10.05.2013 Views

1 TC Sağlık Bakanlığı Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ...

1 TC Sağlık Bakanlığı Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ...

1 TC Sağlık Bakanlığı Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ...

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

T.C.<br />

<strong>Sağlık</strong> <strong>Bakanlığı</strong><br />

<strong>Bakırköy</strong> <strong>Prof</strong>. <strong>Dr</strong>. <strong>Mazhar</strong> <strong>Osman</strong> <strong>Ruh</strong> <strong>Sağlığı</strong> ve Sinir Hastalıkları<br />

Eğitim ve Araştırma Hastanesi<br />

Başhekim: Doç. <strong>Dr</strong>. Erhan Kurt<br />

7. Psikiyatri Birimi<br />

Klinik Şefi: Doç. <strong>Dr</strong>. M. Cem Đlnem<br />

YATARAK TEDAVĐ GÖREN KRONĐK PSĐKOTĐK HASTALARDAN AYAKTAN<br />

TEDAVĐYE GELMEYENLERĐN ÖZELLĐKLERĐ<br />

Uzmanlık Tezi<br />

<strong>Dr</strong>. Filiz Çakır<br />

Đstanbul 2009<br />

1


Erhan Kurt’a,<br />

Bu çalışmanın gerçekleşmesine olanak sağlayan hastanemiz başhekimi Doç. <strong>Dr</strong>.<br />

Asistanlık sürecim boyunca, bilgi, deneyim ve klinik yaklaşımlarından yararlandığım,<br />

klinik şefim, hocam ve tez danışmanım Doç. <strong>Dr</strong>. M. Cem Đlnem’e,<br />

Eğitimim süresince mesleki bilgi ve tecrübelerinden yararlanma fırsatı bulduğum,<br />

birlikte çalışmaktan keyif aldığım Doç. <strong>Dr</strong>. Nesrin Karamustafalıoğlu, <strong>Dr</strong>. Ferhan Yener ve<br />

<strong>Dr</strong>. Faruk Aslaner’e,<br />

Rotasyonlarım sırasında yanlarında çalışma olanağı bulduğum ve birikimlerinden<br />

yararlandığım klinik şeflerim Doç. <strong>Dr</strong>. Duran Çakmak’a, Doç. <strong>Dr</strong>. Niyazi Uygur’a, <strong>Prof</strong>. <strong>Dr</strong>.<br />

Hayrettin Kara’ya, <strong>Prof</strong>. <strong>Dr</strong>. Kemal Sayar’a, Doç. <strong>Dr</strong>. Baki Arpacı’ya, Doç. <strong>Dr</strong>. Yüksel<br />

Altuntaş’a ve <strong>Prof</strong>. <strong>Dr</strong>. Ülkü Göktürk’e,<br />

Çalışmamı değerlendirmek için vakit ayırdıkları ve katkıları için, tez jürisi olan klinik<br />

şefime ve diğer hocalarım, Doç. <strong>Dr</strong>. Solmaz Türkcan ve Doç. <strong>Dr</strong>. Nihat Alpay’a,<br />

Asistanlık sürem boyunca birlikte keyifle çalıştığım tüm şef yardımcıları,<br />

başasistanlar, uzmanlar, asistanlar, psikolog, hemşire, sağlık memuru, sekreter ve yardımcı<br />

sağlık personeline,<br />

Tez çalışmam süresince bana yardımcı olan Arşiv, Bilgi Đşlem ve Santral çalışanı<br />

arkadaşlarıma,<br />

Beni bugünlere getiren, her zaman yanımda olan annem, babam ve biricik kardeşime,<br />

Çalışmamın istatistik analizlerini yapan ve her aşamasında hep yanımda olan, en<br />

büyük desteğim, hayat arkadaşım Olcay Çelik’e,<br />

En önemlisi kendilerinden çok şey öğrendiğim hastalarıma<br />

2<br />

teşekkür ederim…


ĐÇĐNDEKĐLER<br />

3<br />

Sayfa<br />

Giriş ve Amaç……………………………………………………………………………..4<br />

Genel Bilgiler……………………………………………………………………………..6<br />

Yöntem ve Gereçler…………………………………………………………………….67<br />

Bulgular…………………………………………………………………………………69<br />

Tartışma……………………………………………………………………………….107<br />

Sonuç ve Öneriler……………………………………………………………………..121<br />

Özet……………………………………………………………………………………122<br />

Summary……………………………………………………………………………...123<br />

Kaynaklar……………………………………………………...……………………..124<br />

Ekler………………………………………………………………………………….139


GĐRĐŞ ve AMAÇ<br />

Hemen bütün hastalıklarda, özellikle kronik hastalıklarda tedaviye uyum sorunu<br />

tedavinin başarısını engelleyen önemli bir olgudur.<br />

Tüm psikiyatrik hasta gruplarında tedaviyi sürdürmeme ve/veya kontrol randevularına<br />

gelmeme oranı % 20-50 olarak bildirilmekte iken (1,2), psikotik hastalarda bu oran % 70-80’e<br />

kadar çıkabilmektedir (3).<br />

Şizofreni ve benzeri psikotik hastalıklarda, hastaneden taburcu olduktan sonra<br />

kontrollerine gelmeme oranları 1/3-1/2 arasında bildirilmektedir (4-6). Özellikle hastaların ilk<br />

ataktan sonra kontrollere gelmemeleri, tedaviye uyumlarının yetersiz olacağının bir göstergesi<br />

olabilir ve hastalığın seyrini olumsuz etkileyebilir.<br />

Tedaviyi etkileyen birçok etken bulunmaktadır. Özellikle içgörüsü olmayan psikotik<br />

hastalarda tedavi uyumu birçok sorun taşımaktadır. Bunlar arasında; hastalıkla ve hastanın<br />

özellikleriyle, ilaçla ve çevreyle ilişkili sorunlar önde gelmektedir (7).<br />

Hastadan kaynaklanan uyumsuzluk nedenleri arasında; genç yaşta (7,8,9), erkek<br />

cinsiyetinde olmak (7,10,11), işsiz olmak (9), hastalığın ataklar halinde gidişi (8) gibi<br />

özellikler yer almaktadır.<br />

Compton, bir seri olguda ayaktan tedaviyi sürdürmeye engel olan etkenleri bireysel,<br />

aileye ilişkin, sağlık sistemine ilişkin ve tedavi yan etkilerine ilişkin etkenler olarak<br />

sınıflandırmıştır (12).<br />

Bireysel etkenler olarak; paranoyanın yetersiz remisyonu, içgörünün olmaması,<br />

olumsuz premorbid özellikler, düşük işlevsellik, antipsikotik tedaviyi uygulayamama, madde<br />

kullanımı, hastalık ve tedavisi konusunda olumsuz inanç ve tutumlar, etiketlenme korkusu,<br />

hastaneye zorla yatırılmış olmayı belirtmektedir.<br />

4


Compton, aileye ilişkin etkenler arasında: yetersiz aile desteği; hastalık ve tedavisi<br />

konusunda yetersiz bilgiye, olumsuz inanç ve tutumlara sahip olma ve hastalıkla etiketlenme<br />

korkusunu sıralamaktadır. Hastanın ve ailenin hastalığı açıklama modelleri ve çare arama<br />

yöntemlerinin tıbbi modelden farklı olması da tedaviye uyumu etkilemektedir.<br />

Sisteme ilişkin etkenler arasında; hastaneye polis ya da ambulansla getirilme,<br />

taburculuk sonrası hizmet yetersizliği ileri sürülmektedir.<br />

Lacro ve arkadaşları da, gözden geçirme yazılarında yetersiz “taburculuk öncesi<br />

programı” ve yaşam çevresi düzenlemesinin tedaviye uyumsuzlukta önemli etkenler olduğunu<br />

belirtmektedir (13).<br />

Tedaviye uyumsuzluk nedenleri arasında antipsikotik ilaçların yan etkileri de önemli<br />

bir etkendir (14-17). Özellikle tipik antipsikotiklerle ortaya çıkan ekstrapiramidal sistem yan<br />

etkileri, atipiklerle ortaya çıkan aşırı kilo alma gibi durumlar hastanın ilaç kullanımını<br />

güçleştirebilmektedir.<br />

Hastanın akut atak sırasındaki tedavisi kadar, daha sonraki tedavisi de önem<br />

taşımaktadır. Hastanede yatış sürecinde hasta ile kurulan ilişkide hastanın ve ailesinin<br />

güveninin kazanılması, hastalık ve tedavisi konusunda bilgilendirilmesi, tedavi işbirliğini<br />

olumlu etkilemektedir.<br />

Ayaktan tedavi programları, düzenli randevuların verilmesi gibi etkenler de hastanın<br />

tedaviye uyumunu yakından etkilemektedir.<br />

Amaç: Yukarıda sıraladığımız nedenlerle, tedavi üzerinde önemli etkisi bulunan bu<br />

sorunu inecelemek üzere bu çalışma ile taburculuk sonrası izlem muayenelerine gelmeyen<br />

kronik psikotik hastaların ayaktan izleme gelmeme nedenlerini, özellikle önlenebilir nedenleri<br />

saptamayı amaçladık.<br />

5


GENEL BĐLGĐLER<br />

Psikotik terimi, geçmişte çok değişik biçimlerde tanımlanmış ancak bunlardan hiçbiri<br />

genel kabul görmemiştir.<br />

Psikotik’in en dar tanımı hezeyanlar ya da belirgin hallüsinasyonlarla sınırlıdır;<br />

hallüsinasyonlar, patolojik bir niteliklerinin olduğuna ilişkin içgörü olmadan ortaya çıkıyor<br />

olmalıdır.<br />

Biraz daha az kısıtlı bir tanımlama, kişinin hallüsinatuar yaşantılar olarak algıladığı<br />

belirgin hallüsinasyonları da kapsar.<br />

Daha geniş bir tanımlama şizofreninin diğer pozitif semptomlarını (yani dezorganize<br />

konuşma, ileri derecede dezorganize ya da katatonik davranış) da kapsar.<br />

Daha önceki sınıflandırmalarda (örn. DSM-II ve ICD-9) kullanılan tanım, belirtilere<br />

dayalı bu tanımlamalardan farklı olarak, olasılıkla çok daha fazla kapsayıcıydı ve<br />

işlevsellikteki bozulmanın şiddeti üzerinde odaklanıyordu, şöyle ki mental bir bozukluk<br />

“yaşamın sıradan gereklerini karşılama yeterliğiyle ilgili bir bozulma”ya neden oluyorsa<br />

bunun için “psikotik” terimi kullanılıyordu.<br />

En sonunda bu terim kavramsal olarak ego sınırlarının kaybı ya da gerçeği<br />

değerlendirme bozukluğu olarak tanımlanmıştır (18).<br />

6


ŞĐZOFRENĐ<br />

Şizofreni her toplumda ve sosyoekonomik düzeyde görülebilen tanımı, sınırları, klinik<br />

belirtileri ve seyri bakımından çeşitlilik gösteren ağır bir ruhsal bozukluktur. Şizofreni,<br />

bireyin düşünce, duyu, hareket, algılama sürecini etkiler. Bu hastalıkta; öğrenme, yargılama,<br />

çalışma becerisi ve kişiler arası ilişkiler gibi zihinsel ve sosyal işlevlerin değişik alanlarında<br />

belirgin bozulma olabilmektedir (19).<br />

Şizofreni geçen yüzyıldan beri ruh hekimliğini en çok uğraştıran, fakat bugün bile<br />

çeşitli yönleri tam açıklanamamış bir ruhsal bozukluktur. 19.yüzyıldan kalma bir etki ile halk<br />

arasında korku uyandıran ve “erken bunama” diye bilinen bu hastalık, genç yaşta başlayan,<br />

insanın kişilerarası ilişkilerden ve gerçeklerden uzaklaşarak, kendine özgü içekapanım<br />

dünyasında yaşadığı; düşünce, duygu ve davranışlarda önemli bozulmaların görüldüğü yıkıcı<br />

bir ruhsal bozukluktur (20).<br />

Şizofreni insana acı veren zorlayıcı ve karmaşık bir psikiyatrik bozukluktur. Hastalığın<br />

temel semptomları hastalar arasında yüksek oranda değişiklik göstermektedir. Bu<br />

semptomlar; varsanılar, sanrılar, dezorganize konuşma ve davranış, uygunsuz duygulanım,<br />

bilişsel kayıplar, psikososyal işlevsellikte bozulmadır. Birçok vaka da semptomların<br />

başlangıcı sinsidir, genellikle öncesinde yavaş yavaş gelişen sosyal geri çekilme, azalmış ilgi<br />

ve merak, dış görünüş ve hijyende değişiklikler, bilişsellikte değişiklikler, garip ve tuhaf<br />

davranışlarla karekterize prodromal evre görülür (21).<br />

Şizofreni, populasyonun yaklaşık % 1’ini etkiler, genellikle 25 yaşından önce başlar,<br />

yaşam boyu devam eder ve bütün sosyal sınıflardaki insanlarda görülür. Hastalık hakkında<br />

yaygın bir bilgisizlik olduğundan, hasta ve aileleri sıklıkla yetersiz bakım ve sosyal<br />

dışlanmadan yakınırlar. Şizofreni tek bir hastalık olarak tartışılmış olsa da, olasılıkla heterojen<br />

etiyolojili bir grup bozukluğu içerir ve kapsadığı hastaların klinik görünümü, tedaviye<br />

yanıtları ve gidişleri farklıdır (22).<br />

7


TARĐHÇE<br />

Eski çağ Sanskrit yazılarında ve Hipokrat okuluna bağlı eski Yunan hekimlerinin<br />

yazılarında şizofrenik türde belirti gösteren ruh hastalıklarının tanımlandığı bildirilmektedir.<br />

17. yüzyılda Willis’in, 18. yüzyılda Pinel’in bu hastalığı az çok tanıdıklarına ilişkin yazıları<br />

vardır. 18. yüzyılın başında Đngiltere’de John Halsam, George Man’ın gençlik çağında<br />

başlayan, içe kapanma, düşünce bozukluğu ile belirli olarak tanımladıkları ve bir ad<br />

veremedikleri iç kökenli (endojen) bozukluğun şizofreni olduğu düşünülebilir (22,23,24).<br />

Hastalık ilk kez biçimsel olarak Benedict Morel tarafından 13-14 yaşlarında başlayıp<br />

bilişsel yozlaşma ile otistik yaşamaya başlayan bir vakanın tanımlamasında kullanılmış ve<br />

dementia precox olarak adlandırılmıştır (27). Morel “Dementia Praecox” (erken bunama)<br />

deyimini ilk olarak 1860’da kullanmıştır.<br />

Hecker 1871’de ‘‘hebefreni’’yi ve Kahlbaum 1874’de “katatoni”yi tanımladıktan<br />

sonra, tanınmış Alman ruh hekimi Kraepelin 1896’da bu iki hastalık tipine paranoid ve basit<br />

tipleri de ekleyerek, tümünü “dementia praecox” tanısı altında topladı. Bu terime göre<br />

hastalıkta 1- erken başlama, 2- bunama olması gerekiyordu (22).<br />

Kraepelin akıl hastalıklarını yıkımla gidenler (dementia praecox) ve gitmeyenler<br />

(manik depresif psikoz) olmak üzere iki büyük grupta toplayarak sınıflandırma yapmıştır.<br />

Kraepelin bu kavram ile ilerleyici zihinsel yıkımı vurgulamak istemiştir (27).<br />

1911’de yayınladığı “Dementia Praecox veya Şizofreniler Grubu” adlı kitabı ile yeni<br />

bir çığır açmış olan Đsviçre’li Eugen Bleuler, Kraepelin’in sandığı gibi hastalığın erken<br />

yaşlarda başlamasının ve bunama ile sonuçlanmasının zorunlu olmadığını göstermiştir. Bu<br />

hastalıkta kişinin ruhsal hayatındaki yarılmaya (schisme) önem vererek “schizofrenia” yani<br />

zihin bölünmesi, yarılması adını önerdi ve zamanla bu terim kabul görmüştür. Artık<br />

günümüzde dementia praecox (erken bunama) terimi kullanılmamaktadır (24).<br />

Bleuler, şizofreni semptomlarını temel (birincil) ve tali (ikincil) olarak ayırmıştır. En<br />

önemli temel semptomun, çağrışım (assosiasyon) bozukluklarıyla belirli, düşünce bozukluğu<br />

olduğunu ileri sürmüştür. Diğer temel semptomları affektif bozukluklar, otizm ve ambivalans<br />

8


olarak saymıştır. Bleuler’in “4A belirtisi” Assosiasyon, Affekt, Otizm (Autism) ve<br />

Ambivalansı kapsıyordu. Tali (ikincil) semptomlar arasında hallüsinasyon ve hezeyanlar vardı<br />

(22,24).<br />

Gabriel Langfeldt kuramsal formülasyonlara girmektense, ampirik deneylerden yola<br />

çıkarak, bir takım ölçütler tanımlamıştır. Langfeldt, bu bozukluğu, gerçek şizofreni ve<br />

şizofreniform psikoz olarak ikiye ayırmıştır. Gerçek şizofreni tanısını, sinsi bir başlangıç,<br />

otizm, duygusal küntlük, depersonalizasyon, derealizasyon belirti ve bulgularına<br />

dayandırmıştır. Langfeldt’den sonra araştırmacılar gerçek şizofreniyi; “çekirdek şizofreni”,<br />

“süreç (process) şizofreni’’ ya da “remisyona girmeyen şizofreni” olarak da adlandırmaktadır<br />

(24).<br />

Kurt Schneider şizofrenide birinci sıra semptomlar olarak adlandırdığı, bir takım<br />

semptomları tanımlamıştır. Schneider bu semptomların (düşünce yayınlanması, düşünce<br />

sokulması, tartışan ve yorum yapan sesler) sadece şizofreniye özgü belirtiler olmadığını,<br />

ancak bunların tanı koymada pragmatik değerlerinin büyük olduğu üzerinde durmuştur.<br />

Schneider ikinci sıra belirtilerle de tanı konulabileceğini öne sürmüştür (25). Schneideryan<br />

bulgular DSM tanı sistemini büyük ölçüde etkilemiştir (27).<br />

Kişilerarası “interpersonal” psikoanalitik okulunun kurucusu olan Harry Stack<br />

Sullivan, toplumsal yalıtımın şizofreninin hem bir nedeni, hem de bir belirtisi olduğu üzerinde<br />

durmuştur (24).<br />

Freud da şizofreniyi, “birincil özseverlik (narsisizm)” dönemine gerileme sonucunda<br />

ortaya çıkan, bir klinik tablo olarak ele almıştır. Psikanalistler de, şizofrenide doğuştan yapısal<br />

bir yatkınlığın, bir ego zayıflığının ve birincil narsisistik duruma kolayca gerileyebilme<br />

eğiliminin olduğunu kabul ederler. Böyle bir zeminde çevre ilişkilerinde küçük büyük<br />

incinmeler, bu gerileme eğilimini kamçılarlar (23,26).<br />

9


EPĐDEMĐYOLOJĐ<br />

Bir bozukluğun insidansı yeni olguların oranını ifade etmektedir, genellikle 100.000<br />

kişide bir yılda görülen yeni olgu sayısı ile ölçülmektedir. Warner ve Girolamo tarafından<br />

yapılan geniş bir derlemede standart metotlarla (DSM-4, ICD-10) tanı konulan şizofreni<br />

çalışmalarının çoğunda toplum örneklemlerindeki yaş düzeltilmiş yıllık insidans 100.000<br />

kişide 10-40 yeni olgudur (30).<br />

Bozukluğun prevalansı belirli bir zamanda (nokta prevalansı) veya belirlenen bir süre<br />

içerisinde (period prevalansı) etkilenen popülasyon oranıdır. Bir hastalığın prevalans oranları<br />

yalnız insidans oranlarının fonksiyonu değil, aynı zamanda da kronisite, göç, mortalitenin de<br />

fonksiyonudur. Warner ve Girolamo 100-1700 arasında geniş bir nokta prevalans oranları<br />

saptamışlardır. Ortalama 100.000 kişide 580 dir (30).<br />

Morbid risk, riskli yaş aralığına kadar yaşayan hastalarda yaşamları boyunca herhangi<br />

bir zamanda şizofreni kriterlerini karşılayan popülasyon oranıdır. Şizofreninin morbid risk<br />

tahminleri % 0,5- 1,5 arasında değişmektedir (31).<br />

Şizofreni prevalans oranları, yüksek düzeyde endüstrileşmiş bölgelere göre<br />

gelişmemiş ve gelişmekte olan bölgelerde anlamlı olarak daha düşüktür (31).<br />

ABD’de şizofreninin yıllık insidansı, 1000 kişide 0.3-0.6’dır. Yaşamboyu<br />

prevalansının % 1-1.5 dolaylarında olduğu ileri sürülmektedir. Avrupa’da ise yıllık insidansın<br />

1000 kişide 0.1-0.5 arasında olduğu, şizofreni gelişmesi için yaşam boyu prevalansın 1000<br />

kişide 7-9 arasında olduğu, nokta prevalansının ise 1000 kişide 2.5-5.3 arasında olduğu<br />

bildirilmektedir. Dolayısıyla şizofreninin yaşam boyu prevalansının % 0.5 ile %1 arasında<br />

değiştiği öngörülebilir. Şizofreni tüm toplumlarda ve coğrafi alanlarda görülür. Đnsidans ve<br />

prevalans oranları, dünyanın her yerinde yaklaşık olarak birbirine eşittir (22,24).<br />

Şizofreni prevalansı genel popülasyonda % 1,0; Şizofreni hastasının monozigot<br />

ikizinde % 47,0; Şizofreni hastası iki ebeveynin çocuğunda % 40,0; Şizofreni hastasının<br />

10


dizigot ikizinde % 12,0; Şizofreni hastası bir ebeveynin çocuğunda % 12,0; Şizofreni<br />

hastasının ikiz olmayan kardeşlerinde ise % 8,0 olarak bildirilmektedir (22).<br />

Çalışmalarda önemli bir bulgu, şizofreni gelişme olasılığının, kış ve baharın erken<br />

dönemlerinde doğanlarda daha fazla ve baharın geç dönemi ve yaz mevsiminde doğanlarda<br />

ise daha düşük olmasıdır. Şizofreni oluşumuyla ilgili viral hipotezler yavaş virüsleri,<br />

retrovirüsleri ve viral yolla aktive olan otoimmun reaksiyonları içerir. Bazı çalışmalar<br />

hamileliğin ikinci üç ayı sırasında influenza ile karşılaşılmasından sonra (sıklıkla kış<br />

mevsiminde ortaya çıkar) şizofreni sıklığında artış olduğunu göstermiştir (24,28).<br />

Şizofrenik bozukluklar psikiyatrik bozukluklar içinde yaygın bir bozukluk grubu<br />

olmamasına karşın, çeşitli özelliklerinden dolayı üzerinde en çok durulan ve en çok çalışılan<br />

psikiyatrik bozukluk gruplarından biridir. Hastaların işlevselliğini ve hasta yakınlarını (geniş<br />

anlamda toplumu) olumsuz olarak önemli ölçüde etkiler. Bunlar ve benzeri özellikleri<br />

üzerinde çok sayıda çalışma yapılmış olup çalışmalar günümüzde de sürmektedir. Bu<br />

çalışmalar tüm toplumlarda ve kültürlerde şizofrenik bozuklukların görece benzer sıklıkta ve<br />

benzer belirtilerle görüldüğünü göstermiş, son 180 yıldır insidansının önemli oranda<br />

değişmediğini ortaya koymuştur (29).<br />

Şizofreni her büyüklükteki yerleşim yerinde görülebilmekle beraber özellikle endüstri<br />

kentlerinde, nüfus yoğunluğunun yüksek olduğu yerlerde şizofrenik bozuklukların prevalans<br />

oranı kırsal kesiminkinden daha yüksek bulunmuştur. Bunun nedeni kentlerin hızlı bir sosyal<br />

değişme ve sosyal düzensizlik yaşarken, kırsal kesimin sosyal yönden daha yerleşik, stabil ve<br />

düzenli olması olabilir (32).<br />

Şizofreni sıklıkla 15-45 yaşları arasında başlar. Hastalığın başlamasında etkili<br />

psikososyal faktörler bulunabilir ancak bunların varlığı şart değildir. Hasta yavaş yavaş içine<br />

kapanmaya, kendine özgü bir dünyanın içine girmeye başlar (33).<br />

Şizofreni semptomları genelde genç erişkin yaşta başladığından, bozukluk hasta ve<br />

ailesinin bir yaşam sürecindeki beklentilerini çok fazla değiştirebilmektedir. Şizofreninin<br />

başlangıç yaşı erkeklerde 15-24 kadınlarda 25-34 civarındadır. Bu yaşlar her iki cinsinde<br />

potansiyel olarak üretken olduğu ve hastalığın üretkenliği en kötü etkileyebileceği dönemdir<br />

(34).<br />

11


Kadınlarda başlama yaşı erkeklere göre 5-10 yaş daha ileridir, 25-30 yaşları arasında<br />

ilk kez hospitalize edilen şizofren hastaların çoğu erkektir. Geç başlangıçlı şizofrenlerde ise<br />

kadınların erkeklere oranı daha yüksektir (33).<br />

Şizofreni için kadın ve erkeklerin eşit morbid riske (%1) sahip olduğu gösterilmiştir.<br />

Hastalığa yakalanma riski ve insidans oranları erkeklerde yirmili, kadınlarda otuzlu yaşlarda<br />

daha yüksektir. Kadınlar sadece erkeklerden daha geç yaşta hastalık başlangıç yaşına sahip<br />

değildir, aynı zamanda hastalığı daha hafif formlarda geçirmektedirler. Şizofren kadınların<br />

premorbid işlevselliği daha iyidir, beyin taramalarında daha az anomali vardır, hastanede kalış<br />

süreleri daha kısadır, psikoz epizodlarını takiben daha fazla tam düzelme olmaktadır ve anti<br />

psikotik ilaçlara daha fazla yanıt vermektedirler (31).<br />

Şizofreni, hiç evlenmemiş kişilerde aynı yaştaki evlenmiş kişilerden daha sık<br />

görülmektedir. Evli olmayan şizofrenili kişilerde evli olanlara göre daha kötü premorbid<br />

işlevsellik, daha erken başlangıç yaşı ve daha ağır hastalık vardır, bu bağlantılar erkeklerde<br />

kadınlardan daha güçlüdür. Evliliğin (herhangi kişiler arası yakın ilişkinin) şizofreni<br />

başlangıcına karşı yatkın kişilerde koruyucu olduğu düşünülmektedir (31).<br />

Özellikle batı Avrupadaki bazı çalışmalar yeni göç etmiş popülasyonlarda şizofreni<br />

prevalansının daha sık olduğunu bulmaktadır. Göç edenlerin ilk jenerasyonundan sonra<br />

şizofreni prevalansı normale dönme eğilimindedir (31).<br />

Son elli yıldaki araştırmalar ölüm oranının şizofrenik hastalarda genel nüfusa göre iki<br />

kat daha yüksek olduğunu göstermiştir. Şizofrenik hastalarda en önemli ölüm nedenleri<br />

intihar, kazalar ve diğer hastalıklardır. Erken ölüm riski 55 yaşından öncedir, bir başka deyişle<br />

bozukluğun en belirgin olduğu zamandadır (35).<br />

Đntihar şizofrenik hastalar arasında yaygın bir ölüm nedenidir. Tüm şizofrenik<br />

hastaların 1/3- 1/2 yaşamları boyunca en az bir kere intihar girişiminde bulunur ve tüm<br />

hastaların % 10-15 intihardan ölür. Bir araştırmaya göre tamamlanmış intiharların 2/3<br />

şizofrenik hastalara aittir. Kadın ve erkek şizofrenik hastalar arasında intihar oranı yönünden<br />

fark yoktur. Đngiltere‘de yapılan bir çalışmada şizofrenik hastalarda yaşam boyu intihar riski<br />

% 4 olarak bulunmuştur (32).<br />

12


Bazı çalışmalar tüm şizofrenik hastaların % 80 ninden fazlasında aynı zamanda bir<br />

tıbbi ya da cerrahi hastalık olduğunu, bunların yarısından fazlasına ise tanı konamadığını<br />

bulmuştur. Şizofrenik hastalardaki yüksek ölüm oranı bu hastalıklarının tanıyı ve tedaviyi<br />

karıştırabileceği gerçeğiyle ilgili olabilir (32).<br />

ETĐYOLOJĐ<br />

Şizofreni tek bir hastalık olarak tartışılmış olsa da, tanı kategorisi olasılıkla heterojen<br />

etiyolojili benzer davranış belirtileri gösteren, bir bozukluklar grubunu içerir. Şizofreni<br />

hastaları farklı klinik görünümler, tedavi yanıtları ve hastalık gidişi gösterirler (22).<br />

1) Stres yatkınlık modeli<br />

Kraepelin, Bleuler ve Freud kendi dönemlerindeki tüm araştırmalar bir anormalliği<br />

belirleme konusunda başarısız olmuş olsa da, şizofreninin biyolojik anormallik sonucu<br />

geliştiğine inanmışlardı (25). Biyolojik, psikososyal ve çevresel etkenlerin karşılıklı<br />

etkileşiminin anlatımı olan, stres yatkınlık modeline göre, özel bir yatkınlığı bulunan bir kişi,<br />

stresli bir durumla karşılaştığında şizofreni belirtileri geliştirebilir. Birçok genel stres-<br />

yatkınlık modelinde yatkınlık veya stres; biyolojik, çevresel veya her ikisi birden olabilir.<br />

Çevresel etmenler biyolojik (infeksiyon) ve psikolojik (aile içi sorun veya bir yakının ölümü)<br />

etmenlerle birlikte olabilmektedir. Bununla birlikte bu konudaki araştırmalar aile ve diğer<br />

bakım verenlerle etkileşimin şizofreni hastalarının stres düzeylerine ve baş etme yetilerine<br />

etkilerini, hastalık seyrinde yarattıkları değişimleri konu alan bir ilgiye yol açmıştır<br />

(22,24,25).<br />

Hastalığın seyrini etkileyen etkenler arasında; ilk psikotik atağın başlangıç yaşı,<br />

hastanın tedaviye uyum ve yanıtı, hastanın sosyal becerisi ve kişilerarası işlevselliği ile<br />

yineleyen atakların sıklığı sayılabilir.<br />

Bu çalışmalar, daha ileri dönemlerde duygu-dışavurumunun etkileri üzerinde<br />

sürdürülecek çalışmaların öncüsü olmuş ve sonuçta düşmanca tutum sergileyen, aşırı kontrol<br />

13


uygulayan ailelerin, alevlenme oranlarında artışa neden olduğu belirlenmiştir. Günümüzde<br />

genetik etkenlerin aileiçi etkileşimleri ve bireyin çevre koşulları ile baş edebilme yetisini<br />

etkileyebileceği düşünülmektedir (25).<br />

2)Nörobiyolojik teoriler<br />

Şizofreninin nedeni bilinmemekle birlikte son yıllarda, çok sayıdaki çalışmada limbik<br />

sistem, frontal korteks, serebellum ve bazal gangliyonları içeren, beynin belirli bölgelerindeki<br />

patofizyoloji üzerinde durulmaktadır.<br />

Kendi aralarında bağlantıları olan, bu dört alandan birindeki işlev bozukluğu, bir<br />

diğerindeki primer patolojik süreci etkileyebilir. Beyin görüntüleme yöntemleri ve<br />

postmortem beyin dokularındaki nöropatolojik çalışmalar, şizofreni hastalarının bir<br />

bölümünde hatta birçoğunda, limbik sistemin primer patolojide potansiyel bölge olduğunu<br />

göstermiştir (22).<br />

3)Nörogelişimsel teoriler<br />

Şizofreni hastasının DNA’sındaki bir anormallik; prenatal dönem ve erken çocukluk<br />

dönemindeki beyin gelişimi ve bağlantı oluşma aşamasında, yanlış sinaps bağlantılarının<br />

kurulmasına neden olabilmektedir. Bu durum nöron seleksiyonu ve göçünün erken<br />

evrelerinde, fetal beyin gelişiminde ortaya çıkan anormalliklerden kaynaklanmaktadır (36).<br />

Şizofreni, belki de beyinde yaşamın başlangıcından itibaren ortaya çıkan gelişim<br />

bozukluğunun bir sonucudur; bu gelişim bozukluğu ya erişkinlikte yanlış nöronların sağ<br />

kalmasına yol açan seçim hatasından ya da sağ kalan nöronların beynin doğru bölgelerine göç<br />

edememelerinden, uygun bağlantıları kuramamalarından ve daha sonra (ergenliğin sonları ve<br />

erişkinlik döneminde) kullanılmaya başladıklarında aksamasından kaynaklanabilir (25).<br />

Doğum komplikasyonları ile şizofreni gelişimi arasında bağlantı bulunmuştur.<br />

Çalışmalarda, erken-başlangıçlı, erkek ve kronik şizofrenik olgularda, doğum<br />

komplikasyonlarının (periventriküler kanamalar, hipoksi ve iskemik lezyonlar) kontrol<br />

grubuna oranla daha sık olduğu saptanmıştır. Bu tür bağıntı geç-başlangıçlı, kadın ve akut<br />

şizofrenik hastalarda belirlenmemiştir. Doğum anormalliklerinin mi şizofreniye yol açtığı<br />

14


yoksa fetusa ilişkin preşizofrenik anormalliklerin mi doğum komplikasyonlarına zemin<br />

hazırladığı açık değildir.<br />

Đnvivo beyin görüntülemesine dayanan yapısal anormallikler içinde en tutarlı olanı,<br />

beyin ventriküllerindeki büyümedir. Gri cevherdeki kayıp, hastalık öncesi erken çocukluk<br />

döneminde zayıf sosyal ilişki, eğitim uyumunda yetersizlik ve doğum komplikasyonları ile<br />

paralellik göstermektedir.<br />

Şizofreni hastalarındaki postmortem çalışmalarda amigdala, hipokampüs,<br />

parahipokampal girus ve internal pallidum gibi limbik ve temporal yapıların hacimlerinde<br />

azalma ve korpus kallozum agenezisi gözlenmiştir (25,37,38).<br />

4)Şizofrenide nörodejeneratif teoriler<br />

Beyin görüntüleme çalışmalarında, şizofreni hastalarının beyninde fonksiyonel ve<br />

yapısal bozuklukların saptanması, hastalığın seyri sırasında nöron fonksiyonlarında progresif<br />

kayba yol açan, bir nörodejeneratif sürecin devam ettiğini düşündürmektedir (36).<br />

5)Nörotransmitterlerle ilgili teoriler<br />

a)Dopamin<br />

Dopamin hipotezinin en basit anlatımına göre şizofreni; aşırı dopaminerjik aktivitenin<br />

bir sonucu olarak ortaya çıkar. Bu teori iki gözleme dayanmaktadır. I- Birçok antipsikotik<br />

ilacın (yani, dopamin reseptör antagonistleri) etkisi ve gücü, dopamin (D2) reseptörlerine<br />

antagonist etki edebilme yetenekleriyle paralellik gösterir. II- Amfetamin gibi dopaminerjik<br />

aktiviteyi artıran ilaçlar psikomimetiktir (20,22,36).<br />

b) Serotonin<br />

Kuvvetli serotonin ilişkili aktiviteye sahip, serotonin dopamin antagonisti (SDA)<br />

ilaçlarla (klozapin, risperidon, sertindol) ilgili gözlemlerden sonra serotonin, şizofreni<br />

araştırmalarında dikkatleri üzerinde toplamıştır. Özellikle 5-HT2 reseptöründeki<br />

15


antagonizmin psikotik belirtilerin azaltılmasında önemli olduğu ve D2 antagonizmasıyla<br />

ilişkili hareket bozukluklarının gelişmesine karşı hafifletici etkisinin bulunduğu<br />

vurgulanmıştır (22,33,36).<br />

c) Norepinefrin<br />

Dopaminerjik ve noradrenerjik aktivite arasındaki ilişkinin açık olmamasına karşın,<br />

noradrenerjik sistemdeki anormalliklerin, hastayı sıklıkla relaps için yatkın hale getirdiği ve<br />

noradrenerjik sistemin dopaminerjik aktiviteyi düzenlediğini öne süren veriler giderek<br />

artmaktadır. Şizofreni hastalarının bir kesiminde beyinde ve beyin omirilik sıvısında<br />

noradrenalinin arttığı ve bu yolla dopaminin çoğaldığı bildirilmiştir (20,24,25,36).<br />

d) GABA<br />

Mevcut veriler, bazı şizofreni hastalarının hipokampüste azalmış GABA’erjik<br />

nöronlara sahip olduğu şeklindeki hipotezle uyumludur. Teorik olarak inhibitör GABA’erjik<br />

nöron kaybı dopaminerjik ve noradrenerjik nöronlarda hiperaktiviteye yol açmaktadır<br />

(33,24,36).<br />

e) Glutamat<br />

Öne sürülen hipotezlerde glutamatın hipoaktivitesi, hiperaktivitesi ve yol açtığı<br />

nörotoksisite üzerinde durulmaktadır. Glutamat antagonisti olan fensiklidinin akut<br />

alınmasıyla, şizofreniye benzer bir sendromun ortaya çıkmasından dolayı, şizofreni<br />

etiyolojisinde glutamatın da etkisi olduğu ileri sürülmektedir (22,25,36)<br />

f)Diğer nörotransmitterler<br />

Şizofreni belki heterojen bir bozukluk olduğundan, olasılıkla farklı<br />

nörotransmitterlerdeki anormallikler aynı davranış sendromuna yol açar (22).<br />

16


6)Genetik Etkenler<br />

Genetik çalışmalar, şizofreninin geçişinde genetik bir komponent olduğunu şiddetle<br />

öne sürmektedir. Monozigot ikizlerde hastalık konkordansı % 33-78 arasında değişirken, aynı<br />

oran dizigot ikizlerde % 8-28 arasında değişir. Şizofrenlerin birinci dereceden akrabalarında<br />

şizofreni gelişme riski, normal kişilerin akrabalarına göre en az beş kat daha yüksektir.<br />

Ebeveynlerden her ikisinin de şizofreni hastalığına sahip olması durumunda,<br />

çocuklarda şizofreni gelişme şansı % 40’tan daha yüksektir (33,39).<br />

KLĐNĐK ÖZELLĐKLER<br />

Hastalık bireyin toplum içindeki işlevselliğini, kişiler arası ilişkiler geliştirmesini<br />

olumsuz yönde etkiler. Klinik görünümü önemli ölçüde değişiklik gösterir. Belirti ve<br />

bulguların altında yatan bağımsız patofizyolojik süreçlerin sınıflandırılması Kraepelin’e dek<br />

uzanmaktadır. Kraepelin şizofreniyi karekterize eden iki sürecin olduğunu öne sürmüştür. Đlk<br />

alan iradenin itici gücünü kalıcı şekilde biçimlendiren emosyonel aktivitelerin zayıflamasıdır.<br />

Duygusal donukluk, irade kaybı ve mental aktivitelerin zayıflığı bu özelliğin sonucudur ve<br />

avolüsyonel sendrom olarak adlandırılır, bu günümüzde kullanılan birincil negatif semptomlar<br />

ya da defisit sendromunu kavramının öncüsüdür. Krapelin’ nin ikinci tanımladığı alan<br />

entelektüel, duygusal ve iradesel aktivitelerin ayrı ayrı kendi içlerinde ve birbirleriyle iç<br />

bütünlüğünün kaybını içermektedir (40).<br />

1970 lerde Strauss şizofrenik semptomların pozitif semptomlar, negatif semptomlar ve<br />

ilişkilendirme bozuklukları olarak üç spesifik semptom kümesinde toplandığını bildirmiştir.<br />

Carpenter bu üç semptom alanını psikotik semptomlar, bilişsel semptomlar ve negatif<br />

semptomlar olarak sınıflamıştır (40).<br />

17


Şizofreninin klinik bulgu ve belirtilerinin tartışmaları üç ana başlıkta<br />

toplanmaktadır:<br />

1. Şizofreni için hiçbir patognomonik bulgu veya belirti yoktur; şizofrenide görülen<br />

her bir bulgu veya belirti diğer psikiyatrik veya nörolojik hastalıklarda da görülebilir. Bu<br />

gözlem belirli bulgu ve belirtilerin şizofreni için tanısallık gösterdiği şeklindeki sık işitilen<br />

klinik düşüncenin aksinedir. Bundan dolayı, şizofreni tanısı için hastanın tıbbi ve psikiyatrik<br />

öyküsü, aile ve sosyal geçmişi hakkında olabildiğince kapsamlı bilgi toplamak, aile bireyleri<br />

ve arkadaşları ile görüşmek, ayrıntılı bir ruhsal durum muayenesi gerçekleştirmek son derece<br />

önemlidir. Klinisyen sadece değişebilen bir ruhsal durum değerlendirmesiyle, şizofreni tanısı<br />

koyamaz.<br />

2. Zamanla hastanın belirtileri değişir. Örneğin, bir hasta aralıklı halüsinasyonlara<br />

sahip olabilir ve sosyal durumlara uyumu değişkenlik gösterebilir veya hastalığın gidişi<br />

sırasında gelip geçici bir duygudurum bozukluğu belirtileri görülebilir.<br />

3. Klinisyen hastanın eğitim düzeyini, entelektüel yeteneğini ve alt kültürel konumunu<br />

hesaba katmalıdır. Soyut kavramları anlama yeteneğindeki bozulma, örneğin, hastanın eğitim<br />

veya zekâsını yansıtabilir. Dini organizasyonlar ve topluluklar organizasyon dışındakilere<br />

garip gelen adetlere sahip olabilir ve bunlar o kültürel yapı içinde normal olabilir (22,25).<br />

Premorbid-prodromal bulgu ve belirtiler<br />

Şizofreninin teorik formülasyonunda, premorbid bulgu ve belirtiler, hastalığın<br />

prodromal döneminden önce başlar. Premorbid bulgu ve belirtilerin hastalık süreci kendini<br />

kanıtlamadan önce bulunduğuna ve prodromal bulgu ve belirtilerin gelişmekte olan hastalığın<br />

bölümleri olduğuna işaret eder. Şizofreni hastalarının premorbid öyküsünde tipik ancak<br />

değişebilir şekilde şizoid veya şizotipal kişilik tiplerinden birisi vardır. Bu tip bir kişilik<br />

sessiz, pasif ve içe dönük olarak belirlenebilir ve sonuçta çoğunun az sayıda arkadaşı vardır.<br />

Bu konuda yapılan kontrollü bir çalışmada, erkek şizofreni hastalarında premorbid dönemde<br />

kötü sosyal işlevsellik, şizoid veya şizotipal kişilik özelliklerinin affektif bozukluğu olan<br />

kadın ve erkek hastalara göre daha sık olduğunu saptamışlardır (41).<br />

18


Çekingen bir ergenin yakın arkadaşları ve flörtleri olmayabilir ve takım sporlarından<br />

kaçınabilir. Böyle bir ergen sosyal etkinlikleri dışlayarak sinema ve televizyon izlemek veya<br />

müzik dinlemekten hoşlanabilir (22,41).<br />

Şizofren hasta aileleri; erkekler için çocukluk ve ergenlikte, kadınlar için erken<br />

erişkinlik dönemlerinde ilerleyici davranışsal bozukluklar bildirirler. Bu bozukluklar sosyal-<br />

içe çekilmeyi, akademik ve kişisel sorunları içerirler. Şizofreni geliştiren bir birey içe-dönük,<br />

utangaç, asosyal ve çocukluk döneminde arkadaşı olmayan veya sadece birkaç arkadaşı olan<br />

bir kişi olarak tanınmış olabilir. Bu bireyler öncelikle bedensel belirtilerden yakınabilirler.<br />

Ardından büyü gibi, ileri derecede alışılmadık hobilerle ilgilenmeye başlayabilirler. Kişi<br />

acayip düşünce tarzı, alışılmadık konuşma içeriği veya hallüsinatuar deneyimlerle karışık<br />

anormal duygulanım sergileyebilir (22,25,42,43).<br />

Geçici bir psikotik atak hastanın psikiyatriste veya bir diğer hekime getirilmesine yol<br />

açabilir ancak pek çok şizofreni hastası prodromal dönemin başlangıcına kadar herhangi bir<br />

anormallik göstermez. Hastanın davranışlarının veya bilişsel işlevlerinin bazı alanlarında<br />

değişikliğin oluştuğu prodromal dönem aylardan yıllara kadar uzayabilir. Hastalar ve ana-<br />

babaları; kişilik değişiklikleri, içe-çekilme, azalmış akademik performans, cinselliğe ve<br />

önceden zevk veren diğer aktivitelere karşı ilgi kaybı, obsesif-kompulsif ve ritüalistik<br />

davranış, kişisel bakımda azalma, sinirlilik, sığlaşmış duygulanım, büyüsel düşünce ve artmış<br />

saldırganlık bildirirler. Bu belirtiler sıklıkla normal ergenliğin bir parçası olabileceğinden,<br />

yaklaşan psikozu belirlemek profesyoneller için bile güçtür (22,25,42,43).<br />

Prodromal bulgu ve belirtiler, şizofreni tanısı konulduktan sonra geriye dönük olarak<br />

belirlendiğinden, geçerlilikleri kesin değildir, bunlara bakılarak şizofreni tanısı konulmaz.<br />

Bununla beraber ilk hastaneye yatış, bozukluğun başlangıcı olarak kabul edilmesine karşın,<br />

bulgu ve belirtiler sıklıkla aylar hatta yıllar öncesinden süregelebilmektedir. Baş, sırt ve kas<br />

ağrısı, güçsüzlük ve sindirim sorunları gibi bedensel yakınmalarla başlayabilir. Başlangıç<br />

tanısı temaruz veya somatizasyon bozukluğu olabilir. Aile ve arkadaşları hastanın giderek<br />

değişmekte olduğunu ve kişisel, sosyal ve mesleki etkinliklerde eskisi gibi işlevsellik<br />

gösteremediğini fark ederler. Hasta bu aşamada soyut düşünceler, felsefi, büyüsel ve dini yeni<br />

uğraşlar geliştirmeye başlayabilir. Ayrıca prodromal bulgu ve belirtiler garip davranış,<br />

anormal duygulanım, alışılmışın dışında konuşma, garip düşünceler ve garip algısal<br />

deneyimleri içerebilir (22,25,42).<br />

19


TANI<br />

Şizofreni tanısı için çoğunluk tarafından kabul edilmiş olan DSM-4-TR’deki tanı<br />

kriterleri kullanılmaktadır. DSM-4-TR şizofreninin tanısal temelini üç ana belirti grubu<br />

üzerine kurmuştur. Bunlardan birincisi sanrılar, varsanılar, çağrışımda ve duygulanımda<br />

bozukluklar ile dezorganizasyon belirtilerinin varlığıdır. Đkincisi bu olgularda okul iş,<br />

kişilerarası ilişkiler ve kendine bakımda yıkım olmasıdır. Üçüncü koşul ise en az 6 aylık bir<br />

sürenin olmasıdır. Diğer ölçütler ise diğer tanı grupları ile ilişkileri belirtir.<br />

ICD-10 tanı kılavuzu DSM-4-TR’e büyük oranda benzemektedir. ICD-10’da altı aylık<br />

süre koşulu bulunmamakla birlikte prodromal dönem kabul edilmektedir.<br />

DSM-4-TR’e göre şizofreninin tanı ölçütleri:<br />

A- Karekteristik semptomlar: Bir aylık dönem boyunca (başarıyla tedavi edilmişse<br />

daha kısa bir süre), bu sürenini önemli bir kesiminde aşağıdakilerden ikisinin ya da daha<br />

fazlasının bulunması<br />

1. Hezeyanlar (sanrılar)<br />

2. Halüsinasyon<br />

3. Dezorganize konuşma<br />

4. Đleri derecede dezorganize ya da katatonik davranış<br />

5. Negatif semptomlar (duygulanımda düzleşme, istemsizlik… )<br />

B- Toplumsal, mesleki işlev bozukluğu: Đş, kişiler arası ilişkiler ya da kendine bakım<br />

gibi önemli işlevsellik alanlarından bir ya da birden fazlası, bu bozukluğun başlangıcından<br />

beri geçen sürenin önemli bir kesiminde, bu bozukluğun başlangıcından önce erişilen düzeyin<br />

belirgin olarak altında kalmıştır.<br />

C- Süre: Bu bozukluğun süre giden belirtileri en az 6 ay süreyle kalıcı olur. Bu 6 aylık<br />

süre, en az bir ay süreyle (başarıyla tedavi edilmişse daha kısa bir süre) A tanı ölçütünü<br />

karşılayan semptomları kapsamalıdır; prodromal ya da residüel semptomların bulunduğu<br />

20


dönemleri kapsayabilir. Bu bozukluğun belirtileri, prodromal ya da residüel dönemlerde,<br />

sadece negatif semptomlarla ya da A tanı ölçütünde sıralanan iki ya da daha fazla semptomun<br />

daha hafif biçimleriyle kendilerini gösterebilir.<br />

D- Şizoaffektif bozukluğun ve duygudurum bozukluğunun dışlanması:<br />

Şizoaffektif bozukluk ve psikotik özellikler gösteren duygudurum bozukluğu dışlanmıştır;<br />

çünkü ya (1) aktif evre semptomları ile birlikte aynı zamanda majör depresif, manik ya da<br />

mixt epizodlar ortaya çıkmamıştır ya da (2) aktif evre semptomları sırasında duygudurum<br />

epizodları ortaya çıkmışsa bile bunların toplam süresi aktif ve rezidüel dönemlerin süresine<br />

göre daha kısa olmuştur.<br />

E- Madde kullanımının – genel tıbbi durumun dışlanması: Bu bozukluk bir<br />

maddenin doğrudan fizyolojik etkilerine ya da genel bir tıbbi duruma bağlı olarak ortaya<br />

çıkmamıştır.<br />

F- Bir yaygın gelişimsel bozuklukla ilgisi: Otistik bozukluk ya da diğer bir yaygın<br />

gelişimsel bozukluk öyküsü varsa, ancak en az bir ay süreyle (başarıyla tedavi edilmişse daha<br />

kısa bir süre) belirgin hezeyan ya da halüsinasyonlar da varsa şizofreni ek tanısı<br />

konulabilir(18).<br />

ICD–10 Tanı Ölçütleri:<br />

Aşağıdaki A, B, C, D gruplarındaki belirtilerden en az birisinin açıkça bulunması, eğer<br />

belirtiler çok açık değilse bunlardan en az ikisinin bulunması veya E, F, G, H gruplarındaki<br />

belirtilerden en az ikisinin bulunması ve bunların en az bir ay veya daha uzun süre, zamanın<br />

büyük kısmında sürmesi gereklidir:<br />

yayınlanması.<br />

A. Düşünce yankılanması, düşünce sokulması veya çekilmesi ve düşünce<br />

B. Kontrol edilme, etkilenme veya edilgenlik sanrıları, sanrılı algılama.<br />

21


C. Hastanın davranışlarını yorumlayan ve birbiriyle hastayı tartışan işitme varsanıları<br />

veya bedenin belli bölgesinden gelen varsanısal sesler.<br />

D. Tümü ile olanak dışı, kültüre uymayan, süreklilik gösteren başka sanrılar. Örneğin<br />

dinsel veya siyasal kimliğe ve yeteneklere sahip olma.<br />

E. Herhangi bir türden inatçı varsanılar, bu varsanılar duygulanımla uyum<br />

göstermeyen gelip gecici veya yarı sistemli sanrılarla veya aşırı değer kazanmış fikirlerle<br />

birlikte olmalı veya haftalarca, aylarca kesintisiz olarak hergün bulunmalıdır.<br />

F. Düşünce akımında kopma ve başka düşünce sokulmaları sonucunda çağrışımlarda<br />

dağınıklık, uygunsuz konuşma veya neolojizm.<br />

G. Katatonik davranış, örneğin; eksitasyon, belirli pozisyonda kalma, balmumu<br />

esnekliği, negativizm, mutizm ve stupor.<br />

H. “Negatif belirtiler”, örneğin; belirgin apati, konuşma azlığı, duygusal tepkilerde<br />

küntleşme veya uygunsuzluk gibi; bu belirtiler genellikle sosyal çekilme ve sosyal<br />

performansın düşmesine yol açarlar; bu belirtilerin depresyona veya nöroleptik tedavisine<br />

bağlı olmadığının bilinmesi gerekir.<br />

I. Kişiliğin bazı yönleri ile ilişkili belirgin ve sürekli nitelik değişiklikleri, bunlar ilgi<br />

yitimi, amaçsızlık, tembellik, kendi kendisiyle uğraşma ve sosyal cekilme biçiminde ortaya<br />

çıkabilir (44).<br />

Şizofreni Alt Tipleri<br />

Şizofreninin özgün belirtilerinin neler olduğu, bozukluğun sınırları, alt tipleri ve bu alt<br />

tiplerin nasıl belirlenebileceği, ilişkili olduğu fizyopatolojik etkenler, gidişi ve tedavisi gibi<br />

konular hala yeterince açık değildir.<br />

ICD–10’da şizofreni 10 alt gruptur. DSM-4-TR’den farklı olarak post-şizofrenik<br />

depresyon ve basit şizofreni yer almıştır. Ayrıca bu gruplara uymayanlar için başka ve<br />

belirlenmemiş tanı grupları bulunmaktadır.<br />

22


ICD–10’a göre alttipler:<br />

F 20 Şizofreni,<br />

F 20. 0 Paranoid şizofreni,<br />

F 20. 1 Hebefrenik şizofreni,<br />

F 20. 2 Katatonik şizofreni,<br />

F 20. 3 Ayrışmamış şizofreni,<br />

F 20. 4 Post- şizofrenik depresyon,<br />

F 20. 5 Rezidüel şizofreni,<br />

F 20. 6 Basit şizofreni,<br />

F 20. 7 Diğer şizofreni,<br />

F 20. 8 Şizofreni belirlenmemiş<br />

DSM-4-TR’ de ise şizofreni 5 alt gruba ayrılır:<br />

Şizofreninin alt tipleri değerlendirme sırasında önde gelen semptomlara göre<br />

tanımlanır. Alt tiplerin prognozları ve tedaviye verdikleri yanıt değişkendir ancak bunlardan<br />

prognozu en iyi olan ve tedaviye en iyi yanıt vereni Paranoid tiptir, prognozu en kötü olanı ve<br />

tedaviye en az yanıt vereni desorganize tiptir. Özel bir alt tipin tanısı, yapılan en son<br />

değerlendirme ya da hastaneye yatırılma sırasındaki klinik görünüme göre konur, bu yüzden<br />

zamanla değişebilir.<br />

1. Paranoid Tip:<br />

Paranoid tip şizofreninin başlıca özelliği, bilişsel işlevselliğin ve duygulanımın görece<br />

korunduğu bir kapsamda, belirgin hezeyanların ya da işitme hallüsinasyonlarının varlığıdır.<br />

Başlangıcı diğer şizofreni tiplerine göre yaşamın daha ileri dönemlerinde olur ve ayırt ettirici<br />

özellikleri zamanla daha sabitleşir. Nöropsikolojik ya da bilişsel testlerde çok az bir bozukluk<br />

gösterirler ya da hiç bozukluk göstermeyebilirler. Elde edilen bazı kanıtlar Paranoid tip için<br />

prognozun, özellikle mesleki işlevsellik ve bağımsız yaşayabilme yeterliliği açısından, diğer<br />

şizofreni tiplerine göre oldukça daha iyi olduğunu düşündürmektedir.<br />

23


2. Desorganize tip:<br />

Desorganize tip şizofreninin başlıca özellikleri desorganize konuşma, dezorganize<br />

davranış ve donuk ya da uygunsuz duygulanımdır. Desorganize konuşmaya, konuşmanın<br />

içeriğiyle uygunsuz affekt eşlik edebilir. Davranışsal desorganizasyon (amaç yöneliminin<br />

olmaması) günlük yaşam etkinliklerini (yıkanma, giyinme ya da yemek hazırlama gibi) yerine<br />

getirme becerilerini ileri derecede bozabilir. Nöropsikolojik ve bilişsel testlerde performans<br />

bozuklukları görülebilir. Hastalık öncesi kişiliğin bozuk olması, erken ve sinsi başlaması ve<br />

belirgin remisyonlar göstermeden sürekli bir gidiş göstermesi diğer özellikleridir.<br />

3. Katatonik tip:<br />

Katatonik tip şizofreninin başlıca özeliği motor hareketsizlik, aşırı motor etkinlik, aşırı<br />

negativizm, mutizm, istemli davranışlarda acayiplikler, ekolali ya da ekopraksiyi<br />

kapsayabilen belirgin bir psikomotor bozukluktur. Aşırı motor etkinlik açıkça amaçsızdır ve<br />

dış uyaranlardan etkilenmez. Ağır katatonik stuporda ya da eksitasyonda kendisini ya da<br />

başkasını yaralamasını önlemek için yakın gözlem altında tutlması gerekir. Malnütrisyon,<br />

bitkinlik, hiperpreksi ya da kendine zarar verme davranışları da olabilir.<br />

4. Farklılaşmamış Tip:<br />

Farklılaşmamış tip şizofreninin başlıca özelliği şizofreninin A tanı ölçütlerini<br />

karşılayan semptomların olması ancak bunların paranoid, desorganize ya da katatonik tip için<br />

tanı ölçütlerini karşılamamasıdır.<br />

5. Rezidüel tip:<br />

En az bir şizofreni epizodu olmuşsa ancak o sıradaki klinik görünümde belirgin pozitif<br />

psikotik semptomlar yoksa rezidüel tip şizofreni denmelidir. Negatif semptomların ya da iki<br />

ya da ikiden çok hafif pozitif semptomun varlığından anlaşılacağı üzere söz konusu<br />

bozukluğun süre giden kanıtları vardır. Rezidüel tipin gidişi zamanla sınırlı olabilir ve aktif<br />

24


ir epizodla tam remisyon arasında bir geçiş dönemi olabilir. Bununla birlikte hastalığın akut<br />

alevlenmeleri olsun ya da olmasın yıllar boyu sürekli olarak da bulunabilir (18).<br />

Şizofreni tipi yönünden bir diğer farklılık katatonik tiptedir. Gelişmiş ülkelerde<br />

katatoni sıktır, her 9 şizofrenden birisi katatonik şizofrendir. Bir diğer önemli farklılık da akut<br />

şizofrenik epizod sıklığıdır, gelişmiş ülkelerde az gelişmiş ülkelere göre 4 kat daha sıktır. Az<br />

gelişmiş ülkelerde ise dezorganize şizofreni ve şizoaffektif bozukluk fazladır (33).<br />

Şizofrenideki heterojenliğin azaltılması amacıyla kavramsallaştırılan pozitif ve negatif<br />

belirtiler alt tipleri belirleme çalışmalarına bir ivme kazandırmıştır. Pozitif belirtiler normalde<br />

varolan işlevlerin artmasını ya da çarpıtılmasını, negatif belirtiler ise normal işlevlerin<br />

zayıflamasını ya da kaybını anlatmaktadır.<br />

Negatif ve pozitif belirtiler henüz isimleri konmadan, şizofreninin klinik tanımları<br />

içinde anılmaya başlanmıştır. Pinel 1806’da günümüzde negatif belirtiler olarak tanımlanan<br />

bazı belirtiler tanımlamıştır. Negatif – pozitif ayrımı ise ilk kez Reynolds tarafından 1838’de<br />

yapılmıştır. Pozitif ve negatif belirtiler arasında işlevsel bir bağ kurmamış, belirtilerin<br />

patolojinin farklı boyutları olduğunu ifade etmiştir. Jackson 1875’de hastalığın sadece negatif<br />

belirtilere yol açtığını, negatif belirtilerin doku hasarından, pozitif belirtilerin ise doku<br />

hasarının disinhibitör etkilerinden kaynaklandığını ifade etmiştir (45).<br />

Crow negatif belirtilerin bulunup bulunmamasını klinik yaklaşımdaki en önemli ayıraç<br />

olarak kabul etmiştir. Şizofreni sınıflamasında iki tip sendrom önermiştir:<br />

Tip 1 sendromu; Varsanı, sanrı, bizar ve ajite davranış, dezorganize konuşma gibi<br />

pozitif belirtilerin bulunması, sendromun hastalığın akut döneminde ortaya çıkması,<br />

antipsikotik ilaç tedavisine iyi yanıt vermesi ve bilişsel yozlaşmanın görülmemesini<br />

içermektedir.<br />

Tip 2 sendromu; Duygulanımsal düzleşme, konuşma yoksulluğu, irade eksikliği,<br />

sosyal geri çekilme, motor aktivite azlığı, kendine bakımın bozulması, motivasyon eksikliği,<br />

dikkat yetersizliği ve bilişsel bozukluklar gibi negatif belirtilerden oluşmaktadır. Bu belirtiler<br />

sinsi başlangıçlıdır, prognozu kötüdür, ilaç tedavisine yeterli yanıt vermez. Bu olgulara aile<br />

öyküsü olasılığı daha yüksektir. Hastalık öncesi işlevsellik daha bozuktur (45).<br />

25


Carpenter, birincil ve sürekli negatif belirtilerle, başka etkenlere ikincil olarak gelişen<br />

negatif belirtiler arasında bir ayrım yaparak; birincil ve sürekli olanları defisit/eksiklik<br />

belirtileri olarak adlandırmayı önermiştir, defisit belirtiler pozitif belirtilerin alevlenmesi<br />

sırasında veya bu alevlenmelerin arasında görülebilmekte, hastanın kullandığı ilaçlardan<br />

bağımsız bir şekilde gözlenmekte, ilaç uygulanmasına ya da antipsikotiklerin kesilmesine<br />

yanıt vermemektedir.<br />

Yapılan araştırmalarda negatif belirtili hastaların eğitim sürelerinin daha az, hastalık<br />

öncesi toplumsal uyumlarının daha kötü, mesleki yetersizliklerinin daha belirgin olduğu öne<br />

sürülmüştür.<br />

Şizofreninin heterojen doğası belirtilerin sınıflamasına yansımıştır. Şizofreninin seyri<br />

içerisinde gözlenen belirtiler değişkenlik gösterip, enine kesitsel gözlemlerde tespit edilen alt<br />

gruplara tam olarak uymayabilirler. Geçerli ve anlaşılabilir bir şizofreni sınıflaması yapmak<br />

için hastalığın enine kesitsel özellikleri kadar uzunlamasına seyrine de önem verilmelidir (45).<br />

GĐDĐŞ, PROGNOZ VE SONLANIŞ<br />

Şizofreni çok değişik prognoz ve sonlanış özellikleri gösteren, kronik bir bozukluktur.<br />

Prognoz ve sonlanışın değerlendirilebilmesi için, kullanılan ölçütler şunlardır: Hastalık<br />

belirtileri, iş uyumu, toplumsal uyum, hastaneye yatış sayısı ve süresi, bilişsel yetiler, genel<br />

sağlık ve intihar girişimidir. Sinsi ve yavaş başlayıp yıllarca böyle sürüp giderken, aktif<br />

hastalık dönemleri ortaya çıkabilir. Bu dönemler kendiliğinden ya da tedaviyle yatışır.<br />

Bundan sonra, gene çok yavaş ilerleyen ve daha çok negatif belirtilerin baskın olduğu,<br />

rezidüel şizofreni türüne dönüşebilir (20,22).<br />

Bazı hastalarda delikanlılık ya da gençlik çağında, oldukça kısa sürede çok renkli<br />

pozitif belirtilerle ağır psikotik nöbet ortaya çıkar ve haftalarca, aylarca sürebilir. Bu dönem<br />

düzeldikten sonra uzun süre iyi uyum dönemi olabilir ya da durum giderek negatif belirtilerin<br />

baskın olduğu, kronik rezidüel şizofreniye dönüşebilir. Bazen aktif pozitif belirtiler yıllarca<br />

sürebilir (kronik paranoid şizofrenide olduğu gibi). Bazı hastalarda da iyileşmeler ve<br />

26


depreşmelerle hastalık yıllarca sürebilir. Hastaların bir kısmı çok az, bir kısmı da tamama<br />

yakın iyileşebilirler.<br />

Hastaneye yatarak tedavi görmüş hastalar sürekli ilaç kullanmış olsalar bile, yaklaşık<br />

% 35-40’ı ilk yıl içinde ikinci bir nöbet geçirirler. Nöbet sayısı arttıkça kronikleşme olasılığı<br />

artar. Hastalığın gidişi ve sonlanışını önceden kestirmek hemen hemen olanaksızdır. En az bir<br />

yıl izlemedikçe, gidiş ve sonlanış hakkında kesin bir şey söylemek aldatıcı olabilir. Yıllarca<br />

ağır şizofrenik bozukluk gösterenler arasında, normale yakın sosyal ve iş uyumu yapabilecek<br />

denli iyileşenler az değildir. Đzleme çalışmaları şizofreni hastalarının en az % 30-40’ının, orta<br />

ve iyi derecede düzeldiklerini, aile iş ve sosyal uyum yapabildiklerini göstermektedir<br />

(22,25,46).<br />

Genel olarak hastalık öncesi işlevsellik prognozu belirler. Hastaneye yatış süre ve<br />

sayıları, belirti tipi ve süresi ile genel işlevsellik düzeyine bakarak prognoz hakkında<br />

değerlendirmeler yapılabilir. Hastalığın yinelemesini etkileyen nedenler çok değişiktir. Bazı<br />

yinelemelerin tedaviden bağımsız olduğu, özel bir duyarlılığa bağlı olduğu ileri<br />

sürülmektedir. Bunun dışında stres etkenleri, fizyolojik homeostazın bozulması, başa çıkma<br />

düzeneklerinin yetersizliği, kültürel etkenler ve çevresel nedenler (korumalı çevre gibi)<br />

yinelemeleri etkileyebilmektedir (48).<br />

Prognozu diğer ruhsal hastalıklara göre daha kötüdür. Đntihar, fiziksel hastalık ve<br />

mortalite olasılığı daha yüksektir. Uzun dönemde her zaman ilerleyici bir şekilde kötüleşmez,<br />

genel olarak 5 yıl sonra plato yaptığı kabul edilmektedir. Prognoz olgudan olguya değişiklik<br />

gösterirken, erkeklerde seyir kadınlara göre daha kötüdür.<br />

Şizofreni heterojen bir sendromdur, şizofreninin şiddetinde yüzyılın başına göre bir<br />

azalmanın olması, antipsikotiklerin hastalığın doğal seyrini etkilemesiyle açıklanmaktadır.<br />

Literatürde antipsikotik öncesi ve sonrası dönemleri karşılaştıran çalışmalarda<br />

antipsikotiklerin erken dönemde şizofreni üzerinde olumlu etkileri olduğu yönündedir.<br />

Şizofreniklerde akut belirtilerin başlaması ile yardım arama arasında geçen süre duygudurum<br />

bozukluklarına göre daha uzundur.<br />

Tedaviye yanıt veren olgularda dâhil olmak üzere olguların yaklaşık % 80’ i beş yıl<br />

içinde ikinci bir atak geçirmektedir. Yeterli süre ilaç kullanmama veya ilacın bırakılmasının<br />

27


unda birincil önemi vardır. Birden fazla atağı olan olgularda ilaç kesilmesinden sonra 1-2 yıl<br />

içinde % 76 olgu yinelemektedir. Đlacın kesilmesi ile 6 ayda yineleme olasılığı % 53, birinci<br />

yılda % 65, 18 ayda % 62-80, 24 ayda % 94 olarak verilmektedir. Sürekli ilaç alanlarda<br />

aralıklı ilaç alanlara göre relaps hızı yarı yarıya azalmaktadır. Antipsikotik ilaçların kesilmesi<br />

ilk 5 yıldaki relaps hızını beş kat artırmaktadır (48).<br />

Olumlu prognoz göstergeleri<br />

Hastalık başlangıcının, aniden ve renkli pozitif belirtilerle gelişmesi, geç başlaması,<br />

affektif belirtilerin olması olumlu prognozu düşündürür. Hastalığın ortaya çıkmasında, ağır<br />

çevresel stres etmenlerinin yeri fazla ise de, gidiş ve sonlanış daha iyidir. Katatonik şizofreni,<br />

basit, hebefrenik ve paranoid türlerden daha iyi gidiş gösterir. Ancak, antipsikotik tedavi ile<br />

kötü prognozlu olarak bilinen türlerde de, olumlu sonuçlar alınabilmektedir.<br />

Ailede duygudurum bozukluğu öyküsü, konfüzyonun varlığı, dalgalanan seyir, pozitif<br />

belirtiler, psikotik saldırganlığın olmayışı da yine iyi prognoz göstergeleridir (22).<br />

Hastalık öncesinde toplum, iş ve seks yaşamına, göreceli olarak iyi uyum yapmış<br />

olanlarda, prognoz ve sonlanış daha iyidir. Aile ortamının düzenli, sağlıklı oluşu, aile ve<br />

toplum içinde denge bozukluğu belirtilerinin olmayışı, duygu dışavurumunun düşük oluşu,<br />

prognoza olumlu etki yapabilir. Gelişmekte olan ülkelerde şizofreni prognozu, gelişmiş<br />

ülkelere göre daha iyi bulunmuştur. Tedaviye erken dönemde başlanan, düzenli devam eden,<br />

aileleri yakın işbirliği kuran ve sürdüren hastalarda, prognoz daha olumlu görünmektedir<br />

(20,22,33).<br />

Olumsuz prognoz göstergeleri<br />

Hastalığın erken yaşta başlaması ve gelişmesi, olumsuz prognoz göstergesidir.<br />

Hastalık öncesi kişiliğin şizoid ya da şizotipal oluşu, belirtilerin sinsi ve yavaş ortaya çıkışı,<br />

kötü prognoz olasılığını artırır.<br />

28


Sosyal geri çekilme ve otizm, ayrışmamış ve desorganize tip şizofreni, bekarlık,<br />

boşanmışlık, dul olma, ortaya çıkarıcı bir olayın olmaması, nörolojik belirti ve bulguların<br />

olması, perinatal travma öyküsü olması da kötü prognoz kriterleri arasındadır (22).<br />

Hastaneye yatış sayısının çok, yatma sürelerinin uzun olduğu, iyileşme dönemlerinin<br />

kısa olduğu oranda prognoz kötüdür. Negatif belirtilerin baskın olduğu hastalar, tedaviden<br />

daha az yararlanmakta ve prognoz daha kötü olmaktadır. Ailede kalıtımsal yüklülük<br />

varlığında ise kronikleşme olasılığı yüksektir. Aile ortamının bozuk oluşu, aile ve toplum<br />

içinde denge bozukluğu belirtilerinin ve duygu dışavurumunun yüksek oluşu, prognoza<br />

olumsuz etki yapabilir. Hastanın kendisinden ve ailenin hastadan beklentileri yüksek ve aşırı<br />

baskıcı olduğu oranda, prognoz olumsuzdur (20,22,33,42).<br />

Şizofreni yaygın ve yeti yitimi yapan bir durum olduğu için çalışmaların çoğu; tam<br />

düzelme, rehospitalizasyon ihtiyacı, pozitif ve negatif semptomların derecesi, kişiler arası<br />

ilişkilerin kalitesi, çalışma yetisi ve mortalite gibi belirleyicilere odaklanmıştır. Birçok<br />

çalışma da tam iyileşmeyi araştırmıştır, bu da tüm semptomların tamamen düzelmesi, ilaca<br />

gereksinim kalmaması, en yüksek prepsikotik işlevselliğini kazanması ve kendisi, ailesi ve<br />

diğerleri tarafından ruhsal olarak hasta görülmemesini içermektedir. Henry T. ve arkadaşları<br />

bu tanımda küçük değişiklikler yaparak % 19-30 arasında tam iyileşme oranları<br />

bildirmişlerdir (31).<br />

En ideal sonlanım çalışmaları ilk atak hastalarını en az 5 yıl süreyle takip eden<br />

prospektif çalışmalardır. Varolan en kapsamlı uzun dönemli çalışmalar özetlendiğinde,<br />

hastaların % 15-20’sinde nüks gelişmeksizin tam iyileşme sağlandığı görülmektedir.<br />

Hastaların % 15’i ilk atağı etkin olarak asla atlatamayacak, semptomatik kalarak uzun<br />

dönemli yoğun sosyal ve medikal desteğe gereksinim duyacaktır. Bu iki kutup arasında yer<br />

alan hastaların büyük bölümü ilk atağı kısmen atlatacak fakat hastalık öncesi fonksiyon<br />

düzeyine ulaşamayacak, gelecekte tekrarlayan ataklar geçirecek ya da bu iki süreci birlikte<br />

yaşayacaktır (47).<br />

Hastalığın başlangıcında tedavi edilmeden geçen psikotik semptomların süresinin daha<br />

sonraki hastalık sürecini etkileyebileceği bilinmektedir. Đlk psikotik epizodun antipsikotik<br />

tedavisi belirgin olarak geciktiğinde hastanın multiepizodik bir seyrinin olması ve yaşamının<br />

29


geri kalanında daha fazla gün hastanede geçirme olasılığı artmakta ve tam iyileşme olarak<br />

tanımlanan bir sonuca daha az sahip olmaktadır (47).<br />

Rehospitalizasyon oranları şizofreni hastalarında yüksektir. Çalışmalar hastaneden<br />

çıkarıldıktan sonra hastaların % 40-50’sinin ilk yıl içinde, % 85’inin ise herhangi bir zamanda<br />

tekrar hospitalize edileceği gerçeğini göstermektedir. Rehospitalizasyon, hastalığın seyrinden<br />

çok başka değişkenlere bağlıdır. Hastaneye kabul politikalarına, toplumun sosyal destek ve<br />

kaynaklarının ne kadar etkin kullanıldıklarına bağlı olarak hastane dışında başarıyla yaşayan<br />

birçok psikotik hasta vardır (47).<br />

Hastaların çoğu hastaneden çıktıktan sonra da psikiyatrik semptomları yaşamaya<br />

devam etmektedir. Hastaneden çıktıktan sonra herhangi bir zamanda hastaların % 60-75’i tam<br />

pozitif semptomlar gösterir, yaklaşık % 50’sinde düşünce bozukluğu ve % 30-60’ında kalıcı<br />

kognitif semptomlar ve bilişsel bozulma görülür. Yüksek düzeyde anksiyete ve depresyon<br />

semptomları da izlemde tüm evrelerde saptanmıştır (22).<br />

Hastaların çoğu için bir şizofreni epizodunun ardından ciddi, uzun süreli mesleki<br />

işlevsellikte bozulma olmaktadır. Đzlem çalışmaları tüm zamanlı iş oranlarını % 15-56<br />

arasında bildirmektedir. Belirgin rezidüel semptomları olan hastalarda işsizlik oranı % 85 gibi<br />

yüksek bir orandadır (22).<br />

ŞĐZOFRENĐ TEDAVĐSĐ<br />

Şizofreni tedavisinde antipsikotik ilaçlar en önemli destek olmasına karşın araştırmalar<br />

psikoterapiyi de kapsayan psikososyal girişimlerin klinik iyileşmeye katkı sağladığını<br />

bulmuştur. Şizofreni hastalarının çoğu tek başına uygulanan bir tedaviye göre antipsikotik<br />

ilaçlarla psikososyal tedavilerin kombine edildiği tedavilerden daha fazla yarar görmektedir<br />

(22).<br />

30


Hastaneye yatış<br />

Şizofrenide akut atak sırasında çoğunlukla hastanede yatarak tedaviye ihtiyaç<br />

duyulmaktadır. Hızlı bir değerlendirmeden sonra antipsikotik tedaviye başlanmalı, akut<br />

psikotik semptomlar kontrol altına alınmalıdır (31).<br />

Şizofrenide hospitalizasyon endikasyonları:<br />

1. Hasta hastalığını kabullenmiyor ve/veya ilaç verilemiyorsa<br />

2. Kendine ve çevresine zarar verebilecek saldırgan davranışlar gösteriyorsa<br />

3. Hastanın aile içi ilişkileri bozuk, sosyal desteği azsa<br />

4. Hastanın kullandığı ilaçlara karşı aşırı duyarlılığı ya da yan etki anamnezi varsa<br />

6. EKT endikasyonu varsa<br />

7. Eşlik eden organik hastalığı varsa<br />

Akut kriz devresinde hasta acilen değerlendirilerek ilaç tedavisine hızla başlanmalıdır.<br />

Aile ile işbirliği halinde olmak son derece önemlidir. Çünkü akut tedaviyi takiben,<br />

başvurudan kısa süre sonra hasta yakınları ile birlikte sürdürülecek sosyal çalışmalar<br />

planlanıp, taburculuk işlemleri yapılmalıdır.<br />

Çoğu erişkin hasta, kısa süreli hospitalizasyonla oldukça düzelmektedir. Fakat yine de<br />

hastaların % 10-30 kadarı uzun süreli hospitalizasyona ihtiyaç duymaktadır. Hangi hastaların<br />

uzun süre interne edilmesi gerektiği hususunda anlaşma yoktur. Bunu etkileyen birçok faktör<br />

bulunmaktadır. Uzun süreli yatışların süresi çeşitli çalışmalarda 24-179 arasında<br />

değişmektedir. Bazı araştırmacılar ise 30 günden az yatışları kısa, 30 günden uzun yatışları ise<br />

uzun süreli yatışlar olarak nitelendirmişlerdir (49).<br />

Hastaneye yatma primer olarak tanı koyma amacı, tedavinin stabilizasyonu, özkıyım<br />

ve cinayet düşünceleri nedeniyle hastanın güvenliği ve temel beslenme, giyinme ve barınma<br />

gereksinimlerini de kapsayan ileri desorganize ve uygunsuz davranışların olduğu durumlarda<br />

gereklidir.<br />

31


Hastaneye yatış hastanın stresini azaltır ve günlük aktivitelerinin yapılandırılmasına<br />

yardımcı olur. Hastaneye yatışın uzunluğu hastalığın şiddetine ve ayaktan tedavi olanaklarına<br />

bağlıdır. Araştırmalar kısa süreli yatışın (4–6 hafta) uzun süreli hastane yatışı kadar etkili<br />

olduğunu ve aktif davranışsal yaklaşımı olan hastanelerin, koruyucu kurumlara ve içgörü<br />

yönelimli tedavi yaklaşımlarına göre daha etkili olduğunu göstermiştir (22).<br />

Farmakoterapiler<br />

Birinci kuşak antipsikotikler:<br />

Antipsikotikler klorpromazinin Fransa’da ilk kez sentez edildiği 1950’li yıllarda<br />

kullanıma girmiştir. Var olan tüm geleneksel antipsikotik ajanlar, yüksek afiniteli dopamin D2<br />

reseptör antagonistidirler.<br />

Klorpromazin, trifluoperazin, tiyoridazin, flufenazin, haloperidol, tiyotiksen, loksapin,<br />

molindon, pimozid bu gruptandır (40).<br />

Birinci kuşak antipsikotiklerin etkinliğinin sınırlı olduğu saptanmıştır. Birinci kuşak<br />

antipsikotikler pozitif semptomlar üzerinde etkinken; negatif semptomlar, kognitif defisitler,<br />

komorbid durumlar, çökkünlük, anksiyete ve madde kullanımı gibi şizofreninin diğer<br />

yönlerinde daha az etkilidirler. Birinci kuşak antipsikotiklerin EPS gibi ciddi yan etkirli vardır<br />

ve bu durum tedaviye uyumu bozmaktadır (31).<br />

Đkinci kuşak antipsikotikler:<br />

Atipik antipsikotik döneminin başlangıcı 1959’da klozapinin keşfidir (31). Atipik<br />

antipsikotikler reseptör bağlanması, yapı özellikleri ve yan etkileri açısından heterojen bir<br />

gruptur (40).<br />

Klozapin, olanzapin, risperidon, ketiapin, ziprasidon, aripiprazol, amisülpirid bu<br />

gruptandır. Klinik açıdan bakıldığında, ikinci kuşak antipsikotikler daha az EPS’ye neden<br />

olurken negatif fonksiyonlar üzerinde daha etkindir (36).<br />

32


Yeni kuşak antipsikotikler kognitif yıkımı tamir etmektedir, dikkat, bellek, öğrenme,<br />

yönetim becerileri gibi anahtar beyin fonksiyonlarını ve ek olarak pozitif, negatif ve mizaç<br />

semptomlarını düzelterek klinik seyri düzeltmektedir. Şizofreni hastasında etkin kognitif<br />

düzelme çok önemlidir, çünkü sosyal mesleki işlevselliğin tekrar kazanılması buna bağlıdır.<br />

Dikkatin, kısa süreli belleğin ve öğrenme yetilerinin bozulmamış olması etkin psikoterapi,<br />

sosyal beceri eğitimi veya mesleksel rehabilitasyon için önem taşımaktadır.<br />

EKT<br />

Đlk çalışmalar EKT’nin şizofreni tedavisinde farmakoterapiden daha iyi olduğunu<br />

desteklerken, son dönemdeki çalışmalar ise antipsikotiklerin EKT’ye göre belirgin üstünlüğü<br />

olduğunu göstermektedir (50). Günümüzde ABD’de uygulanan tüm EKT’lerin % 5-10’u<br />

şizofreni hastalarına yapılmaktadır (51).<br />

Tedavilere dirençli şizofreni olgularında antipsikotik ajanlarla beraber EKT<br />

uygulamasının, yalnız başına antipsikotik ya da EKT seçimine göre daha başarılı olduğuna<br />

yönelik kanıtlar vardır. Aynı çalışmalarda EKT’den fayda sağlayan şizofreni hastalarında<br />

depresyon hastalarına göre daha fazla sayıda tedavi seansı uygulamak gerektiği<br />

bildirilmektedir. Akut şizofrenik hastaların tedavisinde kronik gidiş gösteren şizofreni<br />

hastalarının tedavisine göre EKT belirgin derecede daha fazla düzelme sağlamaktadır (52,53).<br />

Ayrıca negatif belirtilerin hâkim olduğu şizofrenide EKT’nin bir etkisi olmadığı<br />

bilinmektedir. Psikofarmakolojik tedavilere cevapsızlıktan sonra EKT hem ülkemizde hem de<br />

yurt dışında sık başvurulan bir tedavi seçeneğidir (54,55).<br />

Psikososyal tedaviler ve rehabilitasyon<br />

Kalıcı belirtilerle giden ruhsal rahatsızlığın kişinin yaşamında oluşturduğu<br />

olumsuzluklar bireyi toplumdan ve dış gerçeklerden soyutlayarak verimsiz bir yaşama<br />

sürükleyebilir. Psikiyatrik rehabilitasyon, bu bireylerin ruhsal ve toplumsal gereksinimlerini<br />

karşılamak için uygulanan, kapsamlı, eşgüdümlü ve uzun süreli bir stratejiler bütünüdür.<br />

33


Süregen ve ciddi ruhsal rahatsızlığı olan bireylerin yaşadıkları yeti yitimi yanı sıra<br />

karşılaştıkları damgalanma, tedavi ve bakım olanaklarına yeterince kavuşamama, bireysel ve<br />

toplumsal gereksinimlerini yeterince karşılayamamaları onları daha da zor durumlara<br />

sokabilir.<br />

Süreğen ruhsal sorunları olan bireylerin toplum içerisinde ve bağımsız olarak en az<br />

destekle toplumsal mesleki ve ailevi rollerini sürdürebilmeleri için gerekli becerilerle<br />

donatılması ve yeterli toplumsal desteklerin sağlanması psikiyatrik rehabilitasyonun temel<br />

amacıdır (56).<br />

Psikososyal terapiler şizofrenide sosyal yetenekleri artırmak, kendi kendine yeterlilik,<br />

pratik beceriler ve kişiler arası ilişkileri artırmak için çeşitli yöntemleri kapsar. Amaç, ciddi<br />

hastalığı olan kişinin bağımsız yaşaması için sosyal ve iş becerileri geliştirmesini sağlamaktır.<br />

Bu tedaviler hastane, ayaktan tedavi klinikleri, ruh sağlığı merkezleri, gündüz<br />

hastaneleri, ev veya sosyal klüpler gibi birçok yerde yapılabilir. Bunlara örnek olarak; sosyal<br />

beceri eğitimi, aile yönelimli terapiler, davranışçı yada dinamik yönelimli grup terapileri,<br />

bilişsel davranışçı terapi, uğraşı terapisi verilebilir (22).<br />

Günümüzde şizofrenide psikoterapi yaklaşımları psikolojik-biyolojik ayrımı<br />

tartışmalarına yer vermeksizin 1970 ve 1980’li yıllardan itibaren uygun ilaç tedavilerine ek<br />

olarak bireysel gereksinimlere göre uygulanması gereken ruhsal ve toplumsal<br />

yaklaşımlar/girişimler olarak görülmektedir (57,58).<br />

Şizofrenide tedavi seçeneklerindeki artışın getirdiği umutlarla birlikte hastaların genel<br />

olarak klinik ve demografik özelliklerinin yıllar içerisinde çok fazla değişmediği söylenebilir.<br />

Yeni ileçlarla birlikte eklenen yeni sorunlar da ayrı bir yük oluşturmaktadır. Hastalar için<br />

gerekli ve yeterli tedavi olanaklarının yaygın bir şekilde sunulamamış olması ya da hastaların<br />

bu olanaklara kolaylıkla ulaşamaması da başka bir sorundur. Pek çok ülkede ya da kurumda<br />

ilaç tedavilerine eklenecek olan ruhsal toplumsal tedavilerin ve psikiyatrik rehabilitasyon<br />

olanaklarının bulunmadığı da bir gerçektir (59).<br />

34


Yıldız M ve ark tarafından 2004 yılında ülkemizde gerçekleştirilen bir çalışmada 8<br />

aylık ruhsal ve toplumsal beceri eğitimi ile hastaların toplumsal işlevselliklerinde yaşam<br />

kalitesinde ve tedavi uyumlarında belirgin bir artış olduğu gösterilmiştir (60).<br />

Buna göre ruhsal ve toplumsal beceri eğitimiyle şizofreni hastalarının temel olarak şu<br />

alanlarda eğitilmesi önemsenmelidir: hastaların bellek, dikkat, kavram oluşturma gibi bilişsel<br />

becerilerini geliştirmek; iletişim becerilerini geliştirmek; sorun çözme becerilerini<br />

geliştirmek; psikoz ve şizofreniyi anlamak; antipsikotik ilaç tedavisini ve yan etkileri<br />

öğrenmek; tedaviyi değerlendirmek; inatçı belirtilerle başetmeyi öğrenmek; uyarıcı işaretleri<br />

tanımak ve izlemek; alkol ve uyuşturucudan uzak durmak; faydasız ve hatta zararlı olabilecek<br />

tedavi arayışlarından uzak durmak; stresle başa çıkmak; özgüveni arttırmak, işe yararlık,<br />

aidiyet, amaçlarının olması gibi girişimlerde bulunmak; zamanı değerlendirmek ve günlük<br />

faaliyetler; arkadaşlık ilişkilerini geliştirmek; toplumsal faaliyetlere katılmak (61).<br />

Şizofreni farklı kökenlere ve farklı görünümlere sahip karmaşık bir hastalıktır. Her<br />

döneme ve o dönemdeki bireysel, ailesel ve çevresel kaynakların durumuna göre tedavi<br />

stratejileri de değişebilmektedir. Ancak her durumda ilk sağlanması ve korunması gereken şey<br />

hasta ile hekim arasında iyi bir tedavi işbirliğinin kurulmasıdır.<br />

Şizofreni hastalarının bilişsel yetilerinde azalma, dikkat, yoğunlaşma, bellek sorunları<br />

ve negatif belirtiler nedeniyle hekimlerin bir kısmı hastalarla az konuşma eğiliminde ya da<br />

konuşma tedavisinin fazlaca bir etkisi olmayacağı inancında olabilirler. Asla unutulmaması<br />

gereken bir konu hastaları hastalıklarının ötesinde birer varlık olmaları, aynen diğer hastalar<br />

ya da bizzat hekimlerin kendileri gibi bağımsız, güvenli ve toplumsal yaşamayı sağlayacak<br />

olan yaşamsal niteliklere sahip olmayı istemeleridir. En azından onların da bu haklara sahip<br />

oldukları düşünülmelidir. Hastaya zaman ayırmak, onu dinlemek, sorunları varsa eğer onları<br />

dile getirmedeki engellerini aşmada ona yardımcı olmak, benlik saygısının artması yönünde<br />

destekleyici tedavi uygulamak hastayla tedavi işbirliğinin kurulması ve tedavinin<br />

sürdürülmesinde en önemli etkendir (61).<br />

Hekimler hastalarla çok sınırlı zaman geçirirlerken aileler onlarla neredeyse tüm<br />

zamanlarını geçirirler. Erişkin şizofreni hastalarının önemli bir kısmı aileleriyle yaşamlarını<br />

sürdürmektedir. Bu nedenle hastalığı bütün yönleriyle yaşayan yalnızca hasta değil aynı<br />

zamanda aile ve yakın çevresidir. Bununla beraber Sherman M ve arkadaşlarının çalışmasında<br />

35


da vurgulandığı gibi ailelerin hastalıkla ilgili eğitim almaları ve tedaviye katılma düzeyleri<br />

batı ülkelerinde bile oldukça düşüktür (% 10’dan az). Ailelerin destek ve eğitim<br />

gereksinimleri ortadadır ve hekimlerin yeterli zaman ve enerji ayırıp bunu sağlamaları<br />

gerekmektedir (62).<br />

Şizofrenin rehabilitasyonunda bir diğer önemli konu da vaka yönetimidir. Burada<br />

temel amaç şizofrenisi olan bireye yaşadığı ortamda kurumlararası işbirliğini sağlayarak<br />

kaynakların hastanın gereksinimlerine göre kullanılmasını sağlamaktır. Đlaç temini ya da<br />

kullanımı, mali kaynakların temini, uygun barınma ortamının sağlanması ya da sürdürülmesi,<br />

gerektiğinde hastanın hastaneye ulaştırılması gibi alanlarda pratik yardımlar sağlanır. Hedef,<br />

hastanın tedavisinin sürdürülerek hastane yatışlarının azaltılması ve toplumsal işlevselliğin<br />

arttırılmasıdır. Özellikle sık sık yinelemesi ve hastane yatışı olan ve aile desteği bulunmayan<br />

ya da çok zayıf olan hastalar vaka yönetimi uygulamaları için önemli adaylardır (63).<br />

Boyer SL ve arkadaşlarının çalışmalarında da belirttikleri gibi; ofislerden yürütülen ve<br />

yaklaşık 10-15 hastanın sorumluluğunu üstlenen vaka yönetimi sistemi yanı sıra toplum<br />

içerisinde hastaya ve içinde bulunduğu çevreye yakın temasla yürütülen ve ekip halinde<br />

çalışılan toplumda yer alabilmeyi amaçlayan tedavi (assertive community treatment, ACT)<br />

programları da vardır. Bu programlar vaka yönetimine göre daha başarılı bulunmaktadır (64).<br />

Đş ve uğraş rehabilitasyonu, bireysel işe yerleştirme ve işte destekleme programları,<br />

gündüz hastaneleri, rehabilitasyon merkezleri, kulüpler, ya da dernekler gibi yerlerdeki resim,<br />

müzik, dans, folklor, elişi ve diğer uğraş çalışmaları da bir diğer önemli rehabilitasyon<br />

alanlarıdır (61).<br />

Bütün hastaları toplum içerisinde bağımsız ve faal bireyler haline getirmek nasıl çok<br />

zor ya da imkânsızsa, tüm ailelerin de hastalarına aynı oran ve ilgide sahip çıkmalarını<br />

beklemek o denli olanaksızdır. Bütün bu uygulamalara rağmen görülmüştür ki bir grup<br />

hastanın gerçekten hastane ortamında bakıma ve korunmaya gereksinimi vardır. Bu hastaların<br />

oranı hastaneden sonraki ayaktan tedavi ve rehabilitasyon merkezlerinin kalitesiyle doğru<br />

orantılı olarak değişmektedir. % 10-20 arasında değişen bu hasta grubu için hastane bakımının<br />

kalitesini arttırmak ve insan onuruna yakışır şekilde bakım görmelerini sağlamak da aynı<br />

derecede önem taşımaktadır (65).<br />

36


HEZEYANLI BOZUKLUK<br />

Hezeyanlı bozukluk veya eski kullanımıyla paranoya sistemli ve değişmez nitelikteki<br />

non-bizar hezeyanlarla karakterize bir psikiyatrik tablodur. Hezeyan, en kısa tanımıyla<br />

mantıklı düşünceyle değiştirilemeyen yanlış inançlardır. Dış gerçek yanlış yorumlamalarla<br />

hezeyan halini alır.<br />

Hezeyan tanısını koyarken kültürel değişkenler mutlaka göz önüne alınmalıdır.<br />

Örneğin cin görülmesi, cin çarpması gibi şikâyetlere, içinde bulunan topluluk tarafından<br />

normal karşılandığında hezeyan demek için daha dikkatli değerlendirilmelidir. Ya da<br />

sosyoekonomik olarak oldukça geri birinin beni CIA takip ediyor demesi belirgin bir şekilde<br />

hezeyanı gösterirken, eğitimli birinin benzer şikayeti yine içinde bulunduğu kültür normlarına<br />

göre değerlendirilmeilidir (66,67,68).<br />

Hezeyanlar bizar ya da non-bizar olabilir. Bizar yani gayrimümkün, saçma, akla uygun<br />

gelmeyen, hastanın içinde bulunduğu alt kültürün de kabul etmediği, olması fizik olarak<br />

mümkün olmayan yanlış inançlardır. Örneğin; hastanın beynine Marslılar tarafından çip<br />

takılıp, davranışlarının kontrol edilmesi gibi. Non-bizar yani mümkün hezeyanlar gerçek<br />

yaşamda da görülebilecek yanlış inançlardır. Örneğin sivil polislerin birini takip etmesi<br />

mümkündür, ama olmadığı halde bunu varmış gibi kabul etmek bir non-bizar hezeyandır.<br />

Hezeyanlar başta şizofreni olmak üzere birçok psikiyatrik hastalıkta görülebilir. Hezeyanlı<br />

bozuklukta non-bizar sistemli hezeyan dışında başkaca belirgin bir semptomatoloji görülmez<br />

(66,67,68).<br />

TARĐHÇE<br />

Daha önceleri Paranoid Bozukluk veya Paranoya olarak da bilinen hezeyanlı bozukluk<br />

tarihin eski dönemlerinden beri bilinmektedir. 1863 de Kahlbaum zihinsel olan ve kısmi<br />

delilik olarak adlandırdığı ayrı bir grup hastada ilk kez paranoya terimini kullanmıştır.<br />

37


Richard Von Krafft-Ebbing paranoyanın ana semptomunun hezeyanlar olduğunu<br />

vurgulamıştır.<br />

Bu konu ile ilgili kapsamlı bilimsel çalışma 19 vakalık serisi ile Emil Kraepelin’den<br />

gelmiştir. Kraepelin, dementia precox tablosuna benzeyen ancak, çok nadir görülen, yıkımın<br />

bulunmadığı, sabit, sistemli ve bizar olmayan hezeyanların bulunduğu kronik seyirli ayrı bir<br />

tabloyu tanımlayarak, paranoya adını vermiştir. Paranoyayı hezeyanların niteliğine bağlı<br />

olarak persekütuar, grandiyöz, kıskançlık, erotomanik ve hipokondriyak olarak<br />

sınıflandırmıştır. Kraepelin daha sonra hezeyanlara ilaveten işitme hallüsinasyonlarının da<br />

eşlik ettiği ayrı bir alt grubu parafreni adıyla tanımlamıştır.<br />

Paranoya teriminin sadece perseküsyon tipini çağrıştırması nedeniyle, 1977 yılında<br />

paranoya yerine hezeyanlı bozukluk terimi kullanılmaya başlanmıştır. Hezeyanlı bozukluk<br />

terimi 1987 yılında DSM-III-R’de yerini almış ve halen bu başlık altında kullanılmaya devam<br />

etmektedir. Hem DSM-III-R hem de DSM-IV-TR hezeyanlı bozukluk tanısı için Kraepelin’in<br />

kriterlerini kabul etmiştir (66,67,68).<br />

Hezeyanlı Bozukluğun Tanı Kriterleri (DSM-IV-TR)<br />

A. En az bir ay süreli (izlenme, zehirlenme, hastalık bulaşması, uzaktan sevilme veya<br />

eşi ya da sevgilisi tarafından aldatılıyor olma veya bir hastalığa sahip olma gibi, gerçek<br />

yaşamda ortaya çıkan durumları içeren) bizar olmayan -nonbizar- hezeyanlar.<br />

B. Şizofreni için A tanı kriterleri asla karşılanmaz. Not: Dokunma ve koku<br />

hallüsinasyonları hezeyanlı konu ile ilgili iseler hezeyanlı bozuklukta mevcut olabilirler.<br />

C. Hezeyan(lar)ın etkisi ve onun uzantılarından başka, işlevsellik bariz şekilde<br />

bozulmamıştır ve davranış aşikâr şekilde acayip ya da bizar değildir.<br />

D. Duygudurum dönemleri hezeyanlarla birlikte ortaya çıkmışsa, onların toplam süresi<br />

hezeyanlı dönemlerin süresine göre kısa olmuştur.<br />

E. Bozukluk (bir kötüye kullanım maddesi, bir ilaç gibi) bir maddenin direkt fizyolojik<br />

etkilerinden veya genel bir medikal durumdan dolayı değildir.<br />

38


Tipini belirtin (hâkim hezeyanlı konuya dayanan aşağıdaki tipler belirlenir)<br />

Erotomanik tip: Özellikle yüksek konumu olan, bir başka kişinin kendisine âşık<br />

olduğu hakkındaki hezeyanlar.<br />

Grandiyöz tip: Abartılmış değerde, güçte, bilgide, kimlikte ya da Tanrı veya ünlü bir<br />

kişi ile özel ilişkide olduğu hakkında hezeyanlardır.<br />

Kıskançlık tipi: Kişinin cinsel eşinin sadakatsız olduğu hakkında hezeyanlardır.<br />

Persekütuar tip: Kişinin (veya kişinin yakın olduğu birinin) bir şekilde kötü niyetli<br />

davrandığına ilişkin hezeyanlar.<br />

Somatik tip: Kişinin bir fizik kusuru ya da genel tıbbi bir duruma sahip olduğu<br />

hakkında hezeyandır.<br />

Mikst tip: Yukardaki tiplerden birden fazlası için karakteristik olan hezeyanlar vardır.<br />

Ancak bunlardan hiçbiri daha belirgin değildir.<br />

Belirlenmemiş tip (18).<br />

EPĐDEMĐYOLOJĐ<br />

Hastalığın doğası gereği yaşananlar gerçek olarak algılandığından ve hastanın<br />

hezeyanı dışında fonksiyonalitesi çok az bozulduğu için çevre tarafından da fark<br />

edilemediğinden psikiyatri kliniğine başvuru oldukça azdır.<br />

Psikiyatrik görüşme daha ziyade, bu vakaların sıklıkla adli makamlarla başları dertte<br />

olduğundan, mahkeme kanalı yoluyla olur. Bu yüzden bu hastalık hakkında sağlıklı<br />

epidemiyolojik verilere ulaşmak oldukça güçtür (69).<br />

39


ABD’de DSM-IV tanı kriterlerine göre sıklığı yaklaşık % 0.025-0.003 olarak tahmin<br />

edilmektedir. 2007 yılında yapılan Perala J ve arkadaşlarının çalışmalarında ise bu oran %<br />

0,18 olarak tesbit edilmiştir (69).<br />

Kadınlarda görülme sıklığı erkeklere göre biraz daha fazladır. Perala J ve<br />

arkadaşlarının çalışmalarında kadınların % 0,21’inde görülürken erkeklerdeki oran % 0,16<br />

olarak bulunmuştur. Hastalık 18 ile 90 arasında herhangi bir yaşta başlasa da, en sık başlangıç<br />

45-54 yaş arasında görülür (69).<br />

KLĐNĐK GÖRÜNÜM<br />

DSM-IV-TR’ye göre hezeyanlı bozukluk tanısı konabilmesi için hezeyanların en az<br />

bir ay süreyle devam etmesi şarttır. Hezeyanlar non-bizar, sistemli ve değişmez niteliktedir.<br />

Đçgörü her zaman bozuktur. Genellikle bir tane veya birbirleri ilişkili bir seri hezeyan vardır.<br />

Hezeyan ile ilişkili alanlar dışında genellikle fonksiyonellikte belirgin bir bozulma<br />

görülmez. Mizaç genellikle hezeyan ile uyumludur. Örneğin grandiyöz tipte hezeyanı<br />

olanlarda mizaç öforik, perseküsyon tipinde aşırı şüphecidir. Bazen dışardan ekzantrik, garip<br />

bir görüntü çizseler de hekim olmayanlar tarafından anlaşılmaları güçtür. Hayatlarının<br />

odağında hezeyanları yer alır. Sürekli iddialarını destekleyen delillerin peşindedirler<br />

(66,67,68).<br />

Çevresindekileri hezeyanlarına inandırabilirler. Đçgörü olmadığı için ne tedavi ararlar<br />

ne de kendilerine yapılan tedavi telkinlerini kabul ederler. Öz bakımları gayet yerinde, aşırı<br />

dikkatli, genellikle mesafeli tiplerdir (66,67,68).<br />

Hezeyanları yüzünden başkalarına zarar verme ihtimalleri yüksektir. Zaman zaman<br />

depresyona girebilirler. Hezeyanları için yardım aramasalar da depresyon nedeniyle hekime<br />

başvurabilirler. Bu nedenle orta yaşın üzerindeki her depresyonda hezeyanlı bozukluk<br />

mutlaka sorgulanmalıdır (70).<br />

40


DSM-IV içgörüsü yetersiz obsesif kompulsif bozukuluğu ve vücut dismorfik<br />

bozukluğunu hezeyanlı bozukluktan ayırmanın güçlüğüne işaret eder. Bu yüzden iki tanının<br />

hezeyanlı bozuklukla birlikte konmasına izin verir (18).<br />

ALT TĐPLERĐ<br />

Persekütuar (düşmanlık) tipi:<br />

Hezeyanlı bozukluğun en yaygın tipidir. Başkası veya başkaları tarafından kötülük<br />

gördüğüne/göreceğine inanır. Arkasından konuştuklarına, takip edildiklerine, kendileriyle<br />

uğraşıldığına, iftira atıldığına/atılacağına, zehirleneceklerine, gizlice uyuşturucuya maruz<br />

bırakılacaklarına inanırlar.<br />

Seçici dikkat belirgin şekilde artmıştır. Başkalarının özellikle perseküte oldukları<br />

kişilerin en ufak hareketlerini algılar ve abartırlar. Kötülük göreceklerine inandıkları kişi veya<br />

kişileri adli makamlara şikâyet edebilirler. Eğer adli makamların kendileri ile uğraştıklarına<br />

inanıyorlarsa onları bir üst makamlara şikâyet ederler. Ellerinde sayısız şikâyet dilekçesi<br />

vardır.<br />

Bazen hak aramanın kendisi hezeyan olabilir. Eskilerin hak arama paronayası dedikleri<br />

tabloda, kişi sürekli mahkemelere, Büyük Millet Meclisine hatta Cumhurbaşkanına dilekçe<br />

gönderirler.<br />

Bu kişiler sıklıkla gücenmiş, kızgın ve öfkeye meyillidirler. Kendilerine zarar<br />

verdiklerini veya vereceklerini düşündükleri kişilere karşı şiddete başvurabilirle<br />

(18,66,67,68).<br />

Kıskançlık tipi:<br />

Genel tema cinsel partnerin sadakatsizliğidir. Eşinin kendisi aldattığına başka biriyle<br />

olduğuna inanır. Bazen eş gerçekten de sadakatsiz davranabilir. Ancak bu durumda bile<br />

41


tepkinin büyüklüğü, aldatılma ile ilgili delil toplamaya gösterilen aşırı çaba, hezeyanı<br />

gösterebilir.<br />

Çeşitli ipuçları delil olarak değerlendirilir. Cep telefonları, faturalar, gidilen yerler<br />

sürekli araştırılır. Test etmek için, partner ile sürekli cinsel ilişki istenebilir. Eşin bu ilişki<br />

isteğine cevap vermemesi, başka biriyle olduğunun kesin kanıtıdır. Amaç eşi ile aşığını bir<br />

arada yakalamaktır. Ne kadar delil toplarlarsa toplasınlar, aldatılma konusunda asla kesin bir<br />

kanaate sahip olamazlar. Bu yüzden kendilerine göre buldukları her delil, yeni deliller bulmak<br />

için çabalarını arttırmalarına sebep olur.<br />

Hezeyanlı bozukluk içinde görülme sıklığının erkekte daha fazla görüldüğü yegâne alt<br />

tip budur. Eskiden Otello Sendromu olarak da tanımlanmıştır. Başlangıç genellikle anidir.<br />

Vakaların bir kısmında erektil disfonksiyon bulunabilir ve hezeyanın ortaya çıkışını<br />

tetikleyebilir. Eşleri ölünceye veya boşanıncaya kadar bu hezeyan sürer. Kıskançlık<br />

hezeyanında eşe karşı şiddet çok yaygındır. Vakaların bir kısmı eşin öldürülmesiyle<br />

sonlanabilir.<br />

Çevre genellikle bu tabloyu eşin kıskançlığı ile açıklarken, bazen hezeyanlara inanılıp,<br />

kişinin eşinin sadakati konusunda şüpheye düşülebilir. Sorunun kendisinden kaynaklandığını<br />

düşünen eşin öz bakımı bozulabilir, içe kapanabilir, suçluluk duyguları gelişebilir ve sonuç<br />

olarak bir depresyon tablosu yerleşebilir (18,66,67,68).<br />

Erotomanik tip:<br />

Clérambault-Kandinsky Kompleksi veya Passionelle Psikozu olarak da adlandırılmış<br />

olan erotomanik tipte genellikle daha yüksek statüdeki birinin kendisine âşık olduğuna<br />

hezeyani bir şekilde inanılır.<br />

Bu tür kişilerde sosyal ve mesleki işlevsellikte başarısızlık söz konusudur. Yalnız ve<br />

genellikle cinsel açıdan inhibe kişilerdir. Âşık olduğuna inanılan kişi kendisinden üst düzeyde<br />

bir mevkidedir. Genellikle birden başlar. Đlk aşk objesi olabilir. Karşısındaki kişinin reddedici<br />

davranışlarını, rasyonalize ederek aslında kendisine âşık olduğunu ama her hangi bir sebepten<br />

dolayı böyle davrandığını düşünür.<br />

42


Erotomani sadece hezeyanlı bozuklukta değil birçok psikiyatrik tabloda ortaya<br />

çıkabilir. Erotomanili kişilerin çoğu hezeyanlı bozukluk dışında bir tanı almışlardır. Kişi<br />

hezeyanını gizlemeye teşebbüs etse de, telefon mesajları, hediyeler, çiçekler, ziyaretler hatta<br />

gizlice takip etme gibi yollarla âşık olunan kişi ile temas etme çabaları yaygındır.<br />

Erotomaniyi, yeni bir kategori olan “Takipçi Tacizci” (Stalking) ile karıştırmamak<br />

gerekir. Burada takıntılı bir şekilde mağdur takip ve taciz edilir. Buradaki motivasyon<br />

hezeyan değildir. Antisosyal özellikler belirgindir (18,66,67,68).<br />

Somatik tip:<br />

Bir fiziksel kusurunun olduğuna veya ciddi bir hastalığının olduğuna dair yanlış<br />

inançla karakterize bir tablodur. Eskiden “Monosemptomatik Hipokondriyak Psikoz” olarak<br />

da adlandırılırdı.<br />

Hezeyanlı bozuklukla hipokondriyazis arasındaki temel fark, inancın derecesiyle<br />

ilgilidir. Aşırı anksiyete ve sürekli tetikte olma hali vardır. Şiddetli bir enfeksiyona<br />

yakalandığı, parazit infestasyonları ile vücudunun sarıldığı hezeyanları olabilir. Vücut<br />

sıvılarından kaynaklanan kokunun herkes tarafından duyulduğu, bedenin bazı organlarının<br />

çalışmadığı, derinin içinden böceklerin yürüdüğü, normal görülmesine rağmen vücudunda<br />

belirgin bir şekil bozukluğu olduğu şeklinde hezeyanlar da görülebilir.<br />

Genellikle her iki cins de eşit olarak etkilenmiştir. Bu hastalar genellikle ilk olarak<br />

dermatologlara, plastik cerrahlara, dâhiliyecilere ve gastroenterologlara başvurur. Eğer farkına<br />

varılmazsa bir süre sonra hekimleri canlarından bezdirebilir. Özellikle plastik cerrahi<br />

operasyonlarından önce mutlaka psikiyatrik konsültasyonun gerekliği bu vakalar da çok daha<br />

belirgin şekilde ortaya çıkar (18,66,67,68).<br />

Grandiyöz tip:<br />

Megalomani olarak da adlandırılır. Đnsanların çoğunda olmayan bir takım özelliklere<br />

sahip olduğu ama anlaşılamadığı hezeyanı vardır. Tek başına görülmesi oldukça nadirdir.<br />

Genellikle başka psikiyatrik tablolarla beraber görülür. Bu yüzden ayrı bir alt tip olarak<br />

sınıflandırılmasının gerekli olup olmadığı konusunda şüpheler vardır.<br />

43


Karma tip:<br />

Bir kişide aynı anda birden fazla hezeyanın olduğu durumlarda bu tanı konur.<br />

Belirlenmemiş tip:<br />

Başka psikiyatrik ve nörolojik tablolar altında görülen özel hezeyanlar, tek başlarına<br />

olduğunda hezeyanlı bozukluk başlığı altında değerlendirilir.<br />

Capgras Sendromu; tanıdığı kişilerin yerine aynı görünümdeki başka insanların<br />

geçirildiği hezeyanı.<br />

Cotard Sendromu; statüsü ve organları dâhil her şeyini kaybettiğine inandığı<br />

nihilistik hezeyan (18,66,67,68).<br />

AYIRICI TANI<br />

Ayrıcı tanıda öncellikle diğer psikiyatrik tablolar dikkate alınmalıdır. Ayrıca birçok<br />

dâhili ve nörolojik hastalıkta hezeyanlar görülebilir. Hezeyanlara sebep olan toksik, metabolik<br />

durumlar ve limbik sistem ile bazal gangliyonları etkileyen durumlar dikkate alınmalıdır.<br />

Alzheimer, Pick hastalığı, Huntington koresi, Parkinson gibi hastalıklara ayırıcı tanıda<br />

mutlaka dikkat edilmelidir. Demansların çoğunda hezeyan vardır.<br />

Demans ve delirium dışlandıktan sonra ilaç ve madde kullanımı öyküsü dikkatlice<br />

alınmalıdır. Bu maddeler arasında hezeyana en sık sebep olan iki madde amfetamin ve<br />

kokaindir. Bazen yoğun alkol kullanımının sonucu olarak hezeyanlı tablolar ortaya çıkabilir.<br />

Hezeyanlı bozuklukta madde kullanım öyküsü dikkatli bir şekilde araştırılmalıdır<br />

(18,66,67,68).<br />

44


TEDAVĐ<br />

Hezeyanlı bozukluk hastaları çok nadiren psikiyatrik bir yardım arayışına girerler.<br />

Daha ziyade başka branşlardaki hekimlerin veya mahkemelerin sevki ile psikiyatrik başvuru<br />

olur.<br />

Tedavide temel şart güvenilir bir hasta hekim ilişkisi kurmaktır. Hastaya güven telkin<br />

edilmeli, hezeyanları tartışılmamalı ya da kabul edilmiş gibi yapılmamalıdır.<br />

Hastanın hezeyanlarına bağlı olarak şiddete eğilimli olduğu acil durumlarda mutlaka<br />

hastaneye yatırmak gerekir. Hezeyanlı bozukluğun tedavisinde antipsikotikler kullanılır.<br />

Antipsikotikler içinde etkili olduğu kabul edilen ilaçların başında pimozid gelir (71).<br />

Ancak hezeyanlı bozuklukta etkisi kesin olarak ortaya konmuş bir tedavi yoktur.<br />

Psikoterapiler kismi fayda sağlayabilir (18,66,67,68).<br />

ŞĐZOAFFEKTĐF BOZUKLUK<br />

Đsminden de anlaşıldığı gibi şizoaffektif bozuklukta hem şizofreni, hem de affektif<br />

bozukluk bulguları vardır. Đlk kez 1913'de George H. Kirby ve 1921'de August Hoch şizofreni<br />

ve affektif bozukluk semptomları olan ve dementia praecox gibi yıkıma uğramayan bir grup<br />

hasta tanımladılar ve bunları manik-depressif psikoz grubunda sınıflandırdılar.<br />

1933'de Kasanin ilk kez "şizoaffektif bozukluk" deyimini kullandı. 1970'lere kadar<br />

hastalığın şizofreninin bir alt tipi olduğu kabul edildi. Daha sonra, iki uçluluğun sık olması,<br />

seyrinin şizofreniye göre daha iyi olması, lityumun bazı olgularda etkin olduğunun görülmesi<br />

şizoaffektif bozukluğun affektif bozukluklar kapsamında ele alınmasına neden oldu.<br />

Yine de, şizoaffektif bozukluk kavram olarak kaldı ve DSM-IV-TR’de şizofreni ve<br />

diğer psikotik bozukluklar bölümünde ayrı bir bölüm olarak yer aldı (17,74).<br />

45


Şizoaffektif bozukluğun başlıca özelliği, kimi zaman bir major depresif, manik ya da<br />

karma dönemle birlikte, şizofreniye özgü belirtilerin birlikte bulunduğu kesintisiz bir hastalık<br />

döneminin olmasıdır. Ayrıca hastalığın aynı dönemi içinde, en az 2 hafta süreyle, belirgin<br />

duygudurum belirtileri olmadan, hezeyanlar ya da hallüsinasyonlar da bulunmuş olmalıdır.<br />

Son olarak, hastalığın toplam süresinin önemli bir kesiminde duygudurum belirtileri görülmüş<br />

olmalıdır. Diğer bir deyişle, duygudurum belirtilerinin de olduğu, psikozda olunan toplam<br />

hastalık dönemi, duygudurum belirtileri olmadan hezeyan ya da hllüsinasyonların olduğu<br />

dönemden daha uzun sürmüş olmalıdır (18).<br />

Bu hastalarda işle ilgili işlevsellikte düşme olabilir, toplumsal ilişki kurmada azalma<br />

görülebilir, kendine bakım zorlukları ortaya çıkabilir. Artakalan veya negatif belirtiler<br />

şizofrenide görülenlere göre daha düşük yoğunlukta ve daha az kroniktir.<br />

Şizoaffektif bozukluğun süresi en az bir aydır. Kesintisiz hastalık dönemi yıllarca hatta<br />

onyıllarca sürebilir. Bozukluğun seyri alevlenmeler-yatışmalar biçiminde ya da uzun süreli<br />

kötüye gidiş biçiminde olabilir.<br />

Şizoaffektif bozukluğun iki tipi vardır:<br />

Bipolar Tip ve Depresif Tip (18,44).<br />

Şizoaffektif bozukluğun yaşam boyu prevalansı % 1'den azdır. Erkeklerde kadınlardan<br />

daha az görülür. Özellikle evli kadınlarda daha sıktır. Kadınlarda başlama yaşı tıpkı<br />

şizofrenide olduğu gibi erkeklere göre daha geçtir. Bozukluğun bipolar tipi genç erişkinlerde,<br />

depressif tipi ise yaşlılarda daha sık görülmektedir (17,74).<br />

Şizoaffektif bozukluğu olanların prognozu, şizofrenik bozukluğun prognozuyla<br />

duygulanım bozukluğunun prognozu arasındadır.<br />

Şizofreni ve duygulanım bozukluğunun ayırıcı tanısında yer alan bütün durumlar,<br />

şizoaffektif bozukluk ayırıcı tanısı için de geçerlidir. Steroid tedavisi alanlar, amfetamin ve<br />

fensiklidin kötüye kullanımı olanlar ve temporal epilepsisi olan hastaların bazıları, aynı anda<br />

şizofrenik bozukluk ve duygulanım bozukluğu semptomları gösterebilir (72,73).<br />

46


BTA (ATĐPĐK) PSĐKOZ<br />

Bu tanı şemsiyesi altında bugünkü tanı kriterlerine uymayan çeşitli klinik görünümler<br />

vardır. Aslında DSM-IV-TR’de bu kategori için çok özel tanı kriterleri yoktur. Daha ziyade,<br />

spesifik tanı koymada uygunsuz bilgilerin olduğu “psikotik semptomatoloji”yi (sanrılar,<br />

varsanılar, dezorganize konuşma, fazlaca dezorganize veya katatonik davranış benzeri) veya<br />

çelişkili bilgilerin olduğu veya herhangi bir spesifik psikotik bozukluk kriterlerine uymayan<br />

psikotik semptomları olan bozuklukları içerir. Duygudurum bozukluklarının eşlik etmediği ve<br />

şizofreni veya diğer hiçbir DSM-IV-TR kategorileri için patognomonik olmayan psikotik<br />

semptomları olan hastalar gibi. BTA psikoz tanısı alan diğer bir grup hasta, şizofreninin diğer<br />

semptomları olmayan, fonksiyonel bozukluğun eşlik ettiği uzun süreli sanrıları olan (böylece<br />

sanrılı bozukluk tanısı dışlanan) hastalardır (72).<br />

BTA psikoz tanısı, hekimin primer veya genel tıbbi durum veya madde ile<br />

indüklenmiş bir durumdan kaynaklanıp kaynaklanmadığını belirleyemediğinde de kullanılır.<br />

Psikoza medikal yatkınlık sıklıkla kroniktir, ve yeterli madde yoksunluğu periyodu olmayan<br />

birçoğu böyle bir fark yaratabilir. Ek olarak, bazı maddeler ileri klinik tanının olduğu uzamış<br />

psikotik semptomlara yol açabilir. Aslında, belli yasadışı maddelerin psikoz etyolojisindeki<br />

yatkınlık boyutu bilinmemektedir (72).<br />

Toplumda bu konunun prevalansı konusunda minimal bir bilgi vardır. Pratikte, BTA<br />

psikoz tanı koymada uygunsuz bilgi olduğunda veya şizofreni benzeri daha şiddetli bir<br />

tanıdan ilk tanının güvenilir olmaması nedeni ile kaçınıldığında sıklıkla kullanılır. Hekimler<br />

tarafından BTA psikoz tanısı konulan hastalar arasında en yaygın tanı şizofreni (%23) ve<br />

BTA psikoz (% 19)’dur. Literaratürde ilk başvuru sonrası bu tanı azalır (72). Ancak<br />

hastanemizde bu tanıyı alan hastaların tanılarının zaman içinde fazla değişmediği<br />

görülmektedir.<br />

47


KRONĐK PSĐKOTĐK HASTALARDA TABURCULUK SONRASI TAKĐP<br />

VE TEDAVĐYE UYUM<br />

Uyum (komplians) hastanın sağlıkla ilgili önerileri kabul etmesi ve bunlara uyması<br />

olarak tanımlanabilir (75). Bu tanım yalnızca reçete edilen ilaçların kullanımı şeklinde dar bir<br />

alanla sınırlı kalmayıp, hastanın klinisyenin tüm önerilerine davranış boyutunda uyum<br />

göstermesi şeklinde geniş bir alanı kapsamaktadır (76).<br />

Tedaviye uyumsuzluk; reçete edilen ilaçları kullanmamak ya da düzensiz kullanmak,<br />

reçete edilmeyen ilaçları kullanmak, randevuları kaçırmak, takiplere devam etmemek ve buna<br />

benzer diğer davranışlarda bulunmak şeklinde birçok boyutta karşımıza çıkmaktadır (77).<br />

Psikiyatrik hastalarda, ilaç uyumsuzluğu tedavi etkinliğini olumsuz yönde etkileyen<br />

sorunların başında gelmektedir (78).<br />

Đlaç uygulaması şizofreni ve diğer psikotik bozukluklarda tedavinin temel unsurudur<br />

(79). Antipsikotik ilaçlara uyumsuzluk oranı % 11-80 arasında değişmektedir ve klinik<br />

pratikte önemli sonuçları görülen ciddi bir sorundur (76).<br />

Thomas H ve arkadaşlarının çalışmalarında belirttiği gibi olguların üçte ikisi tedaviye<br />

tam ya da kısmi uyumsuzluk nedeniyle yeniden hastaneye yatmak zorunda kalmaktadır. Đlk<br />

yatıştan sonraki 1 yıl içinde tedaviye uyumsuzluk nedeniyle % 40 oranında relaps<br />

görülmektedir (80).<br />

Tedaviye uyum sorunları, hastaneye yeniden yatışı, morbidite ve mortaliteyi<br />

arttırmaktadır. Hastaneye yeniden yatış, mesleki ve ailesel sorunlara yol açmakta, bunlarla<br />

bağlantılı olarak hastanın yaşam kalitesi düşmektedir (76).<br />

Psikotik bozukluklarda ataktan sonra düzenlenecek olan idame tedavisinin nüks riskini<br />

azalttığı bilinmektedir. Genellikle idame tedavisi sırasında daha sık karşılaşılan uyum sorunu,<br />

hastalığın seyrinde erken dönemde alevlenmelere neden olarak prognozu olumsuz yönde<br />

48


etkilemektedir. Buna rağmen tedaviye uyumsuzluk klinik uygulamalarda çok sık karşılaşılan<br />

ve hastanın tekrar yatırılmasını gerektirebilen önemli bir sorundur (81).<br />

Uyumsuzluğu değerlendirirken esas amaç, tedavi uyumsuzluğunu öngören faktörleri<br />

bulup, uyumun şiddetini doğru bir şekilde ölçmek olmalıdır (76).<br />

Aker ve arkadaşlarının çalışmalarında belirttikleri gibi tedaviye uyumsuzluğun<br />

nedenleri arasında; kişinin hastalığa karşı içgörüsünün olmaması veya yetersiz olması,<br />

hastanın psikotik düzeydeki psikopatolojisi, ilaç kullanımına karşı hastanın yaşadığı kuruntu<br />

ve korkular, hastalığın seyri gibi doğrudan kişinin mevcut psikiyatrik durumuyla ilgili<br />

nedenler sayılabileceği gibi, ilaçlara bağlı ortaya çıkan yan etkiler, ilaç rejimine uymada<br />

yaşanılan sorunlar, sosyal ve çevresel desteğin yetersiz olması, ekonomik güçlükler, tedaviye<br />

karşı yetersiz bilgilenme veya tedaviyi yanlış yorumlama, bölgenin ve hastanenin şartları,<br />

hastanın ve çevresinin ilaç tedavisine ve ruhsal hastalığa karşı tutumu, ilaç kullanımının<br />

toplumsal hayatta yarattığı düşünülen güçlükler, kültürel inançlar (özellikle toplumumuzda<br />

çok sık görülen medyum, şifacı, hoca gibi insanlardan yardım beklentileri), tedavi konusunda<br />

görülen baskı gibi etkenler de belirleyici rol oynamaktadır (82,83).<br />

Bir çok çalışmada özellikle hastanın birlikte yaşadığı yakınlarının ya da ailesinin ilaç<br />

tedavisine karşı olan tutumunun önemine vurgu yapılmıştır (83,84,85).<br />

UYUMSUZLUĞUN NEDENLERĐ<br />

Hastalığa Bağlı Etkenler<br />

Uyumsuzluk, çeşitli psikopatolojik durumlar, organik mental durumlar ve özellikle de<br />

sanrıların içeriği ile ilişkilidir. Kötülük görme, büyüklük ve kontrol edilme sanrılarının ön<br />

planda olduğu pozitif belirtiler ilaç uyumunu ciddi biçimde bozmaktadır. Ayrıca negatif<br />

belirtiler, motivasyon eksikliği ve apati de uyumu bozmaktadır (82,86).<br />

Hastalığın akut döneminde hostilite, hastalığın inkârı ve psikotik dağınıklık gibi<br />

semptomlar tedavi reddine sebep olabilir.<br />

49


Yapılan çalışmalarda, hastalık süresinin uzun olması ve yatış sayısının fazlalığı ilaç<br />

uyumsuzluğu ile ilişkili bulunmuştur. Özellikle hastalık süresinin uzunluğu ve sık yatışlar,<br />

hastalarda; hastalıklarının hiç düzelmeyeceği ve tedavi girişimlerinin etkili olamayacağı<br />

şeklindeki düşüncelerin gelişmesine neden olarak tedavi uyumlarını bozmaktadır (82).<br />

Olfson ve arkadaşları ilaç uyumunu değerlendirdikleri 213 şizofreni ve şizoaffektif<br />

bozukluğu olan hastayla 2000 yılında yaptıkları bir çalışmada; genellikle hastaların<br />

hastaneden çıkışı izleyen ilk 3 ay içinde yaklaşık % 50’sinin kısmi uyumsuzluk, % 20’sinin<br />

ise tam uyumsuzluk gösterdiklerini rapor etmişlerdir (87).<br />

Aker ve arkadaşlarının Psikotik Bozukluğu olan 37 hastayla yaptıkları bir çalışmada,<br />

hastaların hastaneden çıktıktan sonraki ilk 10 gün içinde ilacı bıraktıkları ve uyumsuzluğun<br />

başladığı bildirilmiştir. Bu dönemde çeşitli bilişsel yetersizlikler, nüksün risk ve sonuçlarını<br />

değerlendirme yetisinde azalma gibi etkenler, bazı hastaların uyumunu zorlaştırır (82).<br />

Eştanıların varlığı uyumu olumsuz yönde etkileyen diğer bir faktördür. Özellikle alkol<br />

ya da madde kullanımı eştanıları tedavi uyumunu en fazla bozan iki tanı olarak belirlenmiştir.<br />

Perkins DO ve Lacro JP’nin yaptıkları çalışmalarda; daha uyumlu hastaların daha fazla<br />

depresif belirtileri olduğu, ancak depresif belirtilerin şiddeti arttıkça ilaç uyumunun da<br />

giderek bozulduğu belirtilmiştir. Çaresizlik ve umutsuzluk duyguları tedaviye olan inancı<br />

azaltmaktadır (88,89).<br />

Şiddetli psikopatoloji, hastanın içgörüsünü olumsuz bir şekilde etkileyerek bir kısır<br />

döngü oluşturmakta ve bu şekilde ilaç uyumunu bozmaktadır. Aker ve arkadaşları 2000<br />

yılında 37 hastada yaptıkları bir çalışmada ilaç uyumsuzluğunu etkileyen etkenlerin başında<br />

şiddetli psikopatolojinin geldiğini (% 64,9) bulmuştur (82).<br />

Đçgörü Eksikliği<br />

Đçgörü eksikliği ve tedavi uyumsuzluğu yaygın bir şekilde birliktelik gösterir ve<br />

sıklıkla hastalığın kötü sonuçlanmasına sebep olur. Lacro ve arkadaşları ilaç uyumsuzluğu ve<br />

50


iskleri ile ilgili yazdıkları bir gözden geçirme yazısında ilaç uyumsuzluğunun en fazla içgörü<br />

eksikliği ile ilişkili olduğunu ileri sürmüştür (89).<br />

Şizofrenik bireylerin belirtilerini algılayışları, bunları nasıl tanımladıkları,<br />

hastalıklarının seyrinden ve tedaviden neler bekledikleri araştırılarak içgörünün düzeyi dolaylı<br />

olarak ölçülebilir. Đçgörü eksikliği, kişinin hastalığına karşı olan umutsuzluğu, bilgilenme<br />

eksikliğini de beraberinde getirir. Rusch N ve arkadaşlarının çalışmalarında da belirttikleri<br />

gibi içgörü ve uyum azlığının farklı sebepleri olabilir, bunlar; nörokognitif defisitler,<br />

şizofrenik bireylerin daha da abartılı kullandıkları savunma mekanizmaları olan inkâr ve<br />

yansıtmanın birer sonucu olarak davranışa yansıması olabilir (90,91).<br />

Holzinger ve arkadaşlarının 2002’de yaptıkları şizofreni hastalarında subjektif hastalık<br />

teorisini ve tedaviye uyumu araştıran bir çalışmada hastaların yardım anlaşması açısından<br />

değerlendirilmesi uyumun en iyi tek göstergesi olarak tanımlanmıştır (90).<br />

Unutulmamalıdır ki hastalığına yeterince içgörüsü olmadığı halde ilaçlarını düzenli<br />

kullanan ve takiplerine düzenli gelen hastalar olabildiği gibi içgörüsü olduğu halde tedaviyi<br />

sürdürmeme eğiliminde olan hastalar da vardır. Durum tamamen hastanın öznel tutumu<br />

bağlamında değerlendirilmelidir (59).<br />

Psikoaktif Madde Kullanımı<br />

Yapılan çalışmalarda şizofrenik bireylerde psikoaktif madde kullanımının, ilaç<br />

uyumunu ciddi biçimde bozduğu görülmüştür. Bebbington ve arkadaşlarının yaptıkları bir<br />

çalışmada uyumsuzlukla en kuvvetli ilişkinin ikili tanısı olanlarda, özellikle de alkol kötüye<br />

kullanımı olduğunda gözlemlenmiştir (92).<br />

Olfson ve arkadaşlarının 2000 yılında yaptıkları karşılaştırmalı bir çalışmada ilaç<br />

uyumsuzluğu olan şizofrenik bireylerin ilaç uyumu olanlara göre öykülerinde daha fazla<br />

madde kötüye kullanımı ya da bağımlılığı bulunduğunu rapor etmişlerdir (87).<br />

51


Alkol ve madde kullanımı ile tedavi uyumsuzluğu arasındaki ilişkinin sebep mi sonuç<br />

mu yoksa tesadüfî bir birliktelik mi olduğu tartışmalıdır. Bireye göre düşünmek<br />

gerekmektedir.<br />

Đlaçla Đlgili Etkenler<br />

Đlaçla ilgili faktörler, tedavi rejiminin karmaşıklığı, olumlu etkilerin geç ortaya<br />

çıkması, ilacı kesmenin ardından uzunca bir süre sonra ortaya çıkan olumsuz etkiler ve<br />

istenmeyen yan etkiler şeklinde sayılabilir (79).<br />

Farklı formlarda birçok ilacın aynı anda kullanılması ya da ilacı bölerek verme<br />

zorunluluğu gibi etkenler tedavi rejimini karmaşık hale getirir. Aker ve arkadaşlarının<br />

çalışmalarında, uyum ile yazılan ilaç sayısı ve ilaç alınma sıklığı arasında ters orantılı bir<br />

ilişki bulmuştur. Bu çalışmada en sık görülen uyumsuzluk şeklinin doz atlamak olduğu<br />

belirlenmiştir. Parenteral ilaç rejimlerinin de uyumu ciddi biçimde bozduğu, yapılan<br />

takiplerde % 40 oranında tedaviye uyumsuzluk olduğu gözlenmiştir (82).<br />

Uyumsuzluk aynı zamanda bazı sıkıntı verici yan etkiler yüzünden öğrenilen bir şey<br />

de olabilir. Đlaçların istenmeyen yan etkileri hastayı sıkıntıya sokar ve uyumsuzluğa neden<br />

olur. Midrasi ve arkadaşları yaptıkları çalışmada, hastaların tedaviyi bırakmalarının nörolojik,<br />

endokrin, antikolinerjik ve ekstrapiramidal sistem yan etkilerinin ortaya çıkması sebebi ile<br />

olduğunu göstermiştir (76).<br />

Yapılan birçok çalışmada da hastaların % 40’nın ilk 1 yıl içinde, % 75’inin 2 yıl içinde<br />

çeşitli yan etkiler nedeni ile ilacı bıraktıkları bildirilmiştir (87,93,94).<br />

Aker ve arkadaşlarının çalışmasında da yan etkiler nedeni ile görülen ilaç<br />

uyumsuzluğu yaklaşık % 40 oranında ikinci sırada yer almıştır. Tedavinin erken<br />

dönemlerinde ortaya çıkan akut distoni, akatizi ve akinezi gibi yan etkiler tedaviye uyumu<br />

etkiler. Ayrıca tedaviye disforik yanıt verenler, nöroleptiklerin yol açtığı defisit sendromu<br />

yaşayanlar uyumsuzluk için özel bir risk grubu oluşturur. Sedasyon bireyin yerine getirmesi<br />

gereken alanlardaki işlevselliğini bozması nedeni ile bireyde uyumsuzluğa yol açar. Libido<br />

kaybı, erektil disfonksiyon, retrograd ejekulasyon, anorgazmi gibi cinsel işlev sorunları % 80<br />

52


oranında gözlenir, bireyin bu tür yan etkilere maruz kalması hem psikozunu alevlendirebilir,<br />

hem de bu sebepten dolayı ilacı bırakmasına neden olur. Kilo alımı da uyumu olumsuz yönde<br />

etkileyen diğer bir nedendir (87,93,94).<br />

Đlginçtir ki birçok çalışmacı da yan etkilerin tedavi uyumu üzerinde olumsuz etkisi<br />

olmadığı hatta olumlu etkiler yarattığını iddia etmiştir. Bu paradoksik bulgu hekim-hasta<br />

ilişkisinde meydana gelen dolaylı bir iyileşmeden kaynaklanabilir ya da ilacın neden olduğu<br />

bir yan etki geliştiğinde tedavi hakkında bilgi verilmesi ile açıklanabilir (95).<br />

Parashos ve arkadaşları tarafından 2000 yılında şizofrenide ilaç uyumsuzluğu ile ilgili<br />

hasta ve yakınlarıyla görüşerek yapılan çalışmada, hastaların zihinlerinde ilaçlarla ilgili bazı<br />

yanlış düşünceler, korkular, önyargılar ve ilaçlar ve hastalıkla ilgili çevreden gelen olumsuz<br />

yüklü ve yanlış bilgilerin de tedaviye uyumu bozucu etkileri üzerinde durmuşlardır. Buna<br />

göre belirlenen önyargılar ve olumsuzluklar şunlardır; “ilaç kullanmak kişinin özdenetimini<br />

kaybetmesine neden olur; sürekli ilaç kullanmak kişiliğin değişmesine yol açar; sürekli ilaç<br />

kullanmak yetersizliğin göstergesidir; ilaçlar bağımlılık ve kısırlık yaparlar; yaşam boyu ilaç<br />

kullanmak zorunda olmak çok kötüdür; ilaç kullanmak damgalanmaya neden olur; ilaçlar işe<br />

yaramayabilir, belki de boşuna kullanılmaktadır; ilaç kullanma nedeni ile kişinin yaşam<br />

biçimi değişir” (96).<br />

Tedavi Ekibi<br />

Tedavi ekibinin hastalığa karşı olan inanç ve tutumu, nüks ve tardiv diskinezi<br />

konusundaki öngörüleri hastanın tedaviye uyumunu etkileyebilir.<br />

Olfson ve arkadaşlarının 2000 yılında 213 hastada yaptıkları çalışmalarında ilaç<br />

uyumsuzluğu olan hastaların hastanede yatışları süresince tedavi ekibiyle terapötik<br />

uyumlarının zayıf olduğunu ve yatarak tedavi görmelerinin aileleri tarafından reddedildiğini<br />

göstermiştir (87).<br />

Tedavide süreklilik kadar tedavi ekibinin sürekliliği de önemlidir. Genelde dünyanın<br />

hemen her yerinde aynı sorunla karşılaşılmaktadır. Hastaların aynı tedavi ekibini her seferinde<br />

bulmaları zor olmaktadır. Hâlbuki şizofreni gibi uzun süreli bir hastalığın tedavisinde ve<br />

53


ehabilitasyonunda başarı önemli ölçüde tedavinin ve tedavi ekibinin sürekliliğine bağlıdır.<br />

Tedavi ekibindeki süreklilik, aynı ekiple tedaviyi sürdürme anlamını taşımaktadır. Bu durum<br />

hem hasta açısından hem de ekip açısından çok büyük yararlar taşır. Hastanın tedavi ekibine<br />

yakınlığı, onları tanıması, güvenmesi, onlardan sürekli kabul ve destek görmesi tedavinin<br />

etkinliğine güçlü bir katkı sağlayacağı gibi aynı ekip üyelerinin hastayı ve yakınlarını kendi<br />

olanaklarının boyutlarıyla tanıyor olmaları da hastaya yardımın zamanında ve etkin bir şekilde<br />

ulaşmasını sağlar (65).<br />

Hastaya Đlişkin Etkenler<br />

Yaş, cinsiyet, kişilik özellikleri ve mental kapasitenin tedaviye uyumu etkilediği<br />

görülmektedir. Yapılan çalışmaların bazılarında yaşı daha genç olanlarda, erkeklerde, bazı<br />

azınlık etnik grup bireylerinde uyumsuzluk daha fazla görülmekteyken, bazı çalışmalarda ise<br />

geç yaş grubunda uyumsuzluk daha fazla görülmektedir. Demografik faktörler görece önemli<br />

değildir, her cins, yaş ve sosyal sınıfta uyumsuzluk görülebilir (89).<br />

Tedaviye daha önceden uyum göstermemiş olmak, sonraki uyumsuzluğun en önemli<br />

göstergesidir. Bireyin hastalık ve ilaçla ilgili inançları ve verilen önerilere uyumu kişilik<br />

özellikleri doğrultusunda olmaktadır. Özellikle narsisistik ve paranoid kişilik özelliklerinin<br />

olması uyumu olumsuz biçimde etkilemektedir (82).<br />

Premorbid kognitif işlevselliğin bozuk olması, unutma, görme ve işitme azlığı hastaya<br />

ilişkin diğer uyumsuzluk etkenleridir (91).<br />

Aileye Đlişkin Etkenler<br />

Şizofrenide tedavi uyumunu birçok faktör etkilemektedir fakat bu etkenler arasında<br />

ailenin rolü üzerinde çok az durulmuştur. Ailenin ilaca ve hastalığa bakış tarzı ve tutumu ile<br />

duygu dışavurumunun yüksekliği tedaviye uyumu etkileyen nedenlerdir.<br />

Selwood ve arkadaşlarının 79 şizofreni ailesiyle yaptıkları bir çalışmada bakım veren<br />

ailenin hastalıkla ilgili bilgisi ve duygu dışavurumunun tedavi uyumu ile ilişkisi<br />

54


araştırılmıştır. Ailenin duygu dışavurumunun değerlendirilmesinin, hastanın tedavi<br />

uyumsuzluğunun anlaşılmasına yardımcı olabileceği ileri sürülmüştür (97).<br />

Aker ve arkadaşlarının yaptıkları bir çalışmada hasta yakınlarının ilaç tedavisine karşı<br />

tutumu araştırılmıştır. Bu çalışmada psikotik bozuklukların doğasının hasta yakınlarının ilaç<br />

tedavisi ile ilgili tutumlarında önemli bir rolü olduğu görülmüştür. Ailede diğer psikotik<br />

hastaların bulunması, kullanılan ilaçların benzerliği ve yan etkilerinin gözlenmesi, hastada<br />

tedavi ile ilgili olumsuz düşüncelere yol açtığı ve uyumsuzluğu arttırdığı gözlenmiştir (85).<br />

Unutulmaması gereken bir başka önemli nokta da bazı aile üyeleri veya hasta<br />

yakınlarının zamanla yoruldukları ve bakım vericilikten, hastalığın sonuçlarıyla uğraşmaktan<br />

yılgınlığa düştükleri gerçeğidir. Bunun çok ciddiye alınması gerekir (59).<br />

Çevresel Etkenler ve Sosyal Destek Eksikliği<br />

Thomas H ve arkadaşlarının da çalışmalarında belirttiği gibi aile, arkadaş desteği veya<br />

bir işte çalışıyor olma da uyumu etkiler. Herhangibir işte çalışan hastalar, işyerinde ilaç<br />

kullanmaktan veya hastaneye gitmek içi izin istemekten dolayı etiketlenebilecekleri kaygısı<br />

ile uyumsuz olabilirler, sıklıkla doz atlamak ve randevulara düzensiz gelmek şeklinde<br />

uyumsuzluk gösterirler (80).<br />

<strong>Sağlık</strong> sisteminin yapısı, sağlık merkezlerine olan coğrafi uzaklık, randevuları<br />

bekleme zamanı, sosyal güvence ve ilaç maliyeti uyumu etkileyen önemli nedenlerdir<br />

Sosyal ve çevresel destek eksikliği, hastalık süresi ile ilişkili gözükmektedir.<br />

Hastalığın kronik seyri nedeniyle bakım verenlerin ilgilerinin azalması yanında, bakım<br />

verenlerin anne-baba olduğu olgularda bakım verenlerin süreç içinde fiziksel engellerinin<br />

artması ve ölmeleri durumunda hastaların sosyal ve çevresel desteklernin çok azalacağı bir<br />

gerçektir. Tedaviye uyum için önemli olan düzenli kontroller, sosyal ve çevresel desteğin<br />

zamanla azalmasıyla aksayabilir ve bu da hastalığın hem seyrini hem de şiddetini olumsuz<br />

yönde etkileyebilir (80).<br />

55


Yapılan araştırmalarda ruhsal hastalığa karşı olumsuz tutum ve ile hastalığın olumsuz<br />

seyri arasında anlamlı bir ilişki saptanmıştır. Şizofrenisi olan bireyi etkeleyen ve dışlama<br />

eğiliminde olan toplum için, düzenli psikiyatrist ziyaretleri ve ilaç kullanımı, başka hiçbir<br />

hastalıkta olmadığı kadar, hastalık hakkında olumsuz kanıların pekişmesini sağlayan iki<br />

etmendir. Bu hastanın tedavi arayışını güçleştirebilir (82,83).<br />

Ekonomik güçlükler nedeni ile ilaç kullanımının ve kontrollerin aksaması hastalığın<br />

süregenleşmesine ve özellikle pozitif belirtilerle seyreden vakalarda hastanın çevresi ile<br />

uyumunu olumsuz yönde etkileyerek, hastalarda ve hasta yakınlarında hastalıkla ilgili<br />

olumsuz fikir ve tutumların gelişmesine neden olabilir (82).<br />

1980’den sonraki yayınların yakın zamanda yapılan kapsamlı bir gözden<br />

geçirmesinde, Lacro ve arkadaşları incelenen 39 yayında tedaviye bağlı olmama ile en çok<br />

ilişkili unsurları; zayıf içgörü, ilaç kullanımına karşı olumsuz tutumlar ya da kişisel yanıtlar,<br />

daha önceki bağlı olmama davranışları, madde bağımlılığı, daha kısa hastalık süresi, yetersiz<br />

taburculuk planlaması ya da olumsuz çevre koşulları olarak bildirmektedir. Öte yandan; yaş,<br />

cinsiyet, etnik özellik, medeni hal, eğitim düzeyi, nöro-bilişsel bozukluk, psikotik<br />

semptomların şiddeti, ilaç tipi, ilaca bağlı yan etkilerin şideti, daha yüksek antipsikotik<br />

dozları, duygudurum semptomları varlığı, ilaç uygulama yolu ve ailenin katılımı tedaviye<br />

bağlı olmama ile ilişkili unsurlar olarak saptanmamıştır. Tedaviye bağlılık ve yaş, nöro-<br />

bilişsel bozukluk, ilaca bağlı yan etkilerin şiddeti ve aile katılımı gibi özel unsurlar arasında<br />

ilişki olmaması, klinik bilgilerin ve güncel yayınların karşıtı bir görüştür (89).<br />

Perkins D tarafından yapılan ve 1980–2002 arasındaki yayınların gözden geçirildiği<br />

bir başka çalışma, aksine uyumu etkileyebilecek; hastanın hastalığı ile ilgili bilgisi ve tedavi<br />

yararlarına olan inancı, ilaç tedavisinden beklenen yan etkilerin (ekstrapiramidal yan etkiler,<br />

nöroleptik disfori, akatizi, cinsel işlev bozukluğu, kilo artışı) yanısıra tedaviye ulaşma<br />

kolaylığı, aile veya toplum desteği derecesi gibi unsurlara dikkat çekmektedir (88).<br />

Weis ve arkadaşları psikotik bozukluğu olan 162 ayaktan hastada, tedaviye uyumun<br />

seyrini araştırmışlardır. Başlangıçta tedaviye bağlı olan hastaların % 50’si ortalama 13,7 ay<br />

bağlı kalmışlardır ve başlangıçta tedaviye uyumsuz olan hastaların % 75’i 1 ay sonunda<br />

uyumsuz bulunmuştur. Bu çalışmada tedaviye uyumla ilgili en çok ilişkili unsurun hastayla<br />

yapılan yardım anlaşması olduğu tespit edilmiştir. Çalışmanın bir başka sonucu da klozapin<br />

56


eçete edilen hastaların ilaç tedavisini sürdürdüğü zamanın anlamlı olarak daha fazla<br />

olmasıdır. Klozapin uyumu semptomlarda ve bilinçte büyük düzelme yaparak arttırmaktadır<br />

ancak klozapin tedavisi sırasında gereken yakın izlemin önemi de yadsınamaz (98).<br />

Kampman ve arkadaşlarının 2003’te yayınladıkları 4 yıllık izlem çalışmasında<br />

şizofreni tanısı konmuş ve tekrar tekrar hastaneye yatmış ve uzun süreli tedaviye uyumsuzluk<br />

öyküsü olan 41 hasta iki gruba ayrılmıştır. Hastaların 18’i çıktıktan sonra ayaktan hasta<br />

bakımı almışlardır; buna hem antipsikotik ilaç tedavisi hem de sonraki 4 yıl boyunca bir<br />

hemşire tarafından 2–4 haftada bir ev ziyaretleri dâhildir. Bu gruptaki hastalardan 9’unda<br />

hastaneye yatma gerekmezken, 4 yıl içinde tüm grupta hastanede yatılan gün sayısı yaklaşık<br />

% 80 azalmıştır. Örnek grup boyutu küçük olsa da bu çalışma kaynakların odaklandığı ve ev<br />

temelli tedavi modellerinin uygulandığı ısrarlı ayaktan hasta tedavisinin önemini<br />

göstermektedir (99).<br />

Diaz ve arkadaşları tarafından 2004 yılında yapılan ilaç alımının elektronik<br />

monitörizasyon araçlarıyla izlendiği 50 kişilik küçük bir grupta yapılan çalışmada hastane<br />

çıkışından sonraki 3 ay içerisinde tedaviye uyum % 47 bulunmuştur. Bu çalışmada<br />

antipsikotik sınıfının tedaviye uyumla ilişkisi bulunmamış, ancak gün içinde alınması gereken<br />

doz sıklığının uyumda belirleyici olduğu görülmüştür (100).<br />

Şizofrenide pozitif semptomların içgörü ve kavrayışı kısıtlaması, negatif semptomların<br />

irade ve motivasyonu düşürmesi, bilişsel bozuklukların ise hafızaya olan etkileri tedavi<br />

uyumunu olumsuz etkileyen faktörler olduğu değişik çalışmalarda gösterilmiştir<br />

(101,102,103).<br />

Bir olasılık, hastalık farkındalığını ve tedavi motivasyonunu arttırmak için psikoeğitim<br />

uygulamalarından faydalanmak olabilir. Ancak Beverly ve arkadaşlarının 2005 yılında<br />

yaptıkları çalışmaları şizofreni ve şizoaffektif hastalığı olanlarda psikoeğitimin tedaviye<br />

katkısı olmasına rağmen yalnızca ilaç uyumu esas alındığında beklenen etkiyi göstermediğini<br />

ve uzun dönemde uyumsuzluğu azaltmada anlamlı bir fark yaratmadığını göstermektedir<br />

(104).<br />

57


Almanya’da 2006 yılında Pitschel-Walz G ve arkadaşları tarafından 386 hastada<br />

yapılan bir çalışmada ailelerin de katıldığı düzenli psikoeğitimin şizofreni tedavisindeki<br />

başarıyı arttırdığı gösterilmiş ve tüm hastalara psikoeğitim uygulanması önerilmiştir (105).<br />

Sivas’ta Tel H ve arkadaşları tarafından 60 hastada yapılan bir araştırmada psikoeğitim<br />

verilen ailelerin hastaların semptomlarını daha rahat algıladıkları ve uyum ile ilgili<br />

problemleri daha erken fark ettikleri gözlenmiştir (106).<br />

Freudenreich O ve arkadaşlarının 2004 yılında yaptıkları çalışmada atipik ilaç<br />

kullanan, hastalığının farkında olan, daha az ekstrapiramidal semptomlar yaşayan ve sosyal<br />

fonksiyonları daha fazla olan hastaların daha uyumlu olacağı savını test etmişlerdir. Ancak<br />

sonuçlar klasik-atipik ilaç kullanımının ya da ekstrapiramidal etkilerin uyumda belirleyici<br />

olmadığı gösterilmiştir. Buna karşın hastalık semptomlarının farkında olmama, negatif<br />

semptomlar ve çalışıyor olma (muhtemelen damgalanmak istenmemesi sebebi ile) ilaç<br />

alımına karşı negatif bir tutum sergilenmesinde rol oynayan faktörler olarak bulunmuştur<br />

(107).<br />

Tek başına antipsikotik tipinin ve yalnızca uyuma yönelik psikoeğitimin uyumu<br />

arttırmadığı düşünülürse, bir seçenek de ilaç formunu değiştirmek olabilir. Hastaların büyük<br />

çoğunluğu ağızdan ilaç kullanmaktadır. Oral form ilaç kullanan hastalarda tedaviye uyumu<br />

takip oldukça zordur. Hasta kendisini gerçekte olduğundan daha uyumlu göstermeye meyilli<br />

olabilir. Hasta yakınlarından alınan bilgiler de genelde hastadan alınandan farklıdır. Tablet<br />

sayımı ve kanda ilaç miktarını izleme gibi yöntemler ise hem hastaya itici gelir hem de<br />

kolayca gerçeği saklamak mümkündür (108).<br />

Tedaviye uyumsuzluğundan şüphelenilen hastalarda tedavi klavuzları intramüsküler<br />

uzun etkili antipsikotik enjeksiyonunu önermektedir. Ancak uzun etkili enjeksiyon, hasta<br />

uyumsuzluğunu engellemek için tek başına yeterli değildir, zira hastanın kontrollerine<br />

gelmeyip ilacını almaması olasıdır. Ayrıca depo formundaki klasik antipsikotik<br />

ekstrapiramidal yan etkilerle uyumu bozma olasılığı da bulunmaktadır. Bu formun en kritik<br />

faydası hastanın ilacını almadığının hemen fark edilmesi ve dolayısı ile hekime gecikmeden<br />

ve hastalığın alevlenmesini beklemeden durumu düzeltmek için fırsat vermesidir. Ancak kimi<br />

hastalar enjeksiyon korkuları, enjeksiyon yerinde hissedilen ağrı, meydana gelebilecek yan<br />

58


etkilerden çekinme ve başkalarınca kontrol ediliyor olma hissi sebebi ile enjeksiyona sıcak<br />

bakmamaktadırlar (109,110).<br />

Kullanılan antipsikotik sınıfının tedaviye uyumu etkileyebileceği düşünülebilir, ancak<br />

bu konu tartışmalıdır. Yapılan uzun dönem çalışmaları genelde antipsikotik sınıfının uyum<br />

üzerinde fazla bir etkisi olmadığı yönündedir. Aynı sınıftaki ilaçlar arası farka bakmadan<br />

atipik ve klasik sınıfları karşılaştıran çalışmalarda uyum yönünden önemli bir fark<br />

bulunmamıştır. Örneğin Valenstein ve arkadaşları ayaktan tedavi gören yaklaşık 60 bin<br />

hastanın kayıtları üzerinde yaptıkları geniş çaplı bir çalışmada atipik antipsikotiklerin uyumu<br />

arttırmadığını göstermişlerdir (110,111).<br />

Hastaneye yatırılan hastalarda antipsikotiklere karşı tutumu arştıran Sajatovic ve<br />

arkadaşları da ayaktan tedavi süresince tutumun hemen hiç değişmediğini ve klasik ile atipik<br />

antipsikotikler arasında birini tercih ettirecek kadar önemli bir fark bulunmadığını<br />

bildirmişlerdir (112).<br />

Dilbaz N ve arkadaşlarının yaptıkları bir çalışmada hasta uyumsuzluğu uzun dönemde<br />

% 25, akut dönemde ise % 51 bulunmuş ve her iki dönemde de uyumsuzluk sebeplerinin<br />

başında hastalığın yadsınması (% 53,9) gelmiştir (113).<br />

Compton M ve arkadaşlarının 2006’da, ruh sağlığı hastalıkları hastanesinden yeni<br />

taburcu olan 221 hastada yaptıkları çalışmada hastaların taburculuk sonrası ilk randevuya<br />

gelmeme sebepleri araştırılmış ve dört önemli etken saptanmıştır. Yatış ve taburculuk<br />

sırasındaki gönülsüzlük (içgörü eksikliği dâhil) veya tedavisi sonlandırılmadan taburculuk,<br />

taburculuk sırasında hastaların kim tarafından nerede takip edileceklerinin belirlenmemiş<br />

olması (hastanın kendisini takip edecek ekiple tanıştırılması ve takip edileceği yerin<br />

gezdirilmesi), hastaların birincil destek gruplarının eksen 4 problemleri ve verilen randevu<br />

tarihi ile taburculuk arasında geçen sürenin uzunluğu. Diğer önemli etkenler de hastanın yatışı<br />

ve taburculuğu sırasında yaşadığı yan etki deneyimleri, bir iş sahibi olmaması, hastaların tüm<br />

tedavi ekibinin yeterliliği hakkında ne düşündüğü olarak bildirilmiştir. Diğer bazı<br />

çalışmalarda uyumsuzlukla ilgili bildirilen parametrelerden genç ve erkek olma, sağlık<br />

sigortası durumu bu çalışmada ilgili bulunmamıştır. Ayrıca bazı çalışmaların ayaktan takip<br />

randevuları arasındaki sürenin uzunluğunun randevuları kaçırma ile doğru orantılı olduğunu<br />

gösterdiği üzerinde durulmuştur (114).<br />

59


Nelson ve arkadaşları 2000 yılında yapmış oldukları çalışmada taburculuk sonrası ilk<br />

randevuya gelmeyenlerin gelenlere oranla sonraki yıl içinde iki kez daha fazla rehospitalize<br />

edildiklerini göstermştir. Ayrıca uyumsuzluğun önde gelen nedenlerinden biri olarak da<br />

taburculuk sonrası ilk randevuya kadar geçen sürenin öneminden bahsetmişlerdir (115).<br />

Kruse ve arkadaşlarının 2002 yılında yaptıkları çalışmada taburculuk sonrası ilk<br />

randevuya gelip gelmemenin tedaviye uyumun iyi bir göstergesi olduğu üzerinde durulmuş;<br />

taburculuk sonrası ilk iki hafta içinde randevu verilen hastaların iki hafta sonrasında bir<br />

zamana randevu verilenlere göre 4 kez daha uyumlu olduğunu bulmuşlardır, ayrıca kentlerden<br />

gelen hastaların köylerden gelen hastalara göre ilk randevularına gelmede 5 kez daha uyumlu<br />

olduklarını ve etnik gruplar arasında ilk randevuya uyumda farklılıklar olduğunu<br />

saptamışlardır. Bunun sosyoekonomik düzey ve kültürel değişkenlerle ilgisi olduğunu<br />

bildirmişlerdir. Ancak hastaneye olan coğrafi uzaklık ilk randevuya uyumda anlamlı bir etken<br />

olarak saptanmamıştır. Bunun bölgesel merkezlerin azlığı, hastaların tedavi motivasyonu veya<br />

özelleşmiş merkezlerin ve üniversite hastanelerinin tercihi gibi açıklamaları olabileceği<br />

belirtilmiştir. Ayrıca ilk randevu için taburculuk sonrası bir hemşire veya vaka yöneticisi<br />

tarafından hasta ve yakınlarına telefonla ulaşılmasının önemi üzerinde durmuşlardır (116).<br />

Kruse ve arkadaşları tarafından ilk randevularına gelmeyen 313 hastada 2002 yılında<br />

yapılan çalışmada uyumsuzluk için beş önemli prediktör tespit edilmiş; genç olmak, etnik<br />

farklılıklar, yetersiz aile destek sistemi (maddi imkânsızlık dâhil), sağlık sigortası sahibi<br />

olmamak ve antipsikotik ilaç tedavisini almıyor olmak; ilaçlarını alıyor olmak randevulara<br />

uyumu da arttırıcı bir faktör olarak bulunmuş. Ayrıca ilk randevuya gelmemenin artmış<br />

rehospitalizasyon, kendine ve başkalarına şiddet davranışı riski ile ilişkili olduğu<br />

belirtilmiştir. Etnik farklılıklarla ilgili olarak uyumsuzluğun maddi imkânsızlıktan çok<br />

kültürel bariyerlerle ilgili olduğu bulunmuştur (117).<br />

Boyer ve arkadaşlarının 2000 yılında yaptıkları çalışmada randevulara uyumu arttıran<br />

faktörler; kadın olmak, hastaneye yatışta gönüllü olmak; ayaktan taburculuk programının<br />

taburculuktan önce başlatılması, aile görüşmeleri, aile ve diğer bakımverenler için destek<br />

sistemleri, taburculuk planının ayaktan takibi yürütecek ekip ve klinikle birlikte yapılması<br />

olarak belirlenmiştir. Bu stratejiler uyumu üç kattan fazla arttıran faktörler olarak<br />

bulunmuştur. Ayrıca hastanın taburculuktan önce kendisini takip edecek ekiple tanıştırılması,<br />

60


taburculuktan önce hastaya takip edileceği kliniğin tanıtılması, taburculuk planının aile ile<br />

tartışılması, ailenin veya destek grubunun hastayı ziyareti, vaka yöneticisinin atanmasının da<br />

önemi üzerinde durulmuştur (119).<br />

Edlund ve arkadaşları tarafından 2002’de yapılan çalışmada da ayaktan takiplere<br />

uyumsuzluk nedenleri arasında düşük gelir, genç ve erkek olma, sadece ilaç tedavisi ile takip<br />

ediliyor olmak, sağlık sigortasının yokluğu, hastanın tedavi ekibi ve tedavisi hakkındaki<br />

olumsuz düşünceleri, hastanede kendisini rahat hissetmeme, damgalanma kaygısı ve<br />

bilgisizlik bildirilmiştir (119).<br />

Zanjani F ve arkadaşları tarafından 2008 yılında yayınlanan çalışmada telefon bazlı<br />

vaka yöneticisi sevkinin tedaviye uyumu arttırmada etkisi araştırılmış ve etkili olduğu<br />

bulunmuştur (120).<br />

2004 yılında Coodin ve arkadaşları tarafından şizofreni, şizoaffektif bozukluk ve<br />

hezeyanlı bozukluk tanıları almış olan, randevularına gelmeyen 342 hastada yaptıkları<br />

çalışmada randevularına uyumsuz olan hastaların % 20’sinden fazlasının daha genç, alkol ve<br />

madde kullanımı olan ve daha düşük sosyal işlevsellik gösteren hastalar olduğu tespit<br />

edilmiştir (121).<br />

Weinerman R ve arkadaşları tarafından yapılan çalışmada ilk randevularına gelmeyen<br />

hastaların, randevularının günün hangi saatinde olduğunun uyuma etkisi olup olmadığına<br />

bakılmış ve randevusu öğleden sonra olan hastaların daha uyumlu olduğu bildirilmiştir (122).<br />

Nose M ve arkadaşları tarafından 2003 yılında psikozda uyumsuzluk ve başa çıkma<br />

stratejileri konusunda yapılan geniş çaplı metaanalizde uyumsuzluk iki şekilde ele alınmıştır;<br />

psikotropik ilaçların önerildiği şekildiği kullanılması ve randevulara önerildiği şekilde sadık<br />

kalınması. Bu konudaki çalışmalar dört farklı yöntem kullanmışlardır. Hasta ve yakınlarıyla<br />

görüşmeler, hasta dosyalarının ve kayıtların incelenmesi, değerlendirme ölçeklerinin<br />

kullanımı ve idrar testleri. Hasta uyumunu arttırma amaçlı klinik görüşmeler de beş gruba<br />

ayrılmıştır; eğitim stratejileri, psikoterapiler, hatırlatmalar, servislerin özel hareket tarzları ve<br />

aileyle görüşmeler (123).<br />

61


Kaynaklar genel olarak ilaç alımı ve randevulara devam konusunda uyumun<br />

arttırılması için söz konusu müdahelelerin ortalama 6 ay veya daha uzun sürdüğünde iki kez<br />

daha fazla etkili olduğunu söylemekte ve önermektedirler. Daha önceki gözden geçirme<br />

çalışmaları da psikotik hastalıklarda taburculuk öncesi randevu planının oluşturulmasının,<br />

telefon ve mektup hatırlatmalarının kullanımının, hasta ve yakınlarının tedavi, ilaçlar ve<br />

oluşabilecek yan etkiler konusunda bilgilendirilmesinin önemli olduğunu söylemektedir<br />

(124).<br />

Zygmunt A ve arkadaşlarının gözden geçirme çalışması söz konusu edilen tüm<br />

müdahelelerin etkili olduğunu göstermektedir. Servislerin özel stratejileri olarak; taburculuk<br />

öncesi hastanın ayaktan takip edecek ekiple tanıştırılması, tedavi ve ilaçlar hakkında<br />

destekleyici eğitim görüşmelerinin taburculuk öncesi yapılması özellikle etkili bulunmuştur.<br />

Psikoz söz konusu olduğunda tek tek tanılar ve hatta özelde belirti ve bulgularla uyumun<br />

arasındaki ilişkinin de araştırılması gereği üzerinde durulmuştur (125).<br />

Đkinci önemli nokta ise müdahelelerin uzun süreli etkilerinin ne kadar olduğudur. Bu<br />

nedenle etkili olduğu bilinen stratejilerin rutin ve sık olarak devam ettirilmesinin<br />

gerekliliğidir. Nose M ve arkadaşlarının gözden geçirme çalışmasında da özellikle taburculuk<br />

öncesi yapılan müdalelelerin, hastaların daha uyumlu olması ve taburculuk sonrası ilk<br />

randevularına gelip gelmemede -ki bunun hastanın sonraki uyumu açısından önemli bir<br />

gösterge olduğu kabul edilerek- önemli bir etken olduğu belirtilmiştir. Ve bunun tüm<br />

psikiyatrik servislerde bir rutin olması gereği üzerinde durulmuştur (123).<br />

Gallucci G ve arkadaşları da 2005 yılında yaptıkları çalışmalarında taburculuk sonrası<br />

ilk randevuya gelmemenin uyumsuzluğun iyi bir göstergesi olduğuna değinmiş ve ilk<br />

randevuya kadar geçen bekleme süresinin özellikle ilk 1 haftanın önemi üzerinde<br />

durmuşlardır. Đlk randevu için bekleme süresinin uzamasının sonraki randevulara uyumu<br />

bozduğunu belirtmişlerdir. Ayrıca ilk randevuya uyumsuzlukta genç ve erkek olmanın risk<br />

faktörü olduğunu söylemişlerdir (126).<br />

Agarwal MR ve arkadaşlarının şizofrenide tedaviye uyumsuzluğu araştırdıkları<br />

çalışmalarında uyumsuz hastaları; daha genç, daha kısa hastalık öyküsüne sahip, hastalığının<br />

başlangıç yaşı 20 ve 30’lu yaşlar arasında olan, hastalığı epizodik seyreden, daha az yan etki<br />

62


ildiren, daha fazla pozitif semptom yaşayan, bakımveren yakınları işsiz olan, zayıf içgörü<br />

sahibi ve tedaviye subjektif olumsuz yanıt verenler olarak belirlemişlerdir (127).<br />

Mitchell AJ ve arkadaşları tarafından 2007 yılında yapılan çalışmada, ayaktan tedavide<br />

başlangıç randevusuna gelmemenin, izlem randevularına uyumsuzluktan farklı prognostik<br />

öneme sahip olduğu vurgulanmıştır. Yaptıkları çalışmada, ilk randevu için uyumsuzluğun<br />

Cuma günlerinde, kış aylarında, geriatrik yaş grubunda, alkol ve madde kullanım<br />

bozukluklarında, rehabilitasyon psikiyatrisinde, kognitif davranışçı terapiler ve psikososyal<br />

tedavilerde daha yüksek olduğunu bulmuşlardır. Ve tüm psikiyatrik servislerin bir<br />

“uyumsuzluk yönetimi protokolü” sahibi olmaları gerektiği belirtilmiştir (128).<br />

Kitcheman J ve arkadaşları, 2008 yılında genel psikiyatri kliniğinde, 764 hastada<br />

yaptıkları çalışmada; ilk randevunun 24-48 saat öncesinde gönderilen “oryantasyon eğitimi<br />

mektupları”nın uyumu önemli ölçüde arttırdığını ve ilk randevuya gelmenin devam eden<br />

takiplere uyumda önemli bir gösterge olduğunu bulmuşlardır (129).<br />

Orlosky MJ ve arkadaşları 2007’de yayınlanan çalışmalarında; 2003 ve 2004<br />

yıllarında genel psikiyatri hastanesinden taburcu olan, vaka yöneticisi tarafından evinde<br />

izlenen hastalarda ilk randevuya gelişteki uyumu, bu yöntemin kullanılmadığı önceki<br />

yıllardaki ilk randevuya uyum açısından karşılaştırmışlardır. Sonuç olarak; evlerinde vaka<br />

yöneticisi tarafından izlenen hastaların % 71,6’sının taburculuk sonrası ilk 7 gün içinde<br />

(önceki yıllardaki oran: % 66,6), % 88,3’ünün taburculuk sonrası ilk 30 gün içinde (önceki<br />

yıllardaki oran: % 84,0) ilk randevularına uyum sağladıklarını, dolayısıyla bu programın<br />

anlamlı ölçüde etkili olduğunu göstermişlerdir (130).<br />

Glyngdal P ve arkadaşları tarafından yapılan çalışmada 6 aylık bir dönem içindeki<br />

hastaların 137’sinin (% 32) ilk randevularına gelmediği belirlenmiş ve bu hastalarla kontakt<br />

kurmak için yapılan (hatırlatma, randevu verme, ayaktan takip planı gibi) tüm çalışmaların<br />

uyumsuzluğu % 16’ya düşürdüğü saptanmıştır. Ayrıca ilk randevu için beklenen sürenin<br />

uzunluğuna değinilmiş, özellikle psikotik ve bağımlı hasta grubu için daha da önem taşıdığı<br />

vurgulanmıştır (131).<br />

Otero J ve arkadaşları tarafından yapılan bir başka çalışmada ise ilk randevularına<br />

gelmeyen 235 hasta ile gelen 300 hasta karşılaştırılmış ve diğer çalışmaların gösterdiğinin<br />

63


aksine yaş ve cinsiyet ile uyumsuzluk arasında bağlantı bulunmamıştır. Sevk edildikleri<br />

coğrafi bölge açısından bakıldığında ise merkezle daha önceki bağlantısı 1 yıldan fazla<br />

olanlar, merkeze hiç gelmeyenlere oranla daha uyumlu bulunmuşlardır (132).<br />

Agara AJ ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada hastaneden taburcu olmadan önce<br />

yapılan grup psikoeğitiminin taburculuk sonrası uyuma etkisi araştırılmış ve bunun için<br />

şizofreni ve psikotik depresyon tanılı 48 hasta alınmış. Sonuç olarak hastanede yatmakta iken<br />

yapılan grup psikoeğitimi uygulamasının taburculuk sonrası randevulara uyumda 9 ay<br />

boyunca, tüm psikiyatrik tanılar ve yaş gruplarında etkili olduğu belirtilmiştir (133).<br />

Speigel ve arkadaşları şizofren hastaların ailelerinin taburculuk sonrası, klinik ekip<br />

üyeleri tarafından, akut sorunların, kişilerarası problemlerin çözümü ve ailelerin eğitimi için<br />

yapılan periyodik ev ziyaretlerinin uyuma etkisini araştırmışlar ve ev ziyaretlerinin önemi<br />

üzerinde durmuşlardır (134).<br />

Mitchell ve arkadaşları 2007 yılındaki gözden geçirme çalışmalarında psikiyatrik<br />

hastaların randevularına gelmeme sebeplerini araştırmışlardır. Đngiltere sağlık departmanı<br />

2003 verilerinde psikiyatri hastalarının % 20’si randevularını kaçırmaktadır ve bu diğer tıbbi<br />

durumlar için söz konusu olanın yaklaşık 2 katıdır. Randevularını kaçıran hastaların ise %<br />

50’si drop out olmaktadır (135). Ancak yapılan çalışmalar çok daha yüksek ve çeşitli oranlar<br />

vermektedir. Servisten ve sistemden kaynaklanan hatalar yaygındır. Ayrıca hastayla kurulan<br />

terapötik işbirliğinin ve klinisyenin hasta tarafından algılanan “yardımseverliği”nin önemi<br />

üzerinde durulmuştur. Uyumun önemli göstergeleri, hastanın duyduğu güven ve memnuniyet<br />

ve tedavi kararlarına katılımının derecesidir. Uyumu arttırmak için kullanılan düzenli mektup<br />

veya telefon hatırlatmaları, randevuların alınmasının ve zamanının hasta için uygun ve rahat<br />

olması, taburculuk planları, hasta geribildirimleri, klinisyenin ulaşılabilir olması gibi<br />

önlemlerin önemi vurgulanmıştır (135). Ayrıca yapılan bazı çalışmalar hastaların<br />

randevularına gelmemesinin yarattığı dolaylı maliyetlerin yüksekliğini göstermektedir (141).<br />

Çalışmacılar randevulara uyumsuzluktan bahsederken hastaları ilk randevuya<br />

gelmeyenler-takip randevularına gelmeyenler ve randevularına sıklıkla uymayanlar-drop out<br />

olanlar şeklinde ayırmanın faydalı olacağını belirtmişlerdir. Đlk randevulara gelmeme, izlem<br />

64


andevularına gelmemeden daima yüksek oranda bulunmuştur. Ayrıca kısmi uyumsuzluk,<br />

drop outtan fazla bulunmuştur (135). Ancak mevcut literatürün çoğunluğu bu şekilde ayrım<br />

gözetmemiştir. Takip randevularının süresi göz önüne alındığında ise, yapılan çalışmalar<br />

göstermektedir ki 2 yıla sonrasında hastaların % 50’den fazlası drop out olmaktadır. Bu<br />

oranlar psikotik hastalar söz konusu olduğunda daha da yükselmektedir (142). Yapılan<br />

karşılaştırmalı çalışmalar göstermektedir ki izlem muayenelerine gelmeyen hastalar gelenlere<br />

oranla 4 kez daha fazla rehospitalize edilmektedir (115).<br />

Uyumsuzluğun bir sonucu da acil servislerde görülmektedir; Đngiltere’de yapılan bir<br />

çalışmaya göre akıl hastalığına sahip suisid kurbanlarının % 28’i akıl sağlığı servisleriyle<br />

ilişkisini kesmiş ve % 24’ü son 1 ay içinde hastaneden taburcu olmuş ve çoğu henüz<br />

taburculuk sonrası takiplerine gitmemiştir (143).<br />

Patel ve ark çalışmalarında klozapin ile haftalık veya iki haftalık kan sayımı<br />

takipleriyle tedavi edilen hastalarda tedaviye devam etmeme oranlarını % 10 olarak<br />

bulmuşlardır (144). Bu da ilaç kullanımı, takiplere uyum ve yaşam kalitesi arasındaki yakın<br />

ilişkiyi göstermektedir. Tüm bunlarla birlikte Smoller ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmaya<br />

göre; akıl sağlığı servislerindeki yüksek randevulara uyumsuzluk oranlarına rağmen<br />

psikiyatristler bu hastalarla ilişkiye geçmek konusunda diğer doktorlara oranla daha az çaba<br />

gösterme eğilimindedir (145,135).<br />

Takiplere uyumsuzluk bakımverenin daha fazla sorun yaşamasına neden olmakta,<br />

hasta ve bakımveren arasındaki ilişkiyi de bozmaktadır ve bu durum da bir kısır döngüye<br />

neden olmaktadır. Uyumsuzlukla başetme konusunda en önemli stratejilerden biri servisin<br />

randevulara gelmeyen hastalara ulaşmak ve sorunu çözmek konusunda uyguladığı bir<br />

program olması gerekliliğidir. Mitchell ve arkadaşları randevulara uyumsuzluğun<br />

göstergelerini şöyle belirlemişlerdir: Çevresel ve demografik faktörler; genç yaş, düşük<br />

sosyoekonomik durum, sağlık sigortasının olmayışı, ilaç uyumsuzluğu, evsiz olma, kliniğe<br />

uzaklık, ulaşım sorunları. Hasta kaynaklı sorunlar; unutma, uyuyakalma, randevu tarihini<br />

şaşırma, hastalığın şiddeti, yüksek anksiyete düzeyi, düşük sosyal istenirlik skorları, bağlanma<br />

bozukluğu, hastalığa karşı düşük içgörü. Kognitif problemler; demans. Hastalık faktörleri;<br />

kişilik bozukluğu, madde kullanımı, nevrotik bozukluklar, tanının net olmayışı. Klinisyene ve<br />

sevk sistemine ait sorunlar; hasta ve sevk sistemleri arasındaki iletşimsizlik, tedavinin başında<br />

65


olmak, terapötik işbirliğinin kalitesi, karar süreçlerine hastanın katılmayışı, sevk ve randevu<br />

tarihleri arasındaki uzunluk, sevk edenin psikiyatri hakkındaki tutumu (135).<br />

Shoffner ve arkadaşlarının 2007 yılında yapmış oldukları çalışmada telefon<br />

hatırlatmalarının randevulara uyuma etkisi araştırılmış ve etkili olduğu görülmüştür (136).<br />

Killaspy ve arkadaşları prospektif çalışmalarında, randevulara uyumsuzlukta sosyal<br />

izolasyon ve psikiyatrik hastalığın şiddetinin önemi üzerinde durmuşlardır (137).<br />

Yıldız M ve arkadaşlarının ülkemizde yaptıkları çalışmada Sosyal Beceri Eğitimi<br />

programının Belirtilerle Başetme ve Đlaç Tedavisi Yaklaşımı modüllerinin 8 ay süren<br />

uygulaması sonucu şizofreni hastalarının belirtilerinde iyileşme saptanmış ve tedaviye uyum<br />

artmıştır (138).<br />

Marder SR’nin gözden geçirme çalışmasında şizofrenide tedaviye uyumsuzluğun<br />

nedenleri olarak ilaçların yan etkileri, psikotik semptomların ağırlığı, bilişsel bozukluk,<br />

ilaçların tedavideki rolünü anlayamama, hastaların hastalıkları hakkında bilgi eksikliğinin<br />

önemi belirtilmiş ve başetme stratejileri olarak da hastaların tedavi, ilaçlar ve yan etkiler<br />

konusunda eğitimi ve uzun etkili depo ilaçların üzerinde durmuşlardır (139).<br />

Cruz ve arkadaşlarının makalesinde, randevulara uyumsuzluğun oranının hastanenin<br />

hizmet kalitesinin de bir göstergesi olduğu, vaka yönetiminin önemi, ev ziyaretleri, hastaneye<br />

ulaşımın sağlanması, bireysel ve grup psikoterapileri, eğlence ve sosyal programlar,<br />

randevular için esnek programlar gibi müdahelelerin önemi belirtilmiştir (140).<br />

Bu bilgiler ışığında hastalarımızın tedaviye uyumunun önemi göz önünde<br />

bulundurularak; hastanemizin genel psikiyatri servislerinde yatan ve taburculuk sonrası izlem<br />

muayenelerine gelmeyen kronik psikotik hastaların ayaktan izleme gelmeme ve ilaç<br />

kullanmama nedenlerini, özellikle önlenebilir nedenleri saptamayı amaçladık.<br />

66


YÖNTEM VE GEREÇLER<br />

Araştırmaya öncelikle 01.03.2006 – 31.5.2008 tarihleri arasında <strong>Bakırköy</strong> <strong>Prof</strong>. <strong>Dr</strong>.<br />

<strong>Mazhar</strong> <strong>Osman</strong> <strong>Ruh</strong> <strong>Sağlığı</strong> ve Sinir Hastalıkları Egitim ve Araştırma Hastanesi genel<br />

psikiyatri (psikoz) servislerinde yatışı olan hastalar alındı.<br />

Hastalar kronik psikotik bozukluğu olanlardan seçildi. Bunun için şizofreni,<br />

şizoaffektif bozukluk, hezeyanlı bozukluk ve atipik psikoz tanıları olanlar alındı. Tanı<br />

karmaşası olmaması için son iki yatışındaki teşhisleri aynı olan hastalar seçildi.<br />

Kısa süreli psikotik bozukluklar, genel tıbbi duruma bağlı psikotik bozukluklar, madde<br />

kullanımına bağlı psikotik bozukluklar ve mental retardasyon tanıları olanlar çalışma dışı<br />

bırakıldı. Bu tanı kriterlerine uyan toplam 4453 hasta tespit edildi.<br />

Bu hasta listesi poliklinik listeleri ile karşılaştırılarak taburculuk sonrası en az 6 ay<br />

boyunca ayaktan tedavi ünitesine gelmeyen hastalar tespit edildi (2114 kişi; % 47,4)<br />

2114 kişilik ana hasta grubumuzdan rastlantısal olarak 350 kişi seçildi. Bu hastalar<br />

hakkında sosyodemografik veriler, telefon numaraları ve hastalıkla ilgili değişkenler (ekler,<br />

form 1), arşiv dosyaları taranarak elde edildi.<br />

Daha sonra bu hastalara ve yakınlarına, elde edilen telefon numaralarından ulaşılarak,<br />

literatür verileri gözönünde bulundurularak hazırlanan sorular (ekler, form 2) yöneltildi.<br />

Toplam 308 hasta ve yakınına telefonla ulaşıldı. Form 2’de sorulan soruların bir kısmı tek<br />

seçenekli, bir kısmı çok seçenekli idi.<br />

308 kişilik örneklemimizin, 2114 kişilik ana kütleyi % 95 güven aralığında % 5,16<br />

hata payı ile temsil edebileceği hesaplandı. 23 hasta, 285 hasta yakını ile görüşüldü. 24<br />

hastanın ex, 15 hastanın kayıp olduğu öğrenildi.<br />

67


Bu şekilde hastanemizden taburcu olduktan sonra ayaktan takibe gelmeyen kronik<br />

psikotik hastaların tedaviye devam etmeme, ilaç kullanmama ve hastanemize gelmeme<br />

sebepleri öğrenilmeye çalışıldı.<br />

ĐSTATiSTiKSEL YÖNTEMLER<br />

Bu çalışmada istatistiksel analizler MODALISA 4DD v5.1 programı ile yapılmıştır.<br />

Verilerin değerlendirilmesinde betimleyici istatistiksel metotların (ortalama, standart sapma)<br />

yanı sıra, 3 veya daha fazla grupların niceliksel karşılaştırmalarında tek yönlü varyans analizi<br />

(ANOVA) ve Fisher Testi, ikili grupların niceliksel karşılaştırmasında bağımsız t testi, nitel<br />

verilerin karşılaştırmalarında ki-kare testi, sayısal değişkenlerin birbirleri ile ilişkisini<br />

belirlemede Pearson korelasyon testi kullanılmıştır. Niteliksel verilerin ki-kare testi<br />

kullanılarak karşılaştırılması sonucu anlamlılık tespit edilmiş ise hangi<br />

modalitenin/modalitelerin buna sebep olduğu, en yüksek lokal ki-kare değerinin ölçülmesi<br />

yoluyla bulunmuştur. Gruplar arası niceliksel verilerin ANOVA ile karşılaştırılmasında<br />

anlamlılık tespit edilmişse, hangi faktörlerin bu anlamlılığa sebep olduğunun anlaşılması için<br />

ise faktör analizi kullanılmıştır. Sonuçlar, anlamlılık p


BULGULAR<br />

Çalışmaya 01.03.2006 – 31.5.2008 tarihleri arasında <strong>Bakırköy</strong> <strong>Prof</strong>. <strong>Dr</strong>. <strong>Mazhar</strong><br />

<strong>Osman</strong> <strong>Ruh</strong> <strong>Sağlığı</strong> ve Sinir Hastalıkları Egitim ve Araştırma Hastanesi genel psikiyatri<br />

servislerinden taburcu olduktan sonra ayaktan takiplerine gelmeyen, kronik psikotik hastalığı<br />

olan 308 hasta dâhil edilmiştir.<br />

Tablo 1: Görüşülen Kişi<br />

69<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Kendisi 23 7,5 %<br />

Yakını 285 92,5 %<br />

Toplam 308 100,0 %<br />

Çalışmamız için 23 hasta (% 7,5) ve 285 hasta yakını (92,5 %) ile görüşüldü. (Tablo 1)<br />

Tablo 2: Durum<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Ex 24 7,8 %<br />

Kayıp 15 4,9 %<br />

Yaşıyor 269 87,3 %<br />

Toplam 308 100,0 %<br />

24 hastanın ex (7,8 %), 15 hastanın kayıp (4,9 %) olduğu öğrenildi (Tablo 2). Bazı<br />

hastaların yakınları olmadığından mahalle muhtarlıkları veya polis karakolları ile görüşme<br />

yapılarak durumları hakkında bilgi edinildi. Bu nedenle kayıp olarak geçen hastaların bir<br />

kısmı sokakta yaşayan, kimsesi ve kalacak yeri olmayan ve nerede olduğu bilinmeyen<br />

hastalardı.


Tablo 3: Ex Nedeni<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Bilinmiyor 9 37,6 %<br />

Suisid 12 50,0 %<br />

Kaza 2 8,3 %<br />

Diğer 1 4,1 %<br />

Toplam 24 100 %<br />

Yapılan görüşmelerde hasta yakınlarına ex nedeni soruldu. 12 hasta suisid ( 50,0 %), 2<br />

hasta kaza (8,3 %) nedeni ile, 1 hasta diğer tıbbi nedenler (4,1 %) ile ex olmuştu. 9 hastada ex<br />

nedeni bilinmiyordu (37,6 %) (Tablo 3). Ancak hasta yakınlarının suisid ve akıl hastalığı<br />

konusundaki damgalanma endişeleri sebebi ile kaza ve bilinmeyen sebepler arasında da<br />

suisidler olabileceği düşünüldü.<br />

Tablo 4: Cinsiyet Dağılımı<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Erkek 219 71,1 %<br />

Kadın 89 28,9 %<br />

Toplam 308 100,0 %<br />

Çalışmaya alınan hastaların 219’u (71,1 %) erkek, 89’u (28,9 %) kadın hastalardan<br />

oluşuyordu (Tablo 4). Bu sayılar ayaktan takiplere uyumsuzluk konusunda mevcut literatüre<br />

uymakla birlikte, hastanemiz hasta profilinde de hastaların çoğunluğunu erkek hastalar<br />

oluştumaktadır.<br />

70


Tablo 5: Yaş Özellikleri<br />

Hasta Sayısı (n) Minimum yaş Maksimum yaş Ortalama yaş<br />

71<br />

Standart<br />

sapma<br />

Kadın 89 22 68 40,87 10,4<br />

Erkek 219 19 83 39,94 10,84<br />

Toplam 308 19 83 40,21 10,7<br />

Çalışmaya alınan hasta grubunun 19–83 arasında yaş dağılımı gösterdiği, kadınlarda<br />

maksimum yaşın 68 minimum yaşın 22, erkeklerde ise maksimum yaşın 83, minimum yaşın<br />

19 olduğu tespit edilmiştir. Genel yaş ortalaması 40,21 (SS 10,7) yıl olarak hesaplanırken,<br />

kadınların yaş ortalamasının 40,87 (SS 10,4) yıl, erkeklerin yaş ortalamasının ise 39,94 (SS<br />

10,84) yıl olduğu bulunmuştur. (Tablo 5)<br />

Tablo 6: Eğitim Durumu<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Bilinmiyor 2 0,6 %<br />

Okuryazar değil 17 5,5 %<br />

Okuryazar 8 2,6 %<br />

Đlkokul 146 47,4 %<br />

Ortaokul 43 14,0 %<br />

Lise 71 23,1 %<br />

Yüksekokul 8 2,6 %<br />

Üniversite 13 4,2 %<br />

Toplam 308 100,0 %<br />

Hastaların 146’sı (47,4 %) ilkokul, 43’ü (14,0 %) ortaokul, 71’i (23,1 %) lise, 8’i (2,6<br />

%) 2 yıllık yüksekokul, 13’ü ise (4,2 %) üniversite mezunu idi. 8 ‘i (2,6 %) okula gitmemiş<br />

ancak okuryazar, 17’si (5,5 %) okuryazar değil, 2’sinin ise (0,6 %) eğitim durumu bilinmiyor<br />

idi. (Tablo 6)


Tablo 7: Medeni Durum<br />

72<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Bilinmiyor 1 0,3 %<br />

Bekâr 173 56,2 %<br />

Boşanmış 45 14,6 %<br />

Dul 9 2,9 %<br />

Evli 73 23,7 %<br />

Evli-ayrı 7 2,3 %<br />

Toplam 308 100,0 %<br />

Genel hasta grubu medeni durum dağılımı açısından değerlendirildiğinde; bekâr<br />

olanların sayısı 173 (56,2%), boşanmış olanların sayısı 45 (14,6%), dul olanların sayısı 9<br />

(2,9%), evli olanların sayısı 73 (23,7%), evli olup ayrı yaşayanların sayısı ise 7 (2,3%) kişi<br />

bulunmuştur. 1 kişinin dosyasında bu konuda yeterli bilgi yoktu. (Tablo 7)<br />

Tablo 8: Kardeş Sayısı<br />

Ortalama 4,61<br />

Standart Sapma 2,01<br />

Minimum 1<br />

Maksimum 11<br />

Toplam 294<br />

Bilinmiyor 14<br />

Hastalar minimum 1, maksimum 11 kardeşin bulunduğu (ortalama 4,61) ailelerden<br />

geliyorlardı. 14 kişinin dosyasında bu konuda yeterli bilgi yoktu. (Tablo 8)


Tablo 9: Çocuk Sayısı<br />

Ortalama 0,93<br />

Standart Sapma 1,63<br />

Minimum 0<br />

Maksimum 10<br />

Toplam 305<br />

Bilinmiyor 3<br />

Hastaların sahip olduğu çocuk sayısı minimum 0, maksimum 10 idi (ortalama 0,93), 3<br />

kişinin dosyasında bu konuda yeterli bilgi yoktu. (Tablo 9)<br />

Tablo 10: Yaşadığı Yer<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Đl 193 62,7 %<br />

Đlçe 84 27,3 %<br />

Köy 31 10,1 %<br />

Toplam 308 100,0 %<br />

Hastalar yaşadığı yer açısından incelediğinde; 193’ü il merkezinde (62,7 %), 84’ü<br />

ilçelerde (27,3 %), 31’i ise köylerde (10,1 %) yaşıyordu. Ancak il merkezinde yaşayanların<br />

büyük bir kısmı Đstanbul içinde yaşamakta idiler. (Tablo 10 ve Tablo 11)<br />

Tablo 11: Đstanbulda Yaşayanlar Ve Diğerleri<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Đstanbul 198 64,3 %<br />

Diğer 110 35,7 %<br />

Toplam 308 100 %<br />

73


Tablo 12: Meslek<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Çalışmıyor 177 57,5 %<br />

Serbest 36 11,7 %<br />

Đşçi 18 5,8 %<br />

Memur 5 1,6 %<br />

Emekli 29 9,4 %<br />

Öğrenci 0 0 %<br />

Ev hanımı 43 14,0 %<br />

Toplam 308 100,0 %<br />

Hasta grubunun çalışma yaşamı incelendiğinde; büyük bir kısmı, 177’si (57,5 %)<br />

çalışmıyor, 36’sı (11,7 %) serbest olarak farklı işlerde çalışıyor, 18’i (5,8 %) işçi, 5’i (1,6 %)<br />

memur, 29’u (9,4 %) emekli, 43’ü (14,0 %) ise ev hanımı idi. (Tablo 12)<br />

Tablo 13: Kiminle Yaşıyor?<br />

74<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Yalnız 36 11,7 %<br />

Anne-Baba 165 53,6 %<br />

Eş ve/veya Çocuklar 78 25,3 %<br />

Diger akrabalar 23 7,5 %<br />

Yurt-Bakımevi 1 0,3 %<br />

Diğer 5 1,6 %<br />

Toplam 308 100,0 %


Hastaların 36’sı (11,7 %) yalnız, 165’i (53,6 %) anne-babasıyla, 78’i (25,3 %) eş<br />

ve/veya çocuklarıyla, 23’ü (7,5 %) diğer akrabalarıyla, 1 tanesi (0,3 %) bakımevinde, 5 tanesi<br />

ise diğer kurumlarda (1,6 %) yaşıyordu. (Tablo13)<br />

Tablo 14: Sosyal Güvence<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Yok 63 20,5 %<br />

SSK 98 31,8 %<br />

Bağ-Kur 20 6,5 %<br />

ES 33 10,7 %<br />

YK 91 29,5 %<br />

Yurtdışı 3 1,0 %<br />

Toplam 308 100,0 %<br />

Hastaların 63’nün (20,5 %) sosyal güvencesi olmadığı, 98’inin (31,8 %) SSK’lı<br />

olduğu, 20’sinin (6,5 %) Bağ-Kur’lu olduğu, 33’nün (10,7 %) Emekli Sandığı mensubu,<br />

91’nin (29,5 %) Yeşil Kartlı, 3’nün (1,0 %) Yurt Dışından sosyal güvencesi olduğu belirlendi.<br />

(Tablo 14)<br />

Tablo 15: Tanısı<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Şizofreni 172 55,8 %<br />

Şizoaffektif Bozukluk 29 9,4 %<br />

Atipik Psikoz 97 31,5 %<br />

Hezeyanlı Bozukluk 10 3,2 %<br />

Toplam 308 100,0 %<br />

75


Hastaların 172’si (55,8 %) şizofreni, 29’u (9,4 %) şizoaffektif bozukluk, 97’si (31,5<br />

%) atipik psikoz, 10 tanesi ise (3,2 %) hezeyanlı bozukluk tanısı almışlardı. Tanı karmaşası<br />

olmaması için son iki yatışındaki tanıları aynı olan hastalar çalışmaya alındı. (Tablo 15)<br />

Tablo 16: Hastalığın Başlama Yaşı<br />

Ortalama Standart<br />

Sapma<br />

Hasta Sayısı<br />

Minimum Maksimum<br />

76<br />

(n)<br />

Bilinmiyor<br />

Kadın 25,35 8,47 10 48 80 9<br />

Erkek 24,11 7,65 10 78 202 17<br />

Genel 24,46 7,90 10 78 282 26<br />

Hastalık başlama yaşı genel hasta grubunda ortalama 24,46; standart sapma 7,90;<br />

minimum 10; maksimum 78 olarak bulundu, 26 hastada başlangıç yaşı bilinmiyordu. Kadın<br />

hastalarda hastalığın başlama yaşı ortalama 25,35; standart sapma 8,47; minimum 10;<br />

maksimum 48 olarak bulundu. Erkek hastalarda hastalığın başlama yaşı ortalama 24,11;<br />

standart sapma 7,65; minimum 10; maksimum 78 yaş olarak bulundu. Kadın ve erkek hastalar<br />

arasında hastalığın başlama yaşı açısından istatistik olarak anlamlı fark bulunmadı (p>0,05).<br />

(Tablo 16)<br />

Tablo 17: Hastalık Süresi (Yıl)<br />

Ortalama 13,73<br />

Standart Sapma 8,52<br />

Minimum 2<br />

Maksimum 40<br />

Toplam 282<br />

Bilinmiyor 26<br />

Hastalık süresi genel hasta grubunda ortalama 13,73 yıl; standart sapma 8,52;<br />

minimum 2 yıl; maksimum 40 yıl olarak bulundu, 26 hastada hastalık süresi bilinmiyordu.<br />

(Tablo 17)


Tablo 18: Đlk Tedavi Yaşı<br />

Ortalama Standart<br />

Sapma<br />

Hasta Sayısı<br />

Minimum Maksimum<br />

77<br />

(n)<br />

Bilinmiyor<br />

Kadın 29,92 10,31 15 55 49 40<br />

Erkek 25,02 8,29 13 79 136 83<br />

Genel 26,32 9,11 13 79 185 123<br />

Hastaların ilk tedavi yaşı genel hasta grubunda ortalama 26,32; standart sapma 9,11;<br />

minimum 13; maksimum 79 olarak tespit edildi, 123 hastada ilk tedavi yaşı bilinmiyordu.<br />

Kadın hastalarda ilk tedavi yaşı ortalama 29,92; standart sapma 10,31; minimum 15;<br />

maksimum 55 olarak bulundu. Erkek hastalarda ise ilk tedavi yaşı ortalama 25,02; standart<br />

sapma 8,29; minimum 13; maksimum 79 olarak bulundu. Kadın ve erkekler arasında tedaviye<br />

başlama yaşı açısından istatistikî olarak anlamlı fark bulundu, kadınlarda tedaviye başlama<br />

yaşı daha geçti (p


Tablo 20: Toplam Yatış Süresi (Gün)<br />

Ortalama 107,83<br />

Standart Sapma 111,32<br />

Minimum 12<br />

Maksimum 913<br />

Toplam 308<br />

Hastaların hastanemizdeki tüm yatışlarına ait toplam yatış süresi ortalama 107,83 gün;<br />

standart sapma 111,32; minimum 12 gün; maksimum 913 gün olarak bulundu. (Tablo 20)<br />

Tablo 21: EKT Yapılmış mı?<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Bilinmiyor 4 1,3 %<br />

Evet 155 50,3 %<br />

Hayır 149 48,4 %<br />

Toplam 308 100,0 %<br />

Genel hasta grubunda hastanemizde EKT tedavisi uygulananlar 155 kişi (50,3 %),<br />

EKT tedavisi uygulanmayanlar 149 kişi (48,4 %) idi, 4 kişinin dosyasında bu konuda yeterli<br />

bilgi yoktu. (Tablo 21)<br />

Tablo 22: Sigara Đçiyor mu?<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Bilinmiyor 5 1,6 %<br />

Evet 223 72,4 %<br />

Hayır 80 26,0 %<br />

Toplam 308 100,0 %<br />

78


Hastaların 223’ü (72,4 %) sigara kullanıyor, 80’i ise (26,0 %) kullanmıyordu. 5<br />

hastanın (1,6 %) dosyasında bu konuda yeterli bilgi yoktu. (Tablo 22)<br />

Tablo 23: Alkol Kullanıyor mu?<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Bilinmiyor 6 1,9 %<br />

Evet 68 22,1 %<br />

Hayır 234 76,0 %<br />

Toplam 308 100,0 %<br />

Hastaların 68’i (22,1 %) alkol kullanıyor, 234’ü ise (76,0 %) kullanmıyordu. 6<br />

hastanın (1,9 %) dosyasında bu konuda yeterli bilgi yoktu. (Tablo 23)<br />

Tablo 24: Madde Kullanıyor mu?<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Bilinmiyor 5 1,6%<br />

Evet 52 16,9%<br />

Hayır 251 81,5%<br />

Total 308 100,0%<br />

Hastaların 52’si (16,9%) psikoaktif madde kullanıyor, 251’i ise (81,5%)<br />

kullanmıyordu. 5 hastanın (1,6%) dosyasında bu konuda yeterli bilgi yoktu. (Tablo 24)<br />

79


Tablo 25: Alkol Ve Madde Kullananlar<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Alkol+madde kullananlar 28 9,1<br />

Alkol/alkol+madde/madde kullananlar 91 29,6<br />

Olgular arasında alkol ve maddeyi birlikte kullananlar 28 kişi (9,1 %), alkol veya<br />

maddenin herhangi birini veya ikisini birden kullananlar ise toplam 91 kişi (29,6 %) olarak<br />

bulundu. (Tablo 25)<br />

Tablo 26: Suisid Girişimi<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Bilinmiyor 10 3,2 %<br />

Var 90 29,2 %<br />

Yok 208 67,5 %<br />

Toplam 308 100,0 %<br />

Olguların 90’ında (29,2 %) bir veya daha fazla suisid girişimi mevcuttu, 208 hastada<br />

(67,5 %) ise tespit edilmedi. 10 hastanın dosyasında (3,2 %) bu konuda yeterli bilgi yoktu.<br />

(Tablo 26)<br />

Tablo 27: Suisid Girişimi Sayısı<br />

Ortalama 2,20<br />

Standart Sapma 1,59<br />

Minimum 1<br />

Maksimum 8<br />

Toplam suisid 145<br />

Toplam hasta 66<br />

Bilinmiyor 24<br />

(Suisid girişimi olan 90 hastanın 24’ünde suisid girişimi sayısı bilinmemektedir.)<br />

80


Suisid girişimi olan 90 hastanın ortalama 2,20; standart sapma 1,59; minimum 1;<br />

maksimum 8; toplam 145 suisid girişimi mevcuttu, 24 hastanın ise bu konuda dosyasında<br />

yeterli bilgi mevcut değildi. (Tablo 27)<br />

Tablo 28: Suisid Girişimi Tipi<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Bilinmiyor 13 14,4 %<br />

Ası 12 13,3 %<br />

Yüksekten atlama 28 31,1 %<br />

Kesici-delici alet 17 18,8 %<br />

Đlaç 30 33,3 %<br />

Yüksek doz madde/toksin 5 5,5 %<br />

Araba, Tren altına atlama 6 6,6 %<br />

Denize atlama 2 2,2 %<br />

Gaz 2 2,2 %<br />

Suisid girişimi olan kişi sayısı 90 113,0 %<br />

(Bir kişi için birden fazla cevap olduğundan toplam % 100’den farklı çıkmıştır.)<br />

Suisid girişimlerinin 12’si ası yoluyla (13,3 %), 28’i yüksekten atlama yoluyla (31,1<br />

%), 17’si kesici-delici alet kullanarak (18,8 %), 30’u ilaç alarak (33,3 %), 5’i yüksek doz<br />

uyuşturucu madde veya toksik madde alarak (5,5 %), 6’sı araba, tren gibi taşıtların altına<br />

atlamak suretiyle (6,6 %), 2’si denize atlayarak (2,2 %), 2’si ise evde likid gazı açmak<br />

suretiyle (2,2 %) gerçekleştirilmiştir. 13’ü hakkında dosyalarda yeterli bilgi bulunmamaktadır.<br />

(Tablo 28) Yapılan görüşmelerde ex. nedeni sorulduğunda; hasta yakınları, 12 hastanın (%<br />

3,9) suisid ile ex. olduğu bilgisini vermiştir.<br />

81


Tablo 29: Self-Destrüktif Davranış<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Bilinmiyor 35 11,3 %<br />

Var 52 16,9 %<br />

Yok 221 71,8 %<br />

Toplam 308 100,0 %<br />

Olguların 52’sinde (16,9 %) major self-destrüktif davranış (karnına bıçak saplamak;<br />

penisini kesmeye, gözünü çıkarmaya çalışmak,..) saptanmış, 221’inde ise (71,8 %)<br />

saptanmamıştır. 35’si ise (% 11,3 ) bilinmemektedir. (Tablo 29)<br />

Tablo 30: Adli Olay<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Bilinmiyor 11 3,5 %<br />

Var 63 20,5 %<br />

Yok 234 76,0 %<br />

Toplam 308 100,0 %<br />

Hastaların 63’ünün (20,5 %) bir adli olaya karıştığı saptanmış, 234’ünde ise (76,0 %)<br />

saptanmamıştır. 11 hastada (% 3,5) bu konuda yeterli dosya bilgisi mevcut değildir. (Tablo<br />

30)<br />

82


Tablo 31: Adli Olay Tipi<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Bilinmiyor 8 12,6 %<br />

Ağaç kesme 1 1,5 %<br />

Askeri ceza kanununa muhalefet 1 1,5 %<br />

Bıçaklama 7 11,1 %<br />

Cinayet 5 7,9 %<br />

Cinsel saldırı 3 4,7 %<br />

Darp 3 4,7 %<br />

Görevli memura hakaret 4 6,3 %<br />

Yangın çıkarma 5 7,9 %<br />

Gasp 2 3,1 %<br />

Hırsızlık 3 4,7 %<br />

Kamu malına zarar verme 2 3,1 %<br />

Kavga 6 9,5 %<br />

Madde satma 1 1,5 %<br />

Mala zarar verme 2 3,1 %<br />

Meskene tecavüz 1 1,5 %<br />

Saldırı 2 3,1 %<br />

Suç dellileri ile oynama 1 1,5 %<br />

Tehdit 3 4,7 %<br />

Yaralama 8 12,6 %<br />

Yurtdışında kaçak bulunmak 1 1,5 %<br />

Adli olayı olan toplam kişi sayısı 63 111,1 %<br />

(Bir kişi için birden fazla cevap olduğundan ve adli olayı olan ancak tipi bilinmeyen 8 kişi<br />

olduğundan toplam % 100’den farklı çıkmıştır.)<br />

83


Adli olayların 1’i ağaç kesme (1,5 %), 1’i askeri ceza kanununa muhalefet (1,5 %),<br />

7’si bıçaklama (11,1 %), 5’i cinayet (7,9 %), 3’ü cinsel saldırı (4,7 %), 3’ü darp (4,7 %), 4’ü<br />

görevli memura hakaret (6,3 %), 5’i yangın çıkarma (7,9 %), 2’si gasp (3,1 %), 3’ü hırsızlık<br />

(4,7 %), 2’si kamu malına zarar verme (3,1 %), 6’sı kavga (9,5 %), 1’i madde satma (1,5 %),<br />

2’si mala zarar verme (3,1 %), 1’i meskene tecavüz (1,5 %), 2’si saldırı (3,1 %), 1’i suç<br />

delilleri ile oynama (1,5 %), 3’ü tehdit (4,7 %), 8’i yaralama (12,6 %), 1’i de yurtdışında<br />

kaçak bulunmak (1,5 %) nedeni iledir. 8’i ise bilinmemektedir. (Tablo 31)<br />

Đnsana karşı şiddet içeren suçlar toplamı 39 (56,5 %) (adli olayı olan hastaların %<br />

61,9’u) olarak bulunmuştur. (Tablo 31)<br />

Tablo 32: Ailede Psikiyatrik Hastalık Öyküsü<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Bilinmiyor 16 5,1 %<br />

Var 140 45,5 %<br />

Yok 152 49,4 %<br />

Toplam 308 100,0 %<br />

Olguların ailelerinde psikiyatrik hastalık öyküsü varlığı dosya bilgilerinden elde edildi.<br />

Burada kastedilen tüm psikiyatrik hastalıklar olmasına rağmen hastanemiz dosya kayıtlarında<br />

öncelikle kastedilen ciddi kronik -çoğunlukla psikotik- hastalıklardır. Ailesinde psikiyatrik<br />

hastalık öyküsü olan hasta sayısı 140 (45,5 %) idi. 152 hastanın (49,4 %) ailesinde ise<br />

psikiyatrik hastalık öyküsü saptanmamıştı. 16 hastanın dosyasında bu konuda yeterli bilgi<br />

mevcut değildi. (Tablo 32)<br />

84


Tablo 33: Yakınlık Tipi<br />

85<br />

Hasta Akrabaya<br />

Sahip Hasta<br />

Sayısı (n)<br />

Yüzde (%)<br />

Bilinmiyor 2 1,4 %<br />

1. Derece 103 73,5 %<br />

2. Derece 69 49,2 %<br />

3. Derece 18 12,8 %<br />

Ailede psikiyatrik hastalık olan toplam kişi<br />

sayısı<br />

140 136,9 %<br />

(Bir kişi için birden fazla cevap olduğundan ve ailede psikiyatrik hastalık öyküsü olan ancak<br />

yakınlık tipi bilinmeyen 2 kişi olduğundan toplam % 100’den farklı çıkmıştır.)<br />

Ailede psikiyatrik hastalık olanların çoğunluğunu 1. derece akrabalar, 103 kişi (73,5<br />

%) oluşturmaktadır. 2. derece akrabalar 69 kişi (49,2 %), 3. derece akrabalar ise 18 kişi (12,8<br />

%) olarak bulunmuştur. (Tablo 33)<br />

Tablo 34: Aileye Karşı Saldırgan Tutum<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Bilinmiyor 11 3,6 %<br />

Var 202 65,6 %<br />

Yok 95 30,8 %<br />

Toplam 308 100,0 %<br />

Olguların 202’sinde (65,6 %) aileye karşı saldırgan tutum saptanmıştır. 95’inde ise<br />

(30,8 %) tespit edilmemiştir. 11’inde ise dosyalarında yeterli bilgi bulunmamıştır. (Tablo 34)


Tablo 35: Tedaviye Uyumla Đlgili Not<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Düzenli ilaç kullanıyor 26 8,4 %<br />

Düzensiz ilaç kullanıyor 78 25,3 %<br />

Đlaç kullanmıyor 183 59,4 %<br />

Not yok 21 6,8 %<br />

Toplam 308 100,0 %<br />

Hastaların dosyalarında bulunan bilgilere göre olguların 26’sı (8,4 %) düzenli ilaç<br />

kullanıyor, 78’si (25,3 %) düzensiz ilaç kullanıyor, 183’ü ise (59,4 %) ilaç kullanmıyordu.<br />

20’sinde ise (6,8 %) bu konuda not yoktu. (Tablo 35)<br />

Bu bölümden itibaren verilen bilgiler, hasta veya yakınlarıyla yapılan telefon<br />

görüşmelerinden elde edilen bilgilerdir.<br />

Tablo 36: Hastaneye Yatışı<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Bilinmiyor 39 12,7 %<br />

Đsteğe bağlı 58 18,8 %<br />

Đsteği dışında 211 68,5 %<br />

Toplam 308 100,0 %<br />

Olguların 58’si (18,8 %) hastaneye yatışı sırasında, yatışı isteğe bağlı yapılmış,<br />

211’inde ise (68,5 %) hastaneye yatışı isteği dışında gerçekleşmiştir. 39’unda ise (12,7 %)<br />

bilinmemektedir. Đsteğe bağlı yatışların büyük kısmı hastanın yakınları tarafından bir şekilde<br />

kandırılarak veya tedavi ekibince ikna edilerek olan yatışlardır. (Tablo 36)<br />

86


Tablo 37: Ekonomik Durumu<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Bilinmiyor 117 38,0 %<br />

Aileden biri/birileri kazanıyor 163 52,9 %<br />

Yardımla geçiniyor 28 9,1 %<br />

Toplam 308 100,0 %<br />

Olguların 163’ünde (52,9 %) geçim aileden bir veya birkaş kişinin çalışması ile<br />

sağlanırken, 28’i (9,1 %) yardımla geçiniyordu. 117’sinden (38,0 %) ise bu konuda bilgi<br />

alınamadı. (Tablo 37) Bilinmeyen (% 38,0) sayısının büyüklüğü: 177 hastanın (%57,5)<br />

çalışmadığı, 43’ünün (% 14) ev kadını olduğu; 63 hastanın (% 20,5) sosyal güvencesi<br />

bulunmadığı ve 91’inin (% 29,5) Yeşil Kartlı olduğu bilgisi ile açıklanabilmektedir.<br />

Tablo 38: Eve Giren Para<br />

(Ortalama ) (838,71 YTL)*<br />

(Standart sapma) (729,93)*<br />

Minimum 150 YTL<br />

Maksimum 5 000 YTL<br />

450 YTL’den az 24 14,72 %<br />

450-750 YTL 76 46,63 %<br />

750-1050 YTL 35 21,47 %<br />

1050-1350 YTL 12 7,36 %<br />

1350-1650 YTL 5 3,07 %<br />

1650-1950 YTL 2 1,23 %<br />

1950-2250 YTL 3 1,84 %<br />

2250 YTL’den fazla 6 3,99 %<br />

Toplam 163 kişi<br />

Bilinmiyor/yardımla geçiniyor 145 kişi<br />

87


Ortalama eve giren para 838,71 YTL idi; standart sapma 729,93; minimum 150 YTL;<br />

maksimum 5 000 YTL idi. 145 olguda bu konuda bilgi yoktu veya yardımla geçiniyordu.<br />

Hastaların 100’ünün (61,35 %) 750 YTL’den az geliri vardı. Verilerin dağılımı sola basık<br />

olduğundan ortalama bir değer söylemek mümkün olamamaktadır*. (Tablo 38)<br />

Tablo 39: Đlacı Hakkındaki Bilgisi<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Cevapsız 149 -<br />

Biliyor 53 33,3 %<br />

Eksik biliyor 35 22,0 %<br />

Bilmiyor 71 44,7 %<br />

Toplam cevap sayısı 159 100 %<br />

(Cevapsız olarak kabul edilenler ex, kayıp ve ilaç kullanmayanların toplamıdır.)<br />

Düzenli veya düzensiz ilaç kullanmakta olan olguların 53’ü (33,3 %) ilacının ne<br />

olduğunu biliyor, 35’i (22,0 %) ilaçlarının bir kısmını biliyor, 71’i (44,7 %) ise ne ilaç<br />

kullandığını bilmiyordu. (Tablo 39)<br />

Tablo 40: Hastalıkla Đlgili Bilgi Düzeyi<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Cevapsız 39 -<br />

Hiç bilgim yok 74 27,5 %<br />

Kısmen var 177 65,8 %<br />

Yeterince var 18 6,7 %<br />

Toplam cevap sayısı 269 100,0 %<br />

(Cevapsız olarak kabul edilenler ex ve kayıpların toplamıdır.)<br />

88


Olguların 74’nün (27,5 %) hastalıkla ilgili hiç bilgisi yoktu, 177’si (65,8 %) kısmen<br />

bilgi sahibiydi, 18’i (6,7 %) ise hastalıkla ilgili yeterince bilgi sahibiydi. (Tablo 40)<br />

Tablo 41: Tedaviden Fayda Görme<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Cevapsız 39 -<br />

Yarar görmüyor 114 42,4 %<br />

Kısmen yarar görüyor 130 48,4 %<br />

Yeterince yarar görüyor 25 9,2 %<br />

Toplam cevap sayısı 269 100,0 %<br />

(Cevapsız olarak kabul edilenler ex ve kayıpların toplamıdır.)<br />

Olguların 114’ü (42,4 %) tedaviden fayda görmediğini, 130’u (48,4 %) kısmen fayda<br />

gördüğünü, 25’i (9,2 %) ise yeterince fayda gördüğünü düşünüyordu. (Tablo 41)<br />

Tablo 42: En Son Kontrol<br />

89<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Cevapsız 39 -<br />

Gitmiyorum 97 36,0 %<br />

Son 6 ay içerisinde BRSHH’a geldim 35 13,0 %<br />

Son 6 ay içinde başka bir hastaneye başvurdum 94 35,0 %<br />

Son 1 yıl içerisinde BRSHH’a geldim 9 3,3 %<br />

Son 1 yıl içinde başka bir hastaneye başvurdum 15 5,6 %<br />

1 yıldan uzun süre önce BRSHH’a geldim 7 2,6 %<br />

1 yıldan uzun süre önce başka bir hastaneye başvurdum 12 4,5 %<br />

Toplam cevap sayısı 269 100,0 %<br />

(Cevapsız olarak kabul edilenler ex ve kayıpların toplamıdır.)


Hastaların 97’si (36,0 %) hiçbir yere kontrole gitmediklerini, 35’i (13,0 %) son 6 ay<br />

içinde polikliniğimize geldiklerini, 94’ü (35,0 %) son 6 ay içinde başka bir hastaneye kontrole<br />

gittiklerini, 9’u (3,3 %) son 1 yıl içinde hastanemize kontrole geldiklerini, 15’i (5,6 %) son 1<br />

yıl içinde başka bir hastaneye kontrole gittiklerini, 7’si (2,6 %) 1 yıldan daha uzun süre önce<br />

hastanemize kontrole geldiklerini, 12’si (4,5 %) ise son 1 yıldan daha uzun süre önce başka<br />

bir hastaneye kontrole gittiklerini belirtmişlerdir. (Tablo 42)<br />

Tablo 43: Tedaviye Devam Oranları<br />

90<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Cevapsız 39 -<br />

Başka hastaneyi tercih edenler 121 45,1 %<br />

<strong>Bakırköy</strong> RSH’ne gelenler 51 18,9 %<br />

Gitmeyenler 97 36,0 %<br />

Toplam cevap sayısı 269 100,0 %<br />

(Cevapsız olarak kabul edilenler ex ve kayıpların toplamıdır.)<br />

Hastanemize gelenler toplam 51 kişi (18,9 %), başka bir hastaneye gidenler toplam<br />

121 kişi (45,1 %), hiç kontrole gitmeyenler 97 kişi (36,0 %) olarak bulunmuştur. (Tablo 43)<br />

Tablo 44: Başka Bir Hastaneyi Tercih Nedeni<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

<strong>Bakırköy</strong> RSH’nden aldıgı tedaviden yarar görmediği için 30 24,8 %<br />

Daha iyi ayaktan tedavi imkani sundukları için 48 39,7 %<br />

Daha iyi yatarak tedavi imkânı sundukları için 47 38,9 %<br />

Sevk alamamak veya bölge hastanesi sayılmama 44 36,3 %<br />

Ulaşım sorunları 27 22,3 %<br />

Başka hastaneyi tercih eden toplam hasta sayısı 121 162 %<br />

(Bir kişi için birden fazla cevap olduğundan toplam % 100’den farklı çıkmıştır.)


Başka bir hastaneye giden hasta ve yakınlarına başka bir hastaneyi tercih nedenleri<br />

sorulduğunda; 30’u bu kurumdan aldığı tedaviden fayda görmediği için (24,8 %), 48’i daha<br />

iyi ayaktan tedavi imkânı sundukları için (39,7 %), 47’si daha iyi yatarak tedavi imkanı<br />

sundukları için (38,9 %), 44’ü sevk alamamak ve bölge hastanesi sayılmama sebepleri<br />

nedeniyle (36,3 %), 27’si ulaşım sorunları yüzünden (22,3 %) başka bir hastaneye gittiklerini<br />

belirtmişlerdir. (Tablo 44)<br />

Tablo 45: Tüm hasta grubunda BRSHH’ne Gelmeme Nedeni<br />

91<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Cevapsız 39 -<br />

Yol ve tedavi giderleri 62 23,0 %<br />

Ulaşım sorunu 53 19,7 %<br />

Bürokrasi 25 9,3 %<br />

Hastayı getirmeye ikna edememe 70 26,0 %<br />

Tedavi ekibinden memnun kalmama 93 34,6 %<br />

BRSHH'de hastamız yatırılmıyor 60 22,3 %<br />

Đlaç raporu var 104 38,7 %<br />

Toplam cevap veren kişi sayısı 269 181,2 %<br />

(Cevapsız olarak kabul edilenler ex ve kayıpların toplamıdır.)<br />

(Bir kişi için birden fazla cevap olduğundan toplam % 100’den farklı çıkmıştır.)<br />

Hasta ve yakınlarına hastanemize gelmeme sebepleri sorulduğunda; 62 kişi yol ve<br />

tedavi giderleri nedeniyle (23,0 %), 53’ü ulaşım sorunları nedeni ile (19,7 %), 25’i bürokratik<br />

engeller (sevk alamama, sosyal şifa kontrol muayeneleri başka hastanede yapılanlar)<br />

dolayısıyla (9,3 %), 70’i hastayı getirmeye ikna edemediklerinden ötürü (26,0 %), 93’ü yatış<br />

sırasında tedavi ekibinden memnun kalmadığı için (34,6 %), 60’ı hastanemizde hastalarının<br />

yatırılmadığından şikâyet ettikleri için (22,3 %), 104’ü ilaç raporu olduğu için gerek<br />

görmediğinden (38,7 %) hastanemize gelmediklerini belirtmişlerdir. (Tablo 45)


Tablo 46:Görüşülen Kişi-BRSHH’a Gelmeme Sebebi<br />

Yakınların<br />

verdiği<br />

cevap sayısı<br />

(n)<br />

Yüzde (%)<br />

92<br />

Toplam<br />

cevap<br />

sayısı (n)<br />

Yüzde<br />

Yol ve tedavi giderleri 56 22,7 % 62 23,0 % 0,93<br />

(%)<br />

Ulaşım sorunu 49 19,9 % 53 19,7 % 0,95<br />

Bürokrasi 20 8,1 % 25 9,3 % 0,64<br />

Hastayı getirmeye ikna<br />

edememe<br />

Tedavi ekibinden memnun<br />

kalmama<br />

BRSHH'de hastamız<br />

yatırılmıyor<br />

70 28,4 % 70 26,0 % -<br />

84 34,1 % 93 34,6 % 0,91<br />

60 24,3 % 60 22,3 % -<br />

Đlaç raporu var 92 37,3 % 104 38,7 % 0,76<br />

BRSHH’a gelmeme sebeplerine verilen yanıta görüşülen kişi açısından bakıldığında<br />

hastalar ve hasta yakınlarının verdikleri yanıtlar arasında anlamlı fark bulunmamaktadır.<br />

Verilen yanıtlar arasında ilaç raporu varlığı, tedavi ekibinden memnun kalmama, hastayı<br />

getirmeye ikna edememe ve BRSHH’ta hastalarının yatırılmadığını düşünme öne<br />

çıkmaktadır. (Tablo 46)<br />

p


Tablo 47: Đlaç Kullanma Tarzı<br />

93<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Cevapsız 39 -<br />

Düzenli yardımlı 47 17,4 %<br />

Düzenli yardımsız 12 4,4 %<br />

Düzensiz yardımlı 70 26,1 %<br />

Düzensiz yardımsız 30 11,2 %<br />

Kullanmıyorum 110 40,9 %<br />

Toplam cevap veren kişi sayısı 269 100,0 %<br />

(Cevapsız olarak kabul edilenler ex ve kayıpların toplamıdır.)<br />

Hastaların ilaç kullanma düzenleri sorgulandığında; 110’unun hiç ilaç kullanmadığı<br />

(40,9 %), 47’sinin yardımla düzenli (17,4 %), 12’sinin yardımsız düzenli (4,4 %), 70’inin<br />

yardımla düzensiz (26,1 %), 30’nun yardımsız düzensiz (11,2 %) ilaç kullandığı<br />

belirlenmiştir. (Tablo 47)<br />

Toplam olarak hastaların 59’u düzenli (21,8), 100’ü düzensiz (37,3) olarak ilaç<br />

kullanmakta ve 110’u ise (40,9 %) hiç ilaç kullanmamaktadır. (Tablo 47)<br />

Tablo 48: Đlaç Kullanmama/Düzensiz Kullanma Nedeni<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Cevapsız 98 -<br />

Đlaçların yararına inanmama 81 38,5 %<br />

Đlaç kullanmaktan hoşlanmama 58 27,6 %<br />

Đlaçların yan etkileri 83 39,5 %<br />

Đlaç alacak veya katkı payı ödeyecek parası olmaması 33 15,7 %<br />

Diğer 53 25,2 %<br />

Kullanmayan ve düzensiz kullananların toplamı 210 146,5 %


(Cevapsız olarak kabul edilenler ex, kayıplar ve düzenli ilaç kullananların toplamıdır.)<br />

(Bir kişi için birden fazla cevap olduğundan toplam % 100’den farklı çıkmıştır.)<br />

Düzensiz ilaç kullanan veya hiç ilaç kullanmayan hastalara sebepleri sorulduğunda; 81<br />

kişi ilaçların yararına inanmama sebebi ile (38,5 %), 58’i ilaç kullanmaktan hoşlanmama<br />

sebebi ile (27,6 %), 83’ü ilaçların yan etkileri sebebi ile (39,5 %), 33’ü ilaç alacak veya katkı<br />

payı ödeyecek parası olmaması sebebi ile (15,7 %), 53’ü ise başka sebeplerden ötürü (25,2 %)<br />

olduğunu belirtmişlerdir. (Tablo 48)<br />

Tablo 49: Diğer Đlaç Kullanmama/Düzensiz Kullanma Nedeni<br />

94<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Hezeyanlar 30 15,2 %<br />

Unutmak 21 10,0 %<br />

Ailenin ilgisizliği 1 -<br />

Bilgi eksikliği 1 -<br />

Toplam 53 25,2 %<br />

Diğer ilaç kullanmama veya düzensiz kullanma sebebi sorgulandığında; 30 hastanın<br />

hezeyanları nedeni ile (15,2 %), 21 hastanın unutma sebebi ile (10,0 %), 1 hastanın ailenin<br />

ilgisizliğinden ötürü, 1 hastanın da bilgi eksikliği nedeni ile olduğu anlaşılmıştır. (Tablo 49)


Tablo 50: Tedavide Aileye Đlişkin Sorunlar<br />

95<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Cevapsız 64 -<br />

Yol ve tedavi giderlerini karşılayamama 63 25,8 %<br />

Ulaşım sorunu 26 10,6 %<br />

Hastaneye getirecek kimsenin olmaması 126 51,6 %<br />

Ailenin hastalığa inanmaması 22 9,0 %<br />

Ailenin ilgisiz davranması 70 28,6 %<br />

Bilgisizlik 9 3,6 %<br />

Hasta sorun çıkarmadığı için kontrole getirmeme 84 34,4 %<br />

Toplam 244 163,6 %<br />

(Cevapsız olarak kabul edilenler ex, kayıplar ve aileye ilişkin sorun saptanmayanların<br />

toplamıdır.)<br />

(Bir kişi için birden fazla cevap olduğundan toplam % 100’den farklı çıkmıştır.)<br />

Hastanın tedavisinde aileye ilişkin sorunlar sorgulandığında; 63 kişide yol ve tedavi<br />

giderlerini karşılayamama (25,8 %), 26 kişide ulaşım sorunu (10,6 %), 126 kişide hastayı<br />

hastaneye getirecek kimsenin olmaması (51,6 %), 22 kişide ailenin hastalığa inanmaması (9,0<br />

%), 70 kişide ailenin ilgisiz davranması (28,6 %), 9 kişide bilgisizlik (3,6 %), 84 kişide hasta<br />

sorun çıkarmadığı için kontrole getirmeme (34,4 %) saptandı. (Tablo 50)<br />

Tablo 51: Đlaç Raporu Var mı?<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Var 182 67,6 %<br />

Yok 87 32,4 %<br />

Toplam 269 100,0 %


Hastaların ilaç raporu olup olmadığı sorgulandığında; 182 hastanın ilaç raporu olduğu<br />

(67,6 %), 87 hastanın ise ilaç raporu olmadığı (32,4 %) belirlendi. (Tablo 51)<br />

Tablo 52: Rehabilitasyon - Gündüz Hastanesine Gelişi Var mı?<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Evet 10 3,7 %<br />

Hayır 259 96,3 %<br />

Toplam 269 100,0 %<br />

Hastaların hastanemiz Rehabilitasyon Merkezi-Gündüz Hastanesi’ne devamı<br />

sorgulandığında; 10 hastanın daha önce merkeze geldiği (3,7 %), 259’nun ise hiç gelişi<br />

olmadığı (96,3 %) belirlenmiştir. Gelenlerin de çoğunluğu düzensiz olarak devam etmektedir.<br />

(Tablo 52)<br />

Tablo 53: Tedavi Ekibinin Sık Değişmesi Gelmemesinde Bir Etken mi?<br />

Hasta Sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Evet 134 49,8 %<br />

Hayır 135 50,1 %<br />

Toplam 269 100,0 %<br />

Hasta veya yakınlarına tedavi ekibinin her gelişlerinde farklı olması veya sık<br />

değişmesinin hastanemize gelmemelerinde bir sebep olup olmadığı sorulduğunda; 134’ü bu<br />

soruya “evet” (49,8 %), 135’i ise” hayır” (50,1 %) cevabını vermişlerdir. Bu sonuçlar<br />

istatistikî olarak anlamlı olmasa da (p>0,05) hastaların yarısı evet cevabı verdiğinden klinik<br />

olarak önem taşımaktadır. (Tablo 53)<br />

96


Tablo 54: Đlaç kullanma tarzı üzerine etki eden faktörler<br />

(p değeri) (f/t değeri) (Ki-kare değeri)<br />

Yaş 0,308 0,38 -<br />

Hastalık süresi 0,455 0,6 -<br />

Hastalık başlama yaşı 0,103 0,23 -<br />

Đlk tedavi yaşı 0,516 0,93 -<br />

Yatış sayısı p


Tablo 55: Đlaç kullanma tarzı ile alkol/madde kullanımı arasındaki etkileşim<br />

Chi2=10,7 df=2 p=0,005<br />

Alkol/Madde<br />

kullanımı<br />

98<br />

Đlaç kullanma tarzı<br />

Düzenli Düzensiz Kullanmıyor<br />

Kullanıyor 17 (22,1 %) 18 (23,4 %) 42 (54,5 %)<br />

Kullanmıyor 40 (21,4 %) 81 (43,3 %) 66 (35,3 %)<br />

Toplam 57 (21,6 %) 99 (37,5 %) 108 (40,9 %)<br />

(Alkol/madde kullanımı bilgisi dosyalardan alınmıştır, 6 kişinin dosyasında bu konuda bilgi<br />

yoktur. Đlaç kullanma tarzı hakkında bilgi, hasta veya yakınlarıyla yapılan telefon<br />

görüşmelerinden alınmıştır, ex ve kayıp olan toplam 39 kişi için bu bilgi alınamamıştır. Bu<br />

rakamlar hesaplamaya dâhil edilmemiştir.)<br />

Đlaç kullanma tarzı, alkol/madde kullanımına göre farklılaşmaktadır. Alkol ve /veya<br />

madde kullanımı olan hastalar daha fazla oranda, ilaçlarını kullanmamaktadır. (Tablo 55)<br />

Tablo 56: Tedaviye uyum notu ile ilaç kullanma tarzı arasındaki etkileşim<br />

Chi2=40,1 df=6 p=0,001<br />

Tedaviye<br />

uyum notu<br />

Đlaç kullanma tarzı<br />

Düzenli Düzensiz Kullanmıyor<br />

Düzenli 12 (20,4 %) 9 (9,0 %) -<br />

Düzensiz 12 (20,4 %) 38 (38,0 %) 18 (16,4 %)<br />

Kullanmıyor 28 (47,4 %) 49 (49,0 %) 85 (77,3 %)<br />

Not yok 7 (11,8 %) 4 (4,0 %) 7 (6,3 %)<br />

Toplam 59 ( 100,0 %) 100 (100,0 %) 110 (100,0 %)<br />

(Đlaç kullanma tarzı hakkında bilgi, hasta veya yakınlarıyla yapılan telefon görüşmelerinden<br />

alınmıştır, ex ve kayıp olan toplam 39 kişi için bu bilgi alınamamıştır. Bu sayı hesaplamaya<br />

dâhil edilmemiştir.)<br />

Đlaç kullanma tarzı, yatış dosyalarında bulunan tedaviye uyum notları ile koşut<br />

bulunmuştur. Görüşme sonucunda edinilen bilgiye göre, yatış dosyasında ilaçlarını düzenli<br />

aldığı belirtilen hastalar, ilaçlarını taburculuktan sonra da düzenli kullanmakta, düzensiz ilaç


aldığı belirtilen hastalar yine düzensiz ilaç kullanmakta, ilaç kullanmadığı belirtilen hastalar<br />

da ilaç kullanmamaya devam etmektedir. Bu durum hastanın önceki ilaç uyumunun sonraki<br />

uyum için önemli bir gösterge olduğunu bir kez daha göstermektedir. (Tablo 56)<br />

Tablo 57: Đlacı hakkında bilgisi ile ilaç kullanma tarzı arasındaki etkileşim<br />

Chi2=30,6 df=6 p=0,001<br />

Düzenli<br />

yardımlı<br />

Düzenli<br />

yardımsız<br />

99<br />

Düzensiz<br />

yardımlı<br />

Düzensiz<br />

yardımsız<br />

Biliyor 24 (52 %) 9 (75 %) 15 (22 %) 5 (17 %)<br />

Bilmiyor 12 (26 %) 1 (8 %) 34 (50 %) 22 (73 %)<br />

Eksik biliyor 10 (22 %) 2 (17 %) 19 (28 %) 3 (10 %)<br />

Toplam 46 (100 %) 12 ( 100 %) 68 (100 %) 30 (100 %)<br />

(Düzenli yardımlı kullanan 1 kişi ve düzensiz yardımlı kullanan 2 kişiden ilacı hakkında<br />

bilgisi alınamamıştır. Đlacı hakkında eksik bilgisi olan 1 kişi de ilacını kullanmadığını<br />

belirtmiştir.)<br />

Đlaç kullanma tarzı, hastanın ilaç hakkındaki bilgisine göre farklılaşmaktadır. Đlaçlarını<br />

bilenler daha çok düzenli ve yardımsız ilaç kullananlar, ilaçlarını bilmeyenler ise daha çok<br />

düzensiz ve yardımsız ilaç kullananlardır. (Tablo 57)<br />

Tablo 58:Hastaneye yatışı ile ilaç kullanma tarzı arasındaki etkileşim<br />

Chi2=31,3 df=2 p=0,001<br />

Đlaç kullanma tarzı<br />

Düzenli Düzensiz Kullanmıyor<br />

Đsteğe bağlı 25 (42,4 %) 26 (26,0 %) 7 (6,3 %)<br />

Đsteği dışında 34 (57,6 %) 74 (74,0 %) 103 (93,7 %)<br />

Toplam 59 (100,0 %) 100 (100,0 %) 110 (100,0 %)<br />

Đlaç kullanma tarzı hastanın son yatışındaki istemliliğine göre farklılaşmaktadır. Đsteği<br />

dışında yatırılan hastalar, daha fazla oranda ilaç kullanmamaktadır. (Tablo 58)


Tablo 59: En son kontrole geliş üzerine etki eden faktörler<br />

(p değeri) (f/t değeri) (Ki-kare değeri)<br />

Yaş 0,176 0,516 -<br />

Cinsiyet 0,387 - 6,34<br />

Hastalık süresi 0,41 0,501 -<br />

Hastalık bilgisi p


Tablo 61: Đlaç raporu olup olmaması ile etkileşen faktörler<br />

(p değeri) (f/t değeri) (Ki-kare değeri)<br />

Eve giren para 0,164 0,982 -<br />

Sosyal güvence p


Tablo 63: Đlaç raporu olup düzenli/düzensiz ilaç kullananların kontrole gidişleri<br />

Hasta sayısı (n) Yüzde (%)<br />

Gitmiyor 14 10,9<br />

BRSHH’ gelenler 34 26,4<br />

Başka hastaneye gidenler 81 62,8<br />

Toplam 129 100,0<br />

Düzenli veya düzensiz de olsa ilaç kullanan ve ilaç raporu olan hastaların % 62,8’i<br />

başka bir hastaneye kontrole gidenler iken; % 26,4’ü BRSHH’a gelen hastalardır; % 10,9’u<br />

ise kontrole gitmeyenlerdir. (Tablo 63)<br />

Tablo 64: Ex/Kayıp/Yaşıyor olma ile suisid girişimi arasındaki ilişki<br />

Chi2=18,4 df=1 p=0,001<br />

102<br />

Suisid girişimi öyküsü<br />

Var Yok Toplam<br />

Yaşıyor 67 (74,4 %) 194 (93,3 %) 261 (87,5 %)<br />

Ex/Kayıp 23 (25,5 %) 14 (6,7 %) 37 (12,5 %)<br />

Toplam 90 (100,0 %) 208 (100,0 %) 298 (100,0 %)<br />

Ex ve kayıp hastaların 23’ünde (% 25,5) dosyasında kayıtlı bulunan, daha önce<br />

bildirilmiş suisid girişimi öyküsü bulunmaktadır, 14’ünde (% 6,7) ise yoktur. Yaşayan<br />

hastaların ise 67’sinde (% 74,4) daha önce suisid girişimi varken, 194’ünde (% 93,3)<br />

bulunmamaktadır. Aradaki fark istatistik olarak anlamlıdır (p


Tablo 65: Tedavi ekibinin sık değişmesi ile başka bir hastaneyi tercih nedenleri<br />

arasındaki ilişki<br />

Başka bir<br />

hastaneyi<br />

tercih nedeni<br />

Tedavi ekibinin sık değişmesi gelmemesinde bir etken mi?<br />

Sevk alamamak<br />

veya bölge hastanesi<br />

sayılmama<br />

Evet Hayır Toplam p değeri<br />

10 (16 %) 34 (59 %) 44 p


Tablo 66: Tedavi ekibinin sık değişmesi ile BRSHH’a gelmeme nedenleri arasındaki<br />

ilişki<br />

BRSHH’a<br />

gelmeme<br />

nedeni<br />

Tedavi ekibinin sık değişmesi gelmemesinde bir etken mi?<br />

Yol ve tedavi<br />

giderleri<br />

Evet Hayır Toplam p değeri<br />

22 (16 %) 40 (17 %) 62 p


Tablo 67: Hastalıkla ilgili bilgi düzeyi ile en son kontrole geliş arasındaki ilişki<br />

Chi2=25 df=4<br />

p=0,001<br />

Hastalıkla ilgili<br />

bilgi düzeyi<br />

105<br />

En son kontrol<br />

Gitmiyor<br />

BRSHH’a<br />

giden<br />

Başka<br />

hastaneye<br />

giden<br />

Yeterince var 4 (4,2 %) 4 (7,8 %) 10 (8,2 %)<br />

Kısmen var 50 (51,5 %) 33 (64,7 %) 94 (77,6 %)<br />

Hiç bilgisi yok 43 (44,3 %) 14 (27,5 %) 17 (14,2 %)<br />

En son kontrol, hastalıkla ilgili bilgi düzeyi ile farklılaşmaktadır. Hastalıkla ilgili hiç<br />

bilgisi olmayanlar daha çok kontrole gitmeyenler iken, hastalıkla ilgili kısmen bilgisi olanlar<br />

daha çok başka bir hastaneye gitmektedirler. (Tablo 67)<br />

Tablo 68: Tedaviden fayda görme ile ilaç kullanma tarzı arasındaki ilişki<br />

Chi2=212,5 df=4<br />

p=0,001<br />

Tedaviden fayda<br />

görme<br />

Đlaç kullanma tarzı<br />

Düzenli Düzensiz Kullanmıyor<br />

Yeterince 21 (35,7 %) 4 (4,0 %) -<br />

Kısmen 34 (57,6 %) 84 (84,0 %) 12 (10,9 %)<br />

Yarar görmüyor 4 (6,7 %) 12 (12,0 %) 98 (89,1 %)<br />

Đlaç kullanma tarzı tedaviden fayda görme düşüncesine bağlı olarak farklılaşmaktadır.<br />

Tedaviden yeterince fayda gördüğünü düşünenler daha fazla düzenli ilaç kullanırken, kısmen<br />

fayda gördüğünü düşünenler düzensiz kullanmakta, fayda görmediğini düşünenler ise ilaç<br />

kullanmamaktadır. (Tablo 68)


Tablo 69: Tedaviden fayda gördüğünü düşünen ve başka hastaneye giden hastaların,<br />

BRSHH’a gelmeme sebepleri<br />

Yol ve tedavi giderleri 1 (2,9 %)<br />

Ulaşım sorunu 4 (11,8 %)<br />

Bürokrasi 3 (8,8 %)<br />

Tedavi ekibinden memnun kalmama 9 (26,5 %)<br />

Đlaç raporu var 10 (29,4 %)<br />

BRSHH’ta hastamız yatırılmıyor 3 (8,8 %)<br />

Hastayı getirmeye ikna edememe 4 (11,8 %)<br />

Tedaviden fayda gördüğünü düşünen (25 kişi) ve başka hastaneye giden (16/25 kişi)<br />

hastaların bize gelmeme sebeplerine bakıldığında, ilaç raporu varlığı ve tedavi ekibinden<br />

memnun kalmama sebepleri öne çıkmaktadır. (Tablo 69)<br />

106


TARTIŞMA<br />

Çalışmaya 01.03.2006 – 31.5.2008 tarihleri arasında <strong>Bakırköy</strong> <strong>Prof</strong>. <strong>Dr</strong>. <strong>Mazhar</strong><br />

<strong>Osman</strong> <strong>Ruh</strong> <strong>Sağlığı</strong> ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi genel psikiyatri<br />

(psikoz) servislerinde yatışı olan, kronik psikotik hastalar alınmıştır. Bunun için şizofreni,<br />

şizoaffektif bozukluk, hezeyanlı bozukluk ve atipik psikoz tanıları olanlar dâhil edilmiştir.<br />

Tanı karmaşası olmaması için son iki yatışındaki teşhisleri aynı olan hastalar seçilmiştir. Kısa<br />

süreli psikotik bozukluklar, genel tıbbi duruma bağlı psikotik bozukluklar, madde kullanımına<br />

bağlı psikotik bozukluklar ve mental retardasyon tanıları olanlar çalışma dışı bırakılmıştır.<br />

Tanı kriterlerine uyan toplam 4453 hasta tespit edilmiş ve bu hasta listesi poliklinik listeleri<br />

ile karşılaştırılarak, taburculuk sonrası en az 6 ay boyunca ayaktan tedavi ünitesine gelmeyen<br />

hastalar tespit edilmiştir (2114 kişi; %47,4).<br />

2114 kişilik ana hasta grubumuzdan rastlantısal olarak 350 kişilik örneklem grubu<br />

seçilerek bu hastalar hakkındaki sosyodemografik veriler, telefon numaraları ve hastalıkla<br />

ilgili değişkenler (ekler, form 1), arşiv dosyaları taranarak elde edilmiştir. Daha sonra bu<br />

hastalara ve yakınlarına, elde edilen telefon numaralarından ulaşılarak, literatür verileri<br />

gözönünde bulundurularak hazırlanan sorular (ekler, form 2) yöneltilmiş ve toplam 308 hasta<br />

ve yakınına telefonla ulaşılmıştır. Bu şekilde hastanemizden taburcu olduktan sonra ayaktan<br />

takibe gelmeyen kronik psikotik hastaların tedaviye devam etmeme, ilaç kullanmama ve<br />

hastanemize gelmeme sebepleri öğrenilmeye çalışılmıştır.<br />

23 hasta ve 285 hasta yakını ile görüşülmüş; 24 hastanın ex, 15 hastanın kayıp olduğu<br />

öğrenilmiştir. Bazı hastaların yakınları olmadığından mahalle muhtarlıkları veya polis<br />

karakolları ile görüşme yapılarak durumları hakkında bilgi edinilmiştir. Bu nedenle kayıp<br />

olarak geçen hastaların bir kısmı sokakta yaşayan, kimsesi ve kalacak yeri olmayan ve nerede<br />

olduğu bilinmeyen hastalardı.<br />

Yapılan görüşmelerde hasta yakınlarına ex nedeni sorulmuş; 12 hastanın suisid, 2<br />

hastanın kaza nedeni ile 1 hastanın ise diğer tıbbi nedenlerle ex olduğu öğrenilmiştir. 9<br />

hastanın ise ex nedeni bilinmemektedir. Ancak hasta yakınlarının suisid ve akıl hastalığı<br />

107


konusundaki damgalanma endişeleri sebebi ile gerçek nedeni bildirmeyebileceği, bu nedenle<br />

kaza ve bilinmeyen sebepler arasında da suisidler olabileceği düşünülmüştür. Ex ve kayıp<br />

hastaların 23’ünde (25,5 %) dosyasında kayıtlı bulunan, daha önce bildirilmiş suisid girişimi<br />

öyküsü bulunmaktadır, 14’ünde (6,7 %) ise yoktur. Yaşayan hastaların ise 67’sinde (74,4 %)<br />

daha önce suisid girişimi varken, 194’ünde (93,3 %) bulunmamaktadır. Aradaki fark istatistik<br />

olarak anlamlıdır (p0,05). Yapılan<br />

çalışmaların bazılarında yaşı daha genç olanlarda uyumsuzluk daha fazla görülmekteyken,<br />

bazı çalışmalarda ise geç yaş grubunda uyumsuzluk daha fazla görülmektedir (89,128).<br />

Literatürde taburculuk sonrası ayaktan takiplerine gelmeyenler üzerine yapılan çalışmaların<br />

bir kısmı yaşın bir etken olmadığını söylese de (89,132), daha çok çalışma genç hasta grubunu<br />

işaret etmektedir (89,114,119,121,126,127).<br />

Olgular eğitim durumu açısından değerlendirildiğinde; hastaların 214’ünün (69,5 %)<br />

ilköğretim ve altı, 92’sinin (29,9 %) lise ve üstü okullardan mezun olduğu belirlenmiştir.<br />

Medeni durum açısından değerlendirildiğinde ise; bekâr olanların oranı 56,2 %, boşanmış, dul<br />

ve evli olup ayrı yaşayanların toplam oranı 19,8 %, evli olanların oranı ise % 23,7 olarak<br />

bulunmuştur. Evli olmama oranları diğer çalışmalarla benzerlik göstermektedir<br />

(114,116,121).<br />

Hastalar yaşadığı yer açısından incelediğinde; % 62,7’sinin il merkezinde, %<br />

27,3’ünün ilçelerde, % 10,1’inin ise köylerde yaşadığı belirlenmiştir. Kruse ve arkadaşlarının<br />

2002 yılında yaptıkları çalışmada, taburculuk sonrası ilk randevuya gelip gelmemenin<br />

108


tedaviye uyumun iyi bir göstergesi olduğu üzerinde durulmuş; kentlerden gelen hastaların<br />

köylerden gelen hastalara göre ilk randevularına gelmede 5 kez daha uyumlu olduklarını ve<br />

etnik gruplar arasında da ilk randevuya uyumda farklılıklar olduğunu saptamışlardır. Bunun<br />

sosyoekonomik düzey ve kültürel değişkenlerle ilgisi olduğunu bildirmişlerdir. Ancak<br />

hastaneye olan coğrafi uzaklık ilk randevuya uyumda anlamlı bir etken olarak saptanmamıştır.<br />

Kentlerden ve köylerden gelen hastalar arasında uyum farkı oluşunun bölgesel merkezlerin<br />

azlığı, hastaların tedavi motivasyonu veya özelleşmiş merkezlerin ve üniversite hastanelerinin<br />

tercihi gibi açıklamaları olabileceği belirtilmiştir. Bizim çalışmamızda da il merkezinde<br />

yaşayan olguların büyük bir kısmı Đstanbul içinde yaşamakta idiler. Ancak Đstanbul’un genel<br />

sosyoekonomik durumu ve gelişmiş ülkelerdeki şehir tanımı göz önüne alındığında bu<br />

sonucun aslında literatürle uyumlu olmadığı da düşünülebilir (116).<br />

Hasta grubunun çalışma yaşamı incelendiğinde; büyük bir kısmının (57,5 %)<br />

çalışmadığı görülmüştür. Psikotik bozukluğu olanlarda genel nüfusa göre daha yüksek oranda<br />

işsizlik olduğu, uzmanlık gerektiren meslekleri sürdüremedikleri bilinmektedir. Yapılan<br />

çalışmalarda takiplere uyumsuzlukta, genel işlevsellik düzeyinin düşüklüğü ve çalışmıyor<br />

olma önemli bir etken olarak bulunmuştur (114,121). Ancak Thomas H ve arkadaşlarının da<br />

çalışmalarında belirttiği gibi bir işte çalışıyor olma da uyumu etkiler. Herhangi bir işte çalışan<br />

hastalar, işyerinde ilaç kullanmaktan veya hastaneye gitmek içi izin istemekten dolayı<br />

etiketlenebilecekleri kaygısı ile sıklıkla doz atlamak ve randevulara düzensiz gelmek şeklinde<br />

tedavide takibe uyumsuzluk gösterirler (80).<br />

Hastaların % 11,7’sinin yalnız, % 53,6’sinin anne-babasıyla, % 25,3’sinin eş ve/veya<br />

çocuklarıyla, % 7,5’inin ise diğer akrabalarıyla yaşadığı, yalnızca % 1,9’unun bakımevinde<br />

veya diğer kurumlarda yaşadığı belirlenmiştir. Anne-baba ile yaşayanların yüksek oranının ve<br />

yalnız yaşayanların mevcut literatüre göre nispeten düşük oranlarının toplumumuzun sosyal<br />

destek sistemleri ile ilişkili olduğu düşünülmüştür. Ancak Thomas H ve arkadaşlarının<br />

çalışmalarında da belirttikleri gibi; sosyal ve çevresel destek eksikliği, hastalık toplam süresi<br />

ile ilişkili gözükmektedir. Hastalığın kronik seyri nedeniyle bakım verenlerin ilgilerinin<br />

azalması yanında, bakım verenlerin anne-baba olduğu olgularda bakım verenlerin süreç içinde<br />

fiziksel engellerinin artması veya ölmeleri durumunda hastaların sosyal ve çevresel<br />

desteklerinin çok azalacağı bir gerçektir. Tedaviye uyum için önemli olan düzenli kontroller,<br />

sosyal ve çevresel desteğin zamanla azalmasıyla aksayabilir ve bu da hastalığın hem seyrini<br />

hem de şiddetini olumsuz yönde etkileyebilir (80).<br />

109


Olguların % 20,5’inin sosyal güvencesi olmadığı, % 31,8’inin SSK’lı olduğu, %<br />

6,5’inin Bağ-Kur’lu olduğu, % 10,7’sinin Emekli Sandığı mensubu, % 29,52’sinin Yeşil<br />

Kartlı, % 1,0’inin ise Yurt Dışından sosyal güvencesi olduğu belirlenmiştir. <strong>Sağlık</strong> sigortası<br />

sahibi olmama birçok çalışmada takiplere gelmemede risk faktörü olarak belirlenmiştir<br />

(117,119). Ancak Compton <strong>TC</strong> ve arkadaşlarının çalışmalarında olduğu gibi bazı çalışmalar<br />

da sağlık sigortası sahibi olmamayı uyumsuzlukla ilgili bulmamışlardır (114).<br />

Hastalık başlama yaşı genel hasta grubunda 10–78 arasında değişmektedir, ortalama<br />

24,46±7,90 olarak bulunmuştur. Kadın hastalarda hastalığın başlama yaşı 10–48 arasında<br />

değişmektedir, ortalama 25,35±8,47; Erkek hastalarda ise hastalığın başlama yaşı 10–78<br />

arasında değişmektedir ve ortalama 24,11±7,65 olarak bulunmuştur. Kadın ve erkek hastalar<br />

arasında hastalığın başlama yaşı açısından istatistik olarak anlamlı fark bulunmamıştır<br />

(p>0,05). Hastalık süresi genel hasta grubunda ortalama 13,73±8,52; minimum 2 yıl;<br />

maksimum 40 yıl olarak bulunmuştur.<br />

Hastaların ilk tedavi yaşı genel hasta grubunda 13–79 arasında değişmektedir,<br />

ortalama 26,32±9,11 olarak tespit edilmiştir. Kadın hastalarda ilk tedavi yaşı 15–55 arasında<br />

değişmektedir, ortalama 29,92±10,31; Erkek hastalarda ise ilk tedavi yaşı 13–79 arasında<br />

değişmektedir, ortalama 25,02±8,29 olarak bulunmuştur. Kadın ve erkekler arasında tedaviye<br />

başlama yaşı açısından istatistikî olarak anlamlı fark bulunmaktadır, kadınlarda tedaviye<br />

başlama yaşı daha geç olarak bulunmuştur (p


çalışmalarında olduğu gibi kimi yayınlar da daha kısa hastalık öyküsüne sahip, hastalığının<br />

başlangıç yaşı 20 ve 30’lu yaşlar arasında olan, tedavisine yeni başlanan hastaların daha<br />

uyumsuz olduğunu bildirmişlerdir (127).<br />

Hastalar alkol ve psikoaktif madde kullanımı açısından incelendiğinde; 68’inin (22,1<br />

%) alkol kullandığı, 234’ünün ise (76,0 %) kullanmadığı saptanmıştır, 52’sinin (16,9%)<br />

psikoaktif madde kullanmakta olduğu, 251’inin ise (81,5%) kullanmadığı bulunmuştur.<br />

Olgular arasında alkol ve maddeyi birlikte kullananların 28 kişi (9,1 %), alkol veya maddenin<br />

herhangi birini veya ikisini birden kullananların ise toplam 91 kişi (29,6 %) olduğu<br />

bulunmuştur. Yapılan çalışmalarda şizofrenik bireylerde psikoaktif madde kullanımının, ilaç<br />

uyumunu ciddi biçimde bozduğu görülmüştür. Bebbington ve arkadaşlarının yaptıkları bir<br />

çalışmada uyumsuzlukla en kuvvetli ilişki ikili tanısı olanlarda, özellikle de alkol kötüye<br />

kullanımı olduğunda gözlemlenmiştir (92). Olfson ve arkadaşlarının 2000 yılında yaptıkları<br />

karşılaştırmalı bir çalışmada ilaç uyumsuzluğu olan şizofrenik bireylerin, ilaç uyumu olanlara<br />

göre öykülerinde daha fazla madde kötüye kullanımı ya da bağımlılığı bulunduğu<br />

belirlenmiştir (87). Alkol ve madde kullanımı ile tedavi uyumsuzluğu arasındaki ilişkinin<br />

sebep mi sonuç mu yoksa tesadüfî bir birliktelik mi olduğu tartışmalıdır. Literatüre göre<br />

bireye göre düşünmek daha sağlıklı bir yoldur (89,121,128,135).<br />

Olgulara suisid girişimi açısından bakıldığında; 90’ında (29,2 %) bir veya daha fazla<br />

suisid girişimi mevcut olduğu tespit edilmiştir. Suisid girişimi olan 90 hastanın ortalama<br />

2,20±1,59; minimum 1; maksimum 8; toplam 145 suisid girişimi olduğu tespit edilmiştir.<br />

Olguların 52’sinde ise (16,9 %) major self-destrüktif davranış saptanmıştır. Đngiltere’de<br />

yapılan bir çalışmaya göre akıl hastalığı olan suisid kurbanlarının % 28’i akıl sağlığı<br />

servisleriyle ilişkisini kesmiş ve % 24’ü son 1 ay içinde hastaneden taburcu olmuş ve çoğu<br />

henüz taburculuk sonrası takiplerine bile gidememiştir (143).<br />

Hastaların 63’ünün (20,5 %) bir adli olaya karıştığı saptanmış, 234’ünde ise (76,0 %)<br />

saptanmamıştır. Đnsana karşı şiddet içeren suçlar toplamı 39 (56,5 %) (adli olayı olan<br />

hastaların % 61,9’u) olarak bulunmuştur. Olguların 202’sinde (65,6 %) aileye karşı saldırgan<br />

tutum saptanmıştır. 95’inde ise (30,8 %) tespit edilmemiştir. Kruse ve arkadaşları tarafından<br />

ilk randevularına gelmeyen 313 hastada 2002 yılında yapılan çalışmada, ilk randevuya<br />

gelmemenin artmış yeniden yatış ve kendine ve başkalarına şiddet davranışı riski ile ilişkili<br />

olduğu belirtilmiştir (117).<br />

111


Olguların ailelerinde psikiyatrik hastalık öyküsü varlığı dosya bilgilerinden elde<br />

edilmiştir. Burada kastedilen tüm psikiyatrik hastalıklar olmasına rağmen hastanemiz dosya<br />

kayıtlarında öncelikle kastedilen ciddi, kronik -çoğunlukla psikotik- hastalıklardır. Ailesinde<br />

psikiyatrik hastalık öyküsü olan hasta sayısı 140 (45,5 %) olarak bulunmuştur. 152 hastanın<br />

(49,4 %) ailesinde ise psikiyatrik hastalık öyküsü saptanmamıştır. Ailesinde psikiyatrik<br />

hastalık olanların çoğunluğunu 1. derece akrabaları olanlar, 103 kişidir (73,5 %). 2. derece<br />

akrabaları olanlar 69 kişi (49,2 %), 3. derece akrabaları olanlar ise 18 kişi (12,8 %) olarak<br />

bulunmuştur. Ailede başka psikotik hastaların bulunmasının, kullanılan ilaçların benzerliğinin<br />

ve yan etkilerinin gözlenmesinin, hastada tedavi ile ilgili olumsuz düşüncelere yol açtığı ve<br />

uyumsuzluğu arttırdığı gözlenmiştir (83,84,85). Yetersiz aile destek sisteminin önemi ise<br />

birçok çalışmada vurgulanmıştır (117,119,127,134).<br />

Hastaların dosyalarında bulunan bilgilere göre olguların 26’sının (8,4 %) düzenli ilaç<br />

kullandığı, 78’sinin (25,3 %) düzensiz olarak ilaç kullandığı, 183’ünün ise (59,4 %) ilaç<br />

kullanmadığı görülmektedir. Tedaviye daha önce uyum göstermemiş olmak, sonraki<br />

uyumsuzluğun en önemli göstergesidir (82). Đlaç kullanma tarzı, yatış dosyalarında bulunan<br />

tedaviye uyum notları ile koşut bulunmuştur. Görüşme sonucunda edinilen bilgiye göre, yatış<br />

dosyasında ilaçlarını düzenli aldığı belirtilen hastalar ilaçlarını taburculuktan sonra da düzenli<br />

kullanmakta, düzensiz ilaç aldığı belirtilen hastalar yine düzensiz ilaç kullanmakta, ilaç<br />

kullanmadığı belirtilen hastalar da ilaç kullanmamaya devam etmektedir. Bu durum bize<br />

hastanın önceki ilaç uyumunun sonraki uyum için önemli bir gösterge olduğunu<br />

göstermektedir. Bu gerçek, takiplerde dikkate alınmalıdır.<br />

Olgulara son yatışları sırasındaki onayları açısından bakıldığında; 58’sinin (18,8 %)<br />

hastaneye yatışı sırasında, yatışının isteğe bağlı yapılmış olduğu, 211’inin ise (68,5 %)<br />

hastaneye yatışının isteği dışında gerçekleşmiş olduğu saptanmıştır. Đsteğe bağlı yatışların<br />

büyük kısmı hastanın yakınları veya tedavi ekibi tarafından bir şekilde kandırılarak veya ikna<br />

edilmesi sonucu olan yatışlardır. Yatış sırasındaki istemliliğin, taburculuk sonrası randevulara<br />

ve ilaç alımına uyumda önemli etken olduğu farklı çalışmalarda vurgulanmıştır<br />

(82,87,89,90,114). Bu durum hastanın içgörüsü ile ilgili olduğu kadar, ailenin ve tedavi<br />

ekibinin tutumunun ve yatış-servis şartlarının da bir sonucu olması açısından önemlidir.<br />

112


Olguların ekonomik durumu incelendiğinde; 163’ünde (52,9 %) evin geçiminin<br />

aileden bir veya birkaç kişinin çalışması veya mevcut aylık geliri ile sağlandığı, 28’inin ise<br />

(9,1 %) çevreden gelen yardımlarla geçindiği tespit edilmiştir. Eve giren paranın ortalama<br />

838,71 YTL±729,93; minimum 150 YTL; maksimum 5 000 YTL olduğu tespit edilmiştir.<br />

Verilerin dağılımı sola basık olduğundan ortalama anlamlı olamamaktadır. Ancak hastaların<br />

100’ünün (61,35 %) 750 YTL’den az geliri olduğu bulunmuştur. Ekonomik güçlükler nedeni<br />

ile ilaç kullanımının ve kontrollerin aksaması; hastalığın süreğenleşmesine ve özellikle pozitif<br />

belirtilerle seyreden vakalarda hastanın çevresi ile uyumunu olumsuz yönde etkileyerek,<br />

hastalarda ve hasta yakınlarında hastalıkla ilgili olumsuz fikir ve tutumların gelişmesine<br />

neden olabilir (82). Düşük sosyoekonomik durum uyumu bir çok yönden bozmaktadır<br />

(80,82,117,119,127,135).<br />

Olgulara ilaçları sorulduğunda, düzenli veya düzensiz ilaç kullanmakta olan olguların<br />

53’ünün (33,3 %) ilacının ne olduğunu bildiği, 35’inin (22,0 %) ilaçlarının bir kısmını bildiği,<br />

71’inin (44,7 %) ise ne ilaç kullandığını bilmediği tespit edilmiştir. Olguların hastalıkla ilgili<br />

bilgileri sorgulandığında, 18’inin (6,7 %) hastalıkla ilgili yeterince bilgi sahibi olduğu,<br />

177’sinin (65,8 %) kısmen bilgi sahibi olduğu, 74’ünün (27,5 %) ise hastalıkla ilgili hiç<br />

bilgisi olmadığı bulunmuştur. Aker ve arkadaşlarının çalışmalarında (82) belirttikleri gibi<br />

tedaviye karşı yetersiz bilgilenme veya tedaviyi yanlış yorumlama, hastanın ve çevresinin ilaç<br />

tedavisine ve ruhsal hastalığa karşı tutumu, ilaç kullanımının toplumsal hayatta yarattığı<br />

düşünülen güçlükler, kültürel inançlar (özellikle toplumumuzda çok sık görülen medyum,<br />

şifacı, hoca gibi insanlardan yardım beklentileri), tedavi konusunda görülen baskı gibi<br />

etkenler de uyumsuzlukta belirleyici rol oynamaktadır ve tüm bunlarla başetmek klinisyenin<br />

görevidir (83,95). Parashos ve arkadaşları (2000) tarafından şizofrenide ilaç uyumsuzluğu ile<br />

ilgili olarak hasta ve yakınlarıyla görüşerek yapılan çalışmada, hastaların zihinlerindeki<br />

ilaçlara ilişkin bazı yanlış düşünceler, korkular, önyargılar ile; ilaçlar ve hastalıkla ilgili<br />

çevreden gelen olumsuz ve yanlış bilgilerin de tedaviye uyumu bozucu etkileri üzerinde<br />

durmuşlardır (96). Almanya’da 2006 yılında Pitschel-Walz G ve arkadaşları tarafından 386<br />

hastada yapılan bir çalışmada, ailelerin de katıldığı düzenli psikoeğitimin şizofreni<br />

tedavisindeki başarıyı arttırdığı gösterilmiş ve tüm hastalara psikoeğitim uygulanması<br />

önerilmiştir (105). Sivas’ta Tel H ve arkadaşları tarafından 60 hastada yapılan bir araştırmada<br />

psikoeğitim verilen ailelerin, hastaların semptomlarını daha rahat algıladıkları ve uyum ile<br />

ilgili problemleri daha erken fark ettikleri gözlenmiştir (106). Kaynaklar hasta ve yakınlarının<br />

tedavi, ilaçlar ve oluşabilecek yan etkiler konusunda bilgilendirilmesinin önemli olduğunu<br />

113


elirtmektedir (119,123,124). Bununla birlikte Sherman M ve arkadaşlarının çalışmasında da<br />

vurgulandığı gibi ailelerin hastalıkla ilgili eğitim almaları ve tedaviye katılma düzeyleri batı<br />

ülkelerinde bile oldukça düşüktür (% 10’dan az). Ailelerin destek ve eğitim gereksinimleri<br />

ortadadır ve hekimlerin yeterli zaman ve enerji ayırıp bunu sağlamaları gerekmektedir (62).<br />

Olgulara tedaviden fayda görüp görmedikleri sorulduğunda; 25’inin (9,2 %) tedaviden<br />

yeterince fayda gördüğünü düşündüğü, 114’ünün (42,4 %) tedaviden fayda görmediğini<br />

belirttiği, 130’unun ise (48,4 %) kısmen fayda gördüğünü belirttiği tespit edilmiştir. Şiddetli<br />

psikopatoloji ve yetersiz tedavi, hastanın içgörüsünü olumsuz bir şekilde etkileyerek bir kısır<br />

döngü oluşturmakta ve bu şekilde ilaç uyumunu bozmaktadır. Đçgörü eksikliği, yetersiz<br />

tedavi, kişinin hastalığına karşı olan umutsuzluğu; bilgilenme eksikliğini ve uyumsuzluğu<br />

beraberinde getirir. Kontrollerin ve ilaç kullanımının aksaması, hastalığın kronikleşmesine<br />

neden olur ve özellikle pozitif belirtilerle seyreden vakalarda hastanın çevresi ile uyumunu<br />

bozar; hastalarda ve hasta yakınlarında hastalıkla ilgili olumsuz fikir ve tutumların<br />

gelişmesine neden olarak bir kısır döngü oluşturabilir (82).<br />

Hastalara veya yakınlarına en son ne zaman ve nereye kontole gittikleri sorulduğunda;<br />

97’sinin (36,0 %) hiçbir yere kontrole gitmedikleri, 35’inin (13,0 %) son 6 ay içinde<br />

polikliniğimize geldikleri, 94’ünün (35,0 %) son 6 ay içinde başka bir hastaneye kontrole<br />

gittikleri, 9’unun (3,3 %) son 1 yıl içinde hastanemize kontrole geldikleri, 15’inin (5,6 %) son<br />

1 yıl içinde başka bir hastaneye kontrole gittikleri, 7’sinin (2,6 %) 1 yıldan daha uzun süre<br />

önce hastanemize kontrole geldikleri, 12’sinin (4,5 %) ise 1 yıldan daha uzun süre önce başka<br />

bir hastaneye kontrole gittikleri öğrenilmiştir. Hastanemize gelenler toplam 51 kişi (18,9 %),<br />

başka bir hastaneye gidenler toplam 121 kişi (45,1 %), hiç kontrole gitmeyenler 97 kişi (36,0<br />

%) olarak bulunmuştur. En son kontrole geliş ile yaş, cinsiyet, hastalık süresi ve ilaç bilgisi<br />

arasında farklılaşma bulunmamıştır. En son kontrol; hastalık bilgisi ve tedaviden görülen<br />

fayda ile farklılaşmaktadır. Hastalıkla ilgili hiç bilgisi olmayanlar ve tedaviden fayda<br />

görmediğini düşünenler daha çok kontrole gitmeyenler iken; hastalıkla ilgili kısmen bilgisi<br />

olanlar ve tedaviden yeterince fayda gördüğünü düşünenler ise daha çok başka bir hastaneye<br />

gitmektedir. Kruse ve arkadaşlarının 2002 yılında yaptıkları çalışmada taburculuk sonrası ilk<br />

randevuya gelip gelmemenin tedaviye uyumun iyi bir göstergesi olduğu üzerinde durulmuş;<br />

taburculuk sonrası ilk iki hafta içinde randevu verilen hastaların iki hafta sonrasında bir<br />

zamana randevu verilenlere göre 4 kez daha uyumlu olduğunu bulmuşlardır (116).<br />

Hastanemizde ise taburculuk sırasında, doktorlar tarafından hasta ve yakınlarına (farklı süreler<br />

114


verilmekle birlikte ortalama 15 gün sonrası) polikliniğe kontrole gelmeleri söylenmekte ancak<br />

randevu verilmemektedir. Weis ve arkadaşları psikotik bozukluğu olan 162 ayaktan tedavi<br />

gören hastada, tedaviye uyumun seyrini araştırmışlardır. Başlangıçta tedaviye bağlı olan<br />

hastaların % 50’si ortalama 13,7 ay bağlılığı sürdürmüşlerdir ve başlangıçta tedaviye<br />

uyumsuz olan hastaların ise % 75’i, 1 ay sonunda da uyumsuzdur (98). Diaz ve arkadaşları<br />

tarafından (2004) ilaç alımının elektronik monitörizasyon araçlarıyla izlendiği 50 kişilik<br />

küçük bir grupta yapılan çalışmada, hastane çıkışından sonraki 3 ay içerisinde tedaviye uyum<br />

% 47 bulunmuştur (100). Nelson ve arkadaşları 2000 yılında yapmış oldukları çalışmada<br />

taburculuk sonrası ilk randevuya gelmeyenlerin gelenlere oranla sonraki yıl içinde iki kat<br />

daha fazla yeniden hastaneye yatırıldıklarını göstermiştir. Ayrıca uyumsuzluğun önde gelen<br />

nedenlerinden biri olarak da taburculuk sonrası ilk randevuya kadar geçen sürenin öneminden<br />

bahsetmişlerdir (115). Gallucci G ve arkadaşları da 2005 yılında yaptıkları çalışmalarında<br />

taburculuk sonrası ilk randevuya gelmemenin uyumsuzluğun iyi bir göstergesi olduğuna<br />

değinmiş ve ilk randevuya kadar geçen bekleme süresinin özellikle ilk 1 haftanın önemi<br />

üzerinde durmuşlardır. Đlk randevu için bekleme süresinin uzamasının sonraki randevulara<br />

uyumu bozduğunu belirtmişlerdir. Mitchell AJ ve arkadaşları tarafından 2007 yılında yapılan<br />

çalışmada, ayaktan tedavide başlangıç randevusuna gelmemenin, izlem randevularına<br />

uyumsuzluktan farklı prognostik öneme sahip olduğu vurgulanmıştır. Ve tüm psikiyatrik<br />

servislerin bir “uyumsuzluk yönetimi protokolü” sahibi olmaları gerektiği belirtilmiştir (128).<br />

Başka bir hastaneye giden hasta ve yakınlarına, başka bir hastaneyi tercih nedenleri<br />

sorulduğunda; 30’u bu kurumdan aldığı tedaviden fayda görmediği için (24,8 %), 48’i daha<br />

iyi ayaktan tedavi imkânı sundukları için (39,7 %), 47’si daha iyi yatarak tedavi imkânı<br />

sundukları için (38,9 %), 44’ü sevk alamamak ve bölge hastanesi sayılmama sebepleri<br />

nedeniyle (36,3 %), 27’si ise ulaşım sorunları yüzünden (22,3 %) başka bir hastaneye<br />

gittiklerini belirtmişlerdir. Verilen yanıtlarda daha iyi ayaktan ve yatarak tedavi sunmaları<br />

yanıtlarının öne çıkması hastanemiz açısından önem taşımaktadır. Bu cevabı veren hasta<br />

yakınlarının özellikle hastanemizin randevu sisteminden şikâyetleri (telefonla ulaşmanın<br />

güçlüğü, uzak tarihlere randevu verilebilmesi, sabah erken saatlerde gelmenin zorluğu, uzun<br />

kuyruklar olabilmesi, kimi zaman randevu saatinde geldikleri halde sıra beklemek zorunda<br />

kalabilmeleri) ve verilen hizmet ile ilgili şikâyetler (hastaya ayrılan sürenin kısalığı, Ayaktan<br />

Tedavi Ünitesindeki doktorların sık değişmesi ve servislerin kalabalık olması, ihtiyaç<br />

duyduklarında ulaşacak bir görevli veya telefon numarası olmaması gibi şikâyetlerin yanısıra<br />

hastanemizde hastalarının yatırılma taleplerinin dikkate alınmadığı, hasta ve yakınlarına iyi<br />

115


davranılmadığı, hastanemizdeki yatışın “yatırılma” değil “kapatılma” olduğu gibi iddialar)<br />

öne çıkmaktadır.<br />

Hasta ve yakınlarına hastanemize gelmeme sebepleri sorulduğunda; 62 kişi yol ve<br />

tedavi giderleri nedeniyle (23,0 %), 53’ü ulaşım sorunları nedeni ile (19,7 %), 25’i bürokratik<br />

engeller (sevk alamama, sosyal şifa kontrol muayeneleri başka hastanede yapılanlar gibi)<br />

dolayısıyla (9,3 %), 70’i hastayı getirmeye ikna edemediklerinden ötürü (26,0 %), 93’ü yatış<br />

sırasında tedavi ekibinden memnun kalmadığı için (34,6 %), 60’ı hastanemizde hastalarının<br />

yatırılmadığından şikâyet ettikleri için (22,3 %), 104’ü ise ilaç raporu olduğu için gerek<br />

görmediğinden (38,7 %) hastanemize gelmediklerini belirtmişlerdir. Hasta ve yakınları<br />

arasında, tedavi ekibinden memnun kalmama yanıtını verenlere görüşülen kişi açısından<br />

bakıldığında, cevaplar arasında anlamlı fark bulunmamıştır. Olfson ve arkadaşlarının 2000<br />

yılında 213 hastada yaptıkları çalışmalarında ilaç uyumsuzluğu olan hastaların, hastanede<br />

yatışları süresince tedavi ekibiyle terapötik uyumlarının zayıf olduğunu ve yatarak tedavi<br />

görmelerinin aileleri tarafından reddedildiğini göstermiştir (87). Cruz ve arkadaşlarının<br />

makalesinde, randevulara uyumsuzluğun oranının hastanenin hizmet kalitesinin de bir<br />

göstergesi olduğu, vaka yönetiminin önemi, ev ziyaretleri, hastaneye ulaşımın sağlanması,<br />

bireysel ve grup psikoterapileri, eğlence ve sosyal programlar, randevular için esnek<br />

programlar gibi müdahalelerin önemi belirtilmiştir (140). Sebepler arasında özellikle hastayı<br />

getirmeye ikna edememe yanıtı, vaka yönetimi ve ev ziyaretlerinin önemini bir kez daha<br />

göstermektedir. Literatürden farklı olarak hastanemizi ilgilendiren iki önemli sebep daha göze<br />

çarpmaktadır; hastanemizde hastalarının yatırılmadığından şikâyet etme ve ilaç raporu olduğu<br />

için kontrole gerek görmeme. “BRSHH’ta hastamız yatırılmıyor” diyenlere “tedavide aileye<br />

ilişkin sorunlar” açısından bakıldığında; hastaneye getirecek kimsenin olmaması, hastanın<br />

şimdilik sorun çıkarmaması ve ailenin ilgisizliği anlamlı düzeyde dikkati çekmektedir. Hasta<br />

yakınları, hastalarını hastaneye getirecek kimse olmadığından getiremediklerini, ancak<br />

hastalarının durumu kötüleştiğinde ya polis zoruyla ya da yardım alarak zorla getirdiklerini<br />

belirtmekte ve hastanemize geldiklerinde ise hastalarının yatırılmadığından şikâyet<br />

etmektedirler. Yattığı süre içinde tedavi ekibinden memnun kalmama yanıtı da % 34,6 ile<br />

oldukça yüksek bulunmuştur. Literatürde psikozda daha çok genel olarak tedavi<br />

memnuniyetsizliğine bakılmış ve birbirinden farklı sonuçlar bulunmuştur (146,147,148).<br />

Tedaviden fayda gördüğünü düşünen ve başka hastaneye giden hastaların bize gelmeme<br />

sebeplerine bakıldığında, ilaç raporu varlığı ve tedavi ekibinden memnun kalmama sebepleri<br />

öne çıkmaktadır.<br />

116


Hastaların ilaç kullanma düzenleri sorgulandığında; 110’unun hiç ilaç kullanmadığı<br />

(40,9 %), 47’sinin yardımla-düzenli (17,4 %), 12’sinin yardımsız-düzenli (4,4 %), 70’inin<br />

yardımla-düzensiz (26,1 %), 30’nun yardımsız-düzensiz (11,2 %) olarak ilaç kullandığı<br />

belirlenmiştir. Toplam olarak hastaların 59’u düzenli (21,8), 100’ü düzensiz (37,3) olarak ilaç<br />

kullanmakta ve 110’u ise (40,9 %) hiç ilaç kullanmamaktadır. Literatürde antipsikotik ilaçlara<br />

uyumsuzluk oranı % 11–80 arasında değişmektedir ve klinik pratikte önemli sonuçları<br />

görülen ciddi bir sorundur (76). Olfson ve arkadaşları ilaç uyumunu değerlendirdikleri<br />

şizofreni ve şizoaffektif bozukluğu olan 213 hastayla 2000 yılında yaptıkları bir çalışmada;<br />

genellikle hastaların hastaneden çıkışı izleyen ilk 3 ay içinde yaklaşık % 50’sinin kısmi<br />

uyumsuzluk, % 20’sinin ise tam uyumsuzluk gösterdiklerini saptamıştır (87). Aker ve<br />

arkadaşlarının Psikotik Bozukluğu olan 37 hastayla yaptıkları bir çalışmada, hastaların<br />

hastaneden çıktıktan sonraki ilk 10 gün içinde ilacı bıraktıkları ve uyumsuzluğun başladığı<br />

bildirilmiştir (82). Kullanılan antipsikotik sınıfının tedaviye uyumu etkileyebileceği<br />

düşünülebilir, ancak bu konu tartışmalıdır. Yapılan uzun dönem çalışmaları genelde<br />

antipsikotik sınıfının uyum üzerinde fazla bir etkisi olmadığı yönündedir. Aynı sınıftaki<br />

ilaçlar arası farka bakmadan atipik ve klasik sınıfları karşılaştıran çalışmalarda uyum<br />

yönünden önemli bir fark bulunmamıştır. Örneğin Valenstein ve arkadaşları ayaktan tedavi<br />

gören yaklaşık 60 bin hastanın kayıtları üzerinde yaptıkları geniş çaplı bir çalışmada atipik<br />

antipsikotiklerin uyumu arttırmadığını göstermişlerdir (200,111).<br />

Đlaç kullanma tarzı ile yaş, hastalık süresi, hastalık başlama yaşı, ilk tedavi yaşı, adli<br />

olaya karışma, hastanın kiminle yaşadığı ve suisid girişimi varlığı arasında farklılaşma<br />

bulunmamıştır. Ancak ilaç kulanma tarzı; yatış sayısı, toplam yatış süresi, alkol/madde<br />

kullanımı, suisid sayısı, eve giren para, ilaç raporu varlığı, yatış istemliliği, tedaviye uyum<br />

notu ve ilaç bilgisine göre farklılaşmaktadır. Literatürde de bu bulgular birbirinden farklı<br />

sonuçlarla yer almıştır (82,88,89,114,115,117,119,121,126,127,128,135,139). Bizim<br />

çalışmamızda; Đlaç kullanma tarzı, alkol/madde kullanımına göre farklılaşmaktadır. Alkol ve<br />

/veya madde kullanımı olan hastalar daha fazla oranda, ilaçlarını kullanmamaktadır. Đlaç<br />

kullanma tarzı, hastanın ilaç hakkındaki bilgisine göre de farklılaşmaktadır. Đlaçlarını bilenler<br />

daha çok düzenli ve yardımsız ilaç kullananlar, ilaçlarını bilmeyenler ise daha çok düzensiz<br />

ve yardımsız ilaç kullananlardır. Đlaç kullanma tarzı hastanın son yatışındaki istemliliğine<br />

göre de farklılaşmaktadır. Đsteği dışında yatırılan hastalar daha fazla oranda, ilaç<br />

kullanmamaktadır. Đlaç kullanma tarzı tedaviden fayda görme düşüncesine bağlı olarak da<br />

117


farklılaşmaktadır. Tedaviden yeterince fayda gördüğünü düşünenler daha fazla oranda düzenli<br />

ilaç kullanırken, kısmen fayda gördüğünü düşünenler düzensiz kullanmakta, fayda<br />

görmediğini düşünenler ise ilaç kullanmamaktadır.<br />

Düzensiz ilaç kullanan veya hiç ilaç kullanmayan hastalara sebepleri sorulduğunda; 81<br />

kişi ilaçların yararına inanmama sebebi ile (38,5 %), 58’i ilaç kullanmaktan hoşlanmama<br />

sebebi ile (27,6 %), 83’ü ilaçların yan etkileri sebebi ile (39,5 %), 33’ü ilaç alacak veya katkı<br />

payı ödeyecek parası olmaması sebebi ile (15,7 %), 53’ü ise başka sebeplerden ötürü (25,2 %)<br />

olduğunu belirtmişlerdir. Diğer ilaç kullanmama veya düzensiz kullanma sebebi<br />

sorgulandığında ise; 30 hastanın hezeyanları nedeni ile (15,2 %), 21 kişinin unutma sebebi ile<br />

(10,0 %), 1 kişinin ailenin ilgisizliğinden ötürü, 1 kişinin de bilgi eksikliği nedeni ile olduğu<br />

anlaşılmıştır. Midrasi ve arkadaşları yaptıkları çalışmada, hastaların tedaviyi bırakma<br />

nedenlerinin nörolojik, endokrin, antikolinerjik ve ekstrapiramidal sistem yan etkilerinin<br />

ortaya çıkması olduğunu göstermiştir (76). Aker ve arkadaşlarının çalışmasında da yan etkiler<br />

nedeni ile görülen ilaç uyumsuzluğu, yaklaşık % 40 oranı ile ikinci sırada yer almıştır.<br />

Yapılan birçok çalışmada da hastaların % 40’nın ilk 1 yıl içinde, % 75’inin 2 yıl içinde çeşitli<br />

yan etkiler nedeni ile ilacı bıraktıkları bildirilmiştir (87,93,94). Yan etkilerden sonra, ilaçların<br />

yararına inanmama bir diğer önemli sebeptir. Burada da hasta ve yakınlarının eğitiminin ve<br />

kurulan ilişkinin önemi bir kez daha ortaya çıkmaktadır.<br />

Hastanın tedavisinde aileye ilişkin sorunlar sorgulandığında; 63 kişide yol ve tedavi<br />

giderlerini karşılayamama (25,8 %), 26 kişide ulaşım sorunu (10,6 %), 126 kişide hastayı<br />

hastaneye getirecek kimsenin olmaması (51,6 %), 22 kişide ailenin hastalığa inanmaması (9,0<br />

%), 70 kişide ailenin ilgisiz davranması (28,6 %), 9 kişide bilgi eksikliği (3,6 %), 84 kişide<br />

hasta sorun çıkarmadığı için kontrole getirmeme (34,4 %) sorun olarak saptanmıştır.<br />

Unutulmaması gereken bir başka önemli nokta da bazı aile üyeleri veya hasta yakınlarının<br />

zamanla yoruldukları ve bakım vericilikten, hastalığın sonuçlarıyla uğraşmaktan yılgınlığa<br />

düştükleri gerçeğidir. Bunun çok ciddiye alınması gerekir (59). Verilen yanıtlarda aileye<br />

ilişkin en önemli sebep hastayı hastaneye getirecek kimsenin olmaması sorunudur. BRSHH’a<br />

gelmeme sebebi olarak “hastamız yatırılmıyor” yanıtını verenlerde de tedavide aileye ilişkin<br />

saptanan sorunlar açısından bakıldığında, hastaneye getirecek kimsenin olmaması, hastanın<br />

şimdilik sorun çıkarmaması ve ailenin ilgisizliği öne çıkmaktadır. Burada da tedaviye ulaşma<br />

kolaylığı ve vaka yönetiminin önemi görülmektedir (88). Kampman ve arkadaşlarının 2003’te<br />

yayınladıkları 4 yıllık izlem çalışmasında, şizofreni tanısı konmuş ve tekrar tekrar hastaneye<br />

118


yatmış ve uzun süreli tedaviye uyumsuzluk öyküsü olan 41 hasta iki gruba ayrılmıştır.<br />

Çalışma grubundaki 18 hasta, çıktıktan sonra ayaktan hasta bakımı almışlardır; buna hem<br />

antipsikotik ilaç tedavisi hem de sonraki 4 yıl boyunca bir hemşire tarafından 2–4 haftada bir<br />

ev ziyaretleri dâhildir. Bu gruptaki hastalardan 9’unda hastaneye yatma gerekmezken, 4 yıl<br />

içinde tüm grupta hastanede yatılan gün sayısı yaklaşık % 80 azalmıştır. Örnek grup boyutu<br />

küçük olsa da bu çalışma kaynakların bilinçli kullanıldığı ve ev temelli tedavi modellerinin<br />

uygulandığı istikrarlı ayaktan hasta tedavisinin önemini göstermektedir (99). Orlosky MJ ve<br />

arkadaşları 2007’de yayınlanan çalışmalarında; 2003 ve 2004 yıllarında genel psikiyatri<br />

hastanesinden taburcu olan, vaka yöneticisi tarafından evinde izlenen hastalarda ilk randevuya<br />

gelişteki uyumu, bu yöntemin kullanılmadığı önceki yıllardaki ilk randevuya uyum ile<br />

karşılaştırmışlardır. Sonuç olarak; evlerinde vaka yöneticisi tarafından izlenen hastaların %<br />

71,6’sının taburculuk sonrası ilk 7 gün içinde (önceki yıllardaki oran: % 66,6); % 88,3’ünün<br />

taburculuk sonrası ilk 30 gün içinde (önceki yıllardaki oran: % 84,0) ilk randevularına uyum<br />

sağladıklarını, dolayısıyla bu programın anlamlı ölçüde etkili olduğunu göstermişlerdir (130).<br />

Hastaların ilaç raporu olup olmadığı sorgulandığında; 182 hastanın ilaç raporu olduğu<br />

(67,6 %), 87 hastanın ise ilaç raporu olmadığı (32,4 %) belirlenmiştir. Đlaç raporu varlığı,<br />

ekonomik duruma göre farklılaşmamakta, ancak ilaç kullanma tarzına ve sosyal güvenceye<br />

göre farklılaşmaktadır. Düzenli ve düzensiz ilaç kullananların içinde ilaç raporu olanların<br />

oranı, kullanmayanların içinde ilaç raporu olanlarından daha fazladır. Kullanmayanların ise %<br />

48’sinin ilaç raporu varken % 52’sinin ilaç raporu olmadığı bulunmuştur. Düzenli veya<br />

düzensiz ilaç kullanan ve ilaç raporu olan hastaların % 62,8’i başka bir hastaneye kontrole<br />

gidenler iken % 26,4’ü BRSHH’a gelen hastalardır, % 10,9’u ise kontrole gitmeyenlerdir.<br />

Hastaların hastanemizin Rehabilitasyon Merkezi-Gündüz Hastanesi’ne devamı<br />

sorgulandığında; 10 hastanın daha önce merkeze geldiği (3,7 %), 259’nun ise hiç gelişi<br />

olmadığı (96,3 %) belirlenmiştir. Gelenlerin de çoğunluğu düzensiz olarak devam etmektedir.<br />

Hasta veya yakınlarına tedavi ekibinin her gelişlerinde farklı olması veya sık<br />

değişmesinin hastanemize gelmemelerinde bir sebep olup olmadığı sorulduğunda; 134’ü bu<br />

soruya “evet” (49,8 %), 135’i ise “hayır” (50,1 %) cevabını vermişlerdir. Bu sonuçlar<br />

arasındaki fark istatistikî olarak anlamlı olmasa da (p>0,05) hastaların yarısı evet cevabı<br />

verdiğinden klinik olarak önem taşımaktadır. Tedavideki süreklilik kadar, tedavi ekibinin<br />

sürekliliği de önemlidir. Genelde dünyanın hemen her yerinde aynı sorunla karşılaşılmaktadır.<br />

119


Hastaların aynı tedavi ekibini her seferinde bulmaları zor olmaktadır. Hâlbuki şizofreni gibi<br />

uzun süreli bir hastalığın tedavisinde ve rehabilitasyonunda başarı önemli ölçüde tedavinin ve<br />

tedavi ekibinin sürekliliğine bağlıdır. Tedavi ekibindeki süreklilik, aynı ekiple tedaviyi<br />

sürdürme anlamını taşımaktadır. Bu durum hem hasta açısından hem de ekip açısından çok<br />

büyük yararlar taşır. Hastanın tedavi ekibine yakınlığı, onları tanıması, güvenmesi, onlardan<br />

sürekli kabul ve destek görmesi tedavinin etkililiğine güçlü bir katkı sağlayacağı gibi aynı<br />

ekip üyelerinin hastayı ve yakınlarını kendi olanakları ölçüsünde tanıyor olmaları da hastaya<br />

yardımın zamanında ve etkin bir şekilde ulaşmasını sağlar (65).<br />

Tedavi ekibinin sık değişmesinin hastanemize gelmemesinde bir etken olup olmadığı<br />

sorusuna “evet” yanıtını verenler arasında başka bir hastaneyi tercih sebepleri olarak daha iyi<br />

ayaktan ve yatarak tedavi imkânı sunmaları ve bu kurumdan aldığı tedaviden fayda görmeme;<br />

“hayır” yanıtını verenler arasında ise sevk alamamak ve bölge hastanesi sayılmama ve ulaşım<br />

sorunları öne çıkmaktadır. Tedavi ekibinin sık değişmesinin hastanemize gelmemesinde bir<br />

etken olup olmadığı sorusuna “evet” yanıtını verenler arasında BRSHH’a gelmeme sebepleri<br />

olarak tedavi ekibinden memnun kalmama; “hayır” yanıtını verenler arasında ise hastayı<br />

getirmeye ikna edememe, yol ve tedavi giderleri ve ulaşım sorunları öne çıkmaktadır.<br />

Çalışmamızın kısıtlılıkları arasında karşılaştırma grubu olmayışı, hasta hakkkındaki<br />

bilgilerin bir kısmının hasta dosyalarından elde edilmiş olması ve bu alanda standart ölçekler<br />

olmaması sayılabilir. Bu konuda daha fazla sayıda tedaviye uyumlu hastalarla karşılaştırılarak<br />

yapılmış, daha fazla parametrenin ayrıntılı incelendiği, uzun süreli çalışmalara gereksinim<br />

vardır.<br />

120


SONUÇ ve ÖNERĐLER<br />

Tedavi uyumunu arttırıcı girişimlerin başarısı açıkça kanıtlanmıştır. Bazı etkinlikler<br />

tedaviye uyumu düzeltebilir. Yapılan araştırmalar, psikotik bozukluğu olan hastaların<br />

tedaviye uyumlarını sağlayabilmek için birden fazla konuya eğilmek gerektiğini<br />

göstermektedir. Hastalarla ve yakınlarıyla iletişim ve bilgilendirme, terapötik planı<br />

basitleştirme, konsültasyon planlama, yan etkileri göz önünde bulundurarak basit, karmaşık<br />

olmayan ve etkin tedavi düzenleme, sosyal destek uyumu arttırmada çok önemlidir.<br />

Özellikle hastanemiz için dikkate alınması gerekenler; randevuların ve poliklinik<br />

görüşmelerinin ve bürokratik işlemlerin yeniden düzenlenmesi ve basitleştirilmesi, telefonla<br />

randevuların hatırlatılması, taburculuk sonrası ve izlem muayenelerini kaçıran hastalara<br />

telefonla ulaşılması ve hastanemiz için bir “uyumsuzlukla başetme protokolü” düzenlenmesi,<br />

tüm hasta ve yakınlarına düzenli eğitim ve rehabilitasyon olanakları sağlanmaya çalışılması,<br />

hastaneden çıkış için bir “taburculuk planı” oluşturulması.<br />

Elbette ki tüm bunlar sadece hastanemiz olanaklarıyla değil <strong>Bakanlığı</strong>mız bünyesinde<br />

de ele alınarak ve kurumlararası işbirliği sağlanarak çözülmesi gereken sorunlardır.<br />

Özellikle ev temelli bakım ve tedavi seçeneğinin bir an önce ele alınması, “vaka<br />

yönetimi” kavramının oluşturulması ve geliştirilmesi, bu konuda eğitimli personel ve<br />

disiplinlerarası işbirliği sağlanması önem taşımaktadır.<br />

Bireysel olarak ise hasta ve yakınları ile terapötik işbirliği kurmak, hastalığı etkili bir<br />

şekilde tedavi etmek, içgörü kazandırmak, hastayı ve aileyi eğitmek ve sosyal destek<br />

sistemlerini elimizden geldiğince harekete geçirmeye çalışmak, engelleri kaldırmak için<br />

atılacak ilk önemli adımlardır.<br />

Sonuç olarak, tüm bunlar yapıldığında tedaviye uyumda önemli artış sağlanacak,<br />

kronik psikotik hastaların yaşam kalitesi ve işlevselliği artıp nüksleri azalacaktır. Bu konuda,<br />

uyumu değerlendiren ve uyumu arttırmaya yönelik daha fazla çalışmaya gereksinim vardır.<br />

121


ÖZET<br />

Hemen bütün hastalıklarda, özellikle kronik hastalıklarda tedaviye uyum sorunu<br />

tedavinin başarısını engelleyen önemli bir etmendir. Psikiyatrik hasta gruplarında tedaviyi<br />

sürdürmeme, kontrol randevularına gelmeme oranı % 20-50 olarak bildirilmekte iken,<br />

psikotik hastalarda bu oran % 70-80’e kadar çıkabilmektedir. Tedaviyi etkileyen birçok etken<br />

bulunmaktadır. Özellikle içgörüsü olmayan psikotik hastalarda tedavi uyumu birçok sorun<br />

taşımaktadır. Bu sorunlar bireysel, aileye ilişkin, sisteme ilişkin ve tedavi yan etkilerine ilişkin<br />

etkenler olarak sınıflandırılabilir.<br />

Bu bilgiler ışığında araştırmamıza öncelikle 01.03.2006 – 31.5.2008 tarihleri arasında<br />

hastanemiz genel psikiyatri (psikoz) servislerinde yatışı olan ve son iki yatışındaki teşhisleri<br />

aynı olan, kronik psikotik bozukluk hastaları (şizofreni, şizoaffektif bozukluk, hezeyanlı<br />

bozukluk ve atipik psikoz) alınmıştır. Kısa süreli psikotik bozukluklar, genel tıbbi duruma<br />

bağlı psikotik bozukluklar, madde kullanımına bağlı psikotik bozukluklar ve mental<br />

retardasyon tanıları olanlar çalışma dışı bırakılmıştır. Çalışma kriterlerine uyan toplam 4453<br />

hasta tespit edilmiştir.<br />

Bu hasta listesi poliklinik listeleri ile karşılaştırılarak taburculuk sonrası en az 6 ay<br />

boyunca ayaktan tedavi ünitesine gelmeyen hastalar tespit edilmiş (2114 kişi, 47,4 %) ve<br />

2114 kişilik ana kütlemizden rastsal olarak 350 kişi seçilmiştir. Bu hastalar hakkında<br />

sosyodemografik veriler, telefon numaraları ve hastalıkla ilgili değişkenler (ekler, form 1),<br />

arşiv dosyaları taranarak elde edilmiştir. Daha sonra bu hastalara ve yakınlarına, elde edilen<br />

telefon numaralarından ulaşılarak, literatür verileri gözönünde bulundurularak hazırlanan<br />

sorular (ekler, form 2) yöneltilmiştir.<br />

Toplam 308 hasta ve yakınına telefonla ulaşılmış ve 23 hasta, 285 hasta yakını ile<br />

görüşülmüştür. 24 hastanın ex, 15 hastanın kayıp olduğu öğrenilmiştir. Bu şekilde,<br />

hastanemizden taburcu olduktan sonra ayaktan takibe gelmeyen kronik psikotik hastaların<br />

tedaviye devam etmeme, ilaç kullanmama ve hastanemize gelmeme sebepleri öğrenilmeye<br />

çalışılmıştır. Elde edilen sonuçlar literatür bilgileri ışığında tartışılmış ve kronik psikotik<br />

hastaların takip ve tedavilerine uyumlarının, yaşam kalitelerinin, işlevselliklerinin<br />

arttırılmasına ve bu konuda yapılabileceklere yönelik uygulamalarla ilgili önerilerde<br />

bulunulmuştur.<br />

122


SUMMARY<br />

Almost for all disease, especially for chronic ones, compliance is an important factor<br />

prevents the success of treatment. While non-compliance and no-show in outpatient follow up<br />

appointments declared as 20% - 50% for psychiatric patient populations, it can be 70% - 80%<br />

for psychotic patients. For all disease, especially for psychotic patients without insight, there<br />

are many factors affecting compliance which can be classified as personal problems and<br />

problems concerning family, health system and side effects of medication.<br />

In light of this information, patients hospitalized at least two times to psychosis in-<br />

patient clinics of BMH between 01.03.06 – 31.05.08 with chronic psychotic disorder<br />

(Schizophrenia, schizoaffective disorders, paranoid disorders and atypical psychotic<br />

disorders) diagnosis and have the same diagnosis at their last two hospitalizations are selected<br />

for our survey. Brief psychotic disorders, mental disorders due to general medical condition<br />

not elsewhere classified, substance induced psychotic disorders and mental retardation cases<br />

are excluded. 4453 patients meet the criteria are detected.<br />

Initially, comparing with patient lists of outpatient clinics, 2114 patients (47,4% of<br />

4453) who have not attended to any appointment in 6 months after discharge are listed and<br />

randomly 350 of them selected for our survey. Socio-demographics, telephone numbers and<br />

variables of disease profiles (appendix, form no. 1) are retrieved from hospital archives.<br />

Patients and relatives are interviewed by telephone with questionnaire (appendix, form no. 2)<br />

prepared according to related literature.<br />

In total, 305 people (23 patients and 285 patient relatives) are interviewed and it’s<br />

observed that 24 of our sample were dead and 15 people are missing. With rest of the sample,<br />

reasons of chronic psychotic patients for no-show in outpatient follow up appointments in<br />

BMH and reasons for treatment non-compliance after discharge from our hospital are tried to<br />

be understood. Obtained results are discussed in the light of recent literature and some<br />

suggestions about what can be done to increase follow-ups, treatment compliance, quality of<br />

life and functionality of chronic psychotic patients are proposed.<br />

Key words: chronic psychotic disorders, non attendence to first appointment, after<br />

discharge, out patient follow-up, noncompliance.<br />

123


KAYNAKLAR<br />

1. Mason C. Non-attendance at out-patient clinic: A case study. J Adv Nurs 1992; 17: 554-<br />

560.<br />

2. Nose M, Barbui C, Gray R, Tansella M. Clinical interventions for treatment non-adherence<br />

in psychosis: Meta-analysis. Br J Psychiatry 2003; 183: 197–206.<br />

3. Breen R, Thornhiii JT. Noncompliance with medication for psychiatric disorders. Reasons<br />

and remedies. CNS <strong>Dr</strong>ugs 1998; 9: 457–471.<br />

4. Miner CR, Rosenthal RN, Hellerstein DJ, Muenz LR. Prediction of compliance with<br />

outpatient referral among inpatients with schizophrenia and psychoactive substance use<br />

disorders. Arch Gen Psychiatry 1997; 54: 706–712.<br />

5. Bogin OL, Anish SS, Taub HA, Klein GE. The effects of a referral coordinator on<br />

compliance with psychiatric discharge plans. Hosp Community Psychiatry 1984; 35: 702–<br />

706.<br />

6. Solomon P, Davis J, Gordon B. Discharged state hospital patient’s characteristics and use<br />

of aftercare: effect on community tenure. Am J Psychiatry 1984; 141: 1566–1570.<br />

7. Yegenoglu S, Wertheimer AL, Dubin WR. Demographical factors affecting patient compli-<br />

ance (adherence) to medications in an outpatient psychiatric clinic: a preliminary study. Fabad<br />

J Pharm Sci 2004; 28: 77–84.<br />

8. Agarwal MR, Sharma VK, Kishore Kumar KV, Lowe D. Non-compliance with treatment<br />

in patients suffering from schizophrenia: a study to evaluate possible contributing factors. Int<br />

J Soc Psychiatry 1998; 44: 92–106.<br />

124


9. Coodin S, Staley D, Cortens B, Desrochers R, McLandress S. Patient factors associated<br />

with missed appointments in persons with schizophrenia. Can J Psychiatry 2004; 49: 145–<br />

148.<br />

10. Kampman O, Laippala P, Vaananen J, Koivisto E, Kiviniemi P, Kilkku N et al. Indicators<br />

of medication compliance in fırst-episode psychosis. Psychiatry Res 2002; 110: 39–48.<br />

11. Coldham EL, Addington J, Addington D. Medication adherence of individuals with a first<br />

episode of psychosis. Acta Psychiatr Scand 2002; 106: 286–290.<br />

12. Compton MT. Barriers to initial outpatient treatment engagement following first hospitali-<br />

zation for a first episode of nonaffective psychosis: a descriptive case series. J Psychiatr Pract<br />

2005; 11: 62–69.<br />

13. Lacro JP, Dunn LB, Dolder CR, Leckband SG, Jeste DV. Prevalence of and risk factors<br />

for medication nonadherence in patients with schizophrenia: a comprehensive review of<br />

recent literature. J Clin Psychiatry 2002; 63: 892–908.<br />

14. Fleischhacker WW, Meise U, Gunther V, Kurz M. Compliance with antipsychotic drug<br />

treatment: influence of side effects. Acta Psychiatr Scand Suppl 1994; 382: 11–15.<br />

15. Weiden P, Mott T, Curcio N. Recognition and management of neuroleptic noncompliance.<br />

C Shriqui, H Nasrallah (eds), Contemporary Issues in the Treatment of Schizophrenia.<br />

Washington, OC, American Psychiatric Press, 1995, s.411-434.<br />

16. Awad AG, Voruganti LNP, Heslegrave RJ. Assessment of the patient's subjective experi-<br />

ences in acute neuroleptic treatment: implications for compliance and outcome. Int Clin<br />

Psychopharmacol 1996; 11: 55–60.<br />

17. Perkins D. Predictors of noncompliance in patients with schizophrenia. J Clin Psychiatry<br />

2002; 63: 1121–1128.<br />

18. Amerikan Psikiyatri Birliği: Mental Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı, Gözden<br />

125


Geçirilmiş Dördüncü Baskı (DSM-4-TR) (2000). Amerikan Psikiyatri Birliği, Washington<br />

DC, Çeviri Editörü Köroğlu E, Hekimler Yayın Birliği, Ankara.<br />

19. Heinrichs DW, Hanlon TE, Carpenter WT. The Quality of life scale: an ınstrument for<br />

rating the schizophrenic deficit syndrome. Schizophr Bull 1984; 10(3): 388–389.<br />

20. Öztürk O. <strong>Ruh</strong> <strong>Sağlığı</strong> ve Bozuklukları 2001; Sayfa: 217- 255, Ankara.<br />

21. Conley Robert R, Kelly Deanna L. Pharmacologic Treatment of Schizophrenia 2003; 13–<br />

20–21, 107–127, 209–217.<br />

22. Kaplan & Sadock. Klinik Psikiyatri (Synopsis of Psychiatry). Ninth edition’den. Çeviri<br />

editörü: Hamdullah Aydın. Syf: 134–154, 2. baskı. Güneş kitabevi. Đstanbul. 2005.<br />

23. Işık E. Güncel Şizofreni. 1.Baskı. Ankara, 2006.<br />

24. Kaplan HI, Sadock BJ. Kaplan & Sadock’s. Synopsis of Psychiatry. Behavioral Sciences/<br />

Clinical Psychiatry. Eighth edition.1998 USA.<br />

25. Current Psikiyatri Tanı ve Tedavi. Current Diagnosis & Treatment Đn Psiychiatry.”den<br />

çeviri editörleri: Birsöz S, Karaman T. Syf:261–265. 1. baskı. Güneş kitabevi. Ankara, 2003.<br />

26. Fenichel O. Nevrozların Psikanalitik Teorisi. Çeviri: Tuncer S Đzmir 1974.<br />

27. Güleç Cengiz, Köroğlu Ertuğrul. Psikiyatri Temel Kitabı. Cilt 1. Hekimler Yayın Birliği.<br />

Syf: 321–325, Ankara. 1997.<br />

28. Boyd JH, Pulver AE, Stewart W. Season of birth: Schizophrenia and bipolar disorder.<br />

Schizophr. Bull. 1986; 12: 173-185.<br />

29. Hinterhuber H.Liensberger D: Epidemiology of schizophrenic disorders. Wien Med<br />

Wochenschr 148 ( 11–12): 253–258, 1998.<br />

126


30. Warner R, de Girolamo G. Epidemiology of Mental Disorders and Psychosocial<br />

Problems: Schizophrenia. Geneva, World Health Organisation, 1995.<br />

31. Nasrallah Henry A, MD ve Donald J. Smeltzer MA Şizofreni güncel tanı ve tedavi kitabı<br />

Syf: (27—31) ( 94—99) Çeviri editörü Köksal Alptekin.1. baskı. AND yayıncılık. Đstanbul,<br />

2005.<br />

32. Ege psikiyatri yayınları- Pskiyatrik epidemiyoloji. Editör: Orhan Doğan. Syf: 15–28.<br />

Şubat, 2002.<br />

33. Ceylan M. Emin Araştırma ve Klinik Uygulamada Biyolojik Psikiyatri- Şizofreni. 1. cilt,<br />

2. baskı Syf: 14–15–16–17, 31–760, Đstanbul, 2002.<br />

34. Eaton WW. Epidemiology of schizophrenia. Epidemiology Review.1985; 7: 105–126.<br />

35. Herrman HE, Baldwin JA, Christie D: A record linkage study of Mortality and general<br />

hospital discharge in patients diagnosed as schizophrenic. Psychol Med 13: 581- 593, 1983.<br />

36. Stahl SM. Essential Psychopharmacology, Neuroscientific Basis and Practical Application<br />

Second Edition. 401–459. Cambridge University Pres. Cambridge 2000.<br />

37. Hultman CM, Öhnes A. Prenatal and neonatal risk factors for schizophrenia. Br. J.<br />

Psychiatr. 1997; 170: 128–133.<br />

38. Geddes, J, Lawrie, S, Obstetric complication of schizophrenia: a meta-analysis. British<br />

Journal of Psychiatry 1995;167: 786–793.<br />

39. Gottesman I. Schizophrenia Genesis: The orijins madness 1991. Newyork WH Freeman<br />

and Company.<br />

40. Conley Robert R, Kelly Deanna L. Pharmacologic Treatment of Schizophrenia 2003. pg:<br />

13–20–21, 107–127, 209–217.<br />

127


41. Foerster A, Lewis S, Owen M: Premorbid Adjustment and Personality in Psychosis:<br />

Effects of sex and diagnosis. Br. J. Psychiatry 1991; 158: 171–176.<br />

42. Häfner H: Gender differences in Schizophrenia. Psychoendocrinology 2003; 28: Suppl 2:<br />

17–54.<br />

43. Castle DJ. Women and shizophrenia: an epidemiological perspevtive. In: Castle DJ,<br />

McGrath J, Kulkarni, J (Eds.), Women and shizophrenia. Cambridge University Press.<br />

Cambridge, pp. 2000; 19–34.<br />

44. ICD–10 <strong>Ruh</strong>sal ve Davranışsal Bozukluklar Sınıflandırması Klinik Tanımlar ve Tanı<br />

Kılavuzları. Dünya <strong>Sağlık</strong> Örgütü (çev. Ed. Özturk O, Uluğ B) Türkiye Sinir ve <strong>Ruh</strong> <strong>Sağlığı</strong><br />

Derneği, Ankara, 1993.<br />

45. Erkoç Şahap, Oral Timuçin, Şizofreni, Syf: 246–266 5US yayın. Đstanbul, 2001.<br />

46. Seeman, MV, MDCM, FRCPC, FACP. Medscape General Medicine 2 (2), 2000.© 2000<br />

Medscape.<br />

47. Shon W lewis and Robert W Buchanan, Fast Facts, Indespensable Guides to Clinical<br />

Practise. Schizophrenia. Syf: 24–25.Yayın editörü: Arif Nihat Dursun. AND yayıncılık. 2.<br />

Baskı. Đstanbul, 2002.<br />

48. Apaçık A- Uzmanlık Tezi. Geleneksel ve Yeni antipsikotik tedavi uygulanan şizofreni<br />

hastalarında yaşam kalitesi. <strong>Bakırköy</strong> <strong>Ruh</strong> Sinir Hastalıkları hastanesi, 2005.<br />

49. Eisenberg JM. Clinical economics: A guide to the economic analysis of Clinical practises.<br />

JAMA 262: 2879–2886, 1989.<br />

50. Abrams R. Electroconvulsive Therapy. 3rd Edition. Oxford Universty Pres. New york.<br />

1997.<br />

51. Thompson JW, Weiner RD, Myers CP, Use of ECT in the United States in 1975, 1980<br />

and 1986. Am J Psychiatry 1994; 151: 1657–1661.<br />

128


52. Krueger RB, Sackeim HA ECT and schizophrenia. In SCHizophrenia. Edited by Hirsch<br />

SR, Weinberg DR: Cambridge, MA, Blackwell, 1995.<br />

53. Weiner RD, Coffey CE. Đndications for use of electroconvulsive therapy, in review of<br />

Psychiatry, vol 7. Edited by Frances AJ, Hales RE. Washington, DC American Psychiatric<br />

Pres.1988.<br />

54. Rasmussen KG. Clinical applications of recent research on electronconvulsive therapy.<br />

Bull Menninger Clin 2003; 67(1): 18–31.<br />

55. Cebrail Kısa, Erol Göka. Elektrokonvülzif tedavi için endikasyon ve kontrendikasyonlar.<br />

3P dergisi. Aralık 2003: 11: (Ek 4); 12–18.<br />

56. Yıldız M: Psikiyatrik Rehabilitasyon. Syf: 151–163, Bireyden Topluma <strong>Ruh</strong> <strong>Sağlığı</strong>. Ed.<br />

Işık Sayıl. Erler Matbaacılık. Đstanbul, 2004.<br />

57. Huxley NA, Rendal M. Psychosocial treatments in schizophrenia: a review of the past 20<br />

years. J Nerv Ment Dis. 188: 187–201, 2000.<br />

58. Lauriello J, Lenroot R. Maximizing the synergy between pharmacotherapy and<br />

psychosocial therapies for schizophrenia. Psych Clin N Am.26: 191–211, 2003.<br />

59. Soygür H, Alptekin K. Şizofreni ve diğer psikotik bozukluklar. Bölüm 22. Yıldız M.<br />

Şizofrenide ruhsal toplumsal tedavi: kapsayıcı bir yaklaşım.427–475. 1 baskı, 2007, Ankara.<br />

60. Yıldız M, Veznedaroğlu B. Psychosocial skills training on social functioning and quality<br />

of life in the treatment of schizophrenia: a controlled study in Turkey. Int J Psych Clin Pract.<br />

8: 219–225, 2004.<br />

61. Yıldız M. Psychosocial treatments of schizophrenia. Turkiye Klinikleri J Int Med Sci.<br />

1(12): 67–73, 2005.<br />

129


62. Sherman M. Rehab rounds: the support and family education(SAFE) program: Mental<br />

health facts for families. Psychiatr Serv 54: 35–37, 2003.<br />

63. Liberman RP, Kopelowicz A. Psychiatric rehabilitation. Compherensive textbook of<br />

psychiatry. 7. baskı, cilt 2, Sadock BJ, Sadock WA. (Ed). Baltimore, Williams and Wilkins,<br />

2000: 3218–3245.<br />

64. Boyer SL, Bond GR: Does assertive community treatment reduce burnout? A comparison<br />

with traditional case management. Mental Health Serv Res 1999: 31–45.<br />

65.Yıldız M. Şizofreni; hastalığı anlamak ve onunla yaşamayı öğrenmek. Okuyanus yayınları.<br />

133–150. 2.baskı, 2005, Đstanbul.<br />

66. Duran A. Başka psikotik bozukluklar. Cerrahpaşa Psikiyatri Kitabı. Ed. Đlkay E. Đstanbul<br />

2002; 363–390.<br />

67. Fennig S, Fochtmann LJ, Bromet EJ. Sanrılı Bozukluk ve Paylaşılmış Psikotik Bozukluk<br />

Kaplan & Sadock’s Comrehensive Textbook of Psychiatry. Aydın H-Bozkurt A (Çeviri Eds).<br />

Sekizinci Baskı. Güneş Kitabevi. 2007; 1525–1533.<br />

68. <strong>Prof</strong>. <strong>Dr</strong>. B. Mert Savrun, Đ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri<br />

111 Türkiye’de Sık Karşılaşılan Psikiyatrik Hastalıklar Sempozyum Dizisi No:62, Mart 2008<br />

S: 111–116.<br />

69. Perälä J, Suvisaari J, Saarni SI, Kuoppasalmi K, Isometsä E, Pirkola S, Partonen T,<br />

Tuulio- Henriksson A, Hintikka J, Kieseppä T, Härkänen T, Koskinen S, Lönnqvist J.<br />

Lifetime prevalence of psychotic and bipolar I disorders in a general population. Arch Gen<br />

Psychiatry. 2007 Jan; 64(1): 19–28.<br />

70. Taylor PJ. Delusional disorder and delusions: is there a risk of violence in social<br />

interactions about the core symptom? Behav Sci Law. 2006; 24(3): 313–31.<br />

71. Rathbone J, McMonagle T. Pimozide for schizophrenia or related psychoses. Cochrane<br />

Database Syst Rev. 2007 Jul 18; (3): 321–23.<br />

130


72. Kaplan & Sadock’s: Comprehensive Textbook Of Psychiatry, Eigth Ed, Williams and<br />

Wilkins, 2007.<br />

73. Köroğlu E: Şizofreni Tanı ve Tedavi Klavuzu. Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 2008.<br />

74. Verimli A, Karadağ F: Şizoaffektif bozukluk. Psikiyatri Temel Kitabı, I. baskı, cilt I.<br />

Güleç C, Köroğlu E (ed). Hekimler Yayın Birliği, Ankara, 1997, s.361–365.<br />

75. Bartko G,Herczeg I, Zador G: Clinical Symptomatology and <strong>Dr</strong>ug Compliance in<br />

schizophrenipatients. Acta Psych Scand 1988: 74–76.<br />

76. Misdrahi D, Llorca PM, Lancon C, Bayle FJ: Compliance in Schizophrenia: predictive<br />

factors, therapeutical considerations and research implications. Encephale 28(3 Pt 1): 266–72,<br />

2002.<br />

77. Doc Herty JP, Fiester SJ: The Ttherepatic aliance and compliance with<br />

psychopharmacology. Review of Psychiatry Am. Psychiatric Press 1985 vol. 4, 607–32.<br />

78. Faloon IRH: Developing and maintaining adherence to long term drug taking regimen,<br />

Schizophrenie Bulletin 1984: 412–417.<br />

79. Pan PC, Tantan D: Clinical charecteristics, health beliefs and compliance with<br />

maintanance treatments, a comparison between regular and irregular attenders at a depot<br />

clinic. Acta Psych Scand 79: 564–570, 1989.<br />

80. Thomas H, Glashan M, Carpenter W: Does attitude toward psychosis related to outcome.<br />

Am J Psych 138: 6, 1989.<br />

81. Eskin M:Rural populations views on mental ilness in Turkey. The Đnternational J Soc<br />

Psych 135(4): 324–28, 1989.<br />

131


82. Aker T, Üstünsoy S, Kuğu N, Yazıcı A: Psikotik bozukluğu olan hastalarda tedaviye<br />

uyum ve ilaç tedavisine uyumsuzluğu değerlendirme ölçeği, 36. Ulusal Psikiyatri Kongresi,<br />

poster bildirisi, 2000.<br />

83. Smith J, birchwood M:Relatives and patients as partners in management of schizophrenia.<br />

British J Psych 1990: 156: 654–660.<br />

84. Mantonakis J, Markidis M, Kontaxakis V, Liakos A: A scale of negative attitudes towards<br />

medication among relatives of schizophrenic patients. Acta Psychiatry Scand 71: 186–189,<br />

1985.<br />

85. Aker T, Çıtak S, Ceyhanlı A, Sarılgan C, Taştan U, Ögel K, Özmen E: Hasta yakınlarının<br />

ilaç tedavisine karşı tutumu, 30. Ulusal psikiyatri kongresi, Poster bildirisi, 1994.<br />

86. Perkins DO: Adherence to anthipsychotic medications: J Clin Psychiatru 60(suppl21): 25–<br />

30, 1999.<br />

87. Olfson, Mechanic D, Hansell S: Predicting medication noncompliance after hospital<br />

discharge among patients with schizophrenia: Psychiatr Serv 51(2): 216–22, 2000.<br />

88. Perkins DO: Predictors of noncompliance in patients with schizophrenia: J Clin Psych<br />

63(12): 1121–8, 2002.<br />

89. Lacro JP, Dunn LB: Prevalance of and risk factors for medication nonadherence in<br />

patients with schizophrenia: a comprehensive review of recent literature: Am J Psych 63(12):<br />

1121–8, 2002.<br />

90. Holzinger A, Loffler W: Subjective ilness theory and antipsychotic medication<br />

compliance by patients with schizophrenia. J Nerv Ment Dis 190(9): 597–603, 2002.<br />

91. Rusch N, Corrigan PW: Motivational interviewing to improve insight and treatment<br />

adherence in schizophrenia. Psychiatr Rehabil J 26(1): 23–32, 2002.<br />

132


92. Bebbington PE: The content and context of compliance. Int Clin Psychopharm 9(suppl5):<br />

41–50, 1995.<br />

93. Lindstrom E: Patient compliance with drug therapy in schizophrenia. Economic and<br />

clinical issues. Pharmacoeconom 18(2): 106–24, 2000.<br />

94. Janicak PG: Compliance; Principles and practice of Psychopharmacotherapy Lippincot<br />

Williams and Wilkins 2001 third edition 43–44.<br />

95. Kemp R, Kirov G, Everitt B, Hayward P, David A: Randomized controlled trial of<br />

compliance therapy. Br J Psychiatry 172: 413–419, 1998.<br />

96. Parashos IA, Xiromeritis K. The problem of noncompliance in schizophrenia: opinions of<br />

patients and their reatives. A pilot study. Int J Psych Clin Pract.4: 147–150, 2000.<br />

97. Sellwood W,Tarrier n: The family and compliance in schizophrenia: the influence of<br />

clinical variables, relatives, knowledge and expressed emotion: Psych Med 33 (1) 91–6, 2003.<br />

98. Weis K, Smith T, Hull J: Predictors of risk of nonadherence in outpatients with<br />

schizophrenia and other psychotic disorders. Schizophr Bull 2002: 28: 341–349.<br />

99. Kampman O, Illi A,Poutanen: Four year outcome in noncompliant schizophrenia patients<br />

treated with or without homebased ambulatory outpatient care: Eur Psychiatry 2003; 18: 1–5.<br />

100. Diaz E, Neuse E, Sullivan MC: Adherence to conventional and atypical antipsychotics<br />

after hospital discharge. J Clin Psychiatry 2004; 65: 354–360.<br />

101. Collins AA, Remington GJ: Đnsight, neurocognitive function and symptom clusters in<br />

chronic schizophrenia. Schizophr Res 1997; 27: 34–44.<br />

102. Schmand B, Kuipers T: Cognitive disorders and negative symptoms as correlates of<br />

motivational deficites in psychotic patients: Psychol Med 1994; 24: 869–884.<br />

133


103. Sharma T, Antonova L: Cognitive function in schizophrenia. Deficits, functional<br />

consequences and future treatment. Psychiatr Clin North Am 2003; 26: 25–40.<br />

104. Beverly MJ, Fisger R: A trial of compliance therapy in outpatients with schizophrenia or<br />

schizoaffektive disorder. J Clin Psych 2005; 66: 997–1001.<br />

105. Pitschel-Walz G, Bauml J,Bender W: Psycheducation and compliance in the treatment of<br />

schizophrenia: results of the Munich Psychosis Information Project study. J Clin Psych 2006;<br />

443–452.<br />

106. Tel H, Terakye G: Şizofrenik hasta ailelerine yönelik bir psikoeğitimsel yaklaşım<br />

uygulaması denemesi. Anadolu Psikiyetri Dergisi 2000; 1: 133–142.<br />

107. Freudenrich O, Cather C, Evins AE: Attitudes of schizophrenia outpatients toward<br />

psychiatric medications: relationship to clinical variables and insight. J Clin Psychiztr<br />

2004;65: 1372–1376.<br />

108. Farmer KC: Methods for measuring and monitoring medication regimen adherence in<br />

clinical trials and clinical practice. Clin Ther 1999;21: 1074–1090.<br />

109. Keith SJ, Kane JM: Partial compliance and patient consequences in schizophrenia: our<br />

patients can do better. J Clin Psych 2003; 64: 1308–1315.<br />

110. Gerlach J. Oral versus depot administration of neuroleptics in relapse prevention. Acta<br />

Psychiatr Scand Suppl 1994; 382: 28–32.<br />

111. Valenstein M, Rorsch DS. Poor antipsychotic adherence among patients with<br />

schizophrenia: medication and patient factors. Schizophr Bull 2004; 30: 255–264.<br />

112. Sajatovic M, Blow FC. Insight into illness and attiyudes toward medications among<br />

inpatients with schizophrenia. Psychiatry Serv 2002; 53: 1319–1321.<br />

134


113. Dilbaz N, Karamustafalıoğlu O, Oral T.Psikiyatri polikliniğine başvuran şizofreni<br />

hastalarında tedaviye uyumun ve uyumu etkileyen faktörlerin değerlendirilmesi. Klinik<br />

Psikofarmakoloji Bülteni 2006; 16: 223–232.<br />

114. Compton <strong>TC</strong>, Rudish EB: Predictors of missed first appointments at community mental<br />

health centers after psyciatric hospitalization. Psychiatric Services 57: 531–537, 2006.<br />

115. Nelson EA, Maruish M: Effects of discharge planning and compliance with outpatient<br />

appoinyments on readmission rates. Psychiatric Services. 51: 885–889, 2000.<br />

116. Kruse GR, Rohland BM: Factors associated with attendance at a first appointment after<br />

discharge from a psychiatric hospital. Psychiatric Services 53: 473–476, 2002.<br />

117. Kruse GR, Rohland BM, Xiaoyan W: Factors associated with missed first appointments<br />

at a psychiatric clinic. Psychiatric Services 53; 1173–1176, 2002.<br />

118. Boyer CA, McAlpine DD: Identifying risk factors and key strategies in linkage to<br />

outpatient psychiatric care. Am J Psych. 157: 1592–1598, 2000.<br />

119. Edlund MJ, Wang PS: <strong>Dr</strong>opping out of mental health treatment: Patterns and predictors<br />

among epidemiological survey respondents in the United States and Ontario. Am J Psych.<br />

159: 845–851, 2002.<br />

120. Zanjani F, Miller B: Effectiveness of Telephone-Based Referral Care Management, a<br />

Brief Intervention to Improve Psychiatric Treatment Engagement. Psychiatr Serv 59: 776–<br />

781, 2008.<br />

121. Coodin S, staley D: Patient factors associaated with missed appointments in persons with<br />

schizophrenia. Can J Psiychiatry; 49(2): 145–8, 2004.<br />

122. Weinerman R, Glossop V, Wong R: Time of day influences nonattendance at Urgent<br />

Short-Term Mental Health Unit in Victoria, British Columbia. Can J Psych 48(5): 342–4,<br />

2003.<br />

135


123. Nose M, Barbui C, Gray C: Clinical interventions for treatment non-adherence in<br />

psychosis: meta-analysis. British J Psychiatry. 183; 197–116, 2003.<br />

124. Chen A: noncompliance in community psychiatry: a review of clinical interventions.<br />

Hosp and Comm Psychiatr. 42; 282–287, 1991.<br />

125. Zygmunt A, Olfson M, Boyer CA: Đnterventions to improve medication adherence in<br />

schizophrenia. Am J Psych. 159; 1653–1664, 2002.<br />

126. Galucci G, Swartz w: Impact of the wait for an initial appointment on the rate of kept<br />

appointments at a mental health center. Psychiatric Services 56: 344–346, 2005.<br />

127. Agarwal MR, Sharma VK: Noncompliance with treatment in patients suffering from<br />

schizophrenia: a study to evaluate possible contributing factors. J Social Psychiatry 44: 92–<br />

106, 1998.<br />

128. Mitchell AJ, Selmes T: A comparative survey of missed initial and follow-up<br />

appointments to psychiatric specialties in the United Kingdom. Psych Serv. 58: 868–871,<br />

2007.<br />

129. Kitcheman J, Adams CE, Pervaiz A: Does an encouraging letter encourage attendance at<br />

psychiatric out-patient clinics? The Leeds PROMPTS randomized study. Psych Med. 38(5):<br />

717–23, 2008.<br />

130. Orlosky MJ, Caiati D, Hadad J: Improvement of psychiatric ambulatory follow-up care<br />

by use of care coordinators. Am J Med Qual. 22(2): 95–7, 2007.<br />

131. Glyngdal P, Sorensen P: Non-compliance in community psychiatry: failed appointments<br />

in referral system to psychiatric outpatient treatment. Nord j Psych. 56(2): 151–6, 2002.<br />

132. Otero J, Lugue A: Factors associated to non-attendance to psychiatric first visit. Actas<br />

Esp Psiquiatr. 29(3): 153–8, 2001.<br />

136


133. Agara AJ, Onibi OE: Effects of group psychoeducation on compliance with scheduled<br />

clinic appointments in a neuro-psychiatric hospital in southwest Nigeria: a randomized control<br />

trial. Ann Acad Med Sing. 36(4): 272–5, 2007.<br />

134. Speigel D, Wissler T: Using family consultation as psychiatric aftercare for schizophreic<br />

patients. Hosp Comm Psych 38: 1096–1099, 1987.<br />

135. Mitchell A, Selmes T: Why don’t patients attent their appointments? Maintaining<br />

engagement with psychiatric services. Advences in Psychiatric Treatment. 13423–434, 2007.<br />

136. Shoffner J, Staudt M: Using telephone reminders to increase attendance at psychiatric<br />

appointments: findings of a pilot study in rural appalachia.<br />

137. Killaspy H, Banerjee S: Prospective controlled study of psychiatric out-patient non-<br />

attendance. Brit J of Psych. 176, 160–165, 2000.<br />

138. Yıldız M, Yazıcı A,Ünal S. Şizofreninin ruhsal-toplumsal tedavisinde sosyal beceri<br />

eğitimi. Türk Psik Derg. 13(1): 41–47, 2002.<br />

139. Marder SR: Overview of partial compliance. J Clin Psych. 64(16): 3–9, 2003.<br />

140. Cruz M, Cruz RF: Best practise for managing noncompliance with psychiatric<br />

appointments in community-based care. 52(11): 1443–1446, 2001.<br />

141. Stone C, Palmer J: Reducing nonattedance at outpatient clinics. J of the Royal Society of<br />

Med. 92, 114–118, 1999.<br />

142. Percudani M, Belloni G. Monitoring community psychiatric services in Đtaly: differences<br />

between patients who leave care and those who stay in treatment. British J of Psych. 180,<br />

254–259, 2002.<br />

143. Royal College of Psychiatrists. Report of the confidental inquiry into homicides and<br />

suisides by mentally people. Royal college of psychiatists, 1996.<br />

137


144. Patel N, Crismon M. <strong>Dr</strong>ug adherence: effects of decreased visit frequency on adherence<br />

to clozapine therapy. Pharmacoterapy. 25, 1242–1247, 2005.<br />

145. Smoller Jw, McLean RY. How do clinicians respond to patients who miss appointments?<br />

J of Psych. 59, 330–338, 1998.<br />

146. Berghofer G, Lang A. Satisfaction of Inpatients and Outpatients With Staff,<br />

Environment, and Other Patients. Psychiatric Services. 51: 104–106, 2001.<br />

147. Gerber J, Pamela N, Prince MA. Measuring Client Satisfaction With Assertive<br />

Community Treatment. Psychiatric Services 50: 546–550, 1999.<br />

148. Scott A, Boydell M, Goering P, Carrie C. Effects of Client Interviewers on Client-<br />

Reported Satisfaction With Mental Health Services. Psychiatric Services 50: 961–963, 1999.<br />

138


FORM 1:<br />

Adı Soyadı: ……<br />

Telefon numaraları: ……<br />

Hasta No: ……<br />

Cinsiyet: Kadın Erkek<br />

Doğum Yeri: ……<br />

Doğum Tarihi: ……<br />

Kardeş Sayısı: ……<br />

Eğitim düzeyi: Okuryazar değil<br />

Okuryazar<br />

Đlkokul<br />

Ortaokul<br />

Lise<br />

Yüksekokul<br />

Üniversite<br />

Medeni Durum: Bekâr<br />

Evli<br />

Boşanmış<br />

Dul<br />

Evli-ayrı yaşıyor<br />

EKLER<br />

139


Çocuk Sayısı: ……<br />

Yaşadığı Yer : Đl<br />

Nerede Yaşıyor: ……<br />

Đlçe<br />

Köy<br />

Meslek: Çalışmıyor<br />

Serbest<br />

Memur<br />

Đşçi<br />

Emekli<br />

Ev hanımı<br />

Öğrenci<br />

Kiminle Yaşadığı: Yalnız<br />

Eş ve/veya çocuklar<br />

Anne-baba<br />

Diğer akrabalar<br />

Yurt-bakımevi<br />

Diğer<br />

Sosyal Güvence: Yok<br />

SSK<br />

ES<br />

Bağ-Kur<br />

YK<br />

Yurtdışı<br />

Hastalığın Başlama Yaşı: ……<br />

Hastalık Süresi: ……<br />

140


Đlk Tedavi Yaşı: ……<br />

Tanısı (Son iki yatışındaki): ……<br />

Yatış Sayısı: ……<br />

Toplam Yatış Süresi: ……<br />

EKT Yapılmış mı: Evet Hayır<br />

Sigara Kullanımı : Var Yok<br />

Alkol Kullanımı: Var Yok<br />

Madde Kullanımı: Var Yok<br />

Suisid Girişimi: Var Yok<br />

Suisid Girişiminin Tipi: ……<br />

Suisid Girişimi Sayısı: ……<br />

Self Destrüktif Davranış: Var Yok<br />

Adli Olay: Var Yok<br />

Adli Olayın Tipi: ……<br />

Aile Öyküsü: Var Yok<br />

Yakınlık Derecesi: 1. derece akraba<br />

2. derece akraba<br />

3. derece akraba<br />

141


Aile Üyelerine Saldırgan Veya Tehditkâr Tutum: Var Yok<br />

Tedaviye Uyum Đle Đlgili Not: Düzenli ilaç kullanıyor<br />

FORM 2:<br />

Kiminle görüşüldüğü<br />

Hasta<br />

Hasta Yakını<br />

Hastaneye yatışı<br />

Đsteğe bağlı<br />

Đsteği dışında<br />

Ekonomik Durumu<br />

Direkt<br />

Yardımla<br />

Eve giren para…….<br />

Đlacı Hakkındaki Bilgisi<br />

Bilmiyor<br />

Eksik Biliyor<br />

Biliyor<br />

Düzensiz ilaç kullanıyor<br />

Kullanmıyor<br />

142


Hastalıkla ilgili bilgi düzeyi<br />

Yeterince var<br />

Kısmen bilgim var<br />

Hiç bilgim yok.<br />

Tedaviden yarar görme<br />

Yeterince<br />

Kısmen<br />

Yarar görmüyorum<br />

En son ne zaman kontrole gittiniz<br />

Gitmiyorum<br />

Son 6 ay içinde kliniğinize başvurdum<br />

Son 6 ay içinde başka bir hastaneye başvurdum<br />

Son 1 yıl içinde kliniğinize başvurdum<br />

Son 1 yıl içinde başka bir hastaneye başvurdum.<br />

Bir yıldan uzun bir süre önce kliniğinize başvurdum.<br />

Bir yıldan uzun bir süre önce başka bir hastaneye başvurdum.<br />

Başka bir hastaneyi tercih nedeniniz<br />

Sevk alamamak veya bölge hastanesi sayılmama<br />

Ulaşım sorunları<br />

Daha iyi yatarak tedavi imkanı sundukları için<br />

Daha iyi ayaktan tedavi imkanı sundukları için<br />

Bu kurumdan aldığı tedaviden yarar görmediği için<br />

143


BRSHH’ne gelmeme nedeniniz<br />

Yol ve tedavi giderleri<br />

Ulaşım sorunu<br />

Bürokratik sorunlar<br />

Tedavi ekibinden memnun kalmama<br />

Đlaç Raporu Var<br />

BRSHH’de Hastamız Yatırılmıyor<br />

Hastayı getirmeye ikna edememe<br />

Đlaç kullanma tarzı<br />

Düzenli: Yardımla Yardımsız<br />

Düzensiz: Yardımla Yardımsız<br />

Kullanmıyorum<br />

Đlaç kullanmama ya da düzensiz kullanma nedeni<br />

Đlaçların yararına inanmama<br />

Đlaçların yan etkileri<br />

Đlaç alacak veya katkı payı ödeyecek parasının olmaması<br />

Đlaç kullanmaktan hoşlanmama<br />

Diğer….<br />

Tedavide aileye ilişkin sorunlar<br />

Ailenin ilgisiz davranması<br />

Hastaneye getirecek kimsenin olmaması<br />

Ailenin hastalığa inanmaması<br />

Yol ve tedavi giderini karşılayamama<br />

Ulaşım sorunu<br />

Hasta sorun çıkarmadığı sürece kontrole getirmeme<br />

Diğer….<br />

144


Đlaç raporu var mı<br />

Evet<br />

Hayır<br />

Rehabilitasyon-Gündüz Hastanesi’ne geliyor mu<br />

Evet<br />

Hayır<br />

Tedavi ekibinin sık değişmesi gelmemesinde bir etken mi<br />

Evet<br />

Hayır<br />

145

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!