30.12.2014 Views

Hazar Raporu - Issue 02 - Winter 2012

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

OCAK - MART 2013 / SAYI:2<br />

Fiyatı: 10 $/15 TL<br />

Stratejik<br />

Projeksiyon:<br />

Obama’nın<br />

Ekonomiyle İmtihanı<br />

Dr.Fatih Macit<br />

Türk Dış Politikası<br />

Prof.Dr.Fuat Keyman<br />

Gürcistan Seçimleri<br />

ve Sonrası<br />

Dr.Kornely Kakachia<br />

Rosneft – BP<br />

Anlaşması<br />

Gülmira Rzayeva<br />

Türkiye’de Milliyetçilik<br />

ve Demokratikleşme<br />

Dr.Şener Aktürk<br />

Avrupa Birliği’nin<br />

Geleceği: Mitler ve<br />

Gerçekler<br />

Prof.Dr.Ercüment Tezcan<br />

Türkiye – Orta Asya<br />

İlişkileri<br />

Prof.Dr.Mesut Hakkı Caşin<br />

Avrasya’da<br />

Ticaret ve<br />

Ulaşım<br />

Taleh Ziyadov<br />

Türkiye – <strong>Hazar</strong><br />

Bölgesi Ekonomik<br />

İşbirliği<br />

Prof.Dr.William Hale


C<br />

M<br />

Y<br />

CHOICE FOR<br />

ENERGY OF<br />

TURKEY’S<br />

TOMORROW<br />

CM<br />

MY<br />

CY<br />

CMY<br />

K<br />

Turkey’s largest private natural gas importer.<br />

With its PNG and LNG portfolio, supplies major<br />

industrial customers and cities throughout the country.<br />

www.enercoenerji.com


HAZAR RAPORU<br />

Yayıncı:<br />

<strong>Hazar</strong> Strateji Enstitüsü<br />

Yayıncı Adına İmtiyaz Sahibi:<br />

Haldun Yavaş<br />

Genel Yayın Yönetmeni:<br />

Efgan Niftiyev<br />

Yazı İşleri Müdürü:<br />

Cemile Çağıl<br />

Editörler:<br />

Dr. Esra Hatipoğlu<br />

Dr. Gönül Tol<br />

Celia Davies<br />

Dr. Ercüment Tezcan<br />

Araştırma Asistanları:<br />

Ferahşan Yaprak - Gençkaya<br />

Hande Yaşar - Ünsal<br />

Röportajlar:<br />

Ferahşan Yaprak - Gençkaya<br />

Görsel Sorumlusu:<br />

Mefail Başgülşen<br />

Basımcı:<br />

<strong>Hazar</strong> Strateji Enstitüsü<br />

Grafik Tasarım:<br />

Basıldığı Yer:<br />

Fatih Matbaası<br />

Yayın Türü:<br />

Süreli<br />

Yazışma Adresi:<br />

Veko Giz Plaza, Maslak Meydan Sok., No:3 Kat:4 Daire:11-12 Maslak,<br />

34298 Şişli-İstanbul-TÜRKİYE<br />

Telefon:<br />

+90 212 999 66 00<br />

Fax:<br />

+90 212 999 66 01<br />

Email:<br />

hazar.raporu@hasen.org.tr


EDİTÖRDEN…<br />

Değerli Okurlar,<br />

<strong>Hazar</strong> Havzası dünya petrol ve doğal gaz kaynaklarının neredeyse dörtte üçünü<br />

oluşturuyor. Bölgede bulunan Rusya, Kazakistan, Azerbaycan, İran ve Türkmenistan,<br />

sahip oldukları bu muazzam kaynaklarla dünya enerji jeopolitiğinde giderek daha fazla<br />

rol üstlenmeye aday ülkeler. Ellerindeki bu zenginlik, bölge ekonomilerine son on yılda<br />

büyük bir ivme kazandırmıştır. Fakat sürdürülebilir bir büyüme için ekonominin sadece<br />

enerji sahasında değil, diğer sektörlerde de geliştirilmesi gerekmektedir. Bu noktada petrol<br />

ve doğal gaz gelirlerinin stratejik yönetimi ve ekonominin belirli sektörlerde desteklenmesi<br />

şarttır.<br />

Gerek coğrafi konumları gerekse insan kaynakları ele alındığında, <strong>Hazar</strong> Havzası ülkeleri<br />

enerji dışında taşımacılık, bilgi-iletişim ve sanayinin birçok alanında sektörel bazda<br />

çeşitlilik oluşturabilir ve milli hasılalarında enerji sektörünü dengelemeyi başarabilirler.<br />

<strong>Hazar</strong> <strong>Raporu</strong>’nun bu sayısında <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nin ekonomik potansiyelini ele aldık.<br />

Cambridge Üniversitesi’nden Taleh Ziyadov’un bölgede taşımacılık ve ticaretin<br />

güçlendirilmesi ve serbest ticaret bölgelerinin oluşturulması üzerine kaleme aldığı<br />

projeksiyon, bölgeye sürdürülebilir kalkınma modeli sunuyor. Kadim İpekyolu üzerinde yer<br />

alan bölge ülkeleri, özellikle Doğu – Batı ticaret hattının kavşak noktası haline gelebilir. Bu<br />

sayımızda ayrıca Oxford Üniversitesi Profesörü William Hale, <strong>Hazar</strong> Bölgesi ülkelerinin<br />

ekserisinin de üye olduğu Ekonomik İşbirliği Teşkilatı çerçevesinde bölge ekonomisinin<br />

geleceğini yazdı. Gülmira Rzayeva’nın, Rosneft – BP anlaşması üzerine kaleme aldığı<br />

değerlendirme yazısı ise bölgedeki enerji denklemi açısından kritik bir noktaya ışık tutuyor.<br />

Bölge ekonomisi, global ekonomideki dengelerle de sıkı entegre olmuş durumda. Bu<br />

bağlamda, dünya ekonomisinde çok önemli bir pastaya sahip ABD’nin seçim sonrası<br />

olası ekonomi politikalarını, uzmanlarımızdan Dr. Fatih Macit analiz etti. Bölgemizde<br />

bir önemli seçim de Gürcistan’da yaşandı. İktidar değişikliği ile sonuçlanan seçim sonrası<br />

politik durumu Gürcü uzmanımız Dr. Kornely Kakachia değerlendirdi.<br />

<strong>Raporu</strong>muzda Türkiye’nin dış politikası, demokratikleşme süreci ve Avrupa Birliği’nin<br />

geldiği kritik eşik de çok kıymetli kalemler taraf ından değerlendirildi. Bu anlamda Prof.<br />

Dr. Fuat Keyman, Prof. Dr. Ercüment Tezcan, Dr. Şener Aktürk ve Dr. Talha Köse’nin<br />

yazıları dikkatle okunmalı.<br />

Bir sonraki sayımızda buluşmak üzere, keyifli okumalar…<br />

Efgan Niftiyev<br />

Genel Yayın Yönetmeni<br />

Twitter: @eniftiyev


HAZAR RAPORU<br />

Orta Asya Bölgesi’nin Merkezi; Azerbaycan<br />

Taleh Ziyadov<br />

OCAK / MART 2013<br />

İçindekiler<br />

MAKALELER<br />

Avrasya Ticaret Ve Taşımacılığının Stratejik Değerlendirmesi<br />

7<br />

Türkiye - <strong>Hazar</strong> Bölgesi Ekonomik İşbirliği<br />

Prof. Dr. William Hale<br />

Obama’nın Ekonomiyle İmtihanı<br />

Dr. Fatih Macit / Süleyman Şah Üniversitesi Ekonomi Bölüm Başkanı<br />

16<br />

22<br />

BP – Rosneft Anlaşması: Beklentiler ve Olası Sonuçlar<br />

Gulmira Rzayeva / Enerji Uzmanı<br />

27<br />

Avrupa Birliği’nin Geleceği: Mitler ve Gerçekler<br />

Prof. Dr. Ercüment Tezcan / Galatasaray Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi<br />

Gürcistan Parlamento Seçimleri Sonucu:<br />

Dış Politika ve Yeni Yaklaşım Arayışları<br />

Doç. Dr. Kornely Kakachia, Tiflis Devlet Üniversitesi / Tiflis merkezli Gürcistan Politika<br />

Enstitüsü düşünce kuruluşu direktörü<br />

31<br />

35<br />

4


OCAK / MART 2013<br />

Kuzey Kafkasya’da Güvenlik ve İşbirliği<br />

Dr. Farhad Mehdiyev / Uluslararası İlişkiler, Kafkasya<br />

43<br />

Türk Dış Politikası Açısından Kafkasya ve Orta Asya<br />

Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın / Yeditepe Üniversitesi<br />

Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim üyesi<br />

52<br />

DEĞERLENDİRMELER<br />

Yrd. Doç. Dr. Şener Aktürk<br />

Koç Üniversitesi - Öğretim Üyesi<br />

67<br />

Prof. Dr. E. Fuat Keyman<br />

85<br />

Dr. Talha Köse<br />

İstanbul Şehir Üniversitesi – Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler<br />

Bölümü Öğretim Üyesi<br />

92<br />

ENGLISH PART<br />

99<br />

HAZAR RAPORU<br />

5


Stratejik Projeksiyon:<br />

Avrasya’da Ticaret ve Ulaşım<br />

Orta Asya Bölgesi’nin Merkezi; Azerbaycan*<br />

Özet<br />

Aralık <strong>2012</strong><br />

Taleh Ziyadov<br />

*Bu özel rapor, <strong>Hazar</strong> Strateji Enstitüsü (HASEN), Brookings Enstitüsü, California<br />

Üniversitesi - Berkeley ve Cambridge Üniversitesi (İngiltere) ortaklığıyla düzenlenen <strong>Hazar</strong><br />

Forumu <strong>2012</strong> (5-6 Aralık <strong>2012</strong>, İstanbul) ile bağlantılı olarak hazırlanmıştır.<br />

Gelecek için Ortak Vizyon İhtiyacı<br />

1965 yılında, son Şeyh Raşid bin Said<br />

El-Maktum, Dubai’nin vizyoner lideri,<br />

İngiliz danışmanlarından bir liman inşa<br />

planı hazırlamalarını istemiştir. İngiliz<br />

mühendislik firmasının Dubai’nin<br />

merkezinde, asırlık Al Shindagah muhiti<br />

civarında önerilen liman alanının<br />

imar planı çalışmasını tamamlaması<br />

iki yıl almıştır. Pazar değerlendirmesi<br />

ve gelecekteki trafik öngörülerine<br />

dayanarak, danışmanlar yeni limanda<br />

yalnızca 4 bölüme (palamar alanı) ihtiyaç<br />

duyulacağına karar vermişlerdir. Öneriyi<br />

dikkatlice inceledikten sonra Şeyh Raşid<br />

4 bölümlü planlanan limanın 16 bölümlü<br />

olarak değiştirilmesini istemiştir. İngiliz<br />

danışmanlar gönülsüz bir şekilde değişiklik<br />

önerisini kabul etmişlerdir. Liman nihayet<br />

1971 yılında açılabilmiş ve 16 bölümün<br />

hepsi de ilk yılın sonunda fazlaca talep<br />

almıştır. Devam eden yıllarda çeşitli<br />

genişletmeler olmuş ve yeni bolümler<br />

inşa edilmiştir 1 . Şeyh Raşid, Dubai’nin<br />

Orta Doğu’da ve hatta ötesinde en önemli<br />

taşıma ağı haline geleceğinden emindi.<br />

Bugün Raşid Limanı, Jebel Ali Serbest<br />

Bölgesi ve Limanı, Uluslararası Dubai<br />

Havalimanı ve Dubai Emirliği’nde daha<br />

birçok teknoloji harikası proje Şeyh Raşid’in<br />

öngörü ve vizyonerliğinin kanıtıdır.<br />

1 Christopher M. Davidson, Dubai: The Vulnerability of Success<br />

(New York: Columbia University Press, 2008), pp. 92–93.<br />

HAZAR RAPORU<br />

97


Benzer bir şekilde, 20. yüzyılın en uzun<br />

süre görevde kalan başbakanlarından Lee<br />

Kuan Yew’in vizyonu; küçük bir şehir<br />

devleti olan Singapur’un gelişmemiş eski<br />

bir sömürgeden; modern ve rekabetçi<br />

bir ekonomiye sahip, Güney Asya’da<br />

büyük bir dağıtım merkezi haline<br />

gelmesini sağlamıştır. Daha 1973’te,<br />

bağımsızlığından yalnızca 8 yıl sonra<br />

Singapur, 200 hat ile 50’ye yakın denize<br />

kıyısı olan ülkeye hitap etmesinden ötürü<br />

“dünyanın en yoğun 4. limanı” olmakla<br />

övülüyordu 2 . Singapur, bölgenin petrol<br />

rafineri ve dağıtım merkezi haline gelerek,<br />

kendi petrolü neredeyse hiç yokken<br />

petrol zengini bir ülke olmayı başarmıştır.<br />

Lee Kuan Yew, Avrupa ve Asya arasında<br />

yer alan temel deniz yollarının kesişim<br />

noktasındaki stratejik konumunu<br />

kullanarak; önüne çıkan tüm fırsatları<br />

değerlendirmiştir. Doğrudan yabancı<br />

yatırımlar (DYY) için çekici bir iş çevresi<br />

tesis etmiş ve agresif bir çeşitlendirme<br />

politikası izlemiştir. Bugün ülke yüksek<br />

seviyede DYY ve ticaret, üretim, finans<br />

sektörlerindeki patlama ile güçlü bir<br />

ekonomiye sahip olmanın rahatlığını<br />

yaşamaktadır. 2009 yılında Singapur’un<br />

gayri safi yurtiçi hasılası (GSYH)<br />

36.000$’ı geçmişken bu rakam 1960<br />

yılında yalnızca 395$ civarındaydı. 3<br />

Dubai ve Singapur kıyı konumları ve<br />

denizcilik trafiğinden kaynaklanan antrepo<br />

ticaretinden çok faydalanmış olsalar<br />

da, bu ülkelerin ses getiren ekonomik<br />

başarılarındaki esas nokta liderlerinin<br />

2 T. J. S. George, Lee Kuan Yew’s Singapore(London: Andre<br />

Deutsch, 1973), syf. 95.<br />

3 World Bank, World Development Indicators.http://data.<br />

worldbank.org/data-catalog/world-development-indicators<br />

adresinden alıntılanmıştır.<br />

öngörüleri olmuştur. Şayet bu faktör<br />

olmasaydı, bugün tamamıyla farklı<br />

bir konumda olurlardı. Şeyh Raşid’in<br />

Dubai’de ve Başbakan Lee’nin Singapur’da<br />

kat ettiği mesafe, dünyada kalıcı bir iz<br />

bırakmak isteyen her ulusal lider ve ülke<br />

için bir ders sunmaktadır: “Gelecek için<br />

bir vizyon sahibi olmak gerek.”<br />

Dünyanın büyük deniz limanlarının<br />

aksine, <strong>Hazar</strong> Havzası’nın öne çıkan ticaret<br />

şehirleri tarih boyunca denizin olmadığı<br />

merkezler olmuştur. Eski İpekyolu tacirleri<br />

için <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nin ana şehirlerinin<br />

kritik lojistik ve dağıtım merkezi olan Asya<br />

ve Avrupa arasında seyahat etmek aylar,<br />

hatta yıllar almıştır. İpekyolu üzerindeki<br />

her bir şehir; insanlar ve kültürlerin bir<br />

araya gelip karıştığı, ürün ve fikirlerin el<br />

değiştirdiği çeşitli sayılarda kervansaraylar<br />

barındırmıştır. Bu ticaret merkezleri, diğer<br />

bölgesel merkezler ve mega şehirlerle<br />

Avrasya ve Orta Doğu’yu kapsayan geniş<br />

bir ağ koridoru üzerinden birbirlerine<br />

bağlanmıştır. İpekyolu koridorları Orta<br />

Avrasya’da birçok ulus için yüzyıllar<br />

boyunca refah kaynağı olmuştur 4 .<br />

Orta Avrasya; Avrupa ve Asya arasında<br />

karasal bir merkez olarak yeniden eski<br />

şanını kazanmak için hazır bulunmaktadır.<br />

2030’dan itibaren bir turist İstanbul’dan<br />

Bakü’ye aynı günde varacak bir hızlı<br />

trene binebilecek. Hatta yol üzerinde<br />

Tiflis’te bedava bir şehir turu yapmak<br />

için zamanı bile olacak. Daha sonra<br />

4 “Orta Avrasya” teriminin birkaç farklı tanımı olsa da, bu<br />

raporda <strong>Hazar</strong> Bölgesi’ndeki 8 ülkeye işaret etmektedir. Bunlar;<br />

Güney Kafkasya’daki üç ülke Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan;<br />

Orta Asya’daki 5 ülke Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan,<br />

Türkmenistan ve Özbekistan’dır.<br />

108


kendisini Urumçi, Çin’e götürecek başka<br />

bir hızlı trene binmek üzere hızlı vapur<br />

ile Türkmenbaşı’na geçebilecek. Orta<br />

Avrasya’nın tamamı otoban, demiryolu,<br />

havaalanı ve Asya ile Avrupa arasında<br />

yolcu ve yük taşıyacak lojistik merkezleri<br />

ile dolacak.<br />

Orta Avrasya’daki birçok ülke için böyle<br />

bir geleceği tahayyül etmek bile önemli<br />

bir meseledir. Çok kısa bir bağımsızlık<br />

tarihi olan bu ülkeler, Sovyetler<br />

Birliği’nin ani çöküşünden kaynaklanan<br />

politik, ekonomik ve sosyal krizler<br />

yaşamaktalardır. 2011 yılında Sovyet<br />

rejiminin sona erişinin yalnızca yirminci<br />

yılını kutladılar. Savaş hatıraları, çözüme<br />

kavuşmamış uyuşmazlıklar, ekonomik<br />

zorluklar ve unutulmaya yüz tutmuş<br />

komünist idaresini andıran darbeler hala<br />

sorun teşkil etmektedir. Neyse ki en zor<br />

zamanlar geride kaldı, fakat kimi önemli<br />

sorunlar hala varlığını devam ettirmektedir.<br />

Orta Avrasya ülkeleri şu an politik -<br />

ekonomik geçişliliklerini tamamlamaları<br />

gereken ve kendilerini gelişmiş, müreffeh<br />

ulusların arasına sokacak bir yol belirleme<br />

aşamasındadırlar.<br />

Oluş Süreci: 20 Yıl Sonra Orta<br />

Avrasya<br />

1990’larda Orta Avrasya’nın kaynak<br />

zengini ülkelerindeki birçok kişi, yakın<br />

zamanda ülkelerinin 21. yüzyılın ‘Kuveyt’i<br />

ve ‘İsviçre’si olacağına inanmaktaydı. Doğal<br />

kaynakların bolluğu bu düşünceyi o kadar<br />

cazibedar, o kadar olası kılmaktaydı ki;<br />

çok az kişi bu hedefin gerçekleştirilmesi<br />

adına –şayet gerçekleştirilebilir olsaydı–<br />

gerekli olan süreç hakkında düşündü.<br />

Kuveyt ya da İsviçre olmak; ticaret dostu<br />

bir ortam, politik ve ekonomik yeterlilik,<br />

doğal kaynaklardan gelen gelirin etkili<br />

yönetimi ve avantajlı bir konum gibi<br />

temel bileşenlerin varlığıyla desteklenen<br />

stratejik bir vizyon ve başkaca kalkınma<br />

stratejilerini gerektirmektedir.<br />

Geçtiğimiz 20 yılda bölge ülkeleri,<br />

özellikle de kaynak zengini olanlar,<br />

çok şey elde etmişlerdir. 2009 yılında<br />

Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan ve<br />

Türkmenistan’ın GSYH’leri sırasıyla<br />

43 milyar$, 115 milyar$, 32milyar$ ve<br />

19 milyar$ olmuştur. Diğer taraftan,<br />

geri kalan en fakir dört ülkenin<br />

-Ermenistan, Gürcistan, Kırgızistan ve<br />

Tacikistan- toplam GSYH’si 30 milyar$’ın<br />

altındaydı. Azerbaycan ve Kazakistan<br />

milyarlarca dolar DYY çekmiş ve<br />

gelecek kalkınmalarını güvence altına<br />

alan anahtar enerji altyapısı projelerini<br />

tamamlamıştır. Geç kalan Türkmenistan,<br />

henüz gerçekleşmemiş büyük umutlarla,<br />

kapılarını yatırımcılara açmaya yakın<br />

zamanda başlamıştır. Bölgedeki en yoğun<br />

nüfuslu ülke olan Özbekistan, DYY’ye<br />

ihtiyaç duymayan kademeli iç talep<br />

kaynaklı kalkınma yolunu seçmiştir, ancak<br />

o da Orta Avrasya’nın gelecek merkez<br />

vizyonuna eşlik edeceğini vaat etmektedir.<br />

Hiç şüphe yok ki; bölgedeki ilerlemenin<br />

en büyük kaynağı Azerbaycan, Kazakistan,<br />

Özbekistan ve Türkmenistan’daki bereketli<br />

doğal kaynaklardır. Başta Azerbaycan ve<br />

Türkmenistan olmak üzere bu ülkelerin<br />

hükümetleri, kaynak bağımlılığının<br />

risklerine dikkat etmiş ve buna ilişkin<br />

HAZAR RAPORU<br />

11 9


potansiyel riskleri azaltmak adına<br />

politikalar üretmeye çalışmışlardır. Enerji<br />

sektörlerini kalkındıracak ölçüde bir<br />

stratejiye de sahip olmuşlardır. Örneğin,<br />

Azerbaycan ve Kazakistan, yabancı enerji<br />

firmalarının ilgisini çekmek için Üretim<br />

Paylaşım Anlaşmaları (ÜPA) imzalayarak;<br />

en çok ihtiyaç duyulan yatırımları<br />

ekonomilerine kazandırmışlardır. Bu<br />

enerji stratejisi, Azerbaycan ve onun batılı<br />

çok uluslu ortaklarının 1994’te ‘Yüzyılın<br />

Anlaşması’nı imzalamalarını sağlamış<br />

ve devamında 2005 yılında Bakü-Tiflis-<br />

Ceyhan Petrol Boru Hattı ve 2006’da<br />

Bakü-Tiflis-Erzurum Doğal Gaz Boru<br />

Hattını inşa ettirmiştir. Azerbaycan enerji<br />

sektörü, tek başına 35 milyar$’ın üzerinde<br />

bir DYY çekmiştir. Dahası, bu iki boru<br />

hattından gelen gelirler Güney Kafkas<br />

Bölgesi ekonomisinin çok önemli bir<br />

kısmını teşkil etmekte ve Azerbaycan’ın<br />

şu anki devlet bütçesinde aslan payını<br />

oluşturmaktadır. Kısaca, kaynak<br />

zengini ülkeler 1990’larda belirledikleri<br />

enerji stratejilerinin meyvelerini<br />

toplamaktadırlar.<br />

Bugün Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye;<br />

<strong>Hazar</strong> Bölgesi ve ötesinin gelecek enerji<br />

stratejisini şekillendirecek yeni bir<br />

yolculuğa koyulmuşlardır. Kaynak zengini<br />

olsun yahut olmasın, Orta Avrasya’nın tüm<br />

ülkeleri aynı geleceği paylaşmakta olup,<br />

21. yüzyılın politik-ekonomik haritasında<br />

bölgelerine önemli bir yer verecek yeni<br />

sinerjiler bulmak için kenetlenmişlerdir.<br />

Aslında, bölgedeki her ülkenin kaderi<br />

farklıdır. Her birinin, bir gün çok mühim<br />

ve kalkınmış bir ülke olmak için nedenleri<br />

ve hatta bir başkasından ziyade yalnız<br />

kendilerinin bu seviyeye gelmelerini<br />

istemeleri için hakları vardır. Bu hedefe<br />

ulaşmak için bağımsız ülkeler ve 2030<br />

itibarıyla politik-ekonomik açıdan<br />

birleşebilecek geniş bir bölgesel ağ üyesi<br />

olarak, her birinin açık bir vizyona sahip<br />

olması gerekmektedir. İş birliği yapmalı,<br />

entegre olmalı ve etraflarında hızla değişen<br />

dünyaya adapte olup gelecek 10 yıl için<br />

ortak bir vizyon oluşturmalıdırlar. Çoğu<br />

karayla çevrili olan bu ülkelerin bir gün<br />

paylaşabileceği ortak vizyon nedir Bu<br />

vizyon, bölgeyi başka bir merkezÎ güce<br />

uygun bir muhite çevirecek midir Veya<br />

bölgenin zenginlerini kontrol edecek<br />

güçler için coğrafi bir oyun alanına mı<br />

çevirecektir Ya da Avrupa, Doğu Asya,<br />

Güney Asya ve Orta Doğu gibi ana<br />

ekonomik bloklar arasında hareketli bir<br />

ticaret merkezi statüsünü geri kazanıp;<br />

eski İpekyolu bölgeyle birlikte yeniden<br />

canlanacak mıdır Bu soruların cevabı<br />

her ne olursa olsun, bir husus çok açık:<br />

Uluslararası ticaret, bölgenin değişiminde<br />

temel bir rol üstlenecektir.<br />

Azerbaycan: Bölge Dinamizmi<br />

için Potansiyel Katalizör<br />

Azerbaycan, bölge için ortak bir vizyon<br />

oluşturmaya yardım ederek bölgenin<br />

değişimini kolaylaştıran; Orta Avrasya<br />

için bir eksen ülkedir ve öyle de kalacaktır.<br />

Ülkenin çok geniş doğal kaynakları,<br />

Azerbaycan’ın petrol kaynaklı olmayan<br />

ekonomisini geliştirmede, eski İpekyolu<br />

üzerinde bir ticaret merkezi olarak Orta<br />

Avrasya’nın tarihi pozisyonunu yeniden<br />

12 10


kazanmasında ve bölgenin petrol kaynaklı<br />

olmayan ticaretinin canlandırılmasında<br />

katalizör görevi üstlenebilir. Ancak bunun<br />

olması için Azerbaycan’ın kalkınmasına<br />

yön verecek ve kendisini arzu edilen hedefe<br />

ulaştıracak anlaşılır bir vizyon oluşturması<br />

gerekmektedir.<br />

Bugün, Avrasya ticareti ve buna bağlı<br />

kazancın büyük kısmı bölgeye uğramadan<br />

geçmektedir. Her seferinde binlerce<br />

konteyner taşıyabilen büyük gemiler<br />

İpekyolu kervanlarının yerini almıştır.<br />

Avrupa ve Asya arasındaki ticaret daha<br />

çok Süveyş Kanalı vasıtasıyla, deniz<br />

taşımacılığı yoluyla yapılmaktadır. Bu<br />

oran iki kıta arasındaki toplam kargo<br />

değişiminin % 90’ına tekabül etmektedir.<br />

Orta Avrasya merkezi stratejisinin başarısı<br />

daha çok, bölge ülkelerinin entegre ve<br />

rekabetçi çok türlü taşımacılık sistemi<br />

ve Avrasya’yı kapsayan lojistik ağları<br />

kurmasının yardımıyla Avrupa-Asya<br />

arasındaki kıtalararası konteyner ticaretini<br />

çekebilmesine bağlıdır.<br />

Azerbaycan, ana Avrasya kara ve hava<br />

taşımacılık koridorlarının kesişme<br />

noktasında bulunmaktadır. Doğru şekilde<br />

kullanılırsa uzun dönem başarısı için<br />

anahtar rolünde bir özelliktir. Potansiyel<br />

olarak Azerbaycan; Avrupa ve Asya<br />

arasında ticaret köprüsü olmanın yanında<br />

Avrasya’da bir ana dağıtım merkezi haline<br />

gelebilir. Enerji stratejisinin tersine,<br />

Azerbaycan’ın petrol dışı ekonomisi<br />

için kalkınma vizyonu hala yapım<br />

aşamasındadır. Ülke ihracatının yaklaşık<br />

% 95’i ve GSYH’sinin % 55’ten fazlası<br />

petrol ve gaz satışından elde edilmektedir.<br />

Bu da yakın zamanda değişmesi muhtemel<br />

olmayan bir durumdur. Ülkenin orta ve<br />

uzun dönemdeki görünüşü petrol dışı<br />

sektörün kalkınmasına bağlı olarak umut<br />

vaat etmektedir.<br />

Enerjinin Ötesine Bakmak<br />

Azerbaycanlı birçok hükümet yetkilisi<br />

defalarca ülkenin Avrupa ve Asya arasında<br />

bölgesel taşımacılık merkezi olmak adına<br />

ideal bir konuma sahip olduğunu ifade<br />

etmişlerse de bu ifadelerin uzun dönemli,<br />

tutarlı ve sürdürülebilir bir stratejik<br />

vizyona çevrilmesi gerekmektedir. Yine<br />

de, en azından “bölgenin merkezi olmayı<br />

istemek’’ şeklinde bir fikir mevcuttur.<br />

Aslında, bu stratejiyi ilerletmek adına<br />

birtakım altyapı ve taşımacılık projesi<br />

çoktan hayata geçirilmiştir. Bunlardan bir<br />

tanesi; Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye<br />

demiryollarını birbirine bağlayacak ve<br />

Azerbaycan üzerinden Çin ve Avrupa<br />

arasında bir demiryolu koridoru<br />

oluşturacak stratejik Bakü-Ahılkelek-Kars<br />

demiryoludur. Ayrıca hükümet, ülkenin<br />

doğu-batı ve kuzey-güney hattındaki<br />

uluslararası otoyollarının modernize<br />

edilmesi için milyarlarca dolar yatırım<br />

yaparak Azerbaycan topraklarında<br />

öngörülen karayolu trafiğine daha iyi<br />

hazırlamaya çalışmaktadır. Dahası, son<br />

model Bakü Uluslararası Deniz Ticareti<br />

Limanı, Alyat’taki Lojistik Merkezi ve<br />

yeni Bakü Haydar Aliyev Uluslararası<br />

Havaalanı; Azerbaycan’ın global<br />

taşımacılık merkezi vizyonunda önemli bir<br />

yer edinecektir.<br />

HAZAR RAPORU<br />

13 11


Bu projeler Azerbaycan’ın bölgedeki<br />

pozisyonunu hakiki manada güçlendirecek<br />

ve ülkeyi Avrupa ile Asya ülkeleri arasında<br />

kara ve hava yolları aracılığıyla yapılan<br />

ticaret için bir çekim merkezi haline<br />

getirecektir. Bakü; Avrupa için Orta<br />

Asya’ya açılan bir kapı ve Orta Asya<br />

ile Çin için Avrupa’ya bir kapı olacak<br />

şekilde rol üstlenecektir. Azerbaycan,<br />

<strong>Hazar</strong> Denizi’nde ‘merkezlerin merkezi’<br />

haline gelebilecek bir potansiyele sahiptir.<br />

Ancak bunun gerçekleşmesi adına, 2030<br />

Azerbaycan’ı için açık bir vizyonun<br />

bugünden dile getirilmesi gerekmektedir.<br />

Bütünleşmiş Kalkınma Stratejisi<br />

İhtiyacı<br />

Azerbaycan da dahil olmak üzere<br />

bölgede devam eden ve planlanan altyapı<br />

ve taşımacılık projelerine yakından<br />

bakıldığında, petrol dışı ekonomiler<br />

için kalkınma stratejisinde bir uyum<br />

eksikliği göze çarpmaktadır. Yararlı ve<br />

önemli projeler, gerekli sektörler arası ve<br />

sektör içi koordinasyona bakılmaksızın<br />

birbirlerinden bağımsız bir şekilde<br />

planlanıp uygulanmaktadır. Başka deyişle,<br />

bu projeler ortak bir amaç doğrultusunda<br />

yönetiliyor gözükmemektedir.<br />

Bugünden açık ve bütünleşik bir “büyük<br />

resim” stratejisi ortaya konulmadıkça,<br />

Azerbaycan’ın yahut bölgedeki herhangi<br />

bir ülkenin gelişme istikameti bu sebepten<br />

ötürü aksayacak ve şansa bağlı olacaktır.<br />

Bu durum, Azerbaycan’ın kişi başı<br />

yüksek gelire ulaşamayacağı ya da böyle<br />

bir vizyonla sosyal refah ilerlemesine<br />

erişemeyeceği anlamına gelmemektedir.<br />

“Deneme-yanılma’’ yaklaşımı kesinlikle bir<br />

çeşit problem çözme yöntemidir. Ancak<br />

riskli olmanın yanında böyle bir yaklaşım<br />

uzun vadede çok fazla kaynak, zaman ve<br />

enerji harcanmasına sebep olabilir. Üstelik<br />

başarı ihtimali de yüksek değildir.<br />

Okumakta olduğunuz bu rapor, <strong>Hazar</strong><br />

Bölgesi ve Azerbaycan’ın gelecek<br />

vizyonuna katkı sağlamayı ümit ederek<br />

yazılmıştır. Rapor; Avrasya ticareti,<br />

taşımacılık ve lojistiği, serbest ticaret<br />

bölgeleri (STB) ve liman gelişmeleri<br />

üzerinde yoğunlaşarak, bölgesel ticaret<br />

merkezi olmaya talip; büyümekte olan<br />

bölgesel, aynı zamanda Avrupa ve<br />

Asya arasındaki kıtalararası ticaretten<br />

faydalanmak isteyen Azerbaycan<br />

ve diğer Orta Avrasya ülkeleri için<br />

açıklamalar içermektedir. Özetle, bu rapor<br />

Azerbaycan’ın merkez konumuna gelme<br />

stratejisi için özel kalkınma tasarıları<br />

önermektedir. Rapor genelinde dile<br />

getirildiği üzere, Azerbaycan için birçok<br />

firsat söz konusu olup, bu potansiyelin<br />

değerlendirilmesi yalnızca bir devletten<br />

öte tüm bölgenin faydasına olacaktır.<br />

Bu, Azerbaycan’ın ulusal hedeflerine<br />

ulaşması için bölgedeki komşu ülkelerle<br />

de koordineli bir şekilde hareket etmesi<br />

gerektiği anlamına gelmektedir.<br />

Çoğu Orta Avrasya ülkesinin denize<br />

kıyısı bulunmamaktadır ve birbirlerinin<br />

taşımacılık altyapısına bağımlıdırlar.<br />

Otoyollar, demiryolları, limanlar ve<br />

havaalanları inşa etmek yeterince etkili<br />

olmamakla birlikte Azerbaycan’ın, bölge<br />

merkezi olma stratejisinin önemli bir<br />

14 12


parçasıdır. Kuşbakışı perspektifi ve tüm<br />

bu projelerin tek bir stratejinin unsurları<br />

gibi görünmesini sağlayacak uyumlu bir<br />

politika olmaksızın, taşıma ve altyapı<br />

projeleri tamamlayıcılık unsurundan<br />

yoksun oldukları için yeterli etkinliğe<br />

sahip olmayacak getiriler sağlayacaktır.<br />

Orta Avrasya için 21. yüzyılın ‘Dubai’si<br />

ve ‘Singapur’unu üretmek adına, parçalı<br />

bölgesel zihniyetin her bir projeyi ortak<br />

amaç doğrultusunda yönlendirecek<br />

bütünleşik ortak vizyona yol açması<br />

gerekmektedir.<br />

2030 yahut 2050 yılının Azerbaycan’ı,<br />

bugünkü tasarıların bir ürünü olacaktır.<br />

Azerbaycan için başarılı bir merkez<br />

stratejisinin çekirdeği, ticaretin<br />

yayılmasının ve doğrudan yabancı<br />

yatırımın çekilmesinin ön koşulu olan<br />

serbest ticaret bölgelerinin (STB)<br />

gelişmesini de kapsamalıdır. Azerbaycan<br />

tarafından petrol ve doğal gaz projelerini<br />

teşvik etmek için etkin biçimde kullanılan<br />

üretim paylaşım anlaşmalarının yasal<br />

altyapısı Azerbaycan’ın mevcut STB<br />

kanunları kapsamında yetersizdir. Her<br />

ne kadar petrol dışı sektör, petrol sektörü<br />

kadar ilgi çekici yahut ikna edici olmasa<br />

da; doğru strateji ve teşviklerle, petrol dışı<br />

ekonominin çeşitli sektörleri arasından<br />

milyar dolarlık girişimlerle hala yüksek<br />

seviyede DYY çekebilir.<br />

Bu rapor, Azerbaycan’ın petrol dışı<br />

sektöründe ciddi miktarda DYY çekecek<br />

ve ülkenin STB’lerinin gelişiminde<br />

pastayı büyütecek, önemli bölge merkezi<br />

stratejisi ile direkt ilgili olan iki projeye<br />

dikkat çekilmesi gerektiğini önermektedir.<br />

Bu demektir ki; iki anahtar proje -Alyat<br />

Limanı ve Bakü Haydar Aliyev Uluslararası<br />

Havaalanı- STB konseptine dahil edilmeli,<br />

dolayısıyla da esnek ve etkili hukuki<br />

çerçeve dahilinde inşa edilmelidir (Örn:<br />

Üretim Paylaşım Anlaşması). Bu yaklaşım<br />

iki pazarlanabilir projenin Azerbaycan’ın<br />

petrol dışı sektöründe; enerji sektöründe<br />

Eylül 1994 yılında imzalanan ‘Yüzyılın<br />

Sözleşmesi’ne benzer şekilde, “21. Yüzyılın<br />

Sözleşmesi” olmasıyla neticelenecektir.<br />

Bölgesel seviyede Azerbaycan, nakliye<br />

stratejisini; özellikle Türkiye, Gürcistan ve<br />

doğu-batı eksenindeki Orta Asya ülkeleri<br />

ve kuzey-güney istikametinde Rusya ve<br />

İran gibi komşu ülkelerle birlikte uyumlu<br />

hale getirmelidir.<br />

Diğer Anahtar Tavsiyeler<br />

Stratejik Hususlar<br />

• Azerbaycan hükümeti, petrol üreticisi<br />

olmayan sektörlerdeki tüm ana kalkınma<br />

projelerini tek bir küresel hedef altında bir<br />

araya getirebilir.<br />

• Azerbaycan gelecekte bölgenin merkezi<br />

olması adına uyumlu ve entegre bir vizyon<br />

geliştirmelidir. Bu stratejiyi ya da ana planı;<br />

liman, havaalanı, otoyol, STB, lojistik<br />

merkezleri ve diğer stratejik taşımacılık ve<br />

taşımacılık dışı projelerin gelişmesine bağlı<br />

tüm faaliyetleri kapsayacak şekilde entegre<br />

edilebilir.<br />

• Farklı devlet bakanlıklarındaki parçalı<br />

zihniyet, ortak bir hedef doğrultusunda<br />

tüm projeleri yönetecek tümleşik bir<br />

vizyona dönüşebilir.<br />

HAZAR RAPORU<br />

13 15


Demiryolları ve Yollar<br />

• TRACECA koridorunun (Avrupa,<br />

Kafkasya, Asya nakil koridoru) rekabet<br />

edebilirliğini artırmak için Azerbaycan;<br />

Gürcistan, Kazakistan ve Türkmenistan’ın<br />

yanı sıra Çin, Avrupa Birliği ve Türkiye<br />

ile yakın temas kurarak sınır geçişlerini<br />

kolaylaştırabilir ve bu hat üzerindeki nakil<br />

masrafları azaltabilir.<br />

• Ülkedeki uluslararası öneme sahip tüm<br />

otoyollar farklı bir düzeyde görülmelidir.<br />

Uluslararası öneme sahip yollar için<br />

merkezileştirilmiş bir yol idaresinin<br />

kurulması zorunluluk arz etmektedir.<br />

• Kuzey-güney hattı dahil olmak üzere<br />

Azerbaycan’ın demiryolu hatlarının tüm<br />

yönlerde geliştirilmesi çok kritik bir<br />

husustur.<br />

Deniz Taşımacılığı<br />

• Azerbaycan’dan geçecek uluslararası<br />

nakil koridorunun başarılı bir şekilde<br />

kalkınabilmesi için <strong>Hazar</strong> deniz<br />

taşımacılığı anahtar rolündedir. <strong>Hazar</strong><br />

denizciliğinin mevcut durumu tatmin<br />

edicilikten çok uzaktır ve acil bir şekilde<br />

ilgilenilmeye ihtiyacı vardır. Şayet deniz<br />

taşımacılığına ilişkin öne çıkan sorunlar ve<br />

yapılması gereken hususlar ele alınmazsa;<br />

Azerbaycan, yakın gelecekte <strong>Hazar</strong><br />

Denizi’ndeki deniz taşımacılığı payını<br />

kaybedecektir.<br />

• Azerbaycan hükümeti, özel bir<br />

gemicilik firmasına BAKU-AKTAV ve<br />

Bakü-Türkmenbaşı arasında düzenli roro<br />

ve vapur seferleri düzenlenmesi izni<br />

vererek; uluslararası tır trafiğini artırabilir.<br />

Lojistik Sektörü<br />

• Azerbaycan, hızlı hareket ederek,<br />

bölgesel ve uluslararası tedarikçilere,<br />

Azerbaycan içinden ve dışından lojistik<br />

destek sağlamak üzere özel bir ulusal<br />

lojistik firması kurabilir (hükümet<br />

desteğiyle). Rus devletinin hissedarı<br />

olduğu (Örn: Rus demiryolları) en büyük<br />

ve özel, çok türlü nakliye grubu olan<br />

FESCO tecrübesi, Azerbaycan için iyi bir<br />

model olabilir.<br />

• Bununla birlikte hükümet, tüm sınırlar<br />

boyunca tırların gümrük formaliteleri<br />

için yük boşaltabileceği ve müşteri<br />

toplayabileceği “gümrük antrepoları”<br />

yahut “lojistik bölgeleri” kurmalıdır.<br />

Hava Taşımacılığı<br />

• Hükümet, Azerbaycan Havayolları<br />

için (AZAL) açık hedefler belirleyerek<br />

firmanın gelecekte önde gelen uluslararası<br />

birliklere üye olabilmesinin yolunu<br />

açabilir.<br />

• Azerbaycan’ın jet yakıtı tedariki<br />

stratejik bir avantaj olup; hava nakliye<br />

merkezi stratejisi için anahtar rol<br />

hükmündedir. Jet yakıtı üretimi koordineli<br />

16 14


olmalı ve Bakü Havaalanı rekabetçi<br />

fiyatlar için her daim ekstra yakıt<br />

bulundurmalıdır. Bu, Bakü’nün uluslararası<br />

hava nakliyecilerini çekebilmesi için birkaç<br />

önemli yoldan bir tanesidir.<br />

• Bakü Haydar Aliyev Uluslararası<br />

Havaalanı, demiryolunu da kapsayan çeşitli<br />

taşıma yöntemleriyle Alyat Limanı’na<br />

bağlanmalı ve her iki şehrin de etkin<br />

bir şekilde çok türlü kargo transferi<br />

yapabilmesi sağlanmalıdır.<br />

• Hükümetin, gelecekte Bakü, Alyat<br />

Limanı yakınlarına da bir havaalanı inşa<br />

etmeyi gözden geçirmesinde fayda vardır.<br />

• Gelecek STB kalkınma projesi<br />

kapsamında Azerbaycan, Poti Limanı -STB<br />

yanısıra Aktav- Türkmenbaşı limanları-<br />

STB’leri hisselerini satın almayı yahut<br />

buralara yatırım yapmayı düşünmelidir.<br />

• Tüm STB faaliyetleri ve çift maksatlı<br />

projeleri yönetebilmek adına doğrudan<br />

devlet başkanına rapor sunacak<br />

şekilde STB çalışmalarına özel bir yapı<br />

kurulmalıdır. 1990’larda imzalanmış enerji<br />

projelerinde sergilenen yaklaşımda olduğu<br />

gibi tüm çalışmalar doğrudan devlet<br />

başkanı tarafından koordine edilmelidir.<br />

Serbest Ticaret Bölgesi Konsepti<br />

• Mevcut STB konsepti ve hukuki<br />

rejimi gözden geçirilip güncellenerek,<br />

Azerbaycan’ın gelecek nakil ağı stratejisi<br />

güçlendirilmelidir.<br />

• İki anahtar proje olan Alyat Limanı<br />

ve Bakü Uluslararası Havaalanı, STB<br />

konsepti dahilinde ele alınmalı; dolayısıyla<br />

da esnek ve etkin bir yasal çerçeveye göre<br />

inşa edilmelidir. (Örn: Üretim Paylaşım<br />

Anlaşması hukuki rejimi)<br />

• Dünya çapında üst düzey yatırımcılar<br />

projelere yatırım yapmak için davet<br />

edilmeden evvel her iki projenin de<br />

stratejik planlaması tamamlanmış<br />

olmalıdır.<br />

HAZAR RAPORU<br />

17 15


Türkiye - <strong>Hazar</strong> Bölgesi<br />

Ekonomik İşbirliği<br />

Prof. Dr. William Hale<br />

15-16 Ekim <strong>2012</strong> tarihlerinde<br />

medyanın ilgisi Azerbaycan’ın başkenti<br />

Bakü’de gerçekleştirilen -o vakte kadar<br />

dikkatlerden kaçmış olan- Ekonomik<br />

İşbirliği Teşkilatı’nın (EİT) toplantısına<br />

çevrilmiştir. Söz konusu ilgi artışının<br />

sebebi; Türkiye Başbakanı Recep Tayyip<br />

Erdoğan ve İran Devlet Başkanı Mahmud<br />

Ahmedinejad arasında ana oturumlar<br />

sonrasında gerçekleşen beklenmedik<br />

görüşmedir. Her iki lider, Suriye çıkmazına<br />

bölgesel bir çözüm bulmak üzere, belli ki<br />

Suriye’deki iç savaşa ilişkin ciddi görüş<br />

ayrılıklarının üstesinden gelmenin bir<br />

yolunu aramışlardır. 1 Bu hadise EİT’nin<br />

önemli uluslararası konularda farklı<br />

görüşlere sahip hükümet liderlerinin yüz<br />

yüze görüşme yapabileceği bir platform<br />

olduğu izlenimini doğurmuştur. Akabinde<br />

normal olarak fazla bilinmeyen EİT’nin<br />

başkaca yararlı işlevleri olup olmadığı<br />

sorusunu akla getirmiştir. Bu soru EİT<br />

üyesi olan Türkiye, Pakistan, dört Orta<br />

Asya Cumhuriyeti 2 ve <strong>Hazar</strong> milletlerinin<br />

-Rusya hariç <strong>Hazar</strong> Denizi’ne kıyısı olan<br />

tüm ülkeler- ekonomik ve politik ilişkileri<br />

1 SimonTisdall, ‘Iran and Turkey’s Meeting Reveals New<br />

Approach to Syria’, The Guardian(London) 25 Ekim <strong>2012</strong>.<br />

2 Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Afganistan.<br />

bağlamında önem arz etmektedir. Bu<br />

makale hâlihazırda karşılaşılan politik<br />

ve ekonomik sorunlarla birlikte EİT’nin<br />

tarihi gelişimini özetlemek amacını<br />

taşımaktadır. Devamında, teşkilatın takip<br />

eden yıllardaki potansiyel önemi üzerinde<br />

durulacaktır. EİT, <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nde daha<br />

sıkı ekonomik ve politik bağların gelişmesi<br />

için önemli bir unsur mu olacak, yoksa<br />

herhangi bir uluslararası teşkilat olarak<br />

varlığını sürdürmeye mahkûm mu olacak<br />

Faaliyet alanı ve amacı daha sonra<br />

tamamıyla değişmiş olsa da, EİT’nin<br />

kökleri soğuk savaş dönemi ittifaklarına<br />

dayanmaktadır. 1955 yılında Amerika<br />

tarafından desteklenen İngiltere, Türkiye,<br />

Irak, İran ve Pakistan, Orta Asya’da batı<br />

yanlısı savunma birliği olarak Bağdat<br />

Paktı’nı oluşturmuşlardır. 1959’da Irak’ta<br />

Haşemit monarşisinin devrilmesinin<br />

ardından teşkilat, yegane Arap üyesini<br />

kaybetmiş ve Merkezi Antlaşma Teşkilatı<br />

(MAT) adı altında ‘kuzey kuşağı’ ittifakı<br />

olarak yeniden yapılanmıştır. 5 yıl sonra<br />

1964’te, Türkiye, İran ve Pakistan ortak<br />

ticari ve ekonomik işbirliğini artırmak<br />

maksadıyla, paralel bir teşkilat olan<br />

16 18


Kalkınma için Bölgesel İşbirliği’ni (KBİ)<br />

kurmuş ve ortak politik eksenlerine<br />

ekonomik bir boyut katmışlardır. 3<br />

MAT birliği ve Kalkınma için Bölgesel<br />

İşbirliği, İran Devrimi’nden sonra 1979’da<br />

dağılmıştır. Ancak 1985 yılında bu<br />

teşkilatın üç eski üyesi MAT’ın yerine<br />

geçecek şekilde EİT’yi kurmuştur.<br />

Devam eden süreçte fazla bir gelişme<br />

yaşanmasa da, soğuk savaşın ardından<br />

1992 yılında bağımsızlığını yeni kazanmış<br />

cumhuriyetler olan Afganistan’ın yanı sıra,<br />

Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan,<br />

Kırgızistan, Kazakistan ve Azerbaycan’ın<br />

birliğe katılımı ile bu teşkilat yeniden güç<br />

kazanmıştır. 4<br />

EİT’nin asıl amacı üye ülkeler arasındaki<br />

ticaretin liberalleştirilmesi olmuştur.<br />

Bu doğrultuda ilk olarak 1991 yılında<br />

kurucular tarafından imzalanan Tercihli<br />

Ticaret Protokolü ve sonra 2003 yılının<br />

Temmuz ayında yürürlüğe giren diğer<br />

hedefler arasındaki ortak nakliye ağlarının<br />

geliştirilmesinin 5 yanı sıra, ‘ticarette<br />

tarife engellerinin kaldırılmasına yönelik<br />

gümrük tarifelerinin düzenli olarak<br />

azaltılmasına’ 6 karar verdikleri EİT Ticaret<br />

Anlaşması 2003 Temmuz’da yürürlüğe<br />

girmiştir. Teşkilatın gelecek hedefleri<br />

arasında EİT Ticaret ve Kalkınma Bankası<br />

3 Bkz. William Hale ve Julian Bharier, ‘CENTO, RCD and the<br />

Northern Tier: a Political and Economic Appraisal’, Middle<br />

Eastern Studies, Vol.8. No. 2 (1972) pp. 217-9<br />

4 Richard Pomfret, ‘The Economic Cooperation Organization:<br />

Current Status and Future Prospects’, Europe-Asia Studies,<br />

Vol.49, No.4 (1997) pp.657-9.<br />

5 Ibid, Makale 9.<br />

6 EİT Ticaret Anlaşması (ECOTA) (İslamabad, Temmuz<br />

2003) 3. Makale: EİT Sekreteryası web sitesinden (www.<br />

ecosecretariat.org/ftproot/Documents/Agreements/ECOTA)<br />

28 Ekim <strong>2012</strong>’de erişim sağlandı.<br />

kurulmasının yanında bir reasürans şirketi<br />

ve EİT gemicilik ve havayolu şirketlerinin<br />

kurulması da bulunmaktadır. 7<br />

<strong>2012</strong> Ekim ayında Bakü’de liderlere<br />

seslenen Başbakan Erdoğan, EİT’nin<br />

serbest ticaret bölgesi oluşturma<br />

hedefinden çok uzakta olduğunu itiraf<br />

etmiştir. Üye ülkelerin toplamda 400<br />

milyonluk bir nüfusa sahip olduğunu<br />

vurgulayarak, şayet Ekonomik İşbirliği<br />

ve Ticaret Anlaşması tam anlamıyla<br />

uygulanırsa ortak ticaretin sekiz kat kadar<br />

artacağına dikkat çekmiştir. 8 Benzer olarak,<br />

Türkçe günlük gazete Zaman’ın köşe<br />

yazarı Kadir Dikbaş’ın vurguladığı üzere<br />

<strong>2012</strong>’nin ilk 8 ayında Türkiye’nin Avrupa<br />

Birliği’ne ihracatı 2011’in aynı dönemine<br />

göre % 9.1 oranında azalırken EİT ülkelerine<br />

yapılan ihracat % 115 oranında bir artış<br />

göstermiştir. 9 Bu durumu izah ederken<br />

çok dikkatli olmak gerekir. Türkiye’nin en<br />

problemli ve istikrarsız politik ilişkilere<br />

sahip olduğu İran, çelişkili biçimde EİT<br />

ülkeleri içerisinde ticaret hacminin en<br />

fazla olduğu ülkedir. Türkiye’nin 2011’deki<br />

resmi ticaret istatistiklerini de hesaplarsak,<br />

İran, EİT ülkeleriyle % 60’ın biraz<br />

üzerinde bir ticaret gerçekleştirmiş (% 39<br />

ihracat, % 72 ithalat) 10 ve EİT üyelerinin<br />

üzerinde çok az kontrolü olduğu dış<br />

politik nedenlerden çok fazla etkilenmiştir.<br />

Türkiye’nin <strong>2012</strong> yılında EİT’ye yaptığı<br />

ihracatın katlanarak artmasındaki en<br />

7 Pomfret, op.cit., pp.659-60<br />

8 ‘Serbest Ticaret Anlaşmasını Herkes İmzalasın, Ticaretimiz<br />

8 Kat Artsın’, Zaman (İstanbul, günlük gazete) 17 Ekim <strong>2012</strong>.<br />

9 Kadir Dikbaş, ‘ Zor Zamanda İhracat Rekoru Kırdığımız<br />

Bölge’, ibid, 16 Ekim <strong>2012</strong><br />

10 Türkiye İstatistik Kurumu’ndan alınan veri (www.tuik.gov.<br />

tr), dış ticaret istatistikleri: 29 Ekim <strong>2012</strong>’de erişim sağlandı.<br />

HAZAR RAPORU<br />

19 17


üyük pay İran’ındır. Ancak bu durum<br />

Türkiye’nin İran’a altın satışındaki keskin<br />

yükselişten kaynaklanmaktadır. Bu<br />

durumda, İran’ın nükleer silah geliştirme<br />

çabasına yönelik iddialar neticesinde;<br />

Birleşmiş Milletler, Amerika ve Avrupa’nın<br />

ekonomik yaptırımlar uygulanması<br />

hususundaki zorlamaları ve İran parasının<br />

devam eden süreçteki düşüşü; İranlı<br />

tacirlerin direkt olarak Türkiye’den<br />

yahut dolaylı yollarla Dubai’den yüklü<br />

miktarda külçe altın ihraç etmelerine<br />

yol açmıştır. Geçici olduğuna ilişkin net<br />

bir delil olmamakla beraber bu durum<br />

her hâlükârda, Türkiye’nin <strong>2012</strong>’nin<br />

ikinci yarısında uluslararası yaptırım<br />

uygulama kampanyası nedeniyle İran’dan<br />

petrol alımını kısmasını dengelemek için<br />

yapılıyor izlenimi doğurmaktadır. 11<br />

EİT’ye ilişkin temel eleştirilerden bir<br />

tanesi tamamıyla politik ve stratejik<br />

önceliklerle yönetildiği ve ekonomik<br />

yaklaşımın eksik kaldığı yönündedir. Bu<br />

yaklaşım EİT’nin ekonomik hedeflerine<br />

ulaşmaktaki genel başarısızlığı nedeniyledir.<br />

<strong>2012</strong> itibarıyla Ekonomik İşbirliği<br />

Teşkilatı Ticaret Anlaşması (EİTTA)<br />

10 üye ülkenin yalnız 5’i tarafından kabul<br />

edilmiştir (Afganistan, İran, Pakistan,<br />

Tacikistan ve Türkiye) 12 ve serbest<br />

ticaret bölgesi kurulması adına çok<br />

küçük ilerleme belirtileri bulunmaktadır.<br />

11 Aydın Albayrak, ‘Turkey-Iran Relations Economically<br />

Strained As Well’, Today’s Zaman (İstanbul, günlük gazete)<br />

9 Ağustos <strong>2012</strong>. Bu yazıya göre, üçüncü taraflar tarafindan<br />

temin edilen altın ihracatı İran Merkez Bankası tarafindan<br />

desteklenmiş olabilir.<br />

12 EİTTA İşbirliği Konseyi 3. Toplantı, <strong>02</strong>-03 Ekim <strong>2012</strong>, Ankara,<br />

www.ecosecretariat.org/ftproot/Press_Rls/<strong>2012</strong>/3ecota.<br />

htm web sitesinden: 29 Ekim <strong>2012</strong>’de erişim sağlandı.<br />

1995’e kadar EİT Bankası Anlaşması<br />

yapılamamış ve birçok ülke hala anlaşmayı<br />

imzalamamış yahut onaylayarak yürürlüğe<br />

koymamıştır. Dahası 450 milyon dolarlık<br />

ödenmiş sermaye ile çok sınırlı bir<br />

bütçe söz konusudur ve İran’la ilgili<br />

uluslararası yaptırımlara ilişkin sorun<br />

yaşamamak adına çok dikkatli hareket<br />

edilmesi gerekmektedir. 13 Ticaretin<br />

liberalleştirilmesi doğrultusunda çok<br />

kısıtlı ilerlemeler yaşanmakta olup,<br />

grup arasındaki ticaret hacmi hala sınırlı<br />

boyuttadır. 2010 itibarıyla 10 üye ülkenin<br />

yapmış olduğu uluslararası ticaretin<br />

yalnızca % 7’si grup içerisindedir. 14<br />

EİT üyeleri başta Rusya ve Çin olmak<br />

üzere başka ortaklarla da ilişkilerin<br />

geliştirilmesi hususunda aktif durumdadır.<br />

EİT’nin <strong>Hazar</strong> üyeleri arasında 2009<br />

yılı Aralık ayında Rusya ve Belarus ile<br />

gümrük birliği oluşturmayı kararlaştıran<br />

Kazakistan, politik ve ekonomik<br />

açıdan Rusya Federasyonu’na en yakın<br />

olanıdır. Bunu Rusya ve diğer altı<br />

Bağımsız Devletler Topluluğu ile 2011<br />

Ekim ayında imzalanan serbest ticaret<br />

anlaşması takip etmiştir. 15 Dünya Ticaret<br />

Örgütü istatistiklerine göre Avrupa<br />

Birliği, Kazakistan’ın en önemli ticaret<br />

ortağı olarak gözükmektedir. Avrupa<br />

Birliği’ni Rusya Federasyonu ve Çin takip<br />

etmektedir. EİT üyesi devletlerin hiçbiri<br />

listede ilk beşe girememiştir. Diğer <strong>Hazar</strong><br />

devletleri arasında (Türkmenistan için<br />

13 Abdullah Bozkurt, ‘Iran to Turn ECO into Paper Organization’,<br />

Today’s Zaman, 15 Ekim <strong>2012</strong>.<br />

14 Ibid.<br />

15 ‘Russia, Belarus and Kazakhstan Agree on Customs<br />

Union’, Turkish Weekly (www.turkishweekly.net/news) 5<br />

Aralık 2009: 5 Kasım <strong>2012</strong>’de erişim sağlandı: Greg Delaney,<br />

‘Kazakhstan signs Free Trade Agreement with Russia & other<br />

CIS States’, from www.kazakhstanlive.com, 19 Ekim 2011, 5<br />

Kasım <strong>2012</strong>’de erişim sağlandı.<br />

20 18


Dünya Ticaret Örgütü verisi mevcut<br />

değildir.)<br />

=<br />

T ürkiye, özellikle de en önemli üçüncü<br />

ihracat kaynağı olan Azerbaycan başta olmak<br />

üzere, tüm EİT ülkelerinin en çok ticaret yaptığı<br />

ilk beş ülke sıralamasında yer alan tek ülkedir.<br />

EİT oluşturulurken öngörülmemiş olan Çin’in,<br />

ciddi bir küresel oyuncu olarak ortaya çıkması<br />

dış çevreyi değiştirmiştir. Bu durum özellikle<br />

Kazakistan ve Türkmenistan örneklerinde<br />

kendini göstermektedir. Her ikisi de Asya’nın<br />

yükselen ekonomik gücüne istinaden devamlı<br />

artarak ithalat yapmanın yanında, Çin doğal<br />

gazı için büyük boru hatları döşemiş ya da<br />

döşemektedirler. 16<br />

Ekonomik ve teknik faktörler EİT’nin bir<br />

ticaret grubu olarak açık başarısızlığını<br />

açıklamaya yardım etmektedir. <strong>Hazar</strong><br />

Bölgesi’nde üyeler genellikle ilk<br />

üreticidirler ve birbirlerinden ziyade<br />

dünyanın diğer ülkelerine petrol ve<br />

gaz ihraç ederler. Türk ekonomisi ve<br />

diğer EİT ülkeleri ekonomileri arasında<br />

tamamlayıcılık derecelendirmesi söz<br />

konusudur. Türkiye bir istisna olarak<br />

sanayi ürünleri de ihraç edebilmektedir.<br />

H er ne kadar Türkiye, Azerbaycan ve<br />

Gürcistan’ı birbirine bağlayacak şekilde, Kars-<br />

Bitlis-Bakü demiryolu inşa edilmeye başlandıysa<br />

da nakliyat ağı yetersizliği ayrıca bir problemdir.<br />

16 Vladimir Socor, ‘China to Increase Central Asian Gas<br />

imports through Multiple Pipelines’, Eurasia Daily Monitor,<br />

Vol.9, No.152 (9 Ağustos <strong>2012</strong>) and ‘Kazakhstan Expands Gas<br />

Transit Pipeline Capacities and Own Exports to China’, ibid,<br />

Vol.9, No.153.<br />

Genel olarak <strong>Hazar</strong> devletleri petrol ve<br />

gaz rezervlerini ithalatı finanse etmek için<br />

kullanarak ve bölgesel ticaret ağlarının<br />

gelişimini öncelik listelerinin alt sıralarında<br />

tutarak uluslararası gelişim stratejilerinden<br />

ziyade daha içe kapalı hedefler tercih<br />

etmişlerdir.<br />

Bunun yanında, politik faktörler EİT’nin<br />

etkin bir şekilde gelişmesi adına çok<br />

ciddi engeller teşkil etmiştir. Bu hususta<br />

İran’ın üyesi bulunduğu, bölgedeki tek<br />

teşkilat olan EİT’den dışlanması, büyük<br />

bir problem olarak gözükmektedir.<br />

Bu yüzden İran Hükümeti kendisine<br />

uygulanan izolasyona karşı politik<br />

destek çekmeye çalışarak EİT’yi istismar<br />

etmekle suçlanmaktadır. İran’ın EİT’yi,<br />

kendisiyle ilgili ihtilaflara ilişkin bir<br />

propaganda aracı olarak kullandığı iddia<br />

edilmektedir. İran’ın bu çerçevede <strong>2012</strong><br />

Ağustos ayında Tahran’da düzenlenen<br />

tarafsız bir eylemi kullanması gözleri<br />

diğer EİT hükümetlerine dikmiştir. Eylül<br />

<strong>2012</strong>’de EİT; İran’ın, teşkilat yapısını<br />

bölgenin gerçek sorunlarının tartışıldığı bir<br />

forumdan ziyade ‘batı karşıtı bir kulübe’<br />

dönüştürmeye çalışması korkusuyla bir<br />

Parlamenterler Meclisi kurma planını<br />

görüşmüştür. 17<br />

İran ve diğer EİT ülkeleri arasındaki ikili<br />

ilişkiler; İran’ın Türkiye ve Azerbaycan’la<br />

aralarını açacak şekilde Ermenistan ile<br />

olan sıkı ilişkileri ve Ankara ile Tahran’ın<br />

Suriye politikalarındaki keskin farklılıklar<br />

nedeniyle zarar görmüştür. Türkiye,<br />

İran’ın nükleer tesislerinin Uluslararası<br />

Atom Enerjisi Ajansı tarafından<br />

denetlenmesi adına İran’ı ikna etmek<br />

17 Bozkurt, op.cit.<br />

HAZAR RAPORU<br />

21 19


için uluslararası çabaları desteklemiş<br />

ancak netice alınamamıştır. Deniz yatağı<br />

sorununun dışında, Azerbaycan’ın<br />

İsrail’le insansız hava araçları ve füze<br />

savunma sistemi temini kapsamında<br />

Şubat <strong>2012</strong>’de imzaladığı 1,6 milyar<br />

dolarlık silah anlaşmasını da beraberinde<br />

getiren askeri bağları nedeniyle İran<br />

ve Azerbaycan ilişkileri ciddi oranda<br />

zarar görmüştür. Her iki taraf reddetse<br />

dahi İsrail ile yapılan anlaşmanın,<br />

İran’a karşı gerçekleştirilecek olası bir<br />

saldırıda Azerbaycan hava sahasının<br />

İsrail hava kuvvetlerine kullandırılmasını<br />

da kapsadığı söylenmektedir. 18 Nisan<br />

<strong>2012</strong>’de Azerbaycan’ın direkt olarak<br />

İran’ı hedef aldığı düşünülen <strong>Hazar</strong>’daki<br />

tatbikatıyla tansiyon yükselmiştir. 19 Bu<br />

ve bunun gibi, bölgedeki devletler arası<br />

ihtilaf ve çekişmeler EİT’nin bazı<br />

temel yönlendirmeler yahut yeniden<br />

inşalar olmaksızın konuşma kulübü<br />

seviyesinden öteye gidemeyeceği<br />

izlenimi doğurmaktadır.<br />

Açıkçası, bu gibi engellerin üstesinden<br />

gelmek zor, hatta imkansız bile olabilir.<br />

Politik çekişmelerin dışında, tüm<br />

EİT üyelerinin ekonomik kalkınma<br />

stratejilerindeki değişim ve daha iyi bir<br />

18 Mark Perry, ‘Israel’s Secret Staging Ground’, Foreign<br />

Policy, 28 Mart <strong>2012</strong>. İsrail ve Azerbaycan arasındaki bağların<br />

gelişmesinin arka planı için, bkz. Alexander Murinson,<br />

Turkey’s Entente with Israel and Azerbaijan: State Identity and<br />

Security in the Middle East and Caucasus (London and New<br />

York, Routledge, 2010) özellikle pp.57-61, 123-33. İsrail’in<br />

Azerbaycan’la gelişen askeri ilişkilerinin, Türkiye’nin lehine<br />

olacak şekilde, İsrail yanlısı lobinin Amerikan kongresinde<br />

Ermenistan’la birlik oluşturmasına engel teşkil ettiği söylentilerine<br />

neden olmuştur.<br />

19 Anar Valiev, ‘Azerbaijan’s Military Exercises in the Caspian:<br />

Who Is theTarget’ Eurasia Daily Monitor, Vol.9, No 94, 17<br />

Mayıs <strong>2012</strong>.<br />

ekonomik ortaklığa erişim planları, mesela<br />

bir tarafta Türkiye diğer tarafta Afganistan<br />

ve Tacikistan arasındaki ekonomik<br />

eşitsizlik nedeniyle çok az başarı umudu<br />

teşkil etmektedir. Bölge siyasetindeki<br />

yalnız kurt İran, komşularıyla ideolojik<br />

ve stratejik hedeflerde ters düştükçe<br />

EİT’nin <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nde etkin bir<br />

bölgesel blok haline gelmesi mümkün<br />

gözükmemektedir.<br />

Ancak bu, EİT’nin diğer üyelerinin<br />

teşkilatının tam anlamıyla bitmiş olduğunu<br />

ilan etmelerinin tavsiye edildiği anlamına<br />

gelmemektedir. Şayet böyle yapılmış<br />

olsa, İran bunu kendisinin uluslararası<br />

arenadan dışlanması için başka bir girişim<br />

olarak görecek ve bu durum diğer EİT<br />

üyesi ülkeler için daha büyük sorunlara<br />

yol açabilecektir, örneğin; Türkiye’de<br />

terörist saldırılar düzenleyen PKK’ya tam<br />

destek vererek. Bu bağlamda, diğer üyeler<br />

muhtemelen İran’ın ormanda başıboş<br />

dolaşmasına müsaade etmekten ziyade,<br />

onu kendi bahçelerinde tutmayı tercih<br />

edeceklerdir. Diğer taraftan, EİT’nin<br />

çok ciddi politik farkları olmayan ve bu<br />

projenin daha çok ilerlemesini isteyen<br />

üyeleri arasında serbest ticaret veya<br />

başkaca ortaklıklar geliştirerek Avrupa<br />

Birliği’ni taklit ettiği söylenebilir. Bu<br />

durum başkalarının, tamamen teşkilatın<br />

dışında kalmaksızın geri çekilmesini<br />

sağlayabilir ve çok az başarı şansı olan<br />

“herkese tek beden elbise’’ modeline<br />

uymaktan daha etkili olabilir. Bu suretle<br />

“esnek geometri’’ en uygun yol olabilir.<br />

Daha spesifik olmak gerekirse, özel<br />

olarak Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan<br />

22 20


ve Türkmenistan’ı kapsayan bir proje<br />

en uygun ilerleme ihtimali olacaktır.<br />

(Gürcistan EİT üyesi olmasa da Türkiye<br />

ve Azerbaycan arasında asli bir coğrafi<br />

bağ olarak listeye dahil edilmelidir.)<br />

Şayet daha sonraki aşamalarda, İran’da dış<br />

politikayı yeniden yapılandıracak temel bir<br />

iç değişim yaşanırsa gruba dahil edilmesi<br />

her zaman söz konusu olabilir. Bu dört<br />

ülke (kısaca TAKT) tartışmalı ideolojik<br />

bağlılıklardan öte makul iyi ilişkilere<br />

sahiptirler. Genel olarak, hepsi de uyumlu<br />

hedefler gütmekte, hususiyle global<br />

ekonomik sistemin karşısında yer almaktan<br />

ziyade ona bağlı hareket etmektedirler.<br />

Görünen o ki; böyle bir proje, son yıllarda<br />

petrol ve gaz sahalarındaki gelişmeler<br />

ve özellikle de çoğu Rusya yahut İran’a<br />

bağımlı mevcut sistemlere gerçek bir<br />

alternatif olan Trans Anadolu Doğal Gaz<br />

Boru Hattı Projesi (TANAP) sayesinde<br />

kredibilite kazanmış olacaktır. Bu sayede<br />

uzun süredir tartışılan; Orta ve Doğu<br />

Avrupa için yeni bir gaz temin kaynağı olan<br />

Nabucco Projesi de tekrardan canlanabilir.<br />

TANAP’ın mühim bir kısmı, mevcut arzı<br />

çok büyük oranda artıracak Türkmenistan<br />

ve Azerbaycan’ı birbirine bağlayan Trans<br />

<strong>Hazar</strong> Doğal Gaz Boru Hattı olabilir.<br />

Buna ulaşmak için, Azerbaycan ve<br />

Türkmenistan Trans <strong>Hazar</strong> Boru Hattı’nı<br />

beklemeksizin yahut sektörel sınırların<br />

belirlenmesinden etkilenmeksizin -Bakü<br />

ve Aşkabat arasındaki deniz sınırlarına<br />

ilişkin uyuşmazlık veya Rusya ve İran’ın<br />

olası vetolarının projeyi tıkamayacağını<br />

ima ederek- devam edebileceği üzerinde<br />

mutabakata vardıklarını bildirmişlerdir. 20<br />

20 Vladimir Socor, ‘Turkey Seeks Opportunity in Trans-Caspian<br />

Pipeline Project’, Eurasian Daily Monitor, Vol.9, No.164,<br />

Görünüşe göre Kazakistan, TANAP’ın<br />

ana ortakları arasına dahil edilmemiştir.<br />

Ancak Azerbaycan üzerinden petrol<br />

ve gaz ihracatını artırmakla ilgilendiği<br />

söylenmektedir. Dahası, Kazakistan’ın<br />

Ekim <strong>2012</strong>’de Türkiye ile aralarında<br />

kurulan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği<br />

Konseyi sayesinde Türkiye’nin bölgedeki<br />

en önemli ekonomik ortağı haline geldiği<br />

ifade edilmektedir. Bu vesileyle potansiyel<br />

bir TAKT birliğinde önemli bir rol<br />

üstleneceği düşünülebilir. 21<br />

Tüm bunlar, TAKT’ın EİT içerisinde<br />

ekonomik bir grup olarak kurulmasının<br />

sorunsuz bir şekilde gerçekleştirileceği<br />

anlamına gelmemektedir. Katılımcı<br />

ülkeler arasında trans-<strong>Hazar</strong> ve kara<br />

nakil hatlarının geliştirilmesi ve enerji<br />

sahası dışındaki alanların geliştirilmesi<br />

gibi daha yapılması gereken birçok şey<br />

bulunmaktadır. Trans <strong>Hazar</strong> Boru Hattı<br />

açık biçimde Rusya’nın <strong>Hazar</strong> enerji<br />

oyunundaki rolünü azaltacak olsa da,<br />

TAKT ülkeleri güçlü kuzey komşularıyla<br />

olan ilişkilerinde her zaman dikkatli olmak<br />

durumundadırlar. Her şeye rağmen EİT<br />

bünyesinde -ya da en azından bir parçası<br />

olarak- böyle bir birlik şimdiye kadar<br />

yapılanlara nazaran, uluslararası arenada<br />

çok daha etkin bir rol oynayabilir.<br />

11 Eylül <strong>2012</strong>.<br />

21 Richard Weitz, ‘Kazakhstan-Turkey Presidential Summit<br />

Deepens Economic Ties’, ibid, Vol.9, No.191, 19 Ekim <strong>2012</strong>.<br />

HAZAR RAPORU<br />

23 21


Obama’nın Ekonomiyle İmtihanı<br />

Amerika Birleşik Devletleri’nde<br />

başkanların iki dönem seçilme geleneği,<br />

Obama döneminde de devam etti<br />

ve Obama bir 4 yıl daha Amerikan<br />

başkanlığını devam ettirme hakkını<br />

kazanmış oldu.<br />

A merikan başkanları genelde ilk dönemlerinde<br />

bir sonraki dönem içinde seçilme kaygısı<br />

olduğundan gerçekten inandıkları politikaları<br />

veya kısa vadede uygulaması zor olan reformları<br />

hayata geçirmekte ürkek davranabiliyorlar.<br />

Obama artık tekrar seçilme kaygısı olmadığı için<br />

muhtemelen bazı yapısal problemler konusunda<br />

daha cesur davranması beklenecektir.<br />

Obama’nın bu dönemde önündeki en büyük<br />

imtihanı ekonomi ile olacaktır.<br />

15,0<br />

10,0<br />

5,0<br />

0,0<br />

2007-01<br />

2007-06<br />

2007-11<br />

2008-04<br />

İşsizlik Oranı<br />

2008-09<br />

2009-<strong>02</strong><br />

2009-07<br />

2009-12<br />

Dr. Fatih Macit<br />

Süleyman Şah Üniversitesi Ekonomi Bölüm Başkanı<br />

2010-05<br />

2010-10<br />

2011-03<br />

Başkan 2008 yılının Kasım ayında<br />

göreve geldiğinde Amerikan ekonomisi<br />

konut kredilerine dayalı olarak başlayan<br />

krizden çoktan etkilenmeye başlamıştı.<br />

2008 yılının başında % 5 seviyesinde<br />

olan işsizlik oranı yıl sonu itibarıyla<br />

% 7,3’e kadar yükselmiştir. Bu yükseliş<br />

2009 yılının Ekim ayına kadar sürdü<br />

ve işsizlik çift haneli rakamları görmüş<br />

oldu. Dolayısıyla Obama seçildiğinde<br />

ekonomik kriz çoktan başlamıştı ve<br />

Amerikan halkı yaşanan krizden ve daralan<br />

ekonomiden Obama’yı sorumlu tutmadı.<br />

Hatta seçmenler Obama’nın ekonomik<br />

krize karşı uyguladığı politikaların doğru<br />

olduğuna inanmış olacak ki, Başkan ikinci<br />

kez seçilmeyi başarmış oldu. Gerçekten<br />

Obama hem maliye politikası ile hem de<br />

FED’in uyguladığı para<br />

politikası ile ekonomiyi<br />

tam olarak kriz öncesi<br />

hıza ulaştıramasa da<br />

toparlanmasını sağlamış<br />

oldu. Öncelikle FED,<br />

Lehman Brothers’ın<br />

batışından itibaren<br />

başlayan süreçte çok büyük<br />

bir parasal genişleme<br />

2011-08<br />

<strong>2012</strong>-01<br />

<strong>2012</strong>-06<br />

24 22


10,0<br />

5,0<br />

0,0<br />

-5,0<br />

-10,0<br />

dönemine girdi. Örneğin, 2008 yılının<br />

Eylül ayında 950 milyar dolar seviyesinde<br />

olan FED’in bilanço büyüklüğü şu an<br />

neredeyse 3 trilyon dolara kadar yükselmiş<br />

durumda. Merkez Bankası’nın yaptığı<br />

bu hızlı genişleme ilk etapta ekonomik<br />

canlanmaya çok fazla katkı yapmasa da<br />

bankaların bilançolarının hızlı bir şekilde<br />

toparlanmasına çok ciddi şekilde yardımcı<br />

4000000<br />

3000000<br />

2000000<br />

1000000<br />

0<br />

GSYİH Büyüme Oranı<br />

1990q1<br />

1991q3<br />

1993q1<br />

1994q3<br />

1996q1<br />

1997q3<br />

1999q1<br />

2000q3<br />

20<strong>02</strong>q1<br />

2003q3<br />

2005q1<br />

2006q3<br />

2008q1<br />

2009q3<br />

2011q1<br />

<strong>2012</strong>q3<br />

FED'in Bilanço Büyüklüğü<br />

2008-01-<strong>02</strong><br />

2008-04-16<br />

2008-07-30<br />

2008-11-12<br />

2009-<strong>02</strong>-25<br />

2009-06-10<br />

2009-09-23<br />

2010-01-06<br />

2010-04-21<br />

2010-08-04<br />

2010-11-17<br />

2011-03-<strong>02</strong><br />

2011-06-15<br />

2011-09-28<br />

<strong>2012</strong>-01-11<br />

<strong>2012</strong>-04-25<br />

<strong>2012</strong>-08-08<br />

oldu. FED bunu yaparken Obama da<br />

maliye politikası yoluyla ekonomiye destek<br />

olmaya çalıştı. Başkan, çıkardığı 787<br />

milyar dolar büyüklüğündeki ekonomiyi<br />

canlandırma paketi ile hem istihdamı<br />

artırmayı hem de krizden en çok etkilenen<br />

kesimlere biraz olsun nefes<br />

aldırmayı planlıyordu.<br />

Özellikle altyapı, eğitim,<br />

sağlık ve enerji alanlarında<br />

ciddi harcamalardan ve<br />

tüketimi artırmayı hedefleyen<br />

vergi teşviklerinden oluşan<br />

paket de ekonominin krizden<br />

sonra toparlanmasına<br />

yardımcı oldu. Bütün<br />

bu uygulanan politikalar<br />

neticesinde ekonomi dört çeyrek<br />

küçülmenin ardından 2009 yılının üçüncü<br />

çeyreğinde uzun vadeli ortalamaların<br />

altında olsa bile tekrar büyümeye başladı.<br />

Fakat ekonomiyi tekrar toparlamak için<br />

verilen bu uğraşlar özellikle 2008 yılından<br />

itibaren Amerika’da mali dengeleri ciddi<br />

şekilde bozdu. Ekonomideki daralma<br />

yüzünden düşen<br />

vergi gelirlerine<br />

ve ekonomiyi<br />

canlandırmak için<br />

artan harcamalara bir<br />

de finans sektöründe<br />

oluşan zararları<br />

giderme çabası<br />

eklenince bütçe<br />

açığı rekor seviyelere<br />

yükseldi. 2009 ve<br />

2010 yıllarında bütçe<br />

açığının GSYİH’ya oranı çift haneli<br />

seviyelere ulaşırken 2011 yılı içinde<br />

toplam borcun yine GSYİH’ya oranı %<br />

100’ü geçmiş oldu. Hatta 2011’in yaz<br />

aylarında Amerika’nın borçlanma tavanı<br />

konusunda sınıra dayanmış olması ve bu<br />

HAZAR RAPORU<br />

23 25


Bütçe Açığı/GSYİH <br />

15.00 <br />

10.00 <br />

5.00 <br />

0.00 <br />

-­‐5.00 <br />

konuda Cumhuriyetçiler ile Demokratlar<br />

arasında bir türlü anlaşma sağlanamamış<br />

olması Amerika’yı temerrüdün eşiğine<br />

getirmiş oldu. Son anda varılan<br />

anlaşmayla borçlanma limiti 400 milyar<br />

dolar artırılmış ve Amerika o dönem<br />

temerrüdün eşiğinden dönmüştü. Fakat<br />

120.00 <br />

100.00 <br />

80.00 <br />

60.00 <br />

40.00 <br />

20.00 <br />

0.00 <br />

Kamu Borcu/GSYİH <br />

açığın düşürülmesini<br />

savunurken,<br />

Demokratlar<br />

harcamaların azaltılarak<br />

değil özellikle yüksek<br />

gelir grubundaki<br />

kesim için vergilerin<br />

artırılarak bütçe<br />

açığının küçültülmesini<br />

istiyordu. Nihai karar<br />

oluşturulan “Süper<br />

Komite”’ye devredilmiş, fakat bu komitede<br />

de Demokratlar ile Cumhuriyetçiler<br />

arasında bir anlaşmaya varılamamıştı.<br />

Normalde 2011 yılı sonuna kadar bu<br />

komitenin önümüzdeki 10 yıl içinde<br />

yapılacak yaklaşık 1,2 trilyon dolarlık<br />

harcama kesintilerine<br />

ilişkin bir karar<br />

vermesi bekleniyordu<br />

fakat harcama<br />

kesintilerinin hangi<br />

kalemlerden yapılacağı<br />

üzerinde mutabakat<br />

sağlanamadığı için<br />

komite çalışmalarını<br />

sonlandırmıştı.<br />

varılan bu anlaşma o dönem mevcut<br />

olan yaraya pansuman yapmaktan<br />

başka bir şey değildi ve Demokratlar<br />

ile Cumhuriyetçiler arasında bütçe<br />

açığının nasıl düşürüleceği konusundaki<br />

görüş ayrılığı ortadan kalkmış değildi.<br />

Cumhuriyetçiler herhangi bir vergi artırımı<br />

olmaksızın harcamaların azaltılarak<br />

T abii bütün bu tartışmalar sürerken<br />

Amerika tarihinde ilk defa kredi notu indirimi<br />

ile karşılaştı ve S&P ABD’nin kredi notunu<br />

AAA seviyesinden AA+ seviyesine indirdi. Fakat<br />

pratikte bu not indiriminin piyasalara ciddi<br />

bir etkisi olmadığı gibi Amerikan Hazinesi<br />

26 24


eskisinden daha rahat borçlanabilir hale geldi.<br />

Obama tekrar başkan seçildi fakat özellikle<br />

ekonomi anlamında kendisini zor günlerin<br />

beklediği muhakkak. Başkan ilk sınavını yaklaşan<br />

Mali Uçurum konusunda verecek. Mali Uçurum<br />

1 Ocak 2013 tarihi itibarıyla gerçekleşecek<br />

bazı otomatik vergi artırımları ve harcama<br />

kesintilerinin oluşturacağı etkilere vurgu yapıyor.<br />

Önceki başkan Bush döneminde<br />

ekonomiyi canlandırmak amacıyla<br />

getirilen bazı vergi indirimlerinin<br />

süresi 2010 yılında dolmuştu. Fakat<br />

Obama o dönem ekonominin içinde<br />

bulunduğu durumu dikkate alarak bu<br />

vergi indirimlerinin iki yıl daha uzamasını<br />

sağlamıştı. Şimdi eğer değişiklik yapılmaz<br />

ise, Bush döneminde getirilen vergi<br />

indirimleri 1 Ocak 2013 tarihi itibarıyla<br />

sona eriyor. Böylece birçok Amerikalı<br />

için harcanabilir gelir düşmüş olacak.<br />

Özellikle tüketim harcamaları konusunda<br />

sıkıntı çeken ve toparlanma konusunda<br />

yavaş hareket eden ekonomi önemli bir<br />

yara almış olacak. Mali uçurumun diğer<br />

bir boyutu da harcama kesintileri ile<br />

ilişkili. 2 Ağustos 2011 tarihinde Kongre,<br />

yaşanan borç tavanı artırım krizini aşmak<br />

için Bütçe Kontrol Kanunu (Budget<br />

Control Act of 2011) adlı bir yasa çıkardı.<br />

Bu yasayla borç tavanının artırılması<br />

krizi geçici olarak aşıldı fakat bütçe<br />

açığının nasıl düşürüleceği yönündeki<br />

tartışmalar “Süper Komite” adı verilen<br />

bir yapıya bırakıldı. Bu yapının 2011<br />

yılının sonuna kadar önümüzdeki on yıl<br />

içinde bütçe açığının yaklaşık 1,2 trilyon<br />

dolar düşürülmesine yönelik bir çözüm<br />

paketi hazırlaması bekleniyordu. Fakat<br />

daha önce de belirttiğimiz gibi komite<br />

bu konuda bir anlaşma sağlayamadı.<br />

Yasadaki diğer bir madde, anlaşma<br />

sağlanamaması durumunda 2 Ocak 2013<br />

tarihinden itibaren savunma ve diğer bazı<br />

harcama kalemlerinde otomatik kesintiler<br />

öngörüyordu. İşte bu yüzden eğer yasada<br />

değişiklik yapılmazsa birçok harcama<br />

kaleminde ciddi kesintiler yaşanacak. Bu<br />

mali tablo karşısında gerçekten durumu<br />

bir uçuruma benzetmek çok yanlış<br />

görünmüyor.<br />

A merikan ekonomisi özellikle Avrupa<br />

ekonomisine göre daha iyi durumda fakat<br />

hala toparlanma oldukça yavaş ilerliyor.<br />

Dolayısıyla böyle bir ortamda hem vergilerin<br />

artırılması hem de harcamaların kesilmesi<br />

ekonomiyi ciddi bir durgunluğun içine sokabilir.<br />

Bütçe açığının düşürülmesi orta ve uzun<br />

vadede büyümeyi teşvik edecektir fakat<br />

bu şekilde sert bir düşüş 2013 yılında<br />

Amerikan ekonomisini tekrar resesyona<br />

sürükleyebilir. Obama şimdi ilk sınavını bu<br />

mali uçurum konusunu çözme konusunda<br />

verecek. Her iki tarafta bütçe açığının<br />

düşürülmesi konusunda hemfikir olsa<br />

bile Demokratlar ve Cumhuriyetçiler<br />

bu konuda ciddi görüş ayrılığı içinde<br />

bulunuyor. Demokratlar ekonominin<br />

daha yeni yeni toparlanmaya başladığı<br />

bir dönemde harcamaların kesilmesi<br />

taraftarı değiller. Bunun yerine bütçe<br />

HAZAR RAPORU<br />

27 25


açığının özellikle yüksek gelir grubundaki<br />

bireyler için yapılacak vergi artırımı ile<br />

çözülmesini istiyorlar. Cumhuriyetçiler<br />

ise yeni bir vergi artırımının her türlüsüne<br />

karşı çıkıyorlar ve bütçedeki açığın<br />

harcamalarda yapılacak kesintilerle<br />

düşürülmesini savunuyorlar. Obama<br />

ekonomiyi gerçekten bu uçurumun<br />

eşiğinden alabilmek için bu iki görüş<br />

arasında bir orta yol bulmaya çalışacaktır.<br />

Muhtemelen kalıcı yapısal bir çözüm<br />

bulunamasa da en azından şimdilik bu<br />

Mali Uçurum’un ekonomi üzerinde<br />

oluşturabileceği olası zararları önleyecek<br />

bir sonuç çıkacaktır.<br />

Obama’nın ekonomiyle ilgili diğer bir<br />

imtihanı; mevcut durumda yavaş ilerleyen<br />

toparlanmanın nasıl hızlandırılacağı ve<br />

istihdamın artırılması olarak görünüyor.<br />

U ygulanan politikalar zor günlerin geride<br />

kalmasını sağladı fakat ekonomi hala potansiyel<br />

büyüme hızının altında seyrediyor. İşsizlik çift<br />

haneli rakamlardan % 7,9 seviyesine kadar<br />

geriledi ama hala uzun vadeli ortalaması olan<br />

% 5 oranının çok üzerinde bulunuyor.<br />

Para politikası şu an ekonomiye<br />

verebileceği desteğin sınırına gelmiş<br />

bulunuyor. Son dört yıldır 2 trilyon<br />

doların üstünde bir parasal genişlemeye<br />

gidildi ve faizler neredeyse sıfira kadar<br />

indirildi. Fakat özellikle hanehalkı<br />

borçluluğu yüksek seviyelerde olduğu<br />

için bunun ekonomi üstündeki etkisi son<br />

derece sınırlı oldu. Obama ekonomik<br />

büyümeyi desteklemek için maliye<br />

politikasını kullanmayı daha çok istiyor.<br />

Özellikle yapılacak altyapı yatırımları ve<br />

sosyal güvenlik harcamaları ile ekonomiye<br />

yeni istihdam yaratmayı planlıyor. Bunun<br />

yanında Obama özellikle temiz enerji<br />

programları ile ekonomide yeni sektörlerin<br />

oluşmasını ve yaklaşık 5 milyon kişiye<br />

istihdam oluşturulmasını planlıyor. Güneş<br />

ve rüzgâr enerjisi gibi yenilenebilir enerji<br />

alanlarına yapılacak yatırımlar sayesinde<br />

ülkenin hem ithal enerjiye olan ihtiyacının<br />

azaltılması hem de yeni iş sahaları<br />

yaratılması Obama’nın gündemindeki bir<br />

diğer ekonomi politikası olacaktır.<br />

Obama ikinci defa seçildi ama özellikle<br />

ekonomik durum anlamında kendisini zor<br />

bir dönem bekliyor. Eğer Cumhuriyetçileri<br />

ikna edip özellikle mali anlamda istediği<br />

politikaları uygulayabilirse ve bu da<br />

ekonominin tekrar büyüyüp istihdam<br />

oluşturmasına yardımcı olabilirse<br />

Amerikan ekonomisi mali alanda derin bir<br />

nefes alabilir.<br />

A merikan ekonomisinin tekrar potansiyel<br />

büyüme hızına ulaşması ve mali dengeleri<br />

sağlaması sadece Amerika’ya değil tüm dünyaya<br />

olumlu katkı yapacaktır.<br />

28 26


BP – Rosneft Anlaşması: Beklentiler ve<br />

Olası Sonuçlar<br />

Gulmira Rzayeva<br />

Enerji Uzmanı<br />

Rus borsasına kayıtlı Rosneft’i dünyanın<br />

en büyük petrol üreticilerinden bir tanesi<br />

haline gelmesini sağlayan TNK-BP<br />

devri; Rus, İngiliz ve diğer uluslararası<br />

yorumcuların son haftalarda ciddi manada<br />

haber ve analizler yayınlamalarına sebep<br />

olmuştur.<br />

R osneft her ne kadar borsaya bağlı bir kuruluş<br />

olsa da, hisseleri % 70 üzerinde Rus hükümeti<br />

tarafindan kontrol edilmektedir.<br />

Günlük üretim gideri 4 milyon varilin biraz<br />

üzerinde olmasına rağmen ki bu Exxon ve<br />

Petrobras’tan oldukça fazladır, beklentilere<br />

göre Rosneft 23 milyar varil petrol<br />

rezervine erişecektir; bu da Exxon Mobil<br />

ya da Brazilian Petrobras’la eşit düzeydedir.<br />

TNK-BP devralımını gerçekleştirdiğinde,<br />

EBITDA’nın bu yılki tahmininin iki katı<br />

olacak şekilde, Rosneft’in net hacmi 70<br />

milyarın üzerine çıkacaktır.<br />

Rosneft BP’nin, TNK-BP’deki % 50’lik<br />

payını alırken, BP Rosneft’in % 12.84’lük<br />

hissesine ortak olmaktadır. BP, Rosneft’in<br />

% 5.6’lık hissesine 4.88 milyar dolar (hisse<br />

başına 8 dolar) ödeyerek Rosneft’teki<br />

toplam hissesini % 19.75’ çıkartmaktadır.<br />

Bu da, BP’ye Rosneft yönetimine iki kişiyi<br />

atama hakkı tanımaktadır. Bunlardan bir<br />

tanesi muhtemelen BP’nin Rusya’daki<br />

yöneticisi David Pitty; diğeri ise<br />

BP’nin TNK-BP’deki ortakları arasında<br />

tansiyonun zirve yaptığı 2008 yılında<br />

Rusya’yı terk etmek zorunda kalan ve<br />

şimdilerde Rusya’ya en önemli ekonomik<br />

yatırımlarından bir tanesini yönetmek<br />

üzere yardım etmeye gelmesi muhtemel<br />

Robert Dudley’dir.<br />

BP yönetimine Rosneft’i temsilen bir<br />

kişinin atanması adına çeşitli nedenler<br />

vardır.<br />

B P yönetimine bir Rus yöneticinin atanması,<br />

işletmenin 104 yıllık tarihinde bir ilk olacaktır.<br />

Putin’in yakın arkadaşı ve enerji çarı olan<br />

Igor Sechin’in BP yönetiminde yer alması<br />

ihtimali hiçbir zaman reddedilmemiştir.<br />

HAZAR RAPORU<br />

29 27


Angola ormanlarındaki vahşi<br />

kapitalizmden BP yönetimine çıkmak<br />

Sechin için inanılmaz bir kariyer olmalı.<br />

Anlaşmanın her iki taraf için de ekonomik<br />

olarak kârlı olduğu hususunda uzmanlar<br />

farklı görüşlere sahiptir. BP’nin TNK-BP<br />

üretiminden yıllık geliri 3 milyar dolardı.<br />

Hisselerini sattıktan sonra firmanın<br />

Rusya’daki aktivitelerinden geliri, 3 kat<br />

azalacaktır. Aynı zamanda üretim sahasının<br />

da % 25’ini kaybedecektir. Bu noktada<br />

sorulması gereken soru şudur: Petrol ve<br />

gaz üretiminin % 20’si civarında hissedarı<br />

olan İngiliz petrol devi, kârlı ve gelişen bir<br />

yatırım olan firmayı bırakıp Rusya devleti<br />

kontrolündeki Rosneft’te küçük yatırımcı<br />

olmayı neden tercih ediyor<br />

Başka bir soru da; AAR, Rosneft teklifini<br />

artırıp TNK-BP’nin % 50 hissesini satın<br />

alarak firmanın neden tek sahibi olmadı<br />

Medya kuruluşları ve politik uzmanların<br />

gözden kaçırdıkları temel bir nokta var.<br />

Mevcut anlaşma finansal olarak olmasa<br />

da politik olarak Moskova BP için son<br />

derece kârlıdır. Rusya’nın BP yönetimine<br />

direkt katılımıyla, mevcut ve gelecek gaz<br />

projeleriyle ilgili kritik kararlarda 2 yıldır<br />

tırmanan tansiyona karşı BP, Bakü ve<br />

SOCAR’a politik bir cevap vermiş olacak<br />

mıdır Bunun karşılığında Moskova’da<br />

BP’nin lider oyuncu olduğu Güney<br />

Gaz Koridoru ve Şah Deniz projelerini<br />

engellemek için ciddi bir imkan elde etmiş<br />

midir<br />

Belki de Putin ve Sechin, kabul etsinler<br />

yahut etmesinler, uzun dönemde <strong>Hazar</strong><br />

gazının Avrupa piyasası için stratejik<br />

açıdan çok önemli olduğu hususunda<br />

bilgilendirilmişlerdir ve bu doğrultuda<br />

Rusya da bu durumdan kâr etme amacı<br />

gütmektedir. Gazprom’un Güneydoğu<br />

Avrupa ve Balkan piyasaları ile gaz<br />

alım-satım anlaşması vardır. Fakat bu<br />

anlaşmaların hiçbiri 2<strong>02</strong>2’nin ötesine<br />

gitmemektedir.<br />

G azprom’a bağımlı olan hiçbir piyasa, bu<br />

bağımlılıklarını daha da artırmak niyetinde<br />

değildir ve hevesle Şah Deniz ihracatını<br />

beklemektelerdir.<br />

Gazprom’un geleneksel tekelci pozisyonu<br />

Rusya’nın Dünya Ticaret Örgütü<br />

vizyonuna ters düşüyor da olabilir.<br />

Tüketici seçeneği arttıkça (LNG, kaya gazı<br />

ve Doğu Akdeniz gazı) Rus stratejistler<br />

seçenek portfolyolarını genişletmeleri<br />

gerektiğini fark etmiş olabilirler.<br />

Bakü ve Brüksel’in en çok korktuğu<br />

şey, Rosneft veya bunun iştiraklerinden<br />

herhangi birisinin BP üzerinden Şah<br />

Deniz ve Güney Gaz Koridoru gibi üretim<br />

ve aracılık projelerine dahil olmasıdır.<br />

Sonuç açık: Rusya’nın tüm projeyi<br />

manipüle etmesi kaçınılmazdır. Wall Street<br />

Journal’da yayınlanan bir röportajında<br />

Sechin, Rosneft’in mevcut kaynakları<br />

üzerinden muhtemelen uluslararası<br />

ve tamamıyla yeni bir yatırım fonu<br />

oluşturduğunu iddia etmiştir. ‘Bir yatırım<br />

30 28


grubu, bir yatırım holdingi hiçbir zaman<br />

bölgeden uzak kalamaz ve bu durum<br />

Rosneft ya da herhangi bir büyük firma<br />

için de geçerlidir. Bu ifade farklı şekilde<br />

de yorumlanabilir. Rosneft yatırım grubu<br />

ya da kardeş gaz firması da kolaylıkla<br />

bölgedeki üretim ve aracılık projelerinde<br />

ortak yatırımlara girebilir.’<br />

Sechin, yakın zamanda yaptığı bir<br />

açıklamada Gazprom’un ihracat<br />

tekelindeki gelişmeleri desteklediğini<br />

ifade etmiştir. İlginç bir şekilde, Rosneft’in<br />

Gazprom ile ortak olarak gelecekte gaz<br />

ihraç etme ihtimalini göz ardı etmediğini<br />

vurgulamıştır. Sechin’in söylemek istediği,<br />

Gazprom ile aynı çizgide çalışan Rusya’da<br />

tek bir ihraç kanalının oluşturulmasıdır.<br />

Dahası, Sechin özellikle Gazprom gazının<br />

satılması gibi bir ihtimal üzerinden<br />

herhangi bir gaz ticareti yatırımını göz<br />

ardı etmemektedir. Şu durumda, TAP<br />

hissedarı BP’nin stratejik ortağı Rosneft’in,<br />

TAP’a veya TAP üzerinden gaz satmasına<br />

müsaade edeceği öngörülebilir. Bu senaryo<br />

Azerbaycan gazının projede ve piyasada<br />

(örn: İtalyan piyasası) rekabete girmesiyle<br />

sonuçlanacaktır.<br />

Bununla birlikte daha geniş bir jeopolitik<br />

perspektiften bakıldığında, bu durum<br />

Moskova’nın NATO tarafindan<br />

desteklenen Avrupa-Atlantik enerji<br />

güvenliği konseptini tehdit etmesini<br />

ya da kârlı bir şekilde bu konsepte<br />

katılmasını sağlayacaktır. NATO’nun<br />

Güney kanadında, Azerbaycan, İran,<br />

Kazakistan ve Türkmenistan olmak üzere<br />

<strong>Hazar</strong>’ın çevresinde ya da <strong>Hazar</strong> kanalıyla<br />

Rusya’ya komşu olan dört ülke mevcuttur.<br />

Bu ülkeler de ciddi enerji kaynaklarına<br />

sahipler ve aynı stratejik, kârlı piyasalar<br />

için Rusya ile yarışmaktalardır. Bazı<br />

senaryolarca bu ülkeler Rusya’nın ortağı<br />

gibi hareket edip Rusya’nın patronluğunda<br />

bir Avrasya Enerji Üreticileri Konsorsiyumu<br />

oluşturmak üzere Rusya’nın Avrasya<br />

topraklarında daha geniş bir enerji<br />

stratejisine sahip olmasını sağlayabilirler.<br />

Açıkça görülüyor ki; böyle bir<br />

konsorsiyum Rusya’nın yararına<br />

olacaktır. Ancak aynı kârlı durumun diğer<br />

katılımcılar için de geçerli olduğunu<br />

söylemek güçtür. Böyle uzun dönemli<br />

bir stratejinin hayata geçirilebilmesi<br />

için Rusya’nın ciddi çaba sarf etmesi ve<br />

potansiyel katılımcılara önemli teşvikler<br />

sağlaması gerekmektedir. Bu ülkelerden<br />

bazıları fiili manada Sovyetler Birliği’ne<br />

dönüşü istememektedir. Zira yirmi<br />

yıldan beri bu ülkeler son derece başarılı<br />

ve özgür bir milli enerji politikası inşa<br />

etmişlerdir. Rusya BP yönetimindeki<br />

koltuğunu uzun dönem stratejik hedefleri<br />

için nasıl kullanacak Rusya’nın gelecek<br />

on yıl içerisinde Putin sonrası döneme<br />

hazırlandığı gibi, belki de bu hedeflerin<br />

değişebileceği ihtimali üzerinde<br />

durmalıyız.<br />

Jeopolitik spekülasyonlar bir tarafa,<br />

Güney Gaz Koridoru ve Şah Deniz<br />

projeleri için bazı olumlu neticelerden<br />

bahsetmek mümkündür. Genel anlamda,<br />

HAZAR RAPORU<br />

31 29


AAR oligarklarındansa Rosneft ve tabii<br />

Rusya’nın BP için operasyonel ve stratejik<br />

anlamda çok daha iyi bir ortak olduğundan<br />

bahsedilebilir. Macondo’daki kötü netice<br />

ve diğer sorunların ardından, BP yönetimi<br />

daha temkinli hareket etmektedir.<br />

AAR’dan kaynaklanan sorunlar olmaksızın<br />

BP yönetimi, ortakları adına çok daha iyi<br />

kararlar alacaktır. Bu çerçevede, öncelik ve<br />

bakış açısına göre Azerbaycan ve Güney<br />

Gaz Koridoru’nun bu anlaşmadan (dolaylı<br />

olarak) kârlı çıkması söz konusudur.<br />

R usya için, elitler tarafindan seslendirilen<br />

ulusalcı retoriğe rağmen uzun bir sürenin,<br />

ardından Dünya Ticaret Örgütü’ne dahil<br />

olunması ciddi bir kilometre taşı hükmündedir.<br />

Azerbaycan’ın stratejik bakış açısından,<br />

şüphesiz Güney Gaz Koridoru ve Şah<br />

Deniz projeleri çok önemli milli çıkarlar<br />

içermektedir. Rusya belki zamanla enerji<br />

stratejisini daha çok Dünya Ticaret<br />

Örgütü ve piyasa odaklı hale getirebilir<br />

ya da getirmeyebilir. Şüphesiz bölgedeki<br />

enerji jeopolitiği ve özellikle de Güney<br />

Gaz Koridoru açısından yeni bir döneme<br />

girmekteyiz. Proje için teknik olmayan<br />

riskler hala mevcut olmakla birlikte bu<br />

risklerin önümüzdeki aylarda azalması<br />

ihtimali az da olsa vardır. Doğrusu bizler<br />

(Çin atasözünde denildiği gibi) ciddi<br />

manada ilginç zamanlar yaşamaktayız.<br />

Sakhalin ve şimdi Rosneft, büyük oranda<br />

yabancı ortaklıkla, Rusya’nın üretim<br />

alanında önde gelen ortak girişimleridir.<br />

Almış olduğu askeri ve hiç kuşkusuz<br />

Marksist eğitime rağmen Sechin sanki son<br />

yirmi yıldır Adam Smith okuyor gibidir.<br />

Şimdilerde Sechin kendisini iki taraflı<br />

dünyada Rus petrolü için uzun dönemli<br />

ve sürdürülebilir bir gelecek hazırlamak<br />

adına sorumlu hissetmektedir. Belki BP ve<br />

Azerbaycan Sovyetlerden kalma gaz boru<br />

hattı çekişmesinden herkesi uzaklaştırarak,<br />

eski Sovyetler Birliği’nin dışında yeni<br />

Rosneft ile ortak girişim kurmak suretiyle,<br />

çeşitli firsatları değerlendirmeyi dikkate<br />

alıyordur.<br />

32 30


Avrupa Birliği’nin Geleceği: Mitler<br />

Ve Gerçekler<br />

Prof. Dr. Ercüment TEZCAN<br />

Galatasaray Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi<br />

Avrupa Birliği’nin Geleceğiyle İlgili Beklenti ve Senaryoları Yorumlarken<br />

Dikkat Edilecek Hususlar<br />

Avrupa Birliği’nin geleceğiyle ilgili<br />

beklenti ve senaryoları gündeme getirirken<br />

öncelikle 3 hususun altını çizmek gerekir.<br />

İlk olarak Avrupa Birliği’nin iç dinamikleri<br />

konusu gelmektedir. Daha açık bir<br />

ifadeyle, Avrupa Birliği’nin kendisi nasıl bir<br />

gelecek istiyor, nasıl bir gelecek beklentisi<br />

içindedir Ya da AB kendi geleceğini<br />

nasıl şekillendirmek istiyor Bu sorunun<br />

yanıtını kuşkusuz AB’nin bizzat kendisi<br />

verecektir, vermelidir.<br />

Ancak bu noktada Avrupa Birliği’nin<br />

tek aktörden oluşmadığını; 27 ülkeye<br />

mensup 500 milyon kişinin yanı sıra,<br />

bizzat üye devletlerin, çeşitli baskı/çıkar<br />

gruplarının, lobilerin, siyasi hareketlerin/<br />

partilerin/eğilimlerin, AB kurumlarının<br />

varlığını hesaba katmak gerekir. Bu nokta<br />

önemli, zira büyük umutlarla hazırlanan<br />

AB Anayasası bu bileşenler arasında tam<br />

anlamıyla uzlaşılamadığı için yürürlüğe<br />

girememiştir. Dolayısıyla “AB’nin geleceği<br />

nasıl olacaktır” sorusunu “AB nasıl bir<br />

gelecek istiyor” ya da “AB kendisine nasıl<br />

bir gelecek çiziyor” sorularıyla yanıtlamak<br />

en mantıklısıdır.<br />

AB’nin geleceği konusunda altı çizilmesi<br />

gereken ikinci husus konjonktür ya da dış<br />

faktörlerdir. Bu husus eskiden olduğu gibi<br />

son dönemlerde de oldukça belirleyici bir<br />

hale gelmiştir. Daha açık bir ifadeyle, AB<br />

kendi geleceğini kendisi belirleyecek olsa<br />

da bunu dış faktörlerden bağımsız olarak<br />

yapamayacaktır. Bu noktadaki en tipik<br />

örneklerden biri Sovyet Bloğu’nun 1989’da<br />

çökmesidir. Bunun sonucu olarak Orta<br />

ve Doğu Avrupa ülkeleri rotalarını AB’ye<br />

çevirmişler, ilk başlarda zihni oldukça<br />

bulanık olan AB, bu ülkeleri 2004 yılında<br />

üye olarak içine almak zorunda kalmıştır.<br />

Bu örnek kadar iç açıcı olmayan ikinci<br />

örnek ise 2010’dan bu yana AB’nin<br />

HAZAR RAPORU<br />

31 33


içinde olduğu ve hala devam etmekte<br />

olan ekonomik-mali krizdir. Her ne<br />

kadar bu kriz AB’ye üye ülkelerde patlak<br />

vermişse de bunu bir iç sorundan daha<br />

ziyade olumsuz konjonktür olarak<br />

görmek gerekir. Dolayısıyla AB son iki<br />

yıldaki mesaisinin büyük bölümünü, bu<br />

anlamsız ancak oldukça tehlikeli olan<br />

mali krizle mücadeleye harcamıştır. Tabii<br />

bu arada söz konusu krizin ve AB’deki<br />

ekonomik-parasal birlik alanındaki<br />

yapıyı/kazanımları ciddi şekilde tehdit<br />

ettiğini, yer yer umutların tükendiği anlar<br />

yaşandığını, AB için konunun bir ölümkalım<br />

sorununa dönüştüğünü belirtmek<br />

gerekir. Bu durumda şayet bu yazı bu<br />

kriz öncesi yazılmış olsaydı, ya da bu kriz<br />

çıkmamış olsaydı tamamen farklı şeyler<br />

tartışılıyor olacaktı.<br />

Son husus ise AB’deki konuların<br />

hassasiyeti konusudur. Örneğin Avrupa<br />

Parlamentosundaki üyelerin doğrudan<br />

halk tarafından seçilmesi çok çabuk<br />

gerçekleşmemiştir. Bu konu başlangıçta<br />

çok hassas bulunmuş, ancak zamanla<br />

bu çerçevedeki sorunlar aşılabilmiştir.<br />

Ancak gene de yaklaşık 30 yıl beklemek<br />

gerekmiştir (1951 AKÇT antlaşması/<br />

Haziran 1979 seçimleri). Aynı biçimde<br />

2004 genişlemesi her ne kadar başlangıçta<br />

çok net olmayan bir görünüşe sahip olsa<br />

da, olayın önemi kavranmış, Orta ve Doğu<br />

Avrupa ülkeleri, özellikle de Romanya<br />

ve Bulgaristan çok hızlı bir şekilde AB’ye<br />

alınmışlardır. Ancak bunun tam tersine<br />

Türkiye konusunda AB’de kafalar karışık<br />

olduğu için Türkiye günün birinde üye<br />

olabilme umuduyla AB’nin kapısında<br />

hala bekletilmektedir. Sonuç olarak<br />

AB belirli bir ritme tabi olarak kendi<br />

gelişimini sürdürmektedir/yaşamaktadır.<br />

Bu süreçte mutabık kalınan ve pürüz<br />

çıkmayan konularda AB’de çok çabuk<br />

ilerleme sağlanmaktadır. Bunun tersine<br />

olan durumlarda ilerleme oldukça yavaş ve<br />

sorunlu olmaktadır.<br />

Dolayısıyla AB’nin geleceğiyle ilgili<br />

senaryolar ortaya konulurken yukarıdaki<br />

faktörleri dikkate alarak yapılacak<br />

değerlendirmeler daha isabetli olacaktır.<br />

Bunun sonucu olarak bu faktörlerin<br />

olumlu ya da olumsuz olmasına, pürüz<br />

olup olmamasına bağlı olarak birtakım<br />

tahminlerde bulunmak mümkündür.<br />

Avrupa Birliği’nin Kurumsal Yapısının<br />

Geleceğiyle İlgili Muhtemel Senaryolar<br />

Yukarıdaki faktörlerin daha olumlu olması<br />

durumunda birtakım konularda bazı<br />

öngörülerde bulunulabilir:<br />

Öncelikle AB’nin kendi içinde<br />

kurumsal anlamda birtakım gelişmelerin<br />

yaşanması muhtemeldir. Bunların arasında<br />

A B’de siyasi birliğin tesisi için öncelikli olanlar<br />

nelerdir” diye sorulacak olursa. öncelikle Avrupa<br />

Konseyi Başkanı’nın daha güçlü bir konuma<br />

gelmesi ve hatta doğrudan seçimlerle işbaşına<br />

gelmesi gelmektedir.<br />

34 32


Bu kuşkusuz çok yakın vadede<br />

gerçekleşecek bir durum değildir.<br />

Ayrıca henüz ne üye devletlerin ne de<br />

kamuoyunun böyle bir gelişmeye hazır<br />

olmadıklarını vurgulayalım. Ancak<br />

gerçekleşmesi durumunda hem AB’yi ABD<br />

federalizmine yaklaştıracak, hem de AB’de<br />

siyasi birliğin önündeki engellerin pek<br />

çoğunu bertaraf edecektir.<br />

Aynı bağlamda AB Komisyonu Başkanı’nın<br />

seçimle işbaşına gelmesi de muhtemel<br />

senaryolardan biridir. Bu noktada Almanya<br />

Şansölyesi Merkel daha önce böyle bir<br />

fikre sıcak baktığını açıkça belirtmiştir.<br />

Dolayısıyla Komisyon Başkanı’nın<br />

seçimle işbaşına gelmesi de her ne kadar<br />

şu aşamada -yakın vadede- gündemde<br />

olmasa da ilerleyen dönemde gündeme<br />

gelebilir. Bu durum son dönemlerde güç<br />

kaybeden ve adeta Konsey ile Parlamento<br />

arasına sıkışıp kalan Komisyon açısından<br />

son derece önemlidir. Zira bu sayede<br />

Komisyon, belki de Delors döneminde<br />

(1985-1995) yaşadığı altın çağı bir kez<br />

daha yaşayabilecek, belki de ilelebet daha<br />

ön planda olan bir kurum olarak kalacaktır.<br />

2010’da Yunanistan’da patlak veren mali<br />

kriz bu açıdan değerlendirildiğinde<br />

Komisyon açısından son derece olumlu<br />

gelişmeler barındırmaktadır.<br />

Bunlara ilaveten Avrupa Konseyi<br />

başkanlığı göreviyle Komisyon başkanlığı<br />

görevinin uzun vadede aynı elde/kişide<br />

birleşmesi gündeme gelebilir. Ancak<br />

tam tersi, yani şu anki durumun devamı<br />

şeklinde de bu mümkündür. Diğer<br />

taraftan Avrupa Parlamentosu’nun gittikçe<br />

artan tempoda güçlenmesi, AB’nin, üye<br />

devletlerdeki siyasal sistemlere paralel<br />

olarak Parlamenter Demokrasi yönünde<br />

ilerleyeceğini göstermektedir. Bu noktada<br />

tıpkı ABD’de Kongre ile dengelenen bir<br />

başkanlık sistemi söz konusu olduğu gibi,<br />

AB’de de Parlamento’nun etkin olduğu bir<br />

yarı başkanlık sistemi gündeme gelebilir.<br />

Bunlara ek olarak Avrupa Birliği’nde<br />

karar alma mekanizmalarında birtakım<br />

değişikliklerin gündeme gelmesi olasıdır.<br />

Örneğin oy birliğinin en aza indirilmesi,<br />

nitelikli çoğunluk çerçevesindeki<br />

kuralların gevşetilmesi gündeme gelebilir.<br />

Bu durum doğal olarak üye devletleri<br />

biraz rahatsız edebilir. Dolayısıyla çok<br />

yakın vadede gerçekleşmeyebilir. Bu<br />

noktada unutulmaması gereken husus;<br />

üye devletlerin önemli konularda henüz<br />

kontrolü elden bırakmaya hiç mi hiç niyetli<br />

olmadıkları hususudur. Şayet bir konu üye<br />

devletler açısından önemliyse o konuda<br />

kısa vadede baş döndürücü gelişmeler<br />

beklenmemelidir.<br />

Son olarak Avrupa Birliği’nde doğrudan<br />

demokrasinin gelişimi konusunda birtakım<br />

ilerlemeler beklenebilir. Örneğin; Lizbon<br />

Antlaşması ile getirilen yurttaş girişiminin<br />

kurallarının daha da esnetilmesi ve bu<br />

girişimin yaygınlaştırılması gündeme<br />

gelebilir. Dolayısıyla AB’de uzun vadede<br />

İsviçre’dekiyle aynı olmasa da benzer<br />

türden sık sık yurttaş girişimlerini görmek<br />

muhtemeldir.<br />

HAZAR RAPORU<br />

33 35


D ış ilişkiler konusunda Avrupa’nın<br />

2030’lu yıllara kadar Balkan genişlemesini<br />

de tamamlayarak üye sayısı açısından daha<br />

istikrarlı bir hale gelmesi beklenebilir.<br />

Bunun dışında AB’nin yakın çevresiyle<br />

ilişkilerinde birtakım sorunlar gündeme<br />

gelebilir. Bu sorunlar enerji, güvenlik ve<br />

göç gibi kronik konulara ilişkin olabileceği<br />

gibi deniz kirliliği, çevre felaketi, iklim<br />

değişikliği gibi daha farklı alanlarda da<br />

yaşanabilir. Bunun yanı sıra ABD, Japonya<br />

ve Çin gibi ülkelerle global çaptaki<br />

sorunlara ilişkin yaklaşım farklarının<br />

giderilmesi AB’yi daha inandırıcı ve etkin<br />

hale getirecektir. Ancak bu tabii ki hiç<br />

kolay olmayacaktır.<br />

Şayet AB, içinde bulunduğu bu krizi firsata<br />

dönüştürebilirse, bu kez yeni dönemde<br />

ekonomik açıdan daha güçlü ve dinamik<br />

bir AB görmek pekâlâ mümkündür.<br />

Sonuç olarak AB’yle ilgili gelecek<br />

senaryolarına bakıldığında iç sorunlar<br />

ve kurumsal konularla ilgili olarak<br />

birtakım olumlu gelişmeler yaşanabilir.<br />

Ancak ekonomik konularda, dış politika<br />

konularında yakın vadede çok olumlu bir<br />

tablo ortaya çıkmamaktadır.<br />

Son olarak ekonomi<br />

cephesine bakıldığında şu anki olumsuz<br />

konjonktürün de etkisiyle pek olumlu bir<br />

senaryo beklenmemektedir. Bunlara bir<br />

de Çin gibi, Uzakdoğu ülkeleri, Afrika<br />

ülkeleri gibi gelişmekte olan ülkelerin<br />

(pays emergents) yükselişi hesaba<br />

katılacak olursa AB’nin küresel rekabetteki<br />

yeri ciddi anlamda sorgulanmaktadır.<br />

E<br />

konomik krizle ilgili olarak bugüne kadar<br />

yapılan yorumlar, çizilen senaryolar daha ziyade<br />

felaket senaryosu şeklindedir ve oldukça menfidir.<br />

Ancak AB’nin doğasında var olan krizlerden<br />

güçlenerek çıkma potansiyeli bu noktada<br />

unutulmamalıdır.<br />

36 34


Gürcistan Parlamento Seçimleri Sonucu:<br />

Dış Politika ve Yeni Yaklaşım Arayışları<br />

Doç. Dr. Kornely Kakachia<br />

Tiflis Devlet Üniversitesi –<br />

Tiflis merkezli Gürcistan Politika Enstitüsü düşünce kuruluşu direktörü<br />

Giriş<br />

Yaklaşık 20 yıldır Sovyetler Birliği sonrası<br />

dönemde birçok ülkeden daha fazla işlevsel<br />

bir demokratik sistem ve kararlı politik<br />

kuruluşlar oluşturma hususunda sorun<br />

yaşamaktadır. Sonuç olarak; Gürcistan’ın<br />

demokratik ülkeler ailesinin tam yetkili<br />

bir üyesi olma arzusu, tüm politikacıların<br />

hedeflediği şekilde sürdürülebilir ve<br />

hukuki manada düzene oturmuş bir<br />

yönetim sistemi; başlıca bir gaye halini<br />

almıştır. 1 Aslında Gül Devrimi’ni takip<br />

eden süreçte Gürcistan, zayıf ve bozulmuş<br />

yönetim probleminin üzerine giderek<br />

Sovyet Sonrası karşıtlarına üstün gelmiştir.<br />

Düşük seviyede resmi yozlaşmaları bertaraf<br />

ederek ve temel devlet kuruluşlarını<br />

yeniden inşa ederek -ya da inşa ederekciddi<br />

bir başarı elde etmiştir. Görünüşte<br />

Gürcistan demokratik kazanımlarını<br />

dengelemiştir.<br />

1 SalomeTsereteli-Stephens, CaucasusBarometer: Gürcistan’da<br />

Hukukun Egemenliği–Halkın Görüş ve Yaklaşımı 27.6. 2011,<br />

http://crrccenters.org/activities/reports/.<br />

Gürcistan’ı takip eden çoğu kişinin<br />

belirttiği üzere, “birçok açıdan devrim<br />

sonrası Gürcistan’da bugünkü demokrasi<br />

koşulları, demokratikleşmekte olan pek<br />

çok ülkeden daha iyidir.” 2 Hükümeti<br />

dengelemek adına yeteri derecede güçlü<br />

bir sosyal yahut politik hareketin olmayışı<br />

henüz dengeye varmamış demokrasisi<br />

için en büyük engeldir. Son yıllarda<br />

yasama alanında ciddi değişim yaşansa<br />

da demokratik seçim süreci hala ciddi bir<br />

sorun teşkil etmektedir. 3 Ancak Gürcistan<br />

politik yaşamındaki mevcut gelişmeler, bu<br />

durumun değişebileceğini göstermektedir.<br />

Gürcistan Demokrasisi İçin Turnusol<br />

Kağıdı Hükmündeki Parlamento<br />

Seçimleri<br />

Son parlamento seçimleri (1 Ekim <strong>2012</strong>)<br />

demokratik dönüşümün düzene girdiğini<br />

göstermesi ve barışçıl yollardan güç<br />

2 Lincoln A. Mitchell. Gül Devrimi sonrasında Gürcistan Demokrasisi.<br />

Orbis. 2006. P.671<br />

3 Kornely Kakachia. Gürcistan Parlamento Seçimleri:<br />

BARIŞÇIL GÜÇ AKTARIMI BAŞLANGICI MI PONARS<br />

Eurasia Policymemo. No. 230. Eylül <strong>2012</strong>.<br />

HAZAR RAPORU<br />

35 37


değişiminin yaşanması adına bir kılavuz<br />

olarak ülke tarihinde önemli bir yere<br />

sahiptir. Gürcistan’ın şimdiye kadarki en<br />

çekişmeli seçiminde iki blok halinde on<br />

dört parti yarışmıştır. Beklendiği üzere asıl<br />

çekişme, Birleşik Milli Hareket (BMH)<br />

ve ana muhalefet partisi Gürcistan Rüyası<br />

(GR) koalisyonu arasında yaşanmıştır.<br />

Hapishanelerdeki istismar skandalından 4<br />

önce genel kanı, muhalefetin kazanma<br />

şansının az olduğu yönündeydi. Seçim<br />

öncesi yönetiminin devlet kaynaklarını<br />

kullanması ve Bidzina İvanişvili isimli<br />

milyarderin başını çektiği muhalefetteki<br />

ideolojik ayrım bu kanıya sebep olmuştur.<br />

Beklenti, Gürcistan Rüyası’nın bir başka<br />

devrime gerek kalmayacak şekilde yeterli<br />

oyu alabileceği fakat hükümeti kuracak<br />

derecede fazla oy alamayacağı yönündeydi.<br />

Ancak parlamentoda dört yıllığına yüz elli<br />

yeni üye için oy kullanan Gürcistanlılar<br />

ezici bir üstünlükle muhalefeti<br />

desteklemiştir. Son oylar sayıldığında<br />

Birleşik Milli Hareket % 40.3’lük bir oyla<br />

Gürcistan Rüyası’nın % 54.9’luk zaferinin<br />

gerisinde kalmıştır. 5 Maalesef iki büyük<br />

parti arasındaki çekişme daha küçük<br />

politik gruplar için yer bırakmamış ve<br />

Kaynak: Civil Georgia, <strong>2012</strong> Parlamento Seçimleri<br />

4 SimonShuster. Devlet başkanını mağlup eden hapishaneden:<br />

Gürcistan’ın Saakaşvili’si seçimi nasıl kaybetti<br />

2 Ekim <strong>2012</strong> http://world.time.com/<strong>2012</strong>/10/<strong>02</strong>/inside-theprison-that-beat-a-president-how-georgias-saakashvili-lost-hiselection/<br />

adresinden ulaşılabilir.<br />

5 Civil Georgia. Mevcut CEC bilgisine göre parlamento<br />

koltukları: http://www.civil.ge/eng/category.phpid=32 adresinden<br />

ulaşılabilir.<br />

38 36


Hristiyan Demokratlar, Yeni Sağcılar ve<br />

İşçi Partisi gibi partilerin parlamentoda<br />

üçüncü parti olmak adına mütevazı<br />

hedefleri % 5’lik baraja takılmıştır. 6<br />

Seçim sonuçları henüz netleşmemişken<br />

Devlet Başkanı Mikhail Saakaşvili Sovyet<br />

Sonrası dönemde alışık olunmadığı üzere,<br />

bir politik siyasi manevra sergileyerek<br />

partisinin yenildiğini ve yeni hükümetin<br />

parlamentodaki yeni çoğunluk tarafindan<br />

kurulacağını ilan etmiştir. Seçim<br />

yenilgisinin akabinde Saakaşvili, Gürcistan<br />

Rüyası’nın fikirleri ve hedeflerinin kendi<br />

partisi açısından tamamıyla kabul edilemez<br />

olmasına rağmen Gürcistan halkının<br />

yapmış olduğu tercihe saygı duyduğunu<br />

ifade etmiştir. Gül Devrimi’nin getirdiği<br />

tüm ilerlemelerin korunması gerektiğine<br />

inandığını vurgulayarak, Gürcistan’ın<br />

gelişmesini hiçbir şeyin durduramayacağını<br />

belirtmiştir. Saakaşvili’nin yenilgiyi<br />

kabul etmesiyle, uluslararası gözlemciler<br />

Gürcistan seçimlerinin kampanya boyunca<br />

adil bir yarış ve halkın aktif katılımıyla<br />

neticelendiği inancını benimsemiştir.<br />

Gürcistan’ı takip eden birçok kişi, sivil<br />

toplumun ve buna bağlı örgütlenmelerin<br />

seçim öncesi sürecin adilliği üzerindeki<br />

olumsuz düşünceleri bertaraf ederek daha<br />

güvenilir bir süreç adına gözlemcilere<br />

yol göstermiş ve bu noktada anahtar rol<br />

üstlenmiştir. Ancak seçim sürecine ilişkin<br />

6 Gürcistan seçim sistemi, 150 milletvekilinin 73’ü oy<br />

çoğunluğuna göre, 77’si ise nispi temsil sistemine göre belirlenen<br />

karma bir yapıya sahiptir. 77 koltuk, siyasi partilerin<br />

oluşturdukları listeler arasından orantısal olarak ve % 5 barajını<br />

geçen seçim blokları arasından belirlenmektedir.<br />

bu olumlu açıklamaların yanında, OSCE<br />

(Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) /<br />

ODIHR (Demokratik Kurumlar ve İnsan<br />

Hakları Bürosu) “kampanya ortamının<br />

kutuplaşmış, gergin olduğunun ve zaman<br />

zaman şiddet unsurları içerdiğinin” altını<br />

çizmiştir. 7 Yine gözlemcilerin ifade ettiğine<br />

göre, kampanya süreci elle tutulur politik<br />

platformlar ve programlardan ziyade,<br />

memuriyet avantajları ve finansal kaynaklar<br />

üzerinde yoğunlaşmıştır. Her şeye<br />

rağmen, birçok gözlemcinin vurguladığı<br />

üzere Gürcistan, getirisi önceden<br />

belirlenemeyecek olsa da demokratik<br />

turnusol kağıdı diye de adlandırılan<br />

seçimleri başarılı bir şekilde geçmeyi<br />

bilmiştir.<br />

Birleşik Milli Hareket’in yenilgisi üzerine<br />

çeşitli analizler yapılmıştır. 8 Buna göre,<br />

Niklas Nillson ve Svante Cornell iki<br />

temel sebep öngörmüşlerdir: 1) Seçim<br />

öncesi iktidardaki parti, 9 yıl iktidarda<br />

kalmıştır ve Gürcistan toplumunun büyük<br />

çoğunluğunda belirgin bir yorgunluk<br />

meydana gelmiş, bunun neticesinde de<br />

güvenilir bir alternatif arzusu doğmuştur.<br />

Devlet Başkanı Saakaşvili’nin müzakereye<br />

7 OSCE Basın Bildirisi. Seçim gözlemcilerinin ifade<br />

ettiğine göre Gürcistan, demokratik seçimlerin yönetiminin<br />

sağlamlaştırılması adına önemli adımlar attı, ancak üstesinden<br />

gelinmesi gereken kilit konular halen mevcut. http://www.osce.<br />

org/odihr/elections/94597 adresinden ulaşılabilir.<br />

8 Bkz. Nicu Popescu. Saakaşvili neden kaybetti AB gözlemcisi.<br />

http://blogs.euobserver.com/popescu/<strong>2012</strong>/10/<strong>02</strong>/<br />

why-saakashvili-lost/ adresinden ve Georgia Online’dan<br />

ulaşılabilir.<br />

Gela Vasadze: Gürcistanlılar reformlardan ve vergi ödemekten<br />

yoruldu, 22 Ekim <strong>2012</strong> http://georgiaonline.ge/interviews/1350951592.php<br />

adresinden ulaşılabilir.<br />

HAZAR RAPORU<br />

39 37


dayalı olmayan yönetim stili, bu algıyı<br />

desteklemiş olabilir. 2) Birleşik Milli<br />

Hareket zamanında ülke ekonomisinde<br />

önemli gelişmeler yaşanmış ve yine ülke<br />

idaresinde ciddi ilerlemeler sağlanmış<br />

olsa da, bu gelişmenin toplumun büyük<br />

çoğunluğu -işsizlik ve yoksulluk Gürcistan<br />

seçmenleri için en büyük sorun olmaya<br />

devam etmiştir- için iş olanakları ve yaşam<br />

standardının yükselmesine bir katkısı<br />

olmamıştır.” 9 Ancak bunlar, Birleşik<br />

Milli Hareket’in yenilgisinin yegane<br />

sebepleri değildir. Zayıf insan hakları<br />

seviyesi ve adalet arayışı son derece etkin<br />

faktörlerdir. Saakaşvili’nin reformları<br />

yüzünden 250.000’den fazla sayıda kişi<br />

işini kaybetmiştir. Bunlar arasında eski,<br />

İngilizce bilmeyen üniversite hocaları,<br />

binlerce polis memuru ve politikacı<br />

yer almaktadır. Dahası, Gürcistan<br />

mahkemelerinin suçlu bulma oranını<br />

% 98’e çıkaran suça ilişkin sıfir tolerans<br />

politikası neticesinde şu an Gürcistan’da<br />

yaklaşık 25.000 mahkûm bulunmaktadır.<br />

Bu rakam Avrupa ülkelerinin her birinden<br />

daha fazla Saakaşvili’nin 2004’te iktidara<br />

geldiğindeki rakamın dört kat fazlasıdır. 10<br />

Seçimler, Saakaşvili’nin ekibi için kayda<br />

değer bir yenilgiyken, başarılı bir şekilde<br />

tamamlanmış bir sürece sahip bu seçimler<br />

9 Niklas Nilssonand Svante E. Cornell. Gürcistan seçimleri<br />

sonrası beklentiler ve güçlükler. CACI Analyst. 4 Ekim<br />

<strong>2012</strong>. http://cacianalyst.org/q=node%2F5849 adresinden<br />

ulaşılabilir.<br />

10 Bkz. Hapishane nüfusunun, her 100.000 kişilik<br />

ulusal nüfusa oranı sıralamasında Gürcistan 6.’dır. http://<br />

www.prisonstudies.org/info/worldbrief/wpb_stats.<br />

phparea=all&category=wb_poprate adresinden ulaşılabilir.<br />

Gürcistan demokrasisinin gelişim yolunda<br />

önemli bir kilometre taşıdır. Gelecek<br />

aylar, 2013 Ekim’ine kadar mevcut<br />

anayasa uyarınca yönetimde kalmaya<br />

devam edecek Devlet Başkanı Saakaşvili<br />

ve Rusya’ya yaklaşacağı düşünülen yeni<br />

seçilmiş Başbakan İvanişvili arasında nasıl<br />

bir işbirliği sağlanacağını gösterecektir. Her<br />

ikisi arasındaki iş ilişkisinin tansiyonunun<br />

yükselmesi, politik belirsizliği artıracaktır.<br />

Gelecek 12 ayda yaşanacak diğer bir<br />

sıkıntı ise; Gürcistan’ın politik sisteminde<br />

başkanlıktan parlamenter sisteme<br />

geçişindeki devlet başkanlığının birçok<br />

yetkisinin kısılması ve bu yetkilerin<br />

başbakana verilmesi olacaktır. 11 Bu haliyle<br />

parlamento, geçmiştekine nazaran çok<br />

daha önemli bir rol üstlenmektedir. Şu<br />

durumda, her iki tarafin da ortak çalışmak<br />

adına gönülsüz hareket etmesi Gürcistan’ın<br />

politik yaşamının dengeye ulaşması şansını<br />

kısıtlamaktadır. Son seçimlerin neticesi,<br />

Gürcistan’ın gelecekteki gelişimini önemli<br />

oranda etkileyebilir. Gürcü politik elitler,<br />

kazan ya da kaybet siyasi yaklaşımlarından<br />

uzaklaşıp fikir birliği sağlayarak yönetmeyi<br />

öğrenebilirler. Bu koalisyon tarzı hassas<br />

yönetim, henüz başlangıç seviyesindedir.<br />

Son siyasi değişimin Gürcistan’ı batı tarzı<br />

liberal bir demokrasiye mi yoksa şiddetli<br />

bir politik kargaşaya mı sürükleyeceği<br />

henüz bilinmemektedir.<br />

11 Daha fazla bilgi için: George Welton. Başbakanın yetkisi.<br />

Yeni Hükümeti Kim Seçecek Ne zaman Nasıl http://www.<br />

geowel.org/index.phparticle_id=80&clang=0 adresinden<br />

ulaşılabilir.<br />

4038


Gürcistan Dış Politikası: Seçim Sonrası<br />

Muhtemel Değişiklikler<br />

Birçok soru ile birlikte Bidzina<br />

İvanişvili’nin Gürcistan Rüyası koalisyonu<br />

tarafindan yürütülen ülkenin jeopolitik<br />

yönetimi, spekülasyonların ve tahriklerin<br />

hedefi durumundadır. Diğer örneklerde<br />

de görüldüğü üzere, göreve gelen yeni<br />

hükümetler köklü değişiklikler yapmanın<br />

yanında yeni politikalar izlemektedir.<br />

Ancak ülkenin jeopolitik yönelimi veya<br />

ülke gelişiminin ana unsurları gibi temel<br />

dinamiklerini nadiren değiştirmektedir.<br />

Bu durum, Gürcistan’ın yeni hükümeti<br />

için de geçerli gibi gözükmektedir. Mevcut<br />

liderler kendi aralarında birçok konuda<br />

uyuşmazlığa sahip olabilirler. Ancak<br />

ülkenin milli çıkarlarını korumak adına<br />

herkesin ortak bir gayesi bulunmaktadır.<br />

Saakaşvili gibi İvanişvili de seçim öncesi ve<br />

sonrasında defalarca bağımsızlıklarını ilan<br />

eden Güney Osetya ve Abhazya’yı ülkeye<br />

yeniden dahil edip, Gürcistan’ı Avrupa<br />

Birliği’ne üyelik ve NATO doğrultusunda<br />

tutacağını defalarca ifade etmiştir.<br />

Kimi batılı gözlemciler, Gürcistan’ın<br />

ulusal çıkarlarından fedakarlık etmeden<br />

yeni hükümetin bu söylemlerini yerine<br />

getirebileceği hususunda yeterince<br />

tatmin olmuş değillerdir. 12 İvanişvili’nin<br />

kararsız koalisyon ortakları ve sözde<br />

Kremlin otoritesi bağlantıları tarafindan<br />

12 Bkz. Simon Saradzhyan. Gürcistan Dış Politikasının<br />

Yeniden Dengelenmesi. The National Interest. 8 Kasım <strong>2012</strong><br />

http://www.nationalinterest.org/commentary/rebalancinggeorgian-foreign-policy-7705<br />

adresinden ulaşılabilir.<br />

Gürcistan Rüyası zaferinin, Ukrayna gibi<br />

Rus yörüngesinde bir konum için ilk<br />

adım olduğu dillendirilmektedir. 13 Fakat<br />

İvanişvili’nin Gürcistan Rüyası; Avrupa<br />

ve Rusya ile bu şekilde bir iyi ilişkiyi<br />

kabul etmemektedir. Ayrıca eleştirilere<br />

rağmen yeni hükümet Moskova ile<br />

diplomatik ilişkileri normalleştirirken<br />

Rusya ayrılıkçı bölgelerin başkentlerindeki<br />

“büyükelçiliklerini” muhafaza ettiği<br />

müddetçe Moskova ile resmi diplomatik<br />

ilişkilerden geri durabileceklerini<br />

düşünmektedir. 14 Aynı zamanda yeni<br />

hükümet Rusya ile 2008 Ağustos<br />

Savaşı’ndan sonra başlatılan Cenevre<br />

müzakerelerine “kesinlikle” sadık<br />

kalacağını deklare etmiştir. Bu müzakereler<br />

Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler,<br />

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı<br />

aracılığıyla; Gürcistan, Rusya, Amerika’dan<br />

müzakereciler ve ayrılıkçı bölgeler<br />

Abhazya ve Osetya’nın temsilcileri<br />

eşliğinde yürütülmektedir.<br />

Bu süreçte yeni gelişen ve zaman zaman<br />

çelişkili hale gelen dış politika tutumu,<br />

belirsizlik ortamını artırmakta ve kimi<br />

bölgesel analistler İvanişvili’nin dış<br />

politika ekibinin Rusya ile ikili ilişkilerde<br />

retorik haline gelmiş gerginliğin<br />

13 Michael Cecire. Gürcistan’ın İvanişvili’si için Rus<br />

politikasını çıkarlar belirleyecektir. World Politics Review.<br />

8 Ekim <strong>2012</strong>. http://www.worldpoliticsreview.com/articles/12397/for-georgias-ivanishvili-interests-will-guide-russiapolicy<br />

adresinden ulaşılabilir.<br />

14 RFE/RL. Tiflis, Gürcistan topraklarını işgal ettiği sürece<br />

Rusya ile diplomatik bağları olmayacağını dile getirdi. http://<br />

www.rferl.org/content/georgia-foreign-minister-russiaoccupies-territory-no-diplomatic-relations/24752066.html<br />

adresinden ulaşılabilir.<br />

HAZAR RAPORU<br />

41 39


seviyesini düşürmesini tavsiye ettiklerini<br />

iddia etmektelerdir. Bağlantılı olarak,<br />

İvanişvili Moskova ile daha pragmatik,<br />

daha az ideolojik ve dengeli bir çizgi<br />

belirlemeye çalışacak, Tiflis’in kuzey<br />

komşuları ile ekonomik ve kültürel<br />

bağları sağlamlaştırmaya çalışacaktır.<br />

“Pragmatik bir hayalci” olarak İvanişvili,<br />

Rusya ile ilişkilerin normalleşmesinin<br />

ekonomik ve diğer faydalarını göz önünde<br />

bulundurup ticaret ve nakliye ağlarını<br />

yeniden kurup, özellikle Gürcistan şarabı<br />

ve mineral sularının Rusya piyasasına<br />

tekrar girebilmesini ummaktadır. Bir<br />

analistin ifade ettiği üzere; “İvanişvili ile<br />

Rusya’ya yöneliş, Saakaşvili’den esinlenmiş<br />

herhangi bir sistem dahilinde tarafsız batı<br />

ile yeniden bir araya gelmeye çalışmaktan<br />

kısa dönem ekonomik çıkarları açısından<br />

çok daha etkilidir. 15 Hatta İvanişvili<br />

Rusya ile ilişki kurulmasının Güney<br />

Osetya ve Abhazya’nın Gürcistan’a<br />

bağlanmasını kolaylaştırabileceğine ve hâlâ<br />

Kremlin ile uzlaşmaya varılabileceğine<br />

inanmaktadır. Bu doğrultuda ilk adım<br />

olarak İvanişvili, Gürcistan’ın Moskova<br />

eski Büyükelçisi Zurab Abashidze’yi direkt<br />

olarak Gürcistan Başbakanı’na rapor<br />

verecek şekilde, Rusya ile İlişkiler Özel<br />

Temsilcisi olarak atamıştır. 16 İvanişvili aynı<br />

15 James Nixey. Güncel: Gürcistan Seçim Sonrası Analizi.<br />

Chatham House Uzman Yorumu. 2 Ekim <strong>2012</strong> http://www.<br />

chathamhouse.org/media/comment/view/186067 adresinden<br />

ulaşılabilir.<br />

16 Civil Georgia. Başbakan, Rusya ile ilişkileri düzeltme temsilcisi<br />

atadı. 12 Kasım <strong>2012</strong> http://www.civil.ge/eng/article.<br />

phpid=25407 adresinden ulaşılabilir.<br />

zamanda Rusya’nın bu adımlara karşılık<br />

vereceğine olan inancını ifade etmiştir.<br />

Öyle görülüyor ki; bu tip adımlarla<br />

Tiflis, Rusya’nın yeni politik koşullar<br />

altındaki Gürcistan’a karşı yaklaşımının<br />

değişip değişmediğini test edebilecektir.<br />

Başbakan’ın böyle bir atama yapması,<br />

kendisinin ve Gürcistan hükümetinin<br />

Rusya ile yeni ve bağımsız ilişki, iletişim ve<br />

diyalog kanalı oluşturmaya hazır olduğunu<br />

göstermektedir. Moskova ile bu politik<br />

flörtün neticesi ne olursa olsun, çatışma<br />

ve kapitülasyon arasındaki orta yolun<br />

bulunması, İvanişvili hükümetinin en<br />

zorlu görevi olacaktır.<br />

S<br />

eçimlerden sonra Gürcistan’ın yakın<br />

komşularıyla ilişkilerinde olduğu gibi<br />

ülkenin dış politika istikametinde radikal,<br />

stratejik ve pragmatik bir değişiklik olmadığı<br />

müddetçe Gürcistan; Azerbaycan ve Türkiye<br />

gibi yakın ortakları ile stratejik ilişkilerini<br />

değiştirmeyecektir. Bakü ve Tiflis arasındaki<br />

stratejik ilişkiler hiçbir zaman politik aktörlere<br />

bağlı kalmamıştır.<br />

Özellikle her iki ülkenin etnik ayrılıkçılığa<br />

ilişkin ortak kaygıları ve Rusya’nın<br />

bölgedeki iddialı politikalarından<br />

kaynaklanan sıkıntılar devam ettikçe Bakü<br />

ve Tiflis arasındaki stratejik ilişkiler aynı<br />

çizgide seyredecektir. Benzer olarak her<br />

iki ülke de ulusal bağımsızlığı tehlikeye<br />

atacak Moskova güdümünde bir birleşme<br />

inisiyatifini reddedecektir.<br />

40 42


B ununla birlikte Gürcistan politik ve sosyal<br />

elitleri Rusya ile ilişkilerin sıcak olmadığı bir<br />

dönemde Azerbaycan menşeli enerji kaynaklarına<br />

çok daha fazla ihtiyaç duyulduğunu; aynı<br />

zamanda Türkiye’nin Güney Kafkasya<br />

Bölgesi’nde dengeleyici bir güvenlik aktörü<br />

olmasının önemini idrak etmiş durumdalardır.<br />

Seçimlerin Tiflis’te yumuşak bir güç<br />

devrine sebep olması neticesinde Ankara<br />

ve Bakü daha öngörülebilir ve istikrarlı bir<br />

komşuya sahip olmaktan faydalanabilir.<br />

Gürcistan’ın Bakü’ye olan enerji<br />

bağımlılığı, Gürcistan-Azerbaycan<br />

ilişkisini değiştirebilecek bir konumdadır.<br />

İvanişvili, seçim öncesi verdiği elektrik<br />

ve gaz giderlerini düşürme vaadini yerine<br />

getirmek doğrultusunda daha istikrarlı<br />

bir Gürcü-Rus ilişkisi ile Tiflis gelecekte<br />

daha çeşitli dış ekonomik ilişkiler<br />

kurabileceğine inanmaktadır. Böyle bir<br />

senaryoyla Gürcistan’ın Rusya’dan daha<br />

ucuz gaz ve elektrik alabileceğine yönelik<br />

naif bir yaklaşım sergilenmektedir. Bu<br />

şartlar altında Bakü ekonomi ve enerji<br />

alanında Tiflis üzerinde şu an olduğundan<br />

daha az avantaja sahip olduğunu<br />

düşünebilir. Gürcistan Enerji Bakanı<br />

Kakhi Kaladze yakın zamanda, daha<br />

önceki yönetim tarafindan imzalanan<br />

tüm anlaşma ve mutabakatların 17 tekrar<br />

17 ABC.azweb sitesine göre Gürcistan vatandaşları 1 kwt elektrik<br />

için 0.107$ öderken Azerbaycanlılar 0.072$ Ermeniler ise<br />

0.06$ ödemekteler. Bölgelere göre değişmekle birlikte, Rusya’da<br />

nüfus oranına bağlı olarak fiyatlar kwt başına 0.13$ ve 0.06$<br />

arasındadır.<br />

Linke buradan ulaşabilirsiniz: http://abc.az/eng/news/<br />

main/69155.html<br />

gözden geçirileceğini açıklamıştır. 18<br />

Ancak Gürcistan’da hükümetin değişmesi<br />

Azerbaycan’ın Gürcistan’daki yatırım ve<br />

ticaretini etkilemeyecektir. SOCAR’ın<br />

son dönemde (başkent haricinde) tüm<br />

Gürcistan piyasasına direkt olarak gaz<br />

satmasını sağlayacak Itera-Georgia’yı<br />

satın almış olması bu yaklaşımı destekler<br />

şekildedir.<br />

S<br />

OCAR Başkanı Rövnag Abdullayev<br />

bir konuşmasında ifade ettiği üzere ikili<br />

ilişkilerdeki pozitif dinamizm yerleşik hale gelmiş<br />

durumdadır.<br />

Abdullayev’in, Başbakan İvanişvili’nin,<br />

SOCAR’ın Gürcistan temsilciliği başkanı<br />

ve Azerbaycan büyükelçisi ile görüştüğünü<br />

ve bu görüşme neticesinde “SOCAR’ın<br />

Gürcistan yatırımlarının yüksek bir değer<br />

arz ettiği’’ görüşünün benimsendiğini ifade<br />

etmiştir. 19 9 Kasım’da Başbakan İvanişvili,<br />

SOCAR Başkanı Rövnag Abdullayev<br />

ile şahsen görüşmüş ve bir kez daha<br />

Gürcistan-Azerbaycan ilişkisinin stratejik<br />

mahiyetini onaylamıştır. Aynı zamanda<br />

gaz fiyatlarının Gürcistan halkı için<br />

yüzeysel olarak arttığını fakat SOCAR’la,<br />

yapılan anlaşmadan memnun olduğunu<br />

belirtmiştir. 20<br />

18 Radio Commersant, Kakhi Kaladze enerji ithalatına ilişkin<br />

Rus tarafi ile görüşmeye hazır bulunmaktadır.<br />

http://www.commersant.ge/eng/id=3532 adresinden<br />

ulaşılabilir.<br />

19 Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi SOCAR, Gürcistan gaz<br />

tedarikçisini bünyesine katıyor. Reuters. 1 Ekim <strong>2012</strong> http://<br />

www.reuters.com/article/<strong>2012</strong>/11/01/azerbaijan-gas-georgiaidUSL5E8M18P<strong>02</strong>0121101<br />

adresinden ulaşılabilir.<br />

20 GEORGIA ONLINE. Gürcistan Devlet Başkanı, SOCAR<br />

HAZAR RAPORU<br />

43 41


Sonuç<br />

Gürcistan hükümeti Tiflis-Moskova<br />

ilişkisinde yeni bir sayfa açmanın<br />

yollarını arasa da birçok Gürcü, Gürcistan<br />

topraklarının halen % 20’sini işgal altında<br />

tutan Rusya’ya karşı olumsuz görüşe<br />

sahiptir. Bu nedenle yeni hükümetin,<br />

Gürcistan’ın batı yanlısı yaklaşımını ve<br />

bölgesel müttefikleri ile olan stratejik<br />

ilişkilerini değiştirebilmesi kolay<br />

gözükmemektedir. Avrupa-Atlantik<br />

birleşmesi hususunda Gürcistan’da<br />

ekseriyetle bir fikir birliği mevcuttur.<br />

Aksine, Michel Cecire’nin isabetli biçimde<br />

ifade ettiği üzere; “sıradan Gürcistanlılar<br />

Ruslara karşı pozitif düşüncelere sahip<br />

olmasına rağmen; Moskova taraftarı<br />

dış politikayı destekler tarzda bir<br />

yaklaşım; Kremlin’le uyumlu çalışmanın<br />

yollarını aramış ve şu an siyasi yaşamı<br />

sona ermiş eski muhalefet liderlerinin<br />

durumunda olduğu gibi, Gürcistan’da<br />

siyasi cezalandırma aracı olarak kabul<br />

edilmektedir.’’<br />

Moskova’yı Gürcistan’ın NATO üyeliği<br />

hususunda ikna etmeye çalışmanın<br />

yanında Tiflis’in diğer hedeflerini yerine<br />

getirmek; Gürcistan diplomasisi için<br />

“imkânsız görev” hükmündedir. Her ne<br />

kadar Gürcistan’ın bu hassas durumdan<br />

pazarlık neticesinde kâr elde edip<br />

edemeyeceğini zaman gösterecek olsa<br />

da kesin bir husus var ki; Gürcistan’ın<br />

bölgedeki konumu, Rusya ve batı ile<br />

ilişkileri kritik bir döneme girmektedir.<br />

Kısaca ifade etmek gerekirse; şimdi<br />

Gürcistan için yap ya da yık zamanıdır.<br />

Her şeye rağmen, Moskova’yla bağların<br />

onarılmasına çalışmak, eski Gürcistan<br />

Devlet Başkanı Edward Shevardnadze’nin<br />

Rusya’yla denge politikasını teşvik<br />

etmek olarak kabul edilebilir. Böyle bir<br />

senaryoda, Gürcistan’ın Avrupa-Atlantik<br />

hedefinden sapması ve neticesinde<br />

kurumsal reformların akamete uğraması<br />

riski bulunmaktadır. Benzer olarak,<br />

Başkanı ile görüşüyor. 10 Kasım <strong>2012</strong> http://georgiaonline.ge/<br />

news/a1/economy/1352580419.php adresinden ulaşılabilir.<br />

42 44


Kuzey Kafkasya’da Güvenlik ve İşbirliği<br />

Dr. Farhad Mehdiyev<br />

Günümüzün güvenlik paradigmaları göz<br />

önüne alınırsa, meşru sayabileceğimiz<br />

güvenliğin sağlanması için, bölge içindeki<br />

devletlerin işbirliği ve diyaloğu, bir gücün<br />

ezici üstünlüğe dayanarak şartları dikte<br />

etmesinden çok daha önemli ve gereklidir.<br />

Ülkeler arasındaki çıkarlar çatışabilir,<br />

bununla beraber olası uzlaşma yollarının<br />

bulunması zor değildir ve uluslararası<br />

ilişkiler tarihi buna dair birçok örneğe<br />

sahiptir. Mesela AB'ye üye devletlerin<br />

çıkarlarının uzlaştırılması iyi bir örnektir.<br />

SSCB'nin dağılmasıyla iki kutuplu düzenin<br />

son bulması ve BM örgütünün bazı<br />

sorunların çözümünde etkisiz olması, adil<br />

uluslararası düzen için bölgeselleşmenin<br />

önemini artırmaktadır. Çünkü tek bir<br />

gücün hakim olduğu düzenler genellikle<br />

daha adaletsiz olur.<br />

Bölgeselleşmenin Önemi<br />

Vurgulandığı gibi, ikikutuplu dünya<br />

düzeninin sona ermesi bölgeselleşme<br />

eğilimlerini daha da hızlandırmıştır. Çünkü<br />

süper gücün çıkarları ile uygun olmaması<br />

durumunda somut bir devletin olabilecek<br />

tek çıkar yolu, desteği diğer forumlarda<br />

aramak olacaktı. Bölgesel birlikler de bu<br />

platformlardan biriydi.<br />

K afkasya ve <strong>Hazar</strong> Bölgesi ülkelerinin<br />

bölgeselleşmeleri için birkaç neden bulunmaktadır.<br />

Büyük bir kısmının denizlere çıkışı olmayan bu<br />

ülkelerin de işbirliğine gitmeleri bağımsızlıklarını<br />

ve hareket serbestliklerini korumak için şarttır.<br />

Bu ülkelerin ciddi güvenlik sorunlarının<br />

önemli bir kısmı aslında ortaktır ve bu<br />

durumda da bunların birbirinden ayrı<br />

düşünülmemesi gerekir. 1 Bu güvenlik<br />

sorunlarının başında siyasi ve ekonomik<br />

bağımsızlığı güçlendirip koruyabilmek<br />

gelir.<br />

K afkasya ve <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nin jeopolitik<br />

önemi doğal kaynaklardan başka coğrafi<br />

konumlarına da bağlıdır. Bu bölge önemli<br />

uluslararası aktörler arasında tarihte çatışma ve<br />

nüfuz alanı olmuştur.<br />

1 Buzan, Barry. People, States and Fear: An Agenda For International<br />

Security Studies in<br />

the Post-Cold War Era, 2nd Edition, 1991, Hertfordshire:<br />

Harvester Wheatsheaf ,, s. 190.<br />

HAZAR RAPORU<br />

45 43


Çarlık Rusya’sı genişleme sürecinde bu<br />

bölgeleri ele geçirmişti. Bunları elde<br />

tutmakla aslında kendi de asgari sınırlarını<br />

garanti altına almayı amaçlamaktaydı.<br />

Örneğin; Kafkasya’da Türklerin, Farsların<br />

ve Rusların çıkarları çatışmaktaydı. 2 Orta<br />

Asya bakımından ise bunu İran, Çin ve<br />

Rusya açısından söylemek mümkündür.<br />

<strong>Hazar</strong> Bölgesi’nin petrolleri ilgisini<br />

çekmiş İngiltere’nin Birinci Dünya Savaşı<br />

sırasında Azerbaycan’a çıktığını biliyoruz.<br />

Lakin zamanla ABD de, Kafkaslara ve<br />

Orta Asya’ya ilgi duymaya başlamış, bir<br />

taraftan bu ülkelerin bağımsızlıklarını<br />

Rusya’ya karşı desteklemiş, diğer taraftan<br />

da Kafkaslarda İran’ın, Orta Asya’da<br />

ise Çin’in nüfuzunun artmaması için<br />

politikalar yürütmüştür. 3 Kafkasya ve Orta<br />

Asya politikası ile ABD aynı zamanda Çin,<br />

Afganistan ve Pakistan’a yönelik siyasetini<br />

de pekiştirmiştir. ABD’nin bölgeye yönelik<br />

politikası buradaki ülkelerin ekonomik<br />

ve siyasi bağımsızlıklarını, Kafkasya<br />

ülkelerinin ise özellikle Rusya ve İran’a<br />

karşı bağımsızlığını güçlendirmektir. 4<br />

Bu bağlamda, Avrupa’nın Rusya’dan gaz<br />

bağımlılığını azaltmak ve bölge ülkelerinin<br />

rekabet ve dayanaklılık gücünü artırmak<br />

için ABD Dışişleri Sekreteri (Bakanı)<br />

Hillary Clinton’un 17 Ekim <strong>2012</strong> tarihinde<br />

Georgetown Üniversitesi’nde söyledikleri<br />

çok manidardır:<br />

2 George Friedman, “The Caucasus Cauldron”, Today.az, 12<br />

July 2010.<br />

3 Özden Zeynep Oktav, American Policies Towards the<br />

Caspian Sea and The Baku-Tbilisi-Ceyhan Pipeline, Perceptions,<br />

Spring 2005, s.20.<br />

4 İnnesa Baban and Zaur Shiriyev, The US South Caucasus<br />

Strategy and Azerbaijan, Turkish Policy Quarterly, Volume 9<br />

Number 2, s.94<br />

“ABD, Güney Gaz Koridoru'nun<br />

gerçekleşmesi için bölge ülkelerine her<br />

türlü yardımı gösterecektir”. 5 Clinton’un<br />

dediği gibi, tekeller risklidir. Çünkü enerji<br />

bakımından bir devlet başkasına bağlıysa,<br />

bu iktisadi ve siyasi bağımsızlığın kaybına<br />

yol açar. Enerji bağımlılığı, kimi devletler<br />

bakımından tüketimde, kimi devletler<br />

bakımından ise enerjinin naklinde ortaya<br />

çıkmaktadır.<br />

Karşılıklı Ticaretin Önemi Ve Açık<br />

Kapılar Siyaseti<br />

F<br />

etih ve işgal İkinci Dünya Savaşından<br />

sonra meşru bir toprak edinme aracı olmaktan<br />

çıkmıştır. İşgal yasağı uluslararası hukukun<br />

ius cogens (üstün hukuk) kuralları arasına<br />

dâhil olmuştur. Bu durumda da bölge devletleri<br />

arasında elbette ki rekabet edecekti, ama bu<br />

rekabet kendisini daha çok uluslararası ticarette,<br />

enerji kaynakları üzerinde kontrol imkânlarında<br />

ve sınırdışı etkinlik alanlarında gösterecekti.<br />

Bu da birinci derecede sınırların açık<br />

tutulmasını gerektirmektedir. Gerçi<br />

ekonomisi güçlü olan devletler bu<br />

rekabette elbette ki daha avantajlı<br />

durumda idiler, lakin teknolojiye ihtiyaç<br />

duyan az gelişmiş devletlerin de rekabetten<br />

çekinerek kapalı ekonomi modeline<br />

geçmeleri düşünülemezdi.<br />

Bölge ülkelerin ekonomik güvenliklerini<br />

sağlama açısından, sınırların ve arazilerin<br />

5 Konuşmanın kaydı için bakınız: http://www.georgetown.<br />

edu/news/hillary-clinton-energy-webcast-archive.html<br />

46 44


irbirine açık tutmaları, ulaşım, enerji,<br />

karşılıklı ticaret konularında işbirliğine<br />

gitmeleri şarttır. Ekonomik güvenlik<br />

derken, burada ihraç-ithal dengesinin<br />

tutturulması, milli dövizin korunması, bir<br />

kaynaktan asılı duruma düşmeme, ülke içi<br />

rekabetin korunması, iş yerlerinin açılması,<br />

yatırımların teşvik edilmesi gibi sorunlar<br />

akla gelmektedir. Lakin bu konuda<br />

bölge devletlerini birbirine rakip olarak<br />

görmemek gerekir. Ülke içi rekabetin<br />

artması olumlu bir olgudur; ülkelerarası<br />

rekabet ise, özellikle serbest ticaret bölgesi<br />

kapsamında, daha geniş arazide rekabetin<br />

uygulanmasıdır. Örneğin; Gürcistan’ın<br />

turizm sektörünün canlandırılması, bölge<br />

devletlerinin zararına yorumlanamaz. Bir<br />

ülke içinde belli bir rekabet derecesinin<br />

olması gerekir. Bu durum uluslararası<br />

alanda da hoş görülmelidir. Nitekim AB<br />

içindeki rekabetin canlı ve zaruri tutulması<br />

bu tezin en uğurlu dayanağıdır.<br />

Bu bakımdan bölgede Azerbaycan-<br />

Gürcistan-Türkiye üçlüsü iyi bir örnektir.<br />

Türkiye ve Azerbaycan işadamlarının<br />

Gürcistan’a yatırım yaptıkları gibi,<br />

Gürcistan Hükümeti de bu yatırımları<br />

çekmeye çalışımaktadır.<br />

Bölgesel Güvenlik Anlayışı<br />

Burry Buzan bölgesel güvenlikten<br />

bahsederken belli bir coğrafi alanın<br />

bölge olarak kabul edilmesi için buradaki<br />

ülkelerin ortak güvenlik kaygılarının<br />

olması gerekliliğini de söyler. 6 Bu öğretiyi<br />

bazen Kopenhagen Okulu diye anarlar.<br />

Böyle değerlendirildiğinde, Kafkasya ve<br />

Orta Asya devletlerinin ortak güvenlik<br />

sorunları bölgedeki bir diğer devlet olan<br />

Ermenistan ile çatışma halindedir. Çünkü<br />

Ermenistan, bir taraftan Kafkasya’da<br />

Rusya’nın esas dayanak üssüdür, diğer<br />

taraftan İran’la da sıkı ilişkiler kurarak,<br />

İran’ın uranyum siyasetine karşı da<br />

uluslararası aktörlerin çabalarını<br />

zayıflatmakta, Batının politikasına zıt bir<br />

politika izlemektedir. Böylece Türkiye’den<br />

başlayarak yatay çizgi ile Doğuya uzanan<br />

bir güvenlik “bloku”, kuzeyden güneye<br />

inen Rusya- Ermenistan-İran bloku ile<br />

kesişmektedir. 7<br />

Gerçi İran siyasetinde ABD ve Rusya’nın<br />

amaçları farklı olmakla beraber, bir kaç<br />

mesele de üstüste düşmektedir. Bunların<br />

başında İran’ın karbo-hidrat kaynaklarının<br />

dondurulması ve bunların geniş ölçüde<br />

uluslararası pazara çıkışının önlenmesi<br />

gelmektedir. Bu durum Rusya’ya, kendi<br />

petrol ve gazına daha rahat alıcı bulmak<br />

için lazımdır.<br />

O ysa ABD, İran’ın enerji kaynaklarını<br />

gelecekte kullanmak için stoklama amacını<br />

gütmektedir;<br />

6 Buzan, People, States and Fear, s.27.<br />

7 Özden, s.21.<br />

HAZAR RAPORU<br />

47 45


aynı zamanda bir diğer amaç <strong>Hazar</strong><br />

Havzası petrolünü de rakip olmadan Batı<br />

pazarlarına taşımaktır.<br />

Yukarıda da vurgulandığı gibi, ABD’nin<br />

bölgeye yönelik dış politikasındaki biri<br />

de <strong>Hazar</strong> ve Orta Asya karbo-hidratların<br />

Avrupa pazarlarına çıkarmaktır. Oysa<br />

Ermenistan tam ters sonuca sebep olan<br />

politika izlemektedir.<br />

H atta Erivan Hükümeti, Batı için çok önemli<br />

olan <strong>Hazar</strong>’daki enerji altyapısına da açık tehdit<br />

savurmaktan çekinmemektedir. Örneğin 16<br />

Ekim <strong>2012</strong> tarihinde Ermenistan Genelkurmay<br />

Sözcüsü General Artak Davityan basın<br />

mensuplarına bir demeç vermiş; Ekim aylarında<br />

yapılan askeri bir tatbikatta uzun menzilli<br />

füzelerin kullanılma planlarından bahsetmiş,<br />

hedef olarak ise karşı tarafin hem askeri, hem<br />

de gaz ve petrol rafineleri gibi enerji altyapısı da<br />

seçilmiştir demekle, 8 açık şekilde Azerbaycan’daki<br />

Uluslararası Petrol Konsorsiyumu’nun<br />

yatırımlarını hedef almıştır.<br />

Ekonomik İşbirliği Teşkilatı<br />

1985 yılında Türkiye, Pakistan ve İran<br />

arasında kurulan ECO (Economic<br />

Cooperation Organisation) aslında bir<br />

bölgesel güvenlik örgütüdür. Amacı<br />

üyeler arasında ticari ve medeni, bilimsel<br />

işbirliğini artırmak olsa da, 9 gerçek<br />

8 Reşad Suleymanov, Ermenistanın Uzun Menzilli Raket<br />

Mifi, 18.10.<strong>2012</strong>, http://www.lent.az/xeber_105808_<br />

Ermənistanın_uzaq_mənzilli_raket_mifi _ARAŞDIRMA<br />

9 http://www.ecocci.com/NDC/Generic/Content/About.<br />

aspx<br />

amacı karşılıklı ilişkilerin artırılması ile<br />

dünyanın süper güçlerinden daha az<br />

bağımlı durumda kalmak, karşılıklı desteği<br />

artırmaktır. Peki, bölge devletlerinin buna<br />

ihtiyacı var mı Elbette. Gürcistan’ın bu<br />

birliktelikte olmaması da dikkat çekicidir.<br />

Dış entegrasyonu tamamen Batıya<br />

odaklamış Gürcistan, “Batı-dışı” diğer<br />

ittifaklardan kaçınmaktadır. Ermenistan’ın<br />

ECO`da ya da AB uyum sürecinde yer<br />

almaması yine başka bir süper-gücün<br />

uydusu olmakla açıklanıyor.<br />

Ermenistan’ın Dış Politika Ekseni<br />

Sovyetler Birliği’nin 1991’de<br />

parçalanmasından bu yana Ermenistan,<br />

Dağlık Karabağ savaşını körüklemiş ve<br />

onun dış politikasını da esasen Dağlık<br />

Karabağ etkenleri belirlemiştir. Birçok<br />

eski Sovyet Cumhuriyetlerinden farklı<br />

olarak Ermenistan, Batıda kuvvetli Ermeni<br />

lobisine sahiptir. SSCB’de en yüksek göç<br />

oranı Ermeniler arasında olmuş, özellikle<br />

Amerika’da olan Ermeniler bu göçü belli<br />

bir oranda desteklemişti. Avrupa’da ve<br />

Amerika’daki önemli Ermeni azınlığının<br />

yardımıyla, Batı ile entegrasyon yolunu<br />

tutmamış Rusya yanlısı Ermenistan, dış<br />

politikasını dünyadan tam tecrit olmadan<br />

sürdürebilmiştir. Hatta bazen başarılı da<br />

olmuştur.<br />

Azerbaycan topraklarını işgal eden<br />

Ermenistan, ABD’deki lobisinin (ANCA<br />

ve AAA) yardımıyla Azerbaycan’ı<br />

“ablukacı” devlet olarak göstermiş;<br />

48 46


“Freedom Support Act”a 907’nci paragrafı<br />

Kongreden geçirmiştir. Bu paragraf ile<br />

ABD bütçesinden Azerbaycan’a doğrudan<br />

yapılan maddi yardım yasaklanmıştır.<br />

Ancak 2001 yılında Kongre, “Başkan<br />

gerekli gördüğü halde bu maddeyi<br />

uygulamayabilir” diye 907’nci paragrafta<br />

bir değişiklik yapmıştır. Halbuki<br />

Ermenistan İsrail’den sonra, kişi başına<br />

en yüksek miktarda Amerika’dan yardım<br />

alan devlettir. 10 1992 yılından başlayarak<br />

Ermenistan ABD'den yılda 180 milyon<br />

ABD Doları civarında yardım almış,<br />

2000-2010 yılları arasında ise bu yardım<br />

900 milyon ABD Dolarına ulaşmıştır. 11<br />

1992 yılından bu yana ise toplam ABD<br />

devlet yardımı 2 milyar ABD Dolarını<br />

geçmiştir. 12 Özellikle İran’la olan işbirliği<br />

gözönüne alındığında bölgede anti-<br />

Amerikan siyaset yürüten Ermenistan,<br />

ABD’deki güçlü Ermeni lobisinin desteği<br />

hesabına manevra yapabilmektedir. 13 Oysa<br />

Wikileaks sızmalarına göre, 2008 yılında<br />

Ermenistan Hükümeti İran’a füze ve<br />

makineli tüfekler vermiş, bu silahlar da<br />

daha sonra Irak’ta görev yapan Amerikan<br />

askerlerine karşı kullanılmış, çatışmaların<br />

10 Mainville, Michael. “Second-Largest Recipients of U.S. Aid,<br />

Armenians Fight To Get Ahead.” The Sun. 9 Aug. 2005. Web.<br />

18 Jul. <strong>2012</strong>.<br />

11 US State Department, BUREAU OF EUROPEAN AND<br />

EURASIAN AFFAIRS, Foreign Operations Appropriated<br />

Assistance: Armenia, April 1, 2011,http://www.state.gov/p/eur/<br />

rls/fs/167286.htm<br />

12 Nichol, Jim. “Armenia, Azerbaijan, and Georgia: Political<br />

Developments and<br />

Implications for U.S. Interests.” Congressional Research Service.<br />

15 Jun. <strong>2012</strong>. Web. 18 Jul. <strong>2012</strong>. .<br />

13 Lucas, Edward. The New Cold War: Putin’s Russia and the<br />

Threat to the West. New York: Palgrave Macmillan, 2009. Print.<br />

en az bir piyadenin ölümü ile sonuçlandığı<br />

da kanıtlanmıştır. 14<br />

Ermenistan’da Krizler<br />

Azerbaycan topraklarını işgal eden<br />

Ermenistan, bölgede Azerbaycan<br />

üzerinden geçen birçok kalkınma<br />

projesinden ayrı kalarak, derin ekonomik,<br />

sosyal ve demografik krize düşmüştür.<br />

Traceca, Bakü - Ceyhan, Bakü - Erzurum<br />

boru hatları gibi yatırımlardan yararlanmış,<br />

bunun karşılığında Rusya’dan kredilenme<br />

yoluna gitmiştir. Silah alımı dâhil olmakla<br />

birlikte, bütçe açıkları için doğrudan<br />

Rusya’dan borç alan Ermenistan,<br />

gittikçe daha çok Rusya’dan asılı duruma<br />

düşmüştür. Forbes dergisine göre, 2011<br />

yılında Ermenistan ekonomisi dünyanın en<br />

kötü 2’nci ekonomisi olmuştur. 15<br />

Ermenistan’ın maliye yardımı aldığı<br />

bir diğer kaynak da yurtdışında<br />

yaşayan Ermenilerdir. Mesela<br />

Amerika Ermenileri her yıl 1 milyar<br />

dolar civarında Ermenistan’a maddi<br />

yardımda bulunmaktadırlar. 16<br />

Fransa’da yaşayan Ermeni lobisi de<br />

etkili yardım göstermektedir. Rusya’da<br />

yaşayan Ermeniler de, örneğin; 2008<br />

yılında 670 milyon ABD doları, 2010<br />

14 Lake, Eli. “WikiLeaks: Armenia sent Iran arms used to kill<br />

U.S. troops.” The<br />

Washington Times. 29 Nov. 2010. Web. 18 Jul. <strong>2012</strong>.<br />

15 “Armenia ranked 2nd in Forbes list of World’s Worst<br />

Economies in 2011”. “PanArmenian”. July 6, 2011. Retrieved<br />

July 6, 2011.<br />

16 “Cash Transfers To Armenia Jump To New High”, ArmeniaLiberty<br />

(RFE/RL), August 5, 2008.<br />

HAZAR RAPORU<br />

47 49


yılında ise 1113.4 milyon ABD doları<br />

para transferinde bulunmuşlardır. 17<br />

Böylece yurtdışından para transferleri<br />

Ermenistan’ın milli gelirinin % 15-30'unu<br />

oluşturmaktadır.<br />

E rmenistan’ın bu şekilde finansmanı, kendi<br />

güvenliğini bölgedeki ülkelerle güvenli ticari<br />

münasebetlerde değil, diğer güçlerin hesabına<br />

temin etmesine sebep olmaktadır.<br />

E rmenistan’ın maruz kaldığı krizler sadece<br />

ekonomik olanlar değil. Ülkede ağır demografi<br />

krizi de yaşanmaktadır. Ermenistan nüfusunun<br />

büyük bir kısmı ülkeyi ilk firsatta terk etmeyi<br />

düşünmektedir. 18 Amerika ermeni lobisi ise,<br />

Ermenistan’da Ermenileri tutmanın yolunu<br />

aramakta, hatta Suriye’den kaçan Ermenilerin<br />

Karabağ’da yerleşmeleri için maliye yardımı<br />

ayırmaktadır.<br />

Amerikan Desteğinin Perde Arkası<br />

Demokratik değerlerden uzak olan,<br />

bölgede Rusya’nın gücünü artıran ve İran<br />

rejimini destekleyen Ermenistan, Batının<br />

desteğini nasıl elde etmektedir<br />

ABD’de çok güçlü ve eski sayılabilecek<br />

2 lobi kurumu olan Armenian National<br />

17 Посольство Российской Федерации в Республике<br />

Армения, Российско-Армянское Торгово-Экономическое<br />

Сотрудничество, h t t p ://www.armenia.mid.ru/relat_econ.<br />

html<br />

18 Aram Hovasapyan, The Real Armenian Question<br />

Not Discussed, The Official Blog of the Armenian National<br />

Committee of America - Western Region, August 8, <strong>2012</strong>,<br />

http://ancawr.org/<strong>2012</strong>/08/08/the-real-armenian-questionnot-discussed/<br />

Congress of America (ANCA) ve<br />

Armenian Assembly of America (AAA),<br />

Ermenistan’a mali ve siyasi desteği<br />

sürdürmek için uzun zamandır faaliyet<br />

göstermektedir. Özellikle zengin Ermeni<br />

işadamlarını birleştiren ANCA, Kongre<br />

nezdinde çok etkindir. İlgili Kongre<br />

dinlemelerine kendi temsilcisi ile<br />

daima katılmakta, Ermenistan’ın işgalci<br />

politikalarına değinmeden, “Azerbaycan ve<br />

Türkiye’nin ablukasını” vurgulayarak pazar<br />

ekonomisinin kurulması, Ermenistan’ı<br />

bölgeye entegre edilmesi gerektiği<br />

nedenlerini ileri sürerek Ermenistan’a<br />

destek elde etmektelerdir. 19 Hâlbuki<br />

Amerika’nın Ermenistan’a gösterdiği<br />

desteğin mantıksız olduğu, ABD’nin<br />

dış politika çıkarlarına ters düştüğü,<br />

Ermenistan’ın demokrasiyi boğduğu,<br />

bizzat Amerikalı uzmanlar tarafindan da<br />

ifade edilmiştir. 20 Gerçi ABD dış politikası<br />

amaçlarına baktığımızda, Ermenistan’ı<br />

Rusya’nın egemenliğine teslim etmek<br />

istemediğini anlamak mümkündür; ama<br />

görülen odur ki, seçilen yol pek olumlu<br />

sonuçlar vermemektedir.<br />

Er Ryan’ı Kurtarmak…<br />

Bir taraftan Ermeni lobisinin etkisi,<br />

diğer taraftan da bölgede Rusya’nın<br />

etkinliğini frenlemek amacıyla, Batı<br />

19 “ANCA Testifies before Congressional Foreign aid Committee”,<br />

The Armenian Weekly Online, p.1, April 2001, http://<br />

free.freespeech.org/armenian/weekly<br />

20 Heather S.Gregg, Divided They Conquer: The Success<br />

of Armenian Ethnic Lobbies in the US, available at: http://<br />

intersci.ss.uci.edu/wiki/eBooks/Articles/Success%20of%20<br />

Armenian%20Lobbies%20Gregg.pdf<br />

50 48


Ermenistan’ı Rusya’nın mandasından<br />

kurtarma çabasında olduğunu görmek<br />

mümkündür. Mesela Türkiye-Ermenistan<br />

sınırının açılmasını öngören Zürih<br />

Protokolleri'nin esas hedefi, uluslararası<br />

ticarete açılan Ermenistan’ın, en azından<br />

ekonomik olarak Rusya’dan daha bağımsız<br />

hale gelmesi ve bölgede Rusya’nın<br />

yayılmacılığını pekiştirmesini engelleyip;<br />

tam tersine, bölgeyi daha bağımsız hale<br />

getirmesidir. Lakin Batının bu çabaları<br />

fazla etkili olmamaktadır. Ermenistan<br />

ekonomisinde Rusya’nın payı gittikçe<br />

büyümekte, Ermenistan’ın Rusya’ya olan<br />

borçlarını ödeyememesi ve yeni borçlar<br />

istemesi nedeniyle, Rusya Ermenistan’da<br />

çeşitli enfrastrüktür ünitelerini ele<br />

geçirmektedir. 21 Gaz, su, elektrik, tren<br />

rayları sistemi, hatta devlet hava yolları<br />

– anonim ortaklıklara dönüştürülmüş<br />

ve payların önemli bir kısmı – Rusya<br />

Devleti'ne aittir. Ermenistan Rusya’dan<br />

aldığı 500 milyon dolarlık krediyi<br />

denge fonu olarak başarısız bir şekilde<br />

kullanmış, AB’den reform yolunda kötü<br />

puan almaları sebebiyle Avrupa’dan mali<br />

yardım sağlayamamıştır. Bu nedenle<br />

Rusya’dan <strong>2012</strong> yılında tekrar kredi<br />

istemek zorunda kalmıştır. Lakin bu sefer<br />

istenen kredi 1 milyar dolar civarındadır.<br />

Ermenistan’ın eski Başbakanı Grant<br />

Bagratyan’ın ifadesine göre, Ermenistan<br />

1 milyar dolarlık krediyi almasa, 2013<br />

yılında default (geri ödeme) tehlikesi<br />

ile yüz yüze kalacak, şayet bu krediyi<br />

21 Fatma Aslı Kelkitli, Russian Foreign Policy in South Caucasus<br />

under Putin, PERCEPTIONS • <strong>Winter</strong> 2008, s.82<br />

alırsa, default tehlikesi 2015 yılına<br />

kadar ertelenebilecektir. 22 2009 yılında,<br />

Ermenistan aldığı krediyi 4 yıl sonra, 2013<br />

yılında ödemeye başlamalı, Libor + % 3 faiz<br />

üzerinden ödemeler gerçekleştirilmelidir.<br />

Lakin mevcut durumda Ermenistan’ın dış<br />

borç ödeme imkanları zordur ve bu durum<br />

da, Ermenistan’ın eski Başbakanı'nın kendi<br />

ifadesiyle, Ermenistan kendi bağımsızlığını<br />

ve siyasetini Rusya’ya kurban vermesiyle<br />

sonuçlanmaktadır. 23 Tekrar istenilen 1<br />

milyar dolarlık kredi için Rusya başka bir<br />

vaatte bulunmamıştır. Lakin bu meselenin<br />

son günlerde anılmaması, iki devlet<br />

arasında bir anlaşmanın elde edildiğine<br />

işarettir.<br />

Bu durumda Batının Ermenistan’ı<br />

desteklemesi aslında amacına<br />

ulaşamamakta ve tam tersi sonuçlara sebep<br />

olmaktadır.<br />

Ermenistan’ın bölgede Rusya’ya<br />

güvenmesinin kendisi açısından mantıklı<br />

olduğu savunulabilir. Rusya’nın desteği<br />

ile Ermenistan gerçekten topraklarını<br />

büyütebilmiş, Azerbaycan topraklarından<br />

22 bin km 2 işgal etmiştir ve işgali devam<br />

etmektedir. Azerbaycan ve Türkiye<br />

Ermenistan’a bazı iktisadi yaptırımlar<br />

uygulasa da, Ermeni tarafi saldırgan<br />

politika izlemekle ayakta kalmayı<br />

başarmıştır. Ermenistan BDT ve askeri<br />

blok olan Kolektif Savunma Anlaşması<br />

22 Armenia Today, Грант Багратян: Кредит в $1 млрд<br />

отсрочит дефолт в Армении на 2 года, 16.07.<strong>2012</strong>., http://<br />

www.armtoday.info/default.aspLang=_Ru&NewsID=69853<br />

23 Ibid.<br />

HAZAR RAPORU<br />

51 49


Teşkilatı'nın üyesi olmakla birlikte<br />

“soykırımı tanıtma” kampanyasını<br />

sürdürmeye devam etmektedir.<br />

Ermenistan’ın Türkiye ile sınırları açması<br />

ve dış ticarete atılması durumunda fazla<br />

bir şey elde edemeyeceği, ihracatında<br />

önemli bir değişiklik olmayacağını ileri<br />

sürmek mümkündür. 24 Yani iddia edilebilir<br />

ki, Ermenistan bölgeye entegrasyon<br />

sağlasaydı bile kendi milli çıkarları<br />

bakımından daha avantajlı bir konumda<br />

zaten olmayacaktı. Mevcut durumda<br />

ise o hem Rusya’nın korumacı kanadı<br />

altına sığınmış, hem de Batıdaki lobilerin<br />

desteğinden yararlanmaktadır. Ermenistan<br />

siyasi makamlarının düşündüğü de her<br />

halde budur.<br />

Lakin bu varsayımların gerçeklik payı hayli<br />

tartışmalıdır. Çünkü aşağıda tartışacağımız<br />

tezler durumun daha farklı şeyler<br />

gerektirdiğini ortaya koymaktadır.<br />

Dağlık Karabağ meselesinde Ermenistan<br />

Azerbaycan’la uzlaşabilseydi, bir kaç<br />

alanda ilerleme sağlamış olacaktı. Evvela<br />

bölgesel yatırım projelerine dâhil edilerek<br />

karşılıksız diyebileceğimiz yatırımları<br />

çekmiş olacaktı. Ayrıca Türkiye ve<br />

Azerbaycan’la, Türkiye üzerinden karayolu<br />

ile olacak şekilde Avrupa’yla ticaretini<br />

artıracaktı. Bütün bunlar Ermenistan’ın<br />

artan borçlarından dolayı altyapısının<br />

24 Ermenistanın 2011 yılı için ihracatı 1.3 milyar USD<br />

oluşturmuş, bunun %15 bakır olmuş Ermenistanın esas ihraç<br />

maddeleri bakır, molibden, elmas, altın ve alkollü içeceklerdir.<br />

İhracatda ilk 3 ülke Almanya, Rusya ve Bulgaristandır.<br />

Rusya’nın eline geçmemesine sebep<br />

olacaktı. 25 Belli ki Rusya bu alanlara<br />

gerekli yatırımı yapmadığından,<br />

Ermenistan bu işlemlerden bir avantaj<br />

elde edememiş, çünkü ihracatının esas<br />

kalemleri hammaddedir. 20<strong>02</strong> yılında<br />

Ermenistan Parlamentosunun onayladığı<br />

hükümetler arası anlaşmaya göre, ülkenin<br />

en büyük çimento fabrikası, ülke ihtiyacı<br />

olan elektriğin %40’ını üreten Radzan<br />

Elektrik Santrali Mars Askeri Elektrik<br />

Sanayisi Kurumu Ermenistan’ın 100<br />

milyon ABD doları borcu karşılığı<br />

olarakRusya’yadevredilmiştir. 26 2013<br />

yılından itibaren 2009 yılında Rusya’dan<br />

aldığı borcu nasıl geri ödeyeceğini<br />

bilemeyen Ermenistan, yeni borçlar<br />

istemektedir. Şu bir gerçektir ki,<br />

Rusya’nın Ermenistan’a karşı pek cömert<br />

davrandığını da söylemek zordur.<br />

Buna,Rusya’nınErmenistan’a sattığı gazı<br />

örnek gösterebiliriz. Gaz satışı Ermenistan<br />

üzerinde en büyük baskı araçlarından<br />

biridir. Şöyle ki Ermenistan’da<br />

tekelci gaz satıcısı konumunda olan<br />

“ArmRosGazprom” şirketinin hisse<br />

senetlerinin %80’i Rusya’ya, %20’si<br />

Ermenistan’a aittir. Sadece <strong>2012</strong> yılda<br />

Ermenistan 241 milyon ABD doları<br />

değerinde gaz almış, gazın 1 metreküpüne<br />

de 220 dolar ödemiştir. Nisan 2013 tarihi<br />

25 Kelkitli, s.83<br />

26 Aleksandr Chepurin, “On Yerevan’s Foreign Policy”, International<br />

Affairs (Moscow)<br />

Vol. 50, No.2 (April 2004), p. 117 and Andrei P. Tsygankov, “If<br />

Not by Tanks, then by<br />

Banks The Role of Soft Power in Putin’s Foreign Policy”, Euro-<br />

Asia Studies, Vol. 58,<br />

No. 7 (November 2006), p. 1091.<br />

52 50


için bu fiyatın 330 dolara çıkarılması<br />

beklenmektedir. Ermenistan’ın işgalci<br />

siyaseti olmasaydı, Azerbaycan’dan düşük<br />

fiyata gaz alabilecek ve sadece <strong>2012</strong><br />

yılı için en az 70 milyon dolar tasarruf<br />

edebilecekti. 27 Bu tasarrufun önemini<br />

anlamak için, Ermenistan yıllık bakır<br />

satışı 2010 yılı için 210 milyon dolar<br />

olduğunu hatırlamak gerekir. 28 <strong>2012</strong><br />

yılının sonuna doğru Ermenistan’ın dış<br />

borcu 4.5 milyar dolar civarındadır, yani<br />

GDP`nin yarısından çoğu. 29 Bir başka<br />

örnek de Türkiye pazarıdır. Ermenistan’ın<br />

esas ihraç maddeleri bakır ve molibdendir.<br />

Türkiyeher iki metali de ithalattan<br />

karşılamaktadır. 30 Ermenistan bu iki metali<br />

esasen Almanya’ya satmaktadır.Oysa<br />

taşıma mesafesinin uzunluğu maliyeti<br />

artırmakta ve Ermenistan’ın gelirini<br />

azaltmaktadır. 31<br />

Ermenistan’ın ekonomik durumunun<br />

iyileşmesi ülkeden göçü engelleyeceği<br />

gibi, istihdamı ve demografik artımı<br />

da pekiştirecektir. Üstelik şimdi süren<br />

ekonomik krizin yavaşlayacağı, üretim,<br />

istihdam ve tüketim de artacaktır.<br />

27 Грузия покупает газ у России, 03.<strong>02</strong>.<strong>2012</strong>,<br />

http://www.dni.ru/economy/<strong>2012</strong>/2/3/226828.html<br />

28 Ermenistan Başbakanlık yanında Devlet Gelirleri Komitesinin<br />

2010 raporu. Lakin devletin bu satıştan elde ettiği gelir<br />

sadece 60 milyon USD oluşturmuştur.<br />

29 Общий госдолг Армении в январе-июле составил<br />

около $4,2 млрд. – Минфинhttp://www.armbanks.<br />

am/<strong>2012</strong>/08/29/40805/<br />

30 Türkiyede 2 milyon tona yakın bakır rezervlerinin olduğu<br />

tahmin ediliyorsa da, işletilen molibden yatağı hiç yoktur. Her<br />

iki metal esasen elektrik sanayisinde kullanılmaktadır.<br />

31 Bunlara Almanyada iktisadi kriz neticesinde talebin<br />

azaldığını, oysa Türkiyede tam tersine talebin arttığını eklenecek<br />

olursa, Ermenistanın elde edebileceği gelir daha da artmış<br />

olurdu.<br />

HAZAR RAPORU<br />

51 53


Türk Dış Politikası Açısından Kafkasya<br />

ve Orta Asya<br />

Prof. Dr. Mesut Hakkı CAŞIN<br />

Yeditepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim üyesi<br />

‘’Amerika Birleşik Devletleri’nin Avrasya’nın tümü için bütünleşmiş kapsamlı ve uzun vadeli bir<br />

jeostrateji oluşturmasının zamanı gelmiştir. Çünkü A.B.D. bu gün tek süper güçtür ve Avrasya da<br />

yerkürenin merkezi arenasıdır. Hal böyle olunca Büyük Satranç Tahtası özetle Avrasya Bölgesi<br />

başlıca oyuncular ise A.B.D.- Rusya-Fransa-Almanya-Çin-Japonya-İran ve Türkiye’dir.<br />

Giriş<br />

Türk halklarının ana vatanı ve müşterek<br />

tarih, din ve kültürünün şekillendiği<br />

zorlu coğrafyayı teşkil eden Orta Asya ve<br />

Kafkaslar bölgesini, Mackinder “Eurasian<br />

Heartland-Avrasya Kalpgah” bölgesi<br />

olarak tanımlanmıştır. Sovyet rejiminin<br />

çökmesini müteakiben ortaya çıkan yeni<br />

güçler mücadelesi uluslararası ilişkiler<br />

literatüründe “New Great Game-Yeni<br />

Büyük Oyun’’ olarak nitelendirilirken, 1<br />

<strong>Hazar</strong> Havzası jeopolitik anlamda bu<br />

rekabetin odak noktası konumuna<br />

yükselmiştir. 2 Uluslararası kamuoyunun<br />

1 Richard Weitz: ‘’Averting a New Great Game in Central<br />

Asia’’, The Washington Quarterly, Summer 2006, Vol, 29:3, p.<br />

155–167.<br />

2 Avrupa devletler, Rusya’ya doğal gaz ithalatında % 40, petrol<br />

ithalatında ise % 30 oranında bağımlı olmaları nedeni ile Orta<br />

Asya enerji kaynaklarını alternatif çıkış yolu olarak görmektedir.<br />

Avrupa ülkelerinin gaz talepleri 2088 yılında 555 milyar metre<br />

küpten, 2035’de 628 milyar metre küpe çıkması tahmin olunmaktadır.<br />

Buna mukabil, ekonomik büyümesi % 9 artan Çin’in<br />

Zbigniew Brzezinski<br />

hazırlıklı olmadığı bu hızlı değişim<br />

sürecinde Kafkasya ve Orta Asya<br />

devletlerinin egemenliklerini kazanması,<br />

Türk dış politikasının geleneksel<br />

gündeminde “Avrasya İşbirliği Fırsat-<br />

Rekabet Penceresini” tartışmaya açmıştır.<br />

Yirmi yıl süren geçiş süreci içinde AB ve<br />

NATO’nun Doğu Avrupa’da genişlemesi, 3<br />

11 Eylül terör saldırıları ve ABD ve<br />

NATO’nun terörizmle mücadele amacı ile<br />

başlattığı ISAF harekâtı ile Afganistan’a 4<br />

enerji talebinin 2008 ‘de 395 milyar metre küpten, 2<strong>02</strong>5 yılında<br />

395 milyar metre küpe çıkması beklenmektedir. ‘’ The Growing<br />

Geopolitical Role of Central Asia’’, Knowledge Economy Network,<br />

Brussels, Weekly Brief No. 1 – January <strong>2012</strong>.<br />

3 William Wallace: ‘’From the Atlantic to the Bug, from the<br />

Arctic to the Tigris The Transformation of the EUand NATO’’,<br />

International Affairs, Vol. 76, No. 3, Europe: Where Does It Begin<br />

and End , July., 2000, p. 475-493.<br />

4 Stephen M. Saideman and David P. Auerswald: ‘’Comparing<br />

Caveats: Understanding the Sources of National Restrictions<br />

upon NATO’s Mission in Afghanistan’’, International Studies<br />

Quarterly, Vol. 56, No. 1, March <strong>2012</strong>, p. 67-84.<br />

54 52


ve Pf P-Barış İçin Ortaklık projesi ile<br />

İttifakın Güney Kafkasya eksenli genişleme<br />

projeleri, bölgenin stratejik önemini<br />

yükseltmiştir. 5 Türkiye, tüm diğer aktörler<br />

gibi Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan<br />

bölgesel savaşlar ve ekonomik krizlerin<br />

çalkantılı siyasal ve ekonomik düzleminde<br />

yakalamayı başardığı ekonomik<br />

kalkınma modeli ile yükselen bir profil<br />

sergilemektedir. Arap Baharı’nın Orta<br />

Doğu’yu sarstığı günümüzde,<br />

T<br />

ürkiye’nin Orta Asya ve Kafkaslar bölgesi<br />

dış politika ve ekonomik işbirliği stratejileri<br />

başarılı olabilir mi Türkiye, neden bölgeye<br />

yeniden angaje olmalıdır Türkiye’nin bölgede<br />

hangi stratejik çıkarları ve hedefleri mevcuttur<br />

Bu tespite göre, Türk siyasal eliti ve karar vericileri<br />

çok yönlü dış politika ve yeni denge arayışları<br />

kapsamında ülkenin mevcut ekonomik potansiyel<br />

dinamiklerini nasıl harekete geçirebilir<br />

Avrasya bölgesinde Türk iş adamları ve<br />

üniversitelerinin 20 yıllık deneyimleri<br />

dikkate alındığında, etkin bir rol<br />

üstlenebilir mi Küreselleşen dünyada<br />

Türkiye, bölgesel bir aktör olarak<br />

hangi devletler ile işbirliği modelleri<br />

geliştirebilir Bu kısa makalede, Avrasya<br />

bölgesindeki güçler dengesinin değişimine<br />

bağlı olarak Türk dış politikasında 2013<br />

yılında olası yeni değişikliklerin stratejik<br />

analizi hedeflenmiştir.<br />

5 ‘Ermenistan ve Gürcistan NATO Kosova ve Afganistan Harekâtlarına<br />

katkıda bulunurken, Azerbaycan Afganistan Harekâtına<br />

94 askeri personel ile katılmaktadır. NATO, Azerbaycan- Ermenistan<br />

arasındaki Karabağ sorunu ve 2008 Gürcistan savaşı<br />

sonrası gelişmeleri bölge barışı açısından dikkatle izlemektedir.<br />

’NATO’s Partners in the South Caucasus’’, http://www.nato.<br />

int/cps/en/natolive/news_89866.htm<br />

AVRASYA’DA DEĞİŞİMİN<br />

GÜÇLER DENGESİ AÇISINDAN<br />

YENİ BOYUTLARI<br />

“Rusya’nın geleceği, Asya’dadır, Avrupa’da<br />

izlediği güç dengesini koruma politikasını<br />

ve İstanbul’u kuşatma hayallerini terk<br />

etmeli, tüm enerjisini , ulusal çıkarları<br />

adına ve bu çıkarlara en büyük rakip olan<br />

İngiltere’yi dengelemek adına Asya’ya<br />

yöneltmelidir.’’<br />

Rusya Dışişleri Bakanı Gorchakov<br />

Türkiye’nin Kafkasya-<strong>Hazar</strong> eksenli dış<br />

politikasının analizinde, uluslararası<br />

sistem mantığı ve realist teorik düzlemden<br />

yaklaşıldığında, öncelikle bölgedeki tarihi<br />

değişimin boyutlarının ortaya konarak,<br />

güçler dengesi açısından aktörlerin dış<br />

politika davranışlarının analizinin gerekli<br />

olduğu düşünülmektedir. Uluslararası<br />

ilişkilerde “güç” kavramı, “zayıf ” ve<br />

“kuvvetli” devletlerin tanımlanması<br />

ve devletlerin sahip oldukları gücü dış<br />

politikayı yönlendirmek için kullanıp<br />

kullanmamak konusundaki yetenek ve<br />

tercihlerini de belirlemektedir. 6 Doktrinde<br />

Kenneth Waltz, güç olgusunu “başkalarını<br />

etkileyebilmek” olarak tanımlarken,<br />

Robert Gilpin, devletlerin “ekonomikaskeri-teknolojik”<br />

yeteneklerinin<br />

toplamının devletin gücünü yansıttığını<br />

öne sürmüştür. 7 Kanaatimizce Kafkasya,<br />

6 Michael Barnett and Raymond Duvall: ‘’Power in International<br />

Politics’’, International Organization, Vol. 59, No. 1,<br />

<strong>Winter</strong>, 2005, p. 39-75.<br />

7 Margit Bussmann and John R. Oneal :’’ Do Hegemons<br />

Distribute Private Goods A Test of Power-Transition Theory’’,<br />

The Journal of Conflict Resolution, Vol. 51, No. 1, February<br />

2007, p. 88-111.<br />

HAZAR RAPORU<br />

55 53


Orta Asya’nın giriş kapısı, <strong>Hazar</strong><br />

Havzası ise tarihi İpek Yolunun ve<br />

bereketli Avrasya coğrafyasının görkemli<br />

Kervansarayı’dır. Bu noktadan hareketle,<br />

öncelikle bu coğrafi alanda Yolcuların<br />

ekonomik iş birliği talepleri ile Hancı<br />

konumundaki ev sahibi devletlerin<br />

arz kapasitelerinin ortak ve karşılıklı<br />

çıkarlara dayalı fırsat ve risklerin stratejik<br />

boyutlarının irdelenmesinin resmin bütün<br />

olarak anlaşılmasına yardımcı olabileceği<br />

söylenebilir. Tarih boyunca Orta Asya<br />

Türk Milleti’nin ana vatanı olmuştur.<br />

Bozkırda göçebe bir hayat esası yaşayan<br />

Türkler bu coğrafyada kurdukları devletler<br />

ve yerleşik hayatta teşkil ettikleri büyük<br />

şehirler ile Türk medeniyetinin ve bölgesel<br />

kalkınma ve refahın ticaret yolu ile de<br />

gelişiminde yararlı olmuşlardır. 8 Türk<br />

ülkelerinin bulunduğu geniş topraklar<br />

Uluğ Türkistan olarak nitelendirilmiştir. 9<br />

1991 tarihinde SSCB’nin çökmesi ise,<br />

Avrasya’da istikrar ve güç mücadelesini<br />

yeniden gündeme getirmiştir. 10<br />

Öncelikle belirtmek gerekir ki, Kafkasya<br />

ve Orta Asya, birbirine eklemli geniş<br />

coğrafi düzleme sahip olup, petrol ve gaz<br />

rezervlerine ilaveten, zengin su kaynakları,<br />

stratejik madenler ile dünyada artan<br />

nükleer enerji reaktörlerinin ihtiyacı<br />

olan uranyum gibi modern ekonominin<br />

8 V.V. Bartold : “Türkistan ve Türkler”, Çeviren D. Ahsen Batur<br />

: “Orta Asya, Tarih ve Uygarlık”, Selenge Yayınları, İstanbul<br />

2010, s. 28-36.<br />

9 Ramazan Özey: Türk Dünyası, İstanbul 1997, s.33.<br />

10 S. Frederick Starr, “Making Eurasia Stable’’, Foreign Affairs,<br />

January /February, 1996.<br />

zorunlu doğal kaynaklarına sahiptir. Buna<br />

mukabil, Orta Doğu enerji kaynaklarının<br />

denizlere olan bağlantısının aksine,<br />

bölgenin dünya pazarlarına ulaşımı Rusya<br />

topraklarından geçen demiryolları ve<br />

petrol boru hatlarına bağımlıdır. Öte<br />

yandan, jeopolitik olarak bakıldığında 4<br />

milyon kilometre kare geniş topraklara<br />

sahip olan bölge, ancak 61 milyon nüfusa<br />

sahip bulunurken, 1 milyar insan gücü ile<br />

Hindistan ve 1.5 milyarlık Çin’in asimetrik<br />

demografik baskısı, bu devletlerin hızla<br />

artan enerji açığının bölgeden karşılanması<br />

paradoksunu gündeme getirmiştir. Bu<br />

tespitten hareketle, öncelikle, Avrasya’da<br />

neler değişti sorusu ve satrançta küresel<br />

aktörlerin 11 konumlarının istikametleri ne<br />

yönde olacaktır sorusuna cevap aranması<br />

gerektiği varsayılmaktadır. Buna göre,<br />

Soğuk Savaş sonrasında Kafkasya ve Orta<br />

Asya’nın uluslararası sistemdeki konumu<br />

siyasal ve ekonomik anlamda tarihi bir<br />

değişim yaşamaktadır. Sovyet askeri<br />

gücünün yarattığı güç boşluğu, Afganistan<br />

başta olmak üzere mücavir alanda dinsel<br />

ve etnik kökenli terör faaliyetlerinin<br />

tırmanışa geçme tehlikesini gündemde<br />

tutmaktadır. Bununla birlikte, uluslararası<br />

ilişkiler mantığı açısından konuya dikkatle<br />

yaklaşıldığında; günümüzde Çin-Kuzey<br />

Kore-Pakistan-Hindistan arasındaki<br />

nükleer silahlanma yarışına İran’ın katılma<br />

isteğinin yarattığı belirsizlik önemlidir. 12<br />

11 Doktrinde, Brezezinki, bu gelişime ‘’Büyük satranç Tahtası’’<br />

adını vermiştir.<br />

12 BM’in 1299 sayılı yaptırım kararı ile uygulanan ambargo<br />

kararının Ocak 2011 İstanbul toplantısında çözüme kavuşturulmaması,<br />

NPT Antlaşması dikkate alındığında BM Sözleşmesi-<br />

56 54


SSCB’nin tasfiyesi sonrasında bölgenin<br />

zengin enerji kaynakları, stratejik maden<br />

rezervleri ve tarihi ipek yolu güzergâhının<br />

yarattığı cazibe, dünya ekonomisi için<br />

hayati önem kazanırken diğer taraftan da<br />

ABD ve AB ülkeleri ile Çin’in politikaları<br />

Rusya ile rekabete yol açmaktadır. 13<br />

Nitekim Rusya, XVIII. yüzyıldan itibaren<br />

kademeli olarak Avrasya bölgesinde<br />

yükselen güç olmuştur. 1917 Sovyet<br />

Bolşevik Devrimi ve II. Dünya Savaşı<br />

sonrasındaki iki kutuplu güçler dengesi<br />

Sovyetler Birliği’nin Avrasya’daki bölgesel<br />

kontrol ve etkinliğini en yüksek noktaya<br />

taşımıştır. Sovyet Lideri Gorbaçov ve<br />

ABD Başkanı Reagan arasında 11 Kasım<br />

1986’da gerçekleşen Reykjavik Zirvesi<br />

ile alınan nükleer silahsızlanma ve<br />

Avrupa’nın geleceği hakkındaki kararlar 14<br />

doğrultusunda SSCB, 31 Ocak 1991<br />

tarihinde tasfiye edilmiş, Sovyet Kızıl<br />

Ordusu Doğu Avrupa topraklarından geri<br />

çekilmiş ve iki Almanya birleşmiştir. 15<br />

nin VII. Bölüm esaslarına geçilmesinde Güvenlik Konseyi daimi<br />

üyeleri Rusya ve Çin’in tutumları netlik kazanmamıştır.<br />

13 Nitekim, ABD’nin Avrasya üzerindeki rekabetçi girişimleri<br />

ve NATO’nun askeri varlığına karşılık Çin- Rusya işbirliği Şanghay<br />

Örgütü ile mukabil cephenin siperlerini derinleştirmeye<br />

devam etmektedir. Bu rekabetin periferik bölgedeki kaçınılmaz<br />

yansımaları olarak Kafkasya, Karadeniz, Baltık, Akdeniz ve İran<br />

Körfezine yansımaları, Türkiye, İran, Pakistan, Ukrayna, Azerbaycan,<br />

Gürcistan, Ermenistan’ın katılmasına sebebiyet vermektedir.<br />

Orta Asya enerji jeopolitiği; XXI. yüzyılın öncelikli dış politika<br />

ve ekonomik konuları arasında yer almaya adaydır.<br />

14 Nikolai Sokov: ‘’Reykjavik Summit: The Legacy and a Lesson<br />

for the Future’’, December 1, 2007, http://www.nti.org/<br />

analysis/articles/reykjavik-summit-legacy/<br />

15 Kathrin Hörschelmann: ‘’History after the End: Post-Socialist<br />

Difference in a (Post)modern World’’, Transactions of<br />

the Institute of British Geographers, New Series, Vol. 27, No. 1,<br />

20<strong>02</strong>,p. 52-66, Chauncy D. Harris :’’ Unification of Germany in<br />

1990’’, Geographical Review, Vol. 81, No. 2, April , 1991, p. 170-<br />

182, Mark Bassin :’’ Between Realism and the ‘New Right’: Geo-<br />

Batılı ülkeler, yeni bağımsızlıklarını<br />

kazanan devletlerin tekrar Rusya’nın<br />

etki alanına girmesi endişesi ile bu<br />

ülkeleri kendi siyasal, ekonomik ve<br />

güvenlik sistemlerine entegre etmek<br />

istemişlerdir. 16 Brezinski’nin Satranç<br />

Tahtası olarak tanımladığı Avrasya’da<br />

ABD’nin başlattığı politikalar, değişimin<br />

en önemli unsurunu teşkil etmiştir. 17<br />

ABD’nin Kafkasya politikasının tarihsel<br />

süreç içindeki ilk açılımları, Bakü petrolü<br />

ve Ermeni göçmenler vasıtası ile olmuştur.<br />

1991 sonrası gelişmeler genel hatları ile<br />

irdelendiğinde ise, ‘’Rusya Öncelikli’’ 18<br />

olarak kurgulanmıştır. ABD’nin, Avrasya<br />

stratejisi içindeki hayati çıkarları açısından;<br />

Kafkasya bölgesini pivotal eksen olarak<br />

tanımlamıştır. 19 ABD’nin değişim gösteren<br />

yeni Kafkasya politikasında; enerji<br />

politics in Germany in the 1990s’’, Transactions of the Institute<br />

of British Geographers, New Series, Vol. 28, No. 3, September<br />

,2003, p. 350-366.<br />

16 ‘’Collapse of the Soviet Union-1989-1991’’, http://www.<br />

globalsecurity.org/military/world/russia/soviet-collapse.htm.<br />

17 S. Neil MacFarlane : ‘’The United States and Regionalism<br />

in Central Asia’’, International Affairs , Vol. 80, No. 3, Regionalism<br />

and the Changing International Order in Central Eurasia ,<br />

May, 2004, p. 447-461.<br />

18 Bu politikaya göre; Kafkasya ile Moskova üzerinden ilişki<br />

kurulması tercih edilmiştir. Bunun en önemli nedeni ise<br />

Rusya Federasyonu’nun uluslararası sisteme entegre edilmesi<br />

ve böylece güven altına alınmasını sağlamaktır. Bu anlamda<br />

Rusya Federasyonu’nun 1993 yılında benimsediği “yakın çevre<br />

doktrini” ABD tarafından da kabul edilerek; Rusya ile ABD’nin<br />

Kafkasya’ya yönelik politikası paralellik göstermiştir.1995’ten<br />

itibaren değişen jeopolitik ortam, ABD’nin de dış politikasının<br />

değişmesine imkân vermiştir. ABD’nin Kafkasya ve Orta Asya’yı<br />

“stratejik hayati bölge” olarak tanımlaması Rusya’nın tepkisine yol<br />

açmıştır ve Rusya küresel politikada Amerikan karşıtı bir çizgiye<br />

yer vermeye başlamıştır. Bunun için de Avrasya-ABD karşıtı bir<br />

koalisyondan oluşan karşı ittifak stratejisine yönelmiştir.<br />

19 Stephen J. Blank : ‘’After Two Wars: Reflections on the<br />

American Strategic Revolution in Central Asia’’, Carlisle Barracks,<br />

PA, Strategic Studies, Institute, Army War College, July<br />

2005, p. 12-21.<br />

HAZAR RAPORU<br />

57 55


projelerinin hayata geçirilmesi, bölgenin<br />

demokrasiye ve liberal ekonomiye açık<br />

tutulması, suretiyle yeni bir siyasal<br />

düzen tesis edilmesi, çatışmaların barışçı<br />

çözüme kavuşturulması, terörle mücadele,<br />

İran’ın çevrelenmesi vb. önceliklerine yer<br />

verildiği söylenebilir. Öte yandan ABD,<br />

11 Eylül sonrasında, Irak ve Afganistan<br />

Savaşlarına iştirak ettiği gibi, ilk kez<br />

Kafkaslar ve Orta Asya’da askeri güç<br />

konuşlandırmıştır. 20 Washington bölgede<br />

Taliban ve El Kaide terör örgütlerinin<br />

güçlenmesi tehdidinin, Rusya ve Çin’in dış<br />

politikalarına ve hayati çıkarlarına aykırı<br />

olduğuna ikna etmiştir. 21 ABD’nin bölgeye<br />

yönelik temel stratejik hedefleri ise,<br />

Rusya’nın yeniden hegemonik güç olarak<br />

baskılarını hafifletmek, İran’ın İsrail’i<br />

tehdit eden Körfez’deki politikalarının<br />

yayılmacı etkisini pasifize etmek şeklinde<br />

tanımlanabilir. Öyle ki, bu hedefler<br />

<strong>Hazar</strong>’ın hidrokarbon rezervlerinin<br />

bir kısmı üzerinde kontrol sağlamak ve<br />

alternatif boru hatları projeleri geliştirmeyi<br />

içermektedir. Bunu Türkiye, Gürcistan,<br />

20 “Bush Troop Redeployment Plan: A Threat to Russia,”<br />

CDPP, Vol. LVI, No., 33, September 15, 2004, p. 1-5., Radio Free<br />

Europe Radio Liberty, February 26, 2004, report of Rumsfeld’s<br />

trips to Uzbekistan and Kazakstan; “U.S. Relations with Central<br />

Asia: Beth Jones, Assistant Secretary for European and Eurasian<br />

Affairs, Briefing to the Press,” Washington, DC, February 11,<br />

20<strong>02</strong>, www.state.gov/p/eur/rls/rm/20<strong>02</strong>/7946.htm; Roger N.<br />

McDermott, “Washington Vague on U.S. Basing Plans in Central<br />

Asia,” Eurasian Daily Monitor, August 6, 2004; “Envoy to<br />

Azerbaidzhan Upholds USA’s Regional Policy,” Zerkalo, Baku,<br />

September 11, 2004, p. 15-17, BBC Monitoring, September 18,<br />

2004, retrieved from Lexis-Nexis.<br />

21 Shirley Kan: ‘’U.S.-China Counter-Terrorism Cooperation:<br />

<strong>Issue</strong>s for U.S. Policy’’, CRS Report for Congress, 12 May, 2005. ,<br />

S. Neil MacFarlane: ‘’ the United States and Regionalism in Central<br />

Asia ‘’, International Affairs (Royal Institute of International<br />

Affairs 1944-), Vol. 80, No. 3.<br />

Azerbaycan gibi bölgesel müttefikleriyle<br />

devam ettirerek, onları bir anlamda<br />

ödüllendirmekte ve ABD’yle beraber<br />

devam etmeye teşvik etmektedir. Nitekim<br />

Dimitri Trenin’e göre Rusya, Kafkasya’daki<br />

ayrılıkçılık, dinsel radikalizm, terörizm<br />

ve etnik çatışmaları kendi iç güvenliğine<br />

karşı tehdit olarak algılamaktadır. Ancak,<br />

ABD ile ekonomik ve stratejik rekabet,<br />

Rusya’nın bölgeye yeniden dönmesi<br />

yolundaki engel olarak algılanmaktadır.<br />

Rusya, ABD’nin askeri faaliyetlerini de<br />

“Dondurulmuş Çatışmaları” ısıtmaya ve<br />

istikrarsızlık yaratmak için ve Moskova’nın<br />

deklare ettiği Kırmızı Çizgileri aşmak için<br />

NATO’nun kullanıldığını ileri sürmektedir.<br />

Bu tespite paralel olarak Rusya Devlet<br />

Başkanı Medvedev, Gürcistan’ın 2008<br />

saldırısını “Rusya’nın 11 Eylül’ü” olarak<br />

tanımlanan provakatif bir eylem olarak<br />

yorumlamaktadır. 22 Amerikan yönetimi<br />

ise Rusya’nın Kafkaslardaki geleneksel<br />

nüfuzunu azaltarak, Kremlin’in arka bahçe<br />

anlayışına şiddetle karşı çıkmaktadır.<br />

Kısacası, ABD Rusya’yı tekrar karşısında<br />

rakip olarak görmek istememektedir. 23 Bu<br />

itibarla, ABD’nin Kafkasya politikasının:<br />

Bölgenin jeopolitik<br />

özelliklerinden istifade yöntemleri,<br />

XIX. yüzyılda misyonerlik faaliyetleri<br />

kapsamındaki gelişmelerin I.Dünya Savaşı<br />

ve II. Dünya Savaşı’nda Sovyetler ile<br />

22 Dmitri Trenin: ‘’Russia in the Caucasus: Reversing the<br />

Tide’’, Brown Journal of World Affairs.<br />

23 Çağrı Kürşat Yüce: ‘’Kafkasya ve Orta Asya-Enerji kaynakları<br />

Üzerinde Mücadele ’’, Ötüken Yayınevi, İstanbul 2006,<br />

s.194-195.<br />

58 56


ittifaka dönüşümü,<br />

Soğuk Savaş döneminde<br />

“Çevreleme Politikası” ile Sovyet Kızıl<br />

Ordusu’nun İran Körfezi ve Akdeniz’e<br />

inmesinin önlenmesi için Türkiye ve İran<br />

ile İttifak, Sovyetler Birliği’nin tasfiyesi ile<br />

Avrasya bölgesinin enerji kaynaklarının<br />

kontrolünde Kafkasya’da Rusya ile<br />

yakınlaşmanın boyutlarının tartışılması,<br />

11 Eylül sonrasında, radikal İslami terörle<br />

mücadelede Kremlin ile ittifak yolunun<br />

açılması,<br />

Başkan Bush döneminde<br />

2008 Rusya-Gürcistan Savaşı ile yaşanan<br />

gerginlik döneminin; Başkan Obama<br />

yönetiminde Rusya ile kısmi yumuşama<br />

ve İran’ın Nükleer faaliyetlerinin<br />

denetlenerek bölgesel güç dengelerinin<br />

muhafazası olarak kısaca özetlenebileceği<br />

düşünülmektedir.<br />

Rusya Federasyonu, üç stratejik hamle ile<br />

ABD-AB-NATO’nun enerji arz güvenliği<br />

açısından güç boşluğuna izin vermeyeceği<br />

yolundaki politikasının yeniden dikkate<br />

alınması gerektiğini ortaya koymuştur.<br />

Birinci olarak Rusya, teorik düzlemde<br />

Şanghay Örgütü ile Çok Kutupluluk<br />

hipotezini ortaya atarak, bu değişime<br />

karşı çıkmıştır. İkinci hamlede Moskova,<br />

güçler dengesini bozduğu gerekçesi ile<br />

Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliğini<br />

kabul etmeyeceğini deklare etmiştir. Bu<br />

bağlamda enerji güvenliğini krize sokan<br />

‘2006 Rusya- Ukrayna gaz krizi AB’yi<br />

endişeye sevk etmiştir. Kremlin yönetimi<br />

üçüncü ve en kritik girişim olarak Portakal<br />

Devrimleri ile Doğu Avrupa ve Orta<br />

Asya’yı kontrol eden siyasal istikrarsızlığa<br />

izin vermeyeceğini 2008 Rusya-Gürcistan<br />

Savaşı ile ortaya koyarken, “dondurulmuş<br />

çatışmalar-frozen conflict’’ denklemini<br />

bozmuştur. Rusya, Abhazya ve Güney<br />

Osetya bölgelerinde Gürcistan sınırlarında<br />

asker bulundurmakta, İran ile dostane<br />

ilişkiler geliştirmektedir. Gürcistan’daki<br />

Gül Devrimi’nden beri, Abhazya ve Güney<br />

Osetya’daki Rus askeri varlığı genişlemiş<br />

ve ayrılıkçı güçlere yardım derinleşmiştir. 24<br />

Rusya sadece Gürcü güçlerini mağlup<br />

etmekle kalmayarak Abhazya ve Güney<br />

Osetya’nın bağımsızlığını tanımıştır.<br />

Böylece diğer ülkelerin de bölgeye bakış<br />

açısı değişmiştir. 25 Rusya Çeçenistan’da<br />

ayaklanmaya karşı tedbirler almakta<br />

ve bu gelişmelerin bütün Kafkaslara<br />

yayılmasından endişe etmektedir.<br />

Kaynak: Journal of Economic Geography<br />

Rusya, yukarıda bahsettiğimiz ABD<br />

ve Avrupa Birliği’nin önde olmasına<br />

mani olmaya çalışmakta, bu kaygan<br />

zeminde kural koyan güç konumunu<br />

korumak istemektedir. Bunun altında,<br />

ekonomik çıkarlarını savunmak, jeopolitik<br />

statükosunu muhafaza etmek, iç tehditleri<br />

ve terörizmi sindirmek ve yok etmek,<br />

emelleri sıralanabilir 26 . Ancak, NATO ve<br />

AB’nin Doğu’ya doğru genişleme süreci,<br />

24 R. Craig Nation, “Russia, United States and the Caucasus”,<br />

2007.<br />

25 Mustafa Aydın, “Turkish Policy Towards Caucasus”, 2008<br />

26 Ilan Berman, “The New Battleground: The Caucasus and<br />

Central Asia,” The Washington Post, <strong>Winter</strong> 2004-05, p. 59-69.<br />

HAZAR RAPORU<br />

57 59


2008 Gürcistan Savaşı ile durgunluk<br />

safhasına geçmiştir. NATO’nun Füze<br />

Kalkanı Projesi ile Baltık, Doğu<br />

Avrupa, Karadeniz, Akdeniz ekseninde<br />

İran’ın nükleer faaliyetleri gerekçesi ile<br />

tertiplenmesine Rusya, şiddetle karşı<br />

çıkmıştır. Kremlin, Near Abroad –Yakın<br />

Çevre doktrini ile uluslararası kamuoyuna<br />

ilan ettiği kırmızı çizgilerini Kafkaslar’da<br />

Frozen Conflict alanlarına müdahalesini<br />

aslında, güçler dengesi açısından nükleer<br />

paritenin ABD ve müttefikleri tarafından<br />

erozyona uğratıldığı gerekçesine<br />

dayandırmıştır. Ukrayna ve Gürcistan’ın<br />

NATO’ya entegrasyonuna karşı çıkan<br />

Moskova Kalilingrad’a İskender sınıfı<br />

nükleer füzeleri konuşlandırmak<br />

seçeneği ile askeri güç kartını pazarlık<br />

masasına bırakmıştır. Rusya, mukabil<br />

hamle olarak, Putin döneminde<br />

yeni boru hatları projelerini devreye<br />

sokarak enerji pazarındaki konumunu<br />

muhafazaya çaba sarf etmiştir. Füze<br />

kalkanını kendi nüfuz alanına yönelik<br />

bir tehdit olarak algılayan Rusya,<br />

Gürcistan’da kurulacak radarın yerine<br />

Azerbaycan’daki kendi radarının ABD<br />

tarafından da kullanılabileceği teklifini<br />

getirmiştir. Öte yandan, 15 Mayıs 1992’de<br />

Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan,<br />

Rusya Federasyonu, Tacikistan ve<br />

Özbekistan arasında Kolektif Güvenlik<br />

Anlaşması (KGA) imzalanmıştır.<br />

Kısacası Rusya, KGAT’ın NATO’ya<br />

denk bir bölgesel güvenlik örgütü olarak<br />

tanınmasını istemektedir. Son dönemde<br />

KGAT sürekli yetkililerinin belirttiği<br />

gibi, KGAT’ın öncelikli faaliyet alanı<br />

Orta Asya bölgesidir. Bölgedeki ABD<br />

askeri varlığından rahatsız olan Rusya,<br />

KGAT çerçevesinde Orta Asya’daki askeri<br />

nüfuzunu artırmayı hedeflemektedir. 27<br />

İkinci stratejik hamle olarak ise, AB’nin<br />

artan enerji ihtiyacını karşılamak için<br />

Rus siyasal eliti, Baltık ve Güney Akım<br />

projelerini devreye sokmuştur. Moskova,<br />

aynı zamanda <strong>Hazar</strong> Denizi’nin hukuki<br />

statü probleminin çözümünde, İran ile<br />

ortak hareket ederek, Kazakistan ve<br />

Türkmenistan’ın AB pazarına ancak<br />

kendi boru hatları ile girebileceğini<br />

ortaya koymuştur. Rusya, Basra Körfezi<br />

ve Hint Okyanusu seçeneklerini de<br />

dikkatle takibe devam etmektedir. Rusya<br />

buna rağmen, Çin’in Türkmenistan ve<br />

Kazakistan’ın enerji kaynaklarının yeni<br />

boru hatları ile rekabetini önleyememiştir.<br />

Rusya, ekonomik açıdan milli gelirinin<br />

% 63’ünü oluşturan enerji pazarındaki<br />

monopolist yapının muhafazası için<br />

kararlılığını ortaya koyarken, 2008 küresel<br />

ekonomik krizinden olumsuz yönde<br />

etkilenmiştir. Rusya bu noktada, Türkiye<br />

ve Balkan ülkeleri ile ortaklık modellerini<br />

Karadeniz-Balkanlar-Akdeniz hatlarındaki<br />

27 Leszek Buszynski: ‘’Russia’s New Role in Central Asia’’,<br />

Asian Survey, Vol. 45, No. 4 ( Jul. - Aug., 2005), pp. 546-565.<br />

60 58


projeleri ile realize etmeyi hedeflediği<br />

gözlemlenmektedir.<br />

Türkiye için Kafkasya bölgesi, tarihi<br />

komşumuz Rusya ve Orta Asya Türk<br />

Cumhuriyetleri için ekonomik ve<br />

siyasal kültür köprüsü, “Uzun Koridor”<br />

konumundadır. 28 Ortalama 5000 metre<br />

yüksekliğindeki dağlık arazi yapısı<br />

nedeni ile “dünyanın çatısı” olarak<br />

tanımlanan Kafkasya, 29 bölgeyi kontrol<br />

altında tutan SSCB’nin dağılmasından<br />

sonra dünya siyasetinde aniden çok<br />

önemli bir yer edinmiştir. Kafkasya,<br />

tarih boyunca Arap-İran-Türk-Rus<br />

kavimlerinin göç ve ticaret yolları ile<br />

ordularının muharebe alanı olmuştur.<br />

Kafkasya’nın coğrafi ve iklimsel<br />

zorlukları, aynı zamanda bölge halkının<br />

egemenliklerinin yanı sıra kendi özgün<br />

kültür-dil-dinlerini korumakta oldukça<br />

faydalı tarihi “SIĞINAK” rolünü de<br />

temin etmiştir. 30 XIX. yüzyıldan itibaren<br />

28 R. Hrair Dekmejian and Hovann H. Simonian, Troubled<br />

Waters: The Geopolitics of the Caspian Region, London: I. B.<br />

Tauris, 2001, p. 28., C. J. Chivers, “Violence Flares in Russia’s<br />

Caucasus, “International Herald Tribune, May 17, 2006.<br />

29 “Asların Dağı” anlamındaki Kafkaslar, daha sonraları Tatarlar<br />

tarafından “Jalbuz” (Buz Yelesi), Nogaylar tarafından Yıldız Dağları<br />

olarak adlandırılmıştır. Bir görüşe göre “Kafkas” adı Farsça<br />

“dağ” anlamına gelen “kuh” ile eski Türkçe’de “beyaz” anlamına<br />

gelen “kas” kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir.<br />

30 Bilinen tarihi yaklaşık 3 bin yıl geriye giden Kafkasya, üzerinde<br />

yaşayan halkların kendi aralarındaki iç çekişmenin ötesinde<br />

büyük güçlerin işgallerine sahne olmuştur. Sırasıyla (İskit,<br />

Sarmat, Yunan, Roma, Moğol, Avar, Hun, İran, Osmanlı) ve bu<br />

çerçevede verilen mücadelelerle de bugünkü karmaşık, çok dilli,<br />

çok etnik kompozisyona sahip bir görünüm haline gelmiştir. Bu<br />

etnik yapı incelendiğinde, her biri farklı dili kullanan elli kadar<br />

etnik grup sayılabilmektedir. Bölgenin etnik yapısının şekillenmesinde<br />

dil unsurunun yanında, din öğesi de etkili olmuştur.<br />

Anadolu’ya göç eden Kafkasya kökenli<br />

Türk vatandaşlar, iç politika açısından iç<br />

politikanın da önemli unsurudur.<br />

Diplomatik ve hukuki boyuttan<br />

bakıldığında Türkiye, tüm Orta Asya<br />

ve Kafkas Cumhuriyetlerini tanıyan ilk<br />

ülke olmuştur. Bu bağlamda Türkiye,<br />

Kafkasya’da Gürcistan, Azerbaycan ve<br />

Ermenistan ile kurduğu diplomatik<br />

ilişkilerde Rusya ile olan dengenin<br />

gözetilmesine özen göstermiştir. Ancak,<br />

Türkiye, Sovyet rejiminin yıkılmasından<br />

sonra ortaya çıkan Azerbaycan<br />

Ermenistan Savaşı, Ermenistan’ın<br />

sözde soykırım iddiaları, Rus-Çeçen<br />

Savaşı’nın yarattığı istikrarsızlık ve<br />

radikal dini terörün bölgesel yayılma<br />

riskinin farklı dış politika ve güvenlik<br />

endişeleri ile karşı karşıya kalmıştır. 31<br />

Öte yandan, bölgenin sahip olduğu<br />

petrol ve gaz rezervleri, Türkiye’nin<br />

büyüyen ekonomisine bağlı olarak artan<br />

enerji talebinin karşılanmasını gündeme<br />

taşımıştır. İkinci hayati gelişim ise Türk<br />

Cumhuriyetleri ve Rusya’nın hidrokarbon<br />

Bölgenin yerli milliyetlerinin büyük çoğunluğu Azeri, Ermeni,<br />

Gürcü ve Çeçen’dir. Kafkasya’nın en eski halkları Gürcüler ve<br />

Çeçenlerdir. Bu etnik gruplara Abhazlar ve çeşitli Çerkez alt<br />

grupları İnguşlar, Avarlar ve Lezgiler de dâhildir. Kuzey Kafkasya<br />

halkları bugün için kendi topraklarında ya da cumhuriyetlerinde<br />

azınlık durumundadır. Adıgey’de Adıgeler nüfusun %22 sini,<br />

Karaçay-Çerkes’te Karaçaylar ve Çerkesler nüfusun sırası ile %31<br />

ve %10 nu, Kabardey-Balkar’da ise Kabardeyler %48, Balkarlar<br />

%8 ni oluşturmaktadır. Mitat Çelikpala; Beş Deniz Havzasında<br />

Türkiye, Siyasal Kitap, Ankara,2006,s.64.<br />

31 C. J. Chivers, “Violence Flares in Russia’s Caucasus, “International<br />

Herald Tribune, May 17, 2006 .<br />

HAZAR RAPORU<br />

61 59


enerji kaynaklarının, Ortadoğu dışında<br />

alternatif kaynaklardan AB ve dünya<br />

pazarlarına ulaştırılmasında Anadolu’nun<br />

Akdeniz-Karadeniz transit güzergâh<br />

olarak kullanılması ABD, AB, Rusya,<br />

İran ve Çin’in katıldığı rekabet-ortaklık<br />

fırsatlarını beraberinde getirmiştir.<br />

Bu bağlamda, Azerbaycan önemli bir<br />

petrol ihracatçısıdır, Kafkasya doğal<br />

gaz ve petrol kaynaklarının dünya<br />

pazarlarına akıtılmasında transit koridor<br />

görevi üstlenmektedir. AB tarafindan<br />

benimsenen Avrupa Kafkasya Asya Transit<br />

Koridoru (TRACECA) projesinin de<br />

bir parçası olarak Avrupa’nın en önemli<br />

fosil yakıt kaynağı koridorlarından biridir.<br />

1993 yılında AB tarafindan başlatılan<br />

TRACECA projesi ile bölgeye yapılan<br />

otoyol, tren yolları, fiber optik kablolar<br />

ve doğal gaz ve petrol boru hatları<br />

yatırımlarıyla bölgede, Orta Çağ’da<br />

olduğu gibi, Asya’yı Avrupa’ya bağlayan<br />

modern bir İpek Yolu’nun yeniden hayata<br />

geçirilmesi arzulanmıştır.<br />

Y önetimine bir Rus yöneticKafkaslar ayrıca<br />

doğu-batı arasında uyuşturucu trafiğinin ve<br />

diğer yasa dışı suç oluşumlarının geçiş güzergâhı<br />

olmuştur.<br />

Diğer yandan bakıldığında, Kafkasya ve<br />

Orta Asya’nın birbirine eklemli coğrafik<br />

yapısının aynı zamanda ekonomik ve<br />

siyasal olarak da benzeri parametrelerde<br />

zorlu bir geçiş dönemini yaşadıklarını<br />

ifade etmek gereklidir. Nitekim, Orta<br />

Asya devletleri, 1989’dan bu yana geçen<br />

20 yıl içinde sömürgecilikten kurtuluşun<br />

ikinci aşamasını teşkil eden siyasal<br />

anlamda “Ulus İnşası” ve devletleşme<br />

sürecini yaşamaktadır. Yeni devletler,<br />

komünist rejimden, liberal serbest pazar<br />

ekonomisi ve demokratik yönetime geçişi,<br />

büyük devletlerin güç mücadelesinden<br />

etkilenmektedirler. Toplumsal adalet<br />

açısından, Orta Asya devletlerinin<br />

enerji arzından elde ettikleri milli geliri<br />

kurumsal olarak, yoksul toplumsal<br />

kitlelere yeterince aktarılamamaktadır.<br />

Halen, zengin fakir halk kitleleri ile,<br />

kentsel ve kırsal bölge halklarının sosyoekonomik<br />

yaşam koşullarında ciddi<br />

zorluklar mevcuttur. Ülke yönetiminde,<br />

partizanlık, yolsuzluk,rüşvet, gündelik<br />

ekonomide karaborsa yaygın olmaya<br />

devam etmektedir. Orta Asya<br />

Cumhuriyetlerinin ekonomileri, enerji<br />

ve kritik hammadde kaynakları ile tarım<br />

ürünleriyle sınırlı olup, dış yardım,<br />

borçlanma ve yabancı sermayeye aşırı<br />

bağımlıdırlar. Enerji kaynaklarının üretimi<br />

ve pazarlamasında çevre koşullarına<br />

uyulmaması, gelecekte çok ciddi<br />

boyutlarda çevre sorunlarının, <strong>Hazar</strong><br />

Denizi, Aral ve Baykal gibi göllerde aşırı<br />

kirliliğe yol çmaktadır. 32 Doğu Türkistan’da<br />

32 Bruno de Cordier: “Eski Güneydoğu Sovyetler Birliği: Sömürgecilikten<br />

Çıkış-Dönüşüm, Değişim ve Ötesi”, Çev. Serkan<br />

Berk Karadeniz, “Orta Asya ve Kafkasya”, Editör, Yelda Demirağ,<br />

Cem Karadeli, Palme Kitabevi, Ankara 2006 s. 108-114.<br />

62 60


çıkan olaylar da enerji jeopolitiğinin<br />

bölgeye olan en önemli yansımalarından<br />

biridir. Mevcut koşullarda Kazakistan,<br />

Özbekistan ve Türkmenistan’ın Rusya<br />

ve Çin’le yakınlaştığını görmekteyiz. Bu<br />

yakınlaşmayı stratejik olarak dengeleyecek<br />

yapı ise Türkmen ve İran gazının belli<br />

oranlarda Avrupa’ya ulaştırılmasıdır.<br />

Cumhuriyetlerin ekonomileri SSCB<br />

döneminde büyük ölçüde birbirine<br />

ve Rusya’ya bağımlı olacak şekilde<br />

yapılandırılmıştır. Hiç bir sanayi sektörü,<br />

kendi bulunduğu cumhuriyette ham<br />

maddeden başlayarak nihai ürüne<br />

kadar gidememektedir. Orta Asya<br />

jeopolitiğindeki en önemli hususlardan<br />

birisi, toprak ve su arasındaki hassas denge<br />

ile nüfus yapısı arasındaki “dengesizlik”<br />

ve göç hareketleridir. Unutmamak gerekir<br />

ki, SSCB dağıldıktan sonra, eski SSCB<br />

vatandaşı Rus nüfusun büyük kısmı, Türk<br />

Cumhuriyeti topraklarını terk ederek,<br />

Rusya Federasyonu ve Uralların Batı<br />

yakasına göç etmişlerdir. İkinci olarak,<br />

Orta Asya Türk Cumhuriyetlerindeki<br />

nüfusun %60’ı kırsal alanlarda yaşamakta<br />

olup, %45’i tarım sektöründe istihdam<br />

edilmektedir. Sadece Kazakistan’ın<br />

GSMH’nin %8’i tarımdan sağlanmakta<br />

olup, nüfusun %33’nü istihdam etmektedir.<br />

Soğuk Savaş sonrasında, Rusya ekonomik<br />

çöküntüden kurtulabilmek için, petrol<br />

ve gaz üretimini artırmıştır. 1990-2010<br />

sürecinde, Rusya AB’nin en önemli enerji<br />

tedarikçisi konumuna yükselmiştir.<br />

Enerji gelirleri ve Orta Asya devletleri<br />

ekonomileri için hayati öneme haizdir.<br />

2006 yılı verileri dikkate alındığında,<br />

Kazakistan’ın petrol ihracatı 18.3 milyar<br />

dolar, gaz ihracatı geliri 1 milyar dolardır.<br />

Türkmenistan’ın petrol ihracat geliri<br />

1.5 milyar dolar, gaz ihracatı ise ise<br />

3.4 milyar dolardır. Özbekistan petrol<br />

ihracatı 0.5 milyar dolar, gaz ihracatı 0.4<br />

milyar dolardır. Üç ülkenin toplam fosil<br />

kaynaklı enerji gelirleri 24 milyar dolar<br />

olup, toplam milli gelirlerinin %24,68’ni<br />

teşkil etmektedir. Buradan da açıkça<br />

görüldüğü üzere, Orta Asya devletlerinin<br />

ekonomi ve dış politikaları büyük ölçüde<br />

sahip oldukları enerji kaynaklarına<br />

bağımlıdır. 33 Orta Asya devletlerinin dış<br />

ticaretinde Rusya ve Çin, yaklaşık %80lik<br />

bir paya sahiptir. Almanya-Türkiye-<br />

Güney Kore ikinci sırada yer almaktadır.<br />

Türkmenistan, Arap ülkeleri ve Türkiye’yi<br />

tercih etmektedirler. Orta Asya devletleri,<br />

AB ülkelerine (gaz-petrol) diğer madenler<br />

ve pamuk ihracatından 7.5 milyar Euro,<br />

ithalattan ise 15.4 milyar Euro tutarında<br />

bir ticaret hacmine sahiptirler. Orta<br />

Asya devletlerinin bağımsızlıklarını<br />

kazanmalarının ardından karşılaştıkları<br />

en önemli sorun, yeterli finansman ve<br />

sermaye birikimi ile modern teknolojik<br />

üretim potansiyelinin eksikliği olarak<br />

33 Conflict Resolution in the South Caucasus: The EU’s Role,<br />

Europe Report No. 173, Brussels: International Crisis Group,<br />

March 20, 2006, p.18-20.<br />

HAZAR RAPORU<br />

61 63


ön plana çıkmıştır. İkinci husus olarak,<br />

yatırımcı sermayenin uluslar arası<br />

hukukun öngördüğü serbest piyasa<br />

ekonomisine dayalı güven ortamının<br />

komünist bürokrasi mirasının engellerini<br />

aşamamasıdır. Bir başka ifade ile pek<br />

çok eski Sovyet sisteminden ayrılan<br />

ülkelerde yaşanan “yolsuzluk-hantal<br />

kamu bürokrasisi-rüşvet” döngüsünün<br />

günümüzde geçerli olması ve uluslararası<br />

üzere, Türkiye hazırlıksız yakalandığı<br />

Orta Asya ve Kafkasya ile ilişkilerinde<br />

Soğuk Savaş dönemindeki Batı endeksli<br />

kısıtlı ilişkilerin yerine inşa edeceği dış<br />

politikadaki yeni yol haritasının nasıl<br />

olması gerektiği sorusuna cevap aramıştır.<br />

Soğuk Savaş döneminde Sovyet askeri<br />

tehdidini ön planda tutan ve güvenlik<br />

merkezli denge politikası yeniden<br />

yorumlanarak, Turgut Özal döneminde<br />

Kaynak: http://www.lib.utexas.edu/maps/map_sites/oil_and_gas_sites.html<br />

hukukun öngördüğü teminatların<br />

mevcut olamaması, yabancı sermayenin<br />

yatırım güvencesini temin edememiştir.<br />

Geçen süre zarfında Orta Asya enerji<br />

kaynaklarına ilgi duyan ABD, AB, Çin,<br />

Japonya, Güney Kore gibi ülkeler,<br />

çok uluslu şirketler vasıtası ile yabancı<br />

sermaye transferi için düğmeye basmıştır.<br />

Yukarıda genel hatları ile özetlendiği<br />

Türk hariciyesi, dış politika çizgisinde<br />

daha aktif ve katılımcı bir vizyon arayışı<br />

içinde olmuştur. 34<br />

Türkiye, Avrasya bölgesinde Turgut<br />

Özal ve Süleyman Demirel liderliğinde<br />

34 1991’deki Körfez Savaşı sonrası düzenlediği basın toplantısında<br />

Özal, “Türkiye’nin eski pasif ve mütereddit politikasını bırakması<br />

ve aktif bir dış politika izlemesi gerektiğini” açıklayarak,<br />

bir anlamda bu yeni döneme start vermiştir.<br />

64 62


aşlattığı yeni dış politikasında; ABD’nin<br />

desteği ile Bakü-Ceyhan boru hattı ile<br />

yeni kazanımlar elde etmiştir. Ankara,<br />

enerji politikalarında transit ülke olarak,<br />

kendi yetersizliklerini ve sınırlılıklarını<br />

kalibre edilmesi ihtiyacını ön plana<br />

çıkarmıştır. Rusya ile işbirliği ve ortaklık<br />

seçeneğinin geliştirilmesi yaklaşımını<br />

gözden geçirmiştir. Bu bağlamda,<br />

AKP hükümetinin Başbakan Tayyip<br />

Erdoğan ve DİB Ahmet Davutoğlu’nun<br />

başlattıkları “komşularla sıfır sorun’’<br />

politikası; bölgede yeni projelerin hayata<br />

geçirilmesi sürecini tetiklemiştir. Son<br />

dönemdeki diplomasi pratiği, dışa açık,<br />

proaktif bir dış politika anlayışını Türk<br />

dış politikasının önemli bir özelliği<br />

olarak karşımıza çıkarmaktadır. Rusya ile<br />

Gürcistan arasındaki çatışma sırasında<br />

Türkiye uzlaştırıcı olarak aktif bir rol<br />

almıştır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan<br />

hem Moskova’yı hem Tiflis’i ziyaret<br />

etmiştir. Erdoğan, müteakiben, Kafkas<br />

Güvenlik Paktı’nın oluşturulmasını teklif<br />

etmiştir. Rusya, Gürcistan, Azerbaycan<br />

ve de dolaylı olarak Ermenistan bu<br />

inisiyatife destek vermiştir. Ancak,<br />

projenin temellerin daha oturtulmaya<br />

ihtiyacı olduğu ve uygulamadaki<br />

zorlukların aşılması gerektiği de açıktır.<br />

Rus Gürcü yüzleşmesi ve Karabağ’daki<br />

Ermeni Azeri sorunu tarafların adım<br />

atmasını imkânsız kılmasa dahi,<br />

pratikte çok zorlaştıracaktır. 35 6 Eylül<br />

35 Rovshan İbrahimov, “Why Turkey Became More Active In<br />

2008’de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül<br />

Ermenistan Başkanı Sarkisyan tarafından<br />

davet edildiği Ermenistan Türkiye futbol<br />

maçına katılarak, normalleşme sürecini<br />

başlatmış oldu. Ermenistan izolasyonun<br />

kalkabileceği umuduyla bu ziyarete büyük<br />

önem atfetmiştir. Gürcü Rus savaşının<br />

Ermenistan’da yol açtığı yakıt krizi, geçici<br />

etkilere neden olmuştur.<br />

Peki, Türkiye’yi Güney Kafkasya’da daha<br />

etkili olmaya iten sebep ne olmuştur<br />

2008’e kadar Türkiye Azerbaycan ve<br />

Gürcistan ile iyi ilişkiler kurmuş ancak<br />

Ermenistan ile kurmamıştı. Bakü Tiflis<br />

Ceyhan ve Bakü Tiflis Erzurum boru<br />

hattı projeleri Türkiye ve Azerbaycan<br />

arasındaki etkileşimin sonuçlarıdır.<br />

Bakü Tiflis Kars Demiryolu Projesi de<br />

Ermenistan’ı dışlayan üç ülke arasında<br />

bir işbirliği sonucudur. Gürcistan bu<br />

projelerin gerçekleşmesinde kilit rol<br />

oynamaktadır. Temel Güney Kafkasya<br />

yolları Gürcistan topraklarından geçmektedir.<br />

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün<br />

Gürcistan, Azerbaycan ve Türkiye<br />

arasında bölgesel ekonomik ittifakın<br />

başını çekmesi önemlidir. Ermenistan bu<br />

gibi bölgesel projelere Karabağ sorunu ve<br />

Azeri topraklarında hak iddia ettiği için<br />

katılamamaktadır. Türkiye ve Azerbaycan,<br />

yalnızca Ermenistan Karabağ’dan<br />

vazgeçerse sınırların açılacağını söylemektedirler.<br />

Şu an için Türkiye Ermenistan<br />

South Caucasus”, 2009.<br />

HAZAR RAPORU<br />

65 63


ticareti üçüncü ülkeler üzerinden yürümektedir.<br />

Türkiye açısından belki de en<br />

temel problem, Ermenistan’ın ve Ermeni<br />

diasporasının Türkiye’nin 1915 yılında<br />

Osmanlı topraklarında yaşanan olayları<br />

‘soykırım’ olarak tanımasını talep etmesidir.<br />

2009’da imzalanan protokol ile bu<br />

olayların araştırılmasının tarihçi bir gruba<br />

devredilmesi söz konusu oldu ancak<br />

protokollerin halen ülkelerin meclislerinde<br />

onaylanmamış olması ve devletlerin<br />

karşılıklı olarak çekinceli davranması<br />

umudu azaltmaktadır. Aynı protokolde<br />

sınırların karşılıklı olarak açılması da<br />

söz konusudur. Türkiye Ermenistan ile<br />

ilişkilerin geliştirilmesi halinde, Ermenilerin<br />

soykırım baskısının kendiliğinden<br />

azalacağını öngördüğünü tahmin edebiliriz.<br />

1915 olayları iki ülkenin diyalogunda<br />

en önemli engeli teşkil etmektedir. Ermenistan<br />

yönetiminin kontrol edemediği<br />

diasporanın bu konudaki uzlaşmaz<br />

istekleri de sorunun çözümünde zorluk<br />

çıkarmaktadır. Genel olarak Türkiye’nin<br />

‘komşularla sıfir sorun’ politikası dışında<br />

Güney Kafkasya üzerinde uzun vadeli<br />

özel bir politikasından bahsetmek zor<br />

diyebiliriz. Ancak kısa ve orta vadede,<br />

Gürcistan ve Azerbaycan ile ekonomik,<br />

kültürel, askeri ve siyasi ilişkileri artırmak,<br />

Ermenistan ile de normalleşme sürecini<br />

tamamlamak gibi bir hedefinin olduğu<br />

anlaşılmaktadır.<br />

Büyük Güçler ekseninden bakıldığında<br />

Türkiye ABD’nin müttefiki olsa da Rusya<br />

ile de mesafeli olmayıp, son zamanlarda<br />

Rusya ile ekonomik ve ticari ilişkiler<br />

önemli artış kaydetmiştir. Samsun<br />

Ceyhan Petrol Boru Hattı ile Akkuyu<br />

Nükleer Santral projeleri ve iki ülke<br />

arasındaki vizelerin kaldırılması, önemli<br />

gelişmeler olarak dikkat çekici noktalara<br />

taşınmıştır. Türkiye’nin ABD ve NATO<br />

ekseninden çıkmadığı düşünülürse,<br />

yukarıda da belirttiğimiz gibi ABD’nin<br />

bölgedeki hedefi sadece Rusya’yı<br />

dizginlemek değil, aktif bir partner haline<br />

getirmek olduğu doğrulanabilir. Rusya<br />

ise bölgede statükosunu ve nüfuzunu<br />

korumaya çalışmakta, ancak işbirliğinde<br />

de yapıcı davranmaktadır. Rusya ile<br />

Mavi Akım ve Akkuyu nükleer enerji<br />

projeleri bu konuda en önemli adımlar<br />

olmuştur. Öte yandan Rusya ile rekabet<br />

yerine işbirliğinin önemli adımı olarak<br />

29 Aralık 2011 tarihinde Moskova’da<br />

imzalanan Güney Akım -South Stream<br />

hattının, 63 milyar metreküp kapasite ile<br />

Karadeniz –Balkanlar hattını kullanması<br />

hedeflenmiştir. 36 Ancak, 2011 yılında<br />

Ortadoğu’da yaşanan Arap Baharı’nın<br />

36 Türkiye, imzalanan anlaşmayla yeni hattın Türkiye’nin<br />

Karadeniz’deki münhasır ekonomik bölgesinden geçişine izin<br />

vermiştir. Rusya, bu izin karşılığında Türkiye’nin Rusya’dan aldığı<br />

doğal gazın fiyatında indirim yapmıştır. Ayrıca, Türkiye’nin Batı<br />

Hattı’ndan “al ya da öde” kontratları çerçevesinde alması gereken<br />

ve kullanılamayan 3 milyar metreküplük doğalgazın müteakiben<br />

kullanıma imkan tanınmıştır. Mitat Çelikpala: ‘’Enerji Alanında<br />

Rekabet Yeniden Hareketleniyor: Türkiye Merkezli Gelişmelere<br />

Genel Bir Bakış’’, Ortadoğu Analiz, Mayıs <strong>2012</strong> - Cilt: 4 - Sayı:<br />

41, s.9-11.<br />

66 64


Tunus, Mısır, Libya, Körfez ülkeleri ile<br />

Suriye’de yarattığı iç savaş ve istikrarsızlık<br />

ortamı, İsrail’in Mavi Marmara saldırısı<br />

sonrası yaşanan gerginlik, Türk dış<br />

politikasında Orta Doğu’nun ön plana<br />

çıkmasına neden olmuştur. Türkiye,<br />

Nabucco Projesi kapsamında Haziran<br />

2011 tarihinde hükümetler arası prensip<br />

antlaşmasını da imzalamıştır.<br />

<strong>2012</strong> yılında ise Türkiye-Kazakistan<br />

ekonomik ilişkilerinde yeni bir sayfa<br />

açılmıştır. İki ülke arasındaki ticaret<br />

hacmini 10 milyar dolara taşıyacak yeni<br />

Sinerji Ortak Ekonomi Programı’na<br />

yönelik üç yıllık eylem planı Ekim <strong>2012</strong><br />

tarihinde imzalanmıştır. Bu antlaşma,<br />

Türkiye’nin bir Avrasya ülkesi ile<br />

imzaladığı ilk stratejik ortaklık anlaşması<br />

olma özelliğini taşımaktadır. 37 Ticaret,<br />

ekonomi, eğitim ve kültürel alanlarda<br />

yapılacak yatırımlara ivme kazandıracak<br />

yeni projelere başlanmıştır. İran-<br />

Türkmenistan-Kazakistan demiryolu<br />

hızlı bir şekilde tamamlanarak<br />

Kazak enerji kıyılarının doğrudan<br />

Türkiye’ye bağlanması sağlanacaktır. 38<br />

Türkiye, bölgesel politikalarındaki<br />

siyasal tercihlerinde eksen kaymasına<br />

37 ‘’Türkiye ile Kazakistan, Stratejik Ortaklık Antlaşması<br />

İmzaladı’’, Rusya’nın Sesi Radyosu, http://www.rusya.ru/<br />

Content/5280-%C3%BCrkiye+ile+Kazakistan_+stratejik+ort<br />

aklB1<br />

38 Metalürji, kimya ve petrokimya, makine, gıda sanayi, inşaat<br />

malzemeleri sektörleri gibi alanlarda işbirliği faaliyetleri geliştirilecek.<br />

Bakü-Tiflis-Kars demiryolu hattının <strong>Hazar</strong> Denizi üzerinden<br />

Kazakistan’a ulaştırılması, uluslararası ulaşım koridorlarının<br />

(TRACECA, SILKWIND) geliştirilmesi öncelikli konular arasında<br />

yer alacaktır. Hazal Ateş: ’’ Kazakistan’la Dev Eylem Planı’’,<br />

Milliyet, 12 Ekim, <strong>2012</strong>.<br />

uğramadığını, 27 Aralık 2011 tarihinde<br />

Azerbaycan doğalgazını Türkiye<br />

üzerinden Avrupa’ya taşıyacak olan<br />

TANAP-Trans-Anadolu Doğal Gaz Boru<br />

Hattının inşasına ilişkin mutabakat zaptı<br />

imzalamak sureti ile ortaya koymuştur. 39<br />

Azerbaycan Devlet Başkanı İlham<br />

Aliyev’in İstanbul ziyareti esnasında<br />

imzalanan TANAP Projesi ile ortaya<br />

koyarken, Türk dış politika stratejisine<br />

yön verecek yeni yol haritasının sürekliliği<br />

için düğmeye basmıştır.<br />

Sonuç<br />

O rta Asya enerji jeopolitiği; XXI. yüzyılın<br />

öncelikli dış politika ve ekonomik konuları<br />

arasında yer almaya adaydır. Bölgenin önemli<br />

aktörleri arasında yer alan ve NATO üyesi<br />

olan Türkiye’nin geçmişteki hatalarını tekrar<br />

etmeksizin gelişmeleri ve mevcut güç dengelerini<br />

doğru tahlil ve analiz edilmesinin bu çalışmada<br />

ortaya konduğu üzere, aynı zamanda enerji<br />

güvenliği için zaruret arz ettiğini söylemek<br />

mümkün görülmektedir.<br />

39 TANAP’ın beş yılda tamamlanması ve 5–6 milyar dolara<br />

mal olması öngörülüyor. Türkiye, hattan geçecek olan yaklaşık<br />

16 milyar metreküp doğalgazın 6 milyar metreküpünü kendi<br />

ihtiyaçları için kullanabilecek. Geri kalan miktar Avrupa pazarına<br />

ulaştırılması hedeflenmiştir. Boru hattının, ortaklık yapısında<br />

ileride değişme ihtimali olmakla birlikte, bugün için % 80’lik<br />

kısmı Azerbaycan’a % 20’si ise Türkiye’ye ait. Azerbaycan’ın Şahdeniz-2<br />

gazının 2017-8’de uluslararası piyasalara girecek olması.<br />

Bu gazın ve ilave olarak muhtemel Türkmen ya da Kazak doğal<br />

gazının Türkiye üzerinden Batılı tüketicilere taşınması ihtimali<br />

Rusya’nın tekel olma durumunu ortadan kaldırması nedeniyle<br />

alternatif hatlar arasındaki rekabeti su yüzüne çıkartmıştır. Çelikpala,<br />

age.s.12-16.<br />

HAZAR RAPORU<br />

67 65


68 66<br />

Ekonomik kalkınma ve uluslararası<br />

rekabette Türkiye’nin toplam 67,8 milyar<br />

m 3 ’lük doğal gaz antlaşması mevcut olduğu<br />

dikkate alındığında enerji ihtiyacının<br />

%80’nin ithal eden ülke konumunda<br />

olması, 2011 enerji faturasının 50 milyar<br />

dolarlık hacminin yakın gelecekte 100<br />

milyar doların üstüne çıkması olasılığını<br />

kuvvetlendirmektedir. Bu itibarla,<br />

Türkiye’nin Avrasya enerji politikalarını<br />

yeniden revize etmesi ihtiyacı esasen<br />

ekonomik ve finansal politikaların yanı<br />

sıra devletlerarası bölgesel ilişkileri ve<br />

ulusal güvenlik politikalarını da yakından<br />

etkileyen bir sürece girmiştir. Türkiye<br />

Kafkasya-Orta Asya Ekonomik Birliğine<br />

katkılarda bulunabilir, biçimlenmesinde<br />

ciddi yardımları olabilir. Türkiye,<br />

bölgedeki dinsel-etnik çatışmaları önleyici<br />

roller üstlenebilir. Türkiye, ekonomik<br />

ve teknolojik know-how birikimini<br />

paylaşması halinde, Kafkasya ve Orta Asya<br />

Cumhuriyetleri ile yeni iş birliği projelerini<br />

hayata geçirebilir. Sermayeden çok neyin<br />

nasıl yapılacağı konusunda deneyim ve iş<br />

birliği enformasyonuna ihtiyaç duyan Orta<br />

Asya cumhuriyetleri ile üniversitelerin<br />

akademik ortaklıklar ve değişim eğitimleri<br />

uygulamaları, gelecekte yaratıcı teknolojik<br />

dönüşümler sağlanmasını temin edebilir.


DEĞERLENDİRMELER<br />

Dr. Şener Aktürk<br />

Türkiye’de Milliyetçilik ve<br />

Demokratikleşme<br />

Türkiye’de milliyetçilik ve ulusçuluk<br />

kavramının ortaya çıkması ve evrimi<br />

ile ilgili nasıl bir çerçeve çizebiliriz<br />

Milliyetçilik ve Ulusçuluk akımlarının<br />

Türkiye coğrafyasını etkisi altına aldığı<br />

dönemden evvel, bu coğrafyada hâkim<br />

olan toplumsal yapıda, yani Osmanlı<br />

İmparatorluğunda, dini kimlik etrafında<br />

organize olmuş bir millet yapısı vardı.<br />

Bunu ben, dört ayak üstünde yükselen<br />

masa veya sandalye olarak tanımlıyorum,<br />

Osmanlı toplumunun 4 ana milleti vardır.<br />

Bunların en önemlisi birinci yani kurucu<br />

İslam milletidir. Bütün Müslüman etnik<br />

grupları bir arada tutan bir millet. Burada<br />

millet kelimesinin özü de dini topluluktur.<br />

Dolayısıyla ayrı ayrı Arap, Arnavut,<br />

Laz, Çerkez milletleri değil, tek bir İslam<br />

Milleti vardır. Bütün Müslüman etnik<br />

unsurları içinde barındıran, bu ana sütün<br />

kesinlikle tek başına Osmanlı’yı oluşturan<br />

sütün değildir. Bunun yanında hiyerarşik<br />

sırasıyla yukarıdan aşağıya, ikinci ve<br />

en önemli sırada Rum Ortodoks milleti<br />

vardır. Özellikle Fatih Sultan Mehmed’in<br />

İstanbul’u fethinden sonra, güçlendirilmiş,<br />

tahkim edilmiş ve İmparatorluğun sol<br />

kolunu oluşturan Rum Ortodoks milleti,<br />

üçüncü sırada Ermeni Gregoryen milleti<br />

ve son olarak 1492’de İspanya’dan<br />

kovulup II. Beyazıt tarafından Osmanlı<br />

Devleti’ne kabul edilen, Sefarad, İspanyol<br />

Musevi’lerini oluşturan millet gelir.<br />

Fransız Devrimi’yle beraber iyiden<br />

iyiye yaygınlaşan, güçlenen milliyetçilik<br />

akımlarının sonucu olarak bu dört ayaklı<br />

masa çatırdadı ve teker teker o ayaklar<br />

çökmeye başladı. Burada kritik olan bir<br />

tarih tabi 1821, Yunan isyanıdır. Yunan<br />

isyanı belki coğrafi olarak sadece Güney<br />

Yunanistan olarak bildiğimiz Mora<br />

Yarımadası’nı ve Atina çevresini Osmanlı<br />

İmparatorluğundan kopardı ama kimlik<br />

olarak çok kritik bir kırılma yaşandı.<br />

Çünkü ikinci en önemli millet, nüfus<br />

olarak da, Müslümanlarla yarışabilecek<br />

en önemli millet, Rum Ortodoks milleti,<br />

İmparatorluk vasfını, evrensellik iddiasını<br />

kazandıran bir millet yavaş yavaş etnik<br />

unsurlarıyla İmparatorluktan kopmaya<br />

başladı.<br />

HAZAR RAPORU<br />

67 69


DEĞERLENDİRMELER<br />

Fatih Sultan Mehmed’in Rum Ortodoks<br />

Patriği Gennadios’a Patrikhaneyi<br />

kurdurması ve Fetih projesinde çok önemli rol<br />

atfetmesi dikkat edilecek bir husustur.<br />

F<br />

atih ve ondan sonra gelen Osmanlı<br />

imparatorları, Osmanlı kimliğini evrensel<br />

bir kimlik olarak, Roma İmparatorluğu gibi<br />

gördükleri için, bugün Rum Ortodokslar,<br />

yarın Protestanlar, Katolikler, belki Budistler,<br />

Hindular potansiyel olarak dünyanın bütün<br />

dinlerini, Osmanlı kimliğinin birer parçası<br />

gibi düşündükleri için çok önem vermişlerdir.<br />

1821’de başlayan isyan 1829’da Elen<br />

Cumhuriyeti olarak Yunanistan’ın<br />

kurulmasıyla sonuca ulaştı ve daha sonra<br />

gelen Sırbistan’ın bağımsızlığı, Karadağ’ın<br />

bağımsızlığı, Bulgaristan’ın ve Romanya’nın<br />

bağımsızlığı, tek tek Rum Ortodoks milletini<br />

Osmanlı’dan kopardı. Ve bir ayak, önemli<br />

olan ikinci ayak tamamıyla çökmüş oldu. Bu<br />

dönemlerde Osmanlı İmparatorluğu’ndaki<br />

kimlik politikasının birkaç aşamadan<br />

geçtiğini görüyoruz. Ulusçuluk, Milliyetçilik<br />

akımına reaksiyon olarak önce Osmanlıcılık<br />

benimsendi, ama gayrimüslim etnik<br />

unsurların en önemlileri olan Rum<br />

Ortodokslardan başlayarak daha sonra<br />

Ermeniler de dahil olmak üzere, kopması<br />

neticesinde Osmanlıcılıktan İslamcılığa,<br />

İslamcılıktan Türkçülüğe geçiliyor ve burada<br />

ben resmi ve yaygın tarih yazımından farklı<br />

olarak şunu vurguluyorum, 1. Dünya Savaşı<br />

sonrasında Türkçülükten tekrar İslamcılığa<br />

geçiliyor ve sonra tekrar Türkçülüğe<br />

geçiliyor. Kısaca açmak gerekirse 1821-<br />

1829 Rum Ortodoks milleti başta olmak<br />

üzere gayrimüslim kopuşu ve Osmanlıcılık<br />

siyasetinin iflasını gösteren süreç yürümedi.<br />

Çünkü gayrimüslimler olmadan Rum<br />

Ermeni olmadan Osmanlıcılık olamazdı,<br />

olamadı da. 1912 kırılma noktasıydı.<br />

Çünkü ilk defa Müslüman bir etnik grup da,<br />

kendi ulus devletini kuran Arnavutluk var,<br />

Balkan Savaşı’nda Balkanlar etnik gruplara<br />

ayrıldı. Sırpların, Bulgarların, Yunanların<br />

ulus devletini genişletmesi, ondan önceki 80<br />

yıllık bir sürecin devamı ama Osmanlı’dan<br />

bağımsız farklı bir Müslüman ulus devletinin,<br />

Arnavutluk’un ortaya çıkması, psikolojik<br />

olarak büyük bir kırılış oldu. Bunu Mehmet<br />

Akif’te çok fazlasıyla görebiliyoruz.<br />

Biliyorsunuz kendisi Arnavut’tur ama<br />

Türk milli şairidir, İstiklal Marşı’nın da<br />

yazarı. Daha sonra Araplarda bunu daha<br />

da artarak göreceğiz 1. Dünya Savaşı’nda<br />

fakat Arnavutluk’un kopuşu Araplardaki<br />

bağımsızlık hareketleri, kimlik politikasını<br />

doğrudan Türkçülüğe kaydırdı.<br />

İslamcılık da terk edildi, iflas etti ve başarılı<br />

70 68


olamadı. 1. Dünya Savaşı’nda, Türkçülüğün<br />

iktidarda olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle<br />

1913 İttihat ve Terakki’nin gerçekleştirdiği<br />

Saray Darbesi ve 1913’ten 1918’e kadar,<br />

yani bütün 1. Dünya Savaşı boyunca<br />

İttihat ve Terakki’nin muhalefetsiz tek parti<br />

döneminde aslında Türkçülük tatbik edildi.<br />

Teorisi zaten vardı, uygulamasını da o beş<br />

yıllık süreçte gördük. Fakat malumunuz 1.<br />

Dünya Savaşı kaybedildi. Kafkasya’dan<br />

Orta Asya’ya ulaşma hayalleri, İran<br />

üzerinden Hindistan’ı vurma hayalleri iflas<br />

etti. Sonuçta, 1. Dünya Savaşı Türkçülüğün<br />

de iflasıydı o anlamda. Bu noktadan sonra<br />

ise yani en çok söylenen, Türkiye’de ve<br />

dünyada, sırasıyla Osmanlıcılık, İslamcılık<br />

ve Türkçülüğe geçilişidir. Oysa Mondros<br />

Mütarekesi’nde, Sevr Anlaşması’nda<br />

ve Anadolu’nun parçalanma sürecinde<br />

ki bu benim kişisel görüşüm, akademik<br />

çalışmalarımda da vurguladım, İslamcılığa<br />

bir geri dönüş var.<br />

Ankara Hükümeti’nin kurulması ve milli<br />

mücadelenin organize edilişi. Burada<br />

bir kaynak. Bu konular üzerine pek<br />

çok yerde yazdım fakat Middle Eastern<br />

Studies dergisinde Kasım 2009’da<br />

yayınladım, “Persistence of the Islamic<br />

Millet” adlı makalede. Aynı zamanda<br />

yine 2009-2010 yıllarında Doğu Batı<br />

Dergisi’nin 51. sayısında çıkan “Osmanlı<br />

Devleti’nde dini çeşitlilik” adlı makalede.<br />

İkisinde de vurguladığım şu oldu; Milli<br />

Mücadele özellikle Middle Eastern Studies<br />

makalesinde de değindiğim üzere, şimdi<br />

Türk Kurtuluş Savaşı olarak da tarif edilen<br />

olay aslında din temelinde gerçekleşmişti.<br />

Milli kelimesinin Arapça, Aramice,<br />

Süryanice kökenine baktığımız zaman<br />

“dini topluluk ve cemaat” anlamına geliyor.<br />

1920 yılında bunu duyan kişiler için de<br />

İslami dini anlamı vardı. O yüzden de bu<br />

temelde bir mücadele yapıldı, Anadolu’nun<br />

bütün Müslüman etnik unsurları, İngiliz,<br />

Fransız ve Yunan işgal kuvvetlerine karşı<br />

bir direniş örgütlediler ve bunu başardılar.<br />

Lozan Anlaşması’yla da Türkiye<br />

Cumhuriyeti kuruldu. Ama Cumhuriyet<br />

kurulduktan sonra tekrar bir Türkçülüğe<br />

dönüş var ve bu sefer millet kelimesinde<br />

bir anlam kayması oluyor. Yüzyıllar<br />

boyunca dini cemaat, dini topluluk olarak<br />

tanımlanmış olan İslam milleti, Ortodoks<br />

milleti, Protestan milleti Osmanlı<br />

İmparatorluğu’nda hayat bulmuş iken<br />

Lutheran milleti diye bir millet kuruluyor.<br />

Millet kelimesi dini içeriğini kaybediyor ve<br />

etnik bir içerik kazandırılmaya başlıyor<br />

resmi kullanımda. Türk milleti gibi Arap<br />

milleti gibi daha önceden anlaşılamayacak,<br />

etnik anlamlı dinsel anlamlı kültürel<br />

anlamlı milletler ihdas ediliyor. Burada<br />

aslında Ulusçuluktan bahsetmek mümkün<br />

çünkü Cumhuriyet’in kuruluş döneminde<br />

zaten Türk milletinden daha fazla,<br />

özellikle 1930’lardan itibaren, Türk<br />

ulusu deniyordu. Yine kökeni Süryanice ve<br />

Arapça da olan dini metinlerde, Kuran,<br />

Tevrat gibi millet kavramının yerine<br />

Moğolcadan gelen “Ulus” kavramı ikame<br />

ediliyor ve bu tamamen etnik bir topluluğu<br />

ifade eden Türkçe konuşan, Orta Asya’da<br />

HAZAR RAPORU<br />

69 71


DEĞERLENDİRMELER<br />

Moğolistan’da etnik bir ulus kökeninin<br />

tanımı olarak yerleşiyor.<br />

Bu ulusçuluk Cumhuriyetin resmi ideolojisi<br />

ve Laik bir ulus anlayışı, dil temelinde<br />

asimilasyona dayanan bir ulus anlayışı.<br />

Ben burada ulus Moğolcadan geliyor ve<br />

etnik kökeni ifade ediyor dediğim zaman<br />

Türkiye Cumhuriyeti’nin uyguladığı resmi<br />

politikanın Almanya’dakinin benzeri<br />

bir etnik milliyetçilik olduğu anlamı<br />

çıkarılmamalı. Çünkü bu değildi, böyle<br />

bir görüş de vardı, Mahmut Esat Bozkurt<br />

gibi, Recep Peker gibi, CHP’nin önemli<br />

kişilerinin savunduğu bir görüştü ama hep<br />

muhalefette kaldı. Hep arka planda güçlü<br />

bir unsur olarak devam etti, ama egemen<br />

siyaset, egemen politika, Fransa’dan ilham<br />

alan kültürel asimilasyoncu milliyetçiliktir.<br />

Ve hep öyle olmaya devam etti, dolayısıyla<br />

pek çok etnik kökenden gelen kişiler<br />

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak<br />

kabul edildi. Fakat etnik farklılıklarının<br />

vurgulanması kabul edilmedi. Hangi etnik<br />

kökenden gelirse gelsin herkesin Türk dilini<br />

öğrenerek bu da 1930’larda oluşturulan<br />

modern standart Türkçe dediğimiz<br />

resmi İstanbul Türkçesi, Laik bir içerikle<br />

tanımlanan bir Türkçe, bu dili öğrenen ve<br />

bu kültüre asimile olan herkes eşit Türkiye<br />

vatandaşı olarak kabul edildi. Burada eğer<br />

Türkiye Cumhuriyeti pek çok eleştirmenin<br />

ve bazı akademisyenlerin bahsettiği gibi<br />

etnik milliyetçilik temellerinde kurulmuş<br />

olsaydı, bir Türkmen devleti olarak<br />

tanımlanırdı. Ve Cumhurbaşkanından<br />

Başbakanından Bürokrasisine kadar her<br />

seviyede, Türkmen etnik kökene sahip<br />

olmayanlar istihdam edilmez, dışlanır<br />

ve bir Apartheid dönemi Güney Afrika<br />

gibi devlet ve bürokrasi gibi kurumlardan<br />

dışlanırdı. Türkiye Cumhuriyeti’nde<br />

düzinelerce Çerkez, Gürcü, Arap, Laz,<br />

Arnavut kökenden gelen Müslümanlar<br />

devlet bürokrasisinde, siyasetinde,<br />

ekonomide ve kültürel hayatında en<br />

üst seviyeye kadar gelebildiler. Burada<br />

dışlanan sadece, artık sayıları çok azalan<br />

gayrimüslim etnik unsurlardı. Osmanlı<br />

toplumunun diğer 3 unsuru Ermeni,<br />

Rum ve Musevi milletleri resmi azınlıklar<br />

olarak kodlandılar ve onlar devletten,<br />

bürokrasiden dışlandılar ve yasal anlamda<br />

ayrımcılığa uğradılar, fakat Kürtler<br />

de dâhil olmak üzere Müslüman etnik<br />

unsurların devlet ve bürokrasi yapısından<br />

bu şekilde dışlanması söz konusu olmadı.<br />

Fransa’da ve diğer asimilasyoncu, benim<br />

anti-etnik rejim olarak tanımladığım, bu<br />

ülkelerde olduğu gibi onların asimile olarak<br />

etnik farklılıklarını vurgulamaksızın, entegre<br />

olması ve kabul edilmesi hususu var. Tabi ki<br />

etnik farklılıkları vurgulayan kişi ve gruplar<br />

bu entegrasyonun dışında kaldı ve direniş<br />

pozisyonuna geçtiler ki o da Kürt sorunu<br />

olarak, daha sonra kısmen Alevi sorunu<br />

olarak ve belki bu günlerde başka sorunlar<br />

olarak tezahür eden süreçlere sebep oldu.<br />

72 70


Ama Ulusçuluğun, Milliyetçilik olarak<br />

başlayan ve daha sonra Laik Ulusçuluk<br />

olarak devam eden entelektüel ve siyasal<br />

akımının, Türkiye coğrafyasındaki serencamı<br />

budur. 4 ayaklı Osmanlı coğrafyasına geldi<br />

ve birer birer o ayakların çöküşüne hem<br />

sebep oldu, hem de bu çöküşün sonucu oldu<br />

ve Türkiye Cumhuriyeti de o ayaklardan<br />

geriye kalan tek ayak olan Müslüman<br />

milletine Türk Ulusu ismini verdi ve şimdiye<br />

kadar devam eden Ulus Devlet ve ulus inşa<br />

sürecine başladı. Burada tabi çok detaylara<br />

odaklanan kişiler diyebilirler ki Musevilere ne<br />

oldu Onların bağımsız devletleri de olmadı<br />

Evet olmadı. Ta ki 1948’de İsrail’in Yahudi<br />

devleti olarak kuruluşuna kadar. Musevi<br />

azınlığı her kritik dönemeçte, Osmanlı<br />

Devletinin veya onun yerine kurulacak olan<br />

Ankara Hükümeti’nin devamı yönünde<br />

hareket etti ve onu destekledi. Mesela<br />

Selanik’in kaybında Selanik’in en önemli<br />

etnik dini unsuru olan Museviler, Osmanlı<br />

devletinin devamını istemişlerdir. Ve pek çoğu<br />

Elen Cumhuriyeti Yunanistan Selanik’i ele<br />

geçirdiğinde, o zamanlar için Osmanlı’ya göç<br />

etmiş ve Balkanların Osmanlı’da kalmasını<br />

tercih etmişlerdir. Bu da anlaşılabilir bir<br />

durum. Çünkü hiçbir yerde kendi Ulus<br />

Devletlerini kurmayı düşünmüyorlardı.<br />

Bu çok sonradan ortaya çıkmış ve çok<br />

sonradan Hitler’in Yahudi soykırımından<br />

sonra popülaritesini kazanmış ve Filistin’de<br />

başarıya ulaşmıştır. Proje, yani Siyonizm’den<br />

bahsediyorum,<br />

Y<br />

ahudi milliyetçiliğinden o geç döneme<br />

kadar Musevi milleti gayri Müslim milletler<br />

arasında, Osmanlıcılığa da Türkçülüğe de<br />

en sempatik ve en yakın duran gayrimüslim<br />

unsur olmaya devam etti. Bugün bile kısmen<br />

öyledir diyebiliriz.<br />

Son zamanlarda artan PKK terörünü<br />

ve Türkiye’nin Kürt sorununun<br />

çözümünde aldığı mesafeyi nasıl<br />

değerlendiriyorsunuz<br />

T<br />

ürkiye son 10 yılda, fakat bilhassa da<br />

2004 yılından 2009 yılına kadar, bu sorunun<br />

çözümünde muazzam adımlar attı. Bu<br />

süreçte, Türkiye’nin kimlik politikalarında<br />

ortaya koyduğu reformlar ondan önceki 80<br />

yılıyla karşılaştırdığımızda en önemli kırılma<br />

en önemli değişiklik bu konuda şüphe yok.<br />

Tabi ben Kürt sorunu ve bunun gibi Alevi<br />

sorunu denilmesine karşıyım, bu tanımlama<br />

yerine Kürtlerin ve Alevilerin sorunu demeyi<br />

tercih ediyorum. Çünkü Kürt sorunu ve Alevi<br />

sorunu dediğimizde, Kürtlerin veya Alevilerin<br />

varlığı sorunmuş gibi bir izlenim ortaya<br />

çıkabiliyor. Kürtlerin sorunları var, Alevilerin<br />

de sorunu oldu daha doğrusu.<br />

Kürt sorunu ile PKK sorunu iyice ayrıştı ve<br />

AKP Hükümeti döneminde atılan adımlar<br />

Kürt sorununu neredeyse çözdü diyebilirim.<br />

Örneğin, önce 2004 yılının haziran ayında,<br />

TRT3’ün geleneksel dil ve lehçe yayınları<br />

Arapça, Zazaca, Kürtçe Boşnakça Zazaca,<br />

ve Çerkezce olarak başladı ve hala devam<br />

HAZAR RAPORU<br />

71 73


DEĞERLENDİRMELER<br />

ediyor. Daha sonra 2009 Ocak’ında yayına<br />

başlayan ve 7/24 saat Kürtçe yayın yapmaya<br />

hala devam eden TRT6 (şeş). Bu akademik<br />

yılda, <strong>2012</strong>-2013 yılında verilmeye başlayan<br />

orta öğretim kurumlarına kadar indirilmiş<br />

olan Kürtçe seçmeli ders, yine 2009-<strong>2012</strong><br />

arasında Martin Artuklu Üniversitesi gibi<br />

birkaç üniverisetede verilmeye başlayan Kürt<br />

dili ve edebiyatı dersleri ve Kürtçe öğretmeni<br />

yetiştirmek gibi çabalar aslında Cunhuriyetin<br />

80 yılındaki politikasını değiştirdi, yani<br />

asimilasyonun devlet politikası olmaktan<br />

çıktığını gösteriyor, bunun kısaca özeti budur.<br />

Türkiye AKP dönemindeki reformlarla 80<br />

yıllık asimilasyon politikasından vazgeçti,<br />

Devlet nezdinde bazı kişiler Kürtçe bildikleri<br />

için istihdam edilir oldu, TRT 6 budur, devlet<br />

bazı bürokratları çalışanları istihdam ediyor<br />

ve istihdam etmesinin sebebi onların daha<br />

önce tanınmayan bu Kürtçe dilini biliyor,<br />

konuşabiliyor ve hatta öğretebiliyor oluşudur.<br />

Eğer sadece 20 yıl önce devletin eski bir<br />

bakanının Kürtler vardır ve ben Kürt’üm<br />

dediği için 2,5 yıl hapse atılabildiğini<br />

düşünülecek olursa, buradaki değişimin ne<br />

kadar muazzam olduğunu ve karşılaştırmalı<br />

siyaset çalışmalarında çok az görünen<br />

bir değişim olduğunu idrak edebiliriz. Bu<br />

gerçekten çok büyük bir değişim ve benim<br />

Almanya’yla Rusya’yla karşılaştırmalı olarak<br />

yaptığım çalışmalarımda da bahsettiğim gibi<br />

çok az olan Türkiye’de 100 yılda bir olmuş.<br />

Almanya ve Rusya’da da öyle, 100 yılda bir<br />

olmuş. Bu değişiklikler dolayısıyla Kürtlerin<br />

sorunlarından bahsedilecek olursa bunun<br />

çözümünde çok büyük adımlar atıldı. PKK<br />

sorununun çözümü daha uzak gözüküyor<br />

evet, çünkü o ayrı bir sorun, eğer Kürt<br />

sorunu hiç olmasaydı bile binlerce silahlı<br />

militanı olan pek çoğu masum insanları,<br />

sivil olabilir, asker olabilir, katletmiş olan<br />

bir örgüt olmuş olsaydı, bu Türkmenlerden<br />

bile oluşsa, Alevilerden oluşsa, Lazlardan<br />

oluşsa, etnik, kendilerini Türk olarak<br />

tanımlayan kişilerden bile oluşsa bu bir sorun<br />

olurdu. Çünkü o kişiler ne olacaklar, hepsi<br />

mi cezalandırılacak hapse mi konulacak<br />

bazıları mı cezalandırılacak, yoksa bazıları<br />

topluma rehabilite mi edilecek, bu binlerce<br />

militanı olan ve toplumun bir kısmında yurt<br />

dışında dayanakları olan örgüt ile devletin<br />

ilişkisi nasıl olacak, bu ayrı bir soru, dediğim<br />

gibi Türkiye’de tek silahlı terör örgütü<br />

PKK değil başka silahlı terör örgütleri de<br />

var. DHKPC’den bahsedebiliriz geçmişte<br />

çok daha aktif TİKKO’dan vesaire gibi.<br />

Bu gibi örgütler de eğer PKK boyutunda<br />

yaygın örgütler olsaydı ve toplumun bir<br />

kesiminde o kadar büyük bir destek görüyor<br />

olsaydı hiçbir azınlık grubuna mensup<br />

olmasalar bile böyle bir sorun olacaktı. O<br />

sorunu çözmek dediğim gibi biraz güvenlik<br />

uzmanlarına kalıyor, ve bu süreçleri yine<br />

karşılaştırmalı olarak inceleyenlere, fakat<br />

Kürt sorununun, Kürtlerin sorunları, benim<br />

tarifimle Kürtlerin sorunlarının çözümünde<br />

neredeyse son noktaya gelindi. Hükümetin<br />

yapabilecekleri arasında birkaç şey daha<br />

kaldı ki, bunları da özetledim. 2011 yılında<br />

Sabah gazetesinde, ‘’Anadil ve Demokratik<br />

Özerklik’’ başlıklı bir yazımda, kamusal<br />

alanda Kürtçe, Arapça, Lazca, Gürcüce<br />

gibi dillerin, belediye meclislerinin il genel<br />

meclislerinin onayıyla ikincil ve üçüncül diller<br />

olarak kamu hizmetinde kullanılabileceğini<br />

belirtmiştim.<br />

74 72


E<br />

ğer bu çözüm gerçekleşirse, ki hükümet<br />

kanadından gelen sinyaller bunun da<br />

gerçekleşebileceğini gösteriyor. Yeni açıklanan<br />

AK Parti programı bu yönde de adımlar<br />

atılabileceğini gösteriyor.<br />

Bu durumda zaten Kürt sorununun çözümü<br />

için Devlet elinden gelen her şeyi yapmış<br />

olacak. Bu sadece Kürtlerin sorunları değil,<br />

başka etnik gruplar da var Türkiye’de. Sonuç<br />

olarak bahsettiğim gibi o yazımda ve diğer<br />

yazılarımda, belki birkaç milyon Arap<br />

kökenli var bu illerin pek çoğunda Kürtçe<br />

ve Zazaca’nın dışında, ki Kürtçe ve Zazaca<br />

da ayrı ayrı kodlanması gerekecek kadar<br />

birbirinden farklı diller. Örnek veriyorum<br />

yakın zamanda ziyaret ettiğim Mardin’de<br />

şehir merkezinde Arapça çok yoğun olarak<br />

konuşuluyor. Eğer Mardin il genel meclisi ve<br />

belediye meclisi Arapça Kürtçe ve Zazacanın<br />

da 2. 3. ve 4. Diller olarak, belediye sağlık<br />

ve acil hizmetlerinde kullanabilmesi<br />

yönünde finansal kaynak yaratır ve karar<br />

alırsa, bu karar çoğunluk tarafından<br />

onaylanırsa. Bunların bu şekilde Türkçe<br />

elbette resmi ve birincil dil olmak kaydıyla<br />

Belediye otobüslerinden sağlık merkezlerine<br />

kadar değişik kamu hizmetlerinde de<br />

kullanılmaması için çok büyük bir engel<br />

yok. Bu yapılabilir. Bu Türkçenin egemen<br />

birincil devlet ve resmi dil statüsüne de<br />

zarar vermez. Bu başka illerde Gürcücenin<br />

Çerkezcenin ve Arapçanın diğer dillerin<br />

de aynı statüye gelmesini de engellemez.<br />

Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu’daki<br />

dil çeşitliliğine de daha uygun bir çözümdür.<br />

Çünkü pek çok ilde dediğim gibi Kürtçenin<br />

dışında Arapça da, Zazaca da, Azerice de<br />

başka dillerde de bu hizmetler verilebilir. Bu<br />

çözümlerden birisidir diye düşünüyorum. Bu<br />

çözüme Türkiye çok yakın fakat bu çözümün<br />

gerçekleşmesi PKK sorununu, kendi sorununu<br />

bitirmez.<br />

A<br />

KP hükümetinin bu çözüm yönünde<br />

yaptığı reformların başarısının bir ölçüsü<br />

elbette seçim sonuçlarıdır. Bu ay sonunda<br />

Cambridge Üniversitesi yayınlarından<br />

çıkacak olan kitabımda da bahsettiğim<br />

gibi 20<strong>02</strong>, 2007 ve 2011 seçimlerinde<br />

ve aralarındaki belediye seçimlerinde ve<br />

referandumlar da, tamamen AKP Türkiye’de<br />

Kürt kökenli seçmenin en fazla tercih<br />

ettiği parti oldu (Şener Aktürk, Regimes<br />

of Ethnicity and Nationhood in Germany,<br />

Russia, and Turkey, New York: Cambridge<br />

University Press, <strong>2012</strong>).<br />

BDP veya DTP‘den daha fazla Kürt<br />

seçmenden oy aldı, buna hiç kuşku yok,<br />

sayılara ve haritaya nasıl bakarsak bakalım<br />

ki kitapta yine hem quantitative hem<br />

qualitative olarak hem de harita bazında<br />

bunun tasviri var. Güneydoğu Anadolu’da<br />

etnik Kürt çoğunluğa sahip olduğunu<br />

bildiğimiz şehirlerde AKP seçimleri kazandı,<br />

kazanmaya devam ediyor. Bu Urfa olabilir,<br />

Bingöl olabilir Adıyaman olabilir, Bitlis<br />

olabilir Elâzığ olabilir. Burada gerek basın<br />

gerek akademisyenlerin bir kısmı özellikle<br />

Kürt milliyetçilerin en güçlü olduğu bir iki ile<br />

yoğunlaşıp, ki burada en iyi örnek, Hakkâri<br />

ve Diyarbakır ve aradaki iki ildir, yani<br />

HAZAR RAPORU<br />

73 75


DEĞERLENDİRMELER<br />

Batman ve Şırnak. Diyarbakır, Batman ,<br />

Şırnak ve Hakkâri’ye bakıp Kürt milliyetçiliği<br />

kazandı, çok güçlü, egemen demeleri büyük<br />

bir İngilizce tabiriyle “Selection Bias” seçilim<br />

yanılgısı. Bunlar sınırlı ve belli bir grubu<br />

temsil ediyor göz önüne alınması muhatap<br />

alınması ve sisteme entegre edilmesi ve<br />

eşit vatandaşlık haklarından kesinlikle<br />

yararlanması gereken bir grup olmakla<br />

beraber. Şimdi bu söylediklerimden BDP’ye<br />

oy veren 2 milyon seçmenin<br />

muhatap alınmaması gibi bir<br />

sonuç kesinlikle çıkarılmasın.<br />

Bunu da bütün yazılarımda<br />

vurguladım. Kürt açılımı ve<br />

diğer demokratik açılımlar<br />

aslında sistemle arasında<br />

soğukluk yaşayan bu grubun<br />

sisteme entegre edilmesini<br />

hedefliyor. Ve bu da devam<br />

etmeli ve elbette ki Kürtlerin<br />

AKP’ye oy vermeyen 1/3’ünün<br />

de sorunlarının ve taleplerinin<br />

anayasal çerçeve içerisinde<br />

karşılanması gerekiyor. Fakat bu şimdiye<br />

kadar yapılan reformların Kürtlerin 2/3<br />

desteğini aldığına, ve Kürtlerin 2/3’ünün<br />

istikrarlı ve tutarlı bir şekilde AKP’yi ve<br />

onun politikalarını desteklediği gerçeğini<br />

de ortadan kaldırmıyor. Bunu da görmek<br />

gerekiyor. Dolayısıyla Kürtlerin sorunlarının<br />

çözümü konusunda son derece umutluyum.<br />

PKK sorununun çözümü apayrı bir güvenlik<br />

boyutu olduğu için elbette ki Kürtlerin sorunu<br />

ile bağlantılı ama kendi başına bir asayiş ve<br />

güvenlik boyutu olduğu için o konuda emin<br />

değilim.<br />

B<br />

urada bir, son bir nokta çok fazla<br />

vurgulanmayan dil meselesinden ayrı olarak<br />

tabi geçmişteki güvenlik politikalarının<br />

sonucu olarak ortaya çıkmış sorunlar da<br />

var. En başında faili meçhul sorunu. Ve<br />

bu pek çok aile ve kesim için zannedersem<br />

dil sorunundan çok daha büyük bir sorun<br />

olacaktır.<br />

O sorunun da bir noktada çözülmesi<br />

gerekiyor çünkü pek çok kişi dilinin<br />

yasaklanması veya öğretilmemesini kabul<br />

edebilir, ve bu dünyanın pek çok ülkesinde<br />

de resmi politikadır. Bulgaristan’ın Türkçe<br />

konuşan Türk kökenli azınlığı aşağı yukarı<br />

Türkiye’deki etnik Kürt azınlık kadardır,<br />

nüfus nispeti olarak 12%-16% arasında.<br />

Fakat Türkçe Bulgaristan’da tamamen<br />

dışlanmış, devlet televizyonunda ancak 10<br />

dakika kadar yer alabilen bir dil, fakat bu<br />

Bulgaristan Türkleri arasında veya benzer<br />

başka azınlıklar arasında Türkiye’deki etnik<br />

Kürt azınlık arasında olduğu kadar büyük<br />

76 74


ir reaksiyon yaratmıyor, ve yaratmamasının<br />

bir sebebi diğer devlet politikaları ve<br />

aradaki yakın geçmiş, geçmişteki en sorunlu<br />

noktalarından birisi Türkiye’deki Kürtlerin<br />

sorunlarından bahsedecek olursak, faili<br />

meçhullerin tam anlamıyla aydınlatılmamış<br />

olması. Bir kişi belki dilini konuşmamasını<br />

bir noktada hazmedebilir, dünyada bunu<br />

hazmeden on milyonlarca hatta yüz<br />

milyonlarca kişi var ama çok önemli bir<br />

yakınını birinci dereceden aile bireyini<br />

örneğin faili meçhul bir cinayette kaybetmiş<br />

olmayı ve onun aydınlatılmamış olmasını<br />

hazmedebilmesi çok daha zordur ve bu çok<br />

daha büyük bir adalet eksikliğinin işaretidir.<br />

O<br />

yüzden muhtemelen Kürtlerin sorunlarının<br />

nihai çözümü için faili meçhullerin de<br />

aydınlatılması ve adalet karşısına çıkarılması<br />

gerekiyor ve bu adımla beraber zannedersem<br />

Kürtlerin sorunlarının çözümü aşağı yukarı<br />

gerçekleşmiş olacak . Dediğim gibi PKK<br />

sorunu biraz daha ayrı bir güvenlik boyutu<br />

olan bir sorun.<br />

Irak’taki Bölgesel Kürt oluşumu<br />

Irak’taki Kürt bölgesel yönetiminin<br />

kurulması ve gelişmesi ve bugün itibarıyla<br />

fiili olarak ulus devleti haline gelmesi<br />

Türkiye’nin korkularının aksine beklenen<br />

menfi etkileri yaratmadı kanısındayım. Bu<br />

da Türkiye’nin korkularının çoğunun kısmen<br />

yersiz oluşundan dolayı. Çünkü her zaman<br />

vurgulanması gereken nokta şu ki; benzer bir<br />

etnik kökenden geliyor olsalar bile benzer dil<br />

ve lehçeleri konuşuyor olsalar bile Türkiye<br />

Cumhuriyetinin vatandaşı olarak son 100 yılı<br />

geçirmiş olan Türkiye Kürtleri ile İran İslam<br />

Cumhuriyeti vatandaşı olan İran Kürtleri ile<br />

(ki 400-500 yıllık bir süreçten bahsediyoruz<br />

Safevi devleti de var öncesinde), Arap Ulus<br />

devleti olarak şekillenmiş ve Saddam Hüseyin<br />

Irak’ında yaşayan Kürtler ve daha sosyalist<br />

başka bir devlet olarak Hafiz Esad’ın ve<br />

Beşer Esad’ın Suriye’sinde yaşayan Kürtler<br />

ve buna ek olarak 5. Grup olarak Sovyetler<br />

Birliğinde Ermeni Sosyalist Cumhuriyetinde<br />

de, bugünki Ermeni ulus devleti olan<br />

Ermenistan’da yaşayan Kürtler, bu tarihsel<br />

süreçte (bu benim hipotezim) birbirilerinden<br />

o kadar farklılaşmışlar ki hepsini tek bir<br />

grup olarak düşünmek bu şekilde muhayyel<br />

Kürdistanlılardan bahsetmek bir yüzyıl önce,<br />

Pan-Türkistlerin bahsettiği Türkistan gibi bir<br />

hayaldir diye düşünüyorum. Bu toplulukların<br />

birbirleriyle etnik ve dinsel, kültürel bazı<br />

ortak noktaları olabilir. Bu ortak noktalar<br />

daha fazla işbirliğine yakınlaşmaya sebep<br />

olabilir de olsun da, bunun da Türkiye için<br />

ve İran ve Irak için bir problem yaratmaması<br />

gerekir kavramsal olarak.<br />

F<br />

akat bu Kürt grupları arasında ulus<br />

devlete en yakın ve ulus devlete en çok<br />

ihtiyacı olan grup şüphesiz Irak Kürtleriydi.<br />

O yüzden Kuzey Irak’ta Kürdistan bölgesel<br />

yönetiminin kurulması ve günün birinde Kürt<br />

ulus devleti olarak ortaya çıkması hiç şaşırtıcı<br />

değil.<br />

HAZAR RAPORU<br />

75 77


DEĞERLENDİRMELER<br />

Çünkü yine bu 4-5 ülkeye yayılmış etnik<br />

Kürt gruplar arasında en fazla büyük farkla<br />

en fazla dışlanan zulme uğrayan, kimyasal<br />

silahlarla saldırılan ve Kürt olmayan<br />

topluma entegre olamamış entegre edilmemiş<br />

olan topluluktur kuzey Irak Kürtleri.<br />

Bugün Bağdat’ta Basra’da Küfe’de Necef’te<br />

yüzbinlerce kişinin yaşadığı Kürt mahalleleri<br />

yok. Irak Kürtleri Bağdat’a Basra’ya Irak’ın<br />

Arap şehirlerine, Türkiye Kürtlerinin olduğu<br />

gibi kesinlikle entegre olmamışlar. Çok<br />

belirgin bir şekilde coğrafi segregasyon var.<br />

Kürtler, kuzey Irak’ta yaşıyorlardı çok bariz<br />

bir şekilde Saddam Hüseyin döneminde o<br />

bölgelere getirip yerleştirilen Arap topluluklar<br />

vardı. Benzetmede hata olmaz, İsrail’in Batı<br />

Şeria’da ve Gazze’de yerleştirdiği Yahudi<br />

yerleşimciler gibi, Kerkük’de Musul’da ve<br />

diğer şehirlerde. Ve BAAS Arap milliyetçisi<br />

Irak hükümeti Kürtleri, Türkiye’nin veya<br />

İran’ın aksine, tamamen yabancı bir unsur<br />

olarak muameleye tabi tuttu ve dışladı. Yani<br />

biz Irak Arap Cumhuriyetinin tarihinde<br />

Kürt Cumhurbaşkanları, Başbakanları,<br />

Genel Kurmay Başkanları , Bürokratları<br />

göremiyoruz. Bağdat’ta dediğim gibi<br />

Basra’da yüzbinlerce Kürdün yaşadığını,<br />

milyonlarca Arap-Kürt evliliklerinin<br />

yaşandığını göremiyoruz, ama bunların<br />

hepsini ve daha fazlasını örneğin Türkiye<br />

Kürtleri için görebiliyoruz. Türkiye’nin<br />

çok partili demokrasi deneyimin başladığı<br />

1876’ya kadar bunu götürebiliriz,<br />

Türkiye’nin Kürt kökenli vatandaşları<br />

bütün siyasi akımlara, bunların içinde en<br />

önemlisi İslamcılık ve Sosyalizmdir, en<br />

başından beri entegre olmuş önder olmuş.<br />

Dini örgütlenmeden siyasal örgütlenmeye<br />

bürokrasiden devlete iç içe geçmişlerdir.<br />

Dolayısıyla yani Türkiye Kürtleriyle İran<br />

Kürtlerini ve Irak Kürtlerini aynı sepete<br />

koyup hepsi aynı şeyi ister demek kesinlikle<br />

yanıltıcıdır. Türkiye belki 1990’da aşırı<br />

klostrofobik ve etnik milliyetçi bir reaksiyonla<br />

böyle bir şey olabileceğini düşündü ama<br />

1991’deki ilk Irak Savaşından itibaren<br />

ve bilhassa 2003’teki 2. Irak savaşından<br />

itibaren Kuzey Irak’ta fiilen otonom ve<br />

hatta bağımsız diyebileceğimiz Kürt<br />

ulus devleti oluşumu var, Sorani Kürtçesi<br />

konuşan ve bunu resmi dil yapmış ve bu<br />

yapı Türkiye’nin toprak bütünlüğüne<br />

ve toplumsal entegrasyonuna benim<br />

kanaatimce bu anlamda zarar vermeyecek.<br />

Bir önceki konuşmamda yine göndermede<br />

bulunduğum gibi sonuç olarak İstanbul’dan<br />

Çatalca’dan Edirne’den, Kırcaali’ye, Burgaz’a<br />

Gümülcine’ye İskeçe’ye kadar uzanabilecek<br />

bir Türk kökenliler coğrafyasından da<br />

bahsedebiliriz, değil mi Ama bu gün hiç<br />

kimse buradaki işte Bulgaristan’ın 1/8<br />

belki 1/6’sını oluşturan ve sınırdan Türk<br />

sınırına komşu olan büyük bir Türkistan<br />

veya Balkan Türk Cumhuriyeti olarak<br />

örgütleneceğini, bağımsız olacağını ve tek<br />

bir devlet olacağını düşünmüyor bile. Çünkü<br />

artık bu Türk kökenliler Bulgar siyasetine,<br />

toplumuna tamamen entegre olmuşlar,<br />

Yunan siyasetine toplumuna tamamen<br />

entegre olmuşlar, ayrımcılığa uğramıyorlar<br />

demek değil bu kesinlikle, Human Rights<br />

Watch ve diğer uluslararası kuruluşların<br />

defalarca raporlarında bahsettiği gibi<br />

pekçok ayrımcılık unsuru halen Bulgar ve<br />

Yunan toplumunda devam etmektedir. Sırf<br />

bu ayrımcılık unsurları devam ediyor diye,<br />

120 senedir, Bulgaristan’dan bahsedecek<br />

78 76


olursak, ya da 80-90 senedir Batı Trakyadan<br />

bahsedecek olursak Bulgar ve Yunan toplum<br />

düzeninin, siyasetinin, ekonomisinin parçası<br />

olan kişilerin, birincil ve tek kimlikleri olarak<br />

Türkiye Cumhuriyetini ve Türklüğü görüyor<br />

olduğunu sanmak uçuk bir savdır. Bunun<br />

hayali Kurdistan projelerinde de olduğunu<br />

düşünüyorum, Kürt kökenliler için de şu<br />

anda en tercihe şayan olan, ki bunu seçim<br />

sonuçları da gösteriyor, içinde yer aldıkları bu<br />

toplumlarda demokratik eşitliği, ekonomik<br />

eşitliği sağlamak, toplumsal entegrasyonu<br />

en üst seviyede yaşamaktır ve bu da<br />

zannedersem, Türkiye’de bunu çok açık bir<br />

şekilde görüyoruz.<br />

S<br />

iyasi eğilimlerde zaten Kürt kökenli<br />

insanların genel eğilimidir Türkiye’yle<br />

bir olmak. Türkiye toplumu içerisindeki<br />

kazanımları muhafaza etmek, ileriye<br />

götürmek, ve çok başarılı Kürt kökenli<br />

Türkler, Zaza kökenli Türkler, Arap kökenli<br />

Türkler olarak. Türkiye toplumu içerisinde en<br />

üst düzeyde başarılı olmaktır popüler hedef.<br />

Avrupa Birliği süreci ve<br />

demokratikleşme Türkiye’deki kimlik<br />

tartışmalarını nasıl etkilemiştir<br />

AB süreci elbette ki Türkiye’deki kimlik<br />

tartışmalarını etkilemiştir. Fakat ben burada<br />

yine çoğunluk görüşünden ayrılıyorum ve bu<br />

etkinin belirleyici olmadığını düşünüyorum.<br />

Hem olumlu hem de olumsuz etkileri<br />

olmuştur AB sürecinin Türkiye’deki kimlik<br />

tartışmalarının, bunları ayrı ayrı açabiliriz,<br />

fakat son tarihte belirleyici olan AB değil<br />

Türkiye’nin iç dinamikleridir. Türkiye’nin<br />

kimlik sorunlarının çözümünde veya<br />

çözülememesinde, sorunların daha da<br />

derinleşmesinde. Olumlu açıdan, olumlu<br />

etkilerine bakacak olursak AB sürecinde<br />

bu sürecin bir parçası olarak Türkiye’nin<br />

asimilasyoncu milliyetçiliği, dışlayıcı laikliği,<br />

ve siyasetteki militarizmi sorgulamıştır, ve bu<br />

sorgulama sonucu itibarıyla olumlu sonuçlar<br />

vermiştir.<br />

T<br />

ürkiye’nin resmi milliyetçilik anlayışı da<br />

yumuşamıştır, laiklik anlayışı da biraz daha<br />

yumuşamış ve kapsayıcı çoğulcu bir şekle<br />

girmiştir, girmeye devam ediyor, milliyetçilik<br />

de aynı. Ordunun siyasetteki rolü ve militarist<br />

eğilimler büyük ölçüde tasfiye edilmiştir.<br />

Fakat sonuçta bu süreçte belirleyici olan<br />

AB olmamıştır. Zaten, Türkiye medyasını,<br />

toplumunu ve siyasetini 2007 yılından<br />

itibaren takip edenler, ki bu bahsettiğimiz<br />

sonuçların çoğu 2007’den sonra alınmıştır,<br />

TRT6(şeş)’den bahsedecek olursak, laiklikle<br />

ilgili yapılan revizyonlardan da bahsedecek<br />

olursak, ordunun siyaset üstündeki etkisinin<br />

kalıcı olarak kırılmasından da bahsedecek<br />

olursak bunların hepsi 2007’den sonra<br />

olmuştur. Oysa 2007’den sonra AB üyeliği<br />

ve desteği Türkiye’de neredeyse yok olmuştur<br />

ve gündemden çıkmıştır. Örneğin, AB’nin<br />

gazetelerde manşet olduğu gün sayısına<br />

2000 yılında bakalım, 1999’da ve 2001’de<br />

neredeyse gün aşırı AB manşetlerdeydi,<br />

gündemin 1., 2., en kötü durumda 3.<br />

sırasındaydı. 2007’den itibaren gündemin<br />

ilk 5 sırasında bile olduğu bir dönem ben<br />

HAZAR RAPORU<br />

77 79


DEĞERLENDİRMELER<br />

hatırlamıyorum. Fakat bu son 5 yıllık<br />

dönemde 2007’den <strong>2012</strong>’ye kadarki 5<br />

yıllık dönemde Türkiye’nin asimilasyoncu<br />

resmi politikası dışlayıcı laikliği ve siyasette<br />

ordunun rolü konusunda olumlu gelişmeler<br />

yaşandı, ve dolayısıyla bunlar AB sebebiyle<br />

değil Türkiye’nin iç dinamikleri ve<br />

Türkiye’deki grupların, partilerin, örgütlerin<br />

çalışmalarının sonucu olarak gerçekleşti. Bu<br />

AB’nin ikincil bir etkisi olmadığı anlamına<br />

gelmiyor, var, 1990’larda bilhassa böyle bir<br />

etki var ama belirleyici olan iç dinamiktir.<br />

Olumsuz etkisine gelecek olursak, olumsuz<br />

etkisi de şu; belli bir dönemde özellikle<br />

1990’larda ama bunu günümüze kadar<br />

da getirebiliriz Türkiye’de bazı kesimlerin<br />

gözünde Liberalizmin ve Demokrasinin<br />

sanki yabancı menşeili bir Avrupa ideolojisi<br />

olarak görülmesine sebep olmuştur. Ve bu<br />

da sonuç itibarıyla olumsuz bir etkidir.<br />

Çünkü Liberalizmin serbest ekonominin,<br />

serbest piyasa ekonomisinin, rekabetçi siyasi<br />

sistemin, çok partili sistemin, Türkiye’nin<br />

kendi tarihinde de kendi kökleri vardır,<br />

bir temeli vardır, fakat AB fazlasıyla<br />

yoğunlaşmak bu yerel köklerin görmezden<br />

gelinmesi sanki Liberalizmin sanki liberal<br />

demokrasi Avrupa’dan ithal yabancı bir<br />

ideolojiymiş, bir sistemmiş gibi toplumun<br />

bazı kesimleri tarafindan algılanmasına<br />

sebep oldu. Bu da demokrasiye katkıda<br />

bulunmadı, yabancılaştırdı. Bu olumsuz<br />

etkisi, olumlu etkisinden zaten bahsettim.<br />

Bütün bu etkileri aktif olarak fiili olarak<br />

görebileceğimiz bir örnek Kürt açılımı. Kürt<br />

açılımı neden oldu diye sorulduğu zaman<br />

benim burada da çok belirgin bir görüşüm<br />

var. Gazetelerde hem makalelerimde ve<br />

hem kitaplarımda fazlasıyla vurguladım.<br />

Kürt açılımı neden oldu dediğimiz<br />

zaman, bir kısım bunun AB etkisiyle ve<br />

baskısıyla olduğunu iddia ediyor. Fakat bu<br />

kanaatimce yanlış bir fikirdi çünkü Türkiye<br />

cumhuriyetinin (1960’ları saymıyorum),<br />

resmen Avrupa Ekonomik Topluluğuna<br />

ciddi ilk başvurusu 1987’de rahmetli Turgut<br />

Özal’ın liderliğinde yapıldı. İki yıllık bir<br />

değerlendirme sürecinden sonra 1989’da<br />

reddedildi. Reddedilmesinin sebepleri<br />

arasında çok önemli yer tutan bir kısım,<br />

Türkiye’deki etnik dini ve diğer azınlıklara<br />

yapılan muamele ve Kürtçenin bastırılması,<br />

dışlanması ve insan hakları ihlalleri gibi yine<br />

azınlıklarla Kürt kökenlilere dair problemler<br />

yer alıyordur. Fakat 1987’den hatta 1983’den<br />

diyebiliriz 20<strong>02</strong> yılına kadar Türkiye’de<br />

15 hükümet kuruldu, değişik Çiller-<br />

Karayalçın hükümetinden bahsediyorum,<br />

İnönü-Demirel hükümetleri, Ecevit-Yılmaz-<br />

Bahçeli hükümetleri, bu 15 hükümetin<br />

hepsinin programında AB’ye katılım hedefi<br />

vardı, fakat bu 15 hükümetin hiçbirisi<br />

20<strong>02</strong> ve özellikle 2007’de kurulan AKP<br />

hükümetinin gerçekleştirdiği Kürt açılımının<br />

reformlarını yapamadı. Eğer sebep AB ve<br />

onun baskısı ve AB hedefi olmuş olsaydı<br />

1983’den 20<strong>02</strong>’ye kadarki 15 hükümet<br />

neden bu açılımların 1/3’ünü bile yapamadı<br />

ve bunların hepsi neden Türkiye’nin AB’ne<br />

ilgisinin en düşük olduğu, AB’nin Türkiye’nin<br />

üyelik müzakerelerini dondurduğu ve<br />

askıya aldığı, 2007-<strong>2012</strong> döneminde oldu<br />

diye bir sorunun cevaplanması gerekiyor.<br />

Bu soruya Avrupa Birliği’nin belirleyici<br />

etkisinin olduğunu düşünen akademisyenler<br />

gazeteciler medya mensupları siyasetçiler<br />

doyurucu bir cevap veremedikleri sürece,<br />

AB‘nin belirleyici etkisi yoktur. Burada<br />

belirleyici olan bazılarının iddiasına göre<br />

PKK’nın aktiviteleriydi bu da kesinlikle<br />

yanlıştır, çünkü PKK’nın da en güçlü olduğu<br />

dönem 1991’den 1995’e kadar olan dönemdi.<br />

1999 itibarıyla lideri hapiste olan ülke<br />

dışına çıkmış silahlarını bırakmamış olsa<br />

bile ateşkes ilan etmiş askeri olan mağlup<br />

olmuş bir terör örgütüydü PKK, hala da o<br />

80 78


durumdadır, lideri hapistedir askeri olarak<br />

mağlup olmuş bir hareket, ve PKK’ya sempati<br />

besleyen siyasi partiler Kürt açılımı dediğimiz<br />

reformların hiçbirinde rol oynamamışlar,<br />

yani hiçbir meclis önergesi veya yönetmeliği<br />

yazmamışlardır hiçbir hükümette koalisyon<br />

ortağı olmamışlardır, hiçbir şekilde bürokraside<br />

müsteşar olmamışlardır, yani hiçbir şekilde<br />

somut olarak bu sürece katkılarını göremiyoruz<br />

ve siyaset bilimi de bilim olması vasfiyla somut<br />

bilgilerden yola çıkar. AB’nin PKK veya PKK’ya<br />

sempati duyan partilerin bu sürece bu şekilde<br />

somut katkısını göremediğim vakit başka<br />

açıklamalara yönelmek zorundayız, benim<br />

burada tatminkar bulduğum ve savunduğum<br />

açıklama da Türkiye’de AKP’ye oy veren<br />

Kürtlerin 2/3 kesiminin siyasi katkısı İslamcı<br />

ideolojinin yeni bir millet tasavvuru buna ben<br />

İslamcılığın Kürt açılımı dedim, özellikle bir<br />

gazetedeki makalemde de, İslamcı ideolojinin<br />

katkısı Kürt seçmenlerinin 2/3 verdiği oyla<br />

ve onların meclise, neredeyse tamamen AKP<br />

sıralarında gönderdiği temsilcileri ve elbette<br />

bu partinin Türk siyasetinde hegemonik bir<br />

çoğunluğa ulaşmış olmasıdır. Meclisin 2/3’ni<br />

her halükarda 55-60%’ni kontrol ederek 3<br />

seçim üst üste, 2 referandum ve 3 belediye seçimi<br />

kazanmış olması bu açılımı mümkün kıldı.<br />

Dolayısıyla AB sürecinin kimlik tartışmalarına<br />

nasıl etkisi oldu. Bir etkisi oldu, o etkinin olumlu<br />

yanları vardı olumsuz yanları vardı. Fakat<br />

olumlusuyla, olumsuzuyla her halükarda<br />

belirleyici etki AB’den değil Türkiye’nin 50 yıllık<br />

60 yıllık çok partili siyaset geleneğinin yarattığı<br />

iç dinamiklerden, özellikle reforme olmuş ve<br />

AKP’de kendisi bulan İslamcı hareketin kimlik<br />

politikasından kaynaklanmaktadır Kürt açılımı<br />

olmuş olması, olmuş olduğu tarih ve oluş şekli<br />

diye düşünüyorum.<br />

Türkiye’de Alevi vatandaşlarımızın<br />

sorunları nelerdir Çözüm için neler<br />

yapılmalıdır<br />

E<br />

vvelki soruda da bahsettiğim gibi ben<br />

aslında Kürt sorunu veya Alevi sorunu demek<br />

yerine Kürtlerin sorunu veya Alevilerin sorunu<br />

demeyi tercih ediyorum. Çünkü Kürt sorunu<br />

veya Alevi sorunu demek sanki Kürtlerin varlığı<br />

sorunmuş gibi bir yanlış intiba bırakıyor. Bu<br />

intibaya katılmadığım için ve eminim çoğu<br />

tartışmacı da aslında bu intibaya katılmadığı<br />

için, Alevilerin veya Kürtlerin sorunlarından<br />

bahsetmek daha mantıklı olur.<br />

Alevilerin bir takım sorunları elbette<br />

Türkiye’de mevcut en fazla dile getirilen 3<br />

sorun var, her türlü ortamda karşımıza<br />

çıkan. 1980 askeri cuntasının anayasaya<br />

bile madde olarak koyduğu zorunlu din<br />

dersi ve o din dersinin Sünni İslam içeriği,<br />

Diyanet işleri başkanlığının içeriğinin<br />

örgütlenmesi ve yapısı, ve Cem evlerinin<br />

yasal statüsü. Cem evi, Diyanet ve din dersi<br />

olarak bu üçlü paketten bahsedebiliriz. Şimdi<br />

buradan AKP özellikle ikinci iktidarında<br />

2007 ve 2011 döneminde, esasen çok önemli<br />

tarihi adım attı ve Alevi açılımını başlattı.<br />

Bu şu açıdan tarihiydi, ezici çoğunluğu<br />

AKP’ye oy vermeyen bir toplum kesiminin<br />

yaşadığı sorunları çözmek konusunda bir<br />

açılım başlattı. Bunu mesela Kürt açılımı<br />

için söylemiyoruz, çünkü Kürtlerin zaten<br />

büyük çoğunluğu AKP’ye ve ondan önce de<br />

Milli Görüş geleneğine meylettikleri ve oy<br />

verdikleri için Kürtlerin sorunlarını çözerken<br />

HAZAR RAPORU<br />

79 81


DEĞERLENDİRMELER<br />

AKP zaten büyük çoğunluğu kendisine oy<br />

veren kendi tabanının sorunlarını çözmeye<br />

yönelmişti bir anlamda. Ama Aleviler için<br />

böyle bir şey kesinlikle yok Alevi seçmen<br />

davranışı yine kitabımda da bahsettiğim<br />

gibi bu dönemde de dahil olmak üzere 1957<br />

seçiminden bu yana büyük olarak CHP, TBP<br />

daha sosyalist ve sol partiler de dahil olmak<br />

üzere Türkiye siyaseti içerisinde sol olarak<br />

tasvir edilen ve AKP’ye denk düşmeyen<br />

partilere oy vermek şeklinde ortaya çıktı.<br />

90% sosyal demokratlara, 80-90%’a varan<br />

oranlarda CHP ‘ye oy veren bir seçmen<br />

kesiminden bahsediyoruz. AKP bir anlamda<br />

elini duvarın öbür tarafina uzattı ve acaba<br />

Alevilerin sorunlarını çözmek konusunda<br />

Devlet ve Hükümet bir şeyler yapabilir mi,<br />

diye sordu. Bu başarısız oldu iki taraf da bu<br />

konuda muhtemelen suçlanabilir ama ben<br />

bu konuda da hem Radikal’de hem Taraf<br />

’ta hem de diğer gazetelerde “başarısız olan<br />

Alevi açılımın anlamı “ başlıklı yazılar<br />

kaleme aldım çünkü eğer başarılı olabilseydi<br />

Türkiye’de yüzyıllardır süren bir fay hattının<br />

aşılması konusunda büyük bir mesafe<br />

alınmış olacaktı. O yüzden bugün için<br />

başarılmış bir açılımdan değil gelecekte belki<br />

yapılabilecek bir açılımdan bahsedilebilir.<br />

Zorunlu din derslerinin içeriğinin Alevi<br />

kültürünü ve inancını yansıtacak şekilde<br />

revize edildiğinden bahsediliyor. Din<br />

kitaplarına ulaşmak imkanım olmadı, ne<br />

ölçüde İslam dininin Şii yorumu ve Alevi<br />

yorumu bu kitaplara girmiştir o konuda bir<br />

hüküm cümlesi kurmak istemiyorum. Ama<br />

böyle bir çabaya girişilmiş olması tabi ki de<br />

bu bahsettiğimiz 3 sorundan birini çözmek<br />

yönünde atılmış bir adımdır. Zorunlu din<br />

dersini kaldırılamıyor ve kaldırılamamasının<br />

sebebi anayasal bir sorun bir anlamda.<br />

Çünkü dediğimiz gibi 1980 askeri<br />

diktatörlüğünün ve onun yaptığı anayasanın<br />

Türkiye’ye kazandırdığı bir sorun o yüzden<br />

onu tamamen kaldırmak çok zor gözüküyor.<br />

O zaman tamamen kaldırılamayacaksa en<br />

azından içeriğinin toplumu daha kuşatacak<br />

şekilde İslam’ın Şii ve Alevi yorumunu<br />

içerecek şekilde genişletmesi olumlu bir reform<br />

olur. O konuda bir adım var takdir edilesi bir<br />

adım, ne kadarı gerçekleşmiştir bilmiyorum<br />

dediğim gibi dersin içeriğine bakmak lazım.<br />

Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılması,<br />

bazı Alevi kurumların talep ettiği gibi, Laik<br />

Türkiye Cumhuriyetinin yapısının tamamen<br />

değişmesi anlamına gelir. O yüzden bu<br />

gruplar da kendileri de biliyor olmaları lazım<br />

ki, Diyanet İşlerinin kaldırılmasına en başta<br />

Türkiye’de Laikliğin tehlikede olduğunu<br />

düşünen kurum, kuruluş ve toplumsal<br />

kesimler karşı çıkacaklardır. Çünkü Diyanet<br />

İşleri Başkanlığı Türkiye’de Sünni İslam’ın<br />

resmi kurumlar tarafindan düzenlenmesi<br />

ve bir anlamda kontrol altında tutulması<br />

için 3 mart 1924 Laikleşme yasasının bir<br />

parçası olarak kuruldu. O yüzden onun<br />

kaldırılması ve “Status quo ante” dediğimiz<br />

önceki duruma dönülmesi demek, bütün<br />

camilerin vakıfların ve bütün Sünni İslam’ın<br />

kurumların bağımsız olması devletin şu<br />

anda olduğu gibi cuma hutbelerinden,<br />

imamların atanması gibi Sünni İslam’ın<br />

öğretilmesine ve organizasyonuna ve<br />

içeriğine karışamaması anlamına gelir<br />

ki bu olduğu taktirde kesinlikle laiklik<br />

82 80


elden gidiyor gibi bir algı hızla toplumda<br />

yükselecektir o yüzden iyi yada kötü<br />

Diyanet İşleri başkanlığının kaldırılmasını<br />

ben gerçekçi bulmuyorum. Fakat içeriği<br />

ve organizasyonu Alevi dedelerini, Alevi<br />

inancını ve kültürünü de kapsayabilecek<br />

bir şekilde genişletilebilir. Belki başka bir<br />

özerk kurum kurulabilir. Alevi inancını<br />

da yansıtan. 3. Konumuz Cem evleri, Cem<br />

evlerinin yasal statüsü kazanması, vergiden<br />

muaf tutulması elektrik su gibi giderlerinin<br />

ücretsiz olarak sağlanması da yapılabilecek<br />

bir reform hala daha gerçekleşmedi. Ama<br />

orada da biliyorsunuz yasal olarak yine<br />

1920’lerin laikleşme reformunda Tekke<br />

ve Zaviyelerin kapatılmasına geri dönmüş<br />

oluyoruz. Bir anlamda Türkiye’de laikliğin<br />

kurumlaşması öyle bir şekilde olmuş ki Sünni<br />

İslam tamamen kurumsallaştırılmış ama<br />

burada Sünni İslam’dan korkulmasının<br />

motive edici faktör olduğunu görüyoruz.<br />

Bu kurumsallaşma en fazla korkulan<br />

çoğunluğa karşı yapıldığı için de azınlık,<br />

din ve mezhepleri de bu kurumsallaşmanın<br />

dışında bırakılmış. Ortodoks kilisesi,<br />

Heybeliada Ruhban okulu, Alevi Tekkeleri,<br />

Hacı Bektaş vesaire. O yüzden var olan<br />

kurumu, yani Diyanet İşlerini, Patrikhaneyi<br />

de Hahambaşlığı da Cemevlerini de<br />

kapsayacak şekilde genişletmek demek,<br />

bütün azınlık din ve mezheplerini de devletin<br />

tam kontrolü altına almak demek. Bunu<br />

o mezheplerin ve dinlerin mensuplarının<br />

en başta istemeyeceğini ve reddedeceğini<br />

tahmin ediyorum haklı olarak. O yüzden<br />

bu paradoksu da göz önünde bulundurarak<br />

bir çözüm formüle etmek gerekiyor diye<br />

düşünüyorum. Ama çözülmemiş bir sorundur<br />

hala bürokraside devlette ve hatta ekonomik<br />

olarak Alevi kökenli Türkiye vatandaşları<br />

Alevi kökenli olmayanlara göre oldukça<br />

çok dezavantajlı durumdadırlar. Çok<br />

daha sembolik bazı adımlar en azından<br />

atılabilirdi. Bundan başka yazılarımda<br />

da kitabımda da bahsediyorum, Türkiye<br />

Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Forsunda 16<br />

yıldız var, bunlar 16 tarihi Türk devletlerini<br />

sembolize ediyorlar, fakat son derece<br />

Türkmenliği baskın olan Safevi Devleti bu<br />

yıldızlardan birisi değil. Ve benim Alevi<br />

önderleriyle, akademisyenlerle yaptığım<br />

röportajlarda ve konuşmalarımda ortaya<br />

çıkan bunun bir ayrımcılık olarak algılandığı,<br />

çünkü biliyorsunuz Safevi devleti Şiiliği bir<br />

devlet ideolojisi yapan ve İran’da yerleştiren<br />

bir devlet, fakat her bakımdan Osmanlı<br />

devletinden belki daha fazla bir Türk ve<br />

Türkmen Devletiydi. Öyle olduğu halde Türk<br />

devletler arasında yer almayıp dışlanmış<br />

olması, bir anlamda Aleviliğin ve Şiiliğin<br />

dışlanması olarak görülüyor. Belki bu şekilde<br />

sembolik adımlar atılabilir, Safevi devleti de<br />

bir Türk Devleti olarak algılanabilirdi. Şiilik<br />

de meşru bir İslam yorumu olarak daha<br />

fazla işlenebilirdi, kamusal alanda eğitim de<br />

dahil olmak üzere. Böyle adımlar belki de<br />

atılabilirdi ve hala da atılabilir ama dediğim<br />

gibi bazı siyasal ve tarihsel problemler<br />

sebebiyle eskisi kadar umutlu değilim,<br />

çözülebileceği konusunda ,ama bu sorunlar<br />

hala devam ediyor, bu bahsettiğimiz sorunlar,<br />

bir ölçüde.<br />

HAZAR RAPORU<br />

81 83


DEĞERLENDİRMELER<br />

Türkiye’deki kimlik ve etnik kimlik<br />

tartışmaları sizce yeni anayasa<br />

çalışmalarına nasıl yansıyacak Yeni<br />

anayasa Türkiye’de süregelen milli<br />

ve etnik sorunları çözmekte ne kadar<br />

etkili olacak<br />

Türkiye’deki kimlik tartışmalarının yeni<br />

anayasa yapımına katkıda bulunacağını<br />

temenni ediyorum. Ama emin değilim, bu<br />

konuda iyimser olduğumu söyleyemeyeceğim,<br />

sebebi de şu, her ne kadar Türkiye son 10 yılda<br />

bilhassa son 5 yılda, bundan önceki 80 yıldaki<br />

yapılmamış kimlik reformlarını yapmış olsa bile,<br />

bu reformların bize gösterdiği bir üst kimlik ufku<br />

göremiyorum. <strong>2012</strong> yılı Eylül ayının 22’sinde<br />

Sabah gazetesinde yayımladığım bir makalede<br />

Türk üst kimliğinden bahsetmiştim. Buradaki<br />

Türk üst kimliği vurgusunu da bu açıdan yaptım,<br />

açılımdan sonra asimilasyon politikasının<br />

bitişinden sonra T.C vatandaşlarının hepsinin<br />

üzerinde uzlaşabileceği ortak üst kimlik nedir,<br />

bu konuda bir proje var mı , bu konuda hiçbir<br />

somut veri yok. Evet, açılım oldu, bu gün<br />

Türkiye’de etnik Kürt kökenli olmak, ve yahut<br />

da etnik Arap kökenli olmak ve yahut da etnik<br />

Nusayri kökenli olmak geçmişe göre daha kolay<br />

olabilir. İnsanlar Kürtçeyi, Zazacayı, Arapçayı<br />

kamusal alanda daha rahat konuşuyor olabilir<br />

devlet tarafindan bu diller destekleniyor olabilir<br />

fakat eğer asimilasyon artık devletin resmi<br />

politikası değilse ki değil, bu reformların sonucu<br />

olarak o zaman devletin resmi politikası nedir<br />

ve daha da önemlisi hangi etnik kökenden<br />

gelirse gelsin Türkiyet Cumhuriyeti’nin bütün<br />

vatandaşlarının üst kimliği nedir, bu konuda<br />

bir proje olduğuna emin değilim. Belki de ben<br />

de dahil siz de dahil, toplumun tamamından<br />

gizlenen ve sadece bu projeyi yapanların bildiği<br />

bir proje vardır, ama dediğim gibi bundan da<br />

emin değilim, oysa başka benzer kimlik sorunları<br />

yaşamış bunları aşmak üzere proje geliştirmiş<br />

ülkelere baktığımızda, bunun yapılabildiğini<br />

görüyoruz. Benim burada önerim şu olmuştu:<br />

O diğer yazılarımda da Türklük eğer tamamen<br />

etnik içerikten bağımsız olarak tanımlanırsa,<br />

1924 anayasasında olduğu gibi, Türkiye’nin üst<br />

kimliği olabilir, 1924 anayasasını hatırlayacak<br />

olursak oradaki 66. Madde yanılmıyorsam,<br />

Türklüğü tanımlarken T.C vatandaşlık bağı<br />

ile bağlı olan herkes, etnik kökeni, din, dil farkı<br />

gözetilmeksizin Türk’tür diyor. Yani bu tanım<br />

çok önemli, çünkü özellikle etnik köken, din,<br />

dil, ırk farkı gözetilmeksizin Türk’tür dediği<br />

zaman zaten anayasa maddesi Türklerin<br />

arasında ırk, dil, din, ve etnik köken farkı<br />

olduğunu kabul etmiş oluyor. Yani bu şekilde<br />

formüle edilmiş bir madde biz pek çok ırk dil<br />

din ve etnik kökenden gelen vatandaşların<br />

oluşturduğu bir toplumuz demiş oluyor. Bu<br />

madde 1960 askeri darbesi ve diktatörlük<br />

döneminde yazılan anayasadan çıkarıldı, yani<br />

bu şekilde artık yer almıyor. 80 askeri darbesi<br />

ve diktatörlüğünün anayasasında da bu içeriği<br />

daha etkinleştirildi fakat eğer anayasa yazıcıları<br />

daha gayri bir etnik tanıma geri dönmek<br />

istiyorlarsa 1924 anayasasının bu konudaki<br />

ilgili maddesi ve onun yazılış şekli uygundur<br />

diyorum. Fakat bu sadece anayasa yazımıyla<br />

olabilecek bir şey değil, Almanya ki Alman<br />

kimliği Tük kimliğinden çok daha etnik bir<br />

kimliktir daha 40 yıl önce Almanya’ya göç etmiş<br />

Türk, Yunan, Sırp, Boşnak, İtalyan ve Portekizli<br />

kökenlerden gelen kişilere Alman vatandaşlığını<br />

açtıktan sonra onların kendilerini daha Alman<br />

hissedebilmeleri için Alman kimliğini değiştirdi<br />

ve dedi ki insanlar Türk kökenli Almanım,<br />

Yunan kökenli Almanım, İtalyan kökenli<br />

Almanım diyebilir ve bu konuda devletin<br />

desteğiyle finansmanıyla büyük reklam<br />

84 82


kampanyaları yapıldı, kamusal alanda.<br />

Afrika kökenli zencilerin ben de Almanım<br />

dedikleri reklamlar, programlar yapıldı ve<br />

Almanlığın etnik kökenden bağımsız bir<br />

üst kimlik olduğu vurgulandı. Bugün Cem<br />

Özdemir, Almanya Yeşiller Partisinin genel<br />

başkanı ve Cem Özdemir bugün asla ben<br />

Türküm demez, ben Türk kökenli Almanım<br />

der. 1. Jenerasyon, 1. Kuşak göçmen olduğu<br />

halde ve Alman sözcüğü tarihsel olarak son<br />

derece etnik bir ulus kimliğini ima ettiği halde<br />

bu kampanyanın bu programın bu projenin<br />

başarılı bir sonucu olarak bugün Mesut Özil<br />

de Türk kökenli başarılı bir Alman sporcu,<br />

Cem Özdemir de Türk kökenli başarılı bir<br />

Alman politikacı olarak kendilerini yeniden<br />

tanımlayabiliyorlar. Amerika tabi ki bunu çok<br />

daha eski bir örneği. Sanmayınız ki Amerikalı<br />

her zaman bir toprağı ifade ediyordu. Bu<br />

doğru değil. Türkiye’de böyle algılanıyor ama<br />

bu doğru değil. 1960’lara gelindiğinde dahi<br />

Amerikalı denildiğinde bir zencinin gözünde<br />

beyaz WASP, yani Anglo-Saxon-Protestan<br />

bir Amerikalı canlanıyordu. Dolayısıyla<br />

Malcom X gibi siyah milliyetçiliğinin önderleri<br />

ben Amerikalı değilim, ben Amerika’nın<br />

mağduruyum, ”I am not an American, I am<br />

a victim of America” şeklinde kendilerini<br />

tasvir ediyorlardı ve Amerikan kimliğinden<br />

kendilerini uzak tutuyorlardı. Biz sadece<br />

Zenciyiz biz Afrikalıyız biz siyahız diye<br />

kendi kimliklerini vurguluyorlardı, fakat<br />

1960-70’lerin çok kültürlülük hareketleri<br />

ve sivil haklar hareketlerinin sonucu olarak<br />

Amerikalılık yeniden tanımlandı, beyaz<br />

olmayanların da Amerikalı olabileceği<br />

vurgulandı, ve herkes “Hyphenated Identities”<br />

dediğimiz hibrit kimliklere, melez kimliklere<br />

sahip olduğunu Afrikalı Amerikalı Musevi<br />

Amerikalı İtalyan Amerikalı İrlandalı<br />

Amerikalı gibi. Şimdi bunlar göçmen ülkeleri<br />

diyebilir, verdiğim örneklerin hepsi göçmenler<br />

denilebilir ama biz yine göçmenlerin olmadığı<br />

Rusya gibi Yunanistan gibi Bulgaristan gibi<br />

İran gibi etnik çeşitliliği çok yüksek olan<br />

fakat gayri etnik bir ulus kimliğiyle beraber<br />

etnik kimliklerin bir arada ifade edilebilir<br />

örnekleri de biliyoruz. Türkiye için bunlar<br />

da örnek olabilir. Türklüğü bir üst kimlik<br />

olarak önerdiğim zaman, gerek Sabah’taki<br />

yazımda gerek de diğer ortamlarda, en fazla<br />

gelen eleştiri, ‘’Fakat bu Cumhuriyetin zaten<br />

başarısız olan projesi değil midir’’ oluyor.<br />

Bu doğru değil. Cumhuriyetin başarısız olan<br />

projesi Türklüğü sadece üst kimlik olarak<br />

değil alt kimlik olarak da empoze etmesi ve<br />

herhangi bir etnik alt kimliğin ifade edilmesine<br />

izin vermemesi. Üst kimlik olarak Türklük<br />

başarısız olmuş değildir. Alt kimliklerin<br />

yasaklanmış ve bastırılmış olması başarısız<br />

olmuştur. Dolayısıyla eğer T.C., Gürcülük<br />

Kürtlük Zazalık, Araplık Nusayrilik gibi<br />

etnik alt kimliklerin kendilerini ifade ortamını<br />

sağlarsa ki bu açılımlarla gitgide sağlıyor<br />

buna ek olarak, gayri etnik bir üst kimlik<br />

olarak Türklüğün benimsenmesi bence<br />

mümkündür. Onun dışında da şu anda (bu<br />

daha önemli bir nokta), bu Türklük dışında<br />

başka elimizde kullanabileceğimiz 500-600<br />

yıllık geçmişi olan bir üst kimlik yok. Bugün<br />

biz bir kelime icat etsek Türkiyelilik desek<br />

Anadoluluk desek veyahut tamamen şu anda<br />

düşünemediğim bir kelimeyi üst kimlik olarak<br />

ortaya atsak, o üst kimliğin tutması onyıllar<br />

belki yüzyıllar alacak, ve tutup tutmayacağı<br />

da belli değil. O yüzden elimizde var olan<br />

kimlikler üzerinden birşey yapmak gerekiyor<br />

fakat dediğim gibi anayasa sürecinde bunun<br />

yapılacağından son derece şüpheliyim,<br />

HAZAR RAPORU<br />

83 85


DEĞERLENDİRMELER<br />

Ç ünkü gerek iktidar partisi AKP, gerekse<br />

ana muhalefet partisi CHP olsun Türkiye<br />

için üst kimlik vizyonuna sahip oldukları<br />

konusunda çok şüpheliyim.. Bu konuda nasıl<br />

teorileri, kuramları kullanıyorlar, hangi kurum,<br />

kuruluş ve kişilerden destek alıyorlar fikirsel<br />

olarak kuramsal olarak akademik olarak, ve<br />

burada tutarlı bir üst kimlik vizyonları var mı<br />

yok mu, bunlardan emin değilim.<br />

Olmadığından şüpheleniyorum ve<br />

endişeleniyorum. Bu da Türkiye’yi zora sokacaktır<br />

gerçekten, çünkü bir üst kimlik olmaksızın, bir<br />

siyasal cemaat diyelim, “Political community”yi<br />

Türkiye’ye çevirmeyi, Siyasal topluluk diyelim.<br />

Bir siyasal toplum devam ettirilemez. O yüzden<br />

açılımlar sonrasında da Türkiye’ye bir demokratik<br />

çoğulcu üst kimlik gerekiyor, bu üst kimlik<br />

konusunda halen benim görebildiğim somut bir<br />

proje somut bir hedef yok. Bir nokta daha, bu<br />

da tarihi bir nokta, gerçi buna ilk sorumuzda<br />

değindik, Türklük her ne kadar 1930’lardan sonra<br />

özellikle etnik bir kimlik olarak da öne sürülmüşse<br />

de tarihsel olarak gerek 15-16 yy Osmanlı tarihi<br />

boyunca dışarıdan bakanlar için Türklük bit etnik<br />

köken değildi. Dolayısıyla 15 yy Avrupalılar ve<br />

hatta dünya Türk dediği zaman, Orta Asya’dan<br />

Moğolistan’dan geldiğini varsaydığımız, Türkmen<br />

oymaklarından bahsetmiyordu, Türk dediği<br />

zaman birinci kullanımı Osmanlı tebaası olan<br />

herkestir. O yüzden “Turkish Christians” derler<br />

Hristiyan Türkler, mesela, Rum, Feneryot. Ya<br />

siyasal kimlik olarak bütün Osmanlıyı ima<br />

etmektir Türklük ya da pek çok başka bağlamda<br />

da Müslümanları ima etmektedir, o yüzden<br />

Müslüman olan her gruba Türk dediler, Fakat<br />

bunların hiçbirisi etnik Türkmenlik değildir, her<br />

iki kullanımda da Türklük pdkçok etnik kökene<br />

işaret eder. Ya dünyanın bütün Müslümanları, ya<br />

da Müslümanlığın da ötesine geçerek, Rumları,<br />

Musevileri ve Ermenileri de kapsayacak şekilde,<br />

4 ana milletiyle beraber bütün Osmanlı tebaasını<br />

ki bu geçmiş Türkiye’ye bir avantaj sağlıyor.<br />

Dolayısıyla ben örneğin, patrik Bartelemous’un<br />

Anayasa Komisyonu ziyareti sırasında bütün<br />

etnik kimliklerden ve dini kimliklerden bağımsız<br />

olarak Türklük ortak noktamızdır demesini<br />

çok önemsiyorum. Ünlü müzisyenlerimizden<br />

Can Bonomo’nun Musevilik bir dindir ben bir<br />

Türküm ama Musevi kökenliyim demesini çok<br />

önemsiyorum, Hayko Cepkin’in ben Ermeni<br />

kökenli bir Türk sanatçısıyım demesini çok<br />

önemsiyorum. Çünkü hiçbir etnik veya dini<br />

unsur Cumhuriyet döneminde gayriMüslimler<br />

kadar bariz bir şekilde yasal ayrımcılığa ve devlet<br />

tarafindan dışlanmaya maruz kalmamıştır. Buna<br />

rağmen eğer Rum Ermeni ve Musevi kökenden<br />

gelen vatandaşlar bile Türklüğü bir üst kimlik<br />

olarak halen görebiliyor. Çoğulcu demokratik bir<br />

ortamda bunu sahiplenebiliyorsa o zaman<br />

T ürk kimliğinin gayri etnik ve demokratik<br />

çoğulcu, yani alt kimlikleri dışlamayacak<br />

bir şekilde yeniden tanımlanması halen<br />

Türkiye için büyük bir şans, büyük bir imkan<br />

sağlamaktadır.<br />

Bu imkanın kullanılıp kullanılmayacağına<br />

da emin değilim, çok umutlu değilim, üst<br />

kimlik tartışmalarının yapılmamış olması<br />

sebebiyle, gayet endişeliyim ama anayasa<br />

yapım sürecinde bunları daha iyi gözlemleme<br />

firsatı bulacağız umarım ben haksız çıkarım,<br />

umarım gerçekten Türkiye’nin iktidarı<br />

ile muhalefeti ile tutarlı bir üst kimlik<br />

projesi vardır ama şu anda öyle bir proje<br />

göremiyorum.<br />

86 84


DEĞERLENDİRMELER<br />

Prof. Dr. Fuat Keyman<br />

Türk Dış Politikası<br />

Türkiye bölgesel ve küresel çapta<br />

izlediği aktif dış politika ile başarıya<br />

ulaşabildi mi<br />

Genel olarak 20<strong>02</strong>’den bugüne baktığımız<br />

zaman, bir başarı var tabii, bu yadsınamaz.<br />

Bunu rakamlara, algıya, Türkiye’nin aktif<br />

dış politikasının hareket alanına ve Türkiye<br />

dış politikası üzerine sadece ülkemizde değil,<br />

Avrupa’da, Amerika’da ve dünyanın farklı<br />

yerlerinde yapılan tartışmalara bakarak da<br />

başarılı olduğunu söyleyebiliriz. O yüzden<br />

de genel anlamda başarılı bir dış politika,<br />

ama aynı zamanda gerekli olan bir dış<br />

politikaydı. Çünkü Soğuk Savaş sonrası,<br />

özellikle 2001’deki 11 Eylül olayından sonra<br />

olan gelişmelerle dünyanın alt-üst oluşunda<br />

Türkiye’nin rolü arttı. Türkiye gibi ülkelere,<br />

yani bir taraftan seküler, laik bir rejimi olan,<br />

diğer taraftan %99’lara varan yaygın bir<br />

Müslüman toplumu olan. Fakat burada bir<br />

demokrasi havzasında sürekli ileri gitmeye<br />

çalışan darbeler olsa da, iki ileri bir geri olsa<br />

da, yani havzası ve geleceği bir demokrasi<br />

temelinde olan bir ülkenin önemi olacaktı<br />

zaten. O yüzden, bir gereklilikle belli düzeyde<br />

başarı birlikte geldi. Fakat tabii bunu<br />

söylemek, son dönemdeki riskleri ve bu sürecin,<br />

özellikle Arap Baharı bağlamında geldiği<br />

noktayı göz ardı etmek anlamına geliyor.<br />

Türk dış politikasına baktığımız zaman<br />

20<strong>02</strong> ve 2010 yılları arasını, bugün yani bir<br />

Arap baharı dönemeciyle birlikte düşünmekte<br />

yarar var. Çünkü Arap Baharı’ndan itibaren<br />

bu başarıda ciddi bir ikilem ortaya çıktı. Bir<br />

taraftan başarılı olması gereken, hatta başarılı<br />

oldukça da önemi gittikçe artan Türkiye<br />

olasılığı var ve bu örneğin Tunus’a ve Mısır’a<br />

baktığımız zaman ortaya çıkabiliyor. Fakat<br />

Suriye Krizi’nde bir duvara vuran, orada<br />

kapasitesiyle ilgili ciddi sorunlar çıkan yahut<br />

sorular ortaya atılan bir Türkiye var. O yüzden<br />

de bugün esasında başarıdan ziyade son 10<br />

yıldan sonra bir kavşak noktası haline gelmiş,<br />

o kavşak noktasında bu aktif dış politikasını<br />

geçmiş, başarılı olsa bile çok ciddi anlamda<br />

yeniden düşünmesi gereken bir Türkiye var.<br />

Türkiye Orta Doğu ve Kuzey<br />

Afrika’daki değişimler karşısında<br />

doğru tutum sergilemiş midir<br />

Türkiye genel anlamıyla doğru tutum gösterdi.<br />

Yani Tunus’ta başlayan Mısır’a giden, Libya’ya<br />

giden, bugün Suriye’de tıkanan, ama esasında<br />

HAZAR RAPORU<br />

85 87


DEĞERLENDİRMELER<br />

hem Orta Doğu’da hem Kuzey Afrika’da çok<br />

ciddi bir şekilde dönüşüm yaratacak olan bu<br />

süreçte bence halkın, değişimin, dönüşümün ve<br />

demokrasinin yanında yer almak sadece ilkesel<br />

değil siyasi anlamda da doğru duruştu. Çünkü<br />

bu coğrafya buraya doğru gidecek. Yani daha<br />

geriye gidecek; daha totaliter, otoriter yapılara<br />

geri dönecek. Örneğin; İslami anlamda şeriat<br />

devletlerinin veya sert devletlerin olduğu bir<br />

yapıya gidecek, yani bu değil, bu olmayacak.<br />

Tam bunun tersi demokratikleşme, tabii<br />

sorunları olacak, belirsizlikleri var, ama<br />

demokratikleşmenin iyi yönetimin, daha<br />

farklı bir yönetimin en azından çok partili<br />

bir yönetimin, biz ona siyaset biliminde<br />

“demokrasiye geçiş” diyoruz. Demokrasiye<br />

geçiş dönemine girmiş bir Arap coğrafyası var.<br />

Fakat Arap coğrafyasının, Arap Baharı’nın,<br />

Türkiye’ye çok ciddi bir meydan okuması<br />

oldu. Çünkü biraz önceki soruda ima etmeye<br />

çalıştığım, 20<strong>02</strong>-<strong>2012</strong> arasında Türkiye’nin<br />

aktif dış politikasının temel kavramlarından<br />

biri olan “komşularla sıfır sorununu” bitirmiş<br />

oldu. Yani burada, Türkiye’nin yaptığı bir<br />

hatadan daha önemli olarak altı çizilmesi<br />

gereken nokta; Arap Baharı’nın kendisinin<br />

komşularla sıfır sorununu bitirmiş olmasıdır.<br />

Dışişleri Bakanımızın, Türkiye’nin yapmış<br />

olduğu belli okuma hataları olabilir, bunları<br />

tartışabiliriz. Ama doğru okusaydı bile, bence<br />

Arap baharı Türkiye’nin komşularla sıfir<br />

sorun politikasını bitirmişti. Niye bitirmişti<br />

Çünkü komşularla sıfir sorun; aynı şeyi biz<br />

Kafkasya’da yaşayacağımız ve Balkanlar’da<br />

yaşamaya başladığımız için, bu coğrafyada<br />

önemliydi. Türkiye var olan rejimlerle ilişkiye<br />

girip, bu rejimleri ekonomik-kültürel ilişkileri<br />

yoğunlaştırarak reforma götüren ve götürmeye<br />

çalışan ve bu bağlamda var olan rejimler<br />

temelinde bölgede bir istikrar sağlama açılışı,<br />

bir politika güdüyordu. Ama Arap Baharı<br />

bu rejimlerin gitmesi anlamına geliyor. Yani<br />

halkın; yolsuzluğu olmayan, toplumdaki<br />

insanlara iş sağlama zorunluluğu olan ve<br />

performansı bu anlamda ölçülecek olan yeni<br />

rejimleri isteyen bir süreç Arap baharı. O<br />

yüzden zaten Türkiye bu noktada da doğru<br />

olan; halka birlikte olma kararını aldığı<br />

zaman, komşularla sıfır sorunu bitmiş oldu.<br />

Çünkü her komşusu sorunlu oldu. Örneğin;<br />

bugün, bu mülakatı yaptığımız gün, İran<br />

ekonomisinin ana noktalarından biri olan<br />

Çarşı dediğimiz yerde, İran’daki ekonomik<br />

krizle birlikte,çok ciddi bir süreç başlayabilir.<br />

O yüzden Arap Baharı’ndan bu coğrafyada<br />

herkes nasibini alacak, böyle bir dönüşüm<br />

olacak. Zaten o ülkelerde bir dönüşüm olduğu<br />

için, o ülkelerin gitmesi gereken rejimleriyle<br />

iyi ilişkiler temelinde oluşmuş, komşularla<br />

sıfır sorununun zaten devam etmesi mümkün<br />

değildi. Türkiye bu bağlamda da kendisini ve<br />

dış politikasını yenilemek durumundadır.<br />

Komşularla sıfir sorun politikası<br />

gerçekçi bir politika mıdır<br />

Tabii bundan önceki dönem için gerçekçiydi<br />

fakat bugün gerçekçi değil. Niye gerçekçi değil<br />

Çünkü her ülke bir dönüşüm,değişim içinde. O<br />

yüzden Türkiye eğer doğrudan bu değişim ve<br />

dönüşümde yer alacaksa, ona katkı verecekse<br />

bu katkısının hangi alanda olacağı üzerine<br />

yeniden yapılanması gerekiyor. Türkiye, dış<br />

politikasında, benim her zaman söylediğim<br />

üzere; bu kapasite sorununun üzerinde<br />

88 86


durması gerekiyor. Türkiye’nin katkı verme<br />

kapasitesi nedir ve bu kapasitenin kaynakları<br />

nelerdir Örneğin; bu gün geldiğimiz noktada;<br />

ekonomi, demokrasi, yolsuzluğa karşı mücadele<br />

alanlarında; 20<strong>02</strong>-<strong>2012</strong> arasında, bugüne<br />

kadar olan süreçteki yolsuzluğa karşı mücadele<br />

performansına baktığımız zaman, yaptığı<br />

işler bağlamında Türkiye, uluslararası ilişkiler<br />

literatüründe İngilizce olarak; “Demonstrative<br />

Effect” yani “deneyimlerinden öğrenilmesi<br />

gereken” bir ülke hükmündedir. Mısır’ın<br />

bundan sonra kendisini demokratikleştirirken<br />

işsizlikle mücadele, yolsuzlukla mücadele ve<br />

iyi yönetim yahut yoksulluğa karşı mücadele,<br />

girişimci kültür ve sivil toplumun geliştirilmesi<br />

anlamında Türkiye’den öğreneceği Türkiye’yle<br />

birlikte çalışarak yapacağı çok şey var. O<br />

yüzden şu an esas olarak bizim konuştuğumuz;<br />

Türkiye’nin kapasitesinin nerede olduğu ve<br />

ne derece olduğudur. Burada ortaya çıkıyor<br />

ki; Türkiye bu alanlarda Arap Baharı’na<br />

ve değişime katkı verirse güçlü oluyor. Ama<br />

Suriye gibi, rejim değişikliğine gittiği zaman<br />

hem kapasitesinde ciddi bir düşüş oluyor, hem<br />

de bugün yaşadığımız tezkereler, insanların<br />

kafasının karışması, “savaşa mı gidiyoruz”<br />

gibi soruların veya algıların ortaya çıkmasına<br />

sebep oluyor. Yani o noktada sadece kapasitede<br />

bir düşüş olmuyor, aynı zamanda risklerde<br />

artmaya başlıyor. O yüzden bugün komşularla<br />

sıfır sorununu konuştuğumuz zaman,<br />

Türkiye’nin artık kendisine yeni bir vizyon<br />

çizmesi gerekiyor. Bu tabii aktif dış politikadan<br />

geriye gitmek, hiçbir şeye karışmamak suretiyle<br />

olmayacak. Türkiye bunlara karışacaktır. Çünkü<br />

istese de istemese de hem uluslararası sistemin<br />

kendisinden beklentileri var hem Türkiye’nin<br />

son 10 yılda geçirdiği büyük bir dönüşüm söz<br />

konusu. Türkiye burada istikrara ne kadar katkı<br />

verirse kendi içinde de istikrarın artacağını<br />

biliyor. Örneğin; Kürt sorunu bunun önemli<br />

göstergelerinden bir tanesi. O yüzden komşularla<br />

artık sıfır sorun değil, aktif dış politikanın başka<br />

bağlamlarda yenilenmesi gerekiyor. Örneğin;<br />

bunun çok önemli iki tane ayağından ilki;<br />

deminde söylediğim gibi kapasite, kapasiteyi çok<br />

iyi bilmesi. İkincisi ise; bu kapasite çerçevesinde<br />

doğru, gerçekçi stratejileri oluşturması, yani<br />

var olan yapıyı doğru okuması. Mesela Suriye<br />

bağlamında altı çizilmesi gereken noktalardan<br />

biri, komşularla sıfır sorun politikasından<br />

daha çok Türkiye, Esad rejimin gitmesini tam<br />

doğru okumamış gibi gözüküyor. Çünkü Esad<br />

rejiminin gitmesi, Türkiye’den ziyade örneğin;<br />

Rusya gibi çok önemli ülkelerin kararlarına ve<br />

tercihlerine bağlı.<br />

Türkiye-İsrail ilişkilerine yönelik<br />

perspektifleriniz nelerdir<br />

Şuanda tıkanmış ve işlemeyen bir ilişki<br />

var. Bir fark da söz konusu tabii. Bundan<br />

önceki dönemlerde ilişkiler çok sertti, fakat<br />

HAZAR RAPORU<br />

87 89


DEĞERLENDİRMELER<br />

bu sertliğin hem İsrail’e hem Türkiye’ye<br />

yaramadığı ortaya çıkınca, her ne kadar<br />

bu tıkanma ve donma devam edecek gibi<br />

gözükse de, aktörler -örneğin; Türkiye’den<br />

Başbakan Erdoğan, Dışişleri Bakanı<br />

Davutoğlu aynı zamanda İsrail’den<br />

aktörler- birbirleriyle ilişkilerindeseslerini<br />

kestiler; çok sert demeçlerde, suçlamalarda<br />

bulunmuyorlar. Donma noktasında olan,<br />

fakat daha da sertleşmesi istenmeyen bir<br />

pozisyonda Türkiye-İsrail İlişkileri. Fakat<br />

tüm bu bölgenin dönüşümüne vebiraz<br />

önce örnek verdiğim İran’da da beklenen<br />

gelişmelere baktığımız zaman; İran kendi<br />

içinde ekonomik bir dönüşüme gitme zorunda<br />

kalabilir ki bu çok olumludur demokrasiye<br />

gitme açısından ama aynı zamanda bir<br />

İsrail atağı, saldırısıyla da karşı karşıya<br />

kalabilir. O yüzden bu donma noktasında<br />

her ne kadar aktörlerin birbirleriyleolan<br />

ilişkilerinde seslerini yükseltmemeleri iyiyse de,<br />

yani çok sert olmayan seyirde ilişkiler devam<br />

ediyorsa da, esasında bence bu ilişkilerin<br />

normalleşmesinde, biraz düzelmesinde sadece<br />

Türkiye için değil aynı zamanda bölge için<br />

de bir yarar var. Çünkü bir taraftan Suriye<br />

krizi ve Arap Baharı var, bir taraftan İsrail-<br />

İran temelinde bir eksen var, tabi bir tarafta<br />

da enstitünüzün ilgi alanı olan Kafkasya’da,<br />

yani Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan’da<br />

da bir güvenlik havzası, ekseni var. Hepsi bir<br />

arada olduğundan Türkiye arada kalan, bir<br />

taraftan çok önemli fakat bir taraftan çok<br />

etkilenebilecek bir ülke olduğu için,Türkiye-<br />

İsrail ilişkilerinin biraz normalleşmeye<br />

gitmesinin bölge açısından, İsrail açısından<br />

çok faydası var, Türkiye açısından da faydası<br />

var. Tabii bir de, İsrail-Türkiye ilişkilerini<br />

daha uzun tartışmak gerekebilir ama Arap<br />

Baharı, Mısır’daki dönüşüm ve bu dönüşüm<br />

başarılı olursa, esasında İsrail’in de kendisini<br />

yeniden yapılandırması gerekiyor. Hem<br />

güçlü bir Türkiye hem güçlü bir Mısır ve<br />

bunlar arasındaki ilişkilerin güçlü olması,<br />

İsrail’de var olan politikaların sürdürülmesini<br />

oldukça fazla zorluyor. O yüzden, bugün her<br />

aktörün kendisini sadece bugün açısından<br />

değil yarın açısından da yeniden yapılama,<br />

yeniden düşünme zamanı. Bu sebeple belli bir<br />

normalleşmeye gitmenin, her ne kadar Türkiye<br />

bunu daha ağırlıklı olarak istemiyor gibi<br />

gözüküyor olsa da, Türkiye ve İsrail arasındaki<br />

bu donma noktasını biraz normalleştirmenin,<br />

bence herkes açısından bir yararı var diye<br />

düşünüyorum.<br />

Doğu Akdeniz’de muhtemel enerji<br />

rezervlerinin geliştirilmesi bölgesel<br />

dinamikleri nasıl etkiler<br />

Burada mesela, bizim Kıbrıs sorunumuz<br />

çok önemli oluyor ve biz İstanbul Politikalar<br />

Merkezi olarak, bu sorunu tamda bu soru<br />

bağlamında çalışmaya başladık. Çünkü<br />

Türkiye-Avrupa Birliği’nin de, Türkiye-İsrail<br />

ilişkileri gibi olmasa bile, benzer olarak donma<br />

noktasında olması, çarpıların açılmaması,<br />

bir yere gitmemesi, örneğin; AKParti<br />

kurultayında Başbakan’ın yapmış olduğu<br />

uzun konuşmanın hiç AB referansı olmaması<br />

noktasında sorun var. Bu sorunun önemli<br />

ayaklarından biri de Kıbrıs sorunu ve Kıbrıs<br />

sorununda çözüme gitmemek. Ama o sorunun<br />

çözüme gitmemesinde bir açılım, Mart<br />

ayında Güney Kıbrıs’taki cumhurbaşkanlığı<br />

90 88


seçimlerindeki cumhurbaşkanı değişimi<br />

olacaktır. Çünkü Hristofyas aday olmayacak,<br />

büyük bir ihtimalle Anastasyas cumhurbaşkanı<br />

olacaktır. O güne kadar, özellikle Kıbrıs<br />

üzerine biraz çalışmak gerekiyor ki, Mart<br />

ayında cumhurbaşkanlığı düzeyinde de bir<br />

değişim olduğu zaman“ acaba bu çözüme<br />

doğru bir açılım olabilir mi” sorusuna<br />

kolaylıkla bir cevap bulunabilsin. Bu<br />

çalışmada birkaç tane husus çok önemli oluyor.<br />

Bunlar; Akdeniz’deki doğalgaz çalışmaları,<br />

hidrokarbon çalışmaları, aynı zamanda<br />

Kıbrıs’taki su ve elektrik sorunlarıdır. O<br />

yüzden şöyle düşünmek gerekiyor. Burada<br />

aktörler birbirleriyle ilişkilerini geliştirerek bir<br />

kazan-kazan mantığına girebilirlerse, esasında<br />

bu durum Doğu Akdeniz’in yalnızca daha da<br />

zenginleşmesi değil aynı zamanda daha da<br />

istikrarlı olma olasılığını ortaya çıkaracak.<br />

Aktörler güvenlik ve kendi ulusal çıkarları<br />

temelinde bir kazan-kazan değil de kazankaybet<br />

pozisyonuna girerlerse, o zaman elbette<br />

ki istikrar değil, istikrarsızlık olacak, çatışma<br />

olacak. Ama bizim yaptığımız çalışmalarda<br />

şuana kadar, ki benim görüşümde aynı yönde,<br />

böyle bir tercih esasında ciddi anlamında<br />

kazan-kaybet durumundan, kaybet-kaybet<br />

durumuna geçecektir. O yüzden böylesi ilginç<br />

bir kazan-kazan durumunun istikrar ve<br />

zenginlik getirebileceği düşünülebilir. Ama tabii<br />

sizlerin de bildiği gibi, uluslararası ilişkiler<br />

öyle işlemiyor. Çünkü aktörler çıkar temelinde<br />

kooperasyona, işbirliğine gitme eğiliminde<br />

olmuyorlar ve bir anlamda da birbirlerinden<br />

şüphelendikleri, birbirlerine güvenmedikleri<br />

için, kazan-kaybet mantığını esas alıp, ben<br />

kazanayım o kaybetsin diyorlar. Fakat bu<br />

mantıkla, esasında sadece Doğu Akdeniz değil<br />

aynı zamanda Türkiye-AB ilişkileri ve bu<br />

bağlamda Türkiye-İsrail ilişkileri de kazananı<br />

olmayan kaybet-kaybet halini alacak.O yüzden<br />

bu sorunun yanıtınabiraz çalışmak lazım,<br />

daha somut söylemek lazım. Tabii somut<br />

fikirler çalışıldıktan sonra dile getirilebilir.<br />

Kazan-kazanla, kazan-kaybet arasında tercih<br />

yapılması söz konusu olursa, Akdeniz’de<br />

kaybet-kaybet arasında gidip gelen bir döneme<br />

girdiğimizi söyleyebiliriz. O yüzden tercihler<br />

çok önemli.<br />

Türkiye’nin İran politikasını nasıl<br />

değerlendiriyorsunuz<br />

Türkiye’nin İran politikası, eksen kayması<br />

tartışmaları bundan birkaç yıl evvel olmuştu.<br />

O zaman eksen kayması eleştirisine karşıydım<br />

ve hatta bu bağlamda yazılar da yazdım.<br />

Çünkü Türkiye’nin o dönemdeki tavrı<br />

doğruydu. Hatta o zamana baktığımızda,<br />

eksen kayması tartışması Türkiye’nin batıyla<br />

yani AB ile olan ilişkileri bugünden daha<br />

iyiydi. Yani en azından o zaman Sayın<br />

Başbakan, Sayın Davutoğlu, “evet, ilişkiler<br />

doğuya doğru gitsin ama doğu batıyı da<br />

güçlendirir” şeklinde ikili düşünme durumu da<br />

vardı. Ama bugün, biraz önce de söylediğim<br />

gibi, Başbakan’ın uzun konuşmasında, ki<br />

bir vizyon konuşması gibiydi, AB’ye hiç yer<br />

yoktu. Mevcut durumda, ilginçbir şekilde<br />

İran sorunu varken o eksen kaymalarından<br />

sonra geldiğimiz noktada, esasında AB<br />

kısmı bitmiş bir Türkiye var. Bunu şunun<br />

için söylüyorum, Türkiye’nin bu eksen<br />

kaymalarına karşı önemli referanslarından<br />

biri olan, İran, Brezilya ve Türkiye inisiyatifi<br />

HAZAR RAPORU<br />

91 89


DEĞERLENDİRMELER<br />

çok doğru bir inisiyatiftir ve bu kaçırılmış bir<br />

şanstır. Zaten Washington’a gittiğinizde bazı<br />

toplantılarda bunun kaçırılmış bir inisiyatif<br />

olduğu dasöyleniyor. O inisiyatif, İran’a<br />

yapılan yatırımlardan daha güçlü ve daha<br />

etkili olabilecek bir inisiyatifti. Hatta sizlerde<br />

biliyorsunuzdur, BM’den bazı ülkelerden gelen<br />

çalışmalarla İstanbul’un, İngilizcesi “Conflict<br />

Resolution and Mediation” olan, yani çatışma<br />

alanlarında uzlaşma merkezi olma, İstanbul’u<br />

böyle bir uzlaşma merkezi haline getirme<br />

isteği var. Ve İstanbul’da şuanda esasında AB<br />

ve İran arasında müzakereler, konuşmalar<br />

sürüyor. Onların bir ayağı İstanbul’da<br />

yapılıyor. Fakat bugün geldiğimiz bir noktada<br />

kaçırılmış bir şans, biraz da bu Suriye Krizi<br />

nedeniyle birbirleriyle rekabet haline girmiş<br />

bir Türkiye-İran ilişkisi görüyoruz. Türkiye o<br />

anlamda biraz İran’ın dışında kalıyor. Fakat<br />

İran’a kendi içinde baktığımız zaman, çok<br />

partili döneme tekrar geçmenin, demokrasiyi<br />

kurmanın daha zor bir ülke olduğunu<br />

söyleyebilirim. Bununla birlikte, ikili bir<br />

durum ortaya çıkmıştır. Yani İran kendi içinde<br />

dönüşebilir, kendi insanlarının talepleriyle<br />

dönüşebilir, demokrasiye adım atabilir. Bence<br />

bunun desteklenmesi lazım. Ama öbür türlü<br />

İran-İsrail ilişkilerinde, İsrail saldırısı da<br />

olabilir. Tabi o zaman bunların hepsi bitip,<br />

var olan rejim çok daha güçlenir. Çünkü<br />

İran’a bir saldırı yapılmış olur. O yüzden<br />

temkinli bir dönemdeyiz. Şuan Türkiye’nin,<br />

İran’ın biraz dışında olması bence daha iyi.<br />

Çünkü İran’daki bu süreci izlemek gerekiyor.<br />

Muhakkak saldırıya karşı çıkmak gerekiyor,<br />

muhakkak tavrı çok net almak lazım. İsrail’in<br />

İran’a öyle veya böyle saldırmaması lazım.<br />

Ama öbür taraftan da İran’ın iç işlerine<br />

karışmadan oradaki iç sürece bakmak lazım.<br />

Çünkü bugün benim görebildiğim kadarıyla<br />

başlayan ekonomik kriz bizim sanki 2001’de<br />

ekonomimizi çökerten büyük devalüasyona yol<br />

açan ciddi kriz niteliğinde bir kriz. O yüzden<br />

bugün sanki biraz rakip olan biraz atışan,<br />

esasında karşılıklı ilişkilerinde birbirlerini<br />

kollayan bir Türkiye-İran varve bence şuan<br />

Türkiye’nin biraz dışarıdan bakıp İran’ı iyi<br />

izlemesi lazım. Ama muhakkak İran’a karşı<br />

olan saldırı hususunda, dün olduğu gibi bugün<br />

de net tavır alması gerekiyor.<br />

Terör konusunda Türkiye’de<br />

yürütülen politikalarla beraber<br />

uluslararası platformda neler<br />

yapılmalı<br />

Türkiye esasında uluslararası toplum nezdinde,<br />

bölgesel olarak da elinden geleni yapıyor. Fakat<br />

uluslararası toplumdan Türkiye’ye pek fazla<br />

katkı gelmiyor. Uluslararası toplumdan ve<br />

onun önemli boyutlarından biri olan AB’den<br />

Türkiye’ye hiç eleştiri gelmiyor, bu çok önemli.<br />

Çünkü daha öncelerde, hatırlarsınız 90’lı<br />

yıllarda,özellikle 1995-2000’li dönemlerdeki<br />

AB tartışmasında hep egemenlik bahsi,<br />

“bizim iç işlerimize karışıyorsunuz” gibi<br />

çok tepkici ve ulusalcı bir yapı vardı. Bunun<br />

nedenlerinden biri de Kürt sorunu bağlamında<br />

AB’nin çıkışlarıydı. Esasına baktığımız<br />

zaman, o çıkışlar doğruydu. Çünkü hakikaten<br />

o zaman bir savaş vardı. O savaş içerisinde<br />

çok mağdur olanlar da vardır. Kürt sorunu<br />

olsun, faili meçhul olaylar olsun; o bölgedeki<br />

insanların günlük yaşamlarında güvensizlikler<br />

mevcuttu. Fakat bugün geldiğimiz noktada<br />

92 90


unun tam tersi durum yaşanıyor. AB’nin bu<br />

son dönemle ilgili Türkiye’ye hiçbir eleştirisi<br />

olmadığı gibi PKK eleştirisi vardır.Bir<br />

taraftan tabii ki de parlamentoda PKK’nın<br />

ve onun uzantılarının, örgütün toplantıları<br />

filan oluyor. O toplantılarda Kürt diasporası<br />

diyebileceğimiz bir oluşum var; bu da ilginçtir,<br />

iyi tartışmak gerekir. Türkiye’nin 90’larda<br />

yaptığı büyük hataların sonucunda Avrupa’da<br />

güçlenmiş bir Kürt diasporası oluşmuştur.<br />

Avrupa kurumları Kürt diasporasına; etnik<br />

milliyetçiliği yükseltmeyin, vatandaşlık hakları<br />

olarak yaklaşın ikazını sürekli yapıyor. O<br />

yüzden zaten Avrupa kurumlarıyla PKK ve<br />

Kürt diasporası arasında bir gerilim vardır.<br />

Bir taraftan alanların açılması, toplantıların<br />

yapılması, festivallerin yapılması gibi bir<br />

durum var, ama öbür taraftan da gerilim<br />

var. Çünkü Avrupa da Türkiye’yi eleştiriyor<br />

ama aynı zamanda Kürt diasporasına “siz<br />

etnik milliyetçiliği güçlendiriyorsunuz, şiddeti<br />

güçlendiriyorsunuz, bundan vazgeçin” diyor.<br />

Durum böyle olunca, uluslararası düzeyi biraz<br />

ikili düşünmek gerekiyor. Hem katkı vermiyor<br />

gibi geliyor ama öbür taraftan Türkiye’ye hiç<br />

eleştiri de gelmiyor. Bence teröre<br />

karşı mücadelede, ilk ve ikinci<br />

soruda konuştuğumuz Arap<br />

Baharı’nın ve Suriye Krizi’nin<br />

çok büyük etkisi var. Çünkü<br />

bugün herkesin kafası karışık<br />

ama artık iki tane PKK var gibi.<br />

Bir tanesi Türk PKK’sı, diğeri ise<br />

Suriye PKK’sı. Türkiye’nin bu<br />

son yazında geçirdiği PKK’nın<br />

eylemlerinde daha evvel siviller<br />

yokken bugün sivillerinde<br />

olduğu bu dönüşümde Suriye ayağının çok<br />

etkisi var. O yüzden de esasında teröre karşı<br />

mücadele içeride demokrasiyi barındırıyor<br />

ama bu Arap Baharı’nda dış politikanın<br />

yeniden düzenlenmesi bu Suriye Krizi’nin<br />

muhakkak çözümlenmesini gerekli kılıyor diye<br />

düşünüyorum.<br />

HAZAR RAPORU<br />

91 93


DEĞERLENDİRMELER<br />

Yrd. Doç. Dr. Talha KÖSE<br />

İstanbul Şehir Üniversitesi – Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler<br />

Bölümü Öğretim Üyesi<br />

Türkiye’de milliyetçilik ve ulusçuluk<br />

kavramının ortaya çıkması ve gelişimi<br />

ile ilgili nasıl bir tablo çizebiliriz<br />

Cumhuriyet deneyiminin kurgulamaya çalıştığı<br />

bir kimlik, bir ulus inşa süreci vardı ve bu<br />

tabii ki Osmanlı’dan gelen o deneyimin de<br />

üzerine inşa edilmiş bir süreçti. Osmanlı’nın<br />

son döneminde yaşanan o kopmalarla, Balkan<br />

Savaşları ve I. Dünya Savaşı sonrasında<br />

aslında yapılmaya çalışılan bir şey vardı.<br />

Yani Türkiye’nin milliyetçilik birikimi vardı<br />

Osmanlı dönemine dair. Ama bunun üzerinden<br />

eldeki insan malzemesiyle, yani Osmanlı’nın<br />

bakiyesinden kalan insan malzemesi ve bize<br />

I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’ndan<br />

sonra kalan vatan malzemesi ve bakiyesinden,<br />

yeni bir kimlik ve yeni bir devlet inşası<br />

söz konusuydu. Tabii ki bunun inşasında<br />

Osmanlı’dan kalan o milliyetçilik birikimi, o<br />

İslami birikim ve siyasi birikimin de çok ciddi<br />

etkileri vardı. Burada yapılmaya çalışılan<br />

şeylerden bir tanesi, aslında Osmanlı’nın<br />

Balkanlar’da ve Orta Doğu’da ve Kafkasya<br />

Bölgesi’nde kaybettiği topraklardan kalan<br />

Müslüman insan bakiyesinden yeni bir<br />

ulus inşasıydı. Lozan Anlaşması’yla zaten<br />

Müslüman olmayanlar; gayrimüslimler<br />

ayrı bir statü kazandı ve nüfus mübadelesi<br />

yaşandı. Dolayısıyla bu dönem içerisinde<br />

Anadolu’nun Müslümanlaştığı bir süreç<br />

yaşıyoruz. Ve aslında Türk milli kimliği<br />

de bu Müslümanlaşma süreciyle birlikte<br />

kuruldu. Yani Balkanlar’da, Kafkasya’da,<br />

Orta Doğu’nun muhtelif yerlerinde kalan,<br />

Osmanlı’nın Müslüman bakiyesinden gelen<br />

insanlar; Bulgaristan’dan Yunanistan’dan,<br />

Makedonya bölgesinden, Kafkasya’dan<br />

da gelen insanlardan yeni bir kimlik,<br />

yeni bir ulus inşa edilmeye çalışılıyordu.<br />

Ve bu ulusun da aslında temel harcı din<br />

idi. Yani İslam ortak paydasında zaten<br />

cumhuriyetin kurulduğu temel metin olan<br />

Lozan Anlaşması’yla cumhuriyet kimliği<br />

kuruluyordu. Dolayısıyla bu ortak İslam<br />

paydası üzerinden bir kimlik oluşturulmaya<br />

çalışılmıştı. 1921-24 anayasaları da bunu<br />

yansıtıyordu. Ancak burada bazı sıkıntılar<br />

yaşandı. Yani başlangıçta etnisite çok ciddi<br />

bir sıkıntı yaratmıyordu. Ancak halifeliğin,<br />

hilafetin ilgasından sonra özellikle Kürtler,<br />

açıkçası “Bizi bu Kürt-Türk milliyetçiliğine<br />

kayan ülke içerisinde bir arada tutacak şey<br />

nedir” sorusunu sormaya başladılar ve Şeyh<br />

94 92


Sait isyanı da aslında bunun bir göstergesiydi.<br />

Tabii ki daha sonraki sekülerleşme deneyimi de<br />

söz konusu. Yani bir yandan hilafet ilga edildi<br />

ama onun yanında aslında cumhuriyetin, yani<br />

Türkiye milliyetçiliğinin temel harcı olan İslam<br />

bir kenara atılmadı. Bunun yerine Diyanet<br />

İşleri Başkanlığı kuruldu ve bunun üzerinden<br />

Türkiye’ye has, milli sınırlar içerisinde bir<br />

din, yani sınırları aşmayan, hilafette olduğu<br />

gibi, bir din aynı zamanda inşa da edilmeye<br />

çalışıldı. Dolayısıyla aslında cumhuriyet<br />

kimliğinin kuruluşunda bir yandan Osmanlı’nın<br />

bakiyesinden kalan Müslüman kimlikler, bir<br />

yandan da bu kimlikleri bir vatan coğrafyası,<br />

bir vatan sınırı içerisinde yeni bir kimlik inşa<br />

etme çabası vardı. Ve tabii ki Hristiyanlar ve<br />

gayrimüslimler bunun dışında kalmıştı. Bu<br />

millileştirme süreci içerisinde tabii ki herkes<br />

aynı deneyimi yaşamadı. Bu cumhuriyetçi<br />

kimliğinin zaman içerisinde pratikte öncelediği<br />

bir kimlik ortaya çıktı. Özellikle Balkanlar’dan<br />

gelen Müslüman, Hanefi, Sünni kitle ve biraz<br />

da aslında İslam’ı bizim anladığımız manada<br />

daha muhafazakâr yaşayan değil de biraz daha<br />

seküler olacak şekilde yaşayan, aslında ideal<br />

bir cumhuriyet kimliği oluşturulmaya çalışıldı.<br />

Cumhuriyetin ideal kimlik inşa çalışması<br />

da buna paraleldi. Yani nominal düzeyde<br />

Müslüman kimliği olan Sünni, Hanefi ama bu<br />

Müslüman kimliğini milli sınırlar içerisinde<br />

biraz daha seküler bir şekilde yaşayan ve<br />

bağımlılığı devletine olan bir kurgu oluşturmaya<br />

çalışıldı. Bunu yaparken tabii ki dini gruplar,<br />

tarikatlar da tasfiye edilmeye çalışıldı. Özellikle<br />

Güney Doğu’da tarikatların haricinde, oradaki<br />

aşiretlerle de son derece sorunluydu cumhuriyet.<br />

Yani kendine bağlı bireyler yaratmaya çalıştı<br />

ve bu bireysel çerçevenin dışında oluşabilecek<br />

dini, aşiretsel diğer tüm grupları tasfiye etmeye<br />

çalıştı ki bu tasfiye süreci son derece sıkıntılı<br />

ve kanlı oldu, cumhuriyetin ilk döneminde.<br />

Dersim’de yaşanan olaylar var, Şeyh Sait<br />

İsyanı var, yine Takrir-i SükûnKanunlarının<br />

çıkarılması var. Dolayısıyla bu homojen kimlik<br />

yaratma süreci sıkıntılı oldu. Türkiye’deki<br />

resmi ideolojinin yaratmaya çalıştığı ve<br />

dayatmaya çalıştığı kimlik projesinin aslında<br />

biraz yansımaları, bugünkü kimlik… Yani o<br />

zaman şöyle bir düşünce tabii ki vardı. Tüm<br />

bunlar hayata geçirilirse cumhuriyete bağlı<br />

bir birey yaratılacaktı. İşte Köy Enstitüleri<br />

bunun bir ürünüydü. Yani bu kimliği köyde<br />

de taşrada da yayacak kurumlar oluşturuldu.<br />

Cumhuriyetin öğretmenlik, eğitim projeleri<br />

hep bunun bir parçası olarak inşa edildi ve<br />

bir yandan da aslında bu batılılaşma projesi<br />

kapsamında, batılılaşma ve modernleşme<br />

iyi bir şekilde sürdürülebilirsediğer alternatif<br />

geleneksel kimliklerin -dini kimlikler, etnik<br />

kimlikler- bir anlamı kalmayacaktı bu süre<br />

içerisinde. Böyle bir proje vardı. Tabii ki bu<br />

proje bir yere kadar başarılı oldu, bir yere<br />

kadar da başarılı olamadı. Evet, Balkanlar’dan<br />

gelen, Kafkasya’dan gelen, Orta Doğu’nun bir<br />

kısmından gelen insanlardan devletine bağlı bir<br />

cumhuriyet kimliği inşa edildi. Ve gerçekten bir<br />

Türk ulusal kimliği, yani ırkçı bağlamda değil,<br />

etnisite üzerinden değil gerçekten kapsayıcı bir<br />

Türk kimliği oluşturuldu ama geleneksel bağları<br />

olan dini gruplar, tarikatlar ve özellikle Güney<br />

Doğu’daki Kürtçe konuşan Kürtler bu kimlik<br />

etrafinda tam olarak toplanmadılar. Aleviler de<br />

benzer şekilde dini yorumlardaki farklılıklardan<br />

dolayı bazı sıkıntılar yaşadılar.<br />

HAZAR RAPORU<br />

93 95


DEĞERLENDİRMELER<br />

Türkiye’deki kimlik ve etnik kimlik<br />

tartışmaları sizce yeni anayasa<br />

çalışmalarına nasıl yansıyacak<br />

Bugün Türkiye’de cumhuriyetin idealize ettiği<br />

vatandaş tiplemesinin bir nebzeye kadar<br />

başarılı olduğunu, bir noktadan sonra da bu<br />

homojen kimliğin,makbul vatandaşın dışında<br />

kalan kimliklerin bir şekilde kendilerine kamu<br />

alanında yer arama girişimlerinin olduğunu<br />

söyleyebilirim. Yani Türkiye’de İslamcılık, diğer<br />

yerlerden farklı olarak tarikatlar, cemaatler<br />

şeklinde örgütlendi ve bunlar aslında toplumsal<br />

hayatın içerisinde de kendi kurumlarını<br />

oluşturdular, kendilerine bir yer buldular. Yani<br />

diğer kimliklerden farklı olarak kendilerine<br />

bir yer açtılar kamusal alanda. Aynı şeyi<br />

Kürt kimliği için söyleyemeyiz.<br />

Yani artık Kürt dilinin, Kürt<br />

kültürünün inkâr edildiği,<br />

anayasada yer bulmadığı bir<br />

çerçevenin Kürtler açısından da<br />

kabul edilebilir bir hali kalmadı.<br />

Tabii ki 1980’ler sonrasında<br />

başlayan o şiddetle birlikte<br />

toplumlar arası bir gerilimin<br />

de ortaya çıktığını görüyoruz<br />

ki artık homojen bir kimlik<br />

çerçevesi, vatandaşlık çerçevesi<br />

Türkiye için kabul edilebilir bir<br />

çerçeve değil. Aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin<br />

de zaman zaman dünyadaki gelişmelere<br />

kendini adapte etmesi; mesela 2. Dünya<br />

Savaşında NATO’ya girmemizle birlikte<br />

başlayan demokratikleşme sürecimiz bir başarı<br />

hikâyesidir. Aynı başarıyı farklı kimliklerin<br />

belli anayasal çerçeve altında haklar vermesi<br />

konusunda gösteremedik. Yani daha önceki<br />

o başarısız homojen kimlik inşa etme<br />

deneyimi aslında bundan sonraki anayasa<br />

çalışmalarına da bir şey temsil edecektir. Bu<br />

bağlamda, evrensel standartlar, insan hakları<br />

genel çerçevesi ve Avrupa Birliği’nin sunduğu<br />

hukuki standartların anayasa çerçevesi için<br />

olumlu bir temsil oluşturacağını düşünüyorum.<br />

Türkiye’de siyaset normal gitse varacağımız yer<br />

buydu. Ancak elbette ki şiddetin olumsuz rolü,<br />

Türkiye’deki demokratikleşme sürecine bazı<br />

engeller teşkil etti. Süreç içerisinde şiddetin<br />

olumsuz rollerinden dolayı bu meselelerin<br />

çözümü maalesef biraz gecikti. Ancak yeni<br />

anayasal çerçeve içerisinde farklı kimliklerin<br />

anayasal koruma altına alması gerekecektir. Bu<br />

noktada, evrensel standartlarda bazı haklar<br />

verilecektir. Ancak Türk milliyetçiliğinin,<br />

Türk kimliğinin anayasasında belirli sınırları<br />

olacaktır; bunu da kabul etmemiz gerekiyor.<br />

Pazarlık süreciyle alakalı olarak, sonuçta<br />

işin gelip tıkandığı noktalardaolacaktır. Ama<br />

şunu biliyoruz ki, zaten şu anda “de facto” bir<br />

şekilde bazı haklar ortaya çıktı. Yani Kürtçe<br />

96 94


artık yasak değil, grup toplantı haklarında<br />

bazı sınırlandırmalar ortadan kalktı. Mevcut<br />

meclis aritmetiği içerisinde ve genel olarak<br />

Türkiye’deki siyasi gruplara bakıldığında,<br />

MHP dışındaki partilerin de aslında<br />

Türkiye’deki farklı grupların kimlik haklarını<br />

verme yönünde olumlu yaklaşımları olduğunu<br />

görüyoruz. Dolayısıyla değişime yönelik olarak<br />

siyasal aktörlerde olumlu bir perspektif var,<br />

ama bu süreç biraz pazarlık süreci şeklinde<br />

gelişecek.<br />

Avrupa Birliği süreci ve<br />

demokratikleşme Türkiye’deki kimlik<br />

tartışmalarını nasıl etkilemiştir<br />

Tabii ki Avrupa Birliği entegrasyon süreci,<br />

Türkiye’deki özellikle 80 Darbesi ve 82<br />

Anayasası’nın oluşturduğu otoriter devlet<br />

çerçevesinin ortadan kaldırılması ve bunun<br />

müzakereyle tasfiye edilmesi adına önemli bir<br />

çerçeve sağladı. Türkiye’de 82 Anayasası’yla<br />

birlikte toplumun her tarafinı kuşatan bir<br />

devlet anlayışı hakim olmuştu. Bu anlayış,<br />

tüm kimlikleri dışlayan, başlangıçtaki<br />

cumhuriyetin homojen kimlik kurgusuyla<br />

paralel bir çerçeve ortaya koyuyordu.<br />

Toplantı hakları, örgütlenme haklarında<br />

da bazı sınırlamalar getiriyordu. Nihai<br />

açıdan Avrupa Birliği sürecini, Türkiye’nin<br />

kimlik sorunlarını çözmek adına temel süreç<br />

olarak görmememiz gerekiyor. Tam tersine<br />

Türkiye’de biraz otoriter şekilde ortaya çıkan<br />

bu 82 Anayasası ve biraz öncesinde oluşan<br />

otoriter düzenin tasfiyesi açısından önemli<br />

bir süreçti. Ancak Türkiye’nin kendi kimlik<br />

sorunlarını, kendi siyasi sorunlarını toplumsal<br />

aktörlerin bir araya geldiği bir çerçevede<br />

çözmesi gerekiyor. O yüzden ben, Türkiye’nin<br />

tüm sorunlarının Avrupa Birliği çerçevesinde<br />

çözülebileceğini düşünenlerden değilim. Aksine<br />

bu olumsuz düzenin tasfiyesi ve bunun yanı<br />

sıra toplumsal aktörlerin bir araya gelmesini<br />

sağlayabilecek bir çerçeve vermesi açısından<br />

önemsiyorum. Ne yazık ki bu aktörlerin bir<br />

araya gelmesini engelleyen şeylerden bir tanesi<br />

de PKK ve şiddet. Bu durum süreci biraz<br />

geciktiriyor ancak açıkçası ben Türkiye’deki<br />

aktörlerin, Türkiye’nin geleceğinin anayasal<br />

çerçevesinin yalnızca müzakereyle ortaya<br />

konulan çerçevede bir yere gelebileceğini<br />

düşünmeye başladıkları kanısındayım. Sebebi<br />

her ne olursa olsun, bunun önemli olduğunu<br />

düşünüyorum. Bu işi konuşmadan, müzakere<br />

etmeden çözülemeyeceği fikri artık yavaş yavaş<br />

yerleşiyor. Avrupa Birliği sürecinin Türkiye’ye<br />

kattıklarını da göz ardı edemeyiz. Yani bugün<br />

devlet mekanizmasının kurumlarının yeniden<br />

organize edilmesinde, hukuki çerçevenin<br />

düzenlenmesinde, hatta bu darbeye karşı<br />

kurulabilen kanunların ortaya çıkmasında<br />

bu çerçevenin önemli etkisi olduğu ve Avrupa<br />

Birliği çerçevesinden öğrenebileceğimiz şeyler<br />

olduğu bir gerçek. Ama bu durum aynı<br />

zamanda bürokratik aktörler karşısında siyasi<br />

toplumsal aktörleri güçlendirdi. Asıl önemli<br />

olan yönünün bu olduğunu düşünüyorum.<br />

Artık Türkiye’deki toplumsal aktörler ve<br />

bürokrasi haricindeki toplumsal aktörlerin<br />

Türkiye’nin geleceğini tartışabilecek, müzakere<br />

edebilecek düzeye ve meşruiyete geldiğini<br />

düşünüyorum ki bu da çok önemli bir<br />

aşamadır.<br />

HAZAR RAPORU<br />

97 95


DEĞERLENDİRMELER<br />

Türkiye’de Alevi sorunu var mıdır<br />

Özellikle Suriye’deki gelişmeler ele<br />

alındığında bu alanda Türkiye’yi neler<br />

beklemektedir<br />

Türkiye’deki Alevi sorununu aslında<br />

Suriye’deki Alevi sorunuyla paralel<br />

düşünmemek gerekiyor. Gerek tarihsel<br />

olarak, gerek kimliğin kurgulanması olarak<br />

birbirinden çok farklı meseleler. Anadolu’nun<br />

Alevilerinin, Türklere hasgelenek ve örgütlenme<br />

açısından da aslında Suriye’deki Alevilerle<br />

hiçbir alakası yok. Bugün Türkiye’deki Alevi<br />

kompozisyonuna bakıldığında bunun %70’e<br />

yakınının Türkçe konuştuğunu ve Türkmen<br />

kökenli olduğunu biliyoruz, bunların içlerinde<br />

Kürt Alevileri de var. Hatay, Adana ve bir<br />

kısmı da Mersin’deki Aleviler, Suriye’yle<br />

daha çok bağlantılı olan, yani Nusayri<br />

diyebileceğimiz gelenekten; Türkiye’deki<br />

Aleviler ise Kızılbaş, Bektaşi kökeninden<br />

gelmektedir. Dolayısıyla Arap Aleviliği ile<br />

Anadolu Aleviliği birbirinden çok farklı<br />

entiteler ve aslında birbirleriyle organizasyonel<br />

bağları da yok. Türkiye’de bir Alevi sorunu<br />

var, doğru. Ancak, dediğim gibi cumhuriyetin<br />

homojen kimlik oluşturma çerçevesinde Hanefi,<br />

Sünni olup laik bir kimlik üretmeye çalışılmıştı.<br />

Farklı din yorumu olan Aleviler, bu çerçevenin<br />

dışında kalmıştı. Sünniler diyanet üzerinden<br />

devlet desteğiyle kendi toplumsal kurumlarını<br />

yeniden inşa etmişlerdi, toplum içerisinde<br />

değişik cemaatler birşekilde örgütlendiler. Aynı<br />

şey Aleviler için söz konusu olmadı. Alevilerin<br />

geleneksel tekkeleri, dergâhları bu çerçevede<br />

kapatıldı. 1925’teki tekke ve zaviyeler<br />

kanunuyla birlikte Aleviler kendi kimliklerini<br />

yeniden inşa edebilecekleri bir çerçeveden<br />

yoksun kaldılar. Dolayısıyla modern, şehirli<br />

ortamda özellikle 1950’lerin sonunda ve<br />

60’lardan itibaren Alevi nüfusunun ciddi<br />

oranda şehirleştiğini görüyoruz. Geleneksel<br />

olarak taşrada yaşayan Alevi ve Kızılbaş<br />

nüfusu bu çerçevede kurumsallaşmalarını<br />

gerçekleştirmişlerdir. Ancak 1960’la birlikte<br />

modern şehir ortamında biz kendi kimliğimizi<br />

nasıl inşa edeceğiz, devam ettireceğiz sorusu<br />

gündeme geldi. Bu soruya aslında gerçekçi<br />

bir cevap verilemedi. Cemevleri tartışmaları<br />

ve Alevilerin inanç merkezi tartışmaları,<br />

kendine meşru bir zemin bulamadı. Bunun<br />

çözümlenmesi gerekiyor. Evet, Türkiye’de Alevi<br />

sorunu var. Ama Türkiye’deki Alevi sorununun<br />

Suriye’deki Alevi sorunuyla hiçbir alakası<br />

yok. Alevilerin modern şehir ortamında<br />

kendi kimliklerini inşa edecekleri kurumlara<br />

ihtiyaçları var ve bu açıdan devletten destek<br />

bekliyorlar. Aynı zamanda zorunlu din<br />

derslerinden ve diyanetin varlığından rahatsız<br />

durumda olan Aleviler kendi toplumsal<br />

ve siyasi örgütlenmelerini organize etmek<br />

istiyorlar. Bu çerçevede birtakım istekleri<br />

var ve aslında bu isteklerin de grup hakları<br />

çerçevesinde çözümlenebileceğini biliyoruz.<br />

Tabii şöyle de bir sıkıntı var; özellikle 1970-<br />

80’li yıllarda Alevilerin bir kısmı şehir<br />

ortamında ideolojik olarak fazla örgütlenmiş<br />

ve angaje olmuşlardı. O dönemde Alevilerin<br />

epey bir kısmının sol örgütler, sendikalar<br />

ve değişik organizasyonlar içerisinde<br />

örgütlendiğini biliyoruz. Alevilerin daha büyük<br />

bir çoğunluğu ise hemşeri organizasyonları<br />

içerisinde organize olmuşlardır. 70’li, 80’li<br />

98 96


yılların organizasyonel deneyimi ve sol söylemi,<br />

80 sonrası Alevi örgütlenmesini de etkiledi.<br />

Yani bir yandan Alevilik, inanç merkezli bir<br />

toplumsal organizasyonken; 80 sonrasında<br />

önemli ölçüde ideolojik söylem hâkim olmaya<br />

başladı ve bundan dolayı Alevilerin de kendi<br />

içerisinde bazı fikir ayrılıkları var. 2000,<br />

özellikle 2007’den sonra ortaya konulmaya<br />

çalışılan Alevi açılımıyla aslında Alevilerin<br />

sorunlarının bir şekilde dinlenip çözüm<br />

bulunabilmesi için bir süreç başlatılmıştı.<br />

Ancak o süreç Türkiye’deki siyasi çekişmelerden<br />

dolayı da sekteye uğradı. Aslında Alevilerin<br />

kimlik ihtiyaçları, kimlik talepleri üstesinden<br />

gelinemeyecek şeyler değil. Alevilerin kendi<br />

içlerinde de çözmeleri gereken sorunlar biraz<br />

daha fazla. Bu açıdan evet, Türkiye’de bir<br />

alevi sorunu var ama bunu çözmenin o kadar<br />

da zor olduğunu düşünmüyorum. Daha<br />

katılımcı bir yaklaşımla, daha demokratik bir<br />

yaklaşımla bazı sorunların giderilebileceğini<br />

düşünüyorum. Ama Alevilerin içerisinde<br />

farklı görüşler var. Bunların çok daha üst<br />

talepleri var ve bunların hepsinin ihtiyaçları<br />

karşılanamayacaktır diye düşünüyorum.<br />

Son zamanlarda artan PKK terörünü<br />

ve Türkiye’nin Kürt sorununun<br />

çözümünde aldığı mesafeyi nasıl<br />

değerlendiriyorsunuz<br />

Bugün geldiğimiz noktada aslında Kürt<br />

meselesi, Kürt sorunu ile PKK sorununu<br />

artık birbirinden ayırmak gerekiyor. Artık<br />

PKK ve şiddet kendi kendini üreten bir<br />

çerçeveye geldi. Dolayısıyla eskiden belki<br />

Kürt sorununun bir uzantısı olarak PKK’yla<br />

yaşıyoruz, diyorduk. Bugün PKK ve şiddet<br />

kendi kendini üreten, hatta oradaki toplumu<br />

da şiddet üzerinden dönüştüren bir hale<br />

geldi. Gerçekten ciddi bir şiddet sorunu<br />

var. Öte yandan dediğim gibi daha önce de<br />

belirttiğim, vatandaşlarımızın belli kimlik<br />

talepleri var. Bu ikisini birbirinden ayırmak<br />

gerekiyor. Açıkçası Kürt vatandaşlarımızın<br />

kimlik taleplerini anayasal çerçeve içerisinde<br />

çözümlemek gerekiyor ve anayasal çerçevede<br />

bunların çözümleneceğini düşünüyorum. Zaten<br />

belli haklar yavaş yavaş verilmeye başlamıştı;<br />

Kürtçe televizyon kuruldu, Kürtçe’nin<br />

kullanımına dair sınırlamalar kaldırıldı. Bu<br />

müzakere süreci içerisinde,<br />

anayasal çerçevede sorunun<br />

çözülebileceğini düşünüyorum.<br />

Asıl büyük olan sorun ise PKK<br />

sorununu nasıl çözeceğiz<br />

Tabii ki, Kürt sorununun temel<br />

olarak ortadan kalkacağını<br />

düşünmek imkânsız. Bu, kökü<br />

Türkiye Cumhuriyeti’nden de<br />

öteye giden bir etnik sorun.<br />

Önemli olan, şiddeti dışlayacak<br />

şekilde bu sorunu yönetilebilir<br />

HAZAR RAPORU<br />

97


DEĞERLENDİRMELER<br />

hale getirmek, Kürt vatandaşların temel<br />

ihtiyaçlarını, temel sorunlarını çözmek.<br />

Bunları çözdükten sonra açıkçası PKK ve<br />

şiddete meyilli olan diğer organizasyonlara<br />

olan ilginin azalacağını düşünüyorum. PKK<br />

artık ulus ötesi bir konuma geldi. Bir yandan<br />

Türkiye’nin Orta Doğu’da sıkıntı yaşadığı<br />

ülkelerin verdiği desteği biliyoruz, bir yandan<br />

uluslararası diğer aktörlerin PKK’ya destek<br />

verdiğini biliyoruz. Türkiye’nin zayıf karnı ve<br />

Orta Doğu’nun genelinde bütüncül bir barış<br />

elde etmeden ve Kürt sorununa bütüncül<br />

bir çözüm, Türkiye’nin Kürt sorunundan<br />

bahsetmiyorum, Orta Doğu’daki Kürt<br />

sorununa bütüncül bir çözüm bulunmadan<br />

PKK’ya olan desteğin devam edeceğini ve<br />

PKK’nın kendi kendine üreten bir mekanizma<br />

olarak devam edeceğini düşünüyorum.<br />

Açıkçası önemli olan şiddeti kontrol altında<br />

tutmak, Kürt vatandaşların haklarını<br />

vermek ve biraz da Kürt vatandaşlarına da,<br />

Türkiye’nin, ciddi manada zarar veriyor. Son<br />

zamanlarda PKK’nın artık intihara varan<br />

eylemleri var. Aslında her cenaze bir yandan<br />

da Kürt vatandaşların mağduriyetini, yani<br />

PKK’da yakınını kaybedenlerin mağduriyetini<br />

artırıyor ve şiddet kendi kendini üreten bir<br />

hale geliyor. Bu çerçevede aslında bölgedeki<br />

Kürt vatandaşların PKK’ya bir son vermesi,<br />

bir hayır demesi, protesto etmesi gerekiyor<br />

ama PKK çok otoriter bir rejim, çok otoriter<br />

bir grup olduğu için şiddetle ve tehditler<br />

kullanarak, böyle alternatif bir söylem ve<br />

alternatif bir hareket oluşmasını engelliyor.<br />

Dolayısıyla Türkiye’nin Kürt sorununu<br />

yönetilebilir hale getirmeye gücü var ve<br />

anayasal çerçevede belki bu çözülebilir.<br />

Ama PKK’nın bölgesel bir sorun haline<br />

geldiğini bunun da daha geniş bir vizyonla<br />

çözülebileceğini düşünüyorum. Eğer PKK’ya<br />

katılımları, en azından Türkiye’den katılımları<br />

son derece sınırlı bir hale getirebilirsek bu da<br />

başarılı olur diye düşünüyorum.<br />

100 98


hazar<br />

strateji<br />

enstitüsü<br />

H A S E N<br />

Bildiri ve Makale Çağrısı<br />

<strong>Hazar</strong> Strateji Enstitüsü olarak, <strong>Hazar</strong><br />

<strong>Raporu</strong> isimli dergimizde yayınlanmak üzere<br />

makale önerileri gönderilmesi için çağrıda<br />

bulunuyoruz. <strong>Hazar</strong> <strong>Raporu</strong>; <strong>Hazar</strong>, Orta<br />

Asya, Kafkasya, Türkiye ve Avrasya bölgesiyle<br />

alakalı araştırma yapan akademisyenler,<br />

sektörel temsilciler ve aydınlar ile iletişim<br />

kurup fikir alışverişinde bulunmayı hedefliyor.<br />

Bu duyurunun amacı; farklı fikirlerin bir araya<br />

gelmesi ve düşünce zenginliğinin gelişimine<br />

katkıda bulunarak yukarıda bahsedilen<br />

coğrafyaya ilişkin analitik bakış açıları<br />

oluşmasını sağlamaktır. Ayrıntılı bilgi için<br />

www.hasen.org.tr adresini ziyaret edebilirsiniz.<br />

Tarih, siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler, kamu<br />

yönetimi, iktisat, sosyoloji ve uyuşmazlık<br />

çözümü gibi alanlarda makale önerilerinizi<br />

bekliyoruz. Makalelerin teması ile ilgili<br />

hususi bir kısıtlama söz konusu olmamakla<br />

birlikte altını çizmek gerekir ki makale konusu<br />

mutlaka ilgililere tavsiye verici ve yol gösterici<br />

nitelikte olmalıdır.<br />

1 Şubat 2013 tarihine kadar makaleniz ve kısa<br />

biyografinizi iki ayrı Word dosyası halinde<br />

paper@hasen.org.tr adresine gönderebilirsiniz.<br />

<strong>Hazar</strong> Strateji Enstitüsü Hakkında<br />

<strong>Hazar</strong> Strateji Enstitüsü, İstanbul merkezli<br />

kar amacı gütmeyen bir düşünce kuruluşudur.<br />

Misyonu; yüksek kalitede, bağımsız<br />

araştırmalar yürütmek ve <strong>Hazar</strong> Bölgesi’ne<br />

ilişkin yenilikçi, stratejik öneriler sağlamaktır.<br />

Enerji, enerji güvenliği ve ulaştırma konularına<br />

yoğunlaşan Enstitü, Türkiye ve dünyanın önde<br />

gelen düşünce kuruluşlarından biri olmayı<br />

hedeflemektedir. Bu doğrultuda yayınlar,<br />

konferanslar, seminerler, eğitim çalışmaları ve<br />

atölye faaliyetlerini içeren dinamik bir program<br />

izleyerek tartışma ve araştırmaları teşvik eder<br />

ve kamu bilincini geliştirir.


JANUARY - MARCH 2013<br />

Contents<br />

ARTICLES<br />

Strategic Assessment of Euro-Asian Trade and Transportation<br />

Azerbaijan as a Regional Hub in Central Eurasia<br />

Taleh Ziyadov<br />

1<strong>02</strong><br />

Turkey, Caspian Strategies, and the Economic<br />

Cooperation Organisation<br />

William Hale<br />

BP-Rosneft Deal: Implications & Intentions<br />

Gulmira Rzayeva / Energy Expert<br />

111<br />

117<br />

English Part<br />

Obama’s Challenge With Economy<br />

Yrd. Doç. Dr. Fatih Macit / Suleyman Shah University Director of Economy Department<br />

120<br />

The Aftermath of Georgia’s Parliamentary Election:<br />

Foreign Policy and the Search for a New Paradigm<br />

Kornely Kakachia / Associate Professor at Tbilisi State University and<br />

Director of Tbilisi-based think tank Georgian Institute of Politics<br />

124<br />

CASPIAN REPORT


Strategic Assessment of Euro-Asian<br />

Trade and Transportation<br />

Azerbaijan as a Regional Hub in Central Eurasia *<br />

Executive Summary<br />

December <strong>2012</strong><br />

Taleh Ziyadov<br />

* The special report is prepared in association with the Caspian Forum <strong>2012</strong> (Istanbul,<br />

5-6 December <strong>2012</strong>) organized in partnership by the Caspian Strategy Institute (CSI), the<br />

Brookings Institute, the University of California, Berkeley and the University of Cambridge<br />

(UK). It is a succinct version of the recently published book by Azerbaijan Diplomatic<br />

Academy (ADA) in Baku titled: “Azerbaijan as a Regional Hub in Central Eurasia” (Baku:<br />

ADA, <strong>2012</strong>).<br />

The Need for a Common Vision<br />

for the Future<br />

In 1965, the late Sheikh Rashid bin Said<br />

Al-Maktum, the visionary ruler of Dubai,<br />

asked his British advisers to draw up a<br />

plan for the construction of a port. It<br />

took a British engineering firm two years<br />

to complete a comprehensive master<br />

planning study for the proposed port site,<br />

adjacent to the centuries-old Al Shindagah<br />

neighborhood in downtown Dubai. Based<br />

on the market assessment and future<br />

traffic forecasts, the advisers concluded<br />

that the new port would need only four<br />

berths. Having carefully considered the<br />

proposal, Sheikh Rashid demanded that<br />

the plan be altered to include sixteen<br />

berths instead of four. The British advisers<br />

reluctantly complied. The port was finally<br />

opened in 1971, and all sixteen berths<br />

were oversubscribed by the end of the<br />

first year of operation. Further expansions<br />

followed, and more berths were built in<br />

subsequent years. 1 Sheikh Rashid was<br />

convinced that Dubai was bound to<br />

become the most important transport<br />

hub in the Middle East, and even beyond.<br />

Today, the Rashid Port, the Jabal Ali<br />

Port and Free Zone, Dubai International<br />

Airport, and many other state-of-the-art<br />

projects in the Dubai emirate stand as<br />

testaments to Sheikh Rashid’s foresight<br />

and vision.<br />

1 Christopher M. Davidson, Dubai: The Vulnerability of Success<br />

(New York: Columbia University Press, 2008), pp. 92–93.<br />

1<strong>02</strong> 104


In a similar fashion, it was the vision<br />

of Lee Kuan Yew, one of the longestserving<br />

prime ministers of the twentieth<br />

century, that transformed the tiny<br />

city-state of Singapore from a relatively<br />

underdeveloped former colonial<br />

settlement to a modern and competitive<br />

economy and the major distribution hub<br />

in Southeast Asia. As early as 1973, just<br />

eight years after independence, Singapore<br />

was being hailed as “the world’s fourth<br />

busiest port,” serving more than 200<br />

shipping carriers and some fifty maritime<br />

states. 2 By becoming the region’s oil<br />

refining and distribution center, Singapore<br />

managed to turn itself into an ‘oil-rich’ state<br />

even though it was virtually devoid of any<br />

oil of its own. Capitalizing on its strategic<br />

location at the crossroads of the major<br />

maritime routes between Europe and Asia,<br />

Lee Kuan Yew seized every opportunity<br />

that came his way. He established an<br />

attractive business environment for foreign<br />

direct investment (FDI) and pursued an<br />

aggressive diversification policy. Today,<br />

the country enjoys a strong economy with<br />

a high level of FDI, and booming trade,<br />

manufacturing, and finance sectors. In<br />

2009, Singapore’s gross domestic product<br />

(GDP) per capita exceeded $36,000, up<br />

from a mere $395 in 1960. 3<br />

Even though both Dubai and Singapore<br />

have undoubtedly benefited from their<br />

coastal locations and the entrepôt trade<br />

generated by maritime traffic, the vision<br />

2 T. J. S. George, Lee Kuan Yew’s Singapore (London: Andre<br />

Deutsch, 1973), p. 95.<br />

3 World Bank, World Development Indicators. Retrieved<br />

from http://data.worldbank.org/data-catalog/world-development-indicators.<br />

of their respective leaders was essential to<br />

these cities’ resounding economic success,<br />

for without it they would be utterly<br />

different places today. The paths taken<br />

by Sheikh Rashid in Dubai and Prime<br />

Minister Lee in Singapore offer a lesson<br />

for every national leader and every country<br />

aspiring to make an enduring mark in the<br />

world: it is necessary to possess a vision for<br />

the future.<br />

Unlike the world’s great seaports, the<br />

prominent commercial cities of the<br />

Caspian Basin region have historically<br />

been land-based hubs. It took months and<br />

even years for the ancient Silk Road traders<br />

to travel between Europe and Asia, and<br />

the Caspian region’s hub cities served as<br />

critical regional logistics and distribution<br />

centers. Each of them had a number of<br />

caravanserais, where goods and ideas<br />

exchanged hands, and people and cultures<br />

met and mixed. These trading centers<br />

were connected with other regional hubs<br />

and megacities through a vast network of<br />

corridors across Eurasia and the Middle<br />

East. The Silk Road corridors were for<br />

centuries the source of prosperity for many<br />

nations in Central Eurasia. 4<br />

Central Eurasia is once again poised to<br />

regain its former prominence as a landbased<br />

hub between Europe and Asia. By<br />

2030, a tourist will be able to jump on a<br />

high-speed train in Istanbul and arrive in<br />

Baku the same day; he will even have time<br />

4 Although the term “Central Eurasia” has a number of different<br />

definitions, in this report it refers to eight Caspian region<br />

countries, namely the three South Caucasus states of Armenia,<br />

Azerbaijan, and Georgia and the five Central Asian states of Kazakhstan,<br />

Kyrgyzstan, Tajikistan, Turkmenistan, and Uzbekistan.<br />

CASPIAN REPORT<br />

105 103


to take a free bus tour of Tbilisi en route.<br />

He will continue his trip on an express<br />

ferry to Turkmenbashy, from where<br />

another high-speed train will take him all<br />

the way to Urumqi in China. The entire<br />

territory of Central Eurasia will be covered<br />

with a great infrastructure of highways,<br />

railways, airports, and logistics centers that<br />

will handle goods and passengers moving<br />

between Europe and Asia.<br />

For many countries in Central Eurasia,<br />

however, envisioning such future is a<br />

complex matter. Political, economic, and<br />

social crises caused by the sudden collapse<br />

of the Soviet Union have dominated the<br />

relatively short history of independence<br />

enjoyed by these states. In 2011, they<br />

celebrated only the twentieth anniversary<br />

of the end of Soviet rule. Memories of<br />

wars, unresolved conflicts, economic<br />

hardships, and coups still haunt the<br />

generation old enough to remember the<br />

days of communist control. Fortunately,<br />

the most difficult times have been left<br />

behind, though a few crucial challenges<br />

persist. The countries of Central Eurasia<br />

are now at the stage of development where<br />

they must complete their political and<br />

economic transitions and choose a path<br />

that would lead them into the ranks of<br />

prosperous developed nations.<br />

The Process of Becoming: Central<br />

Eurasia Twenty Years Later<br />

In the 1990s, many people in the resourcerich<br />

states of Central Eurasia believed that<br />

their respective countries would soon<br />

become the “Kuwaits” and “Switzerlands”<br />

of the twenty-first century. The abundance<br />

of natural resources made this notion so<br />

alluring and so palpable that few really<br />

thought about the process by which this<br />

goal would be realized, if it were to be<br />

realized at all. Becoming another Kuwait<br />

or Switzerland would have required<br />

different development strategies, with a<br />

strategic vision supported by the presence<br />

of other essential components, such as a<br />

business friendly environment, political<br />

and economic capabilities, the effective<br />

management of revenues from the sale<br />

of natural resource and an advantageous<br />

location.<br />

In the past twenty years, the regional<br />

countries, especially the resource-rich<br />

ones, have achieved a great deal. In 2009,<br />

the GDPs of Azerbaijan, Kazakhstan,<br />

Uzbekistan, and Turkmenistan exceeded<br />

$43 billion, $115 billion, $32 billion,<br />

and $19 billion, respectively. On the<br />

other hand, the combined GDP of the<br />

remaining four, more poorly endowed,<br />

states—Armenia, Georgia, Kyrgyzstan,<br />

and Tajikistan—was less than $30<br />

billion. Azerbaijan and Kazakhstan<br />

have attracted billions of dollars in<br />

FDI and have completed key energy<br />

infrastructure projects that guarantee<br />

their future development. A latecomer,<br />

Turkmenistan, has started opening its<br />

doors to investors only recently, with<br />

the great expectations still to be met.<br />

The most populous state in the region,<br />

Uzbekistan, has chosen a gradual domestic<br />

106 104


demand-led development path that does<br />

not seek external FDI, but it too promises<br />

to contribute to the future hub vision of<br />

Central Eurasia.<br />

There is no doubt that the chief engine<br />

of growth in the region has been<br />

the abundant natural resources of<br />

Azerbaijan, Kazakhstan, Uzbekistan,<br />

and Turkmenistan. The governments<br />

of these states, particularly Azerbaijan<br />

and Kazakhstan, have been mindful<br />

of the perils of resource dependence<br />

and have tried to implement policies to<br />

minimize potential risks. They also have<br />

a strategy as far as development of their<br />

energy sectors is concerned. Azerbaijan<br />

and Kazakhstan, for example, have used<br />

Production Sharing Agreements (PSAs)<br />

to attract foreign energy companies and<br />

inject the most needed investments into<br />

their economies. It was this energy strategy<br />

that allowed Azerbaijan and its Western<br />

multinational partners to reach agreement<br />

on the “Contract of the Century” in<br />

1994 and subsequently to construct the<br />

Baku-Tbilisi-Ceyhan oil pipeline in 2005<br />

and the Baku-Tbilisi-Erzurum natural<br />

gas pipeline in 2006. Azerbaijan’s energy<br />

sector alone has attracted more than $35<br />

billion in FDI. Moreover, the revenues<br />

from these two pipelines account for the<br />

lion’s share of Azerbaijan’s current state<br />

budget and constitute a significant portion<br />

of the South Caucasus region’s economy.<br />

In short, the resource-rich states are<br />

reaping the fruits of energy strategies they<br />

conceptualized in the 1990s.<br />

Today, Azerbaijan, Georgia and Turkey<br />

have embarked on a new journey that<br />

will shape the future energy strategy of<br />

the Caspian region and beyond. Whether<br />

resource rich or resource poor, however,<br />

all countries of Central Eurasia share the<br />

same future, and they are bound to find<br />

new synergies that will give their region<br />

a prominent place on the economic and<br />

political map of the twenty-first century.<br />

Indeed, each country in the region has its<br />

own destiny, and each has reason to hope<br />

that one day it will become a prosperous<br />

and developed state in its own right, like<br />

no other state but itself. To achieve this<br />

goal, however, each of them would need a<br />

clear vision of itself as an individual state<br />

and also as a member of a broader regional<br />

framework that could economically, and<br />

even politically, unite them by 2030.<br />

They will have to cooperate, integrate,<br />

and adapt to the rapidly changing world<br />

around them and forge a common<br />

vision for the years ahead. What is the<br />

common vision that one day these mostly<br />

landlocked countries might share Will<br />

it be a vision that will make the region a<br />

periphery for another central power Or a<br />

geopolitical playground for powers aiming<br />

to control the region’s riches Or will the<br />

ancient Silk Road be revived, with the<br />

region reclaiming its status as a vibrant<br />

commercial hub between major economic<br />

blocs such as Europe, East Asia, South<br />

Asia, and the Middle East Whatever the<br />

answers to these questions, one thing is<br />

clear: international trade will play a central<br />

role in the transformation of the region.<br />

CASPIAN REPORT<br />

107 105


Azerbaijan: Potential Catalyst for<br />

Regional Dynamism<br />

Azerbaijan is, and will remain, a pivotal<br />

state in Central Eurasia, helping to shape<br />

a common vision for the region and<br />

facilitate its transformation. The country’s<br />

vast natural resources could act as catalyst<br />

for developing its non-oil economy<br />

and reviving the non-oil trade of the<br />

region—thus restoring Central Eurasia’s<br />

historical position as a commercial hub<br />

along the ancient Silk Road. But for this<br />

to happen, Azerbaijan needs to formulate<br />

a comprehensive vision to guide its<br />

development and lead it to the desired<br />

goal.<br />

Today, the majority of Euro-Asian trade<br />

bypasses the region, and so do the<br />

attendant benefits. Large ships that can<br />

carry thousands of containers at a time<br />

have replaced the ancient caravans of the<br />

Silk Road. Most of the trade between<br />

Europe and Asia is conducted by maritime<br />

transportation via Suez Canal, which<br />

makes up more than 90% of total cargo<br />

exchanged between the two continents.<br />

The success of Central Eurasian hub<br />

strategy largely depends on the ability of<br />

the regional states to attract some of this<br />

Euro-Asian continental container trade<br />

by creating integrated and competitive<br />

intermodal transportation and logistics<br />

networks across Eurasia.<br />

Azerbaijan is located at the crossroads<br />

of major Eurasian land and air transport<br />

corridors—a feature that is key to its<br />

long-term success, if utilized properly.<br />

Potentially, the country could serve not<br />

only as a commercial bridge between<br />

Europe and Asia, but also as a major<br />

distribution hub in Eurasia. Unlike its<br />

energy strategy, however, Azerbaijan’s<br />

vision for development of its non-oil<br />

economy is still a work in progress. Nearly<br />

95% of the country’s exports and more<br />

than 55% of GDP come from the sale of<br />

oil and natural gas—a situation that is<br />

unlikely to change in the immediate future.<br />

The mid- and long-term prospects of the<br />

country are promising, albeit conditioned<br />

upon successful development of the nonoil<br />

sector.<br />

Looking Beyond Energy<br />

Though many Azerbaijani government<br />

officials have repeatedly acknowledged<br />

that the country is ideally situated<br />

to become a regional transportation<br />

hub between Europe and Asia, these<br />

statements are yet to be translated into a<br />

long-term strategic vision that is coherent<br />

and sustainable. Nonetheless, the idea<br />

of “wanting to become a regional hub”<br />

at least is in place. In fact, a number of<br />

transportation and infrastructure projects<br />

have already been launched to advance<br />

this strategy. Among them is the strategic<br />

Baku- Akhalkalaki-Kars railway, which will<br />

link the Azerbaijani, Georgian and Turkish<br />

rail networks and thus create a rail corridor<br />

between China and Europe via Azerbaijan.<br />

In addition, the government is investing<br />

billions of dollars in modernization of the<br />

country’s international highways along<br />

the East-West and North-South axes in an<br />

attempt to better prepare for anticipated<br />

108 106


land-based traffic through Azerbaijani<br />

territory. Moreover, the new state-of-theart<br />

Baku International Sea Trade Port and<br />

Logistics Center at Alyat and the new<br />

Baku Heydar Aliyev International Airport<br />

will both have a central place in the<br />

vision of Azerbaijan as a global transport<br />

hub. Last, but not least, the government<br />

plans to establish Free Economic Zones<br />

(FEZs) and invest more than $60 billion<br />

in real estate projects in and around<br />

Baku, essentially aiming to transform the<br />

national capital into the “Dubai of the<br />

Caspian.”<br />

These projects will genuinely strengthen<br />

Azerbaijan’s position in the region and<br />

enable it to become a magnet for land- and<br />

air-based trade between and among the<br />

states of Europe and Asia. Baku will act<br />

as a gateway to Central Asia for Europe<br />

and a door to Europe for Central Asia and<br />

China. It has the potential to become a<br />

“hub of hubs” on the Caspian Sea, but this<br />

will require articulation of a clear vision<br />

today for the Azerbaijan of 2030.<br />

The Need for an Integrated<br />

Development Strategy<br />

Close examination of the ongoing and<br />

planned infrastructure and transportation<br />

projects in the region, including<br />

Azerbaijan, would reveal a lack of<br />

coherence in the development strategy for<br />

the non-oil economy. Important and useful<br />

projects are being planned and initiated<br />

independently of one another, without<br />

the necessary cross-sector and intrasector<br />

coordination. In other words, these<br />

projects do not seem to be guided by a<br />

unified objective. Unless a clear, integrated<br />

“big picture” strategy is set forth today, the<br />

development trajectory of Azerbaijan, or<br />

of any other country in the region, for that<br />

matter, is likely to be halting and subject to<br />

chance. This is not to say that Azerbaijan<br />

could not achieve high per capita income<br />

or social-welfare advancement without<br />

such a vision. The “trial and error”<br />

approach certainly offers one type of<br />

problem-solving strategy. But in addition<br />

to being risky, such an approach would<br />

consume far more in terms of resources,<br />

time, and energy in the long run, and its<br />

success would not be guaranteed.<br />

The report you are about to read has been<br />

written in the hope of contributing to<br />

the vision of the future of Azerbaijan and<br />

the Caspian region. It focuses on Euro-<br />

Asian trade, transportation and logistics,<br />

FEZ, and port development, and draws<br />

some lessons for Azerbaijan and other<br />

countries in Central Eurasia aspiring to<br />

become regional commercial hubs and<br />

take advantage of the growing regional<br />

as well as continental trade between two<br />

major economic blocs, namely Europe and<br />

Asia. In particular, it proposes a specific<br />

development scheme for Azerbaijan’s hub<br />

strategy. As is noted throughout the report,<br />

the opportunities for Azerbaijan are many,<br />

and the realization of this potential will<br />

benefit the whole region, not just a single<br />

state. This means that for Azerbaijan to<br />

achieve its national objectives, it needs<br />

to coordinate its efforts with those of<br />

neighboring countries in the region.<br />

CASPIAN REPORT<br />

109 107


Most of the states of Central Eurasia are<br />

landlocked, and they depend on each<br />

other’s transportation infrastructure.<br />

Building highways, railways, ports, and<br />

airports is a necessary part of Azerbaijan’s<br />

hub strategy, but it is not a sufficient<br />

one. Without a bird’s-eye approach and a<br />

coherent policy, which will view all these<br />

projects as components of a single strategy,<br />

the transportation and infrastructure<br />

projects are likely to have outcomes that<br />

will be insufficiently efficacious, because<br />

they would lack complementarity. For<br />

Central Eurasia to produce the “Dubais”<br />

and “Singapores” of the 21st century, the<br />

compartmentalized regional mindset has to<br />

give way to an integrated common vision<br />

that will direct each project towards a<br />

shared goal.<br />

Azerbaijan of 2030 or 2050 will be the<br />

product of today’s concept sketches.<br />

The core of a successful hub strategy for<br />

Azerbaijan must include Free Economic<br />

Zones (FEZ) development, on the basis<br />

that FEZs are prerequisites for generating<br />

trade and attracting Foreign Direct<br />

Investment (FDI). The current FEZ law<br />

in Azerbaijan falls short of the Production<br />

Sharing Agreement (PSA) legal framework,<br />

effectively utilized by Azerbaijan to<br />

promote its oil and gas projects. Although<br />

the non-oil sector may not be as attractive<br />

or compelling as the oil sector, given the<br />

right strategy and incentives, it could still<br />

bring in high levels of FDI, with multibillion<br />

dollar ventures across various sectors<br />

of the non-oil economy.<br />

This report recommends focusing on<br />

two projects that are directly linked to<br />

Azerbaijan’s grand hub strategy and<br />

that could generate significant FDI in<br />

the non-oil sector and raise the stakes<br />

in the country’s FEZ development.<br />

This means that the two key projects<br />

– the Port of Alyat and Baku Heydar<br />

Aliyev International Airport – should<br />

be incorporated into the FEZ concept,<br />

which in turn should be constructed on a<br />

flexible and effective legal framework (i.e.<br />

Production Sharing Agreement). This<br />

approach will produce two marketable<br />

projects that could result in a “Contract<br />

of the 21 st Century” in Azerbaijan’s<br />

non-oil sector, similar to the “Contract<br />

of the Century” signed in the energy<br />

sector in September 1994. At a regional<br />

level, Azerbaijan needs to harmonize its<br />

transport strategy with that of neighboring<br />

states, particularly Georgia, Turkey and<br />

the Central Asian countries along the<br />

East-West axis, and Russia and Iran in the<br />

North-South direction.<br />

Other Key Recommendations<br />

Strategic <strong>Issue</strong>s<br />

The Azerbaijani government<br />

needs to align all its major development<br />

projects in the non-oil sector under a<br />

single overarching objective.<br />

A coherent and integrated<br />

vision for Azerbaijan’s future hub must<br />

be developed. This strategy or a master<br />

plan should integrate and encompass all<br />

110 108


activities linked to the development of<br />

ports, airports, highways, FEZs, logistics<br />

centers and other strategic transport and<br />

non-transport projects.<br />

Compartmentalized mindset in<br />

different state ministries has to give way to<br />

a unified vision that will direct all projects<br />

towards a common goal.<br />

Roads and Railways<br />

To increase the competitiveness<br />

of TRACECA corridor, Azerbaijan should<br />

work closely with Georgia, Kazakhstan and<br />

Turkmenistan, as well as China, the EU<br />

and Turkey, in simplifying border crossings<br />

and reducing the cost of transportation<br />

along this route.<br />

All highways of state and<br />

international importance in Azerbaijan<br />

should be viewed on a different level. A<br />

centralized road maintenance regime of<br />

highways of international importance is a<br />

must.<br />

It is critical to extend<br />

Azerbaijan’s railway connection in all<br />

directions including the North-South.<br />

Maritime Transportation<br />

Caspian maritime transportation<br />

is a key to successful development of<br />

international transport corridors via<br />

Azerbaijan. The current state of Caspian<br />

shipping is far from satisfactory and<br />

it requires immediate attention. If the<br />

outstanding challenges with maritime<br />

shipping and operations are not addressed,<br />

Azerbaijan risks losing the maritime trade<br />

share in the Caspian Sea in the near future.<br />

The Azerbaijani government<br />

should consider allowing a private<br />

shipping company to run scheduled<br />

RO-RO and ferry lines between Baku<br />

and Aktau and Baku and Turkmenbashy,<br />

therefore increase the traffic of<br />

international trucks.<br />

Logistics Sector<br />

Azerbaijan should act fast and<br />

establish its national private logistics<br />

company (with government participation)<br />

that will provide logistics services to<br />

regional and international suppliers<br />

inside and outside of Azerbaijan. Russia’s<br />

experience with FESCO Transportation<br />

Group, Russia’s largest private intermodal<br />

transportation group where the Russian<br />

State (i.e. Russian Railways) has shares,<br />

could serve as a good model.<br />

In addition, the government<br />

should set up ‘bonded warehouses’ or<br />

‘logistics zones’ along all of its borders,<br />

where trucks can unload their cargo for<br />

further customs clearance and collection<br />

by the clients.<br />

Air Transportation<br />

The government needs to set<br />

clear goals for Azerbaijan Airlines (AZAL)<br />

so that the company can become a<br />

CASPIAN REPORT<br />

111 109


member of leading international alliance in<br />

the near future.<br />

Azerbaijan’s supply of jet fuel<br />

is a strategic advantage and the key in its<br />

air hub strategy. The production of jet<br />

fuel should be coordinated and the Baku<br />

airport should always have extra jet fuel<br />

at competitive prices. It is one of the few<br />

ways how Baku can attract international air<br />

carries.<br />

The Baku Heydar Aliyev<br />

International Airport should be linked<br />

to the Alyat port by various modes of<br />

transport, including rail, so that the two<br />

sites could effectively do intermodal<br />

transfer of cargo.<br />

Through its future FEZ<br />

Development Corporation, Azerbaijan<br />

should consider buying shares or invest<br />

in Poti Port & FEZ as well as Aktau and<br />

Turkmenbashy Ports & FEZs.<br />

A dedicated State Agency for<br />

FEZ Activity, directly reporting to the<br />

President, should be created to oversee<br />

all FEZ activity and the two proposed<br />

projects. All activities could be supervised<br />

directly by the President, similar to the<br />

approach taken in the energy projects<br />

signed in 1990s.<br />

In the future, Baku should<br />

consider building a stand-alone airport<br />

near the Alyat port.<br />

Free Economic Zone Concept<br />

The current FEZ concept and<br />

legal regime should be reviewed and<br />

updated to reinforce Azerbaijan’s future<br />

hub strategy.<br />

The two key projects – the<br />

Port of Alyat and Baku International<br />

Airport – should be incorporated into<br />

the FEZ concept, which in turn must be<br />

constructed on a flexible and effective<br />

legal framework (PSA-type legal regime).<br />

A strategic planning of the two projects<br />

should be completed, before the first-tier<br />

investors and developers worldwide are<br />

invited to invest in the projects.<br />

112 110


Turkey, Caspian Strategies, and the<br />

Economic Cooperation Organisation<br />

William Hale<br />

On 15-16 October <strong>2012</strong> the media<br />

spotlight was briefly turned on a meeting<br />

in Baku, capital of Azerbaijan, of the<br />

Economic Cooperation Organisation<br />

(ECO) – a body which had almost<br />

escaped notice until then. The main<br />

cause of this flurry of interest was an<br />

unexpected encounter after the end of<br />

the plenary sessions between Turkey’s<br />

Prime Minister, Tayyip Erdoğan and the<br />

Iranian President Mahmoud Ahmadinejad.<br />

The two leaders evidently sought to<br />

overcome serious differences in their<br />

policies towards the civil war in Syria<br />

by trying to forge a regional solution to<br />

the Syrian impasse. 1 If nothing else, the<br />

incident suggested that ECO seemed to<br />

have some value as a platform on which<br />

government leaders who were divided on<br />

important international issues could have<br />

a face to face meeting. It also raised the<br />

question as to whether this organisation<br />

had any other useful functions, granted its<br />

normal obscurity. The question is of some<br />

importance in the context of economic<br />

and political relations between the Caspian<br />

nations, since all the countries in the<br />

1 Simon Tisdall, ‘Iran and Turkey’s Meeting Reveals New Approach<br />

to Syria’, The Guardian (London) 25 October <strong>2012</strong>.<br />

Caspian basin except Russia are members<br />

of ECO, together with Turkey, Pakistan,<br />

and four other Central Asian republics. 2<br />

Accordingly, this article seeks to outline<br />

the historical development of ECO and<br />

the political and economic issues which<br />

it currently faces. This is followed by an<br />

assessment of its potential importance<br />

in the years ahead. Does ECO offer any<br />

prospect of becoming a more important<br />

instrument for the development of closer<br />

economic and political links in the Caspian<br />

region, or is it condemned to continue as<br />

just another international talking shop<br />

ECO traces its origins to the alliances<br />

of the cold war, although its scope and<br />

purpose has changed fundamentally since<br />

then. In 1955, Britain, Turkey, Iraq, Iran<br />

and Pakistan, supported by the USA,<br />

formed the Baghdad Pact, as an attempted<br />

pro-western defence alliance in the middle<br />

east. In 1959, following the overthrow of<br />

the Hashemite monarchy in Iraq in the<br />

previous year, it lost its only Arab member,<br />

and was reconstructed as the ‘northern<br />

tier’ alliance of the remaining members,<br />

known as the Central Treaty Organisation<br />

2 That is, Uzbekistan, Kirghizstan, Tajikistan and Afghanistan.<br />

CASPIAN REPORT<br />

113 111


(CENTO). Five years later, in 1964,<br />

Turkey, Iran and Pakistan attempted to<br />

give their common political alignment<br />

an economic dimension by setting up<br />

a parallel organisation called Regional<br />

Cooperation for Development, or RCD,<br />

which was supposed to promote mutual<br />

trade and economic collaboration. 3 The<br />

CENTO alliance was dissolved in 1979,<br />

after the Iranian revolution, and RCD<br />

with it. However, in 1985 its three former<br />

members established ECO as a successor<br />

organisation. Although this achieved little<br />

in the immediately succeeding period,<br />

it was given a new impetus after the end<br />

of the cold war by the accession in 1992<br />

of the newly independent republics of<br />

Azerbaijan, Kazakhstan, Kirghizstan,<br />

Tajikistan, Turkmenistan and Uzbekistan,<br />

besides Afghanistan. 4<br />

ECO’s main stated purpose was to<br />

liberalise trade between the member<br />

states, first through a Protocol on<br />

Preferential Tariffs signed by the original<br />

members in 1991, and then through<br />

the ECO Trade Agreement (ECOTA)<br />

launched in July 2003, in which they<br />

committed themselves to ‘the progressive<br />

reduction of tariffs and elimination of<br />

non-tariff barriers to trade’, 5 besides the<br />

improvement of mutual transport links, 6<br />

3 See William Hale and Julian Bharier, ‘CENTO, RCD and<br />

the Northern Tier: a Political and Economic Appraisal’, Middle<br />

Eastern Studies, Vol.8. No. 2 (1972) pp. 217-9<br />

4 Richard Pomfret, ‘The Economic Cooperation Organization:<br />

Current Status and Future Prospects’, Europe-Asia Studies,<br />

Vol.49, No.4 (1997) pp.657-9.<br />

5 ECO Trade Agreement (ECOTA) (Islamabad, July 2003)<br />

Article 3: from ECO Secretariat website (www.ecosecretariat.<br />

org/ftproot/Documents/Agreements/ECOTA) accessed 28<br />

October <strong>2012</strong><br />

6 Ibid, Article 9.<br />

among other objectives. Future aims<br />

included the establishment of an ECO<br />

Trade and Development Bank (ECObank)<br />

a reinsurance company, and even an ECO<br />

shipping company and an ECO airline. 7<br />

In his speech to his fellow-leaders in<br />

Baku in October <strong>2012</strong>, Prime Minister<br />

Erdoğan admitted that ECO was still a<br />

long way from achieving its objective of<br />

founding a free trade area. However, he<br />

pointed out that the member states had<br />

a total population of 400 million people,<br />

and claimed that if the ECOTA were<br />

fully implemented then mutual trade<br />

could be increased eight-fold. 8 Similarly,<br />

writing in the normally pro-government<br />

Turkish daily Zaman, columnist Kadir<br />

Dikbaş emphasised that, in the first eight<br />

months of <strong>2012</strong>, while Turkey’s exports to<br />

the European Union (EU) had declined<br />

by 9.1 percent compared with the same<br />

period of 2011, in the case of the ECO<br />

countries it had increased by 115 percent. 9<br />

In interpreting this, strict caution was<br />

needed, however. Paradoxically, Turkey’s<br />

trade with ECO was largely with Iran,<br />

with whom it had the most problematic<br />

political relations, accounting for its<br />

extreme volatility.<br />

Calculating from Turkey’s official trade<br />

statistics for 2011, Iran accounted for just<br />

over 60 percent of total trade with the<br />

ECO countries (39 percent of exports<br />

and 72 per cent of imports) 10 and was<br />

7 Pomfret, op.cit., pp.659-60<br />

8 ‘Serbest Ticaret Anlaşmasını Herkes İmzalasın, Tıcaretimız 8<br />

Kat Artsın’, Zaman (Istanbul, daily) 17 October <strong>2012</strong>.<br />

9 Kadir Dikbaş, ‘ Zor Zamanda İhracat Rekoru Kırdığımız<br />

Bölge’, ibid, 16 October <strong>2012</strong><br />

10 Data from Türkiye İstatistik Kurumu (www.tuik.gov.tr),<br />

114 112


heavily influenced by extraneous political<br />

factors over which the ECO members<br />

had little control. Iran accounted for the<br />

vast majority of the exponential increase<br />

in Turkey’s exports to ECO in <strong>2012</strong>, but<br />

this was explained by a sharp increase<br />

in sales of gold to Iran. In this case, the<br />

imposition of economic sanctions by<br />

the United Nations, the USA and EU,<br />

due to the dispute over Iran’s alleged<br />

attempt to develop a nuclear arsenal, and<br />

the subsequent collapse of the Iranian<br />

currency, had led to massive imports of<br />

bullion by Iranian traders, either directly<br />

from Turkey or indirectly via Dubai. There<br />

was no proof that this would be anything<br />

more than a temporary phenomenon, and<br />

in any case it was likely to be offset by a<br />

reduction in Turkey’s oil imports from Iran<br />

during the second half of <strong>2012</strong>, due to the<br />

international sanctions campaign. 11<br />

The main criticism of ECO has been that<br />

it has been driven purely by strategic or<br />

political priorities, and lacks economic<br />

logic. The point is illustrated by the<br />

general failure of ECO to achieve its<br />

economic goals. By <strong>2012</strong>, the ECOTA<br />

had only been accepted by five of the ten<br />

member states (that is, Afghanistan, Iran,<br />

Pakistan, Tajikistan and Turkey) 12 and<br />

there were only limited signs of progress<br />

towards the implementation of a free trade<br />

foreign trade statistics: accessed 29 October <strong>2012</strong>.<br />

11 Aydın Albayrak, ‘Turkey-Iran Relations Economically<br />

Strained As Well’, Today’s Zaman (Istanbul, daily) 9 August<br />

<strong>2012</strong>. This also reports that the gold imports may have been<br />

supported by the Central Bank of Iran, which was purchasing it<br />

through third parties.<br />

12 The 3 rd Meeting of the ECOTA Cooperation Council, <strong>02</strong>-<br />

03 October <strong>2012</strong>, Ankara, from www.ecosecretariat.org/ftproot/Press_Rls/<strong>2012</strong>/3ecota.htm:<br />

accessed 29 October <strong>2012</strong>.<br />

area. Agreement on the ECObank was not<br />

reached until 1995, and membership still<br />

has to be signed and ratified by several<br />

members. Moreover, its funds are limited,<br />

with only $450 million in paid-up capital,<br />

and it has to tread carefully to avoid<br />

running foul of international sanctions<br />

against Iran. 13 Given the very limited<br />

progress on trade liberalisation, trade<br />

within the group is still restricted: as of<br />

2010, it was reported to account for only<br />

seven percent of the total foreign trade of<br />

the ten member states. 14<br />

ECO members have also been active in<br />

developing their relations with other<br />

partners, notably Russia and China.<br />

Among the Caspian members of ECO,<br />

Kazakhstan is the closest, both politically<br />

and economically, to the Russian<br />

Federation, having agreed to form a<br />

customs union with Russia and Belarus<br />

in December 2009. It followed this up<br />

with a free trade agreement signed with<br />

Russia and six other members of the<br />

Commonwealth of Independent States<br />

in October 2011. 15 According to World<br />

Trade Organisation (WTO) statistics,<br />

the European Union is Kazakhstan’s most<br />

important trading partner, followed by the<br />

Russian Federation and China: none of<br />

the other ECO member states enter the list<br />

of its top five partners. Among the other<br />

13 Abdullah Bozkurt, ‘Iran to Turn ECO into Paper Organization’,<br />

Today’s Zaman, 15 October <strong>2012</strong>.<br />

14 Ibid.<br />

15 ‘Russia, Belarus and Kazakhstan Agree on Customs Union’,<br />

Turkish Weekly (www.turkishweekly.net/news) 5 December<br />

2009: accessed 5 November <strong>2012</strong>: Greg Delaney, ‘Kazakhstan<br />

signs Free Trade Agreement with Russia & other CIS States’,<br />

from www.kazakhstanlive.com, 19 October 2011, accessed 5<br />

November <strong>2012</strong><br />

CASPIAN REPORT<br />

115 113


Caspian states, (bar Turkmenistan, for<br />

which WTO data are not available)<br />

T urkey is the only ECO member which figures<br />

among the other members’ top five partners,<br />

notably in trade with Azerbaijan, where it is<br />

the third most important source of imports.<br />

The emergence of China as a significant global<br />

economic player has also altered the external<br />

environment in a way quite unforeseen when<br />

ECO was set up. This has been especially marked<br />

in the case of Kazakhstan and Turkmenistan,<br />

both of which have built, or are building, large<br />

natural gas pipelines to China,16 besides<br />

increasing their imports from Asia’s rising<br />

economic power.<br />

Economic and technical factors help to<br />

explain ECO’s apparent failure to take<br />

off as a trading group. In the Caspian<br />

region, its members are mainly primary<br />

producers, exporting oil and gas to the<br />

rest of the world (originally, Russia) rather<br />

than to one another. There is some degree<br />

of complementarity between the Turkish<br />

and other ECO economies, in that Turkey<br />

can export manufactured products in<br />

exchange, but this is an exception.<br />

T he paucity of transport links is a further<br />

problem, although this is now being tackled by<br />

the construction of the Kars-Bitlis-Baku railway,<br />

connecting Turkey with Azerbaijan via Georgia.<br />

16 Vladimir Socor, ‘China to Increase Central Asian Gas<br />

imports through Multiple Pipelines’, Eurasia Daily Monitor,<br />

Vol.9, No.152 (9 August <strong>2012</strong>) and ‘Kazakhstan Expands Gas<br />

Transit Pipeline Capacities and Own Exports to China’, ibid,<br />

Vol.9, No.153.<br />

In general, the Caspian states have<br />

preferred autarchic rather than<br />

internationally oriented development<br />

strategies, relying on their oil and gas<br />

reserves to finance imports, and putting<br />

the development of regional trading links<br />

well down in the list of priorities.<br />

Besides this, political factors have<br />

posed crucial obstacles to the effective<br />

development of ECO. Here, Iran appears<br />

to be the major problem, and the odd<br />

man out in ECO, since this is the only<br />

regional club of which it is a member.<br />

Hence, its government is accused of trying<br />

to exploit the organisation as a means<br />

of drumming up political support in the<br />

face of its growing international isolation.<br />

Critics accuse the Iranian regime of trying<br />

to use ECO as a propaganda machine<br />

for promoting its own controversial<br />

causes - much as it used a meeting of the<br />

Non-Aligned Movement in Tehran in<br />

August <strong>2012</strong>, causing raised eyebrows in<br />

other ECO governments. In September<br />

<strong>2012</strong>, ECO discussed plans to establish a<br />

Parliamentary Assembly, prompting fears<br />

that Iran sought to turn the body ‘into<br />

another West-bashing club’ rather than a<br />

forum for discussing the real issues in the<br />

region. 17<br />

Bilateral relations between Iran and other<br />

ECO members are also damaged by<br />

the Iran’s close relations with Armenia,<br />

putting it at odds with both Turkey and<br />

Azerbaijan, besides sharp differences<br />

between Tehran and Ankara in policies<br />

towards Syria. Turkey has supported<br />

international efforts to persuade Iran to<br />

17 Bozkurt, op.cit.<br />

116 114


allow a proper inspection of its nuclear<br />

facilities by the International Atomic<br />

Energy Agency, but so far without success.<br />

Apart from the seabed issue, relations<br />

between Iran and Azerbaijan have been<br />

seriously damaged by Azerbaijan’s military<br />

links with Israel, which resulted in a $1.6<br />

billion arms deal for the supply of Israeli<br />

drones and missile defence systems<br />

announced in February <strong>2012</strong>. Although<br />

both sides deny this, the entente with<br />

Israel is also said to include permission<br />

for the Israeli air force to use an air base<br />

in Azerbaijan, presumably in support of<br />

an attack on Iran. 18 In April <strong>2012</strong> tensions<br />

were increased when Azerbaijan carried<br />

out naval exercises in the Caspian, which<br />

were assumed to be directed against Iran. 19<br />

These and the many other inter-state<br />

conflicts and rivalries within the region<br />

appeared to make it unlikely that ECO<br />

could ever get beyond the talking-shop<br />

stage without some basic reconstruction or<br />

redirection.<br />

Clearly, overcoming these obstacles will<br />

be hard, and could be impossible. Apart<br />

from the political disputes, plans for a<br />

change in the economic development<br />

strategies of all the ECO members, and<br />

18 Mark Perry, ‘Israel’s Secret Staging Ground’, Foreign<br />

Policy, 28 March <strong>2012</strong>. For background on the development of<br />

links between Israel and Azerbaijan, see Alexander Murinson,<br />

Turkey’s Entente with Israel and Azerbaijan: State Identity and<br />

Security in the Middle East and Caucasus (London and New<br />

York, Routledge, 2010) esp. pp.57-61, 123-33. Israel’s development<br />

of its military links with Azerbaijan also prompts the<br />

speculation that this has acted as a barrier to the formation of an<br />

alliance between the Armenian and pro-Israel lobbies in the US<br />

Congress – to Turkey’s advantage.<br />

19 Anar Valiev, ‘Azerbaijan’s Military Exercises in the Caspian:<br />

Who Is the Target’ Eurasia Daily Monitor, Vol.9, No 94, 17<br />

May <strong>2012</strong>.<br />

achieving better economic cooperation,<br />

hold little prospect of success given the<br />

huge economic disparities between, say<br />

Afghanistan and Tajikistan, at one end of<br />

the scale, and Turkey at the other. So long<br />

as Iran, the lone wolf in regional politics,<br />

pursues ideological and strategic goals<br />

at odds with those of its neighbours, the<br />

emergence of ECO as an effective regional<br />

bloc within the Caspian region seems<br />

highly improbable.<br />

This is not to suggest that the other<br />

members should declare ECO dead and<br />

buried. If they did so, Iran would almost<br />

certainly see this as another attempt to<br />

exclude it from the international arena,<br />

and could react in ways which could cause<br />

further problems for the other members –<br />

by, for instance, giving full-scale support to<br />

terrorist attacks by the PKK in Turkey. On<br />

these grounds, the other members would<br />

probably prefer to keep Iran inside their<br />

garden, rather than roaming around in the<br />

forest outside. On the other hand, it could<br />

be argued that ECO might take a leaf out<br />

of the EU’s book, by developing free trade<br />

or other cooperative arrangements purely<br />

among those members that are willing and<br />

able to go forward with this project, and do<br />

not have serious political differences. This<br />

would allow others to opt out, without<br />

excluding them from the organisation<br />

altogether, and would be more effective<br />

than trying to adhere to a ‘one size fits all’<br />

model which has little chance of success.<br />

‘Flexible geometry’ might thus be the best<br />

way forward.<br />

CASPIAN REPORT<br />

117 115


To be more specific, a project embracing<br />

purely Turkey, Azerbaijan, Kazakhstan<br />

and Turkmenistan would appear to<br />

offer the best prospect of progress<br />

(Georgia, although not an ECO member,<br />

should also be included, as the essential<br />

geographical link between Turkey and<br />

Azerbaijan). If, at a later stage, there were<br />

a fundamental internal transformation<br />

in Iran, with a consequent reorientation<br />

of its foreign policies, it could always be<br />

brought into the fold. In the meantime,<br />

the four states, (‘TAKT’ for short) all have<br />

reasonably good mutual relations, without<br />

controversial ideological commitments.<br />

Broadly, they all pursue compatible goals<br />

– in particular, fuller integration into<br />

the global economic system, rather than<br />

opposition to it.<br />

Such a project would appear to have<br />

gained credibility thanks to developments<br />

in the oil and gas field over past year,<br />

notably the emergence of the Trans-<br />

Anatolian gas pipeline project (TANAP)<br />

as a real alternative to existing systems,<br />

most of which depend on either Russia or<br />

Iran. This could lead to the revitalisation<br />

of the long-discussed Nabucco project<br />

as a new source of gas supply to central<br />

and eastern Europe. An essential part<br />

of TANAP would be a trans-Caspian<br />

gas pipeline connecting Turkmenistan<br />

with Azerbaijan, which would vastly<br />

increase the available supply. To achieve<br />

this, Azerbaijan and Turkmenistan<br />

are reported to have agreed that a<br />

trans-Caspian pipeline could go ahead<br />

without awaiting or prejudicing the<br />

final delimitation of sectoral borders –<br />

implying that the project would not be<br />

held hostage to possible vetoes by Russia<br />

or Iran, or to disagreements between<br />

Baku and Ashkabad over their offshore<br />

boundaries. 20 Kazakhstan was apparently<br />

not included among the initial partners<br />

in TANAP, but was said to be interested<br />

in increasing its oil and gas exports via<br />

Azerbaijan. More broadly, it was reported<br />

to be emerging as Turkey’s most important<br />

economic partner in the region, with the<br />

establishment of a High Level Strategic<br />

Cooperation Council by the two countries<br />

in October <strong>2012</strong>. Hence, could be<br />

expected to play an important role in a<br />

potential TAKT alignment. 21<br />

This is not to suggest the emergence of<br />

TAKT as an economic grouping within<br />

ECO would be problem free. Much<br />

would need to be done to improve<br />

overland as well as trans-Caspian<br />

transport links between the participating<br />

states, and facilitating trade outside the<br />

energy field. Although the trans-Caspian<br />

pipeline would clearly reduce Russia’s<br />

role in the Caspian energy game, the<br />

TAKT countries, as always, would need<br />

to be very cautious in relations with<br />

their powerful northern neighbour.<br />

Nonetheless, such an alignment within<br />

ECO offered the prospect that the<br />

organisation – or at least a part of<br />

it – could develop a more effective<br />

international role than it has had so far.<br />

20 Vladimir Socor, ‘Turkey Seeks Opportunity in Trans-Caspian<br />

Pipeline Project’, Eurasian Daily Monitor, Vol.9, No.164,<br />

11 September <strong>2012</strong>.<br />

21 Richard Weitz, ‘Kazakhstan-Turkey Presidential Summit<br />

Deepens Economic Ties’, ibid, Vol.9, No.191, 19 October <strong>2012</strong>.<br />

118 116


BP-Rosneft Deal:<br />

Implications & Intentions<br />

Gulmira Rzayeva<br />

Energy Expert<br />

Recent weeks have seen much news<br />

and analysis by Russian, UK and other<br />

international commentators on the<br />

TNK-BP takeover, which will make the<br />

Russian-listed company Rosneft one of the<br />

world’s biggest oil producers.<br />

T hough listed, Rosneft is state-controlled -<br />

over 70% of its equity is controlled by the Russian<br />

government.<br />

It is estimated that the new Rosneft will<br />

register at 23 billion barrels of oil reserves,<br />

on par with ExxonMobil or Brazilian<br />

Petrobras; however its daily production<br />

output is just over 4 million barrels per<br />

day, which is significantly more than Exxon<br />

or Petrobras. When Rosneft finalizes the<br />

TNK-BP acquisition, its net debt will<br />

be more than $70 billion, double the<br />

EBITDA estimate for this year.<br />

Rosneft is buying out BP’s 50% stake in<br />

TNK-BP, while BP is taking a 12.84%<br />

equity share in Rosneft. BP is purchasing<br />

5.66% of Rosneft equity shares for 4.88<br />

billion USD ($8 per share), bringing its<br />

total share in Rosneft to 19.75%. This will<br />

give BP the right to assign two members<br />

to the Rosneft board. Presumably one<br />

of them will be David Pitty, Head of BP<br />

Russia, and the other Robert Dudley, who<br />

memorably had to leave Russia in 2008<br />

when tensions with BP’s former partners<br />

in TNK-BP were at their peak – now it is<br />

likely that he will be returning to help the<br />

Russian state run one of its main economic<br />

pillars.<br />

There are a number of indicators regarding<br />

the possible appointment of a Rosneft<br />

representative to BP’s board.<br />

T he appointment of a Russian director to BP’s<br />

15-strong board would be a first in the company’s<br />

104-year history.<br />

It has not been ruled out that the<br />

representative in question will be Igor<br />

Sechin - Putin’s close associate and energy<br />

tsar. Moving from fighting capitalism in<br />

the Angolan jungle to sitting on the board<br />

of BP would represent a remarkable career<br />

trajectory for Sechin.<br />

Opinions are split across the expert<br />

communities as to whether the deal is<br />

financially profitable for both Rosneft<br />

and BP. BP’s annual income from TNK-<br />

BP production was USD 3 billion. After<br />

selling its share, the company’s income<br />

CASPIAN REPORT<br />

119 117


from its activities in Russia will decrease<br />

three-fold, and it will also lose 25% of<br />

its production base. The question is,<br />

then, why the British oil major, which<br />

has about 20% of its oil and gas assets in<br />

the Russian public company, is choosing<br />

to abandon a profitable and developing<br />

investment and become a minority<br />

shareholder of state-controlled Rosneft<br />

A further question that has been raised is<br />

why AAR did not buy the 50% share of<br />

TNK-BP and become the sole owner of<br />

the company by outbidding the Rosneft<br />

offer<br />

The analyses and commentaries from<br />

media outlets and political pundits alike<br />

are missing one fundamental point:<br />

the current deal is politically beneficial<br />

for both Moscow and BP, as opposed<br />

to financially. With Russia’s direct<br />

participation on its board, will BP now<br />

have a political response to Baku and<br />

SOCAR following two years of tension<br />

over key decisions about existing and<br />

upcoming gas projects And has Moscow<br />

in turn finally found the best way to<br />

impede the Southern Gas Corridor<br />

(SGC) and Shah Deniz (SD) projects in<br />

which BP is a leading player<br />

Or perhaps, Putin and Sechin have<br />

acknowledged that whether they like<br />

it or not, in the long-term, Caspian<br />

gas will be strategically important for<br />

European markets – and if so, why not<br />

profit from it Gazprom has sale and<br />

purchase agreements with the South East<br />

European and Balkans markets, but those<br />

agreements do not go beyond 2<strong>02</strong>2.<br />

A ll of the markets that rely exclusively<br />

on Gazprom do not want to deepen their gas<br />

import dependence on Gazprom, and are<br />

eagerly awaiting the SD exports.<br />

It may also be the case that Gazprom’s<br />

traditionally monopolist position is at<br />

odds with Russia’s vision for itself in<br />

a “WTO-world”. As consumer choice<br />

increases (via LNG, shale gas, and East<br />

Mediterranean gas), it could well be that<br />

Russia’s strategists have realized that<br />

they need to upgrade their portfolio of<br />

options.<br />

There is a fear that Rosneft or any of<br />

its subsidiaries might, through the BP<br />

connection, get involved in the upstream<br />

and midstream projects such as Shah<br />

Deniz and the Southern Gas Corridor.<br />

The outcome is obvious: Russian<br />

manipulation of the entire project would<br />

be inevitable. In an interview with the<br />

Wall Street Journal, Sechin claimed<br />

that Rosneft is creating an investment<br />

fund with a completely new, probably<br />

international, credit-financial structure,<br />

based on its current resources. ‘An<br />

investment group, an investment holding<br />

will never be out of place in general;<br />

and in some cases will be necessary for<br />

Rosneft as for any major company. It can<br />

be interpreted differently. Within this<br />

so-called investment group Rosneft or its<br />

daughter gas company can easily make<br />

joint investment in the upstream and<br />

midstream projects in the region.<br />

In his recent statement, Sechin stated<br />

that he supports the further development<br />

of Gazprom’s export monopoly.<br />

Interestingly, he mentioned that he does<br />

not exclude the possibility that Rosneft<br />

could export gas in collaboration with<br />

Gazprom in the future. What he was<br />

likely referring to is the creation of a<br />

single export channel in Russia working<br />

in close alignment with Gazprom.<br />

Furthermore, Sechin specifically does not<br />

rule out involvement in gas business in<br />

the future, e.g. through selling Gazprom’s<br />

gas. One can assume that BP, as a TAP<br />

shareholder, would allow its strategic<br />

120 118


partner Rosneft to sell gas to/via TAP.<br />

That scenario will result in competition<br />

for Azerbaijani gas within the project and<br />

the market (e.e. Italian).<br />

Moreover, from the broader geopolitical<br />

perspective, this enables Moscow to<br />

threaten - or participate profitably in - the<br />

Euro-Atlantic energy security concept<br />

which NATO (among others) has been<br />

promoting. Azerbaijan, Iran, Kazakhstan<br />

and Turkmenistan have significant energy<br />

resources and are competing with Russia<br />

for the same lucrative and strategically<br />

significant markets. In some scenarios,<br />

these countries could act as Russian<br />

partners and help Russia realize its<br />

broader energy strategy on the Eurasian<br />

continent - which could lead to a Eurasian<br />

energy producers’ consortium under<br />

Russian patronage.<br />

It is clear that such a consortium would<br />

benefit Russia, but it is less obvious how<br />

it might benefit the other participants.<br />

In order to realize such a long-term<br />

strategy, Russia would have to make a<br />

strong case and provide real incentives<br />

to potential participants. Several of those<br />

countries have no desire to return to a<br />

de-facto USSR; they have built successful<br />

independent national energy policies over<br />

the last 20 years. How will Russia use a<br />

seat on the BP board to further its longterm<br />

strategic aims Perhaps we should<br />

work on the assumption that those aims<br />

will evolve as Russia’s leadership prepares<br />

for the post-Putin era later in this decade.<br />

Geopolitical speculation aside, there are<br />

possible positive implications for SGC<br />

and SD. Overall Rosneft (and Russia) are<br />

better operational and strategic partners<br />

for BP than the AAR oligarchs. With the<br />

Macondo aftermath and other challenges,<br />

BP management has been stretched. It<br />

could be, that without the AAR tantrums,<br />

the BP board will make better decisions<br />

on behalf of their shareholders. Thus in<br />

this sense, it is entirely possible that in<br />

terms of focus and priority, Azerbaijan<br />

and SGC could benefit (indirectly) from<br />

the deal.<br />

A s for Russia, its long-awaited accession to<br />

the WTO marks a real milestone, achieved in<br />

the face of the nationalist rhetoric propagated by<br />

the elite.<br />

Sakhalin and now Rosneft are huge<br />

upstream joint ventures in Russia with<br />

significant foreign participation. Despite<br />

his military and no doubt Marxist<br />

education and early career, it seems<br />

likely that Sechin has been reading Adam<br />

Smith over the last 20 years; now he finds<br />

himself responsible for delivering a longterm<br />

sustainable future for Russian oil in<br />

a bilateral and reciprocal world. Maybe<br />

BP and Azerbaijan should be considering<br />

opportunities outside the former Soviet<br />

Union for joint investment with the new<br />

Rosneft, allowing everyone to move away<br />

from the Soviet legacy of gas pipeline<br />

squabbles.<br />

From Azerbaijan’s strategic viewpoint,<br />

there is no doubt that SGC & SD<br />

represent vital national interests. Maybe<br />

Russia will gradually shift its energy<br />

strategy to a more WTO and market<br />

oriented one - but maybe it won’t. There<br />

is no doubt that we are now entering a<br />

new stage of energy geopolitics in the<br />

region, and particularly a new stage for<br />

the SGC. Non-technical risks to the<br />

project remain significant, and show<br />

little sign of decreasing in the next few<br />

months. Indeed we are (as the Chinese<br />

saying goes) living in some particularly<br />

interesting times.<br />

CASPIAN REPORT<br />

121 119


Obama’s Challenge With Economy<br />

Yrd. Doç. Dr. Fatih Macit<br />

Suleyman Shah University Director of Economy Department<br />

Obama continued the tradition as his<br />

predecessors and gained the right to<br />

govern the United States for another four<br />

year term. American presidents generally<br />

find it difficult to apply the policies that<br />

they really believe to be true as they always<br />

have a concern about whether they are<br />

going to be selected in the next term.<br />

This tendency becomes more obvious<br />

if these policies have adverse short-run<br />

effects even though they are beneficial in<br />

12,0<br />

10,0<br />

8,0<br />

6,0<br />

4,0<br />

2,0<br />

0,0<br />

Uenmployment Rate<br />

2007-01<br />

2007-04<br />

2007-07<br />

2007-10<br />

2008-01<br />

2008-04<br />

2008-07<br />

2008-10<br />

2009-01<br />

2009-04<br />

2009-07<br />

2009-10<br />

2010-01<br />

2010-04<br />

2010-07<br />

2010-10<br />

2011-01<br />

2011-04<br />

2011-07<br />

2011-10<br />

<strong>2012</strong>-01<br />

<strong>2012</strong>-04<br />

<strong>2012</strong>-07<br />

<strong>2012</strong>-10<br />

the long-run. As Obama does not have a<br />

chance now to be selected again we might<br />

expect that he will put bold steps about<br />

some structural problems.<br />

It seems that Obama’s biggest challenge<br />

will be with US economy in his second<br />

term. When he was first elected in<br />

November 2008, US economy has already<br />

been suffering from the financial crisis<br />

that emerged from problematic mortgage<br />

loans. The unemployment rate was at<br />

5% at the beginning of 2008 and it was at<br />

7.3% by the end of the year. The increase<br />

in the unemployment rate continued until<br />

October 2009 and it reached to doubledigit<br />

levels. Therefore,<br />

the economic crisis was<br />

already on the table<br />

before Obama came to<br />

administration and the<br />

general idea in people’s<br />

mind was that Obama<br />

was not responsible for<br />

the economic crisis. On<br />

the contrary, people<br />

believed that Obama<br />

applied the right policies<br />

to get the economy<br />

out of recession and this has been an<br />

important factor in the election of Obama<br />

for a second term. In fact, both the fiscal<br />

policy adopted by Obama administration<br />

122 120


10,0<br />

8,0<br />

6,0<br />

4,0<br />

2,0<br />

0,0<br />

-2,0<br />

-4,0<br />

-6,0<br />

-8,0<br />

-10,0<br />

GDP Growth Rate<br />

1990q1<br />

1991q1<br />

1992q1<br />

1993q1<br />

1994q1<br />

1995q1<br />

1996q1<br />

1997q1<br />

1998q1<br />

1999q1<br />

2000q1<br />

2001q1<br />

20<strong>02</strong>q1<br />

2003q1<br />

2004q1<br />

2005q1<br />

2006q1<br />

2007q1<br />

2008q1<br />

2009q1<br />

2010q1<br />

2011q1<br />

<strong>2012</strong>q1<br />

and the monetary policy applied by the<br />

FED have significantly helped to the<br />

recovery of the economy. First of all, FED<br />

initiated a large monetary expansion right<br />

after the collapse of Lehman Brothers in<br />

September 2008. For instance, the size<br />

of FED’s balance sheet was around $950<br />

billion when Lehman Brothers collapsed<br />

and it now reached to almost $3 trillion.<br />

Although initially this rapid monetary<br />

expansion did not have a significant effect<br />

3500000<br />

3000000<br />

2500000<br />

2000000<br />

1500000<br />

1000000<br />

500000<br />

0<br />

FED's Balance Sheet Size<br />

2008-01-<strong>02</strong><br />

2008-03-26<br />

2008-06-18<br />

2008-09-10<br />

2008-12-03<br />

2009-<strong>02</strong>-25<br />

2009-05-20<br />

2009-08-12<br />

2009-11-04<br />

2010-01-27<br />

2010-04-21<br />

2010-07-14<br />

2010-10-06<br />

2010-12-29<br />

2011-03-23<br />

2011-06-15<br />

2011-09-07<br />

2011-11-30<br />

<strong>2012</strong>-<strong>02</strong>-22<br />

<strong>2012</strong>-05-16<br />

<strong>2012</strong>-08-08<br />

<strong>2012</strong>-10-31<br />

on economic growth, it significantly<br />

helped to the recovery of private banks’<br />

balance sheets that have been damaged<br />

due to the losses in mortgage backed<br />

securities. As Fed was trying to stimulate<br />

the economy through monetary policy,<br />

Obama supported these<br />

efforts by an expansionary<br />

fiscal policy. A $787 billion<br />

economic stimulus package<br />

was put in place in order<br />

to create more jobs for the<br />

economy and speed up the<br />

economic recovery. The<br />

package included increased<br />

expenditure in various<br />

areas such as infrastructure,<br />

education, health and energy and also<br />

important tax incentives that will stimulate<br />

consumption spending. As a result of all<br />

these policies after a negative economic<br />

growth for four consecutive quarters, the<br />

economy started to grow again in the third<br />

quarter of 2009. However, all these efforts<br />

that have been shown to take the economy<br />

out of recession have considerably<br />

damaged the fiscal balances in US.<br />

Declining tax revenues due<br />

to the economic slowdown<br />

and increased expenditures<br />

to stimulate economic<br />

growth have significantly<br />

increased the budget<br />

deficit during this period.<br />

In 2009 and 2010 the ratio<br />

of budget deficit to GDP<br />

has reached to doubledigit<br />

levels and in 2011<br />

the ratio of total federal<br />

debt to GDP has increased<br />

to 100%. In fact, in the summer of<br />

2011 the US has reached to its debt<br />

ceiling and due to the disagreement in<br />

the Congress between Democrats and<br />

Republicans the country has come to<br />

CASPIAN REPORT<br />

123 121


14,00<br />

12,00<br />

10,00<br />

8,00<br />

6,00<br />

4,00<br />

2,00<br />

0,00<br />

-2,00<br />

-4,00<br />

the default threshold. By a last minute<br />

agreement debt ceiling was increased by<br />

$400 billion immediately and US default<br />

was avoided. However, this was just a<br />

short-term solution and there was still<br />

a big disagreement between Democrats<br />

and Republicans about how the budget<br />

deficit will be reduced. Republicans<br />

120,00<br />

100,00<br />

80,00<br />

60,00<br />

40,00<br />

20,00<br />

0,00<br />

Budget Deficit/GDP<br />

1990<br />

1991<br />

1992<br />

1993<br />

1994<br />

1995<br />

1996<br />

1997<br />

1998<br />

1999<br />

2000<br />

2001<br />

20<strong>02</strong><br />

2003<br />

2004<br />

2005<br />

2006<br />

2007<br />

2008<br />

2009<br />

2010<br />

2011<br />

<strong>2012</strong><br />

Total Federal Debt/GDP<br />

1990<br />

1991<br />

1992<br />

1993<br />

1994<br />

1995<br />

1996<br />

1997<br />

1998<br />

1999<br />

2000<br />

2001<br />

20<strong>02</strong><br />

2003<br />

2004<br />

2005<br />

2006<br />

2007<br />

2008<br />

2009<br />

2010<br />

2011<br />

<strong>2012</strong><br />

believe that the best way to reduce the<br />

budget deficits is to cut spending and<br />

they are against any form of tax increase.<br />

On the other hand, Democrats think<br />

that budget deficit should be reduced by<br />

raising taxes especially for high income<br />

group. At that time the final decision<br />

was left to “Super Committee” that was<br />

supposed to find a long-term solution to<br />

this problem. Normally, this committee<br />

was planning to reach<br />

an agreement on a $1.2<br />

trillion cut in spending<br />

over the next ten years<br />

that will help in restoring<br />

fiscal balances. However,<br />

again a consensus has<br />

not been established<br />

among the members of<br />

the committee. During<br />

this process Standard and<br />

Poor’s reduced the credit<br />

rating of the country and US has lost his<br />

AAA credit rating for the first time in<br />

history.<br />

Obama has been re-elected again but<br />

he is going to have a big challenge with<br />

economic situation in the upcoming<br />

days. The first problem is related with<br />

Fiscal Cliff that America<br />

is about to face in the<br />

very near term. Fiscal<br />

Cliff refers to the effects<br />

of automatic spending<br />

cuts and tax increases<br />

beginning in 2013. Tax<br />

cuts that had been put<br />

in place during Bush<br />

administration expired in<br />

2010. However, Obama<br />

by taking into account<br />

the slow economic recovery at that time<br />

extended these tax cuts for two years.<br />

Now, if the Congress does not take any<br />

action these tax cuts will expire beginning<br />

in 2013 and disposable income will drop<br />

for many American households. This will<br />

significantly harm an economy that shows<br />

a very sluggish recovery. The other side<br />

of Fiscal Cliff is related with the spending<br />

side. In order to solve the debt ceiling<br />

124 122


problem in August 2011, the Congress<br />

passed a statute called Budgetary Control<br />

Act of 2011. This law temporarily solved<br />

the debt ceiling crisis but a permanent<br />

solution was left to Congressional Joint<br />

Select Committee on Deficit Reduction<br />

which is also called Super Committee. The<br />

committee was supposed to decide on a<br />

plan that entails a $1.2 trillion spending<br />

cut for the next ten years but unfortunately<br />

the committee was not able to reach to<br />

a decision. Another item in the law was<br />

saying that if no agreement is reached<br />

in this committee automatic spending<br />

cuts will take place beginning in 2013.<br />

Therefore, if the Congress does not make<br />

any change before January 1, 2013 there<br />

will be automatic spending cuts in many<br />

areas. In an economic environment where<br />

economic recovery is still very slow, these<br />

automatic spending cuts and tax increases<br />

raises the possibility of a recession in US<br />

economy in 2013. Obama will now have<br />

a hard time in persuading Republicans in<br />

reaching an agreement with Democrats<br />

on this issue. As mentioned before, there<br />

is a significant disagreement between<br />

Republicans and Democrats about how<br />

the budget deficit will be reduced and<br />

Obama will have a big challenge in finding<br />

a way that will make both sides happy and<br />

not putting the economy into a slowdown<br />

again. Most probably, a permanent<br />

structural solution will not be found again<br />

to the fiscal problem of US, but still there<br />

will be an agreement that will avoid the<br />

devastating effects of Fiscal Cliff on the<br />

economy.<br />

Obama’s another challenge is about how to<br />

speed up the economic recovery process<br />

and increase employment. Economic<br />

policies that are adopted up to now have<br />

been successful in taking the economy out<br />

of recession but the economic growth rate<br />

is still below its potential. Unemployment<br />

rate has dropped from double-digit<br />

levels to 7.9% but it is still well above its<br />

long-term average which is 5%. Under<br />

the current situation, monetary policy<br />

has very little to do in order to support<br />

the economic growth. Over the last four<br />

years FED increased the money supply<br />

by more than $2 trillion and reduced the<br />

interest rates to almost zero. However, as<br />

the households are very much indebted<br />

the effect of monetary policy is quite<br />

limited. Obama believes that at this point<br />

fiscal policy will be a more useful tool.<br />

He thinks that infrastructure investments<br />

and increased social security spending<br />

may generate new jobs for the economy.<br />

In addition to that, Obama is planning to<br />

create 5 million new jobs by clean energy<br />

programs. Investments in renewable<br />

energy sources such as solar and wind<br />

power will reduce the dependency in<br />

imported energy and also create new jobs<br />

for the economy by the establishment of<br />

new sectors.<br />

Obama has been re-elected but difficult<br />

days are ahead in terms of economic<br />

situation. If he can persuade Republicans<br />

in terms of finding a permanent solution<br />

to US fiscal problem this will help the<br />

US economy in achieving a long-term<br />

sustainable economic growth. In fact, if US<br />

economy reaches to his potential growth<br />

rate and fiscal balances are restored this<br />

will have a positive impact on the world<br />

economy as a whole.<br />

CASPIAN REPORT<br />

125 123


The Aftermath of Georgia’s Parliamentary<br />

Election: Foreign Policy and the Search<br />

for a New Paradigm<br />

Doç. Dr. Kornely Kakachia<br />

Associate Professor at Tbilisi State University and Director of Tbilisi-based<br />

think tank Georgian Institute of Politics<br />

Introduction<br />

For nearly two decades, more than<br />

any other country in the post-Soviet<br />

space, Georgia has been struggling to<br />

develop stable political institutions<br />

and a functional democratic system.<br />

Consequently, the establishment of a<br />

sustainable, legally regulated system of<br />

governance has been central to Georgia’s<br />

aspiration to become a fully-fledged<br />

member of the democratic family of<br />

nations, a goal that is consistently upheld<br />

by politicians of all affiliations. 1 Indeed,<br />

in the initial stages following the Rose<br />

Revolution, Georgia outdid its post-<br />

Soviet counterparts in attacking the<br />

problem of weak, corrupt governance. It<br />

had outstanding success in rebuilding - or<br />

rather building - robust state institutions<br />

and in eliminating low-level official<br />

corruption. On the surface, it seemed<br />

1 Salome Tsereteli-Stephens, Caucasus Barometer: Rule of<br />

Law in Georgia - Opinion and Attitudes of the Population 27.6.<br />

2011, http://crrccenters.org/activities/reports/.<br />

that Georgia was poised to consolidate<br />

its democratic gains. As many Georgiawatchers<br />

noted, “in many respects, the<br />

conditions for democracy today are more<br />

favorable in post-revolution Georgia than<br />

in any other democratizing country” 2 .<br />

However, the biggest obstacle to its<br />

unconsolidated democracy has been the<br />

absence of any kind of social or political<br />

movement sufficiently powerful to<br />

counterbalance the government. Although<br />

the legislative framework has changed<br />

significantly over the last few years,<br />

the application of democratic electoral<br />

processes remains a serious challenge 3 .<br />

But, as current developments in Georgian<br />

politics demonstrate, the situation may be<br />

changing.<br />

2 Lincoln A. Mitchell. Democracy in Georgia Since the Rose<br />

Revolution. Orbis. 2006. P.671<br />

3 Kornely Kakachia. Georgia’s Parliamentary Elections: THE<br />

START OF A PEACEFUL TRANSFER OF POWER PO-<br />

NARS Eurasia Policy memo. No. 230. September <strong>2012</strong>.<br />

126 124


Parliamentary elections as a litmus<br />

test of Georgian Democracy<br />

The recent parliamentary election (1,<br />

October <strong>2012</strong>) marked an important point<br />

in the country’s history, as it signposted<br />

the first ever peaceful transfer of power,<br />

an achievement that reflects positively<br />

was that the opposition stood little chance<br />

of winning. This certainty was attributed<br />

both to the use of administrative resources<br />

by the ruling party and to ideological<br />

splits within the opposition bloc headed<br />

by billionaire Bidzina Ivanishvili. The<br />

expectation was that Georgian Dream<br />

would secure sufficient votes to avoid yet<br />

Source: Civil Georgia. Parliamentary elections <strong>2012</strong><br />

on the consolidation of its democratic<br />

transition. In Georgia’s most competitive<br />

elections to date, there were 14 political<br />

parties and two blocks participating. As<br />

expected, the major battle was between<br />

the ruling United National Movement<br />

(UNM) and the main opposition, the<br />

Georgian Dream (GD) coalition. Prior to<br />

the prison abuse scandal 4 , the general view<br />

4 Simon Shuster. Inside the Prison That Beat a President: How<br />

Georgia’s Saakashvili Lost His Election. Time. October 2,<strong>2012</strong><br />

Available at: http://world.time.com/<strong>2012</strong>/10/<strong>02</strong>/inside-theprison-that-beat-a-president-how-georgias-saakashvili-lost-hiselection/<br />

another revolution but not enough to gain<br />

a significant role in the formation of the<br />

government. However, the record number<br />

of Georgians who turned out to elect a<br />

new 150-member Parliament for a fouryear<br />

term voted overwhelmingly for the<br />

opposition. With the final votes counted,<br />

the UNM’s 40.3 per cent was swamped<br />

by the GD’s massive 54.9 per cent. 5 Sadly,<br />

the battle between the two major political<br />

forces left no room for smaller political<br />

5 Civil Georgia. Parliament seats by current CEC data: Available<br />

at: http://www.civil.ge/eng/category.phpid=32<br />

CASPIAN REPORT<br />

127 125


groups, and the modest ambitions of third<br />

parties such as the Christian Democrats,<br />

New Rights, Labor and to overcome the<br />

5% barrier were shattered. 6<br />

While the results were still coming in,<br />

President Mikheil Saakashvili performed<br />

a political maneuver unusual in the<br />

post-Soviet sphere, conceding his party’s<br />

defeat and announcing a new government<br />

to be formed by the new parliamentary<br />

majority. In the aftermath of the election<br />

defeat, Saakashvili stated that although<br />

the ideas and goals of the Georgian Dream<br />

absolutely unacceptable to his party, he<br />

respects the choice that the Georgian<br />

people have made. He indicated that he<br />

wants to ensure that all the achievements<br />

of the Rose Revolution shall be protected,<br />

and that nothing hinders the development<br />

of the country. As Saakashvili conceded<br />

defeat, international observers<br />

acknowledged that the Georgian elections<br />

had been genuinely competitive, with<br />

active citizen participation throughout the<br />

campaign. Many Georgia-watchers also<br />

noted that civil society and NGOs had<br />

played a key role by serving as advocates<br />

for and monitors of a credible process, and<br />

by shedding light on concerns about the<br />

fairness of the pre-election environment.<br />

However, while praising the election<br />

environment, the OSCE/ODIHR<br />

election observation mission’s preliminary<br />

assessment still highlighted that “the<br />

campaign environment was polarized and<br />

6 Georgia has a mixed system in which 73 lawmakers out of<br />

150 are elected in 73 majoritarian, single-mandate constituencies<br />

and the remaining 77 seats are allocated proportionally<br />

under the party-list contest among political parties and election<br />

blocs that clear the 5% threshold.<br />

tense, with some instances of violence. 7 ”<br />

The observers also underscored that<br />

the campaign often centered on the<br />

advantages of incumbency on the one<br />

hand, and private financial assets on the<br />

other, rather than on concrete political<br />

platforms and programs. Nevertheless,<br />

many observers has indicated that Georgia<br />

has successfully passed what many<br />

considered to be its democratic litmus test<br />

by holding elections in which the outcome<br />

cannot be determined in advance.<br />

In the various analyses of UNM’s defeat,<br />

a number of issues have been raised 8 .<br />

Niklas Nillson and Svante Cornell have<br />

identified two major reasons: 1) “the<br />

ruling party has been in power for nine<br />

consecutive years, and a large part of the<br />

Georgian population ostensibly developed<br />

a certain fatigue, making many willing to<br />

consider a credible alternative. President<br />

Saakashvili’s often non-deliberative style<br />

of governance may have contributed to<br />

this trend, and 2) while the UNM’s time<br />

in government has provided for significant<br />

improvements to Georgian state functions<br />

as well as important aspects of the<br />

country’s economy, this progress has<br />

failed to translate into jobs and improved<br />

living standards for large parts of the<br />

population – unemployment and poverty<br />

7 OSCE Press Release. Georgia takes important step in<br />

consolidating conduct of democratic elections, but some key<br />

issues remain, election observers say. Available at: http://www.<br />

osce.org/odihr/elections/94597<br />

8 See: Nicu Popescu. Why Saakashvili Lost EU Observer.<br />

Available at: http://blogs.euobserver.com/popescu/<strong>2012</strong>/10/<strong>02</strong>/why-saakashvili-lost/<br />

and Georgia Online.<br />

Gela Vasadze: Georgians are tired of reforms and of paying,<br />

October 22, <strong>2012</strong> Available at: taxeshttp://georgiaonline.ge/<br />

interviews/1350951592.php<br />

128 126


emain among the chief concerns among<br />

Georgian voters”. 9 However, these were<br />

not only reasons for the UNM defeat. Poor<br />

human rights conditions and a desire for<br />

justice were decisive factors; over 250,000<br />

people were left jobless as a result of<br />

Saakashvili’s reforms, including the old<br />

non-English-speaking university professors<br />

and thousands of corrupt policeman and<br />

politicians. Moreover, as a result of the<br />

”zero tolerance” policy on crime, which<br />

brought the conviction rate in Georgian<br />

courts to 98%, there are now close to<br />

25,000 prisoners in Georgia, more per<br />

capita than in any other country in Europe<br />

and four times more than when Saakashvili<br />

became President in 2004. 10<br />

While the election was a remarkable upset<br />

for Saakashvili’s team, as a genuinely<br />

competitive election it represents an<br />

important milestone on Georgia’s<br />

democratic development path. The next<br />

few months will reveal what type of<br />

cooperation will be drawn up between<br />

President Saakashvili, who under the<br />

constitution must remain in his position<br />

until the presidential elections in October<br />

2013, and the newly-elected Prime<br />

Minister Ivanishvili, who is widely believed<br />

to be seeking rapprochement with Russia.<br />

Any tensions in the working relationship<br />

between the two could increase policy<br />

uncertainty. Further complicating<br />

9 Niklas Nilsson and Svante E. Cornell. Prospects and Pitfalls<br />

after Georgia’s elections. CACI Analyst. October 4, <strong>2012</strong>. Available<br />

at: http://cacianalyst.org/q=node%2F5849<br />

10 See: Prison Population Rates per 100,000 of the national<br />

population where Georgia stands on 6 th position Available at:<br />

http://www.prisonstudies.org/info/worldbrief/wpb_stats.<br />

phparea=all&category=wb_poprate<br />

matters, over the following 12 months,<br />

Georgia’s political system will move from<br />

presidential to parliamentary, thereby<br />

stripping the presidential office of most<br />

of its powers, and transferring them to the<br />

prime minister 11 . Parliament is thus slated<br />

to play a more vigorous role than it has in<br />

the past. So far, it seems that the prospects<br />

for stabilization of political life in Georgia<br />

are limited, as both sides show reluctance<br />

to cooperate with each other. Given that<br />

the results of this election may significantly<br />

shape the trajectory of Georgia’s future<br />

development, Georgian political elites may<br />

need to overcome their zero-sum approach<br />

to politics and learn to govern through<br />

consensus. This delicate coalition-style<br />

governance is in its infancy; it also remains<br />

to be seen whether the recent political<br />

shuffle will propel Georgia toward the<br />

Western-style liberal democracy or into<br />

violent political turmoil.<br />

Georgia’s Foreign policy: possible<br />

modifications after the elections<br />

Among the many questions as to what<br />

comes next, the country’s geopolitical<br />

direction under Bidzina Ivanishvili’s<br />

Georgian Dream coalition is the subject<br />

of extensive enquiry and speculation. As<br />

in many other cases, new governments<br />

in power follow new policies as well as<br />

making incremental changes. However,<br />

they seldom alter the fundamentals<br />

11 For more detailed account see: George Welton. The Power<br />

of the Prime Minister. Who Gets to Choose the Next Government<br />

When How Available at: http://www.geowel.org/<br />

index.phparticle_id=80&clang=0<br />

CASPIAN REPORT<br />

129 127


of the state, the essential vector of<br />

its development, or its geopolitical<br />

orientation. This seems true to an extent<br />

for Georgia’s new government; the present<br />

leaders may not agree among themselves<br />

on many issues, but so far it seems that<br />

they share a common core goal in relation<br />

to the protection of national interests.<br />

Like Saakashvili, Ivanishvili has repeatedly<br />

claimed – both before and after the<br />

elections - that he will keep Georgia on the<br />

course towards NATO membership and<br />

integration with EU, while also continuing<br />

efforts to (re)integrate the self-proclaimed<br />

republics of South Ossetia and Abkhazia.<br />

However, some cautious Western<br />

observers are not convinced, 12 as it<br />

remains unclear how the new government<br />

can achieve reconciliation with Russia<br />

without sacrificing Georgia’s national<br />

interests. Citing some of Ivanishvili’s more<br />

erratic coalition partners and alleged links<br />

to Kremlin authorities, critics are framing<br />

the Georgian Dream victory as the first<br />

step toward a Ukraine-like backslide into<br />

the Russian orbit. 13 However, Ivanishvili’s<br />

Georgian Dream does not accept that<br />

good relations with Europe and Russia<br />

are mutually exclusive. Moreover, despite<br />

criticism, new government officials<br />

are convinced that they will be able to<br />

normalize diplomatic relations with<br />

Moscow, while Georgia will continue to<br />

refrain from formal diplomatic relations<br />

12 See: Simon Saradzhyan. Rebalancing Georgian Foreign<br />

Policy. The National Interest. November 8, <strong>2012</strong> Available at:<br />

http://www.nationalinterest.org/commentary/rebalancinggeorgian-foreign-policy-7705<br />

13 Michael Cecire. For Georgia’s Ivanishvili, Interests<br />

Will Guide Russia Policy. World Politics review. October, 8<br />

<strong>2012</strong>. Available at: http://www.worldpoliticsreview.com/<br />

articles/12397/for-georgias-ivanishvili-interests-will-guiderussia-policy<br />

with Moscow as long as Russia maintains<br />

“embassies” in the administrative capitals<br />

of the two separatist regions. 14 At the<br />

same time, the new government has also<br />

declared that Georgia will “definitely”<br />

remain committed to Geneva talks, which<br />

were launched after the 2008 August<br />

War with Russia. These talks will be held<br />

with mediation from the EU, OSCE and<br />

UN, involving negotiators from Georgia,<br />

Russia, the United States, as well as<br />

representatives from the separatist entities<br />

of Abkhazia and South Ossetia.<br />

Meanwhile, as the newly emerging and<br />

sometimes contradictory foreign policy<br />

stance increases the climate of uncertainty,<br />

many regional analysts claim that<br />

Ivanishvili’s choice of foreign policy team<br />

suggests he plans to tone down the heated<br />

rhetoric that has characterized bilateral<br />

relations with Russia. Accordingly, he<br />

will try to adopt a more pragmatic, less<br />

ideologically driven and balanced line<br />

with Moscow, and to improve economic<br />

and cultural ties with Tbilisi’s northern<br />

neighbor. As a “pragmatic dreamer” he<br />

also recognizes the economic and other<br />

benefits of normalizing relations with<br />

Russia, and hopes to recover trade and<br />

transportation links, notably with the<br />

reopening of the Russian market for<br />

Georgian wine and mineral water. As<br />

one analyst pointed out: “an initial turn<br />

to Russia with Ivanishvili would bring a<br />

more immediate economic benefit than<br />

a re-engagement with the non-committal<br />

West under any Saakashvili-inspired<br />

system” 15 . Moreover, Ivanishvili believes<br />

14 RFE/RL. Tbilisi Says No Diplomatic Ties With Russia<br />

While It Occupies Georgian Territory. Available at: http://<br />

www.rferl.org/content/georgia-foreign-minister-russia-occupies-territory-no-diplomatic-relations/24752066.html<br />

15 James Nixey. Update: Georgia Post-Election Analysis.<br />

130 128


that there is still a deal to be made with the<br />

Kremlin, as the establishment of relations<br />

may facilitate the integration of South<br />

Ossetia and Abkhazia into Georgia. As the<br />

first step in this direction, Ivanishvili has<br />

placed Georgia’s former ambassador to<br />

Moscow Zurab Abashidze in a new post,<br />

Special Representative for Relations with<br />

Russia, reporting directly to the Georgian<br />

Prime Minister. 16 Ivanishvili also expressed<br />

hope that Moscow would reciprocate. It<br />

seems likely that with such steps Tbilisi<br />

will be able to test whether or not Russia<br />

has changed its approach towards Georgia<br />

under the terms of this new political<br />

reality. The Prime Minister’s decision to<br />

introduce this post also demonstrates his –<br />

and the Georgian government’s - readiness<br />

to create a new independent channel of<br />

relations, communication and dialogue<br />

with Russia. Whatever the result of this<br />

political flirtation with Moscow, finding<br />

the middle path between confrontation<br />

and capitulation will be one of the<br />

Ivanishvili government’s toughest tasks.<br />

A s for relations with Georgia’s immediate<br />

neighbors in the aftermath of the elections, unless<br />

there is a radical strategic and paradigmatic<br />

shift in its foreign policy orientation, it is unlikely<br />

that Georgia will change its strategic relations<br />

with close partners like Azerbaijan and Turkey.<br />

Strategic relations between Baku and Tbilisi have<br />

never been dependent on political personalities,<br />

Chatham House Expert Comment. October 2, <strong>2012</strong> Available<br />

at: http://www.chathamhouse.org/media/comment/<br />

view/186067<br />

16 Civil Georgia. PM Appoints Special Envoy for Relations<br />

with Russia. November 12,<strong>2012</strong> Available at: http://www.civil.<br />

ge/eng/article.phpid=25407<br />

and the status quo is likely to continue,<br />

especially given the two countries’ shared<br />

concerns over issues such as ethnic<br />

separatism and challenges arising from<br />

an assertive Russian policy in the region.<br />

Similarly, it is expected that both countries<br />

will continue to reject any Moscow-driven<br />

integration initiatives that might compromise<br />

national sovereignty. In addition,<br />

T he Georgian political and social elite are<br />

cognizant of the fact that Azerbaijan provided<br />

much-needed energy supplies to Georgia during<br />

its standoff with Russia; it also understands<br />

importance of Turkey as a stabilizing security<br />

actor in the South Caucasus.<br />

Provided that the election produces a<br />

smooth transition of power in Tbilisi,<br />

Ankara and Baku may benefit from having<br />

a predictable and stable neighbor.<br />

Having said this, what may change in<br />

Georgian-Azerbaijani relations is the<br />

current dynamic of Georgian energy<br />

dependence on Baku. In order to fulfill his<br />

pre-election promise related of reduced<br />

gas and electricity expenses, Ivanishvili<br />

believes that with more predictable<br />

and stable Georgian-Russian relations,<br />

Tbilisi will be able to pursue further<br />

diversification of its foreign and economic<br />

relations. There are naïve expectations<br />

that in such a scenario, Tbilisi may obtain<br />

a cheaper price for Russian gas and<br />

electricity. Under these circumstances,<br />

Baku may find itself with less economic<br />

and energy leverage over Tbilisi that it<br />

currently enjoys. A recent statement by<br />

Georgia’s new Energy Minister Kakhi<br />

CASPIAN REPORT<br />

131 129


Kaladze revealed that all agreements and<br />

contracts 17 issued by the previous government<br />

will be reviewed, providing a good case in<br />

point 18 . However, the change of government<br />

in Georgia will not change the situation of<br />

Azerbaijani business and investments in<br />

Georgia. SOCAR has recently acquired Itera-<br />

Georgia, enabling it to sell gas directly on the<br />

Georgian market (except in the capital city) is<br />

useful indicator of this trend.<br />

T he positive dynamic of bilateral relations<br />

was confirmed in a statement by SOCAR’s<br />

President, Rovnag Abdullaev.<br />

He reported that Prime Minister Ivanishvili<br />

had met with the head of SOCAR’s<br />

Georgian subsidiary and the Azerbaijan<br />

ambassador, “and values SOCAR’s<br />

investments in Georgia highly” 19 . In<br />

addition, on November 9, PM Ivanishvili<br />

met SOCAR President Rovnag Abdullayev<br />

himself, and once again confirmed the<br />

strategic nature of Georgian-Azerbaijani<br />

relations. He also stressed he was satisfied<br />

with the agreement with SOCAR, stating<br />

that the gas tariffs for the population were<br />

artificially increased inside the country. 20<br />

17 According to ABC.az website Georgian citizens pay<br />

$0.107 per kWt of electricity versus $0.072 in Azerbaijan and<br />

$0.06 in Armenia. In Russia, depending on the region, rate for<br />

the population ranges from $0.13 to $0.06 per kWt. See link<br />

here: http://abc.az/eng/news/main/69155.html<br />

18 Radio “Commersant,”Kakhi Kaladze is ready to begin<br />

talks with the Russian side on energy imports. Available at:<br />

http://www.commersant.ge/eng/id=3532<br />

19 Azerbaijan’s SOCAR acquires Georgian gas supplier.<br />

Reuters. November 1, <strong>2012</strong> Available at: http://www.reuters.<br />

com/article/<strong>2012</strong>/11/01/azerbaijan-gas-georgia-idUS-<br />

L5E8M18P<strong>02</strong>0121101<br />

20 GEORGIA ONLINE. Georgian PM meets SOCAR<br />

President. November 10,<strong>2012</strong> Available at: http://georgiaonline.ge/news/a1/economy/1352580419.php<br />

Conclusion<br />

As the Georgian government seeks out the<br />

possibility for a new leaf in Tbilisi-Moscow<br />

relations, most Georgians still remain<br />

deeply anti-Russian, as Russia still occupies<br />

20% of Georgia’s internationally territory.<br />

In like of this fact, it seems unlikely that the<br />

new government will succeed in changing<br />

Georgia’s pro-Western aspirations and its<br />

strategic relations with regional allies. Euro-<br />

Atlantic integration is mostly a consensus<br />

issue in Georgia. Conversely, as Michel<br />

Cecire rightly noted “despite ordinary<br />

Georgians’ largely positive feelings toward<br />

Russians, support for a pro-Moscow foreign<br />

policy is a politically punishable offense in<br />

Georgia, as evidenced by the now-lifeless<br />

political careers of previous opposition<br />

leaders who have sought accommodation<br />

with the Kremlin.”<br />

Nonetheless, for the sake of mending ties<br />

with Moscow, it may be tempting to return<br />

to the policy of balance with Russia pursued<br />

by former Georgian President Edward<br />

Shevardnadze. In such a scenario, there is a<br />

risk that Georgia would drift from its path<br />

towards Euro Atlantic integration, and in<br />

that sense, relevant institutional reforms<br />

might falter. Similarly, it would be mission<br />

impossible for Georgian diplomacy to<br />

achieve Tbilisi’s new goals, most notably<br />

to convince Moscow that Georgia’s NATO<br />

membership is an acceptable objective.<br />

Although it remains to be seen whether<br />

Georgia will be able to bargain the best deal<br />

out of this delicate situation, one thing is<br />

certain - Georgia’s place in the region, and<br />

its relations with both Russia and the West<br />

are entering a crucial new phase. Put simply<br />

put, it’s make or break time for Georgia.<br />

132 130


Abstratcs<br />

Prof. Dr Ercüment Tezcan – The Future of the EU: Myths and Realities (Page 31)<br />

Tezcan’s article focuses on the current economic and political crisis in European Union. He tries to evaluate possible<br />

scenarios regarding the political future of the union. The article acknowledges the precarious economic and<br />

political situation of the European Union. However the author mentions that such crises in the past have actually<br />

made the union more formidable.<br />

Prof. Dr Mesut Hakkı Caşin – Turkish Foreign Policy Towards Caspian and Central Asia (Page 52)<br />

Professor Caşin’s article examines the current state of relations between Turkey and the Caspian region. It provides<br />

historical background and the perspective regarding the future of the Turkey’s interaction with the region. The<br />

article underlines that the when Turkey’s engagement with the region started when the Soviet Union collapse,<br />

Turkey’s enthusiasm to project influence in the region was not welcomed by the other power brokers in the region.<br />

Turkey also lacked necessary political and economic means to compete in the region. However the author stresses<br />

that the current diplomatic and economic capacity of Turkey combined with the overall geostrategic changes in the<br />

region provide necessary conditions for Turkey and the region to advance their strategic partnership<br />

Dr. Şener Aktürk - Nationalism and Democratization in Turkey (Page 67)<br />

Şener Aktürk begins his discussion with the dissolution of the Ottoman Empire and of Ottoman identity, while<br />

focusing on the origins and the nature of Turkish nationalism. He describes Ottoman identity as being based on<br />

four pillars: Muslim, Orthodox Christian, Armenian, and Jewish. With the founding of the Republic, the new<br />

nation-state aspired to transform the Muslim millet of the Ottoman identity into the Turkish nation. Against this<br />

background, the origins and the consequences of ethnically specific grievances of the Kurds and the Alevis, as<br />

well as the causes and results of the recent reforms also known as the Kurdish opening are explained. In discussing<br />

the future of the nascent Kurdish nation-state in northern Iraq, Aktürk finds implausible the fear of a greater<br />

Kurdistan, and compares it with the fear of a greater Turkistan in the early 20th century, which also proved to be<br />

unrealistic. He also argues that the European Union’s influence on identity-related reforms within Turkey has been<br />

far less than it is often assumed in the English-speaking media and academia, and certainly secondary to the role<br />

of domestic political actors and factors. Islamic multiculturalism has had a far greater and primary ideological role<br />

in justifying Turkish government’s implementation of the reforms also known as the Kurdish opening. Despite<br />

these democratic reforms, Aktürk is pessimistic about the prospects of a more inclusive national identity in a new<br />

constitution. He particularly highlights the fact that the current government, despite its success in major identityrelated<br />

reforms such as the Kurdish opening, has neither developed a new national identity emphasizing the unity<br />

of its citizens amidst ethnic diversity nor redefined “Turkishness” through a non-ethnic prism to allow for the<br />

expression of ethnic sub-identities while fostering a supraethnic Turkish patriotism. This failure is in part a result of<br />

the government’s lack of an intellectual and academic preparation for identity reforms.<br />

Prof. Dr Fuat Keyman – Turkish Foreign Policy (Page 85)<br />

Fuat Keyman evaluates last ten years of Turkish foreign policy and the changing landscape of the Middle East.<br />

Keyman considers that the has been notable success in Foreign Policy, however Turkey needs to be cautious<br />

regarding the changing dynamics in the region. Turkey’s position regarding the Arab revolutions is the right one<br />

with certain criticisms. He believes that the “zero problems with neighbors” policy was a right course for the past<br />

ten years, however the current strategic transformations in its neighborhood do necessitate a more realist approach<br />

in handling foreign policy.<br />

CASPIAN REPORT<br />

133 131


hazar<br />

strateji<br />

enstitüsü<br />

H A S E N<br />

Call for Papers<br />

Caspian Strategy Institute calls for individual<br />

policy paper proposals for its Caspian Report<br />

journal. Caspian Report aims to facilitate<br />

dialogue and exchange of ideas between<br />

policy makers, scholars and researchers whose<br />

research is related to Caspian, Central Asia,<br />

Caucasus, Turkey and broader Eurasia. The<br />

program aims to contribute to the diversity of<br />

voices and analytical perspectives on abovementioned<br />

geographies. For further information,<br />

visit www.hasen.org.tr<br />

We welcome individual paper proposals on<br />

policy-relevant issues from disciplines such<br />

as history, political science, international<br />

relations, public policy, economics, sociology<br />

and conflict resolution. While papers can be<br />

from a broad range of topics, we emphasize<br />

that the subject matter should have policy<br />

implications.<br />

Please submit your paper and a short bio page<br />

as separate word document attachments to<br />

paper@hasen.org.tr by February 1, 2013.<br />

About Caspian Strategy Institute<br />

The Caspian Strategy Institute is a non-profit<br />

public policy organization based in Istanbul,<br />

Turkey. Caspian Strategy Institute (CSI)<br />

aims to encourage greater public awareness of<br />

Caspian region. CSI works to stimulate debate<br />

and research on energy, energy security, and<br />

international relations through a dynamic<br />

program of publications, seminars,<br />

conferences, workshops and educational<br />

activities. Our vision is to become a leading<br />

research, debate and study platform to build<br />

and foster a comprehensive strategic study on<br />

Caspian and broader Eurasia.<br />

134


CASPIAN REPORT<br />

135


136

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!