Download (9Mb) - Suleyman Demirel University Research Repository
Download (9Mb) - Suleyman Demirel University Research Repository
Download (9Mb) - Suleyman Demirel University Research Repository
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
T.C.<br />
SÜLEYMAN DEMĐREL ÜNĐVERSĐTESĐ<br />
SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ<br />
TARĐH ANA BĐLĐM DALI<br />
KLASĐK DÖNEMDE OSMANLI DEVLETĐ’NDE TARIM<br />
YÜKSEK LĐSANS TEZĐ<br />
Hazırlayan<br />
Durmuş Volkan KARABOĞA<br />
Tez Danışmanı: Doç. Dr. BEHSET KARACA<br />
ISPARTA - 2010
iii<br />
ÖNSÖZ<br />
Tarım, insanlık tarihi boyunca çeşitli devletler tarafından kendisine büyük<br />
önem verilen iktisadi bir faaliyet kolunu oluşturmaktadır. Đnsanoğlunun yaşamını<br />
idame ettirmesi, onun beslenmesine bağlı olduğundan tarıma ve tarımsal ürünlere<br />
tarihin her döneminde ihtiyaç hissedilmiştir. Öyle ki, Osmanlı Devleti’nin kurulduğu<br />
ve gelişme gösterdiği çağları da dikkate alırsak tarımın, halkın önemli bir geçim<br />
kaynağı olduğu ve devletin, gelirlerinin önemli bir kısmını topraktan dolayısıyla<br />
tarımsal ürünlerden sağladığı görülmektedir.<br />
Osmanlı Devleti’ndeki tarımsal yapı ile alakalı bugüne kadar çeşitli<br />
araştırmalar yapılmış ve yapılmaya da devam etmektedir. Biz çalışmamızda konumuz<br />
ile ilgili ulaşabildiğimiz kaynak ve makalelerden yola çıkarak Osmanlı’daki toprak<br />
sistemi ile tarımsal faaliyetler arasındaki karşılıklı etkileşimin yansımalarını ve bu<br />
yansımaların devlet ve köylü – üretici reaya üzerindeki tesirlerini genel olarak<br />
değerlendirmeye çalıştık. Ayrıca ulaşabildiğimiz kaza ve sancak çalışmalarından<br />
istifade ederek üretimi yapılan ürünlerin genel durumlarına yönelik değerlendirmeler<br />
yapmaya gayret ettik.<br />
Çalışmamızda yardımlarını esirgemeyen saygıdeğer hocam Prof. Dr. Fahrettin<br />
TIZLAK’a, Prof. Dr. Ahmet KANKAL’a teşekkür ederim. Tez danışmanım olan ve<br />
çalışmamızın her aşamasında yerinde tespit ve tenkidleri ile bana yol gösteren, beni<br />
her konuda destekleyen saygıdeğer hocam Doç. Dr. Behset KARACA’ ya sonsuz<br />
şükranlarımı sunarım. Yine çalışmamızda katkılarını gördüğüm değerli hocalarım<br />
Yrd. Doç. Dr. Serkan SARI’ya, Yrd. Doç. Dr. M. Salih ERPOLAT’a, Öğr. Gör.<br />
Mehmet Ali YAŞAR’a ve diğer hocalarıma teşekkürü bir borç bilirim.<br />
Durmuş Volkan KARABOĞA<br />
Isparta 2010
iv<br />
ÖZET<br />
KLASĐK DÖNEMDE OSMANLI DEVLETĐ’NDE TARIM<br />
Durmuş Volkan KARABOĞA<br />
Süleyman <strong>Demirel</strong> Üniversitesi, Tarih Bölümü<br />
Yüksek Lisans Tezi, 140 sayfa, Aralık, 2010<br />
Danışman: Doç. Dr. Behset KARACA<br />
Đnsanoğlu, ilk yaratıldığı günden itibaren beslenme ihtiyacını karşılayabilmek<br />
için öncelikle avcılık, toplayıcılık gibi faaliyetlere yönelmiş ve daha sonra bu gibi<br />
faaliyetlerin hayatın idame ettirilme sürecinde yeterli olamayacağını düşünerek<br />
tarımla meşgul olmaya başlamıştır. Daha sonra zirai faaliyetlerini belirli bir<br />
sistematiğe yerleştirerek bu alanda uzmanlaşma sürecine girmiştir.<br />
Günümüzün sanayileşen toplumlarında bile zirai faaliyetlere azımsanmayacak<br />
derecede önem verilmesi, aslında tarımın tüm dönemler boyunca önemini<br />
kaybetmediğini açıkça göstermektedir. Hiçbir devlet sanayileşmesini tamamladıktan<br />
sonra dahi tarımla uğraşmaktan vazgeçmemiş, aksine ileri teknolojik araçları<br />
kullanarak tarımdan mümkün olan en yüksek derecede verim almayı amaçlamıştır.<br />
Nitekim bugün dahi tarımın önemi göz ardı edilemeyecek kadar büyük iken 15. ve<br />
16. yüzyıllarda gücünden ve ihtişamından tartışılmaz surette söz ettiren Osmanlı<br />
Devleti’nde de bu iktisadi faaliyet kolunun adeta bir devlet politikası haline gelmesi<br />
büyük bir anlam ifade etmektedir. Nitekim Osmanlı Devleti’nin kurulduğu yıldan<br />
itibaren tarımsal faaliyetlerin gerçekleştirileceği toprağın mülkiyet hakkını bizzat<br />
kendi uhdesinde bulundurması, zirai faaliyetlerin devlet gözetiminde yapılması<br />
sürecinin bir başlangıcı olmuştur. Yine devletin, toprağı işleme hususunda köylüye<br />
birtakım mükellefiyetler yüklemesi de toprak hukukuna dayalı bir anlayışı kabul<br />
ettiğini açıkça göstermektedir. Öyle ki; 16. yüzyılda Osmanlı Devleti’ndeki nüfusun<br />
% 90’a yakın bir bölümünün kırsal alanda meskûn olması, devletin toprak hukukuna<br />
dayalı bir felsefeyi uygulamada haklı olduğunu göstermektedir.
v<br />
Osmanlı Devleti, köylünün tarım faaliyetlerinde yetiştirdikleri ürünler için üst<br />
limit koymamış, sadece ileride herhangi bir yiyecek sıkıntısı yaşanmaması için ve<br />
nakit para politikasının gelişmediği bir dönemde devletin mali dengesinin<br />
bozulmaması amacıyla yetiştirilen ürüne alt limit miktarı belirlenmiş ve köylünün bu<br />
standart üzerindeki üretimine asla müdahale edilmemiştir. Böylece devletin<br />
toprağında ırsi bir kiracı olarak çalışan köylü, devletin kendisinden istediği miktarı<br />
devlete ödeyerek, geri kalan bölümünü istediği gibi değerlendirebilme salahiyetine<br />
sahip olmuştur.<br />
Osmanlı Devleti’nin klasik döneminde (1300-1600), disiplinli bir tarım<br />
politikası uygulanarak hem devletin hem de reayanın üretim kaynaklı bir gelir<br />
kaybına uğraması asla istenmemiştir. Bu aslında devletin tarım politikasındaki temel<br />
prensip olmuştur. Yine toprakların, verimlilik durumuna göre çeşitli türlere ayrılması,<br />
her yörenin toprak verimlilik durumu farklı olduğundan bu yörelere ait bir standart<br />
tohum ölçü biriminin belirlenmesi, toprağın sulama, tohumlama, gübreleme ve nadas<br />
faaliyetlerinin birtakım kurallara bağlanması, buğday üretimine birincil derecede<br />
öncelik verilmesi gibi hususiyetler, klasik dönem Osmanlı Devleti’nin tarım temelli<br />
bir politikaya önem verdiğini gösteren uygulamalardır.<br />
Anahtar Kelimeler: Tarım, Osmanlı, Toprak, Köylü….
vi<br />
ABSTRACT<br />
AGRICULTURE IN THE AGE OF CLASSIC OTTOMAN<br />
Durmuş Volkan KARABOĞA<br />
<strong>Suleyman</strong> <strong>Demirel</strong> <strong>University</strong>, Department of History<br />
Master of Degree, 140 pages, December, 2010<br />
Supervisor: Assoc. Prof. Behset KARACA<br />
Mankind, in order to meet nutritional requirements from the initial creation of<br />
the first hunting and gathering activities, as directed, and later his of life, such<br />
activities may not be sufficient to maintain the process of becoming engaged in<br />
agricultural activities in mind. Then began to specialize in agricultural activities in<br />
this area by placing a certain systematic.<br />
Today, industrialized societies, even the substantial degree of emphasis on<br />
agricultural activities, in fact, clearly show that has not lost the importance of<br />
agriculture on the basis all process. Non state given up dealing with industrialization<br />
of agriculture, even after completing the contrary, using advanced technological tools<br />
in this field managed to exploit the highest degree of possible. Đndeed, even today<br />
while it’s will not to undervalue enough to importance of agriculture, in the same vay<br />
as shall not be discussed to the power of the grandeur of the Ottoman Empire in the<br />
fifteenth and sixteenth centuries, became this branch of economic activity virtually a<br />
state of policy has great sense of expression. Đndeed, since the inception of the<br />
Ottoman Empire the right of ownership of agricultural land in agricultural activities<br />
take place in person keep in its possesion be under the supervision of the state of the<br />
process was the beginning of agricultural activities. Furthermore clearly shows that as<br />
state’s have load to obligations to peasant, it’s based on the law of the land. Đn fact, in<br />
the sixteenth century, a ninety percent of the population approximately in the<br />
Ottoman Empire to be a part of the rural built-up area of the state, clearly show that<br />
it’s practice is justified philosophy based on land of law.
vii<br />
The Ottoman Empire did not put on upper limit for he products grown by<br />
peasant farming activities, not only in the future to avoid any shortage of food both<br />
also cash at a time when the monetary policy of the state developed in order to avoid<br />
deterioration of the financial balance of the amount raised the lower limit to the<br />
product were determined and the peasant on the production of this standard is not<br />
never intervene. Thus, the state peasants working the land as a tenant is<br />
hereditary, the state government to pay him any amount any remaining portion had<br />
the authority to evaluate.<br />
Đn the classical period of Ottoman Empire (1300-1600) by applying diciplined<br />
agricultural policy both the state’s and peasant’s never suffering a loss of income are<br />
not required with origin of production. Indeed, separation of various types according<br />
to the state land productivity, because of land productivity of the region the situation<br />
is different, and each of these regions is a standard unit of measurement to determine<br />
the seed, soil, irrigation, seeding, fertilization, and some rules about the activities of<br />
fallow, wheat production in the classical period of Ottoman Empire primary traits,<br />
such as giving priority to clear indication of the important policy of the agriculturebased.<br />
Key Words: Agriculture, Ottoman, Land, Peasant…
viii<br />
ĐÇĐNDEKĐLER<br />
ÖNSÖZ…………………………..…………………………………………………………………………………iii<br />
ÖZET…………………………..…………………………………………………………………………………...iv<br />
ABSTRACT………………………………...………………………………………………………………………vi<br />
ĐÇĐNDEKĐLER…………………..……………………...………………………………………………….…….viii<br />
KISALTMALAR………………..…………………………………...…………………………………….……...xii<br />
KONU VE KAYNAKLAR……..………………………………………………...……………………….……..xiii<br />
I. KONU……………………….….………………………………………………………………………….……xiii<br />
II. KAYNAKLAR…………….….………………………………………………………………………...……..xiv<br />
GĐRĐŞ…...……………..……………..…………………………………………………………….………………..1<br />
I. OSMANLI’DA TOPRAK SĐSTEMĐ…………………………………………………….……………… ..3<br />
A- Miri Arazi………………………………...…………………………………………….………………...4<br />
B- Mülk Arazi………………………………………………………………………………………………..6<br />
C- Vakıf Arazi………………………………………………………………………………………………..7<br />
I. BÖLÜM<br />
KLASĐK DÖNEM OSMANLI’DA TIMAR TEŞKĐLATI VE TARIMSAL<br />
FAALĐYETLERĐN GERÇEKLEŞTĐRĐLDĐĞĐ KIR YERLEŞĐM MERKEZLERĐ<br />
I. OSMANLIDA TIMAR TEŞKĐLATI VE TARIMIN BU SĐSTEMDEKĐ YERĐ………………..………8<br />
A- Tımarın Tanımı, Đntikali ve Ekonomik Đşleyişi…………………………………………..........................8<br />
B- Tımarlı Sipahilerin Reaya Đle Münasebetleri ve Sistemin Feodal Sistem Đle Mukayesesi…………....…12<br />
II.TARIMSAL FAALĐYETLERĐN GERÇEKLEŞTĐĞĐ KIR-YERLEŞĐM MERKEZLERĐ………….17<br />
A- Köyler……………………………………………………………………………………………..…….17<br />
B- Mezraalar…………………………………………………………………………………………….….19<br />
II. BÖLÜM<br />
ÇĐFT-HANE SĐSTEMĐ VE ÜRETĐCĐ UNSURLAR<br />
I. ÇĐFT-HANE SĐSTEMĐ VE ÇĐFT RESMĐ…………………………………………………….……..…..22<br />
II. ÇĐFTLĐK TÜRLERĐ………………………………………………………………………………..……29<br />
A- Reaya Çiftliği……….……………………………………………………………………….……..……29<br />
B- Hassa Çiftliği…………………………………………….………………………….……………..……30
ix<br />
C- Askeri Unsurlara Verilen Çiftlikler…………………...…………...………………….……………..……30<br />
1- Yaya ve Müsellem Çiftlikleri……………………………….…………….…………………………..31<br />
III. ÜRETĐCĐ UNSURLAR…………………………………………………….………….………………..32<br />
A- Ortakçı Kullar……………………………………………………………………...……………..…...32<br />
1- Reaya Toprakları ve Hassa Çiftlikleri Üzerinde Çalışan Ortakçı Kullar……………….………….....34<br />
2- Padişah Hasları Üzerinde Çalışan Ortakçı Kullar…………………………………….…………..…..35<br />
B- Köylü Reaya…………………………………………………………………………………………...35<br />
1- Köylü Reayanın Hukuki Statüsü ve Ödemekle Yükümlü Olduğu Vergiler…………….……………36<br />
a. Sabit Miktarlı Toprak Vergileri……………………………………………………….……………37<br />
b. Sabit Oranlı Ürün Vergileri………………………………………………………………………...38<br />
c. Sabit Miktarlı Ürün Vergileri……………………………………………………………………....39<br />
d. Sabit Miktarlı Ama Devamlı Olmayan Çeşitli Vergiler…………………….……………………...40<br />
2- Tarım Ürünlerinin Köylü Reaya Tarafından Pazara Sunulması…………….………………………..41<br />
C- Çeltikçi Reaya………………………………………………………………….………………………42<br />
D- Konar-Göçer Teşekküller………………………………………………………….…………………..43<br />
III. BÖLÜM<br />
OSMANLI’DA TARIMA ETKĐ EDEN FAKTÖRLER ĐLE BU FAKTÖRLERĐN<br />
ORTAYA ÇIKARDIĞI SONUÇLAR VE KLASĐK DÖNEM OSMANLI TARIMINDA<br />
UYGULANAN METODLAR<br />
I. TARIMA ETKĐ EDEN FAKTÖRLER…………………………………………………………………..46<br />
A- Coğrafya ve Đklim……………………………………………………………………………………….46<br />
B- Kuraklık………………………………………………………………………………………………....48<br />
C- Konar-Göçerlerin Hayvancılık Faaliyetleri…………………………………………………………..…49<br />
D- Çekirge ve Tarla Faresi Đstilası………………………………………………………………………….51<br />
E- Tımar Sisteminin Bozulması Neticesinde Uygulanan Politikalar ve Mali Buhran…………………..…52<br />
F- Celali Đsyanları………………………………………………………………………………………..…55<br />
II. TARIMA ETKĐ EDEN FAKTÖRLERĐN ORTAYA ÇIKARDIĞI SONUÇLAR.………………..…57<br />
A- Kıtlık ve Ortaya Çıkardığı Neticeler…………………………………………………………………....57<br />
1- Fiyat Artışları………………………………………………………………………………………...59<br />
2- Göçler ve Toplumsal Düzenin Bozulması…………………………………………………………...61<br />
3- Büyük Şehirlerin Đaşe Sorunu……………………………………………………………………….62<br />
III. TARIMDA UYGULANAN METODLAR VE TARIMIN ĐŞLEYĐŞ ŞEKLĐ……………………….63<br />
A- Uygulanan Metodlar………………………………………………………………………...................63<br />
1- Tarım Araçları………………………………………………………………………………………63<br />
2- Gübreleme…………………………………………………………………………………………..64<br />
3- Nadas Sistemi………………………………………………………………………………………65<br />
4- Sulama………………………………………………………………………………………………66<br />
5- Tohumlama…………………………………………………………………………………………68
x<br />
B- Tarımsal Faaliyetlerin Đşleyişi…………………………………………….……………………………69<br />
1- Tarım Đşletmeleri……………………..………………………………………………………………69<br />
a. Büyüklükleri ve Sermaye Donatımları………..………………………………………...................69<br />
2- Üretim Harcamaları…………………………………..………………………………………………70<br />
a. Çeşitli Ürünlerde Üretim Harcamaları……………………………………………….....................70<br />
b. Çiftlik Đşletmelerinde Üretim Harcamaları………………………………………………………..70<br />
3- Zirai Verimlilik Durumu……………………………………………………………………………..71<br />
a. Toprak Birimi Başına Verimlilik…………………………………………………….....................71<br />
b. Tohum Birimi Başına Verimlilik………………………………………………………………….72<br />
4- Hasat Çeşitleri………………………………………………………………………………………..73<br />
5- Tarımsal Faaliyetlerin Hayvancılıkla Olan Münasebeti……………………………………………..74<br />
6- Tarım Ürünlerinin Nakliyatı ve Taşımacılığı………………………………………………………..75<br />
IV. BÖLÜM<br />
ZĐRAĐ ÜRETĐM VE ZĐRAĐ ÜRETĐM MĐKTARLARININ UMUMĐ DAĞILIMLARI<br />
I. HUBUBAT ÜRETĐMĐ……………………………………………………………………………………77<br />
A- Hububatın Biçilmesi ve Harman Edilmesi……………………………………………………………...78<br />
B- Hububat ve Bakliyat Ürünleri…………………………………………………………………………...80<br />
1- Buğday………………………………………………………………………………........................80<br />
2- Arpa…………………………………………………………………………………........................83<br />
3- Yulaf…………………………………………………………………………………………………85<br />
4- Çeltik………………………………………………………………………………………………...86<br />
5- Darı………………………………………………………………………………………………….90<br />
6- Nohut………………………………………………………………………………………………..92<br />
7- Mercimek……………………………………………………………………………........................94<br />
8- Fasulye………………………………………………………………………….…………………...95<br />
9- Burçak………………………………………………………………………………........................96<br />
II. SINAĐ BĐTKĐLERĐ ÜRETĐMĐ………………………………………………………………………….98<br />
A- Pamuk………...…………………………………………………………………………………………98<br />
B- Susam………………...………………………………………………………………………………...100<br />
C- Zeytin……...………………………………………………………………………………………...…102<br />
Ç- Dut Yaprağı…………..………………………………………………………………………………..103<br />
D- Palamud………….……..……………………………………………………………………………...103<br />
E- Keten-Kenevir……………………..……………………………………………………………….…..104<br />
F- Sumak Yaprağı………………………………………………..………………………………………..105
xi<br />
III. BAĞCILIK, MEYVE VE SEBZE ÜRETĐMĐ………...……………………………….……………..106<br />
A- Bağcılık…………………...………...………………………………………………………………….106<br />
B- Meyve Üretimi……………………………………………………………………………………...….110<br />
C- Sebze Üretimi……………………………………………………………………………………….....111<br />
SONUÇ…………………………………………………………………………………………………..…112<br />
KAYNAKÇA..………………………………………………………………………………………..……115<br />
ÖZGEÇMĐŞ……………………………………………………………………………………………..…126
xii<br />
KISALTMALAR<br />
AÜDTCFD:<br />
Bkz, bkz:<br />
c.:<br />
CBÜĐĐBF:<br />
Çev.:<br />
ed.:<br />
GÜEFD:<br />
Đ.A:<br />
md.:<br />
OTAM:<br />
sa.:<br />
s.:<br />
TAD:<br />
TĐD:<br />
TDVĐA:<br />
TÜBARD:<br />
vd.:<br />
Yay. Haz.:<br />
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi<br />
Bakınız<br />
Cilt<br />
Celal Bayar Üniversitesi Đktisadi ve Đdari Bilimler Fakültesi<br />
Çeviren<br />
Editör<br />
Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi<br />
Đslam Ansiklopedisi<br />
Madde<br />
Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi<br />
Sayı<br />
Sayfa<br />
Tarih Araştırmaları Dergisi<br />
Tarih Đncelemeleri Dergisi<br />
Türkiye Diyanet Vakfı Đslam Ansiklopedisi<br />
Türkiye Bilimsel Araştırmalar Dergisi<br />
Ve devamı<br />
Yayına Hazırlayan
xiii<br />
KONU VE KAYNAKLAR<br />
I. KONU<br />
Tarımın iktisadi faaliyet kolu olarak önem kazanması, insanoğlunun yerleşik<br />
hayata geçtiği günden itibaren başlamıştır. Đlkel dönemlerde dahi tarımsal faaliyetler,<br />
o dönemde mevcut olan araç ve tekniklerle devam ettirilmiş, ilerleyen zamana paralel<br />
olarak bölgelerarası iletişimin yaygınlık kazanmasıyla diğer alanlarda olduğu gibi<br />
zirai alanda da uygulanan tekniklerin geliştirilmesi sonucu tarımda ileri metodlar<br />
uygulanmaya başlamıştır. Ancak tarımsal sahada kullanılan alet ve uygulanan<br />
teknikler, Sanayi Đnkılâbı’nın başladığı döneme kadar köklü bir gelişme<br />
göstermemiştir. Buna rağmen tarım, bireyin beslenmesi için birincil önem<br />
taşıdığından tüm çağlar boyunca hiç önemini yitirmemiş ve Orta ve Yeniçağ’lar<br />
boyunca birçok devletin ekonomisini tarım ve tarımdan alınan vergiler oluşturmuştur.<br />
Klasik dönemde (1300-1600), gücünden ve ihtişamından tartışılmaz bir surette<br />
söz ettiren Osmanlı Devleti’nin de iktisadi faaliyetleri, büyük bir çoğunlukla tarım<br />
sektörü üzerinde toplanmıştı. Çünkü nakit para ekonomisinin gelişmediği dönemde<br />
halkın önemli bir bölümünün geliri ve devletin gelirlerinin büyük bir oranı, toprağa<br />
bağlı olarak gerçekleştirilen zirai faaliyetlerden sağlanmaktaydı. Çalışma konumuzda<br />
maliyesi tarım temelli ekonomiye dayanan Osmanlı Devleti’nde tarım için büyük<br />
önem arz eden toprak sisteminin uygulanışı, tımar sisteminin tarımsal faaliyetlerle ve<br />
bu faaliyetleri yürüten köylü reaya ile ilişkisi, zirai faaliyetlere katılan üretici<br />
unsurlar, bu unsurların devlete karşı mükellefiyetleri, tarımsal üretim sürecinde<br />
uygulanan metodlar ve klasik dönemde Osmanlı tarımını etkileyen faktörler ve ortaya<br />
çıkardığı neticeler, üretilen zirai ürünler ve bunların bazı sancak ve kazalara göre<br />
oranları gibi hususlar üzerinde genel değerlendirmelerde bulunmaya çalışılmıştır.
xiv<br />
II. KAYNAKLAR<br />
Son yıllarda Osmanlı Devleti’nin iktisadi ve sosyal tarihine yönelik<br />
araştırmaların hızla arttığı gözlenmektedir. “Klasik Dönem Osmanlı Tarımı” konusu<br />
üzerinde tafsilatlı kaynaklar fazla olmamakla beraber bu alandaki eksikliği<br />
tamamlayan çalışmaların büyük bir çoğunluğu makalelerden oluşmaktadır. Ancak<br />
Osmanlı Devleti’nin genel anlamda zirai ekonomisinin hukuki ve ekonomik boyutları<br />
hakkında geniş bilgi veren Ömer Lütfi Barkan’ın Osmanlı Đmparatorluğu’nda Zirai<br />
Ekonominin Hukuki ve Mali Esasları: Kanunlar I, adlı eseri, Osmanlı’nın toprak ve<br />
tarım sistemi üzerine yazılmış mühim bir eser olması dolayısıyla çalışmamıza ciddi<br />
anlamda ışık tutmuştur. Yine aynı müellifin Türkiye’de Toprak Meselesi adlı eseri de<br />
araştırma konumuz açısından önemli bir kaynak teşkil etmiştir. Ayrıca Osmanlı<br />
Devleti’nin iktisadi ve sosyal alanı ile ilgili olarak Halil Đnalcık’ın Osmanlı<br />
Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi I-II, Mustafa Akdağ’ın Türkiye’nin<br />
Đktisadi ve Đçtimai Tarihi I-II, Halil Cin’in Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin<br />
Bozulması, Ahmet Tabakoğlu’nun Türkiye Đktisat Tarihi, Suraiya Faroqhı’nin<br />
Osmanlı Şehirleri ve Kırsal Hayatı, Tevfik Güran’ın 19. Yüzyıl Osmanlı Tarımı, adlı<br />
eserler araştırmamızda baş ucu kaynaklarımız olmuştur. Çalışmamızda büyük bir<br />
çoğunlukla istifade ettiğimiz sancak ve kaza çalışmaları da bize yol gösteren<br />
kaynaklar arasındadır. Bu cümleden olmak üzere, Behset Karaca’nın XV. ve XVI.<br />
Yüzyıllarda Teke Sancağı, yine aynı müellifin XV. ve XVI. Yüzyıllarda Manavgat<br />
Kazası, Mehmet Öz’ün XVI. Yüzyıl Başlarında Canik Sancağı, Mehmet Ali Ünal’ın<br />
XVI. Yüzyılda Çemişgezek Sancağı, aynı müellifin Osmanlı Devrinde Sinop, Ali<br />
Sinan Bilgili’nin Osmanlı Döneminde Tarsus Sancağı ve Türkmenleri, Ahmet<br />
Kankal’ın XVI. Yüzyılda Çankırı Sancağı gibi eserler, istifade edilen sancak/kaza<br />
çalışmalarından sadece birkaçıdır.<br />
Kaynaklarla ilgili geniş bilgi dipnot ve bibliyografyada verilmiştir.<br />
Çalıştığımız konu ile ilgili olarak Mehmet Öz’ün Osmanlı Klasik Döneminde<br />
Tarım, aynı müellifin XVI. Yüzyılda Anadolu’da Tarımda Verimlilik Problemi, Nejat<br />
Göyünç’ün XVI. Yüzyılda Güney-Doğu Anadolu’nun Ekonomik Durumu, Đbrahim
xv<br />
Solak’ın Osmanlı Đmparatorluğu Döneminde Anadolu’da Meyve ve Sebze Üretimi,<br />
Zeki Arıkan’ın XV-XVI. Yüzyıllarda Anadolu’da Çeltik Üretimi, Ahmet<br />
Tabakoğlu’nun Klasik Dönemde Osmanlı Ekonomisi adlı makaleleri büyük öneme<br />
sahiptir. Araştırmamızda bu kaynak ve makaleler başta olmak üzere konumuzla<br />
doğrudan ilgili ziraat kitaplarından da istifade ederek Osmanlı Devleti’nin Klasik<br />
dönemindeki tarımsal hayatın tüm yönlerinin geniş çaplı olarak ele alınması<br />
amaçlanmıştır.
1<br />
GĐRĐŞ<br />
Sanayi öncesi tüm toplumlarda olduğu gibi Osmanlı Devleti’nin de<br />
ekonomisinin temelini toprak üzerindeki iktisadi faaliyetlerin bütünü olan tarım teşkil<br />
etmekteydi. Topraktan ve dolayısıyla bunun üzerinde gerçekleştirilen tarımsal<br />
faaliyetlerden elde edilen ürünler halkın geçimini sağlamasında başat bir unsur<br />
olduğu gibi devletin ve ordunun iaşesinin sağlanması konusunda da etkin bir rol<br />
oynamaktaydı. Çünkü zirai istihsal, alt kademedeki reayadan üst dereceli devlet<br />
adamlarına kadar herkesin ihtiyaç duyduğu mahsulleri temin eden önemli bir iktisadi<br />
faaliyet kolu idi. Diğer taraftan devletin maliyesine önemli oranda gelir sağlaması<br />
dolayısıyla da büyük bir anlam ifade eden tarımsal faaliyetler, ekonominin temelini<br />
oluşturduğu gibi, devletin kamu gelirleri ve masrafları da yine zirai istihsalden elde<br />
edilen gelirlere dayanmaktaydı 1 .<br />
16. yüzyılda Osmanlı halkının %90’a yakın bir bölümünün kırsal alanda<br />
yaşıyor olması 2 , Osmanlı Devleti’nin ekonomisinin tarıma dayandığının açıkça<br />
göstergesidir. Öyle ki, devlet ihtiyaçlarının karşılanmasında ve devletin bekası için<br />
büyük rol oynayacak olan ordunun iaşesinin sağlanmasında ve onların ücretlerinin<br />
karşılanmasında olduğu gibi diğer devlet görevlilerinin ücretlerinin ödenmesinde,<br />
nakit para ekonomisinin gelişmediği bir dönemde devletin topraktan ve yetiştirilen<br />
tarımsal ürünlerden aldığı vergiler büyük rol oynamıştır. Dolayısıyla zirai alanların<br />
tasarrufu, reayanın geçimini sağlamakla beraber bir vergi toplama ünitesi olarak da<br />
önemli bir misyona sahipti.<br />
Klasik Osmanlı döneminde (1300-1600) tarımsal faaliyetler, köylü ailesi ya da<br />
hanesine dayalı olarak gerçekleştirilmekte ve devlete ait toprakların tasarrufu, köylü<br />
1 Mustafa Öztürk, Tarih Felsefesi, Elazığ, 1999, s.97-98.<br />
2 Şevket Pamuk, Osmanlı-Türkiye Đktisadi Tarihi (1500-1914), Đstanbul, 2007, s.37.
2<br />
hanelerine bazı mükellefiyetler karşılığında bırakılmakta 3 ve Osmanlı tarım<br />
ekonomisi çerçevesinde çiftçilik babadan oğula geçmekteydi. Bu prensiple aslında<br />
devlet, zirai faaliyetleri hiç ara vermeden devam ettirmeyi ve zirai alandan elde ettiği<br />
gelirleri azaltmamayı amaçlamıştır. Maliyesi tarım ekonomisi üzerine kurulan<br />
Osmanlı Devleti, ekonomisini canlı tutmak amacıyla köylü reayanın tarımsal<br />
faaliyetlerini sürekli olarak denetlemiş, çiftçinin tohumu toprağa bırakma sürecinden<br />
ürünü hasat etme zamanına kadar zirai üretim aşamalarını kontrol altına almıştır.<br />
Hatta ziraatin gerçekleştirilmesi için gerekli unsur olan toprak üzerindeki insiyatifi de<br />
kendi tekelinde tutmuştur.<br />
Ziraatte mümkün olan en yüksek düzeyde verim sağlamak Osmanlı<br />
Devleti’nin önemli bir iktisadi ilkesini oluşturmaktaydı. Dolayısıyla mümkün olan en<br />
yüksek seviyede üretimin gerçekleştirileceği düşünülen işletme tipi ise, orta<br />
büyüklükteki aile işletmesi idi. Toprağın verim durumuna göre 60 ile 150 dönüm<br />
arasında bir arazi tahsis edilen aile işletmelerinin muhafaza altına alınması, devletin<br />
ilk hedefi olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla devlet, zirai toprakların mülkiyet<br />
hakkını direkt olarak köylü reayaya bırakmayarak, kendi uhdesinde bulundurmak<br />
suretiyle zirai sahayı ve üretimi güven altına almakta, çiftçilerin zirai üretimi<br />
azaltmasına neden olacak tarzda, topraklarını işlemeden ellerinde tutmalarına,<br />
köylerini ve tarlalarını terk etmelerine kesinlikle izin vermemekte, aksi takdirde<br />
tarımsal üretimden birinci derecede sorumlu tutulan çiftçiyi ağır yaptırımlara tabi<br />
tutmaktaydı 4 . Nitekim Osmanlı Devleti, zirai alanda uyguladığı bu düsturlar<br />
sayesindedir ki, 17. yüzyılın ilk yarısına kadar güçlü bir tarım devleti olarak kalmayı<br />
başarmış, zirai faaliyetlerin sağlıklı işleyişi Osmanlı Devleti’nin askeri kurumlarının<br />
da güçlü olmasını sağlamış ve tüm bu hususiyetler dolayısıyla, 15. ve 16. yüzyıllarda<br />
Osmanlı Devleti, dönemin en güçlü devleti olarak damgasını vurmuştur.<br />
Klasik dönem Osmanlı tarımını geniş çaplı olarak ele alabilmek için öncelikle<br />
Osmanlı Devleti’nde uygulanan toprak sistemi konusuna değinmek gerekmektedir.<br />
3 Şevket Pamuk, Aynı eser, s.39.<br />
4 Mehmet Genç, “ Osmanlı Đktisadi Dünya Görüşünün Đlkeleri”, Osmanlı Đmparatorluğu’nda Devlet ve<br />
Ekonomi, Đstanbul, 2007, s.46.
3<br />
I. OSMANLI’DA TOPRAK SĐSTEMĐ<br />
Sanayi öncesi tüm toplumlarda olduğu gibi, Osmanlı iktisadi hayatının<br />
temelini de, hukuki ve mâli esasları, farklı bölgelerin bünyevi hususiyetleri de dikkate<br />
alınmak suretiyle kanunnâmelerde açıklıkla tayin edilmiş olan zirai ekonomi teşkil<br />
etmekte idi 5 . Zirai ekonomide tarımsal yapının en önemli unsurunu ise arazi yani<br />
toprak oluşturmaktadır 6 . Osmanlı Devleti’nde toprağın hukuki statüsü ve tasarruf<br />
şekli bakımından imparatorluğun her tarafına şamil tek bir sistem uygulanmamış,<br />
idareciler umumiyetle fetih yoluyla imparatorluğa katılan geniş ülkelerde eskiden beri<br />
tatbik edilegelen örf ve adetleri, hukuki ve fiili durumları göz önüne alarak her<br />
bölgenin kendi özelliğine göre şekillenen istikrarlı bir yapı oluşturmaya<br />
çalışmışlardır. Bu yüzden temelde, tımar sisteminin uygulandığı eyaletler ile bu<br />
sisteme dahil edilmeyen eyaletler arasında askeri, idari ve mali alanda bazı farklılıklar<br />
ortaya çıkmıştır. Ancak tımar sisteminin uygulanmadığı bölgelerde dahi toprağın<br />
hukuki durumu ve tasarruf biçimleri açısından birçok noktada benzerlik, hatta ayniyet<br />
görüldüğünden imparatorluk genelinde toprağın hukuki vaziyetini ana hatlarıyla şu<br />
şekilde tasnif etmek mümkündür. Buna göre Osmanlı Đmparatorluğu’nda arazi umumi<br />
olarak üç şekilde bulunmaktadır: miri, mülk ve vakıf 7 .<br />
5 Turan Gökçe, XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Lâzıkıyye (Denizli) Kazâsı, Ankara, 2000, s.320.<br />
6 Zeynep Dernek, Tarım Ekonomisi ve Đşletmeciliği, Isparta, 2002, s.26.<br />
7 Mehmet Ali Ünal, XVI. Yüzyılda Çemişgezek Sancağı, Ankara, 1999, s.87.
4<br />
A- Miri Arazi<br />
Osmanlı Devleti topraklarının büyük bir kısmı miri arazi grubuna girmekte<br />
idi 8 . Rakabesi (çıplak mülkiyeti) devlete ait olan ve işletilmek üzere reayaya tefviz<br />
edilen miri arazi 9 üzerinde reaya, geniş tasarruf yetkilerine sahiptir. Müddetsiz olarak<br />
araziyi tasarruf eder ve ölümünde arazi, mirasçılarından bir kısmına meccanen ve<br />
bunların bulunmaması halinde, tapu misli denilen bir bedel mukabilinde diğer<br />
mirasçılara intikal ederdi 10 . Miri arazi, tapu resmi denilen bir bedel mukabili köylüye<br />
tefviz edilmekte ve bu, devlet adına muayyen memurlar tarafından yapılmakta idi.<br />
Đmparatorluğun genişliği sebebiyle bu muamelenin merkezden yapılması imkânsız<br />
olduğundan bu bir bakıma zaruri idi 11 . Reaya, tapu resmi denilen vergi karşılığında<br />
tasarrufuna aldığı bu toprağı işleyerek elde ettiği mahsulden devlete veya devletin<br />
tayin ettiği sipahiye, öşür denilen ve nispeti bölgelere göre 1/10 ile 1/2 arasında<br />
değişen bir vergiyi ödemekle mükellef tutulmaktaydı 12 .<br />
Ziraate elverişli toprakların büyük bir kısmı, miri araziye aitti. Tapu ile<br />
tasarruf edilen tarlalar, yaylak ve kışlaklar ve buna benzer yerler miri araziden 13<br />
sayılmakta olup miri toprağın satılması, vakf ve mülk haline getirilmesi kesinlikle<br />
yasaktı 14 . Miri toprak rejimi, devlete bütün köylü sınıfını ve tarım ekonomisini<br />
8 Osmanlı miri toprak rejiminin esası arazi tahriridir. Mehmet Ali Kılıçbay, Feodalite ve Klasik Dönem<br />
Osmanlı Üretim Tarzı, Ankara, 1982, s.342; Tahrir Defterleri, Osmanlı idâri teşkilatının en önemli<br />
birimlerinden olan sancaklarda, vergi veren-vermeyen, hâne veya bekâr, dul veya evli, sakat, amâ,<br />
yaşlı her türlü insanın kaydedildiği vergi defterleridir. Bunlarda ayrıca meslekler, mahalle, köy, mezraa<br />
ve mer’alar, üretilen ürünler ve buna karşılık ödenen vergiler, sahip olunan hayvanlar, cami, han,<br />
hamam, çarşı, zaviye, tekke, manastır, kilise veya kervansaraylar, vergi mükellefi ve vergiden muaf<br />
tutulanlar, askeri gruplar vs. yer alırdı. Yusuf Halaçoğlu, XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet<br />
Teşkilatı ve Sosyal Yapı, Ankara, 2003, s.108. Osmanlı fethettiği topraklarda tahrir-i memleket denilen<br />
nüfus ve arazi sayımı yaptırırdı. Devlete ait miri topraklar tespit edilerek ehl-i seyf denilen askeri<br />
sınıfa tımar, zeamet ve has olarak tahsis edilirdi. Yılmaz Kurt, “Osmanlı Toprak Yönetimi”, Osmanlı,<br />
c.III, Ankara, 1999, s.60; Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu Klasik Çağ(1300-1600), (çev. Ruşen<br />
Sezer), Đstanbul, 2006, s.113.<br />
9 Miri arazi rejimine tâbi olan yerler; tarla, çayır, yaylak, kışlak, koru ve buna benzer topraklardır.<br />
Halil Cin, Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin Bozulması, Boğaziçi Yay, Đstanbul, 1985, s.46.<br />
10<br />
Miri arazinin intikal tarzları ile ilgili geniş bilgi için bkz. Neşet Çağatay, “Osmanlı<br />
Đmparatorluğu’nda Reaya’nın Miri Arazi’de Toprak Tasarrufu ve Đntikal Tarzları”, IV. Türk Tarih<br />
Kongresi’nde Sunulan Tebliğler, Ankara, 1952, ss. 426-433; Ayrıca bkz. Halil Cin, Aynı eser, s.46.<br />
11 Halil Cin, Aynı eser, s.46.<br />
12 Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, Isparta, 2005, s.134.<br />
13 Halil Cin, Aynı eser, s.46.<br />
14 Halil Bayrakçı, Osmanlı Toprak Sistemi, Đstanbul, 1990, s.79.
5<br />
kontrol ve düzenleme yetkisi vermekte 15 ve böylece devlet, zirai hayatın işleyişiyle<br />
doğrudan ilgilenerek bu alanda müdahaleci bir tavır sergilemekte idi. Toprağın<br />
tasarruf edilmesi işinden başlayarak ekilmesi, ürünün toplanması ve bilhassa<br />
vergilendirilmesi aşamalarında devletin devamlı surette kontrolü hissedilmekte idi 16 .<br />
Diğer yandan miri arazi, bütün tarım topraklarını kapsamamakta, sadece hububat<br />
ziraati yapılan tarla olarak kullanılmakta idi. Bağlar ve bahçeler ise bunun dışında<br />
kalmaktaydı 17 .<br />
Miri arazi dediğimiz devlet toprakları, “Tapulu Arazi” ve “Mukataalı Arazi”<br />
olmak üzere iki kategoriye ayrılmakta idi. Tapulu arazi; köylü aile birliklerine, tapu<br />
rejimi dediğimiz özel bir sistem içinde verilen arazidir. Tapu rejimine göre, tasarruf<br />
edilen arazi, satılamayan, hibe ve vakf edilemeyen, fakat babadan oğula bir işletme<br />
birliği olarak geçen raiyyet çiftlikleridir. Köylü bunu bizzat kendisi işlemek zorunda<br />
idi. Miri tapulu arazi yanında ikinci büyük kategori topraklar, miri mukataalı arazidir.<br />
Mukataa sistemi, tapu sistemi yanında, tamamıyla ayrı bir toprak rejimini<br />
simgelemektedir. Dolayısıyla buradaki anlam ile mukataa, bir devlet kaynağını bir<br />
özel şahsa belli bir bedel karşılığı kiralamaktır. Miri topraklarda ise mukataa sistemi<br />
şu şekilde uygulanmaktaydı: Tapuya verilmeyen, yani tapu sistemi denilen özel bir<br />
rejim altında bir köylü tasarrufunda bulunmayan araziyi devlet, belli bir kira karşılığı<br />
şahıslara ihale etmekteydi 18 . Hukuk bakımından mukataa, tam bir kiralama<br />
olduğundan bu topraklarda tapu rejiminin kuralları uygulanmamaktaydı 19 .<br />
15 Halil Đnalcık, “Köy, Köylü ve Đmparatorluk”, Osmanlı Đmparatorluğu Toplum ve Ekonomi, Đstanbul,<br />
1996, s.3.<br />
16 Adnan Gürbüz, “XV.-XVI. Yüzyıllarda Sivas Şehrinde Đdari ve Ekonomik Yapı”, Vakıflar Dergisi,<br />
c.XXVI, Ankara, 1997, s.93.<br />
17 Halil Đnalcık, “Köy, Köylü ve Đmparatorluk”, s.3; Devletin üretim üzerindeki denetimi hakkında<br />
geniş bilgi için ayrıca bkz. Sencer Divitçioğlu, Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu, Đstanbul, 1967,<br />
s.51.<br />
18 Devletin bazı toprakları mukataa ile vermesinin nedeni reaya tasarrufu dışında, doğrudan köylü<br />
reaya tarafından işlenmeyen birçok arazinin var olması idi. Örneğin, bir köy halkı çeşitli nedenlerle<br />
köyünü bırakıp kaçar ve arazisi işlenmedik olarak kalır. Bunların harap durumda kalmaması, başka<br />
deyimle devlet gelir kaynaklarını kaybetmemesi için, bu tür toprakları mukataa ile vermeyi ve<br />
işletmeyi en iyi yol olarak görmüştür. Halil Đnalcık, “Köy, Köylü ve Đmparatorluk”, s.6.<br />
19 Halil Đnalcık, Aynı eser, s.5.
6<br />
Miri arazi rejimi, aynı zamanda köylüyü her türlü doğal ve toplumsal<br />
tehlikelere karşı koruyan bir uygulamaydı. Doğal afetler (kuraklık ya da sel baskını<br />
vb.) karşısında, köylü yalnız bırakılmamakta, memur-asker statüsündeki sahib-i arz,<br />
bu gibi durumlarda köylüye yardım etmekle yükümlü tutulmaktaydı. Böylece bir<br />
doğal afet dönemini takiben, köylü topraklarını tefecilere kaptırarak, ırgatlaşma riski<br />
ile karşı karşıya kalmamaktaydı. Yine açıkgöz bir reayanın, öteki reayaların<br />
topraklarını zamanla ele geçirerek, topraklarını büyütememesi bu düzenin sonucu<br />
idi 20 . Nitekim bu hususiyetleri uhdesinde barındıran miri arazinin, Osmanlı<br />
topraklarının yaklaşık % 87’sini teşkil etmesi 21 , aslında bu rejimin köylü raiyyetin<br />
tarımsal faaliyetlerine zemin oluşturan başat bir faktör olduğunu açıkça<br />
göstermektedir.<br />
B- Mülk Arazi<br />
Mülk arazi, çıplak mülkiyeti (rakabesi) gerçek şahıslara ait olan topraklardır.<br />
Bunun kaynağı da esasen miri arazidir. Yani mülk arazi ya hükümdar tarafından miri<br />
araziden şahıslara temlik edilmesiyle ya da imparatorluğa yeni katılan yerlerde<br />
eskiden beri mülk olarak tasarruf edilen yerleri hükümdarın sahipleri elinde mülk<br />
olarak ibka etmesiyle meydana gelmektedir 22 . Bu arazilerin tasarrufu, yani kullanma<br />
hakkı, bazen de devlete ait olabilirdi. Tasarrufu devlete ait olduğu durumlarda mülk<br />
sahibi, toprağın şer’i vergilerini almakla yetinirdi 23 . Mülk arazi sahibi, arazisini<br />
temlik ve terkin etmek, bağışlamak, vakıf ve vasiyet konusu yapmak gibi geniş<br />
tasarruf yetkisini kullanabilirdi. Diğer taraftan mülk arazi, malikinin vefatı halinde<br />
“feraiz”(eski hukukta miras hukuku) hükümlerine göre mirasçılarına intikal ederdi 24 .<br />
Bu hususiyetler dâhilinde olan mülk arazi üzerinde de malikinin isteği doğrultusunda<br />
tarımsal faaliyetler gerçekleştirilmekteydi.<br />
20 Zeynel Dinler, Tarım Ekonomisi, Bursa, 1996, s.12.<br />
21 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), s.114; ayrıca bkz. Abdullah Mesut<br />
Küçükkalay, “Osmanlı Toprak Sistemi (Miri Rejim)”, Osmanlı, c. III, Ankara, 1999, s.53.<br />
22 Mehmet Ali Ünal, XVI. Yüzyılda Çemişgezek Sancağı, s.87.<br />
23 Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, s.138.<br />
24 M. Tului Sönmez, Osmanlıdan Günümüze Toprak Mülkiyeti, Ankara, 1998, s.203-204.
7<br />
C- Vakıf Arazi<br />
Vakıf arazi iki kısma ayrılmakta idi. Konusu mülk arazi olan sahih vakıf<br />
arazileri fıkıh kitaplarındaki şer’i hükümlere tâbidir. Konusu miri arazinin gelirleri<br />
olan gayr-ı sahih vakıf araziler ise, miri arazi gibidir 25 . Vakıf arazide mülk sahipleri,<br />
arazilerini, herhangi bir hayır kurumu yararına vakfedebilirdi. Bu takdirde mülkiyet<br />
vakfa geçerdi. Toprağın tasarrufu ve gelirinden faydalanma da vakfedilen maksada ait<br />
olurdu. Dolayısıyla rakabe kimsenin değildi 26 . Özel mülk’ten vakıf haline getirilen<br />
toprakların büyük kısmı, genellikle kişi ve aile çıkarlarına hizmet etmekteydi. Daima<br />
devlet gözetimi altında olmasına karşın vakıf arazisi, belirli bir vakıf belgesi<br />
(vakfiyye) çerçevesinde, çoğu zaman vakıf kurucusunun soyundan gelen bir<br />
mütevellinin bağımsız tasarruf ve idaresinde bulunmaktaydı 27 . XVI. yüzyıl<br />
başlarında, Osmanlı ekonomisinde toprakların %20’si vakıf sistemi içerisinde yer<br />
almaktaydı 28 . Bu derece önemli bir paya sahip olan toprak vakıflar üzerinde<br />
gerçekleştirilen tarımsal faaliyetlerden elde edilen zirai ürünler, hayır amaçlı<br />
kullanılmakta ya da vakfiyede belirtilen hususlar çerçevesinde sarf edilmekteydi.<br />
Osmanlı Đmparatorluğu’nda bu üç arazi çeşidi içerisinde zirai istihsalin yoğun<br />
olarak gerçekleştirildiği arazi, miri arazi olmuştur. Diğer arazi gruplarında da tarım<br />
yapılsa da bu hususta önem bakımından miri arazinin gerisinde kalmışlardır.<br />
25 Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri, I, Đstanbul, 1990, s.140<br />
26 Mehmet Ali Ünal, XVI. Yüzyılda Çemişgezek Sancağı, s.87.<br />
27 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, Đstanbul, 2004, s.184.<br />
28 Ahmet Tabakoğlu, “Klasik Dönemde Osmanlı Ekonomisi”, Türkler, c. X, Ankara, 2002, s.675.
8<br />
I. BÖLÜM<br />
KLASĐK DÖNEM OSMANLI’DA TIMAR TEŞKĐLATI VE TARIMSAL<br />
FAALĐYETLERĐN GERÇEKLEŞTĐRĐLDĐĞĐ KIR YERLEŞĐM<br />
MERKEZLERĐ<br />
I. OSMANLI’DA TIMAR TEŞKĐLATI VE TARIMIN BU<br />
SĐSTEMDEKĐ YERĐ<br />
A- Tımarın Tanımı, Đntikali ve Ekonomik Đşleyişi<br />
Osmanlı Devleti’nde tarımsal faaliyetlerin etkinliği ile tımar sistemi arasında<br />
çok hassas bir denge bulunmaktaydı. Tımar rejiminin mükemmel olarak uygulandığı<br />
dönemlerde zirai üretim faaliyetlerinin işleyiş gücü oldukça yüksek seviyelerde iken<br />
bu rejimin çeşitli nedenlerle zayıflamasına ve dolayısıyla gittikçe önemini<br />
kaybetmesine paralel olarak tarım fonksiyonlarının işleyişi de akamete uğramıştır.<br />
Dolayısıyla zirai faaliyetler ile tımar sistemi arasındaki bağlantıyı kurabilmek için<br />
öncelikle tımar sistemi ve bunun iktisadi işleyişi hususuna değinmek gerekmektedir.<br />
Osmanlı ekonomisinin temelini zirai ekonomi oluşturmakta, tımar sistemi ise<br />
Osmanlı zirai ekonomisinin esasını teşkil etmektedir 29 . Osmanlı Devleti, zirai<br />
topraklarda ilke olarak devlet mülkiyetini benimsediğinden 30 mülkiyeti ve tasarruf<br />
hakkı devlete ait olan miri araziyi devlet bizzat işletmez, yerli halka sınırsız süreli bir<br />
kira akdiyle tasarruf hakkını devrederdi 31 . Sürekli ve ırsi kiracı durumunda olan<br />
köylü, bu tasarruf hukukunu ancak; toprağı, ara vermeden işlemesi ile<br />
korumaktaydı 32 . Osmanlı Devleti’nde, tarımsal faaliyetlerin büyük oranda<br />
gerçekleştirildiği arazi olan miri arazinin tasarruf şekli, tımar tarzında idi 33 .<br />
29 Abdullah M. Küçükkalay, Aynı makale, s.56.<br />
30 Ahmet Tabakoğlu, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi, Đstanbul, 1985, s.50.<br />
31 Ahmet Akgündüz, Aynı eser, s.143.<br />
32 Halil Bayrakçı, Aynı eser, s.82.<br />
33 Ahmet Akgündüz, Aynı eser, s.143; ayrıca bkz. Abdullah M. Küçükkalay, Aynı makale, s.55.
9<br />
XVI. yüzyıl’da devletin üretime müdahale etmesi ve köylülerin artı ürününe el<br />
koyması büyük ölçüde tımar sistemi çerçevesinde gerçekleşmekte olup 34 “tımar”,<br />
Osmanlı Đmparatorluğu’nda ihtiyaçlarını veya hizmetlerine ait masrafları karşılamak<br />
üzere bir kısım asker ve memurlara, muayyen bölgelerden kendi nam ve hesaplarına<br />
tahsili selahiyeti ile birlikte tahsis edilmiş olan vergi kaynaklarına ve bu arada<br />
bilhassa defter yazılarındaki senelik geliri 20.000 akçeye kadar olan askeri dirliklere 35<br />
denilmektedir 36 . En sade tanımıyla tımar, devlet görevlilerine hizmetleri karşılığında,<br />
belli bir bölgenin vergi toplama yetkisinin devredilmesi 37 anlamına gelmektedir. Para<br />
ekonomisinin henüz gelişmediği Ortaçağ şartlarında, büyük bir ordunun beslenme<br />
ihtiyacı tımar sisteminin oluşumuna zemin hazırlarken, sistem, yalnızca askeri<br />
ihtiyaçları düzenlemekle kalmamış, klasik dönemde eyalet tarzının yanı sıra, devletin<br />
ekonomik, sosyal ve zirai politikalarını da büyük ölçüde şekillendirmiştir 38 .<br />
Tımar sistemi, devlet, sipahi ve köylünün toprak üzerinde eş zamanlı<br />
haklarının bulunduğu, parçalı bir iyelik türüydü 39 . Đmparatorluk devrinin sipahi<br />
tımarında, tımar sahibi bazen sahib-i arz ismini de taşımış olmasına rağmen, ne sipahi<br />
tımarı dahilindeki toprakları işleyen köylünün toprak sahibine ne de devlete vermekle<br />
mükellef bulunduğu hak ve resimlerin mülkiyetine sahipti. Ancak muayyen<br />
hizmetleri yaptığı müddetçe devlete ait çeşitli vergileri kendi nam ve hesabına<br />
toplamak hakkından faydalanabilirdi 40 . Tımarlar, “kılıç” tabir edilen ve hiç<br />
değişmeyen bir çekirdek kısmı ile bu kısma zamanla ilave edilmiş olan “hisse”lerden<br />
teşekkül etmekte idi. Kılıçların yerleri ve adedi değiştirilemezdi. Her tımar sahibinin<br />
34 Huricihan Đslamoğlu-Đnan, Osmanlı Đmparatorluğu’nda Devlet ve Köylü, (çev. Sabri Tekay),<br />
Đstanbul, 1991, s. 33.<br />
35 Dirlik ve tımar sürekli birbirlerinin yerine kullanılmış olup, dirlik sistemin genel adıdır. Tımar ise<br />
hem sistemin hem de dirlik çeşitlerinden üçüncü dilimin ismidir. Muhtemelen tımarların hem sayıca<br />
fazla olması hem de zeamet ve haslara göre daha fonksiyonel olması sebebiyle dirlikle eş anlamlı<br />
olarak ve diğerlerini de ifade eder tarzda kullanılmıştır. Mustafa Oflaz, “Osmanlı Dirlik Sistemi”,<br />
Türkler, c. X, Ankara, 2002, s.695. Dirlikler, gelirlerine göre üç kısma ayrılırdı: 1) Has: Yıllık geliri<br />
100 bin akçeden fazla olan dirliklere, 2) Zeamet: Yıllık geliri 20.000 akça ile 100.000 akça arasında<br />
olan dirliklere, 3)Tımar: Senelik geliri 19.999 akçaya kadar olan dirliklere denilmekte idi. Yılmaz<br />
Kurt, Aynı makale, s.60-62. Ayrıca bkz. Ahmet Akgündüz, Aynı eser, s.144.<br />
36 Ömer Lütfi Barkan, “Tımar”, Đ.A. XII. s.286.<br />
37 Fatma Acun, “Klasik Dönem Eyalet Tarzı Olarak Tımar Sistemi ve Uygulanması”, Türkler, c. IX,<br />
Ankara, 2002, s.899.<br />
38 Fatma Acun, Aynı makale, s.899.<br />
39 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), s.114.<br />
40 Ömer Lütfi Barkan, “Tımar”, s.295.
10<br />
bir<br />
“kılıç” yerine tayin edilmiş olması lazımdı. Babalarının tımarı müşterek bir<br />
beratla iki kardeşe verilme halleri hariç, bir kılıç yerine iki kişi gönderilemezdi 41 .<br />
Tımar sahibinin ölümü halinde devlet, sipahinin hizmete yarar erkek<br />
evlatlarından birine veya birkaçına tımar vermeyi prensip olarak kabul etmiş<br />
bulunuyordu. Fakat bu şekilde verilen tımar, ölen babanın tımarının zaruri olarak<br />
kendisi olmadığı gibi, kıymet itibariyle de aynısı değildi 42 . Sipahinin oğluna,<br />
babasının tımarının başlangıç kadro maaşı niteliğindeki “çekirdek” kısmı<br />
verilmekteydi. Bir oğlun babasının yerine geçebilmesi için, babasının öldüğü zaman<br />
en az 12 yaşında olması ve dilekçesini 7 yıllık bir süre içinde beylerbeyine sunmuş<br />
olması gerekmekteydi 43 .<br />
Tımar, Osmanlı sisteminde belirli bir bütün oluşturan bir toprak parçasından<br />
çok, aynı zamanda asgari ve azami sınırları kanunlarla belirlenmiş vergi gelirlerinin<br />
tahsil edildiği itibari birimleri de ifade etmektedir 44 . Bu birimde sipahinin yetkileri<br />
mümkün olduğunca sınırlandırılmıştır. Bir kere devlet tüm vergi gelirlerini değil,<br />
yalnızca bazılarını sipahiye bırakmakta bu nedenle de devletin payına düşen vergileri<br />
alabilmek için memurlar her zaman tımarlara girebilmektedir. Yine Osmanlı<br />
sisteminde reaya, sultanın sayıldığından, sipahi doğrudan üreticiye el koyamamakta<br />
ve bu nedenle de tarımsal artığın tümünü elde edememektedir. 30-40 yılda bir yapılan<br />
periyodik tahrirlerde, sipahilerin beratlarında yazılı olandan daha fazla gelir elde<br />
ettikleri saptanırsa, ya tımarın bir kısım reayası başka bir tımara verilmekte ya da<br />
fazla gelire mevkufçu ve mevkufat emini tarafından hazine adına el konulmaktadır 45 .<br />
Nitekim sipahinin, Osmanlı vergi kaynaklarının tamamına değil de onlara sadece<br />
hükümetin belirlediği kıstaslar nispetince sahip olması, merkeze karşı doğrudan<br />
sorumlu olması dolayısıyla üretim ve köylü-reaya üzerinde etkin bir surette ekonomik<br />
41 Ömer Lütfi Barkan, “Feodal Düzen ve Osmanlı Tımarı”, Türkiye’de Toprak Meselesi Toplu Eserler,<br />
I, Đstanbul, 1980, s.888.<br />
42 Barkan, “Tımar”, s. 295.<br />
43 Nicoara Beldiceanu, XIV-XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Devletinde Tımar, (çev. Mehmet Ali Kılıçbay),<br />
Ankara, 1985, s.67-68.<br />
44 Mehmet Ali Kılıçbay, Aynı eser, s.353.<br />
45 Mehmet Ali Kılıçbay, Aynı eser, s.357.
11<br />
yaptırım gücüne haiz bulunmaması, Osmanlı tımar sisteminin ekonomik işleyişindeki<br />
temel unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />
Her tımar biriminin yani dirliğin sipahiye ödenecek ayni verginin muhafaza<br />
edileceği bir anbarı bulunuyordu. Bu da bir defa inşa edilir ve sipahinin değişmesiyle,<br />
tamir hariç, yeniden yapılamazdı. Yine köylünün sipahiye ödenen ayni vergiyi en<br />
yakın pazara götürüp satma mükellefiyeti vardı. Mahsul burada, bir gün içinde<br />
satılamazsa ikinci gün bir başka pazara götürmeye zorlanamazdı. Sipahiler, üretimin<br />
dolayısıyla gelirden kendilerine düşen payın yükselmesi için gerektiğinde köylüye<br />
tohumluk veya yemeklik zahire ya da nakit yardımında bulunarak ekilmemiş toprak<br />
kalmamasına dikkat ederlerdi 46 . Dolayısıyla tımar sisteminin kendine özgü bu<br />
ekonomik işleyişi, ekonomisi büyük oranda tarıma dayanan Osmanlı Devleti’ndeki<br />
tarımsal faaliyetlerin aktivasyonunun sağlanmasında çok önemli bir rol oynamıştır.<br />
Tımar sisteminin çok güçlü olduğu ve mükemmel bir şekilde uygulandığı dönemlerde<br />
tarımdan sağlanan gelirler artmış; ancak 16. yüzyıldan itibaren savaşların uzun<br />
sürmesi ve bu yüzyılın sonunda meydana gelen celali isyanlarının beraberinde<br />
getirdiği olumsuzlukların baş göstermesi, tımar sisteminin etkinliğini yitirmesine ve<br />
dolayısıyla tarımdan elde edilen gelirlerin azalmasına sebep olmuştur.<br />
46 Ahmet Tabakoğlu, Aynı makale, s.674.
12<br />
B- Tımarlı Sipahilerin Reaya Đle Münasebetleri ve Sistemin Feodal<br />
Sistem Đle Mukayesesi<br />
Tımar topraklarını işlemek hak ve görevine sahip olan reayanın idaresi,<br />
işletmeye nezaret ve vergilerin tahsili, sahib-i arz (toprak sahibi) kabul edilen dirlik<br />
sahiplerine bırakılmıştır 47 .<br />
Sipahi ile köylü arasındaki ilişkiler, miri kanunların en detayına kadar<br />
uygulanmıştır. Sipahi, devletin toprağında, halkın zirai çalışmalarını kontrol eden bir<br />
memur niteliğindeydi 48 ve tımarı elinde tutan sipahinin toprak üzerinde, kanunlarla<br />
tespit edilmiş bazı denetim hakları bulunmaktaydı; bu özelliğiyle de kendisine “sahibi<br />
arz” yani toprak sahibi adı verilen sipahinin toprak üzerindeki hakları ise şu şekilde<br />
izah edilebilir: Devletin toprak yasalarını uygular; boş toprakları, sözleşmeyle ve<br />
peşin ödenen bir kira, “tapu resmi” karşılığında talep eden köylünün tasarrufu altına<br />
verirdi. Köylü ise toprağı sürekli işlemeyi ve zorunlu vergileri 49 ödemeyi üstlenirdi.<br />
Ekinlik, bostan ya da çayır olarak aldığı toprağın kullanımını değiştiremezdi. Toprağı,<br />
üç yıl boyunca bir neden olmaksızın boş bırakırsa, sipahi toprağı başkasına<br />
verebilirdi. Ancak ne sipahi ne de akrabaları köylünün elindeki toprağın iyeliğini ele<br />
geçirebilirdi 50 .<br />
Tımarlı sipahiler, en uzak köyde bile merkezi otoriteyi temsil eden idari<br />
kadroları oluşturmaktaydı 51 . Devlet, sipahiye başka yetkiler vererek onu köydeki<br />
düzenden sorumlu kılmıştır. Ufak suçlar için köylüden toplanan para cezalarının<br />
yarısı sipahinin, yarısı da sancakbeyinin olurdu; ancak, para cezası verme yetkisi<br />
sadece kadıya aitti. Sipahi, tımarını oluşturan köyde oturur ve seferde askeri<br />
görevlerini yerine getirir; ancak tarımsal üretimle uğraşmazdı. Sipahinin köyde<br />
yaşamasını sağlamak için Osmanlı kanunnâmeleri köylüye bir dizi ufak tefek<br />
47 Ahmet Tabakoğlu, Aynı makale, s.673.<br />
48 Mustafa Oflaz, Aynı makale, s. 706.<br />
49 Köylü tapu resmi karşılığında üzerine kaydedilen toprağı işleyerek elde ettiği mahsulden örf ve<br />
adetlere ve toprağın verim durumuna göre, yarısı ile onda bir arasında değişen bir kısmını ve “çift<br />
resmi” adı altında peşin parayı, kira olarak her sene devlete veya onu temsil eden dirlik sahibine<br />
verirdi. Đsmet Miroğlu, Kemah Sancağı ve Erzincan Kazası(1520-1566), Ankara, 1990, s.155.<br />
50 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), s.114-115.<br />
51 Huricihan Đslamoğlu-Đnan, Aynı eser, s.33.
13<br />
hizmetler yüklemişti. Sipahiye ev yapmakla yükümlü olan köylüler, ona öşür<br />
mahsulünü koymak için bir ambar yapmak, sipahinin öşrünü ambara ya da satmak<br />
için bir günlük yoldan uzak olmayan pazara taşımak zorundaydılar. Sipahinin<br />
çayırındaki otların biçilmesine de katılmak durumundaydılar; ama kanunnâmeye göre<br />
samanı ambara taşımaya mecbur değillerdi. Sipahi, tımarına ait başka bir köyden<br />
gelmişse, köylü üç gün süreyle konukseverlik göstermek, sipahiye ve atına bakmakla<br />
yükümlüydü 52 .<br />
Reayası kaçan sipahi, gelirini kaybettiğinden yasa, reayanın yerleşim yerini<br />
bırakıp başka yere gitmesini yasaklamıştı. Sipahi, kaçak bir köylüyü onbeş yıl içinde<br />
toprağına dönmeye zorlayabilirdi; fakat bunun için kadının hükmü gerekliydi. Başka<br />
biri gelip bırakılmış toprağı işler ve öşrünü öderse sipahi kaçak köylüyü dönmeye<br />
zorlayamaz, ondan ancak “çift resmi” 53 alabilirdi. Köylü, kentte bir iş edinmişse,<br />
sipahiye yılda bir altın dükadan biraz fazla tutan “çift bozan akçesi” denen tazminatı<br />
ödemek zorundaydı; ancak sipahi onu toprağına dönmeye mecbur edemezdi 54 .<br />
Sipahiler, köydeki iç düzenden sorumlu oldukları gibi, köylüyü hariçten<br />
gelebilecek tehlikelere karşı da koruma vazifesine sahipti. Köy toplulukları, açık<br />
arazide yalnız ve her türlü çapulcunun saldırısına açık olduğundan köylünün koruma<br />
altına alınması büyük önem taşıyordu. Köyün dışarıdan saldırıya uğraması halinde,<br />
sipahinin derhal yerel komutana, subaşı/zaim’e haber vermesi, onun da yörenin bütün<br />
sipahilerini toplayıp yardıma koşması gerekiyordu. Sefer zamanında ise sipahilerin<br />
bir bölümü, bir koruma önlemi olarak köyde bırakılıyordu 55 .<br />
Tımar sistemi uygulanış açısından Batı’daki feodal nizamla<br />
karşılaştırıldığında, bazı benzerlikler göstermekle beraber, muhteva ve gaye açısından<br />
52 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), s.116.<br />
53 Osmanlı Đmparatorluğu’nda miri arazi sisteminin tatbik edildiği bölgelerinde, “çift” tabir edilen<br />
muayyen büyüklükteki araziyi tasarruf eden raiyyetin ödediği resme “çift resmi” denir. Mehmet Ali<br />
Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, s.158.<br />
54 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu Klasik Çağ(1300-1600), s.115.<br />
55 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.220.
14<br />
değerlendirildiğinde, aralarında önemli farklılıkların bulunduğu tespit edilmektedir 56 .<br />
Her şeyden önce tımar sistemi çerçevesinde sipahiye tevzii edilen topraklar onun<br />
kendi mülkiyetine ait değildi; toprakların mutlak sahibi olan yegâne unsur devletti.<br />
Feodal sistemdeki toprak sahibi senyör ise hem hâkimiyeti altında bulundurduğu<br />
toprağın hem de toprağı üzerinde çalıştırdığı köylünün (serfin) gerçek sahibi idi.<br />
Osmanlı toprak sisteminin feodalite ile en fazla bağlantı kurulan noktalarından<br />
birisi, toprağa bağlılık ilkesidir. Oysaki Osmanlı Devleti’nde reayanın toprağa<br />
bağlılığı ile feodal düzendeki serfin toprağa bağlılığı nitelik açısından birbirinden<br />
oldukça farklıdır. Feodalitede serf, toprağa bağlıdır, bu sebeple toprağı terk edip<br />
gidemez. Feodal bey, malikâneyi terk edip kaçan serfi nerede olursa olsun yakalayıp<br />
getirme hakkına sahiptir. Toprağa bağlılık sonucu serfin toprakla birlikte alınıp<br />
satılmaları mümkündür 57 . Osmanlı Devleti’nde de reaya bulunduğu toprağı terk<br />
edemezdi. Kanunnâme hükümlerinden anlaşıldığı üzere, sipahi toprağını terk eden<br />
reayayı takip etme ve toprağına geri getirme hakkına sahip olmasına rağmen reayanın<br />
toprağını terk etmesinin üzerinden on yıl geçmişse, artık toprağa bağlılığı sona erer ve<br />
geri getirilmesi gerekmez ve şehirde on yıl yaşayan reaya artık şehir halkından sayılır<br />
ve tahrir defterlerine kaydedilmezdi 58 .<br />
Osmanlı sisteminde reayanın toprağı terk etme yasağı esas itibariyle devletin<br />
mevcut düzeni ve kendisini koruma kaygısından ileri gelmektedir. Reayanın toprağa<br />
bağlılığı, feodalitede olduğu gibi serfin feodal lordun malı olması sebebiyle ortaya<br />
çıkan bir bağlılık değildir. Her şeyden önce reayanın toprağı terk edip üretim<br />
yapmaması, devletin reayadan alacağı çeşitli vergileri tahsil edememesi ve dolayısıyla<br />
büyük gelir kaybına uğraması demektir 59 . Dolayısıyla Osmanlı Đmparatorluğu’nun,<br />
tımar sistemi çerçevesinde zirai ekonominin en önemli unsuru olan köylüyü,<br />
56 Yusuf Halaçoğlu, Aynı eser, s.95.<br />
57 Gül Akyılmaz, “Osmanlı Devlet’inde Reaya Kavramı ve Devlet-Reaya Đlişkileri”, Osmanlı, c. IV,<br />
Ankara, 1999, s.42.<br />
58 “Raiyyet ki yerlü olub müteferrik olsa göçürüb yerine getürmek kanun-ı kadimdir. Amma onbeş yıl<br />
bir yerde mütevattın olan kimesneyi göçürüb getürmek men olınmışdır”… Ömer Lütfi Barkan, XV. ve<br />
XVI. Asırlarda Osmanlı Đmparatorluğu’nda Zirai Ekonominin Hukuki ve Mali Esasları: Kanunlar, I,<br />
Đstanbul, 1943, s.2; Gül Akyılmaz, Aynı makale, s.42.<br />
59 Gül Akyılmaz, Aynı makale, s.42.
15<br />
toprağına bağlamasındaki zorunluluk, feodaliteden farklı olarak, sadece mali gelir<br />
kaybına uğramamayı kendisine ilke edindiği içindir. Nitekim devlet, tımar sistemi<br />
içerisindeki tarımsal faaliyetleri ve zirai ekonomiyi, kendisine karşı doğrudan bağlı ve<br />
sorumlu olan sipahiler aracılığıyla denetlerken, feodal sistemdeki toprak sahipleri,<br />
merkeze karşı direkt olarak sorumlu olmadıklarından topraklarındaki tarımsal<br />
faaliyetleri bizzat kendileri yönlendirmiştir. Đşte bu ince ayrım klasik dönem Osmanlı<br />
tarım ekonomisine damgasını vuran önemli bir özellik olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />
Reaya, feodal sistemdeki serfin aksine üretim miktarını kendi tayin etme<br />
hürriyetine sahiptir. Feodalitede feodal bey; nerede, ne zaman, ne kadar, üretim<br />
yapılacağına kendisi karar verir. Oysa Osmanlı sisteminde üretimin sadece alt sınırı<br />
saptanmıştır. Yani reaya, belli bir miktarın altında üretim yapamazdı. Bu hususta<br />
asgari bir sınır konmasının nedeni yine sipahinin ve dolayısıyla devletin vergi geliri<br />
kaybına uğramasını önlemek içindir. Diğer bir ifadeyle alt sınır tespiti, sipahinin<br />
gelirini sabit tutmaya ve böylece mükellefiyetlerini yerine getirmesini sağlamaya<br />
yönelik bir tedbirdir. Reaya alt sınırın altına inmeden üretim yaptığı ve zorunlu<br />
vergilerini ödediği sürece istediği ürünü istediği miktarda yetiştirebileceği gibi başka<br />
işlerle de uğraşabilirdi 60 . Osmanlı tımar sistemine has olan bu hususiyetlerin hiçbirisi,<br />
feodal sistemde kesinlikle söz konusu değildi. Diğer taraftan Batı feodal sisteminde<br />
senyör, kendi hususi toprakları dâhilinde bulunan köylülerin davalarına bakmak ve<br />
suçlu olanları cezalandırmak hak ve imtiyazlarına sahip olmakla beraber zirai örf ve<br />
adetlerin tesisi ve korunması, fiyatlara müdahale etme yetkisi de senyörün<br />
salahiyetleri arasında idi 61 .<br />
Tımar sistemi ile feodal sistem arasındaki farkın vurgulanması açısından<br />
önemli olan bir diğer nokta ise, toprak mülkiyetinin sipahi ile senyörlere veriliş<br />
şeklindeki farklılıktır. Feodal sistemde, toprak mülkiyetini senyörler, hayatta<br />
olmasına rağmen oğullarına bırakmakta serbest iken; bu husus, Osmanlı tımar<br />
sisteminde ince kurallara bağlanmıştı: ırsi toprak mülkiyetinin oluşumunu engellemek<br />
60 Gül Akyılmaz, Aynı makale, s.43.<br />
61 Barkan, “Feodal Düzen ve Osmanlı Tımarı”, s.878.
16<br />
için hayatta olan dirlik sahiplerinin oğullarına tımar verilmediği gibi, dirlik sahibinin<br />
ölümü halinde, kural olmamakla birlikte, zaman zaman oğullarından bir veya ikisine<br />
tımar verilmesi durumunda da bu genellikle baba tımarının kılıç miktarını<br />
geçmemekte idi 62 .<br />
Tımar sistemi ile feodalite arasındaki farkı ortaya koyan ve Osmanlı<br />
reayasının feodal sistemdeki serfin statüsünden çok farklı bir statüde olduğunu<br />
gösteren hususiyetlerden birisi de reayanın üretim araçlarının mülkiyetine sahip<br />
olmasıdır. Reaya, toprak hariç bütün üretim ve iş araçlarının mülkiyetine sahiptir.<br />
Serf ise, üretim araçlarının mülkiyetine sahip değildir 63 .<br />
Feodal sistemde toprak sahibi senyörler, topraklarını ve bu topraklardaki<br />
köylüleri bir çıkar unsuru olarak görürlerken, Osmanlı tımar sistemi içerisindeki<br />
sipahiler ise, hükümetin kontrolünde olmaları ve kendilerine tımarları hususunda<br />
verilen hakların sınırlı olması dolayısıyla topraklarını tasarruf eden köylüleri, hiçbir<br />
zaman rant unsuru ya da ticari bir meta olarak görememişlerdir. Nitekim Osmanlı<br />
Devleti, siyasi, sosyal ve ekonomik ve mali kurumlarını sistemli olarak yürüttüğü<br />
devirlerde, feodal toplum ve üretim yapısını engelleyici düzenlemelerle feodaliteye<br />
giden yolları tıkamış, feodal eğilimlere karşı hür, kendi özel mülk zirai işletmesi<br />
üzerinde çalışan köylü tipini korumuş ve onu güçlendirmiştir 64 . Bu da klasik dönem<br />
Osmanlı Devleti’nin merkezi erkinin, toprak sistemi ve tarım sektörü üzerindeki<br />
baskın rolünün bir neticesi olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />
62 Mehmet Ali Kılıçbay, Aynı eser, s. 346.<br />
63 Gül Akyılmaz, Aynı makale, s.43.<br />
64 Halil Cin, Aynı eser, s.67.
17<br />
II. TARIMSAL FAALĐYETLERĐN GERÇEKLEŞTĐRĐLDĐĞĐ KIR-<br />
YERLEŞĐM MERKEZLERĐ<br />
A- Köyler<br />
Kır iskânının en önemli bölümünü köyler oluşturmaktadır. Çünkü toplumsal<br />
varlık olarak insanın ilk sosyal bir organizasyonu meydana getirmesi ve bu<br />
organizasyon içerisinden sosyo-ekonomik ve sosyo-politik sınıfların ortaya<br />
çıkmasındaki temel etken köylerdir 65 . Kır yerleşmelerinin, bir başka ifade ile köylerin<br />
şehirlerden en büyük farklarından birisi yerleşme alanı ile ekonomik faaliyet<br />
alanlarıdır. Şehirlerde ekonomik faaliyetlerin yapıldığı toprak parçası az alan<br />
kaplarken yerleşme alanı geniş yer kaplıyor; kır yerleşmelerinde ise yerleşme alanı az<br />
yer kaplarken ekonomik faaliyete ayrılan toprak parçası çok alan kaplamaktadır 66 .<br />
Dolayısıyla köyün oluşumunda asıl tayin edici faktörün, “tarım temelli bir yerleşimin<br />
devamlılığı” 67 olduğu söylenebilir.<br />
Halkın geçimini genellikle tarım yoluyla temin etmesi, nüfusun büyük<br />
çoğunluğunun köylerde toplanmasına sebep olmuştur 68 . Tahrir defterlerinde, idari bir<br />
birim olarak “karye” adı altında yazılan köyler, insanların toplu halde yerleşik hayata<br />
geçmesiyle birlikte ortaya çıkmış 69 ve Osmanlı köy kesimi, Selçuklu köy kesiminin<br />
devamı niteliğinde olmuştur 70 . Osmanlı Đmparatorluğu’nda tipik köy, miri arazide<br />
raiyyet çiftliklerinde yerleşmiş ve çiftliği babadan oğula bırakan bağımsız köylü<br />
ailelerinden meydana gelmiştir 71 . Osmanlı Đmparatorluk sisteminde herhangi bir<br />
kırsal alanın köy sayılabilmesi için defterde belirli bir süre yazılmış olması ve<br />
ahalisini geçindirmeye yeterli miktarda tarım arazisi, koşum ve kesim hayvanları için<br />
65 Rafet Metin, XVI. Yüzyılda Orta Anadolu’da Nüfus ve Yerleşme, (Yayınlanmamış Doktora Tezi),<br />
Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2007, s.35.<br />
66 Alpaslan Demir, XVI. Yüzyılda Samsun-Ayıntab Hattı Boyunca Yerleşme, Nüfus ve Ekonomik Yapı,<br />
(Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2007, s.102<br />
67 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.222.<br />
68 Behset Karaca, XV. ve XVI. Yüzyıllarda Teke Sancağı, Isparta, 2002, s.152.<br />
69 Alpaslan Demir, Aynı tez, s.102.<br />
70 Ahmet Tabakoğlu, “Osmanlı Đçtimai Yapısının Ana Hatları”, Osmanlı, c. IV, Ankara, 1999, s.28.<br />
71 Halil Đnalcık, “Köy, Köylü ve Đmparatorluk”, s.12.
18<br />
otlağı, genellikle köyden çok uzak olmayan çayırı, harman yeri, çeşmesi ve mezarlığı<br />
olması gerekirdi 72 .<br />
Đmparatorluğun tarım alanlarının tamamı, geleneksel köy topluluklarından<br />
oluşuyor; bunların her biri teritoryal, komünal ve fiskal bir birimi ifade ediyordu. Her<br />
köy, köylü aileleri mevcuduna ya da eldeki işgücüne göre kendi içinde çiftlik<br />
birimlerine veya bunların alt parçacıklarına ayrılıyor 73 ve toplumsal bünyesi<br />
kademesiz olarak, tarım ile uğraşan ve birbirlerinden yaşayışları fazla da farkı<br />
bulunmayan çiftçi ailelerinden oluşuyordu. Bütün iş hayatlarına iki tek üretim türü,<br />
hayvancılık ve tarım işletmeciliği hâkimdi 74 . Köy geçimini tarımsal faaliyetlerden<br />
sağladığı için mahsulü, başıboş gezinen hayvanlardan, göçerlerin sürülerinden<br />
korumak, köy halkı için çok önemli olduğundan 75 tarlalarını otlatıcılara karşı<br />
korumak gerektiğinde kolektif eylem içine girerlerdi 76 .<br />
Osmanlı Devleti’nin yalnız tarla arazisini değil, emeği de kontrol altına alan<br />
devletçi-patrimonial karakteri, birtakım köylerin özel bir karakter kazanmasına yol<br />
açmıştır 77 . Birçok köyler şap yakmaya, güherçile hizmetini görmeye, kervansaraylar<br />
civarını şenletmeye, köprüleri, yolları mütemadiyen tamir etmeye, derbent<br />
beklemeye 78 , maden işçiliği ve pirinç tarımı yapmağa 79 , atalarından kalma ırsi bir<br />
mükellefiyet olarak mecburdurlar 80 . Dolayısıyla bu durum, büyük çoğunluğu tarımla<br />
uğraşan köylerin devlet tarafından kendilerine verilen vazifeler dolayısıyla ekonomik<br />
ve sosyal açıdan tamamen farklılaştıklarını göstermektedir. Köylerin zamana ve<br />
ortama göre görünüş ve nüfuslarında değişmeler yaşansa da, temel ekonomik<br />
fonksiyonları olan tarım ile hayvancılık genelde değişmemiştir 81 .<br />
72 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.222-223.<br />
73 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.225.<br />
74 Mustafa Akdağ, Türkiye’nin Đktisadi ve Đçtimai Tarihi, II, Đstanbul, 1995, s.37.<br />
75 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.225.<br />
76 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.223.<br />
77 Halil Đnalcık, “Köy, Köylü ve Đmparatorluk”, s.12.<br />
78 Ömer Lütfi Barkan, “Osmanlı Đmparatorluğu’nda Çiftçi Sınıfların Hukuki Statüsü”, Türkiye’de<br />
Toprak Meselesi, Đstanbul, 1980. s.740.<br />
79 Halil Đnalcık, “Köy, Köylü ve Đmparatorluk”, s.12.<br />
80 Ömer Lütfi Barkan, “Osmanlı Đmparatorluğu’nda Çiftçi Sınıfların Hukuki Statüsü”, s.740.<br />
81 Alpaslan Demir, Aynı tez, s.102.
19<br />
B- Mezraalar<br />
Kırlık kesim yerleşme yerlerinden birisi olan mezraalar umumiyetle ahalisi<br />
dağılmış eski iskân yerleri olarak kabul edilen yerlerdir 82 . Kanunnamelerde mezraa,<br />
“harabesi ve suyu bulunan yer” olarak tarif edilmektedir 83 . Bir yerin müstakil mezraa<br />
olduğunu tayin için, harabesi, suyu veya mezarlığı olup olmadığına bakılır 84 .<br />
Mezraa, günümüzde coğrafi bir tanım olarak, “köy altı yerleşme birimi” veya<br />
“kır iskân birimi” şeklinde tanımlanmasına karşın, Osmanlı tahrir kayıtlarına geçen<br />
anlamı daha ziyade “ziraat yapılan yer”, daha açık bir ifade ile bir köyün bağlantısı<br />
olarak “tarım faaliyetlerinin tamamlayıcısı” 85 şeklinde geçmekle beraber ekilebilir<br />
durumda olan ya da civar köylerde oturanlar, gezici köylüler, göçerler vb. tarafından<br />
bilfiil ekilip biçilen tarım toprakları için de kullanılmıştır 86 . Tahrir defterlerinde bir<br />
yerin nasıl mezra haline geldiğini ya da mezraanın nasıl bir köye dönüştüğünü takip<br />
etmek mümkün olmaktadır. Buna göre bir tahrirde mezraa veya virân karye<br />
kaydedilmiş olan bazı yerlerin sonraki tahrirlerde karye haline geldiği<br />
görülmektedir 87 . Keza tersine bir gelişme olarak ilk tahrirde karye olan bazı yerlerin<br />
de ahalisinin dağılması üzerine mezra durumuna geldiğini biliyoruz. Bazı sancaklarda<br />
tahrir memurları bir tek kişi ile de meskûn olsa o yeri derhal karye saymaktadırlar 88 .<br />
Bu sebeple mezraalarda sürekli olarak nüfus barınmadığı anlaşılmaktadır 89 .<br />
Mezraların teşekkül etme sebeplerine gelince, bu hususta birtakım faktörler<br />
etkili olmuştur: Her şeyden evvel tabii sebeplerle, yani çölleşme, verimliliğini yitirme<br />
gibi sebeplerle yahut yol üzeri olması, devletin avarız sistemi içinde fazla hizmetler<br />
yüklemesi ve özellikle ağır vergiler koyması yüzünden köylü, toptan köyünü terk<br />
82 Göknur Göğebakan, XVI. Yüzyılda Malatya Kazası, Malatya, 2002, s.179.<br />
83 “… Kahi bu karyelerin her bölüğüne afet irişüb oturdukları yerden göçüp birbirinin karyesine girüp<br />
veyahut ahar yerde mesken tuttukları zamanda virane ve mekabir ve savad itibariyle mevkufat amilleri<br />
bu başka mezradır haric ez-defter kalmış deyu mahsule dahl ettikleri hilafat-ı defter ve kanundur. Zira<br />
mamur iken asıl karye hâsılı ile mahsup kılınmıştı…” Barkan, Osmanlı Đmparatorluğu’nda Zirai<br />
Ekonominin Hukuki ve Mali Esasları: Kanunlar, I, s.53.<br />
84 Behset Karaca, Aynı eser, s.203.<br />
85 Rafet Metin, Aynı tez, s.52.<br />
86 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.210.<br />
87 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s. 209-211.<br />
88 M. Ali Ünal, Çemişgezek Sancağı, s.91-93.<br />
89 M. Ali Ünal, Osmanlı Devrinde Sinop, Isparta, 2008, s.85.
20<br />
edip başka taraflara göç etmektedir. Yahut başka önemli âmil olarak, vakıfların<br />
köylüyü daha iyi koruma imkânları dolayısıyla köylü, vakıf köylerine giderdi. Tabii<br />
olarak köylü, yaşamı için daha iyi, daha garantili şartlar arar ve bunun neticesi olarak<br />
köylü tarlasını terk ettiğinde, çift bozan resmi gibi önemli bir caydırıcı hüviyeti olan<br />
resimle cezalandırılacağını bilmesine rağmen tarlasını ve köyünü terk etmekten bir an<br />
bile çekinmezdi.<br />
Tahrir defterlerinde köylünün bırakıp gittiği mezraa adı altında kayıtlı köyler,<br />
hayret edilecek kadar çoktur. Birçok sancaklarda bu gibi mezraların sayısı köy sayısı<br />
kadardır. Bununla beraber biliyoruz ki, mezralar yalnız terk edilmiş eski köylerden<br />
ibaret değildir. Bir köy nüfus çoğalması dolayısıyla yakınındaki ormanı veya boz<br />
araziyi tarıma açar ve yeni bir tahrirle bunu mukataalı arazi biçiminde devletten<br />
kiralar. Böylece ortaya çıkan bu gibi topraklar da defterlerde mezra adıyla<br />
kaydolunurdu 90 .<br />
Mezraalar, sadece bir köy ya da birkaç köy halkının olabildiği gibi, sadece bir<br />
köyden ya da farklı köylerden belli şahıslar tasarrufunda da kullanılabilmekteydi 91 .<br />
Mezraaların genellikle bir köye bağlı olarak yazılması, Osmanlı yönetimince genelde<br />
köy ekonomisinin bölünmez bir parçası olarak görülmesi ve köylü için köy sınırları<br />
içerisinde yeterli olmayan tarım topraklarına ek olarak tarım yapılabileceği bir arazi<br />
rezervi gözüyle bakılması ile alakalıdır. Bu yönüyle mezraa, köylüler için ek bir gelir<br />
kaynağını ve nüfus fazlasının yerleşebileceği toprağı meydana getirmektedir 92 .<br />
Mezraalar bazen de “mezraa” başlığı altında tıpkı karyeler gibi ayrı bir vergi birimi<br />
olarak yazılmaktadır. Bazı mezraalarda yetişen ürünler ve öşür miktarı ayrı ayrı<br />
gösterilirken bazılarında doğrudan doğruya yalnızca vergi hasılı yazılmaktadır.<br />
Yetişen ürünlerin ve öşür’ün ayrı ayrı gösterildiği mezraalar diğerlerine nazaran<br />
büyük mezraalar olarak bilinmektedir 93 . Dolayısıyla mezraalar; köylü halkın tarım<br />
90 Halil Đnalcık, “Köy, Köylü ve Đmparatorluk”, s.12.<br />
91 Rafet Metin, Aynı tez, s.56.<br />
92 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.211-212.<br />
93 M. Ali Ünal, Çemişgezek Sancağı, s.91.
21<br />
faaliyetlerinde, köy sınırları içindeki tarım alanları haricindeki zirai sahaların<br />
köylerden sonraki en önemli alanlarını teşkil etmekteydi.<br />
Nitekim ziraat hayatı, Osmanlı toplumunda öyle etkin bir iktisadi faaliyet<br />
sahası idi ki, sadece kır iskân yerlerindeki nüfus değil, kasaba ve hatta şehir niteliğini<br />
haiz yerlerdeki nüfusun da önemli bir kesimi doğrudan ziraatle meşgul olmakta idi 94 .<br />
Sosyal ve ekonomik bakımdan Osmanlı toplumunun en canlı merkezlerini oluşturan<br />
şehirlerin sulak alanlarında bağlar ve bahçeler önemli yer tutmakta idi 95 . Buralarda<br />
yetişen ürünler şehirdeki meyve ve sebze kapanlarında satılıyordu. Đstanbul, Bursa,<br />
Edirne gibi büyük şehirlerin çevrelerinde sebzecilik ve meyvecilik yaygındı 96 .<br />
Kentlerde yaşayan birçok aile de kendi yetiştirdiği tahıl ve meyveyi tüketir ve pazara<br />
kısmi bir bağlılık içinde yaşardı, dolayısıyla bu toprak parçaları kentin besin<br />
gereksiniminin karşılanmasında belli bir öneme sahipti 97 .<br />
94 Turan Gökçe, Aynı eser, s.320.<br />
95 Yücel Özkaya, 18. Yüzyılda Osmanlı Toplumu, Đstanbul, 2007, s. 67; ayrıca bkz. Rasih Demirci-<br />
Ahmet Özçelik, Tarım Tarihi, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları, Ankara, 1990, s. 72.<br />
96 M. Ali Ünal, Osmanlı Devrinde Sinop, s.162.<br />
97 Suraıya Faroqhı, Osmanlı’da Kentler ve Kentliler, (çev. Neyyir Kalaycıoğlu), Đstanbul, 2000, s.297.
22<br />
II. BÖLÜM<br />
ÇĐFT-HANE SĐSTEMĐ VE ÜRETĐCĐ UNSURLAR<br />
I. ÇĐFTHANE SĐSTEMĐ VE ÇĐFT RESMĐ<br />
Osmanlı Đmparatorluğu’nda tarım arazisinin kullanımını düzenleyen hukuksal<br />
çerçeveyi, şeriat ile padişahların koyduğu örfi kanun sağlıyordu. Şeriat, bireyin genel<br />
anlamda toprak üzerindeki tasarruf haklarını güvenceye alırken; kanun, daha ziyade<br />
tarım arazisi üzerindeki devlet denetiminin sürdürülmesiyle ilgiliydi. Kanun,<br />
kiracının ve onun soyundan erkek varislerin, usule uygun olarak elde ettikleri ve<br />
önceden belirlenmiş şartlar dâhilinde kullandıkları takdirde, miri araziyi sınırsız bir<br />
süre boyunca ve serbestçe tasarruflarında tutup işleyebilmelerini güvenceye<br />
alıyordu 98 . Kanun gereği olarak, tımar sistemi dâhilindeki miri araziler-ki bağ ve<br />
bağçeler bunun dışındadır- toprağı işleyecek olan reayaya verilmek üzere belli<br />
birimlere, yani bir çiftçi ailesinin işleyebileceği büyüklükteki parçalara ayrılmıştı. Bu<br />
parçalara çift veya çiftlik deniyordu 99 . Çiftlik, ziraat yapılan yer anlamında ve<br />
umumiyetle, bir çift öküzün işleyebileceği tarlaların tümü 100 şeklinde<br />
tanımlanmaktadır; fakat resmi tanıma göre, bir çift(lik) arazi, bulunduğu mahalle ve<br />
toprağın yetiştirme kabiliyetine bağlı olarak değişmek üzere, alâ(verimli) yerden 60-<br />
80, evsât(orta) yerden 80-100 ve ednâ(kıraç) yerden 100-150 dönüm arası olarak<br />
belirlenmiştir 101 . Dönüm ise, “yürümek adımı ile eni ve uzunu kırk adım yer”e<br />
deniyordu 102 . Bir çiftlik, asgari 4 Bursa müdü tohumun ekildiği, 12 müd ürünün<br />
toplandığı bir tarım alanı 103 olması dolayısıyla çiftlik birimlerinin belirli standartlar<br />
dışına çıkmasına izin verilmemekte idi. Miri arazideki köylünün; ister devlete, isterse<br />
98 Halil Đnalcık, “Çiftliklerin Doğuşu: Devlet, Toprak Sahipleri ve Kiracılar”, Osmanlı Toprak<br />
Mülkiyeti ve Ticari Tarım, (Ed. Çağlar Keyder), Đstanbul, 1998, s.17.<br />
99 Mehmet Ali Ünal, XVI. Yüzyılda Çemişgezek Sancağı, s.88.<br />
100 Halil Đnalcık, “Köy, Köylü ve Đmparatorluk”, s.7.<br />
101 Barkan, “Çiftlik”, ĐA, III, s.393.<br />
102 “…Yürümek adımiyle eni ve uzunı kırk adım yere bir dönüm dirler. Su basar ve her yıl ekili alâ<br />
yerlerden seksen dönüm yere bir çiftlik dirler ve evsat-ul-ahvâl olan yerlerde de yüz dönüm yere bir<br />
çiftlik dirler ve ednâ yerlerden yüz elli dönüm yere bir çiftlik dirler..” Barkan, Osmanlı<br />
Đmparatorluğu’nda Zirai Ekonominin Hukuki ve Mali Esasları: Kanunlar, I, s.131.<br />
103 Eftal Ş. Batmaz, “XV-XVI. Yüzyıl Sancak Kanunnamelerine Göre Osmanlı Devleti’nde Tahıl<br />
Üretimi”, TAD, c.XXIII, sa.36, Ankara, 2004, s.39.
23<br />
şahıslara borcu bulunsun veya arazisini para karşılığı rehine bırakmış olsun; hiçbir<br />
şekilde, köylünün elinde bulunan çift bütünlerine dokunulamazdı 104 .<br />
Yukarıda verilen ölçüler içerisinde yer tasarruf eden reaya, tahrir defterlerine<br />
tam (bütün) ya da 1 çift, yarısı kadar yer tasarruf eden de nim çift olarak<br />
kaydediliyordu. Bazı bölgelerde ise bir çiftçi ailesine 2, 3 ve hatta 4 çift verildiği de<br />
olabiliyordu. Nim çift’ten az yerler ise ekseriya 2 dönüme 1 akça olarak tayin edilmiş<br />
bulunan resm-i zemin (dönüm resmi) eda etmesi şartıyla topraksız reayaya verilmekte<br />
ve çiftlik tasarruf eden reayanın evli (müzevvec) olması gerekmekteydi 105 . Reaya, bir<br />
nevi kiracılık sözleşmesiyle kendisine bırakılan çiftlik için her yıl resm-i çift denilen<br />
bir vergi ödediği gibi, elde ettiği üründen de öşür verirdi. Çiftçi, elindeki araziyi<br />
satamaz; hibe, rehin ve vakf edemezdi. Ayrıca sebepsiz yere üç yıldan fazla üst üste<br />
nadasa bırakamaz, ekip biçtiği yeri boz bırakıp gidemez ve başka bir sanatla meşgul<br />
olmasına izin verilmezdi. Toprağını bırakıp terk-i diyar ettiğinde, öşür bedeli ile çift<br />
resmini sipahiye ödemek zorunda idi 106 . Bu durumda reayanın sipahiye ödemesi<br />
gereken miktar, öşür bedeli olarak elli akça ve çift bedeli olarak da yirmi iki akça<br />
olmak üzere toplam yetmiş iki akça idi 107 . Çift bozan akçesi denilen bu resim, bir<br />
defaya mahsus olarak alınırdı. Bu resmi ödeyen reaya istediği yere gidebilirdi. Aksi<br />
halde sipahi, toprağını terk etmiş olan raiyyetini köyüne dönmeye mecbur<br />
edebilirdi 108 . Kütahya Livâsı kanunu tafsilatlı bir tarzda boz ve boş bırakılan<br />
çiftliklerin durumunu açıklamıştır. Hiçbir sebep olmadan üç yıl boz kalan çiftlikler,<br />
bir başkasına tapuya verilmektedir. Fakat ekine çok müsait olmayan dağlık veya su<br />
basan ovalık yerde olursa raiyyetin bir ihmali olmadığından çiftlik elinde<br />
kalmaktadır. Diğer taraftan, çift öküzünü otlatması ve harman yeri için birkaç dönüm<br />
yeri boş bırakması durumunda, boz bırakma muamelesine tabi olmaktadır 109 . Nitekim<br />
104 Halil Bayrakçı, Aynı eser, s.80-81.<br />
105 Mehmet Ali Ünal, Çemişgezek Sancağı, s.88.<br />
106 Mehmet Ali Ünal, Çemişgezek Sancağı, s.88.<br />
107 Mehtap Özdeğer, XV-XVI. Yüzyıl Arşiv Kaynaklarına Göre Uşak Kazası’nın Sosyal ve Ekonomik<br />
Tarihi, Đstanbul, 2001, s.4.<br />
108 Mehmet Ali Ünal, XVI. Yüzyılda Çemişgezek Sancağı, s.88.<br />
109 “Arz-ı öşriyeden ziraate yarar yer bilâ mâni üç yıl boz kalmak tımara zarar verür. Bu zararı def<br />
içün üç yıl boz kalan yeri sahibinin elinden alub gayri kimesneye tapuya virmek örfen câizdir. Ammâ<br />
li-mani’in boz kalsa meselâ dağ yeri olup her yıl ekine gelmedüğü sebepden ya ova yer olub su galebe<br />
itdüğü cihetden üç yıl boz kalsa tapuya virmek olmaz. Zira bu takdirce ekinci tarafından taksirât-ı<br />
mütetâliye(bulunmaz). Bunların gibi yerlerdeitibâr defeâtle ekine gelüb fevt olmakdır. Eğer tekrar fevt
24<br />
devletin aldığı bu önlemler, çiftçi reaya’nın tarımsal faaliyetlerini kesif olarak ve<br />
mütemadiyen sürdürmesinde etkin bir rol oynamıştır.<br />
Dirlik defterlerine, çiftleri ve vergileriyle beraber kaydedilmiş bulunan<br />
köylünün; bu çiftinden fazla yer kullanıp kullanmadığını, sipahi bizzat ölçerek tespit<br />
etmekte ve çiftinden fazla yer kullanan köylünün “artık yer” inden; toprağın<br />
durumunu dikkate alarak, önceden tayin edilmiş bulunan “ dönüm akçesi” almakta<br />
idi.“… Ve defterde nim çift veyahut temam çift yazılup üzerine kaydolunan yerden<br />
ziyade mutasarrıfın deyü sipahi raiyyetin yerin ölçüp bilmek istese kimesne mani<br />
olmaya. Kanun üzere ölçe yeri üzerine kaydolunandan ziyade ise ziyadesinden yerine<br />
göre dönüm akçesin ala 110 …” Anlaşıldığı üzere; çiftçi fazla yerinin “dönüm akçesi”<br />
ni vermek şartıyla toprağını genişletebilmekteydi. Đşlediği ve kanuni vergilerini<br />
ödediği sürece bu hakkı devam etmekteydi. Köylü toprağını genişletebildiği gibi,<br />
başka bir sipahinin dirliğinde de ziraat yapabilmekteydi. Böylece iki ayrı yerde iki<br />
çift birden kullanabilmekte, işleyebildiği sürece sipahi, toprağa müdahale etmemekte<br />
idi. Musul Kanunnamesi’nde, köylünün çiftini boş bırakıp, terk-i diyar etmesi<br />
yasaklanırken, toprağını sürdükten sonra, daha fazla ziraat yapmak isteyenlerin, başka<br />
sipahi arazisinde de yer kullanabileceklerine dair malumat bulunmaktadır 111 .<br />
Sipahi, köylüyü geçindirecek kadar çift veremediği takdirde, köylünün başka<br />
bir sipahi toprağında yer tutması, meşru hale gelmekte idi. Çift bütünlerinin küçük,<br />
orta, büyük çift olmak üzere üç birim halinde köylüye verildiği düşünülecek olursa,<br />
küçük çiftlerin bazı köylü ailelerini idare edemeyeceği anlaşılır. Bunun içindir ki<br />
böyle ailelere, kendi yerlerini işledikten sonra, başka yerde çift tasarruf etme hakkı<br />
tanınmakta idi 112 .<br />
olsa tapuya virmek caiz olur ve illâ fela çift öküzi maslahatı içün ve harman yeri içün birkaç dönüm<br />
yer boz komak memnu değildir. Bu sebepler ile boz kalan yerler ne kadar zaman boz kalırsa tapuya<br />
verilmez…” Barkan, Kanunlar, s.25.<br />
110 Barkan, Kanunlar, s.10.<br />
111 “Bir çift ve nim çift bağlanan kimesneler yerlerin boz koyup ahar yerde ziraat itmeyeler. Meğer<br />
üzerlerine bağlanan yerleri tamam eküb varub ahar toprakda ziraat idüb ziyadece rencberlik murâd<br />
iderle anları men itmeyeler…” Barkan, Kanunlar, s. 173.<br />
112 Halil Bayrakçı, Aynı eser, s.85.
25<br />
Çift- hane birimi başlıca üç unsuru birleştirmekteydi: emek kaynağı olarak<br />
hane halkı; koşum gücü olarak bir çift öküz; bu bir çift öküzle işlenebilir boyutlarda<br />
bir birim meydana getiren ve tahıl üretimine hasredilmiş bulunan tarlalar 113 . Bunların<br />
tümü bir üretim ünitesi ve dolayısıyla mali ünite sayılmaktaydı 114 . Nitekim çift-hane<br />
sistemi, tarımsal üretimin, her birine bir çift ya da çiftlik verilmiş olan köylü haneleri<br />
temelinde düzenlenmesinden oluşmakta 115 ve bir köylü ailesinin geçimini sağladığı,<br />
devlete ait vergileri karşılayan bir artı ürün ürettiği tipik bir üretim birimi, kır<br />
toplumunun temel hücresi 116 olarak karşımıza çıkmaktadır. Devlet, çiftliklerin<br />
bölünmezliğini sağlamak ve köylü ailelerini geçindirmeye yetecek boyutlarda<br />
kalmasını teminat altına almak için çok çaba sarf ediyordu. Bu doğrultuda, herhangi<br />
bir nedenle kanuna aykırı olarak parçalanan araziyi, reayanın biri, onu eski haline<br />
getirmek isterse devlet o reayanın mükellefi olduğu vergileri ödemesi şartıyla<br />
parçalanmış araziyi onun tasarrufuna bırakıyordu. Çiftliklerin ya da aile<br />
tasarrufundaki toprakların bütünlüğünü ve devamlılığını sağlamak için alınan bir<br />
diğer önlem de şu idi: Raiyyet ölüp de geride, henüz kendi başına toprağı işlemenin<br />
üstesinden gelemeyecek yaşta bir erkek evlat bıraktığı takdirde, çocuk büyüyünceye<br />
kadar toprak geçici olarak kendisinden alınırdı. Ancak ölenin dul karısı, işçi tutmak<br />
suretiyle toprağı işleyebiliyor, öşrünü ve diğer vergilerini verebiliyorsa kendi adına ya<br />
da yaşı tutmayan oğlu adına çiftlik üzerindeki tasarrufunu korurdu 117 .<br />
Osmanlı tarımsal faaliyetlerine zemin hazırlayan çift-hane sisteminin mali<br />
temeli, çift resmine dayanmakta idi. Çift resmi, üründen alınan bir vergi değil,<br />
kullanılan toprağın miktarına göre nakit olarak toplanan ve bir anlamda da basit bir<br />
toprak kirasıydı 118 . Çift resmi aynı zamanda raiyyetin devlete karşı yapmakla<br />
yükümlü olduğu hizmetlerin paraya çevrilmiş hali idi 119 . Çift resmi etrafında örülen<br />
113 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.190.<br />
114 Halil Đnalcık, “Köy, Köylü ve Đmparatorluk”, s.7.<br />
115 Halil Đnalcık, “Çiftliklerin Doğuşu: Devlet, Toprak Sahipleri ve Kiracılar”, s.18.<br />
116 Halil Đnalcık, “Köy, Köylü ve Đmparatorluk”, s.8.<br />
117 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.193.<br />
118 Şevket Pamuk, Aynı eser, s.44. Şehirli reaya, çift resmini ödemekle mükellef tutulmamıştır. Neşet<br />
Çağatay,“Osmanlı Đmparatorluğu’nda Reayadan Alınan Vergi ve Resimler”, AÜDTCFD, sa.5, Ankara,<br />
1947, s.501.<br />
119 “Bir çift tasarruf eden raiyyet yılda üç hizmet veya bunun karşılığı olarak üç akça vere, bundan<br />
başka bir orak(yani ot) ve bir dögen(saman) ve bir kagnı odun vere ve ayrıca boyunduruk resmi olarak
26<br />
mali sistem, aslında Osmanlı kırsal toplumundaki katmanlaşmanın da anahtarıydı.<br />
Köylüleri, çift resmini ödeyebilecek durumda olanlar, evli köylü (bennâk) resmini<br />
ödeyebilecek durumda olanlar ve yoksul veya bekâr köylü (mücerred, caba ya da<br />
kara) resmini ödeyebilecek olanlar şeklinde tasnif ediyordu. Tütün resmi, dönüm<br />
resmi ve diğer bazı ikincil vergiler de, sistemin kapsamına giriyordu 120 . Resm-i çift<br />
her mahâlde mutarrid olmayıp bazı vilayetde az ve bazı vilayette çok yazılan ve<br />
hadd-i asgari yirmi iki ve hadd-i ekberi elli yedi akça itibar olunan vergidir 121 . Tam<br />
çift sahibi köylü ailesi, bir altın eş değeri ya da 22 gümüş akçe, yarım çiftten az<br />
olması halinde, vergi oranı emekçinin medeni haline, yani temsil ettiği emek<br />
potansiyeline bakılarak saptanırdı. Yarım çift’ten az toprağı olan ailelere bennâk<br />
denir ve 9 akçe ödemeleri istenir; bekâr ile toprağı olan dul kadınlardan ise yalnız 6<br />
akçe alınırdı. Babalarına hizmet etmeyen ve geçimlerini kendi başlarına sağlayan<br />
bekâr erkekler (mücerredler) yetişkin bir erkeğin çalışmasının karşılığı sayılan 6<br />
akçe’lik kara resmini öderlerdi 122 . Bu şartlara riayet etmek suretiyle arazi ziraat eden<br />
reaya, tasarruf ettiği tarlasına istediği miktarda buğday, arpa, yulaf, mısır, darı vb.<br />
gibi mahsulleri ekebilmekteydi 123 .<br />
Çift resmi miktarı, imparatorluğun her sancağında ve her bölgesinde<br />
farklılıklar göstermekte olup 124 özellikle XVI. yüzyılda Güneydoğu Anadolu<br />
bölgesinde kısa mesafeli sancak ve kazalardaki çift resmi miktarındaki bu farklılıklar<br />
daha belirgin idi 125 . Aşağıda verilen tabloda 28 sancakta 13 ayrı çift resmi miktarı<br />
uygulandığı görülmektedir:<br />
iki akça vere, bu yedi kulluk(hizmet) yerine para almak lazım gelse 22 akça alına..” Halil Đnalcık,<br />
“Osmanlılar’da Raiyyet Rüsumu”, Osmanlı Đmparatorluğu Toplum ve Ekonomi, Đstanbul, 1996, s. 34.<br />
120 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.194.<br />
121 Süleyman Sudi, Defter-i Muktesid, (Yay. Haz. Mehmet Ali Ünal), Isparta, 2008, s. 132.<br />
122 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.195.<br />
123 Neşet Çağatay, “Osmanlı Đmparatorluğu’nda Reaya’nın Miri Arazide Toprak Tasarrufu ve Đntikal<br />
Tarzları”, s.429.<br />
124 Örneğin XVI. Yüzyılın ilk yarısında çift resmi Rumeli’de yılda 22 akçe, Anadolu’da 33 akçe,<br />
Suriye’de 40 akçe ve Doğu Anadolu’da 50 akçe olarak alınmaktaydı. Şevket Pamuk, Aynı eser, s.45.<br />
125 Mardin’de çift başına 50, Birecik ve Ayıntab’ta 40, Nusaybin’de pirinç ekimi ile uğraşanlardan 36,<br />
Diyarbekir’de 24 akça alınmakta idi. Yüzyılın ortalarına doğru Diyarbekir’de “tamam çift yazılan<br />
Müslümanlardan elli akça resm-i çift alınması kararlaştırılmıştır. Nejat Göyünç, “XVI. Yüzyılda<br />
Güney-Doğu Anadolu’nun Ekonomik Durumu”, Türkiye Đktisat Tarihi Semineri (Ed.Osman Okyar-H.<br />
Ünal Nalbantoğlu), Ankara, 1975, c.XIII, s.92.
27<br />
Tablo 1: Çeşitli Sancaklardan Alınan Çift Resmi Miktarı<br />
Sancaklar<br />
Çift Resmi Miktarı<br />
(akçe)<br />
Çermik(1518)<br />
10<br />
Ergani (1518) 18<br />
Gelibolu(1519), Sofya(1525), Silistre(1569),<br />
Sirem(III. Murad), Vize(1539) 22<br />
Arabgir(1518) 24<br />
Tırhala(1521) 26<br />
Kütahya(1528) 32<br />
Biga(1516), Aydın(1528), Koca-ili(1624),<br />
Karesi(1573), Hüdavendigâr(1487) 33<br />
Karaman(1528), Đç-il(-), Teke(1455) 126 36<br />
Ankara(1523) 37<br />
Siverek(1518), Ayıntab(1536) 40<br />
Hamid 42<br />
Bolu(1528), Mardin(1518), Harput (1518)<br />
Çemişgezek(1541), Diyarbakır(1540) 50<br />
Kayseri(1500) 57<br />
Kaynak: Barkan, Kanunlar.<br />
Çiftlik arazisinin genişliği, toprağının verimlilik derecesine uygun olarak<br />
tespit edildiğine göre aynı zamanda öşür nisbeti bu kıyaslamaya uygun tespit<br />
edilirken, çift resmi de yine o sancaktaki zirai topraklarının verimlilik seviyesine<br />
uygun olarak değerlendirilmektedir. Ancak bazı sancaklarda öşür nisbeti ile çift resmi<br />
miktarı aynı oranlarda olmamaktadır. Herhalde tahrir emini ve heyeti o sancağın<br />
toprağı ile birlikte reayanın da durumunu hesaba katarak çift resmini daha az seviyede<br />
tespit etmektedir 127 . Örneğin; Malatya Sancağı’nda çift resmi 50 akça olmasına<br />
rağmen, kazalarından bazılarının toprakları verimsiz olduğundan çift resmi 34 akça<br />
126 Behset Karaca, Aynı eser, s.236.<br />
127 Mehtap Özdeğer, Aynı eser, s.119.
28<br />
takdir edilmiştir 128 . Yeni –il Sancağı’nda da arazinin verimsiz ve halkının da tam<br />
yerleşmediği için, 35 akça olan çift resmi 18 akçaya indirilmiş bulunmaktadır 129 .<br />
Nitekim devlet denetimi altında kontrollü bir şekilde işleyen çift-hane sistemi,<br />
Osmanlı Đmparatorluğu’nda tarımsal üretimin örgütlenişinin, başka toprak kullanımı<br />
ve üretim biçimlerini getirecek değişimlere direnmesinin ve durağan yapı olarak<br />
varlığını sürdürmesinin esas nedenlerinden biri 130 olmakla beraber aynı zamanda<br />
klasik Osmanlı tarımında emek faktörü rolünü oynayan köylü reayanın toprak<br />
üzerindeki faaliyetlerini de şekillendiren önemli bir etmen olarak karşımıza<br />
çıkmaktadır.<br />
128 1559 tarihli Malatya Livası Kanunu: “…ve Gerger, Kâhta ve Behisni kazalarında mütemekkin olan<br />
reayanın yerleri kalil olmağla tamam çift yazılan reayadan otuz dört akçe..”, Barkan, Kanunlar, s.116.<br />
md.8.<br />
129 1583 tarihli Yeni-il Kanunu, Barkan, Kanunlar, s.76, md.2.<br />
130 Halil Đnalcık, “Çiftliklerin Doğuşu”, s.19.
29<br />
II. ÇĐFTLĐK TÜRLERĐ<br />
A- Reaya Çiftliği<br />
Geleneksel köylü toplumu, çoğunlukla iki öküz ve reayanın durumuna uygun<br />
bir miktar çiftlik arazisine sahip hane halklarından oluşuyordu. Osmanlı<br />
kanunnamelerinde reayanın durumuna uygun bu miktar, toprağın verimliliğine göre<br />
64.000 ilâ 138.000 metrekare olarak saptanıyordu. Birbirinden ayrı ve bağımsız<br />
tarlalardan oluşan bu birimin bütününe raiyyet çiftliği ya da reaya çiftliği<br />
deniyordu 131 . Bu türe ayrılan çiftlikler, tapu resmi karşılığında, doğrudan doğruya<br />
çiftçi bir ailenin reisi üzerine yazılır ve bu aile sürekli olarak verilen bir çiftliği ekip,<br />
biçer, icar olarak devlete üründen 1/10 ile ½ arasında değişen ve 1/8’i çok yaygın<br />
olan bir pay verdiği gibi, her yılın martında da yerine göre 22 akçeden 50 akçeye<br />
kadar değişen bir “çift resmi”ni öderdi 132 . Uhdesinde kayıtlı bulunan çiftliği<br />
işlemeyen köylünün elinden bu çiftlik, geri alınarak başka birisine verilebildiği gibi,<br />
bu gibi çiftçiler, çift bozan resmi veya levendlik akçesi adı ile bu toprakların boş<br />
bırakılmasından doğan zararları ödeme mahiyetinde bir tazminat vermeğe de mecbur<br />
tutulurlardı 133 . Raiyyete (tarımını raiyyet çiftliğinde yapmayı kabul edene) yüklenen<br />
yukarıdaki bütün ödevlere karşı asıl mülk sahibinin, yani devletin uymayı kabul ettiği<br />
tek şart, köylü elindeki toprağı kendisi işlemekten geri kalmadıkça, sözü edilen<br />
çiftliği hiçbir suretle ondan geri alamayacağı idi 134 . Osmanlı nüfusunun yaklaşık %<br />
90’ınının kırsal alanda yaşadığını, toplam nüfusun belki de 4/3 ‘ünün yerleşik tarımla<br />
uğraştığını düşünürsek bu hane çiftliklerinin Osmanlı ekonomisi içindeki önemi daha<br />
iyi ortaya çıkmaktadır 135 .<br />
Osmanlı Đmparatorluğu’nda büyük oranda tarımsal faaliyetlerin<br />
gerçekleştirildiği çiftlikler, raiyyet çiftlikleri idi ve bu türden çiftliklerde, çift-hane<br />
sistemi içerisinde uygulanan tüm hukuk ve kurallar geçerliydi.<br />
131 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğunun Sosyal ve Ekonomik Tarihi, I, s.192.<br />
132 Mustafa Akdağ, Aynı eser, s.88.<br />
133 Barkan, “Çiftlik”, s.392.<br />
134 Mustafa Akdağ, Aynı eser, s.89.<br />
135 Şevket Pamuk, Aynı eser, s.40.
30<br />
B- Hassa Çiftliği<br />
Osmanlı Đmparatorluğu’nda bilhassa ilk devirlerin sipahi tımarlarında,<br />
doğrudan doğruya sipahiler tarafından işletilen ve “kılıç yeri” tabiri ile de anılan<br />
hassa çiftlikler ve çayırlar da vardır. Hatta bazı yerlerde hassa bağ, bahçe ve değirmen<br />
kayıtlarına da tesadüf edilmektedir. Doğrudan doğruya sipahiler tarafından işletilen<br />
ve o zaman kullanılan bir tabir ile “sipahinin çifti yürüyen” bu çiftlikler, kendisi ve<br />
ailesi efradı, toprak işleri ile meşgul olmak istemedikleri takdirde, sipahi tarafından<br />
miri topraklardan ayrılıp, tesis edilen reaya çiftliklerinden tamamen farklı olarak,<br />
şekil ve şartları devlet kanunları ile tayin edilmiş bulunan umumi ve tek bir tip kira<br />
mukavelesi ile değil, tamamen şahsi ve serbest bir anlaşma usûlü ile arzu edilen bir<br />
şekilde kiraya verilmekte idi. Hassa çiftlikler üzerinde bu suretle meydana gelen<br />
kiracılık münasebetleri ise, ekseriyâ mahalli örf ve adetlere göre, ayarlanan bir<br />
ortakçılık şeklini almakta idi; bazı yerlerde, tohum ve çift hayvanları sipahi tarafından<br />
temin edildiği takdirde, mahsûl yarı yarıya paylaşılmakta olduğu gibi, bazen de bu<br />
gibi hassa çiftliklerden sipahi ancak ¼ almakta idi 136 . Sipahi, reaya çiftliğinde olduğu<br />
gibi bu türden çiftlikleri de satma hakkına sahip değildi. Satsa bile, bu satış yalnız<br />
kendi dönemi için geçerli olmakta ve kendisinden sonra göreve gelen sipahi<br />
tarafından bu gibi satış muameleleri iptal edilebilmekte idi.<br />
C- Askeri Unsurlara Verilen Çiftlikler<br />
Osmanlı Đmparatorluğu’nda, tımarlı sipahiler yanında, birtakım askeri<br />
vazifeler ile alakalı çiftçi askerler de vardı ki, bunlar işledikleri çiftliklerin her türlü<br />
vergilerinden muafiyet mukabili, kendi aralarında nöbetleşe sefer veya hizmetlere<br />
iştirak ederler ve bu bakımdan teşkilatlandırılmış bulunurlardı. Yaya, müsellem ve<br />
yörüklerin ellerinde bulunan çiftlikler ile voynuk baştinelerini bunlar arasında<br />
zikredebiliriz 137 .<br />
136 Barkan, “Çiftlik”, ĐA, s.394.<br />
137 Barkan, “Çiftlik”, ĐA, s.394.
31<br />
1- Yaya ve Müsellem Çiftlikleri<br />
Yaya ve müsellem teşkilatı, devletin ilk maaşlı merkezi kuvvetini teşkil eden<br />
bir müessese olarak, ilk kez Alaaddin Paşa ve Çandarlı Kara Hayreddin Paşa’nın çaba<br />
ve çalışmaları sonucunda, Orhan Bey döneminde tesis edilmiştir 138 . Đlk dönemlerde<br />
gönüllü bir askeri birlik olan bu teşkilat, kısa bir süre sonra gönüllü olmaktan<br />
çıkartılarak sürekli askerlik hizmeti yapan müessese haline getirilmiştir 139 . Bu<br />
teşkilat, “ ocak ” esası üzerine kurulmuş olup; “ ocak ” ise maaşlarına karşılık bir<br />
çiftlik tasarruf eden, avarız-ı divaniye’ye karşılık bir hizmetle yükümlü tutulan,<br />
görevleri ve vergi muafiyetleri nedeniyle askeri sayılan, bir yaya ve çeşitli<br />
yamaklardan mürekkep bir üniteye denilmekte olup bu tanım müsellemler için de<br />
aynıdır 140 . Yaya ve müsellemler, devamlı surette savaşa katılmışlarsa da tarım<br />
toplumu olmaya ve çiftliklerine ırsen bağlı oldukları için toprağa bağlı yaşamaya<br />
devam etmişlerdir 141 . Yaya ve müsellemler, kendilerine tahsis edilen çiftliklerde hasıl<br />
olan mahsulden, hububat, bağ ve değirmenden kimseye öşür ve vergi vermemekle<br />
birlikte çiftliklerin satılması, tapuya verilmesi de kanunlara aykırı idi 142 . Nitekim<br />
yaya ve müsellem çiftlikleri, savaş dışı zamanlarda köylü askerler tarafından<br />
işletilmek suretiyle Osmanlı tarım sektörüne katkıda bulunmaya çalışmıştır.<br />
138 Halime Doğru, Osmanlı Đmparatorluğu’nda Yaya – Müsellem – Taycı Teşkilatı (XV. ve XVI.<br />
Yüzyıllarda Sultanönü Sancağı), Đstanbul, 1990, s. 2.<br />
139 Halime Doğru, Aynı eser, s. 6.<br />
140 Behset Karaca, Aynı eser, s.212.<br />
141 Halime Doğru, Aynı eser, s.17.<br />
142 Behset Karaca, Aynı eser, s.213.
32<br />
III. ÜRETĐCĐ UNSURLAR<br />
Osmanlı üretim faaliyetinde, doğrudan üreticinin genel adı reaya’dır. Fakat<br />
tematik olarak da üretici unsurlar, kendi arasında belirli gruplara ayrılmakta olup<br />
bunları, 1- Ortakçı Kullar, 2- Köylü Reaya, 3- Çeltikçi Reaya, 4-Konar-Göçer<br />
Teşekküller, şeklinde ayırmak mümkündür.<br />
A- Ortakçı Kullar<br />
Anadolu’da “ortak”, tohumu, çift hayvanını “sahib-i arz”dan alan ve mahsulü<br />
de onunla paylaşan çiftçiye denir 143 . Savaşlarda elde edilen esirlerin 144 , aileleriyle<br />
birlikte, tarıma elverişli arazilere yerleştirilmelerinden oluşan ortakçı kullar, Đslam<br />
hukukunun kabul ettiği anlamda köle idiler. Bu nedenle azat edilmedikleri müddetçe<br />
sahiplerinin kölesi kalıyorlardı 145 . Osmanlı Devleti’nin genişleme aşamasında bol<br />
miktarda kölenin ele geçmesi ve bunların tamamının devlet hizmetinde devşirme<br />
olarak kullanılmalarının mümkün olmaması nedeniyle, kölelerin bir kısmının toprağa<br />
yerleştirilmeleri uygun görülmüştür. Ancak bunların reayanın aksine hiçbir üretim<br />
aracı ve iş aletine sahip olmamaları, devletin bunları onlara sağlamasına yol açmış,<br />
bunun sonucu olarak da reayadan farklı bir üretici statüsü oluşmuştur. Bunların köle<br />
statüsünde olmaları ve azad edilmeden toprağa yerleştirilmeleri, kölelerin her türlü<br />
mal ve ürünlerinin köle sahibine ait olacağına ilişkin hukuk kuralı gereği, bu farklı<br />
statünün hukuki yapısı da kendiliğinden oluşmuştur 146 . Savaş esirlerinin tarımda<br />
kullanılması Osmanlı Đmparatorluğu’nda belli bir dönem uygulanmış ve daha sonra<br />
ortadan kalkmıştır. I. Süleyman zamanında (1520-1566) Trakya ve Makedonya’yı<br />
143 Đrene Beldiceanu-Steinheir, “XV. ve XVI. Asırlarda Anadolu’da Ortakçılar” VIII. Türk Tarih<br />
Kongresi, Ankara 11-15 Ekim 1976, Kongreye Sunulan Bildiriler, c.II, Ankara 1981, s.1321.<br />
144 Kırım Tatarları başlıca köle sağlayıcıları durumuna gelmeden önce on beşinci ve on altıncı<br />
yüzyıllarda Osmanlı pazarındaki muazzam köle talebini Balkanlar’daki sınır bölgelerinde ya da Orta<br />
Avrupa’da “Osmanlı Gazileri” ya da “akıncıları” karşılardı. Halil Đnalcık, “Osmanlı Đmparatorluğu’nda<br />
Köle Emeği”, Makaleler II, Ankara, 2008, s. 141.<br />
145<br />
Rahmi Deniz Özbay, “Osmanlı Đmparatorluğu’nda Köle Emeğinin Đstihdâmı ve Mukâtebe<br />
Yöntemi”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sa:17, 2009/1, s.156.<br />
146 Mehmet Ali Kılıçbay, Aynı eser, s.358.
33<br />
içine alan Orta Rumeli bölgesinde köle tarımcıların sayısı haslardakiler de dahil<br />
olmak üzere yalnızca 6021 kişi, Anadolu eyaletinde ise 1981 kişi idi 147 .<br />
Osmanlı Đmparatorluğu’nda terk edilmiş toprakları hükümdarın hazinesi<br />
yararına ekip biçen ortakçı kullar 148 , ne Osmanlı köylüleri gibi özgürdüler ne de<br />
sahiplerine bağlı olmalarına rağmen köle gibi mal hükmündeydiler; kölelik ile özgür<br />
köylülük arasında âdeta yeni bir tabaka oluşturmaktaydılar. Çalıştıkları topraklardan<br />
elde edilen gelirin belli bir kısmını sahibine verdikten sonra kalanını tasarruf<br />
edebilme hakları vardı 149 .<br />
Karaman, Đçel, Teke, Hamid, Aydın, Saruhan, Kütahya, Ankara, Bolu ve<br />
Hüdavendigâr vilayetlerinde yoğun olarak bulunan ortakçı kullar 150 , tohumluk kul<br />
sahibi tarafından verilmek koşuluyla, elde ettikleri ürünün yarısını sahiplerine<br />
vermekte ve kendilerine yüklenen her türlü hizmeti yerine getirmek zorundadırlar.<br />
Zarara uğrattıkları üretim aracı ya da iş aletinin bedeli kendilerine hizmet veya ürün<br />
olarak ödettirilmektedir 151 . Ortakçılar, avarız-ı divaniye’den muaf idiler, çift ve koyun<br />
resmi vermezlerdi. Ekmeleri mecburi olan tohumdan fazlasını ekerlerse, o fazla<br />
ektikleri hububattan öşür ve salarlık verirlerdi. Ortakçı kulların ektikleri tohum<br />
miktarına bakacak olursak bunun çok yüksek olduğu göze çarpar. Karaman<br />
vilayetinin bazı yerlerinde Konya müdü ile 10 müd 152 yani Bursa müdü ile 20 müd<br />
ekilir, hâlbuki reaya ancak Konya müdü ile iki yani Bursa müdü ile 4 müd hububat<br />
ekerdi. Fakat şunu da unutmamak gerekir ki, ortakçıların ziraat ettikleri toprakların<br />
çoğu sulandırılmış topraklar idi 153 .<br />
147 Halil Đnalcık, “Osmanlı Đmparatorluğu’nda Köle Emeği”, s.136.<br />
148 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s. 215.<br />
149 Rahmi Deniz Özbay, Aynı makale, s.156.<br />
150 Đrene Beldiceanu-Steinherr, Aynı makale, s. 1321, Teke Sancağı’ndaki ortakçıların kul asıllı<br />
olmadıkları, çoğunlukla Yörük asıllı oldukları bilinmektedir. Behset Karaca, Aynı eser, s.240.<br />
151 Mehmet Ali Kılıçbay, Aynı eser, s. 359.<br />
152 Zirai üretim yapılan her sancakta ekseriyetle kendine özgü bir tohum ölçü birimleri bulunmakta idi.<br />
Bu ölçü biriminin genel adı “müd” olmakla beraber bunun kg cinsinden değeri sancaktan sancağa<br />
değişebilmekte idi. Örn; Bursa müddü 87 kg, Konya müddü 174 kg, Đstanbul müddü 513 kg civarında<br />
idi. Mehmet Öz, “XVI. Yüzyılda Anadolu’da Tarımda Verimlilik Problemi”, XIII. Türk Tarih<br />
Kongresi, Ankara, 2002, s.1644.<br />
153 Đrene Beldiceanu-Steinherr, Aynı makale, s.1323-1324.
34<br />
Ortakçı kulları, işledikleri toprakların hukuki statüsüne göre, “reaya toprağı<br />
ve hassa çiftlikleri üzerinde çalışan ortakçı kullar” ve “padişah hasları üzerinde<br />
çalışan ortakçı kullar” olmak üzere genel olarak iki gruba ayırabiliriz. Ortakçı kulları<br />
yoğunluk bakımından ele alırsak, reaya toprakları üzerinde çalışanların pek az olduğu<br />
görülmektedir. Meselâ Ankara ve Kütahya vilayetlerinde bir köyde reaya toprakları<br />
üzerinde ancak iki-üç ortak var iken, hassa çiftliklerinde bunun tam tersi olan bir<br />
durum söz konusudur 154 .<br />
1- Reaya Toprakları ve Hassa Çiftlikleri Üzerinde Çalışan Ortakçı Kullar<br />
Tımar eri, kendi hassa çiftliğini bizzat ziraat edemediğinden onu bir ortağa<br />
verirdi ve çift hayvanı ile tohum, tımar eri tarafından tedarik edilirdi. Nitekim tımar<br />
eri, ortağından öşür değil, hâsılın yarısını alırdı. Reaya topraklarına gelince, tımar eri<br />
kendi dirliğine bağlı boş toprağa bir ortak yerleştirebiliyordu; ancak bu durumda<br />
toprak, hassa çiftliği haline gelmezdi. Padişah, avarız saldığı zaman buna düşen<br />
avarızı, tımar eri kendi verirdi. Bu gibi çiftlikler, tapu resmi ödeyecek, çift hayvanı ve<br />
tarım araçlarına sahip olacak güçte olmayan fakir çiftçilerdi. Bir yandan tımar eri,<br />
reayası olmayan toprağın boz kalmaması ve böylece kendi gelirinin düşmemesini<br />
sağlıyor, öbür yandan da fakir çiftçi sermayeye ihtiyaç olmadan bir geçinme imkânını<br />
buluyordu 155 . Gerek haslarda iskân edilmiş kul ortakçılar ve gerekse hariçten gelip bu<br />
kulluklardaki cariyelerle evlenmek suretiyle ortakçılığı kabul etmiş olanlar, her sene<br />
birer müd buğdayla yarımşar müd arpa ve yulafı ekip biçmekle mükelleftirler. Bu<br />
suretle elde edilen mahsulden tohum çıkarıldıktan sonra geriye kalan kısım hasla<br />
ortakçı arasında taksim edilmektedir. Ortakçının eline geçen nısıf hisseden ayrıca bir<br />
de kırkta bir salârlık alınması lâzım gelmektedir 156 . Ortakçının eline geçen nısıf<br />
hisseden kırkta bir oranında salarlık alınması dolayısıyla, ortakçı kulların elinde artı<br />
ürün oluşması ihtimali ortadan kalkmış ve bu zümrenin daimi olarak toprağa bağlı<br />
kalması sağlanmıştır. Nitekim devletin bu şekilde bir uygulamayı yürürlüğe koyması,<br />
devletin tarım politikalarının esnekliği hususunda üretici unsurların lehine herhangi<br />
bir tavize meydan vermeyeceğini açıkça göstermektedir.<br />
154 Đrene Beldiceanu-Steinherr, Aynı makale, s.1321-1322.<br />
155 Đrene Beldiceanu-Steinherr, Aynı makale, s.1323.<br />
156 Ömer Lütfi Barkan, “XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı Đmparatorluğu’nda Toprak Đşçiliği’nin<br />
Organizasyon Şekilleri”, Türkiye’de Toprak Meselesi(Toplu Eserler), s. 587.
35<br />
2- Padişah Hasları Üzerinde Çalışan Ortakçı Kullar<br />
Padişah hasları 157 üzerinde çalışan ortakçılara Aydın, Saruhan, Karaman ve<br />
Đçel vilayetlerinde rastlanmakta olup tohumun yarısını miri, yarısını da kendisi<br />
sağlardı. Harman zamanında mahsul iki hisseye bölünürdü, bir hisseyi miri, diğerini<br />
ortakçı alırdı 158 . Zirai üretim hususunda %50 oranında doğrudan devlet desteğinin söz<br />
konusu olduğu bu tip topraklar üzerinde çalışan ortakçı kulların, ürettiklerinin önemli<br />
bir kısmını miri’ye ayırmalarındaki temel amaç, olası bir üretim yetersizliği<br />
sonucunda meydana gelebilecek kriz ortamında devletin hemen duruma müdahale<br />
etmesini sağlamak içindi.<br />
Nitekim Osmanlı ekonomisinde köle emeği kullanımı; düşük maliyetli,<br />
yüksek kârlı bir iş olarak değil, emek arzının kıt olduğu bir ekonomide, Anadolu<br />
topraklarının üretime açılmasına, kıt olan emeği telafi etmeye ve yüksek üretim<br />
sağlamaya dönük bir uygulama olarak 159 karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla devletin,<br />
zirai üretim faaliyetlerinde ortakçı kullardan da istifade etmesi, bu zümreyi, köylü<br />
reayanın yanında ikinci bir emek faktörü olarak gördüğünü göstermektedir.<br />
B- Köylü Reaya<br />
Ortakçı kulların dışındaki üretici kitlesi olan köylü reaya, Osmanlı sisteminde<br />
özel bir statüsü olan üretici insanları ifade eder. Reaya, bu yönüyle yönetici sınıf olan<br />
askeri sınıfın zıddıdır 160 ve ırsi olarak toprağa bağlıdır. Kanunnamelerde bu durum<br />
“raiyyet oğlu raiyyettir” formülü ile ifade edildiğinden 161 bir köylü oğlunun, bir şehir<br />
sakini ya da tımar sahibi değil, köylü olarak kalması beklenirdi 162 ve köylü reaya<br />
tarlasına istediğini ekmek, isterse hiç ekmemek gibi haklardan yoksundur 163 . Yani<br />
köylüler önceden buğday ekilen tarlaya asma ya da zeytin dikemezlerdi zira ürün<br />
157 “Has” kelime anlamı olarak geçim yolu, geçim vasıtası demek olup, padişaha verilen haslar,<br />
havass-ı hümayûn adını taşımakta idi. Yusuf Halaçoğlu, Aynı eser, s. 92.<br />
158 Đrene Beldiceanu-Steinherr, Aynı makale, s.1323.<br />
159 Zeki Arıkan, XV-XVI. Yüzyıllarda Hamit Sancağı, Đzmir, 1988, s.161.<br />
160 Mehmet Ali Kılıçbay, Aynı eser, s. 360. Ayrıca bkz. Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu Klasik<br />
Çağ(1300-1600), s. 115.<br />
161 Mehmet Ali Kılıçbay, Aynı eser, s.360.<br />
162 Suraiya Faroqhi, Osmanlı Şehirleri ve Kırsal Hayatı, (çev. Sonnur Özcan), Ankara, 2006, s. 122.<br />
163 Sencer Divitçioğlu, Aynı eser, s. 51.
36<br />
değiştirildiği takdirde vergiler de değişecek ve bu durum geçici bile olsa kabul<br />
edilmeyecek bir karışıklığa ve gelir kaybına sebep olacaktı 164 . Köylü reayanın toprağa<br />
bağlı tutulması ve ona ürettiği ürünlerden belli oranda vergi verme mükellefiyeti<br />
getirilmesi gibi prosedürlere rağmen ülkedeki üretimin tek kaynağı olduğundan,<br />
yönetici sınıftan daha güvenceli olup reayanın bütün can ve mal güvenliği padişahın<br />
sorumluluğu altında idi 165 . Zirai üretim sürecinde birinci dereceden emek unsuru<br />
özelliği taşıyan köylü reayanın en büyük sıkıntısı ise, geçim kaynağı olan toprağının<br />
verimsizleşmesi, kıtlık, kuraklık, su baskınları gibi tabii afetlerdi 166 . Nitekim<br />
imparatorluğun ekonomik yapısı ziraate dayandığından bu işle meşgul köylülerin,<br />
devlet açısından ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır 167 .<br />
1- Köylü Reayanın Hukuki Statüsü ve Ödemekle Yükümlü Olduğu<br />
Vergiler<br />
Osmanlı sisteminde reaya adı verilen doğrudan üretici, toprağa bağlanmış<br />
durumdaydı. Kuruluş ve genişleme dönemlerinde ele geçen toprakların iskânı<br />
amacıyla, büyük çapta sürgüne başvurulması nedeniyle reaya toprağa bağlı (colonus)<br />
statü kazanmıştı 168 . Ülkenin tüm halkı, eğer asker değillerse, çalışıp vergi verme<br />
yükümlülüğü altında idi. Eğer bulundukları yerde buna imkân bulunamıyorsa,<br />
merkez, emek fazlasını başka yerlere sürmekte ve üretimde bulunmalarını sağlamakta<br />
olup sürgünlerden kaçan olursa, nerede olurlarsa olsunlar, yakalanmaları ve iade<br />
edilmeleri kanun hükmü niteliğinde idi. Hatta Osmanlı sisteminde reayanın idamı<br />
pek rastlanan bir olgu değilken kaçan sürgünler bazı durumlarda idam dahi<br />
edilebilmektedir 169 . Bu uygulamanın sonucunda emek unsuru ülkenin her tarafına<br />
oldukça eşit dağılmakta ve hiçbir yerde emek kıtlığı ortaya çıkmamakta idi.<br />
Diğer taraftan reayanın elindeki toprak miktarı ile onun medeni durumu da<br />
onun hukuki statüsünü belirlemekte idi. Defter’de “hane” olarak kayıtlı bulunan evli<br />
164 Amy Sınger, Kadılar, Kullar, Kudüslü Köylüler (çev. Sema Bulutsuz), Đstanbul, 1996, s.121.<br />
165 Mehmet Ali Kılıçbay, Aynı eser, s. 360.<br />
166 Behset Karaca, Aynı eser, s.155.<br />
167 Yusuf Halaçoğlu, Aynı eser, s.105.<br />
168 Mehmet Ali Kılıçbay, Aynı eser, s. 372.<br />
169 Mehmet Ali Kılıçbay, Aynı eser, s. 373.
37<br />
şahıslar, işledikleri toprak miktarının çokluğuna ve azlığına göre “çift”, “nim çift” ve<br />
“ekinlü bennak” şeklinde belirtilir, yine evli olmasına rağmen elinde toprak<br />
bulunmayanlar “caba bennak” adı altında toplanır 170 , bekarlar ise “mücerred” diye<br />
tasrih olunurlardı 171 . Bu umumi malumat haricinde evli olmakla birlikte çiftin dörtte<br />
birine tekabül eden bir toprak parçasını işleyen ve bu sebeple de isminin altında<br />
“zivle” tabiri bulunanlar da vardı 172 .<br />
Devlet, vergi gelirlerinin devamlılığını sağlamak istediğinden dolayı toprağa<br />
bağladığı reayadan birtakım vergiler almak zorunda idi.<br />
a. Sabit Miktarlı Toprak Vergileri<br />
Osmanlı vergi sisteminde tüm toprak vergileri sabit miktarlıdır. Bu vergiler<br />
ayrıca, zaman içinde de genellikle sabit kalmışlardır. Bu cins vergilerin en önemlisi<br />
resm-i çift adını taşıyordu. Toprağın verim durumuna göre, 60 ilâ 140 dönümlük bir<br />
alanın “bir çift” kabul edilmesi sonucu vergi matrahı bulunmaktadır. Bu vergi çift<br />
başına, Fatih döneminde 22 akça, 1487’de 33 akça idi 173 . Resm-i çiftin bir uzantısı<br />
olan bir vergi de resm-i zemin’dir 174 . Osmanlı sisteminde sipahiye ya belli bir<br />
toprağın ya da belli sayıda reayanın vergileri tımar olarak verilirdi. Sipahi, o toprak<br />
üzerindeki yerleşik reayadan, ekip biçtikleri topraklar karşılığı resm-i çift aldıkları<br />
gibi, eğer bol toprak varsa ve başka yerden gelen (hariç reaya), o toprağı işlemek<br />
isterse, onlardan da bu boş toprakları işlemek hakkı karşılığında resm-i çift değerinde<br />
bir resm-i zemin vergisi alırlardı 175 . Mart ayının ilk günlerinde alınan bu verginin tarh<br />
ve nispeti, arazinin verim gücüne göre değişmektedir. Kanunnâmeler, arazinin verim<br />
durumu ve buna bağlı olarak alınacak vergiden şöyle bahsederler: “Gayet lâl ve<br />
penbe biter su basar âlâ yerden iki dönüme bir akça, evsat (orta verimli) yerden üç<br />
170 Halil Đnalcık, “Osmanlılar’da Raiyyet Rüsumu”, s.41-45.<br />
171 Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, s. 161.<br />
172 Ahmet Kankal, XVI. Yüzyılda Çankırı, Çankırı, 2009, s. 112-113.<br />
173 Mehmet Ali Kılıçbay, Aynı eser, s.364.<br />
174 Resm-i zemin hâs penbe biter ve su basar yerden alınan maktûadır ki vaz’ından mikyâs dönüm,<br />
tahsilinde kıstâs akça olup, alâ yerin iki, evsat yerin üç, ednâ yerin beş dönümünden birer akça<br />
alınması karârgir olmuştur. Süleyman Sudi, Defter-i Muktesid, s. 132.<br />
175 Mehmet Ali Kılıçbay, Aynı eser, s.365.
38<br />
dönüme bir akça, ednâ (fazla verimli olmayan, çorak )yerden beş dönüme bir akça<br />
alınır 176 .<br />
b. Sabit Oranlı Ürün Vergileri<br />
Toprak vergilerinin aksine, Osmanlı sabit oranlı ürün vergileri, ayni olarak<br />
almakta idi. Osmanlı kanunnâmelerinde öşür 177 olarak ifade edilen bu oran, aslında<br />
sözcük anlamının 1/10 olmasına rağmen bölgelerarası büyük farklılıklar göstererek<br />
1/5 ilâ 1/10 arasında değişmektedir 178 . Bunun sebebi ise arazi verimliliğinin, sulama<br />
ve iklim şartlarının, ziraati yapılan ürünün cinsinin, mahalli örf ve adetlerin farklılığı<br />
idi 179 . Osmanlı’nın öşür olarak aldığı vergiler genel olarak; bağ(üzüm), şıra,<br />
bahçe(meyve), bostan(sebze), kovan(bal), harir(ipek), penbe(pamuk), ağ(balık),<br />
hime(odun) vb. adlar altında kanunnâmelerde teker teker sayılmaktadır 180 . Devlet,<br />
bağ ve bahçe ürünlerinin üretiminden ancak pazara sunulduğu takdirde vergi<br />
almaktadır. Yani çiftçi – köylü ailesi kendi asli ihtiyacı için evinin bahçesinde veya<br />
tarlasının bir kenarında yaptığı üretim vergiye tabi değildir 181 .<br />
176 Ziya Kazıcı, Osmanlı Vergi Sistemi, Đstanbul, 2005, s.96; ayrıca bkz. Mehmet Ali Ünal, Osmanlı<br />
Müesseseleri Tarihi, s.158.<br />
177 Sözlükte “onda bir” anlamına gelen uşr kelimesinin Türkçeleşmiş şekli olan öşür, fıkıhta toprak<br />
ürünlerinden tahsil edilen zekâtı ifade eder. Ahmet Tabakoğlu, “Öşür”, TDVĐA, c.XXXIV, s.97.<br />
Osmanlı mali mevzuatında şer’i hukuk arasında sayılan öşür, imparatorluğun miri arazi rejimi<br />
uygulanan yerlerinde ziraatle uğraşan çiftçilerin üretmiş oldukları mahsullerinden ayni olarak<br />
alınmaktadır. Lütfi Güçer, XVI-XVII. Asırlarda Osmanlı Đmparatorluğu’nda Hububat Meselesi ve<br />
Hububattan Alınan Vergiler, Đstanbul, 1964, s.51-52.<br />
178 Mehmet Ali Kılıçbay, Aynı eser, s.367.<br />
179 Barkan, “Öşür”, Đ.A. IX, s. 485.<br />
180 “…Ve burçakdan ve mercümekden ve nohuddan ve susamdan ve böğrülceden ve bakladan ve soğan<br />
ve sarımsakdan ve çörekotından ve maşdan ve yoncadan onda bir öşür alınır...” “…Ve zerdalü ve<br />
badem ve zeytun ve emrud ve incirden ve narencden ve enardan ve şeftalu’den ve bunların emsali<br />
ağaçta biten fevakihden vakti gelecek emin kişiler üzerine varub kıymete tutub öşrün alalar…” Barkan,<br />
Kanunlar, (Kanunu Livâ-i Aydın), s.10-11. “…Ve bağlardan dahi öşür üzere mukarrer kılındı…”,<br />
Barkan, Kanunlar, (Siverek Livası Kanunu), s.171.<br />
181 Đbrahim Solak, “Osmanlı Đmparatorluğu Döneminde Meyve ve Sebze Üretimi”, Selçuk Üniversitesi<br />
Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Güz, 2008, sa:24, s.220.
39<br />
c. Sabit Miktarlı Ürün Vergileri<br />
Bunlar genellikle pazarlanan hayvanlar üzerinden alınan sabit ve nakdi<br />
vergiler olup, başlıcaları şunlardır 182 : adet-i ağnam (koyun resmi) 183 , resm-i otlak<br />
(otlak resmi) 184 , resm-i zebiha (kesilen hayvan resmi) 185 , resm-i ağıl (adet-i ağnam ile<br />
birlikte alınır ve 300 koyun veya keçi bir sürü sayılarak, sürü başına 5 akça alınır) 186 .<br />
182 Mehmet Ali Kılıçbay, Aynı eser, s.368.<br />
183 Osmanlı Devleti’nde, bilhassa büyük ölçüde koyun besiciliği yapan, başka bir ifade ile ağnama<br />
(koyun ve keçi) sahip olan Müslümanların vermekle yükümlü oldukları bir vergidir. Ziya Kazıcı,<br />
Osmanlı Vergi Sistemi, s.148. Adet-i ağnam, ufak tefek bazı farklılıklar dışında umumiyetle her<br />
vilayette müslim ve gayrimüslim ayırt edilmeksizin 2 koyuna 1 akça alındığı görülür. Barkan,<br />
Kanunlar (Aydın Vilayeti Kanunu), s.12; ayrıca bkz. Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi,<br />
s.156.<br />
184 Genelde hariçten gelip konaklayan koyun ve sığır sürülerinden alınan bir resimdir. Yerli reayadan<br />
alınmamaktadır. Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, s.156. Sürüler a’lâ, evsat ve ednâ<br />
olmak üzere üçe ayrılarak bunların a’lâsı için bir koyun, evsatı için bir şişek, ednâsı için de bir toklu<br />
alınıyordu. Bazı bölgelerde de bu vergi nakit para olarak alınıyordu. Bu da yine sürünün durumuna<br />
göre 20,15 veya 10 akça idi. Ziya Kazıcı, Aynı eser, s.154.<br />
185 Eti yenen küçük ve büyük baş hayvanların kesimi, yalnızca salhânelerde yapılıyordu. Böylece<br />
hayvan kesimi esnasında, hem hijyen şartlarına uyulması, hem de devlete gelir temin edilmesi<br />
gerekiyordu. Bu ortamın sağlanabilmesi için de meselâ Đstanbul’un fethinden hemen sonra Yedikule<br />
dışında 33 tane salhâne inşa olunmuştu. Bu salhânelerin varlığından dolayı şehrin içinde hayvan<br />
boğazlamak yasaklanmıştı. Nitekim sağlık ve şehrin temizliği bakımından böyle bir çareye başvurma<br />
zarureti vardı. Dolayısıyla böyle bir uygulama sayesinde, şehir ve kasabaların dışında inşa edilmiş<br />
bulunan salhânelerde kesimi yapılan hayvanlardan bir miktar vergi alınıyordu. Ziya Kazıcı, Aynı eser,<br />
s.155-156.<br />
186 Mehmet Ali Kılıçbay, Aynı eser, s.368.
40<br />
d. Sabit Miktarlı Ama Devamlı Olmayan Çeşitli Vergiler<br />
Bu gruba giren vergiler ise; resm-i asiyab (değirmen resmi), tapu resmi,<br />
mücerred resmi, arûs resmi, bennâk resmi gibi vergilerdir. Resm-i asiyab, su veya yel<br />
ile çalışan un değirmenleri ile zeytin yağı değirmenlerinden alınmakta olup 187 bu<br />
verginin miktarı, değirmenin yılda kaç ay döndüğüne göre değişmektedir. Bazı<br />
değirmenler üç ay, bazıları altı ay, bazıları ise tam yıl çalışmaktadır. Her ay için 5<br />
akça takdir edildiğinden üç ay çalışan değirmenin resmi 15 akça, 6 ay döneninki 30<br />
akça ve bir yıl dönen değirmenin resmi ise 60 akça tutmaktadır 188 . Tapu resmi,<br />
mülkiyeti devlete ait araziden çift(lik) tasarruf eden reayanın, bir defaya mahsus<br />
olmak üzere sipahiye ödediği vergidir. Çok defa arazinin bir yıllık mahsulünün<br />
kıymeti olarak belirlenen bu resim, zuhurata bağlı olduğu için bâd-ı hevâ grubu<br />
vergiler içerisinde ele alınmıştır. Tapu resmi’ni ödeyen raiyyet ölünceye kadar çiftliği<br />
tasarruf eder ve oğluna da intikal ettirirdi 189 . Bu verginin miktarı, arazinin verim gücü<br />
hesaplanarak takdir edilirdi. Eğer verim gücü yüksekse 50, orta verimli bir yer ise 30<br />
veya 40, bundan da aşağı bir durumda ise o takdirde resm-i tapu 20 akça olarak<br />
alınırdı 190 . Mücerred resmi, bekâr fakat başkasına muhtaç olmadan kendi geçimini<br />
temin edebilen Müslüman erkeklerin ödediği vergi olup 191 imparatorluk<br />
coğrafyasında umumiyetle 6 akça idi 192 . Fakat bazı istisnalar da söz konusu idi. Bazı<br />
bölgelerde mücerredlerin resimden muaf oldukları da görülmekte idi 193 . Arus resmi,<br />
sipahinin tımarında bulunan kadınların, evlenmeleri esnasında kocalarından alınan<br />
maktu bir vergidir 194 . Evlenecek olan kız ise 60 akçalık resmi evlenecek kızın<br />
babasının kayıtlı bulunduğu sipahi, şayet dul avret ise 30 akça olan resmi evlenme<br />
nerede gerçekleşirse oradaki sipahi alırdı 195 . Bennâk resmi ise, evli ve nim çiftten az<br />
187 Ziya Kazıcı, Aynı eser, s. 97.<br />
188 Ziya Kazıcı, Aynı eser, s. 98.<br />
189 Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, s.170.<br />
190 Ziya Kazıcı, Aynı eser, s.101.<br />
191 Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, s.161.<br />
192 Ziya Kazıcı, aynı eser, s.104.<br />
193 “Defâtir-i atikada mücerredlerine resm takdir olunmayub”, Barkan, Kanunlar, Kangırı(Çankırı,<br />
1578), s. 36, “defterde mücerred kaydolunan kimesnelerden resim kaydolunmadı, ammâ defterde<br />
mücerred kaydolunan kimesneler teehhül etse veya ehl-i kisb olsa bennak resmi vere”, Bolu<br />
Kanun.(1528), s. 29. Ayrıca mücerred resmi hakkında tafsilatlı bilgi için bkz. Halil Đnalcık,<br />
“Osmanlılar’da Raiyyet Rüsumu”, s.41-44.<br />
194 Ziya Kazıcı, aynı eser, s.101.<br />
195 “her arûsiyetten altmış akça alalar ve dul avretden otuz akça alalar kız oğlan kız olandan her ne<br />
yerde nikâh olur ise atası ne yerde raiyyet kaydolunmuş ise anda anda alına ve dul avret her ne yerde<br />
nikâh olsa anda alına”. Barkan, 1518 tarihli Çemişgezek Sancağı Kanunnâmesi.
41<br />
yer tasarruf eden Müslüman reayanın ödediği vergidir 196 . Bennâkler, ekinlü bennak<br />
ve caba bennak olmak üzere iki kısımda mütalaa edilmiştir. Buna göre nim çiftten az<br />
yer tasarruf eden bennâkler, ekinlü sayılır ve 12 akça öderler, hiç yer tasarruf<br />
etmeyenler caba bennâk sayılır ve 9 akça öderdi 197 . Bennâk resmi, çift resmi gibi<br />
çiftlik tasarruf şartına bağlı olmayıp herhangi bir toprağı işlesin işlemesin her evli<br />
olan Müslüman reayadan alınmaktaydı 198 .<br />
2- Tarım Ürünlerinin Köylü Reaya Tarafından Pazara Sunulması<br />
Reaya, ürettiği ürünün vergisini sipahiye ayni olarak ödemekte, sipahi de<br />
elinde fazla olan ürünü nakde çevirebilmek için pazara sürmektedir. Sipahiyle<br />
birlikte, köylü de elinde ihtiyaç fazlası malını, artı ürünü diğer ihtiyaçlarını<br />
karşılayabilmek için satmak zorunda idi. Dolayısıyla kırsal alanda yaşayan insanların<br />
bir kısım ihtiyaçlarını giderebilecekleri mahalli pazarlar kurulur ve burada değişik<br />
ürünler satılırdı 199 . Bu pazarlara gelen tüccarlar, köylü reayanın ve sipahinin getirdiği<br />
hububat ve diğer tarımsal ürünleri kentlerde satmak üzere toplamaktaydılar 200 . Ancak<br />
reayanın, bazı zirai ürünleri satmasına dönem dönem devlet tarafından mani olunduğu<br />
da görülmekte idi: “Sekiz ay benim içün pirinci bazar duta. Ol sekiz ay içinde<br />
düğünlerde ve derneklerde ve konukluklarda benüm pirincümden gayrı pirinç<br />
satmayalar ve almayalar. Her kim benüm pirincümden gayrı pirinç alursa ve satarsa<br />
ki; kulum bula, dutub pirincin elinden alub ve kendünün gereğince hakkından gele.<br />
Yasağum yerine getüre, kimesne mâni olmaya… 201 . Bu cümleden olmak üzere, belirli<br />
dönemlerde pirinç gibi bazı ürünlerin ticareti sadece padişahın salahiyetinde olup<br />
padişahın kendi has arazisi haricinde yetiştirilen pirincin alım satımı<br />
yasaklanmaktaydı. Dolayısıyla bu durum yetiştirilmesine büyük bir ehemmiyet<br />
verilen pirincin ticaretinin devlet tekelinde olduğunu açıkça göstermektedir. Pirincin<br />
yanı sıra kuru üzümün alım-satımına da devlet tarafından müsaade edilmemekte idi.<br />
196 Barkan, Kanunlar,(1528 tarihli Bolu Livası Kanunu), s. 29.<br />
197 Halil Đnalcık, “Raiyyet Rüsumu”, s.44.<br />
198 Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, s.160. Ayrıca bkz. Neşet Çağatay, “Osmanlı<br />
Đmparatorluğu’nda Reayadan Alınan Vergi ve Resimler”, s.491.<br />
199 Đbrahim Solak, XVI. Asırda Maraş Kazası(1526-1563), Ankara, 2004, s.175.<br />
200 Şevket Pamuk, Aynı eser, s. 39.<br />
201 Ahmet Akgündüz, Aynı eser, s.408.
42<br />
C- Çeltikçi Reaya<br />
Osmanlı Đmparatorluğu’nda zirai üretim hususunda rol oynayan üretici<br />
unsurlardan bir diğeri de çeltikçi reaya idi. Đmparatorluğun erken dönemlerinde devlet<br />
mülkiyetindeki topraklarda yapılan pirinç üretimi, esas olarak miri haslarda ve ortakçı<br />
kullar tarafından gerçekleştirilmekteydi. Bu verimli topraklarda kullanılan suyun<br />
mülkiyeti de devletin elindeydi. Üretilen pirinç de esas olarak saray ve ordunun<br />
gereksinimlerini karşılamaktaydı. Ancak zaman içinde, konumları kölelerinkine<br />
yaklaşan ortakçı kulların pirinç üretiminin gerektirdiği sürekli ilgi ve yoğunlaşmayı<br />
sağlayamadıkları ortaya çıktı. Bunun üzerine, miri haslardaki pirinç üretiminden en<br />
fazla verimi almak isteyen merkezi devlet, çeltikçi reaya adını verdiği ve<br />
yükümlülükleri açısından ortakçı kullarla reaya arasında bir yerde sayılabilecek yeni<br />
bir reaya konumu oluşturdu 202 . Osmanlı Kanunlarına göre en az 10-15 kile çeltik<br />
ekenler çeltikçi reaya statüsü kazanabilmekte idi 203 . Çeltikçi reayaya, reayanın<br />
ödediği vergilerin büyük bölümünden bağışıklık tanınmaktaydı. Buna karşılık tımar<br />
düzeni çerçevesinde kuru toprakları işleyen reayadan %10 dolayında öşür talep<br />
edilirken, çeltikçi reaya pirinç üretiminin yarısını devlete teslim etmek zorunda<br />
bırakılıyordu 204 . Tahrir zamanında çeltikçi reaya’nın üzerine “çeltikçü” kaydı<br />
konduğu fakat çeltik ziraati yapanların arasında reaya’nın da bulunduğu; çeltikçi<br />
olarak işareti olmayan reayanın avârız ve rüsûmlarını tamamen ödeyecekleri<br />
belirtilmektedir. Çeltikçi olarak kaydolunan biri öldüğünde, âdet üzere yerine oğlu ya<br />
da kardeşi çeltikçi olur; eğer böyle bir yakını yoksa çeltik nehrinin battal olmaması<br />
için, aynı köydeki diğer çeltikçilerin oğlu veya kardeşi, kadı marifetiyle “çeltikçi”<br />
tayin edilerek tohumunu alırdı 205 .<br />
Çeltik tarlalarında çalışan reaya, “çeltikçi” ve “kürekçi” olarak iki gruptular.<br />
Çeltikçi, çeltik yetiştiren çiftçiler; kürekçi ise çeltik tarlaları ve bunları sulama için<br />
202 Şevket Pamuk, Aynı eser, s.52-53.<br />
203 “..Ve şol çeltikçü ki bir müd veyahud onbeş kile veya bâri on kile tohum ziraat iden anın gibiler<br />
çeltükçi olmak emr olunıbdır ve herhangi köyde ise isimleri üzerine çeltükçi kayd oluna ammâ on<br />
kileden mâdun tohum ziraat iden kimesnelere çeltükçi çeltükçi olmak emrolunmayub rencbed<br />
addolundı..”<br />
204 Şevket Pamuk, Aynı eser, s.53.<br />
205 Deniz Karaman, XVI. Yüzyılda Ayaş Kazası, Ankara, 2003, s. 462.
43<br />
gerekli kanalları hazırlayan işçiler için kullanılan tabirlerdir 206 . Çeltikçiler, genellikle<br />
ortakçılık veya mukataa 207 sistemi içinde tohumu devletten veya toprağın sahibinden<br />
alırlar, elde edilen mahsulü belirlenmiş nisbetler içinde paylaşırlar ve kendi<br />
paylarından öşür vergilerini öderlerdi 208 .<br />
D- Konar-Göçer Teşekküller<br />
Osmanlı toplumunu teşkil eden önemli unsurlardan birisi olan konar-göçerler,<br />
ağırlıklı olarak koyun ve keçi olmak üzere, at, katır ve deve gibi hayvanlardan<br />
meydana gelen sürüleriyle, kışın kasaba ve köy gibi iskân yerleri civarında konan ve<br />
zamanı geldiğinde de yaylalara göçen, dolayısıyla yaylak ile kışlak arasında daimi<br />
hareket halinde bulunan insanlardan oluşmakta 209 ve sürülerine otlak ve su bulmak<br />
için zamanlarının önemli bir kısmını değişik yerlerde geçirmekteydiler 210 . Konargöçerler,<br />
yaylakta hayvanlarını otlatmakta, dolayısıyla hayvancılıkla uğraşmakta;<br />
kışlakta ise kondukları yerde küçük çaplı da olsa ziraat yapmaktaydılar 211 . Özellikle<br />
Batı Yörükleri, Sivas yöresinden Akdeniz’e ve Sakarya vadisinden Aydın Sancağına<br />
kadar uzanan Orta Anadolu’da daha elverişli iklim şartları dolayısıyla hayvancılığı<br />
tarımla tamamlamaktaydılar 212 . Bu nedenle tam bir göçebe 213 hayat tarzı içinde<br />
olmayan konar-göçerler, göçebelikle yerleşik hayat arasında bir ara şekle sahip<br />
206 Mübahat S. Kütükoğlu, XV ve XVI. Asırlarda Đzmir Kazası’nın Sosyal ve Đktisadi Yapısı, Đzmir<br />
2000, s.150.<br />
207 Mukataa, devlet işletmesi veya devlete ait bir gelir payının tahsili işi için kullanılır. Devlet uygun<br />
gördüğü her türlü zirai, ticari ve sınaî kuruluşu mukataa konusu teşkil edebilirdi. Ahmet Tabakoğlu,<br />
Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi, Đstanbul, 1985, s.120; ayrıca bkz. Ahmet Tabakoğlu,<br />
Türkiye Đktisat Tarihi, Đstanbul, 2009, s.215-218.<br />
208 Feridun Emecen, “Çeltik”, TDVĐA, c.VIII, Đstanbul, 1993, s. 266.<br />
209 Behset Karaca, XV. ve XVI. Yüzyıllarda Teke Sancağı, s.162.<br />
210 Latif Armağan, “Osmanlı Devleti’nde Konar-Göçerler”, Osmanlı, c.IV, Ankara, 2000, s.142-148.<br />
211 Latif Armağan, Aynı makale, s. 142.<br />
212 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s. 76. Örneğin, Menteşe<br />
Yörükleri ile ilgili kayıtlarda “ Toprakları vardır”, “hariç toprakta konarlar”, “hariç toprakta otururlar”,<br />
“ektikleri yerin öşrün verip”, “Oturak Barza”, “Göçer Barza” gibi ifadelerin olması, ayrıca Yörüklerin<br />
ödedikleri vergiler arasında “resm-i çift, nim çift ve bennak” gibi vergilerin geçmesi, yine hâsıl<br />
içerisinde “tahıl, pamuk” vb. ürünlerin yer alması, bunların bazılarının çiftliklere sahip olduklarını ve<br />
dolayısıyla hayvancılığın yanında tarımla da meşgul olduklarını göstermektedir. Behset Karaca, “1522-<br />
1532 Tarihlerinde Menteşe Bölgesi Yörükleri”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Elazığ,<br />
2008, c. XVIII, sa. 2, s. 416.<br />
213 Göçebelerle ilgili geniş bilgi için bkz. Đlhan Şahin, “Göçebeler”, Osmanlı c. IV, Ankara, 1999,<br />
s.132-141; ayrıca bkz. Rudı Paul Lındner, Ortaçağ Anadolu’sunda Göçebeler ve Osmanlılar, (çev.<br />
Müfit Günay), Ankara, 2000.
44<br />
olduklarından kanunnâmelerde ve resmi kayıtlarda genellikle “konar-göçer” tabiriyle<br />
tanımlanmışlardır 214 .<br />
Türkmen, Yörük 215 ya da daha sonra Kızılbaş adlarıyla bilinen Türk göçerler,<br />
1520’li yıllarda (doğuda Sinop’tan Antalya Körfezi’ne kadar uzanan bir hatta<br />
dayanan) Anadolu beylerbeyiliği nüfusunun yaklaşık % 15’ini oluşturuyordu. Yaya<br />
ve müsellem gibi göçer kökenli askeri gruplar da eklendiğinde bu oranın %27’ye<br />
çıktığı görülmektedir. Ama asıl büyük Yörük çoğunlukları, Ankara, Kütahya,<br />
Menteşe, Aydın, Saruhan, Teke ve Hamid sancaklarıydı. Bu yedi sancak toplam<br />
80.000 hane dolayında bir göçer nüfusunu barındırıyordu 216 . Osmanlı Devleti, bu<br />
kadar azımsanmayacak derecede ciddi bir orana sahip konar-göçerleri kendi<br />
imparatorluk düzeniyle uyum içinde var edebilmek için onlara birtakım kolaylıklar<br />
sağlamış 217 ve bazı önlemler almıştı. Her klana yaylak ve kışlaklarıyla bir yurt<br />
veriliyor; bunun sınırları belirlenip imparatorluğun tahrir defterlerine kaydediliyordu.<br />
Bu yurt alanı içinde Türkmenler, hayvancılığın yanı sıra marjinal olarak tarımla da<br />
uğraşıyor; ormanlık ve bataklık araziyi tarıma açıp, ister kendi ihtiyaçlarını<br />
karşılamak ister pazarlamak üzere buğday, pamuk ve pirinç ekiyorlardı 218 . Diğer<br />
taraftan Batı Anadolu ile Aşağı Kilikya’nın nehir vadilerindeki arazinin sıtma yatağı<br />
hastalıklarla kaplı büyük bölümü işlenmeden duruyordu. Buralara kışlamaya gelen<br />
Türkmen göçerler, bu toprakların bir bölümünü tarıma açıp, pamuk ya da pirinç gibi<br />
ticari ürünler yetiştirmeye koyulmakta ve yaylaklarına döndüklerinde geride bekçiler<br />
214 Latif Armağan, Aynı makale, s. 142.<br />
215 Yörükler hakkında geniş bilgi için bkz. Mehmet Eröz, Yörükler, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı,<br />
Đstanbul, 1999, ayrıca bkz. Behset Karaca, “XV. ve XVI. Asırlarda Teke Sancağı’ndaki Yörüklerin<br />
Sosyal ve Ekonomik Durumu”, 18-19 Aralık 2003 tarihinde Cumhuriyet’in 80. Yılı Münasebetiyle<br />
Düzenlenen Antalya’nın Son Bin Yılı Sempozyumunda Sunulan Bildiri, Antalya, 2003, s.12; Behset<br />
Karaca, “Osmanlı Devlet’inde Konar-Göçer Zümrelerin(Yörükler) Safevi Devletiyle Đlişkileri”,<br />
Arayışlar, sa. 14, 2005, s.17-36.<br />
216 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s. 71.<br />
217 Harap, boş yerlerin imarı ve zirai üretimin arttırılması için Yörüklere toprak ve konut verilerek<br />
yerleşik yaşama uyumları sağlanmıştır. Bkz. Ali Rıza Gökbunar, “Osmanlı Devleti’nde Yörüklerin<br />
Göçerlikten Yerleşik Yaşama Geçirilmesinde Uygulanan Vergi Politikaları ve Sonuçları”, Celal Bayar<br />
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2003, c.I, sa:2, s. 59-66.<br />
218 Örneğin, Aydın Yörükleri içerisinde çeltikçilik yapan bir çok cemaat bulunmaktaydı, 1522’de<br />
Arabtan-ı Çenme Yörükleri’nin nısfı yani yarısı çeltükçüdir; Boluca Yörükleri de Balatcık nehrinde<br />
kadimden çeltükcüdürler; Birgi Kazasındaki Kerpe Deresi Yörükleri de çeltük ziraati ile meşgul idiler.<br />
Behset Karaca, “1522-1532 Tarihlerinde Aydın-Đli Yörükleri”, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal<br />
Bilimler Dergisi, Isparta, 2005, sa. 13, s. 114; ayrıca bkz. Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun<br />
Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.75.
45<br />
bırakarak daha sonra mahsulü kaldırmaya gelmekteydiler 219 . Her ne kadar konargöçer<br />
zümrelerin tarımsal ürünlerini piyasaya sürmelerine izin verilmiş ise de bu<br />
zümreler, tarımı, ticari kaygılardan ziyade kendi ihtiyaçlarını karşılamak için<br />
yapmaktaydılar 220 . Osmanlı içtimâi-mali sistemi içerisinde tımarlı reaya statüsünde<br />
olan konar-göçerler, yaylak ve kışlaklarının dahil bulunduğu tımar veya vakıf<br />
arazisinde tıpkı tımarlı reaya gibi üretimlerinden toprak sahiplerine vergi<br />
ödemekteydiler 221 .<br />
Nitekim üretici unsurlardan üçüncüsü olarak ele aldığımız konar-göçerler,<br />
gerçekleştirdikleri tarımsal faaliyetlerde hem kışlık erzaklarını tedarik etmekte hem<br />
de yaptıkları ziraatten dolayı devlete ödedikleri vergiler dolayısıyla devlet hazinesine<br />
önemli miktarda katkı sağlamaktaydılar. Dolayısıyla kuruluşundan beri yerleşik<br />
yaşamı benimseyen Osmanlı Devleti, konar-göçerleri yerleşik yaşama alıştırmak<br />
gayesiyle onların tarımsal faaliyette bulunmasına yönelik teşviklerde bulunmuş hatta<br />
istihsal ettikleri tarımsal ürünlerin ticaretini yapmalarına dahi izin vermiştir 222 .<br />
219 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.75.<br />
220 Serkan Sarı, XV-XVI. Yüzyıllarda Menteşe, Hamid ve Teke Sancağı Yörükleri, (Yayınlanmamış<br />
Doktora Tezi), Süleyman <strong>Demirel</strong> Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta, 2008, s.284.<br />
221 Ahmet Tabakoğlu, Türkiye Đktisat Tarihi, s. 193-194.<br />
222 Konar-göçerler, Batı Anadolu’nun bazı düzlüklerinde yetiştirdikleri pamuğu Efes (Ayasoluk) ve<br />
Palatia (Balat) limanları ile Sakız adasındaki Đtalyanlara satmakta idiler. Halil Đnalcık, Osmanlı<br />
Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.75.
46<br />
III. BÖLÜM<br />
OSMANLI’DA TARIMA ETKĐ EDEN FAKTÖRLER ĐLE BU<br />
FAKTÖRLERĐN ORTAYA ÇIKARDIĞI SONUÇLAR VE KLASĐK DÖNEM<br />
OSMANLI TARIMINDA UYGULANAN METODLAR<br />
I. TARIMA ETKĐ EDEN FAKTÖRLER<br />
A- Coğrafya ve Đklim<br />
Tarımsal faaliyetleri direkt olarak etkileyen faktörlerin başında coğrafya ve<br />
iklim gelmektedir. Đnsan topluluklarının iktisadi ve sosyal faaliyetleri, büyük ölçüde<br />
hayatlarını sürdürdükleri coğrafyanın iklimine göre şekil almaktadır 223 . Günümüz<br />
devletlerinde olduğu gibi, Osmanlı Devleti zamanında da tarımsal faaliyetler ve buna<br />
bağlı olarak yetiştirilen tarım ürünlerinin çeşitliliği, coğrafi şartların ve iklimin tesiri<br />
altında kalmakta idi. Đklimin elverişliliği, tarım ürünlerinin gelişim sürecini doğrudan<br />
etkilerken, zirai ürünün yetiştiği bölgede iklimin müsait olması ise, bir taraftan<br />
ürünlerin gelişmesini ve olgunlaşmasını hızlandırmakta diğer taraftan da birim<br />
alandan yüksek oranda verim alınmasında önemli rol oynamaktadır.<br />
Onbeş ve onaltıncı yüzyıllarda gelişiminin doruğuna ulaşan Osmanlı Devleti,<br />
farklı türden manzaralara sahip bulunmaktaydı 224 . Üç kıta üzerinde 10-50° kuzey<br />
paralelleri ile 10-60° doğu meridyenleri arasında uzanan Osmanlı Devleti 225 , Akdeniz<br />
kıyılarında nemli, Balkanlar’da ve Tuna ülkelerinde serin, Kuzey Afrika ve Arap<br />
Yarımadası’nda ise son derece kurak bir iklime sahipti 226 . Bu durumda Osmanlı<br />
223 Osman Gümüşçü, Tarihi Coğrafya, Đstanbul, 2006, s. 274.<br />
224 W. Dıeter Hütteroth, “Osmanlı Đmparatorluğu’nun Tarihi Coğrafyası”, Türkler, Ankara, 2002, c.IX,<br />
s.45.<br />
225 Şinasi Altundağ, “Osmanlı Đmparatorluğu’nun Vergi Sistemi Hakkında Kısa Bir Araştırma”<br />
AÜDTCFD, c.V, sa.2, Ankara, 1947.<br />
226 W. Dıeter Hütteroth, Aynı makale, s.45.
47<br />
ülkesi, tropik iklim kuşağından başlayarak geniş çölleri de içerisine alan bu kuşağı<br />
aştıktan sonra, subtropik mıntıkaya geçiyor ve mutedil (ılıman) kuşağın ortalarına<br />
kadar uzanıyordu 227 . Dolayısıyla bu kadar geniş bir iklim varyasyonuna sahip<br />
Osmanlı coğrafyasında yağmur ve ısı miktarı çeşitlilik göstermekte ve bu da Osmanlı<br />
köylüsünün tarım faaliyetlerini derinden etkilemekteydi. Akdeniz kıyılarında Ocak<br />
ayında +5° ‘lik sıcaklığın olması, burada zeytin ve zeytinyağı üretiminin<br />
gerçekleşmesinde etken rol oynarken Akdeniz’in alüvyonlu düzlükleri de susam<br />
üretimi için vazgeçilmez bir hayat sahası oluşturmaktaydı 228 . Tarımsal faaliyetleri ve<br />
dolayısıyla zirai ürünlerin çeşitliliğini etkileyen, matematiksel konumdan<br />
kaynaklanan coğrafi faktörler olduğu gibi özel konumdan kaynaklanan coğrafi<br />
faktörler de tarım ekonomisini şekillendiren bir role sahipti. Öyle ki; Osmanlı<br />
Anadolusu’nun kuzeyinde ve güneyinde denizlere paralel uzanan yüksek dağ<br />
sıralarının bulunması, denizden gelen nemli hava kütlelerinin iç kesimlere girmesini<br />
engelleyerek iç bölgelerde şiddetli bir karasal iklimin hüküm sürmesine neden olmuş<br />
ve bu iklim çeşidi kendisine özgü bir bitki örtüsünü beraberinde getirdiği gibi karasal<br />
iklimin egemen olduğu bölgelerde de tarım ürünleri çeşitliliğinin sınırlı kalmasında<br />
etken rol oynamıştır 229 . Bu cümleden olmak üzere Osmanlı coğrafyasında karasal<br />
iklimin hüküm sürdüğü bölgelerde bu iklime uygun olan tarım ürünleri yetiştirilmekte<br />
özellikle buğday ve arpa gibi hububat ürünlerinin üretimi başta olmak üzere, üzüm<br />
yetiştiriciliği ile mercimek, nohut vb. bakliyat türlerinin üretimi kesif olarak<br />
yapılmaktaydı.<br />
Osmanlı ülkesindeki eyaletlerin sahip olduğu coğrafi özellikler, buralardaki<br />
tarım istihsalini ciddi anlamda etkilemiştir. Örneğin; Kıbrıs’ın yağmur mevsimi<br />
Kasım-Şubat ayları arasında olup yazı çok kurak ve sıcaktır. Bu yüzden burada ziraat<br />
sadece mümbit ve sulanması mümkün olan dar ve küçük vadilerde yapılabilmekte<br />
iken taşlık ve çorak bir araziye sahip olan Gürcistan Eyaleti’nde ise zirai faaliyetler<br />
227 Şinasi Altundağ, Aynı makale, s. 187.<br />
228 W. Dıeter Hütteroth, Aynı makale, s.45.<br />
229 Tuncer Baykara, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyasına Giriş I, Ankara, 1988, s.11. Örneğin, Bitlis<br />
Sancağı’nda şiddetli karasal iklimin hüküm sürmesi ve buradaki arazilerin dağlık olması, tarımsal<br />
faaliyetleri olumsuz etkilemekle beraber tarım ürünlerinin çeşitliliğini de sınırlandırmıştır. Bkz. Ahmet<br />
Yılmaz, 413 Numaralı Mufassal Tapu Tahrir Defterine Göre Bitlis Sancağı (1555-1556),<br />
(Yayınlanmamış Yüksek Lisan Tezi), Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, 2010,<br />
s.101.
48<br />
yok denecek kadar az ölçekte gerçekleştirilmekte idi 230 . Mısır ise sahip olduğu<br />
verimli topraklar ve büyük sulama kanalları sayesinde tam bir tarım ülkesi<br />
konumundaydı 231 .<br />
Nitekim Osmanlı’daki zirai faaliyetlerin genel olarak nehir teraslarının<br />
bataklık olmayan bölümlerinde ve tepeler üzerindeki düzlük alanlarda yoğunlaşması<br />
tarımın coğrafya ile olan sıkı münasebetini açıkça göstermektedir.<br />
B- Kuraklık<br />
Đklim değerleri arasında sıcaklık, yağış, don olayları, güneşlenme durumu,<br />
kuraklık gibi unsurlar, tarıma etki eden etmenler olarak karşımıza çıkmaktadır. 232<br />
Özellikle hararetin yüksek olduğu aylarda rutubetin az olması anlamına gelen<br />
kuraklık, Osmanlı tarımını, o dönemin şartlarında oldukça şiddetli tesiri altına<br />
almaktaydı. Anadolu coğrafyası, bulunduğu konum dolayısıyla farklı yağış rejimine<br />
sahipti. Anadolu’da; Orta Anadolu, Tuz Gölü çevresi ve Güneydoğu Anadolu<br />
Bölgesi, denizsel iklimden uzak kalan ve dağlık bir yapıya sahip olan doğuda ise<br />
Erzurum, Erzincan, Elazığ yarı kurak özellik taşımaktaydı 233 . Dolayısıyla iklim ve<br />
coğrafya ile yakından ilişkili olan kuraklık, yaz mevsiminde Anadolu’nun büyük bir<br />
bölümünde etkili olmaktaydı.<br />
Yağmurun bol olduğu yıllarda, bereketli mahsuller alınmakta, kurak yıllarda<br />
ise mahsul azalmakta ve bazı seneler tamamıyla mahvolmakta idi 234 . Anadolu’nun<br />
bazı yörelerinde kuraklığın etkisinin üç yıl gibi çok uzun bir süre devam etmesi ise bu<br />
bölgede yaşayan çiftçilerin mağduriyetini daha da artırmakta idi. Dolayısıyla toprağa<br />
bağımlı bir hayat süren köylüler, kuraklığın etkisini azaltmanın çaresini bulma yoluna<br />
230 Şinasi Altundağ, Aynı makale, s.194.<br />
231 Şinasi Altundağ, Aynı makale, s.195.<br />
232 Zeynep Dernek, Aynı eser, s.30.<br />
233 Abdülkadir Gül, “Osmanlı Devleti’nde Kuraklık ve Kıtlık (Erzurum Vilayeti Örneği: 1892-1893 ve<br />
1906-1908 Yılları)”, Uluslar Arası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2009, sa:9, c.II, s.144.<br />
234 Lütfi Güçer, Aynı eser, s.11-12.
49<br />
gitmekte 235 , ancak bu konuda herhangi bir çare bulamayınca bulundukları bölgeyi<br />
terk etmek zorunda kalmaktaydılar. Örneğin; 1559-1560 yıllarında Karadeniz’in<br />
kuzey kesimindeki Osmanlı topraklarında yani Kırım bölgesinde şiddetli bir kuraklık<br />
hadisesi yaşanınca ve buralarda göç hareketleri baş göstermiştir 236 . Klasik dönem<br />
Osmanlı şartlarında halkın büyük bir kesiminin toprağa bağlı olarak geçimini sağlıyor<br />
olması dolayısıyla kuraklık gibi önemli bir hadisenin devlet ve halk üzerinde<br />
doğuracağı sonuçları kestirememek mümkün değildir. Nitekim bu doğrultuda tarımla<br />
meşgul olan köylü halkın, kuraklık vakasının yaşanmadığı ya da bunun daha az<br />
şiddetle yaşandığı bölgelere göç etmek zorunda kalmaları, birçok çiftçinin arazisinin<br />
boş kalmasına ve tarımsal faaliyetlerin kesintiye uğramasına sebep olurken devletin<br />
de önemli oranda vergi kaybına sebep olmaktaydı. Diğer taraftan kuraklığın getirdiği<br />
tehlike kadar olmasa da şiddetli dolu yağışı ve don olaylarının meydana geldiği<br />
zamanlarda da, tarımla iştigal eden köylü reaya, çok zor durumda kalmaktaydı 237 .<br />
C- Konar-Göçerlerin Hayvancılık Faaliyetleri<br />
Akdeniz iklimi kuşağında, tarih boyunca ekincilik ile hayvan yetiştirme<br />
beraber yürümüş ve özellikle XVI-XVII. asırlarda geniş bir iktisadi faaliyet sahasını<br />
oluşturmuştur. Dağların çayırlarla örtülü yüksek kısımlarında ve çöllerde büyük<br />
sürüler halinde beslenen hayvanlar mera’dan mera’ya ve mevsim değişikliklerine<br />
uyarak yaylaktan kışlağa sürülmek suretiyle beslenirlerdi. Büyük sürülerin bir<br />
meradan başka meraya geçmeleri ve yaylaktan kışlağa yürüyüşleri esnasında ekilmiş<br />
sahaların arasından geçmek mecburiyetinde kalmaları ve çok defa bu sahaları tahrip<br />
etmeleri, yerleşmiş köylü yani çiftçi ile çobanı menfaat tezadına düşürmekte idi 238 .<br />
XVI-XVII. asırlarda Osmanlı Đmparatorluğu’nda hayvan yetiştirme çok geniş<br />
bir iktisadi faaliyet kolu idi. Yerleşmiş ziraat ile meşgul köylülerin sürüleri vardı. Bu<br />
235 Yunus Özdeğer, “XIX. Yüzyıl Sonlarında Meydana Gelen Bir Kuraklık ve Kıtlık Hadisesi Đle<br />
Bunun Sosyo-Ekonomik Sonuçları”, Karadeniz Araştırmaları, sa.19, Güz-2008, s.88.<br />
236 Gilles Veinstein, “Karadeniz’in Kuzeyinde Büyük 1560 Kuraklığı: Osmanlı Yetkililerinin Durumu<br />
Algılayışı ve Gösterdikleri Tepkiler”, Osmanlı Đmparatorluğu’nda Doğal Afetler, (Ed. Elızabeth<br />
Zacharıadou), Đstanbul, 2001, s.298.<br />
237 Mehmet Yavuz Erler, “ XIX. Yüzyıldaki Bazı Doğal Afetler ve Osmanlı Yönetimi”, Türkler, c.<br />
XIII, Ankara, 2002, bkz. s.768-769.<br />
238 Lütfi Güçer, Aynı eser, s.13.
50<br />
sürüler umumiyetle köylerin hududu dahilindeki meralarda beslenirdi. Bir çok<br />
köylerin kendilerine mahsus yaylası olduğu için hububat tarımını çok da olumsuz<br />
etkilememekteydi. Ancak Anadolu ve Rumeli’de Yörük ve aşiretlerin yetiştirdiği<br />
hayvanlar, ziraat için büyük bir tehlike arz etmekteydi 239 .<br />
Osmanlı toprakları içinde hayvan yetiştirme ile meşgul kalabalık bir nüfusun<br />
bulunması, ekilebilen araziyi daraltıyor ve ziraati devamlı surette tehdit ederek<br />
memleket ekonomisi için mühim bir dava teşkil ediyordu. Sürülerin, mezru sahaların<br />
civarından geçerken, çobanların dikkatsizliği yüzünden tarlalara girerek ve ekinleri<br />
yemek, çiğnemek suretiyle, çiftçileri zarara sokmaları sık sık görülen bir durum<br />
olduğu için tarımsal polis müessesesi ihdas edilmiş olmakla beraber birtakım<br />
kanunlarda da zirai emniyet düzenlemesi yapılmıştır 240 . Fatih kanunnamesinin 34.<br />
maddesinde aynen şöyle denilmektedir: “ bir kimsenin atı veya öküzü ya kısrağı ekine<br />
girse davar başına beş akça cürüm alıp beş çomak. Buzağı girse bir akça çomak,<br />
koyun girse iki koyuna bir akça olup bir çomak urulur” 241 . Bu hükümden de<br />
anlaşılacağı üzere, zarara uğrayan çiftçinin zararı tazmin ediliyor ve sürü sahiplerini<br />
dikkatli ve uyanık bulundurmak için de ekine giren her iki baş koyun için 1 akça para<br />
cezası alınıyor ve kendisine bir sopa vuruluyordu. Yine köylü halkın zirai hayatına<br />
büyük bir ehemmiyet veren Osmanlı Devleti, konar-göçerlerin hayvancılık<br />
faaliyetlerinin ekili tarım alanlarına zarar vermemesi için sürekli olarak divanda<br />
olağanüstü kararlar almakta ve bu konu hakkında hiçbir tavizde bulunmamaktaydı.<br />
Örneğin, Kütahya civarındaki konar-göçer taifesinin mezruat ve mahsulât arasında<br />
davar gezdirmeleri sonucunda bu bölgedeki yerleşik köylü reayanın bu durumdan<br />
zarar görmemesi amacıyla mezbur taifeye derhal hayvanlarını zapt altına almaları<br />
bildirilmiş, aksi takdirde yine benzeri hal ve tavırlarda olurlar ise bulundukları yerden<br />
çok uzak bir yöreye sürgün edilecekleri beyan edilmiştir 242 . Yine Bozok Sancağı’nda<br />
tahıl ekili araziye davar girerse o davarın sahibine beş sopa vurulacağı ve her sopa<br />
239 Lütfi Güçer, Aynı eser, s.14.<br />
240 Lütfi Güçer, Aynı eser, s.16.<br />
241 Ömer Lütfi Barkan, Kanunlar, s.392.<br />
242 Ahmed Refik, Anadolu’da Türk Aşiretleri (966-1200), Đstanbul, 1989, s. 205-206.
51<br />
başına kendisinden birer akçe alınacağına dair zirai hayatı düzenleyici kanunlar tahsis<br />
edilmiştir 243 .<br />
D- Çekirge ve Tarla Faresi Đstilâsı<br />
Çekirgeler, ansızın çölden gelip ekili alanlara üşüşen, belli bir yoğunluk<br />
kazandıktan sonra sürü halinde yaşayan 244 ve geçtikleri yerlerdeki bütün ekili arazileri<br />
talan eden 245 canlılardır. Sıcak rüzgârlarla uzun mesafelere taşınarak gündüzleri yer<br />
değiştiren ve akşama doğru yere inen 7-8 cm boyundaki çekirgeler, metrekareye 200<br />
çekirge düşecek bir yoğunluğa ulaşmaktadırlar. Bu, kilometrekarede iki yüz milyon<br />
çekirgeyi ifade eden bir yoğunluk demektir 246 . Bu kadar yoğunluktaki çekirge<br />
sürülerinin ekili tarlaları istila etmesi köylüyü çileden çıkarmakta, tarlaların harap<br />
olmasına neden olmakta idi 247 . Diğer taraftan bir çekirge yavrusu, günde kendi<br />
ağırlığı kadar besin yiyebilmekte ve bir çekirge, larva halinden erginliğe 3-3,5 ayda<br />
ulaşabilmektedir. Orta yaşlı yavruların meydana getirdiği sürülerin ağırlığının 250-<br />
300 ton olduğu düşünülürse, bu, böyle bir sürünün günde ortalama 250 - 300 ton<br />
yiyecek tüketmesi anlamına gelmektedir 248 . Dolayısıyla bu durum, gerekli önlemler<br />
alınmadığı takdirde çekirge istilasına maruz kalan bir yerde büyük kıtlık ve felaket<br />
demektir. Diğer yandan tarla fareleri de özellikle sebze bahçelerindeki ürünlere zarar<br />
veren diğer canlılar arasında yer almaktaydı. Zirai mahsulün yetiştirildiği tarlayı<br />
çekirge ve tarla faresinin istilâ etmesi, köylünün tarımsal faaliyetlerini olumsuz<br />
etkilemekte ve çoğunlukla ürünün olgunlaşma sürecinde ortaya çıkan bu iki mahsulât<br />
düşmanının ürüne verdiği zararlar, beklenen orandan az ürün alan köylünün mutsuz<br />
olmasına neden olmakta idi.<br />
243 Barkan, Kanunlar, s.127.<br />
244 Daniel Panzac, Osmanlı Đmparatorluğunda Veba (1700-1850), (çev. Serap Yılmaz), Đstanbul, 1997,<br />
s.10.<br />
245 Orhan Kılıç, “Osmanlı Devleti’nde Meydana Gelen Kıtlıklar”, Türkler, Ankara, 2002, c.X, s.725.<br />
246 Danıel Panzac, Aynı eser, s. 11.<br />
247 Örneğin; 1555-1556’da Manisa Kazası’nda mevsim şartlarının müsaid geçmediği esnada çekirge<br />
peydâ olunca bu zararlıya karşı, “sığırcık suyu” getirtilmesi için 4 çavuş, Manisa’dan, suyun<br />
bulunduğu 14 kadılığa gönderilmiş; hatta Đsfehan’a dahi adam gönderilmiştir. Ancak netice vermeyen<br />
bu tedbirler, çekirgelere karşı tesirli olmamış, ekili sahalar tamamen harâp bir hale gelmiştir. Feridun<br />
Emecen, XVI. Asırda Manisa Kazası, Ankara, 1989, s.243-244.<br />
248 Ertan Gökmen, “Batı Anadolu’da Çekirge Felaketi (1850-1915)”, Belleten, c. LXXIV, sa.269,<br />
Yıl:2010 –Nisan, s.128.
52<br />
Nitekim tarla faresi ve özellikle çekirge sürülerinin felaketine uğrayan<br />
yerlerde tarım ürünlerinin zayi olması; kıtlıklara, fiyat artışlarına, halkın vergi<br />
borçlarını zamanında ödeyememesine 249 ve dolayısıyla devletin önemli oranda vergi<br />
kayıplarına neden olmaktaydı 250 .<br />
E- Tımar Sisteminin Bozulması Neticesinde Uygulanan Politikaların ve<br />
Mali Buhranın Tarıma Etkisi<br />
16. yüzyılın ilk yarısında Anadolu’da ekime elverişli pek çok toprak emek<br />
darlığı nedeniyle boş durmakta idi. Nüfus artışıyla birlikte bu topraklar ekilmeye<br />
başlayınca, tarımsal üretim hızla arttı. Üretimin artmasının nedeni ekilen toprakların<br />
genişlemesiydi. Nitekim yüzyılın ortalarından itibaren yeni hane kuran reaya için<br />
ekilebilir toprak bulmak güçleşmeye ve ekilen toprakların artış hızı, nüfus artış<br />
hızının gerisinde kalmaya başladı 251 . Dolayısıyla nüfus artışları nedeniyle tarımsal<br />
üretimin daha büyük bir bölümü kırsal alanlarda tüketilmekte 252 ve bu durum<br />
sonucunda tarımsal ürünlerin fiyatları değer fiyatlarının kat ve kat üzerinde<br />
seyretmekte idi. Kırsal alanda yetiştirilen zirai ürünlerin köylerde ve kentlerde hemen<br />
erimesi sonucunda tımar sahipleri, bu yetiştirilen ürünlerden elde ettikleri vergi<br />
gelirlerinden yoksun kalmakta idi 253 . Diğer taraftan 16. yüzyıl dünya konjonktüründe<br />
meydana gelen gelişmeler de tımar sisteminin bozulmasında ya da kabuk<br />
değiştirmesinde etkin rol oynamıştır. Coğrafi keşiflerle ticaret yol ve dengelerinin<br />
değişmesi, yeni bölgelerden Avrupa’ya akan altın ve gümüşün bütün Akdeniz<br />
havzasını etkisi altına alan enflasyon baskısı, XVI. yüzyıl sonlarındaki nüfus artışı<br />
gibi etkenler, Osmanlı maliyesini sarsmaya başlamıştır. Aynı dönemde Avrupa’da<br />
ateşli silahlarla donatılmış daimi orduların karşısında geleneksel silahlarıyla savaşan<br />
249 Bu gibi durumlarda devlet çekirge istilasına maruz kalan bölgelerden almış olduğu zirai vergilerin<br />
miktarında makul oranlarda indirime gitmiş ve mevcut biriken vergi borçlarının ödenmesi için köylü<br />
reayaya geniş bir zaman süreci tanımıştır. Mehmet Yavuz Erler, Aynı makale, s. 763.<br />
250 Ertan Gökmen, Aynı makale, s.165.<br />
251 Şevket Pamuk, Aynı eser, s.110.<br />
252 Şevket Pamuk, Aynı eser, s.111.<br />
253 Huri Đslamoğlu, 16. yüzyılda görülen toprak üzerindeki nüfus baskısının, köylünün üretimine zarar<br />
verecek boyutta olmadığını, tam aksine köylünün ürünlere yenilerini(meselâ topraktaki azot eksikliğini<br />
gideren baklagiller) eklemekle ve yakmak ya da baltayla kesmek suretiyle ormanlık alanları tarıma<br />
açmakla, toprak üzerindeki nüfus baskısına karşı direnç gösterdiğini belirtmektedir. Bkz. Huri<br />
Đslamoğlu, “16. Yüzyıl Anadolusu’nda Köylüler, Ticarileşme ve Devlet Đktidarının Meşrulaştırılması”,<br />
Osmanlı Toprak Mülkiyeti ve Ticari Tarım, (ed. Çağlar Keyder), s.70.
53<br />
Osmanlı tımarlı sipahi birliklerinin artık yetersiz kalmasından dolayı devlet daha<br />
fazla sayıda yeniçeri istihdam etmeye başlamış ve yeni askeri birliklerin maaşının<br />
ödenmesi sorunu Osmanlı maliyecilerinin en büyük uğraşı haline gelmiştir.<br />
Dolayısıyla dünyada ayni ekonomiden nakdi ekonomiye geçiş tımar sisteminin temel<br />
felsefesini 254 bu şekilde yıpratmıştır. 1527-1528 bütçesine göre devlet maliyesi<br />
içindeki payı %37 olan tımar sistemi, XVII. yüzyıl başlarından itibaren nakdi<br />
ilişkilerin yaygınlaşması, fiyat hareketleri, harp teknolojisinin askerliği bir meslek<br />
haline getirmesi gibi dünya ekonomisinde ortaya çıkan yapısal değişikliklerle birlikte<br />
eski önemini kaybetmeye başlamış 255 ve çöken tımar sistemiyle beraber Osmanlı<br />
toprak düzeni ve üretim mekanizmasındaki dengeler de sarsılmıştır 256 .<br />
Tımar sisteminin bozulmasına paralel olarak, devlet otoritesi de gittikçe<br />
zayıflamış ve yoğunlaşan siyasi ve ekonomik anarşi içinde sipahiler dirlikleri kendi<br />
mülkleri gibi tasarruf etmeye başlamışlar 257 ve bu durum tımar kesiminin merkez<br />
maliyesi içerisine alınmaya başlaması yani tımar topraklarının iltizama verilmesi<br />
sürecinin başlamasına sebep olmuştur 258 .<br />
Osmanlı Devleti’nin erken dönemlerinden itibaren kullanılan bu yöntemle<br />
devlet, vergi toplama işini açık artırma yoluyla ve bir ya da üç senelik süreler için<br />
“mültezim” adı verilen özel kişilere devrediyor ya da satıyordu. Tımar düzeni dışında<br />
kalan bu vergi kaynakları, mukataalar 259 olarak adlandırılıyordu 260 . Tımar düzeniyle<br />
254 Erhan Afyoncu, Sorularla Osmanlı Đmparatorluğu, c.VI, Đstanbul, 2008, s.245.<br />
255 Ahmet Tabakoğlu, Türkiye Đktisat Tarihi, s.236. Tımar sisteminin çöküş sebepleri arasında, çok<br />
sayıda reayanın tımarlı sipahi sınıfı arasına karışması, tımarların ehil olmayan kişilere verilmesi de<br />
gösterilmektedir. Fatma Acun, Aynı makale, s.906. Tımar sisteminin bozulması hakkında bkz. Ö. Lütfi<br />
Barkan, “Tımar”, Đ.A, s.321.<br />
256 Abdüllatif Şener, Tanzimat Dönemi Osmanlı Vergi Sistemi, Đstanbul, 1990, s.17.<br />
257 Halil Cin, Aynı eser, s.64.<br />
258 Ahmet Tabakoğlu, Türkiye Đktisat Tarihi, s.236; Devlet, artan fiyatlar karşısında tımar sistemiyle<br />
yeterli gelir elde edemeyince, iltizam usulünü reaya üzerinde baskıya yol açacak şekilde uygulamak<br />
zorunda kalmıştır. Ferhat Başkan Özgen, “Osmanlı Devleti’nin Diğer Devletlerle Đktisadi Đlişkisi”<br />
Ekonomi ve Toplum, sa:32, Mart-Nisan 2000, s.110.<br />
259 Mukataa, coğrafi sınırları ile alınacak vergilerin tür ve miktarları maliye tarafından saptanmış vergi<br />
kaynağı ya da kaynakları anlamına gelmektedir. Şevket Pamuk, Aynı eser, s.147.<br />
260 Şevket Pamuk, Aynı eser, s.147.
54<br />
karşılaştırıldığında iltizam 261 , vergi ödeyen üreticiler için çok daha ağır koşullar<br />
getiriyordu. Tımar düzeninin mantığına göre sipahi, kendi uzun dönemli çıkarları<br />
açısından reayayı kollamak zorundaydı. Ağır vergilerle ve zor kullanarak reayanın<br />
ezilmesi yalnızca üretici için değil, artığa el koyan sipahi için de uzun dönemde<br />
olumsuz sonuçlar yaratabilecekti. Oysa bir mukataayı en fazla üç yıllık süre için ele<br />
geçiren mültezimin bu tür kaygıları olamazdı. Mültezim en kısa zamanda en fazla<br />
geliri toplamaya çalışıyor ve bu amaçla köylü üreticilere mümkün olan en ağır<br />
sömürü yöntemlerini uyguluyordu. Bu nedenle, iltizamın, tarımsal üreticiler<br />
üzerindeki baskıları, vergi yükünü artırdığı söylenebilir 262 .<br />
Nitekim tımar düzeni içerisinde köylü reaya, zirai aktivasyonunu güvenli bir<br />
şekilde ve gelecek kaygısı yaşamadan gerçekleştirmekte iken tımar sisteminin<br />
bozulması ve bu sistemin yerini iltizam uygulamasının alması, bir süre sonra iltizam<br />
sisteminin de merkez maliyesinin ihtiyaçlarını o günkü şartlar dâhilinde<br />
karşılayamaması sonucunda malikâne 263 sisteminin devreye girmesi ile beraber köylü<br />
reaya, ürettiği ürünün büyük bir bölümünü vergi olarak vereceği endişesinden dolayı<br />
zirai üretimini rahat bir şekilde gerçekleştirememiş ve dolayısıyla bu gelişmeler<br />
olağan tarımsal faaliyetleri olumsuz etkilemiştir. Dolayısıyla tımarların iltizama<br />
verilip mukataaya dönüştürülmesi, vergi konusu olan zirai işletmelerin<br />
verimsizleşmeleri ile sonuçlanmıştır 264 .<br />
261 Đltizam hakkında geniş bilgi için bkz. Salih Özbaran, “XVI. Yüzyılda Osmanlı Đmparatorluğunda<br />
Đltizam”, V. Milletlerarası Türkiye Sosyal ve Đktisat Tarihi Kongresi’nde Sunulan Tebliğler, Ankara,<br />
1990, s. 453-457.<br />
262 Şevket Pamuk, Aynı eser, s.148.<br />
263 Devlet, iltizam usulüyle köylü kesimin mültezimlerin baskısı altında ezilmelerini önlemek amacıyla<br />
mukataaların sürelerinin uzatılmasını esas alan malikâne sistemini uygulamayı düşünmüştür.<br />
Mukataaların süresi uzatılırsa, mültezimlerin vergi kaynaklarına karşı daha dikkatli davranacakları<br />
umuluyordu. Şevket Pamuk, aynı eser, s.149.<br />
264 Ahmet Tabakoğlu, Türkiye Đktisat Tarihi, s.236.
55<br />
F- Celali Đsyanları<br />
Osmanlı tarım istihsalini menfi yönde etkileyen bir diğer etmen de belirli bir<br />
periyotta meydana gelmiş olan ve tesirlerini uzun süre devam ettiren celali isyanları<br />
idi 265 . Bu isyanların meydana geldiği dönemde birtakım iktisadi ve sosyal<br />
değişimlerin yaşanması, aslında isyanları hazırlayan etmenlerin ne olduğu hakkında<br />
da bize umumi anlamda ışık tutmaktadır. Bu doğrultuda coğrafi keşifler sonucunda<br />
Amerika kıtasının keşfi, aslında bütün dünya ülkelerinde olduğu gibi Osmanlı<br />
Devleti’nin ekonomisini de derinden etkileyecek gelişmeleri beraberinde getirmiştir.<br />
Öyle ki Yeni Dünya’dan (Amerika) gelen gümüşün, giderek artan miktarda Osmanlı<br />
ülkesine girmesi, akçanın değerinin düşmesine neden olarak, fiyatlarda geniş çaplı<br />
dalgalanmalara yol açmıştır. Dahası, imparatorluğa giren paranın burada kalmayarak<br />
ipek yolu’nu takiben Đran’a oradan da Hindistan’a geçmesi, Osmanlı ticaret dengesini<br />
büyük ölçüde olumsuz etkilemiştir. Akçanın değer kaybı, ulufeli askerlerin, özellikle<br />
kapıkullarının, enflasyonu karşılar oranda maaş istemelerine neden olmuş, talepleri<br />
reddedilince ayaklanma çıkarmışlardır: 1589-91 yıllarında yeniçeriler iki kere, 1593<br />
yılında bir kere ayaklanmışlardır. Akçanın sürekli değer kaybetmesiyle 266 enflasyon<br />
girdabına giren Osmanlı Đmparatorluğu, akçayı devalüe ederek bu girdaptan<br />
kurtulmayı amaçlamış; ancak devalüasyon fiyatlarda büyük değişmelere yol açarak<br />
imparatorluğun ekonomisini krize sokmuştur. Akçanın devalüasyonundan sonra,<br />
standart Osmanlı akçasıyla aynı miktarda malın satın alınamaması, yalnız ulufeli<br />
askerler arasında değil, şehir ve köylerdeki halk arasında da sıkıntılar yaratmıştır 267 .<br />
Öte yandan Osmanlı Đmparatorluğu’nda 16. yüzyılın yarısına kadar nüfus artış hızı<br />
normal düzeyde seyrederken bu yüzyılın sonuna doğru nüfus önemli oranda artış<br />
göstererek Anadolu ve Đstanbul bölgesinin nüfusu 5-6 milyondan 8-9 milyona<br />
yükselmiştir. Bu nüfus artışı, Anadolu’da topraksız ve işsiz bir kalabalığın<br />
oluşmasına neden olmuştur 268 .<br />
265 Celali Đsyanları ile ilgili olarak ayrıntılı bilgi için bkz. Mustafa Akdağ, “Celâli Fetreti”, AÜDTCFD,<br />
Ankara, 1958, sa.1-2, s.53-107; aynı yazar, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, Đstanbul, 1995.<br />
266 1584’e kadar 55-60 akça olan bir duka altın, 1584’ten sonra akçanın değerinin %100 düşmesi<br />
sonucunda 120 akça olmuştur. Halil Đnalcık, “Osmanlı Para ve Ekonomi Tarihine Genel Bir Bakış”,<br />
Ekonomi, Doğu Batı, Ankara, 2006, sa:17, s.16.<br />
267 Fatma Acun, “Celâli Đsyanları (1591-1611)”, Türkler, Ankara, 2002, c.IX, s.696.<br />
268 Ali Rıza Gökbunar, “Celâli Ayaklanmalarının Maliye Tarihi Açısından Değerlendirilmesi”,<br />
Yönetim ve Ekonomi Dergisi, CBÜĐĐBF, Yıl, 2007, c.XIV, sa:1 s. 14.
56<br />
Dolayısıyla oluşan bu şartlar neticesinde Osmanlı zirai ekonomisini mühim<br />
oranda tesiri altına alan ve isyanlar furyası olarak addedilen “Celâli Đsyanları” ortaya<br />
çıkmıştır. Anadolu köylülüğü, yani üretici tabaka, 1596-1650 arasında, kurulu düzeni<br />
büyük ölçüde sarsan bir dizi isyanla yerlerinden edilmiş, çiftlik sistemini de tesiri<br />
altına alan isyanlar, köylünün toprak üzerindeki aktivasyonunu da engellemiştir 269 .<br />
Celâli mücadelesi döneminde zor durumda kalan köylüler, işledikleri toprakları terk<br />
ederek şehirlere göç etmişler ya da göçebe hayata geri dönmüşlerdir 270 . Anadolu<br />
köylüsünün kitleler halinde göç etmesi, tarımda verimliliği etkilemiş, ürün<br />
yetiştirilecek mevsimde tarlaların boş kalmasına neden olmuştur 271 .<br />
Celali isyanları sonrasında reaya ile sipahilerin tımarları terk etmesi ve kent<br />
nüfusunun giderek artması, tarımsal üretime darbe vurmuş, devletin mali gelirlerini<br />
azaltmış ve kentlerin iaşe sorunlarını ağırlaştırmıştır 272 . Nitekim Celâli hadiselerinin<br />
birden bire bir felaket halini aldığı 1603’te artık köylerde ziraat yapan insanların son<br />
derece azalması dolayısıyla ortaya çıkan buğday darlığı, tehlikeli bir afeti yaratmaya<br />
namzet olmuştur 273 .<br />
269 Ali Rıza Gökbunar, Aynı makale, s.15.<br />
270 Fatma Acun, “Celâli Đsyanları”, s.704.<br />
271 Fatma Acun, “Celâli Đsyanları”, s.706. Hükümetin, isyan ve eşkıyalık olayları neticesinde harap<br />
olup, terk edilen köyler hakkında, 17. yüzyıl ortalarına doğru ilginç tedbirler aldığı bilinmektedir. Bu<br />
tedbirlerden birisi de, terk edilen köy veya kasabaların, buraları yeniden şenlendirebilecek, maddi ve<br />
manevi yönden söz sahibi bazı şahıslara verilmesiydi. Böyle kimseler merkezi hazineye her yıl; çok<br />
büyük bedeller ödüyor ve buna karşılık aldığı köy kendi neslinden gelenlere kalabiliyordu. Efkan<br />
Uzun, “Osmanlı Ülkesinde Görülen Đsyan ve Eşkıyalık Olayları Hakkında Alınan Tedbirler Hakkında<br />
Bir Değerlendirme”, TÜBARD, Niğde, 2009, sa: 25, s.188.<br />
272 Şevket Pamuk, Aynı eser, s.128.<br />
273 Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, Đstanbul, 1995, s. 453.
57<br />
SONUÇLAR<br />
II. TARIMA ETKĐ EDEN FAKTÖRLERĐN ORTAYA ÇIKARDIĞI<br />
A- Kıtlık ve Ortaya Çıkardığı Neticeler<br />
Kıtlıklar, meteorolojik şartlara bağlı olarak ne zaman, nerede ve hangi<br />
durumlarda ortaya çıkacağı önceden bilinmediği ve ölümcül neticeler verdiği için<br />
aynı zamanda bir afet olarak da değerlendirilir. Kıtlıkların ortaya çıkmasına sebep<br />
olan olaylar 274 oldukça fazladır ve bu olaylar da çoğu kere bir doğal afettir. Sel,<br />
yangın, kuraklık, deprem, çekirge istilâsı, aşırı soğuk ve sıcaklıkların da kıtlık<br />
hadiselerine yol açtığı bilinmektedir. Ayrıca eşkıyalık olayları, isyanlar ve harpler<br />
gibi siyasi ve sosyal olayların da kıtlık hadiseleriyle yakın ilişkisi vardır. Bu tür<br />
olayların arkasından da kıtlıklar yaşanmaktadır 275 .<br />
Osmanlı Anadolusunda baş gösteren kıtlıkların baş sebepleri arasında çekirge<br />
sürüsü istilaları yer almaktaydı. Öyle ki, Anadolu, 1550’den itibaren, bazen hafif,<br />
bazen orta şiddetli daimi bir kıtlık devrine girmiştir. Nitekim Bursa ve Balıkesir<br />
tarafında, 1525’ten 1527’ye kadarki süreçte müthiş bir çekirge tahribatı vuku bulmuş,<br />
1528’de de ekinleri suyun altında kalan çiftçiler, çoğu tohumlarını bile alamamışlardı.<br />
Hükümet merkezinden Balıkesir Sancak Beyliğine ve kadılara yollanan bir fermanda,<br />
1528’de halkın yine çekirgeden endişe ettiklerinden bahsolunarak, çekirge<br />
yumurtalarının yok edilmesi için köylülerin seferber edilmeleri emir edilmiştir 276 .<br />
Yine 1564 yılında Anadolu’da büyük bir kıtlık vakası yaşanmış ve bu büyük kıtlığın<br />
doğurduğu açlık “ halkı ot otlamak” zorunda bırakmıştır 277 . Nitekim meydana gelen<br />
kıtlıklar, halkı ve yönetenleri çok zor durumda bırakmıştır.<br />
274 Kıtlıkların ortaya çıkmasına sebep olan olaylar hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Orhan Kılıç, Aynı<br />
makale, s.718 vd. Ayrıca bkz. Mehmet Yavuz Erler, Osmanlı Devleti’nde Kuraklık ve Kıtlık Olayları<br />
(1800-1880), Đstanbul, 2010.<br />
275 Abdülkadir Gül, Aynı makale, s.144.<br />
276 Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, s.75.<br />
277 Zeki Arıkan, “Osmanlı Đmparatorluğu’nda Đhracı Yasak Mallar (Memnu Meta)”, Prof. Dr. Bekir<br />
Kütükoğlu’na Armağan, Đstanbul, 1991, s.288.
58<br />
Çekirge sürülerinin ekin tarlalarına saldırısından kaynaklanan kıtlıkların yanı<br />
sıra bir de depo edilen hububatların yeterince iyi korunmamış olması da şiddetli<br />
kıtlıklara zemin hazırlamıştır. Örneğin; Đstanbul’daki görevliler, depolardaki<br />
buğdayları bir ara iyi koruyamamışlar, bu da buğdayların bozulmasına sebebiyet<br />
vererek fırınlardan iyi ekmek çıkmamasına neden olmuş ve bu olayın arkasından da<br />
şiddetli kıtlık meydana gelmiştir. 1755’te, Đstanbul’u açlık tehdit etmeye başlayınca<br />
bütün ümitler Karadeniz’den gelecek yetmiş adet buğday yüklü gemiye bağlanmıştı.<br />
Bu kez de gemiler, daha boğaza girmeden batmış, halk açlıktan bunalarak pirince<br />
hücum etmiş, pirincin de azalmaya başlaması, pirinç dükkânlarının halk tarafından<br />
yağmalanmasına neden olmuştu. Nitekim bu şiddetli kıtlık ortamı, zor bir süreçten<br />
sonra hükümet tarafından alınan sert önlemler neticesinde ortadan<br />
kaldırılabilmiştir 278 . Kıtlıklara ortam hazırlayan diğer bir etmen de yaşanan kuraklık<br />
vakaları idi. Kuraklıktan kaynaklanan kıtlıkların hemen ardından hava şartlarının<br />
müsaid olmasıyla beraber tarımla uğraşan çiftçinin, direkt olarak hububat ekimine<br />
ağırlık vermesi, kıtlığın çiftçiyi ve onun efradını psikolojik anlamda derinden<br />
etkilediğinin önemli bir göstergesidir 279 .<br />
16. yüzyılın sonlarına doğru zuhur eden mali buhrana paralel olarak<br />
toprakların köylülerin elinden çıkması sonucunda geniş sınırlara sahip çiftlikler<br />
kurulmuş ve oluşan bu yeni zirai ekonomide daha ziyade hayvan beslemeye<br />
ehemmiyet verildiğinden pek çok arazi, yavaş yavaş mera haline gelmiştir. Çünkü<br />
hayvan beslemek hububat ekimine göre hem daha az zahmetli hem de daha çok kârlı<br />
idi. Bu yüzden meralar genişlemekle kalmıyor, ekilen tarlalar da sürülerden zarar<br />
görüyordu 280 . Dolayısıyla Osmanlı Anadolusu’nda meydana gelen kıtlıkların önemli<br />
amillerinden birisini de üretim değişikliği (hububat ekimi yerine hayvan otlakçılığı)<br />
oluşturmakta idi. Ortaya çıkan kıtlık dönemlerinde limanlara yakın yerlerde türeyen<br />
birtakım madrabazlar büyük depolar tesis ederek buğdayları mahalli narhlara nazaran,<br />
%20 ve bazen daha fazla bir fiyat farkı ile halktan toplayarak anbarlarına<br />
278 Yücel Özkaya, Aynı eser, s. 328.<br />
279 Mehmet Yavuz Erler, Aynı eser, s.329.<br />
280 Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, s.76.
59<br />
doldurduktan sonra, “Frenk gemilerine” satmaktaydılar 281 . Dolayısıyla oluşan bu<br />
ortam zaten Anadolu’da mevcut olan kıtlık ortamını daha da şiddetlendirmekte, önü<br />
alınmaz sosyal ve iktisadi buhranlara neden olmaktaydı.<br />
Nitekim çeşitli sebeplere bağlı olarak ortaya çıkan kıtlıklar, imparatorluğun<br />
çeşitli yerlerinde, değişik zamanlarda kendisini göstermekte 282 ve meydana gelen<br />
yiyecek sıkıntısı ve pahalılık, mevcut fiyat istikrarını olumsuz yönde etkileyerek<br />
kaçakçılığın oluşmasına zemin hazırlarken bir yandan da halkın önemli bir kısmının<br />
yetersiz beslenmesine neden olmakta ve bu durum veba gibi Osmanlı dönemi için<br />
tehlikeli bir hastalığın ortaya çıkmasında da etken rol oynamaktaydı 283 .<br />
1- Fiyat Artışları<br />
Fiyatların artışına sebep olan çeşitli unsurlar 284 mevcud olmakla birlikte bu<br />
hususta özellikle kıtlıkların beraberinde getirdiği ortam, piyasa fiyatlarındaki dengeyi<br />
olumsuz yönde etkileyerek fiyatlarda aşırı oranlarda artışların meydana gelmesine<br />
neden olmuştur. Arzın talepten fazla olması, bir kural olarak her zaman fiyatların<br />
yükselmesine sebep olmaktadır 285 . Örneğin, 16. yüzyılın ikinci yarısında Urla’da,<br />
Mısır’da ve Đstanbul’da kıtlıklar sırasında hububat fiyatları artış göstermiştir 286 . Fiyat<br />
artışları büyük kentlerde olduğu gibi Anadolu’nun iç kısmındaki yöreleri de tesiri<br />
altına almıştır. Mesela; 1487 yılında bir müd 287 buğday 55 akçe iken, 1582 yılında<br />
130 akçeye, arpanın müddü ise 1487’deki fiyatı olan 40 akçeden 1582 yılında 80<br />
akçeye yükselmiştir. Arpanın fiyatı yüz yıllık dönemde % 100 oranında artmışken,<br />
281 Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, s.74.<br />
282 1560 yılında Karadeniz’in kuzeyinde şiddetli kuraklıktan dolayı Azak, Eflâk, Özi ve Boğdan’da<br />
ciddi derecede zahire kıtlığı yaşanmıştı. Orhan Kılıç, Aynı makale, s.718; Celâli Fetreti denen devrin<br />
başlangıcı olan 1595 yılına gelindiği zaman, Anadolu iyiden iyiye açtı. Bu adı geçen devirde ve onu<br />
takip eden “Büyük Kaçgunluk”ta ise, köylüler çiftliklerini terk ederek, kitle halinde leventliğe<br />
geçtiklerinden, tam onbeş seneye yakın bir müddet, Anadolu, tarihi hiçbir devrinde görmediği bir kıtlık<br />
devri yaşamıştır. Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, s.85.<br />
283 Osmanlı Đmparatorluğunda görülen veba hastalığı ile ilgili olarak ayrıntılı bilgi için bkz. Daniel<br />
Panzac, Aynı eser.<br />
284 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Mustafa Öztürk, “Osmanlı Đktisadında Fiyatları Etkileyen<br />
Unsurlar”, Prof. Dr. Şerafettin Turan Armağanı, Elazığ, 1996, s.221-239.<br />
285 Orhan Kılıç, Aynı makale, s.728.<br />
286 Orhan Kılıç, Aynı makale, s.728.<br />
287 1 müd 20 kileye, 1 kile 20 okkaya, o da 25,656 kg’a eşittir. Bkz. W. Hinz, Đslamda Ölçü Sistemleri,<br />
(Çev. Acar Sevim), Đstanbul, 1990, s.51.
60<br />
buğday fiyatındaki artış ise % 136 düzeyinde gerçekleşmiştir 288 . Fiyat artışlarından<br />
nemalanan muhtekirler, mahsulü üreticiden toplayıp stok ederek yüksek fiyatla<br />
yabancılara satmaktaydılar. Kaçakçılığa aracılık eden bu kişiler aynı zamanda iç<br />
piyasa fiyatlarının yükselmesine neden oldukları gibi üstelik içerdeki darlığı da<br />
arttırmaktaydılar 289 . Madrabazlar, elde ettikleri buğday, pirinç vb. yiyecekleri<br />
depolarına doldurup, geceleri gemilere yükleyip, Bursa, Đzmit yörelerine kaçırmakta<br />
ve oluşan bu ortam neticesinde fiyat artışları, sadece hububat fiyatlarını etkilemekle<br />
kalmayarak birçok faaliyet sahasını da denetimi altına almaktaydı. Örneğin; 1520’de<br />
işçi gündeliği 2-3 akça iken, 1609’da 18-20 akça; bir okka ekmek 1520’de yarım akça<br />
iken, 1609’da 4-8 akça; Fatih zamanında bir koyun 15-20 akça iken, 1609’da 217<br />
akça, 1520’de bir kilo et 1,5-2 akça iken 1609’da 42 akça olmuştur 290 . Yine bir<br />
dirhem gümüşün 3 akçaya eşit olduğu (100 dirhemden 300 akça) 1462 sıralarında,<br />
Bursa şehrinde unun kilesi (16 okkası) 3 akçaya satılmakta bu surette 1 akçaya 3 okka<br />
(4 kiloya yakın) ekmek almak mümkün olmaktaydı. Yine aynı dönemlerde<br />
Kayseri’de buğdayın kilesi 6 akça, bir koyunun fiyatı 30 akça idi. Oysaki 1548’den<br />
itibaren eşya fiyatlarında muhteşem bir yükselme vuku bularak 6-7 akçaya satılan<br />
buğday, 12 akçaya; 30 akçaya satılan koyun 60 akçadan alıcı bulmaktaydı. Öyle ki<br />
buğday fiyatlarındaki yükseliş 1604’te de devam etmiş, Balıkesir’de buğdayın kilesi<br />
90 akçayı bulmuştur 291 . 1646 yılında Konya’da 450 dirhem ekmek 1 akçe iken<br />
1661’de 60 dirhemi 1 akçe olmuştur 292 . Nitekim Osmanlı Đmparatorluğu’nda, XVI.<br />
yüzyıl sonundan XVII. yüzyıl ortalarına kadar fiyatlar, zirai faaliyetlerin azalmasına<br />
paralel olarak yaklaşık beş kat yükselmiştir 293 . Tarım ürünlerindeki fiyat artışları da<br />
toprağı çok kârlı bir yatırım kaynağı haline getirdiği için büyük toprak sahipleri<br />
askeri sorumluluklarını terk ederek kârlarını artırmak amacıyla topraklarını<br />
288 Ahmet Kankal, Türkmen’in Kaidesi Kastamonu (XV-XVIII. Yüzyıllar Arası Şehir Hayatı), Ankara,<br />
2004, s.229.<br />
289 Ahmet Tabakoğlu, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi, s.214-215.<br />
290 Yücel Özkaya, Aynı eser, s. 257.<br />
291 Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, s. 453.<br />
292 Bayram Ürekli, “XVII. Yüzyılda Konya’da Bazı Eşya ve Yiyecek Fiyatları”, Prof. Dr. Bayram<br />
Kodaman’a Armağan, Samsun, 1993, s.349.<br />
293 Şevket Pamuk, Osmanlı Ekonomisi ve Kurumları, Đstanbul, 2010, s. 119. Mustafa Akdağ, Türk<br />
Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, s.452-453.
61<br />
genişletme yoluna gitmiş ve bu da mültezimlerden oluşan “kırsal ağa sınıfı” denilen<br />
bir zümrenin ortaya çıkmasına neden olmuştur 294 .<br />
2- Göçler ve Toplumsal Düzenin Bozulması<br />
Bir bölgede özellikle coğrafi mekândan dolayı bir kıtlık olayı yaşanıyorsa ve<br />
bu olaylar düzenli olarak her yıl devam etmekte ise, o bölge insanlarının bölgeyi terk<br />
ederek (celây-i vatan) başka taraflara gitmesi doğaldır. Ancak açlık sebebiyle yerini<br />
terk eden insanların XVI. yüzyıl dünyasında bir başka yere giderek rahatlıkla yeni bir<br />
düzen kurması da çok kolay değildir 295 . Nitekim kıtlığın beraberinde getirdiği sosyal<br />
ve iktisadi sıkıntılar, köy yaşamını oldukça zorlaştırmakta idi. Büyük şehirlerin iaşesi<br />
için kadıların takdir ettikleri “narh-ı ruzi” den hububat ve erzak toplanması, çiftçi<br />
halkı büsbütün sıkmakta idi. Hele çok vakit, zahirelerin nakli işi de ucuz bir kira ile<br />
köylülere yüklenmekte yahut kendi buğdaylarını götürüp şehir pazarlarında satmaları<br />
için yola çıkarılmakta idiler 296 . Dolayısıyla köylerde meydana gelen bu ağır yaşam<br />
koşulları çok sayıda köylünün şehirlere göç etmesine neden olduğu gibi köylerini boş<br />
bırakan halkın mühim bir kısmı da sancak değiştirmek zorunda kalmıştır. Meselâ<br />
Amasya’dan, Ankara’ya ve Kırşehir’e gelip yerleşenler çok olduğu gibi, Bozok<br />
(Yozgat)’tan Ankara’ya vesair yerlere gidenler de çoktu. Maraş, Urfa gibi güney<br />
vilayetlerinden Orta Anadolu’ya hicret edenler de az değildi 297 . Nitekim bu göçlere<br />
katılan köylü halk, kıtlık ve sosyal buhranın meydana getirdiği ağır yaşam<br />
koşullarından kurtulabilmek ve kendisine daha iyi yaşam koşulları hazırlayabilmek<br />
için bulundukları bölgeleri terk etmek zorunda kalmışlardır.<br />
Kıtlıklar, ayrıca toplum düzenini bozacak bazı sonuçlar da doğurabilmekte idi.<br />
Kıtlık yaşanılan bölgede hırsızlık, cürüm ve cinayet, kaçakçılık, karaborsa, tefecilik<br />
vb. olayların yaşanması da kaçınılmazdı 298 .<br />
294 Stanford Shaw, Osmanlı Đmparatorluğu ve Modern Türkiye, (çev. Mehmet Harmancı), Đstanbul,<br />
1994, s.241.<br />
295 Orhan Kılıç, Aynı makale, s. 728.<br />
296 Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, s.80.<br />
297 Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, s.449-450.<br />
298 Orhan Kılıç, Aynı makale, s.728.
62<br />
3- Büyük Şehirlerin Đaşe Sorunu<br />
Ekonomisi tarıma dayanan bir ülkede, artan nüfusla birlikte, ekilen toprakların<br />
sınırına ulaşması, eğer verimlilik artışları yoksa belirli bir noktadan sonra, ekonomik<br />
problemleri de beraberinde getirmektedir. Đşte bu ekonomik problemlerden birisi olan<br />
iaşe sorunu, büyük kentleri ciddi derecede etkisi altına almıştır. Đaşe sorununun büyük<br />
kentlerde önemli boyutlara ulaşma sebepleri olarak; kırsal üretimin kentin<br />
ihtiyaçlarına tam anlamıyla cevap veremez durumda olması ve Avrupalı tüccarların<br />
kırsal alanın tarımsal ürünlerini, Osmanlı ülkesinden daha yüksek fiyatlarla toplayıp<br />
Avrupa’ya aktarması, devletin tarımsal ürünlere getirdiği ihracat yasağının etkin bir<br />
şekilde uygulanamaması 299 ve tarımsal üretim miktarının azalmasına rağmen nüfusta<br />
artışların meydana gelmesi dolayısıyla zirai üretimin mevcud nüfusu tatmin<br />
edememesi gibi etkenler gösterilebilir 300 . Özellikle büyük şehirlerde kaçak buğday<br />
ticaretinin daha bariz şekilde gerçekleşmesi buralardaki nüfusun ciddi oranda yiyecek<br />
sıkıntısına düşmesine neden olmuştur. Öyle ki, kıyı bölgelerinde yaygın olarak<br />
yürütülen kaçak buğday ticaretine ilişkin, resmi fiyatların %20 üzerinde fiyat veren<br />
vurguncuların Avrupalı armatörlere satmak üzere büyük miktarda buğday<br />
stokladıkları 301 bilinmektedir. Dolayısıyla buğday gibi önem arz eden zirai ürünlerin,<br />
yasak olmasına rağmen dış ticaret yoluyla ihracata yönelmesi, büyük kentlerde iaşe<br />
sıkıntısını daha da arttırmıştır.<br />
299 Ferhat Başkan Özgen, Aynı makale, s.110.<br />
300 Örneğin, XVI. Yüzyılın ilk yarısında Marmara Bölgesinin nüfus bakımından kalabalık bir durumda<br />
olması, bu bölge halkına buğday temel ihtiyaç maddelerinin yetiştirilememesine neden olmuştur.<br />
Dolayısıyla bu durum, şehirlerdeki iaşe meselesi gibi önemli bir sosyo-iktisadi problemin ortaya<br />
çıkmasına zemin hazırlamıştır. Mustafa Öztürk, Aynı makale, s.234.<br />
301 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.231.
63<br />
ŞEKLĐ<br />
III. TARIMDA UYGULANAN METODLAR VE TARIMIN ĐŞLEYĐŞ<br />
A- Uygulanan Metodlar<br />
1. Tarım Araçları<br />
Osmanlı Devleti’nin kurulduğu çağ itibariyle başlangıçta bir Ortaçağ devleti<br />
olması dolayısıyla tarımsal alanda hem Selçuklu Devleti ile Anadolu Selçuklu<br />
Devleti’nde hem de diğer ortaçağ devletlerinde görülen aynı tarım uygulamalarını<br />
kendisine has yöntemlerle devam ettirdiği görülmektedir.<br />
Osmanlı çiftçisi çoğunlukla ağaçtan yapılmış saban, el orağı, tırpan, çapa,<br />
tırmık ve sürgü gibi iptidai araçlar kullanıyordu. Çift sürmede çoğunlukla kullanılan<br />
alet ise kara saban idi. Kara sabanın toprağı ancak 10-15 cm. derinliğe kadar<br />
sürebiliyor olması ve topraktaki yabani otları temizleyememesi, aynı toprağın<br />
defalarca sürülmesine sebebiyet veriyordu 302 . Nitekim Erzurum bölgesinde çiftçi,<br />
pamuk veya tahıl ekeceği bir tarlayı 6-7 hatta 9 kez sürüyordu. Çift sürme süresi hava<br />
şartları nedeniyle 45-60 günü geçmediğinden bir çift öküzle köylü ancak 35-45<br />
dönüm dolaylarında toprak işleyebiliyordu. Bu bakımdan kara saban, Osmanlı<br />
çiftçisinin işleyebileceği toprak miktarını oldukça sınırlıyordu 303 . Çift sürmede kara<br />
sabanın kullanımı ile beraber, Balkanlar’ın varlıklı bazı arazi sahipleri, modern<br />
Türkçe’de toprağı yalnızca tırmıklamak yerine, kaldırılıp çevirmekte de kullanılan bir<br />
çift sürme ekipmanı anlamına gelen pulluk adındaki araca da sahiplerdi 304 .<br />
Çift sürme işlerinde gücünden yaralanabilen hayvanlar öküz, at ve katırdır.<br />
Osmanlı çiftçisi bunlardan en çok öküzü kullanmaktaydı. Öküzler, yüksek çeki<br />
kuvveti vermeleri ve az süratle yürümeleri sebebiyle pek ağır olan işlere atlardan daha<br />
302 Tevfik Güran, 19. Yüzyıl Osmanlı Tarımı, Đstanbul, 1998, s.85.<br />
303 Tevfik Güran, Aynı eser, s.86.<br />
304 Suraiya Faroqhi, Osmanlı Şehirleri ve Kırsal Hayatı, s.84.
64<br />
iyi adapte olmakla beraber ziraatte çeki vasıtası olarak kullanılan öküzlerin çalışma<br />
hızı ve çalışma süresi umumiyetle atlarınkinden azdır 305 . Bir çift at 1 iş gününde 6-7,<br />
bir çift öküz ise 3-4 dönüm toprak sürebilmektedir. Öküzün tarımsal alanda bazı<br />
dezavantajlarının yanında avantaj sağlayan hususiyetleri de bulunmaktaydı. Öküz<br />
özellikle eğimli ve dik topraklarda çift sürmek için daha elverişli idi. Üstelik öküzün<br />
beslenme gideri daha azdı. Bir atı veya katırı bütün bir yıl boyunca arpa, yulaf, ot,<br />
kepek ve samanla beslemek gerekiyordu. Oysa öküz 7 ay süre ile burçak ve samanla<br />
besleniyor ve yılın geri kalan aylarında otlamak üzere çayıra salınıyordu 306 .<br />
Dolayısıyla bu sebeplerden dolayı Osmanlı Đmparatorluğu’nda toprağı işleme<br />
hususunda öküz gücünden istifade etme daha yaygındı.<br />
Osmanlı köylüsü, tarladaki ürünü, günümüzde çoğu köylerimizde kullanımı<br />
devam etmekte olan el orağı ile biçmekte idi. Toplanan ürünün harman işleri, çakmak<br />
taşlı döğenlerle görülmekte fakat harmanda başakları beygir, eşek ve benzeri<br />
hayvanlara çiğneterek taneleri saplarından ayırmak gibi iptidai usüller de<br />
kullanılmaktaydı. Demetlerin tarladan harmana ve ürünün harmandan anbara<br />
taşınmasında at ve eşek gibi yük hayvanlarından da yararlanılmakla birlikte, daha çok<br />
bir çift öküzün çektiği iki tekerlekli kağnılar tercih edilmekteydi 307 .<br />
2. Gübreleme<br />
Sebze bitkilerinin ve meyve ağaçlarının topraktan aldıkları besin maddelerinin<br />
çok büyük bir kısmı her yıl çiçekler, meyveler ile topraktan ve ağacın bizzat<br />
kendisinden uzaklaşırlar. Bu nedenle toprağın dolayısıyla bitkilerin yeterli miktarda<br />
ve zamanında gübrelenmesi ve alınan bu besin maddelerinin yeniden toprağa iade<br />
edilmesi gerekmektedir 308 . Nitekim azalan verim gücünü toprağa yeniden<br />
kazandırmanın alternatif yolu toprağa hayvan gübresi atmaktır. Çünkü ahır gübresi,<br />
305 Süleyman Kadayıfçılar, Ziraatte Kullanılan Canlı Kuvvet Vasıtaları, Ankara Üniversitesi Ziraat<br />
Fakültesi Yayınları, Ankara, 1963, s.35.<br />
306 Tevfik Güran, Aynı eser, s.86.<br />
307 Tevfik Güran, Aynı eser, s.87.<br />
308 F. Mustafa Ecevit, Bahçe Bitkileri, Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları, Konya, 1986,<br />
s.155.
65<br />
toprağa organik madde sağlar ve toprağın fiziksel yapısını iyileştirir 309 . Fakat<br />
Osmanlı tarımında gübre, çok yaygın ve yeterli ölçüde kullanılan bir tarım girdisi<br />
değildi 310 ve genellikle bostan, bağ ve bahçe gibi kimi özen gerektiren ya da kazançlı<br />
tarımda kullanılmaktaydı 311 . Bunun başlıca nedenlerinden biri, iklim şartlarıydı.<br />
Toprağın hayvan gübresinden yeterince yararlanabilmesi için, gübrenin ıslanıp<br />
çürümesini sağlayacak ölçüde yağmur yağması gerekir. Kurak Akdeniz ikliminde ise<br />
çoğu kez bu gerçekleşmez. Đkinci önemli neden, hayvan gübresinin yetersizliğiydi.<br />
Her hayvan yılda yaklaşık olarak kendi ağırlığının 3,5 katı kadar gübre verir 312 ve<br />
bunları muntazam gübreliklerde saklamak gerekir, ancak Osmanlı çiftçisinin böyle<br />
gübrelikleri yoktu. Bu yüzden gübrenin önemli bir bölümü daha gübreliklerde iken<br />
dağılıp gidiyordu. Geri kalan bölümü tarlaların ihtiyacını karşılamıyordu 313 .<br />
3. Nadas Sistemi<br />
Toprağın gittikçe düşen verim gücünü yenilemenin diğer bir alternatifi ise<br />
toprağı belirli bir dönem dinlendirmek anlamına gelen nadas uygulaması ile her<br />
dönem toprağa değişik türden ürünlerin ekilmesi anlamına gelen rotasyon sistemidir.<br />
Toprağa belirli aralıklarla her yıl değişik ürünler ekerek verim gücünü daha<br />
uzun bir süre koruyan ve böylece topraktan daha fazla yararlanma imkânı sağlayan<br />
rotasyon şekilleri, nüfusun nispeten yoğun ve tarımın gelişmiş olduğu bölgelerin<br />
verimli topraklarında uygulanıyordu. Anadolu’da Đzmir, Aydın, Adana ve Rumeli’de<br />
Edirne ve Selânik vilayetleri, bu bölgeler arasında idi. Osmanlı çiftçisi, daha çok<br />
toprağını 2 ya da 3 yılda bir dinlendirerek verim gücü kazandırmaya çalışıyordu. Boş<br />
bırakma süresi ise çoğunlukla 1 yıl idi 314 . Zira Osmanlı sisteminde bir toprağı üç<br />
yıldan fazla boş bırakmak, kanuna aykırı idi ve toprakların yarısı ekilirken, diğer<br />
309 F. Mustafa Ecevit, Aynı eser, s.156.<br />
310 Tevfik Güran, Aynı eser, s.88.<br />
311 Jacgues Le Goff, Ortaçağ Batı Uygarlığı, (çev. Hanife Güven-Uğur Güven) Đzmir, 1999, s.162.<br />
312 Bir büyükbaş hayvan günde 30-40 kg taze gübre vermektedir. Bkz. Emin Mutaf, Tarım Alet ve<br />
Makinaları, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları, Đzmir, 1984, c. I, s.211.<br />
313 Tevfik Güran, Aynı eser, s.88.<br />
314 Tevfik Güran, Aynı eser, s.89; nadas uygulaması hakkında ayrıca bkz. Mehtap Özdeğer, Aynı eser,<br />
s.293.
66<br />
yarısı nadasa bırakılıyordu 315 . Köyün bir tarafında bulunan tarlaların tamamı<br />
dinlendirilmeye bırakılır, başka yönündeki tarlalar toptan ekilirdi. Köylü, bu sıraya<br />
riayet eder, tarlasını komşuları gibi aynı dinlendirme sırasına uygun olarak<br />
dinlendirirdi. Köyün toprakları, umumiyetle ikiye ayrılmıştı: Bir kesimde tarlası<br />
bulunanlar, bunları nadasa bırakırlar; öteki kesimde tarlası olanlar da toptan olarak<br />
benzeri ürün ekerlerdi. Ertesi yıl, dinlendirme sırası değiştirilir, rotasyon tekniği<br />
sürekli olarak uygulanırdı. Bu kollektif olarak uygulanan nadas sisteminde amaç şu<br />
idi: Ürün kaldırılan tarlalar ya da nadasa tabi tutulan tarlalar bir arada olduğundan<br />
çiftçi-reaya halkının hayvanlarının otlaması için açık arazi oluşturulmakta, sürüler bu<br />
alanlarda otlatılmaktaydı 316 .<br />
4. Sulama<br />
Sulama tabii yağışların yetersiz olduğu yerlerde bitkinin gelişmesi için<br />
lüzumlu suyun (suni olarak) toprağa verilmesidir 317 . Yani sulama sayesinde iklim ve<br />
toprak farkları ile bitkilerin isteğine uyularak, topraktaki su içeriği mümkün olan en<br />
yüksek seviyede tutulmaya çalışılır. Böylece bir taraftan topraktaki buharlaşma, diğer<br />
taraftan bitkiler tarafından terleme ve bitki dokularının teşekkülünde kullanılmak<br />
suretiyle azalan toprak nemi ikmal edilerek bitkilerin hızlı ve verimli büyümeleri<br />
sağlanır 318 . Diğer yandan yağışların mevsimlere göre düzensiz oluşu, yaz aylarının<br />
genellikle kurak geçmesi tüm Akdeniz ülkelerinde olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde<br />
de sık sık kuraklıklara ve kıtlıklara yol açmakta ve dolayısıyla bu durum tarıma<br />
dayalı bir ekonomide suyun önemini daha da artırarak birkaç köyün birden<br />
yararlandığı dereler ve çaylar, köylüler arasında “nizalara” yol açmakta idi.<br />
Dolayısıyla su dağıtımının ancak belirli kurallara bağlanarak düzenlenmesiyle 319<br />
anlaşmazlıkların ortadan kalktığı görülmektedir 320 . Sulama işleri nöbet usülünde<br />
315 Suraiya Faroqhi, Osmanlı Şehirleri ve Kırsal Hayatı, s.110.<br />
316 Vedad Dicleli, Đktisadi Gelişme Tarihi, Đstanbul, 1966, s.97.<br />
317 Đbrahim Aksöz, Sulamanın Ekonomik Cephesi, Erzurum, 1964, s.17.<br />
318 Đbrahim Aksöz, Aynı eser, s.17.<br />
319 Örneğin, Burdur’da Sorkun’dan çıkan suyu Sorkun, Lengüme ve Bakırköy halkı nöbetleşe<br />
kullanıyordu. Geceleri ise Askeriye köyüne veriliyordu. Yine Hamit Sancağı’na bağlı Isparta’nın<br />
Đlavus (bugünkü Yakaören) köyünün yukarısından çıkan Milas suyundan Isparta ovasında bulunan üç<br />
köy yararlanıyordu. Kayı köyünün bu suyu on günde iki gün bir gece kullanmak hakkı vardı. Zeki<br />
Arıkan, Aynı eser, s.103.<br />
320 Zeki Arıkan, Aynı eser, s.102.
67<br />
düzenlenerek, herhangi bir sudan kimin kaç gün veya günde kaç saat faydalanacağı<br />
tespit edilmiş bulunmakta idi 321 . Bu iş için de su nöbetlerini kontrol ve takip işleriyle<br />
sorumlu olan “sulama subaşıları” tayin olunmuştu 322 . Sulamaya ilkbaharın son<br />
yağmurlarından sonra başlanmakta ve geceleri hava nispeten serin olduğundan<br />
umumiyetle 15 günde bir sulama yapılmaktaydı 323 . Devlet, tarım topraklarının<br />
sulanması meselesine büyük önem vermekte idi. Bu doğrultuda Kanuni Sultan<br />
Süleyman dönemindeki Türk vezirlerden olan Koca Haydar Paşa, Osmanlı<br />
topraklarında zirai istihsalin daha verimli olabilmesi amacıyla birtakım sulama<br />
projeleri üzerinde ciddi bir çalışma yapmış 324 ; ancak çeşitli nedenlerden dolayı bu<br />
projeleri hayata geçirememiştir.<br />
Anadolu içindeki en kurak bölgelerde dahi yağmura dayalı ziraat yapılması,<br />
hem Anadolu hem de Rumeli’deki sulama alanlarının oldukça az olduğunu<br />
göstermekle beraber 325 toprağın verimi, sulamakla 3 ilâ 8 kat artmakta, ancak sulanan<br />
tarlalar ekilen arazilerin çok cüzi bir kısmı olarak kalmaktaydı 326 . Nitekim Anadolu<br />
toprakları, sulama imkânları olduğunda verimli topraklar olduğundan suni sulama<br />
geliştirilmiş, sudan faydalanma durumu ince kurallara bağlanmıştır. Sulamayı kendi<br />
imkânlarıyla sağlayan çiftçiler veya bahçeciler yarı öşür (%5) vergi ödemekte olup bu<br />
tür topraklara da “suğla” adı verilmekteydi 327 .<br />
321 Đsmet Miroğlu, Aynı eser, s.171.<br />
322 Mustafa Akdağ, Türkiye’nin Đktisadi ve Đçtimâi Tarihi, II, s.143. Trablusşam’da sulama subaşılarına<br />
“şeyh-i saky” adı verilmekte ve bu görevli sulamanın ne şekilde, kimler tarafından yapılacağına dair<br />
bir defter ( defter-i müfredât) tutardı ve sulama karşılığında üyelerden belirli bir miktar vergi toplardı.<br />
Bkz. Enver Çakar, XVII. Yüzyılın Ortalarında Trablusşam Şehrinin Sosyal ve Đktisadi Durumu”, TAD,<br />
Ankara, 2004, c. XXII, sa. XXXV, s.67.<br />
323 F. Mustafa Ecevit, Aynı eser, s.154.<br />
324 Örneğin, Burdur ve Eğridir göllerini Akdeniz’e akıtacak bir kanal inşa etmek ve bu kanaldan<br />
beslenecek arklarla çevrede sulu tarım yapılmasını sağlamak; Afyonkarahisar, Bolvadin, Akşehir<br />
bölgelerindeki bataklıkları kurutarak, bu toprakları tarıma kazandırmak; Seyhan ve Ceyhan<br />
nehirlerinin akışını düzenleyerek Çukurova’nın üretimini arttırmak gibi. Necdet Sevinç, Osmanlılar’da<br />
Sosyo- Ekonomik Yapı, c. I, Đstanbul, 1978, s.155-156.<br />
325 Suraiya Faroqhi, Osmanlı Şehirleri ve Kırsal Hayatı, s.91.<br />
326 Halil Đnalcık-Donald Quataert Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, II, (1600-<br />
1914), Đstanbul, 2004, s.970.<br />
327 Ahmet Tabakoğlu, “Klasik Dönemde Osmanlı Ekonomisi”, s.676.
68<br />
5. Tohumlama<br />
Zirai hayatın temel noktasını oluşturan toprağın tohumlanması süreci,<br />
çiftçilerin bundan sonraki tarımsal faaliyetlerini şekillendireceğinden büyük önem arz<br />
etmektedir. Reaya, hazırlamış olduğu toprağına zamanında ve miktarınca tohum<br />
atmakla, iyi bir ürün almanın başlangıcını yapmış olurdu. Fakat kâfi derecede<br />
hububat tohumunu temin edemez veya sadece kendine yetecek kadar bir ekim<br />
yapması halinde, sipahi için öşürde eksilme olacağından eksik olan miktar, raiyyete<br />
telâfi ettirilmekteydi 328 . Reayanın toprağına ne kadar ölçekte tohum atacağı<br />
kanunnâmelerde açıkça belirlenmiştir. Bu cümleden olmak üzere bir çiftlik yer<br />
tasarruf eden raiyet Bursa müddü ile yılda dört müd tohum ekmek zorunda idi 329 .<br />
Tamamen ve eksiksiz ekilmesi icap eden bir çiftlik eksik ekildiği veya hiç ekilmediği<br />
takdirde alınacak akça belirlenmişti 330 .<br />
328 Mehtap Özdeğer, Aynı eser, s.294.<br />
329 Barkan, “Vilayet-i Karaman Kanunu”, Kanunlar, s.46.<br />
330 “...Ekmediğü yılda elli akça vire. Ammâ Karaman müddile bir müd ekse yirmibeş akça vire ve<br />
alahazâ sâyir umûruna dahl olunmaz..” Bkz. Barkan, “1528 Tarihli Vilayet-i Karaman Kanunu”,<br />
Kanunlar, s.46.
69<br />
B- Tarımsal Faaliyetlerin Đşleyişi<br />
1- Tarım Đşletmeleri<br />
a. Büyüklükleri ve Sermaye Donatımları<br />
Zirai üretimde etkinliği belirleyen faktörlerden biri olan işletme büyüklüğü,<br />
tarım ekonomisi bakımından büyük bir önem taşımaktaydı. Ekilen ve nadasa<br />
bırakılan toprakların yüzölçümlerine göre tarım işletmeleri üçe ayrılmıştı:<br />
Yüzölçümleri 10 dönümden az olanlar küçük, 10-50 dönüm arasında olanlar<br />
orta büyüklükte, 50 dönümden daha fazla olanlar ise büyük tarım işletmeleri olarak<br />
bilinmekte idi. Küçük işletmelerde, kendi işletmesindeki tarım işleri bütün çalışma<br />
zamanlarını doldurmadığından aile üyelerinin bir kısmı işgüçlerini ücret karşılığında<br />
daha büyük işletmelere kiralamakta ya da tarım dışı ekonomik faaliyetlerde<br />
bulunmaktaydılar. Orta büyüklükteki tarım işletmeleri ise bir ailenin çalışma<br />
zamanını dolduracak ölçüde idi. Buna karşılık büyük işletmeler, en azından hasat<br />
mevsimi gibi zirai faaliyetlerin yoğunluğunun arttığı zamanlarda yardımcı işgücüne<br />
gerek duyulan işletmelerdi 331 .<br />
Sermaye donatımları da tarım işletmelerinin ekonomik çerçevesini<br />
belirlemekteydi. Sermaye donatımı başlıca dört bölümden oluşmakta idi: 1- Ev,<br />
anbar, samanlık, ahır, ağıl ve kümes gibi binalar; 2- Hayvanlar; 3- Çift araçları; 4-<br />
Toprak 332 . Bu unsurlar, tarımsal faaliyet sürecinde Osmanlı köylüsünün kıymetli<br />
sermayeleri niteliğinde idi.<br />
331 Tevfik Güran, Aynı eser, s.81.<br />
332 Tevfik Güran, Aynı eser, s.83.
70<br />
2- Üretim Harcamaları<br />
a. Çeşitli Ürünlerde Üretim Harcamaları<br />
Osmanlı çiftçisi, 1 dönüm tarlada çeşitli ürünler üretmek için kendi geçimlik<br />
bütçesi dahilinde masraflara girmekte idi. Bu doğrultuda pamuk ve pirinçte üretim<br />
giderleri, buğdaya göre farklı idi. Pamukta toprağı hazırlamak, çapalamak ve pamuğu<br />
toplamak için yapılan giderler ön sırayı almaktaydı. Bilhassa pirinç tarımının ot<br />
temizleme işinde ve pamuk tarımının çapa ve toplama işlerinde ek iş gücüne büyük<br />
bir ihtiyaç duyulmakta idi 333 . Bu ihtiyaçların karşılanması için de Osmanlı çiftçisi,<br />
önemli oranlarda masrafa girmekteydi.<br />
b. Çiftlik Đşletmelerinde Üretim Harcamaları<br />
Çiftlik deyimine en yaygın biçimiyle tımar düzeni çerçevesinde<br />
rastlanmaktaydı. Tımar düzeninin çözülmeye başlamasından sonra yaygınlık kazanan<br />
çiftlikler ise farklı gelişmeler sonunda ortaya çıktılar. Đltizam düzeninin tarımsal<br />
kesimde yayılmaya başlamasından sonra, mültezimler önce reaya üreticileri tefecilik<br />
yoluyla kendilerine bağlayarak, daha sonraları da sipahilerin ve reayanın terk ettiği<br />
miri topraklara el koyarak, geniş alanların denetimini ellerine geçirmeye başladılar.<br />
Çiftlik deyimi özel kişilerin fiili kontrolünde bulunan bu topraklar için de<br />
kullanılmaya başlandı 334 . Çiftlik adı verilen büyük tarım işletmeleri, Rumeli<br />
bölgesinde daha çok yaygın idi 335 .<br />
Sahibi eliyle işletilen çiftlik tipi işletmelerin, küçük üretici aile işletmelerinden<br />
ayrıldığı en belirgin ve en önemli nokta, üretim faaliyetlerinin her safhasında ücretli<br />
işgücü çalıştırmalarıdır. Osmanlı Đmparatorluğu’nda çiftlik işletmeleri iki türlü işgücü<br />
çalıştırıyorlardı. Bunların bir bölümü, yıllık ya da altı aylık bir süre için tutulan ve<br />
“hizmetkâr” adı verilen sürekli işçilerdi. Bunlar, zirai faaliyetin en durgun olduğu<br />
zamanlarda bile çiftlikte bulunması gereken işçiler olup bir kısmı bütün bir yıl için<br />
tutuluyorlardı. Bunlara ek olarak zirai faaliyetin yoğun olduğu ilkbahar ve yaz<br />
333 Tevfik Güran, Aynı eser, s.90.<br />
334 Şevket Pamuk, Osmanlı-Türkiye Đktisadi Tarihi (1500-1914), s.124.<br />
335 Ahmet Tabakoğlu, “Klasik Dönemde Osmanlı Ekonomisi”, s. 677.
71<br />
mevsimlerinde altı aylık bir süre için (rûz-ı hızır ile rûz-ı kasım arası) yeni işçiler işe<br />
alınıyordu. Çiftlik işletmelerinde çalıştırılan işçilerin ikinci bölümü ise, “orakçı” ve<br />
“harmancı” diye adlandırılan gündelikçi işçilerdi. Bunlar zirai faaliyetin<br />
yoğunluğunun en yüksek düzeye çıktığı orak ve harman zamanlarında işe<br />
alınıyorlardı. Gündelikçi işçiler arasında kadınlar da bulunmakta idi 336 .<br />
Đşçilerin ücretleri, ayni ve nakdi olmak üzere iki türde verilmekte idi. Ayni<br />
ödeme tarzı, çiftlik sahibinin, işçilere yiyecek ve giyecek vermesi şeklinde<br />
gerçekleşiyordu ve gayri müslim işçilerin cizyesi de yine bizzat çiftlik sahibi<br />
tarafından ödenmekte idi.<br />
3- Zirai Verimlilik Durumu<br />
a. Toprak Birimi Başına Verimlilik<br />
Toprak birimi başına verimliliğin en yüksek oranda olması iki şarta bağlı idi.<br />
Bunlardan birisi, ekilen toprağın sulamaya mümkün mertebe elverişli olması; diğeri<br />
de toprağın yeterince dinlenmiş olması ve her yıl ürün rotasyonunun yapılmış olması<br />
idi. Aksi takdirde sulak alandan uzak olan ve her yıl ürün rotasyonu yapılmayan<br />
topraktan birim başına verim almak klâsik Osmanlı iktisadi şartlarında oldukça zordu.<br />
Osmanlı tarım sisteminde sulama imkânlarının oldukça kısıtlı olması, toprak<br />
birimindeki verimliliği arttırmayı zorlaştırdığından daha çok ekilen toprağı belirli bir<br />
süre dinlendirme anlamına gelen nadas sistemi uygulanarak toprak birimi başına<br />
verimliliğin maksimum düzeye çıkarılması amaçlanmıştır.<br />
336 Tevfik Güran, Aynı eser, s.94.
72<br />
b. Tohum Birimi Başına Verimlilik<br />
Tarımda makine, sınaî gübre ve kimyevi maddeler gibi modern girdilerin<br />
kullanılmadığı dönemde, en önemli tarım girdisi tohumdu 337 . Zirai üretim yapılan her<br />
sancakta ekseriyetle kendine özgü bir tohum ölçü birimleri bulunmakta idi. Bu ölçü<br />
biriminin genel adı “müd” olmakla beraber bunun kg cinsinden değeri sancaktan<br />
sancağa değişebilmekte idi ve nitekim bu da dönüm başına alınan verimin değişkenlik<br />
göstermesine neden olmakta idi. Örneğin; Karaman müddü 174 kg, Konya müddü<br />
218 kg, Bursa müddü 87 kg ve Đstanbul müddü 513 kg civarında idi 338 . Osmanlı<br />
Đmparatorluğu, tahıl ölçü birimi olarak umumiyetle Bursa müd’ünü temel almış olup<br />
1 Bursa müddü 87 kg’a karşılık gelmekteydi. Çiftçi 60 dönümlük verimli toprağa ve<br />
120-150 dönümlük verimsiz toprağa da aynı miktar tohum ekmek zorundaydı ve 50<br />
dönümlük araziye 6 müd tohum ekilmesi gerekiyordu. (Bir çiftliği ortalama olarak<br />
100 dönüm kabul edersek bunun yarısını nadasa bırakması durumunda ekilen arazi 50<br />
dönüm olacaktır.) 1 müdü 87 kg kabul edersek 50 dönümlük araziye (87 x 6 =) 522<br />
kg tohum ekildiği ortaya çıkar ki bu da dönüm başına 10,5 kg tohum ekilmesi<br />
demektir. Eğer bir çiftliği 150 dönüm olarak ve bunun yarısının da ekildiği kabul<br />
edildiği takdirde de yine 75 dönüme 6 müd yani 522 kg tohum ekilerek dönüm başına<br />
7 kg ekildiği ortaya çıkar. Dönüm başına ekilen tohum ister 7 kg isterse 10,5 kg olsun<br />
tarımda saban ve öküz gücünün kullanıldığı bir dönemde bu miktarlar normaldi.<br />
Toplanan ürüne gelince; Anadolu’da toprağın verim durumu bölgeler arasında<br />
farklılık göstermekle birlikte genelde 1’e 3 verdiği bilinmekte olup bu durumda 50<br />
dönümlük bir araziden yılda yaklaşık 1,575 kg ürün alındığı tahmin edilmektedir 339 .<br />
Ehemmiyet sırası ikinci sırada olan arpada ise oran biraz daha yüksek olup, bire yedi<br />
dolaylarında idi 340 .<br />
337 Tevfik Güran, Aynı eser, s.99<br />
338 Mehmet Öz, “XVI. Yüzyılda Anadolu’da Tarımda Verimlilik Problemi”, s.1644.<br />
339 Eftal Ş. Batmaz, Aynı makale, s.40-41.<br />
340 Tevfik Güran, Aynı eser, s.99.
73<br />
Grafik I: XVI. Yüzyılın Đlk Yarısında Bazı Osmanlı Sancak/Kazalarında<br />
Ekilebilir Toprağın Verim Oranları 341<br />
120000<br />
100000<br />
80000<br />
60000<br />
40000<br />
Ekilen Tohum (müd)<br />
Alınan Ürün(müd)<br />
20000<br />
0<br />
Karaman Çankırı Antep Manisa Behisni<br />
H.<br />
Mansur<br />
Harput Canik Tokat Kemah Erzincan Ordu<br />
Ekilen Tohum (müd) 8266 31300 21870 10775 2470 3860 4531 38040 15350 16030 48150 7280<br />
Alınan Ürün(müd) 26602 58447 83345 31707 14416 21526 25151 95695 28000 31155 69620 32522<br />
Sancak ve kazalar arasında ekilebilir toprağın verimlilik oranının en yüksek<br />
olduğu bölgeler içerisinde ilk sırayı Hısn-ı Mansur Kazası ile Harput Sancağı alırken,<br />
ikinci sırayı Behisni Kazası, Ordu Kazası ise üçüncü sırayı almaktadır. Toprağın<br />
verim oranının en düşük olduğu bölgeler ise Kemah Sancağı ve Erzincan Kazası’dır.<br />
4- Hasat Çeşitleri<br />
Bilindiği üzere Osmanlı Đmparatorluğu’nda çok farklı toprak çeşitleri ve<br />
iklimler bulunmakta idi. Yağmurların seyrek olması ve ne zaman yağacaklarının belli<br />
olmaması gibi durumlar memleketteki zirai faaliyetlere uygun bir ortam<br />
sağlayamamakta idi. Irak’ı Arabistan’ı ve Doğu Suriye’yi büyük çöller kaplıyordu,<br />
Adana civarında ve Balkanlar’ın ve Anadolu’nun nehir bölgelerinde ise az, fakat<br />
verimli bölgeler vardı 342 . Dolayısıyla iklimin tarıma müsait olmaması, hasat<br />
çeşitliliğini olumsuz etkilemekte, ama yinede imparatorluğun topraklarında çeşitli<br />
mahsuller de bulunmakta idi. Meselâ Bulgaristan’da gül, Basra’da ise hurma<br />
yetiştiriliyordu. Fakat genel olarak hububat hakimdi. Ekilen toprağın %90’ı nadas<br />
341 Mehmet Öz, “XVI. Yüzyılda Anadolu’da Tarımda Verimlilik Problemi”, s.1650-1651.<br />
342 Halil Đnalcık-Donald Quartert, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, II, s.962.
74<br />
usülüyle 2 veya 3 yılda bir ekilen hububata, yani bilhassa buğday ve arpa’ya tahsis<br />
ediliyordu 343 .<br />
5- Tarımsal Faaliyetlerin Hayvancılıkla Olan Münasebeti<br />
Tarım işletmeleri, çeşitli amaçlarla hayvan yetiştirmekteydiler: a) Çekim ve<br />
yük taşımada güçlerinden yararlanmak; b) Gübre sağlamak; c) Çiftçinin peynir, yağ,<br />
süt, et, deri ve yapağı ihtiyacını karşılamak; d) Bu ürünleri piyasa için üretmek. Tarla<br />
tarımını temel faaliyet olarak sürdüren işletme, hayvanları üretim faaliyetinin<br />
yardımcı araçları olarak kullanmaktaydı. Bu işletmelerde hayvanlar, gübre sağlar;<br />
taşıma, çift sürme, harman döğme işlerini görür; çiftçinin hayvan ürünü ihtiyacını<br />
karşılardı 344 .<br />
Çiftçilik ve hayvancılık, tarımda oldukça eski uzmanlık dalları idi. Bu<br />
uzmanlaşmanın sonucu olarak çiftliğe ağırlık veren yöreler ihtiyaç duydukları çift,<br />
çekim ve besin hayvanlarını, hayvancılığa yönelmiş olan bölgelerden<br />
sağlamaktaydılar. Nitekim Osmanlı Đmparatorluğu’nda çiftçiliğe ağırlık verilen Sivas,<br />
Ankara ve Konya gibi vilayetler hayvan ihtiyaçlarını hayvancılığın gelişmiş olduğu<br />
Erzurum’dan gidermekteydiler 345 .<br />
343 Halil Đnalcık-Donald Quartert, Aynı eser, s.962.<br />
344 Tevfik Güran, Aynı eser, s.100.<br />
345 Tevfik Güran, Aynı eser, s.100.
75<br />
6- Tarım Ürünlerinin Nakliyatı ve Taşımacılığı<br />
Osmanlı Đmparatorluğu’nda taşıma işleri, özellikle de Anadolu’da at ve deve<br />
sırtında yapılıyordu 346 . At veya öküz arabaları daha etkin taşıma araçları idi. Zira at<br />
veya öküzün çektiği bir araba, bir atın sırtında taşıyabileceği yükün beş katını<br />
taşıyabilmekteydi. Bunun taşıma maliyetinde sağladığı düşüş sayesinde, tarım<br />
ürünleri, üretim merkezlerinden daha uzak bölgelere götürülebilmekteydi. Ancak<br />
arabaların işlemesi için düzgün yollar gerekliydi, oysa Osmanlı Đmparatorluğu’nda<br />
yollar çok yetersiz olmakla beraber at ve öküz arabalarıyla tarım ürünleri gibi ağır ve<br />
hacimli mallar, çok uzak mesafelere düşük maliyetlerle taşınamıyordu. Nitekim öküz<br />
arabası ile yolların mükemmelliği durumunda bile, Mamüretülaziz’den (Elazığ)<br />
Samsun’a ancak yirmi günde gidebiliyordu. Böyle bir araba 25 kile (650 kg) buğday<br />
taşıyabilmekte 347 ve Eflâk’tan Đbrail Đskelesi’ne zahire taşıyan arabalar ise 281,6<br />
kg’lık bir kapasiteye sahipti 348 . Dolayısıyla nakliyattaki taşıma kapasitesinin oldukça<br />
sınırlı olması, tarım ürünlerinin geniş pazarlara yayılmasını engellemiş, bu durum da<br />
mahalli pazarların tarım ürünleri açısından önem kazanmasına neden olmuştur.<br />
Hububat gibi yükte ağır tarım ürünleri için taşıma maliyeti bakımından en<br />
elverişli olanı, nehir ve deniz yolu ile taşıma idi. Deniz ve nehir taşıma yolu ile<br />
hububat çok uzak mesafelere ucuz bir ücretle götürülebilmekte idi 349 . Zahire<br />
nakliyatında çok çeşitli gemiler kullanılmakla beraber Osmanlı belgelerinde “kayık”<br />
olarak tabir edilen ancak bugünkü anlamda kayık olmayan küçük tonajlı gemiler de<br />
mevcuttu. Bu kayıkların kapasiteleri 800-2000 kile arasında idi. Bu gemiler, yelkenli<br />
gemilerdi 350 . Tarım ürünleri nakliyatında bilhassa hububat ürünleri nakliyatında<br />
belirli bir sistem oluşturularak her kaza belirli bir iskeleye bağlanmıştı 351 . Meselâ<br />
Teke Sancağı, Hamid Sancağı, Antalya Đskelesi’ne; Adana Sancağı, Tarsus<br />
Đskelesi’ne; Menteşe Sancağı, Bodrum Đskelesi’ne bağlı sancaklardı 352 . Osmanlı<br />
Đmparatorluğu’nda hububat sevkiyatının özellikle Akdeniz ve Karadeniz bölgesindeki<br />
346 Tevfik Güran, Aynı eser, s.71.<br />
347 Tevfik Güran, Aynı eser, s.72.<br />
348 Salih Aynural, Đstanbul Değirmenleri ve Fırınları, Đstanbul, 2001, s. 20.<br />
349 Tevfik Güran, Aynı eser, s. 72.<br />
350 Salih Aynural, Aynı eser, s. 24.<br />
351 Salih Aynural, Aynı eser, s. 28.<br />
352 Salih Aynural, Aynı eser, s. 174-175.
76<br />
limanlardan yapılıyor olması, bu limanların hinterlendındaki bölgelerde yüksek<br />
oranda hububat üretildiğini ya da hinterland bölgeleriyle hububat üretimi yapılan<br />
Anadolu’nun iç bölgeleri arasında güçlü bir iç nakliyat sisteminin olduğunu açıkça<br />
göstermektedir.
77<br />
IV. BÖLÜM<br />
ZĐRAĐ ÜRETĐM VE ZĐRAĐ ÜRETĐM MĐKTARININ UMUMĐ<br />
DAĞILIMI<br />
I. HUBUBAT ÜRETĐMĐ<br />
Osmanlı ziraat sektörünün en başta gelen mahsulünü hububat bilhassa buğday<br />
ve arpa teşkil etmektedir 353 . Hububat, ekonomisi tarıma dayalı toplumların<br />
vazgeçilmez ürünüdür. Bu durum sadece hububatın halkın temel gıda maddesini<br />
teşkil etmesinden kaynaklanmıyordu 354 . Aynı zamanda hububatın imparatorluk<br />
hazinesine mali yönden çok önemli miktarda katkısı bulunmaktaydı 355 . Devletin en<br />
mühim vergi kaynağını teşkil eden öşürün yüzde ellisinin hububattan sağlanıyor<br />
olması buğday ve arpa ekimini teşvik etmekte olup 356 öşürün yanında salariye, avarızı<br />
divaniye’den olan nüzul 357 ve sürsat 358 , hububat ticaretinden alınan baclar ve<br />
resimler de hububatın mali yönden taşıdığı önemi ortaya koymaktaydı 359 .<br />
Hububatın, hem halkın temel geçim kaynağını oluşturması hem de mali<br />
yönden önem taşıması yanında askeri açıdan da ciddi oranda stratejik rolü<br />
bulunmaktaydı. Nitekim devletin Doğu ve Batı komşularına karşı devam ettirdiği<br />
uzun harpler dolayısıyla ordunun beslenmesi için hububat lazımdı 360 . Bu hububat<br />
ihtiyacı ise devletin uyguladığı nüzul, sürsat ve mir-i mübayaa 361 gibi metodlarla<br />
karşılanmakta idi. Hükümetin savaş ilan etmesi için, imparatorluktaki hububat<br />
353 Feridun Emecen, Aynı eser, s.240.<br />
354 Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, s.153.<br />
355 Lütfi Güçer, Aynı eser, s.39.<br />
356 Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, s.153.<br />
357 Avarız hanesi hesabı üzerinden tevzi ve tahsil edilen nüzul müessesesinin menşeinde askeri yolun<br />
güzergâhına yakın bulunan şehir, kasaba ve köylerin halkı, askerin iaşesi için kendilerinden talep<br />
edilen erzakı önceden tespit ve kendilerine bildirilmiş menzillere nakledip orada hazır<br />
bulunduruyorlardı. Lütfi Güçer, Aynı eser, s.69-70.<br />
358 Yürüyüş halinde bulunan orduların yol boyunca iaşesini sağlamak üzere halktan alınan ayni<br />
mükellefiyetin adı sürsat idi. Sürsat, avarız hanesi göz önünde tutulmadan tevzi edilmekte idi. Lütfi<br />
Güçer, Aynı eser, s.93-94.<br />
359 Lütfi Güçer, Aynı eser, s.39.<br />
360 Lütfi Güçer, Aynı eser, s.40.<br />
361 Orduların levazım işlerinde meydana gelen eksikliklerin telafisi için devlet eliyle ve parası merkez<br />
hazinesinden, taşra hazineler varidatından veya ordu hazinesinden verilerek gerekli erzak satın<br />
alınması, mir-i mübayaa konusunun temelini oluşturmaktadır. Lütfi Güçer, Aynı eser, s.115.
78<br />
durumundan her an haberdar olması gerekiyordu. Bu sebeple devlet, ilk zamanlardan<br />
itibaren hububat ihracatını yasaklamış 362 , memleket içinde hububatın bir yerden<br />
başka bir yere naklini ise kendi uhdesine almıştı 363 .<br />
Hububat ve bakliyat ürünlerinin miktarının ölçümü “müd” adı verilen bir<br />
birimle yapılmakta ve bu birim, imparatorluğun her bölgesinde farklılık göstermekte<br />
olup en çok kullanılan müd türleri ise; Đstanbul, Bursa, Konya, Karaman ve<br />
Diyarbakır müdleri idi 364 . Özellikle imparatorluk müdü denilen Đstanbul müdü çok<br />
yaygındı ve 20 kileye denk düşüyordu. Yani buğday olarak tartımda 513,12 kg, arpa<br />
olarak 455 kg ya da yaklaşık olarak 664,5 lt’ye denk geliyordu. Ancak Osmanlı<br />
kanunnameleri genel olarak incelendiğinde görülmektedir ki; tahıl ölçümünde Bursa<br />
müdü temel alınmış olup yaklaşık 87 kg’a eşittir 365 .<br />
A- Hububatın Biçilmesi ve Harman Edilmesi<br />
Her nevi mahsulde olduğu gibi tahıl mahsulünde de buğday, arpa, çavdar ve<br />
diğerlerinde başakların sararıp tanelerin sertleştiği ve ekinin sarardığı vakit, biçilme<br />
zamanı olarak kabul edilmiştir. Az bir zaman bekletilmesi halinde başakların<br />
kurumasıyla, ekinin biçilmesi mümkün olmadan taneler toprağa dökülmektedir 366 .<br />
Buğday, arpa ve benzeri mahsulün biçilme vaktinin devamı, harman zamanını<br />
tayin etmektedir. Mahsulün harman edilme zamanları kanunamelerde açıkça<br />
belirtilmiştir 367 . Buğday ve arpa biçilip demet haline getirildikten sonra, harman yeri<br />
362 Zeki Arıkan, “Osmanlı Đmparatorluğu’nda Đhracı Yasak Mallar”, s. 284.<br />
363 Örneğin, 8 Mart 1571 tarihinde Rodos Kadısı’nın adada zahire sıkıntısı çekildiğini Đstanbul’a<br />
bildirmesi üzerine, hükümet merkezi Teke Bey’inden buraya zahire gemileriyle buğday göndermesini<br />
istemiştir. Serkan Sarı, Aynı tez, s.370.<br />
364 Eftal Ş. Batmaz, Aynı makale, s.40.<br />
365 Eftal Ş. Batmaz, Aynı makale, s.40.<br />
366 “Tereke biçmelü olup biçimeğe müstehak olduğunda ki kemâlin bulub biçile ol vakte, vakt-ı hasad<br />
dirler. Vakt-i hasad kimin tahviline düşerse tereke ona müteallik olup harmana itibar olunmaz imiş”<br />
Barkan, Kanunlar, s. 208.<br />
367 Örneğin, Erzurum vilayeti iklim bakımından çok netâmeli yer olduğundan, harman hakkındaki<br />
hüküm, hiç bekletilmeden kaldırılması hususlarındadır: “…ve harman vaktinde reaya gallatı ta’şir<br />
olunduktan sonra sâlâr olanlar tevakkuf göstermeyüb filhâl hazır olan harmanı ta’şir idüb te’hir<br />
itmeyüb reayayı taciz ve tazyik etmeyeler. Ve eğer kesreti hizmetden beslemeyüb veya taaruz ve ihmal
79<br />
hazırlamak için çalışılırdı. Harman yeri için evlerden, özellikle bahçelerden oldukça<br />
uzak, rüzgâra açık alanlar tercih edilirdi. Harman yeri, önce dümdüz oluncaya kadar<br />
çiğnenir daha sonra üst üste yığılmış olan demetler yavaş yavaş çözülür ve harman<br />
yerine atılırdı. Tekerlek yerine üzerlerinde yarım düzine demir levha yerleştirilmiş<br />
birçok tahta silindirleri bulunan ve bir çift öküz tarafından çekilen bir dögen, tahılın<br />
üzerinde dönüp samanı keser, başakları tanelerdi. Bu işlem tamamlandıktan sonra,<br />
iyice ölçülmüş olan taneler anbarlara doldurulur ve çok değerli bir yem olan saman<br />
tartılır, samanlıklara yerleştirilirdi 368 . Daha sonra, harman olan hububatın bölüşme<br />
işlemleri başlamakta idi 369 .<br />
idüb on gün te’hir olmağla zarar mürettib olursa def’i zarar içün köyün imamı ve kethüdası<br />
marifetleri ile ölçüb behresin ifrâz idüb ve sahibi gelicek teslim eyleye…”, Barkan, Kanunlar, s.66.<br />
368 Abdülhalik Bakır, Ortaçağ Đslam Dünyasında Itriyat, Gıda, Đlaç Üretimi ve Tağşişi, Ankara, 2000,<br />
s.133.<br />
369 Mehtap Özdeğer, Aynı eser, s.294.
80<br />
B- Hububat ve Bakliyat Ürünleri<br />
1- Buğday<br />
Buğday, halkın temel gıda maddesi olan ekmeğin ham maddesi olduğu gibi,<br />
onun dışında günlük hayatta en çok tüketilen bulgur, nişasta, erişte, tarhana vs. gibi<br />
gıdaların da ana malzemesidir. Her türlü iklim şartlarında iyi kötü yetişebilmesi<br />
sebebiyle her zaman en çok rağbet edilen ürün olmuştur. Pazar ekonomisinin pek<br />
gelişmediği, ulaşım vasıtalarının sınırlılığı dolayısıyla bölgeler arası ticaretin canlılık<br />
kazanmadığı zaman ve mekanlarda halkın en önemli kaygısı kışlık ihtiyacını<br />
karşılayabilecek kadar buğdaya sahip olabilmektir. Kıştan evvel buğdayını anbarına<br />
yerleştirmiş olan köylü klasik dönemin en mutlu insanı demektir. Hatta kıtlık<br />
devirleri için fazladan bir miktar hububat depo edebilmek herkes için saadet<br />
kaynağıdır 370 .<br />
Diğer taraftan Osmanlı Devleti gibi her daim seferler ve savaşlar içinde olan<br />
bir devlet ordusunun iaşesini ikmâl için buğdaya şiddetli bir şekilde ihtiyaç<br />
duyulmaktadır. Bu sebepten hububat ziraati ve hassaten buğday üretimi Osmanlı<br />
Devleti tarafından bizzat teşvik edilmiş ve üretim mekanizması kanunnameler ile sıkı<br />
bir denetime tâbi tutulmuştur. Toprağı işleyen bir köylünün ürettiği buğday, ilk önce<br />
kendi ihtiyaçlarını tedarik ve daha sonra ordunun ihtiyaçlarını ikmâl açısından<br />
Osmanlı Devleti nazarında büyük bir öneme haiz olmuştur 371 .<br />
Nüfus artışı veya hububat ihtiyacının yeterince karşılanamamasına yol açan<br />
birtakım gelişmeler sonucunda buğdayın yerine kalitesi daha düşük olmakla birlikte<br />
dönüm başına daha fazla verim alınan darı vb. tahılların ekimi ağırlık kazanmakta<br />
idi 372 .<br />
Toprağın niteliğine göre buğdayda verimlilik durumu büyük farklılıklar<br />
göstermekle birlikte, ortalama olarak bire beş ya da bire altı, hektar başına da 700-800<br />
370 Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, s.154.<br />
371 Volkan Ertürk, XVI. Yüzyılda Akşehir Sancağı, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Gazi Üniversitesi<br />
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2007, s.299.<br />
372 Mehmet Öz, “Osmanlı Klasik Döneminde Tarım” Osmanlı, c.III, Ankara, 1999, s.70.
81<br />
kg ürün alındığı bilinmektedir 373 . Buğdayda alınan öşür ise umumiyetle 1/5<br />
nisbetinde uygulanmakta idi; ancak bazı özel durumlarda, yol üzerinde olan veya<br />
başka bir sebepten dolayı muafiyet verilen ve defterde bu konuda açıklama bulunan<br />
bir kısım köylerde 1/6 ve 1/7 gibi oranlarda alındığı gibi, bazı şahıslar için de istisnai<br />
olarak 1/8 nisbetinde öşür tahsil edildiği görülmektedir 374 .<br />
Her zirai ürün üretiminde olduğu gibi buğday üretimi de, iklim çeşitliliği ve<br />
toprak verimliliğinin çeşitlilik göstermesi gibi nedenlerden dolayı Osmanlı<br />
Anadolusu’nda büyük oranda değişkenlik göstermekte idi. XVI. yüzyılın ilk yarısında<br />
bazı Osmanlı sancak ve kazalarında buğday üretim miktarları şu şekilde idi: Akşehir<br />
Sancağı’nda 15.833.757 kg 375 , Çankırı Sancağı’nda 14.386.146 kg 376 , Çemişgezek<br />
Sancağı’nda 11.581.705 kg 377 , Malatya Kazası’nda 10.798.612 kg 378 , Tarsus<br />
Sancağı’nda 10.479.700 kg 379 , Manavgat Kazası’nda 9.313.680 kg 380 , Zamantu<br />
Kazası’nda 8.815.069 kg 381 Harput Sancağı’nda 8.318.448 kg 382 , Adıyaman<br />
Sancağı’nda 7.793.356 kg 383 , Trabzon Sancağı’nda 7.434.210 kg 384 , Adana<br />
Sancağı’nda 6.454.700 kg 385 , Musul Eyaleti’nde 6.067.725 kg 386 Ordu Kazası’nda<br />
5.929.743 kg 387 , Simontornya Sancağı’nda 5.467.600 kg 388 , Lâzıkıyye (Denizli)<br />
Kazası’nda 5.276.516 kg 389 , Sinop Kazası’nda 4.360.262 kg 390 , Kefe Sancağı’nda<br />
373 Şevket Pamuk, Osmanlı-Türkiye Đktisadi Tarihi (1500-1914), s.38.<br />
374 M. Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, s.154.<br />
375 Volkan Ertürk, Aynı tez, s.301.<br />
376 Ahmet Kankal, Aynı eser, s.122.<br />
377 M. Ali Ünal, Çemişgezek Sancağı, s. 102.<br />
378 Göknur Göğebakan, Aynı eser, s. 335.<br />
379 Ali Sinan Bilgili, Osmanlı Döneminde Tarsus Sancağı ve Tarsus Türkmenleri, Ankara, 2001, s.<br />
417-419.<br />
380 Behset Karaca, XV. ve XVI. Yüzyıllarda Manavgat Kazası, Isparta 2009, s.133.<br />
381 Đbrahim Solak, XVI. Yüzyılda Zamantu Kazası’nın Sosyal ve Đktisadi Yapısı, Konya, 2007, s.51.<br />
382 M. Ali Ünal, XVI. Yüzyılda Harput Sancağı, Ankara, 1989.<br />
383 Mehmet Taştemir, XVI. Yüzyılda Adıyaman (Behisni, Hısn-ı Mansur, Gerger, Kâhta) Sosyal ve<br />
Đktisadi Tarihi, Ankara, 1997, s. 140 - 141.<br />
384 M. Hanefi Bostan, XV-XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve Đktisadi Hayat, Ankara, 2002,<br />
s. 495.<br />
385 Yılmaz Kurt, 1572 Tarihli Mufassal Tahrir Defterine Göre Adana’nın Sosyal-Ekonomik Tarihi<br />
Üzerine Bir Araştırma, Ankara, 1990, s.195.<br />
386 Ahmet Gündüz, Osmanlı Đdaresinde Musul, Elazığ, 2003, s. 261.<br />
387 Bahaeddin Yediyıldız, Ordu Kazası Sosyal Tarihi (1455-1613), Ankara, 1985, s. 120.<br />
388 Geza David, 16. Yüzyılda Simontornya Sancağı, (çev. Hilmi Ortaç), Đstanbul, 1999, s. 132.<br />
389 Turan Gökçe, Aynı eser, s. 356.<br />
390 M. Ali Ünal, Osmanlı Devrinde Sinop, s.170.
82<br />
3.267.353 kg 391 , Adilcevaz Sancağı’nda 2.305.281 kg 392 , Kiğı Sancağı’nda 2.117.037<br />
kg 393 , Ergani Sancağı’nda 1.521.440 kg 394 , Van Sancağı’nda 757.299 kg 395 , Atak<br />
Sancağı’nda 646.118 kg 396 , Honaz Kazası’nda 612.255 kg 397 , Ayaş Kazası’nda ise<br />
463.578 kg 398 değerinde üretim gerçekleştirilmiştir. Bu sancak/kazalara ait sayısal<br />
verileri grafik üzerinde gösterecek olursak:<br />
Grafik II: 16. Yüzyılda Bazı Osmanlı Sancak / Kazalarındaki Buğday<br />
Üretiminin Genel Dağılımı<br />
18.000.000<br />
16.000.000<br />
14.000.000<br />
12.000.000<br />
10.000.000<br />
8.000.000<br />
6.000.000<br />
4.000.000<br />
2.000.000<br />
0<br />
Buğday(kg)<br />
Akşehir<br />
Çankırı<br />
Çemişgezek<br />
Malatya<br />
Tarsus<br />
Manavgat<br />
Zamantu<br />
Harput<br />
Manisa<br />
Adıyaman<br />
Trabzon<br />
Adana<br />
Musul<br />
Ordu<br />
Simontornya<br />
Lazıkıyye<br />
Sinop<br />
Uşak<br />
Kefe<br />
Adilcevaz<br />
Kiğı<br />
Ergani<br />
Van<br />
Atak<br />
Honaz<br />
Ayaş<br />
Grafikten de anlaşılacağı üzere, XVI. yüzyılda, mezkur sancaklar içerisinde<br />
buğday üretiminin en yoğun olduğu sancaklardan, 15.833.757 kg’lık üretim hacmi ile<br />
Akşehir Sancağı ilk sırada yer alırken, 14.836.146 kg’lık üretim payı ile de Çankırı<br />
Sancağı ikinci sırada yer almakta, 463.578 kg’lık üretim hacmine sahip Ayaş Kazası<br />
ise buğday üretiminin en az yapıldığı sancaklar arasında bulunmaktadır. Grafiği<br />
391 Yücel Öztürk, Osmanlı Hâkimiyetinde Kefe (1475-1600), Ankara, 2000, s. 373-387.<br />
392 Orhan Kılıç, XVI. Yüzyılda Adilcevaz ve Ahlat (1534-1605), Ankara, 1999, s. 197 -201.<br />
393 Behset Karaca, “1518 (H. 924) Tarihli Tahrir Defterine Göre Kiğı Sancağı”, Prof. Dr. Bayram<br />
Kodaman’a Armağan, Samsun, 1993, s. 137-169.<br />
394 Mehmet Salih Erpolat, 16. Yüzyılda Ergani Sancağı, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Selçuk<br />
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, 1993, s.60.<br />
395 Orhan Kılıç, XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Van (1548-1648), Van, 1997, s.275-276.<br />
396 Alpay Bizbirlik, “16. Yüzyılın Ortalarında Atak Sancağı ve Sancak Beyleri Üzerine Notlar”, TĐD,<br />
Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Đzmir, 1999, s. 125.<br />
397 M. Ali Ünal, “XVI. Yüzyılda Honaz Kazası”, Uluslar arası Denizli ve Çevresi Tarih ve Kültür<br />
Sempozyumu Bildirileri, Denizli, 2007, s.107.<br />
398 Deniz Karaman, Aynı eser, s.453.
83<br />
detaylı bir şekilde irdeleyecek olursak, Osmanlı Devleti’nin Orta ve Güney Anadolu<br />
topraklarının buğday üretimi bakımından diğer bölgelere oranla büyük önem arz<br />
ettiği söylenebilir.<br />
2- Arpa<br />
Buğdaydan sonra Anadolu’da en fazla üretilen hububat ise arpa’dır. Bilhassa<br />
atların ve davarların beslenmesinde hayvan yemi olarak kullanıldığı gibi buğday<br />
kadar makbul olmasa bile arpa, halkın temel gıda maddesi olarak yufka, keşkek, vs.<br />
yapımında da kullanılmaktadır 399 . Buğdaya nazaran arpanın yiyecek maddelerinde<br />
kullanımı az tercih edilmektedir. Ancak kıtlık zamanlarında arpa ekmeğine rağbet<br />
artmakta olduğundan önemli bir ikame maddesi olarak kullanılmaktadır. Arpa<br />
üretimi de çeşitli sebeplerden ötürü Osmanlı Đmparatorluk coğrafyasında üretim<br />
hacmi bakımından ülkenin her tarafında bir düzenlilik göstermemekte idi. Arpa<br />
üretiminin az olduğu yerlerde umumiyetle arpaya göre daha çok değer arz eden<br />
ürünlerin ekildiği tahmin edilmektedir. 16. yüzyılın ilk yarısında bazı Osmanlı<br />
sancak/kazalarındaki arpa üretim miktarları şu şekilde idi: Adıyaman Sancağı’nda<br />
16.978.793 kg 400 , Çankırı Sancağı’nda 14.306.196 kg 401 , Adana Sancağı’nda 10.524.<br />
271 kg 402 , Harput Sancağı’nda 7.983.705 kg 403 , Malatya Kazası’nda 7.884.287 kg 404 ,<br />
Manisa Kazası’nda 6.592.600 kg 405 , Musul Eyaleti’nde 5.828.027 kg 406 , Zamantu<br />
Kazası’nda 5.656.103 kg 407 , Tarsus Sancağı’nda 5.613.475 kg 408 , Lazıkıyye<br />
Kazası’nda 5.476.451 kg 409 , Kefe Sancağı’nda 5.357.400 kg 410 , Akşehir Sancağı’nda<br />
4.911.774 kg 411 , Manavgat Kazası’nda 4.559.180 kg 412 , Trabzon Sancağı’nda<br />
399 M. Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, s.154.<br />
400 Mehmet Taştemir, Aynı eser, s. 140-200.<br />
401 Ahmet Kankal, Aynı eser, s.122.<br />
402 Yılmaz Kurt, Aynı eser, s.197.<br />
403 M. Ali Ünal, Harput Sancağı, s. 101.<br />
404 Göknur Göğebakan, Aynı eser, s.335.<br />
405 Feridun Emecen, Aynı eser, s.242.<br />
406 Ahmet Gündüz, Aynı eser, s.261.<br />
407 Đbrahim Solak, XVI. Yüzyılda Zamantu Kazası, s. 51.<br />
408 Ali Sinan Bilgili, Aynı eser, s.417-419.<br />
409 Turan Gökçe, Aynı eser, s.356.<br />
410 Yücel Öztürk, Aynı eser, s. 373-387.<br />
411 Volkan Ertürk, Aynı tez, s.301.<br />
412 Behset Karaca, Manavgat Kazası, s.134.
84<br />
4.170.487 kg 413 , Sinop Kazası’nda 3.127.466 kg 414 , Uşak Kazası’nda 2.386.213 kg 415 ,<br />
Çemişgezek Sancağı’nda 1.710.463 kg 416 , Adilcevaz Sancağı’nda 1.163.000 kg 417 ,<br />
Ergani Sancağı’nda 1.086.491 kg 418 , Honaz Kazası’nda 539.597 kg 419 , Van<br />
Sancağı’nda 353.642 kg 420 , Ayaş Kazası’nda 307.358 kg 421 , Atak Sancağı’nda<br />
294.127 kg 422 , Ordu Kazası’nda 223.008 kg 423 , Kiğı Sancağı’nda 177.073 kg 424 arpa<br />
istihsali yapılmıştır. Arpa üretim miktarlarını grafik üzerinde gösterecek olursak:<br />
Grafik III: 16. Yüzyılda Bazı Osmanlı Sancak/Kazalarındaki Arpa<br />
Üretim Miktarlarının Umumi Dağılımı<br />
18.000.000<br />
16.000.000<br />
14.000.000<br />
12.000.000<br />
10.000.000<br />
8.000.000<br />
6.000.000<br />
4.000.000<br />
2.000.000<br />
0<br />
Arpa(kg)<br />
Adıyaman<br />
Çankırı<br />
Adana<br />
Harput<br />
Malatya<br />
Manisa<br />
Musul<br />
Zamantu<br />
Tarsus<br />
Lazıkıyye<br />
Kefe<br />
Akşehir<br />
Manavgat<br />
Trabzon<br />
Sinop<br />
Uşak<br />
Çemişgezek<br />
Adilcevaz<br />
Ergani<br />
Honaz<br />
Van<br />
Ayaş<br />
Atak<br />
Ordu<br />
Kiğı<br />
16. yüzyılın ilk yarısında Adıyaman arpa üretimi açısından diğer Osmanlı<br />
sancak/kazaları içerisinde ilk sırada yer almaktadır. Arpanın büyük bir umumiyetle<br />
hayvancılık sektöründe kullanılması dolayısıyla o dönemde Adıyaman’ın önemli bir<br />
hayvancılık merkezi olduğu anlaşılmaktadır. Çankırı Sancağı, buğday üretiminde<br />
olduğu gibi arpa üretiminde de aynı sırayı korumaktadır, bu sancakta buğday ve arpa<br />
413 M. Hanefi Bostan, Aynı eser, s.495.<br />
414 M. Ali Ünal, Osmanlı Devrinde Sinop, s.171.<br />
415 Mehtap Özdeğer, Aynı eser, s.300.<br />
416 M. Ali Ünal, Çemişgezek Sancağı, s.104.<br />
417 Orhan Kılıç, Adilcevaz ve Ahlat, s. 197-201.<br />
418 M. Salih Erpolat, Aynı tez, s. 60<br />
419 M. Ali Ünal, “XVI. Yüzyılda Honaz Kazası”, s.107.<br />
420 Orhan Kılıç, XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Van, s.275-276.<br />
421 Deniz Karaman, Aynı eser, s.453.<br />
422 Alpay Bizbirlik, Aynı makale, s.125.<br />
423 Bahaeddin Yediyıldız, Aynı eser, s.132.<br />
424 Behset Karaca, “Kiğı Sancağı”, s.147.
85<br />
üretim miktarlarının hemen hemen aynı rakamlarda seyretmesi buranın önemli bir<br />
tahıl merkezi olduğunu açıkça göstermektedir. Arpa istihsalinin diğer bölgelere göre<br />
en az miktarda gerçekleştiği sancak ise Kiğı Sancağıdır. Bunun nedenleri olarak bu<br />
bölgenin arpa tarımı açısından olumsuz iklim koşullarına sahip olması ve nüfus<br />
yoğunluğunun az olması gösterilebilir.<br />
3- Yulaf<br />
Buğdaygiller familyasından olan yulaf 50-150 cm boyunda bir yıllık otsu tahıl<br />
bitkisidir. Taneleri kırma ya da ezme halinde hayvan yemi olarak kullanıldığı gibi<br />
kendisinden saman olarak da istifade edilen yulaf 425 , az da olsa insanların besin<br />
ihtiyacını da karşılamakta idi. Özellikle buğdayın pahalı olduğu dönemlerde onun<br />
yerine ikame olarak kullanılmıştır. Üretimi, diğer tahıl bitkilerine oranla daha az<br />
yapılan yulaf, Osmanlı Đmparatorluğu’nda ancak birkaç sancak/kazada üretimi kayda<br />
değer miktarlarda idi.<br />
Yulaf, Uşak kazasında 1520 yılında 20.624 kile (529.129 kg) 426 , aynı yıllarda<br />
Lazıkıyye (Denizli) kazasında 32 kile (821.088 kg) 427 , 1531’de Manisa’da 6384<br />
kile 428 (478.800 kg) üretilmiştir.<br />
425 AnaBritannica, “Yulaf”, Đstanbul, 2004, c. XXII, s.485.<br />
426 Mehtap Özdeğer, Aynı eser, s.301.<br />
427 Turan Gökçe, Aynı eser, s. 356.<br />
428 Feridun Emecen, Aynı eser, s.242. Manisa kilesinin hacmi, Đstanbul kilesinden oldukça farklı idi. 1<br />
Manisa kilesi 3 Đstanbul kilesine eşit olduğu bilinmekte olup 1 Đstanbul kilesi yaklaşık 25 kg<br />
olduğundan 1 Manisa kilesi yaklaşık olarak 75 kg’a tekâbül etmekte idi.
86<br />
Grafik IV: 16. Yüzyılın Đlk Yarısında Bazı Osmanlı Sancak/Kaza<br />
Bazında Yulaf Üretiminin Kg Cinsinden Oranları<br />
Uşak;<br />
529.129<br />
kg<br />
Manisa;<br />
6.384<br />
Lazıkıyye;<br />
821.088<br />
Uşak<br />
Lazıkıyye<br />
Manisa<br />
Grafikten de anlaşılacağı üzere fazla ticari değeri olmadığından dolayı genel<br />
üretimi az olan yulaf bitkisinin en fazla yetiştirildiği merkez Lazıkıyye (Denizli)<br />
Kazası olurken en az miktarda üretimin yapıldığı kaza ise Manisa Kazasıdır. Bu<br />
cümleden olmak üzere yulaf üretimini diğer tahıl ürünlerinin üretimiyle kıyaslayacak<br />
olursak bu ürünün fazla tercih edilen bir bitki olmadığı söylenebilir.<br />
4- Çeltik<br />
Buğdaygiller familyasından olan çeltik bitkisi, buğday ve mısır gibi besleyici<br />
değeri yüksek tahıllar arasında yer alır. Bitkinin salkımlarında birbiri üzerine binmiş<br />
bir görüntü arz eden iki kavuzla örtülü taneleri bulunur ve buna çeltik adı verilir.<br />
Çeltik taneleri uzun veya yuvarlak, beyaz ve sarımtırak bir renge sahiptir. Suda<br />
yetiştirilen tek tahıl bitkisi olup gelişmesini su içinde tamamlar 429 . Çeltik yani pirinç,<br />
bileşiğinde şeker oranının yüksek olmasından dolayı uzun süre insanı tok tutması<br />
hasebiyle halk tarafından oldukça tercih edilen bir tahıl ürünüdür. Özellikle saray ve<br />
büyük imaretlerde pirinç tüketimi başta yer alıyordu. Bu imaretlerde hergün pirinç<br />
çorbası çıkıyor, ayrıca bayram geceleri, Ramazan geceleri ve Cuma geceleri pilav<br />
pişirilip dağıtılıyor, bunun yanı sıra imarete gelen misafirlere verilen yiyeceklerin<br />
429 Feridun Emecen, “Çeltik”, s.265. Çeltik tarımı ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Halil Sürek, Çeltik<br />
Tarımı, Đstanbul, 2002, s.72-149.
87<br />
başında da pilav geliyordu 430 . Nitekim bu hususiyetler dolayısıyla çeltik üretimine<br />
devlet tarafından büyük önem verilmekte idi.<br />
Pirinç, fazla su ve çok emek isteyen bir zirai mahsuldür. Yazları sıcak olan<br />
pek çok yerde yetiştirilebilmekle beraber ekim alanlarının devamlı surette su altında<br />
bulundurulması ve bu suyun zaman zaman akıtılıp değiştirilmesi mecburiyetinin söz<br />
konusu olmasından dolayı pirinç ziraati, daha ziyade vadi tabanlarının elverişli<br />
kısımlarında yapılabilmekte idi 431 . Çeltik ziraat sahalarını, pınarlar ve nehir sularının<br />
yönlendirildiği kanallar (nehr-i çeltik) vasıtasıyla kifayet edecek kadar suyun<br />
sağlandığı tarlalar ve hatta, yağmur, sel sularının biriktiği araziler teşkil etmekte<br />
idi 432 . Genellikle büyük haslara (padişah, şehzade, hanedan mensupları, yüksek devlet<br />
görevlileri) ait yerlerde veya vakf-ı mülk topraklarda geniş ölçüde ekimi yapılır ve<br />
buralar mukataa yoluyla kiraya verilerek veya ortakçılık statüsü ile işletilirdi. Her<br />
mukataanın başında bir çeltik emini yer alır, özel vergi muafiyeti sağlanmış olup<br />
ziraatle uğraşan “çeltikçü reaya”, kanalları temizleyen ve arıtan “çeltük kürekçileri”,<br />
onun idaresi altında bulunurlardı. Çeltikçilik, babadan oğula intikal eden daimi bir<br />
statüydü ve bunların başında bir çeltikçi reisi vardı 433 .<br />
Çeltik reisi, çeltik ekilme mevsimi gelmeden önce çeltik ekim alanlarını gezer<br />
ve o sene oraya çeltik ekileceğini bildirerek “sahib-i arz”ın oraya bir şey ekmesini<br />
önlerdi. Çeltik ekim mevsimi geldiğinde nehrin reisi çeltikçilerini hazır edip, tam<br />
vaktinde tohumunu ekerdi. Gerekli olan tohumu, bu işle görevli “emin” devlet adına<br />
vermekte idi. Tohum ekilip gerekli hizmet yapılarak çeltik tam olarak<br />
olgunlaştığında 434<br />
“emin” olanlar kadı marifetiyle oraya varıp, miri tarafından<br />
verilmiş olan tohumu geri almaktadır. Arta kalanından “emin”,<br />
devlet hissesini<br />
çıkarıp, devlet adına bu hisseye el koymaktadır. Devlet böylece tohumunu ve<br />
hissesini aldıktan sonra arta kalandan o yerin sahibi olan sipahi için “öşür”<br />
430 Feridun Emecen, “Çeltik”, s.266.<br />
431 Turan Gökçe, Aynı eser, s.367.<br />
432 Feridun Emecen, XVI. Asırda Manisa Kazası, s.248.<br />
433 Feridun Emecen, Aynı makale, s.265.<br />
434 Çeltik bitkisi ve salkım, tam sararmaya ve salkımlar sarkmaya başlayınca ürünün olgunlaştığı<br />
anlaşılırdı. Salih Şahin, “Tosya-Osmancık ve Kargı Đlçelerinde Çeltik Ziraati”, GÜEFD, Ankara, 2002,<br />
c.XXII, sa.3, s.28.
88<br />
alınmaktadır. Öşürden sonra kalan miktar ise çeltik işçileri olan kürekçilere<br />
paylaştırılmakta idi 435 . Ayrıca çeltik tarımı ile uğraşanlar, istenilenden fazla ürün<br />
üretmiş ise, ürettiği çeltiğin yarısını devlete vermek durumunda idi 436 .<br />
Çeltik ziraati, çoğu yerde süreklilik göstermiyordu. Batı Anadolu bölgesinde<br />
su yetersizliği yüzünden on veya on beş yıl gibi uzun aralıklarla ekilen yerler bile<br />
mevcuttu. Bu bölgede bazen yağmur veya sel sularının biriktiği arazilerde de çeltik<br />
ziraati yapılıyordu 437 . Đmparatorluk geneline bakıldığında Sakarya nehri ve bunun<br />
kollarının suladığı alanlar daha doğrusu Beypazarı, Đnegöl, Osmaneli ve Bursa çevresi<br />
çeltik üretiminin yoğunlaştığı yerlerdi. Aynı şekilde Bursa’da Kestel ve Kaplıca<br />
tepeleri çeltik ekim alanları olarak büyük önem taşımakta idi. Saruhan’da ise çeltik<br />
ekimi, Saruhanoğulları zamanına kadar geri gitmekte olup Osmanlılar döneminde bu<br />
bölgenin sulak yerlerinde önemli ölçüde çeltik tarımı yapıldığı bilinmektedir 438 .<br />
Bilecik ve çevresi de çeltik üretiminin yapıldığı yerler arasında bulunmaktadır 439 .<br />
Anadolu Eyaleti’nde ayrıca Menteşe’nin Dalaman çayı dolayları, Teke<br />
Sancağı’nda Elmalı yöresi önemli çeltik üretim merkezleri olarak görülmekte idi.<br />
Kanuni dönemi başlarında Elmalı’da 22 çeltik nehrinin bulunduğu bilinmektedir.<br />
Diğer taraftan Hamit Sancağı da çeltik ekimi hususunda adı sayılır yerlerden idi. Öyle<br />
ki, bu sancak içerisinde yer alan Ağlasun’a bağlı Çeltükçü köyü önemli bir yer<br />
tutmakta idi. Çeltükçü köyünde 100 müdlük tohumu kaldıracak kadar geniş bir alanda<br />
çeltik üretimi yapılıyordu 440 . Malatya kazasında Tohma-Fırat bağlantısı olan civarda<br />
ve Derme suyu boyunca 441 , Çankırı Sancağı’nda ise sadece Kargı nahiyesinde,<br />
Kızılırmak ve Devrez çayı boylarında 442 , Đzmir kazasında da Torbalı ve Gümüldür<br />
435 Yılmaz Kurt, Aynı eser, s.200.<br />
436 Mehmet Taştemir, Aynı eser, s.144.<br />
437 Feridun Emecen, “Çeltik”, s.265.<br />
438 Zeki Arıkan, “XV-XVI. Yüzyıllarda Anadolu’da Çeltik Üretimi”, V. Milletlerarası Türkiye Sosyal<br />
ve Đktisat Tarihi Kongresi’nde Sunulan Tebliğler, Ankara, 1990, s.479.<br />
439 Ahmet Güneş, “Bilecik ve Çevresinde 16. Yüzyılda Sosyal ve Ekonomik Durum”, OTAM, Ankara,<br />
1999, sa. 10, s.104.<br />
440 Zeki Arıkan, “XV- XVI. Yüzyıllarda Anadolu’da Çeltik Üretimi” s. 481.<br />
441 Göknur Göğebakan, Aynı eser, s.342.<br />
442 Ahmet Kankal, Çankırı Sancağı, s.122.
89<br />
havalilerinde 443 , Karadeniz Bölgesinde Giresun kırsalının Pazarsuyu, Baltama,<br />
Yağlıdere ve Harşit suyu gibi ırmak vadilerindeki sulanabilir düzlüklerde 444 , Tarsus<br />
Sancağı’nda ise Kızıl Arg, Đki Su Arası, Baş Oluk, Haydar Bük, Tirmir ve Eşiklice<br />
gibi merkezlerde 445 , Ergani Sancağı’nda Devegeçidi, Hamis çevrelerinde 446 çeltik<br />
ziraati yapılmaktaydı.<br />
Çeltik üretim hasılları kimi bölgelerde akçe üzerinden kimi bölgelerde ise kg<br />
cinsinden değerlendirilmesi, üretimin sancak ve kazalardaki mukayesesini<br />
zorlaştırmaktadır. Đmparatorluk genelinde çeltik üretimi yapılan bölgelerin üretim<br />
miktarlarını değerlendirirsek, 1487 ‘de Sinop Kazası’nda 2.832.525 kg 447 , Maraş<br />
Kazasında 1526 yılında 229,882 akçelik 448 , Ayaş kazasında 1521 yılında 5994<br />
akçelik 449 , 1528 yılında Đzmir kazasında 88595 kg 450 , Malatya kazasında 1530<br />
yılında 37600 akçelik 451 , XV. yüzyılın ikinci yarısında Trabzon sancağında ise 13000<br />
akçelik 452 , XV. yüzyılın ikinci yarısında Teke sancağında 3449 denklik 453 , XVI.<br />
Yüzyılda Honaz Kazası’nda 2.061.820 kg 454 Tarsus Sancağı’nda 296.016 kg 455 ,<br />
Musul Eyaleti’nde 28.761 kg 456 çeltik hasılatı gerçekleşmiştir.<br />
Çeltik ürününden alınan öşür miktarı, bu ürünün üretiminin yapıldığı<br />
sancaktan sancağa ya da bölgeden bölgeye değişiklik göstermekte idi. Özellikle bu<br />
ürünün ekiminden hasadına kadar bizzat devletin denetiminde olması ve her sancakta<br />
aynı miktarda hâsıl alınamaması bunda büyük rol oynamıştır.<br />
443 Mübahat Kütükoğlu, Aynı eser, s.148.<br />
444 Mehmet Fatsa, XV ve XVI. Yüzyıllarda Giresun Kırsalı’nın Sosyal ve Đdari Tarihi, Giresun, 2005,<br />
s.38-39.<br />
445 Ali Sinan Bilgili, Aynı eser, s. 425.<br />
446 M. Salih Erpolat, Aynı tez, s. 61.<br />
447 M. Ali Ünal, Osmanlı Devrinde Sinop, s.184.<br />
448 Đbrahim Solak, Maraş Kazası, s. 147.<br />
449 Deniz Karaman, Aynı eser, s.463.<br />
450 Mübahat Kütükoğlu, Aynı eser, s.149.<br />
451 Göknur Göğebakan, Aynı eser, s.344.<br />
452 M. Hanefi Bostan, Aynı eser, s.498.<br />
453 Behset Karaca, Teke Sancağı, s.249; denk, 4.875 gram ağırlığındaki miskalin dörtte birine eşit eski<br />
bir ağırlık birimidir. Bekir Sıtkı Baykal, Tarih Terimleri Sözlüğü, Ankara, 2000, s.41.<br />
454 M. Ali Ünal, “Honaz Kazası”, s.108.<br />
455 Ali Sinan Bilgili, Aynı eser, s. 427.<br />
456 Ahmet Gündüz, Aynı eser, s.263.
90<br />
5- Darı<br />
Darı 457 veya erzen hem yiyecek hem de hayvan yemi olarak tüketilen bir besin<br />
bitkisidir 458 . Ortalama 300 cm kadar boy atan bitkinin boğumlu, dik ve sert bir<br />
gövdesi ve gövde üzerinde almaşık olarak dizilen dalgalı kenarlı uzun yaprakları<br />
olup 459 taneleri hayvan yemi olarak kullanılmakla birlikte haşlanıp, tuzlanıp<br />
yenilerek insanların gıda gereksinimini karşılamakta ve unundan ekmek, çorba,<br />
çörek vs. yapılmaktadır. Buğday ve arpaya göre üretimi biraz daha emek isteyen darı,<br />
Anadolu’nun hemen her bölgesinde yetişebilmekte 460 ancak her üründe olduğu gibi<br />
darının üretim miktarı da sancaktan sancağa ve kazadan kazaya değişkenlik<br />
göstermektedir. Hububat ihtiyacının yeterli düzeyde karşılanamamasına sebep olan<br />
birtakım olaylar sonucunda (kıtlık, fiyat artışı, vb.) buğdayın yerine ikame ürün<br />
olarak kalitesi düşük olan ama birim alandan daha fazla verim alınan darı üretimi<br />
önem kazanmaktaydı. Birim-tohum başına üretim bakımından buğdayın en az üç katı<br />
kadar ürün veren darının bilhassa 16. yüzyılın ikinci yarısında önemli miktarlarda<br />
üretildiği bilinmektedir 461 . 16. yüzyılın ilk yarısında Darı üretimi yapılan kazalar ve<br />
hâsılatları şu şekildedir: Trabzon Sancağı’nda 12. 422. 154 kg 462 , Çemişgezek<br />
Sancağı’nda 3.847.804 kg 463 , Malatya Kazası’nda 3.524.000 kg 464 , Kâhta Kazası’nda<br />
3.381.00 kg 465 , Gerger Kazası’nda 2.096.328 kg 466 , Behisni Kazası’nda 1.686.464<br />
kg 467 , Hısn-ı Mansur Kazası’nda 1.268.836 kg 468 , Teke Sancağı’nda 1.156.500 kg 469 ,<br />
Harput Sancağı’nda 1.132.214 kg 470 , Musul Eyaleti’nde 946.928 kg 471 , Ergani<br />
457 Darı ve mısır, çoğu sancak ve kazalarda aynı tür bitkiler olarak bilinmekle beraber darı, iki türe<br />
ayrılmakta olup ak darı, doğrudan hayvan yemi olarak kullanılmakta, sarı darı da insanlar tarafından<br />
tüketilmektedir.<br />
458 Behset Karaca, Teke Sancağı, s.244.<br />
459 Anabritannica, “Mısır”, c. XVI, Đstanbul, 2004, s.47-48.<br />
460 Mehmet Ali Ünal, Çemişgezek Sancağı, s.104.<br />
461 Mehmet Öz, “XV-XVI. Yüzyıllar Anadolu’sunda Tarım ve Tarım Ürünleri”, Kebikeç, sa.23,<br />
Ankara, 2007, s.122-123.<br />
462 M. Hanefi Bostan, Aynı eser, s.495.<br />
463 M. Ali Ünal, Çemişgezek Sancağı, s.105.<br />
464 Göknur Göğebakan, Aynı eser, s.335.<br />
465 Mehmet Taştemir, Aynı eser, s. 177.<br />
466 Mehmet Taştemir, Aynı eser, s. 200.<br />
467 Mehmet Taştemir, Aynı eser, s.88.<br />
468 Mehmet Taştemir, Aynı eser, s.90.<br />
469 Behset Karaca, Teke Sancağı, s.244.<br />
470 M. Ali Ünal, Harput Sancağı, s.101-102.<br />
471 Ahmet Gündüz, Aynı eser, s.262.
91<br />
Sancağı’nda 334.100 kg 472 , Honaz Kazası’nda 246.913 kg 473 , Tarsus Sancağı’nda<br />
186.450 kg 474 , Uşak Kazası’nda 78.609 kg 475 , Manisa Kazası’nda 25.200 kg 476 , Van<br />
Eyaleti’nde 16.421 kg 477 , Kefe Sancağı’nda 10. 776 kg 478 , Akşehir Sancağı’nda 4.618<br />
kg 479 idi.<br />
Grafik V: 16. Yüzyılın Đlk Yarısında Darı Üretiminin Sancak/Kaza<br />
Bazındaki Umumi Üretim Oranları<br />
14.000.000<br />
12.000.000<br />
10.000.000<br />
8.000.000<br />
6.000.000<br />
4.000.000<br />
2.000.000<br />
0<br />
Darı(kg)<br />
Trabzon<br />
Çemişgezek<br />
Malatya<br />
Kâhta<br />
Gerger<br />
Behisni<br />
Hısn-ı Mansur<br />
Teke<br />
Harput<br />
Musul<br />
Ergani<br />
Honaz<br />
Tarsus<br />
Uşak<br />
Manisa<br />
Van<br />
Kefe<br />
Akşehir<br />
Grafikten de anlaşılacağı üzere 16. yüzyılın ilk yarısında darı üretimini<br />
gerçekleştiren mezkur sancak/kazalar içerisinde Trabzon Sancağı 12.422.154 kg’lık<br />
üretim payı ile ilk sırada yer alırken, Akşehir Sancağı, 4618 kg’lık üretim hacmi ile<br />
son sırada yer almaktadır. Üretim miktarı açısından Çemişgezek Sancağı ile Malatya<br />
ve Kâhta Kazaları; Hısn-ı Mansur Kazası ile Teke ve Harput Sancakları birbirlerine<br />
yakın olan merkezler olarak karşımıza çıkmaktadır. Yukarıda belirtilen sancak ve<br />
472 M. Salih Erpolat, Aynı tez, s.61.<br />
473 M. Ali Ünal, “Honaz Kazası”, s. 107.<br />
474 Ali Sinan Bilgili, Aynı eser, s. 417-419.<br />
475 Mehtap Özdeğer, Aynı eser, s.304.<br />
476 Feridun Emecen, Manisa Kazası, s.242.<br />
477 Orhan Kılıç, XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Van (1548-1648), s. 276.<br />
478 Yücel Öztürk, Aynı eser, s.378-387.<br />
479 Volkan Ertürk, Aynı tez, s.305.
92<br />
kazaların dışında ayrıca Atak Sancağı’nda 480 , Ordu Kazası’nda 481<br />
Eyaleti’nde 482 de darı üretiminin yapıldığı bilinmektedir.<br />
ve Musul<br />
Doğu’da ve Batı’da birçok seferlerin tertip edildiği XVI. yüzyılda devlet,<br />
ordunun ve atların gıda ihtiyaçlarını temin etmek amacıyla şiddetle ihtiyaç duyduğu<br />
buğday ve arpanın üretiminin artması için özel bir iktisadi politika uygulamış<br />
olduğundan darı ekimi yapılan bir çok arazinin, arpa ve buğday üretimine ayrıldığı<br />
tahmin edilmektedir 483 . Bu cümleden olmak üzere genel darı üretim miktarı, buğday<br />
ve arpa üretim miktarlarına nazaran daha az oranda gerçekleşmiştir.<br />
6- Nohut<br />
Önemli yiyecek maddelerinden olan nohut pişirilmek suretiyle hem yemek<br />
hem de kavrulmak suretiyle çerez olarak tüketilen ürünlerdendir 484 . 60 cm’ye kadar<br />
büyüyen, çalımsı görünümlü bir bitki olan nohut 485 yarı kurak ve kurak bölgelere<br />
adapte olmuş, derin köklü bir bitki olduğundan kurağa dayanıklıdır, dolayısıyla iklim<br />
seçiciliği yoktur. Nohuttan umumiyetle 1/10 oranında öşür alınmakta idi 486 . Osmanlı<br />
Anadolu’sunda nohut tarımının yapıldığı bilinen sancak/kazalar ile bunların üretim<br />
miktarları şöyledir: Behisni Kazası’nda 491.712 kg 487 , Gerger Kazası’nda 352.560<br />
kg 488 , Teke Sancağı’nda 167.564 kg 489 , Manisa Kazası’nda 147.750 kg 490 Malatya<br />
Kazası’nda 117.247 kg 491 , Çankırı Sancağı’nda 81.893 kg 492 , Uşak Kazası’nda<br />
60.548 kg 493 , Musul Eyaleti’nde 33.416 kg 494 Lazıkıyye Kazası’nda 7.000 kg 495 ,<br />
480 Alpay Bizbirlik, Aynı makale, s. 125.<br />
481 Bahaeddin Yediyıldız, Aynı eser, s. 132.<br />
482 Ahmet Gündüz, Aynı eser, s. 263.<br />
483 M. Ali Ünal, Osmanlı Devrinde Sinop, s.172.<br />
484 Behset Karaca, Teke Sancağı, s.244.<br />
485 Anabritannica, “Nohut”, c.XVI, Đstanbul, 2004, s.590.<br />
486 Deniz Karaman, Aynı eser, s.454.<br />
487 Mehmet Taştemir, Aynı eser, s.88<br />
488 Mehmet Taştemir, Aynı eser, s.200.<br />
489 Behset Karaca, Teke Sancağı, s.245.<br />
490 Feridun Emecen, Manisa Kazası, s.242.<br />
491 Göknur Göğebakan, Aynı eser, s.335.<br />
492 Ahmet Kankal, Çankırı Sancağı, s.119.<br />
493 Mehtap Özdeğer, Aynı eser, s.306.<br />
494 Ahmet Gündüz, Aynı eser, s.417.419.<br />
495 Turan Gökçe, Aynı eser, s.356.
93<br />
Ayaş Kazası’nda 6.157 kg 496 , Trabzon Sancağı’nda 5.900 kg 497<br />
gerçekleşmiştir.<br />
istihsal<br />
Grafik VI: XVI. Yüzyılın Đlk Yarısında Osmanlı Anadolusu’nda Nohut<br />
Üretimi Yapılan Sancak ve Kazalardaki Üretimin Umumi Dağılımı<br />
500.000<br />
400.000<br />
300.000<br />
200.000<br />
100.000<br />
0<br />
Nohut(kg)<br />
Nohut, Osmanlı topraklarında yetişmeye çok elverişli olmakla beraber<br />
Osmanlı köylüsü kendisi için daha çok önem arz eden buğday ekimine öncelik<br />
verdiği için nohudun umumi üretim miktarı oldukça düşük düzeyde seyretmiştir.<br />
Grafikte görüldüğü üzere nohut üretiminin en kesif olduğu yerlerden ilk sırayı<br />
491.712 kg’lık üretim ile Behisni Kazası alırken, 352.560 kg’lık üretim ile Gerger<br />
Kazası ikinci sırayı, 167.564 kg’lık üretim ile Teke Sancağı da üçüncü sırada yer<br />
almaktadır. Dolayısıyla klasik Osmanlı topraklarında nohudun üretimine tetkik<br />
edebildiğimiz sancaklar dışında genel olarak fazla rastlanamaması, bu ürünün<br />
üretiminin önemli oranda yaygın olmadığını göstermektedir.<br />
496 Deniz Karaman, Aynı eser, s.453.<br />
497 M. Hanefi Bostan, Aynı eser, s.495.
94<br />
7- Mercimek<br />
Baklagiller familyasından ve bir yıllık küçük bir bitki olan mercimeğin sık<br />
dallı, uzunluğu 15-45 cm arasında değişen bitkinin almaşık dizilişli yaprakları vardır.<br />
Yapraklar 15 mm uzunluğunda, ucu dikenli altı yaprakçıktan oluşmaktadır. Haziran<br />
ve Temmuz ayları arasında açan açık mavi renkli çiçekleri yaprakların koltuğunda<br />
ikili ya da dörtlü kümeler oluşturmaktadır. Halk tarafından çorba ve yemek<br />
yapımında kullanılır 498 . Mercimek üretimi Osmanlı topraklarında fazla yaygın<br />
olmamakla beraber istihsalin yapıldığı sancak ve kazalar şu şekilde sıralanabilir: Teke<br />
Sancağı’nda 290.410 kg 499 , Behisni Kazası’nda 205.400 kg 500 , Gerger Kazası’nda<br />
135.824 kg 501 , Harput Sancağı’nda 129.143 kg 502 , Trabzon Sancağı’nda 27.965 kg 503 ,<br />
Uşak Kazası’nda 18.344 kg 504 , Çankırı Sancağı’nda 18.267 kg 505 , Lazıkıyye<br />
Kazası’nda 10.200 kg 506 , Manisa Kazası’nda 8250 kg 507 , Musul Eyaleti’nde 3207<br />
kg 508<br />
idi.<br />
Grafik VII: XVI. Yüzyılın Đlk Yarısında Mercimek Üretiminin<br />
Bazı Osmanlı Sancak ve Kazalarındaki Umumi Dağılımı<br />
300.000<br />
250.000<br />
200.000<br />
150.000<br />
100.000<br />
50.000<br />
0<br />
Mercimek(kg)<br />
498 Anabritannica, “Mercimek”, c.XV, Đstanbul, 2004, s.589.<br />
499 Behset Karaca, Teke Sancağı, s.245.<br />
500 Mehmet Taştemir, Aynı eser, s.140-141.<br />
501 Mehmet Taştemir, Aynı eser, s.200.<br />
502 M. Ali Ünal, Harput Sancağı, s.102.<br />
503 M. Hanefi Bostan, Aynı eser, s.495.<br />
504 Mehtap Özdeğer, Aynı eser, s.306.<br />
505 Ahmet Kankal, Çankırı Sancağı, s.119.<br />
506 Turan Gökçe, Aynı eser, s.356.<br />
507 Feridun Emecen, Manisa Kazası, s.242.<br />
508 Ahmet Gündüz, Aynı eser, s.263.
95<br />
XVI. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı topraklarında mercimek üretimi<br />
bakımından Teke Sancağı ile Behisni Kazası, önemli yere sahiptir. Mercimek<br />
üretiminin az miktarda olduğu sancak/kazalardaki üretimin düşük olmasının nedenleri<br />
olarak, köylünün mercimek yerine farklı bir bakliyat ürününü yetiştirmeyi yeğlemesi,<br />
buralardaki tarımla meşgul nüfusun, üretimin yüksek olduğu diğer sancak ve<br />
kazaların nüfus oranına göre düşük olması tahmin edilebilir. Her ne kadar mercimek<br />
üretimi gerçekleştiren sancak ve kazaların sayısı az bile olsa yine de bu durum<br />
bakliyat yetiştiriciliğindeki çeşitlilik açısından büyük önem taşımaktadır.<br />
Osmanlı’daki mercimek ve nohut istihsalinin sancak ve kazalara dağılımını bir<br />
arada irdeleyecek olursak, bu hususta Teke Sancağı, Behisni ve Gerger kazalarının ön<br />
planda olması bu yörelerin Osmanlı’nın birer bakliyat ambarı niteliğinde olduğunu<br />
göstermektedir.<br />
8- Fasulye<br />
Yüksekliği 1200 metreyi aşmayan ve yaz mevsiminde sulamaya elverişli olan<br />
arazilerde yetiştirilmektedir 509 . Taze olarak pişirilerek tüketildiği gibi tanelerini<br />
kurutarak kış mevsiminde de tüketilen fasulyenin üretimi Osmanlı Anadolu’sunda<br />
pek yaygın olmadığı görülmektedir. XVI. yüzyılın ilk yarısında Lazıkıyye Kazası’nda<br />
24800 kg 510 , 1455 yılında Teke Sancağı’nda 15.420 kg 511 fasulye üretimi<br />
gerçekleştirilmiş olup Kefe Sancağı’na bağlı Balıklağo ve Đnkirman kazalarında da<br />
fasulye istihsalinin yoğun olduğu bilinmektedir. Nitekim Kefe Sancağı’nda 4567<br />
kg 512 fasulye üretimi yapılmıştır. Üretim miktarı kesin olarak tespit edilememiş ise de<br />
Bayburt Sancağı’nda 513 ve Osmanlı Afrikası’ndaki Cezayir’de de yeşil fasulye<br />
üretiminin yapıldığı Đngiliz seyyahlar tarafından gözlemlenmiştir 514 .<br />
509 Đbrahim Atalay, Türkiye Coğrafyası, Đzmir, 1994, s.351.<br />
510 Turan Gökçe, Aynı eser, s.356.<br />
511 Behset Karaca, Teke Sancağı, s. 245.<br />
512 Yücel Öztürk, Aynı eser, s.383-387.<br />
513 Đsmet Miroğlu, XVI. Yüzyılda Bayburt Sancağı, Đstanbul, 1973, s.178.<br />
514 Gerald Maclean, Doğu’ya Yolculuğun Yükselişi-Osmanlı Đmparatorluğu’nun Đngiliz Konukları<br />
(1580-1720), (çev. Dilek Şendil), Đstanbul, 2006, s.40.
96<br />
9- Burçak<br />
Ekimi genellikle ilkbaharda yapılan burçağın 515 dört köşe gövdeli, 20-60 cm<br />
yükseklikte ve çalı görünümündeki bitkinin 2-4 kadar tohum ihtiva eden boğumlu<br />
meyveleri bulunmaktadır 516 . Burçak, taneleri hayvan yemi olarak kullanılan bir yem<br />
bitkisidir. Ayrıca saman gibi kaba yem kaynaklarının değerini arttırmak için de<br />
kullanılır. Taneleri mercimeğe benzemektedir 517 . Burçak üretimi yapılan belli başlı<br />
merkezler ve üretim miktarları şu şekilde idi; Manisa Kazası’nda 544.500 kg 518 ,<br />
Çankırı Sancağı’nda 462.384 kg 519 , Teke Sancağı’nda 385.500 kg 520 , Malatya<br />
Kazası’nda 213.971 kg 521 , Uşak Kazası’nda 57.982 kg 522 , Ayaş Kazası’nda 20.011<br />
kg 523 , Manavgat Kazası’nda 10.280 kg 524 , Tarsus Sancağı’nda 8.875 kg 525 idi.<br />
Grafik VIII: XVI. Yüzyılın Đlk Yarısında Osmanlı Sancak/Kazalarında<br />
Burçak Üretiminin Umumi Dağılımı<br />
600.000<br />
500.000<br />
400.000<br />
300.000<br />
200.000<br />
100.000<br />
0<br />
Burçak(kg)<br />
Burçak üretim miktarı yönünden zengin yöreler arasında Manisa Kazası ilk<br />
sırada yer alırken Çankırı Sancağı ise buğday ve arpa üretiminde olduğu gibi burçak<br />
515 Turan Sağlamtimur-Veyis Tansı-Harun Baytekin, Yem Bitkileri Yetiştirme, Çukurova Üniversitesi<br />
Ziraat Fakültesi, Adana, 1995, s.98.<br />
516 Anabritannica, “Burçak”, c.V, Đstanbul, 2004, s.151.<br />
517 Volkan Ertürk, Aynı tez, s.304.<br />
518 Feridun Emecen, Manisa Kazası, s.242.<br />
519 Ahmet Kankal, Çankırı Sancağı, s.119.<br />
520 Behset Karaca, Teke Sancağı, s.245.<br />
521 Göknur Göğebakan, Aynı eser, s.335.<br />
522 Mehtap Özdeğer, Aynı eser, s. 307.<br />
523 Deniz Karaman, Aynı eser, s. 453.<br />
524 Behset Karaca, Manavgat Kazası, s. 135.<br />
525 Ali Sinan Bilgili, Aynı eser, s. 417-419.
97<br />
istihsalinde de ikinci sırada yer almakta, Teke Sancağı da gerçekleştirdiği üretim<br />
miktarı ile Çankırı Sancağı’ndan hemen sonra gelmektedir. Nitekim umumiyetle<br />
hayvan yemleri arasında ara besin olarak kullanımı görülen burçağın toplam üretim<br />
miktarları dikkate alındığında bu ürünün ekimine fazla önem verilmediği söylenebilir.
98<br />
II. SINAĐ BĐTKĐLERĐ ÜRETĐMĐ<br />
A- Pamuk<br />
Pamuk, en iyi olarak nemli, alüvyonlu, kumlu ve besin bakımından zengin<br />
topraklarda yetişen bir bitkidir 526 . Nisan’da ekilerek Eylül – Ekim aylarında hasat<br />
edilen pamuğun bir kökünden, ekildiği yere veya tohumunun cinsine göre 5 ila 30<br />
civarında koza elde edilebilir 527 . Pamuğun kozasında beş bölme ve altı tohum<br />
bulunur. Tohumların çevreleri pamuk lifleri ile kaplıdır. Meyveler olgunlaştığında<br />
koza çatlar ve lifler dışarı çıkar. Kozalar toplandıktan sonra tohumlarla lifler ayrılır.<br />
Lifleri dokumacılıkta kullanılırken tohumlarından da yağ çıkartılır. Anadolu’nun en<br />
fazla pamuk üretimi yapılan yeri Adana ovasıdır. Ege Bölgesi toprakları, özellikle<br />
Menderes nehirlerinin suladıkları ovalar pamuk yetiştirilmesine uygun topraklardır 528 .<br />
Dokuma bitkileri, başka bir ifadeyle lif ya da tekstil bitkileri arasında en kıymetli ve<br />
yaygın bulunanı olan pamuk, birtakım kazaların tekstil sektöründe ön plana<br />
çıkmasına zemin hazırlamıştır. Öyle ki, Lazıkıyye Kazası, daha 14. yüzyılın<br />
başlarından itibaren önemli dokumacılık merkezi hüviyetine bürünmüştür 529 . Osmanlı<br />
Anadolusu’nun doğu cihetinde ise özellikle Hısn-ı Mansur, Kâhta, Gerger Kazaları<br />
ile Çemişgezek Sancağı, Harput Sancağı; batı tarafında ise Selanik, Bursa, Gelibolu;<br />
güney tarafında ise Halep ve Kıbrıs, pamuk üretiminin yapıldığı diğer önemli<br />
bölgeler idi. Pamuk üretim bölgelerine yakın olan önemli pamuk sanayi merkezleri<br />
ise Batı Anadolu’da Denizli, Tire, Menemen, Manisa, Çine ve Bergama; Orta<br />
Anadolu’da Hamid-eli bölgesi, Karaman (Larende), Konya, Niğde; Kuzeyde ise<br />
Merzifon, Zile, Tokat 530 , Kastamonu, Küre, Tosya 531 ve Samsun ile Bafra 532 idi. Bu<br />
şehir ve kasabalardaki tezgâhlarda işlenen pamuk, iç pazara ve özellikle pamuk<br />
yetişmeyen Kuzey memleketleri ile Avrupa’ya ihraç edilmekte idi 533 .<br />
526 AnaBritannica, “Pamuk”, c. XII, Đstanbul, 1989, s.372.<br />
527 Abdullah Martal, Belgelerle Osmanlı Döneminde Đzmir, Đzmir, 2007, s.30.<br />
528 Mübahat Kütükoğlu, Aynı eser, s.161.<br />
529 Turan Gökçe, Aynı eser, s.374.<br />
530 Tokat şehrinde pamuk üretimi ile ilgili bkz. Ahmet Şimşirgil, “XV-XVI. Asırlarda Tokat Şehrinde<br />
Đktisadi Hayat”, TĐD, Đzmir, 1995, c. X, s. 192.<br />
531 Halil Đnalcık, “Osmanlı Pamuklu Pazarı, Hindistan ve Đngiltere”, Osmanlı Đmparatorluğu Toplum ve<br />
Ekonomi, s. 262.<br />
532 Mehmet Öz, XV-XVI. Yüzyıllarda Canik Sancağı, Ankara, 1999, s. 99.<br />
533 Ali Sinan Bilgili, Aynı eser, s. 431.
99<br />
Pamuklu dokumalar ve pamuk – ipek karışımı kumaşlar, giyim kuşamdan<br />
döşemelik eşyaya varıncaya kadar çok geniş kullanım alanı bulurken 534 pamuklu<br />
sanayi de, üretim ve ticaret boyutları ile birlikte Osmanlı ekonomisinin hububattan<br />
sonra en önemli sektörünü oluşturmakta idi 535 .<br />
16. yüzyılın ilk yarısında pamuk üretiminin en fazla olduğu sancak 797<br />
ton’luk üretim miktarı ile Adana Sancağı idi 536 . Adana yöresinin iklim ve toprak<br />
yapısının pamuk üretimi için oldukça elverişli olması buradaki üretimin diğer<br />
bölgelere oranla daha fazla gerçekleşmesine zemin hazırlamıştır. Adana Sancağı’ndan<br />
sonra üretim miktarının yoğun olduğu kaza ve sancaklar şu şekilde sıralanabilir: Teke<br />
Sancağı’nda 9.702.264 kg 537 , Atak Sancağı’nda 3.189.289 kg 538 , Harput Sancağı’nda<br />
1.615.175 kg 539 , Ergani Sancağı’nda 1.607.217 kg 540 , Malatya Kazası’nda 1.495.555<br />
kg 541 , Lazıkıyye Kazası’nda 545.516 kg 542 , Tarsus Sanacağı’nda 532.972 kg 543 ,<br />
Manisa Kazası’nda 320015 kg 544 , Hısn-ı Mansur Kazası’nda 245.976 kg 545 , Behisni<br />
Kazası’nda 228.456 kg 546 , Musul Eyaleti’nde 213.420 kg 547 , Kâhta Kazası’nda<br />
146.784 kg 548 , Maraş Kazası’nda 93.131 kg 549 , Manavgat Kazası’nda 54.420 kg 550 ,<br />
Çankırı Sancağı’nda 3.812 kg 551 .<br />
534 Zeki Arıkan, “Osmanlı Đmparatorluğunda Đhracı Yasak Mallar (Memnu Meta)”, s. 289-290.<br />
535 Halil Đnalcık, “Osmanlı Pamuklu Pazarı, Hindistan ve Đngiltere”, s. 259.<br />
536 Yılmaz Kurt, Aynı eser, s. 197.<br />
537 Behset Karaca, Teke Sancağı, s.248.<br />
538 Alpay Bizbirlik, Aynı makale, s.125.<br />
539 M. Ali Ünal, Harput Sancağı, s.102.<br />
540 M. Salih Erpolat, Aynı tez, s.62.<br />
541 Göknur Göğebakan, Aynı eser, s.339-340.<br />
542 Turan Gökçe, Aynı eser, s. 373.<br />
543 Ali Sinan Bilgili, Aynı eser, s.432-433.<br />
544 Feridun Emecen, Manisa Kazası, s.254.<br />
545 Mehmet Taştemir, Aynı eser, s.163.<br />
546 Mehmet Taştemir, Aynı eser, s.143.<br />
547 Ahmet Gündüz, Aynı eser, s.264.<br />
548 Mehmet Taştemir, Aynı eser, s.179.<br />
549 Đbrahim Solak, Maraş Kazası, s.150.<br />
550 Behset Karaca, Manavgat Kazası, s.137.<br />
551 Ahmet Kankal, Çankırı Sancağı, s.124-125.
100<br />
Grafik VII: XVI. Yüzyılın Đlk Yarısında Bazı Osmanlı Kaza ve<br />
Sancaklarında Pamuk Üretim Miktarının Umumi Durumu<br />
10000000<br />
8000000<br />
6000000<br />
4000000<br />
2000000<br />
0<br />
Pamuk(kg)<br />
Teke<br />
Atak<br />
Harput<br />
Ergani<br />
Malatya<br />
Lazıkıyye<br />
Tarsus<br />
Manisa<br />
Hısn-ı Mansur<br />
Behisni<br />
Musul<br />
Kâhta<br />
Maraş<br />
Manavgat<br />
Çankırı<br />
Söz konusu sancak/kazalar içerisinde Teke Sancağı, 16. yüzyılın ilk yarısında<br />
pamuk üretim miktarı bakımından Adana Sancağı’ndan sonra ilk sırada yer<br />
almaktadır. Atak Sancağı’nın diğer tarım ürünlerinin üretimine nazaran pamuk<br />
üretimi açısından Teke Sancağı’ndan sonra ikinci sırada yer alması bu sancağın da<br />
önemli bir pamuk üretim merkezi olduğunu göstermektedir. Diğer kaza ve<br />
sancaklardaki pamuk üretim miktarının düşük olma sebebi olarak da buralarda pamuk<br />
haricindeki başka tarla bitkilerinin ekimine önem verilmesi gösterilebilir. Sinop<br />
Kazası’nda XVI. yüzyıla ait pamuk üretim miktarları hakkında kesin bilgiye sahip<br />
olamamamıza rağmen XV. yüzyılın sonlarına doğru 475 kg’lık üretimi hususundaki<br />
malumat 552 , bu kazanın küçük çaplı bir pamuk üretim merkezi olduğu hususunda bizi<br />
aydınlatmaktadır.<br />
B- Susam<br />
Susam, genel olarak Akdeniz ve Batı Anadolu bölgesinde başta yağı olmak<br />
üzere, tahin ve tahin helvası için üretilmekte idi. Susam, nispeten kuraklığa dayanıklı<br />
bir nebat olmakla beraber yetişmesi için bol suya ihtiyaç duyduğundan daha çok<br />
sulak bölgelerde üretilmekte 553 ve çeltik gibi sulandığı zaman verim gücü yüksek olan<br />
zirai mahsul olarak bilinmektedir. Erken olgunlaşan bir bitki olduğu bilinen susam<br />
552 M. Ali Ünal, Osmanlı Devrinde Sinop, s.175.<br />
553 “Çeltük ve susam ki suyla hasıl olur…” Barkan, “Kütahya Livası Kanunu”, Kanunlar, s.28.
101<br />
2,5 – 3 ay içinde kemale ermekte ve sıcak ortamı çok sevmesi dolayısıyla da bu<br />
ortamlarda gelişmesi hızlanmakta ve tohum verimi artmaktadır 554 . Umumiyetle<br />
“simsim” olarak bilinen ve bazı sancaklarda ise “küncü” olarak adlandırılan susamın<br />
istihsâlinden 1/10 nispetinde öşür alınmakta idi. XVI. yüzyılda susam üretiminin en<br />
kesif olduğu sancak, Teke Sancağı olup üretim miktarı 5.304.480 kg’dır 555 . Đkinci<br />
sırayı da 1,033,140 kg üretim miktarı ile Manavgat Kazası almaktadır 556 . XVI.<br />
yüzyılda Osmanlı Anadolu’sundaki diğer sancak/kazalarda susam üretim miktarının<br />
umumi durumu ise şu şekilde idi: Honaz Kazası; Adana Sancağı, Teke Sancağı ve<br />
Manavgat Kazalarından sonra 284268 kg’lık 557 üretim ile dördüncü sırada, Tarsus<br />
Sancağı 178500 kg 558 ile beşinci sırada yer almaktadır. Diğer taraftan Musul<br />
Eyaleti’nde 82831 kg 559 , Maraş Kazası’nda 66969 kg 560 , Manisa Kazası’nda 62625<br />
kg 561 , Behisni Kazası’nda 50048 kg 562 , Lazıkıyye Kazası’nda 43302 kg 563 idi.<br />
Grafik VIII: 16. Yüzyıl Osmanlı Anadolusu’ndaki Kaza/Sancakların<br />
Susam Üretim Miktarının Genel Durumu<br />
300000<br />
250000<br />
200000<br />
150000<br />
100000<br />
Susam(kg)<br />
50000<br />
0<br />
554 Kamil Đlisulu, Yağ Bitkileri ve Islahı, Đstanbul, 1973, s.22.<br />
555 Behset Karaca, Teke Sancağı, s.248.<br />
556 Behset Karaca, Manavgat Kazası, s.135.<br />
557 M. Ali Ünal, “Honaz Kazası”, s.107.<br />
558 Ali Sinan Bilgili, Aynı eser, s.435-436.<br />
559 Ahmet Gündüz, Aynı eser, s. 262.<br />
560 Đbrahim Solak, Maraş Kazası, s.151.<br />
561 Feridun Emecen, Manisa Kazası, s.256.<br />
562 Mehmet Taştemir, Aynı eser, s.144.<br />
563 Turan Gökçe, Aynı eser, s.375.
102<br />
Susam üretim merkezlerinin Akdeniz ve Ege bölgesi dâhilindeki kaza ve<br />
sancaklar olması, susam üretiminde bu bölgelerin önemli bir paya sahip olduğunu<br />
göstermekte olup, susam ve yağından imal edilen ürünlerin de çoğunlukla bu<br />
bölgelerde tüketildiği hakkında bilgi vermektedir.<br />
C- Zeytin<br />
Günümüzde her iki yarım kürenin 30-45. enlemleri arasında yetiştirilen zeytin<br />
Akdeniz ülkelerinde eskiçağlardan beri bilinen ve ziraati yapılan bir üründür. Şartlar<br />
müsaid olduğu takdirde kıyı şeridinde 200 metrelik bir mesafe içinde ve 600-700 m.<br />
yüksekliğe kadar olan yerlerde yetiştirilir. Ağaç dikildikten 7-8 yıl sonra mahsul<br />
vermeye başlarsa da en yüksek verim 10-15. yıllarda elde edilir 564 . Killi, kireçli,<br />
derin, kuru ve su geçiren topraklarda iyi yetişen zeytin, Osmanlı Anadolu’sunda da<br />
denize kıyı olan bölgelerde üretilmekte idi. Zeytin ve zeytinyağı, sofralık ürün olarak<br />
tüketilmekle beraber çoğunlukla sabun imalatında da kullanılmakta idi.<br />
Zeytin ağacından elde edilen zeytin miktarı yerine, bundan elde edilen<br />
zeytinyağının üretim miktarları ile ilgili veriler bazı kazalarda daha belirgindir.<br />
Örneğin; 1515’te Trabzon Sancağı’nda 2,367 batman, yani 142,020 litre 565 zeytinyağı<br />
üretilmekte; Đzmir Kazası’nda da zeytinliklerin yoğun olduğu bilinmekle beraber<br />
zeytin ya da zeytinyağının üretim miktarının litre cinsinden ne kadar olduğuna dair<br />
malumat bulunmamaktadır. Trablusşam eyaleti de zeytin yetiştiriciliğine paralel<br />
olarak zeytinyağı üretiminin yapıldığı önemli bölgeler arasında yer almaktadır 566 .<br />
564 AnaBritannica, “Zeytin”, c. XXII, Đstanbul, 1990, 569-570.<br />
565 M. Hanefi Bostan, Aynı eser, s.506.<br />
566 Enver Çakar, Aynı makale, s. 65.
103<br />
Ç- Dut Yaprağı<br />
Dut yaprağı, ipek böceğinin ana gıda maddesidir. Bilindiği gibi, ipek böcekleri<br />
yabani beyaz dut ağaçlarının yapraklarını yiyerek beslenirler, sonunda “koza” haline<br />
gelirlerdi 567 . Đpek böcekçiliği için yetiştirilen dut ağaçlarının umumiyetle Đzmir ve<br />
Manisa gibi sancaklarda olduğu bilinmekte olup dut yaprağından resm alınmaktaydı.<br />
Osmanlı Anadolu’sunda dut yaprağı yetiştiriciliğinin yapıldığı yerlerde yoğun olarak<br />
ipekböcekçiliği de yapıldığından buralarda ipekli kumaş dokumacılığı önemli faaliyet<br />
kollarından birisini oluşturmaktaydı 568 . Đzmir ve Manisa kazalarının yanı sıra Kefe<br />
Sancağı da önemli bir dud üretim merkezi durumunda olup 16. yüzyılın ilk yarısında<br />
toplam 2444 akçe’lik üretim gerçekleştirilmiştir 569 .<br />
D- Palamud<br />
Dericilikte kullanılan palamud (mazı), özellikle bağlık ve ormanlık<br />
mevkilerde geniş ölçüde üretilmekte idi. Meşe palamudu ağaçlarından silkme ve<br />
sopalama usulleriyle düşürülen palamud, açık ve güneşli havada kurutulur, daha<br />
sonra işlenmeye başlanır, tırnakları ve fındıkları ayıklanıp temizlenir, pelit adı verilen<br />
meyvesi hayvan yemi olarak kullanılır, hatta bazen un haline getirilirdi 570 .<br />
Meşe palamudu ihtiva ettiği yüksek orandaki (%45) tanen dolayısıyla<br />
debagatta da kullanılan bir maddedir. Bunun için, Osmanlılar diğer sanayi ham<br />
maddeleri gibi palamudu da ihracı yasak maddeler arasına almışlardır 571 . Palamud,<br />
umumiyetle Teke Sancağı’nda ve Đzmir Kazası’nda yetiştirilmekte idi.<br />
567 Feridun Emecen, XVI. Asırda Manisa Kazası, s.258. Đpek böceği kozaları, mancınık denilen<br />
tezgâhlarda açılarak tel haline getirilirdi. Mancınık, kozaların yumuşatıldığı bir kazan ile ipek tellerinin<br />
kolayca ayrılmasına ve uzamasına yardım eden makaralar ve tellerin sarıldığı döner çarktan oluşan bir<br />
aletti. Özer Ergenç, XVI. Yüzyılın Sonlarında Bursa, Ankara, 2006, s. 206.<br />
568 Anadolu’da ipekli kumaş dokumacılığı hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. David Gudıashvılı, “XV-<br />
XVII. Yüzyıllarda Türkiye’de Đpekli Kumaş Dokumacılığı”, Osmanlı, c. III, Ankara, 1999, s. 87-95.<br />
569 Yücel Öztürk, Aynı eser, s.393.<br />
570 Feridun Emecen, Aynı eser, s.258.<br />
571 Mübahat Kütükoğlu, Aynı eser, s.164.
104<br />
E- Keten-Kenevir<br />
Keten ve kenevir, yıllık otsu bitkilerden olup mutedil iklimlerde, suları<br />
akıtılmış, kumlu, balçık topraklarda yetişir 572 . Keten; değirmi, içi boş ve kazık gibi<br />
kökü olan bir bitkidir. Mavi renkte çiçek açan bu bitkinin meyvesi olgunlaştığında,<br />
her gözde bir tohum bulunan on gözlü bir kapsül halini alır. Lif ketenleri, bulutlu ve<br />
nemli; yağ ketenleri ise güneşli havayı severler. Ketenin çabuk kuruma ve nem tutma<br />
özelliğinden dolayı ince lifleri, dokuma sanayinde kullanılırken, kaba liflerinden<br />
sicim, halat, çuval yapılırdı 573 . Diğer taraftan keten tohumunun çeşitli ev ilaçlarında<br />
kullanılmasının yanı sıra yemeklerde yağ olarak kullanıldığı da bilinmektedir 574 .<br />
Kendir adıyla da anılan kenevir de nemli ve ılık iklimlerde yetişmekle beraber<br />
soğuğa da oldukça dayanıklıdır. Kendir de lif ve tohum keneviri olarak iki türdür. Lif<br />
kenevirinin yapraklarının hafif sararması hasat mevsiminin geldiğinin işaretidir.<br />
Lifleri çok sağlam olduğundan halat, çuval, çadır ve yelken bezi yapılır. Tohum<br />
kenevirinden çıkartılan yağ ise yumuşak sabun yapımında kullanılır. Bu bitkinin<br />
Osmanlı Devleti sınırları içinde en bol yetiştiği yerlerden biri Canik Sancağı merkez<br />
kazası olan Samsun ve çevresi idi. Bu bölgede XVI. yüzyılda bir kendir eminliği<br />
kurulmuştur 575 . Canik Sancağı haricinde Đzmir Kazası’nda ve Trabzon Sancağı’nda<br />
da keten-kenevir üretiminin yapıldığı bilinmekte olup Đzmir Kazası’nda 1528’de<br />
keten ve kenevirin toplam üretimi 285.100 kg 576 ; Sinop Kazası’nda 1487 ‘de 254.034<br />
kg, Samsun’da 246.704 kg 577 , Trabzon Sancağında 1515’te 4,169,348 kg idi 578 . Diğer<br />
taraftan az miktarda da olsa Teke Sancağı’nda ve Alaiye Sancağına bağlı Manavgat<br />
Kazası’nda da keten üretiminin yapıldığı bilinmektedir 579 . Yine Kayseri Kazası da<br />
572 AnaBritannica, “Keten”, c. XIII, Đstanbul, 1989, s.226 ve “Kenevir”, Aynı eser, c.XIII, s. 178.<br />
573 Mübahat Kütükoğlu, Aynı eser, s.162.<br />
574 Huricihan Đslamoğlu-Đnan, Aynı eser, s.190.<br />
575 Canik Sancağı dahilinde kendir üretimi ve bu üretimin bölge açısından önemi ile alakalı bkz.<br />
Mehmet Öz, Aynı eser, s.96-97.<br />
576 1528’de Đzmir Kazası’nda keten ve kendir mahsulünden toplam 28,510 akçe alınması ve bu<br />
ürünlerden alınan öşürün genellikle 1/10 oranında olması dolayısıyla Đzmir’de toplam üretimin 285,100<br />
kg civarında gerçekleştiğini tahmin edebiliriz. Mübahat Kütükoğlu, Aynı eser, s.163.<br />
577 M. Ali Ünal, Osmanlı Devrinde Sinop, s.176.<br />
578 Hanefi Bostan, Aynı eser, s.511.<br />
579 Behset Karaca, Teke Sancağı, s. 250; aynı müellif, XV. ve XVI. Yüzyıllarda Manavgat Kazası,<br />
Isparta, 2009, s.138.
105<br />
önemli keten–kendir üretim merkezleri arasında yer almaktadır 580 . Her üründen<br />
olduğu gibi keten ve kendirden de öşür alınmakta olup alınan öşür miktarı sancaktan<br />
sancağa değişiklik göstermekte idi.<br />
F- Sumak Yaprağı<br />
Sumak yaprağı palamud gibi debagatte kullanılan maddelerdendir. Yapraklar<br />
kırmızılaşınca toplanıp kurutulur ve sonra toz haline getirilir. Üretim miktarı<br />
hakkında kesin bir bilgi olmamakla beraber umumiyetle Đzmir Kazası’nda, Teke<br />
Sancağı’nda ve Manavgat Kazası’nda sumak üretiminin yapıldığı bilinmektedir.<br />
580 Mehmet Đnbaşı, XVI. Yüzyıl Başlarında Kayseri, Kayseri, 1992, s. 141.
106<br />
III. BAĞCILIK, MEYVE VE SEBZE ÜRETĐMĐ<br />
Osmanlı köylüsü hububat ve sınai ürünlerinin yanı sıra meyve ve sebze<br />
üretimini de gerçekleştirmekteydi. Zira köylü reaya, meyve ve sebze üretimi ile hem<br />
kendi asli ihtiyacını karşılamakta hem de bunları imkanları ölçüsünde pazara sunarak<br />
maddi gelir elde etmekteydi. Devlet, bağ ve bahçe ürünlerinin üretiminden ancak<br />
pazara sunulması durumunda vergi almakta idi. Yani çiftçi-köylü ailesi kendi asli<br />
ihtiyacı için evinin bahçesinde veya tarlasının bir tarafında yaptığı üretim için vergiye<br />
tabi tutulmamaktaydı 581 .<br />
A- Bağcılık<br />
Osmanlı Anadolusu’nda üretimi yapılan meyve türleri içerisinde üzüm<br />
üretiminin yani bağcılığın bir hayli öne çıktığı görülmektedir 582 . Her türlü iklim<br />
şartlarında yetişen asma bitkisinin meyvesi olan üzüm, hububat ekimi açısından<br />
elverişli olmayan dağlık ve kır arazilerde de yetişebilmesi dolayısıyla hem<br />
Anadolu’da hem de Rumeli’de fazla miktarda üretilmekteydi 583 . Üretilen üzümün<br />
büyük bir kısmından kurutularak istifade edildiği gibi 584 yaşından elde edilen şıra da<br />
Müslüman ahali tarafından pekmez, pestil ve sirke yapımında kullanılmaktaydı 585 . Bu<br />
üründen harac-ı kürüm, öşr-i bağ, öşr-i bağat, resm-i bağat, resm-i kürüm, bağ-ı<br />
kürüm, harac-ı bağat başlıkları altında vergi tahsis edilmekte olup alınan verginin<br />
ölçü birimi sancaktan sancağa değişiklik göstermekte idi 586 . Umumiyetle bu üründen<br />
öşür alınmasına rağmen, bazı bölgelerde ise köylüye ağır gelmemesi için, öşür<br />
miktarına binaen tahmini bir bedel olarak harac alınmakta idi 587 .<br />
Kanuni döneminde bağcılıktan alınacak öşürle ilgili olarak; “Bağ dönümüne<br />
bazı vilayette on akçe ve bazı vilayette beş akçe alınır. Ve hadâikdan ve harimlerden<br />
581 Đbrahim Solak, “ Meyve ve Sebze Üretimi”, s.220.<br />
582 Đbrahim Solak, “ Meyve ve Sebze Üretimi”, s.221.<br />
583 M. Ali Ünal, Çemişgezek Sancağı, s.108.<br />
584 Turan Gökçe, Aynı eser, s.378.<br />
585 Halime Doğru, Eskişehir ve Sultanönü Sancağı, Đstanbul, 1992, s.158.<br />
586 Đbrahim Solak, “Meyve ve Sebze Üretimi”, s.221.<br />
587 Örneğin; Teke Sancağı’nda bağdan harac üzere vergi alınmakta idi. Behset Karaca, Teke Sancağı,<br />
s.256.
107<br />
dahi öşürlerine göre kesim alınır. Ammâ bazı yerlerde bağın dönümüne yedişer ve<br />
bazı yerlerde sekizer ve bazı yerlerde onar akçe alınır. Bağdan ve bahçeden öşr-i<br />
hâsıl alınmak kanuna ve şer’a mutabıktır. Amma reayaya tahlis-i öşürde muzâyaka<br />
olup def-i muzâyaka için öşür mikdarına bedel meblağ tahmin olunub harâc itibar<br />
olunmuştur” 588 . Kanunnamede de belirtildiği üzere alınacak verginin miktarının<br />
saptanmasında farklı metodlar izlenmiştir. Bazı sancaklarda tevek başına, bazılarında<br />
dönüm başına, bazılarında ise kıta başına öşür alınmakta idi. Örneğin; Çemişgezek’te<br />
müslümanlardan 100 kök için 5, gayrimüslimlerden 6 akça 589 , Maraş Kazası’nda<br />
1526 yılında her 1000 kök bağdan 50 akçe 590 , 1566’da Harput’ta her 100 tevek için 5<br />
akçe 591 , Van Sancağı’nda her 100 kökten 6 akçe 592 , Behisni Kazası’nda her 100<br />
tevekten iki akçe 593 ; Kâhta ve Gerger kazalarında her 100 tevekten 5 akçe vergi<br />
alınmaktaydı 594 . Teke Sancağı’nda her dönüm için 7 akçe 595 , Akşehir Sancağı’nda<br />
dönüm başına 30 akçe 596 , Tarsus Sancağı’nda her bir kıtadan 25 akçe öşür 597 ,<br />
Adilcevaz Sancağı’nda her 100 kökten 4-6 akçe 598 , Ergani Sancağı’nda her 100<br />
tevekten 1 akçe 599 , Halep mıntıkasında her bin çubuktan 40 akçe 600 vergi alınmakta<br />
idi. Üzüm istihsalinin XVI. yüzyılın ilk çeyreğinde Đçel, Aydın, Muğla ve Malatya;<br />
yüzyılın ortalarına doğru ise Antep, Çemişgezek, Adıyaman ve Bitlis; yüzyılın<br />
sonlarına doğru Malatya ve Harput’ta önemli ölçüde yapıldığı bilinmektedir 601 .<br />
Birtakım sancak ve kazalarda bağcılıkla alakalı harac ya da öşür kaydına<br />
rastlanmaz iken, şıra ile ilgili kayıtların olması ilgili yerlerden devletin ürün<br />
üzerinden değil de üründen imal edilen şıradan vergi aldığını göstermektedir.<br />
Buradaki amaç, üretimin az miktarda gerçekleştiği dönemlerde reayanın mağdur<br />
588 Ahmed Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri II, Đstanbul, 1990, s.57.<br />
589 M. Ali Ünal, Çemişgezek Sancağı, s.108<br />
590 Đbrahim Solak, Maraş Kazası, s.153.<br />
591 M. Ali Ünal, Harput Sancağı, s.123.<br />
592 Orhan Kılıç, XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Van (1548-1648), s.278.<br />
593 M. Taştemir, Aynı eser, s.146.<br />
594 M. Taştemir, Aynı eser, s.182-203.<br />
595 Behset Karaca, “Teke Sancağı”, s.256.<br />
596 Volkan Ertürk, Aynı tez, s.306.<br />
597 Ali Sinan Bilgili, Aynı eser, s. 438.<br />
598 Orhan Kılıç, XVI. Yüzyılda Adilcevaz ve Ahlat (1534-1605), s.102.<br />
599 M. Salih Erpolat, Aynı tez, s.62.<br />
600 Neşet Çağatay, “Osmanlı Đmparatorluğu’nda Reayadan Alınan Vergi ve Resimler” , s.488.<br />
601 Đbrahim Solak, “ Meyve ve Sebze Üretimi”, s.222.
108<br />
olmamasıdır. Bu da Osmanlıların reayanın ödeme gücüne göre vergi koymayı<br />
kendilerine prensip edinmelerinden kaynaklanmaktadır 602 . Üzüm üretiminde dönüm<br />
ve kök başına vergi alındığı gibi şıradan da önemli miktarda vergi alınmakta idi.<br />
Şıradan alınan vergi için men, batman, müd ölçü birimi olarak kullanılmakla<br />
beraber 603 , Sinop gibi bazı kazalarda ise medre, ölçü birimi olarak kullanılmakta<br />
idi 604 .<br />
Osmanlı Devleti’nde gayrimüslim tebaa da üzüm yetiştiriciliği ile meşgul<br />
olmakta idi. Bunlar üzümü genellikle şarap yapımında kullanmaktaydılar. Ancak<br />
hükümetin bu durumu hoş karşılamadığı, bunun yerine taze üzümün kurutulmasını,<br />
reçel, pekmez, sirke yapımında kullanılmasını istediği bilinmektedir 605 .<br />
Tablo II: XV-XVI. Yüzyılda Anadolu’da Bağcılıktan Alınan Öşür Yekünleri 606<br />
Bağcılık<br />
1467-1487 1500-1510 1515-1535 1540-1535 1555-1556<br />
Adıyaman 2040 60705<br />
Aksaray 20836 22515<br />
Ayasuluğ 30389 103976<br />
Beyşehir 40718<br />
Çankırı 31011<br />
Çemişgezek 71721<br />
Denizli 28827<br />
Ergani 13212<br />
Hamit 15713<br />
Harput 17136<br />
Malatya 43638<br />
Manisa 26659<br />
Maraş 30690<br />
Tarsus 1528<br />
Uşak 2556 5923<br />
Bitlis 607 27060<br />
602 Đbrahim Solak, “ Meyve ve Sebze Üretimi”, s.226.<br />
603 Đbrahim Solak, “ Meyve ve Sebze Üretimi”, s.226.<br />
604 M. Ali Ünal, Osmanlı Döneminde Sinop, s.181; medre, 10.256 litrelik bir hacim ölçüsüdür. Walther<br />
Hınz, Aynı eser, s. 54.<br />
605 Feridun Emecen, Aynı eser, s.263.<br />
606 Đbrahim Solak, “Meyve ve Sebze Üretimi”, s.223-224.<br />
607 Ahmet Yılmaz, Aynı tez, s.57.
109<br />
Tablodaki verilerden de anlaşılacağı üzere 16. yüzyılın ilk yarısında<br />
bağcılıktan alınan öşür miktarının en fazla olduğu bölge Ayasuluğ Kazası; en az<br />
olduğu bölge ise Tarsus Sancağı’dır. Nitekim bağcılıktan alınan öşür miktarları<br />
değişiklik gösterse de hemen hemen her Anadolu yöresinde üzüm yetiştiriciliğinin<br />
önemli bir tarımsal faaliyet kolu olduğu söylenebilir. Üzüm yetiştiriciliğinin bu kadar<br />
yaygın olma sebepleri arasında bu ürünün özellikle kırsal çevrelerde tatlandırıcı<br />
olarak kullanılması gösterilebilir 608 .<br />
Tablo III: XV-XVI. Yüzyıllarda Şıradan Alınan Vergi Miktarı 609<br />
(akçe)<br />
1485 1515-1520 1525-1530 1545-1555<br />
Canik 26430 10575<br />
Harput 63125<br />
Çemişgezek 109010<br />
Ergani 5183<br />
Ordu 134<br />
Kiğı 610 22160<br />
Kemah 102240<br />
Erzincan 153710 75030<br />
Malatya 30<br />
Tarsus 4000<br />
Trabzon 297161 307819 397913<br />
Sinop 611 7933<br />
608 Đzzet Sak, “ Osmanlı Sarayı’nın Đki Aylık Meyve ve Çiçek Masrafı”, TAD, c.XXV, Ankara, 2006,<br />
sa.40, s.144.<br />
609 Đbrahim Solak, “Meyve ve Sebze Üretimi”, s.227.<br />
610 Behset Karaca, “Kiğı Sancağı”, s.147.<br />
611 M. Ali Ünal, Osmanlı Devrinde Sinop, s.181.
110<br />
B- Meyve Üretimi<br />
Osmanlı Devleti’nin sahip olduğu geniş coğrafya ve buna bağlı olarak zengin<br />
iklim çeşitliliği, çok çeşitli meyvelerin yetiştirilmesine ortam hazırlamıştır. Aynı<br />
zamanda Osmanlı coğrafyasının önemli bir bölümünün Akdeniz iklimi özelliklerine<br />
sahip olması, meyve türlerinin çeşitliliğinde rol oynayan diğer bir etmen olarak<br />
karşımıza çıkmaktadır.<br />
Üretimi yapılan meyveler içerisinde elma, nar, armut, harnup, kiraz, ceviz,<br />
badem, kestane, incir, zeytin, kavun, karpuz, turunç, portakal, limon, narenciye, dut,<br />
palamut, fındık, kızılcık, zerdali, erik önemli bir yere sahipti. Bu meyveler içerisinde<br />
birçok yerde yetiştirilen ürün ise cevizdir. Özellikle Afyon, Edirne, Adana, Çankırı,<br />
Akşehir, Amasya, Uşak, Adıyaman, Kemah, Erzincan, Tarsus, Manisa, Denizli, Teke,<br />
Zamantu ve Maraş gibi yöreler ceviz üretiminde söz sahibi olan yerler olarak<br />
karşımıza çıkmaktadır. Bu üründen alınan öşür; bazen tek, bazen de diğer meyve<br />
türleri ile birlikte yazıldığından net üretim miktarının ne kadar olduğunun<br />
saptanmasını bir hayli zorlaştırmaktadır. Cevizden sonra Anadolu topraklarında<br />
armut, incir, badem, zeytin ve kavun – karpuz, üretimi yaygın olan diğer meyveler<br />
arasındadır. Meyvelerden alınan vergi türü ve oranı bölgeden bölgeye ya da ürünün<br />
türüne göre değişmekte idi. Bazen bu ürünün mahsulünden öşür alınırken, bazen de<br />
ağaç başına ya da dönüm miktarına göre vergi alınmaktaydı 612 .<br />
Fındık Giresun, Canik ve Trabzon’da; narenciye ve turunçgiller Tarsus<br />
ve Teke sancaklarında; kavun, karpuz daha çok Tarsus ve Adana’da; incir<br />
Kilis’te; harnup Đçel ve Alaiye’de 613 ; karayemiş 614 ve kiraz Trabzon Sancağı’<br />
nda 615 , yoğun üretilmekte olup Sinop elması Sinop’ta 616 , mandalina Menteşe<br />
612 Đbrahim Solak, “Meyve ve Sebze Üretimi”, s.228.<br />
613 Đbrahim Solak, “Meyve ve Sebze Üretimi”, s.229.<br />
614 Anadolu şehirlerinden sadece Trabzon’a mahsus bir meyve olan karayemiş, başka yörelerde<br />
yetiştirilmemekte idi. Veysel Usta, Anabasis’ten Atatürk’e Seyahatnamelerde Trabzon, Trabzon, 1999,<br />
s.44<br />
615 M. Hanefi Bostan, Aynı eser, s.498.<br />
616 Sinop, meyve çeşitliliği yönünden oldukça zengindir. Đncir, üzüm, kestane, ceviz, armud, erik gibi<br />
pek çok meyve yetişmekle birlikte “Sinop Elması” adı verilen bu meyve de sadece mezkur kaza<br />
dâhilinde üretilmektedir. M. Ali Ünal, Osmanlı Devrinde Sinop, s.173.
111<br />
Sancağı’nda 617 , Teke Sancağı’na özgü meyve olan “hisarcık kurusu” da bu sancakta<br />
yetişen meyveler arasında önemli bir paya sahipti 618 .<br />
C- Sebze Üretimi<br />
Sebzeler içerisinde en çok üretimi yapılan ve bir çok yerde karşımıza çıkan<br />
ürün, dönemin kaynaklarında piyaz ve sir olarak belirtilen soğan ve sarımsaktır.<br />
Sebzeler tahrir defterlerine öşr-i piyaz ya da öşr-i sir olarak ayrı ayrı yazıldığı gibi,<br />
öşr-i bostan ve piyaz, öşr-i bostan ve sebze veya öşr-i meyve ve sebze şeklinde genel<br />
başlıklar altında da kaydedildiğinden diğer ürünlerde olduğu gibi bunların da hangi<br />
türlere ait olduğu belli olmamakla beraber miktarlarını saptamak da oldukça<br />
zordur 619 . Diğer yandan bazı sebze türlerini halkın kendi ihtiyacı kadar ekmesi de<br />
bunda önemli bir etkendir 620 . Soğan ve sarımsaktan sonra karşılaşılan sebze türleri<br />
arasında fasulye, havuç, bakla, patates, patlıcan, bamya, kabak, hıyar, ıspanak, marul,<br />
pancar, turp, domates, nane, maydanoz, pırasa, lahana, enginar, hindiba, semizotu ve<br />
yer elması görülmektedir 621 .<br />
Sebzelerin kendi adlarıyla değil de öşr-i meyve ve sebze gibi genel başlıklar<br />
altında kaydedilmiş olması, bu ürünlerin hangi bölgede ve ne kadar üretildiği durumu<br />
hakkında genel yargılara varmamızı oldukça zorlaştırmaktadır. Ancak meyve üretimi<br />
bakımından öne çıkan yerlerde sebze üretiminin de oldukça yoğun olduğu tahmin<br />
edilebilir. Bu cümleden olmak üzere Adana, Trabzon, Çankırı, Malatya, Erzincan ve<br />
Harput sebze üretimi açısından büyük önem arz eden merkezlerdir diyebiliriz.<br />
617 Ekrem Uykucu, Menteşe Sancağı, Đstanbul, 1974, s. 124.<br />
618 Behset Karaca, Teke Sancağı, s.257.<br />
619 Đbrahim Solak, “Meyve ve Sebze Üretimi”, s.230.<br />
620 Ahmet Kankal, Türkmen’in Kaidesi Kastamonu (XV-XVIII. Yüzyıllar Arası Şehir Hayatı), s.229.<br />
621 Đbrahim Solak, “Meyve ve Sebze Üretimi”, s.230.
112<br />
SONUÇ<br />
Osmanlı Devleti, Selçuklu Devleti’nden devraldığı toprak sistemi özelliklerini<br />
kendisine has yöntemlerle geliştirerek oluşturduğu bu sistem çerçevesinde tarım<br />
faaliyetlerini gerçekleştirmiştir. Tarımsal faaliyetlerini gerçekleştirirken de bir<br />
taraftan umumi olarak Ortaçağ toplumlarında görülen uygulamaları devam ettirmiş<br />
diğer taraftan bu uygulamalara kendisine özgü ihtiyaçlarını karşılamak için yeni<br />
metodlar ilave etmeyi ihmal etmemiştir. Tohum ekiminde standart bir ölçü biriminin<br />
kullanılması bunun en güzel örneği olarak gösterilebilir. Her toplum kendi coğrafi<br />
şartlarının gerektirdiği ölçüde ziraat yapabildiğinden Osmanlı köylüsü de o zamanın<br />
iklim-toprak özelliğinin ve tarımsal teknik-metodların imkanları dahilinde<br />
faaliyetlerini gerçekleştirebilmiştir.<br />
Klasik dönem Osmanlı topraklarında, tarımsal faaliyetler ve buna bağlı olarak<br />
yetiştirilen tarım ürünlerinin çeşitliliği, coğrafi şartların ve iklimin ciddi tesiri altında<br />
kalmaktaydı. XVI. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin sahip olduğu coğrafyanın genişliği,<br />
iklim çeşitliliğindeki yelpazenin genişlemesine paralel olarak, tarım ürünlerinde de<br />
çeşitliliğin artmasında etken rol oynamıştır.<br />
Kuru tarım metodunun tatbik edildiği Osmanlı Devleti’nde yetiştirilen tarım<br />
ürünleri içerisinde hem köylü hem de devlet tarafından ekimine önem verilen hububat<br />
çok önemli bir yere sahipti. Özellikle buğday üretiminin hemen hemen tüm kaza ve<br />
sancaklarda gerçekleşmesinde, bu ürünün yetişme şartları dolayısıyla fazla iklim<br />
seçici özelliğinin olmamasının yanı sıra stratejik ve askeri açıdan da büyük bir önem<br />
arz etmesi etken rol oynamıştır. Öyle ki, ordunun uzun seferlere çıkmadan önce<br />
mevcut askerin iaşesini temin etmek gayesiyle çeşitli güzergâhlarda buğday<br />
depolarının yapılması ve bunların içlerinin doldurulması ordunun sefer lojistiği<br />
açısından büyük önem taşımaktaydı. Buğdayın günlük hayatta çok değerli bir besin<br />
maddesi olması ve bu ürünün eksikliğinin olması durumunda sosyal ve ekonomik<br />
hayatta birtakım olumsuz gelişmelerin baş göstermesi devletin, öncelikli olarak<br />
buğday üretimini teşvik etmesine neden olmuştur. Yine hububat ürünlerinden olan ve
113<br />
genellikle hayvanların beslenmesinde kullanılan arpa da, buğday kadar tüketim<br />
alanında tercih edilen bir ürün olmamakla birlikte buğday kıtlığının yaşandığı<br />
dönemlerde arpadan ekmek yapılarak insanlar tarafından tüketildiği bilinen bir<br />
gerçektir. Buğday üretimi açısından XVI. yüzyılın ilk yarısında Akşehir Sancağı ve<br />
Çankırı Sancağı önemli bir paya sahip olmakla beraber arpa üretiminde de Adıyaman<br />
Sancağı’nın ön plana çıktığı görülmektedir. Tımar sistemi çerçevesinde<br />
gerçekleştirilen tarımsal faaliyetlerde sadece buğday ve arpa türünden ürünler<br />
yetiştirilmemekte ayrıca az miktarda da olsa yulaf, darı nohut, çeltik, fasulye gibi,<br />
zirai mahsuller de üretilmekteydi. Yulaf üretiminin Ege yöresinde kesif olarak<br />
yapıldığı, ticari değerinin fazla olmamasına rağmen önemli bir bakliyat ürünü olan<br />
nohut üretiminin ise Adıyaman ve Teke Sancakları’nda yoğun bir şekilde yapılmakta<br />
olduğu görülmüştür. Yine çeltik üretiminin de Klasik dönem Osmanlı topraklarında<br />
oldukça yaygın olduğu görülmektedir. Bu cümleden olmak üzere, Bursa, Saruhan,<br />
Bilecik, Teke Sancağı’na bağlı Elmalı yöresi, Malatya Kazası’nda Tohma-Fırat<br />
havzası, Çankırı Sancağı’na bağlı Kargı nahiyesi, Ergani Sancağı’nda Devegeçidi<br />
havalisi, çeltik ziraatinin kesif olduğu bölgelerdir. Susam istihsali konusunda ise Teke<br />
Sancağı ile Honaz Kazası’nın ön sırada yer aldığı bilinmekle beraber diğer sancak ve<br />
kazalarda da üretimin az da olsa gerçekleştiği tahmin edilmektedir. Sınai bitkileri<br />
grubu içerisinde yer alan pamuk üretiminin, ılıman iklim hususiyetlerine sahip<br />
yörelerde ön planda olduğu görülerek, Adana Sancağı, bu anlamda pamuk üretimi<br />
konusunda ciddi bir paya sahip sancak olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sancaktan<br />
sonra Teke Sancağı, pamuk üretimi bakımından ikinci sırada yer almaktadır. Meyve<br />
ve sebze üretiminin de gerçekleştirildiği Klasik dönem Osmanlı topraklarında meyve<br />
grubunda üzüm üretimi ilk sırayı alırken sebze üretiminde de sarımsak ve soğanın<br />
öne çıktığı görülmektedir.<br />
Osmanlı’daki tarımsal faaliyetler, tımar sisteminin aktif durumda olduğu<br />
dönemlerde sistemli olarak devam etmesine rağmen tımar sisteminin daha doğrusu<br />
toprak teşkilatının bozulmasına paralel olarak da çözülme sürecine girmiştir. Bu<br />
anlamda Osmanlı tarım alanındaki aksaklıkların, XVI. yüzyılın ikinci yarısından<br />
sonra tımar sisteminin bozulma sürecine geçişi ile husule gelmesi, iki sistemin<br />
karşılıklı etkileşimin değerlendirilmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Klasik
114<br />
Osmanlı dönemindeki aktif tarımsal faaliyetlerin daha sonraki dönemlerde devam<br />
etmesini ve gelişmesini engelleyen etmenler içerisinde ayrıca tarımla uğraşan<br />
köylünün toprağın mülkiyetine sahip olmaması, köylünün can ve mal güvenliğinin<br />
yeterince sağlanamaması, çiftçi kesiminin toprak sistemindeki çözülüşle paralel<br />
olarak ve celali isyanlarının beraberinde getirdiği ortamın da etkisiyle yerel güçler ve<br />
vergi tahsildarlarının zulmüne maruz kalması, ulaşım imkanlarının yetersizliği,<br />
sıklıkla karşı karşıya kalınan kuraklıklar, vergi yükünün önemli ölçüde çiftçinin<br />
üzerinde olması, tarımın ticarileşememesi gibi faktörler sayılabilir.<br />
Çalışmamızda, Klasik Osmanlı topraklarındaki toprak-tarım ilişkisi<br />
çerçevesinde ulaşılabilen kaynaklar nispetince Osmanlı tarım hayatının genel<br />
panaromasının çizildiğine inanılmaktadır.
115<br />
KAYNAKÇA<br />
Acun, Fatma, “ Klasik Dönem Osmanlı Eyalet Tarzı Olarak Tımar Sistemi ve<br />
Uygulanması”, Türkler, c. 9, Ankara, 2002, ss. 899-908.<br />
__________, “ Celali Đsyanları (1591-1611) ”, Türkler, c. 9, Ankara, 2002, ss.<br />
695-708.<br />
Afyoncu, Erhan, Sorularla Osmanlı Đmparatorluğu VI, Đstanbul, 2008.<br />
Akdağ, Mustafa, Türkiye’nin Đktisadi ve Đçtimâi Tarihi, II, Đstanbul, 1995.<br />
_____________, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, Đstanbul, 1995.<br />
_____________, “ Celali Fetreti ”, DTCFD, Ankara, 1958, sa. 1-2, ss. 53-107.<br />
Akgündüz, Ahmet, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri I, Đstanbul, 1990.<br />
______________, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri II, Đstanbul, 1990.<br />
Aksöz, Đbrahim, Sulamanın Ekonomik Cephesi, Erzurum, 1964.<br />
Akyılmaz, Gül, “Osmanlı Devleti’nde Reaya Kavramı ve Devlet-Reaya Đlişkileri”<br />
Osmanlı, c. IV, Ankara, 1999, ss. 40-54.<br />
Altundağ, Şinasi, “Osmanlı Đmparatorluğu’nun Vergi Sistemi Hakkında Kısa Bir<br />
Araştırma”, AÜDTCFD, c.5, sa.2, Ankara, 1947, ss.187-197.<br />
Arıkan, Zeki, XV-XVI. Yüzyıllarda Hamit Sancağı, Đzmir, 1988.<br />
__________, “ XV-XVI. Yüzyıllarda Anadolu’da Çeltik Üretimi ”, V. Milletlerarası<br />
Türkiye Sosyal ve Đktisat Tarihi Kongresinde Sunulan Tebliğler, Ankara,<br />
1990, ss. 477-481.<br />
__________, “ Osmanlı Đmparatorluğunda Đhracı Yasak Mallar (Memnu Meta) ”,<br />
Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu’na Armağan, Đstanbul, 1991, ss. 279-306.<br />
Armağan, Latif, “ Osmanlı Devleti’nde Konar-Göçerler”, Osmanlı, c. 4, Ankara,<br />
2002, ss. 142-150.<br />
Aynural, Salih, Đstanbul Değirmenleri ve Fırınları, Đstanbul, 2001.<br />
Bakır, Abdülhalik, Ortaçağ Đslam Dünyasında Itriyat, Gıda, Đlaç Üretimi ve Tağşişi,<br />
Ankara, 2000.
116<br />
Barkan, Ö. Lütfi, “Tımar”, ĐA. XII, ss. 286-333.<br />
_____________, XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı Đmparatorluğu’nda Zirai Ekonominin<br />
Hukuki ve Mali Esasları: Kanunlar I, Đstanbul, 1943.<br />
_____________, “Osmanlı Đmparatorluğu’nda Çiftçi Sınıfların Hukuki Statüsü”, Türkiye’de<br />
Toprak Meselesi, Đstanbul, 1980. ss. 725-788.<br />
_____________, “XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı Đmparatorluğu’nda Toprak Đşçiliğinin<br />
Organizasyon Şekilleri”, Türkiye’de Toprak Meselesi, Đstanbul,<br />
1980. ss.575-724.<br />
_____________, “Feodal Düzen ve Osmanlı Tımarı”, Türkiye’de Toprak Meselesi,<br />
Đstanbul, 1980. ss. 873-895.<br />
Batmaz, Ş. Eftal, “XV-XVI. Yüzyıl Sancak Kanunnamelerine Göre Osmanlı Devleti’<br />
nde Tahıl Üretimi, TAD, Ankara, 2004, c.23, sa.36, ss. 35-41.<br />
Baykara, Tuncer, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyasına Giriş I, Ankara, 1988.<br />
Bayrakçı, Halil, Osmanlı Toprak Sistemi, Đstanbul, 1990.<br />
Beldiceanu - Steinherr, Đrene,“XV. ve XVI. Asırlarda Anadolu’da Ortakçılar”, VIII.<br />
Türk Tarih Kongresi’ne Sunulan Bildiriler, c.II, Ankara,<br />
1981. ss. 1321-1326.<br />
Beldiceanu, Nicoara, XIV-XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nde Tımar, çev. Mehmet<br />
Ali Kılıçbay, Ankara, 1985.<br />
Bilgili, A. Sinan, Osmanlı Döneminde Tarsus Sancağı ve Tarsus Türkmenleri, Ankara,<br />
2001.<br />
Bizbirlik, Alpay, “16. Yüzyılın Ortalarında Atak Sancağı ve Sancak Beyleri Üzerine<br />
Notlar”, TĐD, Đzmir, 1999. ss.109-133.<br />
Bostan, M. Hanefi, XV-XVI. Asırlarda Trabzon Sancağı’nda Sosyal ve Đktisadi Hayat<br />
Ankara, 2002.<br />
Cin, Halil, Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin Bozulması, Đstanbul, 1985.<br />
Çağatay, Neşet, “Osmanlı Đmparatorluğunda Reayadan Alınan Vergi ve Resimler”,<br />
AÜDTCFD, sa.5, Ankara, 1947, ss. 483-511.<br />
_____________, “Osmanlı Đmparatorluğu’nda Reaya’nın Miri Arazide Toprak<br />
Tasarrufu ve Đntikal Tarzları”, IV. Türk Tarih Kongresi’nde Sunulan<br />
Tebliğler, Ankara, 1952, ss.426-433.
117<br />
Çakar, Enver, “ XVII. Yüzyılın Ortalarında Trablusşam Şehrinin Sosyal ve Đktisadi<br />
Durumu ”, TAD, Ankara, 2004, c.XXII, sa.XXXV, ss. 45-69.<br />
David, Geza, 16. Yüzyılda Simontornya Sancağı, çev. Hilmi Ortaç, Đstanbul, 1999.<br />
Demir, Alpaslan, XVI. Yüzyılda Samsun-Ayıntab Hattı Boyunca Yerleşme, Nüfus ve<br />
Ekonomik Yapı,( Basılmamış Doktora Tezi) Ankara Üniversitesi<br />
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2007.<br />
Demirci, Rasih-Ahmet Özçelik, Tarım Tarihi, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi<br />
Yayınları, Ankara, 1990.<br />
Dernek, Zeynep, Tarım Ekonomisi ve Đşletmeciliği, Isparta, 2002.<br />
Dicleli, Vedad, Đktisadi Gelişme Tarihi, Đstanbul, 1966.<br />
Dinler, Zeynel, Tarım Ekonomisi, Bursa, 1996.<br />
Divitçioğlu, Sencer, Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu, Đstanbul, 1967.<br />
Doğru, Halime, Osmanlı Đmparatorluğu’ nda Yaya –Müsellem – Taycı Teşkilatı<br />
(XV.- XVI. Yüzyıllarda Sultanönü Sancağı), Đstanbul, 1990.<br />
____________, Eskişehir ve Sultanönü Sancağı, Đstanbul, 1992.<br />
Ecevit, F. Mustafa, Bahçe Bitkileri, Selçuk Üniversitesi, Ziraat Fakültesi Yayınları,<br />
Konya, 1986.<br />
Emecen, Feridun, XVI. Asırda Manisa Kazası, Ankara, 1989.<br />
_____________, “Çeltik”, TDVĐA, c.8, Đstanbul, 1993, ss.265-266.<br />
Ergenç, Özer, XVI. Yüzyılın Sonlarında Bursa, Ankara, 2006.<br />
Erler, Mehmet, Yavuz, “XIX. Yüzyıldaki Bazı Doğal Afetler ve Osmanlı Yönetimi”,<br />
Türkler, c.13, Ankara, 2002, ss.762-769.<br />
__________________, Osmanlı Devleti’nde Kuraklık ve Kıtlık Olayları (1800-1880),<br />
Đstanbul, 2010.<br />
Eröz, Mehmet, Yörükler, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, Đstanbul, 1991.<br />
Erpolat, M. Salih, 16. Yüzyılda Ergani Sancağı, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi)<br />
Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, 1993.
118<br />
Ertürk, Volkan, XVI. Asırda Akşehir Sancağı,(Basılmamış Doktora Tezi) Gazi Üniversitesi<br />
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2007.<br />
Fatsa, Mehmet, XV. ve XVI. Yüzyıllarda Giresun Kırsalı’nın Sosyal ve Đdari Tarihi,<br />
Giresun, 2005.<br />
Faroqhı, Suraiya, Osmanlı Şehirleri ve Kırsal Hayatı, çev. Sonnur Özcan, Ankara,<br />
2006.<br />
_____________, Osmanlıda Kentler ve Kentliler, çev. Neyyir Kalaycıoğlu, Đstanbul,<br />
2000.<br />
Genç, Mehmet, “Osmanlı Đktisadi Dünya Görüşünün Đlkeleri”, Osmanlı Đmparatorluğu’nda<br />
Devlet ve Ekonomi, Đstanbul, 2007. ss. 43-52.<br />
Goff, Jacques Le, Ortaçağ Batı Uygarlığı, çev. Hanife Güven- Uğur Güven, Đzmir,<br />
1999.<br />
Göğebakan, Göknur, XVI. Yüzyılda Malatya Kazası, Malatya, 2002.<br />
Gökbunar, A. Rıza, “Celali Ayaklanmalarının Maliye Tarihi Açısından Değerlendirilmesi”,<br />
Yönetim ve Ekonomi Dergisi, CBÜĐĐBF, Manisa, 2007,<br />
c.14, sa. 1. ss. 1-24.<br />
________________, “Osmanlı Devleti’nde Yörüklerin Göçerlikten Yerleşik Yaşama<br />
Geçirilmesinde Uygulanan Vergi Politikaları ve Sonuçları”,<br />
Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Manisa, 2003,<br />
c.1, ss. 59-66.<br />
Gökçe, Turan, XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Lâzıkıyye (Denizli) Kazası, Ankara, 2000.<br />
Göyünç, Nejat, “XVI. Yüzyılda Güney-Doğu Anadolu’nun Ekonomik Durumu”,<br />
Türkiye Đktisat Tarihi Semineri (Ed. Osman Okyar- H. Ünal Nalbant-<br />
Oğlu), Ankara, 1975. c.13, ss.71-98.<br />
Gudıashvılı, David, “XV-XVII. Yüzyıllarda Türkiye’de Đpekli Kumaş Dokumacılığı”,<br />
Osmanlı, c.3, Ankara, 1999, s.87-95.<br />
Güçer, Lütfi, XVI-XVII. Asırlarda Osmanlı Đmparatorluğu’nda Hububat Meselesi ve<br />
Hububattan Alınan Vergiler, Đstanbul, 1964.
119<br />
Gül, Abdülkadir, “Osmanlı Devleti’nde Kuraklık ve Kıtlık (Erzurum Vilayeti Örneği:<br />
1892-1893 ve 1906-1908 Yılları)”,Uluslararası Sosyal Araştırmalar<br />
Dergisi, 2009, sa.9, c.2, ss.144-158.<br />
Gümüşçü, Osman, Tarihi Coğrafya, Đstanbul, 2006.<br />
Gündüz, Ahmet, Osmanlı Đdaresinde Musul, Elazığ, 2003.<br />
Güneş, Ahmet, “Bilecik ve Çevresinde 16. Yüzyılda Sosyal ve Ekonomik Durum”,<br />
OTAM, Ankara, 1999, sa.10, ss.87-118.<br />
Güran, Tevfik, 19. Yüzyıl Osmanlı Tarımı, Đstanbul, 1998.<br />
Gürbüz, Adnan, “XV.- XVI. Yüzyıllarda Sivas Şehrinde Đdari ve Ekonomik Yapı”,<br />
Vakıflar Dergisi, c.26, Ankara, 1997, ss.87-96.<br />
Halaçoğlu, Yusuf, XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlı Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı,<br />
Ankara, 2007.<br />
Hinz, Walther, Đslam’da Ölçü Sistemleri, çev. Acar Sevim, Đstanbul, 1990.<br />
Hütteroth, W. Dıeter, “ Osmanlı Đmparatorluğu’nun Tarihi Coğrafyası ”, Türkler,<br />
Ankara, 2002, c.9, ss. 45-53.<br />
Đnalcık, Halil, Osmanlı Đmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), çev. Ruşen Sezer,<br />
Đstanbul, 2006.<br />
__________, “Köy, Köylü ve Đmparatorluk”, Osmanlı Đmparatorluğu Toplum ve<br />
Ekonomi, Đstanbul, 1996, ss.1-14.<br />
__________, Osmanlı Đmparatorluğu’ nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi I (1300-<br />
1600), Đstanbul, 2004.<br />
__________, “Çiftliklerin Doğuşu: Devlet, Toprak Sahipleri ve Kiracılar”, Osmanlı<br />
Toprak Mülkiyeti ve Ticari Tarım, Ed. Çağlar Keyder – Faruk Tabak,<br />
Đstanbul, 1998, ss.17-35.<br />
___________, “Osmanlılar’da Raiyyet Rüsumu”, Osmanlı Đmparatorluğu Toplum ve<br />
Ekonomi, Đstanbul, 1996, ss.31-65.<br />
___________, “Osmanlı Đmparatorluğu’nda Köle Emeği”, Doğu Batı Dergisi Makaleler<br />
II, Ankara, 2008, ss.123-153.<br />
___________, “Osmanlı Para ve Ekonomi Tarihine Toplu Bir Bakış”, Ekonomi,<br />
Doğu Batı Dergisi, Ankara, 2006, sa. 17, ss.9-36.
120<br />
___________, “Osmanlı Đmparatorluğu’nda Pamuklu Pazarı, Hindistan ve Đngiltere”<br />
Osmanlı Đmparatorluğu Toplum ve Ekonomi, Đstanbul, 1996, ss. 259-<br />
317.<br />
Đnalcık, Halil, Donald Quatert, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal<br />
Tarihi II (1600-1914), Đstanbul, 2004.<br />
Đnbaşı, Mehmet, XVI. Yüzyıl Başlarında Kayseri, Kayseri, 1992.<br />
Đslamoğlu, Huri, “16. Yüzyıl Anadolusu’nda Köylüler, Ticarileşme ve Devlet Đktidarının<br />
Meşrulaştırılması”, Osmanlı Toprak Mülkiyeti ve Ticari Tarım,<br />
Ed. Çağlar Keyder-Faruk Tabak,(çev. Zeynep Altok), Đstanbul, 1998,<br />
ss. 59-81.<br />
Đslamoğlu-Đnan, Huricihan, Osmanlı Đmparatorluğu’nda Devlet ve Köylü, çev. Sabri<br />
Tekay, Đstanbul, 1991.<br />
Kadayıfçılar, Süleyman, Ziraatte Kullanılan Canlı Kuvvet Vasıtaları, Ankara<br />
Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları, Ankara, 1963.<br />
Kankal, Ahmet, XVI. Yüzyılda Çankırı Sancağı, Çankırı, 2009.<br />
____________, Türkmen’in Kaidesi Kastamonu (XV - XVIII. Yüzyıllar Arası Şehir<br />
Hayatı, Ankara,2004.<br />
Karaca, Behset, XV. ve XVI. Yüzyıllarda Teke Sancağı, Isparta, 2002.<br />
____________, “1518 (H.924) Tarihli Tahrir Defterine Göre Kiğı Sancağı”,<br />
Doğumunun 50. ve Hizmetinin 10. Yılında Prof. Dr. Bayram<br />
Kodaman’a Armağan, Samsun, 1993, ss.137-169.<br />
____________, XV. ve XVI. Yüzyıllarda Manavgat Kazası, Isparta, 2009.<br />
____________, “Osmanlı Devleti’ nde Konar – Göçer Zümrelerin (Yörükler)<br />
Safevi Devletiyle Đlişkileri”, Arayışlar, sa.14, Isparta, 2005, ss.17-36.<br />
____________, “1522-1532 Tarihlerinde Aydın-ili Yörükleri”, SDÜ Fen Edebiyat<br />
Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, sa.13, Isparta, 2005, ss.103-138.<br />
____________, “1522-1532 Tarihlerinde Menteşe Bölgesi Yörükleri”, Fırat Üniversitesi<br />
Sosyal Bilimler Dergisi, sa.2, c.18, Elazığ, 2008, ss. 403-440.
121<br />
____________, “XV. ve XVI. Asırlarda Teke Sancağı’ndaki Yörüklerin Sosyal ve<br />
Ekonomik Durumu”, 18-19 Aralık 2003 Tarihinde Cumhuriyet’in 80.<br />
Yılı Münasebetiyle Düzenlenen Antalya’nın Son Bin Yılı Sempozyumunda<br />
Sunulan Bildiri, Antalya, 2003, ss.75-95.<br />
Karaman, Deniz, XVI. Yüzyılda Ayaş Kazası, Ankara, 2003.<br />
Kazıcı, Ziya, Osmanlı Vergi Sistemi, Đstanbul, 2005.<br />
Kılıç, Orhan, “Osmanlı Devleti’nde Meydana Gelen Kıtlıklar”, Türkler, c.10, Ankara,<br />
2002, ss.718-730.<br />
__________, XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Van (1548-1648), Van, 1997.<br />
__________, XVI. Yüzyılda Adilcevaz ve Ahlat (1534-1605), Ankara, 1999.<br />
Kılıçbay, Mehmet Ali, Feodalite ve Klasik Dönem Osmanlı Üretim Tarzı, Ankara,<br />
1982.<br />
Kurt, Yılmaz, “Osmanlı Toprak Yönetimi”, Osmanlı, c. III, Ankara, 1999, ss. 59-65.<br />
__________, 1572 Tarihli Mufassal Tahrir Defterine Göre Adana’nın Sosyal-<br />
Ekonomik Tarihi Üzerine Bir Araştırma, Ankara, 1990.<br />
Küçükkalay, A. Mesud, “Osmanlı Toprak Sistemi Miri Rejim”, Osmanlı, cilt. 3,<br />
Ankara, 1999, ss.53-57.<br />
Kütükoğlu, Mübahat, XV ve XVI. Asırlarda Đzmir Kazası’ nın Sosyal ve Đktisadi<br />
Yapısı, Đzmir, 2000.<br />
Lındner, Rudı Paul, Ortaçağ Anadolusu’nda Göçebeler ve Osmanlılar, çev. Müfit<br />
Günay, Ankara, 1990.<br />
Maclean, Gerald, Doğu’ya Yolculuğun Yükselişi-Osmanlı Đmparatorluğu’nun Đngiliz<br />
Konukları (1580-1720), çev. Dilek Şendil, Đstanbul, 2006.<br />
Martal, Abdullah, Belgelerle Osmanlı Döneminde Đzmir, Đzmir, 2007.<br />
Metin, Rafet, XVI. Yüzyılda Orta Anadolu’da Nüfus ve Yerleşme, Gazi Üniversitesi<br />
Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, Ankara, 2007.<br />
Miroğlu, Đsmet, XVI. Yüzyılda Bayburt Sancağı, Đstanbul, 1973.<br />
____________, Kemah Sancağı ve Erzincan Kazası (1520-1566), Ankara, 1990.<br />
Mutaf, Emin, Tarım Alet ve Makinaları, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları,<br />
Đzmir, 1984.
122<br />
Oflaz, Mustafa, “Osmanlı Dirlik Sistemi”, Türkler, c.10, Ankara, 2002, ss. 695-707.<br />
Öz, Mehmet, XV-XVI. Yüzyıllarda Canik Sancağı, Ankara, 1999.<br />
_________, “Osmanlı Klasik Döneminde Tarım”, Osmanlı, c. III, Ankara, 1999,<br />
ss. 66-73.<br />
_________, “XVI. Yüzyılda Anadolu’da Verimlilik Problemi”, XIII. Türk Tarih<br />
Kongresi’nde Sunulan Bildiriler, Ankara, 2002, ss.1643-1651.<br />
_________, “XV-XVI. Yüzyıllar Anadolu’sunda Tarım ve Tarım Ürünleri”, Kebikeç,<br />
sa.23, Ankara, 2007, ss.111-128.<br />
Özbaran, Salih, “XVI. Yüzyılda Osmanlı Đmparatorluğu’nda Đltizam”, V. Milletlerarası<br />
Türkiye Sosyal ve Đktisat Tarihi Kongresi’nde Sunulan Tebliğler,<br />
Ankara, 1990, ss. 453-457.<br />
Özbay, Rahmi Deniz, “Osmanlı Đmparatorluğu’nda Köle Emeği’nin Đstihdâmı ve<br />
Mukâtebe Yöntemi”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler<br />
Enstitüsü Dergisi, sa. 17, 2009/1, ss. 148-163.<br />
Özdeğer, Mehtap, XV-XVI. Yüzyıl Arşiv Kaynaklarına Göre Uşak Kazası’nın Sosyal<br />
ve Ekonomik Tarihi, Đstanbul, 2001.<br />
Özdeğer, Yunus, “XIX. Yüzyıl Sonlarında Meydana Gelen Bir Kuraklık ve Kıtlık<br />
Hadissi Đle Bunun Sosyo-Ekonomik Sonuçları,” Karadeniz Araştırmaları,<br />
sa.19, Güz, 2008, ss. 87-96.<br />
Özgen, F. Başkan, Osmanlı Devleti’nin Diğer Devletlerle Đktisadi Đlişkisi, Ekonomi<br />
ve Toplum Dergisi, sa.32. Mart-Nisan 2000, ss.101-111.<br />
Özkaya, Yücel, 18. Yüzyılda Osmanlı Toplumu, Đstanbul, 2007.<br />
Öztürk, Mustafa, Tarih Felsefesi, Elazığ, 1999.<br />
Öztürk, Yücel, Osmanlı Hakimiyeti’nde Kefe (1475-1600), Ankara, 2000.<br />
Pamuk, Şevket, Osmanlı Ekonomisi ve Kurumları, Đstanbul, 2010.<br />
____________, Osmanlı-Türkiye Đktisadi Tarihi (1500-1914), Đstanbul, 2007.<br />
Panzac, Daniel, Osmanlı Đmparatorluğu’nda Veba (1700-1850), çev. Serap Yılmaz,
123<br />
Đstanbul, 1997.<br />
Refik, Ahmed, Anadolu’da Türk Aşiretleri (966-1200), Đstanbul, 1989.<br />
Sağlamtimur, Turan, Veyis Tansı, Harun Baytekin, Yem Bitkileri Yetiştirme,<br />
Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Adana,1995.<br />
Sak, Đzzet, “Osmanlı Sarayı’nın Đki Aylık Meyve ve Çiçek Masrafı”, TAD, Ankara,<br />
2006, c.25, sa.40, ss. 141-176.<br />
Sarı, Serkan, XV - XVI. Yüzyıllarda Menteşe, Hamid ve Teke Sancağı Yörükleri,<br />
(Basılmamış Doktora Tezi) Süleyman <strong>Demirel</strong> Üniversitesi Sosyal<br />
Bilimler Enstitüsü, Isparta, 2008.<br />
Sevinç, Necdet, Osmanlılar’da Sosyo-Ekonomik Yapı, c. I, Đstanbul, 1978.<br />
Shaw, Stanford, Osmanlı Đmparatorluğu ve Modern Türkiye I, çev.Mehmet Harmancı<br />
Đstanbul, 1994.<br />
Sınger Amy, Kadılar, Kullar, Kudüslü Köylüler, çev. Sema Bulutsuz, Đstanbul, 1996.<br />
Solak, Đbrahim, XVI. Asırda Maraş Kazası (1526-1563), Ankara, 2004.<br />
____________, “Osmanlı Đmparatorluğu Döneminde Meyve ve Sebze Üretimi”,<br />
Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, sa.24, Konya,<br />
2008, ss.217-251.<br />
____________, XVI. Yüzyılda Zamantu Kazası’nın Sosyal ve Đktisadi Yapısı,<br />
Konya, 2007.<br />
Sönmez, M. Tului, Osmanlı’dan Günümüze Toprak Mülkiyeti, Ankara, 1998.<br />
Sudi, Süleyman, Defter-i Muktesid, (Yay. M. Ali Ünal), Isparta, 2008.<br />
Sürek, Halil, Çeltik Tarımı, Đstanbul, 2002.<br />
Şahin, Đlhan, “Göçebeler”, Osmanlı, c.4, Ankara, 1999. ss.132-141.<br />
Şahin Salih, “Tosya- Osmancık ve Kargı Đlçelerinde Çeltik Ziraati”, Gazi Üniversitesi<br />
Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, c.22, sa.3, Ankara, 2002, ss.19-35.<br />
Şener, Abdüllatif, Tanzimat Dönemi Osmanlı Vergi Sistemi, Đstanbul, 1990.<br />
Şimşirgil, Ahmet, “XV-XVI. Asırlarda Tokat Şehrinde Đktisadi Hayat”, TĐD, c. 10,<br />
Đzmir, 1995, ss.187-210.<br />
Tabakoğlu, Ahmet, “Öşür”, TDVĐA, c.34, ss.97-103.
124<br />
_______________, Türkiye Đktisat Tarihi, Đstanbul, 2009.<br />
_______________, “Osmanlı Đçtimai Yapısının Ana Hatları”, Osmanlı, c.4, Ankara,<br />
1999, ss.17-29.<br />
_______________, “Klasik Dönemde Osmanlı Ekonomisi”, Türkler, c.10, Ankara,<br />
2002, ss. 653-689.<br />
_______________, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi, Đstanbul, 1985.<br />
Taştemir, Mehmet, XVI. Yüzyılda Adıyaman (Behisni, Hısn-ı Mansur, Gerger,<br />
Kâhta) Sosyal ve Đktisadi Tarihi, Ankara, 1997.<br />
Usta, Veysel, Anabasis’ten Atatürk’e Seyahatnamelerde Trabzon, Trabzon, 1999.<br />
Uykucu, Ekrem, Menteşe Sancağı, Đstanbul, 1974.<br />
Uzun, Efkan, “Osmanlı Ülkesinde Görülen Đsyan ve Eşkıyalık Olayları Hakkında Bir<br />
Değerlendirme”, TÜBARD, sa.25, Niğde, 2009, ss.185-214.<br />
Ünal, Mehmet Ali, XVI. Yüzyılda Çemişgezek Sancağı, Ankara,1999.<br />
______________, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, Isparta, 2005.<br />
______________, XVI. Yüzyılda Harput Sancağı, Ankara, 1989.<br />
______________, Osmanlı Devrinde Sinop, Isparta, 2008.<br />
______________, “XVI. Yüzyılda Honaz Kazası”, Uluslar arası Denizli ve Çevresi<br />
Tarih ve Kültür Sempozyumu Bildirileri, Denizli, 2007. ss.103-110.<br />
Ürekli, Bayram, “XVII. Yüzyılda Konya’da Bazı Eşya ve Yiyecek Fiyatları”,<br />
Doğumunun 50. ve Hizmetinin 10. Yılında Prof. Dr. Bayram<br />
Kodaman’a Armağan, Samsun, 1993, ss.343-370.<br />
Veinstein, Gilles, “ Karadeniz’in Kuzeyinde Büyük 1560 Kuraklığı : Osmanlı<br />
Yetkililerinin Durumu Algılayışı ve Gösterdikleri Tepkiler ”,<br />
Osmanlı Đmparatorluğu’nda Doğal Afetler, Ed. Elızabeth Zacharıdou,<br />
Đstanbul, 2001, ss. 297-306.<br />
Yediyıldız, Bahaeddin, Ordu Kazası Sosyal Tarihi (1455-1613), Ankara,1985.<br />
Yılmaz, Ahmet, 413 Numaralı Tapu Tahrir Defterine Göre Bitlis Sancağı (1555-<br />
1556), Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış<br />
Yüksek Lisans Tezi, Konya, 2010.
125<br />
ANSĐKLOPEDĐ VE SÖZLÜKLER<br />
Ana Britannica, “Burçak”, V, Đstanbul, 2004, s.151.<br />
____________, “Mercimek”, XV, Đstanbul, 2004, s.589.<br />
____________, “Mısır”, XVI, Đstanbul, 2004, s.47-48.<br />
____________, “Nohut”, XVI, Đstanbul, 2004, s.590.<br />
____________, “Yulaf”, XXII, Đstanbul, 2004, s.485.<br />
____________, “Zeytin”, XXII, Đstanbul, 1990, s.569-570.<br />
Baykal, B. Sıtkı, Tarih Terimleri Sözlüğü, Ankara, 2000.
126<br />
ÖZ GEÇMĐŞ<br />
Kişisel Bilgiler<br />
Adı-Soyadı<br />
: Durmuş Volkan KARABOĞA<br />
Doğum Yeri ve Tarihi : ISPARTA – 08.11.1986<br />
Eğitim Durumu<br />
Lisans Öğrenimi<br />
: Süleyman <strong>Demirel</strong> Üniversitesi Fen- Edebiyat<br />
Fakültesi Tarih Bölümü<br />
Yüksek Lisans Öğrenimi : Süleyman <strong>Demirel</strong> Üniversitesi Sosyal Bilimler<br />
Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı<br />
Doktora Öğrenimi :<br />
Bildiği Yabancı Diller : Đngilizce<br />
Bilimsel Faaliyetler :<br />
Đş Deneyimi<br />
Stajlar :<br />
Projeler :<br />
Çalıştığı Kurumlar : Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi<br />
Tarih Eğitimi Ana Bilim Dalı’nda Araştırma<br />
Görevlisi olarak 22 Şubat 2010 tarihinden itibaren<br />
çalışmaktayım.<br />
Đletişim<br />
E-Posta Adresi : vlkn. krb.32@hotmail.com<br />
Tel. : 0544 972 07 29<br />
Tarih : Aralık - 2010