Hazar Raporu - Issue 02 - Winter 2012
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
OCAK - MART 2013 / SAYI:2<br />
Fiyatı: 10 $/15 TL<br />
Stratejik<br />
Projeksiyon:<br />
Obama’nın<br />
Ekonomiyle İmtihanı<br />
Dr.Fatih Macit<br />
Türk Dış Politikası<br />
Prof.Dr.Fuat Keyman<br />
Gürcistan Seçimleri<br />
ve Sonrası<br />
Dr.Kornely Kakachia<br />
Rosneft – BP<br />
Anlaşması<br />
Gülmira Rzayeva<br />
Türkiye’de Milliyetçilik<br />
ve Demokratikleşme<br />
Dr.Şener Aktürk<br />
Avrupa Birliği’nin<br />
Geleceği: Mitler ve<br />
Gerçekler<br />
Prof.Dr.Ercüment Tezcan<br />
Türkiye – Orta Asya<br />
İlişkileri<br />
Prof.Dr.Mesut Hakkı Caşin<br />
Avrasya’da<br />
Ticaret ve<br />
Ulaşım<br />
Taleh Ziyadov<br />
Türkiye – <strong>Hazar</strong><br />
Bölgesi Ekonomik<br />
İşbirliği<br />
Prof.Dr.William Hale
C<br />
M<br />
Y<br />
CHOICE FOR<br />
ENERGY OF<br />
TURKEY’S<br />
TOMORROW<br />
CM<br />
MY<br />
CY<br />
CMY<br />
K<br />
Turkey’s largest private natural gas importer.<br />
With its PNG and LNG portfolio, supplies major<br />
industrial customers and cities throughout the country.<br />
www.enercoenerji.com
HAZAR RAPORU<br />
Yayıncı:<br />
<strong>Hazar</strong> Strateji Enstitüsü<br />
Yayıncı Adına İmtiyaz Sahibi:<br />
Haldun Yavaş<br />
Genel Yayın Yönetmeni:<br />
Efgan Niftiyev<br />
Yazı İşleri Müdürü:<br />
Cemile Çağıl<br />
Editörler:<br />
Dr. Esra Hatipoğlu<br />
Dr. Gönül Tol<br />
Celia Davies<br />
Dr. Ercüment Tezcan<br />
Araştırma Asistanları:<br />
Ferahşan Yaprak - Gençkaya<br />
Hande Yaşar - Ünsal<br />
Röportajlar:<br />
Ferahşan Yaprak - Gençkaya<br />
Görsel Sorumlusu:<br />
Mefail Başgülşen<br />
Basımcı:<br />
<strong>Hazar</strong> Strateji Enstitüsü<br />
Grafik Tasarım:<br />
Basıldığı Yer:<br />
Fatih Matbaası<br />
Yayın Türü:<br />
Süreli<br />
Yazışma Adresi:<br />
Veko Giz Plaza, Maslak Meydan Sok., No:3 Kat:4 Daire:11-12 Maslak,<br />
34298 Şişli-İstanbul-TÜRKİYE<br />
Telefon:<br />
+90 212 999 66 00<br />
Fax:<br />
+90 212 999 66 01<br />
Email:<br />
hazar.raporu@hasen.org.tr
EDİTÖRDEN…<br />
Değerli Okurlar,<br />
<strong>Hazar</strong> Havzası dünya petrol ve doğal gaz kaynaklarının neredeyse dörtte üçünü<br />
oluşturuyor. Bölgede bulunan Rusya, Kazakistan, Azerbaycan, İran ve Türkmenistan,<br />
sahip oldukları bu muazzam kaynaklarla dünya enerji jeopolitiğinde giderek daha fazla<br />
rol üstlenmeye aday ülkeler. Ellerindeki bu zenginlik, bölge ekonomilerine son on yılda<br />
büyük bir ivme kazandırmıştır. Fakat sürdürülebilir bir büyüme için ekonominin sadece<br />
enerji sahasında değil, diğer sektörlerde de geliştirilmesi gerekmektedir. Bu noktada petrol<br />
ve doğal gaz gelirlerinin stratejik yönetimi ve ekonominin belirli sektörlerde desteklenmesi<br />
şarttır.<br />
Gerek coğrafi konumları gerekse insan kaynakları ele alındığında, <strong>Hazar</strong> Havzası ülkeleri<br />
enerji dışında taşımacılık, bilgi-iletişim ve sanayinin birçok alanında sektörel bazda<br />
çeşitlilik oluşturabilir ve milli hasılalarında enerji sektörünü dengelemeyi başarabilirler.<br />
<strong>Hazar</strong> <strong>Raporu</strong>’nun bu sayısında <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nin ekonomik potansiyelini ele aldık.<br />
Cambridge Üniversitesi’nden Taleh Ziyadov’un bölgede taşımacılık ve ticaretin<br />
güçlendirilmesi ve serbest ticaret bölgelerinin oluşturulması üzerine kaleme aldığı<br />
projeksiyon, bölgeye sürdürülebilir kalkınma modeli sunuyor. Kadim İpekyolu üzerinde yer<br />
alan bölge ülkeleri, özellikle Doğu – Batı ticaret hattının kavşak noktası haline gelebilir. Bu<br />
sayımızda ayrıca Oxford Üniversitesi Profesörü William Hale, <strong>Hazar</strong> Bölgesi ülkelerinin<br />
ekserisinin de üye olduğu Ekonomik İşbirliği Teşkilatı çerçevesinde bölge ekonomisinin<br />
geleceğini yazdı. Gülmira Rzayeva’nın, Rosneft – BP anlaşması üzerine kaleme aldığı<br />
değerlendirme yazısı ise bölgedeki enerji denklemi açısından kritik bir noktaya ışık tutuyor.<br />
Bölge ekonomisi, global ekonomideki dengelerle de sıkı entegre olmuş durumda. Bu<br />
bağlamda, dünya ekonomisinde çok önemli bir pastaya sahip ABD’nin seçim sonrası<br />
olası ekonomi politikalarını, uzmanlarımızdan Dr. Fatih Macit analiz etti. Bölgemizde<br />
bir önemli seçim de Gürcistan’da yaşandı. İktidar değişikliği ile sonuçlanan seçim sonrası<br />
politik durumu Gürcü uzmanımız Dr. Kornely Kakachia değerlendirdi.<br />
<strong>Raporu</strong>muzda Türkiye’nin dış politikası, demokratikleşme süreci ve Avrupa Birliği’nin<br />
geldiği kritik eşik de çok kıymetli kalemler taraf ından değerlendirildi. Bu anlamda Prof.<br />
Dr. Fuat Keyman, Prof. Dr. Ercüment Tezcan, Dr. Şener Aktürk ve Dr. Talha Köse’nin<br />
yazıları dikkatle okunmalı.<br />
Bir sonraki sayımızda buluşmak üzere, keyifli okumalar…<br />
Efgan Niftiyev<br />
Genel Yayın Yönetmeni<br />
Twitter: @eniftiyev
HAZAR RAPORU<br />
Orta Asya Bölgesi’nin Merkezi; Azerbaycan<br />
Taleh Ziyadov<br />
OCAK / MART 2013<br />
İçindekiler<br />
MAKALELER<br />
Avrasya Ticaret Ve Taşımacılığının Stratejik Değerlendirmesi<br />
7<br />
Türkiye - <strong>Hazar</strong> Bölgesi Ekonomik İşbirliği<br />
Prof. Dr. William Hale<br />
Obama’nın Ekonomiyle İmtihanı<br />
Dr. Fatih Macit / Süleyman Şah Üniversitesi Ekonomi Bölüm Başkanı<br />
16<br />
22<br />
BP – Rosneft Anlaşması: Beklentiler ve Olası Sonuçlar<br />
Gulmira Rzayeva / Enerji Uzmanı<br />
27<br />
Avrupa Birliği’nin Geleceği: Mitler ve Gerçekler<br />
Prof. Dr. Ercüment Tezcan / Galatasaray Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi<br />
Gürcistan Parlamento Seçimleri Sonucu:<br />
Dış Politika ve Yeni Yaklaşım Arayışları<br />
Doç. Dr. Kornely Kakachia, Tiflis Devlet Üniversitesi / Tiflis merkezli Gürcistan Politika<br />
Enstitüsü düşünce kuruluşu direktörü<br />
31<br />
35<br />
4
OCAK / MART 2013<br />
Kuzey Kafkasya’da Güvenlik ve İşbirliği<br />
Dr. Farhad Mehdiyev / Uluslararası İlişkiler, Kafkasya<br />
43<br />
Türk Dış Politikası Açısından Kafkasya ve Orta Asya<br />
Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın / Yeditepe Üniversitesi<br />
Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim üyesi<br />
52<br />
DEĞERLENDİRMELER<br />
Yrd. Doç. Dr. Şener Aktürk<br />
Koç Üniversitesi - Öğretim Üyesi<br />
67<br />
Prof. Dr. E. Fuat Keyman<br />
85<br />
Dr. Talha Köse<br />
İstanbul Şehir Üniversitesi – Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler<br />
Bölümü Öğretim Üyesi<br />
92<br />
ENGLISH PART<br />
99<br />
HAZAR RAPORU<br />
5
Stratejik Projeksiyon:<br />
Avrasya’da Ticaret ve Ulaşım<br />
Orta Asya Bölgesi’nin Merkezi; Azerbaycan*<br />
Özet<br />
Aralık <strong>2012</strong><br />
Taleh Ziyadov<br />
*Bu özel rapor, <strong>Hazar</strong> Strateji Enstitüsü (HASEN), Brookings Enstitüsü, California<br />
Üniversitesi - Berkeley ve Cambridge Üniversitesi (İngiltere) ortaklığıyla düzenlenen <strong>Hazar</strong><br />
Forumu <strong>2012</strong> (5-6 Aralık <strong>2012</strong>, İstanbul) ile bağlantılı olarak hazırlanmıştır.<br />
Gelecek için Ortak Vizyon İhtiyacı<br />
1965 yılında, son Şeyh Raşid bin Said<br />
El-Maktum, Dubai’nin vizyoner lideri,<br />
İngiliz danışmanlarından bir liman inşa<br />
planı hazırlamalarını istemiştir. İngiliz<br />
mühendislik firmasının Dubai’nin<br />
merkezinde, asırlık Al Shindagah muhiti<br />
civarında önerilen liman alanının<br />
imar planı çalışmasını tamamlaması<br />
iki yıl almıştır. Pazar değerlendirmesi<br />
ve gelecekteki trafik öngörülerine<br />
dayanarak, danışmanlar yeni limanda<br />
yalnızca 4 bölüme (palamar alanı) ihtiyaç<br />
duyulacağına karar vermişlerdir. Öneriyi<br />
dikkatlice inceledikten sonra Şeyh Raşid<br />
4 bölümlü planlanan limanın 16 bölümlü<br />
olarak değiştirilmesini istemiştir. İngiliz<br />
danışmanlar gönülsüz bir şekilde değişiklik<br />
önerisini kabul etmişlerdir. Liman nihayet<br />
1971 yılında açılabilmiş ve 16 bölümün<br />
hepsi de ilk yılın sonunda fazlaca talep<br />
almıştır. Devam eden yıllarda çeşitli<br />
genişletmeler olmuş ve yeni bolümler<br />
inşa edilmiştir 1 . Şeyh Raşid, Dubai’nin<br />
Orta Doğu’da ve hatta ötesinde en önemli<br />
taşıma ağı haline geleceğinden emindi.<br />
Bugün Raşid Limanı, Jebel Ali Serbest<br />
Bölgesi ve Limanı, Uluslararası Dubai<br />
Havalimanı ve Dubai Emirliği’nde daha<br />
birçok teknoloji harikası proje Şeyh Raşid’in<br />
öngörü ve vizyonerliğinin kanıtıdır.<br />
1 Christopher M. Davidson, Dubai: The Vulnerability of Success<br />
(New York: Columbia University Press, 2008), pp. 92–93.<br />
HAZAR RAPORU<br />
97
Benzer bir şekilde, 20. yüzyılın en uzun<br />
süre görevde kalan başbakanlarından Lee<br />
Kuan Yew’in vizyonu; küçük bir şehir<br />
devleti olan Singapur’un gelişmemiş eski<br />
bir sömürgeden; modern ve rekabetçi<br />
bir ekonomiye sahip, Güney Asya’da<br />
büyük bir dağıtım merkezi haline<br />
gelmesini sağlamıştır. Daha 1973’te,<br />
bağımsızlığından yalnızca 8 yıl sonra<br />
Singapur, 200 hat ile 50’ye yakın denize<br />
kıyısı olan ülkeye hitap etmesinden ötürü<br />
“dünyanın en yoğun 4. limanı” olmakla<br />
övülüyordu 2 . Singapur, bölgenin petrol<br />
rafineri ve dağıtım merkezi haline gelerek,<br />
kendi petrolü neredeyse hiç yokken<br />
petrol zengini bir ülke olmayı başarmıştır.<br />
Lee Kuan Yew, Avrupa ve Asya arasında<br />
yer alan temel deniz yollarının kesişim<br />
noktasındaki stratejik konumunu<br />
kullanarak; önüne çıkan tüm fırsatları<br />
değerlendirmiştir. Doğrudan yabancı<br />
yatırımlar (DYY) için çekici bir iş çevresi<br />
tesis etmiş ve agresif bir çeşitlendirme<br />
politikası izlemiştir. Bugün ülke yüksek<br />
seviyede DYY ve ticaret, üretim, finans<br />
sektörlerindeki patlama ile güçlü bir<br />
ekonomiye sahip olmanın rahatlığını<br />
yaşamaktadır. 2009 yılında Singapur’un<br />
gayri safi yurtiçi hasılası (GSYH)<br />
36.000$’ı geçmişken bu rakam 1960<br />
yılında yalnızca 395$ civarındaydı. 3<br />
Dubai ve Singapur kıyı konumları ve<br />
denizcilik trafiğinden kaynaklanan antrepo<br />
ticaretinden çok faydalanmış olsalar<br />
da, bu ülkelerin ses getiren ekonomik<br />
başarılarındaki esas nokta liderlerinin<br />
2 T. J. S. George, Lee Kuan Yew’s Singapore(London: Andre<br />
Deutsch, 1973), syf. 95.<br />
3 World Bank, World Development Indicators.http://data.<br />
worldbank.org/data-catalog/world-development-indicators<br />
adresinden alıntılanmıştır.<br />
öngörüleri olmuştur. Şayet bu faktör<br />
olmasaydı, bugün tamamıyla farklı<br />
bir konumda olurlardı. Şeyh Raşid’in<br />
Dubai’de ve Başbakan Lee’nin Singapur’da<br />
kat ettiği mesafe, dünyada kalıcı bir iz<br />
bırakmak isteyen her ulusal lider ve ülke<br />
için bir ders sunmaktadır: “Gelecek için<br />
bir vizyon sahibi olmak gerek.”<br />
Dünyanın büyük deniz limanlarının<br />
aksine, <strong>Hazar</strong> Havzası’nın öne çıkan ticaret<br />
şehirleri tarih boyunca denizin olmadığı<br />
merkezler olmuştur. Eski İpekyolu tacirleri<br />
için <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nin ana şehirlerinin<br />
kritik lojistik ve dağıtım merkezi olan Asya<br />
ve Avrupa arasında seyahat etmek aylar,<br />
hatta yıllar almıştır. İpekyolu üzerindeki<br />
her bir şehir; insanlar ve kültürlerin bir<br />
araya gelip karıştığı, ürün ve fikirlerin el<br />
değiştirdiği çeşitli sayılarda kervansaraylar<br />
barındırmıştır. Bu ticaret merkezleri, diğer<br />
bölgesel merkezler ve mega şehirlerle<br />
Avrasya ve Orta Doğu’yu kapsayan geniş<br />
bir ağ koridoru üzerinden birbirlerine<br />
bağlanmıştır. İpekyolu koridorları Orta<br />
Avrasya’da birçok ulus için yüzyıllar<br />
boyunca refah kaynağı olmuştur 4 .<br />
Orta Avrasya; Avrupa ve Asya arasında<br />
karasal bir merkez olarak yeniden eski<br />
şanını kazanmak için hazır bulunmaktadır.<br />
2030’dan itibaren bir turist İstanbul’dan<br />
Bakü’ye aynı günde varacak bir hızlı<br />
trene binebilecek. Hatta yol üzerinde<br />
Tiflis’te bedava bir şehir turu yapmak<br />
için zamanı bile olacak. Daha sonra<br />
4 “Orta Avrasya” teriminin birkaç farklı tanımı olsa da, bu<br />
raporda <strong>Hazar</strong> Bölgesi’ndeki 8 ülkeye işaret etmektedir. Bunlar;<br />
Güney Kafkasya’daki üç ülke Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan;<br />
Orta Asya’daki 5 ülke Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan,<br />
Türkmenistan ve Özbekistan’dır.<br />
108
kendisini Urumçi, Çin’e götürecek başka<br />
bir hızlı trene binmek üzere hızlı vapur<br />
ile Türkmenbaşı’na geçebilecek. Orta<br />
Avrasya’nın tamamı otoban, demiryolu,<br />
havaalanı ve Asya ile Avrupa arasında<br />
yolcu ve yük taşıyacak lojistik merkezleri<br />
ile dolacak.<br />
Orta Avrasya’daki birçok ülke için böyle<br />
bir geleceği tahayyül etmek bile önemli<br />
bir meseledir. Çok kısa bir bağımsızlık<br />
tarihi olan bu ülkeler, Sovyetler<br />
Birliği’nin ani çöküşünden kaynaklanan<br />
politik, ekonomik ve sosyal krizler<br />
yaşamaktalardır. 2011 yılında Sovyet<br />
rejiminin sona erişinin yalnızca yirminci<br />
yılını kutladılar. Savaş hatıraları, çözüme<br />
kavuşmamış uyuşmazlıklar, ekonomik<br />
zorluklar ve unutulmaya yüz tutmuş<br />
komünist idaresini andıran darbeler hala<br />
sorun teşkil etmektedir. Neyse ki en zor<br />
zamanlar geride kaldı, fakat kimi önemli<br />
sorunlar hala varlığını devam ettirmektedir.<br />
Orta Avrasya ülkeleri şu an politik -<br />
ekonomik geçişliliklerini tamamlamaları<br />
gereken ve kendilerini gelişmiş, müreffeh<br />
ulusların arasına sokacak bir yol belirleme<br />
aşamasındadırlar.<br />
Oluş Süreci: 20 Yıl Sonra Orta<br />
Avrasya<br />
1990’larda Orta Avrasya’nın kaynak<br />
zengini ülkelerindeki birçok kişi, yakın<br />
zamanda ülkelerinin 21. yüzyılın ‘Kuveyt’i<br />
ve ‘İsviçre’si olacağına inanmaktaydı. Doğal<br />
kaynakların bolluğu bu düşünceyi o kadar<br />
cazibedar, o kadar olası kılmaktaydı ki;<br />
çok az kişi bu hedefin gerçekleştirilmesi<br />
adına –şayet gerçekleştirilebilir olsaydı–<br />
gerekli olan süreç hakkında düşündü.<br />
Kuveyt ya da İsviçre olmak; ticaret dostu<br />
bir ortam, politik ve ekonomik yeterlilik,<br />
doğal kaynaklardan gelen gelirin etkili<br />
yönetimi ve avantajlı bir konum gibi<br />
temel bileşenlerin varlığıyla desteklenen<br />
stratejik bir vizyon ve başkaca kalkınma<br />
stratejilerini gerektirmektedir.<br />
Geçtiğimiz 20 yılda bölge ülkeleri,<br />
özellikle de kaynak zengini olanlar,<br />
çok şey elde etmişlerdir. 2009 yılında<br />
Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan ve<br />
Türkmenistan’ın GSYH’leri sırasıyla<br />
43 milyar$, 115 milyar$, 32milyar$ ve<br />
19 milyar$ olmuştur. Diğer taraftan,<br />
geri kalan en fakir dört ülkenin<br />
-Ermenistan, Gürcistan, Kırgızistan ve<br />
Tacikistan- toplam GSYH’si 30 milyar$’ın<br />
altındaydı. Azerbaycan ve Kazakistan<br />
milyarlarca dolar DYY çekmiş ve<br />
gelecek kalkınmalarını güvence altına<br />
alan anahtar enerji altyapısı projelerini<br />
tamamlamıştır. Geç kalan Türkmenistan,<br />
henüz gerçekleşmemiş büyük umutlarla,<br />
kapılarını yatırımcılara açmaya yakın<br />
zamanda başlamıştır. Bölgedeki en yoğun<br />
nüfuslu ülke olan Özbekistan, DYY’ye<br />
ihtiyaç duymayan kademeli iç talep<br />
kaynaklı kalkınma yolunu seçmiştir, ancak<br />
o da Orta Avrasya’nın gelecek merkez<br />
vizyonuna eşlik edeceğini vaat etmektedir.<br />
Hiç şüphe yok ki; bölgedeki ilerlemenin<br />
en büyük kaynağı Azerbaycan, Kazakistan,<br />
Özbekistan ve Türkmenistan’daki bereketli<br />
doğal kaynaklardır. Başta Azerbaycan ve<br />
Türkmenistan olmak üzere bu ülkelerin<br />
hükümetleri, kaynak bağımlılığının<br />
risklerine dikkat etmiş ve buna ilişkin<br />
HAZAR RAPORU<br />
11 9
potansiyel riskleri azaltmak adına<br />
politikalar üretmeye çalışmışlardır. Enerji<br />
sektörlerini kalkındıracak ölçüde bir<br />
stratejiye de sahip olmuşlardır. Örneğin,<br />
Azerbaycan ve Kazakistan, yabancı enerji<br />
firmalarının ilgisini çekmek için Üretim<br />
Paylaşım Anlaşmaları (ÜPA) imzalayarak;<br />
en çok ihtiyaç duyulan yatırımları<br />
ekonomilerine kazandırmışlardır. Bu<br />
enerji stratejisi, Azerbaycan ve onun batılı<br />
çok uluslu ortaklarının 1994’te ‘Yüzyılın<br />
Anlaşması’nı imzalamalarını sağlamış<br />
ve devamında 2005 yılında Bakü-Tiflis-<br />
Ceyhan Petrol Boru Hattı ve 2006’da<br />
Bakü-Tiflis-Erzurum Doğal Gaz Boru<br />
Hattını inşa ettirmiştir. Azerbaycan enerji<br />
sektörü, tek başına 35 milyar$’ın üzerinde<br />
bir DYY çekmiştir. Dahası, bu iki boru<br />
hattından gelen gelirler Güney Kafkas<br />
Bölgesi ekonomisinin çok önemli bir<br />
kısmını teşkil etmekte ve Azerbaycan’ın<br />
şu anki devlet bütçesinde aslan payını<br />
oluşturmaktadır. Kısaca, kaynak<br />
zengini ülkeler 1990’larda belirledikleri<br />
enerji stratejilerinin meyvelerini<br />
toplamaktadırlar.<br />
Bugün Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye;<br />
<strong>Hazar</strong> Bölgesi ve ötesinin gelecek enerji<br />
stratejisini şekillendirecek yeni bir<br />
yolculuğa koyulmuşlardır. Kaynak zengini<br />
olsun yahut olmasın, Orta Avrasya’nın tüm<br />
ülkeleri aynı geleceği paylaşmakta olup,<br />
21. yüzyılın politik-ekonomik haritasında<br />
bölgelerine önemli bir yer verecek yeni<br />
sinerjiler bulmak için kenetlenmişlerdir.<br />
Aslında, bölgedeki her ülkenin kaderi<br />
farklıdır. Her birinin, bir gün çok mühim<br />
ve kalkınmış bir ülke olmak için nedenleri<br />
ve hatta bir başkasından ziyade yalnız<br />
kendilerinin bu seviyeye gelmelerini<br />
istemeleri için hakları vardır. Bu hedefe<br />
ulaşmak için bağımsız ülkeler ve 2030<br />
itibarıyla politik-ekonomik açıdan<br />
birleşebilecek geniş bir bölgesel ağ üyesi<br />
olarak, her birinin açık bir vizyona sahip<br />
olması gerekmektedir. İş birliği yapmalı,<br />
entegre olmalı ve etraflarında hızla değişen<br />
dünyaya adapte olup gelecek 10 yıl için<br />
ortak bir vizyon oluşturmalıdırlar. Çoğu<br />
karayla çevrili olan bu ülkelerin bir gün<br />
paylaşabileceği ortak vizyon nedir Bu<br />
vizyon, bölgeyi başka bir merkezÎ güce<br />
uygun bir muhite çevirecek midir Veya<br />
bölgenin zenginlerini kontrol edecek<br />
güçler için coğrafi bir oyun alanına mı<br />
çevirecektir Ya da Avrupa, Doğu Asya,<br />
Güney Asya ve Orta Doğu gibi ana<br />
ekonomik bloklar arasında hareketli bir<br />
ticaret merkezi statüsünü geri kazanıp;<br />
eski İpekyolu bölgeyle birlikte yeniden<br />
canlanacak mıdır Bu soruların cevabı<br />
her ne olursa olsun, bir husus çok açık:<br />
Uluslararası ticaret, bölgenin değişiminde<br />
temel bir rol üstlenecektir.<br />
Azerbaycan: Bölge Dinamizmi<br />
için Potansiyel Katalizör<br />
Azerbaycan, bölge için ortak bir vizyon<br />
oluşturmaya yardım ederek bölgenin<br />
değişimini kolaylaştıran; Orta Avrasya<br />
için bir eksen ülkedir ve öyle de kalacaktır.<br />
Ülkenin çok geniş doğal kaynakları,<br />
Azerbaycan’ın petrol kaynaklı olmayan<br />
ekonomisini geliştirmede, eski İpekyolu<br />
üzerinde bir ticaret merkezi olarak Orta<br />
Avrasya’nın tarihi pozisyonunu yeniden<br />
12 10
kazanmasında ve bölgenin petrol kaynaklı<br />
olmayan ticaretinin canlandırılmasında<br />
katalizör görevi üstlenebilir. Ancak bunun<br />
olması için Azerbaycan’ın kalkınmasına<br />
yön verecek ve kendisini arzu edilen hedefe<br />
ulaştıracak anlaşılır bir vizyon oluşturması<br />
gerekmektedir.<br />
Bugün, Avrasya ticareti ve buna bağlı<br />
kazancın büyük kısmı bölgeye uğramadan<br />
geçmektedir. Her seferinde binlerce<br />
konteyner taşıyabilen büyük gemiler<br />
İpekyolu kervanlarının yerini almıştır.<br />
Avrupa ve Asya arasındaki ticaret daha<br />
çok Süveyş Kanalı vasıtasıyla, deniz<br />
taşımacılığı yoluyla yapılmaktadır. Bu<br />
oran iki kıta arasındaki toplam kargo<br />
değişiminin % 90’ına tekabül etmektedir.<br />
Orta Avrasya merkezi stratejisinin başarısı<br />
daha çok, bölge ülkelerinin entegre ve<br />
rekabetçi çok türlü taşımacılık sistemi<br />
ve Avrasya’yı kapsayan lojistik ağları<br />
kurmasının yardımıyla Avrupa-Asya<br />
arasındaki kıtalararası konteyner ticaretini<br />
çekebilmesine bağlıdır.<br />
Azerbaycan, ana Avrasya kara ve hava<br />
taşımacılık koridorlarının kesişme<br />
noktasında bulunmaktadır. Doğru şekilde<br />
kullanılırsa uzun dönem başarısı için<br />
anahtar rolünde bir özelliktir. Potansiyel<br />
olarak Azerbaycan; Avrupa ve Asya<br />
arasında ticaret köprüsü olmanın yanında<br />
Avrasya’da bir ana dağıtım merkezi haline<br />
gelebilir. Enerji stratejisinin tersine,<br />
Azerbaycan’ın petrol dışı ekonomisi<br />
için kalkınma vizyonu hala yapım<br />
aşamasındadır. Ülke ihracatının yaklaşık<br />
% 95’i ve GSYH’sinin % 55’ten fazlası<br />
petrol ve gaz satışından elde edilmektedir.<br />
Bu da yakın zamanda değişmesi muhtemel<br />
olmayan bir durumdur. Ülkenin orta ve<br />
uzun dönemdeki görünüşü petrol dışı<br />
sektörün kalkınmasına bağlı olarak umut<br />
vaat etmektedir.<br />
Enerjinin Ötesine Bakmak<br />
Azerbaycanlı birçok hükümet yetkilisi<br />
defalarca ülkenin Avrupa ve Asya arasında<br />
bölgesel taşımacılık merkezi olmak adına<br />
ideal bir konuma sahip olduğunu ifade<br />
etmişlerse de bu ifadelerin uzun dönemli,<br />
tutarlı ve sürdürülebilir bir stratejik<br />
vizyona çevrilmesi gerekmektedir. Yine<br />
de, en azından “bölgenin merkezi olmayı<br />
istemek’’ şeklinde bir fikir mevcuttur.<br />
Aslında, bu stratejiyi ilerletmek adına<br />
birtakım altyapı ve taşımacılık projesi<br />
çoktan hayata geçirilmiştir. Bunlardan bir<br />
tanesi; Azerbaycan, Gürcistan ve Türkiye<br />
demiryollarını birbirine bağlayacak ve<br />
Azerbaycan üzerinden Çin ve Avrupa<br />
arasında bir demiryolu koridoru<br />
oluşturacak stratejik Bakü-Ahılkelek-Kars<br />
demiryoludur. Ayrıca hükümet, ülkenin<br />
doğu-batı ve kuzey-güney hattındaki<br />
uluslararası otoyollarının modernize<br />
edilmesi için milyarlarca dolar yatırım<br />
yaparak Azerbaycan topraklarında<br />
öngörülen karayolu trafiğine daha iyi<br />
hazırlamaya çalışmaktadır. Dahası, son<br />
model Bakü Uluslararası Deniz Ticareti<br />
Limanı, Alyat’taki Lojistik Merkezi ve<br />
yeni Bakü Haydar Aliyev Uluslararası<br />
Havaalanı; Azerbaycan’ın global<br />
taşımacılık merkezi vizyonunda önemli bir<br />
yer edinecektir.<br />
HAZAR RAPORU<br />
13 11
Bu projeler Azerbaycan’ın bölgedeki<br />
pozisyonunu hakiki manada güçlendirecek<br />
ve ülkeyi Avrupa ile Asya ülkeleri arasında<br />
kara ve hava yolları aracılığıyla yapılan<br />
ticaret için bir çekim merkezi haline<br />
getirecektir. Bakü; Avrupa için Orta<br />
Asya’ya açılan bir kapı ve Orta Asya<br />
ile Çin için Avrupa’ya bir kapı olacak<br />
şekilde rol üstlenecektir. Azerbaycan,<br />
<strong>Hazar</strong> Denizi’nde ‘merkezlerin merkezi’<br />
haline gelebilecek bir potansiyele sahiptir.<br />
Ancak bunun gerçekleşmesi adına, 2030<br />
Azerbaycan’ı için açık bir vizyonun<br />
bugünden dile getirilmesi gerekmektedir.<br />
Bütünleşmiş Kalkınma Stratejisi<br />
İhtiyacı<br />
Azerbaycan da dahil olmak üzere<br />
bölgede devam eden ve planlanan altyapı<br />
ve taşımacılık projelerine yakından<br />
bakıldığında, petrol dışı ekonomiler<br />
için kalkınma stratejisinde bir uyum<br />
eksikliği göze çarpmaktadır. Yararlı ve<br />
önemli projeler, gerekli sektörler arası ve<br />
sektör içi koordinasyona bakılmaksızın<br />
birbirlerinden bağımsız bir şekilde<br />
planlanıp uygulanmaktadır. Başka deyişle,<br />
bu projeler ortak bir amaç doğrultusunda<br />
yönetiliyor gözükmemektedir.<br />
Bugünden açık ve bütünleşik bir “büyük<br />
resim” stratejisi ortaya konulmadıkça,<br />
Azerbaycan’ın yahut bölgedeki herhangi<br />
bir ülkenin gelişme istikameti bu sebepten<br />
ötürü aksayacak ve şansa bağlı olacaktır.<br />
Bu durum, Azerbaycan’ın kişi başı<br />
yüksek gelire ulaşamayacağı ya da böyle<br />
bir vizyonla sosyal refah ilerlemesine<br />
erişemeyeceği anlamına gelmemektedir.<br />
“Deneme-yanılma’’ yaklaşımı kesinlikle bir<br />
çeşit problem çözme yöntemidir. Ancak<br />
riskli olmanın yanında böyle bir yaklaşım<br />
uzun vadede çok fazla kaynak, zaman ve<br />
enerji harcanmasına sebep olabilir. Üstelik<br />
başarı ihtimali de yüksek değildir.<br />
Okumakta olduğunuz bu rapor, <strong>Hazar</strong><br />
Bölgesi ve Azerbaycan’ın gelecek<br />
vizyonuna katkı sağlamayı ümit ederek<br />
yazılmıştır. Rapor; Avrasya ticareti,<br />
taşımacılık ve lojistiği, serbest ticaret<br />
bölgeleri (STB) ve liman gelişmeleri<br />
üzerinde yoğunlaşarak, bölgesel ticaret<br />
merkezi olmaya talip; büyümekte olan<br />
bölgesel, aynı zamanda Avrupa ve<br />
Asya arasındaki kıtalararası ticaretten<br />
faydalanmak isteyen Azerbaycan<br />
ve diğer Orta Avrasya ülkeleri için<br />
açıklamalar içermektedir. Özetle, bu rapor<br />
Azerbaycan’ın merkez konumuna gelme<br />
stratejisi için özel kalkınma tasarıları<br />
önermektedir. Rapor genelinde dile<br />
getirildiği üzere, Azerbaycan için birçok<br />
firsat söz konusu olup, bu potansiyelin<br />
değerlendirilmesi yalnızca bir devletten<br />
öte tüm bölgenin faydasına olacaktır.<br />
Bu, Azerbaycan’ın ulusal hedeflerine<br />
ulaşması için bölgedeki komşu ülkelerle<br />
de koordineli bir şekilde hareket etmesi<br />
gerektiği anlamına gelmektedir.<br />
Çoğu Orta Avrasya ülkesinin denize<br />
kıyısı bulunmamaktadır ve birbirlerinin<br />
taşımacılık altyapısına bağımlıdırlar.<br />
Otoyollar, demiryolları, limanlar ve<br />
havaalanları inşa etmek yeterince etkili<br />
olmamakla birlikte Azerbaycan’ın, bölge<br />
merkezi olma stratejisinin önemli bir<br />
14 12
parçasıdır. Kuşbakışı perspektifi ve tüm<br />
bu projelerin tek bir stratejinin unsurları<br />
gibi görünmesini sağlayacak uyumlu bir<br />
politika olmaksızın, taşıma ve altyapı<br />
projeleri tamamlayıcılık unsurundan<br />
yoksun oldukları için yeterli etkinliğe<br />
sahip olmayacak getiriler sağlayacaktır.<br />
Orta Avrasya için 21. yüzyılın ‘Dubai’si<br />
ve ‘Singapur’unu üretmek adına, parçalı<br />
bölgesel zihniyetin her bir projeyi ortak<br />
amaç doğrultusunda yönlendirecek<br />
bütünleşik ortak vizyona yol açması<br />
gerekmektedir.<br />
2030 yahut 2050 yılının Azerbaycan’ı,<br />
bugünkü tasarıların bir ürünü olacaktır.<br />
Azerbaycan için başarılı bir merkez<br />
stratejisinin çekirdeği, ticaretin<br />
yayılmasının ve doğrudan yabancı<br />
yatırımın çekilmesinin ön koşulu olan<br />
serbest ticaret bölgelerinin (STB)<br />
gelişmesini de kapsamalıdır. Azerbaycan<br />
tarafından petrol ve doğal gaz projelerini<br />
teşvik etmek için etkin biçimde kullanılan<br />
üretim paylaşım anlaşmalarının yasal<br />
altyapısı Azerbaycan’ın mevcut STB<br />
kanunları kapsamında yetersizdir. Her<br />
ne kadar petrol dışı sektör, petrol sektörü<br />
kadar ilgi çekici yahut ikna edici olmasa<br />
da; doğru strateji ve teşviklerle, petrol dışı<br />
ekonominin çeşitli sektörleri arasından<br />
milyar dolarlık girişimlerle hala yüksek<br />
seviyede DYY çekebilir.<br />
Bu rapor, Azerbaycan’ın petrol dışı<br />
sektöründe ciddi miktarda DYY çekecek<br />
ve ülkenin STB’lerinin gelişiminde<br />
pastayı büyütecek, önemli bölge merkezi<br />
stratejisi ile direkt ilgili olan iki projeye<br />
dikkat çekilmesi gerektiğini önermektedir.<br />
Bu demektir ki; iki anahtar proje -Alyat<br />
Limanı ve Bakü Haydar Aliyev Uluslararası<br />
Havaalanı- STB konseptine dahil edilmeli,<br />
dolayısıyla da esnek ve etkili hukuki<br />
çerçeve dahilinde inşa edilmelidir (Örn:<br />
Üretim Paylaşım Anlaşması). Bu yaklaşım<br />
iki pazarlanabilir projenin Azerbaycan’ın<br />
petrol dışı sektöründe; enerji sektöründe<br />
Eylül 1994 yılında imzalanan ‘Yüzyılın<br />
Sözleşmesi’ne benzer şekilde, “21. Yüzyılın<br />
Sözleşmesi” olmasıyla neticelenecektir.<br />
Bölgesel seviyede Azerbaycan, nakliye<br />
stratejisini; özellikle Türkiye, Gürcistan ve<br />
doğu-batı eksenindeki Orta Asya ülkeleri<br />
ve kuzey-güney istikametinde Rusya ve<br />
İran gibi komşu ülkelerle birlikte uyumlu<br />
hale getirmelidir.<br />
Diğer Anahtar Tavsiyeler<br />
Stratejik Hususlar<br />
• Azerbaycan hükümeti, petrol üreticisi<br />
olmayan sektörlerdeki tüm ana kalkınma<br />
projelerini tek bir küresel hedef altında bir<br />
araya getirebilir.<br />
• Azerbaycan gelecekte bölgenin merkezi<br />
olması adına uyumlu ve entegre bir vizyon<br />
geliştirmelidir. Bu stratejiyi ya da ana planı;<br />
liman, havaalanı, otoyol, STB, lojistik<br />
merkezleri ve diğer stratejik taşımacılık ve<br />
taşımacılık dışı projelerin gelişmesine bağlı<br />
tüm faaliyetleri kapsayacak şekilde entegre<br />
edilebilir.<br />
• Farklı devlet bakanlıklarındaki parçalı<br />
zihniyet, ortak bir hedef doğrultusunda<br />
tüm projeleri yönetecek tümleşik bir<br />
vizyona dönüşebilir.<br />
HAZAR RAPORU<br />
13 15
Demiryolları ve Yollar<br />
• TRACECA koridorunun (Avrupa,<br />
Kafkasya, Asya nakil koridoru) rekabet<br />
edebilirliğini artırmak için Azerbaycan;<br />
Gürcistan, Kazakistan ve Türkmenistan’ın<br />
yanı sıra Çin, Avrupa Birliği ve Türkiye<br />
ile yakın temas kurarak sınır geçişlerini<br />
kolaylaştırabilir ve bu hat üzerindeki nakil<br />
masrafları azaltabilir.<br />
• Ülkedeki uluslararası öneme sahip tüm<br />
otoyollar farklı bir düzeyde görülmelidir.<br />
Uluslararası öneme sahip yollar için<br />
merkezileştirilmiş bir yol idaresinin<br />
kurulması zorunluluk arz etmektedir.<br />
• Kuzey-güney hattı dahil olmak üzere<br />
Azerbaycan’ın demiryolu hatlarının tüm<br />
yönlerde geliştirilmesi çok kritik bir<br />
husustur.<br />
Deniz Taşımacılığı<br />
• Azerbaycan’dan geçecek uluslararası<br />
nakil koridorunun başarılı bir şekilde<br />
kalkınabilmesi için <strong>Hazar</strong> deniz<br />
taşımacılığı anahtar rolündedir. <strong>Hazar</strong><br />
denizciliğinin mevcut durumu tatmin<br />
edicilikten çok uzaktır ve acil bir şekilde<br />
ilgilenilmeye ihtiyacı vardır. Şayet deniz<br />
taşımacılığına ilişkin öne çıkan sorunlar ve<br />
yapılması gereken hususlar ele alınmazsa;<br />
Azerbaycan, yakın gelecekte <strong>Hazar</strong><br />
Denizi’ndeki deniz taşımacılığı payını<br />
kaybedecektir.<br />
• Azerbaycan hükümeti, özel bir<br />
gemicilik firmasına BAKU-AKTAV ve<br />
Bakü-Türkmenbaşı arasında düzenli roro<br />
ve vapur seferleri düzenlenmesi izni<br />
vererek; uluslararası tır trafiğini artırabilir.<br />
Lojistik Sektörü<br />
• Azerbaycan, hızlı hareket ederek,<br />
bölgesel ve uluslararası tedarikçilere,<br />
Azerbaycan içinden ve dışından lojistik<br />
destek sağlamak üzere özel bir ulusal<br />
lojistik firması kurabilir (hükümet<br />
desteğiyle). Rus devletinin hissedarı<br />
olduğu (Örn: Rus demiryolları) en büyük<br />
ve özel, çok türlü nakliye grubu olan<br />
FESCO tecrübesi, Azerbaycan için iyi bir<br />
model olabilir.<br />
• Bununla birlikte hükümet, tüm sınırlar<br />
boyunca tırların gümrük formaliteleri<br />
için yük boşaltabileceği ve müşteri<br />
toplayabileceği “gümrük antrepoları”<br />
yahut “lojistik bölgeleri” kurmalıdır.<br />
Hava Taşımacılığı<br />
• Hükümet, Azerbaycan Havayolları<br />
için (AZAL) açık hedefler belirleyerek<br />
firmanın gelecekte önde gelen uluslararası<br />
birliklere üye olabilmesinin yolunu<br />
açabilir.<br />
• Azerbaycan’ın jet yakıtı tedariki<br />
stratejik bir avantaj olup; hava nakliye<br />
merkezi stratejisi için anahtar rol<br />
hükmündedir. Jet yakıtı üretimi koordineli<br />
16 14
olmalı ve Bakü Havaalanı rekabetçi<br />
fiyatlar için her daim ekstra yakıt<br />
bulundurmalıdır. Bu, Bakü’nün uluslararası<br />
hava nakliyecilerini çekebilmesi için birkaç<br />
önemli yoldan bir tanesidir.<br />
• Bakü Haydar Aliyev Uluslararası<br />
Havaalanı, demiryolunu da kapsayan çeşitli<br />
taşıma yöntemleriyle Alyat Limanı’na<br />
bağlanmalı ve her iki şehrin de etkin<br />
bir şekilde çok türlü kargo transferi<br />
yapabilmesi sağlanmalıdır.<br />
• Hükümetin, gelecekte Bakü, Alyat<br />
Limanı yakınlarına da bir havaalanı inşa<br />
etmeyi gözden geçirmesinde fayda vardır.<br />
• Gelecek STB kalkınma projesi<br />
kapsamında Azerbaycan, Poti Limanı -STB<br />
yanısıra Aktav- Türkmenbaşı limanları-<br />
STB’leri hisselerini satın almayı yahut<br />
buralara yatırım yapmayı düşünmelidir.<br />
• Tüm STB faaliyetleri ve çift maksatlı<br />
projeleri yönetebilmek adına doğrudan<br />
devlet başkanına rapor sunacak<br />
şekilde STB çalışmalarına özel bir yapı<br />
kurulmalıdır. 1990’larda imzalanmış enerji<br />
projelerinde sergilenen yaklaşımda olduğu<br />
gibi tüm çalışmalar doğrudan devlet<br />
başkanı tarafından koordine edilmelidir.<br />
Serbest Ticaret Bölgesi Konsepti<br />
• Mevcut STB konsepti ve hukuki<br />
rejimi gözden geçirilip güncellenerek,<br />
Azerbaycan’ın gelecek nakil ağı stratejisi<br />
güçlendirilmelidir.<br />
• İki anahtar proje olan Alyat Limanı<br />
ve Bakü Uluslararası Havaalanı, STB<br />
konsepti dahilinde ele alınmalı; dolayısıyla<br />
da esnek ve etkin bir yasal çerçeveye göre<br />
inşa edilmelidir. (Örn: Üretim Paylaşım<br />
Anlaşması hukuki rejimi)<br />
• Dünya çapında üst düzey yatırımcılar<br />
projelere yatırım yapmak için davet<br />
edilmeden evvel her iki projenin de<br />
stratejik planlaması tamamlanmış<br />
olmalıdır.<br />
HAZAR RAPORU<br />
17 15
Türkiye - <strong>Hazar</strong> Bölgesi<br />
Ekonomik İşbirliği<br />
Prof. Dr. William Hale<br />
15-16 Ekim <strong>2012</strong> tarihlerinde<br />
medyanın ilgisi Azerbaycan’ın başkenti<br />
Bakü’de gerçekleştirilen -o vakte kadar<br />
dikkatlerden kaçmış olan- Ekonomik<br />
İşbirliği Teşkilatı’nın (EİT) toplantısına<br />
çevrilmiştir. Söz konusu ilgi artışının<br />
sebebi; Türkiye Başbakanı Recep Tayyip<br />
Erdoğan ve İran Devlet Başkanı Mahmud<br />
Ahmedinejad arasında ana oturumlar<br />
sonrasında gerçekleşen beklenmedik<br />
görüşmedir. Her iki lider, Suriye çıkmazına<br />
bölgesel bir çözüm bulmak üzere, belli ki<br />
Suriye’deki iç savaşa ilişkin ciddi görüş<br />
ayrılıklarının üstesinden gelmenin bir<br />
yolunu aramışlardır. 1 Bu hadise EİT’nin<br />
önemli uluslararası konularda farklı<br />
görüşlere sahip hükümet liderlerinin yüz<br />
yüze görüşme yapabileceği bir platform<br />
olduğu izlenimini doğurmuştur. Akabinde<br />
normal olarak fazla bilinmeyen EİT’nin<br />
başkaca yararlı işlevleri olup olmadığı<br />
sorusunu akla getirmiştir. Bu soru EİT<br />
üyesi olan Türkiye, Pakistan, dört Orta<br />
Asya Cumhuriyeti 2 ve <strong>Hazar</strong> milletlerinin<br />
-Rusya hariç <strong>Hazar</strong> Denizi’ne kıyısı olan<br />
tüm ülkeler- ekonomik ve politik ilişkileri<br />
1 SimonTisdall, ‘Iran and Turkey’s Meeting Reveals New<br />
Approach to Syria’, The Guardian(London) 25 Ekim <strong>2012</strong>.<br />
2 Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan ve Afganistan.<br />
bağlamında önem arz etmektedir. Bu<br />
makale hâlihazırda karşılaşılan politik<br />
ve ekonomik sorunlarla birlikte EİT’nin<br />
tarihi gelişimini özetlemek amacını<br />
taşımaktadır. Devamında, teşkilatın takip<br />
eden yıllardaki potansiyel önemi üzerinde<br />
durulacaktır. EİT, <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nde daha<br />
sıkı ekonomik ve politik bağların gelişmesi<br />
için önemli bir unsur mu olacak, yoksa<br />
herhangi bir uluslararası teşkilat olarak<br />
varlığını sürdürmeye mahkûm mu olacak<br />
Faaliyet alanı ve amacı daha sonra<br />
tamamıyla değişmiş olsa da, EİT’nin<br />
kökleri soğuk savaş dönemi ittifaklarına<br />
dayanmaktadır. 1955 yılında Amerika<br />
tarafından desteklenen İngiltere, Türkiye,<br />
Irak, İran ve Pakistan, Orta Asya’da batı<br />
yanlısı savunma birliği olarak Bağdat<br />
Paktı’nı oluşturmuşlardır. 1959’da Irak’ta<br />
Haşemit monarşisinin devrilmesinin<br />
ardından teşkilat, yegane Arap üyesini<br />
kaybetmiş ve Merkezi Antlaşma Teşkilatı<br />
(MAT) adı altında ‘kuzey kuşağı’ ittifakı<br />
olarak yeniden yapılanmıştır. 5 yıl sonra<br />
1964’te, Türkiye, İran ve Pakistan ortak<br />
ticari ve ekonomik işbirliğini artırmak<br />
maksadıyla, paralel bir teşkilat olan<br />
16 18
Kalkınma için Bölgesel İşbirliği’ni (KBİ)<br />
kurmuş ve ortak politik eksenlerine<br />
ekonomik bir boyut katmışlardır. 3<br />
MAT birliği ve Kalkınma için Bölgesel<br />
İşbirliği, İran Devrimi’nden sonra 1979’da<br />
dağılmıştır. Ancak 1985 yılında bu<br />
teşkilatın üç eski üyesi MAT’ın yerine<br />
geçecek şekilde EİT’yi kurmuştur.<br />
Devam eden süreçte fazla bir gelişme<br />
yaşanmasa da, soğuk savaşın ardından<br />
1992 yılında bağımsızlığını yeni kazanmış<br />
cumhuriyetler olan Afganistan’ın yanı sıra,<br />
Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan,<br />
Kırgızistan, Kazakistan ve Azerbaycan’ın<br />
birliğe katılımı ile bu teşkilat yeniden güç<br />
kazanmıştır. 4<br />
EİT’nin asıl amacı üye ülkeler arasındaki<br />
ticaretin liberalleştirilmesi olmuştur.<br />
Bu doğrultuda ilk olarak 1991 yılında<br />
kurucular tarafından imzalanan Tercihli<br />
Ticaret Protokolü ve sonra 2003 yılının<br />
Temmuz ayında yürürlüğe giren diğer<br />
hedefler arasındaki ortak nakliye ağlarının<br />
geliştirilmesinin 5 yanı sıra, ‘ticarette<br />
tarife engellerinin kaldırılmasına yönelik<br />
gümrük tarifelerinin düzenli olarak<br />
azaltılmasına’ 6 karar verdikleri EİT Ticaret<br />
Anlaşması 2003 Temmuz’da yürürlüğe<br />
girmiştir. Teşkilatın gelecek hedefleri<br />
arasında EİT Ticaret ve Kalkınma Bankası<br />
3 Bkz. William Hale ve Julian Bharier, ‘CENTO, RCD and the<br />
Northern Tier: a Political and Economic Appraisal’, Middle<br />
Eastern Studies, Vol.8. No. 2 (1972) pp. 217-9<br />
4 Richard Pomfret, ‘The Economic Cooperation Organization:<br />
Current Status and Future Prospects’, Europe-Asia Studies,<br />
Vol.49, No.4 (1997) pp.657-9.<br />
5 Ibid, Makale 9.<br />
6 EİT Ticaret Anlaşması (ECOTA) (İslamabad, Temmuz<br />
2003) 3. Makale: EİT Sekreteryası web sitesinden (www.<br />
ecosecretariat.org/ftproot/Documents/Agreements/ECOTA)<br />
28 Ekim <strong>2012</strong>’de erişim sağlandı.<br />
kurulmasının yanında bir reasürans şirketi<br />
ve EİT gemicilik ve havayolu şirketlerinin<br />
kurulması da bulunmaktadır. 7<br />
<strong>2012</strong> Ekim ayında Bakü’de liderlere<br />
seslenen Başbakan Erdoğan, EİT’nin<br />
serbest ticaret bölgesi oluşturma<br />
hedefinden çok uzakta olduğunu itiraf<br />
etmiştir. Üye ülkelerin toplamda 400<br />
milyonluk bir nüfusa sahip olduğunu<br />
vurgulayarak, şayet Ekonomik İşbirliği<br />
ve Ticaret Anlaşması tam anlamıyla<br />
uygulanırsa ortak ticaretin sekiz kat kadar<br />
artacağına dikkat çekmiştir. 8 Benzer olarak,<br />
Türkçe günlük gazete Zaman’ın köşe<br />
yazarı Kadir Dikbaş’ın vurguladığı üzere<br />
<strong>2012</strong>’nin ilk 8 ayında Türkiye’nin Avrupa<br />
Birliği’ne ihracatı 2011’in aynı dönemine<br />
göre % 9.1 oranında azalırken EİT ülkelerine<br />
yapılan ihracat % 115 oranında bir artış<br />
göstermiştir. 9 Bu durumu izah ederken<br />
çok dikkatli olmak gerekir. Türkiye’nin en<br />
problemli ve istikrarsız politik ilişkilere<br />
sahip olduğu İran, çelişkili biçimde EİT<br />
ülkeleri içerisinde ticaret hacminin en<br />
fazla olduğu ülkedir. Türkiye’nin 2011’deki<br />
resmi ticaret istatistiklerini de hesaplarsak,<br />
İran, EİT ülkeleriyle % 60’ın biraz<br />
üzerinde bir ticaret gerçekleştirmiş (% 39<br />
ihracat, % 72 ithalat) 10 ve EİT üyelerinin<br />
üzerinde çok az kontrolü olduğu dış<br />
politik nedenlerden çok fazla etkilenmiştir.<br />
Türkiye’nin <strong>2012</strong> yılında EİT’ye yaptığı<br />
ihracatın katlanarak artmasındaki en<br />
7 Pomfret, op.cit., pp.659-60<br />
8 ‘Serbest Ticaret Anlaşmasını Herkes İmzalasın, Ticaretimiz<br />
8 Kat Artsın’, Zaman (İstanbul, günlük gazete) 17 Ekim <strong>2012</strong>.<br />
9 Kadir Dikbaş, ‘ Zor Zamanda İhracat Rekoru Kırdığımız<br />
Bölge’, ibid, 16 Ekim <strong>2012</strong><br />
10 Türkiye İstatistik Kurumu’ndan alınan veri (www.tuik.gov.<br />
tr), dış ticaret istatistikleri: 29 Ekim <strong>2012</strong>’de erişim sağlandı.<br />
HAZAR RAPORU<br />
19 17
üyük pay İran’ındır. Ancak bu durum<br />
Türkiye’nin İran’a altın satışındaki keskin<br />
yükselişten kaynaklanmaktadır. Bu<br />
durumda, İran’ın nükleer silah geliştirme<br />
çabasına yönelik iddialar neticesinde;<br />
Birleşmiş Milletler, Amerika ve Avrupa’nın<br />
ekonomik yaptırımlar uygulanması<br />
hususundaki zorlamaları ve İran parasının<br />
devam eden süreçteki düşüşü; İranlı<br />
tacirlerin direkt olarak Türkiye’den<br />
yahut dolaylı yollarla Dubai’den yüklü<br />
miktarda külçe altın ihraç etmelerine<br />
yol açmıştır. Geçici olduğuna ilişkin net<br />
bir delil olmamakla beraber bu durum<br />
her hâlükârda, Türkiye’nin <strong>2012</strong>’nin<br />
ikinci yarısında uluslararası yaptırım<br />
uygulama kampanyası nedeniyle İran’dan<br />
petrol alımını kısmasını dengelemek için<br />
yapılıyor izlenimi doğurmaktadır. 11<br />
EİT’ye ilişkin temel eleştirilerden bir<br />
tanesi tamamıyla politik ve stratejik<br />
önceliklerle yönetildiği ve ekonomik<br />
yaklaşımın eksik kaldığı yönündedir. Bu<br />
yaklaşım EİT’nin ekonomik hedeflerine<br />
ulaşmaktaki genel başarısızlığı nedeniyledir.<br />
<strong>2012</strong> itibarıyla Ekonomik İşbirliği<br />
Teşkilatı Ticaret Anlaşması (EİTTA)<br />
10 üye ülkenin yalnız 5’i tarafından kabul<br />
edilmiştir (Afganistan, İran, Pakistan,<br />
Tacikistan ve Türkiye) 12 ve serbest<br />
ticaret bölgesi kurulması adına çok<br />
küçük ilerleme belirtileri bulunmaktadır.<br />
11 Aydın Albayrak, ‘Turkey-Iran Relations Economically<br />
Strained As Well’, Today’s Zaman (İstanbul, günlük gazete)<br />
9 Ağustos <strong>2012</strong>. Bu yazıya göre, üçüncü taraflar tarafindan<br />
temin edilen altın ihracatı İran Merkez Bankası tarafindan<br />
desteklenmiş olabilir.<br />
12 EİTTA İşbirliği Konseyi 3. Toplantı, <strong>02</strong>-03 Ekim <strong>2012</strong>, Ankara,<br />
www.ecosecretariat.org/ftproot/Press_Rls/<strong>2012</strong>/3ecota.<br />
htm web sitesinden: 29 Ekim <strong>2012</strong>’de erişim sağlandı.<br />
1995’e kadar EİT Bankası Anlaşması<br />
yapılamamış ve birçok ülke hala anlaşmayı<br />
imzalamamış yahut onaylayarak yürürlüğe<br />
koymamıştır. Dahası 450 milyon dolarlık<br />
ödenmiş sermaye ile çok sınırlı bir<br />
bütçe söz konusudur ve İran’la ilgili<br />
uluslararası yaptırımlara ilişkin sorun<br />
yaşamamak adına çok dikkatli hareket<br />
edilmesi gerekmektedir. 13 Ticaretin<br />
liberalleştirilmesi doğrultusunda çok<br />
kısıtlı ilerlemeler yaşanmakta olup,<br />
grup arasındaki ticaret hacmi hala sınırlı<br />
boyuttadır. 2010 itibarıyla 10 üye ülkenin<br />
yapmış olduğu uluslararası ticaretin<br />
yalnızca % 7’si grup içerisindedir. 14<br />
EİT üyeleri başta Rusya ve Çin olmak<br />
üzere başka ortaklarla da ilişkilerin<br />
geliştirilmesi hususunda aktif durumdadır.<br />
EİT’nin <strong>Hazar</strong> üyeleri arasında 2009<br />
yılı Aralık ayında Rusya ve Belarus ile<br />
gümrük birliği oluşturmayı kararlaştıran<br />
Kazakistan, politik ve ekonomik<br />
açıdan Rusya Federasyonu’na en yakın<br />
olanıdır. Bunu Rusya ve diğer altı<br />
Bağımsız Devletler Topluluğu ile 2011<br />
Ekim ayında imzalanan serbest ticaret<br />
anlaşması takip etmiştir. 15 Dünya Ticaret<br />
Örgütü istatistiklerine göre Avrupa<br />
Birliği, Kazakistan’ın en önemli ticaret<br />
ortağı olarak gözükmektedir. Avrupa<br />
Birliği’ni Rusya Federasyonu ve Çin takip<br />
etmektedir. EİT üyesi devletlerin hiçbiri<br />
listede ilk beşe girememiştir. Diğer <strong>Hazar</strong><br />
devletleri arasında (Türkmenistan için<br />
13 Abdullah Bozkurt, ‘Iran to Turn ECO into Paper Organization’,<br />
Today’s Zaman, 15 Ekim <strong>2012</strong>.<br />
14 Ibid.<br />
15 ‘Russia, Belarus and Kazakhstan Agree on Customs<br />
Union’, Turkish Weekly (www.turkishweekly.net/news) 5<br />
Aralık 2009: 5 Kasım <strong>2012</strong>’de erişim sağlandı: Greg Delaney,<br />
‘Kazakhstan signs Free Trade Agreement with Russia & other<br />
CIS States’, from www.kazakhstanlive.com, 19 Ekim 2011, 5<br />
Kasım <strong>2012</strong>’de erişim sağlandı.<br />
20 18
Dünya Ticaret Örgütü verisi mevcut<br />
değildir.)<br />
=<br />
T ürkiye, özellikle de en önemli üçüncü<br />
ihracat kaynağı olan Azerbaycan başta olmak<br />
üzere, tüm EİT ülkelerinin en çok ticaret yaptığı<br />
ilk beş ülke sıralamasında yer alan tek ülkedir.<br />
EİT oluşturulurken öngörülmemiş olan Çin’in,<br />
ciddi bir küresel oyuncu olarak ortaya çıkması<br />
dış çevreyi değiştirmiştir. Bu durum özellikle<br />
Kazakistan ve Türkmenistan örneklerinde<br />
kendini göstermektedir. Her ikisi de Asya’nın<br />
yükselen ekonomik gücüne istinaden devamlı<br />
artarak ithalat yapmanın yanında, Çin doğal<br />
gazı için büyük boru hatları döşemiş ya da<br />
döşemektedirler. 16<br />
Ekonomik ve teknik faktörler EİT’nin bir<br />
ticaret grubu olarak açık başarısızlığını<br />
açıklamaya yardım etmektedir. <strong>Hazar</strong><br />
Bölgesi’nde üyeler genellikle ilk<br />
üreticidirler ve birbirlerinden ziyade<br />
dünyanın diğer ülkelerine petrol ve<br />
gaz ihraç ederler. Türk ekonomisi ve<br />
diğer EİT ülkeleri ekonomileri arasında<br />
tamamlayıcılık derecelendirmesi söz<br />
konusudur. Türkiye bir istisna olarak<br />
sanayi ürünleri de ihraç edebilmektedir.<br />
H er ne kadar Türkiye, Azerbaycan ve<br />
Gürcistan’ı birbirine bağlayacak şekilde, Kars-<br />
Bitlis-Bakü demiryolu inşa edilmeye başlandıysa<br />
da nakliyat ağı yetersizliği ayrıca bir problemdir.<br />
16 Vladimir Socor, ‘China to Increase Central Asian Gas<br />
imports through Multiple Pipelines’, Eurasia Daily Monitor,<br />
Vol.9, No.152 (9 Ağustos <strong>2012</strong>) and ‘Kazakhstan Expands Gas<br />
Transit Pipeline Capacities and Own Exports to China’, ibid,<br />
Vol.9, No.153.<br />
Genel olarak <strong>Hazar</strong> devletleri petrol ve<br />
gaz rezervlerini ithalatı finanse etmek için<br />
kullanarak ve bölgesel ticaret ağlarının<br />
gelişimini öncelik listelerinin alt sıralarında<br />
tutarak uluslararası gelişim stratejilerinden<br />
ziyade daha içe kapalı hedefler tercih<br />
etmişlerdir.<br />
Bunun yanında, politik faktörler EİT’nin<br />
etkin bir şekilde gelişmesi adına çok<br />
ciddi engeller teşkil etmiştir. Bu hususta<br />
İran’ın üyesi bulunduğu, bölgedeki tek<br />
teşkilat olan EİT’den dışlanması, büyük<br />
bir problem olarak gözükmektedir.<br />
Bu yüzden İran Hükümeti kendisine<br />
uygulanan izolasyona karşı politik<br />
destek çekmeye çalışarak EİT’yi istismar<br />
etmekle suçlanmaktadır. İran’ın EİT’yi,<br />
kendisiyle ilgili ihtilaflara ilişkin bir<br />
propaganda aracı olarak kullandığı iddia<br />
edilmektedir. İran’ın bu çerçevede <strong>2012</strong><br />
Ağustos ayında Tahran’da düzenlenen<br />
tarafsız bir eylemi kullanması gözleri<br />
diğer EİT hükümetlerine dikmiştir. Eylül<br />
<strong>2012</strong>’de EİT; İran’ın, teşkilat yapısını<br />
bölgenin gerçek sorunlarının tartışıldığı bir<br />
forumdan ziyade ‘batı karşıtı bir kulübe’<br />
dönüştürmeye çalışması korkusuyla bir<br />
Parlamenterler Meclisi kurma planını<br />
görüşmüştür. 17<br />
İran ve diğer EİT ülkeleri arasındaki ikili<br />
ilişkiler; İran’ın Türkiye ve Azerbaycan’la<br />
aralarını açacak şekilde Ermenistan ile<br />
olan sıkı ilişkileri ve Ankara ile Tahran’ın<br />
Suriye politikalarındaki keskin farklılıklar<br />
nedeniyle zarar görmüştür. Türkiye,<br />
İran’ın nükleer tesislerinin Uluslararası<br />
Atom Enerjisi Ajansı tarafından<br />
denetlenmesi adına İran’ı ikna etmek<br />
17 Bozkurt, op.cit.<br />
HAZAR RAPORU<br />
21 19
için uluslararası çabaları desteklemiş<br />
ancak netice alınamamıştır. Deniz yatağı<br />
sorununun dışında, Azerbaycan’ın<br />
İsrail’le insansız hava araçları ve füze<br />
savunma sistemi temini kapsamında<br />
Şubat <strong>2012</strong>’de imzaladığı 1,6 milyar<br />
dolarlık silah anlaşmasını da beraberinde<br />
getiren askeri bağları nedeniyle İran<br />
ve Azerbaycan ilişkileri ciddi oranda<br />
zarar görmüştür. Her iki taraf reddetse<br />
dahi İsrail ile yapılan anlaşmanın,<br />
İran’a karşı gerçekleştirilecek olası bir<br />
saldırıda Azerbaycan hava sahasının<br />
İsrail hava kuvvetlerine kullandırılmasını<br />
da kapsadığı söylenmektedir. 18 Nisan<br />
<strong>2012</strong>’de Azerbaycan’ın direkt olarak<br />
İran’ı hedef aldığı düşünülen <strong>Hazar</strong>’daki<br />
tatbikatıyla tansiyon yükselmiştir. 19 Bu<br />
ve bunun gibi, bölgedeki devletler arası<br />
ihtilaf ve çekişmeler EİT’nin bazı<br />
temel yönlendirmeler yahut yeniden<br />
inşalar olmaksızın konuşma kulübü<br />
seviyesinden öteye gidemeyeceği<br />
izlenimi doğurmaktadır.<br />
Açıkçası, bu gibi engellerin üstesinden<br />
gelmek zor, hatta imkansız bile olabilir.<br />
Politik çekişmelerin dışında, tüm<br />
EİT üyelerinin ekonomik kalkınma<br />
stratejilerindeki değişim ve daha iyi bir<br />
18 Mark Perry, ‘Israel’s Secret Staging Ground’, Foreign<br />
Policy, 28 Mart <strong>2012</strong>. İsrail ve Azerbaycan arasındaki bağların<br />
gelişmesinin arka planı için, bkz. Alexander Murinson,<br />
Turkey’s Entente with Israel and Azerbaijan: State Identity and<br />
Security in the Middle East and Caucasus (London and New<br />
York, Routledge, 2010) özellikle pp.57-61, 123-33. İsrail’in<br />
Azerbaycan’la gelişen askeri ilişkilerinin, Türkiye’nin lehine<br />
olacak şekilde, İsrail yanlısı lobinin Amerikan kongresinde<br />
Ermenistan’la birlik oluşturmasına engel teşkil ettiği söylentilerine<br />
neden olmuştur.<br />
19 Anar Valiev, ‘Azerbaijan’s Military Exercises in the Caspian:<br />
Who Is theTarget’ Eurasia Daily Monitor, Vol.9, No 94, 17<br />
Mayıs <strong>2012</strong>.<br />
ekonomik ortaklığa erişim planları, mesela<br />
bir tarafta Türkiye diğer tarafta Afganistan<br />
ve Tacikistan arasındaki ekonomik<br />
eşitsizlik nedeniyle çok az başarı umudu<br />
teşkil etmektedir. Bölge siyasetindeki<br />
yalnız kurt İran, komşularıyla ideolojik<br />
ve stratejik hedeflerde ters düştükçe<br />
EİT’nin <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nde etkin bir<br />
bölgesel blok haline gelmesi mümkün<br />
gözükmemektedir.<br />
Ancak bu, EİT’nin diğer üyelerinin<br />
teşkilatının tam anlamıyla bitmiş olduğunu<br />
ilan etmelerinin tavsiye edildiği anlamına<br />
gelmemektedir. Şayet böyle yapılmış<br />
olsa, İran bunu kendisinin uluslararası<br />
arenadan dışlanması için başka bir girişim<br />
olarak görecek ve bu durum diğer EİT<br />
üyesi ülkeler için daha büyük sorunlara<br />
yol açabilecektir, örneğin; Türkiye’de<br />
terörist saldırılar düzenleyen PKK’ya tam<br />
destek vererek. Bu bağlamda, diğer üyeler<br />
muhtemelen İran’ın ormanda başıboş<br />
dolaşmasına müsaade etmekten ziyade,<br />
onu kendi bahçelerinde tutmayı tercih<br />
edeceklerdir. Diğer taraftan, EİT’nin<br />
çok ciddi politik farkları olmayan ve bu<br />
projenin daha çok ilerlemesini isteyen<br />
üyeleri arasında serbest ticaret veya<br />
başkaca ortaklıklar geliştirerek Avrupa<br />
Birliği’ni taklit ettiği söylenebilir. Bu<br />
durum başkalarının, tamamen teşkilatın<br />
dışında kalmaksızın geri çekilmesini<br />
sağlayabilir ve çok az başarı şansı olan<br />
“herkese tek beden elbise’’ modeline<br />
uymaktan daha etkili olabilir. Bu suretle<br />
“esnek geometri’’ en uygun yol olabilir.<br />
Daha spesifik olmak gerekirse, özel<br />
olarak Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan<br />
22 20
ve Türkmenistan’ı kapsayan bir proje<br />
en uygun ilerleme ihtimali olacaktır.<br />
(Gürcistan EİT üyesi olmasa da Türkiye<br />
ve Azerbaycan arasında asli bir coğrafi<br />
bağ olarak listeye dahil edilmelidir.)<br />
Şayet daha sonraki aşamalarda, İran’da dış<br />
politikayı yeniden yapılandıracak temel bir<br />
iç değişim yaşanırsa gruba dahil edilmesi<br />
her zaman söz konusu olabilir. Bu dört<br />
ülke (kısaca TAKT) tartışmalı ideolojik<br />
bağlılıklardan öte makul iyi ilişkilere<br />
sahiptirler. Genel olarak, hepsi de uyumlu<br />
hedefler gütmekte, hususiyle global<br />
ekonomik sistemin karşısında yer almaktan<br />
ziyade ona bağlı hareket etmektedirler.<br />
Görünen o ki; böyle bir proje, son yıllarda<br />
petrol ve gaz sahalarındaki gelişmeler<br />
ve özellikle de çoğu Rusya yahut İran’a<br />
bağımlı mevcut sistemlere gerçek bir<br />
alternatif olan Trans Anadolu Doğal Gaz<br />
Boru Hattı Projesi (TANAP) sayesinde<br />
kredibilite kazanmış olacaktır. Bu sayede<br />
uzun süredir tartışılan; Orta ve Doğu<br />
Avrupa için yeni bir gaz temin kaynağı olan<br />
Nabucco Projesi de tekrardan canlanabilir.<br />
TANAP’ın mühim bir kısmı, mevcut arzı<br />
çok büyük oranda artıracak Türkmenistan<br />
ve Azerbaycan’ı birbirine bağlayan Trans<br />
<strong>Hazar</strong> Doğal Gaz Boru Hattı olabilir.<br />
Buna ulaşmak için, Azerbaycan ve<br />
Türkmenistan Trans <strong>Hazar</strong> Boru Hattı’nı<br />
beklemeksizin yahut sektörel sınırların<br />
belirlenmesinden etkilenmeksizin -Bakü<br />
ve Aşkabat arasındaki deniz sınırlarına<br />
ilişkin uyuşmazlık veya Rusya ve İran’ın<br />
olası vetolarının projeyi tıkamayacağını<br />
ima ederek- devam edebileceği üzerinde<br />
mutabakata vardıklarını bildirmişlerdir. 20<br />
20 Vladimir Socor, ‘Turkey Seeks Opportunity in Trans-Caspian<br />
Pipeline Project’, Eurasian Daily Monitor, Vol.9, No.164,<br />
Görünüşe göre Kazakistan, TANAP’ın<br />
ana ortakları arasına dahil edilmemiştir.<br />
Ancak Azerbaycan üzerinden petrol<br />
ve gaz ihracatını artırmakla ilgilendiği<br />
söylenmektedir. Dahası, Kazakistan’ın<br />
Ekim <strong>2012</strong>’de Türkiye ile aralarında<br />
kurulan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği<br />
Konseyi sayesinde Türkiye’nin bölgedeki<br />
en önemli ekonomik ortağı haline geldiği<br />
ifade edilmektedir. Bu vesileyle potansiyel<br />
bir TAKT birliğinde önemli bir rol<br />
üstleneceği düşünülebilir. 21<br />
Tüm bunlar, TAKT’ın EİT içerisinde<br />
ekonomik bir grup olarak kurulmasının<br />
sorunsuz bir şekilde gerçekleştirileceği<br />
anlamına gelmemektedir. Katılımcı<br />
ülkeler arasında trans-<strong>Hazar</strong> ve kara<br />
nakil hatlarının geliştirilmesi ve enerji<br />
sahası dışındaki alanların geliştirilmesi<br />
gibi daha yapılması gereken birçok şey<br />
bulunmaktadır. Trans <strong>Hazar</strong> Boru Hattı<br />
açık biçimde Rusya’nın <strong>Hazar</strong> enerji<br />
oyunundaki rolünü azaltacak olsa da,<br />
TAKT ülkeleri güçlü kuzey komşularıyla<br />
olan ilişkilerinde her zaman dikkatli olmak<br />
durumundadırlar. Her şeye rağmen EİT<br />
bünyesinde -ya da en azından bir parçası<br />
olarak- böyle bir birlik şimdiye kadar<br />
yapılanlara nazaran, uluslararası arenada<br />
çok daha etkin bir rol oynayabilir.<br />
11 Eylül <strong>2012</strong>.<br />
21 Richard Weitz, ‘Kazakhstan-Turkey Presidential Summit<br />
Deepens Economic Ties’, ibid, Vol.9, No.191, 19 Ekim <strong>2012</strong>.<br />
HAZAR RAPORU<br />
23 21
Obama’nın Ekonomiyle İmtihanı<br />
Amerika Birleşik Devletleri’nde<br />
başkanların iki dönem seçilme geleneği,<br />
Obama döneminde de devam etti<br />
ve Obama bir 4 yıl daha Amerikan<br />
başkanlığını devam ettirme hakkını<br />
kazanmış oldu.<br />
A merikan başkanları genelde ilk dönemlerinde<br />
bir sonraki dönem içinde seçilme kaygısı<br />
olduğundan gerçekten inandıkları politikaları<br />
veya kısa vadede uygulaması zor olan reformları<br />
hayata geçirmekte ürkek davranabiliyorlar.<br />
Obama artık tekrar seçilme kaygısı olmadığı için<br />
muhtemelen bazı yapısal problemler konusunda<br />
daha cesur davranması beklenecektir.<br />
Obama’nın bu dönemde önündeki en büyük<br />
imtihanı ekonomi ile olacaktır.<br />
15,0<br />
10,0<br />
5,0<br />
0,0<br />
2007-01<br />
2007-06<br />
2007-11<br />
2008-04<br />
İşsizlik Oranı<br />
2008-09<br />
2009-<strong>02</strong><br />
2009-07<br />
2009-12<br />
Dr. Fatih Macit<br />
Süleyman Şah Üniversitesi Ekonomi Bölüm Başkanı<br />
2010-05<br />
2010-10<br />
2011-03<br />
Başkan 2008 yılının Kasım ayında<br />
göreve geldiğinde Amerikan ekonomisi<br />
konut kredilerine dayalı olarak başlayan<br />
krizden çoktan etkilenmeye başlamıştı.<br />
2008 yılının başında % 5 seviyesinde<br />
olan işsizlik oranı yıl sonu itibarıyla<br />
% 7,3’e kadar yükselmiştir. Bu yükseliş<br />
2009 yılının Ekim ayına kadar sürdü<br />
ve işsizlik çift haneli rakamları görmüş<br />
oldu. Dolayısıyla Obama seçildiğinde<br />
ekonomik kriz çoktan başlamıştı ve<br />
Amerikan halkı yaşanan krizden ve daralan<br />
ekonomiden Obama’yı sorumlu tutmadı.<br />
Hatta seçmenler Obama’nın ekonomik<br />
krize karşı uyguladığı politikaların doğru<br />
olduğuna inanmış olacak ki, Başkan ikinci<br />
kez seçilmeyi başarmış oldu. Gerçekten<br />
Obama hem maliye politikası ile hem de<br />
FED’in uyguladığı para<br />
politikası ile ekonomiyi<br />
tam olarak kriz öncesi<br />
hıza ulaştıramasa da<br />
toparlanmasını sağlamış<br />
oldu. Öncelikle FED,<br />
Lehman Brothers’ın<br />
batışından itibaren<br />
başlayan süreçte çok büyük<br />
bir parasal genişleme<br />
2011-08<br />
<strong>2012</strong>-01<br />
<strong>2012</strong>-06<br />
24 22
10,0<br />
5,0<br />
0,0<br />
-5,0<br />
-10,0<br />
dönemine girdi. Örneğin, 2008 yılının<br />
Eylül ayında 950 milyar dolar seviyesinde<br />
olan FED’in bilanço büyüklüğü şu an<br />
neredeyse 3 trilyon dolara kadar yükselmiş<br />
durumda. Merkez Bankası’nın yaptığı<br />
bu hızlı genişleme ilk etapta ekonomik<br />
canlanmaya çok fazla katkı yapmasa da<br />
bankaların bilançolarının hızlı bir şekilde<br />
toparlanmasına çok ciddi şekilde yardımcı<br />
4000000<br />
3000000<br />
2000000<br />
1000000<br />
0<br />
GSYİH Büyüme Oranı<br />
1990q1<br />
1991q3<br />
1993q1<br />
1994q3<br />
1996q1<br />
1997q3<br />
1999q1<br />
2000q3<br />
20<strong>02</strong>q1<br />
2003q3<br />
2005q1<br />
2006q3<br />
2008q1<br />
2009q3<br />
2011q1<br />
<strong>2012</strong>q3<br />
FED'in Bilanço Büyüklüğü<br />
2008-01-<strong>02</strong><br />
2008-04-16<br />
2008-07-30<br />
2008-11-12<br />
2009-<strong>02</strong>-25<br />
2009-06-10<br />
2009-09-23<br />
2010-01-06<br />
2010-04-21<br />
2010-08-04<br />
2010-11-17<br />
2011-03-<strong>02</strong><br />
2011-06-15<br />
2011-09-28<br />
<strong>2012</strong>-01-11<br />
<strong>2012</strong>-04-25<br />
<strong>2012</strong>-08-08<br />
oldu. FED bunu yaparken Obama da<br />
maliye politikası yoluyla ekonomiye destek<br />
olmaya çalıştı. Başkan, çıkardığı 787<br />
milyar dolar büyüklüğündeki ekonomiyi<br />
canlandırma paketi ile hem istihdamı<br />
artırmayı hem de krizden en çok etkilenen<br />
kesimlere biraz olsun nefes<br />
aldırmayı planlıyordu.<br />
Özellikle altyapı, eğitim,<br />
sağlık ve enerji alanlarında<br />
ciddi harcamalardan ve<br />
tüketimi artırmayı hedefleyen<br />
vergi teşviklerinden oluşan<br />
paket de ekonominin krizden<br />
sonra toparlanmasına<br />
yardımcı oldu. Bütün<br />
bu uygulanan politikalar<br />
neticesinde ekonomi dört çeyrek<br />
küçülmenin ardından 2009 yılının üçüncü<br />
çeyreğinde uzun vadeli ortalamaların<br />
altında olsa bile tekrar büyümeye başladı.<br />
Fakat ekonomiyi tekrar toparlamak için<br />
verilen bu uğraşlar özellikle 2008 yılından<br />
itibaren Amerika’da mali dengeleri ciddi<br />
şekilde bozdu. Ekonomideki daralma<br />
yüzünden düşen<br />
vergi gelirlerine<br />
ve ekonomiyi<br />
canlandırmak için<br />
artan harcamalara bir<br />
de finans sektöründe<br />
oluşan zararları<br />
giderme çabası<br />
eklenince bütçe<br />
açığı rekor seviyelere<br />
yükseldi. 2009 ve<br />
2010 yıllarında bütçe<br />
açığının GSYİH’ya oranı çift haneli<br />
seviyelere ulaşırken 2011 yılı içinde<br />
toplam borcun yine GSYİH’ya oranı %<br />
100’ü geçmiş oldu. Hatta 2011’in yaz<br />
aylarında Amerika’nın borçlanma tavanı<br />
konusunda sınıra dayanmış olması ve bu<br />
HAZAR RAPORU<br />
23 25
Bütçe Açığı/GSYİH <br />
15.00 <br />
10.00 <br />
5.00 <br />
0.00 <br />
-‐5.00 <br />
konuda Cumhuriyetçiler ile Demokratlar<br />
arasında bir türlü anlaşma sağlanamamış<br />
olması Amerika’yı temerrüdün eşiğine<br />
getirmiş oldu. Son anda varılan<br />
anlaşmayla borçlanma limiti 400 milyar<br />
dolar artırılmış ve Amerika o dönem<br />
temerrüdün eşiğinden dönmüştü. Fakat<br />
120.00 <br />
100.00 <br />
80.00 <br />
60.00 <br />
40.00 <br />
20.00 <br />
0.00 <br />
Kamu Borcu/GSYİH <br />
açığın düşürülmesini<br />
savunurken,<br />
Demokratlar<br />
harcamaların azaltılarak<br />
değil özellikle yüksek<br />
gelir grubundaki<br />
kesim için vergilerin<br />
artırılarak bütçe<br />
açığının küçültülmesini<br />
istiyordu. Nihai karar<br />
oluşturulan “Süper<br />
Komite”’ye devredilmiş, fakat bu komitede<br />
de Demokratlar ile Cumhuriyetçiler<br />
arasında bir anlaşmaya varılamamıştı.<br />
Normalde 2011 yılı sonuna kadar bu<br />
komitenin önümüzdeki 10 yıl içinde<br />
yapılacak yaklaşık 1,2 trilyon dolarlık<br />
harcama kesintilerine<br />
ilişkin bir karar<br />
vermesi bekleniyordu<br />
fakat harcama<br />
kesintilerinin hangi<br />
kalemlerden yapılacağı<br />
üzerinde mutabakat<br />
sağlanamadığı için<br />
komite çalışmalarını<br />
sonlandırmıştı.<br />
varılan bu anlaşma o dönem mevcut<br />
olan yaraya pansuman yapmaktan<br />
başka bir şey değildi ve Demokratlar<br />
ile Cumhuriyetçiler arasında bütçe<br />
açığının nasıl düşürüleceği konusundaki<br />
görüş ayrılığı ortadan kalkmış değildi.<br />
Cumhuriyetçiler herhangi bir vergi artırımı<br />
olmaksızın harcamaların azaltılarak<br />
T abii bütün bu tartışmalar sürerken<br />
Amerika tarihinde ilk defa kredi notu indirimi<br />
ile karşılaştı ve S&P ABD’nin kredi notunu<br />
AAA seviyesinden AA+ seviyesine indirdi. Fakat<br />
pratikte bu not indiriminin piyasalara ciddi<br />
bir etkisi olmadığı gibi Amerikan Hazinesi<br />
26 24
eskisinden daha rahat borçlanabilir hale geldi.<br />
Obama tekrar başkan seçildi fakat özellikle<br />
ekonomi anlamında kendisini zor günlerin<br />
beklediği muhakkak. Başkan ilk sınavını yaklaşan<br />
Mali Uçurum konusunda verecek. Mali Uçurum<br />
1 Ocak 2013 tarihi itibarıyla gerçekleşecek<br />
bazı otomatik vergi artırımları ve harcama<br />
kesintilerinin oluşturacağı etkilere vurgu yapıyor.<br />
Önceki başkan Bush döneminde<br />
ekonomiyi canlandırmak amacıyla<br />
getirilen bazı vergi indirimlerinin<br />
süresi 2010 yılında dolmuştu. Fakat<br />
Obama o dönem ekonominin içinde<br />
bulunduğu durumu dikkate alarak bu<br />
vergi indirimlerinin iki yıl daha uzamasını<br />
sağlamıştı. Şimdi eğer değişiklik yapılmaz<br />
ise, Bush döneminde getirilen vergi<br />
indirimleri 1 Ocak 2013 tarihi itibarıyla<br />
sona eriyor. Böylece birçok Amerikalı<br />
için harcanabilir gelir düşmüş olacak.<br />
Özellikle tüketim harcamaları konusunda<br />
sıkıntı çeken ve toparlanma konusunda<br />
yavaş hareket eden ekonomi önemli bir<br />
yara almış olacak. Mali uçurumun diğer<br />
bir boyutu da harcama kesintileri ile<br />
ilişkili. 2 Ağustos 2011 tarihinde Kongre,<br />
yaşanan borç tavanı artırım krizini aşmak<br />
için Bütçe Kontrol Kanunu (Budget<br />
Control Act of 2011) adlı bir yasa çıkardı.<br />
Bu yasayla borç tavanının artırılması<br />
krizi geçici olarak aşıldı fakat bütçe<br />
açığının nasıl düşürüleceği yönündeki<br />
tartışmalar “Süper Komite” adı verilen<br />
bir yapıya bırakıldı. Bu yapının 2011<br />
yılının sonuna kadar önümüzdeki on yıl<br />
içinde bütçe açığının yaklaşık 1,2 trilyon<br />
dolar düşürülmesine yönelik bir çözüm<br />
paketi hazırlaması bekleniyordu. Fakat<br />
daha önce de belirttiğimiz gibi komite<br />
bu konuda bir anlaşma sağlayamadı.<br />
Yasadaki diğer bir madde, anlaşma<br />
sağlanamaması durumunda 2 Ocak 2013<br />
tarihinden itibaren savunma ve diğer bazı<br />
harcama kalemlerinde otomatik kesintiler<br />
öngörüyordu. İşte bu yüzden eğer yasada<br />
değişiklik yapılmazsa birçok harcama<br />
kaleminde ciddi kesintiler yaşanacak. Bu<br />
mali tablo karşısında gerçekten durumu<br />
bir uçuruma benzetmek çok yanlış<br />
görünmüyor.<br />
A merikan ekonomisi özellikle Avrupa<br />
ekonomisine göre daha iyi durumda fakat<br />
hala toparlanma oldukça yavaş ilerliyor.<br />
Dolayısıyla böyle bir ortamda hem vergilerin<br />
artırılması hem de harcamaların kesilmesi<br />
ekonomiyi ciddi bir durgunluğun içine sokabilir.<br />
Bütçe açığının düşürülmesi orta ve uzun<br />
vadede büyümeyi teşvik edecektir fakat<br />
bu şekilde sert bir düşüş 2013 yılında<br />
Amerikan ekonomisini tekrar resesyona<br />
sürükleyebilir. Obama şimdi ilk sınavını bu<br />
mali uçurum konusunu çözme konusunda<br />
verecek. Her iki tarafta bütçe açığının<br />
düşürülmesi konusunda hemfikir olsa<br />
bile Demokratlar ve Cumhuriyetçiler<br />
bu konuda ciddi görüş ayrılığı içinde<br />
bulunuyor. Demokratlar ekonominin<br />
daha yeni yeni toparlanmaya başladığı<br />
bir dönemde harcamaların kesilmesi<br />
taraftarı değiller. Bunun yerine bütçe<br />
HAZAR RAPORU<br />
27 25
açığının özellikle yüksek gelir grubundaki<br />
bireyler için yapılacak vergi artırımı ile<br />
çözülmesini istiyorlar. Cumhuriyetçiler<br />
ise yeni bir vergi artırımının her türlüsüne<br />
karşı çıkıyorlar ve bütçedeki açığın<br />
harcamalarda yapılacak kesintilerle<br />
düşürülmesini savunuyorlar. Obama<br />
ekonomiyi gerçekten bu uçurumun<br />
eşiğinden alabilmek için bu iki görüş<br />
arasında bir orta yol bulmaya çalışacaktır.<br />
Muhtemelen kalıcı yapısal bir çözüm<br />
bulunamasa da en azından şimdilik bu<br />
Mali Uçurum’un ekonomi üzerinde<br />
oluşturabileceği olası zararları önleyecek<br />
bir sonuç çıkacaktır.<br />
Obama’nın ekonomiyle ilgili diğer bir<br />
imtihanı; mevcut durumda yavaş ilerleyen<br />
toparlanmanın nasıl hızlandırılacağı ve<br />
istihdamın artırılması olarak görünüyor.<br />
U ygulanan politikalar zor günlerin geride<br />
kalmasını sağladı fakat ekonomi hala potansiyel<br />
büyüme hızının altında seyrediyor. İşsizlik çift<br />
haneli rakamlardan % 7,9 seviyesine kadar<br />
geriledi ama hala uzun vadeli ortalaması olan<br />
% 5 oranının çok üzerinde bulunuyor.<br />
Para politikası şu an ekonomiye<br />
verebileceği desteğin sınırına gelmiş<br />
bulunuyor. Son dört yıldır 2 trilyon<br />
doların üstünde bir parasal genişlemeye<br />
gidildi ve faizler neredeyse sıfira kadar<br />
indirildi. Fakat özellikle hanehalkı<br />
borçluluğu yüksek seviyelerde olduğu<br />
için bunun ekonomi üstündeki etkisi son<br />
derece sınırlı oldu. Obama ekonomik<br />
büyümeyi desteklemek için maliye<br />
politikasını kullanmayı daha çok istiyor.<br />
Özellikle yapılacak altyapı yatırımları ve<br />
sosyal güvenlik harcamaları ile ekonomiye<br />
yeni istihdam yaratmayı planlıyor. Bunun<br />
yanında Obama özellikle temiz enerji<br />
programları ile ekonomide yeni sektörlerin<br />
oluşmasını ve yaklaşık 5 milyon kişiye<br />
istihdam oluşturulmasını planlıyor. Güneş<br />
ve rüzgâr enerjisi gibi yenilenebilir enerji<br />
alanlarına yapılacak yatırımlar sayesinde<br />
ülkenin hem ithal enerjiye olan ihtiyacının<br />
azaltılması hem de yeni iş sahaları<br />
yaratılması Obama’nın gündemindeki bir<br />
diğer ekonomi politikası olacaktır.<br />
Obama ikinci defa seçildi ama özellikle<br />
ekonomik durum anlamında kendisini zor<br />
bir dönem bekliyor. Eğer Cumhuriyetçileri<br />
ikna edip özellikle mali anlamda istediği<br />
politikaları uygulayabilirse ve bu da<br />
ekonominin tekrar büyüyüp istihdam<br />
oluşturmasına yardımcı olabilirse<br />
Amerikan ekonomisi mali alanda derin bir<br />
nefes alabilir.<br />
A merikan ekonomisinin tekrar potansiyel<br />
büyüme hızına ulaşması ve mali dengeleri<br />
sağlaması sadece Amerika’ya değil tüm dünyaya<br />
olumlu katkı yapacaktır.<br />
28 26
BP – Rosneft Anlaşması: Beklentiler ve<br />
Olası Sonuçlar<br />
Gulmira Rzayeva<br />
Enerji Uzmanı<br />
Rus borsasına kayıtlı Rosneft’i dünyanın<br />
en büyük petrol üreticilerinden bir tanesi<br />
haline gelmesini sağlayan TNK-BP<br />
devri; Rus, İngiliz ve diğer uluslararası<br />
yorumcuların son haftalarda ciddi manada<br />
haber ve analizler yayınlamalarına sebep<br />
olmuştur.<br />
R osneft her ne kadar borsaya bağlı bir kuruluş<br />
olsa da, hisseleri % 70 üzerinde Rus hükümeti<br />
tarafindan kontrol edilmektedir.<br />
Günlük üretim gideri 4 milyon varilin biraz<br />
üzerinde olmasına rağmen ki bu Exxon ve<br />
Petrobras’tan oldukça fazladır, beklentilere<br />
göre Rosneft 23 milyar varil petrol<br />
rezervine erişecektir; bu da Exxon Mobil<br />
ya da Brazilian Petrobras’la eşit düzeydedir.<br />
TNK-BP devralımını gerçekleştirdiğinde,<br />
EBITDA’nın bu yılki tahmininin iki katı<br />
olacak şekilde, Rosneft’in net hacmi 70<br />
milyarın üzerine çıkacaktır.<br />
Rosneft BP’nin, TNK-BP’deki % 50’lik<br />
payını alırken, BP Rosneft’in % 12.84’lük<br />
hissesine ortak olmaktadır. BP, Rosneft’in<br />
% 5.6’lık hissesine 4.88 milyar dolar (hisse<br />
başına 8 dolar) ödeyerek Rosneft’teki<br />
toplam hissesini % 19.75’ çıkartmaktadır.<br />
Bu da, BP’ye Rosneft yönetimine iki kişiyi<br />
atama hakkı tanımaktadır. Bunlardan bir<br />
tanesi muhtemelen BP’nin Rusya’daki<br />
yöneticisi David Pitty; diğeri ise<br />
BP’nin TNK-BP’deki ortakları arasında<br />
tansiyonun zirve yaptığı 2008 yılında<br />
Rusya’yı terk etmek zorunda kalan ve<br />
şimdilerde Rusya’ya en önemli ekonomik<br />
yatırımlarından bir tanesini yönetmek<br />
üzere yardım etmeye gelmesi muhtemel<br />
Robert Dudley’dir.<br />
BP yönetimine Rosneft’i temsilen bir<br />
kişinin atanması adına çeşitli nedenler<br />
vardır.<br />
B P yönetimine bir Rus yöneticinin atanması,<br />
işletmenin 104 yıllık tarihinde bir ilk olacaktır.<br />
Putin’in yakın arkadaşı ve enerji çarı olan<br />
Igor Sechin’in BP yönetiminde yer alması<br />
ihtimali hiçbir zaman reddedilmemiştir.<br />
HAZAR RAPORU<br />
29 27
Angola ormanlarındaki vahşi<br />
kapitalizmden BP yönetimine çıkmak<br />
Sechin için inanılmaz bir kariyer olmalı.<br />
Anlaşmanın her iki taraf için de ekonomik<br />
olarak kârlı olduğu hususunda uzmanlar<br />
farklı görüşlere sahiptir. BP’nin TNK-BP<br />
üretiminden yıllık geliri 3 milyar dolardı.<br />
Hisselerini sattıktan sonra firmanın<br />
Rusya’daki aktivitelerinden geliri, 3 kat<br />
azalacaktır. Aynı zamanda üretim sahasının<br />
da % 25’ini kaybedecektir. Bu noktada<br />
sorulması gereken soru şudur: Petrol ve<br />
gaz üretiminin % 20’si civarında hissedarı<br />
olan İngiliz petrol devi, kârlı ve gelişen bir<br />
yatırım olan firmayı bırakıp Rusya devleti<br />
kontrolündeki Rosneft’te küçük yatırımcı<br />
olmayı neden tercih ediyor<br />
Başka bir soru da; AAR, Rosneft teklifini<br />
artırıp TNK-BP’nin % 50 hissesini satın<br />
alarak firmanın neden tek sahibi olmadı<br />
Medya kuruluşları ve politik uzmanların<br />
gözden kaçırdıkları temel bir nokta var.<br />
Mevcut anlaşma finansal olarak olmasa<br />
da politik olarak Moskova BP için son<br />
derece kârlıdır. Rusya’nın BP yönetimine<br />
direkt katılımıyla, mevcut ve gelecek gaz<br />
projeleriyle ilgili kritik kararlarda 2 yıldır<br />
tırmanan tansiyona karşı BP, Bakü ve<br />
SOCAR’a politik bir cevap vermiş olacak<br />
mıdır Bunun karşılığında Moskova’da<br />
BP’nin lider oyuncu olduğu Güney<br />
Gaz Koridoru ve Şah Deniz projelerini<br />
engellemek için ciddi bir imkan elde etmiş<br />
midir<br />
Belki de Putin ve Sechin, kabul etsinler<br />
yahut etmesinler, uzun dönemde <strong>Hazar</strong><br />
gazının Avrupa piyasası için stratejik<br />
açıdan çok önemli olduğu hususunda<br />
bilgilendirilmişlerdir ve bu doğrultuda<br />
Rusya da bu durumdan kâr etme amacı<br />
gütmektedir. Gazprom’un Güneydoğu<br />
Avrupa ve Balkan piyasaları ile gaz<br />
alım-satım anlaşması vardır. Fakat bu<br />
anlaşmaların hiçbiri 2<strong>02</strong>2’nin ötesine<br />
gitmemektedir.<br />
G azprom’a bağımlı olan hiçbir piyasa, bu<br />
bağımlılıklarını daha da artırmak niyetinde<br />
değildir ve hevesle Şah Deniz ihracatını<br />
beklemektelerdir.<br />
Gazprom’un geleneksel tekelci pozisyonu<br />
Rusya’nın Dünya Ticaret Örgütü<br />
vizyonuna ters düşüyor da olabilir.<br />
Tüketici seçeneği arttıkça (LNG, kaya gazı<br />
ve Doğu Akdeniz gazı) Rus stratejistler<br />
seçenek portfolyolarını genişletmeleri<br />
gerektiğini fark etmiş olabilirler.<br />
Bakü ve Brüksel’in en çok korktuğu<br />
şey, Rosneft veya bunun iştiraklerinden<br />
herhangi birisinin BP üzerinden Şah<br />
Deniz ve Güney Gaz Koridoru gibi üretim<br />
ve aracılık projelerine dahil olmasıdır.<br />
Sonuç açık: Rusya’nın tüm projeyi<br />
manipüle etmesi kaçınılmazdır. Wall Street<br />
Journal’da yayınlanan bir röportajında<br />
Sechin, Rosneft’in mevcut kaynakları<br />
üzerinden muhtemelen uluslararası<br />
ve tamamıyla yeni bir yatırım fonu<br />
oluşturduğunu iddia etmiştir. ‘Bir yatırım<br />
30 28
grubu, bir yatırım holdingi hiçbir zaman<br />
bölgeden uzak kalamaz ve bu durum<br />
Rosneft ya da herhangi bir büyük firma<br />
için de geçerlidir. Bu ifade farklı şekilde<br />
de yorumlanabilir. Rosneft yatırım grubu<br />
ya da kardeş gaz firması da kolaylıkla<br />
bölgedeki üretim ve aracılık projelerinde<br />
ortak yatırımlara girebilir.’<br />
Sechin, yakın zamanda yaptığı bir<br />
açıklamada Gazprom’un ihracat<br />
tekelindeki gelişmeleri desteklediğini<br />
ifade etmiştir. İlginç bir şekilde, Rosneft’in<br />
Gazprom ile ortak olarak gelecekte gaz<br />
ihraç etme ihtimalini göz ardı etmediğini<br />
vurgulamıştır. Sechin’in söylemek istediği,<br />
Gazprom ile aynı çizgide çalışan Rusya’da<br />
tek bir ihraç kanalının oluşturulmasıdır.<br />
Dahası, Sechin özellikle Gazprom gazının<br />
satılması gibi bir ihtimal üzerinden<br />
herhangi bir gaz ticareti yatırımını göz<br />
ardı etmemektedir. Şu durumda, TAP<br />
hissedarı BP’nin stratejik ortağı Rosneft’in,<br />
TAP’a veya TAP üzerinden gaz satmasına<br />
müsaade edeceği öngörülebilir. Bu senaryo<br />
Azerbaycan gazının projede ve piyasada<br />
(örn: İtalyan piyasası) rekabete girmesiyle<br />
sonuçlanacaktır.<br />
Bununla birlikte daha geniş bir jeopolitik<br />
perspektiften bakıldığında, bu durum<br />
Moskova’nın NATO tarafindan<br />
desteklenen Avrupa-Atlantik enerji<br />
güvenliği konseptini tehdit etmesini<br />
ya da kârlı bir şekilde bu konsepte<br />
katılmasını sağlayacaktır. NATO’nun<br />
Güney kanadında, Azerbaycan, İran,<br />
Kazakistan ve Türkmenistan olmak üzere<br />
<strong>Hazar</strong>’ın çevresinde ya da <strong>Hazar</strong> kanalıyla<br />
Rusya’ya komşu olan dört ülke mevcuttur.<br />
Bu ülkeler de ciddi enerji kaynaklarına<br />
sahipler ve aynı stratejik, kârlı piyasalar<br />
için Rusya ile yarışmaktalardır. Bazı<br />
senaryolarca bu ülkeler Rusya’nın ortağı<br />
gibi hareket edip Rusya’nın patronluğunda<br />
bir Avrasya Enerji Üreticileri Konsorsiyumu<br />
oluşturmak üzere Rusya’nın Avrasya<br />
topraklarında daha geniş bir enerji<br />
stratejisine sahip olmasını sağlayabilirler.<br />
Açıkça görülüyor ki; böyle bir<br />
konsorsiyum Rusya’nın yararına<br />
olacaktır. Ancak aynı kârlı durumun diğer<br />
katılımcılar için de geçerli olduğunu<br />
söylemek güçtür. Böyle uzun dönemli<br />
bir stratejinin hayata geçirilebilmesi<br />
için Rusya’nın ciddi çaba sarf etmesi ve<br />
potansiyel katılımcılara önemli teşvikler<br />
sağlaması gerekmektedir. Bu ülkelerden<br />
bazıları fiili manada Sovyetler Birliği’ne<br />
dönüşü istememektedir. Zira yirmi<br />
yıldan beri bu ülkeler son derece başarılı<br />
ve özgür bir milli enerji politikası inşa<br />
etmişlerdir. Rusya BP yönetimindeki<br />
koltuğunu uzun dönem stratejik hedefleri<br />
için nasıl kullanacak Rusya’nın gelecek<br />
on yıl içerisinde Putin sonrası döneme<br />
hazırlandığı gibi, belki de bu hedeflerin<br />
değişebileceği ihtimali üzerinde<br />
durmalıyız.<br />
Jeopolitik spekülasyonlar bir tarafa,<br />
Güney Gaz Koridoru ve Şah Deniz<br />
projeleri için bazı olumlu neticelerden<br />
bahsetmek mümkündür. Genel anlamda,<br />
HAZAR RAPORU<br />
31 29
AAR oligarklarındansa Rosneft ve tabii<br />
Rusya’nın BP için operasyonel ve stratejik<br />
anlamda çok daha iyi bir ortak olduğundan<br />
bahsedilebilir. Macondo’daki kötü netice<br />
ve diğer sorunların ardından, BP yönetimi<br />
daha temkinli hareket etmektedir.<br />
AAR’dan kaynaklanan sorunlar olmaksızın<br />
BP yönetimi, ortakları adına çok daha iyi<br />
kararlar alacaktır. Bu çerçevede, öncelik ve<br />
bakış açısına göre Azerbaycan ve Güney<br />
Gaz Koridoru’nun bu anlaşmadan (dolaylı<br />
olarak) kârlı çıkması söz konusudur.<br />
R usya için, elitler tarafindan seslendirilen<br />
ulusalcı retoriğe rağmen uzun bir sürenin,<br />
ardından Dünya Ticaret Örgütü’ne dahil<br />
olunması ciddi bir kilometre taşı hükmündedir.<br />
Azerbaycan’ın stratejik bakış açısından,<br />
şüphesiz Güney Gaz Koridoru ve Şah<br />
Deniz projeleri çok önemli milli çıkarlar<br />
içermektedir. Rusya belki zamanla enerji<br />
stratejisini daha çok Dünya Ticaret<br />
Örgütü ve piyasa odaklı hale getirebilir<br />
ya da getirmeyebilir. Şüphesiz bölgedeki<br />
enerji jeopolitiği ve özellikle de Güney<br />
Gaz Koridoru açısından yeni bir döneme<br />
girmekteyiz. Proje için teknik olmayan<br />
riskler hala mevcut olmakla birlikte bu<br />
risklerin önümüzdeki aylarda azalması<br />
ihtimali az da olsa vardır. Doğrusu bizler<br />
(Çin atasözünde denildiği gibi) ciddi<br />
manada ilginç zamanlar yaşamaktayız.<br />
Sakhalin ve şimdi Rosneft, büyük oranda<br />
yabancı ortaklıkla, Rusya’nın üretim<br />
alanında önde gelen ortak girişimleridir.<br />
Almış olduğu askeri ve hiç kuşkusuz<br />
Marksist eğitime rağmen Sechin sanki son<br />
yirmi yıldır Adam Smith okuyor gibidir.<br />
Şimdilerde Sechin kendisini iki taraflı<br />
dünyada Rus petrolü için uzun dönemli<br />
ve sürdürülebilir bir gelecek hazırlamak<br />
adına sorumlu hissetmektedir. Belki BP ve<br />
Azerbaycan Sovyetlerden kalma gaz boru<br />
hattı çekişmesinden herkesi uzaklaştırarak,<br />
eski Sovyetler Birliği’nin dışında yeni<br />
Rosneft ile ortak girişim kurmak suretiyle,<br />
çeşitli firsatları değerlendirmeyi dikkate<br />
alıyordur.<br />
32 30
Avrupa Birliği’nin Geleceği: Mitler<br />
Ve Gerçekler<br />
Prof. Dr. Ercüment TEZCAN<br />
Galatasaray Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi<br />
Avrupa Birliği’nin Geleceğiyle İlgili Beklenti ve Senaryoları Yorumlarken<br />
Dikkat Edilecek Hususlar<br />
Avrupa Birliği’nin geleceğiyle ilgili<br />
beklenti ve senaryoları gündeme getirirken<br />
öncelikle 3 hususun altını çizmek gerekir.<br />
İlk olarak Avrupa Birliği’nin iç dinamikleri<br />
konusu gelmektedir. Daha açık bir<br />
ifadeyle, Avrupa Birliği’nin kendisi nasıl bir<br />
gelecek istiyor, nasıl bir gelecek beklentisi<br />
içindedir Ya da AB kendi geleceğini<br />
nasıl şekillendirmek istiyor Bu sorunun<br />
yanıtını kuşkusuz AB’nin bizzat kendisi<br />
verecektir, vermelidir.<br />
Ancak bu noktada Avrupa Birliği’nin<br />
tek aktörden oluşmadığını; 27 ülkeye<br />
mensup 500 milyon kişinin yanı sıra,<br />
bizzat üye devletlerin, çeşitli baskı/çıkar<br />
gruplarının, lobilerin, siyasi hareketlerin/<br />
partilerin/eğilimlerin, AB kurumlarının<br />
varlığını hesaba katmak gerekir. Bu nokta<br />
önemli, zira büyük umutlarla hazırlanan<br />
AB Anayasası bu bileşenler arasında tam<br />
anlamıyla uzlaşılamadığı için yürürlüğe<br />
girememiştir. Dolayısıyla “AB’nin geleceği<br />
nasıl olacaktır” sorusunu “AB nasıl bir<br />
gelecek istiyor” ya da “AB kendisine nasıl<br />
bir gelecek çiziyor” sorularıyla yanıtlamak<br />
en mantıklısıdır.<br />
AB’nin geleceği konusunda altı çizilmesi<br />
gereken ikinci husus konjonktür ya da dış<br />
faktörlerdir. Bu husus eskiden olduğu gibi<br />
son dönemlerde de oldukça belirleyici bir<br />
hale gelmiştir. Daha açık bir ifadeyle, AB<br />
kendi geleceğini kendisi belirleyecek olsa<br />
da bunu dış faktörlerden bağımsız olarak<br />
yapamayacaktır. Bu noktadaki en tipik<br />
örneklerden biri Sovyet Bloğu’nun 1989’da<br />
çökmesidir. Bunun sonucu olarak Orta<br />
ve Doğu Avrupa ülkeleri rotalarını AB’ye<br />
çevirmişler, ilk başlarda zihni oldukça<br />
bulanık olan AB, bu ülkeleri 2004 yılında<br />
üye olarak içine almak zorunda kalmıştır.<br />
Bu örnek kadar iç açıcı olmayan ikinci<br />
örnek ise 2010’dan bu yana AB’nin<br />
HAZAR RAPORU<br />
31 33
içinde olduğu ve hala devam etmekte<br />
olan ekonomik-mali krizdir. Her ne<br />
kadar bu kriz AB’ye üye ülkelerde patlak<br />
vermişse de bunu bir iç sorundan daha<br />
ziyade olumsuz konjonktür olarak<br />
görmek gerekir. Dolayısıyla AB son iki<br />
yıldaki mesaisinin büyük bölümünü, bu<br />
anlamsız ancak oldukça tehlikeli olan<br />
mali krizle mücadeleye harcamıştır. Tabii<br />
bu arada söz konusu krizin ve AB’deki<br />
ekonomik-parasal birlik alanındaki<br />
yapıyı/kazanımları ciddi şekilde tehdit<br />
ettiğini, yer yer umutların tükendiği anlar<br />
yaşandığını, AB için konunun bir ölümkalım<br />
sorununa dönüştüğünü belirtmek<br />
gerekir. Bu durumda şayet bu yazı bu<br />
kriz öncesi yazılmış olsaydı, ya da bu kriz<br />
çıkmamış olsaydı tamamen farklı şeyler<br />
tartışılıyor olacaktı.<br />
Son husus ise AB’deki konuların<br />
hassasiyeti konusudur. Örneğin Avrupa<br />
Parlamentosundaki üyelerin doğrudan<br />
halk tarafından seçilmesi çok çabuk<br />
gerçekleşmemiştir. Bu konu başlangıçta<br />
çok hassas bulunmuş, ancak zamanla<br />
bu çerçevedeki sorunlar aşılabilmiştir.<br />
Ancak gene de yaklaşık 30 yıl beklemek<br />
gerekmiştir (1951 AKÇT antlaşması/<br />
Haziran 1979 seçimleri). Aynı biçimde<br />
2004 genişlemesi her ne kadar başlangıçta<br />
çok net olmayan bir görünüşe sahip olsa<br />
da, olayın önemi kavranmış, Orta ve Doğu<br />
Avrupa ülkeleri, özellikle de Romanya<br />
ve Bulgaristan çok hızlı bir şekilde AB’ye<br />
alınmışlardır. Ancak bunun tam tersine<br />
Türkiye konusunda AB’de kafalar karışık<br />
olduğu için Türkiye günün birinde üye<br />
olabilme umuduyla AB’nin kapısında<br />
hala bekletilmektedir. Sonuç olarak<br />
AB belirli bir ritme tabi olarak kendi<br />
gelişimini sürdürmektedir/yaşamaktadır.<br />
Bu süreçte mutabık kalınan ve pürüz<br />
çıkmayan konularda AB’de çok çabuk<br />
ilerleme sağlanmaktadır. Bunun tersine<br />
olan durumlarda ilerleme oldukça yavaş ve<br />
sorunlu olmaktadır.<br />
Dolayısıyla AB’nin geleceğiyle ilgili<br />
senaryolar ortaya konulurken yukarıdaki<br />
faktörleri dikkate alarak yapılacak<br />
değerlendirmeler daha isabetli olacaktır.<br />
Bunun sonucu olarak bu faktörlerin<br />
olumlu ya da olumsuz olmasına, pürüz<br />
olup olmamasına bağlı olarak birtakım<br />
tahminlerde bulunmak mümkündür.<br />
Avrupa Birliği’nin Kurumsal Yapısının<br />
Geleceğiyle İlgili Muhtemel Senaryolar<br />
Yukarıdaki faktörlerin daha olumlu olması<br />
durumunda birtakım konularda bazı<br />
öngörülerde bulunulabilir:<br />
Öncelikle AB’nin kendi içinde<br />
kurumsal anlamda birtakım gelişmelerin<br />
yaşanması muhtemeldir. Bunların arasında<br />
A B’de siyasi birliğin tesisi için öncelikli olanlar<br />
nelerdir” diye sorulacak olursa. öncelikle Avrupa<br />
Konseyi Başkanı’nın daha güçlü bir konuma<br />
gelmesi ve hatta doğrudan seçimlerle işbaşına<br />
gelmesi gelmektedir.<br />
34 32
Bu kuşkusuz çok yakın vadede<br />
gerçekleşecek bir durum değildir.<br />
Ayrıca henüz ne üye devletlerin ne de<br />
kamuoyunun böyle bir gelişmeye hazır<br />
olmadıklarını vurgulayalım. Ancak<br />
gerçekleşmesi durumunda hem AB’yi ABD<br />
federalizmine yaklaştıracak, hem de AB’de<br />
siyasi birliğin önündeki engellerin pek<br />
çoğunu bertaraf edecektir.<br />
Aynı bağlamda AB Komisyonu Başkanı’nın<br />
seçimle işbaşına gelmesi de muhtemel<br />
senaryolardan biridir. Bu noktada Almanya<br />
Şansölyesi Merkel daha önce böyle bir<br />
fikre sıcak baktığını açıkça belirtmiştir.<br />
Dolayısıyla Komisyon Başkanı’nın<br />
seçimle işbaşına gelmesi de her ne kadar<br />
şu aşamada -yakın vadede- gündemde<br />
olmasa da ilerleyen dönemde gündeme<br />
gelebilir. Bu durum son dönemlerde güç<br />
kaybeden ve adeta Konsey ile Parlamento<br />
arasına sıkışıp kalan Komisyon açısından<br />
son derece önemlidir. Zira bu sayede<br />
Komisyon, belki de Delors döneminde<br />
(1985-1995) yaşadığı altın çağı bir kez<br />
daha yaşayabilecek, belki de ilelebet daha<br />
ön planda olan bir kurum olarak kalacaktır.<br />
2010’da Yunanistan’da patlak veren mali<br />
kriz bu açıdan değerlendirildiğinde<br />
Komisyon açısından son derece olumlu<br />
gelişmeler barındırmaktadır.<br />
Bunlara ilaveten Avrupa Konseyi<br />
başkanlığı göreviyle Komisyon başkanlığı<br />
görevinin uzun vadede aynı elde/kişide<br />
birleşmesi gündeme gelebilir. Ancak<br />
tam tersi, yani şu anki durumun devamı<br />
şeklinde de bu mümkündür. Diğer<br />
taraftan Avrupa Parlamentosu’nun gittikçe<br />
artan tempoda güçlenmesi, AB’nin, üye<br />
devletlerdeki siyasal sistemlere paralel<br />
olarak Parlamenter Demokrasi yönünde<br />
ilerleyeceğini göstermektedir. Bu noktada<br />
tıpkı ABD’de Kongre ile dengelenen bir<br />
başkanlık sistemi söz konusu olduğu gibi,<br />
AB’de de Parlamento’nun etkin olduğu bir<br />
yarı başkanlık sistemi gündeme gelebilir.<br />
Bunlara ek olarak Avrupa Birliği’nde<br />
karar alma mekanizmalarında birtakım<br />
değişikliklerin gündeme gelmesi olasıdır.<br />
Örneğin oy birliğinin en aza indirilmesi,<br />
nitelikli çoğunluk çerçevesindeki<br />
kuralların gevşetilmesi gündeme gelebilir.<br />
Bu durum doğal olarak üye devletleri<br />
biraz rahatsız edebilir. Dolayısıyla çok<br />
yakın vadede gerçekleşmeyebilir. Bu<br />
noktada unutulmaması gereken husus;<br />
üye devletlerin önemli konularda henüz<br />
kontrolü elden bırakmaya hiç mi hiç niyetli<br />
olmadıkları hususudur. Şayet bir konu üye<br />
devletler açısından önemliyse o konuda<br />
kısa vadede baş döndürücü gelişmeler<br />
beklenmemelidir.<br />
Son olarak Avrupa Birliği’nde doğrudan<br />
demokrasinin gelişimi konusunda birtakım<br />
ilerlemeler beklenebilir. Örneğin; Lizbon<br />
Antlaşması ile getirilen yurttaş girişiminin<br />
kurallarının daha da esnetilmesi ve bu<br />
girişimin yaygınlaştırılması gündeme<br />
gelebilir. Dolayısıyla AB’de uzun vadede<br />
İsviçre’dekiyle aynı olmasa da benzer<br />
türden sık sık yurttaş girişimlerini görmek<br />
muhtemeldir.<br />
HAZAR RAPORU<br />
33 35
D ış ilişkiler konusunda Avrupa’nın<br />
2030’lu yıllara kadar Balkan genişlemesini<br />
de tamamlayarak üye sayısı açısından daha<br />
istikrarlı bir hale gelmesi beklenebilir.<br />
Bunun dışında AB’nin yakın çevresiyle<br />
ilişkilerinde birtakım sorunlar gündeme<br />
gelebilir. Bu sorunlar enerji, güvenlik ve<br />
göç gibi kronik konulara ilişkin olabileceği<br />
gibi deniz kirliliği, çevre felaketi, iklim<br />
değişikliği gibi daha farklı alanlarda da<br />
yaşanabilir. Bunun yanı sıra ABD, Japonya<br />
ve Çin gibi ülkelerle global çaptaki<br />
sorunlara ilişkin yaklaşım farklarının<br />
giderilmesi AB’yi daha inandırıcı ve etkin<br />
hale getirecektir. Ancak bu tabii ki hiç<br />
kolay olmayacaktır.<br />
Şayet AB, içinde bulunduğu bu krizi firsata<br />
dönüştürebilirse, bu kez yeni dönemde<br />
ekonomik açıdan daha güçlü ve dinamik<br />
bir AB görmek pekâlâ mümkündür.<br />
Sonuç olarak AB’yle ilgili gelecek<br />
senaryolarına bakıldığında iç sorunlar<br />
ve kurumsal konularla ilgili olarak<br />
birtakım olumlu gelişmeler yaşanabilir.<br />
Ancak ekonomik konularda, dış politika<br />
konularında yakın vadede çok olumlu bir<br />
tablo ortaya çıkmamaktadır.<br />
Son olarak ekonomi<br />
cephesine bakıldığında şu anki olumsuz<br />
konjonktürün de etkisiyle pek olumlu bir<br />
senaryo beklenmemektedir. Bunlara bir<br />
de Çin gibi, Uzakdoğu ülkeleri, Afrika<br />
ülkeleri gibi gelişmekte olan ülkelerin<br />
(pays emergents) yükselişi hesaba<br />
katılacak olursa AB’nin küresel rekabetteki<br />
yeri ciddi anlamda sorgulanmaktadır.<br />
E<br />
konomik krizle ilgili olarak bugüne kadar<br />
yapılan yorumlar, çizilen senaryolar daha ziyade<br />
felaket senaryosu şeklindedir ve oldukça menfidir.<br />
Ancak AB’nin doğasında var olan krizlerden<br />
güçlenerek çıkma potansiyeli bu noktada<br />
unutulmamalıdır.<br />
36 34
Gürcistan Parlamento Seçimleri Sonucu:<br />
Dış Politika ve Yeni Yaklaşım Arayışları<br />
Doç. Dr. Kornely Kakachia<br />
Tiflis Devlet Üniversitesi –<br />
Tiflis merkezli Gürcistan Politika Enstitüsü düşünce kuruluşu direktörü<br />
Giriş<br />
Yaklaşık 20 yıldır Sovyetler Birliği sonrası<br />
dönemde birçok ülkeden daha fazla işlevsel<br />
bir demokratik sistem ve kararlı politik<br />
kuruluşlar oluşturma hususunda sorun<br />
yaşamaktadır. Sonuç olarak; Gürcistan’ın<br />
demokratik ülkeler ailesinin tam yetkili<br />
bir üyesi olma arzusu, tüm politikacıların<br />
hedeflediği şekilde sürdürülebilir ve<br />
hukuki manada düzene oturmuş bir<br />
yönetim sistemi; başlıca bir gaye halini<br />
almıştır. 1 Aslında Gül Devrimi’ni takip<br />
eden süreçte Gürcistan, zayıf ve bozulmuş<br />
yönetim probleminin üzerine giderek<br />
Sovyet Sonrası karşıtlarına üstün gelmiştir.<br />
Düşük seviyede resmi yozlaşmaları bertaraf<br />
ederek ve temel devlet kuruluşlarını<br />
yeniden inşa ederek -ya da inşa ederekciddi<br />
bir başarı elde etmiştir. Görünüşte<br />
Gürcistan demokratik kazanımlarını<br />
dengelemiştir.<br />
1 SalomeTsereteli-Stephens, CaucasusBarometer: Gürcistan’da<br />
Hukukun Egemenliği–Halkın Görüş ve Yaklaşımı 27.6. 2011,<br />
http://crrccenters.org/activities/reports/.<br />
Gürcistan’ı takip eden çoğu kişinin<br />
belirttiği üzere, “birçok açıdan devrim<br />
sonrası Gürcistan’da bugünkü demokrasi<br />
koşulları, demokratikleşmekte olan pek<br />
çok ülkeden daha iyidir.” 2 Hükümeti<br />
dengelemek adına yeteri derecede güçlü<br />
bir sosyal yahut politik hareketin olmayışı<br />
henüz dengeye varmamış demokrasisi<br />
için en büyük engeldir. Son yıllarda<br />
yasama alanında ciddi değişim yaşansa<br />
da demokratik seçim süreci hala ciddi bir<br />
sorun teşkil etmektedir. 3 Ancak Gürcistan<br />
politik yaşamındaki mevcut gelişmeler, bu<br />
durumun değişebileceğini göstermektedir.<br />
Gürcistan Demokrasisi İçin Turnusol<br />
Kağıdı Hükmündeki Parlamento<br />
Seçimleri<br />
Son parlamento seçimleri (1 Ekim <strong>2012</strong>)<br />
demokratik dönüşümün düzene girdiğini<br />
göstermesi ve barışçıl yollardan güç<br />
2 Lincoln A. Mitchell. Gül Devrimi sonrasında Gürcistan Demokrasisi.<br />
Orbis. 2006. P.671<br />
3 Kornely Kakachia. Gürcistan Parlamento Seçimleri:<br />
BARIŞÇIL GÜÇ AKTARIMI BAŞLANGICI MI PONARS<br />
Eurasia Policymemo. No. 230. Eylül <strong>2012</strong>.<br />
HAZAR RAPORU<br />
35 37
değişiminin yaşanması adına bir kılavuz<br />
olarak ülke tarihinde önemli bir yere<br />
sahiptir. Gürcistan’ın şimdiye kadarki en<br />
çekişmeli seçiminde iki blok halinde on<br />
dört parti yarışmıştır. Beklendiği üzere asıl<br />
çekişme, Birleşik Milli Hareket (BMH)<br />
ve ana muhalefet partisi Gürcistan Rüyası<br />
(GR) koalisyonu arasında yaşanmıştır.<br />
Hapishanelerdeki istismar skandalından 4<br />
önce genel kanı, muhalefetin kazanma<br />
şansının az olduğu yönündeydi. Seçim<br />
öncesi yönetiminin devlet kaynaklarını<br />
kullanması ve Bidzina İvanişvili isimli<br />
milyarderin başını çektiği muhalefetteki<br />
ideolojik ayrım bu kanıya sebep olmuştur.<br />
Beklenti, Gürcistan Rüyası’nın bir başka<br />
devrime gerek kalmayacak şekilde yeterli<br />
oyu alabileceği fakat hükümeti kuracak<br />
derecede fazla oy alamayacağı yönündeydi.<br />
Ancak parlamentoda dört yıllığına yüz elli<br />
yeni üye için oy kullanan Gürcistanlılar<br />
ezici bir üstünlükle muhalefeti<br />
desteklemiştir. Son oylar sayıldığında<br />
Birleşik Milli Hareket % 40.3’lük bir oyla<br />
Gürcistan Rüyası’nın % 54.9’luk zaferinin<br />
gerisinde kalmıştır. 5 Maalesef iki büyük<br />
parti arasındaki çekişme daha küçük<br />
politik gruplar için yer bırakmamış ve<br />
Kaynak: Civil Georgia, <strong>2012</strong> Parlamento Seçimleri<br />
4 SimonShuster. Devlet başkanını mağlup eden hapishaneden:<br />
Gürcistan’ın Saakaşvili’si seçimi nasıl kaybetti<br />
2 Ekim <strong>2012</strong> http://world.time.com/<strong>2012</strong>/10/<strong>02</strong>/inside-theprison-that-beat-a-president-how-georgias-saakashvili-lost-hiselection/<br />
adresinden ulaşılabilir.<br />
5 Civil Georgia. Mevcut CEC bilgisine göre parlamento<br />
koltukları: http://www.civil.ge/eng/category.phpid=32 adresinden<br />
ulaşılabilir.<br />
38 36
Hristiyan Demokratlar, Yeni Sağcılar ve<br />
İşçi Partisi gibi partilerin parlamentoda<br />
üçüncü parti olmak adına mütevazı<br />
hedefleri % 5’lik baraja takılmıştır. 6<br />
Seçim sonuçları henüz netleşmemişken<br />
Devlet Başkanı Mikhail Saakaşvili Sovyet<br />
Sonrası dönemde alışık olunmadığı üzere,<br />
bir politik siyasi manevra sergileyerek<br />
partisinin yenildiğini ve yeni hükümetin<br />
parlamentodaki yeni çoğunluk tarafindan<br />
kurulacağını ilan etmiştir. Seçim<br />
yenilgisinin akabinde Saakaşvili, Gürcistan<br />
Rüyası’nın fikirleri ve hedeflerinin kendi<br />
partisi açısından tamamıyla kabul edilemez<br />
olmasına rağmen Gürcistan halkının<br />
yapmış olduğu tercihe saygı duyduğunu<br />
ifade etmiştir. Gül Devrimi’nin getirdiği<br />
tüm ilerlemelerin korunması gerektiğine<br />
inandığını vurgulayarak, Gürcistan’ın<br />
gelişmesini hiçbir şeyin durduramayacağını<br />
belirtmiştir. Saakaşvili’nin yenilgiyi<br />
kabul etmesiyle, uluslararası gözlemciler<br />
Gürcistan seçimlerinin kampanya boyunca<br />
adil bir yarış ve halkın aktif katılımıyla<br />
neticelendiği inancını benimsemiştir.<br />
Gürcistan’ı takip eden birçok kişi, sivil<br />
toplumun ve buna bağlı örgütlenmelerin<br />
seçim öncesi sürecin adilliği üzerindeki<br />
olumsuz düşünceleri bertaraf ederek daha<br />
güvenilir bir süreç adına gözlemcilere<br />
yol göstermiş ve bu noktada anahtar rol<br />
üstlenmiştir. Ancak seçim sürecine ilişkin<br />
6 Gürcistan seçim sistemi, 150 milletvekilinin 73’ü oy<br />
çoğunluğuna göre, 77’si ise nispi temsil sistemine göre belirlenen<br />
karma bir yapıya sahiptir. 77 koltuk, siyasi partilerin<br />
oluşturdukları listeler arasından orantısal olarak ve % 5 barajını<br />
geçen seçim blokları arasından belirlenmektedir.<br />
bu olumlu açıklamaların yanında, OSCE<br />
(Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) /<br />
ODIHR (Demokratik Kurumlar ve İnsan<br />
Hakları Bürosu) “kampanya ortamının<br />
kutuplaşmış, gergin olduğunun ve zaman<br />
zaman şiddet unsurları içerdiğinin” altını<br />
çizmiştir. 7 Yine gözlemcilerin ifade ettiğine<br />
göre, kampanya süreci elle tutulur politik<br />
platformlar ve programlardan ziyade,<br />
memuriyet avantajları ve finansal kaynaklar<br />
üzerinde yoğunlaşmıştır. Her şeye<br />
rağmen, birçok gözlemcinin vurguladığı<br />
üzere Gürcistan, getirisi önceden<br />
belirlenemeyecek olsa da demokratik<br />
turnusol kağıdı diye de adlandırılan<br />
seçimleri başarılı bir şekilde geçmeyi<br />
bilmiştir.<br />
Birleşik Milli Hareket’in yenilgisi üzerine<br />
çeşitli analizler yapılmıştır. 8 Buna göre,<br />
Niklas Nillson ve Svante Cornell iki<br />
temel sebep öngörmüşlerdir: 1) Seçim<br />
öncesi iktidardaki parti, 9 yıl iktidarda<br />
kalmıştır ve Gürcistan toplumunun büyük<br />
çoğunluğunda belirgin bir yorgunluk<br />
meydana gelmiş, bunun neticesinde de<br />
güvenilir bir alternatif arzusu doğmuştur.<br />
Devlet Başkanı Saakaşvili’nin müzakereye<br />
7 OSCE Basın Bildirisi. Seçim gözlemcilerinin ifade<br />
ettiğine göre Gürcistan, demokratik seçimlerin yönetiminin<br />
sağlamlaştırılması adına önemli adımlar attı, ancak üstesinden<br />
gelinmesi gereken kilit konular halen mevcut. http://www.osce.<br />
org/odihr/elections/94597 adresinden ulaşılabilir.<br />
8 Bkz. Nicu Popescu. Saakaşvili neden kaybetti AB gözlemcisi.<br />
http://blogs.euobserver.com/popescu/<strong>2012</strong>/10/<strong>02</strong>/<br />
why-saakashvili-lost/ adresinden ve Georgia Online’dan<br />
ulaşılabilir.<br />
Gela Vasadze: Gürcistanlılar reformlardan ve vergi ödemekten<br />
yoruldu, 22 Ekim <strong>2012</strong> http://georgiaonline.ge/interviews/1350951592.php<br />
adresinden ulaşılabilir.<br />
HAZAR RAPORU<br />
39 37
dayalı olmayan yönetim stili, bu algıyı<br />
desteklemiş olabilir. 2) Birleşik Milli<br />
Hareket zamanında ülke ekonomisinde<br />
önemli gelişmeler yaşanmış ve yine ülke<br />
idaresinde ciddi ilerlemeler sağlanmış<br />
olsa da, bu gelişmenin toplumun büyük<br />
çoğunluğu -işsizlik ve yoksulluk Gürcistan<br />
seçmenleri için en büyük sorun olmaya<br />
devam etmiştir- için iş olanakları ve yaşam<br />
standardının yükselmesine bir katkısı<br />
olmamıştır.” 9 Ancak bunlar, Birleşik<br />
Milli Hareket’in yenilgisinin yegane<br />
sebepleri değildir. Zayıf insan hakları<br />
seviyesi ve adalet arayışı son derece etkin<br />
faktörlerdir. Saakaşvili’nin reformları<br />
yüzünden 250.000’den fazla sayıda kişi<br />
işini kaybetmiştir. Bunlar arasında eski,<br />
İngilizce bilmeyen üniversite hocaları,<br />
binlerce polis memuru ve politikacı<br />
yer almaktadır. Dahası, Gürcistan<br />
mahkemelerinin suçlu bulma oranını<br />
% 98’e çıkaran suça ilişkin sıfir tolerans<br />
politikası neticesinde şu an Gürcistan’da<br />
yaklaşık 25.000 mahkûm bulunmaktadır.<br />
Bu rakam Avrupa ülkelerinin her birinden<br />
daha fazla Saakaşvili’nin 2004’te iktidara<br />
geldiğindeki rakamın dört kat fazlasıdır. 10<br />
Seçimler, Saakaşvili’nin ekibi için kayda<br />
değer bir yenilgiyken, başarılı bir şekilde<br />
tamamlanmış bir sürece sahip bu seçimler<br />
9 Niklas Nilssonand Svante E. Cornell. Gürcistan seçimleri<br />
sonrası beklentiler ve güçlükler. CACI Analyst. 4 Ekim<br />
<strong>2012</strong>. http://cacianalyst.org/q=node%2F5849 adresinden<br />
ulaşılabilir.<br />
10 Bkz. Hapishane nüfusunun, her 100.000 kişilik<br />
ulusal nüfusa oranı sıralamasında Gürcistan 6.’dır. http://<br />
www.prisonstudies.org/info/worldbrief/wpb_stats.<br />
phparea=all&category=wb_poprate adresinden ulaşılabilir.<br />
Gürcistan demokrasisinin gelişim yolunda<br />
önemli bir kilometre taşıdır. Gelecek<br />
aylar, 2013 Ekim’ine kadar mevcut<br />
anayasa uyarınca yönetimde kalmaya<br />
devam edecek Devlet Başkanı Saakaşvili<br />
ve Rusya’ya yaklaşacağı düşünülen yeni<br />
seçilmiş Başbakan İvanişvili arasında nasıl<br />
bir işbirliği sağlanacağını gösterecektir. Her<br />
ikisi arasındaki iş ilişkisinin tansiyonunun<br />
yükselmesi, politik belirsizliği artıracaktır.<br />
Gelecek 12 ayda yaşanacak diğer bir<br />
sıkıntı ise; Gürcistan’ın politik sisteminde<br />
başkanlıktan parlamenter sisteme<br />
geçişindeki devlet başkanlığının birçok<br />
yetkisinin kısılması ve bu yetkilerin<br />
başbakana verilmesi olacaktır. 11 Bu haliyle<br />
parlamento, geçmiştekine nazaran çok<br />
daha önemli bir rol üstlenmektedir. Şu<br />
durumda, her iki tarafin da ortak çalışmak<br />
adına gönülsüz hareket etmesi Gürcistan’ın<br />
politik yaşamının dengeye ulaşması şansını<br />
kısıtlamaktadır. Son seçimlerin neticesi,<br />
Gürcistan’ın gelecekteki gelişimini önemli<br />
oranda etkileyebilir. Gürcü politik elitler,<br />
kazan ya da kaybet siyasi yaklaşımlarından<br />
uzaklaşıp fikir birliği sağlayarak yönetmeyi<br />
öğrenebilirler. Bu koalisyon tarzı hassas<br />
yönetim, henüz başlangıç seviyesindedir.<br />
Son siyasi değişimin Gürcistan’ı batı tarzı<br />
liberal bir demokrasiye mi yoksa şiddetli<br />
bir politik kargaşaya mı sürükleyeceği<br />
henüz bilinmemektedir.<br />
11 Daha fazla bilgi için: George Welton. Başbakanın yetkisi.<br />
Yeni Hükümeti Kim Seçecek Ne zaman Nasıl http://www.<br />
geowel.org/index.phparticle_id=80&clang=0 adresinden<br />
ulaşılabilir.<br />
4038
Gürcistan Dış Politikası: Seçim Sonrası<br />
Muhtemel Değişiklikler<br />
Birçok soru ile birlikte Bidzina<br />
İvanişvili’nin Gürcistan Rüyası koalisyonu<br />
tarafindan yürütülen ülkenin jeopolitik<br />
yönetimi, spekülasyonların ve tahriklerin<br />
hedefi durumundadır. Diğer örneklerde<br />
de görüldüğü üzere, göreve gelen yeni<br />
hükümetler köklü değişiklikler yapmanın<br />
yanında yeni politikalar izlemektedir.<br />
Ancak ülkenin jeopolitik yönelimi veya<br />
ülke gelişiminin ana unsurları gibi temel<br />
dinamiklerini nadiren değiştirmektedir.<br />
Bu durum, Gürcistan’ın yeni hükümeti<br />
için de geçerli gibi gözükmektedir. Mevcut<br />
liderler kendi aralarında birçok konuda<br />
uyuşmazlığa sahip olabilirler. Ancak<br />
ülkenin milli çıkarlarını korumak adına<br />
herkesin ortak bir gayesi bulunmaktadır.<br />
Saakaşvili gibi İvanişvili de seçim öncesi ve<br />
sonrasında defalarca bağımsızlıklarını ilan<br />
eden Güney Osetya ve Abhazya’yı ülkeye<br />
yeniden dahil edip, Gürcistan’ı Avrupa<br />
Birliği’ne üyelik ve NATO doğrultusunda<br />
tutacağını defalarca ifade etmiştir.<br />
Kimi batılı gözlemciler, Gürcistan’ın<br />
ulusal çıkarlarından fedakarlık etmeden<br />
yeni hükümetin bu söylemlerini yerine<br />
getirebileceği hususunda yeterince<br />
tatmin olmuş değillerdir. 12 İvanişvili’nin<br />
kararsız koalisyon ortakları ve sözde<br />
Kremlin otoritesi bağlantıları tarafindan<br />
12 Bkz. Simon Saradzhyan. Gürcistan Dış Politikasının<br />
Yeniden Dengelenmesi. The National Interest. 8 Kasım <strong>2012</strong><br />
http://www.nationalinterest.org/commentary/rebalancinggeorgian-foreign-policy-7705<br />
adresinden ulaşılabilir.<br />
Gürcistan Rüyası zaferinin, Ukrayna gibi<br />
Rus yörüngesinde bir konum için ilk<br />
adım olduğu dillendirilmektedir. 13 Fakat<br />
İvanişvili’nin Gürcistan Rüyası; Avrupa<br />
ve Rusya ile bu şekilde bir iyi ilişkiyi<br />
kabul etmemektedir. Ayrıca eleştirilere<br />
rağmen yeni hükümet Moskova ile<br />
diplomatik ilişkileri normalleştirirken<br />
Rusya ayrılıkçı bölgelerin başkentlerindeki<br />
“büyükelçiliklerini” muhafaza ettiği<br />
müddetçe Moskova ile resmi diplomatik<br />
ilişkilerden geri durabileceklerini<br />
düşünmektedir. 14 Aynı zamanda yeni<br />
hükümet Rusya ile 2008 Ağustos<br />
Savaşı’ndan sonra başlatılan Cenevre<br />
müzakerelerine “kesinlikle” sadık<br />
kalacağını deklare etmiştir. Bu müzakereler<br />
Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler,<br />
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı<br />
aracılığıyla; Gürcistan, Rusya, Amerika’dan<br />
müzakereciler ve ayrılıkçı bölgeler<br />
Abhazya ve Osetya’nın temsilcileri<br />
eşliğinde yürütülmektedir.<br />
Bu süreçte yeni gelişen ve zaman zaman<br />
çelişkili hale gelen dış politika tutumu,<br />
belirsizlik ortamını artırmakta ve kimi<br />
bölgesel analistler İvanişvili’nin dış<br />
politika ekibinin Rusya ile ikili ilişkilerde<br />
retorik haline gelmiş gerginliğin<br />
13 Michael Cecire. Gürcistan’ın İvanişvili’si için Rus<br />
politikasını çıkarlar belirleyecektir. World Politics Review.<br />
8 Ekim <strong>2012</strong>. http://www.worldpoliticsreview.com/articles/12397/for-georgias-ivanishvili-interests-will-guide-russiapolicy<br />
adresinden ulaşılabilir.<br />
14 RFE/RL. Tiflis, Gürcistan topraklarını işgal ettiği sürece<br />
Rusya ile diplomatik bağları olmayacağını dile getirdi. http://<br />
www.rferl.org/content/georgia-foreign-minister-russiaoccupies-territory-no-diplomatic-relations/24752066.html<br />
adresinden ulaşılabilir.<br />
HAZAR RAPORU<br />
41 39
seviyesini düşürmesini tavsiye ettiklerini<br />
iddia etmektelerdir. Bağlantılı olarak,<br />
İvanişvili Moskova ile daha pragmatik,<br />
daha az ideolojik ve dengeli bir çizgi<br />
belirlemeye çalışacak, Tiflis’in kuzey<br />
komşuları ile ekonomik ve kültürel<br />
bağları sağlamlaştırmaya çalışacaktır.<br />
“Pragmatik bir hayalci” olarak İvanişvili,<br />
Rusya ile ilişkilerin normalleşmesinin<br />
ekonomik ve diğer faydalarını göz önünde<br />
bulundurup ticaret ve nakliye ağlarını<br />
yeniden kurup, özellikle Gürcistan şarabı<br />
ve mineral sularının Rusya piyasasına<br />
tekrar girebilmesini ummaktadır. Bir<br />
analistin ifade ettiği üzere; “İvanişvili ile<br />
Rusya’ya yöneliş, Saakaşvili’den esinlenmiş<br />
herhangi bir sistem dahilinde tarafsız batı<br />
ile yeniden bir araya gelmeye çalışmaktan<br />
kısa dönem ekonomik çıkarları açısından<br />
çok daha etkilidir. 15 Hatta İvanişvili<br />
Rusya ile ilişki kurulmasının Güney<br />
Osetya ve Abhazya’nın Gürcistan’a<br />
bağlanmasını kolaylaştırabileceğine ve hâlâ<br />
Kremlin ile uzlaşmaya varılabileceğine<br />
inanmaktadır. Bu doğrultuda ilk adım<br />
olarak İvanişvili, Gürcistan’ın Moskova<br />
eski Büyükelçisi Zurab Abashidze’yi direkt<br />
olarak Gürcistan Başbakanı’na rapor<br />
verecek şekilde, Rusya ile İlişkiler Özel<br />
Temsilcisi olarak atamıştır. 16 İvanişvili aynı<br />
15 James Nixey. Güncel: Gürcistan Seçim Sonrası Analizi.<br />
Chatham House Uzman Yorumu. 2 Ekim <strong>2012</strong> http://www.<br />
chathamhouse.org/media/comment/view/186067 adresinden<br />
ulaşılabilir.<br />
16 Civil Georgia. Başbakan, Rusya ile ilişkileri düzeltme temsilcisi<br />
atadı. 12 Kasım <strong>2012</strong> http://www.civil.ge/eng/article.<br />
phpid=25407 adresinden ulaşılabilir.<br />
zamanda Rusya’nın bu adımlara karşılık<br />
vereceğine olan inancını ifade etmiştir.<br />
Öyle görülüyor ki; bu tip adımlarla<br />
Tiflis, Rusya’nın yeni politik koşullar<br />
altındaki Gürcistan’a karşı yaklaşımının<br />
değişip değişmediğini test edebilecektir.<br />
Başbakan’ın böyle bir atama yapması,<br />
kendisinin ve Gürcistan hükümetinin<br />
Rusya ile yeni ve bağımsız ilişki, iletişim ve<br />
diyalog kanalı oluşturmaya hazır olduğunu<br />
göstermektedir. Moskova ile bu politik<br />
flörtün neticesi ne olursa olsun, çatışma<br />
ve kapitülasyon arasındaki orta yolun<br />
bulunması, İvanişvili hükümetinin en<br />
zorlu görevi olacaktır.<br />
S<br />
eçimlerden sonra Gürcistan’ın yakın<br />
komşularıyla ilişkilerinde olduğu gibi<br />
ülkenin dış politika istikametinde radikal,<br />
stratejik ve pragmatik bir değişiklik olmadığı<br />
müddetçe Gürcistan; Azerbaycan ve Türkiye<br />
gibi yakın ortakları ile stratejik ilişkilerini<br />
değiştirmeyecektir. Bakü ve Tiflis arasındaki<br />
stratejik ilişkiler hiçbir zaman politik aktörlere<br />
bağlı kalmamıştır.<br />
Özellikle her iki ülkenin etnik ayrılıkçılığa<br />
ilişkin ortak kaygıları ve Rusya’nın<br />
bölgedeki iddialı politikalarından<br />
kaynaklanan sıkıntılar devam ettikçe Bakü<br />
ve Tiflis arasındaki stratejik ilişkiler aynı<br />
çizgide seyredecektir. Benzer olarak her<br />
iki ülke de ulusal bağımsızlığı tehlikeye<br />
atacak Moskova güdümünde bir birleşme<br />
inisiyatifini reddedecektir.<br />
40 42
B ununla birlikte Gürcistan politik ve sosyal<br />
elitleri Rusya ile ilişkilerin sıcak olmadığı bir<br />
dönemde Azerbaycan menşeli enerji kaynaklarına<br />
çok daha fazla ihtiyaç duyulduğunu; aynı<br />
zamanda Türkiye’nin Güney Kafkasya<br />
Bölgesi’nde dengeleyici bir güvenlik aktörü<br />
olmasının önemini idrak etmiş durumdalardır.<br />
Seçimlerin Tiflis’te yumuşak bir güç<br />
devrine sebep olması neticesinde Ankara<br />
ve Bakü daha öngörülebilir ve istikrarlı bir<br />
komşuya sahip olmaktan faydalanabilir.<br />
Gürcistan’ın Bakü’ye olan enerji<br />
bağımlılığı, Gürcistan-Azerbaycan<br />
ilişkisini değiştirebilecek bir konumdadır.<br />
İvanişvili, seçim öncesi verdiği elektrik<br />
ve gaz giderlerini düşürme vaadini yerine<br />
getirmek doğrultusunda daha istikrarlı<br />
bir Gürcü-Rus ilişkisi ile Tiflis gelecekte<br />
daha çeşitli dış ekonomik ilişkiler<br />
kurabileceğine inanmaktadır. Böyle bir<br />
senaryoyla Gürcistan’ın Rusya’dan daha<br />
ucuz gaz ve elektrik alabileceğine yönelik<br />
naif bir yaklaşım sergilenmektedir. Bu<br />
şartlar altında Bakü ekonomi ve enerji<br />
alanında Tiflis üzerinde şu an olduğundan<br />
daha az avantaja sahip olduğunu<br />
düşünebilir. Gürcistan Enerji Bakanı<br />
Kakhi Kaladze yakın zamanda, daha<br />
önceki yönetim tarafindan imzalanan<br />
tüm anlaşma ve mutabakatların 17 tekrar<br />
17 ABC.azweb sitesine göre Gürcistan vatandaşları 1 kwt elektrik<br />
için 0.107$ öderken Azerbaycanlılar 0.072$ Ermeniler ise<br />
0.06$ ödemekteler. Bölgelere göre değişmekle birlikte, Rusya’da<br />
nüfus oranına bağlı olarak fiyatlar kwt başına 0.13$ ve 0.06$<br />
arasındadır.<br />
Linke buradan ulaşabilirsiniz: http://abc.az/eng/news/<br />
main/69155.html<br />
gözden geçirileceğini açıklamıştır. 18<br />
Ancak Gürcistan’da hükümetin değişmesi<br />
Azerbaycan’ın Gürcistan’daki yatırım ve<br />
ticaretini etkilemeyecektir. SOCAR’ın<br />
son dönemde (başkent haricinde) tüm<br />
Gürcistan piyasasına direkt olarak gaz<br />
satmasını sağlayacak Itera-Georgia’yı<br />
satın almış olması bu yaklaşımı destekler<br />
şekildedir.<br />
S<br />
OCAR Başkanı Rövnag Abdullayev<br />
bir konuşmasında ifade ettiği üzere ikili<br />
ilişkilerdeki pozitif dinamizm yerleşik hale gelmiş<br />
durumdadır.<br />
Abdullayev’in, Başbakan İvanişvili’nin,<br />
SOCAR’ın Gürcistan temsilciliği başkanı<br />
ve Azerbaycan büyükelçisi ile görüştüğünü<br />
ve bu görüşme neticesinde “SOCAR’ın<br />
Gürcistan yatırımlarının yüksek bir değer<br />
arz ettiği’’ görüşünün benimsendiğini ifade<br />
etmiştir. 19 9 Kasım’da Başbakan İvanişvili,<br />
SOCAR Başkanı Rövnag Abdullayev<br />
ile şahsen görüşmüş ve bir kez daha<br />
Gürcistan-Azerbaycan ilişkisinin stratejik<br />
mahiyetini onaylamıştır. Aynı zamanda<br />
gaz fiyatlarının Gürcistan halkı için<br />
yüzeysel olarak arttığını fakat SOCAR’la,<br />
yapılan anlaşmadan memnun olduğunu<br />
belirtmiştir. 20<br />
18 Radio Commersant, Kakhi Kaladze enerji ithalatına ilişkin<br />
Rus tarafi ile görüşmeye hazır bulunmaktadır.<br />
http://www.commersant.ge/eng/id=3532 adresinden<br />
ulaşılabilir.<br />
19 Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi SOCAR, Gürcistan gaz<br />
tedarikçisini bünyesine katıyor. Reuters. 1 Ekim <strong>2012</strong> http://<br />
www.reuters.com/article/<strong>2012</strong>/11/01/azerbaijan-gas-georgiaidUSL5E8M18P<strong>02</strong>0121101<br />
adresinden ulaşılabilir.<br />
20 GEORGIA ONLINE. Gürcistan Devlet Başkanı, SOCAR<br />
HAZAR RAPORU<br />
43 41
Sonuç<br />
Gürcistan hükümeti Tiflis-Moskova<br />
ilişkisinde yeni bir sayfa açmanın<br />
yollarını arasa da birçok Gürcü, Gürcistan<br />
topraklarının halen % 20’sini işgal altında<br />
tutan Rusya’ya karşı olumsuz görüşe<br />
sahiptir. Bu nedenle yeni hükümetin,<br />
Gürcistan’ın batı yanlısı yaklaşımını ve<br />
bölgesel müttefikleri ile olan stratejik<br />
ilişkilerini değiştirebilmesi kolay<br />
gözükmemektedir. Avrupa-Atlantik<br />
birleşmesi hususunda Gürcistan’da<br />
ekseriyetle bir fikir birliği mevcuttur.<br />
Aksine, Michel Cecire’nin isabetli biçimde<br />
ifade ettiği üzere; “sıradan Gürcistanlılar<br />
Ruslara karşı pozitif düşüncelere sahip<br />
olmasına rağmen; Moskova taraftarı<br />
dış politikayı destekler tarzda bir<br />
yaklaşım; Kremlin’le uyumlu çalışmanın<br />
yollarını aramış ve şu an siyasi yaşamı<br />
sona ermiş eski muhalefet liderlerinin<br />
durumunda olduğu gibi, Gürcistan’da<br />
siyasi cezalandırma aracı olarak kabul<br />
edilmektedir.’’<br />
Moskova’yı Gürcistan’ın NATO üyeliği<br />
hususunda ikna etmeye çalışmanın<br />
yanında Tiflis’in diğer hedeflerini yerine<br />
getirmek; Gürcistan diplomasisi için<br />
“imkânsız görev” hükmündedir. Her ne<br />
kadar Gürcistan’ın bu hassas durumdan<br />
pazarlık neticesinde kâr elde edip<br />
edemeyeceğini zaman gösterecek olsa<br />
da kesin bir husus var ki; Gürcistan’ın<br />
bölgedeki konumu, Rusya ve batı ile<br />
ilişkileri kritik bir döneme girmektedir.<br />
Kısaca ifade etmek gerekirse; şimdi<br />
Gürcistan için yap ya da yık zamanıdır.<br />
Her şeye rağmen, Moskova’yla bağların<br />
onarılmasına çalışmak, eski Gürcistan<br />
Devlet Başkanı Edward Shevardnadze’nin<br />
Rusya’yla denge politikasını teşvik<br />
etmek olarak kabul edilebilir. Böyle bir<br />
senaryoda, Gürcistan’ın Avrupa-Atlantik<br />
hedefinden sapması ve neticesinde<br />
kurumsal reformların akamete uğraması<br />
riski bulunmaktadır. Benzer olarak,<br />
Başkanı ile görüşüyor. 10 Kasım <strong>2012</strong> http://georgiaonline.ge/<br />
news/a1/economy/1352580419.php adresinden ulaşılabilir.<br />
42 44
Kuzey Kafkasya’da Güvenlik ve İşbirliği<br />
Dr. Farhad Mehdiyev<br />
Günümüzün güvenlik paradigmaları göz<br />
önüne alınırsa, meşru sayabileceğimiz<br />
güvenliğin sağlanması için, bölge içindeki<br />
devletlerin işbirliği ve diyaloğu, bir gücün<br />
ezici üstünlüğe dayanarak şartları dikte<br />
etmesinden çok daha önemli ve gereklidir.<br />
Ülkeler arasındaki çıkarlar çatışabilir,<br />
bununla beraber olası uzlaşma yollarının<br />
bulunması zor değildir ve uluslararası<br />
ilişkiler tarihi buna dair birçok örneğe<br />
sahiptir. Mesela AB'ye üye devletlerin<br />
çıkarlarının uzlaştırılması iyi bir örnektir.<br />
SSCB'nin dağılmasıyla iki kutuplu düzenin<br />
son bulması ve BM örgütünün bazı<br />
sorunların çözümünde etkisiz olması, adil<br />
uluslararası düzen için bölgeselleşmenin<br />
önemini artırmaktadır. Çünkü tek bir<br />
gücün hakim olduğu düzenler genellikle<br />
daha adaletsiz olur.<br />
Bölgeselleşmenin Önemi<br />
Vurgulandığı gibi, ikikutuplu dünya<br />
düzeninin sona ermesi bölgeselleşme<br />
eğilimlerini daha da hızlandırmıştır. Çünkü<br />
süper gücün çıkarları ile uygun olmaması<br />
durumunda somut bir devletin olabilecek<br />
tek çıkar yolu, desteği diğer forumlarda<br />
aramak olacaktı. Bölgesel birlikler de bu<br />
platformlardan biriydi.<br />
K afkasya ve <strong>Hazar</strong> Bölgesi ülkelerinin<br />
bölgeselleşmeleri için birkaç neden bulunmaktadır.<br />
Büyük bir kısmının denizlere çıkışı olmayan bu<br />
ülkelerin de işbirliğine gitmeleri bağımsızlıklarını<br />
ve hareket serbestliklerini korumak için şarttır.<br />
Bu ülkelerin ciddi güvenlik sorunlarının<br />
önemli bir kısmı aslında ortaktır ve bu<br />
durumda da bunların birbirinden ayrı<br />
düşünülmemesi gerekir. 1 Bu güvenlik<br />
sorunlarının başında siyasi ve ekonomik<br />
bağımsızlığı güçlendirip koruyabilmek<br />
gelir.<br />
K afkasya ve <strong>Hazar</strong> Bölgesi’nin jeopolitik<br />
önemi doğal kaynaklardan başka coğrafi<br />
konumlarına da bağlıdır. Bu bölge önemli<br />
uluslararası aktörler arasında tarihte çatışma ve<br />
nüfuz alanı olmuştur.<br />
1 Buzan, Barry. People, States and Fear: An Agenda For International<br />
Security Studies in<br />
the Post-Cold War Era, 2nd Edition, 1991, Hertfordshire:<br />
Harvester Wheatsheaf ,, s. 190.<br />
HAZAR RAPORU<br />
45 43
Çarlık Rusya’sı genişleme sürecinde bu<br />
bölgeleri ele geçirmişti. Bunları elde<br />
tutmakla aslında kendi de asgari sınırlarını<br />
garanti altına almayı amaçlamaktaydı.<br />
Örneğin; Kafkasya’da Türklerin, Farsların<br />
ve Rusların çıkarları çatışmaktaydı. 2 Orta<br />
Asya bakımından ise bunu İran, Çin ve<br />
Rusya açısından söylemek mümkündür.<br />
<strong>Hazar</strong> Bölgesi’nin petrolleri ilgisini<br />
çekmiş İngiltere’nin Birinci Dünya Savaşı<br />
sırasında Azerbaycan’a çıktığını biliyoruz.<br />
Lakin zamanla ABD de, Kafkaslara ve<br />
Orta Asya’ya ilgi duymaya başlamış, bir<br />
taraftan bu ülkelerin bağımsızlıklarını<br />
Rusya’ya karşı desteklemiş, diğer taraftan<br />
da Kafkaslarda İran’ın, Orta Asya’da<br />
ise Çin’in nüfuzunun artmaması için<br />
politikalar yürütmüştür. 3 Kafkasya ve Orta<br />
Asya politikası ile ABD aynı zamanda Çin,<br />
Afganistan ve Pakistan’a yönelik siyasetini<br />
de pekiştirmiştir. ABD’nin bölgeye yönelik<br />
politikası buradaki ülkelerin ekonomik<br />
ve siyasi bağımsızlıklarını, Kafkasya<br />
ülkelerinin ise özellikle Rusya ve İran’a<br />
karşı bağımsızlığını güçlendirmektir. 4<br />
Bu bağlamda, Avrupa’nın Rusya’dan gaz<br />
bağımlılığını azaltmak ve bölge ülkelerinin<br />
rekabet ve dayanaklılık gücünü artırmak<br />
için ABD Dışişleri Sekreteri (Bakanı)<br />
Hillary Clinton’un 17 Ekim <strong>2012</strong> tarihinde<br />
Georgetown Üniversitesi’nde söyledikleri<br />
çok manidardır:<br />
2 George Friedman, “The Caucasus Cauldron”, Today.az, 12<br />
July 2010.<br />
3 Özden Zeynep Oktav, American Policies Towards the<br />
Caspian Sea and The Baku-Tbilisi-Ceyhan Pipeline, Perceptions,<br />
Spring 2005, s.20.<br />
4 İnnesa Baban and Zaur Shiriyev, The US South Caucasus<br />
Strategy and Azerbaijan, Turkish Policy Quarterly, Volume 9<br />
Number 2, s.94<br />
“ABD, Güney Gaz Koridoru'nun<br />
gerçekleşmesi için bölge ülkelerine her<br />
türlü yardımı gösterecektir”. 5 Clinton’un<br />
dediği gibi, tekeller risklidir. Çünkü enerji<br />
bakımından bir devlet başkasına bağlıysa,<br />
bu iktisadi ve siyasi bağımsızlığın kaybına<br />
yol açar. Enerji bağımlılığı, kimi devletler<br />
bakımından tüketimde, kimi devletler<br />
bakımından ise enerjinin naklinde ortaya<br />
çıkmaktadır.<br />
Karşılıklı Ticaretin Önemi Ve Açık<br />
Kapılar Siyaseti<br />
F<br />
etih ve işgal İkinci Dünya Savaşından<br />
sonra meşru bir toprak edinme aracı olmaktan<br />
çıkmıştır. İşgal yasağı uluslararası hukukun<br />
ius cogens (üstün hukuk) kuralları arasına<br />
dâhil olmuştur. Bu durumda da bölge devletleri<br />
arasında elbette ki rekabet edecekti, ama bu<br />
rekabet kendisini daha çok uluslararası ticarette,<br />
enerji kaynakları üzerinde kontrol imkânlarında<br />
ve sınırdışı etkinlik alanlarında gösterecekti.<br />
Bu da birinci derecede sınırların açık<br />
tutulmasını gerektirmektedir. Gerçi<br />
ekonomisi güçlü olan devletler bu<br />
rekabette elbette ki daha avantajlı<br />
durumda idiler, lakin teknolojiye ihtiyaç<br />
duyan az gelişmiş devletlerin de rekabetten<br />
çekinerek kapalı ekonomi modeline<br />
geçmeleri düşünülemezdi.<br />
Bölge ülkelerin ekonomik güvenliklerini<br />
sağlama açısından, sınırların ve arazilerin<br />
5 Konuşmanın kaydı için bakınız: http://www.georgetown.<br />
edu/news/hillary-clinton-energy-webcast-archive.html<br />
46 44
irbirine açık tutmaları, ulaşım, enerji,<br />
karşılıklı ticaret konularında işbirliğine<br />
gitmeleri şarttır. Ekonomik güvenlik<br />
derken, burada ihraç-ithal dengesinin<br />
tutturulması, milli dövizin korunması, bir<br />
kaynaktan asılı duruma düşmeme, ülke içi<br />
rekabetin korunması, iş yerlerinin açılması,<br />
yatırımların teşvik edilmesi gibi sorunlar<br />
akla gelmektedir. Lakin bu konuda<br />
bölge devletlerini birbirine rakip olarak<br />
görmemek gerekir. Ülke içi rekabetin<br />
artması olumlu bir olgudur; ülkelerarası<br />
rekabet ise, özellikle serbest ticaret bölgesi<br />
kapsamında, daha geniş arazide rekabetin<br />
uygulanmasıdır. Örneğin; Gürcistan’ın<br />
turizm sektörünün canlandırılması, bölge<br />
devletlerinin zararına yorumlanamaz. Bir<br />
ülke içinde belli bir rekabet derecesinin<br />
olması gerekir. Bu durum uluslararası<br />
alanda da hoş görülmelidir. Nitekim AB<br />
içindeki rekabetin canlı ve zaruri tutulması<br />
bu tezin en uğurlu dayanağıdır.<br />
Bu bakımdan bölgede Azerbaycan-<br />
Gürcistan-Türkiye üçlüsü iyi bir örnektir.<br />
Türkiye ve Azerbaycan işadamlarının<br />
Gürcistan’a yatırım yaptıkları gibi,<br />
Gürcistan Hükümeti de bu yatırımları<br />
çekmeye çalışımaktadır.<br />
Bölgesel Güvenlik Anlayışı<br />
Burry Buzan bölgesel güvenlikten<br />
bahsederken belli bir coğrafi alanın<br />
bölge olarak kabul edilmesi için buradaki<br />
ülkelerin ortak güvenlik kaygılarının<br />
olması gerekliliğini de söyler. 6 Bu öğretiyi<br />
bazen Kopenhagen Okulu diye anarlar.<br />
Böyle değerlendirildiğinde, Kafkasya ve<br />
Orta Asya devletlerinin ortak güvenlik<br />
sorunları bölgedeki bir diğer devlet olan<br />
Ermenistan ile çatışma halindedir. Çünkü<br />
Ermenistan, bir taraftan Kafkasya’da<br />
Rusya’nın esas dayanak üssüdür, diğer<br />
taraftan İran’la da sıkı ilişkiler kurarak,<br />
İran’ın uranyum siyasetine karşı da<br />
uluslararası aktörlerin çabalarını<br />
zayıflatmakta, Batının politikasına zıt bir<br />
politika izlemektedir. Böylece Türkiye’den<br />
başlayarak yatay çizgi ile Doğuya uzanan<br />
bir güvenlik “bloku”, kuzeyden güneye<br />
inen Rusya- Ermenistan-İran bloku ile<br />
kesişmektedir. 7<br />
Gerçi İran siyasetinde ABD ve Rusya’nın<br />
amaçları farklı olmakla beraber, bir kaç<br />
mesele de üstüste düşmektedir. Bunların<br />
başında İran’ın karbo-hidrat kaynaklarının<br />
dondurulması ve bunların geniş ölçüde<br />
uluslararası pazara çıkışının önlenmesi<br />
gelmektedir. Bu durum Rusya’ya, kendi<br />
petrol ve gazına daha rahat alıcı bulmak<br />
için lazımdır.<br />
O ysa ABD, İran’ın enerji kaynaklarını<br />
gelecekte kullanmak için stoklama amacını<br />
gütmektedir;<br />
6 Buzan, People, States and Fear, s.27.<br />
7 Özden, s.21.<br />
HAZAR RAPORU<br />
47 45
aynı zamanda bir diğer amaç <strong>Hazar</strong><br />
Havzası petrolünü de rakip olmadan Batı<br />
pazarlarına taşımaktır.<br />
Yukarıda da vurgulandığı gibi, ABD’nin<br />
bölgeye yönelik dış politikasındaki biri<br />
de <strong>Hazar</strong> ve Orta Asya karbo-hidratların<br />
Avrupa pazarlarına çıkarmaktır. Oysa<br />
Ermenistan tam ters sonuca sebep olan<br />
politika izlemektedir.<br />
H atta Erivan Hükümeti, Batı için çok önemli<br />
olan <strong>Hazar</strong>’daki enerji altyapısına da açık tehdit<br />
savurmaktan çekinmemektedir. Örneğin 16<br />
Ekim <strong>2012</strong> tarihinde Ermenistan Genelkurmay<br />
Sözcüsü General Artak Davityan basın<br />
mensuplarına bir demeç vermiş; Ekim aylarında<br />
yapılan askeri bir tatbikatta uzun menzilli<br />
füzelerin kullanılma planlarından bahsetmiş,<br />
hedef olarak ise karşı tarafin hem askeri, hem<br />
de gaz ve petrol rafineleri gibi enerji altyapısı da<br />
seçilmiştir demekle, 8 açık şekilde Azerbaycan’daki<br />
Uluslararası Petrol Konsorsiyumu’nun<br />
yatırımlarını hedef almıştır.<br />
Ekonomik İşbirliği Teşkilatı<br />
1985 yılında Türkiye, Pakistan ve İran<br />
arasında kurulan ECO (Economic<br />
Cooperation Organisation) aslında bir<br />
bölgesel güvenlik örgütüdür. Amacı<br />
üyeler arasında ticari ve medeni, bilimsel<br />
işbirliğini artırmak olsa da, 9 gerçek<br />
8 Reşad Suleymanov, Ermenistanın Uzun Menzilli Raket<br />
Mifi, 18.10.<strong>2012</strong>, http://www.lent.az/xeber_105808_<br />
Ermənistanın_uzaq_mənzilli_raket_mifi _ARAŞDIRMA<br />
9 http://www.ecocci.com/NDC/Generic/Content/About.<br />
aspx<br />
amacı karşılıklı ilişkilerin artırılması ile<br />
dünyanın süper güçlerinden daha az<br />
bağımlı durumda kalmak, karşılıklı desteği<br />
artırmaktır. Peki, bölge devletlerinin buna<br />
ihtiyacı var mı Elbette. Gürcistan’ın bu<br />
birliktelikte olmaması da dikkat çekicidir.<br />
Dış entegrasyonu tamamen Batıya<br />
odaklamış Gürcistan, “Batı-dışı” diğer<br />
ittifaklardan kaçınmaktadır. Ermenistan’ın<br />
ECO`da ya da AB uyum sürecinde yer<br />
almaması yine başka bir süper-gücün<br />
uydusu olmakla açıklanıyor.<br />
Ermenistan’ın Dış Politika Ekseni<br />
Sovyetler Birliği’nin 1991’de<br />
parçalanmasından bu yana Ermenistan,<br />
Dağlık Karabağ savaşını körüklemiş ve<br />
onun dış politikasını da esasen Dağlık<br />
Karabağ etkenleri belirlemiştir. Birçok<br />
eski Sovyet Cumhuriyetlerinden farklı<br />
olarak Ermenistan, Batıda kuvvetli Ermeni<br />
lobisine sahiptir. SSCB’de en yüksek göç<br />
oranı Ermeniler arasında olmuş, özellikle<br />
Amerika’da olan Ermeniler bu göçü belli<br />
bir oranda desteklemişti. Avrupa’da ve<br />
Amerika’daki önemli Ermeni azınlığının<br />
yardımıyla, Batı ile entegrasyon yolunu<br />
tutmamış Rusya yanlısı Ermenistan, dış<br />
politikasını dünyadan tam tecrit olmadan<br />
sürdürebilmiştir. Hatta bazen başarılı da<br />
olmuştur.<br />
Azerbaycan topraklarını işgal eden<br />
Ermenistan, ABD’deki lobisinin (ANCA<br />
ve AAA) yardımıyla Azerbaycan’ı<br />
“ablukacı” devlet olarak göstermiş;<br />
48 46
“Freedom Support Act”a 907’nci paragrafı<br />
Kongreden geçirmiştir. Bu paragraf ile<br />
ABD bütçesinden Azerbaycan’a doğrudan<br />
yapılan maddi yardım yasaklanmıştır.<br />
Ancak 2001 yılında Kongre, “Başkan<br />
gerekli gördüğü halde bu maddeyi<br />
uygulamayabilir” diye 907’nci paragrafta<br />
bir değişiklik yapmıştır. Halbuki<br />
Ermenistan İsrail’den sonra, kişi başına<br />
en yüksek miktarda Amerika’dan yardım<br />
alan devlettir. 10 1992 yılından başlayarak<br />
Ermenistan ABD'den yılda 180 milyon<br />
ABD Doları civarında yardım almış,<br />
2000-2010 yılları arasında ise bu yardım<br />
900 milyon ABD Dolarına ulaşmıştır. 11<br />
1992 yılından bu yana ise toplam ABD<br />
devlet yardımı 2 milyar ABD Dolarını<br />
geçmiştir. 12 Özellikle İran’la olan işbirliği<br />
gözönüne alındığında bölgede anti-<br />
Amerikan siyaset yürüten Ermenistan,<br />
ABD’deki güçlü Ermeni lobisinin desteği<br />
hesabına manevra yapabilmektedir. 13 Oysa<br />
Wikileaks sızmalarına göre, 2008 yılında<br />
Ermenistan Hükümeti İran’a füze ve<br />
makineli tüfekler vermiş, bu silahlar da<br />
daha sonra Irak’ta görev yapan Amerikan<br />
askerlerine karşı kullanılmış, çatışmaların<br />
10 Mainville, Michael. “Second-Largest Recipients of U.S. Aid,<br />
Armenians Fight To Get Ahead.” The Sun. 9 Aug. 2005. Web.<br />
18 Jul. <strong>2012</strong>.<br />
11 US State Department, BUREAU OF EUROPEAN AND<br />
EURASIAN AFFAIRS, Foreign Operations Appropriated<br />
Assistance: Armenia, April 1, 2011,http://www.state.gov/p/eur/<br />
rls/fs/167286.htm<br />
12 Nichol, Jim. “Armenia, Azerbaijan, and Georgia: Political<br />
Developments and<br />
Implications for U.S. Interests.” Congressional Research Service.<br />
15 Jun. <strong>2012</strong>. Web. 18 Jul. <strong>2012</strong>. .<br />
13 Lucas, Edward. The New Cold War: Putin’s Russia and the<br />
Threat to the West. New York: Palgrave Macmillan, 2009. Print.<br />
en az bir piyadenin ölümü ile sonuçlandığı<br />
da kanıtlanmıştır. 14<br />
Ermenistan’da Krizler<br />
Azerbaycan topraklarını işgal eden<br />
Ermenistan, bölgede Azerbaycan<br />
üzerinden geçen birçok kalkınma<br />
projesinden ayrı kalarak, derin ekonomik,<br />
sosyal ve demografik krize düşmüştür.<br />
Traceca, Bakü - Ceyhan, Bakü - Erzurum<br />
boru hatları gibi yatırımlardan yararlanmış,<br />
bunun karşılığında Rusya’dan kredilenme<br />
yoluna gitmiştir. Silah alımı dâhil olmakla<br />
birlikte, bütçe açıkları için doğrudan<br />
Rusya’dan borç alan Ermenistan,<br />
gittikçe daha çok Rusya’dan asılı duruma<br />
düşmüştür. Forbes dergisine göre, 2011<br />
yılında Ermenistan ekonomisi dünyanın en<br />
kötü 2’nci ekonomisi olmuştur. 15<br />
Ermenistan’ın maliye yardımı aldığı<br />
bir diğer kaynak da yurtdışında<br />
yaşayan Ermenilerdir. Mesela<br />
Amerika Ermenileri her yıl 1 milyar<br />
dolar civarında Ermenistan’a maddi<br />
yardımda bulunmaktadırlar. 16<br />
Fransa’da yaşayan Ermeni lobisi de<br />
etkili yardım göstermektedir. Rusya’da<br />
yaşayan Ermeniler de, örneğin; 2008<br />
yılında 670 milyon ABD doları, 2010<br />
14 Lake, Eli. “WikiLeaks: Armenia sent Iran arms used to kill<br />
U.S. troops.” The<br />
Washington Times. 29 Nov. 2010. Web. 18 Jul. <strong>2012</strong>.<br />
15 “Armenia ranked 2nd in Forbes list of World’s Worst<br />
Economies in 2011”. “PanArmenian”. July 6, 2011. Retrieved<br />
July 6, 2011.<br />
16 “Cash Transfers To Armenia Jump To New High”, ArmeniaLiberty<br />
(RFE/RL), August 5, 2008.<br />
HAZAR RAPORU<br />
47 49
yılında ise 1113.4 milyon ABD doları<br />
para transferinde bulunmuşlardır. 17<br />
Böylece yurtdışından para transferleri<br />
Ermenistan’ın milli gelirinin % 15-30'unu<br />
oluşturmaktadır.<br />
E rmenistan’ın bu şekilde finansmanı, kendi<br />
güvenliğini bölgedeki ülkelerle güvenli ticari<br />
münasebetlerde değil, diğer güçlerin hesabına<br />
temin etmesine sebep olmaktadır.<br />
E rmenistan’ın maruz kaldığı krizler sadece<br />
ekonomik olanlar değil. Ülkede ağır demografi<br />
krizi de yaşanmaktadır. Ermenistan nüfusunun<br />
büyük bir kısmı ülkeyi ilk firsatta terk etmeyi<br />
düşünmektedir. 18 Amerika ermeni lobisi ise,<br />
Ermenistan’da Ermenileri tutmanın yolunu<br />
aramakta, hatta Suriye’den kaçan Ermenilerin<br />
Karabağ’da yerleşmeleri için maliye yardımı<br />
ayırmaktadır.<br />
Amerikan Desteğinin Perde Arkası<br />
Demokratik değerlerden uzak olan,<br />
bölgede Rusya’nın gücünü artıran ve İran<br />
rejimini destekleyen Ermenistan, Batının<br />
desteğini nasıl elde etmektedir<br />
ABD’de çok güçlü ve eski sayılabilecek<br />
2 lobi kurumu olan Armenian National<br />
17 Посольство Российской Федерации в Республике<br />
Армения, Российско-Армянское Торгово-Экономическое<br />
Сотрудничество, h t t p ://www.armenia.mid.ru/relat_econ.<br />
html<br />
18 Aram Hovasapyan, The Real Armenian Question<br />
Not Discussed, The Official Blog of the Armenian National<br />
Committee of America - Western Region, August 8, <strong>2012</strong>,<br />
http://ancawr.org/<strong>2012</strong>/08/08/the-real-armenian-questionnot-discussed/<br />
Congress of America (ANCA) ve<br />
Armenian Assembly of America (AAA),<br />
Ermenistan’a mali ve siyasi desteği<br />
sürdürmek için uzun zamandır faaliyet<br />
göstermektedir. Özellikle zengin Ermeni<br />
işadamlarını birleştiren ANCA, Kongre<br />
nezdinde çok etkindir. İlgili Kongre<br />
dinlemelerine kendi temsilcisi ile<br />
daima katılmakta, Ermenistan’ın işgalci<br />
politikalarına değinmeden, “Azerbaycan ve<br />
Türkiye’nin ablukasını” vurgulayarak pazar<br />
ekonomisinin kurulması, Ermenistan’ı<br />
bölgeye entegre edilmesi gerektiği<br />
nedenlerini ileri sürerek Ermenistan’a<br />
destek elde etmektelerdir. 19 Hâlbuki<br />
Amerika’nın Ermenistan’a gösterdiği<br />
desteğin mantıksız olduğu, ABD’nin<br />
dış politika çıkarlarına ters düştüğü,<br />
Ermenistan’ın demokrasiyi boğduğu,<br />
bizzat Amerikalı uzmanlar tarafindan da<br />
ifade edilmiştir. 20 Gerçi ABD dış politikası<br />
amaçlarına baktığımızda, Ermenistan’ı<br />
Rusya’nın egemenliğine teslim etmek<br />
istemediğini anlamak mümkündür; ama<br />
görülen odur ki, seçilen yol pek olumlu<br />
sonuçlar vermemektedir.<br />
Er Ryan’ı Kurtarmak…<br />
Bir taraftan Ermeni lobisinin etkisi,<br />
diğer taraftan da bölgede Rusya’nın<br />
etkinliğini frenlemek amacıyla, Batı<br />
19 “ANCA Testifies before Congressional Foreign aid Committee”,<br />
The Armenian Weekly Online, p.1, April 2001, http://<br />
free.freespeech.org/armenian/weekly<br />
20 Heather S.Gregg, Divided They Conquer: The Success<br />
of Armenian Ethnic Lobbies in the US, available at: http://<br />
intersci.ss.uci.edu/wiki/eBooks/Articles/Success%20of%20<br />
Armenian%20Lobbies%20Gregg.pdf<br />
50 48
Ermenistan’ı Rusya’nın mandasından<br />
kurtarma çabasında olduğunu görmek<br />
mümkündür. Mesela Türkiye-Ermenistan<br />
sınırının açılmasını öngören Zürih<br />
Protokolleri'nin esas hedefi, uluslararası<br />
ticarete açılan Ermenistan’ın, en azından<br />
ekonomik olarak Rusya’dan daha bağımsız<br />
hale gelmesi ve bölgede Rusya’nın<br />
yayılmacılığını pekiştirmesini engelleyip;<br />
tam tersine, bölgeyi daha bağımsız hale<br />
getirmesidir. Lakin Batının bu çabaları<br />
fazla etkili olmamaktadır. Ermenistan<br />
ekonomisinde Rusya’nın payı gittikçe<br />
büyümekte, Ermenistan’ın Rusya’ya olan<br />
borçlarını ödeyememesi ve yeni borçlar<br />
istemesi nedeniyle, Rusya Ermenistan’da<br />
çeşitli enfrastrüktür ünitelerini ele<br />
geçirmektedir. 21 Gaz, su, elektrik, tren<br />
rayları sistemi, hatta devlet hava yolları<br />
– anonim ortaklıklara dönüştürülmüş<br />
ve payların önemli bir kısmı – Rusya<br />
Devleti'ne aittir. Ermenistan Rusya’dan<br />
aldığı 500 milyon dolarlık krediyi<br />
denge fonu olarak başarısız bir şekilde<br />
kullanmış, AB’den reform yolunda kötü<br />
puan almaları sebebiyle Avrupa’dan mali<br />
yardım sağlayamamıştır. Bu nedenle<br />
Rusya’dan <strong>2012</strong> yılında tekrar kredi<br />
istemek zorunda kalmıştır. Lakin bu sefer<br />
istenen kredi 1 milyar dolar civarındadır.<br />
Ermenistan’ın eski Başbakanı Grant<br />
Bagratyan’ın ifadesine göre, Ermenistan<br />
1 milyar dolarlık krediyi almasa, 2013<br />
yılında default (geri ödeme) tehlikesi<br />
ile yüz yüze kalacak, şayet bu krediyi<br />
21 Fatma Aslı Kelkitli, Russian Foreign Policy in South Caucasus<br />
under Putin, PERCEPTIONS • <strong>Winter</strong> 2008, s.82<br />
alırsa, default tehlikesi 2015 yılına<br />
kadar ertelenebilecektir. 22 2009 yılında,<br />
Ermenistan aldığı krediyi 4 yıl sonra, 2013<br />
yılında ödemeye başlamalı, Libor + % 3 faiz<br />
üzerinden ödemeler gerçekleştirilmelidir.<br />
Lakin mevcut durumda Ermenistan’ın dış<br />
borç ödeme imkanları zordur ve bu durum<br />
da, Ermenistan’ın eski Başbakanı'nın kendi<br />
ifadesiyle, Ermenistan kendi bağımsızlığını<br />
ve siyasetini Rusya’ya kurban vermesiyle<br />
sonuçlanmaktadır. 23 Tekrar istenilen 1<br />
milyar dolarlık kredi için Rusya başka bir<br />
vaatte bulunmamıştır. Lakin bu meselenin<br />
son günlerde anılmaması, iki devlet<br />
arasında bir anlaşmanın elde edildiğine<br />
işarettir.<br />
Bu durumda Batının Ermenistan’ı<br />
desteklemesi aslında amacına<br />
ulaşamamakta ve tam tersi sonuçlara sebep<br />
olmaktadır.<br />
Ermenistan’ın bölgede Rusya’ya<br />
güvenmesinin kendisi açısından mantıklı<br />
olduğu savunulabilir. Rusya’nın desteği<br />
ile Ermenistan gerçekten topraklarını<br />
büyütebilmiş, Azerbaycan topraklarından<br />
22 bin km 2 işgal etmiştir ve işgali devam<br />
etmektedir. Azerbaycan ve Türkiye<br />
Ermenistan’a bazı iktisadi yaptırımlar<br />
uygulasa da, Ermeni tarafi saldırgan<br />
politika izlemekle ayakta kalmayı<br />
başarmıştır. Ermenistan BDT ve askeri<br />
blok olan Kolektif Savunma Anlaşması<br />
22 Armenia Today, Грант Багратян: Кредит в $1 млрд<br />
отсрочит дефолт в Армении на 2 года, 16.07.<strong>2012</strong>., http://<br />
www.armtoday.info/default.aspLang=_Ru&NewsID=69853<br />
23 Ibid.<br />
HAZAR RAPORU<br />
51 49
Teşkilatı'nın üyesi olmakla birlikte<br />
“soykırımı tanıtma” kampanyasını<br />
sürdürmeye devam etmektedir.<br />
Ermenistan’ın Türkiye ile sınırları açması<br />
ve dış ticarete atılması durumunda fazla<br />
bir şey elde edemeyeceği, ihracatında<br />
önemli bir değişiklik olmayacağını ileri<br />
sürmek mümkündür. 24 Yani iddia edilebilir<br />
ki, Ermenistan bölgeye entegrasyon<br />
sağlasaydı bile kendi milli çıkarları<br />
bakımından daha avantajlı bir konumda<br />
zaten olmayacaktı. Mevcut durumda<br />
ise o hem Rusya’nın korumacı kanadı<br />
altına sığınmış, hem de Batıdaki lobilerin<br />
desteğinden yararlanmaktadır. Ermenistan<br />
siyasi makamlarının düşündüğü de her<br />
halde budur.<br />
Lakin bu varsayımların gerçeklik payı hayli<br />
tartışmalıdır. Çünkü aşağıda tartışacağımız<br />
tezler durumun daha farklı şeyler<br />
gerektirdiğini ortaya koymaktadır.<br />
Dağlık Karabağ meselesinde Ermenistan<br />
Azerbaycan’la uzlaşabilseydi, bir kaç<br />
alanda ilerleme sağlamış olacaktı. Evvela<br />
bölgesel yatırım projelerine dâhil edilerek<br />
karşılıksız diyebileceğimiz yatırımları<br />
çekmiş olacaktı. Ayrıca Türkiye ve<br />
Azerbaycan’la, Türkiye üzerinden karayolu<br />
ile olacak şekilde Avrupa’yla ticaretini<br />
artıracaktı. Bütün bunlar Ermenistan’ın<br />
artan borçlarından dolayı altyapısının<br />
24 Ermenistanın 2011 yılı için ihracatı 1.3 milyar USD<br />
oluşturmuş, bunun %15 bakır olmuş Ermenistanın esas ihraç<br />
maddeleri bakır, molibden, elmas, altın ve alkollü içeceklerdir.<br />
İhracatda ilk 3 ülke Almanya, Rusya ve Bulgaristandır.<br />
Rusya’nın eline geçmemesine sebep<br />
olacaktı. 25 Belli ki Rusya bu alanlara<br />
gerekli yatırımı yapmadığından,<br />
Ermenistan bu işlemlerden bir avantaj<br />
elde edememiş, çünkü ihracatının esas<br />
kalemleri hammaddedir. 20<strong>02</strong> yılında<br />
Ermenistan Parlamentosunun onayladığı<br />
hükümetler arası anlaşmaya göre, ülkenin<br />
en büyük çimento fabrikası, ülke ihtiyacı<br />
olan elektriğin %40’ını üreten Radzan<br />
Elektrik Santrali Mars Askeri Elektrik<br />
Sanayisi Kurumu Ermenistan’ın 100<br />
milyon ABD doları borcu karşılığı<br />
olarakRusya’yadevredilmiştir. 26 2013<br />
yılından itibaren 2009 yılında Rusya’dan<br />
aldığı borcu nasıl geri ödeyeceğini<br />
bilemeyen Ermenistan, yeni borçlar<br />
istemektedir. Şu bir gerçektir ki,<br />
Rusya’nın Ermenistan’a karşı pek cömert<br />
davrandığını da söylemek zordur.<br />
Buna,Rusya’nınErmenistan’a sattığı gazı<br />
örnek gösterebiliriz. Gaz satışı Ermenistan<br />
üzerinde en büyük baskı araçlarından<br />
biridir. Şöyle ki Ermenistan’da<br />
tekelci gaz satıcısı konumunda olan<br />
“ArmRosGazprom” şirketinin hisse<br />
senetlerinin %80’i Rusya’ya, %20’si<br />
Ermenistan’a aittir. Sadece <strong>2012</strong> yılda<br />
Ermenistan 241 milyon ABD doları<br />
değerinde gaz almış, gazın 1 metreküpüne<br />
de 220 dolar ödemiştir. Nisan 2013 tarihi<br />
25 Kelkitli, s.83<br />
26 Aleksandr Chepurin, “On Yerevan’s Foreign Policy”, International<br />
Affairs (Moscow)<br />
Vol. 50, No.2 (April 2004), p. 117 and Andrei P. Tsygankov, “If<br />
Not by Tanks, then by<br />
Banks The Role of Soft Power in Putin’s Foreign Policy”, Euro-<br />
Asia Studies, Vol. 58,<br />
No. 7 (November 2006), p. 1091.<br />
52 50
için bu fiyatın 330 dolara çıkarılması<br />
beklenmektedir. Ermenistan’ın işgalci<br />
siyaseti olmasaydı, Azerbaycan’dan düşük<br />
fiyata gaz alabilecek ve sadece <strong>2012</strong><br />
yılı için en az 70 milyon dolar tasarruf<br />
edebilecekti. 27 Bu tasarrufun önemini<br />
anlamak için, Ermenistan yıllık bakır<br />
satışı 2010 yılı için 210 milyon dolar<br />
olduğunu hatırlamak gerekir. 28 <strong>2012</strong><br />
yılının sonuna doğru Ermenistan’ın dış<br />
borcu 4.5 milyar dolar civarındadır, yani<br />
GDP`nin yarısından çoğu. 29 Bir başka<br />
örnek de Türkiye pazarıdır. Ermenistan’ın<br />
esas ihraç maddeleri bakır ve molibdendir.<br />
Türkiyeher iki metali de ithalattan<br />
karşılamaktadır. 30 Ermenistan bu iki metali<br />
esasen Almanya’ya satmaktadır.Oysa<br />
taşıma mesafesinin uzunluğu maliyeti<br />
artırmakta ve Ermenistan’ın gelirini<br />
azaltmaktadır. 31<br />
Ermenistan’ın ekonomik durumunun<br />
iyileşmesi ülkeden göçü engelleyeceği<br />
gibi, istihdamı ve demografik artımı<br />
da pekiştirecektir. Üstelik şimdi süren<br />
ekonomik krizin yavaşlayacağı, üretim,<br />
istihdam ve tüketim de artacaktır.<br />
27 Грузия покупает газ у России, 03.<strong>02</strong>.<strong>2012</strong>,<br />
http://www.dni.ru/economy/<strong>2012</strong>/2/3/226828.html<br />
28 Ermenistan Başbakanlık yanında Devlet Gelirleri Komitesinin<br />
2010 raporu. Lakin devletin bu satıştan elde ettiği gelir<br />
sadece 60 milyon USD oluşturmuştur.<br />
29 Общий госдолг Армении в январе-июле составил<br />
около $4,2 млрд. – Минфинhttp://www.armbanks.<br />
am/<strong>2012</strong>/08/29/40805/<br />
30 Türkiyede 2 milyon tona yakın bakır rezervlerinin olduğu<br />
tahmin ediliyorsa da, işletilen molibden yatağı hiç yoktur. Her<br />
iki metal esasen elektrik sanayisinde kullanılmaktadır.<br />
31 Bunlara Almanyada iktisadi kriz neticesinde talebin<br />
azaldığını, oysa Türkiyede tam tersine talebin arttığını eklenecek<br />
olursa, Ermenistanın elde edebileceği gelir daha da artmış<br />
olurdu.<br />
HAZAR RAPORU<br />
51 53
Türk Dış Politikası Açısından Kafkasya<br />
ve Orta Asya<br />
Prof. Dr. Mesut Hakkı CAŞIN<br />
Yeditepe Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim üyesi<br />
‘’Amerika Birleşik Devletleri’nin Avrasya’nın tümü için bütünleşmiş kapsamlı ve uzun vadeli bir<br />
jeostrateji oluşturmasının zamanı gelmiştir. Çünkü A.B.D. bu gün tek süper güçtür ve Avrasya da<br />
yerkürenin merkezi arenasıdır. Hal böyle olunca Büyük Satranç Tahtası özetle Avrasya Bölgesi<br />
başlıca oyuncular ise A.B.D.- Rusya-Fransa-Almanya-Çin-Japonya-İran ve Türkiye’dir.<br />
Giriş<br />
Türk halklarının ana vatanı ve müşterek<br />
tarih, din ve kültürünün şekillendiği<br />
zorlu coğrafyayı teşkil eden Orta Asya ve<br />
Kafkaslar bölgesini, Mackinder “Eurasian<br />
Heartland-Avrasya Kalpgah” bölgesi<br />
olarak tanımlanmıştır. Sovyet rejiminin<br />
çökmesini müteakiben ortaya çıkan yeni<br />
güçler mücadelesi uluslararası ilişkiler<br />
literatüründe “New Great Game-Yeni<br />
Büyük Oyun’’ olarak nitelendirilirken, 1<br />
<strong>Hazar</strong> Havzası jeopolitik anlamda bu<br />
rekabetin odak noktası konumuna<br />
yükselmiştir. 2 Uluslararası kamuoyunun<br />
1 Richard Weitz: ‘’Averting a New Great Game in Central<br />
Asia’’, The Washington Quarterly, Summer 2006, Vol, 29:3, p.<br />
155–167.<br />
2 Avrupa devletler, Rusya’ya doğal gaz ithalatında % 40, petrol<br />
ithalatında ise % 30 oranında bağımlı olmaları nedeni ile Orta<br />
Asya enerji kaynaklarını alternatif çıkış yolu olarak görmektedir.<br />
Avrupa ülkelerinin gaz talepleri 2088 yılında 555 milyar metre<br />
küpten, 2035’de 628 milyar metre küpe çıkması tahmin olunmaktadır.<br />
Buna mukabil, ekonomik büyümesi % 9 artan Çin’in<br />
Zbigniew Brzezinski<br />
hazırlıklı olmadığı bu hızlı değişim<br />
sürecinde Kafkasya ve Orta Asya<br />
devletlerinin egemenliklerini kazanması,<br />
Türk dış politikasının geleneksel<br />
gündeminde “Avrasya İşbirliği Fırsat-<br />
Rekabet Penceresini” tartışmaya açmıştır.<br />
Yirmi yıl süren geçiş süreci içinde AB ve<br />
NATO’nun Doğu Avrupa’da genişlemesi, 3<br />
11 Eylül terör saldırıları ve ABD ve<br />
NATO’nun terörizmle mücadele amacı ile<br />
başlattığı ISAF harekâtı ile Afganistan’a 4<br />
enerji talebinin 2008 ‘de 395 milyar metre küpten, 2<strong>02</strong>5 yılında<br />
395 milyar metre küpe çıkması beklenmektedir. ‘’ The Growing<br />
Geopolitical Role of Central Asia’’, Knowledge Economy Network,<br />
Brussels, Weekly Brief No. 1 – January <strong>2012</strong>.<br />
3 William Wallace: ‘’From the Atlantic to the Bug, from the<br />
Arctic to the Tigris The Transformation of the EUand NATO’’,<br />
International Affairs, Vol. 76, No. 3, Europe: Where Does It Begin<br />
and End , July., 2000, p. 475-493.<br />
4 Stephen M. Saideman and David P. Auerswald: ‘’Comparing<br />
Caveats: Understanding the Sources of National Restrictions<br />
upon NATO’s Mission in Afghanistan’’, International Studies<br />
Quarterly, Vol. 56, No. 1, March <strong>2012</strong>, p. 67-84.<br />
54 52
ve Pf P-Barış İçin Ortaklık projesi ile<br />
İttifakın Güney Kafkasya eksenli genişleme<br />
projeleri, bölgenin stratejik önemini<br />
yükseltmiştir. 5 Türkiye, tüm diğer aktörler<br />
gibi Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan<br />
bölgesel savaşlar ve ekonomik krizlerin<br />
çalkantılı siyasal ve ekonomik düzleminde<br />
yakalamayı başardığı ekonomik<br />
kalkınma modeli ile yükselen bir profil<br />
sergilemektedir. Arap Baharı’nın Orta<br />
Doğu’yu sarstığı günümüzde,<br />
T<br />
ürkiye’nin Orta Asya ve Kafkaslar bölgesi<br />
dış politika ve ekonomik işbirliği stratejileri<br />
başarılı olabilir mi Türkiye, neden bölgeye<br />
yeniden angaje olmalıdır Türkiye’nin bölgede<br />
hangi stratejik çıkarları ve hedefleri mevcuttur<br />
Bu tespite göre, Türk siyasal eliti ve karar vericileri<br />
çok yönlü dış politika ve yeni denge arayışları<br />
kapsamında ülkenin mevcut ekonomik potansiyel<br />
dinamiklerini nasıl harekete geçirebilir<br />
Avrasya bölgesinde Türk iş adamları ve<br />
üniversitelerinin 20 yıllık deneyimleri<br />
dikkate alındığında, etkin bir rol<br />
üstlenebilir mi Küreselleşen dünyada<br />
Türkiye, bölgesel bir aktör olarak<br />
hangi devletler ile işbirliği modelleri<br />
geliştirebilir Bu kısa makalede, Avrasya<br />
bölgesindeki güçler dengesinin değişimine<br />
bağlı olarak Türk dış politikasında 2013<br />
yılında olası yeni değişikliklerin stratejik<br />
analizi hedeflenmiştir.<br />
5 ‘Ermenistan ve Gürcistan NATO Kosova ve Afganistan Harekâtlarına<br />
katkıda bulunurken, Azerbaycan Afganistan Harekâtına<br />
94 askeri personel ile katılmaktadır. NATO, Azerbaycan- Ermenistan<br />
arasındaki Karabağ sorunu ve 2008 Gürcistan savaşı<br />
sonrası gelişmeleri bölge barışı açısından dikkatle izlemektedir.<br />
’NATO’s Partners in the South Caucasus’’, http://www.nato.<br />
int/cps/en/natolive/news_89866.htm<br />
AVRASYA’DA DEĞİŞİMİN<br />
GÜÇLER DENGESİ AÇISINDAN<br />
YENİ BOYUTLARI<br />
“Rusya’nın geleceği, Asya’dadır, Avrupa’da<br />
izlediği güç dengesini koruma politikasını<br />
ve İstanbul’u kuşatma hayallerini terk<br />
etmeli, tüm enerjisini , ulusal çıkarları<br />
adına ve bu çıkarlara en büyük rakip olan<br />
İngiltere’yi dengelemek adına Asya’ya<br />
yöneltmelidir.’’<br />
Rusya Dışişleri Bakanı Gorchakov<br />
Türkiye’nin Kafkasya-<strong>Hazar</strong> eksenli dış<br />
politikasının analizinde, uluslararası<br />
sistem mantığı ve realist teorik düzlemden<br />
yaklaşıldığında, öncelikle bölgedeki tarihi<br />
değişimin boyutlarının ortaya konarak,<br />
güçler dengesi açısından aktörlerin dış<br />
politika davranışlarının analizinin gerekli<br />
olduğu düşünülmektedir. Uluslararası<br />
ilişkilerde “güç” kavramı, “zayıf ” ve<br />
“kuvvetli” devletlerin tanımlanması<br />
ve devletlerin sahip oldukları gücü dış<br />
politikayı yönlendirmek için kullanıp<br />
kullanmamak konusundaki yetenek ve<br />
tercihlerini de belirlemektedir. 6 Doktrinde<br />
Kenneth Waltz, güç olgusunu “başkalarını<br />
etkileyebilmek” olarak tanımlarken,<br />
Robert Gilpin, devletlerin “ekonomikaskeri-teknolojik”<br />
yeteneklerinin<br />
toplamının devletin gücünü yansıttığını<br />
öne sürmüştür. 7 Kanaatimizce Kafkasya,<br />
6 Michael Barnett and Raymond Duvall: ‘’Power in International<br />
Politics’’, International Organization, Vol. 59, No. 1,<br />
<strong>Winter</strong>, 2005, p. 39-75.<br />
7 Margit Bussmann and John R. Oneal :’’ Do Hegemons<br />
Distribute Private Goods A Test of Power-Transition Theory’’,<br />
The Journal of Conflict Resolution, Vol. 51, No. 1, February<br />
2007, p. 88-111.<br />
HAZAR RAPORU<br />
55 53
Orta Asya’nın giriş kapısı, <strong>Hazar</strong><br />
Havzası ise tarihi İpek Yolunun ve<br />
bereketli Avrasya coğrafyasının görkemli<br />
Kervansarayı’dır. Bu noktadan hareketle,<br />
öncelikle bu coğrafi alanda Yolcuların<br />
ekonomik iş birliği talepleri ile Hancı<br />
konumundaki ev sahibi devletlerin<br />
arz kapasitelerinin ortak ve karşılıklı<br />
çıkarlara dayalı fırsat ve risklerin stratejik<br />
boyutlarının irdelenmesinin resmin bütün<br />
olarak anlaşılmasına yardımcı olabileceği<br />
söylenebilir. Tarih boyunca Orta Asya<br />
Türk Milleti’nin ana vatanı olmuştur.<br />
Bozkırda göçebe bir hayat esası yaşayan<br />
Türkler bu coğrafyada kurdukları devletler<br />
ve yerleşik hayatta teşkil ettikleri büyük<br />
şehirler ile Türk medeniyetinin ve bölgesel<br />
kalkınma ve refahın ticaret yolu ile de<br />
gelişiminde yararlı olmuşlardır. 8 Türk<br />
ülkelerinin bulunduğu geniş topraklar<br />
Uluğ Türkistan olarak nitelendirilmiştir. 9<br />
1991 tarihinde SSCB’nin çökmesi ise,<br />
Avrasya’da istikrar ve güç mücadelesini<br />
yeniden gündeme getirmiştir. 10<br />
Öncelikle belirtmek gerekir ki, Kafkasya<br />
ve Orta Asya, birbirine eklemli geniş<br />
coğrafi düzleme sahip olup, petrol ve gaz<br />
rezervlerine ilaveten, zengin su kaynakları,<br />
stratejik madenler ile dünyada artan<br />
nükleer enerji reaktörlerinin ihtiyacı<br />
olan uranyum gibi modern ekonominin<br />
8 V.V. Bartold : “Türkistan ve Türkler”, Çeviren D. Ahsen Batur<br />
: “Orta Asya, Tarih ve Uygarlık”, Selenge Yayınları, İstanbul<br />
2010, s. 28-36.<br />
9 Ramazan Özey: Türk Dünyası, İstanbul 1997, s.33.<br />
10 S. Frederick Starr, “Making Eurasia Stable’’, Foreign Affairs,<br />
January /February, 1996.<br />
zorunlu doğal kaynaklarına sahiptir. Buna<br />
mukabil, Orta Doğu enerji kaynaklarının<br />
denizlere olan bağlantısının aksine,<br />
bölgenin dünya pazarlarına ulaşımı Rusya<br />
topraklarından geçen demiryolları ve<br />
petrol boru hatlarına bağımlıdır. Öte<br />
yandan, jeopolitik olarak bakıldığında 4<br />
milyon kilometre kare geniş topraklara<br />
sahip olan bölge, ancak 61 milyon nüfusa<br />
sahip bulunurken, 1 milyar insan gücü ile<br />
Hindistan ve 1.5 milyarlık Çin’in asimetrik<br />
demografik baskısı, bu devletlerin hızla<br />
artan enerji açığının bölgeden karşılanması<br />
paradoksunu gündeme getirmiştir. Bu<br />
tespitten hareketle, öncelikle, Avrasya’da<br />
neler değişti sorusu ve satrançta küresel<br />
aktörlerin 11 konumlarının istikametleri ne<br />
yönde olacaktır sorusuna cevap aranması<br />
gerektiği varsayılmaktadır. Buna göre,<br />
Soğuk Savaş sonrasında Kafkasya ve Orta<br />
Asya’nın uluslararası sistemdeki konumu<br />
siyasal ve ekonomik anlamda tarihi bir<br />
değişim yaşamaktadır. Sovyet askeri<br />
gücünün yarattığı güç boşluğu, Afganistan<br />
başta olmak üzere mücavir alanda dinsel<br />
ve etnik kökenli terör faaliyetlerinin<br />
tırmanışa geçme tehlikesini gündemde<br />
tutmaktadır. Bununla birlikte, uluslararası<br />
ilişkiler mantığı açısından konuya dikkatle<br />
yaklaşıldığında; günümüzde Çin-Kuzey<br />
Kore-Pakistan-Hindistan arasındaki<br />
nükleer silahlanma yarışına İran’ın katılma<br />
isteğinin yarattığı belirsizlik önemlidir. 12<br />
11 Doktrinde, Brezezinki, bu gelişime ‘’Büyük satranç Tahtası’’<br />
adını vermiştir.<br />
12 BM’in 1299 sayılı yaptırım kararı ile uygulanan ambargo<br />
kararının Ocak 2011 İstanbul toplantısında çözüme kavuşturulmaması,<br />
NPT Antlaşması dikkate alındığında BM Sözleşmesi-<br />
56 54
SSCB’nin tasfiyesi sonrasında bölgenin<br />
zengin enerji kaynakları, stratejik maden<br />
rezervleri ve tarihi ipek yolu güzergâhının<br />
yarattığı cazibe, dünya ekonomisi için<br />
hayati önem kazanırken diğer taraftan da<br />
ABD ve AB ülkeleri ile Çin’in politikaları<br />
Rusya ile rekabete yol açmaktadır. 13<br />
Nitekim Rusya, XVIII. yüzyıldan itibaren<br />
kademeli olarak Avrasya bölgesinde<br />
yükselen güç olmuştur. 1917 Sovyet<br />
Bolşevik Devrimi ve II. Dünya Savaşı<br />
sonrasındaki iki kutuplu güçler dengesi<br />
Sovyetler Birliği’nin Avrasya’daki bölgesel<br />
kontrol ve etkinliğini en yüksek noktaya<br />
taşımıştır. Sovyet Lideri Gorbaçov ve<br />
ABD Başkanı Reagan arasında 11 Kasım<br />
1986’da gerçekleşen Reykjavik Zirvesi<br />
ile alınan nükleer silahsızlanma ve<br />
Avrupa’nın geleceği hakkındaki kararlar 14<br />
doğrultusunda SSCB, 31 Ocak 1991<br />
tarihinde tasfiye edilmiş, Sovyet Kızıl<br />
Ordusu Doğu Avrupa topraklarından geri<br />
çekilmiş ve iki Almanya birleşmiştir. 15<br />
nin VII. Bölüm esaslarına geçilmesinde Güvenlik Konseyi daimi<br />
üyeleri Rusya ve Çin’in tutumları netlik kazanmamıştır.<br />
13 Nitekim, ABD’nin Avrasya üzerindeki rekabetçi girişimleri<br />
ve NATO’nun askeri varlığına karşılık Çin- Rusya işbirliği Şanghay<br />
Örgütü ile mukabil cephenin siperlerini derinleştirmeye<br />
devam etmektedir. Bu rekabetin periferik bölgedeki kaçınılmaz<br />
yansımaları olarak Kafkasya, Karadeniz, Baltık, Akdeniz ve İran<br />
Körfezine yansımaları, Türkiye, İran, Pakistan, Ukrayna, Azerbaycan,<br />
Gürcistan, Ermenistan’ın katılmasına sebebiyet vermektedir.<br />
Orta Asya enerji jeopolitiği; XXI. yüzyılın öncelikli dış politika<br />
ve ekonomik konuları arasında yer almaya adaydır.<br />
14 Nikolai Sokov: ‘’Reykjavik Summit: The Legacy and a Lesson<br />
for the Future’’, December 1, 2007, http://www.nti.org/<br />
analysis/articles/reykjavik-summit-legacy/<br />
15 Kathrin Hörschelmann: ‘’History after the End: Post-Socialist<br />
Difference in a (Post)modern World’’, Transactions of<br />
the Institute of British Geographers, New Series, Vol. 27, No. 1,<br />
20<strong>02</strong>,p. 52-66, Chauncy D. Harris :’’ Unification of Germany in<br />
1990’’, Geographical Review, Vol. 81, No. 2, April , 1991, p. 170-<br />
182, Mark Bassin :’’ Between Realism and the ‘New Right’: Geo-<br />
Batılı ülkeler, yeni bağımsızlıklarını<br />
kazanan devletlerin tekrar Rusya’nın<br />
etki alanına girmesi endişesi ile bu<br />
ülkeleri kendi siyasal, ekonomik ve<br />
güvenlik sistemlerine entegre etmek<br />
istemişlerdir. 16 Brezinski’nin Satranç<br />
Tahtası olarak tanımladığı Avrasya’da<br />
ABD’nin başlattığı politikalar, değişimin<br />
en önemli unsurunu teşkil etmiştir. 17<br />
ABD’nin Kafkasya politikasının tarihsel<br />
süreç içindeki ilk açılımları, Bakü petrolü<br />
ve Ermeni göçmenler vasıtası ile olmuştur.<br />
1991 sonrası gelişmeler genel hatları ile<br />
irdelendiğinde ise, ‘’Rusya Öncelikli’’ 18<br />
olarak kurgulanmıştır. ABD’nin, Avrasya<br />
stratejisi içindeki hayati çıkarları açısından;<br />
Kafkasya bölgesini pivotal eksen olarak<br />
tanımlamıştır. 19 ABD’nin değişim gösteren<br />
yeni Kafkasya politikasında; enerji<br />
politics in Germany in the 1990s’’, Transactions of the Institute<br />
of British Geographers, New Series, Vol. 28, No. 3, September<br />
,2003, p. 350-366.<br />
16 ‘’Collapse of the Soviet Union-1989-1991’’, http://www.<br />
globalsecurity.org/military/world/russia/soviet-collapse.htm.<br />
17 S. Neil MacFarlane : ‘’The United States and Regionalism<br />
in Central Asia’’, International Affairs , Vol. 80, No. 3, Regionalism<br />
and the Changing International Order in Central Eurasia ,<br />
May, 2004, p. 447-461.<br />
18 Bu politikaya göre; Kafkasya ile Moskova üzerinden ilişki<br />
kurulması tercih edilmiştir. Bunun en önemli nedeni ise<br />
Rusya Federasyonu’nun uluslararası sisteme entegre edilmesi<br />
ve böylece güven altına alınmasını sağlamaktır. Bu anlamda<br />
Rusya Federasyonu’nun 1993 yılında benimsediği “yakın çevre<br />
doktrini” ABD tarafından da kabul edilerek; Rusya ile ABD’nin<br />
Kafkasya’ya yönelik politikası paralellik göstermiştir.1995’ten<br />
itibaren değişen jeopolitik ortam, ABD’nin de dış politikasının<br />
değişmesine imkân vermiştir. ABD’nin Kafkasya ve Orta Asya’yı<br />
“stratejik hayati bölge” olarak tanımlaması Rusya’nın tepkisine yol<br />
açmıştır ve Rusya küresel politikada Amerikan karşıtı bir çizgiye<br />
yer vermeye başlamıştır. Bunun için de Avrasya-ABD karşıtı bir<br />
koalisyondan oluşan karşı ittifak stratejisine yönelmiştir.<br />
19 Stephen J. Blank : ‘’After Two Wars: Reflections on the<br />
American Strategic Revolution in Central Asia’’, Carlisle Barracks,<br />
PA, Strategic Studies, Institute, Army War College, July<br />
2005, p. 12-21.<br />
HAZAR RAPORU<br />
57 55
projelerinin hayata geçirilmesi, bölgenin<br />
demokrasiye ve liberal ekonomiye açık<br />
tutulması, suretiyle yeni bir siyasal<br />
düzen tesis edilmesi, çatışmaların barışçı<br />
çözüme kavuşturulması, terörle mücadele,<br />
İran’ın çevrelenmesi vb. önceliklerine yer<br />
verildiği söylenebilir. Öte yandan ABD,<br />
11 Eylül sonrasında, Irak ve Afganistan<br />
Savaşlarına iştirak ettiği gibi, ilk kez<br />
Kafkaslar ve Orta Asya’da askeri güç<br />
konuşlandırmıştır. 20 Washington bölgede<br />
Taliban ve El Kaide terör örgütlerinin<br />
güçlenmesi tehdidinin, Rusya ve Çin’in dış<br />
politikalarına ve hayati çıkarlarına aykırı<br />
olduğuna ikna etmiştir. 21 ABD’nin bölgeye<br />
yönelik temel stratejik hedefleri ise,<br />
Rusya’nın yeniden hegemonik güç olarak<br />
baskılarını hafifletmek, İran’ın İsrail’i<br />
tehdit eden Körfez’deki politikalarının<br />
yayılmacı etkisini pasifize etmek şeklinde<br />
tanımlanabilir. Öyle ki, bu hedefler<br />
<strong>Hazar</strong>’ın hidrokarbon rezervlerinin<br />
bir kısmı üzerinde kontrol sağlamak ve<br />
alternatif boru hatları projeleri geliştirmeyi<br />
içermektedir. Bunu Türkiye, Gürcistan,<br />
20 “Bush Troop Redeployment Plan: A Threat to Russia,”<br />
CDPP, Vol. LVI, No., 33, September 15, 2004, p. 1-5., Radio Free<br />
Europe Radio Liberty, February 26, 2004, report of Rumsfeld’s<br />
trips to Uzbekistan and Kazakstan; “U.S. Relations with Central<br />
Asia: Beth Jones, Assistant Secretary for European and Eurasian<br />
Affairs, Briefing to the Press,” Washington, DC, February 11,<br />
20<strong>02</strong>, www.state.gov/p/eur/rls/rm/20<strong>02</strong>/7946.htm; Roger N.<br />
McDermott, “Washington Vague on U.S. Basing Plans in Central<br />
Asia,” Eurasian Daily Monitor, August 6, 2004; “Envoy to<br />
Azerbaidzhan Upholds USA’s Regional Policy,” Zerkalo, Baku,<br />
September 11, 2004, p. 15-17, BBC Monitoring, September 18,<br />
2004, retrieved from Lexis-Nexis.<br />
21 Shirley Kan: ‘’U.S.-China Counter-Terrorism Cooperation:<br />
<strong>Issue</strong>s for U.S. Policy’’, CRS Report for Congress, 12 May, 2005. ,<br />
S. Neil MacFarlane: ‘’ the United States and Regionalism in Central<br />
Asia ‘’, International Affairs (Royal Institute of International<br />
Affairs 1944-), Vol. 80, No. 3.<br />
Azerbaycan gibi bölgesel müttefikleriyle<br />
devam ettirerek, onları bir anlamda<br />
ödüllendirmekte ve ABD’yle beraber<br />
devam etmeye teşvik etmektedir. Nitekim<br />
Dimitri Trenin’e göre Rusya, Kafkasya’daki<br />
ayrılıkçılık, dinsel radikalizm, terörizm<br />
ve etnik çatışmaları kendi iç güvenliğine<br />
karşı tehdit olarak algılamaktadır. Ancak,<br />
ABD ile ekonomik ve stratejik rekabet,<br />
Rusya’nın bölgeye yeniden dönmesi<br />
yolundaki engel olarak algılanmaktadır.<br />
Rusya, ABD’nin askeri faaliyetlerini de<br />
“Dondurulmuş Çatışmaları” ısıtmaya ve<br />
istikrarsızlık yaratmak için ve Moskova’nın<br />
deklare ettiği Kırmızı Çizgileri aşmak için<br />
NATO’nun kullanıldığını ileri sürmektedir.<br />
Bu tespite paralel olarak Rusya Devlet<br />
Başkanı Medvedev, Gürcistan’ın 2008<br />
saldırısını “Rusya’nın 11 Eylül’ü” olarak<br />
tanımlanan provakatif bir eylem olarak<br />
yorumlamaktadır. 22 Amerikan yönetimi<br />
ise Rusya’nın Kafkaslardaki geleneksel<br />
nüfuzunu azaltarak, Kremlin’in arka bahçe<br />
anlayışına şiddetle karşı çıkmaktadır.<br />
Kısacası, ABD Rusya’yı tekrar karşısında<br />
rakip olarak görmek istememektedir. 23 Bu<br />
itibarla, ABD’nin Kafkasya politikasının:<br />
Bölgenin jeopolitik<br />
özelliklerinden istifade yöntemleri,<br />
XIX. yüzyılda misyonerlik faaliyetleri<br />
kapsamındaki gelişmelerin I.Dünya Savaşı<br />
ve II. Dünya Savaşı’nda Sovyetler ile<br />
22 Dmitri Trenin: ‘’Russia in the Caucasus: Reversing the<br />
Tide’’, Brown Journal of World Affairs.<br />
23 Çağrı Kürşat Yüce: ‘’Kafkasya ve Orta Asya-Enerji kaynakları<br />
Üzerinde Mücadele ’’, Ötüken Yayınevi, İstanbul 2006,<br />
s.194-195.<br />
58 56
ittifaka dönüşümü,<br />
Soğuk Savaş döneminde<br />
“Çevreleme Politikası” ile Sovyet Kızıl<br />
Ordusu’nun İran Körfezi ve Akdeniz’e<br />
inmesinin önlenmesi için Türkiye ve İran<br />
ile İttifak, Sovyetler Birliği’nin tasfiyesi ile<br />
Avrasya bölgesinin enerji kaynaklarının<br />
kontrolünde Kafkasya’da Rusya ile<br />
yakınlaşmanın boyutlarının tartışılması,<br />
11 Eylül sonrasında, radikal İslami terörle<br />
mücadelede Kremlin ile ittifak yolunun<br />
açılması,<br />
Başkan Bush döneminde<br />
2008 Rusya-Gürcistan Savaşı ile yaşanan<br />
gerginlik döneminin; Başkan Obama<br />
yönetiminde Rusya ile kısmi yumuşama<br />
ve İran’ın Nükleer faaliyetlerinin<br />
denetlenerek bölgesel güç dengelerinin<br />
muhafazası olarak kısaca özetlenebileceği<br />
düşünülmektedir.<br />
Rusya Federasyonu, üç stratejik hamle ile<br />
ABD-AB-NATO’nun enerji arz güvenliği<br />
açısından güç boşluğuna izin vermeyeceği<br />
yolundaki politikasının yeniden dikkate<br />
alınması gerektiğini ortaya koymuştur.<br />
Birinci olarak Rusya, teorik düzlemde<br />
Şanghay Örgütü ile Çok Kutupluluk<br />
hipotezini ortaya atarak, bu değişime<br />
karşı çıkmıştır. İkinci hamlede Moskova,<br />
güçler dengesini bozduğu gerekçesi ile<br />
Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliğini<br />
kabul etmeyeceğini deklare etmiştir. Bu<br />
bağlamda enerji güvenliğini krize sokan<br />
‘2006 Rusya- Ukrayna gaz krizi AB’yi<br />
endişeye sevk etmiştir. Kremlin yönetimi<br />
üçüncü ve en kritik girişim olarak Portakal<br />
Devrimleri ile Doğu Avrupa ve Orta<br />
Asya’yı kontrol eden siyasal istikrarsızlığa<br />
izin vermeyeceğini 2008 Rusya-Gürcistan<br />
Savaşı ile ortaya koyarken, “dondurulmuş<br />
çatışmalar-frozen conflict’’ denklemini<br />
bozmuştur. Rusya, Abhazya ve Güney<br />
Osetya bölgelerinde Gürcistan sınırlarında<br />
asker bulundurmakta, İran ile dostane<br />
ilişkiler geliştirmektedir. Gürcistan’daki<br />
Gül Devrimi’nden beri, Abhazya ve Güney<br />
Osetya’daki Rus askeri varlığı genişlemiş<br />
ve ayrılıkçı güçlere yardım derinleşmiştir. 24<br />
Rusya sadece Gürcü güçlerini mağlup<br />
etmekle kalmayarak Abhazya ve Güney<br />
Osetya’nın bağımsızlığını tanımıştır.<br />
Böylece diğer ülkelerin de bölgeye bakış<br />
açısı değişmiştir. 25 Rusya Çeçenistan’da<br />
ayaklanmaya karşı tedbirler almakta<br />
ve bu gelişmelerin bütün Kafkaslara<br />
yayılmasından endişe etmektedir.<br />
Kaynak: Journal of Economic Geography<br />
Rusya, yukarıda bahsettiğimiz ABD<br />
ve Avrupa Birliği’nin önde olmasına<br />
mani olmaya çalışmakta, bu kaygan<br />
zeminde kural koyan güç konumunu<br />
korumak istemektedir. Bunun altında,<br />
ekonomik çıkarlarını savunmak, jeopolitik<br />
statükosunu muhafaza etmek, iç tehditleri<br />
ve terörizmi sindirmek ve yok etmek,<br />
emelleri sıralanabilir 26 . Ancak, NATO ve<br />
AB’nin Doğu’ya doğru genişleme süreci,<br />
24 R. Craig Nation, “Russia, United States and the Caucasus”,<br />
2007.<br />
25 Mustafa Aydın, “Turkish Policy Towards Caucasus”, 2008<br />
26 Ilan Berman, “The New Battleground: The Caucasus and<br />
Central Asia,” The Washington Post, <strong>Winter</strong> 2004-05, p. 59-69.<br />
HAZAR RAPORU<br />
57 59
2008 Gürcistan Savaşı ile durgunluk<br />
safhasına geçmiştir. NATO’nun Füze<br />
Kalkanı Projesi ile Baltık, Doğu<br />
Avrupa, Karadeniz, Akdeniz ekseninde<br />
İran’ın nükleer faaliyetleri gerekçesi ile<br />
tertiplenmesine Rusya, şiddetle karşı<br />
çıkmıştır. Kremlin, Near Abroad –Yakın<br />
Çevre doktrini ile uluslararası kamuoyuna<br />
ilan ettiği kırmızı çizgilerini Kafkaslar’da<br />
Frozen Conflict alanlarına müdahalesini<br />
aslında, güçler dengesi açısından nükleer<br />
paritenin ABD ve müttefikleri tarafından<br />
erozyona uğratıldığı gerekçesine<br />
dayandırmıştır. Ukrayna ve Gürcistan’ın<br />
NATO’ya entegrasyonuna karşı çıkan<br />
Moskova Kalilingrad’a İskender sınıfı<br />
nükleer füzeleri konuşlandırmak<br />
seçeneği ile askeri güç kartını pazarlık<br />
masasına bırakmıştır. Rusya, mukabil<br />
hamle olarak, Putin döneminde<br />
yeni boru hatları projelerini devreye<br />
sokarak enerji pazarındaki konumunu<br />
muhafazaya çaba sarf etmiştir. Füze<br />
kalkanını kendi nüfuz alanına yönelik<br />
bir tehdit olarak algılayan Rusya,<br />
Gürcistan’da kurulacak radarın yerine<br />
Azerbaycan’daki kendi radarının ABD<br />
tarafından da kullanılabileceği teklifini<br />
getirmiştir. Öte yandan, 15 Mayıs 1992’de<br />
Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan,<br />
Rusya Federasyonu, Tacikistan ve<br />
Özbekistan arasında Kolektif Güvenlik<br />
Anlaşması (KGA) imzalanmıştır.<br />
Kısacası Rusya, KGAT’ın NATO’ya<br />
denk bir bölgesel güvenlik örgütü olarak<br />
tanınmasını istemektedir. Son dönemde<br />
KGAT sürekli yetkililerinin belirttiği<br />
gibi, KGAT’ın öncelikli faaliyet alanı<br />
Orta Asya bölgesidir. Bölgedeki ABD<br />
askeri varlığından rahatsız olan Rusya,<br />
KGAT çerçevesinde Orta Asya’daki askeri<br />
nüfuzunu artırmayı hedeflemektedir. 27<br />
İkinci stratejik hamle olarak ise, AB’nin<br />
artan enerji ihtiyacını karşılamak için<br />
Rus siyasal eliti, Baltık ve Güney Akım<br />
projelerini devreye sokmuştur. Moskova,<br />
aynı zamanda <strong>Hazar</strong> Denizi’nin hukuki<br />
statü probleminin çözümünde, İran ile<br />
ortak hareket ederek, Kazakistan ve<br />
Türkmenistan’ın AB pazarına ancak<br />
kendi boru hatları ile girebileceğini<br />
ortaya koymuştur. Rusya, Basra Körfezi<br />
ve Hint Okyanusu seçeneklerini de<br />
dikkatle takibe devam etmektedir. Rusya<br />
buna rağmen, Çin’in Türkmenistan ve<br />
Kazakistan’ın enerji kaynaklarının yeni<br />
boru hatları ile rekabetini önleyememiştir.<br />
Rusya, ekonomik açıdan milli gelirinin<br />
% 63’ünü oluşturan enerji pazarındaki<br />
monopolist yapının muhafazası için<br />
kararlılığını ortaya koyarken, 2008 küresel<br />
ekonomik krizinden olumsuz yönde<br />
etkilenmiştir. Rusya bu noktada, Türkiye<br />
ve Balkan ülkeleri ile ortaklık modellerini<br />
Karadeniz-Balkanlar-Akdeniz hatlarındaki<br />
27 Leszek Buszynski: ‘’Russia’s New Role in Central Asia’’,<br />
Asian Survey, Vol. 45, No. 4 ( Jul. - Aug., 2005), pp. 546-565.<br />
60 58
projeleri ile realize etmeyi hedeflediği<br />
gözlemlenmektedir.<br />
Türkiye için Kafkasya bölgesi, tarihi<br />
komşumuz Rusya ve Orta Asya Türk<br />
Cumhuriyetleri için ekonomik ve<br />
siyasal kültür köprüsü, “Uzun Koridor”<br />
konumundadır. 28 Ortalama 5000 metre<br />
yüksekliğindeki dağlık arazi yapısı<br />
nedeni ile “dünyanın çatısı” olarak<br />
tanımlanan Kafkasya, 29 bölgeyi kontrol<br />
altında tutan SSCB’nin dağılmasından<br />
sonra dünya siyasetinde aniden çok<br />
önemli bir yer edinmiştir. Kafkasya,<br />
tarih boyunca Arap-İran-Türk-Rus<br />
kavimlerinin göç ve ticaret yolları ile<br />
ordularının muharebe alanı olmuştur.<br />
Kafkasya’nın coğrafi ve iklimsel<br />
zorlukları, aynı zamanda bölge halkının<br />
egemenliklerinin yanı sıra kendi özgün<br />
kültür-dil-dinlerini korumakta oldukça<br />
faydalı tarihi “SIĞINAK” rolünü de<br />
temin etmiştir. 30 XIX. yüzyıldan itibaren<br />
28 R. Hrair Dekmejian and Hovann H. Simonian, Troubled<br />
Waters: The Geopolitics of the Caspian Region, London: I. B.<br />
Tauris, 2001, p. 28., C. J. Chivers, “Violence Flares in Russia’s<br />
Caucasus, “International Herald Tribune, May 17, 2006.<br />
29 “Asların Dağı” anlamındaki Kafkaslar, daha sonraları Tatarlar<br />
tarafından “Jalbuz” (Buz Yelesi), Nogaylar tarafından Yıldız Dağları<br />
olarak adlandırılmıştır. Bir görüşe göre “Kafkas” adı Farsça<br />
“dağ” anlamına gelen “kuh” ile eski Türkçe’de “beyaz” anlamına<br />
gelen “kas” kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir.<br />
30 Bilinen tarihi yaklaşık 3 bin yıl geriye giden Kafkasya, üzerinde<br />
yaşayan halkların kendi aralarındaki iç çekişmenin ötesinde<br />
büyük güçlerin işgallerine sahne olmuştur. Sırasıyla (İskit,<br />
Sarmat, Yunan, Roma, Moğol, Avar, Hun, İran, Osmanlı) ve bu<br />
çerçevede verilen mücadelelerle de bugünkü karmaşık, çok dilli,<br />
çok etnik kompozisyona sahip bir görünüm haline gelmiştir. Bu<br />
etnik yapı incelendiğinde, her biri farklı dili kullanan elli kadar<br />
etnik grup sayılabilmektedir. Bölgenin etnik yapısının şekillenmesinde<br />
dil unsurunun yanında, din öğesi de etkili olmuştur.<br />
Anadolu’ya göç eden Kafkasya kökenli<br />
Türk vatandaşlar, iç politika açısından iç<br />
politikanın da önemli unsurudur.<br />
Diplomatik ve hukuki boyuttan<br />
bakıldığında Türkiye, tüm Orta Asya<br />
ve Kafkas Cumhuriyetlerini tanıyan ilk<br />
ülke olmuştur. Bu bağlamda Türkiye,<br />
Kafkasya’da Gürcistan, Azerbaycan ve<br />
Ermenistan ile kurduğu diplomatik<br />
ilişkilerde Rusya ile olan dengenin<br />
gözetilmesine özen göstermiştir. Ancak,<br />
Türkiye, Sovyet rejiminin yıkılmasından<br />
sonra ortaya çıkan Azerbaycan<br />
Ermenistan Savaşı, Ermenistan’ın<br />
sözde soykırım iddiaları, Rus-Çeçen<br />
Savaşı’nın yarattığı istikrarsızlık ve<br />
radikal dini terörün bölgesel yayılma<br />
riskinin farklı dış politika ve güvenlik<br />
endişeleri ile karşı karşıya kalmıştır. 31<br />
Öte yandan, bölgenin sahip olduğu<br />
petrol ve gaz rezervleri, Türkiye’nin<br />
büyüyen ekonomisine bağlı olarak artan<br />
enerji talebinin karşılanmasını gündeme<br />
taşımıştır. İkinci hayati gelişim ise Türk<br />
Cumhuriyetleri ve Rusya’nın hidrokarbon<br />
Bölgenin yerli milliyetlerinin büyük çoğunluğu Azeri, Ermeni,<br />
Gürcü ve Çeçen’dir. Kafkasya’nın en eski halkları Gürcüler ve<br />
Çeçenlerdir. Bu etnik gruplara Abhazlar ve çeşitli Çerkez alt<br />
grupları İnguşlar, Avarlar ve Lezgiler de dâhildir. Kuzey Kafkasya<br />
halkları bugün için kendi topraklarında ya da cumhuriyetlerinde<br />
azınlık durumundadır. Adıgey’de Adıgeler nüfusun %22 sini,<br />
Karaçay-Çerkes’te Karaçaylar ve Çerkesler nüfusun sırası ile %31<br />
ve %10 nu, Kabardey-Balkar’da ise Kabardeyler %48, Balkarlar<br />
%8 ni oluşturmaktadır. Mitat Çelikpala; Beş Deniz Havzasında<br />
Türkiye, Siyasal Kitap, Ankara,2006,s.64.<br />
31 C. J. Chivers, “Violence Flares in Russia’s Caucasus, “International<br />
Herald Tribune, May 17, 2006 .<br />
HAZAR RAPORU<br />
61 59
enerji kaynaklarının, Ortadoğu dışında<br />
alternatif kaynaklardan AB ve dünya<br />
pazarlarına ulaştırılmasında Anadolu’nun<br />
Akdeniz-Karadeniz transit güzergâh<br />
olarak kullanılması ABD, AB, Rusya,<br />
İran ve Çin’in katıldığı rekabet-ortaklık<br />
fırsatlarını beraberinde getirmiştir.<br />
Bu bağlamda, Azerbaycan önemli bir<br />
petrol ihracatçısıdır, Kafkasya doğal<br />
gaz ve petrol kaynaklarının dünya<br />
pazarlarına akıtılmasında transit koridor<br />
görevi üstlenmektedir. AB tarafindan<br />
benimsenen Avrupa Kafkasya Asya Transit<br />
Koridoru (TRACECA) projesinin de<br />
bir parçası olarak Avrupa’nın en önemli<br />
fosil yakıt kaynağı koridorlarından biridir.<br />
1993 yılında AB tarafindan başlatılan<br />
TRACECA projesi ile bölgeye yapılan<br />
otoyol, tren yolları, fiber optik kablolar<br />
ve doğal gaz ve petrol boru hatları<br />
yatırımlarıyla bölgede, Orta Çağ’da<br />
olduğu gibi, Asya’yı Avrupa’ya bağlayan<br />
modern bir İpek Yolu’nun yeniden hayata<br />
geçirilmesi arzulanmıştır.<br />
Y önetimine bir Rus yöneticKafkaslar ayrıca<br />
doğu-batı arasında uyuşturucu trafiğinin ve<br />
diğer yasa dışı suç oluşumlarının geçiş güzergâhı<br />
olmuştur.<br />
Diğer yandan bakıldığında, Kafkasya ve<br />
Orta Asya’nın birbirine eklemli coğrafik<br />
yapısının aynı zamanda ekonomik ve<br />
siyasal olarak da benzeri parametrelerde<br />
zorlu bir geçiş dönemini yaşadıklarını<br />
ifade etmek gereklidir. Nitekim, Orta<br />
Asya devletleri, 1989’dan bu yana geçen<br />
20 yıl içinde sömürgecilikten kurtuluşun<br />
ikinci aşamasını teşkil eden siyasal<br />
anlamda “Ulus İnşası” ve devletleşme<br />
sürecini yaşamaktadır. Yeni devletler,<br />
komünist rejimden, liberal serbest pazar<br />
ekonomisi ve demokratik yönetime geçişi,<br />
büyük devletlerin güç mücadelesinden<br />
etkilenmektedirler. Toplumsal adalet<br />
açısından, Orta Asya devletlerinin<br />
enerji arzından elde ettikleri milli geliri<br />
kurumsal olarak, yoksul toplumsal<br />
kitlelere yeterince aktarılamamaktadır.<br />
Halen, zengin fakir halk kitleleri ile,<br />
kentsel ve kırsal bölge halklarının sosyoekonomik<br />
yaşam koşullarında ciddi<br />
zorluklar mevcuttur. Ülke yönetiminde,<br />
partizanlık, yolsuzluk,rüşvet, gündelik<br />
ekonomide karaborsa yaygın olmaya<br />
devam etmektedir. Orta Asya<br />
Cumhuriyetlerinin ekonomileri, enerji<br />
ve kritik hammadde kaynakları ile tarım<br />
ürünleriyle sınırlı olup, dış yardım,<br />
borçlanma ve yabancı sermayeye aşırı<br />
bağımlıdırlar. Enerji kaynaklarının üretimi<br />
ve pazarlamasında çevre koşullarına<br />
uyulmaması, gelecekte çok ciddi<br />
boyutlarda çevre sorunlarının, <strong>Hazar</strong><br />
Denizi, Aral ve Baykal gibi göllerde aşırı<br />
kirliliğe yol çmaktadır. 32 Doğu Türkistan’da<br />
32 Bruno de Cordier: “Eski Güneydoğu Sovyetler Birliği: Sömürgecilikten<br />
Çıkış-Dönüşüm, Değişim ve Ötesi”, Çev. Serkan<br />
Berk Karadeniz, “Orta Asya ve Kafkasya”, Editör, Yelda Demirağ,<br />
Cem Karadeli, Palme Kitabevi, Ankara 2006 s. 108-114.<br />
62 60
çıkan olaylar da enerji jeopolitiğinin<br />
bölgeye olan en önemli yansımalarından<br />
biridir. Mevcut koşullarda Kazakistan,<br />
Özbekistan ve Türkmenistan’ın Rusya<br />
ve Çin’le yakınlaştığını görmekteyiz. Bu<br />
yakınlaşmayı stratejik olarak dengeleyecek<br />
yapı ise Türkmen ve İran gazının belli<br />
oranlarda Avrupa’ya ulaştırılmasıdır.<br />
Cumhuriyetlerin ekonomileri SSCB<br />
döneminde büyük ölçüde birbirine<br />
ve Rusya’ya bağımlı olacak şekilde<br />
yapılandırılmıştır. Hiç bir sanayi sektörü,<br />
kendi bulunduğu cumhuriyette ham<br />
maddeden başlayarak nihai ürüne<br />
kadar gidememektedir. Orta Asya<br />
jeopolitiğindeki en önemli hususlardan<br />
birisi, toprak ve su arasındaki hassas denge<br />
ile nüfus yapısı arasındaki “dengesizlik”<br />
ve göç hareketleridir. Unutmamak gerekir<br />
ki, SSCB dağıldıktan sonra, eski SSCB<br />
vatandaşı Rus nüfusun büyük kısmı, Türk<br />
Cumhuriyeti topraklarını terk ederek,<br />
Rusya Federasyonu ve Uralların Batı<br />
yakasına göç etmişlerdir. İkinci olarak,<br />
Orta Asya Türk Cumhuriyetlerindeki<br />
nüfusun %60’ı kırsal alanlarda yaşamakta<br />
olup, %45’i tarım sektöründe istihdam<br />
edilmektedir. Sadece Kazakistan’ın<br />
GSMH’nin %8’i tarımdan sağlanmakta<br />
olup, nüfusun %33’nü istihdam etmektedir.<br />
Soğuk Savaş sonrasında, Rusya ekonomik<br />
çöküntüden kurtulabilmek için, petrol<br />
ve gaz üretimini artırmıştır. 1990-2010<br />
sürecinde, Rusya AB’nin en önemli enerji<br />
tedarikçisi konumuna yükselmiştir.<br />
Enerji gelirleri ve Orta Asya devletleri<br />
ekonomileri için hayati öneme haizdir.<br />
2006 yılı verileri dikkate alındığında,<br />
Kazakistan’ın petrol ihracatı 18.3 milyar<br />
dolar, gaz ihracatı geliri 1 milyar dolardır.<br />
Türkmenistan’ın petrol ihracat geliri<br />
1.5 milyar dolar, gaz ihracatı ise ise<br />
3.4 milyar dolardır. Özbekistan petrol<br />
ihracatı 0.5 milyar dolar, gaz ihracatı 0.4<br />
milyar dolardır. Üç ülkenin toplam fosil<br />
kaynaklı enerji gelirleri 24 milyar dolar<br />
olup, toplam milli gelirlerinin %24,68’ni<br />
teşkil etmektedir. Buradan da açıkça<br />
görüldüğü üzere, Orta Asya devletlerinin<br />
ekonomi ve dış politikaları büyük ölçüde<br />
sahip oldukları enerji kaynaklarına<br />
bağımlıdır. 33 Orta Asya devletlerinin dış<br />
ticaretinde Rusya ve Çin, yaklaşık %80lik<br />
bir paya sahiptir. Almanya-Türkiye-<br />
Güney Kore ikinci sırada yer almaktadır.<br />
Türkmenistan, Arap ülkeleri ve Türkiye’yi<br />
tercih etmektedirler. Orta Asya devletleri,<br />
AB ülkelerine (gaz-petrol) diğer madenler<br />
ve pamuk ihracatından 7.5 milyar Euro,<br />
ithalattan ise 15.4 milyar Euro tutarında<br />
bir ticaret hacmine sahiptirler. Orta<br />
Asya devletlerinin bağımsızlıklarını<br />
kazanmalarının ardından karşılaştıkları<br />
en önemli sorun, yeterli finansman ve<br />
sermaye birikimi ile modern teknolojik<br />
üretim potansiyelinin eksikliği olarak<br />
33 Conflict Resolution in the South Caucasus: The EU’s Role,<br />
Europe Report No. 173, Brussels: International Crisis Group,<br />
March 20, 2006, p.18-20.<br />
HAZAR RAPORU<br />
61 63
ön plana çıkmıştır. İkinci husus olarak,<br />
yatırımcı sermayenin uluslar arası<br />
hukukun öngördüğü serbest piyasa<br />
ekonomisine dayalı güven ortamının<br />
komünist bürokrasi mirasının engellerini<br />
aşamamasıdır. Bir başka ifade ile pek<br />
çok eski Sovyet sisteminden ayrılan<br />
ülkelerde yaşanan “yolsuzluk-hantal<br />
kamu bürokrasisi-rüşvet” döngüsünün<br />
günümüzde geçerli olması ve uluslararası<br />
üzere, Türkiye hazırlıksız yakalandığı<br />
Orta Asya ve Kafkasya ile ilişkilerinde<br />
Soğuk Savaş dönemindeki Batı endeksli<br />
kısıtlı ilişkilerin yerine inşa edeceği dış<br />
politikadaki yeni yol haritasının nasıl<br />
olması gerektiği sorusuna cevap aramıştır.<br />
Soğuk Savaş döneminde Sovyet askeri<br />
tehdidini ön planda tutan ve güvenlik<br />
merkezli denge politikası yeniden<br />
yorumlanarak, Turgut Özal döneminde<br />
Kaynak: http://www.lib.utexas.edu/maps/map_sites/oil_and_gas_sites.html<br />
hukukun öngördüğü teminatların<br />
mevcut olamaması, yabancı sermayenin<br />
yatırım güvencesini temin edememiştir.<br />
Geçen süre zarfında Orta Asya enerji<br />
kaynaklarına ilgi duyan ABD, AB, Çin,<br />
Japonya, Güney Kore gibi ülkeler,<br />
çok uluslu şirketler vasıtası ile yabancı<br />
sermaye transferi için düğmeye basmıştır.<br />
Yukarıda genel hatları ile özetlendiği<br />
Türk hariciyesi, dış politika çizgisinde<br />
daha aktif ve katılımcı bir vizyon arayışı<br />
içinde olmuştur. 34<br />
Türkiye, Avrasya bölgesinde Turgut<br />
Özal ve Süleyman Demirel liderliğinde<br />
34 1991’deki Körfez Savaşı sonrası düzenlediği basın toplantısında<br />
Özal, “Türkiye’nin eski pasif ve mütereddit politikasını bırakması<br />
ve aktif bir dış politika izlemesi gerektiğini” açıklayarak,<br />
bir anlamda bu yeni döneme start vermiştir.<br />
64 62
aşlattığı yeni dış politikasında; ABD’nin<br />
desteği ile Bakü-Ceyhan boru hattı ile<br />
yeni kazanımlar elde etmiştir. Ankara,<br />
enerji politikalarında transit ülke olarak,<br />
kendi yetersizliklerini ve sınırlılıklarını<br />
kalibre edilmesi ihtiyacını ön plana<br />
çıkarmıştır. Rusya ile işbirliği ve ortaklık<br />
seçeneğinin geliştirilmesi yaklaşımını<br />
gözden geçirmiştir. Bu bağlamda,<br />
AKP hükümetinin Başbakan Tayyip<br />
Erdoğan ve DİB Ahmet Davutoğlu’nun<br />
başlattıkları “komşularla sıfır sorun’’<br />
politikası; bölgede yeni projelerin hayata<br />
geçirilmesi sürecini tetiklemiştir. Son<br />
dönemdeki diplomasi pratiği, dışa açık,<br />
proaktif bir dış politika anlayışını Türk<br />
dış politikasının önemli bir özelliği<br />
olarak karşımıza çıkarmaktadır. Rusya ile<br />
Gürcistan arasındaki çatışma sırasında<br />
Türkiye uzlaştırıcı olarak aktif bir rol<br />
almıştır. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan<br />
hem Moskova’yı hem Tiflis’i ziyaret<br />
etmiştir. Erdoğan, müteakiben, Kafkas<br />
Güvenlik Paktı’nın oluşturulmasını teklif<br />
etmiştir. Rusya, Gürcistan, Azerbaycan<br />
ve de dolaylı olarak Ermenistan bu<br />
inisiyatife destek vermiştir. Ancak,<br />
projenin temellerin daha oturtulmaya<br />
ihtiyacı olduğu ve uygulamadaki<br />
zorlukların aşılması gerektiği de açıktır.<br />
Rus Gürcü yüzleşmesi ve Karabağ’daki<br />
Ermeni Azeri sorunu tarafların adım<br />
atmasını imkânsız kılmasa dahi,<br />
pratikte çok zorlaştıracaktır. 35 6 Eylül<br />
35 Rovshan İbrahimov, “Why Turkey Became More Active In<br />
2008’de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül<br />
Ermenistan Başkanı Sarkisyan tarafından<br />
davet edildiği Ermenistan Türkiye futbol<br />
maçına katılarak, normalleşme sürecini<br />
başlatmış oldu. Ermenistan izolasyonun<br />
kalkabileceği umuduyla bu ziyarete büyük<br />
önem atfetmiştir. Gürcü Rus savaşının<br />
Ermenistan’da yol açtığı yakıt krizi, geçici<br />
etkilere neden olmuştur.<br />
Peki, Türkiye’yi Güney Kafkasya’da daha<br />
etkili olmaya iten sebep ne olmuştur<br />
2008’e kadar Türkiye Azerbaycan ve<br />
Gürcistan ile iyi ilişkiler kurmuş ancak<br />
Ermenistan ile kurmamıştı. Bakü Tiflis<br />
Ceyhan ve Bakü Tiflis Erzurum boru<br />
hattı projeleri Türkiye ve Azerbaycan<br />
arasındaki etkileşimin sonuçlarıdır.<br />
Bakü Tiflis Kars Demiryolu Projesi de<br />
Ermenistan’ı dışlayan üç ülke arasında<br />
bir işbirliği sonucudur. Gürcistan bu<br />
projelerin gerçekleşmesinde kilit rol<br />
oynamaktadır. Temel Güney Kafkasya<br />
yolları Gürcistan topraklarından geçmektedir.<br />
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün<br />
Gürcistan, Azerbaycan ve Türkiye<br />
arasında bölgesel ekonomik ittifakın<br />
başını çekmesi önemlidir. Ermenistan bu<br />
gibi bölgesel projelere Karabağ sorunu ve<br />
Azeri topraklarında hak iddia ettiği için<br />
katılamamaktadır. Türkiye ve Azerbaycan,<br />
yalnızca Ermenistan Karabağ’dan<br />
vazgeçerse sınırların açılacağını söylemektedirler.<br />
Şu an için Türkiye Ermenistan<br />
South Caucasus”, 2009.<br />
HAZAR RAPORU<br />
65 63
ticareti üçüncü ülkeler üzerinden yürümektedir.<br />
Türkiye açısından belki de en<br />
temel problem, Ermenistan’ın ve Ermeni<br />
diasporasının Türkiye’nin 1915 yılında<br />
Osmanlı topraklarında yaşanan olayları<br />
‘soykırım’ olarak tanımasını talep etmesidir.<br />
2009’da imzalanan protokol ile bu<br />
olayların araştırılmasının tarihçi bir gruba<br />
devredilmesi söz konusu oldu ancak<br />
protokollerin halen ülkelerin meclislerinde<br />
onaylanmamış olması ve devletlerin<br />
karşılıklı olarak çekinceli davranması<br />
umudu azaltmaktadır. Aynı protokolde<br />
sınırların karşılıklı olarak açılması da<br />
söz konusudur. Türkiye Ermenistan ile<br />
ilişkilerin geliştirilmesi halinde, Ermenilerin<br />
soykırım baskısının kendiliğinden<br />
azalacağını öngördüğünü tahmin edebiliriz.<br />
1915 olayları iki ülkenin diyalogunda<br />
en önemli engeli teşkil etmektedir. Ermenistan<br />
yönetiminin kontrol edemediği<br />
diasporanın bu konudaki uzlaşmaz<br />
istekleri de sorunun çözümünde zorluk<br />
çıkarmaktadır. Genel olarak Türkiye’nin<br />
‘komşularla sıfir sorun’ politikası dışında<br />
Güney Kafkasya üzerinde uzun vadeli<br />
özel bir politikasından bahsetmek zor<br />
diyebiliriz. Ancak kısa ve orta vadede,<br />
Gürcistan ve Azerbaycan ile ekonomik,<br />
kültürel, askeri ve siyasi ilişkileri artırmak,<br />
Ermenistan ile de normalleşme sürecini<br />
tamamlamak gibi bir hedefinin olduğu<br />
anlaşılmaktadır.<br />
Büyük Güçler ekseninden bakıldığında<br />
Türkiye ABD’nin müttefiki olsa da Rusya<br />
ile de mesafeli olmayıp, son zamanlarda<br />
Rusya ile ekonomik ve ticari ilişkiler<br />
önemli artış kaydetmiştir. Samsun<br />
Ceyhan Petrol Boru Hattı ile Akkuyu<br />
Nükleer Santral projeleri ve iki ülke<br />
arasındaki vizelerin kaldırılması, önemli<br />
gelişmeler olarak dikkat çekici noktalara<br />
taşınmıştır. Türkiye’nin ABD ve NATO<br />
ekseninden çıkmadığı düşünülürse,<br />
yukarıda da belirttiğimiz gibi ABD’nin<br />
bölgedeki hedefi sadece Rusya’yı<br />
dizginlemek değil, aktif bir partner haline<br />
getirmek olduğu doğrulanabilir. Rusya<br />
ise bölgede statükosunu ve nüfuzunu<br />
korumaya çalışmakta, ancak işbirliğinde<br />
de yapıcı davranmaktadır. Rusya ile<br />
Mavi Akım ve Akkuyu nükleer enerji<br />
projeleri bu konuda en önemli adımlar<br />
olmuştur. Öte yandan Rusya ile rekabet<br />
yerine işbirliğinin önemli adımı olarak<br />
29 Aralık 2011 tarihinde Moskova’da<br />
imzalanan Güney Akım -South Stream<br />
hattının, 63 milyar metreküp kapasite ile<br />
Karadeniz –Balkanlar hattını kullanması<br />
hedeflenmiştir. 36 Ancak, 2011 yılında<br />
Ortadoğu’da yaşanan Arap Baharı’nın<br />
36 Türkiye, imzalanan anlaşmayla yeni hattın Türkiye’nin<br />
Karadeniz’deki münhasır ekonomik bölgesinden geçişine izin<br />
vermiştir. Rusya, bu izin karşılığında Türkiye’nin Rusya’dan aldığı<br />
doğal gazın fiyatında indirim yapmıştır. Ayrıca, Türkiye’nin Batı<br />
Hattı’ndan “al ya da öde” kontratları çerçevesinde alması gereken<br />
ve kullanılamayan 3 milyar metreküplük doğalgazın müteakiben<br />
kullanıma imkan tanınmıştır. Mitat Çelikpala: ‘’Enerji Alanında<br />
Rekabet Yeniden Hareketleniyor: Türkiye Merkezli Gelişmelere<br />
Genel Bir Bakış’’, Ortadoğu Analiz, Mayıs <strong>2012</strong> - Cilt: 4 - Sayı:<br />
41, s.9-11.<br />
66 64
Tunus, Mısır, Libya, Körfez ülkeleri ile<br />
Suriye’de yarattığı iç savaş ve istikrarsızlık<br />
ortamı, İsrail’in Mavi Marmara saldırısı<br />
sonrası yaşanan gerginlik, Türk dış<br />
politikasında Orta Doğu’nun ön plana<br />
çıkmasına neden olmuştur. Türkiye,<br />
Nabucco Projesi kapsamında Haziran<br />
2011 tarihinde hükümetler arası prensip<br />
antlaşmasını da imzalamıştır.<br />
<strong>2012</strong> yılında ise Türkiye-Kazakistan<br />
ekonomik ilişkilerinde yeni bir sayfa<br />
açılmıştır. İki ülke arasındaki ticaret<br />
hacmini 10 milyar dolara taşıyacak yeni<br />
Sinerji Ortak Ekonomi Programı’na<br />
yönelik üç yıllık eylem planı Ekim <strong>2012</strong><br />
tarihinde imzalanmıştır. Bu antlaşma,<br />
Türkiye’nin bir Avrasya ülkesi ile<br />
imzaladığı ilk stratejik ortaklık anlaşması<br />
olma özelliğini taşımaktadır. 37 Ticaret,<br />
ekonomi, eğitim ve kültürel alanlarda<br />
yapılacak yatırımlara ivme kazandıracak<br />
yeni projelere başlanmıştır. İran-<br />
Türkmenistan-Kazakistan demiryolu<br />
hızlı bir şekilde tamamlanarak<br />
Kazak enerji kıyılarının doğrudan<br />
Türkiye’ye bağlanması sağlanacaktır. 38<br />
Türkiye, bölgesel politikalarındaki<br />
siyasal tercihlerinde eksen kaymasına<br />
37 ‘’Türkiye ile Kazakistan, Stratejik Ortaklık Antlaşması<br />
İmzaladı’’, Rusya’nın Sesi Radyosu, http://www.rusya.ru/<br />
Content/5280-%C3%BCrkiye+ile+Kazakistan_+stratejik+ort<br />
aklB1<br />
38 Metalürji, kimya ve petrokimya, makine, gıda sanayi, inşaat<br />
malzemeleri sektörleri gibi alanlarda işbirliği faaliyetleri geliştirilecek.<br />
Bakü-Tiflis-Kars demiryolu hattının <strong>Hazar</strong> Denizi üzerinden<br />
Kazakistan’a ulaştırılması, uluslararası ulaşım koridorlarının<br />
(TRACECA, SILKWIND) geliştirilmesi öncelikli konular arasında<br />
yer alacaktır. Hazal Ateş: ’’ Kazakistan’la Dev Eylem Planı’’,<br />
Milliyet, 12 Ekim, <strong>2012</strong>.<br />
uğramadığını, 27 Aralık 2011 tarihinde<br />
Azerbaycan doğalgazını Türkiye<br />
üzerinden Avrupa’ya taşıyacak olan<br />
TANAP-Trans-Anadolu Doğal Gaz Boru<br />
Hattının inşasına ilişkin mutabakat zaptı<br />
imzalamak sureti ile ortaya koymuştur. 39<br />
Azerbaycan Devlet Başkanı İlham<br />
Aliyev’in İstanbul ziyareti esnasında<br />
imzalanan TANAP Projesi ile ortaya<br />
koyarken, Türk dış politika stratejisine<br />
yön verecek yeni yol haritasının sürekliliği<br />
için düğmeye basmıştır.<br />
Sonuç<br />
O rta Asya enerji jeopolitiği; XXI. yüzyılın<br />
öncelikli dış politika ve ekonomik konuları<br />
arasında yer almaya adaydır. Bölgenin önemli<br />
aktörleri arasında yer alan ve NATO üyesi<br />
olan Türkiye’nin geçmişteki hatalarını tekrar<br />
etmeksizin gelişmeleri ve mevcut güç dengelerini<br />
doğru tahlil ve analiz edilmesinin bu çalışmada<br />
ortaya konduğu üzere, aynı zamanda enerji<br />
güvenliği için zaruret arz ettiğini söylemek<br />
mümkün görülmektedir.<br />
39 TANAP’ın beş yılda tamamlanması ve 5–6 milyar dolara<br />
mal olması öngörülüyor. Türkiye, hattan geçecek olan yaklaşık<br />
16 milyar metreküp doğalgazın 6 milyar metreküpünü kendi<br />
ihtiyaçları için kullanabilecek. Geri kalan miktar Avrupa pazarına<br />
ulaştırılması hedeflenmiştir. Boru hattının, ortaklık yapısında<br />
ileride değişme ihtimali olmakla birlikte, bugün için % 80’lik<br />
kısmı Azerbaycan’a % 20’si ise Türkiye’ye ait. Azerbaycan’ın Şahdeniz-2<br />
gazının 2017-8’de uluslararası piyasalara girecek olması.<br />
Bu gazın ve ilave olarak muhtemel Türkmen ya da Kazak doğal<br />
gazının Türkiye üzerinden Batılı tüketicilere taşınması ihtimali<br />
Rusya’nın tekel olma durumunu ortadan kaldırması nedeniyle<br />
alternatif hatlar arasındaki rekabeti su yüzüne çıkartmıştır. Çelikpala,<br />
age.s.12-16.<br />
HAZAR RAPORU<br />
67 65
68 66<br />
Ekonomik kalkınma ve uluslararası<br />
rekabette Türkiye’nin toplam 67,8 milyar<br />
m 3 ’lük doğal gaz antlaşması mevcut olduğu<br />
dikkate alındığında enerji ihtiyacının<br />
%80’nin ithal eden ülke konumunda<br />
olması, 2011 enerji faturasının 50 milyar<br />
dolarlık hacminin yakın gelecekte 100<br />
milyar doların üstüne çıkması olasılığını<br />
kuvvetlendirmektedir. Bu itibarla,<br />
Türkiye’nin Avrasya enerji politikalarını<br />
yeniden revize etmesi ihtiyacı esasen<br />
ekonomik ve finansal politikaların yanı<br />
sıra devletlerarası bölgesel ilişkileri ve<br />
ulusal güvenlik politikalarını da yakından<br />
etkileyen bir sürece girmiştir. Türkiye<br />
Kafkasya-Orta Asya Ekonomik Birliğine<br />
katkılarda bulunabilir, biçimlenmesinde<br />
ciddi yardımları olabilir. Türkiye,<br />
bölgedeki dinsel-etnik çatışmaları önleyici<br />
roller üstlenebilir. Türkiye, ekonomik<br />
ve teknolojik know-how birikimini<br />
paylaşması halinde, Kafkasya ve Orta Asya<br />
Cumhuriyetleri ile yeni iş birliği projelerini<br />
hayata geçirebilir. Sermayeden çok neyin<br />
nasıl yapılacağı konusunda deneyim ve iş<br />
birliği enformasyonuna ihtiyaç duyan Orta<br />
Asya cumhuriyetleri ile üniversitelerin<br />
akademik ortaklıklar ve değişim eğitimleri<br />
uygulamaları, gelecekte yaratıcı teknolojik<br />
dönüşümler sağlanmasını temin edebilir.
DEĞERLENDİRMELER<br />
Dr. Şener Aktürk<br />
Türkiye’de Milliyetçilik ve<br />
Demokratikleşme<br />
Türkiye’de milliyetçilik ve ulusçuluk<br />
kavramının ortaya çıkması ve evrimi<br />
ile ilgili nasıl bir çerçeve çizebiliriz<br />
Milliyetçilik ve Ulusçuluk akımlarının<br />
Türkiye coğrafyasını etkisi altına aldığı<br />
dönemden evvel, bu coğrafyada hâkim<br />
olan toplumsal yapıda, yani Osmanlı<br />
İmparatorluğunda, dini kimlik etrafında<br />
organize olmuş bir millet yapısı vardı.<br />
Bunu ben, dört ayak üstünde yükselen<br />
masa veya sandalye olarak tanımlıyorum,<br />
Osmanlı toplumunun 4 ana milleti vardır.<br />
Bunların en önemlisi birinci yani kurucu<br />
İslam milletidir. Bütün Müslüman etnik<br />
grupları bir arada tutan bir millet. Burada<br />
millet kelimesinin özü de dini topluluktur.<br />
Dolayısıyla ayrı ayrı Arap, Arnavut,<br />
Laz, Çerkez milletleri değil, tek bir İslam<br />
Milleti vardır. Bütün Müslüman etnik<br />
unsurları içinde barındıran, bu ana sütün<br />
kesinlikle tek başına Osmanlı’yı oluşturan<br />
sütün değildir. Bunun yanında hiyerarşik<br />
sırasıyla yukarıdan aşağıya, ikinci ve<br />
en önemli sırada Rum Ortodoks milleti<br />
vardır. Özellikle Fatih Sultan Mehmed’in<br />
İstanbul’u fethinden sonra, güçlendirilmiş,<br />
tahkim edilmiş ve İmparatorluğun sol<br />
kolunu oluşturan Rum Ortodoks milleti,<br />
üçüncü sırada Ermeni Gregoryen milleti<br />
ve son olarak 1492’de İspanya’dan<br />
kovulup II. Beyazıt tarafından Osmanlı<br />
Devleti’ne kabul edilen, Sefarad, İspanyol<br />
Musevi’lerini oluşturan millet gelir.<br />
Fransız Devrimi’yle beraber iyiden<br />
iyiye yaygınlaşan, güçlenen milliyetçilik<br />
akımlarının sonucu olarak bu dört ayaklı<br />
masa çatırdadı ve teker teker o ayaklar<br />
çökmeye başladı. Burada kritik olan bir<br />
tarih tabi 1821, Yunan isyanıdır. Yunan<br />
isyanı belki coğrafi olarak sadece Güney<br />
Yunanistan olarak bildiğimiz Mora<br />
Yarımadası’nı ve Atina çevresini Osmanlı<br />
İmparatorluğundan kopardı ama kimlik<br />
olarak çok kritik bir kırılma yaşandı.<br />
Çünkü ikinci en önemli millet, nüfus<br />
olarak da, Müslümanlarla yarışabilecek<br />
en önemli millet, Rum Ortodoks milleti,<br />
İmparatorluk vasfını, evrensellik iddiasını<br />
kazandıran bir millet yavaş yavaş etnik<br />
unsurlarıyla İmparatorluktan kopmaya<br />
başladı.<br />
HAZAR RAPORU<br />
67 69
DEĞERLENDİRMELER<br />
Fatih Sultan Mehmed’in Rum Ortodoks<br />
Patriği Gennadios’a Patrikhaneyi<br />
kurdurması ve Fetih projesinde çok önemli rol<br />
atfetmesi dikkat edilecek bir husustur.<br />
F<br />
atih ve ondan sonra gelen Osmanlı<br />
imparatorları, Osmanlı kimliğini evrensel<br />
bir kimlik olarak, Roma İmparatorluğu gibi<br />
gördükleri için, bugün Rum Ortodokslar,<br />
yarın Protestanlar, Katolikler, belki Budistler,<br />
Hindular potansiyel olarak dünyanın bütün<br />
dinlerini, Osmanlı kimliğinin birer parçası<br />
gibi düşündükleri için çok önem vermişlerdir.<br />
1821’de başlayan isyan 1829’da Elen<br />
Cumhuriyeti olarak Yunanistan’ın<br />
kurulmasıyla sonuca ulaştı ve daha sonra<br />
gelen Sırbistan’ın bağımsızlığı, Karadağ’ın<br />
bağımsızlığı, Bulgaristan’ın ve Romanya’nın<br />
bağımsızlığı, tek tek Rum Ortodoks milletini<br />
Osmanlı’dan kopardı. Ve bir ayak, önemli<br />
olan ikinci ayak tamamıyla çökmüş oldu. Bu<br />
dönemlerde Osmanlı İmparatorluğu’ndaki<br />
kimlik politikasının birkaç aşamadan<br />
geçtiğini görüyoruz. Ulusçuluk, Milliyetçilik<br />
akımına reaksiyon olarak önce Osmanlıcılık<br />
benimsendi, ama gayrimüslim etnik<br />
unsurların en önemlileri olan Rum<br />
Ortodokslardan başlayarak daha sonra<br />
Ermeniler de dahil olmak üzere, kopması<br />
neticesinde Osmanlıcılıktan İslamcılığa,<br />
İslamcılıktan Türkçülüğe geçiliyor ve burada<br />
ben resmi ve yaygın tarih yazımından farklı<br />
olarak şunu vurguluyorum, 1. Dünya Savaşı<br />
sonrasında Türkçülükten tekrar İslamcılığa<br />
geçiliyor ve sonra tekrar Türkçülüğe<br />
geçiliyor. Kısaca açmak gerekirse 1821-<br />
1829 Rum Ortodoks milleti başta olmak<br />
üzere gayrimüslim kopuşu ve Osmanlıcılık<br />
siyasetinin iflasını gösteren süreç yürümedi.<br />
Çünkü gayrimüslimler olmadan Rum<br />
Ermeni olmadan Osmanlıcılık olamazdı,<br />
olamadı da. 1912 kırılma noktasıydı.<br />
Çünkü ilk defa Müslüman bir etnik grup da,<br />
kendi ulus devletini kuran Arnavutluk var,<br />
Balkan Savaşı’nda Balkanlar etnik gruplara<br />
ayrıldı. Sırpların, Bulgarların, Yunanların<br />
ulus devletini genişletmesi, ondan önceki 80<br />
yıllık bir sürecin devamı ama Osmanlı’dan<br />
bağımsız farklı bir Müslüman ulus devletinin,<br />
Arnavutluk’un ortaya çıkması, psikolojik<br />
olarak büyük bir kırılış oldu. Bunu Mehmet<br />
Akif’te çok fazlasıyla görebiliyoruz.<br />
Biliyorsunuz kendisi Arnavut’tur ama<br />
Türk milli şairidir, İstiklal Marşı’nın da<br />
yazarı. Daha sonra Araplarda bunu daha<br />
da artarak göreceğiz 1. Dünya Savaşı’nda<br />
fakat Arnavutluk’un kopuşu Araplardaki<br />
bağımsızlık hareketleri, kimlik politikasını<br />
doğrudan Türkçülüğe kaydırdı.<br />
İslamcılık da terk edildi, iflas etti ve başarılı<br />
70 68
olamadı. 1. Dünya Savaşı’nda, Türkçülüğün<br />
iktidarda olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle<br />
1913 İttihat ve Terakki’nin gerçekleştirdiği<br />
Saray Darbesi ve 1913’ten 1918’e kadar,<br />
yani bütün 1. Dünya Savaşı boyunca<br />
İttihat ve Terakki’nin muhalefetsiz tek parti<br />
döneminde aslında Türkçülük tatbik edildi.<br />
Teorisi zaten vardı, uygulamasını da o beş<br />
yıllık süreçte gördük. Fakat malumunuz 1.<br />
Dünya Savaşı kaybedildi. Kafkasya’dan<br />
Orta Asya’ya ulaşma hayalleri, İran<br />
üzerinden Hindistan’ı vurma hayalleri iflas<br />
etti. Sonuçta, 1. Dünya Savaşı Türkçülüğün<br />
de iflasıydı o anlamda. Bu noktadan sonra<br />
ise yani en çok söylenen, Türkiye’de ve<br />
dünyada, sırasıyla Osmanlıcılık, İslamcılık<br />
ve Türkçülüğe geçilişidir. Oysa Mondros<br />
Mütarekesi’nde, Sevr Anlaşması’nda<br />
ve Anadolu’nun parçalanma sürecinde<br />
ki bu benim kişisel görüşüm, akademik<br />
çalışmalarımda da vurguladım, İslamcılığa<br />
bir geri dönüş var.<br />
Ankara Hükümeti’nin kurulması ve milli<br />
mücadelenin organize edilişi. Burada<br />
bir kaynak. Bu konular üzerine pek<br />
çok yerde yazdım fakat Middle Eastern<br />
Studies dergisinde Kasım 2009’da<br />
yayınladım, “Persistence of the Islamic<br />
Millet” adlı makalede. Aynı zamanda<br />
yine 2009-2010 yıllarında Doğu Batı<br />
Dergisi’nin 51. sayısında çıkan “Osmanlı<br />
Devleti’nde dini çeşitlilik” adlı makalede.<br />
İkisinde de vurguladığım şu oldu; Milli<br />
Mücadele özellikle Middle Eastern Studies<br />
makalesinde de değindiğim üzere, şimdi<br />
Türk Kurtuluş Savaşı olarak da tarif edilen<br />
olay aslında din temelinde gerçekleşmişti.<br />
Milli kelimesinin Arapça, Aramice,<br />
Süryanice kökenine baktığımız zaman<br />
“dini topluluk ve cemaat” anlamına geliyor.<br />
1920 yılında bunu duyan kişiler için de<br />
İslami dini anlamı vardı. O yüzden de bu<br />
temelde bir mücadele yapıldı, Anadolu’nun<br />
bütün Müslüman etnik unsurları, İngiliz,<br />
Fransız ve Yunan işgal kuvvetlerine karşı<br />
bir direniş örgütlediler ve bunu başardılar.<br />
Lozan Anlaşması’yla da Türkiye<br />
Cumhuriyeti kuruldu. Ama Cumhuriyet<br />
kurulduktan sonra tekrar bir Türkçülüğe<br />
dönüş var ve bu sefer millet kelimesinde<br />
bir anlam kayması oluyor. Yüzyıllar<br />
boyunca dini cemaat, dini topluluk olarak<br />
tanımlanmış olan İslam milleti, Ortodoks<br />
milleti, Protestan milleti Osmanlı<br />
İmparatorluğu’nda hayat bulmuş iken<br />
Lutheran milleti diye bir millet kuruluyor.<br />
Millet kelimesi dini içeriğini kaybediyor ve<br />
etnik bir içerik kazandırılmaya başlıyor<br />
resmi kullanımda. Türk milleti gibi Arap<br />
milleti gibi daha önceden anlaşılamayacak,<br />
etnik anlamlı dinsel anlamlı kültürel<br />
anlamlı milletler ihdas ediliyor. Burada<br />
aslında Ulusçuluktan bahsetmek mümkün<br />
çünkü Cumhuriyet’in kuruluş döneminde<br />
zaten Türk milletinden daha fazla,<br />
özellikle 1930’lardan itibaren, Türk<br />
ulusu deniyordu. Yine kökeni Süryanice ve<br />
Arapça da olan dini metinlerde, Kuran,<br />
Tevrat gibi millet kavramının yerine<br />
Moğolcadan gelen “Ulus” kavramı ikame<br />
ediliyor ve bu tamamen etnik bir topluluğu<br />
ifade eden Türkçe konuşan, Orta Asya’da<br />
HAZAR RAPORU<br />
69 71
DEĞERLENDİRMELER<br />
Moğolistan’da etnik bir ulus kökeninin<br />
tanımı olarak yerleşiyor.<br />
Bu ulusçuluk Cumhuriyetin resmi ideolojisi<br />
ve Laik bir ulus anlayışı, dil temelinde<br />
asimilasyona dayanan bir ulus anlayışı.<br />
Ben burada ulus Moğolcadan geliyor ve<br />
etnik kökeni ifade ediyor dediğim zaman<br />
Türkiye Cumhuriyeti’nin uyguladığı resmi<br />
politikanın Almanya’dakinin benzeri<br />
bir etnik milliyetçilik olduğu anlamı<br />
çıkarılmamalı. Çünkü bu değildi, böyle<br />
bir görüş de vardı, Mahmut Esat Bozkurt<br />
gibi, Recep Peker gibi, CHP’nin önemli<br />
kişilerinin savunduğu bir görüştü ama hep<br />
muhalefette kaldı. Hep arka planda güçlü<br />
bir unsur olarak devam etti, ama egemen<br />
siyaset, egemen politika, Fransa’dan ilham<br />
alan kültürel asimilasyoncu milliyetçiliktir.<br />
Ve hep öyle olmaya devam etti, dolayısıyla<br />
pek çok etnik kökenden gelen kişiler<br />
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak<br />
kabul edildi. Fakat etnik farklılıklarının<br />
vurgulanması kabul edilmedi. Hangi etnik<br />
kökenden gelirse gelsin herkesin Türk dilini<br />
öğrenerek bu da 1930’larda oluşturulan<br />
modern standart Türkçe dediğimiz<br />
resmi İstanbul Türkçesi, Laik bir içerikle<br />
tanımlanan bir Türkçe, bu dili öğrenen ve<br />
bu kültüre asimile olan herkes eşit Türkiye<br />
vatandaşı olarak kabul edildi. Burada eğer<br />
Türkiye Cumhuriyeti pek çok eleştirmenin<br />
ve bazı akademisyenlerin bahsettiği gibi<br />
etnik milliyetçilik temellerinde kurulmuş<br />
olsaydı, bir Türkmen devleti olarak<br />
tanımlanırdı. Ve Cumhurbaşkanından<br />
Başbakanından Bürokrasisine kadar her<br />
seviyede, Türkmen etnik kökene sahip<br />
olmayanlar istihdam edilmez, dışlanır<br />
ve bir Apartheid dönemi Güney Afrika<br />
gibi devlet ve bürokrasi gibi kurumlardan<br />
dışlanırdı. Türkiye Cumhuriyeti’nde<br />
düzinelerce Çerkez, Gürcü, Arap, Laz,<br />
Arnavut kökenden gelen Müslümanlar<br />
devlet bürokrasisinde, siyasetinde,<br />
ekonomide ve kültürel hayatında en<br />
üst seviyeye kadar gelebildiler. Burada<br />
dışlanan sadece, artık sayıları çok azalan<br />
gayrimüslim etnik unsurlardı. Osmanlı<br />
toplumunun diğer 3 unsuru Ermeni,<br />
Rum ve Musevi milletleri resmi azınlıklar<br />
olarak kodlandılar ve onlar devletten,<br />
bürokrasiden dışlandılar ve yasal anlamda<br />
ayrımcılığa uğradılar, fakat Kürtler<br />
de dâhil olmak üzere Müslüman etnik<br />
unsurların devlet ve bürokrasi yapısından<br />
bu şekilde dışlanması söz konusu olmadı.<br />
Fransa’da ve diğer asimilasyoncu, benim<br />
anti-etnik rejim olarak tanımladığım, bu<br />
ülkelerde olduğu gibi onların asimile olarak<br />
etnik farklılıklarını vurgulamaksızın, entegre<br />
olması ve kabul edilmesi hususu var. Tabi ki<br />
etnik farklılıkları vurgulayan kişi ve gruplar<br />
bu entegrasyonun dışında kaldı ve direniş<br />
pozisyonuna geçtiler ki o da Kürt sorunu<br />
olarak, daha sonra kısmen Alevi sorunu<br />
olarak ve belki bu günlerde başka sorunlar<br />
olarak tezahür eden süreçlere sebep oldu.<br />
72 70
Ama Ulusçuluğun, Milliyetçilik olarak<br />
başlayan ve daha sonra Laik Ulusçuluk<br />
olarak devam eden entelektüel ve siyasal<br />
akımının, Türkiye coğrafyasındaki serencamı<br />
budur. 4 ayaklı Osmanlı coğrafyasına geldi<br />
ve birer birer o ayakların çöküşüne hem<br />
sebep oldu, hem de bu çöküşün sonucu oldu<br />
ve Türkiye Cumhuriyeti de o ayaklardan<br />
geriye kalan tek ayak olan Müslüman<br />
milletine Türk Ulusu ismini verdi ve şimdiye<br />
kadar devam eden Ulus Devlet ve ulus inşa<br />
sürecine başladı. Burada tabi çok detaylara<br />
odaklanan kişiler diyebilirler ki Musevilere ne<br />
oldu Onların bağımsız devletleri de olmadı<br />
Evet olmadı. Ta ki 1948’de İsrail’in Yahudi<br />
devleti olarak kuruluşuna kadar. Musevi<br />
azınlığı her kritik dönemeçte, Osmanlı<br />
Devletinin veya onun yerine kurulacak olan<br />
Ankara Hükümeti’nin devamı yönünde<br />
hareket etti ve onu destekledi. Mesela<br />
Selanik’in kaybında Selanik’in en önemli<br />
etnik dini unsuru olan Museviler, Osmanlı<br />
devletinin devamını istemişlerdir. Ve pek çoğu<br />
Elen Cumhuriyeti Yunanistan Selanik’i ele<br />
geçirdiğinde, o zamanlar için Osmanlı’ya göç<br />
etmiş ve Balkanların Osmanlı’da kalmasını<br />
tercih etmişlerdir. Bu da anlaşılabilir bir<br />
durum. Çünkü hiçbir yerde kendi Ulus<br />
Devletlerini kurmayı düşünmüyorlardı.<br />
Bu çok sonradan ortaya çıkmış ve çok<br />
sonradan Hitler’in Yahudi soykırımından<br />
sonra popülaritesini kazanmış ve Filistin’de<br />
başarıya ulaşmıştır. Proje, yani Siyonizm’den<br />
bahsediyorum,<br />
Y<br />
ahudi milliyetçiliğinden o geç döneme<br />
kadar Musevi milleti gayri Müslim milletler<br />
arasında, Osmanlıcılığa da Türkçülüğe de<br />
en sempatik ve en yakın duran gayrimüslim<br />
unsur olmaya devam etti. Bugün bile kısmen<br />
öyledir diyebiliriz.<br />
Son zamanlarda artan PKK terörünü<br />
ve Türkiye’nin Kürt sorununun<br />
çözümünde aldığı mesafeyi nasıl<br />
değerlendiriyorsunuz<br />
T<br />
ürkiye son 10 yılda, fakat bilhassa da<br />
2004 yılından 2009 yılına kadar, bu sorunun<br />
çözümünde muazzam adımlar attı. Bu<br />
süreçte, Türkiye’nin kimlik politikalarında<br />
ortaya koyduğu reformlar ondan önceki 80<br />
yılıyla karşılaştırdığımızda en önemli kırılma<br />
en önemli değişiklik bu konuda şüphe yok.<br />
Tabi ben Kürt sorunu ve bunun gibi Alevi<br />
sorunu denilmesine karşıyım, bu tanımlama<br />
yerine Kürtlerin ve Alevilerin sorunu demeyi<br />
tercih ediyorum. Çünkü Kürt sorunu ve Alevi<br />
sorunu dediğimizde, Kürtlerin veya Alevilerin<br />
varlığı sorunmuş gibi bir izlenim ortaya<br />
çıkabiliyor. Kürtlerin sorunları var, Alevilerin<br />
de sorunu oldu daha doğrusu.<br />
Kürt sorunu ile PKK sorunu iyice ayrıştı ve<br />
AKP Hükümeti döneminde atılan adımlar<br />
Kürt sorununu neredeyse çözdü diyebilirim.<br />
Örneğin, önce 2004 yılının haziran ayında,<br />
TRT3’ün geleneksel dil ve lehçe yayınları<br />
Arapça, Zazaca, Kürtçe Boşnakça Zazaca,<br />
ve Çerkezce olarak başladı ve hala devam<br />
HAZAR RAPORU<br />
71 73
DEĞERLENDİRMELER<br />
ediyor. Daha sonra 2009 Ocak’ında yayına<br />
başlayan ve 7/24 saat Kürtçe yayın yapmaya<br />
hala devam eden TRT6 (şeş). Bu akademik<br />
yılda, <strong>2012</strong>-2013 yılında verilmeye başlayan<br />
orta öğretim kurumlarına kadar indirilmiş<br />
olan Kürtçe seçmeli ders, yine 2009-<strong>2012</strong><br />
arasında Martin Artuklu Üniversitesi gibi<br />
birkaç üniverisetede verilmeye başlayan Kürt<br />
dili ve edebiyatı dersleri ve Kürtçe öğretmeni<br />
yetiştirmek gibi çabalar aslında Cunhuriyetin<br />
80 yılındaki politikasını değiştirdi, yani<br />
asimilasyonun devlet politikası olmaktan<br />
çıktığını gösteriyor, bunun kısaca özeti budur.<br />
Türkiye AKP dönemindeki reformlarla 80<br />
yıllık asimilasyon politikasından vazgeçti,<br />
Devlet nezdinde bazı kişiler Kürtçe bildikleri<br />
için istihdam edilir oldu, TRT 6 budur, devlet<br />
bazı bürokratları çalışanları istihdam ediyor<br />
ve istihdam etmesinin sebebi onların daha<br />
önce tanınmayan bu Kürtçe dilini biliyor,<br />
konuşabiliyor ve hatta öğretebiliyor oluşudur.<br />
Eğer sadece 20 yıl önce devletin eski bir<br />
bakanının Kürtler vardır ve ben Kürt’üm<br />
dediği için 2,5 yıl hapse atılabildiğini<br />
düşünülecek olursa, buradaki değişimin ne<br />
kadar muazzam olduğunu ve karşılaştırmalı<br />
siyaset çalışmalarında çok az görünen<br />
bir değişim olduğunu idrak edebiliriz. Bu<br />
gerçekten çok büyük bir değişim ve benim<br />
Almanya’yla Rusya’yla karşılaştırmalı olarak<br />
yaptığım çalışmalarımda da bahsettiğim gibi<br />
çok az olan Türkiye’de 100 yılda bir olmuş.<br />
Almanya ve Rusya’da da öyle, 100 yılda bir<br />
olmuş. Bu değişiklikler dolayısıyla Kürtlerin<br />
sorunlarından bahsedilecek olursa bunun<br />
çözümünde çok büyük adımlar atıldı. PKK<br />
sorununun çözümü daha uzak gözüküyor<br />
evet, çünkü o ayrı bir sorun, eğer Kürt<br />
sorunu hiç olmasaydı bile binlerce silahlı<br />
militanı olan pek çoğu masum insanları,<br />
sivil olabilir, asker olabilir, katletmiş olan<br />
bir örgüt olmuş olsaydı, bu Türkmenlerden<br />
bile oluşsa, Alevilerden oluşsa, Lazlardan<br />
oluşsa, etnik, kendilerini Türk olarak<br />
tanımlayan kişilerden bile oluşsa bu bir sorun<br />
olurdu. Çünkü o kişiler ne olacaklar, hepsi<br />
mi cezalandırılacak hapse mi konulacak<br />
bazıları mı cezalandırılacak, yoksa bazıları<br />
topluma rehabilite mi edilecek, bu binlerce<br />
militanı olan ve toplumun bir kısmında yurt<br />
dışında dayanakları olan örgüt ile devletin<br />
ilişkisi nasıl olacak, bu ayrı bir soru, dediğim<br />
gibi Türkiye’de tek silahlı terör örgütü<br />
PKK değil başka silahlı terör örgütleri de<br />
var. DHKPC’den bahsedebiliriz geçmişte<br />
çok daha aktif TİKKO’dan vesaire gibi.<br />
Bu gibi örgütler de eğer PKK boyutunda<br />
yaygın örgütler olsaydı ve toplumun bir<br />
kesiminde o kadar büyük bir destek görüyor<br />
olsaydı hiçbir azınlık grubuna mensup<br />
olmasalar bile böyle bir sorun olacaktı. O<br />
sorunu çözmek dediğim gibi biraz güvenlik<br />
uzmanlarına kalıyor, ve bu süreçleri yine<br />
karşılaştırmalı olarak inceleyenlere, fakat<br />
Kürt sorununun, Kürtlerin sorunları, benim<br />
tarifimle Kürtlerin sorunlarının çözümünde<br />
neredeyse son noktaya gelindi. Hükümetin<br />
yapabilecekleri arasında birkaç şey daha<br />
kaldı ki, bunları da özetledim. 2011 yılında<br />
Sabah gazetesinde, ‘’Anadil ve Demokratik<br />
Özerklik’’ başlıklı bir yazımda, kamusal<br />
alanda Kürtçe, Arapça, Lazca, Gürcüce<br />
gibi dillerin, belediye meclislerinin il genel<br />
meclislerinin onayıyla ikincil ve üçüncül diller<br />
olarak kamu hizmetinde kullanılabileceğini<br />
belirtmiştim.<br />
74 72
E<br />
ğer bu çözüm gerçekleşirse, ki hükümet<br />
kanadından gelen sinyaller bunun da<br />
gerçekleşebileceğini gösteriyor. Yeni açıklanan<br />
AK Parti programı bu yönde de adımlar<br />
atılabileceğini gösteriyor.<br />
Bu durumda zaten Kürt sorununun çözümü<br />
için Devlet elinden gelen her şeyi yapmış<br />
olacak. Bu sadece Kürtlerin sorunları değil,<br />
başka etnik gruplar da var Türkiye’de. Sonuç<br />
olarak bahsettiğim gibi o yazımda ve diğer<br />
yazılarımda, belki birkaç milyon Arap<br />
kökenli var bu illerin pek çoğunda Kürtçe<br />
ve Zazaca’nın dışında, ki Kürtçe ve Zazaca<br />
da ayrı ayrı kodlanması gerekecek kadar<br />
birbirinden farklı diller. Örnek veriyorum<br />
yakın zamanda ziyaret ettiğim Mardin’de<br />
şehir merkezinde Arapça çok yoğun olarak<br />
konuşuluyor. Eğer Mardin il genel meclisi ve<br />
belediye meclisi Arapça Kürtçe ve Zazacanın<br />
da 2. 3. ve 4. Diller olarak, belediye sağlık<br />
ve acil hizmetlerinde kullanabilmesi<br />
yönünde finansal kaynak yaratır ve karar<br />
alırsa, bu karar çoğunluk tarafından<br />
onaylanırsa. Bunların bu şekilde Türkçe<br />
elbette resmi ve birincil dil olmak kaydıyla<br />
Belediye otobüslerinden sağlık merkezlerine<br />
kadar değişik kamu hizmetlerinde de<br />
kullanılmaması için çok büyük bir engel<br />
yok. Bu yapılabilir. Bu Türkçenin egemen<br />
birincil devlet ve resmi dil statüsüne de<br />
zarar vermez. Bu başka illerde Gürcücenin<br />
Çerkezcenin ve Arapçanın diğer dillerin<br />
de aynı statüye gelmesini de engellemez.<br />
Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu’daki<br />
dil çeşitliliğine de daha uygun bir çözümdür.<br />
Çünkü pek çok ilde dediğim gibi Kürtçenin<br />
dışında Arapça da, Zazaca da, Azerice de<br />
başka dillerde de bu hizmetler verilebilir. Bu<br />
çözümlerden birisidir diye düşünüyorum. Bu<br />
çözüme Türkiye çok yakın fakat bu çözümün<br />
gerçekleşmesi PKK sorununu, kendi sorununu<br />
bitirmez.<br />
A<br />
KP hükümetinin bu çözüm yönünde<br />
yaptığı reformların başarısının bir ölçüsü<br />
elbette seçim sonuçlarıdır. Bu ay sonunda<br />
Cambridge Üniversitesi yayınlarından<br />
çıkacak olan kitabımda da bahsettiğim<br />
gibi 20<strong>02</strong>, 2007 ve 2011 seçimlerinde<br />
ve aralarındaki belediye seçimlerinde ve<br />
referandumlar da, tamamen AKP Türkiye’de<br />
Kürt kökenli seçmenin en fazla tercih<br />
ettiği parti oldu (Şener Aktürk, Regimes<br />
of Ethnicity and Nationhood in Germany,<br />
Russia, and Turkey, New York: Cambridge<br />
University Press, <strong>2012</strong>).<br />
BDP veya DTP‘den daha fazla Kürt<br />
seçmenden oy aldı, buna hiç kuşku yok,<br />
sayılara ve haritaya nasıl bakarsak bakalım<br />
ki kitapta yine hem quantitative hem<br />
qualitative olarak hem de harita bazında<br />
bunun tasviri var. Güneydoğu Anadolu’da<br />
etnik Kürt çoğunluğa sahip olduğunu<br />
bildiğimiz şehirlerde AKP seçimleri kazandı,<br />
kazanmaya devam ediyor. Bu Urfa olabilir,<br />
Bingöl olabilir Adıyaman olabilir, Bitlis<br />
olabilir Elâzığ olabilir. Burada gerek basın<br />
gerek akademisyenlerin bir kısmı özellikle<br />
Kürt milliyetçilerin en güçlü olduğu bir iki ile<br />
yoğunlaşıp, ki burada en iyi örnek, Hakkâri<br />
ve Diyarbakır ve aradaki iki ildir, yani<br />
HAZAR RAPORU<br />
73 75
DEĞERLENDİRMELER<br />
Batman ve Şırnak. Diyarbakır, Batman ,<br />
Şırnak ve Hakkâri’ye bakıp Kürt milliyetçiliği<br />
kazandı, çok güçlü, egemen demeleri büyük<br />
bir İngilizce tabiriyle “Selection Bias” seçilim<br />
yanılgısı. Bunlar sınırlı ve belli bir grubu<br />
temsil ediyor göz önüne alınması muhatap<br />
alınması ve sisteme entegre edilmesi ve<br />
eşit vatandaşlık haklarından kesinlikle<br />
yararlanması gereken bir grup olmakla<br />
beraber. Şimdi bu söylediklerimden BDP’ye<br />
oy veren 2 milyon seçmenin<br />
muhatap alınmaması gibi bir<br />
sonuç kesinlikle çıkarılmasın.<br />
Bunu da bütün yazılarımda<br />
vurguladım. Kürt açılımı ve<br />
diğer demokratik açılımlar<br />
aslında sistemle arasında<br />
soğukluk yaşayan bu grubun<br />
sisteme entegre edilmesini<br />
hedefliyor. Ve bu da devam<br />
etmeli ve elbette ki Kürtlerin<br />
AKP’ye oy vermeyen 1/3’ünün<br />
de sorunlarının ve taleplerinin<br />
anayasal çerçeve içerisinde<br />
karşılanması gerekiyor. Fakat bu şimdiye<br />
kadar yapılan reformların Kürtlerin 2/3<br />
desteğini aldığına, ve Kürtlerin 2/3’ünün<br />
istikrarlı ve tutarlı bir şekilde AKP’yi ve<br />
onun politikalarını desteklediği gerçeğini<br />
de ortadan kaldırmıyor. Bunu da görmek<br />
gerekiyor. Dolayısıyla Kürtlerin sorunlarının<br />
çözümü konusunda son derece umutluyum.<br />
PKK sorununun çözümü apayrı bir güvenlik<br />
boyutu olduğu için elbette ki Kürtlerin sorunu<br />
ile bağlantılı ama kendi başına bir asayiş ve<br />
güvenlik boyutu olduğu için o konuda emin<br />
değilim.<br />
B<br />
urada bir, son bir nokta çok fazla<br />
vurgulanmayan dil meselesinden ayrı olarak<br />
tabi geçmişteki güvenlik politikalarının<br />
sonucu olarak ortaya çıkmış sorunlar da<br />
var. En başında faili meçhul sorunu. Ve<br />
bu pek çok aile ve kesim için zannedersem<br />
dil sorunundan çok daha büyük bir sorun<br />
olacaktır.<br />
O sorunun da bir noktada çözülmesi<br />
gerekiyor çünkü pek çok kişi dilinin<br />
yasaklanması veya öğretilmemesini kabul<br />
edebilir, ve bu dünyanın pek çok ülkesinde<br />
de resmi politikadır. Bulgaristan’ın Türkçe<br />
konuşan Türk kökenli azınlığı aşağı yukarı<br />
Türkiye’deki etnik Kürt azınlık kadardır,<br />
nüfus nispeti olarak 12%-16% arasında.<br />
Fakat Türkçe Bulgaristan’da tamamen<br />
dışlanmış, devlet televizyonunda ancak 10<br />
dakika kadar yer alabilen bir dil, fakat bu<br />
Bulgaristan Türkleri arasında veya benzer<br />
başka azınlıklar arasında Türkiye’deki etnik<br />
Kürt azınlık arasında olduğu kadar büyük<br />
76 74
ir reaksiyon yaratmıyor, ve yaratmamasının<br />
bir sebebi diğer devlet politikaları ve<br />
aradaki yakın geçmiş, geçmişteki en sorunlu<br />
noktalarından birisi Türkiye’deki Kürtlerin<br />
sorunlarından bahsedecek olursak, faili<br />
meçhullerin tam anlamıyla aydınlatılmamış<br />
olması. Bir kişi belki dilini konuşmamasını<br />
bir noktada hazmedebilir, dünyada bunu<br />
hazmeden on milyonlarca hatta yüz<br />
milyonlarca kişi var ama çok önemli bir<br />
yakınını birinci dereceden aile bireyini<br />
örneğin faili meçhul bir cinayette kaybetmiş<br />
olmayı ve onun aydınlatılmamış olmasını<br />
hazmedebilmesi çok daha zordur ve bu çok<br />
daha büyük bir adalet eksikliğinin işaretidir.<br />
O<br />
yüzden muhtemelen Kürtlerin sorunlarının<br />
nihai çözümü için faili meçhullerin de<br />
aydınlatılması ve adalet karşısına çıkarılması<br />
gerekiyor ve bu adımla beraber zannedersem<br />
Kürtlerin sorunlarının çözümü aşağı yukarı<br />
gerçekleşmiş olacak . Dediğim gibi PKK<br />
sorunu biraz daha ayrı bir güvenlik boyutu<br />
olan bir sorun.<br />
Irak’taki Bölgesel Kürt oluşumu<br />
Irak’taki Kürt bölgesel yönetiminin<br />
kurulması ve gelişmesi ve bugün itibarıyla<br />
fiili olarak ulus devleti haline gelmesi<br />
Türkiye’nin korkularının aksine beklenen<br />
menfi etkileri yaratmadı kanısındayım. Bu<br />
da Türkiye’nin korkularının çoğunun kısmen<br />
yersiz oluşundan dolayı. Çünkü her zaman<br />
vurgulanması gereken nokta şu ki; benzer bir<br />
etnik kökenden geliyor olsalar bile benzer dil<br />
ve lehçeleri konuşuyor olsalar bile Türkiye<br />
Cumhuriyetinin vatandaşı olarak son 100 yılı<br />
geçirmiş olan Türkiye Kürtleri ile İran İslam<br />
Cumhuriyeti vatandaşı olan İran Kürtleri ile<br />
(ki 400-500 yıllık bir süreçten bahsediyoruz<br />
Safevi devleti de var öncesinde), Arap Ulus<br />
devleti olarak şekillenmiş ve Saddam Hüseyin<br />
Irak’ında yaşayan Kürtler ve daha sosyalist<br />
başka bir devlet olarak Hafiz Esad’ın ve<br />
Beşer Esad’ın Suriye’sinde yaşayan Kürtler<br />
ve buna ek olarak 5. Grup olarak Sovyetler<br />
Birliğinde Ermeni Sosyalist Cumhuriyetinde<br />
de, bugünki Ermeni ulus devleti olan<br />
Ermenistan’da yaşayan Kürtler, bu tarihsel<br />
süreçte (bu benim hipotezim) birbirilerinden<br />
o kadar farklılaşmışlar ki hepsini tek bir<br />
grup olarak düşünmek bu şekilde muhayyel<br />
Kürdistanlılardan bahsetmek bir yüzyıl önce,<br />
Pan-Türkistlerin bahsettiği Türkistan gibi bir<br />
hayaldir diye düşünüyorum. Bu toplulukların<br />
birbirleriyle etnik ve dinsel, kültürel bazı<br />
ortak noktaları olabilir. Bu ortak noktalar<br />
daha fazla işbirliğine yakınlaşmaya sebep<br />
olabilir de olsun da, bunun da Türkiye için<br />
ve İran ve Irak için bir problem yaratmaması<br />
gerekir kavramsal olarak.<br />
F<br />
akat bu Kürt grupları arasında ulus<br />
devlete en yakın ve ulus devlete en çok<br />
ihtiyacı olan grup şüphesiz Irak Kürtleriydi.<br />
O yüzden Kuzey Irak’ta Kürdistan bölgesel<br />
yönetiminin kurulması ve günün birinde Kürt<br />
ulus devleti olarak ortaya çıkması hiç şaşırtıcı<br />
değil.<br />
HAZAR RAPORU<br />
75 77
DEĞERLENDİRMELER<br />
Çünkü yine bu 4-5 ülkeye yayılmış etnik<br />
Kürt gruplar arasında en fazla büyük farkla<br />
en fazla dışlanan zulme uğrayan, kimyasal<br />
silahlarla saldırılan ve Kürt olmayan<br />
topluma entegre olamamış entegre edilmemiş<br />
olan topluluktur kuzey Irak Kürtleri.<br />
Bugün Bağdat’ta Basra’da Küfe’de Necef’te<br />
yüzbinlerce kişinin yaşadığı Kürt mahalleleri<br />
yok. Irak Kürtleri Bağdat’a Basra’ya Irak’ın<br />
Arap şehirlerine, Türkiye Kürtlerinin olduğu<br />
gibi kesinlikle entegre olmamışlar. Çok<br />
belirgin bir şekilde coğrafi segregasyon var.<br />
Kürtler, kuzey Irak’ta yaşıyorlardı çok bariz<br />
bir şekilde Saddam Hüseyin döneminde o<br />
bölgelere getirip yerleştirilen Arap topluluklar<br />
vardı. Benzetmede hata olmaz, İsrail’in Batı<br />
Şeria’da ve Gazze’de yerleştirdiği Yahudi<br />
yerleşimciler gibi, Kerkük’de Musul’da ve<br />
diğer şehirlerde. Ve BAAS Arap milliyetçisi<br />
Irak hükümeti Kürtleri, Türkiye’nin veya<br />
İran’ın aksine, tamamen yabancı bir unsur<br />
olarak muameleye tabi tuttu ve dışladı. Yani<br />
biz Irak Arap Cumhuriyetinin tarihinde<br />
Kürt Cumhurbaşkanları, Başbakanları,<br />
Genel Kurmay Başkanları , Bürokratları<br />
göremiyoruz. Bağdat’ta dediğim gibi<br />
Basra’da yüzbinlerce Kürdün yaşadığını,<br />
milyonlarca Arap-Kürt evliliklerinin<br />
yaşandığını göremiyoruz, ama bunların<br />
hepsini ve daha fazlasını örneğin Türkiye<br />
Kürtleri için görebiliyoruz. Türkiye’nin<br />
çok partili demokrasi deneyimin başladığı<br />
1876’ya kadar bunu götürebiliriz,<br />
Türkiye’nin Kürt kökenli vatandaşları<br />
bütün siyasi akımlara, bunların içinde en<br />
önemlisi İslamcılık ve Sosyalizmdir, en<br />
başından beri entegre olmuş önder olmuş.<br />
Dini örgütlenmeden siyasal örgütlenmeye<br />
bürokrasiden devlete iç içe geçmişlerdir.<br />
Dolayısıyla yani Türkiye Kürtleriyle İran<br />
Kürtlerini ve Irak Kürtlerini aynı sepete<br />
koyup hepsi aynı şeyi ister demek kesinlikle<br />
yanıltıcıdır. Türkiye belki 1990’da aşırı<br />
klostrofobik ve etnik milliyetçi bir reaksiyonla<br />
böyle bir şey olabileceğini düşündü ama<br />
1991’deki ilk Irak Savaşından itibaren<br />
ve bilhassa 2003’teki 2. Irak savaşından<br />
itibaren Kuzey Irak’ta fiilen otonom ve<br />
hatta bağımsız diyebileceğimiz Kürt<br />
ulus devleti oluşumu var, Sorani Kürtçesi<br />
konuşan ve bunu resmi dil yapmış ve bu<br />
yapı Türkiye’nin toprak bütünlüğüne<br />
ve toplumsal entegrasyonuna benim<br />
kanaatimce bu anlamda zarar vermeyecek.<br />
Bir önceki konuşmamda yine göndermede<br />
bulunduğum gibi sonuç olarak İstanbul’dan<br />
Çatalca’dan Edirne’den, Kırcaali’ye, Burgaz’a<br />
Gümülcine’ye İskeçe’ye kadar uzanabilecek<br />
bir Türk kökenliler coğrafyasından da<br />
bahsedebiliriz, değil mi Ama bu gün hiç<br />
kimse buradaki işte Bulgaristan’ın 1/8<br />
belki 1/6’sını oluşturan ve sınırdan Türk<br />
sınırına komşu olan büyük bir Türkistan<br />
veya Balkan Türk Cumhuriyeti olarak<br />
örgütleneceğini, bağımsız olacağını ve tek<br />
bir devlet olacağını düşünmüyor bile. Çünkü<br />
artık bu Türk kökenliler Bulgar siyasetine,<br />
toplumuna tamamen entegre olmuşlar,<br />
Yunan siyasetine toplumuna tamamen<br />
entegre olmuşlar, ayrımcılığa uğramıyorlar<br />
demek değil bu kesinlikle, Human Rights<br />
Watch ve diğer uluslararası kuruluşların<br />
defalarca raporlarında bahsettiği gibi<br />
pekçok ayrımcılık unsuru halen Bulgar ve<br />
Yunan toplumunda devam etmektedir. Sırf<br />
bu ayrımcılık unsurları devam ediyor diye,<br />
120 senedir, Bulgaristan’dan bahsedecek<br />
78 76
olursak, ya da 80-90 senedir Batı Trakyadan<br />
bahsedecek olursak Bulgar ve Yunan toplum<br />
düzeninin, siyasetinin, ekonomisinin parçası<br />
olan kişilerin, birincil ve tek kimlikleri olarak<br />
Türkiye Cumhuriyetini ve Türklüğü görüyor<br />
olduğunu sanmak uçuk bir savdır. Bunun<br />
hayali Kurdistan projelerinde de olduğunu<br />
düşünüyorum, Kürt kökenliler için de şu<br />
anda en tercihe şayan olan, ki bunu seçim<br />
sonuçları da gösteriyor, içinde yer aldıkları bu<br />
toplumlarda demokratik eşitliği, ekonomik<br />
eşitliği sağlamak, toplumsal entegrasyonu<br />
en üst seviyede yaşamaktır ve bu da<br />
zannedersem, Türkiye’de bunu çok açık bir<br />
şekilde görüyoruz.<br />
S<br />
iyasi eğilimlerde zaten Kürt kökenli<br />
insanların genel eğilimidir Türkiye’yle<br />
bir olmak. Türkiye toplumu içerisindeki<br />
kazanımları muhafaza etmek, ileriye<br />
götürmek, ve çok başarılı Kürt kökenli<br />
Türkler, Zaza kökenli Türkler, Arap kökenli<br />
Türkler olarak. Türkiye toplumu içerisinde en<br />
üst düzeyde başarılı olmaktır popüler hedef.<br />
Avrupa Birliği süreci ve<br />
demokratikleşme Türkiye’deki kimlik<br />
tartışmalarını nasıl etkilemiştir<br />
AB süreci elbette ki Türkiye’deki kimlik<br />
tartışmalarını etkilemiştir. Fakat ben burada<br />
yine çoğunluk görüşünden ayrılıyorum ve bu<br />
etkinin belirleyici olmadığını düşünüyorum.<br />
Hem olumlu hem de olumsuz etkileri<br />
olmuştur AB sürecinin Türkiye’deki kimlik<br />
tartışmalarının, bunları ayrı ayrı açabiliriz,<br />
fakat son tarihte belirleyici olan AB değil<br />
Türkiye’nin iç dinamikleridir. Türkiye’nin<br />
kimlik sorunlarının çözümünde veya<br />
çözülememesinde, sorunların daha da<br />
derinleşmesinde. Olumlu açıdan, olumlu<br />
etkilerine bakacak olursak AB sürecinde<br />
bu sürecin bir parçası olarak Türkiye’nin<br />
asimilasyoncu milliyetçiliği, dışlayıcı laikliği,<br />
ve siyasetteki militarizmi sorgulamıştır, ve bu<br />
sorgulama sonucu itibarıyla olumlu sonuçlar<br />
vermiştir.<br />
T<br />
ürkiye’nin resmi milliyetçilik anlayışı da<br />
yumuşamıştır, laiklik anlayışı da biraz daha<br />
yumuşamış ve kapsayıcı çoğulcu bir şekle<br />
girmiştir, girmeye devam ediyor, milliyetçilik<br />
de aynı. Ordunun siyasetteki rolü ve militarist<br />
eğilimler büyük ölçüde tasfiye edilmiştir.<br />
Fakat sonuçta bu süreçte belirleyici olan<br />
AB olmamıştır. Zaten, Türkiye medyasını,<br />
toplumunu ve siyasetini 2007 yılından<br />
itibaren takip edenler, ki bu bahsettiğimiz<br />
sonuçların çoğu 2007’den sonra alınmıştır,<br />
TRT6(şeş)’den bahsedecek olursak, laiklikle<br />
ilgili yapılan revizyonlardan da bahsedecek<br />
olursak, ordunun siyaset üstündeki etkisinin<br />
kalıcı olarak kırılmasından da bahsedecek<br />
olursak bunların hepsi 2007’den sonra<br />
olmuştur. Oysa 2007’den sonra AB üyeliği<br />
ve desteği Türkiye’de neredeyse yok olmuştur<br />
ve gündemden çıkmıştır. Örneğin, AB’nin<br />
gazetelerde manşet olduğu gün sayısına<br />
2000 yılında bakalım, 1999’da ve 2001’de<br />
neredeyse gün aşırı AB manşetlerdeydi,<br />
gündemin 1., 2., en kötü durumda 3.<br />
sırasındaydı. 2007’den itibaren gündemin<br />
ilk 5 sırasında bile olduğu bir dönem ben<br />
HAZAR RAPORU<br />
77 79
DEĞERLENDİRMELER<br />
hatırlamıyorum. Fakat bu son 5 yıllık<br />
dönemde 2007’den <strong>2012</strong>’ye kadarki 5<br />
yıllık dönemde Türkiye’nin asimilasyoncu<br />
resmi politikası dışlayıcı laikliği ve siyasette<br />
ordunun rolü konusunda olumlu gelişmeler<br />
yaşandı, ve dolayısıyla bunlar AB sebebiyle<br />
değil Türkiye’nin iç dinamikleri ve<br />
Türkiye’deki grupların, partilerin, örgütlerin<br />
çalışmalarının sonucu olarak gerçekleşti. Bu<br />
AB’nin ikincil bir etkisi olmadığı anlamına<br />
gelmiyor, var, 1990’larda bilhassa böyle bir<br />
etki var ama belirleyici olan iç dinamiktir.<br />
Olumsuz etkisine gelecek olursak, olumsuz<br />
etkisi de şu; belli bir dönemde özellikle<br />
1990’larda ama bunu günümüze kadar<br />
da getirebiliriz Türkiye’de bazı kesimlerin<br />
gözünde Liberalizmin ve Demokrasinin<br />
sanki yabancı menşeili bir Avrupa ideolojisi<br />
olarak görülmesine sebep olmuştur. Ve bu<br />
da sonuç itibarıyla olumsuz bir etkidir.<br />
Çünkü Liberalizmin serbest ekonominin,<br />
serbest piyasa ekonomisinin, rekabetçi siyasi<br />
sistemin, çok partili sistemin, Türkiye’nin<br />
kendi tarihinde de kendi kökleri vardır,<br />
bir temeli vardır, fakat AB fazlasıyla<br />
yoğunlaşmak bu yerel köklerin görmezden<br />
gelinmesi sanki Liberalizmin sanki liberal<br />
demokrasi Avrupa’dan ithal yabancı bir<br />
ideolojiymiş, bir sistemmiş gibi toplumun<br />
bazı kesimleri tarafindan algılanmasına<br />
sebep oldu. Bu da demokrasiye katkıda<br />
bulunmadı, yabancılaştırdı. Bu olumsuz<br />
etkisi, olumlu etkisinden zaten bahsettim.<br />
Bütün bu etkileri aktif olarak fiili olarak<br />
görebileceğimiz bir örnek Kürt açılımı. Kürt<br />
açılımı neden oldu diye sorulduğu zaman<br />
benim burada da çok belirgin bir görüşüm<br />
var. Gazetelerde hem makalelerimde ve<br />
hem kitaplarımda fazlasıyla vurguladım.<br />
Kürt açılımı neden oldu dediğimiz<br />
zaman, bir kısım bunun AB etkisiyle ve<br />
baskısıyla olduğunu iddia ediyor. Fakat bu<br />
kanaatimce yanlış bir fikirdi çünkü Türkiye<br />
cumhuriyetinin (1960’ları saymıyorum),<br />
resmen Avrupa Ekonomik Topluluğuna<br />
ciddi ilk başvurusu 1987’de rahmetli Turgut<br />
Özal’ın liderliğinde yapıldı. İki yıllık bir<br />
değerlendirme sürecinden sonra 1989’da<br />
reddedildi. Reddedilmesinin sebepleri<br />
arasında çok önemli yer tutan bir kısım,<br />
Türkiye’deki etnik dini ve diğer azınlıklara<br />
yapılan muamele ve Kürtçenin bastırılması,<br />
dışlanması ve insan hakları ihlalleri gibi yine<br />
azınlıklarla Kürt kökenlilere dair problemler<br />
yer alıyordur. Fakat 1987’den hatta 1983’den<br />
diyebiliriz 20<strong>02</strong> yılına kadar Türkiye’de<br />
15 hükümet kuruldu, değişik Çiller-<br />
Karayalçın hükümetinden bahsediyorum,<br />
İnönü-Demirel hükümetleri, Ecevit-Yılmaz-<br />
Bahçeli hükümetleri, bu 15 hükümetin<br />
hepsinin programında AB’ye katılım hedefi<br />
vardı, fakat bu 15 hükümetin hiçbirisi<br />
20<strong>02</strong> ve özellikle 2007’de kurulan AKP<br />
hükümetinin gerçekleştirdiği Kürt açılımının<br />
reformlarını yapamadı. Eğer sebep AB ve<br />
onun baskısı ve AB hedefi olmuş olsaydı<br />
1983’den 20<strong>02</strong>’ye kadarki 15 hükümet<br />
neden bu açılımların 1/3’ünü bile yapamadı<br />
ve bunların hepsi neden Türkiye’nin AB’ne<br />
ilgisinin en düşük olduğu, AB’nin Türkiye’nin<br />
üyelik müzakerelerini dondurduğu ve<br />
askıya aldığı, 2007-<strong>2012</strong> döneminde oldu<br />
diye bir sorunun cevaplanması gerekiyor.<br />
Bu soruya Avrupa Birliği’nin belirleyici<br />
etkisinin olduğunu düşünen akademisyenler<br />
gazeteciler medya mensupları siyasetçiler<br />
doyurucu bir cevap veremedikleri sürece,<br />
AB‘nin belirleyici etkisi yoktur. Burada<br />
belirleyici olan bazılarının iddiasına göre<br />
PKK’nın aktiviteleriydi bu da kesinlikle<br />
yanlıştır, çünkü PKK’nın da en güçlü olduğu<br />
dönem 1991’den 1995’e kadar olan dönemdi.<br />
1999 itibarıyla lideri hapiste olan ülke<br />
dışına çıkmış silahlarını bırakmamış olsa<br />
bile ateşkes ilan etmiş askeri olan mağlup<br />
olmuş bir terör örgütüydü PKK, hala da o<br />
80 78
durumdadır, lideri hapistedir askeri olarak<br />
mağlup olmuş bir hareket, ve PKK’ya sempati<br />
besleyen siyasi partiler Kürt açılımı dediğimiz<br />
reformların hiçbirinde rol oynamamışlar,<br />
yani hiçbir meclis önergesi veya yönetmeliği<br />
yazmamışlardır hiçbir hükümette koalisyon<br />
ortağı olmamışlardır, hiçbir şekilde bürokraside<br />
müsteşar olmamışlardır, yani hiçbir şekilde<br />
somut olarak bu sürece katkılarını göremiyoruz<br />
ve siyaset bilimi de bilim olması vasfiyla somut<br />
bilgilerden yola çıkar. AB’nin PKK veya PKK’ya<br />
sempati duyan partilerin bu sürece bu şekilde<br />
somut katkısını göremediğim vakit başka<br />
açıklamalara yönelmek zorundayız, benim<br />
burada tatminkar bulduğum ve savunduğum<br />
açıklama da Türkiye’de AKP’ye oy veren<br />
Kürtlerin 2/3 kesiminin siyasi katkısı İslamcı<br />
ideolojinin yeni bir millet tasavvuru buna ben<br />
İslamcılığın Kürt açılımı dedim, özellikle bir<br />
gazetedeki makalemde de, İslamcı ideolojinin<br />
katkısı Kürt seçmenlerinin 2/3 verdiği oyla<br />
ve onların meclise, neredeyse tamamen AKP<br />
sıralarında gönderdiği temsilcileri ve elbette<br />
bu partinin Türk siyasetinde hegemonik bir<br />
çoğunluğa ulaşmış olmasıdır. Meclisin 2/3’ni<br />
her halükarda 55-60%’ni kontrol ederek 3<br />
seçim üst üste, 2 referandum ve 3 belediye seçimi<br />
kazanmış olması bu açılımı mümkün kıldı.<br />
Dolayısıyla AB sürecinin kimlik tartışmalarına<br />
nasıl etkisi oldu. Bir etkisi oldu, o etkinin olumlu<br />
yanları vardı olumsuz yanları vardı. Fakat<br />
olumlusuyla, olumsuzuyla her halükarda<br />
belirleyici etki AB’den değil Türkiye’nin 50 yıllık<br />
60 yıllık çok partili siyaset geleneğinin yarattığı<br />
iç dinamiklerden, özellikle reforme olmuş ve<br />
AKP’de kendisi bulan İslamcı hareketin kimlik<br />
politikasından kaynaklanmaktadır Kürt açılımı<br />
olmuş olması, olmuş olduğu tarih ve oluş şekli<br />
diye düşünüyorum.<br />
Türkiye’de Alevi vatandaşlarımızın<br />
sorunları nelerdir Çözüm için neler<br />
yapılmalıdır<br />
E<br />
vvelki soruda da bahsettiğim gibi ben<br />
aslında Kürt sorunu veya Alevi sorunu demek<br />
yerine Kürtlerin sorunu veya Alevilerin sorunu<br />
demeyi tercih ediyorum. Çünkü Kürt sorunu<br />
veya Alevi sorunu demek sanki Kürtlerin varlığı<br />
sorunmuş gibi bir yanlış intiba bırakıyor. Bu<br />
intibaya katılmadığım için ve eminim çoğu<br />
tartışmacı da aslında bu intibaya katılmadığı<br />
için, Alevilerin veya Kürtlerin sorunlarından<br />
bahsetmek daha mantıklı olur.<br />
Alevilerin bir takım sorunları elbette<br />
Türkiye’de mevcut en fazla dile getirilen 3<br />
sorun var, her türlü ortamda karşımıza<br />
çıkan. 1980 askeri cuntasının anayasaya<br />
bile madde olarak koyduğu zorunlu din<br />
dersi ve o din dersinin Sünni İslam içeriği,<br />
Diyanet işleri başkanlığının içeriğinin<br />
örgütlenmesi ve yapısı, ve Cem evlerinin<br />
yasal statüsü. Cem evi, Diyanet ve din dersi<br />
olarak bu üçlü paketten bahsedebiliriz. Şimdi<br />
buradan AKP özellikle ikinci iktidarında<br />
2007 ve 2011 döneminde, esasen çok önemli<br />
tarihi adım attı ve Alevi açılımını başlattı.<br />
Bu şu açıdan tarihiydi, ezici çoğunluğu<br />
AKP’ye oy vermeyen bir toplum kesiminin<br />
yaşadığı sorunları çözmek konusunda bir<br />
açılım başlattı. Bunu mesela Kürt açılımı<br />
için söylemiyoruz, çünkü Kürtlerin zaten<br />
büyük çoğunluğu AKP’ye ve ondan önce de<br />
Milli Görüş geleneğine meylettikleri ve oy<br />
verdikleri için Kürtlerin sorunlarını çözerken<br />
HAZAR RAPORU<br />
79 81
DEĞERLENDİRMELER<br />
AKP zaten büyük çoğunluğu kendisine oy<br />
veren kendi tabanının sorunlarını çözmeye<br />
yönelmişti bir anlamda. Ama Aleviler için<br />
böyle bir şey kesinlikle yok Alevi seçmen<br />
davranışı yine kitabımda da bahsettiğim<br />
gibi bu dönemde de dahil olmak üzere 1957<br />
seçiminden bu yana büyük olarak CHP, TBP<br />
daha sosyalist ve sol partiler de dahil olmak<br />
üzere Türkiye siyaseti içerisinde sol olarak<br />
tasvir edilen ve AKP’ye denk düşmeyen<br />
partilere oy vermek şeklinde ortaya çıktı.<br />
90% sosyal demokratlara, 80-90%’a varan<br />
oranlarda CHP ‘ye oy veren bir seçmen<br />
kesiminden bahsediyoruz. AKP bir anlamda<br />
elini duvarın öbür tarafina uzattı ve acaba<br />
Alevilerin sorunlarını çözmek konusunda<br />
Devlet ve Hükümet bir şeyler yapabilir mi,<br />
diye sordu. Bu başarısız oldu iki taraf da bu<br />
konuda muhtemelen suçlanabilir ama ben<br />
bu konuda da hem Radikal’de hem Taraf<br />
’ta hem de diğer gazetelerde “başarısız olan<br />
Alevi açılımın anlamı “ başlıklı yazılar<br />
kaleme aldım çünkü eğer başarılı olabilseydi<br />
Türkiye’de yüzyıllardır süren bir fay hattının<br />
aşılması konusunda büyük bir mesafe<br />
alınmış olacaktı. O yüzden bugün için<br />
başarılmış bir açılımdan değil gelecekte belki<br />
yapılabilecek bir açılımdan bahsedilebilir.<br />
Zorunlu din derslerinin içeriğinin Alevi<br />
kültürünü ve inancını yansıtacak şekilde<br />
revize edildiğinden bahsediliyor. Din<br />
kitaplarına ulaşmak imkanım olmadı, ne<br />
ölçüde İslam dininin Şii yorumu ve Alevi<br />
yorumu bu kitaplara girmiştir o konuda bir<br />
hüküm cümlesi kurmak istemiyorum. Ama<br />
böyle bir çabaya girişilmiş olması tabi ki de<br />
bu bahsettiğimiz 3 sorundan birini çözmek<br />
yönünde atılmış bir adımdır. Zorunlu din<br />
dersini kaldırılamıyor ve kaldırılamamasının<br />
sebebi anayasal bir sorun bir anlamda.<br />
Çünkü dediğimiz gibi 1980 askeri<br />
diktatörlüğünün ve onun yaptığı anayasanın<br />
Türkiye’ye kazandırdığı bir sorun o yüzden<br />
onu tamamen kaldırmak çok zor gözüküyor.<br />
O zaman tamamen kaldırılamayacaksa en<br />
azından içeriğinin toplumu daha kuşatacak<br />
şekilde İslam’ın Şii ve Alevi yorumunu<br />
içerecek şekilde genişletmesi olumlu bir reform<br />
olur. O konuda bir adım var takdir edilesi bir<br />
adım, ne kadarı gerçekleşmiştir bilmiyorum<br />
dediğim gibi dersin içeriğine bakmak lazım.<br />
Diyanet İşleri Başkanlığının kaldırılması,<br />
bazı Alevi kurumların talep ettiği gibi, Laik<br />
Türkiye Cumhuriyetinin yapısının tamamen<br />
değişmesi anlamına gelir. O yüzden bu<br />
gruplar da kendileri de biliyor olmaları lazım<br />
ki, Diyanet İşlerinin kaldırılmasına en başta<br />
Türkiye’de Laikliğin tehlikede olduğunu<br />
düşünen kurum, kuruluş ve toplumsal<br />
kesimler karşı çıkacaklardır. Çünkü Diyanet<br />
İşleri Başkanlığı Türkiye’de Sünni İslam’ın<br />
resmi kurumlar tarafindan düzenlenmesi<br />
ve bir anlamda kontrol altında tutulması<br />
için 3 mart 1924 Laikleşme yasasının bir<br />
parçası olarak kuruldu. O yüzden onun<br />
kaldırılması ve “Status quo ante” dediğimiz<br />
önceki duruma dönülmesi demek, bütün<br />
camilerin vakıfların ve bütün Sünni İslam’ın<br />
kurumların bağımsız olması devletin şu<br />
anda olduğu gibi cuma hutbelerinden,<br />
imamların atanması gibi Sünni İslam’ın<br />
öğretilmesine ve organizasyonuna ve<br />
içeriğine karışamaması anlamına gelir<br />
ki bu olduğu taktirde kesinlikle laiklik<br />
82 80
elden gidiyor gibi bir algı hızla toplumda<br />
yükselecektir o yüzden iyi yada kötü<br />
Diyanet İşleri başkanlığının kaldırılmasını<br />
ben gerçekçi bulmuyorum. Fakat içeriği<br />
ve organizasyonu Alevi dedelerini, Alevi<br />
inancını ve kültürünü de kapsayabilecek<br />
bir şekilde genişletilebilir. Belki başka bir<br />
özerk kurum kurulabilir. Alevi inancını<br />
da yansıtan. 3. Konumuz Cem evleri, Cem<br />
evlerinin yasal statüsü kazanması, vergiden<br />
muaf tutulması elektrik su gibi giderlerinin<br />
ücretsiz olarak sağlanması da yapılabilecek<br />
bir reform hala daha gerçekleşmedi. Ama<br />
orada da biliyorsunuz yasal olarak yine<br />
1920’lerin laikleşme reformunda Tekke<br />
ve Zaviyelerin kapatılmasına geri dönmüş<br />
oluyoruz. Bir anlamda Türkiye’de laikliğin<br />
kurumlaşması öyle bir şekilde olmuş ki Sünni<br />
İslam tamamen kurumsallaştırılmış ama<br />
burada Sünni İslam’dan korkulmasının<br />
motive edici faktör olduğunu görüyoruz.<br />
Bu kurumsallaşma en fazla korkulan<br />
çoğunluğa karşı yapıldığı için de azınlık,<br />
din ve mezhepleri de bu kurumsallaşmanın<br />
dışında bırakılmış. Ortodoks kilisesi,<br />
Heybeliada Ruhban okulu, Alevi Tekkeleri,<br />
Hacı Bektaş vesaire. O yüzden var olan<br />
kurumu, yani Diyanet İşlerini, Patrikhaneyi<br />
de Hahambaşlığı da Cemevlerini de<br />
kapsayacak şekilde genişletmek demek,<br />
bütün azınlık din ve mezheplerini de devletin<br />
tam kontrolü altına almak demek. Bunu<br />
o mezheplerin ve dinlerin mensuplarının<br />
en başta istemeyeceğini ve reddedeceğini<br />
tahmin ediyorum haklı olarak. O yüzden<br />
bu paradoksu da göz önünde bulundurarak<br />
bir çözüm formüle etmek gerekiyor diye<br />
düşünüyorum. Ama çözülmemiş bir sorundur<br />
hala bürokraside devlette ve hatta ekonomik<br />
olarak Alevi kökenli Türkiye vatandaşları<br />
Alevi kökenli olmayanlara göre oldukça<br />
çok dezavantajlı durumdadırlar. Çok<br />
daha sembolik bazı adımlar en azından<br />
atılabilirdi. Bundan başka yazılarımda<br />
da kitabımda da bahsediyorum, Türkiye<br />
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Forsunda 16<br />
yıldız var, bunlar 16 tarihi Türk devletlerini<br />
sembolize ediyorlar, fakat son derece<br />
Türkmenliği baskın olan Safevi Devleti bu<br />
yıldızlardan birisi değil. Ve benim Alevi<br />
önderleriyle, akademisyenlerle yaptığım<br />
röportajlarda ve konuşmalarımda ortaya<br />
çıkan bunun bir ayrımcılık olarak algılandığı,<br />
çünkü biliyorsunuz Safevi devleti Şiiliği bir<br />
devlet ideolojisi yapan ve İran’da yerleştiren<br />
bir devlet, fakat her bakımdan Osmanlı<br />
devletinden belki daha fazla bir Türk ve<br />
Türkmen Devletiydi. Öyle olduğu halde Türk<br />
devletler arasında yer almayıp dışlanmış<br />
olması, bir anlamda Aleviliğin ve Şiiliğin<br />
dışlanması olarak görülüyor. Belki bu şekilde<br />
sembolik adımlar atılabilir, Safevi devleti de<br />
bir Türk Devleti olarak algılanabilirdi. Şiilik<br />
de meşru bir İslam yorumu olarak daha<br />
fazla işlenebilirdi, kamusal alanda eğitim de<br />
dahil olmak üzere. Böyle adımlar belki de<br />
atılabilirdi ve hala da atılabilir ama dediğim<br />
gibi bazı siyasal ve tarihsel problemler<br />
sebebiyle eskisi kadar umutlu değilim,<br />
çözülebileceği konusunda ,ama bu sorunlar<br />
hala devam ediyor, bu bahsettiğimiz sorunlar,<br />
bir ölçüde.<br />
HAZAR RAPORU<br />
81 83
DEĞERLENDİRMELER<br />
Türkiye’deki kimlik ve etnik kimlik<br />
tartışmaları sizce yeni anayasa<br />
çalışmalarına nasıl yansıyacak Yeni<br />
anayasa Türkiye’de süregelen milli<br />
ve etnik sorunları çözmekte ne kadar<br />
etkili olacak<br />
Türkiye’deki kimlik tartışmalarının yeni<br />
anayasa yapımına katkıda bulunacağını<br />
temenni ediyorum. Ama emin değilim, bu<br />
konuda iyimser olduğumu söyleyemeyeceğim,<br />
sebebi de şu, her ne kadar Türkiye son 10 yılda<br />
bilhassa son 5 yılda, bundan önceki 80 yıldaki<br />
yapılmamış kimlik reformlarını yapmış olsa bile,<br />
bu reformların bize gösterdiği bir üst kimlik ufku<br />
göremiyorum. <strong>2012</strong> yılı Eylül ayının 22’sinde<br />
Sabah gazetesinde yayımladığım bir makalede<br />
Türk üst kimliğinden bahsetmiştim. Buradaki<br />
Türk üst kimliği vurgusunu da bu açıdan yaptım,<br />
açılımdan sonra asimilasyon politikasının<br />
bitişinden sonra T.C vatandaşlarının hepsinin<br />
üzerinde uzlaşabileceği ortak üst kimlik nedir,<br />
bu konuda bir proje var mı , bu konuda hiçbir<br />
somut veri yok. Evet, açılım oldu, bu gün<br />
Türkiye’de etnik Kürt kökenli olmak, ve yahut<br />
da etnik Arap kökenli olmak ve yahut da etnik<br />
Nusayri kökenli olmak geçmişe göre daha kolay<br />
olabilir. İnsanlar Kürtçeyi, Zazacayı, Arapçayı<br />
kamusal alanda daha rahat konuşuyor olabilir<br />
devlet tarafindan bu diller destekleniyor olabilir<br />
fakat eğer asimilasyon artık devletin resmi<br />
politikası değilse ki değil, bu reformların sonucu<br />
olarak o zaman devletin resmi politikası nedir<br />
ve daha da önemlisi hangi etnik kökenden<br />
gelirse gelsin Türkiyet Cumhuriyeti’nin bütün<br />
vatandaşlarının üst kimliği nedir, bu konuda<br />
bir proje olduğuna emin değilim. Belki de ben<br />
de dahil siz de dahil, toplumun tamamından<br />
gizlenen ve sadece bu projeyi yapanların bildiği<br />
bir proje vardır, ama dediğim gibi bundan da<br />
emin değilim, oysa başka benzer kimlik sorunları<br />
yaşamış bunları aşmak üzere proje geliştirmiş<br />
ülkelere baktığımızda, bunun yapılabildiğini<br />
görüyoruz. Benim burada önerim şu olmuştu:<br />
O diğer yazılarımda da Türklük eğer tamamen<br />
etnik içerikten bağımsız olarak tanımlanırsa,<br />
1924 anayasasında olduğu gibi, Türkiye’nin üst<br />
kimliği olabilir, 1924 anayasasını hatırlayacak<br />
olursak oradaki 66. Madde yanılmıyorsam,<br />
Türklüğü tanımlarken T.C vatandaşlık bağı<br />
ile bağlı olan herkes, etnik kökeni, din, dil farkı<br />
gözetilmeksizin Türk’tür diyor. Yani bu tanım<br />
çok önemli, çünkü özellikle etnik köken, din,<br />
dil, ırk farkı gözetilmeksizin Türk’tür dediği<br />
zaman zaten anayasa maddesi Türklerin<br />
arasında ırk, dil, din, ve etnik köken farkı<br />
olduğunu kabul etmiş oluyor. Yani bu şekilde<br />
formüle edilmiş bir madde biz pek çok ırk dil<br />
din ve etnik kökenden gelen vatandaşların<br />
oluşturduğu bir toplumuz demiş oluyor. Bu<br />
madde 1960 askeri darbesi ve diktatörlük<br />
döneminde yazılan anayasadan çıkarıldı, yani<br />
bu şekilde artık yer almıyor. 80 askeri darbesi<br />
ve diktatörlüğünün anayasasında da bu içeriği<br />
daha etkinleştirildi fakat eğer anayasa yazıcıları<br />
daha gayri bir etnik tanıma geri dönmek<br />
istiyorlarsa 1924 anayasasının bu konudaki<br />
ilgili maddesi ve onun yazılış şekli uygundur<br />
diyorum. Fakat bu sadece anayasa yazımıyla<br />
olabilecek bir şey değil, Almanya ki Alman<br />
kimliği Tük kimliğinden çok daha etnik bir<br />
kimliktir daha 40 yıl önce Almanya’ya göç etmiş<br />
Türk, Yunan, Sırp, Boşnak, İtalyan ve Portekizli<br />
kökenlerden gelen kişilere Alman vatandaşlığını<br />
açtıktan sonra onların kendilerini daha Alman<br />
hissedebilmeleri için Alman kimliğini değiştirdi<br />
ve dedi ki insanlar Türk kökenli Almanım,<br />
Yunan kökenli Almanım, İtalyan kökenli<br />
Almanım diyebilir ve bu konuda devletin<br />
desteğiyle finansmanıyla büyük reklam<br />
84 82
kampanyaları yapıldı, kamusal alanda.<br />
Afrika kökenli zencilerin ben de Almanım<br />
dedikleri reklamlar, programlar yapıldı ve<br />
Almanlığın etnik kökenden bağımsız bir<br />
üst kimlik olduğu vurgulandı. Bugün Cem<br />
Özdemir, Almanya Yeşiller Partisinin genel<br />
başkanı ve Cem Özdemir bugün asla ben<br />
Türküm demez, ben Türk kökenli Almanım<br />
der. 1. Jenerasyon, 1. Kuşak göçmen olduğu<br />
halde ve Alman sözcüğü tarihsel olarak son<br />
derece etnik bir ulus kimliğini ima ettiği halde<br />
bu kampanyanın bu programın bu projenin<br />
başarılı bir sonucu olarak bugün Mesut Özil<br />
de Türk kökenli başarılı bir Alman sporcu,<br />
Cem Özdemir de Türk kökenli başarılı bir<br />
Alman politikacı olarak kendilerini yeniden<br />
tanımlayabiliyorlar. Amerika tabi ki bunu çok<br />
daha eski bir örneği. Sanmayınız ki Amerikalı<br />
her zaman bir toprağı ifade ediyordu. Bu<br />
doğru değil. Türkiye’de böyle algılanıyor ama<br />
bu doğru değil. 1960’lara gelindiğinde dahi<br />
Amerikalı denildiğinde bir zencinin gözünde<br />
beyaz WASP, yani Anglo-Saxon-Protestan<br />
bir Amerikalı canlanıyordu. Dolayısıyla<br />
Malcom X gibi siyah milliyetçiliğinin önderleri<br />
ben Amerikalı değilim, ben Amerika’nın<br />
mağduruyum, ”I am not an American, I am<br />
a victim of America” şeklinde kendilerini<br />
tasvir ediyorlardı ve Amerikan kimliğinden<br />
kendilerini uzak tutuyorlardı. Biz sadece<br />
Zenciyiz biz Afrikalıyız biz siyahız diye<br />
kendi kimliklerini vurguluyorlardı, fakat<br />
1960-70’lerin çok kültürlülük hareketleri<br />
ve sivil haklar hareketlerinin sonucu olarak<br />
Amerikalılık yeniden tanımlandı, beyaz<br />
olmayanların da Amerikalı olabileceği<br />
vurgulandı, ve herkes “Hyphenated Identities”<br />
dediğimiz hibrit kimliklere, melez kimliklere<br />
sahip olduğunu Afrikalı Amerikalı Musevi<br />
Amerikalı İtalyan Amerikalı İrlandalı<br />
Amerikalı gibi. Şimdi bunlar göçmen ülkeleri<br />
diyebilir, verdiğim örneklerin hepsi göçmenler<br />
denilebilir ama biz yine göçmenlerin olmadığı<br />
Rusya gibi Yunanistan gibi Bulgaristan gibi<br />
İran gibi etnik çeşitliliği çok yüksek olan<br />
fakat gayri etnik bir ulus kimliğiyle beraber<br />
etnik kimliklerin bir arada ifade edilebilir<br />
örnekleri de biliyoruz. Türkiye için bunlar<br />
da örnek olabilir. Türklüğü bir üst kimlik<br />
olarak önerdiğim zaman, gerek Sabah’taki<br />
yazımda gerek de diğer ortamlarda, en fazla<br />
gelen eleştiri, ‘’Fakat bu Cumhuriyetin zaten<br />
başarısız olan projesi değil midir’’ oluyor.<br />
Bu doğru değil. Cumhuriyetin başarısız olan<br />
projesi Türklüğü sadece üst kimlik olarak<br />
değil alt kimlik olarak da empoze etmesi ve<br />
herhangi bir etnik alt kimliğin ifade edilmesine<br />
izin vermemesi. Üst kimlik olarak Türklük<br />
başarısız olmuş değildir. Alt kimliklerin<br />
yasaklanmış ve bastırılmış olması başarısız<br />
olmuştur. Dolayısıyla eğer T.C., Gürcülük<br />
Kürtlük Zazalık, Araplık Nusayrilik gibi<br />
etnik alt kimliklerin kendilerini ifade ortamını<br />
sağlarsa ki bu açılımlarla gitgide sağlıyor<br />
buna ek olarak, gayri etnik bir üst kimlik<br />
olarak Türklüğün benimsenmesi bence<br />
mümkündür. Onun dışında da şu anda (bu<br />
daha önemli bir nokta), bu Türklük dışında<br />
başka elimizde kullanabileceğimiz 500-600<br />
yıllık geçmişi olan bir üst kimlik yok. Bugün<br />
biz bir kelime icat etsek Türkiyelilik desek<br />
Anadoluluk desek veyahut tamamen şu anda<br />
düşünemediğim bir kelimeyi üst kimlik olarak<br />
ortaya atsak, o üst kimliğin tutması onyıllar<br />
belki yüzyıllar alacak, ve tutup tutmayacağı<br />
da belli değil. O yüzden elimizde var olan<br />
kimlikler üzerinden birşey yapmak gerekiyor<br />
fakat dediğim gibi anayasa sürecinde bunun<br />
yapılacağından son derece şüpheliyim,<br />
HAZAR RAPORU<br />
83 85
DEĞERLENDİRMELER<br />
Ç ünkü gerek iktidar partisi AKP, gerekse<br />
ana muhalefet partisi CHP olsun Türkiye<br />
için üst kimlik vizyonuna sahip oldukları<br />
konusunda çok şüpheliyim.. Bu konuda nasıl<br />
teorileri, kuramları kullanıyorlar, hangi kurum,<br />
kuruluş ve kişilerden destek alıyorlar fikirsel<br />
olarak kuramsal olarak akademik olarak, ve<br />
burada tutarlı bir üst kimlik vizyonları var mı<br />
yok mu, bunlardan emin değilim.<br />
Olmadığından şüpheleniyorum ve<br />
endişeleniyorum. Bu da Türkiye’yi zora sokacaktır<br />
gerçekten, çünkü bir üst kimlik olmaksızın, bir<br />
siyasal cemaat diyelim, “Political community”yi<br />
Türkiye’ye çevirmeyi, Siyasal topluluk diyelim.<br />
Bir siyasal toplum devam ettirilemez. O yüzden<br />
açılımlar sonrasında da Türkiye’ye bir demokratik<br />
çoğulcu üst kimlik gerekiyor, bu üst kimlik<br />
konusunda halen benim görebildiğim somut bir<br />
proje somut bir hedef yok. Bir nokta daha, bu<br />
da tarihi bir nokta, gerçi buna ilk sorumuzda<br />
değindik, Türklük her ne kadar 1930’lardan sonra<br />
özellikle etnik bir kimlik olarak da öne sürülmüşse<br />
de tarihsel olarak gerek 15-16 yy Osmanlı tarihi<br />
boyunca dışarıdan bakanlar için Türklük bit etnik<br />
köken değildi. Dolayısıyla 15 yy Avrupalılar ve<br />
hatta dünya Türk dediği zaman, Orta Asya’dan<br />
Moğolistan’dan geldiğini varsaydığımız, Türkmen<br />
oymaklarından bahsetmiyordu, Türk dediği<br />
zaman birinci kullanımı Osmanlı tebaası olan<br />
herkestir. O yüzden “Turkish Christians” derler<br />
Hristiyan Türkler, mesela, Rum, Feneryot. Ya<br />
siyasal kimlik olarak bütün Osmanlıyı ima<br />
etmektir Türklük ya da pek çok başka bağlamda<br />
da Müslümanları ima etmektedir, o yüzden<br />
Müslüman olan her gruba Türk dediler, Fakat<br />
bunların hiçbirisi etnik Türkmenlik değildir, her<br />
iki kullanımda da Türklük pdkçok etnik kökene<br />
işaret eder. Ya dünyanın bütün Müslümanları, ya<br />
da Müslümanlığın da ötesine geçerek, Rumları,<br />
Musevileri ve Ermenileri de kapsayacak şekilde,<br />
4 ana milletiyle beraber bütün Osmanlı tebaasını<br />
ki bu geçmiş Türkiye’ye bir avantaj sağlıyor.<br />
Dolayısıyla ben örneğin, patrik Bartelemous’un<br />
Anayasa Komisyonu ziyareti sırasında bütün<br />
etnik kimliklerden ve dini kimliklerden bağımsız<br />
olarak Türklük ortak noktamızdır demesini<br />
çok önemsiyorum. Ünlü müzisyenlerimizden<br />
Can Bonomo’nun Musevilik bir dindir ben bir<br />
Türküm ama Musevi kökenliyim demesini çok<br />
önemsiyorum, Hayko Cepkin’in ben Ermeni<br />
kökenli bir Türk sanatçısıyım demesini çok<br />
önemsiyorum. Çünkü hiçbir etnik veya dini<br />
unsur Cumhuriyet döneminde gayriMüslimler<br />
kadar bariz bir şekilde yasal ayrımcılığa ve devlet<br />
tarafindan dışlanmaya maruz kalmamıştır. Buna<br />
rağmen eğer Rum Ermeni ve Musevi kökenden<br />
gelen vatandaşlar bile Türklüğü bir üst kimlik<br />
olarak halen görebiliyor. Çoğulcu demokratik bir<br />
ortamda bunu sahiplenebiliyorsa o zaman<br />
T ürk kimliğinin gayri etnik ve demokratik<br />
çoğulcu, yani alt kimlikleri dışlamayacak<br />
bir şekilde yeniden tanımlanması halen<br />
Türkiye için büyük bir şans, büyük bir imkan<br />
sağlamaktadır.<br />
Bu imkanın kullanılıp kullanılmayacağına<br />
da emin değilim, çok umutlu değilim, üst<br />
kimlik tartışmalarının yapılmamış olması<br />
sebebiyle, gayet endişeliyim ama anayasa<br />
yapım sürecinde bunları daha iyi gözlemleme<br />
firsatı bulacağız umarım ben haksız çıkarım,<br />
umarım gerçekten Türkiye’nin iktidarı<br />
ile muhalefeti ile tutarlı bir üst kimlik<br />
projesi vardır ama şu anda öyle bir proje<br />
göremiyorum.<br />
86 84
DEĞERLENDİRMELER<br />
Prof. Dr. Fuat Keyman<br />
Türk Dış Politikası<br />
Türkiye bölgesel ve küresel çapta<br />
izlediği aktif dış politika ile başarıya<br />
ulaşabildi mi<br />
Genel olarak 20<strong>02</strong>’den bugüne baktığımız<br />
zaman, bir başarı var tabii, bu yadsınamaz.<br />
Bunu rakamlara, algıya, Türkiye’nin aktif<br />
dış politikasının hareket alanına ve Türkiye<br />
dış politikası üzerine sadece ülkemizde değil,<br />
Avrupa’da, Amerika’da ve dünyanın farklı<br />
yerlerinde yapılan tartışmalara bakarak da<br />
başarılı olduğunu söyleyebiliriz. O yüzden<br />
de genel anlamda başarılı bir dış politika,<br />
ama aynı zamanda gerekli olan bir dış<br />
politikaydı. Çünkü Soğuk Savaş sonrası,<br />
özellikle 2001’deki 11 Eylül olayından sonra<br />
olan gelişmelerle dünyanın alt-üst oluşunda<br />
Türkiye’nin rolü arttı. Türkiye gibi ülkelere,<br />
yani bir taraftan seküler, laik bir rejimi olan,<br />
diğer taraftan %99’lara varan yaygın bir<br />
Müslüman toplumu olan. Fakat burada bir<br />
demokrasi havzasında sürekli ileri gitmeye<br />
çalışan darbeler olsa da, iki ileri bir geri olsa<br />
da, yani havzası ve geleceği bir demokrasi<br />
temelinde olan bir ülkenin önemi olacaktı<br />
zaten. O yüzden, bir gereklilikle belli düzeyde<br />
başarı birlikte geldi. Fakat tabii bunu<br />
söylemek, son dönemdeki riskleri ve bu sürecin,<br />
özellikle Arap Baharı bağlamında geldiği<br />
noktayı göz ardı etmek anlamına geliyor.<br />
Türk dış politikasına baktığımız zaman<br />
20<strong>02</strong> ve 2010 yılları arasını, bugün yani bir<br />
Arap baharı dönemeciyle birlikte düşünmekte<br />
yarar var. Çünkü Arap Baharı’ndan itibaren<br />
bu başarıda ciddi bir ikilem ortaya çıktı. Bir<br />
taraftan başarılı olması gereken, hatta başarılı<br />
oldukça da önemi gittikçe artan Türkiye<br />
olasılığı var ve bu örneğin Tunus’a ve Mısır’a<br />
baktığımız zaman ortaya çıkabiliyor. Fakat<br />
Suriye Krizi’nde bir duvara vuran, orada<br />
kapasitesiyle ilgili ciddi sorunlar çıkan yahut<br />
sorular ortaya atılan bir Türkiye var. O yüzden<br />
de bugün esasında başarıdan ziyade son 10<br />
yıldan sonra bir kavşak noktası haline gelmiş,<br />
o kavşak noktasında bu aktif dış politikasını<br />
geçmiş, başarılı olsa bile çok ciddi anlamda<br />
yeniden düşünmesi gereken bir Türkiye var.<br />
Türkiye Orta Doğu ve Kuzey<br />
Afrika’daki değişimler karşısında<br />
doğru tutum sergilemiş midir<br />
Türkiye genel anlamıyla doğru tutum gösterdi.<br />
Yani Tunus’ta başlayan Mısır’a giden, Libya’ya<br />
giden, bugün Suriye’de tıkanan, ama esasında<br />
HAZAR RAPORU<br />
85 87
DEĞERLENDİRMELER<br />
hem Orta Doğu’da hem Kuzey Afrika’da çok<br />
ciddi bir şekilde dönüşüm yaratacak olan bu<br />
süreçte bence halkın, değişimin, dönüşümün ve<br />
demokrasinin yanında yer almak sadece ilkesel<br />
değil siyasi anlamda da doğru duruştu. Çünkü<br />
bu coğrafya buraya doğru gidecek. Yani daha<br />
geriye gidecek; daha totaliter, otoriter yapılara<br />
geri dönecek. Örneğin; İslami anlamda şeriat<br />
devletlerinin veya sert devletlerin olduğu bir<br />
yapıya gidecek, yani bu değil, bu olmayacak.<br />
Tam bunun tersi demokratikleşme, tabii<br />
sorunları olacak, belirsizlikleri var, ama<br />
demokratikleşmenin iyi yönetimin, daha<br />
farklı bir yönetimin en azından çok partili<br />
bir yönetimin, biz ona siyaset biliminde<br />
“demokrasiye geçiş” diyoruz. Demokrasiye<br />
geçiş dönemine girmiş bir Arap coğrafyası var.<br />
Fakat Arap coğrafyasının, Arap Baharı’nın,<br />
Türkiye’ye çok ciddi bir meydan okuması<br />
oldu. Çünkü biraz önceki soruda ima etmeye<br />
çalıştığım, 20<strong>02</strong>-<strong>2012</strong> arasında Türkiye’nin<br />
aktif dış politikasının temel kavramlarından<br />
biri olan “komşularla sıfır sorununu” bitirmiş<br />
oldu. Yani burada, Türkiye’nin yaptığı bir<br />
hatadan daha önemli olarak altı çizilmesi<br />
gereken nokta; Arap Baharı’nın kendisinin<br />
komşularla sıfır sorununu bitirmiş olmasıdır.<br />
Dışişleri Bakanımızın, Türkiye’nin yapmış<br />
olduğu belli okuma hataları olabilir, bunları<br />
tartışabiliriz. Ama doğru okusaydı bile, bence<br />
Arap baharı Türkiye’nin komşularla sıfir<br />
sorun politikasını bitirmişti. Niye bitirmişti<br />
Çünkü komşularla sıfir sorun; aynı şeyi biz<br />
Kafkasya’da yaşayacağımız ve Balkanlar’da<br />
yaşamaya başladığımız için, bu coğrafyada<br />
önemliydi. Türkiye var olan rejimlerle ilişkiye<br />
girip, bu rejimleri ekonomik-kültürel ilişkileri<br />
yoğunlaştırarak reforma götüren ve götürmeye<br />
çalışan ve bu bağlamda var olan rejimler<br />
temelinde bölgede bir istikrar sağlama açılışı,<br />
bir politika güdüyordu. Ama Arap Baharı<br />
bu rejimlerin gitmesi anlamına geliyor. Yani<br />
halkın; yolsuzluğu olmayan, toplumdaki<br />
insanlara iş sağlama zorunluluğu olan ve<br />
performansı bu anlamda ölçülecek olan yeni<br />
rejimleri isteyen bir süreç Arap baharı. O<br />
yüzden zaten Türkiye bu noktada da doğru<br />
olan; halka birlikte olma kararını aldığı<br />
zaman, komşularla sıfır sorunu bitmiş oldu.<br />
Çünkü her komşusu sorunlu oldu. Örneğin;<br />
bugün, bu mülakatı yaptığımız gün, İran<br />
ekonomisinin ana noktalarından biri olan<br />
Çarşı dediğimiz yerde, İran’daki ekonomik<br />
krizle birlikte,çok ciddi bir süreç başlayabilir.<br />
O yüzden Arap Baharı’ndan bu coğrafyada<br />
herkes nasibini alacak, böyle bir dönüşüm<br />
olacak. Zaten o ülkelerde bir dönüşüm olduğu<br />
için, o ülkelerin gitmesi gereken rejimleriyle<br />
iyi ilişkiler temelinde oluşmuş, komşularla<br />
sıfır sorununun zaten devam etmesi mümkün<br />
değildi. Türkiye bu bağlamda da kendisini ve<br />
dış politikasını yenilemek durumundadır.<br />
Komşularla sıfir sorun politikası<br />
gerçekçi bir politika mıdır<br />
Tabii bundan önceki dönem için gerçekçiydi<br />
fakat bugün gerçekçi değil. Niye gerçekçi değil<br />
Çünkü her ülke bir dönüşüm,değişim içinde. O<br />
yüzden Türkiye eğer doğrudan bu değişim ve<br />
dönüşümde yer alacaksa, ona katkı verecekse<br />
bu katkısının hangi alanda olacağı üzerine<br />
yeniden yapılanması gerekiyor. Türkiye, dış<br />
politikasında, benim her zaman söylediğim<br />
üzere; bu kapasite sorununun üzerinde<br />
88 86
durması gerekiyor. Türkiye’nin katkı verme<br />
kapasitesi nedir ve bu kapasitenin kaynakları<br />
nelerdir Örneğin; bu gün geldiğimiz noktada;<br />
ekonomi, demokrasi, yolsuzluğa karşı mücadele<br />
alanlarında; 20<strong>02</strong>-<strong>2012</strong> arasında, bugüne<br />
kadar olan süreçteki yolsuzluğa karşı mücadele<br />
performansına baktığımız zaman, yaptığı<br />
işler bağlamında Türkiye, uluslararası ilişkiler<br />
literatüründe İngilizce olarak; “Demonstrative<br />
Effect” yani “deneyimlerinden öğrenilmesi<br />
gereken” bir ülke hükmündedir. Mısır’ın<br />
bundan sonra kendisini demokratikleştirirken<br />
işsizlikle mücadele, yolsuzlukla mücadele ve<br />
iyi yönetim yahut yoksulluğa karşı mücadele,<br />
girişimci kültür ve sivil toplumun geliştirilmesi<br />
anlamında Türkiye’den öğreneceği Türkiye’yle<br />
birlikte çalışarak yapacağı çok şey var. O<br />
yüzden şu an esas olarak bizim konuştuğumuz;<br />
Türkiye’nin kapasitesinin nerede olduğu ve<br />
ne derece olduğudur. Burada ortaya çıkıyor<br />
ki; Türkiye bu alanlarda Arap Baharı’na<br />
ve değişime katkı verirse güçlü oluyor. Ama<br />
Suriye gibi, rejim değişikliğine gittiği zaman<br />
hem kapasitesinde ciddi bir düşüş oluyor, hem<br />
de bugün yaşadığımız tezkereler, insanların<br />
kafasının karışması, “savaşa mı gidiyoruz”<br />
gibi soruların veya algıların ortaya çıkmasına<br />
sebep oluyor. Yani o noktada sadece kapasitede<br />
bir düşüş olmuyor, aynı zamanda risklerde<br />
artmaya başlıyor. O yüzden bugün komşularla<br />
sıfır sorununu konuştuğumuz zaman,<br />
Türkiye’nin artık kendisine yeni bir vizyon<br />
çizmesi gerekiyor. Bu tabii aktif dış politikadan<br />
geriye gitmek, hiçbir şeye karışmamak suretiyle<br />
olmayacak. Türkiye bunlara karışacaktır. Çünkü<br />
istese de istemese de hem uluslararası sistemin<br />
kendisinden beklentileri var hem Türkiye’nin<br />
son 10 yılda geçirdiği büyük bir dönüşüm söz<br />
konusu. Türkiye burada istikrara ne kadar katkı<br />
verirse kendi içinde de istikrarın artacağını<br />
biliyor. Örneğin; Kürt sorunu bunun önemli<br />
göstergelerinden bir tanesi. O yüzden komşularla<br />
artık sıfır sorun değil, aktif dış politikanın başka<br />
bağlamlarda yenilenmesi gerekiyor. Örneğin;<br />
bunun çok önemli iki tane ayağından ilki;<br />
deminde söylediğim gibi kapasite, kapasiteyi çok<br />
iyi bilmesi. İkincisi ise; bu kapasite çerçevesinde<br />
doğru, gerçekçi stratejileri oluşturması, yani<br />
var olan yapıyı doğru okuması. Mesela Suriye<br />
bağlamında altı çizilmesi gereken noktalardan<br />
biri, komşularla sıfır sorun politikasından<br />
daha çok Türkiye, Esad rejimin gitmesini tam<br />
doğru okumamış gibi gözüküyor. Çünkü Esad<br />
rejiminin gitmesi, Türkiye’den ziyade örneğin;<br />
Rusya gibi çok önemli ülkelerin kararlarına ve<br />
tercihlerine bağlı.<br />
Türkiye-İsrail ilişkilerine yönelik<br />
perspektifleriniz nelerdir<br />
Şuanda tıkanmış ve işlemeyen bir ilişki<br />
var. Bir fark da söz konusu tabii. Bundan<br />
önceki dönemlerde ilişkiler çok sertti, fakat<br />
HAZAR RAPORU<br />
87 89
DEĞERLENDİRMELER<br />
bu sertliğin hem İsrail’e hem Türkiye’ye<br />
yaramadığı ortaya çıkınca, her ne kadar<br />
bu tıkanma ve donma devam edecek gibi<br />
gözükse de, aktörler -örneğin; Türkiye’den<br />
Başbakan Erdoğan, Dışişleri Bakanı<br />
Davutoğlu aynı zamanda İsrail’den<br />
aktörler- birbirleriyle ilişkilerindeseslerini<br />
kestiler; çok sert demeçlerde, suçlamalarda<br />
bulunmuyorlar. Donma noktasında olan,<br />
fakat daha da sertleşmesi istenmeyen bir<br />
pozisyonda Türkiye-İsrail İlişkileri. Fakat<br />
tüm bu bölgenin dönüşümüne vebiraz<br />
önce örnek verdiğim İran’da da beklenen<br />
gelişmelere baktığımız zaman; İran kendi<br />
içinde ekonomik bir dönüşüme gitme zorunda<br />
kalabilir ki bu çok olumludur demokrasiye<br />
gitme açısından ama aynı zamanda bir<br />
İsrail atağı, saldırısıyla da karşı karşıya<br />
kalabilir. O yüzden bu donma noktasında<br />
her ne kadar aktörlerin birbirleriyleolan<br />
ilişkilerinde seslerini yükseltmemeleri iyiyse de,<br />
yani çok sert olmayan seyirde ilişkiler devam<br />
ediyorsa da, esasında bence bu ilişkilerin<br />
normalleşmesinde, biraz düzelmesinde sadece<br />
Türkiye için değil aynı zamanda bölge için<br />
de bir yarar var. Çünkü bir taraftan Suriye<br />
krizi ve Arap Baharı var, bir taraftan İsrail-<br />
İran temelinde bir eksen var, tabi bir tarafta<br />
da enstitünüzün ilgi alanı olan Kafkasya’da,<br />
yani Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan’da<br />
da bir güvenlik havzası, ekseni var. Hepsi bir<br />
arada olduğundan Türkiye arada kalan, bir<br />
taraftan çok önemli fakat bir taraftan çok<br />
etkilenebilecek bir ülke olduğu için,Türkiye-<br />
İsrail ilişkilerinin biraz normalleşmeye<br />
gitmesinin bölge açısından, İsrail açısından<br />
çok faydası var, Türkiye açısından da faydası<br />
var. Tabii bir de, İsrail-Türkiye ilişkilerini<br />
daha uzun tartışmak gerekebilir ama Arap<br />
Baharı, Mısır’daki dönüşüm ve bu dönüşüm<br />
başarılı olursa, esasında İsrail’in de kendisini<br />
yeniden yapılandırması gerekiyor. Hem<br />
güçlü bir Türkiye hem güçlü bir Mısır ve<br />
bunlar arasındaki ilişkilerin güçlü olması,<br />
İsrail’de var olan politikaların sürdürülmesini<br />
oldukça fazla zorluyor. O yüzden, bugün her<br />
aktörün kendisini sadece bugün açısından<br />
değil yarın açısından da yeniden yapılama,<br />
yeniden düşünme zamanı. Bu sebeple belli bir<br />
normalleşmeye gitmenin, her ne kadar Türkiye<br />
bunu daha ağırlıklı olarak istemiyor gibi<br />
gözüküyor olsa da, Türkiye ve İsrail arasındaki<br />
bu donma noktasını biraz normalleştirmenin,<br />
bence herkes açısından bir yararı var diye<br />
düşünüyorum.<br />
Doğu Akdeniz’de muhtemel enerji<br />
rezervlerinin geliştirilmesi bölgesel<br />
dinamikleri nasıl etkiler<br />
Burada mesela, bizim Kıbrıs sorunumuz<br />
çok önemli oluyor ve biz İstanbul Politikalar<br />
Merkezi olarak, bu sorunu tamda bu soru<br />
bağlamında çalışmaya başladık. Çünkü<br />
Türkiye-Avrupa Birliği’nin de, Türkiye-İsrail<br />
ilişkileri gibi olmasa bile, benzer olarak donma<br />
noktasında olması, çarpıların açılmaması,<br />
bir yere gitmemesi, örneğin; AKParti<br />
kurultayında Başbakan’ın yapmış olduğu<br />
uzun konuşmanın hiç AB referansı olmaması<br />
noktasında sorun var. Bu sorunun önemli<br />
ayaklarından biri de Kıbrıs sorunu ve Kıbrıs<br />
sorununda çözüme gitmemek. Ama o sorunun<br />
çözüme gitmemesinde bir açılım, Mart<br />
ayında Güney Kıbrıs’taki cumhurbaşkanlığı<br />
90 88
seçimlerindeki cumhurbaşkanı değişimi<br />
olacaktır. Çünkü Hristofyas aday olmayacak,<br />
büyük bir ihtimalle Anastasyas cumhurbaşkanı<br />
olacaktır. O güne kadar, özellikle Kıbrıs<br />
üzerine biraz çalışmak gerekiyor ki, Mart<br />
ayında cumhurbaşkanlığı düzeyinde de bir<br />
değişim olduğu zaman“ acaba bu çözüme<br />
doğru bir açılım olabilir mi” sorusuna<br />
kolaylıkla bir cevap bulunabilsin. Bu<br />
çalışmada birkaç tane husus çok önemli oluyor.<br />
Bunlar; Akdeniz’deki doğalgaz çalışmaları,<br />
hidrokarbon çalışmaları, aynı zamanda<br />
Kıbrıs’taki su ve elektrik sorunlarıdır. O<br />
yüzden şöyle düşünmek gerekiyor. Burada<br />
aktörler birbirleriyle ilişkilerini geliştirerek bir<br />
kazan-kazan mantığına girebilirlerse, esasında<br />
bu durum Doğu Akdeniz’in yalnızca daha da<br />
zenginleşmesi değil aynı zamanda daha da<br />
istikrarlı olma olasılığını ortaya çıkaracak.<br />
Aktörler güvenlik ve kendi ulusal çıkarları<br />
temelinde bir kazan-kazan değil de kazankaybet<br />
pozisyonuna girerlerse, o zaman elbette<br />
ki istikrar değil, istikrarsızlık olacak, çatışma<br />
olacak. Ama bizim yaptığımız çalışmalarda<br />
şuana kadar, ki benim görüşümde aynı yönde,<br />
böyle bir tercih esasında ciddi anlamında<br />
kazan-kaybet durumundan, kaybet-kaybet<br />
durumuna geçecektir. O yüzden böylesi ilginç<br />
bir kazan-kazan durumunun istikrar ve<br />
zenginlik getirebileceği düşünülebilir. Ama tabii<br />
sizlerin de bildiği gibi, uluslararası ilişkiler<br />
öyle işlemiyor. Çünkü aktörler çıkar temelinde<br />
kooperasyona, işbirliğine gitme eğiliminde<br />
olmuyorlar ve bir anlamda da birbirlerinden<br />
şüphelendikleri, birbirlerine güvenmedikleri<br />
için, kazan-kaybet mantığını esas alıp, ben<br />
kazanayım o kaybetsin diyorlar. Fakat bu<br />
mantıkla, esasında sadece Doğu Akdeniz değil<br />
aynı zamanda Türkiye-AB ilişkileri ve bu<br />
bağlamda Türkiye-İsrail ilişkileri de kazananı<br />
olmayan kaybet-kaybet halini alacak.O yüzden<br />
bu sorunun yanıtınabiraz çalışmak lazım,<br />
daha somut söylemek lazım. Tabii somut<br />
fikirler çalışıldıktan sonra dile getirilebilir.<br />
Kazan-kazanla, kazan-kaybet arasında tercih<br />
yapılması söz konusu olursa, Akdeniz’de<br />
kaybet-kaybet arasında gidip gelen bir döneme<br />
girdiğimizi söyleyebiliriz. O yüzden tercihler<br />
çok önemli.<br />
Türkiye’nin İran politikasını nasıl<br />
değerlendiriyorsunuz<br />
Türkiye’nin İran politikası, eksen kayması<br />
tartışmaları bundan birkaç yıl evvel olmuştu.<br />
O zaman eksen kayması eleştirisine karşıydım<br />
ve hatta bu bağlamda yazılar da yazdım.<br />
Çünkü Türkiye’nin o dönemdeki tavrı<br />
doğruydu. Hatta o zamana baktığımızda,<br />
eksen kayması tartışması Türkiye’nin batıyla<br />
yani AB ile olan ilişkileri bugünden daha<br />
iyiydi. Yani en azından o zaman Sayın<br />
Başbakan, Sayın Davutoğlu, “evet, ilişkiler<br />
doğuya doğru gitsin ama doğu batıyı da<br />
güçlendirir” şeklinde ikili düşünme durumu da<br />
vardı. Ama bugün, biraz önce de söylediğim<br />
gibi, Başbakan’ın uzun konuşmasında, ki<br />
bir vizyon konuşması gibiydi, AB’ye hiç yer<br />
yoktu. Mevcut durumda, ilginçbir şekilde<br />
İran sorunu varken o eksen kaymalarından<br />
sonra geldiğimiz noktada, esasında AB<br />
kısmı bitmiş bir Türkiye var. Bunu şunun<br />
için söylüyorum, Türkiye’nin bu eksen<br />
kaymalarına karşı önemli referanslarından<br />
biri olan, İran, Brezilya ve Türkiye inisiyatifi<br />
HAZAR RAPORU<br />
91 89
DEĞERLENDİRMELER<br />
çok doğru bir inisiyatiftir ve bu kaçırılmış bir<br />
şanstır. Zaten Washington’a gittiğinizde bazı<br />
toplantılarda bunun kaçırılmış bir inisiyatif<br />
olduğu dasöyleniyor. O inisiyatif, İran’a<br />
yapılan yatırımlardan daha güçlü ve daha<br />
etkili olabilecek bir inisiyatifti. Hatta sizlerde<br />
biliyorsunuzdur, BM’den bazı ülkelerden gelen<br />
çalışmalarla İstanbul’un, İngilizcesi “Conflict<br />
Resolution and Mediation” olan, yani çatışma<br />
alanlarında uzlaşma merkezi olma, İstanbul’u<br />
böyle bir uzlaşma merkezi haline getirme<br />
isteği var. Ve İstanbul’da şuanda esasında AB<br />
ve İran arasında müzakereler, konuşmalar<br />
sürüyor. Onların bir ayağı İstanbul’da<br />
yapılıyor. Fakat bugün geldiğimiz bir noktada<br />
kaçırılmış bir şans, biraz da bu Suriye Krizi<br />
nedeniyle birbirleriyle rekabet haline girmiş<br />
bir Türkiye-İran ilişkisi görüyoruz. Türkiye o<br />
anlamda biraz İran’ın dışında kalıyor. Fakat<br />
İran’a kendi içinde baktığımız zaman, çok<br />
partili döneme tekrar geçmenin, demokrasiyi<br />
kurmanın daha zor bir ülke olduğunu<br />
söyleyebilirim. Bununla birlikte, ikili bir<br />
durum ortaya çıkmıştır. Yani İran kendi içinde<br />
dönüşebilir, kendi insanlarının talepleriyle<br />
dönüşebilir, demokrasiye adım atabilir. Bence<br />
bunun desteklenmesi lazım. Ama öbür türlü<br />
İran-İsrail ilişkilerinde, İsrail saldırısı da<br />
olabilir. Tabi o zaman bunların hepsi bitip,<br />
var olan rejim çok daha güçlenir. Çünkü<br />
İran’a bir saldırı yapılmış olur. O yüzden<br />
temkinli bir dönemdeyiz. Şuan Türkiye’nin,<br />
İran’ın biraz dışında olması bence daha iyi.<br />
Çünkü İran’daki bu süreci izlemek gerekiyor.<br />
Muhakkak saldırıya karşı çıkmak gerekiyor,<br />
muhakkak tavrı çok net almak lazım. İsrail’in<br />
İran’a öyle veya böyle saldırmaması lazım.<br />
Ama öbür taraftan da İran’ın iç işlerine<br />
karışmadan oradaki iç sürece bakmak lazım.<br />
Çünkü bugün benim görebildiğim kadarıyla<br />
başlayan ekonomik kriz bizim sanki 2001’de<br />
ekonomimizi çökerten büyük devalüasyona yol<br />
açan ciddi kriz niteliğinde bir kriz. O yüzden<br />
bugün sanki biraz rakip olan biraz atışan,<br />
esasında karşılıklı ilişkilerinde birbirlerini<br />
kollayan bir Türkiye-İran varve bence şuan<br />
Türkiye’nin biraz dışarıdan bakıp İran’ı iyi<br />
izlemesi lazım. Ama muhakkak İran’a karşı<br />
olan saldırı hususunda, dün olduğu gibi bugün<br />
de net tavır alması gerekiyor.<br />
Terör konusunda Türkiye’de<br />
yürütülen politikalarla beraber<br />
uluslararası platformda neler<br />
yapılmalı<br />
Türkiye esasında uluslararası toplum nezdinde,<br />
bölgesel olarak da elinden geleni yapıyor. Fakat<br />
uluslararası toplumdan Türkiye’ye pek fazla<br />
katkı gelmiyor. Uluslararası toplumdan ve<br />
onun önemli boyutlarından biri olan AB’den<br />
Türkiye’ye hiç eleştiri gelmiyor, bu çok önemli.<br />
Çünkü daha öncelerde, hatırlarsınız 90’lı<br />
yıllarda,özellikle 1995-2000’li dönemlerdeki<br />
AB tartışmasında hep egemenlik bahsi,<br />
“bizim iç işlerimize karışıyorsunuz” gibi<br />
çok tepkici ve ulusalcı bir yapı vardı. Bunun<br />
nedenlerinden biri de Kürt sorunu bağlamında<br />
AB’nin çıkışlarıydı. Esasına baktığımız<br />
zaman, o çıkışlar doğruydu. Çünkü hakikaten<br />
o zaman bir savaş vardı. O savaş içerisinde<br />
çok mağdur olanlar da vardır. Kürt sorunu<br />
olsun, faili meçhul olaylar olsun; o bölgedeki<br />
insanların günlük yaşamlarında güvensizlikler<br />
mevcuttu. Fakat bugün geldiğimiz noktada<br />
92 90
unun tam tersi durum yaşanıyor. AB’nin bu<br />
son dönemle ilgili Türkiye’ye hiçbir eleştirisi<br />
olmadığı gibi PKK eleştirisi vardır.Bir<br />
taraftan tabii ki de parlamentoda PKK’nın<br />
ve onun uzantılarının, örgütün toplantıları<br />
filan oluyor. O toplantılarda Kürt diasporası<br />
diyebileceğimiz bir oluşum var; bu da ilginçtir,<br />
iyi tartışmak gerekir. Türkiye’nin 90’larda<br />
yaptığı büyük hataların sonucunda Avrupa’da<br />
güçlenmiş bir Kürt diasporası oluşmuştur.<br />
Avrupa kurumları Kürt diasporasına; etnik<br />
milliyetçiliği yükseltmeyin, vatandaşlık hakları<br />
olarak yaklaşın ikazını sürekli yapıyor. O<br />
yüzden zaten Avrupa kurumlarıyla PKK ve<br />
Kürt diasporası arasında bir gerilim vardır.<br />
Bir taraftan alanların açılması, toplantıların<br />
yapılması, festivallerin yapılması gibi bir<br />
durum var, ama öbür taraftan da gerilim<br />
var. Çünkü Avrupa da Türkiye’yi eleştiriyor<br />
ama aynı zamanda Kürt diasporasına “siz<br />
etnik milliyetçiliği güçlendiriyorsunuz, şiddeti<br />
güçlendiriyorsunuz, bundan vazgeçin” diyor.<br />
Durum böyle olunca, uluslararası düzeyi biraz<br />
ikili düşünmek gerekiyor. Hem katkı vermiyor<br />
gibi geliyor ama öbür taraftan Türkiye’ye hiç<br />
eleştiri de gelmiyor. Bence teröre<br />
karşı mücadelede, ilk ve ikinci<br />
soruda konuştuğumuz Arap<br />
Baharı’nın ve Suriye Krizi’nin<br />
çok büyük etkisi var. Çünkü<br />
bugün herkesin kafası karışık<br />
ama artık iki tane PKK var gibi.<br />
Bir tanesi Türk PKK’sı, diğeri ise<br />
Suriye PKK’sı. Türkiye’nin bu<br />
son yazında geçirdiği PKK’nın<br />
eylemlerinde daha evvel siviller<br />
yokken bugün sivillerinde<br />
olduğu bu dönüşümde Suriye ayağının çok<br />
etkisi var. O yüzden de esasında teröre karşı<br />
mücadele içeride demokrasiyi barındırıyor<br />
ama bu Arap Baharı’nda dış politikanın<br />
yeniden düzenlenmesi bu Suriye Krizi’nin<br />
muhakkak çözümlenmesini gerekli kılıyor diye<br />
düşünüyorum.<br />
HAZAR RAPORU<br />
91 93
DEĞERLENDİRMELER<br />
Yrd. Doç. Dr. Talha KÖSE<br />
İstanbul Şehir Üniversitesi – Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler<br />
Bölümü Öğretim Üyesi<br />
Türkiye’de milliyetçilik ve ulusçuluk<br />
kavramının ortaya çıkması ve gelişimi<br />
ile ilgili nasıl bir tablo çizebiliriz<br />
Cumhuriyet deneyiminin kurgulamaya çalıştığı<br />
bir kimlik, bir ulus inşa süreci vardı ve bu<br />
tabii ki Osmanlı’dan gelen o deneyimin de<br />
üzerine inşa edilmiş bir süreçti. Osmanlı’nın<br />
son döneminde yaşanan o kopmalarla, Balkan<br />
Savaşları ve I. Dünya Savaşı sonrasında<br />
aslında yapılmaya çalışılan bir şey vardı.<br />
Yani Türkiye’nin milliyetçilik birikimi vardı<br />
Osmanlı dönemine dair. Ama bunun üzerinden<br />
eldeki insan malzemesiyle, yani Osmanlı’nın<br />
bakiyesinden kalan insan malzemesi ve bize<br />
I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’ndan<br />
sonra kalan vatan malzemesi ve bakiyesinden,<br />
yeni bir kimlik ve yeni bir devlet inşası<br />
söz konusuydu. Tabii ki bunun inşasında<br />
Osmanlı’dan kalan o milliyetçilik birikimi, o<br />
İslami birikim ve siyasi birikimin de çok ciddi<br />
etkileri vardı. Burada yapılmaya çalışılan<br />
şeylerden bir tanesi, aslında Osmanlı’nın<br />
Balkanlar’da ve Orta Doğu’da ve Kafkasya<br />
Bölgesi’nde kaybettiği topraklardan kalan<br />
Müslüman insan bakiyesinden yeni bir<br />
ulus inşasıydı. Lozan Anlaşması’yla zaten<br />
Müslüman olmayanlar; gayrimüslimler<br />
ayrı bir statü kazandı ve nüfus mübadelesi<br />
yaşandı. Dolayısıyla bu dönem içerisinde<br />
Anadolu’nun Müslümanlaştığı bir süreç<br />
yaşıyoruz. Ve aslında Türk milli kimliği<br />
de bu Müslümanlaşma süreciyle birlikte<br />
kuruldu. Yani Balkanlar’da, Kafkasya’da,<br />
Orta Doğu’nun muhtelif yerlerinde kalan,<br />
Osmanlı’nın Müslüman bakiyesinden gelen<br />
insanlar; Bulgaristan’dan Yunanistan’dan,<br />
Makedonya bölgesinden, Kafkasya’dan<br />
da gelen insanlardan yeni bir kimlik,<br />
yeni bir ulus inşa edilmeye çalışılıyordu.<br />
Ve bu ulusun da aslında temel harcı din<br />
idi. Yani İslam ortak paydasında zaten<br />
cumhuriyetin kurulduğu temel metin olan<br />
Lozan Anlaşması’yla cumhuriyet kimliği<br />
kuruluyordu. Dolayısıyla bu ortak İslam<br />
paydası üzerinden bir kimlik oluşturulmaya<br />
çalışılmıştı. 1921-24 anayasaları da bunu<br />
yansıtıyordu. Ancak burada bazı sıkıntılar<br />
yaşandı. Yani başlangıçta etnisite çok ciddi<br />
bir sıkıntı yaratmıyordu. Ancak halifeliğin,<br />
hilafetin ilgasından sonra özellikle Kürtler,<br />
açıkçası “Bizi bu Kürt-Türk milliyetçiliğine<br />
kayan ülke içerisinde bir arada tutacak şey<br />
nedir” sorusunu sormaya başladılar ve Şeyh<br />
94 92
Sait isyanı da aslında bunun bir göstergesiydi.<br />
Tabii ki daha sonraki sekülerleşme deneyimi de<br />
söz konusu. Yani bir yandan hilafet ilga edildi<br />
ama onun yanında aslında cumhuriyetin, yani<br />
Türkiye milliyetçiliğinin temel harcı olan İslam<br />
bir kenara atılmadı. Bunun yerine Diyanet<br />
İşleri Başkanlığı kuruldu ve bunun üzerinden<br />
Türkiye’ye has, milli sınırlar içerisinde bir<br />
din, yani sınırları aşmayan, hilafette olduğu<br />
gibi, bir din aynı zamanda inşa da edilmeye<br />
çalışıldı. Dolayısıyla aslında cumhuriyet<br />
kimliğinin kuruluşunda bir yandan Osmanlı’nın<br />
bakiyesinden kalan Müslüman kimlikler, bir<br />
yandan da bu kimlikleri bir vatan coğrafyası,<br />
bir vatan sınırı içerisinde yeni bir kimlik inşa<br />
etme çabası vardı. Ve tabii ki Hristiyanlar ve<br />
gayrimüslimler bunun dışında kalmıştı. Bu<br />
millileştirme süreci içerisinde tabii ki herkes<br />
aynı deneyimi yaşamadı. Bu cumhuriyetçi<br />
kimliğinin zaman içerisinde pratikte öncelediği<br />
bir kimlik ortaya çıktı. Özellikle Balkanlar’dan<br />
gelen Müslüman, Hanefi, Sünni kitle ve biraz<br />
da aslında İslam’ı bizim anladığımız manada<br />
daha muhafazakâr yaşayan değil de biraz daha<br />
seküler olacak şekilde yaşayan, aslında ideal<br />
bir cumhuriyet kimliği oluşturulmaya çalışıldı.<br />
Cumhuriyetin ideal kimlik inşa çalışması<br />
da buna paraleldi. Yani nominal düzeyde<br />
Müslüman kimliği olan Sünni, Hanefi ama bu<br />
Müslüman kimliğini milli sınırlar içerisinde<br />
biraz daha seküler bir şekilde yaşayan ve<br />
bağımlılığı devletine olan bir kurgu oluşturmaya<br />
çalışıldı. Bunu yaparken tabii ki dini gruplar,<br />
tarikatlar da tasfiye edilmeye çalışıldı. Özellikle<br />
Güney Doğu’da tarikatların haricinde, oradaki<br />
aşiretlerle de son derece sorunluydu cumhuriyet.<br />
Yani kendine bağlı bireyler yaratmaya çalıştı<br />
ve bu bireysel çerçevenin dışında oluşabilecek<br />
dini, aşiretsel diğer tüm grupları tasfiye etmeye<br />
çalıştı ki bu tasfiye süreci son derece sıkıntılı<br />
ve kanlı oldu, cumhuriyetin ilk döneminde.<br />
Dersim’de yaşanan olaylar var, Şeyh Sait<br />
İsyanı var, yine Takrir-i SükûnKanunlarının<br />
çıkarılması var. Dolayısıyla bu homojen kimlik<br />
yaratma süreci sıkıntılı oldu. Türkiye’deki<br />
resmi ideolojinin yaratmaya çalıştığı ve<br />
dayatmaya çalıştığı kimlik projesinin aslında<br />
biraz yansımaları, bugünkü kimlik… Yani o<br />
zaman şöyle bir düşünce tabii ki vardı. Tüm<br />
bunlar hayata geçirilirse cumhuriyete bağlı<br />
bir birey yaratılacaktı. İşte Köy Enstitüleri<br />
bunun bir ürünüydü. Yani bu kimliği köyde<br />
de taşrada da yayacak kurumlar oluşturuldu.<br />
Cumhuriyetin öğretmenlik, eğitim projeleri<br />
hep bunun bir parçası olarak inşa edildi ve<br />
bir yandan da aslında bu batılılaşma projesi<br />
kapsamında, batılılaşma ve modernleşme<br />
iyi bir şekilde sürdürülebilirsediğer alternatif<br />
geleneksel kimliklerin -dini kimlikler, etnik<br />
kimlikler- bir anlamı kalmayacaktı bu süre<br />
içerisinde. Böyle bir proje vardı. Tabii ki bu<br />
proje bir yere kadar başarılı oldu, bir yere<br />
kadar da başarılı olamadı. Evet, Balkanlar’dan<br />
gelen, Kafkasya’dan gelen, Orta Doğu’nun bir<br />
kısmından gelen insanlardan devletine bağlı bir<br />
cumhuriyet kimliği inşa edildi. Ve gerçekten bir<br />
Türk ulusal kimliği, yani ırkçı bağlamda değil,<br />
etnisite üzerinden değil gerçekten kapsayıcı bir<br />
Türk kimliği oluşturuldu ama geleneksel bağları<br />
olan dini gruplar, tarikatlar ve özellikle Güney<br />
Doğu’daki Kürtçe konuşan Kürtler bu kimlik<br />
etrafinda tam olarak toplanmadılar. Aleviler de<br />
benzer şekilde dini yorumlardaki farklılıklardan<br />
dolayı bazı sıkıntılar yaşadılar.<br />
HAZAR RAPORU<br />
93 95
DEĞERLENDİRMELER<br />
Türkiye’deki kimlik ve etnik kimlik<br />
tartışmaları sizce yeni anayasa<br />
çalışmalarına nasıl yansıyacak<br />
Bugün Türkiye’de cumhuriyetin idealize ettiği<br />
vatandaş tiplemesinin bir nebzeye kadar<br />
başarılı olduğunu, bir noktadan sonra da bu<br />
homojen kimliğin,makbul vatandaşın dışında<br />
kalan kimliklerin bir şekilde kendilerine kamu<br />
alanında yer arama girişimlerinin olduğunu<br />
söyleyebilirim. Yani Türkiye’de İslamcılık, diğer<br />
yerlerden farklı olarak tarikatlar, cemaatler<br />
şeklinde örgütlendi ve bunlar aslında toplumsal<br />
hayatın içerisinde de kendi kurumlarını<br />
oluşturdular, kendilerine bir yer buldular. Yani<br />
diğer kimliklerden farklı olarak kendilerine<br />
bir yer açtılar kamusal alanda. Aynı şeyi<br />
Kürt kimliği için söyleyemeyiz.<br />
Yani artık Kürt dilinin, Kürt<br />
kültürünün inkâr edildiği,<br />
anayasada yer bulmadığı bir<br />
çerçevenin Kürtler açısından da<br />
kabul edilebilir bir hali kalmadı.<br />
Tabii ki 1980’ler sonrasında<br />
başlayan o şiddetle birlikte<br />
toplumlar arası bir gerilimin<br />
de ortaya çıktığını görüyoruz<br />
ki artık homojen bir kimlik<br />
çerçevesi, vatandaşlık çerçevesi<br />
Türkiye için kabul edilebilir bir<br />
çerçeve değil. Aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin<br />
de zaman zaman dünyadaki gelişmelere<br />
kendini adapte etmesi; mesela 2. Dünya<br />
Savaşında NATO’ya girmemizle birlikte<br />
başlayan demokratikleşme sürecimiz bir başarı<br />
hikâyesidir. Aynı başarıyı farklı kimliklerin<br />
belli anayasal çerçeve altında haklar vermesi<br />
konusunda gösteremedik. Yani daha önceki<br />
o başarısız homojen kimlik inşa etme<br />
deneyimi aslında bundan sonraki anayasa<br />
çalışmalarına da bir şey temsil edecektir. Bu<br />
bağlamda, evrensel standartlar, insan hakları<br />
genel çerçevesi ve Avrupa Birliği’nin sunduğu<br />
hukuki standartların anayasa çerçevesi için<br />
olumlu bir temsil oluşturacağını düşünüyorum.<br />
Türkiye’de siyaset normal gitse varacağımız yer<br />
buydu. Ancak elbette ki şiddetin olumsuz rolü,<br />
Türkiye’deki demokratikleşme sürecine bazı<br />
engeller teşkil etti. Süreç içerisinde şiddetin<br />
olumsuz rollerinden dolayı bu meselelerin<br />
çözümü maalesef biraz gecikti. Ancak yeni<br />
anayasal çerçeve içerisinde farklı kimliklerin<br />
anayasal koruma altına alması gerekecektir. Bu<br />
noktada, evrensel standartlarda bazı haklar<br />
verilecektir. Ancak Türk milliyetçiliğinin,<br />
Türk kimliğinin anayasasında belirli sınırları<br />
olacaktır; bunu da kabul etmemiz gerekiyor.<br />
Pazarlık süreciyle alakalı olarak, sonuçta<br />
işin gelip tıkandığı noktalardaolacaktır. Ama<br />
şunu biliyoruz ki, zaten şu anda “de facto” bir<br />
şekilde bazı haklar ortaya çıktı. Yani Kürtçe<br />
96 94
artık yasak değil, grup toplantı haklarında<br />
bazı sınırlandırmalar ortadan kalktı. Mevcut<br />
meclis aritmetiği içerisinde ve genel olarak<br />
Türkiye’deki siyasi gruplara bakıldığında,<br />
MHP dışındaki partilerin de aslında<br />
Türkiye’deki farklı grupların kimlik haklarını<br />
verme yönünde olumlu yaklaşımları olduğunu<br />
görüyoruz. Dolayısıyla değişime yönelik olarak<br />
siyasal aktörlerde olumlu bir perspektif var,<br />
ama bu süreç biraz pazarlık süreci şeklinde<br />
gelişecek.<br />
Avrupa Birliği süreci ve<br />
demokratikleşme Türkiye’deki kimlik<br />
tartışmalarını nasıl etkilemiştir<br />
Tabii ki Avrupa Birliği entegrasyon süreci,<br />
Türkiye’deki özellikle 80 Darbesi ve 82<br />
Anayasası’nın oluşturduğu otoriter devlet<br />
çerçevesinin ortadan kaldırılması ve bunun<br />
müzakereyle tasfiye edilmesi adına önemli bir<br />
çerçeve sağladı. Türkiye’de 82 Anayasası’yla<br />
birlikte toplumun her tarafinı kuşatan bir<br />
devlet anlayışı hakim olmuştu. Bu anlayış,<br />
tüm kimlikleri dışlayan, başlangıçtaki<br />
cumhuriyetin homojen kimlik kurgusuyla<br />
paralel bir çerçeve ortaya koyuyordu.<br />
Toplantı hakları, örgütlenme haklarında<br />
da bazı sınırlamalar getiriyordu. Nihai<br />
açıdan Avrupa Birliği sürecini, Türkiye’nin<br />
kimlik sorunlarını çözmek adına temel süreç<br />
olarak görmememiz gerekiyor. Tam tersine<br />
Türkiye’de biraz otoriter şekilde ortaya çıkan<br />
bu 82 Anayasası ve biraz öncesinde oluşan<br />
otoriter düzenin tasfiyesi açısından önemli<br />
bir süreçti. Ancak Türkiye’nin kendi kimlik<br />
sorunlarını, kendi siyasi sorunlarını toplumsal<br />
aktörlerin bir araya geldiği bir çerçevede<br />
çözmesi gerekiyor. O yüzden ben, Türkiye’nin<br />
tüm sorunlarının Avrupa Birliği çerçevesinde<br />
çözülebileceğini düşünenlerden değilim. Aksine<br />
bu olumsuz düzenin tasfiyesi ve bunun yanı<br />
sıra toplumsal aktörlerin bir araya gelmesini<br />
sağlayabilecek bir çerçeve vermesi açısından<br />
önemsiyorum. Ne yazık ki bu aktörlerin bir<br />
araya gelmesini engelleyen şeylerden bir tanesi<br />
de PKK ve şiddet. Bu durum süreci biraz<br />
geciktiriyor ancak açıkçası ben Türkiye’deki<br />
aktörlerin, Türkiye’nin geleceğinin anayasal<br />
çerçevesinin yalnızca müzakereyle ortaya<br />
konulan çerçevede bir yere gelebileceğini<br />
düşünmeye başladıkları kanısındayım. Sebebi<br />
her ne olursa olsun, bunun önemli olduğunu<br />
düşünüyorum. Bu işi konuşmadan, müzakere<br />
etmeden çözülemeyeceği fikri artık yavaş yavaş<br />
yerleşiyor. Avrupa Birliği sürecinin Türkiye’ye<br />
kattıklarını da göz ardı edemeyiz. Yani bugün<br />
devlet mekanizmasının kurumlarının yeniden<br />
organize edilmesinde, hukuki çerçevenin<br />
düzenlenmesinde, hatta bu darbeye karşı<br />
kurulabilen kanunların ortaya çıkmasında<br />
bu çerçevenin önemli etkisi olduğu ve Avrupa<br />
Birliği çerçevesinden öğrenebileceğimiz şeyler<br />
olduğu bir gerçek. Ama bu durum aynı<br />
zamanda bürokratik aktörler karşısında siyasi<br />
toplumsal aktörleri güçlendirdi. Asıl önemli<br />
olan yönünün bu olduğunu düşünüyorum.<br />
Artık Türkiye’deki toplumsal aktörler ve<br />
bürokrasi haricindeki toplumsal aktörlerin<br />
Türkiye’nin geleceğini tartışabilecek, müzakere<br />
edebilecek düzeye ve meşruiyete geldiğini<br />
düşünüyorum ki bu da çok önemli bir<br />
aşamadır.<br />
HAZAR RAPORU<br />
97 95
DEĞERLENDİRMELER<br />
Türkiye’de Alevi sorunu var mıdır<br />
Özellikle Suriye’deki gelişmeler ele<br />
alındığında bu alanda Türkiye’yi neler<br />
beklemektedir<br />
Türkiye’deki Alevi sorununu aslında<br />
Suriye’deki Alevi sorunuyla paralel<br />
düşünmemek gerekiyor. Gerek tarihsel<br />
olarak, gerek kimliğin kurgulanması olarak<br />
birbirinden çok farklı meseleler. Anadolu’nun<br />
Alevilerinin, Türklere hasgelenek ve örgütlenme<br />
açısından da aslında Suriye’deki Alevilerle<br />
hiçbir alakası yok. Bugün Türkiye’deki Alevi<br />
kompozisyonuna bakıldığında bunun %70’e<br />
yakınının Türkçe konuştuğunu ve Türkmen<br />
kökenli olduğunu biliyoruz, bunların içlerinde<br />
Kürt Alevileri de var. Hatay, Adana ve bir<br />
kısmı da Mersin’deki Aleviler, Suriye’yle<br />
daha çok bağlantılı olan, yani Nusayri<br />
diyebileceğimiz gelenekten; Türkiye’deki<br />
Aleviler ise Kızılbaş, Bektaşi kökeninden<br />
gelmektedir. Dolayısıyla Arap Aleviliği ile<br />
Anadolu Aleviliği birbirinden çok farklı<br />
entiteler ve aslında birbirleriyle organizasyonel<br />
bağları da yok. Türkiye’de bir Alevi sorunu<br />
var, doğru. Ancak, dediğim gibi cumhuriyetin<br />
homojen kimlik oluşturma çerçevesinde Hanefi,<br />
Sünni olup laik bir kimlik üretmeye çalışılmıştı.<br />
Farklı din yorumu olan Aleviler, bu çerçevenin<br />
dışında kalmıştı. Sünniler diyanet üzerinden<br />
devlet desteğiyle kendi toplumsal kurumlarını<br />
yeniden inşa etmişlerdi, toplum içerisinde<br />
değişik cemaatler birşekilde örgütlendiler. Aynı<br />
şey Aleviler için söz konusu olmadı. Alevilerin<br />
geleneksel tekkeleri, dergâhları bu çerçevede<br />
kapatıldı. 1925’teki tekke ve zaviyeler<br />
kanunuyla birlikte Aleviler kendi kimliklerini<br />
yeniden inşa edebilecekleri bir çerçeveden<br />
yoksun kaldılar. Dolayısıyla modern, şehirli<br />
ortamda özellikle 1950’lerin sonunda ve<br />
60’lardan itibaren Alevi nüfusunun ciddi<br />
oranda şehirleştiğini görüyoruz. Geleneksel<br />
olarak taşrada yaşayan Alevi ve Kızılbaş<br />
nüfusu bu çerçevede kurumsallaşmalarını<br />
gerçekleştirmişlerdir. Ancak 1960’la birlikte<br />
modern şehir ortamında biz kendi kimliğimizi<br />
nasıl inşa edeceğiz, devam ettireceğiz sorusu<br />
gündeme geldi. Bu soruya aslında gerçekçi<br />
bir cevap verilemedi. Cemevleri tartışmaları<br />
ve Alevilerin inanç merkezi tartışmaları,<br />
kendine meşru bir zemin bulamadı. Bunun<br />
çözümlenmesi gerekiyor. Evet, Türkiye’de Alevi<br />
sorunu var. Ama Türkiye’deki Alevi sorununun<br />
Suriye’deki Alevi sorunuyla hiçbir alakası<br />
yok. Alevilerin modern şehir ortamında<br />
kendi kimliklerini inşa edecekleri kurumlara<br />
ihtiyaçları var ve bu açıdan devletten destek<br />
bekliyorlar. Aynı zamanda zorunlu din<br />
derslerinden ve diyanetin varlığından rahatsız<br />
durumda olan Aleviler kendi toplumsal<br />
ve siyasi örgütlenmelerini organize etmek<br />
istiyorlar. Bu çerçevede birtakım istekleri<br />
var ve aslında bu isteklerin de grup hakları<br />
çerçevesinde çözümlenebileceğini biliyoruz.<br />
Tabii şöyle de bir sıkıntı var; özellikle 1970-<br />
80’li yıllarda Alevilerin bir kısmı şehir<br />
ortamında ideolojik olarak fazla örgütlenmiş<br />
ve angaje olmuşlardı. O dönemde Alevilerin<br />
epey bir kısmının sol örgütler, sendikalar<br />
ve değişik organizasyonlar içerisinde<br />
örgütlendiğini biliyoruz. Alevilerin daha büyük<br />
bir çoğunluğu ise hemşeri organizasyonları<br />
içerisinde organize olmuşlardır. 70’li, 80’li<br />
98 96
yılların organizasyonel deneyimi ve sol söylemi,<br />
80 sonrası Alevi örgütlenmesini de etkiledi.<br />
Yani bir yandan Alevilik, inanç merkezli bir<br />
toplumsal organizasyonken; 80 sonrasında<br />
önemli ölçüde ideolojik söylem hâkim olmaya<br />
başladı ve bundan dolayı Alevilerin de kendi<br />
içerisinde bazı fikir ayrılıkları var. 2000,<br />
özellikle 2007’den sonra ortaya konulmaya<br />
çalışılan Alevi açılımıyla aslında Alevilerin<br />
sorunlarının bir şekilde dinlenip çözüm<br />
bulunabilmesi için bir süreç başlatılmıştı.<br />
Ancak o süreç Türkiye’deki siyasi çekişmelerden<br />
dolayı da sekteye uğradı. Aslında Alevilerin<br />
kimlik ihtiyaçları, kimlik talepleri üstesinden<br />
gelinemeyecek şeyler değil. Alevilerin kendi<br />
içlerinde de çözmeleri gereken sorunlar biraz<br />
daha fazla. Bu açıdan evet, Türkiye’de bir<br />
alevi sorunu var ama bunu çözmenin o kadar<br />
da zor olduğunu düşünmüyorum. Daha<br />
katılımcı bir yaklaşımla, daha demokratik bir<br />
yaklaşımla bazı sorunların giderilebileceğini<br />
düşünüyorum. Ama Alevilerin içerisinde<br />
farklı görüşler var. Bunların çok daha üst<br />
talepleri var ve bunların hepsinin ihtiyaçları<br />
karşılanamayacaktır diye düşünüyorum.<br />
Son zamanlarda artan PKK terörünü<br />
ve Türkiye’nin Kürt sorununun<br />
çözümünde aldığı mesafeyi nasıl<br />
değerlendiriyorsunuz<br />
Bugün geldiğimiz noktada aslında Kürt<br />
meselesi, Kürt sorunu ile PKK sorununu<br />
artık birbirinden ayırmak gerekiyor. Artık<br />
PKK ve şiddet kendi kendini üreten bir<br />
çerçeveye geldi. Dolayısıyla eskiden belki<br />
Kürt sorununun bir uzantısı olarak PKK’yla<br />
yaşıyoruz, diyorduk. Bugün PKK ve şiddet<br />
kendi kendini üreten, hatta oradaki toplumu<br />
da şiddet üzerinden dönüştüren bir hale<br />
geldi. Gerçekten ciddi bir şiddet sorunu<br />
var. Öte yandan dediğim gibi daha önce de<br />
belirttiğim, vatandaşlarımızın belli kimlik<br />
talepleri var. Bu ikisini birbirinden ayırmak<br />
gerekiyor. Açıkçası Kürt vatandaşlarımızın<br />
kimlik taleplerini anayasal çerçeve içerisinde<br />
çözümlemek gerekiyor ve anayasal çerçevede<br />
bunların çözümleneceğini düşünüyorum. Zaten<br />
belli haklar yavaş yavaş verilmeye başlamıştı;<br />
Kürtçe televizyon kuruldu, Kürtçe’nin<br />
kullanımına dair sınırlamalar kaldırıldı. Bu<br />
müzakere süreci içerisinde,<br />
anayasal çerçevede sorunun<br />
çözülebileceğini düşünüyorum.<br />
Asıl büyük olan sorun ise PKK<br />
sorununu nasıl çözeceğiz<br />
Tabii ki, Kürt sorununun temel<br />
olarak ortadan kalkacağını<br />
düşünmek imkânsız. Bu, kökü<br />
Türkiye Cumhuriyeti’nden de<br />
öteye giden bir etnik sorun.<br />
Önemli olan, şiddeti dışlayacak<br />
şekilde bu sorunu yönetilebilir<br />
HAZAR RAPORU<br />
97
DEĞERLENDİRMELER<br />
hale getirmek, Kürt vatandaşların temel<br />
ihtiyaçlarını, temel sorunlarını çözmek.<br />
Bunları çözdükten sonra açıkçası PKK ve<br />
şiddete meyilli olan diğer organizasyonlara<br />
olan ilginin azalacağını düşünüyorum. PKK<br />
artık ulus ötesi bir konuma geldi. Bir yandan<br />
Türkiye’nin Orta Doğu’da sıkıntı yaşadığı<br />
ülkelerin verdiği desteği biliyoruz, bir yandan<br />
uluslararası diğer aktörlerin PKK’ya destek<br />
verdiğini biliyoruz. Türkiye’nin zayıf karnı ve<br />
Orta Doğu’nun genelinde bütüncül bir barış<br />
elde etmeden ve Kürt sorununa bütüncül<br />
bir çözüm, Türkiye’nin Kürt sorunundan<br />
bahsetmiyorum, Orta Doğu’daki Kürt<br />
sorununa bütüncül bir çözüm bulunmadan<br />
PKK’ya olan desteğin devam edeceğini ve<br />
PKK’nın kendi kendine üreten bir mekanizma<br />
olarak devam edeceğini düşünüyorum.<br />
Açıkçası önemli olan şiddeti kontrol altında<br />
tutmak, Kürt vatandaşların haklarını<br />
vermek ve biraz da Kürt vatandaşlarına da,<br />
Türkiye’nin, ciddi manada zarar veriyor. Son<br />
zamanlarda PKK’nın artık intihara varan<br />
eylemleri var. Aslında her cenaze bir yandan<br />
da Kürt vatandaşların mağduriyetini, yani<br />
PKK’da yakınını kaybedenlerin mağduriyetini<br />
artırıyor ve şiddet kendi kendini üreten bir<br />
hale geliyor. Bu çerçevede aslında bölgedeki<br />
Kürt vatandaşların PKK’ya bir son vermesi,<br />
bir hayır demesi, protesto etmesi gerekiyor<br />
ama PKK çok otoriter bir rejim, çok otoriter<br />
bir grup olduğu için şiddetle ve tehditler<br />
kullanarak, böyle alternatif bir söylem ve<br />
alternatif bir hareket oluşmasını engelliyor.<br />
Dolayısıyla Türkiye’nin Kürt sorununu<br />
yönetilebilir hale getirmeye gücü var ve<br />
anayasal çerçevede belki bu çözülebilir.<br />
Ama PKK’nın bölgesel bir sorun haline<br />
geldiğini bunun da daha geniş bir vizyonla<br />
çözülebileceğini düşünüyorum. Eğer PKK’ya<br />
katılımları, en azından Türkiye’den katılımları<br />
son derece sınırlı bir hale getirebilirsek bu da<br />
başarılı olur diye düşünüyorum.<br />
100 98
hazar<br />
strateji<br />
enstitüsü<br />
H A S E N<br />
Bildiri ve Makale Çağrısı<br />
<strong>Hazar</strong> Strateji Enstitüsü olarak, <strong>Hazar</strong><br />
<strong>Raporu</strong> isimli dergimizde yayınlanmak üzere<br />
makale önerileri gönderilmesi için çağrıda<br />
bulunuyoruz. <strong>Hazar</strong> <strong>Raporu</strong>; <strong>Hazar</strong>, Orta<br />
Asya, Kafkasya, Türkiye ve Avrasya bölgesiyle<br />
alakalı araştırma yapan akademisyenler,<br />
sektörel temsilciler ve aydınlar ile iletişim<br />
kurup fikir alışverişinde bulunmayı hedefliyor.<br />
Bu duyurunun amacı; farklı fikirlerin bir araya<br />
gelmesi ve düşünce zenginliğinin gelişimine<br />
katkıda bulunarak yukarıda bahsedilen<br />
coğrafyaya ilişkin analitik bakış açıları<br />
oluşmasını sağlamaktır. Ayrıntılı bilgi için<br />
www.hasen.org.tr adresini ziyaret edebilirsiniz.<br />
Tarih, siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler, kamu<br />
yönetimi, iktisat, sosyoloji ve uyuşmazlık<br />
çözümü gibi alanlarda makale önerilerinizi<br />
bekliyoruz. Makalelerin teması ile ilgili<br />
hususi bir kısıtlama söz konusu olmamakla<br />
birlikte altını çizmek gerekir ki makale konusu<br />
mutlaka ilgililere tavsiye verici ve yol gösterici<br />
nitelikte olmalıdır.<br />
1 Şubat 2013 tarihine kadar makaleniz ve kısa<br />
biyografinizi iki ayrı Word dosyası halinde<br />
paper@hasen.org.tr adresine gönderebilirsiniz.<br />
<strong>Hazar</strong> Strateji Enstitüsü Hakkında<br />
<strong>Hazar</strong> Strateji Enstitüsü, İstanbul merkezli<br />
kar amacı gütmeyen bir düşünce kuruluşudur.<br />
Misyonu; yüksek kalitede, bağımsız<br />
araştırmalar yürütmek ve <strong>Hazar</strong> Bölgesi’ne<br />
ilişkin yenilikçi, stratejik öneriler sağlamaktır.<br />
Enerji, enerji güvenliği ve ulaştırma konularına<br />
yoğunlaşan Enstitü, Türkiye ve dünyanın önde<br />
gelen düşünce kuruluşlarından biri olmayı<br />
hedeflemektedir. Bu doğrultuda yayınlar,<br />
konferanslar, seminerler, eğitim çalışmaları ve<br />
atölye faaliyetlerini içeren dinamik bir program<br />
izleyerek tartışma ve araştırmaları teşvik eder<br />
ve kamu bilincini geliştirir.
JANUARY - MARCH 2013<br />
Contents<br />
ARTICLES<br />
Strategic Assessment of Euro-Asian Trade and Transportation<br />
Azerbaijan as a Regional Hub in Central Eurasia<br />
Taleh Ziyadov<br />
1<strong>02</strong><br />
Turkey, Caspian Strategies, and the Economic<br />
Cooperation Organisation<br />
William Hale<br />
BP-Rosneft Deal: Implications & Intentions<br />
Gulmira Rzayeva / Energy Expert<br />
111<br />
117<br />
English Part<br />
Obama’s Challenge With Economy<br />
Yrd. Doç. Dr. Fatih Macit / Suleyman Shah University Director of Economy Department<br />
120<br />
The Aftermath of Georgia’s Parliamentary Election:<br />
Foreign Policy and the Search for a New Paradigm<br />
Kornely Kakachia / Associate Professor at Tbilisi State University and<br />
Director of Tbilisi-based think tank Georgian Institute of Politics<br />
124<br />
CASPIAN REPORT
Strategic Assessment of Euro-Asian<br />
Trade and Transportation<br />
Azerbaijan as a Regional Hub in Central Eurasia *<br />
Executive Summary<br />
December <strong>2012</strong><br />
Taleh Ziyadov<br />
* The special report is prepared in association with the Caspian Forum <strong>2012</strong> (Istanbul,<br />
5-6 December <strong>2012</strong>) organized in partnership by the Caspian Strategy Institute (CSI), the<br />
Brookings Institute, the University of California, Berkeley and the University of Cambridge<br />
(UK). It is a succinct version of the recently published book by Azerbaijan Diplomatic<br />
Academy (ADA) in Baku titled: “Azerbaijan as a Regional Hub in Central Eurasia” (Baku:<br />
ADA, <strong>2012</strong>).<br />
The Need for a Common Vision<br />
for the Future<br />
In 1965, the late Sheikh Rashid bin Said<br />
Al-Maktum, the visionary ruler of Dubai,<br />
asked his British advisers to draw up a<br />
plan for the construction of a port. It<br />
took a British engineering firm two years<br />
to complete a comprehensive master<br />
planning study for the proposed port site,<br />
adjacent to the centuries-old Al Shindagah<br />
neighborhood in downtown Dubai. Based<br />
on the market assessment and future<br />
traffic forecasts, the advisers concluded<br />
that the new port would need only four<br />
berths. Having carefully considered the<br />
proposal, Sheikh Rashid demanded that<br />
the plan be altered to include sixteen<br />
berths instead of four. The British advisers<br />
reluctantly complied. The port was finally<br />
opened in 1971, and all sixteen berths<br />
were oversubscribed by the end of the<br />
first year of operation. Further expansions<br />
followed, and more berths were built in<br />
subsequent years. 1 Sheikh Rashid was<br />
convinced that Dubai was bound to<br />
become the most important transport<br />
hub in the Middle East, and even beyond.<br />
Today, the Rashid Port, the Jabal Ali<br />
Port and Free Zone, Dubai International<br />
Airport, and many other state-of-the-art<br />
projects in the Dubai emirate stand as<br />
testaments to Sheikh Rashid’s foresight<br />
and vision.<br />
1 Christopher M. Davidson, Dubai: The Vulnerability of Success<br />
(New York: Columbia University Press, 2008), pp. 92–93.<br />
1<strong>02</strong> 104
In a similar fashion, it was the vision<br />
of Lee Kuan Yew, one of the longestserving<br />
prime ministers of the twentieth<br />
century, that transformed the tiny<br />
city-state of Singapore from a relatively<br />
underdeveloped former colonial<br />
settlement to a modern and competitive<br />
economy and the major distribution hub<br />
in Southeast Asia. As early as 1973, just<br />
eight years after independence, Singapore<br />
was being hailed as “the world’s fourth<br />
busiest port,” serving more than 200<br />
shipping carriers and some fifty maritime<br />
states. 2 By becoming the region’s oil<br />
refining and distribution center, Singapore<br />
managed to turn itself into an ‘oil-rich’ state<br />
even though it was virtually devoid of any<br />
oil of its own. Capitalizing on its strategic<br />
location at the crossroads of the major<br />
maritime routes between Europe and Asia,<br />
Lee Kuan Yew seized every opportunity<br />
that came his way. He established an<br />
attractive business environment for foreign<br />
direct investment (FDI) and pursued an<br />
aggressive diversification policy. Today,<br />
the country enjoys a strong economy with<br />
a high level of FDI, and booming trade,<br />
manufacturing, and finance sectors. In<br />
2009, Singapore’s gross domestic product<br />
(GDP) per capita exceeded $36,000, up<br />
from a mere $395 in 1960. 3<br />
Even though both Dubai and Singapore<br />
have undoubtedly benefited from their<br />
coastal locations and the entrepôt trade<br />
generated by maritime traffic, the vision<br />
2 T. J. S. George, Lee Kuan Yew’s Singapore (London: Andre<br />
Deutsch, 1973), p. 95.<br />
3 World Bank, World Development Indicators. Retrieved<br />
from http://data.worldbank.org/data-catalog/world-development-indicators.<br />
of their respective leaders was essential to<br />
these cities’ resounding economic success,<br />
for without it they would be utterly<br />
different places today. The paths taken<br />
by Sheikh Rashid in Dubai and Prime<br />
Minister Lee in Singapore offer a lesson<br />
for every national leader and every country<br />
aspiring to make an enduring mark in the<br />
world: it is necessary to possess a vision for<br />
the future.<br />
Unlike the world’s great seaports, the<br />
prominent commercial cities of the<br />
Caspian Basin region have historically<br />
been land-based hubs. It took months and<br />
even years for the ancient Silk Road traders<br />
to travel between Europe and Asia, and<br />
the Caspian region’s hub cities served as<br />
critical regional logistics and distribution<br />
centers. Each of them had a number of<br />
caravanserais, where goods and ideas<br />
exchanged hands, and people and cultures<br />
met and mixed. These trading centers<br />
were connected with other regional hubs<br />
and megacities through a vast network of<br />
corridors across Eurasia and the Middle<br />
East. The Silk Road corridors were for<br />
centuries the source of prosperity for many<br />
nations in Central Eurasia. 4<br />
Central Eurasia is once again poised to<br />
regain its former prominence as a landbased<br />
hub between Europe and Asia. By<br />
2030, a tourist will be able to jump on a<br />
high-speed train in Istanbul and arrive in<br />
Baku the same day; he will even have time<br />
4 Although the term “Central Eurasia” has a number of different<br />
definitions, in this report it refers to eight Caspian region<br />
countries, namely the three South Caucasus states of Armenia,<br />
Azerbaijan, and Georgia and the five Central Asian states of Kazakhstan,<br />
Kyrgyzstan, Tajikistan, Turkmenistan, and Uzbekistan.<br />
CASPIAN REPORT<br />
105 103
to take a free bus tour of Tbilisi en route.<br />
He will continue his trip on an express<br />
ferry to Turkmenbashy, from where<br />
another high-speed train will take him all<br />
the way to Urumqi in China. The entire<br />
territory of Central Eurasia will be covered<br />
with a great infrastructure of highways,<br />
railways, airports, and logistics centers that<br />
will handle goods and passengers moving<br />
between Europe and Asia.<br />
For many countries in Central Eurasia,<br />
however, envisioning such future is a<br />
complex matter. Political, economic, and<br />
social crises caused by the sudden collapse<br />
of the Soviet Union have dominated the<br />
relatively short history of independence<br />
enjoyed by these states. In 2011, they<br />
celebrated only the twentieth anniversary<br />
of the end of Soviet rule. Memories of<br />
wars, unresolved conflicts, economic<br />
hardships, and coups still haunt the<br />
generation old enough to remember the<br />
days of communist control. Fortunately,<br />
the most difficult times have been left<br />
behind, though a few crucial challenges<br />
persist. The countries of Central Eurasia<br />
are now at the stage of development where<br />
they must complete their political and<br />
economic transitions and choose a path<br />
that would lead them into the ranks of<br />
prosperous developed nations.<br />
The Process of Becoming: Central<br />
Eurasia Twenty Years Later<br />
In the 1990s, many people in the resourcerich<br />
states of Central Eurasia believed that<br />
their respective countries would soon<br />
become the “Kuwaits” and “Switzerlands”<br />
of the twenty-first century. The abundance<br />
of natural resources made this notion so<br />
alluring and so palpable that few really<br />
thought about the process by which this<br />
goal would be realized, if it were to be<br />
realized at all. Becoming another Kuwait<br />
or Switzerland would have required<br />
different development strategies, with a<br />
strategic vision supported by the presence<br />
of other essential components, such as a<br />
business friendly environment, political<br />
and economic capabilities, the effective<br />
management of revenues from the sale<br />
of natural resource and an advantageous<br />
location.<br />
In the past twenty years, the regional<br />
countries, especially the resource-rich<br />
ones, have achieved a great deal. In 2009,<br />
the GDPs of Azerbaijan, Kazakhstan,<br />
Uzbekistan, and Turkmenistan exceeded<br />
$43 billion, $115 billion, $32 billion,<br />
and $19 billion, respectively. On the<br />
other hand, the combined GDP of the<br />
remaining four, more poorly endowed,<br />
states—Armenia, Georgia, Kyrgyzstan,<br />
and Tajikistan—was less than $30<br />
billion. Azerbaijan and Kazakhstan<br />
have attracted billions of dollars in<br />
FDI and have completed key energy<br />
infrastructure projects that guarantee<br />
their future development. A latecomer,<br />
Turkmenistan, has started opening its<br />
doors to investors only recently, with<br />
the great expectations still to be met.<br />
The most populous state in the region,<br />
Uzbekistan, has chosen a gradual domestic<br />
106 104
demand-led development path that does<br />
not seek external FDI, but it too promises<br />
to contribute to the future hub vision of<br />
Central Eurasia.<br />
There is no doubt that the chief engine<br />
of growth in the region has been<br />
the abundant natural resources of<br />
Azerbaijan, Kazakhstan, Uzbekistan,<br />
and Turkmenistan. The governments<br />
of these states, particularly Azerbaijan<br />
and Kazakhstan, have been mindful<br />
of the perils of resource dependence<br />
and have tried to implement policies to<br />
minimize potential risks. They also have<br />
a strategy as far as development of their<br />
energy sectors is concerned. Azerbaijan<br />
and Kazakhstan, for example, have used<br />
Production Sharing Agreements (PSAs)<br />
to attract foreign energy companies and<br />
inject the most needed investments into<br />
their economies. It was this energy strategy<br />
that allowed Azerbaijan and its Western<br />
multinational partners to reach agreement<br />
on the “Contract of the Century” in<br />
1994 and subsequently to construct the<br />
Baku-Tbilisi-Ceyhan oil pipeline in 2005<br />
and the Baku-Tbilisi-Erzurum natural<br />
gas pipeline in 2006. Azerbaijan’s energy<br />
sector alone has attracted more than $35<br />
billion in FDI. Moreover, the revenues<br />
from these two pipelines account for the<br />
lion’s share of Azerbaijan’s current state<br />
budget and constitute a significant portion<br />
of the South Caucasus region’s economy.<br />
In short, the resource-rich states are<br />
reaping the fruits of energy strategies they<br />
conceptualized in the 1990s.<br />
Today, Azerbaijan, Georgia and Turkey<br />
have embarked on a new journey that<br />
will shape the future energy strategy of<br />
the Caspian region and beyond. Whether<br />
resource rich or resource poor, however,<br />
all countries of Central Eurasia share the<br />
same future, and they are bound to find<br />
new synergies that will give their region<br />
a prominent place on the economic and<br />
political map of the twenty-first century.<br />
Indeed, each country in the region has its<br />
own destiny, and each has reason to hope<br />
that one day it will become a prosperous<br />
and developed state in its own right, like<br />
no other state but itself. To achieve this<br />
goal, however, each of them would need a<br />
clear vision of itself as an individual state<br />
and also as a member of a broader regional<br />
framework that could economically, and<br />
even politically, unite them by 2030.<br />
They will have to cooperate, integrate,<br />
and adapt to the rapidly changing world<br />
around them and forge a common<br />
vision for the years ahead. What is the<br />
common vision that one day these mostly<br />
landlocked countries might share Will<br />
it be a vision that will make the region a<br />
periphery for another central power Or a<br />
geopolitical playground for powers aiming<br />
to control the region’s riches Or will the<br />
ancient Silk Road be revived, with the<br />
region reclaiming its status as a vibrant<br />
commercial hub between major economic<br />
blocs such as Europe, East Asia, South<br />
Asia, and the Middle East Whatever the<br />
answers to these questions, one thing is<br />
clear: international trade will play a central<br />
role in the transformation of the region.<br />
CASPIAN REPORT<br />
107 105
Azerbaijan: Potential Catalyst for<br />
Regional Dynamism<br />
Azerbaijan is, and will remain, a pivotal<br />
state in Central Eurasia, helping to shape<br />
a common vision for the region and<br />
facilitate its transformation. The country’s<br />
vast natural resources could act as catalyst<br />
for developing its non-oil economy<br />
and reviving the non-oil trade of the<br />
region—thus restoring Central Eurasia’s<br />
historical position as a commercial hub<br />
along the ancient Silk Road. But for this<br />
to happen, Azerbaijan needs to formulate<br />
a comprehensive vision to guide its<br />
development and lead it to the desired<br />
goal.<br />
Today, the majority of Euro-Asian trade<br />
bypasses the region, and so do the<br />
attendant benefits. Large ships that can<br />
carry thousands of containers at a time<br />
have replaced the ancient caravans of the<br />
Silk Road. Most of the trade between<br />
Europe and Asia is conducted by maritime<br />
transportation via Suez Canal, which<br />
makes up more than 90% of total cargo<br />
exchanged between the two continents.<br />
The success of Central Eurasian hub<br />
strategy largely depends on the ability of<br />
the regional states to attract some of this<br />
Euro-Asian continental container trade<br />
by creating integrated and competitive<br />
intermodal transportation and logistics<br />
networks across Eurasia.<br />
Azerbaijan is located at the crossroads<br />
of major Eurasian land and air transport<br />
corridors—a feature that is key to its<br />
long-term success, if utilized properly.<br />
Potentially, the country could serve not<br />
only as a commercial bridge between<br />
Europe and Asia, but also as a major<br />
distribution hub in Eurasia. Unlike its<br />
energy strategy, however, Azerbaijan’s<br />
vision for development of its non-oil<br />
economy is still a work in progress. Nearly<br />
95% of the country’s exports and more<br />
than 55% of GDP come from the sale of<br />
oil and natural gas—a situation that is<br />
unlikely to change in the immediate future.<br />
The mid- and long-term prospects of the<br />
country are promising, albeit conditioned<br />
upon successful development of the nonoil<br />
sector.<br />
Looking Beyond Energy<br />
Though many Azerbaijani government<br />
officials have repeatedly acknowledged<br />
that the country is ideally situated<br />
to become a regional transportation<br />
hub between Europe and Asia, these<br />
statements are yet to be translated into a<br />
long-term strategic vision that is coherent<br />
and sustainable. Nonetheless, the idea<br />
of “wanting to become a regional hub”<br />
at least is in place. In fact, a number of<br />
transportation and infrastructure projects<br />
have already been launched to advance<br />
this strategy. Among them is the strategic<br />
Baku- Akhalkalaki-Kars railway, which will<br />
link the Azerbaijani, Georgian and Turkish<br />
rail networks and thus create a rail corridor<br />
between China and Europe via Azerbaijan.<br />
In addition, the government is investing<br />
billions of dollars in modernization of the<br />
country’s international highways along<br />
the East-West and North-South axes in an<br />
attempt to better prepare for anticipated<br />
108 106
land-based traffic through Azerbaijani<br />
territory. Moreover, the new state-of-theart<br />
Baku International Sea Trade Port and<br />
Logistics Center at Alyat and the new<br />
Baku Heydar Aliyev International Airport<br />
will both have a central place in the<br />
vision of Azerbaijan as a global transport<br />
hub. Last, but not least, the government<br />
plans to establish Free Economic Zones<br />
(FEZs) and invest more than $60 billion<br />
in real estate projects in and around<br />
Baku, essentially aiming to transform the<br />
national capital into the “Dubai of the<br />
Caspian.”<br />
These projects will genuinely strengthen<br />
Azerbaijan’s position in the region and<br />
enable it to become a magnet for land- and<br />
air-based trade between and among the<br />
states of Europe and Asia. Baku will act<br />
as a gateway to Central Asia for Europe<br />
and a door to Europe for Central Asia and<br />
China. It has the potential to become a<br />
“hub of hubs” on the Caspian Sea, but this<br />
will require articulation of a clear vision<br />
today for the Azerbaijan of 2030.<br />
The Need for an Integrated<br />
Development Strategy<br />
Close examination of the ongoing and<br />
planned infrastructure and transportation<br />
projects in the region, including<br />
Azerbaijan, would reveal a lack of<br />
coherence in the development strategy for<br />
the non-oil economy. Important and useful<br />
projects are being planned and initiated<br />
independently of one another, without<br />
the necessary cross-sector and intrasector<br />
coordination. In other words, these<br />
projects do not seem to be guided by a<br />
unified objective. Unless a clear, integrated<br />
“big picture” strategy is set forth today, the<br />
development trajectory of Azerbaijan, or<br />
of any other country in the region, for that<br />
matter, is likely to be halting and subject to<br />
chance. This is not to say that Azerbaijan<br />
could not achieve high per capita income<br />
or social-welfare advancement without<br />
such a vision. The “trial and error”<br />
approach certainly offers one type of<br />
problem-solving strategy. But in addition<br />
to being risky, such an approach would<br />
consume far more in terms of resources,<br />
time, and energy in the long run, and its<br />
success would not be guaranteed.<br />
The report you are about to read has been<br />
written in the hope of contributing to<br />
the vision of the future of Azerbaijan and<br />
the Caspian region. It focuses on Euro-<br />
Asian trade, transportation and logistics,<br />
FEZ, and port development, and draws<br />
some lessons for Azerbaijan and other<br />
countries in Central Eurasia aspiring to<br />
become regional commercial hubs and<br />
take advantage of the growing regional<br />
as well as continental trade between two<br />
major economic blocs, namely Europe and<br />
Asia. In particular, it proposes a specific<br />
development scheme for Azerbaijan’s hub<br />
strategy. As is noted throughout the report,<br />
the opportunities for Azerbaijan are many,<br />
and the realization of this potential will<br />
benefit the whole region, not just a single<br />
state. This means that for Azerbaijan to<br />
achieve its national objectives, it needs<br />
to coordinate its efforts with those of<br />
neighboring countries in the region.<br />
CASPIAN REPORT<br />
109 107
Most of the states of Central Eurasia are<br />
landlocked, and they depend on each<br />
other’s transportation infrastructure.<br />
Building highways, railways, ports, and<br />
airports is a necessary part of Azerbaijan’s<br />
hub strategy, but it is not a sufficient<br />
one. Without a bird’s-eye approach and a<br />
coherent policy, which will view all these<br />
projects as components of a single strategy,<br />
the transportation and infrastructure<br />
projects are likely to have outcomes that<br />
will be insufficiently efficacious, because<br />
they would lack complementarity. For<br />
Central Eurasia to produce the “Dubais”<br />
and “Singapores” of the 21st century, the<br />
compartmentalized regional mindset has to<br />
give way to an integrated common vision<br />
that will direct each project towards a<br />
shared goal.<br />
Azerbaijan of 2030 or 2050 will be the<br />
product of today’s concept sketches.<br />
The core of a successful hub strategy for<br />
Azerbaijan must include Free Economic<br />
Zones (FEZ) development, on the basis<br />
that FEZs are prerequisites for generating<br />
trade and attracting Foreign Direct<br />
Investment (FDI). The current FEZ law<br />
in Azerbaijan falls short of the Production<br />
Sharing Agreement (PSA) legal framework,<br />
effectively utilized by Azerbaijan to<br />
promote its oil and gas projects. Although<br />
the non-oil sector may not be as attractive<br />
or compelling as the oil sector, given the<br />
right strategy and incentives, it could still<br />
bring in high levels of FDI, with multibillion<br />
dollar ventures across various sectors<br />
of the non-oil economy.<br />
This report recommends focusing on<br />
two projects that are directly linked to<br />
Azerbaijan’s grand hub strategy and<br />
that could generate significant FDI in<br />
the non-oil sector and raise the stakes<br />
in the country’s FEZ development.<br />
This means that the two key projects<br />
– the Port of Alyat and Baku Heydar<br />
Aliyev International Airport – should<br />
be incorporated into the FEZ concept,<br />
which in turn should be constructed on a<br />
flexible and effective legal framework (i.e.<br />
Production Sharing Agreement). This<br />
approach will produce two marketable<br />
projects that could result in a “Contract<br />
of the 21 st Century” in Azerbaijan’s<br />
non-oil sector, similar to the “Contract<br />
of the Century” signed in the energy<br />
sector in September 1994. At a regional<br />
level, Azerbaijan needs to harmonize its<br />
transport strategy with that of neighboring<br />
states, particularly Georgia, Turkey and<br />
the Central Asian countries along the<br />
East-West axis, and Russia and Iran in the<br />
North-South direction.<br />
Other Key Recommendations<br />
Strategic <strong>Issue</strong>s<br />
The Azerbaijani government<br />
needs to align all its major development<br />
projects in the non-oil sector under a<br />
single overarching objective.<br />
A coherent and integrated<br />
vision for Azerbaijan’s future hub must<br />
be developed. This strategy or a master<br />
plan should integrate and encompass all<br />
110 108
activities linked to the development of<br />
ports, airports, highways, FEZs, logistics<br />
centers and other strategic transport and<br />
non-transport projects.<br />
Compartmentalized mindset in<br />
different state ministries has to give way to<br />
a unified vision that will direct all projects<br />
towards a common goal.<br />
Roads and Railways<br />
To increase the competitiveness<br />
of TRACECA corridor, Azerbaijan should<br />
work closely with Georgia, Kazakhstan and<br />
Turkmenistan, as well as China, the EU<br />
and Turkey, in simplifying border crossings<br />
and reducing the cost of transportation<br />
along this route.<br />
All highways of state and<br />
international importance in Azerbaijan<br />
should be viewed on a different level. A<br />
centralized road maintenance regime of<br />
highways of international importance is a<br />
must.<br />
It is critical to extend<br />
Azerbaijan’s railway connection in all<br />
directions including the North-South.<br />
Maritime Transportation<br />
Caspian maritime transportation<br />
is a key to successful development of<br />
international transport corridors via<br />
Azerbaijan. The current state of Caspian<br />
shipping is far from satisfactory and<br />
it requires immediate attention. If the<br />
outstanding challenges with maritime<br />
shipping and operations are not addressed,<br />
Azerbaijan risks losing the maritime trade<br />
share in the Caspian Sea in the near future.<br />
The Azerbaijani government<br />
should consider allowing a private<br />
shipping company to run scheduled<br />
RO-RO and ferry lines between Baku<br />
and Aktau and Baku and Turkmenbashy,<br />
therefore increase the traffic of<br />
international trucks.<br />
Logistics Sector<br />
Azerbaijan should act fast and<br />
establish its national private logistics<br />
company (with government participation)<br />
that will provide logistics services to<br />
regional and international suppliers<br />
inside and outside of Azerbaijan. Russia’s<br />
experience with FESCO Transportation<br />
Group, Russia’s largest private intermodal<br />
transportation group where the Russian<br />
State (i.e. Russian Railways) has shares,<br />
could serve as a good model.<br />
In addition, the government<br />
should set up ‘bonded warehouses’ or<br />
‘logistics zones’ along all of its borders,<br />
where trucks can unload their cargo for<br />
further customs clearance and collection<br />
by the clients.<br />
Air Transportation<br />
The government needs to set<br />
clear goals for Azerbaijan Airlines (AZAL)<br />
so that the company can become a<br />
CASPIAN REPORT<br />
111 109
member of leading international alliance in<br />
the near future.<br />
Azerbaijan’s supply of jet fuel<br />
is a strategic advantage and the key in its<br />
air hub strategy. The production of jet<br />
fuel should be coordinated and the Baku<br />
airport should always have extra jet fuel<br />
at competitive prices. It is one of the few<br />
ways how Baku can attract international air<br />
carries.<br />
The Baku Heydar Aliyev<br />
International Airport should be linked<br />
to the Alyat port by various modes of<br />
transport, including rail, so that the two<br />
sites could effectively do intermodal<br />
transfer of cargo.<br />
Through its future FEZ<br />
Development Corporation, Azerbaijan<br />
should consider buying shares or invest<br />
in Poti Port & FEZ as well as Aktau and<br />
Turkmenbashy Ports & FEZs.<br />
A dedicated State Agency for<br />
FEZ Activity, directly reporting to the<br />
President, should be created to oversee<br />
all FEZ activity and the two proposed<br />
projects. All activities could be supervised<br />
directly by the President, similar to the<br />
approach taken in the energy projects<br />
signed in 1990s.<br />
In the future, Baku should<br />
consider building a stand-alone airport<br />
near the Alyat port.<br />
Free Economic Zone Concept<br />
The current FEZ concept and<br />
legal regime should be reviewed and<br />
updated to reinforce Azerbaijan’s future<br />
hub strategy.<br />
The two key projects – the<br />
Port of Alyat and Baku International<br />
Airport – should be incorporated into<br />
the FEZ concept, which in turn must be<br />
constructed on a flexible and effective<br />
legal framework (PSA-type legal regime).<br />
A strategic planning of the two projects<br />
should be completed, before the first-tier<br />
investors and developers worldwide are<br />
invited to invest in the projects.<br />
112 110
Turkey, Caspian Strategies, and the<br />
Economic Cooperation Organisation<br />
William Hale<br />
On 15-16 October <strong>2012</strong> the media<br />
spotlight was briefly turned on a meeting<br />
in Baku, capital of Azerbaijan, of the<br />
Economic Cooperation Organisation<br />
(ECO) – a body which had almost<br />
escaped notice until then. The main<br />
cause of this flurry of interest was an<br />
unexpected encounter after the end of<br />
the plenary sessions between Turkey’s<br />
Prime Minister, Tayyip Erdoğan and the<br />
Iranian President Mahmoud Ahmadinejad.<br />
The two leaders evidently sought to<br />
overcome serious differences in their<br />
policies towards the civil war in Syria<br />
by trying to forge a regional solution to<br />
the Syrian impasse. 1 If nothing else, the<br />
incident suggested that ECO seemed to<br />
have some value as a platform on which<br />
government leaders who were divided on<br />
important international issues could have<br />
a face to face meeting. It also raised the<br />
question as to whether this organisation<br />
had any other useful functions, granted its<br />
normal obscurity. The question is of some<br />
importance in the context of economic<br />
and political relations between the Caspian<br />
nations, since all the countries in the<br />
1 Simon Tisdall, ‘Iran and Turkey’s Meeting Reveals New Approach<br />
to Syria’, The Guardian (London) 25 October <strong>2012</strong>.<br />
Caspian basin except Russia are members<br />
of ECO, together with Turkey, Pakistan,<br />
and four other Central Asian republics. 2<br />
Accordingly, this article seeks to outline<br />
the historical development of ECO and<br />
the political and economic issues which<br />
it currently faces. This is followed by an<br />
assessment of its potential importance<br />
in the years ahead. Does ECO offer any<br />
prospect of becoming a more important<br />
instrument for the development of closer<br />
economic and political links in the Caspian<br />
region, or is it condemned to continue as<br />
just another international talking shop<br />
ECO traces its origins to the alliances<br />
of the cold war, although its scope and<br />
purpose has changed fundamentally since<br />
then. In 1955, Britain, Turkey, Iraq, Iran<br />
and Pakistan, supported by the USA,<br />
formed the Baghdad Pact, as an attempted<br />
pro-western defence alliance in the middle<br />
east. In 1959, following the overthrow of<br />
the Hashemite monarchy in Iraq in the<br />
previous year, it lost its only Arab member,<br />
and was reconstructed as the ‘northern<br />
tier’ alliance of the remaining members,<br />
known as the Central Treaty Organisation<br />
2 That is, Uzbekistan, Kirghizstan, Tajikistan and Afghanistan.<br />
CASPIAN REPORT<br />
113 111
(CENTO). Five years later, in 1964,<br />
Turkey, Iran and Pakistan attempted to<br />
give their common political alignment<br />
an economic dimension by setting up<br />
a parallel organisation called Regional<br />
Cooperation for Development, or RCD,<br />
which was supposed to promote mutual<br />
trade and economic collaboration. 3 The<br />
CENTO alliance was dissolved in 1979,<br />
after the Iranian revolution, and RCD<br />
with it. However, in 1985 its three former<br />
members established ECO as a successor<br />
organisation. Although this achieved little<br />
in the immediately succeeding period,<br />
it was given a new impetus after the end<br />
of the cold war by the accession in 1992<br />
of the newly independent republics of<br />
Azerbaijan, Kazakhstan, Kirghizstan,<br />
Tajikistan, Turkmenistan and Uzbekistan,<br />
besides Afghanistan. 4<br />
ECO’s main stated purpose was to<br />
liberalise trade between the member<br />
states, first through a Protocol on<br />
Preferential Tariffs signed by the original<br />
members in 1991, and then through<br />
the ECO Trade Agreement (ECOTA)<br />
launched in July 2003, in which they<br />
committed themselves to ‘the progressive<br />
reduction of tariffs and elimination of<br />
non-tariff barriers to trade’, 5 besides the<br />
improvement of mutual transport links, 6<br />
3 See William Hale and Julian Bharier, ‘CENTO, RCD and<br />
the Northern Tier: a Political and Economic Appraisal’, Middle<br />
Eastern Studies, Vol.8. No. 2 (1972) pp. 217-9<br />
4 Richard Pomfret, ‘The Economic Cooperation Organization:<br />
Current Status and Future Prospects’, Europe-Asia Studies,<br />
Vol.49, No.4 (1997) pp.657-9.<br />
5 ECO Trade Agreement (ECOTA) (Islamabad, July 2003)<br />
Article 3: from ECO Secretariat website (www.ecosecretariat.<br />
org/ftproot/Documents/Agreements/ECOTA) accessed 28<br />
October <strong>2012</strong><br />
6 Ibid, Article 9.<br />
among other objectives. Future aims<br />
included the establishment of an ECO<br />
Trade and Development Bank (ECObank)<br />
a reinsurance company, and even an ECO<br />
shipping company and an ECO airline. 7<br />
In his speech to his fellow-leaders in<br />
Baku in October <strong>2012</strong>, Prime Minister<br />
Erdoğan admitted that ECO was still a<br />
long way from achieving its objective of<br />
founding a free trade area. However, he<br />
pointed out that the member states had<br />
a total population of 400 million people,<br />
and claimed that if the ECOTA were<br />
fully implemented then mutual trade<br />
could be increased eight-fold. 8 Similarly,<br />
writing in the normally pro-government<br />
Turkish daily Zaman, columnist Kadir<br />
Dikbaş emphasised that, in the first eight<br />
months of <strong>2012</strong>, while Turkey’s exports to<br />
the European Union (EU) had declined<br />
by 9.1 percent compared with the same<br />
period of 2011, in the case of the ECO<br />
countries it had increased by 115 percent. 9<br />
In interpreting this, strict caution was<br />
needed, however. Paradoxically, Turkey’s<br />
trade with ECO was largely with Iran,<br />
with whom it had the most problematic<br />
political relations, accounting for its<br />
extreme volatility.<br />
Calculating from Turkey’s official trade<br />
statistics for 2011, Iran accounted for just<br />
over 60 percent of total trade with the<br />
ECO countries (39 percent of exports<br />
and 72 per cent of imports) 10 and was<br />
7 Pomfret, op.cit., pp.659-60<br />
8 ‘Serbest Ticaret Anlaşmasını Herkes İmzalasın, Tıcaretimız 8<br />
Kat Artsın’, Zaman (Istanbul, daily) 17 October <strong>2012</strong>.<br />
9 Kadir Dikbaş, ‘ Zor Zamanda İhracat Rekoru Kırdığımız<br />
Bölge’, ibid, 16 October <strong>2012</strong><br />
10 Data from Türkiye İstatistik Kurumu (www.tuik.gov.tr),<br />
114 112
heavily influenced by extraneous political<br />
factors over which the ECO members<br />
had little control. Iran accounted for the<br />
vast majority of the exponential increase<br />
in Turkey’s exports to ECO in <strong>2012</strong>, but<br />
this was explained by a sharp increase<br />
in sales of gold to Iran. In this case, the<br />
imposition of economic sanctions by<br />
the United Nations, the USA and EU,<br />
due to the dispute over Iran’s alleged<br />
attempt to develop a nuclear arsenal, and<br />
the subsequent collapse of the Iranian<br />
currency, had led to massive imports of<br />
bullion by Iranian traders, either directly<br />
from Turkey or indirectly via Dubai. There<br />
was no proof that this would be anything<br />
more than a temporary phenomenon, and<br />
in any case it was likely to be offset by a<br />
reduction in Turkey’s oil imports from Iran<br />
during the second half of <strong>2012</strong>, due to the<br />
international sanctions campaign. 11<br />
The main criticism of ECO has been that<br />
it has been driven purely by strategic or<br />
political priorities, and lacks economic<br />
logic. The point is illustrated by the<br />
general failure of ECO to achieve its<br />
economic goals. By <strong>2012</strong>, the ECOTA<br />
had only been accepted by five of the ten<br />
member states (that is, Afghanistan, Iran,<br />
Pakistan, Tajikistan and Turkey) 12 and<br />
there were only limited signs of progress<br />
towards the implementation of a free trade<br />
foreign trade statistics: accessed 29 October <strong>2012</strong>.<br />
11 Aydın Albayrak, ‘Turkey-Iran Relations Economically<br />
Strained As Well’, Today’s Zaman (Istanbul, daily) 9 August<br />
<strong>2012</strong>. This also reports that the gold imports may have been<br />
supported by the Central Bank of Iran, which was purchasing it<br />
through third parties.<br />
12 The 3 rd Meeting of the ECOTA Cooperation Council, <strong>02</strong>-<br />
03 October <strong>2012</strong>, Ankara, from www.ecosecretariat.org/ftproot/Press_Rls/<strong>2012</strong>/3ecota.htm:<br />
accessed 29 October <strong>2012</strong>.<br />
area. Agreement on the ECObank was not<br />
reached until 1995, and membership still<br />
has to be signed and ratified by several<br />
members. Moreover, its funds are limited,<br />
with only $450 million in paid-up capital,<br />
and it has to tread carefully to avoid<br />
running foul of international sanctions<br />
against Iran. 13 Given the very limited<br />
progress on trade liberalisation, trade<br />
within the group is still restricted: as of<br />
2010, it was reported to account for only<br />
seven percent of the total foreign trade of<br />
the ten member states. 14<br />
ECO members have also been active in<br />
developing their relations with other<br />
partners, notably Russia and China.<br />
Among the Caspian members of ECO,<br />
Kazakhstan is the closest, both politically<br />
and economically, to the Russian<br />
Federation, having agreed to form a<br />
customs union with Russia and Belarus<br />
in December 2009. It followed this up<br />
with a free trade agreement signed with<br />
Russia and six other members of the<br />
Commonwealth of Independent States<br />
in October 2011. 15 According to World<br />
Trade Organisation (WTO) statistics,<br />
the European Union is Kazakhstan’s most<br />
important trading partner, followed by the<br />
Russian Federation and China: none of<br />
the other ECO member states enter the list<br />
of its top five partners. Among the other<br />
13 Abdullah Bozkurt, ‘Iran to Turn ECO into Paper Organization’,<br />
Today’s Zaman, 15 October <strong>2012</strong>.<br />
14 Ibid.<br />
15 ‘Russia, Belarus and Kazakhstan Agree on Customs Union’,<br />
Turkish Weekly (www.turkishweekly.net/news) 5 December<br />
2009: accessed 5 November <strong>2012</strong>: Greg Delaney, ‘Kazakhstan<br />
signs Free Trade Agreement with Russia & other CIS States’,<br />
from www.kazakhstanlive.com, 19 October 2011, accessed 5<br />
November <strong>2012</strong><br />
CASPIAN REPORT<br />
115 113
Caspian states, (bar Turkmenistan, for<br />
which WTO data are not available)<br />
T urkey is the only ECO member which figures<br />
among the other members’ top five partners,<br />
notably in trade with Azerbaijan, where it is<br />
the third most important source of imports.<br />
The emergence of China as a significant global<br />
economic player has also altered the external<br />
environment in a way quite unforeseen when<br />
ECO was set up. This has been especially marked<br />
in the case of Kazakhstan and Turkmenistan,<br />
both of which have built, or are building, large<br />
natural gas pipelines to China,16 besides<br />
increasing their imports from Asia’s rising<br />
economic power.<br />
Economic and technical factors help to<br />
explain ECO’s apparent failure to take<br />
off as a trading group. In the Caspian<br />
region, its members are mainly primary<br />
producers, exporting oil and gas to the<br />
rest of the world (originally, Russia) rather<br />
than to one another. There is some degree<br />
of complementarity between the Turkish<br />
and other ECO economies, in that Turkey<br />
can export manufactured products in<br />
exchange, but this is an exception.<br />
T he paucity of transport links is a further<br />
problem, although this is now being tackled by<br />
the construction of the Kars-Bitlis-Baku railway,<br />
connecting Turkey with Azerbaijan via Georgia.<br />
16 Vladimir Socor, ‘China to Increase Central Asian Gas<br />
imports through Multiple Pipelines’, Eurasia Daily Monitor,<br />
Vol.9, No.152 (9 August <strong>2012</strong>) and ‘Kazakhstan Expands Gas<br />
Transit Pipeline Capacities and Own Exports to China’, ibid,<br />
Vol.9, No.153.<br />
In general, the Caspian states have<br />
preferred autarchic rather than<br />
internationally oriented development<br />
strategies, relying on their oil and gas<br />
reserves to finance imports, and putting<br />
the development of regional trading links<br />
well down in the list of priorities.<br />
Besides this, political factors have<br />
posed crucial obstacles to the effective<br />
development of ECO. Here, Iran appears<br />
to be the major problem, and the odd<br />
man out in ECO, since this is the only<br />
regional club of which it is a member.<br />
Hence, its government is accused of trying<br />
to exploit the organisation as a means<br />
of drumming up political support in the<br />
face of its growing international isolation.<br />
Critics accuse the Iranian regime of trying<br />
to use ECO as a propaganda machine<br />
for promoting its own controversial<br />
causes - much as it used a meeting of the<br />
Non-Aligned Movement in Tehran in<br />
August <strong>2012</strong>, causing raised eyebrows in<br />
other ECO governments. In September<br />
<strong>2012</strong>, ECO discussed plans to establish a<br />
Parliamentary Assembly, prompting fears<br />
that Iran sought to turn the body ‘into<br />
another West-bashing club’ rather than a<br />
forum for discussing the real issues in the<br />
region. 17<br />
Bilateral relations between Iran and other<br />
ECO members are also damaged by<br />
the Iran’s close relations with Armenia,<br />
putting it at odds with both Turkey and<br />
Azerbaijan, besides sharp differences<br />
between Tehran and Ankara in policies<br />
towards Syria. Turkey has supported<br />
international efforts to persuade Iran to<br />
17 Bozkurt, op.cit.<br />
116 114
allow a proper inspection of its nuclear<br />
facilities by the International Atomic<br />
Energy Agency, but so far without success.<br />
Apart from the seabed issue, relations<br />
between Iran and Azerbaijan have been<br />
seriously damaged by Azerbaijan’s military<br />
links with Israel, which resulted in a $1.6<br />
billion arms deal for the supply of Israeli<br />
drones and missile defence systems<br />
announced in February <strong>2012</strong>. Although<br />
both sides deny this, the entente with<br />
Israel is also said to include permission<br />
for the Israeli air force to use an air base<br />
in Azerbaijan, presumably in support of<br />
an attack on Iran. 18 In April <strong>2012</strong> tensions<br />
were increased when Azerbaijan carried<br />
out naval exercises in the Caspian, which<br />
were assumed to be directed against Iran. 19<br />
These and the many other inter-state<br />
conflicts and rivalries within the region<br />
appeared to make it unlikely that ECO<br />
could ever get beyond the talking-shop<br />
stage without some basic reconstruction or<br />
redirection.<br />
Clearly, overcoming these obstacles will<br />
be hard, and could be impossible. Apart<br />
from the political disputes, plans for a<br />
change in the economic development<br />
strategies of all the ECO members, and<br />
18 Mark Perry, ‘Israel’s Secret Staging Ground’, Foreign<br />
Policy, 28 March <strong>2012</strong>. For background on the development of<br />
links between Israel and Azerbaijan, see Alexander Murinson,<br />
Turkey’s Entente with Israel and Azerbaijan: State Identity and<br />
Security in the Middle East and Caucasus (London and New<br />
York, Routledge, 2010) esp. pp.57-61, 123-33. Israel’s development<br />
of its military links with Azerbaijan also prompts the<br />
speculation that this has acted as a barrier to the formation of an<br />
alliance between the Armenian and pro-Israel lobbies in the US<br />
Congress – to Turkey’s advantage.<br />
19 Anar Valiev, ‘Azerbaijan’s Military Exercises in the Caspian:<br />
Who Is the Target’ Eurasia Daily Monitor, Vol.9, No 94, 17<br />
May <strong>2012</strong>.<br />
achieving better economic cooperation,<br />
hold little prospect of success given the<br />
huge economic disparities between, say<br />
Afghanistan and Tajikistan, at one end of<br />
the scale, and Turkey at the other. So long<br />
as Iran, the lone wolf in regional politics,<br />
pursues ideological and strategic goals<br />
at odds with those of its neighbours, the<br />
emergence of ECO as an effective regional<br />
bloc within the Caspian region seems<br />
highly improbable.<br />
This is not to suggest that the other<br />
members should declare ECO dead and<br />
buried. If they did so, Iran would almost<br />
certainly see this as another attempt to<br />
exclude it from the international arena,<br />
and could react in ways which could cause<br />
further problems for the other members –<br />
by, for instance, giving full-scale support to<br />
terrorist attacks by the PKK in Turkey. On<br />
these grounds, the other members would<br />
probably prefer to keep Iran inside their<br />
garden, rather than roaming around in the<br />
forest outside. On the other hand, it could<br />
be argued that ECO might take a leaf out<br />
of the EU’s book, by developing free trade<br />
or other cooperative arrangements purely<br />
among those members that are willing and<br />
able to go forward with this project, and do<br />
not have serious political differences. This<br />
would allow others to opt out, without<br />
excluding them from the organisation<br />
altogether, and would be more effective<br />
than trying to adhere to a ‘one size fits all’<br />
model which has little chance of success.<br />
‘Flexible geometry’ might thus be the best<br />
way forward.<br />
CASPIAN REPORT<br />
117 115
To be more specific, a project embracing<br />
purely Turkey, Azerbaijan, Kazakhstan<br />
and Turkmenistan would appear to<br />
offer the best prospect of progress<br />
(Georgia, although not an ECO member,<br />
should also be included, as the essential<br />
geographical link between Turkey and<br />
Azerbaijan). If, at a later stage, there were<br />
a fundamental internal transformation<br />
in Iran, with a consequent reorientation<br />
of its foreign policies, it could always be<br />
brought into the fold. In the meantime,<br />
the four states, (‘TAKT’ for short) all have<br />
reasonably good mutual relations, without<br />
controversial ideological commitments.<br />
Broadly, they all pursue compatible goals<br />
– in particular, fuller integration into<br />
the global economic system, rather than<br />
opposition to it.<br />
Such a project would appear to have<br />
gained credibility thanks to developments<br />
in the oil and gas field over past year,<br />
notably the emergence of the Trans-<br />
Anatolian gas pipeline project (TANAP)<br />
as a real alternative to existing systems,<br />
most of which depend on either Russia or<br />
Iran. This could lead to the revitalisation<br />
of the long-discussed Nabucco project<br />
as a new source of gas supply to central<br />
and eastern Europe. An essential part<br />
of TANAP would be a trans-Caspian<br />
gas pipeline connecting Turkmenistan<br />
with Azerbaijan, which would vastly<br />
increase the available supply. To achieve<br />
this, Azerbaijan and Turkmenistan<br />
are reported to have agreed that a<br />
trans-Caspian pipeline could go ahead<br />
without awaiting or prejudicing the<br />
final delimitation of sectoral borders –<br />
implying that the project would not be<br />
held hostage to possible vetoes by Russia<br />
or Iran, or to disagreements between<br />
Baku and Ashkabad over their offshore<br />
boundaries. 20 Kazakhstan was apparently<br />
not included among the initial partners<br />
in TANAP, but was said to be interested<br />
in increasing its oil and gas exports via<br />
Azerbaijan. More broadly, it was reported<br />
to be emerging as Turkey’s most important<br />
economic partner in the region, with the<br />
establishment of a High Level Strategic<br />
Cooperation Council by the two countries<br />
in October <strong>2012</strong>. Hence, could be<br />
expected to play an important role in a<br />
potential TAKT alignment. 21<br />
This is not to suggest the emergence of<br />
TAKT as an economic grouping within<br />
ECO would be problem free. Much<br />
would need to be done to improve<br />
overland as well as trans-Caspian<br />
transport links between the participating<br />
states, and facilitating trade outside the<br />
energy field. Although the trans-Caspian<br />
pipeline would clearly reduce Russia’s<br />
role in the Caspian energy game, the<br />
TAKT countries, as always, would need<br />
to be very cautious in relations with<br />
their powerful northern neighbour.<br />
Nonetheless, such an alignment within<br />
ECO offered the prospect that the<br />
organisation – or at least a part of<br />
it – could develop a more effective<br />
international role than it has had so far.<br />
20 Vladimir Socor, ‘Turkey Seeks Opportunity in Trans-Caspian<br />
Pipeline Project’, Eurasian Daily Monitor, Vol.9, No.164,<br />
11 September <strong>2012</strong>.<br />
21 Richard Weitz, ‘Kazakhstan-Turkey Presidential Summit<br />
Deepens Economic Ties’, ibid, Vol.9, No.191, 19 October <strong>2012</strong>.<br />
118 116
BP-Rosneft Deal:<br />
Implications & Intentions<br />
Gulmira Rzayeva<br />
Energy Expert<br />
Recent weeks have seen much news<br />
and analysis by Russian, UK and other<br />
international commentators on the<br />
TNK-BP takeover, which will make the<br />
Russian-listed company Rosneft one of the<br />
world’s biggest oil producers.<br />
T hough listed, Rosneft is state-controlled -<br />
over 70% of its equity is controlled by the Russian<br />
government.<br />
It is estimated that the new Rosneft will<br />
register at 23 billion barrels of oil reserves,<br />
on par with ExxonMobil or Brazilian<br />
Petrobras; however its daily production<br />
output is just over 4 million barrels per<br />
day, which is significantly more than Exxon<br />
or Petrobras. When Rosneft finalizes the<br />
TNK-BP acquisition, its net debt will<br />
be more than $70 billion, double the<br />
EBITDA estimate for this year.<br />
Rosneft is buying out BP’s 50% stake in<br />
TNK-BP, while BP is taking a 12.84%<br />
equity share in Rosneft. BP is purchasing<br />
5.66% of Rosneft equity shares for 4.88<br />
billion USD ($8 per share), bringing its<br />
total share in Rosneft to 19.75%. This will<br />
give BP the right to assign two members<br />
to the Rosneft board. Presumably one<br />
of them will be David Pitty, Head of BP<br />
Russia, and the other Robert Dudley, who<br />
memorably had to leave Russia in 2008<br />
when tensions with BP’s former partners<br />
in TNK-BP were at their peak – now it is<br />
likely that he will be returning to help the<br />
Russian state run one of its main economic<br />
pillars.<br />
There are a number of indicators regarding<br />
the possible appointment of a Rosneft<br />
representative to BP’s board.<br />
T he appointment of a Russian director to BP’s<br />
15-strong board would be a first in the company’s<br />
104-year history.<br />
It has not been ruled out that the<br />
representative in question will be Igor<br />
Sechin - Putin’s close associate and energy<br />
tsar. Moving from fighting capitalism in<br />
the Angolan jungle to sitting on the board<br />
of BP would represent a remarkable career<br />
trajectory for Sechin.<br />
Opinions are split across the expert<br />
communities as to whether the deal is<br />
financially profitable for both Rosneft<br />
and BP. BP’s annual income from TNK-<br />
BP production was USD 3 billion. After<br />
selling its share, the company’s income<br />
CASPIAN REPORT<br />
119 117
from its activities in Russia will decrease<br />
three-fold, and it will also lose 25% of<br />
its production base. The question is,<br />
then, why the British oil major, which<br />
has about 20% of its oil and gas assets in<br />
the Russian public company, is choosing<br />
to abandon a profitable and developing<br />
investment and become a minority<br />
shareholder of state-controlled Rosneft<br />
A further question that has been raised is<br />
why AAR did not buy the 50% share of<br />
TNK-BP and become the sole owner of<br />
the company by outbidding the Rosneft<br />
offer<br />
The analyses and commentaries from<br />
media outlets and political pundits alike<br />
are missing one fundamental point:<br />
the current deal is politically beneficial<br />
for both Moscow and BP, as opposed<br />
to financially. With Russia’s direct<br />
participation on its board, will BP now<br />
have a political response to Baku and<br />
SOCAR following two years of tension<br />
over key decisions about existing and<br />
upcoming gas projects And has Moscow<br />
in turn finally found the best way to<br />
impede the Southern Gas Corridor<br />
(SGC) and Shah Deniz (SD) projects in<br />
which BP is a leading player<br />
Or perhaps, Putin and Sechin have<br />
acknowledged that whether they like<br />
it or not, in the long-term, Caspian<br />
gas will be strategically important for<br />
European markets – and if so, why not<br />
profit from it Gazprom has sale and<br />
purchase agreements with the South East<br />
European and Balkans markets, but those<br />
agreements do not go beyond 2<strong>02</strong>2.<br />
A ll of the markets that rely exclusively<br />
on Gazprom do not want to deepen their gas<br />
import dependence on Gazprom, and are<br />
eagerly awaiting the SD exports.<br />
It may also be the case that Gazprom’s<br />
traditionally monopolist position is at<br />
odds with Russia’s vision for itself in<br />
a “WTO-world”. As consumer choice<br />
increases (via LNG, shale gas, and East<br />
Mediterranean gas), it could well be that<br />
Russia’s strategists have realized that<br />
they need to upgrade their portfolio of<br />
options.<br />
There is a fear that Rosneft or any of<br />
its subsidiaries might, through the BP<br />
connection, get involved in the upstream<br />
and midstream projects such as Shah<br />
Deniz and the Southern Gas Corridor.<br />
The outcome is obvious: Russian<br />
manipulation of the entire project would<br />
be inevitable. In an interview with the<br />
Wall Street Journal, Sechin claimed<br />
that Rosneft is creating an investment<br />
fund with a completely new, probably<br />
international, credit-financial structure,<br />
based on its current resources. ‘An<br />
investment group, an investment holding<br />
will never be out of place in general;<br />
and in some cases will be necessary for<br />
Rosneft as for any major company. It can<br />
be interpreted differently. Within this<br />
so-called investment group Rosneft or its<br />
daughter gas company can easily make<br />
joint investment in the upstream and<br />
midstream projects in the region.<br />
In his recent statement, Sechin stated<br />
that he supports the further development<br />
of Gazprom’s export monopoly.<br />
Interestingly, he mentioned that he does<br />
not exclude the possibility that Rosneft<br />
could export gas in collaboration with<br />
Gazprom in the future. What he was<br />
likely referring to is the creation of a<br />
single export channel in Russia working<br />
in close alignment with Gazprom.<br />
Furthermore, Sechin specifically does not<br />
rule out involvement in gas business in<br />
the future, e.g. through selling Gazprom’s<br />
gas. One can assume that BP, as a TAP<br />
shareholder, would allow its strategic<br />
120 118
partner Rosneft to sell gas to/via TAP.<br />
That scenario will result in competition<br />
for Azerbaijani gas within the project and<br />
the market (e.e. Italian).<br />
Moreover, from the broader geopolitical<br />
perspective, this enables Moscow to<br />
threaten - or participate profitably in - the<br />
Euro-Atlantic energy security concept<br />
which NATO (among others) has been<br />
promoting. Azerbaijan, Iran, Kazakhstan<br />
and Turkmenistan have significant energy<br />
resources and are competing with Russia<br />
for the same lucrative and strategically<br />
significant markets. In some scenarios,<br />
these countries could act as Russian<br />
partners and help Russia realize its<br />
broader energy strategy on the Eurasian<br />
continent - which could lead to a Eurasian<br />
energy producers’ consortium under<br />
Russian patronage.<br />
It is clear that such a consortium would<br />
benefit Russia, but it is less obvious how<br />
it might benefit the other participants.<br />
In order to realize such a long-term<br />
strategy, Russia would have to make a<br />
strong case and provide real incentives<br />
to potential participants. Several of those<br />
countries have no desire to return to a<br />
de-facto USSR; they have built successful<br />
independent national energy policies over<br />
the last 20 years. How will Russia use a<br />
seat on the BP board to further its longterm<br />
strategic aims Perhaps we should<br />
work on the assumption that those aims<br />
will evolve as Russia’s leadership prepares<br />
for the post-Putin era later in this decade.<br />
Geopolitical speculation aside, there are<br />
possible positive implications for SGC<br />
and SD. Overall Rosneft (and Russia) are<br />
better operational and strategic partners<br />
for BP than the AAR oligarchs. With the<br />
Macondo aftermath and other challenges,<br />
BP management has been stretched. It<br />
could be, that without the AAR tantrums,<br />
the BP board will make better decisions<br />
on behalf of their shareholders. Thus in<br />
this sense, it is entirely possible that in<br />
terms of focus and priority, Azerbaijan<br />
and SGC could benefit (indirectly) from<br />
the deal.<br />
A s for Russia, its long-awaited accession to<br />
the WTO marks a real milestone, achieved in<br />
the face of the nationalist rhetoric propagated by<br />
the elite.<br />
Sakhalin and now Rosneft are huge<br />
upstream joint ventures in Russia with<br />
significant foreign participation. Despite<br />
his military and no doubt Marxist<br />
education and early career, it seems<br />
likely that Sechin has been reading Adam<br />
Smith over the last 20 years; now he finds<br />
himself responsible for delivering a longterm<br />
sustainable future for Russian oil in<br />
a bilateral and reciprocal world. Maybe<br />
BP and Azerbaijan should be considering<br />
opportunities outside the former Soviet<br />
Union for joint investment with the new<br />
Rosneft, allowing everyone to move away<br />
from the Soviet legacy of gas pipeline<br />
squabbles.<br />
From Azerbaijan’s strategic viewpoint,<br />
there is no doubt that SGC & SD<br />
represent vital national interests. Maybe<br />
Russia will gradually shift its energy<br />
strategy to a more WTO and market<br />
oriented one - but maybe it won’t. There<br />
is no doubt that we are now entering a<br />
new stage of energy geopolitics in the<br />
region, and particularly a new stage for<br />
the SGC. Non-technical risks to the<br />
project remain significant, and show<br />
little sign of decreasing in the next few<br />
months. Indeed we are (as the Chinese<br />
saying goes) living in some particularly<br />
interesting times.<br />
CASPIAN REPORT<br />
121 119
Obama’s Challenge With Economy<br />
Yrd. Doç. Dr. Fatih Macit<br />
Suleyman Shah University Director of Economy Department<br />
Obama continued the tradition as his<br />
predecessors and gained the right to<br />
govern the United States for another four<br />
year term. American presidents generally<br />
find it difficult to apply the policies that<br />
they really believe to be true as they always<br />
have a concern about whether they are<br />
going to be selected in the next term.<br />
This tendency becomes more obvious<br />
if these policies have adverse short-run<br />
effects even though they are beneficial in<br />
12,0<br />
10,0<br />
8,0<br />
6,0<br />
4,0<br />
2,0<br />
0,0<br />
Uenmployment Rate<br />
2007-01<br />
2007-04<br />
2007-07<br />
2007-10<br />
2008-01<br />
2008-04<br />
2008-07<br />
2008-10<br />
2009-01<br />
2009-04<br />
2009-07<br />
2009-10<br />
2010-01<br />
2010-04<br />
2010-07<br />
2010-10<br />
2011-01<br />
2011-04<br />
2011-07<br />
2011-10<br />
<strong>2012</strong>-01<br />
<strong>2012</strong>-04<br />
<strong>2012</strong>-07<br />
<strong>2012</strong>-10<br />
the long-run. As Obama does not have a<br />
chance now to be selected again we might<br />
expect that he will put bold steps about<br />
some structural problems.<br />
It seems that Obama’s biggest challenge<br />
will be with US economy in his second<br />
term. When he was first elected in<br />
November 2008, US economy has already<br />
been suffering from the financial crisis<br />
that emerged from problematic mortgage<br />
loans. The unemployment rate was at<br />
5% at the beginning of 2008 and it was at<br />
7.3% by the end of the year. The increase<br />
in the unemployment rate continued until<br />
October 2009 and it reached to doubledigit<br />
levels. Therefore,<br />
the economic crisis was<br />
already on the table<br />
before Obama came to<br />
administration and the<br />
general idea in people’s<br />
mind was that Obama<br />
was not responsible for<br />
the economic crisis. On<br />
the contrary, people<br />
believed that Obama<br />
applied the right policies<br />
to get the economy<br />
out of recession and this has been an<br />
important factor in the election of Obama<br />
for a second term. In fact, both the fiscal<br />
policy adopted by Obama administration<br />
122 120
10,0<br />
8,0<br />
6,0<br />
4,0<br />
2,0<br />
0,0<br />
-2,0<br />
-4,0<br />
-6,0<br />
-8,0<br />
-10,0<br />
GDP Growth Rate<br />
1990q1<br />
1991q1<br />
1992q1<br />
1993q1<br />
1994q1<br />
1995q1<br />
1996q1<br />
1997q1<br />
1998q1<br />
1999q1<br />
2000q1<br />
2001q1<br />
20<strong>02</strong>q1<br />
2003q1<br />
2004q1<br />
2005q1<br />
2006q1<br />
2007q1<br />
2008q1<br />
2009q1<br />
2010q1<br />
2011q1<br />
<strong>2012</strong>q1<br />
and the monetary policy applied by the<br />
FED have significantly helped to the<br />
recovery of the economy. First of all, FED<br />
initiated a large monetary expansion right<br />
after the collapse of Lehman Brothers in<br />
September 2008. For instance, the size<br />
of FED’s balance sheet was around $950<br />
billion when Lehman Brothers collapsed<br />
and it now reached to almost $3 trillion.<br />
Although initially this rapid monetary<br />
expansion did not have a significant effect<br />
3500000<br />
3000000<br />
2500000<br />
2000000<br />
1500000<br />
1000000<br />
500000<br />
0<br />
FED's Balance Sheet Size<br />
2008-01-<strong>02</strong><br />
2008-03-26<br />
2008-06-18<br />
2008-09-10<br />
2008-12-03<br />
2009-<strong>02</strong>-25<br />
2009-05-20<br />
2009-08-12<br />
2009-11-04<br />
2010-01-27<br />
2010-04-21<br />
2010-07-14<br />
2010-10-06<br />
2010-12-29<br />
2011-03-23<br />
2011-06-15<br />
2011-09-07<br />
2011-11-30<br />
<strong>2012</strong>-<strong>02</strong>-22<br />
<strong>2012</strong>-05-16<br />
<strong>2012</strong>-08-08<br />
<strong>2012</strong>-10-31<br />
on economic growth, it significantly<br />
helped to the recovery of private banks’<br />
balance sheets that have been damaged<br />
due to the losses in mortgage backed<br />
securities. As Fed was trying to stimulate<br />
the economy through monetary policy,<br />
Obama supported these<br />
efforts by an expansionary<br />
fiscal policy. A $787 billion<br />
economic stimulus package<br />
was put in place in order<br />
to create more jobs for the<br />
economy and speed up the<br />
economic recovery. The<br />
package included increased<br />
expenditure in various<br />
areas such as infrastructure,<br />
education, health and energy and also<br />
important tax incentives that will stimulate<br />
consumption spending. As a result of all<br />
these policies after a negative economic<br />
growth for four consecutive quarters, the<br />
economy started to grow again in the third<br />
quarter of 2009. However, all these efforts<br />
that have been shown to take the economy<br />
out of recession have considerably<br />
damaged the fiscal balances in US.<br />
Declining tax revenues due<br />
to the economic slowdown<br />
and increased expenditures<br />
to stimulate economic<br />
growth have significantly<br />
increased the budget<br />
deficit during this period.<br />
In 2009 and 2010 the ratio<br />
of budget deficit to GDP<br />
has reached to doubledigit<br />
levels and in 2011<br />
the ratio of total federal<br />
debt to GDP has increased<br />
to 100%. In fact, in the summer of<br />
2011 the US has reached to its debt<br />
ceiling and due to the disagreement in<br />
the Congress between Democrats and<br />
Republicans the country has come to<br />
CASPIAN REPORT<br />
123 121
14,00<br />
12,00<br />
10,00<br />
8,00<br />
6,00<br />
4,00<br />
2,00<br />
0,00<br />
-2,00<br />
-4,00<br />
the default threshold. By a last minute<br />
agreement debt ceiling was increased by<br />
$400 billion immediately and US default<br />
was avoided. However, this was just a<br />
short-term solution and there was still<br />
a big disagreement between Democrats<br />
and Republicans about how the budget<br />
deficit will be reduced. Republicans<br />
120,00<br />
100,00<br />
80,00<br />
60,00<br />
40,00<br />
20,00<br />
0,00<br />
Budget Deficit/GDP<br />
1990<br />
1991<br />
1992<br />
1993<br />
1994<br />
1995<br />
1996<br />
1997<br />
1998<br />
1999<br />
2000<br />
2001<br />
20<strong>02</strong><br />
2003<br />
2004<br />
2005<br />
2006<br />
2007<br />
2008<br />
2009<br />
2010<br />
2011<br />
<strong>2012</strong><br />
Total Federal Debt/GDP<br />
1990<br />
1991<br />
1992<br />
1993<br />
1994<br />
1995<br />
1996<br />
1997<br />
1998<br />
1999<br />
2000<br />
2001<br />
20<strong>02</strong><br />
2003<br />
2004<br />
2005<br />
2006<br />
2007<br />
2008<br />
2009<br />
2010<br />
2011<br />
<strong>2012</strong><br />
believe that the best way to reduce the<br />
budget deficits is to cut spending and<br />
they are against any form of tax increase.<br />
On the other hand, Democrats think<br />
that budget deficit should be reduced by<br />
raising taxes especially for high income<br />
group. At that time the final decision<br />
was left to “Super Committee” that was<br />
supposed to find a long-term solution to<br />
this problem. Normally, this committee<br />
was planning to reach<br />
an agreement on a $1.2<br />
trillion cut in spending<br />
over the next ten years<br />
that will help in restoring<br />
fiscal balances. However,<br />
again a consensus has<br />
not been established<br />
among the members of<br />
the committee. During<br />
this process Standard and<br />
Poor’s reduced the credit<br />
rating of the country and US has lost his<br />
AAA credit rating for the first time in<br />
history.<br />
Obama has been re-elected again but<br />
he is going to have a big challenge with<br />
economic situation in the upcoming<br />
days. The first problem is related with<br />
Fiscal Cliff that America<br />
is about to face in the<br />
very near term. Fiscal<br />
Cliff refers to the effects<br />
of automatic spending<br />
cuts and tax increases<br />
beginning in 2013. Tax<br />
cuts that had been put<br />
in place during Bush<br />
administration expired in<br />
2010. However, Obama<br />
by taking into account<br />
the slow economic recovery at that time<br />
extended these tax cuts for two years.<br />
Now, if the Congress does not take any<br />
action these tax cuts will expire beginning<br />
in 2013 and disposable income will drop<br />
for many American households. This will<br />
significantly harm an economy that shows<br />
a very sluggish recovery. The other side<br />
of Fiscal Cliff is related with the spending<br />
side. In order to solve the debt ceiling<br />
124 122
problem in August 2011, the Congress<br />
passed a statute called Budgetary Control<br />
Act of 2011. This law temporarily solved<br />
the debt ceiling crisis but a permanent<br />
solution was left to Congressional Joint<br />
Select Committee on Deficit Reduction<br />
which is also called Super Committee. The<br />
committee was supposed to decide on a<br />
plan that entails a $1.2 trillion spending<br />
cut for the next ten years but unfortunately<br />
the committee was not able to reach to<br />
a decision. Another item in the law was<br />
saying that if no agreement is reached<br />
in this committee automatic spending<br />
cuts will take place beginning in 2013.<br />
Therefore, if the Congress does not make<br />
any change before January 1, 2013 there<br />
will be automatic spending cuts in many<br />
areas. In an economic environment where<br />
economic recovery is still very slow, these<br />
automatic spending cuts and tax increases<br />
raises the possibility of a recession in US<br />
economy in 2013. Obama will now have<br />
a hard time in persuading Republicans in<br />
reaching an agreement with Democrats<br />
on this issue. As mentioned before, there<br />
is a significant disagreement between<br />
Republicans and Democrats about how<br />
the budget deficit will be reduced and<br />
Obama will have a big challenge in finding<br />
a way that will make both sides happy and<br />
not putting the economy into a slowdown<br />
again. Most probably, a permanent<br />
structural solution will not be found again<br />
to the fiscal problem of US, but still there<br />
will be an agreement that will avoid the<br />
devastating effects of Fiscal Cliff on the<br />
economy.<br />
Obama’s another challenge is about how to<br />
speed up the economic recovery process<br />
and increase employment. Economic<br />
policies that are adopted up to now have<br />
been successful in taking the economy out<br />
of recession but the economic growth rate<br />
is still below its potential. Unemployment<br />
rate has dropped from double-digit<br />
levels to 7.9% but it is still well above its<br />
long-term average which is 5%. Under<br />
the current situation, monetary policy<br />
has very little to do in order to support<br />
the economic growth. Over the last four<br />
years FED increased the money supply<br />
by more than $2 trillion and reduced the<br />
interest rates to almost zero. However, as<br />
the households are very much indebted<br />
the effect of monetary policy is quite<br />
limited. Obama believes that at this point<br />
fiscal policy will be a more useful tool.<br />
He thinks that infrastructure investments<br />
and increased social security spending<br />
may generate new jobs for the economy.<br />
In addition to that, Obama is planning to<br />
create 5 million new jobs by clean energy<br />
programs. Investments in renewable<br />
energy sources such as solar and wind<br />
power will reduce the dependency in<br />
imported energy and also create new jobs<br />
for the economy by the establishment of<br />
new sectors.<br />
Obama has been re-elected but difficult<br />
days are ahead in terms of economic<br />
situation. If he can persuade Republicans<br />
in terms of finding a permanent solution<br />
to US fiscal problem this will help the<br />
US economy in achieving a long-term<br />
sustainable economic growth. In fact, if US<br />
economy reaches to his potential growth<br />
rate and fiscal balances are restored this<br />
will have a positive impact on the world<br />
economy as a whole.<br />
CASPIAN REPORT<br />
125 123
The Aftermath of Georgia’s Parliamentary<br />
Election: Foreign Policy and the Search<br />
for a New Paradigm<br />
Doç. Dr. Kornely Kakachia<br />
Associate Professor at Tbilisi State University and Director of Tbilisi-based<br />
think tank Georgian Institute of Politics<br />
Introduction<br />
For nearly two decades, more than<br />
any other country in the post-Soviet<br />
space, Georgia has been struggling to<br />
develop stable political institutions<br />
and a functional democratic system.<br />
Consequently, the establishment of a<br />
sustainable, legally regulated system of<br />
governance has been central to Georgia’s<br />
aspiration to become a fully-fledged<br />
member of the democratic family of<br />
nations, a goal that is consistently upheld<br />
by politicians of all affiliations. 1 Indeed,<br />
in the initial stages following the Rose<br />
Revolution, Georgia outdid its post-<br />
Soviet counterparts in attacking the<br />
problem of weak, corrupt governance. It<br />
had outstanding success in rebuilding - or<br />
rather building - robust state institutions<br />
and in eliminating low-level official<br />
corruption. On the surface, it seemed<br />
1 Salome Tsereteli-Stephens, Caucasus Barometer: Rule of<br />
Law in Georgia - Opinion and Attitudes of the Population 27.6.<br />
2011, http://crrccenters.org/activities/reports/.<br />
that Georgia was poised to consolidate<br />
its democratic gains. As many Georgiawatchers<br />
noted, “in many respects, the<br />
conditions for democracy today are more<br />
favorable in post-revolution Georgia than<br />
in any other democratizing country” 2 .<br />
However, the biggest obstacle to its<br />
unconsolidated democracy has been the<br />
absence of any kind of social or political<br />
movement sufficiently powerful to<br />
counterbalance the government. Although<br />
the legislative framework has changed<br />
significantly over the last few years,<br />
the application of democratic electoral<br />
processes remains a serious challenge 3 .<br />
But, as current developments in Georgian<br />
politics demonstrate, the situation may be<br />
changing.<br />
2 Lincoln A. Mitchell. Democracy in Georgia Since the Rose<br />
Revolution. Orbis. 2006. P.671<br />
3 Kornely Kakachia. Georgia’s Parliamentary Elections: THE<br />
START OF A PEACEFUL TRANSFER OF POWER PO-<br />
NARS Eurasia Policy memo. No. 230. September <strong>2012</strong>.<br />
126 124
Parliamentary elections as a litmus<br />
test of Georgian Democracy<br />
The recent parliamentary election (1,<br />
October <strong>2012</strong>) marked an important point<br />
in the country’s history, as it signposted<br />
the first ever peaceful transfer of power,<br />
an achievement that reflects positively<br />
was that the opposition stood little chance<br />
of winning. This certainty was attributed<br />
both to the use of administrative resources<br />
by the ruling party and to ideological<br />
splits within the opposition bloc headed<br />
by billionaire Bidzina Ivanishvili. The<br />
expectation was that Georgian Dream<br />
would secure sufficient votes to avoid yet<br />
Source: Civil Georgia. Parliamentary elections <strong>2012</strong><br />
on the consolidation of its democratic<br />
transition. In Georgia’s most competitive<br />
elections to date, there were 14 political<br />
parties and two blocks participating. As<br />
expected, the major battle was between<br />
the ruling United National Movement<br />
(UNM) and the main opposition, the<br />
Georgian Dream (GD) coalition. Prior to<br />
the prison abuse scandal 4 , the general view<br />
4 Simon Shuster. Inside the Prison That Beat a President: How<br />
Georgia’s Saakashvili Lost His Election. Time. October 2,<strong>2012</strong><br />
Available at: http://world.time.com/<strong>2012</strong>/10/<strong>02</strong>/inside-theprison-that-beat-a-president-how-georgias-saakashvili-lost-hiselection/<br />
another revolution but not enough to gain<br />
a significant role in the formation of the<br />
government. However, the record number<br />
of Georgians who turned out to elect a<br />
new 150-member Parliament for a fouryear<br />
term voted overwhelmingly for the<br />
opposition. With the final votes counted,<br />
the UNM’s 40.3 per cent was swamped<br />
by the GD’s massive 54.9 per cent. 5 Sadly,<br />
the battle between the two major political<br />
forces left no room for smaller political<br />
5 Civil Georgia. Parliament seats by current CEC data: Available<br />
at: http://www.civil.ge/eng/category.phpid=32<br />
CASPIAN REPORT<br />
127 125
groups, and the modest ambitions of third<br />
parties such as the Christian Democrats,<br />
New Rights, Labor and to overcome the<br />
5% barrier were shattered. 6<br />
While the results were still coming in,<br />
President Mikheil Saakashvili performed<br />
a political maneuver unusual in the<br />
post-Soviet sphere, conceding his party’s<br />
defeat and announcing a new government<br />
to be formed by the new parliamentary<br />
majority. In the aftermath of the election<br />
defeat, Saakashvili stated that although<br />
the ideas and goals of the Georgian Dream<br />
absolutely unacceptable to his party, he<br />
respects the choice that the Georgian<br />
people have made. He indicated that he<br />
wants to ensure that all the achievements<br />
of the Rose Revolution shall be protected,<br />
and that nothing hinders the development<br />
of the country. As Saakashvili conceded<br />
defeat, international observers<br />
acknowledged that the Georgian elections<br />
had been genuinely competitive, with<br />
active citizen participation throughout the<br />
campaign. Many Georgia-watchers also<br />
noted that civil society and NGOs had<br />
played a key role by serving as advocates<br />
for and monitors of a credible process, and<br />
by shedding light on concerns about the<br />
fairness of the pre-election environment.<br />
However, while praising the election<br />
environment, the OSCE/ODIHR<br />
election observation mission’s preliminary<br />
assessment still highlighted that “the<br />
campaign environment was polarized and<br />
6 Georgia has a mixed system in which 73 lawmakers out of<br />
150 are elected in 73 majoritarian, single-mandate constituencies<br />
and the remaining 77 seats are allocated proportionally<br />
under the party-list contest among political parties and election<br />
blocs that clear the 5% threshold.<br />
tense, with some instances of violence. 7 ”<br />
The observers also underscored that<br />
the campaign often centered on the<br />
advantages of incumbency on the one<br />
hand, and private financial assets on the<br />
other, rather than on concrete political<br />
platforms and programs. Nevertheless,<br />
many observers has indicated that Georgia<br />
has successfully passed what many<br />
considered to be its democratic litmus test<br />
by holding elections in which the outcome<br />
cannot be determined in advance.<br />
In the various analyses of UNM’s defeat,<br />
a number of issues have been raised 8 .<br />
Niklas Nillson and Svante Cornell have<br />
identified two major reasons: 1) “the<br />
ruling party has been in power for nine<br />
consecutive years, and a large part of the<br />
Georgian population ostensibly developed<br />
a certain fatigue, making many willing to<br />
consider a credible alternative. President<br />
Saakashvili’s often non-deliberative style<br />
of governance may have contributed to<br />
this trend, and 2) while the UNM’s time<br />
in government has provided for significant<br />
improvements to Georgian state functions<br />
as well as important aspects of the<br />
country’s economy, this progress has<br />
failed to translate into jobs and improved<br />
living standards for large parts of the<br />
population – unemployment and poverty<br />
7 OSCE Press Release. Georgia takes important step in<br />
consolidating conduct of democratic elections, but some key<br />
issues remain, election observers say. Available at: http://www.<br />
osce.org/odihr/elections/94597<br />
8 See: Nicu Popescu. Why Saakashvili Lost EU Observer.<br />
Available at: http://blogs.euobserver.com/popescu/<strong>2012</strong>/10/<strong>02</strong>/why-saakashvili-lost/<br />
and Georgia Online.<br />
Gela Vasadze: Georgians are tired of reforms and of paying,<br />
October 22, <strong>2012</strong> Available at: taxeshttp://georgiaonline.ge/<br />
interviews/1350951592.php<br />
128 126
emain among the chief concerns among<br />
Georgian voters”. 9 However, these were<br />
not only reasons for the UNM defeat. Poor<br />
human rights conditions and a desire for<br />
justice were decisive factors; over 250,000<br />
people were left jobless as a result of<br />
Saakashvili’s reforms, including the old<br />
non-English-speaking university professors<br />
and thousands of corrupt policeman and<br />
politicians. Moreover, as a result of the<br />
”zero tolerance” policy on crime, which<br />
brought the conviction rate in Georgian<br />
courts to 98%, there are now close to<br />
25,000 prisoners in Georgia, more per<br />
capita than in any other country in Europe<br />
and four times more than when Saakashvili<br />
became President in 2004. 10<br />
While the election was a remarkable upset<br />
for Saakashvili’s team, as a genuinely<br />
competitive election it represents an<br />
important milestone on Georgia’s<br />
democratic development path. The next<br />
few months will reveal what type of<br />
cooperation will be drawn up between<br />
President Saakashvili, who under the<br />
constitution must remain in his position<br />
until the presidential elections in October<br />
2013, and the newly-elected Prime<br />
Minister Ivanishvili, who is widely believed<br />
to be seeking rapprochement with Russia.<br />
Any tensions in the working relationship<br />
between the two could increase policy<br />
uncertainty. Further complicating<br />
9 Niklas Nilsson and Svante E. Cornell. Prospects and Pitfalls<br />
after Georgia’s elections. CACI Analyst. October 4, <strong>2012</strong>. Available<br />
at: http://cacianalyst.org/q=node%2F5849<br />
10 See: Prison Population Rates per 100,000 of the national<br />
population where Georgia stands on 6 th position Available at:<br />
http://www.prisonstudies.org/info/worldbrief/wpb_stats.<br />
phparea=all&category=wb_poprate<br />
matters, over the following 12 months,<br />
Georgia’s political system will move from<br />
presidential to parliamentary, thereby<br />
stripping the presidential office of most<br />
of its powers, and transferring them to the<br />
prime minister 11 . Parliament is thus slated<br />
to play a more vigorous role than it has in<br />
the past. So far, it seems that the prospects<br />
for stabilization of political life in Georgia<br />
are limited, as both sides show reluctance<br />
to cooperate with each other. Given that<br />
the results of this election may significantly<br />
shape the trajectory of Georgia’s future<br />
development, Georgian political elites may<br />
need to overcome their zero-sum approach<br />
to politics and learn to govern through<br />
consensus. This delicate coalition-style<br />
governance is in its infancy; it also remains<br />
to be seen whether the recent political<br />
shuffle will propel Georgia toward the<br />
Western-style liberal democracy or into<br />
violent political turmoil.<br />
Georgia’s Foreign policy: possible<br />
modifications after the elections<br />
Among the many questions as to what<br />
comes next, the country’s geopolitical<br />
direction under Bidzina Ivanishvili’s<br />
Georgian Dream coalition is the subject<br />
of extensive enquiry and speculation. As<br />
in many other cases, new governments<br />
in power follow new policies as well as<br />
making incremental changes. However,<br />
they seldom alter the fundamentals<br />
11 For more detailed account see: George Welton. The Power<br />
of the Prime Minister. Who Gets to Choose the Next Government<br />
When How Available at: http://www.geowel.org/<br />
index.phparticle_id=80&clang=0<br />
CASPIAN REPORT<br />
129 127
of the state, the essential vector of<br />
its development, or its geopolitical<br />
orientation. This seems true to an extent<br />
for Georgia’s new government; the present<br />
leaders may not agree among themselves<br />
on many issues, but so far it seems that<br />
they share a common core goal in relation<br />
to the protection of national interests.<br />
Like Saakashvili, Ivanishvili has repeatedly<br />
claimed – both before and after the<br />
elections - that he will keep Georgia on the<br />
course towards NATO membership and<br />
integration with EU, while also continuing<br />
efforts to (re)integrate the self-proclaimed<br />
republics of South Ossetia and Abkhazia.<br />
However, some cautious Western<br />
observers are not convinced, 12 as it<br />
remains unclear how the new government<br />
can achieve reconciliation with Russia<br />
without sacrificing Georgia’s national<br />
interests. Citing some of Ivanishvili’s more<br />
erratic coalition partners and alleged links<br />
to Kremlin authorities, critics are framing<br />
the Georgian Dream victory as the first<br />
step toward a Ukraine-like backslide into<br />
the Russian orbit. 13 However, Ivanishvili’s<br />
Georgian Dream does not accept that<br />
good relations with Europe and Russia<br />
are mutually exclusive. Moreover, despite<br />
criticism, new government officials<br />
are convinced that they will be able to<br />
normalize diplomatic relations with<br />
Moscow, while Georgia will continue to<br />
refrain from formal diplomatic relations<br />
12 See: Simon Saradzhyan. Rebalancing Georgian Foreign<br />
Policy. The National Interest. November 8, <strong>2012</strong> Available at:<br />
http://www.nationalinterest.org/commentary/rebalancinggeorgian-foreign-policy-7705<br />
13 Michael Cecire. For Georgia’s Ivanishvili, Interests<br />
Will Guide Russia Policy. World Politics review. October, 8<br />
<strong>2012</strong>. Available at: http://www.worldpoliticsreview.com/<br />
articles/12397/for-georgias-ivanishvili-interests-will-guiderussia-policy<br />
with Moscow as long as Russia maintains<br />
“embassies” in the administrative capitals<br />
of the two separatist regions. 14 At the<br />
same time, the new government has also<br />
declared that Georgia will “definitely”<br />
remain committed to Geneva talks, which<br />
were launched after the 2008 August<br />
War with Russia. These talks will be held<br />
with mediation from the EU, OSCE and<br />
UN, involving negotiators from Georgia,<br />
Russia, the United States, as well as<br />
representatives from the separatist entities<br />
of Abkhazia and South Ossetia.<br />
Meanwhile, as the newly emerging and<br />
sometimes contradictory foreign policy<br />
stance increases the climate of uncertainty,<br />
many regional analysts claim that<br />
Ivanishvili’s choice of foreign policy team<br />
suggests he plans to tone down the heated<br />
rhetoric that has characterized bilateral<br />
relations with Russia. Accordingly, he<br />
will try to adopt a more pragmatic, less<br />
ideologically driven and balanced line<br />
with Moscow, and to improve economic<br />
and cultural ties with Tbilisi’s northern<br />
neighbor. As a “pragmatic dreamer” he<br />
also recognizes the economic and other<br />
benefits of normalizing relations with<br />
Russia, and hopes to recover trade and<br />
transportation links, notably with the<br />
reopening of the Russian market for<br />
Georgian wine and mineral water. As<br />
one analyst pointed out: “an initial turn<br />
to Russia with Ivanishvili would bring a<br />
more immediate economic benefit than<br />
a re-engagement with the non-committal<br />
West under any Saakashvili-inspired<br />
system” 15 . Moreover, Ivanishvili believes<br />
14 RFE/RL. Tbilisi Says No Diplomatic Ties With Russia<br />
While It Occupies Georgian Territory. Available at: http://<br />
www.rferl.org/content/georgia-foreign-minister-russia-occupies-territory-no-diplomatic-relations/24752066.html<br />
15 James Nixey. Update: Georgia Post-Election Analysis.<br />
130 128
that there is still a deal to be made with the<br />
Kremlin, as the establishment of relations<br />
may facilitate the integration of South<br />
Ossetia and Abkhazia into Georgia. As the<br />
first step in this direction, Ivanishvili has<br />
placed Georgia’s former ambassador to<br />
Moscow Zurab Abashidze in a new post,<br />
Special Representative for Relations with<br />
Russia, reporting directly to the Georgian<br />
Prime Minister. 16 Ivanishvili also expressed<br />
hope that Moscow would reciprocate. It<br />
seems likely that with such steps Tbilisi<br />
will be able to test whether or not Russia<br />
has changed its approach towards Georgia<br />
under the terms of this new political<br />
reality. The Prime Minister’s decision to<br />
introduce this post also demonstrates his –<br />
and the Georgian government’s - readiness<br />
to create a new independent channel of<br />
relations, communication and dialogue<br />
with Russia. Whatever the result of this<br />
political flirtation with Moscow, finding<br />
the middle path between confrontation<br />
and capitulation will be one of the<br />
Ivanishvili government’s toughest tasks.<br />
A s for relations with Georgia’s immediate<br />
neighbors in the aftermath of the elections, unless<br />
there is a radical strategic and paradigmatic<br />
shift in its foreign policy orientation, it is unlikely<br />
that Georgia will change its strategic relations<br />
with close partners like Azerbaijan and Turkey.<br />
Strategic relations between Baku and Tbilisi have<br />
never been dependent on political personalities,<br />
Chatham House Expert Comment. October 2, <strong>2012</strong> Available<br />
at: http://www.chathamhouse.org/media/comment/<br />
view/186067<br />
16 Civil Georgia. PM Appoints Special Envoy for Relations<br />
with Russia. November 12,<strong>2012</strong> Available at: http://www.civil.<br />
ge/eng/article.phpid=25407<br />
and the status quo is likely to continue,<br />
especially given the two countries’ shared<br />
concerns over issues such as ethnic<br />
separatism and challenges arising from<br />
an assertive Russian policy in the region.<br />
Similarly, it is expected that both countries<br />
will continue to reject any Moscow-driven<br />
integration initiatives that might compromise<br />
national sovereignty. In addition,<br />
T he Georgian political and social elite are<br />
cognizant of the fact that Azerbaijan provided<br />
much-needed energy supplies to Georgia during<br />
its standoff with Russia; it also understands<br />
importance of Turkey as a stabilizing security<br />
actor in the South Caucasus.<br />
Provided that the election produces a<br />
smooth transition of power in Tbilisi,<br />
Ankara and Baku may benefit from having<br />
a predictable and stable neighbor.<br />
Having said this, what may change in<br />
Georgian-Azerbaijani relations is the<br />
current dynamic of Georgian energy<br />
dependence on Baku. In order to fulfill his<br />
pre-election promise related of reduced<br />
gas and electricity expenses, Ivanishvili<br />
believes that with more predictable<br />
and stable Georgian-Russian relations,<br />
Tbilisi will be able to pursue further<br />
diversification of its foreign and economic<br />
relations. There are naïve expectations<br />
that in such a scenario, Tbilisi may obtain<br />
a cheaper price for Russian gas and<br />
electricity. Under these circumstances,<br />
Baku may find itself with less economic<br />
and energy leverage over Tbilisi that it<br />
currently enjoys. A recent statement by<br />
Georgia’s new Energy Minister Kakhi<br />
CASPIAN REPORT<br />
131 129
Kaladze revealed that all agreements and<br />
contracts 17 issued by the previous government<br />
will be reviewed, providing a good case in<br />
point 18 . However, the change of government<br />
in Georgia will not change the situation of<br />
Azerbaijani business and investments in<br />
Georgia. SOCAR has recently acquired Itera-<br />
Georgia, enabling it to sell gas directly on the<br />
Georgian market (except in the capital city) is<br />
useful indicator of this trend.<br />
T he positive dynamic of bilateral relations<br />
was confirmed in a statement by SOCAR’s<br />
President, Rovnag Abdullaev.<br />
He reported that Prime Minister Ivanishvili<br />
had met with the head of SOCAR’s<br />
Georgian subsidiary and the Azerbaijan<br />
ambassador, “and values SOCAR’s<br />
investments in Georgia highly” 19 . In<br />
addition, on November 9, PM Ivanishvili<br />
met SOCAR President Rovnag Abdullayev<br />
himself, and once again confirmed the<br />
strategic nature of Georgian-Azerbaijani<br />
relations. He also stressed he was satisfied<br />
with the agreement with SOCAR, stating<br />
that the gas tariffs for the population were<br />
artificially increased inside the country. 20<br />
17 According to ABC.az website Georgian citizens pay<br />
$0.107 per kWt of electricity versus $0.072 in Azerbaijan and<br />
$0.06 in Armenia. In Russia, depending on the region, rate for<br />
the population ranges from $0.13 to $0.06 per kWt. See link<br />
here: http://abc.az/eng/news/main/69155.html<br />
18 Radio “Commersant,”Kakhi Kaladze is ready to begin<br />
talks with the Russian side on energy imports. Available at:<br />
http://www.commersant.ge/eng/id=3532<br />
19 Azerbaijan’s SOCAR acquires Georgian gas supplier.<br />
Reuters. November 1, <strong>2012</strong> Available at: http://www.reuters.<br />
com/article/<strong>2012</strong>/11/01/azerbaijan-gas-georgia-idUS-<br />
L5E8M18P<strong>02</strong>0121101<br />
20 GEORGIA ONLINE. Georgian PM meets SOCAR<br />
President. November 10,<strong>2012</strong> Available at: http://georgiaonline.ge/news/a1/economy/1352580419.php<br />
Conclusion<br />
As the Georgian government seeks out the<br />
possibility for a new leaf in Tbilisi-Moscow<br />
relations, most Georgians still remain<br />
deeply anti-Russian, as Russia still occupies<br />
20% of Georgia’s internationally territory.<br />
In like of this fact, it seems unlikely that the<br />
new government will succeed in changing<br />
Georgia’s pro-Western aspirations and its<br />
strategic relations with regional allies. Euro-<br />
Atlantic integration is mostly a consensus<br />
issue in Georgia. Conversely, as Michel<br />
Cecire rightly noted “despite ordinary<br />
Georgians’ largely positive feelings toward<br />
Russians, support for a pro-Moscow foreign<br />
policy is a politically punishable offense in<br />
Georgia, as evidenced by the now-lifeless<br />
political careers of previous opposition<br />
leaders who have sought accommodation<br />
with the Kremlin.”<br />
Nonetheless, for the sake of mending ties<br />
with Moscow, it may be tempting to return<br />
to the policy of balance with Russia pursued<br />
by former Georgian President Edward<br />
Shevardnadze. In such a scenario, there is a<br />
risk that Georgia would drift from its path<br />
towards Euro Atlantic integration, and in<br />
that sense, relevant institutional reforms<br />
might falter. Similarly, it would be mission<br />
impossible for Georgian diplomacy to<br />
achieve Tbilisi’s new goals, most notably<br />
to convince Moscow that Georgia’s NATO<br />
membership is an acceptable objective.<br />
Although it remains to be seen whether<br />
Georgia will be able to bargain the best deal<br />
out of this delicate situation, one thing is<br />
certain - Georgia’s place in the region, and<br />
its relations with both Russia and the West<br />
are entering a crucial new phase. Put simply<br />
put, it’s make or break time for Georgia.<br />
132 130
Abstratcs<br />
Prof. Dr Ercüment Tezcan – The Future of the EU: Myths and Realities (Page 31)<br />
Tezcan’s article focuses on the current economic and political crisis in European Union. He tries to evaluate possible<br />
scenarios regarding the political future of the union. The article acknowledges the precarious economic and<br />
political situation of the European Union. However the author mentions that such crises in the past have actually<br />
made the union more formidable.<br />
Prof. Dr Mesut Hakkı Caşin – Turkish Foreign Policy Towards Caspian and Central Asia (Page 52)<br />
Professor Caşin’s article examines the current state of relations between Turkey and the Caspian region. It provides<br />
historical background and the perspective regarding the future of the Turkey’s interaction with the region. The<br />
article underlines that the when Turkey’s engagement with the region started when the Soviet Union collapse,<br />
Turkey’s enthusiasm to project influence in the region was not welcomed by the other power brokers in the region.<br />
Turkey also lacked necessary political and economic means to compete in the region. However the author stresses<br />
that the current diplomatic and economic capacity of Turkey combined with the overall geostrategic changes in the<br />
region provide necessary conditions for Turkey and the region to advance their strategic partnership<br />
Dr. Şener Aktürk - Nationalism and Democratization in Turkey (Page 67)<br />
Şener Aktürk begins his discussion with the dissolution of the Ottoman Empire and of Ottoman identity, while<br />
focusing on the origins and the nature of Turkish nationalism. He describes Ottoman identity as being based on<br />
four pillars: Muslim, Orthodox Christian, Armenian, and Jewish. With the founding of the Republic, the new<br />
nation-state aspired to transform the Muslim millet of the Ottoman identity into the Turkish nation. Against this<br />
background, the origins and the consequences of ethnically specific grievances of the Kurds and the Alevis, as<br />
well as the causes and results of the recent reforms also known as the Kurdish opening are explained. In discussing<br />
the future of the nascent Kurdish nation-state in northern Iraq, Aktürk finds implausible the fear of a greater<br />
Kurdistan, and compares it with the fear of a greater Turkistan in the early 20th century, which also proved to be<br />
unrealistic. He also argues that the European Union’s influence on identity-related reforms within Turkey has been<br />
far less than it is often assumed in the English-speaking media and academia, and certainly secondary to the role<br />
of domestic political actors and factors. Islamic multiculturalism has had a far greater and primary ideological role<br />
in justifying Turkish government’s implementation of the reforms also known as the Kurdish opening. Despite<br />
these democratic reforms, Aktürk is pessimistic about the prospects of a more inclusive national identity in a new<br />
constitution. He particularly highlights the fact that the current government, despite its success in major identityrelated<br />
reforms such as the Kurdish opening, has neither developed a new national identity emphasizing the unity<br />
of its citizens amidst ethnic diversity nor redefined “Turkishness” through a non-ethnic prism to allow for the<br />
expression of ethnic sub-identities while fostering a supraethnic Turkish patriotism. This failure is in part a result of<br />
the government’s lack of an intellectual and academic preparation for identity reforms.<br />
Prof. Dr Fuat Keyman – Turkish Foreign Policy (Page 85)<br />
Fuat Keyman evaluates last ten years of Turkish foreign policy and the changing landscape of the Middle East.<br />
Keyman considers that the has been notable success in Foreign Policy, however Turkey needs to be cautious<br />
regarding the changing dynamics in the region. Turkey’s position regarding the Arab revolutions is the right one<br />
with certain criticisms. He believes that the “zero problems with neighbors” policy was a right course for the past<br />
ten years, however the current strategic transformations in its neighborhood do necessitate a more realist approach<br />
in handling foreign policy.<br />
CASPIAN REPORT<br />
133 131
hazar<br />
strateji<br />
enstitüsü<br />
H A S E N<br />
Call for Papers<br />
Caspian Strategy Institute calls for individual<br />
policy paper proposals for its Caspian Report<br />
journal. Caspian Report aims to facilitate<br />
dialogue and exchange of ideas between<br />
policy makers, scholars and researchers whose<br />
research is related to Caspian, Central Asia,<br />
Caucasus, Turkey and broader Eurasia. The<br />
program aims to contribute to the diversity of<br />
voices and analytical perspectives on abovementioned<br />
geographies. For further information,<br />
visit www.hasen.org.tr<br />
We welcome individual paper proposals on<br />
policy-relevant issues from disciplines such<br />
as history, political science, international<br />
relations, public policy, economics, sociology<br />
and conflict resolution. While papers can be<br />
from a broad range of topics, we emphasize<br />
that the subject matter should have policy<br />
implications.<br />
Please submit your paper and a short bio page<br />
as separate word document attachments to<br />
paper@hasen.org.tr by February 1, 2013.<br />
About Caspian Strategy Institute<br />
The Caspian Strategy Institute is a non-profit<br />
public policy organization based in Istanbul,<br />
Turkey. Caspian Strategy Institute (CSI)<br />
aims to encourage greater public awareness of<br />
Caspian region. CSI works to stimulate debate<br />
and research on energy, energy security, and<br />
international relations through a dynamic<br />
program of publications, seminars,<br />
conferences, workshops and educational<br />
activities. Our vision is to become a leading<br />
research, debate and study platform to build<br />
and foster a comprehensive strategic study on<br />
Caspian and broader Eurasia.<br />
134
CASPIAN REPORT<br />
135
136