29.10.2014 Views

745b601f10

745b601f10

745b601f10

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Sayı 59 Mart-Nisan 2011<br />

59


‹mtiyaz Sahibi<br />

Mimar ve Mühendisler Grubu adına<br />

Genel Başkan<br />

Avni Çebi<br />

Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü<br />

Hasan Kurt<br />

Yay›n Kurulu<br />

Mehmet İşci, Osman Arı, Yakup Güler,<br />

Mahmut Çelik, Yavuz Sarı,<br />

Mesut Uğur,<br />

Osman Şahbaz, Yılmaz Ada<br />

Bu Say›ya Katk›da Bulunanlar<br />

Prof. Dr. Ahmet İncekara,<br />

Şükrü Sarıoğlu,<br />

İbrahim Halil Kalaycı<br />

Ömer Doğan<br />

Yay›n Dan›flma Kurulu<br />

Prof. Dr. İlhami Karayalçın,<br />

Prof. Dr. Nazif Gürdoğan, Adnan Çelik,<br />

Prof. Dr. Nizamettin Aydın,<br />

Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu,<br />

Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk Kültür,<br />

Ali Reyhan Esen, Fatih Dönmez<br />

‹letiflim Adresi<br />

Kuştepe Biracılar Sok. No: 7<br />

Mecidiyeköy/İstanbul<br />

Tel: 212 217 51 00<br />

Fax: 212 217 22 63<br />

Web: www.mmg.org.tr<br />

E-posta: mmg@mmg.org.tr<br />

Yay›n Koordinatörü<br />

İsmail Şaşmaz<br />

ismail@ajanspiksel.com<br />

Editör<br />

A. Kadir Mermertaş<br />

kadir@ajanspiksel.com<br />

Görsel Yönetmen<br />

Nevzat Albayrak<br />

Renk Ayr›m›<br />

Muhammet Dilsiz<br />

Reklam<br />

Fatih Göksu<br />

reklam@ajanspiksel.com<br />

Eski Osmanlı Sok. Cansun Apt. 5/7<br />

Mecidiyeköy/İstanbul<br />

Tel: 212 273 27 50<br />

Fax: 212 273 27 51<br />

Web: www.ajanspiksel.com<br />

E-posta: info@ajanspiksel.com<br />

Bas›m<br />

Milsan Basın San. A.Ş.<br />

0212 471 71 50<br />

editörden<br />

Merhabalar…<br />

Mimar ve Mühendis Dergisi olarak yeni sayı ve yeni<br />

konularla birlikteyiz. Bu sayımızda dosya konusu<br />

olarak, kalkınmanın önemli lokomotiflerinden olan<br />

girişimcilerin desteklenmesi konusunu yani “girişim<br />

sermayesi”ni ele aldık.<br />

Dünyadaki gelişmiş ülkelerin, büyük şirketlerin ve<br />

markaların geçmişine baktığımızda karşımıza hep<br />

aynı olgu çıkmaktadır; girişimci ve girişimcilik.<br />

Gelişmiş ülkeler girişimcilerin önünü açmış, onlara<br />

gerekli destekleri sağlamış ve sonunda karşılığını<br />

almışlardır. Uluslar arası markaların geçmişinde de<br />

hep bu girişimcileri görmekteyiz. Girişimcilik cesaretle<br />

başlar desteklenirse gelişir ve büyür.<br />

Ülkemizde ise hem girişimci ve girişim sermayesinin<br />

eksikliği her zaman hissedilmiştir. Kalkınma hep<br />

devlet eliyle sağlanmaya çalışılmış, girişimciler<br />

girişim cesaretini, devlet ise destek cesaretini<br />

gösterememiştir. Fakat bu durum son yıllarda özellikle<br />

KOSGEB eliyle değişmeye başladı.<br />

Bizde dergimizin bu sayısında “girişimci sermayesi”<br />

konusunu hem özel sektör hem de kamu açısından<br />

değerlendirmeye çalıştık. Girişimcilere verilen<br />

destekleri, ne tür destekler verilmesi gerektiğini iş<br />

dünyasından, kamudan konunun uzmanları ile ele<br />

aldık.<br />

Ayrıca dergimizin bu sayısında geçtiğimiz günlerde<br />

ardında büyük acılar bırakan Japonya depremini ve<br />

sonrasındaki gelişmelerin değerlendirildiği uzmanların<br />

yazılarını bulacaksınız.<br />

Dergimizde her sayımızda olduğu gibi mimarlık, gezi,<br />

sinema yazıları bu sayımızda yer alıyor.<br />

Gelecek sayılarda buluşmak dileğiyle…<br />

Yay›n Türü<br />

İki ayda bir yayınlanır.<br />

Yerel Süreli Yayın<br />

Ücretsizdir<br />

Yazı ve reklamların içerik sorumluluğu<br />

sahiplerine aittir. Kaynak gösterilerek<br />

alıntı yapılabilir.


içindekiler<br />

6 Bizden Haberler<br />

28<br />

22 Mimarl›k; Mehmet ‹flci<br />

Günümüz cami mimarisi<br />

üzerine düflünceler -2-<br />

72 Gezi; Biraz musiki, biraz<br />

astronomi; MERAGA<br />

74 Kent ve Yaflam; Faruk Öncü<br />

Kültürel miras›m›zdan bir parça;<br />

Eski Bal›kesir Evleri<br />

78 Anma; Mü’min, Mühendis, Mücahit:<br />

NECMETT‹N ERBAKAN<br />

KAPAK; Kalk›nman›n ve büyümenin en önemli lokomotiflerinden biri<br />

olan giriflimcilerin büyük sorunlar›ndan biri giriflim sermayesidir. Do¤ru<br />

projenin do¤ru sermaye ile buluflmas› giriflimcilerin, iflin bafl›nda<br />

aflmalar› gereken bir problemdir. Mimar ve mühendis dergisi olarak<br />

bizler de giriflim sermayesini bu say›m›zda dosya konusu olarak ele<br />

ald›k. Konuyu hem giriflimciler hem de sermaye sa¤layanlar aç›s›ndan<br />

de¤erlendirdik.<br />

89 Makale; Prof. Dr. Ahmet Ercan<br />

Japonya Depremi, Süpürtüsü-2011, M= 9,0<br />

92 Makale; Dr. Necmi Dayday<br />

Enerji ba¤›ms›zl›¤›m›z ve<br />

Akkuya Nükleer Santrali<br />

16 Haber Analiz<br />

Nükleer enerji kabus mu olacak?<br />

94 Sinema ve<br />

Mühendislik<br />

Masum ve sade<br />

olan›n zaferi:<br />

FOREST<br />

GUMP<br />

4 M‹MAR VE MÜHEND‹S


BAfiKANDAN<br />

Finansman Sorunu ve Güveni Sa¤lamak<br />

BÜYÜK fikirler ve projeler çoğu zaman hayat bulmadan yok olur gider. Hayat bulan<br />

projeler gerçekten iyi bir ürün olduğu için mi yoksa bu ürünü destekleyen finans veren<br />

kişi veya çevrelerin olmasından dolayı mı hayat bulmuştur? Çocukluğumuzda ilkokul<br />

sıralarında nakarat halinde söylediğimiz bir şarkımız vardı, “At buldum meydan yok<br />

meydan buldum at yok, kibrit buldum odun yok odun buldum kibrit yok.” Sanki bu şarkılarla<br />

beraber çaresizlik ve yapamazlık zihinlerimize kazılıyor gibiydi.<br />

Herhangi bir şeyin meydana gelmesi için birkaç idea ve objenin bir araya gelmesi gerekir.<br />

Nasıl hayatın olması için suyun, suyun olması için de 2 hidrojen ve 1 oksijen atomunun<br />

bir araya gelmesi gerekir, bir amaç etrafında, bir değer ortaya koymak için fikirlerin,<br />

finansmanın ve adanmışlığın bir araya gelmesi gerekir. Hayatta başarılı bir değer<br />

veya ürünün ortaya konması için bu 3 sacayağın bir araya gelmesi gerekir. Çoğu zaman<br />

sır, bunların bir araya getirilmesinde gizlidir. Eskiden beri dilimizde gezinen bir<br />

darbı mesel vardır. Un var, şeker var, yağ var ama bir türlü helva yapıp yiyemiyoruz.<br />

Ülkemiz yetişmiş insan gücü ve bu güçten ortaya çıkan yeni fikirler ve projelerin hayat<br />

bulması için adeta bir üs haline gelmiştir. Organizasyonların var olabilmesi için gerekli<br />

olan 3 sacayağın, fikir, finansman ve adanmışlık gün geçtikçe bir araya gelecek meç<br />

aralarına hem bireysel çabalarla hem de kamunun destekleriyle bir araya gelmeye başlamış<br />

durumdadır. Bugün projelerin finansmanı konusunda kamunun ve özel sektörün<br />

ciddi arayış ve katkıları ortaya çıkmış bulunmaktadır. Çoğu zaman girişimci proje sahiplerinin<br />

kamunun, kurumların vermiş olduğu desteklerden yeterince haberdar olmadığını<br />

görüyoruz.<br />

Kamuda, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın girişimcilere KOSGEB vasıtasıyla sağladığı<br />

destekler yanında, kalkınma ajanslarının sağladığı proje destekleri, yine TÜBİTAK’ın<br />

sağladığı Ar-Ge ve proje destekleri her geçen gün artmaktadır. Bütün bu çalışmalar biraz<br />

da kuluçka dönemindedir. Yakın ve orta vadede bu çalışmalar olumlu sonuçların<br />

göstererek projelerin finansman desteği noktasında iyi bir yol alınmış olacaktır. Projelerin<br />

ürüne dönüşmesi sektör sektör farklı yatırım süreleri geçirmekte, zaman olarak<br />

da farklılıklar göstermektedir. Girilen bu yolda sabırlı ve kararlı olarak yürünerek iyi niyetli<br />

proje girişimlerini esas alarak olabildiğince kolaylaştırıcı, güveni yayıcı modeller<br />

geliştirilmelidir. Yapılan destekleri bir kaynak israfı olarak değil bir umudun yeşermesi<br />

için imkana dönüştürmeliyiz.<br />

Türkiye dünyanın geldiği bu rekabet ortamında özel girişimcisini desteklemek zorundadır.<br />

Yeni ekonomide gelecekte var olabilecek olan kurumlar inovasyon kapasitesi yüksek<br />

üretken, uyumlu, esnek ve dayanışmaya açık organizasyonlar olacaktır. Bu konuda<br />

kurumlarımız bir taraftan finansal olarak güçlerini arttırırken bir yandan da yeni fikirleri<br />

hayata geçirme konusunda hızlı ve etkin yollar geliştirmelidir. Proje yönetimi konusunda<br />

firmalarımız kendilerini geliştirmeli ve ayrıca finans yönetimi konusunda bilgilerini<br />

arttırmalı.<br />

Küçük olsun benim olsun mantığından çıkarak birlikte sinerji üretecek organizasyonlara<br />

dönüşmeli, kaynak israfını önlemek ve ortak çalışmanın bereketinden yararlanmak<br />

için sektörel küme çalışma grupları meydana getirmeliyiz. Yeni ürün geliştirme ve rekabet<br />

gücümüz dar anlamda finans sorununun aşılması değil birlikte sinerji üretme gücümüzde<br />

saklıdır. Kültürel kodlarımızda var olan ahilik ve lonca teşkilatlarımızı günün<br />

diliyle geliştirip dayanışma ve yardımlaşmayı esas alan yeni organizasyonlar meydana<br />

getirmeliyiz.<br />

Kalkınmada kendi kültürümüzden alacağımız güçle hem iç hem de iş barışımıza olumlu<br />

katkı yaparak gelişimimizi güvenli ve sürdürülebilir bir ortama kavuşturabiliriz.<br />

Türkiye dünyan›n geldi¤i<br />

bu rekabet ortam›nda<br />

özel giriflimcisini<br />

desteklemek zorundad›r.<br />

Yeni ekonomide<br />

gelecekte var olabilecek<br />

olan kurumlar inovasyon<br />

kapasitesi yüksek<br />

üretken, uyumlu, esnek<br />

ve dayan›flmaya aç›k<br />

organizasyonlar olacakt›r.<br />

Avni Çebi<br />

Genel Başkan<br />

MART-N‹SAN 2011 5


B‹ZDENHABERLER<br />

Bursagaz Genel Müdürü Ahmet Hakan Tola;<br />

“BURSAGAZ<br />

YATIRIMLARINA<br />

DEVAM EDECEK”<br />

‹nsan Kaynaklar› Uzman› Halil<br />

Ercan Gündo¤du;<br />

“BAfiARISIZ ‹NSAN YOKTUR”<br />

MİMAR ve Mühendisler Grubu tarafından haftalık olarak düzenlenen<br />

‘Bizbize Konuşmalar’ programına konuşmacı olarak katılan<br />

İnsan Kaynakları Uzmanı Halil Ercan Gündoğdu, verdiği seminerle<br />

MMG üyelerine ve misafirlere farklı kişilik profilleri ve<br />

insan ilişkilerine yansımaları hakkında bilgiler vererek günümüzün<br />

öncelikli meseleleri arasında olan insan tanıma ve yönetme<br />

modellerini anlattı.<br />

Sözlerine farklı insan profillerinin doğuştan gelen özellikler ve<br />

buna eklenen çevre faktörlerinin etkisiyle şekillendiğini söyleyerek<br />

başlayan Halil Ercan Gündoğdu, insanların iyi-kötü, doğruyanlış,<br />

başarılı-başarısız şeklinde sınıflandırılmasının doğru olmadığını,<br />

her bireyin öne çıkan gelişmiş yanları olabileceği gibi<br />

gelişmesi gereken yönlerinin de bulunduğunu söyledi. Gündoğdu,<br />

“İnsanın mizacını etkileyen ana faktörleri doğuştan gelen kalıtımsal<br />

özellikler, çevre koşulları ve geçerli olan sistem şeklinde<br />

sınıflandırabiliriz. Bu etkenler tarafından şekillenen mizaç ise bir<br />

aacın şasesi gibi bir işlev görür ve kişinin motivasyonuna bağlı<br />

olarak çeşitli davranışlar benimsemesini sağlar. Burada söz konusu<br />

olan iyi-kötü insan değil, farklı bir algıya ve yaratılış özelliğine<br />

sahip olan insandır. Bu bakımdan var olan şey üstünlükler ya da<br />

eksiklikler değil sadece farklılıklardır,” dedi. Ayrıca Gündoğdu,<br />

mizacına ve davranışlarına etki eden motivasyona göre farklı kişilik<br />

tipleri olduğunu belirtti.<br />

“Fiziksel, Duygusal ve Zihinsel Merkezli Mizaçlar”<br />

Halil Ercan Gündoğdu konuşması sırasında farklı kişilik profillerinin<br />

temelde üçe ayrıldığını, zihinsel merkezli, duygusal merkezli<br />

ve fiziksel merkezli kişilik olarak adlandırılan bu kişiliklerin<br />

3’er alt grupta sıralandığını söyledi. Genelde para ve mevki gibi<br />

değerlere önem vermeyen zihinsel merkezli kişiliklerin son derece<br />

üretken ve bilgi odaklı olmalarına karşın insan ilişkilerinde<br />

gelişmesi gereken yönleri olduğunu belirten Gündoğdu, fiziksel<br />

merkezli kişilikleri otoriter, sonuç odaklı ve yönetsel becerileri<br />

gelişmiş kimseler olarak tanımladı. Duygusal merkezli kişilerde<br />

ise insan ilişkilerine odaklanan bir anlayışın hakim olduğunu ve<br />

bu alanda büyük potansiyele sahip olan bu kişilerin doğru konumlandırılması<br />

suretiyle diğer kişilik tiplerinde olduğu gibi başarılı<br />

sonuçlar elde edileceğini sözlerine ekleyen Gündoğdu “Her<br />

insan bir yetenektir, önemli olan mizaç tespiti ve doğru konumlandırmadır”<br />

dedi.<br />

BURSA Şubesi tarafından düzenlenen “Bizbize Konuşmalar”ın<br />

konuğu olan Bursagaz Genel Müdürü Ahmet Hakan<br />

Tola, Bursagaz’ın kuruluşundan itibaren gelişimini, kurumsal<br />

yapısını ve hazırlanan projelerini<br />

anlattı. Tola, başarılı icraatlarını,<br />

aldıkları uluslar arası kalite<br />

standartları belgeleri ile perçinlediklerini<br />

ifade etti.<br />

Bursa’nın doğalgaz serüveninin<br />

1989 yılında Botaş Genel Müdürlüğü’ne<br />

verilen doğalgaz dağıtım<br />

yetkisi ile başladığını belirten Tola,<br />

doğalgazın ilk olarak 1992 yılında<br />

konut sahiplerine verilmeye<br />

başladığını hatırlattı. 2003 yılında<br />

yapılan özelleştirme kapsamında<br />

öncelikle Çalık Grubu’na devredilen Bursagaz’ın<br />

yüzde 80 hissesinin 2008 yılında Alman EWE firmasına satıldığını<br />

vurgulayan Tola, projeleri ile ilgili olarak ise, “2015<br />

yılına kadar 10 yılı aşmış tüm sayaçlar değiştirilecek ve kalibrasyonları<br />

yapılacak. Ayrıca 3 milyon avroluk yatırımla<br />

uzaktan izleme ve kontrol sistemi kuracağız” dedi.<br />

UYDU, UZAY VE TÜRK‹YE<br />

MİMAR ve Mühendisler Grubu Konya Şubesi, üyelerine<br />

ve Selçuk Üniversitesi Mimarlık ve Mühendislik<br />

Fakültesi’nde okuyan genç gönüllülerine Bosna-Hersek<br />

Gençlik Merkezi’nde “Uydu, Uzay ve Türkiye” konulu<br />

bir seminer düzenledi.<br />

Seminere konuşmacı olarak katılan Türksat AŞ. Kablo Tv<br />

Platformu Direktörü Dr. Lokman Kuzu sunumunda uzay<br />

konusunda bilgi verirken, uydu teknolojisinin tarihsel<br />

geçmişi ve bugünkü durumuna da değindi. Dünyadaki<br />

uydu teknolojileri ve ülkemizin bu konuda bulunduğu<br />

konum hakkında da geniş bilgi veren Kuzu, Türkiye’nin<br />

yakın zamanda uydu teknolojileri konusunda çok daha<br />

iyi bir duruma geleceğini, genç mühendislere bu konuda<br />

çok iş düştüğünü söyledi.<br />

6 M‹MAR VE MÜHEND‹S


MMG KONYA fiUBES‹’NDEN<br />

KONYA ÜN‹VERS‹TES‹’NE Z‹YARET<br />

MMG Konya Şubesi Yönetim Kurulu Üyeleri Konya Üniversitesi Rektörü<br />

Prof. Dr. Muzaffer Şeker’i makamında ziyaret etti.<br />

Konya Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Muzaffer Şeker`i makamında<br />

ziyaret eden Mimar ve Mühendisler Grubu Konya Şubesi Yönetim Kurulu<br />

Üyeleri, Prof. Dr. Muzaffer Şeker’e bir sivil toplum kuruluşu olan<br />

MMG’nin misyonu ve çalışmaları hakkında bilgi verirken, üniversitelerin<br />

özellikle Konya Üniversitesi’nin Konya için önemine değindiler. Prof. Dr.<br />

Muzaffer Şeker’de STK’ların ülkemizin ve yaşadığımız şehirlerin ekonomik<br />

ve kültürel gelişiminde çok önemli bir yere sahip olduğunu söyleyerek<br />

ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getirdi.<br />

Dr. Lami Kaya;<br />

“B‹LG‹ S‹STEMLER‹M‹Z<br />

NE KADAR GÜVENL‹?”<br />

HER geçen gün daha büyük önem kazanan bilgi<br />

güvenliği yönetim sistemleri üzerine düzenlenen etkinlikte<br />

“Bizbize Konuşmalar” programına konuk<br />

olan Bilgi Güvenliği Yönetim Sistemleri Uzmanı Dr.<br />

Lami Kaya, bilgi güvenliği, bilgi güvenliği prosedürleri,<br />

bilişim suçları ve bilişim suçlarından kaynaklanabilecek<br />

zararlardan korunma yollarına dair bilgiler<br />

verdi.<br />

Lami Kaya, sunumu sırasında dünyanın çeşitli ülkelerinde<br />

yaşanan bilişim suçlarına dair çarpıcı örnekler<br />

sundu ve tek bir tuşa dokunarak milyonlarca<br />

insanın kişisel bilgilerinin<br />

elde edilebildiğini,<br />

bankaların, kredi kurumlarının,<br />

uluslararası<br />

şirketlerin özel bilgilerinin<br />

çalınabildiğini söyledi.<br />

Verilen örneklerin<br />

çoğunda ihmal ya da<br />

güvenlik prosedürlerinin<br />

takip edilmeyişi gibi<br />

nedenlerin rol oynadığına<br />

dikkat çeken Lami<br />

Kaya, faaliyet dışı kalan veri depolama aygıtlarının<br />

çöpe atılması, firewall denen güvenlik sistemlerinin<br />

verimli şekilde kullanılmayışı ya da niteliksiz<br />

personel çalıştırılması gibi durumlardan doğan<br />

veri kayıpları neticesinde milyonlarca insanın kişisel<br />

bilgilerinin çalındığını ifade etti.<br />

Bilgi teknolojilerinin kullanımının belli başlı güvenlik<br />

protokollerini gerekli kıldığını fakat buna<br />

özellikle Türkiye’de yeteri kadar uyulmadığını belirten<br />

Lami Kaya, bu tür ihmallerden kaynaklanan<br />

kayıpların milyonlar değerinde olabileceğini hatırlatarak<br />

bazı resmi kurumlarda bile bu tür ihmallere<br />

rastlandığını ve bunun ciddi bir sorun olduğunu<br />

kaydetti. Lami Kaya, ayrıca bilişim suçları konusunda<br />

kapsamlı bir yasa bulunmayışını eleştirerek<br />

bu konudaki eksikliklerin son zamanlarda ciddi şekilde<br />

ele alınan E-Devlet projelerinin tamamlanması<br />

sürecinde tamamlanacağını söyledi.<br />

“ÇEVRESEL ATIKLAR<br />

ZARARSIZLAfiTIRILARAK<br />

BERTARAF ED‹LECEK”<br />

MMG tarafından düzenlenen “Bizbize Konuşmalar”<br />

programında Çevre Kanunu ile ilgili güncel konular<br />

ele alındı. Programda Çevre Mühendisi<br />

Mehmet Burak Durucu ve Nilay Orhan tarafından<br />

verilen bilgiler ışığında çevre yönetimi ve denetimi<br />

alanlarındaki yenilikler tartışıldı.<br />

Nilay Orhan, yeni kanunla birlikte firmaların<br />

çevresel atıklarını kendi içinde oluşturacağı<br />

ekipten ya da bu alanda uzman bir danışman firmadan<br />

yardım alarak zararsız hale getirmesi<br />

gerektiğini belirtti. Yeni atık yönetmeliğine göre<br />

farklı tehlike dereceleri göz önüne alınarak<br />

sınıflandırılan atıklar, atık toplama ve imha sertifikasına sahip firmalara<br />

verilerek zararsızlaştırılıyor. Bu konuda Çevre Kanunu’nun<br />

8. Maddesine dikkat çeken Orhan, çevre atıklarının yok edilmesi<br />

konusunda belirtilen standartlara uygun hareket edilmemesi durumunda<br />

işletmenin faaliyetlerini yürütmesini olanaksız kılacak derecede<br />

ağır para cezaları olduğunu söyledi.<br />

Yeni yönetmelik uyarınca danışman firmalara da yükümlülükler<br />

getirildiğini belirten Orhan, danışman firmanın yılda bir kereden az<br />

olmamak üzere ilgili mevzuat hükümlerine göz önüne alınarak iç<br />

tetkik yapılması gerektiğini, aksi halde her iki taraf için de cezai<br />

durumlar oluşabileceğini söyledi.<br />

MART-N‹SAN 2011 7


B‹ZDENHABERLER<br />

Adell Armatür Genel Müdürü Ali Topçu;<br />

“MÜHEND‹SL‹⁄‹N HER<br />

ALANINDAN ‹ST‹FADE<br />

ED‹YORUZ”<br />

Abdurrahman Aslan;<br />

“ZAMAN VE MEKÂNDAN<br />

BA⁄IMSIZ VARLIK TANIMI<br />

YAPILAMAZ”<br />

İNSAN doğası ve kainattaki yeriyle ilgili yazdığı kitaplar<br />

ve yürüttüğü çalışmalarla tanınan sosyolog Abdurrahman<br />

Arslan, MMG Bizbize Konuşmalar’ın konuğu olarak "Zamanın<br />

ve mekanın insan algısı üzerindeki etkileri" başlığı<br />

altında bir seminer verdi.<br />

Temel olarak insanın zaman üzerine tasarrufunu ve bu<br />

yaklaşımın mekana etkisini ele aldığı konuşmasında tarihten<br />

örneklere de başvuran Abdurrahman Arslan, zaman ve<br />

mekanın insan doğasının ihtiyaçlarına uygun olmayacak<br />

şekilde değerlendirilmesi neticesinde<br />

1968’lerde yayılan hippi hareketini<br />

örnek gösterdi. Zaman ve mekân<br />

tasarrufuna ilişkin başka karşılaştırmalarda<br />

da bulunan Abdurrahman<br />

Arslan, Grek kültüründen örnekler<br />

vererek “Zaman, hareket ile<br />

birliktedir. Zamandan ve mekandan<br />

bağımsız bir varlık tanımı<br />

ortaya koymak mümkün değildir.<br />

İslami anlayışta ise zaman da mekân da<br />

yaratılmıştır” diyerek İslam dünyasının konuya yaklaşımını<br />

ortaya koydu. İslam, zaman tasarrufunu gündelik dilimde<br />

güneşe bağlı gün kavramıyla tanımlarken, Grek geleneğinde<br />

mekanik bir zaman algısı olduğunu ve modern<br />

şehir tasarımlarına ilham veren Grek mimarisi ve şehirciliğinde<br />

ilahi kudretin tecellisine yer verilmediğini vurgulayan<br />

Abdurrahman Arslan, günümüzde de aynı kaidenin var<br />

olduğunu söyledi.<br />

“Yunan takviminde zaman mekanikleşmiştir. Belli bir mühlete<br />

dağılan sonsuz anların toplamı şeklinde algılanan zaman<br />

modern uygarlık için de bir temel teşkil etmiştir. Ve<br />

modern mekânların tasarımına yansıyan bu anlayış neticesinde<br />

insanın faniliğini yansıtacak alçak gönüllülük ve<br />

estetikten yoksun, kıbleyi dikkate almayan binalar yükselmiştir”<br />

diyen Arslan, modern mimarinin de kapitalist dünyadan<br />

payını aldığını ve kapitalizmde ahlaki kaygılara yer<br />

olmadığını, sadece kazanç kaygısıyla hareket eden bir yapının<br />

ise İslami üsluba uygun çözümler üretemeyeceğini<br />

vurguladı.<br />

MMG Genel Başkanı Avni Çebi, Yönetim<br />

Kurulu Üyeleri Hasan Süreyya Sezgin,<br />

Ömer Faruk Kültür, Oktay Korkmaz, Ar-<br />

Ge Komisyonu Başkanı Mesut Uğur ve çoğunluğunu<br />

öğrencilerin oluşturduğu MMG<br />

üyelerinden oluşan ziyaret heyeti Adell Armatür<br />

Genel Müdürü Ali Topçu’yu makamında<br />

ziyaret etti.<br />

3 farklı grupta üretim yapan Adell Armatür<br />

adına kısa bir sunum gerçekleştiren<br />

Ali Topçu, özellikle çevreci ürünlerin üretimine<br />

ve Ar-Ge çalışmalarına yoğun mesai<br />

harcadıklarını ve yüzde 50’ye varan enerji ve su tasarrufu sağlayan<br />

ürünleri kullanıcıya ulaştırdıklarını ifade etti.<br />

Tesislerinde yüksek teknolojiyle üretim yaptıklarını ve kalite güvencesi<br />

altında tüketiciye ürünlerini sunduklarını belirten Ali Topçu, “Adell<br />

Armatür olarak sadece Türkiye’de değil yurtdışında da 29 ülkeye ürünlerimizi<br />

ulaştırıyoruz. Kullanıcıya 6 yıl kullanım ömrü garantisi verebilen<br />

bir firma olarak bu özgüvenimizi, yürüttüğümüz Ar-Ge çalışmalarına<br />

ve yüksek teknolojimize borçluyuz. Kapsamlı bir araştırma çalışmasının<br />

ürünü olan debi limitörü kullanımıyla sadece 5 litrelik su<br />

kullanarak 15 litrelik verim almayı mümkün kılan aparatlar yine kendi<br />

tesislerimizde üretilmektedir. Çalışmalarımızda mühendisliğin her<br />

sahasından istifade etmeye çalışıyoruz” dedi.<br />

Su, banyo ve mutfak ile ilgili etnografik eserlerden oluşan Yönetim<br />

Kurulu Başkan Yardımcısı Dr. Ercan Topçu koleksiyonu, küresel<br />

ısınmanın ön planda tutulduğu bir dönemde su bilincinin gelişmesi<br />

için bir kültür faaliyeti olarak yürütülüyor.<br />

Genel Müdür Ali Topçu, Adell Armatür olarak bu tarihi koleksiyon<br />

için Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne başvurduklarını belirtti. Kültür<br />

ve Turizm Bakanlığı’ndan Kolleksiyonerlik Belgesi alarak Adell<br />

Fabrika bünyesinde Daimi Sergi Salonu’nda bu tarihi eserleri sergilemek<br />

istediklerini belirten Topçu, bu sayede toplumsal bir fayda<br />

üretileceğine inandıklarını söyledi.<br />

Suyun medeniyet için önemini ve değerini vurgulayan Ali Topçu, maalesef<br />

en fazla israf ettiğimiz şeyin de yine su olduğunu, bununsa telafisi<br />

mümkün olmayan bir kayıp olduğunu sözlerine ekleyerek suyun korunması<br />

ve israf edilmemesi yönünde oluşacak bilinçlenmeye katkı<br />

sağlamak için azami çaba harcadıklarını ifade etti.<br />

8 M‹MAR VE MÜHEND‹S


Eyüp Söyler;<br />

“KENTSEL DÖNÜfiÜMDE<br />

SOSYAL BARIfi<br />

YARA ALMAMALI”<br />

Doç. Dr. Abdülmecit Karatafl;<br />

“S‹V‹L TOPLUM KALKINMAYA<br />

ÖNCÜLÜK ETMEL‹”<br />

MMG üyeleri İstanbul Kalkınma Ajansı Genel Sekreteri Doç. Dr. Abdülmecit<br />

Karataş’ı makamında ziyaret etti. MMG Genel Başkanı Avni Çebi, Yönetim<br />

Kurulu Üyeleri Osman Arı, Hasan Süreyya Sezgin, Makine Komisyonu<br />

Başkanı Oktay Korkmaz, İş Sağlığı ve Güvenliği Çalışma Grubu Başkanı<br />

Birol Vural, Enerji Verimliliği Çalışma Grubu Başkanı Ahmet Erkoç ve<br />

MMG üyelerinden oluşan heyet İstanbul Kalkınma Ajansı Genel Sekreteri<br />

Abdülmecit Karataş tarafından karşılanarak ağırlandı.<br />

İlk olarak İstanbul Kalkınma Ajansı uzmanları tarafından<br />

ajans bünyesinde yürütülen çalışmalar hakkında<br />

detaylı bir sunum gerçekleştirildi.<br />

“Hibe mekanizması sadece<br />

suyun üzerindeki kısmımız”<br />

İstanbul Kalkınma Ajansının çalışmalarının özetlendiği<br />

sunumun ardından söz alanGenel Sekreter<br />

Abdülmecit Karataş, toplum yararına hizmetlerin<br />

üretilmesi için gayret sarf eden MMG gibi sivil<br />

toplum kuruluşlarıyla işbirliğine ve diyaloga büyük<br />

önem verdiklerini ifade etti. Sağlıklı işleyen<br />

hibe mekanizmaları dışında fonksiyonlarının da<br />

bulunduğunu vurgulayan Karataş, “Hibe mekanizması<br />

sadece suyun üzerindeki kısmımız. Faaliyet<br />

alanlarımız ve ürettiğimiz değerler diğer<br />

çalışmalarımızı oluşturuyor. Biz sivil toplum inisiyatifinin sosyal,<br />

ekonomik kalkınmaya öncülük etmesi için gayret harcıyoruz. Bilgi, strateji<br />

ve mali imkânlar mevcut. Bundan sonra yola devam etmek lazım. Bunun<br />

için de karşılıklı diyaloğa ve sağlıklı bir entegrasyona ihtiyacımız var” sözleriyle<br />

sivil topluma verdikleri önemi açıkladı.<br />

Daha sonra söz alan MMG Genel Başkanı Avni Çebi ise çeşitli proje ve çalışmalarda<br />

İstanbul Kalkınma Ajansı ile işbirliği içinde olmayı arzu ettiklerini<br />

dile getirdi. Yeni bir oluşum olan ve multidisipliner bir yaklaşımla şehir<br />

kültürünü ve fiziki ortamını sorgulayan İstanbul Şehir Platformu’na da değinen<br />

Avni Çebi Kalkınma Ajansı, MMG, İstanbul Şehir Platformu gibi yapıların<br />

görmeye değer bir manzaranın farklı yüzlerini teşkil ettiğini belirtti.<br />

Çebi, bu çerçevede işbirliğinin daha başarılı ve değerli işler üretmek için şart<br />

olduğunu vurguladı. Gelecek dönemde İş Sağlığı ve Güvenliği ve Enerji Verimliliği<br />

alanlarını ana faaliyet konuları olarak tespit ettiklerini sözlerine<br />

ekleyen Çebi, bu alanlarda projeler üretmek ve kalkınma ajanslarına sunmak<br />

niyetinde olduklarını söyledi.<br />

MMG “Bizbize Konuşmalar”ın konuğu, Sarıyer İlçesi -<br />

Pınar Mahallesi`nde yürütülen kentsel dönüşüm çalışmaları<br />

hakkında kendi çabalarıyla hazırladığı raporuyla<br />

gündeme gelen Eyüp Söyler oldu. Mahalle sakinlerinin<br />

sorunlarını, haklarını ve mağduriyetlerini<br />

gündemde olan kentsel dönüşüm çalışmaları kapsamında<br />

ele alan ve konuyla ilgili detaylı çalışmalar yürüten<br />

Eyüp Söyler, hazırladığı raporu Büyükşehir Belediyesi<br />

ve diğer kamu kuruluşlarına iletmiş, ardından<br />

basında yer alan raporuyla gündeme gelmişti.<br />

Söyler konuşmasının başında, “Konunun çok yönlü<br />

ele alınması gerekmektedir. Burada vatandaşların bilinçsizliği<br />

kadar kamunun geçmişteki plansız uygulamalarının<br />

da neticelerini görmekteyiz” dedi. Kontrol<br />

edilemeyen göç hareketlerinin yaşanmaya başladığı<br />

1900’lü yılların başında yerleşime açılan Pınar Mahallesi<br />

ve civarında 1960 yılından itibaren daha geniş ölçüde<br />

bir gecekondulaşma yaşandığını ve günümüzde<br />

bu sorunu çözmek için uygulamaya konan projelerin<br />

ciddi sosyal sorunlar doğurabileceğini ifade eden Eyüp<br />

Söyler, mülkiyet probleminin çözümü aşamasında vatandaşların<br />

mağdur edilmemesi gerektiğini, var olan<br />

sorunun çok yönlü bir yapısı olduğunu vurguladı.<br />

“Çeşitli sosyal ve ekonomik sorunlar neticesinde<br />

uzun yıllar önce kendi imkânlarıyla barınma ihtiyaçlarını<br />

temin etmek için Pınar Mahallesine yerleşen<br />

insanlar şu anda sorunun tek tarafı olarak görülebilir.<br />

Fakat burada dönemin koşulları, insani ihtiyaçlar<br />

ve kamunun plansızlığı göz önüne alınırsa daha<br />

farklı bir manzarayla karşılaşırız” diyen Söyler, çözüm<br />

için düşünülen uygulamaların sosyal adalet ve toplumsal<br />

vicdanı zedelememesi gerektiğini söyledi.<br />

Eyüp Söyler adil ve insancıl bir kentsel dönüşüm uygulanabilmesi<br />

için öncelikli olarak insanların yerlerinden<br />

uzaklaştırılmaması gerektiğini ve sosyal hayatın<br />

işleyişini derinden etkileyecek ve komşuluk-mensubiyet<br />

şuurunu felce uğratacak yapılardan kaçınılması gerektiğini<br />

sözlerine ekleyerek bu konuda yerel yönetimlere<br />

büyük bir görev düştüğünü hatırlattı.<br />

MART-N‹SAN 2011 9


B‹ZDENHABERLER<br />

NÜKLEER ÇALIfiMALAR<br />

YER‹NDE ‹NCELEND‹<br />

MMG tarafından düzenlenen teknik gezi kapsamında Türkiye<br />

Atom Enerjisi Kurumu (TAEK)’na bağlı faaliyet gösteren Çekmece<br />

Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi ziyaret edilerek kurumun<br />

idari yapısı ve yürütülen çalışmalar hakkında bilgi alındı.<br />

Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi Müdürü Doç Dr.<br />

Erdal Osmanlıoğlu tarafından karşılanan MMG heyeti verilen kısa<br />

süreli brifingle kurum hakkında bilgilendirildi.<br />

Daha sonra Türkiye’nin ilk nükleer reaktörü olan TR2 Araştırma<br />

Reaktörü’nü ziyaret eden MMG üyeleri, burada Dr. Bülent Sevdik<br />

tarafından karşılanarak reaktör bünyesinde yürütülen araştırma<br />

çalışmaları ve üretilen ürünler hakkında bilgi aldı. Ağırlıklı olarak<br />

araştırma çalışmaları ve sağlık sektöründe ihtiyaç duyulan izotop<br />

üretimi alanlarında faaliyet yürüttüklerini belirten Dr. Bülent Sevdik,<br />

açık havuz tipinde kurulmuş olan reaktörde düşük zenginlikli<br />

uranyum elde edilebildiğini belirtti. Ayrıca enerji üretimi amacıyla<br />

kurulacak reaktörlerin işletilmesinde kullanılan yazılımlar için veri<br />

ürettiklerini ve nükleer enerji konusunda kalifiye personel yetişmesine<br />

katkı sağlayan bir diğer misyonu da üstlendiklerini belirten<br />

Bülent Sevdik, reaktörün işletilmesinde kullanılan kontrol panellerinin<br />

de kendileri tarafından üretildiğini belirtti.<br />

Mustafa Yanartafl;<br />

“F‹RMALAR ‹HT‹YAÇLARINI<br />

DO⁄RU BEL‹RLEMEL‹D‹R”<br />

MMG “Bizbize Konuşmalar” programına konuk olan ERP sistemleri<br />

uzmanı Mustafa Yanartaş, verdiği “E-Dönüşüm - ERP<br />

sistemleri” konulu seminerle firmaların kaynak yönetim organizasyonunu<br />

soft ortamda barındırmaya yarayan çalışmalardan<br />

bahsetti.<br />

ERP sisteminin her şeyden önce kurumun tüm bileşenlerinin<br />

bir bütün olarak görülmesini sağladığını belirten Yanartaş,<br />

ERP uygulamaları sayesinde iş süreçlerinin spesifik olarak tanımlanabildiğini,<br />

bu sistemlerin modüler yapıda olduğunu,<br />

farklı sistemlere entegre olabildiğini ve kurum sınırlarının<br />

ötesine ulaşma imkanı sunduğunu söyledi.<br />

Sağladığı faydalara rağmen, ülkemizde ERP sistemlerinin etkin<br />

kullanımı konusunda eksiklikler olduğunu da belirten Yanartaş,<br />

bu durumda hem işletmelerin hem de ERP sistemleri üreten<br />

yazılım firmalarının payı olduğunu belirtti. Mustafa Yanartaş,<br />

firmaların özellikle ihtiyaçlarını doğru tespit etmesinin<br />

ve doğru çözümlere yönelmesinin proje başarı oranını büyük<br />

ölçüde etkilediğini de sözlerine ekleyerek, “Firma öncelikli<br />

olarak nelere ihtiyaç duyduğunu tam olarak bilmeli ve kesin<br />

ilkeler belirlemeli. Ardından bu ihtiyaçlara cevap olacak yazılımı<br />

mutlaka bir danışman aracılığıyla temin ederek sonraki<br />

proje etaplarına geçmelidir” dedi.<br />

Dr. Mustafa Y›ld›z;<br />

“KATKI MADDELER‹NDE ‘E’ KODUNA D‹KKAT ED‹LMEL‹”<br />

MMG Bursa Şubesi tarafından düzenlenen “Bizbize Konuşmalar” programının konuğu olan Dr. Mühendis<br />

Mustafa Yıldız, gıda sektörünün dünyada ve ülkemizdeki gelişiminden bahsederek gıda sanayinde<br />

kullanılan katkı maddeleri konusunda detaylı bilgiler aktardı.<br />

Tüketime sunulmadan önce, gıdalara bilinçli ve amaçlı olarak ilave edilen maddelere , ‘gıda katkı maddeleri’<br />

adı verildiğini, bu maddelerde ise helal-haram ayrımına dikkat edilmesi gerektiğini vurgulayan<br />

Yıldız, “Bu bağlamda “E” kodu Avrupa Topluluğu Bilimsel Komitesi tarafından incelenmiş ve gıda katkı<br />

maddesi olarak kullanımında sakınca görülmeyen maddeler için verilmiş onayı belirleyen ve katkı maddesinin<br />

kimyasal adının yerine kullanılan tanıtıcı bir işarettir. Bu standartlarda göz önüne alınan temel<br />

şart katılan maddenin insan sağlığına kesin olarak zarar vermemesidir. Yani bu kodlu gıdalar, tüketiciler<br />

için güvenilir olma özelliklerini kaybetmiyor” dedi. Türkiye’deki gıda sektörü çalışmalarının 1980’li yıllarda<br />

konserve üretimi ile başladığını hatırlatan Yıldız, Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliği’nin ise ancak Kasım<br />

1997 yılında yayınlanabildiğini söyledi. Domates, mısır ve soyanın en çok genetiği ile oynanan tarım<br />

ürünleri olduğunun altını çizen Yıldız, Türkiye’nin üretim açısından avantajlı bir konumda olduğu<br />

fındık ile ilgili olarak da fındık yağının zeytinyağı ile eşdeğer özelliklere sahip olduğunu ve kötü huylu<br />

kolesterolün azaltılmasında oldukça faydalı olduğunun tespit edildiğini açıkladı.<br />

10 M‹MAR VE MÜHEND‹S


MMG ‹ZM‹R fiUBES‹<br />

3. OLA⁄AN GENEL<br />

KURULUNU GERÇEKLEfiT‹RD‹<br />

MMG İzmir Şubesi III. Olağan Genel Kurulu’nu İzmir Orman<br />

Bölge Müdürlüğü’nde geniş bir katılım ile gerçekleştirdi. Genel<br />

kurula MMG Genel Başkan Avni Çebi, Genel Başkan Yardımcısı<br />

Osman Arı, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Rektörü Prof. Dr.<br />

Mustafa Güden, CBÜ Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr.<br />

Ümit Gökkuş, İller Bankası İzmir Bölge Müdürü Muhittin Menekşe,<br />

TSE İdari işler Müdürü Bilal Güven, Gediz A.Ş. İl Müdürü<br />

Mehmet Buharalıoğlu, Orman Bölge Müdürü İbrahim Çiftçi,<br />

MÜSİAD İzmir Şube Başkanı Abdurrahman Çabuk, Enerji BİR-<br />

SEN İzmir Şube Başkanı Tolga Dilek Şenusta, çeşitli STK’ların İzmir<br />

şube başkanları ve MMG Üyeleri katıldı. MMG İzmir Şube<br />

Başkanı Ünal Özturkut ‘un açılış konuşması ile başlayan III. Olağan<br />

Genel Kurul MMG İzmir Şubesi’nin gerçekleştirdiği eğitimler<br />

ve yapılan seminerler hakkında bilgi verilmesi ile devam etti.<br />

Programda söz alan MMG’nin şubelerden sorumlu Genel Başkan<br />

Yardımcısı Osman Arı, MMG’nin 20 yıl önce faaliyete geçtiğini,<br />

bugün 7 şubesi ile önemli bir STK olduğunu vurguladı. Ülkenin<br />

mimarlık ve mühendislik problemlerinin olduğunu, belediyelerin<br />

sorunların altından kalkmasının zor olduğunu, MMG üyeleri gibi<br />

ülkesini seven mimar ve mühendislere bu konuda büyük görevler<br />

düştüğünü hatırlatan Osman Arı, MMG’nin bu yükü<br />

omuzlamaya hazır olduğunu belirtti.<br />

Genel Kurul’da bir konuşma yapan MMG Genel Başkanı Avni<br />

Çebi, MMG’nin Hikmet-İmar-İhsan olarak üç esas üzerine kurulduğunu,<br />

mimarlık ve mühendislik alanına girmeyen hiçbir<br />

konunun olmadığını, sanayileşmeden tarıma, enerjiden kentleşmeye<br />

kadar geniş bir alanda görev yapıldığını belirtti. Dünyada<br />

geldiğimiz noktada mühendislik ve sosyal bilimlerin içiçe geçmiş<br />

olduğunu söyleyerek resmin bütününü görebilmek için disiplinler<br />

arası diyaloğa ve müşterek çalışmaya ağırlık verilmesi gerektiğini<br />

belirten Çebi, MMG’nin yeni dönemde şehirleşme ve kentsel<br />

dönüşüm konusunu ana faaliyet alanı olarak belirlediğini söyledi.<br />

Avni Çebi ayrıca, sağlıklı şehirleşmenin sadece kentsel dönüşüm<br />

ile sağlanamayacağını, şehirlere kendi medeniyetlerinden,<br />

yaşanmışlıklarından bir şeyler katmak gerektiğini ifade etti. Her<br />

şehrin kendi başına bir kitap, bir külliye ya da susan bir hikmet<br />

eri olduğunu ifade eden Avni Çebi şehirlerin insanları körleştiren<br />

mekânlar olmaması gerektiğini sözlerine ekledi.<br />

MMG İzmir Şubesi’nin III. Olağan Genel Kurulu Divan Kurulu’nun<br />

belirlenmesinin ardından yeni yönetimin seçimi ile sona<br />

erdi. MMG İzmir Şubesi III. Olağan Genel Kurulu neticesinde Yönetim<br />

Kurulu şu isimlerden oluştu:<br />

Yönetim Kurulu<br />

1.Ünal ÖZTURKUT: Başkanı - Makine Mühendisi<br />

2. Haşim AYTEN: Başkan Yrd. - Elektrik Mühendisi<br />

3. Serkan KIRKAR: Makine Mühendisi<br />

4. Ethem TATAR: İnşaat Mühendisi<br />

5. Doç. Dr. Musa ALCI: Elektrik ve Elektronik Mühendisi<br />

6. Eser PALA: Makine Yük. Mühendisi<br />

7. M. Siraç BATUK: Orman Mühendisi<br />

BÜYÜK USTA<br />

M‹MAR S‹NAN<br />

KABR‹ BAfiINDA<br />

ANILDI<br />

ESERLERİ ve tefekkür hayatıyla İslam dünyasına ve dünya kültür mirasına muazzam eserler bırakan büyük<br />

usta Mimar Sinan, vefatının 423. yılında Mimar ve Mühendisler Grubu tarafından kabri başında dualarla anıldı.<br />

Yaşamı boyunca 92 camii, 52 mescit, 57 medrese, 7 darül-kurra, 22 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa (hastane),<br />

5 suyolu, 8 köprü, 20 kervansaray, 36 saray, 8 mahzen ve 48 de hamam olmak üzere 375 eser veren büyük usta,<br />

günümüzde halen dünya kültür mirası arasında yer alan Süleymaniye Camii’ni de İslam dünyasının ve tefekkür<br />

anlayışının derinliği içinde insanlığa bırakmıştır.<br />

1538 yılında Hassa başmimarı olan Sinan, baş mimarlık görevini I. Süleyman, II. Selim ve III. Murat zamanında<br />

50 yıl süre ile yapmıştır. Mimar Sinan’ın, Mimarbaşılığa getirilmeden evvel yaptığı üç eser dikkat çekicidir.<br />

Bunlar: Halep’te Husreviye Külliyesi, Gebze’de Çoban Mustafa Külliyesi ve İstanbul’da Hürrem Sultan için yapılan<br />

Haseki Külliyesi’dir. Halep’teki Hüsreviye Külliyesi’nde, tek kubbeli cami tarzı ile bu kubbenin köşelerine<br />

birer kubbe ilave edilerek yan mekânlı cami tarzı birleştirilmiş ve böylece Osmanlı mimarlarının İznik ve Bursa’daki<br />

eserlerine uyulmuştur. Külliyede ayrıca, avlu, medrese, hamam, imaret ve misafirhane gibi kısımlar bulunmaktadır.<br />

Gebze’deki Çoban Mustafa Paşa Külliyesinde renkli taş kakmalar ve süslemeler görülür. Külliyede<br />

cami, türbe ve diğer unsurlar ahenkli bir tarzda yerleştirilmiştir. Mimar Sinan’ın İstanbul’daki ilk eseri olan Haseki<br />

Külliyesi, devrindeki bütün mimari unsurları taşımaktadır. Cami, medrese, sübyan mektebi, imaret, darüşşifa<br />

ve çeşmeden oluşan külliyede cami, diğer kısımlardan tamamen ayrıdır.<br />

Mimar Sinan’ın Mimarbaşı olduktan sonra verdiği üç büyük eser, onun sanatının gelişmesini gösteren basamaklardır.<br />

Bunların ilki İstanbul`daki Şehzade Camii ve külliyesidir. Dört yarım kubbenin ortasında merkezi bir<br />

kubbe tarzında inşa edilen Şehzade Camii, daha sonra yapılan bütün camilere örnek teşkil etmiştir.<br />

Süleymaniye Camii, Mimar Sinan’ın İstanbul’daki en muhteşem eseridir. Kendi tabiriyle kalfalık döneminde,<br />

1550-1557 yılları arasında yapılmıştır.Mimar Sinan’ın en büyük eseri ise, 86 yaşında yaptığı ve "ustalık eserim"<br />

diye takdim ettiği, Edirne’deki Selimiye Camii’dir (1575).<br />

MART-N‹SAN 2011 11


B‹ZDENHABERLER<br />

Prof. Dr. fienay Yalç›n;<br />

“NÜKLEER TEKNOLOJ‹YE<br />

SAH‹P OLMAK<br />

ÇA⁄ ATLAMAKTIR”<br />

MMG Bursa Şubesi tarafından düzenlenen kahvaltılı<br />

toplantının konuğu Beykoz Lojistik Meslek Yüksekokulu<br />

Müdürü Prof. Dr. Şenay Yalçın oldu. Konuşmasında nükleer<br />

enerji kullanımının önemine vurgu yapan Yalçın, konu ile ilgili<br />

çarpıcı açıklamalarda bulundu<br />

Dünyadaki güçler dengesini etkileyen en önemli unsurlardan birisi<br />

olan enerji konusunun, siyasi-askeri-ticari ilişkilerde önemli<br />

rol oynadığını belirten Prof. Dr. Şenay Yalçın, evrende herkese<br />

yetecek kadar enerji kaynağı olduğuna işaret ederek, asıl marifetin<br />

‘var olandan en iyi şekilde yararlanmak olduğunu ’dile getirdi.<br />

Dünyadaki insan yapısı ilk nükleer reaktörün 1942 yılında<br />

Enrico Fermi’nin yürüttüğü bir proje sonucunda Amerika Birleşik<br />

Devletleri’nin Chicago kentinde kurulduğunu hatırlatan Yalçın,<br />

“Esasen dünyadaki ilk nükleer reaktörün milyonlarca yıl<br />

öncesinde oluştuğu, Afrika`da Oklo (Gabon)’daki bir uranyum<br />

madeninde, yeraltı sularının da maden içinde bulunması nedeniyle<br />

doğal bir nükleer reaktör oluştuğu ve binlerce yıl ısı ürettiği<br />

son yıllarda ortaya çıkarılmıştır” dedi. Nükleer reaktörlerin de<br />

aynı mantık çerçevesinde olduğunu anlatan Yalçın, ortaya çıkan<br />

bu ısı kaynağından buhar, bundan da elektrik enerjisi üretildiğini,<br />

sadece nükleer reaksiyon sebebiyle çevreye salınmaması gereken<br />

radyoaktif maddeler için bazı ek sistemler oluşturulduğunu<br />

ifade etti.<br />

“Beş adet Atatürk Barajı, bir adet<br />

Akkuyu Nükleer Santrali’ne eşittir”<br />

Dünyada 60 tanesi yapım aşamasında, 310 tanesi araştırma<br />

amaçlı olmak üzere yaklaşık bin 200 tane nükleer reaktörün bulunduğunu,<br />

diğer alternatif enerji kaynakları ile mukayese edildiğinde<br />

nükleer santralden elde edilen enerji miktarının çok daha<br />

verimli olduğunu belirten Yalçın, enerji üretim verileri incelendiğinde<br />

dört reaktörlü bir Akkuyu Projesi’nin, 25 bin adet rüzgar<br />

tribününe veya beş adet Atatürk Barajı’na eşit olduğunu, fakat<br />

nükleer enerji dahil hiç birisinin diğerinin yerine geçmemesi, rakip<br />

olarak değil birbirini tamamlayan sistemler olarak ele alınması<br />

gerektiğini açıkladı.<br />

İleriki yıllarda nükleer enerji hammaddesi olarak kullanımı öngörülen<br />

toryum maden rezervinin en fazla 380 bin ton ile ülkemizde<br />

bulunduğunu söyleyen Yalçın, 1960’lardan bu yana sürekli<br />

olarak rafa kaldırılan nükleer enerji santrali yapım çalışmaları<br />

ile ilgili bilgiler vererek, Mersin Akkuyu projesinde gelinen<br />

son aşamayı şöyle izah etti: “Enerji Bakanlığı`na bağlı Türkiye<br />

Elektrik Ticaret ve Taahhüt AŞ (TETAŞ), ülkemizde ilk nükleer<br />

santrali kurmak için Mart 2008`de ihale sürecini başlattı. İhaleyi<br />

Ciner Grubu`na ait Park Teknik ile Rus devlet şirketi JSC AtomstroyExport-JSC<br />

Inter RAO UES kazandı. Yap-işlet-devret yöntemi<br />

ile yapılacak olan santralin yüzde 60’ı yerel kaynaklıdır. 15<br />

yıl boyunca elektrik alım taahüdü verilen işletme daha sonra<br />

devlete devredilecektir. Ruslar, nükleer santral ihalesinde VVER<br />

1200 (AES-2006) reaktör tipiyle teklif verdi. TAEK`ten verilen<br />

bilgiye göre, Rus tipi olarak adlandırılan ve basınçlı su reaktörleri<br />

olarak bilinen VVER`lerden 4 ünite inşa edilecek. VVER<br />

1200`ler, Rusya tarafından geliştirilen VVER tipi reaktörlerin en<br />

son modelidir. Halen dünyada 18 adedi işletmede bulunuyor. Bu<br />

santraller, Finlandiya için geliştirilen ve daha sonra Çin (Tianwan<br />

1 ve Tianwan 2) ve Hindistan (Kudankulam)’da inşa edilenlerin<br />

VVER 1000 (AES-91) tasarımı üzerine geliştirilmiştir.”<br />

“Aldığımız radyasyonun yüzde 85’i doğal radyasyondur”<br />

Radyasyonun pek çok insanın düşündüğünün aksine sadece<br />

nükleer faaliyetler sonucu ortaya çıkan bir durum olmadığının<br />

da altını çizen Yalçın, “Televizyon, bilgisayar, cep telefonu, kablosuz<br />

internet ağları, mikrodalga fırınları, baz istasyonları, radar<br />

istasyonları, X–ışını üreten tıbbi ve endüstriyel röntgen cihazları,<br />

nükleer reaksiyonlar, nükleer denemeler, güneş ve yıldızlarda<br />

oluşan nükleer reaksiyonlar radyasyonun en önemli kaynaklarıdır.<br />

Bu durumda diyebiliriz ki radyasyondan kaçınmak mümkün<br />

değildir” dedi.<br />

MMG BURSA fiUBES‹ 2. OLA⁄AN GENEL KURULUNU GERÇEKLEfiT‹RD‹<br />

2.OLA⁄AN Genel Kurulu’nu gerçekleştiren MMG Bursa Şubesi yeni yönetimini seçti. Bütçe ve raporların okunmasının ardından<br />

söz alan Şube Başkanı Mustafa Bayraktar, MMG Bursa Şubesi olarak Bursa’nın yapılanmasında ve gelişmesinde ellerinden gelen<br />

gayreti fazlasıyla gösterdiklerini ve ileriki dönemde de bunu sürdüreceklerini söyledi.<br />

Genel Kurul’da bir konuşma yapan MMG Genel Başkanı Avni Çebi de çeşitli konularda görüşlerini açıkladı. Kentsel dönüşüm<br />

konusunun önemine değinen Çebi, bu dönüşümün bir deprem hazırlığı olarak algılanmaması gerektiğini vurgulayarak, kentlerde<br />

yaşayan insanların artık ulaşmak istedikleri yerlere zamanında varamadıklarını bunun da çok çeşitli olumsuzluklara sebebiyet<br />

verdiğini dile getirdi. Çebi, "Konuya sadece teknik anlamda irdeleyemeyiz, bu dönüşüm kurgusunu sosyal, insani, yaşanabilir ve<br />

sürdürülebilir bir algı üzerine kurmamız gerekir," dedi.<br />

Mustafa BAYRAKTAR - Başkan Harita Mühendisi, Ali YILMAZ - Üye Elektrik Mühendisi, Hayri ÖZTURAN - Üye Uçak Mühendisi,<br />

Mustafa YILDIZ - Üye Dr. Gıda Mühendisi, Talip AKCI - Üye İşletme Mühendisi<br />

12 M‹MAR VE MÜHEND‹S


SELÇUK<br />

ÜN‹VERS‹TES‹’NDE<br />

ULUSAL ‹NOVASYON<br />

Z‹RVES‹ VE<br />

YEN‹L‹KÇ‹ F‹K‹RLER<br />

YEN‹ YÜZYILDA BEKLENT‹LER<br />

MMG Bizbize Konuşmalar’a katılan Hadi Durlanık önümüzdeki yüzyılda<br />

meydana gelmesi muhtemel değişimleri ve makro düzeydeki etkilerini<br />

küreselleşme olgusu ekseninde ele alan bir seminer verdi.<br />

Genel olarak yeni yüzyılda şekillenen bazı kavram ve kabuller üzerinde<br />

duran Hadi Durlanık sosyal, kültürel, ekonomik ve çevresel durumların<br />

şekillenmesinde baş aktör olarak görülen küreselleşme olgusunun<br />

esas olarak gelişen iletişim imkânlarının bir sonucu olduğunu<br />

belirtti.<br />

“Dünya küresel bir pazar haline gelirken rekabet doğal olarak dünya<br />

ölçeğinde yaşanmaya başladı. Artık ürün ve hizmet üreten kuruluşlar<br />

varlıklarını devam ettirebilmek için sadece iç rakiplerini değil aynı zamanda<br />

dış rakiplerini de takip ederek; kalite, maliyet, satış fiyatı, üretim<br />

hacmi, teslim süresi gibi konularda dünya genelinde rakipleriyle<br />

rekabet etmek zorundadır. Bu rekabette ürün için gereken; insan, makine,<br />

metot (teknoloji) ve malzemede önemli tasarruflar sağlamak zorunda<br />

olan işletmelerde zaten çok önemli olan insan kaynağı artık eskiye<br />

göre de çok daha önemli bir etken haline gelmiştir.<br />

Yeni yüzyılın başında birçok araştırma kuruluşu (özellikle insan kaynakları)<br />

yaygın çalışmalar yaparak ürün ve hizmet sağlayan firmaları<br />

ve bu firmalarda çalışanları 21.yüzyılda nasıl bir çalışma hayatının<br />

beklediğini araştırdılar ve önemli gördükleri konuları gerekli çevrelere<br />

deklare ettiler.” diyen Durlanık, şimdiden gözlemlenmeye başlanan bu<br />

değişimlerin;<br />

- Artan ekip çalışmaları,<br />

- Daha zayıf bir hiyerarşi ve daha şeffaf yönetimler,<br />

- Artan uzmanlık düzeyi,<br />

- Net değerlerle ifade edilebilen, ölçülebilen birimlerle iş görme eğilimi,<br />

- Elektronik ortama olan ilgi artışı,<br />

- Liderlik vasıflarına duyulan ihtiyacın artışı,<br />

- Etik değerler kapsamında faaliyet yürütme eğilimi,<br />

-Çevresel etkileşim ve doğaya karşı hassasiyet artışı başlıkları altında<br />

toplanabileceğini söyledi.<br />

ORGAN‹ZASYON heyetinde MMG Konya Şubesinin<br />

de bulunduğu Selçuk Üniversitesi (SÜ) Yenilikçi<br />

Fikirler Topluluğu grubunun 2011 yılında üçüncüsü<br />

düzenlenen “Ulusal İnovasyon Zirvesi” Süleyman<br />

Demirel Kültür Merkezi’nde yapıldı.<br />

Üç gün süren zirvede son gün Destek Patent Yönetim<br />

Kurulu Başkanı Kemal Yamankaradeniz, İş Bankası<br />

Genel Müdür Yardımcısı Hakan Aran, MMG Genel<br />

Başkanı Avni Çebi, Türk Macar İşadamları Derneği<br />

Başkanı - DEİK- DTİK Avrupa Bölge Başkan<br />

Yardımcısı Osman Şahbaz, T.C. Başbakanlık e-Devlet<br />

Danışma Grubu Başkanı Dr. Ramazan Altınok<br />

konuşmacı oldular.<br />

Mimar Mühendisler Grubu (MMG) Genel Başkanı Avni<br />

Çebi konuşmasında Hikmet, imar ve ihsan konularına<br />

değindi. Günümüz insanının bu değerlerden çok uzaklaştığını,<br />

dünyanın yenilikleri keşfetmek için, insani<br />

değerlerden uzaklaşmaması gerektiğine vurgu yaptı.<br />

Gençlerin inovasyona ufuklarını açmaları, ancak<br />

kadim geleneklerimizden kopmamaları gerektiğini<br />

söyledi.<br />

Günümüzde keşfetmemiz gereken en önemli değerin<br />

iyilik olduğunu belirten Çebi “insan iyilik ve kötülük<br />

arasında seçim yaparken ya korktuklarından kaçar ya<br />

da umduklarına doğru gider. Davranışlarımızı<br />

belirleyen şey umduklarımıza doğru yürümektir.<br />

STK’lar insanların ümitlerine doğru bir yürüyüştür..<br />

Ancak günümüz kapitalist tüketim toplumu insanların<br />

korkularını manipüle ederek güvenliği pazarlanacak<br />

bir unsur haline getirmiştir. Daha çok tüketerek değil<br />

daha az tüketerek özgürleşebiliriz ve aradığımız yeterlik<br />

duygusuna ulaşabiliriz.” dedi<br />

DEİK - DTİK Avrupa Bölge Başkan Yardımcısı ve<br />

Mimar Mühendisler Grubu Yönetim Kurulu Üyesi<br />

Osman Şahbaz, yurtdışında yaşayan Türkler’e<br />

günümüz dünyasında seçme hakkının sorun olmaktan<br />

çıkarılması gerektiğini söyledi. “Haziran ayında<br />

gerçekleştirilecek genel seçimlerde yurtdışındaki vatandaşlarımız<br />

da seçme seçilme haklarını bulundukları<br />

ülkelerde rahatça kullanmalılar. Günümüz dünyasında<br />

artık bunlar sorun olmayacak konulardır. Yeter ki<br />

iradelerimizi olması gerektiği yöne kullanalım.” dedi.<br />

MART-N‹SAN 2011 13


B‹ZDENHABERLER<br />

Karayollar› Genel Müdürü M. Cahit Turhan;<br />

“SADECE YOL<br />

YAPMIYOR, B‹RÇOK<br />

PROJEYE ‹MZA<br />

ATIYORUZ”<br />

MMG, GELENEKSEL KAHVALTILI TOPLANTISINA<br />

KONUK OLAN KARAYOLLARI GENEL MÜDÜRÜ<br />

M. CAH‹T TURHAN, GÜNDEMDE OLAN PEK ÇOK<br />

KONUDA ÖNEML‹ B‹LG‹LER AKTARDI. SADECE<br />

YOL YAPMADIKLARINI BEL‹RTEN TURHAN,<br />

“SÜREKL‹ H‹ZMET VE PROJE ÜRETEN D‹NAM‹K<br />

B‹R KURUMUZ” DED‹.<br />

PROGRAMIN açılış konuşmasını yapan MMG Genel Başkanı<br />

Avni Çebi, ülkenin en büyük bütçeye sahip kurumlarından<br />

biri olan Karayolları’nın her yeni çalışmasıyla ayrı bir<br />

katma değer ürettiğini, bu bakımdan son derece stratejik ve<br />

etkin bir konumda bulunan bu kurumun dikkatle izlenmesi<br />

gerektiğini vurguladı.<br />

“Karayolları, Türkiye yollarını<br />

ihya eden stratejik bir kurumdur”<br />

Çebi konuşmasında şunları söyledi: “Turizmin gelişmesi, taşımacılık<br />

sektöründe hizmet bedellerinin düşmesi, trafiğe katılan araç<br />

sayısının artması gibi nedenlerden dolayı karayollarının artan<br />

bir yoğunlukla kullanılması, bu kurumun stratejik önemini artırmış,<br />

ülke ekonomisi içindeki rolünü daha etkin bir noktaya taşımıştır.<br />

Bugün Türkiye karayollarında yaklaşık 15 milyon araç<br />

bulunduğunu biliyoruz. Bölünmüş yol ve otoyol sayısının artması,<br />

daha kaliteli yolların yapılmaya başlanması mevcut koşullar<br />

altında takdire değer bir gayretin ürünüdür. Ayrıca karayollarında<br />

meydana gelen kazalarda yaşanan can ve mal kayıplarını<br />

azaltmak için yürütülen çalışmaların da olumlu sonuçlarını görerek<br />

mutlu oluyoruz.”<br />

“Yeni projeler üretiyoruz”<br />

Yol ağlarında 2 bin 225 km. otoyol, 31 bin 394 km. devlet yolu,<br />

31 bin 388 km. il yolu olduğunu belirten Genel Müdür Turhan,<br />

65 bin 007 km. uzunluğa sahip bu yolların kapasite, nitelik ve<br />

uzunluk açısından sürekli geliştiğini, karayollarının sürekli proje<br />

üreten enerjik bir kurum olduğunu söyledi. Turhan, 74 milyar<br />

TL tutarındaki bütçelerinin 50 milyar TL tutarındaki kısmını<br />

yatırım olarak değerlendirdiklerini, kalan 24 milyar TL için yeni<br />

projelerin geliştirildiğini belirterek sözlerine şöyle devam etti:<br />

“Yaklaşık bin 666 projede çalışmaları sürdürüyoruz. Özellikle<br />

son yıllarda karayollarımızın alt yapısına hükümetimizin verdiği<br />

destekle uzun yıllar süren çalışmaların günümüz itibariyle 4-5<br />

yıl gibi bir süreye düşürüldüğünü belirtmek isterim.”<br />

“Bölünmüş yollar öncelikli çalışma alanı”<br />

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından hassasiyetle takip edilen<br />

bölünmüş yol çalışmaları hakkında ayrıntılı bilgilerin paylaşıldığı<br />

toplantıda Karayolları Genel Müdürü M. Cahit Turhan,<br />

özellikle 2000’li yılların başında trafiği taşımakta zorlanan yolların<br />

bölünmüş yol uygulamasıyla birlikte son derece rahat ve güvenli<br />

şekilde hizmet sağladığını belirtti. Mevcut altyapı çalışmaları<br />

arasında asfalt yenileme çalışmalarının da önemli bir paya sahip<br />

olduğunu belirten Turhan, yılda ortalama 17 bin 294 km.<br />

onarım ve bakım çalışması yapan Karayolları’nın 2011 yılında<br />

18 bin 082 km. asfalt yapmayı hedeflediğini belirtti.<br />

“Sürekli hizmet üreten dinamik bir kurum: T. C. Karayolları”<br />

Karayolları bünyesinde yürütülen çalışmalar sadece yol, köprü,<br />

tünel, asfalt gibi teknik hizmetlerden ibaret değil. Karayolları tarafından<br />

yürütülen çalışmalar arasında ağaçlandırma çalışmaları<br />

da bulunuyor. Son 8 yılda 15 milyon fidan diken Karayolları,<br />

2011 yılında 1 milyon 700 bin fidan dikmeyi hedefliyor. Yol güvenliğini<br />

sağlamak üzere verilen hizmetler arasında işaretleme çalışmaları<br />

kapsamında ise son 8 yılda 112 milyon metrekare yatay<br />

işaretleme çalışması yapıldı. 55 bin km.’lik yol ağında yolların<br />

kapanması gibi durumlara müdahale etmek için 405 adet<br />

acil müdahale noktasında 3 bin 871 makine ve ekipman, 4 bin<br />

271 personel 7/24 hizmet veriyor. Otoyollarda 111.5 km uzunluğa<br />

ulaşan tünellerin sayı ve uzunluğunu arttırmakta öncelikli<br />

projeler arasında yer alıyor.<br />

14 M‹MAR VE MÜHEND‹S


Toplant›da s›ras›yla<br />

Y›lmaz Ada, Avni<br />

Çebi ve Gökhan<br />

Bozkurt konuflma<br />

yapt›<br />

Türk Telekom Üst Yöneticisi Gökhan Bozkurt<br />

“VER‹LER ARTIK PETROL<br />

KADAR DE⁄ERL‹”<br />

M‹MAR VE MÜHEND‹SLER GRUBU ANKARA fiUBES‹<br />

TARAFINDAN DÜZENLENEN KAHVALTILI TOPLANTIYA<br />

KATILAN TÜRK TELEKOM ÜST YÖNET‹C‹ GÖKHAN<br />

BOZKURT B‹LG‹SAYAR VE ‹NTERNET KULLANIMINDAK‹<br />

ORANA D‹KKAT ÇEKEREK, “BU ORTAMLARDAK‹<br />

VER‹LER ARTIK PETROL KADAR DE⁄ERL‹D‹R,” DED‹.<br />

TOPLANTIYA ev sahipliği yapan Mimar ve Mühendisler Grubu<br />

Ankara Şubesi adına Başkan Yılmaz Ada ve Yönetim Kurulu<br />

Üyeleri, Mimar ve Mühendisler Grubu Genel Başkanı Avni Çebi,<br />

Yönetim Kurulu Üyeleri Osman Arı ve Mesut Uğur, MMG Ankara<br />

Şubesi üyeleri ve davetlilerden oluşan geniş bir katılım gerçekleşti.<br />

Konuşmasına bilgisayar ve internet kullanımındaki artışa dikkati<br />

çekerek başlayan Bozkurt, internet ortamındaki aktif “günlük”<br />

sayısının 2000 yılında 12 bin iken bugün 140 milyonu geçtiğini<br />

söyledi. Bozkurt, 2000 yılında Google üzerinden günde 100 milyon<br />

sorgulama yapılırken bugün bu rakamın 2 milyara, 2000<br />

yılında 12 milyar olan e-posta gönderiminin de 242 milyara<br />

yükseldiğini kaydetti.<br />

Apple'ın en büyük başarısının “iTunes” yazılımı olduğunu ifade<br />

eden Bozkurt, iPhone, iPad ve iMac cihazlarının ortak bir platformda<br />

buluşturulduğunu, buradan 2010 yılında 10 milyar civarında<br />

indirme işlemi gerçekleştirildiğini bildirdi.<br />

1984'de tüm dünyada internete bağlı cihaz sayısının 1000 civarındayken<br />

bugün 5 milyarı geçtiğini anlatan Bozkurt, sektörde<br />

geleceği tam anlamı ile görmenin mümkün olmadığına da vurgu<br />

yaptı.<br />

Türkiye'de kullanıcıların internette en çok elektronik posta gönderme<br />

işlemi yaptığını, tüketicilerin “ara-bul-öde-paylaş” sistemi<br />

ile hareket ettiğini ve Tivibu platformu ile veri dünyasında yer aldıklarını<br />

anlatan Bozkurt, “Yeni petrol, artık veri” dedi. Bozkurt,<br />

bir insanın hayatının “1 Terabaytlık bir diske” sığabileceğini de<br />

ifade etti.<br />

Şirket olarak “en iyi olmak için rekabet etmek yerine, benzersiz<br />

olmak için rekabet etmeye çalıştıklarını” anlatan Bozkurt, bunun<br />

için tasarımdan içeriğe kadar çok farklı çalışmalar yaptıklarını<br />

söyledi. Soruları da yanıtlayan Bozkurt, Türk Telekom yetkililerinin<br />

telefon dinlemesi yapmalarının mümkün olmadığını, elektronik<br />

postalar dahil takip edilmediğini bunun kimler tarafından<br />

yapılabileceğinin de yasalarla belirlendiğini kaydetti.<br />

Bozkurt, bir başka soru üzerine her gün özellikle sunucu meşgul<br />

etme anlamına da gelen DoS (denial-of-service attack) saldırıları<br />

ile karşılaştıklarını ve bunun bazı günler 3 milyona ulaştığını belirtti.<br />

Bozkurt, ancak iş ortaklarının bundan zarar görmediğini de<br />

vurguladı.<br />

MART-N‹SAN 2011 15


HABERANAL‹Z<br />

NÜKLEER ENERJİ<br />

KABUS MU OLACAK?<br />

TEKNOLOJİ OLARAK NÜKLEER GÜÇ, MİLİTER VE PARASAL AMAÇLAR<br />

İÇİN İNSANIN VE DOĞANIN ÜZERİNDE OLAĞANÜSTÜ BİR HÂKİMİYET<br />

KURARAK GENİŞ ANLAMDA İNSANIN KENDİ POTANSİYELİNİ<br />

DEĞERSİZLEŞTİRİR. BU NEDENLE TEKNİĞİN GELİŞİMİ, İNSANIN<br />

GELİŞİMİNİ DURDURDUĞU İÇİN ÖZGÜRLÜĞÜN DÜŞMANIDIR. YANİ<br />

NÜKLEER ENERJİ DOĞASI GEREĞİ ANTİ-DEMOKRATİKTİR.<br />

DİLAVER DEMİRAĞ Gazeteci<br />

16 M‹MAR VE MÜHEND‹S


Sanayi uygarlığı kapitalist ekonomi<br />

ile birleşince tarihte o güne kadar<br />

görülememiş müthiş bir üretkenlik<br />

sağladı. Birçok ürünü kitlesel ve seri<br />

halde üretebilme olanağını sağlayan sanayi<br />

uygarlığının bunu sürdürebilmesi için<br />

çok zengin ve uzun müddet sürdürülebilir<br />

enerji kaynaklarına gereksinme vardı. Orta<br />

çağdaki su değirmenleri ile seri halde<br />

ve büyük miktarda üretim yapabilme olanağı<br />

sağlayan manüfactür üretim, sanayi<br />

uygarlığının fabrika sistemine kömürü<br />

devrederek bunu sağladı. Daha sonra petrol<br />

kaynaklarının keşfi ile sanayi üretkenliğini<br />

ucuz ve sürdürülebilir olan petrolle<br />

sağladı. Aşağı yukarı 1970’lere kadar bu<br />

böyle sürüp gitti. Ne zamanki petrol ambargosu<br />

ile enerji arzının güvenliği azaldı<br />

o andan itibaren de yeni enerji kaynaklarının<br />

bulunması gereksinmesi gündeme<br />

geldi. Bu arayışa o gününü koşulları içinde<br />

en iyi yanıtı verebeilecek enerji kaynağı<br />

uranyum çekirdeğinin bölünmesi ilkesi ile<br />

enerji üreten nükleer santrallar oldu.<br />

Dünyada nükleer enerjiyle ilgili çalışmalar<br />

1939 yılında başladı. İlk nükleer enerji<br />

ABD’de üretildi. Elektrik üreten ilk nükleer<br />

santral olan Shippingport, Pennsylvania’da<br />

kuruldu ve 1957’de işletmeye girdi.<br />

1960’lı yıllarda ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere<br />

ve Fransa’da toplam elektrik enerjisi<br />

1.200 MWe olan 17 reaktör çalışmaktaydı.<br />

Nükleerden elektrik enerjisi üretimi<br />

1970’li yıllarda artış gösterdi. 1973 yılında<br />

ortaya çıkan ve tüm dünyayı etkileyen petrol<br />

krizi nedeniyle nükleer santrale yönelme<br />

oldu. Ancak, gelişmiş ülkelerdeki ekonomik<br />

durgunluk ve uygulamaya konulan<br />

tasarruf önlemleri ile elektrik enerjisine<br />

olan talep önemli ölçüde azaltıldı. Çevre<br />

sorunlarına neden olabileceği ve nükleer<br />

silahların yayılmasına sebep olacağı düşünceleri<br />

1975-1980 yılları arasında nükleer<br />

santral siparişlerinde önemli bir<br />

azalma meydana getirdi.<br />

İlk nükleer kaza da ABD’de oldu. 1979 yılında<br />

ABD’de Three Mile Island kazasından<br />

sonra, birçok gelişmiş ülkede “antinükleer”<br />

hareketler arttı. 1983 yılından itibaren<br />

dünyada önemli ekonomik gelişmeler<br />

kaydedilmesiyle elektrik tüketiminde<br />

artış oldu ve nükleer alanda da bir hareketlenme<br />

meydana geldi. Ancak, 1986<br />

yılında meydana gelen Çernobil kazası ile<br />

tekrar antinükleer hareketlerde artış yaşandı.<br />

O gündür bugündür tartışılan nükleer<br />

santrallar en son Japonyadaki 9 şiddetindeki<br />

deprem ile yeniden tartışmalı<br />

hale geldi.<br />

DÜNYA DİKEN ÜSTÜNDE<br />

Japonya’da, varlığı bilinen en büyük 7.<br />

deprem ve ona bağlı olarak ortaya çıkan<br />

tsunami dalgalarının sebep olduğu nükleer<br />

reaktör kazası, neredeyse bir kıyamet<br />

gibi algılanıyor. Fukushima I Nükleer Santrali<br />

kazaları 2011 Sendai depremi ve tsunamisi<br />

sonrasında, 11 Mart'da başlayan<br />

ve halen sürmekte olan, Fukushima I<br />

Nükleer Santralinde arka arkaya meydana<br />

gelmekte olan olaylar dizisidir. 13<br />

Mart'ta, güneyden 11,5 km uzaklıktaki Fukushima<br />

II Nükleer Santrali’nde ve Onagawa<br />

Nükleer Santrali’nde de başka kazalar<br />

daha meydana geldi. 11 Mart<br />

2011'de Japon hükümeti "atomik güç âcil<br />

durumu" olduğunu açıkladı ve Fukushima<br />

1'e yakın olarak yaşayan binlerce insanın<br />

tahliyesine başladı. Ertesi gün, birinci ünitenin<br />

yakıt fitillerinde kısmen erime devam<br />

ederken, bir hidrojen patlaması sonucu<br />

reaktör 1'in bulunduğu bina hasar<br />

gördü ve dört çalışan yaralandı. 13 Mart<br />

2011'de, 3. ünitede de olası bir sızıntının<br />

söz konusu olduğu bildirildi. 13 Mart Pazar<br />

günü (Japonya Saati İle(JSİ), saat 1'de<br />

1 ve 3. reaktörlerin her ikisi de aralanarak,<br />

soğutma amaçlı olarak suyla ve borik<br />

asitle dolduruldu ve daha ileri nükleer<br />

tepkimelerin önlenmesi çalışıldı.) 2. ünitenin<br />

normalden daha az su içerdiği, çeperdeki<br />

basıncın yüksek olmasına rağmen<br />

kararlı durumda olduğu bildirildi.13 Mart<br />

Pazar günü, saat (JSİ) 01.17'de, Japon<br />

Atomik Enerji Kurumu, Fukushima kazasını,<br />

Uluslararası Nükleer Olaylar Ölçeğinde<br />

(INES) 0-7 arasındaki oranda 4 numara<br />

(bölgesel nedenlerden kaza) kategorisine<br />

yerleştirildiğini duyurdu. Yetkililerin<br />

uyarısından sonra 170,000–200,000<br />

kişi sızıntı olasılığına karşı tahliye edilmeye<br />

başlandı.<br />

1 Mart 2011 (JSİ), 16.36’da, 1. ve 2. ünitelerin<br />

acil çekirdek soğutma sistemlerinde<br />

soğutmanın sağlanmaması nedeniyle<br />

"Nükleer Acil Durumu" ilan edildi. Uyarı,<br />

reaktör su seviyesi görüntüleme fonksiyo-<br />

MART-N‹SAN 2011 17


HABERANAL‹Z<br />

nu 1. ünite için eski haline getirildiği anda<br />

yapıldı. Ancak sorun 17.07'de (JSİ) tekrar<br />

başladı. 12 Mart 2011, (JSİ) gece yarısından<br />

sonra, Tokyo Elektrik Şirketi, radyasyon<br />

sızıntısıyla anlamına gelen, ünite 1 reaktörünün<br />

duvarından sıcak gaz kaçışı olduğunu<br />

açıkladı. Tokyo Elektrik Şirketi,<br />

ünite 1 türbinlerinde radyasyon seviyesinin<br />

yükseldiğini de açıkladı. Saat 02.00<br />

(JSİ) sularında, reaktörün içindeki basıncın,<br />

600 kPa (6 bar or 87 psi), 200 kPa (2<br />

bar ya da 29 psi) civarlarında, normal koşulların<br />

üzerinde olduğu rapor edildi.<br />

05.30’da (JSİ), reaktör 1'in içindeki basıncın,<br />

"plan kapasitesi"nin 2,1 katı olduğu;<br />

820 kPa (8,2 bar ya da 120 psi) açıklandı.<br />

06.10’da (JSİ), IAEA, ünite 2'nin bozuk soğutma<br />

sistemine güç veren taşınabilir<br />

elektrik desteklerinin bölgeye ulaştığını<br />

belirtti. Bir basın açıklamasında, Japon<br />

nükleer yetkililerinden bir konuşmacının<br />

İngilizce'ye çevirisi; nükleer bir erimenin<br />

mümkün olabileceği ve ünite 1'de bir fitilin<br />

yanmış olabileceği yönündeydi. Yine de,<br />

Japon başbakanı, daha sonrasında nükleer<br />

erimenin olduğunu yalanladı ve ünite<br />

1'in halen bütün olduğunu belirtti. 13 Mart<br />

2011, saat 01.00 (JSİ) civarında, Japon yetkililer,<br />

birimdeki Sezyum ve İyodin miktarlarınında<br />

güçlü bir artış olduğunu ölçtüler<br />

ve soğutucuların kaybının zararlı maddelerin<br />

salınıma neden olabileceğini belirttiler.<br />

Toshihiro Bannai, Japonya Nükleer ve<br />

Endüsrtiyel Güvenliği uluslararası ilişkiler<br />

yetkilisi yöneticisi, CNN ile yapılan bir telefon<br />

görüşmesinde, bir erimenin mümkün<br />

olabileceğini bildirdi. Japon gazetesi<br />

Asahi Shimbun soğutma suyunun çok<br />

azaldığını ve nükleer yakıt çubuklarının<br />

patladığını bildirdi. Japon yetkililer içerideki<br />

basıncın çok hâlâ çok yüksek olduğunu<br />

fakat sıcaklığın düşürüldüğünü söyledi.<br />

O günden beri hasarlı rekatörlerin soğutulması<br />

için uğraşılırken gelen haberler<br />

Birinci Ünite Reaktörde çekirdek erimesi<br />

olmuş olabileceği yönünde. Hâlihazırda<br />

yaşamı pahasına birçok işçi rektörleri soğutmaya<br />

çabalıyor. Japon yetkililer yapılan<br />

çalışmaların sonuç vermemesi halinde<br />

daha fazla radyasyon yayılması meydana<br />

getirmemek için nükleer santralı gömme<br />

planları yapıyorlar.<br />

NÜKLEER ENERJİ<br />

KABUS MU BOLLUK MU?<br />

ABD’de yaşanan ilk nükleer kaza olan<br />

Three Mils Island kazasından bu yana<br />

nükleer enerjinin gerekliliği tartışma konusu,<br />

nitekim çernobil ve ardından da Japonya’daki<br />

Fukushima nükleer santralinde<br />

meydana gelen kaza sonra nükleer<br />

enerjiye karşı çıkanların sayısı çoğalmaya<br />

başladı. Bazı bilim insanları, çevre korumacılar,<br />

barış yanlılları ve farklı birçok<br />

sosyal hareket mensubu, nükleer enerjiye<br />

karşı çıkarken, kimileri de nükleer enerjinin<br />

kömür ve petrol yanında en önemli<br />

elektrik üretim kaynağı olacağını ve teknolojideki<br />

gelişmeler sonucu güvenli olarak<br />

iklim değişimi seçeneği de göz önünde<br />

bulundurulduğunda oldukça akılcı bir<br />

seçenek olacağını belirtiyor.<br />

Nükleer santraller konusunda iki farklı<br />

görüş var: “Nükleer rönesans görüşünü<br />

benimseyenler, küresel ısınmadan dünyayı<br />

kurtarmanın en temiz yolunun nükleer<br />

santraller olduğunu savunuyorlar. Fosil<br />

yakıtların çevreye daha çok zarar verdiğini,<br />

küresel ısınma, asit yağmurları ve ozon<br />

18 M‹MAR VE MÜHEND‹S


ABD, Three Mils ‹sland, 1979 JAPONYA, Fukuflima, 2010<br />

SSCB, Çernobil, 1986<br />

Şu anda ne denli büyük bir falaket kaynağı olduğunu farkettiğimiz nükleer enerji de,<br />

1970'leri sarsan ve neo-liberal küreselleşme olarak adlandırılacak sürecin önünü açan<br />

petrol krizinin bir sonucudur.<br />

tabakasının delinmesine yol açtığını ileri<br />

sürüyorlar. Ülkelerin enerji politikalarında<br />

nükleer enerjiye döndüğünü, büyük miktarda<br />

elektrik üretmek için nükleerden<br />

başka seçenek olmadığını ifade ediyorlar.<br />

Nükleer kabus görüşünü benimseyenler<br />

ise, ‘güvenlik’ ve ‘atıkların yok edilememesi’<br />

konusunu gündeme getirerek<br />

1986’da meydana gelen Çernobil kazasını<br />

örnek gösteriyor. Rüzgâr, güneş ve hidroelektrik<br />

santrallerin verimli kullanılması<br />

halinde nükleer enerjiye ihtiyaç kalmayacağını<br />

savunuyorlar.”<br />

YORUM<br />

Güç ve Özgürlük<br />

Kaç gündür dünyanın yeni bir Çernobil’in<br />

eşiğine gelmişliğini gözlerimiz açılmış bir<br />

halde seyrediyoruz. Japonya’daki Fukushima<br />

nükleer santralinde yaşanan reaktör<br />

erimesi dünyayı yeni bir nükleer kabusun<br />

eşiğine getirdi. Bu süreçle beraber batıdaki<br />

sağcı yönetimler eli ile yeniden yükselişe<br />

geçen ve başta İran, Libya gibi tiranik<br />

ülkelerin de peşinde koştuğu nükleer<br />

gücün yeniden yükselen değer haline gelmesi<br />

süreci ikinci bir dip yapacağa benziyor.<br />

Nükleer endüstrisinin dev şirketleri<br />

Çernobil’in yaralarını daha yeni sarmaya<br />

başlamışken yaşanan bu ikinci kazanın<br />

tekrar dip yapıcı etkisi nedeni ile medya eli<br />

ile lobi faaliyetine önem vereceğini, dahası<br />

artık şirket lobilerinin elinde oyuncak<br />

haline gelen batılı demokrasileri ikna etmek<br />

için rüşvet de dahil her olanağı kullanacağı<br />

açık. Ama bu durum nükleer lobi<br />

için bir kurtuluş sağlar mı bugünden yarına<br />

cevap üretmek zor. Ancak üzerinde çalışılan<br />

dördüncü nesil rekatörler ile güvenlik<br />

düzeyini maksimuma çeviren yeni<br />

bir teknik yenilenme ile küllerinden doğmayı<br />

umduğu da açık. Zaten bilim denen<br />

modern fetişin yeni rahipleri olan uzmanlar<br />

sürekli Japonya’daki nükleer felaketin<br />

nedeninin 1'inci nesil rekatörler olduğunu<br />

belirtiyor. Dahası risk karşısında kilitlenen<br />

yaşam perver modernlerin aklına girmeye<br />

çalışarak “canım uçağa binmek de riskli<br />

değil mi, evinizdeki likit gaz tüpünün de<br />

patlama riski yok mu?” gibi sözlerle riskle<br />

yüzleşmeyi hatta riski göğüslemeyi<br />

öneriyorlar.<br />

Her ne kadar nükleer endüstri üzerinden<br />

sıkı bir modern toplum çözümlemesi yapmak<br />

olanaklıysa da dahası nükleer endüstri<br />

ile tüketim kapitalizmi arasındaki<br />

bağlantıları sıkı bir biçimde örmek de iyi<br />

olurdu ama bu yazıyı uzatmamak için<br />

bunlara değinip geçmeyi tercih edeceğim.<br />

Enerji oburu bir uygarlık olduğumuz açık.<br />

Bunun nedeni modernleşmenin üretimde<br />

patlama denecek kadar eşi görülmemiş<br />

bir üretkenlik yaratması. Enerji oburu olu-<br />

MART-N‹SAN 2011 19


HABERANAL‹Z<br />

Kalkınma ve daha çok üretmek, daha çok tüketmek ve<br />

refah gibi değerleri sorgulamadıkça, mevcut tüketim<br />

eğilimlerimizi değiştirmedikçe yenilenebilir enerji ile<br />

ekolojik bir topluma geçilemez.<br />

nunca enerjinizi tek bir kaynağa bağlamanız<br />

da zordur. Hele ki rekabeti merkeze<br />

alan bir sistemde bunu yapmanız ekonomik<br />

akılcılık açısından akla ziyandır. Nitekim<br />

şu anda ne denli büyük bir falaket<br />

kaynağı olduğunu farkettiğimiz nükleer<br />

enerji de, 70'leri sarsan ve neo-liberal küreselleşme<br />

olarak adlandırılacak sürecin<br />

önünü açan petrol krizinin bir sonucudur.<br />

Andre Gorz kapitalizmle ilgili bir saptama<br />

yaparken “Kapitalizm yeterlilik denen şeyi<br />

bilmez “der. Marks’da kapitalizmin büyümeye<br />

mahkûm olduğunu, büyüyemeyen<br />

kapitalizmin ölümcül bir hal içinde olacağını<br />

söyler. Bu anlamda fazlaya ve biriktirmeye<br />

koşullanmış bir düzen olarak kapitalizm<br />

de doğası gereği güneş, rüzgâr,<br />

dalga vb. yenilenebilir doğal güçlerden istifade<br />

edemez. Çünkü sürekli büyümek<br />

durumunda olan kapitalizme bu enerji<br />

yetmez. Mevcut enerji talebinin devam etmesi<br />

mümkün değildir. Çünkü dünya kaynakları<br />

bu büyüme temposuna cevap verebilecek<br />

halde değildir. Dolayısıyla bu talebe<br />

hâlihazırda dünya elektrik üretiminin<br />

yüzde 16’sını karşılayan nükleer santraller<br />

de cevap veremez. Kalkınma ve daha<br />

çok üretmek, daha çok tüketmek ve refah<br />

gibi değerleri sorgulamadıkça, mevcut tüketim<br />

eğilimlerimizi değiştirmedikçe yenilenebilir<br />

enerji ile ekolojik bir topluma<br />

geçilemez.<br />

Bugün dünyada ki uranyum rezervlerin işletilmesi<br />

ve çıkarılması ağırlıklı olarak üç<br />

büyük şirketin elinde yoğunlaşmış durumda.<br />

Bu üç şirket mevcut terzervlerin<br />

yüzde 50’sine yakınını çıkarıyor. Fransız<br />

devi AREVA’ya bağlı COGEMA, dünya<br />

uranyum üretiminin yüzde 20’sini karşılıyor.<br />

Onu Kanada kökenli Cameco izliyor<br />

bunlar da yüzde 17’lik bir paya sahip. Onu<br />

da yüzde 10’luk pay ile Energy Resources<br />

of Australia izliyor. Yani nükleer enerji bir<br />

tekelleşmeyi de beraberinde getirir.<br />

SAVAŞAN TEKNOLOJİ:<br />

BİRİ SİVİL Mİ DEDİ?<br />

Teknoloji konusundaki kuşkucu ve hatta<br />

eleştirel yaklaşımıyla tanıdığımız Lewis<br />

Mumford, ilk pramidler gibi modern teknolojinin<br />

de savaşın rahminde büyüdüğünü<br />

ve ondan doğduğunu belirtir. Teknoloji<br />

bir Megamakine’dir. Bu kavramla Mumford,<br />

gücün seferber edilmesini, tek bir elde<br />

toplanarak yoğunlaştırılmasını ve merkezileştirilmesini<br />

kasteder ki nükleer<br />

santraller tam da böyle bir yapılanma taşır.<br />

Teknik olgular bilimin hükümranlığına<br />

dayandıklarından, neden ve ne için gibi<br />

etik sorular ıskalanarak, nasıl sorusuna<br />

yani yapılabilirlik olgusuna yoğunlaşılır.<br />

Böylece daha baştan aslında istenilen şeyin<br />

toplumsal fayda değil, güç elde etmek,<br />

gücü temerküz etmek olduğu ortaya çıkar.<br />

Nitekim Mumford Dev Makine kavramını<br />

izah ettiği Teknik ve Uygarlık kitabında,<br />

Dev Makine’nin (yani teknik seferberliğin)<br />

bir güç temerküzü yani yoğunlaşma<br />

olduğuna dikkat çekerek, Dev Makine’nin<br />

bir güç kombinasyonu olarak tüm kaynakları<br />

bir araya getirdiğini, dil, din, bürokrasi<br />

ve kapitalizmi, askeri güç kaynaklarını devasa<br />

bir egemenlik için yoğunlaştırdığını<br />

belirtir. Nükleer teknoloji de böyledir,<br />

nükleer enerjide de askeri güç, sermaye,<br />

bilim, devlet iktidarı bir araya toplanır ve<br />

böylece insan devre dışı bırakılır. Çünkü<br />

teknoloji olarak nükleer güç, militer ve<br />

parasal amaçlar için insanın ve doğanın<br />

üzerinde olağanüstü bir hâkimiyet kurarak<br />

geniş anlamda insanın kendi potansiyelini<br />

değersizleştirir. Bu nedenle tekniğin<br />

gelişimi, insanın gelişimini durdurduğu<br />

için özgürlüğün düşmanıdır. Yani nükleer<br />

enerji doğası gereği anti-demokratiktir.<br />

Demokrasi temelde müzakere edilebilirlik<br />

temelinde oluşmuştur. Bu nedenle doğrular<br />

ve beceriler üzerinde bir iktidar inşa<br />

eden uzmanlaşma ile uyuşmaz. Demokrasi<br />

doğası gereği profesyonelliği değil<br />

amatörlüğü içerir. Bunun yanı sıra nükleer<br />

teknoloji, doğasında savaşçı amaçlar<br />

taşıdığı için sivil amaçlar ve demokrasiyle<br />

çelişir. Nükleer enerjinin olduğu yerde<br />

olağanüstü bir polisiye güvenlik, gizlilik ve<br />

denetim dışılık vardır. Bunlar doğası gereği<br />

demokrasinin ruhu ile uyuşmaz.<br />

Nitekim Mumford’da “Savaş Megamakine’nin<br />

ruhu ve bedenidir. Dolayısıyla savaş<br />

Megamakine’nin kurulumunu ilerletmenin<br />

ideal koşuludur. Bir Megamakine bir<br />

kez vücuda getirildikten sonra, onun<br />

programıyla ilgili herhangi bir tenkid, ayrılma,<br />

onun rutinlerinden herhangi bir<br />

kopma, aşağıdan gelen talepler doğrultusunda<br />

onun yapısında herhangi bir değişiklik,<br />

bütün sistem için bir tehdit teşkil<br />

eder,” diyerek tekniğin ruhu ile özgürlük<br />

olarak demokrasinin ruhunun birbirini<br />

dışladığını göstermiş olur. Görüldüğü gibi<br />

nükleer enerji demokratik bir toplumun<br />

değil, totaliter bir toplumun tekniğidir.<br />

20 M‹MAR VE MÜHEND‹S


M‹MARLIK<br />

GÜNÜMÜZ<br />

CAMİ MİMARİSİ<br />

ÜZERİNE<br />

DÜŞÜNCELER<br />

-II-<br />

MEHMET İŞCİ / Mimar<br />

'inananlar' mimarlığa uzak, 'mimarlık'da inananlara...<br />

bu ülkede inanmak ne kadar da ayaklar altında...<br />

Anonim<br />

22 M‹MAR VE MÜHEND‹S


KAYBEDİLEN ESTETİK RUHUNUN<br />

CAMİ MİMARİSİNE ETKİSİ<br />

Mimarlık; dünyayı yaşanılır kılmak için<br />

sarfedilen güzelleştirme çabalarının ete<br />

kemiğe bürünmüş halidir bir bakıma. Allah<br />

(c.c.) Hz. Adem (a.s.)’i kendine halife<br />

olarak yarattıktan sonra, güzel olana ve<br />

estetiğe doğru tabii bir yöneliş içinde olmanın<br />

mesuliyetini ona yani insanlara<br />

yükledi. Dünyanın hüsnü muhafazasının<br />

yanında, insan eliyle inşaa edilen yapıların<br />

yaratılanları bozmadan, onlara estetik değerler<br />

katarak bir cennet tasavvurunu<br />

dünyaya nakşetmek bir vazife haline geldi.<br />

Eşyaya ruhundan bir şeyler katarak<br />

onu maddi kalıplardan sıyırıp yaşayan, insanla<br />

etkileşim içinde olan, onun ruhunu<br />

okşayan bir eser haline getirmek mimarlığın<br />

başlıca amaçlarından olsa gerek.<br />

İnsanın fiziki ihtiyacının karşılığı olarak<br />

üretilen binaların, aynı zamanda insanın<br />

ruh dünyasındaki metafizik karşılığının da<br />

yapıya nakşedilmesi aynı derecede elzemdir.<br />

İslam’da yeryüzü mescid olarak telakki<br />

edilmekle birlikte şehrin/medinenin dünyevi<br />

ve uhrevi merkezi olarak caminin etrafında<br />

şekillendiği Peygamber Efendimiz<br />

(s.a.v.) döneminden beri bilinmektedir. Bu<br />

yönüyle İslam inancının, tevhidin sembolü<br />

olan camiler ibadet mekanı olarak bir<br />

beldenin, bir şehrin ruhunun ve maneviyatının<br />

müşahhas ifadesi olmakta, fiziki<br />

merkezi olduğu kadar metafiziki merkezi<br />

hüviyetini de yansıtmaktadır.<br />

Camiler yer aldıkları şehirlerin en etkili<br />

mimari eserlerinden biri olarak telakki<br />

edilmekte, şehrin siluetine yön vermekte<br />

ve adeta İslam şehrinin sembolü olmaktadır.<br />

Bu eserler aynı zamanda inşa edildikleri<br />

devrin mimari tarzını ve kültürel<br />

derinliğini de temsil etmektedir. Osmanlı’da<br />

cami mimarisi Selçuklular’ın kagir<br />

ayaklar üzerindeki çok kubbeli geleneğinin<br />

daha da geliştirilerek dört fil ayağı<br />

üzerine yükselen ana kubbeli yapıya geçilmiş,<br />

daha sonra altı fil ayağı üzerine<br />

yükselen geniş açıklıklı ana kubbeli 16.<br />

yüzyılda Mimar Sinan’ın eserleriyle zirveye<br />

ulaşmıştır.<br />

Günümüzde giderek öz değerlerinden, dilinden,<br />

dininden, irfanından uzaklaşıldığı<br />

vetirede bir bütün olarak toplumsal kırılma,<br />

bir hafıza kaybı yaşanmakta olduğu<br />

görülmektedir. Konut sitelerinden başlayarak,<br />

AVM’lere kadar yapıların isimlerinin<br />

Türkçe konulmadığı, insanların isimlerini<br />

dahi yabancı isimlere benzeştirme<br />

yarışına giriştiği bu dönemde mimarinin<br />

İnsanın fiziki ihtiyacının<br />

karşılığı olarak üretilen<br />

binaların, aynı zamanda<br />

insanın ruh dünyasındaki<br />

metafizik karşılığının da<br />

yapıya nakşedilmesi aynı<br />

derecede elzemdir.<br />

de bundan nasibini yeterince aldığı görülmektedir.<br />

Bu kimliksizlik cami mimarisini<br />

klasik dönem camilerinin başarısız kopyalarının<br />

yapılması ya da modern /çağdaş<br />

mimari savrukluğuyla cami olduğu neredeyse<br />

anlaşılmaz olan, insana tevhidi anlatmayan,<br />

çağrıştırmayan ucubelerin yapımına<br />

kadar sürüklemiştir. Bu dönemde<br />

kendi kültürel özgeçmişini özümsemeyen<br />

hatta tanımayan, İslam’ın akaidini, tevhidi<br />

yaklaşımı, ibadetin ruhunu ve ifasını anlamaktan<br />

ve bilmekten uzak, belki hayatı<br />

boyunca ibadet yap(a)mamış bazı mimarların<br />

eksik teorik ve pratik bilgisiyle/ mimarlık<br />

anlayışıyla birçok cami inşa edilmiştir.<br />

Hatta bazı çağdaş mimarların müezzin<br />

mahfilinin mihrabı görecek yerde<br />

olmasının lüzumunu bilmemesi veya Nobel<br />

ödüllü ünlü(!) edebiyatçımızın minarenin<br />

şerefesinden “minare balkonu” olarak<br />

bahsetmesi veya bir başka ünlü mimarın<br />

camilere kademe yapılması ve ayakkabıyla<br />

girilmesi gibi garipsenecek yaklaşımları<br />

problemin bir başka boyutunu ortaya<br />

koymaktadır.<br />

Ruhunda estetik hissiyatını kaybetmiş veya<br />

kaybettirilmiş bir toplumun irfanına ve<br />

maneviyatına iltifatı bu kadar azalmışken,<br />

şekli bir bağlılık ötesine varmayan aidiyetin<br />

de yöneticilere, hayata, mimariye ve<br />

şehre de aynen yansımakta olduğu inkâr<br />

edilemez bir gerçektir. Yoksa dünün şaheserlerini<br />

inşaa eden bu toplumun taklitçi,<br />

hazırcı, kimliksiz, ilgisiz ve ilişkisiz ve<br />

bu derece pespaye bir mimariyi bir şehirciliği<br />

kabullenmesi ya da yapması mümkün<br />

değildir.<br />

ÇAĞDAŞ TÜRK MİMARLARININ CAMİ<br />

MİMARİSİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİ<br />

Çağdaş Mimarlarımızdan Prof. Dr. Hüsrev<br />

Tayla, dünyada hiçbir medeniyetin diğerlerinden<br />

esinlenmeden teşekkül edemeyeceğini<br />

belirterek Osmanlı cami mimarisindeki<br />

gelişmelerin yüzyıllardan süzülerek<br />

gelen ve Orta Asya’dan Selçuklu’ya<br />

ve Bizans’tan Memlûkler’e kadar tekamül<br />

etmiş olan mimari mirasın, tecrübenin<br />

devamı olarak geliştirildiğini, Mimar<br />

Sinan’ın kendiliğinden ortaya çıkma-<br />

MART-N‹SAN 2011 23


M‹MARLIK<br />

Ruhunda estetik hissiyatını kaybetmiş veya kaybettirilmiş bir toplumun<br />

irfanına ve maneviyatına iltifatı bu kadar azalmışken, şekli bir bağlılık ötesine<br />

varmayan aidiyetin de yöneticilere, hayata, mimariye ve şehre de aynen<br />

yansımakta olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Yoksa dünün şaheserlerini<br />

inşaa eden bu toplumun taklitçi, hazırcı, kimliksiz, ilgisiz ve ilişkisiz ve bu<br />

derece pespaye bir mimariyi bir şehirciliği kabullenmesi ya da yapması<br />

mümkün değildir.<br />

24 M‹MAR VE MÜHEND‹S<br />

dığını, bir Süleymaniye, bir Selimiye Camii’nin<br />

bu tecrübe ve gelenek üzerine bina<br />

edildiğini belirtmektedir.<br />

Tayla, “Eğer klasik cami yapıyorsak, klasik<br />

caminin bütün elemanlarını, bütün<br />

fonksiyonel unsurlarını bir talebe gibi çalışmamız<br />

lazım. Penceresini, kapısını, sütununu<br />

tekrar tekrar ölçüp, bunlardan<br />

dersler almamız lazım.”Peygamberimiz<br />

(SAV), ashabını mescitte toplayıp onlarla<br />

halleşmeyi, sohbet etmeyi, onların birbirlerini<br />

tanımalarını, dertlerini öğrenmeyi<br />

amaç edinmiştir.(…) Camilerin ibadet tarafı<br />

elbette ki mahfuz, zaten bizim camilerimiz<br />

bu amaçla yapılmıştır. Bunun ilk örneklerini<br />

XIV. yüzyılın sonu XV. yüzyılın<br />

başlarında Bursa’da görüyoruz. Erken<br />

Osmanlı devrinde yeni bir cami tipi ortaya<br />

çıkıyor. … Bursa’daki Yeşil Cami ve Yıldırım<br />

Camii’nde bir takım odalar var. Bu<br />

odalar, ibadetin dışında, dışardan gelen<br />

din adamlarını misafir etmek ve onlarla<br />

sohbet etmek için kullanılmıştır. İstanbul’a<br />

gelindiğinde bu, külliyeye dönüşmüştür.<br />

Aslında Bursa’da da bu var, ama<br />

dağınık, henüz fikir olarak kalmış. Ama<br />

İstanbul’da birden bire külliyeler doğuyor.<br />

İşte Fatih Camii en büyük külliye şeklinde.<br />

Ortada bir cami, Karadeniz ve Haliç yakasında<br />

çok düzenli şekilde külliye sistemi<br />

kurulmuş. Bu, Süleymaniye’de önemli şaheser<br />

haline gelmiş. Demek ki bu külliyeler,<br />

sosyal hizmetlerin örüldüğü mekânlar<br />

olmuştur. Camiler öyle bir yerde yapılmalı<br />

ki, herkesin ihtiyacını karşılayabilmelidir.<br />

Mahalle aralarında, dört minareli<br />

camiler yerine; mescitler yapılabilir; ama<br />

bunlar son derece sade, basit, çatılı olabilir.<br />

Eskiden bizim çok güzel çatılı camilerimiz<br />

vardı. Mimar Sinan’ın Topkapı surlarının<br />

hemen çıkışında bir camisi var.<br />

Belki sizlerin de görmediği onaltıncı yüzyılda<br />

yapılmış harika camilerden biri. Demek<br />

ki çatılı olması, güzel olmasına mani<br />

olmuyor. “<br />

Merhum bilge mimar Turgut Cansever;<br />

Mimar Sinan’ın meslekte zirveye yükselmesini<br />

hazırlayan nedenleri değerlendirirken;<br />

“Mimar Sinan’ın nasıl bir çevre,<br />

nasıl bir teşkilatlanma ve etkilendirme<br />

sistemi içerisinde bu başarıyı sağladığı<br />

“Mimar Sinan ve İçinde Geliştiği Ortam”<br />

isimli İngilizce yayınlanan bir kitaptan<br />

bahsediyor. “Harward ve Pensilvanya üniversitelerinin<br />

katkılarıyla hazırlanmış.<br />

Evet, bir kaç yüz insanın çalıştığı bir mimarlık<br />

bürosu var ve toplumun en seçkin<br />

insanı, orada tek başına tam yetkili. Hz.<br />

Peygamber (SAV) “İnsanların en iyisi âlimin<br />

iyisi, insanların en kötüsü âlimin kötüsüdür”<br />

buyuruyor. Bütün yetki, o alanı<br />

en iyi bilen insana verilmiş… Evvela iyi ve<br />

kötünün ne olduğu bilinmiyor, tabiî bir yığın<br />

pespayelikler görülüyor, bunları aşmak<br />

için vasat iyilerin örnek teşkil etmesi<br />

yeterli değildir. Mutlaka süratle en iyinin<br />

etkinliğini sağlamak gerekiyor. Dolayısıyla<br />

da biz mimarlar olarak, bu defa o en iyinin<br />

ne olduğunu tarif etmek mecburiye-


tindeyiz. Ve buna giderken de peşin hükümlerimizden<br />

vazgeçmeye de hazır olmalıyız,<br />

her türlü egodan sıyrılarak, hakikate<br />

dosdoğru bakarak çözüme doğru<br />

ilerlemeliyiz. Bugün gerçekten şehirlerimizin,<br />

konut stokumuzun ve camilerimizin<br />

perişanlığı bir vakıa. (…) Yani camilerin<br />

fonksiyonel yapısına bakarak bu camilerin<br />

gerçekten iyi bir mimarîye sahip olduklarını<br />

veyahut topluma vermeleri gereken<br />

hizmeti eksiksiz verdiklerini söylemek<br />

mümkün değildir. Bu, mimarînin bir alanına<br />

ait meseledir ve bu mesele mutlaka<br />

çözümlenmelidir. Şartlara göre sözü edilen<br />

fonksiyonların cami içinde, dışında,<br />

yanında halledilmesi mümkündür. Bursa’da<br />

Nalbantoğlu Mahallesi’nde oturdum.<br />

5-10 sene evvelinde meydanda cami,<br />

dışarısında kütüphane, okuma salonu,<br />

kahvehane vardı. Kahvehane keyif için gidilen<br />

bir yer olmanın ötesinde camiden çıkıldığı<br />

zaman camide dinlenen vaaz, dinî<br />

meseleler hakkında düşünce geliştirilen<br />

ve bilginin derinleştirildiği, muhaverelerin<br />

yapıldığı yerdi. Mahalledeki bu meydanda<br />

çocuklar oynardı. Gerçekten bu tam bir<br />

şehir meydanı idi.<br />

Meydana getireceğimiz küçücük bir mescit<br />

veyahut büyük bir cami de olsa, İslâmî<br />

inancın yansıması olan bir mimarî ile olmazsa<br />

vazifemizi yapmış olmayız. (…)<br />

Doğrusu bir mahallede yahut şehir merkezinde<br />

inşa edilecek mescitlerin, camilerin<br />

taşıyacakları vasıfların neler olacağını<br />

ortaya koymak, sözlerle de, yazıyla da<br />

gerçekleşmez. Bu konuda başarıya ulaşılmak<br />

isteniyorsa bu işin en iyi örneklerinin<br />

verilmesi gerekir. Bu düzenleme dünyada<br />

yapılacak düzenlemelerin en zorlarından<br />

biridir. Çünkü bu, şehir merkezini<br />

vücuda getirme girişimidir. Şehrin vücuda<br />

getirilmesi ise hem bizim İslâm inancında<br />

hem de Yunan düşüncesinde insanın yapacağı<br />

en önemli iştir. Yani “İnsanın dünyadaki<br />

esas vazifesi dünyayı güzelleştirmesidir”<br />

şeklindeki Hz. Peygamber’in<br />

(SAV) buyruğu açıkça ortada olduğuna göre,<br />

bunun sürecini hazırlamamız gerekir.”<br />

Mimar Necip Dinç; cami mimarisine ilişkin<br />

görüşlerini sıralarken belediye teknik<br />

kadrosunun ve mimarların bu konudaki<br />

duyarlı olması gerektiğine dikkat çekerek;<br />

“Şehir imarı ve planlamasında çalışan<br />

mimarlarımızın kültür birikimlerinin<br />

çok iyi olması lazım. Biliyorsunuz eski camilerimizde<br />

ecdadımız 20 küsur şart aramış.<br />

Bunlardan bir tanesi fonksiyondur.<br />

İkincisi mücessemiyet, bugün plastik tesir<br />

dedikleri şey. Üçüncüsü tali mücessemiyet,<br />

yani mekânlar ve elemanlar arasındaki<br />

geçiş. Tenasüp, yani bugün proporsiyon<br />

dedikleri şey. Ritim, yani monotonluktan<br />

uzaklık, gözü yormayacak biçimsellik.<br />

Meselâ, Süleymaniye Camii cephesine bir<br />

bakın, o kemerler “a b b a” ritmiyle gitmiştir,<br />

yukarda ise ritim değişiktir. Edebiyatçı<br />

Ruşen Eşref Ünaydın diyor ki, “Koca<br />

Sinan’ın Süleymaniye’sini tahlil ettiğimiz<br />

zaman görürüz ki mücessemiyeti, arzani<br />

ve tulani maktalarda, yani enine ve boyuna<br />

kesitlerde üçlü bir terkiple kurulmuş;<br />

tulani, işte ana kubbe, iki yarım kubbe; arzani,<br />

ortada kubbe, aynalı kemerler. Birer<br />

normal kubbe içerisine giriyoruz, köşe<br />

kubbelerin bindiği kemer, orta büyük kemer,<br />

tekrar öbür kemer. Orta büyük kemere<br />

giriyorsunuz, üçlü bir kemer, o dört<br />

tane meşhur granit sütun, ikisi sağda;<br />

tekrar orta terkibe giriyorsunuz, üçlü<br />

pencere. Koca Sinan, Bektaşi ocağından<br />

geldi, bu üçlü terkib ile o tasavvuf neşvesinin<br />

üçlü unsurunu, burada mücessemiyete<br />

aksettirmiştir. Yani ‘eline, diline, nefsine<br />

hakim ol’ şeklinde bir mesaj veriyor.<br />

Bir eserin mükemmel olabilmesi için dört<br />

ana şartın olması gerekir: Birincisi finansman,<br />

ikincisi mükemmel bir proje,<br />

üçüncüsü kalifiye işçilik, dördüncüsü de<br />

kaliteli malzeme. Meselâ bugün camilerimizde<br />

her elemanın bir fonksiyonu var.<br />

Mihrap aksından bakacak olursak ecdadımız<br />

minelbab ilelmihrab demiş. Bu aksın<br />

kendine özel bir hüviyeti vardır, bu aksı<br />

şadırvanla dışarıya çıktığınız zaman,<br />

dış/şah kapısı karşınıza gelir. (…) Meselâ,<br />

ana mekana girdiğimiz zaman taç kapının<br />

sağında solunda iki tane mihrapcık vardır,<br />

sanatlı yapılmıştır. Bunu maalesef bizim<br />

mermer ustaları dilenci mihrabı olarak<br />

yorumlarlar. Haşa! Bunların ismi ihsan<br />

kapısıdır.<br />

Koca Sinan, mühim bir başlık için bir madırgacı<br />

arar. İstanbul’da bu işi yapabilecek<br />

ustanın olmadığını öğrenince araştırır.<br />

MART-N‹SAN 2011 25


M‹MARLIK<br />

Sonunda ona ‘Üstadım, Kastamonu’nun<br />

filan köyünde bir pîri fani madırgacı bulunmaktadır.<br />

Şayet o buraya gelemez de<br />

sütun başlığı mermer oraya gönderilirse,<br />

ümit ediyoruz ki, hâlâ eli çekiç tutar yapar<br />

da, biz de bunu yerine koyarız” denir. Tâ<br />

oraya kadar özel arabalarla götürülebiliyor,<br />

bunların hepsi prestij mimarîsi, devleti<br />

temsil eden mimarî eserlerdir.<br />

Dinç; mimaride çok farklı çalışma tarzlarından<br />

bahsederken “anolojik çözümler”e<br />

değinir; “Bugün bizim eserlerimizi yorumlayanlar,<br />

Koca Sinan’ın eserlerinde,<br />

gerek dış gerekse iç analojik varlığın bulunduğunu<br />

ispat ediyorlar. Meselâ, Şehzade<br />

Camii’ni tahlil eden Afet İnan diyor<br />

ki; “Bu caminin içerisine girdiğimiz zaman<br />

talihsiz Şehzade Mehmed’in hüzünlerini<br />

hissederiz. Edirnekapı Mihrimah<br />

Camiine girdiğimiz zaman cıvıl cıvıl neşeli<br />

bir Osmanlı prensesinin haleti nahiyesini,<br />

Süleymaniye’ye girdiğimizde de Osmanlı’nın<br />

yeryüzündeki ihtişamını fark ederiz.”<br />

Bu bir analojik çalışmadır. Gene dış görünüşü<br />

ile ilgili Koca Sinan’ın Süleymaniyesi’nin,<br />

aynı zamanda Erciyes ve etekleriyle<br />

bir benzerliğinin olduğunu iddia eden<br />

sanat münekkitlerimiz var. “<br />

Mimar Necdet Civan; caminin dışarıdan<br />

bakıldığında mimari formuyla kendini ortaya<br />

koyması, ele vermesi, fark edilmesi<br />

gerektiğini belirterek der ki; “Bir gün Çanakkale’den<br />

gelirken İnegöl’e uğradık.<br />

Akşam namazı kılacağız. Arkadaşlara,<br />

‘Cami var mı?’ diye sordum. Yakındaki bir<br />

çocuk ‘abi işte cami’ dedi. Bakıyorum, camiyi<br />

göremiyorum. Aslında cami kendini<br />

ifade eder. Başkasının onu anlatmasına<br />

gerek yoktur. Burada size Ekrem Hakkı<br />

Ayverdi, İbrahim Numan Bey ve Uğur<br />

Tanyeli’den okuyacağım bir kaç satırlık<br />

açıklamaları dinledikten sonra kararı siz<br />

vereceksiniz. Rahmetli Ekrem Hakkı Ayverdi,<br />

Türk mimarîsi ile ilgili olarak bakın<br />

ne diyor: “Eserdeki sırf maddî benzerlikleri<br />

aramak, dışını görüp içini görmemek<br />

demektir. Pek noksan kalmaya mahkûm<br />

bir çalışma olduğu aşikârdır. Bir eserin<br />

maddî yapısı kadar derunî havasını, ruhunu,<br />

manasını aramaya ceht ettik.” Görüldüğü<br />

gibi burada Ayverdi, camiyi tanımlarken,<br />

maddî yapısı kadar derunî yapısına<br />

da vurgu yapıyor ve onu bir insan gibi<br />

takdim ediyor. İbrahim Numan Beyefendi<br />

de konuya açıklık getirirken, “Osmanlı<br />

mimarîsinin en önemli hususiyeti, maddeyi<br />

ilâhlaştırıp zoraki bir abide yapmak<br />

yerine, -altını çizerek söylüyorum- ona<br />

canlıymış gibi yaklaşıp, yapıyı sanatkârane<br />

kemale ulaştırmasıdır” diyor. (…) Uğur<br />

Tanyeli ise 17 Mart 2001 tarihli bir yazısında:<br />

“Bu durumda cami, işlevseldir. Çünkü<br />

kendine özgü rasyonel dünya görüşü<br />

oluşturamamış olan, modern bir topluma<br />

ödünç bakış açısı sağlar. Sonuçta dünya<br />

insanı, kendi gerçeklerini batıdan görüldüğü<br />

gibi görmek istiyor. Başkasının pozisyonundan,<br />

onun gözlükleriyle görmek<br />

için çırpınıp duruyor. Başkasının gözleriyle<br />

meseleyi görmeye çalışmak, boş bir<br />

gayrettir. İnsan kendisine, kendi durduğu<br />

noktadan bakmamaya ve kendisiyle yüzleşmemeye<br />

çabalar. Yani unutmayı ve cahil<br />

kalmayı yeğler. Dolayısıyla böyle bir<br />

toplum, kendisini kavramayı engelleyen<br />

cehaletiyle bağdaşık olarak kültürel yabancılaşmasını<br />

sürekli yeniden üretir ve<br />

pekiştirir. Artık o ülkenin tarihi batıda yazılmışsa<br />

ciddiye alınır, mimarlık ürünü<br />

batıdaki bir mimarlık dergisinde yayınlanırsa<br />

önemsenir ve bilim adamının makalesi<br />

batıdaki bir yayın organında yer bulursa<br />

o kimseye akademik bir unvan kazandırır.”<br />

BİLENLERİN SORUMLULUĞU<br />

Modern zamanlarda her şeyiyle kirlenmiş<br />

toplumun mimarlık okullarında ahlaki ve<br />

kültürel normlarımızı hiçe sayarcasına<br />

eğitilen talebelere ilahlık tasavvurunun<br />

uzantısı olan “yaratmaktan” bahseden<br />

üslupla eğitim verilmesi daha işin başında<br />

yanlış yolda gidildiğini göstermektedir.<br />

Tevhidi mimari şirkin üslubu ve yöntemiyle<br />

öğretilemez. İbadetin derinliğe vakıf<br />

olamayan ve onu küçümseyerek basit bir<br />

seromoni ve ritüelden öte bir şey olarak<br />

gör(e)meyen beyinlerle günümüzün Selimiyeleri’ni<br />

inşaa etmek mümkün değildir.<br />

Peygamberimiz (SAV), ”Ümmetim, kötü<br />

âlimler, cahil abidler yüzünden helak<br />

olur.” Bugünün çıkmazını zihinsel kirlenmenin<br />

esiri olmayan saf ve temiz gençlerle,<br />

kendi kültürel kodlarımızdan beslenen<br />

yeni nesil mimarlarla, yeniden inşaa edeceğimiz<br />

evler, mescitler, camiler ve en nihayetinde<br />

yaşanabilen şehirler kurarak<br />

aşmanın yollarını aramalıyız. Ümitsizliğe<br />

bizim inanç geleneğimizde yer yoktur. Zira<br />

Allah ayetinde müminlere, “…Allah’ın<br />

rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler<br />

topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden<br />

umut kesmez” (Yusuf Suresi,<br />

87) buyurmaktadır. Bu yüzden müminler<br />

böyle bir ruh haline girmekten şiddetle<br />

kaçınır.<br />

Bu konudaki ikinci yazımız burada tamamlanırken,<br />

bir sonraki yazımızda çağdaş<br />

mimarlarımızın görüşlerini aktarmaya<br />

ve yorumlamamaya devam edeceğiz.<br />

Bu yaz›da D.‹.B. Cami Projeleri ‹stiflare Toplant›s›,<br />

10-11 Temmuz, 2006’dan yararlan›lm›flt›r.<br />

26 M‹MAR VE MÜHEND‹S


DOSYA: F‹NANSMAN<br />

KALKINMANIN VE BÜYÜMENİN YOLU;<br />

“DOĞRU PROJE,<br />

DOĞRU FİNANSMAN”<br />

KALKINMANIN VE BÜYÜMEN‹N EN ÖNEML‹ LOKOMOT‹FLER‹NDEN B‹R OLAN G‹R‹fi‹MC‹LER‹N<br />

BÜYÜK SORUNLARINDAN B‹R‹ G‹R‹fi‹M SERMAYES‹D‹R. DO⁄RU PROJEN‹N DO⁄RU SERMAYE ‹LE<br />

BULUfiMASI G‹R‹fi‹MC‹LER‹N, ‹fi‹N BAfiINDA AfiMALARI GEREKEN B‹R PROBLEMD‹R. M‹MAR VE<br />

MÜHEND‹S DERG‹S‹ OLARAK B‹ZLER DE G‹R‹fi‹M SERMAYES‹N‹ BU SAYIMIZDA DOSYA KONUSU<br />

OLARAK ELE ALDIK. KONUYU HEM G‹R‹fi‹MC‹LER HEM DE SERMAYE SA⁄LAYANLAR AÇISINDAN<br />

DE⁄ERLEND‹RD‹K. DOSYAMIZDA G‹R‹fi‹M SERMAYES‹ ‹LE ‹LG‹L‹ G‹R‹fi‹MC‹LER, AKADEM‹SYENLER<br />

VE KONUNUN UZMANLARININ GÖRÜfiLER‹N‹ BULACAKSINIZ.<br />

28 M‹MAR VE MÜHEND‹S


MART-N‹SAN 2011 29


DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE<br />

Gelişmiş ülkeler seviyesine ulaşmanın doğru yolu,<br />

“DOĞRU PROJE,<br />

DOĞRU FİNANSMAN”<br />

PROJELER BELL‹ AfiAMALARDAN OLUfiUR. F‹NANSMAN DA BU<br />

AfiAMALARIN EN ÖNEML‹ KISMINI OLUfiTURUR. PROJEN‹N<br />

‹ÇER‹⁄‹NE GÖRE F‹NANSMAN MODELLER‹ DE⁄‹fi‹KL‹K<br />

GÖSTEREB‹L‹R. PROJE F‹NANSMAN AfiAMASINA GELD‹⁄‹NDE<br />

HANG‹ F‹NANSMAN MODEL‹N‹N DE⁄ERLEND‹R‹LECE⁄‹ O<br />

AfiAMADA PROJEYE GÖRE ELE ALINMALIDIR. PROJEN‹N<br />

BÜYÜKLÜ⁄ÜNE, ‹fiLEV‹NE GÖRE F‹NANSMAN MODELLER‹<br />

KULLANILMALIDIR.<br />

A<br />

vrupa ülkeleri teşvik konusunda<br />

önemli mesafeler kaydetmişlerdir.<br />

Özellikle doğrudan teşvik yerine dolaylı<br />

teşvikler vererek firmaların üretimine<br />

ve AR-GE çalışmalarına katkıda bulunuyorlar.<br />

Örneğin Almanya’da alternatif<br />

enerji kullanımı ile ilgili doğrudan üreticiye<br />

değil tüketiciye teşvik veriliyor. Yani<br />

eğer tüketici evine, işyerine güneş veya<br />

rüzgar enerji sistemi kuracaksa devlet<br />

bunun yüzde 80’ini karşılıyor. Devlet bu<br />

dolaylı teşvikle hem tüketicinin alternatif<br />

enerjilere yönelmesini sağlıyor hem de<br />

üreticilere katkı sağlamış oluyor. Ülkemizde<br />

dolaylı teşvikler olmadığı için doğrudan<br />

verilen teşviklerin birçoğu istenilen<br />

başarıyı sağlamıyor. Çünkü üretici aldığı<br />

bu teşviki AR-GE veya yatırım faaliyetlerinde<br />

kullanmıyor. Bu durum da istenilen<br />

başarıyı getirmiyor.<br />

Projelerin finansmanı konusunda dolaylı<br />

teşvikler önemli bir modeldir. Bir diğer<br />

model de bankalar yoluyla finansman<br />

30 M‹MAR VE MÜHEND‹S<br />

sağlamaktır. Aslında bankaların kuruluş<br />

amacı büyük projelerin finansmanını sağlamaktır.<br />

Fakat son yıllarda tüketim toplumunun<br />

hızla gelişmesi proje finansmanı<br />

yerine tüketici kredileri ağırlık kazandı.<br />

Bankalar sanayicilere kredi vermek yerine<br />

daha çok tüketicilere kredi vererek riski<br />

bölerek azaltıyor. Burada büyük oranda<br />

kazanan banka oluyor. Bilinen bu klasik<br />

yöntemlerin haricinde ülkemizde devletin<br />

sağladığı önemli teşvikler var. KOSGEB,<br />

kalkınma bankası, kalkınma ajansları gibi<br />

kuruluşlarla önemli destekler sağlanıyor.<br />

Ayrıca son yıllarda ağırlık kazanan uluslar<br />

arası fon kuruluşları da ülkemizde teşvik<br />

kredisi, hibe programları gibi pek çok<br />

alanda destek sağlıyor.<br />

Son yıllarda bilinen klasik teşvik sistemlerinin<br />

yanında daha yeni modellerde ortaya<br />

konuluyor. Bu yeni modellerde ağırlık<br />

projeler üzerinden finansman sağlanmasıdır.<br />

Burada önemli eksikliklerden biri<br />

ağırlık olarak projelere destek verilmesidir.<br />

Aslında proje yapımına da destek sağlanmalıdır.<br />

Bazı projelerin hazırlanması<br />

bile çok büyük bir maddi gücü gerektirmektedir.<br />

Bu bağlamda başta mühendislik<br />

projeleri olarak yüksek maddi bütçeli<br />

proje üretimine de destek sağlanmalıdır.<br />

Bir de bizde olamayan fakat Amerika’nın<br />

kalkınmasında önemli yer tutmuş risk<br />

sermayesi var. Sanayi devriminin başlamasında<br />

ve etkili olmasında risk sermayesi<br />

önemli bir adım olmuştur. Proje, fikir<br />

ile finans bir sözleşme ile bir araya gelerek<br />

fikirler hayata geçirildi. Böylece sanayinin<br />

ve ülkelerin gelişimi sağlandı. Aslında<br />

Müslüman yatırımcılara da en uygun finansman<br />

sistemi de risk sermayesidir.<br />

Projeler belli aşamalardan oluşur. Finansman<br />

da bu aşamalardan en önemli<br />

kısmı oluşturur. Projenin içeriğine göre finansman<br />

modelleri değişiklik gösterebilir.<br />

Proje finansman aşamasına geldiğinde<br />

hangi finansman modelinin değerlendirileceği<br />

o aşamada projeye göre ele alın-


malıdır. Proje büyüklüğüne, işlevine göre<br />

finansman modelleri kullanılır. Devlet artık<br />

eskisi gibi derme çatma projelere teşvik<br />

vermiyor. Öncelikle proje sahibi de elini<br />

taşın altına koymalıdır. Devlet projenin<br />

serüvenine göre teşviki vermektedir. Projenin<br />

belli aşamalarında devlet belirlenmiş<br />

ödemeleri yapıyor. Yani proje başlandığı<br />

anda bütçenin tümünün elde olması<br />

gerekmiyor. Ama burada şöyle bir püf<br />

nokta var. Proje sahibi, yani yatırımcı proje<br />

için belirlediği bütçenin en az yüzde yirmisi<br />

cebinde değilse projeye ne teşvik arasın<br />

ne de yatırıma başlasın. Çünkü nakit<br />

akışı sağlayacak bir yapıya sahip olmayan<br />

projelerin başarılı olması çok zordur. Ülkemizin<br />

bugün geldiği noktada girişimci<br />

ruha sahip, bir şeyler başarmış insanlar<br />

ve söylediğimiz elinde özsermayesi de<br />

varsa teşvikler sayesinde önemli başarılara<br />

imza atabilirler. Teşvik anlamında Avrupa<br />

Birliği veya Dünya Bankası’nın iki<br />

önemli temel parametresi var. Projenizle<br />

ilgili ya size kredi sağlıyor ya da projenize<br />

ortak oluyor. Projenizi iyi anlatırsanız, gelecek<br />

projeksiyonunu, karlılığını ortaya<br />

koyarsanız bu kurumlar projenize ortak<br />

olabiliyor.<br />

Proje teşvikleri sektörlere göre değerlendirilmelidir.<br />

Ülkemizin potansiyeline ve<br />

gelecekte katma değer sağlayacak sektörlerde<br />

projelere teşvik sağlanmalıdır.<br />

Burada karşımıza bir plansızlık sorunu çıkıyor.<br />

Ülke olarak hangi sektörlerde ön<br />

plana çıkabiliriz veya çıkmalıyız. Bu durumu<br />

iyi belirlemeliyiz. Her sektörde bir numara<br />

olamayız. Zaten dünyada her alanda<br />

önde olan ülke sayısı bir elin parmaklarını<br />

geçmez. Bu bağlamda baktığımızda iyi bir<br />

gelecek planlaması yapılarak ülkemize sınıf<br />

atlatacak sektörler belirlenmeli ve bu<br />

alanlardaki projelere teşvik verilmelidir.<br />

Örneğin bu enerji sektörü olabilir, uçak<br />

sektörü olabilir. Çünkü önümüzdeki dönemde<br />

ülkemizin önemli bir enerji ihtiyacı<br />

olacaktır. Bu ihtiyaç alternatif enerji kaynakları<br />

ile ilgili projelere destek vererek<br />

karşılanabilir.<br />

Bizde olamayan fakat<br />

Amerika’nın kalkınmasında<br />

önemli yer tutmuş risk<br />

sermayesi var. Sanayi<br />

devriminin başlamasında<br />

ve etkili olmasında risk<br />

sermayesi önemli bir adım<br />

olmuştur. Proje, fikir ile<br />

finans bir sözleşme ile bir<br />

araya gelerek fikirler hayata<br />

geçirildi. Böylece sanayinin<br />

ve ülkelerin gelişimi<br />

sağlandı. Aslında Müslüman<br />

yatırımcılara da en uygun<br />

finansman sistemi de risk<br />

sermayesidir.<br />

MART-N‹SAN 2011 31


DOSYA: F‹NANSMAN SÖYLEfi‹<br />

Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün;<br />

“GİRİŞİMCİLER KALKINMANIN VE<br />

BÜYÜMENİN LOKOMOTİFİDİR”<br />

ÜLKEMİZDE SANAYİ SEKTÖRÜNÜN LOKOMOTİFİ, EKONOMİK KALKINMA VE SOSYAL GELİŞMENİN<br />

SÜRÜKLEYİCİ GÜCÜNÜN KOBİ’LER VE GİRİŞİMCİLER OLDUĞUNU BELİRTEN SANAYİ VE TİCARET<br />

BAKANI NİHAT ERGÜN, “BU HAYATİ İŞLEVLERİNİ EN İYİ ŞEKİLDE YERİNE GETİREBİLMELERİ İÇİN<br />

İHTİYAÇLARI DOĞRULTUSUNDA HER TÜRLÜ DESTEĞİ VERMEYE, GİRİŞİMCİLERE HER KONUDA<br />

REHBERLİK ETMEYE ÇALIŞIYORUZ,” DEDİ. BAKAN ERGÜN İLE KOSGEB, KOBİ VE GİRİŞİMCİLERE<br />

VERİLEN DESTEKLERİ KONUŞTUK.<br />

SÖYLEŞİ: YILMAZ ADA<br />

Finansman desteği konusunda şu anda<br />

hangi projeler devam etmekte ve bu projelerdeki<br />

hedefleriniz nelerdir? Bu projeler<br />

ile ne kadar yatırımcıya ne kadar destek<br />

sağlandı?<br />

Bakanlığımız KOBİ’lerin finansman sıkıntılarını<br />

çözmek amacıyla ilgili bankalar ile<br />

imzaladığı protokoller kapsamında kredi<br />

faiz destek programları yürütmeye başladı.<br />

Bu kapsamda, 22 Kasım 2010 tarihinde<br />

Ölçek Endeksli Büyüme Destek Kredisi<br />

Programı ve KOBİ İhracat Finansman<br />

Destek Kredisi Programı protokollerini<br />

imzaladık. 23 Kasım 2010 tarihi itibariyle<br />

de protokole taraf olan bankalar üzerinden<br />

başvuruları on-line olarak kabul etmeye<br />

başladık.<br />

Özellikle Ölçek Endeksli Büyüme Destek<br />

Kredisi Programı’na 2 iş günü içerisinde<br />

öngörülen kredi hacminin iki katına yakın<br />

talep geldi.<br />

İhracat yapan KOBİ'ler için hazırlanan<br />

KOBİ İhracat Finansman Destek Kredisi<br />

Programı da geçmiş yıllarda yapılan başvuruların<br />

oldukça üzerinde talep almış ve<br />

öngörülen kredi hacmi 30 Kasım 2010 tarihinde<br />

dolmuştur.<br />

Hali hazırda onay işlemleri devam eden<br />

her iki kredi programında da sistem sağlıklı<br />

bir şekilde yürümeye devam ediyor.<br />

Bununla birlikte, 2011 yılında söz konusu<br />

kredi desteğinden yararlanamayan işletmeler<br />

için ayrı bir Kredi Destek Programını<br />

planlıyoruz.<br />

32 M‹MAR VE MÜHEND‹S<br />

Ayrıca, KOSGEB destek ve kredilerinden<br />

daha fazla işletmeye kefalet verilmesini<br />

sağlamak için, Kredi Garanti Fonu’nun<br />

(KGF) sermayesini artırdık. KGF şube sayısını<br />

2011 yılı Mart ayı itibariyle 26’ya çıkardık.<br />

2007 yılında KGF tarafından onaylanan<br />

kredi kefalet tutarı 52 Milyon TL<br />

iken, 2008 yılında bu rakam 285 Milyon TL<br />

olarak gerçekleşti. 2009 yılında 565 Milyon<br />

TL, 2010 yılında ise Hazine desteği ile birlikte<br />

yaklaşık 939 Milyon TL olarak gerçekleşti.<br />

Ülkemizde girişim sermayesi sisteminin<br />

geliştirilmesi amacıyla 2007 yılında Avrupa<br />

Yatırım Fonu, KOSGEB ve TTGV öncülüğünde<br />

kurulan İstanbul Risk Sermayesi<br />

Şirketi (IVCI) kuruldu. IVCI, 2009 yılında<br />

teknoloji, medya ve telekomünikasyon<br />

sektörlerinde faaliyet gösteren büyüme<br />

potansiyeline sahip KOBİ’lere yatırım yapacak<br />

olan bir girişim sermayesi fonuna 6<br />

Milyon avro tutarında fon sağlamak üzere<br />

anlaşma yaptı.<br />

Yine aynı yıl, Türkiye’deki KOBİ’lere yatırım<br />

yapacak olan Eurasia Capital Partners<br />

(ECP) girişim sermayesi fonuna 60<br />

Milyon avro tutarında yatırım yapmak üzere<br />

anlaşma yapıldı. Bunlara ek olarak, AB<br />

Katılım Öncesi Mali Yatırım Aracı (IPA -<br />

Instrument for Pre-Accession Assistance)<br />

kapsamında Gelişen 43 Girişim Sermayesi<br />

Fonu kurulmasıyla ilgili çalışmalara devam<br />

ediyoruz.<br />

Yeni KOSGEB’in eski dönemle en önemli<br />

farkları nelerdir? Ülkemizin gelişmesinin<br />

en önemli ayaklarından birinin KOBİ’ler<br />

olduğunu düşünürsek KOSGEB’in gelecek<br />

vizyonunu nasıl çizersiniz?<br />

Bakanlığımızın ilgili kuruluşu olan KOS-<br />

GEB, 1990 yılında ülkemizin ekonomik ve<br />

sosyal ihtiyaçlarının karşılanmasında, KO-<br />

Bİ’lerin payını ve etkinliğini artırmak, rekabet<br />

güçlerini yükseltmek, sanayide entegrasyonu<br />

ekonomik gelişmelere uygun<br />

biçimde gerçekleştirmek amacıyla kuruldu.<br />

KOSGEB, KOBİ’lere hizmet ve destek<br />

vermek üzere özel yasaya sahip tek kamu<br />

kuruluşudur.<br />

2009 yılına kadar imalat sanayi işletmelerine<br />

yönelik destek ve hizmetler sunan<br />

KOSGEB’in Kuruluş Kanununu değiştirerek<br />

hedef kitlesini hizmet ve ticaret sektörlerindeki<br />

KOBİ’leri de kapsayacak şekilde<br />

genişlettik.<br />

Yapılan kanun değişikliği, en az KOS-<br />

GEB’in kuruluşu kadar önemlidir. Ayrıca,<br />

hangi sektörlerdeki KOBİ’lerin öncelikle<br />

destekleneceği, desteklenecek işletmelerin<br />

bölgesel dağılımının nasıl olacağını<br />

belirleme yetkisi Bakanlar Kurulu’na verildi.<br />

Bakanlar Kurulu KOSGEB’in öncelikli hedef<br />

kitlesi olarak; madencilik ve taş ocakçılığı,<br />

imalat, elektrik, gaz, buhar ve iklimlendirme<br />

üretimi ve dağıtımı, su temini;<br />

kanalizasyon, atık yönetimi ve iyileştirme<br />

faaliyetleri, inşaat, toptan ve perakende ti-


Yeni destek programları ile KOBİ’lerimizin yönetim<br />

becerilerini ve kurumsal yetkinliklerini geliştirmeyi, bilgi ve<br />

teknolojiye erişimlerini kolaylaştırmayı amaçlıyoruz. Bunun<br />

yanı sıra, KOBİ’lerin ortak sorunlarına ortak çözümler<br />

üretmelerini sağlayacak işbirliği zeminlerini hazırlamayı,<br />

çevre ve insan sağlığına duyarlılıklarını arttırmayı, etkin kaynak<br />

kullanımına yönlendirmeyi hedefliyoruz.<br />

caret, ulaştırma ve depolama, konaklama<br />

ve yiyecek hizmeti faaliyetleri, bilgi ve iletişim,<br />

mesleki, bilimsel ve teknik faaliyetler,<br />

idari ve destek hizmet faaliyetleri, kültür,<br />

sanat, eğlence, dinlence ve spor ile diğer<br />

bazı hizmet alanlarında faaliyet gösteren<br />

KOBİ’leri belirledi.<br />

KOSGEB, ülkemizde sanayi sektörünün<br />

lokomotifi, ekonomik kalkınma ve sosyal<br />

gelişmenin sürükleyici gücü olan KOBİ’lerimize,<br />

bu hayati işlevlerini en iyi şekilde<br />

yerine getirebilmeleri için ihtiyaçları doğrultusunda<br />

her türlü desteği vermeye, girişimcilere<br />

her konuda rehberlik etmeye<br />

çalışıyor.<br />

KOSGEB hedef kitlesinin genişlemesinin<br />

ardından, KOSGEB tarafından KOBİ’lere<br />

sağlanan desteklerin sektörel ve bölgesel<br />

farklılıklar gözetilerek sonuç odaklı ve daha<br />

fazla etki oluşturacak şekilde program<br />

ve proje esaslı olarak kullandırılması için<br />

gerekli mevzuat çalışmaları tamamlandı.<br />

Bu yeni destek mevzuatı ile desteklere<br />

erişim artık daha yalın ve daha az bürokrasi<br />

içeren bir süreçle sağlanacak.<br />

Yeni Yönetmelik kapsamına;<br />

KOBİ Proje Destek Programı, Tematik<br />

Proje Destek Programı, İşbirliği - Güçbirliği<br />

Destek Programı, Ar-Ge, inovasyon ve<br />

Endüstriyel Uygulama Destek Programı,<br />

Girişimcilik Destek Programı, Genel Destek<br />

Programı alındı.<br />

Yeni destek programları ile KOBİ’lerimizin<br />

yönetim becerilerini ve kurumsal yetkinliklerini<br />

geliştirmeyi, bilgi ve teknolojiye<br />

erişimlerini kolaylaştırmayı amaçlıyoruz.<br />

Bunun yanı sıra, KOBİ’lerin ortak sorunlarına<br />

ortak çözümler üretmelerini sağlayacak<br />

işbirliği zeminlerini hazırlamayı, çevre<br />

ve insan sağlığına duyarlılıklarını arttırmayı,<br />

etkin kaynak kullanımına yönlendirmeyi<br />

hedefliyoruz. Bütün bunları yaparken,<br />

hem sektör hem de bölge özelinde<br />

spesifik müdahalelerle işin daha etkili bir<br />

şekilde sonuçlanmasını ve KOBİ’lerimizin<br />

bundan daha fazla fayda sağlaması için<br />

çalışıyoruz.<br />

Proje destekleri ile amaç ve hedefler doğrultusunda<br />

yürütülecek faaliyet adımlarını<br />

ve başarı ölçütlerini tanımlayabilen rekabetçi<br />

ve büyüme potansiyeline sahip KO-<br />

Bİ’lere daha nitelikli desteklere erişme<br />

imkânı sunmaya başladık.<br />

Örneğin, KOBİ Proje ve Tematik Proje<br />

Destek Programları, bölge ve sektör özelinde<br />

stratejiler geliştirilmesine ve uygulanmasına<br />

imkân tanımakta; ayrıca daha<br />

az kaynak kullanılarak daha fazla etki<br />

oluşturacak bir destek mekanizmasını tesis<br />

ediyor. Tematik Proje Destek Programı<br />

ile ayrıca, KOBİ’lerin geliştirilmesine<br />

ilişkin proje üreten meslek kuruluşlarına,<br />

projelerini hayata geçirme konusunda<br />

destek sağlıyoruz.<br />

İşbirliği - Güçbirliği Destek Programı ile<br />

KOBİ'lerin işbirliği-güçbirliği anlayışıyla<br />

bir araya gelerek; ortak tedarik, ortak ta-<br />

MART-N‹SAN 2011 33


DOSYA: F‹NANSMAN<br />

sarım, ortak pazarlama, ortak laboratuar,<br />

ortak makine-teçhizat kullanımı gibi konularda<br />

hazırlayacakları projeleri destekleyeceğiz.<br />

Bunların yanı sıra, KOBİ’lerin<br />

Ar-Ge ve İnovasyon Destek Programı kapsamında,<br />

proje ya da doktora çalışması<br />

sonucu ortaya çıkan veya patenti alınmış<br />

yeni ürün veya hizmetin ticarileştirilmesine<br />

yönelik projelerini destekliyoruz. Bu<br />

destekler, KOSGEB tarafından üniversitelerle<br />

işbirliği içinde veriliyor. Ar-Ge projeleri<br />

için 200 bin TL’si geri ödemeli toplam<br />

532 bin TL destek (üst limit), endüstriyel<br />

uygulama projeleri için 200 bin TL’si geri<br />

ödemeli 468 bin TL (üst limit) destek veriyoruz.<br />

Girişimcilik Destek Programı ile<br />

KOSGEB tarafından düzenlenen ücretsiz<br />

uygulamalı girişimcilik eğitimlerden mezun<br />

olanlara Yeni Girişimci Desteği veriyoruz.<br />

Bu program ile işini kurmak isteyen<br />

girişimci adaylarının planlı bir şekilde,<br />

sağlıklı öngörü ve tahminler ile kendi işyerlerini<br />

kurmalarını sağlamayı amaçlıyoruz.<br />

Bu programı kapsamında, başvuru<br />

tarihi itibariyle son iki yıl içinde kurulan işletmelere;<br />

işletme kuruluş ve danışmanlık<br />

giderleri için 5 binTL, kuruluş dönemi<br />

makine, teçhizat ve ofis donanımı giderleri<br />

için 10 bin TL, iki yıl boyunca işletme giderleri<br />

için 12 bin TL ve yine 2 yıl içinde satın<br />

alınacak makine ve teçhizat için geri<br />

ödemeli olarak 70 bin TL tutarında destek<br />

veriyoruz. Bu program ile ayrıca, yeni İŞ-<br />

GEM’lerin kurulması konusunda ilk kez<br />

AB ve Dünya Bankası finansmanı dışında<br />

bir ulusal İŞGEM finansman mekanizması<br />

tesis etmiş oluyoruz.<br />

2010 yılında; KOSGEB Destek Programları<br />

kapsamında 51 bin 315 işletmeye 185<br />

milyon 653 bin 645 TL tutarında destek<br />

sağladık. KOSGEB Kredi Faiz Destekleri<br />

kapsamında da 1 milyar 912 milyon 626<br />

bin 776 TL’lik kredi hacmi oluşturduk.<br />

KOSGEB’in, ülkemizdeki KOBİ’lerin küresel<br />

pazarda söz sahibi olmasını sağlayacak<br />

KOBİ ve girişimcilik politikalarının belirlenmesinde<br />

etkin bir rol üstlenmesi ve<br />

bu vizyon ile faaliyetlerini şekillendirmesi<br />

gerekir. Ülkemizin dünya ekonomisinde<br />

söz sahibi olabilmesi için KOSGEB’in KO-<br />

Bİ’lere sunduğu nitelikli hizmet ve destekleri<br />

artırmayı planlıyoruz. Bu çalışmalar<br />

ile KOSGEB’in, kısa vadede Türkiye ekonomisinin,<br />

uzun vadede dünya ekonomisinin<br />

gelişmesine destek olacak KOBİ ve girişimcilik<br />

politikalarını belirleyen bir kuruluş<br />

niteliğine bürünmesini sağlayacağına<br />

inanıyorum.<br />

Ülkelerin gelişmişlik düzeyi ile Ar-Ge çalışmaları birbiriyle<br />

doğru orantılıdır. Bir ülkenin bilim ve teknoloji alt yapısı, dış<br />

pazarlara açılma yeteneği, teknik personelin yeterlilik düzeyi<br />

Ar-Ge harcamalarını etkiliyor.<br />

Proje finansmanı konusunda ülkemizdeki<br />

modelleri gelişmiş ülkeler ile kıyasladığımızda<br />

yeterli görüyor musunuz? Ülkemizi<br />

gelişmiş ülkeler seviyesine çıkaracak projelere<br />

yeterli finansman sağlanıyor mu?<br />

Ülkemizde Ar-Ge çalışmalarına yönelik<br />

bütçe ilk defa Ak Parti hükümeti ile sağlandı.<br />

Bugün bütçeden ayrılan payın yeterli<br />

olduğunu söylemek mümkün olmasa da<br />

bu payın sürekli arttığını görüyoruz.<br />

Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan<br />

2009 yılı Ar-Ge Faaliyetleri Anketi<br />

sonuçlarına göre, yıllar itibariyle Türkiye’nin<br />

Ar-Ge harcamalarında düzenli bir<br />

artış görüyoruz. 2009 verilerine göre Türkiye’de<br />

yaklaşık 8,5 milyar TL.’lik Ar-Ge<br />

harcaması yapıldı. Bu rakam 2000 yılındaki<br />

değerin yaklaşık 3 katıdır.<br />

Son yıllarda tüm sektörlerde Ar-Ge harcamalarında<br />

artış gözlemlense de özel<br />

sektörde 2004 yılından sonraki artış özellikle<br />

dikkat çekiyor. Yüksek Öğretim Sektörü<br />

Ar-Ge harcamaları 2004 yılında 2.428<br />

milyon TL iken 2009 yılında 4.027 milyon<br />

TL’ye çıktı. Kamu sektörü Ar-Ge harcamaları<br />

ise, 2004 yılında 285 milyon TL iken<br />

2009 yılında 1.067 milyon TL’ye ulaştı.<br />

Ülkelerin gelişmişlik düzeyi ile Ar-Ge çalışmaları<br />

birbiriyle doğru orantılıdır. Bir<br />

ülkenin bilim ve teknoloji alt yapısı, dış pazarlara<br />

açılma yeteneği, teknik personelin<br />

yeterlilik düzeyi Ar-Ge harcamalarını etkiliyor.<br />

Yapılan incelemeler Ar-Ge harcamalarının<br />

özellikle gelişmiş AB ülkelerinde<br />

yüksek düzeyde olduğunu gösteriyor.<br />

Bunun en önemli nedeni AB ülkelerinin<br />

Ar-Ge’nin önemini zamanında fark ederek<br />

Ar-Ge harcamalarına koydukları teşvik<br />

politikalarıdır. Ancak ülkemizde, Ar-Ge<br />

harcamalarının GSYİH içindeki payı, Ar-Ge<br />

harcamaları içinde özel sektör payı ve toplam<br />

işgücü içerisinde Ar-Ge personeli sayısı<br />

düşük olduğundan Ar-Ge’ye yapılan<br />

harcamalar AB ülkelerine göre çok düşük<br />

seviyede. Özellikle 2000’li yıllardan sonra<br />

Ar-Ge harcamaları 3 kat artmış da olsa,<br />

AB ülkeleri ile kıyaslandığında ortalamanın<br />

altında kalıyoruz. Kamu kesiminin kısıtlı<br />

bütçe olanakları ile Ar-Ge harcamalarının<br />

artması mümkün olamayacağı için<br />

birçok AB ülkesinde Ar-Ge faaliyetlerine<br />

uygulanan teşviklerin ülkemizde de uygulamaya<br />

başladık.“5746 Sayılı Araştırma ve<br />

Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi<br />

Hakkında Kanun” ile getirilen Ar-Ge indirimi,<br />

vergi istisnası, Ar-Ge faaliyetlerine<br />

ait giderlerin gayri safi gelirden gider olarak<br />

indirilmesi gibi destek ve teşviklerin<br />

hem sayı hem de kapsam olarak artırılmasını<br />

sağladık. Bu sayede ülkemizde de<br />

Ar-Ge yatırımlarının artmasına katkı sağlandığını<br />

düşünüyorum. KOSGEB tarafın-<br />

34 M‹MAR VE MÜHEND‹S


dan başlatılan Ar-Ge, İnovasyon ve Endüstriyel<br />

Uygulama Destek Programı ile bilim<br />

ve teknolojiye dayalı yeni fikir ve buluşlara<br />

sahip KOBİ ve girişimcilere toplamda 1<br />

milyon TL’ye yakın geri ödemeli ve geri<br />

ödemesiz destek sağlıyoruz. Bu destek ile<br />

KOBİ’lerimizin dünyayla rekabet edebilen,<br />

Ar-Ge’sini kendi yapabilen, yenilikçi, katma<br />

değeri yüksek ürün ve hizmet üretebilen<br />

işletmelere dönüşmesini hedefliyoruz.<br />

Ar-Ge Kanunu’na ilişkin Uygulama Yönetmeliği’nin<br />

31 Temmuz 2008 tarihinde yayımlanmasının<br />

ardından, Ar-Ge Merkezi<br />

başvuru sayısı 106’ya, Ar-Ge Merkezi Belgesi<br />

verilen işletme sayısı 87’ye, Ar-Ge<br />

Merkezlerinde çalışan Ar-Ge personeli<br />

sayısı 13 bine, belge alan işletmelerin<br />

2008-2010 yılları arasında gerçekleşen<br />

Ar-Ge harcamaları ise 3 milyar 740 milyon<br />

lira liraya ulaştı. Bakanlığımızca kuruluşu<br />

onaylanan bu Ar-Ge Merkezleri, Ar-Ge<br />

personeli istihdamını önemli ölçüde artırdı.<br />

Ayrıca ülkemizin GSYİH’e Ar-Ge’ye ayrılan<br />

payın ciddi şekilde artmasını ve bu<br />

pay içerisindeki özel sektör oranının yüzde<br />

50’nin üzerine çıkmasını sağladı.<br />

Bunların dışında, KOSGEB tarafından<br />

sağlanan KOBİ Proje Destek Programı’yla<br />

işletmelerin; üretim, yönetim ve organizasyon,<br />

pazarlama, dış ticaret, insan kaynakları,<br />

mali işler ve finans, bilgi yönetimi<br />

gibi alanlarda sunacakları projeleri desteklemeye<br />

başladık. Bu şekilde, işletmelere<br />

özgü sorunların yine işletmeler tarafından<br />

projelendirildiği ve projelendirilen<br />

maliyetlerin desteklenebildiği bir program<br />

sağlanmış oldu. Bu programda, desteklenecek<br />

projelere Kurul tarafından karar<br />

veriliyor. Bu kapsamda, proje ile ilişkilendirilmiş<br />

makine-teçhizat, hammadde ve<br />

malzemeye ilişkin de KOSGEB destek tutarının<br />

yüzde 10’una kadar destek sağlıyoruz.<br />

Bunun dışında yine proje kapsamında<br />

yazılım desteği de sağlıyoruz.<br />

Dünya ile rekabet edebilecek sektörlerin<br />

ve projelerin oluşması için hangi finansman<br />

modellerine ağırlık verilmelidir?<br />

Doğru projenin doğru finansman ile buluşması<br />

noktasında KOBİ ve yatırımcılar<br />

nelere dikkat etmelidirler?<br />

Dünya ile rekabet edebilmemizin, büyümede<br />

sürdürebilirliği sağlayabilmemizin<br />

yolu yeni iş alanları oluşturabilme ve yüksek<br />

katma değerli ürünler üretebilmemizden<br />

geçiyor. Küreselleşen dünyamızda<br />

yoğun rekabet ile fiyat ve maliyet baskısı,<br />

firmaları rekabetçi avantaj sağlama<br />

yollarını araştırmak zorunda bırakıyor. Bu<br />

noktada maliyet düşürücü çalışmaların<br />

yapılması ve piyasaya yenilikçi mal ve hizmetlerin<br />

sunulması gerekiyor. Bu koşullarda,<br />

firmaların değer yaratması, kendini<br />

farklılaştırması, markalaşarak tüketici<br />

güvenini ve sadakatini sağlaması gerekiyor.<br />

Ayrıca marka oluşturması; pazarların<br />

globalleşmesi, endüstri yapılarının değişmesi,<br />

bilgi devrimi, müşteri beklentilerinin<br />

yükselmesi gibi değişen dünya koşulları<br />

da zorunlu kılıyor. Bu nedenle, yenilik<br />

odaklı organizasyon veya faaliyet yapılanması<br />

ile yeniliğin ve sınai mülkiyet haklarının<br />

tescili her zamankinden daha fazla<br />

önem taşıyor. KOSGEB’in de katkı sağladığı<br />

Gelişen İşletmeler Piyasası’nın (GİP<br />

A.Ş.’nin) 2005 yılında kurulması ile KO-<br />

Bİ’lerin finansmana erişimi konusunda<br />

önemli bir adım atıldı. 2008 yılı içerisinde<br />

ise GİP A.Ş’nin İMKB bünyesi altında faaliyetlerine<br />

devam etmesi kararı alındı. Bu<br />

çerçevede hazırlanan İMKB GİP Yönetmeliği<br />

yürürlüğe girmiştir. Sermaye piyasalarında<br />

yer alan işletmeler, kurumsallaşma<br />

sürecinde önemli bir adım atmış olmaktadır.<br />

Yabancı yatırımcılar da ülkemize geldiklerinde<br />

kaynaklarını öncelikle Sermaye<br />

Piyasası Kurulu’nun denetiminde bulunan<br />

ve bu nedenle daha çok güven duydukları<br />

şirketlere yönlendirmektedir. GİP bilhassa<br />

KOBİ’lere bu alanda önemli katkılar<br />

sağlayacak, yerli ve yabancı ortaklıklar<br />

bakımından cazip hale gelmelerini sağlayacak<br />

ve şirketlerin dinamizmini artıracaktır.<br />

Gelişen işletmelerimizin borsaya<br />

açılmaları onlara ayrıca, kurumsallaşma<br />

başta olmak üzere finansal ve yönetsel<br />

açılardan da avantajlar getirecektir.<br />

Bu minvalde; GİP’in özellikle reel ekonominin<br />

belkemiği olarak gördüğümüz KO-<br />

Bİ'lerimiz için çok önemli ve heyecan verici<br />

bir gelişme olduğunu düşünüyoruz.<br />

İMKB ve SPK tarafından gerçekleştirilen<br />

detaylı çalışmalar ile gözden geçirilen ve<br />

sadeleştirilen mevzuat ve gelişen işletmeler<br />

için oluşturulan alternatif yapı KO-<br />

Bİ’lerimizin finansman ihtiyaçlarının hisse<br />

senedi arzı yolu ile karşılanabilmesini kolaylaştırmıştır.<br />

Bu sayede KOBİ'lerimiz<br />

için uzun vadeli ve düşük maliyetli finansman<br />

kaynağının hisse senedi ihracı ile elde<br />

edilebilmesinin yolu açılmıştır.<br />

KOBİ’lerin, girişimcilerin proje finansmanlarından<br />

yararlanma vizyonlarını yeterli<br />

görüyor musunuz? Özellikle KOBİ’ler<br />

ve girişimcilerin proje finansmanlarından<br />

ve hibelerden doğru bir şekilde yararlanmaları<br />

için neler yapıyorsunuz?<br />

Karların minimize edildiği, rekabetin aşılması<br />

zor bir duvar olduğu günümüzde<br />

KOBİ’ler için proje üretmek her zaman<br />

büyük önem taşımaktadır. Zorlu rekabet<br />

ortamında ayakta kalabilmek ve rekabet<br />

gücünü artırabilmek için KOBİ’lerimizin<br />

proje hazırlamayı özümsemeleri ve bu konuda<br />

gerekli birikimi kazanmaları gerekiyor.<br />

Ülkemizdeki KOBİ’lerin proje finansmanlarından<br />

ve hibelerden doğru bir şekilde<br />

yararlanmaları, Avrupa Birliği ve diğer<br />

dış finansman kaynakları konularında<br />

bilgi edinmeleri için danışmanlık desteği<br />

sağlıyoruz. Ayrıca, KOSGEB’in kaynak<br />

sağladığı İşbirliği-Güçbirliği projeleri, Ar-<br />

Ge, İnovasyon ve Endüstriyel Uygulama<br />

projeleri, Tematik projeler ve KOBİ projeleri<br />

konularında internet sitemiz, KO-<br />

Bİ’lerin katıldığı toplantı ve seminerler ve<br />

basın kanalıyla bilgilendirmeler de bulunuyoruz.<br />

Yine Bakanlığımızca koordinasyonu<br />

yapılan Avrupa Birliği Rekabet Edebilirlik<br />

ve Yenilik Programı (CIP) alt bileşeni<br />

olan Girişimcilik ve Yenilik Programı<br />

(EIP) kapsamında KOSGEB’in liderliğinde<br />

Avrupa İşletmeler Ağı Merkezleri’ni kurduk.<br />

Bu merkezler daha önce kurulan Avrupa<br />

Bilgi Merkezleri ve Yenilik Aktarım<br />

Merkezleri’nin yerini aldı. Ülkemizde 7<br />

bölgede kurulan Avrupa İşletmeler Ağı<br />

Merkezleri ile KOBİ’lere, işletmeler arası<br />

işbirliği sağlanması ve uluslararası piyasalara<br />

açılma, yenilik, teknoloji ve bilgi<br />

transferi hizmetleri sunmaya başladık.<br />

MART-N‹SAN 2011 35


DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE<br />

TÜBİTAK EKONOMİK VE<br />

SOSYAL HAYATLA BÜTÜNLEŞİYOR<br />

KURULDUĞU İLK YILLARDA TEMEL GÖREVİ DOĞA BİLİMLERİNDE ARAŞTIRMALARI<br />

DESTEKLEMEK OLAN TÜBİTAK BUGÜN EKONOMİK VE SOSYAL HAYATIN KALİTESİNİN<br />

ARTMASI İÇİN HER ALANDA ARAŞTIRMALARA VE PROJELERE ÖNEMLİ DESTEKLER SAĞLIYOR.<br />

TÜBİTAK ARTIK YAŞAM KALİTESİNİN ÇAĞDAŞ UYGARLIK SEVİYESİNE ULAŞMASINI<br />

SAĞLAMAYA ÇALIŞAN ULUSLAR ARASI ETKİNLİĞE VE YETKİNLİĞE SAHİP BİR KURULUŞTUR.<br />

Prof. Dr. Mehmet<br />

Arif ADLI<br />

TÜB‹TAK Baflkan<br />

Yard›mc›s›<br />

Bilindiği üzere TÜBİTAK, 1963 yılında Türkiye’de<br />

planlı ekonomi döneminin başlangıcında<br />

kurulmuştur. Kuruluş aşamasında en temel<br />

görevleri, özellikle doğa bilimlerinde temel ve<br />

uygulamalı akademik araştırmaları desteklemek ve<br />

genç araştırmacıları teşvik etmek iken bugün TÜBİ-<br />

TAK, “bilim, teknoloji ve yenilik yoluyla, paylaşımcı,<br />

yönlendirici ve katılımcı yaklaşımlarla, toplumumuzun<br />

ekonomik, sosyal ve çevresel yaşam kalitesinin<br />

çağdaş uygarlık düzeyine kavuşmasına hizmet eden,<br />

alanında uluslararası etkinliğe sahip bir kurum olmak”<br />

vizyonu ile sanayi, kamu ve akademiye, başka<br />

bir deyişle Türkiye’de bilimsel ve teknolojik geliştirme<br />

faaliyetleri yapmak isteyen aktörlere mali destek<br />

sağlayarak, bir yandan hükümetimize bilim, teknoloji<br />

ve yenilikçilik politikalarını oluşturmada yardımcı<br />

olurken, bir yandan da destekleriyle bu politikaları<br />

yürütmede rol alacak aktörlere araştırma altyapısı<br />

sağlamaya çalışmaktadır. Ayrıca, herbiri dünyanın<br />

önemli bilim ve teknoloji merkezleri arasında sayılan<br />

araştırma enstitüleri, ülkemizin küresel rekabet<br />

gücünün artırılmasına gerçekleştirdikleri araştırma,<br />

geliştirme ve yenilikçilik faaliyetleriyle katkıda bulunmaktadır.<br />

Şu an araştırma-geliştirme ve teknoloji<br />

üretme alanında yedi Ar-Ge ve üç Ar-Ge Kolaylık<br />

Birimimiz faaliyet göstermektedir, enstitülerimizin<br />

faaliyet alanlarına web sayfamız üzerinden ulaşmak<br />

mümkündür (www.tubitak.gov.tr).<br />

Bu faaliyetlerin yanı sıra, toplumun her kesiminde<br />

bilim, teknoloji ve yeniliğe dair farkındalığı artırmak<br />

üzere TÜBİTAK tarafından kitaplar ve dergiler yayınlamakta;<br />

bilim insanlarının yurt içi ve yurt dışı akademik<br />

faaliyetleri burs ve ödüller ile desteklenmekte<br />

ve özendirilmektedir.<br />

TÜRK‹YE’N‹N AR-GE VE<br />

YEN‹L‹K PERFORMANSINDA<br />

ÖNE ÇIKAN GEL‹fiMELER<br />

2004 yılında başlatılan Ulusal Bilim, Teknoloji ve Yenilik<br />

Atılımı kapsamında ülkemizde Ar-Ge faaliyetlerinde<br />

tüm dünyada dikkat çeken önemli bir mesafe<br />

kat edilmiştir. Alınan mesafe bilim, teknoloji ve yenilik<br />

göstergelerine şu şekilde yansımıştır:<br />

Ar-Ge Harcamaları yaklaşık 3 katına çıkarak; 2003<br />

yılında 3,1 milyar TL (2010 sabit fiyatlarıyla) olan Ar-<br />

Ge harcamaları, 2009 yılında 8,5 milyar TL’ye ulaşmıştır.<br />

GSYİH’den Ar-Ge’ye ayrılan pay önemli ölçüde<br />

arttırılarak 2003’te binde 4,8 olan bu oran,<br />

2009’da binde 8,5’e yükselmiştir.<br />

Başka bir önemli gelişme özel sektörün Ar-Ge harcamalarının<br />

önemli ölçüde artmasıdır, bu kapsamda<br />

özel sektörümüzün Ar-Ge ve yenilik harcamaları<br />

2009 yılında 3,4 milyar TL’ye ulaşmıştır. 2003-2008<br />

döneminde en çok Ar-Ge yapan ülkeler arasında,<br />

Türk Özel Sektörü Ar-Ge harcamalarının payını en<br />

hızlı artıran ülkeler arasında birinci sıradadır.<br />

Ayrıca araştırmacılarımızın sayısında da çok önemli<br />

oranda artış olmuştur. Tam-zaman-eşdeğer (TZE)<br />

Ar-Ge personeli sayısı 2003 yılında 38 bin iken, 2009<br />

yılında yaklaşık iki katına çıkarak 74 bine ulaşmıştır.<br />

Ar-Ge personeli sayısı konusundaki önemli gelişmelerden<br />

biri özel sektörün bu alanda yaptığı atılım olmuştur.<br />

2009 yılında ilk defa, özel sektördeki Tam<br />

Zaman Eşdeğer Ar-Ge personel sayısının payı yüzde<br />

36 M‹MAR VE MÜHEND‹S


43’e ulaşarak diğer sektörleri geçmiştir. Bu gelişmeler,<br />

özel sektörün Ar-Ge’ye giderek daha fazla<br />

önem verdiğinin bir göstergesidir.<br />

Bilimsel yayın sayısında da önemli bir artış olmuş,<br />

2003’te 12 bin civarında olan, uluslararası indexlerce<br />

taranan dergilerdeki bilimsel yayın sayısı 2009’da<br />

25 bini aşmıştır.<br />

Tüm bu gelişmelerin yanı sıra 2000’lerin başında<br />

Türkiye açısından en çok mesafe kat edilmesi gereken<br />

alan olan yerli patent başvuruları 2003-2009 döneminde<br />

beş katı aşmıştır. Uluslararası Patent İşbirliği<br />

Anlaşması (PCT) kapsamında Türkiye’den yapılan<br />

başvuruların sayısı da aynı dönemde 3,5 katına<br />

çıkmıştır.<br />

TÜB‹TAK DESTEKLER‹<br />

TÜBİTAK’ın sanayi, üniversite ve kamu kuruluşlarına<br />

sağladığı hibe destek mekanizmalarından daha detaylı<br />

bahsedecek olursak; destekleri, destek verilen<br />

aktörlere göre sanayiye yönelik destekler; kamu ve<br />

üniversitelere yönelik destekler ile bilim insanlarına<br />

sağlanan destekler şeklinde sınıflandırabiliriz.<br />

Akademik Ar-Ge Destekleri<br />

TÜBİTAK’ın akademi ve kamuya yönelik fon sağlama<br />

görevi, Araştırma Destek Programları Başkanlığı<br />

(ARDEB) tarafından 8 adet destek programı ve patent<br />

desteklerinin sağlandığı Patent Başvurusu Teşvik<br />

ve Destekleme Programı aracılığıyla gerçekleştirilmektedir.<br />

TÜBİTAK-ARDEB destek programlarını<br />

çevre, atmosfer, yer ve deniz bilimlerinden sağlık bilimlerine;<br />

temel bilimlerden savunma ve güvenlik<br />

teknolojileri ve sosyal ve beşeri bilimlere kadar geniş<br />

bir çerçevede yer alan 10 araştırma destek grubu<br />

vasıtasıyla yürütmektedir.<br />

TÜBİTAK-ARDEB kapsamında verilen destekleri yıllar<br />

bazında incelediğimizde, TÜBİTAK destekli akademik<br />

ve kamu kurumları Ar-Ge projelerine, 2005-<br />

2010 arasında, 2000-2004 arası verilen desteğin yaklaşık<br />

32 katından fazla destek verildiği görülmektedir.<br />

TÜBİTAK’ın kuruluşundan itibaren 41 yılda<br />

(1964-2004) önerilen 17.702 projenin 7.330’u 169<br />

Milyon TL ile (2010 sabit fiyatlarıyla) desteklenirken;<br />

2005-2010 yılları arasındaki 6 yılda bu programlar<br />

kapsamında toplam 28.379 proje önerildiği ve 7.488<br />

proje desteklendiği görülmektedir. Desteklenen<br />

projelerin toplam destek bütçesi ise 1.983 Milyon<br />

TL’dir (2010 sabit fiyatlarıyla).<br />

TÜBİTAK akademik Ar-Ge destekleri kapsamında;<br />

makina, kimya, malzeme, inşaat, endüstri, tekstil ve<br />

maden mühendisliği ile mimarlık alanlarındaki bilgi<br />

ve teknolojinin üretilerek, sonuçların hizmet ve/veya<br />

ürüne dönüştürülmesi yoluyla topluma kazandırılması<br />

kapsamındaki projeler, TÜBİTAK-ARDEB çatısı<br />

altındaki araştırma destek gruplarından biri olan<br />

Mühendislik Araştırma Destek Grubu’nda (MAG) değerlendirilmekte<br />

ve izlenmektedir. MAG kapsamında<br />

verilen desteklere baktığımızda; 2010 sonu itibarıyla<br />

yaklaşık 500 projenin yürürlükte olduğunu görmekteyiz.<br />

2005-2010 yıllarında MAG’a yapılan toplam<br />

başvuru sayısı, 2000-2004 yıllarında 939 olan<br />

toplam başvuru sayısının yaklaşık 5 katı olarak gerçekleşerek<br />

4443’e yükselmiş; 2000-2004 yıllarında<br />

toplam 349 adet proje 2010 yılı sabit fiyatlarıyla 13<br />

TÜBİTAK’ın sanayi,<br />

üniversite ve kamu<br />

kuruluşlarına sağladığı<br />

hibe destek<br />

mekanizmalarından<br />

daha detaylı<br />

bahsedecek olursak;<br />

destekleri, destek<br />

verilen aktörlere göre<br />

sanayiye yönelik<br />

destekler; kamu ve<br />

üniversitelere yönelik<br />

destekler ile bilim<br />

insanlarına sağlanan<br />

destekler şeklinde<br />

sınıflandırabiliriz.<br />

MART-N‹SAN 2011 37


DOSYA: F‹NANSMAN<br />

Akademik Ar-Ge<br />

destekleri<br />

TÜBİTAK-ARDEB<br />

vasıtasıyla<br />

yürütülürken,<br />

ülkemiz özel sektör<br />

kuruluşlarının<br />

araştırma-teknoloji<br />

geliştirme ve yenilik<br />

faaliyetlerini proje<br />

esaslı destekleme<br />

görevi ise TÜBİTAK<br />

Teknoloji ve Yenilik<br />

Destek Programları<br />

Başkanlığı (TEYDEB)<br />

aracılığıyla<br />

gerçekleştirilmektedir.<br />

Milyon TL bütçe ile desteklenirken, 2005-2010 yıllarında<br />

toplam 1323 adet proje 183 Milyon TL bütçe ile<br />

desteklenmiştir. Bu projelerin araştırma alanlarına<br />

göre dağılımına bakıldığında ise yürürlükteki projelerin<br />

yüzde 28’inin makine, yüzde 22’sinin kimya ve<br />

yüzde 19’nun malzeme alanlarında gerçekleştirildiği<br />

görülmektedir.<br />

TÜBİTAK-ARDEB tarafından yürütülen programlarda<br />

başvuru ve destek sürecinin işleyişine bakacak<br />

olursak; 2005 yılından itibaren proje önerileri, proje<br />

konularında uzman bilim insanlarının panelist olarak<br />

davet edildiği panellerde (1) özgün değer, (2) yaygın<br />

etki ve (3) yapılabilirlik kriterleri açısından değerlendirilmektedir.<br />

Son başvuru tarihinden itibaren<br />

yaklaşık 4 ay olan proje değerlendirme sürecinde,<br />

proje önerileri bilimsel değerlendirmeye alınmadan<br />

önce TÜBİTAK-ARDEB tarafından ön incelemeden<br />

geçirilmekte, belirtilen kriterlere ve formata uygun<br />

olan projeler panel sürecinde değerlendirilmek üzere<br />

ilgili Araştırma Gruplarına iletilmektedir. Gruplara<br />

iletilen proje önerileri panel öncesi ön değerlendirmeye<br />

tabi tutulmakta ve Grup Yürütme Komitesi<br />

onayı ile panele girecek projeler belirlenmektedir.<br />

Panel değerlendirmesine alınması uygun bulunmayan<br />

proje önerileri ise, gerekçeleri ile beraber başvuru<br />

sahiplerine iade edilmek üzere TÜBİTAK-AR-<br />

DEB’e iletilirken, desteklenmesine karar verilen<br />

projeler TÜBİTAK web sayfasında ilan edilmektedir.<br />

Özel Sektör Ar-Ge Destekleri<br />

Akademik Ar-Ge destekleri TÜBİTAK-ARDEB vasıtasıyla<br />

yürütülürken, ülkemiz özel sektör kuruluşlarının<br />

araştırma-teknoloji geliştirme ve yenilik faaliyetlerini<br />

proje esaslı destekleme görevi ise TÜBİTAK<br />

Teknoloji ve Yenilik Destek Programları Başkanlığı<br />

(TEYDEB) aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. Özel<br />

sektöre yönelik yürütülen Ar-Ge destek programlarına<br />

teknoloji geliştirme ve yenilikçiliğe yönelik Ar-<br />

Ge faaliyetleri için yapılan proje başvurularında proje<br />

hedefleri olarak; yeni ürün geliştirilmesi, ürün kalitesi<br />

veya standardının yükseltilmesi, maliyet düşürücü<br />

ve standart yükseltici yeni tekniklerin geliştirilmesi<br />

ve yeni üretim teknolojilerinin geliştirilmesi<br />

beklenmektedir.<br />

TÜBİTAK-TEYDEB tarafından yürütülmekte olan<br />

destek programlarına yapılan başvurular son yıllarda<br />

artan bir eğilim sergilemektedir. Bu artış, özel<br />

sektördeki farkındalığa işaret etmektedir. Özellikle,<br />

2008’den itibaren proje başvurularının elektronik ortamda<br />

kabul edilerek değerlendirilmesi, daha fazla<br />

firmanın Ar-Ge desteğine başvurmasına imkan sağlamıştır.<br />

1995-2010 yılları arasında özel sektöre yönelik<br />

destek programları verilerine baktığımızda; 11<br />

bin 916 proje başvurusu alındığı ve 7 bin 345 projenin<br />

2,01 milyar TL ile desteklenmesiyle 3,46 milyar<br />

TL’lik Ar-Ge hacmi oluşturulduğu (2010 yılı sabit fiyatlarıyla)<br />

görülmektedir. 2010 yılında 2004 yılına gö-<br />

38 M‹MAR VE MÜHEND‹S


e TÜBİTAK-TEYDEB destek programlarına yapılan proje başvuru<br />

sayısı 3,5; başvuru yapan firma sayısı yaklaşık 4 ve ilk kez proje<br />

başvurusunda bulunan yeni firma sayısı ise 3,2 kat artmıştır.<br />

Destek verilerine baktığımızda ise; 2004 yılına kıyasla, 2010 yılında<br />

desteklenmeye değer görülen proje sayısı 3 kat artmış; destek<br />

tutar miktarı ise yaklaşık 4 kat artarak 288,3 milyon TL (2010<br />

sabit fiyatlarıyla) olmuştur. 2010 yılı içerisinde firmaların desteklenen<br />

projelerinin Ar-Ge faaliyetleri çerçevesinde sundukları toplam<br />

harcama tutarı 612,2 milyon TL olup 465,2 milyon TL’lik bölümü<br />

TÜBİTAK tarafından uygun bulunmuş ve karşılığında 288,3<br />

milyon TL hibe desteği sağlanmıştır. Son yıllarda TÜBİTAK özel<br />

sektör destekleri kapsamındaki bir başka dikkat çeken gelişme<br />

de KOBİ’lerin Ar-Ge projelerine artan ilgisidir. 1995-2010 yılları<br />

arasında önerilen toplam 11,916 projenin yüzde70'i ve bu dönemde<br />

proje sunan toplam 5487 firmanın yüzde 91'i KOBİ ölçeklidir.<br />

2004-2010 yıları arasında KOBİ proje başvuru sayısı ve proje başvurusu<br />

yapan firma sayısı 4 kat, KOBİ Hibe Destek Tutarı ise 3,8<br />

kat artmıştır. TÜBİTAK özel sektör programlarından yararlanan<br />

illerimize baktığımızda ise; 1999-2004 yılları arasında 81 ilden<br />

35’inin TÜBİTAK-TEYDEB desteklerinden faydalandığı; 4 ilimizin<br />

10 milyon TL’nin üzerinde destek alırken 46 ilimizin TÜBİTAK-<br />

TEYDEB desteklerinden faydalanmadığı görülmektedir. 2005-<br />

2010 yılları arasında ise desteklerden faydalanan il sayısı 54’e, 10<br />

milyon TL’nin üzerinde destek alan il sayısı ise 12’ye çıkmış; desteklerden<br />

faydalanmayan il sayımız ise 27’ye düşmüştür.<br />

TÜBİTAK’ın özel sektör firmalarına yönelik destek programlarının<br />

başvuru ve değerlendirilme süreçlerine bakacak olursak;<br />

proje başvuruları yalnızca http://eteydeb.tubitak.gov.tr adresinde<br />

bulunan Proje Değerlendirme ve İzleme Sistemi (PRODİS) uygulama<br />

üzerinden online olarak yapılmaktadır. İnternet üzerinden<br />

TÜBİTAK’a iletilen proje önerileri, ön değerlendirme sonrasında<br />

elektronik ortamda hakemlere gönderilmektedir. Hakemler, Ar-<br />

Ge faaliyetinin yapılacağı firmayı ziyaret ederek, başvuruda bulunan<br />

firma ile projeye ilişkin görüşmekte ve değerlendirme raporlarını<br />

internet üzerinden doldurarak TÜBİTAK’a iletmektedir.<br />

Proje önerisi, ilgili Teknoloji Grubu Komite toplantısında hakem<br />

görüşleri de dikkate alınarak görüşülmekte ve son karar oluşturulmaktadır.<br />

Proje önerilerinin değerlendirilmesinde OECD tarafından<br />

hazırlanmış olan Oslo ve Frascati Kılavuzlarındaki tanımlar<br />

ve kavramlar esas alınmaktadır.<br />

Bilim İnsanı Destekleri<br />

TÜBİTAK bünyesinde yer alan bir diğer kritik birim de ülkemizin<br />

bilim ve teknoloji alanında gelişmesinde en önemli rolü oynayan<br />

insan gücünün yetiştirilmesini destekleyen Bilim İnsanı Destekleme<br />

Daire Başkanlığı’dır (BİDEB). TÜBİTAK-BİDEB tarafından,<br />

bilim ve teknoloji üretebilen, ürettiği bilim ve teknolojiyi toplumsal<br />

ve ekonomik faydaya dönüştürebilen bir Türkiye'nin yaratılması<br />

için vazgeçilmez bir öneme sahip olan bilim insanlarının sayı<br />

ve niteliğinin artmasına yardımcı olmak amacıyla; ödüller verilmekte<br />

öğrenim ve öğrenim sonrasında üstün başarısıyla kendini<br />

gösteren gençleri izleyerek onların yetişme ve gelişmelerine yardım<br />

edilmesi amacıyla burslar verilmekte, yarışmalar düzenlenmektedir.<br />

TÜBİTAK-BİDEB bilim insanı destekleri kapsamında<br />

desteklenen toplam kişi sayısı 2010 yılında 2003 yılının 12 katına<br />

çıkarak 18.841’e ulaşırken; 2010 yılında bilim insanlarına verilen<br />

destek tutarı ise 2003 yılının 20 katına çıkarak 61,55 Milyon TL<br />

olarak gerçekleşmiştir.<br />

Bilim ve Toplum Destekleri<br />

TÜBİTAK bünyesinde tüm bu destek programlarının yanı sıra, bilim<br />

okuryazarlığını yaygınlaştırarak toplumun her kesimine ulaşmasına<br />

yardımcı olmak ve bu sayede toplumsal bir farkındalık ve<br />

özgüvenin oluşmasına destek olarak toplumun bilim, teknoloji ve<br />

yenilik kültürünü özümsemesini sağlamak amacıyla Bilim ve<br />

Toplum Daire Başkanlığı çatısı altında faaliyetler sürdürülmektedir.<br />

Bu kapsamda, halkımızın yakından tanıdığı üç popüler bilim<br />

dergisi yayımlanmaktadır. 1967’den bu yana aylık olarak yayımlanan<br />

Bilim ve Teknik dergisi, 13 yaş ve üzeri herkese hitap ederken;<br />

Bilim ve Çocuk dergisi ise 7-12 yaş ilköğretim öğrencilerini<br />

hedeflemekte ve aylık ortalama 150.000’i aşan tirajı ve 100.000’i<br />

aşan net satışıyla, Türkiye’de tüm dergiler arasında en çok satan<br />

dergi sıfatını taşımaktadır. Okul öncesi yaş grubuna yönelik yayınlanan<br />

Meraklı Minik dergisi de yine minikler tarafından ilgiyle<br />

takip edilmektedir.<br />

Popüler bilim dergilerine ek olarak, TÜBİTAK 1993 yılında bilimi<br />

yaygınlaştırmak ve geniş kitleler tarafından okunur kılmak amacıyla<br />

Popüler Bilim Kitapları yayımlanmaya başlamış ve kitap sayısı<br />

2010 yılı sonu itibariyle 342’ye ulaşmıştır. Daire Başkanlığı<br />

bünyesinde faaliyet gösteren Akademik Yayınlar Müdürlüğü’nde<br />

ise uluslararası indekslerce taranan 12 farklı dalda akademik<br />

dergi yayınlanmaktadır. Yayınların yanı sıra, Bilim ve Toplum<br />

Daire Başkanlığı tarafından 2007 yılında başlatılan Bilim ve Toplum<br />

Projeleri Destekleme Programı ile bilginin mümkün olduğunca<br />

görselleştirilerek etkileşimli uygulamalarla desteklenmesi<br />

ve bu yolla topluma anlaşılır bir biçimde aktarılmasını sağlayacak<br />

projeler desteklenmektedir. Şu ana kadar destek verilmiş<br />

olan Bilim ve Toplum projeleri sayesinde toplamda 25.000 kişiye<br />

ulaşılmıştır.<br />

MART-N‹SAN 2011 39


DOSYA: F‹NANSMAN SÖYLEfi‹<br />

TTGV Genel Sekreteri A. Mete Çakmakçı;<br />

“TÜRKİYE YENİLİKÇİ<br />

SİSTEMLERDE ÖNCÜ OLMALI”<br />

TÜRKİYE’NİN ARTIK ÖRNEK ALINAN BİR DÜNYA OYUNCUSU OLDUĞUNU BELİRTEN TÜRKİYE<br />

TEKNOLOJİ GELİŞTİRME VAKFI (TTGV) GENEL SEKRETERİ A. METE ÇAKMAKÇI, “TÜRKİYE'NİN<br />

YENİLİK SİSTEMLERİ KONUSUNDAKİ GELİŞEN EĞİLİMLERİ TAKİP ETMESİ, POLİTİKA VE PROGRAM<br />

UYGULAMA ANLAMINDAKİ YENİLİKÇİ DÜŞÜNCEDE ÖNCÜ OLMASI BİR SORUMLULUK HALİNE<br />

GELMEKTEDİR” DEDİ. ÇAKMAKÇI İLE TEKNOLOJİ KONUSUNDAKİ DESTEKLERİ, TEKNOLOJİ<br />

YATIRIMLARINI VE STRATEJİLERİNİ KONUŞTUK.<br />

SÖYLEŞİ: YILMAZ ADA<br />

TTGV kimdir? Kuruluş amacı nedir? Ülke<br />

teknolojisine nasıl katkı sağlamaktadır?<br />

Firmalara ve projelere sağladığınız destekler<br />

nelerdir?<br />

2011 yılında 20. yaş gününü kutlayacak<br />

olan TTGV, 1991 yılında kamunun sağladığı<br />

fonlarla özel sektörün Ar-Ge faaliyetlerinin<br />

desteklenmesi misyonu ile bu anlamdaki<br />

ilk uygulama olarak bir kamuözel<br />

sektör ortak girişimi modeliyle kurulmuştur.<br />

Kamu kimliği taşımamasına rağmen<br />

kamusal bir misyonu yerine getiren<br />

bir yapı olarak kurgulanan TTGV, yenilik<br />

sistemimizin saygın ve kalıcı bir kurumu<br />

olarak uluslararası düzeyde de ilgi çeken<br />

ve merak edilen güncel bir modelin ülkemiz<br />

adına temsilcisi haline gelmiştir.<br />

TTGV’nin yenilik sistemimizde ifade ettiği<br />

gerçek varlığın "kurulduğu 1991 yılından<br />

bugüne 800 firmanın 950 projesine toplam<br />

300 milyon ABD doları kaynak sağlamıştır"<br />

ifadesinin çok ötesinde olduğuna inanıyoruz.<br />

TTGV'nin halen T.C. Başbakanlık Dış Ticaret<br />

Müsteşarlığı'nın (DTM) sağladığı kaynak<br />

ile örnek bir uyum ve işbirliği içerisinde<br />

sürdürmekte olduğu ve pek çok başarı<br />

öyküsüne vesile olan özel sektörün Ar-Ge<br />

projelerine sermaye destek programının,<br />

uzmanlaşmış bir program uygulayıcı kuruluş<br />

ile program sahibi kuruluş arasındaki<br />

iş bölümü ve çalışmaya uluslararası<br />

düzeyde başarılı bir örnek oluşturduğuna<br />

inanıyoruz. Dileğimiz DTM ve TTGV arasındaki<br />

uyumlu çalışma ve iş bölümünün,<br />

tüm kamu kurumları için bu yönde örnek<br />

bir model oluşturmasıdır.<br />

TTGV'nin uluslararası düzeyde ödül almış<br />

ve daha sonra başka ülkelerde de uygulanmış<br />

ozon tabakasına zarar veren maddelerin<br />

kullanımdan kaldırılmasına yönelik<br />

desteği ile ülkemiz pek çok ülkenin faydalanamadığı<br />

bir uluslararası hibe kaynaktan<br />

faydalanmış ve kısa bir sürede yükümlülüklerini<br />

yerine getirmeyi başarmıştır.<br />

Bugün TTGV olarak bu alandaki<br />

tecrübemizi, ülkemiz için çok kısa sürede<br />

önemli bir gündem konusu olacağına<br />

inandığımız temiz üretim, üretimde kaynak<br />

verimliliği ve yenilenebilir enerji alanlarındaki<br />

yeni ve farklı faaliyetlerle sürdürmeyi<br />

hedefliyoruz. TTGV, teknoparkların<br />

ilk örneklerinin finansmanına da aracılık<br />

etmiş, bugün yaygınlaşan KOBİ desteklerinin<br />

ilk örneğini teknoloji destek hizmetleri<br />

desteği ile tasarlamış ve uygulamıştır.<br />

TTGV teknoparklar ve KOBİ'lerin<br />

oluşturduğu işbirliği ağları ve kümelere<br />

yönelik faaliyet ve çalışmalarına devam<br />

etmektedir.<br />

TTGV'nin 1991 yılından beri yürütmekte<br />

olduğu geri dönüşlü destekten pek çok<br />

40 M‹MAR VE MÜHEND‹S


aşarılı işletme, farklı ve yeni projeler ile<br />

faydalanmaya devam etmektedir. Desteklenen<br />

projelerde sağlanan yüksek ticarileşme<br />

oranları ve pazar başarıları da süreçlerimizi<br />

doğrulayan çıktılar olarak bize<br />

gurur kaynağı olmaktadır. Geri dönüşlü<br />

desteğin sağladığı kurumsal tecrübe ve<br />

altyapı ile bilginin yeni girişimcilik yoluyla<br />

ticarileşmesi ve yeni girişimlerin büyüme<br />

süreçlerinin desteklenmesine yönelik<br />

farklı destek modellerini tasarlamak ve<br />

geliştirmek üzerine çalışmalarımıza devam<br />

ediyoruz. Bu anlamda özellikle 2000<br />

yılından bugüne girişim sermayesi alanında<br />

TTGV, ülkemizde özel girişim sermayesi<br />

fonlarının ilk uygulamaları olan İş Girişim<br />

A.Ş. ve TURKVEN TPEF-1 fonlarına<br />

yatırımcı olarak yine Türkiye’nin ilk genel<br />

amaçlı erken aşama teknoloji yatırım aracı<br />

olan Teknoloji Yatırım A.Ş.’yi kurarak ve<br />

Türkiye’nin ilk ve halen tek “fonların fonu”<br />

olan İstanbul Girişim Sermayesi Girişimi’ne<br />

(İVCİ) kurucu ortak olarak katılarak<br />

bu alandaki ilklerin parçası olmuştur.<br />

Tüm girişimlerimiz hedefleri doğrultusunda<br />

çalışmalarına başarı ile devam etmektedir.<br />

Kamu kimliği taşımamasına rağmen kamusal bir misyonu<br />

yerine getiren bir yapı olarak kurgulanan TTGV, bugün<br />

yenilik sistemimizin saygın ve kalıcı bir kurumu olarak<br />

uluslararası düzeyde de ilgi çeken ve merak edilen güncel<br />

bir modelin ülkemiz adına temsilcisi haline gelmiştir.<br />

Ülkemizde teknolojinin gelişim sürecini ve<br />

bugünkü durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?<br />

Teknolojimizin gelişmiş ülkeler<br />

ile rekabet edebilecek seviyeye gelebilmesi<br />

için neler yapılmalıdır? Ülkemizdeki<br />

teknolojinin gelişmesi için verilen destekleri<br />

yeterli görüyor musunuz?<br />

2010'da dünyanın 17. büyük ekonomisi<br />

haline gelmiş ve ihracatı 100 milyar ABD<br />

dolarını aşmış bir Türkiye'nin 1990'ların<br />

başında karşı karşıya olduğu rekabetçilik<br />

gündeminden çok daha gelişmiş ve karmaşık<br />

bir yenilik ve rekabetçilik vizyonuna<br />

ihtiyacı olduğu açıktır.<br />

BTYK'nın TÜBİTAK'ın koordinasyonundaki<br />

etkin çalışması, 4691 sayılı Teknoloji Geliştirme<br />

Bölgeleri Kanunu ve 5746 sayılı<br />

Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin<br />

Desteklenmesi Hakkında Kanun’un özel<br />

sektörümüzde oluşturduğu dinamizm ve<br />

başta T.C Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, T.C<br />

Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı<br />

Müsteşarlığı ve TÜBİTAK'ın desteklerindeki<br />

artış ve çeşitlenme bu ihtiyacı karşılamaya<br />

yönelik önemli ve olumlu gelişmeler<br />

olmuştur.<br />

Artık örnek alınan bir dünya oyuncusu<br />

olarak Türkiye'nin yenilik sistemleri konusundaki<br />

gelişen eğilimleri takip etmesi,<br />

politika ve program uygulama anlamındaki<br />

yenilikçi düşüncede öncü olması bir sorumluluk<br />

haline gelmektedir. Halen kamunun<br />

destek rolünü hibe destek vermek<br />

veya zaman içerisinde hantallaşan iktisadi<br />

teşebbüsler kurmakla sınırlayan mevcut<br />

çerçevenin özel sektörden beklenen<br />

yenilikçi ve dinamik taze düşüncenin benzeri<br />

yeni bir değerlendirme ile 1 trilyon<br />

ABD doları büyüklüğünde ekonomi olmak<br />

iddiasındaki 2010'un Türkiye'sinin ihtiyaçlarına<br />

uygun taze bir vizyon ile güncellenmesi<br />

şarttır. Özellikle denetimle sorumlu<br />

olan kamu birim ve kuruluşlarının kamunun<br />

üstlenmesi gereken riski paylaşmayı<br />

öngören roller için güncel ihtiyaca uygun<br />

bir çerçevede görevlerinin tanımlanmasının<br />

sağlanması acil bir öncelik teşkil etmektedir.<br />

Devam etmekte olan Avrupa<br />

Birliği uyum süreci devlet yardımlarının<br />

izlenmesi ve raporlanması ile ilgili süreçte<br />

kamunun yenilik desteklerinin tek bir<br />

elde toplanması sık sık gündeme gelmektedir.<br />

Avrupa Birliği'nin devlet yardımları<br />

müktesebatı firma özelinde herhangi bir<br />

firmanın yıl içerisinde aldığı tüm devlet<br />

yardımının, yardımın finansal etkisine uygun<br />

katsayılarla hesaplanmasını ve belirli<br />

bir toplamı aşanların pazardaki rekabet<br />

koşullarının denetlenmesi açısından raporlanmasını<br />

gerektirmektedir. Buna<br />

karşın, izlenebilir olduğu sürece desteklerin<br />

farklı veya alternatif kanallardan firmalara<br />

ulaştırılması ilgili müktesebat<br />

kapsamında kabul edilebilir bir uygulamadır.<br />

Zira Almanya bir örnek olmak üzere<br />

AB'nin farklı ülkelerinde aynı bakanlığın<br />

destekleri farklı bağımsız uzman kuruluşlarca<br />

yürütülmektedir. Politika seviyesinde<br />

tek elde toplanacak koordinasyon<br />

işlevinin uygulama seviyesinde farklı ka-<br />

MART-N‹SAN 2011 41


DOSYA: F‹NANSMAN<br />

Yenilik sistemimizin Türkiye’yi Cumhuriyetin 100. yılına taşıyacak şekilde geliştirilmesi<br />

sürecinde mevcut mevzuat sistemimiz içerisinde yapılabilir olanı değil, rekabetçilik<br />

ihtiyaçlarının gerektirdiğinin gerekirse mevzuat düzenlemesi ile yapılması temel alınmalıdır.<br />

nallarla çeşitlendirilmesinin sistemde yenilikçi<br />

ve dinamik yetkinliğin gelişmesi<br />

açısından kritik olduğunu değerlendiriyoruz.<br />

Üstelik uzman ve bağımsız uygulayıcı<br />

yapıların, sürekliliği sağlamak açısından<br />

raporlama ve ihtiyaca odaklı kaliteli hizmet<br />

konusunda daha duyarlığı olması doğaldır.<br />

Yenilik sistemimizin Türkiye’yi<br />

Cumhuriyetin 100. yılına taşıyacak şekilde<br />

geliştirilmesi sürecinde mevcut mevzuat<br />

sistemimiz içerisinde yapılabilir olanı değil,<br />

rekabetçilik ihtiyaçlarının gerektirdiğinin<br />

gerekirse mevzuat düzenlemesi ile yapılması<br />

temel alınmalıdır. Esnek finansman<br />

modellerini performans hedefleri<br />

üzerinden hesap verebilir yapıların işletebileceği<br />

bir çerçevenin geliştirileceği süreçte,<br />

1991 yılından beri TTGV'nin başarı<br />

ile yürüttüğü modele ilişkin tecrübe de<br />

mutlaka değerlendirilmelidir.<br />

Türkiye’nin teknoloji üreten bir ülke olması<br />

için hangi stratejiler uygulanmalıdır?<br />

Küresel ekonomik krizin ülkemiz dahil<br />

hemen hemen tüm dünyada iş ortamını<br />

olumsuz etkilediği bugünlerde geleceğe<br />

bakabilenler, krizin tahrip edici güncel<br />

olumsuzluklarından ziyade şekillenmekte<br />

olan yeni ekonomik düzenin getireceği fırsatlara<br />

odaklanmak zorundadır. Bugün<br />

hemfikir olduğumuz genel kabul,<br />

1990’lardan beri alışageldiğimiz sürekli ve<br />

küresel ekonomik büyüme günlerine tekrar<br />

dönmenin uzun bir süreç olacağıdır.<br />

Bu süreç içerisinde başta kendi pazarına<br />

yönelik olmak üzere, daha çok tercih edilen<br />

daha az miktardaki ürün veya hizmeti<br />

en etkin şekilde pazara sunabilmek artan<br />

önemde bir rekabetçi yetkinlik unsuru<br />

olacaktır. Belki de bu nedendir ki, son dönemde<br />

dünyadan en önemli gözlem, ulusal<br />

ve bölgesel şampiyonların daha önceden<br />

varsayılanın aksine kritik değer ve<br />

önemlerini koruyacağı olmalıdır.<br />

Firmalarımız için araştırma ve teknoloji<br />

geliştirmeye dayalı rekabetçi yenilikçi bir<br />

yetkinlik, gelişmiş iş stratejilerinin vazgeçilmez<br />

öğesi olmaya devam etmektedir.<br />

Bununla beraber, firmalar özellikle yetişmiş<br />

insan kaynağına dair mevcut bilgi ve<br />

tecrübe kazanımlarını korumak, mevcut<br />

ürün ve süreçlerinde pazarda kalabilmek<br />

için kademeli iyileştirme ve geliştirme faaliyetlerini<br />

sürdürmek, orta ve uzun vadede<br />

değişen pazarlara yönelik rekabetçi<br />

teknolojik yetkinliklerini geliştirmek gibi<br />

kapsamlı bir sorumluluk ile karşı karşıya<br />

bulunmaktadır. Artan sorumluluklara<br />

karşın, herzamankinden çok daha sınırlı<br />

iç ve dış kaynakların yönetimi, firmalarımızın<br />

pazardan aldığı karmaşık ve olumsuz<br />

işaretler altında ileri düzeyde bir yönetsel<br />

yetkinliği öngörmektedir. Özellikle<br />

düşük katma değerli sektörlerde faaliyet<br />

gösteren, bazıları sektörlerinde önemli<br />

hacimler ifade eden firmalarımızın rekabetçi<br />

düzeyde varlığı büyüklüklerinden bağımsız<br />

olarak tehdit altındadır. 2000’lerden<br />

başlayarak Ar-Ge ve yenilik konusundaki<br />

politik irade ve neticesindeki kamu<br />

vizyonu, son dönemde kaynaklar, programlar<br />

ve farkındalık anlamında önemli<br />

bir mesafe katedilmesine imkan sağlamıştır.<br />

Her yıl, artan oranda yeni firma Ar-<br />

Ge ve yenilik projelerinin desteklenmesi<br />

için kamu programları sistemine dahil olmaktadır.<br />

Bu sevindirici gelişme ile beraber,<br />

Ar-Ge ulusal kritik kütlemizi oluşturan<br />

düzenli Ar-Ge yürütücüsü firmalarımızın<br />

değişen ve gelişen ihtiyaçlarının da<br />

karşı karşıya oldukları uluslararası rekabete<br />

sağlanan imkanlar dikkate alınarak<br />

destek sistemimizde karşılık bulması gittikçe<br />

artan bir önem arz etmektedir.<br />

42 M‹MAR VE MÜHEND‹S


DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE<br />

PROJELERİN FİNANSMANINA<br />

BANKALARIN VE FAİZSİZ KATILIM<br />

BANKALARININ YAKLAŞIM TARZI<br />

KATILIM BANKALARI PROJELERİ FİNANSE EDERKEN, REEL OLARAK EKONOMİYE; KREDİNİN<br />

AMAÇ DIŞI KULLANILMASINI, SPEKÜLATİF ALANLARA VE VERİMSİZ İŞLEMLERE GİTMESİNİ<br />

VE KAYIT DIŞILIĞI ÖNLEMEK SURETİYLE FAYDALAR SAĞLAMAKTADIR. BANKALAR İSE<br />

ELİNDE TOPLADIĞI KAYNAKLARI PLASE EDERKEN, DEVLET TAHVİLİ GİBİ FAİZ GETİRİSİ<br />

YÜKSEK OLAN VE TÜKETİMİ/ENFLASYONU YÜKSELTEN/KÖRÜKLEYEN BİREYSEL TÜKETİCİ<br />

KREDİLERİNE AĞIRLIK VEREN VE EKONOMİK KRİZ DÖNEMLERİNDE DE TÜM KAYNAK VE<br />

YATIRIMLARINI YURTDIŞINA YÖNLENDİREN, SPEKÜLATİF AMAÇLARLA HAREKET EDEN<br />

KURULUŞLARDIR.<br />

İbrahim Halil<br />

KALAYCI<br />

Bankacı/İktisatçı<br />

Literatürde bankacılık, ekonominin motoru olarak<br />

değerlendirilir. İhtiyaç duymayanın birikimini,<br />

ihtiyaç duyana aktarır ve ekonomik kalkınmada<br />

katalizör rolü oynar.<br />

Türk bankacılığı; önceleri Osmanlı Dönemi’nde<br />

1852’de tefecilikle mücadeleyi ve finans sektörüne<br />

bir düzenleme getirmeyi amaçlayan Murabaha Nizamnamesi’nin<br />

ve Cumhuriyet Dönemi’nde ise bankacılık<br />

sektörüne geçiş için atılan adımlar sayılan İzmir<br />

İktisat Kongresi’nin etkisinde kalmıştır. Özellikle<br />

1888’de kurulan Ziraat Bankası ve 1926 da kurulan<br />

Emlak ve Eytam (yetimler) Bankası gibi bankalar<br />

aracılığıyla sosyal ve toplumsal fayda ile birlikte ekonomik<br />

kalkınmanın sağlanması amaçlanmıştır.<br />

Emlak ve Eytam Bankası daha sonra Emlak Kredi<br />

Bankası olarak günümüze kadar gelmiş ve nihai olarak<br />

da tüm aktif ve pasifiyle Ziraat Bankası çatısı altında<br />

birleşmiştir.<br />

Cumhuriyetin ilk yıllarında 10 civarında olan banka<br />

sayısı halen 50 civarındadır. Ticari, sanayi, kalkınma,<br />

yatırım ve katılım bankaları olarak faaliyette bulunan<br />

yerli, yabancı ve kamu bankalarından oluşan bankacılık<br />

piyasası, şimdiyse yoğun rekabetin ve kar etme<br />

mücadelesinin yapıldığı bir arenayı andırmaktadır.<br />

Türkiye’de faizsiz bankacılık ise Özel Finans Kurumları<br />

(ÖFK) adı altında 1985 yılından itibaren sistemde<br />

yerlerini almış olup 2006 yılında ise Katılım Bankaları<br />

olarak isim değişikliğine gidilmiştir. Özal zamanında<br />

halkın ihtiyacına binaen kurulan bu bankaların<br />

sayısı halen 4 tür. Faizli ve faizsiz bankacılık hakkında<br />

bu kısa bilgi aktarımından sonra bu kuruluşların<br />

projelerinin finansmanına nasıl baktıklarını ve fonlamada<br />

ne tür enstrümanlara sahip olduklarını değerlendirelim.<br />

Bankacılık sektörünü, projelerin finansmanı ile ilgili<br />

talepleri karşılamada ve sonuçlandırmada aralarında<br />

farklılıklar bulunması nedeniyle bankalar ve katılım<br />

bankaları açısından ayrı ayrı değerlendirmek zorundayız.<br />

Katılım Bankalarının, enstrümanlarının<br />

çeşitliliği, piyasalara yaklaşım tarzı ve ekonomiye<br />

fayda sağlamadaki etkinliği ile faizli bankalardan daha<br />

öne çıktığı, çok net olarak söylenebilir. Bu nedenle<br />

önce faizsiz bankaların bu alandaki öne çıkan ve<br />

plasmanda kullanılan unsurlarını 3 ana başlık halinde<br />

belirtmek gerekir.<br />

Katılım Bankaları kredi taleplerini;<br />

1- Üretim desteği sağlamak suretiyle fon kullandırmak<br />

(murabaha işlemleri)<br />

2- Kar/zarar ortaklığı yapmak (müşareket işlemleri)<br />

3- Finansal kiralamada bulunmak (leasing işlemleri)<br />

şeklindeki enstrümanlar ile cevaplandırmaktadır.<br />

Bu üç finansal yöntem de, büyük mühendislik projelerinin<br />

finansmanına uygundur.<br />

Katılım bankaları mali sektörde faaliyet gösteren,<br />

reel ekonomiyi finanse eden, fonları, faizsiz finansman<br />

prensipleri dahilinde ticaret ve sanayide değerlendiren,<br />

TL, USD ve AVRO bazında mal ve hizmetleri<br />

ayni olarak sunan, ticaretin ve sanayinin ihtiyaç<br />

duyduğu, hammadde, emtia, gayrimenkul, makine<br />

ve teçhizatın temini, katılım bankacılığı prensiplerine<br />

uygun olarak yani mal alım/satımının finansmanı<br />

yoluyla sağlanmaktadır. Üretim desteği müşteriyle<br />

doğrudan nakit verme yerine, mal ve hizmet temini,<br />

kiralanması, kar ve zarar ortaklığı katılım modellerini<br />

uygulayan bir bankacılık kredilendirme türüdür.<br />

Katılım bankaları kredi kullandırırken müşteriye<br />

doğrudan nakit ödeme yapmazlar. Nakit ödemeyi,<br />

kredili müşterisinin mal ve hizmet aldığı satıcı firmaya<br />

fatura karşılığında yaparlar.<br />

Katılım bankaları projeleri finanse ederken, reel olarak<br />

ekonomiye, kredinin amaç dışı kullanılmasını,<br />

44 M‹MAR VE MÜHEND‹S


spekülatif alanlara ve verimsiz işlemlere gitmesini<br />

ve kayıt dışılığı önlemek suretiyle faydalar sağlamaktadır.<br />

Ekonominin canlanmasına aracılık ve hizmet<br />

ederler. Faizli ve alkollü içecek sektörüne kredi<br />

vermez ve yatırım yapmazlar. Haram sayılan faaliyetlerde<br />

bulunmazlar.<br />

Katılım bankaları, kambiyo işlemleriyle, ithalat ve ihracatın<br />

finansmanını sağlar ve gayri nakdi krediler<br />

(teminat mektubu gibi) de kullandırırlar.<br />

Ekonomimizin doğrudan desteklenmesi ve projelerin<br />

reel olarak finanse edilmesini sağlayan Katılım<br />

Bankaları, bu sektörde bankalara oranla daha öne<br />

çıkmaktadır. Sektörde daha eski olan faizli bankalar<br />

ise faiz getirisi ve karlılığı yüksek alanlara yönelmek,<br />

kullandırılan fonların amaç doğrultusunda kullanılıp<br />

kullanılmadığına bakmamak ve ülkenin içinde bulunduğu<br />

ekonomik durumundan çok uluslar arası<br />

piyasa ve koşullara göre davranan bir yapıya sahiptir.<br />

Daha açık belirtmek gerekirse bankalar: elinde<br />

topladığı kaynakları plase ederken, Devlet Tahvili gibi<br />

faiz getirisi yüksek olan ve tüketimi/enflasyonu<br />

yükselten/körükleyen bireysel tüketici kredilerine<br />

ağırlık veren ve ekonomik kriz dönemlerinde de tüm<br />

kaynak ve yatırımlarını yurtdışına yönlendiren, spekülatif<br />

amaçlarla hareket eden kuruluşlardır.<br />

Kredilendirmedeki bu yapısal farklılıklar, bankaların<br />

ve katılım bankalarının mevduatlarının yapısı ile ilgilidir.<br />

Nedeni ise bankalardaki mevduat/kredi ilişkisi<br />

ile katılım bankalarındaki mevduat/kredi ilişkisi ters<br />

orantılıdır. Şöyle ki bankalar mevduata verilecek faizi<br />

en baştan belirlerken, katılım bankaları ise mevduatlara<br />

verilecek karları, toplanan mevduatları ticari<br />

işlemlerde kullandıktan ve karları elde ettikten<br />

sonra belirlemektedirler. Yani bankalardaki kredinin<br />

maliyeti, mevduata peşin olarak verilen faizden ötürü<br />

hem yüksektir ve hem de bellidir. Katılım bankalarındaki<br />

mevduatın elde edeceği kar getirisi baştan<br />

belli değildir, dönem sonunda, yani vade bitiminde<br />

belli olur. Bu uygulama, bankaların projelerin finansmanına<br />

olumsuz, katılım bankalarınınkine ise<br />

olumlu etkide bulunmaktadır. Zira, katılım bankaları<br />

mevduatı topladıklarında, havuzlarda toplanan<br />

kaynaklarla direkt olarak ticareti sanayiyi finanse<br />

ederken, bankalar ise maliyeti önceden belli olan<br />

elindeki kaynakları plase ederken, piyasanın içine<br />

direkt olarak girmez, daha temkinli ve önyargılı yaklaşırlar.<br />

Bankalar Kanunu’nda sınırları belirlenmiş,<br />

rantı yüksek olan ve spekülatif yatırımlara yönelir ve<br />

yüksek getirili projeleri finanse ederler.<br />

Bankalar kredi politikalarını, Bankalar Kanunu’nun<br />

sınırları içerisinde ve esneklik/katılık oranlarını kendi<br />

lehlerine kullanmak suretiyle oluşturur ve yoğun<br />

rekabet ortamından en karlı biçimde çıkmayı amaç<br />

edinirler. İşte bu yüzden kredi piyasasında birçok<br />

olumsuz izlerle anılmakta ve müşterilerin de bankalara<br />

temkinli yaklaşımda bulunmalarına neden olmaktadır:<br />

“Bu yaklaşımlarını şu söylemlerle dile getirmektedirler.<br />

Bankalar, yağmurlu günde müşterisinin<br />

elinden şemsiyesini elinden alırlar. Bankaların<br />

önünden ve gölgesinden geçilmez. Bankaların kulağına<br />

kar suyu kaçırılmaz, yoksa hemen haciz gönderir.<br />

Banka kredisi ile iş yapılmaz, aksi takdirde bir<br />

gün batarsın. Altından su ve hava geçen sektörlere<br />

kredi verilmez vb.”<br />

Bu olumsuz bakış açısına neden olan gerekçeler ve<br />

gerçekler şunlardır:<br />

1- Faiz oranları, finanse edilecek kredilerin projelerini<br />

realize edecek seviyeden yüksektir. Bu da piyasaya<br />

olumsuz yansımakta ve maliyetleri yükseltmekte/enflasyonu<br />

azdırmaktadır.<br />

2- Firmaların en az 3 yıllık bilançoya sahip olmaları<br />

ve bu dönemleri karlı olarak geçirmiş bulunmaları<br />

Bankacılık sektörünü,<br />

projelerin finansmanı<br />

ile ilgili talepleri<br />

karşılamada ve sonuçlandırmada<br />

aralarında<br />

farklılıklar bulunması<br />

nedeniyle bankalar ve<br />

katılım bankaları<br />

açısından ayrı ayrı<br />

değerlendirmek zorundayız.<br />

Katılım<br />

Bankalarının, enstrümanlarının<br />

çeşitliliği,<br />

piyasalara yaklaşım<br />

tarzı ve ekonomiye<br />

fayda sağlamadaki<br />

etkinliği ile faizli<br />

bankalardan daha öne<br />

çıktığı, çok net olarak<br />

söylenebilir.<br />

MART-N‹SAN 2011 45


DOSYA: F‹NANSMAN<br />

zorunludur. Bu şart, projelerini kredilendirmek zorunda kalan<br />

firma ve kuruluşların daha en baştan yenik başlamalarına neden<br />

olmakta ve piyasa moral ve motivasyonuna olumsuz etki etmektedir.<br />

3- Projesine finansman talebinde bulunan kuruluş ve şirketlerin,<br />

bilanço ve mali analizlerinin, verilerinin ve dosya dokümanların<br />

olumlu sonuçlar vermesi mecburiyeti, borçlanmanın yüksek olmamasının,<br />

firma ortaklarının ve firmanın çek yasağı ile senet<br />

protestosunun bulunmaması ve hatta herhangi bir ortağa ait kredi<br />

kartı probleminin olmaması şartı gibi hususlar, adeta kredinin<br />

kullandırımına engel teşkil eden hususlardır ki 4/4 lük müşteri<br />

arayışında olan bankanın kaç müşteri bulabileceği ve bu kadar<br />

özelliğe sahip müteşebbislerin finansmana neden ihtiyaç duyabileceği<br />

merak konusudur. Sanki kredi vermemek için özel engeller<br />

ve düzenlemeler getirilmiştir.<br />

4- Projelere kredi vermek için müşteriden talep edilen en önemli<br />

hususlardan biri de teminatların özelliği, teminatların marjlı ve<br />

satılabilirliğinin kolay olması zorunluluğu.<br />

Yukarıdaki açıklamalardan; bankalardan proje finansmanının temininin<br />

ne kadar zor olduğunu, temin edilse bile geri dönüşünün<br />

daha da zor olduğunu ve kredi taleplerinde bu uygulamanın daha<br />

çok caydırıcı rol oynadığı görülmektedir.<br />

Netice olarak; bankaların Merkez Bankası’na yatırmak zorunda<br />

oldukları mevduat munzam karşılığı ile kasalarında tutmak zorunda<br />

oldukları disponobilite oranları ile ilgili uygulama ve bir<br />

kısmı yukarıda arz edilen bankacılık hukuki düzenlemeleri, büyük<br />

ölçekli ve özellikleri projelerin finansmanını sağlamaya dönük olmadığı<br />

gibi aksine engel teşkil etmektedir. Zira kaynakların reel<br />

ekonomiye aktarılmadığı bu bankacılık düzenlemeleri, ne ekonomik<br />

kalkınmaya ve ne de teknolojik gelişmeye meyyaldir. Yani<br />

projelerin finansmanındaki bahse konu handikaplar, Bankalar<br />

Kanunu’nun bizzat kendisinden kaynaklandığı gibi bu piyasayı<br />

rant sağlamaya dönük amaçlara hizmet ettiği gibi bütün bu<br />

olumsuzluklara da zemin hazırlamaktadır.<br />

Yeni veya realize edilebilir bilimsel nitelikli büyük mühendislik<br />

projelerine sıcak bakmayan bankacılık, sektörde yeni sayılan katılım<br />

bankalarının önünü açtığı gibi, bu faizsiz bankaların yukarıda<br />

zikredilen her 3 finansman türü de reel ekonomiyi finanse<br />

edecek özelliklere sahiptir.<br />

Projelere üretim desteği vererek firma ve kuruluşların ihtiyaçlarını<br />

fonlandırmak suretiyle üretimi teşvik etmek, şirket veya sanayilerin<br />

projelerine ortak olmak koşuluyla veya yatırıma konu<br />

demirbaş, makine ve gayrimenkullerin kiralanması yoluyla piyasalara<br />

finansman sağlayan katılım bankaları, sektöre yeni girmelerine<br />

rağmen, daha başarılıdırlar. İştirak edilmesi gereken proje<br />

ve teşebbüslere ortak olarak, kontrollü büyümeye ve ortaklıkların<br />

gelişmesine zemin hazırlamaktadır. veya finansal kiralama yöntemiyle<br />

ekonomik sisteme canlılık katmaktadır. Yani, katılım bankasına<br />

finansman için başvuran sağlam ve güven veren her proje,<br />

3 alternatiften biri ile kendine cevap bulur ve eli boş dönmez.<br />

Sermaye darlığı çeken ülkemiz, zaten kıt olan bu kaynağını bankalar<br />

uhdesinde ve inisiyatifinde bırakmamak ve sağlıklı düzenlemeler<br />

yapmak zorundadır. Yenilikleri takip eden ve en teknolojik<br />

ürünleri kullanan bankacılık sektörü ise yeni ve özellikli projeleri<br />

finanse etmek, kredilerin genel ve özel limitlerle belirlenmesi ve<br />

sınırlandırılması uygulamasına, büyük ve realize edilebilir mühendislik<br />

projeleri için de özel ve genel limitlerin belirlemesi/limit<br />

ayırması gerekmektedir. Bankalar, en son teknolojilerden ve<br />

en gelişmiş ürünlerden yararlanmak suretiyle çalışmalarını sürdürürken,<br />

bu teknolojileri üretenleri de desteklemekle, bankalar<br />

hakkında oluşmuş toplumsal yargılardan kurtulmalıdırlar. Elde<br />

ettikleri çok yüksek karları, bizzat bankacılık işlemlerinden sağlamak<br />

suretiyle, meşru bir zeminde buluşmaları ve çayın taşı ile<br />

çayın kuşunu vurmaya çalışmalıdırlar. Yani sistemden kazandıklarını<br />

yine sisteme döndürmelidirler. Yeniliklere açık olan bankacılık,<br />

yatırım politikasında da kendini yenilemelidir. Zira her sektör<br />

yeniliklerle ve yeni ürünlerle gelişir. Ülkeler, teknolojilerini<br />

geliştirebildikleri ölçüde kalkınmayı gerçekleştirirler ve bağımsızlık<br />

da ekonomik gelişmeyle doğru orantılıdır. Tüm bu nedenlerle,<br />

banka/piyasa yakınlaşması ve iş birliğine ihtiyaç vardır.<br />

46 M‹MAR VE MÜHEND‹S


DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE<br />

PROJE-FİNANSMAN<br />

GÜNÜMÜZDE “AKIL TERİ” ÇOK ÖNLERE ÇIKMIŞTIR. NE ÜRETİRSEK ÜRETELİM,<br />

HEDEFİMİZ, UFKUMUZ DIŞ PAZARLAR, DÜNYA OLMALI. “EN MAKBUL İNSAN<br />

ÜRETEN İNSANDIR” ANLAYIŞIYLA DÜŞÜNECEK OLURSAK, DÜNYA MÜTHİŞ BİR<br />

PAZAR VE BUGÜN 6,5 MİLYAR İNSANA ÇOK KISA ZAMANDA ULAŞABİLİYORUZ.<br />

TİCARET VE ÜRETİMİ BİR HAYAT TARZI HALİNE GETİREN İŞADAMLARININ<br />

ÇOĞUNUN KOLTUĞUNDA DOĞAL OLARAK ARTIK YÜKSEK TAHSİL YAPMIŞ,<br />

YURTDIŞINDA EĞİTİM GÖRMÜŞ GENÇLER OTURUYOR.<br />

Osman ŞAHBAZ<br />

Makina Mühendisi ve<br />

Sanayici-İşadamı<br />

Fikir var para yok sanılır. Aslında günümüz dünyasında<br />

para fazlasıyla var üretken, gerçekçi<br />

ve uygulanabilir fikir az veya yok gibidir. Eğer<br />

öyle olmasaydı, bankalar, finans kuruluşları ellerindeki<br />

parayı satacak güvenli bir yer, fizıbıl (feasible )<br />

proje ararlar mıydı?<br />

Ticaretin esası alışverişe, müteşebbisliğe ve sermaye<br />

kullanımına dayanır. “Allah alış-verişi helâl, faizi<br />

haram kılmıştır”. “Ticari zeka, çalışkanlık ve üretim<br />

gücü” gibi faktörlerin önemli rol oynadığı günümüzde<br />

asıl dikkat çeken unsurlar yani toplumun kendine<br />

has özellikleri, kadim gelenek ve değerler çok<br />

çok önemlidir.<br />

Bugün “cesaret, girişimcilik ve tasarruf” olarak<br />

özetlenebilecek yükselen ekonomik kalkınma modeli<br />

ve günümüzde yaşanması gereken inkişâfı gözler<br />

önünde durmaktadır. Türklerin Anadolu'da bin<br />

yıldan beri varlıklarını sürdürmelerindeki sır Ahilik<br />

anlayışı içerisinde bu değerlere saygı göstermeleridir.<br />

İş hayatımızdaki motivasyonu çocukluğumuzda aldığımız<br />

terbiye ve alışkanlıklarımız oluşturuyor. Bunlardan<br />

bir tanesi de belki de en önceliklisi, sosyal<br />

hayatımızdaki ilişkilerimiz ve sürekliliğidir. İşte güzel<br />

bir Latin atasözü “Taşı delen, suyun kuvveti değil<br />

damlaların sürekliliğidir.” Ahilik tüm bu değerleri<br />

kaynaştıran ve hayata geçirilmesini sağlayan bir anlayıştır.<br />

Ahilik anlayışı, toplumda yaşayan fertleri birbirine<br />

yakınlaşması ve aralarında dayanışma kurulmasını<br />

sağlamaktır.<br />

Yaşadığımız 21. yy’da Ahilik'in ahlak ve çalışmaya ait<br />

prensipleri kısaca Ahilik felsefesi, dünyamızda gelişen<br />

toplumların şablonu olacaktır. Bu düşünce çok<br />

özelliği olan bir görüş değildir. Günümüzde nasıl ki<br />

kalkınmış birçok ülkede Ahilik prensiplerinin yansımalarını<br />

görüyorsak, yarın da ilerlemiş toplumların<br />

yükselmesinde Ahilik ilkelerinin önemli rol oynadığı<br />

görülecektir. Bulunduğumuz ortamda her dönem<br />

varlıklarını sürdüren bilge ve hatırlı insanlar olmuştur.<br />

Gelişen dünya buna ombudsmanlık diyor.<br />

Bunlar aile içi anlaşmazlıklardan tutun da iş ortaklıklarında<br />

çıkan sorunlar kadar her meseleye müdahil<br />

olmalıdır. Böylece birçok konu mahkeme sürecine<br />

taşınmadan çözümlenmelidir.<br />

Yüzyıllardır yaşatılan ve toplumun gündemindeki konuların<br />

ele alındığı buluşmalar “Sivil Toplum Örgütleri”<br />

olarak günümüzde adlandırılıyor. Gençlerin<br />

yaptıkları işlerde sebatlı olması çok önemlidir. Sebat<br />

ederek, bulunduğunuz konumu hak eder, hazmedersiniz.<br />

Tepeden inmeler vardır, oldukları yerde kalırlar,<br />

ilerleyemezler.<br />

Hayatın içerisinde çok iş değiştirmek önceleri avantaj<br />

gibi görünse de, sonrasında hızlı iniş yaşanır. Bilgi,<br />

kalite ve istikrar hayatın içerisindeki her organizasyonumuzda<br />

olmazsa olmazımız olmalı. “STK”<br />

dediğimiz kurumlar aslında, gündüz çalışan insanların<br />

daha sıcak ve rahat ortamlarda bir araya geldiği,<br />

ortak hedefler koyduğu, değerlendirmeler yaptığı,<br />

sohbet edebildikleri buluşmalardır, ortamlardır.<br />

Çalışanlar, işadamları, şehrin yerel yöneticileri, bayanlar,<br />

gençler toplumun her kesiminden insanlar,<br />

kendi yaş ve kültür grubuna uygun gruplar oluşturup<br />

periyodik olarak bir araya gelinmesinin toplumu da<br />

terbiye edici etkisi olacaktır. Özellikle işadamlarının<br />

“tasarruf” anlayışı da yerleşmiş olmalıdır.<br />

Mesai saatleri içindeki ast-üst, memur-amir ilişkisi<br />

bu ortamda olmayacaktır ama saygı sevgi her zaman<br />

olacaktır. Herkes rahatlıkla fikrini beyan edebilecektir.<br />

Birlikte hareket edebilme yeteneği olan kişiler<br />

başarılı, üreten ve marka insan haline gele-<br />

48 M‹MAR VE MÜHEND‹S


ceklerdir. Merhum N. F. Kısakürek'in dediği gibi<br />

“Tomurcuk derdinde olmayan ağaç, odundur.” anlayışı<br />

içerisinde hep üreten pozisyonunda olmalıyız.<br />

Allah Elçisi’nin, ticaret yapanlara ilişkin öğütlerinden<br />

bazıları da şöyledir: “Sözü ve muamelesi doğru<br />

tüccar, kıyamet gününde arşın gölgesi altındadır.”<br />

En büyük sıkıntılarımızdan birisi de ortaklık kültürümüzün<br />

zayıf olması. Küçük olsun benim olsun anlayışı<br />

çok yaygındır. Halbuki bizim kadim kültürümüzde<br />

“birlikte bereket, ayrılıkta azap vardır” denir. Yine<br />

iki hadiste şöyle buyrulur: “İki ortak birbirine hıyanet<br />

etmediği sürece, üçüncüsü benim. Eğer onlar birbirine<br />

hıyanet ederlerse ben aralarından çekilirim.”<br />

“Allah’ın kudret eli, ortaklar birbirine hıyanet etmediği<br />

sürece, onların üzerindedir.”<br />

Çok ortaklı yapılaşmalarda dikkati çeken husus, ortaklar<br />

arasındaki uyum ve uzlaşma. Aslında ortaklıkların<br />

uzun soluklu sürmesi toplum ve kişilerin terbiyesi<br />

açısından da çok ehemmiyetlidir. Gittikçe büyüyen<br />

yapılar bir noktadan sonra, kurucular arasında<br />

paylaşılırken bile bir anlaşmazlık yaşanmamalı.<br />

Fransa'da, otoriter yapıyı yumuşatmak ve yönetimle<br />

vatandaş arasındaki ilişkileri iyileştirmek üzere 22 yıl<br />

önce kurulan "Ombudsmanlık" kurumu Avrupa Birliği<br />

anlaşmasında da ele alınmıştır. Uzlaşma kültürü,<br />

kendini yerel organların yönetimlerinde de göstermeli<br />

ki enerjimizi boşa harcamamış olalım. Şirketler<br />

farklılaşsa da, eski ortakların birbirlerine verdikleri<br />

destek sürmeli. ‘Vahşi Kapitalizm’ yerine,<br />

sosyal unsurların güçlü yaşandığı bir iş dünyası, insanın<br />

başarılı olmasında etken olacaktır. İş ortamında<br />

rekabet edenler, dernek, kulüp, vakıf gibi ortamlarda<br />

bir araya gelerek dertleşebilmelidirler.<br />

Dikkat edilmesi gereken, bütün yoğunluklarına rağmen<br />

işadamlarımızın bu tür toplantılara düzenli olarak<br />

devam etmeleridir. Değişim ve günün teknik<br />

şartları gözardı edilmemelidir. Hz. Ömer’in halife<br />

olunca şöyle bir bilgilendirme seferberliği başlattığı<br />

görülür. Onun bütün yöneticilere yayınladığı ilk ticaret<br />

genelgesi şöyledir: “İslâm’a göre, kendi ticaretiyle<br />

ilgili hükümleri bilmeyen kimse, bizim çarşı ve pazarlarımızda<br />

alışveriş yapmasın. Çünkü bilmeme yüzünden<br />

faize düşebilir.” İnsanımızı da bilgi ve ilim ile<br />

donatmalıyız. Yine hoş bir sözü Benjamin Franklin<br />

söylemiş “boş bir çuval dik durmaz.”<br />

“Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığınız<br />

zaman hemen Allah’ı anmaya (namaza) koşun ve<br />

alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha<br />

hayırlıdır. Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın<br />

ve Allah’ın fazlından rızkınızı arayın. Allah’ı çok anın<br />

ki kurtuluşa eresiniz.” Genellikle az da olsa dostlarımızdan<br />

destek bekleriz, çalışkan, kabiliyetli insana<br />

hep ne deriz? “Akla ve paraya ihtiyacı yok.” Çünkü<br />

eğitilmiş, terbiye edilmiş insanların ellerindeki altın<br />

bilezik “sanat, ticari kabiliyet” onların her zaman<br />

önünü açmıştır. Geçmişten beri alın teri kutsaldır,<br />

çok önemlidir.<br />

Ancak günümüzde “akıl teri” çok önlere çıkmıştır.<br />

Ne üretirsek üretelim, hedefimiz, ufkumuz dış pazarlar,<br />

dünya olmalı. “En makbul insan üreten insandır''<br />

anlayışıyla düşünecek olursak, dünya müthiş<br />

bir pazar ve bugün 6,5 milyar insana çok kısa zamanda<br />

ulaşabiliyoruz. Ticaret ve üretimi bir hayat<br />

tarzı haline getiren işadamlarının çoğunun koltuğunda<br />

doğal olarak artık yüksek tahsil yapmış, yurtdışında<br />

eğitim görmüş gençler oturuyor.<br />

Herkes zengin olmak istiyor. Bunun da tek ilacı var,<br />

o da girişimcilikten ve sebat etmekten geçiyor. Dünyanın<br />

günümüzde buna çok ihtiyacı var. Ülkelerin<br />

zenginliği girişimcilerinin sayısına bağlıdır. Allah’ın<br />

Yönetimin ve<br />

yöneticinin en temel<br />

idarî görevi, ilişki<br />

yönetimidir. Liderlik<br />

performans<br />

kriterlerimizin arasına<br />

“personel gelişim<br />

endeksi” ilave etmeli,<br />

her yıl personelimizi<br />

gerek hayat bilgisi, ulvi<br />

değerler ve gerekse<br />

teknik beceriler<br />

alanında ne kadar<br />

geliştirdiğimizi kontrol<br />

etmeliyiz.<br />

MART-N‹SAN 2011 49


DOSYA: F‹NANSMAN<br />

Tüm piyasalar için<br />

inorganik büyüme<br />

önemlidir. Evyap’ın,<br />

Gibbs markasını<br />

uluslararası bir<br />

firmadan satın alıp<br />

bünyesine katması da<br />

inorganik büyüme<br />

alanında yapılmış bir<br />

girişimdir. İş hayatında<br />

sanayicinin çıkarı, aynı<br />

zamanda milletin çıkarı<br />

ve istihdam demektir.<br />

Elçisi’ne en üstün kazancın hangisi olduğu sorulunca<br />

şöyle cevap vermiştir: “Kişinin elinin emeği ve<br />

mebrur alışveriştir.”<br />

Varislerin şirkete adaptasyonu, çocukluktan başlayan<br />

bir süreçtir. Genellikle ilk adım, küçüklükten itibaren<br />

babasıyla beraber şirkette bulunması, tecrübe<br />

kazanmasının başlangıcıdır. Ya şirketi yoksa vergi<br />

mükellefi değilse girişimciliğe nereden başlayacak?<br />

İşte bu noktada dünyadaki yeni girişimcilerin,<br />

farklı fikirleriyle öne çıktıklarına şahidiz. Aslında şirketlerle<br />

beraber büyüyen kişiler, daha öncelikli hayata<br />

başlangıç yapıyorlar. Şirketten eve taşınan konular,<br />

daha çocuk yaşlarda onları işe hazırlamış<br />

oluyor. Elbette tepeden inme bir yöneticilikten bahsetmiyoruz.<br />

Günümüzde büyük işletmelerde işler biraz daha<br />

farklı yol alıyor. Mevcut işlerin büyük ölçekli olduğu,<br />

kredilerin projeye bağlı olarak da alınabildiği, kurumsallaşmış<br />

iş yapılarında ise inorganik veya yatay<br />

büyüme geçerli oluyor. Bu şirketlerde ortaklık anlayışının<br />

ve hukuki sözleşmelerin geçerli olduğunu<br />

gözlemliyoruz. Gelişim, büyüme uzun dönemli hesaplanıyor,<br />

planlanıyor. İşi geliştirmeye yeni ürün<br />

üretimine dönük Ar-Ge çalışmaları yapılıyor.<br />

Hz. Peygamber (SAV) de zaman zaman ihtiyaç yüzünden<br />

borçlanmıştır. Mesela, bir Yahudî’den veresiye<br />

yiyecek satın almış ve zırhını rehin olarak bırakmıştır.<br />

Yatay büyümede, büyük ölçekli firmalar işlerini büyütecek<br />

yapılanmayı, verdikleri hizmetin yelpazesini<br />

genişletecek yeni işleri sorumluluk alanlarına katmayı<br />

ve mevcut müşterilerine daha geniş hizmeti<br />

tek elden vermeyi amaçlıyor. Bunu sağlamak için de<br />

hisse satın alma, ortak olma ile kâr etmekte zorlanan<br />

şirketleri bünyelerine alıyorlar.<br />

Genellikle günümüzde şirketler kendi kapasitelerini<br />

artırarak büyümeyi tercih ediyorlar. Önümüzdeki<br />

dönemde de eğilimin bu yönde devam edeceğini inanıyoruz.<br />

Şirketlerin birbirini satın alarak aynı konu<br />

üzerinde büyüyerek devam etmeleri, organik büyümedir.<br />

Üreticilerimiz de yeni teknolojiler için farklı<br />

arayışlar içindeler. Günümüzde yatırım tutarları çok<br />

büyük. Firmalar yeni teknolojiye yeni ortakla girme<br />

arayışındalar.<br />

Günümüzde şirketlerin organik büyüme stratejileri<br />

uygulayarak büyümeleri çok daha mümkündür. Halihazırda<br />

birçok ürün piyasada var olmasına rağmen,<br />

imalatçı şirketler yepyeni ürünlerle tüketicilerinin<br />

karşılarına çıkıyor. Bazı ürünlerde de artan talebe<br />

cevap vermek için kapasite artırımına gidiliyor, tüketicilerin<br />

değişen istek ve talepleri doğrultusunda<br />

ürün portföyü genişletiliyor.<br />

Tüm piyasalar için inorganik büyüme önemlidir. Evyap’ın,<br />

Gibbs markasını uluslararası bir firmadan<br />

satın alıp bünyesine katması da inorganik büyüme<br />

alanında yapılmış bir girişimdir. İş hayatında sanayicinin<br />

çıkarı, aynı zamanda milletin çıkarı ve istihdam<br />

demektir. Önce yatay büyüme olmalıdır, sonra<br />

dikey büyümeye geçmek istikrar ve uzun soluklu olmanın<br />

gereğidir. Yatay büyüme toprağa tohum ekmek,<br />

dikey büyüme ise bitkinin fidan halini almasıdır.<br />

Allah (cc) şöyle buyurur, “Ey iman edenler! Mallarınızı<br />

aranızda batıl yollarla yemeyiniz. Ancak, karşılıklı<br />

rızaya dayanan ticaret bunun dışındadır.”<br />

Evet, ticarette ve girişimcilikte cesur olmalıyız. Bu<br />

cesaretimizi bilgiden, tecrübelerden ve ticari ahlaktan<br />

almalıyız. Risk alamayanlar ve korkaklar girişimci<br />

olamaz.<br />

50 M‹MAR VE MÜHEND‹S


FİNANSAL YÖNETİM<br />

Prof. Dr.<br />

Ahmet İNCEKARA<br />

İ. Ü. İktisat Fakültesi<br />

İktisat Politikası<br />

Anabilim Dalı<br />

Başkanı<br />

FİNANS, İŞLETMENİN GEREKSİNİM DUYDUĞU FONLARIN EN UYGUN KOŞULLARDA ELE<br />

GEÇİRİLMESİ VE ELE GEÇİRİLEN FONLARIN EN ETKİN KULLANIMININ SAĞLANMASIDIR.<br />

1950’Lİ YILLARA KADAR, FİNANSIN FON BULMA FONKSİYONU ÖN PLANDAYKEN, BU<br />

TARİHTEN SONRA, FONLARIN KULLANIMI DAHA FAZLA ÖNEM KAZANMIŞTIR.<br />

Bileşik faiz hesaplamalarının, yaklaşık İ.Ö.<br />

1800 yıllarında, Babil Krallığı’nda, Hammurabi<br />

Yasaları’yla düzenlendiği tahmin edilmektedir.<br />

İlk opsiyon sözleşmesi, İ.Ö. 1000 yıllarında,<br />

Filozof Thales tarafından satın alınmıştır. Uluslararası<br />

bankacılığın kökleri 15. yüzyıla kadar uzamaktadır.<br />

Bugünkü anlamda ilk anonim şirket ise<br />

(East India Company), 1599 yılında İngiltere’de kurulmuştur.<br />

Günümüzde halen faaliyetini sürdüren<br />

bir başka A.Ş., (Hudson’s Bay) 1670 yılında Kanada’da<br />

kurulmuştur. ABD’de 1690 yılında, ilk kağıt<br />

para ihracı gerçekleştirilmiştir. İlk menkul kıymet<br />

ihraçları ise, 1720 yılında gerçekleşmiş ve günümüzün<br />

en büyük borsası olan New York Borsası (NYSE),<br />

1792 yılında kurulmuştur.<br />

Finansal yönetimin fonksiyonları; finansal analiz, finansal<br />

planlama, finansal denetim, fonların sağlanması<br />

ve fonların yatırımıdır. Finansal analiz, işletmenin<br />

finansal tablolarından yararlanarak, mevcut durumunun<br />

değerlendirilmesi ve geleceğe ilişkin tahminlerin<br />

yapılmasıdır. Finansal planlama, işletmenin<br />

faaliyeti sırasında ortaya çıkacak her türlü fon giriş<br />

ve çıkışının önceden planlanmasıdır. Finansal denetim<br />

ise finansal planlama ile uygulamaların karşılaştırılması<br />

ve sapma varsa düzeltici önlemlerin<br />

alınmasıdır. Fonların sağlanmasında ise işletmenin<br />

ihtiyaç duyduğu fonlar, zamanında ve en uygun koşullarla<br />

sağlanmaktadır. Fonların yatırımı fonksiyonunda,<br />

işletmedeki fonların, beklenen gelir ve risk<br />

göz önünde bulundurularak ve işletme amaçlarına<br />

en uygun şekilde menkul kıymetlere, alacaklara,<br />

stoklara veya duran varlıklara yatırılmasıdır.<br />

F‹NANSMAN YÖNET‹M‹N‹N ÖNEM‹<br />

Finansman yönetimi 1950’li yılların başlarından itibaren<br />

organizasyonların yönetimindeki önemi giderek<br />

artmıştır. Finansal yönetim yalnızca fonların temini<br />

olmaktan çıkmış, bu fonların kullanılması, değerlendirilmesi<br />

ve firma değerinin yükseltilmesini<br />

dikkate almaya başlamıştır. Finansal yönetim varlıkların<br />

temin edilmesi, finansmanı ve yönetimi ile ilgilenir.<br />

Finansal yönetimin temel amacı işletmenin<br />

değerini azami seviyeye çıkaracak kararlar almasıdır.<br />

İşletmenin bu amaca nasıl ulaşacağını ortaya<br />

koyar. Bir diğer finansal amaç da likiditeye dönük<br />

amaçlardır. Bunlar da sürekli ödeyebilme olanağının<br />

var olması, ödemelerin vadeleri ile uyumlu gerçekleştirilmesi<br />

ve genel bir finansman dengesinin<br />

tutturulmasıdır. Finansal amaçların parasal olmayan<br />

kısmında firmanın çeşitli çıkar grupları ve firmaya<br />

düzenli likidite akışı sağlayacak bankalar ile düzenli<br />

ilişkiler içinde bulunma zorunluluğunda olmasıdır.<br />

Firmanın kredi değerliliği, uygun kredi sağlayabilmesi<br />

ve sermaye yapısını koruma gerekliliği parasal<br />

olmayan finansal amaçlar arasında sayılabilir.<br />

Finans yönetiminin işlevleri uygun sermaye kaynaklarının<br />

tedarik edilerek rasyonel şekilde yatırımlara<br />

aktarımını kapsamaktadır. Rekabetin oldukça yüksek<br />

olduğu günümüzün küresel ekonomisinde işletmeler<br />

açısından mevcut olan bütün kaynakların en<br />

uygun şekilde değerlendirilmesi büyük önem taşımaktadır.<br />

Bu yüzden, finans yönetimi finansman ve<br />

yatırım olmak üzere 2 ana yönetim dalına ayrılır. Günümüzde<br />

işletmelerin hızla büyümesi ve finansal<br />

yatırım seçeneklerinin sayıca ve hacimce önemli seviyede<br />

artması sebebiyle bir finans uzmanı firmanın<br />

tüm finans yönetiminden daha ziyade bir alt biriminden<br />

sorumlu olabilmektedir. Günümüz koşullarında<br />

küreselleşmiş olan dünya ekonomileri tarihin hiç<br />

bir döneminde olmadığı kadar birbirine entegre olmuşlardır.<br />

Dünyanın herhangi bir yerinde meydana<br />

gelen ekonomik dalgalanma okyanus ötesindeki bir<br />

başka ekonomiyi olumsuz etkileyebilmekte hatta<br />

krizlere yol açabilmektedir. Artık işletmelerin sahip<br />

olması gereken vizyon yerel öngörü ve düşüncelerden<br />

ziyade küresel ölçekte ve standartlarda profesyonellik<br />

anlayışı ile yönetilmeyi gerektirmektedir.<br />

Limitli olan işletme kaynaklarından minimum risk<br />

ile maksimum kar elde etmek finans yönetiminin<br />

öncelikli hedefidir.<br />

Kaynakça:<br />

1. Nurhan Aydin, Metin Çoflkun,Hasan Bakir,Ali Ceylan, Mehmet Baflar,Editör<br />

Nurhan Aydin, Finansal Yönetim, Anadolu Üniversitesi Yay›-<br />

n› No: 1465, Açikö¤retim Fakültesi Yay›n› No: 779, Eskiflehir, 2004, s.3<br />

2. Erdo¤an Oral, “Finansal Yönetim, Sermaye Piyasas› Faaliyetleri”,<br />

Ekim 2009<br />

MART-N‹SAN 2011 51


DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE<br />

PROJE YÖNETİMİ<br />

PROJELERİN HAYAT GEÇİRİLEBİLMESİ FİNANSAL KAYNAKLAR (BÜTÇE) VE ZAMANIN<br />

VERİMLİ OLARAK KULLANILMASINA BAĞLIDIR. DİĞER ÇEVRESEL FAKTÖRLERLE BİRLİKTE<br />

PROJENİN UYGULANMASI SIRASINDA KARŞILAŞILABİLECEK EN ÖNEMLİ ENGEL FİNANSAL<br />

PROBLEMLERDİR. PROJE FİNANSMANINDA YAŞANAN SIKINTILAR TÜM PROJENİN<br />

BAŞARISIZLIKLA SONUÇLANMASINI KAÇINILMAZ KILACAKTIR. BU NEDENLE FİNANSAL<br />

KAYNAKLARIN PLANLAMASI DİKKATLİ ŞEKİLDE YAPILMALIDIR.<br />

Prof. Dr.<br />

Ahmet İNCEKARA<br />

İ. Ü. İktisat Fakültesi<br />

İktisat Politikası<br />

Anabilim Dalı<br />

Başkanı<br />

Proje yönetiminin metot, araç ve uygulamalarının<br />

ilk kez M.Ö 1. yy’da kullanılmaya başlandığı<br />

varsayılmaktadır. Günümüzdeki modern<br />

kullanımı ise ticari işletmeler ve organizasyonlar<br />

tarafından aktif olarak 1950’li yıllarda kompleks<br />

mühendislik projelerinde sistematik olarak uygulanmaya<br />

başlamıştır. Gelişen teknolojik olanaklar<br />

kısa zaman önce hayal olarak nitelendirilen projelerin<br />

hayata geçirilmesine olanak sağlamaktadır. Proje<br />

yönetimini giderek önemi artan bir uzmanlık alanı<br />

haline getirmiştir. Dünyanın farklı bölgelerinde<br />

başarı ile uygulanan pek çok devasa proje, zamanla<br />

daha karmaşık bir yapıya bürünen yeni projelerin<br />

başarılı şekilde uygulanabilmesi için proje yönetimindeki<br />

istihdam ihtiyacını arttırmaktadır. Gelişmiş<br />

ülkelerde yüksek öğretimde faaliyet gösteren pek<br />

çok kurum yüksek lisans ve doktora programları<br />

açarak bu alandaki istihdam ihtiyacını cevap vermeye<br />

çalışmaktadır. Öğrencilerin proje yönetimi uzmanlık<br />

programlarına olan ilgisi her geçen gün artarak<br />

devam etmektedir.<br />

Nihai sonuç elde edildiğinde fayda sağlaması ya da<br />

katma değer üretmesi arzu edilerek özgün bir servis,<br />

ürün ya da marjinal sonuca ulaşmak için harcanan<br />

geçici emek, dizayn ve çalışmaların tümüne<br />

proje denir. Projelerde göze çarpan genel özellik nihai<br />

sonuçların elde edilmesi kesinlik taşımamaktadır.<br />

Bu nedenle başlangıç anından nihai sonuca kadar<br />

olan süreç geçici olarak kabul edilmektedir.<br />

Projeler uygulanmaya başlandığında nihai ürün ve<br />

sonuçları bakımından sosyal, ekonomik ve çevresel<br />

faktörlerden etkilenebilmekte ve aynı oranda sonuçları<br />

itibarı ile toplumu etkileyebilmektedir. Proje<br />

yönetimi doğası gereği fonksiyonel ve dinamik bir<br />

uzmanlık alanıdır ve ağırlıklı olarak mühendislik bilimlerinde<br />

etkin kullanıma sahiptir. Proje yönetimi,<br />

merkezi ABD’de bulunan Proje Yönetim Enstitüsü<br />

tarafından yapılan genel kabul gören tanımı, özgün<br />

bir sonucu hedefleyen projelerin başarılı bir şekilde<br />

uygulamaya konularak, nihai sonucu ve faydayı elde<br />

etmek maksadıyla mevcut kaynakların planlı, organize<br />

ve güvenli şekilde yönetilmesi olarak yapılmıştır.<br />

Proje yönetimini genel olarak süreci başlatma,<br />

planlama, uygulama, kontrol ve süreci sonlandırma<br />

olarak 5 aşamayı kapsamaktadır. Sürecin başlangıç<br />

aşaması projeye onay verilerek uygulamaya konulmasıdır.<br />

Planlama aşaması ise hedeflenen nihai<br />

amacın belirginleştirilerek, gerekli düzenlemeler<br />

gözden geçirildikten sonra sonuca ulaşmak için<br />

mevcut en uygun alternatiflerden seçim yapılarak<br />

sağlıklı bir planlanmanın gerçekleştirilmesidir.<br />

Planlama aşamasını takip eden süreç ise uygulama<br />

aşamasıdır. Uygulama aşaması projeyi hayata geçirmek<br />

için eldeki mevcut kaynakların özellikle insan<br />

gücü faktörünün koordine edilerek planlama<br />

sürecinde kararlaştırılan proje hedeflerinin sağlıklı<br />

olarak uygulamaya konulması ve bu süreçte karşılaşılan<br />

çevresel değişkenlerin dikkate alınarak düzenli<br />

kontrolü, takibi ve nihai sonuçların ölçümünün<br />

kontrol sürecinde etkin olarak gerçekleştirilmesidir.<br />

Kontrol aşaması üzerinde titiz ve yoğun çalışma<br />

gerektiren, projenin yürütülmesinde ve başarıya<br />

52 M‹MAR VE MÜHEND‹S


Bafllangݍ<br />

Süresi<br />

Planlama<br />

Süresi<br />

Kontrol<br />

Süresi<br />

Uygulama<br />

Süresi<br />

Oklar bilgi ak›fl›n›<br />

temsil etmektedir<br />

Kapan›fl<br />

Süresi<br />

ulaşmasındaki önemli aşamaların başında gelmektedir.<br />

Projenin eldeki mevcut kaynakları etkin bir şekilde<br />

kullanarak tamamlanmasını takiben gerekli<br />

kabul ve onayın alınması için formüle etme aşaması<br />

süreci sonlandırma aşamasıdır. Final aşaması<br />

olan sonlandırma aşaması, projenin ürün ve katma<br />

değerlerinin etkin olarak değerlendirilebilmesine<br />

olanak tanımaktadır.<br />

Projelerin hayata geçirilebilmesi finansal kaynaklar<br />

(bütçe) ve zamanın verimli olarak kullanılmasına<br />

bağlıdır. Diğer çevresel faktörlerle birlikte projenin<br />

uygulanması sırasında karşılaşılabilecek en önemli<br />

engel finansal problemlerdir. Proje finansmanında<br />

yaşanan sıkıntılar tüm projenin başarısızlıkla sonuçlanmasını<br />

kaçınılmaz kılacaktır. Bu nedenle finansal<br />

kaynakların planlaması dikkatli şekilde yapılmalıdır.<br />

Proje yönetimini standartlaştırmak için dünya genelinde<br />

çeşitli çalışmalar yürütülmüştür. Standartlaştırma<br />

çalışmaları bölgelere göre farklılık gösterebilmekle<br />

birlikte genel kabul görenleri arasında; yazılım<br />

mühendisliği enstitüsü tarafından geliştirilen<br />

Yeterli Kapasite Modeli (Capability Maturity Model)<br />

ve Takım Yazılım Süreci (Team Software Process);<br />

GAPPS olarak bilinen Küresel Proje Performans<br />

Standartları Birliği (Global Alliance for Project Performance<br />

Standards); ISO 9000 ve ISO 10006 örnek<br />

gösterilebilir. Standartlaştırma, ülkelerin kendi iç<br />

tercihi her ülkenin kendi yerel koşullarının küreselleşerek<br />

hızla büyüyen dünya ekonomisi toplumları<br />

iktisadi ve finansal olarak birbirine entegre etmektedir.<br />

2008 yılında yaşanan küresel finansal krize<br />

rağmen günümüzde faaliyete geçirilmesi arzulanan<br />

pek çok dev proje bulunmaktadır. Özellikle son 10<br />

yılda ülkemizde dünya ekonomisindeki gelişmelere<br />

paralel olarak hızlı bir ekonomik büyüme sağlanmıştır.<br />

Bu ekonomik gelişmeler beraberinde dev<br />

projelerin gündeme gelmesini sağlamış ve pek çok<br />

proje ülkemizde hayat geçirilmiştir. Gelecekteki<br />

projelerin hayat geçirilmesi ve başarılı bir şekilde<br />

uygulanabilmeleri proje yönetiminde uzmanlaşmayı<br />

gerektirmektedir. Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomilerde<br />

proje yönetimindeki ihtiyaç duydukları<br />

uzmanların yetiştirilmesi yüksek öğrenim kurumlarının<br />

öncelikleri arasında olmalıdır.<br />

Kaynakça:<br />

1- Young-Hoon Kwak (2005). "A brief history of Project Management".<br />

In: The story of managing projects. Elias G. Carayannis et al.<br />

(9 eds), Greenwood Publishing Group, 2005.<br />

2- Project Management Institue, “A Guide to Project Management<br />

Body of Knowledge”, Fourth Edition, PA USA, 2008, sayfa 5<br />

3- Project Management Institue “Project Management-Experience<br />

and Knowledge Self-Assessment Manual” , PA USA, 2000, sayfa 5<br />

4- Library of Congress Cataloging-in-Publication Data “The PMI<br />

Project Management Fact Book”, Second Edition, , PA USA, 2001,<br />

sayfa 8<br />

5- Library of Congress Cataloging-in-Publication Data “The PMI<br />

Project Management Fact Book”, Second Edition, , PA USA, 2001,<br />

sayfa 9<br />

6- Williams, Meri, “The Principles of Project Management”, First<br />

Edition, SitePoint Pty. Ltd. 2008<br />

Proje yönetimi,<br />

merkezi ABD’de<br />

bulunan Proje Yönetim<br />

Enstitüsü tarafından<br />

yapılan genel kabul<br />

gören tanımı, özgün bir<br />

sonucu hedefleyen<br />

projelerin başarılı bir<br />

şekilde uygulamaya<br />

konularak, nihai<br />

sonucu ve faydayı elde<br />

etmek maksadıyla<br />

mevcut kaynakların<br />

planlı, organize ve<br />

güvenli şekilde<br />

yönetilmesi olarak<br />

yapılmıştır<br />

MART-N‹SAN 2011 53


DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE<br />

KALKINMA AJANSLARI<br />

MALİ DESTEK SİSTEMİ<br />

KALKINMA AJANSLARI, SORUMLU OLDUKLARI BÖLGENİN EKONOMİK VE SOSYAL<br />

KALKINMA SÜRECİNİN HIZLANDIRILMASI, SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR YAPIYA KAVUŞMASI VE<br />

BÖLGE İÇİN KRİTİK ÖNEME SAHİP FAALİYETLERİN HAYATA GEÇİRİLMESİ AMACIYLA<br />

ÖNCEDEN BELİRLENMİŞ UYGUNLUK KRİTERLERİ DOĞRULTUSUNDA; BÖLGE PLANI VE<br />

PROGRAMLARI İLE YILLIK ÇALIŞMA PROGRAMI VE İLGİLİ BAŞVURU REHBERLERİNDE<br />

BELİRLENEN ALANLARDA BÖLGE PAYDAŞLARINA MALİ VE TEKNİK DESTEK SAĞLAYABİLİR.<br />

Doç. Dr. Abdülmecit<br />

KARATAŞ<br />

İstanbul Kalkınma<br />

Ajansı Genel<br />

Sekreteri<br />

54 M‹MAR VE MÜHEND‹S<br />

Kalkınma Ajansları tarafından kamu kurum ve<br />

kuruluşlarına, sivil toplum kuruluşlarına ve<br />

diğer gerçek veya tüzel kişilere sağlanacak<br />

mali desteklerin niteliği ile bunların yönetimi ve kullandırılmasına<br />

ilişkin hususlar Kalkınma Ajansları<br />

Proje ve Faaliyet Destekleme Yönetmeliği ve Kalkınma<br />

Ajansları Destek Yönetimi Kılavuzu tarafından<br />

düzenlenmiştir. Ajanslar yönetmelikte belirtilen istisnalar<br />

dışında, hiçbir kişi, kurum veya kuruluşa<br />

doğrudan destek sağlayamazlar.<br />

Ajanslar tarafından uygulanacak mali destek türleri<br />

şunlardır:<br />

1) Doğrudan finansman desteği<br />

2) Faiz desteği<br />

3) Faizsiz kredi desteği<br />

Doğrudan finansman desteği, ajansın esas itibarıyla<br />

proje teklif çağrısı yöntemiyle kullandırdığı desteklerden<br />

oluşur. Ancak ajans istisnai olarak, proje teklif<br />

çağrısı yapmaksızın ve proje hazırlığı konusundaki<br />

yükümlülüklerinden bazılarını hafifletmek veya<br />

proje hazırlık sürecini doğrudan yönetmek suretiyle,<br />

doğrudan faaliyet desteği ve güdümlü proje desteği<br />

şeklinde de doğrudan destek sağlayabilir.<br />

Proje teklif çağrısı yöntemi ise belirli bir mali destek<br />

programı kapsamında, nitelikleri net bir şekilde belirlenmiş<br />

olan potansiyel başvuru sahiplerinin, önceden<br />

belirlenen konu ve koşullara uygun olarak<br />

proje teklifi sunmaya davet edilmesidir. Ajansın,<br />

özel işletmelerin, sivil toplum kuruluşlarının, kamu<br />

kurumlarının, üniversitelerin, yerel yönetimlerin,<br />

kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarının ve<br />

diğer gerçek ve tüzel kişilerin proje ve faaliyetlerine<br />

mali destek sağlaması mümkündür. Başvuru sahipleri<br />

için uygunluk kriterleri, her bir mali destek<br />

programının amaç ve önceliklerine bağlı olarak<br />

farklılık gösterebilir.<br />

Destek sağlanabilecek projeler ilan edilen mali destek<br />

programı özelinde belirlenen hedef ve amaçlar<br />

ile uyumlu olmalıdır. Bununla birlikte önerilen projeler<br />

her koşulda mevzuata uygun olmalı ve programa<br />

ait başvuru rehberinde belirtilen uygun olmayan<br />

proje konularına girmemelidir. Destek programları<br />

kapsamında mali destek almaya hak kazanan projeler<br />

bir yıllık uygulama süresini aşamazlar. Küçük ölçekli<br />

altyapı projeleri için ise, bu süre azami iki yıl<br />

olarak belirlenebilir. Sunulan projeler ajansın faaliyet<br />

gösterdiği bölge sınırları içerisinde gerçekleştirilmelidir.<br />

Ajans tarafından desteklenen projelerde,<br />

proje maliyetlerinin bir bölümü yararlanıcı tarafından<br />

karşılanmalıdır. Bu miktar eş finansman olarak<br />

adlandırılır. Yararlanıcı, proje eş finansmanını, proje<br />

ortaklarından, iştirakçilerden ve/veya üçüncü taraflardan<br />

sağlayacağı nakdi katkılar ile karşılayabilir.<br />

Güdümlü proje desteği, ajansın sağladığı diğer destek<br />

türlerinden farklı olarak doğrudan ajansın belirlediği<br />

bir alanda uygulayıcı kuruluşun tespit edilmesi<br />

ve başvuru yapmak üzere yönlendirilmesi suretiyle<br />

ortaya çıkan destek türüdür. Güdümlü proje desteğinin<br />

amacı, bölgesel gelişmenin hızlandırılması,<br />

bölgenin rekabet edebilirliğinin güçlendirilmesi ve<br />

bölgedeki iş ortamının iyileştirilmesi açısından


önem taşıyan projelere Ajansın öncülük etmesi ve koordinasyonu<br />

üstlenmesiyle gerçekleştirilmesidir.<br />

Güdümlü projenin yürütülmesinde, aynı anda birden fazla kurum<br />

ve kuruluş rol alabilir. Bu durumda kurum ve kuruluşlardan biri<br />

projenin uygulayıcısı olarak tayin edilir. Diğer kurum ve kuruluşlar,<br />

proje uygulayıcısının ortağı olurlar. Güdümlü proje desteklerinde<br />

sadece aşağıdaki kurumlar proje uygulayıcısı olabilir:<br />

Yerel yönetimler, mahalli idare birlikleri, üniversiteler, meslek<br />

okulları, araştırma enstitüleri, kamu kurum ve kuruluşları, kamu<br />

kurumu niteliğinde meslek kuruluşları, organize sanayi bölgeleri,<br />

endüstri bölgeleri, küçük sanayi siteleri, sivil toplum kuruluşları.<br />

Güdümlü Proje Desteği kapsamında, bölgesel gelişmeyi hızlandıracak<br />

ve bölge planlarında ya da saha çalışmaları sonucunda<br />

belirlenen alanlar için; bölgedeki girişimcilik ve yenilikçilik kapasitesini<br />

geliştirecek nitelikteki iş geliştirme merkezleri, teknoparklar,<br />

teknoloji geliştirme merkezleri işletmelerin ortak kullanımına<br />

açık fuar, ticaret merkezi, sergi salonu, laboratuar ve<br />

atölye gibi büyük bütçeli altyapı ve/veya işletme destekleri verilmesi<br />

mümkündür.<br />

Bu faaliyet alanları dışında herhangi bir alanda güdümlü proje<br />

desteği sağlanamaz. Güdümlü proje desteği kapsamında azami<br />

proje süresi 24 aydır.<br />

Doğrudan faaliyet desteği, ajansın yatırım bileşeni içermeyen<br />

planlama, strateji belirleme ve fizibilite benzeri faaliyetlere verdiği<br />

destek türüdür.<br />

Ajans, Bölgenin kalkınması ve rekabet gücü açısından önemli fırsatlardan<br />

yararlanılmasına,<br />

Bölge ekonomisine yönelik tehdit ve risklerin önlenmesinde acil<br />

tedbirlerin alınmasına,<br />

Kritik öneme sahip araştırma ve planlama çalışmalarına,<br />

Bölgenin yenilikçilik ve girişimcilik kapasitesini geliştirmeye yönelik<br />

iş geliştirme merkezleri, teknoloji geliştirme merkezleri,<br />

teknoparklar gibi kuruluşların ve bunların tesislerinin kurulması<br />

amacıyla yapılacak fizibilite benzeri ön çalışmalar gibi bölge<br />

için önemli olabilecek stratejik eylemlerin başlatılmasına ve gerçekleştirilmesine,<br />

Büyük hacimli yatırım kararlarına kısa vadede etki edilmesi ve<br />

yönlendirilmesine katkı sağlayacak olan faaliyetlere, doğrudan<br />

mali destek verebilir.<br />

Ajans tarafından sağlanacak doğrudan faaliyet desteğinden sadece<br />

aşağıdaki kurumların yararlanması mümkündür:<br />

Yerel Yönetimler,<br />

Üniversiteler,<br />

Kamu Kurum ve Kuruluşları,<br />

Kamu Kurumu Niteliğinde Meslek Kuruluşları,<br />

Sivil Toplum Kuruluşları,<br />

Birlikler ve Kooperatifler.<br />

Başvuru sahipleri tek başlarına ya da ortak kuruluşlarla başvuruda<br />

bulunabilirler. Ortaklar da başvuru sahibi ile aynı kriterleri<br />

taşımalıdır. Her ilan dönemi özelinde başvuru sahipleri ve ortaklarla<br />

ilgili sınırlamalar getirilmesi mümkündür.<br />

Faiz desteği, kâr amacı güden gerçek ve tüzel kişilerin ilgili aracı<br />

kuruluş ile Ajans arasında imzalanacak protokolde belirtilen<br />

nitelikteki projeleri için, ilgili aracı kuruluşlardan alacakları krediler<br />

karşılığında ödeyecekleri faiz giderlerinin, Ajans tarafından<br />

karşılanmasını öngören karşılıksız yardımdır.<br />

Faizsiz kredi desteği, ajans tarafından kâr amacı güden gerçek<br />

ve tüzel kişilerin ilgili aracı kuruluş ile Ajans arasında imzalanacak<br />

protokolde belirtilen nitelikteki projeleri için, ilgili aracı kuruluşlar<br />

eliyle kredi verilmesini ve bu mali desteğin Kalkınma<br />

Ajansları Proje ve Faaliyet Destekleme Yönetmeliği ve Kalkınma<br />

Ajansları Destek Yönetimi Kılavuzu’nda belirtilen usul ve esaslar<br />

dahilinde ajans tarafından sağlanan mali desteğin faiz ödenmeksizin<br />

taksitler halinde geri ödenmesine imkan veren karşılıksız<br />

yardımdır.<br />

MART-N‹SAN 2011 55


DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE<br />

TÜRKİYE’DE TEŞVİK VE<br />

DESTEK POLİTİKALARI VE<br />

YARARLANILABİLECEK<br />

DESTEKLER<br />

ÜLKENİN KALKINMA STRATEJİSİ VE İHTİYAÇLARINA YÖNELİK YENİ BİR DÜZENLEMEYE<br />

GİDİLEREK ESKİ TEŞVİK YASASI DEĞİŞTİRİLMİŞ , TEŞVİKLERİN DAHA ADALETLİ VE<br />

ÜLKE İHTİYAÇLARINA CEVAP VERECEK NİTELİKTE DAĞITILMASINA YÖNELİK ADIM<br />

ATILMIŞTIR, “GENEL TEŞVİK SİSTEMİ” YENİLENMİŞ VE KAPSAMI GENİŞLETİLEREK<br />

“SEKTÖREL TEŞVİK SİSTEMİ”NE DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞTÜR.<br />

Ömer SARIOĞLU<br />

Proje Danışmanı<br />

Günümüz dünya ticaretinde her ne kadar serbest piyasa<br />

ekonomisi hâkimse de hiçbir devlet yoktur ki<br />

ekonomiye müdahale etme ihtiyacı duymasın. Sistemin<br />

dinamosu sayılan devletlerde dahi serbest piyasa<br />

belli sınırlar içerisinde “serbest” bırakılmaktadır.<br />

En somut örneği için ABD ve Avrupa Birliği’nin kriz<br />

sürecindeki aktif müdahalelerine bakılabilir.<br />

Devletlerin ekonomileri serbest bırakmama sebepleri<br />

hem sistemin kendi iç dinamiklerinden hem de<br />

ekonomik, sosyal, siyasal vb. kaygılarından ileri gelmektedir.<br />

Piyasalar normal işleyişine bırakıldığında<br />

optimal düzeyde sonuçlar doğurmamakta, bu durumda<br />

devlet yardımları gündeme gelmektedir. Bu<br />

yardımlar hibe, teşvik, kredi, vergi muafiyeti vb. şeklinde<br />

kendini gösterir. Sistemin kendi iç dinamiklerini<br />

bir kenara bırakacak olursak devletlerin büyüme<br />

hedeflerini tutturmaları için aldıkları “ekonomik”<br />

önlemler, genellikle teşvik ve destek politikalarını<br />

şekillendirir. Teşvik ve desteklerle hedeflenen<br />

iyileştirmeler çeşitli alanlarda olabilir; doğal afetler<br />

sonucu oluşan hasarı telafi etme, sosyal alt yapıyı<br />

güçlendirme, ihracatı arttırma, ekonomik istikrarı<br />

sağlama, büyümeyi destekleme, tarım ürünlerini<br />

destekleme, işsizliği azaltma, sanayinin ve ihracat<br />

sektörünün rekabet gücünü arttırma vb.<br />

Türkiye özelinden duruma bakacak olursak 1980’li<br />

yıllarda serbest piyasa ekonomisine tam olarak girişimizle<br />

birlikte ekonomide belli problemler oluşmaya<br />

başlayınca, 1980’li yılların ortalarında “teşvik” politikalarıyla<br />

tanışmış olduk. Artık hükümetler ihracatı,<br />

üretimi, tarımı belli şekillerde yönlendirme ihtiyacı<br />

ile yasal önlemlerin yanında en güçlü müdahale<br />

biçimi olarak “teşvik ve destek” sistemini devreye<br />

almaya başladılar. Bu teşvikler ve desteklerle<br />

belli konularda iyileşme ve kontrollü büyüme hedeflenerek<br />

dünya pazarlarında daha iyi rekabet edebilir,<br />

kendi pazarına yetebilir bir ülke olma yolunda<br />

adımlar atıldı.<br />

Türkiye’de 1980’lerin ortalarında başlayan “teşvik”<br />

sistemi birçok olumlu sonuçlar doğurmasının yanı<br />

sıra bunu destekleyici belli yasal düzenlemeler ve<br />

gerekli denetleme mekanizmaları oluşturulmadığından<br />

“istismara açık” alanlar olmaya başladı. Teşvik<br />

mekanizmasında oluşan bu boşlukları değerlendirerek<br />

avantadan para koparan, devleti dolandıran,<br />

teşvik zengini tipler oluşmaya başladı (örneğin o dönemleri<br />

hatırlarsak birden bire “hayali ihracatçılar”<br />

türemişti). Bu sebeplerden dolayı toplumda, teşvik<br />

sisteminin yeterince iyi işletilemediği ve gerçek sahiplerine<br />

bu teşviklerin ulaşamadığı algısı oluştu.<br />

Hele küçük işletmeler için teşvik neredeyse hayal<br />

olarak algılanıyordu. Kaldı ki çoğu “kobi”nin teşviklerden<br />

haberi bile olmamaktaydı. Çünkü teşvik sistemindeki<br />

mevzuat eksikliği-karışıklığı, halka bunun<br />

iletilememesi, teşviklerin tek bir elden dağıtılmaması<br />

ve toplumda oluşan “teşvik eşittir avanta” algısı<br />

nedeni ile teşviklerin yerli yerinde ve yeterince<br />

kullandırıldığı söylenemez.<br />

Bugün gelinen noktada ise teşvik politikaları eskisine<br />

nazaran daha derli toplu yönetilmeye başlanmıştır<br />

diyebiliriz. Özellikle teşvik sisteminde bazı düzenlemelere<br />

gidilmiştir. Denetleme mekanizmaları geliştirilmiş,<br />

kredi kullandırma sistemi bankalar üzerinden<br />

yapılmaya başlanmış, devlet verdiği hemen<br />

hemen bütün hibe, destek ve yardımlarda “önce<br />

öde-belgelendir-geri al” sistemiyle çalışmaya başlamış.<br />

Özellikle ülkenin kalkınma stratejisi ve ihtiyaçlarına<br />

yönelik yeni bir düzenlemeye gidilerek eski<br />

teşvik yasası değiştirilmiş, teşviklerin daha adaletli<br />

ve ülke ihtiyaçlarına cevap verecek nitelikte dağıtılmasına<br />

yönelik adım atılmıştır. “Genel Teşvik<br />

Sistemi” yenilenmiş ve kapsamı genişletilerek “Sektörel<br />

Teşvik Sistemi”ne dönüştürülmüştür. Yeni Karar’ın<br />

uygulandığı bir yıllık dönemde, yabancı ser-<br />

56 M‹MAR VE MÜHEND‹S


mayeli yatırımlar da dahil olmak üzere genel ve bölgesel<br />

teşvik sistemi ile büyük ölçekli yatırımlar için<br />

düzenlenen teşvik belgesi sayısı sadece genel teşvik<br />

sisteminin uygulanmakta olduğu Ağustos 2009 öncesi<br />

bir yıllık döneme göre yüzde 43 oranında artarak<br />

3 bin 848’e yükselmiştir. Yatırım sayısındaki bu<br />

artış, toplam sabit yatırım tutarına da yansımış, yatırım<br />

tutarı bir önceki döneme göre yüzde 94 oranında<br />

artarak yaklaşık 59 milyar TL’ye ulaşmıştır. Teşvik<br />

belgeli yatırımlar kapsamında öngörülen istihdam<br />

ise yüzde 53 oranında artarak 139 bin kişiye<br />

çıkmıştır.”<br />

Teşvikler ve destekler belli kurumların bünyelerinde<br />

toplanmış; teşvik için Hazine Bakanlığı, ihracatı desteklemek<br />

için DTM, KOBİ’leri desteklemek için<br />

KOSGEB, Ar-Ge için TÜBİTAK vb. kamu kurumları<br />

işletmelere teşvik ve yardımları dağıtma ve yönlendirme<br />

işini üstlenmiştir. İşletmelere destek ve teşviklerin<br />

haberdar edilmesi konusunda çalışmalar<br />

yapılmaya başlanmıştır. Örneğin KOSGEB yaklaşık<br />

20 yıldan beri var olduğu halde, çoğu işletme ancak<br />

son 4-5 senedir böyle bir kurumun varlığından ve<br />

desteklerinden haberdar olmaya başladı.<br />

Türkiye’deki kamu kurumlarının teşvik ve destek<br />

politikaların kısaca değindikten sonra özellikle ekonomimizin<br />

dinamosu olan işletmelere yönelik teşvik,<br />

destek, hibe ve kredi olanaklarından ve bu destekleri<br />

veren kamu kurumlarından kısaca bahsetmek<br />

yerinde olur sanırım.<br />

KOSGEB DESTEKLER‹<br />

Ülkemizde 20 yıldır faaliyette bulunmasına karşın<br />

son 4-5 senedir firmaların ilgisini çeken KOSGEB,<br />

küçük ve orta ölçekli işletmelerin destek alabilecekleri<br />

en önemli kurumdur. Eskiden sadece üretim yapan<br />

kobi’lere destek verirken 2010 senesinde değişen<br />

KOSGEB sistemi ile artık hemen hemen bütün<br />

işletmeler KOSGEB desteklerinden faydalanabilmekte.<br />

Kobi’lerin faydalanabilecekleri KOSGEB<br />

destekler ve oranlarını üç başlık altında şöyle özetleyebiliriz;<br />

1-KOSGEB Kredi Destekleri<br />

2- KOSGEB Genel destekler<br />

3- KOSGEB Proje destekleri<br />

a) KOBİ proje destek programı<br />

b) Tematik proje destek programı<br />

c) İşbirliği güç birliği destek programı<br />

d)Ar-Ge, inovasyon ve endüstriyel uygulama destek<br />

programı<br />

TÜB‹TAK DESTEKLER‹<br />

Sanayi Bakanlığı, Dış Ticaret Müsteşarlığı, TTGV gibi<br />

sayılı kurumlar Ar-Ge ve inovasyon desteklerini<br />

genellikle TÜBİTAK üzerinden verir.<br />

Tüm özel sektör kuruluşu, TÜBİTAK’tan Ar-Ge projeleri<br />

için finansal destek alabilir; enstitülerle işbirliği<br />

içinde tüm test, analiz, sistem kurma ve geliştirme<br />

çalışmalarını yürütebilir; danışmanlık ve eğitim<br />

hizmetleri alabilir; uluslararası işbirlikleri geliştirebilir;<br />

bilim ve teknoloji dünyasıyla ilgili veri tabanlarından<br />

yararlanabilir.<br />

1-TÜBİTAK-TEYDEB 1507 Kobi<br />

Ar-Ge Başlangıç Destekleme Programı<br />

Programın amacı, firma düzeyinde katma değer yaratan<br />

KOBİ’lerin Ar-Ge çalışmalarını teşvik etmek<br />

ve bu yolla Türk sanayinin Ar-Ge yeteneğinin yükseltilmesine<br />

katkıda bulunmaktır.<br />

2-TÜBİTAK-TEYDEB 1508 Teknoloji/Yenilik<br />

Odaklı Girişimleri Destekleme Programı<br />

Programın Amacı: Yüksek eğitimli (lisans, yüksek lisans<br />

veya doktora) kişilerin yenilikçi iş fikirleri ile<br />

bilgi ve araştırmalarını katma değeri yüksek girişimlere<br />

dönüştürmesini, girişimcilik olgusunun tek-<br />

Ülkemizde 20 yıldır<br />

faaliyette bulunmasına<br />

karşın son dört beş<br />

senedir firmaların<br />

ilgisini çeken KOS-<br />

GEB, küçük ve orta<br />

ölçekli işletmelerin<br />

destek alabilecekleri en<br />

önemli kurumdur.<br />

Eskiden sadece üretim<br />

yapan kobi’lere destek<br />

verirken 2010 senesinde<br />

değişen KOS-<br />

GEB sistemi ile artık<br />

hemen hemen bütün<br />

işletmeler KOSGEB<br />

desteklerinden faydalanabilmekte.<br />

MART-N‹SAN 2011 57


DOSYA: F‹NANSMAN<br />

noloji ve yenilik odaklı firmalara yönelmesini sağlamaktır.<br />

3-TÜBİTAK-TEYDEB 1509 Uluslararası Sanayi<br />

Ar-Ge Projeleri Desteği<br />

Programın Amacı: EUREKA, EUROSTARS, Avrupa<br />

Birliği Çerçeve Programları ortak proje çağrılarına<br />

çıkan programlar ve benzeri uluslararası programlara<br />

sunulan uluslararası ortaklı araştırma geliştirme<br />

projelerinin ve bu projelerde yer alan Türk firmalarının<br />

desteklenmesi için oluşturulmuştur.<br />

HAZ‹NE BAKANLI⁄I DESTEKLER‹<br />

Teşvik Belgesi: Yeni Teşvik Sistemiyle getirilen yenilikler<br />

çok kapsamlı olup, önceki Genel Teşvik Sistemi’ne<br />

ilave olarak bölgesel ve sektörel yatırımlarda<br />

ek destekler uygulanmaktadır. Genel Teşvik Sistemi’nde;<br />

KDV İstisnasi + Gümrük Vergisi Muafiyeti,<br />

Bölgesel ve Sektörel Teşvik Sistemi’nde ise; KDV İstisnasi<br />

+ Gümrük Vergisi Muafiyeti + Kurumlar/Gelir<br />

Vergisi + SSK Primi + Faiz Desteği (3 ve 4. Bölgeler<br />

için) + Yatırım Yeri Tahsisi yer almaktadır. Her yatırım,<br />

her ilde aynı oranda desteklenmemektedir. Ayrıca,<br />

her yatırım bölgesel desteklere tabi değildir.<br />

Bölgesel destekler için aranan asgari yatırım şartları<br />

ve sektörler illere göre değişmektedir. Bu sebeple<br />

yatırımcının; yatırım konusuna, iline, tutarına göre<br />

hangi desteklerden yararlanacağını ve belge alıp<br />

alamayacağını doğru tespit etmesi gerekmektedir.<br />

Belge Kapsamında Uygulanan Destekler<br />

Asgari 1 ve 2. Bölge 1 milyon TL, 3 ve 4. Bölge 500<br />

bin TL üzeri<br />

KDV İstisnası: İthal/Yerli Makina ve Teçhizat alımları<br />

için<br />

Gümrük Vergisi: Makina ve Teçhizat ithalatları için<br />

Bölgesel ve Sektörel Yatırımlar İçin Destekler<br />

Kurumlar/Gelir Vergisi: 1. Bölge %25 - 2. Bölge %40<br />

- 3. Bölge yüzde 60 - 4. Bölge yüzde 80<br />

SSK Primi: 1. Bölge 2 Yıl - 2. Bölge 3 Yıl - 3. Bölge 5<br />

Yıl - 4. Bölge 7 Yıl<br />

Faiz Desteği: 3. Bölge TL 3 - Döviz 1 Puan - 4. Bölge<br />

TL 5 - Döviz 2 Puan<br />

Yatırım Yeri Tahsisi: Tüm bölgelerde-büyük ölçekli<br />

yatırımlar ile bölgesel yatırımlar<br />

KDV İstisnası: İthal/yerli makine ve teçhizat alımları<br />

için<br />

Gümrük Vergisi: Makine ve Teçhizat ithalatları için<br />

teşvik belgesi kapsamında yapılan yatırımlar için sadece<br />

vergisel destekler uygulanmakta olup düşük<br />

faizli kredi veya hibe niteliğinde destekler yoktur.<br />

Teşvik belgesi kapsamında bankalardan orta veya<br />

uzun vadeli yatırım kredisi alınabilir.<br />

DIfi T‹CARET MÜSTEfiARLI⁄I<br />

(DTM) DESTEKLER‹<br />

İhracata Yönelik Devlet Destekleri<br />

1-Pazar Araştırması ve Pazarlama Desteği<br />

2-Yurt dışı fuar katılımlarının desteklenmesi<br />

3-Çevre maliyetlerinin desteklenmesi<br />

4-Yurtdışında ofis-mağaza açma, işletme ve marka<br />

tanıtım faaliyetlerinin desteklenmesi<br />

5-Yurtdışı marka tescil faaliyetlerinin desteklenmesi<br />

- DTSS, SDS ve şirketlerin<br />

- TSS, SDS ve şirketler<br />

6-Eğitim ve danışmanlık yardımı<br />

7-Türk ürünlerinin yurtdışında markalaşması, Türk<br />

Malı imajının yerleştirilmesi ve Turqualıty®’nin desteklenmesi<br />

8-TURQUALITY® Destek Programı kapsamındaki<br />

firmalar<br />

9- Uluslararası nitelikteki yurtiçi ihtisas fuarlarının<br />

desteklenmesi<br />

10 -İstihdam yardımı<br />

58 M‹MAR VE MÜHEND‹S


DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE<br />

EĞİTİM FİNANSMANI MODELLERİ<br />

BU ÜLKEDE EV ALMAK İSTEYENE EV KREDİSİ, ARABA ALMAK İSTEYENE ARABA KREDİSİ<br />

VERİLDİĞİNE GÖRE BUNDAN DAHA ÖNEMLİSİ OKUMAK İSTEYEN ANCAK OKUMA ÜCRETİNİ<br />

ÖDEYEMEYEN GENÇLERİMİZE EĞİTİMLERİNİ YAPMAK ÜZERE EĞİTİM KREDİSİ VERİLMELİ,<br />

BU KREDİYİ ALANLAR MESLEK HAYATINDAN BORÇLANABİLMELİDİR.<br />

Prof. Dr. Zeki<br />

ÇİZMECİOĞLU<br />

Y›ld›z Teknik<br />

Üniversitesi Kimya<br />

Metalurji Fakültesi<br />

Metalurji ve Malzeme<br />

Müh. Bölümü<br />

Sabahattin Zaim<br />

Üniversitesi Mütevelli<br />

Heyet Üyesi<br />

Ülkemiz, Avrupa’nın hiçbir ülkesinde olmayan<br />

genç bir nüfusa sahip olduğu halde üniversitelerimiz<br />

bu genç nüfusumuzu eğitmekte yetersiz<br />

kalmaktadır. Üniversiteye girme oranı maalesef<br />

çok düşük seviyelerde seyretmekte olup devlet<br />

ve vakıf üniversiteleri, açık öğretim ve iki yıllık meslek<br />

yüksek okulları dahil ülkemizde üniversite çağındaki<br />

18-23 yaş arası gençlerin yüksek öğrenime girme<br />

oranı yaklaşık yüzde 53,4 civarında olduğu göz<br />

önüne alınırsa üniversite çağındaki iki gencimizden<br />

birisi yüksek öğrenime devam edemiyor demektir.<br />

Her ailenin ortak sorunu çocuklarının okumasıdır.<br />

Her anne ve babanın çocuğunun üniversiteyi kazanarak<br />

orada okuması bir hülyasıdır. Okumak isteyen<br />

ve üniversiteye girmek istediği halde giremeyen bu<br />

gençlerimizin okuma sorununu halletmek ülkemiz<br />

için beklemeye asla tahammülü olmayan, çok acil<br />

çözüme kavuşturulması gereken bir konudur.<br />

Bu makalede ülkemiz açısından konunun önemi tartışılmakta<br />

ve çözüm modelleri açıklanmaktadır.<br />

DÜNYADA VE TÜRK‹YE’DE<br />

VAKIF ÜN‹VERS‹TELER‹N‹N<br />

E⁄‹T‹M-Ö⁄RET‹M ÜCRETLER‹<br />

Vakıf üniversitelerinin ücretleri sürekli arttığından<br />

bunu gelirlerinden ödeyebilecek aileler çok sınırlı<br />

olup bunu karşılamak ancak dikkatli ve önceden<br />

planlamayı gerektirmektedir. Dünyada genel olarak<br />

vakıf üniversitelerinin ücretleri enflasyon yüzdesinden<br />

yüzde 2 daha fazla arttığı görülmüştür. Vakıf<br />

üniversitelerinin ücretleri yüzde 6 arttığı kabul edilirse<br />

12 yılda eğitim ücretleri iki misli olacaktır. İngiltere<br />

üniversitelerinde 3 yıllık bir üniversitede eğitim<br />

ücreti takriben 60 bin TL olup, 60 bin TL harcamalarla<br />

beraber toplam 120 bin TL’ye mal olmaktadır.<br />

Türkiye’de 2010-2011 akademik yılında eğitim-öğretim<br />

veren 44 vakıf üniversitesi ile 9 vakıf meslek yüksekokulu<br />

yıllık eğitim-öğretim ücretleri incelendiğinde<br />

vakıf üniversitelerinin tıp fakültelerinde yıllık<br />

eğitim ücretleri 40 bin TL’yi bulurken lisans programları<br />

ile bazı ön lisans programlarının fiyatları ortalama<br />

15-20 bin civarındadır. Barınma ve diğer ihtiyaçlar<br />

da göz önüne alındığında yıllık vakıf üniversite<br />

ücreti masrafı 4 yıllık bir okul için yılda 30 bin lirayı<br />

geçmekte, dolayısı ile 4 yıllık bir eğitimin ülkemizde<br />

toplam maliyeti 120 bin TL civarında bir meblağa<br />

ulaşmaktadır.<br />

Vakıf üniversitelerinde dershane ya da başka bir şehirdeki<br />

devlet üniversitelerinde okumanın yıllık maliyetine<br />

yakın eşdeğer bölümler de vardır. Özel üniversiteler<br />

arasında en pahalı program 40 bin TL ile<br />

İstanbul’daki Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi’dir. Onu<br />

32 bin 400 TL ile Yeditepe Üniversitesi Diş Hekimliği<br />

Fakültesi izliyor. En ekonomik bölüm ise İstanbul'daki<br />

Doğuş Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu<br />

olup bu okulun yıllık eğitim ücreti 6 bin 300 TL’dir.<br />

E⁄‹T‹M F‹NANSINI ‹Ç‹N ÇÖZÜM MODELLER‹<br />

Okumak isteyen gençlerimizin yüksek öğrenim görmesi<br />

ve eğitimin finansmanı için acil çözüm model-<br />

60 M‹MAR VE MÜHEND‹S


leri olarak uzaktan eğitimi yaygınlaştırılması, eğitim<br />

kredisi sağlamak ve vakıf üniversitelerinde burslu<br />

öğrenci kontenjanlarını arttırmak gibi üç önemli çözüm<br />

modeli aşağıda açıklanmaktadır.<br />

2.1.Uzaktan Eğitimin Yaygınlaştırılması<br />

Ülkemizde 100 civarında devlet ve 50 civarında vakıf<br />

üniversitesi faaliyettedir. Okumak isteyen gençlerimizin<br />

okuması için en az 100 civarında üniversitenin<br />

daha açılmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Yetişmiş öğretim<br />

elemanı kıtlığı yeni devlet ve vakıf üniversitelerinin<br />

süratle açılmalarını sınırlamaktadır.<br />

Dünyanın gelişmiş ülkelerinin birçok üniversitesinde<br />

uzaktan eğitim yöntemleri kullanılarak eğitim ekonomik<br />

olarak yaygınlaştırıldığı halde maalesef ülkemizde<br />

internet üzerinden eğitim istenen düzeyde<br />

yaygınlaşamamıştır. Uzaktan eğitim yönteminin ülke<br />

çapında yaygınlaştırılması hem mevcut eğitim kadrosunun<br />

daha geniş bir kitleye eğitim vermesi hem<br />

de eğitimin ekonomik ve yaygın olması açısından en<br />

ideal çözümdür. Ülkemizde internet kullanımı oldukça<br />

yaygınlaştığına göre okumak isteyen gençlerimizi<br />

ailesinden, köyünden, kasabasından ayrılmadan,<br />

büyük şehirlere gelmeden ilave barınma ve diğer<br />

masraflara gerek kalmadan, çok daha ekonomik<br />

eğitim bedelleri ile uzaktan eğitim modeli ile eğitmek<br />

mümkündür.<br />

Yüksek öğretimin önündeki zaman ve mekan engellerini<br />

ortadan kaldıran, okumaya imkan bulamayan<br />

gençlerimize çağımızın yüksek bilişim teknolojilerine<br />

dayalı internet ortamında kaliteli bir eğitim vermek<br />

mümkün olacaktır. Bu sistemle, eğitim, 24 saat<br />

canlı tutulmakta, öğrenciye 24 saat bilgi almaverme<br />

fırsatı, etkili ve dinamik bir şekilde, danışman<br />

öğretim üyesiyle sürekli iletişim içinde bulunma olanağı<br />

sağlanmaktadır. Ayrıca ‘Öğretim Yönetim Sistemi’<br />

aracılığıyla öğrencilerin ve öğretim üyelerinin<br />

akademik faaliyetleri, sürekli olarak denetlenmekte<br />

ve değerlendirilmektedir.<br />

Uzaktan eğitim sistemi ile alanında tanınmış öğretim<br />

üyeleriyle etkileşimli olarak, haftada 7 gün, günde<br />

24 saat eğitim hizmeti verilmekte, dersler sesli ve<br />

görüntülü eğitimlerin yer aldığı sanal sınıflarda yapılmaktadır.<br />

Yapılan tüm dersler kayıt edilerek öğrencinin<br />

dersi tekrar tekrar izlemesine imkân sağlanmaktadır.<br />

Eğitim, ara sınavlar ve ödevler tamamen<br />

internet üzerinden yürütülmekte, ancak başarı<br />

belirlemesinde yüzde 70 ağırlığa sahip olan dönem<br />

sonundaki final ve bütünleme sınavları ise kimlik<br />

kontrollü merkezlerde, eş zamanlı olarak, sınıf ortamında<br />

yüz yüze yapılmaktadır.<br />

Ülkemizde interaktif bir üniversite modeli ile bütün<br />

branşlarda mevcut üniversite öğretim üyelerinin ek<br />

görevle görevlendirilerek internet üzerinden eşzamanlı<br />

eğitim ile üniversite kapısında yığılan milyonlarca<br />

gencimizin acil olarak eğitimi en ekonomik<br />

olarak gerçekleştirilmelidir. Uzaktan eğitim öğrencileri<br />

laboratuar gerektiren alanlarda mevcut üniversitelerimizin<br />

laboratuarlarından belirli bir programa<br />

göre yararlandırılmalıdır.<br />

Yüksek öğretimin<br />

önündeki zaman ve<br />

mekân engellerini<br />

ortadan kaldıran, okumaya<br />

imkân bulamayan<br />

gençlerimize çağımızın<br />

yüksek bilişim<br />

teknolojilerine dayalı<br />

internet ortamında<br />

kaliteli bir eğitim vermek<br />

mümkün<br />

olacaktır.<br />

MART-N‹SAN 2011 61


DOSYA: F‹NANSMAN<br />

Ülkemizde vakıf<br />

üniversitelerinin artması<br />

ve burslu<br />

öğrenci kontenjanlarını<br />

arttırması<br />

ülkemizde devlet<br />

üniversitelerinin<br />

yükünü azalttığı gibi<br />

eğitimin sorunlarını<br />

azaltması<br />

bakımından büyük<br />

önem arz etmektedir<br />

Bu açıdan vakıf<br />

üniversitelerinin<br />

açılması teşvik<br />

edilmelidir.<br />

Eğitim Kredisi Sağlamak<br />

Bu ülkede ev almak isteyene ev kredisi, araba almak<br />

isteyene araba kredisi verildiğine göre bundan daha<br />

önemlisi okumak isteyen ancak okuma ücretini ödeyemeyen<br />

gençlerimize eğitimlerini yapmak üzere<br />

eğitim kredisi verilmeli, bu krediyi alanlar meslek<br />

hayatından borçlanabilmelidir. Okumak isteyen<br />

gençlerimize bu eğitim kredisini vermek için devletimiz<br />

bankalar ve finans kurumlarını teşvik etmelidir.<br />

Vakıf Üniversitelerinde Burslu<br />

Öğrenci Kontenjanlarını Arttırmak<br />

Vakıf üniversiteleri cazip burs seçenekleri ve yeni<br />

eğitim programlarıyla her geçen gün öğrenci tercihlerinde<br />

daha fazla yer almaktadır.<br />

Mezuniyet sonrası iş bulma imkanı yüksek programlara<br />

öncelik veren vakıf üniversitelerine ilgi her geçen<br />

yıl artmaktadır. Klasik eğitim programlarının<br />

ötesinde, dünyadaki yükselen trendleri takip eden<br />

vakıf üniversiteleri, bu yönüyle öğrenci tercihlerinde<br />

ciddi bir alternatifi olmaya başladı Uluslararası yetkinliğe<br />

sahip akademik kadroları, teknolojiyle desteklenen<br />

eğitim altyapıları, teknik ve sosyal olanakları<br />

ile uluslararası bağlantıları vakıf üniversitelerinin<br />

önünü açmaktadır.<br />

Vakıf üniversiteleri, devlet üniversiteleri tarafından<br />

karşılanması giderek zorlaşan yükseköğretim yükünü<br />

az da olsa hafifletmektedir. Bu üniversitelerin<br />

önemli bir bölümü, büyük kentlerin çevresinde kendilerine<br />

ait kampüslere sahiptir. Türkiye’nin ilk vakıf<br />

üniversitesi, 1984 yılında kurulan ve 1986-87’de eğitime<br />

başlayan Bilkent Üniversitesi oldu. Onu, 1992<br />

yılında kurulan Koç Üniversitesi ve 1994’te kurulan<br />

Başkent Üniversitesi izledi. Şimdi YÖK’ten açılışı için<br />

onay bekleyen 6 üniversite de dahil olmak üzere<br />

Türkiye ve KKTC’de toplam 66 vakıf üniversitesine,<br />

99 bin 274 yeni öğrencinin yerleşmesi bekleniyor.<br />

Ülkemizde vakıf üniversitelerinin artması ve burslu<br />

öğrenci kontenjanlarını arttırması ülkemizde devlet<br />

üniversitelerinin yükünü azalttığı gibi eğitimin sorunlarını<br />

azaltması bakımından büyük önem arz etmektedir<br />

Bu açıdan vakıf üniversitelerinin açılması<br />

teşvik edilmelidir. Ülkemizde yetenekli, çalışkan<br />

gençlerimizin okuma imkanlarını arttırmak amacı<br />

ile iş adamı ve varlıklı aileler arasında burs kampanyaları<br />

ile bir eğitim seferberliği başlatılmalıdır.<br />

SONUÇ<br />

Ülkemizde okumak isteyen üniversite kapısında yığılmış<br />

milyonlarca gencimizin eğitim ihtiyacının karşılanması<br />

için ekonomik eğitim yöntemi olan uzaktan<br />

eğitim sisteminin yaygınlaştırılması, eğitim kredisi<br />

sisteminin geliştirilmesi ile eğitimin finanse<br />

edilmesi ve vakıf üniversitesi burs kontenjanlarının<br />

arttırılması gibi acil çözümler üzerinde çalışmalar<br />

yapılmasının yararlı olacağı mülahaza edilmiştir.<br />

62 M‹MAR VE MÜHEND‹S


DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE<br />

DOĞRU FİZİBİLİTE, VERİMLİ PROJE<br />

PROJENİN İÇERİĞİ NE OLURSA OLSUN, YATIRIMCI, DANIŞMAN VEYA FON SAHİBİ AYNI<br />

NOKTADA BULUŞABİLMELİDİR. AKSİ TAKDİRDE KAZANÇ OLMAYACAKTIR. İŞTE BU NEDENLE<br />

BU SAC AYAĞINI TAMAMLAYAN TÜM TARAFLARIN, FİZİBİLİTENİN KENDİLERİ İÇİN NE İFADE<br />

ETTİĞİNİ TAM OLARAK İDRAK ETMELERİ GEREKMEKTEDİR.<br />

İnan Ulaş ŞAHİN<br />

Proje Geliştirme<br />

Uzmanı<br />

Öncelikle küçük bir hatayı düzelterek başlamak<br />

isterim; fizibilite ve iş planı farklı şeylerdir. Fizibilite<br />

kısaca anlatmak gerekirse, planlanmakta<br />

olan yatırımların yasal, ekonomik ve yapılabilir<br />

olup olmadığı konularında bilgi verir. İş planı ise<br />

bir planlama aracıdır, fizibilite çalışmasında yapılmasına<br />

karar verilen projenin, fikir düzeyinden gerçek<br />

yaşama geçişini sağlar ve bu yolda yapılması gerekenleri<br />

belirler. Bu noktaya bir ayraç koyarak devam<br />

edelim; fizibilite çalışmaları genellikle, kapsamlı<br />

iş planları üzerinden gerçekleştirilir ve yatırım<br />

projelerinin farklı varsayımlar altında gerçekleştirilebilir<br />

olup olmadığını belirler.<br />

Fizibilite çalışmaları daha ziyade yatırımcılar tarafından<br />

oluşturulan iş planlarıyla var olurlar. Bir fizibilite<br />

çalışmasının başarısı, bu çalışmada kullanılan iş<br />

planının, hedef yatırımı doğru bir şekilde yansıtabilme<br />

yeteneğine bağlıdır. Bu nedenle fizibilite statik<br />

değil, dinamik bir süreçtir. Toplumsal kamu projeleri<br />

dışında, her yatırımcı optimal fayda ve maksimum<br />

kar elde etmek ister. Bu durum hedefi belli ancak<br />

yolu belirsiz bir paradoks gibidir. Yatırımcı ve planlayıcının<br />

sürekli hedefe giden yolu revize etmelerini,<br />

en azından teyit etmelerini gerektirir.<br />

Kendinizi bir yatırımcı olarak hayal edin; size sunulan<br />

proje üzerine düşünüyorsunuz… Aklınızdan geçenler<br />

“Acaba bu anlattıkları iş yapılabilir mi?”, “Varsayalım<br />

yaptık, ne kadar kazandırır?”, “Peki elime<br />

geçecek olan kar, benim için optimal kazanç mı?”<br />

gibi düşünceler olacaktır. Dikkat! Daha ilk sorunuz<br />

sizi fizibilite çalışmasına götürüyor. “Acaba bu anlattıkları<br />

iş yapılabilir mi?” İşte bu soruya yanıt arayan<br />

bir araştırma çeşididir fizibilite. Herhangi bir fikrin<br />

“olurunu” araştırır ve bu fikrin olup olmayacağı konusunda<br />

karar verilmesine yarayacak verileri bir<br />

araya getirir. Bunu yaparken de o işin başarıya ulaşması<br />

için değişik alternatif senaryoları inceler, bu alternatif<br />

senaryolar içinden en başarılı olması muhtemel<br />

görüneni belirler. Diğer bir anlatımla, fizibilite<br />

çalışması, proje aşaması öncesinde, projeye başlanıp<br />

başlanmaması kararının verilmesini sağlar.<br />

Genelde yeni yatırım fikirleri, proje evresine dönüşürken<br />

tekrar tekrar fizibilite çalışmasına tabii tutulurlar.<br />

Bilinçli veya bilinçsiz. Asıl olan karlı bir proje<br />

üretmek değil, yatırımdan maksimum karı elde etmektir.<br />

İşte bunu ayırt edebilen yatırımcı, muhtemelen<br />

bilinçli bir şekilde fizibilite yaptıran kişidir. Hatta<br />

öyle ki “yeni yatırım fikri” tabirini kimileri, ilham olarak<br />

algılarken, bilinçli yatırımcı için bu tabir, ön fizibilite<br />

çalışmasından ibarettir. Her şey planlanmadan<br />

önce aklın süzgecinden geçirilmeli ve elimizde kalanlar,<br />

getiri oranlarına göre sıralanmalıdır. İşte yatırımcıyı,<br />

karar verme aşamasına götüren yolun başlangıcı<br />

burasıdır. Fizibilite…<br />

Ancak unutmayalım ki her proje, kendisine özel bir<br />

fonlama sistemi ister. Fizibilite çalışmasının finansal<br />

ayağı işte bu nedenle çok önemlidir. Projenin finansal<br />

analizi ve buna uygun olarak yapılacak finansal<br />

fizibilite çalışması yatırımcı açısından son derece<br />

önemlidir. Finansal fizibilite analizde yatırımcılar bir<br />

taraftan, minimum sermaye riske edip maksimum<br />

karlılık yakalamaya çalışırken diğer taraftan da kalan<br />

sermaye açığını finanse edebilecek uygun maliyetli<br />

“fonlama” arayışında olacaklardır. Peki, işin diğer<br />

boyutundan yani finans kuruluşları tarafından<br />

bakarsak durum nasıl görünür? Her fon yöneticisi<br />

veya finans kurumu olaya kendi boyutundan yaklaşacak<br />

ve projenin borç ödeme kabiliyetini sorgulayacaktır.<br />

Kısacası fon sahibi; güvenilir, optimal kazanç<br />

sağlayacak ve yatırımcısına borç karşılama yeteneği<br />

verecek bir proje arayacaktır. Haliyle fonladığı projenin<br />

geri ödemesini bekleyen finans kurumu içinde<br />

önemlidir “fizibilite”. Böylece, yapılacak analizler<br />

projenin hangi denge noktasında, hem yatırımcıyı<br />

64 M‹MAR VE MÜHEND‹S


hem de finans kurumunu bir araya getireceğini ortaya<br />

koyar. Farkındaysanız ortak payda oluşturan, fizibilite<br />

çalışmasından başka bir şey değildir. Ortak<br />

yatırım, ortak beklenti, ortak risk, ortak kazanç, …<br />

Aslına bakarsak yatırım ve finansman sarmalı öylesine<br />

karmaşık bir hal almaktadır ki ne yatırımcı ne<br />

de fon sahibi tek başına bu durumu çözemez. Yatırımcı<br />

için asıl beklenti olan “parasının maksimum<br />

karı sağlaması” durumu, fon sahibi için de geçerlidir.<br />

Ancak fon sahibinin yatırımcıya sağladığı maddi<br />

destek, yatırımcının başarısıyla orantılı olduğundan<br />

risk payı da yüksektir. Bu nedenle ya yatırımcı, proje<br />

üzerindeki özsermaye oranını yükseltecek ya da projesinin<br />

piyasa faiz oranının üzerinde kar getirmesini<br />

hedefleyecektir. Ki böylece borç aldığı mevduatı geri<br />

ödedikten sonra elinde kalan para, vadeli opsiyon<br />

piyasasında geçerli faiz oranının üzerine çıkmış olsun<br />

ve yatırımcı para kazansın.<br />

Başka bir anlatım tarzıyla; tekrar kendinizi bir yatırımcı<br />

olarak hayal edin. Örneğin gayrimenkul sektörüne<br />

yatırım yapmak istiyorsunuz. Bir de yatırım danışmanınız<br />

var. Yatırım danışmanınız önce uygun bir<br />

arsa bulur; sonra bu arsa üzerine, imar kanunun ve<br />

bölge imar planlarının el verdiği ölçülerde bir toplu<br />

konut projesi geliştirir. Yıllara yaygın bir inşaat çalışması<br />

olacağından projenin tamamlanma süresini de<br />

maliyetini de yıllara yaygın hesap eder. Tabii dolaylı<br />

ve dolaysız maliyetleri ayrı kalemler halinde hesaplayacaktır.<br />

Sonra da getiri projeksiyonunu hesaplar.<br />

Tabi ki yıllara yaygın şekilde, ne de olsa proje daha<br />

maket aşamasındayken size satış getirisi sağlayabilir.<br />

Hem inşaat maliyetini hem de getiri projeksiyonunun<br />

toplamını bugüne yani yatırım tarihine çevirir.<br />

Artık yatırım danışmanınızın size sunacağı bir yatırım<br />

projesi mevcuttur. Projeyi alır incelersiniz, toplam<br />

elinizden çıkacak paranın bugünkü değerini görürsünüz.<br />

Bu miktarın bir kısmını nakit bir bölümünü<br />

de kredi ile karşılama seçenekleriniz vardır.<br />

Ama yatırım danışmanınıza soracağınız ilk soru<br />

muhtemelen şu olacaktır: “Ben bu özsermayeyi,<br />

gayrimenkul piyasasının ayrı bir kolunda veya menkul<br />

kıymetler piyasasında değerlendirecek olsam<br />

(mesela bono veya tahvil alarak) daha çok kazanç elde<br />

edebilir miyim?” İşte tipik yatırımcı algısı. Ancak<br />

oldukça da mantıklı. Yatırım sonucunda, menkul kıymetler<br />

piyasasında elde edebileceğinizden daha fazla<br />

kar elde etmek istiyorsunuz. Çünkü yatırımınızın<br />

bir bölümünü, kullanacağınız kredinin faizine ayırmanız<br />

gerekecek. İşte anahtar nokta burası. Yani yatırım<br />

maliyetinin doğru hesaplanması. Eğer sizde<br />

sunulan proje, makro ekonomik piyasa koşullarında<br />

genel geçer faiz oranının üzerinde bir getiri sağlayacaksa<br />

o proje sizin için yapılabilir demektir. Aynı zamanda<br />

sizi fonlayacak olan finans kurumu içinde yapılabilir<br />

durumdadır. Ortak payda yakalandığı andan<br />

itibaren de yatırım faaliyeti başlayacaktır. Görüldüğü<br />

üzere, burada ortak paydayı oluşturan unsur, yatırım<br />

danışmanınızın size sunduğu projenin karlılık oranı<br />

ve bu oranın tespit edilmesi, sunulması evreleridir.<br />

Kısacası fizibilite çalışmasıdır.<br />

Projenin içeriği ne olursa olsun, yatırımcı, danışman<br />

veya fon sahibi aynı noktada buluşabilmelidir. Aksi<br />

takdirde kazanç olmayacaktır. İşte bu nedenle bu<br />

sac ayağını tamamlayan tüm tarafların, fizibilitenin<br />

kendileri için ne ifade ettiğini tam olarak idrak etmeleri<br />

gerekmektedir. Ülkemizde gün geçtikçe gelişen<br />

ve profesyonelleşen yatırım danışmanlığı faaliyeti,<br />

hem özsermayenin hem de fon sahibinin gün geçtikçe<br />

bilinçlendiğini göstermektedir. Bu süreçte asıl<br />

olan eğitim ve gelişim sürecidir. Sonuç mu?<br />

Eğitim, fizibilite, proje, ortak maliyet, ortak risk, ortak<br />

kazanç…<br />

Genelde yeni yatırım<br />

fikirleri, proje evresine<br />

dönüşürken tekrar<br />

tekrar fizibilite<br />

çalışmasına tabii tutulurlar.<br />

Bilinçli veya bilinçsiz.<br />

Asıl olan karlı<br />

bir proje üretmek<br />

değil, yatırımdan maksimum<br />

karı elde etmektir.<br />

İşte bunu ayırt edebilen<br />

yatırımcı,<br />

muhtemelen bilinçli<br />

bir şekilde fizibilite<br />

yaptıran kişidir.<br />

MART-N‹SAN 2011 65


DOSYA: F‹NANSMAN ‹NCELEME<br />

FİNANSAL KAYNAĞIN TEMİN METOTLARI VE<br />

BİR VAKA İNCELEMESİ;<br />

“DİZAYN GRUP”<br />

ÜLKEMİZİN ÖNEMLİ KURULUŞLARINDAN BİRİ OLAN VE KURULUŞ ŞEKLİ İLE BUGÜNKÜ<br />

GİRİŞİMCİLERE ÖRNEK OLABİLECEK BİR FİRMA OLAN DİZAYN GRUP’UN KURULUŞUNDAKİ<br />

FİNANSAL KAYNAĞIN TEMİNİ KONUSUNU DİZAYN GRUP YÖNETİM KURULU BAŞKANI<br />

İBRAHİM MİRMAHMUTOĞULLARI DERGİMİZE DEĞERLENDİRDİ.<br />

İbrahim<br />

MİRMAHMUTOĞULLARI<br />

İşadamı<br />

66 M‹MAR VE MÜHEND‹S<br />

Üniversiteyi burs alarak okuyan biri olarak, şirketi<br />

kurarken sermayeli kurma şansımız ne<br />

yazık ki olmadı. Kelimenin tam anlamıyla sıfır<br />

sermaye ile başladık.<br />

Makine mühendisiyim. Öğrencilik yıllarında iki tez<br />

bitirdim, biri akışkanlar mekaniği diğeri ise ısı transferi<br />

konusunda. Akışkanlar mekaniği projesinde bir<br />

köye su taşımıştım. Isı transferi projemde de bir binanın<br />

ısıtma ihtiyacını belirleyip modellemiştim.<br />

Kuşkusuz işimizi kurarken en az sermaye ihtiyacı<br />

olan bir iş yapmalıydık. Yukarıda anlattığım iki konuda<br />

“proje çizmek” üzere tanımlanmış bir iş konusu<br />

seçtik. Sıfır sermaye yapısıyla ancak projecilik ile<br />

başlama fikri akıllıcaydı, alternatifi de yoktu. Tabi<br />

proje çizmek için bile bir ofis gerekiyordu, teknik resim<br />

masası birkaç da sandalye, koltuk ve masa. Tüm<br />

bunları temin etmek için hatırı sayılır bir mücadele<br />

verdik.<br />

G‹R‹fi‹MC‹L‹K CESARET ‹STER<br />

Sene 21 Mart 1987 tarihini gösteriyordu. Üç arkadaş<br />

“girişimci” olabilmek için cesur olmamız gerektiğini<br />

biliyorduk. Kendimize hem güvenimiz hem de saygımız<br />

vardı. Sonraları bilançoda “maddi olmayan duran<br />

varlıklar (intencble)” şeklinde isimlendirildiğini<br />

öğrendiğim elle tutulmayan, gözle görülmeyen, fakat<br />

en az finansal (ayni veya nakdi) sermaye kadar<br />

önemli bir sermayemiz vardı. Çevremizde oluşturduğumuz<br />

güzel intibaa, kendimize olan saygımız,<br />

çizgimiz, duruşumuz vs. tek sermayemizdi. Bu sermayeyi<br />

25 yıldır kullanıyoruz, bitmiyor, artıyor.<br />

Bu sermayemiz sayesinde ilk ayları dostlarımıza<br />

borçlanarak geçirebilmeyi başardık. Takdir edersiniz<br />

ki, henüz öğrencilikten yeni çıkmış birileri için,<br />

açık hesapla mal vermeyi hiçbir ticaret erbabı kolay<br />

kolay kabul etmez. Paranız yoksa saygınlığınız da<br />

yoksa gerçekten işiniz çok zor. Saygınlık en zor zamanlarda<br />

imdada yetişen en güçlü değerimizdir.<br />

Tüm ofis içi ihtiyaçlarımızı 90 gün sonra ödemek<br />

üzere temin ettik. Tabi ki 90 gün çabuk geldi ama biz<br />

henüz bir iş alamamıştık. Aslına bakarsanız ilk 180<br />

günde de iş alamadık.<br />

Kuruluşumuzdan 90 gün sonraya vadesi olan senedi<br />

tabiî ki ödemeliydik. Tüm hayatı boyunca idealist olmuş<br />

gençler olarak birine vermiş olduğumuz sözü<br />

tutmamamız düşünülemezdi. Kaynak bulmak lazımdı.<br />

Peki, ama nasıl? İlk “finansman temin modelimizi<br />

“işte o günlerde geliştirdik.<br />

Üniversite yıllarında pek paralı arkadaşımız olmamıştı,<br />

ancak her arkadaşımızın gani gönüllü olduğunu<br />

iyi biliyorduk. Çok derli toplu bir telefon fihristi<br />

tutmamız işimizi biraz kolaylaştırdı. Önce 10 kişilik<br />

bir liste belirledik. Her arkadaşımdan senet miktarının<br />

1/10 nispetinde bir haftalığına borç para (haftalık<br />

kredi) rica ettik. Bir hafta çabuk geçti, ben bir haftanın<br />

bir gün gibi hızlı geçtiği benzer vakalara daha<br />

sonraki günlerimde pek rastlamadım. Sonra telefon<br />

fihristimizden 20 arkadaş seçip, bu sefer 1/20 oranında<br />

15 gün için borçlandık. Tabi 15 günde çabuk<br />

geçti. Sonra biraz yeni ilaveler biraz da eski borçlandığım<br />

arkadaşlardan borçlanma yoluyla, ilk işi ve o<br />

işin avansını temin edene kadar yaşantımızı devam<br />

ettirdik. İşte bu yolla “ ilk dış kaynak” bulma ve realize<br />

etme modelimizi geliştirmiş olduk.<br />

Özellikle üniversitelerde yaptığım konuşmalarda,<br />

“başlangıç için finansal kaynağı nasıl oluşturduğumuz”<br />

sorulur ve bende bu olayı anlatırım. Onlara<br />

“Eğer bu sıralarda kardeşlik seviyesinde bir arkadaşlık<br />

edinmeyi başaramadıysanız, bir gün telefon<br />

fihristinize bakmanız gerektiğinde rahatça arayabileceğiniz<br />

arkadaşlarınızın olmadığını görebilirsiniz.<br />

Bence çok büyük bir kayıp, çok gerektiği bir anda


kardeşçe diyaloglarla oluşmuş bir arkadaşlık hayat<br />

bile kurtarabilir” derim.<br />

İlk 6 ay böyle geçti, sonra ilk işimizi almaya başladık.<br />

Tabi ilk işimizi alana kadar yüzlerce yere teklif vermiştik.<br />

Ancak genelde bizi tecrübesiz buldukları için<br />

iş alamamıştık. Sonra aradan iki yıl kadar bir vakit<br />

geçti, biz artık her teklif verdiğimiz işi almaya<br />

başlamıştık. Biz işlerimizi güzel yapmıştık, müşteri<br />

bize inanmaya başlamıştı, kulaktan kulağa pazarlama<br />

metodu çalışmıştı. Biz de biraz pazarlamaya yatırım<br />

yapmıştık tabii. Hiç iş alamadığımız dönemden,<br />

her teklif verdiğimiz işi alabildiğimiz döneme girmiş<br />

olduğumuz için mutluyduk.<br />

İki ortağımdan biri kuruluşumuzun daha ilk aylarında,<br />

bugün rahmetli olan babasının ısrarı üzere, diğer<br />

ortağım ise başka iş yapmak istediği için ilk yılında<br />

ayrılmıştı. Kalmıştım yalınız.<br />

Sene 1989’un sonlarını gösteriyordu. İlk “artı kaynak”<br />

üretimimiz bu dönemde oluştu. Yani hem borçlarımızı<br />

ödemiştik, hem faaliyet giderlerimizi karşılıyorduk<br />

hem de “kaldıraç etkisi” yapabilme fırsatı<br />

oluşturan “artı kaynak” oluşturmuştuk. Sonraki büyümelerin<br />

temelinde, oluşturulan bu artı kaynağın<br />

payı büyüktür.<br />

M‹ADINI DOLDURMUfi SEKTÖRDE<br />

ISRARCI OLUNMAMALI<br />

Fakat araya bir Körfez Krizi girdi. Körfez Krizi’nden<br />

bizde. Alacaklarımızı tahsil edemedik. Artı değerimizin<br />

neredeyse yarıdan fazlası eridi. Biz kalanıyla projecilikten<br />

sanayiciliğe geçiş sürecini yönetmeye çalıştık.<br />

“Tam zamanlı bir geçiş” şeklinde bir tabir kullanırım.<br />

Eğer bir sektör miadını doldurmuşsa orada<br />

kalmak için ısrarcı (sebat etmekle, miadını doldurmuş<br />

bir konudan uzaklaşmayı çelişki olarak telakki<br />

etmiyorum, bilakis bir zaruret olarak görüyorum) olmamak<br />

lazım.<br />

Tabi ki “üretime geçiş” kolay olmadı. Projecilikten<br />

elde edilen sermaye bir üretim sürecini yönetmeye<br />

yeter mi? Tabi ki yetmez. Sonra üretebilmenin bilgisine<br />

(Know-How) sahip olmak lazım. Ürünün satışında<br />

ihtiyaç duyulan değerlerin biri de “marka”dır.<br />

Güçlü bir markaya sahip olmak lazım. Hem bilgi<br />

(Know-How), hem marka için gelişmiş bir ülkenin<br />

firmalarından birinin lisansı ile üretim yapmak, Türkiye<br />

gibi ülkelerin firmalarının yaptığı en kestirme<br />

yoldur. Bunu yapabilecek ne tecrübemiz, ne de bu<br />

amaç için kullanabilecek ilave bir paramız vardı.<br />

Üretimi de kendimiz başarmalı, tüm bilgi ihtiyacını<br />

da kendimiz üretmeli, markamızı da kendimiz<br />

oluşturmalıydık. Biz mühendistik ve bu ülkenin mühendislerine<br />

örnek olmalıydık.<br />

Bir firmadan lisans almak “hegomonya” gibi bir şey.<br />

Millet olma bilincine eriştiği ilk günden devlet olmuş<br />

bir milletin mensubu olarak, özgürlük hakkımızı sınırlayacak<br />

bu tür bir eyleme giremezdik. Biz bu yanlışı<br />

yapmadığımız gibi, bu ülkemizin her hangi bir kuruluşu<br />

da bu yanlışı yapmamalı. Teknoloji satın aldığımız<br />

ölçüde bağımlı oluruz. Biz “sadece teknolojisini<br />

kendisi geliştiren ülkelerin bağımsız olduğuna”<br />

inanıyoruz.<br />

Mutluyuz ki hiçbir ülkeden ya da firmadan Know-<br />

How ya da lisans almadık. Bugün dünyanın pek çok<br />

ülkesine Know-How ve lisans satıyoruz. Ülkemizde<br />

lisans satan iki yerli kuruluş varsa birisi biziz, diğerini<br />

de bilmiyorum.<br />

SERMAYE KAR ‹LE BÜYÜTÜLMEL‹D‹R<br />

Biliyorsunuz bankalar geçmişi olan, hikâyesi olan, iyi<br />

bir bilançosu olan, bilançosundaki özkaynak bölümü<br />

dolu olan firmalara kredi verirler. 1987 yılında sıfır<br />

sermaye ile kurulmuş bir firmanın, 1990 yılında ban-<br />

Bir gün telefon<br />

fihristinize bakmanız<br />

gerektiğinde rahatça<br />

arayabileceğiniz<br />

arkadaşlarınızın<br />

olmadığını<br />

görebilirsiniz. Bence<br />

çok büyük bir kayıp,<br />

çok gerektiği bir anda<br />

kardeşçe diyaloglarla<br />

oluşmuş bir arkadaşlık<br />

hayat bile kurtarabilir<br />

MART-N‹SAN 2011 67


DOSYA: F‹NANSMAN<br />

2002 yılında<br />

başlattığımız “Beyin<br />

Göçüne Karşı, Beyin<br />

Gücünü Teşvik<br />

Ediyoruz!”<br />

kampanyası ile<br />

endüstriye<br />

dönüşebilecek,<br />

proje, buluş ve yeni<br />

fikirleri maddi ve<br />

teknik açıdan<br />

desteklemekteyiz.<br />

Bu bizim son derece<br />

iş gören bir<br />

“iş modelimiz”.<br />

kaların istediği şartları sağlaması pek kolay değildi.<br />

Kaldı ki bankalar o günlerde kimi gerekçelerle bizim<br />

de fazla kapısını çaldığımız kuruluşlar olmamışlardır.<br />

Aklımızı “banka kredilerine” ulaşmak için yorsaydık,<br />

daha şık finansman temin alternatiflerini<br />

üretememiş olurduk herhalde.<br />

Üretim safhası gerçekten finansal kaynak ihtiyacının<br />

devleştiği safhadır. Projecilikte fazla bir sermaye ihtiyacı<br />

yoktu. Ticaretin de sermayesi stoktaki mal ve<br />

sistemin dönmesi için gerekli ihtiyaçtan ibarettir.<br />

Sanayicilik öyle değil. Önce doğru yatırım konusu seçeceksiniz,<br />

sonra ihtiyaç duyduğunuz binayı temin<br />

edeceksiniz, sonra makine parkını oluşturacaksınız,<br />

tüm girdileri temin edeceksiniz, markanıza yatırım<br />

yapacaksınız, kritik mamul stoklarınızı oluşturacaksınız,<br />

en sonunda eğer beğenirse müşteriniz ürününüzü<br />

alacak. Gerçekten çok zahmetli bir iş. Hem zaman<br />

tüketiyor hem finansal kaynakları tüketiyor,<br />

hem de ömrü tüketiyor. Şikâyet için söylemiyorum.<br />

Bu bir “dert” olabilir, ancak ben “derdimi seviyorum”.<br />

Eğer ürettiğiniz ürün “katma değerli” bir ürün<br />

ise satarken para kazanmanız mümkün. İşte firmamız<br />

daha ilk yıllardan oluşturduğu ar-ge gücüyle<br />

“katma değerli” ürünler üretebilmeyi başarabilmiştir.<br />

Asıl büyümeyi finanse ettiği kaynak bu kaynaktır.<br />

Kurumların sermaye ihtiyacını birkaç türlü yoldan<br />

karşılaması mümkün. Bunun en akılcı olanı ise faaliyetlerinden<br />

elde ettiği kar ile sermayesini büyütmesidir.<br />

Faaliyetlerden kar edebilmek için de daha<br />

karlı olabilecek teknoloji geliştirmek lazım. İşte firmamız<br />

daha ilk yıllardan kurumun omurgasını bu<br />

şekilde yapılandırmıştır.<br />

Ar-ge faaliyetleri sonucu elde ettiğimiz kar, hem bereketli,<br />

hem de sürdürülebilirlik vasfı taşıyor. Özellikle<br />

patent altına aldığımız ürünlerimiz bize, farklı<br />

fırsatlar sunuyor.<br />

PROJES‹ OLAN G‹R‹fi‹MC‹LER‹ DESTEKL‹YORUZ<br />

2002 yılında başlattığımız "Beyin Göçüne Karşı, Beyin<br />

Gücünü Teşvik Ediyoruz!" kampanyası ile endüstriye<br />

dönüşebilecek, proje, buluş ve yeni fikirleri<br />

maddi ve teknik açıdan desteklemekteyiz. Bu bizim<br />

son derece iş gören bir “iş modelimiz”.<br />

“Dosteli Projemiz”in içeriğini, faaliyette bulunan firmaların<br />

yönetsel, finansal, teknolojik ihtiyaçları sebebiyle<br />

verimsizleşme durumlarında bu firmalara<br />

yol arkadaşlığı şeklinde özetleyebiliriz. Bize göre<br />

dünyada üç grup şirket vardır;<br />

1-Hayatını devam ettirme şansı olmayan şirketler;<br />

Bu firmalara yatırım yapmak israftır. Devam etmesi<br />

de israftır. Bunların bir şekilde kapanması hayırlı<br />

olandır.<br />

2. Sağlıklı olarak yürüyen şirketler;<br />

Bunlar nakit akımları bozuk olmayan, rekabetçi<br />

ürün ortaya çıkartabilen, iyi yönetilen işletmelerdir.<br />

Zaten tüm finans şirketleri de bunların etrafında<br />

pervane gibi dönerler.<br />

3. Yaşatılması gereken şirketler;<br />

Bu tür şirketler iyi niyetlidir, vizyon sahibidir, idealleri<br />

ve hedefleri vardır. Yaptıkları göz dolduran kimi faaliyetleri<br />

vardır. İşletme kültürü oluşmuştur… Ancak,<br />

nakit akımı ve bilançosu bozulmuştur. Faaliyet<br />

karlılığı olmasına rağmen, finansman maliyetlerinden<br />

dolayı nihai karlılığı bozulmuştur. Hatta asıl<br />

üretken olan kurucu kişi, günlük meşgaleler için de<br />

boğuşmaktan üretkenliğini devam ettirme adına bir<br />

şey yapamamaktadır.<br />

İşte biz üçüncü grup şirketlere “Dosteli Projesi”<br />

mantığı ile destek olmak isteyen, kazandırırken kazanan<br />

ve bu maksatlı oluşturduğumuz “fon”u kullanan,<br />

bir yapılanma modelledik. Şirketten hisse alıyoruz.<br />

İhtiyaç duyulan kaynağı aktarıyoruz. Yönetme<br />

sorumluluğunu biz üzerimize alıyoruz. Üretken kurucuyu,<br />

daha güzel şeyler üretebilmesi için, motive<br />

ediyor, yönlendiriyoruz.<br />

Bugün geldiğimiz noktada ise aslında vizyonumuz<br />

tüm çalışmalarımızın özeti niteliğinde. “Teknolojinin<br />

sınırlarını zorlayarak insanlığın sorunlarına çözüm<br />

geliştirmek” bizim vizyonumuzu oluşturuyor.<br />

68 M‹MAR VE MÜHEND‹S


DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE<br />

ORTAK “RUH”UMUZA NE OLDU?<br />

29 Nisan 2007 tarihli Radikal Gazetesi’nde yayımlanan<br />

Adil Küçük İmzalı yazıda, Yabancı<br />

Şükrü SARIOĞLU<br />

Proje Danışmanı Sermaye Derneği'nin eski genel sekreteri Abdurrahman<br />

Arıman, Türkiye’ye gelen yabancı firmaların<br />

Türk ortaklarıyla yaşadığı sorunların artmasıyla<br />

ilgili olarak özetle; Müslüman Türkler’de ortaklık<br />

kültürü olmadığı için bu sorunların yaşandığını yabancıların<br />

Türkiye'deki ortaklıklarında, kimi kez zamanında<br />

ödenmeyen alacaklar, kimi kez sözleşmedeki<br />

hükümlerin yerine getirilmemesi, kimi kez kârın<br />

ve masrafların nasıl paylaşılacağı konusundaki<br />

sıkıntılar yaşandığını, tarafların bazen masada zorlukla<br />

da olsa anlaşılmasına rağmen, bazen de<br />

Uluslararası Tahkim Mahkemesi'nin kapısını çaldığını<br />

söylüyor.<br />

Aynı yazıda Arıman, bu zamana kadar gelen yatırımların,<br />

bir tane bile bölgesel kalkınma ajansı yokken<br />

geldiğini, Türkiye'de pilot olarak seçilen İzmir ve<br />

Çukurova bölgelerini kapsayan bölgesel kalkınma<br />

ajanslarının kurulmasının, Danıştay tarafından “Vatanın<br />

ve milletin bölünmezliğine tehdit oluşturduğu”<br />

gerekçesiyle iptal edildiğini de anlatıyor.<br />

Arıman’ ın ortaklıkla ilgili tespitine kısmen de olsa<br />

katıldığımı söylemeden geçemeyeceğim.<br />

Bu topraklarda yaşayan bizler, tüm dünyaya örnek<br />

olabilecek biçimde yokluğu paylaşmayı becerirken,<br />

varlığı paylaşmayı pek beceremez hale geldik.<br />

Ortaklık kültürü aslında bin küsur yıldır tarihsel geleneğimizde<br />

mevcut iken, modern dönüşüm sürecinde<br />

rekabetin etkileri ortaya çıktığından beri bu<br />

kültür erime noktasına gelmiştir.<br />

Modernist düşünce ve yaşam biçiminin de bunda<br />

payı yadsınamaz. Bu düşüncenin hakimiyetine giren<br />

insanımız birey olarak toplum içinde değer üretmesine<br />

rağmen, ortaklık kültürü potasında bunu eritmeyi<br />

başaramamıştır.<br />

Sadece ekonomik çıkar ya da kar güdüsü ortaklık<br />

kültürünü ayakta tutmak için yeterli değildir. Bunu<br />

besleyen ahlaki değerler ayakta durmamızı sağlayacak<br />

en önemli etkenlerdendir.<br />

Eğer bireyler ortaklık hukukunu koruyamıyorsa,<br />

şeffaflık, açıklık ve iyi niyet yoksa dürüstlük ve fazilet<br />

eksilmişse ortaklığın devam etmesi güçleşmiş<br />

demektir.<br />

Türk-İslam geleneğinde esnaf dayanışmasının en<br />

önemli örneklerinden olan Lonca- Ahilik teşkilatlarının<br />

yapılanması iktisadi anlamda ekonomik ve<br />

sosyal yaşantıya sağladığı katkı inkar edilemez.<br />

O günün şartlarında toplumsal dayanışmayı tesis<br />

eden, ekonomik hayatını düzenleyen bu teşkilatlar<br />

günümüz için de bir örnek teşkil edebilir.<br />

Bu bağlamda; küresel devlerin yerel arenada top<br />

koşturduğu ezici rekabet ortamında, yerel iş adamlarının<br />

ve esnafın bir araya gelmesini sağlayacak ortak<br />

iş anlayışının yerleşmesi gerekmektedir.<br />

Bu anlayış, küresel sermayeye karşı direncimizi,<br />

varlığımızı ve Ortak ruhumuzu ayağa kaldıracaktır.<br />

Günümüz rekabet koşullarında; Tüm Türkiye’nin<br />

gözü önünde alabildiğine ve pervasızca rekabet ettiğini<br />

gördüğümüz GSM operatörlerinin 3G projesinde<br />

3 ayrı tesis kurmak yerine ortak bir tesis kurup aynı<br />

sistemden beslenerek yaptıkları “Rekabet öncesi<br />

stratejik ortaklık” larını gözden kaçırmamamız gerekir.<br />

Yirmi yıl önce KOBİ’lere destek vermek üzere kurulmuş<br />

olan KOSGEB’in verdiği “Ortak kullanım amaç-<br />

70 M‹MAR VE MÜHEND‹S


lı makine teçhizat” şimdiki adıyla “İŞBİRLİĞİ GÜÇ-<br />

BİRLİĞİ” desteğinden yararlanan girişimci sayısı iki<br />

elin parmaklarını geçmemiş olmasına rağmen bu<br />

fırsat hala önümüzdedir.<br />

NED‹R ‹fiB‹RL‹⁄‹ GÜÇB‹RL‹⁄‹ ?<br />

Aynı veya birbirini tamamlayıcı işkollarında faaliyet<br />

gösteren KOBİ tanımına uyan, Küçük ve Orta ölçekli<br />

en az 5 (beş) işletmenin bir araya gelerek “İşbirliği<br />

Güçbirliği” anlayışıyla, hazırlayacaklar; Ortak üretim,<br />

ortak tedarik,ortak tasarım, ortak pazarlama,<br />

ortak laboratuar, ortak hizmet sunumu, ortak çözüm<br />

projelerine KOSGEB tarafından sağlanan desteklerin<br />

adıdır.<br />

KOfiULLARI<br />

• İşbirliği-güçbirliği Proje başvurusunda, en az 5<br />

(beş) işletmenin bir araya gelmesi gerekir.<br />

• Asgari 5 (beş) işletme sayısı sağlanmak koşulu ile<br />

diğer gerçek ve tüzel kişiler de işletici kuruluşa ortak<br />

olabilir.<br />

• Proje ortağı işletmeler mevcudiyetlerini koruyarak<br />

kurulacak işletici kuruluşa ortak olabilirler.<br />

• Proje ortağı işletmelerin bir kısmı ya da tamamı<br />

kendilerini feshederek kurulacak işletici kuruluşa<br />

dahil olabilirler.<br />

• Proje ortağı işletmelerin bir kısmı kendilerini feshederek<br />

ortaklardan birinin bünyesinde birleşebilirler.<br />

• İşletici kuruluşun Ortak olacak tüzel kişiler herhangi<br />

birinin hisse oranı, proje süresince % 30<br />

(otuz)’dan fazla olamaz. Gerçek kişilerin ise % 20<br />

(yirmi)’den fazla olamaz.<br />

• İşletici kuruluş ortaklarından herhangi birinin ortaklıktan<br />

ayrılması durumunda, hisselerini mevcut<br />

ortaklara ya da başkalarına devredebilir, ancak %<br />

30 ve % 20 şartı değişmez.<br />

DESTEK B‹Ç‹M‹ VE L‹M‹TLER‹<br />

“KOBİ” tanımına uyan imalat Sanayinde en az bir yıl<br />

faaliyet gösteren tüm firmalar yararlanabilir.<br />

I.ve II. Bölgelerde Toplam yatırımın %50’ si desteklenir.<br />

III.ve IV. Bölgelerde Toplam yatırımın %60’ ı desteklenir.<br />

• Geri Ödemeli Destek 500.000 TL (üst limit)<br />

• Geri Ödemesiz Destek 250.000 TL (üst limit)<br />

TOPLAM<br />

750.000 TL<br />

• Geri Ödemeli Destekler kapsamında yapılacak geri<br />

ödemeler, proje bitiminden sonra 6 ayı ödemesiz<br />

olmak üzere, üçer aylık dönemler halinde 8 eşit taksitte<br />

yapılır.<br />

• Geri ödemeli desteklerde faiz ve komisyon uygulanmaz.<br />

Yukarıda sözünü ettiğimiz desteğin temel amacı;<br />

Rekabet öncesi işbirliği sağlayıp, yatırım ve üretim<br />

maliyetlerini düşürmek, Üretim ve istihdamı arttırmak,<br />

kaliteyi düzeyini yükselmek, seri üretimi kolaylaştırmak,<br />

yeni ürünlerin üretilmesini sağlamanın<br />

yanı sıra, yeni tasarımların da önünü açmak ve rekabet<br />

gücünü arttırıp, Ortaklık kültürünü güçlenmesine<br />

katkı sağlamaktır.<br />

Küresel devlerin yerel<br />

arenada top koşturduğu<br />

ezici rekabet ortamında,<br />

yerel iş adamlarının ve<br />

esnafın bir araya<br />

gelmesini sağlayacak<br />

ortak iş anlayışının<br />

yerleşmesi<br />

gerekmektedir.<br />

Bu anlayış, küresel<br />

sermayeye karşı<br />

direncimizi, varlığımızı<br />

ve Ortak ruhumuzu<br />

ayağa kaldıracaktır.<br />

MART-N‹SAN 2011 71


GEZ‹<br />

MERAGA:<br />

BİRAZ MUSİKİ,<br />

BİRAZ ASTRONOMİ<br />

MERAGA, SEMERKAND VE BAĞDAT GİBİ İSLAM<br />

BİLİM VE MEDENİYETİNİN ZİRVEYE ÇIKTIĞI<br />

ŞEHİRLERLE BİRLİKTE ANILMAKTADIR. İSLAM<br />

DÜNYASININ EN ÖNEMLİ RASATHANELERİNDEN<br />

BİRİSİ BU ŞEHİRDE KURULMUŞTU.<br />

SEMERKAND’DAKİ RASATHANENİN<br />

KALINTILARINI GÖRMÜŞ VE ÇOK<br />

HEYECANLANMIŞTIM. TİMUR’UN TORUNU<br />

ULUĞ BEY TARAFINDAN KURULAN BU<br />

RASATHANE BİLİM DÜNYASINA PEK ÇOK ALİM<br />

VE ESER HEDİYE ETMİŞTİ. ARTIK MERAGA’YI<br />

GÖRMEM İÇİN YETERLİ SEBEPLERİM VARDI.<br />

OSMAN ARI / Makina Mühendisi<br />

MERAGA’YI ilk Abdülkadir Meragi’nin muhteşem eseri<br />

rast nakış bestesini meşk ederken duymuştum. Taa<br />

14.yy.’dan günümüze kadar ulaşabilmiş bu güzel eserin<br />

bestecisi Meraga’lı Abdülkadir’di (1350-1435).<br />

Amed nesim-i subh-u dem tersem ki azarefl kuned / Tahrik-i zülf-ü<br />

anberefl ez hab bidarefl kuned.<br />

(Sabah rüzgar› esti, onu incitmesinden korkar›m. / Anber kokulu zülfünün<br />

onu uykusundan uyand›rmas›ndan korkar›m.)<br />

Notaları günümüze kadar gelmiş en eski eserlerden olan bu rast<br />

nakış besteden başka A. Meragi’nin 30 kadar eseri daha bugün<br />

musikişinaslar tarafından icra edilmektedir. Rast Kar-ı Muhteşem<br />

de en bilinen eserlerindendir. Rast nakış besteyi her icra edişimde<br />

Meraga bir ‘’hayal şehir’’ olarak zihnimde canlanırdı. Abdülkadir<br />

Meragi bir müddet Bağdat’ta yaşamış, Sultan Yıldırım Bayezit’in<br />

davetiyle Osmanlı himayesine girmiştir. Daha sonra Timur ile Yıldırım<br />

Bayezit arasında yapılan Ankara savaşında esir düşüp Timur’la<br />

beraber Semerkant’a götürülmüştür. Buradan kaçarak Bağdat’a<br />

geri dönmüştür.<br />

72 M‹MAR VE MÜHEND‹S


Abdülkadir Meragi bir<br />

müddet Bağdat’ta<br />

yaşamış, Sultan Yıldırım<br />

Bayezit’in davetiyle<br />

Osmanlı himayesine<br />

girmiştir. Daha sonra<br />

Timur ile Yıldırım<br />

Bayezit arasında yapılan<br />

Ankara savaşında esir<br />

düşüp Timur’la beraber<br />

Semerkant’a<br />

götürülmüştür. Buradan<br />

kaçarak Bağdat’a geri<br />

dönmüştür.<br />

Meraga; İslam bilim tarihi okumalarımda tekrar karşıma çıktı,<br />

hem de Semerkand, Bağdat gibi İslam bilim ve medeniyetinin zirveye<br />

çıktığı şehirlerle birlikte anılarak. İslam dünyasının en önemli<br />

rasathanelerinden birisi bu şehirde, Meraga’da kurulmuştu. Semerkand’daki<br />

Rasathanenin kalıntılarını görmüş ve çok heyecanlanmıştım.<br />

Timur’un torunu Uluğ Bey tarafından kurulan bu rasathane<br />

bilim dünyasına pek çok alim ve eser hediye etmişti.<br />

Artık Meraga’yı görmem için yeterli sebeplerim vardı. Bir İran seyahatimin<br />

tatil gününü (İran’da tatil günü Cuma) Meraga için ayırdım.<br />

Meraga Tebriz’e 160 km. mesafede Azeri nüfusun yaşadığı bir<br />

şehir. Tebriz’de kaldığım otelden sabah kahvaltıdan sonra yola<br />

çıktık. Tebriz’i geçince her yerde bembeyaz kar var. Hava güneşli.<br />

Öğleye doğru Meraga’ya geldik. Meraga düzgün ve çınar ağaçlı<br />

caddeleriyle şirin bir şehir. İlk olarak rasathaneyi soruyoruz.<br />

Tarif üzerine şehrin kenarındaki tepeye tırmanmaya başlıyoruz.<br />

Bir müddet sonra yoldaki kar bize izin vermiyor. Arabayı kenara<br />

çekip yürüyerek tepeye çıkıyoruz. Rasathanede bekçilik yapan bir<br />

asker karşılıyor bizi. Türk olmamasına rağmen bizi şaşırtacak kadar<br />

güzel Türkçe konuşuyor. Türkçeyi Türk televizyonlarından öğrenmiş.<br />

Bize rasathane hakkında kısaca bilgi verdi.<br />

Rasathane 1259 yılında Hülagu Han tarafından yapımına başlanmış<br />

ve 1271 yılında tamamlanmış. Rasathane kompleksi temel ve<br />

yardımcı binalar olmak üzere 13 binadan oluşmuş. İlk bina grubunda<br />

gözlemevi, ikincisinde ise medrese, kütüphane ve çarşı yer<br />

alıyormuş. Rasathane tıpkı Semerkand’da olduğu gibi şehre hakim<br />

bir tepenin üzerine kurulmuş. Ne yazık ki kompleksin sadece<br />

temelleri kalmış. Bu kalıntıları korumak üzere 1970’li yıllarda kübik<br />

bir koruyucu yapılmış.<br />

Meraga Rasathanesi’nin başına atanan Nasiruddin-i Tusi kısa sürede<br />

burayı bir bilim merkezi haline getirmiş.<br />

O’nun rehberliğinde çeşitli bilim dallarında çok ciddi ilmi çalışmalar<br />

yapılmış ve kıymetli eserler ortaya konmuş. Rasathanede gök<br />

cisimlerine ait yapılan astronomi cetvelleri Kepler’in 1627 yılında<br />

yayınladığı astronomi cetvellerine kadar 350 yılı aşkın bir süre Avrupa<br />

rasathanelerinde kullanılmıştır.<br />

İstanbul’da da rasathane 1570 yılında Takiyuddin ibn Maruf (1521-<br />

1585) nezaretinde padişah III.Murat’dan izin ve ödenek alınarak<br />

Cihangir/Tophane sırtlarına kurulur. Ancak ömrü çok uzun olmaz.<br />

Rasathane 1577 yılında gözlenen kuyruklu yıldız ve 1578’de baş<br />

gösteren veba salgının nedeni olarak gösterilmesi üzerine 1580 yılında<br />

padişahın emriyle Kılıç Ali Paşa tarafından yıktırılıyor. (Doğrusu<br />

incelemeye değer bir konu.)<br />

Rasathaneyi gezdikten sonra Meraga’daki tarihi eserleri görmeye<br />

gidiyoruz. Gömbet-i Kebut (mavi kümbet) Selçukluların son döneminde<br />

yapılmış, Hülagu Han’ın annesinin mezarı olduğu söyleniyor.<br />

10 köşeli ve 10 sütunlu bir yapı. Gömbet-i Sorgh (kırmızı kümbet)<br />

Bu yapı da bir Selçuklu eseri. Gömbet-i Gaffarin 4 köşe formunda<br />

bir İlhanlılar eseri. Maalesef eserlerin firuze çinileri büyük<br />

ölçüde tahrip olmuş. Ancak eserler bu halleriyle bile Meraga’ya<br />

tarihi bir hüviyet kazandırmaya yetiyorlar.<br />

Gömbet-i Gaffari’nin bulunduğu parkın sol yanında bir güneş saati<br />

dikkatimi çekiyor. Yanındaki panodan bunun çağdaş bir güneş<br />

saati olduğunu öğreniyorum. 2005 yılında Dünya Fizik Yılı dolayısı<br />

ile Meraga Astronomi ve Astrofizik Enstitüsü ile Fransız Büyükelçiliği<br />

Kültür Servisi ortaklaşa yapmışlar. Oldukça ayrıntılı bir güneş<br />

saati.<br />

Meraga tam bir Selçuklu şehri.<br />

Meraga gezimiz akşamüstü son bulduğunda şehirden ayrılırken<br />

Abdülkadir Meragi’nin rast nakış bestesi hala kulaklarımdaydı.<br />

Amed nesim-i subh-u dem…<br />

MART-N‹SAN 2011 73


KENTVEYAfiAM<br />

KÜLTÜREL MİRASIMIZDAN BİR PARÇA,<br />

ESKİ BALIKESİR<br />

EVLERİ<br />

TÜRKLER'İN TARİH SAHNESİNE<br />

ÇIKTIKLARI GÜNDEN BU YANA,<br />

İÇİNDE YAŞADIKLARI VE<br />

ÖZELLİKLERİNİ İHTİYAÇLARININ<br />

YANINDA, KENDİ KÜLTÜR VE<br />

HAYAT TARZLARININ<br />

BELİRLEDİĞİ TEMEL YAŞAM<br />

ALANINA “TÜRK EVİ” DENİR.<br />

HEMEN HEPİMİZİN BİLDİĞİ ÜZERE<br />

İLK TÜRK EV MEKÂNI, ÇADIR,<br />

YANİ 'TOPAK EV'DİR TÜRK EVİ<br />

SÜREÇ İÇERİSİNDE MEKÂN<br />

OLARAK BİRÇOK DEĞİŞİKLİĞE<br />

UĞRAMIŞSA DA TÜM BU SÜREÇ<br />

İÇERİSİNDE, MEKAN, FONKSİYON<br />

VE ANLAYIŞ BAKIMINDAN<br />

TOPAK EV ESAS ALINMIŞTIR.<br />

FARUK ÖNCÜ / Sanat Tarihçisi<br />

EVLER‹M‹Z, ömrümüzün büyük bölümünü<br />

içinde geçirdiğimiz, rahatlık<br />

ve huzurumuzu kendisinde bulduğumuz,<br />

acı-tatlı hatıralarımızı barındıran<br />

yegane mekanlarımızdır. Ayrıca bir ölçüde<br />

sahiplerinin yaşantılarını ve maddi durumlarını<br />

gösteren bu yapılar; aynı zamanda<br />

mimari özellikleri ve bünyelerinde taşıdıkları<br />

izlerle şehrimizin tarihi süreç içinde<br />

geçirdiği aşamaların da bir nevi tanığı, aynası<br />

durumundadır.<br />

Evlerimize geçmeden önce, “Tarihi Balıkesir<br />

Evleri” isimli kitap çalışmama gösterilen<br />

ilgi ve aldığım tepkiler hassasiyetimin,<br />

toplumumuzun her kesimince paylaşıldığını<br />

göstermiştir. Ayrıca bu teşebbüsümüzün<br />

gerekliliğini de bir kez daha ortaya koymuştur.<br />

Türkler'in tarih sahnesine çıktıkları<br />

günden bu yana, içinde yaşadıkları ve özelliklerini<br />

ihtiyaçlarının yanında, kendi kültür<br />

ve hayat tarzlarının belirlediği temel yaşam<br />

alanına “Türk Evi” denir. Hemen hepimizin<br />

bildiği üzere ilk Türk ev mekanı, çadır, yani<br />

'Topak Ev'dir (RESİM 1-Topak Ev).<br />

1-Orta Asya’dan topak ev örne¤i<br />

2-1898 Bal›kesir Depremi<br />

74 M‹MAR VE MÜHEND‹S


Türk evi süreç içerisinde mekan olarak birçok değişikliğe<br />

uğramışsa da tüm bu süreç içerisinde, mekan, fonksiyon<br />

ve anlayış bakımından Topak Ev esas alınmıştır. Göçebe<br />

yaşamın gereği olarak her şey, ihtiyaç çerçevesinde şekillenmiştir.<br />

Bu düşünce ev mekanının elemanlarını, yerleşik<br />

yaşama geçişte fonksiyonel ve pratik kılmıştır.<br />

Orta Asya'dan başlayan Türk serüveni, Balkanlar, Kuzey<br />

Afrika, Arabistan ve sonunda İslamiyet'i kabul ederek Anadolu'da<br />

yerleşik düzene geçilmesiyle sürerken, “göçebelik”<br />

kavramı; İslamî dünya görüşü ve Anadolu coğrafyasının<br />

özellikleri ile yeniden yoğurularak, yeni bir sentez ve<br />

yaşama mekanları; yani Türk Evi ortaya çıkmıştır.<br />

Tarihi kaynaklara ve ülkemiz geneline bakıldığında, Türk<br />

evinin belirli bir tasarım ve süsleme bütünlüğüne 16. yüzyılda<br />

ulaştığı söylenebilmekte ise de koruma durumu, iklim,<br />

doğal afetler, çarpık yapılaşma ve diğer faktörler yörelere<br />

has özel koşullar oluşturmaktadır.<br />

İlk kez 12. yy'ın sonlarında Türk yerleşimi ile tanışan kentimizin,<br />

sivil mimarisine ait en erken örneklerini maalesef<br />

savaşlar, yangın ve özellikle 1898 depremi nedeni ile ancak<br />

19. yy. sonunda görebilmekteyiz(RESİM 2-1898 Balıkesir<br />

Depremi).<br />

Son yıllardaki hızlı şehirleşme, sanayileşme ve söz konusu<br />

evlerin onarımındaki uzun mevzuatlar, bu yapıların yıkılıp,<br />

yerlerine tek düze apartmanlar “dikilmesine” yol açmıştır.<br />

Bu süreç, sivil mimari ürünlerimizin yok oluşunun yanında,<br />

şehirlerimizin tarihi kimliğini de yitirmesine neden olmuştur.<br />

Ayrıca, kentimizi adeta mücevher bir gerdanlık gibi<br />

süsleyen dokunun yok oluşuyla tarihi yapılarımız da yalnızlığa<br />

itilmiştir.<br />

Bu makaleyi yazmaktaki maksadım, yok olan evlerimizin<br />

ardından ağıt yakmak değil; henüz genel özellikleri saptanmamış<br />

Balıkesir evlerinin genel özelliklerine değinerek,<br />

her geçen gün yok olan kültür varlıklarımıza dikkat<br />

çekmektir.<br />

BALIKES‹R EVLER‹N‹ OLUfiTURAN ETKENLER<br />

Önceki bölümde zikredildiği gibi, “Türk Evi” menşei bakımdan<br />

Anadolu öncesi Türk meskenlerine bağlanıp; bunun<br />

yanında, söz konusu coğrafyadaki konut mimarisi, iklim,<br />

malzeme ve doğa olayları yöresel mimaride belirleyici faktörler<br />

olarak meydana çıkmaktadır. Bu genel değerlendirmenin<br />

ardından eski Balıkesir evlerini oluşturan etkenleri<br />

şöyle sıralayabiliriz:<br />

Tarihi etkenler: Bizans ve Karesi Beyliği dönemlerinden<br />

günümüze örnekler kalamamışsa da Balıkesir merkezi ve<br />

Ayvalık gibi yakın zamana kadar Rum nüfusun da yaşadığı<br />

bölgelere bakıldığında, benzerlikler olduğu yani birlikte yaşamanın<br />

getirisi olarak aynı kültürün zamanla özümsendiği<br />

görülmektedir.<br />

Sosyal ve kültürel etkenler: Evi biçimlendiren etkenlerin<br />

en önemlisi, içinde sürdürülen hayattır. Türk İslam medeniyetinde<br />

aile, toplumun çekirdeğini oluşturmaktadır.<br />

Dünyaya gözlerimizi açtığımız, ilk eğitimimizi aldığımız ve<br />

hayatımızı idame ettirdiğimiz bu kutsal mekan, içinde yaşayan<br />

kişi sayısı ve onların ihtiyaçları doğrultusunda şekillenmiştir.<br />

Ekonomik etkenler: Türk şehirlerinde evler, sahibinin ekonomik<br />

gücüne ve toplum içindeki statüsüne göre inşa edilmiştir.<br />

Zenginler ve toplumun ileri gelenleri, büyük konak-<br />

MART-N‹SAN 2011 75


KENTVEYAfiAM<br />

Eski Balıkesir evlerinin yüzde 80'inin çıkmalı (cumbalı)<br />

olduğu düşünülürse, evin esas yaşam alanı olan üst katlarının<br />

bu çıkmalarla genişletilmeye çalışıldığı da görülmektedir.<br />

larda, şehir halkı ise, mütevazi evlerde<br />

oturmaktadır. Fakat maddi duruma göre<br />

oda sayısı, süsleme gibi hususlar değişse<br />

de mimari anlayış aynı kalmıştır.<br />

Çevresel etkenler: Evi biçimlendiren en<br />

temel etkenlerden olup coğrafi şartların<br />

zorunlu kıldığı yapı malzemesi ve yapım<br />

tekniği ile açıklanır. Bu bakımdan kentimizde<br />

deprem, sel gibi afetlere karşı korunaklı<br />

bölgeler tercih edilip, buralarda<br />

hafif malzemeli yarı kargir konut mimarisi<br />

kullanılmıştır.<br />

BALIKES‹R EVLER‹N‹N<br />

GENEL ÖZELL‹KLER‹<br />

Balıkesir'de geleneksel konut mimarisini<br />

yansıtan örneklerin tamamına yakını,<br />

kentin çekirdek dokusunu oluşturan<br />

Dumlupınar, Aygören, Karaoğlan ve Karesi<br />

mahallelerinde yer almaktadır. Bu tercihin<br />

nedeni kentimizin geçirmiş olduğu<br />

depremler olarak görülmektedir. Özellikle<br />

1898 depremi sonrası mevcut yapıların<br />

yüzde 90'ının oturulamaz hale geldiği düşünülürse;<br />

eğimli arazi tercihinin nedeni<br />

rahatça anlaşılabilmektedir.<br />

Dama planlı, kesişen sokaklar arasında<br />

yer alan yapılar, arazi ve sokak yapısına<br />

göre konumlanmıştır. Çoğu eğimli arazide<br />

yer alan bu evler, taş zemin üzerine, kot<br />

farkından yararlanılarak depo, kiler, bodrum<br />

görevinde mekanlar inşa ederek, bu<br />

zorunluluğu mekana işlev kazandırmak<br />

suretiyle pratik bir tasarıma gitmişlerdir.<br />

Genel olarak taş zemin üzerine yükselen<br />

beden duvarları, ahşap hatıl-destekler<br />

arasına tuğla ve çamur harçlı sıva doldurulmasıyla<br />

“ahşap çatkı arası dolgu” tekniğinde<br />

inşa edilmiştir. Zemin kat, evin<br />

“hizmetler” denilen mutfak, kiler gibi servis<br />

mekanlarına ayrılıp Türk mimarisindeki<br />

“mahremiyet” anlayışı ile genellikle küçük<br />

pencereli-sokağa kapalı şekilde inşa<br />

edilmiştir. Üst katlar ise zemin kata nispetle<br />

daha yüksek tavanlı ve ahşap direkler<br />

üzerine oturmakta olup ayrıca çıkma<br />

ve büyük ebatlı pencerelerle sokak dokusuyla<br />

iç içedir. Çıkmalar, oda mekanına<br />

yer kazandırmanın yanında, o dönemde<br />

günümüzdeki kadar sosyal hayata katılamayan<br />

kadınlarımızın dışa açılan penceresi<br />

olmuştur.<br />

Eski Balıkesir evlerinin yüzde 80'inin çıkmalı<br />

(cumbalı) olduğu düşünülürse, evin<br />

esas yaşam alanı olan üst katlarının bu<br />

çıkmalarla genişletilmeye çalışıldığı da<br />

görülmektedir. 2 Eski Balıkesir evlerinde<br />

plan şeması olarak iç ve orta sofalı mekan<br />

örgütlemesine gidildiği görülmektedir.<br />

Dönem, arazi ve iklim şartları düşünüldüğünde,<br />

bu plan şemasının tercihinde iklimden<br />

çok nüfusun etkili olduğu aşikârdır.<br />

Kent nüfusunun giderek artmasıyla<br />

76 M‹MAR VE MÜHEND‹S


evler iç içe, dar arazilerde yer almaya<br />

başlamıştır. Bu da doğal olarak ev yapısında<br />

“içe kapanışı” getirmiştir. Sofa plan<br />

elemanı olarak evin merkezinde, odaların<br />

kesişim noktasında yer almaktadır. Buradan<br />

bir merdiven vasıtası ile ikinci kata<br />

çıkmayı sağlayan sofa, bu bakımdan katlar<br />

arası irtibatı sağladığı gibi, ev halkının<br />

da birleşim noktası, ortak kullanım alanıdır.<br />

Odalar, sofanın etrafında sıralanmış ve<br />

Türk mimari anlaşına uygun olarak her<br />

oda içerisinde bir aileyi barındırabilecek<br />

nitelikte inşa edilmiştir. Fakat Şer'iyye sicillerine<br />

göre, 17.-18. yy Balıkesir evlerinde<br />

hemen her odada görülen, ocak, yüklük<br />

ve dolapların dolapların sayısında, 3<br />

zamana bağlı olarak azalma görülmektedir.<br />

4 Tıpkı sofada olduğu gibi odalara da<br />

yüklük ve gusülhane eklenmesi, ayrıca<br />

alttan çıta çakma teknikli tavan kaplamasıyla<br />

sade ve fonksiyonel mekanlar elde<br />

edildiği gibi ahşabın sıcaklığı ve dekoratif<br />

özelliği mekanlara yansıtılmıştır.<br />

Yapıların cephe anlayışındaki belirleyici<br />

Solda:<br />

Kim geldi penceresi<br />

unsurlar; bina girişi, çıkmalar ve pencere<br />

sistemidir. Mimarimize batı etkisiyle 18.<br />

yy. sonu 19. yy başlarında görülmeye başlayan<br />

tek veya çift taraflı döner merdiven,<br />

dönem özelliği olarak hemen her yapı girişinde<br />

gözlenmektedir. Eski Balıkesir evlerinin<br />

en belirgin özelliklerinden biri de<br />

bu merdivenle çıkılan, özellikle kaş kemer<br />

içerisinde alınıp revak tarzında geriye çekilmiş<br />

ana giriş kapılarıdır.<br />

Revaklı ana giriş, kapıyı korumanın yanında<br />

sıkışık yapılaşmadan dolayı avlusu bulunmayan<br />

yapıların hala “mahremiyet”<br />

duygusunu taşıdığını gösterir nitelikte<br />

“kim geldi” pencereleridir. Bu pencereler,<br />

ev sakinlerinin gelen kişileri kapıyı açmadan,<br />

camdan görmesini sağlamaktadır.<br />

Zemin katı genellikle üst kata oranla daha<br />

alçak tutulmuş yapılarda, asıl yaşam<br />

alanı olan üst kat, ahşap kaplaması ve eli<br />

böğründelerle taşınan çıkmasıyla cephe<br />

estetiğinde belirleyici rol oynamaktadır.<br />

Düşey sürmeli (giyotin) veya çift kanatlı<br />

pencereler, cepheye hareket kazandıran<br />

bir diğer unsurdur. Alt katlarda taşıyıcı<br />

sistemde görülemeyen ahşap kiriş ve hatıllar<br />

üst katlarda vurgulanıp bir nevi tezyinat<br />

(süsleme) unsuru olarak ön plana<br />

çıkmaktadır. Kırma çatıyla sonlanan yapılarda<br />

saçaklar iklim şartlarına göre biraz<br />

uzun tutulmuştur.<br />

Tezyinat yani süsleme anlamında, Türk<br />

evinin iç cephelerine daha çok önem verilip<br />

bu, Türk sanatındaki ağır başlı anlayışın<br />

ürünüdür. Süsleme açısından bir kaç<br />

özel örnek dışında oldukça sade bir görünüm<br />

arzeden Balıkesir evlerinin bu özelliğini,<br />

söz konusu yapıların inşa edildiği dönemin<br />

sosyo-ekonomik koşulları içerisinde<br />

değerlendirmek gerekmektedir.<br />

Sonuç olarak kültürümüzün önemli bir<br />

parçasını teşkil eden mimari mirasımızın,<br />

kentimizin tarihi süreç içerisindeki kimliğinin<br />

yanı sıra, geçirdiği evrelerin de -bir<br />

ifadesi- kanıtı olduğu unutulmamalıdır.<br />

Kentin en eski ve merkezi kesiminde yer<br />

alan tarihi doku, başta çevresel etkenler<br />

dediğimiz, onarım yapılamamasından<br />

kaynaklanan, doğal etkilere açık vaziyettedir.<br />

Hatta bazı yapıların acil onarımı yapılmadığı<br />

takdirde, kendiliğinden mazideki<br />

yerini alacağı -malesef- aşikârdır. Çoğu<br />

“kültür varlığı” olarak tescil altına alınmış<br />

bu eserler, başta yasal mevzuat olmak<br />

üzere, ekonomik baskıdan kurtarılmak<br />

suretiyle onarımı yapılarak, yapının<br />

ruhuna uygun yeni işlevlerle topluma geri<br />

kazandırılması gerekmektedir.<br />

Umarım bu makalenin dışında, “Tarihi<br />

Balıkesir Evleri” isimli kitap çalışmam ve<br />

halen çalışmakta bulunduğum, kentimizin<br />

“ortak hafızası” durumundaki Kent Arşivi'nce,<br />

ev rölyefleri ile hazırlanan sergi gerekli<br />

bilincin oluşturulması adına bir katkı<br />

sağlayıp; bundan sonra hayata geçirilecek<br />

projelerin ilk adımını oluşturur.<br />

Emeğimizin tarihe düşülmüş bir nottan<br />

ibaret kalmaması dileğiyle...<br />

1 Öncü, Faruk, Tarihi Bal›kesir Evleri, TMMOB<br />

Mimarlar Odas› Bal›kesir fiubesi Yay›n›, Ankara, 2010<br />

2 Çetin, Murat, “Bal›kesir Tarihi Kent Dokusu ve Sivil<br />

Mimari Örnekleri”, Bitek Kent Bal›kesir, Yap› Kredi<br />

Yaynlar› No:1919, ‹stanbul, 2003, s.189<br />

3 Mutaf, Abdülmecit, XVII. Yüzy›lda Bal›kesir'de<br />

Kad›nlar, Dokuz Eylül Ün Sosyal Bil. Ens. (Yay›mlanmam›fl<br />

Doktora Tezi), ‹zmir, 2002, s.65,92,93,94<br />

4 At›c› Demir, Han›m Mine, H.1133-1134 (M. 1721-<br />

1722) Tarihli (718 Numaral›) Bal›kesir fier'iyye<br />

Siciline Göre Bal›kesir, Gazi Ün. Sosyal Bil. Ens.<br />

(Yay›mlanmam›fl Master Tezi), Ankara 2001, s.42-43<br />

5 Klasik Türk ev mimarisinde hemen hemen her odada<br />

yüklük ve dolap uygulamas› görülürken; 19. yy.'da<br />

uygulamalar›n› inceledi¤imiz Bal›kesir örneklerinde bu<br />

say› oldukça azal›r. Buna neden olarak evlerin zamanla<br />

çekirdek aileye hitap etmesi görülmelidir.<br />

MART-N‹SAN 2011 77


ANMA<br />

Mü’min, Mühendis, Mücahit<br />

NECMETTİN ERBAKAN<br />

ERBAKAN HOCA ŞAHSİ, MESLEKİ İKTİSADİ VE NİHAYET SİYASİ FAALİYETLERİNİ “HAKKI HAKİM<br />

KILMA” ADINA CİHAD OLARAK ADLANDIRIYORDU. BUNUN İÇİN DE ANADOLU COĞRAFYASINI<br />

AŞAN BÜTÜN BİR İSLAM COĞRAFYASI HATTA DÜNYANIN DİĞER YERLERİNDEKİ MAZLUM<br />

MİLLETLERİ DE KUŞATAN BİR MÜCADELE İÇİNDEYDİ. O’NUN HAYATINA BAKTIĞIMIZDA, HAYATINI<br />

ÜÇ KAVRAMIN ŞEKİLLENDİRDİĞİNİ GÖRÜRÜZ: MÜ’MİN, MÜHENDİS, MÜCAHİT.<br />

OSMAN ARI<br />

27 Şubat 2011 günü vefat eden Prof.<br />

Dr. Necmettin Erbakan geride hem<br />

siyasi hem de mesleki açıdan başarılarla<br />

dolu bir hayat bıraktı. O’nun hayatına<br />

baktığımızda, hayatını üç kavramın şekillendirdiğini<br />

görürüz: Mü’min, mühendis,<br />

mücahit.<br />

Daha üniversite yıllarında tanıştığı ve sohbetlerinde<br />

bulunduğu Abdülaziz Bekkine<br />

Hz.’leri ve ardından Mehmet Zahid Kotku<br />

Hz.’lerinin onun İslami şahsiyetinin oluşumunda<br />

büyük payları olmuştur. 1940 ve<br />

50’li yıllarda o zamanki Türkiye’nin siyasi<br />

ve sosyal şartları dikkate alındığında geleceği<br />

çok parlak bir mühendisin (ardından<br />

Doç. ve Prof. olmuştur) tercihini inançları<br />

doğrultusunda yapması ve bunu her ortamda<br />

hiç gocunmadan dile getirmesi<br />

takdire şayandır. Bu çizgisini siyasi mücadelelerinde<br />

de MNP, MSP, RP, FP, ve Saadet<br />

Partisi’yle son nefesine kadar korumuştur.<br />

Cumhuriyet döneminde itilip kakılan,<br />

üvey evlat muamelesi gören kesimi<br />

aktif olarak Türk siyasi hayatın içerisine<br />

katılmasını sağlamıştır. 1970 yılına kadar<br />

DP-AP çizgisinde (muhafazakar-sağ siyasette)<br />

kendilerini ifade eden camiayı muhafazakar<br />

sağdan alıp, ”Milli Görüş” altında<br />

“İslamcı” çizgide siyasete entegre etmiştir.(Milli<br />

Görüş ile siyasete giren takipçilerinin<br />

30 yıl sonra muhafazakar demokrat<br />

çizgiye evrilmeleri de kaderin bir cilvesi<br />

olsa gerek)<br />

Milli Görüş dar milliyetçi kalıplardan öte<br />

bütün İslam coğrafyasının kurtuluşunu<br />

hedef alan bir görüştür.<br />

Erbakan’ın önce akademik hayat ardından<br />

iktisadi ve Türk siyasi hayatındaki varlığı<br />

tesadüfî değildir.<br />

Erbakan, Turgut Özal, Recai Kutan ve ondan<br />

sonra gelen Nevzat Kor, Oğuzhan<br />

Asiltürk, Korkut Özal, Cevat Ayhan, Yahya<br />

Oğuz, Osman Çataklı gibi İslami kesimden<br />

akademik camiada ve siyasette çok önemli<br />

görevler ifa etmiş zatları sanki görünmez<br />

bir el mühendislik eğitimine yönlendirmiştir.<br />

Necmettin Erbakan ve Nurettin<br />

Topçu’nun da kendisinden feyz aldığı son<br />

devir Halid-i Nakşiliği’nin şeyhlerinden<br />

Abdülaziz Bekkine Efendi’nin şu cümleleri<br />

ilginçtir: “Biyoloji ve tıpla uğraşanlar tabiat<br />

kanununa mahkum olurlar. Hukukçular<br />

insan elinden çıkma kanunların zebunu.<br />

Hesapla (matematikle) uğraşanlar hayalcilikten<br />

(nazariyattan) kurtulamaz.<br />

Onun için bizim bunlarla ilgilenmemiz uygun<br />

değil. Hendese (geometri) ile uğraşanlarda<br />

hayalcilik olmaz. Hendese insanı<br />

muhafazakar yapar. Onun için<br />

özellikle mühendislerle meşgul olalım.”<br />

(1)<br />

Gerçekten de o yıllardan itibaren İslami/muhafazakâr<br />

kesimden yukarıda<br />

sıraladığım isimlerle birlikte<br />

onlarca genç, mühendislik eğitimine<br />

yönlendirilmişlerdir.<br />

Bu yönelişte II. Dünya<br />

Savaşı’nda Avrupa’nın<br />

yerle bir olması,<br />

şehirlerin,<br />

sanayinin ve altyapının<br />

yeniden<br />

yapılacak olmasının,<br />

mühendisliği<br />

gözde bir meslek haline gelmesinde etkisini<br />

ihmal edemeyiz.<br />

Erbakan İTÜ Makine Fakültesi’nden mezun<br />

olur olmaz 1948’de motorlar kürsüsünde<br />

asistan olur. O artık “Erbakan Hoca”dır.<br />

1951 yılında İstanbul Belediyesi’nin<br />

otobüs alımında İTÜ’den görüş istemesi<br />

üzerine Erbakan Hoca otobüs alımına bu<br />

kadar para vermek yerine bu paranın yerli<br />

otobüs yapımında kullanılmasını teklif<br />

eder. Devrim otomobilinin öncüsü Erbakan<br />

Hoca’nın bu raporudur. Erbakan Türkiye’nin<br />

sanayileşmeden kendi teknolojisini<br />

üretmeden kalkınamayacağı ve batı ile<br />

boy ölçüşemeyeceğinin farkındaydı. M.<br />

Zahit Kotku Efendi’nin de teşvikleriyle<br />

Erbakan’nın öncülüğünde<br />

1956 yılında temeli atılan<br />

çok ortaklı Gümüş<br />

Motor fabrikası 1960 yılı<br />

Mart ayında se-<br />

78 M‹MAR VE MÜHEND‹S


Erbakan Hoca’n›n mühendis kimli¤i gerek<br />

kurdu¤u siyasi parti programlar› ve<br />

sloganlar›nda, gerekse çözüm önerilerinde bariz<br />

olarak görülür. “Montaj de¤il A¤›r sanayi”,<br />

“Yeniden Büyük Türkiye” “Fabrika yapan<br />

fabrika”.<br />

“Bizim memleketimizde önce<br />

demir-çelik sanayi kurulmal›, ondan<br />

sonra makine tezgah sanayi kurulmal›<br />

ve sonra da imalat yapacak fabrikalar<br />

tesis edilmelidir.”<br />

ri imalata başlıyor. Toplu iğneyi bile dışarıdan<br />

alan bir ülke için Gümüş Motor ciddi<br />

bir adımdır. Gümüş Motor yerli sermaye<br />

ve yerli teknolojinin gelişiminde çok<br />

önemli bir merhaledir. 4 Mart 1961’de ihtilal<br />

hükümetinden gelen davet üzerine<br />

Erbakan Hoca bakanlar kuruluna katılır ve<br />

onlara Türkiye’nin artık kendi yerli otomobilini<br />

yapması gerektiği üzerine 2 saatlik<br />

bir brifing verir.<br />

İTÜ’de henüz doçent olan Erbakan konuşmasında<br />

hükümetin Ar-Ge çalışmalarına<br />

önem verilmesini, ithalattan sanayi için<br />

fon ayırmasını, ülkede üretilebilen makinelerin<br />

ithalatının kısıtlanmasını, üniversite-sanayi<br />

işbirliğinin ve teşviklerinin yasalarla<br />

takviye edilmesini ister. Bakanlara<br />

da tavsiyesi şudur: “Bizim memleketimizde<br />

önce demir-çelik sanayi kurulmalı, ondan<br />

sonra makine tezgah sanayi kurulmalı<br />

ve sonra da imalat yapacak fabrikalar tesis<br />

edilmelidir.”<br />

Tezini savunurken ABD ve İsrail’den de örnekler<br />

verir. O sıralarda Türkiye ile aynı<br />

milli gelire sahip Brezilya’nın kendi otomobilini<br />

üretmeye başladığını birkaç kez<br />

tekrarlar. Ancak bakanlar pek ikna olmaz.<br />

Daha sonra askerlerin emriyle (!) yapılacak<br />

olan devrim otomobilinin fikir babası<br />

Erbakan’dır.<br />

Erbakan hoca 1966 yılında TOBB sekreteri<br />

1969’da başkan olmuştur. Ancak Başbakan<br />

Demirel’in marifetiyle polis zoruyla<br />

odadan uzaklaştırılır. Akademik mücadele,<br />

iktisadi mücadeleden sonra siyasi mücadeleye<br />

sıra gelmiştir. 1969’da Konya’dan<br />

bağımsız aday olur ve meclise girer.<br />

Erbakan Hoca’nın mühendis kimliği<br />

gerek kurduğu siyasi parti programları ve<br />

sloganlarında, gerekse çözüm önerilerinde<br />

bariz olarak görülür. “Montaj değil Ağır<br />

sanayi”, “Yeniden Büyük Türkiye” “Fabrika<br />

yapan fabrika”.<br />

Nilüfer Göle “Mühendisler ve İdeoloji” kitabının<br />

önsözünde “...mühendis ideolojisi<br />

ilk bakışta yadırganabilir. Ancak bir meslek<br />

grubu olan mühendisler üretim süreci<br />

içindeki yerlerinin ötesinde toplumsal gelişme<br />

modellerin savunucuları olmuştur,”<br />

der. Bunun en çarpıcı örnekleri Demirel ,<br />

Özal ve Erbakan olmuşlardır. Özellikle Erbakan’ın<br />

gerek muhafazakar/sağ kesimi<br />

siyasal İslam’a çekmesinde gerekse parti<br />

programları ve hükümetlerdeki icraatlarında<br />

bu “mühendis damar” hayli etkili olmuştur.<br />

Erbakan Hoca şahsi, mesleki iktisadi<br />

ve nihayet siyasi faaliyetlerini “Hakkı<br />

hakim kılma” adına cihad olarak adlandırıyordu.<br />

Bunun için de Anadolu coğrafyasını<br />

aşan bütün bir İslam coğrafyası hatta<br />

dünyanın diğer yerlerindeki mazlum milletleri<br />

de kuşatan bir mücadele içindeydi.<br />

Refahyol hükümetinde giderayak son icraatı<br />

D-8’in kurulması olmuştur.<br />

Cenaze töreninde mahdumu Fatih Erbakan’ının<br />

da ifade ettiği gibi “O İslam’ı en<br />

geniş anlamda anlıyor ve bunun için cihad<br />

ediyordu.” Gerçekten de 84 yıllık ömrüne<br />

baktığımızda hayatı sistemin önüne koyduğu<br />

engellerle mücadele etmekle geçmiştir.<br />

Ondandır ki cenazede tekbirlerin<br />

haricinde en çok atılan slogan “Mücahid<br />

Erbakan”dı.<br />

Mekan› Cennet Olsun.<br />

1 Prof.‹smail Kara fieyh Efendinin Rüyas›ndaki<br />

Türkiye. Dergah yay›nlar›. -Cumhuriyet<br />

Türkiyes’inde Bir Mesele Olarak ‹slam.Dergah<br />

Yay›nlar›<br />

MART-N‹SAN 2011 79


STKTANITIM<br />

‹KT‹SAD‹<br />

ARAfiTIRMALAR VAKFI<br />

Temel misyonu Türkiye’nin ekonomik ve mali sorunlar›n›<br />

tart›flmak ve bunlara çözüm önerileri gelifltirmek olan ‹ktisadi<br />

Araflt›rmalar Vakf›, 49 y›ld›r bu misyon do¤rultusunda<br />

çal›flmalar›na devam etmektedir. Finansal krizin etkilerinin<br />

tüm dünyay› etkiledi¤i düflünülürse ekonomik konularda<br />

yap›lan çal›flmalar›n önemi daha iyi anlafl›lacakt›r.<br />

İ<br />

FATİH GÖKSU<br />

KTİSADİ Araştırmalar Vakfı 1962 yılından<br />

günümüze kadar amaçları doğrultusundaki<br />

faaliyetlerini kesintisiz sürdürmüştür.<br />

Küreselleşme ve beraberinde gelen<br />

ulusal ve uluslararası piyasalardaki<br />

ekonomik ve finansal krizin olumsuz etkileri<br />

dikkate alındığında, İktisadi Araştırmalar<br />

Vakfı çalışmalarının ne kadar<br />

önemli olduğunu daha iyi görmekteyiz.<br />

Özerk bir yapıya sahip olan İktisadi Araştırmalar<br />

Vakfı, başta ulusal ve uluslararası<br />

seminerler, konferanslar, yarışmalar<br />

düzenlemek ve çeşitli, proje çalışmalarına<br />

iştirak etmek suretiyle faaliyetlerine devam<br />

etmektedir.<br />

İktisadi Araştırmalar Vakfı çalışmalarını<br />

ağırlıklı olarak yurt içinde gerçekleştirmektedir.<br />

Çeşitli kuruluşlarla temas halinde<br />

olan vakıf imkânların oluşması halinde<br />

bu çalışmalarına yurt dışında da devam<br />

etmeyi planlamaktadır.<br />

Yurtiçinde başta İstanbul olmak üzere Ankara,<br />

İzmir, Bursa, Adana, Mersin, İskenderun,<br />

Çeşme, Kastamonu, Fatsa, Ordu,<br />

Giresun, Trabzon, Rize, Antakya, Konya,<br />

Erzurum, Yozgat, Kayseri, Eskişehir,<br />

Amasya, Afyon, Sinop, Tokat, Denizli, Niğde,<br />

Kırşehir, Çankırı, Ardahan, Iğdır, Bilecik,<br />

Artvin, Edirne, Çanakkale, Tekirdağ,<br />

Sivas, Kırklareli, Elazığ, Isparta gibi il ve ilçe<br />

merkezlerinde il geliştirme seminerleri<br />

düzenlenmiştir. Ayrıca Malatya, Kahramanmaraş,<br />

Karaman, Erzincan’da da il<br />

geliştirme seminerleri için ön görüşmeler<br />

yapılmıştır.<br />

Yurt dışında, Girne, Lefkoşa, Paris, Bakü,<br />

Bükreş, Sofya, Khartoum ve Üsküp’te seminerler<br />

düzenlenmiştir.<br />

İktisadi Araştırmalar Vakfı, kamu kurumları<br />

ile sivil toplum kuruluşlarını da yakından<br />

ilgilendiren konularda bilim adamlarının<br />

yapacakları araştırma ve çalışmalara<br />

destek vermeyi sürdürmektedir.<br />

Bu bağlamda; Vakıf ile İstanbul Üniversitesi’nin<br />

ortak çalışması olan “Geçmişten<br />

Geleceğe İstanbul’un Girişimcilik Kültürü”<br />

konulu proje, 2010 yılı İstanbul Avrupa<br />

Kültür Başkenti Ajansı tarafından değerlendirilmeye<br />

alınmıştır.<br />

Vakıf ile İstanbul İl Özel İdaresi ile sağlanan<br />

mutabakat çerçevesinde “Olası İstanbul<br />

Depreminin Ekonomik Boyutu ve Ülke<br />

Ekonomisine Yansımaları” konulu araştırma<br />

ve değerlendirme çalışması sonuçlandırılmıştır.<br />

Vakıfca “Erzincan Ekonomisinin 2023 Vizyonu”<br />

konulu proje için teklif hazırlanarak<br />

Erzincan Valiliği ile Kuzeydoğu Anadolu<br />

Kalkınma Ajansı’na sunulmuştur.<br />

Proje, İktisadi Araştırmalar Vakfı ile Atatürk<br />

Üniversitesi, Erzincan Üniversitesi,<br />

TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi,<br />

İstanbul Üniversitesi, Okan Üniversitesi<br />

akademisyenlerinin birlikte yapacakları<br />

çalışma ile sonuçlandırılacaktır. Proje<br />

2011 yılı Haziran ayında tamamlanacaktır<br />

Vakıf tarafından yapılan araştırmalardan<br />

elde edilen sonuçlar ilgili yönetimler ve<br />

kamu ile paylaşılmaktadır. Faaliyetlerimizin<br />

tümü, kitap ve broşür halinde yayınlanarak,<br />

üyelerimize valiliklere, üniversitelere,<br />

basın yayın organlarına ve diğer ilgililere<br />

dağıtılmak suretiyle, geniş kitlelerin<br />

vakfımız çalışmaları hakkında bilgi sahibi<br />

olmaları amaçlanmaktadır. Kuruluşundan<br />

bu yana vakfımızca yayınlanan seminer /<br />

konferans kitabı sayısı 208’dir.<br />

İktisadi Araştırmalar Vakfı önderliğinde<br />

gerçekleştirilen yarışmalar vakfın faaliyetleri<br />

içinde önemli yer tutar.<br />

Vakfın kurucu üyesi ve 38 yıl başkanlığını<br />

yapmış olan Prof. Dr. M. Orhan Dikmen’in<br />

anısına düzenlenen “Gelişmekte Olan Ülkelerin<br />

Küresel Ekonomik Krize Karşı Geliştirdikleri<br />

Ekonomi Politikaları” konulu<br />

ödüllü araştırma yarışmasının birincisi bu<br />

yıl gerçekleştirilmiştir.<br />

İş Adamı Ünal Aysal’ın sponsorluğunda<br />

düzenlenen “Kabul görmüş ancak yayınlanmamış<br />

Doktora ve Master tez” yarışmasının<br />

6.sı bu yıl yapılmıştır.<br />

Kamuya ve bilim dünyasına yeni eserlerin<br />

kazandırılmasına yardımcı olan bu yarışmalarda<br />

ödüle layık görülen eserler vakıf<br />

tarafından kitap halinde bastırılarak üniversitelere,<br />

ilgili kamu ve özel sektör kuruluşlarına<br />

gönderilmektedir.<br />

İktisadi Araştırmalar Vakfı, hemen bütün<br />

toplantılarına katılan ve çalışmalarını destekleyen<br />

devlet adamlarına, sundukları<br />

tebliğler, yaptıkları konuşmalar, katıldıkları<br />

tartışmalar ve verdikleri konferanslar<br />

ile vakıf çalışmalarına katkıda bulunan<br />

seçkin bilim ve meslek erbabına şahsi ilgi<br />

ve mali destekleri ile vakıf faaliyetlerinin<br />

devamına imkân veren çok değerli üyelerine<br />

saygı ve şükranlarını sunar.<br />

80 M‹MAR VE MÜHEND‹S


FOTO⁄RAF<br />

Foto¤raf; Osman Ar›<br />

MART-N‹SAN 2011 81


K‹fi‹SELGEL‹fi‹M<br />

K‹fi‹SEL GEL‹fi‹M<br />

SAYES‹NDE ETK‹L‹<br />

MESLEK‹ GEL‹fi‹M<br />

Kiflisel geliflim e¤itimlerindeki uygulamalarla duygu, özgüven,<br />

inanç, heyecan, tutku coflku birlikteli¤i sa¤lanarak<br />

duygudafll›k, ekipdafll›k hissi oluflturulabilir ve bu sayede ortak<br />

hedefe koflarken tüm ekipten maksimum fayda sa¤lanm›fl olur.<br />

Böylece herkesin sorumluluk almas› sa¤lanm›fl olur. Bu<br />

paylafl›m imalat sektöründe ifl yapanlar için çok önemlidir ve<br />

toplam kalitenin ise vazgeçilmez unsurudur.<br />

M<br />

MAHMUT ÇELİK<br />

ESLEK hayatınıza başlamadan önce<br />

uzun dönem okul hayatı geçer. Bu<br />

uzun dönemde birey hayatın çok farklı bir<br />

yönünü yaşar, sorumlulukların az olduğu<br />

hayal ve umudun çok olduğu bir dönemdir<br />

bu dönem. Uzun yıllar sonunda okul bitince<br />

hangi yaşta olursanız olun büyük bir<br />

boşluğa düşersiniz. Bir anda bambaşka<br />

bir hayata yelken açarsınız, belirli seviyede<br />

mesleki birikimlerle mezun edilen çalışanlar<br />

bu bilgilerini nasıl faydalı ve kazanca<br />

çevirerek kullanacağını belirlemekte<br />

büyük zorluklar çeker.<br />

Bu belirsizlik ortamında kendine güveni<br />

yeteri kadar gelişmemiş bireyler olarak<br />

çalışma hayatına girenler bu zor ve büyük<br />

bir savaş alanını andıran çalışma hayatında<br />

kendisini zafere, hedefe taşıyacak yolda<br />

pek çok desteğe ihtiyacı vardır. Profesyonel<br />

olarak bu eksikliklerini erkenden<br />

tespit ederek bunlar bertaraf etmenin<br />

yollarını arayanlar çok daha çabuk meslek<br />

hayatının başarı merdivenlerini tırmanırlar.<br />

Ülkemizde son 20 yılda daha yoğun bir şekilde<br />

doğruluğu ve gerekliliği her kesim<br />

tarafından kabul edilen kısaca kişisel gelişim<br />

olarak adlandırılan bu tip eğitimler<br />

pek çok konu başlığında anılmaktadır.<br />

Pek çok alt başlıkları ile beraber büyük<br />

bir değişime sebep olabilecek kişisel gelişim<br />

eğitimleri motorun performansını artıran<br />

katkı maddeleri gibi ufak bir müdahale<br />

ile ciddi ilerlemeler kaydetmenizi<br />

sağlayacaktır.<br />

Mesleki birikimleriniz ne seviyede olursa<br />

bunu kaliteli bir seviyede karşısındakilere<br />

sunamıyorsanız başarılı olmanız mümkün<br />

değildir.<br />

İnsanların akıllarına, yüreklerine, sezgile-<br />

82 M‹MAR VE MÜHEND‹S


‹nsanlar›n ak›llar›na,<br />

yüreklerine, sezgilerine ve<br />

arzular›na seslenemiyorsan›z<br />

dilinizle bal, yüzünüzle sirke<br />

sat›yorsan›z hiçbir baflar›ya<br />

ulaflman›z mümkün de¤ildir.<br />

rine ve arzularına seslenemiyorsanız dilinizle<br />

bal, yüzünüzle sirke satıyorsanız hiçbir<br />

başarıya ulaşmanız mümkün değildir.<br />

İşte kişisel gelişim tam da bu noktada<br />

devreye girmektedir. Hedefe ulaşmak<br />

noktasında gerekli olan argümanları bu<br />

eğitimler çalışanlara verir.<br />

Bu eğitimlerin temel amacı insan kaynağını<br />

daha kaliteli bir hale getirmektir. Bu<br />

noktada işimiz insan olduğu için rehberimiz,<br />

aklımız ve ruhumuz olmalıdır. Aksi<br />

takdirde bu eğitimlerle insana ait en büyük<br />

fark olan duygu yok olacak ve kişi mekanik<br />

bir hal alacaktır. Duygusuz davranışlar<br />

yapmacık bir görüntü verecek buda<br />

davranışların kabul görmemesine ve kişinin<br />

toplum içerisinde itibar kaybına sebep<br />

olacaktır.<br />

Kişisel eğitimler adı üstünde o kişi için<br />

özel olmalı profesyonel yardım alarak<br />

kendisine ait olan eksikleri tespit ederek<br />

bunların telafisi için çalışmalı. Pek çok kişinin<br />

ortak sıkıntılarından bahsetmek gerekirse<br />

beden dilinin kullanılması, hitabet<br />

( diksiyon), iletişim temel eksikler olarak<br />

ortaya çıkmaktadır.<br />

Yaşadığınız duygu ne olursa olsun ilk tanışma<br />

anınızda 30 saniyede sizinle ilgili<br />

intibanın büyük kısmının oluştuğunu düşünürseniz,<br />

beden diliniz önemi daha da<br />

iyi anlaşılmaktadır. Bu noktada anlık bir<br />

hata sizin çok iyi bir iş teklifini kaçırmanıza,<br />

veyahut hayatınızın kadını ile tanışma<br />

fırsatının yok olmasına sebep olabilir.<br />

Karşınızdakine duygu kontrolü eğitimi sayesinde<br />

içinizde yaşadığınız sıkıntıları hissettirmeden<br />

çok başarılı bir görüşme<br />

gerçekleştirebilirsiniz. Bir görüşmede<br />

yanlış seçilmiş bir kravat, gömleğin cebindeki<br />

büyükçe bir kalem sizinle görüşme<br />

yapan kişinin dikkatini dağıtacak ve sizin<br />

çok başarılı geçmişinizi dinleyemeyecek<br />

ve kaybeden taraf olacaksınız veyahut<br />

etkili bir ses tonu ve hitabet sizi daha da<br />

dikkatli dinlemesine sebep olabilecektir.<br />

İş hayatında en ufak bir ayrıntı bile sizi hedefe<br />

götüren yolda sekteye uğratabilir. Bu<br />

noktada eğitilmiş olmak sizi diğer rakiplerinizin<br />

önüne geçirecektir.<br />

Kişisel gelişim eğitimlerindeki uygulamalarla<br />

duygu, özgüven, inanç, heyecan, tutku<br />

coşku birlikteliği sağlanarak duygudaşlık,<br />

ekipdaşlık hissi oluşturulabilir ve<br />

bu sayede ortak hedefe koşarken tüm<br />

ekipten maksimum fayda sağlanmış olur.<br />

Böylece herkesin sorumluluk almasını<br />

sağlamış oluruz. Bu paylaşım imalat sektöründe<br />

iş yapanlar için çok önemlidir ve<br />

toplam kalitenin ise vazgeçilmez unsurudur.<br />

Bu birliktelikler hedefi hatasız ve en<br />

kısa zamanda yakalamaya sebep olarak<br />

işletme için maliyetlerin düşmesine ve rekabette<br />

bir adım öne geçmesini sağlar.<br />

Binlerce insanın çalıştığı ortamda bir kişinin<br />

yapacağı hata veyahut motivasyon<br />

kaybı tüm ekibin moralini bozacağından<br />

çok ciddi hatalara sebep olacaktır. Motivasyon<br />

iş hayatında kesinlikle eğitim alınması<br />

gelen konuların başında gelmektedir.<br />

Çünkü bu noktada yaşanacak bir eksiklik<br />

ölümcül iş kazalarına bile neden<br />

olabilecektir. Hayata dair sorunlarınız<br />

olabilir ancak bunları iş yerine götürmeden<br />

içimizde yaşamanın yollarını öğrenmeli<br />

ve bunları uygulamalısınız. Her noktada<br />

problem çözme eğitimleri bu konudaki<br />

sıkıntının ilacı olacaktır.<br />

İş hayatında planlama verimlilik noktasında<br />

çok önemli bir husustur. Yapılacak işlerin<br />

belirli bir düzen içerisinde yapılması<br />

süreci kısaltacak, daha hızlı ve sürekli bir<br />

hizmet kalitesi sağlanacaktır. Yıllık ve daha<br />

kısa süreli hedeflerin gerçekleşmesini<br />

daha az maliyet ve enerji ile sağlanmasını<br />

gerçekleştirecektir. Bu noktada eğitimler<br />

firmanın bütünü için düşünülmeli ve sürekli<br />

olmalıdır.<br />

İnsanlar hayata geldiği ilk andan itibaren<br />

çevresiyle iletişim içerisinde olur. Ağlamayana<br />

emzik yok tabiri ilk iletişimin sesli<br />

olduğunun bir göstergesidir. İlk günden<br />

başladığımız iletişimi hayatımızın etkili olması<br />

ve minimum hatayla gerçekleşmesi<br />

bizi meslek hayatımızda başarıdan başarıya<br />

koşturacaktır. Bu noktadaki eğitimler<br />

son nefesimize kadar devam etmelidir.<br />

Şirketlerin en büyük sıkıntıları ve çalışanların<br />

arasındaki huzursuzluğun en büyük<br />

nedenlerinden biride değerlendirme karmaşasıdır.<br />

Çalışanların sürekli yakındığı<br />

bu konu, uzun soluklu çalışan mutluluğu<br />

sağlanmasında önemlidir. Bu noktada üst<br />

düzey yöneticiler eğitime çoğu zaman direnmekte<br />

bu da sürekli personel değişimine<br />

ve emek kaybına neden olmaktadır.<br />

Sırasıyla çeşitli konu başlıkları ile değinmeye<br />

çalıştığımız kişisel gelişim eğitimleri<br />

iş ve özel hayatın tamamında başarı ve<br />

mutluluğu getirecektir. Bunları önemsemeden<br />

uluslar arası pazarlarda başarılı<br />

olmak mümkün değildir.<br />

Hayatta başarılı olanlar, kendilerine gereken<br />

bilgileri öğrenmekten bir an geri kalmazlar<br />

ve olayların nedenlerinin her zaman<br />

araştırırlar sürekli eğitimin temel<br />

prensibi budur.<br />

Beşikten mezara kadar ilim öğrenmeyi ilke<br />

olarak kabul eden bir neslin evlatları<br />

olarak hayatımızdan eğitimi hiç eksiltmemeliyiz.<br />

MART-N‹SAN 2011 83


MAKALE<br />

Türkiye'nin Deprem Sorununa<br />

Bakış ve Bazı Öneriler<br />

13 Mart 2011 tarihli Miyagi-Oki depreminden sonra ülkemizin depreme hazırlık durumu tekrar<br />

konuşulmaya başlanmıştır. Miyagi-Oki depremi ülkemizde deprem sorunu ve afet planlaması ile<br />

ilgili önemli ve yeni fırsatlar vermektedir. Bu çerçevede, ülkemizdeki deprem sorunu ile ilgili<br />

alınması gereken bazı önlemlerfarklı başlıklar altında verilecektir.<br />

PROF. DR. ALİ OSMAN ÖNCEL<br />

İstanbul Üniversitesi, Jeofizik Mühendisliği<br />

Deprem sorunu ihmal edilmemelidir<br />

1995 Kobe depreminde Japonya'da meydana<br />

gelen yangınlar ve patlamalar büyük<br />

ölümlere neden olmuştu. Kobe depreminden<br />

sonra Japonya'da erken uyarı ve risk<br />

azaltma çalışmaları hızlandırıldı. Son depremde<br />

yangına ve yıkılmalara bağlı zararların<br />

azalması, Kobe depreminin Japonlar tarafından<br />

iyi okunduğunu gösteriyor. Fakat<br />

nükleer santrallerin güvenliğinin yeterince<br />

sağlanamadığı ortaya çıkmıştır. Bunun nedeni<br />

son zamanlarda tartışılmaya başlanan,<br />

kullanılan standart deprem tehlike belirleme<br />

parametrelerinin olabilecek en büyük<br />

deprem büyüklüğünü eksikli belirlemesi ile<br />

ilişkili olabilir. 2007 yılında M6.8 şiddetindeki<br />

deprem nükleer sızıntıya neden olmuştu<br />

(1, 2) ve bunun zararları Japonya ile<br />

sınırlı kaldı. 2011 yılında meydana gelen<br />

M9.0 büyüklüğündeki depremde nükleer<br />

sızıntının sonuçları dünyada insanların güvenliğini<br />

etkileyecek bir büyüklüğe ulaştı.<br />

Nükleer santrallerde meydana gelen sızıntıyı,<br />

2007 yılından itibaren güncelleme, yenileme<br />

ve güvenliğin arttırılması ile ilgili olarak<br />

bir ihmalin sonucu olarak okunabilir.<br />

Deprem Tehlike Verilerine Ulaşılmalıdır<br />

Deprem tehlikesi ve parametreleri yıllara<br />

göre değişen ve güncellenen dinamik bir<br />

olaydır. Bu nedenle hükümete bağlı bir servis<br />

tarafından sürekli olarak deprem tehlikesinin<br />

tahminlerinin yeni verilere ve yöntemlere<br />

göre güncellenmesi ve kullanılabilir<br />

formatta ulaşılabilir olması gerekir. Ülkemizle<br />

ilgili ulaşılan deprem tehlike haritasıdır<br />

ve tehlikenin renklerle gösterilmesinden<br />

ibarettir. Tabi ki bu haritalarla ilişkili teknik<br />

detaylar olabilir fakat bunları herkesin anlamasının<br />

gereği yoktur. Tehlike haritalarında<br />

en riskli bölgeler, yatay hareketlerin (Anadolu<br />

Fay Zonları) ve düşey atımlı (Batı Anadolu’daki<br />

grabenler) gerilme alanlar kırmızı<br />

renkle gösterilmiştir. Deprem tehlikesi ile ilgili<br />

genel ve detay hesaplamalar deprem risk<br />

raporlarında istenmektedir ve bu hali ile<br />

önemli bir gelişmedir. Deprem sismolojisinde<br />

uzmanlaşmış mühendislerin yeniden hesaplaması<br />

önemli olabilir ve buda merkezi<br />

hükümet servisi tarafından yapılmış haritaların<br />

yerinde denetimini sağlar. Fakat tekrar<br />

belirtmek gerekirse, deprem tehlikesi ve risk<br />

belirlemelerinin konusunda sertifika ve uzmanlık<br />

programlarını bitirmemiş mühendislerden<br />

beklenmemelidir. En önemli konu<br />

normal bir vatandaşın oturmuş olduğu<br />

yer ve iş yerinin deprem tehlikesi konusunda<br />

anında bilgi almasıdır ve vatandaşlarımızın<br />

bunu aracısız ve ricasız öğrenmeye hakkı<br />

olmalıdır.<br />

İsteyen Herkesin Deprem Tehlikesi<br />

Bilgisine Anında Ulaşması Gerekir<br />

Bir ev ya da iş yeri almak istiyorsunuz veya<br />

işyeriniz ve evinizin deprem tehlikesi durumu<br />

hakkında anında bilgi almak istiyorsunuz<br />

fakat istediğiniz bilgiye internet üzerinden<br />

ulaşamıyorsunuz. Ülkemizde deprem<br />

tehlikesi hakkında vatandaşın anında ve<br />

doğru bilgi alma hakkı vardır. Boyalı deprem<br />

tehlike haritalarından öte, vatandaşın<br />

bulunmuş olduğu herhangi bir yerin durumu<br />

hakkında somut bilgiye ulaşması gerekir.<br />

Tehlike durumu hükümete bağlı deprem<br />

tehlike çalışmalarından sorumlu kurumlarca<br />

verilmesi, halkımızda ve kurumlarda<br />

deprem bilincini arttıracaktır. Kanada'da<br />

ülkemizdeki deprem haritalarına benzer<br />

tehlike büyüklüklerinin değişimi kabaca<br />

verilir fakat bugün ülkemizde mühendislerden<br />

raporlarında yazması istenen detay<br />

deprem parametreleri ücretsiz olarak herkese<br />

açıktır. Herkes, oturmuş olduğu binanın<br />

ya da çalıştığı işyerinin güvenlik ve risk durumunu<br />

öğrenebilir. Bu hali ile Kanada'da<br />

yaşayan herkesin doğru ve güvenilir bilgiyi<br />

resmi kurumdan alma hakkı sağlanmıştır (3 ) .<br />

Deprem Tehlikesi Çalışma<br />

Grupları Kurulması Gerekir<br />

Ülkemizdeki deprem yönetmeliği bağlayıcıdır.<br />

Fakat Amerika Deprem Yönetmeliği gibi<br />

fazla denetlendiği ve tartışılabildiği söylenemez.<br />

Bunun nedeni, ülkemizde deprem tehlikesini<br />

uluslararası düzeyde çalışan nitelikli<br />

uzman ve akademisyen sayısının yeterli<br />

olmamasıdır. Başbakanlığa bağlı Deprem<br />

Araştırma Dairesi’nde doktoralı bir jeofizikçinin<br />

bulunmaması deprem risk ve tehlike<br />

84 M‹MAR VE MÜHEND‹S


çalışmalarına yön verecek kurumların yeterli<br />

donanımda elemanlara sahip olmadığını<br />

göstermektedir.<br />

Amerika Deprem Servisi bünyesinde Çalışma<br />

Grupları (Working Grup) tarafından ülkenin<br />

değişik bölgelerini iyi bilen bilim adamı<br />

ve uzmanlarca oluşturulan ekiplerle deprem<br />

tehlikesi belirleme çalışmaları yapılır<br />

ve bunlar BSSA Dergisi’nde yayınlanır. Yayınlandığı<br />

için kullanılan veri, model ve<br />

yaklaşımlar herkes tarafından bilinir ve bu<br />

hali ile denetime tabidir. Yayın üzerinden<br />

güncellenen deprem tehlike çalışmaları nedeni<br />

ile yayın üzerinden denetim ve öneri<br />

yapan çalışmalarla devam eder. Mesela,<br />

Amerikan Deprem Servisi’nin New Madrid<br />

Sismik Zonu hakkında yapmış olduğu deprem<br />

tehlikesi tahminleri tartışılmakta ve gerektiğinden<br />

daha az tehlikeli gösterildiği bilimsel<br />

çalışmalarda gösterilmektedir. Kısaca,<br />

deprem sorunu ülkemizle ilgili bir sorun değildir,<br />

sonuçları itibarı ile tüm dünyayı da<br />

etkileyebilir. Bir an önce bölge tabanlı ve geniş<br />

katılımlı çalışma grupları kurulmalı ve<br />

ülkemiz deprem tehlikesi çalışmaları periyodik<br />

olarak güncellenmelidir.<br />

Uluslararası Sismoloji<br />

Programları Açılmalıdır<br />

Depremle ilgili yüksek lisans ve doktora<br />

programlarının ülkemizde İngilizce olması<br />

ve dünyanın her yerinden ülkemizin deprem<br />

sorunu üzerine çalışacak kişilerin verilecek<br />

burslarla desteklenmesidir. Bugün<br />

için, Japonya, Kuzey Amerika ve Avrupa ülkelerinde<br />

yapılan iş, global insan kaynaklarını<br />

ulusal deprem sorunları için kullanılmasıdır.<br />

Uluslararası (İngilizce) Entegrasyonlu<br />

Yüksek Lisans ve Doktora Programları<br />

(Integrated Graduate Seismological Program)<br />

açılmalı ve dünyanın her yerinden gelecek<br />

öğrenci ve bilim insanlarına açık şekilde<br />

ülkemiz ve dünyanın deprem sorunu çalışmalarına<br />

hız verilmelidir.<br />

Deprem Teknolojisi Aletleri<br />

Sağlama Merkezi Kurulmalıdır<br />

Yüksek kaliteli jeofizik alet ve bu tür aletler<br />

ile kayıt edilmiş verilerle, deprem jeofiziği<br />

konusunda yapılan çalışmalarda bir ilerleme<br />

olur ve bu konuda eğitim almış ve alan<br />

kişiler iyi bir veri tabanına ve modern alete<br />

dayalı bir çalışma ortaya çıkarırsa, deprem<br />

jeofiziği konusunda işsiz kalma riski azalır.<br />

Bu nedenle bilimsel çalışma yapmak isteyenlere<br />

ihtiyacı olan mevcut verileri, deprem<br />

jeofiziği ölçüler yapmak istiyorum diyenlere<br />

alet sağlayacak bir kuruma ülkemizde<br />

şiddetle ihtiyaç vardır. Amerika’da kurulu<br />

Uluslararası Deprem ve Araştırma Merkezi<br />

(IRIS)'e bağlı PASSCAL ALET MERKEZI<br />

(4), ölçülen verilerin geri dönmesi ve daha<br />

sonra çalışmak isteyenlere açılması şartı ile<br />

Deprem sorunu<br />

ülkemizle ilgili bir sorun<br />

de¤ildir, sonuçlar›<br />

itibar› ile tüm dünyay›<br />

da etkileyebilir. Bir an<br />

önce bölge tabanl› ve<br />

genifl kat›l›ml› çal›flma<br />

gruplar› kurulmal› ve<br />

ülkemiz deprem<br />

tehlikesi çal›flmalar›<br />

periyodik olarak<br />

güncellenmelidir.<br />

dünyanın dört bir tarafından isteyenlere alet<br />

sağlıyor. Verilmiş aletler ile alınmış ölçüleri<br />

proje bitiminden 2 sene sonra, hiçbir kayıt<br />

ve koşul koymadan akademik çalışma yapanlara<br />

açıyor. Ülkemizde IRIS'in dengi<br />

olan bir kuruma bağlı olarak PASSCAL-<br />

TURK açılması, ülkemizde aletlerin alımı<br />

için harcanacak kaynak israfını önler, deprem<br />

jeofiziği çalışmalarına kalite getirir. Ülkemizde<br />

deprem bilimi konusunda çok iyi<br />

akademik proje ve çalışmaların yapılmasını<br />

sağlar! Aynı zamanda deprem jeofiziği konusunda<br />

iyi yetişmiş insanların işsiz kalması<br />

önleneceği için işsizliği de azaltır!<br />

Sonuç<br />

2007 yılında orta büyüklükteki (M6.5) bir<br />

depremden ders almayıp nükleer reaktörlerin<br />

güvenliğini arttırmayan Japonya, bugün<br />

meydana gelen nükleer sızıntı ile dünya<br />

için bir risk oluşturmuştur. Ülkemizde deprem<br />

sonrasında zemin etüdü ve deprem sigortası<br />

konusunda düzenlemeler yapılmıştır.<br />

Zemin etüdü ile ilgili olarak Avrupa Birliği<br />

ülkelerindeki standartların bir an önce<br />

getirilmesi gerekir. Deprem tehlike ve risk<br />

belirlemeleri gibi ülkemizin bir depreme<br />

karşı güvenliğini arttıracak zemin ve yapı<br />

etütlerinin profesyonel (uzman mühendis)<br />

mühendisler tarafından yapılması zorunlu<br />

hale getirilmeli ve muhakkak zorunlu deprem<br />

sigortasının yaygınlaştırılması sağlanması<br />

için daha etkin çalışmalar yapılması<br />

gerekir.<br />

Kaynaklar<br />

1. http://www.cbsnews.com/video/watch/?id=3066074n<br />

2. http://www.buzzle.com/articles/145446.html<br />

3.http://earthquakescanada.nrcan.gc.ca/hazard-alea/interpolat/index-eng.php<br />

4. http://www.passcal.nmt.edu/<br />

MART-N‹SAN 2011 85


MAKALE<br />

Kentsel Mekânda İyileştirme:<br />

Sivrihisar Belediyesi İçin<br />

Üç Mimari Proje<br />

Kentsel mekânlar kentlilerin ya da değişik kullanıcılarının kültürel birikimlerini paylaştığı,<br />

aktardığı, tekrar öğrendiği yerlerdir. Bu bağlamda Eskişehir Anadolu Üniversitesi (ANAÜ)<br />

Mühendislik Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü’nün, üniversite rektörlüğü tarafından<br />

görevlendirmesi ile 2010 yılında “Topluma Hizmet Uygulamaları” kapsamında başlatılan<br />

Eskişehir’in ilçesi Sivrihisar Belediyesi’ne ait projelerin çalışmaları devam etmektedir.<br />

YARD. DOÇ. DR. MEHMET İNCEOĞLU - PROF. DR. RUŞEN YAMAÇLI<br />

Anadolu Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü<br />

K<br />

entsel mekanın en temel özelliği, özel<br />

mekanın dışlayıcı karakterinin aksine,<br />

dahil ediciliğidir. Ne kadar farklı olursa olsun<br />

kentte var olan hemen hemen herşeyi ve<br />

herkesi içine alır. Kentsel mekan (1) kentin<br />

ana bütünleşme aracıdır. Sakinlerin veya<br />

orayı kullananların başka hiçbir ortak özelliği<br />

olmayabilir ama kenti paylaştıkları kamusal<br />

mekan her zaman vardır. Kentsel<br />

mekanlar kentlilerin ya da değişik kullanıcılarının<br />

kültürel birikimlerini paylaştığı, aktardığı,<br />

tekrar öğrendiği yerlerdir. Aynı zamanda<br />

bir kentin tanımlanması (o kente<br />

dair imaj oluşumu) bağlamında kullanıcılarının;<br />

kültürel kimliklerini, kişisel gelişimlerini<br />

ve birbirleriyle etkileşimleri sonucu<br />

kentli olma deneyiminin elde edilmesi de<br />

bu mekanlarda olmaktadır. Kentsel yaşam<br />

kültürle değiştiğinden ve geliştiğinden yeni<br />

ihtiyaçlara cevap verebilecek kentsel<br />

mekanlara ihtiyaç olabilmektedir. Varolan<br />

kentsel mekanlar ya tamamıyla hem biçimsel<br />

hem de işlevsel olarak değiştirilirler ya da<br />

var olan haliyle yenileştirilirler.<br />

Eskişehir Anadolu Üniversitesi (ANAÜ) Mühendislik<br />

Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü’nün,<br />

üniversite rektörlüğü tarafından<br />

görevlendirmesi ile 2010 yılında “Topluma<br />

Hizmet Uygulamaları” kapsamında başlatılan<br />

projeler Eskişehir’in ilçesi Sivrihisar Belediyesi’ne<br />

aittir. Sivrihisar Belediyesi tarafından<br />

belirlenmiş olan, Nasrettin Hoca’nın<br />

kızı “Fatma Hatun’un Anıt Mezar” tasarımı,<br />

Sivrihisar Belediyesi Sergi Parkı ve Dinlenme<br />

Tesisi ve belediye tarafından itfaiye araçlarının<br />

parkı olarak kullanılan yerin “İş<br />

Merkezi” konulu projeler ihtiyaç programlarının<br />

tanımlanması ile çevre verilerinin ışığında<br />

tasarlanmış ve uygulanmak üzere çalışmalar<br />

sürdürülmektedir. Bu çalışmada<br />

ANAÜ Mühendislik Mimarlık Fakültesi Mimarlık<br />

Bölümü öğretim üyeleri, Yard. Doç.<br />

Dr. Mehmet İnceoğlu ve Prof. Dr. Ruşen Yamaçlı<br />

ile bu ekibe dahil olan bölüm öğrencilerinden<br />

Alper Genç, Handan Yılmaz, Hande<br />

Güner, Elif Kızıklıoğlu, Sinan Durucan’ın<br />

yardımları ile üniversite ve toplumsal<br />

ilişki açısından önemli bir katkı gerçekleştirilmiştir.<br />

Nasrettin Hoca’nın kızı<br />

Fatma Hatun’un Anıt Mezar tasarımı<br />

Eskişehir’in Sivrihisar İlçesi’nde yapılan kazılar<br />

sonucunda çıkarılan Nasrettin Hoca’nın<br />

kızı Fatma Hatun’un mezarı için Eskişehir-Sivrihisar<br />

yolundaki Nasrettin Hoca<br />

Anıt Parkı’nın bulunduğu alana bir anıt mezar<br />

tasarlanmıştır. Mimari tasarım ve çevre<br />

düzenlemesini kapsayan anıt park, Nasrettin<br />

Hoca heykeli ve ön tarafındaki alanla<br />

birlikte yaklaşık 85 m2’lik alanı kaplamaktadır.<br />

Anıt parkın çevresinde yeşil alan ve<br />

yetişkin ağaçlar mevcuttur. Parkın batı tarafında<br />

çarşı olarak kullanılan alan ve yapı<br />

bulunmaktadır.<br />

Anıt mezar projesi Nasrettin Hoca heykelinin<br />

ön tarafındaki boşluğa konumlandırılmıştır.<br />

Anıt mezar 5.5 m2’lik alan kaplamaktadır.<br />

Anıt tasarlanırken modern bir<br />

yaklaşım sergilenmiştir. Anıt tek bir kütle<br />

olarak değil birçok parçadan, sütunlar, çerçeve,<br />

çeşmeler ve duvarlar oluşacak şekilde<br />

tasarlanmıştır. Anıt mezar kısmı sütun ve<br />

çerçevelerin oluşturduğu mekanda konumlanmıştır.<br />

Anıtın çevresinde bulunan ve<br />

anıta ulaşım yerlerinde bulunan duvarlarda<br />

ise Nasrettin Hoca’yı, kızını ve fıkraları anlatan<br />

yazıların bulunduğu bölümler yer almaktadır.<br />

Yapılan literatür araştırmaları sonucunda<br />

Nasrettin Hoca’nın hayatı, yaşadığı<br />

olaylar, kızı hakkında bilgiler elde edilerek,<br />

insanlara bilgi vermesi amacı ile anıtta<br />

yer almasına karar verilmiştir. Nasrettin Hoca’nın<br />

ders veren fıkralarına da anıtta yer<br />

verilmiştir. Duvarlar bazı yerlerde çeşmeye<br />

dönüşerek serin bir dinlenme mekanı oluştururken<br />

aynı zamanda suyun oluşturduğu<br />

sesle insanı dinlendiren bir ortam oluşturulmuştur.<br />

Anıt mezar tasarımında ön planda tutulan<br />

diğer konular ise erişilebilirlik ve yeşil alan-<br />

Şekil 1. Nasrettin Hoca’nın Kızı Fatma Hatun’un Anıt Mezar Planı (Soldaki), Anıt Mezar Perspektif (Sağdaki)<br />

Kaynak: ANAÜ Müh. Mim. Fak. Mimarlık Bölümü Arşivi 2010<br />

86 M‹MAR VE MÜHEND‹S


dır. Anıta ulaşımın ve gezi alanlarının rahat<br />

ve keyifli mekanlar olmasına dikkat edilmiştir.<br />

Bu amaçla anıta ulaşım basamaklar ve<br />

rampalarla sağlanmıştır. Basamaklarla 0.00<br />

olan yol kotundan, +1.40 kotuna çıkılarak<br />

anıt mezara ulaşılmakta, +2.60 kotunda ise<br />

Nasrettin Hoca heykeli bulunmaktadır. Erişilebilirlik<br />

açısından ise her iki kotada ayrı<br />

ayrı engelli rampası bulunurken anıt mezar<br />

ve heykel arasına da rampa konulmuştur.<br />

Rampalara yüzde 6 eğim verilerek ulaşımın<br />

en rahat şekilde yapılaması sağlanmıştır. Basamaklar<br />

anıtın güney ve batı tarafında kesintisiz<br />

olarak devam etmektedir. Sadece<br />

ulaşım amaçlı olmayan basamaklarda, farklı<br />

kotlarda farklı genişliklere yer verilerek<br />

dinlenme alanları ve oturma birimleri oluşturulmuştur.<br />

Anıt mezar ve çevresi tasarlanırken<br />

yeşil alanın yok olmasına izin verilmemiştir.<br />

Özellikle mevcut yeşilin ve ağaçların<br />

korunması ve tasarıma katılması sağlanmıştır.<br />

Tüm mevcut ağaçlar korunarak dinlenme<br />

alanları ve oturma birimleri bu ağaçların<br />

oluşturduğu gölgeliklerde konumlandırılmışlardır.<br />

Tasarım bir bütün olarak anıtın sadece mezar<br />

kısmına odaklanmadan çevresi ile birlikte<br />

düşünülerek her parçanın farklı bir görev<br />

üstlendiği çeşitli yapılardan oluşan, rahat<br />

bir ulaşım ile her türlü insanın erişebileceği<br />

ve yeşil dokunun korunarak tasarıma dahil<br />

olduğu modern bir anıt mezar niteliğinde tasarlanmıştır.<br />

Sivrihisar Belediyesi İtfaiye Bölgesi<br />

İş Merkezi Mimari Projesi Raporu<br />

Sivrihisar Belediyesi’ne ait iş merkezi mimari<br />

tasarımı Sanayi Caddesi ve Tabakhane<br />

Caddesi’nde bulunan eski itfaiye alanına<br />

önerilmiştir. Arazide yapı yapma alanı 2 bin<br />

340 m 2 ’dir ve 6 metrelik eğim farkı vardır.<br />

Çevresinde konut alanları, park ve çay bahçesi<br />

bulunmaktadır.<br />

Arazinin kuzey tarafında bir meydan bulunmakta<br />

ve ulaşım araçlarının park ve bekleme<br />

yeri olarak kullanılmaktadır. Bina tasarımında<br />

özellikle eğimin kullanımı ve erişilebilirlik<br />

kriterleri ön planda tutulmuştur. Yapı<br />

otopark, dükkânların bulunduğu kısım<br />

ve belediyeye ait olan kısım olarak üç bölümden<br />

oluşmaktadır ve 8 bin 797 m 2 kullanım<br />

alanına sahiptir. 3 kattan oluşan yapıda<br />

belediye bölümü ara kat eklenerek oluşturulmuştur.<br />

Bu, yapının eğime oturmasını<br />

sağlamak ve ulaşımı daha rahat kılmak amacı<br />

ile yapılmıştır. Bu şekilde oluşturulan katlar<br />

ile yapı otopark girişleri hariç 3 girişe sahiptir.<br />

Erişim kolaylığı bakımından tüm giriş<br />

katları zeminle aynı kota oturmaktadır.<br />

Bina içindeki ulaşım merdiven ve asansörler<br />

ile sağlanmaktadır. Belediye bölümüne ait 4,<br />

iş merkezi bölümüne ait 38 dükkan ile toplam<br />

42 dükkan bulunmaktadır. 56 m2’lik<br />

Şekil 2. Anıt Mezar Perspektif (Soldaki), Anıt Mezar Kesit ve Görünüşleri(Sağdaki)<br />

Kaynak: ANAÜ Müh. Mim. Fak. Mimarlık Bölümü Arşivi 2010<br />

Şekil 3. İtfaiye Bölgesi İş Merkezi Zemin kat planı (Soldaki), İç mekândan perspektif (Sağdaki)<br />

Kaynak: ANAÜ Müh. Mim. Fak. Mimarlık Bölümü Arşivi 2010<br />

An›t›n çevresinde bulunan<br />

ve an›ta ulafl›m yerlerinde<br />

bulunan duvarlarda ise<br />

Nasrettin Hoca’y›, k›z›n› ve<br />

f›kralar› anlatan yaz›lar›n<br />

bulundu¤u bölümler yer<br />

almaktad›r. Yap›lan literatür<br />

araflt›rmalar›<br />

sonucunda Nasrettin<br />

Hoca’n›n hayat›, yaflad›¤›<br />

olaylar, k›z› hakk›nda bilgiler<br />

elde edilerek, insanlara<br />

bilgi vermesi amac›<br />

ile an›tta yer almas›na<br />

karar<br />

verilmifltir. Nasrettin<br />

Hoca’n›n ders veren<br />

f›kralar›na da an›tta yer<br />

verilmifltir.<br />

ve 68 m2’lik olmak üzere iki tip dükkan<br />

vardır.<br />

Zemin kata +1085.50 kotundan doğu ve batı<br />

cephesinde iki giriş verilmiştir. Zemin katta<br />

girişler içeri çekilerek bekleme mekanı<br />

oluşturulmuştur. Kat yüksekliği 6 metre olduğu<br />

için girişi insan ölçeğine uygun hale getiren<br />

3 metre yüksekte saçaklar yer almaktadır.<br />

Zemin katta toplam 18 dükkan vardır.<br />

Orta bölümde ise yeşil ve su öğeleri kullanılarak<br />

oturma dinlenme alanları oluşturulmuştur.<br />

Alanda şekil zemin ilişkisi kurularak<br />

kapılardan içeri yönlenmeyi ve oturma birimlerinin<br />

oluşumu birbiri ile ilintili olarak<br />

oluşturulmuştur. Farklı malzeme ve renk<br />

kullanımı ile zeminde farklılaşma yapılmıştır.<br />

Yapıda iki adet merdiven ve asansör çekirdeği<br />

vardır. 60 araçlık otoparktan teras<br />

çatıya kadar devam eden kuzey taraftaki<br />

merdiven belediye katına da hizmet etmektedir.<br />

Ara kat olan belediye katına +1088.50<br />

kotundan giriş verilmiştir. Belediyeye ait<br />

toplam 4 adet dükkan vardır. Girişin ön kısmı<br />

meydanlaşarak toplanma ve bekleme<br />

mekanı oluşturulmuştur. Tamamı iş merkezi<br />

bölümüne ait olan birinci katta 20 dükkan<br />

vardır. Orta kısımda ise galeri boşluğu<br />

oluşturulmuştur ve oturma birimleri yer almaktadır.<br />

Zeminde farklı malzeme kullanımı<br />

devam etmektedir. Teras çatı kullanımı<br />

sağlanmıştır. Birinci katta yer alan galeri boşluğunun<br />

üzeri cam ve çelik örtü ile kapatılarak<br />

yapının doğal ışıktan yararlanılması sağlanmıştır.<br />

Teras katıda kullanıma açılarak<br />

oturma ve seyir alanı olarak kullanılabil-<br />

MART-N‹SAN 2011 87


MAKALE<br />

Şekil 4. İtfaiye Bölgesi İş Merkezi Dış mekândan perspektif<br />

Kaynak: ANAÜ Müh. Mim. Fak. Mimarlık Bölümü Arşivi 2010<br />

Şekil 5.Sergi Parkı ve Dinlenme Tesisi Vaziyet planı (Soldaki), Dinlenme Tesisi Satış birimleri önünden perspektif<br />

Kaynak: ANAÜ Müh. Mim. Fak. Mimarlık Bölümü Arşivi 2010<br />

Şekil 4. Sergi Parkı ve Dinlenme Tesisi Genel perspektif<br />

Kaynak: ANAÜ Müh. Mim. Fak. Mimarlık Bölümü Arşivi 2010<br />

mektedir. Tasarımda göz önüne alınan kriterler<br />

açısından farklı kotlarda yer alan girişler<br />

yapılarak rahat bir ulaşımın sağlandığı, iç<br />

mekanda galeri boşluğu ve doğal ışıklandırma<br />

kullanımı ile ferah bir kullanım oluşturan,<br />

yeşil, su öğeleri ve farklı zemin döşemeleri<br />

ile eğlenceli oturma mekanları bulunan<br />

bir iş merkezi tasarımı gerçekleştirilmiştir.<br />

Sivrihisar Belediyesi Sergi Parkı ve<br />

Dinlenme Tesisi Mimari Proje Raporu<br />

Sergi parkı ve dinlenme tesisi projesi tasarımı,<br />

Sivrihisar’ın güneydoğusunda Eskişehir-<br />

Ankara yolu bitişiğinde, Uçak Müzesi batısında<br />

bulunan, belirlenmiş alana yapılacaktır.<br />

6 bin 146 m 2 alana sahip olan arsada yapı<br />

yapma alanı 4 bin 735 m 2 ve arazide 3<br />

metrelik bir eğim farkı bulunmaktadır.<br />

Projenin tasarımında; erişebilirlik, kot farkından<br />

yararlanma, tesisin genel itibariyle<br />

çevreden algılanabilirliğinin sağlanması,<br />

kendi içinde dolaşım alanları, tesis içerisinde<br />

satış ve pazarlamaya yönelik dükkanların<br />

var oluşu ve sosyal bir doku oluşturarak insanların<br />

sosyalleşmesini ve huzurunun ön<br />

planda tutulmasını amaçlaması öncelikli<br />

kriterleri oluşturmuştur. Sosyal tesis, genel<br />

yeme içme ve kafeterya birimi, dükkanlar,<br />

havuzlar, yürüme yolları ve çocuk parkı gibi<br />

yapı birimlerinden oluşmaktadır. Yürüme<br />

alanlarının arazinin batısında yapılacak<br />

olan parkla bağlanması düşünülmüş ve iki<br />

mekanın bütünlüğünü sağlamak amaç edinilmiştir.<br />

Yeme içme birimleri tesisin doğusunda yer<br />

almakta ve 960 m2 kullanım alanına sahiptir.<br />

Yapı, idari ve servis personele hizmet<br />

edecek şekilde planlanmış ve gerekli servis<br />

ekipmanının yapıya girişinin kolay sağlanması<br />

için yapı arkasından mutfak ve diğer<br />

birimlerle bağlantılı olan bir servis girişi düşünülmüştür.<br />

Yapının dış cephesinin geçirgen<br />

bir yapıya sahip olması düşünülmüş,<br />

gün ışığından en üst düzeyde yararlanılması<br />

sağlanmıştır. Yapının ön cephesinde, açık<br />

yeme içme birimleriyle ve genel tesisle ilişkili<br />

bir havuz konulmuş, bu alanda su öğesiyle<br />

bireylerin doğrudan ilişki kurması amaçlanmıştır.<br />

Dükkan birimleri tesisin batısında yer alıp<br />

her biri beş dükkândan oluşan yapı birimleri<br />

olarak düşünülmüştür. Her biri 25 m2<br />

olan dükkânlar arasında dolaşım aksları lineer<br />

şekilde kurgulanarak dükkânların her<br />

yönden algılanması sağlanmıştır. Dükkanlar<br />

arasında sokak dokusu oluşturulmuş, düzenli<br />

ve keyifli bir dolaşım için ortam sağlanmıştır.<br />

Yürüme alanları arsanın kuzeyinde<br />

yer almakta olup doğal çevreyle bütünleşen,<br />

oturma birimleriyle dinlenme olanağı sağlayan<br />

ve doğusunda çocuk parkı, batısında<br />

yapılacak olan park alanıyla bağlantılı olarak<br />

planlanmış bir yapı birimidir.<br />

Sosyal tesis projesi genel olarak doğal<br />

mekanla bütünleşen, yapı ve su öğeleriyle<br />

huzurlu ve mutlu bir mekan kurgusuna sahip,<br />

aynı zamanda dükkan, yeme içme ve<br />

kafeterya birimleriyle ticari öğelere de olanak<br />

sağlayan, çok işlevli, ulaşılabilirliği kolay<br />

bir mekan olarak düşünülmüş ve bu doğrultuda<br />

bir tasarım yapılmıştır.<br />

Kaynaklar:<br />

1.İnceoglu, M., Aytuğ, A., (2009), “Necessary Spatial<br />

Quality Parameters for the Rehabilitation of Urban<br />

Spaces,” International Ecological Architecture and<br />

Planning Symposium 2009, 22-25 Ekim, Antalya,<br />

Turkey, Uluslararası Ekolojik Mimarlık ve Planlama<br />

Sempozyumu Kitabı, Mimarlar Odası Antalya Şubesi<br />

Yayınları, Antalya, 187-191<br />

88 M‹MAR VE MÜHEND‹S


Japonya Depremi,<br />

Süpürtüsü-2011, M= 9,0<br />

MAKALE<br />

Japonya depreminden sonra devinim altında çalkalanan yer yuvarı ile avkulanan gevrek yer<br />

kabuğu, içinden diri kırık geçen tüm ülkeleri ürkütmektedir. Türkiye’de yüzde 3’lük uzak etki<br />

altındadır. Türkiye’deki en çok korkulacak yerler yüzde 52 olasılıkla Kuzey Anadolu Kırığı,<br />

yüzde 33 olasılıkla Batı Anadolu çöküntü kırıkları,yüzde 12 Doğu Anadolu Kırığı’nın üzerinde<br />

olan yerleşimlerde görülebilir.<br />

PROF. DR. AHMET ERCAN<br />

www.ahmetercan.net - ahmetercan@ahmetercan.net<br />

Y<br />

eryüzünde 1999 yılından beri doğal<br />

olayların sayısında büyük bir artış vardır.<br />

Bu artış 2013 yılında doruğa erişecek,<br />

2015 yılında olağan düzeyine düşecektir. Japonya’nın<br />

Vakoyama’sında, 07:46’da (05:46<br />

UTC), yerel saatle 14:46’da, M=9,1 Richter<br />

büyüklüğünde bir deprem olmuştur. Deprem<br />

120 saniye sürmüştür. Depremle, Japonya<br />

GPS’e göre okyanusta konumu 2<br />

metre kayarken, düşey olarak 0,70 metre de<br />

göçmüştür. Japonya’da ortalama yılda 1000<br />

deprem olur. Yeryüzünde 6’dan büyük depremlerin<br />

yüzde 20’si Japonya’da olur. Deprem<br />

Pasifik dalma batma kuşağı içinde<br />

d=24,5 km derinde, göçüntülü biçimde olmuştur.<br />

Sendai kentinde 40 santim kayma<br />

olmuştur. Bu deprem Japonya’nın gördüğü<br />

en büyük depremdir. Deprem odağı kıyıdan<br />

138 km uzaktadır. Depremin Tokyo’ya<br />

uzaklığı 373 km’dir. Deprem odağı Sendai,<br />

Honshu’ya 130 km, Yamagata’ya. Deniz<br />

içindeki kırığın boyu en az 241 km, beklenen<br />

1100 km, eni 80 km’dir. En yakın kıyı<br />

138 km uzaktadır. Deprem olmadan önce 3<br />

tane büyüklüğü 7’e varan öncüleri olmuştur.<br />

Yeryüzünde böyle depremler 10 - 20 yılda<br />

bir içinde olmaktadır. Bu depremden çıkan<br />

gürenin oranı 1999 Gölcük depreminin<br />

yaklaşık 65 katıdır. Depremde çıkan atom<br />

bombası güresi yaklaşık 7 bin 150 tane<br />

atom bombasına eşittir. Bu deprem yeryüzünde<br />

son 300 yılda oluşan 7’nci büyük<br />

depremdir. Deprem odağının kıyıdan 130<br />

km uzakta olması depremin etkisini azaltmıştır.<br />

Ancak 373 km uzaktaki Tokyo’da bile<br />

çığım (hasar) oluşturmuştur.<br />

Süpürtü: Depremle olauşan süpürtü yani<br />

Japoncası tsunami, 130 km uzaklıktaki kıyıya<br />

yaklaşık, L=200 km dalga boyunda,<br />

390 km/saat( 6,5 km/dakika), (110 m/saniye)<br />

tezlikle, 19-20 dakikada ulaşmış, kıyıdan<br />

yaklaşık 2 ile 10 km içeri girerek önünde<br />

ne varsa 40 dakika içinde süpürmüştür.<br />

Dalga alın yüksekliği ortalama 4 metre, yer<br />

yer dar girintilerde 10 ölçe(metre) yüksekliğe<br />

erişmiştir. Japonların olaya ilk kez “tsunami”<br />

dedikleri süpürtü 15 Haziran 1896’da<br />

21 bin kişinin sularda boğulduğu Büyük<br />

Meiji Süpürtüsüdür. Kentlerde asıl çığımı<br />

yapan da süpürtü olmuştur. Yaklaşık 1,4<br />

milyon ev süpürtü dalgaları altında kalmıştır.<br />

10 binden çok kişi depremden 3 gün<br />

sonra yitikdir.<br />

Havai’de 09:00 da süpürtü uyarısı verilmiş,<br />

ancak gelen dalgalar etkili olmamıştır. Süpürtü<br />

18:00’da Kaliforniya kıyılarına etkisiz<br />

gelmiş, sörfçiler için eğlenceye dönüşmüştür.<br />

Dalga yüksekliği 0,1 ile 2,5 metre olmuş, kuzey<br />

Kaliforniya’da bir fotoğrafçıyı yutmuştur.<br />

Yanardağ: Depremden sonra Endonezya Siau’da<br />

1783 ölçe yükseklikteki bir yanardağ,<br />

ayrıca Japonya’da 2 tane yanardağ patlamıştır.<br />

Büyük depremler öncesi, sırası ya da<br />

sonrasında özellikle Pasifik deprem kuşağı<br />

gibi olan yerlerde bu tür yanardağ patlamaları<br />

görülür. Ege denizinde bunun örneği kıyılarımıza<br />

çok yakın Ege Dalma Batma kuşağının<br />

kuzeyindeki Santorini adası yanardağıdır.<br />

Çığım (Hasar): Depremden etkilenen kişi<br />

sayısı 7 milyondur. Deprem en çok 1 milyon<br />

kişilik Sendai kentini vurmuştur. Japonya’daki<br />

yapı niteliğinin iyi olması çığımı(hasarı)<br />

bir ölçüde azaltmış olsa da, uran (snayi)<br />

kurgularında yer yer yıkılmalar, ışınım<br />

(radyasyon) 8 kat arttığından çekirdek güre<br />

üretimevinde (nükleer santral) çatlama ürküntüsü<br />

olmuş, tüm işletmeler durmuş, ündekler<br />

(telefonlar) çalışmamış, kıvıl (elektrik)<br />

kesilmiştir, ulaşım durmuştur. Tezliği<br />

581 km/saat olan tez trenler kendiliğinden<br />

durmuştur. İnerçıkarlar ise ilk katta önceden<br />

kurulduğu gibi durmuştur. Şiba kayayağı<br />

artımlığında, ayrıca 80 yerde yangın çıkmıştır.<br />

Sendai’de bir petro-kimya kurgusu<br />

yanmış, Onahama kentinde bir büvet(baraj)<br />

yıkılarak suları kenti boğmuştur. Sendai’de<br />

yollar, uçuş alanları büklüm büklüm olmuş,<br />

derin yarıklar açılmıştır. Sendai kentinde 30<br />

katlı yapı sayısı 5, 15 katlısı 30, gerisi iki<br />

katlı çelik yapı, kent dışındakiler ise ağaç<br />

yapılarmış. Ağaç yapılar sürüklendi. Süpürtü<br />

dalgaları önüne gelen ne varsa süpürdüğü<br />

için hasar Mercalli Cannani ölçeğine göre<br />

XII gibi en yüksek düzeyine erişmiştir. Okyanusta<br />

100 kişi taşıyan bir gemi ile kaçmak<br />

için araçlarına binenler süpürtü altında sü-<br />

MART-N‹SAN 2011 89


MAKALE<br />

rüklenerek boğulmuşlardır. Trenler raylardan<br />

çıkarak devrilmiştir.<br />

Depremin kendisi uzak olması nedeniyle<br />

çok yıkmamış, ancak süprüntü dalgalarının<br />

yıkımı çok daha büyük olmuştur. Gelen 7<br />

ile 10 gün içinde olacak artçı deprem büyüklükleri,<br />

odaktan 150-200 km yarıçaplı<br />

alanda 7-8’e varabilir. Kaldı ki ilk gün sonra<br />

biri 7,4 olmak üzere 50’nin üzerinde artçı<br />

oluşmuştur. Bu depremlerde yeni ardışık süpürtü<br />

dalgaları üretmiştir.<br />

Deprem ile onlara doğru uçak tezliğiyle gelen<br />

süpürtü dalgaları; Rusya-Kamçatka, Alaska<br />

Elutian Adaları, Kanada’nın batısı, ABD’nin<br />

batı kıyıları ile San Andreas, Orta Amerika,<br />

Güney Amerika, Yeni Zelanda, Filipinler,<br />

Çin, Malezya, Endonezya, Kore’de korku<br />

yaratmış, toplum uyarılmıştır. Güney Pasifik<br />

yayı boyunca depremden sonra onlarca<br />

büyüklüğü 5 ile 6,5 arasında değişen depremler<br />

olmuştur.<br />

Deprem ile birlikte yaklaşık 400 bin kişi süpürtü-deprem<br />

sığınaklarına girmiştir. Oradakiler<br />

de içinde olmak üzere yaklaşık 1<br />

milyon 450 bin kişi susuz, 4 milyon kişi yiyeceksiz<br />

kalmıştır. Deprem sonrası yardımlar,<br />

deprem öncesi bilimsel araştırmalar konusunda<br />

Japonya “sınıfta kalmıştır”.<br />

Yerin serbest salınımları<br />

Deprem olmadan önce bir<br />

Japon jeofizik bilimci, o<br />

bölgede 8,0 büyüklü¤ünde<br />

bir deprem beklendi¤ini<br />

belirtmifl, ancak t›pk›<br />

‹talya’daki gibi ona inanan<br />

olmam›flt›. Depremden<br />

1 dakika önce sars›nt›<br />

uyar›s› canavar düdükleri<br />

çal›narak, örüflüm a¤›ndan,<br />

ündeklerle, yap›lm›flt›r.<br />

Depremden 4 dakika sonra<br />

süpürtü uyar›s› yap›lm›flt›r.<br />

Ancak araçlar›na binerek<br />

kaçmaya çal›flanlar›<br />

çarçabuk gelen süpürtü<br />

dalgalar› önünde<br />

yuvarlayarak yutmufltur.<br />

Çekirdek Güre Üretimliğinde Patlama<br />

(Nükleer Santral): Japonya kıvıl (elektrik)<br />

güresinin (enerjisinin) yüzde 30’unu Çekirdeksel<br />

Güre Üretimevlerinden (Nükleer<br />

santral) sağlıyor. Toplam 55 ÇGÜ tepkiri ile<br />

yeryüzünün en çok ÇGÜ’sü olan üçüncü ülke.<br />

Toplam tepkirlerin üretimi 28 000 MW<br />

dolayında. Deprem odağından yaklaşık 250<br />

km uzakta, kuzeydoğu kıyısındaki Fukuşima<br />

Daiçi (1970 de yapılmış, toplam 3 tane<br />

tepkir üretimi 5 000 MW) ile Daini yeğnisu<br />

çekirdeksel güre üretimevinde depremden 1<br />

gün sonra patlama olmuştur. Oysa ÇGÜ<br />

depremle birlikte ivedilikle durdurulmuş olmasına<br />

karşın soğutulmasının sürdürülmesi<br />

gerekiyordu. Depremle birlikte kıvıl (elektrik)<br />

kesilmiş, yedek kıvıl üreteçlerinin de<br />

kesintiye uğramasıyla, soğutucular durmuş,<br />

böylece üretimevi tepkiri (reactor) içi yavaş<br />

yavaş ısınmaya başlamıştır. Soğutma için<br />

kullanılan suyun buharlaşmasıyla, tepkirin<br />

(reactor) içinde ıslatkı (H-hidrojen) birikmiştir.<br />

Bunun sonucunda içerde basınç yükselmiş,<br />

içinde belli oranda ışınım bulunan<br />

buğunun bir bölümü dışarıya boşalmıştır.<br />

Bu işleyiş sırasında içerdeki ıslatkı paslatkıyla<br />

(O2- oksijen) karşı karşıya gelince patlama<br />

oluşmuştur. Çekirdek bölümü aşırı<br />

kızgınlaşma sonucu erimiştir. Tepkirdeki<br />

ışınım olağanın 1000 katına çıkmıştır. Üretimevinin<br />

üzerinde 15 santim kalınlığında<br />

koruyucu bir kapağın olması aşırı sızıntıyı<br />

önlemiştir. Özek dışında ışınır sezyum ile<br />

iyot uçunu ölçülmüştür. Japonların açıklamadığı<br />

gerçek şudur ki; depremle birlikte<br />

soğutucu borular kırılmıştır. Onlar kırılınca<br />

çekirdek kızgınlaşmıştır. Ayrıca en az 30 yıl<br />

dinlendirilmesi gereken çekirdeksel ışınır<br />

(radioactive) özdek gölmeci, süpürtü dalgalarının<br />

baskını altında taşarak tüm çevreye<br />

süpürülerek dağıtılmıştır. Böylece ışınır özdekler<br />

ülkenin 10 km içine dek yayılmıştır.<br />

Olan olmuş, işi anlayıncaya dek, önlem olarak<br />

üretievinden 20 km uzaklık içinde olan<br />

170 bin kişi uzaklaştırılmıştır. Ancak bunların<br />

çoğu ışınım salgısının etkisi altında sorunu<br />

gelecek günlere taşıyacaktır. Bunun<br />

dışında ÇGÜ’de aşırı ışınıma uğrayan 160<br />

görevli kişide troid yiyilcesi (kanseri), kan<br />

yiyilcesi, anemi, deri yanığı yaraları, gözde<br />

körlükler, kısırlık, kalıtımsal bozukluklar,<br />

görülebilir. Etki eşik değeri 50 rem’dir. 100-<br />

200 rem arası kusma, yorgunluk, yeme isteksizliği,<br />

300 rem’i geçince saç dökümleri,<br />

400 rem’e çıkınca ise ölümler görülüyor.<br />

Kurulması düşünülen Sinop ÇGÜ, M


meçlerden biri olmuş(1).<br />

Süpürtü(tsunami) kestirimine göre, Türkiye'yi<br />

etkileyebilecek bölgelerde oluşan tüm<br />

süpürtü (tsunami)lerin belgeleri son 2 bin<br />

yıl için incelendiğinde 28, son 3 bin 500 yıl<br />

içinde 90 tane büyük süpürtü (tsunami)<br />

oluştuğu görülür. Bunları çoğu deprem, azı<br />

yanardağ kaynaklıdır. Türkiye ile Ege’de süpürtüler<br />

(tsunami) oluşumlarının yerleri ile<br />

yılları şöyle sayılabilir.<br />

Akdeniz ile Karadeniz’de yapılan araştırmalara<br />

göre süpürtü yaratan depremler ile yükseklikleri<br />

şöyledir.<br />

Doğu Akdeniz Süpürtüleri (1-4 m):<br />

21 Haziran 365: Doğu Akdeniz'de Girit'ten<br />

İskenderiye'ye dek uzanan bölgede görülmüştür.<br />

Dalga yüksekliği 1 ile 3 metreyi bulmuştur<br />

22 Mayıs 1202: Kıbrıs, Suriye ile Mısır’ı kıyılarını<br />

süpüren dalga yüksekliği 1 ile 4<br />

metreyi bulmuştur.<br />

8 Ağustos 1304: Doğu Akdeniz, Rodos ile<br />

Girit adalarını vuran süpürtülerin dalga<br />

yüksekliği 1 ile 3 metreyi bulmuştur.<br />

Nisan 1609: Doğu Akdeniz, Rodos'ta süpürtü<br />

(tsunami) 10 bin kişiyi öldürdü.<br />

Üstte<br />

Dünya dönüş yönü<br />

Üstte solda<br />

Yer içinde sıkışma<br />

Solda<br />

Isı akışı<br />

21 Temmuz 1752: Suriye kıyılarını vuran<br />

süpürtü dalgalarının yüksekliği 1 ile 3 metreyi<br />

bulmuştur.<br />

13 Ağustos 1822: Antakya, İskenderun Koyunu<br />

süpürtü dalgaları dövmüştür (Gözlem<br />

yok)<br />

Karadeniz’de Süpürtü: 1598 Amasya depremi,<br />

Karadeniz’de (Sinop ile Samsunda 1<br />

metrelik dalgalar yapmıştır). Karadeniz’den<br />

150 km uzaktaki 26-27 Aralık 1939 Erzincan<br />

depremi ise (M=7.9,1000) Fatsa’da süpürtü<br />

(tsunami) oluşturmuştur. Önce Fatsa’da,<br />

deniz 50 m, Ünye’de 100 metre, Ordu’da<br />

15 m geri çekilmiştir. Sonra 20-25 m<br />

karaya doğru ilerlemiştir. 3 Eylül 1968,<br />

Amasra-Çakraz depremi (M=6.6,1058) olmuştur.<br />

Amasra-Çakraz arasında kıyı 35-40<br />

saniye yükselmiştir. Önce deniz 12-15m geri<br />

çekilmiş sonra 100m karaya girmiş, 14 dakika<br />

sonra gelen ikinci dalga 50-60m karaya<br />

basmıştır. Bu dalga tekneleri denize almış.<br />

Çakraz limanında deniz tırmanma<br />

yüksekliği 3 metre dolayında olmuştur.<br />

Deprem kestirildi mi?<br />

Deprem olmadan önce bir Japon jeofizik bilimci,<br />

o bölgede 8,0 büyüklüğünde bir deprem<br />

beklendiğini belirtmiş, ancak tıpkı İtalya’daki<br />

gibi ona inanan olmamıştı. Depremden<br />

1 dakika önce sarsıntı uyarısı canavar<br />

düdükleri çalınarak, örüşüm ağından, ündeklerle,<br />

yapılmıştır. Depremden 4 dakika<br />

sonra süpürtü uyarısı yapılmıştır. Ancak<br />

araçlarına binerek kaçmaya çalışanları çarçabuk<br />

gelen süpürtü dalgaları önünde yuvarlayarak<br />

yutmuştur.<br />

Depremin yol açtığı akçal durum<br />

Depremden önce Türkiye’de dolar 1,58<br />

iken 1,61’e fırladı. Japon Borsası Nikkei<br />

yüzde 2 oranında düştü.<br />

Japonya yeryüzünün en büyük 3. akçal varsılıdır.<br />

1995 Japonya 6 bin 400 kişinin öldüğü<br />

Kobe depreminin çıkışı 100 milyar<br />

dolardı. Korunç (sigorta) işletmelerinin ödediği<br />

ise 3 milyar dolardı. Honshu depreminin<br />

de çıkışının bu değerleri aşarak 180 milyar<br />

doları bulması bekleniyor. Ulusal gelirde<br />

yüzde 10’a yakın gerileme beklenirken,<br />

korunç işletmelerine ise 34 milyar dolara<br />

çıkması bekleniyor. Depremden sonra sanayi<br />

tümüyle durmuş, Honda ile Sonny üretimevleri<br />

dokunca görmüştür.<br />

Deprem Türkiye’yi etkiler mi?<br />

9,0’lIk Japonya depreminden sonra devinim<br />

altında çalkalanan yer yuvarı ile avkulanan<br />

gevrek yer kabuğu, içinden diri kırık geçen<br />

tüm ülkeleri ürkütmektedir. Türkiye’de<br />

yüzde 3 lük uzak etki altındadır. Türkiye’deki<br />

en çok korkulacak yerler yüzde 52<br />

olasılıkla Kuzey Anadolu Kırığın, yüzde 33<br />

olasılıkla Batı Anadolu çöküntü kırıkları,<br />

yüzde 12 Doğu Anadolu Kırığının üzerinde<br />

olan yerleşimlerde görülebilir. 7 ile 10 gün<br />

içinde Başbakanlık AFAD Genel Müdürlüğü<br />

tetikte olmalıdır. Bunu açıkladıktan sonra<br />

ilk 7 günde büyüklüğü 4 ile 4,7 arasında üç<br />

deprem olmuştur. Marmara da böyle bir<br />

deprem olsaydı İstanbul un yüzde 60’ı yok<br />

olurdu. Oluşacak süpürtü dalgaları kıyıya 3<br />

dakikada gelirdi. Türkiye’de böyle bir deprem<br />

olabilir mi? Olmaz. Türkiye’de olabilecek<br />

en büyük deprem 7.9 - 8.0 olur. Türkiye<br />

kıyılarında son 3bin yılda 90 süpürtü<br />

olayı belgelenmiştir.<br />

Yeryüzünde en yüksek alınlı süpürtüler<br />

1960 Şili M=9,5, h= 25 m, ölü=1 263<br />

1969 Endonezya M=6,9, h= 4 m, ölü=600<br />

1976 Filipinler M=8,1, h= 8,5 m, ölü=4,456<br />

1992 Kolombia M=7,7, h= 6 m, ölü=600<br />

1998 Endonezya M=7,8, h= 26,2 m, ölü=2<br />

500<br />

1998 Papua Yeni Gine M=7, h= 15 m, ölü=2<br />

183<br />

2004 Endonezya M=9,1, h= 51 m, ölü=226<br />

000<br />

2006 Endonezya M=7,7, h= 10 m, ölü=664<br />

1960 Yeni Zelanda M=8,0, h= 11,2 m, ölü=<br />

528<br />

MART-N‹SAN 2011 91


MAKALE<br />

Enerji Bağımsızlığımız ve<br />

Akkuyu Nükleer Santrali<br />

Sürdürülebilir kalkınma anlayışı içinde, baz enerji santrali olan nükleer enerji santrali, nükleer<br />

elektrik üretimi, enerji temin güvenliği açısından bir seçenek olmaktan da öte bir zorunluluk<br />

haline gelmiştir. Ancak nükleer enerjinin, bir ileri teknoloji dalı olması itibariyle, yalnızca elektrik<br />

üretim araçlarından biri olduğu düşünülmemelidir.<br />

DR. NECMİ DAYDAY<br />

UAEA Nükleer Güvenlik Uzman Müfettişi (E.)<br />

J<br />

aponya’da deprem ve deprem dalgası<br />

sonrasında Fukushima Daiiçi nükleer<br />

santrallerinde yaşanan kazanın yol açtığı sorunlar,<br />

pek çok ülkede olduğu gibi, ülkemizde<br />

de nükleer santraller konusundaki tartışmaları<br />

tetikledi.<br />

Nükleer santraller Türkiye’nin gündemine,<br />

özellikle teknoloji ve bilimsel alanlarla ilgili<br />

olan konularda olduğu gibi, genellikle olumsuz<br />

olaylar meydana geldiğinde oturtulur.<br />

Konu, sanki mesele bu güne kadar hiç düşünülmemiş,<br />

incelenmemiş ve üzerinde uzmanlarınca<br />

yoğun çalışmalar yapılmamışçasına,<br />

sıfırdan başlanıyormuş gibi takdim<br />

edilerek ele alınır. Bunu yaparken, pek çok<br />

bilimsel ve teknolojik konuda olduğu gibi,<br />

uzmanların uzun yıllar içinde özümsedikleri<br />

bilgi ve tecrübelerin, bir TV programında<br />

veya birkaç sayfalık yazıda kamuoyuna aktarılması<br />

istenir. Üstelik verilen bilgi düzeyinin<br />

bir fen sınıfı öğrencisinin bilgi düzeyinde<br />

bile olmamasına da özen gösterilir! Hatta<br />

“Referanduma” sunulması bile önerilir.<br />

Bilim ve teknolojide demokrasi olmamıştır<br />

ve olmayacaktır. Bu eşyanın tabiatına aykırıdır.<br />

Hangi bilimsel teori halkoyu ile ‘doğru’<br />

veya ‘yanlış’ kabul edilmiştir? Ortaçağ’da kilisenin<br />

engizisyon aracılığı ile Giordano Bruno,<br />

Galileo gibi bilginlere yaptığı işkenceler<br />

verdikleri ölüm cezaları neyi değiştirmiştir.<br />

“Kiliseye rağmen dünya yine dönüyor! Galileo<br />

kazanmıştır.” Hangi buluş, hangi teknik<br />

ilerleme referandum sonucu sağlanmıştır?<br />

Tarih böyle bir şey kaydetmemiştir.<br />

Enerji bağımsızlığı<br />

Bir meseleyi çözmenin gerekli şartı, meseleyi<br />

bilimsel kavramlar içinde kısa ve öz bir<br />

şekilde vazetmektir. Onun için, Akkuyu<br />

Nükleer Santralı konusu bu yazıda “enerji<br />

bağımsızlığımız” temelinde ele alınmaktadır.İlk<br />

elektrik enerjisini, 1912’de Fransızların<br />

İstanbul Haliç’te Silahtarağa’da kurdukları<br />

termik santralden alan Türkiye, bugüne<br />

kadar geçen 100 yılda hiç bir elektrik santralini<br />

yüzde 100 yerli yapım olarak gerçekleştirememiştir.<br />

Mesele, genelde “... sermaye<br />

yanlısı hükümetlerin sürdüre geldiği yanlış<br />

enerji politikaları sonucu ülkemiz, birincil<br />

enerji tüketiminde yüzde 71,5, elektrik tüketiminde<br />

ise, kaynaklar bakımından, yüzde<br />

60’a varan oranlarda dışa bağımlı hale getirilmiştir,”<br />

şeklinde formüle edilmektedir.<br />

Ancak bu ifade doğruyu yansıtmamaktadır.<br />

Enerji üretimi denklemini: Enerji = birincil<br />

kaynak+kaynağı enerjiye dönüştüren tesis+iletim<br />

hatları olarak ifade edersek, ‘enerjide<br />

bağımsızlık’ sağlamak için denklemin<br />

her bir öğesine hakim olmanın gerekliliği kolayca<br />

görülür. Kısacası, hep öne sürüldüğü<br />

üzere, kaynağın ‘yerli’ olması yetmez. Üretim<br />

ve iletim için gerekli olan ‘stratejik’ makine,<br />

techizat, alet vb. sanayisinin de ülkede<br />

var olması şarttır.<br />

Türkiye’nin sanayileşmesi için<br />

nükleer enerji zorunlu mudur?<br />

Sürdürülebilir kalkınma anlayışı içinde, baz<br />

enerji santrali olan nükleer enerji santrali,<br />

nükleer elektrik üretimi, enerji temin güvenliği<br />

açısından bir seçenek olmaktan da<br />

öte bir zorunluluk haline gelmiştir. Ancak<br />

nükleer enerjinin, bir ileri teknoloji dalı olması<br />

itibariyle, yalnızca elektrik üretim<br />

araçlarından biri olduğu düşünülmemelidir.<br />

Zira günümüzde hayati bir önem kazanmış<br />

olan bu teknolojiyi kazanmak, bilimsel ve<br />

teknolojik alanda ilerlemek, hatta Güney<br />

Kore’de olduğu gibi, bir sıçramayı başarmak<br />

anlamına gelir. Nükleer teknoloji gibi çok<br />

geniş kapsamlı ileri teknolojilerin ülkeye kazandıracağı<br />

pek çok yarar vardır. Bir nükleer<br />

santralde yüksek teknoloji gerektiren<br />

yaklaşık 22 bin değişik parçanın bulunduğu<br />

göz önüne alınırsa, böyle bir teknolojiye sahip<br />

olmaya yönelmekle sanayimiz, bilim ve<br />

teknoloji kuruluşlarımız pek çok değişik<br />

alanda kullanılabilecek bilgi birikimi ve tecrübe<br />

kazanacaktır. Bu kapsamda, teknolojik<br />

yaşamın her alanında karşımıza çıkan nitelikli<br />

ileri malzemelerin üretimi, yeni yapım<br />

ve üretim tekniklerinin öğrenilmesi ve geliştirilmesi,<br />

bilimsel, teknik ve teknolojik kapasitenin<br />

arttırılması, kalite kontrolünün ve<br />

yüksekliğinin sağlanması, sanayide değişik iş<br />

kollarının kurulup çalıştırılması, yeni iş<br />

alanlarının açılarak istihdamın arttırılması<br />

gibi konular sayılabilir. Ayrıca, nükleer teknoloji<br />

Türkiye’nin üst düzey bilimsel ve teknoloji<br />

kültürünün gelişmesinde, özellikle<br />

teknik eğitimin nicelik ve niteliğinin yükseltilmesinde,<br />

dolayısı ile sanayide de itici bir<br />

güç olmak ve tetikleyici vazifesi görmek gibi<br />

yadsınamaz faydalar da sağlar. Bunlara<br />

birlikte, ülkede nitelikli bir ‘Güvenlik Kültürü’nün<br />

yerleşmesi ve gelişmesinde önemli<br />

rol oynar. Nitekim Dünya’daki mevcut konjonktürde,<br />

nükleer enerji ve teknolojilerinin,<br />

teknoloji planlamalarını akılcı bir şekilde<br />

başarabilen gelişmiş ülkelerde toplandığı<br />

görülmektedir. Nükleer teknoloji transferini<br />

çok başarılı bir şekilde gerçekleştiren<br />

92 M‹MAR VE MÜHEND‹S


ülkelerin başında gelen Güney Kore’nin,<br />

kısmen de bu kazanımlar sayesinde, diğer<br />

teknolojik alanlarda elde ettiği başarılı sonuçlar<br />

bu tespitleri doğrular niteliktedir.<br />

Nükleer teknoloji transferi<br />

stratejisinin temel taşları<br />

Nükleer teknoloji transferini, “nükleer güç<br />

programını destekleyecek, planlama, Ar-<br />

Ge, kalite temini, lisans verme, yakıt maddesi<br />

ve yakıt üretimi, atık yönetimi gibi hizmetlerin<br />

yürütülmesi için gerekli yapılanmaları<br />

ve insan gücünün eğitilmesini içerir”<br />

şeklinde özetleyebiliriz.<br />

Nükleer teknolojinin transferi ve özümsenmesi,<br />

uzun vadeli ve zahmetli bir iştir. Bu<br />

yüzden, başlangıçta açık ve seçik bir biçimde<br />

tanımlanmış olan bir nükleer enerji<br />

programının ve uygun stratejinin ısrarla<br />

sürdürülmesi ve uygulanması ile elde edilir.<br />

Bu da ancak nükleer programın bir devlet<br />

politikası olarak benimsenmesi ve yürütülmesi<br />

ile mümkündür. Ne var ki ne 1972 ve<br />

1983 yıllarında TAEK tarafından hazırlanmış<br />

olan “Nükleer Güç Programları” ne de<br />

Eylül 1998 tarihli ÇNAEM TR – 338 numaralı<br />

raporda ortaya konmuş olan ‘’Nükleer<br />

Güç Alanında İzlenecek Ulusal Politika ve<br />

Program önerisi” bir hükümet programı olarak<br />

gündeme bile alınmamıştır. Halbuki<br />

böyle bir programın ‘’Devlet Politikası’’ olarak<br />

benimsenmesi gerekir. Sarsılmaz bir siyâsî<br />

kararlılık ile güçlendirilmiş böyle bir<br />

millî iradenin neler gerçekleştirebileceğine<br />

en iyi iki örnek Güney Kore ile Hindistan’dır.<br />

Başarılı bir nükleer teknoloji transferi stratejisinin<br />

temel taşlarını şu şekilde özetleyebiliriz:<br />

1. Nükleer enerji üretimine yönelik reaktör<br />

tipinin belirlenmesi,<br />

2. Nükleer yakıt çevrimi tesisleri,<br />

3. Nükleer atık yönetimi stratejisi,<br />

4. İlgili teknolojilerin transferi,<br />

5. Yeni ve yenilikçi reaktör teknolojilerinin<br />

geliştirilmesi çalışmalarına katılmak,<br />

6. Nükleer alanda sürdürülecek bilimsel ve<br />

teknolojik araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin<br />

belirlenmesini ve bu kapsamda araştırma<br />

yapacak bilim ve teknoloji merkezlerinin<br />

kurulması,<br />

7. Nükleer güvenliği ilk sıraya koyan bir kalite<br />

güvenlik kültürü anlayışının oluşturulması,<br />

8. Nükleer güvenlik ve kalite güvencesine<br />

ilişkin olarak kurumsal ve hukuksal altyapının<br />

ve uygulama sisteminin yeniden teşkil<br />

edilmesi,<br />

9. Kamuoyunun duyarlı olduğu konularda;<br />

• Olabildiğince açık bir tanıtım ve bilgilendirme<br />

ile<br />

• Halk ve sivil toplum örgütleriyle etkileşim<br />

sistem ve metodlarının oluşturulması,<br />

10. Taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelere<br />

uyum çalışmaları,<br />

11. Nükleer teknolojide öngörülen niteliklere<br />

sahip insan gücü gereksiniminin<br />

karşılanmasıyla ilgili faaliyetleri,<br />

12. Her aşamada yerli katkının arttırılmasını<br />

sağlayacak bürokratik düzenlemelerin yapılması,<br />

13. Stratejinin bir devlet politikası olarak<br />

benimsenmesi.<br />

“Akkuyu Sahası’nda Nükleer Güç<br />

Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine<br />

İlişkin Anlaşma” ile başarılı bir<br />

teknoloji transferi yapılabilir mi?<br />

12 Mayıs 2010 tarihinde Ankara’da T.C.<br />

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız<br />

ile Rusya Federasyonu Başbakan Yardımcısı<br />

Igor I. Sechin tarafındanimzalanan<br />

“Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya<br />

Federasyonu Hükümeti Arasında Türkiye<br />

Cumhuriyeti’nde Akkuyu Sahası’nda Bir<br />

Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine<br />

Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşma”nın onaylanması<br />

Bakanlar Kurulu’nca 27/8/2010 tarihinde<br />

kararlaştırıldı.<br />

Nükleer teknoloji transferine, anlaşmanın<br />

amaç ve kapsamı belirleyen 3. maddesinin<br />

2. bendinin 2.24 no’lu paragrafında atıfta<br />

bulunulmaktadır. Ancak bu atıf, “Teknoloji<br />

transferi ve” şeklinde olup transferin neleri<br />

kapsayacağı belirtilmemiştir. Buna karşılık,<br />

aynı maddenin 3. bendinde ise: “İşbu madde<br />

kapsamındaki işbirliği konuları, Türk<br />

Kuruluşları ve Rus Kuruluşları tarafından,<br />

Türk Tarafı'na mali yük getirilmeden yürütülür.<br />

Türkiye Cumhuriyeti'nde nükleer yakıt<br />

üretim tesislerinin kurulması ve işletimi<br />

de dahil olmak üzere nükleer yakıt döngüsü<br />

hakkındaki işbirliği ve teknoloji transferi<br />

Taraflarca mutabakata varılacak ayrı koşullar<br />

çerçevesinde yürütülecektir” denmektedir.<br />

Dolayısıyla teknoloji transferinin, üzerinde<br />

anlaşmaya varıldığı takdirde, “nükleer<br />

yakıt üretim tesislerinin kurulması ve işletimi<br />

de dahil olmak üzere nükleer yakıt döngüsü”ne<br />

münhasır olacağı anlaşılmaktadır.<br />

Hükümetin kamuoyuna yaptığı açıklamaları,<br />

ülkemizde nükleer konularda yapılan ön<br />

hazırlıklarla birlikte değerlendirdiğimizde;<br />

bu şartlar altında, gerçek ve kapsamlı bir<br />

nükleer teknoloji transferinin yapılmasının<br />

maalesef mümkün olmadığını söylemek zorundayım.<br />

Zira değişik reaktör tiplerine ve<br />

yapımcı ülkelerine (Akkuyu’da Rus, Sinop’ta<br />

‘Batı tipi” [japon?]), dolayısıyla farklı<br />

yapım, işletme, güvenlik kültürü vb. konulara<br />

açık uçlu bir yaklaşım Türkiye’nin ne<br />

ekonomisinin, ne teknik insan gücünün ne<br />

de organizasyon kapasitesinin kaldırabileceği<br />

bir sürecin gerçekleşmesine yöneliktir. Bu<br />

durum, ülkemizdeki ‘otomotiv sanayisi’nin<br />

benzerini meydana getirmeye adaydır. Pek<br />

çok ülkenin çeşitli otomobil modelini üretiyoruz<br />

ancak en ‘stratejik’ kısmı olan, ne motorunu<br />

yapıyoruz, ne de kendimize ait bir<br />

modelimiz, markamız var!<br />

TAEK teknoloji transferinde<br />

rol oynayabilir mi?<br />

Gerçekçi olarak bakıldığında bugünkü haliyle<br />

TAEK’in, değil nükleer teknoloji transferi<br />

gibi geniş kapsamlı ve karmaşık bir süreci,<br />

hazır verilen bir nükleer santral tasarımını<br />

sıfırdan başlayıp, inceleyerek gerekli<br />

lisansları vermek hususunda bile, mükemmel<br />

bir örgütü, bu konuda yetişmiş yeterli<br />

nitelik ve sayıda elemanı, eksiksiz bir mevzuatı,<br />

yeterli donanımı, yeterli deneyim ve<br />

bilgi düzeyi, olduğunu söylemek mümkün<br />

değildir. Ancak yeni bir örgütün kurulması<br />

ve istenen seviyeye gelmesi çok uzun zaman<br />

gerektireceğinden, TAEK’in halihazırdaki lisans<br />

verme görev ve yetkilerinin genişletilerek<br />

devredileceği bir ‘Nükleer Düzenleme<br />

Kurumu’nun kurulması ve TAEK’in, Türkiye’nin<br />

nükleer teknolojiye girmesi için gerekli<br />

her türlü çalışmayı yapmasına imkan<br />

veren bir kanun ile gerekli yetkilere kavuşturulması<br />

yerinde olacaktır.<br />

MART-N‹SAN 2011 93


S‹NEMAVEMÜHEND‹SL‹K<br />

Masum ve sade olan›n zaferi:<br />

FORREST<br />

GUMP<br />

MODERN HAYATIN GET‹RD‹⁄‹ fiARTLANMIfiLIK,<br />

B‹LG‹ K‹RL‹L‹⁄‹ VE EGO‹ZM‹N TUZAKLARINDA<br />

‹NSANLAR KIVRANIRKEN; SADE VE MASUM OLAN<br />

HEP KAZANIYOR.<br />

EROL MERMER / Senarist<br />

Cana yakın ve zekâ seviyesi 75 olan bir idiot savant (zihinsel<br />

özürlü dahi) olan Forrest’i ilk kez parktaki banka<br />

oturmuş, kendisini çocukluk arkadaşı Jenny’e götürecek<br />

olan otobüsü beklerken görürüz. Filmin başında, gökyüzünden<br />

esen rüzgârlarda savrula savrula, bulutlar arasından aşağı<br />

doğru inen bir kuş tüyü süzülerek Forrest’in ayağının üstüne<br />

konar. (Aslında, batı kültürün de kuş tüyü gökteki meleğin kanadından<br />

kopmuş ve kimin başına konarsa ona şans getirdiği<br />

düşünülür.) Biz daha filmin başında anlarız ki o bir seçilmiştir.<br />

Forrest, yol yürümesini bile beceremeyen saf görünüşüne rağmen<br />

20. yüzyılda Amerika’da geçen bütün ünlü olayların içindedir<br />

ve bu olaylardan hep bir kahraman olarak çıkar. Herşey koşabildiğini<br />

keşfettiği gün başlar. Bu yeteneğini bir futbol yıldızı<br />

olmak için kullanır. Sıradan biriyken, John F. Kennedy, Lydon<br />

Johnson ve Richard Nixon ile tanışır. Gary Sinise canlandırdığı<br />

Teğmen Dan’ı kurtarmak suretiyle bir Vietnam kahramanı, daha<br />

sonra da zengin bir karides tüccarı olur. Tüm bu olaylar boyunca<br />

tek düşü, hayatı bambaşka bir yöne kayan sevgilisi<br />

Jenny’ye tekrar kavuşmak içindir. Forrest tarihteki birçok olaya<br />

tanık olurken, Jenny protest bir hayata saplanmış, alkol ve<br />

uyuşturucunun tuzağında kıvranmaktadır. Büyük şehirlerde insanlar,<br />

modern hayatın sıkıntıları, açmazları içinde kıvranırken,<br />

filmin finalinde birkez daha masumiyetin zaferine tanık oluruz.<br />

Oskar Ödülleri<br />

En iyi yapım ödülü Wendy Finerman, Steve Starkey, Steve Tisch<br />

En iyi senaryo ödülü: Eric Poth<br />

En iyi oyuncu ödülü: Tom Hanks<br />

En iyi görsel efekt: Ken Ralston, George Murphy, Stephen Rosenbaum<br />

En iyi kurgu ödülü: Arthur Schmidt<br />

F‹LM‹N KÜNYES‹<br />

Filmin adı<br />

Yapım/ süre<br />

Yapımcı<br />

Yönetmen<br />

Senaryo<br />

Kurgu<br />

Görüntü Yönt<br />

Müzik<br />

Oyuncular<br />

: FORRES GUMP<br />

: ABD 1994 / Paramount/151 dk.<br />

: Wendy Finerman,<br />

Steve Starkey, Steve Tisch<br />

: Robert Zemeckis<br />

: Eric Poth<br />

: Arthur Schmidt<br />

: Don Burgess<br />

: Alan Silvesri<br />

: Tom Hanks, Robin Wright, Gary Sinise,<br />

Mykelti Williamson, Sally Field,<br />

Rebecca Wiliams, Michael Conner,<br />

George Kelly, Bob Penny<br />

94 M‹MAR VE MÜHEND‹S


K‹TAPLIK<br />

TÜRK‹YE ARAfiTIRMALARI<br />

L‹TERATÜR DERG‹S‹ (TAL‹D)<br />

L<br />

iteratür çalışmaları, üzerine inşa edildiği birikime ayna tutmakla kalmaz, birikim<br />

bilincimizi yeniler. Bu tür çalışmalar, mevcut birikimi birçok açıdan değerlendirerek<br />

literatür hakkında çeşitli tasnifler yapmayı, varsa eksiklikleri ve hataları<br />

tespit etmeyi, takip edilen yaklaşımları ve kullanılan kaynakları gözden geçirmeyi<br />

amaçlar. Bu tespitler, literatürle ilgili herhangi bir alanda yapılacak çalışmalara<br />

matuf uyarı ve önerilerle daha da önem kazanır. Esas hedef, bir alanda değişik kişi ve<br />

ekoller tarafından yapılmış çalışmaların hasılasını çıkartarak, sonraki çalışmalara ciddi<br />

bir zemin hazırlamaktır. Bu süreç hiç şüphesiz anlama, yorumlama ve eleştiri kabiliyeti<br />

yanında geleceğe dönük önerilerle ilgili iddialı bir ilmî duruşu gerektirir. Öte taraftan<br />

konu ve sorunlara hem ‘disiplinler arası/ötesi’ bir perspektif hem de ‘bütüncül’<br />

bir anlayışla yaklaşma inancının hakim olduğu günümüzde, bir mesele hakkında önceden<br />

gerçekleştirilmiş veya halen devam eden bilimsel faaliyetleri takip edebilmek<br />

ancak literatür çalışmaları ile mümkündür.<br />

Bilim ve Sanat Vakfı Türkiye Araştırmaları Merkezi “Birikimsiz (b)ilim olmaz” şiarından<br />

yola çıkarak yukarıda belirtilen ilkeler doğrultusunda Türkiye araştırmaları alanında<br />

ortaya konan birikimi değerlendirmek, Türkiye hakkında farklı coğrafyalarda değişik<br />

türlerde eser telif edenleri birbirlerinden haberdar etmek maksadıyla Bahar 2003 yılından<br />

bu yana Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi’ni yayınlamaktadır. 6 aylık, hakemli<br />

bir dergi olan TALİD Türkiye araştırmalarını geniş kapsamlı üst başlıklar altında<br />

değerlendirmekte ve her sayısında ele aldığı konu ile ilgili kapsamlı birkaç yazıdan<br />

sonra konunun alt alanları ile ilgili değerlendirme yazılarını ve yine konuyla ilgili söyleşileri,<br />

klasik veya güncel bazı kitap ve tezlerin, kurum, dergi, ve kongrelerin tanıtımlarını<br />

içermektedir.<br />

İlk sayısında Türk İktisat Tarihi literatürünü konu edinen TALİD, sonraki sayılarında sırasıyla<br />

Tanzimat’a Kadar Türk Siyaset Tarihi (Güz 2003), Tanzimat’tan sonra Türk Siyaset<br />

Tarihi (Bahar 2004), Türk Bilim Tarihi (Güz 2004), Türk Hukuk Tarihi (Bahar<br />

2005), Türk Şehir Tarihi (Güz 2005), Yeni Türk Edebiyatı Tarihi I ve II (Bahar 2006-Güz<br />

2006), Eski Türk Edebiyatı Tarihi I-II (Bahar 2007-Güz 2007), Türk Sosyoloji Tarihi (Bahar<br />

2008), Türk Eğitim Tarihi (Güz 2008) literatürünü konu edinmiştir.<br />

TALID 14. sayısında, mimarlık tarihçiliğinden Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi<br />

mimarisine; hamam, saray, ticari mekanlar gibi mimari yapılardan mimarlık tarihinin<br />

kaynaklarına, sanayileşme ve mekansal değişimden peyzaj mimarisine kadar pek<br />

çok vechesiyle Türk Mimarlık Tarihi literatürünü değerlendirmiş, Türk Sanat Tarihi<br />

konusuna ayrılan 15. sayısında ise İslam öncesinden günümüze, Türk Sanatının genel<br />

sorunlarından, plastik sanatlara, hüsn-i hat sanatından kitap sanatlarına, kitabeler ve<br />

süslemelere, musikiye kadar sahaya ilişkin pek çok konuya ışık tutmaya çalışmıştır.<br />

Yaklaşık 1450 sayfa hacme sahip, başucu eserleri arasında yer alacak bu sayılarda,<br />

sahalarında duayen olan Uğur Tanyeli, Gülru Necipoğlu, Sibel Bozdoğan, Oktay Aslanapa<br />

ve Semavi Eyice gibi isimlerle de kapsamlı söyleşiler yapılmıştır. TALİD’in gelecek<br />

sayıları ise sırasıyla Dünyada Türk Tarihçiliği ve İstanbul literatürünü içerecektir.<br />

MLA International Bibliography, Index Islamicus ve ASOS Index tarafından taranan<br />

TALİD’in, ilk yedi sayısının pdfleri web sitesinden (http://www.talid.org) indirilebilmektedir.<br />

Ayrıca, her türlü görüş, katkı ve sorularınız için talid@bisav.org ve talidmail@gmail.com<br />

e-posta adreslerinden TALİD yetkililerine ulaşabilirsiniz.<br />

“<br />

Birikimsiz (b)ilim olmaz”<br />

fliar›yla Bahar 2003’den bu<br />

yana Bilim ve Sanat Vakf›<br />

Türkiye Araflt›rmalar›<br />

taraf›ndan yay›nlanan<br />

Türkiye Araflt›rmalar›<br />

Literatür Dergisi’nin son<br />

say›lar› aras›nda Türk<br />

Mimarl›k Tarihi ve Türk<br />

Sanat Tarihi konular›na<br />

ayr›lm›fl ciltler vard›r.<br />

MART-N‹SAN 2011 95


Ç‹ZG‹YORUM<br />

Yakup Güler<br />

96 M‹MAR VE MÜHEND‹S


1980’den beri...<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

<br />

www.canturk.com.tr

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!