, they sometimes give information about places<br />
Travel<br />
385<br />
Gezinti
Ortak Miras<br />
Common Heritage<br />
386
Gezinti<br />
Travel<br />
387
Common Heritage<br />
388<br />
Ortak Miras<br />
dırlık, Dedelik, yaylak, bakı yeri, çayırlık, pınar başı, kayabaşı,<br />
bağlar vb.” ise toplumsal yaşamdaki önemini hiç kaybetmemiştir.<br />
Gezinti mekânları veya yaylalar geçmiş yaşantının<br />
kültürel genetiğinin ve belleğinin yeni nesillere aktarıldığı<br />
yaşayan kültürel mekânlar olarak işlev görmüş ve görmeye<br />
de devam etmektedir. Farklı coğrafyalarda yaşasalar da<br />
kültürel genetik kapsamında asırlar öncesinde olduğu gibi,<br />
bugün de Türkler yeryüzünü yatak, gökyüzünü de yorgan<br />
olarak algılamaya devam etmektedirler. Bu nedenle Türkler<br />
arasında ufuk çizgisine bakmak yaygınlığını korumaktadır.<br />
Bu algı da Türklerin <strong>ortak</strong> mirası olarak değerlendirilebilir.<br />
Her kentin kendine özgü gezinti yerleri bulunmaktadır. Örneğin<br />
“Çamlıca, Hisar Üstü, Belgrad Ormanları, Sütlüce,<br />
Yuşa, Abıhayat, Kaymakdonduran, Karakulak Suyu, Göksu<br />
Deresi ve Çayırı, Emirgan, Büyüksu, Küçüksu, vb.” İstanbul’un<br />
önemli yazlık gezinti ve açık eğlence mekânları olarak<br />
değerlendirilmiştir. Yahya Kemal Beyatlı’nın “Sana dün<br />
bir tepeden baktım aziz İstanbul” dizelerinin esin kaynağı<br />
böyle bir gezinti yeri olsa gerektir. Sorunlu sanayileşme ve<br />
kentleşme sürecinde bu gezinti yerlerinin büyük bir kısmı<br />
ortadan kalkmıştır.<br />
“Ayazmana, Erikaltı, Ağapınarı, Sidre, Kayabaşı, Gireği Bağları”<br />
gibi isimlerle anılan mekânlar ise Anadolu insanın yerel<br />
mesirelikleri olarak işlev görmüştür. Bu mekânlarda Hıdrellez,<br />
Nevruz, Koç Katımı ve Çiğdem Pilavı gibi etkinliklerin<br />
yapıldığı bilinmektedir. Hatta bazı yerleşim birimlerinde her<br />
mesireliğin bir mevsiminin veya gezinti zamanının olduğu<br />
kaydedilmiştir. Örneğin Gazinatep’in önemli sahre yerlerinden<br />
Tutluk’a dut mevsiminde, Güllük’e de gül zamanında,<br />
Nurgana ve Babilge’ye de aşırı sıcakların görüldüğü yaz aylarında<br />
gidildiği belirtilmiştir (Güzelbey 1973: 6803- 6805).<br />
Yine ana kutlama mekânlarının genellikle değişmediği ve<br />
şenliklerin aynı yerlerde düzenlendiği gözlenmiştir. Türk<br />
Dünyası’nda da pek çok yerleşim biriminin bu türden yaşayan<br />
kültür mekânları mevcuttur.<br />
Çeşitli kutlama ve törenlerin yapıldığı bu tür gezinti mekânları<br />
olarak daha çok ulu ağaçların, kutsal çeşme ve pınarların<br />
bulunduğu çayırlıkların seçildiği gözlenir. Böylelikle geçmiş<br />
kültürel belleğin tortuları olan su, ağaç, bitki ve ateş kültleri,<br />
iyelerle (orman iyesi, ırmak iyesi vb.) ilgili inançlar yaşatılmaktadır.<br />
Nitekim Altay Türklerinin kurbanların kesildiği ve<br />
toplu yemeğin yenildiği Akağaç Bayramı, “Bay Kayın” adlı<br />
ulu ağacın yanında gerçekleştirilmektedir. Kökenleri yaratılış<br />
mitlerine dayanan hayat ağacı, Anadolu’da ulu ağaca<br />
dönüşüp “ebedi canlılık” imgesi halinde gezinti mekânlarının<br />
temel çekiciliğini meydana getirmiştir. Türk dünyasında<br />
genellikle “bayterek, baygaç- bayağaç” adlarıyla anılan<br />
hayat ağacı atalar kültü ve bereket motifleriyle birlikte<br />
değerlendirilmiştir. “Kutsal ağaç (kayın, çınar, ardıç vb.),<br />
for visit and places suitable for an outing.<br />
Open and recreational places such as “pinetum, picnic area,<br />
park, camp site, recreation area” substitute for the places<br />
suitable for an outing such as “teferrücgâh, seyran-gah,<br />
mesîre, sayfiye, cevelângâh” meaning open area in the past<br />
after settled life in the Turkish social life. (Also see for more<br />
information, Özdemir 2005: 111- 114). Nevertheless, the<br />
places called as “Hıdırlık, Dedelik, yaylak, bakı yeri, çayırlık,<br />
pınar başı, kayabaşı, bağlar, etc.” never lose its importance<br />
in the local tradition of social life. Promenades or summer<br />
ranges have functioned as the living cultural spaces where<br />
the cultural genres and memories of past life are transfered<br />
to the new generations. Even if they have lived in different<br />
geographies, the Turks perceive the earth as a bed and the<br />
sky as a quilt today within the context of cultural genetics<br />
as it was centuries ago. For this reason, looking to the<br />
horizon line maintains its reputation among the Turks. This<br />
perception can also be regarded as a common heritage of<br />
the Turks.<br />
Each city has its own promenade. For example; “Çamlıca,<br />
Hisar Üstü, Belgrad Forests, Sütlüce, Yuşa, Abıhayat, Kaymakdonduran,<br />
Karakulak Water, Göksu Stream and Meadow,<br />
Emirgan, Büyüksu, Küçüksu, etc. “ are considered as<br />
important summer ranges and open spaces of Istanbul. It<br />
shouls be such a promenade that is the inspiration of Yahya<br />
Kemal Beyatlı for the verse “ I looked at you from another<br />
hill, dear Istanbul!”. In the process of problematic industrialization<br />
and urbanization, a large part of these promenades<br />
have been removed.<br />
The places called “Ayazmana, Erikaltı, Ağapınarı, Sidre, Kayabaşı,<br />
Girei Bağları” have been used as local recreational<br />
facilities of Anatolian people. It is known that events such<br />
as Hıdrellez (celebrated as the day on which Prophets Hızır<br />
(Al-Khidr) and Ilyas (Elijah) met on the earth), Nevruz(the<br />
day marking the beginning of spring and means “new day”),<br />
Koç Katımı (loosing the rams to copulate with sheep) and<br />
Çiğdem Pilavı (means Crocus pilaf and is cooked for Nevruz<br />
celebrations in Anatolia). It is even recorded that every recreational<br />
spaces has season or time to visit in some settlements.<br />
For example, it is stated that people should go to<br />
Tutluk, one of the important recreational spaces of Gaziantep,<br />
in the mulberry season; to Güllük in the time of coming<br />
into flower; to Nurgana and Babilge in the time of summer<br />
when it is sweltry (Güzelbey 1973: 6803- 6805). It has also<br />
been observed that the main celebration space usually<br />
are not changed and festivals are held in the same places.<br />
Many dwelling units in the Turkish World also have cultural<br />
spaces like that.<br />
It is observed that the promenades where the great trees,
oy ağacı, dilek/ adak ağacı vb.” ile ilgili bilgi ve deneyim<br />
belleği, Türk insanının <strong>ortak</strong>lıkları olarak gezinti yerlerinde<br />
yaşatılmaya devam etmektedir. Tören ve kutlama yerinin<br />
temel simgesi olan ulu ağaç örneklerine diğer Türk devlet<br />
ve topluluklarında olduğu gibi, Anadolu’da da rastlanmaktadır.<br />
Muğla’daki “Allañ Ağacı” ve efsanesi örneğindeki gibi,<br />
bu ağaçların çeşitli anlatılarla dokunulmazlık ve kutsallıklarını<br />
sürdürdükleri belirlenmiştir (Ergun 2012: 185-186, 469-<br />
479 vd.). Ankara- Mamak’ta bulunan “Karaağaç (Altıağaç)<br />
Dedesi” (altı ağaç ile bir yatırın bulunduğu mekân) atalar<br />
kültü ile ağaç kültünün bir mekânda birleştirilerek yaşatıldığını<br />
ortaya koymaktadır (Tanyu 1961). Sonuç olarak bu tür<br />
kutsiyet niteliği taşıyan ziyaret mekânları, İslamiyet öncesi<br />
ve sonrasında oluşan ve yeniden-biçimlenen inanç ve uygulamalarla<br />
özgünleştirilmiş ve kimliklendirilmiştir.<br />
Anadolu’da “Hıdırlık veya Dedelik” adıyla bilinen mekânlarda<br />
genellikle bir türbeye veya ata mezarına rastlanmaktadır.<br />
Atalar kültünün ardılı olarak kutlamaya katılanlar bu<br />
türbelerde dua edip dilek dilerler. Bu mekânlarda gerçekleştirilen<br />
kutlamalar bir yanıyla dinî-büyüsel, diğer yanıyla<br />
da eğlence boyutuna sahiptir. Bu kutlamalarda dinî- büyüsel<br />
uygulamaları (toplu namaz, kurban kesme vb.), toplu<br />
yenen yemeklerin eşliğinde düzenlenen eğlenceler (at<br />
yarışı, güreş, halk müziği ve oyunları vb.) takip etmektedir.<br />
Ziyaretgâh olarak toplumsal yaşamda önemli bir yere sahip<br />
olan bu tür kültürel mekânlara Türk dünyasında sıklıkla<br />
rastlanmaktadır. “Gaba Ağaç/ Dedelik (Denizli- Çivril/ Bozdağ<br />
Köyü), Dede Dağı (Yozgat- Yerköy), Ardıç Tepe (Şerefthe<br />
sacred fountains and the springs are located are selected<br />
as the places where the various celebrations and ceremonies<br />
are performed. Thus; beliefs about the water, tree,<br />
plant and fire cults as well as deities such as protector spirit<br />
of forest and owner of river that is the mark of the past cultural<br />
memories are kept alive.<br />
As a matter of fact, the Akağaç Feast that Altay Turks sacrifice<br />
an animal for god and organize mass meal is performed<br />
beside the great tree named “Mr. Kayın”. The tree of life<br />
whose roots are based on the myths of creation causes<br />
to become main attractive object of the promenades and<br />
the symbol of ‘’eternal vitality’’ after it becomes the great<br />
tree in Anatolia. The tree of life usually called as “bayterek,<br />
baygaç- bayağaç” in the Turkish world has been evaluated<br />
together with ancestor cults and motifs of abundance.<br />
The examples of “great tree (beech, plane tree, juniper<br />
etc.), wish tree, etc.” that is the main symbol of ceremony<br />
and celebration place are seen in Anatolia as in other Turkish<br />
states and communities. It has been determined that<br />
these trees have continued their immunity and sanctity<br />
with various narratives like the “Allañ Ağacı” and its legendary<br />
in Muğla (Ergun 2012: 185-186, 469- 479 et al.). The<br />
““Karaağaç (Altıağaç) Dedesi” (a place where the grave of<br />
an entombed saint and six trees are found) that is found in<br />
Mamak-Ankara proves that ancestor cult and tree cult meet<br />
in a place and have survived (Tanyu 1961). As a result, such<br />
promenades that have the characteristics of holiness have<br />
been identified with beliefs and practices that were formed<br />
Travel<br />
389<br />
Gezinti
Ortak Miras<br />
Common Heritage<br />
390
likoçhisar- Kazandere), Dede (Afyon- Bolvadin), Huri Melek<br />
(Sivas- Yıldızeli/ Katralan Köyü)” Anadolu’da rastlanan bu<br />
tür mekânlardandır (geniş bilgi için bkz. Ergun 2012). Makedonya<br />
(Radoviş- Kılavuzlu Köyü vb.) Türklerinin “Edirellez,<br />
Ederlez ve Hıdırlez” adlarıyla kutladıkları Hıdrellez etkinlikleri<br />
ağaçlık ve türbe (Ezere Dede Türbesi vb.) yakınında<br />
gerçekleştirilmektedir (Kumartaşlı 2015: 508- 509). Sonuç<br />
olarak Hıdrellez gibi etkinliklerin gerçekleştirildiği yerler<br />
kutsal (türbe ziyareti) ve sekülerin (eğlence) bir arada<br />
uyum içinde yaşatıldığı kültürel mekânlardır (Aslan 2015:<br />
707- 713). Aslında bu durum eğlence- inanç birlikteliğinin,<br />
dahası böyle bir ayrımın bulunmadığı arkaik dönemlerin bakiyesi<br />
olarak değerlendirilebilir.<br />
Türk dünyasında baharı karşılama törenleri genellikle mesireliklerde<br />
yapılmaktadır. Yeni yılın gelişinin kutlandığı bu etkinliklerde<br />
olumsuzluklardan arınmak ve yenilenmek amacıyla<br />
meydan ateşi yakılmakta ve üzerinden atlanmaktadır.<br />
Anadolu’da Hıdrellez ve Nevruz gibi kutlamalarda kökenleri<br />
ateş kültüne dayanan bu tür uygulamalara rastlanmaktadır.<br />
Kafkaslardaki Karaçay- Malkar Türklerinin “Gollu” adını verdikleri<br />
kutsal ağaçların ve taşların bulunduğu mekânlara giderek<br />
kurban kestikleri, yakılan ateşin üzerinden atladıkları<br />
bilinmektedir (Kumartaşlıoğlu 2016: 233- 236; Şamanov<br />
1995: 196- 197; Geleyeva 2000: 120; Karaçay- Malkar Mifle<br />
2007: 54). Aynı şekilde Kazakistan, Azerbaycan ve Kırgızistan<br />
gibi Türk devletlerinin yanında, Balkan Türkleri arasında<br />
düzenlenen bahar kutlamalarında benzer uygulamalar<br />
gerçekleştirilmektedir.<br />
Kökenleri göçebelik ve yarı-göçebeliğe dayanan yayla yaşamı<br />
Türkler arasında <strong>ortak</strong> bir miras olarak yaşatılmıştır.<br />
Yaylak ve kışlak yaşamı Türk toplumsal yaşamının uzun süre<br />
ikili yaşam tarzını meydana getirmiştir. Bugün Anadolu’da<br />
daha çok Karadeniz Bölgesi’ndeki yayla göçleri ve yayla<br />
şenlikleriyle (Kadırga Yaylası Şenlikleri/ Gümüşhane- Trabzon<br />
sınırı, İkizdere- Ovit Yayla Şenlikleri/ Rize vb.) belirginleşen<br />
yayla yaşamı, diğer Türk devlet ve topluluklarında da<br />
önemini korumaya devam etmektedir.<br />
Doğu Karadeniz Bölgesi’ndeki yayla şenlikleri yüksek rakıma<br />
sahip yaylalarda genellikle Mayıs ayının ilk Pazar günü<br />
kutlanan Hıdrellez ile başlayıp Eylül ayının ortasına kadarki<br />
dönemde gerçekleştirilmektedir. Temmuz ve Ağustos ayları<br />
yöredeki yayla şenliklerinin en sık olarak düzenlendiği<br />
dönemdir. Trabzon’da (Akçaabat- Düzköy yolun üzerinde)<br />
20 Temmuz’da başlayıp üç gün süren Hıdrellez kutlamaları<br />
Hıdırnebi Şenlikleri adıyla, 1742 m yüksekliğindeki Hıdırnebi<br />
Yaylası’nda bulunan Hıdırnebi Tepesi’nde gerçekleştirilmektedir<br />
(http://www.trabzonkulturturizm.gov.tr/TR,57698/<br />
onemli-yaylalarimiz. html). Yaylaya toplu göçle başlayan<br />
bu şenliklerde kurbanlar kesilmekte, geleneksel özel gün<br />
and reconstructed before and after Islam.<br />
In Anatolia, there is usually a tomb or an ancestral tomb<br />
in the spaces known as “Hıdırlık or Dedelik”. Those who<br />
attended the celebration as the followers of the ancestor<br />
cult pray and wish in these tombs. The celebrations performed<br />
in these places have a religious and magical as well<br />
as entertainment aspects. In these celebrations, religious<br />
and magical practices (collective salaah, sacrifice, etc.)<br />
are followed with entertainments (horse racing, wrestling,<br />
folk music and dance, etc.) in company with mass feeding.<br />
Such cultural spaces, which have an important place in social<br />
life as recreational areas, are frequently encountered<br />
in the Turkish world. “Gaba Ağaç/ Dedelik (Denizli- Çivril/<br />
Bozdağ Village), Dede Dağı (Yozgat- Yerköy), Ardıç Tepe<br />
(Şereflikoçhisar- Kazandere), Dede (Afyon- Bolvadin), Huri<br />
Melek (Sivas- Yıldızeli/ Katralan Village)” are such places<br />
encountered in Anatolia. (Also see for more information,<br />
Ergun 2012). Hidrellez called as “Edirellez, Ederlez and<br />
Hıdırlez” are celebrated by Macedonia (Radoviş- Kılavuzlu<br />
Village etc.) Turks are carried out near the trees and tomb<br />
(Ezere Dede Tomb, etc.) (Kumartaşlı 2015: 508- 509). As<br />
a result, activities such places where the activities such as<br />
Hıdrellez are performed are cultural spaces in which the sacred<br />
(visit to the tomb) and secular (entertainment) activities<br />
are in harmony (Aslan 2015: 707-713). Actually, this can<br />
be regarded as the basis of association of entertainment<br />
and faith as well as even archaic periods in which there are<br />
not such a distinction.<br />
The ceremonies for welcoming spring in the Turkish world<br />
are usually held in recreational areas. In these activities<br />
celebrated for the new year’s coming, the fire is burned<br />
and jumped over it in order to be purified and renewed from<br />
the negativities. In Anatolia, such practices whose origins<br />
are based on fire cult are seen in the celebrations such as<br />
Hıdrellez and Nevruz. It is known that the Karaçay-Malkar<br />
Turks sacrifice an animal for god and jump over the fire by<br />
going to the sacred places where the great trees called<br />
as “Gollu” and stones are found (Kumartaşlıoğlu 2016:<br />
233- 236; Şamanov 1995: 196- 197; Geleyeva 2000: 120;<br />
Karaçay- Malkar Mifle 2007: 54). In the same way, similar<br />
practices are being realized in spring celebrations among<br />
Balkan Turks besides Turkish states such as Kazakhstan,<br />
Azerbaijan and Kyrgyzstan.<br />
The life in summer range whose origins are based on nomadism<br />
and half-nomadism, has been maintained as a<br />
common heritage among the Turks. The life in summer pasture<br />
and winter quarters have long been a double life style<br />
of Turkish social life. Today, the life in summer range maintains<br />
its importance in other Turkish states and communi-<br />
Travel<br />
391<br />
Gezinti
Common Heritage<br />
392<br />
Ortak Miras<br />
kıyafetleri giyilmekte, sohbetler edilmekte, mani ve türküler<br />
söylenmekte, topluca yemekler yenilmekte, horonlu ve<br />
kemençeli eğlenceler düzenlenmektedir (Şişman 2010:<br />
549- 559). Son dönemde kentli eğlence sektörünün etkisinin<br />
artmasına karşılık bazı şenliklerin yöresel özelliklerinin<br />
korunmaya çalışıldığı gözlenmektedir.<br />
Doğada doğayla birlikte ve doğal ürünlerle, doğal olarak<br />
yenilenme Türklerin <strong>ortak</strong> yaşam kabullerinden biri olarak<br />
belirginleşmiştir. Kültür insan ve doğa etkileşiminin eseridir.<br />
Tabiat kültürle anlam, farklılık ve özgünlük kazanır. Türk<br />
insanı bir taraftan doğanın içinde yaşamını sürdürüp kültürünü<br />
yaratırken, diğer taraftan da yaşadığı coğrafyayı kendi<br />
içeriğiyle anlamlandırarak yurda dönüştürür. Bu süreçte yaratılan<br />
her türlü kültürel unsur ve uygulama coğrafyayı kimliklendirme<br />
işlevini görür. Diğer bir ifadeyle Türk toplumu<br />
kendi kimliğini coğrafyasını yurda dönüştürürken oluşturur.<br />
Dolayısıyla insanlar mekânları, mekânlar insanları yaratmaya<br />
ve biçimlendirmeye devam etmektedir.<br />
Gezinti mekânları geçmişte olduğu gibi bugün de eğlence<br />
kültürünü oluşturan geleneklerin temel yaratım ortamlarından<br />
birini meydana getirmektedir. Nevruz, Hıdrellez,<br />
gibi bahar kutlamaları yöresel müzik, dans, yemek, giyim-kuşam,<br />
sözlü edebiyat ve geleneksel tiyatro gibi farklı<br />
geleneklerin yaşatıldığı ana kültürel etkinliklerin başında<br />
gelmektedir. Yeni gün anlamındaki Nevruz’un eski çağlardan<br />
beri karların eriyip kardelen çiçeklerinin açtığı günde<br />
kutlanması, doğa ve insan etkileşiminin anlamlı bir sonucu<br />
ties with the migration to the summer range especially in<br />
Black Sea Region in Anatolia and festivals in summer range<br />
(Festival in Kadırga summar range/ Gümüşhane-Trabzon<br />
Bound, İkizdere-Ovit Yayla Festivals / Rize etc.).<br />
The festivals in summer ranges with high altitude in Eastern<br />
Black Sea Coastal Religion which begins with Hıdrellez<br />
usually celebrated on the first Sunday of May continues<br />
until mid September. July and August are the months that<br />
the festivals are made mostly in. The Hıdrellez celebrations<br />
that starts in Trabzon (on the way to Akçaabat-Düzköy) on<br />
July 20th and has lasted for three days are held with the<br />
name of Hıdırnebi Festival in Hıdırnebi Hill in Hıdırnebi Plateau<br />
at 1742 meter height. (http://www.trabzonkulturturizm.<br />
gov.tr/TR,57698/onemli-yaylalarimiz.html). In these festivals<br />
starting with mass migration; people sacrifice an animal<br />
for god, wear traditional special day clothes, chat, sing<br />
folk songs and turkish poem, eat meals all together, play<br />
horon (a folk dance of the eastern black sea coastal region)<br />
and kemancha (small three-stringed violin) (Şişman 2010:<br />
549- 559). Recently, it has been observed that some of the<br />
festivals have been tried to be protected the local characteristics<br />
despite the fact that the influence of the urban entertainment<br />
sector has increased.<br />
In nature, natural renewal together with nature and natural<br />
products has become one of the acceptance of the common<br />
life of the Turks. Culture is the result of the interaction<br />
between human and nature. Nature acquires meaning, dif-
ve ürünüdür. Nevruz, doğanın doğum gününün kutlanmasıdır.<br />
Tabiatın yeşermesi ve yenilenmesi insanlara da yansır.<br />
Baharın gelişiyle ilgili kutlamalar dünyanın <strong>ortak</strong>lıklarından<br />
biridir. Bu kutlamalar kültürel özgünlüklerle çeşitlenir. Türk<br />
dünyasının Nevruz ve Hıdrellez kutlamaları ve eğlenceleri<br />
geçmişten bugüne aktarılarak coşkuyla gerçekleştirilen <strong>ortak</strong>lıkların<br />
başında gelmektedir. Türkistan’dan Türkiye’ye ve<br />
Balkanlara uzanan coğrafyada Nevruz günü şenliklerle kutlanmaktadır.<br />
Nitekim Bosna’daki “Hıdrellez ve Ay Dede Kutlamaları”<br />
diğer ülkelerden gelen konukların da katılımıyla<br />
gerçekleştirilmektedir. Hıdrellez kutlamalarında Bosnalılar<br />
bir taraftan uzaktan gelen eş dost ve yakınlarıyla dere kenarlarında<br />
yiyip içerek ve sohbet ederek özlem gidermekte,<br />
diğer taraftan da bazı ritüelistik uygulamaları gerçekleştirmektedirler.<br />
Şenliğe katılanlar ellerindeki kaplara dereden<br />
su doldurup içine çiçekler atarak evlerine dönerler. Bir gece<br />
beklettikleri bu suyla geleneğin yaşatıcıları yüzlerini yıkarlar<br />
ve kalan suyu da evlerinin çevresine dualar eşliğinde<br />
serperler. Böylelikle kendilerinin bereketli ve sağlıklı bir yıl<br />
geçireceklerine inanırlar.<br />
“Seyran ve temaşa” insanın etrafına bakması, görerek, seyrederek,<br />
gözünü dinlendirmesi, bir bakıma göze bağlı ihtiyaçlarını<br />
gidermesidir. “Temaşa” sözcüğü Türkiye, Azerbaycan,<br />
Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan’da<br />
hemen hemen aynı anlamda kullanılmaktadır. Bu sözcüğün<br />
özünü doğal ve insanoğlunun yarattığı güzelliklerin seyredilmesi<br />
oluşturur. Tabiat, kültürle güzelleşir ve özgünleşir.<br />
Tabiatı güzelleştirme biçimleri, ürünleri ve uygulamaları da<br />
Türk dünyasının <strong>ortak</strong>lıklarındandır. Karlı dağlara, nehirlere<br />
ve göllere bakan tepeler, sürülerin otladığı yaylalar, bin bir<br />
ağacın ve çiçeğin yer aldığı bahçeler, çayırlıklar bu kültürel<br />
<strong>ortak</strong>lıkların ve güzelliklerin yaratılma mekânlarıdır. Karanın<br />
ve ufkun denizle birleşimiyle günbatımındaki ve ay ışığındaki<br />
ışık oyunları bir taraftan insan ruhunu dinginleştirirken,<br />
diğer taraftan da kültürel özgünlüklere esin kaynağı olur. Bu<br />
tür mekân ve anlarda “göz ve gönül açılır”. Bu nedenle tabiatın<br />
kucağında gerçekleşen kutlamalar kültürü oluşturan<br />
geleneklerin büyük bir bölümünün yaratıldığı, icra edildiği<br />
ve geliştirildiği, dolayısıyla yaşatıldığı toplumsal etkinliklerdir.<br />
Gezmenin ve seyahatin nedenleri farklıdır. Türk dünyasında<br />
sıla-i rahim denilen aile büyüklerinin ve akrabaların ziyaret<br />
edilmesi büyük önem taşımaktadır. Özellikle dinî bayramlarla<br />
yöresel kutlamalarda bu tür ziyaretler daha sık olarak<br />
gerçekleştirilmektedir. Vefat etmiş ataların yattıkları mezarlık<br />
ve türbelere yapılan ziyaretler de bu kapsamda değerlendirilebilir.<br />
Atalar kültünün bakiyelerini de içeren bu<br />
ziyaretlerde ataların ruhu için Kur’an-ı Kerim’den sureler<br />
okunmaktadır. Bu tür uygulamalara Özbekistan’dan Balkanlar’a<br />
uzanan Türklük coğrafyasında rastlamak mümkündür.<br />
ference and originality with culture. On the one hand, the<br />
Turkish people continue their lives and create the culture<br />
within the nature; on the other hand they transform the geography<br />
that they live into the country by making their own<br />
content. Every kind of cultural element and practice created<br />
in this process is to identify the geography. In other words,<br />
Turkish society creates its identity by transforming its geography<br />
into its own country. Hence, people continue to create<br />
and shape places as well as places continue to create<br />
and shape people.<br />
As they were in the past, the promenades bring about one of<br />
the basic creation of the traditions that make up the entertainment<br />
culture today. Spring celebrations such as Nevruz<br />
and Hıdrellez are among the main cultural events in which<br />
different traditions such as local music, dance, food, clothing,<br />
oral literature and traditional theater are held. Nevruz,<br />
which means the new day, is a meaningful end and a product<br />
of the interaction between nature and man because<br />
it has been celebrated since the ancient times in the day<br />
when the snow melts and the snowdrops are in blossom.<br />
Nevruz is the celebration of nature’s birthday. The foliation<br />
and renewal of nature also reflects to people. Celebrations<br />
about the coming of spring are one of the partnerships of<br />
the world. These celebrations vary with cultural authenticity.<br />
The Nevruz and Hıdrellez celebrations and entertainments<br />
of the Turkish world are at the forefront of the enthusiastic<br />
partnerships that have been come from past to present.<br />
Nevruz is celebrated with festivals in the region extending<br />
from Turkestan to Turkey and the Balkans. As a matter of<br />
fact, “Hıdrellez and Ay Dede celebrations” in Bosnia are realized<br />
with the participation of guests from other countries.<br />
On the one hand, the Bosnian people fulfill their longing<br />
to their friends and relatives who are distant from them by<br />
eating something and chatting in the side of the stream;<br />
on the other hand, they perform some ritualistic practices<br />
in the Hıdırellez celebrations. Participants in the festival fill<br />
their pot with water from the stream and put the flowers on<br />
it, then they return to their homes. They wash their faces<br />
with this water that has been waited for a day and survivors<br />
of this tradition. They pour the remaining water around their<br />
homes accompanied with prayers. Thus, they believe that<br />
they will spend one year in fertile and healthy.<br />
“Seyran ve temaşa” insanın etrafına bakması, görerek,<br />
seyrederek, gözünü dinlendirmesi, bir bakıma göze bağlı ihtiyaçlarını<br />
gidermesidir. “Temaşa”sözcüğü Türkiye, Azerbaycan,<br />
Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan’da<br />
hemen hemen aynı anlamda kullanılmaktadır.Bu sözcüğün<br />
özünü doğal ve insanoğlunun yarattığı güzelliklerin seyredilmesi<br />
oluşturur.<br />
Travel<br />
393<br />
Gezinti
Common Heritage<br />
394<br />
Ortak Miras<br />
Yöresel kutlama ve şenlikler, panayırlar temel kültürel etkileşim,<br />
dolayısıyla değişim ortamlarıdır. Bu kutlama, şenlik,<br />
festival ve panayırların gerçekleştirildiği dönemlerde uzak<br />
diyarlardan gelenlerin misafir edilerek ağırlanması Türk<br />
dünyasının <strong>ortak</strong>larından biridir. Konukseverliğin Türk milletinin<br />
belirgin özelliklerinden biri olduğu, eskiden olduğu<br />
gibi bugün de yabancılarca sıklıkla dile getirilmektedir.<br />
Atlı-göçebe yaşamdan yerleşik yaşama geçmeden önce<br />
Türkler uzun süre yaylak ve kışlaktan oluşan yarı-göçebe bir<br />
yaşam sürmüşlerdir. Bugün Türk dünyasında sık görülmese<br />
de baharın gelişiyle başlayan yaylaya göç, farklı türden bir<br />
seyahatin başlangıcıdır. Yaylaya göç sırasında yolda karşılaşılan<br />
diğer oba veya köylerden gelenlerle kaynaşılır. Geçmişte<br />
obaların bir araya gelip düzenledikleri yayla şenlikleri,<br />
yapı ve işlev bakımından değişmekle birlikte bugün yaşatılmaya<br />
devam etmektedir. Özellikle Orta ve Doğu Karadeniz’de<br />
çok sayıda yayla şenliği düzenlendiği gözlenmektedir.<br />
Çoğunluğu büyük kentlerde yaşayanlar anayurtlarındaki eş<br />
dost ve akrabalarıyla buluşmak için bu şenliklere gelmektedir.<br />
Yöresel özellikleri kaybolmaya, turistik etkinliklere ve<br />
panayırlara dönüşmeye başlayan bu tür şenliklere katılanlar<br />
dağ havası eşliğinde dinlenme, yeme-içme ve eğlenme,<br />
dolayısıyla mutlu olma fırsatını yakalarlar.<br />
Türk dünyasında gezinti ve seyran yerine “saf havala (Başkurt<br />
Türkçesi), serüven, serüvendev, kıdıruv (Kazak Türkçesi),<br />
aylanū, seyil (Kırgız Türkçesi), säyr (Özbek Türkçesi),<br />
saf havada, yöröp kilü (Tatar Türkçesi), gezelenç (Türkmen<br />
Türkçesi), keziş (Uygur Türkçesi)” gibi farklı sözcükler kullanılmaktadır<br />
(Kültür Bakanlığı 1991: 270- 271). Temaşa ise<br />
“küzätiv (Başkurt Türkçesi), karav, tamaşalav (Kazak Türkçesi),<br />
tamaşalō (Kırgız Türkçesi), küzätü (Tatar Türkçesi),<br />
sīnlama, tomaşa etme (Türkmen Türkçesi), tamaşa kıliş (Uygur<br />
Türkçesi)” sözcükleriyle ifade edilmektedir (Kültür Bakanlığı<br />
1991: 868- 869). Bununla birlikte Türk dünyasında,<br />
değişik söyleyişleri bulunsa da, “gezinti, seyran ve temaşa”<br />
kelimelerinin yaygın olduğu görülmektedir.<br />
Gezinti yeri anlamında kullanılan bir diğer sözcük de “bakacak<br />
ve bakı yeri”dir. Anadolu başta olmak üzere Türk dünyasının<br />
pek çok bölgesinde bakacaklar bulunmaktadır. Bakılacak,<br />
seyredilecek yer demek olan bakacaklarda ziyaretçiler<br />
ruhlarını zindeleştirirler. Anadolu ve Balkanlar’da “bakacak”,<br />
Orta Asya’da “bakı yeri” denilen bu tür yerlere hem Türkiye,<br />
hem Orta Asya’da “seyran tepesi” adı da verilmektedir. Bakacakların<br />
varlığı tabiatı seyretmenin, Türk insanının önemli<br />
zevklerinden birisi olduğunu göstermektedir. Buralarda<br />
mavi gök ile yemyeşil tabiatın, adeta sonsuzluğa uzanan bir<br />
bütünlük içinde, ahenkli bir beraberliği söz konusudur. Buna<br />
insanoğlunun katkıları olan nadide mimari eserlerin seyri de<br />
eklenince anlamlı bütünlük ortaya çıkmaktadır.<br />
“Seyran (travel) and temaşa (show)” means looking around,<br />
showing, resting their eyes, satisfying a need related to<br />
eyes in a sense. The word “temaşa (show)” is used in almost<br />
the same meaning in Turkey, Azerbaijan, Turkmenistan, Uzbekistan,<br />
Kazakhstan and Kyrgyzstan. The essence of this<br />
word consists of watching the natural beauties created by<br />
human beings. Nature becomes beautiful and unique with<br />
culture. The forms, products and practices for beautification<br />
of nature are the partnerships of the Turkish world. The hills<br />
viewing the snow-capped mountains, rivers, lakes, highland<br />
where the animals pasture, the gardens where various<br />
kinds of trees and flowers are found and pasturelands<br />
are the places where the cultural partnerships and beauties<br />
are created. On the one hand, light plays in the sunset<br />
and moonlight calm the human soul with the combination<br />
of earth and horizon; on the other hand, they inspire cultural<br />
authenticity. In this kind of space and moments, “eyes<br />
and heart open”. For this reason, the celebrations that take<br />
place in the lap of nature are social events in which a great<br />
part of the tradition consisting of culture are created, developed<br />
and sustained.<br />
The reasons for traveling and promenade are different. ‘’<br />
Sıla-i rahim’’ that means in turkish visiting the family elders<br />
and relatives has great importance in Turkish world. Such<br />
visits are carried out more frequently especially in religious<br />
holidays and local celebrations. The visits made to cemeteries<br />
and tombs where the ancestors have been buried can<br />
also be evaluated within this scope. Surahs from the Qur’an<br />
are read for the soul of their ancestors on these visits. It is<br />
possible to come across such practices in the Turkish geography<br />
that extends from Uzbekistan to the Balkans.<br />
Local celebrations and festivals as well as carnivals are the<br />
main cultural interactions and change environments. Entertaining<br />
guests coming from distant lands is one of the<br />
partners of the Turkish world in the period when this celebration,<br />
fair and festival are performed. It is often said the<br />
same today as it was yesterday by foreigners that the hospitality<br />
is one of the prominent features of the Turkish nation.<br />
Before adopting a sedentary life from horse-nomadic life,<br />
the Turks lived a semi-nomadic life consisting of a long period<br />
of spring and winter. Although it is not common in the<br />
Turkish world today, migration to the summer range, which<br />
starts with the coming of spring, is the beginning of a different<br />
kind of travel. People become friendly at once with<br />
the people in other village and tent seen on the way of migration.<br />
In the past, festivals in summer ranges, where the<br />
people in tents come together and are organized, continue<br />
to exist today despite varying in terms of structure and<br />
function. It is observed that a large number of festivals in
Gezinti<br />
Travel<br />
395
summer range are performed especially in the Central and<br />
Eastern Black Sea. The majority of people living in big cities<br />
come to these festivals to meet their friends and relatives<br />
in their homeland. Participants in such festivities, which begin<br />
to disappear into local attractions and turn into tourist<br />
attractions and fairs, have the chance to rest, eat and drink<br />
and be happy in the accompanied with mountain weather.<br />
Common Heritage<br />
396<br />
Ortak Miras<br />
In the Turkish world, the words such as “saf havala (Bashkir<br />
Turkish), serüven, serüvendev, kıdıruv (Kazakh Turkish),<br />
aylanū, seyil (Kyrgyz Turkish), säyr (Uzbek Turkish), saf havada,<br />
yöröpkilü (Tatar Turkish), gezelenç (Turkmen Turkish),<br />
keziş (Uyghur Turkish)” are used instead of the word<br />
“seyran (trip) and gezinti (travel)’’ (Ministry of Culture 1991:<br />
270-271). The word ‘’temaşa (show)’’ is expressed by the<br />
words “küzätiv (Bashkir Turkish), karav, tamaşalav (Kazakh<br />
Turkish), tamaşalō (Kyrgyz Turkish), küzätü (Tatar Turkish),<br />
sīnlama, tomaşa etme (Turkmen Turkish), tamaşakıliş (Uyghur<br />
Türkçesi) (Ministry of Culture 1991: 868-869). It seems<br />
that the word “trip, traveling and show” is widespread in the<br />
Turkish world, even though it has different sayings.<br />
Another word used in the sense of travel is “ bakacak (an<br />
upland where people can watch best around is on the top<br />
of the hill) and bakı yeri (lookout) “. The visitors refresh their<br />
souls in the ‘’bakacak’’meaning a place for looking around.<br />
These places, which are called as ‘’bakacak’’ in Anatolia and<br />
the Balkans as well as ‘’bakı yeri’’ in Central Asia, are named<br />
as ‘’seyran tepesi’’ both in Turkey and Central Asia. The presence<br />
of ‘’bakacak’’ shows that the viewing of the nature is<br />
one of the important pleasures of the Turkish people. Here,<br />
the blue sky and the verdant nature are in a harmonious<br />
unity as it were in a unity extending to eternity. A meaningful<br />
coherence is revealed when the rare architectural works<br />
which are built by human beings are added.<br />
The history of watching nature is very old in the life of Turkish<br />
people. For example, it is suggested that he was informed<br />
and then crossed over to the Rumeli after Süleyman<br />
Pasha that is the son of Orhan Gazi was curious about the<br />
shore while he was watching it in the the Edincik ruins. It<br />
is stated that the place where Suleyman Pasha seated and<br />
watched the sea is written in the sources of the XVth century<br />
and is called “temaşalık”, in other words, a excursion spot.<br />
Since hunter and collector period, traveling has been the<br />
main activity of human beings. In other words, travel is as<br />
essential activity continued from past to present in all cultures.<br />
In the development of the tourism industry, a limited<br />
number of people have traveled primarily for different reasons<br />
such as pilgrimage, war, state affairs, arts, education,<br />
science, trade and curiosity. Those who have traveled such<br />
trips have tried to make the lands that they have traveled by
Türk insanının yaşamında tabiatı seyretmenin tarihi oldukça<br />
eskidir. Örneğin Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa’nın,<br />
bir gün Edincik harabelerinde, temaşalıkta oturup denizi<br />
seyrederken karşı kıyıları görüp merak ettiği ve bilgi edinip<br />
karşı yakaya, dolayısıyla Osmanlıların Rumeli’ye geçtiği aktarılmaktadır.<br />
XV. yüzyıl kaynaklarının Süleyman Paşa’nın<br />
oturup denizi seyrettiği yeri, “temaşalık”, yani seyir yeri diye<br />
kaydettikleri belirtilmiştir.<br />
Avcı-toplayıcılık döneminden beri insanoğlunun temel faaliyetlerinin<br />
başında seyahat etmek gelmektedir. Diğer bir<br />
ifadeyle seyahat etmek bütün kültürlerde geçmişten günümüze<br />
süregelen köklü bir faaliyettir. Turizm sektörünün<br />
gelişmesinde öncelikle hac, savaş, devlet görevi, sanat,<br />
eğitim, bilim, ticaret ve merak gibi farklı nedenlerle sınırlı<br />
sayıda insanın seyahati söz konusuydu. Bu tür seyahatleri<br />
gerçekleştirenler yazı ve görsellerle (resim, gravür, minyatür<br />
vb.) gezip gördükleri diyarları kalıcı hale getirmeye çalıştılar.<br />
Özellikle sanayileşmenin ve kentleşmenin gelişmesine<br />
paralel olarak 19. asrın ortasında kitlesel turizm faaliyetleri<br />
ortaya çıktı.<br />
Merak bilimin, dolayısıyla kültürün temelidir. İnsanlar farklı<br />
diyarlara çok kere merak ettikleri için seyahat ederler. Keşif<br />
gezileri, insanlık tarihini değiştirmiştir. Doğada yapılan gezintiler<br />
bir bakıma tabiatın keşfidir. Türklük tarihindeki göçlerin<br />
temel nedenlerinden biri de merak edilen yeni coğrafyaların<br />
yurda dönüştürülmesi düşüncesidir. Bu açıdan<br />
bakıldığında Türklük tarihi göçler tarihidir. Türkler göçlerle,<br />
dolayısıyla etkileşimlerle olgunlaşan ve yetkinleşen bir<br />
millettir. “Tebdil-i mekânda ferahlık vardır” atasözü Türkler<br />
arasındaki hareketli ve dinamik yaşam tutkusunu yansıtmaktadır.<br />
Gezme eyleminin çok kere eğlenmekle ilgili anlamlarda da<br />
kullanıldığı tespit edilmiştir. Gezmeye gitmek aynı zamanda<br />
eğlenmeye gitmeyi de ifade etmektedir. Gezinmek de eğlenmek,<br />
vakit geçirmek için gezmek anlamlarına gelmektedir<br />
(Özdemir 2005: 284; TDK 1988: 546- 547). Nitekim toplu<br />
gezinti ve kutlama etkinliklerinde farklı türden eğlenceler<br />
düzenlenmektedir. Gezici eğlence grupları bu tür etkinliklere<br />
katılmaktadır. Bunların başında sirk, çadır tiyatrosu ve<br />
lunapark gibi işletmeler gelmektedir. Burada Türklerin antik<br />
dönem tiyatrolarına “temaşalık”, köyde düzenlenen dramatik<br />
gösterilere de “seyirlik oyunlar” adını verdiklerini de<br />
hatırlatmakta yarar vardır. Anadolu’da köylülerin uzun süre<br />
“henk yapma, oyun çıkarma” etkinliklerinde “Arap Oyunu,<br />
Kız Kaçırma Oyunu, Deve Oyunu, Köse- Gelin Oyunu” gibi<br />
dramatik gösterileri gerçekleştirdikleri bilinmektedir. Bu<br />
oyunlardan birinin de “Göçebe Oyunu” olması dikkat çekicidir.<br />
Osmanlı kentli gezinti mekânlarında Karagöz ve Ortaoyunu<br />
gibi geleneksel tiyatro takımlarının gösteri yapmaları,<br />
writing and visuals (paintings, engravings, miniatures, etc.)<br />
permanent. Parallel to the development of industrialization<br />
and urbanization in particular, mass tourism activities<br />
emerged in the middle of the 19th century.<br />
Curiosity is basis of science and culture. People travel because<br />
they often wonder about different lands. Discovery<br />
trips have changed the history of humanity. The trips in the<br />
nature are a discovery of nature. One of the main reasons<br />
for the migration in the history of Turks is the idea of converting<br />
the new geographies that are curious into the country.<br />
From this point of view, Turkish history is the history of<br />
migrations. Turks are a nation that matures and empowers<br />
with migrations. The proverb “Tebdil-i mekânda ferahlık<br />
vardır (a change is as good as a rest)” reflects a passion for<br />
mobile and dynamic life among the Turks.<br />
It has been determined that travelling has also been used<br />
many times in the meaning of having fun. Traveling means<br />
not going to have a good time at the same time. It also<br />
means having fun and spending time (Özdemir 2005: 284;<br />
TDK (Turkish Language Association)1988: 546- 547). As a<br />
matter of fact, different types of fun are organized in group<br />
tour and celebration events. Mobile entertainment groups<br />
are involved in such activities. The first of these is the circus,<br />
tent theater and amusement parks. It is also worthwhile to<br />
remind that the Turks call the ancient theaters as “temaşalık<br />
(show)” and the dramatic performances organized in the<br />
village as “seyirlik oyunlar (theatrical play)”. It is known<br />
that villagers in Anatolia performed dramatic performances<br />
such as “Arap Oyunu (a traditional play performed by one<br />
woman in the presence of any two or more of the reeds),<br />
Kız Kaçırma Oyunu (a traditional play about abduction of<br />
girls), Deve Oyunu(a traditional play performed in the weddings),<br />
Köse- Gelin Oyunu (a traditional play about the end<br />
of the old year and the beginning of the new year)” in the<br />
events for fun. It is striking that one of these play is “Göçebe<br />
Oyunu (Nomadic Play)”. That traditional theater teams perform<br />
plays such as karagöz shadow play and eulogy show<br />
in ottoman culture and entertainment life reveals the combination<br />
of entertainment and travel.‘’Surname (the general<br />
name of literary texts about festivals in Ottoman Turkish<br />
literature) and miniatures’’ are the main sources that reveal<br />
the coexistence of entertainment and navigation in the Ottoman<br />
period.<br />
It is observed that the local and urban entertainments have<br />
intertwined particularly in the last period. It is a remarkable<br />
transformation that the people who are entertainers<br />
of a period become the watcher of the entertainment professionals<br />
over time. Festivals and carnivals are also made<br />
within the scope of the main event such as wrestling, camel<br />
Travel<br />
397<br />
Gezinti
Common Heritage<br />
398<br />
Ortak Miras<br />
gezinti ve eğlence birlikteliğini ortaya koymaktadır. Surnâme<br />
ve minyatürler Osmanlı dönemindeki tabiatın kucağında<br />
gerçekleşen eğlence ve gezinti birlikteliği ortaya koyan<br />
temel kaynaklardır.<br />
Özellikle son dönemde yöresel ve kentli eğlencelerin iç içe<br />
geçtiği gözlenmektedir. Bir dönem eğlencenin gerçekleştiricileri<br />
olan halkın zamanla eğlence profesyonellerini seyreder<br />
hale gelmesi dikkat çekici bir dönüşümdür. Yağlı veya<br />
karakucak güreş, deve güreşi, cirit, gökbörü, at yarışı, boğa<br />
güreşi ana etkinliği kapsamında şenlik ve festivaller de gerçekleştirilmektedir.<br />
Panayır ve fuar gibi ticarî yanı baskın faaliyetler yerel, ulusal<br />
ve uluslararası gezme eylemenin temel gerekçeleri olabilmektedir.<br />
Pazarlar gibi panayırlar yöresel ve kentli nüfusun<br />
temel alışveriş ve etkileşim ortamlarını meydana getirmekteydi.<br />
Zamanla ulusal ve uluslararası fuarlar panayırların<br />
yerini almaya başlamıştır.<br />
Türk dünyasındaki <strong>ortak</strong>lıkların temelini önceleri sözlü kültür,<br />
daha sonra da yazılı/ basılı kültür bağlamında gerçekleştirilen<br />
etkileşimler oluşturmaktadır. Son dönemde ise<br />
sanal ve dijital kültür bağlamı sadece Türk dünyasının değil<br />
insanlığın <strong>ortak</strong>lıklarını belirginleştirmekte ve zenginleştirmektedir.<br />
Sanal ve dijital bağlamda <strong>ortak</strong> unsurları, sembolleri,<br />
ürünleri, bilgi ve deneyimleri paylaşanlar istendik<br />
iletişim ve etkileşim için en elverişli araçlara ve ortamlara<br />
sahiptirler. Sanal gezintiler dünyasında zaman ve mekân<br />
sınırlamaları ortadan kalkmıştır. Küresel ölçekte paylaşılan<br />
yerel ve ulusal özgünlükler kısa bir sürede insanlığın sanal<br />
kültürel <strong>ortak</strong>lıklarına dönüşebilmektedir. Elektronik kültür<br />
bağlamı Türk dünyasının <strong>ortak</strong>lıklarıyla ilgili belleği hiçbir<br />
dönemde olmadığı kadar zenginleştirmekte, genişletme ve<br />
görünür kılmaktadır. Türk dünyasının <strong>ortak</strong>lıkları bu süreçte<br />
insanlığın sanal- dijital kültürel belleğinin özgünlüklerine<br />
dönüşmektedir. Sonuç olarak sanal ve dijital <strong>ortak</strong>lıkların<br />
gerçek deneyimlere, dolayısıyla milletleri barış ve dostluk<br />
içinde yaşayabilmelerine kaynaklık edebilmesi herkesçe<br />
paylaşılan bir beklenti olsa gerektir.<br />
Kaynaklar<br />
• Akkaya, Sunay (2016), Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Kent İmgeleri ve<br />
Günümüz Kent Markası Tasarımına Etkisi, Ankara: Grafiker Yay.<br />
• Aslan, Mustafa (2015), “Kutsal ve Seküler Arasında: Hıdrellez ve Türbe<br />
Kültleri Çevresinde Gelişen Eğlence Kültürü”, III. Türk Halk Kültürü<br />
Sempozyumu, Bildiriler, c. 2, Kazan: 707- 713<br />
• Ergun, Pervin (2012), Türk Kültüründe Ağaç Kültü, Ankara: AKM Yayınları.<br />
• Geleyeva, Ariuka (2000), “Karaçay- Malkarların Bahar Bayramı<br />
Kutlamalarında Eski Türk İnançlarının İzleri”, Türk Dünyasında Nevruz,<br />
Üçüncü Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri (8-20 Mart 1999, Elazığ), Ankara:<br />
AKM Yayınları: 117- 125.<br />
• Karaçay- Malkar Mifle (2007), Basmaga Caraşdırgan- Dcurtubaylanı<br />
Mahtu, Nalçik “Elbrus”.<br />
• Kumartaşlıoğlu, Satı (2015), “Makedonya Türkleri Arasında Hıdrellez<br />
Kutlamaları”, III. Türk Halk Kültürü Sempozyumu, Bildiriler, c. 2, Kazan:<br />
507- 514.<br />
wrestling, a special old turkish horseman competition with<br />
javelin, gökbörü (one of the historical and national sports of<br />
the Turks like javelin), horse racing and bull wrestling.<br />
Commercial activities such as fairs and festivals can be the<br />
main reasons for local, national and international sightseeing<br />
activities. Like the bazaars, the fairs are regarded as the<br />
basic shopping and interaction environments of the local<br />
and urban population. Over time, national and international<br />
fairs have started to take street fair’s place.<br />
The interactions that take place in the context of verbal<br />
culture in the beginning and then written culture constitute<br />
the basis of the partnerships in the Turkish world. In the last<br />
period, the virtual and digital cultural context enhance and<br />
enrich not only the Turkish world but also the partnerships<br />
of humanity. Those who share common elements, symbols,<br />
products, knowledge and experiences in virtual and digital<br />
contexts have the most convenient tools and environments<br />
for terminal communication and interaction. In the world of<br />
virtual tour, time and space limitations have gone away in<br />
the meantime. Local and national authenticity shared on a<br />
global scale can be transformed into virtual cultural partnerships<br />
of humanity in a short period of time. The context<br />
of electronic culture enriches, expands and bring into view<br />
memory about the partnerships of the Turkish world as never<br />
before. The partnership of the Turkish world is transformed<br />
into the authenticity of the virtual-digital cultural memory<br />
of human being. As a result, the greatest expectation is that<br />
virtual and digital partnerships can lead to real experiences<br />
and enable them to live in peace and friendship.<br />
References<br />
• Akkaya, Sunay (2016), Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde Kent İmgeleri ve<br />
Günümüz Kent Markası Tasarımına Etkisi, Ankara: Grafiker Yay.<br />
• Aslan, Mustafa (2015), “Kutsal ve Seküler Arasında: Hıdrellez ve Türbe<br />
Kültleri Çevresinde Gelişen Eğlence Kültürü”,III. Türk Halk Kültürü<br />
Sempozyumu, Bildiriler, vol. 2, Kazan: 707- 713<br />
• Ergun, Pervin (2012), Türk Kültüründe Ağaç Kültü, Ankara: AKM Yayınları.<br />
• Geleyeva, Ariuka (2000), “Karaçay- Malkarların Bahar Bayramı<br />
Kutlamalarında Eski Türk İnançlarının İzleri”, Türk Dünyasında Nevruz,<br />
Üçüncü Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri (8-20 Mart 1999, Elazığ), Ankara:<br />
AKM Yayınları: 117- 125.<br />
• Karaçay- Malkar Mifle (2007), BasmagaCaraşdırgan-<br />
DcurtubaylanıMahtu,Nalçik “Elbrus”.<br />
• Kumartaşlıoğlu, Satı (2015), “Makedonya Türkleri Arasında Hıdrellez<br />
Kutlamaları”, III. Türk Halk Kültürü Sempozyumu, Bildiriler, vol. 2, Kazan:<br />
507- 514.<br />
• “ (2016), Türk Kültüründe Ateş ve Ocak Kültü, Konya: Kömen Yayınlar.<br />
• Kültür Bakanlığı (1991), Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü I, Ankara:<br />
Başbakanlık Basımevi.<br />
• Özdemir, Nebi (2005), Türk Eğlence Kültürü, Ankara: Akçağ Yayınları.<br />
• “ (2006), “Avrupa (Birliği)- Türkiye İlişkilerinin Karşılaştırmalı Kültür<br />
Bilimi Açısından Değerlendirilmesi”, VII. Milletlerarası Türk Halk Kültürü<br />
Kongresi, (Basılmamış bildiri), Gaziantep.<br />
• • (2012), “Evliya Çelebi ve Seyahatnamesinin Sözlü Kültür Boyutu<br />
ve Kent Kültürü Araştırmaları”, Evliya Çelebi’nin Sözlü Kültür Kaynakları<br />
Uluslararası Sempozyumu, Bildiriler, Ankara: Gazi Üniversitesi, (25-26<br />
Nisan 2011), Ankara, 2012: 131- 148.<br />
• “ (2012), “Âşıklık Geleneği ve Seyahat/Göç (Âşık Şenlik Örneklemesi)”,<br />
Uluslararası Âşık Şenlik Sempozyumu Bildiri Metinleri, (Edt. K. Öncül, E.
• “(2016), Türk Kültüründe Ateş ve Ocak Kültü, Konya: Kömen Yayınlar.<br />
• Kültür Bakanlığı (1991), Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Sözlüğü I, Ankara:<br />
Başbakanlık Basımevi.<br />
• Özdemir, Nebi (2005), Türk Eğlence Kültürü, Ankara: Akçağ Yayınları.<br />
• “(2006), “Avrupa (Birliği)- Türkiye İlişkilerinin Karşılaştırmalı Kültür Bilimi<br />
Açısından Değerlendirilmesi”, VII. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi,<br />
(Basılmamış bildiri), Gaziantep.<br />
• • (2012), “Evliya Çelebi ve Seyahatnamesinin Sözlü Kültür Boyutu<br />
ve Kent Kültürü Araştırmaları”, Evliya Çelebi’nin Sözlü Kültür Kaynakları<br />
Uluslararası Sempozyumu, Bildiriler, Ankara: Gazi Üniversitesi, (25-26<br />
Nisan 2011), Ankara, 2012: 131- 148.<br />
• “ (2012), “Âşıklık Geleneği ve Seyahat/Göç (Âşık Şenlik Örneklemesi)”,<br />
Uluslararası Âşık Şenlik Sempozyumu Bildiri Metinleri, (Edt. K. Öncül, E.<br />
Orbay), Kars: Kafkas Üniversitesi, Türk Halkbilimi Araştırma ve Uygulama<br />
Merkezi Yayınları: 5: 16- 35.<br />
• Şamanov, İbrahim (1995), “Kaskasyalı Karaçay- Malkar Türklerinin Halk<br />
Takviminde Yeni Yıl ‘Nevruz’”, Türk Kültüründe Nevruz Uluslararası Bilgi<br />
Şöleni (Sempozyumu) Bildirileri, (Ankara, 20- 22 Mart 1995), Ankara: AKM<br />
Yayınları.<br />
• Şentürk, Habibe (1997), “Batılı Gözüyle Türk Kültürü İncelemeleri”,<br />
Hacettepe Üniversitesi, Türk Halkbilimi Anabilim Dalı<br />
Yayımlanmamış Lisans Tezi, Ankara.<br />
• Şişman, Bekir (2010), “Kültürel, Yapısal ve İşlevsel Açıdan Doğu<br />
Karadeniz’de Yaylacılık ve Yayla Şenlikleri (Hıdırnebi ve Kadırga Yaylaları<br />
Örneği)”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, c.3, s.11: 549- 559.<br />
• Tanyu, Hikmet (1961), “Ankara’da Adakla İlgili Sözler ve Adaklar”, İlahiyat<br />
Dergisi,9, Ankara, IX.<br />
• TDK (1988), Türkçe Sözlük, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.<br />
Orbay), Kars: Kafkas University, Türk Halkbilimi Araştırma ve Uygulama<br />
Merkezi Yayınları: 5: 16- 35.<br />
• Şamanov, İbrahim (1995), “Kaskasyalı Karaçay- Malkar Türklerinin Halk<br />
Takviminde Yeni Yıl ‘Nevruz’”, Türk Kültüründe Nevruz Uluslararası Bilgi<br />
Şöleni (Sempozyumu)Bildirileri, (Ankara, 20- 22 Mart 1995), Ankara: AKM<br />
Yayınları.<br />
• Şentürk, Habibe (1997), “Batılı Gözüyle Türk Kültürü İncelemeleri”,<br />
Hacettepe University,<br />
Departmant of Ethnology Unpublished<br />
Undergraduate Thesis, Ankara.<br />
• Şişman, Bekir (2010), “Kültürel, Yapısal ve İşlevsel Açıdan Doğu<br />
Karadeniz’de Yaylacılık ve Yayla Şenlikleri (Hıdırnebi ve Kadırga Yaylaları<br />
Örneği)”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, vol.3, p.11: 549- 559.<br />
• Tanyu, Hikmet (1961), “Ankara’da Adakla İlgili Sözler ve Adaklar”, İlahiyat<br />
Dergisi,9, Ankara, IX.<br />
• TDK (1988), Türkçe Sözlük, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.<br />
Gezinti<br />
Travel<br />
399
Doç. Dr. Nebi ÖZDEMİR<br />
Bilge Yapım<br />
Kültürün büyük bir bölümü eğlence ortamında ve<br />
eğlence olarak yaratılmakta ve yaşatılmaktadır...<br />
Much of the culture is created and experienced as entertainment.
Kültürün büyük bir bölümü eğlence ortamında ve eğlence olarak yaratılmakta ve yaşatılmaktadır.<br />
Eğlence gelenekler bütünüdür. Kültürü oluşturan geleneklerin büyük bir<br />
bölümünün yaratılması, icrası, geliştirilerek aktarılmasıeğlenceyle yaratılan etkileşim<br />
ortamında gerçekleştirilmektedir. Başka bir ifadeyle kültürün önemli bir kısmı eğlence<br />
bağlamındaki etkileşimlerle yaratılmaktadır(Türk eğlence kültürü hk. Bkz. Özdemir<br />
2005).<br />
19 Eğlence<br />
Entertainment<br />
Much of the culture is created and experienced as entertainment. Entertainment is a<br />
cultivation of traditions. Most of the creation, performing, transfer of the traditions that<br />
shape the culture happens during the interactions of entertainment occasions. In other<br />
words an important share of the culture is created among the interactions related to<br />
entertainment (for more on Turkish entertainment culture see, Özdemir, 2005).
Common Heritage<br />
402<br />
Ortak Miras<br />
Eğlence kavramı farklı açılardan değerlendirilebilir. “Durmak,<br />
kalmak, beklemek” anlamına gelen “eğ/eg-” kökünden<br />
türetilen eğlence sözcüğünün “gülerek, kıvanarak<br />
söyleşmek, konuşmak, yiyip içmek, oynamak, alaya almak,<br />
gülünç duruma getirmek, gülmek” anlamlarına geldiği belirtilmiştir.<br />
Türkiye Türkçesinde eğlenceyle ilgili “eğlendirmek,<br />
eğlendiri, eğlenilmek, eğlenti, eğleşmek, eğleştirmek,<br />
eğletmek” gibi sözcükler de bulunmaktadır(Atalay 1967:53-<br />
54; Eyüboğlu 1995: 221). Türk Dil Kurumu’nun Kavramlar<br />
Dizi’ninde ise eğlencenin bir eylemi (eğlendirmek, avundurmak,<br />
avutmak) veya bir eğlence türünü(eğlenti, âlem,<br />
düğün, gösteri, dernek, balo, cümbüş, parti, garden parti,<br />
şenlik, defile, tedansan, müsamere, çay, kokteyl, fener alayı,<br />
dans,oyun, gün, suvare, oyuncak, kâğıt oyunu, çocuk<br />
oyunları, spor, dama, satranç,domino, tombala, bilardo,<br />
briç, tavla, salıncak, dönme dolap, sirk) ifade ettiği vurgulanmıştır.<br />
“Cambazhane, atlıkarınca, tahterevalli, lunapark,<br />
bar, eğlenmek, zevk etmek,keyfetmek,keyif çatmak, keyif<br />
sürmek, içi açılmak, ferahlamak, oyalanmak, oynamak,<br />
dans etmek, vakit geçirmek, tören, haz” anlamlarına gelen<br />
“eğlencelik” de benzer bir şekilde eğlence aracını, ortamını,<br />
türünü veya eğlencenin işlevini belirtmek için kullanılmaktadır<br />
(TDK 1971: 260- 261).<br />
Türk Halk Ağzından Söz Derleme Dergisi’nin Folklor Sözleri<br />
başlıklı altıncı cildinde çocuk oyunlarının yanı sıra eğlence<br />
ile ilgili çok sayıda maddeye de yer verilmiştir. “Aba atma,<br />
aba dolambaç oyunu, Arap oyunu, aşık oyunları, ayı oyunu,<br />
bar, bayram aşı, bıçak oyunu, cıngırak, çelken, çıvga, çömçe<br />
“Eğlence” (entertainment) might be evaluated from different<br />
perspectives. Turkish word of “eğlence” is thought<br />
be produced from the word stem of “eğ/eg-“ meaning “to<br />
hold on, to stay, to wait”. “Eğlence” has the meanings of<br />
“to chatter, talk, feast, dance, make fun of, make a mockery<br />
of and to laugh”. In Anatolian Turkish there are similar<br />
and related words which are “eğlendirmek” (to entertain),<br />
“eğlendiri” (entertainment), “eğlenilmek” (to be made fun<br />
of), “eğlenti” (party), “eğleşmek” (to hang on), “eğleştirmek”<br />
(to keep busy) or “eğletmek” (to keep somebody waiting)<br />
(Atalay 1967:53-54; Eyüboğlu 1995: 221). In the thesaurus<br />
prepared by the Turkish Language Society, “eğlence” is presented<br />
as an action such as “eğlendirmek” (to entertain),<br />
“avundurmak” (to comfort), “avutmak” (to console) or a<br />
kind of entertainment “eğlenti” (entertainment), “âlem”<br />
(entartainment with boozes), “düğün” (wedding), “gösteri”<br />
(show), “dernek” (meeting), “balo” (ball), “cümbüş” (binge),<br />
“parti” (party), “şenlik” (festival), “defile” (fashion show),<br />
“tedansan”, “müsamere” (show), “çay” (tea party), “kokteyl”<br />
(cocktail party), “fener alayı” (torchlight procession), “dans”<br />
(dance), “oyun” (game), “gün” (day), “ suare” (evening performance),<br />
“oyuncak” (toy), “kağıt oyunu” (card game),<br />
“çocuk oyunları” (children games), “spor” (sports), “dama”<br />
(checkers), “satranç” (chess), “domino” (domino), “tombala”<br />
(lotto), “ bilardo” (billiard), “briç” (bridge), “tavla” (backgammon),<br />
“salıncak” (swing), “dönme dolap”, (ferris wheel),<br />
“sirk” (circus).<br />
Another word “eğlencelik” (entertainments) have close
gelin, danışık yemeği, derder kınası, deve oyunu, diş hediği,<br />
gezek/sıra gezmek, golanka, göde göde, halay, halfene/<br />
örfene, hatim yemeği, höngülmeç, karşılama oyunu, kına<br />
yemeği, kişi yemeği, nikah/çeyiz yemeği, ortaca, oturak/<br />
oturtma, saçı yemeği, samah, saya gezmesi, sıra gezmek,<br />
sinsin/zamah oyunu, sohbet yeme, şirince/ şirinlik, tura, tolaka<br />
oyunu, yallı, yom, yüzük oyunu” bunlardan bazılarıdır(TDK<br />
1952).<br />
Bir kültürdeki herhangi bir unsurun değerlendirilmesinde<br />
yakın ve mecaz anlamlarda kullanımlarının da göz önünde<br />
bulundurulması yararlı olacaktır. Eğlence ve eğlenmenin<br />
Türkiye Türkçesinde “Felekten bir gün çalmak, felekten<br />
kam almak, keyfetmek, keyif çatmak,keyif yetiştirmek, keyif<br />
sürmek, oyalanmak, avunmak, içi açılmak, ferahlamak, ferahlanmak”<br />
gibi yakın ve mecazîanlamlarının olduğu ilgili<br />
kaynaklarda belirtilmiştir (Ağakay1949: 35-36 ve 1956:32).<br />
Eğlence kelimesi yerine Türk dünyasında farklı sözcükler<br />
kullanılmaktadır. “Aylanca (Azerbaycan Türkçesi), irmak,<br />
maraka, tamaşa (Başkurt Türkçesi), savık, oyın- savık, ermek<br />
(Kazak Türkçesi), seyil, könül açu (Kırgız Türkçesi),<br />
köngil açiş, tamaşa, ermak (Özbek Türkçesi), hozurlık kılu,<br />
yuanıç, tamaşa (Tatar Türkçesi), güymence (Türkmen Türkçesi),tamaşa,<br />
oyun-külka (Uygur Türkçesi)” sözcükleri Türk<br />
dünyasında eğlenceyi ifade etmektedir. Bu kelimelerde<br />
eğlencenin “gönül açıcı, huzur verici” işlevlerinin belirginleştirildiği<br />
görülmektedir (Kültür Bakanlığı 1991: 204- 205).<br />
Bu durum bir bakıma Türklerin eğlence anlayışlarını veya<br />
beklentilerini de ortaya koymaktadır. Nitekim Türk eğlence<br />
dünyasında gönül açıcı doğada yapılan gezinti ile eğlence<br />
bütünleşmiştir. Diğer taraftan eğlencenin “durmak, kalmak,<br />
beklemek, durup dinlenmek, vakit geçirmek” şeklindeki köken<br />
anlamı “oturmaya gitmek, sıra gecesi, oda sohbetleri,<br />
yaren toplantısı, gün ve ziyafetler, oturak âlemleri” şeklindeki<br />
eğlence tür ve ortamlarında yaşatılmaktadır. Bu toplantılarınbazen<br />
sıra ile farklı mekânlarda gerçekleştirildiğine<br />
dikkat çekmek gereklidir.<br />
Küçük farklılıklara rağmen Türk dünyasındaki eğlenceler<br />
“ritüel kökenli eğlenceler, dini gün ve bayramlarla ilgili<br />
eğlenceler, geçiş dönemleriyle ilgili eğlenceler, mevsimlik<br />
toplantı, gezinti ve eğlenceler, yöresel şenlik, festival ve panayırlar,<br />
resmi günler ve bayramlarla ilgili eğlenceler, kent<br />
yaşamı kökenli eğlenceler ve diğer eğlenceler” şeklinde sınıflandırılarak<br />
değerlendirilebilir.<br />
“Çömçe Gelin, Cemalcik, Saya Gezmesi, Koç Katımı, Kuzu<br />
Günü, Ahır Çerşembe, Çiğdem Eğlencesi, Yumurta Bayramı”<br />
gibi ritüel kökenli eğlencelerin en köklü ve yaygın olanları<br />
arasında Nevruz ve Hıdrellez gösterilebilir. Baharı karşılama<br />
kutlamaları olan Nevruz ve Hıdrellez kutlamaları Türk<br />
dünyasının en önemli <strong>ortak</strong>lıklarındandır. Nevruz ve Hıdrelmeanings<br />
like “cambazhane” (circus), “atlıkarınca” (carrousel),<br />
“tahtevaralli” (seesaw), “lunapark” (funfair), “bar”<br />
(bar), “eğlenmek” (to have fun), “zevk etmek” (to enjoy),<br />
“keyfetmek” (to relish), “keyif çatmak” (have a fun time),<br />
“keyif sürmek” (to take pleasure), “içi açılmak” (cheer<br />
up), “ferahlamak” (to be refreshed), “oyalanmak” (to idle<br />
around), “oynamak” (to play), “dans etmek” (to dance),<br />
“vakit geçirmek” (to spend time), “tören” (ceremony”, “haz”<br />
(pleasure). Both words are similar in terms of depicting the<br />
tools for having fun, the medium of the entertainment or<br />
the function of the entertainment (TDK 1971: 260- 261).<br />
Sixth volume of the Turkish Word Compilation of Public Language<br />
Journal is dedicated to the folklore vocabulary which<br />
includes many entries about “eğlence” (entertainment)<br />
besides child games. “Aba atma”, “aba dolambaç oyunu”,<br />
“Arap oyunu”, “aşık oyunları”, “ayı oyunu”, “bar”, “bayram<br />
aşı”, “bıçak oyunu”, “çıngırak”, “çelken”, “çıvga”, “çömçe<br />
gelin”, “danışık yemeği”, “derder kınası”, “deve oyunu”,<br />
“diş hediği”, “gezek/sıra gezmek”, “golanka”, “göde göde”,<br />
“halay”, “halfene/örfene”, “hatim yemeği”, “höngülmeç”,<br />
“karşılama oyunu”, “kına yemeği”, “kişi yemeği”, “nikah/<br />
çeyiz yemeği”, “ortaca, oturak/oturtma”, “saçı yemeği”, “samah”,<br />
“saya gezmesi”, “sıra gezmek”, “sinsin/zamah oyunu”,”sohbet<br />
yeme”, “şirince/ şirinlik”, “tura”, “tolaka oyunu”,<br />
“yallı”, “yom”, “yüzük oyunu” are games listed among those<br />
(TDK, 1952).<br />
It is useful to consider the close meanings and metaphors<br />
while evaluating any cultural element. Related sources indicate<br />
such close meaning and metaphors of “eğlence” (entertainment)<br />
like “felekten bir gün çalmak”, “felekten kam<br />
almak”, “keyfetmek”, “keyif çatmak”, “keyif yetiştirmek”,<br />
“keyif sürmek”, “oyalanmak”, “avunmak”, “içi açılmak”,”ferahlamak”,<br />
“ferahlanmak” (Ağakay1949: 35-36 ve 1956:32).<br />
There are different words used for entertainment in the Turkic<br />
world. such as “Aylanca” (Azerbaijan Turkish), “irmak”,<br />
“maraka”, “tamaşa” (Bashkird Turkish), “savık”, “oyunsavık”,<br />
“ermek” (Kazakh Turkish), “seyil”, “könül açu” (Kirhgiz<br />
Türkçesi), “köngil açiş”, “tamaşa”, “ermak” (Uzbek Turkish),<br />
“hozurlık kılu”, “yuanıç”, “tamaşa” (Tatar Turkish), “güymence”<br />
(Turkmen Turkish), “tamaşa”, “oyun-külka” (Uyghur<br />
Turkish)”. All of these variations focus on the functions of<br />
the entertainment to provide cheer and relax (Ministry of<br />
Culture, 1991:204-205).<br />
This somehow represents the perception of entertainment<br />
among Turks and their anticipations. In that regard in Turkish<br />
entertainment having a pleasure trip in the nature to<br />
provide cheer is also accepted as a part of entertainment.<br />
On the other hand the other etymological meaning of the<br />
word stem of “eğlence” which is “to stop, to stay, to wait,<br />
Entertainment<br />
403<br />
Eğlence
Common Heritage<br />
404<br />
Ortak Miras<br />
lez kutlamalarında bolluk ve bereket sağlayıcı, sağaltıcı ve<br />
arındırıcı dinî- büyüsel uygulamalar geleneksel oyun, yarışma,<br />
dans, müzik ve tiyatro gösterilerinden oluşan eğlence<br />
etkinlikleriyle birlikte gerçekleştirilmektedir. Türk dünyasında<br />
Nevruz genellikle 21-22-23 Mart, Hıdrellez ise 22<br />
Nisan ve 6 Mayıs tarihlerinde gerçekleştirilmektedir. Nevruz<br />
Özbekistan, Kırgızistan, Kazakistan, Azerbaycan, Türkiye<br />
ve Balkanlar başta olmak üzereTürk dünyasının <strong>ortak</strong> millî<br />
bayramıdır. Kazakistan’ın başkenti Astana’da Nevruz binlerce<br />
kişinin katıldığı eğlenceli şenliklerle kutlanmaktadır.<br />
Nevruz’da çeşitli dans, müzik ve yarışmaların yanında ateşin<br />
üzerinden atlama geleneği, Hıdrellez’de de baht veya niyet<br />
çömleği uygulamaları dikkat çekmektedir. “Kurban kesme,<br />
türbe ziyareti, toplu yemek, güreş ve atlı eğlenceler, halat<br />
çekme yarışmaları ve atışmalar” Nevruz ve Hıdrellez kutlamalarında<br />
gerçekleştirilen etkinliklerdendir.<br />
Türk dünyasında dinî günler ve bayramlarla ilgili kutlama ve<br />
eğlencelere büyük önem verilmektedir. Ramazan Ayı’nda iftardan<br />
sonra kamusal mekânların yanında, aileler arasında<br />
sohbet ve eğlenceler de düzenlenmektedir. Bazı yerlerde<br />
Ramazan gecelerinde helva sohbetleri yapılmakta, saz ve<br />
söz meclisleri kurulmaktadır. Geçmişin meddah kahvehanelerinin<br />
yerini bugün şehrin ana caddesi ve parkındaki<br />
bayram eğlenceleri almıştır. Bu tür mekanlarda Osmanlı<br />
döneminin bakiyelerinden biri olarak akşamları Karagöz ve<br />
Kukla gösterileri gerçekleştirilmektedir. Ramazan dönemindeki<br />
sohbet ve eğlencelerin bazen sahura kadar sürdüğü<br />
gözlenmektedir. Yine Ramazan Bayramı ile Kurban Bayramı’nda<br />
dinî görevler yerine getirildikten sonra akraba ve<br />
dostlar ziyaret edilmekte, daha sonra da bayram yerlerinde<br />
düzenlenen eğlencelere katılınmaktadır. Köylerde ise geleneksel<br />
özel gün kıyafetlerini giyip süslenen gençlerinkutlama<br />
mekânlarında karşılıklı maniler, türküler söyleyip dans<br />
ettikleri ve salıncaklar kurup sallandıkları, dolayısıyla birbirlerini<br />
görüp beğenme ve anlaşma fırsatını yakaladıkları<br />
görülmüştür. Son dönemde kentlerde bu tür geleneksel eğlencelerin<br />
yerini mekanik ve elektronik eğlence araçlarından<br />
oluşan tema parkların aldığı tespit edilmiştir. Böylelikle<br />
Bayram Yeri adıyla bilinen kentsel kültürel mekânlar ortadan<br />
kalkmıştır. Bugün yaşayan kültürel mirasın korunması<br />
yaklaşımı yerleşim birimlerindeki bu tür kültürel mekânların<br />
yeniden canlandırılmasını da amaçlamaktadır. Sıklıkla dile<br />
getirilmeye başlanan tüketim kültürünün tatsızlığı ve sıkıcılığı,<br />
yaşayan kültürün yeniden keşfedilen ve canlandırılan<br />
özgünlükleriyle giderilmeye, örneğin Hıdrellez pek çok yörede<br />
yeniden coşkuyla kutlanmaya başlanmıştır.<br />
Ölüm dışındaki doğum, sünnet, askere uğurlama, nişan,<br />
düğün gibi geçiş dönemleri Türk toplumsal yaşamında eğlencelerle<br />
kutlanmaktadır. Doğdu görme, diş hediği ve ad<br />
koyma gibi bebeklik dönemi kutlamalarında geleneksel uyto<br />
put feet up, to spend time” are also been kept alive in<br />
different types of entertainment occasions like “oturmaya<br />
gitmek (to pay a visit), “sıra gecesi” (sira night), “oda sohbeti”<br />
(public room talks), “yaren toplantısı”, “yaren toplantısı”<br />
(friends gathering),”gün ve ziyafetler” (special days and<br />
feasts), “oturak alemleri” (drinking party). It is important to<br />
note that many of these occasions are arranged at different<br />
venues each time hosted by another person.<br />
Despite their small differences the entertainments in the<br />
Turkic world may be classified as “ritual based entertainments,<br />
entertainments regarding religious days and feasts,<br />
entertainment activities related to transitional stages of<br />
life, seasonal gatherings, trips and amusements, local festives,<br />
festivals and fairs, public and national holidays, entertainment<br />
activities regarding urban life and others”.<br />
“Nevruz” and “Hıdırellez” are the most long-established<br />
and common ritual based entertainment occasions where<br />
othes like “çömçe gelin”, “cemalcik”, “saya gezmesi”, “koç<br />
katımı”, “kuzu günü”, “ahır çerşembe”, “çiğdem eğlencesi”,<br />
“yumurta bayramı” could be listed as well. Both “nevruz”<br />
and “hıdırellez” are common celebrations across the Turkic<br />
world to welcome the spring. During both occassions different<br />
types of entertainment activities, religious and magical<br />
activities which are supposed to bring wealth and plentifulness,<br />
providing restoration and purifying are blended<br />
with other entertainment activities consisting of games,<br />
competitions, dance, music and theatre. In the Turkish<br />
world “nevruz” is celebrated on 21-22 and 23 rd March and<br />
“hıdırellez” on 22nd April or 6th May. “Nevruz” is a common<br />
festival among different part of the Turkish world including<br />
Uzbekistan, Kirghizistan, Kazakhistan, Azerbaijan, Turkey<br />
and the Balkans. It is celebrated in Astana, the capital of<br />
Kazakhistan by thousands with enjoyful festives. During<br />
“nevruz” various dance and musical shows and competitions<br />
besides the traditional activity of fire jumping. During<br />
“hıdrellez” traditional activities like “baht çözme” (fortune<br />
telling) and “niyet çözme” (intention telling) are carried<br />
out. Other traditional and ritual based activities carried out<br />
both in “nevruz” and “hıdırellez” are “kurban kesme” (animal<br />
sacrifice), “türbe ziyareti” (visiting shrines), “toplu yemek”<br />
(large group meals), “güreş” (wrestling), “atlı eğlence”<br />
(equestrian sports), “halat çekme” (tug war) and “atışma”<br />
(spatting).<br />
In the Turkic world a great importance is attached to the<br />
celebrations and entertaining activities during religious<br />
occasions and holidays. During the holy “Ramadan” following<br />
the “iftar” (evening meal breaking the fast) public and<br />
family gatherings and other fun activities are carried out.<br />
In some places during the “Ramadan” nights people gather
gulamalar, ziyafetler ve eğlenceler gerçekleştirilmektedir.<br />
Aynı şekilde sünnet, erkeklerin yaşamındaki düğünle kutlanan<br />
ilk eşiğiifade etmektedir. Nişan, düğün ve duvaktan<br />
oluşan evlilik ise kadın ve erkeğin yaşamında önemli bir yere<br />
sahiptir ve toplu eğlencelerle kutlanmaktadır.<br />
Türk dünyasında düğünler toplumunun tamamını ilgilendiren<br />
kutlama ve eğlenceler olarak kabul edilmektedir. Doğdu<br />
görme, ad koyma, diş hediği, askere uğurlama, mezuniyet<br />
gibi geçiş dönemi kutlamaları daha çok aile içi ve akrabalar<br />
arasında gerçekleştirilirken nişan ve düğünler çok sayıda<br />
davetlinin katıldığı tören ve eğlencelerden oluşmaktadır.<br />
Orta Asya’dan Balkanlar’a uzanan Türk dünyasında düğün,<br />
yuva kurmanın geleneksel uygulama ve eğlencelerle onaylanması<br />
anlamına gelmektedir. Düğünlerde geleneksel<br />
müzik ve dans gösterilerine bazen dramatik seyirlik oyunlar<br />
da eşlik etmektedir. Kına gecelerinde düzenlenen “Sinsin”<br />
gibi oyunların kökeni ise Eski Türklük çağlarına uzanmaktadır.<br />
Özellikle Orta Anadolu’da yaygın olan Sinsin Oyunu’nda<br />
katılımcılardan biri davul ve zurna nağmeleri eşliğinde ateşin<br />
etrafında çevresini kollayarak ve dans ederek dolanırken<br />
diğeri de onu yakalayarak pataklamaya çalışır. Bazı yörelerin<br />
düğünlerinde yarışmalar düzenlenmekte ve çeşitli ödüller<br />
dağıtılmaktadır. Örneğin Denizli’nin Çameli ilçesindeki<br />
düğün “Gapma” adlı oyunla başlar. Bu oyunda delikanlılar<br />
uzun bir sırığın ucuna iple asılmış olan ballı ve susamlı büyük<br />
simidi kapmaya çalışırlar.<br />
Kırgızistan düğünlerinde ise “Kalpaytuu” adı verilensöz usin<br />
“saz ve söz meclisi” (music and conversation gatherings)<br />
or have friendly conversations while “helva” (a sweet made<br />
from sesame seeds) is served. The old tradition of “meddah<br />
kahvehaneleri” (storyteller coffeshops) is replaced by activities<br />
in the main avenues and parks of the big city. Still<br />
some of the traditional activities like “Karagöz” (shadow<br />
play) and “Kukla” (puppetshow) has survived up to now.<br />
Entertainment activities during the “Ramadan” nights can<br />
continue until the “sahur” (night meal before dawn).<br />
During the religious holidays people visit their relatives and<br />
friends after performing their religious duties and join the<br />
entertainment activities in the fair grounds. In the villages<br />
entertainments like telling poems “mani” (poems), singing<br />
folk songs“türkü”, dancing and riding on swings carried out<br />
in the fair grounds are opportunities for the young ones,<br />
dressed for the special occasion, to meet, like and to get<br />
in touch with each other. Lately, especially in the urban areas,<br />
it is seen that traditional entertainment activities are<br />
replaced by mechanical and electronical entertainment<br />
devices. This has caused the disappearance of the fair<br />
grounds, in other words the urban cultural spaces. Contemporary<br />
cultural protection approaches include the revival of<br />
such cultural spaces in the urban areas. The dulness and<br />
flavourlessness of the consumption culture has triggered a<br />
countermovement to rediscover and revive such traditional<br />
and unique activities. For instance “hıdırellez” is again<br />
started to be celebrated enthusiasticallyin most of the regions.<br />
Entertainment<br />
405<br />
Eğlence
Common Heritage<br />
406<br />
Ortak Miras<br />
talığına, dahası abartmaya dayalı atışma yarışmaları düzenlenmektedir.<br />
Bu oyunda kendine güvenen bir kişi diğerlerine<br />
meydan okuyarak yarışmayı başlatır. Diğer yarışmacının<br />
rakibinin anlattıklarını daha da abartarak karşılık vermesi<br />
gerekir. Yarışma katılımcılardan biri pes edene kadar devam<br />
eder. Kazanan yarışmacıya düğün sahibi tarafından çeşitli<br />
ödüller verilir.<br />
Orta Asya Türklerinin düğünlerinde şarkı söyleme yarışmalarına<br />
da rastlanmaktadır. Kırgızistan’daki düğünlerde bu<br />
tür şarkı söyleme yarışmaları düzenlenir. Kırgızistan’dakibu<br />
yarışmalı eğlenceye “Ir Kese”(Türkü kâsesi) adı verilmektedir.<br />
Oyun kımız kâsesini eline alan misafirin bir başka konuktan<br />
hünerini sergilemesini istemesiyle başlatılır. Bu oyunda<br />
davetliler kımız kâsesi ellerine geldiğinde gönüllü olarak<br />
şarkı söyleyip dans ederlerya da şiir okuyarak eğlenceye<br />
katılırlar.Diğer halk eğlencelerinde olduğu gibi, bazı yörelerin<br />
düğünlerinde de âşık fasıllarına yer verildiği gözlenmektedir.<br />
Türk halkının eğlence dünyasında dramatik seyirlik oyunlar<br />
önemli bir yere sahiptir. Nitekim özellikle yereldeki Türk halk<br />
eğlencelerinin pek çoğunda bu tür gösterilerin gerçekleştirildiği<br />
belirlenmiştir. Meddah, Karagöz, Ortaoyunu ve Kukla<br />
gibi kentli geleneksel tiyatro türleri bir yana bırakılırsa<br />
özellikle köylerde canlandırmaya dayalı, bazen kökenleri<br />
dini-büyüsel nitelik taşıyan seyirlik oyunlar sergilenmeye<br />
devam etmektedir. “Köse- Gelin Oyunu, Arap Oyunu, Deve<br />
Oyunu, Göçebe Oyunu, Tarla Sınırı Oyunu, Tekecik Oyunu,<br />
Keloğlan Oyunu, Kartal Oyunu, Tilki Oyunu, Samıt ya da Lal<br />
Oyunu vb.” bu türden oyunlardır. Anadolu’nun bazı yörelerinde“Oyun<br />
Çıkarma” ana başlığı altında “Bebek Oyunu ya<br />
da Karaçör” adıyla kukla oyunları da sergilenmektedir (El-<br />
Occasions that mark the transitions in a persons lifetime like<br />
birth, circumcision, conscription, engagement and weddings<br />
-except death- are all occasions for entertainment<br />
in the Turkish social life. There are various traditional feasts<br />
and entertaining activities or ceremonies related to birth<br />
and infancy, like “doğdu görme” (visiting the new born), “diş<br />
hediği” (celebrating the first teeth) and “ad koyma” (naming<br />
the toddler). Similarly “sünnet” (circumcision) is an important<br />
phase for the boys to be celebrated with a major<br />
ceremony. Starting a family which has an important part in<br />
both mens and womens life is also celebrated at each step<br />
with ceremonies open to all, like “nişan” (engagement),<br />
“düğün” (wedding) and “duvak” (veil).<br />
In the Turkic world weddings are ceremonies and celebrations<br />
which are open to the public. Transitional ceremonies<br />
about birth, naming, celebrating the first teeth, conscription<br />
and graduation are celebrated within the family and<br />
with close relatives, while both engagement and especially<br />
weddings are ceremonies with that almost everyone is welcomed<br />
as a guest. In the Turkic world stretching from the<br />
Central Asia to the Balkans, wedding ceremony is the blessing<br />
and approving of the start of a new family (yuva kurmak)<br />
with traditional activities.<br />
Traditional music and dance activities during the weddings<br />
are sometimes accompanied by dramatic theatrical plays.<br />
Plays like “Sinsin” performed during the “kına gecesi” (night<br />
of henna) have their roots back in the ancient Turkic ages.<br />
“Sinsin” is a common play especially in the Central Anatolia.<br />
“Sinsi” is performed as one of the players dances around<br />
the fire and prowls as “davul” (drum) and “zurna”(Turkish<br />
clarion) are played, where as others try to catch an flail the
çin 1991). Burada “Kourçak” adlı kukla oyununun, bir çocuk<br />
oyunu olarak Özbekistan’da oynandığını belirtmek gereklidir<br />
(Özhan ve Muradoğlu 1997: 94- 95). Özbekistan’da genel<br />
olarak kukla tiyatrosuna “Koğırçakbazlık” adı verilmektedir.Özbekistan’da<br />
Nevruz, Kızıl Gül ve Lale gibi bayram ve<br />
şenliklerde, ziyafetlerde, pazar yerlerinde ve düğünlerde<br />
oyunlar sergileyenMaskarabaz ve Kızıkçılar’ın da halk tiyatrosu<br />
kapsamında değerlendirildiği vurgulanmalıdır (Baydemir<br />
2011).<br />
Göçebelik dönemi bakiyelerinden biri olan “Deve Oyunu”<br />
daTürk dünyasında oldukça yaygındır. Bu oyundaomuzlarına<br />
merdiven geçiren iki kişinin üzerine bir örtü örtülür ve<br />
öndekinin eline ucu deve başına benzetilen zilli bir sopa<br />
verilir.Çalgıcı takımının müziğiyle önündeki devecinin çektiği<br />
deve hareket etmeye başlar. Yere çöken deve bahşişin<br />
deveciye verilmesiyle yeniden hareketlenir. Bazen de ipinden<br />
kurtulan deve, seyircileri kovalamaya başlar. Bu sırada<br />
yöresel mani ve türküler de söylenip danslar sergilenir. Bu<br />
oyunun bir benzeri Azerbaycan’da “Maral Oyunu” adıyla<br />
yaşatılmaktadır. Bu oyunda geyik kılığına giren oyuncuçalgı<br />
eşliğinde geyik hareketlerini taklit ederek konukları eğlendirmeye<br />
çalışır.Hayvanları taklit oyunları (Deve, Kartal, Ayı<br />
Oyunu vb.) Anadolu’da yaygın bir şekilde oynanmaktadır.<br />
Türk dünyasında mevsime göre değişen toplantı ve eğlenceler<br />
de yaygındır. Özellikle yerelde tarım ve hayvancılığın<br />
fazla meşgul etmediği dönemlerde çeşitli sohbet toplantıları<br />
ve eğlenceleri düzenlenmektedir. Bu tür eğlenceler Türk<br />
dünyasında farklı adlarla gerçekleştirilmektedir. Türkiye’de<br />
kökenleri AhiTeşkilatı’na da uzanan bu eğlencelere “sıra<br />
gecesi, gezek, örfene, kaz âlemi, oda sohbeti, helva sohbeti,<br />
oturmah, sıra yareni, kürsübaşı sohbeti, cümbüş, kef/keyf,<br />
muhabbet, yaren meclisi, oymak toplantısı, gün ve ziyafet,<br />
davet ve oturak âlemi” gibi adlar verilmektedir. Büyük bir<br />
bölümü değişmeli olarak düzenlenen bu toplantı ve eğlencelerden<br />
yaren meclisi, barana gibi adlarla anılanları geleneksel<br />
bilgi ve deneyimin yaratıldığı, yaşatıldığı ve geliştirildiği,<br />
temel değerlerin aktarıldığı, toplumsal rol modellerin<br />
ve yaşam biçiminin içselleştirildiği kültür kurumları ve bağlamlarıdır.Bu<br />
tür toplantılarda yöresel müzik ve dans icralarının<br />
yanında “Yüzük Oyunu, Tura Oyunu, Talaka, Yanıltmaç,<br />
Helisa Oyunu, Heybeli-Torbalı Oyunu, Han Taşı Oyunu, Geni<br />
Gidi Gergiden, Şır-Şır Oyunu, Sekir Oyunu, Pırasa Yattı Kalktı<br />
Oyunu, Dilsiz Oyunu, Mendil Kapmaca, Hırsız Oyunu, Arı<br />
Oyunu”gibi eğlenceli oyunlarda oynanmaktadır (Ekici vd.<br />
201, Yakıcı 2010: 94- 100, Özdemir 2005: 227- 233). Sazlı<br />
ve sözlü gerçekleştirilen bu toplantılarda belli bir olgunluk<br />
içinde eğlenmenin örneği sergilenirken Zeybeklik, Seymenlik,<br />
Dadaşlık vb. ile ilgili toplumsal bellek ve kimlik de yöresel<br />
halk oyunları ve müziği eşliğinde yaşatılmaktadır.<br />
player. In some regions various competitions with prizes are<br />
organized. For instance in Çameli county of Denizli province<br />
weddings start with a game called “gapma” (capture).<br />
Young men try to catch a big “simit” (bagel) with honey and<br />
sesame which is leashed to a long pole.<br />
In Kirghiz weddings “Kalpaytuu” competitions on mastership<br />
on words and “atışma” (spatting) based on exaggeration. In<br />
kalpaytuu, a person confident enough challenges others<br />
and starts the competition. The challenged must respond<br />
with more exaggerating to his challenger. The competition<br />
continues until one of the parties gives up. The winner is<br />
awarded by the wedding owner.<br />
Among Central Asian Turks it is also common to hold a singing<br />
competition like in Kirghizistan. These competitions are<br />
called “Ir Kese” (song bowl). The game starts when a guest<br />
holding the “kımız” (a fermented liquor prepared from<br />
mare’s milk) demands another guest to display his talent.<br />
During the game guests join the fun by singing, dancing or<br />
reading a poem when the bowl is transferred to them. Like in<br />
other folk activities “aşık faslı” (folk singer part) is also added<br />
to the program in the weddings of some regions.<br />
Dramatic theatrical shows are also an important part of<br />
the Turkic entertainment world which is also pretty much<br />
common in Anatolia. To put aside urban plays like “Meddah”,<br />
“Karagöz”, “Ortaoyunu” and “Kukla”, in the rural areas<br />
theatrical displays especially based on dramatization and<br />
mostly with a religious or magical setup are a continuing<br />
tradition. “Köse-Gelin Oyunu”, “Arap Oyunu”, “Deve Oyunu”,<br />
“Göçebe Oyunu”, “Tarla Sınırı Oyunu”, “Tekecik Oyunu”,<br />
“Keloğlan Oyunu”, “Kartal Oyunu”, “Tilki Oyunu”, “Samıt”<br />
or“Lal Oyunu” are some of these plays. In some parts of<br />
Anatolia puppet plays like “Bebek Oyunu” or “Karaçör” are<br />
displayed as a part of “Oyun Çıkarma” (game display) (Elçin<br />
1991). On the other hand a puppet play named “Kourçak” for<br />
the kids is payed in Uzbekistan (Özhan ve Muradoğlu 1997:<br />
94- 95). In general puppet show is called as “koğırçabazlık”<br />
in Uzbekistan. The shows displayed by “Maskarabaz” and<br />
“Kızıkçılar” during “nevruz”, “Kızıl Gül Bayramı” (Red Rose<br />
Holiday), “Lale Bayramı” (Tulip Holiday) and similar occasions<br />
and feasts, markets, weddings are considered to be a<br />
part of folk theatre (Baydemir 2011).<br />
“Deve Oyunu” (Camel Play) dating back to the nomadic<br />
times is also pretty common play among the Turkish world.<br />
Two persons carry ladders on their shoulders while being<br />
covered with clothes and a stick with bells is held by the<br />
person in the front resembling a camels head. In rhytm with<br />
the playing music the camel starts to move. After the camel<br />
kneels down a tip is given to the cameleer to make the camel<br />
rise again. The camel may release itself from its ropes and<br />
Entertainment<br />
407<br />
Eğlence
Common Heritage<br />
408<br />
Ortak Miras<br />
Türk dünyasında yöresel, ulusal ve uluslararası düzeyde pek<br />
çok şenlik, festival ve panayır düzenlenmektedir. Bunlardan<br />
özellikle yöresel olanları gelenek kültürünün <strong>ortak</strong>lıklarının<br />
belirlenmesi açısından oldukça önemlidir. Ulusal ve uluslararası<br />
niteliğe sahip etkinliklere karşılık yöresel kutlama,<br />
şenlik ve festivaller geleneksel ürün, uygulama ve aktörlerin<br />
yer alması nedeniyle özgün yapılarını bir ölçüde devam<br />
ettirebilmişlerdir. Bu tür etkinlikler ilgili yerleşim birimleriyle<br />
özdeşleşmiştir. Çoğunluğu yerel yönetim ve derneklerce<br />
düzenlenen bu etkinlikler sosyo-kültürel işlevlerinin yanında<br />
ekonomik işleve de sahiptir. Yerelin ulusal ve küreselle<br />
buluştuğu bu faaliyetlerle daha çok ilgili yörenin temel gıda<br />
ürünlerinin (bal, şeftali, üzüm, ceviz, havuç vb.) tanıtılması<br />
ve değerlendirilmesi amaçlanmaktadır.<br />
Türkler yaylak ve kışlak şeklindeki ikili yaşam tarzını ata mirası<br />
olarak kabul ederek yaşatmaya devam etmişlerdir. Dolayısıyla<br />
yaylaya göç, yayla yaşamı ve yayla şenlikleri Türk<br />
toplumsal yaşamının en önemli kültürel etkinlerinden biridir.<br />
Türk dünyasını oluşturan diğer devlet ve topluluklardaki<br />
gibi Anadolu’da pek çok yayla şenliği düzenlenmektedir.<br />
Son dönemde özellikle Doğu Karadeniz,yayla şenlikleriyle<br />
dikkatçekmektedir. Bu bölgede Bahar’ın gelişiyle yaylalara<br />
toplu olarak göçen halk Hıdrellez’le birlikteyayla şenlikleri<br />
düzenlemeye başlar. Doğu Karadeniz’deki yayla şenlikleri<br />
daha çok Temmuz ve Ağustos aylarında gerçekleştirilmektedir(Şişman<br />
2010: 549- 559).“Kadırga Yaylası Şenlikleri<br />
(Gümüşhane- Trabzon sınırı), Geleneksel Hıdır Nebi Yayla<br />
Şenlikleri (Akçaabat/ Trabzon), Sisdağı Şenlikleri (Şalpazarı/<br />
Trabzon), Beşikdüzü Mayıs Yedisi Şenlikleri (Beşikdüzü/<br />
Trabzon), İkizdere- Ovit Yayla Şenlikleri (Rize), Ardeşen<br />
Küçük Yayla Kültür Festivali (Rize), Anzer Bal Yayla Şenliği<br />
(Ballıköy/ Rize)” Doğu Karadeniz’de düzenlenen yayla şenliklerinden<br />
bazılarıdır.Bu şenliklere geleneksel kıyafetleriyle<br />
katılanlarkurbanlar kesiptopluca yöresel yemekleri yerler,<br />
mani ve türküler söyleyip kemençe, davul, zurna ve tulum<br />
ezgileri eşliğinde horon oynarlar.Ayrıca bu şenlikler vesilesiyle<br />
kurulan pazar ve panayırlarda yöresel ürünler meraklılarına<br />
sunulur. Yayla şenliklerinde bazen ok atma yarışmalarının,<br />
güreş müsabakalarının, at yarışlarının ve boğa<br />
güreşlerinin de düzenlendiği görülür.Yine bu şenliklerde<br />
“aşık, koz, çelik çomak, ip atlama, halat çekme, salıncağa<br />
binme, uçurtma uçurma”gibi oyun ve eğlencelere de rastlanmaktadır.<br />
Salıncak ve Gıcırga, yayla şenliklerinin temel eğlencelerinin<br />
başında gelmektedir. Yüksek ağaçlara urganların geçirilmesiyle<br />
kurulan salıncaklar çocuklar ve yetişkinlerin başlıca<br />
eğlence araçlarındadır. Anadolu’da Gıcırga veya Gıcırık<br />
adıylatanınan bu oyun aracı yaklaşık bir buçuk metrelik yere<br />
sağlam bir şekilde sabitlenmiş 15 cm çaplı bir kazığın üzerine,<br />
tam ortasında küçük bir yuva açılan 15 metrelik büyük bir<br />
start chasing the guests. At that moment dances are performed<br />
while local “mani” (poems) are read and folk songs<br />
are sang. A similar game called “maral oyunu” (doe game)<br />
is still alive in Azerbaijan. In this game a player dressed like<br />
a deer mimics deer movements and tries to entertain the<br />
guests. Plays involving mimicking animals like camel, eagle,<br />
bear and others are also common in Anatolia.<br />
Seasonal meetings and entertainment occasions are also<br />
common in the Turkic world. Especially during the seasons<br />
with less farming and husbandry, various kinds of meetings<br />
and gatherings for entertainment might be observed<br />
which are named differently across the Turkic world. In<br />
Turkey such entertainments date back to the “Ahi” order<br />
(Turkish-Islamic guild system) carrying various names like<br />
“sıra gecesi”, “gezek”, “örfene”, “kaz âlemi”, “oda sohbeti”,<br />
“helva sohbeti”, “oturmah”, “sıra yareni”, “kürsübaşı sohbeti”,<br />
“cümbüş”, “kef/keyf”, “muhabbet”, “yaren meclisi”, “oymak<br />
toplantısı”, “gün ve ziyafet”, “davet” and“oturak âlemi”.<br />
Most of these gatherings are held by a different host each<br />
time where meetings like “yaren meclisi” and “barana”<br />
are cultural occasions and institutions in which traditional<br />
knowledge and experience is produced and kept alive, as<br />
well as basic social values are transferred, social role models<br />
and lifestyle is absorbed. During these occasions local<br />
music and dance is performed besides games like “Yüzük<br />
Oyunu”, “Tura Oyunu”, “Talaka”, “Yanıltmaç”, “Helisa Oyunu”,<br />
“Heybeli-Torbalı Oyunu”, “Han Taşı Oyunu”, “Geni Gidi<br />
Gergiden”, “Şır-Şır Oyunu”, “Sekir Oyunu”, “Pırasa Yattı<br />
Kalktı Oyunu”, “Dilsiz Oyunu”, “Mendil Kapmaca”, “Hırsız<br />
Oyunu” and Arı Oyunu”(Ekici vd. 201, Yakıcı 2010: 94- 100,<br />
Özdemir 2005: 227- 233). Backed with verbal and musical<br />
performances these gatherings represent a decent way of<br />
entertainment while social statuses and identities like “zeybeklik”,<br />
“seymenlik”, “dadaşlık” are kept alive.<br />
There are many local, national and international festivals<br />
and fairs in the Turkic world. The local activities are especially<br />
important since they reflect the traditional culture due<br />
to their unique and preserved setup that involves traditional<br />
products, agents and practices. These kind of activities are<br />
identified with the settlements they are held. Mostly being<br />
held by local governments and associations besides having<br />
social and cultural functions, they also carry an economic<br />
dimension. During such activities where the local meets the<br />
global, the prevalent goal is to introduce local food products<br />
like (honey, peach, grapes, walnuts, carrots etc.).<br />
Turks have embraced the dual lifestyle between the “yaylak”<br />
(summer pasture) and “kışlak” (winter dwelling) as a<br />
heritage. In that regard, seasonal migration to the “yayla”<br />
(highlands) and “yayla şenlikleri” (highland festivals) is
Eğlence<br />
Entertainment<br />
409
Common Heritage<br />
410<br />
Ortak Miras<br />
ağaç direğin oturtulmasıyla elde edilir. Gıcırgaya iki kişi karşılıklı<br />
binerek veya abanarak ve aşağı yukarı hareket ederek<br />
dönerler. İki ağacın birleştiği yere konulan kömür parçasının<br />
çıkardığı sesten dolayı bu geleneksel eğlence aracına Gıcırık<br />
veya Gıcırga adı verildiği belirtilmiştir (Özdemir 2005:<br />
238).<br />
Türkler resmi gün ve bayramlarda düzenlenen kutlama ve<br />
eğlencelere de coşkuyla katılmaktadır. “Ulusal bayramlar,<br />
kuruluş günleri, zafer ve fetih günleri, anma günleri” resmi<br />
törenlerin yanında (top atışı, saygı töreni, merasim geçidi<br />
vb.) bilimsel toplantı, konser, yarışma, sergi, film gösterisi,<br />
fener alayı, tiyatro gösterisi, balo, defile, havi fişek gösterisi<br />
gibi etkinliklerle kutlanmaktadır. Türkiye’de “23 Nisan Ulusal<br />
Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma<br />
ve Gençlik ve Spor Bayramı, 30 Ağustos Zafer Bayramı, 29<br />
Ekim Cumhuriyet Bayramı” resmi tören ve etkinliklerle kutlanan<br />
ulusal bayramlardır. Diğer Türk devlet ve topluluklarının<br />
da benzer şekilde coşkuyla kutladıkları ulusal bayramları<br />
bulunmaktadır.<br />
Kent yaşamı kökenli eğlenceler eğlence endüstrisinin, dolayısıyla<br />
eğlence sektörünün kültürel ekonomik faaliyetleridir.<br />
Kentli eğlence dünyası sürekli değişmekte ve dönüşmektedir.<br />
Nitekim “meyhane, gazino, pavyon, taverna,<br />
diskotek, bar, pastane, lokanta/restoran, kulüp, lunapark”<br />
gibi mekânlar zamanla etkisini yitirmiştir. Bugün Dreamland,<br />
Tatilya, Fantasyland gibi eğlence merkezleri ve tema<br />
parkları kentli eğlence sisteminin temel kurumları olarak işone<br />
of the most important entertaining activities in Turkish<br />
social life. Like its counterparts in other countries and<br />
populations forming the Turkic world, highland festivals are<br />
wide spread and common in Anatolia. Lately Eastern Black<br />
Sea region has drew attention with highland festivals. With<br />
the coming of spring, people migrate to the highlands en<br />
masse and begin holding festivals like “Hıdırellez”. Most<br />
of the highland festivals in the region are held in July and<br />
August (Şişman 2010: 549- 559).“Kadırga Yaylası Şenliği”<br />
(Gümüşhane-Trabzon provincial border)”, “Geleneksel<br />
Hıdır Nebi Yayla Şenliği” (Akçaabat/Trabzon), “Sisdağı Şenliği”<br />
(Şalpazarı/Trabzon), “Beşikdüzü Mayıs Yedisi Şenliği”<br />
(Beşikdüzü/Trabzon), “İkizdere-Ovit Yayla Şenliği” (Rize),<br />
“Ardeşen Küçük Yayla Kültür Şenliği” (Rize), “Anzer Bal Yayla<br />
Şenliği” (Ballıköy/ Rize)” are some of those highland festivals<br />
in the Eastern Black Sea Region.<br />
Attendants of these festivals put their traditional clothes<br />
on, sacrifice animals, join feasts of local foods, read local<br />
poems, sing folk songs and play “horon” (a local folk dance)<br />
accompanied with folk music performed with local instruments<br />
like “kemençe”, “davul”, “zurna” and “tulum”. These<br />
festivals also function as a local market and a fair providing<br />
local products to the fanciers. Various sports activities are<br />
also included within the festival programme including archery,<br />
wrestling, horse racing and bull fighting besides other<br />
games like “aşık”(knucklebone), “koz”, “çelik çomak”(tipcat),<br />
“ip atlama”(rope jumping), “halat çekme”(tug of war),<br />
“salıncak” (swing), “uçurtma uçurma” (kiting).
lev görmektedir. “Doğum günü partisi, garden parti, bekârlığa<br />
veda partisi,mezuniyet partisi, evlilik yıldönümü partisi,<br />
yılbaşı partisi, köpüklü parti, emeklilik partisi ve pijama partisi”gibi<br />
etkinlikler kentin eğlence dünyasının partiler temelinde<br />
değiştiğini ortaya koymaktadır. Aynı şekilde “Sevgililer<br />
Günü, Babalar Günü, Anneler Günü, Doğum Günü, Evlilik<br />
Yıldönümü, Evlilikte Gümüş-Altın-Platin Günleri vb.” kutlamalar<br />
da özel yaşam eğlencelerinin günler temelinde yeniden<br />
kurgulandığını göstermektedir. Kentli eğitim kurumları<br />
kapsamında “mezuniyet töreni, bayram, bahar şenliği, panayır,<br />
festival, geleneksel yiyecek (pilav, kurufasulye, aşure,<br />
keşkek döner) günü, mezuniyet balosu, mezunlar gecesi,<br />
yaz panayırı, açılış ve yıl sonu kokteyli” gibi çeşitli eğlenceler<br />
de düzenlenmektedir.Kent kökenli eğlenceler arasında<br />
“yabancı elçiliklerin resmi kutlamaları, şirket geceleri, il tanıtımları,<br />
yaz kampları, spor karşılaşmaları, yarışmalar, konserler,<br />
tiyatro-bale- opera gösterileri, sergiler, turistik Türk<br />
geceleri” gibi etkinlikler de sayılabilir. Tüketim toplumunun<br />
profesyonelleri popüler kültür yardımıyla kentli yaşamın her<br />
gününü ve saatini kitleselleştirdikleri bir eğlence etkinliğiyle<br />
kutlamayı amaç edinmişlerdir. Türk dünyasında da bu<br />
yönde bir değişim ve dönüşümün yaşandığı gözlenmektedir.<br />
Yöresel eğlence dünyası küresel eğlence sektörünün<br />
tektürleştirici etkisi altındadır. Diğer yandan özgünlükler<br />
çağı olan 21. asırla birlikte doğanın, doğalın, dolayısıyla geleneğin<br />
çekiciliği yeniden keşfedilmeye, dolayısıyla yöresel<br />
eğlencelere olan ilgi artmaya başlamıştır.<br />
Türk eğlence kültüründe tek etkinlik merkezli eğlenceler<br />
de bulunmaktadır. “Deve güreşi, boğa güreşi, at yarışı, cirit,<br />
gökbörü, okçuluk, yağlı güreş, karakucak güreşi, aba güreşi”<br />
gibi geleneksel eğlenceler bu türdendir. Bu tür etkinliklere<br />
ulusal ve uluslararası düzeyde ilginin arttığı gözlenmektedir.<br />
Diğer taraftan spor karşılaşmaları (futbol, basketbol, voleybol,<br />
yüzme, kayak, yat, atletizm, atıcılık, otomobil yarışı<br />
vb.) ile kültür ve sanat festivalleri, fuarlar ve panayırlar kent<br />
yaşamında rastlanan tek etkinlik merkezli faaliyetler olarak<br />
değerlendirilebilir.<br />
Türk halk eğlencelerinin “adlandırma, zaman ve süre (zamanı<br />
ve süresi belirli ya da değişken), mekân (açık veya<br />
kapalı eğlence mekânları) ve eğlence” başlıkları altında<br />
değerlendirilebilir. Eğlence bölümü ise “hazırlık, kurallar<br />
(kuruluş, işleyiş vb. ile ilgili kurallar), katılımcılar, başlangıç<br />
kalıbı, sohbet, sözlü edebiyat (destan, mani, türkü vb.),<br />
yiyecek ve içecekler, oyunlar (dramatik olan veya olmayan<br />
oyunlar, elektronik oyunlar vb.), müzik (canlı veya kayıtlı<br />
müzik), dans (geleneksel veya kentli danslar), giyim-kuşam<br />
ve süslenme (yöresel veya kentli), koku, gezinti, inançlar,<br />
hediye ve ödüller, müstehcen unsurlar ve bitiş kalıbı” gibi alt<br />
alanları içermektedir. Türk dünyasındaki eğlencelerin ana<br />
yapısı, diğer bir deyişle <strong>ortak</strong> yapısı bu başlıklar temelinde<br />
“Salıncak” (swing) and “gıcırga” (seesaw) are basic fun plays<br />
of those festivals. Swings are set upon high trees and used<br />
both by children and adults. Known as “gıcırga” in Anatolia,<br />
seesaw is a game device is a long timber as long as 15<br />
meters anchored to a stake with a 15 cm. diameter, tightly<br />
nested into the ground. Two people sat on the opposite<br />
sides of “gıcırga” and move up and down for swinging. The<br />
play is named as “Gıcırık” or “Gıcırga” after the sound made<br />
by the coal piece placed at the centre of the mechanism as<br />
it swings (Özdemir 2005: 238).<br />
National days and holidays are also enthusiastically celebrated<br />
by the Turks. National holidays, establishment days,<br />
victory and conquest celebrations, memorial days are celebrated<br />
not only with official activities like fire gun salute,<br />
honouring ceremony and parades, but also with other activities<br />
like concerts, competitions, exhibitions, torchlight procession,<br />
movie screening, theatre performance, scientific<br />
meetings, ball, fashion show, fireworks show. Main national<br />
and official holidays in Turkey can be listed as National<br />
Sovereignty and Childrens’ Holiday (23rd April), Commemoration<br />
of Ataturk, Youth and Sports Day (19th May), Victory<br />
Day (30th August), Republic Day (29th October). Other<br />
Turkic nations do also have their own national holidays that<br />
day celebrate with enthusiasm.<br />
Urban entertainments are cultural economical activities of<br />
entertainment industry and sector which constantly changing<br />
and transforming. In that regard known entertainment<br />
venues like “ale house, casinos, night clubs, taverns, discos,<br />
bars, patisseries, restaurants, clubs and amusement<br />
parks have lost their prevalence in time. Nowadays entertainment<br />
centers and theme parks like Dreamland, Tatilya,<br />
Fantasyland has become the main stream institutions of<br />
the entertainment industry. Activities like birthady parties,<br />
garden parties, bachelor parties, graduation parties, wedding<br />
anniversary parties, new year parties, foam parties,<br />
retirement parties and pajama parties all indicate that the<br />
entertainment business of the urban life has been shifting<br />
from the ground.<br />
Similarly personal life entertainment occasions are now becoming<br />
rebuild around celebrations like “Valentine’s Day”,<br />
“Father’s Day”, “Mother’s Day”, “Birthday”, “Marriage Anniversary”,<br />
“Silver, Gold or Platin Days of a marriage”. There<br />
are various important days also within the urban education<br />
field like graduation day, holiday, spring fest, funfair,<br />
festival, prom, alumni night,summer funfest,year opening<br />
and ending cocktails. Other urban entertainment activities<br />
may be listed as official ceremonies held by foreign consulates,<br />
company nights, provincial funfests, summer camps,<br />
sports activities, competitions, concerts, theatre, ballet,<br />
Entertainment<br />
411<br />
Eğlence
Common Heritage<br />
412<br />
Ortak Miras<br />
ortaya çıkarılabilir. Diğer bir ifadeyle Türk dünyasının <strong>ortak</strong><br />
miras belleğihalk eğlencelerinin omurgasını oluşturan bu<br />
<strong>ortak</strong> yapıda gizlidir. Eğlencenin kültürün temel bağlamını<br />
oluşturduğu gerçeği hatırlandığında bu varsayımın kolaylıkla<br />
kanıtlanabileceği görülecektir.<br />
Halk eğlencelerinin temel işlevi (folklorun da temel işlevlerinden)<br />
“eğlendirme ve hoş vakit geçirtmektir.” Bununla<br />
birlikte folklorun diğer işlevleri de eğlence ortamında gerçekleştirilir.<br />
Gerçekte geleneksel bilgi ve deneyim belleği<br />
olan folklorun temel işlevi yaratıcılıktır. Eğlence, bireysel ve<br />
toplumsal yaratıcılığın ürünü, ortamı ve aracıdır.Diğer bir<br />
ifadeyle eğlence ortamları kültürün büyük bir bölümünün<br />
yaratıldığı temel bağlamdır. Türk dünyasındaki halk eğlencelerinin<br />
kültürel işlevinin yanında, ekonomik, toplumsal,<br />
psikolojik ve siyasal işlevleri de bulunmaktadır (Özdemir<br />
2005: 309- 344).<br />
Oyun, kültürün temelidir (Huizinga 1995: 22). Dolayısıyla<br />
“oyun, oyun oynamak, oyun çıkarmak” Türk eğlence kültüründe<br />
önemli bir yere sahiptir. Oyun oynamak toplumun<br />
bütün kesimlerince keyif almak amacıyla gerçekleştirilen<br />
gönüllü bir kültürel faaliyettir. Oyun sözcüğü Türk dilinin<br />
dolayısıyla kültürünü en eski ve çok anlamlı kelimelerinden<br />
biridir. Oyunun “vakit geçirmeye yarayan, belli kuralları olan<br />
eğlence” şeklindeki tanımı bir yana, “şaşkınlık uyandırıcı<br />
hüner, tiyatro ve sinemada sanatçının rolünü yorumlama<br />
biçimi, müzik eşliğinde yapılan hareketlerin bütünü, temsil,<br />
yarışma, entrika, kumar” gibi anlamları da bulunmaktadır.<br />
“Oyun çıkarmak, oyun ebesi, oyun etmek, oyun havası, oyun<br />
kâğıdı, oyun kurmak, oyun kurucu, oyun oynamak, oyuna<br />
çıkmak, oyunbaz, oyunbozan, oyuncak, oyuncu, aşk oyunu<br />
vb.” pek çok sözcük oyun ve eğlence ile ilgili olarak türetilmiştir<br />
(TDK 1957: 86- 87, 281- 284; 1988: 1126- 1127). Saha<br />
ve Yakut Türkleri arasında geçmişte olduğu gibi bugün de<br />
şamana “oyun” adı verilmektedir (Vasilev 1993: 12). Özetle<br />
oyun kavramı Türk dünyasının dolayısıyla kültürünün köken<br />
<strong>ortak</strong>lıklarını daiçeren geniş bir kültürel belleğin adıdır. Bu<br />
nedenle Türk dünyasının temel kültür miraslarınınbaşında<br />
oyun gelmektedir. Nitekim Uyın, Uynav (Başkurt ve Tatar<br />
Türkçesi), Oyın, Oyınşık (Kazak Türkçesi) gibi değişik söyleyişlerine<br />
karşılık “oyun” şekli bütün Türk dünyasında korunmuştur<br />
(Kültür Bakanlığı 1991: 668- 669).<br />
Türk dünyasında bazı oyunlar hem çocuklar, hem de yetişkinlerce<br />
oynanmaktadır. “Aşık Oyunu, Cirit Oyunu, Gıcırık,<br />
Kol Açma, Salıncak, Alaylım, Yanıltmaç, İp Atlama, Halat<br />
Çekme” gibi oyunlar bu türdendir. Türkiye’de “Yağ Satarım<br />
Bal Satarım” adıyla bilinen “Cooluktaştamay” oyunu Kırgızistan’da<br />
büyükler tarafından da coşkuyla oynandığı tespit<br />
edilmiştir.Yine kökeni çok eskilere dayanan “Aşık Oyunu”<br />
aynı adla Türk dünyasının pek çok yerinde oynanmaya devam<br />
etmektedir.<br />
opera shows, exhibitions, touristic Turkish nights and alike.<br />
The professionals of the consumption society aspires to<br />
celebrate almost every day and hour of the urban life with<br />
another entertainment activity with the help of the popular<br />
culture. A shift from traditional to these new concept can<br />
also be observed in the Turkish world. The local entertainment<br />
world is under the standardising impact of the global<br />
entertainment sector. On the other hand as a century of<br />
freedoms, the nature’s and the natural’s appeal has started<br />
to be rediscovered. As a result interest in local entertainment<br />
occasions are seeng a revival again.<br />
Turkish culture entertainment occasions might be centred<br />
around one activity only. Camel and bull fighting, horse<br />
races, “cirit” (a match between two teams of cavalries with<br />
javelins), “gökbörü”, archery, oil wrestling, “karakucak”<br />
wrestling, “aba” wrestling are some those activities. Both<br />
national and intertnationala interest seems to be rising for<br />
those kind of activities. On the other hand sports activities<br />
like football, basketball, swimming, skiing, sailing, athletics,<br />
shooting, car races and culture and art festivals, fairs and<br />
funfairs are other entertainment occasions focusing on one<br />
activity.<br />
We can assess Turkish folk entertainments according to<br />
naming, timing and duration (fixed or variable), venue<br />
(outdoor or indoor) and the entertainment itself. The core<br />
entertainment activity could be assessed under subfields<br />
like preparations, rules (setting up, running etc. ), attendees,<br />
startup pattern, chattering, oral literature (epic, poem,<br />
folk song etc.), food and beverages, games (dramatic or<br />
non-dramatic, electronic etc.), music (live or recorded),<br />
dancing (traditional or urban), dressing and ornamentation<br />
(local or urban), scents, trips, beliefs, gifts and rewards, obscenity<br />
and the finishing patterns. Common structures within<br />
different entertainment occasions in the Turkish world<br />
could be revealed under these subfields. In other words the<br />
common cultural heritage forming the backbone of those<br />
entertaining occasions are hidden within this analytical<br />
structure. Since entertainment is the main context of culture<br />
it would be easy to realise that this assumption might<br />
be proved.<br />
Main functions of folk entertainments (also the main function<br />
of the folklore) is to entertain and make people to have<br />
a good time. On the other hand other functions of the folklore<br />
are also realised during the entertainments. The main<br />
functions of folklore is creativity as in reality it is the memory<br />
of traditional knowledge and experience. Entertainment is<br />
the product, medium and means of individual and social<br />
creativity. In other words entertainment occasions is the<br />
main medium in which much of the culture is created. Folk
entertainments in the Turkish world has economic, social,<br />
psychological and political functions besides the cultural<br />
one (Özdemir 2005: 309- 344).<br />
Game is the core of culture (Huizinga 1995: 22). Therefore<br />
games and playing has an important place in the Turkish<br />
entertainment culture. Playing is a common and voluntary<br />
culturla activity performed by a wide spectrum of the<br />
society in order to have fun. “Oyun” (game) is one of the<br />
oldest words of the Turkish language and culture. One of<br />
its meanings is “entertainment with certain rules to spend<br />
time”, while having other meanings like astonishing ability,<br />
the exposition of the artists role in theatre and cinema, all<br />
actions performed with music, performance, contest, plot<br />
and gambling.<br />
“Oyun çıkarmak” (playing sports), “oyun ebesi” (selected<br />
player of a game to achieve a certain task), “oyun etmek”<br />
(to deceive), “oyun havası” (music for folk dance),”oyun<br />
kağıdı” (game card), “oyun kurma” (play making), “oyun kurucu”<br />
(play maker), “oyun oynamak” (to play games), “oyuna<br />
çıkmak” (to join a game), “oyunbaz” (playful), “oyunbozan”<br />
(killjoy), “oyuncak” (toy), “oyuncu” (player), “aşk oyunu”<br />
(love play) and similar phrases and words are derived from<br />
“oyun” and produced to define concepts related to entertainment<br />
(TDK 1957: 86- 87, 281- 284; 1988: 1126- 1127).<br />
Todal Sakha and Yakut Turks still call their shamans as<br />
“oyun” (Vasilev 1993: 12). In brief the concept of “oyun” is<br />
an extensive cultural memory embracing common cultural<br />
roots of the Turkish culture and the Turkish world. In that regard<br />
“oyun” is one of the main cultural heritage of the Turkish<br />
world. Thus despite having different dictions like “uyın”,<br />
“uynav” (Bashkird and Tatar Turkish), “Oyın”, “Oyınşık” (Kazakh<br />
Turkish), “oyun” has been kept almost unchanged<br />
(Kültür Bakanlığı 1991: 668- 669).<br />
Entertainment<br />
413<br />
Eğlence<br />
Among Turks some games are both for children and the<br />
adults. Games like “aşık oyunu”, “cirit oyunu”, “gıcırık”, “kol<br />
açma”, “salıncak”, “alaylım”, “yanıltmaç”, “ip atlama”, “halat<br />
çekme” are among those. A child game called “Yağ Satarım<br />
Bal Satarım” in Turkey is also played in Kirghizistan by the<br />
adults with a name “Cooluktaştamay”. Similarly with its long<br />
history “aşık oyunu” is a widely played game in most of the<br />
places of the Turkish world.<br />
In special occasions like “hıdırellez” young girls swing both<br />
to have fun while singing and telling folk poems and also to<br />
be purified from the evil. They might also swing their friends<br />
swiftly and want them to tell who they love. Rope jumping<br />
and tug of war are also between the common games performed<br />
in highland festivals. A version of this game “Arkan<br />
Tartuu” is played in in Kazakhistan,
Ortak Miras<br />
Common Heritage<br />
414
Hıdrellez gibi kutlamalarda genç kızlarkötülüklerden arınmak,<br />
mani ve türküler eşliğinde eğlenmek amacıyla salıncaklarda<br />
sallanırlar. Bazen de genç kızlar arkadaşlarını hızlı<br />
bir şekilde sallayıp ondan sevdiğini söylemesini isterler. İp<br />
atlama ve halat çekme oyunları da özellikle yayla şenliklerinin<br />
önemli eğlencelerindendir. Nitekim Kazakistan’da“Arkan<br />
Tartuu” adıyla oynanan halat çekme yarışında oyuncular<br />
iki takıma ayrılarak birbirlerini çekmeye çalışırlar, rakip<br />
takımı ortadaki çizginin kendi yakasına çeken takım oyunu<br />
ve ödülü kazanır.<br />
Yine Türkiye’de yetişkinlerin daha çok kış aylarında düzenledikleri<br />
toplantıların temel eğlencelerinden birini yüzük<br />
oyunu meydana getirir. Bu oyun Türk dünyasında da yaygın<br />
olarak oynanmaktadır. İki takıma ayrılan katılımcılar bu<br />
oyunda fincanların altına saklanan yüzüğü bulmaya çalışırlar.Yüzüğü<br />
bulan takım yüzüğü saklama hakkını kazanır.<br />
Bu basit oyun farklı yaş gruplarındaki kişiler tarafından kolaylıkla<br />
oynanabilir. NitekimYüzük Oyunu Kazakistan’da bir<br />
çocuk oyunuyken, Uşak’ta (Türkiye) büyüklerce oynanan bir<br />
düğün eğlencesidir. Bu oyun sırasında söylenen, bazen de<br />
karşı takımın dikkatini dağıtmayı amaçlayantekerlemeler ve<br />
türküler eğlenceye ayrı bir heyecan katar.<br />
Yetişkin oyunlarından önce çocukların oyun dünyasının kültürün<br />
oldukça zengin bir bölümünü oluşturduğu belirlenmiştir.<br />
Oynama biçimi bakımından diğer ülkelerdeki, dolayısıyla<br />
Türk dünyasında çocuklar benzer oyunları oynarlar.<br />
Oyunlardaki çeşitlenme (oyun terimleri, sözleri, şarkıları ve<br />
tekerlemeleri vb.) dilden, dolayısıyla kültüründen kaynaklanmaktadır.<br />
Ortak oyun dilini konuştukları için çocuklar<br />
yetişkinlere göre farklı kültürel bağlamlara daha hızlı ve<br />
sorunsuz bir şekilde uyum sağlarlar. Aynı köken dil ve kültür<br />
belleğinden beslenen Türk çocuklarının oyunları, doğal<br />
olarak Türk dünyasının temel kültürel <strong>ortak</strong>lıklarının başında<br />
gelmektedir (Türk çocuk oyunları hk. bkz. Özdemir 2006;<br />
Özhan vd. 1997).<br />
Atlı oyunlar ve yarışmalar Türk dünyasının geçmişten bugüne<br />
taşınan <strong>ortak</strong> miraslarındandır. Atlı- bozkır medeniyetinin<br />
yaratıcısı olan Türklerin yaşamında at oldukça önemli<br />
bir yere sahip olmuş ve olmaya da devam etmektedir. Çeşitli<br />
vesilelerle düzenlenen festival, şenlik, tören ve benzeri kutlamalarda<br />
atla ilgili bir etkinliğe mutlaka yer verilmektedir.<br />
Dinî ve millî bayramlar, yöresel şenlikler gibikutlamalardagenellikle<br />
at yarışları düzenlenmektedir.“Öndül Kapmaca<br />
(Türkiye), Kökperi, Köpkeri (Türkistan)” adıyla da tanınan<br />
Gökbörü oyunu ise bugün özellikle Kırgızistan, Özbekistan<br />
ve Türkmenistan’da canlı bir şekilde oynanmaktadır. Gökbörü<br />
oyunu Türkler tarafından tarihî ve millî bir oyun, dolayısıyla<br />
<strong>ortak</strong> miras olarak kabul edilip yaşatılmaktadır. Günümüzde<br />
ata sporu olarak tanımlanan oynanan Cirit Oyunu,<br />
Another important entertainment occasion in the winter<br />
time in Turkey is “yüzük oyunu” (ring game). This game is<br />
also common across the Turkish world. The players are divided<br />
into two teams and try to find the ring hidden under<br />
cups. The successful team gain the rights to hide the ring.<br />
This simple game can be played by people at all ages. In<br />
that regard while “yüzük oyunu” ise a child game in Kazakhistan,<br />
it is played by adults in Uşak, Turkey. The game becomes<br />
more fun as the hiders sing folk songs and rhymes to<br />
distract the seekers.<br />
Child plays are more prominent than adult games in terms<br />
of their contribution to the game world. As it is with other<br />
Turkic countries, child plays are mostly common between<br />
a wide range of populations. The diversification of child<br />
games in terms of game terms, vocabulary, songs and<br />
rhymes is a result of the language, thus a result of the culture.<br />
Speaking the same game language children can easily<br />
adapt to different cultural context much more easily than<br />
the adults. Since being nurtured by the same language and<br />
cultural background, games of the Turkish children is one<br />
of the prominent cultural commonalities within the Turkic<br />
world (For Turkish child plays, Özdemir 2006; Özhan vd.<br />
1997).<br />
Equestrian games and competitions is one the historic<br />
common cultural heritages of the Turkish world. As the<br />
originator of the steppe horsemen civilisation horses take<br />
an important part the lives of the Turks. They always put an<br />
activity regarding horses and riding into their entertainment<br />
occasions like festivals, carnivals, ceremonies and etc.<br />
Horse races are held during official and religious holidays,<br />
local festivals and similar occasions. “Gökbörü” game called<br />
“öndül kapmaca” in Turkey and “kökperi”, “köpkeri” in Turkistan<br />
is still actively performed in Kirghizistan, Uzbekistan<br />
and Turkmenistan. “Gökbörü” is accepted as a historical and<br />
national game and kept alive as a common national heritage.<br />
“Cirit Oyunu” (javelin game) being known as ancestral<br />
sport is especially common in Balıkesir, Söğüt, Konya,<br />
Kars, Erzurum, Bayburt and etc in Turkey, as well as widely<br />
performed also bay the Turkistan Turks. It is also common<br />
to perform archery activities during those equestrian occasions.<br />
Another common cultural heritage among Turkish entertainment<br />
world is wrestling and accepted as an ancestral<br />
sport. In that regard the acceptance of “Kırkpınar Yağlı<br />
Güreşleri” (Kırkpınar Oil Wrestling Competition) -with its<br />
656 years history- in to the UNESCO Intangible cultural<br />
heritage list is very important. In Turkey various kinds independent<br />
occasions of wrestling including oil wrestling, karakucak<br />
wrestling, aba wrestling are accepted with a large<br />
Entertainment<br />
415<br />
Eğlence
Common Heritage<br />
416<br />
Ortak Miras<br />
özellikle Türkiye’de (Balıkesir, Söğüt, Konya, Kars, Erzurum,<br />
Bayburt vd.) ve Türkistan Türkleri arasında yaygın olarak oynanmaktadır.Bu<br />
tür atlı etkinlikler esnasında ok yarışmaları<br />
da yapılmaktadır.<br />
Türklerin eğlence dünyasında yer alan <strong>ortak</strong> miraslardan biri<br />
de güreştir. Güreş Türk dünyasında bir ata sporu olarak kabul<br />
edilmektedir. Bu nedenle Türk devlet ve topluluklarında<br />
güreşe büyük önem verilmektedir. 2017 yılında 656’ncısı<br />
düzenlenecek olan Kırkpınar Yağlı Güreşleri’nin UNESCO<br />
tarafından Türkiye’nin, dolayısıyla insanlığın somut olmayan<br />
kültürel mirası olarak temsili listeye edilmesi, bu açıdan<br />
oldukça anlamlıdır. Türkiye’de yağlı güreş, karakucak güreşi<br />
ve aba güreşi ile ilgilimüstakil festival ve şenliklerhalkın yoğun<br />
katılımıyla gerçekleştirilmektedir.<br />
Müzik ve dans eğlence kültürünü oluşturan temel geleneklerdendir.<br />
Çok kere mutluluk ve huzur kaynağı olarak müzik<br />
ve dans gösterisi bir eğlence etkinliğinin tamamını oluşturur.<br />
Festival, şenlik ve kutlamalarda mutlaka müzik ve dans<br />
gösterileri yer alır. Çok kere bu tür etkinliklerde katılımcılar<br />
toplu veya gruplar halinde yerel çalgılar eşliğinde türküler<br />
söyleyip dans ederler. Yerel ve geleneksel eğlence ortamlarında<br />
çalgıcı ve âşıklar temel gelenek kültürü aktörü<br />
olarak işlev görürler. Diğer yandan özel eğlencelerde çalgı<br />
çalmak ve dans etmek konusunda yetenekli katılımcılar hünerlerini<br />
sergilerler. Yaren meclisi, sıra gecesi, barana vb. ise<br />
yerel müzik ve halk oyunu belleğinin icra edildiği, öğrenildiği,<br />
geliştirildiği, dolayısıyla aktarılarak yaşatıldığı gelenek<br />
kurumları ve mekânlarıdır. Bireyler eğlence etkinliklerinde<br />
çalgı çalarak, şarkı söyleyerek ve dans ederek bir yandan<br />
kültürlerini yaşatırlar, diğer yandan da toplumsal cinsiyet ve<br />
kültürel kimliklerini sergileyerek içselleştirirler. Türk dünyasındaki<br />
eğlence etkinliklerinde kültürel kimliğin ve birlikte<br />
yaşamanın sembolü olarak geleneksel müzik ve dans icralarının<br />
coşkuyla gerçekleştirilmeye devam ettiği gözlenmektedir.<br />
Son dönemin yöresel eğlence etkinliklerinde kent<br />
kökenli eğlence sektörünün etkisiyle yerel özgünlükler,<br />
dolayısıyla yöresel müzik ve dans icraları da azalmaktadır.<br />
Bu nedenle bu tür etkinliklerde halk katılımının, dolayısıyla<br />
yöresel özelliklerin ve yapının korunarak geliştirilmesi<br />
büyük önem taşımaktadır. Küresel eğlence endüstrisinin<br />
tektürleştirici etkisi ancak ulusal ve yöresel özgünlüklerin,<br />
dolayısıyla çeşitliliklerin korunması ve geliştirilmesiyle giderilebilir.<br />
Kaynaklar:<br />
• Ağakay, M.Ali (1949), Türkçede Mecazlar Sözlüğü, (Hazl.), Ankara: Doğuş<br />
Matbaası.<br />
• “(1956), Türkçede Yakın Anlamlı Kelimeler Sözlüğü, Ankara: Türk Tarih<br />
Kurumu Basımevi, 1956.<br />
• Atalay, Besim (1967), Türk Dilinde Ana Kelimeler veya Türkçede Türetme<br />
Sözlüğü, Ankara:Ayyıldız Matbaası.<br />
• Baydemir, Hüseyin (2011), “Özbekistan’da Geleneksel Tiyatronun Bir<br />
turnout.<br />
Music and dance are core traditions constituting the entertainment<br />
culture. Most of the times music and dance<br />
performance is the sole activity within an entertainment<br />
occasion and they are an inseparable part of festival, carnivals<br />
and celebrations. Most of the time attendees sing and<br />
dance alone or together while being accompanied with local<br />
instruments. “Çalgıcı” (Musicians) and “aşık” (folk singers)<br />
are the main agents in local and traditional occasions<br />
that produce the culture. Attendees might also give it a try<br />
to prove their abilities on music and dancing.<br />
“Yaren meclisi”, “sıra gecesi”, “barana” and others are traditional<br />
institutions and spaces where local music and folk<br />
dance knowledge is practiced, thought, developed and<br />
transferred. Individuals keep their culture alive, display their<br />
social, gender and cultural roles as they have fun with playing<br />
instruments, singing folk songs and dancing. Traditional<br />
music and folk dance are still performed with joy across the<br />
Turkish world as the symbol of both cultural identity and the<br />
intention to live together. Lately as a result of the advance<br />
of urban entertainment sector, even during the local entertainment<br />
occasions local music and dance are getting less<br />
and less performed. In that regard it is important to protect<br />
and revive these type of traditional activities within their local<br />
characteristics and structure while providing public attendance.<br />
As such by protecting national and local unique<br />
properties, the negative impact of global entertainment industry’s<br />
standardising effect could be avoided.<br />
REFERENCES:<br />
• Ağakay, M.Ali (1949), Türkçede Mecazlar Sözlüğü, (Hazl.), Ankara Publisher:<br />
Doğuş<br />
• Matbaası.<br />
• “ (1956), Türkçede Yakın Anlamlı Kelimeler Sözlüğü, Ankara, Publisher:<br />
Türk Tarih<br />
• Kurumu Basımevi, 1956.<br />
• Atalay, Besim (1967), Türk Dilinde Ana Kelimeler veya Türkçede Türetme<br />
Sözlüğü, Ankara, Publisher: Ayyıldız Matbaası.<br />
• Baydemir, Hüseyin (2011), “Özbekistan’da Geleneksel Tiyatronun Bir<br />
Şubesi: Maskarabazlık ve Kızıkçılık”, Turkish Studies, v.6/1, Winter: 763- 777.<br />
• Ekici, Metin, S. Fedakâr, P. Dönmez Fedakâr, S.B. Tutu, M. Gültekin, N.<br />
Ertuğrul, B. H. Yılmaz (2011), Somut Olmayan Kültürel Miras: Barana/<br />
Dursunbey- Balıkesir, İzmir: Egetan Bas. Yay. Tan. Rek. San. Tic. Ltd. Şti.<br />
• Elçin, Şükrü (1991), Anadolu Köy Orta Oyunları, Ankara, Publisher: TKAE<br />
Yayınları.<br />
• Eyüboğlu, İ. Zeki (1995), Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü, İstanbul, Publisher:<br />
Sosyal Yayınlar.<br />
• Huizinga, J. (1995), Homo Ludens, Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir<br />
Deneme, (orijinal ilk baskısı 1938), (Çev. M. Ali Kılıçbay), İstanbul, Publisher:<br />
Ayrıntı Yayınları.<br />
• Kültür Bakanlığı (1991), Türk Lehçeleri Sözlüğü I, Ankara, Publisher:<br />
Başbakanlık Basımevi.<br />
• Özdemir, Nebi (2005), Cumhuriyet Dönemi Türk Eğlence Kültürü, Ankara,<br />
Publisher: Akçağ Yay.<br />
• “ (2006), Türk Çocuk Oyunları I- II, Ankara, Publisher: Akçağ Yay.<br />
• Özhan, Mevlüt ve M. Muradoğlu (1997), Türk Cumhuriyetlerinde Çocuk<br />
Oyunları, Ankara, Publisher: Kültür Bakanlığı Yay.<br />
• Şişman, Bekir (2010), “Kültürel, Yapısal ve İşlevsel Açıdan Doğu<br />
Karadeniz’de Yaylacılık ve Yayla Şenlikleri (Hıdırnebi ve Kadırga Yaylaları<br />
Örneği)”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, V.3, pp.11: 549- 559.
Şubesi: Maskarabazlık ve Kızıkçılık”, Turkish Studies, v.6/1, Winter: 763- 777.<br />
• Ekici, Metin, S. Fedakâr, P. Dönmez Fedakâr, S.B. Tutu, M. Gültekin, N.<br />
Ertuğrul, B. H. Yılmaz (2011), Somut Olmayan Kültürel Miras: Barana/<br />
Dursunbey- Balıkesir, İzmir: Egetan Bas. Yay. Tan. Rek. San. Tic. Ltd. Şti.<br />
• Elçin, Şükrü (1991), Anadolu Köy Orta Oyunları, Ankara: TKAE Yayınları.<br />
• Eyüboğlu, İ. Zeki (1995), Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü, İstanbul: Sosyal<br />
Yayınlar.<br />
• Huizinga, J. (1995), Homo Ludens, Oyunun Toplumsal İşlevi Üzerine Bir<br />
Deneme, (orijinal ilk baskısı 1938), (Çev. M. Ali Kılıçbay), İstanbul: Ayrıntı<br />
Yayınları.<br />
• Kültür Bakanlığı (1991), Türk Lehçeleri Sözlüğü I, Ankara: Başbakanlık<br />
Basımevi.<br />
• Özdemir, Nebi (2005), Cumhuriyet Dönemi Türk Eğlence Kültürü, Ankara:<br />
Akçağ Yay.<br />
• “(2006), Türk Çocuk Oyunları I- II, Ankara: Akçağ Yay.<br />
• Özhan, Mevlüt ve M. Muradoğlu (1997), Türk Cumhuriyetlerinde Çocuk<br />
Oyunları, Ankara: Kültür Bakanlığı Yay.<br />
• Şişman, Bekir (2010), “Kültürel, Yapısal ve İşlevsel Açıdan Doğu<br />
Karadeniz’de Yaylacılık ve Yayla Şenlikleri (Hıdırnebi ve Kadırga Yaylaları<br />
Örneği)”, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, c.3, s.11: 549- 559.<br />
• Türk Dil Kurumu (1952), Türkiye’de Halk Ağzından Söz Derleme Dergisi, VI,<br />
Folklor Sözleri, Ankara:Türk Tarih Kurumu Basımevi.<br />
• “(1957), Türkiye’de Halk Ağzından Söz Derleme Dergisi, V, İndeks, Ankara:<br />
Türk Tarih Kurumu Basımevi.<br />
• “(1971), Kavramlar Dizini, I, Ankara: Ankara Üniversitesi Basımevi.<br />
• “(1988), Türkçe Sözlük, Ankara: Türk Tarih Basımevi.<br />
• Vasilev, Yuriy (1993), “Sakalarda Şamanizm”, Ana Yurttan Ata Yurda Türk<br />
Dünyası, Eylül, s.4: 12.<br />
• Yakıcı, Ali (2010), “Somut Olmayan Kültürel Mirasın Somut Mekanı: Konya<br />
Barana Odaları”, Milli Folklor, 87: 94- 100.<br />
• Türk Dil Kurumu (1952), Türkiye’de Halk Ağzından Söz Derleme Dergisi, VI,<br />
Folklor Sözleri, Ankara:Türk Tarih Kurumu Basımevi.<br />
• “ (1957), Türkiye’de Halk Ağzından Söz Derleme Dergisi, V, İndeks,<br />
Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi.<br />
• “ (1971), Kavramlar Dizini, I, Ankara, Publisher: Ankara Üniversitesi<br />
Basımevi.<br />
• “ (1988), Türkçe Sözlük, Ankara, Publisher: Türk Tarih Basımevi.<br />
• Vasilev, Yuriy (1993), “Sakalarda Şamanizm”, Ana Yurttan Ata Yurda Türk<br />
Dünyası, Eylül, pp.4: 12.<br />
• Yakıcı, Ali (2010), “Somut Olmayan Kültürel Mirasın Somut Mekanı: Konya<br />
Barana Odaları”, Milli Folklor, 87: 94- 100.<br />
Entertainment<br />
417<br />
Eğlence
Prof. Dr. Ali DUYMAZ<br />
Bilge Yapım<br />
Miras,girişimcilik yeteneği, şans gibi çok<br />
farklı etkenler insanların bir kısmının daha<br />
zengin ve varlıklı olmasına sebep olmaktadır.<br />
Many different factors, such as inheritance, entrepreneurial ability,<br />
and luck cause some people to become richer and wealthier.
Tarihten günümüze toplumlarda insanlar, ekonomik durumları ve malî güçleri itibariyle<br />
eşit değildirler, en kaba tabiriyle göreceli de olsa zengin ve fakir olarak iki kısma<br />
ayrılırlar. Miras,girişimcilik yeteneği, şans gibi çok farklı etkenler insanların bir kısmının<br />
daha zengin ve varlıklı olmasına sebep olmaktadır. Ancak sosyal hayat, din ve ahlâk<br />
gibi kurumların da teşvikiyle her toplumda zenginlere bir yükümlülük ve sorumluluk<br />
yüklemiştir. En öz biçimde yoksullara yardım diyebileceğimiz ve sosyal dayanışma ruhu<br />
içeren bu durum, varlıklıların da sosyalitibar ve konumlarını sürdürebilmeleri için bir gereklilik<br />
olarak ortaya çıkmıştır. Toplumlar, ilkel dönemden bu yana kazandıkları bütün<br />
gelişmelere karşın bu değer yargısından vaz geçmemişlerdir. Aksine modern ve medenî<br />
toplumlarda varlıklı bireyler, sosyal dayanışma ve yardımlaşmayı kurumlaştırarak topluma<br />
karşı sorumluluk ve yükümlülüklerini daha düzenli ve kurallı biçimde yerine getirmeye<br />
yönelmişlerdir. Elbette bu durum, onların toplumsal itibar ve konumlarını yükseltirken<br />
adlarını gelecek kuşaklara da aktarabilmek gibi manevî bir tatmin mekanizması<br />
üretmektedir.<br />
20<br />
Vakıf ve Vakıf Kültürü<br />
Foundation (WAQF) and the Foundation Culture<br />
From past to present, individuals in societies have not been equal between each other<br />
in terms of their economic situations and financial power, and colloquially they have<br />
been divided into two parts, the richest and the poorest. Many different factors, such as<br />
inheritance, entrepreneurial ability, and luck cause some people to become richer and<br />
wealthier. However, with the encouragement of institutions such as social life, religion<br />
and morality, every society has an obligation and responsibility to the the haves. This<br />
situation, quintessentially, which can be called the welfare benefits to the poor and<br />
which includes the spirit of social solidarity, has emerged as a necessity for the wealthy<br />
to sustain their social reputation and position. Societies, despite all the developments<br />
they have acquired since the primitive period, have never forsaken this value judgment.<br />
On the contrary, wealthy individuals in modern and civilized societies have sought to<br />
institutionalize social solidarity and welfare to fulfill their collective responsibilities and<br />
obligations in a more organized and regular manner. This, of course, compirises a spiritual<br />
satisfaction mechanism, such as transferring their names to next generations as<br />
they raise their social reputations and positions.
Ortak Miras<br />
Common Heritage<br />
420
Türklerde de bozkır kültürünün temelini attığı ve sonrasında<br />
kabul edilen İslâm dininin de pekiştirerek biçimlendirdiği<br />
temel bir davranış kodu hayırseverlik ve yardımseverliktir.<br />
Başlangıçta tanrısal bir davranış ve tutum olarak daha çok<br />
hanların uygulamakla yükümlü görüldüğü bu davranış, giderek<br />
zengin olsun veya olmasın bütün bireylerin benimsediği<br />
bir davranışa dökülmüştür. İlk olarak Orhun Anıtlarında<br />
görüldüğü üzere Türk devlet geleneğinde halkın doyurulması<br />
ve giydirilmesi gibi temel ihtiyaçlarının karşılanması,<br />
hanın başlıca görevleri arasındadır. İslâmiyet’in kabulünden<br />
sonra da, mesela Kutadgu Bilig adlı eserde de görüleceği<br />
gibi devlet adamlarına yüklenen görevlerin başında halkın<br />
refah ve mutluluğunun sağlanması gelmektedir. “Han-ı<br />
Yağma” töreninden kök aldığından dolayı Farsçada “sofra”<br />
anlamında kullanılan “han” sözü, hanların vericiliği ve paylaşımcılığını<br />
gösteren arkaik bir iz olsa gerektir. Ayrıca Oğuz<br />
Kağan Destanı, Divânü Lügati’t-Türk gibi temel dil yadigârlarında<br />
görüldüğü üzere bir koyun gövdesinde simgeleştirilen<br />
24 Oğuz boyuna düşen “ülüş” yani “pay”, aynı zamanda<br />
boyların devlet ve toplum hiyerarşisindeki konumunu da<br />
belirleyicidir. “Ülüş” geleneğinin günümüzde de Ege bölgesi<br />
Tahtacı Türkmenleri arasında aynı adla fakat kısmen değişik<br />
bir tarzda devam ettiği kayıtlara geçmiştir. “Komşuda pişer,<br />
bize de düşer” deyimi gereğince hayırseverlik ve yardımseverlik<br />
eksenli benzer bazı uygulamalar “pay”, “komşu<br />
hakkı”, “başak”, “şekere” gibi farklı adlarla Anadolu’da geleneksel<br />
toplum birimlerinde halen yaşatılmaktadır.Köylerdeve<br />
iş bölümünün gerçekleşmediği toplumsal birimlerimizde<br />
gelişigüzel kurumlaşmış yapıların başında ise imece<br />
geleneği vardır. Özellikle tarımsal işlerde dayanışmayı<br />
örgütleyen imece kurumu, yenilikçi devlet adamlarından<br />
Mithat Paşa tarafından görev yaptığı yerlerde güncellenerek<br />
kullanılmış bir gelenektir. Osmanlı devletinin son dönem<br />
devlet adamlarından Mithat Paşa,imece gibi geleneksel<br />
yardımlaşma kurumundan esinlenerek kurduğu “memleket<br />
sandıkları” ile köylü ve çiftçiye üretimde kullanmak üzere<br />
kredi verilmesini sağlamış, halkı imece yöntemiyle çalıştırarak<br />
bayındırlık hizmetlerini ger çekleştirmiştir.<br />
“Ne verirsen elinle, o da gider seninle” ilkesine bağlı olarak<br />
bireysel anlamda yapılan fitre, sadaka, zekât verme, cami<br />
yaptırma gibi dinî ibadet bağlamındaki yardımseverlik<br />
davranışları diğer yandan yol, çeşme, köprü yaptırma gibi<br />
sosyal ve hatta okul yaptırma, Kızılay, Türk hava Kurumu gibi<br />
resmî veya yarı-resmî yardım kuruluşlarına bağışta bulunma<br />
gibi ülke yararına yapılan hayır işlerine de yönelmiştir.<br />
“Veren el alan elden üstündür” ilkesi çerçevesinde vermeyi<br />
psikolojik bir üstünlük sebebi sayan anlayış, medenî<br />
ve kültürel gelişmelere paralel olarak bu davranış kodunu<br />
sistemleştirmiş ve kurumlaştırmıştır.Kısacası Mahmut Tezcan’ın<br />
eserinde de tespit ettiği üzere “hayırseverlik” ve<br />
“yardımseverlik”, Türk kişiliğinin temel davranış kodları<br />
In the Turks, the fundamental code of conduct, that the<br />
steppe culture firstly laid the foundations of and later Islamic<br />
religion formed it by consolidating is philanthropy<br />
and charity. This behavior, which at first was accepted as<br />
a divine behavior and an attitude that many khans were<br />
obliged to implement, has been increasingly transformed<br />
into a behavior that is adopted by all individuals whether<br />
prosperous or not. As it was firstly seen in the Orhun Monuments,<br />
it has been one of the main duties of the khans to<br />
meet the basic needs of the people in the Turkic state tradition,<br />
such as satiating and dressing. After the acceptance<br />
of Islam, for example, as seen in the work of Kutadgu Bilig,<br />
the primary duty of the statesmen is safeguarding the prosperity<br />
and happiness of the people. The word “khan” used<br />
in the Persian word for “table” means that it is an archaic<br />
mark showing the characteristic of giving and sharing<br />
of the khans, because it is rooted from the “Han-ı Yağma”<br />
(looting the khan) ceremony. Moreover, as seen in the basic<br />
language remembrances like the Oguz Kagan Epic, Divanü<br />
Lügati’t-Türk, the “ülüş” or “share” that accrued to<br />
24 Oghuz tribes which was symbolized on a sheep’s body,<br />
also determines the position of the state in the hierarchy<br />
of the state and society at the same time. The fact that the<br />
“ülüş” tradition still exists today among Tahtacı Turkmens<br />
in the Aegean region in the same name but partly in different<br />
ways has been been recorded.In accordance with the<br />
idiom “-Komşuda pişer, bize de düşer- be happy for your<br />
neighbor’s good fortune / maybe we’ll benefit from our<br />
neighbor’s good fortune, there exist some similar practices<br />
based on philanthropy and charity are still alive in traditional<br />
community units in Anatolia with different names such as<br />
“share”, “neighboring rights”, “spike”, “sugar”. There is a tradition<br />
of collective work (imece) which has been the leading<br />
one of cursory institutionalized structures in the villages<br />
and in our social units where the division of tasks are not<br />
realized. The collevtive work fellowship, which procures solidarity<br />
in agricultural affairs in particular, is a tradition that<br />
was implemented by Mithat Pasha, an innovative statesman,<br />
and also was updated in the places where he served.<br />
Mithat Pasha, one of the statesmen of the Ottoman Empire<br />
in its latest period, ensured villagers and farmers to be given<br />
credit to use in the agriculrural production by mans of<br />
“the homeland funds”, inspired by traditional cooperation<br />
fellowships like imece. He realized public services by employing<br />
people through (imece) collective work.<br />
Depending on the principle of “ Ne verirsen elinle, o da<br />
gider seninle -whatever you endow in this life, you reap<br />
tremendous rewards in kingdom come”, the charity actions,<br />
in the context of religious worship, such as fitre (charitable<br />
donations of money or goods to the poor or needy.especially<br />
given in the Ramadan), sadaka (sadaqah, charity), zakat,<br />
Foundation (WAQF) and the Foundation Culture<br />
421<br />
Vakıf ve Vakıf Kültürü
Common Heritage<br />
422<br />
Ortak Miras<br />
arasında kabul edilmiştir.Medenî gelişmeye bağlı olarak da<br />
sistemleşmiş ve kurumsallaşmıştır.<br />
Bozkır eksenli Türk kültüründe han-ı yağma, sığır, şölen,<br />
toy gibitörensel uygulamalar şeklinde gördüğümüz sosyal<br />
yardımlaşma ve dayanışma kurumları, Türk devlet geleneğinin<br />
gelişmesi ve sistemleşmesiyle birlikte, bilhassa<br />
İslâmiyet’in de teşvik ve telkiniyle “vakıf” kavramı etrafında<br />
toplanmıştır. Yani bozkır toplumlarında gördüğümüz ve<br />
isimlerini saydığımız uygulamalarla tarım toplumlarında<br />
gördüğümüz “imece”nin şehir eksenli medenî hayatta vakıf<br />
şeklinde sistemleştiği söylenebilir. Aslında Türk kültüründe<br />
başlangıçtan itibaren var olan yardımlaşma, dayanışma,<br />
paylaşma ve cömertlik değerlerinin devlet erkinin güçlenmesi,<br />
şehir ve kasaba hayatının gelişmesi çerçevesinde<br />
kurumlaşarak vakıf kültürünü ve medeniyetini oluşturduğu<br />
anlaşılmaktadır. Bu çerçevede vakıf kurumları Selçuklu ve<br />
bilhassa Osmanlı devlet yapısının temel taşları şeklinde ortaya<br />
çıkmıştır. Özellikle Osmanlı devletinde sosyal adalet,<br />
fırsat eşitliği, dengeli gelir ve servet dağılımı hususunda<br />
vakıfların önemli payı olduğunu görmekteyiz.<br />
Kelime anlamı “durdurma, alıkoyma, ayırma, bağlama”<br />
olan vakıf sözü, terim anlamı olarak ise “bir malı veya mülkü<br />
satılmamak kaydıyla bir hayır işine bağışlama; kişilerin<br />
menkul veya gayrimenkul mallarını ya da nakit varlıklarını<br />
kendi arzularıyla mülkiyetlerinden çıkarıp toplum yararına<br />
bağışlamaları” şeklinde anlamlandırılabilir.<br />
Vakıf terminolojisinde vakıf kuran kişiye “vâkıf”, vakfedilen<br />
varlığa “mevkuf” denir. Vakıf kuran ve malını vakfeden kişinin<br />
amaçlarını, şartlarını içeren, kurulan vakfın yönetim şekline<br />
ilişkin esasları belirleyen ve tanıklar huzurunda devrin<br />
kadıları veya mahkemelerince tescil edilen vesikaya, yani<br />
bugünkü adıyla vakıf senedine “vakfiye” adı verilir. Vakfın<br />
menfaati kendilerine tahsis ve şart olunan cihete fıkıh<br />
tabiriyle “meşrutünleh” ve “mevkufunaleyh” denir.<br />
Kimi kaynaklarca köken olarak Roma ve Bizans’a<br />
dayandırılan vakıf kurumunun, şu veya bu şekilde bütün<br />
toplumlarda var olan hayırseverlik davranışından türediğine<br />
şüphe yoktur. Dolayısıyla tamamen insanî bir duygu ve<br />
davranışın kurumlaşmasından ibaret olan vakıf kurumu<br />
değişik biçimlerde bütün toplum ve devletlerin tarihinde<br />
görülebilir. Ne var ki dinin ve devlet hayatının vakfı kurumlaştırmaktaki<br />
etkisi de yadsınamaz. Bu çerçevede vakfın<br />
kökeninde İslâmiyet’in olduğu düşüncesi de son derece<br />
yaygın bir görüştür. Vakfı,tamamen İslamî kökenli sayan<br />
bazı araştırmacılar ilk vakıfların,Mescid-i Nebevî’nin son cemaat<br />
mahallinde yatıpkalkan ve kendilerine “ashâb-ı suffe”<br />
denilen yoksul sahabenin yeme içme gibi temel ihtiyaçlarını<br />
karşılamak üzere kurulduğunu kabul ederler.<br />
mosque construction in an individual sense, also tended<br />
towards the social charities such as building roads, fountains,<br />
bridges, and, towards official or semi-official charities<br />
such as donations to the Red Crescent, the Turkish Air<br />
Agency, even building school for the benefit of the country.<br />
The understanding that esteeming the giving as<br />
psychological superiority within the frame of the principle<br />
that “Veren el alan elden üstündür -The hand, giving alms<br />
is more auspicious than the hand receiving it”, systematized<br />
and institutionalized this code of conduct in parallel with<br />
civilized and cultural developments. In short, as found in<br />
Mahmut Tezcan’s work, “philanthropy” and “benevolence”<br />
are accepted as the basic codes of conduct of the Turkic<br />
character. This has been systemized and institutionalized<br />
depending on the development of civilization.<br />
Those institutions of social assistance and solidarity,<br />
that can be seen in the form of ritual practices such as<br />
han-ı yağma (looting the khan), cattle, feast, toy in the<br />
steppe-oriented Turkic culture, together with the development<br />
and systematization of the Turkish state tradition,<br />
have gathered around the concept of “foundation”, especially<br />
with the encouragement and suggestion of Islam.<br />
In other words, it can be said that the “imece (collective<br />
work)” which we see both in the steppe societies and in the<br />
agricultural societies with the applications that we consider<br />
their names, is systematized as a foundation (waqf)<br />
in city-centered civilized life. In fact, it is understood that<br />
the values of cooperation, solidarity, sharing and generosity<br />
that have existed in the Turkic culture since the beginning<br />
have formed foundation culture and civilization by institutionalizing<br />
as a result of strengthening the state authority<br />
and developing the city and town life. In this context, the<br />
foundation institutions emerged as the keystones of the<br />
Seljukian and especially the Ottoman state structure. Especially<br />
in the Ottoman state, we see that foundations have a<br />
significant contrubition in social justice, equality of opportunity,<br />
balanced income and wealth distribution.<br />
As the literal sense of “foundation(waqf)”is “stopping, detaining,<br />
separating, binding”, the foundation can be terminolgically<br />
defined as “donating an asset or a property to a<br />
charitable work provided that not for selling, and endowing<br />
the movable goods or property or cashes to the community<br />
benefit by voluntarily parting with them”.<br />
In the foundation terminology, the person who establishes<br />
the foundation is called “vâkıf (endower, founder, settlor)”<br />
and the good devoted is called “mevkuf (endowed)”. The<br />
document; that includes the terms and purposes of the settlor<br />
and the endower, and ascertains the provisions related<br />
to the method of management, and that registered by the
Türklerin İslamiyet’i kabul etmeden önce de vakıf kurdukları<br />
bilinmektedir. Bilhassa tarımcı-şehirli ve Manihaizm dinini<br />
kabul etmiş olan Uygurlardavakıf benzeri kurumlaşmalar<br />
görülür.Ancak vakıf kurumu, İslâmiyet’in kabulüyle birlikte<br />
yepyeni bir veçhe kazanmış, Türk-İslam devletleri tarihinde<br />
son derece olumlu işlevler üstlenmiştir. Mesela Selçuklu<br />
veziri Nizamülmülk’ün kurduğu medreselerden daha önce<br />
Karahanlılar devletinin hanı TabgaçBuğra Kara Han’ın,<br />
XI. yüzyılın başında Semerkant’ta vakıf olarakbir medrese<br />
yaptırdığı bilinmektedir. Uygurlardan başlayarak Türk devlet<br />
geleneğinde, özellikle de Selçuklular zamanındaetkin ve<br />
yaygın örneklerini görmemize rağmen vakıf, münhasıran bir<br />
Osmanlı kurumu olarak değerlendirilmektedir. Bunda vakfın<br />
Osmanlı devlet yönetiminde hukukî ve sosyal bir kurum<br />
olarak sistemli hale getirilişi ve gelişmişliği etkili olmalıdır.<br />
Bu çerçevede devlet tarafından yapımı ve işletmesi üstlenilemeyen<br />
çarşı, dükkân, hamam, bedesten gibi ticarî tesisler<br />
ile dinî ve hayrî külliyelerin yapım işlerive sürdürülebilir<br />
bir gelir kaynağı yaratmak görevivakıf sistemine yüklenmektedir.Yani<br />
vakıflar, bir yandan toplumsal ve ekonomik bütünlüğü<br />
sağlama işlevini üstlenirken öte yandan yenidenve adil<br />
bölüşüm kurumunu temsil etmektedirler.<br />
Vakıflar asıl itibariyle ferdî kuruluşlardır. Osmanlılar<br />
devrinde kamu hizmetlerinin görülüşü bugünküyle benzer<br />
bir şekilde iki kısımdır. Kabaca hükümet ve belediye olarak<br />
ayırabileceğimiz bu ikili yapıda devlet, gayrimüslimlerin<br />
belediyelik işlerini kendi cemaatlerine bırakırken Müslüman<br />
olanların bu tür işlerini fertlerin inisiyatifine bırakmıştır.<br />
qadi or courts in that period in presence of witnesses, in<br />
other words with its present name “settlement deed” is<br />
called vakfiye (charter of a waqf / deed of trust).The side<br />
for whom the beneficiary of the foundation is entailed, , is<br />
“meşrutünleh” ve “mevkufunaleyh” within the term of fiqh<br />
(For example, if the endower stipulated that the beneficiary<br />
of the inn should be allocated to an imam of a mosque or a<br />
student or mudarris of a madrasah, those are meşrutunleh)<br />
There is no doubt that, the foundation institution, whicih is<br />
originally based on Roman and Byzantine by some sources,<br />
was, somehow derived from the philanthropy behavior<br />
that exists in all societes. Therefore, the foundation institution,<br />
which totally consists of the institutionalization of<br />
human feeling and behavior, can be seen in various forms<br />
in the history of all the societies and states. However, the<br />
influence of religion and state life on institutionalization<br />
of the foundation can not be denied. In this context, the<br />
idea that Islam has been at the root of the foundation is<br />
also a very common idea. Some researchers who consider<br />
the foundation as entirely Islamic- rooted, accept that the<br />
first foundations were established to meet the basic needs<br />
of the companions of prophet muhammad (called “ashab<br />
al-suffe”) who live in the last locus of congregation in Masjid<br />
al-Nabawi.<br />
Turks are known to have established a foundation before<br />
they accepted Islam. In particular, the Uighurs, who are<br />
agrarian-urban and have accepted the religion of Manihaism,<br />
had established institutions like foundations. However,<br />
the foundation has gained a whole new aspect with<br />
the adoption of Islam and has undertaken very positive<br />
functions in the history of the Turkic-Islamic states. For example,<br />
before the madrasahs established by Selçuklu vizier<br />
Nizamülmülk, Tabgaç Bugra Kara Khan of the state of Karakhand,<br />
is known to have built a madrasah in Samarkand as a<br />
foundation at the beginning of the 11th century. Apart from<br />
Uighurs and especially in the Seljukian period, although<br />
we have seen the effective and prevalent examples in the<br />
Turkic state tradition, the foundation is considered as an<br />
Ottoman institution exclusively. In this, systematization and<br />
development of the foundation as a legal and social institution<br />
in the Ottoman state administration should be effective.<br />
In this frame, Alnog with commercial facilities such as<br />
bazaar, shop, hammam, bedesten (covered Turkic bazaar or<br />
market, where antiques, objets d’arts, jewelry, etc. are sold)<br />
which can not be constructed and operated by the state<br />
and also construction of religious and charitable complexes<br />
and the task of creating a sustainable source of income<br />
were all burdened as a task to the foundation system. In<br />
other words the foundations, on the one hand, while function<br />
to provide social and economic integrity, on the other<br />
Foundation (WAQF) and the Foundation Culture<br />
423<br />
Vakıf ve Vakıf Kültürü
Common Heritage<br />
424<br />
Ortak Miras<br />
Daha başka bir ifadeyle Müslüman ve Türkler bütün yerel<br />
işlerini ferdin hamiyet ve gayretine yüklemiş veya fertler<br />
kendi istek ve arzularıyla bu tür işlerden bir veya birkaçını<br />
üzerlerine almışlardır. Adem-i Merkeziyet veya özyönetim<br />
modeli olarak kabul edilebilecek bu ferdiyet yönteminin en<br />
önemli kurumlarından biri de vakıftır. Malını, servetini mensup<br />
olduğu toplumun hayrına ve refahına harcamak, ferdin<br />
sosyal yardımlaşma ve dayanışmaya katkısı kadar hükümetin<br />
üzerindeki yükü de alan bir uygulama olagelmiştir. Ferdî<br />
mülkiyetten çıkan ve mülkiyet hakkının mal sahibine ve<br />
mirasçılarına sağlayacağı bütün hak ve menfaatlerden<br />
toplum yararına vaz geçilen mülk, bir vakıf kuruluşuyla<br />
birlikte tüzel kişilik kazanmış olur. Tüzel kişilik gereği vakfın<br />
yönetimine dair yazılı esaslardan oluşan bir vakfiyesi<br />
bulunur. Vakıf, mütevelli tarafından yönetilir. Böylece fert,<br />
hayır ve hasenat işleriyle bir yandan dinî çerçevede mali bir<br />
ibadet yerine getirmiş olurken öte yandan nefsinden feragat<br />
etme, diğergâmlık, paylaşma, verme gibi hayır işlerinden<br />
dolayı toplumla bütünleşmiş, sosyal ve psikolojik bir tatmin<br />
yaşamış olmaktadır.Maddî menfaat sağlama veya başkaca<br />
dünyevî gerekçeler olsa da bireyleri vakıfkurmaya yönelten<br />
temel etken, Allah’ın rızasını kazanmak ve iyilik etmek, hayır<br />
yapmak gibi dinî inançlar ile ahlâkî kaygılardır. İslâm dini,<br />
bireyi diğer insanlara faydalı olmaya, toplum içinbir şeyler<br />
yapmaya, kısacası fedakârlığa özendirmiştir. Vakıf kuranın<br />
dünyevî anlamda yaptırdığı eserle birlikte adının anılacak ve<br />
yaşayacak olması ile bundan aldığı manevi haz ve toplum<br />
nezdinde saygın bir konuma yükselmesi gibi duygular da<br />
hand, they represent the institution of re-distribution and<br />
fair distribution.<br />
The foundations are, literally individual organizations. The<br />
public services were operated in two ways in the Ottoman<br />
period as similar to today. In this dual structure, which we<br />
can shortly divide as government and municipality, the<br />
state has apportioned the non-Muslims’ municipal affairs to<br />
their own communities, while such works of the Muslims to<br />
the initiative of the individuals. In other words, Muslims and<br />
Turks alloted all their local affairs to the individual’s patriotism<br />
and endeavor, or the individuals undertook the one or<br />
more of these kinds of works with their own desires and desires.<br />
One of the most crucial institutions of this method of<br />
individuality, which can be regarded as the decentralization<br />
or self-management model, is the foundation. Spending<br />
the money and the fortune for the welfare of the community<br />
that he belongs to, has been an application that lessesns<br />
the burden on the government as much as the individual’s<br />
contribution to social cooperation and solidarity. The property,<br />
which is excluded from the individual property and<br />
which is granted for the benefit of society by renouncing all<br />
property rights and benefits of the owner and his heirs, becomes<br />
a legal entity together with an establishing of foundation.<br />
There is a vakfiye (charter of a waqf/deed of trust)<br />
which consists of written principles regarding the management<br />
of the foundation in accordance with the legal entity.<br />
The foundation is managed by the trustee. Thus, while<br />
the individual, on the one hand, fulfills financial worship by
elbette önemlidir.<br />
Vurgulamak gerekir ki vakıf, öncelikle ferdî bir kurumdur,<br />
daha doğrusu ferdin varlığını, bir tüzel kişilik halindegünümüzde<br />
sosyal devletin görev alanında sayılan belirli<br />
sosyal alanlara ve hizmetlere tahsis etmesidir. Osmanlı devleti,<br />
devlet, fert ve toplum ilişkilerini yeniden düzenleyerek<br />
toplumdaki sosyal barış, adalet ve dengeyi sağlama ve<br />
sürdürme görevini vakıflar marifetiyle yürütmüştür. Gücünü<br />
büyük oranda fetihlere veya savaş eksenli yol, köprü, kale,<br />
kışla gibi yapılara vakfeden devlet,böylece sosyal bir yatırım<br />
saydığı vakıfları kurdurup işletme yükümlülüğünü fertlere<br />
devretmiştir. Bu arada vergi muafiyeti veya indirimi gibi farklı<br />
yöntemlerle vakıfların kuruluşunu ve yaşayışını desteklemiş,<br />
teşvik etmiştir. Ancak başta devleti yöneten hükümdar, sultan,<br />
emir, beylerbeyi, bey, melik, şeyh, çelebi, sultan hatun,<br />
kadıgibi unvan ve makam sahipleri olmak üzere bireyler<br />
vakıf kurarlar. Nitekim ilk Osmanlı vakfı ikinci padişah Orhan<br />
Gazi tarafından İznik’te kurulmuş, inşa ettirdiği medreseye<br />
önemli miktarda gelir vakfetmiştir. Sultanlar başta olmak<br />
üzere devlet adamlarının kurduğu vakıflar, zamanla toplumdaki<br />
zengin ve varlıklı kişiler için de bir örnek teşkil etmiş,<br />
vakıflar en küçük köy ve kasaba birimlerine kadar yaygınlaşmıştır.<br />
Böylece vakıf eserleriyle donatılan köy, kasaba ve<br />
şehirler devlet bütçesinden harcama yapılmadan bayındır<br />
hale gelmiştir.Anadolu merkez olmak üzere Osmanlı’nın<br />
egemen olduğu Avrupa, Rumeli, Kuzey Afrika, Suriye, Hicaz,<br />
Irak, Filistin, Yemengibi çok geniş coğrafyadaki cami, köprü,<br />
medrese, kervansaray, zaviye gibi imaret eserlerinin hemen<br />
hementamamı Türklerineseridir vefertler tarafından vakıf<br />
yöntemiyleinşa ettirilmişlerdir.<br />
Osmanlı devlet düzeninde devletin elde ettiği gelirler,<br />
merkezi hazine, tımar ve vakıflar arasında dağıtılırdı. Öyle<br />
ki vakıflar zamanla devlet bütçesi dışında olmakla birlikte<br />
önemli miktarda artı değer üreten kurumlar haline<br />
gelmişlerdir. Mesela XVI. yüzyılda vakıfların nakit gelirlerinin<br />
toplam vergigelirlerine oranı % 12’dir. Böylece büyük imkânlara<br />
sahip olan vakıflar,topluma sosyal güvenlik hizmeti<br />
de sunabilmiştir. Elbette zaman ve yer itibariyle bütüncül<br />
ve kuşatıcı bir yapı gösteremeyişi, bireylerin keyfiyetine ve<br />
iradesine bağlı oluşu, mecburiyet ve talep hakkı içermeyişi,<br />
bütün ihtiyaç sahiplerine aynı oranda ulaşma kabiliyeti bulunmayışı<br />
gibi sebeplerden ötürü vakıf kurumuna günümüz<br />
anlayışı itibariyle bir sosyal güvenlik kurumu olarak bakamayız.<br />
Ancak vakıfların, sosyal güvenlik açısından kısmî ve<br />
dolaylı bir hizmet gördüğü de yadsınamaz.<br />
Vakıflar, sosyal hayatınçok farklı alanlarına ait yapılar, eserler<br />
ve işler gerçekleştirmişlerdir.Hayırseverlerin hiçbir karşılık<br />
beklemeden yaptırdıkları vakıf hizmetleri arasında dinî<br />
hizmetler, eğitim ve öğretimhizmetleri,sağlık hizmetleri,<br />
means of charities in the religious framework, on the other<br />
hand, he experiences social and psychological satisfaction<br />
and integrates with the society because of charities such as<br />
self denialg, genorosity, sharing and giving. Although there<br />
occur some material benefits or other secular reasons, the<br />
main factors that lead people to establish a foundation are<br />
religious beliefs and moral concerns such as for God’ sake<br />
and doing favor and doing works of charity. The Islam has<br />
encouraged human being to be helpful to other people, to<br />
do something for society, in short, to be sacrifice. Not only<br />
the rememberance and eternizing of the founder’s name,<br />
along with the work done in the secular sense, but also the<br />
spiritual pleasure of those works and being in a respectful<br />
position in and society are also unignorable.<br />
It should be emphasized that the foundation is primarily<br />
a private institution, precisely, to dedicate individual’s assets<br />
to certain social purposes and services, which are now<br />
considered as a legal entity by the social state. The State of<br />
Ottoman carried out the duty of establishing and maintaining<br />
social peace, justice and balance in the society by rearranging<br />
the relations between state, individual and society<br />
by means of foundations. That State, that enowed its power<br />
to the great conquests or war-oriented road, bridge, castle,<br />
barracks, such as the state foundation, has thus delegated<br />
the obligation to establish and operate the foundations regarded<br />
as a social investment to individuals. In the meantime,<br />
the state has encouraged and supported establishing<br />
the foundations and theiroperating by different methods<br />
such as tax exemption or reduction. However, the rulers of<br />
the state, in particular the officers and title holders such<br />
as sultan, emir, governor, melik (king), sheikh, çelebi (courteous),<br />
sultana, qadi, individuals established foundations.<br />
As a matter of fact, the first Ottoman foundation was established<br />
by the second sultan Orhan Gazi in Iznik, and he<br />
endowed a substantial amount of allowance to the madrasah<br />
he built. The foundations established by the statesmen,<br />
especially by the sultans, gradually became an example for<br />
the haves and wealthy people in the society and the foundations<br />
spread to the smallest village and towns. Thus villages,<br />
towns and cities equipped with foundation works became<br />
flourishing without spending from the state budget.<br />
Almost all of the imaret works such as mosques, bridges,<br />
medrasah, caravansary, hermitage in the wide geographical<br />
area such as especially in Anatolia, Europe, Rumelia, North<br />
Africa, Syria, Hijaz, Iraq, Palestine, Yemen where the Ottoman<br />
Empire ruled are the work of the Turks, and, they were<br />
built by individuals by means of foundation.<br />
In the Ottoman state, the receipts of the state were distributed<br />
among the central treasury, groom and foundations.<br />
So much so that, the foundations have become institutions<br />
Foundation (WAQF) and the Foundation Culture<br />
425<br />
Vakıf ve Vakıf Kültürü
Ortak Miras<br />
Common Heritage<br />
426
Vakıf ve Vakıf Kültürü<br />
Foundation (WAQF) and the Foundation Culture<br />
427
Common Heritage<br />
428<br />
Ortak Miras<br />
savunma hizmetleri, fakirlerin yararlanabileceği diğer tüm<br />
kamusal ve sosyal hizmetler mevcuttur.<br />
Bu hizmetlerin başında dinî hizmetler ve eserler gelmektedir.<br />
Vakıf eseri olarak en çok karşılaştığımız yapılar cami,<br />
mescit, namazgâh gibi ibadet yerleridir. Ancak kimi Osmanlı<br />
şehir ve kasabalarının merkezindeki cami ile etrafındaki<br />
hamam, medrese, zaviye, imarethane gibi yapıların bir külliye<br />
oluşturduğu da bilinmektedir. Dolayısıyla dinî yapılarla<br />
eğitim kurumları, yeme içme ve temizlik gibi gündelik ihtiyaçların<br />
karşılandığı sosyal yapılar çoğunlukla bir bütünlük<br />
gösterir. Ayrıca külliye içinde veya dışında olsun vakıfların en<br />
çok yatırım yaptığı yapılardan biri de eğitim ve öğretim kurumlarıdır.<br />
Medrese vakıfları olarak adlandırılan ve mektep,<br />
medrese, kütüphane gibi eserler inşa ettiren bu tür vakıflar,<br />
devlet bütçesine yük olmadan eğitim ve öğretim hizmetlerinin<br />
yerine getirilmesine büyükkatkı sağlamışlardır.<br />
Vakıfların yoğunlaştığı bir diğer alan sağlık hizmetleridir.<br />
Hayırsever kişilerce yaptırılan ve “Darüşşifa” ve “Bimarhane”gibi<br />
adlarla anılan sağlık kuruluşlarında yoksullar<br />
ücretsizmuayene ve tedavi edilir, ilaçları da ücretsiz verilirdi.<br />
Kimi vakıflar kale, hisar, burç gibi savunma amaçlı yapılar<br />
da inşa ettirmişlerdir. Vakıfların özellikle vakıf kurucusu<br />
ve mütevellisi olarak hizmet edenlerin türbe ve kabirlerini<br />
de yaptırdıkları bilinmektedir.Vakıf eserleri arasında yol,<br />
köprü, çeşme, aşhane, kervansaray gibi en yaygın sosyal<br />
bayındırlık hizmetleri yanı sıra sokak, kaldırım, lağım, deniz<br />
feneri, iskele, su yolu gibi ikinci derecede kalan yapılar ile<br />
mumhane, şekerhane, mahzen, bozahane, çarşı,pazar, bedesten<br />
gibi ticarî yapılar da önemli yer tutmaktadır.<br />
Ayrıca bugün için bile ilginç sayılabilecek birçok hizmet ve<br />
işlem vakıf marifetiyle yapılabiliyordu. Mesela kış aylarında<br />
kuşların beslenmesi, bayram günlerindeşehir ve kasabalarda<br />
top atılarak çocukların sevindirilmesi, halkın neşe<br />
ve sevincininarttırılması, alışverişlerde halkın aldatılmasını<br />
önlemek amacıyla çarşı ve pazarlara ölçek ve kantarlarkonulması,<br />
devlet adamlarının geçmediği kenar mahallelerinkaldırımlarının<br />
tamir ettirilmesi, evlatlıkların hırpalanıp<br />
azarlanmaması için kırdıkları kapkacağın ödenmesi, yoksul<br />
kızlara çeyiz hazırlanması, çalışamayacak kadar yaşlanan<br />
veyasakatlanan meslek ve sanat erbabı için para ödenmesi,<br />
cezaevlerindekimahkûmlarınbazı ihtiyaçlarının karşılanması,<br />
borçlu olarak tutuklanan kişilerin borçlarının ödenmesi,<br />
verem hastalarının tümihtiyaçlarının karşılanması,<br />
mektep çocuklarının gıda, elbise, yakacak ve gezimasraflarının<br />
temini, Mekke ve Medine’de yaşayan yoksulların<br />
geçimi, Van gölünde gemi işletilmesi gibi çok çeşitli ihtiyaçlar<br />
için vakıflar kurulmuş ve işletilmiştir. Bu anlamda ilginç<br />
vakıf eserlerinden birisi de hasta ve yaralı leyleklerin<br />
bakımı ve tedavisiyle meşgul olan Gurabahane-i Lâklâkân<br />
that generate significant amount of surplus value although<br />
they were out of the scope of the state budget. For example,<br />
in the 17th century, the ratio of cash incomes of foundations<br />
to total tax revenues is 12%. Thus, the foundations<br />
having large opportunities were able to offer social security<br />
services to the socitey. We can not regard the foundation<br />
fellowship as a social security institution according today’s<br />
perception. Because, they can not exhibit a holistic and encompassing<br />
form by time and place, they depend on the individual’s<br />
will and circumstance, they do not have the right<br />
of necessity and demand, they do not have the ability to<br />
reach evenly all the needy. However, it can not be denied<br />
that foundations have a partial and indirect service in terms<br />
of social security.<br />
The foundations have realized buildings, works of art and<br />
works belonging to different parts of social life. Foundation<br />
services provided by philanthropists without any compensation<br />
include religious services, education and training<br />
services, health services, defense services, and all other<br />
public and social services that the poor can benefit from.<br />
The religious services and works are the leading of these<br />
services. The most frequently encountered structures of<br />
the foundation are the places of worship such as mosque,<br />
masjid, namazgah (open air prayer place). However, it is<br />
also known that along with some mosques in the center<br />
of the Ottoman cities and towns, and the buildings surrounding<br />
them such as hmmam, madrasah, hermitage<br />
and almshouse constitute a complex. Therefore, together<br />
with religious buildings, educational institutions and also<br />
social buildings that meet everyday needs such as, food<br />
and drink, and cleaning are mostly integrated. Moreover,<br />
whether inner or outside of the complex, education and<br />
training institutions are one of the most invested structures<br />
of foundations. Such foundations, which are called madrasah<br />
foundations and have built buildings such as school,<br />
madrasah, library, have made a great contribution to the<br />
fulfillment of education and training services without burdening<br />
the state budget.<br />
Another subject the foundations concentrated on was<br />
health care. In the health institutions that were built by<br />
benevolent people and known as “Darüşşifa” and “Bimarhane”,<br />
the poor used to be provided treatment and medicine<br />
free of charge.<br />
Some foundations have also built defensive buildings such<br />
as castles, fortresses and bastions. It is known that the<br />
foundations have also built the tombs and graves of the<br />
people who served as the settlor and the trustee. As well<br />
as the most common social public services such as roads,<br />
bridges, fountains, stables, caravanserais, and also some
adlı leylek bakım evidir.<br />
Bir başka vakıf şekli ise İslâm dininin yasaklamasına<br />
rağmen belirli bir faiz oranıyla para vakfetmek şeklinde<br />
işlem gerçekleştiren para vakıflarıdır. Para vakıfları, ihtiyaç<br />
sahiplerine faizle borç verebilmekte, bu işleme de “muamele-işer’iyye”<br />
veya “hile-i şer’iyye” denmektedir. Bu uygulama,<br />
Osmanlı uleması nezdinden çok tartışılmış olmakla<br />
birlikte azımsanmayacak ölçüde uygulanagelmiştir.<br />
Hemen hemen her padişah bilhassa İstanbul’da büyük<br />
camilerin etrafında külliyeler ve halkın gündelik ihtiyaçlarını<br />
karşılayabileceği sosyal yapılarkurmuştur. Fatih, Beyazıt,<br />
Selimiye, Süleymaniye, Nuruosmaniye, Yeni Cami, Lâleli<br />
külliyeleri bunlardan bir kaçıdır. Ayrıca Nuruosmaniye’ye<br />
Birinci Mahmut, Selimiye’ye Birinci Abdülhamid, Lâleli’ye<br />
Üçüncü Selim kütüphane vakfetmişlerdir. Köprülü Mehmet<br />
Paşa, Carullah Efendi, Esad Efendi, Murad Molla, Beşir Ağa,<br />
Hâkimoğlu Ali Paşa, Ragıp Paşa, Feyzullah Efendi, Pertev<br />
Paşa, Veliyüddin Efendi gibi devlet adamlarının vakfettiği<br />
kütüphanelerin önemli bir kısmı halen faaliyettedir.<br />
Anadolu Selçukluları devletinin dağılmasıyla kurulanAnadolu<br />
beylikleri, otorite kurmak için kendi topraklarında<br />
yaşayan veli ve şeyhlerin nüfuzlarından yararlanmak<br />
amacıyla onlar için yaptıkları tekke ve zaviyelere zengin<br />
vakıflar tahsis etmişlerdir. Bunu ilk yapan beyliklerden<br />
biri Osmanlı beyliğiydi. Osman Bey, Orhan Gazi ve Murad<br />
Hüdâvendigâr’ın birçok tekke ve zaviyeyi bu yöntemle hasecondary<br />
structures such as streets, pavement, sewers,<br />
lighthouse, piers and waterways, and then, some commercial<br />
buildings such as mumhane (place where candles are<br />
made), şekerhane (place where confectionary produced),<br />
bazaars, bozahane (beverage made of slightly fermented<br />
millet ) also have all important places among foundation .<br />
Moreover, many services and transactions given below that<br />
can be considered interesting even today can be done by<br />
operation of the foundation:<br />
Feeding the birds in winter,<br />
Gladdening children in cities and towns by artillery shooting<br />
during feast days,<br />
Increasing the joy and happines of the people,<br />
The placing of scales and weighbridge in bazaars and markets<br />
in order to prevent cheating of people in shopping,<br />
Repairing the pavements of the suburbs that the statesmen<br />
never stop by<br />
Compensating the utensils broken by adopted children, in<br />
order to prevent them from being scolded<br />
Preparation of dowry for poor girls,<br />
Payment to the professions and artisans who are so aged or<br />
disabled that they can not work,<br />
Foundation (WAQF) and the Foundation Culture<br />
429<br />
Vakıf ve Vakıf Kültürü
Common Heritage<br />
430<br />
Ortak Miras<br />
yata geçirdiğine dair tarih kaynaklarında bilgiler vardır. Osmanlı<br />
devletinin öncelikle uç beyleriyle girdiği Rumeli’de<br />
derviş ve ahi zaviyeleri kurduğu, bu zaviyelerin Rumeli’de<br />
fetihleri kolaylaştırdığı, birçok Türk köyünün çekirdeğini bu<br />
zaviyelerin oluşturduğu bilinmektedir. Ahi ve derviş zaviyeleri<br />
Osmanlı devletinin fetih ve yayılış döneminde Rumeli’de<br />
yerleşmede hayati bir rol üstlenmiş ve bu nedenle Osmanlı<br />
padişahlar vakıflar yaparak tekke ve zaviyelerin kuruluşunukuvvetle<br />
desteklemişlerdir.Bilhassa vakfa dayanan dini<br />
ve ticari müesseseler bu şehirlerin gelişmesinde önemli<br />
rol oynamışlardır. Edirne, Filibe, Serez,Üsküp,Sofya, Silistre,<br />
Tırhala, Manastır gibi şehirler başlangıçta birer uç merkezi<br />
olarak yapılanmış, uç beylerinin vakıflarıyla donatılmış,<br />
dahasonra da Rumeli’nin bugüne kadar önemini koruyan<br />
başlıca şehirlerihaline gelmiştir.Kısacası Anadolu’da ve Rumeli’de<br />
geniş topraklar fethedenOsmanlı, bu toprakların bir<br />
kısmınıkamu hizmetleri gören vakıflaratahsis etmiş; bu vakıfların<br />
Türk kültürünün Rumeli’de kuvvetle yerleşmesinde ve<br />
Balkanlarda şehir hayatının gelişmesinde büyük bir hizmetiolmuştur.<br />
Tekke ve zaviye sahibi veliler adına kurulmuş önemli vakıflar<br />
arasında Akyazılı Sultan, Kızıldeli Sultan, Geyikli Baba, Hüssam<br />
Dede, Hamza Baba, Genç Abdal, Hacı Bektaş, Mevlâna<br />
gibi isimleri sayabiliriz.<br />
Osmanlı devletinin kuruluş aşamasında önemli görevler<br />
üstlenen Bacıyân-ı Rûm teşkilatının kadınları örgütlü<br />
bir şekilde eğiterek topluma kazandırma faaliyeti, sonraki<br />
devirlerde kadınların çeşitli vakıflar kurarak yol, köprü,<br />
kervansaray cami gibi birçok yapı inşa ettirmeleri şekline<br />
dönüşmüştür. Ayrıca Osmanlı toplumunda kadının yönetici<br />
olarak yer alabildiği tek meşru hizmet alanıvakıflar olmuştur.<br />
Bu yüzden kadınlar tarafından kurulan vakıfların yönetimide,<br />
yani mütevellisi de yine büyük oranda kadınlardan<br />
oluşmuştur.Vakıf kurucusu olan kadınların çok büyük kısmı<br />
Osmanlı hanedanına mensup eş, anne veya kızlardır. Bu<br />
yüzden kadınlara ait vakıfların önemli bir kısmıİstanbul’da<br />
kurulmuş ve faaliyet göstermiştir.Hanedan veya yüksek<br />
tabaka dışında, varlıklı veya orta halliailelerden gelen bazı<br />
hayırsever kadınlar da vakıf usulüyleyaptırdıkları hayır eserleriyle<br />
topluma hizmet etmişlerdir. MeselaXIV. yüzyılda<br />
yaşamış olan Ankaralı Melike Hatun, cami, medrese, hamam,<br />
çeşme gibi birçok hayır kurumu inşa ettirmiştir. Yani Türk<br />
kadınları neredeyse erkekler kadar vakıf kurmuş;cami, mescit,<br />
medrese, okul, kütüphane, imaret, muvakkithane, yol,<br />
köprü, kervansaray,han, hamam ve kaleler yaptırmışlardır.<br />
Kadınların yaptırdıkları eserlerin başındadarüşşifa, şifahane<br />
gibi çeşitli adlarla anılan hastaneler gelmektedir. MeselaSelçuklu<br />
hükümdarı Alparslan’ın kızkardeşi Gevher Nesibe<br />
Hatunbu hususta önemli bir örnektir. Kayseri’de kurulmuş<br />
olan ve Anadolu’nun ilk hastanesi kabul edilen şifahane,<br />
Meeting some of the needs of prisoners in prisons,<br />
Paying the debts of those arrested as borrowers,<br />
Meeting all the needs of tuberculosis patients,<br />
Compensating the food, clothing, fuel and travel expenses<br />
of school children,<br />
Financing the the poor living in Mecca and Medina,<br />
The operation of ships in Van Lake.<br />
Etc.<br />
One of the interesting foundation works in this sense was<br />
the dispensary for stork, named Gurabahane-i Lâklâkan,<br />
which was engaged in the care and treatment of sick and<br />
injured storks.<br />
Another form of foundation is, despite the prohibition of the<br />
Islamic religion, the monetary foundations that perform the<br />
act of endowing money with a certain interest rate. Monetary<br />
foundations were able to lend to the needy people at<br />
interest that this was called “ muamele-i şer’iyye” or “hile-i<br />
şer’iyye”. Although this practice was discused among ulama<br />
(refers to the educated class of Muslim legal scholars engaged<br />
in the several fields of Islamic studies and Polymath.)<br />
of the Ottoman Empire, it was applied considerably.<br />
Almost every sultan, especially in Istanbul, built complexes<br />
around large mosques and social structures that could<br />
meet the daily needs of the people. The complexes of Fatih,<br />
Beyazit, Selimiye, Süleymaniye, Nuruosmaniye, New<br />
Mosque, Laleli are some of those. Moreover, Mahmut the<br />
1st, Abdulhamid the 1st, Selim the 3rd devoted a library to<br />
the complexes of Nuruosmaniye, Selimiye and Laleli respectively.<br />
A considerable number of libraries are still active<br />
that were devoted by statesmen such as Köprülü Mehmet<br />
Pasha, Carullah Efendi, Esad Efendi, Murad Molla, Bashir<br />
Aga, Hagimoglu Ali Pasha, Ragip Pasha, Feyzullah Efendi,<br />
Pertev Pasha and Veliyüddin Efendi.<br />
The Anatolian principalities, founded in the wake of the disintegration<br />
of the Anatolian Seljukian State, have allocated<br />
rich foundations to the lodges and hermitages they have<br />
built for saints and sheikhs living on their own lands, in order<br />
to take advantage of their influence to establish their<br />
own authorities. One of the first principals who did this was<br />
the Ottoman Principality. There are some information in the<br />
sources of history that Osman Bey, Orhan Gazi and Murad<br />
Hüdâvendigâr realized many of the lodge and hermitage by<br />
means of this method. Ottoman state is known to have first<br />
established dervish and ahi ( Turkic – Islamic guild
Gevher Nesibe Hatun’un bıraktığı zengin vakıfgelirleriyle<br />
yedi yüz yıl boyunca varlığını sürdürmüştür.<br />
Kadınların kurduğu vakıfların XVII. yüzyılda büyük artış<br />
gösterdiği, bunun sebebinin bu dönemde Osmanlı sarayında<br />
“kadınlar saltanatı”nınyaşanması olduğu kaydedilmektedir.<br />
Ancak genel olarak bakıldığında da kadınların kurduğu<br />
vakıfların sayısı ve oranı azımsanmayacak ölçektedir.<br />
Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivine göre toplam 26.000<br />
vakıftan 2309’u kadınlaraaittir. Bu kadın vakıflarının neredeyse<br />
yarısı XVI-XVII. yüzyıllardakurulmuştur.<br />
Vakıfların en önemli boyutlarından birisi hukukî yönleridir.<br />
Osmanlıdevlet nizamı içinde vakıflar, hukukî açıdan nitelikleri<br />
belirlenmiş, idarî ve malîaçıdan özerk sayılmış kurumlardır.<br />
Herhangi bir arazinin veya gayrimenkulünvakfedilebilmesi<br />
için her şeyden önce “mülk” değeri taşıması, yani<br />
padişah tarafından “temlik”veya “tasdik” edilmesi gerekir.<br />
Bireyler, ancak maliki oldukları mülk ve malları vakfedebilirler.<br />
Ayrıca mülkünü vakfedecek kişinin, yani vâkıfın mülkiyet<br />
sahibiolması yanı sıra yetişkin, hür, aklî iradeye ve kanunî<br />
ehliyetesahip olması ve borçlu olmaması gerekmektedir.<br />
Bu şartlarıtaşıyan mülkiyet sahipleri varlıklarını,şartlarını<br />
kendileri belirleyerek kamunun yararına tahsis edebilirler.<br />
Bu tür vakıflara “vakf-ıhayrî” adı verilir.Ayrıca kişinin kendi<br />
soyundan gelenlerin geleceklerini düşünerek ileride istifade<br />
etmeleri içinkurduğu, vakfettiği gelirin bir kısmını<br />
toplumun yararınabir kısmını da evlatlarının faydalanması<br />
için bıraktığı yarıhayrînitelik taşıyan vakıflar da vardır. Bunlara<br />
“evlatlık vakıf”veya hukukî terimiyle “vakf-ıehlî” denir.<br />
Kişilerin kendi mülklerini vakfetmelerine “vakf-ı sahih”, sık<br />
görülmese de mülkiyeti devlete ait olan toprakların vakfedilmesine<br />
de “vakf-ıirsadî” adı verilir. Mesela Osmanlı sadrazamlarının<br />
kendilerine tahsis edilen ve hass denilen arazilerin<br />
gelirinivakfetmeleri “vakf-ı irsadî” sayılır.<br />
Foundation (WAQF) and the Foundation Culture<br />
431<br />
Vakıf ve Vakıf Kültürü<br />
Vakıfların en önemli yanlarından birisi de bugünkü tabirle<br />
sürdürülebilirliktir. Yani sadece bir cami, medrese veya<br />
kütüphane binası inşaettirmekle vakıf kurulmuş olmaz.<br />
İnşa edilen yapıların ve bu yapılardaki hizmet ve işlerin<br />
sürdürülebilmesi için sürekli bir gelir veya gelir getiren<br />
işler debırakmak gerekmektedir. Mesela bir şifahane<br />
yaptıran kişinin,hastaların tedavi, ilaç ve yemek gibi giderleri<br />
yanında hekimler, hastabakıcılar ve diğer hizmetlilerin<br />
maaşlarınıyüzlerce yıl karşılayacak gelirler de vakfetmesi<br />
gerekir. Bu kurum bir medrese ise ders verecek müderrislerin,<br />
talebeninve hizmetlilerin her türlü barınma, yiyecek, giyecek<br />
ile ders araç vegereç ihtiyacınında karşılanmasıgerekir.<br />
Bu bağlamda vakıfların sürdürülebilirliği çerçevesinde iki<br />
boyut ortaya çıkmaktadır. İlki kendisinden faydalanılan ve<br />
“müessesât-ıhayriye”yani hayır kurumları diyebileceğimiz<br />
cami, medrese, mektep, imaret, zaviye,kütüphane, köprü,
Common Heritage<br />
432<br />
Ortak Miras<br />
hastane gibi vakıf kurumlarıdır. İkincisi ise “asl-ıvakf” denilen<br />
ve hayır kurumlarının sürekli ve düzenliişlemesini<br />
sağlayan bina, arazi, nakit para gibi gelir kaynaklarındanoluşan<br />
vakıf işletmeleridir.<br />
Vakfiye denilen ve vakfın maksadı, çalışma yöntemi, yönetimi<br />
hakkında vakıf kurucusunun yazılı metin halinde hazırlattığı<br />
ve kadılara tasdik ettirdiği bir tüzüğü vardır. Bu tüzüğe<br />
bağlı kalmak şartıyla vakfı mütevelliler yürütür. Mütevellinin<br />
vakfı yönetmesinin hukukî ve malî denetimi ise kadılar<br />
tarafından yapılır. Denetim görevi I. Murat zamanında<br />
merkezde “hâkimü’l-hükkâm”adı altında başkadılığa verilmiştir.<br />
Devlet, sadece kamu düzenini tehdit edici durumlarda<br />
vakfa müdahale edebilir, bunundışında vakıf idaresi<br />
tam bir serbestliğe sahiptir.Hayrî olarak kurulan vakıfların<br />
zamanlaaile vakıfları haline dönüştürülmesi, vakıf yoluyla<br />
miri toprakrejiminden yapılan kaçamaklar, kısa bir süre sonra,<br />
toprakrantının tıpkıözel mülkiyet şeklinde olduğu gibiözel<br />
kişilere geçişi gibi durumlar vakıfların devletçe denetlenmesine<br />
sebep olan durumlardır.Cami, mescit, tekke,<br />
türbe, medrese, mektep, imaret gibi dinîkurumlar ile hayır<br />
kuruluşlarının masrafı karşılığı olarak belirli bir mülkün veya<br />
paranın gelirini tahsis etmek üzere vakfedilen şeyler satılmaz,<br />
miras olarak kalmaz, kimse tarafından müdahale edilmez<br />
ve devletin himayesi altında bulunurdu.<br />
Osmanlı devlet düzeninde toprak ve araziler üç ayrı kısımda<br />
değerlendirilir: Mirî, mülk ve vakıf. Vakıf arazileri, vergi gelirleri<br />
dinî, ilmî ve sosyal kurumlara tahsis edilen arazilerdir.<br />
) hermitages in Rumeli where they initially settled by frontiersman,<br />
and also these hermitages are known to have<br />
conquered Rumeli easier and have constituted the core of<br />
many Turkic villages. The Ahi and dervish hermitages played<br />
a vital role in settlement in Rumeli during the conquest and<br />
spread of the Ottoman state, and for this reason the Ottoman<br />
sultans strongly supported the founding of the lodges<br />
and hermitages by making foundations. Religious and commercial<br />
enterprises based especially on foundations have<br />
played an important role in the development of these cities.<br />
Cities such as Edirne, Plovdiv, Serez, Skopje, Sofia, Silistra,<br />
Tirhala and Monastery were initially structured as frontiers,<br />
reinforced with the foundations of the frontiersmen,<br />
and later became the main cities of Rumeli that have preserved<br />
their importance to this day. In short, the Ottomans,<br />
conquering large lands in Anatolia and Rumelia, allocated<br />
some of these lands to the foundations carrying out public<br />
services; these foundations significantly served in the settlement<br />
of Turkic culture in Rumeli and in the development<br />
of city life in the Balkans.<br />
Among the important foundations established in the name<br />
of lodge and hermitage owners are Akyazılı Sultan, Kızıldeli<br />
Sultan, Geyikli Dad, Hüssam Dede, Hamza Baba, Genç Abdal,<br />
Hacı Bektaş, Mevlana (Rumi).<br />
The Baciyân-ı Rûm organization, which has undertaken important<br />
duties during the establishment phase of the Ottoman<br />
state, actualized the activity of reintegrating women
Bu araziler,“vakıf reayası”adı verilen çiftçilerce işlenir ve denetimi<br />
desonraki yıllarda Evkaf Nezareti tarafından yapılırdı.<br />
Vakıf arazilerinin kaynağı mülk arazileridir. Hayırsever mülk<br />
sahipleri, kendi mülkleri olan arazilerden elde edilen gelirleri,<br />
cami, mescit, imaret, medrese, zaviye gibi sosyal<br />
amaçlı kurumların masraflarının karşılanması için vakfetmişlerdir.<br />
Böylece mülkiyet vakfa geçmiş olur ve toprağın<br />
tasarrufu ve gelirinden faydalanma da vakfedilen maksada<br />
ait olurdu. Ömer Lütfi Barkan’ın yaptığı araştırmalaragöre<br />
XVI. yüzyılın başlarında Osmanlı topraklarının beşte birinin<br />
vakıflara aitolduğu anlaşılmaktadır. Geri kalan toprakların<br />
da beşte biri padişahhaslarına, beşte üçü ise dirlik sahiplerine<br />
ayrılmıştır. Bu da vakıfkurumunun zirai ve ekonomik<br />
hayattaki yerini göstermesibakımından oldukça önemlidir.<br />
Osmanlı toplumunda kırsal alanlarda veya köylerde kurulan<br />
vakıflar da önemli işler başarmıştır. Zaviye vakıflar olarak<br />
adlandırılan bu tür vakıflar, genellikle ekilmemiş toprakları<br />
iskân etmek ve yol güzergâhında ve derbentlerdegüvenliği<br />
temin etmek işlevini görüyorlardı. İlk gruba giren zaviyeler,<br />
çoğunlukla kendilerine verilen toprak üzerindetarım yapmakta<br />
ve “su getirip bir zaviye bina edip bağ dikip” o yeri<br />
şenlendirdikleri için bazen öşürden bile muaf tutulmaktaydılar.İkinci<br />
tür vakıflar iseıssızdağ başlarında, derbent yerlerde<br />
ve nehir kıyılarında “ayendeve revende”ye yani gelip<br />
geçenlere hizmet ettiklerinden, yerleştikleri yerler kendilerineverilmiş<br />
ve bir kısmı vergiden muaf tutulmuşlardır.<br />
Vakıf kurumu, Osmanlı’nın bilhassa son döneminde eğitim<br />
kurumlarında sadece fıkıh yani İslâmî hukuk çerçevesinde<br />
bir kurum olarak değerlendirilmiştir. “Ahkâm-ı Evkaf” adı<br />
altında okutulan derslerde vakıf kurumu, köken itibariyle<br />
İslâmiyet’in başlangıç zamanına tarihlenmiş ve yalnızca<br />
“Birşeyi daima durdurmak, bir malı mülkiyetten çıkarıp<br />
menfaatlerini müebbeden bir hayır işine tahsis ederek<br />
saklamak”şeklinde tarif edilmiştir. Vakıf, bu çerçevede “dinî”<br />
bir mesele olarak ele alınmış ve mali ibadetler arasında<br />
sayılmıştır. Bu klasik tanım dışında bir de“bir mülkü ammenin<br />
menafiine veya bir cihet-i hayriyeyete’biden terk<br />
eylemek” şeklinde kanunî tanımı yapılmıştır. Oysa vakıfların<br />
birde belediyecilik ve imarcılıkyönü vardır. Vakıf kavramıyla<br />
imaret kavramı birbiriyle bağlantılı iki kavramdır. Vakıf<br />
sistemi sayesinde imaret yapmak, tamir etmek, memurlarına<br />
maaş ödemek ve idare etmek gibi hususlarda hükümet<br />
bütçesinden herhangi bir kaynak harcanmaz, üstelik halk da<br />
imaret eserlerinin her türlü hizmet ve yardımından ücretsiz<br />
istifade ederdi. Hükümet, imaretler için halktan herhangi<br />
bir vergi de almazdı. Türklerin imaret sistemi ve bu sisteme<br />
dâhil olan imaret eserlerini, hayır sahipleri yapar, idarelerini<br />
temin eder ve memuriyetlerini idame için de yanlarında ve<br />
daha başka yerlerde birçok irat ve akar yaptırarak bu suretle<br />
hem kendi imaretine varidat bulurlar hem de şehir ve kasainto<br />
the society by training them in an organized manner.<br />
This function was transformed into the formation that in<br />
which women built many buildings such as roads, bridges<br />
and caravanserai mosques by establishing various foundations<br />
in later periods. Moreover, in the Ottoman society,<br />
the only legitimate service area in which women could take<br />
place was the foundations. That is why the management of<br />
the foundations established by women, the board of trustee,<br />
was also made up of women in large proportions. The<br />
vast majority of women who are the foundation settlors are<br />
spouses, mothers or daughters of the Ottoman dynasty.<br />
Therefore, a significant number of women’s foundations<br />
were established and operated in Istanbul. Apart from the<br />
dynasty or the gentlefolk, some philanthropic women from<br />
wealthy or middle-class have also served the society by<br />
the charities that they endowed. For example, Melike Hatun,<br />
who lived in 14th century, built many charitable institutions<br />
such as mosque, madrasah, hammam and fountain.<br />
In other words, Turkish women established as many foundations<br />
as men did and built mosque, masjid, madrasah,<br />
school, library, imaret, muvakkithane (A special building,<br />
in which the prayer time was determined and also astronomy<br />
studies were done) road, bridge, caravanserai, inn,<br />
hammam and casttle. The most remarkable one of those<br />
built by the women were the hospitals, which are called by<br />
various names like “darüşşifa” and “şifahane”. For example,<br />
the ruler of the Seljuks Alparslan’s sister, Gevher Nesibe Hatun,<br />
was an important example of this issue. The Şifahane,<br />
established in Kayseri and accepted as the first hospital of<br />
Anatolia, perpetuated its existence for seven hundred years<br />
by means of the affluent foundation income endowed by<br />
Gevher Nesibe Hatun.<br />
It is noted that, the number of foundations established by<br />
women increased dramatically in the 17th century, and that,<br />
the reason for this was the existence of “women’s sultanate”<br />
in the Ottoman court during this period. However, in<br />
general, considerable amount of foundations were established<br />
by women. According to the Archives of the General<br />
Directorate of Foundations, 2309 of 26,000 foundations<br />
belong to women. Almost half of these women’s foundations<br />
were established in 16th and 17th centuries.<br />
One of the most important fetaures of the foundations<br />
is the legality aspect of them. According to the Ottoman<br />
state system, foundations were the institutions that were<br />
qualified in terms of law and autonomous in administrative<br />
and financial terms. In order to devote any land or real<br />
estate, first of all, it should possess a “property value”, in<br />
other words it must be “assigned” or “certified” by the sultan.<br />
Individuals can only endow properties and possessions<br />
they own. Moreover, it is necessary that the person who will<br />
Foundation (WAQF) and the Foundation Culture<br />
433<br />
Vakıf ve Vakıf Kültürü
Common Heritage<br />
434<br />
Ortak Miras<br />
baların imarına hizmet ederlerdi.<br />
İmaret sayılabilecek cami, medrese, bimarhane, aşevi,<br />
tabhane, kervansaray, mektep, kütüphane, muvakkithane,<br />
hanikâh, kalenderhane, türbe, imalathane, arasta, kapalı<br />
çarşı, han, su tesisatı, hamam, umumi hela, meşruta evler,<br />
kahve ve kıraathane, bayram, pazar ve panayır yerleri gibi<br />
çok çeşitli vakıf eserleri yapılmıştır. Ayrıca şehir kuruluşları da<br />
çoğunlukla vakıf marifetiyle gerçekleştirilmiştir. Her ne kadar<br />
Türklerin Asya bozkırlarında konar-göçer bir hayat tarzı<br />
olduğu tarihen gerçekse de aynı coğrafyada şehirler kurdukları<br />
da özellikle son yıllarda yapılan araştırmalarla pekişmektedir.<br />
Türklerin imarcı ve şehir kurucu bir millet olup<br />
olmadığı tartışması bir yana eskiden kurulmuş olan şehir<br />
ve kasabalarda Türklerin inşa ettirdiği imaretler, hatta yeni<br />
baştan kurulan şehir ve kasabaların varlığı açıktır.Osmanlı<br />
Türkleri ise fethettikleri şehir ve kasabaların imaret sistemini<br />
ve şehir tekniğinideğiştirmişler, şehirlere kendilerinden<br />
önceki milletlerin tarzı, üslûbu ve işlevinden bütünüyle<br />
başka bir şekil vermişlerdir. Nitekim Osmanlı Türkleri Avrupa<br />
ortalarına kadar yayıldıkları zaman geçtikleri ve yerleştikleri<br />
eski şehir ve kasabalarda yapmış ve bırakmış oldukları imaretler<br />
oralardan çekildikten sonra o şehirlerin eski sahipleri<br />
tarafından birer bahane ile mesela meydan ve yol açmak<br />
bahanesiyle yok edilmeye başlanmıştır. Osmanlı Türkleri<br />
yalnız eski şehir ve kasabalarda böyle münferit imaretler<br />
yapmakla kalmamışlar, yayıldıkları yerlerde kısmen veya<br />
tamamen şehirler ve kasabalar dahi vücuda getirmişlerdir.<br />
Vakıf marifetiyle yapılan yapılardan en dikkat çekicilerinden<br />
biri meşruta evlerdir. Meşruta evler, günümüzde lojman<br />
olarak karşılık bulan ve modern şehirlerdeki bir fabrika,<br />
işletme veya kurum için orada çalışacak işçi, memur<br />
gibi görevlilerin barınabilmeleri ve işe gelip gitmede zaman<br />
ve emek kaybına yol açmamak üzere yapılan konutlara<br />
benzer yapılardır. Osmanlı devrinde yapılan imaretlerde iş<br />
görecek olanlara yakınlarda birer ev gösterilmiştir. Böylece<br />
hem işlerine yakın bir yerde barınmış olacaklar hem de<br />
çalıştıkları kuruma daha sıkı bağlı çalışacaklardır. Vakıf terminolojisinde<br />
meşrute veya meşruta denilen bu binalar,<br />
çoğu zaman imaret çevresinden az uzakta fakat onun dört<br />
bir tarafında sıralanmış bir halde bulunurlar. Bu yapılanma,<br />
imareti merkeze alarak bir semt oluşmasına da zemin hazırlamaktaydı.<br />
Her kurum gibi vakıfların da sosyal hayatta bir takım olumsuz<br />
yan etkileri olmuştur. Mesela zamanla duagûyân, aşirhân,<br />
mevlidhân,naathân, sâdât ve meşâyihgibi dinî kimlikli ve<br />
ellerine verilen “mürtezika” beratıyla vakıflardan doğrudan<br />
yararlanabilenbir zümre meydana çıkmıştır.Aslî amacı yoksullara,<br />
gariplere, düşkünlere, evsiz ve yurtsuzlara yardım<br />
olan vakıf kurumu, üretime hiçbir katkısı olmayan, üstelik<br />
dedicate the property, i.e. endower, besides must be the<br />
owner of the property, but also must be adult, free, intelligent<br />
and have legal capacity and mustn’t be in debt. Freeholders<br />
bearing these qualifications can dedicate their assets<br />
to tpublic benefit by determining their own conditions.<br />
Such foundations are called “vakf-ı hayri”. There are also<br />
semi-charitable foundations established by settlors that<br />
are called “adoptive foundations” or “vakf-ı ihlî”, considering<br />
the people that will descend from them and their future.<br />
They apportion certain amount of the income they endwed<br />
for public benefit and other amount for the children to benefit<br />
from in the future.<br />
If the endower dedicates the property of his/her own, this<br />
endowment is called “vakf-ı sahih”, although it is not usual,<br />
the ededication of the lands belonging to the state is<br />
called “ vakf-ı irsadî”. For example, the Ottoman grand viziers<br />
for whom a terrain (called “hass”) was devoted, if they<br />
had endowed the receipt of terrain, that was also considered<br />
as “vakf-ı irsadî”.<br />
One of the most important features of the foundations, with<br />
today’s term is sustainability. That is to say, foundation is<br />
not established by constructing only a mosque, madrasah<br />
or library building. It is necessary to create wage-earning<br />
employments in order to sustain the constructed structures<br />
and the services and works in these buildings. For example,<br />
a person who built a hospital should dedicate such amount<br />
of receipts to compansate the expenses of the patients<br />
for treatment, medication and meals as well as salaries<br />
of physicians, nurses and other servants for hundreds of<br />
years. If that institution was a madrasah, all kinds of needs<br />
of the professions, food, clothes and teaching materials of<br />
the teachers, students and servants should be met. In this<br />
context, two aspects emerge in the framework of sustainability<br />
of foundations. The first one is the foundation institutions<br />
that benefited from them and we can call them<br />
as “müessesât-ı hayayriye”, such as mosque, madrasah,<br />
school, imaret, hermitage, library, bridge, hospital. The second<br />
one is the foundation enterprises, called “asl-ıvakf”,<br />
composed of revenue sources such as building, land, and<br />
cash, which enable charitable institutions to operate constantly<br />
and regularly.<br />
There exist a Regulation, called vakfiye (charter of a waqf<br />
/ deed of trust), ascertaining the provisions related to the<br />
method of management and purposes of the foundation,<br />
prepared by the settlor and confirmed by the qadi. The<br />
trustees shall execute the foundation provided that they<br />
adhere to the regulation. The legal and financial supervision<br />
of the trustee administration is performed by qadis.<br />
The duty of supervision was given to the chicef qadi at the
Vakıf ve Vakıf Kültürü<br />
Foundation (WAQF) and the Foundation Culture<br />
435
Common Heritage<br />
436<br />
Ortak Miras<br />
ellerindeki beratları evlatlarına da aktarma imkânıverilen bu<br />
“mürtezika” zümresi gibi belirli bir geliri olduğu halde çalışıp<br />
üretmeyen tüketici sınıfların oluşumuna zemin hazırlamıştır.<br />
Osmanlı devletinin son yüzyılında sosyal yardımlaşma kurumları<br />
kaybolmaya yüz tutmuştur. Osmanlı padişahları<br />
reform teşebbüslerine önayak olurlarken bu eski töreyi unutmuşlardır.<br />
Külliye yapma işi, Üçüncü Selim ile son bulmuş,<br />
Birinci Mahmut, İkinci Mahmut, Abdülmecit, Abdülaziz ve<br />
diğer padişahlar Avrupa taklidi büyük saraylar inşa ettirmeye<br />
yönelmişlerdir. Son dönemde sadece İkinci Abdülhamid,<br />
Yıldız Sarayı kütüphanesini yaptırmıştır. Aynı biçimde<br />
Reşit, Ali, Fuat, Cevdet, Kâmil, Sait, Tevfik Paşa gibi devlet<br />
adamları da vakıf meselesine duyarsız kalmışlardır. Hayrat,<br />
imaret veya kütüphane yerine çoğu ahşap olduğu için sonradan<br />
yanıp yıkılan konaklar yaptırmışlardır. Bu değişimde<br />
elbette öncelikle dinî kaynaklı sosyal dayanışmacı toplum<br />
düzeni yerine ikame edilen rekabetçi ve egoist ekonomi<br />
anlayışının etkisi olmuştur. Batılılaşma ve reformlar sonucu<br />
Türk devlet ve toplum yapısında kaybolmaya başlayan<br />
vakıf kültürü, batı toplumlarında ise güçlenerek varlığını<br />
sürdürmüştür.Halen Batı Avrupa ve Amerika şehirlerinde<br />
üniversiteler ve kütüphanelerin önemli bir kısmı dinî vakıflar<br />
tarafından finanse edilmektedir. Amerika’da ise Rockefeller,<br />
Carnegie gibi büyük zenginlerin kurdukları vakıflar, uluslararası<br />
ekonomi, siyaset ve sosyal yardımlaşma konularında<br />
devletlerin yapamadığı faaliyetlerde bulunmaktadırlar. O<br />
halde ekonomik rekabet devrinde de vakıfların üstlenebileceği<br />
görevler vardır.<br />
headquarter in period of Murat the 1st under the name of<br />
“Hâkimü’l-hükkam”. The state may intervene only incase<br />
of the situations threatening public order, apart from this<br />
the foundation administration has full freedom. There were<br />
situations that caused foundations to be audited by the<br />
state such as transformation of charitable foundations into<br />
family foundations in time, exluding terrains and lands from<br />
the public property regime through foundation, soon after,<br />
transfering the the ground rent to natural persons, just as<br />
it was in the form of private property. The asstes; dedicated<br />
to allocate the receipts of a particular property or money,<br />
in order to cover the expenses of the religious institutions,<br />
such as mosque, masjid, lodge, tomb, madrasah, school,<br />
imaret and also of the charitable organizations were not;<br />
sold, inherited, intervened by anyone, and they were under<br />
the auspices of the state.<br />
In the Ottoman state system, the terrrains and lands were<br />
evaluated in three groups: The Public, the Estate and the<br />
Foundation Terrains (Glebe-like) . The Foundation terrains,<br />
were the terrains that tax revenues obtained from them<br />
were allocated to religious, scientific and social institutions.<br />
These terrains used to be cultivated by the farmers called<br />
“waqf rayah” and supervised by the Ministry of Foundations<br />
in the following years. The source of the foundation<br />
terrains is the Estates. Philanthropic freeholders dedicated<br />
their incomes that they obtained from the terrains of their<br />
own estates to over the expenses of the social purposed institutions,<br />
such as mosques, masjids, imarets, madrasahs,
Diğer yandan bireylerin sosyal ilişkilerindeki gevşeme<br />
ve zayıflama ile meslek ve zümreler arası dayanışmanın<br />
da kaybolmasıyla vakıflar eski güç ve işlevlerini kaybetmişlerdir.<br />
Özellikle zengin ve varlıklı kişilerin çıkar odaklı<br />
davranışları, bilim, kültür ve sanattan uzak durmaları, sosyal<br />
dayanışmayı, toplum çıkarını arka plana atmaları neticesinde<br />
ülkemizde de bazı istisnalar hariç vakıf kültürü<br />
çağın şartları karşısında eski gücünü kaybederek farklı bir<br />
istikamete yönelmiştir.<br />
Çağdaş dünyada ve ülkemizde de vakıflar varlığını<br />
sürdürmektedir. Rekabetçi bir ekonomik düzenin egemen<br />
olduğu günümüz dünyasında vakıfların bir kısmının<br />
aslî işlevlerinden uzaklaşarak reklama ve şirin görünmeye<br />
yöneldiği, hatta meşru olmayan kimi işlerin yapılabilmesi<br />
için bir paravan görevi görme gibi yönlerinin varlığı ne yazık<br />
ki gözlenmektedir. Allah’ın rızası esas kabul edilerek hasbice<br />
yani herhangi bir karşılıkbeklemeden yapılan yardımseverliğin<br />
azaldığı ve bu durumun yeni vakıflara da sirayet ettiği<br />
maalesef bir gerçekliktir.<br />
Vakıf kurumu, UNESCO’nun da “sürdürülebilir kalkınma” için<br />
mücadele edilmesi gerektiğini beyan ettiği üzere günümüz<br />
dünyasının en temel sorunlarından olan gelir dengesizliği,<br />
açlık, yoksulluk,cehalet, sosyal adaletsizlik gibi sorunların<br />
çözümünde istifade edilebilecek önemli bir kurumdur. Ayrıca<br />
elbette sınıfsız, eşit ve güvenli bir toplum oluşturmanın<br />
imkânsızlığını da dikkate alarak vakıf kurumunun en azından<br />
üretimi arttırma, istikrar ve güveni temin etme, toplumsal<br />
barışı sağlama, fertlerin sosyal yardımlaşma ve dayanışma<br />
ruhunu pekiştirme gibi değerlerinin yeniden üretilebileceği,<br />
vakıf kurumunun günümüz dünyasına ilham verici bir geleneksel<br />
kurum olduğu unutulmamalıdır.<br />
Kaynaklar<br />
• Ömer Lütfi Barkan (1942).“Osmanlı İmparatorluğunda Bir İskân ve<br />
Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler I”, Vakıflar Dergisi, (2):<br />
279-304.<br />
• Ömer Lütfi Barkan (1942). “Vakıfların Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu<br />
Olarak Kullanılmasında Diğer Şekiller”, Vakıflar Dergisi, (2): 354-365.<br />
• Sencer Divitçioğlu (2010). Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu Marksist<br />
Üretim Tarzı Kavramı, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.<br />
• Mehmet Sait Doğan (2006). “Vakıf Medeniyetimize Sosyal Siyaset<br />
ve Sosyoloji Açısından Bir Yaklaşım”, İstanbul Üniversitesi Sosyoloji<br />
Konferansları Dergisi, 34, 9-28.<br />
• Yasemin Tümer Erdem-Halime Yiğit (2010). Bacıyân-ı Rûm’dan Günümüze<br />
Türk Kadınının İktisadî Hayattaki Yeri, İstanbul: İstanbul Ticaret Odası Yayını.<br />
• Osman Ergin (1936). Türkiye’de Şehirciliğin Tarihî İnkişafı, İstanbul:<br />
Cumhuriyet Matbaası.<br />
• Osman Ergin (1939). Türk Şehirlerinde İmaret Sistemi, İstanbul: Cumhuriyet<br />
Matbaası.<br />
• Fuat Köprülü (1942). “Vakıf Müessesesinin Hukuki Mahiyeti ve Tarihi<br />
Tekâmülü”, Vakıflar Dergisi, (2): 1-35.<br />
• Mehmet Ali Ünal (1997). Osmanlı Müesseseleri Tarihi, Isparta.<br />
• Hilmi Ziya Ülken (1954). “Sosyolog Gözüyle: Zenginler ve İçtimaî Yardım”,<br />
Cumhuriyet, 20.12.1954.<br />
• Amy Singer (2012). İyilik Yap Denize At Müslüman Toplumlarda<br />
Hayırseverlik,Çev. Ali Özdamar, İstanbul: Kitap Yayınevi.<br />
• Ufuk Gülsoy vd. (2012). Bir Medeniyetin İzdüşümü Vakıflar,<br />
İstanbul: Vakıflar Genel Müdürlüğü<br />
hermitages. Thus, ownership was alienated to the foundation,<br />
and the disposal of the land and the benefiting from its<br />
revenue belonged to the purpose devoted to. According to<br />
the researches done by Ömer Lütfi Barkan, it is understood<br />
that at the beginning of 17th century one-fifth of the Ottoman<br />
lands belonged to foundations. On the other hand,<br />
one-fifth of the rest was apportioned for the sultans and the<br />
three-fifth for the owner of the dirlik (In the Ottoman Empire,<br />
the lands or terrains, allocated to the civil servants and<br />
soldiers as a reward of salary and post. This is very important<br />
in that it designates the foundation’s role in agricultural<br />
and economic life.<br />
Foundations established in rural areas or in villages in Ottoman<br />
society also accomplished remarkable works. Such<br />
foundations, which were called zawiyah foundations, often<br />
functioned to settle uncultivated lands and provide security<br />
in the road route and in the mountain pass. Those, in the<br />
first group, often farmed on the land allocated to them and<br />
alos tehey were mostly exempt from Öşür (ashar, tithe) because<br />
they enlivened there by “causing to meet with water<br />
and building a hermitage and planting vineyard”. The ones<br />
in second group were allocated the terrains/lands that they<br />
settled down because they were serving to the passers by<br />
on the deserted mountains, at the mountain pass and on<br />
the riverside and were exempt from tax.<br />
Foundation, as a fellowship was evaluated as an institution<br />
solely within the scope of Islamic jurisprudence (Fiqh) i n<br />
educational institutions in the last period of the Ottoman<br />
Empire. In lessons the foundation fellowship, was taught<br />
under the name of “Ahkâm-ı Evkaf (The Provisions for<br />
Wqfs)”, and its origin was dated back to the beginning of<br />
Islam, and was described as “ to sustain something forever,<br />
dispose of a property by allocating its benefits to a charitable<br />
work, after disappropriating it “. In this framework, the<br />
foundation (waqf) has been dealt with as a “religious” issue<br />
and regarded as one of the financial worships. Apart from<br />
this classical definition, it has been defined legally such<br />
as “relinquishing a property to the public welfare” or “to a<br />
favorable purpose”. However, foundations have municipal<br />
and zoning functions. Concepts, the foundation and the<br />
imaret (public soap kitchen) are two interrelated concepts.<br />
Through the foundation system, no resources were spent<br />
from the government budget for the expense items, such<br />
as building imarets, repairs, salary payement of the officers<br />
and management, and the people also used to benefit from<br />
all kinds of services and assistance of the imaret works free<br />
of charge. The government did not collect any taxes from<br />
the people for imarets. The Benefactors composed the Turkic<br />
imaret system and the imaret works, and ensured their<br />
administration by supplying receipts and real estates for the<br />
Foundation (WAQF) and the Foundation Culture<br />
437<br />
Vakıf ve Vakıf Kültürü
Aysen SOYSALDI<br />
Bilge Yapım<br />
Bir etnoğrafik eser arkeolojik tabletler gibidir...<br />
An ethnographic is like an archaeological tablets.
“Etnografya halk bilimi içinde toplumun kültür ve sanatını özümleyen yapıtlardır. Bir etnoğrafik<br />
eser arkeolojik tabletler gibidir. Bize hangi toplumdan geldiğini, hangi kültürün<br />
etkisinde kaldığını, inançlarını, dinlerini, kültür zenginliklerini tek tek anlatır.” (Soysaldı,<br />
1995:62) Sözlerinin sahibi Rahmetli Prof. Y. Kenan Özbel’in de dediği gibi keçe, halı,<br />
kilim vb. düz dokumalar Türk sanatları içinde maddi kültür değerlerinin aynası denilebilecek<br />
en önemli halk sanatlarındandır. Aynı zamanda bu dokumalar Orta Asya’dan<br />
çıkışla dünyaya yayılan Türk kimliğinin en belirgin belgelerindendir.<br />
21<br />
Tekstil Sanatları<br />
Keçe, Dokuma, Örme, İşleme ve Baskı<br />
Textile Arts (Felt, Weaving, Knitting, Handling and Processing)<br />
“Ethnography is work of art internalizing culture and art of society within the framework<br />
of folklore. An ethnographic is like an archaeological tablets. It explains us one by one<br />
which society it comes from, which culture it has remained under the influence of, its<br />
believes, religions and cultural riches.” (Soysaldı, 1995: 62) As the deceased Prof. Y. Kenan<br />
Özbel says, flat weavings such as felts, carpet, rugs and etc. are the most important<br />
folk arts called as the mirror of material culture values in Turkish arts. At the same time,<br />
these weavings are the most prominent indicator of Turkish identity spreading throughout<br />
the world after emerging in Central Asia.
Common Heritage<br />
440<br />
Ortak Miras<br />
Orta Asya’da yapılan kazılar, yapağı keçe bilgisinin göçer<br />
medeniyetinin çok erken dönemlerinde geliştiğini göstermektedir.<br />
Keçeden çadır, giyim, döşeme hemen her türlü<br />
barınma eşyası üretilmiştir. Oldukça erken zamanlarda kıl ve<br />
yapağı liflerin bükümü ile üretilen iplikler dokuma ve örgü<br />
tekniklerinin de gelişmesini sağlamıştır. Hem Türksoylu<br />
halkların hem de tüm insanlığın bildiği Pazırık kurganlarından<br />
çıkarılan Pazırık halısı, keçe eyer örtüleri ve diğer buluntular<br />
ileri bir kültür ve medeniyet parçasının ifadeleridir.<br />
Türkler yaylak-kışlak düzeni ile (göçebe olmayan) yaşayan<br />
bir soy olup binlerce yıldan beri Tarım Havzasına, Türkistan<br />
bozkırlarına pamuk eken Türk Soylu Urukların hem giyim,<br />
hem örtünme ihtiyacını karşılayan eşyalarda yün ve pamuk<br />
kullanılır. Evini yetiştirdiği koyundan elde ettiği yün keçeyle<br />
yapan, içini halı, kilimle döşeyip, işlemelerle donatan bir<br />
millet ki; bugün hala Türkistan, Özbekistan, Kırgızistan ve<br />
Kazakistan ve merkezi Kaşkar olan Doğu Türkistan’da ‘ak<br />
üy’ de oturur. Mevsimlik yer değiştirme nedeniyle Bozkırda<br />
yaşayan Türk topluluklarının barınakları kolay taşınabilen<br />
keçe, halı-kilim yaygı, perde vb. eşyalarla döşenmiştir.<br />
Fotoğraf 1. Keçe yaygı, Edirne Şifahane.<br />
Fotoğraf 2. Keçe yaygı, Burdur Müzesi Env: 304.44.74.<br />
Türklerin Orta Asya’dan Balkanlara dokuma sanatları tezgâh,<br />
alet, dokuma vb. teknolojilerle ilgili söz varlığına sahip<br />
olması akıl sahiplerinin kolayca kavrayabileceği bir durumdur(Tural,1999:39-40).<br />
Halı, kalı, keçe, kiyiz, kilem, kilim<br />
Excavations made in Central Asia shows that wool felt is<br />
shaped in very early periods of nomadic civilization. Almost<br />
all kinds of dry goods such as tents, clothing, upholstery<br />
made of felts are produced. Yarns which are produced with<br />
winding wool fibres in very early times provide the techniques<br />
of weaving and knitting improved. The Pazyryk carpet,<br />
felt saddle blankets and other antiques which are come<br />
out of the Pazyryk Kurgan known by both Turkic peoples and<br />
whole humanity, are the expression of a piece of advanced<br />
culture and civilization.<br />
Cotton and wool are used in the goods meeting the needs<br />
for clothing and covering of turkic tribes who are living as<br />
nonimmigrants with summar and winter quarters have been<br />
planting cotton in the steppe of Turkistan and agriculture<br />
basin since thousands of years. It is a nation that makes its<br />
house with the wool felts of the sheep, furnishes the house<br />
with carpet and rugs still lives in ‘ak üy’(means house in<br />
turkish) in Turkistan, Uzbekistan, Kyrgyzstan, Kazakhstan<br />
and Eastern Turkistan whose center is Kaşkar. Shelters of<br />
turkish communities living in the steppe are furnished with<br />
easy-carried goods such as felt carpet, rugs, curtains, etc.<br />
due to seasonal displacement.<br />
Picture 1. Felt rug in Edirne Şifahane.<br />
Picture 2. Felt rug in Burdur Museum Inv: 304.44.74.<br />
It is easily understandable situation for intellects that the<br />
Turks have vocabulary about the technologies of weav-
terimlerine en eski Türkçe metinlerden itibaren rastlanmaktadır.<br />
Türk Boylarının göçtüğü ve yurt tuttuğu ülkelerdeki<br />
dillerde de bu söz varlığı hala yaşamaktadır. Örneğin kilim,<br />
oya gibi başka dilde karşılığı olmayan terimlerin yanında,<br />
Balkan dillerindeki tekstil terminolojisi çoğu Türkçe kökenlidir.<br />
Oğuzlar Kafkas dağlarından Anadolu’ya yurt edindikleri her<br />
yerde halı-kilim sanatlarını hayat tarzları gereği öncelikle<br />
kendi ihtiyaçları için sürdürmüşlerdir. Oğuz boylarının bir<br />
kısmı Azerbaycan’da çoğunluğu da Türkiye’de yaşamaktadır.<br />
Azerbaycan’da halçacılık (halça; halı-sumak yaygı) her<br />
köy ve kasabasında hala sürdürülmektedir. Türkiye’den balkanlara<br />
geçen gruplar orada da bu sanatları yörenin iklim ve<br />
malzeme şartlarına göre sürdürmüşlerdir.<br />
Keçe Orta Asya’dan Türkiye’ye sadece ev olmakla kalmayıp,<br />
şırdak veya alakeçe olup yer yaygısı, at eyer örtüsü,<br />
hayvanları koruyan ter keçesi, çobanları koruyan kepenek,<br />
çizme, Dede Korkut’un ‘Kiçe Börklü’ deyiminde ifadesini<br />
bulan keçe kalpak, yeniçerilerin keçe başlıkları ve çeşitli<br />
başlıklar tüm Türk soylu halklarda hala kullanılmaktadır.<br />
Kolay kesilmediği ve ok girmediği için, Osmanlı Ordusunun<br />
çadırları çift kat keçeden yapıldığı bilinmektedir. Önceleri<br />
bir aile işi olan Keçecilik aynı zamanda bir meslektir. Türkiye’de<br />
tepme keçecilik çoban kepeneklerinde yaşamaktadır,<br />
giyeni her türlü hava şartlarından koruduğu için, bazen yatak-yorgan<br />
bazen de barınak olmaktadır. Afyon, Balıkesir,<br />
Konya, Tire, Urfa, Yalvaç gibi merkezlerde gelenekli olarak<br />
sürdürülmekle birlikte, yeni tasarım deneysel ürünler veren<br />
ve dünyaca tanınan keçe ustaları da vardır. Ak keçe(-<br />
sade doğal yün rengi) ya da nakışlı keçe-alakeçe(desenli)<br />
ler de yöre ve ustalara göre değişen üslupta üretilmektedir.<br />
Anadolu ve Orta Asya’da keçe tepme yöntemiyle yapılır. Düz<br />
keçe tabaka halinde serilen yünün sabunlu su ile ıslatılarak<br />
defalarca tepilmesi(dövülmesi)yle şekillendirilir. Benekli ve<br />
nakışlı(desenli) keçelerde önce desen döşenir, üzerine yün<br />
serpilerek tabaka oluşturulur ve tepilerek şekillenir.<br />
Fotoğraf 3. İşlemeli keçe seccade, Burdur Müzesi, Env;<br />
120146.95<br />
Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar her yerde üy ya da topak<br />
ev denilen kubbeli keçe çadırların iskeletini tasarlayan, bu<br />
iskeleti kolan dokumalarla bağlayarak hem süsleme hem<br />
de dış etkenlere karşı dayanıklı hale getirmeyi bilen Türk<br />
boyları basit tezgâh düzeneğini rahatlıkla geliştirebilmiştir.<br />
Günümüzde Orta Asya’da bazı göçerlerin hâlâ kullandığı yer<br />
tezgahlarına bakılırsa bunun kolayca geliştirilebileceği anlaşılır(Soysaldı,<br />
2009: 2, Hull and Luczyc,2000:18. Harvey,<br />
1996:68).<br />
Istar/tezgâhın yatay şekli olan yer tezgâhları bir kare veya<br />
ing arts such as workbench, tools, weaving and etc. from<br />
Central Asia to the Balkans (Tural,1999:39-40). The words<br />
such as halı(carpet), kalı(carpet), keçe(felt), kiyiz(rug),<br />
kilem(rug), kilim(rug) are encountered in oldest turkish text.<br />
These words have been lived in the languages spoken in the<br />
countries where Turkish tribes migrate and live. For example,<br />
most of the words about textile in the Balkan languages<br />
are turkish origin besides the words such as kilim(rug) and<br />
oya(embroidery) not equivalent in other languages.<br />
The Oghuzs have continued the art of rug and carpet in<br />
every place of Anatolia and the Caucasus Mountains as a<br />
matter of their lifestyle for their own requirements. Some<br />
tribes of Oghuzs live in Azerbaijan, but most of them live in<br />
Turkey. ‘Halçacılık’ meaning carpet or rug has been still lived<br />
in every village and the town in Azerbaijan. The tribes which<br />
pass from Turkey to the Balkans according to the region’s<br />
climate and basic materials.<br />
Felt has been still used as a material made for house, carpet,<br />
rug, saddle blanket for animals to protect them, shepherd’s<br />
felt cloak to protect them, boot, trapper’s hat taken place<br />
in phase of ‘Kiçe Börklü’ in Dada Gorgud Epic, headwears of<br />
the Janizaries and different kind of headwears in all of Turkic<br />
peoples from Central Asia to Turkey. It is know that the tents<br />
of Ottoman Army are made with double-layer felt because it<br />
is not cut easily and the arrows do not stick easily in it. Feltmaking<br />
which is family-run business at first is a profession<br />
at the same time. Feltmaking has been lived in shepherd’s<br />
felt cloak in Turkey. Sometimes it becomes a quilts, sometimes<br />
it becomes a shelter because it protect the one who<br />
wear it from every kind of weather condition. As well as it<br />
continues in the places such as Afyon, Balikesir, Bursa, Tire,<br />
Urfa, Yalvaç, etc. as a tradition, there are felt masters who<br />
make new design experimental products and are world wide<br />
known. White felt or figured felt are produced in different<br />
methods changing according to the master and region. Felt<br />
is made with the method of flatting in Anatolia and Central<br />
Asia. The flat felt is formed by wetting with soapy water and<br />
flatting for the umpteenth time. Firstly, the pattern is put for<br />
making dotted and embroidered felts, then the felts are put<br />
on it and formed by flatting.<br />
Picture 3. Embroidered felt prayer rug, Burdur Museum, Inv;<br />
120146.95<br />
In everywhere from Central Asia to Anatolia, the Turkish<br />
tribes, who design the skeleton of domed felt tents called<br />
as house in every place and know how to proof this skeleton<br />
both against ornamentation and external factors by binding<br />
it with weaves, have been able to easily develop a simple<br />
loom mechanism. When we look at the looms that some of<br />
the nomads still use today in Central Asia, it is understood<br />
Textile Arts<br />
441<br />
Tekstil Sanatları
Common Heritage<br />
442<br />
Ortak Miras<br />
dikdörtgen meydana getirecek şekilde dört köşeye çakılan<br />
kazıkların paralel yönde, dış tarafına yerleştirilen iki düzgün<br />
ağaç, çözgü çaprazını sağlayan bir çubuk ve çözgülerin<br />
ağızlık hareketini sağlayan gcü çubuğundan ibarettir. Istar<br />
tezgâhı ise bu tezgâha iki yan tahta eklenerek dikey hale<br />
getirilmiş şeklidir. Bu tezgâhlar yaylada veya bozkırda kolayca<br />
kurulan, sökülüp, taşınarak başka yere de kurulabilen<br />
tezgâhlardır. Istar(halı, kilim, zili vb), mutaf(Çul-kıl dokuma),<br />
çulhalık-culhalık(ince yün, pamuk ve ipek dokuma),<br />
kondu(kolan, palas, cecim) tezgâhların, çarpana(kolan)<br />
dokuma kartları, kirkit, mekik, çıkrık, kirman, iğ-teşi, halı<br />
makası eski adıyla sındı vs. gibi dokuma aletlerine Anadolu’da<br />
ve Türk soylu halkların evlerinde hala rastlanmaktadır.<br />
Istara veya diğer tezgâhlara dokuma için bir sistem üzere<br />
geçirilen dikey yönlü ipliklere arış, eriş, çözgü, çezgi, drezi,<br />
yine tekniğine göre dokuma anında gücüler yardımıyla<br />
açılan ağızlıktan yatay yönde atılan ipliğe atkı, argaç denir.<br />
Argaç sözü 11. yüzyılda Kaşkarlı Mahmut tarafından yazılan<br />
“Divan-ı Lûgat-it Türk” de arkağ olarak geçer ve “bez, kilim,<br />
halı gibi şeyler dokunurken enlemesine atılan ip” tanımı yapılır.<br />
Hatta halı dokuyan kızları kastederek, düğüm kelimesinde<br />
o dönemin söyleyişi ile; “tügüm tügmekte yaşırlardı”<br />
örnek tamlaması verilmiştir.<br />
Yün koyundan kırkılıp, köyden geçen dere ya da çayda yıkanıp,<br />
hallaç atılıp, tarandıktan sonra kirman veya iğ ile eğrilip,<br />
çıkrıkta bükülerek kelepler halinde boyamaya hazırlanır. Lif,<br />
iplik ve boyaların dokuya, renge ve estetiğe taşınması olarak<br />
gördüğümüz halı-kilimlerde birçok saklı sırlar ve mesajthat<br />
they can be easily developed (Soysaldı, 2009: 2, Hull<br />
and Luczyc,2000:18. Harvey, 1996:68).<br />
Hand loom consists of two smooth trees placed on the<br />
outer side of the piles, which are pegged at four corners<br />
to bring the floor looms of horizontal shape of the peg to<br />
the square or rectangular shape as well as a bar which provides<br />
the warp cross and the gusset bar which provides the<br />
movement of the pegs. Hand loom is a form that is made<br />
vertically by adding two sideboards to this loom. These are<br />
the looms that are easily established in the tableland or in<br />
the steppe can be disassembled and moved to other places.<br />
Weaving punches such as ‘ıstar’(loom for carpet, rug, etc.),<br />
‘mutaf’(sackcloth weaving), ‘çulhalık-culhalık’(fine wool,<br />
cotton and silk weaving), the loom of ‘kondu’ (saddle girth,<br />
carpet, rug), carpana kolan(belt-like weavings) weaving<br />
cards, “kirkit” used in order to tighten the weft loops, shuttle,<br />
spinning-wheel, spinner, spindle, ‘sındı’ meaning carpet<br />
scissor and etc. are still seen in Anatolia and in the houses<br />
of turkic peoples. The yarn which is reeved to other loom for<br />
weaving in the horizontal direction is called as ‘’arış, eriş,<br />
çözgü, çezgi, drezi’’ in turkish as well as the yarn which is<br />
reeved to the loom in the vertical direction with the help of<br />
weaver’s reed in the time of weaving is called as ‘’ atkı, argaç’’<br />
in turkish according to its technique. The word ‘’argaç’’<br />
is passed as ‘’arkağ’’ in the “Divan-ı Lûgat-it Turk” written<br />
by Kaşkarlı Mahmut in the 11th century and defined as ‘’a<br />
yarn which is used in horizontal line while weaving of cloth,<br />
rug, carpet, etc.’’Even referring to the girls who weave the
lar vardır.<br />
Fotoğraf 4. Kilim Yaygı, Teke yöresi, 19.yy, Burdur Müzesi,<br />
Env; 176.61.77.<br />
Canlı olgun renk çeşitliliği, abraj denilen parlaktan-mata,<br />
açıktan-koyuya hafif renk değişimlerinin halı ya da kilim<br />
dokusuna verdiği nüans efektleri de ayrı bir estetik unsur ve<br />
bitki boyalarının avantajıdır. Bu bitki boyaları ile elde edilen<br />
halı ve kilimlerin solmadan koyulaşan ve parlaklaşan, pastel<br />
renklerinin uyumu Türklerin boyacılıktaki ustalığını da göstermektedir<br />
(Soysaldı, 1999:611-613).<br />
Bugün doğal boya dediğimiz, halk arasında kökboya denilen<br />
ve adını doğal boyacılığa veren kökboya; boya kökü,<br />
boya pürçü gibi adlarla anılır. Kırmızı rengin çeşitli tonlarını<br />
veren kökboya bitkisinin toprak altı sürgünleridir. Kırmızı<br />
Türklerde hâkimiyetin, zenginliğin ve muradın rengidir, bu<br />
nedenle bayrağımız, hakan otağı, gelin duvağı, kilim ve<br />
halılarda en çok kullanılan renktir. Ayrıca Türk Dünyasında,<br />
tarih boyunca, al-kırmızı, göğ-gök-mavi, (yaşıl-yeşil de bu<br />
göğ grubundandır) ve sarı ana renkler devlet bayrak ve sancaklarına,<br />
halkın giyim-kuşam ve yaşam ortamlarına yansımıştır<br />
(Yardımcı, 2017, Genç, 1997:9-18, Ögel, 1984:6176,<br />
272, 480). Batıdaki mor, mavi, kırmızı vb. renkleri asillerin<br />
kullanabildiği kanuni düzenlemeler hiçbir zaman Türk dünyasında<br />
söz konusu olmamıştır. Orta Asya’da ve Türkiye’de<br />
kökboya bitkisi, ceviz ve cehrinin tarımı yapılmıştır. Avrupalı<br />
seyyahlardan Hamilton Orta Anadolu’da kökboya tarlalarının<br />
olduğunu ve nasıl yetiştiğini anlatır (Deniz, 1998). Ayrıca<br />
kökboya ve cehri yüzlerce yıl Avrupa’ya ihraç edilmiştir. Diğer<br />
doğal boyalar bitki kökleri, yaprakları, meyveleri, çiçekleri,<br />
meyve kabukları gibi bitki aksamıyla bazı maden tuzlarından<br />
elde edilmektedir. Bitki boyaları Türk dünyasında ustaca<br />
kullanılmış, solmayan, kullanıldıkça parlaklaşan renkler<br />
verir. Afganistandaki Türk boyları, Özbekistan, Türkistan’dan<br />
Anadolu’ya tarımı yapılan boya bitkilerinden kökboya(Rubia<br />
Tinctoria)dan dünyaca ünlü Türk kırmızısı, cehri meyvelerinden<br />
ve muhhabbet çiçeğinden sarı, Hindistan’dan<br />
gelen İndigo(İndigoferra Tinctoria)dan veya Anadolu’da<br />
yetişen Çivit otu yapraklarından mavi tonları elde edilmiştir.<br />
Bu ana renkler ve karışımlarıyla elde edilen ara renkler<br />
Türk ve Dünya müzelerini süsleyen Türk halı, kilim, keçe vb.<br />
tarihi tekstil ürünlerinde olgun, uyumlu ve güzel canlılıklarıyla<br />
hâlâ gözlenmektedir. Avrupa’da asalet ve zenginlik<br />
sembolü mor rengin kırmızı ve mavi karışımıyla elde edildiği<br />
ve Türk tekstillerinde de kullanıldığı bilinir. Bitkisel boyacılık<br />
hala kalaylı kazanlarda bitki ve ipliklerin kaynatılması usulüyle<br />
ve küp boyama yöntemleriyle Anadolu’da ve tüm Türk<br />
dünyasında yapılmaktadır.<br />
Fotoğraf 5. Kilim yaygı, 20.yy. Yenipazar camii-Yozgat.<br />
carpet, “tügüm tügmekte yaşırlardı” (means girls are racing<br />
to tie maximum knots) is taken place as an example in the<br />
word ‘’düğüm’’(knot) with the saying in that period.<br />
The flet is cut from sheep, washed in the creek or stream<br />
that passes through the village, made wool fluffer, spinned<br />
with spinner after it is heckled and then prepared for colouring<br />
corymbosely by binding in the spinner. There are<br />
many hidden secrets and messages in the carpets and rugs<br />
that we regard as the transfer of fiber, yarn and dyes to the<br />
texture, color and aesthetics.<br />
Picture 4. Rug, Teke region, 19.century, Burdur Museum, Inv;<br />
176.61.77.<br />
The vivid mature color variety and the nuance effects of<br />
the so-called abrage which is color change from vivid to<br />
dulland light to dark into the carpet or rug texture are distinct<br />
aesthetic elements and the advantage of plant paints.<br />
The pastel colour harmony of the carpets and rugs made<br />
with these plant paints without becoming unfaded show the<br />
mastery of the Turks in painting (Soysaldı, 1999:611-613).<br />
The paint that we call as natural paint and is called as ‘’kökboya’’(madder<br />
root) among people is also mentioned as<br />
the names such as ‘’ boya kökü, boya pürçü’’. Maddler is an<br />
underground plant that gives the red colour different colour<br />
tone. Red is the colour that means the dominance, richness<br />
and desire in Turkish people; therefore, it is the most widely<br />
used colour in our flag, khan’s tent, bridal veil, rug and<br />
carpet. In addition; red, blue, green and yellow that are the<br />
main colour reflect to the state’s flags and banners as well<br />
as clothes of people throughout the history of the Turkish<br />
World (Yardımcı, 2017, Genç, 1997:9-18, Ögel, 1984:6176,<br />
272, 480). The colours such as purple, blue, red, etc. that<br />
are used by the nobles in the west with legal regulation<br />
have never been mentioned in the Turkish world. In Central<br />
Asia and Turkey, maddler, walnut and buckthorn are cultivated.<br />
Hamilton from European travelers tells us that there<br />
are maddler fields in Central Anatolia and how they grew<br />
up (Deniz, 1998). In addition, the maddler and buckthorn<br />
have been exported to Europe for hundreds of years. Other<br />
natural dyes are derived from some mineral salts and plant<br />
parts such as plant roots, leaves, fruites, flowers, fruit bark.<br />
The plant paints are used skillfully in the Turkish world, they<br />
give the colors that do not fade and shine as they are used.<br />
The Turkish tribes in Afghanistan obtain red colour from<br />
maddler(Rubia Tinctoria) that is world wide known turkish<br />
red colour are cultivated in Uzbekistan, Turkistan and<br />
Anatolia; yellow colour from buckthorn berry and wild mignonette;<br />
blue colour from Indigo(İndigoferra Tinctoria)<br />
exported from India or the leaves of isatis tinctoria grown<br />
Textile Arts<br />
443<br />
Tekstil Sanatları
Common Heritage<br />
444<br />
Ortak Miras<br />
Türk dünyasında tülü, hopan, geve, filikli gibi isimler verilen<br />
bir yaygı türü daha vardır. Özellikle bozkırda soğuk iklim<br />
şartlarının uzun sürdüğü bölgelerde dokunan renkli post<br />
yapısına sahip bir yaygıdır. Bu yaygılar Tiftik elyafın çeşitli<br />
renklerde boyanarak ve simetrik Türk düğümü ile çözgülere<br />
bağlanarak araya 4-5cm.lik atkı yüzlü düz kilim dokuma<br />
tekniğinde, yapay post tipinde dokunur. Oldukça hoş ve sıcacık<br />
bir görüntü ve kullanımı olan bu yaygılar İç ve Doğu<br />
Anadolu’da balkanlarda, Kazakistan ve Azerbaycan’da yaygındır<br />
(Kırzıoğlu,1995:23-24). Bu dokumaların iplikle kaba<br />
halı tipinde yapılan ve tülü olarak adlandırılan bir grubu<br />
Konya Karapınar’da dokunmaktadır.<br />
Fotoğraf 6. Filikli yaygı, Yozgat Yenipazar Camii.<br />
Altay dağlarındaki kazılarda çıkarılan Pazırık halısı, keçe<br />
ve diğer tekstillerin dokuma teknikleri MÖ.3-5. yüzyıllarda<br />
gelişmiş dokuma tekniğinin ulaştığı yüksek dereceyi göstermektedir.<br />
Bölgede üretilen bu tekstiller sadece bu bölgede<br />
yetişen bir cins koyunyünü ile dokunmuştur. Birçok<br />
cenaze eşyasının sarıldığı kırmızı yünlü kumaş hem düz hem<br />
de kabarık(cicim teknikli) dokumadır. Bazı at battaniyeleri<br />
keçe olmakla birlikte birçoğu kilim dokumadır. Bugün labijar,<br />
Maimana, sari-pul’da yaşayan Özbek ve Kuzey Afganistandaki<br />
Mezar-ı Şerif civarlarında yaşayan dokuyucular<br />
keskin geometrik desenli kilim dokuma yaygıları ile ünlüdür.<br />
Geleneksel olarak bütün dokumaların hem çözgü hem de<br />
atkısında yün kullanılır. Bazı göçerler çözgü ipliğine direnç<br />
vermesi için keçi kılı eklerler, bazılarıda pamuk çözgü kullanır<br />
(Harvey, 1996: 69). Türk dokuma sanatlarında estetiğin<br />
yanında kullanışlılık da ön plandadır. Yaygılarda sağlamlık<br />
için Anadolu Türkleri nakışlı(cicim-zili) çullarda çözgü ve<br />
atkıyı çoğu zaman keçi kılı, bezeme(nakış-yangış) ipliğini<br />
yünden yapmakta, kilim, zili vb. dokuma çözgülerinde ise kıl<br />
ve yün karışımı iplikleri kullanmaktadır. İpek halı ve kilimleri<br />
de gözardı etmemek gerekir. Saray halılarında 18.yüzyıldan<br />
sonra ipek kullanımının arttığı bilinmektedir.<br />
Fotoğraf 7. Yangışlı-cicim torba ve heybe Burdur-Altınyayla.<br />
Fotoğraf 8. Çalma(cicim) yastık örneği, Yozgat müzesi Env:<br />
2237.<br />
Fotoğraf 9. Çarpana at gemi-yular kolanı, Env; 75.119.92.<br />
Burdur Müzesi.<br />
Fotoğraf 10. Kadın kuşak kolanı, 19.yy, Env; 251.43.74. Burdur<br />
Müzesi.<br />
Fotoğraf 11. Kilim Yaygı, İç Anadolu Bölgesi, 19.yy, Yozgat<br />
Müzesi, Env; 2734.<br />
Dokuma tekniği ve üslûbu, yanışların sembolizmi, renkleri<br />
ile keçe, halı ve kilimler dokunduğu zamanın Türkmen boy<br />
in Anatolia. These main colors and the intermediate colors<br />
obtained with their blends are still seen in historical textile<br />
products such as turkish carpets, rugs, felt, etc. that embellish<br />
the Turkish and World museums with its mature, harmonious<br />
and beautiful vitality. It is known that purple colour<br />
which is the symbol of nobility and wealth in Europe is obtained<br />
with a blend of purple and red colors and is also used<br />
in Turkish textiles. Plant paint is still made by boiling plants<br />
and yarns together in a tinned boiler and with the methods<br />
of vat dyeing in Anatolia and all Turkish world.<br />
Picture 5. Rug , 20th century, Yenipazar Mosque in Yozgat.<br />
In the Turkish world, there is another type of rug called ‘’tülü,<br />
hopan, geve, and filikli’’. It a colourful rug that is woven especially<br />
in the places where cold climatic conditions last for<br />
a long time. These rugs are woven in the shape of artificial<br />
post with the technique of flat rug weaving by dyeing the<br />
angora wool in various colors and tying symmetrical Turkish<br />
knot to the wrapings. These rugs which have pleasant<br />
and warm image and usage are widespread in Central and<br />
Eastern Anatolia, the Balkans, Kazakhstan and Azerbaijan<br />
(Kırzıoğlu, 1995: 23-24). A group of these fabrics made of<br />
rough carpet type with yarn and called as ‘’tülü’’ are woven<br />
in Konya Karapınar.<br />
Picture 6. Corded rug from Yozgat Yenipazar Mosque.<br />
Pazyryk carpet coming out of excavations in Altai mountains,<br />
felts and and other textiles show the high degree<br />
reached by advanced weaving techniques before 3-5th<br />
century.These textiles produced in the region are only woven<br />
by wool of sheep that grows in this region. Red woolen<br />
fabric that many funerary items are wrapped with is both<br />
plain and woven with technique of Cicim weavings. Some<br />
horse blanket is of felt and most of them are rug weaving.<br />
Today, the Uzbek weavers living in Labijar, Maimana and Sari-pul<br />
as well as the weavers living around Mazar-i Sharif in<br />
northern Afghanistan are famous for their sharp geometric<br />
patterned rugs weaving. Traditionally wool is used in both<br />
warp and woof in all weavings. Some nomads add goat hair<br />
to reinforce the warp yarn but some use cotton warp (Harvey,<br />
1996: 69). Usability besides aesthetics is also a front<br />
plan in Turkish weaving arts. The Anatolian Turks use yarns<br />
made of the combination with hair and wool in wrap weaving<br />
such as rug, zili, etc. as well as wrap and woof made<br />
of goat hair in cicim weaving. Silk carpets and rugs should<br />
not also be ignored. It is known that the usage of silk has<br />
increased in the palace carpets after the 18th century.<br />
Picture 7. Sack and carpetbag with cicim weaving technique<br />
from Burdur-Altınyayla.
ya da oymakların teknik, ekonomik ve estetik değerlerini<br />
aktarabilme özelliğine sahiptir. Türkmen dokuyucu sosyal<br />
kimliğini taşıdığı oymağın im veya damgasını(tamga), ve<br />
çevresinden etkilendiği güzellikleri sadeleştirip, geometrik<br />
biçimler haline getirip, yine çevresinde keşfettiği doğal<br />
boyalarla renklendirerek kilimlerine taşımıştır. Bu yüzden<br />
dokumaların desen ve renkleri ile hangi Türkmen boy ya da<br />
oymağına ait olduğu bilinir. Türkiye’de nakış-yangış, motif,<br />
Orta Asya ülkelerinde bu terimlerin yanında bezek-oyu, ornament<br />
de denilen damga, gül, göl, su gibi süsleme birimleri<br />
aynı zamanda dokuyucunun inanç ikliminden sembolik<br />
anlamlar da yüklenerek halı, kilim vb. dokumalarda hayat<br />
bulmuştur. Dokuma terminolojisi Türkiye ve Türk dünyasında<br />
benzerdir. 1996’da Kayseri’de yapılan halı, kilim bilgi şöleninde<br />
sunulan “Yanışlı Kilimler” başlığındaki yanış(yangış)<br />
terimine itiraz edenlere; dinleyici olarak bulunan Türkmenistan<br />
Ataşesi “bizde de aynı terim kullanılıyor” diyerek, Türk<br />
milletinin en önemli unsuru olan Türkçe dil coğrafyasındaki<br />
kültür ve sanat terminolojisi dil birliğini hatırlatmıştı (Soysaldı,1998)<br />
Keçe, halı ve kilimler aslında geçmişi geleceğe taşıyan köprülerdir.<br />
Bu halı kilimler imzasızdır, ancak ait olduğu oymak<br />
ve boy damgaları aynı zamanda imzalarıdır. Bu halı ve kilimlerdeki<br />
desenlerde öncelikli olan geleneğe bağlılıktır”<br />
(Soysaldı. 2009:5).<br />
Fotoğraf 12. Kilim yaygı, kara döşeme bezemeli, Burdur Müzesi,<br />
env: 81.24.78, 19. yy. sonu.<br />
Picture 8. The example of pillow with cicim weaving technique<br />
in Yozgat museum Inv: 2237.<br />
Picture 9. Horse rein and saddle girth with the technique of<br />
çarpana weaving, Inv; 75.119.92. Burdur Museum.<br />
Picture 10. Belt for woman, 19. century, Inv; 251.43.74. Burdur<br />
Museum.<br />
Picture 11. Rug from Central Anatolia Region, 19. century,<br />
Yozgat Museum, Inv; 2734.<br />
Weaving technique and style have the features of weaven<br />
felts, carpets and rugs of transferring the technical, economical<br />
and aesthetic values of Turkmen clans or tribes<br />
with the symbol and colour of patterns. The Turkmen weaver<br />
carries them to the rugs with natural paints that he discovered<br />
around him by simplifying the stamp of the tribe<br />
carrying his social identity, the beauties influenced by him<br />
and transforming them into geometric forms. Therefore, it<br />
is known which weaving belongs to which Turkmen tribe or<br />
clan with the patterns and colors of the weavings. The pattern<br />
is called as ‘’nakış,yangış and motif ‘’ in Turkey, it is also<br />
called as ‘’bezek, oyu, ornament’’in the Central Asia besides<br />
these terms. Decoration units such as stamp, rose, lake and<br />
water have been lived in the weavings such as carpet, rug,<br />
etc. by processing symbolic meanings from the belief of the<br />
weaver. Terminology about weaving is similar in Turkey and<br />
Turkish world. “Yanışlı Kilimler” (Rugs With Pattern) which<br />
Textile Arts<br />
445<br />
Tekstil Sanatları
Ortak Miras<br />
Common Heritage<br />
446
Tekstil Sanatları<br />
Textile Arts<br />
447
Common Heritage<br />
448<br />
Ortak Miras<br />
Prof. Yusuf Durul; 1945-1948 yılları arsında Emirdağı ve Sivrihisar<br />
köylerinde yaptığı araştırmalarda Türkmen kadınının<br />
günlük tarım ve ev işlerinden arta kalan zamanlarında evindeki<br />
her türlü ihtiyaç ve çeyiz (cihaz) için dokuma yaptığını<br />
belirtmektedir. Bu araştırmada; “motiflere verilen ad ve taşıdıkları<br />
anlamlarla, kilimler yazılı bir mektup gibi okunduğunu<br />
ifade eder. İdoller uğur ve bereket işareti olarak köy<br />
toplumunda hala kullanılmaktadır. Zeminde motiflerin akıcı<br />
bir düzende dağılmasıyla dekorlar arasında dengeli boşluklar<br />
görülür, ilk bakışta zemin ile motifleri ayırmak zordur.<br />
Kilimi kilim yapan özellik de burada başlar. Emirdağ’da ve<br />
Avşar Türkmenlerinde Aman kız veya Eli belinde motifleri<br />
gelin çeyizinde mutlaka bulunur. Bu bezemeler uğur ve çoğalmayı<br />
simgeler. Koçbaşı ve koçboynuzu motifleri de aynı<br />
maksatla kullanılır. Kilim ve emsali işleme ve örme sanatları<br />
Türkmenlerin en zengin ve en bilinçli uğraşlarının başında<br />
gelir. Boy, aşiret ve bölgesel özellik taşıyan ve sanat değeri<br />
olan bu işler övgüye değerdir. Dokuma araçlarının basitliği,<br />
taşınabilirliği, kirman ve kirkitin becerikli ellerde neler yapabildiği,<br />
kök boyayı kullanmadaki ustalık çok değerli buluşlardır.<br />
Bu bezeklerin yanında tilki kulak, yıldızlı dikme, yıldız,<br />
zülüf, Kurt izi, kurt ağzı, kedi kulağı, yar yare küstü, fakı başlı,<br />
aklım, evciler damgası, çapraz-çarpı vs. motif adları kilimlerin<br />
dilidir” diye ifade etmektedir (Durul, 1979:21).<br />
Halı-kilim motiflerinin kökleri Türk mitolojisine dayanmakta<br />
olup, Türk dünyasının <strong>ortak</strong> mirasıdır. Eli belinde motifleri<br />
birbirine benzer formlarda olmakla birlikte birçoğunda<br />
eteklerin yan tarafı tırnaklıdır. Bu formdaki elibelinde motiflerine<br />
Toros Türkmenleri Karadöşeme ismini vermektedir<br />
(Foto:10 ). Kara kartala da yörede karakuş denilmesinden<br />
hareketle motif formunun kanatlarını açmış uçan kartala<br />
benzetilerek bu isim verildiği düşünülmektedir. Ayrıca bu<br />
motif Türk mitolojisindeki Gök Tanrı sembolü çift başlı kartal<br />
figürünün uçan şekline benzetilebilir. Bu motife farklı yörelerde<br />
farklı isimler verilse de çift başlı, dişi kartalı sembolize<br />
ettiği düşünülebilir.<br />
Fotoğraf 13. Kırkbudak göllü kilim yaygı, Teke Yöresi, Burdur<br />
Müzesi,19.yy. Env; 48.27.85.<br />
Türk dünyası dokuma sanatlarında kırkbudak ve koçboynuzu<br />
motifleri en yaygın görülen yangışlardandır. Kırk sayısına<br />
atfedilen kutsiyet ilk Türk dininden itibaren bilinen ve uygulamaları<br />
olan bir inanç unsurudur. Koçboynuzu(koçak-kaykalak<br />
olarak da bilinir) bereket ve yiğitlik sembolü olarak<br />
çoğunlukla ala çuvallarda, çeyizlik kilimlerde oldukça sık<br />
rastlanır.<br />
Türk boy, oba ve oymakları halı, kilim yaygılarında zemini<br />
süsleyen ana motiflere göl, gül, top gibi isimler vermektedir.<br />
Bu göl ya da güller Teke gülü, Kazak gülü, Karakalpak gülü,<br />
Yamut gülü, Ersari gülü, Türkmen gülü, Salur gülü, Sarig<br />
is presented in the carpet an rug festival made in Kayseri<br />
in 1996 reminds the language unity of culture and art terminology<br />
in the Turkish language geography, which is the<br />
most important element of the Turkish nation because the<br />
attache of Turkmenistan who is as a guest in this festival<br />
says that they use the same term (Soysaldı,1998).<br />
Felt, carpets and rugs are actually bridges that carry the<br />
past into the future. These carpets and rugs are unsigned,<br />
but they are they symbol of the clans and tribes they belong<br />
to at the same time. It is a commitment to tradition, which is<br />
a priority in patterns in carpets and rugs (Soysaldı.2009:5).<br />
Picture 12. Rug with the motif of black pattern, Burdur Museum,<br />
Inv: 81.24.78, at the end of 19. century.<br />
In the researches he conducted in the villages of Emirdağı<br />
and Sivrihisar between 1945 and 1948, Prof. Yusuf Durul<br />
has stated that women make weaving for all kinds of needs<br />
and dowery in their house at the remaining time from daily<br />
agriculture and domestic affairs. In this study, he explains<br />
that the rugs are read like a written letter because of the<br />
name given to the motifs and the meanings they bear. Idols<br />
are still used in village society as a sign of luck and blessings.<br />
With the smooth distribution of the motifs on the floor,<br />
balanced spaces are seen between the decorations. It is<br />
difficult to separate the motifs from the floor at first sight.<br />
The feature that makes it the rug also starts here. ‘’Aman kız<br />
or Eli belinde’’ motifs are absolutely found in dowery of the<br />
bride in the Turkmens living in Emirdağ and Avşar. These ornaments<br />
are symbols of luck and prosperity. The rams motifs<br />
are also used for the same purpose. Rug and similar motifs<br />
and weaving arts are at the forefront of the richest and most<br />
conscious interests of Turkmens. These works that carry the<br />
regional and artistic features of clans and tribes are worthy<br />
of praise. The simplicity, the portability, the durability<br />
and the ability of the weaving tools as well as the mastery<br />
of using the madder are very valuable inventions. Beside<br />
these decorations, there are motif names in turkish such<br />
as ‘’ tilki kulak, yıldızlı dikme, yıldız, zülüf, Kurt izi, kurt ağzı,<br />
kedi kulağı, yar yare küstü, fakı başlı, aklım, evciler damgası,<br />
çapraz-çarpı etc.’’ (Durul, 1979:21).<br />
The roots of carpet and rug motifs are based on Turkish<br />
mythology and common heritage of the Turkish world. Elibelinde<br />
is a motif of a hands-on-hips female figure. These<br />
motifs are called as ‘’karadöşeme’’ by Toros Turkmens (Photo:10).<br />
It is thought that ‘’kara kartal’’ motif of a black bird<br />
that has opened its wings is given this name because of<br />
that. In addition, this motif can be likened to the symbol of<br />
the Gok Tengri Religion in the Turkish mythology which is<br />
the flying figure of a double-headed eagle. Although this<br />
motif is given different names in different regions, it can be
gülü gibi boy adları veya kartal gülü, dırnak gül, gülli gül,<br />
yıldızlı gül, aynalı gül, ay gül, nuska gül gibi içeriğiyle ilgili<br />
sembolik isimler alır.<br />
Dokuma sanatlarının kenar süsleme desenlerine ise kenar<br />
suyu denir. Su Türk mitolojisinde hayatın dört unsurundan<br />
biri olup, Ab-ı Hayat yani hayat veren unsurdur. Nevruzda<br />
suyun önemi toprağa hayat vermesindendir. Bu desenlerde<br />
bir veya birkaç motifin çeşitli renklerde tekrarı veya zikzak<br />
bir dal bağlantılı yaprak çiçekler yer alır. Tıpkı hayat ağacı<br />
veya bir hayatın farklı evreleri gibi…<br />
Türk kadını hayatının iki önemli dönüm noktası olan gelin<br />
olma ve ölüm için halı ya da kilimin en güzelini kendisi için<br />
dokumuştur. Çeyiz için oğlan evine giden yük üzerine örtülen<br />
kilim ile ölümlük-dirimlik denilen cenaze üzerine örtülen<br />
ve kabristan dönüşünde camiye serilmek üzere dokunan<br />
halı, kilimler desenlerin ve renklerin en güzeline sahiptir.<br />
Çünkü her iki durumda da bütün halk onun maharetini seyredecektir.<br />
Ayrıca cenaze salına örtülen kilimler ölümünden<br />
sonra da camiye serilip üzerinde namaz kılınarak ona sevap<br />
getirecektir. Eğer bu kilimler camilere serilmeseydi bugün<br />
elimizde kalan halı, kilim vb. dokuma yaygı örneklerine oldukça<br />
az rastlanabilirdi.<br />
Türkiye’de 20. yüzyılın ikinci yarısına kadar halı, kilim, cicim,<br />
zili-sili ve diğer düz dokumalar halkın kendi ihtiyacı ve özellikle<br />
çeyiz için dokunduğu gibi satmak için de dokunuyordu.<br />
Ticari bir meta değeri taşıyan bu mallar ihtiyaç için alınıp<br />
thought that it symbolizes a double headed female eagle.<br />
Picture 13. Rug with the motif of Kırkbudak göl from Teke<br />
Region, Burdur Museum,19. Century, Inv; 48.27.85.<br />
‘’Kırkbudak and koçboynuzu’’motifs are the most common<br />
forms in weaving arts of the Turkish world. Holiness to the<br />
number of fourty is a belief that has been known and practiced<br />
since the first Turkish religion.’’Koçboynuzu’’that is<br />
also known as ‘’koçak or kaykalak’’ in turkish and often seen<br />
as a symbol of fertility and fortitude is mostly weaved in<br />
sacks and rugs for dowery.<br />
Turkish tribes, clans and families give names such as ‘’göl<br />
(lake), gül (rose) and top (ball)’’ to the main motifs that<br />
decorate the floors in the decoration of carpet and rug.<br />
These ‘’ göl(lake), gül (rose)’’ names take the symbolic<br />
names related to their content and tribes such as Teke<br />
gülü, Kazak gülü, Karakalpak gülü, Yamut gülü, Ersari gülü,<br />
Türkmen gülü, Salur gülü, Sarig gülü, kartal gülü, dırnak gül,<br />
gülli gül, yıldızlı gül, aynalı gül, ay gül, nuska gül.<br />
Border patterns of weaving arts is called as ‘’kenar suyu’’ in<br />
turkish. ‘’Su’’ means water in turkish. Water is one of the four<br />
elements of life in Turkish mythology and Ab-ı Hayat (adam’s<br />
wine) is life-giving element. The importance of water<br />
in Nawruz is because of giving life to the earth. There are<br />
flowers with leaves in the shape of zigzag or repetition of<br />
several motifs in different colour in these patterns. Just like<br />
the tree of life or the different phases of a life...<br />
The Turkish woman weaves the most beautiful of the carpet<br />
or rug for herself because of two important turning points<br />
such as bride and death of her life. The rug which is covered<br />
on the goods sent to the groom’s house and the rug which<br />
is covered on funeral and put in the mosque after the death<br />
is buried have the most beautiful colour and patterns. Because<br />
in both cases the whole people will watch its craft. In<br />
addition, funeral coffin covered with the rugs are taken to<br />
the mosque after death is buried and it is believed that this<br />
rugs will bring the death good deeds. If these rugs were not<br />
laid in the floor of the mosque, today we would very rarely<br />
see in the examples of woven materials such as carpet, rug,<br />
etc.<br />
Until the second half of the 20th century in Turkey; carpets,<br />
rugs, cicim, zili-sili and other plain weavings are made not<br />
only for people’s own need and dowery but also for being<br />
sold. These goods which carry a commercial commodity<br />
value were bought and sold for the need. Because carpets,<br />
rugs and other plain weaving goods were indispensable for<br />
everyday life as a means of life style. Villagers who earn<br />
their life with agriculture and livestock farming create the<br />
Textile Arts<br />
449<br />
Tekstil Sanatları
Common Heritage<br />
450<br />
Ortak Miras<br />
satılıyordu. Çünkü yaşam tarzının gereği olarak halı kilim ve<br />
diğer düz dokuma eşyalar gündelik hayatın vazgeçilmezleri<br />
idi. Tarım ve hayvancılıkla geçinen köy halkı nüfusun çoğunluğunu<br />
meydana getiriyordu. Bu köy ve yayla arasında<br />
geçen hayat tarzında ve hatta şehir evlerinin döşeme tarzında<br />
da halı kadar kilim vb. dokumalar da vazgeçilmez eşyalardandır.<br />
Türk-İslam hayat tarzının gereği olarak bağdaş<br />
kurup yere veya sedire oturan Türkler ve diğer doğu halklarının<br />
kültürü gereği bir zengin bir şehir konağı tamamen<br />
halılarla döşenir, mütevazı bir evlerde ise misafir odaları<br />
halı, diğer odalar kilim vb. düz dokumalarla döşenirdi. Yer<br />
yaygısı, duvar askısı, seccade, sedir örtüsü, minder, yastık,<br />
yüklük perdesi, kapı perdesi, çuval, heybe, torba, kaşıklık,<br />
hatta kış günlerinin vazgeçilmez dış giyim eşyası aba ve<br />
daha sayabileceğimiz birçok eşya bu dokumalarla üretilmiş<br />
hala üretilmektedir.<br />
Fotoğraf 14. kilim(cicim) seccade, Burdur-Yazır köyü, 20.yy.<br />
Koçboynuzu Yangışlı.<br />
a b c<br />
d<br />
e<br />
Fotoğraf 15. a- Ufalanmış kökboya kökleri, b- kökboya, c-<br />
meşe palamudu, d- nar kabuğu, e- ceviz kabuğu ile boyanmış<br />
yün ve pamuk ipliği örnekleri(G. Ü. Mesleki Eğitim Fakültesi,<br />
Tekstil Dokuma Örgü eğitimi ABD, 2010).<br />
Fotoğraf 16. Kilim atölyesi, Karatepe.<br />
majority of the population to the village. Rugs, carpets and<br />
other weaving goods are indispensable objects in this lifestyle<br />
between the village and the summer range and even<br />
in the style of decorating their houses in the city. As a result<br />
of the Turkish-Islamic lifestyle and a culture of Turks and<br />
other eastern peoples sitting in a cross-legged position on<br />
the floor or sofa, the house in a rich city is fully decorated<br />
with carpets. But guest rooms are decorated with carpets<br />
and other rooms are decorated with rugs and plain weaving<br />
materials in modest houses. Many goods such as floor rugs,<br />
wall hangers, prayer rugs, cedar covers, cushions, pillows,<br />
curtains, door curtains, sacks, saddlebags, bags, spoon<br />
holder and even indispensable clothes for winter days were<br />
made and have been still made with these weavings.<br />
Picture 14. prayer rug with cicim weaving with the motif of<br />
koçboynuzu (ram’s horn motif) from Burdur-Yazır village,<br />
20.century.<br />
a b c<br />
d<br />
e<br />
Picture 15. a- crumbled roots of madder, b- madder, c- gallnut,<br />
d- cortex granati fructuum, e- wool and cotton yarn<br />
samples painted with walnut shell (Gazi University, Faculty<br />
of Vocational Education, Education About Textile, Weaving<br />
and Knitting in USA, 2010).<br />
Picture 16. Rug studio in Karatepe.
Fotoğraf 17. Kirmanda yün eğirme işi, Karatepe<br />
Fotoğraf 18. Göklü(yıldızlı) zili, Teke yöresi, Burdur Müzesi.<br />
Fotoğraf 19. Zahire çuvalı ve kenarı çarpana kolanlı, Oturgun<br />
çalma nakışlı(atkı yüzlü cicim) dokuma, Yozgat Müzesi.<br />
Fotoğraf 20. Kırkbudak Yangışlı alaçuval, çeyiz-esvap çuvalı,<br />
(Kayma atkılı bezeme tekniği), 19.yy.Burdur Müzesi,<br />
Env; 17.11.85.<br />
Alaçuvallar havsız ilme veya kayma atkılı bezeme tekniğinde<br />
dokunan yoğun emek ve ince hesaplı yanışlara sahip<br />
dokumalardır. Bunlar Türkmen kızının gelin giderken<br />
hemen arkasındaki deve ya da at üzerinde taşınan, çeyizini<br />
içine koyduğu ve bütün maharetini sergilediği zengin<br />
nakışlı-yangışlı dokumalardır. Bu çuvallar her bordüründe<br />
farklı yanışlarıyla halk şiirindeki her dörtlükte farklı sözlerin<br />
kafiyeli dizelerini ve arasındaki nakaratları hatırlatmaktadır.<br />
Aynı zamanda bu yanışlar bir yörük kızının geleceği ile ilgili<br />
zengin ve renkli hayal dünyasının, kuracağı yuvanın bolluk<br />
bereket, sevgi ortamı beklentisinin ifadesidir. Türkmen kızının<br />
okumayı yazmayı bilmediği dönemlerde dokunan çeyiz<br />
çuvallarına yazdığı şiirleri, gelin giderken herkes hayranlıkla<br />
okurdu. Günümüzde şiirler kâğıt üzerine yazılalı çeyiz çuvallarına<br />
yazılmaz oldu ve 20. Yüzyılın ikinci yarısında bu zenginlik<br />
göreceli olarak azaldı.<br />
Fotoğraf 21. Yüklük perdesi (Çalma nakışlı–cicim), 19. yy.<br />
Yozgat Müzesi,<br />
Fotoğraf 22. Cicim seccade, Karacakılavuz-Tekirdağ<br />
Yük çulları yaylaya göçerken taşınan eşya yüklü develerin,<br />
karaçadırda da dizilen yük üzerine örtülür ve gece de battaniye<br />
olarak kullanılır. Bunlar tamamen yün, ince dokulu,<br />
seyrek desenli cicim dokumalardır. Yangışlı yaygı çulları ise<br />
çözgü ve atkısı kıl olduğu için nem çekmez, böcek, bakteri<br />
barındırmaz, hem dayanıklı hem de sağlıklıdır. Kısaca ifade<br />
etmek gerekirse Türkmen-Yörükler hayatlarını devam ettirebilmek<br />
için hem kullanışlı malzemeyi temin edebilecek<br />
ortamı yaratmayı bilmiş, hem de o malzemeyi sanata dönüştürüp<br />
kendilerine zevkli yaşama ortamı yaratmayı da<br />
ihmal etmemiştir. Yüklük perdeleri, yastık ve minder dokumalarının<br />
her biri ayrı ayrı teknik ve desen üslûbuna sahiptir.<br />
Literaturde cicim, zili-sili teknikli dokumalar olarak<br />
bildiğimiz bu dokumaların da oldukça zengin çeşitliliğe sahip<br />
olduğu yadsınamaz. Bu dokumalar pratik ve kıvrak Türk<br />
zekâsının ürünü olarak hem göçer hayatın şartlarına uygun<br />
kullanımlar için elverişli, hem fazla tezgâh aksamı gerektirmeyen,<br />
elindeki kıl ve yün malzemeden ürettiği oldukça<br />
sağlam ve estetik değerleri olan eserlerdir.<br />
Fotoğraf 23. Halı dokuma işi. Bucak-Kocaaliler. Fotoğraf 24.<br />
Picture 17.Wool spinning with spinner in Karatepe<br />
Picture 18. Zilli motif with star pattern from Teke region, Burdur<br />
Museum.<br />
Picture 19. Sack for grain with belt made with çarpana motif<br />
and cicim weaving, Yozgat Museum.<br />
Picture 20. Alachuval for dowery and apparel with patterns<br />
from Kırkbudak (weft knitted decoration technique)<br />
19.century, Burdur Museum, Inv; 17.11.85.<br />
‘’Alachuval’’ (Eleborated sacks) are woven fabrics with intensive<br />
labor and finely balanced patterns made in the<br />
technique of napless knot or saddle back. These are the rich<br />
embroidered weavings that are carried with camels or horses<br />
immediately behind the bride and put in their dowery in<br />
their full capacity after Turkmen girls marries. These sacks<br />
reminds the rhymes and rhymed lines of folk poetry with<br />
their different patterns in every borders. At the same time,<br />
these patterns are the expression of richness and colorful<br />
dreams about the futures of a nomadic girl, the abundance,<br />
the expectation of the love. When the bride goes out of<br />
the father house, people read her feeling with admiration<br />
in the patterns of the carpets and rugs which are woven by<br />
the Turkmen girl who is not able to read or write. Nowadays,<br />
poems can not be written on the sacks for dowery since it<br />
is written in the paper and in the second half of the 20th<br />
century this richness has been relatively reduced.<br />
Picture 21. Press curtain with cicim weaving, 19. Century,<br />
Yozgat Museum.<br />
Picture 22. Prayer rug with cicim weaving from Karacakılavuz<br />
inTekirdağ<br />
The sacks are laid over the goods laden camels that are<br />
used while moving to the summer range, they are also laid<br />
over the goods in the black tent and used a blanket at night.<br />
These are completely wool, fine-textured and open-textured<br />
cicim weavings. Patterned ground cloth is not humectant<br />
fabric and does not contain insect and bacteria and.<br />
It is both durable and healthy. Briefly stated, the Turkmen<br />
and the Yoruks both know how to create an environment in<br />
which they could provide useful materials in order to continue<br />
his life and they do not neglect to create a pleasant<br />
living environment by turning the material into art. Each of<br />
curtains for loads, pillow and cushion weaving have separately<br />
technical and pattern style. It can not be denied that<br />
these weavings known as cicim, zili-sili techniques in the<br />
literature have a very rich variety. As a product of practical<br />
and active Turkish intelligence, these weavings, which are<br />
both suitable for the conditions of immigrant life and do not<br />
Textile Arts<br />
451<br />
Tekstil Sanatları
Ortak Miras<br />
Common Heritage<br />
452
Tekstil Sanatları<br />
Textile Arts<br />
453
Common Heritage<br />
454<br />
Ortak Miras<br />
Halı dokuma işi. Burdur-Ağlasun.<br />
Fotoğraf 25. Azerbaycan örnek halısı, Azer ilme, Bakü-Azerbaycan.<br />
Fotoğraf 26. Teke yöresi halısı Toplu-Dallı(hayat ağacı) desenli,<br />
19.yy. Burdur Müzesi, Env: 75.69.85.<br />
Altaylardan Türkiye’ye ve Balkanlara gelen halı-kilim dokumacılığı<br />
yedi dağın çiçekleri gibi çeşitli yörelerde, farklı<br />
renk ve desen üsluplarıyla karşımıza çıkar. Örneğin Osmanlı<br />
döneminde Balkanlardaki Şarköy(Şehirköy; bugün Sırbistan<br />
sınırları içinde kalan Pirot ve Bulgaristan’da Çiprovsty)<br />
önemli bir kilim dokuma merkezidir(Soysaldı, 2001). Şarköy<br />
kilimleri bütün Osmanlı illerinde ün salmıştır.<br />
Türkiye Cumhuriyeti dönemi Anadolu coğrafyasında ise saray<br />
halıcılığının temsilcisi Hereke, Yörük Türkmen halıcılığının<br />
temsilcisi olan ananevi geleneğe dayalı Ayvacık, Yağcıbedir,<br />
Gördes, Bergama, Milas, Teke yöresi-Döşemealtı,<br />
Taşpınar, Konya-Ladik, Sille, Keçimuhsine, Yahyalı, Kars gibi<br />
yöre halılarının yanında, Uşak, Kırşehir, Kayseri-Bünyan ve<br />
Isparta gibi atölye tipi ticari halı tipleri de tarih boyunca var<br />
olmuş ve az da olsa hâlâ dokunmaktadır.<br />
Türkiye’de olduğu gibi Azerbaycan’da da dokunduğu yörenin<br />
motif ve renkleriyle bezenir ve Gence, Kuba, Bakü,<br />
Şirvan, Kazak, Karabağ mektebi olarak desen gruplarına<br />
sahiptir (Kerimov, 1983, C: I, II, III.). Türkmenistan’ın bayrağında<br />
da yer aldığı gibi, hemen her yöresinde farklı göllerle<br />
require more loom equipments, are very robust and have<br />
aesthetic values because they are made by hand with hair<br />
and wool materials.<br />
Picture 23. Weaving carpet in Bucak in Kocaaliler. Fotoğraf<br />
24. Weaving carpet in Burdur in Ağlasun.<br />
Picture 25. Carpet from Azerbaijan with Azer Ilme, Baku-Azerbaijan.<br />
Picture 26. Carpet from Teke Region with Toplu-Dallı (tree<br />
of life) motif, 19.century. Burdur Museum, Inv: 75.69.85.<br />
The carpet and rug weaving from Altay to Turkey and the<br />
Balkans are seen in different colors and pattern styles in<br />
various regions such as ‘’yedi dağın çiçekleri’’. For example,<br />
in the Ottoman period, Şarköy in the Balkans (Şehirköy;<br />
Pirot found today in Serbia’s borders and Çiprovsty in Bulgaria)<br />
is an important rug weaving center (Soysaldi, 2001).<br />
Şarköy’s rugs have gained fame in all Ottoman provinces.<br />
The representatives of the palace carpet is Hereke; the representative<br />
of the Yörük Türkmen carpets depending on regional<br />
traditions are Ayvacık, Yağcıbedir, Gördes, Bergama,<br />
Milas, Teke yöresi-Döşemealtı, Taşpınar, Konya-Ladik, Sille,<br />
Keçimuhsine, Yahyalı, Kars in the Anatolian geography in<br />
the period of the Republic of Turkey besides that commercial<br />
carpet types such as Uşak, Kırşehir, Kayseri-Bünyan and<br />
Isparta have existed throughout history and are still woven<br />
even a little.
ezenen halılar dokunmaktadır. Bu halılar al monjuk göl,<br />
guşli göl, gubsa göl, beşir yaprak gölü, Kejebe göl, pendi<br />
göl, kertikli dağdan göl, Ayna goçak göl gibi nice yangışlarla<br />
bezenir. Türkmen halılarında kırmızı kökboya hâkimiyeti<br />
yanında mavi ve doğal yün renkleri de kullanılmaktadır. Bu<br />
halı tiplerinin taban, namazlık, ensi, asmalık, torba, eyerlik<br />
gibi kullanım alanına göre boyutları farklılık gösterir (Anonim,<br />
2006).<br />
Fotoğraf 27. Saraçlı eyer (terki) heybesi, halı dokuma, Yozgat<br />
Müzesi.<br />
Halı at heybeleri Türk erkeğinin atının koşum takımının<br />
yanından ayırmadığı önemli bir pazar yükü taşıma eşyasıdır.<br />
Atın binek olduğu dönemlerde eyer heybesi denen bu<br />
saraçlı heybeler bütün Türk dünyasında kullanılmıştır. Bu<br />
nedenle her genç kız halı heybe dokur, nişan sonrası oğlan<br />
evine hediyelerle birlikte verilirdi. Söz verilmiş veya nişanlanmış<br />
kızlar için “O kızın heybesi verildi” dendiği de bilinmektedir<br />
(Burdur Kemer’de Sözlü Görüşme, 2013).<br />
Ortak kültür coğrafyamızda ister yaylak kışlak esasına göre<br />
yaşayan, isterse yerleşik hayata geçmiş olan topluluklarda<br />
halının yanında kilim, cicim, zili, kolan, palas ve haba(doğal<br />
yün ve kıl iplikle yapılan, atkı yüzlü kaba dokunmuş yaygı)<br />
dokumalardan heybe, çuval, yastık, minder yapımı önemli<br />
yer tutar. Yaygı olarak dokunan halı ve kilimlere saçak örme<br />
de önemli işlerdendir. Dokunan halı ve kilim ve kolanların<br />
saçakları çeşit çeşit örgüler ve püsküllerle süslenir. Çarpana<br />
kartlarıyla zengin desen çeşitleriyle dokunan kolanlar kadınların<br />
kuşaklarını, önlüklerinin bağı olmakla kalmaz, çocuklarını<br />
ve yüklerini sırtlarına bağlamakta da kullanılır. Yük<br />
çuvallarının da hem süsü hem de bağlama malzemesidir.<br />
Fotoğraf 28. Sumak yaygı(havsız halça), Bakü.<br />
Fotoğraf 29. İpek halı seccade, 20.yy. Hereke, Özel Koleksiyon.<br />
Halılar kalite belirlemede genellikle Dm² ye düşen düğüm-ilme<br />
sayıları ile ekstra ince, ince, orta, kaba olarak değerlendirilir.<br />
Türkiye’de Türk Standartlar Enstitüsü(TSE 43)<br />
El Dokuması Halı Standardı’ndaki ortalama değerlere göre;<br />
60x60 ve üzeri ekstra ince, 50x50 ince, 40x40 orta, 30x30<br />
ve altı kaba halılar olarak tanımlanır.<br />
Elbette ipek halılar hem hammaddesinin değeri hem de<br />
ekstra ince kalite; 100x100 düğümlü ve üzeri olabilen dokuma<br />
sıklığı ile en değerli halılardır. İpek halı pahalı malzeme<br />
ve titiz usta işçiliği gerektiren Osmanlı saray geleneğidir. Bu<br />
halılar diğer süsleme sanatlarındaki hatayî ve rumî desen<br />
üslubunun yanında yarı natüralist çiçeklerin ve yazılı bezemelerin<br />
de yer aldığı örneklerdir. Dm²’de 100x100 düğüm<br />
As in Turkey, the carpets are decorated with the motifs and<br />
colors of the region they are woven in Azerbaijan and have<br />
a group of patterns such as Gence, Kuba, Baku, Shirvan,<br />
Kazakh and Karabakh (Kerimov, 1983, Vol: I, II, III.). Just as<br />
it is taken its place in Turkmenistan’s flag, different carpets<br />
are woven with the ‘’göl’’pattern in almost all the villages.<br />
These carpets are decorated with various patterns such as<br />
al monjuk göl, guşli göl, gubsa göl, beşir yaprak gölü, Kejebe<br />
göl, pendi göl, kertikli dağdan göl, Ayna goçak göl and<br />
etc. In addition to red madder, blue and natural wool colors<br />
are also used in Turkmen carpets. The types of these carpet<br />
differ according to the dimensions and usage area such as<br />
base, prayer rug, bag, saddlebag, etc. (Anonim, 2006).<br />
Picture 27. Bag for saddler, carpet weaving, Yozgat Museum.<br />
Horse saddlebags which Turkish guys keep around horse’s<br />
harness are an important goods for carring stuffs. Saddlebags<br />
are used in all over the turkish world. For this reason,<br />
every young girls weave carpet and rugs as well as these are<br />
given to the groom with other gifts after the engagement.<br />
It is also known that people say ‘’the girl’s bag is given’’ for<br />
the girls who are given to in marriage or engaged (Verbal<br />
Interview in Burdur in Kemer, 2013).<br />
The woven goods such as carpet, saddleback, sack, the<br />
haba (rough woven fabric made with natural wool and bristles)<br />
made with cicim, zili, kolan, palas weavings hold an<br />
important place in our common culture in the societies that<br />
live according to whether in summer and winter quarters or<br />
in permanent settlement. Making fringe to woven carpets<br />
and rugs used as ground cloth are also important. The belts<br />
which are woven with different kind of rich patterns and çarpana<br />
weaving are not only for the apron of the women but<br />
also for their children and stuffs to carry. They are also both<br />
trim and binding materials of sacks.<br />
Picture 28. Rug woven with napless yarn , Baku.<br />
Picture 29. Silk prayer rug, 20.century from Hereke, Private<br />
Collection.<br />
In determining the quality, the carpets are usually regarded<br />
as extra fine, fine, medium, coarse with the knot numbers<br />
per square desimeter. According to the average values in<br />
Handwoven Carpet Standard in Turkey made by the Turkish<br />
Standards Institute (TSE 43), it is defined that carpet whose<br />
size is 60x60 is extra thin, carpet whose size is 50x50 is<br />
thin, carpet whose size is 40x40 is medium, carpet whose<br />
size is 30x30 and below is coarse carpet.<br />
Of course, silk carpets are the most valuable carpets be-<br />
Textile Arts<br />
455<br />
Tekstil Sanatları
Common Heritage<br />
456<br />
Ortak Miras<br />
bulunan bu halılar oldukça ince kalite dokunmuştur.<br />
Avrupa saraylarını da süsleyen ipek ve yün Hereke halıları<br />
dünyaca ünlüdür. Kocaeli(İzmit)-Hereke merkez olmak<br />
üzere 2000’li yıllara kadar devlet kontrolünde Sümerhalı<br />
bünyesinde üretimini sürdürmüş olmakla birlikte günümüzde<br />
özel firmalar tarafından Hereke’de ve Anadolu’daki belirli<br />
dokuma merkezlerinde dokunmaya devam edilmektedir.<br />
Fotoğraf 30. İpek halı, Yedi dağın çiçeği, Hereke, 20.yy. Özel<br />
Koleksiyon.<br />
Fotoğraf 31. Gördes İpek halı seccade, 20.yy. özel Koleksiyon.<br />
Türk dokuma sanatları elbette halı, kilim, kolan ve benzerlerinden<br />
ibaret değildir.<br />
Ayrıca evde kurulan tezgâhlarda yapılan dokumacılık ve el<br />
aletleriyle yapılan örmecilik ev sanatı olarak kadınlar tarafından<br />
yapılırdı. Bu iş daha çok ev halkının ihtiyacını karşılamaya<br />
yönelikti. Kullanılan hammadde çevre şartlarına ve<br />
yetiştirilen hayvan ve tarım imkânlarına göre değişkenlik<br />
göstermekteydi. Yün, pamuk, keten veya ipek yetiştirilen<br />
bölgelerdeki dokumalarda kullanılırdı. Örneğin Karadeniz<br />
bölgesinde yetiştirilen ketenden üretilen çeşitli bez dokumaların<br />
Şile bezi, Ayancık keteni, elpek keten, İhram(feretiko),<br />
Rize bezi gibi çeşitleri vardır. İpek üretilen yörelerde de<br />
ipekli dokuma iç göynekliği, mahrama, örtme, vs. kumaşlar<br />
yapılmıştır.<br />
Ev dokumalarından bir kısmı kullanım amacına göre üretilirdi.<br />
Örneğin uçkur, peşkir, çevreler, bürümcük-bükülü bez ve<br />
sarı kıvrak-kıvratma gibi kumaşlar iç giyimde kullanılıyordu.<br />
Günlük dış giyim, yatak çarşafı, yorgan yüzü kumaşları olan<br />
alaca ev dokumalarından sayılabilir. Ayrıca erkeklerin dış giyiminde<br />
kullanılan aba ve şayak ev veya çarşı zanaatı olarak<br />
üretilen kumaşlardandır.<br />
Fotoğraf 32. İkat (beş bağlamalı), suna gül desenli saf ipek<br />
atlas kumaş, 19.yy. Özbekistan(Harvey, 1997).<br />
Hangi hammaddeden üretilirse üretilsin her yörenin kumaşları<br />
kendi özellikleriyle öne çıkar o yörenin adıyla bilinir.<br />
Orta Asya’da Özbekistan coğrafyası, özellikle Semerkant’tan<br />
başlayarak ipek ve pamuklu kumaşlarıyla öne çıkmıştır. Orta<br />
Asya’nın özellikle de Özbekistan’ın ikat(çözgü boyamalı)<br />
desenli ipeklileri hâlâ en ünlü kumaşlarıdır.<br />
Çin’den Avrupa’ya uzanan ipek yolunu kontrol edenler daima<br />
Türk devletleri olmuştur. İpek ticareti devletin önemli<br />
gelir kaynakları arsında yer almıştır. Anadolu Türk Kumaşların<br />
ilk örneklerine Selçuklu dönemine ait, Avrupa’da Lyon<br />
ve Berlin’deki Müzelerinde sergilenmektedir. Bu kumaşlarcause<br />
of both the value of raw materials and extra fine quality<br />
and the weaving frequency which can be over 100x100<br />
knots. The silk carpet which requires expensive materials<br />
and skilled craftsmanship is the tradition of the Ottoman<br />
palace. These carpets are the examples of semi-naturalistic<br />
flowers and written ornaments as well as Hatayî and<br />
Rumi designs in other decorative arts. These carpets with<br />
100x100 knot numbers per square desimeter are woven in<br />
very thin quality.<br />
The silks and wool Hereke carpets that also decorate the<br />
European palaces are famous in the world. These carpets<br />
is continued to be woven in Hereke and specific weaving<br />
center in Anatolia by the private companies today as well<br />
as they were produced within the body of Sümerhalı under<br />
the control of the state especially in Kocaeli(İzmit)-Hereke<br />
until the year 2000.<br />
Picture 30. Silk carpet with the motif of yedi dağın çiçeği<br />
(flowers from seven mountains), Hereke, 20. century, Private<br />
Collection.<br />
Picture 31. Silk prayer rug from, 20.century, Private Collection.<br />
Of course, Turkish weaving arts do not consist of only carpets,<br />
rugs, belt and so on.<br />
In addition, weaving made by the looms set up at home<br />
and knitting by hand tools were done by women as home<br />
art. This was mostly aimed at meeting the needs of the<br />
household. The raw materials used varied according to the<br />
environmental conditions and the animal and agricultural<br />
possibilities grown by them. Wool, cotton, linen or silk were<br />
used in the weavings in the cultivated regions. For example,<br />
various cloth made with wefts in the Black Sea region are<br />
produced in various forms such as Şile bezi, Ayancık linen,<br />
Elpek linen, ihram (hessian), and Rize bezi (Feretiko). Silk<br />
weaving, thermal underwear, mahrama meaning head scarf<br />
(worn by village woman), dressing and other kind of fabrics<br />
are made in silk-producing areas.<br />
Some of the home textiles were produced for the purpose of<br />
use. For example, fabrics such as belt, napkin, girth, crimped<br />
fabric and kıvratma fabric (cotton hand woven fabric) are<br />
used in underwear. Daily outerwear, bed linen, quilt cover<br />
fabric can be counted among the household weaving. In<br />
addition, coarse woolen cloth used in outerwear of men is a<br />
kind of fabric produced as house or bazaar handicraft.<br />
Picture 32. Pure silk atlas fabric with rose pattern and ikat (a<br />
kind of painting technique), 19. Century, Uzbekistan (Harvey,<br />
1997).
dan biri aslan figürlü diğeri de çift başlı kartal desenli ipek<br />
kemha parçalarıdır. Osmanlı döneminde Bursa’da başlayan<br />
ipek kumaş üretimi İstanbul’da devam etmiş, saray çevresinde<br />
kurulan atölyelerde sarayın ihtiyacını karşılayan ipek<br />
kumaşlar üretilmiştir. Osmanlı süsleme sanatlarının klasik<br />
dönemi olarak bilinen 16. Yüzyılda kumaş sanatı da en güzel<br />
örneklerini vermiştir. Bu kumaş örnekleri devletin zenginliği<br />
ve ihtişamını sergileyen, dünyanın en büyük desen raporlarına<br />
sahip Kâbe Örtüleri, altın ve gümüş klaptan atkılı,<br />
inanılmaz güzellikte saz yolu üslubundaki kaftanlar, bugün<br />
Topkapı Müzesini süslemektedir. Türk kumaş ve kadifesi<br />
olarak bilinen Türk ve Dünya müzelerini süsleyen kumaşların<br />
çoğu 16. Yüzyıldan kalmadır (Atsoy ve diğerleri, 2001:15,<br />
Scott, 1993:123).<br />
Değerli ipek kumaşların ve ham ipek Ticaretinin Anadolu’daki<br />
son Durağı Bursa’da İpek han Koza Han ve daha<br />
birçok han hala ticaret merkezi olarak hizmet vermektedir.<br />
Bursa doğal ipek boyacılığın merkezi olduğu gibi çeşitli ipek<br />
kumaşların yanında özellikle kadifeleri ve döşemelik Çatma<br />
kadifeleriyle de ünlü idi. Ayrıca pamuk, keten, tiftik(angora-Ankara<br />
tiftiği) yün ve ipekli kumaşlar dokunuyor ve iç ve<br />
dış pazarlarda ticareti yapılıyordu. Ankara Sofu, Denizli Pamuklu(Boğası)<br />
dokumaları, Sivas-Gürün yün şalları, Antep<br />
kutnuları ve bugün sınırlarımızın dışında kalan Şam, Halep<br />
ve bazı Balkan şehirlerinde yüzlerce çeşit kaliteli kumaşlar<br />
üretiliyordu. Bu kumaşların kaliteleri devlet tarafından<br />
kontrol ediliyor, kalite hatası olan kumaşların satılmasına<br />
izin verilmiyordu. Bu kalite kontrol sisteminin ilk örneği Sul-<br />
Whatever raw material is produced, each area’s fabric is<br />
known by its name and becomes prominent with their own<br />
characteristics. In Central Asia, Uzbekistan’s geography becomes<br />
prominent with its silk and cotton fabrics, beginning<br />
especially from Samarkand. The ikat (a dyeing technique<br />
used to pattern textiles) designed yarns of Central Asia, especially<br />
of Uzbekistan are still the most famous fabrics.<br />
Those who control the Silk Road from China to Europe have<br />
always been Turkish states. The silk trade was among the<br />
major income sources of the state. The first examples of<br />
Anatolian Turkish fabrics belong to the Seljuk period and<br />
are exhibited in the Lyon and Berlin museums in Europe.<br />
One of these fabrics is silk kemha pieces with the lion figure<br />
and the other is silk kemha pieces with the double headed<br />
eagle pattern. Silk fabric production which started in Bursa<br />
in the Ottoman period and continued in Istanbul were<br />
produced in the workshops around the palace to meet the<br />
needs of the palace. In the 16th Century, known as the classical<br />
period of the Ottoman decorative arts, the fabric art<br />
gave the best examples. These fabric examples which are<br />
the Kaaba Kiswah showing the richness and splendor of the<br />
state with the world’s greatest pattern reports and the kaftans<br />
embellished with gold and silver weft knitted fabrics<br />
are found in the Topkapı Palace Museum today. Most of the<br />
fabrics that decorate the Turkish and world museums and<br />
are known as Turkish cloths and velvets are from the 16th<br />
century (Atsoy ve diğerleri, 2001:15, Scott, 1993:123).<br />
Textile Arts<br />
457<br />
Tekstil Sanatları
Common Heritage<br />
458<br />
Ortak Miras<br />
tan II. Bayezit Han tarafından ferman olarak yayınlanan ve<br />
1502’de yürürlüğe giren, dünyanın ilk standardı olarak bilinen,<br />
“Kanuname-i İhtisab-ı Bursa” metinlerinde yer almaktadır<br />
(TSE. Tarihsiz:12-18).<br />
Osmanlı şehirlerinde dokumacılık iktisadi faaliyetin önde<br />
gelen kollarından birini oluşturuyor, Zaman zaman Anadolu’da<br />
üretilen pamuğun yetmediği, Hindistan’dan ithal<br />
edildiği de bilinmektedir. Köklü dokuma merkezlerinin üretiminin<br />
günümüzde de devam etmesi, tekstil sanayimizin<br />
dayandığı sağlam temeller elbette geçmişteki dokuma sanatlarımızın<br />
yansımasıdır. Kimi yörelerde geleneksel üretim<br />
yöntemleri sürdürülmekle birlikte kimi yörelerimiz fabrikalaşarak<br />
modern makinalarla üretimini artırmış, tekstil sanayi<br />
merkezleri haline gelmiştir.<br />
Fotoğraf 33. İpekli gülistani kemha kaftan, 16.yy. ortaları,<br />
TSM.Env; 13/529, (Atasoy ve diğerleri, 2001:58-59, Gürsu,<br />
1988:56)<br />
Fotoğraf 34. Çatma yastık yüzü, 17.yy. ortaları, Sadberk Hanım<br />
Müzesi, Env: 9375-D7.(İnalcık, 2008: 252)<br />
Dokuma sanatlarının bir kolu da boya-baskı sanatlarıdır.<br />
Orta Asya’dan Bursa’ya uzanan ipek yolu duraklarının bazıları<br />
Boya ve baskı sanatlarının da geliştiği yerlerdir. Orta<br />
Asya’da İkat boyama ile üretilen desen zenginliği Halep ve<br />
Gaziantep kutnu kumaşları ile ve keşan peştamallarında<br />
sürdürülmüştür. Gelenekli baskı-yazmacılık sanatının icra<br />
The last stops in Anatolia of precious silk fabrics and raw silk<br />
trade are Ipek and Koza Inn in Bursa as well as many other<br />
inns still serve as trade center. Bursa was also famous for<br />
its silk paintings besides various silk fabrics especially such<br />
as velvets and çatma velvet for floor covering. In addition;<br />
cotton, linen, mohair (angora wool or Ankara tiftiği) and<br />
silk fabrics were woven and traded in domestic and foreign<br />
markets.<br />
Weavings in Sofu-Ankara, cotton weavings in Denizli, wool<br />
shawls in Gürün-Sivas, kutnu (a woven textile with a shiny<br />
surface and colourful vertical stripe) in Gaziantep and hundreds<br />
of different quality fabrics in Damascus, Aleppo and<br />
some Balkan cities outside our borders today were produced.<br />
The qualities of these fabrics were controlled by the<br />
state and the sale of fabrics with quality defects was not allowed.<br />
The first example of this quality control system that<br />
is known as the first standard of the world is found in the<br />
texts of “Kanuname-i İhtisab-ı Bursa” which is published as<br />
an edict by Sultan II. Bayezit Han and entered into force<br />
in 1502 (TSE. Undated:12-18). In Ottoman cities, weaving is<br />
one of the leading branches of economic activity. It is also<br />
known that the cotton produced in Anatolia is not enough<br />
and imported from India. That production of the long-established<br />
weaving centers continues today and the strong<br />
foundation upon which our textile industry is based is a reflection<br />
of the past weaving arts by all means. However; traditional<br />
production methods have been continued in some<br />
regions, some of our regions have increased production
edildiği önemli bir yöremiz de Tokat’tır.<br />
Osmanlı döneminden kalan baskı-yazma tekstil örnekleri<br />
16. Yüzyıla tarihlendirilmektedir. Tokat bu tarihlerden başlayarak<br />
devam eden yazmacılık merkezidir. Tokat yazmacı<br />
esnafının vergi gelirlerinin Valide Sultan’a ait olduğu bazı<br />
kaynaklarda ifade edilmektedir. Evliya Çelebi 17. Yüzyılda İstanbul<br />
yazmacıları hakkında o dönemin ifadesiyle “esnaf-ı<br />
nakkaşan-ı yağlıkcıyan hümayun bezler üzerine siyah kalemkar<br />
ederler, yirmi dükkan, yirmi nefer olarak çalışırlardı”<br />
diye yazmaktadır(Kaya, 1988:50).<br />
Yazmacılık üç temel malzemeye dayanır; bez, kalıp ve boya.<br />
Bez olarak genellikle pamuklu dokumalardan tülbent, mermerşahi,<br />
patiska ve kaput bezi kullanılır. Yazma kalıpları<br />
ıhlamur ağacından el aletleriyle oyulur. Elvan yazmalarda<br />
her renk için ayrı kalıp oyulur. Yazma atölyelerinde yüzlerce<br />
kalıp vardır, göbek desenleri, kenar suyu, serpme doldu<br />
motifi kalıpları çeşitli kombinasyonlarla birleştirilerek desen<br />
oluşturulur.<br />
Tokat elvan(renkli) baskı yazmaları, İstanbul Kandilli kalem<br />
işi yazmalar, Kastamonu kara kalem(siyah-beyaz) kalıp<br />
baskı yazmalarıyla ünlüdür. Cumhuriyet döneminde bu yörelerin<br />
yanında Cide’nin sarı yazması(Soysaldı, Özkahveci,<br />
2004:541), Bartın’ın çiçekli hançer yapraklı elvan yazmaları(Soysaldı,<br />
Ön, 2016: 163-168), Göynük’te Kabalar(aile adı)<br />
basması(Soysaldı, 2013:147), Ankara ve kastamonu’nun karakalem<br />
(Siyah-beyaz) sofra bezleri, Elazığ’da Pamuklu kumaşa<br />
çit denildiği için çit baskı(Soysaldı, Kosif, 2016: 219-<br />
224), Diyarbakır’da ipek krep yazmaları ünlü olmuş, çeşitli<br />
merkezlerde yazmacılık gelişmiştir.<br />
Fotoğraf 35. Çeşitli Kutnu Kumaş Örnekleri.<br />
Tokat’ta bugün değişik desenler basılmaktadır. Ancak Tokat’a<br />
özgü “Tokat beşlisi, üzümlüsü, elmalısı, kirazlısı, sineklisi<br />
en çok bilinen modellerdir. Ayrıca her ustanın kendi<br />
imzası olan bir damgası da bulunduğu bilinmektedir. Tokat<br />
yazmalarında renk uyumu da dikkat çekicidir. Bu uyumda<br />
asırların birikimi olan boya hazırlama ve uygulama deneyimi<br />
yatmaktadır. Kırmızı, siyah, bordo gibi koyu zemin üzerine<br />
her rengin olgun açık tonlarını desenlerde görmek mümkündür.<br />
Tokat’ta Yazmacılar Hanı geçmişte tüccarları ağırlamıştı,<br />
bugün de meraklı alıcılarını ağırlamaya devam ediyor.<br />
Ortak kültür coğrafyamızda yazmacılık ve kalıp baskı kumaş<br />
üretiminin görüldüğü yerlerden biri de Azerbaycan’dır.<br />
Azerbaycan’da da baskı ustaları kendilerine has desen kalıpları<br />
ile ipek karışımlı kumaşlar üzerine eşarp, şal üretmeye<br />
devam ediyor. Yöreye giden turistlere hatıra el işi yazmalar<br />
sunularak Azerbaycan hatırası edinmeleri sağlanıyor.<br />
with modern machines after the establishment of factories<br />
and become textile industry centers.<br />
Picture 33. Kemha silk kaftan, in the mid of 16. Century,<br />
Topkapı Palace Museum, Inv; 13/529, (Atasoy ve others,<br />
2001:58-59, Gürsu, 1988:56)<br />
Picture 34. Pillowcase with Çatma motif, in the mid of 17.<br />
century, Sadberk Hanım Museum, Inv: 9375-D7.(İnalcık,<br />
2008: 252)<br />
One of branch of the weaving arts is paint and printing art.<br />
Some stops of the Silk Road extending from Central Asia to<br />
Bursa are places where paint and print arts also develop. In<br />
Central Asia, the pattern richness produced with ikat painting<br />
(a dyeing technique used to pattern textiles) has been<br />
maintained with kutnu fabrics in Aleppo and Gaziantep as<br />
well as breechclothes of Keşan. Tokat is also one of the<br />
important city where traditional print and writing art is performed.<br />
Print and writing textile samples from the Ottoman<br />
period are dated to the 16th century. Tokat is the center of<br />
writing that starts from these dates. It is expressed in some<br />
sources that the incomes of tax registers in Tokat belong to<br />
Queen mother. Evliya Çelebi writes in his work in the 17th<br />
century: ‘’a tax register has twenty shopkeepers and twenty<br />
soldiers as well as they write them on imperial fabrics with<br />
black pen’’(Kaya, 1988:50).<br />
Writing is based on three basic materials; fabric, mold and<br />
paint. The fabric is generally made from cotton fabrics, such<br />
as cheesecloth, agauzelike muslin, chambray and canvas.<br />
The writing molds are carved with hand tools made from<br />
the linden tree. A mold is carved for each colour in Elvan<br />
(colours) writing. There are hundreds of molds in the writing<br />
workshops, the patterns are formed with motifs such as<br />
‘’göbek deseni, kenar suyu, serpme doldu’’ by combining<br />
with various combinations.<br />
Kerchief with Elvan (colourful) printing of Tokat, handdrawn<br />
kerchief of Kandilli in Istanbul and kerchief with<br />
charcoal (black and white) mold printing of Kastamonu<br />
are famous. Besides these regions; yellow kerchief of Cide<br />
(Soysaldı, Özkahveci, 2004:541), colourful kerchief with<br />
flower and hançer yaprak pattern of Bartın (Soysaldı, Ön,<br />
2016: 163-168), Kabalar’s (family name) chintz in Göynük<br />
(Soysaldı, 2013:147), black and white tableclothes of Ankara<br />
and Kastamonu, cotton fabric printing of Elazığ (Soysaldı,<br />
Kosif, 2016: 219-224) and silk crepes in Diyarbakır become<br />
famous in republic period and hand-printed head scarve<br />
selling has developed in various centers.<br />
Picture 35. Various Kutnu Fabric Samples.<br />
Textile Arts<br />
459<br />
Tekstil Sanatları
Ortak Miras<br />
Common Heritage<br />
460
Tekstil Sanatları<br />
Textile Arts<br />
461
Common Heritage<br />
462<br />
Ortak Miras<br />
Fotoğraf 36. Elvan yazma örneği, Tokat<br />
Fotoğraf 37. Baskı işlemi ve kalıpları, Göynük.<br />
Orta Asya’da neredeyse dokumayla eşdeğer üretilen bir<br />
başka tekstil de örgüdür. Bugün Anadolu’da örgü sözü kazak,<br />
çorap eldiven gibi bazı giyisilerin üretimini ifade eder<br />
oldu. Ancak Türk kadını halı, kilim vb. dokuma, çorap, eldiven<br />
vb. örgü, ya da diğer ince pamuklu ve keten dokumalarında<br />
hep aynı bezeme(nakış, yanış-yangış, oyu, veya ornament)leri,<br />
renkleri kullanarak sembolik şekillerle inanılmaz<br />
derinlikte ifadeler ortaya koymuştur. Prof. Özbel’in Paris’te<br />
Türk köylü çorapları sergisi için Fransız sanat eleştirmeni<br />
köşe yazısına “Op – Art sanat akımının gerçek öncülerinin<br />
Anadolu kadınları olduğu” cümlesiyle başlamaktadır (Soysaldı,1995).<br />
Orta Asya’dan balkanlara her yörede ayrı ve bezemelerle<br />
renk-renk birer sanat eseri olan desenli örme işleri şaşırtıcı<br />
incelikte tekniğe de sahiptir. Makedonya’da kadınların birbirinden<br />
güzel el işlerinde eski sanatlarımızın izleri görülür.<br />
Örgü işleri beş, üç veya iki şiş veya tığ, mekik, firkete gibi<br />
araçlarla yapılır. Gelin ve annesi tarafından, damat ailesine<br />
ve okuntu(davetli) hediyesi olarak örülen oyalı yazmalar,<br />
çorap ve keseler çeyiz sandıklarını doldurur. Keselerin para,<br />
saat, mühür, tütün ve ağızlık koymak için kullanılan çeşitli<br />
formları vardır. Balkanlarda Türk düğünlerinde damadın<br />
arkadaşlarına para kesesi hediye edildiği bilinmektedir. Bu<br />
keselere testi, lale gibi helal kazanç ve dürüstlük gibi an-<br />
Different patterns are printed today in Tokat. However; the<br />
patterns such as “Tokat beşlisi, üzümlüsü, elmalısı, kirazlısı,<br />
sineklisi’’ that pertain to Tokat are the most widely known<br />
motifs. It is also known that every master has his own signature.<br />
Color matching is also remarkable in kerchief of Tokat.<br />
This colour harmony is because of in the experience of<br />
paint preparation and application, which is the accumulation<br />
of centuries. It is possible to see in designs that mature<br />
light tones of every color are on the dark background such<br />
as red, black, burgundy. Yazmacılar Inn in Tokat welcomed<br />
traditionally the traders in the past and today it has continued<br />
to welcome curious buyers.<br />
Azerbaijan is one of the places where the production of<br />
hand-printed head scarve selling and mold printing fabric<br />
are seen in our common culture geography. In Azerbaijan,<br />
printmakers continue to produce scarves and shawls on<br />
silk-blended fabrics with patterns and molds of their own.<br />
The tourists who come to the region, hand made kerchief<br />
are presented to so that they can get the souvenir of Azerbaijan.<br />
Picture 36. Kerchief from Tokat.<br />
process and patterns in Göynük.<br />
Picture 37. Printing<br />
In Central Asia, there is an another textile which is almost<br />
equivalent to weaving. Today in Anatolia, knitting a sweater<br />
expresses the production of some clothes like sweater,<br />
socks, gloves. However, Turkish woman produce weavings<br />
such as carpets, rugs and so on as well as knittings such<br />
as sweater, socks, gloves and other cotton and linen fabrics<br />
with embroidered patterns. The column of Prof. Özbel<br />
French art criticism for Turkish peasant socks exhibition in<br />
Paris begins with the statement ‘’the real pioneer of the Op-<br />
Art movement is Anatolian women’’(Soysaldı,1995).<br />
The knitting work which is a piece of art with its different<br />
kind and patterns in every region from Central Asia to the<br />
Balkans, has a surprisingly delicate technique. The traces<br />
of our old arts are seen in beautiful handcrafts of women<br />
in Macedonia. Knitting is done with tools such as five, three<br />
or two skewers, crochet hook, weaver’s shuttle and hairpin.<br />
The kerchief, socks and bags that aremade as a wedding gift<br />
for the family of the groom by the bride and her mother are<br />
put into the wedding chest. There are different kind of bags<br />
used for putting money, clocks, seals, tobacco and mouthpiece.<br />
It is known that purse are given as a gift to the friends<br />
of the groom at Turkish weddings in the Balkans. The motifs<br />
such as pot and tulip meaning halal earnings and honesty<br />
are embroidered on the purses.<br />
Picture 38. Edirne Museum
lamlar yüklenen motifler işlenir.<br />
Fotoğraf 38. Edirne Müzesi<br />
Fotoğraf 39. Tığ işi, boncuklu ve desenli örgü kese örnekleri,<br />
Burdur Müzesi. Soldan sağa Env. No 1; 157.75.92,<br />
2;139.75.83, 3;415.51.74,<br />
Fotoğraf 40.hesap işlemeli ve İğne oyalı yakalık örnekleri<br />
(düğün, bayram ve yabanlık giyimi), Burdur Müzesi, Env;<br />
9.23.80 ve 548.67.73.<br />
Oyanın kelime anlamı; ince zarif süs demektir. Türklerde kız<br />
ismi olarak da kullanılan oya’nın yabancı dilde kelime karşılığı<br />
yoktur. Oyalar süslemek amacıyla kullanılan, iki veya<br />
üç boyutlu ince teknikli örgülerdir. Renk-renk ipek ipliklerle<br />
örülmüş, zarafetin timsali iğne oyalarının yanında, tığ, mekik,<br />
firkete gibi araçlarla örülen, pul, boncuk, koza, kumaş<br />
parçaları vs. malzemelerle zenginleştirilenleri de vardır.<br />
Oyalar kullanılan alet adıyla; mekik oyası, iğne oyası, malzeme<br />
adıyla; boncuk oyası, koza oyası gibi isimler alır. Türk<br />
kadını kendi fesini, başörtüsünü, göyneğini oyalarla süslemekle<br />
kalmamış, zeybeğinin de başına oyalı başlıklar giydirmiştir.<br />
Örneğin Bolu Göynük’te; fes, taç ve dal oyalarına<br />
özel bir değer verilerek, aile yadigarı olarak saklanmakta<br />
ve yeni nesillere aktarılmaktadır (Soysaldı, 2013:105). Örgü<br />
sanatlarımızdan tentene ya da danteller, Orta Asya’dan<br />
Balkanlara, ev dekorasyonunda perde, masa örtüsü, yatak<br />
takımlarını süsleyici unsur olarak çok sık karşılaşılan eşyalardandır.<br />
Halen Anadolu Türklerinde kız çeyizinde oyaların<br />
özel bir yeri olup camekan oya sandıklarında sergilenmekte<br />
ve saklanmaktadır. Balıkesir Gönen’de kurulan oya pazarı<br />
da yaşayan oya işlerininin göstergesidir. Yaylalarda ve konak<br />
bahçelerinde gördükleri çiçekleri ince kadın ruhunun<br />
estetiğinde şekillendirerek işleyen, maharetli eller dallı oya<br />
adı verdiği üç boyutlu iğne oyalarında kalıcı hale getirmiştir.<br />
Türk kadını peşkir, hamam havlusu, yatak çarşafı gibi eşyaların<br />
saçaklarını bile bağlayarak dantele dönüştürmüş,<br />
dünyada benzeri olmayan bağlama dantel örnekleri kazandırmıştır.<br />
Bağlama danteller Amasya-merzifon ve Kastamonu<br />
merkezinde en ince örneklerini vermişlerdir.<br />
Fotoğraf 41. İğne oyalı başörtüleri. Fotoğraf 42. Gül oyalı<br />
fes, gelin tacı ve yerel giysi örnekleri, Göynük.<br />
Fotoğraf 43. Boncuk oyaları (Burdur-Bucak).<br />
Fotoğraf 44. Kaytan işlemeli cepken, Burdur.<br />
Geçmişte nakış bütün süsleme sanatlarına özellikle de<br />
kalemişi, tezhip ve minyatür (tasvir resmi), nakkaş ise süsleme<br />
yapan ressam gibi anlaşılmaktaydı. Bugün ise nakış<br />
işleri kumaş üzerine iğne-iplikle yapılan işleme (süsleme)<br />
Picture 39. Bag samples made with crochet, beaded and<br />
patterned, Burdur Museum, from left to right Inv. No1;<br />
157.75.92, 2;139.75.83, 3;415.51.74,<br />
Picture 40. Neckband samples made with point lace (apparel<br />
for wedding, feast and formal clothing), Burdur Museum,<br />
Inv; 9.23.80 and 548.67.73.<br />
The meaning of the word ‘’oya’’is fine elegant ornament.<br />
Oya, which is also used as a girl’s name among Turks, does<br />
not correspond in a foreign language. ‘’Oya’’ that is a two or<br />
three-dimensional fine-work pattern is used for decorating.<br />
Besides point lace that is made with colourful silk yarns is<br />
the sample of elegance, there are other kinds that is made<br />
with the materials such as spacer, bead, cocoon, fabric and<br />
etc. with the help of the tools such as crochet hook, weaver’s<br />
shuttle and hairpin. These are named according to the<br />
used tools such as mekik oyası (made with weaver’s shuttle),<br />
iğne oyası (made with neddle) as well as materials such<br />
as boncuk oyası (made with beads) and koza oyası (made<br />
with cocoon). The Turkish woman not only decorate her fez,<br />
headscarf and shirt with oya but also dress her up with the<br />
headwear decoreted with oya. For example, fez and crown<br />
are kept as a family heir and transferred to new generations<br />
in Göynük, Bolu (Soysaldı, 2013:105). Laceworks which are<br />
from our knitting arts are very common items from Central<br />
Asia to the Balkans, are seen as the elements of ornaments<br />
of curtains, tablecloths, bedding in home decorations. Oya<br />
has a special place in the dowery of the bride currently in<br />
Anatolian Turks and they are exhibited and hiding on the<br />
glass cases. The bazaar that is established in Gönen, Balikesir<br />
is also a sign of oya. The three-dimensional point lace<br />
called as ‘’dallı oya’’ is made by talented women by being<br />
shaped like the flowers that they see in the summer ranges<br />
and gardens of palace.The Turkish woman made lace by<br />
connecting even the fringes of things such as napkin, bath<br />
towels, bed sheets and so they gave examples of binding<br />
lace which is unprecedented in the world. These lace gave<br />
the thinnest samples in the center of Merzifon, Amasya and<br />
Kastamonu.<br />
Picture 41. Kerchieves with point lace. Picture 42. Fez with<br />
rose pattern, bride crown and local clothes samples from<br />
Göynük.<br />
Picture 43. Kerchieves embroidered with beads (fom Burdur-Bucak).<br />
Picture 44. Bolero with cotton cord from Burdur.<br />
In the past, embroidery was regarded as a painter, ornament<br />
and miniature (painting) in all decorative arts; the<br />
nakkaş (painter) was regarded as a painter making deco-<br />
Textile Arts<br />
463<br />
Tekstil Sanatları
Ortak Miras<br />
Common Heritage<br />
464
sanatıdır. Bu işlemeler de Türk dünyasının <strong>ortak</strong> kültür varlıklarıdır.<br />
Aynı işleme teknikleri benzer uygulama alanları ile<br />
kültür coğrafyamızın her yerinde karşılaşmak mümkündür.<br />
Örneğin; Klasik dönem Osmanlı saray sanatları arasında işlemeler<br />
oldukça önemli bir yer tutar(Barışta, 1995, Barışta,<br />
2016: 21-28). Bu işlemeler arasında Otağ-ı Hümayunlar,<br />
Puşide(sanduka örtüsü), mimber perdesi, seccade, gelinlik<br />
kıyafetler (bindallı vs.), duvar asmalıkları, bohça, çevre,<br />
peşkir, uçkur gibi döşemelik ve giyim eşyaları vardır. Klasik<br />
dönem işlemeleri Osmanlı saray kumaşlarındaki ihtişamın<br />
yansımalarıdır. Sanayi devriminden önce ancak saray çevresi<br />
ve döşemelikler hariç, dokunan kumaşların pek azında<br />
renkli desenlere rastlanırdı. Bu nedenle giyim ve ev eşyalarına<br />
işleme, oya, dantel, kaytan, vb. süsleme ilaveler veya<br />
el ile yapılan boya-baskı işleriyle renkli desenleme yapılırdı.<br />
Fotoğraf 45. İşlemeli bohça, 17.yy. (Tezcan, 2007:48).<br />
Fotoğraf 46. Dival işi, Selimiye Camii Şerifi Mimber kapı perdesi.<br />
Fotoğraf 47. İşlemeli peşkir, Burdur Müzesi Env: 114.48.77<br />
İşleme sanatları şehirlerdeki konak kültüründe oldukça<br />
önemli bir yer tutmakla birlikte halk arasındaki kız çeyizlerinde<br />
de başköşede yer almıştır. Hatta Anadolu Türk işlemelerinde<br />
teke yöresi köylerindeki damat giysilerinde de bu<br />
işlemeler görülmektedir (Soysaldı, Bahar, 2014: 1-14).<br />
İşleme tekniklerinde yama(aplike, kapatma), dival işi(-<br />
sim-sırma), hesap işi, süzeni, iğne boyası, tel kırma, muşabak,<br />
mürver, pesent, sarma-susma, delik işi, gibi çeşitli iğne<br />
yöntemleri uygulanmıştır. Bu nakışlarda çeşitli ağaçlar, çiraitons.<br />
Today, embroidery works are made with needle and<br />
yarns on fabrics. These are the common cultural assets of<br />
the Turkish world. It is possible to encounter the same embroidery<br />
techniques all over the cultural geography with<br />
similar application areas. For example; these embroideries<br />
have a considerable place among the Ottoman palace arts<br />
in the classical period (Barışta, 1995, Barışta, 2016: 21-28).<br />
Among these embroideries, there are upholstery and wearing<br />
apparels such as Otağ-ı Hümayun (the Ottoman Imperial<br />
Tent Complex), Puşide (pall), mimbar curtains, prayer<br />
rugs, wedding dresses (bindallı etc.), wall hangings, bundles,<br />
napkin and belt. The embroideries in classical period<br />
are the reflections of the splendor of Ottoman palace fabrics.<br />
Prior to the industrial revolution, there were only a few<br />
colored patterns in the woven fabrics, except for the palace<br />
clothing and upholstery. For this reason, colored patterns<br />
are made with the embroideries in clothing and household<br />
goods, additional decorations such as oya, lace and cord or<br />
hand-made paint and printing works.<br />
Picture 45. Embroidered pack, 17.century (Tezcan, 2007:48).<br />
Picture 46. The sample of silver embroidery on velvet padded<br />
by cardboard, Selimiye Mosque’s Portiere For Its Pulpit.<br />
Picture 47. Embroidered napkin, Burdur Museum, Inv:<br />
114.48.77<br />
Besides that handicrafts have taken a very important place<br />
in the palace culture in the cities, they have also been in the<br />
forefront in the girls’ doweries among the people. Even according<br />
to Anatolian Turkish traditions, these embroideries<br />
are seen in the clothes of the groom in the villages of Teke<br />
region (Soysaldı, Bahar, 2014: 1-14).<br />
Various decoration methods made with neddle such as<br />
patch (applique), dival work or sim sırma (sim secret embroidery),<br />
hesap işi (a kind of Turkish embroidery), süzeni<br />
(a kind of Turkish embroidery), iğne oyası (point lace), tel<br />
kırma (Turkish metal embroidery), muşabak (treillage),<br />
mürver (a kind of Turkish embroidery), pesent (a kind of<br />
Turkish embroidery), sarma-susma (a kind of Turkish embroidery),<br />
delik işi (a kind of Turkish embroidery). The fairly<br />
stylized semi-naturalist- figured decoration objects show a<br />
complete harmony with the motifs of other decorative arts.<br />
Sim sırma (sim secret embroidery), cord, gold-silver wire,<br />
tram silk and cotton yarns are used according to the place<br />
of use and technical characteristics of them. The production<br />
of these materials is also included in the Ottoman professions.<br />
For example; rope fitter, the bazaar of goldsmiths and<br />
silversmiths, tram silk maker, gold thread maker and etc.<br />
The Turkish Tel Kirma embroidery technique made with<br />
Textile Arts<br />
465<br />
Tekstil Sanatları
Common Heritage<br />
466<br />
Ortak Miras<br />
çekli bitkiler, hayvan figürleri, mimari ögeler ve nesnelerden<br />
oluşan bezeme ögeleri görülmektedir. Oldukça üsluplaştırılmış<br />
yarı natüralist biçimli bezeme ögeleri tam bir uyum<br />
içinde diğer süsleme sanatlarındaki motiflerle benzerlik<br />
göstermektedir. İşlemelerde sim-sırma, kaytan, altın-gümüş<br />
tel, ipek ibrişim ve pamuk ipliklerle işlemenin kullanım<br />
yeri ve teknik özelliğine göre kullanılmıştır. Bu malzemelerin<br />
üretimi Osmanlı dönemi meslekleri içinde de yer almaktadır,<br />
örneğin; kaytancılar, simkeşhane, ibrişimci, kılaptancı<br />
gibi. Tel kırma tekniği gümüş tel ile yapılan Anadolu’nun<br />
Kuzeybatı, Orta ve Akdeniz bölgelerinde çok rastlanan bir<br />
işlemedir. Süzeni-kasnak işi bir tığ yardımıyla yapılan zincir<br />
işi, sim-sırma-dival işi olarak da bilinen, sadece kadınlar tarafından<br />
değil erkeklerin de yaptığı, çarşı işi mesleklerdendir.<br />
Sim-sırma işlemeli, bindallı adı verilen gelinlikler, kutu<br />
içi entari olarak İstanbul’da, Kahramanmaraş’ta işlenerek<br />
diğer şehirlere gönderildiği bilinmektedir.<br />
Fotoğraf 48. Tel kırma işleme (Telli dastar), gelin başörtüsü,<br />
20.yy. başı, Burdur.<br />
KAYNAKLAR<br />
• Anonim, (2006) Gudratly Türkmen Halysy,Türkmen Dövlet neşiryat gullugy,<br />
(Türkmen Halı Müzesi).<br />
• Anonim, (1992) TS 43 - TS 11988 - El Dokuma Halıları, Türk Standartları<br />
Enstitüsü Yay. Ankara.<br />
• Anonim, (Tarihsiz) Kanunname-i İhtisab-ı Bursa, 1502, Tıpkı Basım, Türk<br />
Standartları Enstitüsü yayını. Ankara.<br />
• ATASOY. N, DENNY W.B., MACKİE L.W., TEZCAN H. (2001) İPEK, Osmanlı<br />
Dokuma Sanatı, TEB İletişim ve Yayıncılık A.Ş. İstanbul.<br />
• BARIŞTA. Ö. (1995) Türk İşleme Sanatı Tarihi, Gazi Üniversitesi Yay. Ankara.<br />
• BARIŞTA, H.Ö. 1999) Osmanlı İmparatorluğu Dönemi Türk İşlemeleri, T.C.<br />
Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.<br />
•<br />
• BARIŞTA, Ö . (2016) “XVI. Yüzyıl Türk İşleme Sanatı”, Sanat Tarihi Dergisi 1<br />
<br />
•<br />
• DENİZ, B. (1998) “Geçmişte ve Günümüzde Aksaray Halıları”, Arış S:IV.<br />
AKDTYK. Atatürk Kültür Merkezi Yay.<br />
• GENÇ, R. (1997) Türk İnanışları ile Milli Geleneklerinde Renkler, Atatürk<br />
Kültür Merkezi Yay. Ankara,<br />
•<br />
• GÜRSU, N. (1988) Türk Dokumacılık Sanatı-Çağlar Boyu Desenler,<br />
Redhouse Yayınevi, İstanbul.<br />
•<br />
• İNALCIK, H. (2008) Türkiye Tekstil Tarihi-üzerine araştırmalar,Türkiye İş<br />
Bankası Kültür Yay. İstanbul.<br />
•<br />
• HARVEY, J. (1997) Traditional Textiles of Central Asia, Thames and Hudson,<br />
London.<br />
• KAYA, R. (1988) Türk Yazmacılık Sanatı, İş bankası Kültür yay. İstanbul.<br />
• KERİMOV, L. (1983), Azerbaijan Carpet-C: I, II, III, Mimarlık ve sanat<br />
akademisi yayını, Bakü.<br />
• KIRZIOĞLU, N. G. (1995) Altaylar’dan Tunaboyu’na Türk Dünyası’nda Ortak<br />
Motifler, Türksoy Yayınları, Ankara.<br />
• ÖGEL, B. (2000) Türk Kültür Tarihine Giriş, C:6. 1. Baskı 1984, Kültür<br />
Bakanlığı yay. Ankara.<br />
• ÖGEL, B. (1993) “Türk Mitolojisi” AKDTYK. Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı<br />
Yay. Ankara.<br />
• SCOTT, P. (1993) The Book of Silk, Thames & Hudson Ltd, London.<br />
• SOYSALDI, A. (1998) “Düden Köyü Camii Yanışlı Kilimleri”, Türk Soylu<br />
Halkların Halı, Kilim Ve Cicim Sanatı Uluslararası Bilgi Şöleni 27- 31 Mayıs<br />
1996 Bildirileri, AKDTYK. Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yay. Kongre ve<br />
Sempozyumlar Dizisi, Ankara.<br />
• SOYSALDI, A. (1999) “Türk Kilimlerinde Dokuma Teknikleri ve Boyama<br />
Özellikleri” Erdem, Halı Özel Sayısı-III. C:10,S:30, AKDTYK. Atatürk Kültür<br />
silver wire is a very common in the Northwest, Central and<br />
Mediterranean regions of Anatolia. Süzeni or kasnak işi (a<br />
kind of Turkish embroidery made with embroidery frame),<br />
zincir işi (chain work technique), sim sırma or dival işi (sim<br />
secret embroidery) are the professions that is carried on<br />
by not only women but also men. It is known that wedding<br />
dresses called as bindallı with sim sırma (sim secret embroidery),<br />
are sent to other cities as a loose robe in a box after it<br />
is made in Kahramanmaras and Istanbul.<br />
Picture 48. Turkish metal embroidery (tel kirma), kerchief of<br />
bride, at the start of 20. century, Burdur.<br />
REFERENCES<br />
• Anonim, (2006) Gudratly Türkmen Halysy,Türkmen Dövlet neşiryat gullugy,<br />
(Türkmen Halı Müzesi).<br />
• Anonim, (1992) TS 43 - TS 11988 - El Dokuma Halıları, Türk Standartları<br />
Enstitüsü Yay. Ankara.<br />
• Anonim, (Tarihsiz) Kanunname-i İhtisab-ı Bursa, 1502, Tıpkı Basım, Türk<br />
Standartları Enstitüsü yayını. Ankara.<br />
• ATASOY. N, DENNY W.B., MACKİE L.W., TEZCAN H. (2001) İPEK, Osmanlı<br />
Dokuma Sanatı, TEB İletişim ve Yayıncılık A.Ş. İstanbul.<br />
• BARIŞTA. Ö. (1995) Türk İşleme Sanatı Tarihi, Gazi Üniversitesi Yay. Ankara.<br />
• BARIŞTA, H.Ö. 1999) Osmanlı İmparatorluğu Dönemi Türk İşlemeleri, T.C.<br />
Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.<br />
• BARIŞTA, Ö . (2016) “XVI. Yüzyıl Türk İşleme Sanatı”, Sanat Tarihi Dergisi 1<br />
<br />
• DENİZ, B. (1998) “Geçmişte ve Günümüzde Aksaray Halıları”, Wrap No:IV.<br />
AKDTYK. Atatürk Kültür Merkezi Yay.<br />
• GENÇ, R. (1997) Türk İnanışları ile Milli Geleneklerinde Renkler, Atatürk<br />
Kültür Merkezi Yay. Ankara,<br />
• GÜRSU, N. (1988) Türk Dokumacılık Sanatı-Çağlar Boyu Desenler,<br />
Redhouse Yayınevi, İstanbul.<br />
• İNALCIK, H. (2008) Türkiye Tekstil Tarihi-üzerine araştırmalar,Türkiye İş<br />
Bankası Kültür Yay. İstanbul.<br />
• HARVEY, J. (1997) Traditional Textiles of Central Asia, Thames and Hudson,<br />
London.<br />
• KAYA, R. (1988) Türk Yazmacılık Sanatı, İş bankası Kültür yay. İstanbul.<br />
• KERİMOV, L. (1983), Azerbaijan Carpet-Vol: I, II, III, Mimarlık ve sanat<br />
akademisi yayını, Bakü.<br />
• KIRZIOĞLU, N. G. (1995) Altaylar’dan Tunaboyu’na Türk Dünyası’nda Ortak<br />
Motifler, Türksoy Yayınları, Ankara.<br />
• ÖGEL, B. (2000) Türk Kültür Tarihine Giriş, Vol:6. 1. Press 1984, Kültür<br />
Bakanlığı yay. Ankara.<br />
• ÖGEL, B. (1993) “Türk Mitolojisi” AKDTYK. Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı<br />
Yay. Ankara.<br />
• SCOTT, P. (1993) The Book of Silk, Thames & Hudson Ltd, London.<br />
• SOYSALDI, A. (1998) “Düden Köyü Camii Yanışlı Kilimleri”, Türk Soylu<br />
Halkların Halı, Kilim Ve Cicim Sanatı Uluslararası Bilgi Şöleni 27- 31 May<br />
1996 Bildirileri, AKDTYK. Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yay. Kongre ve<br />
Sempozyumlar Dizisi, Ankara.<br />
• SOYSALDI, A. (1999) “Türk Kilimlerinde Dokuma Teknikleri ve Boyama<br />
Özellikleri” Erdem, Halı Özel Sayısı-III. Vol:10,No:30, AKDTYK. Atatürk Kültür<br />
Merkezi, Ankara.<br />
• SOYSALDI, A. (2001) “Şarköy Kilimlerinin Teknik, Renk ve Bezeme<br />
Özellikleri”, Balkanlarda Kültürel Etkileşim ve Türk Mimarisi Uluslararası<br />
Sempozyumu Bildirileri, 17-19 May 2000, Şumnu, Bulgaristan, Vol: 2,<br />
AKDTYK. Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yay. Ankara.<br />
• SOYSALDI, A. (2001) “Bulgaristan Türklerinde Kilim Dokumacılığı”,<br />
II. Uluslararası Bulgaristan Türk Halk Kültürü Sempozyumu Bildirileri,<br />
Bulgaristan Türk Folkloru, Folklor Araştırmaları Kurumu Yay. 29, Ankara.<br />
• SOYSALDI, A. (2009) “Düz Dokuma Teknikleri ve Teknik Desen Çizimleri<br />
(Kilim, Cicim, Zili-Sili, Sumak vb.)” AKDTYK. Atatürk Kültür Merkezi Yayınları,<br />
Ankara.<br />
• SOYSALDI, A. BAHAR, T. (2014) “Burdur Geleneksel Damat Giyiminden<br />
İşlemeli Örnekler”, Art-e Sanat Dergisi, Özel Sayı:Teke Yöresi Kültürel<br />
Değerleri. Date accessed; 28.04.2017 (http://dergipark.ulakbim.gov.tr/<br />
sduarte/article/view/5000069669)<br />
• SOYSALDI, A. (2013) Göynük’te fes, Taç ve Dal (İğne) Oyaları, Göynük El<br />
Sanatları Paneli ve Çalıştayı Bildirileri. 16-17 July 2010, Göynük Belediyesi
Merkezi, Ankara.<br />
• SOYSALDI, A. (2001) “Şarköy Kilimlerinin Teknik, Renk ve Bezeme<br />
Özellikleri”, Balkanlarda Kültürel Etkileşim ve Türk Mimarisi Uluslararası<br />
Sempozyumu Bildirileri, 17-19 Mayıs 2000, Şumnu, Bulgaristan, C: 2,<br />
AKDTYK. Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yay. Ankara.<br />
• SOYSALDI, A. (2001) “Bulgaristan Türklerinde Kilim Dokumacılığı”,<br />
II. Uluslararası Bulgaristan Türk Halk Kültürü Sempozyumu Bildirileri,<br />
Bulgaristan Türk Folkloru, Folklor Araştırmaları Kurumu Yay. 29, Ankara.<br />
• SOYSALDI, A. (2009) “Düz Dokuma Teknikleri ve Teknik Desen Çizimleri<br />
(Kilim, Cicim, Zili-Sili, Sumak vb.)” AKDTYK. Atatürk Kültür Merkezi Yayınları,<br />
Ankara.<br />
• SOYSALDI, A. BAHAR, T. (2014) “Burdur Geleneksel Damat Giyiminden<br />
İşlemeli Örnekler”, Art-e Sanat Dergisi, Özel Sayı:Teke Yöresi Kültürel<br />
Değerleri. Erişim; 28.04.2017 (http://dergipark.ulakbim.gov.tr/sduarte/<br />
article/view/5000069669)<br />
• SOYSALDI, A. (2013) Göynük’te fes, Taç ve Dal (İğne) Oyaları, Göynük<br />
El Sanatları Paneli ve Çalıştayı Bildirileri. 16-17 Temmuz 2010, Göynük<br />
Belediyesi Yayını.<br />
• SOYSALDI, A. ARAL S. (2014)Burdur-Kapaklı köyü Halılarının Teknik ve<br />
Desen Özellikleri, Art-e Sanat Dergisi, Özel Sayı:Teke Yöresi Kültürel<br />
Değerleri. Erişim; 28.04.2017 (http://dergipark.ulakbim.gov.tr/sduarte/<br />
article/view/5000069669)<br />
• SOYSALDI, A. ARAL, S. (2015) “Burdur İli Kocaaliler Köyü Halılarının Teknik<br />
ve Desen Özellikleri”, I.Teke Yöresi Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 04-06<br />
Mart 2015, Cilt II, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi. Burdur.<br />
•<br />
• SOYSALDI, A, KOSİF, B. (2015) “Teke (Burdur) Yörüklerinde Kolan<br />
Dokumalar”, ”, I.Teke Yöresi Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 04-06 Mart<br />
2015, Cilt II, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi. Burdur.<br />
•<br />
• SOYSALDI, A. ÖZKAHVECİ, G. (2003),Cide Sarı Yazma Kültürü, İkinci<br />
Kastamonu Kültür Sempozyumu Bildirileri, 18-20 Eylül 2003,<br />
KastamonuValiliği, Ankara.<br />
• SOYSALDI, A. (2016) “20.yüzyıl sonu 21. Yüzyıl başı Örnekleriyle Bartın<br />
Yazmacılığı”, VIII. Uluslararası Türk Kültürü, Sanatı ve Kültürel Mirası koruma<br />
Sempozyumu/Sanat Etkinlikleri, 15-17 mayıs 2014, (Dr. Hasan Özönder<br />
Armağanı), Konya.<br />
• SOYSALDI, A. ÖN, G. (2016) “ 20. Yüzyıl Sonu, 21. Yüzyıl Başı Örnekleriyle<br />
Bartın Yazmacılığı”, VIII. Uluslararası Türk Kültürü, Sanatı ve Kültürel Mirası<br />
koruma Sempozyumu/Sanat Etkinlikleri Bildirileri, 15-17 mayıs 2014, (Dr.<br />
Hasan Özönder Armağanı), Konya.<br />
• SOYSALDI, A. KOSİF, B. (2016) “Elazığ Çit Baskıcılığı”, VIII. Uluslararası Türk<br />
Kültürü, Sanatı ve Kültürel Mirası koruma Sempozyumu/Sanat Etkinlikleri<br />
Bildirileri, 15-17 mayıs 2014, (Dr. Hasan Özönder Armağanı), Konya.<br />
• SOYSALDI, A. (2013) “Göynük’te Yazmacılık(Kabalar Basması)”, Göynük<br />
El Sanatları, Paneli ve Çalıştayı Bildirileri, 16-17 Temmuz 2010, Göynük<br />
Belediyesi Yay. Bolu-Göynük.<br />
• TEZCAN, H. OKUMURA, S. (2007) Topkapı Sarayı Müzesi “Döşemelikler”,<br />
Vehbi Koç Vakfı ve TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. İstanbul.<br />
• Tural, S. (1999) “İlmek’e yansıyan Şiir: Halı-Kilim”, Bilig Yay. Ankara.<br />
• Yardımcı, M. (2017) http://www.mehmetyardimci.net/img/files/<br />
akademik21.pdf, erişimTarihi; 05.05.2017.<br />
Yayını.<br />
• SOYSALDI, A. ARAL S. (2014)Burdur-Kapaklı köyü Halılarının Teknik ve<br />
Desen Özellikleri, Art-e Sanat Dergisi, Özel Sayı:Teke Yöresi Kültürel<br />
Değerleri. Date accessed; 28.04.2017 (http://dergipark.ulakbim.gov.tr/<br />
sduarte/article/view/5000069669)<br />
• SOYSALDI, A. ARAL, S. (2015) “Burdur İli Kocaaliler Köyü Halılarının Teknik<br />
ve Desen Özellikleri”, I.Teke Yöresi Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 04-06<br />
March 2015, Vol. II, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi. Burdur.<br />
• SOYSALDI, A, KOSİF, B. (2015) “Teke (Burdur) Yörüklerinde Kolan<br />
Dokumalar”, ”, I.Teke Yöresi Sempozyumu Bildiriler Kitabı, 04-06 March<br />
2015, Vol. II, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi. Burdur.<br />
• SOYSALDI, A. ÖZKAHVECİ, G. (2003),Cide Sarı Yazma Kültürü, İkinci<br />
Kastamonu Kültür Sempozyumu Bildirileri, 18-20 September 2003,<br />
KastamonuValiliği, Ankara.<br />
• SOYSALDI, A. (2016) “20.yüzyıl sonu 21. Yüzyıl başı Örnekleriyle Bartın<br />
Yazmacılığı”, VIII. Uluslararası Türk Kültürü, Sanatı ve Kültürel Mirası koruma<br />
Sempozyumu/Sanat Etkinlikleri, 15-17 May 2014, (Dr. Hasan Özönder<br />
Armağanı), Konya.<br />
• SOYSALDI, A. ÖN, G. (2016) “ 20. Yüzyıl Sonu, 21. Yüzyıl Başı Örnekleriyle<br />
Bartın Yazmacılığı”, VIII. Uluslararası Türk Kültürü, Sanatı ve Kültürel Mirası<br />
koruma Sempozyumu/Sanat Etkinlikleri Bildirileri, 15-17 May 2014, (Dr.<br />
Hasan Özönder Armağanı), Konya.<br />
• SOYSALDI, A. KOSİF, B. (2016) “Elazığ Çit Baskıcılığı”, VIII. Uluslararası Türk<br />
Kültürü, Sanatı ve Kültürel Mirası koruma Sempozyumu/Sanat Etkinlikleri<br />
Bildirileri, 15-17 May 2014, (Dr. Hasan Özönder Armağanı), Konya.<br />
• SOYSALDI, A. (2013) “Göynük’te Yazmacılık(Kabalar Basması)”, Göynük El<br />
Sanatları, Paneli ve Çalıştayı Bildirileri, 16-17 July 2010, Göynük Belediyesi<br />
Yay. Bolu-Göynük.<br />
• TEZCAN, H. OKUMURA, S. (2007) Topkapı Sarayı Müzesi “Döşemelikler”,<br />
Vehbi Koç Vakfı ve TC. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. İstanbul.<br />
• Tural, S. (1999) “İlmek’e yansıyan Şiir: Halı-Kilim”, Bilig Yay. Ankara.<br />
• Yardımcı, M. (2017) http://www.mehmetyardimci.net/img/files/<br />
akademik21.pdf, Date accessed; 05.05.2017.<br />
Textile Arts<br />
467<br />
Tekstil Sanatları
Dr. Şirin YILMAZ<br />
Bilge Yapım<br />
kültürün, gelecek nesillere aktarılmasında<br />
en önemli vasıtalardan biri, güzel sanatlar<br />
ürünleridir...<br />
Among the top 10 most visited destinations in the world with more<br />
than 23 million tourists visiting each
Bir toplumun kendine özgü dilini, örfünü, âdetini, inancını, hukukunu, edebiyatını, giyim-<br />
kuşamını, yeme- içmesini, müzik ve sahne sanatlarını geleneksel dünya görüşü<br />
(Çobanoğlu 2000) bağlamında birbirini tamamlar şekilde bir arada tutan büyük ve karmaşık<br />
bilgi birikimi olarak kültürün, gelecek nesillere aktarılmasında en önemli vasıtalardan<br />
biri, güzel sanatlar ürünleridir.<br />
22<br />
Türkler’de güzel sanatlar<br />
Common Heritage Fine Arts in Turkish People<br />
The works of fine arts are the most important means of transferring the culture to the<br />
next generations as the culture which is complex accumulation of knowledgeholds together<br />
a society’s own language, custom, tradition, belief, law, literature, clothing, eating<br />
and drinking, music and performing arts in the context of the traditional worldview<br />
(Çobanoğlu 2000).
Common Heritage<br />
470<br />
Ortak Miras<br />
Kültür evreninde özgün, değerli ve anlamlı davranışların<br />
ve işlevlerin manevî dünyadan çıkıp maddî kimliğe bürünmesiyle<br />
hayat bulan güzel sanat ürünleri, kültürü meydana<br />
getiren ve onu yaşayan insanların davranış örüntülerinin<br />
sonucu olarak ortaya çıktığı için, bize kültürü anlayabileceğimiz<br />
ve yorumlayabileceğimiz eşsiz bilgiler ulaştırır. Söz<br />
konusu ürünler, hayatın, her alanına eşlik ederken hayatımızı<br />
kolaylaştıran, insan aklı ve insan eliyle yapılmış, aynı<br />
zamanda, insanoğlunun içgüdüsel olarak taşıdığı daha<br />
güzele, daha iyiye ulaşma duygusunun nesneleşmiş, somut<br />
varlık kazanmış halidir. Bu bağlamda, güzel sanatlara<br />
dair her ürünün, kendilerini yapan ve kullanan insanların<br />
yaşamsal ihtiyaçlarına birer yanıt olarak ortaya çıktığı gayet<br />
açıktır. O halde, kökeni uçsuz bucaksız Orta Asya topraklarına<br />
uzanan, Oradan, tarihin farklı dönemlerinde farklı yönlere<br />
doğru gerçekleşmiş göçlerle uzak coğrafyalara kadar<br />
varmış olan Türk milletine özgü güzel sanatlar ürünleri de<br />
kök bulduğu topraklarda filizlenen geleneksel dünya görüşünü,<br />
doğal olarak yayıldığı her yere taşımış olan Türkler’in,<br />
tarih boyunca, içinde yaşadığı fizikî koşullara uyumlu olarak,<br />
çevresiyle aktif bir ilişki içinde bulunduğunu gözler önüne<br />
sermiştir.<br />
Erken devirlerden itibaren Türk devletlerinin, toplumsal<br />
ve ekonomik yapısı avcılık, savaşçılık ve özellikle de hayvancılık<br />
üzerine tesis edilmiştir. Bu durum, esasen, göçer<br />
evli olarak yaşadıkları, tarım yapmaya ve yerleşik hayata<br />
uygun olmayan Orta Asya topraklarında ortaya çıkmış ve<br />
göçlerle birlikte kurulan devlet yapılanmalarında, yerleşik<br />
Because the unique, valuable and meaningful behaviors<br />
and functions of the cultural universe come out from the<br />
spiritual world and come into being as the result of the behavioral<br />
patterns of the people who bring the culture to the<br />
nature and find life through the impersonation of the material<br />
identity, it conveys unique information to us that we can<br />
understand and interpret culture.These products, which are<br />
made of human intelligence and human hands, facilitate<br />
our life while accompanied in every field of the life and at<br />
the same time becomeobject and concrete with the sense<br />
of reachingmore beautiful and better thing that human being<br />
wants instinctively.In this context, it is clear that every<br />
product of fine arts has emerged in response to the vital<br />
needs of the people who make and use them.So, the works<br />
of fine arts, which is intrinsic to the Turkish nation whose origin<br />
extends to the vast lands of Central Asia and reachs to<br />
the remote regions with migration taken place in different<br />
directions at different stages of them, shows that the Turks<br />
whocarrytraditional world view to anywhere have an active<br />
relationship with the others in accordance with the physical<br />
conditions in which they lived throughout history.<br />
From the early ages, the social and economic structure of<br />
the Turkish states has been established on hunting, war<br />
and especially on animal husbandry. This has emerged in<br />
the Central Asian terrirories, which are not proper to make<br />
agriculture and to become sedentary, they live as migrant<br />
settler in and has been largely sustained in cultural environments<br />
where permanent settlementis intense and in the
hayatın yoğunlukta olduğu kültür ortamlarında da büyük<br />
ölçüde süreklilik göstermiştir. “Türk bozkır kültürü” (Kafesoğlu<br />
1987) olarak adlandırılan bu özgün yaşam biçimi,<br />
“animistik dünya görüşü” ve animistik inançlar çerçevesinde<br />
şekillenmiş; bu durum, toplumun doğadaki tüm unsurlarla<br />
ahenkli bir varoluşunu gerekli kılmıştır. Bu varoluş sistemi,<br />
toplumun gökyüzü, yeryüzü, yeraltı ve buralardaki tüm varlıklara<br />
dair tasavvurunu son derece etkin biçimde çeşitlendirmiş<br />
ve bitkiler, dağlar, ağaçlar, taşlar, kayalar, sular, ateş,<br />
hava, toprak, madenler, hayvanlar yaşanılan çevrenin canı<br />
ve ruhu olan aktif unsurları olarak kabul edilmiştir. Bunlar<br />
arasında hayvan unsuru toplumun, beslenme, barınma, giyinme,<br />
avlanma gibi hayatî ihtiyaçlarını karşılamada en vazgeçilmezi<br />
olması bakımından yaşamın her alanında önem<br />
ve değer taşımıştır. Öyle ki yaşam alanının bu vazgeçilemez<br />
unsuru, hayatî ihtiyaçları karşılama vasıtası olmanın yanı<br />
sıra, günlük ihtiyaçlara birer yanıt olarak keşfedilen bütün<br />
maddî kültür ürünlerinin süslenmesinde ve bezenmesinde<br />
kendine yer bulmuş Türkler’in geleneksel dünya görüşünü<br />
yansıtan her bir sanat varlığında yer alarak “hayvan üslûbu”<br />
şeklinde ifade edilen bir sanat üslûbunun ortaya çıkmasının<br />
nedeni olmuştur. Böylece, “Bozkırların yüzyıllarca<br />
efendisi olan Türk boyları” (Çay1983: 10), anlayış, algılayış<br />
ve davranış örüntülerini gerçekleştirmede değer verdikleri<br />
hayvanları anlamlı birer sembol haline getirerek hayvan üslûbu<br />
etrafında edebiyatı, güzel sanatları, inançları kapsayan<br />
oldukça işlevsel bir faaliyetler sistemi kurmuştur. Ön Asya<br />
ve Doğu Akdeniz başta olmak üzere başka birçok sanatsal<br />
oluşumda hayvan motiflerinin yoğun olarak görülmesine<br />
rağmen, Türkler’in hayvan üslûbuna dayalı sanat anlayışına<br />
getirdiği zevkin inkâr edilemeyeceğine (Roux 2001: 292)<br />
dair kabul, Türkler’in, edebiyat, inanç, süs eşyası, petroglif,<br />
halı, kilim, at koşum takımları gibi birçok alanda hayvan motiflerini<br />
sembolleştirerek ve stilize ederek, bu üslûbu özgün<br />
ve üstün kıldıklarını göstermektedir.<br />
Türk milleti, hâkimiyet kurduğu coğrafyalarda, kendinden<br />
önce var olan sanat birikimi ile bütünleşmiş, kendi dünya<br />
görüşüne yönelik birikimi ile özgün ve renkli üslûbunu yaratarak,<br />
Türk Dünyası kültür anlayışını en canlı ve zengin şekilde<br />
ifade eden mimari, taş süslemeciliği, seramik, çini, halı<br />
ve kilim, kumaş dokumacılığı, ahşap süslemeciliği, maden<br />
süslemeciliği, kitap sanatları, cam süslemeciliği gibi birçok<br />
sanat dalında eşsiz eserler ortaya koymuştur. Bu eserler,<br />
bozkır kültürü dönemde, göçer evli yaşamın ve animistik<br />
inanç sisteminin sonucu olarak doğada var olan taş, kaya<br />
gibi unsurların üzerine işlenmiş ve resmedilmiş olarak, yerleşik<br />
düzene geçildikten sonraki dönemde insanların farklı<br />
ihtiyaçlarına çözüm olarak hayata geçirilmiş abidevî yapılar,<br />
camiler, hanlar, medreseler, evler, köprüler veya halılar,<br />
sehpalar, kitaplar, bardaklar, süs eşyaları gibi hem fayda<br />
sağlayan hem de sanat zevki taşıyan sayısız eşya ve varlık<br />
state structuresestablished as a result of immigrations.This<br />
unique life style, which is called as “Turkish steppe culture”<br />
(Kafesoğlu 1987), has been shaped within the framework<br />
of “animistic world view” and animistic beliefs; this situation<br />
has necessitated a harmonious existence of society<br />
with all the elements in the nature. This system of existence<br />
has diversified the concept of the society about the sky,<br />
the earth, the underground and all the beings in this area<br />
in an extremely effective way and this is accepted as active<br />
elements including plants, mountains, trees, rocks, water,<br />
fire, air, earth, mines, animals.Among them, the animal factor<br />
society carries importance and value in every aspect of<br />
life in terms of being the most indispensable to meet the<br />
vital needs such as nutrition, sheltering, dressing and hunting.<br />
Such an indispensable factor of the living space is not<br />
only a means of meeting life necessities but also a form of<br />
“animal style” taking place in every artistic entity reflecting<br />
the traditional world view of Turks, who have found animal<br />
style and used it in the embellishment and decoration of<br />
all the cultural products as a response to daily necessities.<br />
Thus, “the Turkish tribe master of the steppesthroughout<br />
the centuries” (Çay1983: 10) has established a highly functional<br />
system of activities around the animal style including<br />
literature, fine arts and beliefs by making the animals that<br />
they value a symbol in order to carry out the understanding,<br />
perception and behavior patterns. Although animal motifs<br />
are seen in many other artistic formations, especially in<br />
Asia Minor and Eastern Mediterranean Sea;the acceptance,<br />
which is about that the Turks bring about the pleasure for<br />
understanding of art based on the animal style (Roux 2001:<br />
292), shows that they make them unique and superior bysymbolizing<br />
and stylingthe animal motifs in many areas<br />
such as the literary, belief, ornament, petroglyph, carpets,<br />
rugs, horse harnesses.<br />
The Turkish nation becomes integrated with the works of art<br />
made before they came in its dominant geographies and has<br />
revealed many unique pieces in many art branches such as<br />
architecture, stone ornamentation, ceramics, tiles, carpets<br />
and cloths weaving,wood ornamentation, ornamentation of<br />
mines, book arts, glass ornaments expressing the Turkish<br />
world culture in the most vibrant and rich way by creating a<br />
unique and colorful style integrated with its own world view.<br />
These artifacts are depicted and painted on stone, rock, etc.<br />
as a result of nomadic life and animistic belief system in the<br />
steppe culture period. In the period after the permanent<br />
settlement; monumental structures, mosques, inns, madrasahs,<br />
houses, bridges or carpets, tables, books, glasses,<br />
ornaments have been spreadin all settlement areas in the<br />
territory of the Turkish worldfor centuries and have left their<br />
marks as numerous goods and means that both gain favor<br />
and carry artistic features.<br />
Common Heritage Fine Arts in Turkish People<br />
471<br />
Türkler’de Güzel Sanatlar
Common Heritage<br />
472<br />
Ortak Miras<br />
olarak yüzyıllarca Türk dünyası topraklarında tüm yerleşim<br />
alanlarına yayılmış, kalıcı izler bırakmıştır.<br />
İslâmiyet öncesine dayanan, “ordu- balık” (Esin 2003: 25-<br />
32) sisteminde şehirleşme yaklaşımı, İslâmiyet’ten sonra<br />
da sürmüş, Türk şehir yerleşimlerinin başlıca unsuru, idarî<br />
merkezlerin yanı sıra, cami, medrese, kervansaray mimarisi<br />
olmuştur. Cami mimarisi, aynı zamanda, yukarıda anılan sanat<br />
dallarının başlıca icra mekânı olmuştur. İslâmiyet öncesi<br />
Türk sanat yaratımları hakkındaki bilgiler, bir sıra Hun mezarlarını<br />
içine alan kurgan kazılarından, -ki bunların en ünlüsü<br />
Pazırık kurganlarıdır- petrogliflerden ve dikili taşlardan<br />
elde edilmiştir. Hun yaşam tarzı ve sanatı hakkında bizi aydınlatan<br />
kurganlar, yığma tepe altında mezar odaları şeklinde<br />
yapılmıştır. Bu mezar odalarında su sızıntılarının donması<br />
sayesinde, içerideki eşyalar, at ve mumyalanmış halde<br />
insan cesetleri, ölüyü mezara taşıyan araba gömüldüğü gibi<br />
muhafaza olabilmiştir. Cesetlerin kol ve bacakları dağ keçisi,<br />
geyik, kanatlı at ve pars, kaplan doğan gibi hayvan ve tamga<br />
dövmeleri ile süslenmiştir. Bunlar, bugüne kadar tespit edilmiş<br />
en eski dövmeler olduğu için dövme sanatının, dünyaya<br />
Türkler tarafından yayıldığına delil olarak kabul edilmektedir.<br />
Ölen kişinin atı yanında, geyik, dağ keçisi, at, koyun,<br />
grifon ve çeşitli efsanevî yırtıcı hayvanların, bitkilerin yer<br />
aldığı figüratif süslemelerle bezenmiş koşum takımları; yine<br />
hayvan ve bitki süslemeleriyle bezeli renkli kumaşlar, renkli<br />
keçe örtüler, masa, davul, ağaçtan oyma kaplar, kulplu kâse,<br />
vazo ve kepçeler, mezar duvarına asılmış örtüler, atların başına<br />
takılan boynuz, deri, ağaç ve keçeden yapılmış geyik<br />
maskeleri, cam boncuklar, altın levhalar bu kurganlardan<br />
elde edilen zengin malzemenin ve belgenin bir kısmıdır. Bu<br />
malzeme ve eşyaları süsleyen yırtıcı hayvan ve kuş figürleri<br />
çoğunlukla, ikili mücadele sahneleri içinde hareketli ve<br />
dinamik üslûpta işlenmiştir. Bunlar arasında keçe üzerine<br />
renkli aplike tekniği ile insan figürleri de yer almaktadır. Bu<br />
kurganlarda bulunan ve “Pazırık Halısı” olarak dünyaca üne<br />
kavuşan halı, yüksek kalitede dokuma ve iplik, son derece<br />
zengin ve kalabalık figür özellikleri dolayısıyla, eşsiz bir<br />
sanatkârlık ürünüdür. Gördes/ Türk düğümü ile dokunmuş<br />
ve 1.89x2m. ölçülerindeki halı, dışta yeleleri kesik, kuyrukları<br />
topuz şeklinde bağlı atlarıyla süvari figürleri, geyiklerin<br />
sıralandığı bir iç bordür, süvarilerle geyiklerin arasında yıldız<br />
motifinden oluşan yardımcı bordür ve ortada yirmi dört<br />
kare içinde güneş simgesi ile nilüfer çiçeğinin karışımından<br />
oluşan dört uçlu yıldızı andıran motiflerle bezelidir. Zemine<br />
serilmek amacıyla değil; süslemek üzere at örtüsü olarak<br />
dokunduğu tahmin edilen halıda, kırmızı zemin üzerine<br />
beyaz, sarı ve mavi renkler kullanılmıştır (Diyarbekirli 1972:<br />
47, 119- 128). M. Ö. II- III. yüzyıla tarihlenmiş olan halı, bilim<br />
dünyasında birtakım tartışmalardan sonra, bulunduğu kurgan<br />
ve çevresindeki yaşam tarzı, ölü gömme âdetleri, sanat<br />
gelenekleri değerlendirilerek, İç Asya’da geniş coğrafyalara<br />
In the”Ordu-Balıq” system of the approach of urbanization<br />
dated back to pre-islam (Esin 2003: 25-32), continued<br />
after Islam and became the main element of Turkish city<br />
settlements as well as mosque, madrasah and caravanserai<br />
architecture. The architecture of the mosque was also<br />
the main execution place of the above-mentioned arts.<br />
The information on pre-Islamic Turkish artifacts has been<br />
obtained from petroglyphs and obelisks, the most famous<br />
of which are the Pazyryk burials, from the excavations of<br />
Hun’s graves. ‘’Kurgan’’ (burial mound), which illuminates<br />
us about the life style and art of the Huns, is builts as a burial<br />
chamberunder the mound of hill. All of the staff in the<br />
grave such as personal belongings of death, horse, mummified<br />
bodies and a vehicle carring the death to the grave<br />
are kept as they are thanks to the freezing of water spills<br />
in these burial chambers.The arms and legs of the corpses<br />
are adorned with mountain goats, deer, winged horses,<br />
pars, tiger, goshawk and stamp tattoos. Because these<br />
are the earliest tattooshaving been found so far, the art<br />
of tattooing is regarded as evidence that it is spreadto the<br />
world by the Turks.Beside the horse of the deceased, the<br />
harnessesdecorated withvarious legendary predators such<br />
as deer, mountain goat, horse, sheep, griffin and figurative<br />
patterns related with plants; coloured clothesdecorated<br />
with animal and plant patterns; colourful felt carpets; table;<br />
drum; pots made with wood engraving; mug; vase and ladles;<br />
the rugs hanged on the wall of the grave; deer masksattached<br />
to the neck of the horses and made with horn,<br />
leather, wood and felt; glass beads and golden plates are<br />
a part of these rich material and the document obtained<br />
from these burial mounds.The predator animal and bird figures<br />
that embellish this material and the goods are mostly<br />
processed in a vigorous and dynamic style in dual fighting<br />
scenes. There are colored applique technique and human<br />
figures on the feltamong them.The carpet, which is found in<br />
these kurgan and is known as “Pazyryk Carpet”, is a product<br />
of unique craftsmanship due to its high quality woven and<br />
yarnas well as extremely rich and crowded figure features.<br />
The carpet, which is woven with Gördes / Turkish knot and<br />
measures 1.89x2 meter are decoreted with patterns found<br />
in the figure of cavalry whose horses’mane is cut and tale is<br />
in a bun in its external part, with internal border consisting<br />
of deers in order, with supporting border consisting of starts<br />
found between cavalries and deers and with the patterns<br />
resembling the four pointedstar consisting of lotus and sun<br />
symbol in the twenty-foursquarein the middle. It is supposed<br />
that this carpet is woven in order not to be rolled out,<br />
but to decorate for the rug of horse. White, blue and yellow<br />
colours are used on the red ground in this carpet (Diyarbekirli<br />
1972: 47, 119- 128). The carpet which is dated back<br />
to 2nd and 3rd century BC makes to the Hun Empire ruling
Türkler’de Güzel Sanatlar<br />
Common Heritage Fine Arts in Turkish People<br />
473
Common Heritage<br />
474<br />
Ortak Miras<br />
hâkim olan Hun İmparatorluğu’na mal edilmiş; böylece halı<br />
sanatının, dünyaya Türkler’in armağanı olduğu kabul görmüştür.<br />
Türkler, doğal çevrede bulunan malzemeyi işleyerek, yaşam<br />
sahneleri içinde olup bitenleri, inançlarını, sembollerini<br />
sanatkârane üslûpta yazı ve heykel olarak taşa nakletmiştir.<br />
Türk adının anıldığı ilk Türkçe metin olarak tespit<br />
edilen Göktürk Abideleri, kuzey Moğolistan’ın doğusunda<br />
yer alan Orhun Irmağı yakınında, VIII. yüzyılın ilk yarısında<br />
Göktürk Devleti’nin idarecileri Kül Tigin, Bilge Kağan ve vezir<br />
Bilge Tonyukuk adına dikilmiş anıtlardır. Kült Tigin Anıtı,<br />
büyük bir kaplumbağa heykelinin sırt kısmına oyuk açılarak<br />
oturtulmuştur. Kaplumbağa heykelinin yakınındaki sunak<br />
taşı, balballar ve koç heykelleri ile Abide çevresi bir külliye<br />
durumundadır. Güney Sibirya’daki Yenisey Vadisi’nde yer<br />
alan ve çoğu mezar taşı olan Yenisey Yazıtları, açık bir tarih<br />
taşımamakla birlikte Göktürk Abideleri’nden daha eski<br />
zamana uzanmaktadır. Mezar taşları ve petroglifler, hayvan<br />
mücadele sahnelerini ve avcıları içeren çizim ve kabartmalarla,<br />
Türkler’in hareketli ve doğa ile aktif ilişkisini yansıtan<br />
hayvan üslûbunun örnekleridir. Ayrıca, Saymalıtaş, Lena<br />
gibi Türk yerleşimlerinde tespit edilen petroglif ve heykeller<br />
de Türk inanç, duyuş, düşünce ve sanat anlayışının yansımalarıdır.<br />
Göktürkler’in ardından, Uygur heykellerinde de Türk hayvan<br />
üslûbu devam etmektedir. 745’te, Ötüken Yaylası’nda<br />
Karabalgasun şehrini merkez alarak devletleşen Uygurlar,<br />
over a large geographical area in Asia Minor by evaluating<br />
its artistic traditions, burial practices and life style in the<br />
kurgan and its around after a number of discussions in the<br />
scientific world.<br />
By processing the materials in the natural environment, the<br />
Turks conveyed their happiness, beliefs and symbols in the<br />
life stages to the stone as a writing and sculpture in the style<br />
of art. Göktürk Inscriptions, where thedesignation “Turks” is<br />
first mentioned as a Turkish text, are the monuments that<br />
are erected in the honor of Kul Tigin, Bilge Khagan and Vizier<br />
Bilge Tonyukuk the rulers of the Göktürks in the first<br />
half of 8th century in the Orkhon Valley found in the east of<br />
North Mongolia. The Kul Tigin Monument’s stone base is in<br />
the shape of tortoise. This monument is like a social complex<br />
with the altar, kurgan stelaes and ram statues found<br />
near the statue of tortoise. The Yenisei Inscriptions, which<br />
are located in Yenisei Valley in southern Siberia and mostly<br />
consist of grave stones, date back to older time than the<br />
Göktürk Inscriptions;however, it has not got an open date.<br />
Grave stones and petroglyphs are examples of animal style<br />
that reflects the animated and active relationship of the<br />
Turks with drawings and embellishments, including animal<br />
fighting scenes and hunters. In addition, petroglyphs and<br />
sculptures found in Turkish settlements such as Saymalitaş<br />
and Lena are also reflections of Turkish beliefs, feelings,<br />
thoughts and art.
Göktürkler’deki balbal geleneğine dayanan gerçekçi ve<br />
yeni bir heykel sanatı yaratmıştır. Dans, müzik, tiyatro, el<br />
sanatları, edebiyat alanlarında oldukça ilerlemiş ürünler<br />
veren Uygurlar, eski Türk dünya görüşü, Budizm ve Maniheizm<br />
etkileriyle harmanlanmış bir sanat anlayışına sahipti.<br />
Yerleşik hayata geçmiş olan Uygurlar, şehirleşme ve tapınak<br />
mimarisinde oldukça ustaydı. Sivil ve askerî mimarinin iç içe<br />
olduğu Uygur şehirlerinde, örneğin Hoço yakınındaki Kumul<br />
civarındaki, Murtuk Vadisi’ndeki tapınaklarda kubbeli plan<br />
tekniği uygulamış ve daha sonra Selçuklu ve Osmanlı mimarisinde<br />
sıklıkla görülecek olan kare yapılı bir plan üzerine<br />
kubbenin oturmasını sağlayacak ve “Türk Üçgeni” olarak<br />
anılacak üçgen geçişlerden yararlanılmıştır. Stupa tarzında<br />
mimari örnekler verilmiştir. Yanı sıra Uygurlar, dikdörtgen<br />
veya kare biçimli oyulmuş mağara tapınakları yapmışlardır.<br />
Ordu- balık sisteminin görüldüğü şehirlerde, dörtgen planda,<br />
sur ve gözetleme kuleleriyle çevrili, tüm yolların idarecilerin<br />
mekânına çıktığı yaşam alanları kurulmuştur. Uygurlar<br />
döneminde Karabalgasun, Hoço, Beş Balık, Murtuk, Bezeklik,<br />
Kızıl şehirleri birer sanat merkezi haline gelmiştir. VIII.<br />
yüzyıldan IX. yüzyıl sonuna kadar uzun bir zamana yayılan<br />
Eski Türk resim sanatı, Uygur dönemi ürünleri ile yepyeni bir<br />
çehreye kavuşmuştur. Eski Uygur şehir harabelerinde tespit<br />
edilen Budist ve Maniheist duvar resimleri ve minyatürler,<br />
VIII ve IX. yüzyıllara dayanmaktadır. Rahiplerin, müzisyenlerin<br />
tasvir edildiği, koyu mavi ve kırmızı yoğunlukta parlak<br />
renklere sahip bu resimler, sıralama halinde ve simetrik<br />
düzene göre kompoze edilmiştir. Böylece Türk resim sanatına<br />
yüz ifadesi, bireysellik taşıyan insan figürleri girmiştir.<br />
Uygurlar’dan kalan minyatürler, Maniheist kitap sayfalarında<br />
yer almaktadır ve dinî- dünyevî sahneleri canlandırmaktadır.<br />
Ayrıca Mani tapınaklarında muhafaza edilen ve<br />
âyinlerde kullanılan büyük resimli sayfalar ve sancaklar da<br />
bu dönemin resim sanatına ait ürünleridir. Büyük ve sade<br />
kompozisyonların, kızıl kahverengi tonlarında işlendiği Uygur<br />
minyatürleri, Türk İslâm minyatürünün temeli olmuştur.<br />
Bu minyatürleri yer aldığı Uygur kitapları, kendi imal ettikleri<br />
kağıtlardan oluşuyor, kamış kalemle yazılıyordu (Esin 2003:<br />
25- 114; Aslanapa 1992: 295- 309).<br />
İslâmiyet’ten önce İran’dan Doğu Türkistan’a kadar büyük<br />
coğrafyada Türkler’in gerçekleştirdiği mimari ve sanatsal<br />
yapılanmayla başlayan gelenek ve gelişme, Anadolu Türk<br />
mimarisinin, temeli olmuştur. İslâmiyet, VIII. yüzyıldan itibaren,<br />
Türk yerleşiminin batı bölgelerinden ilerleyerek Horasan<br />
yoluyla Türkler’e nüfuz etmeye başlamış, X. yüzyılda<br />
Müslümanlığı devlet dini olarak kabul eden Karluk Türkleri,<br />
Karahanlı adını almış ve XIII. yüzyıl başlarına kadar hüküm<br />
sürmüştür. Örneğin, bugünkü Özbekistan’da, Tim’de yer<br />
alan 978 tarihli “Arap Ata Türbesi”, Karahanlılar’dan kalan<br />
en eski eserdir. Gelişmiş cephe yapısı, yonca biçiminde üç<br />
dilimli köşe geçişleri ile yenilikçi bir yaklaşımla inşa edilen<br />
After the Göktürkler, the Turkish animal style continues in<br />
the Uighurs’ sculptures. In 745, Uighurs, who became state<br />
by taking center of Karabalgasun city in Ötüken Plateau,<br />
created a realistic new sculpture art based on the balbal<br />
tradition in Göktürkler. Uighurs, who gave quite advanced<br />
products in dance, music, theater, handicrafts and literature,<br />
had an artistic understanding blended with the effects<br />
of the ancient Turkish worldview, Buddhism and Maniheism.<br />
The Uighurs, who had a resident life, were very good at urbanization<br />
and temple architecture. In the Uyghur cities<br />
where civil and military architectures are intertwined, for example,<br />
dome shapedplan technique was appliedin the Hoço<br />
near Kumul and in the temples of Murtuk Valley. Later, the<br />
pendentive known as “Turkish triangles”provides the dome<br />
subside on asquare shaped plan that will be seen frequently<br />
in Seljuk and Ottoman architecture.Stupa style architectural<br />
examples are made. Besides all, The Uighursmade rectangular<br />
or square carved cave temples. In the cities where<br />
“Ordu-Balıq” system is seen, the living spaces that is quadrangular<br />
and surrounded by city walls and watchtowersare<br />
formed as itsroads reach to the places of the rulers. During<br />
the Uighur period, Karabalgasun, Hoço, Beş Balık, Murtuk,<br />
Bezeklik and Kızıl cities became art centers.Old Turkish<br />
painting art that spreads to a long time from 8th century<br />
until the end of9th centuryhas brought a brand new facade<br />
with products of Uygur period. Buddhist and Maniheist wall<br />
paintings and miniatures found in ancient Uighur city ruins<br />
dates back to the 8th and 9th centuries. These paintings,<br />
which have bright colors in dark blue and red intensity, depicts<br />
the priests and musicians, are arranged according to<br />
order and symmetrical scheme.In this way, human figures<br />
carrying individuality and facial expressions have entered in<br />
the Turkish painting art. The miniatures remained from the<br />
Uighurs are on the pages of the Maniheist book and revitalize<br />
religious and secular scenes. In addition, the large picture<br />
pages and banners which are kept in the Mani temples<br />
and used in the rituals are the products of the art of this<br />
period. Uighur miniatures, in which large and simple compositions<br />
are processed in reddish brown tones, are based<br />
on the Turkish Islamic ministry. The Uyghur books in which<br />
these miniatures were found consisted of the paper they<br />
had manufactured and were written with a reed pen(Esin<br />
2003: 25- 114; Aslanapa 1992: 295- 309).<br />
The tradition and development that started with the architectural<br />
and artistic constructions realized by the Turks in the<br />
great geographical region from Iran to East Turkistan before<br />
Islam became the basis of Anatolian Turkish architecture. Islam<br />
began to pass the Turks through Khorasansince the 8th<br />
century by moving the western regions of Turkish location.<br />
Karluk Turks, who accepted Muslims as state religion in the<br />
9th century, took the name of Karahanlı and ruled until the<br />
Common Heritage Fine Arts in Turkish People<br />
475<br />
Türkler’de Güzel Sanatlar
Common Heritage<br />
476<br />
Ortak Miras<br />
bu eser, imar faaliyetinde Anadolu’yu Türk yurdu yapmaya<br />
katkı sağlayacak mimarlara düşünsel bir miras bırakmıştır.<br />
Özkent’teki 1012 tarihli Nasr bin Ali Türbesi, 1152 tarihli<br />
Celâleddin Hüseyin Türbesi ve 1187 tarihli Muhammed bin<br />
Nasr Toğrul Türbesi süslemeleri ve kitabeleri; aynı zamanda<br />
kare plan üzerine kubbeli tuğla yapılanması ile sonradan<br />
gelecek tek kubbeli cami ve türbelerin ilham kaynağı<br />
olmuştur. Mihrap önünde ibadet edilen her iki kısım genişliğinde<br />
kubbe, Selçuklular’dan önce Gazneliler döneminde<br />
Bust yakınında Sultan Mahmud’un Leşker- i Bâzâr Ulu Camii’nde<br />
çıkmıştır. Selçuklular, bu önemli gelişmeleri dikkate<br />
alarak mihrab önü kubbesi ile dört eyvanlı planın görüldüğü<br />
âbidevî bir cami mimarisi yaratmışlardır. Selçuklu dönemiyle<br />
birlikte Anadolu’nun idarî, ekonomik, edebi, dinî, ilmî bakımdan<br />
Türkleşmesinin ciddi adımları atılmış, cami, mescit,<br />
medrese, türbe, han gibi çeşitli ve büyük bir yapı faaliyeti de<br />
gerçekleşmiştir. Bu yapılarda Selçuklular’ın başlıca malzemesi<br />
taştır. Taş, dinî ve sivil mimaride eşsiz bir ustalık ve ince<br />
bir zevkle işlenmiştir. Orta Asya bezeme geleneğini taşıyan<br />
figüratif ve hareketli sahneler, zamanla stilize olarak, dönüşerek<br />
soyutlaşmış ve Anadolu Selçuklu sanatında “rûmî”<br />
adlı bezeme unsurunu meydana getirmiştir (Esin 2003: 21).<br />
Rûmî, hayvan figürlerinin ve birbirine girişik hayvan mücadele<br />
sahnelerinin kıvrımlı, iç içe yapraklar ve filizler şeklinde<br />
yoğun üslûplaşmış devamıdır. Selçuklu taş süslemesinde<br />
rûmî anlayışı yanında, hayat ağacı temsili, üç dilimli palmet<br />
motifi, bitkisel ağlar sık görülür. Yarım ve tam palmetlerin<br />
uçlarında oluşan düğüm benzeri kıvrımlar Türk bezeme sanatının<br />
belirgin özelliğidir. Bordür olarak zincir benzeri veya<br />
lotusa benzer yaprak uygulamaları boldur (Öney 1992: 11-<br />
12). Selçuklu taş işlemeciliğinde hayvan figürleri sembolik<br />
anlam taşır. Örneğin kartal, boğa, ejder ve aslan, yapılarda<br />
güç sembolü olarak yer alır. Nitekim, çift başlı kartalı sultanlığının<br />
simgesi olarak seçen Alaeddin Keykubad’ın Beyşehir’de<br />
yaptırdığı Kubad- Âbad Sarayı’ndaki bir çinideki<br />
kartal gövdesi üzerinde “es sultani” yazısı, düşünce ve inanç<br />
sistemindeki kartal sembolizminin görünürlük kazandığı örneklerden<br />
biridir. Konya Alâeddin Camii, Malatya Ulu Camii,<br />
Diyarbakır Ulu Camii, Kayseri Hacı Kılıç Camii, Dunaysır Ulu<br />
Camii, Divriği Ulu Camii Selçuklu dönemi dini yapılarından<br />
sadece birkaçıdır. Her biri, taş süslemeleriyle üstün yaratıcılık<br />
örneği sergileyen bu yapılar arasında Divriği Ulu Camii,<br />
Şifahânesi ve türbesi, mimari özellikleri ve hem hayvan üslûbunu<br />
sürdüren, büyük boyutlu hayat ağacı, meyve temsillerinin<br />
görüldüğü, hem de geometrik düzenlemelerin bolca<br />
yer aldığı süsleme üslûbu bakımından göz kamaştırıcıdır.<br />
Selçuklu dönemi cami mimarisinde, çoğunlukla taşıyıcı sütunlarla<br />
büyük mekânın üzerine örtü sisteminin oturtulması<br />
şeklinde uygulanan planlar görülmektedir. Beylikler dönemi<br />
ise Selçuklu sanatının temellerine dayanarak yeni tarzlarla<br />
Osmanlı mimarisinin gelişimini hazırlayan bir devirdir.<br />
beginning of the 13th century.For example, “Arab Ata Tomb”<br />
that is found in Tim todayin Uzbekistan with the date of 978<br />
year is the oldest remaining from the Karahanlı.This work,<br />
which was constructed with an advanced facade structure<br />
and an innovative approach with three-cornered corners in<br />
the form of alfalfa, has left an intellectual heritage with the<br />
architects who will contribute Anatolia to Turkish citizenship.At<br />
the same time, ornaments and inscriptions of Nasr<br />
bin Ali Tomb dated with 1012 in Özkent, Celâleddin Hüseyin<br />
Tomb dated with 1152 and Mohammad bin Nasr Toğrul Tomb<br />
dated with 1187 became the inspiration source for the single<br />
domed mosque and the tombs that will come later with<br />
the construction of the domed brick on the square plan.<br />
The dome, which was used to worship in front of the mihrab,<br />
was found in the Leşker-i Bâzâr Ulu Mosque of Sultan<br />
Mahmud found near Bust in the period of the Ghaznevids<br />
before the Seljuks. Taking these important developments<br />
into consideration, the Seljuks created amonumentalmosque<br />
architecture where the dome in front of the mihrab<br />
and fourvaulted or domed space recessed from a central<br />
hall or court were seen. Anatolia’s administrative, economic,<br />
literary, religious and scientific aspects of the Turkization<br />
have taken serious steps along with the Seljuk period and<br />
various activities such as mosque, mosque, madrasa, tomb<br />
and inn have been realized. The main material of the Seljuks<br />
in this structures is stone. The stone has been crafted<br />
with a unique mastery and delicacy in religious and civil architecture.The<br />
figurative and animated scenes carrying the<br />
tradition of Central Asia decoration techniques have been<br />
stylized, transformed and created the decoration element<br />
called as “Rumi Motif” in Anatolian Seljuk art (Esin 2003:<br />
21). Rumi motif is the intensely stylized in the shape of animal<br />
figures and intertwined animal fighting scenes in the<br />
form of curves, interwovenleaves and offshoots.In addition<br />
to the rumi motif of the Seljuks’ stone decoration, a tree of<br />
life representation, palmette motifwith three cusp, vegetal<br />
nets are seen mostly. The knots formed at the ends of<br />
the half and full palmetts are the distinctive feature of the<br />
Turkish decoration art. As border, leaf applications such as<br />
chain or lotus are so much (Öney 1992: 11- 12). The animal<br />
figures in Seljuk stone working have symbolic significance.<br />
For example; the eagle, the bull, the dragon and the lion<br />
are symbols of power in the structures.As a matter of fact,<br />
the writing “es sultani” on a body of a eagle in the Kubad-<br />
Âbad Palace made in Beyşehir by Alaeddin Keykubad chosing<br />
the double headed eagle as the symbol of sultanate is<br />
one of the examples where the eagle symbolism in the system<br />
of thought and belief earned visibility. Konya Alâeddin<br />
Mosque, Malatya Grand Mosque, Diyarbakır Grand Mosque,<br />
Kayseri Hacı Kilic Mosque, Dunaysir Grand Mosque, Divriği<br />
Grand Mosque are some of the religious structures of the
Selçuklu dönemindeki figüratif zenginlik, yerini rûmîlere,<br />
geometrik kompozisyonlara ve yazılı bordürlere bırakmıştır.<br />
Erken Osmanlı devrinde ise Bursa Alâeddin Cami gibi tek<br />
kubbeli camiler, Bursa Orhan Camii gibi zaviyeli plan uygulanmış<br />
camiler ya da yine Bursa Ulu Cami gibi çok kubbeli<br />
ulu camiler olarak farklı plan tiplerinde cami örnekleri görülmektedir.<br />
Osmanlı İmparatorluğu’nun ilerleyen yıllarında<br />
ekonomik gücün artmasıyla, büyük kalabalıkların aynı anda<br />
ibadet yapmasına olanak tanıyacak daha geniş iç mekânlı<br />
cami planlarına yönelim başlamıştır. Yanı sıra, yapıların<br />
İmparatorluğun maddî gücünü gösteren mermer gibi malzemeyle<br />
kaplanması gibi ihtişamlı görünüme ulaşmayı hedefleyen<br />
çözümler uygulanmıştır. XV. yüzyılın ikinci yarısına<br />
ve XVI. yüzyıla, yani İmparatorluğun en parlak dönemine<br />
gelindiğinde, Osmanlı mimarisini o zamana dek besleyen,<br />
tüm birikim, Mimar Sinan’ın yaratıcı yeteneği ile bir araya<br />
gelerek evrensel ölçekte şaheser yapıların ortaya konacağı<br />
görkemli bir dönem yaşanmıştır. Mimar Sinan, başlıca<br />
eserleri İstanbul’da Şehzade Camii, Süleymaniye Camii, Beşiktaş<br />
Sinan Paşa Camii, Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii,<br />
Kasımpaşa Piyale Paşa Camii, Tophane Kılıç Ali Paşa Camii<br />
ve Edirne’de dördü duvarlardan koparılmış sekiz ayağın taşıdığı<br />
31.50m. çapındaki kubbesiyle mekân bütünlüğünün<br />
muazzam derecede korunduğu Selimiye Camii ile Osmanlı<br />
İmparatorluğu’nda ekonomik refahın mimarlık ile birlikte<br />
tüm güzel sanat dallarına yansıdığı klasik dönemin öncü<br />
ismidir. Mimarlık alanında klasik dönemin ardından, doğal<br />
olarak Mimar Sinan’ın tasarım anlayışının etkileri sürmekte-<br />
Seljuk period.<br />
Among these structures, each of which exhibits superior<br />
creativity with stone ornaments, the Divriği Grand Mosque,<br />
Hospital and Tomb are dazzling in terms of the decorative<br />
style in which the architectural features and the large-scale<br />
life tree, fruit representations, and geometrical arrangements<br />
are given a wide place.In Seljuk period in mosque<br />
architecture, there are plans which are applied in the form<br />
of covering system over large area with mostly carrier columns.<br />
The period of principalities is based on the bases of<br />
the Seljuk art and is a period that prepares the development<br />
of Ottoman architecture with new styles. The figurative richness<br />
of the Seljuk period left its place in rumi, geometrical<br />
compositions and written borders.<br />
In the Early Ottoman era, examples of mosques in different<br />
plan types are seen as single-domed glasses such as Bursa<br />
Alâeddin Mosque, favorably planned glass such as Bursa<br />
Orhan Mosque or multi-domed grand glasses such as Bursa<br />
Ulu Mosque. In the later years of the Ottoman Empire,<br />
with the increase of economic power, it started to lead to<br />
wider interior mosque plans that would allow large crowds<br />
to worship at the same time.In addition, solutions aimed at<br />
achieving magnificent appearance such as the marble-like<br />
covering of the structures showing the material power of<br />
the Empire were applied. When it comes to the second half<br />
of the 15thcentury and the 16th century that was a magnificent<br />
period of the Empire, all the accumulation that fostered<br />
Ottoman architecture until that timeprovided to be<br />
lived a magnificent period in the terms of universal scale<br />
masterpieces by coming together with the creative talent of<br />
Mimar Sinan. With his main works such as Şehzade Mosque,<br />
Süleymaniye Mosque, Beşiktaş Sinan Paşa Mosque, Edirnekapı<br />
Mihrimah Sultan Mosque, Kasımpaşa Piyale Paşa<br />
Mosque, Tophane Kılıç Ali Paşa Mosque and Selimiye<br />
Mosque with its dome at just over 31,5 meters andresting<br />
on eight pillars in Edirne, Mimar Sinan is the pioneer name<br />
of the classical era in which the economic prosperity of the<br />
Ottoman Empire is reflected in all the fine arts branches together<br />
with architecture. Following the classical period in<br />
the field of architecture, the effects of the design concept<br />
of Mimar Sinan naturally continue. For example, the Sultan<br />
Ahmed Mosque was built with the idea of the design that<br />
he applied at the Şehzade Mosque.After the Sultan Ahmed<br />
Mosque, the generation of Mimar Sinan’s students continued<br />
his architectural activities in Istanbul and other cities,<br />
but the large planned and original planned mosque was<br />
not built; architectural activity has gradually lost its former<br />
greatness. Nuru Osmaniye Mosque, Lâleli Mosque and<br />
Nusretiye Mosque, which were built under the influences of<br />
Western art movements in the midde of 18th century and in<br />
Common Heritage Fine Arts in Turkish People<br />
477<br />
Türkler’de Güzel Sanatlar
Ortak Miras<br />
Common Heritage<br />
478
Türkler’de Güzel Sanatlar<br />
Common Heritage Fine Arts in Turkish People<br />
479
Common Heritage<br />
480<br />
Ortak Miras<br />
dir. Örneğin, Sultan Ahmed Camii, O’nun Şehzade Camii’nde<br />
uyguladığı tasarım fikrinden hareketle inşa edilmiştir. Sultan<br />
Ahmed Camii’nin ardından, Mimar Sinan’ın öğrencileri<br />
olan nesil, İstanbul’da ve diğer şehirlerde mimarî faaliyete<br />
devam etse de büyük mekânlı ve özgün planlı cami yapılmamış;<br />
mimari faaliyet, giderek eski azametini yitirmiştir.<br />
XVIII. yüzyıl ortasında ve XIX. yüzyılda Batılı sanat akımlarının<br />
etkisiyle inşa edilen Nûru Osmaniye Camii, Lâleli Camii,<br />
Nusretiye Camii de geleneksel Türk mimari anlayışında yeni<br />
açılımlara örnektir.<br />
Türkler’de medreselerin, Şiiliğe karşı Sünniliği yaymak ve<br />
devlet çalışanı yetiştirmek amacıyla ilk kez XI. yüzyıl başlarında<br />
Gazne’de kurulmuş olmasına karşın, Gazneli medreselerin<br />
mimari özelliklerine ilişkin bilgi yoktur. Selçuklular<br />
ise medreseleri devlet teşkilatı haline getirmiş, devlet çalışanlarını<br />
bu, yatılı öğretim kurumlarında yetiştirmiştir. Karahanlı<br />
ve Gazneli mimarisinde uygulanan dört eyvanlı plan<br />
tipini Selçuklular medreselerine ve camilerine uygulamıştır.<br />
Beylikler döneminde Selçuklular’da olduğu gibi açık bir avlu<br />
etrafını kuşatan odalardan ve çevresindeki üç veya dört eyvandan<br />
oluşmaktadır (Öney 2007: 17).<br />
Karahanlılar’ın “ribat” adını verdiği kervansaray mimarisi<br />
ise, Gazneliler’de ve Büyük Selçuklular’da gelişmiş, Anadolu<br />
Selçukluları’nda zirveye ulaşmıştır. Başlangıçta sınır<br />
güvenliğini sağlamak üzere askerî kaygılarla inşa edilen<br />
bu kervansaraylar, Anadolu Selçukluları’nın yüksek kültürünü,<br />
duyuş ve düşünüş zevkini sanatsal dil ile ifade eden<br />
en önemli abidevî yapılardır. Türk milletinin insan severlik<br />
ve hayır severlik duygularının hayata geçişi olarak, Anadolu’nun<br />
farklı noktalarında, tamamen kesme taştan ve saray<br />
ihtişamında inşa edilmiş, işlenmiş yüzden fazla kervansaray<br />
bulunmaktadır. Bunların dokuzu Selçuklu sultanları tarafından<br />
yaptırılan “sultan han”, diğerleri, vezirler, emir gibi devlet<br />
adamları tarafından yaptırılan yapılardır. Bunların en eskisi<br />
olan, Aksaray- Kayseri yolundaki Alay Han, portalindeki<br />
iki gövdeli aslan kabartması ve geometrik süslemeye geçişin<br />
en eski örneklerini taşıması bakımından ayrıcalıklıdır.<br />
Beylikler döneminde, Selçuklular’da görülen ticaret yolları<br />
üzerinde uzun mesafeler arası kervansaraylardan çok, şehir<br />
içinde konaklamaya ve ticaret yapmaya olanak tanıyan<br />
mekânlar olarak “han”lar ağırlık kazanmıştır. (Öney 2007:<br />
26). Önceden işlek olan ticarî yol güzergâhları, Osmanlı İmparatorluğu<br />
ile birlikte değişmiştir, toprak genişlemiştir. Bu<br />
durumda, aralarında Mimar Sinan’ın da yaptığı bir çok kervansaray<br />
inşa edilmiştir.<br />
Orta Asya sahasında göçer evli ve zaman zaman bazı dış<br />
kültürlerle etkileşim yaşayıp farklı inanç sistemleri içinde<br />
yer alsalar da esasen, Gök Tanrı inancına ve animistik dünya<br />
görüşüne sahip Türkler, İslâmiyet’in kabulü ve yaygınlaşthe<br />
19th century, are examples of new developments in the<br />
traditional Turkish architectural understanding.<br />
Although the madrasahs in Turks were first founded in<br />
Ghaznavid State at the beginning of the 11th century in order<br />
to spread the Sunnism against Shiism, there is no information<br />
about the architectural features of themadrasahsin<br />
Ghaznavid State. The Seljuks have made the madrasahs a<br />
state organization and have trained government employees<br />
in boarding educational institutions. Fourvaulted or<br />
domed spaces recessed from a central hall or court found<br />
in theKarakhanid and Ghaznavid architecture are also applied<br />
to the schools and mosques in the Seljuks. As in the<br />
Seljuk period during the period of principalities, it consists<br />
of three or four vaulted or domed spaces recessed from a<br />
central hall or court and rooms surrounding the open courtyard<br />
(Öney 2007: 17).<br />
Caravanserai architecture, which the Karakhanids named<br />
as “ribat”, developed in the Ghaznavids and Great Seljuks<br />
Empire and reached to the summit in the Anatolian Seljuks.<br />
These caravanserais built with military concerns to provide<br />
border security at the beginning are the most important<br />
monumental structures expressing the high culture, idea<br />
and style of Anatolian Seljuks with their artistic language.<br />
There are more than a hundred caravanserais built withface<br />
stone and in the magnificence of the palace at different<br />
points of Anatolia as the passion of the Turkish people’s humanity<br />
and charitable affection. Nine of them are the sultan<br />
hans built by the Seljuk sultans, others are built by statesmen<br />
such as viziers and reis. The oldest of them, which is<br />
Alay Han found on the Aksaray-Kayseri road, is privileged in<br />
that it carries the oldest examples of two-body lion reliefs<br />
and geometric ornamentation on the portal.In the period<br />
of principalities, “han” (public houses) gained importance<br />
as the places that allow to stay and trade in the city rather<br />
than long distance caravansaries on trade routes seen<br />
in Seljuks (Öney 2007: 26). The commercial road routes<br />
that were well traveled road before have changed with the<br />
Ottoman Empire and the land has expanded. In this case,<br />
many caravanseraiswere built and some of them were built<br />
by Mimar Sinan.<br />
Although they are migrant settlers in Central Asia and occasionally<br />
interacting with some foreign cultures and taking<br />
part in different belief systems, the Turks that have a belief<br />
in Tengrism and an animistic world view have a serious rule<br />
about the representation limitation in the field of fine arts<br />
with acceptance and spread of Islam.In this case, Turkish<br />
artists even chose the method of extreme styling to express<br />
themselves in harmony with Islam. Symbolic animal<br />
motifs abstracted and turned to the appearance of plants;
ması ile birlikte, güzel sanatlar alanında ciddî bir tasvir kısıtlaması<br />
kuralı ile karşı karşıya kalmıştır. Bu durumda, Türk<br />
sanatçılar, İslâmiyet ile uyumlu olarak kendini ifade etmek<br />
üzere daha da hattâ aşırı üslûplaşma yöntemini seçmiş ve<br />
sembolik hayvan motifleri soyutlaşarak bitki görünümüne<br />
yönelmiş, dahası, yazı ve geometrik süslemeler, güzel sanatlarda<br />
yeni ve uzun soluklu bir süsleme anlayışı olarak<br />
itibar kazanmıştır. Yukarıda değinildiği gibi, Türk şehir yerleşiminde<br />
köşkler, saraylar, kervansaraylar, türbeler, köprüler,<br />
evler, çeşmeler, medreseler ve özellikle camiler, sanat<br />
dallarının neredeyse her birinin icra mekânı olmuştur. İslâm<br />
dininde hareketli varlıkların tasvirine yönelik tutucu yorumlar,<br />
İslâmiyet sonrası Türk sanat geleneğinin hemen bütün<br />
dallarında taş, ahşap, maden, kâğıt, toprak, cam malzeme<br />
üzerinde figüratif bezemenin kısıtlanarak bitkisel ve geometrik<br />
bezemenin artmasını ve özellikle hat sanatının da<br />
geniş uygulama alanı kazanmasını doğurmuştur. Zaten Allah’ın<br />
kelâmı olan Kur’an- ı Kerim insanoğluna yazı vasıtasıyla<br />
ulaştığı için İslâmiyet’te yazıya ve güzel yazı/ hüsn- i<br />
hat sanatına çok kıymet verilmiştir. Anadolu’da taş işçiliğinin<br />
hat sanatı ile bütünleştiği cami portalleri, kitabeler, çeşmeler<br />
gibi pek çok örnek görmek mümkündür. Taş işçiliğinin<br />
mimari örnekleri dışında en yaygın uygulama alanlarından<br />
biri mezar taşları ve o mezar taşlarındaki üstün nitelikli hat<br />
sanatıdır. Mezar taşı üzerinde hat sanatının kabartma olarak<br />
son derece etkileyici tarzda, adeta dantel gibi işlendiği<br />
örnekler, Ahlat’taki Selçuklu Mezarlığı’nda toplu olarak<br />
bulunmaktadır. Burada, XI.- XIV. yüzyıllara tarihlenen 8000<br />
moreover, writing and geometric ornaments gain reputationas<br />
a new and long-lasting sense of ornamentation in<br />
fine arts. As mentioned above; mansions, palaces, caravanserais,<br />
tombs, bridges, houses, fountains, madrasahs<br />
and especially mosques have been the execution places<br />
of almost all of the art branches in the Turkish city settlement.The<br />
conservative interpretations of the representation<br />
of moving objects in Islamic religion have resulted in the<br />
increase of herbal and geometric decoration and gaining<br />
wide application area in particular of calligraphy by restricting<br />
the figurative decoration on stone, wood, mine, paper,<br />
soil and glass material in almost all branches of Turkish art<br />
tradition after Islam. Because the Qur’an that is the word<br />
of Allah is already reached to the people by the means of<br />
writing,hüsn- i hatmeaning calligraphyhas been highly valued<br />
in Islam. In Anatolia, it is possible to see many examples<br />
such as mosque portals, inscriptions, fountains in which<br />
stone workmanship integrates with the art of calligraphy.<br />
Apart from the architectural examples of stone workmanship,<br />
some of the most common applications are tombstones<br />
and high-grade calligraphy on the tombstones. The<br />
examples on the tombstone, which are very impressive as a<br />
relief of calligraphy and are processed like lace, are collectively<br />
found in the cemetery of the Seljuks in Ahlat. Here,<br />
approximately 8,000 small tombstones dated back to the<br />
11th – 14th centuries cover an area of 210,000 square meter.<br />
In the line art that brings together the text and the picture,<br />
the texts are not arbitrary; the distance between the<br />
letters, the interposition of the letters and etc. are written<br />
according to certain rules by taking into account the criterias<br />
such as letters in cursive. In Ottoman calligraphy, there<br />
are many types of writing, including kufi, sülüs, nesih, ta’lik,<br />
reyhani, muhakkak, rik’a. Not only architectural elements,<br />
but also plates, edicts, vases, chests and other items are<br />
decorated with this type of writing.One of the areas where<br />
Ottoman masters are most successful in calligraphy is the<br />
“stack” made up of a word or phrase arranged side-by-side<br />
by forming a desired composition according to the writing<br />
style in order to obtain a beautiful appearance. The tughra<br />
that replaces the signature of the Sultan is also a stack. The<br />
stacks that were in the style of writing-painting made by<br />
changingthe forms of the letters and putting together in<br />
different arrangementswere quite popular among the Ottoman<br />
calligraphers.The flowers, ewer, mosque, boat, bird<br />
and lion figures were mostly processed in the writing and<br />
picture stacks. Moreover, the hilye writing (description of<br />
the Prophet Muhammad) that is developed in divan literaturebecause<br />
of the acceptance of Islam and not drawing<br />
the picture has become a visual product that describes the<br />
beauty and body features of the Prophet Muhammad with<br />
Common Heritage Fine Arts in Turkish People<br />
481<br />
Türkler’de Güzel Sanatlar
Common Heritage<br />
482<br />
Ortak Miras<br />
civarında irili ufaklı mezar taşı, 210.000 m²lik bir alanı kaplamaktadır.<br />
Yazı ile resmi bir araya getiren hat sanatında, yazılar, gelişigüzel<br />
değil; harfler arasındaki mesafe, harflerin birbirine<br />
girişikliği gibi ölçütler göz önünde tutularak, belli kurallara<br />
uyarak yazılır. Osmanlı hat sanatında başlıcaları kûfi, sülüs,<br />
nesih, ta’lik, reyhani, muhakkak, rik’a olmak üzere birçok<br />
yazı çeşidi vardır. Bu yazı çeşitleri ile, sadece mimari unsurlar<br />
değil, levhalar, fermanlar, vazo, sandık gibi eşyalar<br />
da süslenmiştir. Hat sanatında Osmanlı ustaların en başarılı<br />
olduğu alanlardan biri, güzel bir görünüm elde etmek<br />
üzere, bir sözcüğün veya cümlenin yazı çeşidine göre, arzu<br />
edilen şekilde bir kompozisyon oluşturarak üst üste, yan<br />
yana dizilmesiyle yapılan “istif”tir. Padişah imzası yerine<br />
geçen tuğralar da birer istiftir. Harflerin biçimlerini bir parça<br />
değiştirip farklı düzenlerde bir araya getirerek yapılan yazı<br />
içinde resim, resim içinde yazı ortaya koyan yazı- resim tarzında<br />
istifler de Osmanlı hat sanatçıları arasında oldukça<br />
yaygındı. Yazı- resim istiflerinde en çok çiçek, ibrik, cami,<br />
kayık, kuş, aslan figürleri işlenirdi. Dahası, İslâmi kabul dolayısıyla<br />
resmi çizilemediği için divan edebiyatında gelişen<br />
hilye yazıcılığı, bir güzel sanat üslûbu olarak, İstanbullu hat<br />
sanatçıları tarafından duvara asılan levhalara taşınmış Hz.<br />
Muhammed’in vücut özelliklerini, güzelliğini anlatan görsel<br />
birer ürün haline gelmiştir.<br />
Çini sanatı, ilk örnekleri Orta Asya’da görülen Türk seramik<br />
sanatının bir dalıdır. Mimaride temel süsleme unsurlarından<br />
the work of the calligraphers from Istanbul as a fine art style.<br />
Tile art is a branch of Turkish ceramics art whose first examples<br />
are seen in Central Asia. The art of tile, which is<br />
one of the basic decoration elements in the architecture,<br />
has always been applied in the Seljuks and Ottomans in<br />
the interior and exterior decoration of different structures<br />
such as mosque, madrasah, tomb and palacein search of<br />
innovation and maturation. Among the people, the tile are<br />
regarded as wall ceramic and usually connected to architecture;<br />
but the ceramics are used as ceramic materials for<br />
their use.In the past, whilethe word “kaşi” was used for wall<br />
tile, the word “evani” was used for ceramics as a domestic<br />
utensils (Öney 1992: 93). Tiles obtained by many different<br />
techniques such as engraving, scraping, mosaics, colored<br />
glazes, minai ware,polishing decorated many structures in<br />
Central Asia during the Great Seljuk period such as Kırmız<br />
Dome,Yuvarlak Dome and Kabud Dome in Meraga in Azerbaijan<br />
as well asMümine Hatun Dome in Nakhichevan.<br />
During the Anatolian Seljuk period, the mosque walls are<br />
seen as monochrome, mostly green, purple, dark blue, turquoise<br />
and made in mosaic technique.The walls of Alaeddin<br />
Mansion and Kubad-Ābad Palace are decorated with<br />
a lot of stars and tiles in the shape of octagon. Sahip Ata<br />
Tomb and Mosque, Karatay Madrasah and Sırçalı Madrasah<br />
have a very rich tiles including geometric arrangements,<br />
cufic and naskh, patterns such as star, flower and bird. In<br />
the early Ottoman period, yellow and green were added to<br />
the color varieties in tile and vegetal patterns were multi-
iri olan çini sanatı, hem Selçuklular’da hem de Osmanlılar’da<br />
cami, medrese, mescid, türbe saray gibi farklı yapıların<br />
iç ve dış süslemesinde daima yenileşme ve olgunlaşma<br />
arayışı içinde uygulanmıştır. Halk arasında çini, genellikle<br />
mimariye bağlı duvar seramiği; seramik ise kullanım eşyası<br />
olarak seramik karşılığında dile getirilmektedir. Geçmişte,<br />
duvar seramiği anlamında “kâşi”, kullanım eşyası olarak seramik<br />
için de “evani” sözcükleri kullanılırdı (Öney 1992: 93).<br />
Kakma, kazıma, mozaik, renkli sır, minai, lüster gibi birçok<br />
farklı teknikle elde edilen çini, Büyük Selçuklular döneminde<br />
Orta Asya’da, örneğin Azerbaycan’daki Meraga’da Kümbedi<br />
Kırmız, Yuvarlak Kümbet, Kümbedi Kabud; Nahcivan’da Mümine<br />
Hatun Kümbedi gibi birçok yapıyı süslemiştir. Anadolu<br />
Selçuklu döneminde cami duvarlarındaki çiniler, çoğunlukla<br />
mozaik tekniğinde yapılmış yeşil, mor, lacivert, firuze gibi<br />
tek renkli olarak görülmektedir. Alaeddin Köşkü ve Kubad-<br />
Âbad Sarayı duvarlarını çok miktarda yıldız ve sekizgen şeklinde<br />
çiniler süslemiştir. Sahip Ata Türbe ve Mescidi, Karatay<br />
Medresesi, Sırçalı Medrese geometrik düzenlemeler, kûfi<br />
ve nesih yazı, yıldız, çiçek ve kuş desenleri içeren oldukça<br />
zengin çinilere sahiptir. Erken Osmanlı dönemi’nde çinide<br />
renk çeşitlerine sarı ve yeşil de eklenmiş, bitkisel desenler<br />
çoğalmıştır. İstanbul’un fethinden sonra inşa edilen Çinili<br />
Köşk ve Sultan Selim Türbesi, göz alıcı zenginliğe sahip duvar<br />
dekorları sayesinde çini sanatında belirgin bir yükselişi<br />
temsil eder. XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren renkli sır<br />
tekniğinden vaz geçilmiş, tüm çiniler sır altı tekniği ile yapılmaya<br />
başlanmıştır. Türk sanat ve kültür hayatında klasik<br />
dönemi temsil eden XVI. yüzyılda, Piyale Paşa Camii çinileri,<br />
Topkapı Sarayı’nda Hırka- i Saadet Dairesi tavus kuşlu çinileri<br />
ve Harem’deki altın yol adlı koridorda yer alan üç pano,<br />
Sultan Süleyman Türbesi çinileri, Sokollu Mehmed Paşa<br />
Camii çinileri son derece incelmiş ve ustalaşmış bir sanat<br />
zevkinin örnekleridir. XVII. yüzyılın ilk yarısında inşa edilen<br />
Sultan Ahmet Camii, Topkapı Sarayı’ndan sonra en zengin<br />
çinili eserdir. Bu yüzyılın ikinci yarısından itibaren, çini sanatında<br />
gözle görülür bir gerileme başlamış, bu sanatı tekrar<br />
canlandırma gayretleri sonuçsuz kalmıştır (Öney 1992: 93-<br />
134; Özdemir 1997: 99- 103).<br />
Mimariye bağlı olarak gelişen bir diğer sanat dalı kalem işidir.<br />
Kâğıt üzerine yazı yazmaya yarayan aletin adı olarak kalem,<br />
geçmişte, kağıt kullanımının yaygınlaşmasından önce<br />
taşa, pişmiş toprağa, ağaca yazı yazmak, resim yapmak için<br />
kullanılan madenî çubukların da adı olmuştur. Hangi zemin<br />
üzerinde süsleme yapılacaksa, bu madenî çubuk, o malzemenin<br />
adını alır: Ağaç kalemi gibi. Dolayısıyla, Kalem işi<br />
olarak anılan sanat dalı, farklı mekânlarda, farklı zeminlerin<br />
üzerinde, farklı amaçlarla icra edilir. Türk kültüründe daha<br />
çok “kalemkâri” adıyla; mimaride sıva, ahşap üzerine renkli<br />
boyalarla uygulanan bezeme tekniği olarak bilinse de aynı<br />
ad altında değişik uygulama teknikleri mevcuttur. Bunlar,<br />
plied. The Çinili Köşk(Tiled Kiosk) and Sultan Selim Tomb<br />
that werebuilt after the conquest of Istanbulrepresent a<br />
remarkable rise in tile art thanks to its striking wall decorations.<br />
From the second half of the 16th century, the colored<br />
glaze technique was abandoned and all the tiles were started<br />
to be made with the ‘’sıraltı’’ technique meaning a tile<br />
before being covered with glaze and baked is stained with<br />
non-vitreous dyes on uncooked or semi-baked porcelain<br />
for decoration purposes.In the 16th century representing<br />
the classical period in Turkish art and culture life, the tiles of<br />
Piyale Pasha Mosque, the tiles with peacock pattern of Hırka-i<br />
Saadet in the Topkapı Palace and three picture found in<br />
the corridor of Golden Road in Haremin the Topkapı Palace,<br />
the tiles of Sultan Süleyman Tomb and the tiles of Sokollu<br />
Mehmed Pasha Mosqueare the examples of very fine and<br />
mastered art. Since the second half of this century, a visible<br />
decline in tile art has begun and efforts to revive this<br />
art have been inconclusive (Öney 1992: 93- 134, Özdemir<br />
1997: 99- 103).<br />
Another type of art that develops depending on architecture<br />
is hand-drawn. As the name of the tool used to write on paper,<br />
the chisel has been the name of the mining rods used in<br />
the past to write, paint and draw the pictures on the stones,<br />
baked clay, tree etc. before the using of paper became<br />
widespread. This chiseltakes the name of that materialthat<br />
is decorated on: for example, wood chisel.Therefore, the art<br />
branch, which is called the hand-drawn, is performed in different<br />
places, on different floors and for different purposes.<br />
In the Turkish culture, it is mostly called “kalemkâri”; even<br />
if it is known as coloring technique applied with colored<br />
paints on wood, there are different application techniques<br />
under the same name. These are as belows:<br />
Embroidery made with brush on white or open fabric is<br />
called as hand-drawn in weaving.As a decoration tool, a<br />
brush is called as a chisel here.<br />
The stone chipping tool that is used by the marble-cutters<br />
and made of iron has a diamond bit, at the same time every<br />
work done with it is called as hand-drawn. All of the caligraphy<br />
pattern, figurative and geometrical decorations made<br />
on marble and other stone materialsare made with these<br />
metal chisels.<br />
In wood carving, it is called as a chisel that is a toll used<br />
for making a embossed figure on the lower part of the<br />
tree(Kuşoğlu 1994: 41).<br />
According to different application techniques in mine processing,<br />
chisels are called with different names such asaltın<br />
kuşak havşa zımbası, kum zımbası, gül çiçek zımbası, kandil<br />
zımbası, bombe kalemi, bilye kalem, sivri uçlu çelik kalem or<br />
Common Heritage Fine Arts in Turkish People<br />
483<br />
Türkler’de Güzel Sanatlar
Common Heritage<br />
484<br />
Ortak Miras<br />
Dokumacılıkta beyaz ya da açık dokuma üzerine fırça ile yapılan<br />
nakışlara kalem işi adı verilmektedir. Burada süsleme<br />
aleti olarak fırçaya, kalem denmektedir.<br />
Taş yontmada, mermercilerin kullandığı çubuk demirden<br />
yapılmış, ucu elmas olan yontma aletine kalem ve bununla<br />
yapılan her bir işlemeye kalem işi adı verilir. Mermer ve<br />
diğer taş malzeme üzerine işlenmiş hat örnekleri, figüratif<br />
ve geometrik bezemelerin tamamı, bu metal kalemlerle yapılmıştır.<br />
Ağaç oymacılıkta, ağacın zeminini indirip yukarıda kalan kısımlarına<br />
kabartma şekiller yapmaya yarayan çelik gövdeli,<br />
ağaç saplı aletlere kalem denir (Kuşoğlu 1994: 41).<br />
Maden işlemeciliğinde, farklı uygulama tekniklerine göre<br />
kalemler, altın kuşak havşa zımbası, kum zımbası, gül çiçek<br />
zımbası, kandil zımbası, bombe kalemi, bilye kalem, sivri<br />
uçlu çelik kalem veya kalem gibi farklı adlarla anılırlar (Yılmaz<br />
1994: 29- 31).<br />
Kalem işi tekniğinin mimarlık alanındaki uygulanmasında<br />
motifi zemine çizmek için kurşun kalem kullanılır, renklendirmek<br />
için kullanılan fırça da kalem adıyla anılır. Son derece<br />
zarif bir güzellik anlayışının ürünü olan kalem işi, çoğunlukla<br />
cami, türbe, mescit, köşk gibi yapıların duvar, tavan,<br />
kubbe veya tonoz yüzeylerini süsler. Temeli Uygur Türkleri’nin<br />
tapınak resimlerine ve bezemelerine uzanan bu sanat<br />
dalı, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Beylikler, Osmanlı<br />
ve Cumhuriyet dönemlerinde gelişmiş ve etkinliğini korumuştur.<br />
Kalem işi, uygulanacak yüzeye ve amaca göre, sıva<br />
üstü; ahşap üstü; mermer ve taş üstü; kumaş ve deri üstü;<br />
malakari olmak üzere farklı tekniklere sahiptir. İstanbul’daki<br />
yalı ve köşklerden Anadolu’daki birçok yapıya varana dek<br />
türlü türlü mekân ve yüzeyde görülebilen kalem işi sanatının<br />
tonoz, kubbe gibi örtü düzenlerine uygulanmış en ayrıcalıklı<br />
ve nadide örneklerinden ikisi, Sivas Divriği Ulu Camii<br />
ve Darüşşifası ile İstanbul Sultan Ahmet Camii’dir.<br />
Türkler’de diğer sanat dallarına ilişkin pekçok bilgi edinilmesine<br />
karşın, cam sanatı hakkında belge ve bilgi oldukça<br />
kısıtlıdır. Belki de cam kolayca kırılmaya dayanıksız olduğundan,<br />
günlük hayata eşlik eden cam eşya ve bu sanatın<br />
en uzak geçmişine dair ipucu elimizde neredeyse yoktur.<br />
Pazırık kurganlarından elde edilen bulgulara dayanarak,<br />
Türkler’in cam eşya kullandığını söylemek mümkündür ancak<br />
erken İslâm sanatında oldukça gelişen cam işçiliğinin<br />
Anadolu Selçukluları devrinde ne gibi ürünler verdiği henüz<br />
tam olarak aydınlanmamıştır. Selçuklu cam sanatı hakkında<br />
Beyşehir Kubad- Âbad Sarayı kazılarından edinilen bilgiye<br />
göre, alçı şebekelere gömülü olarak, yapıların ışık almasını<br />
sağlayan dekoratif görünümlü renkli camlar kullanılmıştır.<br />
Osmanlı döneminde diğer sanatlarda olduğu gibi cam<br />
kalem (Yılmaz 1994: 29- 31).<br />
In the application of the hand-drawn technique in architecture,<br />
a chisel is used to draw the motif and the brush<br />
used for coloring is also called as chisel. The hand-drawn<br />
work, which is the product of an extremely elegant beauty<br />
concept, adorns walls, ceilings, dome or vault surfaces of<br />
structures such as mosque, tomb, palace, mansion. This art<br />
scene extending to the decorations and paintings of the<br />
temples of the Uyghur Turksdeveloped and maintained its<br />
effectiveness.during the period of the Great Seljuks, the<br />
Anatolian Seljuks, the Principalities, the Ottomans and the<br />
Republic.<br />
According to the surface to be applied and according to<br />
purpose, the hand-drawn work has different techniques<br />
such as surface mounted, wood mounted, marble and stone<br />
mounted, fabric and leather mounted as well as malakari.<br />
The hand-drawn work is seen in various places and surfaces<br />
from the waterfront residence and kiosks in Istanbul to<br />
the many buildings in Anatolia. Besides, two of the the most<br />
privileged and rare examples of the hand-drawn works are<br />
Sivas Divriği Grand Mosque and Hospital and Istanbul Sultan<br />
Ahmet Mosque where the hand-drawn art is applied in<br />
the ceilings such as vault and dome.<br />
Although many informations about other art branches in<br />
Turks are obtained, document and information about glass<br />
art is very limited. Perhaps because the glass is so fragile<br />
that it is almost impossible not to break, there is almost no<br />
clue as to the glassware that accompanies everyday life<br />
and the longest past of this art. It is possible to say that the<br />
Turks use glassware on the basis of the findings obtained<br />
from the Pazyryk kurgan, but it has not been yet clear how<br />
the glass workmanship that developed in the early Islamic<br />
art gave the products of the Anatolian Seljuk period.<br />
According to the information obtained from the Beyşehir<br />
Kubad-Âbad Palace excavations about the Seljuk’s glass<br />
art, colored glass with decorative appearance which allows<br />
the structures to light up is used as it is buried in the gypsum<br />
basements. As in the other arts in the Ottoman period, the<br />
development of glass art is an important influence on the<br />
fact that tradesmen and craftsmen are perfectly organized<br />
by observing certain principles and they are under constant<br />
patronage of the state.<br />
The glassmakers were performing this art in a system that is<br />
connected to the rules and has custodians, chamberlains,<br />
yiğitbaşı (the head of the esnaf), beadsman and masters.<br />
There are glassmakers among the art groups that are nearly<br />
45 and named as ehl-i hiref in Topkapı Palace. In the Ottomans<br />
three types of glass were produced: these are flat<br />
glass, colored glass, and crystal glass.The products ob-
sanatının da gelişmesinde esnaf ve sanatkârların belirli<br />
esaslar gözetilerek mükemmel şekilde teşkilatlanması ve<br />
Devlet’in sürekli himayesi altında olması önemli etkendir.<br />
Camcı ve şişeci esnafı bu sanatı nâzırları, kethüdaları, yiğitbaşıları,<br />
duacıları, ustaları olan kurallara bağlı bir sistem<br />
içinde icra ediyordu. Topkapı Sarayı’nda ehl-i hiref denilen<br />
kırk beş kadar sanat grubu arasında, başında sercamger<br />
denilen kişinin liderlik ettiği camgeran yani cam yapıcıları<br />
da bulunuyordu. Osmanlılar’da düz cam, renkli cam, billur<br />
olmak üzere üç çeşit cam üretiliyordu. Bu camlardan elde<br />
edilen ürünler ihtiyaç alanlarına göre, 1. Lamba, kandil, lâledan,<br />
vazo, sürahi, şekerlik, kâse, bardak, fincan, ayna gibi<br />
Lüks mamuller; 2. Rodos kazılarından edinilen bilgiye göre,<br />
Kanuni Sultan Süleyman’ın Rodos kuşatması sırasında kullanılan,<br />
camdan mamul, humbara adı verilen havan topları,<br />
renkli- renksiz donanma fenerleri, fanuslar, hamam kubbesi<br />
için şişeler şeklinde örneklenen orduda veya gündelik hayatta<br />
kullanılmak üzere yapılmış faydalı eşyalar; 3. Avrupa’da<br />
“vitrail”; Türkler arasında “revzen- i menkuş” olarak<br />
adlandırılan nakışlı camlar ve eski yapılardaki pencereler<br />
için yassı camlar, olmak üzere üç ana grupta kullanılıyordu.<br />
Tek parça levhalar halinde camın üretilemediği dönemde,<br />
büyük pencere yüzeylerinin kapatılması için küçük boyutlu<br />
cam parçalarının alçı kayıtlarla birbirine eklenmesi şeklinde<br />
üretilen sanatkârane çözüm, revzen- i menkuşları ortaya çıkartmıştır.<br />
İstanbul Süleymaniye Camii’nde Sarhoş İbrahim<br />
tarafından yapılmış olan mihrap duvarı pencereleri en ünlü<br />
örneklerdendir.<br />
tained from these glassware are as follows: thefirst is luxurious<br />
products such as lamp, oil lamp, vase, jug, sugar bowl,<br />
mug, cup, mirror; the second is beneficial goods such as<br />
howitzers called as camdan mamul and humbara in turkish<br />
andused during the siege of Rhodes by Sultan Süleyman<br />
the Magnificent, colorful and colorless navy lanterns, lamp<br />
glasses, good shaped like bottles for the dome of hamam<br />
(turkish bath) are used in the army or everyday life; the<br />
third is the flat glass that is called as “vitrail” in Europa and<br />
“revzen- i menkuş” in Turkish people is used for the embroidered<br />
glass and the windows in the old structures. That is to<br />
say, it comes under the three main groups.<br />
In the period when glass can not be produced as a single<br />
piece of plaque, the artistic solution produced by adding<br />
small pieces of glass together with gypsum records to cover<br />
the large window surfaces has lead to appear therevzeni<br />
menkuş (embroidered stained glass window). One of the<br />
most famous examples is the windows of mihrab’s wall at<br />
the Suleymaniye Mosque in Istanbul made by Sarhoş Ibrahim.<br />
Original and innovative glassware for everyday use is produced<br />
in Istanbul in the 19th century. In the province of<br />
Beykoz,the wares such as cups, jugs, jars and cups made<br />
of white, milk color, blue glass dough decorated with gilded<br />
embroidery that are called as “Beykoz işi” in turkish<br />
are made in the workshops founded in the Beykoz district<br />
by Mehmet Dede a whirling dervish. Among the varieties<br />
of it produced in Istanbul, the most noteworthy one is the<br />
striped glasscalled as “çeşm- i bulbul”, which are seen in<br />
the form of glass, pitcher and vasewith no definite information<br />
about where the name comes from (Öney 1992: 169-<br />
171; Bayramoğlu 1996: 3- 51).<br />
That the understanding about that Islamic acceptances restraint<br />
the artistic rceration has led the Turks to be master in<br />
the writing, paper and book arts and direct them to superior<br />
creations. One of the most famous of the arts of books isornamentation.<br />
Ornamentationhandcraft whose origin dates<br />
back to the Uygur Turks is an art that handwritten precious<br />
books are decorated with gold bronze paint, dyes and embroideries.<br />
Manuscripts from the Uighurs are in the shape of<br />
rectangular. The ornamentation in which the golden gilding,<br />
blue, red, white, green and purple are dominant is made up<br />
of simplified tree motifs and flower motifs filling the spaces<br />
between them.Among them, twistedoffshoots with flowers<br />
and leaves are noteworthy. These are the first steps towards<br />
the emergence of “hatayî” style in the Turkish ornamentation<br />
art concept by transforming plant forms. This has the<br />
basis of the Herat classicalornamentation scholl living its<br />
most brilliant period in the 15th century. The fact that the<br />
Common Heritage Fine Arts in Turkish People<br />
485<br />
Türkler’de Güzel Sanatlar
Common Heritage<br />
486<br />
Ortak Miras<br />
İstanbul’da günlük kullanım için özgün karakterli ve yenilikçi<br />
cam eşya XIX. yüzyılda üretilmiştir. İlki Beykoz civarında<br />
Mehmet Dede adlı bir mevlevî dervişi tarafından kurulan<br />
imalathanelerde, ileride “Beykoz işi” şeklinde anılacak olan<br />
bardak, sürahi, reçellik fincan gibi yaldızlı nakışlarla süslü<br />
beyaz, süt rengi, mavi cam hamurundan yapılmış eşyalar<br />
üretilmiştir. İstanbul’da üretilen çeşitler arasında en meşhuru,<br />
adının nereden geldiğine dair kesin bir bilgi bulunmayan<br />
ve daha çok bardak, sürahi, vazo biçiminde görülen<br />
“çeşm- i bülbül” adlı çizgili camlardır (Öney 1992: 169- 171;<br />
Bayramoğlu 1996: 3- 51)<br />
İslâmî kabullerin sanatsal yaratımı kısıtlayıcı anlayışı Türkler’i<br />
yazı, kâğıt ve kitap sanatlarında ustalaşmaya ve üstün<br />
yaratımlara yöneltmiştir. Kitap sanatlarının en meşhurlarından<br />
biri tezhibtir. Kökeni Uygur Türkleri’ne uzanan tezhip<br />
sanatı el yazması kıymetli kitapları altın yaldız, boya ve nakışlarla<br />
süsleme sanatıdır. Uygurlar’dan kalan el yazmaları<br />
dikdörtgen şeklindedir. Altın yaldız, mavi, kırmızı, beyaz,<br />
yeşil ve erguvan renginin hâkim olduğu tezyinat, basitleştirilmiş<br />
ağaç motifleri ve aradaki boşlukları dolduran çiçek<br />
motiflerinden oluşur. Bunların arasında çiçek ve yapraklarla<br />
bezeli kıvrımdallar dikkati çeker. Bunlar Türk tezhib sanatı<br />
anlayışında, bitki formlarının dönüşerek “hatayî” üslûbunun<br />
ortaya çıkmasına doğru yol alan ilk adımlardır. Bu üslûp XV.<br />
yüzyılda en parlak devrini yaşayan Herat klasik tezhib mektebinin<br />
de temelidir. Hayvan figürlerinin tezyinatta çok fazla<br />
üslûplaşarak “rûmî” üslûbunu yaratması da tezhib sanatını<br />
Anadolu’ya getiren Selçuklular’ın ilk dönemlerinde gerçekleşmiştir.<br />
Selçuklular’da tezhip daha çok geometrik düzenlemeler<br />
şeklinde ya sayfayı tamamen kaplar ya da yazının<br />
çerçevesi durumundadır. Selçuklu tezhib sanatını, Fatih Sultan<br />
Mehmet’le birlikte olgunlaşma dönemine girecek olan<br />
Osmanlı tezhibi izlemiştir. Hatayî, Rûmî ve Şükûfe adlarında<br />
üç temel bezeme tarzı benimseyen Osmanlı tezhibi, doğal<br />
bir işleyişle hat sanatına paralel olarak gelişmiş ve diğer<br />
sanat dalları gibi XVI. yüzyılda sanatkârlık ve kompozisyon<br />
bakımından doruk noktasına ulaşmıştır. XVII. yüzyılla birlikte<br />
tezhibte duraklama ve gerileme görülmüş, XVIII. yüzyıldaki<br />
Batılı sanat akımları ve 1729’dan matbaanın etkisiyle tezhib<br />
sanatı önemini giderek yitirmiştir (Cunbur 1992a: 441- 445;<br />
Derman 1985: 407- 409).<br />
Türk kitap sanatları arasında ebru duvara asılan levha, kitabın<br />
içinde yazı, kıt’a, minyatür kenarlarında yer aldığı gibi,<br />
kitap ciltlerinde ön ve arka kapak içleri süslemek üzere de<br />
kullanılmıştır. Kâğıt üzerine özel bir karışım kullanarak çizgili,<br />
çizgili, damarlı, dalgalı desenler oluşturma işlemine ebru<br />
adı verilmektedir. Arzu edilen desene göre farklı aletler kullanılarak<br />
battal ebru, taraklı ebru, kumlu ebru, hatip ebrusu,<br />
Necmeddin ebrusu, gelgit (tarama) ebru, bülbül yuvası, şal<br />
örneği, yazılı ebru adıyla anılan çeşitli ebru uygulamaları<br />
animal figures create too many styles in the ornamentation<br />
to create a “rumi” style also took place in the early periods<br />
of the Seljuks who brought the art of ornamentation to Anatolia.<br />
In the Seljuks, the ornamentation is mostly in the form of<br />
geometric arrangements or it covers the entire page or it is<br />
in the frame of writing. The ornamentation art of the Ottoman<br />
that enters in the maturation period with Fatih Sultan<br />
Mehmet follows theornamentation art of the Seljuks. The<br />
ornamentation art of the Ottoman that embraces three basic<br />
forms of ornamentation such as Hatayî, Rumi and Şükufe<br />
in turkish has developed in parallel with the art of calligraphy<br />
in a natural way and reached to the top in the terms of<br />
craftsmanship and composition in the 16th century as the<br />
other art branches are. With the beginning of the 17th century,<br />
the ornamentation art entered in the period of stagnation<br />
and regression. It has lost its significance with the<br />
influence of western art movements in the 18th century and<br />
the printing press in 1729 (Cunbur 1992a: 441- 445; Derman<br />
1985: 407- 409).<br />
Among the Turkish book arts, the plaque hanging on the<br />
wall called as ’’ebru’’in turkish (Paper marbling) taken place<br />
inside the book, in writing, on the sides of the miniature and<br />
front and back case cover of the book is used in order to<br />
decorate. Marbling is the art of creating colorful patterns<br />
by sprinkling and brushing color pigments on a pan of oily<br />
water and then transforming this pattern to paper. Ebru art<br />
meaning marbling, which is made according to the desired<br />
pattern by using different tools, has different names<br />
such as battal ebru, taraklı ebru, kumlu ebru, hatip ebrusu,<br />
Necmeddin ebrusu, gelgit (tarama) ebru, bülbül yuvası, şal<br />
örneği, yazılı ebru in the terms of application area. The oldest<br />
examples of marbling are the decorative papersfrom the<br />
15th centuryin the Topkapi Palace (Kuşoğlu 1994: 117- 125;<br />
Özdemir 1997: 112).<br />
The art of Kaat’ı is a decoration art made by carving the<br />
beautiful prints or various motifs written by calligraphers<br />
with special knives and ancillary tools and sticking them on<br />
different colored paper. In this way, it is possible to obtain<br />
two separate texts or books especially in calligraphy. Extant<br />
examples and written sources show that this art was applied<br />
fondlyin the second half of the 15th century in the period of<br />
the Timurids.Gelibolulu Mustafa Ali which is among the writers<br />
of the Ottoman in the 16th century declares in his work<br />
“Menâkib-Hünerverân” that the oldest and greatest artist<br />
of the kaat’ı art was “Abdullah Kaat’ı” and he was trained in<br />
Herat and unique in his art. One of the artist’s signed works<br />
is the poem written as praisefor Akkoyunlu Sultan Bey by the<br />
famous poet Cami. This work written in ‘’Talik’’ (a kind of font
Türkler’de Güzel Sanatlar<br />
Common Heritage Fine Arts in Turkish People<br />
487
Common Heritage<br />
488<br />
Ortak Miras<br />
yapılabilir. En eski ebru örnekleri Topkapı Sarayı’ndaki XV.<br />
yüzyıla ait süsleme kâğıtlarıdır (Kuşoğlu 1994: 117- 125; Özdemir<br />
1997: 112).<br />
Hattatların yazdığı güzel yazıları veya çeşitli motifleri özel<br />
bıçaklar ve yardımcı aletlerle oyarak farklı renkte kâğıt<br />
üzerine yapıştırma yoluyla süsleme işlemine kaat’ı adı verilmektedir.<br />
Bu şekilde kâğıt oymacılığında özellikle hat<br />
sanatında iki ayrı yazı veya kitap elde etmek mümkündür.<br />
Günümüze ulaşan örnekler ve yazılı kaynaklar, bu sanatın<br />
XV. Yüzyılın ikinci yarısında Timurlular döneminde sevilerek<br />
uygulandığını göstermektedir. XVI. yüzyıl Osmanlı yazarlarından<br />
Gelibolulu Mustafa Ali, “Menâkıb- Hünerverân” adlı<br />
eserinde kaat’ılar bölüğünün en eski ve büyük sanatçısının<br />
Abdullah Kaat’ı olduğunu, Herat’ta yetiştiğini ve sanatında<br />
eşsiz olduğunu bildirir. Sanatçı’nın oyduğu imzalı eserlerinden<br />
birisi, ünlü şair Cami’nin Akkoyunlu Sultan Bey’e methiye<br />
olarak yazdığı şiirdir. Ta’lik hatla yazılmış ve Abdullah<br />
Kaat’ı tarafından oyulmuş bu eser, Topkapı Sarayı kitaplığında<br />
bulunan ünlü bir albümde yer almaktadır. Bu sanatın<br />
Osmanlı Sarayı’ndaki uygulanmış bilinen en erken örnekleri<br />
Kanuni Sultan Süleyman dönemindedir. İçinde çeşitli ağaçlar<br />
ve çiçeklerin, ağaçlara sarılmış sarmaşıkların olduğu<br />
bahçe tasvirleri, vazolu ve vazosuz çiçek buketleri Osmanlı<br />
kaat’ı sanatçılarının başlıca konusu olmuştur (Çağman<br />
1995: 401-402).<br />
Tezhip, ebru, kaat’ı sanatlarını bir araya toplayan, sırası dağılmadan<br />
ve yıpranmadan sayfaları muhafaza etmek üzere<br />
type) style and carved by Abdullah Kaat’ı is on a famous album<br />
in the library of the Topkapı Palace.The earliest known<br />
examples of this art in the Ottoman Palace are during the<br />
reign of Sultan Süleyman the Magnificent. Garden illustrations<br />
with various trees and flowers, vines wrapped in trees,<br />
bouquets with flowers or without flowers were the main topic<br />
of kaat’ı artists of the Ottoman(Çağman 1995: 401-402).<br />
The protective hard covers, which collect the illuminated<br />
manuscript, marbling and kaat’ı arts together to keep pages<br />
in order and not to wear out are called as‘’cilt’’ (cover)<br />
in turkish. Across the common Turkish geography, gaining<br />
reading skill has undoubtedly been a great service of<br />
book arts.The two pieces of coverfound in the exavation<br />
of Kara Hoça and “dated to the 7th century are accepted<br />
as the earliest examples of Turkish art of the cover. At every<br />
point in the common cultural geography of the Turkish<br />
world, leather processing in book cover has increased to a<br />
level of real mastery. The man doing this work was called as<br />
“mücellid “. The book’s cover was made with the leather of<br />
the sheep named ‘’meşin’’, the goat named ‘’sathiyan’’, the<br />
gazella named ‘’rak’’.<br />
The parts of the cover: “Top cover” (right head) cover the<br />
front side of the book. “Bottom cover” (left head) covers the<br />
back face of the book. The “back” (bottom) covers the seam<br />
part of the book. “Miklep” is attached to the free part of the<br />
long side of the lower cover; its margin is pointed, it covers<br />
the bottom part of the top cover, it makes the ‘’sertab’’
yapılan koruyucu sert kapaklara cild adı verilmektedir. Ortak<br />
Türk coğrafyasının her yanında, kitap ve okuma sevgisinin<br />
kazanılmasında şüphesiz ki kitap sanatlarının büyük hizmeti<br />
olmuştur. Kara Hoça kazılarında bulunan VII. yüzyıla tarihlenen<br />
iki cild parçası Türk cild sanatının en eski örnekleri<br />
olarak kabul edilmektedir. Türk dünyası <strong>ortak</strong> kültür coğrafyasının<br />
her bir noktasında kitap cildinde deri işlemeciliği<br />
gerçek bir ustalık derecesine yükselmiştir. Bu işi yapan<br />
ustaya “mücellid” adı verilmekteydi. Kitap cildi, meşin adlı<br />
koyun, sathiyan adlı keçi, rak adlı ince traşlı ceylan derisi ile<br />
yapılmıştır.<br />
Cildin kısımları: “Üst kapak” (sağ baş), kitabın ön yüzünü<br />
örter. “Alt kapak” (sol baş), kitabın arka yüzünü örter. “Sırt”<br />
(dip), kitabın dikiş kısmını örter. “Miklep”, alt kapağın uzun<br />
kenarının serbest kalan kısmına takılır; ucu sivridir, üst kapağın<br />
altına girer, sertabı kapalı tutar. “Sertab”, mıklebin<br />
alt kapağa bağlandığı kısımdır, mıklebin hareketini sağlar.<br />
Sertabın her iki tarafında kalan kısma “dudak”, sırt ile ön ve<br />
arka kapak arasındaki boşluklara “mukat payı” denir. Kenar<br />
dikişinin kalıcı olması, sformların bütün teşkil etmesi yani<br />
sayfaların muntazam bir şekilde durması için yapılan örgü<br />
bağın adı “şiraze”dir. “Cild- bend” ise cildi yıpranmaktan<br />
koruyan kılıftır. Geleneğe bağlı Türk cildlerinde sırt düz ve<br />
bezemesizdir. Kitap adı çoğunlukla etek kısmında, bazan da<br />
sertabdaki bezemeler arasında yazılıdır. Cildin iç yüzündeki<br />
bezemeler çoğunlukla ebru veya kaat’ı tekniği ile yapılır.<br />
Cildin dış yüzeyindeki bezemeler kapak boyunca diktörtgen<br />
bir çerçeve olarak “cetvel”lenir. Daha kalın işlemesine “zencirek”<br />
denir. İçte ikinci bir bordür görülür. Ortadaki göbek<br />
motifinin adı “şemse”, köşelerdeki küçük motiflerin adı ise,<br />
“köşe çiçeği” veya “köşebend”dir (Taviloğlu 1985: 477; Cunbur<br />
1992b: 452- 453).<br />
İslâmiyet’te büyük değer atfedilen hat sanatının en belirgin<br />
ürünü olan el yazması kitaplarda anlatılan olayları tasvir<br />
etmek, açıklamak, metne görsellik eklemek üzere ince<br />
çizimlerle yapılan resimlere minyatür adı verilmiştir. Batı<br />
dillerinde küçük boyutlara sahip bir nesneyi belirtirken, zamanla<br />
Türk resim sanatının adı olmuştur. Minyatür denilen<br />
kitap resmi karşılığında “nakış”, “tasvir”; bu resmi ortaya<br />
koyan sanatçı karşılığında “nakkaş”, “musavvar” sözcükleri<br />
kullanılmıştır.<br />
Türk- İslâm minyatür sanatı, iki ana kaynaktan beslenerek<br />
gelişmiştir: Bunlardan ilki, İslâm’ın formasyon devrinde temasa<br />
geçtiği Emevî ve Abbasî etkisidir. Bu iki kaynak, içinde<br />
bir yandan Part, Sasanî ve Mezopotamya; diğer yandan Hellenistik,<br />
Roma ve Suriye ile Anadolu’dan Kuzey Afrika’ya kadar<br />
olan geniş coğrafyanın kültürel birikimini taşır. Türk- İslam<br />
minyatür sanatını besleyen ikinci kaynak, İslam’a Emevî<br />
devrinden itibaren katılıp Abbasî devrinde artarak değişen<br />
closed. The ‘’sertab’’ is the part where the microcontroller<br />
is connected to the lower cover provides the movement of<br />
the “miklep”.<br />
The part that is left on both sides of ‘’sertab (book-flap)’’ is<br />
called as “dudak (leaf)” in turkish and the spaces between<br />
the back and front and dorsal side of the cover are called<br />
“mukat payı (space between flap and cover)” in turkish. The<br />
permanent stitching of the edge part is the whole formation<br />
of the sforms; that is to say, the name of the braid that is<br />
made to keep the pages in order. “Cild-bend” is a sheath<br />
that protects the cover from wearing and tearing. The back<br />
of the covers in Turkey, which is attached to the tradition,<br />
is plain and unadorned. The name of the book is mostly<br />
written on the bottom and sometimes written among the<br />
decorations of book-flap. The ornaments on the inner surface<br />
of the cover are mostly made of marbling or the art of<br />
Kaat’ı technique. The decorations on the outer surface of<br />
the cover are in a “form” as a rectangular frame along the<br />
cover. The thicker process is called as “zencirek” (thick lines<br />
in the cover) in turkish. A second border appears there. The<br />
middle motif is called as “şemse” (decorative figure of the<br />
sun) and the small motifs in the corners are called as“köşe<br />
çiçeği” veya “köşebend” (angle bracket) (Taviloğlu 1985:<br />
477; Cunbur 1992b: 452- 453).<br />
Drawings, which are made with fine drawings to describe,<br />
explain and addvisuality to the text in the handwritten<br />
books, the most prominent products of calligraphy highly<br />
valued in Islam, are namedas miniature. While expressing<br />
an object with small dimensions in western languages, it<br />
gradually became the name of Turkish art of painting.In<br />
Turkey, the art of miniature painting used to be called ‘nakış’<br />
or ‘tasvir,’ with the former being more commonly employed.<br />
The artist was known as a ‘nakkaş’ or ‘musavvar.<br />
The Turkish-Islamic miniature art has been developed by<br />
feeding from two main sources: the first one is the efects<br />
of the Umayyad and Abbasid, in which Islam was through<br />
the formation period.On the one hand, these two sources<br />
carrythe cultural accumulation of the Pars, Sasanî and<br />
Mesopotamia; on the other hand, they carry the cultural<br />
accumulation of Hellenistic, Roman and Syrian as well as<br />
wide geography from Anatolia to North Africa. The second<br />
source that feeds the Turkish-Islamic miniature art is the<br />
accumulation of culture in Islam which has been increasing<br />
since the Umayyad period and has continued in the Abbasid<br />
period. This accumulation ensures the enrichment of Turkish-Islamic<br />
miniature by carrying the effects of the Uighur<br />
and the Central Asian region cultureon the axis of Turkish<br />
and Manichaeism as well as the effects of the Far East full of<br />
Indian and Chinese culture (İnal 1995: 1- 2).<br />
Common Heritage Fine Arts in Turkish People<br />
489<br />
Türkler’de Güzel Sanatlar
Common Heritage<br />
490<br />
Ortak Miras<br />
yoğunlukta süren kültür birikimidir. Bu birikim bir yandan<br />
Türk ve Mani ekseninde Uygur kültürü ile Orta Asya sahasının<br />
etkilerini; diğer yandan Hint ve Çin birikimi ile dolu Uzak<br />
Doğu etkilerini taşıyarak Türk- İslâm minyatürünün zenginleşmesini<br />
sağlamıştır (İnal 1995: 1- 2).<br />
Minyatürde görülen nesneler perspektif taşımaz ve derinlik<br />
duygusu uyandırmaz. Sahneler gölgeden yoksundur. Kişilerin<br />
bireysel yüz ifadelerine yer verilmez. Tasvir yasağı saç,<br />
sakal, baş örtüsü, sarık gibi ayırıcı unsurları öne çıkararak<br />
her minyatürde aynı kadın ve aynı erkek suratlarına yer vermektedir.<br />
Sahnelerde önemli figürler ya dikkat çekici giysi<br />
detayları, ya da diğer figürlerden daha büyük boyutta çizilerek<br />
sembolik anlatımla vurgulanmaktadır.<br />
Uygur Türkleri’nin Hoço’daki kitap resimlerinde görülen yuvarlak<br />
yüzlü, hafif çekik gözlü insan figürü yaklaşımı, sonraki<br />
yüzyıllarda duvar resimlerine de yansımış ve Selçuklu<br />
figürlerinde de görülmüştür. Anadolu Selçuklu döneminde<br />
beş önemli el yazması öne çıkmaktadır: 1. Dioskorides’in De<br />
Materia Medica adlı kitabının Kitab- ül Haşaiş adlı Türkçe<br />
çevirisi; 2. El Cezerî’nin teknik buluşları içeren El- Câmi<br />
Beyne’l- ilm ve’l- Ameli’n- nâfi’fi Sina’ati’l Hiyal adlı eseri;<br />
3. Sûfî’nin astroloji ile ilgili Suver ül Kevâkib is- Sâbite adlı<br />
eserinin 1135 tarihli nüshası; 4. Muhammed bin Abdülmümin<br />
tarafından resimlenen Varka ve Gülşah nüshası; 5. Nasreddin<br />
Sivâsî’nin Astroloji ve Kehanet Kitabı.<br />
Türk minyatür sanatı, özellikle tıp ve astroloji üzerine yazılmış<br />
kitapların resimlendiği Selçuklu döneminden sonra,<br />
klasik Osmanlı minyatürüne hazırlık aşamasına geçmiştir.<br />
Bu sırada, Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki bir albüm içinde üslûp<br />
birliği taşıyan, çok sayıda renkli ve karakalem bir grup<br />
minyatürün altına lakap olarak Mehmed Siyah Kalem imzası<br />
atılmıştır. XV. yüzyıla tarihlenen ve kesinlikle Türk karakter<br />
taşıyan bu minyatürlerin grup halinde bir arada oluşu, bu<br />
kişinin, tanınan ve beğenilen bir ressam olduğuna işaret<br />
etmektedir. Bunlar, Orta Asya Türk resim sanatının karakteristik<br />
özelliklerini sergileyen gerçekçi tasvirler olması bakımından,<br />
son derece kayda değerdir.<br />
Osmanlı Sarayı’nda nakkaşhâne kurulması, Fatih Sultan<br />
Mehmet döneminde gerçekleşmiştir. Bu adımla birlikte, el<br />
yazmalarının çoğaltılması ve resimlenmesi faaliyetinin artışı,<br />
Türk minyatür sanatının, bünyesindeki tüm Batı ve Doğu<br />
etkilerini sindiren eklektik tavrı ile kendi kimliğini, kemikleşmiş<br />
geleneksel, özgün yapısını kazanacağı klasik dönemin<br />
de kapısı aralanmıştır.<br />
Osmanlı minyatür geleneği, Kanunî Sultan Süleyman zamanında<br />
en parlak ve en verimli dönemini yaşamıştır. Türk<br />
minyatüründeki Türkmen, Tebriz, Şiraz Kazvin, Herat etkileri<br />
toprakların Batı’ya ve Doğu’ya iyice genişlemesiyle daha da<br />
The objects seen in miniature do not have perspective and<br />
do not create a sense of depth. Scenes do not have the<br />
shadows. Individual face expressions of people are not included.<br />
It depicts the same female and same male faces<br />
in every miniature by highlighting the separating elements<br />
such as hair, beard, head cover, turban. Important figures<br />
in the scenes are highlighted with symbolic expression by<br />
being drawn either attention grabbing garment details or<br />
other figures in a larger size.<br />
The round-faced, slanting-eyed human figure approach<br />
seen in Uighur Turks’ book paintings in Hoço also reflected<br />
to the wall paintings in the following centuries and was<br />
also seen in the Seljuks’ figures. During the Anatolian Seljuk<br />
period, five important manuscripts came to the forefront:<br />
the first one is the turkish translation called as Diaskorides’<br />
De Materia Medica called as Kitab- ül Haşaiş in turkish; the<br />
second one is a work named as El- Câmi Beyne’l- ilm ve’l-<br />
Ameli’n- nâfi’fi Sina’ati’l Hiyal containing the technical inventions<br />
of El Cezeri; the third one is a copyof Sufi dated 1135<br />
about astrology and named as Suver ül Kevâkib is- Sâbite;<br />
the fourth one is the copy of Varka and Gülşahillustrated by<br />
Muhammad bin Abdülmümin; the fifth one is the Astrology<br />
and Prophecy Book of Nasreddin Sivâsî.<br />
After the Seljuk period, in which the books written on medicine<br />
and astrology were depicted, the Turkish miniature art<br />
was passed to the preparatory stage of classical Ottoman<br />
miniature. At the same time, Mehmet Siyah Kalem’s signature<br />
was laid as a nickname under a group of colorful and<br />
charcoal miniatures bearing a stylistic association in an<br />
album in the Topkapı Palace Museum. The combination of<br />
these miniature paintings dated to the 15th centuries and<br />
bearing absolutely Turkish characters indicate that this person<br />
is a well-known and an admirablepainter. These are extremely<br />
lucrative in that they are realistic depictions of the<br />
characteristics of Central Asian Turkish painting art.<br />
The establishment of nakkaşhane(painting studio) in the<br />
Ottoman Palace was realized during the reign of Sultan<br />
Mehmet the Conqueror. Along with this step, it results in the<br />
increase in the reproduction and illustration of the manuscripts,<br />
the increase of the activity of Turkish miniature art,<br />
the eclectic attitude absorbed all Western and Eastern influences<br />
in the world and the classical era in which it acquired<br />
its own identity.<br />
Ottoman miniature tradition has lived its the most brilliant<br />
and most productive period during the reign of Sultan Süleyman<br />
the Magnificent. The effects of theTurkmen, Tebriz,<br />
Shiraz Kazvin and Herat in the Turkish miniature reached to<br />
the richer style and began to turn into classical Turkish attitude<br />
as a result of the expanding of its territories towards
Türkler’de Güzel Sanatlar<br />
Common Heritage Fine Arts in Turkish People<br />
491
Common Heritage<br />
492<br />
Ortak Miras<br />
zenginliğe ulaşmış ve bu zenginlik klasik Türk tavrına dönüşmeye<br />
başlamıştır. Bu dönemde kompozisyonda stilize<br />
doğa tasvirleri, hareketli resim anlayışına yaklaşma dahası,<br />
sonraki Osmanlı minyatürlerinin öncelikli konusu olacak<br />
tarihî olaylar, klasik dönemin kimlik özelliklerinden bazıları<br />
haline gelmiştir. Böylece Doğu minyatür geleneğinde görülen<br />
edebî ve hayalî dünyanın sınırlayıcı ortamından çıkılarak<br />
daha güncel ve daha gerçekçi bir üslûp benimsenmiştir. Bu<br />
dönemin, Osmanlı’da tarihî gelişmeleri konu alan, kuşbakışı<br />
figürsüz manzaralar ve topografik canlandırmalarıyla<br />
en önemli ismi Matrakçı Nasuh’dur. Bu arada XVI. yüzyılda<br />
minyatür faaliyeti Özbek sahasında da canlı bir şekilde<br />
ilerlemekteydi ve Buhara’da Muhammed Şadi’nin Fetihnâme’si;<br />
Hatifî’nin Hüsrev ve Şîrîn’i; Muhammed Sâlih’in<br />
Şaybânînâme’si resimlenmişti. Buhara minyatürlerinde de<br />
aynı dönem, süslemeden uzaklaşarak sadeleşmeye başlayan,<br />
koyu renklerin siyah konturlarla bir arada kullanıldığı<br />
iri insan figürlerinin yalın kompozisyonlarla bütünleştiği bir<br />
eğilim görülmektedir. Klasik etkilerin dorukta olduğu II. Selim<br />
ve III. Murad dönemlerinde, yenilikçi, özgün tarz, iyice<br />
yerleşmiştir. Bu dönemde portre tarzında çizimler yapan Nigârî,<br />
Nakkaş Osman öne çıkan isimlerdir. XVII. yüzyılda tarihî<br />
konular sürmekle birlikte azalmıştır, albümler, portre resimleri<br />
revaçtadır. Ardından XVIII. yüzyılda Lâle Devri, sağlam,<br />
büyük ve derinlik duygusu taşıyan kompozisyonlarıyla Levnî’nin<br />
çağıdır. Levnî’den sonra gelen Abdullah Buhârî Türk<br />
minyatürünün son sanatçısı olmuş, diğer sanat dallarında<br />
olduğu gibi matbaanın kullanılmaya başlaması ve Batılı sanat<br />
akımlarının farklı çizgisi Türk minyatürünün sona ermesine<br />
yol açmıştır (Renda 1985: 459- 462; İnal 1995: 111- 171;<br />
Tanındı 1996: 25- 62).<br />
Dünya tarihinin en karanlık çağlarından beri var olan, Orta<br />
Asya’dan Balkanlar’a, Sibirya’dan Kuzey Afrika’ya kadar uçsuz<br />
bucaksız coğrafyalarda hüküm süren; “millet” olma, birlik<br />
olma duygusunu daima kalbinde taşıyan Türkler, hayatın<br />
her alanında iyiyi, güzeli, faydalıyı arayan ve hayata geçiren<br />
üstün bir millet olmuştur. Yaşadığı her yerde, her durumda<br />
hem tabiat varlıkları, hem de kendisinden önceki yerleşik<br />
kültür ile aktif iletişim halinde olmuş; güzel sanat ürünleri<br />
yaratımında etkilemiş, etkilenmiş; kendi geleneksel dünya<br />
görüşü, kendi duyuş ve düşünüşü ekseninde en faydalı olana<br />
ulaşmış ve onu en zarif hale getirmeyi; kendi tarzını yaratmayı<br />
başarmıştır. Türk <strong>ortak</strong> kültür mirası coğrafyasında,<br />
türlü türlü ahşap işleme sanatlarında, demir, bakır, gümüş<br />
ve altın madenlerini işleme sanatlarında, tespihçilikte, keçecilikte,<br />
yazmacılıkta, cam altı resimciliğinde, her türlü dokumacılıkta<br />
ve hayata fayda, kolaylık, güzellik sunan bütün<br />
diğer sanat etkinliklerinde meslekî bilgi, erdemli insan olma<br />
özellikleri kişiye usta- çırak ilişkisi içinde kazandırılmıştır.<br />
Ataya, kültüre, geçmişe hürmet duygusu, günümüz insanını,<br />
ustalardan öğrenme, geçmişine ve kimliğine sahip çıkthe<br />
West and East. In this period, the depictions of nature<br />
stylized in composition, approaching the understanding of<br />
moving picture and the historical events that will be the priority<br />
of the subsequent Ottoman miniatures became some<br />
of the identity features of the classical period.Thus, a more<br />
up-to-date and more realistic style has been adopted by<br />
deriving from the restrictive environment of the literary and<br />
imaginary world seen in the Eastern miniature tradition.<br />
Matrakçı Nasuh is the most important name in this period<br />
with his historical views on Ottoman history, bird’s eye view<br />
landscape without figures and topographical portraits. By<br />
the way, the miniature activity was moving alive in the Uzbek<br />
in the 16th century and Muhammed Şadi’s Fetihnâme<br />
(victory letter) in Buhara, thw work of Hüsrev and Şîrîn of<br />
Hatifi and Muhammed Sâlih’s Şaybânînâme were portrayed.<br />
A tendency is observed in the Buhara miniatures, in which<br />
the large human figures is used in the same period, is started<br />
to simplify away from ornamentation, that dark colors<br />
together with black contours are used in and are integrated<br />
with simple compositions. Classical effects are at the peak<br />
during the periods of II. Selim and III. Murad and the innovative<br />
and original style was seen. In this period, Nigârî and<br />
Painter Osman who made portraiture drawings are prominent<br />
names. In the 17th century, historical subjects decreased<br />
even if they tried to be continued, but albums and<br />
portraits were the most popular.Then, in the 18th century,<br />
the Tulip Revolution is the epic of Levni with his strong, large<br />
and deeply sensuous compositions. Then, Abdullah Bukhari,<br />
who came after Levni, became the last artist of the Turkish<br />
miniature andthe different style of Western art movementsled<br />
to the end of the Turkish miniatureas it was in other art<br />
branches after the press press was invented (Renda 1985:<br />
459- 462; İnal 1995: 111- 171; Tanındı 1996: 25- 62).<br />
Since the darkest days of the history of the world, the Turks<br />
who have been dominated to the immense geographies,<br />
from Central Asia to the Balkans, from Siberia to North Africa<br />
andare always carrying the feelings of unity in their<br />
heart, become a superior nation that has looked for and put<br />
into practice good, beautiful and useful things in every area<br />
of life. They have been in active communication with both<br />
natural beings and pre-established culture in every case<br />
in every place where they live; the works of arts effected<br />
the creation; so it has reached its most beneficial axis of its<br />
own traditional worldview, feelings and thoughts. So, it has<br />
achieved to be the most elegant and begun to create his<br />
own style.<br />
Craft knowledge and the features about being a virtuous<br />
person are gained to the people in master-apprentice relationship<br />
all kind of art activities such as weaving, timber<br />
work, processing mines such as iron, copper, silver and gold,
ma bilinciyle geleneksel sanatlarımızın korunması yolunda<br />
umut vermektedir.<br />
Kaynakça:<br />
• ASLANAPA, Oktay (1992) “Kültür ve Sanat” Türk Dünyası El Kitabı, C.II Dil-<br />
Kültür- San’at. Sayfa: 293- 440. Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü<br />
Yayınları.<br />
• BAYRAMOĞLU, Fuat (1996) Türk Cam Sanatı ve Beykoz İşleri. Ankara:<br />
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.<br />
• CUNBUR, Müjgan (1992a) “Türkler’de Tezhib Sanatı” Türk Dünyası El Kitabı,<br />
C.II Dil- Kültür- San’at. Sayfa: 441- 451<br />
• CUNBUR, Müjgan (1992b) “Türkler’de Cild Sanatı” Türk Dünyası El Kitabı,<br />
C.II Dil- Kültür- San’at. Sayfa: 452 463. Ankara: Türk Kültürünü Araştırma<br />
Enstitüsü Yayınları.<br />
• ÇAY, M. Abdulhalûk (1983) Anadolu’da Türk Damgası Koç Heykel- Mezar<br />
Taşları ve Türkler’de Koç- Koyun Meselesi. Ankara: Türk Kültürünü Araştırma<br />
Enstitüsü.<br />
• ÇOBANOĞLU, Özkul (2000) “Geleneksel Dünya Görüşü Veya Halk<br />
Felsefesinin Halkbilimi Çalışmaları Üzerindeki Yeri ve Önemi Üzerine<br />
Tespitler” Millî Folklor. Sayı 45, Sayfa: 12- 14.<br />
• DERMAN, Çiçek (1985) “Tezhib Sanatının Bugünkü Meseleleri” Türkiye’de<br />
Sanatın Bugünü ve Yarını. Sayfa: 407- 410. Ankara: HÜ. Güzel Sanatlar<br />
Fakültesi Yayınları.<br />
• DİYARBEKİRLİ, Nejat (1972) Hun Sanatı. İstanbul: Millî Eğitim Bakanlığı<br />
Kültür Yayınları.<br />
• ESİN, Emel (2003) Türkler’de Maddî Kültürün Oluşumu. İstanbul: Kabalcı<br />
Yayınevi.<br />
• İNAL, Güner (1995) Türk Minyatür Sanatı (Başlangıcından Osmanlılar’a<br />
Kadar). Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayını.<br />
• KAFESOĞLU, İbrahim (1987) Türk Bozkır Kültürü. Ankara: Türk Kültürünü<br />
Araştırma Enstitüsü.<br />
• KUŞOĞLU, Mehmet Zeki (1994) Dünkü Sanatımız- Kültürümüz. İstanbul:<br />
Ötüken Neşriyat.<br />
• ÖNEY, Gönül (1992) Anadolu Selçuklu Mimari Süslemesi ve El Sanatları.<br />
Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.<br />
• ÖNEY, Gönül (2007) Beylikler Devri Sanatı XIV.- XV. Yüzyıl. Ankara: Türk<br />
Tarih Kurumu Yayınları.<br />
• ÖZDEMİR, Nurdane (1997) Anadolu Halk Kültüründe Resim, Heykel ve<br />
Müziğin Yeri. Önemi. Ankara: Nurol Matbaacılık.<br />
• RENDA, Günsel (1985) “Kitap Sanatının Etkin Bir Türü- Minyatür” Türkiye’de<br />
Sanatın Bugünü ve Yarını. Sayfa: 459- 465. Ankara: HÜ. Güzel Sanatlar<br />
Fakültesi Yayınları.<br />
• ROUX, Jean- Paul (2001) Orta Asya Tarih ve Uygarlık. İstanbul: Kabalcı<br />
Yayınevi.<br />
• TANINDI, Zeren (1996) Türk Minyatür Sanatı. Ankara: İş Bankası Kültür<br />
Yayınları.<br />
• TAVİLOĞLU, Nur (1985) “Geleneksel Sanatlarımızın Önemli Bir Kolu Olan<br />
Cildcilik ve Bugünkü Durumu” Türkiye’de Sanatın Bugünü ve Yarını. Sayfa:<br />
477- 480. Ankara: HÜ. Güzel Sanatlar Fakültesi Yayınları.<br />
• YILMAZ, Şirin (1994) Beypazarı’nda Maden Sanatı. (HÜ. Yayımlanmamış<br />
Yüksek Lisans Tezi). Ankara.<br />
making beads, felt works, manuscript and glass workings in<br />
Turkish traditional culture heritage geography. It gives hope<br />
to the preservation of our traditional arts with the consciousness<br />
of filial piety,the respect to the culture and past,<br />
leraning the people of today from their masters, protecting<br />
the past and the identity.<br />
References:<br />
• ASLANAPA, Oktay (1992) “Kültür ve Sanat” Türk Dünyası El Kitabı, V.II Dil-<br />
Kültür- San’at.p: 293- 440. Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü<br />
Yayınları.<br />
• BAYRAMOĞLU, Fuat (1996) Türk Cam Sanatı ve Beykoz İşleri. Ankara:<br />
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.<br />
• CUNBUR, Müjgan (1992a) “Türkler’de Tezhib Sanatı” Türk Dünyası El Kitabı,<br />
V.II Dil- Kültür- San’at.p: 441- 451<br />
• CUNBUR, Müjgan (1992b) “Türkler’de Cild Sanatı” Türk Dünyası El Kitabı,<br />
V.II Dil- Kültür- San’at.p: 452 463. Ankara: Türk Kültürünü Araştırma<br />
Enstitüsü Yayınları.<br />
• ÇAY, M. Abdulhalûk (1983) Anadolu’da Türk Damgası Koç Heykel- Mezar<br />
Taşları ve Türkler’de Koç- Koyun Meselesi. Ankara: Türk Kültürünü Araştırma<br />
Enstitüsü.<br />
• ÇOBANOĞLU, Özkul (2000) “Geleneksel Dünya Görüşü Veya Halk<br />
Felsefesinin Halkbilimi Çalışmaları Üzerindeki Yeri ve Önemi Üzerine<br />
Tespitler” Millî Folklor. Number 45, Sayfa: 12- 14.<br />
• DERMAN, Çiçek (1985) “Tezhib Sanatının Bugünkü Meseleleri” Türkiye’de<br />
SanatınBugünü ve Yarını.p: 407- 410. Ankara: HÜ. Güzel Sanatlar Fakültesi<br />
Yayınları.<br />
• DİYARBEKİRLİ, Nejat (1972) Hun Sanatı. İstanbul: Millî Eğitim Bakanlığı<br />
Kültür Yayınları.<br />
• ESİN, Emel (2003) Türkler’de Maddî Kültürün Oluşumu. İstanbul: Kabalcı<br />
Yayınevi.<br />
• İNAL, Güner (1995) Türk Minyatür Sanatı (Başlangıcından Osmanlılar’a<br />
Kadar). Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayını.<br />
• KAFESOĞLU, İbrahim (1987) Türk Bozkır Kültürü. Ankara: Türk Kültürünü<br />
Araştırma Enstitüsü.<br />
• KUŞOĞLU, Mehmet Zeki (1994) Dünkü Sanatımız- Kültürümüz. İstanbul:<br />
Ötüken Neşriyat.<br />
• ÖNEY, Gönül (1992) Anadolu Selçuklu Mimari Süslemesi ve El Sanatları.<br />
Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.<br />
• ÖNEY, Gönül (2007) Beylikler Devri Sanatı XIV.- XV. Yüzyıl. Ankara: Türk<br />
Tarih Kurumu Yayınları.<br />
• ÖZDEMİR, Nurdane (1997) Anadolu Halk Kültüründe Resim, Heykel ve<br />
Müziğin Yeri. Önemi. Ankara: Nurol Matbaacılık.<br />
• RENDA, Günsel (1985) “Kitap Sanatının Etkin Bir Türü- Minyatür” Türkiye’de<br />
SanatınBugünü ve Yarını. Sayfa: 459- 465. Ankara: HÜ. Güzel Sanatlar<br />
Fakültesi Yayınları.<br />
• ROUX, Jean- Paul (2001) Orta Asya Tarih ve Uygarlık. İstanbul: Kabalcı<br />
Yayınevi.<br />
• TANINDI, Zeren (1996) Türk Minyatür Sanatı. Ankara: İş Bankası Kültür<br />
Yayınları.<br />
• TAVİLOĞLU, Nur (1985) “Geleneksel Sanatlarımızın Önemli Bir Kolu Olan<br />
Cildcilik ve Bugünkü Durumu” Türkiye’de SanatınBugünü ve Yarını.p: 477-<br />
480. Ankara: HÜ. Güzel Sanatlar Fakültesi Yayınları.<br />
• YILMAZ, Şirin (1994) Beypazarı’nda Maden Sanatı. (HÜ. Yayımlanmamış<br />
Yüksek Lisans Tezi). Ankara.<br />
Common Heritage Fine Arts in Turkish People<br />
493<br />
Türkler’de Güzel Sanatlar
Yrd. Doç. Dr. Zehra KADERLİ<br />
Bilge Yapım<br />
Kültürel miras deneyimleri, zamanları, mekanları,<br />
nesilleri ve toplumları bir süreklilik içinde birbirine<br />
bağlayan bir köprü işlevi görür...<br />
This common cultural heritage serves as a bridge connecting experiences,<br />
times, places, generations and societies.
Bilinen evren sürekli bir düzensizliğe gitme eğilimi gösterirken, insanoğlu varolduğu<br />
günden itibaren kendisini, çevresini, doğayı ve bütün olarak bu evreni anlama ve ona<br />
anlam içeren örüntüler çerçevesinde düzen atfetme çabası içinde olmuştur. Böylece<br />
insanlar, içinde doğdukları kaosu (düzensizliği), çevrelerindeki sosyo-kültürel şartlanmanın<br />
mantık düzlemi içinde bir neden-sonuç ilişkisine dayalı açıklamalarla anlamlı<br />
kılarak kozmosa, yani düzenliliği ifade eden kainata dönüştürürüler (Çobanoğlu 2013:<br />
13). İnsani varoluşun temel bir boyutu olarak bu, evrenin, dünyanın ve yaşamın anlamlı<br />
kılınarak bilişsel, duygusal, duyumsal ve davranışsal olarak yaratıcı bir biçimde insanileştirilmesidir.<br />
Bütün olarak bu yaratıcı ve anlamlı süreç insanlığın <strong>ortak</strong> kültürel mirasını<br />
oluşturmuştur. Bu <strong>ortak</strong> kültürel miras deneyimleri, zamanları, mekanları, nesilleri ve<br />
toplumları bir süreklilik içinde birbirine bağlayan bir köprü işlevi görür. Bu köprünün temel<br />
yapıtaşlarını oluşturan ise geleneklerdir. Gelenekler insani deneyimlerin ve kültürel<br />
unsurların çeşitli bağlamsal koşullara göre iletişimsel süreçler içinde <strong>ortak</strong> anlam,<br />
biçim, icra ve işlev kalıplaşmaları çerçevesinde dışavurulmasını sağlayan en önemli<br />
mekanizmalardır.<br />
23<br />
Sözlü kültür ve gelenek<br />
Oral Culture and Tradition<br />
While the common universe has a tendency to be in a constant irregularity, mankind<br />
has been struggling to perceive itself, its environment, nature and this universe as a<br />
whole and to attribute order in the frame of its meaning since the day when it existed.<br />
Thus; people are able to transform the chaos (disorder) that they are born into the<br />
cosmos, in other words, universe expressing regularity by making it meaningful with the<br />
explanations based on cause and effect relationship in the framework of socio-cultural<br />
conditioning in their surroundings(Çobanoğlu 2013: 13). As a fundamental dimension<br />
of human existence, it is humanized the universe creatively as cognitive, emotional,<br />
sensual and behavioral by making the world and life meaningful. All in all, this creative<br />
and meaningful process has created the common cultural heritage of mankind. This<br />
common cultural heritage serves as a bridge connecting experiences, times, places,<br />
generations and societies. Tradition is the basic building blocks of this bridge. Traditions<br />
are the most important mechanisms that enable human experiences and cultural elements<br />
to be expressed within communicative processes in terms of common meanings,<br />
forms, enforcement and functioning according to various contextual conditions.
Common Heritage<br />
496<br />
Ortak Miras<br />
İnsanlığın kültür tarihi bu tarihsel sürecin yönünü belirleyen<br />
dönüm noktaları esas alındığında, icad edilen ve kullanılan<br />
iletişim araçlarına göre, sözlü, yazılı ve elektronik olarak<br />
üç temel evreye sahiptir (Ong 2007). Diğer tüm icadlardan<br />
farklı olarak iletişim araçlarının bu öncül belirleyiciliği<br />
onlarınduygu, düşünce ve deneyimleri aktarma aracı olmalarının<br />
yanında insanın görme, algılama, tanımlama ve<br />
anlamlandırma süreçleri üzerinde biçimlendirici bir etkiye<br />
sahip olmalarından kaynaklanır. Tarihsel süreç içinde insanoğlu<br />
pek çok iletişim aracı kullanmış olmasına rağmen insani<br />
varoluşun ilk ve en eski iletişim mekanizması sözü, sesi<br />
ve bedeni içine alan sözlü iletişim olmuştur. Sözlü iletişimin<br />
kollektif, yüzyüze etkileşime ve belleğe dayalı, kısa, şiirsel,<br />
bedensel ve ritmik doğası kültürel yaratıcılığı etkileyip<br />
biçimlendirerek sözlü geleneklerin ortaya çıkmasını<br />
sağlamıştır.<br />
Bu bağlamda, sözlü gelenekler ve bu geleneklerin ürünü<br />
olarak halk edebiyatı verimleri, tarihsel süreç içinde bir<br />
halkın mevcut ve zamanla değişen doğal ve sosyo-kültürel<br />
şartlara bağlı olarak dünyayı ve çevresini görme, anlama ve<br />
anlamlandırma biçimleri, yaşadığı deneyimleri dışavurma,<br />
saklama ve gelecek nesillere aktarma şekli ve aracı olarak<br />
edebi ve sanatsal yaratıcılığın ötesinde bilgiler taşıyan ve<br />
işlevler gören hazinelerdir.<br />
Milletlerin milli kimliklerini oluşturan <strong>ortak</strong> kabuller, geniş<br />
ölçüde sözlü kültür içinde teşekkül eder. Bir milletin hayatında<br />
her <strong>ortak</strong> kabul, kendini yaşatan gelenekler yaratır<br />
Based on the turning points that determine the direction<br />
of this historical process, human cultural history has three<br />
basic stages of oral, written and electronic according to the<br />
means of communication invented and used (Ong 2007).<br />
Unlike all other inventions, this predeterminacy of communication<br />
means is due to the fact that people have a formative<br />
influence on the processes of seeing, perceiving, describing<br />
and meaning, as well as being a means to convey<br />
thoughts, thoughts and experiences. Although human beings<br />
have used many means of communication in the historical<br />
process, the first and earliest communication mechanism<br />
of human existence has been verbal communication<br />
that includes vocabulary, voice and body. It has enabled<br />
verbal communication to manifest oral traditions by influencing<br />
and shaping the short, poetic, bodily and rhythmic<br />
nature of cultural creativity based on collective and face to<br />
face interaction as well as memory.<br />
In this context, verbal traditions and folk literature efficiency<br />
as a product of these traditions are treasures that contain<br />
informations and have functions beyond the literary<br />
and artistic creativity as the way and form of seeing, understanding<br />
and making sense of the world and its surroundings<br />
depending on a people’s existing and changing natural<br />
and socio-cultural conditions in the course of history as<br />
well as expressing, keeping and handing down the experiences<br />
they gained to the next generations.<br />
The common assumptions that constitute the national
ve bu gelenekler milli kimliği paylaşan fertler tarafından ihtiva<br />
ettikleri özellikler bütünüyle bilinmese bile, istinad ettikleri<br />
temel özellikler itibariyle müştereken bilinirler. Bu durum,<br />
fertlerin birtakım olaylar karşısında, birbirlerini ferden<br />
tanımasalar bile <strong>ortak</strong> tavır takınmalarını sağlar (Yıldırım<br />
1998: 38). Bu yönüyle sözlü gelenekler Türk Dünyası adını<br />
verdiğimiz ve Orta Asya’dan Balkanlara uzanan vebirbirini<br />
tanımasa bile Türk insanını <strong>ortak</strong> dünya görüşü, duyuş,<br />
davranış ve ifade ediş biçimleri etrafında bir süreklilik içinde<br />
birleştiren Türk kültürünün temel bileşenleridir.<br />
Bu bağlamda, Türk Dünyası <strong>ortak</strong> sözlü geleneğinin ve<br />
halk edebiyatının en önemli ürünlerinden biri şüphesiz<br />
ninnilerdir. Ninniler çocukların doğdukları andan itibaren<br />
çevresindeki yaşantı ve kültürün ritmini onlara duyuran<br />
ilk ve en önemli kültürlenme araçlarıdır. Daha çok çocukların<br />
uyuması için ezgi eşliğinde manzum ve mensur olarak<br />
söylenen ninnilerden (Elçin 2005: 271) söz eden ilk kaynak<br />
olan Kaşgarlı Mahmud’un Divân-ı Lûgati’t-Türk’ünde “balu<br />
balu” adı verilen ninniye diğer Türk bölgelerinde “laylay”,<br />
“leyley”, “elle””, “nene”, “beşik cırı” gibi isimler verilmektedir(Aça<br />
2007: 195; Yıldız 2003: 298).<br />
Ninniler Türk dilinin tüm sadeliğini ortaya koyan ve her<br />
biri kendine has özellikler taşıya taşıya aktarılan dil hazineleridir.<br />
Daha çok kadınlar tarafından yaratılan ve icra<br />
edilen ninnilerde pek çok konu oldukça duygusal bir tavırla<br />
dışavurulur. Annenin duygularını ve çocuğu ile ilgili beklenti<br />
ve temennilerini ezgili bir şekilde ifade ettiği ninniler, hem<br />
annenin hem çocuğun yaşantısında son derece olumlu<br />
işlevler görürler.<br />
Türk insanının gündelik yaşantısının pek çok ortam ve boyutunda<br />
karşımıza çıkan ürünlerden biri de mani’dir. Mani,<br />
müstakil bir nazım biçimi olmakla birlikte, zamanla pek çok<br />
ağıt, alkış, bilmece, destan, kargış, ninni ve yakarış da kendi<br />
tür özelliklerini yitirmeden mani biçiminde karşımıza çıkmaktadır<br />
(Akalın & Şimşek 2003: 251). Düğünlerde, kadın<br />
toplulukları arasında, iş ortamlarında ve bunun gibi pek çok<br />
bağlamda söylenen ve gelenksel biçimiyle “atılan” maniler<br />
hece vezninin 7 veya 8’li ölçüsüyle meydana getirilen dört<br />
mısraık manzumelerdir (Elçin 2005: 281). Maniler içinde<br />
icra edildikleri ortamın özelliklerine bağlı olarak farklı konularda<br />
dolaylı bir anlatım üslübuyla duygu ve düşüncelerin<br />
dışavurulmasını sağlarlar. Özellikle gençlerin ince bir söyleyiş<br />
içinde birbirlerine duygularını anlatmalarında maniler<br />
başlı başına toplumsal kabul görmüş iletişim araçlarıdır.<br />
Maniler aynı zamanda imece usulüyle iş yapılan ortamların<br />
vazgeçilmez iletişim ve eğlence araçlarıdır. Türk Dünyasının<br />
pek çok bölgesinde karşımıza çıkan manilere Azerbaycan<br />
Türkleri arasında “bayati”, Doğu Anadolu ve Kerkük Türkleri<br />
arasında ise “hoyrat” adı verilmektedir.<br />
identities of the nations are formed within a wide range of<br />
oral culture. Every common assumption creates traditions<br />
that live up themselves in a nation’s life and even if these<br />
traditions’ features embodied by the individuals who share<br />
the national identity, they are jointly known with their basic<br />
characteristics relied on. This situation allows individuals to<br />
take common attitudes in the face of certain events even<br />
if they do not recognize each other (Yildirim 1998: 38). In<br />
this respect, verbal traditions are the basic components of<br />
Turkish culture, which we call the Turkish World and which<br />
extend from Central Asia to the Balkans as well as being<br />
gathered around the common world view, feelings, behaviors<br />
and expressions of the Turkish people in consistent.<br />
In this context, one of the most important products of the<br />
Turkish World’s common oral tradition and folk literature<br />
is undoubtedly lullabies. Lullabies are the first and most<br />
important means of accultration that has informed them<br />
about the life and culture of their surroundings since their<br />
children are born. The lullaby that is called as “balu balu in<br />
the Divan-ı Lûgati’t-Türk of Kaşgarlı Mahmud, which is the<br />
earliest source of lullabies (Elçin 2005: 271) read melodiously<br />
as poetical and prosaic for sleeping the children, is<br />
also given names such as “laylay”, “leyley”, “elle”, “nene”,<br />
“beşik cırı” in other Turkish regions. (Aça 2007: 195; Yıldız<br />
2003: 298).<br />
Lullabies are the language treasures that reveal the entire<br />
pureness of the Turkish language and each of which is<br />
transferred with its own characteristics. In many lullabies,<br />
which are created and executed by especially women, many<br />
issues are expressed in a very emotional way. The lullabies<br />
that consist of the emotions, expectations and wishes of<br />
the mother about her children in a melodious way, have<br />
extremely positive functions in both the mother and the<br />
child’s life.<br />
Turkish poem is one of the products that are encountered<br />
in many environments and dimensions of the daily life of<br />
the Turkish people. In addition to being an independent<br />
form of verse, a good number of lament, applause, riddle,<br />
epic, imprecation, lullaby and prayer are in the form<br />
of turkish peom without losing its characteristics (Akalın &<br />
Şimşek 2003: 251). The turkish poems which are read in the<br />
weedings, among the women, in the business climate and<br />
in many other contexts, are tetrastich written with seven or<br />
eight feet per line of syllabic meter (Elçin 2005: 281). Depending<br />
on the characteristics of the environment in which<br />
they are performed, they provide emotions and expressions<br />
with an indirect expression in different subjects. Especially<br />
when young people express their emotions to one another<br />
in a subtle way, turkish poems are communally accepted as<br />
Oral Culture and Tradition<br />
497<br />
Sözlü Kültür ve Gelenek
Common Heritage<br />
498<br />
Ortak Miras<br />
Tarihsel süreç içinde Türk kültürünün <strong>ortak</strong> deneyim birikimini<br />
ve dünya görüşünü en konsantre biçimde muhafaza<br />
etmiş olan sözlü ürünler şüphesiz atasözleri ve deyimler<br />
olmuştur. Atasözleri, söz, ses ve beden yoluyla iletişim kuran<br />
sözlü kültür insanının yaşadığı deneyimlerini, kollektif yapıyı<br />
doğrudan ilgilendiren pragmatik bir algı doğrultusunda,<br />
bellekte kalıcı bir şekilde kısa, öz ve ritmik olarak kodladığı<br />
ürünlerdir. Bu bağlamda atasözleri, geçmişten günümüze<br />
Türk insanının içinde bulunduğu koşullarda hangi deneyimleri<br />
yaşadığı, bunları nasıl algıladığı ve bunlardan ne gibi<br />
sonuçlar çıkardığı ile ilgili eşsiz bilgiler sunarlar. Çobanoğlu’nun<br />
da belirttiği gibi, atasözleri toplumsal yaşantı içinde<br />
bireyin uyması beklenen genel kural ve düstur niteliğindedir.<br />
Sosyal değerleri taşıyıp aktararak atasözleri, bir yandan<br />
genç kuşakları, halkımızı düşünce ve söyleyiş gücüyle tarihimize,<br />
atalarımıza bağlarlar, diğer yandan da günün yeniliklerine<br />
ilgisiz kalacak olan dünkü kuşakları da gençliği<br />
anlamaya çağırır, dünün tecrübelerine yenilikler katmaya<br />
teşvik ederler. Böylelikle, ulusal hayatın ve milli kimliğin<br />
sürekliliğini temin ederler. Bu nedenle Türk kavimlerine ait<br />
atasözleri taşıdıkları mesajlar ve yönlendirdikleri davranış<br />
itibariyle Türk milletinin temel zihin yapısını gösteren birlik<br />
ve bütünlüğü ifade etmeleri bakımından sözlü edebiyat<br />
türleri içinde ayrı bir ehemmiyete sahiptir(Çobanoğlu 2004:<br />
1, 496).<br />
Muazzam bir medeniyet tarihi, binlerce yıllık dili olan Türk<br />
insanının atasözleri, dünyanın eskilik bakımından en kıdemli<br />
atasözleri arasındadır. 11. yüzyılda yazılmış Divân-ı Lûgati’t-Türk’te<br />
290 civarında atasözü vardır. Bunlardan bir<br />
kısmını aynen bugün de kullanıyoruz: “Dağ dağa kavuşmaz<br />
insan insana kavuşur”,“Aç ne yemez, tok ne demez” o günlerden<br />
kalan ve hala çok kullanılan atalar sözleridir.Bazı<br />
atasözlerimiz çok geniş coğrafyalarda olduğu gibi aynen<br />
kullanılır. “Bilenle bilmeyen bir olmaz”, dendiğinde Özbekistan’da<br />
da aynı şey, Makedonya’da da aynı şey anlaşılır. “At<br />
sahibini tanır”, dendiğinde Kırgızistan veya Kazakistan’da<br />
da Türkiye veya Bulgaristan’da da herkes ne söylenmek istendiğini<br />
kolaylıkla anlar.<br />
Şüphesiz Türk Dünyası kültür birliğinin ve zenginliğinin en<br />
önemli geleneği epik destan geleneğidir. Destanlar Türk<br />
milletinin tarih yapıcı bir kavim olarak en belirleyici milli<br />
özelliklerini ortaya koyan hazinelerdir. Türk destan geleneği<br />
dünyada en zengin destan geleneklerinin başında gelir.<br />
Destanlar, Türk milletinin geleneksel dünya görüşünün<br />
ilk verileri olarak tanımlanabilecek olan mitlerden sonra,<br />
çoğunlukla onların gölgesini ve çizgilerini bir çerçeve olarak<br />
taşıyan, gerek kahramanlarının gerekse olayların akışıyla<br />
birlikte; tarihe ait zamanlarda olmuş olayların hikayesi<br />
inancıyla, sözlü kültür ortamında ve yüz yüze bir iletişim<br />
bağlamında teatral bir biçimde anlatılan, daha çok kahraa<br />
means of communication. They are indispensable way of<br />
communication and entertainment in environments where<br />
collective work is done. The turkish poem that we encounter<br />
in many regions of the Turkish world is called as “bayati”<br />
among the Azerbaijan Turks and “hoyrat” among the Eastern<br />
Anatolia and Kirkuk Turks.<br />
Proverbs and idioms have undoubtedly been the verbal<br />
products that have kept the collective experience of Turkish<br />
culture in the historical process and the world view in<br />
the most concentrated form. Proverbs are products in<br />
which the verbal culture used through speech, voice and<br />
body language are encoded permanently the experiences<br />
of a person in a pragmatic perception directly related to<br />
collective cognition as short, concise and rhythmic. In this<br />
context, proverbs provide incomparable information about<br />
what people experience, how they perceive them and what<br />
conclusions they have produced in the conditions that the<br />
Turkish people live in the past. As Çobanoğlu points out,<br />
proverbs are the general rule and the principle of being expected<br />
to comply with the individual in social life. On the<br />
one hand, proverbs attribute young generation and people<br />
to their ancestors and history with power of thinking and<br />
speaking; on the other hand, they encourage people understand<br />
new generations and the youth leaving out in the<br />
cold. In this way, they ensure the continuity of national life<br />
and national identity. For this reason, the proverbs of the<br />
Turkish tribes have a different meaning in the oral literary<br />
genres in terms of the messages they carry and the conduct<br />
they are guiding in expressing the unity and the basic mind<br />
structure of the Turkish nation (Çobanoğlu 2004: 1, 496).<br />
The proverbs of the Turkish people having a tremendous<br />
history of civilization and thousands of years of language<br />
are among the most premier proverbs of the world in the<br />
point of oldness. There are nearly 290 proverbs in Divân-ı<br />
Lûghat al-Turk written in the 11th century. We use some of<br />
these today as they are today: “ Dağ dağa kavuşmaz insan<br />
insana kavuşur (Mountain won’t meet mountain, but man<br />
will meet man)”, “ Aç ne yemez, tok ne demez ( the poor<br />
does not consider what he has, the rich does not content<br />
what he has)” are the proverbs that descend from the ancient<br />
times and are still used very much. Some of our proverbs<br />
are used in the same way as in the very vast geograpies.<br />
When someone says ‘’ Bilenle bilmeyen bir olmaz (The<br />
cognizant and the incognizant can ever be the same)’’, it<br />
is understood the same thing both in Uzbekistan and in<br />
Macedonia. When someone says ‘’At sahibini tanır (a horse<br />
recognises its owner)”, everybody understands easily what<br />
it means in Kyrgyzstan or Kazakhstan and in Turkey or Bulgaria.
Sözlü Kültür ve Gelenek<br />
Oral Culture and Tradition<br />
499
Common Heritage<br />
500<br />
Ortak Miras<br />
manlık ana temalı hikayelerdir.En yalın ifadesiyle, destanlar,<br />
tarihsel gerçekliğin ruhunu ortaya koyan, bir bireyin, ailenin<br />
veya topluluğun şahsında, toplumun, kendini, üzerine inşa<br />
etmek istediği değerler adına giriştiği bir var oluş mücadelesini<br />
ortaya koyarlar (Çobanoğlu 2001: 89).<br />
Türk Dünyası epik destan geleneği bağlamında yaşayan<br />
en büyük destanlarımızın biri olan Manas destanı, Kırgız<br />
Türk sözlü geleneğinin en değerli mirası ve milli kimliğinin<br />
sembolüdür. Orta Asya Türklerinin hayatına dair tarihi izler<br />
taşıyan bu büyük destan, günümüzde manasçı adı verilen<br />
ustalarca çalınıp söylenir. Kırgızların büyük aşamalardan<br />
geçerek birlik ve beraberliklerini korumalarını anlatandestan,<br />
dil ve folklorik özellikler bakımından çok zengindir.<br />
Eski Türk inançlarının İslami inanç unsurlarının birlikte<br />
görüldüğü destanda, Kırgız bağımsızlık mücadelesinin kahramanı<br />
Manas’ın ve oğullarının başından geçenler ile kahramanlıkları<br />
anlatılır. Günümüzde bile aşıklar, Kırgızistan’da<br />
Manas’ın söylendiği gibi sazına sarılarak adeta onunla<br />
söyleşerek yürekten gelen ifadelerle seslenirler.<br />
Sözlü geleneğin bir diğer önemli anlatmalık türü de masal’dır.<br />
Masal, insanoğlunun mitolojik dönemlerde bir<br />
bütün içinde varsaydığı ve inanç faktörü tarafından belirlenen<br />
gerçeklik algısının zamanla bölümlenerek gerçek ve<br />
gerçeküstü biçiminde ayrılması sonucunda ortaya çıkmış<br />
ürünlerdir. İnsanoğlunun yağız yer yüzündeki faaliyetlerinin<br />
ve sorumluluklarının artarak genişlemesiyle birlikte,<br />
görünen ve içinde somut olarak yaşanan gerçekliğin boğuc-<br />
Undoubtedly, the most important tradition of the Turkish<br />
World cultural union and its richness is the epic legend<br />
tradition. Epics are treasures that reveal the most defining<br />
national characteristics of the Turkish nation as a history-making<br />
people. Turkish epic tradition is one of the<br />
richest epic traditions in the world. After the myths that can<br />
be defined as the first data of the traditional world view of<br />
the Turkish nation, epics which are seen as a frame keeping<br />
their shadows and lines. With its simple statement, epic<br />
stories revealing the soul of historicity show the struggle for<br />
existence made on the behalf of the values built for an individual,<br />
a family or society (Çobanoğlu 2001: 89).<br />
Epic of Manas which is one of our greatest epics living in the<br />
context of the Turkish World epic legend tradition, is the<br />
symbol of the most valuable legacy and national identity<br />
of the Kyrgyz Turkish oral tradition. This great epic bearing<br />
the historical traces of the lives of the Central Asian Turks is<br />
said to be played by masters called as ‘’manasçı’’. This epic<br />
which tells us that the Kyrgyz people pass through great<br />
stages and protect their unity and solidarity is very rich in<br />
terms of language and folkloric characteristics. The events<br />
experienced by Manas the hero of the Kyrgyz independence<br />
struggle and his sons as well as their heroism are told in the<br />
epic where the ancient Turkic beliefs are seen together with<br />
the elements of Islamic belief. As Manas said in Kyrgyzstan,<br />
even turkish popular poet-singers today play their saz in a<br />
cheerful way.<br />
Another important type of phrase of oral tradition is fairy<br />
tale. The fairy tale is a product that is determined as a whole<br />
in a mythological period by the factor of faith is emerged as<br />
a result of the perception of reality separated as real and<br />
surreal. With the increasing expansion of human activities<br />
and responsibilities of human beings, there is a need of<br />
having a world like the dangers and limitations of the reality<br />
that is visible and in concrete, the time and space for human<br />
beings can be attained according to different rules, things<br />
that can not be possible in the present world become possible<br />
and even a moment that can be saved from the troubles<br />
of the present world. Unlike myths and legends, the fairy<br />
tales are known to be unreal and however told with great<br />
pleasure in terms of both narrator and listener.<br />
In the tradition of Turkish fairy tales, the tale is told more by<br />
the women called as “fairy mother or grandmother”. Fairy<br />
tales come to life as traces of animal life, imaginary events<br />
and everyday life. In the content of fairy tales, anonymous<br />
folk literature products such as proverbs, sayings, idioms,<br />
small stories, applause, imprecation are also seen (Sakaoğlu<br />
2002: 131). It is possible to see people’s aspirations, joys,<br />
dreams, fears, sadness, wishes, lifestyles and worries in the
uluğu ve sınırlılığı insan için zamanın ve mekanın bambaşka<br />
kurallara göre aşılabildiği, mevcut dünyada olması mümkün<br />
olmayan şeylerin mümkün hale gelebildiği ve bir anlık<br />
dahi olsa mevcut dünyanın sıkıntılarından kurtulabildiği bir<br />
hayal ve imkanlar dünyası ihtiyacı ortaya çıkarmıştır. Masallar,<br />
gerek anlatan ve gerekse dinleyen açısından mit ya<br />
da efsaneden farklı olarak gerçek olmadığı bilinen ve buna<br />
rağmen büyük bir haz ile anlatılan ürünlerdir.<br />
Türk masal anlatma geleneği içinde masallar daha çok<br />
“masal anası-ninesi” adı verilen kadınlar tarafından anlatılır.<br />
Masallar, hayvanlar aleminin, hayali olayların ve<br />
günlük hayatın izleri olarak karşımıza çıkarlar. Masalların<br />
içeriğinde atasözü, deyim, küçük hikaye, dua-beddua gibi<br />
anonim halk edebiyatı ürünlerine de rastlanır (Sakaoğlu<br />
2002: 131). Masallarda insanların özlemlerini, sevinçlerini,<br />
hayallerini, korkularını, üzüntülerini, dileklerini, yaşam<br />
biçimlerini ve endişelerini görmek mümkündür (Çobanoğlu<br />
2012 : 168).Tüm sözlü geleneklerin ve türlerin zamanla<br />
değişim ve dönüşüm geçirmesi gibi, masallar da zamanla<br />
yalnızca çocuklara anlatılmaya başlanmış ve kitle iletişim<br />
araçlarının artması ve medya teknolojilerinin gelişmesiyle<br />
birlikte işlev mekanizmasını sinema gibi türlere devretmiştir.<br />
Buna rağmen masal türü müstakil bir tür olarak kısmen<br />
yaşamaya devam etmektedir.<br />
Türk sözlü edebiyat geleneği içinde 16. yüzyıldan itibaren<br />
görülmeye başlanan halk hikayeleri, bu sürece kadar göçer<br />
dünya görüşü ve yaşam tarzı benimsemiş olan ve kollektif<br />
mücadelesini daha çok dış güçler karşısında ortaya koyan<br />
Türk insanının zamanla yerleşik yaşama geçerek ve kısmen<br />
de yazılı kültürü içselleştirmeye başlayarak kendi içinde<br />
sosyo-kültürel katmanlaşma göstermeye başlamasıyla<br />
ortaya çıkmışlardır denilebilir. Başlı başına bir zihniyet ve<br />
yaşam tarzı değişiminin ürünü olan halk hikayeleri, bu yönleriyle<br />
epik destanlardan oldukça farklıdırlar. Manzum ve<br />
mensur özellik göstermeleri, psikolojik derinlik ve ayrıntılar<br />
içermeleri, oldukça uzun olmaları ve tekil bir kahraman tipolojisinden<br />
ziyade karakter özelliği gösteren kişiler kadrosuna<br />
sahip olmaları gibi özellikleri, onları sözlü ve yazılı<br />
kültür yaratıcılığının kesişme noktasında ve epik destan ile<br />
roman türü arasında konumlandırmamızı sağlamaktadır.<br />
Halk hikayeleri aynı zamanda aşıklık geleneğinin önemli bir<br />
bileşenidir. Dede Korkut Hikayelerinde “ozanlar” tarafından<br />
anlatıldığını gördüğümüz halk hikayeleri, Türk Dünyasının<br />
çeşitli bölgelerinde “aşık, destancı, akın, bahşı” adı verilen<br />
geleneksel anlatıcılar tarafından anlatılır.<br />
Masallardan farklı olarak daha çok erkek ortamlarında ve<br />
erkekler tarafından anlatılan halk hikayeleri konu bakımından<br />
kahramanlık ve aşk hikayeleri olmak üzere ikiye ayrılır<br />
(Boratav 2002: 16; Alptekin 2002). Bu bağlamda örneğin<br />
fairy tales (Çobanoğlu 2012: 168). As the oral traditions and<br />
their genres having been changed and transformed over<br />
time, the fairy tales start to be told to only children at time<br />
and hand over its function to the other types such as cinema<br />
as the result of the mass media and the development of<br />
media technologies. Despite this, the fairy tale is still partly<br />
alive as an independent species.<br />
It can be said that the public narratives that began to have<br />
been seen in the Turkish oral literary tradition since the<br />
16th century after the Turkish people who have embraced<br />
the immigrant worldview and lifestyle until this process and<br />
put forth the collective struggle mostly against the external<br />
powers have started to internalize the written culture in<br />
time and show socio-cultural stratification. Folktales, which<br />
are the product of a mentality and lifestyle change in itself,<br />
are quite different from epics in these respects. The features<br />
such as its poetic and prosaic features, containing psychological<br />
depth and details, being quite long and having staff<br />
showing the characteristic character rather than a singular<br />
hero typologue provide us that we can locate them at the<br />
intersection of verbal and written cultural creativity and<br />
between the epic and the novel genre. Folktales are also<br />
an important component of the tradition of turkish popular<br />
poet-singer. The folktales which are told by the narrators<br />
called as ‘’ozan’’ in Dada Gorgud Epic, are aslo told by traditional<br />
narrators named as “aşık, destancı, akın, bahşı” in<br />
various regions of the Turkish World.<br />
Unlike fairy tales, the folktales that are told among the men<br />
and by them are divided into two part as heroism and love<br />
stories in the terms of subject (Boratav 2002: 16; Alptekin<br />
2002). For example, Köroğlu that is described and played<br />
with various variants from Central Asia to the Balkans is very<br />
important in this context. They reflect the socio-cultural<br />
structure and events of the society where they are created,<br />
even if not directly, in their own fictional style. Folktales<br />
that contain the actions of the Turkish people in the various<br />
regions of the Turkish world, their attitudes in the face of<br />
the great history and societal asylum, their joys or sorrows,<br />
their respect for the great personalities, the love stories of<br />
the young people are told with deep content and unique<br />
melodies.<br />
In the Turkish oral tradition, another one of the phase types<br />
is anecdote. The anecdotes that are mean and way of effective<br />
communication within verbal culture with its unique<br />
characteristics as composition, expression style and function,<br />
bring about a wide and powerful effect on the masses<br />
by defining the world they live in. The anecdotes are common<br />
and loud protest method of reaction to unacceptable,<br />
riotous and impolitic issues and events with their tolerance<br />
Oral Culture and Tradition<br />
501<br />
Sözlü Kültür ve Gelenek
Common Heritage<br />
502<br />
Ortak Miras<br />
Orta Asya’dan Balkanlar’a kadar çok değişik varyantlarıyla<br />
anlatılan ve çalınıp söylenen Köroğlu’nun yeri oldukça<br />
önemlidir. Halk hikayeleri içinde yaratıldıkları cemiyetin<br />
sosyo-kültürel yapısını ve yaşanan olaylarını doğrudan olmasa<br />
bile kendi kurgusal örümlemeleri içinde yansıtırlar.<br />
Halk hikayeleri Türk Dünyasının çeşitli bölgelerinde Türk<br />
insanının büyük tarihi ve toplumsal hadiseler karşısında<br />
takındığı tavırları,sevinçlerini veya acılarını, büyük şahsiyetler<br />
hakkındaki saygılarını, gençler arasında geçen hazin<br />
aşk hikâyelerini kalpleri fetheden mısralarla, derin bir<br />
içerikle ve eşsiz ezgilerle dile getirme işlevleri görmüşlerdir.<br />
Türk sözlü geleneği içinde anlatmalık türlerden bir diğeri<br />
fıkradır. Kompozisyon, ifade tarzı ve işlev olarak kendine has<br />
özellikleriyle sözlü kültür içinde etkili bir iletişim yöntemi ve<br />
aracı olan fıkralar, yaşatıldıkları dünyayı tanımlamalarıyla<br />
kitleler üzerinde oldukça geniş ve kuvvetli etkiler meydana<br />
getirirler. Fıkralar, bünyelerinde barındırdıkları hoşgörü ve<br />
kabul edilebilir eleştiri zırhıyla, topluma aykırı gelen , uyumu<br />
bozan, kabul edilmeyen konu ve olaylara gösterilen<br />
tepkinin <strong>ortak</strong> ve sesli protesto yöntemidir. Sosyal yaşamın<br />
eleştiri işlevini yerine getiren fıkraların gelişme, değişim<br />
ve dönüşüme açık yönleri onların her dönem ve ortamda<br />
kendilerini sürdürmelerini sağlamıştır ve sağlamaya devam<br />
etmektedir (Eker 2003: 77).<br />
Türk fıkralarının konuları yaşanmış hayat sahnelerine<br />
dayanır. Fıkraların merkezinde daima insan-toplum,<br />
toplum-insan ilişkileri yer alır. Toplumsal yaşamda ortaya<br />
çıkan zıtlıklar, düşünce ve davranış farklılıklarından doğan<br />
çatışmalar fıkraların temel konularını oluşturur. Her fıkranın<br />
esasını bir olay ve bu olay içinde yer alan şahıslar meydana<br />
getirir. Fıkraların şahıs kadroları tez ve karşı teze göre<br />
sıralanır. Her fıkranın kahramanı olumlu tipi ve tezi; onun<br />
karşısında yer alan şahıs veya şahıslar ise karşı tezi temsil<br />
eder. Fıkranın kahramanı halkın <strong>ortak</strong> zekasını, adalet duygusunu,<br />
hazırcevaplılığını, mantık gücünü, aklını, bilgisini ve<br />
olgunluğunu temsil eder (Yıldırım 1999: 5-10).<br />
Tıpkı diğer sözlü gelenek verimlerinde olduğu gibi fıkralar<br />
da Türk Dünyasının en önemli birleştirici hazineleridir.<br />
Bunun en güzel örneği, Türk Dünyasının bazı bölgelerinde<br />
“Hâce Nasreddin”, bazen “Hoca Nasır”, bazen de “Efendi<br />
Nasreddin” olarak karşımıza çıkan Nasreddin Hoca ve<br />
fıkralarıdır. Özdemir’in belirttiği gibi,Nasreddin Hoca, Türk<br />
halk felsefesinin sembolü ve Türk düşünce sisteminin bilgeler<br />
bilgesidir. Nasreddin Hoca fıkra belleği aracılığıyla nesiller<br />
eleştirel düşüncenin sistematiğini, mizahın hoşgörülü<br />
dünyasında öğrenmekte ve öğretmektedir (2010: 28).<br />
Nasreddin Hoca, Kazakistan’da Kazak, Özbekistan’da Özbek,<br />
Türkmenistan’da Türkmen, Kırgızistan’da Kırgız, Tataristan’da<br />
bir Tatar gibi bilinir. Onun fıkraları o kadar benand<br />
acceptance of criticism in their bodies. Explicit sides of<br />
the anecdotes for their development, change and transformation<br />
that fulfill the function of criticism of social life<br />
continue to be provided and maintained in every period and<br />
environment (Eker 2003: 77).<br />
The subjects of the Turkish anecdote are based on the life<br />
scenes. There are always human-society and society-human<br />
relations at the center of the anecdotes. Contradictions<br />
arising from social differences, conflicts arising from<br />
differences of thought and behavior constitute the main<br />
subjects of the anecdotes. The basis of every anecdote<br />
consists of an event and the people involved in it. The personal<br />
members of the anecdotes are sorted according to<br />
thesis and antithesis. Every anecdote has a positive type of<br />
hero and thesis and the person or persons who are in front<br />
of him represents the antithesis. The hero of the anecdote<br />
represents the common intelligence of the people, sense<br />
of justice, smartness, logic, mind, knowledge and maturity<br />
(Yıldırım 1999: 5-10).<br />
Just as the other oral traditions, the anecdotes are the most<br />
important unifying treasures of the Turkish World. The best<br />
example of this is Nasreddin Hodja and his anecdotes which<br />
we confront as “ Hâce Nasreddin “, sometimes “Hodja Nasır”<br />
and sometimes “ Efendi Nasreddin “ in some regions of the<br />
Turkish World. As Özdemir states, Nasreddin Hodja is the<br />
symbol of Turkish popular philosophy and the wisdom of the<br />
Turkish thought system. Nasreddin Hodja learns and teaches<br />
the system of critical thinking through anecdote memory<br />
in tolerant world of humour (2010: 28). Nasreddin Hodja<br />
is known as Kazakh in Kazakhstan, Uzbek in Uzbekistan,<br />
Turkmen in Turkmenistan, Kyrgyz in Kyrgyzstan, Tatar in Tatarstan.<br />
His anecdotes are so embraced that no one even<br />
realized that he was a born and raised in Anatolia. This is<br />
also what makes Nasreddin Hodja unique. Nasreddin Hodja<br />
is the only person from this aspect in the world. Nasreddin<br />
Hodja, who can not be shared by Anatolian people, is perceived<br />
and known as a national hero in Uzbekistan. He is<br />
known with the name of “Afandi” in there and his anecdotes<br />
are named as “latifa”. The Uzbek people love him so much<br />
that they built a magnificent monument in Bukhara that<br />
he sit on the donkey as a sign of interest and love. His wise<br />
anecdotes are liked by everyone. The anecdotes starting<br />
with “ One day Nasreddin Hodja...” attract the attention of<br />
everyone. Some expressions in his anecdotes have almost<br />
become proverbs or idioms. “Ye kürküm ye (clothes make<br />
the man) , bindiğin dalı kesmek (kill the goose that lays the<br />
golden egg), parayı veren düdüğü çalar (he who pays the<br />
piper calls the tune)” are the anecdotes that young and old<br />
alike both laugh and hold up as an example.
imsenmiştir ki, kimse onun Anadolu’da doğup büyümüş bir<br />
şahsiyet olduğunu fark etmez bile. Nasreddin Hoca’yı benzersiz<br />
kılan da budur. Nasreddin Hoca bu yönüyle dünyada<br />
tektir. Anadolu insanı tarafından paylaşılamayan Nasreddin<br />
Hoca, aynı şekilde Özbekistan’da adeta bir milli kahraman<br />
gibi algılanır, tanınır ve bilinir. Orada “Afandi” adıyla bilinen<br />
hocanın fıkralarına “latifa” denilir. Özbek halkı onu o kadar<br />
çok sever ki bu ilgi ve sevginin simgesi olarak Buhara’da eşek<br />
üzerinde bir de muhteşem anıtı yaptırılmıştır.Onun bilgelik<br />
dolu fıkraları büyük küçük herkesi sarıp sarmalar. “Hoca bir<br />
gün…” diye başlayan fıkralar herkesin dikkatini çeker. Onun<br />
fıkralarındaki bazı ifadeler, neredeyse birer atasözü veya<br />
deyim haline gelmiştir. “Ye kürküm ye, bindiğin dalı kesmek,<br />
parayı veren düdüğü çalar” yediden yetmişe herkesin hem<br />
güldüğü hem de ibret aldığı kıssalardır.<br />
Fıkralar hem bir yandan yaşamın garip ve tezat durumlarının<br />
anlatısal olarak normalize edilmesini ve anlamlandırılması<br />
işlevini görürken, öte yandan adeta bir yargı ve cezalandırma<br />
mekanizması olarak işlev görürler. Fıkralar bu yönleriyle<br />
insani ilişkileri düzenler ve toplumsal yaşamın düzenine,<br />
bütünlüğüne katkı sağlarlar. Bunlarla birlikte fıkralar gülme<br />
ve eğlendirme işlevleriyle gündelik yaşamın ağırlığı, kontrol<br />
edilemezliği, zorluğu ve karmaşası karşısında insanlara<br />
bunlarla baş etme ve etkilerini bertaraf etme imkanı sağlarlar.<br />
İnsani iletişim ve etkileşimin sağlanmasında pek çok<br />
birleştirici mekanizma vardır; ancak hiçbiri gülmenin yarattığı<br />
olumlu ve motive edici etkiyi sağlayamaz. Bu yönüyle<br />
fıkralar bir toplumun ruh, akıl ve davranış sağlığını garanti<br />
altına alan ve süspansif etki yaratan terapatik baş etme mekanizmalarıdır.<br />
On the one hand, they are regarded as the strange and<br />
contradictory functions of life semantically as normalization<br />
and sense-making; on the other hand, they act as a<br />
mechanism of justice and punishment. The anecdotes arranges<br />
human relations with this aspect and contributes to<br />
the order and integrity of social life. Together with these,<br />
the anecdotes give people the opportunity to cope with<br />
and to eliminate their influence in the face of the uncontrollability,<br />
difficulty and complexity of everyday life with<br />
their functions of laughing and entertaining. There are<br />
many unifying mechanisms in providing human communication<br />
and interaction; but none can provide the positive<br />
and motivating effect that smile creates. In this regard, the<br />
anecdotes is a therapeutic response mechanism that guarantees<br />
the soul, mind and behavior of a society and creates<br />
a suspensive effect.<br />
The Turkish oral tradition is quite rich in terms of both oral<br />
types and discoursal types. Undoubtedly, oral types are the<br />
first thing that comes to mind when it is said is the folk song<br />
showing its belonging to Turkish people and language. The<br />
folk song called as “mahnı, halk yırı, yır, halk kaşığı, halk<br />
cırı, halk aydımı” in different regions of the Turkish world<br />
has emerged as a resulf of expressing emotions. The most<br />
important customs of the Turks are that they have a special<br />
way of expression and melodies. The folk song that is<br />
a product created by an individual who reflects all kinds of<br />
subjects and emotions belonging to an individual or a society<br />
has been anonymous over time. In all its parts, the performance<br />
of folk songs can be all aspects of everyday and<br />
Oral Culture and Tradition<br />
503<br />
Sözlü Kültür ve Gelenek
Common Heritage<br />
504<br />
Ortak Miras<br />
Türk sözlü geleneği anlatmalık türlerde olduğu gibi söylemelik<br />
türler açısından da oldukça zengindir. Şüphesiz<br />
söylemelik türler dendiğinde ilk akla gelen, Türk insanına<br />
ve diline aidiyetini ortaya koyan adıyla, türküdür. Türk<br />
Dünyasını farklı bölgelerinde “mahnı, halk yırı, yır, halk<br />
kaşığı, halk cırı, halk aydımı” gibi adlarla isimlendirilen<br />
türkü, duyguların ifade edilme ihtiyacının bir neticesi olarak<br />
ortaya çıkmıştır. Türkülerin en önemli husussiyetleri özel bir<br />
ifade tarzına sahip olmaları ve ezgileridir. Türküler, bir fert<br />
tarafından yaratılan ve zamanla anonimleşerek yaratıcısı<br />
unutulan, şahsa ya da topluma ait her türlü konu ve duyguyu<br />
aksettiren ürünlerdir. Bu yönleriyle türkülerin icra<br />
bağlamları gündelik ve özel yaşamın her boyutu olabilir.<br />
Türküler koşma ve mani türünden ortaya çıkmış manzum<br />
ürünlerdir. Halk arasında ezgi ile söylenen her türlü nazma<br />
türkü adı verilmektedir. Her türlü konuyu içerebilen türküler,<br />
aynı zamanda diğer sözlü türler içinde de karşımıza çıkar.<br />
Özellikle duyguların ifade edildiği kısımlarda türküler,<br />
anlatılmak istenen olayın duygusal boyutlarının dinleyiciye<br />
aktarılmasında rol oynar.Türk sözlü geleneği içinde<br />
türkülerin yaratılmasına ve icra edilmesine “türkü yakmak,<br />
çığırmak, söylemek” denilir. Türküler ezgilerine, konularına<br />
ve yapılarına göre ayırlır. Ezgilerine göre türküler usullü ve<br />
usulsüz olarak ikiye ayrılır. Usullü türküler genellikle oyun<br />
havaları olup bölgesel olarak “zeybek, horon, karşılama”<br />
gibi isimler alırlar. Usulsüz türküler ise uzun havalardır ve<br />
“maya, bozlak, koşma garip, hoyrat, kerem” gibi çeşitleri<br />
vardır. Konuları bakımından türküler; aşk ve sevda türküleri,<br />
private life.<br />
The folk songs are poetical products that emerge from poetry<br />
and turkish poem.Every kind of poetry that is sung with<br />
melody by people is named as folk song. The folk songs,<br />
which can involve in all kinds of subject, are also confronted<br />
with other verbal types. Particularly in the parts where emotions<br />
are expressed, the folk song plays a role in conveying<br />
the emotional dimensions of the event to the audience. It is<br />
said that “ türkü yakmak, çığırmak, söylemek “ means create<br />
and perform folk song in the Turkish oral tradition. The<br />
folk song distinguishes according to its melodies, subjects<br />
and structures. According to melody, it is divided into two<br />
as beat and off-beat. Beat folk songs that are usually traditional<br />
dance music are called as “zeybek (zeibek), horon (a<br />
folk dance of the eastern black sea coastal region), karşılama<br />
(a kind of play)”. Off-beat folk songs are unmetered folk<br />
song and there are several types such as “maya, bozlak,<br />
koşma garip, hoyrat, kerem” (all of them is a type of turkish<br />
folk song). The folk songs are classified as love folk song,<br />
folks songs about homesickness, humorous folk songs, folk<br />
songs about borders, heroic folk songs, folk songs about<br />
bandit, folk songs about ceremony, folk songs about trade,<br />
nursery and play folk songs, folk songs about military and<br />
folk songs about shepherd in the terms of their subjects.<br />
The Turkish oral culture and tradition contain many other<br />
traditions and verbal utilities. All in all, as a clear indication<br />
and demonstration of the Turkish people’s perception, de-
gurbet türküleri, mizahi türküler, serhat türküleri, kahramanlık<br />
türküleri, eşkiya türküleri, tören türküleri, esnaf<br />
türküleri, çocuk ve oyun türküleri, askerlik türküleri ve çoban<br />
türküleri olarak sınıflandırılır.<br />
Türk sözlü kültür ve geleneği bünyesinde daha pek çok<br />
geleneği ve sözlü verimi barındırır. Bütün olarak değerlendirildiğinde<br />
Türk insanının evreni, dünyayı, kendisini ve<br />
çevresini görme, tanımlama, sınıflandırma, anlamlandırma<br />
ve yaratıcı dışavurumlarla insanileştirme çabasının bir<br />
neticesi ve göstergesi olarak sözlü kültürü, en yalın ifadesiyle<br />
Orta Asya’dan Balkanlara, tarihin erken devirlerinden<br />
günümüze Türk insanının tarih yapıcı bir millet olarak dünya<br />
kültür ve tarihine yön vermiş ve vermeye devam ediyor<br />
oluşunun temel dayanağı ve teminatıdır. Günümüzde<br />
eğer, tüm yerel farklılığımızın ve çeşitliliğimizin üstünde<br />
ve ötesinde <strong>ortak</strong> bir dünya görüşünü, duyuşunu ve yaşam<br />
tarzını ifade eden Türk Dünyası kavramından söz edebiliyorsak,<br />
şüphesiz bu <strong>ortak</strong>lık ve birliğin katalizör mekanizması<br />
geçmişte de günümüzde de sözlü kültürümüz ve geleneğimiz<br />
olmuştur. Bu kültürel <strong>ortak</strong> miras, tıpkı geçmişte<br />
olduğu gibi günümüzde de Türk insanının dünya üzerindeki<br />
serüveninin fenomenolojisini ortaya koyar. Türk insanının<br />
bütüncül olarak deneyimlenen dünyasını en estetik ve veciz<br />
şekilde nesilden nesile aktarılmasını sağlayan Türk sözlü<br />
kültürü, bu bağlamda hem Türk toplumunun kollektif<br />
belleğini ve hem de kimliğini ve en önemlisi kim olduğu ve<br />
olması gerektiğini gösteren biricik mirası ve sermayesidir.<br />
Kaynaklar<br />
• Aça, Mehmet (2007), “Halk Şiirinde Tür ve Şekil”, Türk Halk Edebiyatı El<br />
Kitabı, Ed.: M. Öcal Oğuz, Ankara: Grafiker Yayınları.<br />
• Akalın, L. Sami ve Şimşek, Esma (2003), “Maniler”, Türk Dünyası Edebiyat<br />
Tarihi III, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.<br />
• Alptekin, Ali Berat (2002), Halk Hikayelerinin Motif Yapısı, Ankara: Akçağ<br />
Yayınları.<br />
• Boratav, Pertev Naili (2002), Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği, İstanbul:<br />
Tarih Vakfı Yayınları.<br />
• Çobanoğlu, Özkul (2001), “Türk Destanları”, Türk Dünyası Edebiyat Tarihi I,<br />
Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.<br />
• Çobanoğlu, Özkul (2004), Türk Dünyası Ortak Atasözleri Sözlüğü, Ankara:<br />
Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.<br />
• Çobanoğlu, Özkul (2012), Türk Halk Edebiyatına Giriş, Eskişehir: Anadolu<br />
Ünivesitesi Yayınları.<br />
• Çobanoğlu, Özkul (2013), “Mit, Mitoloji ve Edebiyat”, Türk Edebiyatının<br />
Mitolojik Kaynakları, Eskişehir: Anadolu Ünivesitesi Yayınları.<br />
• Elçin, Şükrü (2005), Halk Edebiyatına Giriş, Ankara: Akçağ Yayınları.<br />
• Eker, Gülin Öğüt (2003), “Fıkralar”, Türk Dünyası Edebiyat Tarihi III, Ankara:<br />
Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.<br />
• Ong, Walter (2007), Sözlü ve Yazılı Kültür: Sözün Teknolojileşmesi, Çev.:<br />
Sema Postacıoğlu Banon, İstanbul: Metis Yayınları.<br />
• Özdemir, Nebi (2010), “Mizah, Eleştirel Düşünce ve Bilgelik: Nasreddin<br />
Hoca”, Milli Folklor, 87: 27-40.<br />
• Sakaoğlu, Saim (2002), “Masallar”, Türk Dünyası Edebiyat Tarihi II, Ankara:<br />
Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.<br />
• Yıldırım, Dursun (1998), Türk Bitiği: Araştırma-İnceleme Yazıları, Ankara:<br />
Akçağ Yayınları.<br />
• Yıldırım, Dursun (1999), Türk Edebiyatında Bektaşi Fıkraları, Ankara: Akçağ<br />
Yayınları.<br />
• Yıldız, Naciye (2003), “Ninniler”, Türk Dünyası Edebiyat Tarihi III, Ankara:<br />
Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.<br />
scription, classification, sense-making and humanization<br />
with creative expressing; oral culture is the basic stance<br />
and assurance of that Turkish people as a history maker<br />
has given direction to the world’s culture and history and<br />
has continued. Today, if we can talk about the concept of<br />
the Turkish World, which expresses a common worldview,<br />
feelings and lifestyle both above and beyond our own local<br />
diversity and differentness, the catalytic mechanism of this<br />
partnership and association has undoubtedly been our verbal<br />
culture and tradition in the past and present. As it was<br />
in the past, this cultural common heritage reveals the phenomenology<br />
of the adventure of the Turkish people around<br />
the world today. The Turkish oral culture, which enables the<br />
transfer of experienced world of the Turkish people in the<br />
most aesthetic and modern way from generation to generation,<br />
is the unique heritage and capital that show both the<br />
collective memory of the Turkish society and its identity and<br />
most importantly who it is.<br />
References<br />
• Aça, Mehmet (2007), “Halk Şiirinde Tür ve Şekil”, Türk Halk Edebiyatı El<br />
Kitabı, Ed.: M. Öcal Oğuz, Ankara: Grafiker Yayınları.<br />
• Akalın, L. Sami ve Şimşek, Esma (2003), “Maniler”, Türk Dünyası Edebiyat<br />
Tarihi III, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.<br />
• Alptekin, Ali Berat (2002), Halk Hikayelerinin Motif Yapısı, Ankara: Akçağ<br />
Yayınları.<br />
• Boratav, Pertev Naili (2002), Halk Hikayeleri ve Halk Hikayeciliği, İstanbul:<br />
Tarih Vakfı Yayınları.<br />
• Çobanoğlu, Özkul (2001), “Türk Destanları”, Türk Dünyası Edebiyat Tarihi I,<br />
Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.<br />
• Çobanoğlu, Özkul (2004), Türk Dünyası Ortak Atasözleri Sözlüğü, Ankara:<br />
Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.<br />
• Çobanoğlu, Özkul (2012), Türk Halk Edebiyatına Giriş, Eskişehir: Anadolu<br />
Ünivesitesi Yayınları.<br />
• Çobanoğlu, Özkul (2013), “Mit, Mitoloji ve Edebiyat”, Türk Edebiyatının<br />
Mitolojik Kaynakları, Eskişehir: Anadolu Ünivesitesi Yayınları.<br />
• Elçin, Şükrü (2005), Halk Edebiyatına Giriş, Ankara: Akçağ Yayınları.<br />
• Eker, Gülin Öğüt (2003), “Fıkralar”, Türk Dünyası Edebiyat Tarihi III, Ankara:<br />
Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.<br />
• Ong, Walter (2007), Sözlü ve Yazılı Kültür: Sözün Teknolojileşmesi, Çev.:<br />
Sema Postacıoğlu Banon, İstanbul: Metis Yayınları.<br />
• Özdemir, Nebi (2010), “Mizah, Eleştirel Düşünce ve Bilgelik: Nasreddin<br />
Hoca”, Milli Folklor, 87: 27-40.<br />
• Sakaoğlu, Saim (2002), “Masallar”, Türk Dünyası Edebiyat Tarihi II, Ankara:<br />
Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.<br />
• Yıldırım, Dursun (1998), Türk Bitiği: Araştırma-İnceleme Yazıları, Ankara:<br />
Akçağ Yayınları.<br />
• Yıldırım, Dursun (1999), Türk Edebiyatında Bektaşi Fıkraları, Ankara: Akçağ<br />
Yayınları.<br />
• Yıldız, Naciye (2003), “Ninniler”, Türk Dünyası Edebiyat Tarihi III, Ankara:<br />
Atatürk Kültür Merkezi Yayınları.<br />
Oral Culture and Tradition<br />
505<br />
Sözlü Kültür ve Gelenek
Prof. Dr. Ali DUYMAZ<br />
Bilge Yapım<br />
Common Heritage<br />
506<br />
Ortak Miras<br />
“Konuğu gelmeyen kara evler yıkılsa yeğ”<br />
Dede Korkut Kitabı<br />
Among the top 10 most visited destinations in the world with more<br />
than 23 million tourists visiting each
Türk kültür değerleri sayılırken kahramanlık, yurtseverlik, mertlik, kanaatkârlık, tutumluluk,<br />
toprağa bağlılık, saygı ve hürmet, hayırseverlik, hoşgörü, namus ve şeref, ağırbaşlılık,<br />
alçakgönüllülük gibi birçok değerin arasında ve hatta çoğu zaman başında<br />
konukseverlik de sayılmaktadır. Türk kültürünün tarihten bugüne değişmeyen temel<br />
kodlarından birisi, belki de birincisi konukseverliktir. Konu üzerinde araştırmaları olan<br />
Mahmut Tezcan, Türk kişilik ve karakterini oluşturan temel unsurlardan biri olarak konukseverliği<br />
alır. Türklerle ilgili yabancıların değerlendirmesinden oluşan on olumlu<br />
stereotipten beşincisi de konukseverliktir.<br />
24 Misafirperverlik &<br />
Konukseverlik<br />
Manun of written literature, karam of oral literature<br />
Wedding<br />
507<br />
Düğün<br />
World with more than 23 million tourists visiting each year, aside from unique natural<br />
beauties, historic sites, a developed transport system and hospitality services, Turkey<br />
has become a center of attraction with a technical infrastructure and quality personnel<br />
producing over 150 films and thousands of episodes of television serials with foreign<br />
directors and producers that want to film in Turkey in recent years.
Common Heritage<br />
508<br />
Ortak Miras<br />
İslâm öncesi töre değerlerinden biri olan ve İslâmiyet’in<br />
kabulüyle birlikte kurulan yeni medeniyet dönemlerinde<br />
dinî atıflarla güçlenen ve mesela ahilik gibi uygulamalarla<br />
kurumsallaşan bu değer yargısı, Batılılaşma sürecinde kimi<br />
karşı çıkışlarla da karşılaşmıştır. Batılılaşmayı teknolojik ve<br />
bilimsel gelişmelerin yanı sıra kültürünün de alınması anlamında<br />
algılayan Abdullah Cevdet gibi bazı isimler, konukseverlik<br />
gibi Türk kültür değerlerini “bedevi” bulmuşlar ve<br />
değişmesi gerektiğini beyan etmişlerdir. Abdullah Cevdet,<br />
konukseverliği örnek vererek şöyle demektedir: “Türklerin<br />
daha umumi muhit bir tabirle, Osmanlının en ziyade mucib<br />
ve mevzu-u iftihar addettiği ananelerinden biri de “misafirperverlik”tir.<br />
Misafirperverlik hiç şüphe yok bedeviyet devrinin<br />
fazail-i zaruriyesinden idi... Avrupa bedeviyetten pek çok<br />
merhaleler uzaklaştığı için artık o fazilet-i bedeviyeyi unuttu.<br />
O şimdi bu yirminci asr-ı medeniyette kürre-i arz üzerinde<br />
gayr-ı mütemeddin kavimlerin bedevi olarak misafir<br />
kalması imkânına açılan kapıları şiddetle kapamakla meşguldür...”.<br />
Hatta 1920’li yıllarda devrin anlayışı gereği alafranga<br />
nezaket kurallarına daha fazla ağırlık veren “Teşrifat<br />
ve Âdâb-ı Muaşeret” isimli bir kitap yazmış ve söz konusu<br />
kitabı birkaç baskı yapmış olan Lütfi Simavi, “misafirperverlik”<br />
kısmında olumsuz örneklerden yola çıkarak misafirlerin<br />
aşırılığına ve ev sahiplerinin çektikleri sıkıntılara değinerek<br />
bilhassa “davetsiz misafirler”den yakınır. Oysa yabancı gezgin<br />
ve araştırmacıların Türklerde fark ettikleri en belirgin<br />
özellik konukseverliktir. Mesela İngiliz tarihçi Geofrey Lewis,<br />
“Türk portresi” çizerken Türkleri çekingen ve saygılı insanlar
olarak Doğu’nun İngiliz centilmenleri benzetmesiyle tanıtır.<br />
Aynı yazar, ölçülü, hata yapmamaya çalışan, mahcup, 600<br />
yıllık dünya imparatorluğunun sorumluluk sahibi, ağırbaşlı<br />
varisleri olan Türklerin konuksever ve kibar olduklarını vurgulayarak<br />
somut bir örnek verir ve “Siz bizim konuğumuz<br />
oldunuz, gerekçesiyle, yabancı müşterisinden para almayan<br />
tok gözlü otel sahibi dünyanın başka hangi ülkesinde,<br />
nerede bulunur?” diye sorar.<br />
Konukseverliğin göçer kavimlerde yüksek bir değer olarak<br />
kabullenildiği bir gerçektir. Ancak günümüzde birey veya<br />
toplum olarak insanlığın sorunlarına çözümler arayan Batılı<br />
felsefe ve düşünce insanları “antropo-etik” veya “etno-etik”<br />
değerlere yeni yüklemeler ve güncelleştirmeler yapma<br />
yolunu da bir alternatif olarak değerlendirmektedirler. Batılı<br />
düşünürler, bu tür kültürel kodları estetik, etik, politik ve<br />
hukukî alanlara taşımakta, yeni karşılaşılan ve küresel boyuta<br />
yükselen sorunlara çözüm önerileri sunmaktadırlar. Bu<br />
çerçevede Batılı, özellikle de Alman ve Fransız felsefecilerin<br />
Kant’tan Heidegger’e, Levinas’tan Derrida’ya kadar üzerinde<br />
durdukları en temel kavramlardan biri de “konukseverlik”tir.<br />
Her ne kadar yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi, Türk kültüründeki<br />
bazı değerlerle birlikte konukseverlikte de bir takım<br />
aşınma ve bozulmalar söz konusu olsa da geleneksel kültür<br />
kodlarını ve değerlerini dikey ve yatay düzlemlerde takip<br />
edebildiğimiz bir <strong>ortak</strong> Türk kültürü vardır. Daha açık bir<br />
ifadeyle kavim dönemini yaşayan bir boy ile değişik medenî<br />
seviyeleri yaşamış ve aşmış rafine bir kültür ve medeniyet<br />
unsurunu, eşzamanlı olarak tespit etmemiz Türk kültür coğrafyasında<br />
halen imkân dâhilindedir. Elbette misafir odaları<br />
ve kadın günleri gibi konukseverliğin değişik güncellemeleri<br />
de vardır ve bu husus da ayrıca ele alınması gereken konulardandır.<br />
Wedding<br />
509<br />
Düğün<br />
Türkçede “konuk” sözü İslâmiyet’in tesiriyle Arapça misafir<br />
sözüyle birlikte kullanılmaya başlanmış, kimi zaman dar bir<br />
alanda da olsa Farsça “mihman” kelimesi de kullanımda olmuştur.<br />
Türkçenin değişik dönem ve şivelerinde elbette konuk<br />
anlamında başka sözler de kullanılmıştır. Türk kültüründe<br />
konukları iki başlık altında toplamak mümkündür. Bunlar<br />
çağrılı yani davetli konuklar ile “Tanrı misafiri” ya da “davetsiz<br />
misafirler”dir. Nitekim Dede Korkut Kitabı’nda konuk<br />
sözünün bu iki anlamda kullanıldığı dikkati çeker. Bunlardan<br />
ilkinin, mukaddimede kadın tipleri anlatılırken “yazıdan<br />
yabandan eve bir konuk gelse” ifadesinde geçen şekliyle<br />
“yazıdan yabandan gelen”, yani öteki, yabancı, meçhul kişiler<br />
olduğu açıktır. Bu kalıp ifade, kadın tiplemelerinden<br />
bir diğeri anlatılırken “Öte yazıdan yabandan bir odlu konuk<br />
gelse” şekline bürünür. Buradaki “öte” sözü, “konuk”u<br />
en azından mekânsal anlamda biraz daha uzaklaştırıp ya-
ancılaştırırken “odlu” sözü “konuk”a soyut anlamda değer<br />
arttıran bir anlam katmaktadır. Bu ilk anlam, konuk sözünün<br />
en yaygın ve evrensel anlamıdır; yani yabancı, öteki, uzak<br />
anlamı. Nitekim konuğa karşı takınılan tutum ve davranışlar,<br />
aslında ev sahibiyle konuk arasındaki ötekiliği, yabancılığı<br />
vurgulayan tavır ve davranışlardır. Bir anlamda konuk sözü,<br />
yabancı sözüyle eş anlamlıdır. Burada vurgulamamız gereken<br />
bir diğer husus da bu “dış konuk”ların davetsiz, yani<br />
kendiliğinden gelen konuklar olmalarıdır. Bunlarda ev sahibinin<br />
herhangi bir daveti veya başkaca bir inisiyatifi yoktur.<br />
Common Heritage<br />
510<br />
Ortak Miras<br />
İkinci anlam ise Oğuz ili içinden konuklar olarak değerlendirebileceğimiz<br />
“davetli”, yani “okunmuş” konuklardır. Mesela<br />
Hanlar Hanı Bayındır Han yılda bir kere toy ederek Oğuz<br />
beylerini konuklamaktadır. Konukseverliğin en üst yorumu<br />
sayılabilecek “hân-ı yağma” veya “potlaç” geleneğine kadar<br />
uzanan bu toy davetine katılanlar, adları sanları bilinen,<br />
tanınan ve hatta davet edilen “iç” konuklardır. Han’ın bu daveti<br />
bazen genel olmaktan çıkıp özel bir kişiye de yönelebilir.<br />
Mesela Begil Oğlı Emren boyunda Bayındır Han, Gürcistan<br />
sınırına “karavulluk” etmesi için gönderdiği Begil’i yılda bir<br />
kere divanına çağırıp konuklamaktadır. Begil, bu hikâyeye<br />
göre biraz gönülsüz bir biçimde Gürcistan ağzına gönderilmiş<br />
olduğu için onun gönlünü hoş tutmak üzere Bayındır<br />
Han’ın özel bir ilgi gösterdiği görülmektedir. Yine Dede Korkut’ta<br />
herhangi bir dileği veya haceti olan bazı beyler de İç<br />
Oğuz ve Dış Oğuz beylerini konuk ederler.<br />
Türkmen Türkçesinde ve bu dilin en güçlü mensubu Mahtumkulu’nda<br />
konuk anlamında daha ziyade Farsça kökenli<br />
“mıhman” kelimesi, zaman zaman da Arapça asıllı “mısapır”<br />
sözü kullanılmaktadır. Mahtumkulu’nda “çar taraptan”, yani<br />
yabancı ve uzak diyarlardan gelebilen konuklar olduğu gibi<br />
yakından gelen tanıdık bildik konukların da olabileceği metinlerin<br />
bağlamından anlaşılabilmektedir.<br />
Sonuçta uzak veya yakından gelmesine, davet edilip edilmemesine,<br />
tanıdık olup olmamasına, makam ve statüsüne<br />
bakılmaksızın “konuk”un kendisi bizatihi bir sosyal konumu,<br />
yani belirli ve geleneksel bir tutum ve davranış kalıbının muhatabı<br />
olmayı temsil eder. Aslında konuk için başkaca bir sıfata<br />
ihtiyaç dahi hissedilmez. Konuğun iyisi kötüsü, zengini<br />
fakiri, genci yaşlısı, kadını erkeği, tanıdığı yabancısı yoktur.<br />
Ev sahibi ister tanımadığı ve belki de zamansız ve uygunsuz<br />
gelişinden dolayı “Tanrı misafiri” diye adlandırdığı konukla<br />
tanıdığı bildiği, hatta davet ettiği bir konuğu karşılama ve<br />
kabul etmede farklı davranmaz. Kısaca yemez yedirir, içmez<br />
içirir.<br />
Konuk ağırlamada en önemli mekân evdir. Daha başka bir<br />
ifadeyle evin en temel işlevi konuk ağırlamadır. Dede Korkut<br />
Kitabı’nın en özlü sözlerinden birisi “Konuğu gelmeyen<br />
kara evler yıkılsa yeğ” sözüdür. Mukaddimede Dede Korkut
dilinden söylenen soylama dizisinde ev ile konuk arasında<br />
bir paralellik kurulur. Evi anlamlı, işlevine uygun kılan da<br />
konuktur. Konuk gelmezse ak ev, kara eve döner ve böyle<br />
evlerin yıkılması yeğlenir. Demek ki evin ilk ve temel işlevi<br />
“konuk” ağırlamaktır. Her biri bir atasözü değerindeki bu<br />
soylamalarda soyut ve teorik olarak bir genç alpta, erde olması<br />
gereken, yani erin erdemini oluşturan değerlerin başında<br />
da konukseverlik gelmektedir. Nitekim normalde evin<br />
erkeğine terettüp eden bu görev, o denli önemlidir ki “er<br />
adam evde olmasa” bu görev evin kadınına düşer.<br />
Wedding<br />
511<br />
Düğün<br />
Kısacası ev ile konuk arasında kurulan ilişki doğru orantılı<br />
ve işlevsel bir ilişkidir. Ev, konuğu geliyorsa, o evde konuk<br />
ağırlanıyorsa işlevine uygun bir evdir, yoksa “kara”dır, dolayısıyla<br />
yıkılması tercih edilir. Bir Türkmen atasözü de aynı<br />
duyguyu “Mihman gelmeyen övün yıkılanı yahşı” şeklinde<br />
ifade eder. Ev ile konuk ilişkisi Türkmen klasik şairi Mahtumkulu’nun<br />
şiirlerinde de karşımıza çıkmaktadır. Mahtumkulu,<br />
“Bahıl öyde mıhman durmaz” demektedir. Soyut değerlerin<br />
insan-varlık arasındaki ilişkiyi düzenlemesi veya insan-nesne<br />
arasında doğrusal bir ilişki kurulması geleneksel toplum<br />
için temel bir yargıdır. Bu yargı yıpranma veya değişime uğrama<br />
temayülü gösterirse toplumun ve dünyanın bozulması<br />
anlamı taşımaktadır. Evi “ak” kılan konuğun gelmesidir, eğer<br />
konuk gelmiyor veya layıkıyla ağırlanmıyorsa ev “kara” olur<br />
ve yıkılması yeğlenir.<br />
Tarihte konuk ağırlama hanlara ve beylere mahsus bir davranış<br />
modeli olarak örneklenmektedir. Çünkü hanlar veya
Ortak Miras<br />
Common Heritage<br />
512
eyler, Tanrı’nın davranışı olarak emsal alınan bir tavır olarak<br />
konuk ağırlamaktadırlar. Başka bir ifadeyle tanrısal bir<br />
eylem olarak konukseverdirler. Çünkü Tanrı, dünyayı ve<br />
varlıkları insanlara izzet ve ikram için yaratmış, bu dünyada<br />
insanlar Tanrı’nın misafiri olarak ağırlanmaktadırlar. O halde<br />
Tanrı kutuna mazhar olmuş özel kişiler olarak hanlar ve beyler<br />
de bu davranışı model alarak yeryüzünde uygulamakla<br />
sorumludurlar. Nitekim Divanü Lugat-it-Türk’te de konuk,<br />
kut (uğur) getirendir. Misafirin uğuruyla, nasibiyle geldiğine<br />
dair günümüzde de Türk lehçelerinde yaşayan birçok<br />
atasözümüz vardır. Bunlardan birisi “Gonaklı öye gut girer”<br />
şeklindedir. Misafirin rızkıyla gelişine dair bir diğer atasözü<br />
ise şöyledir: “Mihman gelir eşikten, rızkı gelir deşikten”. Misafirin<br />
bereket getirdiği inancıyla konuk, insanlar arasında<br />
bir yük olarak görülmez. Aksine konuğun tükettiğinin kat kat<br />
fazlasının ev sahibine Tanrı tarafından bahşedileceği inancı<br />
hâkimdir. “Misafir on kısmetle gelir, birini yer, dokuzunu bırakır”<br />
sözü bu inancın ifadesidir.<br />
Bilindiği gibi Tanrı’dan “kut” alan ve onun yeryüzündeki<br />
temsilcisi olan, bir anlamda kendilerine babalık vazifesi edinen<br />
Türk hükümdarları, “toy” tertip ederek Tanrı adına halkı<br />
doyururlar. Hân-ı yağma kültürünün temelinde hükümdarların<br />
bu tanrısal eylemi yatmaktadır. Oğuz Kağan Destanı ve<br />
Dede Korkut Kitabı’ndaki hanların toylarında da asıl maksat<br />
budur. Dede Korkut Kitabı’nda örneklerini gördüğümüz han<br />
toyları dışındaki toylar da bu tanrısal eylemin model alındığı<br />
toylardır. Toylardaki “açları doyurmak”, “yalıncakları giydirmek”,<br />
“tepe gibi et yığmak, göl gibi kımız sağmak”, Tanrı’dan<br />
kut alan hanın uygulamaları olarak diğer toylarda model<br />
alınarak tekrar edilir. O halde konuk ağırlamak da, tanıdık<br />
olsun olmasın insanları hoşnut etmek, doyurmak, ikramda<br />
bulunmak ve hediye vermek gibi uygulamalar açısından bir<br />
tanrısal eylem olarak görülmelidir.<br />
Wedding<br />
513<br />
Düğün<br />
Bir başka paralellik ise toplumun model insan algısı üzerinden<br />
inşa edilmiştir. Konargöçer, atlı ve akıncı Türk kültürünün<br />
model insanı olan alplar, konuklarıyla, konuk ağırlamalarıyla<br />
toplum içinde farklılaşırlar ve model teşkil ederler.<br />
Dede Korkut Kitabı’nda başta Bayındır Han ve Salur Kazan<br />
olmak üzere hanlar ve beyler, konuk ağırlama hususunda<br />
son derece hassastırlar. Beylerin, tanrısal bir eylem olan cömertliği<br />
yeryüzünde temsil eden ve uygulayan kişiler olması<br />
kuralı gereği cömertliğin bir başka yansıması sayılan konukseverliği<br />
de muhakkak göstermesi gerekmektedir.<br />
Misafire hürmet göstermeyen, konuk ağırlamaktan kaçınan<br />
kişiler toplum nezdinde kınanır. “Kapısı sürülü, sofrası dürülü”<br />
tabiriyle nitelenen bu tür kişiler mert sözünün karşıtı<br />
olarak “namert” kelimesiyle tanımlanırlar. Namerde misafir<br />
olmak da tavsiye edilen bir davranış değildir. Mahtumkulu<br />
“Malı çoktur diyerek namerde misafir olma, cömert her ne
kadar fakir olsa da var eyler” diyerek konuk olunacak yeri<br />
ve kişiyi seçmenin de mertlik unsurlarından biri olduğunu<br />
vurgular:<br />
“Malı köp diyp, mıhman bolma namarda,<br />
Comart herçent gallaç bolsa, bar eyler.”<br />
Kısacası Türk milletinin inkıraz devrinin başladığı yıllara<br />
kadar model insanı olan “alp”, “yiğit” veya “mert” insanın<br />
temel vasıflarından birisi konukseverliğidir. Bu konukseverliğin<br />
nesilden nesle geçmesini sağlayan yöntem de görgüdür.<br />
Yani Dede Korkut Kitabı’ndaki ifadesiyle söylemek<br />
gerekirse “Kız anadan görmeyince öğüt almaz. Oğul atadan<br />
görmeyince sofra yaymaz.”<br />
Common Heritage<br />
514<br />
Ortak Miras<br />
Onuncu yüzyılda Türkistan’ı başta başa dolaşan ünlü seyyah<br />
İbn Fadlan’ın seyahatnamesinde en çok vurgu yapılan<br />
hususlar arasında Türklerin misafirperverliği önde gelir.<br />
Konuyla ilgili şahit olduğu birçok olayı anlatan Fadlan, “Bir<br />
Türk’ün yurdundan, tanımadığı bir kimse geçip ona “Ben<br />
senin misafirinim. Develerinden, hayvanlarından ve parandan<br />
(dirhemlerinden) şu miktara ihtiyacım var.” derse, Türk<br />
istediklerini ona verir.” diyerek Türklerin konuk karşısındaki<br />
tutumlarına çarpıcı bir örnek verir. Anadolu’yu dolaşan İbni<br />
Battuta, Seyahatname’sinde “Yabancı konukları ağırlayan,<br />
eşkıyaya karşı savaşan, dünyada başka bir eşi bulunmayan,<br />
temiz kalpli, iyi ahlaklı, yiğit gençler”den övgüyle söz etmektedir.<br />
Günlük kazançlarını başkanlarına veren, yiyecek<br />
giyecek satın alındıktan sonra kalanla hayır işleri yapan,<br />
konuk ağırlayan bu gençlerin amaçları, yardımlaşma, dayanışma,<br />
güvenlik ve barış sağlamak olarak tanımlanır. Hiç<br />
şüphesiz bütün kaynaklarda konukseverlik övülen bir tutum<br />
olarak ele alındığı gibi konuğun gelmeyişi veya layık olduğu<br />
biçimde ağırlanmaması da eleştirilen bir davranış olarak ele<br />
alınmıştır. Dede Korkut Kitabı’nda toparlayıcı ve genelleyici<br />
bir ifadeyle anlatılan konukseverlik, Türkmen klasik şairi<br />
Mahtumkulu’nun şiirlerinde de oldukça ayrıntılı olarak işlenmiştir.<br />
Her ne kadar “Dede Korkut dilinden ozan” söylese de kadınların<br />
dört gruba ayrıldığı soylamada da konukseverlik<br />
konusu ele alınmaktadır. Yerleşik hayatın kadını toplumsal<br />
anlamda öne çıkarmaya başladığı çağların izlerin taşıyan<br />
bu sözlerde “evin dayağı” şeklinde olumlu kadın tiplemesinden<br />
bahsedilirken “Yazıdan yabandan eve bir konuk gelse,<br />
er adam evde olmasa, o onu yedirir içirir ağırlar azizler<br />
gönderir. O Ayşe Fatıma soyudur hanım. Onun bebekleri<br />
yetsin. Ocağına buncılayın avrat gelsin” denir. Aynı soylamada<br />
olumsuz kadın tiplemelerinden “nice söylersen bayağı”<br />
şeklinde ele alınan kadın da “Öte yazıdan yabandan<br />
bir odlu konuk gelse, er adam evde olsa, ona dese ki: Kalk,<br />
ekmek getir yiyelim, bu da yesin dese, pişmiş ekmeğin ba-
kası olmaz yemek gerektir; avrat der: Neyleyeyim, bu yıkılacak<br />
evde un yok elek yok, deve değirmeninden gelmedi der;<br />
… O Nuh peygamberin eşeği aslıdır. Ondan dahi sizi hanım<br />
Allah saklasın, ocağınıza buncılayın avrat gelmesin” sözleriyle<br />
eylem eksenli bir tasvirle tanımlanır. Görüldüğü üzere<br />
her ne kadar “söz dinlemez” kadın tiplemesini tasvir etse de<br />
burada da ölçü konukseverlik üzerine kurulmuştur. Konukseverlik<br />
ve buna bağlı ikram ve izzet gibi erdemler, erkeğin<br />
olduğu gibi kadının da değer ölçüleri arasında ilk sırada yer<br />
almaktadır. Ancak burada “neden kadın?” sorusu da gayri<br />
ihtiyari akla gelmektedir. Dolayısıyla herhangi bir hükme<br />
varmadan birkaç bilgi vermeyi gerekli görüyoruz.<br />
Wedding<br />
515<br />
Düğün<br />
İbn Battuta, XIV. yüzyılda Anadolu beylikleri döneminde<br />
Kayseri’de Emir Alâüddin Eretna ve Osmanlı Beyi Orhan<br />
Bey’in eşleri ile görüştüğünü anlatırken, bu kadınların beyleri<br />
evlerinde olmadığı halde İbn Battuta ve arkadaşları<br />
için sofra hazırlattıklarını ve onlarla birlikte yemek yiyerek<br />
sohbet ettiklerini belirtir. Hatta misafirleri ayrılırken de, Seyyah’a<br />
hediyeler vererek ikramda bulunmuşlardır. Bu durumu<br />
Türk kültür ve tarihinde kadının konumu ve aileyi babadan<br />
sonra annenin temsiliyle açıklayabiliriz. Ya da Oğuz toplumunda,<br />
Dede Korkut Kitabı’nda Banıçiçek ve Selcen Hatun<br />
tiplerine de yansıdığı gibi kadınların yüksek ahlâk sahibi<br />
olmalarının güveniyle toylarda ve eğlencelerde erkeklerle<br />
birlikte toplanmaları, çalgı çalıp kımız içmeleri, hatta erkek<br />
gibi ata binmeleri ve kahramanlık göstermeleri de bu çerçevede<br />
değerlendirilebilir. Bu özgüven, erkek evde bulunmadığı<br />
zamanlarda kadınların konuk kabul etmelerine de
Common Heritage<br />
516<br />
Ortak Miras<br />
ruhsat veya imkân vermiş olmalıdır. Günümüzde de kadınların,<br />
kırsal yerleşimlerde ve özellikle de Alevi-Bektaşi toplulukları<br />
arasında bu niteliklerini sürdürdüğü bilinmektedir.<br />
Mesela Sıraç Türkmenlerinde konuğun o evin bereketini<br />
artırmak için Tanrı tarafından gönderilmiş olduğuna inanıldığı<br />
ve kadınların da erkeklerden kaçmadan konuklarla<br />
yarenlik ettiklerine dair kayıtlar vardır. Aynı biçimde Kazak<br />
Türklerinin geleneğinde de evde kocaları olmadığı zaman<br />
misafire karşı beyinin yokluğunu aratmayan ve misafiri gerektiği<br />
şekilde ağırlayan kadınlar, hem kendi bölgelerinde,<br />
hem de başka bölgelerde örnek kadın olarak takdir ve övgü<br />
ile anılmaktadırlar. Ev işlerinde konukla ilgilenmek hususunda<br />
görevin büyük oranda kadınlara düştüğü, kadınların<br />
konukseverliğin güncel yorumlaması sayılabilecek kabul<br />
günlerindeki etkinliği gibi hususlar düşünülecek olursa bu<br />
durum sıradan ve normal karşılanmalıdır. Ancak bazı ilkel<br />
kavimlerden günümüze ulaşan bilgiler eski dönemlerdeki<br />
bazı kabilelerde konuğa gösterilen saygının gereği olarak<br />
konuklara kendi eşlerini sunabildikleri, konuğun bunu kabul<br />
etmemesinin kabile için bir aşağılama olduğu bilgisine rastlamaktayız.<br />
Türkler arasında pek görülmese de İbn Fadlan<br />
Seyahatnamesi’nde Karluklarda reisin karısı, kızı ya da kız<br />
kardeşinin, yabancı bir kafile gelince onları konuk ettikleri<br />
yazılmaktadır.<br />
Konukseverlikte en önemli hususlardan birisi gelen konuk<br />
kim olursa olsun belirli bir davranış kalıbıyla tutum sergilemektir.<br />
Güler yüz göstermek, yemek ikram etmek, cimri<br />
davranmamak, rahatsız edici tutum takınmamak gibi. Dede
Korkut Kitabı’nda yukarıda hem kadın tiplemeleriyle ilgili kısımda<br />
hem de hanların ve beylerin davranışlarında bunları<br />
ayrıntılı olarak ele almıştık. Aslında konuk geldiğinde bu tutum<br />
ve davranışlar, hazır bir alışkanlık kalıbı gibi devreye girmekte,<br />
aksi davrananlar ise toplum tarafından kınanmakta<br />
ve sosyal bir baskıya uğramaktadır.<br />
Konuk karşılama ve ağırlamada dikkat edilecek hususların<br />
başında güler yüz gelmektedir. Kazaklar arasında “Misafirle,<br />
hiçbir yiyecek olmasa bile sıcak ve samimi bir sohbet yeter”<br />
şeklinde bir atasözü kullanılmaktadır. Türkmenler buna<br />
benzer biçimde “Buğday nanın bolmasa, buğday sözün yok<br />
mudur” derler, Anadolu’da ise “Buğday ekmeğin yoktuysa<br />
buğday dilin de mi yoktu” sözü aynı bağlamda kullanılmaktadır.<br />
Orta Asya Türk topluluklarında konuk, eller göğse götürülüp<br />
eğilerek selamlanmak usulüyle karşılanır. Yaş farkına<br />
bakmadan konuğa saygı gereği “siz” sözüyle hitap edilir.<br />
Orta Asya Türk toplulukları misafirperverliğin kaynağında<br />
Cengiz Han’ın seferlerini ve İpek Yolu’nun gösterirler. Rivayete<br />
göre Cengiz Han, askerlerini doyurmaları için geçtiği<br />
yerlerdeki hanelere paylaştırmış ve konukseverlik geleneği<br />
böylece yerleşmiştir. Bir başka rivayete göre ise Büyük İpek<br />
Yolu’nun işlemeye başlamasıyla yol üzerinde yaşayan topluluklar,<br />
tüccarların konaklama ihtiyacını karşılamışlar ve<br />
böylece konukseverlik geleneği doğmuştur.<br />
Çünkü konuk, annesinden babasından, akrabalarından ve<br />
kardeşlerinden ayrılmış, ilinden yurdundan uzak düşmüş bir<br />
kişidir. Kısacası “garip”tir ve gariplerin de duası makbul sayılır.<br />
Mert kişiler, misafir karşısına güler yüzle çıkar, namertler<br />
ise konuktan gizlenir. Misafir, güler yüz yanında hoş sözlerle<br />
karşılanmalı ve ağırlanmalıdır. Onu incitecek herhangi bir<br />
söz söylenmemelidir. Türkmen atasözlerinde dendiği gibi<br />
“Mihmana gel diymek bar, git diymek yok”tur, “Mihmanın<br />
itine-de ‘tur!’ diyme”mek gerekir. Misafir olarak kabul edilen<br />
ve ağırlanan kişiye karşı gönülden ve candan davranılması,<br />
ekmeğinden pay verilmesi ve en önemlisi de kan davalı bile<br />
olunsa bu davadan vazgeçilmesi gerektiği öğütlenir.<br />
Wedding<br />
517<br />
Düğün<br />
Misafire karşı davranışların en başında onu yedirip içirmek<br />
vardır. Anadolu’da “Halil İbrahim Sofrası” veya “Han-ı Halil”<br />
deyimiyle ifade edilen sofra herkese açık sofradır. En kısa<br />
süreli konuklukta dahi misafire kahve veya şerbet ikram<br />
edilir. Cömertlik felsefesi bağlamında ele alınabilecek bir<br />
durum olan yeme içme hususunda Mahtumkulu bir şiirinde<br />
misafire “sofra yayıp nan (ekmek) dökmek” gerektiğini vurgulamaktadır:<br />
“Supra yayıp, dökgül nanıñ,<br />
Bu dünyede aşıñ galar.” (Kazı 2008: 154)<br />
Elbette konukseverliğin gereklerini bu yazının kapsamı için-
de tümüyle değerlendiremeyiz. Ancak birkaç örnekle dahi<br />
Türk kültürünün temel kaynaklarında konukların cömertlik<br />
felsefesi içinde karşılanması ve ağırlanmasını gerekli kıldığını<br />
söyleyebiliriz. Bunlar öncelikle güler yüz, hoş söz ve<br />
yedirip içirmektir. Kısacası konuğa “izzet” ve “ikram”da bulunulması,<br />
Türk kültürünün tavsiye ve telkin ettiği tutum ve<br />
davranışları özetleyici ifadeler olarak değerlendirilebilir.<br />
Türkmenistan Türkmenleri arasında halen yaşayan ve Anadolu’da<br />
da kısmen kaybolmakla birlikte özellikle Yörük ve<br />
Türkmen aşiretleri arasında örnekleri görülen bir gelenek<br />
vardır. Bu geleneğe göre misafir geldiğinde, misafirin ağırlığı<br />
ve ev sahibinin durumuna göre bir hayvan kesilir. Türkmenlerin<br />
“sövüş” adını verdiği bu gelenek için Mahtumkulu’nun<br />
“Sövüş Bile” başlıklı bir şiiri vardır.<br />
Common Heritage<br />
518<br />
Ortak Miras<br />
Konukseverliğin somut durumlara yansıyışı da söz konusudur.<br />
Bu durumun en net göstergesi misafirin oturtulduğu<br />
yerdir. Buna göre “karavaş eşikte oturur”, evin en yaşlısı ve<br />
konuk ise “tör”e oturtulur. Töre sözünün anlam köklerinden<br />
biri olduğunu düşündüğümüz “tör”e oturma hakkı ve düzeniyle<br />
ilgili ilk bilgilere Dîvânü Lugâti’t Türk’te “tör” ve “töre”<br />
sözlerinin açıklamalarında karşılaşıyoruz: “Tör: Evin [saygı<br />
duyulan kimselere ayrılmış] en önemli yeri”; “Töre: Evin en<br />
önemli yeri ve itibar edilen kimselere sunulan oturağı [sedir]”.<br />
Kazak Türklerindeki konukseverliğin kökenini açıklayan<br />
bir inanışı da buna eklersek konukseverliğin, töre değeri<br />
olarak anlamı daha açık hâle gelecektir. Eski Kazak Hanlarından<br />
Alaş’a kadar uzanan bu uygulama şöyledir: Alaş<br />
yaşlanınca elindeki mal varlığını dört kısma ayırmış, üç kısmını<br />
üç oğluna yani Ulu, Orta ve Küçük Cüz’e vermiştir. Dördüncü<br />
kısmı da misafir hissesi olarak ayırmış ve misafirleri<br />
ağırlamak kaydıyla üç oğlunun <strong>ortak</strong> hizmetine bırakmıştır.<br />
Konuğa karşı duyulan bu saygı ve ona itibar etme, Türklerin<br />
“yabancı” sayılan konuğu “öteki”leştirmeme hususundaki<br />
hassasiyetini göstermektedir. Türkiye Türkçesindeki<br />
“Tanrı misafiri” sözünün Kazak Türkçesinde “Kuday Konak”<br />
olarak görülüşü, misafiri atadan ulu görmeyi düstur eden<br />
değeri “Mıhman atañdan ulı” şeklinde atasözü formunda<br />
ifade eden Türkmenlerde de <strong>ortak</strong>tır. Özbekler arasında bu<br />
anlayış, “Misafir babandan daha önemlidir” anlamında bir<br />
atasözüyle karşılanır. Günümüzde evlerin misafir odalarının<br />
tefrişi ve kullanımı hususundaki uygulamalarla örtüşen bu<br />
töre kuralının kısmî değişiklik ve güncellemelerle halen yaşadığı<br />
açıktır.<br />
Konukluk süresi Türk kültürünün hemen hemen tüm kaynaklarında<br />
“üç gün”dür. Bazı kaynaklar bu süreyi azami üç<br />
gün olarak kaydederken bazı kaynaklarda da en az üç gündür.<br />
İbni Battuta’dan örneklerde de görüleceği üzere genel<br />
olarak Türk kültüründe, özelde de ahî geleneğinde misafirliğin<br />
süresi üç gündür. Buna göre ahîlerin konuklarını en
az üç gün ağırlamaları gerekir.<br />
Bu durum, Dede Korkut Kitabı’nda<br />
da aynı şekildedir. Misafir<br />
açısından bakıldığında da uzun<br />
süreli konukluk tercih edilecek<br />
bir durum değildir. Mahtumkulu’na<br />
göre “herkesin özüne vatanı<br />
yahşıdır” ve vursa dövse de,<br />
horlasa aşağılasa da yâd illerde<br />
misafirlik çekmektense kendi ili<br />
yahşıdır. Sonuçta konukluğun üç<br />
ya da beş gün gibi, kısa ve geçici<br />
bir durum olduğu ifade edilmektedir.<br />
Uygulama da bu şekildedir.<br />
Nitekim bir Türkmen atasözü de<br />
“Mihman birinci gün gızıl, ikinci<br />
gün kümüş, üçüncü gün mis,<br />
dördüncü gün pis” demektedir.<br />
Ani gelen misafirler dışında düğün, ölüm veya bayram gibi<br />
bir vesileyle davet edilen konuklar için özel hazırlıklar yapılır.<br />
Özbekler arasında yaşayan bir geleneğe göre gelen<br />
konuğa sofrada büyük bir tabakla yemek sunulursa bu onu<br />
aileye eş tutukları ve ayrı görmedikleri anlamı taşır. Özbeklerin<br />
“Hom Tobak” veya “İnok Tobak” dedikleri bu uygulama,<br />
kelimelerin anlamlarından da anlaşılabileceği gibi kardeşlik<br />
ve dostluk tabaklarıdır.<br />
Konuk sözünün özellikle gelip geçici olma durumundan dolayı<br />
değişik benzetme ve eğretilemelerde kullanıldığını görüyoruz.<br />
Daha XI. yüzyılda, Divânü Lugati’t-Türk’te bu sözün<br />
anlam yüklemeleriyle ilgili bir zenginlikle karşılaşmaktayız.<br />
Konuk sözüyle ilgili örneklemeler yapılırken konukseverlikle<br />
ilgili birçok değer yargısını da aktaran bu muhteşem eserde<br />
“kış konugı ot” (Kış konuğu ateş) şeklinde bir sav yer almaktadır.<br />
Ateşin kış mevsiminin konuğu olduğunu ifade eden<br />
bu savda konukluğun gelip geçicilik anlamı esas alınmıştır.<br />
Esas ilgi çekici olanı ise tasavvuf felsefesinde rastladığımız<br />
bir istiaredir. Kâşgarlı’nın eserinde yer alan bir manzumede<br />
“öz konugı” şeklinde geçen tamlama, “bedenin yaşamı<br />
sağlayan unsuru, özün konuğu” yani “ruh” anlamında kullanılmıştır.<br />
Bilindiği gibi insanın dünyada, ruhun da bedende<br />
misafir görülmesi tasavvuf düşüncesinin temel değerlerinden<br />
biridir.<br />
Wedding<br />
519<br />
Düğün<br />
Konuk sözü özellikle dinî-tasavvufî edebiyatta mecazî bir<br />
anlam yüklenmiştir. Bu anlam, “ruh”, “can” anlamıdır ve bedende<br />
ruhun gelip geçiciliğine istiare olarak bir üst manada<br />
kullanılmıştır. Bu çerçevede asıl olanın öteki dünya olduğu<br />
inancını pekiştirmek üzere “can tende misafir“ olarak tanımlanmaktadır.<br />
Bazen benzetme çok yönlü hale gelir. Can kuşa<br />
benzetilerek bu kuşun beş gün tene misafir olduğu ve bir<br />
gün kanat açıp uçup gideceği, bu dünyaya gelen canların
zengin fakir ayrımı gözetilmeksizin birbirine misafir oldukları<br />
ve herkesin bir gün öleceği vurgulanır.<br />
Common Heritage<br />
520<br />
Ortak Miras<br />
Konukseverlik kurumsal bir nitelik kazanarak geleneksel<br />
Türk yaşam biçimine, şehirlerine, yollarına ve mimarisine de<br />
yansımıştır. Bu hususta vakıf kurumu ve vakıf eserleri başta<br />
gelir. Ancak bu konu ayrı bir başlık altında değerlendirileceği<br />
için burada ayrıntıya girmek istemiyoruz. Selçuklu ve<br />
Osmanlı devirlerinde inşa edilen külliyeler, kervansaraylar,<br />
hanlar, imarethaneler, misafirhaneler konukseverliği görünür<br />
kılan mekânlardır. Osmanlı konaklarında konuklar, “selamlık”<br />
denen kısımda yer alan ve divanhane denilen büyük<br />
bir odada ağırlanırlar, burada bazen hizmetçilerin konuklara<br />
ikram etmek üzere kahve pişirdiği ocaklı bir köşe de olurmuş.<br />
Ayrıca yine Osmanlı devletinde az kullanılan ve kervansaray<br />
bulunmayan yolların yakınlarındaki tekkeler, dergâhlar ve<br />
zaviyeler, gelip geçen yolculara daha fazla konukseverlik<br />
gösterebilmeleri için vergiden muaf tutulurlarmış. Tekke<br />
ve tarikat adabına göre de dergâhlara uğrayan dervişlerin<br />
önüne bir kâse çorba konması adettir ve gece gündüz<br />
kaynayan kazan konukseverliğin simgesi olmuştur. Hatta<br />
büyük tekkelerde konuklar için ayrı bir bölüm bulunurmuş.<br />
Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde dervişlerin konukseverliğinin,<br />
zaviyelerde yolculara çorba verilişinin anlatıldığı<br />
bölümler vardır. Konukseverliğin köylere yansıması ise “köy<br />
odaları” veya “köy konakları” kurumuyla olmuştur. Camilerde<br />
veya köyün herhangi bir yerinde inşa edilen köy odaları,<br />
her gün bir aile tarafından yemek çıkarılan ve yolcuların,<br />
konukların serbestçe ve rahatça kalmasını sağlayacak bir<br />
ortam oluşturmuştur. Günümüzde köylü veya kentli olsun<br />
evlerde en titiz biçimde korunan, temiz yatak ve çarşafları<br />
hazır bulundurulan, en nezih yemek takımlarıyla düzenli<br />
ve “gizlence” tutulan odalar da “misafir odaları”dır. Evlerin<br />
kadınları bu hususta biraz gösteriş kısmına ağırlık vermiş olsalar<br />
da geleneksel hassasiyetleriyle odaları her an konuk<br />
gelecek biçimde hazır tutmaktadırlar.<br />
Konukseverlik, Türk kültürünün en eski ve yaygın normlarından<br />
biridir. Ne var ki konukseverliğin edilgen yapısı ve<br />
konuğa karşı aşırı ilgi boyutu, bir ucu yabancı hayranlığına<br />
kadar uzanan ve hatta yabancılaşmalara yol açan bir özellik<br />
de taşımaktadır. Bu durumun, bir yandan tarih boyunca<br />
Türklerin her kültürle uyumlu yaşayabilme yeteneklerini<br />
geliştirmek gibi olumlu bir yönü varken diğer taraftan özellikle<br />
aydın bazında yabancılaşmaların önünü açtığı gerçeği<br />
de unutulmamalıdır. Ev sahibi ile düşmanlık sözlerinin Batı<br />
dillerinde karşılığı olan “host” ve “hostility” kelimeleri arasındaki<br />
etimolojik ilişki, konuğu “öteki” olarak tanımlayan<br />
konukseverlik fikriyle uyuşmaktadır. Bu ötekilik, ev sahibini<br />
tehdit eden bir düşmanın ötekiliği de olabilir. Ev sahibi ile<br />
konuk arasındaki bu durum, Kant tarafından konukseverliğin<br />
sömürgecilik tarafından kötüye kullanımı olarak da
yorumlanmıştır. Çünkü sömürgeciler, yabancı bir ülkede konukluk<br />
haklarının ötesine geçebilmekte, egemenlik dayatabilmektedirler.<br />
Batı’da Immanuel Kant, Emmanuel Levinas<br />
ve Jacques Derrida gibi felsefecilerin “konukseverlik” kavramını<br />
etik olarak güncel yorumlamalara ve değerlendirmelere<br />
tabi tuttuğu, özellikle son dönem felsefecilerinden<br />
Derrida’nın konukseverliği bütün düşünce boyutlarıyla ve<br />
bilhassa da güncel siyasî bağlamda “göçmenlere ve mültecilere<br />
davranma biçimi” olarak değerlendirdiğini söyleyebiliriz.<br />
Türk düşünce ve sanat dünyasında ise, kültürümüzün<br />
temel değerlerini felsefî açıdan değerlendirme ve yorumlamada<br />
önemli eksikliklerimiz olduğunu kabul etmekle birlikte<br />
güncel sorunlara karşı çözüm üretmede bu geleneksel<br />
değerlerden üstünkörü de olsa faydalanmaların gerçekleştiğini<br />
de belirtmeliyiz.<br />
KAYNAKÇA<br />
• K. Berkeliyev (1983). Türkmen Nakılları ve Atalar Sözi, Aşgabat: Ilım.<br />
• Mırat Çarıyev (2005). Türkmen Halk Nakılları, Aşgabat: Miras.<br />
• Özkul Çobanoğlu (2004). Türk Dünyası Ortak Atasözleri Sözlüğü, Ankara:<br />
AKM Yayınları.<br />
• İsmail Hami Danişmend (1982). Garb Menba’larına Göre Eski Türk Seciyye<br />
ve Ahlâkı, İstanbul: İstanbul Kitabevi Yayınları, (3. Bs.).<br />
• Cihangir Doğan (2007). “Kazak Türklerinde Konukseverlik ve Konuk<br />
Ağırlama”, Sosyoloji Konferansları Dergisi, (36), 28-44.<br />
• Ali Duymaz (1999). Dede Korkut Kitabı’nda Hüner ve Erdem Kavramları<br />
Üzerine, IV. Türk Dünyası Yazarlar Kurultayı 5-6 Kasım 1998 Bildiriler,<br />
Ankara: İLESAM Yayınları.<br />
• Kudret Emiroğlu (2001). Gündelik Hayatımızın Tarihi, Ankara: Dost Kitabevi<br />
Yayınları.<br />
• Muharrem Ergin (1989). Dede Korkut Kitabı I Giriş-Metin-Faksimile, Ankara:<br />
Türk Dil Kurumu Yayınları, (2. Bs.).<br />
• Suraiya Faroqhi (2005). Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam Ortaçağdan<br />
Yirminci Yüzyıla, Çeviri: Elif Kılıç, İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, (5. Bs.).<br />
• Baymuhammet Atalıyeviç Garrıyev (1959). Magtımgulı, Aşgabat:<br />
Türkmendövletneşir.<br />
• Bozkurt Güvenç (1995). Türk Kimliği Kültür Tarihinin Kaynakları, İstanbul:<br />
Remzi Kitabevi, (3. Bs.).<br />
• Kaşgarlı Mahmud (2005). Dîvânü Lugâti’t-Türk, (Çeviri, Uyarlama,<br />
Düzenleme: Seçkin Erdi-Serap Tuğba Yurteser), İstanbul: Kabalcı Yayınevi.<br />
• Shurubu Kayhan (2017). Beşikten Mezara Türk Dünyası Gelenekleri,<br />
İstanbul: Dörtmevsim Kitap.<br />
• Mıratdurdı Kazı (2008). Magtımgulı Pıragınıñ Kamil Divanı, Aşgabat: Eyran<br />
Islam Respuplikasınıñ Türkmenistandakı İlçihanasınıñ Medeniyet Merkezi.<br />
• Lütfi Simavi (1963). Teşrifat ve Âdâb-ı Muaşeret, İstanbul: Marifet Matbaası,<br />
(4. Bs.).<br />
• Magtımgulı Saylanan Eserler (1983), Aşgabat: Magarıf Neşiryatı.<br />
• Barry Stocker, (2006). “Derrida Etiğinde Çelişki, Aşkınlık ve Öznellik”,<br />
COGİTO Yapı Kredi Yayınları Üç Aylık Düşünce Dergisi, Sayı: 47-48, Yaz-Güz,<br />
334-349.<br />
• Mehmet Şeker (2006). Anadolu’nun Türkleşmesi ve Kültürel Hayatı,<br />
İstanbul: Ötüken Neşriyat.<br />
• Ramazan Şeşen (2010). İbn Fadlan Seyahatnamesi ve Ekleri, İstanbul:<br />
Yeditepe Yayınevi.<br />
• Hikmet Tanyu (1978). “Türk Töresi Üzerinde Yeni Bir Araştırma”, Ankara<br />
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (XXIII), 97-120.<br />
• Mahmut Tezcan (1997). Türk Kişiliği ve Kültür-Kişilik İlişkileri, Ankara: Kültür<br />
Bakanlığı Yayınları.<br />
• Mahmut Tezcan (2000). Türk Ailesi Antropolojisi, Ankara: İmge Kitabevi.<br />
• Serpil Tunç (2010). “Konukseverlik: Hukukta ve Hukukun Ötesinde”, Birinci<br />
Uluslararası Felsefe Kongresi Kongre Bildiri Tam-Metinler Kitabı, Bursa: Asa<br />
Kitabevi, s. 481-493.<br />
• Ramazan Uçar (2011). “Abdullah Cevdet’in Batı Medeniyeti ve Batılılaşma<br />
Anlayışı”, Toplum Bilimleri, 5 (10), Temmuz-Aralık: 7-30.<br />
• B. Veliyev-C. Ilyasov (1982). Stavropol Türkmenleriniñ Nakılları, Aşgabat:<br />
Ilım.<br />
• Güllü Yoloğlu (1999). Türklerin Aile Merasimleri, Ankara: Atatürk Kültür<br />
Merkezi Yayınları.<br />
Wedding<br />
521<br />
Düğün