Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Sayı 59 Mart-Nisan 2011<br />
59
‹mtiyaz Sahibi<br />
Mimar ve Mühendisler Grubu adına<br />
Genel Başkan<br />
Avni Çebi<br />
Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü<br />
Hasan Kurt<br />
Yay›n Kurulu<br />
Mehmet İşci, Osman Arı, Yakup Güler,<br />
Mahmut Çelik, Yavuz Sarı,<br />
Mesut Uğur,<br />
Osman Şahbaz, Yılmaz Ada<br />
Bu Say›ya Katk›da Bulunanlar<br />
Prof. Dr. Ahmet İncekara,<br />
Şükrü Sarıoğlu,<br />
İbrahim Halil Kalaycı<br />
Ömer Doğan<br />
Yay›n Dan›flma Kurulu<br />
Prof. Dr. İlhami Karayalçın,<br />
Prof. Dr. Nazif Gürdoğan, Adnan Çelik,<br />
Prof. Dr. Nizamettin Aydın,<br />
Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu,<br />
Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk Kültür,<br />
Ali Reyhan Esen, Fatih Dönmez<br />
‹letiflim Adresi<br />
Kuştepe Biracılar Sok. No: 7<br />
Mecidiyeköy/İstanbul<br />
Tel: 212 217 51 00<br />
Fax: 212 217 22 63<br />
Web: www.mmg.org.tr<br />
E-posta: mmg@mmg.org.tr<br />
Yay›n Koordinatörü<br />
İsmail Şaşmaz<br />
ismail@ajanspiksel.com<br />
Editör<br />
A. Kadir Mermertaş<br />
kadir@ajanspiksel.com<br />
Görsel Yönetmen<br />
Nevzat Albayrak<br />
Renk Ayr›m›<br />
Muhammet Dilsiz<br />
Reklam<br />
Fatih Göksu<br />
reklam@ajanspiksel.com<br />
Eski Osmanlı Sok. Cansun Apt. 5/7<br />
Mecidiyeköy/İstanbul<br />
Tel: 212 273 27 50<br />
Fax: 212 273 27 51<br />
Web: www.ajanspiksel.com<br />
E-posta: info@ajanspiksel.com<br />
Bas›m<br />
Milsan Basın San. A.Ş.<br />
0212 471 71 50<br />
editörden<br />
Merhabalar…<br />
Mimar ve Mühendis Dergisi olarak yeni sayı ve yeni<br />
konularla birlikteyiz. Bu sayımızda dosya konusu<br />
olarak, kalkınmanın önemli lokomotiflerinden olan<br />
girişimcilerin desteklenmesi konusunu yani “girişim<br />
sermayesi”ni ele aldık.<br />
Dünyadaki gelişmiş ülkelerin, büyük şirketlerin ve<br />
markaların geçmişine baktığımızda karşımıza hep<br />
aynı olgu çıkmaktadır; girişimci ve girişimcilik.<br />
Gelişmiş ülkeler girişimcilerin önünü açmış, onlara<br />
gerekli destekleri sağlamış ve sonunda karşılığını<br />
almışlardır. Uluslar arası markaların geçmişinde de<br />
hep bu girişimcileri görmekteyiz. Girişimcilik cesaretle<br />
başlar desteklenirse gelişir ve büyür.<br />
Ülkemizde ise hem girişimci ve girişim sermayesinin<br />
eksikliği her zaman hissedilmiştir. Kalkınma hep<br />
devlet eliyle sağlanmaya çalışılmış, girişimciler<br />
girişim cesaretini, devlet ise destek cesaretini<br />
gösterememiştir. Fakat bu durum son yıllarda özellikle<br />
KOSGEB eliyle değişmeye başladı.<br />
Bizde dergimizin bu sayısında “girişimci sermayesi”<br />
konusunu hem özel sektör hem de kamu açısından<br />
değerlendirmeye çalıştık. Girişimcilere verilen<br />
destekleri, ne tür destekler verilmesi gerektiğini iş<br />
dünyasından, kamudan konunun uzmanları ile ele<br />
aldık.<br />
Ayrıca dergimizin bu sayısında geçtiğimiz günlerde<br />
ardında büyük acılar bırakan Japonya depremini ve<br />
sonrasındaki gelişmelerin değerlendirildiği uzmanların<br />
yazılarını bulacaksınız.<br />
Dergimizde her sayımızda olduğu gibi mimarlık, gezi,<br />
sinema yazıları bu sayımızda yer alıyor.<br />
Gelecek sayılarda buluşmak dileğiyle…<br />
Yay›n Türü<br />
İki ayda bir yayınlanır.<br />
Yerel Süreli Yayın<br />
Ücretsizdir<br />
Yazı ve reklamların içerik sorumluluğu<br />
sahiplerine aittir. Kaynak gösterilerek<br />
alıntı yapılabilir.
içindekiler<br />
6 Bizden Haberler<br />
28<br />
22 Mimarl›k; Mehmet ‹flci<br />
Günümüz cami mimarisi<br />
üzerine düflünceler -2-<br />
72 Gezi; Biraz musiki, biraz<br />
astronomi; MERAGA<br />
74 Kent ve Yaflam; Faruk Öncü<br />
Kültürel miras›m›zdan bir parça;<br />
Eski Bal›kesir Evleri<br />
78 Anma; Mü’min, Mühendis, Mücahit:<br />
NECMETT‹N ERBAKAN<br />
KAPAK; Kalk›nman›n ve büyümenin en önemli lokomotiflerinden biri<br />
olan giriflimcilerin büyük sorunlar›ndan biri giriflim sermayesidir. Do¤ru<br />
projenin do¤ru sermaye ile buluflmas› giriflimcilerin, iflin bafl›nda<br />
aflmalar› gereken bir problemdir. Mimar ve mühendis dergisi olarak<br />
bizler de giriflim sermayesini bu say›m›zda dosya konusu olarak ele<br />
ald›k. Konuyu hem giriflimciler hem de sermaye sa¤layanlar aç›s›ndan<br />
de¤erlendirdik.<br />
89 Makale; Prof. Dr. Ahmet Ercan<br />
Japonya Depremi, Süpürtüsü-2011, M= 9,0<br />
92 Makale; Dr. Necmi Dayday<br />
Enerji ba¤›ms›zl›¤›m›z ve<br />
Akkuya Nükleer Santrali<br />
16 Haber Analiz<br />
Nükleer enerji kabus mu olacak?<br />
94 Sinema ve<br />
Mühendislik<br />
Masum ve sade<br />
olan›n zaferi:<br />
FOREST<br />
GUMP<br />
4 M‹MAR VE MÜHEND‹S
BAfiKANDAN<br />
Finansman Sorunu ve Güveni Sa¤lamak<br />
BÜYÜK fikirler ve projeler çoğu zaman hayat bulmadan yok olur gider. Hayat bulan<br />
projeler gerçekten iyi bir ürün olduğu için mi yoksa bu ürünü destekleyen finans veren<br />
kişi veya çevrelerin olmasından dolayı mı hayat bulmuştur? Çocukluğumuzda ilkokul<br />
sıralarında nakarat halinde söylediğimiz bir şarkımız vardı, “At buldum meydan yok<br />
meydan buldum at yok, kibrit buldum odun yok odun buldum kibrit yok.” Sanki bu şarkılarla<br />
beraber çaresizlik ve yapamazlık zihinlerimize kazılıyor gibiydi.<br />
Herhangi bir şeyin meydana gelmesi için birkaç idea ve objenin bir araya gelmesi gerekir.<br />
Nasıl hayatın olması için suyun, suyun olması için de 2 hidrojen ve 1 oksijen atomunun<br />
bir araya gelmesi gerekir, bir amaç etrafında, bir değer ortaya koymak için fikirlerin,<br />
finansmanın ve adanmışlığın bir araya gelmesi gerekir. Hayatta başarılı bir değer<br />
veya ürünün ortaya konması için bu 3 sacayağın bir araya gelmesi gerekir. Çoğu zaman<br />
sır, bunların bir araya getirilmesinde gizlidir. Eskiden beri dilimizde gezinen bir<br />
darbı mesel vardır. Un var, şeker var, yağ var ama bir türlü helva yapıp yiyemiyoruz.<br />
Ülkemiz yetişmiş insan gücü ve bu güçten ortaya çıkan yeni fikirler ve projelerin hayat<br />
bulması için adeta bir üs haline gelmiştir. Organizasyonların var olabilmesi için gerekli<br />
olan 3 sacayağın, fikir, finansman ve adanmışlık gün geçtikçe bir araya gelecek meç<br />
aralarına hem bireysel çabalarla hem de kamunun destekleriyle bir araya gelmeye başlamış<br />
durumdadır. Bugün projelerin finansmanı konusunda kamunun ve özel sektörün<br />
ciddi arayış ve katkıları ortaya çıkmış bulunmaktadır. Çoğu zaman girişimci proje sahiplerinin<br />
kamunun, kurumların vermiş olduğu desteklerden yeterince haberdar olmadığını<br />
görüyoruz.<br />
Kamuda, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın girişimcilere KOSGEB vasıtasıyla sağladığı<br />
destekler yanında, kalkınma ajanslarının sağladığı proje destekleri, yine TÜBİTAK’ın<br />
sağladığı Ar-Ge ve proje destekleri her geçen gün artmaktadır. Bütün bu çalışmalar biraz<br />
da kuluçka dönemindedir. Yakın ve orta vadede bu çalışmalar olumlu sonuçların<br />
göstererek projelerin finansman desteği noktasında iyi bir yol alınmış olacaktır. Projelerin<br />
ürüne dönüşmesi sektör sektör farklı yatırım süreleri geçirmekte, zaman olarak<br />
da farklılıklar göstermektedir. Girilen bu yolda sabırlı ve kararlı olarak yürünerek iyi niyetli<br />
proje girişimlerini esas alarak olabildiğince kolaylaştırıcı, güveni yayıcı modeller<br />
geliştirilmelidir. Yapılan destekleri bir kaynak israfı olarak değil bir umudun yeşermesi<br />
için imkana dönüştürmeliyiz.<br />
Türkiye dünyanın geldiği bu rekabet ortamında özel girişimcisini desteklemek zorundadır.<br />
Yeni ekonomide gelecekte var olabilecek olan kurumlar inovasyon kapasitesi yüksek<br />
üretken, uyumlu, esnek ve dayanışmaya açık organizasyonlar olacaktır. Bu konuda<br />
kurumlarımız bir taraftan finansal olarak güçlerini arttırırken bir yandan da yeni fikirleri<br />
hayata geçirme konusunda hızlı ve etkin yollar geliştirmelidir. Proje yönetimi konusunda<br />
firmalarımız kendilerini geliştirmeli ve ayrıca finans yönetimi konusunda bilgilerini<br />
arttırmalı.<br />
Küçük olsun benim olsun mantığından çıkarak birlikte sinerji üretecek organizasyonlara<br />
dönüşmeli, kaynak israfını önlemek ve ortak çalışmanın bereketinden yararlanmak<br />
için sektörel küme çalışma grupları meydana getirmeliyiz. Yeni ürün geliştirme ve rekabet<br />
gücümüz dar anlamda finans sorununun aşılması değil birlikte sinerji üretme gücümüzde<br />
saklıdır. Kültürel kodlarımızda var olan ahilik ve lonca teşkilatlarımızı günün<br />
diliyle geliştirip dayanışma ve yardımlaşmayı esas alan yeni organizasyonlar meydana<br />
getirmeliyiz.<br />
Kalkınmada kendi kültürümüzden alacağımız güçle hem iç hem de iş barışımıza olumlu<br />
katkı yaparak gelişimimizi güvenli ve sürdürülebilir bir ortama kavuşturabiliriz.<br />
Türkiye dünyan›n geldi¤i<br />
bu rekabet ortam›nda<br />
özel giriflimcisini<br />
desteklemek zorundad›r.<br />
Yeni ekonomide<br />
gelecekte var olabilecek<br />
olan kurumlar inovasyon<br />
kapasitesi yüksek<br />
üretken, uyumlu, esnek<br />
ve dayan›flmaya aç›k<br />
organizasyonlar olacakt›r.<br />
Avni Çebi<br />
Genel Başkan<br />
MART-N‹SAN 2011 5
B‹ZDENHABERLER<br />
Bursagaz Genel Müdürü Ahmet Hakan Tola;<br />
“BURSAGAZ<br />
YATIRIMLARINA<br />
DEVAM EDECEK”<br />
‹nsan Kaynaklar› Uzman› Halil<br />
Ercan Gündo¤du;<br />
“BAfiARISIZ ‹NSAN YOKTUR”<br />
MİMAR ve Mühendisler Grubu tarafından haftalık olarak düzenlenen<br />
‘Bizbize Konuşmalar’ programına konuşmacı olarak katılan<br />
İnsan Kaynakları Uzmanı Halil Ercan Gündoğdu, verdiği seminerle<br />
MMG üyelerine ve misafirlere farklı kişilik profilleri ve<br />
insan ilişkilerine yansımaları hakkında bilgiler vererek günümüzün<br />
öncelikli meseleleri arasında olan insan tanıma ve yönetme<br />
modellerini anlattı.<br />
Sözlerine farklı insan profillerinin doğuştan gelen özellikler ve<br />
buna eklenen çevre faktörlerinin etkisiyle şekillendiğini söyleyerek<br />
başlayan Halil Ercan Gündoğdu, insanların iyi-kötü, doğruyanlış,<br />
başarılı-başarısız şeklinde sınıflandırılmasının doğru olmadığını,<br />
her bireyin öne çıkan gelişmiş yanları olabileceği gibi<br />
gelişmesi gereken yönlerinin de bulunduğunu söyledi. Gündoğdu,<br />
“İnsanın mizacını etkileyen ana faktörleri doğuştan gelen kalıtımsal<br />
özellikler, çevre koşulları ve geçerli olan sistem şeklinde<br />
sınıflandırabiliriz. Bu etkenler tarafından şekillenen mizaç ise bir<br />
aacın şasesi gibi bir işlev görür ve kişinin motivasyonuna bağlı<br />
olarak çeşitli davranışlar benimsemesini sağlar. Burada söz konusu<br />
olan iyi-kötü insan değil, farklı bir algıya ve yaratılış özelliğine<br />
sahip olan insandır. Bu bakımdan var olan şey üstünlükler ya da<br />
eksiklikler değil sadece farklılıklardır,” dedi. Ayrıca Gündoğdu,<br />
mizacına ve davranışlarına etki eden motivasyona göre farklı kişilik<br />
tipleri olduğunu belirtti.<br />
“Fiziksel, Duygusal ve Zihinsel Merkezli Mizaçlar”<br />
Halil Ercan Gündoğdu konuşması sırasında farklı kişilik profillerinin<br />
temelde üçe ayrıldığını, zihinsel merkezli, duygusal merkezli<br />
ve fiziksel merkezli kişilik olarak adlandırılan bu kişiliklerin<br />
3’er alt grupta sıralandığını söyledi. Genelde para ve mevki gibi<br />
değerlere önem vermeyen zihinsel merkezli kişiliklerin son derece<br />
üretken ve bilgi odaklı olmalarına karşın insan ilişkilerinde<br />
gelişmesi gereken yönleri olduğunu belirten Gündoğdu, fiziksel<br />
merkezli kişilikleri otoriter, sonuç odaklı ve yönetsel becerileri<br />
gelişmiş kimseler olarak tanımladı. Duygusal merkezli kişilerde<br />
ise insan ilişkilerine odaklanan bir anlayışın hakim olduğunu ve<br />
bu alanda büyük potansiyele sahip olan bu kişilerin doğru konumlandırılması<br />
suretiyle diğer kişilik tiplerinde olduğu gibi başarılı<br />
sonuçlar elde edileceğini sözlerine ekleyen Gündoğdu “Her<br />
insan bir yetenektir, önemli olan mizaç tespiti ve doğru konumlandırmadır”<br />
dedi.<br />
BURSA Şubesi tarafından düzenlenen “Bizbize Konuşmalar”ın<br />
konuğu olan Bursagaz Genel Müdürü Ahmet Hakan<br />
Tola, Bursagaz’ın kuruluşundan itibaren gelişimini, kurumsal<br />
yapısını ve hazırlanan projelerini<br />
anlattı. Tola, başarılı icraatlarını,<br />
aldıkları uluslar arası kalite<br />
standartları belgeleri ile perçinlediklerini<br />
ifade etti.<br />
Bursa’nın doğalgaz serüveninin<br />
1989 yılında Botaş Genel Müdürlüğü’ne<br />
verilen doğalgaz dağıtım<br />
yetkisi ile başladığını belirten Tola,<br />
doğalgazın ilk olarak 1992 yılında<br />
konut sahiplerine verilmeye<br />
başladığını hatırlattı. 2003 yılında<br />
yapılan özelleştirme kapsamında<br />
öncelikle Çalık Grubu’na devredilen Bursagaz’ın<br />
yüzde 80 hissesinin 2008 yılında Alman EWE firmasına satıldığını<br />
vurgulayan Tola, projeleri ile ilgili olarak ise, “2015<br />
yılına kadar 10 yılı aşmış tüm sayaçlar değiştirilecek ve kalibrasyonları<br />
yapılacak. Ayrıca 3 milyon avroluk yatırımla<br />
uzaktan izleme ve kontrol sistemi kuracağız” dedi.<br />
UYDU, UZAY VE TÜRK‹YE<br />
MİMAR ve Mühendisler Grubu Konya Şubesi, üyelerine<br />
ve Selçuk Üniversitesi Mimarlık ve Mühendislik<br />
Fakültesi’nde okuyan genç gönüllülerine Bosna-Hersek<br />
Gençlik Merkezi’nde “Uydu, Uzay ve Türkiye” konulu<br />
bir seminer düzenledi.<br />
Seminere konuşmacı olarak katılan Türksat AŞ. Kablo Tv<br />
Platformu Direktörü Dr. Lokman Kuzu sunumunda uzay<br />
konusunda bilgi verirken, uydu teknolojisinin tarihsel<br />
geçmişi ve bugünkü durumuna da değindi. Dünyadaki<br />
uydu teknolojileri ve ülkemizin bu konuda bulunduğu<br />
konum hakkında da geniş bilgi veren Kuzu, Türkiye’nin<br />
yakın zamanda uydu teknolojileri konusunda çok daha<br />
iyi bir duruma geleceğini, genç mühendislere bu konuda<br />
çok iş düştüğünü söyledi.<br />
6 M‹MAR VE MÜHEND‹S
MMG KONYA fiUBES‹’NDEN<br />
KONYA ÜN‹VERS‹TES‹’NE Z‹YARET<br />
MMG Konya Şubesi Yönetim Kurulu Üyeleri Konya Üniversitesi Rektörü<br />
Prof. Dr. Muzaffer Şeker’i makamında ziyaret etti.<br />
Konya Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Muzaffer Şeker`i makamında<br />
ziyaret eden Mimar ve Mühendisler Grubu Konya Şubesi Yönetim Kurulu<br />
Üyeleri, Prof. Dr. Muzaffer Şeker’e bir sivil toplum kuruluşu olan<br />
MMG’nin misyonu ve çalışmaları hakkında bilgi verirken, üniversitelerin<br />
özellikle Konya Üniversitesi’nin Konya için önemine değindiler. Prof. Dr.<br />
Muzaffer Şeker’de STK’ların ülkemizin ve yaşadığımız şehirlerin ekonomik<br />
ve kültürel gelişiminde çok önemli bir yere sahip olduğunu söyleyerek<br />
ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getirdi.<br />
Dr. Lami Kaya;<br />
“B‹LG‹ S‹STEMLER‹M‹Z<br />
NE KADAR GÜVENL‹?”<br />
HER geçen gün daha büyük önem kazanan bilgi<br />
güvenliği yönetim sistemleri üzerine düzenlenen etkinlikte<br />
“Bizbize Konuşmalar” programına konuk<br />
olan Bilgi Güvenliği Yönetim Sistemleri Uzmanı Dr.<br />
Lami Kaya, bilgi güvenliği, bilgi güvenliği prosedürleri,<br />
bilişim suçları ve bilişim suçlarından kaynaklanabilecek<br />
zararlardan korunma yollarına dair bilgiler<br />
verdi.<br />
Lami Kaya, sunumu sırasında dünyanın çeşitli ülkelerinde<br />
yaşanan bilişim suçlarına dair çarpıcı örnekler<br />
sundu ve tek bir tuşa dokunarak milyonlarca<br />
insanın kişisel bilgilerinin<br />
elde edilebildiğini,<br />
bankaların, kredi kurumlarının,<br />
uluslararası<br />
şirketlerin özel bilgilerinin<br />
çalınabildiğini söyledi.<br />
Verilen örneklerin<br />
çoğunda ihmal ya da<br />
güvenlik prosedürlerinin<br />
takip edilmeyişi gibi<br />
nedenlerin rol oynadığına<br />
dikkat çeken Lami<br />
Kaya, faaliyet dışı kalan veri depolama aygıtlarının<br />
çöpe atılması, firewall denen güvenlik sistemlerinin<br />
verimli şekilde kullanılmayışı ya da niteliksiz<br />
personel çalıştırılması gibi durumlardan doğan<br />
veri kayıpları neticesinde milyonlarca insanın kişisel<br />
bilgilerinin çalındığını ifade etti.<br />
Bilgi teknolojilerinin kullanımının belli başlı güvenlik<br />
protokollerini gerekli kıldığını fakat buna<br />
özellikle Türkiye’de yeteri kadar uyulmadığını belirten<br />
Lami Kaya, bu tür ihmallerden kaynaklanan<br />
kayıpların milyonlar değerinde olabileceğini hatırlatarak<br />
bazı resmi kurumlarda bile bu tür ihmallere<br />
rastlandığını ve bunun ciddi bir sorun olduğunu<br />
kaydetti. Lami Kaya, ayrıca bilişim suçları konusunda<br />
kapsamlı bir yasa bulunmayışını eleştirerek<br />
bu konudaki eksikliklerin son zamanlarda ciddi şekilde<br />
ele alınan E-Devlet projelerinin tamamlanması<br />
sürecinde tamamlanacağını söyledi.<br />
“ÇEVRESEL ATIKLAR<br />
ZARARSIZLAfiTIRILARAK<br />
BERTARAF ED‹LECEK”<br />
MMG tarafından düzenlenen “Bizbize Konuşmalar”<br />
programında Çevre Kanunu ile ilgili güncel konular<br />
ele alındı. Programda Çevre Mühendisi<br />
Mehmet Burak Durucu ve Nilay Orhan tarafından<br />
verilen bilgiler ışığında çevre yönetimi ve denetimi<br />
alanlarındaki yenilikler tartışıldı.<br />
Nilay Orhan, yeni kanunla birlikte firmaların<br />
çevresel atıklarını kendi içinde oluşturacağı<br />
ekipten ya da bu alanda uzman bir danışman firmadan<br />
yardım alarak zararsız hale getirmesi<br />
gerektiğini belirtti. Yeni atık yönetmeliğine göre<br />
farklı tehlike dereceleri göz önüne alınarak<br />
sınıflandırılan atıklar, atık toplama ve imha sertifikasına sahip firmalara<br />
verilerek zararsızlaştırılıyor. Bu konuda Çevre Kanunu’nun<br />
8. Maddesine dikkat çeken Orhan, çevre atıklarının yok edilmesi<br />
konusunda belirtilen standartlara uygun hareket edilmemesi durumunda<br />
işletmenin faaliyetlerini yürütmesini olanaksız kılacak derecede<br />
ağır para cezaları olduğunu söyledi.<br />
Yeni yönetmelik uyarınca danışman firmalara da yükümlülükler<br />
getirildiğini belirten Orhan, danışman firmanın yılda bir kereden az<br />
olmamak üzere ilgili mevzuat hükümlerine göz önüne alınarak iç<br />
tetkik yapılması gerektiğini, aksi halde her iki taraf için de cezai<br />
durumlar oluşabileceğini söyledi.<br />
MART-N‹SAN 2011 7
B‹ZDENHABERLER<br />
Adell Armatür Genel Müdürü Ali Topçu;<br />
“MÜHEND‹SL‹⁄‹N HER<br />
ALANINDAN ‹ST‹FADE<br />
ED‹YORUZ”<br />
Abdurrahman Aslan;<br />
“ZAMAN VE MEKÂNDAN<br />
BA⁄IMSIZ VARLIK TANIMI<br />
YAPILAMAZ”<br />
İNSAN doğası ve kainattaki yeriyle ilgili yazdığı kitaplar<br />
ve yürüttüğü çalışmalarla tanınan sosyolog Abdurrahman<br />
Arslan, MMG Bizbize Konuşmalar’ın konuğu olarak "Zamanın<br />
ve mekanın insan algısı üzerindeki etkileri" başlığı<br />
altında bir seminer verdi.<br />
Temel olarak insanın zaman üzerine tasarrufunu ve bu<br />
yaklaşımın mekana etkisini ele aldığı konuşmasında tarihten<br />
örneklere de başvuran Abdurrahman Arslan, zaman ve<br />
mekanın insan doğasının ihtiyaçlarına uygun olmayacak<br />
şekilde değerlendirilmesi neticesinde<br />
1968’lerde yayılan hippi hareketini<br />
örnek gösterdi. Zaman ve mekân<br />
tasarrufuna ilişkin başka karşılaştırmalarda<br />
da bulunan Abdurrahman<br />
Arslan, Grek kültüründen örnekler<br />
vererek “Zaman, hareket ile<br />
birliktedir. Zamandan ve mekandan<br />
bağımsız bir varlık tanımı<br />
ortaya koymak mümkün değildir.<br />
İslami anlayışta ise zaman da mekân da<br />
yaratılmıştır” diyerek İslam dünyasının konuya yaklaşımını<br />
ortaya koydu. İslam, zaman tasarrufunu gündelik dilimde<br />
güneşe bağlı gün kavramıyla tanımlarken, Grek geleneğinde<br />
mekanik bir zaman algısı olduğunu ve modern<br />
şehir tasarımlarına ilham veren Grek mimarisi ve şehirciliğinde<br />
ilahi kudretin tecellisine yer verilmediğini vurgulayan<br />
Abdurrahman Arslan, günümüzde de aynı kaidenin var<br />
olduğunu söyledi.<br />
“Yunan takviminde zaman mekanikleşmiştir. Belli bir mühlete<br />
dağılan sonsuz anların toplamı şeklinde algılanan zaman<br />
modern uygarlık için de bir temel teşkil etmiştir. Ve<br />
modern mekânların tasarımına yansıyan bu anlayış neticesinde<br />
insanın faniliğini yansıtacak alçak gönüllülük ve<br />
estetikten yoksun, kıbleyi dikkate almayan binalar yükselmiştir”<br />
diyen Arslan, modern mimarinin de kapitalist dünyadan<br />
payını aldığını ve kapitalizmde ahlaki kaygılara yer<br />
olmadığını, sadece kazanç kaygısıyla hareket eden bir yapının<br />
ise İslami üsluba uygun çözümler üretemeyeceğini<br />
vurguladı.<br />
MMG Genel Başkanı Avni Çebi, Yönetim<br />
Kurulu Üyeleri Hasan Süreyya Sezgin,<br />
Ömer Faruk Kültür, Oktay Korkmaz, Ar-<br />
Ge Komisyonu Başkanı Mesut Uğur ve çoğunluğunu<br />
öğrencilerin oluşturduğu MMG<br />
üyelerinden oluşan ziyaret heyeti Adell Armatür<br />
Genel Müdürü Ali Topçu’yu makamında<br />
ziyaret etti.<br />
3 farklı grupta üretim yapan Adell Armatür<br />
adına kısa bir sunum gerçekleştiren<br />
Ali Topçu, özellikle çevreci ürünlerin üretimine<br />
ve Ar-Ge çalışmalarına yoğun mesai<br />
harcadıklarını ve yüzde 50’ye varan enerji ve su tasarrufu sağlayan<br />
ürünleri kullanıcıya ulaştırdıklarını ifade etti.<br />
Tesislerinde yüksek teknolojiyle üretim yaptıklarını ve kalite güvencesi<br />
altında tüketiciye ürünlerini sunduklarını belirten Ali Topçu, “Adell<br />
Armatür olarak sadece Türkiye’de değil yurtdışında da 29 ülkeye ürünlerimizi<br />
ulaştırıyoruz. Kullanıcıya 6 yıl kullanım ömrü garantisi verebilen<br />
bir firma olarak bu özgüvenimizi, yürüttüğümüz Ar-Ge çalışmalarına<br />
ve yüksek teknolojimize borçluyuz. Kapsamlı bir araştırma çalışmasının<br />
ürünü olan debi limitörü kullanımıyla sadece 5 litrelik su<br />
kullanarak 15 litrelik verim almayı mümkün kılan aparatlar yine kendi<br />
tesislerimizde üretilmektedir. Çalışmalarımızda mühendisliğin her<br />
sahasından istifade etmeye çalışıyoruz” dedi.<br />
Su, banyo ve mutfak ile ilgili etnografik eserlerden oluşan Yönetim<br />
Kurulu Başkan Yardımcısı Dr. Ercan Topçu koleksiyonu, küresel<br />
ısınmanın ön planda tutulduğu bir dönemde su bilincinin gelişmesi<br />
için bir kültür faaliyeti olarak yürütülüyor.<br />
Genel Müdür Ali Topçu, Adell Armatür olarak bu tarihi koleksiyon<br />
için Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne başvurduklarını belirtti. Kültür<br />
ve Turizm Bakanlığı’ndan Kolleksiyonerlik Belgesi alarak Adell<br />
Fabrika bünyesinde Daimi Sergi Salonu’nda bu tarihi eserleri sergilemek<br />
istediklerini belirten Topçu, bu sayede toplumsal bir fayda<br />
üretileceğine inandıklarını söyledi.<br />
Suyun medeniyet için önemini ve değerini vurgulayan Ali Topçu, maalesef<br />
en fazla israf ettiğimiz şeyin de yine su olduğunu, bununsa telafisi<br />
mümkün olmayan bir kayıp olduğunu sözlerine ekleyerek suyun korunması<br />
ve israf edilmemesi yönünde oluşacak bilinçlenmeye katkı<br />
sağlamak için azami çaba harcadıklarını ifade etti.<br />
8 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Eyüp Söyler;<br />
“KENTSEL DÖNÜfiÜMDE<br />
SOSYAL BARIfi<br />
YARA ALMAMALI”<br />
Doç. Dr. Abdülmecit Karatafl;<br />
“S‹V‹L TOPLUM KALKINMAYA<br />
ÖNCÜLÜK ETMEL‹”<br />
MMG üyeleri İstanbul Kalkınma Ajansı Genel Sekreteri Doç. Dr. Abdülmecit<br />
Karataş’ı makamında ziyaret etti. MMG Genel Başkanı Avni Çebi, Yönetim<br />
Kurulu Üyeleri Osman Arı, Hasan Süreyya Sezgin, Makine Komisyonu<br />
Başkanı Oktay Korkmaz, İş Sağlığı ve Güvenliği Çalışma Grubu Başkanı<br />
Birol Vural, Enerji Verimliliği Çalışma Grubu Başkanı Ahmet Erkoç ve<br />
MMG üyelerinden oluşan heyet İstanbul Kalkınma Ajansı Genel Sekreteri<br />
Abdülmecit Karataş tarafından karşılanarak ağırlandı.<br />
İlk olarak İstanbul Kalkınma Ajansı uzmanları tarafından<br />
ajans bünyesinde yürütülen çalışmalar hakkında<br />
detaylı bir sunum gerçekleştirildi.<br />
“Hibe mekanizması sadece<br />
suyun üzerindeki kısmımız”<br />
İstanbul Kalkınma Ajansının çalışmalarının özetlendiği<br />
sunumun ardından söz alanGenel Sekreter<br />
Abdülmecit Karataş, toplum yararına hizmetlerin<br />
üretilmesi için gayret sarf eden MMG gibi sivil<br />
toplum kuruluşlarıyla işbirliğine ve diyaloga büyük<br />
önem verdiklerini ifade etti. Sağlıklı işleyen<br />
hibe mekanizmaları dışında fonksiyonlarının da<br />
bulunduğunu vurgulayan Karataş, “Hibe mekanizması<br />
sadece suyun üzerindeki kısmımız. Faaliyet<br />
alanlarımız ve ürettiğimiz değerler diğer<br />
çalışmalarımızı oluşturuyor. Biz sivil toplum inisiyatifinin sosyal,<br />
ekonomik kalkınmaya öncülük etmesi için gayret harcıyoruz. Bilgi, strateji<br />
ve mali imkânlar mevcut. Bundan sonra yola devam etmek lazım. Bunun<br />
için de karşılıklı diyaloğa ve sağlıklı bir entegrasyona ihtiyacımız var” sözleriyle<br />
sivil topluma verdikleri önemi açıkladı.<br />
Daha sonra söz alan MMG Genel Başkanı Avni Çebi ise çeşitli proje ve çalışmalarda<br />
İstanbul Kalkınma Ajansı ile işbirliği içinde olmayı arzu ettiklerini<br />
dile getirdi. Yeni bir oluşum olan ve multidisipliner bir yaklaşımla şehir<br />
kültürünü ve fiziki ortamını sorgulayan İstanbul Şehir Platformu’na da değinen<br />
Avni Çebi Kalkınma Ajansı, MMG, İstanbul Şehir Platformu gibi yapıların<br />
görmeye değer bir manzaranın farklı yüzlerini teşkil ettiğini belirtti.<br />
Çebi, bu çerçevede işbirliğinin daha başarılı ve değerli işler üretmek için şart<br />
olduğunu vurguladı. Gelecek dönemde İş Sağlığı ve Güvenliği ve Enerji Verimliliği<br />
alanlarını ana faaliyet konuları olarak tespit ettiklerini sözlerine<br />
ekleyen Çebi, bu alanlarda projeler üretmek ve kalkınma ajanslarına sunmak<br />
niyetinde olduklarını söyledi.<br />
MMG “Bizbize Konuşmalar”ın konuğu, Sarıyer İlçesi -<br />
Pınar Mahallesi`nde yürütülen kentsel dönüşüm çalışmaları<br />
hakkında kendi çabalarıyla hazırladığı raporuyla<br />
gündeme gelen Eyüp Söyler oldu. Mahalle sakinlerinin<br />
sorunlarını, haklarını ve mağduriyetlerini<br />
gündemde olan kentsel dönüşüm çalışmaları kapsamında<br />
ele alan ve konuyla ilgili detaylı çalışmalar yürüten<br />
Eyüp Söyler, hazırladığı raporu Büyükşehir Belediyesi<br />
ve diğer kamu kuruluşlarına iletmiş, ardından<br />
basında yer alan raporuyla gündeme gelmişti.<br />
Söyler konuşmasının başında, “Konunun çok yönlü<br />
ele alınması gerekmektedir. Burada vatandaşların bilinçsizliği<br />
kadar kamunun geçmişteki plansız uygulamalarının<br />
da neticelerini görmekteyiz” dedi. Kontrol<br />
edilemeyen göç hareketlerinin yaşanmaya başladığı<br />
1900’lü yılların başında yerleşime açılan Pınar Mahallesi<br />
ve civarında 1960 yılından itibaren daha geniş ölçüde<br />
bir gecekondulaşma yaşandığını ve günümüzde<br />
bu sorunu çözmek için uygulamaya konan projelerin<br />
ciddi sosyal sorunlar doğurabileceğini ifade eden Eyüp<br />
Söyler, mülkiyet probleminin çözümü aşamasında vatandaşların<br />
mağdur edilmemesi gerektiğini, var olan<br />
sorunun çok yönlü bir yapısı olduğunu vurguladı.<br />
“Çeşitli sosyal ve ekonomik sorunlar neticesinde<br />
uzun yıllar önce kendi imkânlarıyla barınma ihtiyaçlarını<br />
temin etmek için Pınar Mahallesine yerleşen<br />
insanlar şu anda sorunun tek tarafı olarak görülebilir.<br />
Fakat burada dönemin koşulları, insani ihtiyaçlar<br />
ve kamunun plansızlığı göz önüne alınırsa daha<br />
farklı bir manzarayla karşılaşırız” diyen Söyler, çözüm<br />
için düşünülen uygulamaların sosyal adalet ve toplumsal<br />
vicdanı zedelememesi gerektiğini söyledi.<br />
Eyüp Söyler adil ve insancıl bir kentsel dönüşüm uygulanabilmesi<br />
için öncelikli olarak insanların yerlerinden<br />
uzaklaştırılmaması gerektiğini ve sosyal hayatın<br />
işleyişini derinden etkileyecek ve komşuluk-mensubiyet<br />
şuurunu felce uğratacak yapılardan kaçınılması gerektiğini<br />
sözlerine ekleyerek bu konuda yerel yönetimlere<br />
büyük bir görev düştüğünü hatırlattı.<br />
MART-N‹SAN 2011 9
B‹ZDENHABERLER<br />
NÜKLEER ÇALIfiMALAR<br />
YER‹NDE ‹NCELEND‹<br />
MMG tarafından düzenlenen teknik gezi kapsamında Türkiye<br />
Atom Enerjisi Kurumu (TAEK)’na bağlı faaliyet gösteren Çekmece<br />
Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi ziyaret edilerek kurumun<br />
idari yapısı ve yürütülen çalışmalar hakkında bilgi alındı.<br />
Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi Müdürü Doç Dr.<br />
Erdal Osmanlıoğlu tarafından karşılanan MMG heyeti verilen kısa<br />
süreli brifingle kurum hakkında bilgilendirildi.<br />
Daha sonra Türkiye’nin ilk nükleer reaktörü olan TR2 Araştırma<br />
Reaktörü’nü ziyaret eden MMG üyeleri, burada Dr. Bülent Sevdik<br />
tarafından karşılanarak reaktör bünyesinde yürütülen araştırma<br />
çalışmaları ve üretilen ürünler hakkında bilgi aldı. Ağırlıklı olarak<br />
araştırma çalışmaları ve sağlık sektöründe ihtiyaç duyulan izotop<br />
üretimi alanlarında faaliyet yürüttüklerini belirten Dr. Bülent Sevdik,<br />
açık havuz tipinde kurulmuş olan reaktörde düşük zenginlikli<br />
uranyum elde edilebildiğini belirtti. Ayrıca enerji üretimi amacıyla<br />
kurulacak reaktörlerin işletilmesinde kullanılan yazılımlar için veri<br />
ürettiklerini ve nükleer enerji konusunda kalifiye personel yetişmesine<br />
katkı sağlayan bir diğer misyonu da üstlendiklerini belirten<br />
Bülent Sevdik, reaktörün işletilmesinde kullanılan kontrol panellerinin<br />
de kendileri tarafından üretildiğini belirtti.<br />
Mustafa Yanartafl;<br />
“F‹RMALAR ‹HT‹YAÇLARINI<br />
DO⁄RU BEL‹RLEMEL‹D‹R”<br />
MMG “Bizbize Konuşmalar” programına konuk olan ERP sistemleri<br />
uzmanı Mustafa Yanartaş, verdiği “E-Dönüşüm - ERP<br />
sistemleri” konulu seminerle firmaların kaynak yönetim organizasyonunu<br />
soft ortamda barındırmaya yarayan çalışmalardan<br />
bahsetti.<br />
ERP sisteminin her şeyden önce kurumun tüm bileşenlerinin<br />
bir bütün olarak görülmesini sağladığını belirten Yanartaş,<br />
ERP uygulamaları sayesinde iş süreçlerinin spesifik olarak tanımlanabildiğini,<br />
bu sistemlerin modüler yapıda olduğunu,<br />
farklı sistemlere entegre olabildiğini ve kurum sınırlarının<br />
ötesine ulaşma imkanı sunduğunu söyledi.<br />
Sağladığı faydalara rağmen, ülkemizde ERP sistemlerinin etkin<br />
kullanımı konusunda eksiklikler olduğunu da belirten Yanartaş,<br />
bu durumda hem işletmelerin hem de ERP sistemleri üreten<br />
yazılım firmalarının payı olduğunu belirtti. Mustafa Yanartaş,<br />
firmaların özellikle ihtiyaçlarını doğru tespit etmesinin<br />
ve doğru çözümlere yönelmesinin proje başarı oranını büyük<br />
ölçüde etkilediğini de sözlerine ekleyerek, “Firma öncelikli<br />
olarak nelere ihtiyaç duyduğunu tam olarak bilmeli ve kesin<br />
ilkeler belirlemeli. Ardından bu ihtiyaçlara cevap olacak yazılımı<br />
mutlaka bir danışman aracılığıyla temin ederek sonraki<br />
proje etaplarına geçmelidir” dedi.<br />
Dr. Mustafa Y›ld›z;<br />
“KATKI MADDELER‹NDE ‘E’ KODUNA D‹KKAT ED‹LMEL‹”<br />
MMG Bursa Şubesi tarafından düzenlenen “Bizbize Konuşmalar” programının konuğu olan Dr. Mühendis<br />
Mustafa Yıldız, gıda sektörünün dünyada ve ülkemizdeki gelişiminden bahsederek gıda sanayinde<br />
kullanılan katkı maddeleri konusunda detaylı bilgiler aktardı.<br />
Tüketime sunulmadan önce, gıdalara bilinçli ve amaçlı olarak ilave edilen maddelere , ‘gıda katkı maddeleri’<br />
adı verildiğini, bu maddelerde ise helal-haram ayrımına dikkat edilmesi gerektiğini vurgulayan<br />
Yıldız, “Bu bağlamda “E” kodu Avrupa Topluluğu Bilimsel Komitesi tarafından incelenmiş ve gıda katkı<br />
maddesi olarak kullanımında sakınca görülmeyen maddeler için verilmiş onayı belirleyen ve katkı maddesinin<br />
kimyasal adının yerine kullanılan tanıtıcı bir işarettir. Bu standartlarda göz önüne alınan temel<br />
şart katılan maddenin insan sağlığına kesin olarak zarar vermemesidir. Yani bu kodlu gıdalar, tüketiciler<br />
için güvenilir olma özelliklerini kaybetmiyor” dedi. Türkiye’deki gıda sektörü çalışmalarının 1980’li yıllarda<br />
konserve üretimi ile başladığını hatırlatan Yıldız, Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliği’nin ise ancak Kasım<br />
1997 yılında yayınlanabildiğini söyledi. Domates, mısır ve soyanın en çok genetiği ile oynanan tarım<br />
ürünleri olduğunun altını çizen Yıldız, Türkiye’nin üretim açısından avantajlı bir konumda olduğu<br />
fındık ile ilgili olarak da fındık yağının zeytinyağı ile eşdeğer özelliklere sahip olduğunu ve kötü huylu<br />
kolesterolün azaltılmasında oldukça faydalı olduğunun tespit edildiğini açıkladı.<br />
10 M‹MAR VE MÜHEND‹S
MMG ‹ZM‹R fiUBES‹<br />
3. OLA⁄AN GENEL<br />
KURULUNU GERÇEKLEfiT‹RD‹<br />
MMG İzmir Şubesi III. Olağan Genel Kurulu’nu İzmir Orman<br />
Bölge Müdürlüğü’nde geniş bir katılım ile gerçekleştirdi. Genel<br />
kurula MMG Genel Başkan Avni Çebi, Genel Başkan Yardımcısı<br />
Osman Arı, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Rektörü Prof. Dr.<br />
Mustafa Güden, CBÜ Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr.<br />
Ümit Gökkuş, İller Bankası İzmir Bölge Müdürü Muhittin Menekşe,<br />
TSE İdari işler Müdürü Bilal Güven, Gediz A.Ş. İl Müdürü<br />
Mehmet Buharalıoğlu, Orman Bölge Müdürü İbrahim Çiftçi,<br />
MÜSİAD İzmir Şube Başkanı Abdurrahman Çabuk, Enerji BİR-<br />
SEN İzmir Şube Başkanı Tolga Dilek Şenusta, çeşitli STK’ların İzmir<br />
şube başkanları ve MMG Üyeleri katıldı. MMG İzmir Şube<br />
Başkanı Ünal Özturkut ‘un açılış konuşması ile başlayan III. Olağan<br />
Genel Kurul MMG İzmir Şubesi’nin gerçekleştirdiği eğitimler<br />
ve yapılan seminerler hakkında bilgi verilmesi ile devam etti.<br />
Programda söz alan MMG’nin şubelerden sorumlu Genel Başkan<br />
Yardımcısı Osman Arı, MMG’nin 20 yıl önce faaliyete geçtiğini,<br />
bugün 7 şubesi ile önemli bir STK olduğunu vurguladı. Ülkenin<br />
mimarlık ve mühendislik problemlerinin olduğunu, belediyelerin<br />
sorunların altından kalkmasının zor olduğunu, MMG üyeleri gibi<br />
ülkesini seven mimar ve mühendislere bu konuda büyük görevler<br />
düştüğünü hatırlatan Osman Arı, MMG’nin bu yükü<br />
omuzlamaya hazır olduğunu belirtti.<br />
Genel Kurul’da bir konuşma yapan MMG Genel Başkanı Avni<br />
Çebi, MMG’nin Hikmet-İmar-İhsan olarak üç esas üzerine kurulduğunu,<br />
mimarlık ve mühendislik alanına girmeyen hiçbir<br />
konunun olmadığını, sanayileşmeden tarıma, enerjiden kentleşmeye<br />
kadar geniş bir alanda görev yapıldığını belirtti. Dünyada<br />
geldiğimiz noktada mühendislik ve sosyal bilimlerin içiçe geçmiş<br />
olduğunu söyleyerek resmin bütününü görebilmek için disiplinler<br />
arası diyaloğa ve müşterek çalışmaya ağırlık verilmesi gerektiğini<br />
belirten Çebi, MMG’nin yeni dönemde şehirleşme ve kentsel<br />
dönüşüm konusunu ana faaliyet alanı olarak belirlediğini söyledi.<br />
Avni Çebi ayrıca, sağlıklı şehirleşmenin sadece kentsel dönüşüm<br />
ile sağlanamayacağını, şehirlere kendi medeniyetlerinden,<br />
yaşanmışlıklarından bir şeyler katmak gerektiğini ifade etti. Her<br />
şehrin kendi başına bir kitap, bir külliye ya da susan bir hikmet<br />
eri olduğunu ifade eden Avni Çebi şehirlerin insanları körleştiren<br />
mekânlar olmaması gerektiğini sözlerine ekledi.<br />
MMG İzmir Şubesi’nin III. Olağan Genel Kurulu Divan Kurulu’nun<br />
belirlenmesinin ardından yeni yönetimin seçimi ile sona<br />
erdi. MMG İzmir Şubesi III. Olağan Genel Kurulu neticesinde Yönetim<br />
Kurulu şu isimlerden oluştu:<br />
Yönetim Kurulu<br />
1.Ünal ÖZTURKUT: Başkanı - Makine Mühendisi<br />
2. Haşim AYTEN: Başkan Yrd. - Elektrik Mühendisi<br />
3. Serkan KIRKAR: Makine Mühendisi<br />
4. Ethem TATAR: İnşaat Mühendisi<br />
5. Doç. Dr. Musa ALCI: Elektrik ve Elektronik Mühendisi<br />
6. Eser PALA: Makine Yük. Mühendisi<br />
7. M. Siraç BATUK: Orman Mühendisi<br />
BÜYÜK USTA<br />
M‹MAR S‹NAN<br />
KABR‹ BAfiINDA<br />
ANILDI<br />
ESERLERİ ve tefekkür hayatıyla İslam dünyasına ve dünya kültür mirasına muazzam eserler bırakan büyük<br />
usta Mimar Sinan, vefatının 423. yılında Mimar ve Mühendisler Grubu tarafından kabri başında dualarla anıldı.<br />
Yaşamı boyunca 92 camii, 52 mescit, 57 medrese, 7 darül-kurra, 22 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa (hastane),<br />
5 suyolu, 8 köprü, 20 kervansaray, 36 saray, 8 mahzen ve 48 de hamam olmak üzere 375 eser veren büyük usta,<br />
günümüzde halen dünya kültür mirası arasında yer alan Süleymaniye Camii’ni de İslam dünyasının ve tefekkür<br />
anlayışının derinliği içinde insanlığa bırakmıştır.<br />
1538 yılında Hassa başmimarı olan Sinan, baş mimarlık görevini I. Süleyman, II. Selim ve III. Murat zamanında<br />
50 yıl süre ile yapmıştır. Mimar Sinan’ın, Mimarbaşılığa getirilmeden evvel yaptığı üç eser dikkat çekicidir.<br />
Bunlar: Halep’te Husreviye Külliyesi, Gebze’de Çoban Mustafa Külliyesi ve İstanbul’da Hürrem Sultan için yapılan<br />
Haseki Külliyesi’dir. Halep’teki Hüsreviye Külliyesi’nde, tek kubbeli cami tarzı ile bu kubbenin köşelerine<br />
birer kubbe ilave edilerek yan mekânlı cami tarzı birleştirilmiş ve böylece Osmanlı mimarlarının İznik ve Bursa’daki<br />
eserlerine uyulmuştur. Külliyede ayrıca, avlu, medrese, hamam, imaret ve misafirhane gibi kısımlar bulunmaktadır.<br />
Gebze’deki Çoban Mustafa Paşa Külliyesinde renkli taş kakmalar ve süslemeler görülür. Külliyede<br />
cami, türbe ve diğer unsurlar ahenkli bir tarzda yerleştirilmiştir. Mimar Sinan’ın İstanbul’daki ilk eseri olan Haseki<br />
Külliyesi, devrindeki bütün mimari unsurları taşımaktadır. Cami, medrese, sübyan mektebi, imaret, darüşşifa<br />
ve çeşmeden oluşan külliyede cami, diğer kısımlardan tamamen ayrıdır.<br />
Mimar Sinan’ın Mimarbaşı olduktan sonra verdiği üç büyük eser, onun sanatının gelişmesini gösteren basamaklardır.<br />
Bunların ilki İstanbul`daki Şehzade Camii ve külliyesidir. Dört yarım kubbenin ortasında merkezi bir<br />
kubbe tarzında inşa edilen Şehzade Camii, daha sonra yapılan bütün camilere örnek teşkil etmiştir.<br />
Süleymaniye Camii, Mimar Sinan’ın İstanbul’daki en muhteşem eseridir. Kendi tabiriyle kalfalık döneminde,<br />
1550-1557 yılları arasında yapılmıştır.Mimar Sinan’ın en büyük eseri ise, 86 yaşında yaptığı ve "ustalık eserim"<br />
diye takdim ettiği, Edirne’deki Selimiye Camii’dir (1575).<br />
MART-N‹SAN 2011 11
B‹ZDENHABERLER<br />
Prof. Dr. fienay Yalç›n;<br />
“NÜKLEER TEKNOLOJ‹YE<br />
SAH‹P OLMAK<br />
ÇA⁄ ATLAMAKTIR”<br />
MMG Bursa Şubesi tarafından düzenlenen kahvaltılı<br />
toplantının konuğu Beykoz Lojistik Meslek Yüksekokulu<br />
Müdürü Prof. Dr. Şenay Yalçın oldu. Konuşmasında nükleer<br />
enerji kullanımının önemine vurgu yapan Yalçın, konu ile ilgili<br />
çarpıcı açıklamalarda bulundu<br />
Dünyadaki güçler dengesini etkileyen en önemli unsurlardan birisi<br />
olan enerji konusunun, siyasi-askeri-ticari ilişkilerde önemli<br />
rol oynadığını belirten Prof. Dr. Şenay Yalçın, evrende herkese<br />
yetecek kadar enerji kaynağı olduğuna işaret ederek, asıl marifetin<br />
‘var olandan en iyi şekilde yararlanmak olduğunu ’dile getirdi.<br />
Dünyadaki insan yapısı ilk nükleer reaktörün 1942 yılında<br />
Enrico Fermi’nin yürüttüğü bir proje sonucunda Amerika Birleşik<br />
Devletleri’nin Chicago kentinde kurulduğunu hatırlatan Yalçın,<br />
“Esasen dünyadaki ilk nükleer reaktörün milyonlarca yıl<br />
öncesinde oluştuğu, Afrika`da Oklo (Gabon)’daki bir uranyum<br />
madeninde, yeraltı sularının da maden içinde bulunması nedeniyle<br />
doğal bir nükleer reaktör oluştuğu ve binlerce yıl ısı ürettiği<br />
son yıllarda ortaya çıkarılmıştır” dedi. Nükleer reaktörlerin de<br />
aynı mantık çerçevesinde olduğunu anlatan Yalçın, ortaya çıkan<br />
bu ısı kaynağından buhar, bundan da elektrik enerjisi üretildiğini,<br />
sadece nükleer reaksiyon sebebiyle çevreye salınmaması gereken<br />
radyoaktif maddeler için bazı ek sistemler oluşturulduğunu<br />
ifade etti.<br />
“Beş adet Atatürk Barajı, bir adet<br />
Akkuyu Nükleer Santrali’ne eşittir”<br />
Dünyada 60 tanesi yapım aşamasında, 310 tanesi araştırma<br />
amaçlı olmak üzere yaklaşık bin 200 tane nükleer reaktörün bulunduğunu,<br />
diğer alternatif enerji kaynakları ile mukayese edildiğinde<br />
nükleer santralden elde edilen enerji miktarının çok daha<br />
verimli olduğunu belirten Yalçın, enerji üretim verileri incelendiğinde<br />
dört reaktörlü bir Akkuyu Projesi’nin, 25 bin adet rüzgar<br />
tribününe veya beş adet Atatürk Barajı’na eşit olduğunu, fakat<br />
nükleer enerji dahil hiç birisinin diğerinin yerine geçmemesi, rakip<br />
olarak değil birbirini tamamlayan sistemler olarak ele alınması<br />
gerektiğini açıkladı.<br />
İleriki yıllarda nükleer enerji hammaddesi olarak kullanımı öngörülen<br />
toryum maden rezervinin en fazla 380 bin ton ile ülkemizde<br />
bulunduğunu söyleyen Yalçın, 1960’lardan bu yana sürekli<br />
olarak rafa kaldırılan nükleer enerji santrali yapım çalışmaları<br />
ile ilgili bilgiler vererek, Mersin Akkuyu projesinde gelinen<br />
son aşamayı şöyle izah etti: “Enerji Bakanlığı`na bağlı Türkiye<br />
Elektrik Ticaret ve Taahhüt AŞ (TETAŞ), ülkemizde ilk nükleer<br />
santrali kurmak için Mart 2008`de ihale sürecini başlattı. İhaleyi<br />
Ciner Grubu`na ait Park Teknik ile Rus devlet şirketi JSC AtomstroyExport-JSC<br />
Inter RAO UES kazandı. Yap-işlet-devret yöntemi<br />
ile yapılacak olan santralin yüzde 60’ı yerel kaynaklıdır. 15<br />
yıl boyunca elektrik alım taahüdü verilen işletme daha sonra<br />
devlete devredilecektir. Ruslar, nükleer santral ihalesinde VVER<br />
1200 (AES-2006) reaktör tipiyle teklif verdi. TAEK`ten verilen<br />
bilgiye göre, Rus tipi olarak adlandırılan ve basınçlı su reaktörleri<br />
olarak bilinen VVER`lerden 4 ünite inşa edilecek. VVER<br />
1200`ler, Rusya tarafından geliştirilen VVER tipi reaktörlerin en<br />
son modelidir. Halen dünyada 18 adedi işletmede bulunuyor. Bu<br />
santraller, Finlandiya için geliştirilen ve daha sonra Çin (Tianwan<br />
1 ve Tianwan 2) ve Hindistan (Kudankulam)’da inşa edilenlerin<br />
VVER 1000 (AES-91) tasarımı üzerine geliştirilmiştir.”<br />
“Aldığımız radyasyonun yüzde 85’i doğal radyasyondur”<br />
Radyasyonun pek çok insanın düşündüğünün aksine sadece<br />
nükleer faaliyetler sonucu ortaya çıkan bir durum olmadığının<br />
da altını çizen Yalçın, “Televizyon, bilgisayar, cep telefonu, kablosuz<br />
internet ağları, mikrodalga fırınları, baz istasyonları, radar<br />
istasyonları, X–ışını üreten tıbbi ve endüstriyel röntgen cihazları,<br />
nükleer reaksiyonlar, nükleer denemeler, güneş ve yıldızlarda<br />
oluşan nükleer reaksiyonlar radyasyonun en önemli kaynaklarıdır.<br />
Bu durumda diyebiliriz ki radyasyondan kaçınmak mümkün<br />
değildir” dedi.<br />
MMG BURSA fiUBES‹ 2. OLA⁄AN GENEL KURULUNU GERÇEKLEfiT‹RD‹<br />
2.OLA⁄AN Genel Kurulu’nu gerçekleştiren MMG Bursa Şubesi yeni yönetimini seçti. Bütçe ve raporların okunmasının ardından<br />
söz alan Şube Başkanı Mustafa Bayraktar, MMG Bursa Şubesi olarak Bursa’nın yapılanmasında ve gelişmesinde ellerinden gelen<br />
gayreti fazlasıyla gösterdiklerini ve ileriki dönemde de bunu sürdüreceklerini söyledi.<br />
Genel Kurul’da bir konuşma yapan MMG Genel Başkanı Avni Çebi de çeşitli konularda görüşlerini açıkladı. Kentsel dönüşüm<br />
konusunun önemine değinen Çebi, bu dönüşümün bir deprem hazırlığı olarak algılanmaması gerektiğini vurgulayarak, kentlerde<br />
yaşayan insanların artık ulaşmak istedikleri yerlere zamanında varamadıklarını bunun da çok çeşitli olumsuzluklara sebebiyet<br />
verdiğini dile getirdi. Çebi, "Konuya sadece teknik anlamda irdeleyemeyiz, bu dönüşüm kurgusunu sosyal, insani, yaşanabilir ve<br />
sürdürülebilir bir algı üzerine kurmamız gerekir," dedi.<br />
Mustafa BAYRAKTAR - Başkan Harita Mühendisi, Ali YILMAZ - Üye Elektrik Mühendisi, Hayri ÖZTURAN - Üye Uçak Mühendisi,<br />
Mustafa YILDIZ - Üye Dr. Gıda Mühendisi, Talip AKCI - Üye İşletme Mühendisi<br />
12 M‹MAR VE MÜHEND‹S
SELÇUK<br />
ÜN‹VERS‹TES‹’NDE<br />
ULUSAL ‹NOVASYON<br />
Z‹RVES‹ VE<br />
YEN‹L‹KÇ‹ F‹K‹RLER<br />
YEN‹ YÜZYILDA BEKLENT‹LER<br />
MMG Bizbize Konuşmalar’a katılan Hadi Durlanık önümüzdeki yüzyılda<br />
meydana gelmesi muhtemel değişimleri ve makro düzeydeki etkilerini<br />
küreselleşme olgusu ekseninde ele alan bir seminer verdi.<br />
Genel olarak yeni yüzyılda şekillenen bazı kavram ve kabuller üzerinde<br />
duran Hadi Durlanık sosyal, kültürel, ekonomik ve çevresel durumların<br />
şekillenmesinde baş aktör olarak görülen küreselleşme olgusunun<br />
esas olarak gelişen iletişim imkânlarının bir sonucu olduğunu<br />
belirtti.<br />
“Dünya küresel bir pazar haline gelirken rekabet doğal olarak dünya<br />
ölçeğinde yaşanmaya başladı. Artık ürün ve hizmet üreten kuruluşlar<br />
varlıklarını devam ettirebilmek için sadece iç rakiplerini değil aynı zamanda<br />
dış rakiplerini de takip ederek; kalite, maliyet, satış fiyatı, üretim<br />
hacmi, teslim süresi gibi konularda dünya genelinde rakipleriyle<br />
rekabet etmek zorundadır. Bu rekabette ürün için gereken; insan, makine,<br />
metot (teknoloji) ve malzemede önemli tasarruflar sağlamak zorunda<br />
olan işletmelerde zaten çok önemli olan insan kaynağı artık eskiye<br />
göre de çok daha önemli bir etken haline gelmiştir.<br />
Yeni yüzyılın başında birçok araştırma kuruluşu (özellikle insan kaynakları)<br />
yaygın çalışmalar yaparak ürün ve hizmet sağlayan firmaları<br />
ve bu firmalarda çalışanları 21.yüzyılda nasıl bir çalışma hayatının<br />
beklediğini araştırdılar ve önemli gördükleri konuları gerekli çevrelere<br />
deklare ettiler.” diyen Durlanık, şimdiden gözlemlenmeye başlanan bu<br />
değişimlerin;<br />
- Artan ekip çalışmaları,<br />
- Daha zayıf bir hiyerarşi ve daha şeffaf yönetimler,<br />
- Artan uzmanlık düzeyi,<br />
- Net değerlerle ifade edilebilen, ölçülebilen birimlerle iş görme eğilimi,<br />
- Elektronik ortama olan ilgi artışı,<br />
- Liderlik vasıflarına duyulan ihtiyacın artışı,<br />
- Etik değerler kapsamında faaliyet yürütme eğilimi,<br />
-Çevresel etkileşim ve doğaya karşı hassasiyet artışı başlıkları altında<br />
toplanabileceğini söyledi.<br />
ORGAN‹ZASYON heyetinde MMG Konya Şubesinin<br />
de bulunduğu Selçuk Üniversitesi (SÜ) Yenilikçi<br />
Fikirler Topluluğu grubunun 2011 yılında üçüncüsü<br />
düzenlenen “Ulusal İnovasyon Zirvesi” Süleyman<br />
Demirel Kültür Merkezi’nde yapıldı.<br />
Üç gün süren zirvede son gün Destek Patent Yönetim<br />
Kurulu Başkanı Kemal Yamankaradeniz, İş Bankası<br />
Genel Müdür Yardımcısı Hakan Aran, MMG Genel<br />
Başkanı Avni Çebi, Türk Macar İşadamları Derneği<br />
Başkanı - DEİK- DTİK Avrupa Bölge Başkan<br />
Yardımcısı Osman Şahbaz, T.C. Başbakanlık e-Devlet<br />
Danışma Grubu Başkanı Dr. Ramazan Altınok<br />
konuşmacı oldular.<br />
Mimar Mühendisler Grubu (MMG) Genel Başkanı Avni<br />
Çebi konuşmasında Hikmet, imar ve ihsan konularına<br />
değindi. Günümüz insanının bu değerlerden çok uzaklaştığını,<br />
dünyanın yenilikleri keşfetmek için, insani<br />
değerlerden uzaklaşmaması gerektiğine vurgu yaptı.<br />
Gençlerin inovasyona ufuklarını açmaları, ancak<br />
kadim geleneklerimizden kopmamaları gerektiğini<br />
söyledi.<br />
Günümüzde keşfetmemiz gereken en önemli değerin<br />
iyilik olduğunu belirten Çebi “insan iyilik ve kötülük<br />
arasında seçim yaparken ya korktuklarından kaçar ya<br />
da umduklarına doğru gider. Davranışlarımızı<br />
belirleyen şey umduklarımıza doğru yürümektir.<br />
STK’lar insanların ümitlerine doğru bir yürüyüştür..<br />
Ancak günümüz kapitalist tüketim toplumu insanların<br />
korkularını manipüle ederek güvenliği pazarlanacak<br />
bir unsur haline getirmiştir. Daha çok tüketerek değil<br />
daha az tüketerek özgürleşebiliriz ve aradığımız yeterlik<br />
duygusuna ulaşabiliriz.” dedi<br />
DEİK - DTİK Avrupa Bölge Başkan Yardımcısı ve<br />
Mimar Mühendisler Grubu Yönetim Kurulu Üyesi<br />
Osman Şahbaz, yurtdışında yaşayan Türkler’e<br />
günümüz dünyasında seçme hakkının sorun olmaktan<br />
çıkarılması gerektiğini söyledi. “Haziran ayında<br />
gerçekleştirilecek genel seçimlerde yurtdışındaki vatandaşlarımız<br />
da seçme seçilme haklarını bulundukları<br />
ülkelerde rahatça kullanmalılar. Günümüz dünyasında<br />
artık bunlar sorun olmayacak konulardır. Yeter ki<br />
iradelerimizi olması gerektiği yöne kullanalım.” dedi.<br />
MART-N‹SAN 2011 13
B‹ZDENHABERLER<br />
Karayollar› Genel Müdürü M. Cahit Turhan;<br />
“SADECE YOL<br />
YAPMIYOR, B‹RÇOK<br />
PROJEYE ‹MZA<br />
ATIYORUZ”<br />
MMG, GELENEKSEL KAHVALTILI TOPLANTISINA<br />
KONUK OLAN KARAYOLLARI GENEL MÜDÜRÜ<br />
M. CAH‹T TURHAN, GÜNDEMDE OLAN PEK ÇOK<br />
KONUDA ÖNEML‹ B‹LG‹LER AKTARDI. SADECE<br />
YOL YAPMADIKLARINI BEL‹RTEN TURHAN,<br />
“SÜREKL‹ H‹ZMET VE PROJE ÜRETEN D‹NAM‹K<br />
B‹R KURUMUZ” DED‹.<br />
PROGRAMIN açılış konuşmasını yapan MMG Genel Başkanı<br />
Avni Çebi, ülkenin en büyük bütçeye sahip kurumlarından<br />
biri olan Karayolları’nın her yeni çalışmasıyla ayrı bir<br />
katma değer ürettiğini, bu bakımdan son derece stratejik ve<br />
etkin bir konumda bulunan bu kurumun dikkatle izlenmesi<br />
gerektiğini vurguladı.<br />
“Karayolları, Türkiye yollarını<br />
ihya eden stratejik bir kurumdur”<br />
Çebi konuşmasında şunları söyledi: “Turizmin gelişmesi, taşımacılık<br />
sektöründe hizmet bedellerinin düşmesi, trafiğe katılan araç<br />
sayısının artması gibi nedenlerden dolayı karayollarının artan<br />
bir yoğunlukla kullanılması, bu kurumun stratejik önemini artırmış,<br />
ülke ekonomisi içindeki rolünü daha etkin bir noktaya taşımıştır.<br />
Bugün Türkiye karayollarında yaklaşık 15 milyon araç<br />
bulunduğunu biliyoruz. Bölünmüş yol ve otoyol sayısının artması,<br />
daha kaliteli yolların yapılmaya başlanması mevcut koşullar<br />
altında takdire değer bir gayretin ürünüdür. Ayrıca karayollarında<br />
meydana gelen kazalarda yaşanan can ve mal kayıplarını<br />
azaltmak için yürütülen çalışmaların da olumlu sonuçlarını görerek<br />
mutlu oluyoruz.”<br />
“Yeni projeler üretiyoruz”<br />
Yol ağlarında 2 bin 225 km. otoyol, 31 bin 394 km. devlet yolu,<br />
31 bin 388 km. il yolu olduğunu belirten Genel Müdür Turhan,<br />
65 bin 007 km. uzunluğa sahip bu yolların kapasite, nitelik ve<br />
uzunluk açısından sürekli geliştiğini, karayollarının sürekli proje<br />
üreten enerjik bir kurum olduğunu söyledi. Turhan, 74 milyar<br />
TL tutarındaki bütçelerinin 50 milyar TL tutarındaki kısmını<br />
yatırım olarak değerlendirdiklerini, kalan 24 milyar TL için yeni<br />
projelerin geliştirildiğini belirterek sözlerine şöyle devam etti:<br />
“Yaklaşık bin 666 projede çalışmaları sürdürüyoruz. Özellikle<br />
son yıllarda karayollarımızın alt yapısına hükümetimizin verdiği<br />
destekle uzun yıllar süren çalışmaların günümüz itibariyle 4-5<br />
yıl gibi bir süreye düşürüldüğünü belirtmek isterim.”<br />
“Bölünmüş yollar öncelikli çalışma alanı”<br />
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından hassasiyetle takip edilen<br />
bölünmüş yol çalışmaları hakkında ayrıntılı bilgilerin paylaşıldığı<br />
toplantıda Karayolları Genel Müdürü M. Cahit Turhan,<br />
özellikle 2000’li yılların başında trafiği taşımakta zorlanan yolların<br />
bölünmüş yol uygulamasıyla birlikte son derece rahat ve güvenli<br />
şekilde hizmet sağladığını belirtti. Mevcut altyapı çalışmaları<br />
arasında asfalt yenileme çalışmalarının da önemli bir paya sahip<br />
olduğunu belirten Turhan, yılda ortalama 17 bin 294 km.<br />
onarım ve bakım çalışması yapan Karayolları’nın 2011 yılında<br />
18 bin 082 km. asfalt yapmayı hedeflediğini belirtti.<br />
“Sürekli hizmet üreten dinamik bir kurum: T. C. Karayolları”<br />
Karayolları bünyesinde yürütülen çalışmalar sadece yol, köprü,<br />
tünel, asfalt gibi teknik hizmetlerden ibaret değil. Karayolları tarafından<br />
yürütülen çalışmalar arasında ağaçlandırma çalışmaları<br />
da bulunuyor. Son 8 yılda 15 milyon fidan diken Karayolları,<br />
2011 yılında 1 milyon 700 bin fidan dikmeyi hedefliyor. Yol güvenliğini<br />
sağlamak üzere verilen hizmetler arasında işaretleme çalışmaları<br />
kapsamında ise son 8 yılda 112 milyon metrekare yatay<br />
işaretleme çalışması yapıldı. 55 bin km.’lik yol ağında yolların<br />
kapanması gibi durumlara müdahale etmek için 405 adet<br />
acil müdahale noktasında 3 bin 871 makine ve ekipman, 4 bin<br />
271 personel 7/24 hizmet veriyor. Otoyollarda 111.5 km uzunluğa<br />
ulaşan tünellerin sayı ve uzunluğunu arttırmakta öncelikli<br />
projeler arasında yer alıyor.<br />
14 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Toplant›da s›ras›yla<br />
Y›lmaz Ada, Avni<br />
Çebi ve Gökhan<br />
Bozkurt konuflma<br />
yapt›<br />
Türk Telekom Üst Yöneticisi Gökhan Bozkurt<br />
“VER‹LER ARTIK PETROL<br />
KADAR DE⁄ERL‹”<br />
M‹MAR VE MÜHEND‹SLER GRUBU ANKARA fiUBES‹<br />
TARAFINDAN DÜZENLENEN KAHVALTILI TOPLANTIYA<br />
KATILAN TÜRK TELEKOM ÜST YÖNET‹C‹ GÖKHAN<br />
BOZKURT B‹LG‹SAYAR VE ‹NTERNET KULLANIMINDAK‹<br />
ORANA D‹KKAT ÇEKEREK, “BU ORTAMLARDAK‹<br />
VER‹LER ARTIK PETROL KADAR DE⁄ERL‹D‹R,” DED‹.<br />
TOPLANTIYA ev sahipliği yapan Mimar ve Mühendisler Grubu<br />
Ankara Şubesi adına Başkan Yılmaz Ada ve Yönetim Kurulu<br />
Üyeleri, Mimar ve Mühendisler Grubu Genel Başkanı Avni Çebi,<br />
Yönetim Kurulu Üyeleri Osman Arı ve Mesut Uğur, MMG Ankara<br />
Şubesi üyeleri ve davetlilerden oluşan geniş bir katılım gerçekleşti.<br />
Konuşmasına bilgisayar ve internet kullanımındaki artışa dikkati<br />
çekerek başlayan Bozkurt, internet ortamındaki aktif “günlük”<br />
sayısının 2000 yılında 12 bin iken bugün 140 milyonu geçtiğini<br />
söyledi. Bozkurt, 2000 yılında Google üzerinden günde 100 milyon<br />
sorgulama yapılırken bugün bu rakamın 2 milyara, 2000<br />
yılında 12 milyar olan e-posta gönderiminin de 242 milyara<br />
yükseldiğini kaydetti.<br />
Apple'ın en büyük başarısının “iTunes” yazılımı olduğunu ifade<br />
eden Bozkurt, iPhone, iPad ve iMac cihazlarının ortak bir platformda<br />
buluşturulduğunu, buradan 2010 yılında 10 milyar civarında<br />
indirme işlemi gerçekleştirildiğini bildirdi.<br />
1984'de tüm dünyada internete bağlı cihaz sayısının 1000 civarındayken<br />
bugün 5 milyarı geçtiğini anlatan Bozkurt, sektörde<br />
geleceği tam anlamı ile görmenin mümkün olmadığına da vurgu<br />
yaptı.<br />
Türkiye'de kullanıcıların internette en çok elektronik posta gönderme<br />
işlemi yaptığını, tüketicilerin “ara-bul-öde-paylaş” sistemi<br />
ile hareket ettiğini ve Tivibu platformu ile veri dünyasında yer aldıklarını<br />
anlatan Bozkurt, “Yeni petrol, artık veri” dedi. Bozkurt,<br />
bir insanın hayatının “1 Terabaytlık bir diske” sığabileceğini de<br />
ifade etti.<br />
Şirket olarak “en iyi olmak için rekabet etmek yerine, benzersiz<br />
olmak için rekabet etmeye çalıştıklarını” anlatan Bozkurt, bunun<br />
için tasarımdan içeriğe kadar çok farklı çalışmalar yaptıklarını<br />
söyledi. Soruları da yanıtlayan Bozkurt, Türk Telekom yetkililerinin<br />
telefon dinlemesi yapmalarının mümkün olmadığını, elektronik<br />
postalar dahil takip edilmediğini bunun kimler tarafından<br />
yapılabileceğinin de yasalarla belirlendiğini kaydetti.<br />
Bozkurt, bir başka soru üzerine her gün özellikle sunucu meşgul<br />
etme anlamına da gelen DoS (denial-of-service attack) saldırıları<br />
ile karşılaştıklarını ve bunun bazı günler 3 milyona ulaştığını belirtti.<br />
Bozkurt, ancak iş ortaklarının bundan zarar görmediğini de<br />
vurguladı.<br />
MART-N‹SAN 2011 15
HABERANAL‹Z<br />
NÜKLEER ENERJİ<br />
KABUS MU OLACAK?<br />
TEKNOLOJİ OLARAK NÜKLEER GÜÇ, MİLİTER VE PARASAL AMAÇLAR<br />
İÇİN İNSANIN VE DOĞANIN ÜZERİNDE OLAĞANÜSTÜ BİR HÂKİMİYET<br />
KURARAK GENİŞ ANLAMDA İNSANIN KENDİ POTANSİYELİNİ<br />
DEĞERSİZLEŞTİRİR. BU NEDENLE TEKNİĞİN GELİŞİMİ, İNSANIN<br />
GELİŞİMİNİ DURDURDUĞU İÇİN ÖZGÜRLÜĞÜN DÜŞMANIDIR. YANİ<br />
NÜKLEER ENERJİ DOĞASI GEREĞİ ANTİ-DEMOKRATİKTİR.<br />
DİLAVER DEMİRAĞ Gazeteci<br />
16 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Sanayi uygarlığı kapitalist ekonomi<br />
ile birleşince tarihte o güne kadar<br />
görülememiş müthiş bir üretkenlik<br />
sağladı. Birçok ürünü kitlesel ve seri<br />
halde üretebilme olanağını sağlayan sanayi<br />
uygarlığının bunu sürdürebilmesi için<br />
çok zengin ve uzun müddet sürdürülebilir<br />
enerji kaynaklarına gereksinme vardı. Orta<br />
çağdaki su değirmenleri ile seri halde<br />
ve büyük miktarda üretim yapabilme olanağı<br />
sağlayan manüfactür üretim, sanayi<br />
uygarlığının fabrika sistemine kömürü<br />
devrederek bunu sağladı. Daha sonra petrol<br />
kaynaklarının keşfi ile sanayi üretkenliğini<br />
ucuz ve sürdürülebilir olan petrolle<br />
sağladı. Aşağı yukarı 1970’lere kadar bu<br />
böyle sürüp gitti. Ne zamanki petrol ambargosu<br />
ile enerji arzının güvenliği azaldı<br />
o andan itibaren de yeni enerji kaynaklarının<br />
bulunması gereksinmesi gündeme<br />
geldi. Bu arayışa o gününü koşulları içinde<br />
en iyi yanıtı verebeilecek enerji kaynağı<br />
uranyum çekirdeğinin bölünmesi ilkesi ile<br />
enerji üreten nükleer santrallar oldu.<br />
Dünyada nükleer enerjiyle ilgili çalışmalar<br />
1939 yılında başladı. İlk nükleer enerji<br />
ABD’de üretildi. Elektrik üreten ilk nükleer<br />
santral olan Shippingport, Pennsylvania’da<br />
kuruldu ve 1957’de işletmeye girdi.<br />
1960’lı yıllarda ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere<br />
ve Fransa’da toplam elektrik enerjisi<br />
1.200 MWe olan 17 reaktör çalışmaktaydı.<br />
Nükleerden elektrik enerjisi üretimi<br />
1970’li yıllarda artış gösterdi. 1973 yılında<br />
ortaya çıkan ve tüm dünyayı etkileyen petrol<br />
krizi nedeniyle nükleer santrale yönelme<br />
oldu. Ancak, gelişmiş ülkelerdeki ekonomik<br />
durgunluk ve uygulamaya konulan<br />
tasarruf önlemleri ile elektrik enerjisine<br />
olan talep önemli ölçüde azaltıldı. Çevre<br />
sorunlarına neden olabileceği ve nükleer<br />
silahların yayılmasına sebep olacağı düşünceleri<br />
1975-1980 yılları arasında nükleer<br />
santral siparişlerinde önemli bir<br />
azalma meydana getirdi.<br />
İlk nükleer kaza da ABD’de oldu. 1979 yılında<br />
ABD’de Three Mile Island kazasından<br />
sonra, birçok gelişmiş ülkede “antinükleer”<br />
hareketler arttı. 1983 yılından itibaren<br />
dünyada önemli ekonomik gelişmeler<br />
kaydedilmesiyle elektrik tüketiminde<br />
artış oldu ve nükleer alanda da bir hareketlenme<br />
meydana geldi. Ancak, 1986<br />
yılında meydana gelen Çernobil kazası ile<br />
tekrar antinükleer hareketlerde artış yaşandı.<br />
O gündür bugündür tartışılan nükleer<br />
santrallar en son Japonyadaki 9 şiddetindeki<br />
deprem ile yeniden tartışmalı<br />
hale geldi.<br />
DÜNYA DİKEN ÜSTÜNDE<br />
Japonya’da, varlığı bilinen en büyük 7.<br />
deprem ve ona bağlı olarak ortaya çıkan<br />
tsunami dalgalarının sebep olduğu nükleer<br />
reaktör kazası, neredeyse bir kıyamet<br />
gibi algılanıyor. Fukushima I Nükleer Santrali<br />
kazaları 2011 Sendai depremi ve tsunamisi<br />
sonrasında, 11 Mart'da başlayan<br />
ve halen sürmekte olan, Fukushima I<br />
Nükleer Santralinde arka arkaya meydana<br />
gelmekte olan olaylar dizisidir. 13<br />
Mart'ta, güneyden 11,5 km uzaklıktaki Fukushima<br />
II Nükleer Santrali’nde ve Onagawa<br />
Nükleer Santrali’nde de başka kazalar<br />
daha meydana geldi. 11 Mart<br />
2011'de Japon hükümeti "atomik güç âcil<br />
durumu" olduğunu açıkladı ve Fukushima<br />
1'e yakın olarak yaşayan binlerce insanın<br />
tahliyesine başladı. Ertesi gün, birinci ünitenin<br />
yakıt fitillerinde kısmen erime devam<br />
ederken, bir hidrojen patlaması sonucu<br />
reaktör 1'in bulunduğu bina hasar<br />
gördü ve dört çalışan yaralandı. 13 Mart<br />
2011'de, 3. ünitede de olası bir sızıntının<br />
söz konusu olduğu bildirildi. 13 Mart Pazar<br />
günü (Japonya Saati İle(JSİ), saat 1'de<br />
1 ve 3. reaktörlerin her ikisi de aralanarak,<br />
soğutma amaçlı olarak suyla ve borik<br />
asitle dolduruldu ve daha ileri nükleer<br />
tepkimelerin önlenmesi çalışıldı.) 2. ünitenin<br />
normalden daha az su içerdiği, çeperdeki<br />
basıncın yüksek olmasına rağmen<br />
kararlı durumda olduğu bildirildi.13 Mart<br />
Pazar günü, saat (JSİ) 01.17'de, Japon<br />
Atomik Enerji Kurumu, Fukushima kazasını,<br />
Uluslararası Nükleer Olaylar Ölçeğinde<br />
(INES) 0-7 arasındaki oranda 4 numara<br />
(bölgesel nedenlerden kaza) kategorisine<br />
yerleştirildiğini duyurdu. Yetkililerin<br />
uyarısından sonra 170,000–200,000<br />
kişi sızıntı olasılığına karşı tahliye edilmeye<br />
başlandı.<br />
1 Mart 2011 (JSİ), 16.36’da, 1. ve 2. ünitelerin<br />
acil çekirdek soğutma sistemlerinde<br />
soğutmanın sağlanmaması nedeniyle<br />
"Nükleer Acil Durumu" ilan edildi. Uyarı,<br />
reaktör su seviyesi görüntüleme fonksiyo-<br />
MART-N‹SAN 2011 17
HABERANAL‹Z<br />
nu 1. ünite için eski haline getirildiği anda<br />
yapıldı. Ancak sorun 17.07'de (JSİ) tekrar<br />
başladı. 12 Mart 2011, (JSİ) gece yarısından<br />
sonra, Tokyo Elektrik Şirketi, radyasyon<br />
sızıntısıyla anlamına gelen, ünite 1 reaktörünün<br />
duvarından sıcak gaz kaçışı olduğunu<br />
açıkladı. Tokyo Elektrik Şirketi,<br />
ünite 1 türbinlerinde radyasyon seviyesinin<br />
yükseldiğini de açıkladı. Saat 02.00<br />
(JSİ) sularında, reaktörün içindeki basıncın,<br />
600 kPa (6 bar or 87 psi), 200 kPa (2<br />
bar ya da 29 psi) civarlarında, normal koşulların<br />
üzerinde olduğu rapor edildi.<br />
05.30’da (JSİ), reaktör 1'in içindeki basıncın,<br />
"plan kapasitesi"nin 2,1 katı olduğu;<br />
820 kPa (8,2 bar ya da 120 psi) açıklandı.<br />
06.10’da (JSİ), IAEA, ünite 2'nin bozuk soğutma<br />
sistemine güç veren taşınabilir<br />
elektrik desteklerinin bölgeye ulaştığını<br />
belirtti. Bir basın açıklamasında, Japon<br />
nükleer yetkililerinden bir konuşmacının<br />
İngilizce'ye çevirisi; nükleer bir erimenin<br />
mümkün olabileceği ve ünite 1'de bir fitilin<br />
yanmış olabileceği yönündeydi. Yine de,<br />
Japon başbakanı, daha sonrasında nükleer<br />
erimenin olduğunu yalanladı ve ünite<br />
1'in halen bütün olduğunu belirtti. 13 Mart<br />
2011, saat 01.00 (JSİ) civarında, Japon yetkililer,<br />
birimdeki Sezyum ve İyodin miktarlarınında<br />
güçlü bir artış olduğunu ölçtüler<br />
ve soğutucuların kaybının zararlı maddelerin<br />
salınıma neden olabileceğini belirttiler.<br />
Toshihiro Bannai, Japonya Nükleer ve<br />
Endüsrtiyel Güvenliği uluslararası ilişkiler<br />
yetkilisi yöneticisi, CNN ile yapılan bir telefon<br />
görüşmesinde, bir erimenin mümkün<br />
olabileceğini bildirdi. Japon gazetesi<br />
Asahi Shimbun soğutma suyunun çok<br />
azaldığını ve nükleer yakıt çubuklarının<br />
patladığını bildirdi. Japon yetkililer içerideki<br />
basıncın çok hâlâ çok yüksek olduğunu<br />
fakat sıcaklığın düşürüldüğünü söyledi.<br />
O günden beri hasarlı rekatörlerin soğutulması<br />
için uğraşılırken gelen haberler<br />
Birinci Ünite Reaktörde çekirdek erimesi<br />
olmuş olabileceği yönünde. Hâlihazırda<br />
yaşamı pahasına birçok işçi rektörleri soğutmaya<br />
çabalıyor. Japon yetkililer yapılan<br />
çalışmaların sonuç vermemesi halinde<br />
daha fazla radyasyon yayılması meydana<br />
getirmemek için nükleer santralı gömme<br />
planları yapıyorlar.<br />
NÜKLEER ENERJİ<br />
KABUS MU BOLLUK MU?<br />
ABD’de yaşanan ilk nükleer kaza olan<br />
Three Mils Island kazasından bu yana<br />
nükleer enerjinin gerekliliği tartışma konusu,<br />
nitekim çernobil ve ardından da Japonya’daki<br />
Fukushima nükleer santralinde<br />
meydana gelen kaza sonra nükleer<br />
enerjiye karşı çıkanların sayısı çoğalmaya<br />
başladı. Bazı bilim insanları, çevre korumacılar,<br />
barış yanlılları ve farklı birçok<br />
sosyal hareket mensubu, nükleer enerjiye<br />
karşı çıkarken, kimileri de nükleer enerjinin<br />
kömür ve petrol yanında en önemli<br />
elektrik üretim kaynağı olacağını ve teknolojideki<br />
gelişmeler sonucu güvenli olarak<br />
iklim değişimi seçeneği de göz önünde<br />
bulundurulduğunda oldukça akılcı bir<br />
seçenek olacağını belirtiyor.<br />
Nükleer santraller konusunda iki farklı<br />
görüş var: “Nükleer rönesans görüşünü<br />
benimseyenler, küresel ısınmadan dünyayı<br />
kurtarmanın en temiz yolunun nükleer<br />
santraller olduğunu savunuyorlar. Fosil<br />
yakıtların çevreye daha çok zarar verdiğini,<br />
küresel ısınma, asit yağmurları ve ozon<br />
18 M‹MAR VE MÜHEND‹S
ABD, Three Mils ‹sland, 1979 JAPONYA, Fukuflima, 2010<br />
SSCB, Çernobil, 1986<br />
Şu anda ne denli büyük bir falaket kaynağı olduğunu farkettiğimiz nükleer enerji de,<br />
1970'leri sarsan ve neo-liberal küreselleşme olarak adlandırılacak sürecin önünü açan<br />
petrol krizinin bir sonucudur.<br />
tabakasının delinmesine yol açtığını ileri<br />
sürüyorlar. Ülkelerin enerji politikalarında<br />
nükleer enerjiye döndüğünü, büyük miktarda<br />
elektrik üretmek için nükleerden<br />
başka seçenek olmadığını ifade ediyorlar.<br />
Nükleer kabus görüşünü benimseyenler<br />
ise, ‘güvenlik’ ve ‘atıkların yok edilememesi’<br />
konusunu gündeme getirerek<br />
1986’da meydana gelen Çernobil kazasını<br />
örnek gösteriyor. Rüzgâr, güneş ve hidroelektrik<br />
santrallerin verimli kullanılması<br />
halinde nükleer enerjiye ihtiyaç kalmayacağını<br />
savunuyorlar.”<br />
YORUM<br />
Güç ve Özgürlük<br />
Kaç gündür dünyanın yeni bir Çernobil’in<br />
eşiğine gelmişliğini gözlerimiz açılmış bir<br />
halde seyrediyoruz. Japonya’daki Fukushima<br />
nükleer santralinde yaşanan reaktör<br />
erimesi dünyayı yeni bir nükleer kabusun<br />
eşiğine getirdi. Bu süreçle beraber batıdaki<br />
sağcı yönetimler eli ile yeniden yükselişe<br />
geçen ve başta İran, Libya gibi tiranik<br />
ülkelerin de peşinde koştuğu nükleer<br />
gücün yeniden yükselen değer haline gelmesi<br />
süreci ikinci bir dip yapacağa benziyor.<br />
Nükleer endüstrisinin dev şirketleri<br />
Çernobil’in yaralarını daha yeni sarmaya<br />
başlamışken yaşanan bu ikinci kazanın<br />
tekrar dip yapıcı etkisi nedeni ile medya eli<br />
ile lobi faaliyetine önem vereceğini, dahası<br />
artık şirket lobilerinin elinde oyuncak<br />
haline gelen batılı demokrasileri ikna etmek<br />
için rüşvet de dahil her olanağı kullanacağı<br />
açık. Ama bu durum nükleer lobi<br />
için bir kurtuluş sağlar mı bugünden yarına<br />
cevap üretmek zor. Ancak üzerinde çalışılan<br />
dördüncü nesil rekatörler ile güvenlik<br />
düzeyini maksimuma çeviren yeni<br />
bir teknik yenilenme ile küllerinden doğmayı<br />
umduğu da açık. Zaten bilim denen<br />
modern fetişin yeni rahipleri olan uzmanlar<br />
sürekli Japonya’daki nükleer felaketin<br />
nedeninin 1'inci nesil rekatörler olduğunu<br />
belirtiyor. Dahası risk karşısında kilitlenen<br />
yaşam perver modernlerin aklına girmeye<br />
çalışarak “canım uçağa binmek de riskli<br />
değil mi, evinizdeki likit gaz tüpünün de<br />
patlama riski yok mu?” gibi sözlerle riskle<br />
yüzleşmeyi hatta riski göğüslemeyi<br />
öneriyorlar.<br />
Her ne kadar nükleer endüstri üzerinden<br />
sıkı bir modern toplum çözümlemesi yapmak<br />
olanaklıysa da dahası nükleer endüstri<br />
ile tüketim kapitalizmi arasındaki<br />
bağlantıları sıkı bir biçimde örmek de iyi<br />
olurdu ama bu yazıyı uzatmamak için<br />
bunlara değinip geçmeyi tercih edeceğim.<br />
Enerji oburu bir uygarlık olduğumuz açık.<br />
Bunun nedeni modernleşmenin üretimde<br />
patlama denecek kadar eşi görülmemiş<br />
bir üretkenlik yaratması. Enerji oburu olu-<br />
MART-N‹SAN 2011 19
HABERANAL‹Z<br />
Kalkınma ve daha çok üretmek, daha çok tüketmek ve<br />
refah gibi değerleri sorgulamadıkça, mevcut tüketim<br />
eğilimlerimizi değiştirmedikçe yenilenebilir enerji ile<br />
ekolojik bir topluma geçilemez.<br />
nunca enerjinizi tek bir kaynağa bağlamanız<br />
da zordur. Hele ki rekabeti merkeze<br />
alan bir sistemde bunu yapmanız ekonomik<br />
akılcılık açısından akla ziyandır. Nitekim<br />
şu anda ne denli büyük bir falaket<br />
kaynağı olduğunu farkettiğimiz nükleer<br />
enerji de, 70'leri sarsan ve neo-liberal küreselleşme<br />
olarak adlandırılacak sürecin<br />
önünü açan petrol krizinin bir sonucudur.<br />
Andre Gorz kapitalizmle ilgili bir saptama<br />
yaparken “Kapitalizm yeterlilik denen şeyi<br />
bilmez “der. Marks’da kapitalizmin büyümeye<br />
mahkûm olduğunu, büyüyemeyen<br />
kapitalizmin ölümcül bir hal içinde olacağını<br />
söyler. Bu anlamda fazlaya ve biriktirmeye<br />
koşullanmış bir düzen olarak kapitalizm<br />
de doğası gereği güneş, rüzgâr,<br />
dalga vb. yenilenebilir doğal güçlerden istifade<br />
edemez. Çünkü sürekli büyümek<br />
durumunda olan kapitalizme bu enerji<br />
yetmez. Mevcut enerji talebinin devam etmesi<br />
mümkün değildir. Çünkü dünya kaynakları<br />
bu büyüme temposuna cevap verebilecek<br />
halde değildir. Dolayısıyla bu talebe<br />
hâlihazırda dünya elektrik üretiminin<br />
yüzde 16’sını karşılayan nükleer santraller<br />
de cevap veremez. Kalkınma ve daha<br />
çok üretmek, daha çok tüketmek ve refah<br />
gibi değerleri sorgulamadıkça, mevcut tüketim<br />
eğilimlerimizi değiştirmedikçe yenilenebilir<br />
enerji ile ekolojik bir topluma<br />
geçilemez.<br />
Bugün dünyada ki uranyum rezervlerin işletilmesi<br />
ve çıkarılması ağırlıklı olarak üç<br />
büyük şirketin elinde yoğunlaşmış durumda.<br />
Bu üç şirket mevcut terzervlerin<br />
yüzde 50’sine yakınını çıkarıyor. Fransız<br />
devi AREVA’ya bağlı COGEMA, dünya<br />
uranyum üretiminin yüzde 20’sini karşılıyor.<br />
Onu Kanada kökenli Cameco izliyor<br />
bunlar da yüzde 17’lik bir paya sahip. Onu<br />
da yüzde 10’luk pay ile Energy Resources<br />
of Australia izliyor. Yani nükleer enerji bir<br />
tekelleşmeyi de beraberinde getirir.<br />
SAVAŞAN TEKNOLOJİ:<br />
BİRİ SİVİL Mİ DEDİ?<br />
Teknoloji konusundaki kuşkucu ve hatta<br />
eleştirel yaklaşımıyla tanıdığımız Lewis<br />
Mumford, ilk pramidler gibi modern teknolojinin<br />
de savaşın rahminde büyüdüğünü<br />
ve ondan doğduğunu belirtir. Teknoloji<br />
bir Megamakine’dir. Bu kavramla Mumford,<br />
gücün seferber edilmesini, tek bir elde<br />
toplanarak yoğunlaştırılmasını ve merkezileştirilmesini<br />
kasteder ki nükleer<br />
santraller tam da böyle bir yapılanma taşır.<br />
Teknik olgular bilimin hükümranlığına<br />
dayandıklarından, neden ve ne için gibi<br />
etik sorular ıskalanarak, nasıl sorusuna<br />
yani yapılabilirlik olgusuna yoğunlaşılır.<br />
Böylece daha baştan aslında istenilen şeyin<br />
toplumsal fayda değil, güç elde etmek,<br />
gücü temerküz etmek olduğu ortaya çıkar.<br />
Nitekim Mumford Dev Makine kavramını<br />
izah ettiği Teknik ve Uygarlık kitabında,<br />
Dev Makine’nin (yani teknik seferberliğin)<br />
bir güç temerküzü yani yoğunlaşma<br />
olduğuna dikkat çekerek, Dev Makine’nin<br />
bir güç kombinasyonu olarak tüm kaynakları<br />
bir araya getirdiğini, dil, din, bürokrasi<br />
ve kapitalizmi, askeri güç kaynaklarını devasa<br />
bir egemenlik için yoğunlaştırdığını<br />
belirtir. Nükleer teknoloji de böyledir,<br />
nükleer enerjide de askeri güç, sermaye,<br />
bilim, devlet iktidarı bir araya toplanır ve<br />
böylece insan devre dışı bırakılır. Çünkü<br />
teknoloji olarak nükleer güç, militer ve<br />
parasal amaçlar için insanın ve doğanın<br />
üzerinde olağanüstü bir hâkimiyet kurarak<br />
geniş anlamda insanın kendi potansiyelini<br />
değersizleştirir. Bu nedenle tekniğin<br />
gelişimi, insanın gelişimini durdurduğu<br />
için özgürlüğün düşmanıdır. Yani nükleer<br />
enerji doğası gereği anti-demokratiktir.<br />
Demokrasi temelde müzakere edilebilirlik<br />
temelinde oluşmuştur. Bu nedenle doğrular<br />
ve beceriler üzerinde bir iktidar inşa<br />
eden uzmanlaşma ile uyuşmaz. Demokrasi<br />
doğası gereği profesyonelliği değil<br />
amatörlüğü içerir. Bunun yanı sıra nükleer<br />
teknoloji, doğasında savaşçı amaçlar<br />
taşıdığı için sivil amaçlar ve demokrasiyle<br />
çelişir. Nükleer enerjinin olduğu yerde<br />
olağanüstü bir polisiye güvenlik, gizlilik ve<br />
denetim dışılık vardır. Bunlar doğası gereği<br />
demokrasinin ruhu ile uyuşmaz.<br />
Nitekim Mumford’da “Savaş Megamakine’nin<br />
ruhu ve bedenidir. Dolayısıyla savaş<br />
Megamakine’nin kurulumunu ilerletmenin<br />
ideal koşuludur. Bir Megamakine bir<br />
kez vücuda getirildikten sonra, onun<br />
programıyla ilgili herhangi bir tenkid, ayrılma,<br />
onun rutinlerinden herhangi bir<br />
kopma, aşağıdan gelen talepler doğrultusunda<br />
onun yapısında herhangi bir değişiklik,<br />
bütün sistem için bir tehdit teşkil<br />
eder,” diyerek tekniğin ruhu ile özgürlük<br />
olarak demokrasinin ruhunun birbirini<br />
dışladığını göstermiş olur. Görüldüğü gibi<br />
nükleer enerji demokratik bir toplumun<br />
değil, totaliter bir toplumun tekniğidir.<br />
20 M‹MAR VE MÜHEND‹S
M‹MARLIK<br />
GÜNÜMÜZ<br />
CAMİ MİMARİSİ<br />
ÜZERİNE<br />
DÜŞÜNCELER<br />
-II-<br />
MEHMET İŞCİ / Mimar<br />
'inananlar' mimarlığa uzak, 'mimarlık'da inananlara...<br />
bu ülkede inanmak ne kadar da ayaklar altında...<br />
Anonim<br />
22 M‹MAR VE MÜHEND‹S
KAYBEDİLEN ESTETİK RUHUNUN<br />
CAMİ MİMARİSİNE ETKİSİ<br />
Mimarlık; dünyayı yaşanılır kılmak için<br />
sarfedilen güzelleştirme çabalarının ete<br />
kemiğe bürünmüş halidir bir bakıma. Allah<br />
(c.c.) Hz. Adem (a.s.)’i kendine halife<br />
olarak yarattıktan sonra, güzel olana ve<br />
estetiğe doğru tabii bir yöneliş içinde olmanın<br />
mesuliyetini ona yani insanlara<br />
yükledi. Dünyanın hüsnü muhafazasının<br />
yanında, insan eliyle inşaa edilen yapıların<br />
yaratılanları bozmadan, onlara estetik değerler<br />
katarak bir cennet tasavvurunu<br />
dünyaya nakşetmek bir vazife haline geldi.<br />
Eşyaya ruhundan bir şeyler katarak<br />
onu maddi kalıplardan sıyırıp yaşayan, insanla<br />
etkileşim içinde olan, onun ruhunu<br />
okşayan bir eser haline getirmek mimarlığın<br />
başlıca amaçlarından olsa gerek.<br />
İnsanın fiziki ihtiyacının karşılığı olarak<br />
üretilen binaların, aynı zamanda insanın<br />
ruh dünyasındaki metafizik karşılığının da<br />
yapıya nakşedilmesi aynı derecede elzemdir.<br />
İslam’da yeryüzü mescid olarak telakki<br />
edilmekle birlikte şehrin/medinenin dünyevi<br />
ve uhrevi merkezi olarak caminin etrafında<br />
şekillendiği Peygamber Efendimiz<br />
(s.a.v.) döneminden beri bilinmektedir. Bu<br />
yönüyle İslam inancının, tevhidin sembolü<br />
olan camiler ibadet mekanı olarak bir<br />
beldenin, bir şehrin ruhunun ve maneviyatının<br />
müşahhas ifadesi olmakta, fiziki<br />
merkezi olduğu kadar metafiziki merkezi<br />
hüviyetini de yansıtmaktadır.<br />
Camiler yer aldıkları şehirlerin en etkili<br />
mimari eserlerinden biri olarak telakki<br />
edilmekte, şehrin siluetine yön vermekte<br />
ve adeta İslam şehrinin sembolü olmaktadır.<br />
Bu eserler aynı zamanda inşa edildikleri<br />
devrin mimari tarzını ve kültürel<br />
derinliğini de temsil etmektedir. Osmanlı’da<br />
cami mimarisi Selçuklular’ın kagir<br />
ayaklar üzerindeki çok kubbeli geleneğinin<br />
daha da geliştirilerek dört fil ayağı<br />
üzerine yükselen ana kubbeli yapıya geçilmiş,<br />
daha sonra altı fil ayağı üzerine<br />
yükselen geniş açıklıklı ana kubbeli 16.<br />
yüzyılda Mimar Sinan’ın eserleriyle zirveye<br />
ulaşmıştır.<br />
Günümüzde giderek öz değerlerinden, dilinden,<br />
dininden, irfanından uzaklaşıldığı<br />
vetirede bir bütün olarak toplumsal kırılma,<br />
bir hafıza kaybı yaşanmakta olduğu<br />
görülmektedir. Konut sitelerinden başlayarak,<br />
AVM’lere kadar yapıların isimlerinin<br />
Türkçe konulmadığı, insanların isimlerini<br />
dahi yabancı isimlere benzeştirme<br />
yarışına giriştiği bu dönemde mimarinin<br />
İnsanın fiziki ihtiyacının<br />
karşılığı olarak üretilen<br />
binaların, aynı zamanda<br />
insanın ruh dünyasındaki<br />
metafizik karşılığının da<br />
yapıya nakşedilmesi aynı<br />
derecede elzemdir.<br />
de bundan nasibini yeterince aldığı görülmektedir.<br />
Bu kimliksizlik cami mimarisini<br />
klasik dönem camilerinin başarısız kopyalarının<br />
yapılması ya da modern /çağdaş<br />
mimari savrukluğuyla cami olduğu neredeyse<br />
anlaşılmaz olan, insana tevhidi anlatmayan,<br />
çağrıştırmayan ucubelerin yapımına<br />
kadar sürüklemiştir. Bu dönemde<br />
kendi kültürel özgeçmişini özümsemeyen<br />
hatta tanımayan, İslam’ın akaidini, tevhidi<br />
yaklaşımı, ibadetin ruhunu ve ifasını anlamaktan<br />
ve bilmekten uzak, belki hayatı<br />
boyunca ibadet yap(a)mamış bazı mimarların<br />
eksik teorik ve pratik bilgisiyle/ mimarlık<br />
anlayışıyla birçok cami inşa edilmiştir.<br />
Hatta bazı çağdaş mimarların müezzin<br />
mahfilinin mihrabı görecek yerde<br />
olmasının lüzumunu bilmemesi veya Nobel<br />
ödüllü ünlü(!) edebiyatçımızın minarenin<br />
şerefesinden “minare balkonu” olarak<br />
bahsetmesi veya bir başka ünlü mimarın<br />
camilere kademe yapılması ve ayakkabıyla<br />
girilmesi gibi garipsenecek yaklaşımları<br />
problemin bir başka boyutunu ortaya<br />
koymaktadır.<br />
Ruhunda estetik hissiyatını kaybetmiş veya<br />
kaybettirilmiş bir toplumun irfanına ve<br />
maneviyatına iltifatı bu kadar azalmışken,<br />
şekli bir bağlılık ötesine varmayan aidiyetin<br />
de yöneticilere, hayata, mimariye ve<br />
şehre de aynen yansımakta olduğu inkâr<br />
edilemez bir gerçektir. Yoksa dünün şaheserlerini<br />
inşaa eden bu toplumun taklitçi,<br />
hazırcı, kimliksiz, ilgisiz ve ilişkisiz ve<br />
bu derece pespaye bir mimariyi bir şehirciliği<br />
kabullenmesi ya da yapması mümkün<br />
değildir.<br />
ÇAĞDAŞ TÜRK MİMARLARININ CAMİ<br />
MİMARİSİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİ<br />
Çağdaş Mimarlarımızdan Prof. Dr. Hüsrev<br />
Tayla, dünyada hiçbir medeniyetin diğerlerinden<br />
esinlenmeden teşekkül edemeyeceğini<br />
belirterek Osmanlı cami mimarisindeki<br />
gelişmelerin yüzyıllardan süzülerek<br />
gelen ve Orta Asya’dan Selçuklu’ya<br />
ve Bizans’tan Memlûkler’e kadar tekamül<br />
etmiş olan mimari mirasın, tecrübenin<br />
devamı olarak geliştirildiğini, Mimar<br />
Sinan’ın kendiliğinden ortaya çıkma-<br />
MART-N‹SAN 2011 23
M‹MARLIK<br />
Ruhunda estetik hissiyatını kaybetmiş veya kaybettirilmiş bir toplumun<br />
irfanına ve maneviyatına iltifatı bu kadar azalmışken, şekli bir bağlılık ötesine<br />
varmayan aidiyetin de yöneticilere, hayata, mimariye ve şehre de aynen<br />
yansımakta olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Yoksa dünün şaheserlerini<br />
inşaa eden bu toplumun taklitçi, hazırcı, kimliksiz, ilgisiz ve ilişkisiz ve bu<br />
derece pespaye bir mimariyi bir şehirciliği kabullenmesi ya da yapması<br />
mümkün değildir.<br />
24 M‹MAR VE MÜHEND‹S<br />
dığını, bir Süleymaniye, bir Selimiye Camii’nin<br />
bu tecrübe ve gelenek üzerine bina<br />
edildiğini belirtmektedir.<br />
Tayla, “Eğer klasik cami yapıyorsak, klasik<br />
caminin bütün elemanlarını, bütün<br />
fonksiyonel unsurlarını bir talebe gibi çalışmamız<br />
lazım. Penceresini, kapısını, sütununu<br />
tekrar tekrar ölçüp, bunlardan<br />
dersler almamız lazım.”Peygamberimiz<br />
(SAV), ashabını mescitte toplayıp onlarla<br />
halleşmeyi, sohbet etmeyi, onların birbirlerini<br />
tanımalarını, dertlerini öğrenmeyi<br />
amaç edinmiştir.(…) Camilerin ibadet tarafı<br />
elbette ki mahfuz, zaten bizim camilerimiz<br />
bu amaçla yapılmıştır. Bunun ilk örneklerini<br />
XIV. yüzyılın sonu XV. yüzyılın<br />
başlarında Bursa’da görüyoruz. Erken<br />
Osmanlı devrinde yeni bir cami tipi ortaya<br />
çıkıyor. … Bursa’daki Yeşil Cami ve Yıldırım<br />
Camii’nde bir takım odalar var. Bu<br />
odalar, ibadetin dışında, dışardan gelen<br />
din adamlarını misafir etmek ve onlarla<br />
sohbet etmek için kullanılmıştır. İstanbul’a<br />
gelindiğinde bu, külliyeye dönüşmüştür.<br />
Aslında Bursa’da da bu var, ama<br />
dağınık, henüz fikir olarak kalmış. Ama<br />
İstanbul’da birden bire külliyeler doğuyor.<br />
İşte Fatih Camii en büyük külliye şeklinde.<br />
Ortada bir cami, Karadeniz ve Haliç yakasında<br />
çok düzenli şekilde külliye sistemi<br />
kurulmuş. Bu, Süleymaniye’de önemli şaheser<br />
haline gelmiş. Demek ki bu külliyeler,<br />
sosyal hizmetlerin örüldüğü mekânlar<br />
olmuştur. Camiler öyle bir yerde yapılmalı<br />
ki, herkesin ihtiyacını karşılayabilmelidir.<br />
Mahalle aralarında, dört minareli<br />
camiler yerine; mescitler yapılabilir; ama<br />
bunlar son derece sade, basit, çatılı olabilir.<br />
Eskiden bizim çok güzel çatılı camilerimiz<br />
vardı. Mimar Sinan’ın Topkapı surlarının<br />
hemen çıkışında bir camisi var.<br />
Belki sizlerin de görmediği onaltıncı yüzyılda<br />
yapılmış harika camilerden biri. Demek<br />
ki çatılı olması, güzel olmasına mani<br />
olmuyor. “<br />
Merhum bilge mimar Turgut Cansever;<br />
Mimar Sinan’ın meslekte zirveye yükselmesini<br />
hazırlayan nedenleri değerlendirirken;<br />
“Mimar Sinan’ın nasıl bir çevre,<br />
nasıl bir teşkilatlanma ve etkilendirme<br />
sistemi içerisinde bu başarıyı sağladığı<br />
“Mimar Sinan ve İçinde Geliştiği Ortam”<br />
isimli İngilizce yayınlanan bir kitaptan<br />
bahsediyor. “Harward ve Pensilvanya üniversitelerinin<br />
katkılarıyla hazırlanmış.<br />
Evet, bir kaç yüz insanın çalıştığı bir mimarlık<br />
bürosu var ve toplumun en seçkin<br />
insanı, orada tek başına tam yetkili. Hz.<br />
Peygamber (SAV) “İnsanların en iyisi âlimin<br />
iyisi, insanların en kötüsü âlimin kötüsüdür”<br />
buyuruyor. Bütün yetki, o alanı<br />
en iyi bilen insana verilmiş… Evvela iyi ve<br />
kötünün ne olduğu bilinmiyor, tabiî bir yığın<br />
pespayelikler görülüyor, bunları aşmak<br />
için vasat iyilerin örnek teşkil etmesi<br />
yeterli değildir. Mutlaka süratle en iyinin<br />
etkinliğini sağlamak gerekiyor. Dolayısıyla<br />
da biz mimarlar olarak, bu defa o en iyinin<br />
ne olduğunu tarif etmek mecburiye-
tindeyiz. Ve buna giderken de peşin hükümlerimizden<br />
vazgeçmeye de hazır olmalıyız,<br />
her türlü egodan sıyrılarak, hakikate<br />
dosdoğru bakarak çözüme doğru<br />
ilerlemeliyiz. Bugün gerçekten şehirlerimizin,<br />
konut stokumuzun ve camilerimizin<br />
perişanlığı bir vakıa. (…) Yani camilerin<br />
fonksiyonel yapısına bakarak bu camilerin<br />
gerçekten iyi bir mimarîye sahip olduklarını<br />
veyahut topluma vermeleri gereken<br />
hizmeti eksiksiz verdiklerini söylemek<br />
mümkün değildir. Bu, mimarînin bir alanına<br />
ait meseledir ve bu mesele mutlaka<br />
çözümlenmelidir. Şartlara göre sözü edilen<br />
fonksiyonların cami içinde, dışında,<br />
yanında halledilmesi mümkündür. Bursa’da<br />
Nalbantoğlu Mahallesi’nde oturdum.<br />
5-10 sene evvelinde meydanda cami,<br />
dışarısında kütüphane, okuma salonu,<br />
kahvehane vardı. Kahvehane keyif için gidilen<br />
bir yer olmanın ötesinde camiden çıkıldığı<br />
zaman camide dinlenen vaaz, dinî<br />
meseleler hakkında düşünce geliştirilen<br />
ve bilginin derinleştirildiği, muhaverelerin<br />
yapıldığı yerdi. Mahalledeki bu meydanda<br />
çocuklar oynardı. Gerçekten bu tam bir<br />
şehir meydanı idi.<br />
Meydana getireceğimiz küçücük bir mescit<br />
veyahut büyük bir cami de olsa, İslâmî<br />
inancın yansıması olan bir mimarî ile olmazsa<br />
vazifemizi yapmış olmayız. (…)<br />
Doğrusu bir mahallede yahut şehir merkezinde<br />
inşa edilecek mescitlerin, camilerin<br />
taşıyacakları vasıfların neler olacağını<br />
ortaya koymak, sözlerle de, yazıyla da<br />
gerçekleşmez. Bu konuda başarıya ulaşılmak<br />
isteniyorsa bu işin en iyi örneklerinin<br />
verilmesi gerekir. Bu düzenleme dünyada<br />
yapılacak düzenlemelerin en zorlarından<br />
biridir. Çünkü bu, şehir merkezini<br />
vücuda getirme girişimidir. Şehrin vücuda<br />
getirilmesi ise hem bizim İslâm inancında<br />
hem de Yunan düşüncesinde insanın yapacağı<br />
en önemli iştir. Yani “İnsanın dünyadaki<br />
esas vazifesi dünyayı güzelleştirmesidir”<br />
şeklindeki Hz. Peygamber’in<br />
(SAV) buyruğu açıkça ortada olduğuna göre,<br />
bunun sürecini hazırlamamız gerekir.”<br />
Mimar Necip Dinç; cami mimarisine ilişkin<br />
görüşlerini sıralarken belediye teknik<br />
kadrosunun ve mimarların bu konudaki<br />
duyarlı olması gerektiğine dikkat çekerek;<br />
“Şehir imarı ve planlamasında çalışan<br />
mimarlarımızın kültür birikimlerinin<br />
çok iyi olması lazım. Biliyorsunuz eski camilerimizde<br />
ecdadımız 20 küsur şart aramış.<br />
Bunlardan bir tanesi fonksiyondur.<br />
İkincisi mücessemiyet, bugün plastik tesir<br />
dedikleri şey. Üçüncüsü tali mücessemiyet,<br />
yani mekânlar ve elemanlar arasındaki<br />
geçiş. Tenasüp, yani bugün proporsiyon<br />
dedikleri şey. Ritim, yani monotonluktan<br />
uzaklık, gözü yormayacak biçimsellik.<br />
Meselâ, Süleymaniye Camii cephesine bir<br />
bakın, o kemerler “a b b a” ritmiyle gitmiştir,<br />
yukarda ise ritim değişiktir. Edebiyatçı<br />
Ruşen Eşref Ünaydın diyor ki, “Koca<br />
Sinan’ın Süleymaniye’sini tahlil ettiğimiz<br />
zaman görürüz ki mücessemiyeti, arzani<br />
ve tulani maktalarda, yani enine ve boyuna<br />
kesitlerde üçlü bir terkiple kurulmuş;<br />
tulani, işte ana kubbe, iki yarım kubbe; arzani,<br />
ortada kubbe, aynalı kemerler. Birer<br />
normal kubbe içerisine giriyoruz, köşe<br />
kubbelerin bindiği kemer, orta büyük kemer,<br />
tekrar öbür kemer. Orta büyük kemere<br />
giriyorsunuz, üçlü bir kemer, o dört<br />
tane meşhur granit sütun, ikisi sağda;<br />
tekrar orta terkibe giriyorsunuz, üçlü<br />
pencere. Koca Sinan, Bektaşi ocağından<br />
geldi, bu üçlü terkib ile o tasavvuf neşvesinin<br />
üçlü unsurunu, burada mücessemiyete<br />
aksettirmiştir. Yani ‘eline, diline, nefsine<br />
hakim ol’ şeklinde bir mesaj veriyor.<br />
Bir eserin mükemmel olabilmesi için dört<br />
ana şartın olması gerekir: Birincisi finansman,<br />
ikincisi mükemmel bir proje,<br />
üçüncüsü kalifiye işçilik, dördüncüsü de<br />
kaliteli malzeme. Meselâ bugün camilerimizde<br />
her elemanın bir fonksiyonu var.<br />
Mihrap aksından bakacak olursak ecdadımız<br />
minelbab ilelmihrab demiş. Bu aksın<br />
kendine özel bir hüviyeti vardır, bu aksı<br />
şadırvanla dışarıya çıktığınız zaman,<br />
dış/şah kapısı karşınıza gelir. (…) Meselâ,<br />
ana mekana girdiğimiz zaman taç kapının<br />
sağında solunda iki tane mihrapcık vardır,<br />
sanatlı yapılmıştır. Bunu maalesef bizim<br />
mermer ustaları dilenci mihrabı olarak<br />
yorumlarlar. Haşa! Bunların ismi ihsan<br />
kapısıdır.<br />
Koca Sinan, mühim bir başlık için bir madırgacı<br />
arar. İstanbul’da bu işi yapabilecek<br />
ustanın olmadığını öğrenince araştırır.<br />
MART-N‹SAN 2011 25
M‹MARLIK<br />
Sonunda ona ‘Üstadım, Kastamonu’nun<br />
filan köyünde bir pîri fani madırgacı bulunmaktadır.<br />
Şayet o buraya gelemez de<br />
sütun başlığı mermer oraya gönderilirse,<br />
ümit ediyoruz ki, hâlâ eli çekiç tutar yapar<br />
da, biz de bunu yerine koyarız” denir. Tâ<br />
oraya kadar özel arabalarla götürülebiliyor,<br />
bunların hepsi prestij mimarîsi, devleti<br />
temsil eden mimarî eserlerdir.<br />
Dinç; mimaride çok farklı çalışma tarzlarından<br />
bahsederken “anolojik çözümler”e<br />
değinir; “Bugün bizim eserlerimizi yorumlayanlar,<br />
Koca Sinan’ın eserlerinde,<br />
gerek dış gerekse iç analojik varlığın bulunduğunu<br />
ispat ediyorlar. Meselâ, Şehzade<br />
Camii’ni tahlil eden Afet İnan diyor<br />
ki; “Bu caminin içerisine girdiğimiz zaman<br />
talihsiz Şehzade Mehmed’in hüzünlerini<br />
hissederiz. Edirnekapı Mihrimah<br />
Camiine girdiğimiz zaman cıvıl cıvıl neşeli<br />
bir Osmanlı prensesinin haleti nahiyesini,<br />
Süleymaniye’ye girdiğimizde de Osmanlı’nın<br />
yeryüzündeki ihtişamını fark ederiz.”<br />
Bu bir analojik çalışmadır. Gene dış görünüşü<br />
ile ilgili Koca Sinan’ın Süleymaniyesi’nin,<br />
aynı zamanda Erciyes ve etekleriyle<br />
bir benzerliğinin olduğunu iddia eden<br />
sanat münekkitlerimiz var. “<br />
Mimar Necdet Civan; caminin dışarıdan<br />
bakıldığında mimari formuyla kendini ortaya<br />
koyması, ele vermesi, fark edilmesi<br />
gerektiğini belirterek der ki; “Bir gün Çanakkale’den<br />
gelirken İnegöl’e uğradık.<br />
Akşam namazı kılacağız. Arkadaşlara,<br />
‘Cami var mı?’ diye sordum. Yakındaki bir<br />
çocuk ‘abi işte cami’ dedi. Bakıyorum, camiyi<br />
göremiyorum. Aslında cami kendini<br />
ifade eder. Başkasının onu anlatmasına<br />
gerek yoktur. Burada size Ekrem Hakkı<br />
Ayverdi, İbrahim Numan Bey ve Uğur<br />
Tanyeli’den okuyacağım bir kaç satırlık<br />
açıklamaları dinledikten sonra kararı siz<br />
vereceksiniz. Rahmetli Ekrem Hakkı Ayverdi,<br />
Türk mimarîsi ile ilgili olarak bakın<br />
ne diyor: “Eserdeki sırf maddî benzerlikleri<br />
aramak, dışını görüp içini görmemek<br />
demektir. Pek noksan kalmaya mahkûm<br />
bir çalışma olduğu aşikârdır. Bir eserin<br />
maddî yapısı kadar derunî havasını, ruhunu,<br />
manasını aramaya ceht ettik.” Görüldüğü<br />
gibi burada Ayverdi, camiyi tanımlarken,<br />
maddî yapısı kadar derunî yapısına<br />
da vurgu yapıyor ve onu bir insan gibi<br />
takdim ediyor. İbrahim Numan Beyefendi<br />
de konuya açıklık getirirken, “Osmanlı<br />
mimarîsinin en önemli hususiyeti, maddeyi<br />
ilâhlaştırıp zoraki bir abide yapmak<br />
yerine, -altını çizerek söylüyorum- ona<br />
canlıymış gibi yaklaşıp, yapıyı sanatkârane<br />
kemale ulaştırmasıdır” diyor. (…) Uğur<br />
Tanyeli ise 17 Mart 2001 tarihli bir yazısında:<br />
“Bu durumda cami, işlevseldir. Çünkü<br />
kendine özgü rasyonel dünya görüşü<br />
oluşturamamış olan, modern bir topluma<br />
ödünç bakış açısı sağlar. Sonuçta dünya<br />
insanı, kendi gerçeklerini batıdan görüldüğü<br />
gibi görmek istiyor. Başkasının pozisyonundan,<br />
onun gözlükleriyle görmek<br />
için çırpınıp duruyor. Başkasının gözleriyle<br />
meseleyi görmeye çalışmak, boş bir<br />
gayrettir. İnsan kendisine, kendi durduğu<br />
noktadan bakmamaya ve kendisiyle yüzleşmemeye<br />
çabalar. Yani unutmayı ve cahil<br />
kalmayı yeğler. Dolayısıyla böyle bir<br />
toplum, kendisini kavramayı engelleyen<br />
cehaletiyle bağdaşık olarak kültürel yabancılaşmasını<br />
sürekli yeniden üretir ve<br />
pekiştirir. Artık o ülkenin tarihi batıda yazılmışsa<br />
ciddiye alınır, mimarlık ürünü<br />
batıdaki bir mimarlık dergisinde yayınlanırsa<br />
önemsenir ve bilim adamının makalesi<br />
batıdaki bir yayın organında yer bulursa<br />
o kimseye akademik bir unvan kazandırır.”<br />
BİLENLERİN SORUMLULUĞU<br />
Modern zamanlarda her şeyiyle kirlenmiş<br />
toplumun mimarlık okullarında ahlaki ve<br />
kültürel normlarımızı hiçe sayarcasına<br />
eğitilen talebelere ilahlık tasavvurunun<br />
uzantısı olan “yaratmaktan” bahseden<br />
üslupla eğitim verilmesi daha işin başında<br />
yanlış yolda gidildiğini göstermektedir.<br />
Tevhidi mimari şirkin üslubu ve yöntemiyle<br />
öğretilemez. İbadetin derinliğe vakıf<br />
olamayan ve onu küçümseyerek basit bir<br />
seromoni ve ritüelden öte bir şey olarak<br />
gör(e)meyen beyinlerle günümüzün Selimiyeleri’ni<br />
inşaa etmek mümkün değildir.<br />
Peygamberimiz (SAV), ”Ümmetim, kötü<br />
âlimler, cahil abidler yüzünden helak<br />
olur.” Bugünün çıkmazını zihinsel kirlenmenin<br />
esiri olmayan saf ve temiz gençlerle,<br />
kendi kültürel kodlarımızdan beslenen<br />
yeni nesil mimarlarla, yeniden inşaa edeceğimiz<br />
evler, mescitler, camiler ve en nihayetinde<br />
yaşanabilen şehirler kurarak<br />
aşmanın yollarını aramalıyız. Ümitsizliğe<br />
bizim inanç geleneğimizde yer yoktur. Zira<br />
Allah ayetinde müminlere, “…Allah’ın<br />
rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler<br />
topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden<br />
umut kesmez” (Yusuf Suresi,<br />
87) buyurmaktadır. Bu yüzden müminler<br />
böyle bir ruh haline girmekten şiddetle<br />
kaçınır.<br />
Bu konudaki ikinci yazımız burada tamamlanırken,<br />
bir sonraki yazımızda çağdaş<br />
mimarlarımızın görüşlerini aktarmaya<br />
ve yorumlamamaya devam edeceğiz.<br />
Bu yaz›da D.‹.B. Cami Projeleri ‹stiflare Toplant›s›,<br />
10-11 Temmuz, 2006’dan yararlan›lm›flt›r.<br />
26 M‹MAR VE MÜHEND‹S
DOSYA: F‹NANSMAN<br />
KALKINMANIN VE BÜYÜMENİN YOLU;<br />
“DOĞRU PROJE,<br />
DOĞRU FİNANSMAN”<br />
KALKINMANIN VE BÜYÜMEN‹N EN ÖNEML‹ LOKOMOT‹FLER‹NDEN B‹R OLAN G‹R‹fi‹MC‹LER‹N<br />
BÜYÜK SORUNLARINDAN B‹R‹ G‹R‹fi‹M SERMAYES‹D‹R. DO⁄RU PROJEN‹N DO⁄RU SERMAYE ‹LE<br />
BULUfiMASI G‹R‹fi‹MC‹LER‹N, ‹fi‹N BAfiINDA AfiMALARI GEREKEN B‹R PROBLEMD‹R. M‹MAR VE<br />
MÜHEND‹S DERG‹S‹ OLARAK B‹ZLER DE G‹R‹fi‹M SERMAYES‹N‹ BU SAYIMIZDA DOSYA KONUSU<br />
OLARAK ELE ALDIK. KONUYU HEM G‹R‹fi‹MC‹LER HEM DE SERMAYE SA⁄LAYANLAR AÇISINDAN<br />
DE⁄ERLEND‹RD‹K. DOSYAMIZDA G‹R‹fi‹M SERMAYES‹ ‹LE ‹LG‹L‹ G‹R‹fi‹MC‹LER, AKADEM‹SYENLER<br />
VE KONUNUN UZMANLARININ GÖRÜfiLER‹N‹ BULACAKSINIZ.<br />
28 M‹MAR VE MÜHEND‹S
MART-N‹SAN 2011 29
DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE<br />
Gelişmiş ülkeler seviyesine ulaşmanın doğru yolu,<br />
“DOĞRU PROJE,<br />
DOĞRU FİNANSMAN”<br />
PROJELER BELL‹ AfiAMALARDAN OLUfiUR. F‹NANSMAN DA BU<br />
AfiAMALARIN EN ÖNEML‹ KISMINI OLUfiTURUR. PROJEN‹N<br />
‹ÇER‹⁄‹NE GÖRE F‹NANSMAN MODELLER‹ DE⁄‹fi‹KL‹K<br />
GÖSTEREB‹L‹R. PROJE F‹NANSMAN AfiAMASINA GELD‹⁄‹NDE<br />
HANG‹ F‹NANSMAN MODEL‹N‹N DE⁄ERLEND‹R‹LECE⁄‹ O<br />
AfiAMADA PROJEYE GÖRE ELE ALINMALIDIR. PROJEN‹N<br />
BÜYÜKLÜ⁄ÜNE, ‹fiLEV‹NE GÖRE F‹NANSMAN MODELLER‹<br />
KULLANILMALIDIR.<br />
A<br />
vrupa ülkeleri teşvik konusunda<br />
önemli mesafeler kaydetmişlerdir.<br />
Özellikle doğrudan teşvik yerine dolaylı<br />
teşvikler vererek firmaların üretimine<br />
ve AR-GE çalışmalarına katkıda bulunuyorlar.<br />
Örneğin Almanya’da alternatif<br />
enerji kullanımı ile ilgili doğrudan üreticiye<br />
değil tüketiciye teşvik veriliyor. Yani<br />
eğer tüketici evine, işyerine güneş veya<br />
rüzgar enerji sistemi kuracaksa devlet<br />
bunun yüzde 80’ini karşılıyor. Devlet bu<br />
dolaylı teşvikle hem tüketicinin alternatif<br />
enerjilere yönelmesini sağlıyor hem de<br />
üreticilere katkı sağlamış oluyor. Ülkemizde<br />
dolaylı teşvikler olmadığı için doğrudan<br />
verilen teşviklerin birçoğu istenilen<br />
başarıyı sağlamıyor. Çünkü üretici aldığı<br />
bu teşviki AR-GE veya yatırım faaliyetlerinde<br />
kullanmıyor. Bu durum da istenilen<br />
başarıyı getirmiyor.<br />
Projelerin finansmanı konusunda dolaylı<br />
teşvikler önemli bir modeldir. Bir diğer<br />
model de bankalar yoluyla finansman<br />
30 M‹MAR VE MÜHEND‹S<br />
sağlamaktır. Aslında bankaların kuruluş<br />
amacı büyük projelerin finansmanını sağlamaktır.<br />
Fakat son yıllarda tüketim toplumunun<br />
hızla gelişmesi proje finansmanı<br />
yerine tüketici kredileri ağırlık kazandı.<br />
Bankalar sanayicilere kredi vermek yerine<br />
daha çok tüketicilere kredi vererek riski<br />
bölerek azaltıyor. Burada büyük oranda<br />
kazanan banka oluyor. Bilinen bu klasik<br />
yöntemlerin haricinde ülkemizde devletin<br />
sağladığı önemli teşvikler var. KOSGEB,<br />
kalkınma bankası, kalkınma ajansları gibi<br />
kuruluşlarla önemli destekler sağlanıyor.<br />
Ayrıca son yıllarda ağırlık kazanan uluslar<br />
arası fon kuruluşları da ülkemizde teşvik<br />
kredisi, hibe programları gibi pek çok<br />
alanda destek sağlıyor.<br />
Son yıllarda bilinen klasik teşvik sistemlerinin<br />
yanında daha yeni modellerde ortaya<br />
konuluyor. Bu yeni modellerde ağırlık<br />
projeler üzerinden finansman sağlanmasıdır.<br />
Burada önemli eksikliklerden biri<br />
ağırlık olarak projelere destek verilmesidir.<br />
Aslında proje yapımına da destek sağlanmalıdır.<br />
Bazı projelerin hazırlanması<br />
bile çok büyük bir maddi gücü gerektirmektedir.<br />
Bu bağlamda başta mühendislik<br />
projeleri olarak yüksek maddi bütçeli<br />
proje üretimine de destek sağlanmalıdır.<br />
Bir de bizde olamayan fakat Amerika’nın<br />
kalkınmasında önemli yer tutmuş risk<br />
sermayesi var. Sanayi devriminin başlamasında<br />
ve etkili olmasında risk sermayesi<br />
önemli bir adım olmuştur. Proje, fikir<br />
ile finans bir sözleşme ile bir araya gelerek<br />
fikirler hayata geçirildi. Böylece sanayinin<br />
ve ülkelerin gelişimi sağlandı. Aslında<br />
Müslüman yatırımcılara da en uygun finansman<br />
sistemi de risk sermayesidir.<br />
Projeler belli aşamalardan oluşur. Finansman<br />
da bu aşamalardan en önemli<br />
kısmı oluşturur. Projenin içeriğine göre finansman<br />
modelleri değişiklik gösterebilir.<br />
Proje finansman aşamasına geldiğinde<br />
hangi finansman modelinin değerlendirileceği<br />
o aşamada projeye göre ele alın-
malıdır. Proje büyüklüğüne, işlevine göre<br />
finansman modelleri kullanılır. Devlet artık<br />
eskisi gibi derme çatma projelere teşvik<br />
vermiyor. Öncelikle proje sahibi de elini<br />
taşın altına koymalıdır. Devlet projenin<br />
serüvenine göre teşviki vermektedir. Projenin<br />
belli aşamalarında devlet belirlenmiş<br />
ödemeleri yapıyor. Yani proje başlandığı<br />
anda bütçenin tümünün elde olması<br />
gerekmiyor. Ama burada şöyle bir püf<br />
nokta var. Proje sahibi, yani yatırımcı proje<br />
için belirlediği bütçenin en az yüzde yirmisi<br />
cebinde değilse projeye ne teşvik arasın<br />
ne de yatırıma başlasın. Çünkü nakit<br />
akışı sağlayacak bir yapıya sahip olmayan<br />
projelerin başarılı olması çok zordur. Ülkemizin<br />
bugün geldiği noktada girişimci<br />
ruha sahip, bir şeyler başarmış insanlar<br />
ve söylediğimiz elinde özsermayesi de<br />
varsa teşvikler sayesinde önemli başarılara<br />
imza atabilirler. Teşvik anlamında Avrupa<br />
Birliği veya Dünya Bankası’nın iki<br />
önemli temel parametresi var. Projenizle<br />
ilgili ya size kredi sağlıyor ya da projenize<br />
ortak oluyor. Projenizi iyi anlatırsanız, gelecek<br />
projeksiyonunu, karlılığını ortaya<br />
koyarsanız bu kurumlar projenize ortak<br />
olabiliyor.<br />
Proje teşvikleri sektörlere göre değerlendirilmelidir.<br />
Ülkemizin potansiyeline ve<br />
gelecekte katma değer sağlayacak sektörlerde<br />
projelere teşvik sağlanmalıdır.<br />
Burada karşımıza bir plansızlık sorunu çıkıyor.<br />
Ülke olarak hangi sektörlerde ön<br />
plana çıkabiliriz veya çıkmalıyız. Bu durumu<br />
iyi belirlemeliyiz. Her sektörde bir numara<br />
olamayız. Zaten dünyada her alanda<br />
önde olan ülke sayısı bir elin parmaklarını<br />
geçmez. Bu bağlamda baktığımızda iyi bir<br />
gelecek planlaması yapılarak ülkemize sınıf<br />
atlatacak sektörler belirlenmeli ve bu<br />
alanlardaki projelere teşvik verilmelidir.<br />
Örneğin bu enerji sektörü olabilir, uçak<br />
sektörü olabilir. Çünkü önümüzdeki dönemde<br />
ülkemizin önemli bir enerji ihtiyacı<br />
olacaktır. Bu ihtiyaç alternatif enerji kaynakları<br />
ile ilgili projelere destek vererek<br />
karşılanabilir.<br />
Bizde olamayan fakat<br />
Amerika’nın kalkınmasında<br />
önemli yer tutmuş risk<br />
sermayesi var. Sanayi<br />
devriminin başlamasında<br />
ve etkili olmasında risk<br />
sermayesi önemli bir adım<br />
olmuştur. Proje, fikir ile<br />
finans bir sözleşme ile bir<br />
araya gelerek fikirler hayata<br />
geçirildi. Böylece sanayinin<br />
ve ülkelerin gelişimi<br />
sağlandı. Aslında Müslüman<br />
yatırımcılara da en uygun<br />
finansman sistemi de risk<br />
sermayesidir.<br />
MART-N‹SAN 2011 31
DOSYA: F‹NANSMAN SÖYLEfi‹<br />
Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün;<br />
“GİRİŞİMCİLER KALKINMANIN VE<br />
BÜYÜMENİN LOKOMOTİFİDİR”<br />
ÜLKEMİZDE SANAYİ SEKTÖRÜNÜN LOKOMOTİFİ, EKONOMİK KALKINMA VE SOSYAL GELİŞMENİN<br />
SÜRÜKLEYİCİ GÜCÜNÜN KOBİ’LER VE GİRİŞİMCİLER OLDUĞUNU BELİRTEN SANAYİ VE TİCARET<br />
BAKANI NİHAT ERGÜN, “BU HAYATİ İŞLEVLERİNİ EN İYİ ŞEKİLDE YERİNE GETİREBİLMELERİ İÇİN<br />
İHTİYAÇLARI DOĞRULTUSUNDA HER TÜRLÜ DESTEĞİ VERMEYE, GİRİŞİMCİLERE HER KONUDA<br />
REHBERLİK ETMEYE ÇALIŞIYORUZ,” DEDİ. BAKAN ERGÜN İLE KOSGEB, KOBİ VE GİRİŞİMCİLERE<br />
VERİLEN DESTEKLERİ KONUŞTUK.<br />
SÖYLEŞİ: YILMAZ ADA<br />
Finansman desteği konusunda şu anda<br />
hangi projeler devam etmekte ve bu projelerdeki<br />
hedefleriniz nelerdir? Bu projeler<br />
ile ne kadar yatırımcıya ne kadar destek<br />
sağlandı?<br />
Bakanlığımız KOBİ’lerin finansman sıkıntılarını<br />
çözmek amacıyla ilgili bankalar ile<br />
imzaladığı protokoller kapsamında kredi<br />
faiz destek programları yürütmeye başladı.<br />
Bu kapsamda, 22 Kasım 2010 tarihinde<br />
Ölçek Endeksli Büyüme Destek Kredisi<br />
Programı ve KOBİ İhracat Finansman<br />
Destek Kredisi Programı protokollerini<br />
imzaladık. 23 Kasım 2010 tarihi itibariyle<br />
de protokole taraf olan bankalar üzerinden<br />
başvuruları on-line olarak kabul etmeye<br />
başladık.<br />
Özellikle Ölçek Endeksli Büyüme Destek<br />
Kredisi Programı’na 2 iş günü içerisinde<br />
öngörülen kredi hacminin iki katına yakın<br />
talep geldi.<br />
İhracat yapan KOBİ'ler için hazırlanan<br />
KOBİ İhracat Finansman Destek Kredisi<br />
Programı da geçmiş yıllarda yapılan başvuruların<br />
oldukça üzerinde talep almış ve<br />
öngörülen kredi hacmi 30 Kasım 2010 tarihinde<br />
dolmuştur.<br />
Hali hazırda onay işlemleri devam eden<br />
her iki kredi programında da sistem sağlıklı<br />
bir şekilde yürümeye devam ediyor.<br />
Bununla birlikte, 2011 yılında söz konusu<br />
kredi desteğinden yararlanamayan işletmeler<br />
için ayrı bir Kredi Destek Programını<br />
planlıyoruz.<br />
32 M‹MAR VE MÜHEND‹S<br />
Ayrıca, KOSGEB destek ve kredilerinden<br />
daha fazla işletmeye kefalet verilmesini<br />
sağlamak için, Kredi Garanti Fonu’nun<br />
(KGF) sermayesini artırdık. KGF şube sayısını<br />
2011 yılı Mart ayı itibariyle 26’ya çıkardık.<br />
2007 yılında KGF tarafından onaylanan<br />
kredi kefalet tutarı 52 Milyon TL<br />
iken, 2008 yılında bu rakam 285 Milyon TL<br />
olarak gerçekleşti. 2009 yılında 565 Milyon<br />
TL, 2010 yılında ise Hazine desteği ile birlikte<br />
yaklaşık 939 Milyon TL olarak gerçekleşti.<br />
Ülkemizde girişim sermayesi sisteminin<br />
geliştirilmesi amacıyla 2007 yılında Avrupa<br />
Yatırım Fonu, KOSGEB ve TTGV öncülüğünde<br />
kurulan İstanbul Risk Sermayesi<br />
Şirketi (IVCI) kuruldu. IVCI, 2009 yılında<br />
teknoloji, medya ve telekomünikasyon<br />
sektörlerinde faaliyet gösteren büyüme<br />
potansiyeline sahip KOBİ’lere yatırım yapacak<br />
olan bir girişim sermayesi fonuna 6<br />
Milyon avro tutarında fon sağlamak üzere<br />
anlaşma yaptı.<br />
Yine aynı yıl, Türkiye’deki KOBİ’lere yatırım<br />
yapacak olan Eurasia Capital Partners<br />
(ECP) girişim sermayesi fonuna 60<br />
Milyon avro tutarında yatırım yapmak üzere<br />
anlaşma yapıldı. Bunlara ek olarak, AB<br />
Katılım Öncesi Mali Yatırım Aracı (IPA -<br />
Instrument for Pre-Accession Assistance)<br />
kapsamında Gelişen 43 Girişim Sermayesi<br />
Fonu kurulmasıyla ilgili çalışmalara devam<br />
ediyoruz.<br />
Yeni KOSGEB’in eski dönemle en önemli<br />
farkları nelerdir? Ülkemizin gelişmesinin<br />
en önemli ayaklarından birinin KOBİ’ler<br />
olduğunu düşünürsek KOSGEB’in gelecek<br />
vizyonunu nasıl çizersiniz?<br />
Bakanlığımızın ilgili kuruluşu olan KOS-<br />
GEB, 1990 yılında ülkemizin ekonomik ve<br />
sosyal ihtiyaçlarının karşılanmasında, KO-<br />
Bİ’lerin payını ve etkinliğini artırmak, rekabet<br />
güçlerini yükseltmek, sanayide entegrasyonu<br />
ekonomik gelişmelere uygun<br />
biçimde gerçekleştirmek amacıyla kuruldu.<br />
KOSGEB, KOBİ’lere hizmet ve destek<br />
vermek üzere özel yasaya sahip tek kamu<br />
kuruluşudur.<br />
2009 yılına kadar imalat sanayi işletmelerine<br />
yönelik destek ve hizmetler sunan<br />
KOSGEB’in Kuruluş Kanununu değiştirerek<br />
hedef kitlesini hizmet ve ticaret sektörlerindeki<br />
KOBİ’leri de kapsayacak şekilde<br />
genişlettik.<br />
Yapılan kanun değişikliği, en az KOS-<br />
GEB’in kuruluşu kadar önemlidir. Ayrıca,<br />
hangi sektörlerdeki KOBİ’lerin öncelikle<br />
destekleneceği, desteklenecek işletmelerin<br />
bölgesel dağılımının nasıl olacağını<br />
belirleme yetkisi Bakanlar Kurulu’na verildi.<br />
Bakanlar Kurulu KOSGEB’in öncelikli hedef<br />
kitlesi olarak; madencilik ve taş ocakçılığı,<br />
imalat, elektrik, gaz, buhar ve iklimlendirme<br />
üretimi ve dağıtımı, su temini;<br />
kanalizasyon, atık yönetimi ve iyileştirme<br />
faaliyetleri, inşaat, toptan ve perakende ti-
Yeni destek programları ile KOBİ’lerimizin yönetim<br />
becerilerini ve kurumsal yetkinliklerini geliştirmeyi, bilgi ve<br />
teknolojiye erişimlerini kolaylaştırmayı amaçlıyoruz. Bunun<br />
yanı sıra, KOBİ’lerin ortak sorunlarına ortak çözümler<br />
üretmelerini sağlayacak işbirliği zeminlerini hazırlamayı,<br />
çevre ve insan sağlığına duyarlılıklarını arttırmayı, etkin kaynak<br />
kullanımına yönlendirmeyi hedefliyoruz.<br />
caret, ulaştırma ve depolama, konaklama<br />
ve yiyecek hizmeti faaliyetleri, bilgi ve iletişim,<br />
mesleki, bilimsel ve teknik faaliyetler,<br />
idari ve destek hizmet faaliyetleri, kültür,<br />
sanat, eğlence, dinlence ve spor ile diğer<br />
bazı hizmet alanlarında faaliyet gösteren<br />
KOBİ’leri belirledi.<br />
KOSGEB, ülkemizde sanayi sektörünün<br />
lokomotifi, ekonomik kalkınma ve sosyal<br />
gelişmenin sürükleyici gücü olan KOBİ’lerimize,<br />
bu hayati işlevlerini en iyi şekilde<br />
yerine getirebilmeleri için ihtiyaçları doğrultusunda<br />
her türlü desteği vermeye, girişimcilere<br />
her konuda rehberlik etmeye<br />
çalışıyor.<br />
KOSGEB hedef kitlesinin genişlemesinin<br />
ardından, KOSGEB tarafından KOBİ’lere<br />
sağlanan desteklerin sektörel ve bölgesel<br />
farklılıklar gözetilerek sonuç odaklı ve daha<br />
fazla etki oluşturacak şekilde program<br />
ve proje esaslı olarak kullandırılması için<br />
gerekli mevzuat çalışmaları tamamlandı.<br />
Bu yeni destek mevzuatı ile desteklere<br />
erişim artık daha yalın ve daha az bürokrasi<br />
içeren bir süreçle sağlanacak.<br />
Yeni Yönetmelik kapsamına;<br />
KOBİ Proje Destek Programı, Tematik<br />
Proje Destek Programı, İşbirliği - Güçbirliği<br />
Destek Programı, Ar-Ge, inovasyon ve<br />
Endüstriyel Uygulama Destek Programı,<br />
Girişimcilik Destek Programı, Genel Destek<br />
Programı alındı.<br />
Yeni destek programları ile KOBİ’lerimizin<br />
yönetim becerilerini ve kurumsal yetkinliklerini<br />
geliştirmeyi, bilgi ve teknolojiye<br />
erişimlerini kolaylaştırmayı amaçlıyoruz.<br />
Bunun yanı sıra, KOBİ’lerin ortak sorunlarına<br />
ortak çözümler üretmelerini sağlayacak<br />
işbirliği zeminlerini hazırlamayı, çevre<br />
ve insan sağlığına duyarlılıklarını arttırmayı,<br />
etkin kaynak kullanımına yönlendirmeyi<br />
hedefliyoruz. Bütün bunları yaparken,<br />
hem sektör hem de bölge özelinde<br />
spesifik müdahalelerle işin daha etkili bir<br />
şekilde sonuçlanmasını ve KOBİ’lerimizin<br />
bundan daha fazla fayda sağlaması için<br />
çalışıyoruz.<br />
Proje destekleri ile amaç ve hedefler doğrultusunda<br />
yürütülecek faaliyet adımlarını<br />
ve başarı ölçütlerini tanımlayabilen rekabetçi<br />
ve büyüme potansiyeline sahip KO-<br />
Bİ’lere daha nitelikli desteklere erişme<br />
imkânı sunmaya başladık.<br />
Örneğin, KOBİ Proje ve Tematik Proje<br />
Destek Programları, bölge ve sektör özelinde<br />
stratejiler geliştirilmesine ve uygulanmasına<br />
imkân tanımakta; ayrıca daha<br />
az kaynak kullanılarak daha fazla etki<br />
oluşturacak bir destek mekanizmasını tesis<br />
ediyor. Tematik Proje Destek Programı<br />
ile ayrıca, KOBİ’lerin geliştirilmesine<br />
ilişkin proje üreten meslek kuruluşlarına,<br />
projelerini hayata geçirme konusunda<br />
destek sağlıyoruz.<br />
İşbirliği - Güçbirliği Destek Programı ile<br />
KOBİ'lerin işbirliği-güçbirliği anlayışıyla<br />
bir araya gelerek; ortak tedarik, ortak ta-<br />
MART-N‹SAN 2011 33
DOSYA: F‹NANSMAN<br />
sarım, ortak pazarlama, ortak laboratuar,<br />
ortak makine-teçhizat kullanımı gibi konularda<br />
hazırlayacakları projeleri destekleyeceğiz.<br />
Bunların yanı sıra, KOBİ’lerin<br />
Ar-Ge ve İnovasyon Destek Programı kapsamında,<br />
proje ya da doktora çalışması<br />
sonucu ortaya çıkan veya patenti alınmış<br />
yeni ürün veya hizmetin ticarileştirilmesine<br />
yönelik projelerini destekliyoruz. Bu<br />
destekler, KOSGEB tarafından üniversitelerle<br />
işbirliği içinde veriliyor. Ar-Ge projeleri<br />
için 200 bin TL’si geri ödemeli toplam<br />
532 bin TL destek (üst limit), endüstriyel<br />
uygulama projeleri için 200 bin TL’si geri<br />
ödemeli 468 bin TL (üst limit) destek veriyoruz.<br />
Girişimcilik Destek Programı ile<br />
KOSGEB tarafından düzenlenen ücretsiz<br />
uygulamalı girişimcilik eğitimlerden mezun<br />
olanlara Yeni Girişimci Desteği veriyoruz.<br />
Bu program ile işini kurmak isteyen<br />
girişimci adaylarının planlı bir şekilde,<br />
sağlıklı öngörü ve tahminler ile kendi işyerlerini<br />
kurmalarını sağlamayı amaçlıyoruz.<br />
Bu programı kapsamında, başvuru<br />
tarihi itibariyle son iki yıl içinde kurulan işletmelere;<br />
işletme kuruluş ve danışmanlık<br />
giderleri için 5 binTL, kuruluş dönemi<br />
makine, teçhizat ve ofis donanımı giderleri<br />
için 10 bin TL, iki yıl boyunca işletme giderleri<br />
için 12 bin TL ve yine 2 yıl içinde satın<br />
alınacak makine ve teçhizat için geri<br />
ödemeli olarak 70 bin TL tutarında destek<br />
veriyoruz. Bu program ile ayrıca, yeni İŞ-<br />
GEM’lerin kurulması konusunda ilk kez<br />
AB ve Dünya Bankası finansmanı dışında<br />
bir ulusal İŞGEM finansman mekanizması<br />
tesis etmiş oluyoruz.<br />
2010 yılında; KOSGEB Destek Programları<br />
kapsamında 51 bin 315 işletmeye 185<br />
milyon 653 bin 645 TL tutarında destek<br />
sağladık. KOSGEB Kredi Faiz Destekleri<br />
kapsamında da 1 milyar 912 milyon 626<br />
bin 776 TL’lik kredi hacmi oluşturduk.<br />
KOSGEB’in, ülkemizdeki KOBİ’lerin küresel<br />
pazarda söz sahibi olmasını sağlayacak<br />
KOBİ ve girişimcilik politikalarının belirlenmesinde<br />
etkin bir rol üstlenmesi ve<br />
bu vizyon ile faaliyetlerini şekillendirmesi<br />
gerekir. Ülkemizin dünya ekonomisinde<br />
söz sahibi olabilmesi için KOSGEB’in KO-<br />
Bİ’lere sunduğu nitelikli hizmet ve destekleri<br />
artırmayı planlıyoruz. Bu çalışmalar<br />
ile KOSGEB’in, kısa vadede Türkiye ekonomisinin,<br />
uzun vadede dünya ekonomisinin<br />
gelişmesine destek olacak KOBİ ve girişimcilik<br />
politikalarını belirleyen bir kuruluş<br />
niteliğine bürünmesini sağlayacağına<br />
inanıyorum.<br />
Ülkelerin gelişmişlik düzeyi ile Ar-Ge çalışmaları birbiriyle<br />
doğru orantılıdır. Bir ülkenin bilim ve teknoloji alt yapısı, dış<br />
pazarlara açılma yeteneği, teknik personelin yeterlilik düzeyi<br />
Ar-Ge harcamalarını etkiliyor.<br />
Proje finansmanı konusunda ülkemizdeki<br />
modelleri gelişmiş ülkeler ile kıyasladığımızda<br />
yeterli görüyor musunuz? Ülkemizi<br />
gelişmiş ülkeler seviyesine çıkaracak projelere<br />
yeterli finansman sağlanıyor mu?<br />
Ülkemizde Ar-Ge çalışmalarına yönelik<br />
bütçe ilk defa Ak Parti hükümeti ile sağlandı.<br />
Bugün bütçeden ayrılan payın yeterli<br />
olduğunu söylemek mümkün olmasa da<br />
bu payın sürekli arttığını görüyoruz.<br />
Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan<br />
2009 yılı Ar-Ge Faaliyetleri Anketi<br />
sonuçlarına göre, yıllar itibariyle Türkiye’nin<br />
Ar-Ge harcamalarında düzenli bir<br />
artış görüyoruz. 2009 verilerine göre Türkiye’de<br />
yaklaşık 8,5 milyar TL.’lik Ar-Ge<br />
harcaması yapıldı. Bu rakam 2000 yılındaki<br />
değerin yaklaşık 3 katıdır.<br />
Son yıllarda tüm sektörlerde Ar-Ge harcamalarında<br />
artış gözlemlense de özel<br />
sektörde 2004 yılından sonraki artış özellikle<br />
dikkat çekiyor. Yüksek Öğretim Sektörü<br />
Ar-Ge harcamaları 2004 yılında 2.428<br />
milyon TL iken 2009 yılında 4.027 milyon<br />
TL’ye çıktı. Kamu sektörü Ar-Ge harcamaları<br />
ise, 2004 yılında 285 milyon TL iken<br />
2009 yılında 1.067 milyon TL’ye ulaştı.<br />
Ülkelerin gelişmişlik düzeyi ile Ar-Ge çalışmaları<br />
birbiriyle doğru orantılıdır. Bir<br />
ülkenin bilim ve teknoloji alt yapısı, dış pazarlara<br />
açılma yeteneği, teknik personelin<br />
yeterlilik düzeyi Ar-Ge harcamalarını etkiliyor.<br />
Yapılan incelemeler Ar-Ge harcamalarının<br />
özellikle gelişmiş AB ülkelerinde<br />
yüksek düzeyde olduğunu gösteriyor.<br />
Bunun en önemli nedeni AB ülkelerinin<br />
Ar-Ge’nin önemini zamanında fark ederek<br />
Ar-Ge harcamalarına koydukları teşvik<br />
politikalarıdır. Ancak ülkemizde, Ar-Ge<br />
harcamalarının GSYİH içindeki payı, Ar-Ge<br />
harcamaları içinde özel sektör payı ve toplam<br />
işgücü içerisinde Ar-Ge personeli sayısı<br />
düşük olduğundan Ar-Ge’ye yapılan<br />
harcamalar AB ülkelerine göre çok düşük<br />
seviyede. Özellikle 2000’li yıllardan sonra<br />
Ar-Ge harcamaları 3 kat artmış da olsa,<br />
AB ülkeleri ile kıyaslandığında ortalamanın<br />
altında kalıyoruz. Kamu kesiminin kısıtlı<br />
bütçe olanakları ile Ar-Ge harcamalarının<br />
artması mümkün olamayacağı için<br />
birçok AB ülkesinde Ar-Ge faaliyetlerine<br />
uygulanan teşviklerin ülkemizde de uygulamaya<br />
başladık.“5746 Sayılı Araştırma ve<br />
Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi<br />
Hakkında Kanun” ile getirilen Ar-Ge indirimi,<br />
vergi istisnası, Ar-Ge faaliyetlerine<br />
ait giderlerin gayri safi gelirden gider olarak<br />
indirilmesi gibi destek ve teşviklerin<br />
hem sayı hem de kapsam olarak artırılmasını<br />
sağladık. Bu sayede ülkemizde de<br />
Ar-Ge yatırımlarının artmasına katkı sağlandığını<br />
düşünüyorum. KOSGEB tarafın-<br />
34 M‹MAR VE MÜHEND‹S
dan başlatılan Ar-Ge, İnovasyon ve Endüstriyel<br />
Uygulama Destek Programı ile bilim<br />
ve teknolojiye dayalı yeni fikir ve buluşlara<br />
sahip KOBİ ve girişimcilere toplamda 1<br />
milyon TL’ye yakın geri ödemeli ve geri<br />
ödemesiz destek sağlıyoruz. Bu destek ile<br />
KOBİ’lerimizin dünyayla rekabet edebilen,<br />
Ar-Ge’sini kendi yapabilen, yenilikçi, katma<br />
değeri yüksek ürün ve hizmet üretebilen<br />
işletmelere dönüşmesini hedefliyoruz.<br />
Ar-Ge Kanunu’na ilişkin Uygulama Yönetmeliği’nin<br />
31 Temmuz 2008 tarihinde yayımlanmasının<br />
ardından, Ar-Ge Merkezi<br />
başvuru sayısı 106’ya, Ar-Ge Merkezi Belgesi<br />
verilen işletme sayısı 87’ye, Ar-Ge<br />
Merkezlerinde çalışan Ar-Ge personeli<br />
sayısı 13 bine, belge alan işletmelerin<br />
2008-2010 yılları arasında gerçekleşen<br />
Ar-Ge harcamaları ise 3 milyar 740 milyon<br />
lira liraya ulaştı. Bakanlığımızca kuruluşu<br />
onaylanan bu Ar-Ge Merkezleri, Ar-Ge<br />
personeli istihdamını önemli ölçüde artırdı.<br />
Ayrıca ülkemizin GSYİH’e Ar-Ge’ye ayrılan<br />
payın ciddi şekilde artmasını ve bu<br />
pay içerisindeki özel sektör oranının yüzde<br />
50’nin üzerine çıkmasını sağladı.<br />
Bunların dışında, KOSGEB tarafından<br />
sağlanan KOBİ Proje Destek Programı’yla<br />
işletmelerin; üretim, yönetim ve organizasyon,<br />
pazarlama, dış ticaret, insan kaynakları,<br />
mali işler ve finans, bilgi yönetimi<br />
gibi alanlarda sunacakları projeleri desteklemeye<br />
başladık. Bu şekilde, işletmelere<br />
özgü sorunların yine işletmeler tarafından<br />
projelendirildiği ve projelendirilen<br />
maliyetlerin desteklenebildiği bir program<br />
sağlanmış oldu. Bu programda, desteklenecek<br />
projelere Kurul tarafından karar<br />
veriliyor. Bu kapsamda, proje ile ilişkilendirilmiş<br />
makine-teçhizat, hammadde ve<br />
malzemeye ilişkin de KOSGEB destek tutarının<br />
yüzde 10’una kadar destek sağlıyoruz.<br />
Bunun dışında yine proje kapsamında<br />
yazılım desteği de sağlıyoruz.<br />
Dünya ile rekabet edebilecek sektörlerin<br />
ve projelerin oluşması için hangi finansman<br />
modellerine ağırlık verilmelidir?<br />
Doğru projenin doğru finansman ile buluşması<br />
noktasında KOBİ ve yatırımcılar<br />
nelere dikkat etmelidirler?<br />
Dünya ile rekabet edebilmemizin, büyümede<br />
sürdürebilirliği sağlayabilmemizin<br />
yolu yeni iş alanları oluşturabilme ve yüksek<br />
katma değerli ürünler üretebilmemizden<br />
geçiyor. Küreselleşen dünyamızda<br />
yoğun rekabet ile fiyat ve maliyet baskısı,<br />
firmaları rekabetçi avantaj sağlama<br />
yollarını araştırmak zorunda bırakıyor. Bu<br />
noktada maliyet düşürücü çalışmaların<br />
yapılması ve piyasaya yenilikçi mal ve hizmetlerin<br />
sunulması gerekiyor. Bu koşullarda,<br />
firmaların değer yaratması, kendini<br />
farklılaştırması, markalaşarak tüketici<br />
güvenini ve sadakatini sağlaması gerekiyor.<br />
Ayrıca marka oluşturması; pazarların<br />
globalleşmesi, endüstri yapılarının değişmesi,<br />
bilgi devrimi, müşteri beklentilerinin<br />
yükselmesi gibi değişen dünya koşulları<br />
da zorunlu kılıyor. Bu nedenle, yenilik<br />
odaklı organizasyon veya faaliyet yapılanması<br />
ile yeniliğin ve sınai mülkiyet haklarının<br />
tescili her zamankinden daha fazla<br />
önem taşıyor. KOSGEB’in de katkı sağladığı<br />
Gelişen İşletmeler Piyasası’nın (GİP<br />
A.Ş.’nin) 2005 yılında kurulması ile KO-<br />
Bİ’lerin finansmana erişimi konusunda<br />
önemli bir adım atıldı. 2008 yılı içerisinde<br />
ise GİP A.Ş’nin İMKB bünyesi altında faaliyetlerine<br />
devam etmesi kararı alındı. Bu<br />
çerçevede hazırlanan İMKB GİP Yönetmeliği<br />
yürürlüğe girmiştir. Sermaye piyasalarında<br />
yer alan işletmeler, kurumsallaşma<br />
sürecinde önemli bir adım atmış olmaktadır.<br />
Yabancı yatırımcılar da ülkemize geldiklerinde<br />
kaynaklarını öncelikle Sermaye<br />
Piyasası Kurulu’nun denetiminde bulunan<br />
ve bu nedenle daha çok güven duydukları<br />
şirketlere yönlendirmektedir. GİP bilhassa<br />
KOBİ’lere bu alanda önemli katkılar<br />
sağlayacak, yerli ve yabancı ortaklıklar<br />
bakımından cazip hale gelmelerini sağlayacak<br />
ve şirketlerin dinamizmini artıracaktır.<br />
Gelişen işletmelerimizin borsaya<br />
açılmaları onlara ayrıca, kurumsallaşma<br />
başta olmak üzere finansal ve yönetsel<br />
açılardan da avantajlar getirecektir.<br />
Bu minvalde; GİP’in özellikle reel ekonominin<br />
belkemiği olarak gördüğümüz KO-<br />
Bİ'lerimiz için çok önemli ve heyecan verici<br />
bir gelişme olduğunu düşünüyoruz.<br />
İMKB ve SPK tarafından gerçekleştirilen<br />
detaylı çalışmalar ile gözden geçirilen ve<br />
sadeleştirilen mevzuat ve gelişen işletmeler<br />
için oluşturulan alternatif yapı KO-<br />
Bİ’lerimizin finansman ihtiyaçlarının hisse<br />
senedi arzı yolu ile karşılanabilmesini kolaylaştırmıştır.<br />
Bu sayede KOBİ'lerimiz<br />
için uzun vadeli ve düşük maliyetli finansman<br />
kaynağının hisse senedi ihracı ile elde<br />
edilebilmesinin yolu açılmıştır.<br />
KOBİ’lerin, girişimcilerin proje finansmanlarından<br />
yararlanma vizyonlarını yeterli<br />
görüyor musunuz? Özellikle KOBİ’ler<br />
ve girişimcilerin proje finansmanlarından<br />
ve hibelerden doğru bir şekilde yararlanmaları<br />
için neler yapıyorsunuz?<br />
Karların minimize edildiği, rekabetin aşılması<br />
zor bir duvar olduğu günümüzde<br />
KOBİ’ler için proje üretmek her zaman<br />
büyük önem taşımaktadır. Zorlu rekabet<br />
ortamında ayakta kalabilmek ve rekabet<br />
gücünü artırabilmek için KOBİ’lerimizin<br />
proje hazırlamayı özümsemeleri ve bu konuda<br />
gerekli birikimi kazanmaları gerekiyor.<br />
Ülkemizdeki KOBİ’lerin proje finansmanlarından<br />
ve hibelerden doğru bir şekilde<br />
yararlanmaları, Avrupa Birliği ve diğer<br />
dış finansman kaynakları konularında<br />
bilgi edinmeleri için danışmanlık desteği<br />
sağlıyoruz. Ayrıca, KOSGEB’in kaynak<br />
sağladığı İşbirliği-Güçbirliği projeleri, Ar-<br />
Ge, İnovasyon ve Endüstriyel Uygulama<br />
projeleri, Tematik projeler ve KOBİ projeleri<br />
konularında internet sitemiz, KO-<br />
Bİ’lerin katıldığı toplantı ve seminerler ve<br />
basın kanalıyla bilgilendirmeler de bulunuyoruz.<br />
Yine Bakanlığımızca koordinasyonu<br />
yapılan Avrupa Birliği Rekabet Edebilirlik<br />
ve Yenilik Programı (CIP) alt bileşeni<br />
olan Girişimcilik ve Yenilik Programı<br />
(EIP) kapsamında KOSGEB’in liderliğinde<br />
Avrupa İşletmeler Ağı Merkezleri’ni kurduk.<br />
Bu merkezler daha önce kurulan Avrupa<br />
Bilgi Merkezleri ve Yenilik Aktarım<br />
Merkezleri’nin yerini aldı. Ülkemizde 7<br />
bölgede kurulan Avrupa İşletmeler Ağı<br />
Merkezleri ile KOBİ’lere, işletmeler arası<br />
işbirliği sağlanması ve uluslararası piyasalara<br />
açılma, yenilik, teknoloji ve bilgi<br />
transferi hizmetleri sunmaya başladık.<br />
MART-N‹SAN 2011 35
DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE<br />
TÜBİTAK EKONOMİK VE<br />
SOSYAL HAYATLA BÜTÜNLEŞİYOR<br />
KURULDUĞU İLK YILLARDA TEMEL GÖREVİ DOĞA BİLİMLERİNDE ARAŞTIRMALARI<br />
DESTEKLEMEK OLAN TÜBİTAK BUGÜN EKONOMİK VE SOSYAL HAYATIN KALİTESİNİN<br />
ARTMASI İÇİN HER ALANDA ARAŞTIRMALARA VE PROJELERE ÖNEMLİ DESTEKLER SAĞLIYOR.<br />
TÜBİTAK ARTIK YAŞAM KALİTESİNİN ÇAĞDAŞ UYGARLIK SEVİYESİNE ULAŞMASINI<br />
SAĞLAMAYA ÇALIŞAN ULUSLAR ARASI ETKİNLİĞE VE YETKİNLİĞE SAHİP BİR KURULUŞTUR.<br />
Prof. Dr. Mehmet<br />
Arif ADLI<br />
TÜB‹TAK Baflkan<br />
Yard›mc›s›<br />
Bilindiği üzere TÜBİTAK, 1963 yılında Türkiye’de<br />
planlı ekonomi döneminin başlangıcında<br />
kurulmuştur. Kuruluş aşamasında en temel<br />
görevleri, özellikle doğa bilimlerinde temel ve<br />
uygulamalı akademik araştırmaları desteklemek ve<br />
genç araştırmacıları teşvik etmek iken bugün TÜBİ-<br />
TAK, “bilim, teknoloji ve yenilik yoluyla, paylaşımcı,<br />
yönlendirici ve katılımcı yaklaşımlarla, toplumumuzun<br />
ekonomik, sosyal ve çevresel yaşam kalitesinin<br />
çağdaş uygarlık düzeyine kavuşmasına hizmet eden,<br />
alanında uluslararası etkinliğe sahip bir kurum olmak”<br />
vizyonu ile sanayi, kamu ve akademiye, başka<br />
bir deyişle Türkiye’de bilimsel ve teknolojik geliştirme<br />
faaliyetleri yapmak isteyen aktörlere mali destek<br />
sağlayarak, bir yandan hükümetimize bilim, teknoloji<br />
ve yenilikçilik politikalarını oluşturmada yardımcı<br />
olurken, bir yandan da destekleriyle bu politikaları<br />
yürütmede rol alacak aktörlere araştırma altyapısı<br />
sağlamaya çalışmaktadır. Ayrıca, herbiri dünyanın<br />
önemli bilim ve teknoloji merkezleri arasında sayılan<br />
araştırma enstitüleri, ülkemizin küresel rekabet<br />
gücünün artırılmasına gerçekleştirdikleri araştırma,<br />
geliştirme ve yenilikçilik faaliyetleriyle katkıda bulunmaktadır.<br />
Şu an araştırma-geliştirme ve teknoloji<br />
üretme alanında yedi Ar-Ge ve üç Ar-Ge Kolaylık<br />
Birimimiz faaliyet göstermektedir, enstitülerimizin<br />
faaliyet alanlarına web sayfamız üzerinden ulaşmak<br />
mümkündür (www.tubitak.gov.tr).<br />
Bu faaliyetlerin yanı sıra, toplumun her kesiminde<br />
bilim, teknoloji ve yeniliğe dair farkındalığı artırmak<br />
üzere TÜBİTAK tarafından kitaplar ve dergiler yayınlamakta;<br />
bilim insanlarının yurt içi ve yurt dışı akademik<br />
faaliyetleri burs ve ödüller ile desteklenmekte<br />
ve özendirilmektedir.<br />
TÜRK‹YE’N‹N AR-GE VE<br />
YEN‹L‹K PERFORMANSINDA<br />
ÖNE ÇIKAN GEL‹fiMELER<br />
2004 yılında başlatılan Ulusal Bilim, Teknoloji ve Yenilik<br />
Atılımı kapsamında ülkemizde Ar-Ge faaliyetlerinde<br />
tüm dünyada dikkat çeken önemli bir mesafe<br />
kat edilmiştir. Alınan mesafe bilim, teknoloji ve yenilik<br />
göstergelerine şu şekilde yansımıştır:<br />
Ar-Ge Harcamaları yaklaşık 3 katına çıkarak; 2003<br />
yılında 3,1 milyar TL (2010 sabit fiyatlarıyla) olan Ar-<br />
Ge harcamaları, 2009 yılında 8,5 milyar TL’ye ulaşmıştır.<br />
GSYİH’den Ar-Ge’ye ayrılan pay önemli ölçüde<br />
arttırılarak 2003’te binde 4,8 olan bu oran,<br />
2009’da binde 8,5’e yükselmiştir.<br />
Başka bir önemli gelişme özel sektörün Ar-Ge harcamalarının<br />
önemli ölçüde artmasıdır, bu kapsamda<br />
özel sektörümüzün Ar-Ge ve yenilik harcamaları<br />
2009 yılında 3,4 milyar TL’ye ulaşmıştır. 2003-2008<br />
döneminde en çok Ar-Ge yapan ülkeler arasında,<br />
Türk Özel Sektörü Ar-Ge harcamalarının payını en<br />
hızlı artıran ülkeler arasında birinci sıradadır.<br />
Ayrıca araştırmacılarımızın sayısında da çok önemli<br />
oranda artış olmuştur. Tam-zaman-eşdeğer (TZE)<br />
Ar-Ge personeli sayısı 2003 yılında 38 bin iken, 2009<br />
yılında yaklaşık iki katına çıkarak 74 bine ulaşmıştır.<br />
Ar-Ge personeli sayısı konusundaki önemli gelişmelerden<br />
biri özel sektörün bu alanda yaptığı atılım olmuştur.<br />
2009 yılında ilk defa, özel sektördeki Tam<br />
Zaman Eşdeğer Ar-Ge personel sayısının payı yüzde<br />
36 M‹MAR VE MÜHEND‹S
43’e ulaşarak diğer sektörleri geçmiştir. Bu gelişmeler,<br />
özel sektörün Ar-Ge’ye giderek daha fazla<br />
önem verdiğinin bir göstergesidir.<br />
Bilimsel yayın sayısında da önemli bir artış olmuş,<br />
2003’te 12 bin civarında olan, uluslararası indexlerce<br />
taranan dergilerdeki bilimsel yayın sayısı 2009’da<br />
25 bini aşmıştır.<br />
Tüm bu gelişmelerin yanı sıra 2000’lerin başında<br />
Türkiye açısından en çok mesafe kat edilmesi gereken<br />
alan olan yerli patent başvuruları 2003-2009 döneminde<br />
beş katı aşmıştır. Uluslararası Patent İşbirliği<br />
Anlaşması (PCT) kapsamında Türkiye’den yapılan<br />
başvuruların sayısı da aynı dönemde 3,5 katına<br />
çıkmıştır.<br />
TÜB‹TAK DESTEKLER‹<br />
TÜBİTAK’ın sanayi, üniversite ve kamu kuruluşlarına<br />
sağladığı hibe destek mekanizmalarından daha detaylı<br />
bahsedecek olursak; destekleri, destek verilen<br />
aktörlere göre sanayiye yönelik destekler; kamu ve<br />
üniversitelere yönelik destekler ile bilim insanlarına<br />
sağlanan destekler şeklinde sınıflandırabiliriz.<br />
Akademik Ar-Ge Destekleri<br />
TÜBİTAK’ın akademi ve kamuya yönelik fon sağlama<br />
görevi, Araştırma Destek Programları Başkanlığı<br />
(ARDEB) tarafından 8 adet destek programı ve patent<br />
desteklerinin sağlandığı Patent Başvurusu Teşvik<br />
ve Destekleme Programı aracılığıyla gerçekleştirilmektedir.<br />
TÜBİTAK-ARDEB destek programlarını<br />
çevre, atmosfer, yer ve deniz bilimlerinden sağlık bilimlerine;<br />
temel bilimlerden savunma ve güvenlik<br />
teknolojileri ve sosyal ve beşeri bilimlere kadar geniş<br />
bir çerçevede yer alan 10 araştırma destek grubu<br />
vasıtasıyla yürütmektedir.<br />
TÜBİTAK-ARDEB kapsamında verilen destekleri yıllar<br />
bazında incelediğimizde, TÜBİTAK destekli akademik<br />
ve kamu kurumları Ar-Ge projelerine, 2005-<br />
2010 arasında, 2000-2004 arası verilen desteğin yaklaşık<br />
32 katından fazla destek verildiği görülmektedir.<br />
TÜBİTAK’ın kuruluşundan itibaren 41 yılda<br />
(1964-2004) önerilen 17.702 projenin 7.330’u 169<br />
Milyon TL ile (2010 sabit fiyatlarıyla) desteklenirken;<br />
2005-2010 yılları arasındaki 6 yılda bu programlar<br />
kapsamında toplam 28.379 proje önerildiği ve 7.488<br />
proje desteklendiği görülmektedir. Desteklenen<br />
projelerin toplam destek bütçesi ise 1.983 Milyon<br />
TL’dir (2010 sabit fiyatlarıyla).<br />
TÜBİTAK akademik Ar-Ge destekleri kapsamında;<br />
makina, kimya, malzeme, inşaat, endüstri, tekstil ve<br />
maden mühendisliği ile mimarlık alanlarındaki bilgi<br />
ve teknolojinin üretilerek, sonuçların hizmet ve/veya<br />
ürüne dönüştürülmesi yoluyla topluma kazandırılması<br />
kapsamındaki projeler, TÜBİTAK-ARDEB çatısı<br />
altındaki araştırma destek gruplarından biri olan<br />
Mühendislik Araştırma Destek Grubu’nda (MAG) değerlendirilmekte<br />
ve izlenmektedir. MAG kapsamında<br />
verilen desteklere baktığımızda; 2010 sonu itibarıyla<br />
yaklaşık 500 projenin yürürlükte olduğunu görmekteyiz.<br />
2005-2010 yıllarında MAG’a yapılan toplam<br />
başvuru sayısı, 2000-2004 yıllarında 939 olan<br />
toplam başvuru sayısının yaklaşık 5 katı olarak gerçekleşerek<br />
4443’e yükselmiş; 2000-2004 yıllarında<br />
toplam 349 adet proje 2010 yılı sabit fiyatlarıyla 13<br />
TÜBİTAK’ın sanayi,<br />
üniversite ve kamu<br />
kuruluşlarına sağladığı<br />
hibe destek<br />
mekanizmalarından<br />
daha detaylı<br />
bahsedecek olursak;<br />
destekleri, destek<br />
verilen aktörlere göre<br />
sanayiye yönelik<br />
destekler; kamu ve<br />
üniversitelere yönelik<br />
destekler ile bilim<br />
insanlarına sağlanan<br />
destekler şeklinde<br />
sınıflandırabiliriz.<br />
MART-N‹SAN 2011 37
DOSYA: F‹NANSMAN<br />
Akademik Ar-Ge<br />
destekleri<br />
TÜBİTAK-ARDEB<br />
vasıtasıyla<br />
yürütülürken,<br />
ülkemiz özel sektör<br />
kuruluşlarının<br />
araştırma-teknoloji<br />
geliştirme ve yenilik<br />
faaliyetlerini proje<br />
esaslı destekleme<br />
görevi ise TÜBİTAK<br />
Teknoloji ve Yenilik<br />
Destek Programları<br />
Başkanlığı (TEYDEB)<br />
aracılığıyla<br />
gerçekleştirilmektedir.<br />
Milyon TL bütçe ile desteklenirken, 2005-2010 yıllarında<br />
toplam 1323 adet proje 183 Milyon TL bütçe ile<br />
desteklenmiştir. Bu projelerin araştırma alanlarına<br />
göre dağılımına bakıldığında ise yürürlükteki projelerin<br />
yüzde 28’inin makine, yüzde 22’sinin kimya ve<br />
yüzde 19’nun malzeme alanlarında gerçekleştirildiği<br />
görülmektedir.<br />
TÜBİTAK-ARDEB tarafından yürütülen programlarda<br />
başvuru ve destek sürecinin işleyişine bakacak<br />
olursak; 2005 yılından itibaren proje önerileri, proje<br />
konularında uzman bilim insanlarının panelist olarak<br />
davet edildiği panellerde (1) özgün değer, (2) yaygın<br />
etki ve (3) yapılabilirlik kriterleri açısından değerlendirilmektedir.<br />
Son başvuru tarihinden itibaren<br />
yaklaşık 4 ay olan proje değerlendirme sürecinde,<br />
proje önerileri bilimsel değerlendirmeye alınmadan<br />
önce TÜBİTAK-ARDEB tarafından ön incelemeden<br />
geçirilmekte, belirtilen kriterlere ve formata uygun<br />
olan projeler panel sürecinde değerlendirilmek üzere<br />
ilgili Araştırma Gruplarına iletilmektedir. Gruplara<br />
iletilen proje önerileri panel öncesi ön değerlendirmeye<br />
tabi tutulmakta ve Grup Yürütme Komitesi<br />
onayı ile panele girecek projeler belirlenmektedir.<br />
Panel değerlendirmesine alınması uygun bulunmayan<br />
proje önerileri ise, gerekçeleri ile beraber başvuru<br />
sahiplerine iade edilmek üzere TÜBİTAK-AR-<br />
DEB’e iletilirken, desteklenmesine karar verilen<br />
projeler TÜBİTAK web sayfasında ilan edilmektedir.<br />
Özel Sektör Ar-Ge Destekleri<br />
Akademik Ar-Ge destekleri TÜBİTAK-ARDEB vasıtasıyla<br />
yürütülürken, ülkemiz özel sektör kuruluşlarının<br />
araştırma-teknoloji geliştirme ve yenilik faaliyetlerini<br />
proje esaslı destekleme görevi ise TÜBİTAK<br />
Teknoloji ve Yenilik Destek Programları Başkanlığı<br />
(TEYDEB) aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. Özel<br />
sektöre yönelik yürütülen Ar-Ge destek programlarına<br />
teknoloji geliştirme ve yenilikçiliğe yönelik Ar-<br />
Ge faaliyetleri için yapılan proje başvurularında proje<br />
hedefleri olarak; yeni ürün geliştirilmesi, ürün kalitesi<br />
veya standardının yükseltilmesi, maliyet düşürücü<br />
ve standart yükseltici yeni tekniklerin geliştirilmesi<br />
ve yeni üretim teknolojilerinin geliştirilmesi<br />
beklenmektedir.<br />
TÜBİTAK-TEYDEB tarafından yürütülmekte olan<br />
destek programlarına yapılan başvurular son yıllarda<br />
artan bir eğilim sergilemektedir. Bu artış, özel<br />
sektördeki farkındalığa işaret etmektedir. Özellikle,<br />
2008’den itibaren proje başvurularının elektronik ortamda<br />
kabul edilerek değerlendirilmesi, daha fazla<br />
firmanın Ar-Ge desteğine başvurmasına imkan sağlamıştır.<br />
1995-2010 yılları arasında özel sektöre yönelik<br />
destek programları verilerine baktığımızda; 11<br />
bin 916 proje başvurusu alındığı ve 7 bin 345 projenin<br />
2,01 milyar TL ile desteklenmesiyle 3,46 milyar<br />
TL’lik Ar-Ge hacmi oluşturulduğu (2010 yılı sabit fiyatlarıyla)<br />
görülmektedir. 2010 yılında 2004 yılına gö-<br />
38 M‹MAR VE MÜHEND‹S
e TÜBİTAK-TEYDEB destek programlarına yapılan proje başvuru<br />
sayısı 3,5; başvuru yapan firma sayısı yaklaşık 4 ve ilk kez proje<br />
başvurusunda bulunan yeni firma sayısı ise 3,2 kat artmıştır.<br />
Destek verilerine baktığımızda ise; 2004 yılına kıyasla, 2010 yılında<br />
desteklenmeye değer görülen proje sayısı 3 kat artmış; destek<br />
tutar miktarı ise yaklaşık 4 kat artarak 288,3 milyon TL (2010<br />
sabit fiyatlarıyla) olmuştur. 2010 yılı içerisinde firmaların desteklenen<br />
projelerinin Ar-Ge faaliyetleri çerçevesinde sundukları toplam<br />
harcama tutarı 612,2 milyon TL olup 465,2 milyon TL’lik bölümü<br />
TÜBİTAK tarafından uygun bulunmuş ve karşılığında 288,3<br />
milyon TL hibe desteği sağlanmıştır. Son yıllarda TÜBİTAK özel<br />
sektör destekleri kapsamındaki bir başka dikkat çeken gelişme<br />
de KOBİ’lerin Ar-Ge projelerine artan ilgisidir. 1995-2010 yılları<br />
arasında önerilen toplam 11,916 projenin yüzde70'i ve bu dönemde<br />
proje sunan toplam 5487 firmanın yüzde 91'i KOBİ ölçeklidir.<br />
2004-2010 yıları arasında KOBİ proje başvuru sayısı ve proje başvurusu<br />
yapan firma sayısı 4 kat, KOBİ Hibe Destek Tutarı ise 3,8<br />
kat artmıştır. TÜBİTAK özel sektör programlarından yararlanan<br />
illerimize baktığımızda ise; 1999-2004 yılları arasında 81 ilden<br />
35’inin TÜBİTAK-TEYDEB desteklerinden faydalandığı; 4 ilimizin<br />
10 milyon TL’nin üzerinde destek alırken 46 ilimizin TÜBİTAK-<br />
TEYDEB desteklerinden faydalanmadığı görülmektedir. 2005-<br />
2010 yılları arasında ise desteklerden faydalanan il sayısı 54’e, 10<br />
milyon TL’nin üzerinde destek alan il sayısı ise 12’ye çıkmış; desteklerden<br />
faydalanmayan il sayımız ise 27’ye düşmüştür.<br />
TÜBİTAK’ın özel sektör firmalarına yönelik destek programlarının<br />
başvuru ve değerlendirilme süreçlerine bakacak olursak;<br />
proje başvuruları yalnızca http://eteydeb.tubitak.gov.tr adresinde<br />
bulunan Proje Değerlendirme ve İzleme Sistemi (PRODİS) uygulama<br />
üzerinden online olarak yapılmaktadır. İnternet üzerinden<br />
TÜBİTAK’a iletilen proje önerileri, ön değerlendirme sonrasında<br />
elektronik ortamda hakemlere gönderilmektedir. Hakemler, Ar-<br />
Ge faaliyetinin yapılacağı firmayı ziyaret ederek, başvuruda bulunan<br />
firma ile projeye ilişkin görüşmekte ve değerlendirme raporlarını<br />
internet üzerinden doldurarak TÜBİTAK’a iletmektedir.<br />
Proje önerisi, ilgili Teknoloji Grubu Komite toplantısında hakem<br />
görüşleri de dikkate alınarak görüşülmekte ve son karar oluşturulmaktadır.<br />
Proje önerilerinin değerlendirilmesinde OECD tarafından<br />
hazırlanmış olan Oslo ve Frascati Kılavuzlarındaki tanımlar<br />
ve kavramlar esas alınmaktadır.<br />
Bilim İnsanı Destekleri<br />
TÜBİTAK bünyesinde yer alan bir diğer kritik birim de ülkemizin<br />
bilim ve teknoloji alanında gelişmesinde en önemli rolü oynayan<br />
insan gücünün yetiştirilmesini destekleyen Bilim İnsanı Destekleme<br />
Daire Başkanlığı’dır (BİDEB). TÜBİTAK-BİDEB tarafından,<br />
bilim ve teknoloji üretebilen, ürettiği bilim ve teknolojiyi toplumsal<br />
ve ekonomik faydaya dönüştürebilen bir Türkiye'nin yaratılması<br />
için vazgeçilmez bir öneme sahip olan bilim insanlarının sayı<br />
ve niteliğinin artmasına yardımcı olmak amacıyla; ödüller verilmekte<br />
öğrenim ve öğrenim sonrasında üstün başarısıyla kendini<br />
gösteren gençleri izleyerek onların yetişme ve gelişmelerine yardım<br />
edilmesi amacıyla burslar verilmekte, yarışmalar düzenlenmektedir.<br />
TÜBİTAK-BİDEB bilim insanı destekleri kapsamında<br />
desteklenen toplam kişi sayısı 2010 yılında 2003 yılının 12 katına<br />
çıkarak 18.841’e ulaşırken; 2010 yılında bilim insanlarına verilen<br />
destek tutarı ise 2003 yılının 20 katına çıkarak 61,55 Milyon TL<br />
olarak gerçekleşmiştir.<br />
Bilim ve Toplum Destekleri<br />
TÜBİTAK bünyesinde tüm bu destek programlarının yanı sıra, bilim<br />
okuryazarlığını yaygınlaştırarak toplumun her kesimine ulaşmasına<br />
yardımcı olmak ve bu sayede toplumsal bir farkındalık ve<br />
özgüvenin oluşmasına destek olarak toplumun bilim, teknoloji ve<br />
yenilik kültürünü özümsemesini sağlamak amacıyla Bilim ve<br />
Toplum Daire Başkanlığı çatısı altında faaliyetler sürdürülmektedir.<br />
Bu kapsamda, halkımızın yakından tanıdığı üç popüler bilim<br />
dergisi yayımlanmaktadır. 1967’den bu yana aylık olarak yayımlanan<br />
Bilim ve Teknik dergisi, 13 yaş ve üzeri herkese hitap ederken;<br />
Bilim ve Çocuk dergisi ise 7-12 yaş ilköğretim öğrencilerini<br />
hedeflemekte ve aylık ortalama 150.000’i aşan tirajı ve 100.000’i<br />
aşan net satışıyla, Türkiye’de tüm dergiler arasında en çok satan<br />
dergi sıfatını taşımaktadır. Okul öncesi yaş grubuna yönelik yayınlanan<br />
Meraklı Minik dergisi de yine minikler tarafından ilgiyle<br />
takip edilmektedir.<br />
Popüler bilim dergilerine ek olarak, TÜBİTAK 1993 yılında bilimi<br />
yaygınlaştırmak ve geniş kitleler tarafından okunur kılmak amacıyla<br />
Popüler Bilim Kitapları yayımlanmaya başlamış ve kitap sayısı<br />
2010 yılı sonu itibariyle 342’ye ulaşmıştır. Daire Başkanlığı<br />
bünyesinde faaliyet gösteren Akademik Yayınlar Müdürlüğü’nde<br />
ise uluslararası indekslerce taranan 12 farklı dalda akademik<br />
dergi yayınlanmaktadır. Yayınların yanı sıra, Bilim ve Toplum<br />
Daire Başkanlığı tarafından 2007 yılında başlatılan Bilim ve Toplum<br />
Projeleri Destekleme Programı ile bilginin mümkün olduğunca<br />
görselleştirilerek etkileşimli uygulamalarla desteklenmesi<br />
ve bu yolla topluma anlaşılır bir biçimde aktarılmasını sağlayacak<br />
projeler desteklenmektedir. Şu ana kadar destek verilmiş<br />
olan Bilim ve Toplum projeleri sayesinde toplamda 25.000 kişiye<br />
ulaşılmıştır.<br />
MART-N‹SAN 2011 39
DOSYA: F‹NANSMAN SÖYLEfi‹<br />
TTGV Genel Sekreteri A. Mete Çakmakçı;<br />
“TÜRKİYE YENİLİKÇİ<br />
SİSTEMLERDE ÖNCÜ OLMALI”<br />
TÜRKİYE’NİN ARTIK ÖRNEK ALINAN BİR DÜNYA OYUNCUSU OLDUĞUNU BELİRTEN TÜRKİYE<br />
TEKNOLOJİ GELİŞTİRME VAKFI (TTGV) GENEL SEKRETERİ A. METE ÇAKMAKÇI, “TÜRKİYE'NİN<br />
YENİLİK SİSTEMLERİ KONUSUNDAKİ GELİŞEN EĞİLİMLERİ TAKİP ETMESİ, POLİTİKA VE PROGRAM<br />
UYGULAMA ANLAMINDAKİ YENİLİKÇİ DÜŞÜNCEDE ÖNCÜ OLMASI BİR SORUMLULUK HALİNE<br />
GELMEKTEDİR” DEDİ. ÇAKMAKÇI İLE TEKNOLOJİ KONUSUNDAKİ DESTEKLERİ, TEKNOLOJİ<br />
YATIRIMLARINI VE STRATEJİLERİNİ KONUŞTUK.<br />
SÖYLEŞİ: YILMAZ ADA<br />
TTGV kimdir? Kuruluş amacı nedir? Ülke<br />
teknolojisine nasıl katkı sağlamaktadır?<br />
Firmalara ve projelere sağladığınız destekler<br />
nelerdir?<br />
2011 yılında 20. yaş gününü kutlayacak<br />
olan TTGV, 1991 yılında kamunun sağladığı<br />
fonlarla özel sektörün Ar-Ge faaliyetlerinin<br />
desteklenmesi misyonu ile bu anlamdaki<br />
ilk uygulama olarak bir kamuözel<br />
sektör ortak girişimi modeliyle kurulmuştur.<br />
Kamu kimliği taşımamasına rağmen<br />
kamusal bir misyonu yerine getiren<br />
bir yapı olarak kurgulanan TTGV, yenilik<br />
sistemimizin saygın ve kalıcı bir kurumu<br />
olarak uluslararası düzeyde de ilgi çeken<br />
ve merak edilen güncel bir modelin ülkemiz<br />
adına temsilcisi haline gelmiştir.<br />
TTGV’nin yenilik sistemimizde ifade ettiği<br />
gerçek varlığın "kurulduğu 1991 yılından<br />
bugüne 800 firmanın 950 projesine toplam<br />
300 milyon ABD doları kaynak sağlamıştır"<br />
ifadesinin çok ötesinde olduğuna inanıyoruz.<br />
TTGV'nin halen T.C. Başbakanlık Dış Ticaret<br />
Müsteşarlığı'nın (DTM) sağladığı kaynak<br />
ile örnek bir uyum ve işbirliği içerisinde<br />
sürdürmekte olduğu ve pek çok başarı<br />
öyküsüne vesile olan özel sektörün Ar-Ge<br />
projelerine sermaye destek programının,<br />
uzmanlaşmış bir program uygulayıcı kuruluş<br />
ile program sahibi kuruluş arasındaki<br />
iş bölümü ve çalışmaya uluslararası<br />
düzeyde başarılı bir örnek oluşturduğuna<br />
inanıyoruz. Dileğimiz DTM ve TTGV arasındaki<br />
uyumlu çalışma ve iş bölümünün,<br />
tüm kamu kurumları için bu yönde örnek<br />
bir model oluşturmasıdır.<br />
TTGV'nin uluslararası düzeyde ödül almış<br />
ve daha sonra başka ülkelerde de uygulanmış<br />
ozon tabakasına zarar veren maddelerin<br />
kullanımdan kaldırılmasına yönelik<br />
desteği ile ülkemiz pek çok ülkenin faydalanamadığı<br />
bir uluslararası hibe kaynaktan<br />
faydalanmış ve kısa bir sürede yükümlülüklerini<br />
yerine getirmeyi başarmıştır.<br />
Bugün TTGV olarak bu alandaki<br />
tecrübemizi, ülkemiz için çok kısa sürede<br />
önemli bir gündem konusu olacağına<br />
inandığımız temiz üretim, üretimde kaynak<br />
verimliliği ve yenilenebilir enerji alanlarındaki<br />
yeni ve farklı faaliyetlerle sürdürmeyi<br />
hedefliyoruz. TTGV, teknoparkların<br />
ilk örneklerinin finansmanına da aracılık<br />
etmiş, bugün yaygınlaşan KOBİ desteklerinin<br />
ilk örneğini teknoloji destek hizmetleri<br />
desteği ile tasarlamış ve uygulamıştır.<br />
TTGV teknoparklar ve KOBİ'lerin<br />
oluşturduğu işbirliği ağları ve kümelere<br />
yönelik faaliyet ve çalışmalarına devam<br />
etmektedir.<br />
TTGV'nin 1991 yılından beri yürütmekte<br />
olduğu geri dönüşlü destekten pek çok<br />
40 M‹MAR VE MÜHEND‹S
aşarılı işletme, farklı ve yeni projeler ile<br />
faydalanmaya devam etmektedir. Desteklenen<br />
projelerde sağlanan yüksek ticarileşme<br />
oranları ve pazar başarıları da süreçlerimizi<br />
doğrulayan çıktılar olarak bize<br />
gurur kaynağı olmaktadır. Geri dönüşlü<br />
desteğin sağladığı kurumsal tecrübe ve<br />
altyapı ile bilginin yeni girişimcilik yoluyla<br />
ticarileşmesi ve yeni girişimlerin büyüme<br />
süreçlerinin desteklenmesine yönelik<br />
farklı destek modellerini tasarlamak ve<br />
geliştirmek üzerine çalışmalarımıza devam<br />
ediyoruz. Bu anlamda özellikle 2000<br />
yılından bugüne girişim sermayesi alanında<br />
TTGV, ülkemizde özel girişim sermayesi<br />
fonlarının ilk uygulamaları olan İş Girişim<br />
A.Ş. ve TURKVEN TPEF-1 fonlarına<br />
yatırımcı olarak yine Türkiye’nin ilk genel<br />
amaçlı erken aşama teknoloji yatırım aracı<br />
olan Teknoloji Yatırım A.Ş.’yi kurarak ve<br />
Türkiye’nin ilk ve halen tek “fonların fonu”<br />
olan İstanbul Girişim Sermayesi Girişimi’ne<br />
(İVCİ) kurucu ortak olarak katılarak<br />
bu alandaki ilklerin parçası olmuştur.<br />
Tüm girişimlerimiz hedefleri doğrultusunda<br />
çalışmalarına başarı ile devam etmektedir.<br />
Kamu kimliği taşımamasına rağmen kamusal bir misyonu<br />
yerine getiren bir yapı olarak kurgulanan TTGV, bugün<br />
yenilik sistemimizin saygın ve kalıcı bir kurumu olarak<br />
uluslararası düzeyde de ilgi çeken ve merak edilen güncel<br />
bir modelin ülkemiz adına temsilcisi haline gelmiştir.<br />
Ülkemizde teknolojinin gelişim sürecini ve<br />
bugünkü durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?<br />
Teknolojimizin gelişmiş ülkeler<br />
ile rekabet edebilecek seviyeye gelebilmesi<br />
için neler yapılmalıdır? Ülkemizdeki<br />
teknolojinin gelişmesi için verilen destekleri<br />
yeterli görüyor musunuz?<br />
2010'da dünyanın 17. büyük ekonomisi<br />
haline gelmiş ve ihracatı 100 milyar ABD<br />
dolarını aşmış bir Türkiye'nin 1990'ların<br />
başında karşı karşıya olduğu rekabetçilik<br />
gündeminden çok daha gelişmiş ve karmaşık<br />
bir yenilik ve rekabetçilik vizyonuna<br />
ihtiyacı olduğu açıktır.<br />
BTYK'nın TÜBİTAK'ın koordinasyonundaki<br />
etkin çalışması, 4691 sayılı Teknoloji Geliştirme<br />
Bölgeleri Kanunu ve 5746 sayılı<br />
Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin<br />
Desteklenmesi Hakkında Kanun’un özel<br />
sektörümüzde oluşturduğu dinamizm ve<br />
başta T.C Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, T.C<br />
Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı<br />
Müsteşarlığı ve TÜBİTAK'ın desteklerindeki<br />
artış ve çeşitlenme bu ihtiyacı karşılamaya<br />
yönelik önemli ve olumlu gelişmeler<br />
olmuştur.<br />
Artık örnek alınan bir dünya oyuncusu<br />
olarak Türkiye'nin yenilik sistemleri konusundaki<br />
gelişen eğilimleri takip etmesi,<br />
politika ve program uygulama anlamındaki<br />
yenilikçi düşüncede öncü olması bir sorumluluk<br />
haline gelmektedir. Halen kamunun<br />
destek rolünü hibe destek vermek<br />
veya zaman içerisinde hantallaşan iktisadi<br />
teşebbüsler kurmakla sınırlayan mevcut<br />
çerçevenin özel sektörden beklenen<br />
yenilikçi ve dinamik taze düşüncenin benzeri<br />
yeni bir değerlendirme ile 1 trilyon<br />
ABD doları büyüklüğünde ekonomi olmak<br />
iddiasındaki 2010'un Türkiye'sinin ihtiyaçlarına<br />
uygun taze bir vizyon ile güncellenmesi<br />
şarttır. Özellikle denetimle sorumlu<br />
olan kamu birim ve kuruluşlarının kamunun<br />
üstlenmesi gereken riski paylaşmayı<br />
öngören roller için güncel ihtiyaca uygun<br />
bir çerçevede görevlerinin tanımlanmasının<br />
sağlanması acil bir öncelik teşkil etmektedir.<br />
Devam etmekte olan Avrupa<br />
Birliği uyum süreci devlet yardımlarının<br />
izlenmesi ve raporlanması ile ilgili süreçte<br />
kamunun yenilik desteklerinin tek bir<br />
elde toplanması sık sık gündeme gelmektedir.<br />
Avrupa Birliği'nin devlet yardımları<br />
müktesebatı firma özelinde herhangi bir<br />
firmanın yıl içerisinde aldığı tüm devlet<br />
yardımının, yardımın finansal etkisine uygun<br />
katsayılarla hesaplanmasını ve belirli<br />
bir toplamı aşanların pazardaki rekabet<br />
koşullarının denetlenmesi açısından raporlanmasını<br />
gerektirmektedir. Buna<br />
karşın, izlenebilir olduğu sürece desteklerin<br />
farklı veya alternatif kanallardan firmalara<br />
ulaştırılması ilgili müktesebat<br />
kapsamında kabul edilebilir bir uygulamadır.<br />
Zira Almanya bir örnek olmak üzere<br />
AB'nin farklı ülkelerinde aynı bakanlığın<br />
destekleri farklı bağımsız uzman kuruluşlarca<br />
yürütülmektedir. Politika seviyesinde<br />
tek elde toplanacak koordinasyon<br />
işlevinin uygulama seviyesinde farklı ka-<br />
MART-N‹SAN 2011 41
DOSYA: F‹NANSMAN<br />
Yenilik sistemimizin Türkiye’yi Cumhuriyetin 100. yılına taşıyacak şekilde geliştirilmesi<br />
sürecinde mevcut mevzuat sistemimiz içerisinde yapılabilir olanı değil, rekabetçilik<br />
ihtiyaçlarının gerektirdiğinin gerekirse mevzuat düzenlemesi ile yapılması temel alınmalıdır.<br />
nallarla çeşitlendirilmesinin sistemde yenilikçi<br />
ve dinamik yetkinliğin gelişmesi<br />
açısından kritik olduğunu değerlendiriyoruz.<br />
Üstelik uzman ve bağımsız uygulayıcı<br />
yapıların, sürekliliği sağlamak açısından<br />
raporlama ve ihtiyaca odaklı kaliteli hizmet<br />
konusunda daha duyarlığı olması doğaldır.<br />
Yenilik sistemimizin Türkiye’yi<br />
Cumhuriyetin 100. yılına taşıyacak şekilde<br />
geliştirilmesi sürecinde mevcut mevzuat<br />
sistemimiz içerisinde yapılabilir olanı değil,<br />
rekabetçilik ihtiyaçlarının gerektirdiğinin<br />
gerekirse mevzuat düzenlemesi ile yapılması<br />
temel alınmalıdır. Esnek finansman<br />
modellerini performans hedefleri<br />
üzerinden hesap verebilir yapıların işletebileceği<br />
bir çerçevenin geliştirileceği süreçte,<br />
1991 yılından beri TTGV'nin başarı<br />
ile yürüttüğü modele ilişkin tecrübe de<br />
mutlaka değerlendirilmelidir.<br />
Türkiye’nin teknoloji üreten bir ülke olması<br />
için hangi stratejiler uygulanmalıdır?<br />
Küresel ekonomik krizin ülkemiz dahil<br />
hemen hemen tüm dünyada iş ortamını<br />
olumsuz etkilediği bugünlerde geleceğe<br />
bakabilenler, krizin tahrip edici güncel<br />
olumsuzluklarından ziyade şekillenmekte<br />
olan yeni ekonomik düzenin getireceği fırsatlara<br />
odaklanmak zorundadır. Bugün<br />
hemfikir olduğumuz genel kabul,<br />
1990’lardan beri alışageldiğimiz sürekli ve<br />
küresel ekonomik büyüme günlerine tekrar<br />
dönmenin uzun bir süreç olacağıdır.<br />
Bu süreç içerisinde başta kendi pazarına<br />
yönelik olmak üzere, daha çok tercih edilen<br />
daha az miktardaki ürün veya hizmeti<br />
en etkin şekilde pazara sunabilmek artan<br />
önemde bir rekabetçi yetkinlik unsuru<br />
olacaktır. Belki de bu nedendir ki, son dönemde<br />
dünyadan en önemli gözlem, ulusal<br />
ve bölgesel şampiyonların daha önceden<br />
varsayılanın aksine kritik değer ve<br />
önemlerini koruyacağı olmalıdır.<br />
Firmalarımız için araştırma ve teknoloji<br />
geliştirmeye dayalı rekabetçi yenilikçi bir<br />
yetkinlik, gelişmiş iş stratejilerinin vazgeçilmez<br />
öğesi olmaya devam etmektedir.<br />
Bununla beraber, firmalar özellikle yetişmiş<br />
insan kaynağına dair mevcut bilgi ve<br />
tecrübe kazanımlarını korumak, mevcut<br />
ürün ve süreçlerinde pazarda kalabilmek<br />
için kademeli iyileştirme ve geliştirme faaliyetlerini<br />
sürdürmek, orta ve uzun vadede<br />
değişen pazarlara yönelik rekabetçi<br />
teknolojik yetkinliklerini geliştirmek gibi<br />
kapsamlı bir sorumluluk ile karşı karşıya<br />
bulunmaktadır. Artan sorumluluklara<br />
karşın, herzamankinden çok daha sınırlı<br />
iç ve dış kaynakların yönetimi, firmalarımızın<br />
pazardan aldığı karmaşık ve olumsuz<br />
işaretler altında ileri düzeyde bir yönetsel<br />
yetkinliği öngörmektedir. Özellikle<br />
düşük katma değerli sektörlerde faaliyet<br />
gösteren, bazıları sektörlerinde önemli<br />
hacimler ifade eden firmalarımızın rekabetçi<br />
düzeyde varlığı büyüklüklerinden bağımsız<br />
olarak tehdit altındadır. 2000’lerden<br />
başlayarak Ar-Ge ve yenilik konusundaki<br />
politik irade ve neticesindeki kamu<br />
vizyonu, son dönemde kaynaklar, programlar<br />
ve farkındalık anlamında önemli<br />
bir mesafe katedilmesine imkan sağlamıştır.<br />
Her yıl, artan oranda yeni firma Ar-<br />
Ge ve yenilik projelerinin desteklenmesi<br />
için kamu programları sistemine dahil olmaktadır.<br />
Bu sevindirici gelişme ile beraber,<br />
Ar-Ge ulusal kritik kütlemizi oluşturan<br />
düzenli Ar-Ge yürütücüsü firmalarımızın<br />
değişen ve gelişen ihtiyaçlarının da<br />
karşı karşıya oldukları uluslararası rekabete<br />
sağlanan imkanlar dikkate alınarak<br />
destek sistemimizde karşılık bulması gittikçe<br />
artan bir önem arz etmektedir.<br />
42 M‹MAR VE MÜHEND‹S
DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE<br />
PROJELERİN FİNANSMANINA<br />
BANKALARIN VE FAİZSİZ KATILIM<br />
BANKALARININ YAKLAŞIM TARZI<br />
KATILIM BANKALARI PROJELERİ FİNANSE EDERKEN, REEL OLARAK EKONOMİYE; KREDİNİN<br />
AMAÇ DIŞI KULLANILMASINI, SPEKÜLATİF ALANLARA VE VERİMSİZ İŞLEMLERE GİTMESİNİ<br />
VE KAYIT DIŞILIĞI ÖNLEMEK SURETİYLE FAYDALAR SAĞLAMAKTADIR. BANKALAR İSE<br />
ELİNDE TOPLADIĞI KAYNAKLARI PLASE EDERKEN, DEVLET TAHVİLİ GİBİ FAİZ GETİRİSİ<br />
YÜKSEK OLAN VE TÜKETİMİ/ENFLASYONU YÜKSELTEN/KÖRÜKLEYEN BİREYSEL TÜKETİCİ<br />
KREDİLERİNE AĞIRLIK VEREN VE EKONOMİK KRİZ DÖNEMLERİNDE DE TÜM KAYNAK VE<br />
YATIRIMLARINI YURTDIŞINA YÖNLENDİREN, SPEKÜLATİF AMAÇLARLA HAREKET EDEN<br />
KURULUŞLARDIR.<br />
İbrahim Halil<br />
KALAYCI<br />
Bankacı/İktisatçı<br />
Literatürde bankacılık, ekonominin motoru olarak<br />
değerlendirilir. İhtiyaç duymayanın birikimini,<br />
ihtiyaç duyana aktarır ve ekonomik kalkınmada<br />
katalizör rolü oynar.<br />
Türk bankacılığı; önceleri Osmanlı Dönemi’nde<br />
1852’de tefecilikle mücadeleyi ve finans sektörüne<br />
bir düzenleme getirmeyi amaçlayan Murabaha Nizamnamesi’nin<br />
ve Cumhuriyet Dönemi’nde ise bankacılık<br />
sektörüne geçiş için atılan adımlar sayılan İzmir<br />
İktisat Kongresi’nin etkisinde kalmıştır. Özellikle<br />
1888’de kurulan Ziraat Bankası ve 1926 da kurulan<br />
Emlak ve Eytam (yetimler) Bankası gibi bankalar<br />
aracılığıyla sosyal ve toplumsal fayda ile birlikte ekonomik<br />
kalkınmanın sağlanması amaçlanmıştır.<br />
Emlak ve Eytam Bankası daha sonra Emlak Kredi<br />
Bankası olarak günümüze kadar gelmiş ve nihai olarak<br />
da tüm aktif ve pasifiyle Ziraat Bankası çatısı altında<br />
birleşmiştir.<br />
Cumhuriyetin ilk yıllarında 10 civarında olan banka<br />
sayısı halen 50 civarındadır. Ticari, sanayi, kalkınma,<br />
yatırım ve katılım bankaları olarak faaliyette bulunan<br />
yerli, yabancı ve kamu bankalarından oluşan bankacılık<br />
piyasası, şimdiyse yoğun rekabetin ve kar etme<br />
mücadelesinin yapıldığı bir arenayı andırmaktadır.<br />
Türkiye’de faizsiz bankacılık ise Özel Finans Kurumları<br />
(ÖFK) adı altında 1985 yılından itibaren sistemde<br />
yerlerini almış olup 2006 yılında ise Katılım Bankaları<br />
olarak isim değişikliğine gidilmiştir. Özal zamanında<br />
halkın ihtiyacına binaen kurulan bu bankaların<br />
sayısı halen 4 tür. Faizli ve faizsiz bankacılık hakkında<br />
bu kısa bilgi aktarımından sonra bu kuruluşların<br />
projelerinin finansmanına nasıl baktıklarını ve fonlamada<br />
ne tür enstrümanlara sahip olduklarını değerlendirelim.<br />
Bankacılık sektörünü, projelerin finansmanı ile ilgili<br />
talepleri karşılamada ve sonuçlandırmada aralarında<br />
farklılıklar bulunması nedeniyle bankalar ve katılım<br />
bankaları açısından ayrı ayrı değerlendirmek zorundayız.<br />
Katılım Bankalarının, enstrümanlarının<br />
çeşitliliği, piyasalara yaklaşım tarzı ve ekonomiye<br />
fayda sağlamadaki etkinliği ile faizli bankalardan daha<br />
öne çıktığı, çok net olarak söylenebilir. Bu nedenle<br />
önce faizsiz bankaların bu alandaki öne çıkan ve<br />
plasmanda kullanılan unsurlarını 3 ana başlık halinde<br />
belirtmek gerekir.<br />
Katılım Bankaları kredi taleplerini;<br />
1- Üretim desteği sağlamak suretiyle fon kullandırmak<br />
(murabaha işlemleri)<br />
2- Kar/zarar ortaklığı yapmak (müşareket işlemleri)<br />
3- Finansal kiralamada bulunmak (leasing işlemleri)<br />
şeklindeki enstrümanlar ile cevaplandırmaktadır.<br />
Bu üç finansal yöntem de, büyük mühendislik projelerinin<br />
finansmanına uygundur.<br />
Katılım bankaları mali sektörde faaliyet gösteren,<br />
reel ekonomiyi finanse eden, fonları, faizsiz finansman<br />
prensipleri dahilinde ticaret ve sanayide değerlendiren,<br />
TL, USD ve AVRO bazında mal ve hizmetleri<br />
ayni olarak sunan, ticaretin ve sanayinin ihtiyaç<br />
duyduğu, hammadde, emtia, gayrimenkul, makine<br />
ve teçhizatın temini, katılım bankacılığı prensiplerine<br />
uygun olarak yani mal alım/satımının finansmanı<br />
yoluyla sağlanmaktadır. Üretim desteği müşteriyle<br />
doğrudan nakit verme yerine, mal ve hizmet temini,<br />
kiralanması, kar ve zarar ortaklığı katılım modellerini<br />
uygulayan bir bankacılık kredilendirme türüdür.<br />
Katılım bankaları kredi kullandırırken müşteriye<br />
doğrudan nakit ödeme yapmazlar. Nakit ödemeyi,<br />
kredili müşterisinin mal ve hizmet aldığı satıcı firmaya<br />
fatura karşılığında yaparlar.<br />
Katılım bankaları projeleri finanse ederken, reel olarak<br />
ekonomiye, kredinin amaç dışı kullanılmasını,<br />
44 M‹MAR VE MÜHEND‹S
spekülatif alanlara ve verimsiz işlemlere gitmesini<br />
ve kayıt dışılığı önlemek suretiyle faydalar sağlamaktadır.<br />
Ekonominin canlanmasına aracılık ve hizmet<br />
ederler. Faizli ve alkollü içecek sektörüne kredi<br />
vermez ve yatırım yapmazlar. Haram sayılan faaliyetlerde<br />
bulunmazlar.<br />
Katılım bankaları, kambiyo işlemleriyle, ithalat ve ihracatın<br />
finansmanını sağlar ve gayri nakdi krediler<br />
(teminat mektubu gibi) de kullandırırlar.<br />
Ekonomimizin doğrudan desteklenmesi ve projelerin<br />
reel olarak finanse edilmesini sağlayan Katılım<br />
Bankaları, bu sektörde bankalara oranla daha öne<br />
çıkmaktadır. Sektörde daha eski olan faizli bankalar<br />
ise faiz getirisi ve karlılığı yüksek alanlara yönelmek,<br />
kullandırılan fonların amaç doğrultusunda kullanılıp<br />
kullanılmadığına bakmamak ve ülkenin içinde bulunduğu<br />
ekonomik durumundan çok uluslar arası<br />
piyasa ve koşullara göre davranan bir yapıya sahiptir.<br />
Daha açık belirtmek gerekirse bankalar: elinde<br />
topladığı kaynakları plase ederken, Devlet Tahvili gibi<br />
faiz getirisi yüksek olan ve tüketimi/enflasyonu<br />
yükselten/körükleyen bireysel tüketici kredilerine<br />
ağırlık veren ve ekonomik kriz dönemlerinde de tüm<br />
kaynak ve yatırımlarını yurtdışına yönlendiren, spekülatif<br />
amaçlarla hareket eden kuruluşlardır.<br />
Kredilendirmedeki bu yapısal farklılıklar, bankaların<br />
ve katılım bankalarının mevduatlarının yapısı ile ilgilidir.<br />
Nedeni ise bankalardaki mevduat/kredi ilişkisi<br />
ile katılım bankalarındaki mevduat/kredi ilişkisi ters<br />
orantılıdır. Şöyle ki bankalar mevduata verilecek faizi<br />
en baştan belirlerken, katılım bankaları ise mevduatlara<br />
verilecek karları, toplanan mevduatları ticari<br />
işlemlerde kullandıktan ve karları elde ettikten<br />
sonra belirlemektedirler. Yani bankalardaki kredinin<br />
maliyeti, mevduata peşin olarak verilen faizden ötürü<br />
hem yüksektir ve hem de bellidir. Katılım bankalarındaki<br />
mevduatın elde edeceği kar getirisi baştan<br />
belli değildir, dönem sonunda, yani vade bitiminde<br />
belli olur. Bu uygulama, bankaların projelerin finansmanına<br />
olumsuz, katılım bankalarınınkine ise<br />
olumlu etkide bulunmaktadır. Zira, katılım bankaları<br />
mevduatı topladıklarında, havuzlarda toplanan<br />
kaynaklarla direkt olarak ticareti sanayiyi finanse<br />
ederken, bankalar ise maliyeti önceden belli olan<br />
elindeki kaynakları plase ederken, piyasanın içine<br />
direkt olarak girmez, daha temkinli ve önyargılı yaklaşırlar.<br />
Bankalar Kanunu’nda sınırları belirlenmiş,<br />
rantı yüksek olan ve spekülatif yatırımlara yönelir ve<br />
yüksek getirili projeleri finanse ederler.<br />
Bankalar kredi politikalarını, Bankalar Kanunu’nun<br />
sınırları içerisinde ve esneklik/katılık oranlarını kendi<br />
lehlerine kullanmak suretiyle oluşturur ve yoğun<br />
rekabet ortamından en karlı biçimde çıkmayı amaç<br />
edinirler. İşte bu yüzden kredi piyasasında birçok<br />
olumsuz izlerle anılmakta ve müşterilerin de bankalara<br />
temkinli yaklaşımda bulunmalarına neden olmaktadır:<br />
“Bu yaklaşımlarını şu söylemlerle dile getirmektedirler.<br />
Bankalar, yağmurlu günde müşterisinin<br />
elinden şemsiyesini elinden alırlar. Bankaların<br />
önünden ve gölgesinden geçilmez. Bankaların kulağına<br />
kar suyu kaçırılmaz, yoksa hemen haciz gönderir.<br />
Banka kredisi ile iş yapılmaz, aksi takdirde bir<br />
gün batarsın. Altından su ve hava geçen sektörlere<br />
kredi verilmez vb.”<br />
Bu olumsuz bakış açısına neden olan gerekçeler ve<br />
gerçekler şunlardır:<br />
1- Faiz oranları, finanse edilecek kredilerin projelerini<br />
realize edecek seviyeden yüksektir. Bu da piyasaya<br />
olumsuz yansımakta ve maliyetleri yükseltmekte/enflasyonu<br />
azdırmaktadır.<br />
2- Firmaların en az 3 yıllık bilançoya sahip olmaları<br />
ve bu dönemleri karlı olarak geçirmiş bulunmaları<br />
Bankacılık sektörünü,<br />
projelerin finansmanı<br />
ile ilgili talepleri<br />
karşılamada ve sonuçlandırmada<br />
aralarında<br />
farklılıklar bulunması<br />
nedeniyle bankalar ve<br />
katılım bankaları<br />
açısından ayrı ayrı<br />
değerlendirmek zorundayız.<br />
Katılım<br />
Bankalarının, enstrümanlarının<br />
çeşitliliği,<br />
piyasalara yaklaşım<br />
tarzı ve ekonomiye<br />
fayda sağlamadaki<br />
etkinliği ile faizli<br />
bankalardan daha öne<br />
çıktığı, çok net olarak<br />
söylenebilir.<br />
MART-N‹SAN 2011 45
DOSYA: F‹NANSMAN<br />
zorunludur. Bu şart, projelerini kredilendirmek zorunda kalan<br />
firma ve kuruluşların daha en baştan yenik başlamalarına neden<br />
olmakta ve piyasa moral ve motivasyonuna olumsuz etki etmektedir.<br />
3- Projesine finansman talebinde bulunan kuruluş ve şirketlerin,<br />
bilanço ve mali analizlerinin, verilerinin ve dosya dokümanların<br />
olumlu sonuçlar vermesi mecburiyeti, borçlanmanın yüksek olmamasının,<br />
firma ortaklarının ve firmanın çek yasağı ile senet<br />
protestosunun bulunmaması ve hatta herhangi bir ortağa ait kredi<br />
kartı probleminin olmaması şartı gibi hususlar, adeta kredinin<br />
kullandırımına engel teşkil eden hususlardır ki 4/4 lük müşteri<br />
arayışında olan bankanın kaç müşteri bulabileceği ve bu kadar<br />
özelliğe sahip müteşebbislerin finansmana neden ihtiyaç duyabileceği<br />
merak konusudur. Sanki kredi vermemek için özel engeller<br />
ve düzenlemeler getirilmiştir.<br />
4- Projelere kredi vermek için müşteriden talep edilen en önemli<br />
hususlardan biri de teminatların özelliği, teminatların marjlı ve<br />
satılabilirliğinin kolay olması zorunluluğu.<br />
Yukarıdaki açıklamalardan; bankalardan proje finansmanının temininin<br />
ne kadar zor olduğunu, temin edilse bile geri dönüşünün<br />
daha da zor olduğunu ve kredi taleplerinde bu uygulamanın daha<br />
çok caydırıcı rol oynadığı görülmektedir.<br />
Netice olarak; bankaların Merkez Bankası’na yatırmak zorunda<br />
oldukları mevduat munzam karşılığı ile kasalarında tutmak zorunda<br />
oldukları disponobilite oranları ile ilgili uygulama ve bir<br />
kısmı yukarıda arz edilen bankacılık hukuki düzenlemeleri, büyük<br />
ölçekli ve özellikleri projelerin finansmanını sağlamaya dönük olmadığı<br />
gibi aksine engel teşkil etmektedir. Zira kaynakların reel<br />
ekonomiye aktarılmadığı bu bankacılık düzenlemeleri, ne ekonomik<br />
kalkınmaya ve ne de teknolojik gelişmeye meyyaldir. Yani<br />
projelerin finansmanındaki bahse konu handikaplar, Bankalar<br />
Kanunu’nun bizzat kendisinden kaynaklandığı gibi bu piyasayı<br />
rant sağlamaya dönük amaçlara hizmet ettiği gibi bütün bu<br />
olumsuzluklara da zemin hazırlamaktadır.<br />
Yeni veya realize edilebilir bilimsel nitelikli büyük mühendislik<br />
projelerine sıcak bakmayan bankacılık, sektörde yeni sayılan katılım<br />
bankalarının önünü açtığı gibi, bu faizsiz bankaların yukarıda<br />
zikredilen her 3 finansman türü de reel ekonomiyi finanse<br />
edecek özelliklere sahiptir.<br />
Projelere üretim desteği vererek firma ve kuruluşların ihtiyaçlarını<br />
fonlandırmak suretiyle üretimi teşvik etmek, şirket veya sanayilerin<br />
projelerine ortak olmak koşuluyla veya yatırıma konu<br />
demirbaş, makine ve gayrimenkullerin kiralanması yoluyla piyasalara<br />
finansman sağlayan katılım bankaları, sektöre yeni girmelerine<br />
rağmen, daha başarılıdırlar. İştirak edilmesi gereken proje<br />
ve teşebbüslere ortak olarak, kontrollü büyümeye ve ortaklıkların<br />
gelişmesine zemin hazırlamaktadır. veya finansal kiralama yöntemiyle<br />
ekonomik sisteme canlılık katmaktadır. Yani, katılım bankasına<br />
finansman için başvuran sağlam ve güven veren her proje,<br />
3 alternatiften biri ile kendine cevap bulur ve eli boş dönmez.<br />
Sermaye darlığı çeken ülkemiz, zaten kıt olan bu kaynağını bankalar<br />
uhdesinde ve inisiyatifinde bırakmamak ve sağlıklı düzenlemeler<br />
yapmak zorundadır. Yenilikleri takip eden ve en teknolojik<br />
ürünleri kullanan bankacılık sektörü ise yeni ve özellikli projeleri<br />
finanse etmek, kredilerin genel ve özel limitlerle belirlenmesi ve<br />
sınırlandırılması uygulamasına, büyük ve realize edilebilir mühendislik<br />
projeleri için de özel ve genel limitlerin belirlemesi/limit<br />
ayırması gerekmektedir. Bankalar, en son teknolojilerden ve<br />
en gelişmiş ürünlerden yararlanmak suretiyle çalışmalarını sürdürürken,<br />
bu teknolojileri üretenleri de desteklemekle, bankalar<br />
hakkında oluşmuş toplumsal yargılardan kurtulmalıdırlar. Elde<br />
ettikleri çok yüksek karları, bizzat bankacılık işlemlerinden sağlamak<br />
suretiyle, meşru bir zeminde buluşmaları ve çayın taşı ile<br />
çayın kuşunu vurmaya çalışmalıdırlar. Yani sistemden kazandıklarını<br />
yine sisteme döndürmelidirler. Yeniliklere açık olan bankacılık,<br />
yatırım politikasında da kendini yenilemelidir. Zira her sektör<br />
yeniliklerle ve yeni ürünlerle gelişir. Ülkeler, teknolojilerini<br />
geliştirebildikleri ölçüde kalkınmayı gerçekleştirirler ve bağımsızlık<br />
da ekonomik gelişmeyle doğru orantılıdır. Tüm bu nedenlerle,<br />
banka/piyasa yakınlaşması ve iş birliğine ihtiyaç vardır.<br />
46 M‹MAR VE MÜHEND‹S
DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE<br />
PROJE-FİNANSMAN<br />
GÜNÜMÜZDE “AKIL TERİ” ÇOK ÖNLERE ÇIKMIŞTIR. NE ÜRETİRSEK ÜRETELİM,<br />
HEDEFİMİZ, UFKUMUZ DIŞ PAZARLAR, DÜNYA OLMALI. “EN MAKBUL İNSAN<br />
ÜRETEN İNSANDIR” ANLAYIŞIYLA DÜŞÜNECEK OLURSAK, DÜNYA MÜTHİŞ BİR<br />
PAZAR VE BUGÜN 6,5 MİLYAR İNSANA ÇOK KISA ZAMANDA ULAŞABİLİYORUZ.<br />
TİCARET VE ÜRETİMİ BİR HAYAT TARZI HALİNE GETİREN İŞADAMLARININ<br />
ÇOĞUNUN KOLTUĞUNDA DOĞAL OLARAK ARTIK YÜKSEK TAHSİL YAPMIŞ,<br />
YURTDIŞINDA EĞİTİM GÖRMÜŞ GENÇLER OTURUYOR.<br />
Osman ŞAHBAZ<br />
Makina Mühendisi ve<br />
Sanayici-İşadamı<br />
Fikir var para yok sanılır. Aslında günümüz dünyasında<br />
para fazlasıyla var üretken, gerçekçi<br />
ve uygulanabilir fikir az veya yok gibidir. Eğer<br />
öyle olmasaydı, bankalar, finans kuruluşları ellerindeki<br />
parayı satacak güvenli bir yer, fizıbıl (feasible )<br />
proje ararlar mıydı?<br />
Ticaretin esası alışverişe, müteşebbisliğe ve sermaye<br />
kullanımına dayanır. “Allah alış-verişi helâl, faizi<br />
haram kılmıştır”. “Ticari zeka, çalışkanlık ve üretim<br />
gücü” gibi faktörlerin önemli rol oynadığı günümüzde<br />
asıl dikkat çeken unsurlar yani toplumun kendine<br />
has özellikleri, kadim gelenek ve değerler çok<br />
çok önemlidir.<br />
Bugün “cesaret, girişimcilik ve tasarruf” olarak<br />
özetlenebilecek yükselen ekonomik kalkınma modeli<br />
ve günümüzde yaşanması gereken inkişâfı gözler<br />
önünde durmaktadır. Türklerin Anadolu'da bin<br />
yıldan beri varlıklarını sürdürmelerindeki sır Ahilik<br />
anlayışı içerisinde bu değerlere saygı göstermeleridir.<br />
İş hayatımızdaki motivasyonu çocukluğumuzda aldığımız<br />
terbiye ve alışkanlıklarımız oluşturuyor. Bunlardan<br />
bir tanesi de belki de en önceliklisi, sosyal<br />
hayatımızdaki ilişkilerimiz ve sürekliliğidir. İşte güzel<br />
bir Latin atasözü “Taşı delen, suyun kuvveti değil<br />
damlaların sürekliliğidir.” Ahilik tüm bu değerleri<br />
kaynaştıran ve hayata geçirilmesini sağlayan bir anlayıştır.<br />
Ahilik anlayışı, toplumda yaşayan fertleri birbirine<br />
yakınlaşması ve aralarında dayanışma kurulmasını<br />
sağlamaktır.<br />
Yaşadığımız 21. yy’da Ahilik'in ahlak ve çalışmaya ait<br />
prensipleri kısaca Ahilik felsefesi, dünyamızda gelişen<br />
toplumların şablonu olacaktır. Bu düşünce çok<br />
özelliği olan bir görüş değildir. Günümüzde nasıl ki<br />
kalkınmış birçok ülkede Ahilik prensiplerinin yansımalarını<br />
görüyorsak, yarın da ilerlemiş toplumların<br />
yükselmesinde Ahilik ilkelerinin önemli rol oynadığı<br />
görülecektir. Bulunduğumuz ortamda her dönem<br />
varlıklarını sürdüren bilge ve hatırlı insanlar olmuştur.<br />
Gelişen dünya buna ombudsmanlık diyor.<br />
Bunlar aile içi anlaşmazlıklardan tutun da iş ortaklıklarında<br />
çıkan sorunlar kadar her meseleye müdahil<br />
olmalıdır. Böylece birçok konu mahkeme sürecine<br />
taşınmadan çözümlenmelidir.<br />
Yüzyıllardır yaşatılan ve toplumun gündemindeki konuların<br />
ele alındığı buluşmalar “Sivil Toplum Örgütleri”<br />
olarak günümüzde adlandırılıyor. Gençlerin<br />
yaptıkları işlerde sebatlı olması çok önemlidir. Sebat<br />
ederek, bulunduğunuz konumu hak eder, hazmedersiniz.<br />
Tepeden inmeler vardır, oldukları yerde kalırlar,<br />
ilerleyemezler.<br />
Hayatın içerisinde çok iş değiştirmek önceleri avantaj<br />
gibi görünse de, sonrasında hızlı iniş yaşanır. Bilgi,<br />
kalite ve istikrar hayatın içerisindeki her organizasyonumuzda<br />
olmazsa olmazımız olmalı. “STK”<br />
dediğimiz kurumlar aslında, gündüz çalışan insanların<br />
daha sıcak ve rahat ortamlarda bir araya geldiği,<br />
ortak hedefler koyduğu, değerlendirmeler yaptığı,<br />
sohbet edebildikleri buluşmalardır, ortamlardır.<br />
Çalışanlar, işadamları, şehrin yerel yöneticileri, bayanlar,<br />
gençler toplumun her kesiminden insanlar,<br />
kendi yaş ve kültür grubuna uygun gruplar oluşturup<br />
periyodik olarak bir araya gelinmesinin toplumu da<br />
terbiye edici etkisi olacaktır. Özellikle işadamlarının<br />
“tasarruf” anlayışı da yerleşmiş olmalıdır.<br />
Mesai saatleri içindeki ast-üst, memur-amir ilişkisi<br />
bu ortamda olmayacaktır ama saygı sevgi her zaman<br />
olacaktır. Herkes rahatlıkla fikrini beyan edebilecektir.<br />
Birlikte hareket edebilme yeteneği olan kişiler<br />
başarılı, üreten ve marka insan haline gele-<br />
48 M‹MAR VE MÜHEND‹S
ceklerdir. Merhum N. F. Kısakürek'in dediği gibi<br />
“Tomurcuk derdinde olmayan ağaç, odundur.” anlayışı<br />
içerisinde hep üreten pozisyonunda olmalıyız.<br />
Allah Elçisi’nin, ticaret yapanlara ilişkin öğütlerinden<br />
bazıları da şöyledir: “Sözü ve muamelesi doğru<br />
tüccar, kıyamet gününde arşın gölgesi altındadır.”<br />
En büyük sıkıntılarımızdan birisi de ortaklık kültürümüzün<br />
zayıf olması. Küçük olsun benim olsun anlayışı<br />
çok yaygındır. Halbuki bizim kadim kültürümüzde<br />
“birlikte bereket, ayrılıkta azap vardır” denir. Yine<br />
iki hadiste şöyle buyrulur: “İki ortak birbirine hıyanet<br />
etmediği sürece, üçüncüsü benim. Eğer onlar birbirine<br />
hıyanet ederlerse ben aralarından çekilirim.”<br />
“Allah’ın kudret eli, ortaklar birbirine hıyanet etmediği<br />
sürece, onların üzerindedir.”<br />
Çok ortaklı yapılaşmalarda dikkati çeken husus, ortaklar<br />
arasındaki uyum ve uzlaşma. Aslında ortaklıkların<br />
uzun soluklu sürmesi toplum ve kişilerin terbiyesi<br />
açısından da çok ehemmiyetlidir. Gittikçe büyüyen<br />
yapılar bir noktadan sonra, kurucular arasında<br />
paylaşılırken bile bir anlaşmazlık yaşanmamalı.<br />
Fransa'da, otoriter yapıyı yumuşatmak ve yönetimle<br />
vatandaş arasındaki ilişkileri iyileştirmek üzere 22 yıl<br />
önce kurulan "Ombudsmanlık" kurumu Avrupa Birliği<br />
anlaşmasında da ele alınmıştır. Uzlaşma kültürü,<br />
kendini yerel organların yönetimlerinde de göstermeli<br />
ki enerjimizi boşa harcamamış olalım. Şirketler<br />
farklılaşsa da, eski ortakların birbirlerine verdikleri<br />
destek sürmeli. ‘Vahşi Kapitalizm’ yerine,<br />
sosyal unsurların güçlü yaşandığı bir iş dünyası, insanın<br />
başarılı olmasında etken olacaktır. İş ortamında<br />
rekabet edenler, dernek, kulüp, vakıf gibi ortamlarda<br />
bir araya gelerek dertleşebilmelidirler.<br />
Dikkat edilmesi gereken, bütün yoğunluklarına rağmen<br />
işadamlarımızın bu tür toplantılara düzenli olarak<br />
devam etmeleridir. Değişim ve günün teknik<br />
şartları gözardı edilmemelidir. Hz. Ömer’in halife<br />
olunca şöyle bir bilgilendirme seferberliği başlattığı<br />
görülür. Onun bütün yöneticilere yayınladığı ilk ticaret<br />
genelgesi şöyledir: “İslâm’a göre, kendi ticaretiyle<br />
ilgili hükümleri bilmeyen kimse, bizim çarşı ve pazarlarımızda<br />
alışveriş yapmasın. Çünkü bilmeme yüzünden<br />
faize düşebilir.” İnsanımızı da bilgi ve ilim ile<br />
donatmalıyız. Yine hoş bir sözü Benjamin Franklin<br />
söylemiş “boş bir çuval dik durmaz.”<br />
“Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığınız<br />
zaman hemen Allah’ı anmaya (namaza) koşun ve<br />
alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha<br />
hayırlıdır. Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın<br />
ve Allah’ın fazlından rızkınızı arayın. Allah’ı çok anın<br />
ki kurtuluşa eresiniz.” Genellikle az da olsa dostlarımızdan<br />
destek bekleriz, çalışkan, kabiliyetli insana<br />
hep ne deriz? “Akla ve paraya ihtiyacı yok.” Çünkü<br />
eğitilmiş, terbiye edilmiş insanların ellerindeki altın<br />
bilezik “sanat, ticari kabiliyet” onların her zaman<br />
önünü açmıştır. Geçmişten beri alın teri kutsaldır,<br />
çok önemlidir.<br />
Ancak günümüzde “akıl teri” çok önlere çıkmıştır.<br />
Ne üretirsek üretelim, hedefimiz, ufkumuz dış pazarlar,<br />
dünya olmalı. “En makbul insan üreten insandır''<br />
anlayışıyla düşünecek olursak, dünya müthiş<br />
bir pazar ve bugün 6,5 milyar insana çok kısa zamanda<br />
ulaşabiliyoruz. Ticaret ve üretimi bir hayat<br />
tarzı haline getiren işadamlarının çoğunun koltuğunda<br />
doğal olarak artık yüksek tahsil yapmış, yurtdışında<br />
eğitim görmüş gençler oturuyor.<br />
Herkes zengin olmak istiyor. Bunun da tek ilacı var,<br />
o da girişimcilikten ve sebat etmekten geçiyor. Dünyanın<br />
günümüzde buna çok ihtiyacı var. Ülkelerin<br />
zenginliği girişimcilerinin sayısına bağlıdır. Allah’ın<br />
Yönetimin ve<br />
yöneticinin en temel<br />
idarî görevi, ilişki<br />
yönetimidir. Liderlik<br />
performans<br />
kriterlerimizin arasına<br />
“personel gelişim<br />
endeksi” ilave etmeli,<br />
her yıl personelimizi<br />
gerek hayat bilgisi, ulvi<br />
değerler ve gerekse<br />
teknik beceriler<br />
alanında ne kadar<br />
geliştirdiğimizi kontrol<br />
etmeliyiz.<br />
MART-N‹SAN 2011 49
DOSYA: F‹NANSMAN<br />
Tüm piyasalar için<br />
inorganik büyüme<br />
önemlidir. Evyap’ın,<br />
Gibbs markasını<br />
uluslararası bir<br />
firmadan satın alıp<br />
bünyesine katması da<br />
inorganik büyüme<br />
alanında yapılmış bir<br />
girişimdir. İş hayatında<br />
sanayicinin çıkarı, aynı<br />
zamanda milletin çıkarı<br />
ve istihdam demektir.<br />
Elçisi’ne en üstün kazancın hangisi olduğu sorulunca<br />
şöyle cevap vermiştir: “Kişinin elinin emeği ve<br />
mebrur alışveriştir.”<br />
Varislerin şirkete adaptasyonu, çocukluktan başlayan<br />
bir süreçtir. Genellikle ilk adım, küçüklükten itibaren<br />
babasıyla beraber şirkette bulunması, tecrübe<br />
kazanmasının başlangıcıdır. Ya şirketi yoksa vergi<br />
mükellefi değilse girişimciliğe nereden başlayacak?<br />
İşte bu noktada dünyadaki yeni girişimcilerin,<br />
farklı fikirleriyle öne çıktıklarına şahidiz. Aslında şirketlerle<br />
beraber büyüyen kişiler, daha öncelikli hayata<br />
başlangıç yapıyorlar. Şirketten eve taşınan konular,<br />
daha çocuk yaşlarda onları işe hazırlamış<br />
oluyor. Elbette tepeden inme bir yöneticilikten bahsetmiyoruz.<br />
Günümüzde büyük işletmelerde işler biraz daha<br />
farklı yol alıyor. Mevcut işlerin büyük ölçekli olduğu,<br />
kredilerin projeye bağlı olarak da alınabildiği, kurumsallaşmış<br />
iş yapılarında ise inorganik veya yatay<br />
büyüme geçerli oluyor. Bu şirketlerde ortaklık anlayışının<br />
ve hukuki sözleşmelerin geçerli olduğunu<br />
gözlemliyoruz. Gelişim, büyüme uzun dönemli hesaplanıyor,<br />
planlanıyor. İşi geliştirmeye yeni ürün<br />
üretimine dönük Ar-Ge çalışmaları yapılıyor.<br />
Hz. Peygamber (SAV) de zaman zaman ihtiyaç yüzünden<br />
borçlanmıştır. Mesela, bir Yahudî’den veresiye<br />
yiyecek satın almış ve zırhını rehin olarak bırakmıştır.<br />
Yatay büyümede, büyük ölçekli firmalar işlerini büyütecek<br />
yapılanmayı, verdikleri hizmetin yelpazesini<br />
genişletecek yeni işleri sorumluluk alanlarına katmayı<br />
ve mevcut müşterilerine daha geniş hizmeti<br />
tek elden vermeyi amaçlıyor. Bunu sağlamak için de<br />
hisse satın alma, ortak olma ile kâr etmekte zorlanan<br />
şirketleri bünyelerine alıyorlar.<br />
Genellikle günümüzde şirketler kendi kapasitelerini<br />
artırarak büyümeyi tercih ediyorlar. Önümüzdeki<br />
dönemde de eğilimin bu yönde devam edeceğini inanıyoruz.<br />
Şirketlerin birbirini satın alarak aynı konu<br />
üzerinde büyüyerek devam etmeleri, organik büyümedir.<br />
Üreticilerimiz de yeni teknolojiler için farklı<br />
arayışlar içindeler. Günümüzde yatırım tutarları çok<br />
büyük. Firmalar yeni teknolojiye yeni ortakla girme<br />
arayışındalar.<br />
Günümüzde şirketlerin organik büyüme stratejileri<br />
uygulayarak büyümeleri çok daha mümkündür. Halihazırda<br />
birçok ürün piyasada var olmasına rağmen,<br />
imalatçı şirketler yepyeni ürünlerle tüketicilerinin<br />
karşılarına çıkıyor. Bazı ürünlerde de artan talebe<br />
cevap vermek için kapasite artırımına gidiliyor, tüketicilerin<br />
değişen istek ve talepleri doğrultusunda<br />
ürün portföyü genişletiliyor.<br />
Tüm piyasalar için inorganik büyüme önemlidir. Evyap’ın,<br />
Gibbs markasını uluslararası bir firmadan<br />
satın alıp bünyesine katması da inorganik büyüme<br />
alanında yapılmış bir girişimdir. İş hayatında sanayicinin<br />
çıkarı, aynı zamanda milletin çıkarı ve istihdam<br />
demektir. Önce yatay büyüme olmalıdır, sonra<br />
dikey büyümeye geçmek istikrar ve uzun soluklu olmanın<br />
gereğidir. Yatay büyüme toprağa tohum ekmek,<br />
dikey büyüme ise bitkinin fidan halini almasıdır.<br />
Allah (cc) şöyle buyurur, “Ey iman edenler! Mallarınızı<br />
aranızda batıl yollarla yemeyiniz. Ancak, karşılıklı<br />
rızaya dayanan ticaret bunun dışındadır.”<br />
Evet, ticarette ve girişimcilikte cesur olmalıyız. Bu<br />
cesaretimizi bilgiden, tecrübelerden ve ticari ahlaktan<br />
almalıyız. Risk alamayanlar ve korkaklar girişimci<br />
olamaz.<br />
50 M‹MAR VE MÜHEND‹S
FİNANSAL YÖNETİM<br />
Prof. Dr.<br />
Ahmet İNCEKARA<br />
İ. Ü. İktisat Fakültesi<br />
İktisat Politikası<br />
Anabilim Dalı<br />
Başkanı<br />
FİNANS, İŞLETMENİN GEREKSİNİM DUYDUĞU FONLARIN EN UYGUN KOŞULLARDA ELE<br />
GEÇİRİLMESİ VE ELE GEÇİRİLEN FONLARIN EN ETKİN KULLANIMININ SAĞLANMASIDIR.<br />
1950’Lİ YILLARA KADAR, FİNANSIN FON BULMA FONKSİYONU ÖN PLANDAYKEN, BU<br />
TARİHTEN SONRA, FONLARIN KULLANIMI DAHA FAZLA ÖNEM KAZANMIŞTIR.<br />
Bileşik faiz hesaplamalarının, yaklaşık İ.Ö.<br />
1800 yıllarında, Babil Krallığı’nda, Hammurabi<br />
Yasaları’yla düzenlendiği tahmin edilmektedir.<br />
İlk opsiyon sözleşmesi, İ.Ö. 1000 yıllarında,<br />
Filozof Thales tarafından satın alınmıştır. Uluslararası<br />
bankacılığın kökleri 15. yüzyıla kadar uzamaktadır.<br />
Bugünkü anlamda ilk anonim şirket ise<br />
(East India Company), 1599 yılında İngiltere’de kurulmuştur.<br />
Günümüzde halen faaliyetini sürdüren<br />
bir başka A.Ş., (Hudson’s Bay) 1670 yılında Kanada’da<br />
kurulmuştur. ABD’de 1690 yılında, ilk kağıt<br />
para ihracı gerçekleştirilmiştir. İlk menkul kıymet<br />
ihraçları ise, 1720 yılında gerçekleşmiş ve günümüzün<br />
en büyük borsası olan New York Borsası (NYSE),<br />
1792 yılında kurulmuştur.<br />
Finansal yönetimin fonksiyonları; finansal analiz, finansal<br />
planlama, finansal denetim, fonların sağlanması<br />
ve fonların yatırımıdır. Finansal analiz, işletmenin<br />
finansal tablolarından yararlanarak, mevcut durumunun<br />
değerlendirilmesi ve geleceğe ilişkin tahminlerin<br />
yapılmasıdır. Finansal planlama, işletmenin<br />
faaliyeti sırasında ortaya çıkacak her türlü fon giriş<br />
ve çıkışının önceden planlanmasıdır. Finansal denetim<br />
ise finansal planlama ile uygulamaların karşılaştırılması<br />
ve sapma varsa düzeltici önlemlerin<br />
alınmasıdır. Fonların sağlanmasında ise işletmenin<br />
ihtiyaç duyduğu fonlar, zamanında ve en uygun koşullarla<br />
sağlanmaktadır. Fonların yatırımı fonksiyonunda,<br />
işletmedeki fonların, beklenen gelir ve risk<br />
göz önünde bulundurularak ve işletme amaçlarına<br />
en uygun şekilde menkul kıymetlere, alacaklara,<br />
stoklara veya duran varlıklara yatırılmasıdır.<br />
F‹NANSMAN YÖNET‹M‹N‹N ÖNEM‹<br />
Finansman yönetimi 1950’li yılların başlarından itibaren<br />
organizasyonların yönetimindeki önemi giderek<br />
artmıştır. Finansal yönetim yalnızca fonların temini<br />
olmaktan çıkmış, bu fonların kullanılması, değerlendirilmesi<br />
ve firma değerinin yükseltilmesini<br />
dikkate almaya başlamıştır. Finansal yönetim varlıkların<br />
temin edilmesi, finansmanı ve yönetimi ile ilgilenir.<br />
Finansal yönetimin temel amacı işletmenin<br />
değerini azami seviyeye çıkaracak kararlar almasıdır.<br />
İşletmenin bu amaca nasıl ulaşacağını ortaya<br />
koyar. Bir diğer finansal amaç da likiditeye dönük<br />
amaçlardır. Bunlar da sürekli ödeyebilme olanağının<br />
var olması, ödemelerin vadeleri ile uyumlu gerçekleştirilmesi<br />
ve genel bir finansman dengesinin<br />
tutturulmasıdır. Finansal amaçların parasal olmayan<br />
kısmında firmanın çeşitli çıkar grupları ve firmaya<br />
düzenli likidite akışı sağlayacak bankalar ile düzenli<br />
ilişkiler içinde bulunma zorunluluğunda olmasıdır.<br />
Firmanın kredi değerliliği, uygun kredi sağlayabilmesi<br />
ve sermaye yapısını koruma gerekliliği parasal<br />
olmayan finansal amaçlar arasında sayılabilir.<br />
Finans yönetiminin işlevleri uygun sermaye kaynaklarının<br />
tedarik edilerek rasyonel şekilde yatırımlara<br />
aktarımını kapsamaktadır. Rekabetin oldukça yüksek<br />
olduğu günümüzün küresel ekonomisinde işletmeler<br />
açısından mevcut olan bütün kaynakların en<br />
uygun şekilde değerlendirilmesi büyük önem taşımaktadır.<br />
Bu yüzden, finans yönetimi finansman ve<br />
yatırım olmak üzere 2 ana yönetim dalına ayrılır. Günümüzde<br />
işletmelerin hızla büyümesi ve finansal<br />
yatırım seçeneklerinin sayıca ve hacimce önemli seviyede<br />
artması sebebiyle bir finans uzmanı firmanın<br />
tüm finans yönetiminden daha ziyade bir alt biriminden<br />
sorumlu olabilmektedir. Günümüz koşullarında<br />
küreselleşmiş olan dünya ekonomileri tarihin hiç<br />
bir döneminde olmadığı kadar birbirine entegre olmuşlardır.<br />
Dünyanın herhangi bir yerinde meydana<br />
gelen ekonomik dalgalanma okyanus ötesindeki bir<br />
başka ekonomiyi olumsuz etkileyebilmekte hatta<br />
krizlere yol açabilmektedir. Artık işletmelerin sahip<br />
olması gereken vizyon yerel öngörü ve düşüncelerden<br />
ziyade küresel ölçekte ve standartlarda profesyonellik<br />
anlayışı ile yönetilmeyi gerektirmektedir.<br />
Limitli olan işletme kaynaklarından minimum risk<br />
ile maksimum kar elde etmek finans yönetiminin<br />
öncelikli hedefidir.<br />
Kaynakça:<br />
1. Nurhan Aydin, Metin Çoflkun,Hasan Bakir,Ali Ceylan, Mehmet Baflar,Editör<br />
Nurhan Aydin, Finansal Yönetim, Anadolu Üniversitesi Yay›-<br />
n› No: 1465, Açikö¤retim Fakültesi Yay›n› No: 779, Eskiflehir, 2004, s.3<br />
2. Erdo¤an Oral, “Finansal Yönetim, Sermaye Piyasas› Faaliyetleri”,<br />
Ekim 2009<br />
MART-N‹SAN 2011 51
DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE<br />
PROJE YÖNETİMİ<br />
PROJELERİN HAYAT GEÇİRİLEBİLMESİ FİNANSAL KAYNAKLAR (BÜTÇE) VE ZAMANIN<br />
VERİMLİ OLARAK KULLANILMASINA BAĞLIDIR. DİĞER ÇEVRESEL FAKTÖRLERLE BİRLİKTE<br />
PROJENİN UYGULANMASI SIRASINDA KARŞILAŞILABİLECEK EN ÖNEMLİ ENGEL FİNANSAL<br />
PROBLEMLERDİR. PROJE FİNANSMANINDA YAŞANAN SIKINTILAR TÜM PROJENİN<br />
BAŞARISIZLIKLA SONUÇLANMASINI KAÇINILMAZ KILACAKTIR. BU NEDENLE FİNANSAL<br />
KAYNAKLARIN PLANLAMASI DİKKATLİ ŞEKİLDE YAPILMALIDIR.<br />
Prof. Dr.<br />
Ahmet İNCEKARA<br />
İ. Ü. İktisat Fakültesi<br />
İktisat Politikası<br />
Anabilim Dalı<br />
Başkanı<br />
Proje yönetiminin metot, araç ve uygulamalarının<br />
ilk kez M.Ö 1. yy’da kullanılmaya başlandığı<br />
varsayılmaktadır. Günümüzdeki modern<br />
kullanımı ise ticari işletmeler ve organizasyonlar<br />
tarafından aktif olarak 1950’li yıllarda kompleks<br />
mühendislik projelerinde sistematik olarak uygulanmaya<br />
başlamıştır. Gelişen teknolojik olanaklar<br />
kısa zaman önce hayal olarak nitelendirilen projelerin<br />
hayata geçirilmesine olanak sağlamaktadır. Proje<br />
yönetimini giderek önemi artan bir uzmanlık alanı<br />
haline getirmiştir. Dünyanın farklı bölgelerinde<br />
başarı ile uygulanan pek çok devasa proje, zamanla<br />
daha karmaşık bir yapıya bürünen yeni projelerin<br />
başarılı şekilde uygulanabilmesi için proje yönetimindeki<br />
istihdam ihtiyacını arttırmaktadır. Gelişmiş<br />
ülkelerde yüksek öğretimde faaliyet gösteren pek<br />
çok kurum yüksek lisans ve doktora programları<br />
açarak bu alandaki istihdam ihtiyacını cevap vermeye<br />
çalışmaktadır. Öğrencilerin proje yönetimi uzmanlık<br />
programlarına olan ilgisi her geçen gün artarak<br />
devam etmektedir.<br />
Nihai sonuç elde edildiğinde fayda sağlaması ya da<br />
katma değer üretmesi arzu edilerek özgün bir servis,<br />
ürün ya da marjinal sonuca ulaşmak için harcanan<br />
geçici emek, dizayn ve çalışmaların tümüne<br />
proje denir. Projelerde göze çarpan genel özellik nihai<br />
sonuçların elde edilmesi kesinlik taşımamaktadır.<br />
Bu nedenle başlangıç anından nihai sonuca kadar<br />
olan süreç geçici olarak kabul edilmektedir.<br />
Projeler uygulanmaya başlandığında nihai ürün ve<br />
sonuçları bakımından sosyal, ekonomik ve çevresel<br />
faktörlerden etkilenebilmekte ve aynı oranda sonuçları<br />
itibarı ile toplumu etkileyebilmektedir. Proje<br />
yönetimi doğası gereği fonksiyonel ve dinamik bir<br />
uzmanlık alanıdır ve ağırlıklı olarak mühendislik bilimlerinde<br />
etkin kullanıma sahiptir. Proje yönetimi,<br />
merkezi ABD’de bulunan Proje Yönetim Enstitüsü<br />
tarafından yapılan genel kabul gören tanımı, özgün<br />
bir sonucu hedefleyen projelerin başarılı bir şekilde<br />
uygulamaya konularak, nihai sonucu ve faydayı elde<br />
etmek maksadıyla mevcut kaynakların planlı, organize<br />
ve güvenli şekilde yönetilmesi olarak yapılmıştır.<br />
Proje yönetimini genel olarak süreci başlatma,<br />
planlama, uygulama, kontrol ve süreci sonlandırma<br />
olarak 5 aşamayı kapsamaktadır. Sürecin başlangıç<br />
aşaması projeye onay verilerek uygulamaya konulmasıdır.<br />
Planlama aşaması ise hedeflenen nihai<br />
amacın belirginleştirilerek, gerekli düzenlemeler<br />
gözden geçirildikten sonra sonuca ulaşmak için<br />
mevcut en uygun alternatiflerden seçim yapılarak<br />
sağlıklı bir planlanmanın gerçekleştirilmesidir.<br />
Planlama aşamasını takip eden süreç ise uygulama<br />
aşamasıdır. Uygulama aşaması projeyi hayata geçirmek<br />
için eldeki mevcut kaynakların özellikle insan<br />
gücü faktörünün koordine edilerek planlama<br />
sürecinde kararlaştırılan proje hedeflerinin sağlıklı<br />
olarak uygulamaya konulması ve bu süreçte karşılaşılan<br />
çevresel değişkenlerin dikkate alınarak düzenli<br />
kontrolü, takibi ve nihai sonuçların ölçümünün<br />
kontrol sürecinde etkin olarak gerçekleştirilmesidir.<br />
Kontrol aşaması üzerinde titiz ve yoğun çalışma<br />
gerektiren, projenin yürütülmesinde ve başarıya<br />
52 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Bafllangݍ<br />
Süresi<br />
Planlama<br />
Süresi<br />
Kontrol<br />
Süresi<br />
Uygulama<br />
Süresi<br />
Oklar bilgi ak›fl›n›<br />
temsil etmektedir<br />
Kapan›fl<br />
Süresi<br />
ulaşmasındaki önemli aşamaların başında gelmektedir.<br />
Projenin eldeki mevcut kaynakları etkin bir şekilde<br />
kullanarak tamamlanmasını takiben gerekli<br />
kabul ve onayın alınması için formüle etme aşaması<br />
süreci sonlandırma aşamasıdır. Final aşaması<br />
olan sonlandırma aşaması, projenin ürün ve katma<br />
değerlerinin etkin olarak değerlendirilebilmesine<br />
olanak tanımaktadır.<br />
Projelerin hayata geçirilebilmesi finansal kaynaklar<br />
(bütçe) ve zamanın verimli olarak kullanılmasına<br />
bağlıdır. Diğer çevresel faktörlerle birlikte projenin<br />
uygulanması sırasında karşılaşılabilecek en önemli<br />
engel finansal problemlerdir. Proje finansmanında<br />
yaşanan sıkıntılar tüm projenin başarısızlıkla sonuçlanmasını<br />
kaçınılmaz kılacaktır. Bu nedenle finansal<br />
kaynakların planlaması dikkatli şekilde yapılmalıdır.<br />
Proje yönetimini standartlaştırmak için dünya genelinde<br />
çeşitli çalışmalar yürütülmüştür. Standartlaştırma<br />
çalışmaları bölgelere göre farklılık gösterebilmekle<br />
birlikte genel kabul görenleri arasında; yazılım<br />
mühendisliği enstitüsü tarafından geliştirilen<br />
Yeterli Kapasite Modeli (Capability Maturity Model)<br />
ve Takım Yazılım Süreci (Team Software Process);<br />
GAPPS olarak bilinen Küresel Proje Performans<br />
Standartları Birliği (Global Alliance for Project Performance<br />
Standards); ISO 9000 ve ISO 10006 örnek<br />
gösterilebilir. Standartlaştırma, ülkelerin kendi iç<br />
tercihi her ülkenin kendi yerel koşullarının küreselleşerek<br />
hızla büyüyen dünya ekonomisi toplumları<br />
iktisadi ve finansal olarak birbirine entegre etmektedir.<br />
2008 yılında yaşanan küresel finansal krize<br />
rağmen günümüzde faaliyete geçirilmesi arzulanan<br />
pek çok dev proje bulunmaktadır. Özellikle son 10<br />
yılda ülkemizde dünya ekonomisindeki gelişmelere<br />
paralel olarak hızlı bir ekonomik büyüme sağlanmıştır.<br />
Bu ekonomik gelişmeler beraberinde dev<br />
projelerin gündeme gelmesini sağlamış ve pek çok<br />
proje ülkemizde hayat geçirilmiştir. Gelecekteki<br />
projelerin hayat geçirilmesi ve başarılı bir şekilde<br />
uygulanabilmeleri proje yönetiminde uzmanlaşmayı<br />
gerektirmektedir. Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomilerde<br />
proje yönetimindeki ihtiyaç duydukları<br />
uzmanların yetiştirilmesi yüksek öğrenim kurumlarının<br />
öncelikleri arasında olmalıdır.<br />
Kaynakça:<br />
1- Young-Hoon Kwak (2005). "A brief history of Project Management".<br />
In: The story of managing projects. Elias G. Carayannis et al.<br />
(9 eds), Greenwood Publishing Group, 2005.<br />
2- Project Management Institue, “A Guide to Project Management<br />
Body of Knowledge”, Fourth Edition, PA USA, 2008, sayfa 5<br />
3- Project Management Institue “Project Management-Experience<br />
and Knowledge Self-Assessment Manual” , PA USA, 2000, sayfa 5<br />
4- Library of Congress Cataloging-in-Publication Data “The PMI<br />
Project Management Fact Book”, Second Edition, , PA USA, 2001,<br />
sayfa 8<br />
5- Library of Congress Cataloging-in-Publication Data “The PMI<br />
Project Management Fact Book”, Second Edition, , PA USA, 2001,<br />
sayfa 9<br />
6- Williams, Meri, “The Principles of Project Management”, First<br />
Edition, SitePoint Pty. Ltd. 2008<br />
Proje yönetimi,<br />
merkezi ABD’de<br />
bulunan Proje Yönetim<br />
Enstitüsü tarafından<br />
yapılan genel kabul<br />
gören tanımı, özgün bir<br />
sonucu hedefleyen<br />
projelerin başarılı bir<br />
şekilde uygulamaya<br />
konularak, nihai<br />
sonucu ve faydayı elde<br />
etmek maksadıyla<br />
mevcut kaynakların<br />
planlı, organize ve<br />
güvenli şekilde<br />
yönetilmesi olarak<br />
yapılmıştır<br />
MART-N‹SAN 2011 53
DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE<br />
KALKINMA AJANSLARI<br />
MALİ DESTEK SİSTEMİ<br />
KALKINMA AJANSLARI, SORUMLU OLDUKLARI BÖLGENİN EKONOMİK VE SOSYAL<br />
KALKINMA SÜRECİNİN HIZLANDIRILMASI, SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR YAPIYA KAVUŞMASI VE<br />
BÖLGE İÇİN KRİTİK ÖNEME SAHİP FAALİYETLERİN HAYATA GEÇİRİLMESİ AMACIYLA<br />
ÖNCEDEN BELİRLENMİŞ UYGUNLUK KRİTERLERİ DOĞRULTUSUNDA; BÖLGE PLANI VE<br />
PROGRAMLARI İLE YILLIK ÇALIŞMA PROGRAMI VE İLGİLİ BAŞVURU REHBERLERİNDE<br />
BELİRLENEN ALANLARDA BÖLGE PAYDAŞLARINA MALİ VE TEKNİK DESTEK SAĞLAYABİLİR.<br />
Doç. Dr. Abdülmecit<br />
KARATAŞ<br />
İstanbul Kalkınma<br />
Ajansı Genel<br />
Sekreteri<br />
54 M‹MAR VE MÜHEND‹S<br />
Kalkınma Ajansları tarafından kamu kurum ve<br />
kuruluşlarına, sivil toplum kuruluşlarına ve<br />
diğer gerçek veya tüzel kişilere sağlanacak<br />
mali desteklerin niteliği ile bunların yönetimi ve kullandırılmasına<br />
ilişkin hususlar Kalkınma Ajansları<br />
Proje ve Faaliyet Destekleme Yönetmeliği ve Kalkınma<br />
Ajansları Destek Yönetimi Kılavuzu tarafından<br />
düzenlenmiştir. Ajanslar yönetmelikte belirtilen istisnalar<br />
dışında, hiçbir kişi, kurum veya kuruluşa<br />
doğrudan destek sağlayamazlar.<br />
Ajanslar tarafından uygulanacak mali destek türleri<br />
şunlardır:<br />
1) Doğrudan finansman desteği<br />
2) Faiz desteği<br />
3) Faizsiz kredi desteği<br />
Doğrudan finansman desteği, ajansın esas itibarıyla<br />
proje teklif çağrısı yöntemiyle kullandırdığı desteklerden<br />
oluşur. Ancak ajans istisnai olarak, proje teklif<br />
çağrısı yapmaksızın ve proje hazırlığı konusundaki<br />
yükümlülüklerinden bazılarını hafifletmek veya<br />
proje hazırlık sürecini doğrudan yönetmek suretiyle,<br />
doğrudan faaliyet desteği ve güdümlü proje desteği<br />
şeklinde de doğrudan destek sağlayabilir.<br />
Proje teklif çağrısı yöntemi ise belirli bir mali destek<br />
programı kapsamında, nitelikleri net bir şekilde belirlenmiş<br />
olan potansiyel başvuru sahiplerinin, önceden<br />
belirlenen konu ve koşullara uygun olarak<br />
proje teklifi sunmaya davet edilmesidir. Ajansın,<br />
özel işletmelerin, sivil toplum kuruluşlarının, kamu<br />
kurumlarının, üniversitelerin, yerel yönetimlerin,<br />
kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarının ve<br />
diğer gerçek ve tüzel kişilerin proje ve faaliyetlerine<br />
mali destek sağlaması mümkündür. Başvuru sahipleri<br />
için uygunluk kriterleri, her bir mali destek<br />
programının amaç ve önceliklerine bağlı olarak<br />
farklılık gösterebilir.<br />
Destek sağlanabilecek projeler ilan edilen mali destek<br />
programı özelinde belirlenen hedef ve amaçlar<br />
ile uyumlu olmalıdır. Bununla birlikte önerilen projeler<br />
her koşulda mevzuata uygun olmalı ve programa<br />
ait başvuru rehberinde belirtilen uygun olmayan<br />
proje konularına girmemelidir. Destek programları<br />
kapsamında mali destek almaya hak kazanan projeler<br />
bir yıllık uygulama süresini aşamazlar. Küçük ölçekli<br />
altyapı projeleri için ise, bu süre azami iki yıl<br />
olarak belirlenebilir. Sunulan projeler ajansın faaliyet<br />
gösterdiği bölge sınırları içerisinde gerçekleştirilmelidir.<br />
Ajans tarafından desteklenen projelerde,<br />
proje maliyetlerinin bir bölümü yararlanıcı tarafından<br />
karşılanmalıdır. Bu miktar eş finansman olarak<br />
adlandırılır. Yararlanıcı, proje eş finansmanını, proje<br />
ortaklarından, iştirakçilerden ve/veya üçüncü taraflardan<br />
sağlayacağı nakdi katkılar ile karşılayabilir.<br />
Güdümlü proje desteği, ajansın sağladığı diğer destek<br />
türlerinden farklı olarak doğrudan ajansın belirlediği<br />
bir alanda uygulayıcı kuruluşun tespit edilmesi<br />
ve başvuru yapmak üzere yönlendirilmesi suretiyle<br />
ortaya çıkan destek türüdür. Güdümlü proje desteğinin<br />
amacı, bölgesel gelişmenin hızlandırılması,<br />
bölgenin rekabet edebilirliğinin güçlendirilmesi ve<br />
bölgedeki iş ortamının iyileştirilmesi açısından
önem taşıyan projelere Ajansın öncülük etmesi ve koordinasyonu<br />
üstlenmesiyle gerçekleştirilmesidir.<br />
Güdümlü projenin yürütülmesinde, aynı anda birden fazla kurum<br />
ve kuruluş rol alabilir. Bu durumda kurum ve kuruluşlardan biri<br />
projenin uygulayıcısı olarak tayin edilir. Diğer kurum ve kuruluşlar,<br />
proje uygulayıcısının ortağı olurlar. Güdümlü proje desteklerinde<br />
sadece aşağıdaki kurumlar proje uygulayıcısı olabilir:<br />
Yerel yönetimler, mahalli idare birlikleri, üniversiteler, meslek<br />
okulları, araştırma enstitüleri, kamu kurum ve kuruluşları, kamu<br />
kurumu niteliğinde meslek kuruluşları, organize sanayi bölgeleri,<br />
endüstri bölgeleri, küçük sanayi siteleri, sivil toplum kuruluşları.<br />
Güdümlü Proje Desteği kapsamında, bölgesel gelişmeyi hızlandıracak<br />
ve bölge planlarında ya da saha çalışmaları sonucunda<br />
belirlenen alanlar için; bölgedeki girişimcilik ve yenilikçilik kapasitesini<br />
geliştirecek nitelikteki iş geliştirme merkezleri, teknoparklar,<br />
teknoloji geliştirme merkezleri işletmelerin ortak kullanımına<br />
açık fuar, ticaret merkezi, sergi salonu, laboratuar ve<br />
atölye gibi büyük bütçeli altyapı ve/veya işletme destekleri verilmesi<br />
mümkündür.<br />
Bu faaliyet alanları dışında herhangi bir alanda güdümlü proje<br />
desteği sağlanamaz. Güdümlü proje desteği kapsamında azami<br />
proje süresi 24 aydır.<br />
Doğrudan faaliyet desteği, ajansın yatırım bileşeni içermeyen<br />
planlama, strateji belirleme ve fizibilite benzeri faaliyetlere verdiği<br />
destek türüdür.<br />
Ajans, Bölgenin kalkınması ve rekabet gücü açısından önemli fırsatlardan<br />
yararlanılmasına,<br />
Bölge ekonomisine yönelik tehdit ve risklerin önlenmesinde acil<br />
tedbirlerin alınmasına,<br />
Kritik öneme sahip araştırma ve planlama çalışmalarına,<br />
Bölgenin yenilikçilik ve girişimcilik kapasitesini geliştirmeye yönelik<br />
iş geliştirme merkezleri, teknoloji geliştirme merkezleri,<br />
teknoparklar gibi kuruluşların ve bunların tesislerinin kurulması<br />
amacıyla yapılacak fizibilite benzeri ön çalışmalar gibi bölge<br />
için önemli olabilecek stratejik eylemlerin başlatılmasına ve gerçekleştirilmesine,<br />
Büyük hacimli yatırım kararlarına kısa vadede etki edilmesi ve<br />
yönlendirilmesine katkı sağlayacak olan faaliyetlere, doğrudan<br />
mali destek verebilir.<br />
Ajans tarafından sağlanacak doğrudan faaliyet desteğinden sadece<br />
aşağıdaki kurumların yararlanması mümkündür:<br />
Yerel Yönetimler,<br />
Üniversiteler,<br />
Kamu Kurum ve Kuruluşları,<br />
Kamu Kurumu Niteliğinde Meslek Kuruluşları,<br />
Sivil Toplum Kuruluşları,<br />
Birlikler ve Kooperatifler.<br />
Başvuru sahipleri tek başlarına ya da ortak kuruluşlarla başvuruda<br />
bulunabilirler. Ortaklar da başvuru sahibi ile aynı kriterleri<br />
taşımalıdır. Her ilan dönemi özelinde başvuru sahipleri ve ortaklarla<br />
ilgili sınırlamalar getirilmesi mümkündür.<br />
Faiz desteği, kâr amacı güden gerçek ve tüzel kişilerin ilgili aracı<br />
kuruluş ile Ajans arasında imzalanacak protokolde belirtilen<br />
nitelikteki projeleri için, ilgili aracı kuruluşlardan alacakları krediler<br />
karşılığında ödeyecekleri faiz giderlerinin, Ajans tarafından<br />
karşılanmasını öngören karşılıksız yardımdır.<br />
Faizsiz kredi desteği, ajans tarafından kâr amacı güden gerçek<br />
ve tüzel kişilerin ilgili aracı kuruluş ile Ajans arasında imzalanacak<br />
protokolde belirtilen nitelikteki projeleri için, ilgili aracı kuruluşlar<br />
eliyle kredi verilmesini ve bu mali desteğin Kalkınma<br />
Ajansları Proje ve Faaliyet Destekleme Yönetmeliği ve Kalkınma<br />
Ajansları Destek Yönetimi Kılavuzu’nda belirtilen usul ve esaslar<br />
dahilinde ajans tarafından sağlanan mali desteğin faiz ödenmeksizin<br />
taksitler halinde geri ödenmesine imkan veren karşılıksız<br />
yardımdır.<br />
MART-N‹SAN 2011 55
DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE<br />
TÜRKİYE’DE TEŞVİK VE<br />
DESTEK POLİTİKALARI VE<br />
YARARLANILABİLECEK<br />
DESTEKLER<br />
ÜLKENİN KALKINMA STRATEJİSİ VE İHTİYAÇLARINA YÖNELİK YENİ BİR DÜZENLEMEYE<br />
GİDİLEREK ESKİ TEŞVİK YASASI DEĞİŞTİRİLMİŞ , TEŞVİKLERİN DAHA ADALETLİ VE<br />
ÜLKE İHTİYAÇLARINA CEVAP VERECEK NİTELİKTE DAĞITILMASINA YÖNELİK ADIM<br />
ATILMIŞTIR, “GENEL TEŞVİK SİSTEMİ” YENİLENMİŞ VE KAPSAMI GENİŞLETİLEREK<br />
“SEKTÖREL TEŞVİK SİSTEMİ”NE DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞTÜR.<br />
Ömer SARIOĞLU<br />
Proje Danışmanı<br />
Günümüz dünya ticaretinde her ne kadar serbest piyasa<br />
ekonomisi hâkimse de hiçbir devlet yoktur ki<br />
ekonomiye müdahale etme ihtiyacı duymasın. Sistemin<br />
dinamosu sayılan devletlerde dahi serbest piyasa<br />
belli sınırlar içerisinde “serbest” bırakılmaktadır.<br />
En somut örneği için ABD ve Avrupa Birliği’nin kriz<br />
sürecindeki aktif müdahalelerine bakılabilir.<br />
Devletlerin ekonomileri serbest bırakmama sebepleri<br />
hem sistemin kendi iç dinamiklerinden hem de<br />
ekonomik, sosyal, siyasal vb. kaygılarından ileri gelmektedir.<br />
Piyasalar normal işleyişine bırakıldığında<br />
optimal düzeyde sonuçlar doğurmamakta, bu durumda<br />
devlet yardımları gündeme gelmektedir. Bu<br />
yardımlar hibe, teşvik, kredi, vergi muafiyeti vb. şeklinde<br />
kendini gösterir. Sistemin kendi iç dinamiklerini<br />
bir kenara bırakacak olursak devletlerin büyüme<br />
hedeflerini tutturmaları için aldıkları “ekonomik”<br />
önlemler, genellikle teşvik ve destek politikalarını<br />
şekillendirir. Teşvik ve desteklerle hedeflenen<br />
iyileştirmeler çeşitli alanlarda olabilir; doğal afetler<br />
sonucu oluşan hasarı telafi etme, sosyal alt yapıyı<br />
güçlendirme, ihracatı arttırma, ekonomik istikrarı<br />
sağlama, büyümeyi destekleme, tarım ürünlerini<br />
destekleme, işsizliği azaltma, sanayinin ve ihracat<br />
sektörünün rekabet gücünü arttırma vb.<br />
Türkiye özelinden duruma bakacak olursak 1980’li<br />
yıllarda serbest piyasa ekonomisine tam olarak girişimizle<br />
birlikte ekonomide belli problemler oluşmaya<br />
başlayınca, 1980’li yılların ortalarında “teşvik” politikalarıyla<br />
tanışmış olduk. Artık hükümetler ihracatı,<br />
üretimi, tarımı belli şekillerde yönlendirme ihtiyacı<br />
ile yasal önlemlerin yanında en güçlü müdahale<br />
biçimi olarak “teşvik ve destek” sistemini devreye<br />
almaya başladılar. Bu teşvikler ve desteklerle<br />
belli konularda iyileşme ve kontrollü büyüme hedeflenerek<br />
dünya pazarlarında daha iyi rekabet edebilir,<br />
kendi pazarına yetebilir bir ülke olma yolunda<br />
adımlar atıldı.<br />
Türkiye’de 1980’lerin ortalarında başlayan “teşvik”<br />
sistemi birçok olumlu sonuçlar doğurmasının yanı<br />
sıra bunu destekleyici belli yasal düzenlemeler ve<br />
gerekli denetleme mekanizmaları oluşturulmadığından<br />
“istismara açık” alanlar olmaya başladı. Teşvik<br />
mekanizmasında oluşan bu boşlukları değerlendirerek<br />
avantadan para koparan, devleti dolandıran,<br />
teşvik zengini tipler oluşmaya başladı (örneğin o dönemleri<br />
hatırlarsak birden bire “hayali ihracatçılar”<br />
türemişti). Bu sebeplerden dolayı toplumda, teşvik<br />
sisteminin yeterince iyi işletilemediği ve gerçek sahiplerine<br />
bu teşviklerin ulaşamadığı algısı oluştu.<br />
Hele küçük işletmeler için teşvik neredeyse hayal<br />
olarak algılanıyordu. Kaldı ki çoğu “kobi”nin teşviklerden<br />
haberi bile olmamaktaydı. Çünkü teşvik sistemindeki<br />
mevzuat eksikliği-karışıklığı, halka bunun<br />
iletilememesi, teşviklerin tek bir elden dağıtılmaması<br />
ve toplumda oluşan “teşvik eşittir avanta” algısı<br />
nedeni ile teşviklerin yerli yerinde ve yeterince<br />
kullandırıldığı söylenemez.<br />
Bugün gelinen noktada ise teşvik politikaları eskisine<br />
nazaran daha derli toplu yönetilmeye başlanmıştır<br />
diyebiliriz. Özellikle teşvik sisteminde bazı düzenlemelere<br />
gidilmiştir. Denetleme mekanizmaları geliştirilmiş,<br />
kredi kullandırma sistemi bankalar üzerinden<br />
yapılmaya başlanmış, devlet verdiği hemen<br />
hemen bütün hibe, destek ve yardımlarda “önce<br />
öde-belgelendir-geri al” sistemiyle çalışmaya başlamış.<br />
Özellikle ülkenin kalkınma stratejisi ve ihtiyaçlarına<br />
yönelik yeni bir düzenlemeye gidilerek eski<br />
teşvik yasası değiştirilmiş, teşviklerin daha adaletli<br />
ve ülke ihtiyaçlarına cevap verecek nitelikte dağıtılmasına<br />
yönelik adım atılmıştır. “Genel Teşvik<br />
Sistemi” yenilenmiş ve kapsamı genişletilerek “Sektörel<br />
Teşvik Sistemi”ne dönüştürülmüştür. Yeni Karar’ın<br />
uygulandığı bir yıllık dönemde, yabancı ser-<br />
56 M‹MAR VE MÜHEND‹S
mayeli yatırımlar da dahil olmak üzere genel ve bölgesel<br />
teşvik sistemi ile büyük ölçekli yatırımlar için<br />
düzenlenen teşvik belgesi sayısı sadece genel teşvik<br />
sisteminin uygulanmakta olduğu Ağustos 2009 öncesi<br />
bir yıllık döneme göre yüzde 43 oranında artarak<br />
3 bin 848’e yükselmiştir. Yatırım sayısındaki bu<br />
artış, toplam sabit yatırım tutarına da yansımış, yatırım<br />
tutarı bir önceki döneme göre yüzde 94 oranında<br />
artarak yaklaşık 59 milyar TL’ye ulaşmıştır. Teşvik<br />
belgeli yatırımlar kapsamında öngörülen istihdam<br />
ise yüzde 53 oranında artarak 139 bin kişiye<br />
çıkmıştır.”<br />
Teşvikler ve destekler belli kurumların bünyelerinde<br />
toplanmış; teşvik için Hazine Bakanlığı, ihracatı desteklemek<br />
için DTM, KOBİ’leri desteklemek için<br />
KOSGEB, Ar-Ge için TÜBİTAK vb. kamu kurumları<br />
işletmelere teşvik ve yardımları dağıtma ve yönlendirme<br />
işini üstlenmiştir. İşletmelere destek ve teşviklerin<br />
haberdar edilmesi konusunda çalışmalar<br />
yapılmaya başlanmıştır. Örneğin KOSGEB yaklaşık<br />
20 yıldan beri var olduğu halde, çoğu işletme ancak<br />
son 4-5 senedir böyle bir kurumun varlığından ve<br />
desteklerinden haberdar olmaya başladı.<br />
Türkiye’deki kamu kurumlarının teşvik ve destek<br />
politikaların kısaca değindikten sonra özellikle ekonomimizin<br />
dinamosu olan işletmelere yönelik teşvik,<br />
destek, hibe ve kredi olanaklarından ve bu destekleri<br />
veren kamu kurumlarından kısaca bahsetmek<br />
yerinde olur sanırım.<br />
KOSGEB DESTEKLER‹<br />
Ülkemizde 20 yıldır faaliyette bulunmasına karşın<br />
son 4-5 senedir firmaların ilgisini çeken KOSGEB,<br />
küçük ve orta ölçekli işletmelerin destek alabilecekleri<br />
en önemli kurumdur. Eskiden sadece üretim yapan<br />
kobi’lere destek verirken 2010 senesinde değişen<br />
KOSGEB sistemi ile artık hemen hemen bütün<br />
işletmeler KOSGEB desteklerinden faydalanabilmekte.<br />
Kobi’lerin faydalanabilecekleri KOSGEB<br />
destekler ve oranlarını üç başlık altında şöyle özetleyebiliriz;<br />
1-KOSGEB Kredi Destekleri<br />
2- KOSGEB Genel destekler<br />
3- KOSGEB Proje destekleri<br />
a) KOBİ proje destek programı<br />
b) Tematik proje destek programı<br />
c) İşbirliği güç birliği destek programı<br />
d)Ar-Ge, inovasyon ve endüstriyel uygulama destek<br />
programı<br />
TÜB‹TAK DESTEKLER‹<br />
Sanayi Bakanlığı, Dış Ticaret Müsteşarlığı, TTGV gibi<br />
sayılı kurumlar Ar-Ge ve inovasyon desteklerini<br />
genellikle TÜBİTAK üzerinden verir.<br />
Tüm özel sektör kuruluşu, TÜBİTAK’tan Ar-Ge projeleri<br />
için finansal destek alabilir; enstitülerle işbirliği<br />
içinde tüm test, analiz, sistem kurma ve geliştirme<br />
çalışmalarını yürütebilir; danışmanlık ve eğitim<br />
hizmetleri alabilir; uluslararası işbirlikleri geliştirebilir;<br />
bilim ve teknoloji dünyasıyla ilgili veri tabanlarından<br />
yararlanabilir.<br />
1-TÜBİTAK-TEYDEB 1507 Kobi<br />
Ar-Ge Başlangıç Destekleme Programı<br />
Programın amacı, firma düzeyinde katma değer yaratan<br />
KOBİ’lerin Ar-Ge çalışmalarını teşvik etmek<br />
ve bu yolla Türk sanayinin Ar-Ge yeteneğinin yükseltilmesine<br />
katkıda bulunmaktır.<br />
2-TÜBİTAK-TEYDEB 1508 Teknoloji/Yenilik<br />
Odaklı Girişimleri Destekleme Programı<br />
Programın Amacı: Yüksek eğitimli (lisans, yüksek lisans<br />
veya doktora) kişilerin yenilikçi iş fikirleri ile<br />
bilgi ve araştırmalarını katma değeri yüksek girişimlere<br />
dönüştürmesini, girişimcilik olgusunun tek-<br />
Ülkemizde 20 yıldır<br />
faaliyette bulunmasına<br />
karşın son dört beş<br />
senedir firmaların<br />
ilgisini çeken KOS-<br />
GEB, küçük ve orta<br />
ölçekli işletmelerin<br />
destek alabilecekleri en<br />
önemli kurumdur.<br />
Eskiden sadece üretim<br />
yapan kobi’lere destek<br />
verirken 2010 senesinde<br />
değişen KOS-<br />
GEB sistemi ile artık<br />
hemen hemen bütün<br />
işletmeler KOSGEB<br />
desteklerinden faydalanabilmekte.<br />
MART-N‹SAN 2011 57
DOSYA: F‹NANSMAN<br />
noloji ve yenilik odaklı firmalara yönelmesini sağlamaktır.<br />
3-TÜBİTAK-TEYDEB 1509 Uluslararası Sanayi<br />
Ar-Ge Projeleri Desteği<br />
Programın Amacı: EUREKA, EUROSTARS, Avrupa<br />
Birliği Çerçeve Programları ortak proje çağrılarına<br />
çıkan programlar ve benzeri uluslararası programlara<br />
sunulan uluslararası ortaklı araştırma geliştirme<br />
projelerinin ve bu projelerde yer alan Türk firmalarının<br />
desteklenmesi için oluşturulmuştur.<br />
HAZ‹NE BAKANLI⁄I DESTEKLER‹<br />
Teşvik Belgesi: Yeni Teşvik Sistemiyle getirilen yenilikler<br />
çok kapsamlı olup, önceki Genel Teşvik Sistemi’ne<br />
ilave olarak bölgesel ve sektörel yatırımlarda<br />
ek destekler uygulanmaktadır. Genel Teşvik Sistemi’nde;<br />
KDV İstisnasi + Gümrük Vergisi Muafiyeti,<br />
Bölgesel ve Sektörel Teşvik Sistemi’nde ise; KDV İstisnasi<br />
+ Gümrük Vergisi Muafiyeti + Kurumlar/Gelir<br />
Vergisi + SSK Primi + Faiz Desteği (3 ve 4. Bölgeler<br />
için) + Yatırım Yeri Tahsisi yer almaktadır. Her yatırım,<br />
her ilde aynı oranda desteklenmemektedir. Ayrıca,<br />
her yatırım bölgesel desteklere tabi değildir.<br />
Bölgesel destekler için aranan asgari yatırım şartları<br />
ve sektörler illere göre değişmektedir. Bu sebeple<br />
yatırımcının; yatırım konusuna, iline, tutarına göre<br />
hangi desteklerden yararlanacağını ve belge alıp<br />
alamayacağını doğru tespit etmesi gerekmektedir.<br />
Belge Kapsamında Uygulanan Destekler<br />
Asgari 1 ve 2. Bölge 1 milyon TL, 3 ve 4. Bölge 500<br />
bin TL üzeri<br />
KDV İstisnası: İthal/Yerli Makina ve Teçhizat alımları<br />
için<br />
Gümrük Vergisi: Makina ve Teçhizat ithalatları için<br />
Bölgesel ve Sektörel Yatırımlar İçin Destekler<br />
Kurumlar/Gelir Vergisi: 1. Bölge %25 - 2. Bölge %40<br />
- 3. Bölge yüzde 60 - 4. Bölge yüzde 80<br />
SSK Primi: 1. Bölge 2 Yıl - 2. Bölge 3 Yıl - 3. Bölge 5<br />
Yıl - 4. Bölge 7 Yıl<br />
Faiz Desteği: 3. Bölge TL 3 - Döviz 1 Puan - 4. Bölge<br />
TL 5 - Döviz 2 Puan<br />
Yatırım Yeri Tahsisi: Tüm bölgelerde-büyük ölçekli<br />
yatırımlar ile bölgesel yatırımlar<br />
KDV İstisnası: İthal/yerli makine ve teçhizat alımları<br />
için<br />
Gümrük Vergisi: Makine ve Teçhizat ithalatları için<br />
teşvik belgesi kapsamında yapılan yatırımlar için sadece<br />
vergisel destekler uygulanmakta olup düşük<br />
faizli kredi veya hibe niteliğinde destekler yoktur.<br />
Teşvik belgesi kapsamında bankalardan orta veya<br />
uzun vadeli yatırım kredisi alınabilir.<br />
DIfi T‹CARET MÜSTEfiARLI⁄I<br />
(DTM) DESTEKLER‹<br />
İhracata Yönelik Devlet Destekleri<br />
1-Pazar Araştırması ve Pazarlama Desteği<br />
2-Yurt dışı fuar katılımlarının desteklenmesi<br />
3-Çevre maliyetlerinin desteklenmesi<br />
4-Yurtdışında ofis-mağaza açma, işletme ve marka<br />
tanıtım faaliyetlerinin desteklenmesi<br />
5-Yurtdışı marka tescil faaliyetlerinin desteklenmesi<br />
- DTSS, SDS ve şirketlerin<br />
- TSS, SDS ve şirketler<br />
6-Eğitim ve danışmanlık yardımı<br />
7-Türk ürünlerinin yurtdışında markalaşması, Türk<br />
Malı imajının yerleştirilmesi ve Turqualıty®’nin desteklenmesi<br />
8-TURQUALITY® Destek Programı kapsamındaki<br />
firmalar<br />
9- Uluslararası nitelikteki yurtiçi ihtisas fuarlarının<br />
desteklenmesi<br />
10 -İstihdam yardımı<br />
58 M‹MAR VE MÜHEND‹S
DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE<br />
EĞİTİM FİNANSMANI MODELLERİ<br />
BU ÜLKEDE EV ALMAK İSTEYENE EV KREDİSİ, ARABA ALMAK İSTEYENE ARABA KREDİSİ<br />
VERİLDİĞİNE GÖRE BUNDAN DAHA ÖNEMLİSİ OKUMAK İSTEYEN ANCAK OKUMA ÜCRETİNİ<br />
ÖDEYEMEYEN GENÇLERİMİZE EĞİTİMLERİNİ YAPMAK ÜZERE EĞİTİM KREDİSİ VERİLMELİ,<br />
BU KREDİYİ ALANLAR MESLEK HAYATINDAN BORÇLANABİLMELİDİR.<br />
Prof. Dr. Zeki<br />
ÇİZMECİOĞLU<br />
Y›ld›z Teknik<br />
Üniversitesi Kimya<br />
Metalurji Fakültesi<br />
Metalurji ve Malzeme<br />
Müh. Bölümü<br />
Sabahattin Zaim<br />
Üniversitesi Mütevelli<br />
Heyet Üyesi<br />
Ülkemiz, Avrupa’nın hiçbir ülkesinde olmayan<br />
genç bir nüfusa sahip olduğu halde üniversitelerimiz<br />
bu genç nüfusumuzu eğitmekte yetersiz<br />
kalmaktadır. Üniversiteye girme oranı maalesef<br />
çok düşük seviyelerde seyretmekte olup devlet<br />
ve vakıf üniversiteleri, açık öğretim ve iki yıllık meslek<br />
yüksek okulları dahil ülkemizde üniversite çağındaki<br />
18-23 yaş arası gençlerin yüksek öğrenime girme<br />
oranı yaklaşık yüzde 53,4 civarında olduğu göz<br />
önüne alınırsa üniversite çağındaki iki gencimizden<br />
birisi yüksek öğrenime devam edemiyor demektir.<br />
Her ailenin ortak sorunu çocuklarının okumasıdır.<br />
Her anne ve babanın çocuğunun üniversiteyi kazanarak<br />
orada okuması bir hülyasıdır. Okumak isteyen<br />
ve üniversiteye girmek istediği halde giremeyen bu<br />
gençlerimizin okuma sorununu halletmek ülkemiz<br />
için beklemeye asla tahammülü olmayan, çok acil<br />
çözüme kavuşturulması gereken bir konudur.<br />
Bu makalede ülkemiz açısından konunun önemi tartışılmakta<br />
ve çözüm modelleri açıklanmaktadır.<br />
DÜNYADA VE TÜRK‹YE’DE<br />
VAKIF ÜN‹VERS‹TELER‹N‹N<br />
E⁄‹T‹M-Ö⁄RET‹M ÜCRETLER‹<br />
Vakıf üniversitelerinin ücretleri sürekli arttığından<br />
bunu gelirlerinden ödeyebilecek aileler çok sınırlı<br />
olup bunu karşılamak ancak dikkatli ve önceden<br />
planlamayı gerektirmektedir. Dünyada genel olarak<br />
vakıf üniversitelerinin ücretleri enflasyon yüzdesinden<br />
yüzde 2 daha fazla arttığı görülmüştür. Vakıf<br />
üniversitelerinin ücretleri yüzde 6 arttığı kabul edilirse<br />
12 yılda eğitim ücretleri iki misli olacaktır. İngiltere<br />
üniversitelerinde 3 yıllık bir üniversitede eğitim<br />
ücreti takriben 60 bin TL olup, 60 bin TL harcamalarla<br />
beraber toplam 120 bin TL’ye mal olmaktadır.<br />
Türkiye’de 2010-2011 akademik yılında eğitim-öğretim<br />
veren 44 vakıf üniversitesi ile 9 vakıf meslek yüksekokulu<br />
yıllık eğitim-öğretim ücretleri incelendiğinde<br />
vakıf üniversitelerinin tıp fakültelerinde yıllık<br />
eğitim ücretleri 40 bin TL’yi bulurken lisans programları<br />
ile bazı ön lisans programlarının fiyatları ortalama<br />
15-20 bin civarındadır. Barınma ve diğer ihtiyaçlar<br />
da göz önüne alındığında yıllık vakıf üniversite<br />
ücreti masrafı 4 yıllık bir okul için yılda 30 bin lirayı<br />
geçmekte, dolayısı ile 4 yıllık bir eğitimin ülkemizde<br />
toplam maliyeti 120 bin TL civarında bir meblağa<br />
ulaşmaktadır.<br />
Vakıf üniversitelerinde dershane ya da başka bir şehirdeki<br />
devlet üniversitelerinde okumanın yıllık maliyetine<br />
yakın eşdeğer bölümler de vardır. Özel üniversiteler<br />
arasında en pahalı program 40 bin TL ile<br />
İstanbul’daki Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi’dir. Onu<br />
32 bin 400 TL ile Yeditepe Üniversitesi Diş Hekimliği<br />
Fakültesi izliyor. En ekonomik bölüm ise İstanbul'daki<br />
Doğuş Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu<br />
olup bu okulun yıllık eğitim ücreti 6 bin 300 TL’dir.<br />
E⁄‹T‹M F‹NANSINI ‹Ç‹N ÇÖZÜM MODELLER‹<br />
Okumak isteyen gençlerimizin yüksek öğrenim görmesi<br />
ve eğitimin finansmanı için acil çözüm model-<br />
60 M‹MAR VE MÜHEND‹S
leri olarak uzaktan eğitimi yaygınlaştırılması, eğitim<br />
kredisi sağlamak ve vakıf üniversitelerinde burslu<br />
öğrenci kontenjanlarını arttırmak gibi üç önemli çözüm<br />
modeli aşağıda açıklanmaktadır.<br />
2.1.Uzaktan Eğitimin Yaygınlaştırılması<br />
Ülkemizde 100 civarında devlet ve 50 civarında vakıf<br />
üniversitesi faaliyettedir. Okumak isteyen gençlerimizin<br />
okuması için en az 100 civarında üniversitenin<br />
daha açılmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Yetişmiş öğretim<br />
elemanı kıtlığı yeni devlet ve vakıf üniversitelerinin<br />
süratle açılmalarını sınırlamaktadır.<br />
Dünyanın gelişmiş ülkelerinin birçok üniversitesinde<br />
uzaktan eğitim yöntemleri kullanılarak eğitim ekonomik<br />
olarak yaygınlaştırıldığı halde maalesef ülkemizde<br />
internet üzerinden eğitim istenen düzeyde<br />
yaygınlaşamamıştır. Uzaktan eğitim yönteminin ülke<br />
çapında yaygınlaştırılması hem mevcut eğitim kadrosunun<br />
daha geniş bir kitleye eğitim vermesi hem<br />
de eğitimin ekonomik ve yaygın olması açısından en<br />
ideal çözümdür. Ülkemizde internet kullanımı oldukça<br />
yaygınlaştığına göre okumak isteyen gençlerimizi<br />
ailesinden, köyünden, kasabasından ayrılmadan,<br />
büyük şehirlere gelmeden ilave barınma ve diğer<br />
masraflara gerek kalmadan, çok daha ekonomik<br />
eğitim bedelleri ile uzaktan eğitim modeli ile eğitmek<br />
mümkündür.<br />
Yüksek öğretimin önündeki zaman ve mekan engellerini<br />
ortadan kaldıran, okumaya imkan bulamayan<br />
gençlerimize çağımızın yüksek bilişim teknolojilerine<br />
dayalı internet ortamında kaliteli bir eğitim vermek<br />
mümkün olacaktır. Bu sistemle, eğitim, 24 saat<br />
canlı tutulmakta, öğrenciye 24 saat bilgi almaverme<br />
fırsatı, etkili ve dinamik bir şekilde, danışman<br />
öğretim üyesiyle sürekli iletişim içinde bulunma olanağı<br />
sağlanmaktadır. Ayrıca ‘Öğretim Yönetim Sistemi’<br />
aracılığıyla öğrencilerin ve öğretim üyelerinin<br />
akademik faaliyetleri, sürekli olarak denetlenmekte<br />
ve değerlendirilmektedir.<br />
Uzaktan eğitim sistemi ile alanında tanınmış öğretim<br />
üyeleriyle etkileşimli olarak, haftada 7 gün, günde<br />
24 saat eğitim hizmeti verilmekte, dersler sesli ve<br />
görüntülü eğitimlerin yer aldığı sanal sınıflarda yapılmaktadır.<br />
Yapılan tüm dersler kayıt edilerek öğrencinin<br />
dersi tekrar tekrar izlemesine imkân sağlanmaktadır.<br />
Eğitim, ara sınavlar ve ödevler tamamen<br />
internet üzerinden yürütülmekte, ancak başarı<br />
belirlemesinde yüzde 70 ağırlığa sahip olan dönem<br />
sonundaki final ve bütünleme sınavları ise kimlik<br />
kontrollü merkezlerde, eş zamanlı olarak, sınıf ortamında<br />
yüz yüze yapılmaktadır.<br />
Ülkemizde interaktif bir üniversite modeli ile bütün<br />
branşlarda mevcut üniversite öğretim üyelerinin ek<br />
görevle görevlendirilerek internet üzerinden eşzamanlı<br />
eğitim ile üniversite kapısında yığılan milyonlarca<br />
gencimizin acil olarak eğitimi en ekonomik<br />
olarak gerçekleştirilmelidir. Uzaktan eğitim öğrencileri<br />
laboratuar gerektiren alanlarda mevcut üniversitelerimizin<br />
laboratuarlarından belirli bir programa<br />
göre yararlandırılmalıdır.<br />
Yüksek öğretimin<br />
önündeki zaman ve<br />
mekân engellerini<br />
ortadan kaldıran, okumaya<br />
imkân bulamayan<br />
gençlerimize çağımızın<br />
yüksek bilişim<br />
teknolojilerine dayalı<br />
internet ortamında<br />
kaliteli bir eğitim vermek<br />
mümkün<br />
olacaktır.<br />
MART-N‹SAN 2011 61
DOSYA: F‹NANSMAN<br />
Ülkemizde vakıf<br />
üniversitelerinin artması<br />
ve burslu<br />
öğrenci kontenjanlarını<br />
arttırması<br />
ülkemizde devlet<br />
üniversitelerinin<br />
yükünü azalttığı gibi<br />
eğitimin sorunlarını<br />
azaltması<br />
bakımından büyük<br />
önem arz etmektedir<br />
Bu açıdan vakıf<br />
üniversitelerinin<br />
açılması teşvik<br />
edilmelidir.<br />
Eğitim Kredisi Sağlamak<br />
Bu ülkede ev almak isteyene ev kredisi, araba almak<br />
isteyene araba kredisi verildiğine göre bundan daha<br />
önemlisi okumak isteyen ancak okuma ücretini ödeyemeyen<br />
gençlerimize eğitimlerini yapmak üzere<br />
eğitim kredisi verilmeli, bu krediyi alanlar meslek<br />
hayatından borçlanabilmelidir. Okumak isteyen<br />
gençlerimize bu eğitim kredisini vermek için devletimiz<br />
bankalar ve finans kurumlarını teşvik etmelidir.<br />
Vakıf Üniversitelerinde Burslu<br />
Öğrenci Kontenjanlarını Arttırmak<br />
Vakıf üniversiteleri cazip burs seçenekleri ve yeni<br />
eğitim programlarıyla her geçen gün öğrenci tercihlerinde<br />
daha fazla yer almaktadır.<br />
Mezuniyet sonrası iş bulma imkanı yüksek programlara<br />
öncelik veren vakıf üniversitelerine ilgi her geçen<br />
yıl artmaktadır. Klasik eğitim programlarının<br />
ötesinde, dünyadaki yükselen trendleri takip eden<br />
vakıf üniversiteleri, bu yönüyle öğrenci tercihlerinde<br />
ciddi bir alternatifi olmaya başladı Uluslararası yetkinliğe<br />
sahip akademik kadroları, teknolojiyle desteklenen<br />
eğitim altyapıları, teknik ve sosyal olanakları<br />
ile uluslararası bağlantıları vakıf üniversitelerinin<br />
önünü açmaktadır.<br />
Vakıf üniversiteleri, devlet üniversiteleri tarafından<br />
karşılanması giderek zorlaşan yükseköğretim yükünü<br />
az da olsa hafifletmektedir. Bu üniversitelerin<br />
önemli bir bölümü, büyük kentlerin çevresinde kendilerine<br />
ait kampüslere sahiptir. Türkiye’nin ilk vakıf<br />
üniversitesi, 1984 yılında kurulan ve 1986-87’de eğitime<br />
başlayan Bilkent Üniversitesi oldu. Onu, 1992<br />
yılında kurulan Koç Üniversitesi ve 1994’te kurulan<br />
Başkent Üniversitesi izledi. Şimdi YÖK’ten açılışı için<br />
onay bekleyen 6 üniversite de dahil olmak üzere<br />
Türkiye ve KKTC’de toplam 66 vakıf üniversitesine,<br />
99 bin 274 yeni öğrencinin yerleşmesi bekleniyor.<br />
Ülkemizde vakıf üniversitelerinin artması ve burslu<br />
öğrenci kontenjanlarını arttırması ülkemizde devlet<br />
üniversitelerinin yükünü azalttığı gibi eğitimin sorunlarını<br />
azaltması bakımından büyük önem arz etmektedir<br />
Bu açıdan vakıf üniversitelerinin açılması<br />
teşvik edilmelidir. Ülkemizde yetenekli, çalışkan<br />
gençlerimizin okuma imkanlarını arttırmak amacı<br />
ile iş adamı ve varlıklı aileler arasında burs kampanyaları<br />
ile bir eğitim seferberliği başlatılmalıdır.<br />
SONUÇ<br />
Ülkemizde okumak isteyen üniversite kapısında yığılmış<br />
milyonlarca gencimizin eğitim ihtiyacının karşılanması<br />
için ekonomik eğitim yöntemi olan uzaktan<br />
eğitim sisteminin yaygınlaştırılması, eğitim kredisi<br />
sisteminin geliştirilmesi ile eğitimin finanse<br />
edilmesi ve vakıf üniversitesi burs kontenjanlarının<br />
arttırılması gibi acil çözümler üzerinde çalışmalar<br />
yapılmasının yararlı olacağı mülahaza edilmiştir.<br />
62 M‹MAR VE MÜHEND‹S
DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE<br />
DOĞRU FİZİBİLİTE, VERİMLİ PROJE<br />
PROJENİN İÇERİĞİ NE OLURSA OLSUN, YATIRIMCI, DANIŞMAN VEYA FON SAHİBİ AYNI<br />
NOKTADA BULUŞABİLMELİDİR. AKSİ TAKDİRDE KAZANÇ OLMAYACAKTIR. İŞTE BU NEDENLE<br />
BU SAC AYAĞINI TAMAMLAYAN TÜM TARAFLARIN, FİZİBİLİTENİN KENDİLERİ İÇİN NE İFADE<br />
ETTİĞİNİ TAM OLARAK İDRAK ETMELERİ GEREKMEKTEDİR.<br />
İnan Ulaş ŞAHİN<br />
Proje Geliştirme<br />
Uzmanı<br />
Öncelikle küçük bir hatayı düzelterek başlamak<br />
isterim; fizibilite ve iş planı farklı şeylerdir. Fizibilite<br />
kısaca anlatmak gerekirse, planlanmakta<br />
olan yatırımların yasal, ekonomik ve yapılabilir<br />
olup olmadığı konularında bilgi verir. İş planı ise<br />
bir planlama aracıdır, fizibilite çalışmasında yapılmasına<br />
karar verilen projenin, fikir düzeyinden gerçek<br />
yaşama geçişini sağlar ve bu yolda yapılması gerekenleri<br />
belirler. Bu noktaya bir ayraç koyarak devam<br />
edelim; fizibilite çalışmaları genellikle, kapsamlı<br />
iş planları üzerinden gerçekleştirilir ve yatırım<br />
projelerinin farklı varsayımlar altında gerçekleştirilebilir<br />
olup olmadığını belirler.<br />
Fizibilite çalışmaları daha ziyade yatırımcılar tarafından<br />
oluşturulan iş planlarıyla var olurlar. Bir fizibilite<br />
çalışmasının başarısı, bu çalışmada kullanılan iş<br />
planının, hedef yatırımı doğru bir şekilde yansıtabilme<br />
yeteneğine bağlıdır. Bu nedenle fizibilite statik<br />
değil, dinamik bir süreçtir. Toplumsal kamu projeleri<br />
dışında, her yatırımcı optimal fayda ve maksimum<br />
kar elde etmek ister. Bu durum hedefi belli ancak<br />
yolu belirsiz bir paradoks gibidir. Yatırımcı ve planlayıcının<br />
sürekli hedefe giden yolu revize etmelerini,<br />
en azından teyit etmelerini gerektirir.<br />
Kendinizi bir yatırımcı olarak hayal edin; size sunulan<br />
proje üzerine düşünüyorsunuz… Aklınızdan geçenler<br />
“Acaba bu anlattıkları iş yapılabilir mi?”, “Varsayalım<br />
yaptık, ne kadar kazandırır?”, “Peki elime<br />
geçecek olan kar, benim için optimal kazanç mı?”<br />
gibi düşünceler olacaktır. Dikkat! Daha ilk sorunuz<br />
sizi fizibilite çalışmasına götürüyor. “Acaba bu anlattıkları<br />
iş yapılabilir mi?” İşte bu soruya yanıt arayan<br />
bir araştırma çeşididir fizibilite. Herhangi bir fikrin<br />
“olurunu” araştırır ve bu fikrin olup olmayacağı konusunda<br />
karar verilmesine yarayacak verileri bir<br />
araya getirir. Bunu yaparken de o işin başarıya ulaşması<br />
için değişik alternatif senaryoları inceler, bu alternatif<br />
senaryolar içinden en başarılı olması muhtemel<br />
görüneni belirler. Diğer bir anlatımla, fizibilite<br />
çalışması, proje aşaması öncesinde, projeye başlanıp<br />
başlanmaması kararının verilmesini sağlar.<br />
Genelde yeni yatırım fikirleri, proje evresine dönüşürken<br />
tekrar tekrar fizibilite çalışmasına tabii tutulurlar.<br />
Bilinçli veya bilinçsiz. Asıl olan karlı bir proje<br />
üretmek değil, yatırımdan maksimum karı elde etmektir.<br />
İşte bunu ayırt edebilen yatırımcı, muhtemelen<br />
bilinçli bir şekilde fizibilite yaptıran kişidir. Hatta<br />
öyle ki “yeni yatırım fikri” tabirini kimileri, ilham olarak<br />
algılarken, bilinçli yatırımcı için bu tabir, ön fizibilite<br />
çalışmasından ibarettir. Her şey planlanmadan<br />
önce aklın süzgecinden geçirilmeli ve elimizde kalanlar,<br />
getiri oranlarına göre sıralanmalıdır. İşte yatırımcıyı,<br />
karar verme aşamasına götüren yolun başlangıcı<br />
burasıdır. Fizibilite…<br />
Ancak unutmayalım ki her proje, kendisine özel bir<br />
fonlama sistemi ister. Fizibilite çalışmasının finansal<br />
ayağı işte bu nedenle çok önemlidir. Projenin finansal<br />
analizi ve buna uygun olarak yapılacak finansal<br />
fizibilite çalışması yatırımcı açısından son derece<br />
önemlidir. Finansal fizibilite analizde yatırımcılar bir<br />
taraftan, minimum sermaye riske edip maksimum<br />
karlılık yakalamaya çalışırken diğer taraftan da kalan<br />
sermaye açığını finanse edebilecek uygun maliyetli<br />
“fonlama” arayışında olacaklardır. Peki, işin diğer<br />
boyutundan yani finans kuruluşları tarafından<br />
bakarsak durum nasıl görünür? Her fon yöneticisi<br />
veya finans kurumu olaya kendi boyutundan yaklaşacak<br />
ve projenin borç ödeme kabiliyetini sorgulayacaktır.<br />
Kısacası fon sahibi; güvenilir, optimal kazanç<br />
sağlayacak ve yatırımcısına borç karşılama yeteneği<br />
verecek bir proje arayacaktır. Haliyle fonladığı projenin<br />
geri ödemesini bekleyen finans kurumu içinde<br />
önemlidir “fizibilite”. Böylece, yapılacak analizler<br />
projenin hangi denge noktasında, hem yatırımcıyı<br />
64 M‹MAR VE MÜHEND‹S
hem de finans kurumunu bir araya getireceğini ortaya<br />
koyar. Farkındaysanız ortak payda oluşturan, fizibilite<br />
çalışmasından başka bir şey değildir. Ortak<br />
yatırım, ortak beklenti, ortak risk, ortak kazanç, …<br />
Aslına bakarsak yatırım ve finansman sarmalı öylesine<br />
karmaşık bir hal almaktadır ki ne yatırımcı ne<br />
de fon sahibi tek başına bu durumu çözemez. Yatırımcı<br />
için asıl beklenti olan “parasının maksimum<br />
karı sağlaması” durumu, fon sahibi için de geçerlidir.<br />
Ancak fon sahibinin yatırımcıya sağladığı maddi<br />
destek, yatırımcının başarısıyla orantılı olduğundan<br />
risk payı da yüksektir. Bu nedenle ya yatırımcı, proje<br />
üzerindeki özsermaye oranını yükseltecek ya da projesinin<br />
piyasa faiz oranının üzerinde kar getirmesini<br />
hedefleyecektir. Ki böylece borç aldığı mevduatı geri<br />
ödedikten sonra elinde kalan para, vadeli opsiyon<br />
piyasasında geçerli faiz oranının üzerine çıkmış olsun<br />
ve yatırımcı para kazansın.<br />
Başka bir anlatım tarzıyla; tekrar kendinizi bir yatırımcı<br />
olarak hayal edin. Örneğin gayrimenkul sektörüne<br />
yatırım yapmak istiyorsunuz. Bir de yatırım danışmanınız<br />
var. Yatırım danışmanınız önce uygun bir<br />
arsa bulur; sonra bu arsa üzerine, imar kanunun ve<br />
bölge imar planlarının el verdiği ölçülerde bir toplu<br />
konut projesi geliştirir. Yıllara yaygın bir inşaat çalışması<br />
olacağından projenin tamamlanma süresini de<br />
maliyetini de yıllara yaygın hesap eder. Tabii dolaylı<br />
ve dolaysız maliyetleri ayrı kalemler halinde hesaplayacaktır.<br />
Sonra da getiri projeksiyonunu hesaplar.<br />
Tabi ki yıllara yaygın şekilde, ne de olsa proje daha<br />
maket aşamasındayken size satış getirisi sağlayabilir.<br />
Hem inşaat maliyetini hem de getiri projeksiyonunun<br />
toplamını bugüne yani yatırım tarihine çevirir.<br />
Artık yatırım danışmanınızın size sunacağı bir yatırım<br />
projesi mevcuttur. Projeyi alır incelersiniz, toplam<br />
elinizden çıkacak paranın bugünkü değerini görürsünüz.<br />
Bu miktarın bir kısmını nakit bir bölümünü<br />
de kredi ile karşılama seçenekleriniz vardır.<br />
Ama yatırım danışmanınıza soracağınız ilk soru<br />
muhtemelen şu olacaktır: “Ben bu özsermayeyi,<br />
gayrimenkul piyasasının ayrı bir kolunda veya menkul<br />
kıymetler piyasasında değerlendirecek olsam<br />
(mesela bono veya tahvil alarak) daha çok kazanç elde<br />
edebilir miyim?” İşte tipik yatırımcı algısı. Ancak<br />
oldukça da mantıklı. Yatırım sonucunda, menkul kıymetler<br />
piyasasında elde edebileceğinizden daha fazla<br />
kar elde etmek istiyorsunuz. Çünkü yatırımınızın<br />
bir bölümünü, kullanacağınız kredinin faizine ayırmanız<br />
gerekecek. İşte anahtar nokta burası. Yani yatırım<br />
maliyetinin doğru hesaplanması. Eğer sizde<br />
sunulan proje, makro ekonomik piyasa koşullarında<br />
genel geçer faiz oranının üzerinde bir getiri sağlayacaksa<br />
o proje sizin için yapılabilir demektir. Aynı zamanda<br />
sizi fonlayacak olan finans kurumu içinde yapılabilir<br />
durumdadır. Ortak payda yakalandığı andan<br />
itibaren de yatırım faaliyeti başlayacaktır. Görüldüğü<br />
üzere, burada ortak paydayı oluşturan unsur, yatırım<br />
danışmanınızın size sunduğu projenin karlılık oranı<br />
ve bu oranın tespit edilmesi, sunulması evreleridir.<br />
Kısacası fizibilite çalışmasıdır.<br />
Projenin içeriği ne olursa olsun, yatırımcı, danışman<br />
veya fon sahibi aynı noktada buluşabilmelidir. Aksi<br />
takdirde kazanç olmayacaktır. İşte bu nedenle bu<br />
sac ayağını tamamlayan tüm tarafların, fizibilitenin<br />
kendileri için ne ifade ettiğini tam olarak idrak etmeleri<br />
gerekmektedir. Ülkemizde gün geçtikçe gelişen<br />
ve profesyonelleşen yatırım danışmanlığı faaliyeti,<br />
hem özsermayenin hem de fon sahibinin gün geçtikçe<br />
bilinçlendiğini göstermektedir. Bu süreçte asıl<br />
olan eğitim ve gelişim sürecidir. Sonuç mu?<br />
Eğitim, fizibilite, proje, ortak maliyet, ortak risk, ortak<br />
kazanç…<br />
Genelde yeni yatırım<br />
fikirleri, proje evresine<br />
dönüşürken tekrar<br />
tekrar fizibilite<br />
çalışmasına tabii tutulurlar.<br />
Bilinçli veya bilinçsiz.<br />
Asıl olan karlı<br />
bir proje üretmek<br />
değil, yatırımdan maksimum<br />
karı elde etmektir.<br />
İşte bunu ayırt edebilen<br />
yatırımcı,<br />
muhtemelen bilinçli<br />
bir şekilde fizibilite<br />
yaptıran kişidir.<br />
MART-N‹SAN 2011 65
DOSYA: F‹NANSMAN ‹NCELEME<br />
FİNANSAL KAYNAĞIN TEMİN METOTLARI VE<br />
BİR VAKA İNCELEMESİ;<br />
“DİZAYN GRUP”<br />
ÜLKEMİZİN ÖNEMLİ KURULUŞLARINDAN BİRİ OLAN VE KURULUŞ ŞEKLİ İLE BUGÜNKÜ<br />
GİRİŞİMCİLERE ÖRNEK OLABİLECEK BİR FİRMA OLAN DİZAYN GRUP’UN KURULUŞUNDAKİ<br />
FİNANSAL KAYNAĞIN TEMİNİ KONUSUNU DİZAYN GRUP YÖNETİM KURULU BAŞKANI<br />
İBRAHİM MİRMAHMUTOĞULLARI DERGİMİZE DEĞERLENDİRDİ.<br />
İbrahim<br />
MİRMAHMUTOĞULLARI<br />
İşadamı<br />
66 M‹MAR VE MÜHEND‹S<br />
Üniversiteyi burs alarak okuyan biri olarak, şirketi<br />
kurarken sermayeli kurma şansımız ne<br />
yazık ki olmadı. Kelimenin tam anlamıyla sıfır<br />
sermaye ile başladık.<br />
Makine mühendisiyim. Öğrencilik yıllarında iki tez<br />
bitirdim, biri akışkanlar mekaniği diğeri ise ısı transferi<br />
konusunda. Akışkanlar mekaniği projesinde bir<br />
köye su taşımıştım. Isı transferi projemde de bir binanın<br />
ısıtma ihtiyacını belirleyip modellemiştim.<br />
Kuşkusuz işimizi kurarken en az sermaye ihtiyacı<br />
olan bir iş yapmalıydık. Yukarıda anlattığım iki konuda<br />
“proje çizmek” üzere tanımlanmış bir iş konusu<br />
seçtik. Sıfır sermaye yapısıyla ancak projecilik ile<br />
başlama fikri akıllıcaydı, alternatifi de yoktu. Tabi<br />
proje çizmek için bile bir ofis gerekiyordu, teknik resim<br />
masası birkaç da sandalye, koltuk ve masa. Tüm<br />
bunları temin etmek için hatırı sayılır bir mücadele<br />
verdik.<br />
G‹R‹fi‹MC‹L‹K CESARET ‹STER<br />
Sene 21 Mart 1987 tarihini gösteriyordu. Üç arkadaş<br />
“girişimci” olabilmek için cesur olmamız gerektiğini<br />
biliyorduk. Kendimize hem güvenimiz hem de saygımız<br />
vardı. Sonraları bilançoda “maddi olmayan duran<br />
varlıklar (intencble)” şeklinde isimlendirildiğini<br />
öğrendiğim elle tutulmayan, gözle görülmeyen, fakat<br />
en az finansal (ayni veya nakdi) sermaye kadar<br />
önemli bir sermayemiz vardı. Çevremizde oluşturduğumuz<br />
güzel intibaa, kendimize olan saygımız,<br />
çizgimiz, duruşumuz vs. tek sermayemizdi. Bu sermayeyi<br />
25 yıldır kullanıyoruz, bitmiyor, artıyor.<br />
Bu sermayemiz sayesinde ilk ayları dostlarımıza<br />
borçlanarak geçirebilmeyi başardık. Takdir edersiniz<br />
ki, henüz öğrencilikten yeni çıkmış birileri için,<br />
açık hesapla mal vermeyi hiçbir ticaret erbabı kolay<br />
kolay kabul etmez. Paranız yoksa saygınlığınız da<br />
yoksa gerçekten işiniz çok zor. Saygınlık en zor zamanlarda<br />
imdada yetişen en güçlü değerimizdir.<br />
Tüm ofis içi ihtiyaçlarımızı 90 gün sonra ödemek<br />
üzere temin ettik. Tabi ki 90 gün çabuk geldi ama biz<br />
henüz bir iş alamamıştık. Aslına bakarsanız ilk 180<br />
günde de iş alamadık.<br />
Kuruluşumuzdan 90 gün sonraya vadesi olan senedi<br />
tabiî ki ödemeliydik. Tüm hayatı boyunca idealist olmuş<br />
gençler olarak birine vermiş olduğumuz sözü<br />
tutmamamız düşünülemezdi. Kaynak bulmak lazımdı.<br />
Peki, ama nasıl? İlk “finansman temin modelimizi<br />
“işte o günlerde geliştirdik.<br />
Üniversite yıllarında pek paralı arkadaşımız olmamıştı,<br />
ancak her arkadaşımızın gani gönüllü olduğunu<br />
iyi biliyorduk. Çok derli toplu bir telefon fihristi<br />
tutmamız işimizi biraz kolaylaştırdı. Önce 10 kişilik<br />
bir liste belirledik. Her arkadaşımdan senet miktarının<br />
1/10 nispetinde bir haftalığına borç para (haftalık<br />
kredi) rica ettik. Bir hafta çabuk geçti, ben bir haftanın<br />
bir gün gibi hızlı geçtiği benzer vakalara daha<br />
sonraki günlerimde pek rastlamadım. Sonra telefon<br />
fihristimizden 20 arkadaş seçip, bu sefer 1/20 oranında<br />
15 gün için borçlandık. Tabi 15 günde çabuk<br />
geçti. Sonra biraz yeni ilaveler biraz da eski borçlandığım<br />
arkadaşlardan borçlanma yoluyla, ilk işi ve o<br />
işin avansını temin edene kadar yaşantımızı devam<br />
ettirdik. İşte bu yolla “ ilk dış kaynak” bulma ve realize<br />
etme modelimizi geliştirmiş olduk.<br />
Özellikle üniversitelerde yaptığım konuşmalarda,<br />
“başlangıç için finansal kaynağı nasıl oluşturduğumuz”<br />
sorulur ve bende bu olayı anlatırım. Onlara<br />
“Eğer bu sıralarda kardeşlik seviyesinde bir arkadaşlık<br />
edinmeyi başaramadıysanız, bir gün telefon<br />
fihristinize bakmanız gerektiğinde rahatça arayabileceğiniz<br />
arkadaşlarınızın olmadığını görebilirsiniz.<br />
Bence çok büyük bir kayıp, çok gerektiği bir anda
kardeşçe diyaloglarla oluşmuş bir arkadaşlık hayat<br />
bile kurtarabilir” derim.<br />
İlk 6 ay böyle geçti, sonra ilk işimizi almaya başladık.<br />
Tabi ilk işimizi alana kadar yüzlerce yere teklif vermiştik.<br />
Ancak genelde bizi tecrübesiz buldukları için<br />
iş alamamıştık. Sonra aradan iki yıl kadar bir vakit<br />
geçti, biz artık her teklif verdiğimiz işi almaya<br />
başlamıştık. Biz işlerimizi güzel yapmıştık, müşteri<br />
bize inanmaya başlamıştı, kulaktan kulağa pazarlama<br />
metodu çalışmıştı. Biz de biraz pazarlamaya yatırım<br />
yapmıştık tabii. Hiç iş alamadığımız dönemden,<br />
her teklif verdiğimiz işi alabildiğimiz döneme girmiş<br />
olduğumuz için mutluyduk.<br />
İki ortağımdan biri kuruluşumuzun daha ilk aylarında,<br />
bugün rahmetli olan babasının ısrarı üzere, diğer<br />
ortağım ise başka iş yapmak istediği için ilk yılında<br />
ayrılmıştı. Kalmıştım yalınız.<br />
Sene 1989’un sonlarını gösteriyordu. İlk “artı kaynak”<br />
üretimimiz bu dönemde oluştu. Yani hem borçlarımızı<br />
ödemiştik, hem faaliyet giderlerimizi karşılıyorduk<br />
hem de “kaldıraç etkisi” yapabilme fırsatı<br />
oluşturan “artı kaynak” oluşturmuştuk. Sonraki büyümelerin<br />
temelinde, oluşturulan bu artı kaynağın<br />
payı büyüktür.<br />
M‹ADINI DOLDURMUfi SEKTÖRDE<br />
ISRARCI OLUNMAMALI<br />
Fakat araya bir Körfez Krizi girdi. Körfez Krizi’nden<br />
bizde. Alacaklarımızı tahsil edemedik. Artı değerimizin<br />
neredeyse yarıdan fazlası eridi. Biz kalanıyla projecilikten<br />
sanayiciliğe geçiş sürecini yönetmeye çalıştık.<br />
“Tam zamanlı bir geçiş” şeklinde bir tabir kullanırım.<br />
Eğer bir sektör miadını doldurmuşsa orada<br />
kalmak için ısrarcı (sebat etmekle, miadını doldurmuş<br />
bir konudan uzaklaşmayı çelişki olarak telakki<br />
etmiyorum, bilakis bir zaruret olarak görüyorum) olmamak<br />
lazım.<br />
Tabi ki “üretime geçiş” kolay olmadı. Projecilikten<br />
elde edilen sermaye bir üretim sürecini yönetmeye<br />
yeter mi? Tabi ki yetmez. Sonra üretebilmenin bilgisine<br />
(Know-How) sahip olmak lazım. Ürünün satışında<br />
ihtiyaç duyulan değerlerin biri de “marka”dır.<br />
Güçlü bir markaya sahip olmak lazım. Hem bilgi<br />
(Know-How), hem marka için gelişmiş bir ülkenin<br />
firmalarından birinin lisansı ile üretim yapmak, Türkiye<br />
gibi ülkelerin firmalarının yaptığı en kestirme<br />
yoldur. Bunu yapabilecek ne tecrübemiz, ne de bu<br />
amaç için kullanabilecek ilave bir paramız vardı.<br />
Üretimi de kendimiz başarmalı, tüm bilgi ihtiyacını<br />
da kendimiz üretmeli, markamızı da kendimiz<br />
oluşturmalıydık. Biz mühendistik ve bu ülkenin mühendislerine<br />
örnek olmalıydık.<br />
Bir firmadan lisans almak “hegomonya” gibi bir şey.<br />
Millet olma bilincine eriştiği ilk günden devlet olmuş<br />
bir milletin mensubu olarak, özgürlük hakkımızı sınırlayacak<br />
bu tür bir eyleme giremezdik. Biz bu yanlışı<br />
yapmadığımız gibi, bu ülkemizin her hangi bir kuruluşu<br />
da bu yanlışı yapmamalı. Teknoloji satın aldığımız<br />
ölçüde bağımlı oluruz. Biz “sadece teknolojisini<br />
kendisi geliştiren ülkelerin bağımsız olduğuna”<br />
inanıyoruz.<br />
Mutluyuz ki hiçbir ülkeden ya da firmadan Know-<br />
How ya da lisans almadık. Bugün dünyanın pek çok<br />
ülkesine Know-How ve lisans satıyoruz. Ülkemizde<br />
lisans satan iki yerli kuruluş varsa birisi biziz, diğerini<br />
de bilmiyorum.<br />
SERMAYE KAR ‹LE BÜYÜTÜLMEL‹D‹R<br />
Biliyorsunuz bankalar geçmişi olan, hikâyesi olan, iyi<br />
bir bilançosu olan, bilançosundaki özkaynak bölümü<br />
dolu olan firmalara kredi verirler. 1987 yılında sıfır<br />
sermaye ile kurulmuş bir firmanın, 1990 yılında ban-<br />
Bir gün telefon<br />
fihristinize bakmanız<br />
gerektiğinde rahatça<br />
arayabileceğiniz<br />
arkadaşlarınızın<br />
olmadığını<br />
görebilirsiniz. Bence<br />
çok büyük bir kayıp,<br />
çok gerektiği bir anda<br />
kardeşçe diyaloglarla<br />
oluşmuş bir arkadaşlık<br />
hayat bile kurtarabilir<br />
MART-N‹SAN 2011 67
DOSYA: F‹NANSMAN<br />
2002 yılında<br />
başlattığımız “Beyin<br />
Göçüne Karşı, Beyin<br />
Gücünü Teşvik<br />
Ediyoruz!”<br />
kampanyası ile<br />
endüstriye<br />
dönüşebilecek,<br />
proje, buluş ve yeni<br />
fikirleri maddi ve<br />
teknik açıdan<br />
desteklemekteyiz.<br />
Bu bizim son derece<br />
iş gören bir<br />
“iş modelimiz”.<br />
kaların istediği şartları sağlaması pek kolay değildi.<br />
Kaldı ki bankalar o günlerde kimi gerekçelerle bizim<br />
de fazla kapısını çaldığımız kuruluşlar olmamışlardır.<br />
Aklımızı “banka kredilerine” ulaşmak için yorsaydık,<br />
daha şık finansman temin alternatiflerini<br />
üretememiş olurduk herhalde.<br />
Üretim safhası gerçekten finansal kaynak ihtiyacının<br />
devleştiği safhadır. Projecilikte fazla bir sermaye ihtiyacı<br />
yoktu. Ticaretin de sermayesi stoktaki mal ve<br />
sistemin dönmesi için gerekli ihtiyaçtan ibarettir.<br />
Sanayicilik öyle değil. Önce doğru yatırım konusu seçeceksiniz,<br />
sonra ihtiyaç duyduğunuz binayı temin<br />
edeceksiniz, sonra makine parkını oluşturacaksınız,<br />
tüm girdileri temin edeceksiniz, markanıza yatırım<br />
yapacaksınız, kritik mamul stoklarınızı oluşturacaksınız,<br />
en sonunda eğer beğenirse müşteriniz ürününüzü<br />
alacak. Gerçekten çok zahmetli bir iş. Hem zaman<br />
tüketiyor hem finansal kaynakları tüketiyor,<br />
hem de ömrü tüketiyor. Şikâyet için söylemiyorum.<br />
Bu bir “dert” olabilir, ancak ben “derdimi seviyorum”.<br />
Eğer ürettiğiniz ürün “katma değerli” bir ürün<br />
ise satarken para kazanmanız mümkün. İşte firmamız<br />
daha ilk yıllardan oluşturduğu ar-ge gücüyle<br />
“katma değerli” ürünler üretebilmeyi başarabilmiştir.<br />
Asıl büyümeyi finanse ettiği kaynak bu kaynaktır.<br />
Kurumların sermaye ihtiyacını birkaç türlü yoldan<br />
karşılaması mümkün. Bunun en akılcı olanı ise faaliyetlerinden<br />
elde ettiği kar ile sermayesini büyütmesidir.<br />
Faaliyetlerden kar edebilmek için de daha<br />
karlı olabilecek teknoloji geliştirmek lazım. İşte firmamız<br />
daha ilk yıllardan kurumun omurgasını bu<br />
şekilde yapılandırmıştır.<br />
Ar-ge faaliyetleri sonucu elde ettiğimiz kar, hem bereketli,<br />
hem de sürdürülebilirlik vasfı taşıyor. Özellikle<br />
patent altına aldığımız ürünlerimiz bize, farklı<br />
fırsatlar sunuyor.<br />
PROJES‹ OLAN G‹R‹fi‹MC‹LER‹ DESTEKL‹YORUZ<br />
2002 yılında başlattığımız "Beyin Göçüne Karşı, Beyin<br />
Gücünü Teşvik Ediyoruz!" kampanyası ile endüstriye<br />
dönüşebilecek, proje, buluş ve yeni fikirleri<br />
maddi ve teknik açıdan desteklemekteyiz. Bu bizim<br />
son derece iş gören bir “iş modelimiz”.<br />
“Dosteli Projemiz”in içeriğini, faaliyette bulunan firmaların<br />
yönetsel, finansal, teknolojik ihtiyaçları sebebiyle<br />
verimsizleşme durumlarında bu firmalara<br />
yol arkadaşlığı şeklinde özetleyebiliriz. Bize göre<br />
dünyada üç grup şirket vardır;<br />
1-Hayatını devam ettirme şansı olmayan şirketler;<br />
Bu firmalara yatırım yapmak israftır. Devam etmesi<br />
de israftır. Bunların bir şekilde kapanması hayırlı<br />
olandır.<br />
2. Sağlıklı olarak yürüyen şirketler;<br />
Bunlar nakit akımları bozuk olmayan, rekabetçi<br />
ürün ortaya çıkartabilen, iyi yönetilen işletmelerdir.<br />
Zaten tüm finans şirketleri de bunların etrafında<br />
pervane gibi dönerler.<br />
3. Yaşatılması gereken şirketler;<br />
Bu tür şirketler iyi niyetlidir, vizyon sahibidir, idealleri<br />
ve hedefleri vardır. Yaptıkları göz dolduran kimi faaliyetleri<br />
vardır. İşletme kültürü oluşmuştur… Ancak,<br />
nakit akımı ve bilançosu bozulmuştur. Faaliyet<br />
karlılığı olmasına rağmen, finansman maliyetlerinden<br />
dolayı nihai karlılığı bozulmuştur. Hatta asıl<br />
üretken olan kurucu kişi, günlük meşgaleler için de<br />
boğuşmaktan üretkenliğini devam ettirme adına bir<br />
şey yapamamaktadır.<br />
İşte biz üçüncü grup şirketlere “Dosteli Projesi”<br />
mantığı ile destek olmak isteyen, kazandırırken kazanan<br />
ve bu maksatlı oluşturduğumuz “fon”u kullanan,<br />
bir yapılanma modelledik. Şirketten hisse alıyoruz.<br />
İhtiyaç duyulan kaynağı aktarıyoruz. Yönetme<br />
sorumluluğunu biz üzerimize alıyoruz. Üretken kurucuyu,<br />
daha güzel şeyler üretebilmesi için, motive<br />
ediyor, yönlendiriyoruz.<br />
Bugün geldiğimiz noktada ise aslında vizyonumuz<br />
tüm çalışmalarımızın özeti niteliğinde. “Teknolojinin<br />
sınırlarını zorlayarak insanlığın sorunlarına çözüm<br />
geliştirmek” bizim vizyonumuzu oluşturuyor.<br />
68 M‹MAR VE MÜHEND‹S
DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE<br />
ORTAK “RUH”UMUZA NE OLDU?<br />
29 Nisan 2007 tarihli Radikal Gazetesi’nde yayımlanan<br />
Adil Küçük İmzalı yazıda, Yabancı<br />
Şükrü SARIOĞLU<br />
Proje Danışmanı Sermaye Derneği'nin eski genel sekreteri Abdurrahman<br />
Arıman, Türkiye’ye gelen yabancı firmaların<br />
Türk ortaklarıyla yaşadığı sorunların artmasıyla<br />
ilgili olarak özetle; Müslüman Türkler’de ortaklık<br />
kültürü olmadığı için bu sorunların yaşandığını yabancıların<br />
Türkiye'deki ortaklıklarında, kimi kez zamanında<br />
ödenmeyen alacaklar, kimi kez sözleşmedeki<br />
hükümlerin yerine getirilmemesi, kimi kez kârın<br />
ve masrafların nasıl paylaşılacağı konusundaki<br />
sıkıntılar yaşandığını, tarafların bazen masada zorlukla<br />
da olsa anlaşılmasına rağmen, bazen de<br />
Uluslararası Tahkim Mahkemesi'nin kapısını çaldığını<br />
söylüyor.<br />
Aynı yazıda Arıman, bu zamana kadar gelen yatırımların,<br />
bir tane bile bölgesel kalkınma ajansı yokken<br />
geldiğini, Türkiye'de pilot olarak seçilen İzmir ve<br />
Çukurova bölgelerini kapsayan bölgesel kalkınma<br />
ajanslarının kurulmasının, Danıştay tarafından “Vatanın<br />
ve milletin bölünmezliğine tehdit oluşturduğu”<br />
gerekçesiyle iptal edildiğini de anlatıyor.<br />
Arıman’ ın ortaklıkla ilgili tespitine kısmen de olsa<br />
katıldığımı söylemeden geçemeyeceğim.<br />
Bu topraklarda yaşayan bizler, tüm dünyaya örnek<br />
olabilecek biçimde yokluğu paylaşmayı becerirken,<br />
varlığı paylaşmayı pek beceremez hale geldik.<br />
Ortaklık kültürü aslında bin küsur yıldır tarihsel geleneğimizde<br />
mevcut iken, modern dönüşüm sürecinde<br />
rekabetin etkileri ortaya çıktığından beri bu<br />
kültür erime noktasına gelmiştir.<br />
Modernist düşünce ve yaşam biçiminin de bunda<br />
payı yadsınamaz. Bu düşüncenin hakimiyetine giren<br />
insanımız birey olarak toplum içinde değer üretmesine<br />
rağmen, ortaklık kültürü potasında bunu eritmeyi<br />
başaramamıştır.<br />
Sadece ekonomik çıkar ya da kar güdüsü ortaklık<br />
kültürünü ayakta tutmak için yeterli değildir. Bunu<br />
besleyen ahlaki değerler ayakta durmamızı sağlayacak<br />
en önemli etkenlerdendir.<br />
Eğer bireyler ortaklık hukukunu koruyamıyorsa,<br />
şeffaflık, açıklık ve iyi niyet yoksa dürüstlük ve fazilet<br />
eksilmişse ortaklığın devam etmesi güçleşmiş<br />
demektir.<br />
Türk-İslam geleneğinde esnaf dayanışmasının en<br />
önemli örneklerinden olan Lonca- Ahilik teşkilatlarının<br />
yapılanması iktisadi anlamda ekonomik ve<br />
sosyal yaşantıya sağladığı katkı inkar edilemez.<br />
O günün şartlarında toplumsal dayanışmayı tesis<br />
eden, ekonomik hayatını düzenleyen bu teşkilatlar<br />
günümüz için de bir örnek teşkil edebilir.<br />
Bu bağlamda; küresel devlerin yerel arenada top<br />
koşturduğu ezici rekabet ortamında, yerel iş adamlarının<br />
ve esnafın bir araya gelmesini sağlayacak ortak<br />
iş anlayışının yerleşmesi gerekmektedir.<br />
Bu anlayış, küresel sermayeye karşı direncimizi,<br />
varlığımızı ve Ortak ruhumuzu ayağa kaldıracaktır.<br />
Günümüz rekabet koşullarında; Tüm Türkiye’nin<br />
gözü önünde alabildiğine ve pervasızca rekabet ettiğini<br />
gördüğümüz GSM operatörlerinin 3G projesinde<br />
3 ayrı tesis kurmak yerine ortak bir tesis kurup aynı<br />
sistemden beslenerek yaptıkları “Rekabet öncesi<br />
stratejik ortaklık” larını gözden kaçırmamamız gerekir.<br />
Yirmi yıl önce KOBİ’lere destek vermek üzere kurulmuş<br />
olan KOSGEB’in verdiği “Ortak kullanım amaç-<br />
70 M‹MAR VE MÜHEND‹S
lı makine teçhizat” şimdiki adıyla “İŞBİRLİĞİ GÜÇ-<br />
BİRLİĞİ” desteğinden yararlanan girişimci sayısı iki<br />
elin parmaklarını geçmemiş olmasına rağmen bu<br />
fırsat hala önümüzdedir.<br />
NED‹R ‹fiB‹RL‹⁄‹ GÜÇB‹RL‹⁄‹ ?<br />
Aynı veya birbirini tamamlayıcı işkollarında faaliyet<br />
gösteren KOBİ tanımına uyan, Küçük ve Orta ölçekli<br />
en az 5 (beş) işletmenin bir araya gelerek “İşbirliği<br />
Güçbirliği” anlayışıyla, hazırlayacaklar; Ortak üretim,<br />
ortak tedarik,ortak tasarım, ortak pazarlama,<br />
ortak laboratuar, ortak hizmet sunumu, ortak çözüm<br />
projelerine KOSGEB tarafından sağlanan desteklerin<br />
adıdır.<br />
KOfiULLARI<br />
• İşbirliği-güçbirliği Proje başvurusunda, en az 5<br />
(beş) işletmenin bir araya gelmesi gerekir.<br />
• Asgari 5 (beş) işletme sayısı sağlanmak koşulu ile<br />
diğer gerçek ve tüzel kişiler de işletici kuruluşa ortak<br />
olabilir.<br />
• Proje ortağı işletmeler mevcudiyetlerini koruyarak<br />
kurulacak işletici kuruluşa ortak olabilirler.<br />
• Proje ortağı işletmelerin bir kısmı ya da tamamı<br />
kendilerini feshederek kurulacak işletici kuruluşa<br />
dahil olabilirler.<br />
• Proje ortağı işletmelerin bir kısmı kendilerini feshederek<br />
ortaklardan birinin bünyesinde birleşebilirler.<br />
• İşletici kuruluşun Ortak olacak tüzel kişiler herhangi<br />
birinin hisse oranı, proje süresince % 30<br />
(otuz)’dan fazla olamaz. Gerçek kişilerin ise % 20<br />
(yirmi)’den fazla olamaz.<br />
• İşletici kuruluş ortaklarından herhangi birinin ortaklıktan<br />
ayrılması durumunda, hisselerini mevcut<br />
ortaklara ya da başkalarına devredebilir, ancak %<br />
30 ve % 20 şartı değişmez.<br />
DESTEK B‹Ç‹M‹ VE L‹M‹TLER‹<br />
“KOBİ” tanımına uyan imalat Sanayinde en az bir yıl<br />
faaliyet gösteren tüm firmalar yararlanabilir.<br />
I.ve II. Bölgelerde Toplam yatırımın %50’ si desteklenir.<br />
III.ve IV. Bölgelerde Toplam yatırımın %60’ ı desteklenir.<br />
• Geri Ödemeli Destek 500.000 TL (üst limit)<br />
• Geri Ödemesiz Destek 250.000 TL (üst limit)<br />
TOPLAM<br />
750.000 TL<br />
• Geri Ödemeli Destekler kapsamında yapılacak geri<br />
ödemeler, proje bitiminden sonra 6 ayı ödemesiz<br />
olmak üzere, üçer aylık dönemler halinde 8 eşit taksitte<br />
yapılır.<br />
• Geri ödemeli desteklerde faiz ve komisyon uygulanmaz.<br />
Yukarıda sözünü ettiğimiz desteğin temel amacı;<br />
Rekabet öncesi işbirliği sağlayıp, yatırım ve üretim<br />
maliyetlerini düşürmek, Üretim ve istihdamı arttırmak,<br />
kaliteyi düzeyini yükselmek, seri üretimi kolaylaştırmak,<br />
yeni ürünlerin üretilmesini sağlamanın<br />
yanı sıra, yeni tasarımların da önünü açmak ve rekabet<br />
gücünü arttırıp, Ortaklık kültürünü güçlenmesine<br />
katkı sağlamaktır.<br />
Küresel devlerin yerel<br />
arenada top koşturduğu<br />
ezici rekabet ortamında,<br />
yerel iş adamlarının ve<br />
esnafın bir araya<br />
gelmesini sağlayacak<br />
ortak iş anlayışının<br />
yerleşmesi<br />
gerekmektedir.<br />
Bu anlayış, küresel<br />
sermayeye karşı<br />
direncimizi, varlığımızı<br />
ve Ortak ruhumuzu<br />
ayağa kaldıracaktır.<br />
MART-N‹SAN 2011 71
GEZ‹<br />
MERAGA:<br />
BİRAZ MUSİKİ,<br />
BİRAZ ASTRONOMİ<br />
MERAGA, SEMERKAND VE BAĞDAT GİBİ İSLAM<br />
BİLİM VE MEDENİYETİNİN ZİRVEYE ÇIKTIĞI<br />
ŞEHİRLERLE BİRLİKTE ANILMAKTADIR. İSLAM<br />
DÜNYASININ EN ÖNEMLİ RASATHANELERİNDEN<br />
BİRİSİ BU ŞEHİRDE KURULMUŞTU.<br />
SEMERKAND’DAKİ RASATHANENİN<br />
KALINTILARINI GÖRMÜŞ VE ÇOK<br />
HEYECANLANMIŞTIM. TİMUR’UN TORUNU<br />
ULUĞ BEY TARAFINDAN KURULAN BU<br />
RASATHANE BİLİM DÜNYASINA PEK ÇOK ALİM<br />
VE ESER HEDİYE ETMİŞTİ. ARTIK MERAGA’YI<br />
GÖRMEM İÇİN YETERLİ SEBEPLERİM VARDI.<br />
OSMAN ARI / Makina Mühendisi<br />
MERAGA’YI ilk Abdülkadir Meragi’nin muhteşem eseri<br />
rast nakış bestesini meşk ederken duymuştum. Taa<br />
14.yy.’dan günümüze kadar ulaşabilmiş bu güzel eserin<br />
bestecisi Meraga’lı Abdülkadir’di (1350-1435).<br />
Amed nesim-i subh-u dem tersem ki azarefl kuned / Tahrik-i zülf-ü<br />
anberefl ez hab bidarefl kuned.<br />
(Sabah rüzgar› esti, onu incitmesinden korkar›m. / Anber kokulu zülfünün<br />
onu uykusundan uyand›rmas›ndan korkar›m.)<br />
Notaları günümüze kadar gelmiş en eski eserlerden olan bu rast<br />
nakış besteden başka A. Meragi’nin 30 kadar eseri daha bugün<br />
musikişinaslar tarafından icra edilmektedir. Rast Kar-ı Muhteşem<br />
de en bilinen eserlerindendir. Rast nakış besteyi her icra edişimde<br />
Meraga bir ‘’hayal şehir’’ olarak zihnimde canlanırdı. Abdülkadir<br />
Meragi bir müddet Bağdat’ta yaşamış, Sultan Yıldırım Bayezit’in<br />
davetiyle Osmanlı himayesine girmiştir. Daha sonra Timur ile Yıldırım<br />
Bayezit arasında yapılan Ankara savaşında esir düşüp Timur’la<br />
beraber Semerkant’a götürülmüştür. Buradan kaçarak Bağdat’a<br />
geri dönmüştür.<br />
72 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Abdülkadir Meragi bir<br />
müddet Bağdat’ta<br />
yaşamış, Sultan Yıldırım<br />
Bayezit’in davetiyle<br />
Osmanlı himayesine<br />
girmiştir. Daha sonra<br />
Timur ile Yıldırım<br />
Bayezit arasında yapılan<br />
Ankara savaşında esir<br />
düşüp Timur’la beraber<br />
Semerkant’a<br />
götürülmüştür. Buradan<br />
kaçarak Bağdat’a geri<br />
dönmüştür.<br />
Meraga; İslam bilim tarihi okumalarımda tekrar karşıma çıktı,<br />
hem de Semerkand, Bağdat gibi İslam bilim ve medeniyetinin zirveye<br />
çıktığı şehirlerle birlikte anılarak. İslam dünyasının en önemli<br />
rasathanelerinden birisi bu şehirde, Meraga’da kurulmuştu. Semerkand’daki<br />
Rasathanenin kalıntılarını görmüş ve çok heyecanlanmıştım.<br />
Timur’un torunu Uluğ Bey tarafından kurulan bu rasathane<br />
bilim dünyasına pek çok alim ve eser hediye etmişti.<br />
Artık Meraga’yı görmem için yeterli sebeplerim vardı. Bir İran seyahatimin<br />
tatil gününü (İran’da tatil günü Cuma) Meraga için ayırdım.<br />
Meraga Tebriz’e 160 km. mesafede Azeri nüfusun yaşadığı bir<br />
şehir. Tebriz’de kaldığım otelden sabah kahvaltıdan sonra yola<br />
çıktık. Tebriz’i geçince her yerde bembeyaz kar var. Hava güneşli.<br />
Öğleye doğru Meraga’ya geldik. Meraga düzgün ve çınar ağaçlı<br />
caddeleriyle şirin bir şehir. İlk olarak rasathaneyi soruyoruz.<br />
Tarif üzerine şehrin kenarındaki tepeye tırmanmaya başlıyoruz.<br />
Bir müddet sonra yoldaki kar bize izin vermiyor. Arabayı kenara<br />
çekip yürüyerek tepeye çıkıyoruz. Rasathanede bekçilik yapan bir<br />
asker karşılıyor bizi. Türk olmamasına rağmen bizi şaşırtacak kadar<br />
güzel Türkçe konuşuyor. Türkçeyi Türk televizyonlarından öğrenmiş.<br />
Bize rasathane hakkında kısaca bilgi verdi.<br />
Rasathane 1259 yılında Hülagu Han tarafından yapımına başlanmış<br />
ve 1271 yılında tamamlanmış. Rasathane kompleksi temel ve<br />
yardımcı binalar olmak üzere 13 binadan oluşmuş. İlk bina grubunda<br />
gözlemevi, ikincisinde ise medrese, kütüphane ve çarşı yer<br />
alıyormuş. Rasathane tıpkı Semerkand’da olduğu gibi şehre hakim<br />
bir tepenin üzerine kurulmuş. Ne yazık ki kompleksin sadece<br />
temelleri kalmış. Bu kalıntıları korumak üzere 1970’li yıllarda kübik<br />
bir koruyucu yapılmış.<br />
Meraga Rasathanesi’nin başına atanan Nasiruddin-i Tusi kısa sürede<br />
burayı bir bilim merkezi haline getirmiş.<br />
O’nun rehberliğinde çeşitli bilim dallarında çok ciddi ilmi çalışmalar<br />
yapılmış ve kıymetli eserler ortaya konmuş. Rasathanede gök<br />
cisimlerine ait yapılan astronomi cetvelleri Kepler’in 1627 yılında<br />
yayınladığı astronomi cetvellerine kadar 350 yılı aşkın bir süre Avrupa<br />
rasathanelerinde kullanılmıştır.<br />
İstanbul’da da rasathane 1570 yılında Takiyuddin ibn Maruf (1521-<br />
1585) nezaretinde padişah III.Murat’dan izin ve ödenek alınarak<br />
Cihangir/Tophane sırtlarına kurulur. Ancak ömrü çok uzun olmaz.<br />
Rasathane 1577 yılında gözlenen kuyruklu yıldız ve 1578’de baş<br />
gösteren veba salgının nedeni olarak gösterilmesi üzerine 1580 yılında<br />
padişahın emriyle Kılıç Ali Paşa tarafından yıktırılıyor. (Doğrusu<br />
incelemeye değer bir konu.)<br />
Rasathaneyi gezdikten sonra Meraga’daki tarihi eserleri görmeye<br />
gidiyoruz. Gömbet-i Kebut (mavi kümbet) Selçukluların son döneminde<br />
yapılmış, Hülagu Han’ın annesinin mezarı olduğu söyleniyor.<br />
10 köşeli ve 10 sütunlu bir yapı. Gömbet-i Sorgh (kırmızı kümbet)<br />
Bu yapı da bir Selçuklu eseri. Gömbet-i Gaffarin 4 köşe formunda<br />
bir İlhanlılar eseri. Maalesef eserlerin firuze çinileri büyük<br />
ölçüde tahrip olmuş. Ancak eserler bu halleriyle bile Meraga’ya<br />
tarihi bir hüviyet kazandırmaya yetiyorlar.<br />
Gömbet-i Gaffari’nin bulunduğu parkın sol yanında bir güneş saati<br />
dikkatimi çekiyor. Yanındaki panodan bunun çağdaş bir güneş<br />
saati olduğunu öğreniyorum. 2005 yılında Dünya Fizik Yılı dolayısı<br />
ile Meraga Astronomi ve Astrofizik Enstitüsü ile Fransız Büyükelçiliği<br />
Kültür Servisi ortaklaşa yapmışlar. Oldukça ayrıntılı bir güneş<br />
saati.<br />
Meraga tam bir Selçuklu şehri.<br />
Meraga gezimiz akşamüstü son bulduğunda şehirden ayrılırken<br />
Abdülkadir Meragi’nin rast nakış bestesi hala kulaklarımdaydı.<br />
Amed nesim-i subh-u dem…<br />
MART-N‹SAN 2011 73
KENTVEYAfiAM<br />
KÜLTÜREL MİRASIMIZDAN BİR PARÇA,<br />
ESKİ BALIKESİR<br />
EVLERİ<br />
TÜRKLER'İN TARİH SAHNESİNE<br />
ÇIKTIKLARI GÜNDEN BU YANA,<br />
İÇİNDE YAŞADIKLARI VE<br />
ÖZELLİKLERİNİ İHTİYAÇLARININ<br />
YANINDA, KENDİ KÜLTÜR VE<br />
HAYAT TARZLARININ<br />
BELİRLEDİĞİ TEMEL YAŞAM<br />
ALANINA “TÜRK EVİ” DENİR.<br />
HEMEN HEPİMİZİN BİLDİĞİ ÜZERE<br />
İLK TÜRK EV MEKÂNI, ÇADIR,<br />
YANİ 'TOPAK EV'DİR TÜRK EVİ<br />
SÜREÇ İÇERİSİNDE MEKÂN<br />
OLARAK BİRÇOK DEĞİŞİKLİĞE<br />
UĞRAMIŞSA DA TÜM BU SÜREÇ<br />
İÇERİSİNDE, MEKAN, FONKSİYON<br />
VE ANLAYIŞ BAKIMINDAN<br />
TOPAK EV ESAS ALINMIŞTIR.<br />
FARUK ÖNCÜ / Sanat Tarihçisi<br />
EVLER‹M‹Z, ömrümüzün büyük bölümünü<br />
içinde geçirdiğimiz, rahatlık<br />
ve huzurumuzu kendisinde bulduğumuz,<br />
acı-tatlı hatıralarımızı barındıran<br />
yegane mekanlarımızdır. Ayrıca bir ölçüde<br />
sahiplerinin yaşantılarını ve maddi durumlarını<br />
gösteren bu yapılar; aynı zamanda<br />
mimari özellikleri ve bünyelerinde taşıdıkları<br />
izlerle şehrimizin tarihi süreç içinde<br />
geçirdiği aşamaların da bir nevi tanığı, aynası<br />
durumundadır.<br />
Evlerimize geçmeden önce, “Tarihi Balıkesir<br />
Evleri” isimli kitap çalışmama gösterilen<br />
ilgi ve aldığım tepkiler hassasiyetimin,<br />
toplumumuzun her kesimince paylaşıldığını<br />
göstermiştir. Ayrıca bu teşebbüsümüzün<br />
gerekliliğini de bir kez daha ortaya koymuştur.<br />
Türkler'in tarih sahnesine çıktıkları<br />
günden bu yana, içinde yaşadıkları ve özelliklerini<br />
ihtiyaçlarının yanında, kendi kültür<br />
ve hayat tarzlarının belirlediği temel yaşam<br />
alanına “Türk Evi” denir. Hemen hepimizin<br />
bildiği üzere ilk Türk ev mekanı, çadır, yani<br />
'Topak Ev'dir (RESİM 1-Topak Ev).<br />
1-Orta Asya’dan topak ev örne¤i<br />
2-1898 Bal›kesir Depremi<br />
74 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Türk evi süreç içerisinde mekan olarak birçok değişikliğe<br />
uğramışsa da tüm bu süreç içerisinde, mekan, fonksiyon<br />
ve anlayış bakımından Topak Ev esas alınmıştır. Göçebe<br />
yaşamın gereği olarak her şey, ihtiyaç çerçevesinde şekillenmiştir.<br />
Bu düşünce ev mekanının elemanlarını, yerleşik<br />
yaşama geçişte fonksiyonel ve pratik kılmıştır.<br />
Orta Asya'dan başlayan Türk serüveni, Balkanlar, Kuzey<br />
Afrika, Arabistan ve sonunda İslamiyet'i kabul ederek Anadolu'da<br />
yerleşik düzene geçilmesiyle sürerken, “göçebelik”<br />
kavramı; İslamî dünya görüşü ve Anadolu coğrafyasının<br />
özellikleri ile yeniden yoğurularak, yeni bir sentez ve<br />
yaşama mekanları; yani Türk Evi ortaya çıkmıştır.<br />
Tarihi kaynaklara ve ülkemiz geneline bakıldığında, Türk<br />
evinin belirli bir tasarım ve süsleme bütünlüğüne 16. yüzyılda<br />
ulaştığı söylenebilmekte ise de koruma durumu, iklim,<br />
doğal afetler, çarpık yapılaşma ve diğer faktörler yörelere<br />
has özel koşullar oluşturmaktadır.<br />
İlk kez 12. yy'ın sonlarında Türk yerleşimi ile tanışan kentimizin,<br />
sivil mimarisine ait en erken örneklerini maalesef<br />
savaşlar, yangın ve özellikle 1898 depremi nedeni ile ancak<br />
19. yy. sonunda görebilmekteyiz(RESİM 2-1898 Balıkesir<br />
Depremi).<br />
Son yıllardaki hızlı şehirleşme, sanayileşme ve söz konusu<br />
evlerin onarımındaki uzun mevzuatlar, bu yapıların yıkılıp,<br />
yerlerine tek düze apartmanlar “dikilmesine” yol açmıştır.<br />
Bu süreç, sivil mimari ürünlerimizin yok oluşunun yanında,<br />
şehirlerimizin tarihi kimliğini de yitirmesine neden olmuştur.<br />
Ayrıca, kentimizi adeta mücevher bir gerdanlık gibi<br />
süsleyen dokunun yok oluşuyla tarihi yapılarımız da yalnızlığa<br />
itilmiştir.<br />
Bu makaleyi yazmaktaki maksadım, yok olan evlerimizin<br />
ardından ağıt yakmak değil; henüz genel özellikleri saptanmamış<br />
Balıkesir evlerinin genel özelliklerine değinerek,<br />
her geçen gün yok olan kültür varlıklarımıza dikkat<br />
çekmektir.<br />
BALIKES‹R EVLER‹N‹ OLUfiTURAN ETKENLER<br />
Önceki bölümde zikredildiği gibi, “Türk Evi” menşei bakımdan<br />
Anadolu öncesi Türk meskenlerine bağlanıp; bunun<br />
yanında, söz konusu coğrafyadaki konut mimarisi, iklim,<br />
malzeme ve doğa olayları yöresel mimaride belirleyici faktörler<br />
olarak meydana çıkmaktadır. Bu genel değerlendirmenin<br />
ardından eski Balıkesir evlerini oluşturan etkenleri<br />
şöyle sıralayabiliriz:<br />
Tarihi etkenler: Bizans ve Karesi Beyliği dönemlerinden<br />
günümüze örnekler kalamamışsa da Balıkesir merkezi ve<br />
Ayvalık gibi yakın zamana kadar Rum nüfusun da yaşadığı<br />
bölgelere bakıldığında, benzerlikler olduğu yani birlikte yaşamanın<br />
getirisi olarak aynı kültürün zamanla özümsendiği<br />
görülmektedir.<br />
Sosyal ve kültürel etkenler: Evi biçimlendiren etkenlerin<br />
en önemlisi, içinde sürdürülen hayattır. Türk İslam medeniyetinde<br />
aile, toplumun çekirdeğini oluşturmaktadır.<br />
Dünyaya gözlerimizi açtığımız, ilk eğitimimizi aldığımız ve<br />
hayatımızı idame ettirdiğimiz bu kutsal mekan, içinde yaşayan<br />
kişi sayısı ve onların ihtiyaçları doğrultusunda şekillenmiştir.<br />
Ekonomik etkenler: Türk şehirlerinde evler, sahibinin ekonomik<br />
gücüne ve toplum içindeki statüsüne göre inşa edilmiştir.<br />
Zenginler ve toplumun ileri gelenleri, büyük konak-<br />
MART-N‹SAN 2011 75
KENTVEYAfiAM<br />
Eski Balıkesir evlerinin yüzde 80'inin çıkmalı (cumbalı)<br />
olduğu düşünülürse, evin esas yaşam alanı olan üst katlarının<br />
bu çıkmalarla genişletilmeye çalışıldığı da görülmektedir.<br />
larda, şehir halkı ise, mütevazi evlerde<br />
oturmaktadır. Fakat maddi duruma göre<br />
oda sayısı, süsleme gibi hususlar değişse<br />
de mimari anlayış aynı kalmıştır.<br />
Çevresel etkenler: Evi biçimlendiren en<br />
temel etkenlerden olup coğrafi şartların<br />
zorunlu kıldığı yapı malzemesi ve yapım<br />
tekniği ile açıklanır. Bu bakımdan kentimizde<br />
deprem, sel gibi afetlere karşı korunaklı<br />
bölgeler tercih edilip, buralarda<br />
hafif malzemeli yarı kargir konut mimarisi<br />
kullanılmıştır.<br />
BALIKES‹R EVLER‹N‹N<br />
GENEL ÖZELL‹KLER‹<br />
Balıkesir'de geleneksel konut mimarisini<br />
yansıtan örneklerin tamamına yakını,<br />
kentin çekirdek dokusunu oluşturan<br />
Dumlupınar, Aygören, Karaoğlan ve Karesi<br />
mahallelerinde yer almaktadır. Bu tercihin<br />
nedeni kentimizin geçirmiş olduğu<br />
depremler olarak görülmektedir. Özellikle<br />
1898 depremi sonrası mevcut yapıların<br />
yüzde 90'ının oturulamaz hale geldiği düşünülürse;<br />
eğimli arazi tercihinin nedeni<br />
rahatça anlaşılabilmektedir.<br />
Dama planlı, kesişen sokaklar arasında<br />
yer alan yapılar, arazi ve sokak yapısına<br />
göre konumlanmıştır. Çoğu eğimli arazide<br />
yer alan bu evler, taş zemin üzerine, kot<br />
farkından yararlanılarak depo, kiler, bodrum<br />
görevinde mekanlar inşa ederek, bu<br />
zorunluluğu mekana işlev kazandırmak<br />
suretiyle pratik bir tasarıma gitmişlerdir.<br />
Genel olarak taş zemin üzerine yükselen<br />
beden duvarları, ahşap hatıl-destekler<br />
arasına tuğla ve çamur harçlı sıva doldurulmasıyla<br />
“ahşap çatkı arası dolgu” tekniğinde<br />
inşa edilmiştir. Zemin kat, evin<br />
“hizmetler” denilen mutfak, kiler gibi servis<br />
mekanlarına ayrılıp Türk mimarisindeki<br />
“mahremiyet” anlayışı ile genellikle küçük<br />
pencereli-sokağa kapalı şekilde inşa<br />
edilmiştir. Üst katlar ise zemin kata nispetle<br />
daha yüksek tavanlı ve ahşap direkler<br />
üzerine oturmakta olup ayrıca çıkma<br />
ve büyük ebatlı pencerelerle sokak dokusuyla<br />
iç içedir. Çıkmalar, oda mekanına<br />
yer kazandırmanın yanında, o dönemde<br />
günümüzdeki kadar sosyal hayata katılamayan<br />
kadınlarımızın dışa açılan penceresi<br />
olmuştur.<br />
Eski Balıkesir evlerinin yüzde 80'inin çıkmalı<br />
(cumbalı) olduğu düşünülürse, evin<br />
esas yaşam alanı olan üst katlarının bu<br />
çıkmalarla genişletilmeye çalışıldığı da<br />
görülmektedir. 2 Eski Balıkesir evlerinde<br />
plan şeması olarak iç ve orta sofalı mekan<br />
örgütlemesine gidildiği görülmektedir.<br />
Dönem, arazi ve iklim şartları düşünüldüğünde,<br />
bu plan şemasının tercihinde iklimden<br />
çok nüfusun etkili olduğu aşikârdır.<br />
Kent nüfusunun giderek artmasıyla<br />
76 M‹MAR VE MÜHEND‹S
evler iç içe, dar arazilerde yer almaya<br />
başlamıştır. Bu da doğal olarak ev yapısında<br />
“içe kapanışı” getirmiştir. Sofa plan<br />
elemanı olarak evin merkezinde, odaların<br />
kesişim noktasında yer almaktadır. Buradan<br />
bir merdiven vasıtası ile ikinci kata<br />
çıkmayı sağlayan sofa, bu bakımdan katlar<br />
arası irtibatı sağladığı gibi, ev halkının<br />
da birleşim noktası, ortak kullanım alanıdır.<br />
Odalar, sofanın etrafında sıralanmış ve<br />
Türk mimari anlaşına uygun olarak her<br />
oda içerisinde bir aileyi barındırabilecek<br />
nitelikte inşa edilmiştir. Fakat Şer'iyye sicillerine<br />
göre, 17.-18. yy Balıkesir evlerinde<br />
hemen her odada görülen, ocak, yüklük<br />
ve dolapların dolapların sayısında, 3<br />
zamana bağlı olarak azalma görülmektedir.<br />
4 Tıpkı sofada olduğu gibi odalara da<br />
yüklük ve gusülhane eklenmesi, ayrıca<br />
alttan çıta çakma teknikli tavan kaplamasıyla<br />
sade ve fonksiyonel mekanlar elde<br />
edildiği gibi ahşabın sıcaklığı ve dekoratif<br />
özelliği mekanlara yansıtılmıştır.<br />
Yapıların cephe anlayışındaki belirleyici<br />
Solda:<br />
Kim geldi penceresi<br />
unsurlar; bina girişi, çıkmalar ve pencere<br />
sistemidir. Mimarimize batı etkisiyle 18.<br />
yy. sonu 19. yy başlarında görülmeye başlayan<br />
tek veya çift taraflı döner merdiven,<br />
dönem özelliği olarak hemen her yapı girişinde<br />
gözlenmektedir. Eski Balıkesir evlerinin<br />
en belirgin özelliklerinden biri de<br />
bu merdivenle çıkılan, özellikle kaş kemer<br />
içerisinde alınıp revak tarzında geriye çekilmiş<br />
ana giriş kapılarıdır.<br />
Revaklı ana giriş, kapıyı korumanın yanında<br />
sıkışık yapılaşmadan dolayı avlusu bulunmayan<br />
yapıların hala “mahremiyet”<br />
duygusunu taşıdığını gösterir nitelikte<br />
“kim geldi” pencereleridir. Bu pencereler,<br />
ev sakinlerinin gelen kişileri kapıyı açmadan,<br />
camdan görmesini sağlamaktadır.<br />
Zemin katı genellikle üst kata oranla daha<br />
alçak tutulmuş yapılarda, asıl yaşam<br />
alanı olan üst kat, ahşap kaplaması ve eli<br />
böğründelerle taşınan çıkmasıyla cephe<br />
estetiğinde belirleyici rol oynamaktadır.<br />
Düşey sürmeli (giyotin) veya çift kanatlı<br />
pencereler, cepheye hareket kazandıran<br />
bir diğer unsurdur. Alt katlarda taşıyıcı<br />
sistemde görülemeyen ahşap kiriş ve hatıllar<br />
üst katlarda vurgulanıp bir nevi tezyinat<br />
(süsleme) unsuru olarak ön plana<br />
çıkmaktadır. Kırma çatıyla sonlanan yapılarda<br />
saçaklar iklim şartlarına göre biraz<br />
uzun tutulmuştur.<br />
Tezyinat yani süsleme anlamında, Türk<br />
evinin iç cephelerine daha çok önem verilip<br />
bu, Türk sanatındaki ağır başlı anlayışın<br />
ürünüdür. Süsleme açısından bir kaç<br />
özel örnek dışında oldukça sade bir görünüm<br />
arzeden Balıkesir evlerinin bu özelliğini,<br />
söz konusu yapıların inşa edildiği dönemin<br />
sosyo-ekonomik koşulları içerisinde<br />
değerlendirmek gerekmektedir.<br />
Sonuç olarak kültürümüzün önemli bir<br />
parçasını teşkil eden mimari mirasımızın,<br />
kentimizin tarihi süreç içerisindeki kimliğinin<br />
yanı sıra, geçirdiği evrelerin de -bir<br />
ifadesi- kanıtı olduğu unutulmamalıdır.<br />
Kentin en eski ve merkezi kesiminde yer<br />
alan tarihi doku, başta çevresel etkenler<br />
dediğimiz, onarım yapılamamasından<br />
kaynaklanan, doğal etkilere açık vaziyettedir.<br />
Hatta bazı yapıların acil onarımı yapılmadığı<br />
takdirde, kendiliğinden mazideki<br />
yerini alacağı -malesef- aşikârdır. Çoğu<br />
“kültür varlığı” olarak tescil altına alınmış<br />
bu eserler, başta yasal mevzuat olmak<br />
üzere, ekonomik baskıdan kurtarılmak<br />
suretiyle onarımı yapılarak, yapının<br />
ruhuna uygun yeni işlevlerle topluma geri<br />
kazandırılması gerekmektedir.<br />
Umarım bu makalenin dışında, “Tarihi<br />
Balıkesir Evleri” isimli kitap çalışmam ve<br />
halen çalışmakta bulunduğum, kentimizin<br />
“ortak hafızası” durumundaki Kent Arşivi'nce,<br />
ev rölyefleri ile hazırlanan sergi gerekli<br />
bilincin oluşturulması adına bir katkı<br />
sağlayıp; bundan sonra hayata geçirilecek<br />
projelerin ilk adımını oluşturur.<br />
Emeğimizin tarihe düşülmüş bir nottan<br />
ibaret kalmaması dileğiyle...<br />
1 Öncü, Faruk, Tarihi Bal›kesir Evleri, TMMOB<br />
Mimarlar Odas› Bal›kesir fiubesi Yay›n›, Ankara, 2010<br />
2 Çetin, Murat, “Bal›kesir Tarihi Kent Dokusu ve Sivil<br />
Mimari Örnekleri”, Bitek Kent Bal›kesir, Yap› Kredi<br />
Yaynlar› No:1919, ‹stanbul, 2003, s.189<br />
3 Mutaf, Abdülmecit, XVII. Yüzy›lda Bal›kesir'de<br />
Kad›nlar, Dokuz Eylül Ün Sosyal Bil. Ens. (Yay›mlanmam›fl<br />
Doktora Tezi), ‹zmir, 2002, s.65,92,93,94<br />
4 At›c› Demir, Han›m Mine, H.1133-1134 (M. 1721-<br />
1722) Tarihli (718 Numaral›) Bal›kesir fier'iyye<br />
Siciline Göre Bal›kesir, Gazi Ün. Sosyal Bil. Ens.<br />
(Yay›mlanmam›fl Master Tezi), Ankara 2001, s.42-43<br />
5 Klasik Türk ev mimarisinde hemen hemen her odada<br />
yüklük ve dolap uygulamas› görülürken; 19. yy.'da<br />
uygulamalar›n› inceledi¤imiz Bal›kesir örneklerinde bu<br />
say› oldukça azal›r. Buna neden olarak evlerin zamanla<br />
çekirdek aileye hitap etmesi görülmelidir.<br />
MART-N‹SAN 2011 77
ANMA<br />
Mü’min, Mühendis, Mücahit<br />
NECMETTİN ERBAKAN<br />
ERBAKAN HOCA ŞAHSİ, MESLEKİ İKTİSADİ VE NİHAYET SİYASİ FAALİYETLERİNİ “HAKKI HAKİM<br />
KILMA” ADINA CİHAD OLARAK ADLANDIRIYORDU. BUNUN İÇİN DE ANADOLU COĞRAFYASINI<br />
AŞAN BÜTÜN BİR İSLAM COĞRAFYASI HATTA DÜNYANIN DİĞER YERLERİNDEKİ MAZLUM<br />
MİLLETLERİ DE KUŞATAN BİR MÜCADELE İÇİNDEYDİ. O’NUN HAYATINA BAKTIĞIMIZDA, HAYATINI<br />
ÜÇ KAVRAMIN ŞEKİLLENDİRDİĞİNİ GÖRÜRÜZ: MÜ’MİN, MÜHENDİS, MÜCAHİT.<br />
OSMAN ARI<br />
27 Şubat 2011 günü vefat eden Prof.<br />
Dr. Necmettin Erbakan geride hem<br />
siyasi hem de mesleki açıdan başarılarla<br />
dolu bir hayat bıraktı. O’nun hayatına<br />
baktığımızda, hayatını üç kavramın şekillendirdiğini<br />
görürüz: Mü’min, mühendis,<br />
mücahit.<br />
Daha üniversite yıllarında tanıştığı ve sohbetlerinde<br />
bulunduğu Abdülaziz Bekkine<br />
Hz.’leri ve ardından Mehmet Zahid Kotku<br />
Hz.’lerinin onun İslami şahsiyetinin oluşumunda<br />
büyük payları olmuştur. 1940 ve<br />
50’li yıllarda o zamanki Türkiye’nin siyasi<br />
ve sosyal şartları dikkate alındığında geleceği<br />
çok parlak bir mühendisin (ardından<br />
Doç. ve Prof. olmuştur) tercihini inançları<br />
doğrultusunda yapması ve bunu her ortamda<br />
hiç gocunmadan dile getirmesi<br />
takdire şayandır. Bu çizgisini siyasi mücadelelerinde<br />
de MNP, MSP, RP, FP, ve Saadet<br />
Partisi’yle son nefesine kadar korumuştur.<br />
Cumhuriyet döneminde itilip kakılan,<br />
üvey evlat muamelesi gören kesimi<br />
aktif olarak Türk siyasi hayatın içerisine<br />
katılmasını sağlamıştır. 1970 yılına kadar<br />
DP-AP çizgisinde (muhafazakar-sağ siyasette)<br />
kendilerini ifade eden camiayı muhafazakar<br />
sağdan alıp, ”Milli Görüş” altında<br />
“İslamcı” çizgide siyasete entegre etmiştir.(Milli<br />
Görüş ile siyasete giren takipçilerinin<br />
30 yıl sonra muhafazakar demokrat<br />
çizgiye evrilmeleri de kaderin bir cilvesi<br />
olsa gerek)<br />
Milli Görüş dar milliyetçi kalıplardan öte<br />
bütün İslam coğrafyasının kurtuluşunu<br />
hedef alan bir görüştür.<br />
Erbakan’ın önce akademik hayat ardından<br />
iktisadi ve Türk siyasi hayatındaki varlığı<br />
tesadüfî değildir.<br />
Erbakan, Turgut Özal, Recai Kutan ve ondan<br />
sonra gelen Nevzat Kor, Oğuzhan<br />
Asiltürk, Korkut Özal, Cevat Ayhan, Yahya<br />
Oğuz, Osman Çataklı gibi İslami kesimden<br />
akademik camiada ve siyasette çok önemli<br />
görevler ifa etmiş zatları sanki görünmez<br />
bir el mühendislik eğitimine yönlendirmiştir.<br />
Necmettin Erbakan ve Nurettin<br />
Topçu’nun da kendisinden feyz aldığı son<br />
devir Halid-i Nakşiliği’nin şeyhlerinden<br />
Abdülaziz Bekkine Efendi’nin şu cümleleri<br />
ilginçtir: “Biyoloji ve tıpla uğraşanlar tabiat<br />
kanununa mahkum olurlar. Hukukçular<br />
insan elinden çıkma kanunların zebunu.<br />
Hesapla (matematikle) uğraşanlar hayalcilikten<br />
(nazariyattan) kurtulamaz.<br />
Onun için bizim bunlarla ilgilenmemiz uygun<br />
değil. Hendese (geometri) ile uğraşanlarda<br />
hayalcilik olmaz. Hendese insanı<br />
muhafazakar yapar. Onun için<br />
özellikle mühendislerle meşgul olalım.”<br />
(1)<br />
Gerçekten de o yıllardan itibaren İslami/muhafazakâr<br />
kesimden yukarıda<br />
sıraladığım isimlerle birlikte<br />
onlarca genç, mühendislik eğitimine<br />
yönlendirilmişlerdir.<br />
Bu yönelişte II. Dünya<br />
Savaşı’nda Avrupa’nın<br />
yerle bir olması,<br />
şehirlerin,<br />
sanayinin ve altyapının<br />
yeniden<br />
yapılacak olmasının,<br />
mühendisliği<br />
gözde bir meslek haline gelmesinde etkisini<br />
ihmal edemeyiz.<br />
Erbakan İTÜ Makine Fakültesi’nden mezun<br />
olur olmaz 1948’de motorlar kürsüsünde<br />
asistan olur. O artık “Erbakan Hoca”dır.<br />
1951 yılında İstanbul Belediyesi’nin<br />
otobüs alımında İTÜ’den görüş istemesi<br />
üzerine Erbakan Hoca otobüs alımına bu<br />
kadar para vermek yerine bu paranın yerli<br />
otobüs yapımında kullanılmasını teklif<br />
eder. Devrim otomobilinin öncüsü Erbakan<br />
Hoca’nın bu raporudur. Erbakan Türkiye’nin<br />
sanayileşmeden kendi teknolojisini<br />
üretmeden kalkınamayacağı ve batı ile<br />
boy ölçüşemeyeceğinin farkındaydı. M.<br />
Zahit Kotku Efendi’nin de teşvikleriyle<br />
Erbakan’nın öncülüğünde<br />
1956 yılında temeli atılan<br />
çok ortaklı Gümüş<br />
Motor fabrikası 1960 yılı<br />
Mart ayında se-<br />
78 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Erbakan Hoca’n›n mühendis kimli¤i gerek<br />
kurdu¤u siyasi parti programlar› ve<br />
sloganlar›nda, gerekse çözüm önerilerinde bariz<br />
olarak görülür. “Montaj de¤il A¤›r sanayi”,<br />
“Yeniden Büyük Türkiye” “Fabrika yapan<br />
fabrika”.<br />
“Bizim memleketimizde önce<br />
demir-çelik sanayi kurulmal›, ondan<br />
sonra makine tezgah sanayi kurulmal›<br />
ve sonra da imalat yapacak fabrikalar<br />
tesis edilmelidir.”<br />
ri imalata başlıyor. Toplu iğneyi bile dışarıdan<br />
alan bir ülke için Gümüş Motor ciddi<br />
bir adımdır. Gümüş Motor yerli sermaye<br />
ve yerli teknolojinin gelişiminde çok<br />
önemli bir merhaledir. 4 Mart 1961’de ihtilal<br />
hükümetinden gelen davet üzerine<br />
Erbakan Hoca bakanlar kuruluna katılır ve<br />
onlara Türkiye’nin artık kendi yerli otomobilini<br />
yapması gerektiği üzerine 2 saatlik<br />
bir brifing verir.<br />
İTÜ’de henüz doçent olan Erbakan konuşmasında<br />
hükümetin Ar-Ge çalışmalarına<br />
önem verilmesini, ithalattan sanayi için<br />
fon ayırmasını, ülkede üretilebilen makinelerin<br />
ithalatının kısıtlanmasını, üniversite-sanayi<br />
işbirliğinin ve teşviklerinin yasalarla<br />
takviye edilmesini ister. Bakanlara<br />
da tavsiyesi şudur: “Bizim memleketimizde<br />
önce demir-çelik sanayi kurulmalı, ondan<br />
sonra makine tezgah sanayi kurulmalı<br />
ve sonra da imalat yapacak fabrikalar tesis<br />
edilmelidir.”<br />
Tezini savunurken ABD ve İsrail’den de örnekler<br />
verir. O sıralarda Türkiye ile aynı<br />
milli gelire sahip Brezilya’nın kendi otomobilini<br />
üretmeye başladığını birkaç kez<br />
tekrarlar. Ancak bakanlar pek ikna olmaz.<br />
Daha sonra askerlerin emriyle (!) yapılacak<br />
olan devrim otomobilinin fikir babası<br />
Erbakan’dır.<br />
Erbakan hoca 1966 yılında TOBB sekreteri<br />
1969’da başkan olmuştur. Ancak Başbakan<br />
Demirel’in marifetiyle polis zoruyla<br />
odadan uzaklaştırılır. Akademik mücadele,<br />
iktisadi mücadeleden sonra siyasi mücadeleye<br />
sıra gelmiştir. 1969’da Konya’dan<br />
bağımsız aday olur ve meclise girer.<br />
Erbakan Hoca’nın mühendis kimliği<br />
gerek kurduğu siyasi parti programları ve<br />
sloganlarında, gerekse çözüm önerilerinde<br />
bariz olarak görülür. “Montaj değil Ağır<br />
sanayi”, “Yeniden Büyük Türkiye” “Fabrika<br />
yapan fabrika”.<br />
Nilüfer Göle “Mühendisler ve İdeoloji” kitabının<br />
önsözünde “...mühendis ideolojisi<br />
ilk bakışta yadırganabilir. Ancak bir meslek<br />
grubu olan mühendisler üretim süreci<br />
içindeki yerlerinin ötesinde toplumsal gelişme<br />
modellerin savunucuları olmuştur,”<br />
der. Bunun en çarpıcı örnekleri Demirel ,<br />
Özal ve Erbakan olmuşlardır. Özellikle Erbakan’ın<br />
gerek muhafazakar/sağ kesimi<br />
siyasal İslam’a çekmesinde gerekse parti<br />
programları ve hükümetlerdeki icraatlarında<br />
bu “mühendis damar” hayli etkili olmuştur.<br />
Erbakan Hoca şahsi, mesleki iktisadi<br />
ve nihayet siyasi faaliyetlerini “Hakkı<br />
hakim kılma” adına cihad olarak adlandırıyordu.<br />
Bunun için de Anadolu coğrafyasını<br />
aşan bütün bir İslam coğrafyası hatta<br />
dünyanın diğer yerlerindeki mazlum milletleri<br />
de kuşatan bir mücadele içindeydi.<br />
Refahyol hükümetinde giderayak son icraatı<br />
D-8’in kurulması olmuştur.<br />
Cenaze töreninde mahdumu Fatih Erbakan’ının<br />
da ifade ettiği gibi “O İslam’ı en<br />
geniş anlamda anlıyor ve bunun için cihad<br />
ediyordu.” Gerçekten de 84 yıllık ömrüne<br />
baktığımızda hayatı sistemin önüne koyduğu<br />
engellerle mücadele etmekle geçmiştir.<br />
Ondandır ki cenazede tekbirlerin<br />
haricinde en çok atılan slogan “Mücahid<br />
Erbakan”dı.<br />
Mekan› Cennet Olsun.<br />
1 Prof.‹smail Kara fieyh Efendinin Rüyas›ndaki<br />
Türkiye. Dergah yay›nlar›. -Cumhuriyet<br />
Türkiyes’inde Bir Mesele Olarak ‹slam.Dergah<br />
Yay›nlar›<br />
MART-N‹SAN 2011 79
STKTANITIM<br />
‹KT‹SAD‹<br />
ARAfiTIRMALAR VAKFI<br />
Temel misyonu Türkiye’nin ekonomik ve mali sorunlar›n›<br />
tart›flmak ve bunlara çözüm önerileri gelifltirmek olan ‹ktisadi<br />
Araflt›rmalar Vakf›, 49 y›ld›r bu misyon do¤rultusunda<br />
çal›flmalar›na devam etmektedir. Finansal krizin etkilerinin<br />
tüm dünyay› etkiledi¤i düflünülürse ekonomik konularda<br />
yap›lan çal›flmalar›n önemi daha iyi anlafl›lacakt›r.<br />
İ<br />
FATİH GÖKSU<br />
KTİSADİ Araştırmalar Vakfı 1962 yılından<br />
günümüze kadar amaçları doğrultusundaki<br />
faaliyetlerini kesintisiz sürdürmüştür.<br />
Küreselleşme ve beraberinde gelen<br />
ulusal ve uluslararası piyasalardaki<br />
ekonomik ve finansal krizin olumsuz etkileri<br />
dikkate alındığında, İktisadi Araştırmalar<br />
Vakfı çalışmalarının ne kadar<br />
önemli olduğunu daha iyi görmekteyiz.<br />
Özerk bir yapıya sahip olan İktisadi Araştırmalar<br />
Vakfı, başta ulusal ve uluslararası<br />
seminerler, konferanslar, yarışmalar<br />
düzenlemek ve çeşitli, proje çalışmalarına<br />
iştirak etmek suretiyle faaliyetlerine devam<br />
etmektedir.<br />
İktisadi Araştırmalar Vakfı çalışmalarını<br />
ağırlıklı olarak yurt içinde gerçekleştirmektedir.<br />
Çeşitli kuruluşlarla temas halinde<br />
olan vakıf imkânların oluşması halinde<br />
bu çalışmalarına yurt dışında da devam<br />
etmeyi planlamaktadır.<br />
Yurtiçinde başta İstanbul olmak üzere Ankara,<br />
İzmir, Bursa, Adana, Mersin, İskenderun,<br />
Çeşme, Kastamonu, Fatsa, Ordu,<br />
Giresun, Trabzon, Rize, Antakya, Konya,<br />
Erzurum, Yozgat, Kayseri, Eskişehir,<br />
Amasya, Afyon, Sinop, Tokat, Denizli, Niğde,<br />
Kırşehir, Çankırı, Ardahan, Iğdır, Bilecik,<br />
Artvin, Edirne, Çanakkale, Tekirdağ,<br />
Sivas, Kırklareli, Elazığ, Isparta gibi il ve ilçe<br />
merkezlerinde il geliştirme seminerleri<br />
düzenlenmiştir. Ayrıca Malatya, Kahramanmaraş,<br />
Karaman, Erzincan’da da il<br />
geliştirme seminerleri için ön görüşmeler<br />
yapılmıştır.<br />
Yurt dışında, Girne, Lefkoşa, Paris, Bakü,<br />
Bükreş, Sofya, Khartoum ve Üsküp’te seminerler<br />
düzenlenmiştir.<br />
İktisadi Araştırmalar Vakfı, kamu kurumları<br />
ile sivil toplum kuruluşlarını da yakından<br />
ilgilendiren konularda bilim adamlarının<br />
yapacakları araştırma ve çalışmalara<br />
destek vermeyi sürdürmektedir.<br />
Bu bağlamda; Vakıf ile İstanbul Üniversitesi’nin<br />
ortak çalışması olan “Geçmişten<br />
Geleceğe İstanbul’un Girişimcilik Kültürü”<br />
konulu proje, 2010 yılı İstanbul Avrupa<br />
Kültür Başkenti Ajansı tarafından değerlendirilmeye<br />
alınmıştır.<br />
Vakıf ile İstanbul İl Özel İdaresi ile sağlanan<br />
mutabakat çerçevesinde “Olası İstanbul<br />
Depreminin Ekonomik Boyutu ve Ülke<br />
Ekonomisine Yansımaları” konulu araştırma<br />
ve değerlendirme çalışması sonuçlandırılmıştır.<br />
Vakıfca “Erzincan Ekonomisinin 2023 Vizyonu”<br />
konulu proje için teklif hazırlanarak<br />
Erzincan Valiliği ile Kuzeydoğu Anadolu<br />
Kalkınma Ajansı’na sunulmuştur.<br />
Proje, İktisadi Araştırmalar Vakfı ile Atatürk<br />
Üniversitesi, Erzincan Üniversitesi,<br />
TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi,<br />
İstanbul Üniversitesi, Okan Üniversitesi<br />
akademisyenlerinin birlikte yapacakları<br />
çalışma ile sonuçlandırılacaktır. Proje<br />
2011 yılı Haziran ayında tamamlanacaktır<br />
Vakıf tarafından yapılan araştırmalardan<br />
elde edilen sonuçlar ilgili yönetimler ve<br />
kamu ile paylaşılmaktadır. Faaliyetlerimizin<br />
tümü, kitap ve broşür halinde yayınlanarak,<br />
üyelerimize valiliklere, üniversitelere,<br />
basın yayın organlarına ve diğer ilgililere<br />
dağıtılmak suretiyle, geniş kitlelerin<br />
vakfımız çalışmaları hakkında bilgi sahibi<br />
olmaları amaçlanmaktadır. Kuruluşundan<br />
bu yana vakfımızca yayınlanan seminer /<br />
konferans kitabı sayısı 208’dir.<br />
İktisadi Araştırmalar Vakfı önderliğinde<br />
gerçekleştirilen yarışmalar vakfın faaliyetleri<br />
içinde önemli yer tutar.<br />
Vakfın kurucu üyesi ve 38 yıl başkanlığını<br />
yapmış olan Prof. Dr. M. Orhan Dikmen’in<br />
anısına düzenlenen “Gelişmekte Olan Ülkelerin<br />
Küresel Ekonomik Krize Karşı Geliştirdikleri<br />
Ekonomi Politikaları” konulu<br />
ödüllü araştırma yarışmasının birincisi bu<br />
yıl gerçekleştirilmiştir.<br />
İş Adamı Ünal Aysal’ın sponsorluğunda<br />
düzenlenen “Kabul görmüş ancak yayınlanmamış<br />
Doktora ve Master tez” yarışmasının<br />
6.sı bu yıl yapılmıştır.<br />
Kamuya ve bilim dünyasına yeni eserlerin<br />
kazandırılmasına yardımcı olan bu yarışmalarda<br />
ödüle layık görülen eserler vakıf<br />
tarafından kitap halinde bastırılarak üniversitelere,<br />
ilgili kamu ve özel sektör kuruluşlarına<br />
gönderilmektedir.<br />
İktisadi Araştırmalar Vakfı, hemen bütün<br />
toplantılarına katılan ve çalışmalarını destekleyen<br />
devlet adamlarına, sundukları<br />
tebliğler, yaptıkları konuşmalar, katıldıkları<br />
tartışmalar ve verdikleri konferanslar<br />
ile vakıf çalışmalarına katkıda bulunan<br />
seçkin bilim ve meslek erbabına şahsi ilgi<br />
ve mali destekleri ile vakıf faaliyetlerinin<br />
devamına imkân veren çok değerli üyelerine<br />
saygı ve şükranlarını sunar.<br />
80 M‹MAR VE MÜHEND‹S
FOTO⁄RAF<br />
Foto¤raf; Osman Ar›<br />
MART-N‹SAN 2011 81
K‹fi‹SELGEL‹fi‹M<br />
K‹fi‹SEL GEL‹fi‹M<br />
SAYES‹NDE ETK‹L‹<br />
MESLEK‹ GEL‹fi‹M<br />
Kiflisel geliflim e¤itimlerindeki uygulamalarla duygu, özgüven,<br />
inanç, heyecan, tutku coflku birlikteli¤i sa¤lanarak<br />
duygudafll›k, ekipdafll›k hissi oluflturulabilir ve bu sayede ortak<br />
hedefe koflarken tüm ekipten maksimum fayda sa¤lanm›fl olur.<br />
Böylece herkesin sorumluluk almas› sa¤lanm›fl olur. Bu<br />
paylafl›m imalat sektöründe ifl yapanlar için çok önemlidir ve<br />
toplam kalitenin ise vazgeçilmez unsurudur.<br />
M<br />
MAHMUT ÇELİK<br />
ESLEK hayatınıza başlamadan önce<br />
uzun dönem okul hayatı geçer. Bu<br />
uzun dönemde birey hayatın çok farklı bir<br />
yönünü yaşar, sorumlulukların az olduğu<br />
hayal ve umudun çok olduğu bir dönemdir<br />
bu dönem. Uzun yıllar sonunda okul bitince<br />
hangi yaşta olursanız olun büyük bir<br />
boşluğa düşersiniz. Bir anda bambaşka<br />
bir hayata yelken açarsınız, belirli seviyede<br />
mesleki birikimlerle mezun edilen çalışanlar<br />
bu bilgilerini nasıl faydalı ve kazanca<br />
çevirerek kullanacağını belirlemekte<br />
büyük zorluklar çeker.<br />
Bu belirsizlik ortamında kendine güveni<br />
yeteri kadar gelişmemiş bireyler olarak<br />
çalışma hayatına girenler bu zor ve büyük<br />
bir savaş alanını andıran çalışma hayatında<br />
kendisini zafere, hedefe taşıyacak yolda<br />
pek çok desteğe ihtiyacı vardır. Profesyonel<br />
olarak bu eksikliklerini erkenden<br />
tespit ederek bunlar bertaraf etmenin<br />
yollarını arayanlar çok daha çabuk meslek<br />
hayatının başarı merdivenlerini tırmanırlar.<br />
Ülkemizde son 20 yılda daha yoğun bir şekilde<br />
doğruluğu ve gerekliliği her kesim<br />
tarafından kabul edilen kısaca kişisel gelişim<br />
olarak adlandırılan bu tip eğitimler<br />
pek çok konu başlığında anılmaktadır.<br />
Pek çok alt başlıkları ile beraber büyük<br />
bir değişime sebep olabilecek kişisel gelişim<br />
eğitimleri motorun performansını artıran<br />
katkı maddeleri gibi ufak bir müdahale<br />
ile ciddi ilerlemeler kaydetmenizi<br />
sağlayacaktır.<br />
Mesleki birikimleriniz ne seviyede olursa<br />
bunu kaliteli bir seviyede karşısındakilere<br />
sunamıyorsanız başarılı olmanız mümkün<br />
değildir.<br />
İnsanların akıllarına, yüreklerine, sezgile-<br />
82 M‹MAR VE MÜHEND‹S
‹nsanlar›n ak›llar›na,<br />
yüreklerine, sezgilerine ve<br />
arzular›na seslenemiyorsan›z<br />
dilinizle bal, yüzünüzle sirke<br />
sat›yorsan›z hiçbir baflar›ya<br />
ulaflman›z mümkün de¤ildir.<br />
rine ve arzularına seslenemiyorsanız dilinizle<br />
bal, yüzünüzle sirke satıyorsanız hiçbir<br />
başarıya ulaşmanız mümkün değildir.<br />
İşte kişisel gelişim tam da bu noktada<br />
devreye girmektedir. Hedefe ulaşmak<br />
noktasında gerekli olan argümanları bu<br />
eğitimler çalışanlara verir.<br />
Bu eğitimlerin temel amacı insan kaynağını<br />
daha kaliteli bir hale getirmektir. Bu<br />
noktada işimiz insan olduğu için rehberimiz,<br />
aklımız ve ruhumuz olmalıdır. Aksi<br />
takdirde bu eğitimlerle insana ait en büyük<br />
fark olan duygu yok olacak ve kişi mekanik<br />
bir hal alacaktır. Duygusuz davranışlar<br />
yapmacık bir görüntü verecek buda<br />
davranışların kabul görmemesine ve kişinin<br />
toplum içerisinde itibar kaybına sebep<br />
olacaktır.<br />
Kişisel eğitimler adı üstünde o kişi için<br />
özel olmalı profesyonel yardım alarak<br />
kendisine ait olan eksikleri tespit ederek<br />
bunların telafisi için çalışmalı. Pek çok kişinin<br />
ortak sıkıntılarından bahsetmek gerekirse<br />
beden dilinin kullanılması, hitabet<br />
( diksiyon), iletişim temel eksikler olarak<br />
ortaya çıkmaktadır.<br />
Yaşadığınız duygu ne olursa olsun ilk tanışma<br />
anınızda 30 saniyede sizinle ilgili<br />
intibanın büyük kısmının oluştuğunu düşünürseniz,<br />
beden diliniz önemi daha da<br />
iyi anlaşılmaktadır. Bu noktada anlık bir<br />
hata sizin çok iyi bir iş teklifini kaçırmanıza,<br />
veyahut hayatınızın kadını ile tanışma<br />
fırsatının yok olmasına sebep olabilir.<br />
Karşınızdakine duygu kontrolü eğitimi sayesinde<br />
içinizde yaşadığınız sıkıntıları hissettirmeden<br />
çok başarılı bir görüşme<br />
gerçekleştirebilirsiniz. Bir görüşmede<br />
yanlış seçilmiş bir kravat, gömleğin cebindeki<br />
büyükçe bir kalem sizinle görüşme<br />
yapan kişinin dikkatini dağıtacak ve sizin<br />
çok başarılı geçmişinizi dinleyemeyecek<br />
ve kaybeden taraf olacaksınız veyahut<br />
etkili bir ses tonu ve hitabet sizi daha da<br />
dikkatli dinlemesine sebep olabilecektir.<br />
İş hayatında en ufak bir ayrıntı bile sizi hedefe<br />
götüren yolda sekteye uğratabilir. Bu<br />
noktada eğitilmiş olmak sizi diğer rakiplerinizin<br />
önüne geçirecektir.<br />
Kişisel gelişim eğitimlerindeki uygulamalarla<br />
duygu, özgüven, inanç, heyecan, tutku<br />
coşku birlikteliği sağlanarak duygudaşlık,<br />
ekipdaşlık hissi oluşturulabilir ve<br />
bu sayede ortak hedefe koşarken tüm<br />
ekipten maksimum fayda sağlanmış olur.<br />
Böylece herkesin sorumluluk almasını<br />
sağlamış oluruz. Bu paylaşım imalat sektöründe<br />
iş yapanlar için çok önemlidir ve<br />
toplam kalitenin ise vazgeçilmez unsurudur.<br />
Bu birliktelikler hedefi hatasız ve en<br />
kısa zamanda yakalamaya sebep olarak<br />
işletme için maliyetlerin düşmesine ve rekabette<br />
bir adım öne geçmesini sağlar.<br />
Binlerce insanın çalıştığı ortamda bir kişinin<br />
yapacağı hata veyahut motivasyon<br />
kaybı tüm ekibin moralini bozacağından<br />
çok ciddi hatalara sebep olacaktır. Motivasyon<br />
iş hayatında kesinlikle eğitim alınması<br />
gelen konuların başında gelmektedir.<br />
Çünkü bu noktada yaşanacak bir eksiklik<br />
ölümcül iş kazalarına bile neden<br />
olabilecektir. Hayata dair sorunlarınız<br />
olabilir ancak bunları iş yerine götürmeden<br />
içimizde yaşamanın yollarını öğrenmeli<br />
ve bunları uygulamalısınız. Her noktada<br />
problem çözme eğitimleri bu konudaki<br />
sıkıntının ilacı olacaktır.<br />
İş hayatında planlama verimlilik noktasında<br />
çok önemli bir husustur. Yapılacak işlerin<br />
belirli bir düzen içerisinde yapılması<br />
süreci kısaltacak, daha hızlı ve sürekli bir<br />
hizmet kalitesi sağlanacaktır. Yıllık ve daha<br />
kısa süreli hedeflerin gerçekleşmesini<br />
daha az maliyet ve enerji ile sağlanmasını<br />
gerçekleştirecektir. Bu noktada eğitimler<br />
firmanın bütünü için düşünülmeli ve sürekli<br />
olmalıdır.<br />
İnsanlar hayata geldiği ilk andan itibaren<br />
çevresiyle iletişim içerisinde olur. Ağlamayana<br />
emzik yok tabiri ilk iletişimin sesli<br />
olduğunun bir göstergesidir. İlk günden<br />
başladığımız iletişimi hayatımızın etkili olması<br />
ve minimum hatayla gerçekleşmesi<br />
bizi meslek hayatımızda başarıdan başarıya<br />
koşturacaktır. Bu noktadaki eğitimler<br />
son nefesimize kadar devam etmelidir.<br />
Şirketlerin en büyük sıkıntıları ve çalışanların<br />
arasındaki huzursuzluğun en büyük<br />
nedenlerinden biride değerlendirme karmaşasıdır.<br />
Çalışanların sürekli yakındığı<br />
bu konu, uzun soluklu çalışan mutluluğu<br />
sağlanmasında önemlidir. Bu noktada üst<br />
düzey yöneticiler eğitime çoğu zaman direnmekte<br />
bu da sürekli personel değişimine<br />
ve emek kaybına neden olmaktadır.<br />
Sırasıyla çeşitli konu başlıkları ile değinmeye<br />
çalıştığımız kişisel gelişim eğitimleri<br />
iş ve özel hayatın tamamında başarı ve<br />
mutluluğu getirecektir. Bunları önemsemeden<br />
uluslar arası pazarlarda başarılı<br />
olmak mümkün değildir.<br />
Hayatta başarılı olanlar, kendilerine gereken<br />
bilgileri öğrenmekten bir an geri kalmazlar<br />
ve olayların nedenlerinin her zaman<br />
araştırırlar sürekli eğitimin temel<br />
prensibi budur.<br />
Beşikten mezara kadar ilim öğrenmeyi ilke<br />
olarak kabul eden bir neslin evlatları<br />
olarak hayatımızdan eğitimi hiç eksiltmemeliyiz.<br />
MART-N‹SAN 2011 83
MAKALE<br />
Türkiye'nin Deprem Sorununa<br />
Bakış ve Bazı Öneriler<br />
13 Mart 2011 tarihli Miyagi-Oki depreminden sonra ülkemizin depreme hazırlık durumu tekrar<br />
konuşulmaya başlanmıştır. Miyagi-Oki depremi ülkemizde deprem sorunu ve afet planlaması ile<br />
ilgili önemli ve yeni fırsatlar vermektedir. Bu çerçevede, ülkemizdeki deprem sorunu ile ilgili<br />
alınması gereken bazı önlemlerfarklı başlıklar altında verilecektir.<br />
PROF. DR. ALİ OSMAN ÖNCEL<br />
İstanbul Üniversitesi, Jeofizik Mühendisliği<br />
Deprem sorunu ihmal edilmemelidir<br />
1995 Kobe depreminde Japonya'da meydana<br />
gelen yangınlar ve patlamalar büyük<br />
ölümlere neden olmuştu. Kobe depreminden<br />
sonra Japonya'da erken uyarı ve risk<br />
azaltma çalışmaları hızlandırıldı. Son depremde<br />
yangına ve yıkılmalara bağlı zararların<br />
azalması, Kobe depreminin Japonlar tarafından<br />
iyi okunduğunu gösteriyor. Fakat<br />
nükleer santrallerin güvenliğinin yeterince<br />
sağlanamadığı ortaya çıkmıştır. Bunun nedeni<br />
son zamanlarda tartışılmaya başlanan,<br />
kullanılan standart deprem tehlike belirleme<br />
parametrelerinin olabilecek en büyük<br />
deprem büyüklüğünü eksikli belirlemesi ile<br />
ilişkili olabilir. 2007 yılında M6.8 şiddetindeki<br />
deprem nükleer sızıntıya neden olmuştu<br />
(1, 2) ve bunun zararları Japonya ile<br />
sınırlı kaldı. 2011 yılında meydana gelen<br />
M9.0 büyüklüğündeki depremde nükleer<br />
sızıntının sonuçları dünyada insanların güvenliğini<br />
etkileyecek bir büyüklüğe ulaştı.<br />
Nükleer santrallerde meydana gelen sızıntıyı,<br />
2007 yılından itibaren güncelleme, yenileme<br />
ve güvenliğin arttırılması ile ilgili olarak<br />
bir ihmalin sonucu olarak okunabilir.<br />
Deprem Tehlike Verilerine Ulaşılmalıdır<br />
Deprem tehlikesi ve parametreleri yıllara<br />
göre değişen ve güncellenen dinamik bir<br />
olaydır. Bu nedenle hükümete bağlı bir servis<br />
tarafından sürekli olarak deprem tehlikesinin<br />
tahminlerinin yeni verilere ve yöntemlere<br />
göre güncellenmesi ve kullanılabilir<br />
formatta ulaşılabilir olması gerekir. Ülkemizle<br />
ilgili ulaşılan deprem tehlike haritasıdır<br />
ve tehlikenin renklerle gösterilmesinden<br />
ibarettir. Tabi ki bu haritalarla ilişkili teknik<br />
detaylar olabilir fakat bunları herkesin anlamasının<br />
gereği yoktur. Tehlike haritalarında<br />
en riskli bölgeler, yatay hareketlerin (Anadolu<br />
Fay Zonları) ve düşey atımlı (Batı Anadolu’daki<br />
grabenler) gerilme alanlar kırmızı<br />
renkle gösterilmiştir. Deprem tehlikesi ile ilgili<br />
genel ve detay hesaplamalar deprem risk<br />
raporlarında istenmektedir ve bu hali ile<br />
önemli bir gelişmedir. Deprem sismolojisinde<br />
uzmanlaşmış mühendislerin yeniden hesaplaması<br />
önemli olabilir ve buda merkezi<br />
hükümet servisi tarafından yapılmış haritaların<br />
yerinde denetimini sağlar. Fakat tekrar<br />
belirtmek gerekirse, deprem tehlikesi ve risk<br />
belirlemelerinin konusunda sertifika ve uzmanlık<br />
programlarını bitirmemiş mühendislerden<br />
beklenmemelidir. En önemli konu<br />
normal bir vatandaşın oturmuş olduğu<br />
yer ve iş yerinin deprem tehlikesi konusunda<br />
anında bilgi almasıdır ve vatandaşlarımızın<br />
bunu aracısız ve ricasız öğrenmeye hakkı<br />
olmalıdır.<br />
İsteyen Herkesin Deprem Tehlikesi<br />
Bilgisine Anında Ulaşması Gerekir<br />
Bir ev ya da iş yeri almak istiyorsunuz veya<br />
işyeriniz ve evinizin deprem tehlikesi durumu<br />
hakkında anında bilgi almak istiyorsunuz<br />
fakat istediğiniz bilgiye internet üzerinden<br />
ulaşamıyorsunuz. Ülkemizde deprem<br />
tehlikesi hakkında vatandaşın anında ve<br />
doğru bilgi alma hakkı vardır. Boyalı deprem<br />
tehlike haritalarından öte, vatandaşın<br />
bulunmuş olduğu herhangi bir yerin durumu<br />
hakkında somut bilgiye ulaşması gerekir.<br />
Tehlike durumu hükümete bağlı deprem<br />
tehlike çalışmalarından sorumlu kurumlarca<br />
verilmesi, halkımızda ve kurumlarda<br />
deprem bilincini arttıracaktır. Kanada'da<br />
ülkemizdeki deprem haritalarına benzer<br />
tehlike büyüklüklerinin değişimi kabaca<br />
verilir fakat bugün ülkemizde mühendislerden<br />
raporlarında yazması istenen detay<br />
deprem parametreleri ücretsiz olarak herkese<br />
açıktır. Herkes, oturmuş olduğu binanın<br />
ya da çalıştığı işyerinin güvenlik ve risk durumunu<br />
öğrenebilir. Bu hali ile Kanada'da<br />
yaşayan herkesin doğru ve güvenilir bilgiyi<br />
resmi kurumdan alma hakkı sağlanmıştır (3 ) .<br />
Deprem Tehlikesi Çalışma<br />
Grupları Kurulması Gerekir<br />
Ülkemizdeki deprem yönetmeliği bağlayıcıdır.<br />
Fakat Amerika Deprem Yönetmeliği gibi<br />
fazla denetlendiği ve tartışılabildiği söylenemez.<br />
Bunun nedeni, ülkemizde deprem tehlikesini<br />
uluslararası düzeyde çalışan nitelikli<br />
uzman ve akademisyen sayısının yeterli<br />
olmamasıdır. Başbakanlığa bağlı Deprem<br />
Araştırma Dairesi’nde doktoralı bir jeofizikçinin<br />
bulunmaması deprem risk ve tehlike<br />
84 M‹MAR VE MÜHEND‹S
çalışmalarına yön verecek kurumların yeterli<br />
donanımda elemanlara sahip olmadığını<br />
göstermektedir.<br />
Amerika Deprem Servisi bünyesinde Çalışma<br />
Grupları (Working Grup) tarafından ülkenin<br />
değişik bölgelerini iyi bilen bilim adamı<br />
ve uzmanlarca oluşturulan ekiplerle deprem<br />
tehlikesi belirleme çalışmaları yapılır<br />
ve bunlar BSSA Dergisi’nde yayınlanır. Yayınlandığı<br />
için kullanılan veri, model ve<br />
yaklaşımlar herkes tarafından bilinir ve bu<br />
hali ile denetime tabidir. Yayın üzerinden<br />
güncellenen deprem tehlike çalışmaları nedeni<br />
ile yayın üzerinden denetim ve öneri<br />
yapan çalışmalarla devam eder. Mesela,<br />
Amerikan Deprem Servisi’nin New Madrid<br />
Sismik Zonu hakkında yapmış olduğu deprem<br />
tehlikesi tahminleri tartışılmakta ve gerektiğinden<br />
daha az tehlikeli gösterildiği bilimsel<br />
çalışmalarda gösterilmektedir. Kısaca,<br />
deprem sorunu ülkemizle ilgili bir sorun değildir,<br />
sonuçları itibarı ile tüm dünyayı da<br />
etkileyebilir. Bir an önce bölge tabanlı ve geniş<br />
katılımlı çalışma grupları kurulmalı ve<br />
ülkemiz deprem tehlikesi çalışmaları periyodik<br />
olarak güncellenmelidir.<br />
Uluslararası Sismoloji<br />
Programları Açılmalıdır<br />
Depremle ilgili yüksek lisans ve doktora<br />
programlarının ülkemizde İngilizce olması<br />
ve dünyanın her yerinden ülkemizin deprem<br />
sorunu üzerine çalışacak kişilerin verilecek<br />
burslarla desteklenmesidir. Bugün<br />
için, Japonya, Kuzey Amerika ve Avrupa ülkelerinde<br />
yapılan iş, global insan kaynaklarını<br />
ulusal deprem sorunları için kullanılmasıdır.<br />
Uluslararası (İngilizce) Entegrasyonlu<br />
Yüksek Lisans ve Doktora Programları<br />
(Integrated Graduate Seismological Program)<br />
açılmalı ve dünyanın her yerinden gelecek<br />
öğrenci ve bilim insanlarına açık şekilde<br />
ülkemiz ve dünyanın deprem sorunu çalışmalarına<br />
hız verilmelidir.<br />
Deprem Teknolojisi Aletleri<br />
Sağlama Merkezi Kurulmalıdır<br />
Yüksek kaliteli jeofizik alet ve bu tür aletler<br />
ile kayıt edilmiş verilerle, deprem jeofiziği<br />
konusunda yapılan çalışmalarda bir ilerleme<br />
olur ve bu konuda eğitim almış ve alan<br />
kişiler iyi bir veri tabanına ve modern alete<br />
dayalı bir çalışma ortaya çıkarırsa, deprem<br />
jeofiziği konusunda işsiz kalma riski azalır.<br />
Bu nedenle bilimsel çalışma yapmak isteyenlere<br />
ihtiyacı olan mevcut verileri, deprem<br />
jeofiziği ölçüler yapmak istiyorum diyenlere<br />
alet sağlayacak bir kuruma ülkemizde<br />
şiddetle ihtiyaç vardır. Amerika’da kurulu<br />
Uluslararası Deprem ve Araştırma Merkezi<br />
(IRIS)'e bağlı PASSCAL ALET MERKEZI<br />
(4), ölçülen verilerin geri dönmesi ve daha<br />
sonra çalışmak isteyenlere açılması şartı ile<br />
Deprem sorunu<br />
ülkemizle ilgili bir sorun<br />
de¤ildir, sonuçlar›<br />
itibar› ile tüm dünyay›<br />
da etkileyebilir. Bir an<br />
önce bölge tabanl› ve<br />
genifl kat›l›ml› çal›flma<br />
gruplar› kurulmal› ve<br />
ülkemiz deprem<br />
tehlikesi çal›flmalar›<br />
periyodik olarak<br />
güncellenmelidir.<br />
dünyanın dört bir tarafından isteyenlere alet<br />
sağlıyor. Verilmiş aletler ile alınmış ölçüleri<br />
proje bitiminden 2 sene sonra, hiçbir kayıt<br />
ve koşul koymadan akademik çalışma yapanlara<br />
açıyor. Ülkemizde IRIS'in dengi<br />
olan bir kuruma bağlı olarak PASSCAL-<br />
TURK açılması, ülkemizde aletlerin alımı<br />
için harcanacak kaynak israfını önler, deprem<br />
jeofiziği çalışmalarına kalite getirir. Ülkemizde<br />
deprem bilimi konusunda çok iyi<br />
akademik proje ve çalışmaların yapılmasını<br />
sağlar! Aynı zamanda deprem jeofiziği konusunda<br />
iyi yetişmiş insanların işsiz kalması<br />
önleneceği için işsizliği de azaltır!<br />
Sonuç<br />
2007 yılında orta büyüklükteki (M6.5) bir<br />
depremden ders almayıp nükleer reaktörlerin<br />
güvenliğini arttırmayan Japonya, bugün<br />
meydana gelen nükleer sızıntı ile dünya<br />
için bir risk oluşturmuştur. Ülkemizde deprem<br />
sonrasında zemin etüdü ve deprem sigortası<br />
konusunda düzenlemeler yapılmıştır.<br />
Zemin etüdü ile ilgili olarak Avrupa Birliği<br />
ülkelerindeki standartların bir an önce<br />
getirilmesi gerekir. Deprem tehlike ve risk<br />
belirlemeleri gibi ülkemizin bir depreme<br />
karşı güvenliğini arttıracak zemin ve yapı<br />
etütlerinin profesyonel (uzman mühendis)<br />
mühendisler tarafından yapılması zorunlu<br />
hale getirilmeli ve muhakkak zorunlu deprem<br />
sigortasının yaygınlaştırılması sağlanması<br />
için daha etkin çalışmalar yapılması<br />
gerekir.<br />
Kaynaklar<br />
1. http://www.cbsnews.com/video/watch/?id=3066074n<br />
2. http://www.buzzle.com/articles/145446.html<br />
3.http://earthquakescanada.nrcan.gc.ca/hazard-alea/interpolat/index-eng.php<br />
4. http://www.passcal.nmt.edu/<br />
MART-N‹SAN 2011 85
MAKALE<br />
Kentsel Mekânda İyileştirme:<br />
Sivrihisar Belediyesi İçin<br />
Üç Mimari Proje<br />
Kentsel mekânlar kentlilerin ya da değişik kullanıcılarının kültürel birikimlerini paylaştığı,<br />
aktardığı, tekrar öğrendiği yerlerdir. Bu bağlamda Eskişehir Anadolu Üniversitesi (ANAÜ)<br />
Mühendislik Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü’nün, üniversite rektörlüğü tarafından<br />
görevlendirmesi ile 2010 yılında “Topluma Hizmet Uygulamaları” kapsamında başlatılan<br />
Eskişehir’in ilçesi Sivrihisar Belediyesi’ne ait projelerin çalışmaları devam etmektedir.<br />
YARD. DOÇ. DR. MEHMET İNCEOĞLU - PROF. DR. RUŞEN YAMAÇLI<br />
Anadolu Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü<br />
K<br />
entsel mekanın en temel özelliği, özel<br />
mekanın dışlayıcı karakterinin aksine,<br />
dahil ediciliğidir. Ne kadar farklı olursa olsun<br />
kentte var olan hemen hemen herşeyi ve<br />
herkesi içine alır. Kentsel mekan (1) kentin<br />
ana bütünleşme aracıdır. Sakinlerin veya<br />
orayı kullananların başka hiçbir ortak özelliği<br />
olmayabilir ama kenti paylaştıkları kamusal<br />
mekan her zaman vardır. Kentsel<br />
mekanlar kentlilerin ya da değişik kullanıcılarının<br />
kültürel birikimlerini paylaştığı, aktardığı,<br />
tekrar öğrendiği yerlerdir. Aynı zamanda<br />
bir kentin tanımlanması (o kente<br />
dair imaj oluşumu) bağlamında kullanıcılarının;<br />
kültürel kimliklerini, kişisel gelişimlerini<br />
ve birbirleriyle etkileşimleri sonucu<br />
kentli olma deneyiminin elde edilmesi de<br />
bu mekanlarda olmaktadır. Kentsel yaşam<br />
kültürle değiştiğinden ve geliştiğinden yeni<br />
ihtiyaçlara cevap verebilecek kentsel<br />
mekanlara ihtiyaç olabilmektedir. Varolan<br />
kentsel mekanlar ya tamamıyla hem biçimsel<br />
hem de işlevsel olarak değiştirilirler ya da<br />
var olan haliyle yenileştirilirler.<br />
Eskişehir Anadolu Üniversitesi (ANAÜ) Mühendislik<br />
Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü’nün,<br />
üniversite rektörlüğü tarafından<br />
görevlendirmesi ile 2010 yılında “Topluma<br />
Hizmet Uygulamaları” kapsamında başlatılan<br />
projeler Eskişehir’in ilçesi Sivrihisar Belediyesi’ne<br />
aittir. Sivrihisar Belediyesi tarafından<br />
belirlenmiş olan, Nasrettin Hoca’nın<br />
kızı “Fatma Hatun’un Anıt Mezar” tasarımı,<br />
Sivrihisar Belediyesi Sergi Parkı ve Dinlenme<br />
Tesisi ve belediye tarafından itfaiye araçlarının<br />
parkı olarak kullanılan yerin “İş<br />
Merkezi” konulu projeler ihtiyaç programlarının<br />
tanımlanması ile çevre verilerinin ışığında<br />
tasarlanmış ve uygulanmak üzere çalışmalar<br />
sürdürülmektedir. Bu çalışmada<br />
ANAÜ Mühendislik Mimarlık Fakültesi Mimarlık<br />
Bölümü öğretim üyeleri, Yard. Doç.<br />
Dr. Mehmet İnceoğlu ve Prof. Dr. Ruşen Yamaçlı<br />
ile bu ekibe dahil olan bölüm öğrencilerinden<br />
Alper Genç, Handan Yılmaz, Hande<br />
Güner, Elif Kızıklıoğlu, Sinan Durucan’ın<br />
yardımları ile üniversite ve toplumsal<br />
ilişki açısından önemli bir katkı gerçekleştirilmiştir.<br />
Nasrettin Hoca’nın kızı<br />
Fatma Hatun’un Anıt Mezar tasarımı<br />
Eskişehir’in Sivrihisar İlçesi’nde yapılan kazılar<br />
sonucunda çıkarılan Nasrettin Hoca’nın<br />
kızı Fatma Hatun’un mezarı için Eskişehir-Sivrihisar<br />
yolundaki Nasrettin Hoca<br />
Anıt Parkı’nın bulunduğu alana bir anıt mezar<br />
tasarlanmıştır. Mimari tasarım ve çevre<br />
düzenlemesini kapsayan anıt park, Nasrettin<br />
Hoca heykeli ve ön tarafındaki alanla<br />
birlikte yaklaşık 85 m2’lik alanı kaplamaktadır.<br />
Anıt parkın çevresinde yeşil alan ve<br />
yetişkin ağaçlar mevcuttur. Parkın batı tarafında<br />
çarşı olarak kullanılan alan ve yapı<br />
bulunmaktadır.<br />
Anıt mezar projesi Nasrettin Hoca heykelinin<br />
ön tarafındaki boşluğa konumlandırılmıştır.<br />
Anıt mezar 5.5 m2’lik alan kaplamaktadır.<br />
Anıt tasarlanırken modern bir<br />
yaklaşım sergilenmiştir. Anıt tek bir kütle<br />
olarak değil birçok parçadan, sütunlar, çerçeve,<br />
çeşmeler ve duvarlar oluşacak şekilde<br />
tasarlanmıştır. Anıt mezar kısmı sütun ve<br />
çerçevelerin oluşturduğu mekanda konumlanmıştır.<br />
Anıtın çevresinde bulunan ve<br />
anıta ulaşım yerlerinde bulunan duvarlarda<br />
ise Nasrettin Hoca’yı, kızını ve fıkraları anlatan<br />
yazıların bulunduğu bölümler yer almaktadır.<br />
Yapılan literatür araştırmaları sonucunda<br />
Nasrettin Hoca’nın hayatı, yaşadığı<br />
olaylar, kızı hakkında bilgiler elde edilerek,<br />
insanlara bilgi vermesi amacı ile anıtta<br />
yer almasına karar verilmiştir. Nasrettin Hoca’nın<br />
ders veren fıkralarına da anıtta yer<br />
verilmiştir. Duvarlar bazı yerlerde çeşmeye<br />
dönüşerek serin bir dinlenme mekanı oluştururken<br />
aynı zamanda suyun oluşturduğu<br />
sesle insanı dinlendiren bir ortam oluşturulmuştur.<br />
Anıt mezar tasarımında ön planda tutulan<br />
diğer konular ise erişilebilirlik ve yeşil alan-<br />
Şekil 1. Nasrettin Hoca’nın Kızı Fatma Hatun’un Anıt Mezar Planı (Soldaki), Anıt Mezar Perspektif (Sağdaki)<br />
Kaynak: ANAÜ Müh. Mim. Fak. Mimarlık Bölümü Arşivi 2010<br />
86 M‹MAR VE MÜHEND‹S
dır. Anıta ulaşımın ve gezi alanlarının rahat<br />
ve keyifli mekanlar olmasına dikkat edilmiştir.<br />
Bu amaçla anıta ulaşım basamaklar ve<br />
rampalarla sağlanmıştır. Basamaklarla 0.00<br />
olan yol kotundan, +1.40 kotuna çıkılarak<br />
anıt mezara ulaşılmakta, +2.60 kotunda ise<br />
Nasrettin Hoca heykeli bulunmaktadır. Erişilebilirlik<br />
açısından ise her iki kotada ayrı<br />
ayrı engelli rampası bulunurken anıt mezar<br />
ve heykel arasına da rampa konulmuştur.<br />
Rampalara yüzde 6 eğim verilerek ulaşımın<br />
en rahat şekilde yapılaması sağlanmıştır. Basamaklar<br />
anıtın güney ve batı tarafında kesintisiz<br />
olarak devam etmektedir. Sadece<br />
ulaşım amaçlı olmayan basamaklarda, farklı<br />
kotlarda farklı genişliklere yer verilerek<br />
dinlenme alanları ve oturma birimleri oluşturulmuştur.<br />
Anıt mezar ve çevresi tasarlanırken<br />
yeşil alanın yok olmasına izin verilmemiştir.<br />
Özellikle mevcut yeşilin ve ağaçların<br />
korunması ve tasarıma katılması sağlanmıştır.<br />
Tüm mevcut ağaçlar korunarak dinlenme<br />
alanları ve oturma birimleri bu ağaçların<br />
oluşturduğu gölgeliklerde konumlandırılmışlardır.<br />
Tasarım bir bütün olarak anıtın sadece mezar<br />
kısmına odaklanmadan çevresi ile birlikte<br />
düşünülerek her parçanın farklı bir görev<br />
üstlendiği çeşitli yapılardan oluşan, rahat<br />
bir ulaşım ile her türlü insanın erişebileceği<br />
ve yeşil dokunun korunarak tasarıma dahil<br />
olduğu modern bir anıt mezar niteliğinde tasarlanmıştır.<br />
Sivrihisar Belediyesi İtfaiye Bölgesi<br />
İş Merkezi Mimari Projesi Raporu<br />
Sivrihisar Belediyesi’ne ait iş merkezi mimari<br />
tasarımı Sanayi Caddesi ve Tabakhane<br />
Caddesi’nde bulunan eski itfaiye alanına<br />
önerilmiştir. Arazide yapı yapma alanı 2 bin<br />
340 m 2 ’dir ve 6 metrelik eğim farkı vardır.<br />
Çevresinde konut alanları, park ve çay bahçesi<br />
bulunmaktadır.<br />
Arazinin kuzey tarafında bir meydan bulunmakta<br />
ve ulaşım araçlarının park ve bekleme<br />
yeri olarak kullanılmaktadır. Bina tasarımında<br />
özellikle eğimin kullanımı ve erişilebilirlik<br />
kriterleri ön planda tutulmuştur. Yapı<br />
otopark, dükkânların bulunduğu kısım<br />
ve belediyeye ait olan kısım olarak üç bölümden<br />
oluşmaktadır ve 8 bin 797 m 2 kullanım<br />
alanına sahiptir. 3 kattan oluşan yapıda<br />
belediye bölümü ara kat eklenerek oluşturulmuştur.<br />
Bu, yapının eğime oturmasını<br />
sağlamak ve ulaşımı daha rahat kılmak amacı<br />
ile yapılmıştır. Bu şekilde oluşturulan katlar<br />
ile yapı otopark girişleri hariç 3 girişe sahiptir.<br />
Erişim kolaylığı bakımından tüm giriş<br />
katları zeminle aynı kota oturmaktadır.<br />
Bina içindeki ulaşım merdiven ve asansörler<br />
ile sağlanmaktadır. Belediye bölümüne ait 4,<br />
iş merkezi bölümüne ait 38 dükkan ile toplam<br />
42 dükkan bulunmaktadır. 56 m2’lik<br />
Şekil 2. Anıt Mezar Perspektif (Soldaki), Anıt Mezar Kesit ve Görünüşleri(Sağdaki)<br />
Kaynak: ANAÜ Müh. Mim. Fak. Mimarlık Bölümü Arşivi 2010<br />
Şekil 3. İtfaiye Bölgesi İş Merkezi Zemin kat planı (Soldaki), İç mekândan perspektif (Sağdaki)<br />
Kaynak: ANAÜ Müh. Mim. Fak. Mimarlık Bölümü Arşivi 2010<br />
An›t›n çevresinde bulunan<br />
ve an›ta ulafl›m yerlerinde<br />
bulunan duvarlarda ise<br />
Nasrettin Hoca’y›, k›z›n› ve<br />
f›kralar› anlatan yaz›lar›n<br />
bulundu¤u bölümler yer<br />
almaktad›r. Yap›lan literatür<br />
araflt›rmalar›<br />
sonucunda Nasrettin<br />
Hoca’n›n hayat›, yaflad›¤›<br />
olaylar, k›z› hakk›nda bilgiler<br />
elde edilerek, insanlara<br />
bilgi vermesi amac›<br />
ile an›tta yer almas›na<br />
karar<br />
verilmifltir. Nasrettin<br />
Hoca’n›n ders veren<br />
f›kralar›na da an›tta yer<br />
verilmifltir.<br />
ve 68 m2’lik olmak üzere iki tip dükkan<br />
vardır.<br />
Zemin kata +1085.50 kotundan doğu ve batı<br />
cephesinde iki giriş verilmiştir. Zemin katta<br />
girişler içeri çekilerek bekleme mekanı<br />
oluşturulmuştur. Kat yüksekliği 6 metre olduğu<br />
için girişi insan ölçeğine uygun hale getiren<br />
3 metre yüksekte saçaklar yer almaktadır.<br />
Zemin katta toplam 18 dükkan vardır.<br />
Orta bölümde ise yeşil ve su öğeleri kullanılarak<br />
oturma dinlenme alanları oluşturulmuştur.<br />
Alanda şekil zemin ilişkisi kurularak<br />
kapılardan içeri yönlenmeyi ve oturma birimlerinin<br />
oluşumu birbiri ile ilintili olarak<br />
oluşturulmuştur. Farklı malzeme ve renk<br />
kullanımı ile zeminde farklılaşma yapılmıştır.<br />
Yapıda iki adet merdiven ve asansör çekirdeği<br />
vardır. 60 araçlık otoparktan teras<br />
çatıya kadar devam eden kuzey taraftaki<br />
merdiven belediye katına da hizmet etmektedir.<br />
Ara kat olan belediye katına +1088.50<br />
kotundan giriş verilmiştir. Belediyeye ait<br />
toplam 4 adet dükkan vardır. Girişin ön kısmı<br />
meydanlaşarak toplanma ve bekleme<br />
mekanı oluşturulmuştur. Tamamı iş merkezi<br />
bölümüne ait olan birinci katta 20 dükkan<br />
vardır. Orta kısımda ise galeri boşluğu<br />
oluşturulmuştur ve oturma birimleri yer almaktadır.<br />
Zeminde farklı malzeme kullanımı<br />
devam etmektedir. Teras çatı kullanımı<br />
sağlanmıştır. Birinci katta yer alan galeri boşluğunun<br />
üzeri cam ve çelik örtü ile kapatılarak<br />
yapının doğal ışıktan yararlanılması sağlanmıştır.<br />
Teras katıda kullanıma açılarak<br />
oturma ve seyir alanı olarak kullanılabil-<br />
MART-N‹SAN 2011 87
MAKALE<br />
Şekil 4. İtfaiye Bölgesi İş Merkezi Dış mekândan perspektif<br />
Kaynak: ANAÜ Müh. Mim. Fak. Mimarlık Bölümü Arşivi 2010<br />
Şekil 5.Sergi Parkı ve Dinlenme Tesisi Vaziyet planı (Soldaki), Dinlenme Tesisi Satış birimleri önünden perspektif<br />
Kaynak: ANAÜ Müh. Mim. Fak. Mimarlık Bölümü Arşivi 2010<br />
Şekil 4. Sergi Parkı ve Dinlenme Tesisi Genel perspektif<br />
Kaynak: ANAÜ Müh. Mim. Fak. Mimarlık Bölümü Arşivi 2010<br />
mektedir. Tasarımda göz önüne alınan kriterler<br />
açısından farklı kotlarda yer alan girişler<br />
yapılarak rahat bir ulaşımın sağlandığı, iç<br />
mekanda galeri boşluğu ve doğal ışıklandırma<br />
kullanımı ile ferah bir kullanım oluşturan,<br />
yeşil, su öğeleri ve farklı zemin döşemeleri<br />
ile eğlenceli oturma mekanları bulunan<br />
bir iş merkezi tasarımı gerçekleştirilmiştir.<br />
Sivrihisar Belediyesi Sergi Parkı ve<br />
Dinlenme Tesisi Mimari Proje Raporu<br />
Sergi parkı ve dinlenme tesisi projesi tasarımı,<br />
Sivrihisar’ın güneydoğusunda Eskişehir-<br />
Ankara yolu bitişiğinde, Uçak Müzesi batısında<br />
bulunan, belirlenmiş alana yapılacaktır.<br />
6 bin 146 m 2 alana sahip olan arsada yapı<br />
yapma alanı 4 bin 735 m 2 ve arazide 3<br />
metrelik bir eğim farkı bulunmaktadır.<br />
Projenin tasarımında; erişebilirlik, kot farkından<br />
yararlanma, tesisin genel itibariyle<br />
çevreden algılanabilirliğinin sağlanması,<br />
kendi içinde dolaşım alanları, tesis içerisinde<br />
satış ve pazarlamaya yönelik dükkanların<br />
var oluşu ve sosyal bir doku oluşturarak insanların<br />
sosyalleşmesini ve huzurunun ön<br />
planda tutulmasını amaçlaması öncelikli<br />
kriterleri oluşturmuştur. Sosyal tesis, genel<br />
yeme içme ve kafeterya birimi, dükkanlar,<br />
havuzlar, yürüme yolları ve çocuk parkı gibi<br />
yapı birimlerinden oluşmaktadır. Yürüme<br />
alanlarının arazinin batısında yapılacak<br />
olan parkla bağlanması düşünülmüş ve iki<br />
mekanın bütünlüğünü sağlamak amaç edinilmiştir.<br />
Yeme içme birimleri tesisin doğusunda yer<br />
almakta ve 960 m2 kullanım alanına sahiptir.<br />
Yapı, idari ve servis personele hizmet<br />
edecek şekilde planlanmış ve gerekli servis<br />
ekipmanının yapıya girişinin kolay sağlanması<br />
için yapı arkasından mutfak ve diğer<br />
birimlerle bağlantılı olan bir servis girişi düşünülmüştür.<br />
Yapının dış cephesinin geçirgen<br />
bir yapıya sahip olması düşünülmüş,<br />
gün ışığından en üst düzeyde yararlanılması<br />
sağlanmıştır. Yapının ön cephesinde, açık<br />
yeme içme birimleriyle ve genel tesisle ilişkili<br />
bir havuz konulmuş, bu alanda su öğesiyle<br />
bireylerin doğrudan ilişki kurması amaçlanmıştır.<br />
Dükkan birimleri tesisin batısında yer alıp<br />
her biri beş dükkândan oluşan yapı birimleri<br />
olarak düşünülmüştür. Her biri 25 m2<br />
olan dükkânlar arasında dolaşım aksları lineer<br />
şekilde kurgulanarak dükkânların her<br />
yönden algılanması sağlanmıştır. Dükkanlar<br />
arasında sokak dokusu oluşturulmuş, düzenli<br />
ve keyifli bir dolaşım için ortam sağlanmıştır.<br />
Yürüme alanları arsanın kuzeyinde<br />
yer almakta olup doğal çevreyle bütünleşen,<br />
oturma birimleriyle dinlenme olanağı sağlayan<br />
ve doğusunda çocuk parkı, batısında<br />
yapılacak olan park alanıyla bağlantılı olarak<br />
planlanmış bir yapı birimidir.<br />
Sosyal tesis projesi genel olarak doğal<br />
mekanla bütünleşen, yapı ve su öğeleriyle<br />
huzurlu ve mutlu bir mekan kurgusuna sahip,<br />
aynı zamanda dükkan, yeme içme ve<br />
kafeterya birimleriyle ticari öğelere de olanak<br />
sağlayan, çok işlevli, ulaşılabilirliği kolay<br />
bir mekan olarak düşünülmüş ve bu doğrultuda<br />
bir tasarım yapılmıştır.<br />
Kaynaklar:<br />
1.İnceoglu, M., Aytuğ, A., (2009), “Necessary Spatial<br />
Quality Parameters for the Rehabilitation of Urban<br />
Spaces,” International Ecological Architecture and<br />
Planning Symposium 2009, 22-25 Ekim, Antalya,<br />
Turkey, Uluslararası Ekolojik Mimarlık ve Planlama<br />
Sempozyumu Kitabı, Mimarlar Odası Antalya Şubesi<br />
Yayınları, Antalya, 187-191<br />
88 M‹MAR VE MÜHEND‹S
Japonya Depremi,<br />
Süpürtüsü-2011, M= 9,0<br />
MAKALE<br />
Japonya depreminden sonra devinim altında çalkalanan yer yuvarı ile avkulanan gevrek yer<br />
kabuğu, içinden diri kırık geçen tüm ülkeleri ürkütmektedir. Türkiye’de yüzde 3’lük uzak etki<br />
altındadır. Türkiye’deki en çok korkulacak yerler yüzde 52 olasılıkla Kuzey Anadolu Kırığı,<br />
yüzde 33 olasılıkla Batı Anadolu çöküntü kırıkları,yüzde 12 Doğu Anadolu Kırığı’nın üzerinde<br />
olan yerleşimlerde görülebilir.<br />
PROF. DR. AHMET ERCAN<br />
www.ahmetercan.net - ahmetercan@ahmetercan.net<br />
Y<br />
eryüzünde 1999 yılından beri doğal<br />
olayların sayısında büyük bir artış vardır.<br />
Bu artış 2013 yılında doruğa erişecek,<br />
2015 yılında olağan düzeyine düşecektir. Japonya’nın<br />
Vakoyama’sında, 07:46’da (05:46<br />
UTC), yerel saatle 14:46’da, M=9,1 Richter<br />
büyüklüğünde bir deprem olmuştur. Deprem<br />
120 saniye sürmüştür. Depremle, Japonya<br />
GPS’e göre okyanusta konumu 2<br />
metre kayarken, düşey olarak 0,70 metre de<br />
göçmüştür. Japonya’da ortalama yılda 1000<br />
deprem olur. Yeryüzünde 6’dan büyük depremlerin<br />
yüzde 20’si Japonya’da olur. Deprem<br />
Pasifik dalma batma kuşağı içinde<br />
d=24,5 km derinde, göçüntülü biçimde olmuştur.<br />
Sendai kentinde 40 santim kayma<br />
olmuştur. Bu deprem Japonya’nın gördüğü<br />
en büyük depremdir. Deprem odağı kıyıdan<br />
138 km uzaktadır. Depremin Tokyo’ya<br />
uzaklığı 373 km’dir. Deprem odağı Sendai,<br />
Honshu’ya 130 km, Yamagata’ya. Deniz<br />
içindeki kırığın boyu en az 241 km, beklenen<br />
1100 km, eni 80 km’dir. En yakın kıyı<br />
138 km uzaktadır. Deprem olmadan önce 3<br />
tane büyüklüğü 7’e varan öncüleri olmuştur.<br />
Yeryüzünde böyle depremler 10 - 20 yılda<br />
bir içinde olmaktadır. Bu depremden çıkan<br />
gürenin oranı 1999 Gölcük depreminin<br />
yaklaşık 65 katıdır. Depremde çıkan atom<br />
bombası güresi yaklaşık 7 bin 150 tane<br />
atom bombasına eşittir. Bu deprem yeryüzünde<br />
son 300 yılda oluşan 7’nci büyük<br />
depremdir. Deprem odağının kıyıdan 130<br />
km uzakta olması depremin etkisini azaltmıştır.<br />
Ancak 373 km uzaktaki Tokyo’da bile<br />
çığım (hasar) oluşturmuştur.<br />
Süpürtü: Depremle olauşan süpürtü yani<br />
Japoncası tsunami, 130 km uzaklıktaki kıyıya<br />
yaklaşık, L=200 km dalga boyunda,<br />
390 km/saat( 6,5 km/dakika), (110 m/saniye)<br />
tezlikle, 19-20 dakikada ulaşmış, kıyıdan<br />
yaklaşık 2 ile 10 km içeri girerek önünde<br />
ne varsa 40 dakika içinde süpürmüştür.<br />
Dalga alın yüksekliği ortalama 4 metre, yer<br />
yer dar girintilerde 10 ölçe(metre) yüksekliğe<br />
erişmiştir. Japonların olaya ilk kez “tsunami”<br />
dedikleri süpürtü 15 Haziran 1896’da<br />
21 bin kişinin sularda boğulduğu Büyük<br />
Meiji Süpürtüsüdür. Kentlerde asıl çığımı<br />
yapan da süpürtü olmuştur. Yaklaşık 1,4<br />
milyon ev süpürtü dalgaları altında kalmıştır.<br />
10 binden çok kişi depremden 3 gün<br />
sonra yitikdir.<br />
Havai’de 09:00 da süpürtü uyarısı verilmiş,<br />
ancak gelen dalgalar etkili olmamıştır. Süpürtü<br />
18:00’da Kaliforniya kıyılarına etkisiz<br />
gelmiş, sörfçiler için eğlenceye dönüşmüştür.<br />
Dalga yüksekliği 0,1 ile 2,5 metre olmuş, kuzey<br />
Kaliforniya’da bir fotoğrafçıyı yutmuştur.<br />
Yanardağ: Depremden sonra Endonezya Siau’da<br />
1783 ölçe yükseklikteki bir yanardağ,<br />
ayrıca Japonya’da 2 tane yanardağ patlamıştır.<br />
Büyük depremler öncesi, sırası ya da<br />
sonrasında özellikle Pasifik deprem kuşağı<br />
gibi olan yerlerde bu tür yanardağ patlamaları<br />
görülür. Ege denizinde bunun örneği kıyılarımıza<br />
çok yakın Ege Dalma Batma kuşağının<br />
kuzeyindeki Santorini adası yanardağıdır.<br />
Çığım (Hasar): Depremden etkilenen kişi<br />
sayısı 7 milyondur. Deprem en çok 1 milyon<br />
kişilik Sendai kentini vurmuştur. Japonya’daki<br />
yapı niteliğinin iyi olması çığımı(hasarı)<br />
bir ölçüde azaltmış olsa da, uran (snayi)<br />
kurgularında yer yer yıkılmalar, ışınım<br />
(radyasyon) 8 kat arttığından çekirdek güre<br />
üretimevinde (nükleer santral) çatlama ürküntüsü<br />
olmuş, tüm işletmeler durmuş, ündekler<br />
(telefonlar) çalışmamış, kıvıl (elektrik)<br />
kesilmiştir, ulaşım durmuştur. Tezliği<br />
581 km/saat olan tez trenler kendiliğinden<br />
durmuştur. İnerçıkarlar ise ilk katta önceden<br />
kurulduğu gibi durmuştur. Şiba kayayağı<br />
artımlığında, ayrıca 80 yerde yangın çıkmıştır.<br />
Sendai’de bir petro-kimya kurgusu<br />
yanmış, Onahama kentinde bir büvet(baraj)<br />
yıkılarak suları kenti boğmuştur. Sendai’de<br />
yollar, uçuş alanları büklüm büklüm olmuş,<br />
derin yarıklar açılmıştır. Sendai kentinde 30<br />
katlı yapı sayısı 5, 15 katlısı 30, gerisi iki<br />
katlı çelik yapı, kent dışındakiler ise ağaç<br />
yapılarmış. Ağaç yapılar sürüklendi. Süpürtü<br />
dalgaları önüne gelen ne varsa süpürdüğü<br />
için hasar Mercalli Cannani ölçeğine göre<br />
XII gibi en yüksek düzeyine erişmiştir. Okyanusta<br />
100 kişi taşıyan bir gemi ile kaçmak<br />
için araçlarına binenler süpürtü altında sü-<br />
MART-N‹SAN 2011 89
MAKALE<br />
rüklenerek boğulmuşlardır. Trenler raylardan<br />
çıkarak devrilmiştir.<br />
Depremin kendisi uzak olması nedeniyle<br />
çok yıkmamış, ancak süprüntü dalgalarının<br />
yıkımı çok daha büyük olmuştur. Gelen 7<br />
ile 10 gün içinde olacak artçı deprem büyüklükleri,<br />
odaktan 150-200 km yarıçaplı<br />
alanda 7-8’e varabilir. Kaldı ki ilk gün sonra<br />
biri 7,4 olmak üzere 50’nin üzerinde artçı<br />
oluşmuştur. Bu depremlerde yeni ardışık süpürtü<br />
dalgaları üretmiştir.<br />
Deprem ile onlara doğru uçak tezliğiyle gelen<br />
süpürtü dalgaları; Rusya-Kamçatka, Alaska<br />
Elutian Adaları, Kanada’nın batısı, ABD’nin<br />
batı kıyıları ile San Andreas, Orta Amerika,<br />
Güney Amerika, Yeni Zelanda, Filipinler,<br />
Çin, Malezya, Endonezya, Kore’de korku<br />
yaratmış, toplum uyarılmıştır. Güney Pasifik<br />
yayı boyunca depremden sonra onlarca<br />
büyüklüğü 5 ile 6,5 arasında değişen depremler<br />
olmuştur.<br />
Deprem ile birlikte yaklaşık 400 bin kişi süpürtü-deprem<br />
sığınaklarına girmiştir. Oradakiler<br />
de içinde olmak üzere yaklaşık 1<br />
milyon 450 bin kişi susuz, 4 milyon kişi yiyeceksiz<br />
kalmıştır. Deprem sonrası yardımlar,<br />
deprem öncesi bilimsel araştırmalar konusunda<br />
Japonya “sınıfta kalmıştır”.<br />
Yerin serbest salınımları<br />
Deprem olmadan önce bir<br />
Japon jeofizik bilimci, o<br />
bölgede 8,0 büyüklü¤ünde<br />
bir deprem beklendi¤ini<br />
belirtmifl, ancak t›pk›<br />
‹talya’daki gibi ona inanan<br />
olmam›flt›. Depremden<br />
1 dakika önce sars›nt›<br />
uyar›s› canavar düdükleri<br />
çal›narak, örüflüm a¤›ndan,<br />
ündeklerle, yap›lm›flt›r.<br />
Depremden 4 dakika sonra<br />
süpürtü uyar›s› yap›lm›flt›r.<br />
Ancak araçlar›na binerek<br />
kaçmaya çal›flanlar›<br />
çarçabuk gelen süpürtü<br />
dalgalar› önünde<br />
yuvarlayarak yutmufltur.<br />
Çekirdek Güre Üretimliğinde Patlama<br />
(Nükleer Santral): Japonya kıvıl (elektrik)<br />
güresinin (enerjisinin) yüzde 30’unu Çekirdeksel<br />
Güre Üretimevlerinden (Nükleer<br />
santral) sağlıyor. Toplam 55 ÇGÜ tepkiri ile<br />
yeryüzünün en çok ÇGÜ’sü olan üçüncü ülke.<br />
Toplam tepkirlerin üretimi 28 000 MW<br />
dolayında. Deprem odağından yaklaşık 250<br />
km uzakta, kuzeydoğu kıyısındaki Fukuşima<br />
Daiçi (1970 de yapılmış, toplam 3 tane<br />
tepkir üretimi 5 000 MW) ile Daini yeğnisu<br />
çekirdeksel güre üretimevinde depremden 1<br />
gün sonra patlama olmuştur. Oysa ÇGÜ<br />
depremle birlikte ivedilikle durdurulmuş olmasına<br />
karşın soğutulmasının sürdürülmesi<br />
gerekiyordu. Depremle birlikte kıvıl (elektrik)<br />
kesilmiş, yedek kıvıl üreteçlerinin de<br />
kesintiye uğramasıyla, soğutucular durmuş,<br />
böylece üretimevi tepkiri (reactor) içi yavaş<br />
yavaş ısınmaya başlamıştır. Soğutma için<br />
kullanılan suyun buharlaşmasıyla, tepkirin<br />
(reactor) içinde ıslatkı (H-hidrojen) birikmiştir.<br />
Bunun sonucunda içerde basınç yükselmiş,<br />
içinde belli oranda ışınım bulunan<br />
buğunun bir bölümü dışarıya boşalmıştır.<br />
Bu işleyiş sırasında içerdeki ıslatkı paslatkıyla<br />
(O2- oksijen) karşı karşıya gelince patlama<br />
oluşmuştur. Çekirdek bölümü aşırı<br />
kızgınlaşma sonucu erimiştir. Tepkirdeki<br />
ışınım olağanın 1000 katına çıkmıştır. Üretimevinin<br />
üzerinde 15 santim kalınlığında<br />
koruyucu bir kapağın olması aşırı sızıntıyı<br />
önlemiştir. Özek dışında ışınır sezyum ile<br />
iyot uçunu ölçülmüştür. Japonların açıklamadığı<br />
gerçek şudur ki; depremle birlikte<br />
soğutucu borular kırılmıştır. Onlar kırılınca<br />
çekirdek kızgınlaşmıştır. Ayrıca en az 30 yıl<br />
dinlendirilmesi gereken çekirdeksel ışınır<br />
(radioactive) özdek gölmeci, süpürtü dalgalarının<br />
baskını altında taşarak tüm çevreye<br />
süpürülerek dağıtılmıştır. Böylece ışınır özdekler<br />
ülkenin 10 km içine dek yayılmıştır.<br />
Olan olmuş, işi anlayıncaya dek, önlem olarak<br />
üretievinden 20 km uzaklık içinde olan<br />
170 bin kişi uzaklaştırılmıştır. Ancak bunların<br />
çoğu ışınım salgısının etkisi altında sorunu<br />
gelecek günlere taşıyacaktır. Bunun<br />
dışında ÇGÜ’de aşırı ışınıma uğrayan 160<br />
görevli kişide troid yiyilcesi (kanseri), kan<br />
yiyilcesi, anemi, deri yanığı yaraları, gözde<br />
körlükler, kısırlık, kalıtımsal bozukluklar,<br />
görülebilir. Etki eşik değeri 50 rem’dir. 100-<br />
200 rem arası kusma, yorgunluk, yeme isteksizliği,<br />
300 rem’i geçince saç dökümleri,<br />
400 rem’e çıkınca ise ölümler görülüyor.<br />
Kurulması düşünülen Sinop ÇGÜ, M
meçlerden biri olmuş(1).<br />
Süpürtü(tsunami) kestirimine göre, Türkiye'yi<br />
etkileyebilecek bölgelerde oluşan tüm<br />
süpürtü (tsunami)lerin belgeleri son 2 bin<br />
yıl için incelendiğinde 28, son 3 bin 500 yıl<br />
içinde 90 tane büyük süpürtü (tsunami)<br />
oluştuğu görülür. Bunları çoğu deprem, azı<br />
yanardağ kaynaklıdır. Türkiye ile Ege’de süpürtüler<br />
(tsunami) oluşumlarının yerleri ile<br />
yılları şöyle sayılabilir.<br />
Akdeniz ile Karadeniz’de yapılan araştırmalara<br />
göre süpürtü yaratan depremler ile yükseklikleri<br />
şöyledir.<br />
Doğu Akdeniz Süpürtüleri (1-4 m):<br />
21 Haziran 365: Doğu Akdeniz'de Girit'ten<br />
İskenderiye'ye dek uzanan bölgede görülmüştür.<br />
Dalga yüksekliği 1 ile 3 metreyi bulmuştur<br />
22 Mayıs 1202: Kıbrıs, Suriye ile Mısır’ı kıyılarını<br />
süpüren dalga yüksekliği 1 ile 4<br />
metreyi bulmuştur.<br />
8 Ağustos 1304: Doğu Akdeniz, Rodos ile<br />
Girit adalarını vuran süpürtülerin dalga<br />
yüksekliği 1 ile 3 metreyi bulmuştur.<br />
Nisan 1609: Doğu Akdeniz, Rodos'ta süpürtü<br />
(tsunami) 10 bin kişiyi öldürdü.<br />
Üstte<br />
Dünya dönüş yönü<br />
Üstte solda<br />
Yer içinde sıkışma<br />
Solda<br />
Isı akışı<br />
21 Temmuz 1752: Suriye kıyılarını vuran<br />
süpürtü dalgalarının yüksekliği 1 ile 3 metreyi<br />
bulmuştur.<br />
13 Ağustos 1822: Antakya, İskenderun Koyunu<br />
süpürtü dalgaları dövmüştür (Gözlem<br />
yok)<br />
Karadeniz’de Süpürtü: 1598 Amasya depremi,<br />
Karadeniz’de (Sinop ile Samsunda 1<br />
metrelik dalgalar yapmıştır). Karadeniz’den<br />
150 km uzaktaki 26-27 Aralık 1939 Erzincan<br />
depremi ise (M=7.9,1000) Fatsa’da süpürtü<br />
(tsunami) oluşturmuştur. Önce Fatsa’da,<br />
deniz 50 m, Ünye’de 100 metre, Ordu’da<br />
15 m geri çekilmiştir. Sonra 20-25 m<br />
karaya doğru ilerlemiştir. 3 Eylül 1968,<br />
Amasra-Çakraz depremi (M=6.6,1058) olmuştur.<br />
Amasra-Çakraz arasında kıyı 35-40<br />
saniye yükselmiştir. Önce deniz 12-15m geri<br />
çekilmiş sonra 100m karaya girmiş, 14 dakika<br />
sonra gelen ikinci dalga 50-60m karaya<br />
basmıştır. Bu dalga tekneleri denize almış.<br />
Çakraz limanında deniz tırmanma<br />
yüksekliği 3 metre dolayında olmuştur.<br />
Deprem kestirildi mi?<br />
Deprem olmadan önce bir Japon jeofizik bilimci,<br />
o bölgede 8,0 büyüklüğünde bir deprem<br />
beklendiğini belirtmiş, ancak tıpkı İtalya’daki<br />
gibi ona inanan olmamıştı. Depremden<br />
1 dakika önce sarsıntı uyarısı canavar<br />
düdükleri çalınarak, örüşüm ağından, ündeklerle,<br />
yapılmıştır. Depremden 4 dakika<br />
sonra süpürtü uyarısı yapılmıştır. Ancak<br />
araçlarına binerek kaçmaya çalışanları çarçabuk<br />
gelen süpürtü dalgaları önünde yuvarlayarak<br />
yutmuştur.<br />
Depremin yol açtığı akçal durum<br />
Depremden önce Türkiye’de dolar 1,58<br />
iken 1,61’e fırladı. Japon Borsası Nikkei<br />
yüzde 2 oranında düştü.<br />
Japonya yeryüzünün en büyük 3. akçal varsılıdır.<br />
1995 Japonya 6 bin 400 kişinin öldüğü<br />
Kobe depreminin çıkışı 100 milyar<br />
dolardı. Korunç (sigorta) işletmelerinin ödediği<br />
ise 3 milyar dolardı. Honshu depreminin<br />
de çıkışının bu değerleri aşarak 180 milyar<br />
doları bulması bekleniyor. Ulusal gelirde<br />
yüzde 10’a yakın gerileme beklenirken,<br />
korunç işletmelerine ise 34 milyar dolara<br />
çıkması bekleniyor. Depremden sonra sanayi<br />
tümüyle durmuş, Honda ile Sonny üretimevleri<br />
dokunca görmüştür.<br />
Deprem Türkiye’yi etkiler mi?<br />
9,0’lIk Japonya depreminden sonra devinim<br />
altında çalkalanan yer yuvarı ile avkulanan<br />
gevrek yer kabuğu, içinden diri kırık geçen<br />
tüm ülkeleri ürkütmektedir. Türkiye’de<br />
yüzde 3 lük uzak etki altındadır. Türkiye’deki<br />
en çok korkulacak yerler yüzde 52<br />
olasılıkla Kuzey Anadolu Kırığın, yüzde 33<br />
olasılıkla Batı Anadolu çöküntü kırıkları,<br />
yüzde 12 Doğu Anadolu Kırığının üzerinde<br />
olan yerleşimlerde görülebilir. 7 ile 10 gün<br />
içinde Başbakanlık AFAD Genel Müdürlüğü<br />
tetikte olmalıdır. Bunu açıkladıktan sonra<br />
ilk 7 günde büyüklüğü 4 ile 4,7 arasında üç<br />
deprem olmuştur. Marmara da böyle bir<br />
deprem olsaydı İstanbul un yüzde 60’ı yok<br />
olurdu. Oluşacak süpürtü dalgaları kıyıya 3<br />
dakikada gelirdi. Türkiye’de böyle bir deprem<br />
olabilir mi? Olmaz. Türkiye’de olabilecek<br />
en büyük deprem 7.9 - 8.0 olur. Türkiye<br />
kıyılarında son 3bin yılda 90 süpürtü<br />
olayı belgelenmiştir.<br />
Yeryüzünde en yüksek alınlı süpürtüler<br />
1960 Şili M=9,5, h= 25 m, ölü=1 263<br />
1969 Endonezya M=6,9, h= 4 m, ölü=600<br />
1976 Filipinler M=8,1, h= 8,5 m, ölü=4,456<br />
1992 Kolombia M=7,7, h= 6 m, ölü=600<br />
1998 Endonezya M=7,8, h= 26,2 m, ölü=2<br />
500<br />
1998 Papua Yeni Gine M=7, h= 15 m, ölü=2<br />
183<br />
2004 Endonezya M=9,1, h= 51 m, ölü=226<br />
000<br />
2006 Endonezya M=7,7, h= 10 m, ölü=664<br />
1960 Yeni Zelanda M=8,0, h= 11,2 m, ölü=<br />
528<br />
MART-N‹SAN 2011 91
MAKALE<br />
Enerji Bağımsızlığımız ve<br />
Akkuyu Nükleer Santrali<br />
Sürdürülebilir kalkınma anlayışı içinde, baz enerji santrali olan nükleer enerji santrali, nükleer<br />
elektrik üretimi, enerji temin güvenliği açısından bir seçenek olmaktan da öte bir zorunluluk<br />
haline gelmiştir. Ancak nükleer enerjinin, bir ileri teknoloji dalı olması itibariyle, yalnızca elektrik<br />
üretim araçlarından biri olduğu düşünülmemelidir.<br />
DR. NECMİ DAYDAY<br />
UAEA Nükleer Güvenlik Uzman Müfettişi (E.)<br />
J<br />
aponya’da deprem ve deprem dalgası<br />
sonrasında Fukushima Daiiçi nükleer<br />
santrallerinde yaşanan kazanın yol açtığı sorunlar,<br />
pek çok ülkede olduğu gibi, ülkemizde<br />
de nükleer santraller konusundaki tartışmaları<br />
tetikledi.<br />
Nükleer santraller Türkiye’nin gündemine,<br />
özellikle teknoloji ve bilimsel alanlarla ilgili<br />
olan konularda olduğu gibi, genellikle olumsuz<br />
olaylar meydana geldiğinde oturtulur.<br />
Konu, sanki mesele bu güne kadar hiç düşünülmemiş,<br />
incelenmemiş ve üzerinde uzmanlarınca<br />
yoğun çalışmalar yapılmamışçasına,<br />
sıfırdan başlanıyormuş gibi takdim<br />
edilerek ele alınır. Bunu yaparken, pek çok<br />
bilimsel ve teknolojik konuda olduğu gibi,<br />
uzmanların uzun yıllar içinde özümsedikleri<br />
bilgi ve tecrübelerin, bir TV programında<br />
veya birkaç sayfalık yazıda kamuoyuna aktarılması<br />
istenir. Üstelik verilen bilgi düzeyinin<br />
bir fen sınıfı öğrencisinin bilgi düzeyinde<br />
bile olmamasına da özen gösterilir! Hatta<br />
“Referanduma” sunulması bile önerilir.<br />
Bilim ve teknolojide demokrasi olmamıştır<br />
ve olmayacaktır. Bu eşyanın tabiatına aykırıdır.<br />
Hangi bilimsel teori halkoyu ile ‘doğru’<br />
veya ‘yanlış’ kabul edilmiştir? Ortaçağ’da kilisenin<br />
engizisyon aracılığı ile Giordano Bruno,<br />
Galileo gibi bilginlere yaptığı işkenceler<br />
verdikleri ölüm cezaları neyi değiştirmiştir.<br />
“Kiliseye rağmen dünya yine dönüyor! Galileo<br />
kazanmıştır.” Hangi buluş, hangi teknik<br />
ilerleme referandum sonucu sağlanmıştır?<br />
Tarih böyle bir şey kaydetmemiştir.<br />
Enerji bağımsızlığı<br />
Bir meseleyi çözmenin gerekli şartı, meseleyi<br />
bilimsel kavramlar içinde kısa ve öz bir<br />
şekilde vazetmektir. Onun için, Akkuyu<br />
Nükleer Santralı konusu bu yazıda “enerji<br />
bağımsızlığımız” temelinde ele alınmaktadır.İlk<br />
elektrik enerjisini, 1912’de Fransızların<br />
İstanbul Haliç’te Silahtarağa’da kurdukları<br />
termik santralden alan Türkiye, bugüne<br />
kadar geçen 100 yılda hiç bir elektrik santralini<br />
yüzde 100 yerli yapım olarak gerçekleştirememiştir.<br />
Mesele, genelde “... sermaye<br />
yanlısı hükümetlerin sürdüre geldiği yanlış<br />
enerji politikaları sonucu ülkemiz, birincil<br />
enerji tüketiminde yüzde 71,5, elektrik tüketiminde<br />
ise, kaynaklar bakımından, yüzde<br />
60’a varan oranlarda dışa bağımlı hale getirilmiştir,”<br />
şeklinde formüle edilmektedir.<br />
Ancak bu ifade doğruyu yansıtmamaktadır.<br />
Enerji üretimi denklemini: Enerji = birincil<br />
kaynak+kaynağı enerjiye dönüştüren tesis+iletim<br />
hatları olarak ifade edersek, ‘enerjide<br />
bağımsızlık’ sağlamak için denklemin<br />
her bir öğesine hakim olmanın gerekliliği kolayca<br />
görülür. Kısacası, hep öne sürüldüğü<br />
üzere, kaynağın ‘yerli’ olması yetmez. Üretim<br />
ve iletim için gerekli olan ‘stratejik’ makine,<br />
techizat, alet vb. sanayisinin de ülkede<br />
var olması şarttır.<br />
Türkiye’nin sanayileşmesi için<br />
nükleer enerji zorunlu mudur?<br />
Sürdürülebilir kalkınma anlayışı içinde, baz<br />
enerji santrali olan nükleer enerji santrali,<br />
nükleer elektrik üretimi, enerji temin güvenliği<br />
açısından bir seçenek olmaktan da<br />
öte bir zorunluluk haline gelmiştir. Ancak<br />
nükleer enerjinin, bir ileri teknoloji dalı olması<br />
itibariyle, yalnızca elektrik üretim<br />
araçlarından biri olduğu düşünülmemelidir.<br />
Zira günümüzde hayati bir önem kazanmış<br />
olan bu teknolojiyi kazanmak, bilimsel ve<br />
teknolojik alanda ilerlemek, hatta Güney<br />
Kore’de olduğu gibi, bir sıçramayı başarmak<br />
anlamına gelir. Nükleer teknoloji gibi çok<br />
geniş kapsamlı ileri teknolojilerin ülkeye kazandıracağı<br />
pek çok yarar vardır. Bir nükleer<br />
santralde yüksek teknoloji gerektiren<br />
yaklaşık 22 bin değişik parçanın bulunduğu<br />
göz önüne alınırsa, böyle bir teknolojiye sahip<br />
olmaya yönelmekle sanayimiz, bilim ve<br />
teknoloji kuruluşlarımız pek çok değişik<br />
alanda kullanılabilecek bilgi birikimi ve tecrübe<br />
kazanacaktır. Bu kapsamda, teknolojik<br />
yaşamın her alanında karşımıza çıkan nitelikli<br />
ileri malzemelerin üretimi, yeni yapım<br />
ve üretim tekniklerinin öğrenilmesi ve geliştirilmesi,<br />
bilimsel, teknik ve teknolojik kapasitenin<br />
arttırılması, kalite kontrolünün ve<br />
yüksekliğinin sağlanması, sanayide değişik iş<br />
kollarının kurulup çalıştırılması, yeni iş<br />
alanlarının açılarak istihdamın arttırılması<br />
gibi konular sayılabilir. Ayrıca, nükleer teknoloji<br />
Türkiye’nin üst düzey bilimsel ve teknoloji<br />
kültürünün gelişmesinde, özellikle<br />
teknik eğitimin nicelik ve niteliğinin yükseltilmesinde,<br />
dolayısı ile sanayide de itici bir<br />
güç olmak ve tetikleyici vazifesi görmek gibi<br />
yadsınamaz faydalar da sağlar. Bunlara<br />
birlikte, ülkede nitelikli bir ‘Güvenlik Kültürü’nün<br />
yerleşmesi ve gelişmesinde önemli<br />
rol oynar. Nitekim Dünya’daki mevcut konjonktürde,<br />
nükleer enerji ve teknolojilerinin,<br />
teknoloji planlamalarını akılcı bir şekilde<br />
başarabilen gelişmiş ülkelerde toplandığı<br />
görülmektedir. Nükleer teknoloji transferini<br />
çok başarılı bir şekilde gerçekleştiren<br />
92 M‹MAR VE MÜHEND‹S
ülkelerin başında gelen Güney Kore’nin,<br />
kısmen de bu kazanımlar sayesinde, diğer<br />
teknolojik alanlarda elde ettiği başarılı sonuçlar<br />
bu tespitleri doğrular niteliktedir.<br />
Nükleer teknoloji transferi<br />
stratejisinin temel taşları<br />
Nükleer teknoloji transferini, “nükleer güç<br />
programını destekleyecek, planlama, Ar-<br />
Ge, kalite temini, lisans verme, yakıt maddesi<br />
ve yakıt üretimi, atık yönetimi gibi hizmetlerin<br />
yürütülmesi için gerekli yapılanmaları<br />
ve insan gücünün eğitilmesini içerir”<br />
şeklinde özetleyebiliriz.<br />
Nükleer teknolojinin transferi ve özümsenmesi,<br />
uzun vadeli ve zahmetli bir iştir. Bu<br />
yüzden, başlangıçta açık ve seçik bir biçimde<br />
tanımlanmış olan bir nükleer enerji<br />
programının ve uygun stratejinin ısrarla<br />
sürdürülmesi ve uygulanması ile elde edilir.<br />
Bu da ancak nükleer programın bir devlet<br />
politikası olarak benimsenmesi ve yürütülmesi<br />
ile mümkündür. Ne var ki ne 1972 ve<br />
1983 yıllarında TAEK tarafından hazırlanmış<br />
olan “Nükleer Güç Programları” ne de<br />
Eylül 1998 tarihli ÇNAEM TR – 338 numaralı<br />
raporda ortaya konmuş olan ‘’Nükleer<br />
Güç Alanında İzlenecek Ulusal Politika ve<br />
Program önerisi” bir hükümet programı olarak<br />
gündeme bile alınmamıştır. Halbuki<br />
böyle bir programın ‘’Devlet Politikası’’ olarak<br />
benimsenmesi gerekir. Sarsılmaz bir siyâsî<br />
kararlılık ile güçlendirilmiş böyle bir<br />
millî iradenin neler gerçekleştirebileceğine<br />
en iyi iki örnek Güney Kore ile Hindistan’dır.<br />
Başarılı bir nükleer teknoloji transferi stratejisinin<br />
temel taşlarını şu şekilde özetleyebiliriz:<br />
1. Nükleer enerji üretimine yönelik reaktör<br />
tipinin belirlenmesi,<br />
2. Nükleer yakıt çevrimi tesisleri,<br />
3. Nükleer atık yönetimi stratejisi,<br />
4. İlgili teknolojilerin transferi,<br />
5. Yeni ve yenilikçi reaktör teknolojilerinin<br />
geliştirilmesi çalışmalarına katılmak,<br />
6. Nükleer alanda sürdürülecek bilimsel ve<br />
teknolojik araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin<br />
belirlenmesini ve bu kapsamda araştırma<br />
yapacak bilim ve teknoloji merkezlerinin<br />
kurulması,<br />
7. Nükleer güvenliği ilk sıraya koyan bir kalite<br />
güvenlik kültürü anlayışının oluşturulması,<br />
8. Nükleer güvenlik ve kalite güvencesine<br />
ilişkin olarak kurumsal ve hukuksal altyapının<br />
ve uygulama sisteminin yeniden teşkil<br />
edilmesi,<br />
9. Kamuoyunun duyarlı olduğu konularda;<br />
• Olabildiğince açık bir tanıtım ve bilgilendirme<br />
ile<br />
• Halk ve sivil toplum örgütleriyle etkileşim<br />
sistem ve metodlarının oluşturulması,<br />
10. Taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelere<br />
uyum çalışmaları,<br />
11. Nükleer teknolojide öngörülen niteliklere<br />
sahip insan gücü gereksiniminin<br />
karşılanmasıyla ilgili faaliyetleri,<br />
12. Her aşamada yerli katkının arttırılmasını<br />
sağlayacak bürokratik düzenlemelerin yapılması,<br />
13. Stratejinin bir devlet politikası olarak<br />
benimsenmesi.<br />
“Akkuyu Sahası’nda Nükleer Güç<br />
Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine<br />
İlişkin Anlaşma” ile başarılı bir<br />
teknoloji transferi yapılabilir mi?<br />
12 Mayıs 2010 tarihinde Ankara’da T.C.<br />
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız<br />
ile Rusya Federasyonu Başbakan Yardımcısı<br />
Igor I. Sechin tarafındanimzalanan<br />
“Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya<br />
Federasyonu Hükümeti Arasında Türkiye<br />
Cumhuriyeti’nde Akkuyu Sahası’nda Bir<br />
Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine<br />
Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşma”nın onaylanması<br />
Bakanlar Kurulu’nca 27/8/2010 tarihinde<br />
kararlaştırıldı.<br />
Nükleer teknoloji transferine, anlaşmanın<br />
amaç ve kapsamı belirleyen 3. maddesinin<br />
2. bendinin 2.24 no’lu paragrafında atıfta<br />
bulunulmaktadır. Ancak bu atıf, “Teknoloji<br />
transferi ve” şeklinde olup transferin neleri<br />
kapsayacağı belirtilmemiştir. Buna karşılık,<br />
aynı maddenin 3. bendinde ise: “İşbu madde<br />
kapsamındaki işbirliği konuları, Türk<br />
Kuruluşları ve Rus Kuruluşları tarafından,<br />
Türk Tarafı'na mali yük getirilmeden yürütülür.<br />
Türkiye Cumhuriyeti'nde nükleer yakıt<br />
üretim tesislerinin kurulması ve işletimi<br />
de dahil olmak üzere nükleer yakıt döngüsü<br />
hakkındaki işbirliği ve teknoloji transferi<br />
Taraflarca mutabakata varılacak ayrı koşullar<br />
çerçevesinde yürütülecektir” denmektedir.<br />
Dolayısıyla teknoloji transferinin, üzerinde<br />
anlaşmaya varıldığı takdirde, “nükleer<br />
yakıt üretim tesislerinin kurulması ve işletimi<br />
de dahil olmak üzere nükleer yakıt döngüsü”ne<br />
münhasır olacağı anlaşılmaktadır.<br />
Hükümetin kamuoyuna yaptığı açıklamaları,<br />
ülkemizde nükleer konularda yapılan ön<br />
hazırlıklarla birlikte değerlendirdiğimizde;<br />
bu şartlar altında, gerçek ve kapsamlı bir<br />
nükleer teknoloji transferinin yapılmasının<br />
maalesef mümkün olmadığını söylemek zorundayım.<br />
Zira değişik reaktör tiplerine ve<br />
yapımcı ülkelerine (Akkuyu’da Rus, Sinop’ta<br />
‘Batı tipi” [japon?]), dolayısıyla farklı<br />
yapım, işletme, güvenlik kültürü vb. konulara<br />
açık uçlu bir yaklaşım Türkiye’nin ne<br />
ekonomisinin, ne teknik insan gücünün ne<br />
de organizasyon kapasitesinin kaldırabileceği<br />
bir sürecin gerçekleşmesine yöneliktir. Bu<br />
durum, ülkemizdeki ‘otomotiv sanayisi’nin<br />
benzerini meydana getirmeye adaydır. Pek<br />
çok ülkenin çeşitli otomobil modelini üretiyoruz<br />
ancak en ‘stratejik’ kısmı olan, ne motorunu<br />
yapıyoruz, ne de kendimize ait bir<br />
modelimiz, markamız var!<br />
TAEK teknoloji transferinde<br />
rol oynayabilir mi?<br />
Gerçekçi olarak bakıldığında bugünkü haliyle<br />
TAEK’in, değil nükleer teknoloji transferi<br />
gibi geniş kapsamlı ve karmaşık bir süreci,<br />
hazır verilen bir nükleer santral tasarımını<br />
sıfırdan başlayıp, inceleyerek gerekli<br />
lisansları vermek hususunda bile, mükemmel<br />
bir örgütü, bu konuda yetişmiş yeterli<br />
nitelik ve sayıda elemanı, eksiksiz bir mevzuatı,<br />
yeterli donanımı, yeterli deneyim ve<br />
bilgi düzeyi, olduğunu söylemek mümkün<br />
değildir. Ancak yeni bir örgütün kurulması<br />
ve istenen seviyeye gelmesi çok uzun zaman<br />
gerektireceğinden, TAEK’in halihazırdaki lisans<br />
verme görev ve yetkilerinin genişletilerek<br />
devredileceği bir ‘Nükleer Düzenleme<br />
Kurumu’nun kurulması ve TAEK’in, Türkiye’nin<br />
nükleer teknolojiye girmesi için gerekli<br />
her türlü çalışmayı yapmasına imkan<br />
veren bir kanun ile gerekli yetkilere kavuşturulması<br />
yerinde olacaktır.<br />
MART-N‹SAN 2011 93
S‹NEMAVEMÜHEND‹SL‹K<br />
Masum ve sade olan›n zaferi:<br />
FORREST<br />
GUMP<br />
MODERN HAYATIN GET‹RD‹⁄‹ fiARTLANMIfiLIK,<br />
B‹LG‹ K‹RL‹L‹⁄‹ VE EGO‹ZM‹N TUZAKLARINDA<br />
‹NSANLAR KIVRANIRKEN; SADE VE MASUM OLAN<br />
HEP KAZANIYOR.<br />
EROL MERMER / Senarist<br />
Cana yakın ve zekâ seviyesi 75 olan bir idiot savant (zihinsel<br />
özürlü dahi) olan Forrest’i ilk kez parktaki banka<br />
oturmuş, kendisini çocukluk arkadaşı Jenny’e götürecek<br />
olan otobüsü beklerken görürüz. Filmin başında, gökyüzünden<br />
esen rüzgârlarda savrula savrula, bulutlar arasından aşağı<br />
doğru inen bir kuş tüyü süzülerek Forrest’in ayağının üstüne<br />
konar. (Aslında, batı kültürün de kuş tüyü gökteki meleğin kanadından<br />
kopmuş ve kimin başına konarsa ona şans getirdiği<br />
düşünülür.) Biz daha filmin başında anlarız ki o bir seçilmiştir.<br />
Forrest, yol yürümesini bile beceremeyen saf görünüşüne rağmen<br />
20. yüzyılda Amerika’da geçen bütün ünlü olayların içindedir<br />
ve bu olaylardan hep bir kahraman olarak çıkar. Herşey koşabildiğini<br />
keşfettiği gün başlar. Bu yeteneğini bir futbol yıldızı<br />
olmak için kullanır. Sıradan biriyken, John F. Kennedy, Lydon<br />
Johnson ve Richard Nixon ile tanışır. Gary Sinise canlandırdığı<br />
Teğmen Dan’ı kurtarmak suretiyle bir Vietnam kahramanı, daha<br />
sonra da zengin bir karides tüccarı olur. Tüm bu olaylar boyunca<br />
tek düşü, hayatı bambaşka bir yöne kayan sevgilisi<br />
Jenny’ye tekrar kavuşmak içindir. Forrest tarihteki birçok olaya<br />
tanık olurken, Jenny protest bir hayata saplanmış, alkol ve<br />
uyuşturucunun tuzağında kıvranmaktadır. Büyük şehirlerde insanlar,<br />
modern hayatın sıkıntıları, açmazları içinde kıvranırken,<br />
filmin finalinde birkez daha masumiyetin zaferine tanık oluruz.<br />
Oskar Ödülleri<br />
En iyi yapım ödülü Wendy Finerman, Steve Starkey, Steve Tisch<br />
En iyi senaryo ödülü: Eric Poth<br />
En iyi oyuncu ödülü: Tom Hanks<br />
En iyi görsel efekt: Ken Ralston, George Murphy, Stephen Rosenbaum<br />
En iyi kurgu ödülü: Arthur Schmidt<br />
F‹LM‹N KÜNYES‹<br />
Filmin adı<br />
Yapım/ süre<br />
Yapımcı<br />
Yönetmen<br />
Senaryo<br />
Kurgu<br />
Görüntü Yönt<br />
Müzik<br />
Oyuncular<br />
: FORRES GUMP<br />
: ABD 1994 / Paramount/151 dk.<br />
: Wendy Finerman,<br />
Steve Starkey, Steve Tisch<br />
: Robert Zemeckis<br />
: Eric Poth<br />
: Arthur Schmidt<br />
: Don Burgess<br />
: Alan Silvesri<br />
: Tom Hanks, Robin Wright, Gary Sinise,<br />
Mykelti Williamson, Sally Field,<br />
Rebecca Wiliams, Michael Conner,<br />
George Kelly, Bob Penny<br />
94 M‹MAR VE MÜHEND‹S
K‹TAPLIK<br />
TÜRK‹YE ARAfiTIRMALARI<br />
L‹TERATÜR DERG‹S‹ (TAL‹D)<br />
L<br />
iteratür çalışmaları, üzerine inşa edildiği birikime ayna tutmakla kalmaz, birikim<br />
bilincimizi yeniler. Bu tür çalışmalar, mevcut birikimi birçok açıdan değerlendirerek<br />
literatür hakkında çeşitli tasnifler yapmayı, varsa eksiklikleri ve hataları<br />
tespit etmeyi, takip edilen yaklaşımları ve kullanılan kaynakları gözden geçirmeyi<br />
amaçlar. Bu tespitler, literatürle ilgili herhangi bir alanda yapılacak çalışmalara<br />
matuf uyarı ve önerilerle daha da önem kazanır. Esas hedef, bir alanda değişik kişi ve<br />
ekoller tarafından yapılmış çalışmaların hasılasını çıkartarak, sonraki çalışmalara ciddi<br />
bir zemin hazırlamaktır. Bu süreç hiç şüphesiz anlama, yorumlama ve eleştiri kabiliyeti<br />
yanında geleceğe dönük önerilerle ilgili iddialı bir ilmî duruşu gerektirir. Öte taraftan<br />
konu ve sorunlara hem ‘disiplinler arası/ötesi’ bir perspektif hem de ‘bütüncül’<br />
bir anlayışla yaklaşma inancının hakim olduğu günümüzde, bir mesele hakkında önceden<br />
gerçekleştirilmiş veya halen devam eden bilimsel faaliyetleri takip edebilmek<br />
ancak literatür çalışmaları ile mümkündür.<br />
Bilim ve Sanat Vakfı Türkiye Araştırmaları Merkezi “Birikimsiz (b)ilim olmaz” şiarından<br />
yola çıkarak yukarıda belirtilen ilkeler doğrultusunda Türkiye araştırmaları alanında<br />
ortaya konan birikimi değerlendirmek, Türkiye hakkında farklı coğrafyalarda değişik<br />
türlerde eser telif edenleri birbirlerinden haberdar etmek maksadıyla Bahar 2003 yılından<br />
bu yana Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi’ni yayınlamaktadır. 6 aylık, hakemli<br />
bir dergi olan TALİD Türkiye araştırmalarını geniş kapsamlı üst başlıklar altında<br />
değerlendirmekte ve her sayısında ele aldığı konu ile ilgili kapsamlı birkaç yazıdan<br />
sonra konunun alt alanları ile ilgili değerlendirme yazılarını ve yine konuyla ilgili söyleşileri,<br />
klasik veya güncel bazı kitap ve tezlerin, kurum, dergi, ve kongrelerin tanıtımlarını<br />
içermektedir.<br />
İlk sayısında Türk İktisat Tarihi literatürünü konu edinen TALİD, sonraki sayılarında sırasıyla<br />
Tanzimat’a Kadar Türk Siyaset Tarihi (Güz 2003), Tanzimat’tan sonra Türk Siyaset<br />
Tarihi (Bahar 2004), Türk Bilim Tarihi (Güz 2004), Türk Hukuk Tarihi (Bahar<br />
2005), Türk Şehir Tarihi (Güz 2005), Yeni Türk Edebiyatı Tarihi I ve II (Bahar 2006-Güz<br />
2006), Eski Türk Edebiyatı Tarihi I-II (Bahar 2007-Güz 2007), Türk Sosyoloji Tarihi (Bahar<br />
2008), Türk Eğitim Tarihi (Güz 2008) literatürünü konu edinmiştir.<br />
TALID 14. sayısında, mimarlık tarihçiliğinden Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi<br />
mimarisine; hamam, saray, ticari mekanlar gibi mimari yapılardan mimarlık tarihinin<br />
kaynaklarına, sanayileşme ve mekansal değişimden peyzaj mimarisine kadar pek<br />
çok vechesiyle Türk Mimarlık Tarihi literatürünü değerlendirmiş, Türk Sanat Tarihi<br />
konusuna ayrılan 15. sayısında ise İslam öncesinden günümüze, Türk Sanatının genel<br />
sorunlarından, plastik sanatlara, hüsn-i hat sanatından kitap sanatlarına, kitabeler ve<br />
süslemelere, musikiye kadar sahaya ilişkin pek çok konuya ışık tutmaya çalışmıştır.<br />
Yaklaşık 1450 sayfa hacme sahip, başucu eserleri arasında yer alacak bu sayılarda,<br />
sahalarında duayen olan Uğur Tanyeli, Gülru Necipoğlu, Sibel Bozdoğan, Oktay Aslanapa<br />
ve Semavi Eyice gibi isimlerle de kapsamlı söyleşiler yapılmıştır. TALİD’in gelecek<br />
sayıları ise sırasıyla Dünyada Türk Tarihçiliği ve İstanbul literatürünü içerecektir.<br />
MLA International Bibliography, Index Islamicus ve ASOS Index tarafından taranan<br />
TALİD’in, ilk yedi sayısının pdfleri web sitesinden (http://www.talid.org) indirilebilmektedir.<br />
Ayrıca, her türlü görüş, katkı ve sorularınız için talid@bisav.org ve talidmail@gmail.com<br />
e-posta adreslerinden TALİD yetkililerine ulaşabilirsiniz.<br />
“<br />
Birikimsiz (b)ilim olmaz”<br />
fliar›yla Bahar 2003’den bu<br />
yana Bilim ve Sanat Vakf›<br />
Türkiye Araflt›rmalar›<br />
taraf›ndan yay›nlanan<br />
Türkiye Araflt›rmalar›<br />
Literatür Dergisi’nin son<br />
say›lar› aras›nda Türk<br />
Mimarl›k Tarihi ve Türk<br />
Sanat Tarihi konular›na<br />
ayr›lm›fl ciltler vard›r.<br />
MART-N‹SAN 2011 95
Ç‹ZG‹YORUM<br />
Yakup Güler<br />
96 M‹MAR VE MÜHEND‹S
1980’den beri...<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
www.canturk.com.tr