You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
KEMALİZMİN KÜRD POLİTİKASI: SALTANATA BİAT, ALLAH İÇİN<br />
CİHAT!(*)<br />
YAŞAR KARADOĞAN<br />
Kemalistlerin ve Mustafa Kemal’in Kürdler karşısındaki siyaseti nedir? İkide bir 1920’li<br />
yıllara olumlu göndermeler yapılmasını, hele hele bunun Kürd olmak iddiasında olanlar<br />
tarafından yapılması çok trajiktir. Bugünlerde PKK lideri Abdullah Öcalan tarafından<br />
kemalizmin güncelleştirilmesi ve övülmesi, Kürdlerin suçlu ilan edilmesi trajikomedidir.<br />
Devletin Kürt politikasını, farklı dönemlerdeki konseptlerini iyice ve dikkatlice değerlendirmek gerekiyor.<br />
Devletin, Kemalist iktidarın meşrulaşma sorunları olduğu 1921'e dek olan Kürt politikası ve Kürtlerle Mustafa<br />
Kemal arasındaki ilişkiler, Mustafa Kemal ve karşıtları arasındaki ilişkiler değerlendirilmelidir. Kemalizmin<br />
meşrulaşma sorununun kalktığı 1921'den sonra Kürtlerin ve Mustafa Kemal muhalifleri aleyhine geliştirilen<br />
politikalar nasıl bir seyir izlemiştir? Abdülhamid dönemi ile Kemalizmin Kürd politikaları karşılaştırıldığında ;<br />
Osmanlının, Abdülhamid'in "Böl ve yönet" şeklindeki Kürt politikası ile Mustafa Kemal dönemindeki<br />
politikalar arasında sistematik bir bütünlük olduğu görülüyor. Padişah Vahdettin'in Yaveri Mustafa Kemal'in<br />
Anadolu'ya gönderilmesi de Karadeniz ve Kürdistan'da ortaya çıkan rahatsızlıkların "giderilmesi" misyonu ile<br />
Kürtlerle diğer etnik gruplara karşı izlenen politikaların devamının sağlanması ile ilgilidir. Mustafa Kemal'in<br />
Anadolu'ya çıkması Vahdettin'in de İngilizlerin de bilgisi dahilindeydi. Mustafa Kemal’,n ve ekibinin Samsun’a<br />
çıkarılmasına İngilizler göz yummuşlardır. Mustafa Kemal ve ekibine, Samsun’a çıkıi izni veren İngiliz<br />
İstihbarat subayı JG Bennet bu konu hakkında ayrıntılı bilgiler vermektedir (Witness, ilk baskı 1962, Hodder<br />
and Stoughton,London) kitabında.Mustafa Kemal, Vahdettin ve İngilizlerin bilgisi dahilinde "asayişi sağlamak"<br />
için Samsun'a gönderilmiştir. Mustafa Kemal'in pozisyonu da İstanbul'un İngiliz ve Fransızların işgali altında<br />
olması, İzmir'in Yunanlılar tarafından işgal etmesiyle güçlenmiştir. Ki ,Mustafa Kemal'in İstanbul'dan ayrılış<br />
tarihi ile İzmir'in işgali aynı güne rastlamaktadır. İngilizlerin böyle taktik hatalar! yapması üzerinde durulması<br />
gereken bir olgudur. İngiliz ve Fransızıların İstanbul'a gelişleri Mondros Mütarekesi çerçevesinde olmuşsa da,<br />
asıl amacın Sovyetlerdeki anti-bolşevik ayaklanmaların desteklenmesi ve Ortadoğu petrollerinin güvenceye<br />
alınması ve paylaşılması olduğu açıktır. Kafkaslardaki Denikin ayaklanması Bolşeviklerce bastırılınca, anti<br />
Bolşevik hareketin sürdüğü tek yer kalmıştır: Kırım. İngilizler hem Kırım'daki ayaklanmayı desteklemek, hem<br />
de Ortadoğu petrolleriyle ilgili politikalarını uygulamak için İstanbul'a geliyorlar. Üçüncü bir neden olarak<br />
Osmanlı İmparatorluğu'nun Sovyetler tarafından işgaline karşı bir set oluşturmak için gelmiş olabilecekleri de<br />
öne sürülebilir. Ki Türkiye adlı tampon devletin,Fransız,İngiliz ve Sovyetler arasında kotarılmış de facto bir<br />
durum olduğu da bir olgudur.<br />
**<br />
Kemalist Cumhuriyet'in Kürt politikasında izlediği seyir iyi biliniyor. Bunları yeniden tartışmak ve<br />
güncelleştirmek gerekiyor. Kemalist monolitik devletin Kürt hak ve istemleri, Türkiye'nin demokratikleşmesi<br />
sorununda izlediği genel bir hat var. Bu da her türlü militer yöntemi içine alan siyasi, kültürel çoğulculuğu<br />
reddeden; düşünce ve inanç özgürlüğünü süngüyle ortadan kaldıran, sivilleşmemekte inat eden bir hattır. Kürt<br />
sorununda izlenen çizgi, "Türk süngüsünün göründüğü yerde Kürt sorunu yoktur" sözüyle açıklanan<br />
çizgidir. Kısacası, 2. Meşrutiyet'ten beri gündemde olan "sivilleşme" karşısında takınılan "askeri" tutum<br />
Osmanlı sonrasının da temel sorunudur.<br />
İlk başta iç ve dış koşullar nedeniyle "Kürtlerin varlığını ve haklarını" kabul ediyor gibi görünen güncel taktik<br />
yaklaşım, Kemalist iktidarın egemenliğini perçinledikten sonra; her türlü çoğulculuğu reddetmeye ve tekil bir<br />
rejim kurmaya başladı. Bu bağlamda önce Kürtlerin hakları komplocu politikalarla reddedildi, daha sonra<br />
varlıkları inkar edildi. Bunları takiben ortaya atılan "üstün ırk" safsatalarından sonra da Kürtlerin imhası<br />
gündeme sokuldu. Bugün sürdürülen politikalar, devletin Kürt sorunundaki militer politikalarından<br />
vazgeçmediğini gösteriyor.<br />
1<br />
A- Mustafa Kemal'in Kürt politikası<br />
Peşinen şunu kabul etmek gerekiyor: Mustafa Kemal Kürdistan'da bulunduğu, Cemilé Çeto'ya esir düştüğü 1<br />
günlerde Kürtleri iyi tanımış, onlarla ilişki kurmuş ve bu ilişkileri de Erzurum'a geldiği andan itibaren kendi<br />
yararına kullanmıştır.<br />
1 Mustafa Kemal ve Kürtler, Abdurrahman Aslan, Doz yayınları
23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihleri arasında yapılan Erzurum kongresi ve 4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında<br />
yapılan Sivas kongrelerine MustafaKemal’in tanıdığı birçok Kürd davet edilmiştir. 9 Kişilik Heyet-i<br />
Temsiliye’de Mutkili Hacı Musa bey, Bitlis’ten Sadullah efendi ve Erzuurm’dan Nakşibendi Şeyhi fevzi Efendi<br />
bulunmaktadır. Robert Olson,’kanaatimce,Kürdlerin desteği olmaksızın Türk milliyetçilerinin o kadar başarılı<br />
olmasının mümkün olmadığını söylemek mübalağa olmaz’ görüşündedir. Olson şu saptamayı yapıyor:’başka<br />
bir deyişle ,Kürdler,Kemalistlere askeri olarak ve faali bir biçimde Erzurum’da meydan okumuş olsalardı,<br />
milliyetçi Türk hareketinin Rus ve müttefik kuvvetleri ile Ermenilere karşımellde etmiş oldukları başarılar,<br />
ciddi bir şekilde gecikirdi.’( Kürd milliyetçiliğinin kaynakları ve Şeyh Said isyanı,Özge yay.Kasım 1992,s.65)<br />
Mustafa Kemal, Samsun'a çıktıktan bir ay sonra bile Kürtlere karşı izlenecek politika konusunda net fikirlere<br />
sahipti. Bu fikirlerin de vahiy yoluyla gelmediği, aksine İngiltere’nin yol göstericiliğinde Vahdettin'in<br />
Sarayı'nda planlandığı su götürmez bir gerçektir.<br />
Mustafa Kemal’in İngiltere’ye dost olmanın ötesinde duygular beslediğine dair bir çok işaret vardır.Mesela<br />
Daily Mail adlı gazetenin muhabiri G. Ward Price ile Pera Palas’ta yaptığı mülakatta Mustafa Kemal, ‘yapmak<br />
istediği bir teklif için Britanya resmi makamlarıyla nasıl temas edileceğini’ sormaktadır. ‘Bu harpte yanlış<br />
cephede savaştık. Eski dostumuz Britanyalılarla savaşmak istemezdik. Bu istenmeyen harp Enver paşa gibi<br />
Almanların dostları tarafından yapılan bir baskının sonucu oldu. Biliyoruz, partiyi kaybettik. Yanlış<br />
istikamete götürülen siyasetimizin bedelini ağır ödemeye hazırlanmalıyız. Anadolunun Müttefik Devletler<br />
tarafından taksime uğrayacağını tamamen biliyordum. Fransızların Anadolunun dışında tutulmasından<br />
bilhassa endişedeyiz. Orada bu topraklar üzerindeki bir Britanya idaresinden o kadar hoşnutsuzluk<br />
gösterilmemesi gerektir. Eğer İngilizler Anadolu için sorumluluk kabul edecek olurlarsa Britanya idaresinde<br />
bulunan tecrübeli Türk valileri ile çalışmak ihtiyacını duyacaklardır. Böyle bir selahiyet dahilinde<br />
hizmetlerimi arzedebileceğim münasip bir yerin olup olmıyacağını bilmek isterim’ (Price, Extra-special<br />
Correspondent 1957, s 104-aktaran Gothard Jaeschke, Kurtuluş savaşı ile ilgili İngiliz belgeleri, Tğrk Tarih<br />
Kurumu Basımevi,Ankara 1991, s 98)<br />
Price, Albay H.’nin bu görüşmeyi önemsemediğini ve Mustafa kemal ile görüşmesi sırasında Rafet Bele’nin de<br />
bulunduğunu anlatır.<br />
Mustafa Kemal’in İngilizlere bakışına dair ipuçları veren bir diğer bilgi de 17 Kasım 1918 tarihli Minber<br />
gazetesinde yayınlanan açıklamalarıdır:<br />
‘İngilizlerin Osmanlı milletinin hürriyetine riayette gösterdikleri hürmet ve insaniyet karşısında yalnız benim<br />
değil, bütün Osmanlı milletinin İngilizlerden daha hayırhah bir dost olamayacğı kanaatiyle mütehassis<br />
olmaları pek tabiidir.’(Jaeschke,age. S.98)<br />
Price, 1 Aralık tarihli Söz gazetesinde şöyle demektedir:<br />
‘İngiltereye gider gitmez yapacağım ilk iş , Türklerin büyüklüğünü tanıtmak olacaktır. Bu mesaimin iyi<br />
tesirler husule getireceğine kaniim.’<br />
Jaeschke Mustafa Kemal-Saray ve İngiliz üçgenindeki ilişkileri şöyle yorumluyor:<br />
‘İngilizler;mütarekeden hemen sonra Sultan’ın, üzerinde ehemmiyetle durduğu İngiliz dostluğunu tercih<br />
ettiğine kanaat getirdiklerinden, Mustafa Kemal’in ise Padişah nezdinde ‘makbul şahıs’ (Persona gratissima)<br />
olduğunu öğrendiklerinden bu hususta bir iüphe beselmeleri için ortada hiçbir sebep mevcut<br />
bulunmuyordu.’<br />
Mustafa Kemal’in İngilizlere olan güveni 18 kasım tarihli Vakit gazetesinde yayınlanan mülakatında<br />
tekrarlanıyor.<br />
Mustafa Kemal ile İttihat Terakki ilişkileri de İngilizlerin merakını uyandıran bir konudur. Jaeschke bu konuda<br />
şunları söylüyor:<br />
‘Mustafa Kemal2in Ocak-Mart 1919 aylarındaki faaliyetleri hakkında pek az itimada şayan haberler vardır.<br />
Kendisinden müteadit defalar mülakat ricasında bulunmuş olan rev. Frew’in(İngiliz Muhipler Cemiyeti ile<br />
ilişkisi olan ve Sultan’la da ilişkisi olan İskoç papaz): ‘İttihat ve Terakki’nin cinayetlerini evvela tasdik<br />
etmelisiniz’ şeklindeki isteğine ait olarak 1926 tarihli hatıralarında bizzat şunları yazmış bulunuyor:’İttihat<br />
ve Terakki’nin mümessili değilim, fakat...vatansever bir cemiyetti. Başlangıcından sonrasına kadar ben de bu<br />
cemiyet içinde bulundum...Çok kusurları ve yanlışları olabilir, ama vatanseverliği münakaşaların<br />
üstündedir.’<br />
Mustafa Kemal’in tevkifinin düşünülmüş olması rivayetinin bu konuşmadan sonra ortaya çıkmış olması<br />
muhtemeldir..Mustafa Kemal,;Yüksek Komiser Sforza’nın kendisini davet ederek:’ekselans, bir tehlike<br />
karşısında sefarethanenin emrinize hazır olduğunu ben de söyleyebilirim’ dediğini zikretmektedir.’<br />
Görüldüğü gibi İtalyanlar da Sforza’nın bu sözleriyle Mustafa Kemal’e kucak açmış ve bu cevap da ‘Mustafa<br />
Kemal’in tevkifine ait her türlü projeden vazgeçilmesi için kafi geldi’.(’Jaeschke,age.s 100)<br />
SAMSUN’DAKİ HUZURSUZLUK!<br />
Ermenilerin Karadeniz ordusu Başkomutanlığı aleyhindeki faaliyetleri nedeniyle General Milne, 9. Ordu<br />
Komutanı Yakup Şevki paşa’yı bu görevden alır ve bunu 17 Şubat’ta İngiliz dışişlerine bildirir. Yakup Şevki 26<br />
2
Mart’ta İstanbula çağrılır ve İngilizlerin emirlerini yerine getirecek bir komutan arayışına geçilir. Bunun için<br />
Harbiye Nazırı’nın emir vermesi istenir. Harbiye Nazırı Şakir Paşa 3 Nisan’da 9.Orduyu fesheder ve bu ordu<br />
Kazım Karabekir’in komutasında 15.Kolordu haline getirilir. Yakup Şevki Paşa aynı zamanda Kars telsiz<br />
istasyonunun tahribinden ötürü general Milne tarafından suçlanmaktadır. Samsun ve civarında Rumlar ile<br />
Türkler arasında çatışmalar vardır. Calthorpe’a göre mütareke şartları Samsun’da uygulanmamaktadır.<br />
Mustafa Kemal’in Samsun’a gönderilmesi kararının verildiği günlerde Karadeniz’de durum karışıktır. 6 Mayıs<br />
1919’da Mustafa Kemal’e verilen talimatta, ‘Samsun ve yöresinde huzur ve sükunetin yeniden<br />
kurulması,silahların toplanması,varolan şuraların kapatılması’ görevleri sayılmaktadır.<br />
Calthorpe’in 21 Nisan 1919’da Türk ordusunun silahsızlandırılmasının yetersiz olduğu yönünde Türk<br />
hariciyesine bir nota vermiştir. Türk Hariciyesi bu notaya ancak 25 Mayıs’ta cevap veriyor ve bu gecikmenin<br />
nedeni İngilizlerce merak edilmiyor!<br />
Calthorpe’nin 21 Nisan’daki notası ve Mustafa Kemal’in 16 Mayıs 1919’da İstanbul’dan yola çıkışı arasında<br />
geçen sürede neler olmuştur? Jaeschke bu konuda şunları belirtir:<br />
‘1-Müfettişliğe tayinine ait 30 Nisan tarihli iradeye kadar 2-Görevine ve hazi olduğu yetkiye ait<br />
talimatnameye kadar,3- Bandırma vapurunun 16 Mayıs’ta hareketine kadar olmak üzere üç bölüme<br />
ayrılır. Damat Ferid’in Calthorpe’nin notasını evvela Dahiliye Nazırı mehmed Ali’ye (Mustafa kemal’in<br />
İngilizler nezdinde kabul görmesi için çok çaba göstermiştir.Y.K) göstermiş olması kabul edilebilir. O da<br />
Damad Ferid’e: ‘hadise mahalline salahiyetli muktedir bir zat göndermek pek münasiptir’ diye teklifte<br />
bulunmuş; ‘mesela kimi tavsiye ediyorsunuz ‘sorusuna ise :’Hatırıma Mustafa Kemal Paşa geliyor’ diye<br />
cevap vermiş; bunu bildiren Ali Fuat Cebesoy 20.Kolordu Kumandanı olarak Ankara’da bulunmakla<br />
beraber, Mustafa Kemal’i Mehmet Ali’ye tanıtmak için tavasutta bulunmuş olan babası ismail Fazıl Paşa<br />
bu ‘mühim mülakat’ı metnine sadık kalarak aynen ona yazmıştı. Damad Ferid’in ‘Kemal paşa’yı bir<br />
defa görmek ve suyunu huyunu anlamak istemesine de tamamen inanılabilir. Bu sebepten onu iki gün<br />
sonra cevat Paşa ile öğle yemeğine Cercle d’Orient’e davet etti. Onun hakkında mükemmel bir intiba<br />
edinerek veda esnasında:’tanıştığımıza memnun oldum. Sizin gibi mütemayiz, genç ve kıymetli<br />
kumandanlara çok ihtiyacımız olacak’ demişti. (Jaeschke,age. S 108)<br />
Damat Ferid Paşa Mustafa Kemal ile görüşmesinin hemen ertesi günü Mustafa Kemal paşanın Samsun’daki<br />
hadisenin araştırılması için atanması talimatını harbiye Nazırı Müşir Şakir Paşaya emreder.<br />
Jaeschke bu gelişmeleri şöyle yorumlamaktadır:<br />
‘Damat ferid, tedbirlerini İngilizlerle sıkıca anlaşarak almaya değer verdiğinden onun bu meseleyi de şakir<br />
Paşaya bildirmeden önce, ‘siyasi memur’ olarak konağına her gün girip çıkan Ryan(Sir Andrew Ryan.Y:K)<br />
ile görüşmüş pek muhtemeldir. Ryan bu mesele hakkında hatıraları arasında şunları anlatmaktadır:Türk<br />
hükümeti ilkbaharın başında asayişin, merkezi kontrol altında daha iyi temini maksadıyla muayyen<br />
miktar umumi müfettişlikler ihdas etmeye karar verdi.Bunlardan ilki ve muhtemel olarak bu makama<br />
tek tayin edileni Mustafa Kemal’di. Paşa esasen müstesna bir askerdi. Fakat bu zamana kadar dikkati<br />
çekecek hiçbir siyasi rol oynamamıştı. İtiraf edeyim ki, Damat Ferid Paşa Nisan 1919’da umumi<br />
müfettişlik planı hakkında benimle konuştuğu zaman Mustafa Kemal adı bana hiçbirşey ifade<br />
etmemişti.’ (Gotthard Jaeschke,Kurtuluş savaşı ile ilgili İngiliz belgeleri,s 108-109)<br />
Mustafa Kemal o dönem tuğgeneral rütbesindedir.Neden daha yüksek rütbeliler değil de o seçilmiştir?<br />
Damad Ferid birçok umumi müfettişlik oluşturmak isterken neden sadece Mustafa kemal’in müfettişliği ile<br />
sınırlı kalınmıştır?<br />
Bunlar da ilk başta akla gelen sorulardır.<br />
Mustafa kemal’in İngilizler nezdinde itibar ve kabul görmesi için Sultan ve avanesi de büyük çaba<br />
göstermektedir.<br />
Jaeschke bu noktada Fevzi Çakmak’ın şu sözlerine atıfta bulunuyor:<br />
‘İşgal kuvvetlerinin irtibat zabitleri sık sık yanıma gelerek benden Samsun meselesi hakkında tafsilat almak<br />
istiyorlardı. M.kemal paşanın almanlara ve Enver Paşaya aleyhtar olduğunu söyleyerek yeni vazifesine<br />
gidince bütün bunların (asayişsizlik olayları) bertaraf olacağını anlatıyordum. Bu sebeple Mustafa Kema’in<br />
hareketini tasvip ve hatta tacil ediyorlardı.’<br />
Mustafa Kemal’in 9. Ordu komutanlığına tayini 30 Nisan 1919’da kararlaştırılıyor ve 5 mayıs’ta ilan ediliyor.<br />
Saray için makbul olan Mustafa Kemal İngilizler için de makbuldür. Ogular defalarca bu durumu gösteriyor.<br />
Jaeschke Mustafa kemal’in çok geniş yetkilerle Samsun’a gönderilmesi konuusnda Tevfik Bıyıklı’nın şu sözlerii<br />
aktarıyor:<br />
‘M.Kemal Paşa’ya bu kadar geniş salahiyet veren tarihi talimatın, ordu ve memleket üzerindeki sıkı işgal<br />
kontrolüne rağmen n nasıl hazırlanıp kabul olunduğu da gerçekten aydınlanması gereken bir<br />
muammadır.’<br />
Mustafa Kemal ve ekibinin bandırma gemisiyle Samsun’a gönderilmesine vize veren istihbarat subayı JG<br />
Bennet de Saray ile çok yakın ilişkide olan İngilizlerden birisidir. Bennet bu ilişkilerini şöyle özetliyor:<br />
3
‘Ben sadece 23 yaşındaydım. Dedemin yaşındaki insanlar gelip benden devletin çok ciddi konuları<br />
hakkında tavsiyelerimi soruyordu. Ben günlük olarak Türk kabine üyeleriyle görüşüyordum. Ajanlar ve<br />
mubirlerle görüşüyordum. Yıldız Sarayı’ndan.Hepsi de beni Londra’da sözü geçen bir otorite olarak<br />
görüyordu. Yaklaşık 9 ay, Haziran 1920’dem Mart 1921’e kadar ben Türk politikasının içindeydim. Her<br />
türlü sır için güveniliyordum ve yüksek derecedeki atamalar konusunda görüşüme başvuruluyordu Türk<br />
bakanlar bana her türlü soruyr soruyorlardı. Bir defasında bana Polis şefi ataması konusunda birini<br />
tavsiye etmemi istediler.ben de Arnavut arkadaşım Tahsin beyi önerdim.’<br />
JG Bennet’in ‘Witness’ adlı kitabını okuduğumda Mustafa kemal ve maiyetindeki 35 kişiye vize vermesi<br />
konusunda verdiği bir bilgnin yanlılığı dikkatimi çekti. Bennet 8 Haziran 1897 doğumludur. Fakat o Mustafa<br />
Kemal ve beraberindekilere, 22.yaş günü olan 8 Haziran’da vize verdiğini söylüyor. Mustafa kemal ve<br />
beraberindekiler 16 Mayıs 1919’da Samsun’a doğru hareket ettiklerine göre Bennet burada bir yanlışlık yapıyor.<br />
Bennet bu konuda şunları yazıyor: 15 Mayısta Yunan güçleri İzmir’e vardı ve beklenmedik bir direnişle<br />
karşılaştılar. Sultan, Müttefik Güçlerin yüksek komiserliğiyle anlaşarak gelibolu kahramanı Mustafa<br />
Kemal’in Türk ordusunun çatışmadan uzak tutulması amacıyla oraya gönderilmesi anlaşmasına vardı. 8<br />
Haziran’da, garip bir tesadüfle, 22. yaş günümde bir Türk subayı ofisime gelerek Mustafa Kemal Paşa<br />
ve misyonu için vize vermemi istedi. Ben listeyi okuduğumda Türk ordusundaki çok aktif 35 general ve<br />
albayın isimlerini gördüm. Ben vize vermek yanlısı değildim. Binbaşı Van M. Her zaman olduğu gibi<br />
yoktu ve özel işlerindeydi. Ben bu listeyi genel karargaha götürüp emir almaya karar verdim. Ben görevli<br />
subaya bunun barış yapmaktan çok savaş yapmaya giden bir misyonu adnırdığını söyledim. Bana<br />
Britanya Yüksek Komiserliği’nin görüşü alınana kadar beklemem söylendi. Bir saat sonra ben çağrıldım<br />
ve geri gidip vizeleri vermem istendi. Bana Mustafa Kemal Paşa’nın Sultan’ın tam güvenine mazhar<br />
olduğu söylendi. Yalnızca beş hafa sonra Mustafa Kemal, padişah tarafından yasadışı ilan edildi.’ (JG<br />
Bennets, Witness,ilk basım 1962, s 11)<br />
Mustafa Kemal ‘le İngiliz ilişkileri dünyanın en çok korunan sırları arasındadır. Bu ilişki konusundaki ortak<br />
İngiliz ve Türk ketumluğu dikkate değer olsa da, Mustafa kemal ile İngilizler arasında çok güçlü ilişkiler<br />
olduğunu gösteren bir yığın emare vardır.<br />
**<br />
MUSTAFA KEMAL VE KÜRDLER<br />
Mustafa Kemal ile Kürdlerin ilişkisi oportünizm ve pragmatism üzerine bina eidlmiştir.<br />
Mustafa Kemal’in Kürdlere haklarını vereceğine dair ortaya atılan görüşler tamamen Kürdlerin iknası<br />
ve kandırılması için Mustafa Kemal tarafından başvurulan taktiklerden ibarettir.<br />
Mustafa Kemal’in Kürd ileri gelenlerine gönderdiği telgraflarda öne çıkan bir husus Kürdlerin Ermeni<br />
‘tehlikesi’yle korkutulmasıdır.<br />
Diyarbekirli mebus Kamil beye yazdığı telgraf bunun bir örneğidir:<br />
‘Doğu vilayetlerinin Ermenilere verilmesine veya herhangi bir yabancı idaresine geçmesine mani olmak<br />
ancak bu vilayetlerde tam asayişin ve özellikle bütün milletçe fikir birliğinin mevcudiyetini ispat etmek ,<br />
tek vücut olan milletin, haklarını ve bağımsızlığını korumak için en son fedekarlığı göze aldırdığını bütün<br />
dünyaya göstermekle mümkün olacağı zatıalilerince bilinmektedir. Bugün Sivas vilayeti dahilinde<br />
bulunuyorum.İnşallah ilk fırsatta Diyarbekir’e gelerek eski dostları ziyaret etmek emelindeyim.<br />
İşitilenlere göre, dış düşmanlarımıza karşı din kardeşlerinin el ele vererek sevgili topraklarımızı<br />
kurtaracağı bu tehlikeli anda Diyarbekir’de Kürt kulübü ile Türkler arasında bazı çeşitli muhalefet<br />
varmış.Bunun her iki kardeş ırk için ne elim neticelere sebep vereceğini siz çok iyi takdir edersiniz. (…)<br />
Vatanın kurtarılması için milli birliğin hedef alınması bakış açısıyla, Kürt Kulübüne gerekli öğütlerde<br />
bulunulmasını memleket selameti adına ricaeder,neticenin yazıyla bildirilmesini beklerim.’ (Atatürk’ün<br />
bütün eserleri, s 336,aktaran Doğu Perinçek, kemalist devrim-4 Kurtuluş savaşında Kürt<br />
politikası,Kaynak yay., s 114)<br />
Mustafa Kemal Cemil Paşazade Kasım beye yazdığı telgrafta ise Hilafetin korunmasına vurgu yapıp şunları<br />
söylemektedir:<br />
‘devletin tam bağımsızlığıyla bekası, saltanat ve hilafetin yok olmaktan korunması uğrunda katlanmaya<br />
hazır olduğunuz fedeakarlık derecesine ve bana karşı olan sevgi ve itimadınıza emniyetim tamdır.<br />
Kürtlerin devletten ayrılarak İngilizlerin himayesinde bağımsız Kürdistan kurmaları teorisini tasvip<br />
etmem. Çünkü bu teori, muhakkak Ermenistan lehine ingilizler tarafından tertip edilmiş bir plandır.<br />
Bayaziy Sancağı’na resmen gelen ve beraberinde bir Ermeni subayı bulunan İngiliz temsilcisi, o havalinin<br />
Ermenistan olduğu ve bu keyfiyetin tebliği kararlaştırılmış olduğundan, Ermeni askerleri himayesinde<br />
Ermeni muhacirlerinnin dönmeye başlayacağı resmen bildirildi. Tabii ki bunu red ettim ve edeceğim.<br />
4
Kürtler ve Türkler birbirinden koparılmayı Kabul etmez öz kardeşler; bugün için vicdani borcumuz,<br />
Kürtler, Türkler, bütün islami unsurlar tek vücut ve tek yürek olarak bağımsızlığımızı savunmak ve<br />
vatanın parçalanmasını önlemektir. (..) Kürt kardeşlerimin hürriyeti ve refah ve ilerlemesinin vasıtalarını<br />
sağlamak için sahip olmaları gereken her türlü hukuk ve imtiyazların verilmesine tamamen taraftarım.<br />
Fakat Osmanlı devletini parçalanmaya uğratmamak şartıyla görüşüme katılacağınıza şüphe etmem.<br />
(…)Ekrem, Fuat, cevdet, Kerim,Fikri,Necdet, Edip beylere selamımı ve görüşümü iletiniz.’ (Doğu<br />
Perinçek, kemalist devrim-4, Atatürkün bütün eserleri 2, s 388-389)<br />
Mustafa Kemal 15 Eylül 1919 tarihinde Hacı kaya ve Şatzade Mustafa ağalara,Hacı Musa beye ve daha birçok<br />
Kürd ileri geleninin desteğini almak için onlara telgraflar yazmıştır. Mustafa Kemal daha ilk günden Kürdler<br />
hakkında plan sahibidir.<br />
Kazım Karabekir de Kolordu komutanı olarak Erzurum’a gelir gelmez yaptığı ilk işlerden birisi 3 mayıs 1919<br />
günü komutan vekili Albay Rüştü beye ‘Kürd cereyanı’ konusunda uyarıda bulunur (Doğu Perinçek,age.)<br />
13.Kolordu Komutanı Ahmet Cevdet bey de harbiye Nezaretine uyarılarda bulunur. 8 temmuz 1919’da<br />
gönderdiği şifreli gizli mesajda Diyarbekir,Bitlis, Elazz vilayetleri içinde 50-60 bin kadar silahlı aşiret üyesi<br />
olduğuna dikkat çeker ve bunların güvenin sağlanması için heyetler oluşturup ziyaret edilmelerini ister. (Harp<br />
tarihi vesikaları dergisi, yıl 3,sayı 10,Aralık 1954 adlı dergiden aktaran Doğu Perinçek,kemalist devrim-4)<br />
Nuri Dersimi de ‘Hatıratım’ adlı eserinde Mustafa Kemal’in kendisi ve arkadaşlarını davet ettiğini, ‘Wilson<br />
prensiplerinin paçavraya döndüğünü’ söylediğini aktarır. Dersimi, Mustafa Kemal’in Alişan beye milletvekilliği<br />
teklif ettiğini de yazar. Baytar Nuri Mustafa Kemal’in Heyet-ı Temsiliye’ye katılma önerisini kabul etmez.<br />
Kazım Karabekir de Erzurum’a geldikten sonra Kürdleri Ermeni tehdidi konusunda ajite eder. Karebakir bu<br />
çalışmalarını ‘Kürdleri şerbetleme’ olarak tanımlamaktadır. ‘Kürdistan’ın Ermenistan olacağını anlatmakla<br />
mesele halolur’ (Kazım Karabekir, İstiklal harbimiz, s 59)<br />
Mustafa Kemal’in 17 Haziran 1919'da, 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir'e gönderdiği telgraf izlenen<br />
Kürt politikasının önemli bir göstergesidir:" Diyarbakır'da Kürt Kulübü'nün, İngilizlerin kışkırtmasıyla,<br />
İngiliz koruyuculuğunda bir Kürdistan kurmak amacını izlediği anlaşıldığından kapattırılmıştır. Üyeleri<br />
için yasal kovuşturma yapılmaktadır."<br />
10 Eylül 1919'da Sivas'tan Diyarbakır'daki 13. Kolordu Kurmay Başkanı Halit Akmansu'ya gönderdiği şifreli<br />
telgrafın konusu ise, Sewr Antlaşması uyarınca Vahdettin'in bilgisi dahilinde Kürdistan'da incelemeler yapan<br />
İngiliz Binbaşısı Noel'e ilişkindir:" Diyarbakır mektupçusuna güvenilmemektedir. Sanırım ki bu iki göreve<br />
Kürtlük akımını kökünden sökerek, ulusal birlik uğruna, bilgili, canla başla çalışacak kişilerin ivedilikle<br />
atanması pek gereklidir. Son duruma göre İstanbul'un oyu ve onay alınması doğal olarak sözkonusu<br />
olamaz. Bu konudaki düşüncenizi ve aldığınız önlemleri bildirmenizi beklemekteyiz."<br />
20-22 Ekim 1919'da Harbiye Nazırı Salih Paşa ile, Heyet-i Temsiliye Temsilcileri Mustafa Kemal, Rauf bey ve<br />
Bekir Sami bey arasında yapılan protokolde Kürtlerin sırtı yine sıvazlanıyor: " Beyannemenin birinci<br />
maddesinde Osmanlı Devletinin tasavvur ve kabul edilen hududu Türk ve Kürtlerle meskun olan araziyi<br />
ihtiva eylediği ve Kürtlerin Osmanlı camiasından ayrılması imkansızlığı izah edildikten sonra bu<br />
hududun en asgari bir talep olmak üzere temin olunması lüzumu müştereken kabul edildi. Köylüler,<br />
Türkler, ortak mücadele yapmalıdır. Savaştan sonra, yani zafer kazanılınca, Kürtlere de milli hakları<br />
verilecektir. Bu durum Kürtlere iyice anlatılmalıdır. Böylece onların İngiliz emperyalizminin<br />
maşalarına alet olmaları engellenmelidir. 2 "<br />
Bu anlaşmada "Kürtlerin İngiliz emperyalizminin maşalarına alet olmaları engellenmelidir" vurgusu, Kürtlere<br />
"verilecek milli hakların" oyalamadan başka bir anlamı olmadığını gösteriyor. Ayrıca Osmanlı Hanedanlığı ile<br />
Mustafa Kemal ve arkadaşları arasında "Kürt sorununda" izlenen stratejide bir fark olmadığını işaret ediyor.<br />
Mustafa Kemal, daha 1919'lardan itibaren Kürtleri, İngiliz ve Fransızlarla çatıştırma siyaseti izliyor.<br />
Kürdistan'da Urfa ve Antep'in işgal edilmesine karşı Kürt aşiretleri Türk subayların komutasında mobilize<br />
ediliyorlar. Türk askerinin rütbeleri sökülüp Kürt giysileri giydiriliyor. Amaç, Türklerin İngiliz ve Fransızlarla<br />
çatışıyor görüntüsü vermemektir. Kürtler, "hristiyanların kontrolüne girerseniz, Ermeni katliamından dolayı sizi<br />
ezerler" propagandasıyla, "saltanata biat, Allah için cihat" teraneleriyle kandırılıyor veya en iyimser bir<br />
değerlendirmeyle "Türkler ve Kürtler bir ittifak" yapıyorlar. Kürtler, İngiliz ve Fransızlarla çatıştırılıp, aşiret<br />
alayları şeklinde örgütlendirilirken Türk askeri bilinçli bir şekilde İngilizlerle Fransızlarla çatışmamaya özen<br />
göstermektedir. Mustafa Kemal'in El Cezire Komutanı Nihat Paşa'ya gönderdiği talimatın 3. maddesinde,<br />
2 Heyet-i Temsiliye Kararları, Prof. Dr. Bekir Sıtkı, TTK, s.25-26. Aktaran İsmail Beşikçi, Bilim-resmi ideolojidevlet-demokrasi<br />
ve Kürt sorunu, Weşanén Rewşen, 1990<br />
5
Kürtlerin, İngiliz ve Fransızlarla çatıştırılması siyaseti ve stratejisi çok açık görülüyor. Ki Mustafa Kemal bunda<br />
başarılı da oluyor:<br />
"Kürdistan'da Kürtlerin, Fransızlar ve özellikle Irak sınırında İngilizlere karşı düşmanlığın silahlı<br />
çarpışmayla değiştirilemeyecek bir dereceye vardırmak ve yabancılarla Kürtlerin birleşmesine engel<br />
olmak, adım adım mahalli idareler kurulması sebeplerini açıklamak ve böylece bize yürekten<br />
bağlanmalarını sağlamak, Kürt reislerini mülki ve askeri makamlarla görevlendirerek bize<br />
bağlanmalarını sağlamlaştırmak gibi genel çizgiler kabul olunmuştur."<br />
Devletin Kürt politikası analiz edildiğinde, yukarıdaki satırların sıradan bir talimat olmadığı, tarihsel arka planı<br />
oldukça eski bir strateji olduğu anlaşılır.<br />
Mustafa Kemal’in ‘milli mücadelesi’ neden İstanbul ve İzmir gibi işgal altında olan illerde değil de<br />
Kürdistan’da başlamıştır. Robert Olson da buna dikkat çekiyor:’Türkiye Kürd tarihinin bir garabeti de, Türk<br />
milliyetçilerinin İstanbul hükümeti ve işgal kuvvetlerine karşı idari ve askeri meydan okuma hareketlerinin,<br />
Kürd milliyetçilerinin kurmak istedikleri vatanın bir parçası olan topraklarda başlamış olmasdır.Kürdler,<br />
Türk milliyetçi kuvvetlerine yardım etmişler ve bu da hedeflerine ulaşmalarını engellemiştir. Daha ılımlı bir<br />
görüşle bile,milliyetçi Türk ihtilalinin,Kürd ve Türk nüfuslarının örtüştüğü alanlarda başlamış olduğunu<br />
kabul etmek gerekir.’(Olson,özge yay.1992)<br />
‘<br />
B-Koçgiri olayı<br />
1921 Kemalist iktidar için kilit bir yıldır. 16 Mart 1921'de kemalistler ve Sovyetler arasındaki anlaşma, Mustafa<br />
Kemal'in ve onun liderliğine duyulan güvensizliği dağıtmıştır. Türkiye'nin meşrulaşma sorunları ortadan<br />
kalkmıştır bir ölçüde. İktidar, Kürtlerin halli için hazırlıklarını son süratle yapmaya başlamıştır. Bu amaçla<br />
Nurettin Paşa komutasında bir ordu Koçgiri bölgesine gönderilmek üzere yola çıkmış gelip Amasya'ya<br />
dayanmıştır 3 . Koçgiri'deki Kürtler arasında büyük bir infial ve korku yaşanmaktadır. Halk ve aşiretler, bölgede<br />
keşif yapıp araştırmalarda bulunan görevlilerin davranışlarından korkuya kapılmıştır. Bu korku Ermenilerin<br />
akibetine uğrama korkusudur. 4 Mart 1921'de Miralay Halis, Koçgiri (Ümraniye) Kürtlerini zorla Zara'ya<br />
nakleder. Buna tepki olarak 6 Mart'ta bir karakol basılır; Miralay Halis öldürülür, kaymakam ve bir kaç asker<br />
tutuklanır. Devletin de Kürtlerin de "Koçgiri İsyanı" dediği olayın altı üstü budur. Devletin "Güneş, Türk, Dil<br />
teorisine" karşı Kürtler tarafından karşı tezler oluşturulurken Koçgiri meselesinde de vahim hatalar<br />
yapılmaktadır. Koçgiri ile ilgili olarak yazılan tek bir kitap vardır Kürtler tarafından. Komal yayınevi'nin<br />
1975'teki "Koçgiri Kürt Halk Hareketi." Bu kitabı okuyan okuyucunun olayın arka planı hakkında yeterli bilgi<br />
sahibi olması güçtür. Kitabın kaynağı hemen hemen Nuri Dersimi'nin yazdıklarıdır. Ve kitap okunduğunda<br />
"1917 ve 1921 yılları arasında Koçgiri'de süregel bir Kürt isyanı varmış" gibi bir kanıya okuyucunun<br />
kapılmaması mümkün değildir. Söz Komal’ın sözkonusu kitabından açılmışken, bu kitabın Koçgiri katliamı<br />
hakkında söyledklerinin değil, merhum Orhan Kotan’ın kitabın önsözüne yazdığı ‘ağaların Kürd ululsal<br />
mücadelesi önünde hedef değil, engel oldukları’ vurgusu Kürdler arasında tartışmaya yol açmıştır. Sol tazyik<br />
sonucunda Komal bu konuda özeleştiri vermek zorunda kalmıştır.<br />
Halbuki sadece Sivas Valisi Ebubekir Hazım Tepeyran'ın anıları okunsa "kazın bacağının hiç de göründüğü gibi<br />
olmadığı" anlaşılacaktır. Bunları Kürt hareketinde var olan bilgisizlik ve olayları siyasi bir analize tabi<br />
tutamama ve her silah patlayan yerde "isyan" keşfedip, "isyan"ın niye başarıya ulaşamadığı noktasında "sınıfsal<br />
tahliller" adı altında olgusal verileri içeriğinden boşaltılmasına örnek olsun diye hatırlatıyoruz. Belki bundan<br />
sonrası için bir faydası olur!<br />
Nurettin Paşa bölgeye geldiğinde araya Temyiz Mahkemesi başkanı Şefik beyin başkanlığında oluşturulan<br />
"Nasihat Heyeti" girer. Kürtler ellerindeki tutsakları serbest bırakmayı kabul ederler. İstedikleri tek şey vardır:<br />
Bölgeye devlet tarafından bir Kürt valinin atanması. Elbette 1919'lu yıllarda Kürtler "Büyük Ermenistan<br />
sınırlarına Kürdistan'ın alınmaması ve Sewr Antlaşması'nın yerine getirilmesini isteyen" girişimlerde de<br />
bulunmuşlardı. Ancak 1921'de durum farklıdır. Nurettin Paşa'ya Kürtlerin takındığı yumuşak tavır<br />
açıklandığında verdiği cevapla Ordunun geliş amacı anlaşılır:’Bu kadar asker toplanmış, geri dönemem!’<br />
Sakallı Nurettin böyle buyurur.. Kısacası Kürtler tenkil edilecektir. Ve Nurettin Paşa ile damadı Abdullah<br />
Alpoğan, Topal Osman'ın Laz çeteleriyle Kürtleri kırıp geçirir, dağlara sığınan halkı katledip onlarca köyü yakıp<br />
yıkarlar. Yakılan yıkılan köyleri 16 köyde toplamak isterler. Tıpkı şimdiki "Merkezi Köylerin oluşturulması"<br />
projesi gibi. Nurettin Paşa hakkında mecliste yapılan görüşmelerde yaptığı uygulamalar özellikle Lazistan<br />
milletvekili Ziya Hurşit tarafından çok sert eleştirilmiş, Mustafa Kemal uyarılmıştır. Aslında Nurettin Paşa<br />
eleştirilirken; Mustafa Kemal eleştirilmekte, ordunun siyaset üzerinde var olan vesayeti tartışılmaktadır. Mustafa<br />
Kemal, bu görüşmede Nurettin Paşa'yı savunmuş ve meclisin orduyu denetleme isteğine de "ben varken<br />
olmaz" diye karşı çıkmıştır. Nurettin Paşa'nın savunulmasının bir çok nedeni var elbette. Bunların başında<br />
kemalist kliğin "tetikçisi" olmasıdır. Örneğin muhalif gazeteci Ali Kemal, görüşme bahanesiyle Eskişehir'e<br />
3 Kurtuluş savaşı Anıları, Ebubekir Hazım Tepeyran; 1981. s. 70, 71, 72<br />
6
çağrılmış, Nurettin Paşa tarafından boğdurularak öldürüldükten sonra da cinayete "halk galeyana gelip linç etti"<br />
görüntüsü verilmiştir 4 . 1922 yılında Mecliste Kürtlere özerklik verilmesine ilişkin bir kanun kabul edilir.<br />
Ancak sonraları bundan hiç sözedilmez. 1923'te "Ebedi Şef" Mustafa Kemal'in "Kürtlere özerklik verileceği"<br />
şeklinde yaptığı İzmit konuşması da bir çırpıda unutulur. Homojen olmayan Anadolu'dan süngü zoruyla<br />
"türdeş bir ulus" yaratma amacı Kürtlerin statüsüne ilişkin bütün söylenenleri yutar. Koçgiri katliamı,<br />
başvurulan metotlar itibariyle bugün sürdürülen politikalara bir çok açıdan benzemektedir. Devletin Kürt<br />
politikaları açısından kilit bir olaydır. Bu katliamın mecliste tartışılması sırasında ortaya çıkan "sivil irade-ordu<br />
çatışması", devletin taşıdığı yapısal sorunların arka planına işaret etmektedir.<br />
C-Kürtlerin sırtını sıvazlama ve kullanma!<br />
22 temmuz 1922'de Meclis'te yapılan gizli bir oturumda, "Koçgiri ayaklanması sırasında tutuklananların serbest<br />
bırakılmasını " da içeren Kürtlere özerklik yasa tasarısı kabul ediliyor. Sonradan bu da örtbas edilip Kürtler<br />
arkadan hançerleniyor, kimlikleri ve yaşama hakları reddediliyor 5 .<br />
Politik taktik ve uluslararası görüşmeler öncesinde Kemalistler Kürtlerin sırtlarını sıvazlıyorlar. Karabekir’in<br />
deyişiyle Kürdler şerbetleniyor! Ama meşruluk sorunundan kurtulacakları anı da gözlüyorlar ve gayet sabırlı<br />
davranıyorlar. Örneğin İnönü Lozan görüşmelerinde, "TBMM hükümeti Türklerin olduğu kadar Kürtlerin<br />
de hükümetidir. Dünya savaşına ve bağımsızlık savaşına katılmışlardır. Türk ordusunun bütün<br />
komutanlarının yurdun kurtuluşu için Kürt halkının yaptığı hizmetleri ve katlandığı fedakarlıkları saygı<br />
ve hayranlıkla belirttiklerini söylemeyi ödev bilmekteyim. Kürtlerle Türkler tam bir işbirliği içinde<br />
çalışmışlardır 6 diyor "<br />
Mustafa Kemal ise, 16-17 Ocak 1923'te İzmit'te gazeteci Ahmet Emin Yalman'a, yayınlanmamak koşuluyla<br />
şunları söylüyor:"Kürt sorunu, bizim, yani Türklerin çıkarları için kesinlikle sözkonusu olmaz. Çünkü<br />
bizim ulusal sınırlarımız içerisinde Kürt öğeleri öylesine yerleşmişlerdir ki, pek sınırlı yerlerde yoğun<br />
olarak yaşarlar. Bu yoğunluklarını da kaybede ede ve Türklerin içine gire gire öyle bir sınır oluşmuştur<br />
ki, Kürtlük adına bir sınır çizmek istesek, Türkiye'yi mahvetmek gerekir. Bu nedenle başlıbaşına bir<br />
Kürtlük düşünmekten ziyade Anayasamız gereğince zaten bir çeşit özerklik oluşacaktır. O halde hangi<br />
bölgenin halkı Kürt ise onlar kendi kendilerini özerk olarak yöneteceklerdir. Bundan başka Türkiye'nin<br />
halkı sözkonusu olurken onları da beraber ifade etmek gerekir. İfade olunmadıkları zaman bundan<br />
kendileri için sorun çıkarırlar. Şimdi TBMM hem Türklerin hem Kürtlerin yetkili temsilcilerinden<br />
oluşmuştur. Ve bu iki öğe, bütün çıkarını ve bütün yazgılarını birleştirmiştir. Yani onlar bilirler ki, bu<br />
ortak birşeydir. Ayrı bir sınır çizmek doğru olmaz."<br />
Mustafa Kemal'in bu açıklamalarında hem eklektiklik hem de samimiyetsizlik sözkonusudur. Bir yandan<br />
özerklikten sözederken diğer yandan Kürtlerin "eridiğinden" dem vuruyor. Önerdiği Özerklikte, jakoben ve<br />
Bonapartist anlayışının "doğal" bir sonucu olarak yoğunlaştırılmış bir subjektifizm vardır. İki nedenle samimi<br />
değildir. Birincisi bu açıklamayı "yayınlanmamak koşuluyla" yapıyor. İkincisi, hem "ayrı bir sınır çizmek<br />
doğru olmaz" gibi doğru gibi görünen bir saptamada bulunuyor, hem de el altından Kürtlerin imhasını planlıyor.<br />
Ki o dönem Musul'la ilgili yapılan meclis gizli oturumunda Bitlis mebusu Yusuf Ziya ısrarla "Kürtlerle<br />
Türklerin ayrılmaması gerektiğini, Misak-ı Milli sınırlarından taviz verilmemesini" istiyor. Mustafa Kemal<br />
iktidarı buna kulaklarını tıkadığı gibi, önüne Kürtlerin yokedilmesi politikasını koyduğu için de bir süre sonra<br />
Yusuf Ziya'yı apar topar ipe çekiyor.<br />
Sonuç olarak, Mustafa Kemal'in Nihat Paşa'ya gönderdiği talimattaki "Kürtlerle İngiliz ve Fransızların<br />
çatıştırılması" Türkiye'nin hem o günkü hem de gelecekteki politikasının temelini oluşturuyor. Plan,<br />
Nasturi Tenkil harekatı sırasında uygulanmaya başlıyor.<br />
Kürtlerin Fransız ve İngilizlerle çatıştırılma siyaseti-Bu plan çerçevesinde Kemalist iktidar Berzenci ve<br />
Sımko'yu tepe tepe kullanıyor 7 . Sımko'ya örtülü ödenekten "İran'dan göçerken kendisinin ve aşiretinin uğradığı<br />
zararın tazmini" için 3.000 TL veriliyor. Şeyh Mahmut Berzenci'yle ilişkisi sağlanıyor. Sımko Rewandız'a,<br />
Berzenci Süleymaniye'ye saldırtılıyor 8 . Sımko ve Berzenci'ye devlet tarafından biçilen misyon ve izlenecek<br />
politikalar resmi kaynaklarda şöyle formüle ediliyor:<br />
"A-Aşiretlerden faydalanma<br />
Bakanlar kurulunun Nasturi Ayaklanmasını bastırma kararı üzerine 16 Ağustos'ta Genelkurmay<br />
Başkanlığı, Türkiye'de mülteci olarak bulunan Şıkak Kürt Aşireti Şeyhi İsmail Ağa'nın (Sımko'nun)<br />
aşiretinden en çok nerelerde faydalanmak mümkün olduğunu ve bunun için neler yapmak gerektiğini,<br />
ayrıca, Şemdinan, Gevar (Yüksekova, Başkale, Saray bölgelerindeki aşiretlerden de ne suretle<br />
faydalınabileceği ve bunları Nasturilere karşı kullanmanın mı, yoksa İran sınırı civarında toplu<br />
4 İşgal Altında istanbul, Bilge Criss.İletişim yay., Mart 1993. S.222<br />
5 (İngiliz Dışişleri) FO 371/7781, Belge no: 3553, 3 Nisan 1922<br />
6 Lozan Barış Konferansý,Seha L.Meray, 1.Cilt s.348-349<br />
7 Genelkurmay belgelerinde Kürt İsyanları, kaynak Yay; Cilt 1. S.54, 67,,68,69<br />
8 Age.s.93, 94<br />
7
ulundurmanın mı daha uygun olacağını Güneydoğu Sınır Komiserliği ile 7. Kolordu Komutanlığından<br />
sormuştu. Her iki makamın da bu konu üzerindeki düşüncelerine göre; Sımko'yu 8. Aşiret Tümeni<br />
emrinde olmak kaydıyla Bezgavur ve Mergavur bölgelerindeki Ermenilere karşı kullanmak üzere ilkin<br />
Başkale bölgesinde toplu bulundurmak uygundu. Böylelikle, bu Ermenilerin Nasturi tedibini<br />
güçleştirmelerine, keza, Sıdda'nın Şemdinan'a yapması muhtemel saldırıyı kolaylaştırmak için de<br />
doğudan Hakkari üzerine saldırmaları ihtimaline karşı elde toplu kuvvet bulundurulmuş olacaktı.<br />
Ancak, Sımko'nun makasada göre kullanılması, Türkiye'ye sığındığı sırada uğradığı maddi zararların<br />
kısmen olsun kendisine iadesine bağlıydı. Şemdinan ve Gevar bölgelerindeki aşiretlerin son Rewandız<br />
meselesinde, morallerinin oldukça sarsılmış olmasına ve büyük bir kısmının yakınlık ve akrabalıkları<br />
dolayısıyla da Sıdda'ya hayran ve bağlı olmalarına rağmen bunlardan da faydalanmaya çalışmak,<br />
özellikle Başkale ve Saray bölgelerindeki aşiretlerden ise, Güney ile ilgi ve ilişkileri olmadığı için bunları<br />
teşkilatlandırmak suretiyle kullanmak lazımdı. Ancak, bütün bu aşiretleri, sadece İran Ermenilerinin<br />
muhtemel tecavüzlerine karşı kullanmakta fayda vardı. Bu sebepledir ki, harekata katılacak aşiretlere,<br />
iaşelerinin sağlanması, örtülü ödenekten münasip hediyeler, hil'at (ödül), dürbün vesair verilmesi,<br />
içerinde olağanüstü yararlılıkları görülenlerin harp veya istiklal madalyası ile taltifi gibi teşvik edici bazı<br />
hususlar dikkate alınmıştır. Bunlardan başta Sımko aşiretinin Başkale ilçesindeki onbir metruk köye<br />
yerleştirilmeleri ve sığındığı sırada uğradığı zarara karşılık kendisine örtülü ödenekten 3000 lira<br />
verilmesi hususu da sağlanmıştı. Bu arada karşı tarafın moralini bozmak için; 9. Kolordu Süvari<br />
Bölüğü'nü Karaköse'ye getirtmekle beraber 7. Aşiret Tümeni Komutanı Hacı Arif beyi de karargahı ile<br />
birlikte süratle Beyazıt'a göndermek ve bu sırada; 'Yunanlıların bir tümenini ustaca bir manevra ile esir<br />
eden Hacı Arif beyin tümeni ile İran'a yürümek üzere Beyazıt'a geldiğini ve Van bölgesinde toplanan<br />
askerle birlikte, Urumiye'deki Nasturilerin bir harekatına karşı İran'ı böyle bir hoşgörülülüğünden<br />
dolayı perişan edeceğini gizli olarak ve özellikle kimseye söylenmemesi kaydıyla etrafa yayılması, ayrıca<br />
Hacı Arif beyin de civar aşiret reislerini çağırarak bu fikrini özel ve gizli olarak bildirmesi' gibi<br />
propaganda tedbirlerine de başvurulmuştu. Zira, o sıralarda bu aşiret hakkında çeşitli söylentiler vardı.<br />
İngilizler tarafından elde edilmeye uğraşılan ve göçebe halinde bulunan bu aşiretin, tedip harekatını<br />
kendi lehlerine zannederek bölgelerine girecek Türk kıtalarına silah kullanmaları i,htimaline karşı<br />
tedbirli bulunmakla beraber kendilerine her türlü garanti verilerek milli maksadımıza uydurmaya<br />
çalışmak gerekti. Bu maksatladır ki, bu aşiret üzerinde pek fazla etkisi olan Şırnak Aşireti Reisi<br />
Süleyman Ağa maiyetiyle birlikte 1. Süvari Tümeni emrine gönderilmiş ve ayrıca, bu bölgede özel teşkilat<br />
kurmak maksadı ile dolaşmış ve bölgenin durumunu çok iyi bilen eski Nusaybin Askerlik Şubesi Başkanı<br />
Binbaşım Sıtkı da Gılıgoyan aşiretleri reislerine verilmek üzere HİL'at ve birtakım hediyelerle birlikte 1.<br />
Süvari Tümen Komutanı Mürsel Paşa'nın yanına gönderilmişti. Bütün bu çalışmalardan maksat, bu<br />
aşireti emniyete almak ve harekatın başında silah patlamadan onların bulunduğu araziden geçebilmek ve<br />
bizimle işbirliği yapmasalr bile tarafsız kalmalarını sağlamaktı. Bu bakımdan her türlü çareye<br />
başvurulmuştu. Hükümetin gösterdiği ilgi dolayısı ile Sımko'nun Cumhuriyet Hükümetine bağlılık ve<br />
sadakatinin sağlanması üzerine de bu aşiretten faydalanma hususu Genelkurmay'ca şöyle düşünülmüştü:<br />
Bu aşiretin kullanılmasından beklenen başlıca fayda; Cemiyet-i Akvam'ın 20 Eylül'de başlayacak<br />
müzakareleri sırasında Sımko Rewandız'a fiilen hakim olarak oradaki ahali ile beraber İngiliz işgalini<br />
tanımayacaktı. Bu süre içinde harekata iştirak edecek kıtalar da Hakkari ile Güney sınırına varmış<br />
olacaklardı. (...) Sımko'nun bu harekatı yapabilmesi için kendisine; Van ve Çölemerik sınır<br />
taburlarından güvenilir bir kaç subay, bir doktor, 400-500 usta er, birkaç telefoncu ve hasatabakıcı, keza<br />
8. Aşiret tümeninden 500-600 aşiret eri, ayrıca, İran sınır komiserliğinden seçilecek bir komutanın<br />
Sımko'ya yardımcı olarak verilmesi uygun görülmüştü. Sımko'nun emrine verilecek bütün askeri<br />
personelin sivil kıyafetli olması, İran dahilinde ve Rewandız bölgesinde kimliklerini saklayarak ne şartlar<br />
altında kalırlarsa kalsınlar aldıkları görevi asla belli etmemelri de şarttı. Bunlardan başka Van'a gelecek<br />
28. Alay'dan altı hafif makinalı tüfeğin sivil kıyafetli erleri ile birlikte atlı olarak Sımko emrine verilmesi<br />
ve daha sınırı geçmeden müfrezeye katılmaları hususu da düşünülmüştü. Sımko, İran'da toplanmış<br />
oldukları haberi alınan Nasturilere çatmadan Rewandız'a girdiği ve İran'da İngilizlere karşı faaliyette<br />
bulunan Şeyh Mahmut'la işbirliği yaptığı takdirde büyük fayda sağlamış olacaktı. Sımko'yu bu tarzda<br />
kullanmanın diğer bir faydası da yapılacak harekatın Cemiyet-i Akvam'da, asker olmaktan ziyade milli<br />
kuvvetlerle yapıldığı inancını uyandırmış olacaktı.." 9<br />
Görüldüğü gibi Türk ordusunun "Yedi düvele karşı savaşması!" illegal, kimliklerin saklanarak, ölmek pahasına<br />
Türk askeri olduğu sırrı deşifre edilmeyerek; Sımko'nun komutasında gerçekleştiriliyor!<br />
Sımko ve Berzenci, Özdemir Paşa'nın (Ali Şefik) karargahından ayrılmaz oluyorlar. Kuzeyde ise Şırnaklı<br />
Abdurrahman Ağa da "kafirlere karşı savaşmak" adı altında mobilize ediliyor, Binbaşı Noel'in diğer Kürt<br />
aşiretlerinin de Berzenci'nin valiliğini kabul etmeleri için çıktığı ikna turu sırasında Zaxo'da Goyanlara İngiliz<br />
Binbaşısı Pearson öldürtülüyor. Sonuçta Kürtler hem İngilizlerle hem de Fransızlarla çatışıyor. Dolayısıyla<br />
9 Genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, 1971. S.70-71<br />
8
Kürtler kendi haklarını arama mücadelesinde yalnızlaştırılıyor. Yanısıra Mustafa Kemal, Kürtlerin Hilafete<br />
bağlılığını ve dindarlığını da yukarıda anlatıldığı üzere Kürtlerin mobilize edilmesinde çok iyi kullanıyor.<br />
Kürtleri İngilizler ve Fransızlarla çatıştırırken izlenen "Hilafeti, saltanatı ve dini kurtarma" siyaseti 1925'te<br />
ise Kürdün idam fermanının gerekçesi oluyor. Diğer yandan da Kürt sorununun varlığını reddetmek için, "Kürt<br />
sorunun dış kışkırtmalar sonunda kaşınan" bir sorun olduğu gibi Abdülhamid tezine dört elle sarılıyor. İç ve<br />
dış politika husumet ve düşmanlık üzerine inşa ediliyor. Sözümona Kürt-İngiliz ilişkisini kanıtlamak için<br />
komplolar hazırlanıyor. Bu tezin kanıtlanması için İstanbul Emniyet Müdürü Ekrem Baydar öncülüğünde<br />
hazırlanan komplo devreye sokuluyor. Bu komplo dahilinde Türk polisi İngiliz görevlisi Templeton kılığına<br />
sokulup, rol yaptırılarak Seyit Abdülkadir şahsında Kürtlere komplolar düzenleniyor 10 . 1925'ten bir yıl önce bu<br />
zehir hafiye rollerinin oynanması Kemalist iktidarın Kürtlere karşı izleyecekleri tenkil politikalarına zemin ve<br />
gerekçe yaratma peşinde koştuklarını gösteriyor. Diğer yandan Seyit Abdülkadir gibi Kürtleri temsil etme<br />
iddiasındaki bir şahsiyetin İngilizce konuşma numarası yapan Niyazi adlı Türk polisiyle görüşmesi traji- komik<br />
bir durumdur. Sımko ise Türkler tarafından İngilizlere karşı kullanılan, Türkiye ve İran arasındaki işbirliğini<br />
göremeyecek denli aymaz ve ihtirasları Kürtlerin çıkarlarından önce seyreden bir aşiret reisi profili sergiliyor.<br />
Kemalist iktidar Sımko'nun sayesinde Nasturileri püskürtüyor. Berzenci sayesinde ise Irak'ta kurulması<br />
planlanan İngiliz mandasında olacak bir Kürdistan'ın kurulmasını engelliyor. Ve ne acıdır ki Kürt hareketi<br />
Sımko'nun ve Berzenci'nin bu sefilliğini bugün bile anlayabilmiş değildir. Berzenci'nin kuşağındaki hançeriyle<br />
verdiği poz Kürt hareketlerinin naçar siyasi mutfaklarında altına "kendisini Kürdistan hükümdarı ilan eden Şéx<br />
Berzenci" alt yazısıyla sunulmaktadır. Berzenci'nin Lenin'e yazdığı ve cevapsız kalan mektuplarından<br />
bahsedilmektedir 11 . Berzenci'nin Lenin'e mektup yazması tarihsel açıdan önemlidir. Ancak Berzenci'nin;<br />
Lenin'in Sosyalist Çarlığının Türkiye ile ilişkilerini kavrayamadığı, uluslararası ilişkilerin nasıl yürütüldüğünü<br />
de bilmediğinin bariz bir kanıtıdır. Sosyalist çarlık Mustafa Kemal'e vagonlar dolusu altın ve cephane<br />
göndermiştir 12 . Ki Berzenci'nin Sovyet Çarlığına mektup yazmasının Sımko'nun teşvikleriyle olduğu biliniyor,<br />
dolayısıyla Türk parmağının olması kuvvetle muhtemeldir. İngilizlere Kürtlerin Bolşeviklerle ilişkisi olduğu ve<br />
dolayısıyla güvenilemeyeceği mesajı verilmek için tezgahlanmış olabilir. Kuvvetle muhtemeldir diyoruz; çünkü,<br />
o zaman Türk istihbaratı ordudan firar edip Güney Kürdistan'a geçen ve Beytüşebap'da Türk ordusunu oyalayan<br />
Yüzbaşı İhsan Nuri'nin "Türk ajanı" olduğunu iddia eden mektuplar yazıp, bu mektubun özellikle İngilizlere<br />
sızdırılması komplosunu düzenlemiştir 13 . Berzenci, Lozan Konferansı döneminde de Ankara ile çok sıcak bir<br />
izdivaç halindedir. Ankara'nın "İngiliz mandasını kabul etme. Biz sana daha geniş bir muhtariyet vereceğiz"<br />
yalanına kendisini öyle kaptırmıştır ki Kürt ileri gelenlerinin, halkın İngiliz mandası lehindeki tutumuna<br />
gözlerini kapamış kulaklarını tıkamıştır.<br />
D-Karşılaştırmalı olarak Abdülhamid Ve Mustafa Kemal'in Kürt politikası<br />
Mustafa Kemal döneminin Kürt politikasının yanısıra izlediği sosyal, ekonomik ve dış politikanın objektif bir<br />
şekilde ele alınması "Atatürkü Koruma kanunu" dolayısıyla bir tabudur. Resmi ideoloji dışı değerlendirmeler<br />
cezalandırılmaktadır. Dolayısıyla Mustafa Kemal'in "bir ulusal kurtuluş savaşı mı verdiği, yoksa sadece<br />
Yunanlılara karşı ulusal bir mücadele mi yürüttüğü; bu mücadelenin "anti-emperyalist" olup olmadığı, sınıflar<br />
üstü olup olmadığı; Kürt sorununda izlediği politikanın ideolojik karakteri; muhalefete karşı tutumu ve<br />
muhalefetle ilişkileri gibi konular tartışılamamaktadır. Yapılan tartışmalar ya resmi ideolojiyi kutsayan, objektif<br />
ölçülere dayanmayan abartılı bir hal almakta; ya da özellikle bir kısım islamcı ve Kürdün yaptığı gibi Mustafa<br />
Kemal'in kişisel özelliklerine, zaaflarına indirgenerek ele alınmaya çalışmaktadır. İkinci yaklaşımın Mustafa<br />
Kemal dönemine ilişkin varolan tabulardan kaynaklı bir tepki olduğunu, buna tartışmayı yasaklayan ve açıklığa<br />
karşı olan anlayışın yol açtığını söylemek mümkün.<br />
Mustafa Kemal'in Kürtlere karşı izlediği politika ile Abdülhamid politikaları bir çok açıdan örtüşme<br />
göstermektedir. İkisi de "Kürtlerin sırtını sıvazlama ve bölüp yönetme" ve "Dini duygularını kullanarak"<br />
mobilize etme politikası izlemiştir. Mustafa Kemal, Abdülhamid'in "kuvvetli daima haklıdır" sözünü rehber<br />
edinmiş, bu politika bugünlere dek taşırılmıştır. Kıbrıs olayı nedeniyle Türk hükümetleri bu politikayı<br />
sürdürmekte kararlı görünüyorlar. Abdülhamid, demiryolarının inşaasının askerlerin taşınması için faydalı ve<br />
stratejik bulur; ancak "memleketimizin düşmanlar tarafından istilasını da aynı şekilde kolaylaştıracağı<br />
aşikardır. Bundan dolayı hudut eyaletlerimizde demiryolu inşaatının karşısındayım" der. 14 Mustafa<br />
Kemal dönemi ve sonrasında demiryolunun Mardin'e gidip orada kalmasının nedeninin sadece meta yağması<br />
olmadığı, böyle staratejik bir nedeni de bulunuyor.. Abdülhamid Kürtlerle Ermenileri karşılaştırırken, " Kürtler<br />
buralarda daima efendi, Ermeni uşak addedilmiştir" der. Abdülhamid'in, Avrupa'dan gelen yeni fikirler bizim<br />
10 Şeyh Sait isyanı, Behçet Cemal; Sel yay. 1955<br />
11 Doza Kurdistan, Zınar Silopi(Kadri Cemil Paşa); Özge yay, 1991<br />
12 Kurtuluş savaşına denizden gelen destek: Sovyetler Birliği'nden alınan yardımlar, Erol Mütercimler. Yaprak<br />
Yayınevi, 1992<br />
13 Kürt milliyetçiliğinin kaynakları ve Şeyh Said İsyanı, Robert Olson; Özge yay.s.252-255<br />
14 Siyasi hatıratım, Abdülhamid; dergah yay., 1974. S.139<br />
9
için büyük bir felaket ve tehlike kaynağı teşkil etmektedir" şeklindeki kaygısına benzer kaygıları Mustafa<br />
Kemal'de de bulmak mümkün:"yabancı fikirlerden, şarktan ve garptan gelen bilcümle tesirlerden<br />
tamamen uzak, seciyei milliye ve tarihimizle münasip bir kültür.." 15 Abdülhamid'in teorize edip Mustafa<br />
Kemal'in de paylaştığı bu görüş bugünkü rejimin de temel korkusu ve kabusudur. Türk-islam sentezidir.<br />
Kemalist söylemin dilinde pelesenk yaptığı, durmadan yadedip, "Batı uygarlığının" kötü bir öykünmeciliği bile<br />
olamayacak "tek Parti dönemi"ni, ya da Mustafa Kemal'in arkada bıraktığı mirasın ne olduğunu yine Mustafa<br />
Kemal'in yorumundan dinlemek gerek: "Bugünkü manzara aşağı yukarı bir dictatüre manzarasıdır. ve ben<br />
öldükten sonra arkamda kalacak müessese, bir istibdat müessesidir." 16<br />
Cumhuriyet döneminin dikta yönetimi ve sorunları militer yolla çözme anlayışı Abdülhamid'in despotizmi<br />
üzerinde yükselmektedir. Her iki dönemde de Kürtler "bölünüp takattan "düşürülmüştür. Hamidiye Alayları,<br />
Aşiret Alayları bunun bariz örnekleridir (Bunun için bkz. Hamidiye Alaylarından Köy Koruculuğuna,<br />
Osman Aytar,Medya Güneşi Yay. Ağustos 1992.) Köy Koruculuğu ve günümüzdeki diğer militer<br />
uygulamalar sözkonusu iki devirin ileri düzeyde bir sentezidir.<br />
E-Berzenci ve Sımko..<br />
Berzenci ve Sımko’nun Ankara ile ilişkilerine yukarıda değinilmişti. Bu ilişkilerin izlediği seyre bakmaya<br />
devam edelim.<br />
Hamdi Bey Baban ile İngiliz askeri komiserliği arasında yapılan görüşmeden sonra bölgenin nufuzlu<br />
güçlerinden Şeyh Mahmut Berzenci'nin Büyük Zap ve Şirvan arasındaki bir otonominin başına getirilmesi<br />
kararlaştırılır. 17 1 aralık 1918'de Arnold Wilson, Süleymaniye'de yaklaşık 60 Kürt aşireti ileri geleniyle yaptığı<br />
toplantıdan sonra, Kürtlerin tümünün Berzenci'yi benimsemediğini saptamasına karşın, Berzenci'yi Süleymaniye<br />
valisi olmasını prensip olarak kabul eder. 18 İngiliz koruması altında bir Kürt bölgesi kurulur. Ancak Kürtler,<br />
İngiliz koruması konusunda kaygılıdırlar; yetkisi sınırlı İngiliz görevlileri ile yapılan anlaşmalardan<br />
kuşkuludurlar. Kürtler bunun yanısıra Asurilere gösterilen ilgiden de korkmaktadırlar. Mezepotamya'nın ele<br />
geçirilmesinden sonra İngiliz askeri Mart 1919'da İngiltere'ye döner. Nisan 1919'da Şırnaklı Abdurrahman Ağa<br />
kemalistlerle işbirliğine başlar ve Goyan aşiretini Asurilere saldırtır ve Zaxo'daki İngiliz subayını öldürtür.<br />
Berzenci 22 Mayıs (kimi kaynaklara göre de 27 Mayıs günü..Y.K) 1919 günü görünürde İngiliz<br />
politikalarındaki istikrarsızlığa ve tüm Kürdistan'ın kontrolüne verilmemesine "tepki" dahilinde-Süleymaniye'ye<br />
saldırır; İngiliz Binbaşısı Greenhouse'i esir alır ve kendisini Kürdistan kralı ilan eder. 19 İngiliz uçaklarının<br />
katıldığı harekatla Berzenci etkisiz hale getirilir. Haziran ayında bu kez Amediye'deki İngiliz siyasi görevli ve<br />
arkadaşları öldürülür. 9 Haziran'da Berzenci İngilizler tarafından yakalanır ve Kürdistan'dan uzaklaştırılır.<br />
İngilizler Zebari ve Barzani aşiretlerinin köylerini yakar. 1920'de Kürtler ve İngilizler arasındaki çatışmalar<br />
sürer. 1921'de Fettah bey Türklerle kurulan ilişki sonucu Rewandız'a gider. 1921 Eylülünde İngilizler<br />
Berzenci'nin kardeşi Şeyh Qadir'i Süleymaniye sorumlusu olarak atarlar. Amaç Süleymaniye'nin kapılarını<br />
Türklere kapatmaktır. 1922'de Özdemir Paşa Güney Kürdistanlı Sorçi, Xoşnav,Hamavand ve Pizdar'ların<br />
yanısıra Berzenci ile de ilişki kurar. Türk egemenliğinde "otonom Kürdistan" vaad eder. Berzenci ile<br />
haberleşmeye başlar.İngilizler bu kez Berzenci'yi Türklere karşı kullanmak isterler ve 1922 Eylül'ünde<br />
affederler. 1 Ekim'de İngiliz uçaklarının bombalaması sonucu Türk güçleri Koy ve Qala Dıze'den çıkmak<br />
zorunda kalır. 20 Aralık 1922'de Bağdat hükümeti tarafından yapılan açıklamada "Kürtlerin, bölgelerinde Kürt<br />
hükümeti kurabilecekleri" belirtilir. 13 Ocak 1923'te Kürt aşiretleri İngiliz mandası altında bir Kürdistan<br />
kurulmasını içeren başvuruda bulunurlar. Ocak ayı sonlarında Berzenci ve Türk görevliler arasında, Mart ayında<br />
ise Özdemir Paşa arasında görüşmeler yapılır ve Kerkük ile Koy'un ele geçirilmesi üzerinde planlar yaparlar.<br />
Bunun saptanması üzerine İngilizler, Berzenci'yi uyarırlar; Berzenci'nin görüşmeyi reddetmesi üzerine de 24<br />
Şubat'ta görevini dondururlar. 1 Mart'ta Süleymaniye'yi terketmesini isterler, 3 Mart'ta İngiliz uçaklarının<br />
vilayet binasını bombalaması üzerine Berzenci kaçmak zorunda kalır. Nisan ayında ise Sorçi, Zibari ve Herki<br />
aşiret liderleri Sımko ile birlikte Özdemir paşa'nın Rewanduz karargahında görünürler. Nisan ayında Koyi ve<br />
Rewanduz, mayıs ayında Süleymaniye yeniden İngilizler tarafından ele geçirilir. 11 Temmuz'da Berzenci<br />
yeniden Süleymaniye'ye saldırır. Ağustos ve Aralık 1923'te karargahı İngilizler tarafından yeniden bombalanır<br />
ve Mayıs 1924'te tamamen tahrip edilir. 1927 başlarına kadar Berzenci'nin İngilizlerle çatışması aralıklarla<br />
devam eder. (Berzenci-Türk ilişkileri için "genelkurmay belgeleri'nde Kürt isyanları ve Mim Kemal Öke'nin<br />
'Musul Kürdistan' kitabına bakılabilir.) Enver paşa'nın amcası Halil Paşa "Berzenci'yi emir olarak atamalarına<br />
karşılık, Berzenci'nin de yaralı Türk subay ve askerlerini Musul'a gönderdiğini ve İngilizlere karşı savaştığını"<br />
öne sürer. 20<br />
15 16 temmuz 1921'de Maarif Kongresi'ni açarken yaptığı konuşma; bkz. Söylev cilt 1<br />
16 Cemal Kutay'dan aktaran; Mete Tuncay, Türkiye Cumhuriyeti'nde tek parti yönetiminin kurulması, s.217<br />
17 Sewr-Lozan-Musul üçgeninde Kürdistan, Hasan Yıldız; Koral yay., 1991. S.19<br />
18 A Modern History of the Kurds (Kürtlerin modern tarihi), David Mc Dowall;I.B.Taurus,1997.S.156<br />
19 Çağdaş Kürdistan tarihi, L.Rambout (Thomas Bois), Ronahi yay. 1975, s.69<br />
20 İttihat Terakki ve Kürtler, Dr. Naci Kutlay. S.300-301<br />
10
18 haziran'da Süleymaniye yeniden İngiliz kontrolüne girer. Eski Musul valisi Haydar bey 6 Mart 1923'te<br />
TBMM'de yapılan gizli oturumda "Sımko ve Şeyh Tahar'a bir miktar yardım ederek ayaklandırdık" der.<br />
Lozan görüşmeleri sırasında Ankara ve İsmet İnönü ile haberleşmesi Berzenci'nin Ankara'ya göbekten bağlanan<br />
biri olduğunu işaret ediyor. Rauf Orbay'ın Ali Şefik Özdemir'e atfen söylediği (10 Aralık 1922) "Süleymaniye<br />
Valisi Şeyh Mahmut, Ankara'ya her fırsatta sadık bulunduğunu ve hareket icrasına lüzum görülürse, bu<br />
sadakatini fiilen iştirak etmek suretiyle ispat eyleyeceğini de İsmet Paşa'ya ileterek, O'nu moral itibariyle<br />
takviye etmeye çalışmıştır 21 " şeklindeki sözleri bu ilişkinin düzeyini göstermesi açısından ibret vericidir. Şeyh<br />
Mahmut'un kayınbiraderi Fettah'ın da Türk güçlerinin Süleymaniye'yi ele geçirmesinde önemli bir rol<br />
oynadığını ve bunu izleyen zamanda Ankara'nın Musul sorunu için atadığı heyette yer aldığını, Kürtlerin tepkisi<br />
sonucunda kaçmak zorunda kaldığını da belirtmek gerekiyor.<br />
Sımko'nun Türklerle ilişkisi İttihat Terakki'nin Asurilere karşı etnik soykırıma giriştiği yıllara dek uzuyor.<br />
Sımko'nun Kürt ulusalcılığına dair somut taleplerine karanlıkta kalmış tarih sayfalarında rastlamak çok güç.<br />
Yalnızca Sac Bulak'ta Kürtlerin onun adına çıkardığı "Roji Kurdistan" (Kürdistan Güneşi) gazetesi var. Bununla<br />
da ilişkisinin derecesi bilinmiyor. Sımko 1924 yılında Rıza han tarafından "affedildikten" sonra İran<br />
Kürdistanına dönüyor, 1925'te aşiret içindeki rakibi Emir Han'la çatışmaya tutuşuyor. 1926'da yeniliyor ve Irak'a<br />
sığınıyor ve Türkiye ile yeniden ilişki kuruyor. 1929'da tekrar "af" edilip, İran'a dönüyor ve 1930'da İran<br />
tarafından öldürülüyor. Sımko-Türk ilişkileri ile ilgili olarak "genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları" adlı<br />
raporda yeterli bilgiler var. Biz kısaca bir kaç alıntıyla bu ilişkiye ışık tutmak istiyoruz:<br />
"Harekatın mümkün olan hızla yapılması ve statüko sınırının tecavüz edilmemesi (yani İngilizlerle<br />
çatışma içine girilmemesi. Y.K), aşiretlerden ve Sımko'dan faydalanmak için Genelkurmayca ileri<br />
sürülen tedbirler uygun görülmüştür (Bakanlar Kurulu'nun Nasturi Ayaklanmasını Tenkil Kararı, 14<br />
Ağustos 1924, 3. madde). 22<br />
Bir diğer yerde ise Sımko-Berzenci güçlerinin İngilizlere karşı mobilize edilmesine ilişkin şunlar belirtiliyor:<br />
"Süleymaniye bölgesinde Şeyh Mahmut'un direnmesini sağlamak için Süleymaniye grubuna her şekilde<br />
ve vasıta ile yardım edilmeli, Sımko Rewandız’a gönderilmekte olduğuna göre, hem Rewandız Grubu<br />
tekrar faaliyete geçirilmeli ve hem de en emin şekilde Süleymaniye grubuna yardım edilmeliydi." 23<br />
Türkiye'nin bu planları Kürtlerin cehaleti veya "iyiniyeti" sayesinde başarıya ulaştıktan sonra kemalizm ne<br />
yapmıştır? Son tahlilde sırf "Kürtler bir şey sahibi olmasın, Ankara'daki ceberrut rejime zeval gelmesin"<br />
diye, Türk ve Kürt mebuslarının itirazlarına karşın Misak-ı Milli'yi rafa kaldırıp, Musul'u 500 bin Sterlin<br />
karşılığında İngiltere'ye satmıştır. Dönemin İngiliz ve Türk politikası şudur: Kürtlerin politik bir şantaj aracı<br />
olarak birbirine karşı kullanılması. Kullanıldıktan sonra da yağlı bir paçavra gibi ortada bırakılması.. Türkler,<br />
Abdülhamid'in Aşiret Alaylarını canlandırıp Kürtleri kendi komutasında savaştırıyor. İngilizler ise<br />
sıkıştıklarında Kürtlere ilgi gösterip Türkiye'ye şantaj yapıyor. Mustafa Kemal yönetiminin İngilizlere,<br />
Fransızlara sıktığı tek bir kurşun yoktur. Kürtlerin Urfa, Antep savunmaları ise "anti-emperyalist ulusal kurtuluş<br />
savaşı"nın başarı hanesine yazılmıştır.<br />
11<br />
F-Devletin ve Kürtlerin Kürt sorununa ilişkin tezleri!<br />
Lozan Antlaşmasıyla Mustafa Kemal'in iktidarı sağlama alınıyor. İngilizler Musul meselesinde Türkiye'nin<br />
savaşmaya niyeti olmadığını, -Sosyalist Çarlığın Kürtleri desteklemek ve İngilizlerle çatışma siyaseti<br />
izlemediğini de- Türk hükümeti içindeki ajanları vasıtasıyla gayet iyi biliyorlar 24 . Dahası Türk hükümetinin o<br />
dönem Nasturi'lere karşı düzenlediği tenkil harekatının finansmanını karşılamakta bile güçlükleri vardır. Doğru<br />
dürüst uçağı yoktur: Şeyh Sait direnişi döneminde ancak 6 uçağa sahiptir ve bunların da ancak iki tanesi<br />
havalanabilmektedir.<br />
Gerek Türk resmi tarihinde, gerekse Kürt resmi tarihinde "Cumhuriyet döneminde 16 Kürt isyanı" olduğu<br />
kabul edilir. Devlete göre "bu ayaklanmaların hepsi dış kışkırtma sonucu çıkan irtica-i ve bölücülük<br />
kaynaklı isyanlardır." Bununla bir halkın etnik kimliği ve dinsel inançları hedef yapılmaktadır. Kürt resmi<br />
tarihi de Kürtlerin başarısızlığına, beceriksizliğine kılıf bulmak için devlet kaynaklı bu tezleri "Kürtleştirip"<br />
anti-tezini ! yaratmıştır. Yukarıda da değinildiği üzere kanımızca Kuzey Kürdistanlı hareketlerin yaptığı<br />
hatalardan birisi de buradadır. Kürtler, silah patlayan her olayı devlet gibi "bir isyan" olarak algılamakta;<br />
devletin, Kürtlere karşı yürütmek istediği etnik soykırıma dayalı politikalar için gerekçe yaratmaktaki<br />
komploculuğunu ve ustalığını farketmeyip devletin tongasına düşmüşler, düşmektedirler. "İsyan ile tenkil<br />
politikalarına karşı meşru silahlı direnişler" farklı kategorilerdir. Maalesef bu farkedilememiştir. Biz bunu<br />
iddia ediyoruz. Direnişler meşru müdafayı içerir. Kürtlerin isyan etme hakkı ve- o günün koşullarında- "isyan<br />
21 Musul-Kürdistan sorunu,1918-1926; Prof.Dr. Mim Kermal Öke,s.199-200<br />
22 Genelkurmay Belgelerinde Kürt isyanları, kaynak yay., s.54<br />
23 Age. S.93<br />
24Ş eyh Sait İsyanı, Robert Olson
etmeleri" de farklıdır ve tartışılmaya muhtaçtır. Kaldı ki her "isyan"ın başarıya ulaşacağı, haklı ve meşru olduğu<br />
da tartışma kaldırır. İsyanların başarıya ulaşmasında "güçler dengesi", ittifaklar ve ateş gücü önemlidir. Her<br />
türlü hakkı gaspedilmiş, olanakları kısıtlı bir etnik grubun, organize bir devlet karşısındaki başarı şansı sınırlıdır<br />
ve istisnalar da kaideyi bozmaz!<br />
Kuşku yok ki silahlı isyanlarla hak arama mücadelesinin tayin edici olduğu dönemlerde Kürtlerin isyan etmesi<br />
doğaldı.. Kürtlerin isyan ettiği dönemler vardır. Ne ki Cumhuriyet döneminde sözkonusu edilen 16 isyandan<br />
sadece İhsan Nuri ve Hesené Tello liderliğindeki Ağrı İsyanı, siyasi ve askeri anlamda bir isyan özelliği<br />
taşımaktadır. Ben bu kanıdayım. Bu Kürtlerin mücadelelerinin, direnişlerinin yadsınması anlamına gelmiyor.<br />
Ayrıca o dönemdeki Kürt silahlı direnişlerinin değerini düşürmediği gibi, bu direnişlerin isyan olarak tasnif<br />
edilmesi de Kürtlere moral dışında bir şey kazandırmıyor. Aksine, "isyanlar şu şu nedenlerden ötürü<br />
başarıya ulaşamadı" gibi gerekçelerle somutlaştırılan teoriler, Kürtleri günümüzde "daha organize silahlı<br />
ayaklanmalarla başarıya ulaşarız" gibi hayalci ve günümüzün gerçekleriyle de uyuşmayan arayışlara itiyor.<br />
Bu da devlete aradığı gerekçeleri sunuyor.<br />
3.Bölüm<br />
A-Kemalizmin 1924 sonrası politikası<br />
Lozan görüşmelerinin kesilmesinden bir süre sonra, Nisan 1923'te Türk-İngiliz ticaret görüşmeleri<br />
başlayacaktır. Lozan'da Paris ve Londra'nın Kürtleri bölme ve Ankara'yla anlaşmasından sonra Mustafa<br />
Kemal'in siyasi rakiplerine ve Kürtlere karşı izleyeceği politika yürürlüğe girecektir.<br />
Kürtlere karşı uygulanan devlet suikastini ve 1925'ten itibaren Kürtlerin kökünün kazınması ve<br />
Türkleştirilmesi gibi devlet politikalarını anlamak gerekiyor:<br />
"Türk hükümetinin İngiliz kışkırtmalarına karşılık olmak üzere sınır dışında propaganda faaliyetine<br />
geçme kararı, önce bir teşkilat sorunu idi. Yıkıcı propagandaya karşı koyma maksadıyla kurulacak<br />
teşkilatta Kürt aşiretlerinden de faydalanmak lazımdı. her ne kadar bazı aşiretler bu işe taraftar<br />
görünüyorsa da başlangıçta bunlara pek güvenilemezdi. Ancak bunların genellikle adliyece mahkum<br />
olan reisleri, bölgeye yaklaşan Türk askerinden korkmadıkları takdirde yardımcı olabilecekleri<br />
düşünülebilirdi. Harekatta ise, bu aşiretler bölgelerindeki kıtaların komutanları emrine verilerek durum<br />
ve aşiretin özellikleri dikkatte bulundurulmak suretiyle bunlardan azami derecede faydalanmak<br />
mümkün olabilirdi." 25<br />
Aşağıda değinileceği gibi Nasturi Harekatı'ndan önce Ankara hükümeti ve ordu böyle bir plan yapmıştır.<br />
1924'lerden itibaren Kemalist yönetimin Kürt sorunundaki bakış açısı netleşiyor. Kemalist iktidarın kendisi bir<br />
kimlik bunalımı içindeydi ve Türkiye'de bir rejim sorunu vardı. İçerde önemli bir muhalefetle karşı karşıyaydı.<br />
Bu da "Şeflik" rejimini tehdit ediyordu. Bunun dışında Kemalist iktidarın dış ilişkilerinde bir tıkanma<br />
sözkonusuydu. Kemalist rejim Kürtlerle, Mustafa Kemal'e karşı olan muhalefetin birleşebileceği olasılığından<br />
da ürküyordu. Bizzat Kazım Karabekir'in mecliste yaptığı konuşmada böyle bir olasılığın olmadığını gösteriyor.<br />
Kazım karabekir mecliste yaptığı konuşmada Kürtlük mıntıkasında şubelerinin bile olmadığını söylüyor.<br />
Batının desteğini alabilmek için, -özellikle de İngilizlerin- Kürtlerin rahatsızlıkları "irtica" olarak değerlendirilip<br />
sunuldu. "İrtica" ile mücadele adı altında da dünyada eşi benzeri görülmemiş bir uygulamayla vatandaşın kılık<br />
kıyafetini düzenleyen kanunlar yapıldı. "Laiklik" sloganıyla din devletin kontrolüne sokuldu. Muhalif toplumsal<br />
kesimlerin dış dünyadan soyutlanması için "şapka devrimi" gibi simgesel değişiklikler yapıldı. Kürtlere karşı<br />
yürütülecek militer politikalara başlanmadan önce Bonapartist iktidar tarafından iki şey yapılacaktı : Bir;<br />
muhalefet ve basın susturulacak, iki; Kürdistan siyasi ve askeri açılardan analiz edilip Kürtlerin güçleri ve<br />
içinde bulundukları arayışlar tesbit edilip, "Kürtlerin patlatılarak" kontrol altına alınması sağlanacaktı.<br />
Kemalistler 1925'teki Şeyh Sait Direnişi öncesi Kürtlerin ne yaptıkları ve ne yapabilecekleri konusunda bilgi<br />
sahibiydiler. Kazım Karabekir’in yazdıklarına göre 11 Eylül 1924’te Dahiliye Vekaleti Kürt kıyamı hakkında<br />
İstanbul vilayetine emir veriyor. İstanbul’daki bazı Kürt reisleriyle temas yaptırarak malumat alıyor. 8 Ekim<br />
1924 ve 14 Ekim 1924’te ilkbaharda Kürt isyanı çıkacağını ve nasıl olacağını İstanbul Polis Müdürüiyeti<br />
dahiliye Vekaletine bi,ldiriyor (Bkz azım karabekir, Kürt meselesi) 26 Ekim 1924’te Çapakçur baş muallimi<br />
Dündar Alp hükümeti merkeziyeye Kürtlerin isyan edeceğini bildiriyor. Kazım Karabekir bunları aktardıktan<br />
sonra şuna dikkat çekiyor:<br />
Bütün bu işlere ve malumata rağmen vukuata sahne olacak yerlerde tedbir almak değil, hükümeti<br />
mahalliyelere bile haber verilmiyor.’<br />
Kürdlere idam cezasının verilmesinin tartışıldığı Mart ve Nisan ayı oturumlarında Kazım Karabekir, bugün<br />
isyan edenlere bütün şiddeti göstermek ve bunları gayet az bir zamanda imha etmek her namuslu insanın<br />
tamamıyle arzu ettiği bir şeydir’ diyor. Kürdlerin sözde ilişkid eolduğundan şüphelenilen Mustafa Kemal<br />
muhaliflerinin lideri böyle diyor. Ruşen Eşref ise yaptığı konuşmada templeton olayına da değinip Şeyh Said<br />
önderliğindeki direnişin hükümetin bilgisi dahilinde olduğunu söylüyor:<br />
‘Paşa hazretleri! İtham fecidir. Adeta hükümetin elleri kanla mülemmadır, şunu asacak bunu kesecektir<br />
deniyor içimizde kabul eden insan var mıdır? İşin nasıl mugalataya boğulduğu ve kimlerin feryat ettiği<br />
25 Genelkurmay Belgelerinde Kürt isyanları, s.47<br />
12
görülüyor. Yukarıda izahat vermiştim ki 11 eylül 1924’te hükümet Kürdistan isyanını ele alıyor, 8 ve 14<br />
Ekim 1924’te ister Mister Tamilen (Templeton) oyunuyla herşeyden haberdar oluyor ve hatta isyanı<br />
teşvik de ediyor, sonra da 13 Şubat 1925’te Şeyh Said hadisesi çıkıyor. Sebep de yine jandarmalar oluyor.<br />
Yani isyandan beş ay evvel hükümet herşeyi biliyor’<br />
Kürtlerin Kemalist iktidar karşısındaki konumlanışına ilişkin Şeyh Sait'in yakınında yer alan, hatta Varto'ya<br />
Kürt kuvvetlerinin başında giren Binbaşı Kasım 26 -ki Mustafa Kemal'le Erzurum'da da görüştüğü biliniyor-ve<br />
büyük bir olasılıkla Rusların verdiği bilgiler nedeniyle Azadi Cemiyeti'nin varlığından ve Şeyh sait'le<br />
ilişkisinden haberdarlardı. Yanısıra gerek 1922'de meclis'te Kürtlere özerklik verilmesini öngören kanun<br />
tasarısının görüşülmesi, gerekse 1 Ağustos 1924 yılında Kürtlerin eğilimlerini yoklamak amacıyla Diyarbakır'da<br />
düzenlenen Kürt Konferansı'nda da Kürtlerin ne düşündükleri hakkında yeterli kanıya sahip olmuşlardı. Mustafa<br />
Kemal'in Pasinler'deki deprem vasıtasıyla bölgeye yaptığı gezinin hemen akabinde önce Cibranlı Halit Bey<br />
(Erzurum Kongresi öncesinde Mustafa Kemal'in görüştüğü Kürt ileri gelenleri arasında yer alıyordu. 20 Aralık<br />
1924'te tutuklandı), Hacı Musa ve Bitlis mebusu Yusuf Ziya'nın tutuklanması(10 Ekim 1924'te Vali Kazım<br />
Dirik tarafından tutuklandılar) , Beytüşebap grubu içinde yer alan İhsan Nuri gibi Kürt subayları ile Yusuf Ziya<br />
arasındaki haberleşmenin ortaya çıkarılması ve sonra da Halit Bey ile Yusuf Ziya'nın idam edilmeleri<br />
Kemalistlerin Kürtleri çok yakından izlediklerini işaret ediyor. Yusuf Ziya'nın tutuklandıktan sonra Azadi<br />
Cemiyeti ve faaliyetleri ile ilgili bilgi verdiği iddiası da üzerinde durulmaya değer bir konudur. Şeyh Sait'in de<br />
iktidar tarafından üzerinde oluşturulan "zan" nedeniyle psikolojik baskı altına alınması da üzerinde dikkatle<br />
durulması bir konudur.<br />
Yusuf Ziya ve Halit Beyin idamlarıyla Kürtlerin potansiyel siyasi ve askeri liderliği çökertildi. İhsan Nuri ve<br />
arkadaşlarının ordudan firar edip Güney Kürdistan'a geçmeleri ile Kürtlere askeri alanda da darbe indirildi.<br />
Geriye Şeyh Sait gibi hem ulusalcı hem de dini kimliğe sahip potansiyel bir liderin devreden çıkarılması için<br />
küçük bir kıvılcım çakmak yeterliydi!<br />
Biz Kürtlerin "Piran provakasyonu" dediğimiz ve siyasi analizini yapamadığımız olayda ne olmuştu? Şeyh<br />
Said'in Piran'da olduğunu fırsat bilerek aranmakta olan iki Kürt firarisini- Nasturi isyanında ordudan<br />
kaçmışlardı- yakalamak gayesiyle devletin giriştiği provakasyon, diğer bir deyişle devlet suikasti siyasi amacına<br />
ulaştı. Kimi iddialara göre 1925 Mart ayı sonlarında, kimi iddialara göre bir yıl sonrasına planlanan Kürt isyanı<br />
devlet tarafından patlatıldı. Kemalist rejimin Kürdlerin eğilimleri hakkında önceden haberdar olduklarına dair<br />
bazı bilgileri yukarıda aktardık.Devlet, örf ve adetleri de dahil olmak üzere Kürtleri çok iyi tanıyan, zayıf<br />
yanlarını, üstelik Kürtlerin bir yanlışı defalrca tekrarlama gibi bir reflekse sahip olduğunu iyi analiz eden bir<br />
devletti. Osmanlı entrikacılığı ve despotizmi üzerinde yükselen kemalist iktidar, Osmanlı'nın Buruki aşiretini<br />
Diyarbakır'dan göçertmek için uyguladığı taktiğe başvurdu. Burukiler nasıl dağıtılmıştı? Buna bakmak yararlı<br />
olabilir. Burukiler bilindiği kadarıyla 17. yüzyıldan beri Karacadağ bölgesinde yaşayan göçebe bir aşiretti.<br />
Günün birinde bir Osmanlı müfrezesi bölgeden geçerken Burukili Şemdin beye konuk olur. Müfreze Komutanı<br />
daha sonra Şemdin beyin kızını dönüşte alıp götüreceğini bildirir. Burukiler bunu kabul etmzeler ve çatışma<br />
çıkar. Çatışmada komutan ve askerler ölür. Ondan sonra da Burukilerin cebel dağlarına, Tuci yaylalarına doğru<br />
yürüyüşü başlar. ve Burukiler bölgeden göç ettirilirler. Bir uçları İran'da bir uçları Çarlık Rusyası'nda çıkar 27 .<br />
B-Piran provakasyonu<br />
Şeyh Sait olayı kendiliğinden meydana gelmiş, kendiliğinden gelişmiş , tenkil politikasına karşı meşru bir<br />
direniştir. Örgütlü değildir. Buna rağmen yaklaşık on-bir vilayeti kapsamıştır. Şeyh Said önderliğindeki bu<br />
direnişe yaklaşık olarak 15 bin Kürdün katıldığı, devletin ise 50 binin üzerinde bir güçle harekete geçtiği görüşü<br />
kabul görmektedir. Şeyh Sait'in hem dünyevi hem de ruhani etkisi, Kürtlerin merkezi hükümetin<br />
uygulamalarından duydukları tepkinin bir direnişe dönüşmesinde önemli bir rol oynamıştır. O zaman ki<br />
rakamlara göre devletin bu direnişi bastırmak için 60 milyon Tl harcadığı, Yunanlılara karşı yürütülen milli<br />
mücadeledekinden daha fazla asker kaybı verildiği öne sürülür. Şeyh Sait direnişinin bastırılması Kemalizm<br />
tarafından iç politikaya tahvil edilmiştir. Takrir-i Sükun Yasasıyla tam bir devlet terörü başlamıştır: 21 Şubat'ta<br />
İnönü'nün başbakanlığa atanmasını takiben 25 Şubat 1925'te Kürt illerinde sıkıyönetim ilan edilmiş, 4 Mart<br />
1925'te Takrir-i Sükun ilan edilmiştir. 1925 Direnişi ile birlikte Kürtlere karşı sürekli bir tenkil harekatı<br />
yürürlüğe konmuştur. yazının ileriki bölümlerinde görüleceği gibi, merkezi otorite tenkil harekatlarını<br />
sürdürebilmek için provakasyon ,komplolar ve önyargılarla "iptidai sürü" olarak nitelediği Kürtlere karşı<br />
gerekçeler yaratmış, bu gerekçeleri de "isyan" olarak nitelemiştir.<br />
"Piran Provakasyonu" da Burukilerin karşı karşıya kaldığı provakasyonun benzeri siyasi ve askeri amacı olan<br />
bir provakasyondur. Kimi iddialara göre Şeyh Sait'in "Ben burada iken olmaz. Ben gittikten sonra bu<br />
sorunu halledin" diye askerlere haber gönderdiği, kimi iddialara göre de "ben vermem" dediği ileri<br />
sürülmektedir. Teğmenin, Şeyh Sait'in yakın adamlarından Keleş Nebo'ya "kıro", Keleş Nebo'nun da subaya<br />
"Kerhaneci" demesiyle tartışmanın alevlendiği ve çatışmaya dönüştüğü rivayet olunur. Hesen Hışyar<br />
26 Kürt-İslam ayaklanması, Uğur Mumcu. Tekin yay.1991. S.104-113<br />
27 Doğu Anadoluda Aşiret Düzeni, Ahmet Özer. Boyut yay.1990. S.45-46<br />
13
anılarında öyle anlatır. Askerler öldürülür. Ve Şeyh Sait'in adamları silaha sarılır. Bu olayda hükümetin ilk<br />
günlerdeki soğukkanlılığı, sessizliği; gazetelerdeki sükut, olayın ancak 16 Şubat'ta Türk gazetelerine<br />
yansıtılması "enteresandır." Mustafa Kemal, Evkaflarla ilgili kararını bu direniş sırasında açıklar.. Konya'dadır.<br />
İnönü pusuda yatmaktadır. Kemalistler arasındaki hırlaşma, çıkar çatışmaları eskisi kadar olmasa bile devam<br />
etmektedir. Şeyh Sait olayından yaklaşık bir yıl önce, Mustafa Kemal'in halife olma hayalleri suya düşünce<br />
halifelik kaldırılmıştır: Kazım Karabekir'in iddiası budur 28 . Bunun bir yıl öncesinde ise Mustafa Kemal'e karşı<br />
aktif bir muhalefet yürüten Trabzon Milletvekili Ali Şükrü, Atatürk'ün Muhafız Alayı Komutanı Topal Osman'a<br />
tarafından öldürülmüş; ortada cinayetin izleri kalmasın diye İsmail Hakkı Tekçe ve Salih Bozok'a da, Topal<br />
Osman öldürtülmüş; olaya "silahlı çatışma" süsü verilmiş, ardından da meclisten çıkarılan bir kararla Topal<br />
Osman'ın ölüsü ipe çekilerek cinayete "hukukilik" kazandırılmıştır. Dr. Rıza Nur hatıralarında bu olayı böyle<br />
anlatır 29 . Topal Osman, Kemalizmin tetikçilerinden biriydi. Samsun'da Koçgiri'de yürütülen katliam<br />
politikalarına karışan bir katildi. Topal Osman'ın maharetleriyle ilgili ayrıntılar Meclisin Gizli Celseleri'nde<br />
bulunabilir.<br />
C-Anti-kemalist muhalefetin tasfiyesi<br />
Mustafa Kemal'in liderliğindeki Kemalist hareketin kendi dışındakileri tasfiye işi Şeyh sait Direnişi'nden çok<br />
önce başlamıştır. 28 Ocak 1921’de TKP Sekreteri Mustafa Suphi ve arkadaşları Karadeniz'de öldürülüyor.<br />
Belli ki TKP'ye karşı ve Moskova ile ilişkileri tek elden yürütmek için Türk Komünist Fırkası'nın Mustafa<br />
Kemal tarafından kurdurulması kafi gelmemişti, Mustafa Suphi'nin katledilmesi gerekiyordu! Peyam<br />
gazetesinin sahibi ve başyazarı, eski dahiliye Nazırı Ali Kemal, Mustafa Kemal hareketini "İttihat Terakkinin bir<br />
devamı olarak" gördüğü için; 29 Nisan 1920'de çıkarılan Hıyanet-i Vataniye Kanunu'na "uygun" bir şekilde, 6<br />
Kasım 1922'de Eskişehir'de öldürüldü! Ve "halk linç etti" propagandası ile "faili meçhul cinayet" muamelesi<br />
gördü. Mustafa Kemal'e karşı yaptığı sert muhalefetle tanınan Trabzon milletvekili Ali Şükrü de 27 Mart<br />
1923'te "kayboldu!" Cesedi , Çankaya "civarında" bulundu! Cinayet ancak 2 Nisan'da mecliste açıklanabildi ve<br />
Atatürk'ün Muhafız Alayı Komutanı Topal Osman'ın cinayeti işlediği ortaya çıktı ve öldürüldü. Daha sonra<br />
ölüsü idam edilerek, "meclis kararıyla" asılmış oldu! Dr. Rıza Nur, Ali Şükrü'nün öldürülmesi ile ilgili olarak,<br />
Topal Osman'a emrin "Atatürk tarafından verildiğini" iddia ediyor. Topal Osman'ın "jandarmayla girdiği<br />
çatışma sonucu değil, başının taşla ezilerek öldürüldüğünü" öne sürüyor.<br />
Şeyh Sait direnişi, muhalefet ve basının hizaya getirilmesi için iyi bir fırsat oluyor!<br />
Mustafa Kemal'in yaptığı ilk şeylerden birisi Şeyh Sait "ayaklanmasını" gerekçe gösterip Fethi Okyar'ı tasfiye<br />
edip CHP grubundaki toplantıda istifa etmeye zorlaması ve yerine İnönü'yü atamak oluyor. Ardından "zararlı<br />
basın ve muhalefete" karşı harekete geçiliyor ve Takriri Sükun Yasası'yla muhalif basın "hizaya" getiriliyor,<br />
İstiklal Mahkemeleri'nde estirilen terörle tek sesli basın yaratılıyor. "Kürt isyanı" gerekçe gösterilerek tüm<br />
devlet çapında olağanüstü yasalar meclise getiriliyor. Kemalist rejimin uygulamaları hakkında Dr.İsmail<br />
Beşikçi’nin kitapları bugün de temel başvuru yapıtlarıdır. Keamlizmin Şubat 1925 bahanesiyle yapmak<br />
istediklerini gören Kazım Karabekir'ler de o zaman hanyayı Konyayı anlıyorlar. Takrir-İ Sükun Yasası ve<br />
İstiklal Mahkemeleri dönemi başlıyor. Şeyh Sait direnişi "iritica-i bir kıyam" olarak değerlendirilip dış ve iç<br />
kamuoyuna sunuluyor. Kürtlerin arkasındaki İngiliz desteği somut olarak kanıtlanamamasına rağmen bu<br />
propagandaya yoğun bir şekilde devam ediliyor. Yeri gelmişken belirtmekte yarar bulunuyor: İngilizler de Şeyh<br />
Sait "ayaklanmasının" arkasında Mustafa Kemal parmağı aramaktadırlar 30 . İngilizlere göre Türkler<br />
"ayaklanmaya katılan Kürtleri Güney Kürtleriyle birleştirip Güney Kürdistan sınırına ulaşmayı amaçlayıp"<br />
Musul konusunda pozisyonunu güçlendirmeyi istemektedir.<br />
Şeyh Sait direnişinin siyasi sonuçlarının Musul'da İngilizlerin pozisyonunu güçlendirmesi Kürtlerin sorunu<br />
değildir. Kemalist iktidarın yarattığı bir sonuçtur. Ki İngilizler de dahil olmak üzere batılı devletler, Mustafa<br />
Kemal'in "Hilafeti" kaldırıp üzerinde etkili olabileceği müslüman halklarla kopuşmasını hayretle izlemişlerdir.<br />
Mustafa Kemal bunu hem iç politik nedenlerle hem de Batı devletleri nezdindeki pozisyonunu güçlendirmek<br />
için yapmıştı.<br />
Fransızlar, Suriye demiryolunu Türk askeri kuvvetlerine açıyorlar. Ankara Antlaşması'na göre sözkonusu<br />
demiryolu Türkiye'nin sınırları dahilindedir ama askeri amaçlarla kullanılacağına dair bir hüküm<br />
bulunmamaktadır. İngilizler de bu noktada pireleniyorlar. Türk askerinin Güney Kürdistan sınırına yığınak<br />
yapabileceğini düşünüyorlar ve Franszıları uyarıyorlar. Gerekli güvenceyi aldıktan sonra da köşelerine çekilip<br />
Kürtlerin katlini seyrediyorlar.<br />
D-Direniş öncesi ve sonrasında iki önemli antlaşma<br />
17 Aralık 1925'te Türk-Sovyet Saldırmazlık Anlaşması imzalanıyor. 2 nisan 1926'da ise Türk-İran anlaşması<br />
imzalanıyor. Türkiye ve İran'ın karşılıklı gerekçeleri vardır. İran, Türk-Sımko ilişkilerinden rahatsızdır. Bu<br />
nedenle Sımko'ya karşı Rıza han'ın politikasında yumuşama belirtileri vardır. İran'ın "otonom Kürdistan"<br />
28Kazım Karabekir Anlatıyor, Uğur Mumcu<br />
29Hatıratım,( 3 cilt),Dr. Rıza Nur, Altındağ yayınevi, 1969<br />
30İngiliz Belgelerinde Musul Kürdistan sorunu, Prof.Mim Kemal Öke, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü<br />
Yayınları<br />
14
şantajına karşılık, Ankara da Azerbaycan'la ilişkilerini koz olarak masaya sürer. Aslında Ankara, İran-Kürt<br />
yakınlaşmasının meydana gelmemesi için 1924 kasımında başlayıp 1925 yılına kadar devam eden Türkmen<br />
isyanına gözlerini kapamıştır. Daha sonra İran-Türk anlaşması, 1932'deki sınır değişikliği antlaşmasıyla<br />
yeniden düzenlenecektir.<br />
E-İngiliz kışkırtması iddiası<br />
Bu iddianın dayanakları yukarıda da anlatıldığı üzere çürüktür. Birinci iddia Templeton adını kullanan Türk<br />
gizli polisinin 1924 baharında Seyit Abdülkadir'le görüşmesine dayanan komplodur. Bu komplonun 1925<br />
direnişinden bir süre önce yapılması düşündürücü değil midir?<br />
İkinci iddia İngiliz Binbaşısı Noel'in Kürdistan'da yaptığı inceleme gezisi çerçecesinde Bedirxan kardeşler,<br />
Ekrem Cemil Paşa ve Kürt aşiretleri ile kurduğu ilişkilerdir. Binbaşı Noel'in gezisi Sewr Antlaşması uyarınca<br />
yapılmış ve Vahdettin'in bilgisi dahilindedir.<br />
Üçüncü iddia Şeyh Sait üzerinde "Kürdistan savaş Nezareti" imzalı kağıtlar bulunmasına dayanmaktadır ve<br />
gerçek dışıdır. Böyle bir belge olmadığı gibi, böyle bir bakanlığın oluşturulduğuna dair bir kanıt şimdiye dek<br />
gösterilememiştir.<br />
Dördüncü iddia ise Kürdistan Teali Cemiyeti'nin Sewr öncesi ve sonrası yaptığı diplomatik temaslardır.<br />
Birincisi Kürdistan Teali Cemiyeti yasal bir kuruluştur. Hem içerde hem dışarda bir kredibilitesi vardır.<br />
"Büyük Ermenistan" projesine karşı çıktığı gibi, Sewr Antlaşması'nın Kürtlerle ilgili olan koşullarının yerine<br />
getirilmesi için çaba göstermiş, 1923 öncesi de kapatılmıştır. Ama Sivas Kongresi'nde Amerikan mandasını<br />
savunan ve tartıştıranlar hakkında bir kovuşturma yapılmamıştır. Kürtlerin ise Sewr'in uygulanmasını istemeleri<br />
beş yıl sonra idam edilmelerinin gerekçesini oluşturmuştur. Bu; ahlak dışı ve haksız bir uygulamadır. Aynı<br />
zamanda resmi ideolojinin sahip olduğu çifte standardı da göstermektedir. Kısacası bu iddialar tipik<br />
komploculuk iddialarıdır.<br />
Olson, "İngilizlerin Paris'te bile Kürt sorunundan uzak durduğunu" söyler ve İngiliz elçisinin kendisini<br />
Kilis eski valisi olarak tanıtan Mesud Fehmi'ye "Kürdistan'daki siyasi durumun yalnızca Türkiye'yi<br />
ilgilendiren bir mesele olduğu ve bunu tartışamayacakları" yanıtını verdiğini yazar. 31<br />
İngilizlerin Kürtlerle ilişkisi düz bir seyir izlememiştir, inişli çıkışlıdır ve somut, açık bir politika yoktur.<br />
İngiliz-Kürt ilişkilerinde "yerine getirilmeyen vaadler"den sözedilebilir. Eğer İngilizler Kürtleri desteklemiş olsa<br />
örgütsüz 1925 direnişi Türkiye tarafından bastırılabilir miydi? Lindsay-Chamberlain yazışmalarında, Lindsay<br />
(İnönü ile görüşmesine atfen) şöyle der:" Eğer Türkiye'de sorun yaratmayı isteseydik, ülkenin bir ucundan<br />
diğerine bir isyan başlatabilirdik, fakat böyle yapmadık, ve bunu bilmesi gerekiyor. Geçen yıl (1925)<br />
Mart'ta, Şeyh Sait isyanı en üst noktadayken ona aktardığım bir gözlemimi hatırlamıyor mu? O zaman<br />
ona, hiç şüphesiz Türkiye'nin isyanı yakında bastıracağını; isyancıların esir alınabileceğini, bunların tek<br />
tek tahkikattan geçirilip yüzleştirilmelerinin mümkün olabileceğini anlattım. Fakat ona, İngiltere'nin<br />
isyanda yer aldığına ilişkin hiç bir kanıt bulunamayacağını da, peşinen söyleyebilirdim. Ve şimdi, İngiliz<br />
müdahalesine ilişkin ne gibi kanıtlar bulduklarını soruyorum. Bu, İsmet'i sarsmaya yetmiş görünüyordu.<br />
Böylelikle, 1925 Kürt isyanında İngiliz parmağı olduğuna dair bir suçlamada bulunmya bir daha<br />
teşebbüs edemedi.." 32<br />
Yeniden Kürt-İngiliz ilişkilerine dönüp, 25 Mayıs 1921'de Emin Ali bey ve oğlu Celadet Bedirhan'ın Kürdistan<br />
Teali Cemiyeti adına İstanbul'daki İngiliz Siyasi sorumlusu Ryan'la yaptıkları görüşmede; " Yunanlıların,<br />
kemalistlere karşı bir Kürt hareketi düzenlenmesi halinde destek vereceklerini bildirdiklerini" aktarırlar.<br />
Bedirhan'lar ,"Yunanlılarla aralarında resmi bir ilişki olmamasına rağmen, İngiltere'nin böyle bir ilişkiyi nasıl<br />
değerlendirdiği, kendilerinin Musul'a gitmelerine izin verip vermeyeceklerini öğrenmek" isterler. Ryan buna<br />
yanıt olarak şunları söyler: " Kürdistan'da bir isyana veya kemalistlere karşı Yunan destekli bir Kürt<br />
ayaklanmasınına yönelik, Kürt-Yunan ilişkilerine destek vermeyiz.." 33<br />
Türk-İngiliz ilişkilerini inceleyen Ömer Kürkçüoğlu, "Türk-İngiliz ilişkileri (1919-1926)" isimli çalışmasında;<br />
1925'te Kürtlerin İngilizler tarafından kışkırtıldığı gibi resmi ideoloji kaynaklı iddialar için "Bu konuda<br />
İngiltere'nin kesin rolünü ortaya koyacak bir belgeye rastlayamadık" diyor. Ömer Kürkçüoğlu’nun bu<br />
görüşleri Doğu Perinçek tarafından sert bir şekilde eleştirilmektedir.<br />
Yanısıra, Şeyh Sait'in oğlu Ali Rıza Tahran'da İngiliz Konsolosu Gilliat Smith' e yaptığı ziyarette dile getirdiği<br />
"İngiltere'yi ziyaret etme" isteği reddediliyor. Sir P.Loraine'nin Smith'e gönderdiği cevap da bu iddiaları<br />
yalanlıyor:" Özerk veya bağımsız bir Kürdistan devletinin oluşması sorumluluğunu desteklemenin veya<br />
kabul etmenin, majestelerinin hükümetinin siyasetinde hiç bir yeri olmadığının şüphesiz<br />
farkındasınız..(İngiliz Belgelerinde Kürdistan, Ahmet Mesut, Doz yay. S.91)"<br />
Tüm bu verilerin yanısıra İngilizlerin Şeyh Sait direnişine ilişkin bir hayli ilginç bir saptama bulunuyor. İngiliz<br />
görüşüne göre, "1925 olayı doğrudan doğruya Ankara tarafından planlanmış olabilir.." İngilizler bunu şöyle<br />
formüle ediyorlar:A-Asilerin liderlerinin sınırı aşıp diğer kardeşlerini kurtarmak üzere Musul'a<br />
31 Şeyh Said isyanı, Robert Olson; Özge yay.1992. S.195<br />
32 age. s.196<br />
33 age. s.99<br />
15
girmelerini ve sonra da bütün bölgeyi Türkiye'ye bağlamayı sağlamak, b-Irak Kürtlerinin Türkiye<br />
Kürtleriyle birleşip Ankara'ya bağlanmalarını sağlamak,c-Bunlar da olmazsa ayaklanmayı bahane edip,<br />
Irak sınırına askeri yığınak yapmak" 34<br />
THE TIMES GAZETESİNDE 1925 DİRENİŞİ 35<br />
Resmi ideolojinin "Kürt direnişi" arkasında "İngiliz parmağı "arama komploculuğu Kürtlerin soykırıma karşı<br />
meşru direnişlerinin haklılığını ortadan kaldırmıyor. Ancak 1925 Direnişi sırasında The Times gazetesinde<br />
çıkan haberlerde Kürtlere sempati belirten en küçük bir ibarenin bile olmaması, bu komploculuğun dayanak<br />
noktalarının asılsızlığını gösteriyor.<br />
The Times gazetesinin İstanbul kaynaklı haberleri 2-3 gün gecikmeyle Londra'ya ulaşıyor. Haberlerde<br />
başvurulan kaynaklar Ankara hükümetinin resmi açıklamaları ve Hakimiyet-i Milliye ile Cumhuriyet<br />
gazeteleridir. 25 Şubat'taki The Times'in haberinde İçişleri Bakanı Cemil beyin, "Bu isyan Mart ayı sonunda<br />
başlayacaktı. Fakat şükredelim ki 2 kişinin tutuklanması ile erken başladı" açıklaması yer alıyor. Haberde<br />
devamla, "Şeyh Said'in Kürt hükümeti kurulması ve Halifelik için" açıklama yaptığı öne sürülüyor. 26<br />
Şubat'taki haberde ise, "devletin askeri savaş hazırlığı bitti. Harput ve Diyarbakır isyancıların eline geçti.<br />
Kürtler Abdülhamid'in oğlunu Kral ilan ettiler" deniyor. 27 Şubat'ta ise Başbakan Fethi Okyar'ın "Dış<br />
kaynaklı bir isyandır. Dini kendi emelleri için kullanıyorlar. Şeyh Said'in mektubu üzerine iki oğlu<br />
Halep ve İstanbul'dan gelmiştir" açıklamaları yer alıyor. 4 Mart günkü haberde ise "Ekstremistlerin zaferi.<br />
Hükümet düştü. CHP toplantısı on saat sürdü. 60'a 93 oyla Fethi bey hükümeti düştü" deniyor. 5 Mart'ta<br />
ise The Times, "İsmet Paşa Başbakanlık koltuğuna üçüncü kez oturdu. Recep bey Kürdistan'daki<br />
gelişmelerden Fethi beyi sorumlu tuttu. Rauf Beyin istifanıza ilişkin geniş açıklama yapacak mısınız?<br />
şeklindeki isteğini Fethi bey reddetti" haberini duyuruyor. 6 Mart'ta, "İsmet Paşanın kanun tasarıları 23'e<br />
karşı 154 oyla kabul edildi. Kazım Karabekir itirazlarda bulundu" haberi gazetede yer alıyor. 11 Mart 1925'teki<br />
haber ise şöyle:"Kürdistan'da sert çarpışmalar. İsyancılar Şeyh Said'in komutasında 5 bin kişiyle üç koldan<br />
Diyarbakır'a girdi. Çatışmalar Pazar sabahına kadar devam etti. Türk gazetelerinin iddiasına göre ele<br />
geçirilen belgeler, Diyarbakır'ın alınmasından sonra isyancıların Bağımsız Kürdistan Krallığı'ni ilan<br />
edeceklerini gösteriyor. Belgeler Kürt Savaş Bakanlığı mühürünü taşıyormuş."<br />
14 Mart 1925 tarihli haberde de şunlar ifade ediliyor: "Kemalettin Paşa ile Sami bey uçakla Diyarbakır'a<br />
hareket ettiler. Onların varışından sonra düzenli kampanya başlayacaktır." 30 Mart 1925 tarihli haberde<br />
ise ' Türk güçlerinin isyancılar karşısında kazandığı başarıya' değiniliyor ve "kesin sonuçların Pazartesinden<br />
önce alınamayacğını" kaydederek, Cumhuriyet ve Hakimiyet-i Milliye gazetelerindeki "Muş , Malazgirt ve<br />
Varto asilerin eline geçmiş. Muş ve Varto'da propaganda yapıyorlar. İsyandan sonra muhalefete karşı<br />
kampanya başlayacak" açıklamalarına yer veriliyor.<br />
***<br />
Piran'daki devlet provakasyonu Kürtleri zamansız bir anda patlatmayı ve militer politikalara zemin hazırlamayı<br />
amaçlıyordu. Direnişin içinde Kemalist iktidarla ilişki içinde olan Binbaşı Kasım gibi cahşlar da vardı. Öte<br />
yanda Ankara, İngilizlerin iddia ettiği gibi "sınırın ötesi" ile ilgili planlar da yapmışlar mıydı? Bu da üstünden<br />
atlanamayacak bir iddiadır. Üzerinde düşünmeye ve araştırmaya değer.<br />
Özetle,Şeyh Sait direnişi ile ilgili olarak hem Kemalist iktidarın, hem Türk Komünist partisi ve Sosyalist<br />
Çarlık'ın "direnişin arkasında İngiliz emperyalizmini arama" komplolarını kanıtlayan tek satırlık bir belge<br />
yoktur. Kaldı ki direnişin meydana geldiği bölge Kürdistan'ın orta bölgesidir. İngilizler, Türkiye ile savaşmadan<br />
buraya nasıl yardım edebilirler ? Yukarıda da işaret edildiği üzere Ömer Kürkçüoğlu ve Prof. Doğu Ergil'in<br />
İngiliz belgelerinde yaptığı araştırmalarda da, "Türk resmi ideolojisini" doğrulayacak kanıtlar bulunamamıştır.<br />
Ancak kemalist iktidarın; İngiliz, Fransız, Bolşevikler tarafından korunup kollandığını, Mustafa Kemal'in Halide<br />
Edip Adıvar’lar vasıtasıyla ABD mandası fikrini tarttıştırdığına dair bilgiler sır değildir. Kürtlerin ister<br />
"emperyalist", ister "sosyalist" destek arayışı içinde olması da son derece doğaldır. Eğer ABD mandasında<br />
yaşamak Türkün gururunu incitmiyorsa, yaşama hakkı ortadan kaldırılmak istenen Kürdün dün de bugün de dış<br />
himaye araması son derece doğaldır. Yeter ki bunun ilkesel çerçevesi, kar-zarar muhasebesi iyi yapılabilsin.<br />
***<br />
Diyarbakır'daki İstiklal mahkemeleri'ndeki yargılamalar Kürtlerin nasıl aşağılandığını gösteren; inançlarıyla<br />
alay edildiği, insanlık onuruna beş para değer verilmediği dünyada eşi benzeri az görülmüş acı bir mizansendir.<br />
Daha düne kadar "elleri öpülen, Gazi hazretlerinden 'saygıdeğer efendim!'le 36 başlayan iltifat dolusu telgraflarla<br />
sırtı sıvazlanan Kürt şeyhleri alçak bir şekilde yargılanırlar. İslam diniyle resmen gırgır geçilir. Bunun<br />
34 Foreign Office (İngiliz Dışişleri),371/10867<br />
35 Bu konudaki bilgileri British Library'nin gazete arşivinde 1993-1994 yılları arasında yaptığım<br />
araştırrmalardan derledim<br />
36 Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı yazışmaları, Mustafa Onar; Kültür Bakanlığı, Atatürk dizisi, 1995. Atatürk ,<br />
"Mutki'de Aşiret Başkanı Hacı Musa Beye" başlıklı telgrafında ( 10 Ağustos 1919) 'saygıdeğer efendim' diye<br />
başlar. Böyle onlarca örnek vardır.<br />
16
ayrıntıları, Behçet Cemal'in 1955'te yayınlanan "Şeyh Sait İsyanı" adlı küfür ve komploculuk kokan kitabında<br />
mevcuttur. Bu kepazelik Milli Şefin damadı Metin Toker tarafından da tekrarlanmış, Uğur Mumcu tarafından da<br />
"anti-emperyalist!" bir coşkuyla kutsanmıştı. Şeyh Sait'in yargılanması ile, MİT'in hücre evlerinde "Kürtçülük<br />
oynatılan" kişinin davasının karşılaştırılması yapılamaz. Bu zuldür. Şeyh Sait ve arkadaşlarının avukatları<br />
yoktu. Temyize başvurma hakları yoktu. Mahkeme salonunda Türkiye içinden ve dışından gelmiş yerli yabancı<br />
gözlemci yoktu.<br />
Kürt hareketi, Şeyh Sait direnişini uç noktalarda ve devletin propagandasının etkisi altında ele aldı. Direnişe<br />
sahip çıkılırken mantıklı bir siyasi çıkarsama yapamadı. Direnişe ilişkin tartışmalar daha çok "dini mi, ulusal<br />
mı?" kaygıları etrafında şekillendi. Direnişin "dini veya ulusal motiflerle, ya da her ikisinin birlikte<br />
kullanılmasıyla" yapılmış olması çok önemli değildir. Direnmenin değerini azaltmaz ve Kürdistani olduğu<br />
olgusunu ortadan kaldırmaz.<br />
4.Bölüm<br />
A-1925 sonrası..<br />
1925'ten sonra Kürtlerin 16 yıl boyunca hiç durmayacak tenkil dönemi başlıyor. Daha Şeyh Sait direnişi devam<br />
ederken, İsmet İnönü mecliste yaptığı konuşmada direniş sonrası başvurulacak yöntemleri açıklıyor. Militer<br />
devletin "kırmızı kitabı" devreye giriyor. Ekonomi bakanı olduğu dönemlerde başbakanlığa sunulmak üzere bir<br />
rapor (1936) hazırlayan Celal Bayar şunları söylemektedir:’Doğu illerinde hakimiyet ve idare bakımından<br />
göze çarpan açık bir hakikat vardır. Şeyh Sait ve Ağrı isyanlarından sonra Türklük ve Kürtlük ihtirası<br />
karşılılı şahlanmıştır. İsyan edenleri cezalandırmak için şiddetin manası anlaşılır ve yerindedir. İsyandan<br />
sonra, fark gözetmeksizin idare etmek de, bundan ayrı ve mutedildir.’ Kürtlerin yokedilmesi, göçertilmesi<br />
için "gerekçeler" aranıyor ve bulunuyor. 16 yıl süren bu "tenkil" politikasının ayrıntıları "genelkurmay<br />
Belgelerinde Kürt İsyanları" adı altında orduya dağıtılmıştı 37 .<br />
9-12 Ağutos 1925 tarihleri arasında yapılan Raçkotan ve Raman Tedip Harekatı için öne sürülen gerekçe<br />
şudur:" Ayaklanma ile sözle veya eylemli olarak ilgilenmiş, fakat ilgisini ve izini gizlemiş veyahut Kürtlük<br />
ve irtica ile öteden beri sanık olarak kişilerin ve zümrelerin ellerinde veya evlerindeki yasak her türlü<br />
silah ve yaralayıcı aletler toplanacktır. Ayaklanma bölgeleri cezaevlerinden kaçan bütün hükümlü ve<br />
tutuklular diri veya ölü tenkil edilerek yakalanacak ve diri tutulanlar durumlarına göre şark istiklal<br />
mahkemesine veyahut bölge divanı harplerine gönderilecektir.(...) Bu görevlerin yapılmasında: Silah ve<br />
cephanelerini her ne suretle olursa olsun saklayan ve teslim etmemekte direnenler.;Hükümlü veya sanık<br />
kimseleri saklayan ve yedirip içirenlerle bunlara yataklık yapanlar; Ayaklanma bölgesinde yürürlükte<br />
olan devlet kanunlarına göre; TC'nin ve Türk milletinin mutlak güvenlik ve refahını bozmak veya<br />
cumhuriyet ve devrimin ruhunu za'afa uğratmak ve bu türlü eylem ve hareketlere her ne suretle olursa<br />
olsun katılmak suçu ile Şark İstiklal Mahkemesine gönderilecekler. Erzurum ilinin Kiğı ve Hınıs ilçeleri<br />
de, bu hususun uygulanmasına dahildir." 38<br />
Burada görüldüğü gibi devletin nezdinde "suçun şahsiliği" gibi bir ilke bulunmuyor. Silah toplamak gibi<br />
uydurulan gerekçelerle Kürtlerin katledilmesine zemin yaratılıyor. "En iyi Kürt ölü Kürttür" anlayışından<br />
hareketle tüm Kürtler potansiyel suçlu olarak tanımlanıyor. Raman ve Raçkotan aşiretleriyle sınırlı görünen<br />
harekat ta Erzurum'a kadar taşırılıyor.<br />
Bu harekatın ardından Sason Bölgesi "yasak bölge" ilan edilip 1925-1937 yılları arasında devam eden harekata<br />
başlanıyor. Bu harekatlar da " halkın bir kaç sergerdenin elinde oyuncak olması" iddiasıyla başlatılmıştır. 16<br />
mayıs-17 haziran 1926 tarihleri arasında ise sıra bu kez Ağrı yöresine gelmiştir. 1. Ağrı harekatı'nın gerekçesi<br />
ise " Mart 1926 başlarında Yusuf Taşo ve avanesinden müteşekkil eşkiya Beyazıt'ın Muson bucağına<br />
bağlı kalecik köyünden bir miktar hayvan çalarak Ağrı dağı'na götürmüştü" diye açıklanır! Basit bir<br />
hırsızlık olayı için 28. Alay görevlendiriliyor. İlk harekatttan istenen sonuç alınamayınca 16 haziran'da bu kez<br />
uçakların desteğinde ikinci harekat başlayacaktır.<br />
7 Ekim-30 Ekim 1926 yılı arasında ise Koçuşağı ayaklanması ve bastırılması sözkonusudur.. Gerekçe "vergi<br />
vermemek ve vatan savunmasına katılmamaktır.." Harekat için görevlendirilen kişi Elazığ ve yöre<br />
Komutanı Albay Mustafa Muğlalı'dır 39 . "Koçuşağı Ayaklanması" diye Genelkurmay tarafından nitelenen olay<br />
da görüldüğü gibi "vergi vermemek ve askere gitmemektir." Bu harekat da uçaklarla desteklenmiştir. 8<br />
Ekim'den sonra "asiler(!) teslim olmak" istediklerini, "ancak anlaşmak olanağını bulamadıklarını" bildirirler.<br />
37 Bu bölümde verilen bilgiler tamamen "Genelkurmay belgelerinde Kürt isyanlarý-kaynak yay,1992" adlı<br />
kitaptan alınmıştır.<br />
38 genelkurmay Belgelerinde Kürt İsyanları, s.197-198<br />
39 Mustafa Muğlalı Van'da 33 Kürt köylüsünü kurşuna dizmekle tanınıyor. 23 Aralık 1930'da meydana gelen<br />
Menemen olayında da "başrolde" oynuyor ve bu olayda ‘hakimlik’ yapıyor.. O sıralar 1. ordu Komutan<br />
vekilidir. Muğlalı, Menemen olayı için yaptığı "incelemelerde" de "olayın arkasında hain eller ve örgütler"<br />
bulunduğuna kanaat getirmekte zorlanmaz!<br />
17
Ancak harekat sona ermez. Aşiret resilerinin teslim ettiği 29 tüfek "kırık ve kullanılmaz oldukları" gerekçesiyle<br />
kıyıma devam edilir. Kırklar tepesi ve Yılan dağı'nda Kürtler top ateşine tutulur.<br />
Mutki Ayaklanması ve bastırılması(26 Mayıs-25 Ağustos 1927) diye tarif edilen olay da komplocu kemalist<br />
iktidarın ceberrut uygulamalarından birisidir. Bitlis valiliği tarafından boşaltılmak istenen 35 köy halkı, bu<br />
karara itiraz ederler. Hemen Buban aşiretinin yokedilmesi kararlaştırılır.<br />
7 Ekim-17 kasım 1927 arasındaki Bicar Tenkil Harekatı, devletin başvurduğu metotlar itibariyle 1980'lerden<br />
günümüze dek Güney Kürdistan'a karşı düzenlenen saldırılarda başvurulan metotların adeta aynısıdır. "Şeyh<br />
Abdurrahim, Şeyh Tahir ve Yado'nun maiyetlerinde daha bir çok reis ve avaneleri olduğu halde, Mardin<br />
ile Viranşehir arasında sınırın Kuzeyine geçtikleri haber alınmış"tır! Harekata "Şeyh Said'in tedibi<br />
sırasında kaçmayı başaran eşkıyanın çoğunun bu dağların in, mağara ve komlarına sığınmak suretiyle<br />
hayatlarını kurtarmışlardı" gerekçe gösterilir. Mustafa Muğlalı da bölgeyi gezerek hedef alınacak köyleri<br />
belirler. Muğlalı'nın gezisi tam 34 gün sürer. Ve "eşkiyanın tamamıyla nüfuz bölgesi olan köyler halkının<br />
da, asilerle aynı düşünce ve fiilde oduklarını öğrenmiş bulunur!" Harekat sırasında Kürdün-Kürde<br />
kırdırılmasına da başvurulur: Bu çerçevede Hezanlı Şeyh Selim Efendi Milisleri, Şeyh Selamet köyü milisleri,<br />
Bicar milisleri, Lice milisleri, Hani milisleri, Çapakçur milisleri ve Gökdere milisleri kullanılır. Genelkurmay<br />
raporlarında "harekat sonrasında yakılan köy miktarı 280, imha edilen 'eşkiya' miktarının ise 2.000'e yükseldiği"<br />
kıvançla ! belirtilir ve "yükselen maneviyata" gönderme yapılması da unutulmaz.<br />
"22 Mayıs-3 Ağustos 1929 tarihleri arasında ise Asi Resul Ayaklanması ve bastırılması" gündemdedir.<br />
"ayaklanma" diye nitelendirilen ve dolayısıyla Kürdün katline ferman oluşturan bu olaydaki komploculuk<br />
Genelkurmay tarafından bile itiraf edilmek zorunda kalınmıştır:" gerçekte ne genel bir ayaklanma ne de<br />
güneyden geçen eşkiya tarafından çıkarılmış bir mesele olmayan bu ayaklanma olayına sebep; Eruh ilçesi<br />
Jandarma Komutanı teğmen Ziya'nın öteden beri Lodi bucak merkezinin Tilmişar köyünden Jilyan<br />
aşireti reisi Resul'e muğber (gıcık gitmesi) oluşu dolayısıyla, hasmı hakkında aldığı ihbarları vesile ederek<br />
Eruh İlçesi Kaymakam vekili Jandarma Yüzbaşısı Galip'i de kandırmak suretiyle, Resul, kardeşi Akit ve<br />
daha bazı kimseler için tutuklama müzakaresi sağlamak suretiyle ve silah toplamak bahanesi ile aranan<br />
şahısların bulunduğu dört köyde, aynı zamanda arma başlamıştı. Resul'ün evi aranmışsa da bir şey<br />
bulunmamış ve Resul yakalanmıştı."<br />
Daha sonra Resul kaçmayı başarınca "tedip harekatı" başlıyor: "Hükümete muhalefet eden kişiler ve köy<br />
isimleri Vilayetçe tesbit edilip Kolorduya bidirilmesi", "Jilyan aşiretinin hedef alınması", "maksadın gizli<br />
tutulması, harekattan erlerin de haberdar edilmemesi, çevre köy halkının dışarı bırakılmaması, harekata üç<br />
uçaklı bir filo iştirak ettirilecek; Jilyan aşireti silahlarını teslim etmediği ve Resul ve kardeşi Akit yakalanmadığı<br />
takdirde köyleri yakılacak, mahsülleri ve hayvanları müsadere edilecek ve müzakare ile oyalanmaya asla<br />
yanaşılmayacaktır" gibi kararlar alınıyor ve uygulanıyor. "Tedibine karar verilen, bu suretle 3 uçak<br />
"gönderilen 'Asi Resul'un ateş gücü nedir? Bunu da genelkurmay'dan öğrenelim:" Resul'ün Lodi bucağında<br />
200 tüfeği olup bunlardan 50 kadarı cephanesiz, diğerlerinin 25-60 fişeği bulunmaktaydı.." Yani Resul'ün<br />
150 tüfeği ,7 bin dolayında mermisi ve çevresinde toplam 110 dolayında adamı olduğu tahmin edilmektedir..<br />
Devlet ise üç uçak, 5 tabur, iki süvari bölüğü, bir milis müfrezesi, dört dağ topu; Toplam 59 subay, 1525 er, 176<br />
ücretli hayvan, 1014 piyade tüfeği, 59 hafif makinalı tüfek, 22 ağır makinalı tüfek, 4 yedi buçukluk krup dağ<br />
topu, 2 yedi buçukluk kudretli dağ topu, 355 105 piyade mermisi, ...el bombası, 334 topçu mermisi ile Resul’un<br />
üstüne gitmektedir. Genelkurmay "harekatın sonuçlarına" ilişkin verdiği bilgide "asilerin ilişkisi bulunan<br />
köylerde silah aramaları yaparak bir hayli şaki ve bir o kadar da kadın ve çocuktan ibaret ailelerini yakalamışlar,<br />
hayvanlarını müsadere ve evlerini yakmışlardı.."<br />
Tam da "muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak isteyen!" devlete özgü bir muamele! 1929'dan 1999'a ne<br />
değişti acaba?<br />
Savur Tenkil Harekatı (20 Mayıs-9 Haziran 1930): Bu harekatın gerekçesi de şöyle konulacaktır: "Alınan<br />
bütün tedbirlere rağmen bölgede adi şekavet olayları devam ediyordu. Örneğin: Genç ve Beşiri<br />
bölgelerinde ve daha bazı yerlerde meydana gelen şekavet olayları, mahalli jandarma kuvvetleri ile<br />
bastırılmakta idi. (..)Jandarmaya yapılan tecavüz ve küstahlık alınan tedbirlerin ve yapılan icraatın<br />
yetersiz olduğunu göstermekte idi.’<br />
20 Haziran- Eylül 1930 arasında meydana gelen Zeylan olaylarında bir "isyan" özelliği bulmak mümkün. Kör<br />
Hüseyin ve Emin Paşa'ya bağlı Kürtler Çaldıran-Beyazıt telefon hattını kesiyorlar. Zeylan bucak merkezini<br />
basıyorlar, Erciş'i kuşatıyorlar. Çatışmalarda 2 subay, 16 er ölüyor, 150 asker kayboluyor, 2 makinalı tüfek, 144<br />
tüfek "asilerin", yani Kürtlerin eline geçiyor.<br />
Kürtlere karşı yürütülen militer politikalar, tenkil hareketleri o zamanın basınında bir futbol maçı gibi<br />
anlatılmaktadır. 16 temmuz tarihli Cumhuriyet gazetesi (ABD mandasını savunan Yunus Nadi'nin<br />
başyazarlığını yaptığı gazetenin binası İttihat Terakki'nin binasıdır) Ağrı tenkilini şöyle verir:<br />
"Ağrı Dağı Harekatı bu hafta başlıyor. Ağrı Dağı tepelerinde kovuklara iltica eden 1500 kadar şaki<br />
kalmıştır. Tayyarelerimiz şakiler üzerine çok şiddetli bombardıman ediyorlar. Ağrı Dağı daimi olarak<br />
18
infilak ve ateş içinde inlemektedir. Türkün demir kartalları asilerin hesabını temizlemektedir. Eşkiyaya<br />
iltica eden köyler tamamen yakılmaktadır. Zilan harekatında imha edilenlerin sayısı 15 bin kadardır.<br />
Zilan deresi ağzına kadar ceset dolmuştur... Bu hafta içinde Ağrı Dağı tenkil harekatına başlanacaktır.<br />
Kumandan Salih Paşa bizzat Ağrı'da tarama harekatına başlayacaktır. Bundan kurtulma imkanı<br />
tasavvur edilemez." 40<br />
B-Dersim Katliamının öncesi...<br />
Daha Osmanlı İmparatorluğu döneminde, Eyaletlerden iller sistemine geçildiği sıralarda; bu politika<br />
doğrultusunda Osmanlılar Dersim'e yönelik planlar geliştirmeye başlıyorlar. 1896'da Müşir Şakir ve Zeki<br />
Paşalar ve Serasker Rıza Paşa ve heyetleri tarafından raporlar hazırlanıyor 41 . Elazığ Valisi Arif Beyin 28 Ekim<br />
1903 tarihli raporunda, "silah toplanması, Dersim'e askeri yığınak yapılması, Seyit ve Dedelerin yakalanıp<br />
sürgün edilmeleri" öneriliyor ve "Dersim'in tamamıyle Kürt olmadığı ileri sürülüyor.<br />
Şeyh Sait Direnişinin bastırılımasını takiben ise Mülkiye Müfettişi Hamdi Bey de bölgelerde "incelemeler"<br />
yapıyor, 2.2.1926'da bir rapor yazıyor: " Dersim gittikçe Kürtleşiyor, mefkureleşiyor (ülküleşiyor), tehlike<br />
büyüyor. Seyit Rıza'nın hükümete karşı takındığı vaziyetten kendisine husumetleri hesabı ile mütessir<br />
olan bazı aşairin hissiyatın da faydalanılacaktır. Dersim, Cumhuriyet hükümeti için bir çıbandır. Bu<br />
çıban üzerinde kesin bir ameliye yapmak ve ihtimalatı elimeyi önlemek, selameti memeleket namına farzı<br />
aynıdır. Bu müddet zarfında mektep açmamak, ancak 25 senen zarfında ahaliye Türklğk his ve<br />
terbiyesini verdikten sonra mektepler küşat etmek ve halkı okutmak. Aksi takdirde Kürtlük telkinatı<br />
başarılı olur."<br />
Aynı yıl içerisinde Elazığ Valisi Cemal beyin yazdığı raporda da "Seyit Rıza ve ailesinin Elazığ'a nakli"ni de<br />
kapsayan "öneriler" üzerinde durulur. 1930 yılında ise Birinci Umum Müfettişi İbrahim Tali'nin yazdığı raporda<br />
"Dersim'in dışarıyla ilişkisinin kesilmesi, Elazığ'da savaş uçaklarının bulundurulması, tehdit mahiyetinde<br />
kuvvetli müfrezeler bulundurulması" önerilir!<br />
8 Ekim-14 Kasım 1930 Pülümür harekatı ise genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak'ın Erzincan'da yaptığı<br />
geziden hemen sonra yapılır. Çakmak, "Aşkirik, Gürk, Dağbey, Haryi köylerinin tedip ve tenkilini zorunlu<br />
bulur!" Fevzi Çakmak "birkaç sene sonra Kürtlüğün bütün Erzincan'ı istila edeceğinden" korkmuş, "Türk dilinin<br />
bütün bölgeye yayılması için esaslı tedbirlere ihtiyaç olduğuna" inanmaktadır. Ayrıca bölgede Kürt kökenli<br />
memurların olması da Paşa'yı oldukça rahatsız etmiştir.<br />
Pülümür Harekatı'nın gerekçesi de hazırdır! Güya , "Pülümür ağalarının tertibi sonucu, Pülümür ilçe<br />
kaymakamının evine bir kaç el silah atılmıştır.." Atanlar da tabii ki Kürtlerdir! İsmet İnönü, 8 Ekim 1930<br />
tarihinde Genelkurmay'a verdiği cevapta, ordunun tekliflerini kabul eder ve harekat için düğmeye basılır.<br />
19<br />
C-Dersim Katliamı (1937-1938)<br />
İbrahim Tali ve İçişleri bakanı Şükrü Kaya'nın Dersim yöresinde yaptığı "geziler" sonrasında karar<br />
veriliyor:"Neticede; Dersim'in ıslahı esasları tesbit edildi ve keyfiyet uzunca vadeli bir programa bağlandı.." 42<br />
25 Aralık 1935'te çıkarılan 2884 sayılı Tunceli Kanunu ile "Vali ve komutanlar bakanların haiz oldukları<br />
bütün yetkilere haizdir; idari yönetimlere subayların atanması, lüzum görülen belediyelerde başkanlık<br />
görevini kaymakamlara verebilme yetkisi verilmiştir.."<br />
Diğer yandan "Cumhuriyet savcılarına hazırlık tahkikatında hakimlerin haiz oldukları yetkileri<br />
kullanırlar; Cumhuriyet savcısının iddianamesi sanığa tebliğ edilmez. Tutuklama kararına sanık<br />
tarafından itiraz edilemez. Vilayet içindeki ceza mahkemelerinden verilen hükümler temyize tabi<br />
olmayıp kesindir" gibi Türk usulü adli önlemler de alınmıştır.<br />
Bakanlar Kurulunun 4 Mayıs 1937 tarihli "Tunceli tenkil harekatına dair gizli kararında" şunlar karar altına<br />
alınıyordu:<br />
"1-Toplanan kuvvetlerle Nazımiye, Keçizeken (Aşağı Bor), Sin, Karaoğlan hattına kadar, şedit ve<br />
müessir bir taarruz hareketi ile varılacaktır.<br />
2-Bu defa isyan etmiş olan mıntıkadaki halk toplanıp başka yere nakil olunacaktır. Ve bu toplanma<br />
ameliyesi de köylere baskın edilerek hem silah toplanacak, hem de bu suretle elde edilenler<br />
nakledilecektir. Şimdilik 2000 kişinin nakli tertibatı hükümetçe ele alınmıştır.<br />
Bunlara ek olarak yapılan değerlendirmede 43 ise şöyle denmektedir:" Sadece taarruz hareketiyle ilerlemekle<br />
iktifa ettikçe isyan ocakları daimi olarak yerinde bırakılmış olur. Bunun içindir ki, silah kullanmış<br />
40Atatürk Milliyetçiliği, Baskın Oran; Bilgi yayınevi, 1998. s.222, dipnot 366<br />
41Jandarma Umum Kumandanlığı (Gizli ve zata mahsustur-Kayıt altında yüz tane basılmıştır),Dersim.1932<br />
42Kürt İsyanları Cilt 2, s. 167<br />
43Bu kararlar ve değerlendirmeler Atatürk ve Mareşal Çakmak'ın katılımıyla yapılmıştır
olanları ve kullananları yerinde ve sonuna kadar zarar veremeyecek hale getirmek, köyleri kamilen<br />
tahrip etmek ve aileleri uzaklaştırmak lüzumlu görülmüştür. Paraya acımaksızın içlerinden çok adam<br />
kazanıp kullanmaya çalışmak lazımdır.’<br />
Dersim Katliamının uygulama aşamasından önce de devletin başvurduğu propagandalardan birisi "İngilizlerin<br />
Kürtleri kışkırttığı, hatta bir İngiliz kızının Seyit Rıza'ya 500 altın verdiği" şeklindeki yalanlardır. İbrahim<br />
Tali'nin raporunda buna değinilir ve " Dersim, hudutlardan çok uzaktır. Hariçteki siyasi teşkilatlar<br />
Dersim'i kendi siyasi emellerine kullanmayı her suretle arzu ederler ve programlarına da bunu<br />
koymuşlar, ve daima propaganda etmek isterlerse de rüesa geçinenlerden hiç birinin hariçle temas ve<br />
muhaberesi müsbet bir surette tesbit edilememiştir. Hatta 1929 Eylülünde bir İngiliz kızının Seyit<br />
Rıza'ya 500 altın hediye getirdiği işaa edilmişse de bir tek altının bile getirildiği ispat edilemedi" denmek<br />
zorunda kalır.<br />
Kürtlere karşı harekata geçilmeden önce Fevzi Çakmak, sonra Başbakan İsmet İnönü sağlık bakanı Refik<br />
Saydam Elazığ'da incelemelerde bulunurlar 3. Ordu Müfettişi Kazım Orbay, 4. genel Müfettiş korgeneral<br />
Abdullah Alpdoğan ve 7.Kolordu komutanı Galip Deniz'le son durumu görüşüp harekatın stratejisini belirler.<br />
20-21 Mart 1937 gecesi Harçik deresi üzerindeki tahta köprünün yakılması gerekçe gösterilerek başlayan<br />
harekatta Dersim kan gölüne çevrilir. Binlerce insan katledilir, köyler yıkılıp yakılır. Seyit Rıza'nın silahsız<br />
olarak görüşme yapmak için gittiği Erzincan'da tutuklanması ve alelacele bir hafta sonu Mustafa Kemal'in<br />
Elazığ'a gitmesi ve araba ışıklarının altında Seyit Rıza'nın idamından sonra da tenkil harekatı devam eder. 2<br />
Ocak-7 Ağustos 1938 tarihleri arasında yeni bir tenkil harekatı yapılır.<br />
"Ebedi Şef" hastalığı yüzünden Celal Bayar’a okuttuğu 1 Kasım 1938 tarihli meclis açış konuşmasında<br />
Dersim Katliamı'na da değinmeden edemez.."Tunceli'deki toplu eşkıyalık hadiseleri bir daha tekerrür<br />
etmemek üzere tarihe devrolunmuştur.." 44<br />
D-Dersim Katliamından sonra..<br />
Dersim Katliamı öncesinde "Kürtlerin İngilizler tarafından kışkırtıldığı" şeklindeki resmi ideolojinin<br />
propagandalarının gerçek dışılığı ve içerdiği komplo bir yana; 1936'dan itibaren Türkiye ile İngiltere ve Fransa<br />
arasındaki ilişkiler en üst noktaya çıkmıştır. Sözkonusu yakınlaşma "Sovyet tehdidi" ve Almanya'ya artan<br />
bağımlılık gibi nedenler üzerinde temellenmiştir. Churchill, 1938'de Kazablanka'da Rooswelt'e "Türkiye bizim<br />
nüfuz alanımızda" diyecektir. "Türdeş ulus" yaratma gibi militer politikanın Dersim'de katliam politikalarının<br />
uygulanmasından önce Ankara-Londra ve Paris hattında yaşanan bu "sıcak ilişkiler"in Kürtlere karşı yürütülen<br />
politika ile yakından ilgili olduğunu öne sürmek abartılı olmaz.<br />
Diğer yandan Dersim'e yönelik katliam politikaları hayata geçirilirken 8 temmuz 1937'de İran-Irak-Türkiye<br />
arasında Tahran'da Sadabad Paktı ilan ediliyor. Anlaşmanın 7 .maddesi doğrudan doğruya Kürtlerle ilgilidir:"<br />
Birbirlerine komşu olan bu devletlerden her biri, kendi siyasi sınırları içerisinde ya da hudutlarında vaki<br />
olabilecek ve merkezi otoriteye doğru yöneltilmiş her türlü harekete ya da silahlı eşkiya gruplarına karşı<br />
emniyeti ve güvenliği sağlamak amacıyla, sınırda ya da o memleketin herhangi bir toprak bölümünde<br />
otoriteyi yeniden kurmak için, birlikte ve beraberce harekete geçeceklerdir.." Bu anlaşma kamuoyuna<br />
"İtalya'ya karşı" yapılmış gibi lanse edilse de gerçekte bu paktın Kürtlere karşı kurulduğu ve Londra'nın<br />
katkılarının da olduğu tartışma götürmeyen bir olgudur.<br />
1939'da ise Türk-İngiliz-Fransız Antlaşması imzalanacaktır. Ki, Lozan Antlaşmasıyla İngiltere ve Fransa'nın<br />
Kürdistan'ın bölünmesinde belirleyici rol oynadıkları bile başlı başına, resmi ideolojinin "Kürt sorununun<br />
arkasında yabancı parmağı arama" gibi demagoji ve propagandalarını geçersiz kılmaya yetmektedir.<br />
Şeyh Said direnişine dair sıkça başvurulan ‘İngiliz kışkırtması’ propagandası dersim soykırımı içinde<br />
kullanılmıştır.<br />
***<br />
Özetle Kemalist iktidarın meşrulaşma sorunu ortadan kalktıktan sonra Osmanlının tamamlayamadığı Kürt<br />
politikası tamamlanmaya çalışılıyor. İnönü'nün "Türkler ve Kürtler bu memleketin aslü unsurlarıdır" gibi taktik<br />
sözleri unutuluyor. Öncelikle linguicide (linguistic jenosid-dil soykırımı) uygulaması başlıyor, Kürtçe<br />
yasaklanıyor. 1925'ten sonra Kürdistan'da aralıksız onaltı yıl süren tenkil politikaları uygulanıyor. Kürdistan<br />
1926'dan itibaren Umumi Müfettişlikler ile yönetiliyor. Takrir-i Sükun, Mecburi İskan kanunu ve Tunceli<br />
kanunları ile Kürdistan olağanüstü halle yönetiliyor. Basın ve muhalefet zapt-ı rapt altına alınıyor. Kürtlerin<br />
Türkleştirilmesi ve militer yolla heterojen Türkiye'den homojen bir Türkiye; türdeş bir ulus yaratılması<br />
çalışmalarına ağırlık veriliyor. Abidin Özmen'in bu konuda yaptığı öneriler bugünkü politikalara da ışık tuttuğu<br />
için tam bir ibret belgesidir. 45<br />
1930'lardan itibaren Mahmut Esad Bozkurt'un, "Bu memlekette Türk olmayanların bir tek hakları vardır.<br />
Köle olma hakları" doğrultusunda Türk tarih Kongresi'nde Kürtlerin varlığı red ve inkar edilerek Türkleştirme<br />
politikaları esas alınıyor. Kürtler "dağlı Türkler" olarak devlet diline yerleştiriliyor. Kürtlerin yanısıra<br />
44 Söylev, cilt 1. S.406<br />
45 İngiliz Belgelerinde Kürdistan,Ahmed Mesud (Bu isim müstear bir isimdir), Doz yayınları<br />
20
"yahudilerin de Türk olmayı seçmesi" isteniyor. "Üstün kimlik" adı altında yürütülen politika doğrultusunda<br />
Promethesu'tan Triptomelos'a kadar bir dizi Yunan düşünürünün "Türk" olduğu, Etilerin ve Yunanlıların da<br />
"Türk" olduğu gibi gülünç iddialar devlet tezleri haline getiriliyor. Lord Kinross, "bir İngiliz diplomatına da<br />
Atatürk, Türkçe olan kent sözcüğünün Türklerin bir zamanlar İngiltere'yi fethetmiş olduğunun kanıtı<br />
olduğunu" söylediğini yazar.<br />
5.Bölüm<br />
A-Çetelerin terfi etmesi de "kuruluş" yıllarından kalma bir gelenektir..<br />
Dersim Kanunu 1946 yılı sonuna kadar yürürlükte kalıyor. Bu dönemde Kürtlere karşı uygulanan "vur<br />
kurtul" anlayışında rol alan temel askeri unsurların, anti-kemalist muhalefetin tasfiyesinde rol oynayan kişilerin<br />
olması da önemlidir. Nurettin Paşa ve damadı Abdullah Alpdoğan Koçgiri'deki katliamın uygulayıcısıdırlar.<br />
Sakallı Nurettin paşa sadece Koçgiri Kürtlerini ve Samsun'daki Rum-Laz nüfusunu katletmekle kalmamış; İzmir<br />
Yuan işgalinden kurtarıldıktan sonra Rum metropolitini keyfi bir şekilde asmış, İzmir'de yapacağı katliamlara<br />
zemin hazırlamak için bazı yerlerde yangın çıkarmıştır. Nurettin Paşa'nın izinden yürüyen 12 Eylül darbecileri,<br />
1980 yılında bu katilin kemiklerini Devlet Mezarlığı'na aktarmak istemişlerdi. Alpdoğan 1937'lerde Dersim<br />
Katliamı'nda rol alıyor bu kez. Adı Özalp ilçesinde 33 Kürdün öldürülmesiyle özdeşleşen ve Ahmet Arif'in "33<br />
Kurşun" şiirine ilham kaynağı olan Mustafa Muğlalı hem Kürtlere karşı yürütülen katliamlarda hem de<br />
1930'daki Menemen Komplosu'nda görülüyor. Topal Osman'ı öldürerek Ali Şükrü cinayetinin izlerini ortadan<br />
kaldıran İsmail Hakkı Tekçe ise Dersim katliamında, Topal Osman'ın pozisyonunda ,Muhafız Alay Komutanı<br />
olarak ortaya çıkıyor. Topal Osman hem Koçgiri'de, hem Samsun bölgesinde Kürtlere, Rumlara, Lazlara kan<br />
kusturduğu gibi Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Karadeniz'de boğdurulmasında Yahya Kaptan'la rol<br />
oynamıştır. 46<br />
Diğer bir deyişle bu dönemde uygulanan politikalar ve politikanın komuta kademesi direkt olarak "Tek Şef"e<br />
direkt bağlıdır. Umumi Müfettişliğin yerini Olağanüstü Hal Valiliği almış, Kürtleri İngiliz ve Fransızla<br />
çatıştırma siyaseti Kürt hareketini manipule ederek terörize etme ve dünyada izole etme gibi sofistike<br />
politikalara dönüştürülmüştür.<br />
21<br />
B-1946 sonrası..<br />
1946 yılında "çok partili" siyasal yaşama geçilmesinden sonra Kürtler de CHP'nin uygulamalarına tepki olarak<br />
DP'yi desteklediler. CHP'nin 1931'e dek Kürdistan'da örgütlenememiş olması varolan tepkinin boyutunu<br />
göstermesi açısından önemlidir. CHP, "çok partili" yaşama geçildikten sonra demokrasinin Kürtler açısından<br />
olumlu sonuçlar doğurabileceğinden endişe duyuyordu. Bu nedenle de "demokrasi mi? Eğer biz böyle bir<br />
musibeti Türkiye'de uygularsak Fırat'ın doğusundaki Hasolar ve Memolar eşkiyalarını seçip, meclise<br />
göndermiyecekler mi? Geçelim böyle martavalları!" denerek buna karşı çıkılıyordu. Türkiye, 1937'den<br />
sonra İngiliz nüfuz alanından ABD'nin nüfuz alanına girdi. 2.Dünya savaşı'nın lider gücü ABD 1945'ten sonra<br />
bölgeye ağırlığını koymaya başladı. 1947'deki Truman yardımı ile bu süreç başladı. "Çok Partili" yaşama<br />
geçilmesi 2. Dünya Savşı'nın yol açtığı siyasal sonuçlarla yakından ilgiliydi.<br />
2.Dünya Savaşı'nın son yılında İran Kürdistanında önemli bir siyasal gelişme meydana geldi. İran, İngilizler ve<br />
Sovyetler tarafından işgal edildi. İran'daki Alman etkisinin kırılması, Sovyetlere yardım yolunun açılması ve<br />
Kafkas'yadaki petrol yataklarının kontrol altına alınması gibi nedenlerle gerçekleşen bu işgal sırasında Mehabad<br />
Kürt Cumhuriyeti kuruldu. Mehabad Kürt Cımhuriyeti ve Azerbaycan otonom bölgesinin kısa süren yaşamları<br />
sırasında İran ve Türkiye arasında Sadabad Paktı yürürlükte kaldı. İngilizlerin yol göstericiliğinde İran-Irak ve<br />
Türkiye arasında Mehabad'a karşı izlenecek ortak politikalar saptandı. İran, Azerileri kırıp geçirirken Ankara<br />
sessiz kaldı.<br />
14 Mayıs 1950'de asker-bürokrat iktidarı (CHP) devrildi. DP'nin iktidara gelişi Kürtlerde de belli kıpırdamalar<br />
yarattıysa da Bayar-Menderes iktidarında ne rejimin niteliğinde, ne de Kürtlerin statüsüzlüğünde bir değişiklik<br />
görüldü. DP'nin en önemli icraatı; 1942 yılında Van'ın Özalp ilçesinde 33 Kürdü öldüren Mustafa Muğlalı<br />
olayını meclise getirmek oldu denebilir. Menderes 24 Şubat 1955'te Irak ve İran'la bu kez Bağdat Paktı'nı<br />
imzaladı. Bu Pakt'ın imzalanmasının amacı da Kürtlerdi. Kürtler bu sırada ne yapıyorlardı? İstanbul'da Dicle<br />
Kaynağı (1948), ve Şark Mecmuası(1950) gibi yayınlarla dikkatleri Kürt sorununa çekmek istiyorlardı. Bu<br />
yayınlarda "şark illerinde toprak reformu yapılması" gibi istekler dile getiriliyor, eşitsiz yaşam koşulları "et<br />
yiyenler ve ot yiyenler" şeklinde eleştiriliyordu. Menderes hükümeti ordu ile ilişkilerinin gerginleştiği,<br />
İnönü'nün fırsat kolladığı bir dönemde ordu ile ilişkilerini düzeltmek amacıyla 17 Aralık 1959'da 50 Kürtü bir<br />
komployla tutuklattı(Emin Batu sonradan yaşamını yitidiği için bu dava 49'lar Davası olarak biliniyor.Ancak<br />
bu tevkifatta tutuklanmayanlar da vardır). Celal Bayar'ın tutuklanan Kürtleri "imha önerisi" meydana<br />
gelebilecek"dış tepkilerden ötürü" Menderes tarafından uygulanmadı.<br />
46 Topal Osman'la ilgili daha geniş bilgi için Rıza Nur'un anılarının yanısıra İşaret yayınları tarafýndan 1993<br />
yılında yayınlanan "Topal osman Olayı" adlı kitaba da başvurulabilir.
DP iktidarı döneminde Kürtlerin faaliyetleri kültürel ve demokratik kanallarda ortaya çıkıyor: 1948 yılında<br />
Şehmus Elmas'ın çıkardığı Dicle Kaynağı, 1958'de yayınlanmaya başlayan İleri Yurd yayınlarında Kürt sorunu<br />
Ezop dili kullanılarak "Doğu Sorunu" çerçevesinde tartışılmaya başladı. 17 Aralık tutuklamaları, İçişleri Bakanı<br />
Namık Gedik ve basın tarafından sansayonel bir şekilde kamuoyuna sunuldu. Devlete göre tutuklananlar<br />
"Barzani önderliğinde kurulacak bağımsız bir Kürdistan kurulması" için örgütlenmişlerdi. 47 49'lar Davası Kürt<br />
hareketinde önemli bir köşe taşıdır. Bu davada yargılananların önemli bir kısımı daha sonra da Kürt hareketi<br />
içinde lider ve yönetici nitelikleriyle, basın yayın alanındaki çalışmalarıyla öne çıktılar. Bu davanın sanıkları<br />
askeri mahkemede yargılandılar, yaklaşık bir yıl sonra mahkemeye çıkarıldılar. 1960 darbesi sonrasında<br />
çıkarılan aftan yararlandırılmadılar. Bu davadan herhangi bir kişi itirafçı olmadı o günün koşullarında. Bu dava<br />
1950'li yılların önemli ikinci olayıydı. Birincisinde, 1955 yılında İstanbul'da Rumlara karşı kitlesel saldırılar<br />
başlatılmıştı ve Rum nüfusunun göçertilmesi sağlanmıştı 48 .<br />
C-49'lar Davasında devletin siyasi amaçları<br />
25 Kürt hakkında savcı tarafından idam cezası istendi. Kürtler Harbiye'nin ölüm hücrelerine kondular.<br />
Yargılananların "suçluluklarına" kanıt olarak gösterilen şeyler ya bir Barzani resmi, ya bir şiir veya Newsweek<br />
dergisinin Kürtlerle ilgili bir haberiydi.<br />
Bu dava: devletin 1960'lardan itibaren izleyeceği Kürt politikasının habercisiydi; Hem siyasi amaç açısından,<br />
hem de kullanılan yöntemler bakımından, devletin "derin" hesaplar peşinde koştuğunu gösteriyordu.<br />
Devletin bu davadaki siyasi amacı neydi?<br />
"-Bu tutuklamalar ABD'den gerekli yardımların elde edilmesi için 'argüman' olarak kullanılmalıdır,<br />
-ABD ve Batı'ya bu tutuklamalar bir 'Komünist Kürt hareketi' olarak sunulmalıdır,<br />
-Türkiye genelinde ve Batı Anadolu'da yaşayan vatandaşlara bu tutuklamalar bölücü, 'Kürtçü' değil de<br />
Komünist oldukları şeklinde yansıtılması yararlı olacaktır." 49<br />
Emniyet Başmüfettişliğinin 31 temmuz 1959 ve 94818 sayılı, Ergün Gökdeniz imzalı, 12 Aralık 1959 tarih<br />
"Kürtçülük hareketinin bugünkü durumu"nun incelendiği raporları yayınladığı için Yön dergisi "devlet sırlarını<br />
açıklamak"tan ötürü yargılanıyor. Bu davanın ABD ve Batı ile ilişkilerde bir koz olarak kullanılması ve bugün<br />
izlenen propaganda konseptine benzer bir konseptin savunulması ve devletin Kürt sorununda izlediği militer<br />
konseptin sürekliliğini göstermesi açısından önemlidir ve çok ilgi çekicidir.<br />
Bu davada devletin uyguladığı yöntemler ve "karar mercii"nin adresi de dikkat çekiyor. Dava süresince ve<br />
"Karar" aşamasında Genelkurmay ve MİT'ten gelecek raporlar belirleyici oluyor. Diğer yandan devletin Kürt<br />
asıllı ajan ve provakatörler vasıtasıyla Kürtleri hem izleme hem de manipüle etme politikası da bu davada açığa<br />
çıkıyor. Sendikacı Ahmet Muşlu, Yasin Göldaş ve Asker Avşar bu davada deşifre oluyorlar. Deşifre olanların<br />
yanısıra, deşifre edilmeyenlerin olduğu da düşünülürse devlet kaynaklı komplonun boyutu daha iyi anlaşılabilir.<br />
İlginç olan Kürtlerin "izlendiklerini" anladıkları andan itibaren önlem alamamaları veya komplonun arzettiği<br />
çiddiyeti kavrayamamalarıdır. Bu davayla devletin 1955'ten itibaren Ziya Şerefhanoğlu ve emekli Binbaşı<br />
Şevket Turan'ı izlediği, Kürtlerin güvenlik gerekçesiyle açık havada yaptıkları sohbetleri bile kaydettiği ortaya<br />
çıkıyor.<br />
1959 Kürtler ve Türkler için önemli bir yıldır. Büyük umut ve vaadlerle işbaşına gelen Menderes iktidarı yolun<br />
sonuna gelmiştir. Askerle mücadelesinde yenik düşmek üzeredir. Kürtlere karşı düzenlenen komployla durumu<br />
kurtarmaya çalışmakta, askerle ilişkilerini düzeltmeyi Kürtleri biçme üzerine kurmaktadır. Öte yanda, 20.<br />
yüzyıldaki Kürt hareketine damgasını vuracak Barzani 11 yıllık sürgün yaşamını noktalayıp, Sovyetlerden Irak'a<br />
dönmüş Abdülkerim Kasım'la görüşme masasına oturmuştur. KDP legalleşmiştir. Bağdat'ta Xebat gazetesinin<br />
yayını başlamış, Kürtçe radyo yayına sokulmuştur. Kürt hareketi legalleşmeyle birlikte kitleselleşmeye<br />
başlamıştır. Barzani bu arada Abdülkerim Kasım'ı örnek göstererek Türkiye'nin de Kürt sorununda benzer bir<br />
yolu izlemesini önermiştir.<br />
Kürtleri bölen siyasi sınırların Kuzeyinde yaşayan Kürtler kulaklarını Güney'de kabaran dipten gelen bu<br />
dalgaya kabartmışlardır. Barzani'nin resimleri ceketlerin ceplerinde taşınmakta, bir sevgilinin resmine bakar<br />
gibi bakılmaktadır. Ve diğer yanda bu kabarışı izleyen başkaları da vardır elbette.."Türkleştirme, araplaştırma,<br />
Acemleştirme politikası izleyen başkentler.<br />
6.Bölüm<br />
1960 sonrası devlet ve Kürtler<br />
60'taki askeri darbeden sonra devlet Başkanı sıfatıyla Cemal Gürsel, 16 Kasım 1960'ta yaptığı konuşmada Kürt<br />
politikasında değişmeyen devlet politikasını şöyle açıklıyordu:" Eğer Dağlı Türkler sessiz olmazsa, ordu<br />
onların kasaba ve köylerini bombalamakta tereddüt etmeyecektir." Cemal Gürsel, Diyarbakır'da ise "Size<br />
47 49'lar davası, Dr.Naci Kutlay,1994<br />
48 6-7 Eylül 1955 olayları, 6 Eylül 1955'te Oktay Engin adlı bir MİT görevlisinin Atatürk'ün Selanik'te doðduðu<br />
evi bombalamasının ardından gerçekleşti. Bir özel harp yetkilisi bu olayı şöyle anlatacaktır:" 6-7 Eylül olayları<br />
bir özel harp işiydi ve muhteşem bir örgütlenmeydi, amaca da ulaştı." (Tanksýz Topsuz demokrasi, Fatih<br />
Güllapoğlu, s.104<br />
49 Yön dergisinden aktaran, Dr.Naci Kutlay<br />
22
Kürt diye hitap edenlerin suratlarına tükürünüz" komutunu verecektir. 1966 Varto depremi sırasında<br />
sonradan İçişleri Bakanı olacak Haldun Menteşoğlu ise halkın yakınmalarına karşılık olarak " Nerdeyse yıkılan<br />
ahırlarınızı bize birer saray gibi yutturmaya çalışacaksınız! Hem sonra nedir bu sızlanma? Burada<br />
sadece üç bin kişi öldü! Oysa Vietnam'da 30, 000'ler ölüyor!" diyordu. Halkın Kürtçe protestosu karşısında<br />
ırkçı hezeyanları daha da artacaktı:" İnsana benzeyen bazı mahlukların ağzından hayvani sesler çıkmaktadır.<br />
Eğer sizler bu devletten memnun değilseniz, kendinize bir başkasını arayınız.." Demirel de çıktığı Kürdistan<br />
gezisinde, bir süre sonra Gürsel ve Menteşoğlu'nu izleyecekti:"Hudut kapılarımız açıktır. İsteyen defolup<br />
gidebilir bu memleketten.." Askeri darbeyi düzenleyenler, Şeyh Sait direnişi sırasında yapıldığı gibi; Kürtleri<br />
temizleme, sindirme politikasını yürütürken bir taşla iki kuş vurmayı amaçlıyorlar. Kürtlerle, DP iktidarı<br />
arasında "ilişki" kuruluyor. Milli Birlik Komitesi'ne göre "Bir Kürdistan hükümeti tesisi için D.P grubu<br />
içinde çalışanlar var"dır. Bu arada 55 Kürt ileri geleni (Faik Bucak ve yakınları, Şeyh Sait'in ailesi, Raman<br />
aşireti ileri gelenleri) Sivas'ta toplama kampına konulmuştur. Solcu cuntacıların da desteklediği "27 Mayıs<br />
devrimi!"nin Kürtlere karşı izlediği politikanın ilk örneklerinden biri de bu olacaktır. Kinyas Kartal ve<br />
arkadaşları ise Bursa'da "Kürdistan Cumhuriyeti kurmak!" savıyla yargılanacaklardır. Bu davanın duruşmaları<br />
da gizlilik içinde yapılmaktadır.<br />
49'lar Davası'nı izleyen yıllarda Kürtler basın yayın alanında daha etkin olmaya başladılar. 1960 yılı öncesinde<br />
de Musa Anter ve Canip Yıldırım'ın yazı yazdığı İleri Yurt (Diyarbakır,1958) gibi yayınlar büyük yankılar<br />
uyandırmıştı. Ancak 1960'tan sonra Kürtlerdeki siyasi ve kültürel çalışmalara daha büyük önem verilmeye<br />
başladı. 1962'de Edip Karahan,Dicle Fırat gazetesini, Ziya Şerefhanoğlu 1963'te Roja Newe'yi yayınladılar.<br />
Deng dergisi de 1963'te yayınlanmaya başladı. 1963 Aralık ayında bu kez 23'ler davası olarak bilinen<br />
tutuklamalar yapıldı. 49'lar Davası'nda yargılananların bir kısmı bu davada da "sanık"tılar. Bu davanın<br />
duruşmaları gizli yapıldı ve Kürtler yine Genelkurmay Mahkemesi'nde yargılandılar. Savcıya göre, "sanıklar,<br />
müstakil Kürt devleti kurmak için 2 bin sten tabanca, 5 otomobil, radyo ve telsiz cihazı temin için temaslarda<br />
bulunduklarını" öne sürüyordu. Savcıya göre, "Doğan Kılıç ve Abdülsettar Hemavendi bu silahları temin etmek<br />
için 'yabancı bir devletle' temas etmiş ve bu silahları Barzani'ye ulaştırmaya çalışıyorlardı.." Templeton<br />
komplosunun benzeri bir komplo bu kez 1963'te yaşama geçiriliyordu.. Kürt sorunu yoktu! Fakat ne hikmetse<br />
olmayan bu sorunun Kürtçüleri, sanıkları vardı! "Adı geçen devletle Türkiye arasında bir gerginlik yaşanmaması<br />
için" savcı duruşmanın gizliliğinde ısrar ediyordu.<br />
Yine o yıllara dönecek olunduğunda Barzani hareketinin Irak'ta kitleselleştiği, Kürt sorununun Avrupa<br />
kamuoyunun dikkatine geldiği görülüyor. 1963'de Türk-İran ,Suriye ve Irak devletlerinin Barzani hareketine<br />
karşı ortak bir operasyon yapması sözkonusuydu. "Tiger Operation" (Kaplan Operasyonu) denen bu saldırı<br />
planı, Sovyet Başbakanı Gromiko'nun Türkiye ve İran'ı uyarması üzerine blok halinde yapılamadı. Ancak<br />
Suriye, Irak'la birlikte Kürtlere karşı ortak saldırıda bulundular: Türkiye ve İran ise "uyarı" üzerine katılmaktan<br />
vazgeçtiler. Bundan da anlaşılacağı gibi askeri savcı "Sovyetleri" işaret etmektedir ve söylenenlerin gerçekle bir<br />
ilgisi yoktur.<br />
Devletin Kürt hareketini izleme ve manipule etme politikasının 23'ler Davası'nda da sürdüğü anlaşılıyor. Ajan<br />
olarak görevlendirilen kişi bu kez Hasan Buluş'tur: sözkonusu kişi dava sanıkları ile birlikte hapsedilmiştir.<br />
Mem u Zin'i ezbere okumaktadır. Hapishanedeki kuşkulu tavırları dikkat çekiyor. Davada yargılanan Güney<br />
Kürdistan'lı Cemal Alemdar'ın bize anlattığına göre, bir süre önce katledilen Medet Serhat Yöş ve Alemdar,<br />
Buluş'u dövüyorlar. Buluş, MİT'e çalıştığını itiraf ediyor. Hasan Buluş daha sonra devlet tarafından Latin<br />
Amerika'ya, oradan da New York'a gönderiliyor. New York'taki görevi Mustafa Remzi Bucak'la temas kurup<br />
O'nu izlemektir. Buluş oradan da İsveç'e gönderilecektir. Dr. Selahattin Rastgeldi'nin şüphelenmesi üzerine,<br />
kendisine "Buluş'un kimliği hakkında" bilgi verilir (Buluş'un halen İsveç'te yaşadığı söyleniyor). 23'ler Davası<br />
da 49'lar davası gibi kamuoyuna sansasyonel bir şekildeduyuruldu. Dönemin İçişleri Bakanı Hıfzı Oğuz Bekata<br />
yaptığı açıklamada "Kürtçülük faaliyeti meydana çıkartılmıştır. 12 Kürtçü ve önemli belgeler ele<br />
geçirilmiştir. Malum devletler bütünlüğümüzü parçalamak için çalışmaktadır.." 50<br />
O dönemin önemli gelişmelerinden birisi de merhum Dr. Yusuf Azizoğlu'nun kurduğu YTP'nin 1965<br />
seçimlerinde Kürdistan'da gösterdiği büyük başarı ve 11 milletvekili çıkararak koalisyon ortağı haline<br />
gelmesidir. Yanısıra merhum Ziya Şerefhanoğlu da Bitlis'ten bağımsız senatör seçilmişti. Kürtlerin legal alanda<br />
gösterdiği bu başarı Kürt ulusal bilincine önemli katkılarda bulunduğu gibi, hareketin meşruluk çizgisinde<br />
kalmasında da rol oynamıştı. 1965'te Türkiye/Kürdistan Demokrat Partisi'nin kurulması, 1967'den itibaren<br />
Kürdistan'daki komando zulmünü protesto ve teşhir amacıyla "Doğu Mitingleri"nin düzenlenmesi izleyecektir.<br />
KDP'nin ilk başkanı Avukat Faik Bucak 4 Temmuz 1966'da kimi iddilara göre aşiret içi bir çatışma , kimi<br />
iddialara göre ise MİT tarafından öldürülerek veya öldürülmesine göz yumularak büyük bir darbe yemesine<br />
karşın, Doğu Mitingleri'nde insiyatif sahibidir: silahlı mücadeleye çok mesafelidir. Doğu Mitingleri ise kitlesel<br />
demokratik gösterilerden ibarettir. KDP'ye karşı 1968'de yapılan operasyonlar sonucunda Sait Elçi ve<br />
arkadaşları Antalya'da yargılanmaya başladılar 51 . Kürt hareketi 60'lı yıllarda iki kanaldan gelişmekteydi:<br />
50 29/06/1963 tarihli Milliyet gazetesinden aktaran:Dr. Şıvan, Kürt Millet Hareketleri ve Irak Kürdistan ihtilali<br />
51 Tarihimizde Sait Elçi ve Sait Kýrmýzýtoprak olayı; War dergisi, sayı 5-6,1998<br />
23
Birincisi, Barzani'yle iyi ilişkiler içinde olan KDP eğilimi, ikincisi TİP içinde faaliyet yürüten ve örgütlenen<br />
Kürtlerin çalışmaları. 1969'da ise DDKO'ların kurulmasıyla Kürtler; her eğilim ve her kategoriden insanların bir<br />
araya geldiği demokratik bir kitle örgütüne kavuştu. DDKO'lar Kürtlerin karşı karşıya oldukları zulmü<br />
gündemleştirmede önemli bir görevi yerine getirdiler.<br />
1960 darbesiyle birlikte ordunun siyasete müdahele etme, siyasi yönetim üzerinde söz sahibi olma amacı<br />
MBK'nin kurulması ile kurumsallaşmakla kalmamış, Anayasa hükmü haline gelmiştir. Toplumun<br />
askerleştirilmesi için büyük bir seferberlik başlatılmıştır. Ortaokullarda "asker şapkası" okul üniforması<br />
olmuştur. "Görünmeyen eller" vasıtasıyla o dönem, özellikle üniversite gençliğinin "sağ-sol" görüntüsü adı<br />
altında birbirine kırdırıldığı, provakasyonların birbirini izlediği bir dönemdir. Kontr-gerilla faaliyetleri doruğa<br />
ulaşmıştır. Askeri darbe için koşullar hazırlanmaktadır. Ve 12 Mart 1971'de beklenen gerçekleşir: Askerler,<br />
1960'ta olduğu gibi "demokrasiyi kollamak, vatanın bölünmez bütünlüğünü korumak" iddiasıyla "durumdan<br />
vazife çıkarırlar" ve yönetime el koyarlar. Kürt hareketinde arayışların olduğu, yetmezliklerin de ortaya çıkmaya<br />
başladığı bu dönemin önemli gelişmelerden birisi de Irak merkezi yönetimi ile KDP'nin 11 Mart 1970'te<br />
imzaladığı Otonomi Antlaşmasıdır. Barzani ve Irak yönetimi arasında imzalanan Otonomi Antlaşması Türkiye<br />
Kürtleri arasında olumlu etkiler yarattı, Kürtleşme ve Kürt kimliğine sahip çıkılmasını hızlandırdı. Türkiye,<br />
Otonomi Antlaşmasını da kaygıyla "izledi." Otonomi Antlaşması öncesinde ve sonrasında Irak'la görüşme<br />
yapmakta gecikmedi. 5 Şubat 1970'de Irak İçişleri Bakanı general Salih Mehdi Ammaş Ankara'ya<br />
"beklenmedik" bir ziyarette bulundu. 21 Şubat 1970'de Irak devlet Başkanı Abdülselam Arif ve Cevdet Sunay<br />
arasında bir görüşme yapıldı. 1963'te Barzani güçleri ile Irak ordusu arasında meydana gelen çatışmalar<br />
sonrasında Barzani'yi takip gerekçesiyle, Türkiye Irak'ın Türkiye'nin sınırları içerisindeki Kürt yerleşim<br />
birimlerini bombalamasına sessiz kalmış; kamuoyu durumdan ancak iki yıl sonra, AP milletvekili Esat Kemal<br />
Aybar'ın Bütçe Plan Komisyonu'nda sorduğu bir sorudan sonra haberdar olabilmişti. Otonomi öncesinde ve<br />
sonrasında Ankara ile Bağdat arasında yapılan görüşmelerde de ağırlıklı olarak Kürtlere karşı izlenecek<br />
politikalar ele alınmış olmasına karşın, kamuoyuna "Irak-İran anlaşmazlığı ve Kıbrıs sorununda görüş<br />
alışverişinde bulunulduğu" yönünde açıklamalar yapılmıştı.<br />
7.Bölüm<br />
A-12 Mart darbesi..<br />
Darbeden sonra geniş çaplı bir tutuklama ve işkence kampanyası başladı. Siyasi Partilerin çalışmaları kısıtlandı.<br />
DDKO gibi kitle örgütleri kapatılarak, yönetici ve üyeleri tutuklandı. Alışıla geldiği üzere Kürtler daha önce<br />
olduğu gibi tek cezaevinde, Diyarbekir'de toplandılar. DDKO davası da 49'lar Davası gibi Kürt hareketinde bir<br />
dönüm noktasıdır. Savcı'nın "Kürtler Türktür" tezine karşı Ocak Komünü diye bilinen grup -sonra Komal<br />
yayınevi ve Rızgari dergisi etrafında örgütlendiler- siyasi bir savunma yaparak "Kürtlerin varlığını inkar ,<br />
haklarını redd eden" devlet anlayışına büyük bir darbe indirdiler. Bu savunmadan ötürü Mümtaz Kotan ve<br />
İbrahim Güçlü 16'şar yıl ağır hapis cezasına çarptırıldılar. Kürtler tutukluluk dönemlerinde "ayrı örgütlenme"<br />
gibi konularda birbirleriyle tartışırlarken; Musa Anter'in 59'da hapishanede başlattığı, merhum Kemal Badıllı ve<br />
MehmetEmin Bozarslan'ın sürdürdüğü Kürt dili ile ilgili çalışmalarını da aksatmadılar. Fakat Kürtler "savunma<br />
yapılsın mı, yapılmasın mı" noktasında ayrı düştüler. Ayrılıklara ideolojik gerekçeler de buldular. Bir süre<br />
sonra da bu ideolojik gerekçeler Kürtleşmenin önünde seyretmeye başladı.<br />
Cezaevinde bunlar olurken, T/KDP Sekreteri Sait Elçi 1971 Haziranında , iddialara göre Dr. Şıvan tarafından<br />
öldürülmüş, Dr.Şıvan da 1971 Kasımında cinayet işlemekten ötürü I/KDP tarafından kurşuna dizilmişti. Diğer<br />
yandan Güney Kürdistan'da da silahlı direniş önemli bir kavşak noktasına gelmişti. İsrail'in bastırması sonucu<br />
ABD, Kürtlere İran Şahı vasıtasıyla yardım etmeye başlamıştı. Irak ise Sovyetlerle yaptığı ikili anlaşma ile<br />
önemli bir desteğe sahip olmuştu.<br />
DDKO, KDP davaları, 1974 affı sonrası oluşacak siyasi coğrafyanın da analığını yaptı. Genel Af'tan sonra bir<br />
kısm Kürt Özgürlük Yolu ve Komal yayınevi etrafında siyasi çalışma kararı alırken, bir kısmı TİP'le<br />
davranmaya devam etti. Özgürlük Yolu'nun da TİP'le ilişkisi 79'lara kadar devam etti. Diğer Kürtler ise T/KDP<br />
ve Şıvancılar şeklinde faaliyetlerini sürdürüyorlardı. 1975'te Komal yayınevi'nin kurulmasını, 1976'da Özgürlük<br />
Yolu ve Rızgari dergilerinin çıkması izledi.Kawa ve Tekoşin gibi örgütler kuruldu. PDKT ise PDKT-KUK<br />
adında yeniden organize oldu.<br />
1970'li yıllar devlet bünyesinde örgütlenen; önceleri "Özel Harp Dairesi, Kontr-gerilla" diye adlandırılan<br />
Gladio'nun faaliyetlerinin doruğa çıktığı yıllardı. 6-7 Eylül olayları, Kıbrıs'ta Bayraktar Camii'nin bombalanıp<br />
Türklerin mobilize edilmesi, Kültür Sarayı ve Kastamonu şilebine yönelik suikastler; 1 mayıs 77'deki taksim<br />
Katliamı, Maraş katliamı vs. eylemler Gladio'nun eylemlerinden akılda kalan bazıları. 6 Mayıs 72'de Deniz<br />
Gezmiş'lerin idamından önce Mahir Çayan ve arkadaşlarının cezaevinden kaçmalarında da karanlıkta kalmış<br />
noktalar var..<br />
Derin devletin; askerin siyaset üzerindeki tahakkümünü sağlama, askercil bir toplum yaratma,<br />
demokratikleşmenin engellenmesi ve Kürt sorunundaki militer konsepte zemin hazırlama planı çerçevesinde<br />
1960'lı yıllardan itibaren bir destabilazasyon süreci uygulandı. Bu süreç, Türkiye'nin batısında ve<br />
metropollerde sağ-sol çatışmaları üzerinde yükseldi. Sol muhalefet önemli bir potansiyele ulaştığında ise Sol içi<br />
24
çatışmalar ve suni bölünmeler devreye sokuldu. Sol'un parçalanması ile ilgili misyon sahibi olduğu öne sürülen<br />
kişilerden birisi de 1989'da Paris Kürt Konferansı sırasında devlet ve PKK'yle aynı telden çalmaya başlayan ve<br />
soluğu Bekaa'da "karanfil değiş tokuşu" yapmakta alan Perinçek'in olduğu öne sürülür. Mehmet Eymür,<br />
Perinçek'in solu maoculuk vasıtasıyla bölmekle görevlendirildiğini iddia eder 52 :"Türkiye'de hızla gelişen ve<br />
Batı dünyası için tehlikeli hale gelen Sovyet yanlısı aşırı solu yeni bir doktrinle bölmek." Sağ-sol çatışmalarının<br />
yanısıra mezhep çatışmaları, daha doğrusu Alevi inancına mensup kesimlere karşı yürütülen katliamın yanısıra,<br />
tüm Türkiye çapında istikrarsızlık yaratılması için Kürt sahasına da müdahale edildi. Kürt sahasına müdahele<br />
edilirken amaç birden fazlaydı. 20.yüzyılın son çeyreğinde 30 yıl öncesine kadar kullanılan taktikler başarılı<br />
olmayabilirdi. Üstelik Kürtler, teorik tartışmalarını yapmalarına rağmen bir türlü silaha da başvurmuyorlardı.<br />
Silahı kullanacak birileri bulundu mu, plan kendiliğinden yürüyecekti!<br />
B-GLADİO'NUN SOL VE KÜRT HAREKETİ İÇİNE SIZMASI<br />
Devlet içinde yapılanmış Gladio'nun Türkiye'nin destabilize edilip askeri müdahelelere uygun bir zemin<br />
yaratılması; ABD'nin ve Batı'nın desteğini alabilmek için, gelişmeleri provoke etmek, toplumsal muhalefeti<br />
radikalleştirmek gibi amaçları taşıdığı ileri sürülebilir. 1960'lardan itibaren sürekli olarak askeri darbelere<br />
yatırım yapıldı. Diğer yandan "faşizme kitle tabanı yaratmak ve Kürt sorununda militer politikaları<br />
uygulayabilmek için zemin oluşturulmaya" amaçlandı. Çünkü gerek Türk sol hareketlerine, gerekse Kürt<br />
hareketine yapılan sızmaların "istihbari amaçlı" değildi.<br />
Devletin "Güvenlik Eski Koordinatörü" Hasan Celal Güzel, 12 Mart döneminden önce ve sonra MİT'in sağ<br />
ve sol örgütler içine sızmasına ilişkin şunları kaydediyor:" yalnız hem sol, hem sağ taraftan bu tip istihbarat<br />
teşkilatlarının ajanı olarak kullandığı öğrenciler önemli miktarda olmuştur.”<br />
**<br />
Devletin başından beri Kürdler karşısında başvurduğu temel enstrümanlardan birisi böl ve yönet<br />
politikasıdır. Kürdlerin hak arama talepleri sürekli olarak manipüle edilmiştir. Devlet Kürdlerin hak<br />
arama taleplerini psikolojik savaş yönetmeleriyle de dizginlemeye çalışmış, teorik hattını bulandırmış ve<br />
Kürdlerin bilinç dünyası resmi ideolojiyle bulandırılmıştır.<br />
Başından beri Kürdlere söylenen ‘kardeşiz, etle tırnak gibiyiz, Kürdler ve Türkleri aıracak bir sınır<br />
çizilemez,Kürdler ve Türkler asli unsurdur’ söylemleri karşılığı olmayan ve her fırsatta Kürdlerin<br />
aleyhine kulanılan sloganlardan ibarettir.<br />
Kürdler ‘asli unsur’sa neden ana dillerinde eğitim hakları yoktur?<br />
Tüm bu fiyakalı sloganlara rağmen Kürdlerin baışından napalm, süngü, sürgün, yasak eksik olmamıştır.<br />
1999,2000 başları , Londra<br />
(*) Bu inceleme 1999 yılında Serbesti dergisinde yayınlanmak üzere kaleme alınmıştır. Ancak hacmi<br />
nedeniyle dergiye iletilmekten vazgeçilmiştir. Günümüzde de Mustafa Kemal’in Kürdlere yaklaşımına<br />
olumlu referanslar gönderilmesi nedeniyle yayınlanıyor. Y.K.<br />
52 2000'e Doğru dergisi, 20 Eylül 1992; Yaşar Kaya ile yapılan röportajda Perinçek'in misyonuna atıfta<br />
bulunulur.<br />
25