14.09.2013 Views

1 - ODA Sanat

1 - ODA Sanat

1 - ODA Sanat

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

İSMAİL POLAT MAZİDEN ÖYKÜ EKOLARI ÖYKÜ <strong>ODA</strong>SI<br />

“Yok canım,aman sen de! hanım Şimdi gidip bir oturum için şucuyum bucuyum mu diyeceğim? Aç<br />

kalır,açlıktan ölürüm de bunu demem.”<br />

“İşte yanı,sana fikir verme açısından söyledim. Gidenlerin hepsi, orada birkaç kişi bulup bu biçimiyle oturum<br />

alıyorlarmış. Gidip oturum alanların büyük bir kesiminin ise siyasetle yakından alakaları yokmuş.”<br />

“Peki,öyle olunca gerçek siyasi mülteci olanlara zararı olmuyor mu?”<br />

“O kadarını bilmem artık.”<br />

Azo hanımının bu konuşması üzerine derince düşündü. ”Sen çok şey bilirsen,dediğini yapacağım.”<br />

Hakikaten Azo Almanya’ya geldiğinde aynı metodu uygulayıp oturum alacaktı. Fakat biz önce Azo’nun sınırı<br />

nasıl geçtiğinin öyküsünü yazalım.<br />

Sınır geçirme ustaları iki kişiydiler. Kel kafaları, göbekleri ve bıyıklarından kardeş oldukları belliydi. Ara<br />

yollardan,dağ yolarında Azo’yu Alman sınırına getirdiler. Bu sınır boyu otlu, ağaçlı, çiçekli bir bölgeydi. Sınıra<br />

biraz uzakta tarla gibi yerlerde çalışan insanlar göze çarpmaktaydı. Bekleyeceği yer iki ülke arasındaki sınır<br />

noktasıydı ama, şehirlerden çok uzaklardaydı. Sınır boyunu belli eden yere, iki ülke arasına kimsenin sınırdan<br />

geçmemesi için teller çekilmişti. Çiçekler, otlar ve büyüyen ağaçlar tellere sarılıp yeşil bir duvar<br />

oluşturmuşlardı. Çok dikkat etmezsen içlerinde tellerin olduğunu göremezdin.<br />

Azo’yu orada bir ağacın yanına getiren büyük kardeş, “Sen burada bekleyeceksin. Bu ağaç ve civarları senin<br />

ayrılmayacağın bir bölgedir. Ben sınırın öte tarafına gidip seni ya çağırırım. Veya başına bu tarafa ot, ağaç, gibi<br />

bir şeyler atarım. O zaman sen misin diye sesleneceksin. Ben de, benim atla gel dediğimde, bu tellere yukarı<br />

tırmanıp Alman tarafına kendini atacaksın. Ondan sonra seni alıp istediğin yere götüreceğim. Sakın ola ki fazla<br />

sağa sola gitmeyesin sonra seni yakalarlar.” deyip Azo’yu orada bir başına bırakıp gitti.<br />

Azo uzun bir süre bırakılan yerde bekledi durdu. O tellere dolanan çiçeklerin, otların ve ağaç dalları arasına<br />

kendini kapatsan kimseler seni göremezdi. kardeşlerin gelip onu alacağı yoktu. “Acaba ben kendim atlayıp<br />

gitsem mi?” diye kendi kendine konuşup düşündü. fakat buna cesaret edemedi.<br />

Biraz sonra birinin ona baktığın görünce, biçilmiş otları toplar gibi uğraşmaya başladı. Yakalanacağım diye de<br />

yüreği yerinden kopmuştu.<br />

Tam dört saattir orada bekliyordu. Canı çıkma noktasına gelmişti. Saat hızlı bir biçimde ilerliyordu. Şayet<br />

gelip almazlarsa, gece bu dağda ne yapacağının hesabı içindeydi. Kısa bir tur attıktan sonra yine beklemesi<br />

gereken yere gelip durdu. Yüzünü o beklemesi gereken işaret ağacının noktasındaki sınır tellerine dayadı.<br />

“Acaba biraz uzaklaştığım için gelip beni görmediler mi?” yine konuşup kuşkuya düşmüştü.<br />

Sen misin parolası bir türlü gelmiyordu. Durduğu tarafa işaret anlamıyla odun, ağaç parçası falan<br />

atılmıyordu. Öyle ise bunlar beni kandırdılar diye düşündü. Tellere bitişik öbür ince,uzunca ağaca dokundu.<br />

Birden kafasına dal gibi bir şey düştü. Düşmesiyle birlikte,his ettiği bir sevinçle, “Siz misiniz? Atlayıp geleyim<br />

mi?” diye ses verdi. Fakat cevap falan yoktu . Her ne kadar cevap olmasa da kafasına düşen daldan biraz güç<br />

almıştı. Saatlerdir uyuşan dudaklarına biraz canlılık vermişti. Ona gel diye verilen bir işaret değil de, kafasına<br />

düşen bir ağaç dalı olduğunu görünce yine beklemeye başladı. Sanki biraz sonra bir haber gelecekmiş gibi bir<br />

sevinç dolmuştu içine.<br />

Azo,orada biçilen otları alıp üst üste koydu. Tam o sırada arkasından ne olduğunu anlamadığı bir ses geldi.<br />

Sesin geldiği yere geri dönüp baktığında biri ona bir şeyler söylemekteydi. “Eyvah,sivil polis yakaladı!” diye içi<br />

cız etti. Yüreği ağzına geldi. “Beni şimdi polis alır giderse,derdimi nasıl anlatacağım? Polis veya bir başkası beni<br />

bu dağda öldürürse gittim pisi pisine! Hiç kimsenin haberi olmaz!” diye düşüncelere daldı. “Gelip beni<br />

götürmezlerse bu dağ başında ne yapacağım?” diye endişelendi. “Bu dağda vahşi hayvanlar varsa beni<br />

parçalar!” diye bir anda bin bir türlü korkulu şeyler aklına geldi.<br />

Neredeyse bir polisin onu yakalamasına bile sevinecekti. Ama polisin yakalaması durumunda parasına el<br />

konacaktı. Geçen sene,komşusu Durmuş beş kişiyle sınırı geçmek isterken yakalanmış. Durmuş’un üstünde<br />

yakalamış oldukları beş bin marka el koymuşlar. Daha sonra da,Durmuş’un parasıyla hepsinin uçak biletlerini<br />

alıp memleketlerine geri gönderdiklerinin hikayesi geldi aklına.<br />

“Ya beni de yakalarlarsa,el koyacakları parama ne olacak? Geri göndermek için bilet aldıktan sonra geri<br />

kalanını bana mı verecekler, yoksa bir daha vermemek kaydıyla el mi koyacaklar.” tarzında kendine konuşup<br />

bir sürü kuşku canlandırdı kafasında. Bir başka sorun da bazen gece sınır boyunda polislerin köpeklerle<br />

gezmeleriydi. “O köpekler şayet beni yakalarsa,polis gelene kadar parça,parça ederler!” diye acı,acı düşündü.<br />

Artık iş işten geçmiş.”Korkmaya gerek yok!” diye kendi kendine konuşup cesaret verdi. “Kim olursa olsun,<br />

korku yaratmadan önlem alacaksın. Korkunun içine girdikten sonra, korkmadan korkuyla yaşamasını bilmelisin<br />

ve korkuyu öylece aşarsın!” diye kendine güç verdi.<br />

Sınır uzmanları onu getirirken evet kelimesini ‘ya’ olduğunu, işin adı ise ‘arbeid’ olduğunu söylemişlerdi. Ona<br />

bir şey söyleyen adama hiç aldırmadan birkaç sefer topladığı otları göstererek, ”Ja arbeid, ja arbeid.” dedi. Bu<br />

söz üzerine adam biraz ona baktı. Daha sonra geri gidip bir yerde oturdu. Şimdi hem uğraşıyordu,hem de göz<br />

altında adama bakıyordu. Adamın polis filan olmadığını anlamıştı.<br />

Bir süre sonra göz ucuyla adamım durduğu yere baktığında adam çoktan geçip gitmişti. “Oh be!” diye bir<br />

nefes aldı. Otların üstüne oturup,otlar ve çiçeklerle konuşmaya başladı. “Siz beni kurtaran kahramanlarsınız.<br />

Bu gece beni kimse buradan almazsa ya da ben yolumu bulup bir tarafa gidemezsem, siz bana yatak ve<br />

yorgan görevi yapacaksınız!”deyip ot ve çiçekleri bir yerde toparlayıp kendine gece yatma yeri hazırlamaya<br />

başladı.<br />

14

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!