19.03.2015 Views

Download (9Mb) - Suleyman Demirel University Research Repository

Download (9Mb) - Suleyman Demirel University Research Repository

Download (9Mb) - Suleyman Demirel University Research Repository

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

T.C.<br />

SÜLEYMAN DEMĐREL ÜNĐVERSĐTESĐ<br />

SOSYAL BĐLĐMLER ENSTĐTÜSÜ<br />

TARĐH ANA BĐLĐM DALI<br />

KLASĐK DÖNEMDE OSMANLI DEVLETĐ’NDE TARIM<br />

YÜKSEK LĐSANS TEZĐ<br />

Hazırlayan<br />

Durmuş Volkan KARABOĞA<br />

Tez Danışmanı: Doç. Dr. BEHSET KARACA<br />

ISPARTA - 2010


iii<br />

ÖNSÖZ<br />

Tarım, insanlık tarihi boyunca çeşitli devletler tarafından kendisine büyük<br />

önem verilen iktisadi bir faaliyet kolunu oluşturmaktadır. Đnsanoğlunun yaşamını<br />

idame ettirmesi, onun beslenmesine bağlı olduğundan tarıma ve tarımsal ürünlere<br />

tarihin her döneminde ihtiyaç hissedilmiştir. Öyle ki, Osmanlı Devleti’nin kurulduğu<br />

ve gelişme gösterdiği çağları da dikkate alırsak tarımın, halkın önemli bir geçim<br />

kaynağı olduğu ve devletin, gelirlerinin önemli bir kısmını topraktan dolayısıyla<br />

tarımsal ürünlerden sağladığı görülmektedir.<br />

Osmanlı Devleti’ndeki tarımsal yapı ile alakalı bugüne kadar çeşitli<br />

araştırmalar yapılmış ve yapılmaya da devam etmektedir. Biz çalışmamızda konumuz<br />

ile ilgili ulaşabildiğimiz kaynak ve makalelerden yola çıkarak Osmanlı’daki toprak<br />

sistemi ile tarımsal faaliyetler arasındaki karşılıklı etkileşimin yansımalarını ve bu<br />

yansımaların devlet ve köylü – üretici reaya üzerindeki tesirlerini genel olarak<br />

değerlendirmeye çalıştık. Ayrıca ulaşabildiğimiz kaza ve sancak çalışmalarından<br />

istifade ederek üretimi yapılan ürünlerin genel durumlarına yönelik değerlendirmeler<br />

yapmaya gayret ettik.<br />

Çalışmamızda yardımlarını esirgemeyen saygıdeğer hocam Prof. Dr. Fahrettin<br />

TIZLAK’a, Prof. Dr. Ahmet KANKAL’a teşekkür ederim. Tez danışmanım olan ve<br />

çalışmamızın her aşamasında yerinde tespit ve tenkidleri ile bana yol gösteren, beni<br />

her konuda destekleyen saygıdeğer hocam Doç. Dr. Behset KARACA’ ya sonsuz<br />

şükranlarımı sunarım. Yine çalışmamızda katkılarını gördüğüm değerli hocalarım<br />

Yrd. Doç. Dr. Serkan SARI’ya, Yrd. Doç. Dr. M. Salih ERPOLAT’a, Öğr. Gör.<br />

Mehmet Ali YAŞAR’a ve diğer hocalarıma teşekkürü bir borç bilirim.<br />

Durmuş Volkan KARABOĞA<br />

Isparta 2010


iv<br />

ÖZET<br />

KLASĐK DÖNEMDE OSMANLI DEVLETĐ’NDE TARIM<br />

Durmuş Volkan KARABOĞA<br />

Süleyman <strong>Demirel</strong> Üniversitesi, Tarih Bölümü<br />

Yüksek Lisans Tezi, 140 sayfa, Aralık, 2010<br />

Danışman: Doç. Dr. Behset KARACA<br />

Đnsanoğlu, ilk yaratıldığı günden itibaren beslenme ihtiyacını karşılayabilmek<br />

için öncelikle avcılık, toplayıcılık gibi faaliyetlere yönelmiş ve daha sonra bu gibi<br />

faaliyetlerin hayatın idame ettirilme sürecinde yeterli olamayacağını düşünerek<br />

tarımla meşgul olmaya başlamıştır. Daha sonra zirai faaliyetlerini belirli bir<br />

sistematiğe yerleştirerek bu alanda uzmanlaşma sürecine girmiştir.<br />

Günümüzün sanayileşen toplumlarında bile zirai faaliyetlere azımsanmayacak<br />

derecede önem verilmesi, aslında tarımın tüm dönemler boyunca önemini<br />

kaybetmediğini açıkça göstermektedir. Hiçbir devlet sanayileşmesini tamamladıktan<br />

sonra dahi tarımla uğraşmaktan vazgeçmemiş, aksine ileri teknolojik araçları<br />

kullanarak tarımdan mümkün olan en yüksek derecede verim almayı amaçlamıştır.<br />

Nitekim bugün dahi tarımın önemi göz ardı edilemeyecek kadar büyük iken 15. ve<br />

16. yüzyıllarda gücünden ve ihtişamından tartışılmaz surette söz ettiren Osmanlı<br />

Devleti’nde de bu iktisadi faaliyet kolunun adeta bir devlet politikası haline gelmesi<br />

büyük bir anlam ifade etmektedir. Nitekim Osmanlı Devleti’nin kurulduğu yıldan<br />

itibaren tarımsal faaliyetlerin gerçekleştirileceği toprağın mülkiyet hakkını bizzat<br />

kendi uhdesinde bulundurması, zirai faaliyetlerin devlet gözetiminde yapılması<br />

sürecinin bir başlangıcı olmuştur. Yine devletin, toprağı işleme hususunda köylüye<br />

birtakım mükellefiyetler yüklemesi de toprak hukukuna dayalı bir anlayışı kabul<br />

ettiğini açıkça göstermektedir. Öyle ki; 16. yüzyılda Osmanlı Devleti’ndeki nüfusun<br />

% 90’a yakın bir bölümünün kırsal alanda meskûn olması, devletin toprak hukukuna<br />

dayalı bir felsefeyi uygulamada haklı olduğunu göstermektedir.


v<br />

Osmanlı Devleti, köylünün tarım faaliyetlerinde yetiştirdikleri ürünler için üst<br />

limit koymamış, sadece ileride herhangi bir yiyecek sıkıntısı yaşanmaması için ve<br />

nakit para politikasının gelişmediği bir dönemde devletin mali dengesinin<br />

bozulmaması amacıyla yetiştirilen ürüne alt limit miktarı belirlenmiş ve köylünün bu<br />

standart üzerindeki üretimine asla müdahale edilmemiştir. Böylece devletin<br />

toprağında ırsi bir kiracı olarak çalışan köylü, devletin kendisinden istediği miktarı<br />

devlete ödeyerek, geri kalan bölümünü istediği gibi değerlendirebilme salahiyetine<br />

sahip olmuştur.<br />

Osmanlı Devleti’nin klasik döneminde (1300-1600), disiplinli bir tarım<br />

politikası uygulanarak hem devletin hem de reayanın üretim kaynaklı bir gelir<br />

kaybına uğraması asla istenmemiştir. Bu aslında devletin tarım politikasındaki temel<br />

prensip olmuştur. Yine toprakların, verimlilik durumuna göre çeşitli türlere ayrılması,<br />

her yörenin toprak verimlilik durumu farklı olduğundan bu yörelere ait bir standart<br />

tohum ölçü biriminin belirlenmesi, toprağın sulama, tohumlama, gübreleme ve nadas<br />

faaliyetlerinin birtakım kurallara bağlanması, buğday üretimine birincil derecede<br />

öncelik verilmesi gibi hususiyetler, klasik dönem Osmanlı Devleti’nin tarım temelli<br />

bir politikaya önem verdiğini gösteren uygulamalardır.<br />

Anahtar Kelimeler: Tarım, Osmanlı, Toprak, Köylü….


vi<br />

ABSTRACT<br />

AGRICULTURE IN THE AGE OF CLASSIC OTTOMAN<br />

Durmuş Volkan KARABOĞA<br />

<strong>Suleyman</strong> <strong>Demirel</strong> <strong>University</strong>, Department of History<br />

Master of Degree, 140 pages, December, 2010<br />

Supervisor: Assoc. Prof. Behset KARACA<br />

Mankind, in order to meet nutritional requirements from the initial creation of<br />

the first hunting and gathering activities, as directed, and later his of life, such<br />

activities may not be sufficient to maintain the process of becoming engaged in<br />

agricultural activities in mind. Then began to specialize in agricultural activities in<br />

this area by placing a certain systematic.<br />

Today, industrialized societies, even the substantial degree of emphasis on<br />

agricultural activities, in fact, clearly show that has not lost the importance of<br />

agriculture on the basis all process. Non state given up dealing with industrialization<br />

of agriculture, even after completing the contrary, using advanced technological tools<br />

in this field managed to exploit the highest degree of possible. Đndeed, even today<br />

while it’s will not to undervalue enough to importance of agriculture, in the same vay<br />

as shall not be discussed to the power of the grandeur of the Ottoman Empire in the<br />

fifteenth and sixteenth centuries, became this branch of economic activity virtually a<br />

state of policy has great sense of expression. Đndeed, since the inception of the<br />

Ottoman Empire the right of ownership of agricultural land in agricultural activities<br />

take place in person keep in its possesion be under the supervision of the state of the<br />

process was the beginning of agricultural activities. Furthermore clearly shows that as<br />

state’s have load to obligations to peasant, it’s based on the law of the land. Đn fact, in<br />

the sixteenth century, a ninety percent of the population approximately in the<br />

Ottoman Empire to be a part of the rural built-up area of the state, clearly show that<br />

it’s practice is justified philosophy based on land of law.


vii<br />

The Ottoman Empire did not put on upper limit for he products grown by<br />

peasant farming activities, not only in the future to avoid any shortage of food both<br />

also cash at a time when the monetary policy of the state developed in order to avoid<br />

deterioration of the financial balance of the amount raised the lower limit to the<br />

product were determined and the peasant on the production of this standard is not<br />

never intervene. Thus, the state peasants working the land as a tenant is<br />

hereditary, the state government to pay him any amount any remaining portion had<br />

the authority to evaluate.<br />

Đn the classical period of Ottoman Empire (1300-1600) by applying diciplined<br />

agricultural policy both the state’s and peasant’s never suffering a loss of income are<br />

not required with origin of production. Indeed, separation of various types according<br />

to the state land productivity, because of land productivity of the region the situation<br />

is different, and each of these regions is a standard unit of measurement to determine<br />

the seed, soil, irrigation, seeding, fertilization, and some rules about the activities of<br />

fallow, wheat production in the classical period of Ottoman Empire primary traits,<br />

such as giving priority to clear indication of the important policy of the agriculturebased.<br />

Key Words: Agriculture, Ottoman, Land, Peasant…


viii<br />

ĐÇĐNDEKĐLER<br />

ÖNSÖZ…………………………..…………………………………………………………………………………iii<br />

ÖZET…………………………..…………………………………………………………………………………...iv<br />

ABSTRACT………………………………...………………………………………………………………………vi<br />

ĐÇĐNDEKĐLER…………………..……………………...………………………………………………….…….viii<br />

KISALTMALAR………………..…………………………………...…………………………………….……...xii<br />

KONU VE KAYNAKLAR……..………………………………………………...……………………….……..xiii<br />

I. KONU……………………….….………………………………………………………………………….……xiii<br />

II. KAYNAKLAR…………….….………………………………………………………………………...……..xiv<br />

GĐRĐŞ…...……………..……………..…………………………………………………………….………………..1<br />

I. OSMANLI’DA TOPRAK SĐSTEMĐ…………………………………………………….……………… ..3<br />

A- Miri Arazi………………………………...…………………………………………….………………...4<br />

B- Mülk Arazi………………………………………………………………………………………………..6<br />

C- Vakıf Arazi………………………………………………………………………………………………..7<br />

I. BÖLÜM<br />

KLASĐK DÖNEM OSMANLI’DA TIMAR TEŞKĐLATI VE TARIMSAL<br />

FAALĐYETLERĐN GERÇEKLEŞTĐRĐLDĐĞĐ KIR YERLEŞĐM MERKEZLERĐ<br />

I. OSMANLIDA TIMAR TEŞKĐLATI VE TARIMIN BU SĐSTEMDEKĐ YERĐ………………..………8<br />

A- Tımarın Tanımı, Đntikali ve Ekonomik Đşleyişi…………………………………………..........................8<br />

B- Tımarlı Sipahilerin Reaya Đle Münasebetleri ve Sistemin Feodal Sistem Đle Mukayesesi…………....…12<br />

II.TARIMSAL FAALĐYETLERĐN GERÇEKLEŞTĐĞĐ KIR-YERLEŞĐM MERKEZLERĐ………….17<br />

A- Köyler……………………………………………………………………………………………..…….17<br />

B- Mezraalar…………………………………………………………………………………………….….19<br />

II. BÖLÜM<br />

ÇĐFT-HANE SĐSTEMĐ VE ÜRETĐCĐ UNSURLAR<br />

I. ÇĐFT-HANE SĐSTEMĐ VE ÇĐFT RESMĐ…………………………………………………….……..…..22<br />

II. ÇĐFTLĐK TÜRLERĐ………………………………………………………………………………..……29<br />

A- Reaya Çiftliği……….……………………………………………………………………….……..……29<br />

B- Hassa Çiftliği…………………………………………….………………………….……………..……30


ix<br />

C- Askeri Unsurlara Verilen Çiftlikler…………………...…………...………………….……………..……30<br />

1- Yaya ve Müsellem Çiftlikleri……………………………….…………….…………………………..31<br />

III. ÜRETĐCĐ UNSURLAR…………………………………………………….………….………………..32<br />

A- Ortakçı Kullar……………………………………………………………………...……………..…...32<br />

1- Reaya Toprakları ve Hassa Çiftlikleri Üzerinde Çalışan Ortakçı Kullar……………….………….....34<br />

2- Padişah Hasları Üzerinde Çalışan Ortakçı Kullar…………………………………….…………..…..35<br />

B- Köylü Reaya…………………………………………………………………………………………...35<br />

1- Köylü Reayanın Hukuki Statüsü ve Ödemekle Yükümlü Olduğu Vergiler…………….……………36<br />

a. Sabit Miktarlı Toprak Vergileri……………………………………………………….……………37<br />

b. Sabit Oranlı Ürün Vergileri………………………………………………………………………...38<br />

c. Sabit Miktarlı Ürün Vergileri……………………………………………………………………....39<br />

d. Sabit Miktarlı Ama Devamlı Olmayan Çeşitli Vergiler…………………….……………………...40<br />

2- Tarım Ürünlerinin Köylü Reaya Tarafından Pazara Sunulması…………….………………………..41<br />

C- Çeltikçi Reaya………………………………………………………………….………………………42<br />

D- Konar-Göçer Teşekküller………………………………………………………….…………………..43<br />

III. BÖLÜM<br />

OSMANLI’DA TARIMA ETKĐ EDEN FAKTÖRLER ĐLE BU FAKTÖRLERĐN<br />

ORTAYA ÇIKARDIĞI SONUÇLAR VE KLASĐK DÖNEM OSMANLI TARIMINDA<br />

UYGULANAN METODLAR<br />

I. TARIMA ETKĐ EDEN FAKTÖRLER…………………………………………………………………..46<br />

A- Coğrafya ve Đklim……………………………………………………………………………………….46<br />

B- Kuraklık………………………………………………………………………………………………....48<br />

C- Konar-Göçerlerin Hayvancılık Faaliyetleri…………………………………………………………..…49<br />

D- Çekirge ve Tarla Faresi Đstilası………………………………………………………………………….51<br />

E- Tımar Sisteminin Bozulması Neticesinde Uygulanan Politikalar ve Mali Buhran…………………..…52<br />

F- Celali Đsyanları………………………………………………………………………………………..…55<br />

II. TARIMA ETKĐ EDEN FAKTÖRLERĐN ORTAYA ÇIKARDIĞI SONUÇLAR.………………..…57<br />

A- Kıtlık ve Ortaya Çıkardığı Neticeler…………………………………………………………………....57<br />

1- Fiyat Artışları………………………………………………………………………………………...59<br />

2- Göçler ve Toplumsal Düzenin Bozulması…………………………………………………………...61<br />

3- Büyük Şehirlerin Đaşe Sorunu……………………………………………………………………….62<br />

III. TARIMDA UYGULANAN METODLAR VE TARIMIN ĐŞLEYĐŞ ŞEKLĐ……………………….63<br />

A- Uygulanan Metodlar………………………………………………………………………...................63<br />

1- Tarım Araçları………………………………………………………………………………………63<br />

2- Gübreleme…………………………………………………………………………………………..64<br />

3- Nadas Sistemi………………………………………………………………………………………65<br />

4- Sulama………………………………………………………………………………………………66<br />

5- Tohumlama…………………………………………………………………………………………68


x<br />

B- Tarımsal Faaliyetlerin Đşleyişi…………………………………………….……………………………69<br />

1- Tarım Đşletmeleri……………………..………………………………………………………………69<br />

a. Büyüklükleri ve Sermaye Donatımları………..………………………………………...................69<br />

2- Üretim Harcamaları…………………………………..………………………………………………70<br />

a. Çeşitli Ürünlerde Üretim Harcamaları……………………………………………….....................70<br />

b. Çiftlik Đşletmelerinde Üretim Harcamaları………………………………………………………..70<br />

3- Zirai Verimlilik Durumu……………………………………………………………………………..71<br />

a. Toprak Birimi Başına Verimlilik…………………………………………………….....................71<br />

b. Tohum Birimi Başına Verimlilik………………………………………………………………….72<br />

4- Hasat Çeşitleri………………………………………………………………………………………..73<br />

5- Tarımsal Faaliyetlerin Hayvancılıkla Olan Münasebeti……………………………………………..74<br />

6- Tarım Ürünlerinin Nakliyatı ve Taşımacılığı………………………………………………………..75<br />

IV. BÖLÜM<br />

ZĐRAĐ ÜRETĐM VE ZĐRAĐ ÜRETĐM MĐKTARLARININ UMUMĐ DAĞILIMLARI<br />

I. HUBUBAT ÜRETĐMĐ……………………………………………………………………………………77<br />

A- Hububatın Biçilmesi ve Harman Edilmesi……………………………………………………………...78<br />

B- Hububat ve Bakliyat Ürünleri…………………………………………………………………………...80<br />

1- Buğday………………………………………………………………………………........................80<br />

2- Arpa…………………………………………………………………………………........................83<br />

3- Yulaf…………………………………………………………………………………………………85<br />

4- Çeltik………………………………………………………………………………………………...86<br />

5- Darı………………………………………………………………………………………………….90<br />

6- Nohut………………………………………………………………………………………………..92<br />

7- Mercimek……………………………………………………………………………........................94<br />

8- Fasulye………………………………………………………………………….…………………...95<br />

9- Burçak………………………………………………………………………………........................96<br />

II. SINAĐ BĐTKĐLERĐ ÜRETĐMĐ………………………………………………………………………….98<br />

A- Pamuk………...…………………………………………………………………………………………98<br />

B- Susam………………...………………………………………………………………………………...100<br />

C- Zeytin……...………………………………………………………………………………………...…102<br />

Ç- Dut Yaprağı…………..………………………………………………………………………………..103<br />

D- Palamud………….……..……………………………………………………………………………...103<br />

E- Keten-Kenevir……………………..……………………………………………………………….…..104<br />

F- Sumak Yaprağı………………………………………………..………………………………………..105


xi<br />

III. BAĞCILIK, MEYVE VE SEBZE ÜRETĐMĐ………...……………………………….……………..106<br />

A- Bağcılık…………………...………...………………………………………………………………….106<br />

B- Meyve Üretimi……………………………………………………………………………………...….110<br />

C- Sebze Üretimi……………………………………………………………………………………….....111<br />

SONUÇ…………………………………………………………………………………………………..…112<br />

KAYNAKÇA..………………………………………………………………………………………..……115<br />

ÖZGEÇMĐŞ……………………………………………………………………………………………..…126


xii<br />

KISALTMALAR<br />

AÜDTCFD:<br />

Bkz, bkz:<br />

c.:<br />

CBÜĐĐBF:<br />

Çev.:<br />

ed.:<br />

GÜEFD:<br />

Đ.A:<br />

md.:<br />

OTAM:<br />

sa.:<br />

s.:<br />

TAD:<br />

TĐD:<br />

TDVĐA:<br />

TÜBARD:<br />

vd.:<br />

Yay. Haz.:<br />

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi<br />

Bakınız<br />

Cilt<br />

Celal Bayar Üniversitesi Đktisadi ve Đdari Bilimler Fakültesi<br />

Çeviren<br />

Editör<br />

Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi<br />

Đslam Ansiklopedisi<br />

Madde<br />

Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi<br />

Sayı<br />

Sayfa<br />

Tarih Araştırmaları Dergisi<br />

Tarih Đncelemeleri Dergisi<br />

Türkiye Diyanet Vakfı Đslam Ansiklopedisi<br />

Türkiye Bilimsel Araştırmalar Dergisi<br />

Ve devamı<br />

Yayına Hazırlayan


xiii<br />

KONU VE KAYNAKLAR<br />

I. KONU<br />

Tarımın iktisadi faaliyet kolu olarak önem kazanması, insanoğlunun yerleşik<br />

hayata geçtiği günden itibaren başlamıştır. Đlkel dönemlerde dahi tarımsal faaliyetler,<br />

o dönemde mevcut olan araç ve tekniklerle devam ettirilmiş, ilerleyen zamana paralel<br />

olarak bölgelerarası iletişimin yaygınlık kazanmasıyla diğer alanlarda olduğu gibi<br />

zirai alanda da uygulanan tekniklerin geliştirilmesi sonucu tarımda ileri metodlar<br />

uygulanmaya başlamıştır. Ancak tarımsal sahada kullanılan alet ve uygulanan<br />

teknikler, Sanayi Đnkılâbı’nın başladığı döneme kadar köklü bir gelişme<br />

göstermemiştir. Buna rağmen tarım, bireyin beslenmesi için birincil önem<br />

taşıdığından tüm çağlar boyunca hiç önemini yitirmemiş ve Orta ve Yeniçağ’lar<br />

boyunca birçok devletin ekonomisini tarım ve tarımdan alınan vergiler oluşturmuştur.<br />

Klasik dönemde (1300-1600), gücünden ve ihtişamından tartışılmaz bir surette<br />

söz ettiren Osmanlı Devleti’nin de iktisadi faaliyetleri, büyük bir çoğunlukla tarım<br />

sektörü üzerinde toplanmıştı. Çünkü nakit para ekonomisinin gelişmediği dönemde<br />

halkın önemli bir bölümünün geliri ve devletin gelirlerinin büyük bir oranı, toprağa<br />

bağlı olarak gerçekleştirilen zirai faaliyetlerden sağlanmaktaydı. Çalışma konumuzda<br />

maliyesi tarım temelli ekonomiye dayanan Osmanlı Devleti’nde tarım için büyük<br />

önem arz eden toprak sisteminin uygulanışı, tımar sisteminin tarımsal faaliyetlerle ve<br />

bu faaliyetleri yürüten köylü reaya ile ilişkisi, zirai faaliyetlere katılan üretici<br />

unsurlar, bu unsurların devlete karşı mükellefiyetleri, tarımsal üretim sürecinde<br />

uygulanan metodlar ve klasik dönemde Osmanlı tarımını etkileyen faktörler ve ortaya<br />

çıkardığı neticeler, üretilen zirai ürünler ve bunların bazı sancak ve kazalara göre<br />

oranları gibi hususlar üzerinde genel değerlendirmelerde bulunmaya çalışılmıştır.


xiv<br />

II. KAYNAKLAR<br />

Son yıllarda Osmanlı Devleti’nin iktisadi ve sosyal tarihine yönelik<br />

araştırmaların hızla arttığı gözlenmektedir. “Klasik Dönem Osmanlı Tarımı” konusu<br />

üzerinde tafsilatlı kaynaklar fazla olmamakla beraber bu alandaki eksikliği<br />

tamamlayan çalışmaların büyük bir çoğunluğu makalelerden oluşmaktadır. Ancak<br />

Osmanlı Devleti’nin genel anlamda zirai ekonomisinin hukuki ve ekonomik boyutları<br />

hakkında geniş bilgi veren Ömer Lütfi Barkan’ın Osmanlı Đmparatorluğu’nda Zirai<br />

Ekonominin Hukuki ve Mali Esasları: Kanunlar I, adlı eseri, Osmanlı’nın toprak ve<br />

tarım sistemi üzerine yazılmış mühim bir eser olması dolayısıyla çalışmamıza ciddi<br />

anlamda ışık tutmuştur. Yine aynı müellifin Türkiye’de Toprak Meselesi adlı eseri de<br />

araştırma konumuz açısından önemli bir kaynak teşkil etmiştir. Ayrıca Osmanlı<br />

Devleti’nin iktisadi ve sosyal alanı ile ilgili olarak Halil Đnalcık’ın Osmanlı<br />

Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi I-II, Mustafa Akdağ’ın Türkiye’nin<br />

Đktisadi ve Đçtimai Tarihi I-II, Halil Cin’in Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin<br />

Bozulması, Ahmet Tabakoğlu’nun Türkiye Đktisat Tarihi, Suraiya Faroqhı’nin<br />

Osmanlı Şehirleri ve Kırsal Hayatı, Tevfik Güran’ın 19. Yüzyıl Osmanlı Tarımı, adlı<br />

eserler araştırmamızda baş ucu kaynaklarımız olmuştur. Çalışmamızda büyük bir<br />

çoğunlukla istifade ettiğimiz sancak ve kaza çalışmaları da bize yol gösteren<br />

kaynaklar arasındadır. Bu cümleden olmak üzere, Behset Karaca’nın XV. ve XVI.<br />

Yüzyıllarda Teke Sancağı, yine aynı müellifin XV. ve XVI. Yüzyıllarda Manavgat<br />

Kazası, Mehmet Öz’ün XVI. Yüzyıl Başlarında Canik Sancağı, Mehmet Ali Ünal’ın<br />

XVI. Yüzyılda Çemişgezek Sancağı, aynı müellifin Osmanlı Devrinde Sinop, Ali<br />

Sinan Bilgili’nin Osmanlı Döneminde Tarsus Sancağı ve Türkmenleri, Ahmet<br />

Kankal’ın XVI. Yüzyılda Çankırı Sancağı gibi eserler, istifade edilen sancak/kaza<br />

çalışmalarından sadece birkaçıdır.<br />

Kaynaklarla ilgili geniş bilgi dipnot ve bibliyografyada verilmiştir.<br />

Çalıştığımız konu ile ilgili olarak Mehmet Öz’ün Osmanlı Klasik Döneminde<br />

Tarım, aynı müellifin XVI. Yüzyılda Anadolu’da Tarımda Verimlilik Problemi, Nejat<br />

Göyünç’ün XVI. Yüzyılda Güney-Doğu Anadolu’nun Ekonomik Durumu, Đbrahim


xv<br />

Solak’ın Osmanlı Đmparatorluğu Döneminde Anadolu’da Meyve ve Sebze Üretimi,<br />

Zeki Arıkan’ın XV-XVI. Yüzyıllarda Anadolu’da Çeltik Üretimi, Ahmet<br />

Tabakoğlu’nun Klasik Dönemde Osmanlı Ekonomisi adlı makaleleri büyük öneme<br />

sahiptir. Araştırmamızda bu kaynak ve makaleler başta olmak üzere konumuzla<br />

doğrudan ilgili ziraat kitaplarından da istifade ederek Osmanlı Devleti’nin Klasik<br />

dönemindeki tarımsal hayatın tüm yönlerinin geniş çaplı olarak ele alınması<br />

amaçlanmıştır.


1<br />

GĐRĐŞ<br />

Sanayi öncesi tüm toplumlarda olduğu gibi Osmanlı Devleti’nin de<br />

ekonomisinin temelini toprak üzerindeki iktisadi faaliyetlerin bütünü olan tarım teşkil<br />

etmekteydi. Topraktan ve dolayısıyla bunun üzerinde gerçekleştirilen tarımsal<br />

faaliyetlerden elde edilen ürünler halkın geçimini sağlamasında başat bir unsur<br />

olduğu gibi devletin ve ordunun iaşesinin sağlanması konusunda da etkin bir rol<br />

oynamaktaydı. Çünkü zirai istihsal, alt kademedeki reayadan üst dereceli devlet<br />

adamlarına kadar herkesin ihtiyaç duyduğu mahsulleri temin eden önemli bir iktisadi<br />

faaliyet kolu idi. Diğer taraftan devletin maliyesine önemli oranda gelir sağlaması<br />

dolayısıyla da büyük bir anlam ifade eden tarımsal faaliyetler, ekonominin temelini<br />

oluşturduğu gibi, devletin kamu gelirleri ve masrafları da yine zirai istihsalden elde<br />

edilen gelirlere dayanmaktaydı 1 .<br />

16. yüzyılda Osmanlı halkının %90’a yakın bir bölümünün kırsal alanda<br />

yaşıyor olması 2 , Osmanlı Devleti’nin ekonomisinin tarıma dayandığının açıkça<br />

göstergesidir. Öyle ki, devlet ihtiyaçlarının karşılanmasında ve devletin bekası için<br />

büyük rol oynayacak olan ordunun iaşesinin sağlanmasında ve onların ücretlerinin<br />

karşılanmasında olduğu gibi diğer devlet görevlilerinin ücretlerinin ödenmesinde,<br />

nakit para ekonomisinin gelişmediği bir dönemde devletin topraktan ve yetiştirilen<br />

tarımsal ürünlerden aldığı vergiler büyük rol oynamıştır. Dolayısıyla zirai alanların<br />

tasarrufu, reayanın geçimini sağlamakla beraber bir vergi toplama ünitesi olarak da<br />

önemli bir misyona sahipti.<br />

Klasik Osmanlı döneminde (1300-1600) tarımsal faaliyetler, köylü ailesi ya da<br />

hanesine dayalı olarak gerçekleştirilmekte ve devlete ait toprakların tasarrufu, köylü<br />

1 Mustafa Öztürk, Tarih Felsefesi, Elazığ, 1999, s.97-98.<br />

2 Şevket Pamuk, Osmanlı-Türkiye Đktisadi Tarihi (1500-1914), Đstanbul, 2007, s.37.


2<br />

hanelerine bazı mükellefiyetler karşılığında bırakılmakta 3 ve Osmanlı tarım<br />

ekonomisi çerçevesinde çiftçilik babadan oğula geçmekteydi. Bu prensiple aslında<br />

devlet, zirai faaliyetleri hiç ara vermeden devam ettirmeyi ve zirai alandan elde ettiği<br />

gelirleri azaltmamayı amaçlamıştır. Maliyesi tarım ekonomisi üzerine kurulan<br />

Osmanlı Devleti, ekonomisini canlı tutmak amacıyla köylü reayanın tarımsal<br />

faaliyetlerini sürekli olarak denetlemiş, çiftçinin tohumu toprağa bırakma sürecinden<br />

ürünü hasat etme zamanına kadar zirai üretim aşamalarını kontrol altına almıştır.<br />

Hatta ziraatin gerçekleştirilmesi için gerekli unsur olan toprak üzerindeki insiyatifi de<br />

kendi tekelinde tutmuştur.<br />

Ziraatte mümkün olan en yüksek düzeyde verim sağlamak Osmanlı<br />

Devleti’nin önemli bir iktisadi ilkesini oluşturmaktaydı. Dolayısıyla mümkün olan en<br />

yüksek seviyede üretimin gerçekleştirileceği düşünülen işletme tipi ise, orta<br />

büyüklükteki aile işletmesi idi. Toprağın verim durumuna göre 60 ile 150 dönüm<br />

arasında bir arazi tahsis edilen aile işletmelerinin muhafaza altına alınması, devletin<br />

ilk hedefi olarak karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla devlet, zirai toprakların mülkiyet<br />

hakkını direkt olarak köylü reayaya bırakmayarak, kendi uhdesinde bulundurmak<br />

suretiyle zirai sahayı ve üretimi güven altına almakta, çiftçilerin zirai üretimi<br />

azaltmasına neden olacak tarzda, topraklarını işlemeden ellerinde tutmalarına,<br />

köylerini ve tarlalarını terk etmelerine kesinlikle izin vermemekte, aksi takdirde<br />

tarımsal üretimden birinci derecede sorumlu tutulan çiftçiyi ağır yaptırımlara tabi<br />

tutmaktaydı 4 . Nitekim Osmanlı Devleti, zirai alanda uyguladığı bu düsturlar<br />

sayesindedir ki, 17. yüzyılın ilk yarısına kadar güçlü bir tarım devleti olarak kalmayı<br />

başarmış, zirai faaliyetlerin sağlıklı işleyişi Osmanlı Devleti’nin askeri kurumlarının<br />

da güçlü olmasını sağlamış ve tüm bu hususiyetler dolayısıyla, 15. ve 16. yüzyıllarda<br />

Osmanlı Devleti, dönemin en güçlü devleti olarak damgasını vurmuştur.<br />

Klasik dönem Osmanlı tarımını geniş çaplı olarak ele alabilmek için öncelikle<br />

Osmanlı Devleti’nde uygulanan toprak sistemi konusuna değinmek gerekmektedir.<br />

3 Şevket Pamuk, Aynı eser, s.39.<br />

4 Mehmet Genç, “ Osmanlı Đktisadi Dünya Görüşünün Đlkeleri”, Osmanlı Đmparatorluğu’nda Devlet ve<br />

Ekonomi, Đstanbul, 2007, s.46.


3<br />

I. OSMANLI’DA TOPRAK SĐSTEMĐ<br />

Sanayi öncesi tüm toplumlarda olduğu gibi, Osmanlı iktisadi hayatının<br />

temelini de, hukuki ve mâli esasları, farklı bölgelerin bünyevi hususiyetleri de dikkate<br />

alınmak suretiyle kanunnâmelerde açıklıkla tayin edilmiş olan zirai ekonomi teşkil<br />

etmekte idi 5 . Zirai ekonomide tarımsal yapının en önemli unsurunu ise arazi yani<br />

toprak oluşturmaktadır 6 . Osmanlı Devleti’nde toprağın hukuki statüsü ve tasarruf<br />

şekli bakımından imparatorluğun her tarafına şamil tek bir sistem uygulanmamış,<br />

idareciler umumiyetle fetih yoluyla imparatorluğa katılan geniş ülkelerde eskiden beri<br />

tatbik edilegelen örf ve adetleri, hukuki ve fiili durumları göz önüne alarak her<br />

bölgenin kendi özelliğine göre şekillenen istikrarlı bir yapı oluşturmaya<br />

çalışmışlardır. Bu yüzden temelde, tımar sisteminin uygulandığı eyaletler ile bu<br />

sisteme dahil edilmeyen eyaletler arasında askeri, idari ve mali alanda bazı farklılıklar<br />

ortaya çıkmıştır. Ancak tımar sisteminin uygulanmadığı bölgelerde dahi toprağın<br />

hukuki durumu ve tasarruf biçimleri açısından birçok noktada benzerlik, hatta ayniyet<br />

görüldüğünden imparatorluk genelinde toprağın hukuki vaziyetini ana hatlarıyla şu<br />

şekilde tasnif etmek mümkündür. Buna göre Osmanlı Đmparatorluğu’nda arazi umumi<br />

olarak üç şekilde bulunmaktadır: miri, mülk ve vakıf 7 .<br />

5 Turan Gökçe, XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Lâzıkıyye (Denizli) Kazâsı, Ankara, 2000, s.320.<br />

6 Zeynep Dernek, Tarım Ekonomisi ve Đşletmeciliği, Isparta, 2002, s.26.<br />

7 Mehmet Ali Ünal, XVI. Yüzyılda Çemişgezek Sancağı, Ankara, 1999, s.87.


4<br />

A- Miri Arazi<br />

Osmanlı Devleti topraklarının büyük bir kısmı miri arazi grubuna girmekte<br />

idi 8 . Rakabesi (çıplak mülkiyeti) devlete ait olan ve işletilmek üzere reayaya tefviz<br />

edilen miri arazi 9 üzerinde reaya, geniş tasarruf yetkilerine sahiptir. Müddetsiz olarak<br />

araziyi tasarruf eder ve ölümünde arazi, mirasçılarından bir kısmına meccanen ve<br />

bunların bulunmaması halinde, tapu misli denilen bir bedel mukabilinde diğer<br />

mirasçılara intikal ederdi 10 . Miri arazi, tapu resmi denilen bir bedel mukabili köylüye<br />

tefviz edilmekte ve bu, devlet adına muayyen memurlar tarafından yapılmakta idi.<br />

Đmparatorluğun genişliği sebebiyle bu muamelenin merkezden yapılması imkânsız<br />

olduğundan bu bir bakıma zaruri idi 11 . Reaya, tapu resmi denilen vergi karşılığında<br />

tasarrufuna aldığı bu toprağı işleyerek elde ettiği mahsulden devlete veya devletin<br />

tayin ettiği sipahiye, öşür denilen ve nispeti bölgelere göre 1/10 ile 1/2 arasında<br />

değişen bir vergiyi ödemekle mükellef tutulmaktaydı 12 .<br />

Ziraate elverişli toprakların büyük bir kısmı, miri araziye aitti. Tapu ile<br />

tasarruf edilen tarlalar, yaylak ve kışlaklar ve buna benzer yerler miri araziden 13<br />

sayılmakta olup miri toprağın satılması, vakf ve mülk haline getirilmesi kesinlikle<br />

yasaktı 14 . Miri toprak rejimi, devlete bütün köylü sınıfını ve tarım ekonomisini<br />

8 Osmanlı miri toprak rejiminin esası arazi tahriridir. Mehmet Ali Kılıçbay, Feodalite ve Klasik Dönem<br />

Osmanlı Üretim Tarzı, Ankara, 1982, s.342; Tahrir Defterleri, Osmanlı idâri teşkilatının en önemli<br />

birimlerinden olan sancaklarda, vergi veren-vermeyen, hâne veya bekâr, dul veya evli, sakat, amâ,<br />

yaşlı her türlü insanın kaydedildiği vergi defterleridir. Bunlarda ayrıca meslekler, mahalle, köy, mezraa<br />

ve mer’alar, üretilen ürünler ve buna karşılık ödenen vergiler, sahip olunan hayvanlar, cami, han,<br />

hamam, çarşı, zaviye, tekke, manastır, kilise veya kervansaraylar, vergi mükellefi ve vergiden muaf<br />

tutulanlar, askeri gruplar vs. yer alırdı. Yusuf Halaçoğlu, XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlılarda Devlet<br />

Teşkilatı ve Sosyal Yapı, Ankara, 2003, s.108. Osmanlı fethettiği topraklarda tahrir-i memleket denilen<br />

nüfus ve arazi sayımı yaptırırdı. Devlete ait miri topraklar tespit edilerek ehl-i seyf denilen askeri<br />

sınıfa tımar, zeamet ve has olarak tahsis edilirdi. Yılmaz Kurt, “Osmanlı Toprak Yönetimi”, Osmanlı,<br />

c.III, Ankara, 1999, s.60; Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu Klasik Çağ(1300-1600), (çev. Ruşen<br />

Sezer), Đstanbul, 2006, s.113.<br />

9 Miri arazi rejimine tâbi olan yerler; tarla, çayır, yaylak, kışlak, koru ve buna benzer topraklardır.<br />

Halil Cin, Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin Bozulması, Boğaziçi Yay, Đstanbul, 1985, s.46.<br />

10<br />

Miri arazinin intikal tarzları ile ilgili geniş bilgi için bkz. Neşet Çağatay, “Osmanlı<br />

Đmparatorluğu’nda Reaya’nın Miri Arazi’de Toprak Tasarrufu ve Đntikal Tarzları”, IV. Türk Tarih<br />

Kongresi’nde Sunulan Tebliğler, Ankara, 1952, ss. 426-433; Ayrıca bkz. Halil Cin, Aynı eser, s.46.<br />

11 Halil Cin, Aynı eser, s.46.<br />

12 Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, Isparta, 2005, s.134.<br />

13 Halil Cin, Aynı eser, s.46.<br />

14 Halil Bayrakçı, Osmanlı Toprak Sistemi, Đstanbul, 1990, s.79.


5<br />

kontrol ve düzenleme yetkisi vermekte 15 ve böylece devlet, zirai hayatın işleyişiyle<br />

doğrudan ilgilenerek bu alanda müdahaleci bir tavır sergilemekte idi. Toprağın<br />

tasarruf edilmesi işinden başlayarak ekilmesi, ürünün toplanması ve bilhassa<br />

vergilendirilmesi aşamalarında devletin devamlı surette kontrolü hissedilmekte idi 16 .<br />

Diğer yandan miri arazi, bütün tarım topraklarını kapsamamakta, sadece hububat<br />

ziraati yapılan tarla olarak kullanılmakta idi. Bağlar ve bahçeler ise bunun dışında<br />

kalmaktaydı 17 .<br />

Miri arazi dediğimiz devlet toprakları, “Tapulu Arazi” ve “Mukataalı Arazi”<br />

olmak üzere iki kategoriye ayrılmakta idi. Tapulu arazi; köylü aile birliklerine, tapu<br />

rejimi dediğimiz özel bir sistem içinde verilen arazidir. Tapu rejimine göre, tasarruf<br />

edilen arazi, satılamayan, hibe ve vakf edilemeyen, fakat babadan oğula bir işletme<br />

birliği olarak geçen raiyyet çiftlikleridir. Köylü bunu bizzat kendisi işlemek zorunda<br />

idi. Miri tapulu arazi yanında ikinci büyük kategori topraklar, miri mukataalı arazidir.<br />

Mukataa sistemi, tapu sistemi yanında, tamamıyla ayrı bir toprak rejimini<br />

simgelemektedir. Dolayısıyla buradaki anlam ile mukataa, bir devlet kaynağını bir<br />

özel şahsa belli bir bedel karşılığı kiralamaktır. Miri topraklarda ise mukataa sistemi<br />

şu şekilde uygulanmaktaydı: Tapuya verilmeyen, yani tapu sistemi denilen özel bir<br />

rejim altında bir köylü tasarrufunda bulunmayan araziyi devlet, belli bir kira karşılığı<br />

şahıslara ihale etmekteydi 18 . Hukuk bakımından mukataa, tam bir kiralama<br />

olduğundan bu topraklarda tapu rejiminin kuralları uygulanmamaktaydı 19 .<br />

15 Halil Đnalcık, “Köy, Köylü ve Đmparatorluk”, Osmanlı Đmparatorluğu Toplum ve Ekonomi, Đstanbul,<br />

1996, s.3.<br />

16 Adnan Gürbüz, “XV.-XVI. Yüzyıllarda Sivas Şehrinde Đdari ve Ekonomik Yapı”, Vakıflar Dergisi,<br />

c.XXVI, Ankara, 1997, s.93.<br />

17 Halil Đnalcık, “Köy, Köylü ve Đmparatorluk”, s.3; Devletin üretim üzerindeki denetimi hakkında<br />

geniş bilgi için ayrıca bkz. Sencer Divitçioğlu, Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu, Đstanbul, 1967,<br />

s.51.<br />

18 Devletin bazı toprakları mukataa ile vermesinin nedeni reaya tasarrufu dışında, doğrudan köylü<br />

reaya tarafından işlenmeyen birçok arazinin var olması idi. Örneğin, bir köy halkı çeşitli nedenlerle<br />

köyünü bırakıp kaçar ve arazisi işlenmedik olarak kalır. Bunların harap durumda kalmaması, başka<br />

deyimle devlet gelir kaynaklarını kaybetmemesi için, bu tür toprakları mukataa ile vermeyi ve<br />

işletmeyi en iyi yol olarak görmüştür. Halil Đnalcık, “Köy, Köylü ve Đmparatorluk”, s.6.<br />

19 Halil Đnalcık, Aynı eser, s.5.


6<br />

Miri arazi rejimi, aynı zamanda köylüyü her türlü doğal ve toplumsal<br />

tehlikelere karşı koruyan bir uygulamaydı. Doğal afetler (kuraklık ya da sel baskını<br />

vb.) karşısında, köylü yalnız bırakılmamakta, memur-asker statüsündeki sahib-i arz,<br />

bu gibi durumlarda köylüye yardım etmekle yükümlü tutulmaktaydı. Böylece bir<br />

doğal afet dönemini takiben, köylü topraklarını tefecilere kaptırarak, ırgatlaşma riski<br />

ile karşı karşıya kalmamaktaydı. Yine açıkgöz bir reayanın, öteki reayaların<br />

topraklarını zamanla ele geçirerek, topraklarını büyütememesi bu düzenin sonucu<br />

idi 20 . Nitekim bu hususiyetleri uhdesinde barındıran miri arazinin, Osmanlı<br />

topraklarının yaklaşık % 87’sini teşkil etmesi 21 , aslında bu rejimin köylü raiyyetin<br />

tarımsal faaliyetlerine zemin oluşturan başat bir faktör olduğunu açıkça<br />

göstermektedir.<br />

B- Mülk Arazi<br />

Mülk arazi, çıplak mülkiyeti (rakabesi) gerçek şahıslara ait olan topraklardır.<br />

Bunun kaynağı da esasen miri arazidir. Yani mülk arazi ya hükümdar tarafından miri<br />

araziden şahıslara temlik edilmesiyle ya da imparatorluğa yeni katılan yerlerde<br />

eskiden beri mülk olarak tasarruf edilen yerleri hükümdarın sahipleri elinde mülk<br />

olarak ibka etmesiyle meydana gelmektedir 22 . Bu arazilerin tasarrufu, yani kullanma<br />

hakkı, bazen de devlete ait olabilirdi. Tasarrufu devlete ait olduğu durumlarda mülk<br />

sahibi, toprağın şer’i vergilerini almakla yetinirdi 23 . Mülk arazi sahibi, arazisini<br />

temlik ve terkin etmek, bağışlamak, vakıf ve vasiyet konusu yapmak gibi geniş<br />

tasarruf yetkisini kullanabilirdi. Diğer taraftan mülk arazi, malikinin vefatı halinde<br />

“feraiz”(eski hukukta miras hukuku) hükümlerine göre mirasçılarına intikal ederdi 24 .<br />

Bu hususiyetler dâhilinde olan mülk arazi üzerinde de malikinin isteği doğrultusunda<br />

tarımsal faaliyetler gerçekleştirilmekteydi.<br />

20 Zeynel Dinler, Tarım Ekonomisi, Bursa, 1996, s.12.<br />

21 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), s.114; ayrıca bkz. Abdullah Mesut<br />

Küçükkalay, “Osmanlı Toprak Sistemi (Miri Rejim)”, Osmanlı, c. III, Ankara, 1999, s.53.<br />

22 Mehmet Ali Ünal, XVI. Yüzyılda Çemişgezek Sancağı, s.87.<br />

23 Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, s.138.<br />

24 M. Tului Sönmez, Osmanlıdan Günümüze Toprak Mülkiyeti, Ankara, 1998, s.203-204.


7<br />

C- Vakıf Arazi<br />

Vakıf arazi iki kısma ayrılmakta idi. Konusu mülk arazi olan sahih vakıf<br />

arazileri fıkıh kitaplarındaki şer’i hükümlere tâbidir. Konusu miri arazinin gelirleri<br />

olan gayr-ı sahih vakıf araziler ise, miri arazi gibidir 25 . Vakıf arazide mülk sahipleri,<br />

arazilerini, herhangi bir hayır kurumu yararına vakfedebilirdi. Bu takdirde mülkiyet<br />

vakfa geçerdi. Toprağın tasarrufu ve gelirinden faydalanma da vakfedilen maksada ait<br />

olurdu. Dolayısıyla rakabe kimsenin değildi 26 . Özel mülk’ten vakıf haline getirilen<br />

toprakların büyük kısmı, genellikle kişi ve aile çıkarlarına hizmet etmekteydi. Daima<br />

devlet gözetimi altında olmasına karşın vakıf arazisi, belirli bir vakıf belgesi<br />

(vakfiyye) çerçevesinde, çoğu zaman vakıf kurucusunun soyundan gelen bir<br />

mütevellinin bağımsız tasarruf ve idaresinde bulunmaktaydı 27 . XVI. yüzyıl<br />

başlarında, Osmanlı ekonomisinde toprakların %20’si vakıf sistemi içerisinde yer<br />

almaktaydı 28 . Bu derece önemli bir paya sahip olan toprak vakıflar üzerinde<br />

gerçekleştirilen tarımsal faaliyetlerden elde edilen zirai ürünler, hayır amaçlı<br />

kullanılmakta ya da vakfiyede belirtilen hususlar çerçevesinde sarf edilmekteydi.<br />

Osmanlı Đmparatorluğu’nda bu üç arazi çeşidi içerisinde zirai istihsalin yoğun<br />

olarak gerçekleştirildiği arazi, miri arazi olmuştur. Diğer arazi gruplarında da tarım<br />

yapılsa da bu hususta önem bakımından miri arazinin gerisinde kalmışlardır.<br />

25 Ahmet Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri, I, Đstanbul, 1990, s.140<br />

26 Mehmet Ali Ünal, XVI. Yüzyılda Çemişgezek Sancağı, s.87.<br />

27 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, Đstanbul, 2004, s.184.<br />

28 Ahmet Tabakoğlu, “Klasik Dönemde Osmanlı Ekonomisi”, Türkler, c. X, Ankara, 2002, s.675.


8<br />

I. BÖLÜM<br />

KLASĐK DÖNEM OSMANLI’DA TIMAR TEŞKĐLATI VE TARIMSAL<br />

FAALĐYETLERĐN GERÇEKLEŞTĐRĐLDĐĞĐ KIR YERLEŞĐM<br />

MERKEZLERĐ<br />

I. OSMANLI’DA TIMAR TEŞKĐLATI VE TARIMIN BU<br />

SĐSTEMDEKĐ YERĐ<br />

A- Tımarın Tanımı, Đntikali ve Ekonomik Đşleyişi<br />

Osmanlı Devleti’nde tarımsal faaliyetlerin etkinliği ile tımar sistemi arasında<br />

çok hassas bir denge bulunmaktaydı. Tımar rejiminin mükemmel olarak uygulandığı<br />

dönemlerde zirai üretim faaliyetlerinin işleyiş gücü oldukça yüksek seviyelerde iken<br />

bu rejimin çeşitli nedenlerle zayıflamasına ve dolayısıyla gittikçe önemini<br />

kaybetmesine paralel olarak tarım fonksiyonlarının işleyişi de akamete uğramıştır.<br />

Dolayısıyla zirai faaliyetler ile tımar sistemi arasındaki bağlantıyı kurabilmek için<br />

öncelikle tımar sistemi ve bunun iktisadi işleyişi hususuna değinmek gerekmektedir.<br />

Osmanlı ekonomisinin temelini zirai ekonomi oluşturmakta, tımar sistemi ise<br />

Osmanlı zirai ekonomisinin esasını teşkil etmektedir 29 . Osmanlı Devleti, zirai<br />

topraklarda ilke olarak devlet mülkiyetini benimsediğinden 30 mülkiyeti ve tasarruf<br />

hakkı devlete ait olan miri araziyi devlet bizzat işletmez, yerli halka sınırsız süreli bir<br />

kira akdiyle tasarruf hakkını devrederdi 31 . Sürekli ve ırsi kiracı durumunda olan<br />

köylü, bu tasarruf hukukunu ancak; toprağı, ara vermeden işlemesi ile<br />

korumaktaydı 32 . Osmanlı Devleti’nde, tarımsal faaliyetlerin büyük oranda<br />

gerçekleştirildiği arazi olan miri arazinin tasarruf şekli, tımar tarzında idi 33 .<br />

29 Abdullah M. Küçükkalay, Aynı makale, s.56.<br />

30 Ahmet Tabakoğlu, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi, Đstanbul, 1985, s.50.<br />

31 Ahmet Akgündüz, Aynı eser, s.143.<br />

32 Halil Bayrakçı, Aynı eser, s.82.<br />

33 Ahmet Akgündüz, Aynı eser, s.143; ayrıca bkz. Abdullah M. Küçükkalay, Aynı makale, s.55.


9<br />

XVI. yüzyıl’da devletin üretime müdahale etmesi ve köylülerin artı ürününe el<br />

koyması büyük ölçüde tımar sistemi çerçevesinde gerçekleşmekte olup 34 “tımar”,<br />

Osmanlı Đmparatorluğu’nda ihtiyaçlarını veya hizmetlerine ait masrafları karşılamak<br />

üzere bir kısım asker ve memurlara, muayyen bölgelerden kendi nam ve hesaplarına<br />

tahsili selahiyeti ile birlikte tahsis edilmiş olan vergi kaynaklarına ve bu arada<br />

bilhassa defter yazılarındaki senelik geliri 20.000 akçeye kadar olan askeri dirliklere 35<br />

denilmektedir 36 . En sade tanımıyla tımar, devlet görevlilerine hizmetleri karşılığında,<br />

belli bir bölgenin vergi toplama yetkisinin devredilmesi 37 anlamına gelmektedir. Para<br />

ekonomisinin henüz gelişmediği Ortaçağ şartlarında, büyük bir ordunun beslenme<br />

ihtiyacı tımar sisteminin oluşumuna zemin hazırlarken, sistem, yalnızca askeri<br />

ihtiyaçları düzenlemekle kalmamış, klasik dönemde eyalet tarzının yanı sıra, devletin<br />

ekonomik, sosyal ve zirai politikalarını da büyük ölçüde şekillendirmiştir 38 .<br />

Tımar sistemi, devlet, sipahi ve köylünün toprak üzerinde eş zamanlı<br />

haklarının bulunduğu, parçalı bir iyelik türüydü 39 . Đmparatorluk devrinin sipahi<br />

tımarında, tımar sahibi bazen sahib-i arz ismini de taşımış olmasına rağmen, ne sipahi<br />

tımarı dahilindeki toprakları işleyen köylünün toprak sahibine ne de devlete vermekle<br />

mükellef bulunduğu hak ve resimlerin mülkiyetine sahipti. Ancak muayyen<br />

hizmetleri yaptığı müddetçe devlete ait çeşitli vergileri kendi nam ve hesabına<br />

toplamak hakkından faydalanabilirdi 40 . Tımarlar, “kılıç” tabir edilen ve hiç<br />

değişmeyen bir çekirdek kısmı ile bu kısma zamanla ilave edilmiş olan “hisse”lerden<br />

teşekkül etmekte idi. Kılıçların yerleri ve adedi değiştirilemezdi. Her tımar sahibinin<br />

34 Huricihan Đslamoğlu-Đnan, Osmanlı Đmparatorluğu’nda Devlet ve Köylü, (çev. Sabri Tekay),<br />

Đstanbul, 1991, s. 33.<br />

35 Dirlik ve tımar sürekli birbirlerinin yerine kullanılmış olup, dirlik sistemin genel adıdır. Tımar ise<br />

hem sistemin hem de dirlik çeşitlerinden üçüncü dilimin ismidir. Muhtemelen tımarların hem sayıca<br />

fazla olması hem de zeamet ve haslara göre daha fonksiyonel olması sebebiyle dirlikle eş anlamlı<br />

olarak ve diğerlerini de ifade eder tarzda kullanılmıştır. Mustafa Oflaz, “Osmanlı Dirlik Sistemi”,<br />

Türkler, c. X, Ankara, 2002, s.695. Dirlikler, gelirlerine göre üç kısma ayrılırdı: 1) Has: Yıllık geliri<br />

100 bin akçeden fazla olan dirliklere, 2) Zeamet: Yıllık geliri 20.000 akça ile 100.000 akça arasında<br />

olan dirliklere, 3)Tımar: Senelik geliri 19.999 akçaya kadar olan dirliklere denilmekte idi. Yılmaz<br />

Kurt, Aynı makale, s.60-62. Ayrıca bkz. Ahmet Akgündüz, Aynı eser, s.144.<br />

36 Ömer Lütfi Barkan, “Tımar”, Đ.A. XII. s.286.<br />

37 Fatma Acun, “Klasik Dönem Eyalet Tarzı Olarak Tımar Sistemi ve Uygulanması”, Türkler, c. IX,<br />

Ankara, 2002, s.899.<br />

38 Fatma Acun, Aynı makale, s.899.<br />

39 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), s.114.<br />

40 Ömer Lütfi Barkan, “Tımar”, s.295.


10<br />

bir<br />

“kılıç” yerine tayin edilmiş olması lazımdı. Babalarının tımarı müşterek bir<br />

beratla iki kardeşe verilme halleri hariç, bir kılıç yerine iki kişi gönderilemezdi 41 .<br />

Tımar sahibinin ölümü halinde devlet, sipahinin hizmete yarar erkek<br />

evlatlarından birine veya birkaçına tımar vermeyi prensip olarak kabul etmiş<br />

bulunuyordu. Fakat bu şekilde verilen tımar, ölen babanın tımarının zaruri olarak<br />

kendisi olmadığı gibi, kıymet itibariyle de aynısı değildi 42 . Sipahinin oğluna,<br />

babasının tımarının başlangıç kadro maaşı niteliğindeki “çekirdek” kısmı<br />

verilmekteydi. Bir oğlun babasının yerine geçebilmesi için, babasının öldüğü zaman<br />

en az 12 yaşında olması ve dilekçesini 7 yıllık bir süre içinde beylerbeyine sunmuş<br />

olması gerekmekteydi 43 .<br />

Tımar, Osmanlı sisteminde belirli bir bütün oluşturan bir toprak parçasından<br />

çok, aynı zamanda asgari ve azami sınırları kanunlarla belirlenmiş vergi gelirlerinin<br />

tahsil edildiği itibari birimleri de ifade etmektedir 44 . Bu birimde sipahinin yetkileri<br />

mümkün olduğunca sınırlandırılmıştır. Bir kere devlet tüm vergi gelirlerini değil,<br />

yalnızca bazılarını sipahiye bırakmakta bu nedenle de devletin payına düşen vergileri<br />

alabilmek için memurlar her zaman tımarlara girebilmektedir. Yine Osmanlı<br />

sisteminde reaya, sultanın sayıldığından, sipahi doğrudan üreticiye el koyamamakta<br />

ve bu nedenle de tarımsal artığın tümünü elde edememektedir. 30-40 yılda bir yapılan<br />

periyodik tahrirlerde, sipahilerin beratlarında yazılı olandan daha fazla gelir elde<br />

ettikleri saptanırsa, ya tımarın bir kısım reayası başka bir tımara verilmekte ya da<br />

fazla gelire mevkufçu ve mevkufat emini tarafından hazine adına el konulmaktadır 45 .<br />

Nitekim sipahinin, Osmanlı vergi kaynaklarının tamamına değil de onlara sadece<br />

hükümetin belirlediği kıstaslar nispetince sahip olması, merkeze karşı doğrudan<br />

sorumlu olması dolayısıyla üretim ve köylü-reaya üzerinde etkin bir surette ekonomik<br />

41 Ömer Lütfi Barkan, “Feodal Düzen ve Osmanlı Tımarı”, Türkiye’de Toprak Meselesi Toplu Eserler,<br />

I, Đstanbul, 1980, s.888.<br />

42 Barkan, “Tımar”, s. 295.<br />

43 Nicoara Beldiceanu, XIV-XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Devletinde Tımar, (çev. Mehmet Ali Kılıçbay),<br />

Ankara, 1985, s.67-68.<br />

44 Mehmet Ali Kılıçbay, Aynı eser, s.353.<br />

45 Mehmet Ali Kılıçbay, Aynı eser, s.357.


11<br />

yaptırım gücüne haiz bulunmaması, Osmanlı tımar sisteminin ekonomik işleyişindeki<br />

temel unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />

Her tımar biriminin yani dirliğin sipahiye ödenecek ayni verginin muhafaza<br />

edileceği bir anbarı bulunuyordu. Bu da bir defa inşa edilir ve sipahinin değişmesiyle,<br />

tamir hariç, yeniden yapılamazdı. Yine köylünün sipahiye ödenen ayni vergiyi en<br />

yakın pazara götürüp satma mükellefiyeti vardı. Mahsul burada, bir gün içinde<br />

satılamazsa ikinci gün bir başka pazara götürmeye zorlanamazdı. Sipahiler, üretimin<br />

dolayısıyla gelirden kendilerine düşen payın yükselmesi için gerektiğinde köylüye<br />

tohumluk veya yemeklik zahire ya da nakit yardımında bulunarak ekilmemiş toprak<br />

kalmamasına dikkat ederlerdi 46 . Dolayısıyla tımar sisteminin kendine özgü bu<br />

ekonomik işleyişi, ekonomisi büyük oranda tarıma dayanan Osmanlı Devleti’ndeki<br />

tarımsal faaliyetlerin aktivasyonunun sağlanmasında çok önemli bir rol oynamıştır.<br />

Tımar sisteminin çok güçlü olduğu ve mükemmel bir şekilde uygulandığı dönemlerde<br />

tarımdan sağlanan gelirler artmış; ancak 16. yüzyıldan itibaren savaşların uzun<br />

sürmesi ve bu yüzyılın sonunda meydana gelen celali isyanlarının beraberinde<br />

getirdiği olumsuzlukların baş göstermesi, tımar sisteminin etkinliğini yitirmesine ve<br />

dolayısıyla tarımdan elde edilen gelirlerin azalmasına sebep olmuştur.<br />

46 Ahmet Tabakoğlu, Aynı makale, s.674.


12<br />

B- Tımarlı Sipahilerin Reaya Đle Münasebetleri ve Sistemin Feodal<br />

Sistem Đle Mukayesesi<br />

Tımar topraklarını işlemek hak ve görevine sahip olan reayanın idaresi,<br />

işletmeye nezaret ve vergilerin tahsili, sahib-i arz (toprak sahibi) kabul edilen dirlik<br />

sahiplerine bırakılmıştır 47 .<br />

Sipahi ile köylü arasındaki ilişkiler, miri kanunların en detayına kadar<br />

uygulanmıştır. Sipahi, devletin toprağında, halkın zirai çalışmalarını kontrol eden bir<br />

memur niteliğindeydi 48 ve tımarı elinde tutan sipahinin toprak üzerinde, kanunlarla<br />

tespit edilmiş bazı denetim hakları bulunmaktaydı; bu özelliğiyle de kendisine “sahibi<br />

arz” yani toprak sahibi adı verilen sipahinin toprak üzerindeki hakları ise şu şekilde<br />

izah edilebilir: Devletin toprak yasalarını uygular; boş toprakları, sözleşmeyle ve<br />

peşin ödenen bir kira, “tapu resmi” karşılığında talep eden köylünün tasarrufu altına<br />

verirdi. Köylü ise toprağı sürekli işlemeyi ve zorunlu vergileri 49 ödemeyi üstlenirdi.<br />

Ekinlik, bostan ya da çayır olarak aldığı toprağın kullanımını değiştiremezdi. Toprağı,<br />

üç yıl boyunca bir neden olmaksızın boş bırakırsa, sipahi toprağı başkasına<br />

verebilirdi. Ancak ne sipahi ne de akrabaları köylünün elindeki toprağın iyeliğini ele<br />

geçirebilirdi 50 .<br />

Tımarlı sipahiler, en uzak köyde bile merkezi otoriteyi temsil eden idari<br />

kadroları oluşturmaktaydı 51 . Devlet, sipahiye başka yetkiler vererek onu köydeki<br />

düzenden sorumlu kılmıştır. Ufak suçlar için köylüden toplanan para cezalarının<br />

yarısı sipahinin, yarısı da sancakbeyinin olurdu; ancak, para cezası verme yetkisi<br />

sadece kadıya aitti. Sipahi, tımarını oluşturan köyde oturur ve seferde askeri<br />

görevlerini yerine getirir; ancak tarımsal üretimle uğraşmazdı. Sipahinin köyde<br />

yaşamasını sağlamak için Osmanlı kanunnâmeleri köylüye bir dizi ufak tefek<br />

47 Ahmet Tabakoğlu, Aynı makale, s.673.<br />

48 Mustafa Oflaz, Aynı makale, s. 706.<br />

49 Köylü tapu resmi karşılığında üzerine kaydedilen toprağı işleyerek elde ettiği mahsulden örf ve<br />

adetlere ve toprağın verim durumuna göre, yarısı ile onda bir arasında değişen bir kısmını ve “çift<br />

resmi” adı altında peşin parayı, kira olarak her sene devlete veya onu temsil eden dirlik sahibine<br />

verirdi. Đsmet Miroğlu, Kemah Sancağı ve Erzincan Kazası(1520-1566), Ankara, 1990, s.155.<br />

50 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), s.114-115.<br />

51 Huricihan Đslamoğlu-Đnan, Aynı eser, s.33.


13<br />

hizmetler yüklemişti. Sipahiye ev yapmakla yükümlü olan köylüler, ona öşür<br />

mahsulünü koymak için bir ambar yapmak, sipahinin öşrünü ambara ya da satmak<br />

için bir günlük yoldan uzak olmayan pazara taşımak zorundaydılar. Sipahinin<br />

çayırındaki otların biçilmesine de katılmak durumundaydılar; ama kanunnâmeye göre<br />

samanı ambara taşımaya mecbur değillerdi. Sipahi, tımarına ait başka bir köyden<br />

gelmişse, köylü üç gün süreyle konukseverlik göstermek, sipahiye ve atına bakmakla<br />

yükümlüydü 52 .<br />

Reayası kaçan sipahi, gelirini kaybettiğinden yasa, reayanın yerleşim yerini<br />

bırakıp başka yere gitmesini yasaklamıştı. Sipahi, kaçak bir köylüyü onbeş yıl içinde<br />

toprağına dönmeye zorlayabilirdi; fakat bunun için kadının hükmü gerekliydi. Başka<br />

biri gelip bırakılmış toprağı işler ve öşrünü öderse sipahi kaçak köylüyü dönmeye<br />

zorlayamaz, ondan ancak “çift resmi” 53 alabilirdi. Köylü, kentte bir iş edinmişse,<br />

sipahiye yılda bir altın dükadan biraz fazla tutan “çift bozan akçesi” denen tazminatı<br />

ödemek zorundaydı; ancak sipahi onu toprağına dönmeye mecbur edemezdi 54 .<br />

Sipahiler, köydeki iç düzenden sorumlu oldukları gibi, köylüyü hariçten<br />

gelebilecek tehlikelere karşı da koruma vazifesine sahipti. Köy toplulukları, açık<br />

arazide yalnız ve her türlü çapulcunun saldırısına açık olduğundan köylünün koruma<br />

altına alınması büyük önem taşıyordu. Köyün dışarıdan saldırıya uğraması halinde,<br />

sipahinin derhal yerel komutana, subaşı/zaim’e haber vermesi, onun da yörenin bütün<br />

sipahilerini toplayıp yardıma koşması gerekiyordu. Sefer zamanında ise sipahilerin<br />

bir bölümü, bir koruma önlemi olarak köyde bırakılıyordu 55 .<br />

Tımar sistemi uygulanış açısından Batı’daki feodal nizamla<br />

karşılaştırıldığında, bazı benzerlikler göstermekle beraber, muhteva ve gaye açısından<br />

52 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), s.116.<br />

53 Osmanlı Đmparatorluğu’nda miri arazi sisteminin tatbik edildiği bölgelerinde, “çift” tabir edilen<br />

muayyen büyüklükteki araziyi tasarruf eden raiyyetin ödediği resme “çift resmi” denir. Mehmet Ali<br />

Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, s.158.<br />

54 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu Klasik Çağ(1300-1600), s.115.<br />

55 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.220.


14<br />

değerlendirildiğinde, aralarında önemli farklılıkların bulunduğu tespit edilmektedir 56 .<br />

Her şeyden önce tımar sistemi çerçevesinde sipahiye tevzii edilen topraklar onun<br />

kendi mülkiyetine ait değildi; toprakların mutlak sahibi olan yegâne unsur devletti.<br />

Feodal sistemdeki toprak sahibi senyör ise hem hâkimiyeti altında bulundurduğu<br />

toprağın hem de toprağı üzerinde çalıştırdığı köylünün (serfin) gerçek sahibi idi.<br />

Osmanlı toprak sisteminin feodalite ile en fazla bağlantı kurulan noktalarından<br />

birisi, toprağa bağlılık ilkesidir. Oysaki Osmanlı Devleti’nde reayanın toprağa<br />

bağlılığı ile feodal düzendeki serfin toprağa bağlılığı nitelik açısından birbirinden<br />

oldukça farklıdır. Feodalitede serf, toprağa bağlıdır, bu sebeple toprağı terk edip<br />

gidemez. Feodal bey, malikâneyi terk edip kaçan serfi nerede olursa olsun yakalayıp<br />

getirme hakkına sahiptir. Toprağa bağlılık sonucu serfin toprakla birlikte alınıp<br />

satılmaları mümkündür 57 . Osmanlı Devleti’nde de reaya bulunduğu toprağı terk<br />

edemezdi. Kanunnâme hükümlerinden anlaşıldığı üzere, sipahi toprağını terk eden<br />

reayayı takip etme ve toprağına geri getirme hakkına sahip olmasına rağmen reayanın<br />

toprağını terk etmesinin üzerinden on yıl geçmişse, artık toprağa bağlılığı sona erer ve<br />

geri getirilmesi gerekmez ve şehirde on yıl yaşayan reaya artık şehir halkından sayılır<br />

ve tahrir defterlerine kaydedilmezdi 58 .<br />

Osmanlı sisteminde reayanın toprağı terk etme yasağı esas itibariyle devletin<br />

mevcut düzeni ve kendisini koruma kaygısından ileri gelmektedir. Reayanın toprağa<br />

bağlılığı, feodalitede olduğu gibi serfin feodal lordun malı olması sebebiyle ortaya<br />

çıkan bir bağlılık değildir. Her şeyden önce reayanın toprağı terk edip üretim<br />

yapmaması, devletin reayadan alacağı çeşitli vergileri tahsil edememesi ve dolayısıyla<br />

büyük gelir kaybına uğraması demektir 59 . Dolayısıyla Osmanlı Đmparatorluğu’nun,<br />

tımar sistemi çerçevesinde zirai ekonominin en önemli unsuru olan köylüyü,<br />

56 Yusuf Halaçoğlu, Aynı eser, s.95.<br />

57 Gül Akyılmaz, “Osmanlı Devlet’inde Reaya Kavramı ve Devlet-Reaya Đlişkileri”, Osmanlı, c. IV,<br />

Ankara, 1999, s.42.<br />

58 “Raiyyet ki yerlü olub müteferrik olsa göçürüb yerine getürmek kanun-ı kadimdir. Amma onbeş yıl<br />

bir yerde mütevattın olan kimesneyi göçürüb getürmek men olınmışdır”… Ömer Lütfi Barkan, XV. ve<br />

XVI. Asırlarda Osmanlı Đmparatorluğu’nda Zirai Ekonominin Hukuki ve Mali Esasları: Kanunlar, I,<br />

Đstanbul, 1943, s.2; Gül Akyılmaz, Aynı makale, s.42.<br />

59 Gül Akyılmaz, Aynı makale, s.42.


15<br />

toprağına bağlamasındaki zorunluluk, feodaliteden farklı olarak, sadece mali gelir<br />

kaybına uğramamayı kendisine ilke edindiği içindir. Nitekim devlet, tımar sistemi<br />

içerisindeki tarımsal faaliyetleri ve zirai ekonomiyi, kendisine karşı doğrudan bağlı ve<br />

sorumlu olan sipahiler aracılığıyla denetlerken, feodal sistemdeki toprak sahipleri,<br />

merkeze karşı direkt olarak sorumlu olmadıklarından topraklarındaki tarımsal<br />

faaliyetleri bizzat kendileri yönlendirmiştir. Đşte bu ince ayrım klasik dönem Osmanlı<br />

tarım ekonomisine damgasını vuran önemli bir özellik olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />

Reaya, feodal sistemdeki serfin aksine üretim miktarını kendi tayin etme<br />

hürriyetine sahiptir. Feodalitede feodal bey; nerede, ne zaman, ne kadar, üretim<br />

yapılacağına kendisi karar verir. Oysa Osmanlı sisteminde üretimin sadece alt sınırı<br />

saptanmıştır. Yani reaya, belli bir miktarın altında üretim yapamazdı. Bu hususta<br />

asgari bir sınır konmasının nedeni yine sipahinin ve dolayısıyla devletin vergi geliri<br />

kaybına uğramasını önlemek içindir. Diğer bir ifadeyle alt sınır tespiti, sipahinin<br />

gelirini sabit tutmaya ve böylece mükellefiyetlerini yerine getirmesini sağlamaya<br />

yönelik bir tedbirdir. Reaya alt sınırın altına inmeden üretim yaptığı ve zorunlu<br />

vergilerini ödediği sürece istediği ürünü istediği miktarda yetiştirebileceği gibi başka<br />

işlerle de uğraşabilirdi 60 . Osmanlı tımar sistemine has olan bu hususiyetlerin hiçbirisi,<br />

feodal sistemde kesinlikle söz konusu değildi. Diğer taraftan Batı feodal sisteminde<br />

senyör, kendi hususi toprakları dâhilinde bulunan köylülerin davalarına bakmak ve<br />

suçlu olanları cezalandırmak hak ve imtiyazlarına sahip olmakla beraber zirai örf ve<br />

adetlerin tesisi ve korunması, fiyatlara müdahale etme yetkisi de senyörün<br />

salahiyetleri arasında idi 61 .<br />

Tımar sistemi ile feodal sistem arasındaki farkın vurgulanması açısından<br />

önemli olan bir diğer nokta ise, toprak mülkiyetinin sipahi ile senyörlere veriliş<br />

şeklindeki farklılıktır. Feodal sistemde, toprak mülkiyetini senyörler, hayatta<br />

olmasına rağmen oğullarına bırakmakta serbest iken; bu husus, Osmanlı tımar<br />

sisteminde ince kurallara bağlanmıştı: ırsi toprak mülkiyetinin oluşumunu engellemek<br />

60 Gül Akyılmaz, Aynı makale, s.43.<br />

61 Barkan, “Feodal Düzen ve Osmanlı Tımarı”, s.878.


16<br />

için hayatta olan dirlik sahiplerinin oğullarına tımar verilmediği gibi, dirlik sahibinin<br />

ölümü halinde, kural olmamakla birlikte, zaman zaman oğullarından bir veya ikisine<br />

tımar verilmesi durumunda da bu genellikle baba tımarının kılıç miktarını<br />

geçmemekte idi 62 .<br />

Tımar sistemi ile feodalite arasındaki farkı ortaya koyan ve Osmanlı<br />

reayasının feodal sistemdeki serfin statüsünden çok farklı bir statüde olduğunu<br />

gösteren hususiyetlerden birisi de reayanın üretim araçlarının mülkiyetine sahip<br />

olmasıdır. Reaya, toprak hariç bütün üretim ve iş araçlarının mülkiyetine sahiptir.<br />

Serf ise, üretim araçlarının mülkiyetine sahip değildir 63 .<br />

Feodal sistemde toprak sahibi senyörler, topraklarını ve bu topraklardaki<br />

köylüleri bir çıkar unsuru olarak görürlerken, Osmanlı tımar sistemi içerisindeki<br />

sipahiler ise, hükümetin kontrolünde olmaları ve kendilerine tımarları hususunda<br />

verilen hakların sınırlı olması dolayısıyla topraklarını tasarruf eden köylüleri, hiçbir<br />

zaman rant unsuru ya da ticari bir meta olarak görememişlerdir. Nitekim Osmanlı<br />

Devleti, siyasi, sosyal ve ekonomik ve mali kurumlarını sistemli olarak yürüttüğü<br />

devirlerde, feodal toplum ve üretim yapısını engelleyici düzenlemelerle feodaliteye<br />

giden yolları tıkamış, feodal eğilimlere karşı hür, kendi özel mülk zirai işletmesi<br />

üzerinde çalışan köylü tipini korumuş ve onu güçlendirmiştir 64 . Bu da klasik dönem<br />

Osmanlı Devleti’nin merkezi erkinin, toprak sistemi ve tarım sektörü üzerindeki<br />

baskın rolünün bir neticesi olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />

62 Mehmet Ali Kılıçbay, Aynı eser, s. 346.<br />

63 Gül Akyılmaz, Aynı makale, s.43.<br />

64 Halil Cin, Aynı eser, s.67.


17<br />

II. TARIMSAL FAALĐYETLERĐN GERÇEKLEŞTĐRĐLDĐĞĐ KIR-<br />

YERLEŞĐM MERKEZLERĐ<br />

A- Köyler<br />

Kır iskânının en önemli bölümünü köyler oluşturmaktadır. Çünkü toplumsal<br />

varlık olarak insanın ilk sosyal bir organizasyonu meydana getirmesi ve bu<br />

organizasyon içerisinden sosyo-ekonomik ve sosyo-politik sınıfların ortaya<br />

çıkmasındaki temel etken köylerdir 65 . Kır yerleşmelerinin, bir başka ifade ile köylerin<br />

şehirlerden en büyük farklarından birisi yerleşme alanı ile ekonomik faaliyet<br />

alanlarıdır. Şehirlerde ekonomik faaliyetlerin yapıldığı toprak parçası az alan<br />

kaplarken yerleşme alanı geniş yer kaplıyor; kır yerleşmelerinde ise yerleşme alanı az<br />

yer kaplarken ekonomik faaliyete ayrılan toprak parçası çok alan kaplamaktadır 66 .<br />

Dolayısıyla köyün oluşumunda asıl tayin edici faktörün, “tarım temelli bir yerleşimin<br />

devamlılığı” 67 olduğu söylenebilir.<br />

Halkın geçimini genellikle tarım yoluyla temin etmesi, nüfusun büyük<br />

çoğunluğunun köylerde toplanmasına sebep olmuştur 68 . Tahrir defterlerinde, idari bir<br />

birim olarak “karye” adı altında yazılan köyler, insanların toplu halde yerleşik hayata<br />

geçmesiyle birlikte ortaya çıkmış 69 ve Osmanlı köy kesimi, Selçuklu köy kesiminin<br />

devamı niteliğinde olmuştur 70 . Osmanlı Đmparatorluğu’nda tipik köy, miri arazide<br />

raiyyet çiftliklerinde yerleşmiş ve çiftliği babadan oğula bırakan bağımsız köylü<br />

ailelerinden meydana gelmiştir 71 . Osmanlı Đmparatorluk sisteminde herhangi bir<br />

kırsal alanın köy sayılabilmesi için defterde belirli bir süre yazılmış olması ve<br />

ahalisini geçindirmeye yeterli miktarda tarım arazisi, koşum ve kesim hayvanları için<br />

65 Rafet Metin, XVI. Yüzyılda Orta Anadolu’da Nüfus ve Yerleşme, (Yayınlanmamış Doktora Tezi),<br />

Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2007, s.35.<br />

66 Alpaslan Demir, XVI. Yüzyılda Samsun-Ayıntab Hattı Boyunca Yerleşme, Nüfus ve Ekonomik Yapı,<br />

(Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2007, s.102<br />

67 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.222.<br />

68 Behset Karaca, XV. ve XVI. Yüzyıllarda Teke Sancağı, Isparta, 2002, s.152.<br />

69 Alpaslan Demir, Aynı tez, s.102.<br />

70 Ahmet Tabakoğlu, “Osmanlı Đçtimai Yapısının Ana Hatları”, Osmanlı, c. IV, Ankara, 1999, s.28.<br />

71 Halil Đnalcık, “Köy, Köylü ve Đmparatorluk”, s.12.


18<br />

otlağı, genellikle köyden çok uzak olmayan çayırı, harman yeri, çeşmesi ve mezarlığı<br />

olması gerekirdi 72 .<br />

Đmparatorluğun tarım alanlarının tamamı, geleneksel köy topluluklarından<br />

oluşuyor; bunların her biri teritoryal, komünal ve fiskal bir birimi ifade ediyordu. Her<br />

köy, köylü aileleri mevcuduna ya da eldeki işgücüne göre kendi içinde çiftlik<br />

birimlerine veya bunların alt parçacıklarına ayrılıyor 73 ve toplumsal bünyesi<br />

kademesiz olarak, tarım ile uğraşan ve birbirlerinden yaşayışları fazla da farkı<br />

bulunmayan çiftçi ailelerinden oluşuyordu. Bütün iş hayatlarına iki tek üretim türü,<br />

hayvancılık ve tarım işletmeciliği hâkimdi 74 . Köy geçimini tarımsal faaliyetlerden<br />

sağladığı için mahsulü, başıboş gezinen hayvanlardan, göçerlerin sürülerinden<br />

korumak, köy halkı için çok önemli olduğundan 75 tarlalarını otlatıcılara karşı<br />

korumak gerektiğinde kolektif eylem içine girerlerdi 76 .<br />

Osmanlı Devleti’nin yalnız tarla arazisini değil, emeği de kontrol altına alan<br />

devletçi-patrimonial karakteri, birtakım köylerin özel bir karakter kazanmasına yol<br />

açmıştır 77 . Birçok köyler şap yakmaya, güherçile hizmetini görmeye, kervansaraylar<br />

civarını şenletmeye, köprüleri, yolları mütemadiyen tamir etmeye, derbent<br />

beklemeye 78 , maden işçiliği ve pirinç tarımı yapmağa 79 , atalarından kalma ırsi bir<br />

mükellefiyet olarak mecburdurlar 80 . Dolayısıyla bu durum, büyük çoğunluğu tarımla<br />

uğraşan köylerin devlet tarafından kendilerine verilen vazifeler dolayısıyla ekonomik<br />

ve sosyal açıdan tamamen farklılaştıklarını göstermektedir. Köylerin zamana ve<br />

ortama göre görünüş ve nüfuslarında değişmeler yaşansa da, temel ekonomik<br />

fonksiyonları olan tarım ile hayvancılık genelde değişmemiştir 81 .<br />

72 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.222-223.<br />

73 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.225.<br />

74 Mustafa Akdağ, Türkiye’nin Đktisadi ve Đçtimai Tarihi, II, Đstanbul, 1995, s.37.<br />

75 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.225.<br />

76 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.223.<br />

77 Halil Đnalcık, “Köy, Köylü ve Đmparatorluk”, s.12.<br />

78 Ömer Lütfi Barkan, “Osmanlı Đmparatorluğu’nda Çiftçi Sınıfların Hukuki Statüsü”, Türkiye’de<br />

Toprak Meselesi, Đstanbul, 1980. s.740.<br />

79 Halil Đnalcık, “Köy, Köylü ve Đmparatorluk”, s.12.<br />

80 Ömer Lütfi Barkan, “Osmanlı Đmparatorluğu’nda Çiftçi Sınıfların Hukuki Statüsü”, s.740.<br />

81 Alpaslan Demir, Aynı tez, s.102.


19<br />

B- Mezraalar<br />

Kırlık kesim yerleşme yerlerinden birisi olan mezraalar umumiyetle ahalisi<br />

dağılmış eski iskân yerleri olarak kabul edilen yerlerdir 82 . Kanunnamelerde mezraa,<br />

“harabesi ve suyu bulunan yer” olarak tarif edilmektedir 83 . Bir yerin müstakil mezraa<br />

olduğunu tayin için, harabesi, suyu veya mezarlığı olup olmadığına bakılır 84 .<br />

Mezraa, günümüzde coğrafi bir tanım olarak, “köy altı yerleşme birimi” veya<br />

“kır iskân birimi” şeklinde tanımlanmasına karşın, Osmanlı tahrir kayıtlarına geçen<br />

anlamı daha ziyade “ziraat yapılan yer”, daha açık bir ifade ile bir köyün bağlantısı<br />

olarak “tarım faaliyetlerinin tamamlayıcısı” 85 şeklinde geçmekle beraber ekilebilir<br />

durumda olan ya da civar köylerde oturanlar, gezici köylüler, göçerler vb. tarafından<br />

bilfiil ekilip biçilen tarım toprakları için de kullanılmıştır 86 . Tahrir defterlerinde bir<br />

yerin nasıl mezra haline geldiğini ya da mezraanın nasıl bir köye dönüştüğünü takip<br />

etmek mümkün olmaktadır. Buna göre bir tahrirde mezraa veya virân karye<br />

kaydedilmiş olan bazı yerlerin sonraki tahrirlerde karye haline geldiği<br />

görülmektedir 87 . Keza tersine bir gelişme olarak ilk tahrirde karye olan bazı yerlerin<br />

de ahalisinin dağılması üzerine mezra durumuna geldiğini biliyoruz. Bazı sancaklarda<br />

tahrir memurları bir tek kişi ile de meskûn olsa o yeri derhal karye saymaktadırlar 88 .<br />

Bu sebeple mezraalarda sürekli olarak nüfus barınmadığı anlaşılmaktadır 89 .<br />

Mezraların teşekkül etme sebeplerine gelince, bu hususta birtakım faktörler<br />

etkili olmuştur: Her şeyden evvel tabii sebeplerle, yani çölleşme, verimliliğini yitirme<br />

gibi sebeplerle yahut yol üzeri olması, devletin avarız sistemi içinde fazla hizmetler<br />

yüklemesi ve özellikle ağır vergiler koyması yüzünden köylü, toptan köyünü terk<br />

82 Göknur Göğebakan, XVI. Yüzyılda Malatya Kazası, Malatya, 2002, s.179.<br />

83 “… Kahi bu karyelerin her bölüğüne afet irişüb oturdukları yerden göçüp birbirinin karyesine girüp<br />

veyahut ahar yerde mesken tuttukları zamanda virane ve mekabir ve savad itibariyle mevkufat amilleri<br />

bu başka mezradır haric ez-defter kalmış deyu mahsule dahl ettikleri hilafat-ı defter ve kanundur. Zira<br />

mamur iken asıl karye hâsılı ile mahsup kılınmıştı…” Barkan, Osmanlı Đmparatorluğu’nda Zirai<br />

Ekonominin Hukuki ve Mali Esasları: Kanunlar, I, s.53.<br />

84 Behset Karaca, Aynı eser, s.203.<br />

85 Rafet Metin, Aynı tez, s.52.<br />

86 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.210.<br />

87 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s. 209-211.<br />

88 M. Ali Ünal, Çemişgezek Sancağı, s.91-93.<br />

89 M. Ali Ünal, Osmanlı Devrinde Sinop, Isparta, 2008, s.85.


20<br />

edip başka taraflara göç etmektedir. Yahut başka önemli âmil olarak, vakıfların<br />

köylüyü daha iyi koruma imkânları dolayısıyla köylü, vakıf köylerine giderdi. Tabii<br />

olarak köylü, yaşamı için daha iyi, daha garantili şartlar arar ve bunun neticesi olarak<br />

köylü tarlasını terk ettiğinde, çift bozan resmi gibi önemli bir caydırıcı hüviyeti olan<br />

resimle cezalandırılacağını bilmesine rağmen tarlasını ve köyünü terk etmekten bir an<br />

bile çekinmezdi.<br />

Tahrir defterlerinde köylünün bırakıp gittiği mezraa adı altında kayıtlı köyler,<br />

hayret edilecek kadar çoktur. Birçok sancaklarda bu gibi mezraların sayısı köy sayısı<br />

kadardır. Bununla beraber biliyoruz ki, mezralar yalnız terk edilmiş eski köylerden<br />

ibaret değildir. Bir köy nüfus çoğalması dolayısıyla yakınındaki ormanı veya boz<br />

araziyi tarıma açar ve yeni bir tahrirle bunu mukataalı arazi biçiminde devletten<br />

kiralar. Böylece ortaya çıkan bu gibi topraklar da defterlerde mezra adıyla<br />

kaydolunurdu 90 .<br />

Mezraalar, sadece bir köy ya da birkaç köy halkının olabildiği gibi, sadece bir<br />

köyden ya da farklı köylerden belli şahıslar tasarrufunda da kullanılabilmekteydi 91 .<br />

Mezraaların genellikle bir köye bağlı olarak yazılması, Osmanlı yönetimince genelde<br />

köy ekonomisinin bölünmez bir parçası olarak görülmesi ve köylü için köy sınırları<br />

içerisinde yeterli olmayan tarım topraklarına ek olarak tarım yapılabileceği bir arazi<br />

rezervi gözüyle bakılması ile alakalıdır. Bu yönüyle mezraa, köylüler için ek bir gelir<br />

kaynağını ve nüfus fazlasının yerleşebileceği toprağı meydana getirmektedir 92 .<br />

Mezraalar bazen de “mezraa” başlığı altında tıpkı karyeler gibi ayrı bir vergi birimi<br />

olarak yazılmaktadır. Bazı mezraalarda yetişen ürünler ve öşür miktarı ayrı ayrı<br />

gösterilirken bazılarında doğrudan doğruya yalnızca vergi hasılı yazılmaktadır.<br />

Yetişen ürünlerin ve öşür’ün ayrı ayrı gösterildiği mezraalar diğerlerine nazaran<br />

büyük mezraalar olarak bilinmektedir 93 . Dolayısıyla mezraalar; köylü halkın tarım<br />

90 Halil Đnalcık, “Köy, Köylü ve Đmparatorluk”, s.12.<br />

91 Rafet Metin, Aynı tez, s.56.<br />

92 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.211-212.<br />

93 M. Ali Ünal, Çemişgezek Sancağı, s.91.


21<br />

faaliyetlerinde, köy sınırları içindeki tarım alanları haricindeki zirai sahaların<br />

köylerden sonraki en önemli alanlarını teşkil etmekteydi.<br />

Nitekim ziraat hayatı, Osmanlı toplumunda öyle etkin bir iktisadi faaliyet<br />

sahası idi ki, sadece kır iskân yerlerindeki nüfus değil, kasaba ve hatta şehir niteliğini<br />

haiz yerlerdeki nüfusun da önemli bir kesimi doğrudan ziraatle meşgul olmakta idi 94 .<br />

Sosyal ve ekonomik bakımdan Osmanlı toplumunun en canlı merkezlerini oluşturan<br />

şehirlerin sulak alanlarında bağlar ve bahçeler önemli yer tutmakta idi 95 . Buralarda<br />

yetişen ürünler şehirdeki meyve ve sebze kapanlarında satılıyordu. Đstanbul, Bursa,<br />

Edirne gibi büyük şehirlerin çevrelerinde sebzecilik ve meyvecilik yaygındı 96 .<br />

Kentlerde yaşayan birçok aile de kendi yetiştirdiği tahıl ve meyveyi tüketir ve pazara<br />

kısmi bir bağlılık içinde yaşardı, dolayısıyla bu toprak parçaları kentin besin<br />

gereksiniminin karşılanmasında belli bir öneme sahipti 97 .<br />

94 Turan Gökçe, Aynı eser, s.320.<br />

95 Yücel Özkaya, 18. Yüzyılda Osmanlı Toplumu, Đstanbul, 2007, s. 67; ayrıca bkz. Rasih Demirci-<br />

Ahmet Özçelik, Tarım Tarihi, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları, Ankara, 1990, s. 72.<br />

96 M. Ali Ünal, Osmanlı Devrinde Sinop, s.162.<br />

97 Suraıya Faroqhı, Osmanlı’da Kentler ve Kentliler, (çev. Neyyir Kalaycıoğlu), Đstanbul, 2000, s.297.


22<br />

II. BÖLÜM<br />

ÇĐFT-HANE SĐSTEMĐ VE ÜRETĐCĐ UNSURLAR<br />

I. ÇĐFTHANE SĐSTEMĐ VE ÇĐFT RESMĐ<br />

Osmanlı Đmparatorluğu’nda tarım arazisinin kullanımını düzenleyen hukuksal<br />

çerçeveyi, şeriat ile padişahların koyduğu örfi kanun sağlıyordu. Şeriat, bireyin genel<br />

anlamda toprak üzerindeki tasarruf haklarını güvenceye alırken; kanun, daha ziyade<br />

tarım arazisi üzerindeki devlet denetiminin sürdürülmesiyle ilgiliydi. Kanun,<br />

kiracının ve onun soyundan erkek varislerin, usule uygun olarak elde ettikleri ve<br />

önceden belirlenmiş şartlar dâhilinde kullandıkları takdirde, miri araziyi sınırsız bir<br />

süre boyunca ve serbestçe tasarruflarında tutup işleyebilmelerini güvenceye<br />

alıyordu 98 . Kanun gereği olarak, tımar sistemi dâhilindeki miri araziler-ki bağ ve<br />

bağçeler bunun dışındadır- toprağı işleyecek olan reayaya verilmek üzere belli<br />

birimlere, yani bir çiftçi ailesinin işleyebileceği büyüklükteki parçalara ayrılmıştı. Bu<br />

parçalara çift veya çiftlik deniyordu 99 . Çiftlik, ziraat yapılan yer anlamında ve<br />

umumiyetle, bir çift öküzün işleyebileceği tarlaların tümü 100 şeklinde<br />

tanımlanmaktadır; fakat resmi tanıma göre, bir çift(lik) arazi, bulunduğu mahalle ve<br />

toprağın yetiştirme kabiliyetine bağlı olarak değişmek üzere, alâ(verimli) yerden 60-<br />

80, evsât(orta) yerden 80-100 ve ednâ(kıraç) yerden 100-150 dönüm arası olarak<br />

belirlenmiştir 101 . Dönüm ise, “yürümek adımı ile eni ve uzunu kırk adım yer”e<br />

deniyordu 102 . Bir çiftlik, asgari 4 Bursa müdü tohumun ekildiği, 12 müd ürünün<br />

toplandığı bir tarım alanı 103 olması dolayısıyla çiftlik birimlerinin belirli standartlar<br />

dışına çıkmasına izin verilmemekte idi. Miri arazideki köylünün; ister devlete, isterse<br />

98 Halil Đnalcık, “Çiftliklerin Doğuşu: Devlet, Toprak Sahipleri ve Kiracılar”, Osmanlı Toprak<br />

Mülkiyeti ve Ticari Tarım, (Ed. Çağlar Keyder), Đstanbul, 1998, s.17.<br />

99 Mehmet Ali Ünal, XVI. Yüzyılda Çemişgezek Sancağı, s.88.<br />

100 Halil Đnalcık, “Köy, Köylü ve Đmparatorluk”, s.7.<br />

101 Barkan, “Çiftlik”, ĐA, III, s.393.<br />

102 “…Yürümek adımiyle eni ve uzunı kırk adım yere bir dönüm dirler. Su basar ve her yıl ekili alâ<br />

yerlerden seksen dönüm yere bir çiftlik dirler ve evsat-ul-ahvâl olan yerlerde de yüz dönüm yere bir<br />

çiftlik dirler ve ednâ yerlerden yüz elli dönüm yere bir çiftlik dirler..” Barkan, Osmanlı<br />

Đmparatorluğu’nda Zirai Ekonominin Hukuki ve Mali Esasları: Kanunlar, I, s.131.<br />

103 Eftal Ş. Batmaz, “XV-XVI. Yüzyıl Sancak Kanunnamelerine Göre Osmanlı Devleti’nde Tahıl<br />

Üretimi”, TAD, c.XXIII, sa.36, Ankara, 2004, s.39.


23<br />

şahıslara borcu bulunsun veya arazisini para karşılığı rehine bırakmış olsun; hiçbir<br />

şekilde, köylünün elinde bulunan çift bütünlerine dokunulamazdı 104 .<br />

Yukarıda verilen ölçüler içerisinde yer tasarruf eden reaya, tahrir defterlerine<br />

tam (bütün) ya da 1 çift, yarısı kadar yer tasarruf eden de nim çift olarak<br />

kaydediliyordu. Bazı bölgelerde ise bir çiftçi ailesine 2, 3 ve hatta 4 çift verildiği de<br />

olabiliyordu. Nim çift’ten az yerler ise ekseriya 2 dönüme 1 akça olarak tayin edilmiş<br />

bulunan resm-i zemin (dönüm resmi) eda etmesi şartıyla topraksız reayaya verilmekte<br />

ve çiftlik tasarruf eden reayanın evli (müzevvec) olması gerekmekteydi 105 . Reaya, bir<br />

nevi kiracılık sözleşmesiyle kendisine bırakılan çiftlik için her yıl resm-i çift denilen<br />

bir vergi ödediği gibi, elde ettiği üründen de öşür verirdi. Çiftçi, elindeki araziyi<br />

satamaz; hibe, rehin ve vakf edemezdi. Ayrıca sebepsiz yere üç yıldan fazla üst üste<br />

nadasa bırakamaz, ekip biçtiği yeri boz bırakıp gidemez ve başka bir sanatla meşgul<br />

olmasına izin verilmezdi. Toprağını bırakıp terk-i diyar ettiğinde, öşür bedeli ile çift<br />

resmini sipahiye ödemek zorunda idi 106 . Bu durumda reayanın sipahiye ödemesi<br />

gereken miktar, öşür bedeli olarak elli akça ve çift bedeli olarak da yirmi iki akça<br />

olmak üzere toplam yetmiş iki akça idi 107 . Çift bozan akçesi denilen bu resim, bir<br />

defaya mahsus olarak alınırdı. Bu resmi ödeyen reaya istediği yere gidebilirdi. Aksi<br />

halde sipahi, toprağını terk etmiş olan raiyyetini köyüne dönmeye mecbur<br />

edebilirdi 108 . Kütahya Livâsı kanunu tafsilatlı bir tarzda boz ve boş bırakılan<br />

çiftliklerin durumunu açıklamıştır. Hiçbir sebep olmadan üç yıl boz kalan çiftlikler,<br />

bir başkasına tapuya verilmektedir. Fakat ekine çok müsait olmayan dağlık veya su<br />

basan ovalık yerde olursa raiyyetin bir ihmali olmadığından çiftlik elinde<br />

kalmaktadır. Diğer taraftan, çift öküzünü otlatması ve harman yeri için birkaç dönüm<br />

yeri boş bırakması durumunda, boz bırakma muamelesine tabi olmaktadır 109 . Nitekim<br />

104 Halil Bayrakçı, Aynı eser, s.80-81.<br />

105 Mehmet Ali Ünal, Çemişgezek Sancağı, s.88.<br />

106 Mehmet Ali Ünal, Çemişgezek Sancağı, s.88.<br />

107 Mehtap Özdeğer, XV-XVI. Yüzyıl Arşiv Kaynaklarına Göre Uşak Kazası’nın Sosyal ve Ekonomik<br />

Tarihi, Đstanbul, 2001, s.4.<br />

108 Mehmet Ali Ünal, XVI. Yüzyılda Çemişgezek Sancağı, s.88.<br />

109 “Arz-ı öşriyeden ziraate yarar yer bilâ mâni üç yıl boz kalmak tımara zarar verür. Bu zararı def<br />

içün üç yıl boz kalan yeri sahibinin elinden alub gayri kimesneye tapuya virmek örfen câizdir. Ammâ<br />

li-mani’in boz kalsa meselâ dağ yeri olup her yıl ekine gelmedüğü sebepden ya ova yer olub su galebe<br />

itdüğü cihetden üç yıl boz kalsa tapuya virmek olmaz. Zira bu takdirce ekinci tarafından taksirât-ı<br />

mütetâliye(bulunmaz). Bunların gibi yerlerdeitibâr defeâtle ekine gelüb fevt olmakdır. Eğer tekrar fevt


24<br />

devletin aldığı bu önlemler, çiftçi reaya’nın tarımsal faaliyetlerini kesif olarak ve<br />

mütemadiyen sürdürmesinde etkin bir rol oynamıştır.<br />

Dirlik defterlerine, çiftleri ve vergileriyle beraber kaydedilmiş bulunan<br />

köylünün; bu çiftinden fazla yer kullanıp kullanmadığını, sipahi bizzat ölçerek tespit<br />

etmekte ve çiftinden fazla yer kullanan köylünün “artık yer” inden; toprağın<br />

durumunu dikkate alarak, önceden tayin edilmiş bulunan “ dönüm akçesi” almakta<br />

idi.“… Ve defterde nim çift veyahut temam çift yazılup üzerine kaydolunan yerden<br />

ziyade mutasarrıfın deyü sipahi raiyyetin yerin ölçüp bilmek istese kimesne mani<br />

olmaya. Kanun üzere ölçe yeri üzerine kaydolunandan ziyade ise ziyadesinden yerine<br />

göre dönüm akçesin ala 110 …” Anlaşıldığı üzere; çiftçi fazla yerinin “dönüm akçesi”<br />

ni vermek şartıyla toprağını genişletebilmekteydi. Đşlediği ve kanuni vergilerini<br />

ödediği sürece bu hakkı devam etmekteydi. Köylü toprağını genişletebildiği gibi,<br />

başka bir sipahinin dirliğinde de ziraat yapabilmekteydi. Böylece iki ayrı yerde iki<br />

çift birden kullanabilmekte, işleyebildiği sürece sipahi, toprağa müdahale etmemekte<br />

idi. Musul Kanunnamesi’nde, köylünün çiftini boş bırakıp, terk-i diyar etmesi<br />

yasaklanırken, toprağını sürdükten sonra, daha fazla ziraat yapmak isteyenlerin, başka<br />

sipahi arazisinde de yer kullanabileceklerine dair malumat bulunmaktadır 111 .<br />

Sipahi, köylüyü geçindirecek kadar çift veremediği takdirde, köylünün başka<br />

bir sipahi toprağında yer tutması, meşru hale gelmekte idi. Çift bütünlerinin küçük,<br />

orta, büyük çift olmak üzere üç birim halinde köylüye verildiği düşünülecek olursa,<br />

küçük çiftlerin bazı köylü ailelerini idare edemeyeceği anlaşılır. Bunun içindir ki<br />

böyle ailelere, kendi yerlerini işledikten sonra, başka yerde çift tasarruf etme hakkı<br />

tanınmakta idi 112 .<br />

olsa tapuya virmek caiz olur ve illâ fela çift öküzi maslahatı içün ve harman yeri içün birkaç dönüm<br />

yer boz komak memnu değildir. Bu sebepler ile boz kalan yerler ne kadar zaman boz kalırsa tapuya<br />

verilmez…” Barkan, Kanunlar, s.25.<br />

110 Barkan, Kanunlar, s.10.<br />

111 “Bir çift ve nim çift bağlanan kimesneler yerlerin boz koyup ahar yerde ziraat itmeyeler. Meğer<br />

üzerlerine bağlanan yerleri tamam eküb varub ahar toprakda ziraat idüb ziyadece rencberlik murâd<br />

iderle anları men itmeyeler…” Barkan, Kanunlar, s. 173.<br />

112 Halil Bayrakçı, Aynı eser, s.85.


25<br />

Çift- hane birimi başlıca üç unsuru birleştirmekteydi: emek kaynağı olarak<br />

hane halkı; koşum gücü olarak bir çift öküz; bu bir çift öküzle işlenebilir boyutlarda<br />

bir birim meydana getiren ve tahıl üretimine hasredilmiş bulunan tarlalar 113 . Bunların<br />

tümü bir üretim ünitesi ve dolayısıyla mali ünite sayılmaktaydı 114 . Nitekim çift-hane<br />

sistemi, tarımsal üretimin, her birine bir çift ya da çiftlik verilmiş olan köylü haneleri<br />

temelinde düzenlenmesinden oluşmakta 115 ve bir köylü ailesinin geçimini sağladığı,<br />

devlete ait vergileri karşılayan bir artı ürün ürettiği tipik bir üretim birimi, kır<br />

toplumunun temel hücresi 116 olarak karşımıza çıkmaktadır. Devlet, çiftliklerin<br />

bölünmezliğini sağlamak ve köylü ailelerini geçindirmeye yetecek boyutlarda<br />

kalmasını teminat altına almak için çok çaba sarf ediyordu. Bu doğrultuda, herhangi<br />

bir nedenle kanuna aykırı olarak parçalanan araziyi, reayanın biri, onu eski haline<br />

getirmek isterse devlet o reayanın mükellefi olduğu vergileri ödemesi şartıyla<br />

parçalanmış araziyi onun tasarrufuna bırakıyordu. Çiftliklerin ya da aile<br />

tasarrufundaki toprakların bütünlüğünü ve devamlılığını sağlamak için alınan bir<br />

diğer önlem de şu idi: Raiyyet ölüp de geride, henüz kendi başına toprağı işlemenin<br />

üstesinden gelemeyecek yaşta bir erkek evlat bıraktığı takdirde, çocuk büyüyünceye<br />

kadar toprak geçici olarak kendisinden alınırdı. Ancak ölenin dul karısı, işçi tutmak<br />

suretiyle toprağı işleyebiliyor, öşrünü ve diğer vergilerini verebiliyorsa kendi adına ya<br />

da yaşı tutmayan oğlu adına çiftlik üzerindeki tasarrufunu korurdu 117 .<br />

Osmanlı tarımsal faaliyetlerine zemin hazırlayan çift-hane sisteminin mali<br />

temeli, çift resmine dayanmakta idi. Çift resmi, üründen alınan bir vergi değil,<br />

kullanılan toprağın miktarına göre nakit olarak toplanan ve bir anlamda da basit bir<br />

toprak kirasıydı 118 . Çift resmi aynı zamanda raiyyetin devlete karşı yapmakla<br />

yükümlü olduğu hizmetlerin paraya çevrilmiş hali idi 119 . Çift resmi etrafında örülen<br />

113 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.190.<br />

114 Halil Đnalcık, “Köy, Köylü ve Đmparatorluk”, s.7.<br />

115 Halil Đnalcık, “Çiftliklerin Doğuşu: Devlet, Toprak Sahipleri ve Kiracılar”, s.18.<br />

116 Halil Đnalcık, “Köy, Köylü ve Đmparatorluk”, s.8.<br />

117 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.193.<br />

118 Şevket Pamuk, Aynı eser, s.44. Şehirli reaya, çift resmini ödemekle mükellef tutulmamıştır. Neşet<br />

Çağatay,“Osmanlı Đmparatorluğu’nda Reayadan Alınan Vergi ve Resimler”, AÜDTCFD, sa.5, Ankara,<br />

1947, s.501.<br />

119 “Bir çift tasarruf eden raiyyet yılda üç hizmet veya bunun karşılığı olarak üç akça vere, bundan<br />

başka bir orak(yani ot) ve bir dögen(saman) ve bir kagnı odun vere ve ayrıca boyunduruk resmi olarak


26<br />

mali sistem, aslında Osmanlı kırsal toplumundaki katmanlaşmanın da anahtarıydı.<br />

Köylüleri, çift resmini ödeyebilecek durumda olanlar, evli köylü (bennâk) resmini<br />

ödeyebilecek durumda olanlar ve yoksul veya bekâr köylü (mücerred, caba ya da<br />

kara) resmini ödeyebilecek olanlar şeklinde tasnif ediyordu. Tütün resmi, dönüm<br />

resmi ve diğer bazı ikincil vergiler de, sistemin kapsamına giriyordu 120 . Resm-i çift<br />

her mahâlde mutarrid olmayıp bazı vilayetde az ve bazı vilayette çok yazılan ve<br />

hadd-i asgari yirmi iki ve hadd-i ekberi elli yedi akça itibar olunan vergidir 121 . Tam<br />

çift sahibi köylü ailesi, bir altın eş değeri ya da 22 gümüş akçe, yarım çiftten az<br />

olması halinde, vergi oranı emekçinin medeni haline, yani temsil ettiği emek<br />

potansiyeline bakılarak saptanırdı. Yarım çift’ten az toprağı olan ailelere bennâk<br />

denir ve 9 akçe ödemeleri istenir; bekâr ile toprağı olan dul kadınlardan ise yalnız 6<br />

akçe alınırdı. Babalarına hizmet etmeyen ve geçimlerini kendi başlarına sağlayan<br />

bekâr erkekler (mücerredler) yetişkin bir erkeğin çalışmasının karşılığı sayılan 6<br />

akçe’lik kara resmini öderlerdi 122 . Bu şartlara riayet etmek suretiyle arazi ziraat eden<br />

reaya, tasarruf ettiği tarlasına istediği miktarda buğday, arpa, yulaf, mısır, darı vb.<br />

gibi mahsulleri ekebilmekteydi 123 .<br />

Çift resmi miktarı, imparatorluğun her sancağında ve her bölgesinde<br />

farklılıklar göstermekte olup 124 özellikle XVI. yüzyılda Güneydoğu Anadolu<br />

bölgesinde kısa mesafeli sancak ve kazalardaki çift resmi miktarındaki bu farklılıklar<br />

daha belirgin idi 125 . Aşağıda verilen tabloda 28 sancakta 13 ayrı çift resmi miktarı<br />

uygulandığı görülmektedir:<br />

iki akça vere, bu yedi kulluk(hizmet) yerine para almak lazım gelse 22 akça alına..” Halil Đnalcık,<br />

“Osmanlılar’da Raiyyet Rüsumu”, Osmanlı Đmparatorluğu Toplum ve Ekonomi, Đstanbul, 1996, s. 34.<br />

120 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.194.<br />

121 Süleyman Sudi, Defter-i Muktesid, (Yay. Haz. Mehmet Ali Ünal), Isparta, 2008, s. 132.<br />

122 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.195.<br />

123 Neşet Çağatay, “Osmanlı Đmparatorluğu’nda Reaya’nın Miri Arazide Toprak Tasarrufu ve Đntikal<br />

Tarzları”, s.429.<br />

124 Örneğin XVI. Yüzyılın ilk yarısında çift resmi Rumeli’de yılda 22 akçe, Anadolu’da 33 akçe,<br />

Suriye’de 40 akçe ve Doğu Anadolu’da 50 akçe olarak alınmaktaydı. Şevket Pamuk, Aynı eser, s.45.<br />

125 Mardin’de çift başına 50, Birecik ve Ayıntab’ta 40, Nusaybin’de pirinç ekimi ile uğraşanlardan 36,<br />

Diyarbekir’de 24 akça alınmakta idi. Yüzyılın ortalarına doğru Diyarbekir’de “tamam çift yazılan<br />

Müslümanlardan elli akça resm-i çift alınması kararlaştırılmıştır. Nejat Göyünç, “XVI. Yüzyılda<br />

Güney-Doğu Anadolu’nun Ekonomik Durumu”, Türkiye Đktisat Tarihi Semineri (Ed.Osman Okyar-H.<br />

Ünal Nalbantoğlu), Ankara, 1975, c.XIII, s.92.


27<br />

Tablo 1: Çeşitli Sancaklardan Alınan Çift Resmi Miktarı<br />

Sancaklar<br />

Çift Resmi Miktarı<br />

(akçe)<br />

Çermik(1518)<br />

10<br />

Ergani (1518) 18<br />

Gelibolu(1519), Sofya(1525), Silistre(1569),<br />

Sirem(III. Murad), Vize(1539) 22<br />

Arabgir(1518) 24<br />

Tırhala(1521) 26<br />

Kütahya(1528) 32<br />

Biga(1516), Aydın(1528), Koca-ili(1624),<br />

Karesi(1573), Hüdavendigâr(1487) 33<br />

Karaman(1528), Đç-il(-), Teke(1455) 126 36<br />

Ankara(1523) 37<br />

Siverek(1518), Ayıntab(1536) 40<br />

Hamid 42<br />

Bolu(1528), Mardin(1518), Harput (1518)<br />

Çemişgezek(1541), Diyarbakır(1540) 50<br />

Kayseri(1500) 57<br />

Kaynak: Barkan, Kanunlar.<br />

Çiftlik arazisinin genişliği, toprağının verimlilik derecesine uygun olarak<br />

tespit edildiğine göre aynı zamanda öşür nisbeti bu kıyaslamaya uygun tespit<br />

edilirken, çift resmi de yine o sancaktaki zirai topraklarının verimlilik seviyesine<br />

uygun olarak değerlendirilmektedir. Ancak bazı sancaklarda öşür nisbeti ile çift resmi<br />

miktarı aynı oranlarda olmamaktadır. Herhalde tahrir emini ve heyeti o sancağın<br />

toprağı ile birlikte reayanın da durumunu hesaba katarak çift resmini daha az seviyede<br />

tespit etmektedir 127 . Örneğin; Malatya Sancağı’nda çift resmi 50 akça olmasına<br />

rağmen, kazalarından bazılarının toprakları verimsiz olduğundan çift resmi 34 akça<br />

126 Behset Karaca, Aynı eser, s.236.<br />

127 Mehtap Özdeğer, Aynı eser, s.119.


28<br />

takdir edilmiştir 128 . Yeni –il Sancağı’nda da arazinin verimsiz ve halkının da tam<br />

yerleşmediği için, 35 akça olan çift resmi 18 akçaya indirilmiş bulunmaktadır 129 .<br />

Nitekim devlet denetimi altında kontrollü bir şekilde işleyen çift-hane sistemi,<br />

Osmanlı Đmparatorluğu’nda tarımsal üretimin örgütlenişinin, başka toprak kullanımı<br />

ve üretim biçimlerini getirecek değişimlere direnmesinin ve durağan yapı olarak<br />

varlığını sürdürmesinin esas nedenlerinden biri 130 olmakla beraber aynı zamanda<br />

klasik Osmanlı tarımında emek faktörü rolünü oynayan köylü reayanın toprak<br />

üzerindeki faaliyetlerini de şekillendiren önemli bir etmen olarak karşımıza<br />

çıkmaktadır.<br />

128 1559 tarihli Malatya Livası Kanunu: “…ve Gerger, Kâhta ve Behisni kazalarında mütemekkin olan<br />

reayanın yerleri kalil olmağla tamam çift yazılan reayadan otuz dört akçe..”, Barkan, Kanunlar, s.116.<br />

md.8.<br />

129 1583 tarihli Yeni-il Kanunu, Barkan, Kanunlar, s.76, md.2.<br />

130 Halil Đnalcık, “Çiftliklerin Doğuşu”, s.19.


29<br />

II. ÇĐFTLĐK TÜRLERĐ<br />

A- Reaya Çiftliği<br />

Geleneksel köylü toplumu, çoğunlukla iki öküz ve reayanın durumuna uygun<br />

bir miktar çiftlik arazisine sahip hane halklarından oluşuyordu. Osmanlı<br />

kanunnamelerinde reayanın durumuna uygun bu miktar, toprağın verimliliğine göre<br />

64.000 ilâ 138.000 metrekare olarak saptanıyordu. Birbirinden ayrı ve bağımsız<br />

tarlalardan oluşan bu birimin bütününe raiyyet çiftliği ya da reaya çiftliği<br />

deniyordu 131 . Bu türe ayrılan çiftlikler, tapu resmi karşılığında, doğrudan doğruya<br />

çiftçi bir ailenin reisi üzerine yazılır ve bu aile sürekli olarak verilen bir çiftliği ekip,<br />

biçer, icar olarak devlete üründen 1/10 ile ½ arasında değişen ve 1/8’i çok yaygın<br />

olan bir pay verdiği gibi, her yılın martında da yerine göre 22 akçeden 50 akçeye<br />

kadar değişen bir “çift resmi”ni öderdi 132 . Uhdesinde kayıtlı bulunan çiftliği<br />

işlemeyen köylünün elinden bu çiftlik, geri alınarak başka birisine verilebildiği gibi,<br />

bu gibi çiftçiler, çift bozan resmi veya levendlik akçesi adı ile bu toprakların boş<br />

bırakılmasından doğan zararları ödeme mahiyetinde bir tazminat vermeğe de mecbur<br />

tutulurlardı 133 . Raiyyete (tarımını raiyyet çiftliğinde yapmayı kabul edene) yüklenen<br />

yukarıdaki bütün ödevlere karşı asıl mülk sahibinin, yani devletin uymayı kabul ettiği<br />

tek şart, köylü elindeki toprağı kendisi işlemekten geri kalmadıkça, sözü edilen<br />

çiftliği hiçbir suretle ondan geri alamayacağı idi 134 . Osmanlı nüfusunun yaklaşık %<br />

90’ınının kırsal alanda yaşadığını, toplam nüfusun belki de 4/3 ‘ünün yerleşik tarımla<br />

uğraştığını düşünürsek bu hane çiftliklerinin Osmanlı ekonomisi içindeki önemi daha<br />

iyi ortaya çıkmaktadır 135 .<br />

Osmanlı Đmparatorluğu’nda büyük oranda tarımsal faaliyetlerin<br />

gerçekleştirildiği çiftlikler, raiyyet çiftlikleri idi ve bu türden çiftliklerde, çift-hane<br />

sistemi içerisinde uygulanan tüm hukuk ve kurallar geçerliydi.<br />

131 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğunun Sosyal ve Ekonomik Tarihi, I, s.192.<br />

132 Mustafa Akdağ, Aynı eser, s.88.<br />

133 Barkan, “Çiftlik”, s.392.<br />

134 Mustafa Akdağ, Aynı eser, s.89.<br />

135 Şevket Pamuk, Aynı eser, s.40.


30<br />

B- Hassa Çiftliği<br />

Osmanlı Đmparatorluğu’nda bilhassa ilk devirlerin sipahi tımarlarında,<br />

doğrudan doğruya sipahiler tarafından işletilen ve “kılıç yeri” tabiri ile de anılan<br />

hassa çiftlikler ve çayırlar da vardır. Hatta bazı yerlerde hassa bağ, bahçe ve değirmen<br />

kayıtlarına da tesadüf edilmektedir. Doğrudan doğruya sipahiler tarafından işletilen<br />

ve o zaman kullanılan bir tabir ile “sipahinin çifti yürüyen” bu çiftlikler, kendisi ve<br />

ailesi efradı, toprak işleri ile meşgul olmak istemedikleri takdirde, sipahi tarafından<br />

miri topraklardan ayrılıp, tesis edilen reaya çiftliklerinden tamamen farklı olarak,<br />

şekil ve şartları devlet kanunları ile tayin edilmiş bulunan umumi ve tek bir tip kira<br />

mukavelesi ile değil, tamamen şahsi ve serbest bir anlaşma usûlü ile arzu edilen bir<br />

şekilde kiraya verilmekte idi. Hassa çiftlikler üzerinde bu suretle meydana gelen<br />

kiracılık münasebetleri ise, ekseriyâ mahalli örf ve adetlere göre, ayarlanan bir<br />

ortakçılık şeklini almakta idi; bazı yerlerde, tohum ve çift hayvanları sipahi tarafından<br />

temin edildiği takdirde, mahsûl yarı yarıya paylaşılmakta olduğu gibi, bazen de bu<br />

gibi hassa çiftliklerden sipahi ancak ¼ almakta idi 136 . Sipahi, reaya çiftliğinde olduğu<br />

gibi bu türden çiftlikleri de satma hakkına sahip değildi. Satsa bile, bu satış yalnız<br />

kendi dönemi için geçerli olmakta ve kendisinden sonra göreve gelen sipahi<br />

tarafından bu gibi satış muameleleri iptal edilebilmekte idi.<br />

C- Askeri Unsurlara Verilen Çiftlikler<br />

Osmanlı Đmparatorluğu’nda, tımarlı sipahiler yanında, birtakım askeri<br />

vazifeler ile alakalı çiftçi askerler de vardı ki, bunlar işledikleri çiftliklerin her türlü<br />

vergilerinden muafiyet mukabili, kendi aralarında nöbetleşe sefer veya hizmetlere<br />

iştirak ederler ve bu bakımdan teşkilatlandırılmış bulunurlardı. Yaya, müsellem ve<br />

yörüklerin ellerinde bulunan çiftlikler ile voynuk baştinelerini bunlar arasında<br />

zikredebiliriz 137 .<br />

136 Barkan, “Çiftlik”, ĐA, s.394.<br />

137 Barkan, “Çiftlik”, ĐA, s.394.


31<br />

1- Yaya ve Müsellem Çiftlikleri<br />

Yaya ve müsellem teşkilatı, devletin ilk maaşlı merkezi kuvvetini teşkil eden<br />

bir müessese olarak, ilk kez Alaaddin Paşa ve Çandarlı Kara Hayreddin Paşa’nın çaba<br />

ve çalışmaları sonucunda, Orhan Bey döneminde tesis edilmiştir 138 . Đlk dönemlerde<br />

gönüllü bir askeri birlik olan bu teşkilat, kısa bir süre sonra gönüllü olmaktan<br />

çıkartılarak sürekli askerlik hizmeti yapan müessese haline getirilmiştir 139 . Bu<br />

teşkilat, “ ocak ” esası üzerine kurulmuş olup; “ ocak ” ise maaşlarına karşılık bir<br />

çiftlik tasarruf eden, avarız-ı divaniye’ye karşılık bir hizmetle yükümlü tutulan,<br />

görevleri ve vergi muafiyetleri nedeniyle askeri sayılan, bir yaya ve çeşitli<br />

yamaklardan mürekkep bir üniteye denilmekte olup bu tanım müsellemler için de<br />

aynıdır 140 . Yaya ve müsellemler, devamlı surette savaşa katılmışlarsa da tarım<br />

toplumu olmaya ve çiftliklerine ırsen bağlı oldukları için toprağa bağlı yaşamaya<br />

devam etmişlerdir 141 . Yaya ve müsellemler, kendilerine tahsis edilen çiftliklerde hasıl<br />

olan mahsulden, hububat, bağ ve değirmenden kimseye öşür ve vergi vermemekle<br />

birlikte çiftliklerin satılması, tapuya verilmesi de kanunlara aykırı idi 142 . Nitekim<br />

yaya ve müsellem çiftlikleri, savaş dışı zamanlarda köylü askerler tarafından<br />

işletilmek suretiyle Osmanlı tarım sektörüne katkıda bulunmaya çalışmıştır.<br />

138 Halime Doğru, Osmanlı Đmparatorluğu’nda Yaya – Müsellem – Taycı Teşkilatı (XV. ve XVI.<br />

Yüzyıllarda Sultanönü Sancağı), Đstanbul, 1990, s. 2.<br />

139 Halime Doğru, Aynı eser, s. 6.<br />

140 Behset Karaca, Aynı eser, s.212.<br />

141 Halime Doğru, Aynı eser, s.17.<br />

142 Behset Karaca, Aynı eser, s.213.


32<br />

III. ÜRETĐCĐ UNSURLAR<br />

Osmanlı üretim faaliyetinde, doğrudan üreticinin genel adı reaya’dır. Fakat<br />

tematik olarak da üretici unsurlar, kendi arasında belirli gruplara ayrılmakta olup<br />

bunları, 1- Ortakçı Kullar, 2- Köylü Reaya, 3- Çeltikçi Reaya, 4-Konar-Göçer<br />

Teşekküller, şeklinde ayırmak mümkündür.<br />

A- Ortakçı Kullar<br />

Anadolu’da “ortak”, tohumu, çift hayvanını “sahib-i arz”dan alan ve mahsulü<br />

de onunla paylaşan çiftçiye denir 143 . Savaşlarda elde edilen esirlerin 144 , aileleriyle<br />

birlikte, tarıma elverişli arazilere yerleştirilmelerinden oluşan ortakçı kullar, Đslam<br />

hukukunun kabul ettiği anlamda köle idiler. Bu nedenle azat edilmedikleri müddetçe<br />

sahiplerinin kölesi kalıyorlardı 145 . Osmanlı Devleti’nin genişleme aşamasında bol<br />

miktarda kölenin ele geçmesi ve bunların tamamının devlet hizmetinde devşirme<br />

olarak kullanılmalarının mümkün olmaması nedeniyle, kölelerin bir kısmının toprağa<br />

yerleştirilmeleri uygun görülmüştür. Ancak bunların reayanın aksine hiçbir üretim<br />

aracı ve iş aletine sahip olmamaları, devletin bunları onlara sağlamasına yol açmış,<br />

bunun sonucu olarak da reayadan farklı bir üretici statüsü oluşmuştur. Bunların köle<br />

statüsünde olmaları ve azad edilmeden toprağa yerleştirilmeleri, kölelerin her türlü<br />

mal ve ürünlerinin köle sahibine ait olacağına ilişkin hukuk kuralı gereği, bu farklı<br />

statünün hukuki yapısı da kendiliğinden oluşmuştur 146 . Savaş esirlerinin tarımda<br />

kullanılması Osmanlı Đmparatorluğu’nda belli bir dönem uygulanmış ve daha sonra<br />

ortadan kalkmıştır. I. Süleyman zamanında (1520-1566) Trakya ve Makedonya’yı<br />

143 Đrene Beldiceanu-Steinheir, “XV. ve XVI. Asırlarda Anadolu’da Ortakçılar” VIII. Türk Tarih<br />

Kongresi, Ankara 11-15 Ekim 1976, Kongreye Sunulan Bildiriler, c.II, Ankara 1981, s.1321.<br />

144 Kırım Tatarları başlıca köle sağlayıcıları durumuna gelmeden önce on beşinci ve on altıncı<br />

yüzyıllarda Osmanlı pazarındaki muazzam köle talebini Balkanlar’daki sınır bölgelerinde ya da Orta<br />

Avrupa’da “Osmanlı Gazileri” ya da “akıncıları” karşılardı. Halil Đnalcık, “Osmanlı Đmparatorluğu’nda<br />

Köle Emeği”, Makaleler II, Ankara, 2008, s. 141.<br />

145<br />

Rahmi Deniz Özbay, “Osmanlı Đmparatorluğu’nda Köle Emeğinin Đstihdâmı ve Mukâtebe<br />

Yöntemi”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sa:17, 2009/1, s.156.<br />

146 Mehmet Ali Kılıçbay, Aynı eser, s.358.


33<br />

içine alan Orta Rumeli bölgesinde köle tarımcıların sayısı haslardakiler de dahil<br />

olmak üzere yalnızca 6021 kişi, Anadolu eyaletinde ise 1981 kişi idi 147 .<br />

Osmanlı Đmparatorluğu’nda terk edilmiş toprakları hükümdarın hazinesi<br />

yararına ekip biçen ortakçı kullar 148 , ne Osmanlı köylüleri gibi özgürdüler ne de<br />

sahiplerine bağlı olmalarına rağmen köle gibi mal hükmündeydiler; kölelik ile özgür<br />

köylülük arasında âdeta yeni bir tabaka oluşturmaktaydılar. Çalıştıkları topraklardan<br />

elde edilen gelirin belli bir kısmını sahibine verdikten sonra kalanını tasarruf<br />

edebilme hakları vardı 149 .<br />

Karaman, Đçel, Teke, Hamid, Aydın, Saruhan, Kütahya, Ankara, Bolu ve<br />

Hüdavendigâr vilayetlerinde yoğun olarak bulunan ortakçı kullar 150 , tohumluk kul<br />

sahibi tarafından verilmek koşuluyla, elde ettikleri ürünün yarısını sahiplerine<br />

vermekte ve kendilerine yüklenen her türlü hizmeti yerine getirmek zorundadırlar.<br />

Zarara uğrattıkları üretim aracı ya da iş aletinin bedeli kendilerine hizmet veya ürün<br />

olarak ödettirilmektedir 151 . Ortakçılar, avarız-ı divaniye’den muaf idiler, çift ve koyun<br />

resmi vermezlerdi. Ekmeleri mecburi olan tohumdan fazlasını ekerlerse, o fazla<br />

ektikleri hububattan öşür ve salarlık verirlerdi. Ortakçı kulların ektikleri tohum<br />

miktarına bakacak olursak bunun çok yüksek olduğu göze çarpar. Karaman<br />

vilayetinin bazı yerlerinde Konya müdü ile 10 müd 152 yani Bursa müdü ile 20 müd<br />

ekilir, hâlbuki reaya ancak Konya müdü ile iki yani Bursa müdü ile 4 müd hububat<br />

ekerdi. Fakat şunu da unutmamak gerekir ki, ortakçıların ziraat ettikleri toprakların<br />

çoğu sulandırılmış topraklar idi 153 .<br />

147 Halil Đnalcık, “Osmanlı Đmparatorluğu’nda Köle Emeği”, s.136.<br />

148 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s. 215.<br />

149 Rahmi Deniz Özbay, Aynı makale, s.156.<br />

150 Đrene Beldiceanu-Steinherr, Aynı makale, s. 1321, Teke Sancağı’ndaki ortakçıların kul asıllı<br />

olmadıkları, çoğunlukla Yörük asıllı oldukları bilinmektedir. Behset Karaca, Aynı eser, s.240.<br />

151 Mehmet Ali Kılıçbay, Aynı eser, s. 359.<br />

152 Zirai üretim yapılan her sancakta ekseriyetle kendine özgü bir tohum ölçü birimleri bulunmakta idi.<br />

Bu ölçü biriminin genel adı “müd” olmakla beraber bunun kg cinsinden değeri sancaktan sancağa<br />

değişebilmekte idi. Örn; Bursa müddü 87 kg, Konya müddü 174 kg, Đstanbul müddü 513 kg civarında<br />

idi. Mehmet Öz, “XVI. Yüzyılda Anadolu’da Tarımda Verimlilik Problemi”, XIII. Türk Tarih<br />

Kongresi, Ankara, 2002, s.1644.<br />

153 Đrene Beldiceanu-Steinherr, Aynı makale, s.1323-1324.


34<br />

Ortakçı kulları, işledikleri toprakların hukuki statüsüne göre, “reaya toprağı<br />

ve hassa çiftlikleri üzerinde çalışan ortakçı kullar” ve “padişah hasları üzerinde<br />

çalışan ortakçı kullar” olmak üzere genel olarak iki gruba ayırabiliriz. Ortakçı kulları<br />

yoğunluk bakımından ele alırsak, reaya toprakları üzerinde çalışanların pek az olduğu<br />

görülmektedir. Meselâ Ankara ve Kütahya vilayetlerinde bir köyde reaya toprakları<br />

üzerinde ancak iki-üç ortak var iken, hassa çiftliklerinde bunun tam tersi olan bir<br />

durum söz konusudur 154 .<br />

1- Reaya Toprakları ve Hassa Çiftlikleri Üzerinde Çalışan Ortakçı Kullar<br />

Tımar eri, kendi hassa çiftliğini bizzat ziraat edemediğinden onu bir ortağa<br />

verirdi ve çift hayvanı ile tohum, tımar eri tarafından tedarik edilirdi. Nitekim tımar<br />

eri, ortağından öşür değil, hâsılın yarısını alırdı. Reaya topraklarına gelince, tımar eri<br />

kendi dirliğine bağlı boş toprağa bir ortak yerleştirebiliyordu; ancak bu durumda<br />

toprak, hassa çiftliği haline gelmezdi. Padişah, avarız saldığı zaman buna düşen<br />

avarızı, tımar eri kendi verirdi. Bu gibi çiftlikler, tapu resmi ödeyecek, çift hayvanı ve<br />

tarım araçlarına sahip olacak güçte olmayan fakir çiftçilerdi. Bir yandan tımar eri,<br />

reayası olmayan toprağın boz kalmaması ve böylece kendi gelirinin düşmemesini<br />

sağlıyor, öbür yandan da fakir çiftçi sermayeye ihtiyaç olmadan bir geçinme imkânını<br />

buluyordu 155 . Gerek haslarda iskân edilmiş kul ortakçılar ve gerekse hariçten gelip bu<br />

kulluklardaki cariyelerle evlenmek suretiyle ortakçılığı kabul etmiş olanlar, her sene<br />

birer müd buğdayla yarımşar müd arpa ve yulafı ekip biçmekle mükelleftirler. Bu<br />

suretle elde edilen mahsulden tohum çıkarıldıktan sonra geriye kalan kısım hasla<br />

ortakçı arasında taksim edilmektedir. Ortakçının eline geçen nısıf hisseden ayrıca bir<br />

de kırkta bir salârlık alınması lâzım gelmektedir 156 . Ortakçının eline geçen nısıf<br />

hisseden kırkta bir oranında salarlık alınması dolayısıyla, ortakçı kulların elinde artı<br />

ürün oluşması ihtimali ortadan kalkmış ve bu zümrenin daimi olarak toprağa bağlı<br />

kalması sağlanmıştır. Nitekim devletin bu şekilde bir uygulamayı yürürlüğe koyması,<br />

devletin tarım politikalarının esnekliği hususunda üretici unsurların lehine herhangi<br />

bir tavize meydan vermeyeceğini açıkça göstermektedir.<br />

154 Đrene Beldiceanu-Steinherr, Aynı makale, s.1321-1322.<br />

155 Đrene Beldiceanu-Steinherr, Aynı makale, s.1323.<br />

156 Ömer Lütfi Barkan, “XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı Đmparatorluğu’nda Toprak Đşçiliği’nin<br />

Organizasyon Şekilleri”, Türkiye’de Toprak Meselesi(Toplu Eserler), s. 587.


35<br />

2- Padişah Hasları Üzerinde Çalışan Ortakçı Kullar<br />

Padişah hasları 157 üzerinde çalışan ortakçılara Aydın, Saruhan, Karaman ve<br />

Đçel vilayetlerinde rastlanmakta olup tohumun yarısını miri, yarısını da kendisi<br />

sağlardı. Harman zamanında mahsul iki hisseye bölünürdü, bir hisseyi miri, diğerini<br />

ortakçı alırdı 158 . Zirai üretim hususunda %50 oranında doğrudan devlet desteğinin söz<br />

konusu olduğu bu tip topraklar üzerinde çalışan ortakçı kulların, ürettiklerinin önemli<br />

bir kısmını miri’ye ayırmalarındaki temel amaç, olası bir üretim yetersizliği<br />

sonucunda meydana gelebilecek kriz ortamında devletin hemen duruma müdahale<br />

etmesini sağlamak içindi.<br />

Nitekim Osmanlı ekonomisinde köle emeği kullanımı; düşük maliyetli,<br />

yüksek kârlı bir iş olarak değil, emek arzının kıt olduğu bir ekonomide, Anadolu<br />

topraklarının üretime açılmasına, kıt olan emeği telafi etmeye ve yüksek üretim<br />

sağlamaya dönük bir uygulama olarak 159 karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla devletin,<br />

zirai üretim faaliyetlerinde ortakçı kullardan da istifade etmesi, bu zümreyi, köylü<br />

reayanın yanında ikinci bir emek faktörü olarak gördüğünü göstermektedir.<br />

B- Köylü Reaya<br />

Ortakçı kulların dışındaki üretici kitlesi olan köylü reaya, Osmanlı sisteminde<br />

özel bir statüsü olan üretici insanları ifade eder. Reaya, bu yönüyle yönetici sınıf olan<br />

askeri sınıfın zıddıdır 160 ve ırsi olarak toprağa bağlıdır. Kanunnamelerde bu durum<br />

“raiyyet oğlu raiyyettir” formülü ile ifade edildiğinden 161 bir köylü oğlunun, bir şehir<br />

sakini ya da tımar sahibi değil, köylü olarak kalması beklenirdi 162 ve köylü reaya<br />

tarlasına istediğini ekmek, isterse hiç ekmemek gibi haklardan yoksundur 163 . Yani<br />

köylüler önceden buğday ekilen tarlaya asma ya da zeytin dikemezlerdi zira ürün<br />

157 “Has” kelime anlamı olarak geçim yolu, geçim vasıtası demek olup, padişaha verilen haslar,<br />

havass-ı hümayûn adını taşımakta idi. Yusuf Halaçoğlu, Aynı eser, s. 92.<br />

158 Đrene Beldiceanu-Steinherr, Aynı makale, s.1323.<br />

159 Zeki Arıkan, XV-XVI. Yüzyıllarda Hamit Sancağı, Đzmir, 1988, s.161.<br />

160 Mehmet Ali Kılıçbay, Aynı eser, s. 360. Ayrıca bkz. Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu Klasik<br />

Çağ(1300-1600), s. 115.<br />

161 Mehmet Ali Kılıçbay, Aynı eser, s.360.<br />

162 Suraiya Faroqhi, Osmanlı Şehirleri ve Kırsal Hayatı, (çev. Sonnur Özcan), Ankara, 2006, s. 122.<br />

163 Sencer Divitçioğlu, Aynı eser, s. 51.


36<br />

değiştirildiği takdirde vergiler de değişecek ve bu durum geçici bile olsa kabul<br />

edilmeyecek bir karışıklığa ve gelir kaybına sebep olacaktı 164 . Köylü reayanın toprağa<br />

bağlı tutulması ve ona ürettiği ürünlerden belli oranda vergi verme mükellefiyeti<br />

getirilmesi gibi prosedürlere rağmen ülkedeki üretimin tek kaynağı olduğundan,<br />

yönetici sınıftan daha güvenceli olup reayanın bütün can ve mal güvenliği padişahın<br />

sorumluluğu altında idi 165 . Zirai üretim sürecinde birinci dereceden emek unsuru<br />

özelliği taşıyan köylü reayanın en büyük sıkıntısı ise, geçim kaynağı olan toprağının<br />

verimsizleşmesi, kıtlık, kuraklık, su baskınları gibi tabii afetlerdi 166 . Nitekim<br />

imparatorluğun ekonomik yapısı ziraate dayandığından bu işle meşgul köylülerin,<br />

devlet açısından ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır 167 .<br />

1- Köylü Reayanın Hukuki Statüsü ve Ödemekle Yükümlü Olduğu<br />

Vergiler<br />

Osmanlı sisteminde reaya adı verilen doğrudan üretici, toprağa bağlanmış<br />

durumdaydı. Kuruluş ve genişleme dönemlerinde ele geçen toprakların iskânı<br />

amacıyla, büyük çapta sürgüne başvurulması nedeniyle reaya toprağa bağlı (colonus)<br />

statü kazanmıştı 168 . Ülkenin tüm halkı, eğer asker değillerse, çalışıp vergi verme<br />

yükümlülüğü altında idi. Eğer bulundukları yerde buna imkân bulunamıyorsa,<br />

merkez, emek fazlasını başka yerlere sürmekte ve üretimde bulunmalarını sağlamakta<br />

olup sürgünlerden kaçan olursa, nerede olurlarsa olsunlar, yakalanmaları ve iade<br />

edilmeleri kanun hükmü niteliğinde idi. Hatta Osmanlı sisteminde reayanın idamı<br />

pek rastlanan bir olgu değilken kaçan sürgünler bazı durumlarda idam dahi<br />

edilebilmektedir 169 . Bu uygulamanın sonucunda emek unsuru ülkenin her tarafına<br />

oldukça eşit dağılmakta ve hiçbir yerde emek kıtlığı ortaya çıkmamakta idi.<br />

Diğer taraftan reayanın elindeki toprak miktarı ile onun medeni durumu da<br />

onun hukuki statüsünü belirlemekte idi. Defter’de “hane” olarak kayıtlı bulunan evli<br />

164 Amy Sınger, Kadılar, Kullar, Kudüslü Köylüler (çev. Sema Bulutsuz), Đstanbul, 1996, s.121.<br />

165 Mehmet Ali Kılıçbay, Aynı eser, s. 360.<br />

166 Behset Karaca, Aynı eser, s.155.<br />

167 Yusuf Halaçoğlu, Aynı eser, s.105.<br />

168 Mehmet Ali Kılıçbay, Aynı eser, s. 372.<br />

169 Mehmet Ali Kılıçbay, Aynı eser, s. 373.


37<br />

şahıslar, işledikleri toprak miktarının çokluğuna ve azlığına göre “çift”, “nim çift” ve<br />

“ekinlü bennak” şeklinde belirtilir, yine evli olmasına rağmen elinde toprak<br />

bulunmayanlar “caba bennak” adı altında toplanır 170 , bekarlar ise “mücerred” diye<br />

tasrih olunurlardı 171 . Bu umumi malumat haricinde evli olmakla birlikte çiftin dörtte<br />

birine tekabül eden bir toprak parçasını işleyen ve bu sebeple de isminin altında<br />

“zivle” tabiri bulunanlar da vardı 172 .<br />

Devlet, vergi gelirlerinin devamlılığını sağlamak istediğinden dolayı toprağa<br />

bağladığı reayadan birtakım vergiler almak zorunda idi.<br />

a. Sabit Miktarlı Toprak Vergileri<br />

Osmanlı vergi sisteminde tüm toprak vergileri sabit miktarlıdır. Bu vergiler<br />

ayrıca, zaman içinde de genellikle sabit kalmışlardır. Bu cins vergilerin en önemlisi<br />

resm-i çift adını taşıyordu. Toprağın verim durumuna göre, 60 ilâ 140 dönümlük bir<br />

alanın “bir çift” kabul edilmesi sonucu vergi matrahı bulunmaktadır. Bu vergi çift<br />

başına, Fatih döneminde 22 akça, 1487’de 33 akça idi 173 . Resm-i çiftin bir uzantısı<br />

olan bir vergi de resm-i zemin’dir 174 . Osmanlı sisteminde sipahiye ya belli bir<br />

toprağın ya da belli sayıda reayanın vergileri tımar olarak verilirdi. Sipahi, o toprak<br />

üzerindeki yerleşik reayadan, ekip biçtikleri topraklar karşılığı resm-i çift aldıkları<br />

gibi, eğer bol toprak varsa ve başka yerden gelen (hariç reaya), o toprağı işlemek<br />

isterse, onlardan da bu boş toprakları işlemek hakkı karşılığında resm-i çift değerinde<br />

bir resm-i zemin vergisi alırlardı 175 . Mart ayının ilk günlerinde alınan bu verginin tarh<br />

ve nispeti, arazinin verim gücüne göre değişmektedir. Kanunnâmeler, arazinin verim<br />

durumu ve buna bağlı olarak alınacak vergiden şöyle bahsederler: “Gayet lâl ve<br />

penbe biter su basar âlâ yerden iki dönüme bir akça, evsat (orta verimli) yerden üç<br />

170 Halil Đnalcık, “Osmanlılar’da Raiyyet Rüsumu”, s.41-45.<br />

171 Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, s. 161.<br />

172 Ahmet Kankal, XVI. Yüzyılda Çankırı, Çankırı, 2009, s. 112-113.<br />

173 Mehmet Ali Kılıçbay, Aynı eser, s.364.<br />

174 Resm-i zemin hâs penbe biter ve su basar yerden alınan maktûadır ki vaz’ından mikyâs dönüm,<br />

tahsilinde kıstâs akça olup, alâ yerin iki, evsat yerin üç, ednâ yerin beş dönümünden birer akça<br />

alınması karârgir olmuştur. Süleyman Sudi, Defter-i Muktesid, s. 132.<br />

175 Mehmet Ali Kılıçbay, Aynı eser, s.365.


38<br />

dönüme bir akça, ednâ (fazla verimli olmayan, çorak )yerden beş dönüme bir akça<br />

alınır 176 .<br />

b. Sabit Oranlı Ürün Vergileri<br />

Toprak vergilerinin aksine, Osmanlı sabit oranlı ürün vergileri, ayni olarak<br />

almakta idi. Osmanlı kanunnâmelerinde öşür 177 olarak ifade edilen bu oran, aslında<br />

sözcük anlamının 1/10 olmasına rağmen bölgelerarası büyük farklılıklar göstererek<br />

1/5 ilâ 1/10 arasında değişmektedir 178 . Bunun sebebi ise arazi verimliliğinin, sulama<br />

ve iklim şartlarının, ziraati yapılan ürünün cinsinin, mahalli örf ve adetlerin farklılığı<br />

idi 179 . Osmanlı’nın öşür olarak aldığı vergiler genel olarak; bağ(üzüm), şıra,<br />

bahçe(meyve), bostan(sebze), kovan(bal), harir(ipek), penbe(pamuk), ağ(balık),<br />

hime(odun) vb. adlar altında kanunnâmelerde teker teker sayılmaktadır 180 . Devlet,<br />

bağ ve bahçe ürünlerinin üretiminden ancak pazara sunulduğu takdirde vergi<br />

almaktadır. Yani çiftçi – köylü ailesi kendi asli ihtiyacı için evinin bahçesinde veya<br />

tarlasının bir kenarında yaptığı üretim vergiye tabi değildir 181 .<br />

176 Ziya Kazıcı, Osmanlı Vergi Sistemi, Đstanbul, 2005, s.96; ayrıca bkz. Mehmet Ali Ünal, Osmanlı<br />

Müesseseleri Tarihi, s.158.<br />

177 Sözlükte “onda bir” anlamına gelen uşr kelimesinin Türkçeleşmiş şekli olan öşür, fıkıhta toprak<br />

ürünlerinden tahsil edilen zekâtı ifade eder. Ahmet Tabakoğlu, “Öşür”, TDVĐA, c.XXXIV, s.97.<br />

Osmanlı mali mevzuatında şer’i hukuk arasında sayılan öşür, imparatorluğun miri arazi rejimi<br />

uygulanan yerlerinde ziraatle uğraşan çiftçilerin üretmiş oldukları mahsullerinden ayni olarak<br />

alınmaktadır. Lütfi Güçer, XVI-XVII. Asırlarda Osmanlı Đmparatorluğu’nda Hububat Meselesi ve<br />

Hububattan Alınan Vergiler, Đstanbul, 1964, s.51-52.<br />

178 Mehmet Ali Kılıçbay, Aynı eser, s.367.<br />

179 Barkan, “Öşür”, Đ.A. IX, s. 485.<br />

180 “…Ve burçakdan ve mercümekden ve nohuddan ve susamdan ve böğrülceden ve bakladan ve soğan<br />

ve sarımsakdan ve çörekotından ve maşdan ve yoncadan onda bir öşür alınır...” “…Ve zerdalü ve<br />

badem ve zeytun ve emrud ve incirden ve narencden ve enardan ve şeftalu’den ve bunların emsali<br />

ağaçta biten fevakihden vakti gelecek emin kişiler üzerine varub kıymete tutub öşrün alalar…” Barkan,<br />

Kanunlar, (Kanunu Livâ-i Aydın), s.10-11. “…Ve bağlardan dahi öşür üzere mukarrer kılındı…”,<br />

Barkan, Kanunlar, (Siverek Livası Kanunu), s.171.<br />

181 Đbrahim Solak, “Osmanlı Đmparatorluğu Döneminde Meyve ve Sebze Üretimi”, Selçuk Üniversitesi<br />

Türkiyat Araştırmaları Dergisi, Güz, 2008, sa:24, s.220.


39<br />

c. Sabit Miktarlı Ürün Vergileri<br />

Bunlar genellikle pazarlanan hayvanlar üzerinden alınan sabit ve nakdi<br />

vergiler olup, başlıcaları şunlardır 182 : adet-i ağnam (koyun resmi) 183 , resm-i otlak<br />

(otlak resmi) 184 , resm-i zebiha (kesilen hayvan resmi) 185 , resm-i ağıl (adet-i ağnam ile<br />

birlikte alınır ve 300 koyun veya keçi bir sürü sayılarak, sürü başına 5 akça alınır) 186 .<br />

182 Mehmet Ali Kılıçbay, Aynı eser, s.368.<br />

183 Osmanlı Devleti’nde, bilhassa büyük ölçüde koyun besiciliği yapan, başka bir ifade ile ağnama<br />

(koyun ve keçi) sahip olan Müslümanların vermekle yükümlü oldukları bir vergidir. Ziya Kazıcı,<br />

Osmanlı Vergi Sistemi, s.148. Adet-i ağnam, ufak tefek bazı farklılıklar dışında umumiyetle her<br />

vilayette müslim ve gayrimüslim ayırt edilmeksizin 2 koyuna 1 akça alındığı görülür. Barkan,<br />

Kanunlar (Aydın Vilayeti Kanunu), s.12; ayrıca bkz. Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi,<br />

s.156.<br />

184 Genelde hariçten gelip konaklayan koyun ve sığır sürülerinden alınan bir resimdir. Yerli reayadan<br />

alınmamaktadır. Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, s.156. Sürüler a’lâ, evsat ve ednâ<br />

olmak üzere üçe ayrılarak bunların a’lâsı için bir koyun, evsatı için bir şişek, ednâsı için de bir toklu<br />

alınıyordu. Bazı bölgelerde de bu vergi nakit para olarak alınıyordu. Bu da yine sürünün durumuna<br />

göre 20,15 veya 10 akça idi. Ziya Kazıcı, Aynı eser, s.154.<br />

185 Eti yenen küçük ve büyük baş hayvanların kesimi, yalnızca salhânelerde yapılıyordu. Böylece<br />

hayvan kesimi esnasında, hem hijyen şartlarına uyulması, hem de devlete gelir temin edilmesi<br />

gerekiyordu. Bu ortamın sağlanabilmesi için de meselâ Đstanbul’un fethinden hemen sonra Yedikule<br />

dışında 33 tane salhâne inşa olunmuştu. Bu salhânelerin varlığından dolayı şehrin içinde hayvan<br />

boğazlamak yasaklanmıştı. Nitekim sağlık ve şehrin temizliği bakımından böyle bir çareye başvurma<br />

zarureti vardı. Dolayısıyla böyle bir uygulama sayesinde, şehir ve kasabaların dışında inşa edilmiş<br />

bulunan salhânelerde kesimi yapılan hayvanlardan bir miktar vergi alınıyordu. Ziya Kazıcı, Aynı eser,<br />

s.155-156.<br />

186 Mehmet Ali Kılıçbay, Aynı eser, s.368.


40<br />

d. Sabit Miktarlı Ama Devamlı Olmayan Çeşitli Vergiler<br />

Bu gruba giren vergiler ise; resm-i asiyab (değirmen resmi), tapu resmi,<br />

mücerred resmi, arûs resmi, bennâk resmi gibi vergilerdir. Resm-i asiyab, su veya yel<br />

ile çalışan un değirmenleri ile zeytin yağı değirmenlerinden alınmakta olup 187 bu<br />

verginin miktarı, değirmenin yılda kaç ay döndüğüne göre değişmektedir. Bazı<br />

değirmenler üç ay, bazıları altı ay, bazıları ise tam yıl çalışmaktadır. Her ay için 5<br />

akça takdir edildiğinden üç ay çalışan değirmenin resmi 15 akça, 6 ay döneninki 30<br />

akça ve bir yıl dönen değirmenin resmi ise 60 akça tutmaktadır 188 . Tapu resmi,<br />

mülkiyeti devlete ait araziden çift(lik) tasarruf eden reayanın, bir defaya mahsus<br />

olmak üzere sipahiye ödediği vergidir. Çok defa arazinin bir yıllık mahsulünün<br />

kıymeti olarak belirlenen bu resim, zuhurata bağlı olduğu için bâd-ı hevâ grubu<br />

vergiler içerisinde ele alınmıştır. Tapu resmi’ni ödeyen raiyyet ölünceye kadar çiftliği<br />

tasarruf eder ve oğluna da intikal ettirirdi 189 . Bu verginin miktarı, arazinin verim gücü<br />

hesaplanarak takdir edilirdi. Eğer verim gücü yüksekse 50, orta verimli bir yer ise 30<br />

veya 40, bundan da aşağı bir durumda ise o takdirde resm-i tapu 20 akça olarak<br />

alınırdı 190 . Mücerred resmi, bekâr fakat başkasına muhtaç olmadan kendi geçimini<br />

temin edebilen Müslüman erkeklerin ödediği vergi olup 191 imparatorluk<br />

coğrafyasında umumiyetle 6 akça idi 192 . Fakat bazı istisnalar da söz konusu idi. Bazı<br />

bölgelerde mücerredlerin resimden muaf oldukları da görülmekte idi 193 . Arus resmi,<br />

sipahinin tımarında bulunan kadınların, evlenmeleri esnasında kocalarından alınan<br />

maktu bir vergidir 194 . Evlenecek olan kız ise 60 akçalık resmi evlenecek kızın<br />

babasının kayıtlı bulunduğu sipahi, şayet dul avret ise 30 akça olan resmi evlenme<br />

nerede gerçekleşirse oradaki sipahi alırdı 195 . Bennâk resmi ise, evli ve nim çiftten az<br />

187 Ziya Kazıcı, Aynı eser, s. 97.<br />

188 Ziya Kazıcı, Aynı eser, s. 98.<br />

189 Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, s.170.<br />

190 Ziya Kazıcı, Aynı eser, s.101.<br />

191 Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, s.161.<br />

192 Ziya Kazıcı, aynı eser, s.104.<br />

193 “Defâtir-i atikada mücerredlerine resm takdir olunmayub”, Barkan, Kanunlar, Kangırı(Çankırı,<br />

1578), s. 36, “defterde mücerred kaydolunan kimesnelerden resim kaydolunmadı, ammâ defterde<br />

mücerred kaydolunan kimesneler teehhül etse veya ehl-i kisb olsa bennak resmi vere”, Bolu<br />

Kanun.(1528), s. 29. Ayrıca mücerred resmi hakkında tafsilatlı bilgi için bkz. Halil Đnalcık,<br />

“Osmanlılar’da Raiyyet Rüsumu”, s.41-44.<br />

194 Ziya Kazıcı, aynı eser, s.101.<br />

195 “her arûsiyetten altmış akça alalar ve dul avretden otuz akça alalar kız oğlan kız olandan her ne<br />

yerde nikâh olur ise atası ne yerde raiyyet kaydolunmuş ise anda anda alına ve dul avret her ne yerde<br />

nikâh olsa anda alına”. Barkan, 1518 tarihli Çemişgezek Sancağı Kanunnâmesi.


41<br />

yer tasarruf eden Müslüman reayanın ödediği vergidir 196 . Bennâkler, ekinlü bennak<br />

ve caba bennak olmak üzere iki kısımda mütalaa edilmiştir. Buna göre nim çiftten az<br />

yer tasarruf eden bennâkler, ekinlü sayılır ve 12 akça öderler, hiç yer tasarruf<br />

etmeyenler caba bennâk sayılır ve 9 akça öderdi 197 . Bennâk resmi, çift resmi gibi<br />

çiftlik tasarruf şartına bağlı olmayıp herhangi bir toprağı işlesin işlemesin her evli<br />

olan Müslüman reayadan alınmaktaydı 198 .<br />

2- Tarım Ürünlerinin Köylü Reaya Tarafından Pazara Sunulması<br />

Reaya, ürettiği ürünün vergisini sipahiye ayni olarak ödemekte, sipahi de<br />

elinde fazla olan ürünü nakde çevirebilmek için pazara sürmektedir. Sipahiyle<br />

birlikte, köylü de elinde ihtiyaç fazlası malını, artı ürünü diğer ihtiyaçlarını<br />

karşılayabilmek için satmak zorunda idi. Dolayısıyla kırsal alanda yaşayan insanların<br />

bir kısım ihtiyaçlarını giderebilecekleri mahalli pazarlar kurulur ve burada değişik<br />

ürünler satılırdı 199 . Bu pazarlara gelen tüccarlar, köylü reayanın ve sipahinin getirdiği<br />

hububat ve diğer tarımsal ürünleri kentlerde satmak üzere toplamaktaydılar 200 . Ancak<br />

reayanın, bazı zirai ürünleri satmasına dönem dönem devlet tarafından mani olunduğu<br />

da görülmekte idi: “Sekiz ay benim içün pirinci bazar duta. Ol sekiz ay içinde<br />

düğünlerde ve derneklerde ve konukluklarda benüm pirincümden gayrı pirinç<br />

satmayalar ve almayalar. Her kim benüm pirincümden gayrı pirinç alursa ve satarsa<br />

ki; kulum bula, dutub pirincin elinden alub ve kendünün gereğince hakkından gele.<br />

Yasağum yerine getüre, kimesne mâni olmaya… 201 . Bu cümleden olmak üzere, belirli<br />

dönemlerde pirinç gibi bazı ürünlerin ticareti sadece padişahın salahiyetinde olup<br />

padişahın kendi has arazisi haricinde yetiştirilen pirincin alım satımı<br />

yasaklanmaktaydı. Dolayısıyla bu durum yetiştirilmesine büyük bir ehemmiyet<br />

verilen pirincin ticaretinin devlet tekelinde olduğunu açıkça göstermektedir. Pirincin<br />

yanı sıra kuru üzümün alım-satımına da devlet tarafından müsaade edilmemekte idi.<br />

196 Barkan, Kanunlar,(1528 tarihli Bolu Livası Kanunu), s. 29.<br />

197 Halil Đnalcık, “Raiyyet Rüsumu”, s.44.<br />

198 Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, s.160. Ayrıca bkz. Neşet Çağatay, “Osmanlı<br />

Đmparatorluğu’nda Reayadan Alınan Vergi ve Resimler”, s.491.<br />

199 Đbrahim Solak, XVI. Asırda Maraş Kazası(1526-1563), Ankara, 2004, s.175.<br />

200 Şevket Pamuk, Aynı eser, s. 39.<br />

201 Ahmet Akgündüz, Aynı eser, s.408.


42<br />

C- Çeltikçi Reaya<br />

Osmanlı Đmparatorluğu’nda zirai üretim hususunda rol oynayan üretici<br />

unsurlardan bir diğeri de çeltikçi reaya idi. Đmparatorluğun erken dönemlerinde devlet<br />

mülkiyetindeki topraklarda yapılan pirinç üretimi, esas olarak miri haslarda ve ortakçı<br />

kullar tarafından gerçekleştirilmekteydi. Bu verimli topraklarda kullanılan suyun<br />

mülkiyeti de devletin elindeydi. Üretilen pirinç de esas olarak saray ve ordunun<br />

gereksinimlerini karşılamaktaydı. Ancak zaman içinde, konumları kölelerinkine<br />

yaklaşan ortakçı kulların pirinç üretiminin gerektirdiği sürekli ilgi ve yoğunlaşmayı<br />

sağlayamadıkları ortaya çıktı. Bunun üzerine, miri haslardaki pirinç üretiminden en<br />

fazla verimi almak isteyen merkezi devlet, çeltikçi reaya adını verdiği ve<br />

yükümlülükleri açısından ortakçı kullarla reaya arasında bir yerde sayılabilecek yeni<br />

bir reaya konumu oluşturdu 202 . Osmanlı Kanunlarına göre en az 10-15 kile çeltik<br />

ekenler çeltikçi reaya statüsü kazanabilmekte idi 203 . Çeltikçi reayaya, reayanın<br />

ödediği vergilerin büyük bölümünden bağışıklık tanınmaktaydı. Buna karşılık tımar<br />

düzeni çerçevesinde kuru toprakları işleyen reayadan %10 dolayında öşür talep<br />

edilirken, çeltikçi reaya pirinç üretiminin yarısını devlete teslim etmek zorunda<br />

bırakılıyordu 204 . Tahrir zamanında çeltikçi reaya’nın üzerine “çeltikçü” kaydı<br />

konduğu fakat çeltik ziraati yapanların arasında reaya’nın da bulunduğu; çeltikçi<br />

olarak işareti olmayan reayanın avârız ve rüsûmlarını tamamen ödeyecekleri<br />

belirtilmektedir. Çeltikçi olarak kaydolunan biri öldüğünde, âdet üzere yerine oğlu ya<br />

da kardeşi çeltikçi olur; eğer böyle bir yakını yoksa çeltik nehrinin battal olmaması<br />

için, aynı köydeki diğer çeltikçilerin oğlu veya kardeşi, kadı marifetiyle “çeltikçi”<br />

tayin edilerek tohumunu alırdı 205 .<br />

Çeltik tarlalarında çalışan reaya, “çeltikçi” ve “kürekçi” olarak iki gruptular.<br />

Çeltikçi, çeltik yetiştiren çiftçiler; kürekçi ise çeltik tarlaları ve bunları sulama için<br />

202 Şevket Pamuk, Aynı eser, s.52-53.<br />

203 “..Ve şol çeltikçü ki bir müd veyahud onbeş kile veya bâri on kile tohum ziraat iden anın gibiler<br />

çeltükçi olmak emr olunıbdır ve herhangi köyde ise isimleri üzerine çeltükçi kayd oluna ammâ on<br />

kileden mâdun tohum ziraat iden kimesnelere çeltükçi çeltükçi olmak emrolunmayub rencbed<br />

addolundı..”<br />

204 Şevket Pamuk, Aynı eser, s.53.<br />

205 Deniz Karaman, XVI. Yüzyılda Ayaş Kazası, Ankara, 2003, s. 462.


43<br />

gerekli kanalları hazırlayan işçiler için kullanılan tabirlerdir 206 . Çeltikçiler, genellikle<br />

ortakçılık veya mukataa 207 sistemi içinde tohumu devletten veya toprağın sahibinden<br />

alırlar, elde edilen mahsulü belirlenmiş nisbetler içinde paylaşırlar ve kendi<br />

paylarından öşür vergilerini öderlerdi 208 .<br />

D- Konar-Göçer Teşekküller<br />

Osmanlı toplumunu teşkil eden önemli unsurlardan birisi olan konar-göçerler,<br />

ağırlıklı olarak koyun ve keçi olmak üzere, at, katır ve deve gibi hayvanlardan<br />

meydana gelen sürüleriyle, kışın kasaba ve köy gibi iskân yerleri civarında konan ve<br />

zamanı geldiğinde de yaylalara göçen, dolayısıyla yaylak ile kışlak arasında daimi<br />

hareket halinde bulunan insanlardan oluşmakta 209 ve sürülerine otlak ve su bulmak<br />

için zamanlarının önemli bir kısmını değişik yerlerde geçirmekteydiler 210 . Konargöçerler,<br />

yaylakta hayvanlarını otlatmakta, dolayısıyla hayvancılıkla uğraşmakta;<br />

kışlakta ise kondukları yerde küçük çaplı da olsa ziraat yapmaktaydılar 211 . Özellikle<br />

Batı Yörükleri, Sivas yöresinden Akdeniz’e ve Sakarya vadisinden Aydın Sancağına<br />

kadar uzanan Orta Anadolu’da daha elverişli iklim şartları dolayısıyla hayvancılığı<br />

tarımla tamamlamaktaydılar 212 . Bu nedenle tam bir göçebe 213 hayat tarzı içinde<br />

olmayan konar-göçerler, göçebelikle yerleşik hayat arasında bir ara şekle sahip<br />

206 Mübahat S. Kütükoğlu, XV ve XVI. Asırlarda Đzmir Kazası’nın Sosyal ve Đktisadi Yapısı, Đzmir<br />

2000, s.150.<br />

207 Mukataa, devlet işletmesi veya devlete ait bir gelir payının tahsili işi için kullanılır. Devlet uygun<br />

gördüğü her türlü zirai, ticari ve sınaî kuruluşu mukataa konusu teşkil edebilirdi. Ahmet Tabakoğlu,<br />

Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi, Đstanbul, 1985, s.120; ayrıca bkz. Ahmet Tabakoğlu,<br />

Türkiye Đktisat Tarihi, Đstanbul, 2009, s.215-218.<br />

208 Feridun Emecen, “Çeltik”, TDVĐA, c.VIII, Đstanbul, 1993, s. 266.<br />

209 Behset Karaca, XV. ve XVI. Yüzyıllarda Teke Sancağı, s.162.<br />

210 Latif Armağan, “Osmanlı Devleti’nde Konar-Göçerler”, Osmanlı, c.IV, Ankara, 2000, s.142-148.<br />

211 Latif Armağan, Aynı makale, s. 142.<br />

212 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s. 76. Örneğin, Menteşe<br />

Yörükleri ile ilgili kayıtlarda “ Toprakları vardır”, “hariç toprakta konarlar”, “hariç toprakta otururlar”,<br />

“ektikleri yerin öşrün verip”, “Oturak Barza”, “Göçer Barza” gibi ifadelerin olması, ayrıca Yörüklerin<br />

ödedikleri vergiler arasında “resm-i çift, nim çift ve bennak” gibi vergilerin geçmesi, yine hâsıl<br />

içerisinde “tahıl, pamuk” vb. ürünlerin yer alması, bunların bazılarının çiftliklere sahip olduklarını ve<br />

dolayısıyla hayvancılığın yanında tarımla da meşgul olduklarını göstermektedir. Behset Karaca, “1522-<br />

1532 Tarihlerinde Menteşe Bölgesi Yörükleri”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Elazığ,<br />

2008, c. XVIII, sa. 2, s. 416.<br />

213 Göçebelerle ilgili geniş bilgi için bkz. Đlhan Şahin, “Göçebeler”, Osmanlı c. IV, Ankara, 1999,<br />

s.132-141; ayrıca bkz. Rudı Paul Lındner, Ortaçağ Anadolu’sunda Göçebeler ve Osmanlılar, (çev.<br />

Müfit Günay), Ankara, 2000.


44<br />

olduklarından kanunnâmelerde ve resmi kayıtlarda genellikle “konar-göçer” tabiriyle<br />

tanımlanmışlardır 214 .<br />

Türkmen, Yörük 215 ya da daha sonra Kızılbaş adlarıyla bilinen Türk göçerler,<br />

1520’li yıllarda (doğuda Sinop’tan Antalya Körfezi’ne kadar uzanan bir hatta<br />

dayanan) Anadolu beylerbeyiliği nüfusunun yaklaşık % 15’ini oluşturuyordu. Yaya<br />

ve müsellem gibi göçer kökenli askeri gruplar da eklendiğinde bu oranın %27’ye<br />

çıktığı görülmektedir. Ama asıl büyük Yörük çoğunlukları, Ankara, Kütahya,<br />

Menteşe, Aydın, Saruhan, Teke ve Hamid sancaklarıydı. Bu yedi sancak toplam<br />

80.000 hane dolayında bir göçer nüfusunu barındırıyordu 216 . Osmanlı Devleti, bu<br />

kadar azımsanmayacak derecede ciddi bir orana sahip konar-göçerleri kendi<br />

imparatorluk düzeniyle uyum içinde var edebilmek için onlara birtakım kolaylıklar<br />

sağlamış 217 ve bazı önlemler almıştı. Her klana yaylak ve kışlaklarıyla bir yurt<br />

veriliyor; bunun sınırları belirlenip imparatorluğun tahrir defterlerine kaydediliyordu.<br />

Bu yurt alanı içinde Türkmenler, hayvancılığın yanı sıra marjinal olarak tarımla da<br />

uğraşıyor; ormanlık ve bataklık araziyi tarıma açıp, ister kendi ihtiyaçlarını<br />

karşılamak ister pazarlamak üzere buğday, pamuk ve pirinç ekiyorlardı 218 . Diğer<br />

taraftan Batı Anadolu ile Aşağı Kilikya’nın nehir vadilerindeki arazinin sıtma yatağı<br />

hastalıklarla kaplı büyük bölümü işlenmeden duruyordu. Buralara kışlamaya gelen<br />

Türkmen göçerler, bu toprakların bir bölümünü tarıma açıp, pamuk ya da pirinç gibi<br />

ticari ürünler yetiştirmeye koyulmakta ve yaylaklarına döndüklerinde geride bekçiler<br />

214 Latif Armağan, Aynı makale, s. 142.<br />

215 Yörükler hakkında geniş bilgi için bkz. Mehmet Eröz, Yörükler, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı,<br />

Đstanbul, 1999, ayrıca bkz. Behset Karaca, “XV. ve XVI. Asırlarda Teke Sancağı’ndaki Yörüklerin<br />

Sosyal ve Ekonomik Durumu”, 18-19 Aralık 2003 tarihinde Cumhuriyet’in 80. Yılı Münasebetiyle<br />

Düzenlenen Antalya’nın Son Bin Yılı Sempozyumunda Sunulan Bildiri, Antalya, 2003, s.12; Behset<br />

Karaca, “Osmanlı Devlet’inde Konar-Göçer Zümrelerin(Yörükler) Safevi Devletiyle Đlişkileri”,<br />

Arayışlar, sa. 14, 2005, s.17-36.<br />

216 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s. 71.<br />

217 Harap, boş yerlerin imarı ve zirai üretimin arttırılması için Yörüklere toprak ve konut verilerek<br />

yerleşik yaşama uyumları sağlanmıştır. Bkz. Ali Rıza Gökbunar, “Osmanlı Devleti’nde Yörüklerin<br />

Göçerlikten Yerleşik Yaşama Geçirilmesinde Uygulanan Vergi Politikaları ve Sonuçları”, Celal Bayar<br />

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2003, c.I, sa:2, s. 59-66.<br />

218 Örneğin, Aydın Yörükleri içerisinde çeltikçilik yapan bir çok cemaat bulunmaktaydı, 1522’de<br />

Arabtan-ı Çenme Yörükleri’nin nısfı yani yarısı çeltükçüdir; Boluca Yörükleri de Balatcık nehrinde<br />

kadimden çeltükcüdürler; Birgi Kazasındaki Kerpe Deresi Yörükleri de çeltük ziraati ile meşgul idiler.<br />

Behset Karaca, “1522-1532 Tarihlerinde Aydın-Đli Yörükleri”, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal<br />

Bilimler Dergisi, Isparta, 2005, sa. 13, s. 114; ayrıca bkz. Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun<br />

Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.75.


45<br />

bırakarak daha sonra mahsulü kaldırmaya gelmekteydiler 219 . Her ne kadar konargöçer<br />

zümrelerin tarımsal ürünlerini piyasaya sürmelerine izin verilmiş ise de bu<br />

zümreler, tarımı, ticari kaygılardan ziyade kendi ihtiyaçlarını karşılamak için<br />

yapmaktaydılar 220 . Osmanlı içtimâi-mali sistemi içerisinde tımarlı reaya statüsünde<br />

olan konar-göçerler, yaylak ve kışlaklarının dahil bulunduğu tımar veya vakıf<br />

arazisinde tıpkı tımarlı reaya gibi üretimlerinden toprak sahiplerine vergi<br />

ödemekteydiler 221 .<br />

Nitekim üretici unsurlardan üçüncüsü olarak ele aldığımız konar-göçerler,<br />

gerçekleştirdikleri tarımsal faaliyetlerde hem kışlık erzaklarını tedarik etmekte hem<br />

de yaptıkları ziraatten dolayı devlete ödedikleri vergiler dolayısıyla devlet hazinesine<br />

önemli miktarda katkı sağlamaktaydılar. Dolayısıyla kuruluşundan beri yerleşik<br />

yaşamı benimseyen Osmanlı Devleti, konar-göçerleri yerleşik yaşama alıştırmak<br />

gayesiyle onların tarımsal faaliyette bulunmasına yönelik teşviklerde bulunmuş hatta<br />

istihsal ettikleri tarımsal ürünlerin ticaretini yapmalarına dahi izin vermiştir 222 .<br />

219 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.75.<br />

220 Serkan Sarı, XV-XVI. Yüzyıllarda Menteşe, Hamid ve Teke Sancağı Yörükleri, (Yayınlanmamış<br />

Doktora Tezi), Süleyman <strong>Demirel</strong> Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Isparta, 2008, s.284.<br />

221 Ahmet Tabakoğlu, Türkiye Đktisat Tarihi, s. 193-194.<br />

222 Konar-göçerler, Batı Anadolu’nun bazı düzlüklerinde yetiştirdikleri pamuğu Efes (Ayasoluk) ve<br />

Palatia (Balat) limanları ile Sakız adasındaki Đtalyanlara satmakta idiler. Halil Đnalcık, Osmanlı<br />

Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.75.


46<br />

III. BÖLÜM<br />

OSMANLI’DA TARIMA ETKĐ EDEN FAKTÖRLER ĐLE BU<br />

FAKTÖRLERĐN ORTAYA ÇIKARDIĞI SONUÇLAR VE KLASĐK DÖNEM<br />

OSMANLI TARIMINDA UYGULANAN METODLAR<br />

I. TARIMA ETKĐ EDEN FAKTÖRLER<br />

A- Coğrafya ve Đklim<br />

Tarımsal faaliyetleri direkt olarak etkileyen faktörlerin başında coğrafya ve<br />

iklim gelmektedir. Đnsan topluluklarının iktisadi ve sosyal faaliyetleri, büyük ölçüde<br />

hayatlarını sürdürdükleri coğrafyanın iklimine göre şekil almaktadır 223 . Günümüz<br />

devletlerinde olduğu gibi, Osmanlı Devleti zamanında da tarımsal faaliyetler ve buna<br />

bağlı olarak yetiştirilen tarım ürünlerinin çeşitliliği, coğrafi şartların ve iklimin tesiri<br />

altında kalmakta idi. Đklimin elverişliliği, tarım ürünlerinin gelişim sürecini doğrudan<br />

etkilerken, zirai ürünün yetiştiği bölgede iklimin müsait olması ise, bir taraftan<br />

ürünlerin gelişmesini ve olgunlaşmasını hızlandırmakta diğer taraftan da birim<br />

alandan yüksek oranda verim alınmasında önemli rol oynamaktadır.<br />

Onbeş ve onaltıncı yüzyıllarda gelişiminin doruğuna ulaşan Osmanlı Devleti,<br />

farklı türden manzaralara sahip bulunmaktaydı 224 . Üç kıta üzerinde 10-50° kuzey<br />

paralelleri ile 10-60° doğu meridyenleri arasında uzanan Osmanlı Devleti 225 , Akdeniz<br />

kıyılarında nemli, Balkanlar’da ve Tuna ülkelerinde serin, Kuzey Afrika ve Arap<br />

Yarımadası’nda ise son derece kurak bir iklime sahipti 226 . Bu durumda Osmanlı<br />

223 Osman Gümüşçü, Tarihi Coğrafya, Đstanbul, 2006, s. 274.<br />

224 W. Dıeter Hütteroth, “Osmanlı Đmparatorluğu’nun Tarihi Coğrafyası”, Türkler, Ankara, 2002, c.IX,<br />

s.45.<br />

225 Şinasi Altundağ, “Osmanlı Đmparatorluğu’nun Vergi Sistemi Hakkında Kısa Bir Araştırma”<br />

AÜDTCFD, c.V, sa.2, Ankara, 1947.<br />

226 W. Dıeter Hütteroth, Aynı makale, s.45.


47<br />

ülkesi, tropik iklim kuşağından başlayarak geniş çölleri de içerisine alan bu kuşağı<br />

aştıktan sonra, subtropik mıntıkaya geçiyor ve mutedil (ılıman) kuşağın ortalarına<br />

kadar uzanıyordu 227 . Dolayısıyla bu kadar geniş bir iklim varyasyonuna sahip<br />

Osmanlı coğrafyasında yağmur ve ısı miktarı çeşitlilik göstermekte ve bu da Osmanlı<br />

köylüsünün tarım faaliyetlerini derinden etkilemekteydi. Akdeniz kıyılarında Ocak<br />

ayında +5° ‘lik sıcaklığın olması, burada zeytin ve zeytinyağı üretiminin<br />

gerçekleşmesinde etken rol oynarken Akdeniz’in alüvyonlu düzlükleri de susam<br />

üretimi için vazgeçilmez bir hayat sahası oluşturmaktaydı 228 . Tarımsal faaliyetleri ve<br />

dolayısıyla zirai ürünlerin çeşitliliğini etkileyen, matematiksel konumdan<br />

kaynaklanan coğrafi faktörler olduğu gibi özel konumdan kaynaklanan coğrafi<br />

faktörler de tarım ekonomisini şekillendiren bir role sahipti. Öyle ki; Osmanlı<br />

Anadolusu’nun kuzeyinde ve güneyinde denizlere paralel uzanan yüksek dağ<br />

sıralarının bulunması, denizden gelen nemli hava kütlelerinin iç kesimlere girmesini<br />

engelleyerek iç bölgelerde şiddetli bir karasal iklimin hüküm sürmesine neden olmuş<br />

ve bu iklim çeşidi kendisine özgü bir bitki örtüsünü beraberinde getirdiği gibi karasal<br />

iklimin egemen olduğu bölgelerde de tarım ürünleri çeşitliliğinin sınırlı kalmasında<br />

etken rol oynamıştır 229 . Bu cümleden olmak üzere Osmanlı coğrafyasında karasal<br />

iklimin hüküm sürdüğü bölgelerde bu iklime uygun olan tarım ürünleri yetiştirilmekte<br />

özellikle buğday ve arpa gibi hububat ürünlerinin üretimi başta olmak üzere, üzüm<br />

yetiştiriciliği ile mercimek, nohut vb. bakliyat türlerinin üretimi kesif olarak<br />

yapılmaktaydı.<br />

Osmanlı ülkesindeki eyaletlerin sahip olduğu coğrafi özellikler, buralardaki<br />

tarım istihsalini ciddi anlamda etkilemiştir. Örneğin; Kıbrıs’ın yağmur mevsimi<br />

Kasım-Şubat ayları arasında olup yazı çok kurak ve sıcaktır. Bu yüzden burada ziraat<br />

sadece mümbit ve sulanması mümkün olan dar ve küçük vadilerde yapılabilmekte<br />

iken taşlık ve çorak bir araziye sahip olan Gürcistan Eyaleti’nde ise zirai faaliyetler<br />

227 Şinasi Altundağ, Aynı makale, s. 187.<br />

228 W. Dıeter Hütteroth, Aynı makale, s.45.<br />

229 Tuncer Baykara, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyasına Giriş I, Ankara, 1988, s.11. Örneğin, Bitlis<br />

Sancağı’nda şiddetli karasal iklimin hüküm sürmesi ve buradaki arazilerin dağlık olması, tarımsal<br />

faaliyetleri olumsuz etkilemekle beraber tarım ürünlerinin çeşitliliğini de sınırlandırmıştır. Bkz. Ahmet<br />

Yılmaz, 413 Numaralı Mufassal Tapu Tahrir Defterine Göre Bitlis Sancağı (1555-1556),<br />

(Yayınlanmamış Yüksek Lisan Tezi), Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, 2010,<br />

s.101.


48<br />

yok denecek kadar az ölçekte gerçekleştirilmekte idi 230 . Mısır ise sahip olduğu<br />

verimli topraklar ve büyük sulama kanalları sayesinde tam bir tarım ülkesi<br />

konumundaydı 231 .<br />

Nitekim Osmanlı’daki zirai faaliyetlerin genel olarak nehir teraslarının<br />

bataklık olmayan bölümlerinde ve tepeler üzerindeki düzlük alanlarda yoğunlaşması<br />

tarımın coğrafya ile olan sıkı münasebetini açıkça göstermektedir.<br />

B- Kuraklık<br />

Đklim değerleri arasında sıcaklık, yağış, don olayları, güneşlenme durumu,<br />

kuraklık gibi unsurlar, tarıma etki eden etmenler olarak karşımıza çıkmaktadır. 232<br />

Özellikle hararetin yüksek olduğu aylarda rutubetin az olması anlamına gelen<br />

kuraklık, Osmanlı tarımını, o dönemin şartlarında oldukça şiddetli tesiri altına<br />

almaktaydı. Anadolu coğrafyası, bulunduğu konum dolayısıyla farklı yağış rejimine<br />

sahipti. Anadolu’da; Orta Anadolu, Tuz Gölü çevresi ve Güneydoğu Anadolu<br />

Bölgesi, denizsel iklimden uzak kalan ve dağlık bir yapıya sahip olan doğuda ise<br />

Erzurum, Erzincan, Elazığ yarı kurak özellik taşımaktaydı 233 . Dolayısıyla iklim ve<br />

coğrafya ile yakından ilişkili olan kuraklık, yaz mevsiminde Anadolu’nun büyük bir<br />

bölümünde etkili olmaktaydı.<br />

Yağmurun bol olduğu yıllarda, bereketli mahsuller alınmakta, kurak yıllarda<br />

ise mahsul azalmakta ve bazı seneler tamamıyla mahvolmakta idi 234 . Anadolu’nun<br />

bazı yörelerinde kuraklığın etkisinin üç yıl gibi çok uzun bir süre devam etmesi ise bu<br />

bölgede yaşayan çiftçilerin mağduriyetini daha da artırmakta idi. Dolayısıyla toprağa<br />

bağımlı bir hayat süren köylüler, kuraklığın etkisini azaltmanın çaresini bulma yoluna<br />

230 Şinasi Altundağ, Aynı makale, s.194.<br />

231 Şinasi Altundağ, Aynı makale, s.195.<br />

232 Zeynep Dernek, Aynı eser, s.30.<br />

233 Abdülkadir Gül, “Osmanlı Devleti’nde Kuraklık ve Kıtlık (Erzurum Vilayeti Örneği: 1892-1893 ve<br />

1906-1908 Yılları)”, Uluslar Arası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 2009, sa:9, c.II, s.144.<br />

234 Lütfi Güçer, Aynı eser, s.11-12.


49<br />

gitmekte 235 , ancak bu konuda herhangi bir çare bulamayınca bulundukları bölgeyi<br />

terk etmek zorunda kalmaktaydılar. Örneğin; 1559-1560 yıllarında Karadeniz’in<br />

kuzey kesimindeki Osmanlı topraklarında yani Kırım bölgesinde şiddetli bir kuraklık<br />

hadisesi yaşanınca ve buralarda göç hareketleri baş göstermiştir 236 . Klasik dönem<br />

Osmanlı şartlarında halkın büyük bir kesiminin toprağa bağlı olarak geçimini sağlıyor<br />

olması dolayısıyla kuraklık gibi önemli bir hadisenin devlet ve halk üzerinde<br />

doğuracağı sonuçları kestirememek mümkün değildir. Nitekim bu doğrultuda tarımla<br />

meşgul olan köylü halkın, kuraklık vakasının yaşanmadığı ya da bunun daha az<br />

şiddetle yaşandığı bölgelere göç etmek zorunda kalmaları, birçok çiftçinin arazisinin<br />

boş kalmasına ve tarımsal faaliyetlerin kesintiye uğramasına sebep olurken devletin<br />

de önemli oranda vergi kaybına sebep olmaktaydı. Diğer taraftan kuraklığın getirdiği<br />

tehlike kadar olmasa da şiddetli dolu yağışı ve don olaylarının meydana geldiği<br />

zamanlarda da, tarımla iştigal eden köylü reaya, çok zor durumda kalmaktaydı 237 .<br />

C- Konar-Göçerlerin Hayvancılık Faaliyetleri<br />

Akdeniz iklimi kuşağında, tarih boyunca ekincilik ile hayvan yetiştirme<br />

beraber yürümüş ve özellikle XVI-XVII. asırlarda geniş bir iktisadi faaliyet sahasını<br />

oluşturmuştur. Dağların çayırlarla örtülü yüksek kısımlarında ve çöllerde büyük<br />

sürüler halinde beslenen hayvanlar mera’dan mera’ya ve mevsim değişikliklerine<br />

uyarak yaylaktan kışlağa sürülmek suretiyle beslenirlerdi. Büyük sürülerin bir<br />

meradan başka meraya geçmeleri ve yaylaktan kışlağa yürüyüşleri esnasında ekilmiş<br />

sahaların arasından geçmek mecburiyetinde kalmaları ve çok defa bu sahaları tahrip<br />

etmeleri, yerleşmiş köylü yani çiftçi ile çobanı menfaat tezadına düşürmekte idi 238 .<br />

XVI-XVII. asırlarda Osmanlı Đmparatorluğu’nda hayvan yetiştirme çok geniş<br />

bir iktisadi faaliyet kolu idi. Yerleşmiş ziraat ile meşgul köylülerin sürüleri vardı. Bu<br />

235 Yunus Özdeğer, “XIX. Yüzyıl Sonlarında Meydana Gelen Bir Kuraklık ve Kıtlık Hadisesi Đle<br />

Bunun Sosyo-Ekonomik Sonuçları”, Karadeniz Araştırmaları, sa.19, Güz-2008, s.88.<br />

236 Gilles Veinstein, “Karadeniz’in Kuzeyinde Büyük 1560 Kuraklığı: Osmanlı Yetkililerinin Durumu<br />

Algılayışı ve Gösterdikleri Tepkiler”, Osmanlı Đmparatorluğu’nda Doğal Afetler, (Ed. Elızabeth<br />

Zacharıadou), Đstanbul, 2001, s.298.<br />

237 Mehmet Yavuz Erler, “ XIX. Yüzyıldaki Bazı Doğal Afetler ve Osmanlı Yönetimi”, Türkler, c.<br />

XIII, Ankara, 2002, bkz. s.768-769.<br />

238 Lütfi Güçer, Aynı eser, s.13.


50<br />

sürüler umumiyetle köylerin hududu dahilindeki meralarda beslenirdi. Bir çok<br />

köylerin kendilerine mahsus yaylası olduğu için hububat tarımını çok da olumsuz<br />

etkilememekteydi. Ancak Anadolu ve Rumeli’de Yörük ve aşiretlerin yetiştirdiği<br />

hayvanlar, ziraat için büyük bir tehlike arz etmekteydi 239 .<br />

Osmanlı toprakları içinde hayvan yetiştirme ile meşgul kalabalık bir nüfusun<br />

bulunması, ekilebilen araziyi daraltıyor ve ziraati devamlı surette tehdit ederek<br />

memleket ekonomisi için mühim bir dava teşkil ediyordu. Sürülerin, mezru sahaların<br />

civarından geçerken, çobanların dikkatsizliği yüzünden tarlalara girerek ve ekinleri<br />

yemek, çiğnemek suretiyle, çiftçileri zarara sokmaları sık sık görülen bir durum<br />

olduğu için tarımsal polis müessesesi ihdas edilmiş olmakla beraber birtakım<br />

kanunlarda da zirai emniyet düzenlemesi yapılmıştır 240 . Fatih kanunnamesinin 34.<br />

maddesinde aynen şöyle denilmektedir: “ bir kimsenin atı veya öküzü ya kısrağı ekine<br />

girse davar başına beş akça cürüm alıp beş çomak. Buzağı girse bir akça çomak,<br />

koyun girse iki koyuna bir akça olup bir çomak urulur” 241 . Bu hükümden de<br />

anlaşılacağı üzere, zarara uğrayan çiftçinin zararı tazmin ediliyor ve sürü sahiplerini<br />

dikkatli ve uyanık bulundurmak için de ekine giren her iki baş koyun için 1 akça para<br />

cezası alınıyor ve kendisine bir sopa vuruluyordu. Yine köylü halkın zirai hayatına<br />

büyük bir ehemmiyet veren Osmanlı Devleti, konar-göçerlerin hayvancılık<br />

faaliyetlerinin ekili tarım alanlarına zarar vermemesi için sürekli olarak divanda<br />

olağanüstü kararlar almakta ve bu konu hakkında hiçbir tavizde bulunmamaktaydı.<br />

Örneğin, Kütahya civarındaki konar-göçer taifesinin mezruat ve mahsulât arasında<br />

davar gezdirmeleri sonucunda bu bölgedeki yerleşik köylü reayanın bu durumdan<br />

zarar görmemesi amacıyla mezbur taifeye derhal hayvanlarını zapt altına almaları<br />

bildirilmiş, aksi takdirde yine benzeri hal ve tavırlarda olurlar ise bulundukları yerden<br />

çok uzak bir yöreye sürgün edilecekleri beyan edilmiştir 242 . Yine Bozok Sancağı’nda<br />

tahıl ekili araziye davar girerse o davarın sahibine beş sopa vurulacağı ve her sopa<br />

239 Lütfi Güçer, Aynı eser, s.14.<br />

240 Lütfi Güçer, Aynı eser, s.16.<br />

241 Ömer Lütfi Barkan, Kanunlar, s.392.<br />

242 Ahmed Refik, Anadolu’da Türk Aşiretleri (966-1200), Đstanbul, 1989, s. 205-206.


51<br />

başına kendisinden birer akçe alınacağına dair zirai hayatı düzenleyici kanunlar tahsis<br />

edilmiştir 243 .<br />

D- Çekirge ve Tarla Faresi Đstilâsı<br />

Çekirgeler, ansızın çölden gelip ekili alanlara üşüşen, belli bir yoğunluk<br />

kazandıktan sonra sürü halinde yaşayan 244 ve geçtikleri yerlerdeki bütün ekili arazileri<br />

talan eden 245 canlılardır. Sıcak rüzgârlarla uzun mesafelere taşınarak gündüzleri yer<br />

değiştiren ve akşama doğru yere inen 7-8 cm boyundaki çekirgeler, metrekareye 200<br />

çekirge düşecek bir yoğunluğa ulaşmaktadırlar. Bu, kilometrekarede iki yüz milyon<br />

çekirgeyi ifade eden bir yoğunluk demektir 246 . Bu kadar yoğunluktaki çekirge<br />

sürülerinin ekili tarlaları istila etmesi köylüyü çileden çıkarmakta, tarlaların harap<br />

olmasına neden olmakta idi 247 . Diğer taraftan bir çekirge yavrusu, günde kendi<br />

ağırlığı kadar besin yiyebilmekte ve bir çekirge, larva halinden erginliğe 3-3,5 ayda<br />

ulaşabilmektedir. Orta yaşlı yavruların meydana getirdiği sürülerin ağırlığının 250-<br />

300 ton olduğu düşünülürse, bu, böyle bir sürünün günde ortalama 250 - 300 ton<br />

yiyecek tüketmesi anlamına gelmektedir 248 . Dolayısıyla bu durum, gerekli önlemler<br />

alınmadığı takdirde çekirge istilasına maruz kalan bir yerde büyük kıtlık ve felaket<br />

demektir. Diğer yandan tarla fareleri de özellikle sebze bahçelerindeki ürünlere zarar<br />

veren diğer canlılar arasında yer almaktaydı. Zirai mahsulün yetiştirildiği tarlayı<br />

çekirge ve tarla faresinin istilâ etmesi, köylünün tarımsal faaliyetlerini olumsuz<br />

etkilemekte ve çoğunlukla ürünün olgunlaşma sürecinde ortaya çıkan bu iki mahsulât<br />

düşmanının ürüne verdiği zararlar, beklenen orandan az ürün alan köylünün mutsuz<br />

olmasına neden olmakta idi.<br />

243 Barkan, Kanunlar, s.127.<br />

244 Daniel Panzac, Osmanlı Đmparatorluğunda Veba (1700-1850), (çev. Serap Yılmaz), Đstanbul, 1997,<br />

s.10.<br />

245 Orhan Kılıç, “Osmanlı Devleti’nde Meydana Gelen Kıtlıklar”, Türkler, Ankara, 2002, c.X, s.725.<br />

246 Danıel Panzac, Aynı eser, s. 11.<br />

247 Örneğin; 1555-1556’da Manisa Kazası’nda mevsim şartlarının müsaid geçmediği esnada çekirge<br />

peydâ olunca bu zararlıya karşı, “sığırcık suyu” getirtilmesi için 4 çavuş, Manisa’dan, suyun<br />

bulunduğu 14 kadılığa gönderilmiş; hatta Đsfehan’a dahi adam gönderilmiştir. Ancak netice vermeyen<br />

bu tedbirler, çekirgelere karşı tesirli olmamış, ekili sahalar tamamen harâp bir hale gelmiştir. Feridun<br />

Emecen, XVI. Asırda Manisa Kazası, Ankara, 1989, s.243-244.<br />

248 Ertan Gökmen, “Batı Anadolu’da Çekirge Felaketi (1850-1915)”, Belleten, c. LXXIV, sa.269,<br />

Yıl:2010 –Nisan, s.128.


52<br />

Nitekim tarla faresi ve özellikle çekirge sürülerinin felaketine uğrayan<br />

yerlerde tarım ürünlerinin zayi olması; kıtlıklara, fiyat artışlarına, halkın vergi<br />

borçlarını zamanında ödeyememesine 249 ve dolayısıyla devletin önemli oranda vergi<br />

kayıplarına neden olmaktaydı 250 .<br />

E- Tımar Sisteminin Bozulması Neticesinde Uygulanan Politikaların ve<br />

Mali Buhranın Tarıma Etkisi<br />

16. yüzyılın ilk yarısında Anadolu’da ekime elverişli pek çok toprak emek<br />

darlığı nedeniyle boş durmakta idi. Nüfus artışıyla birlikte bu topraklar ekilmeye<br />

başlayınca, tarımsal üretim hızla arttı. Üretimin artmasının nedeni ekilen toprakların<br />

genişlemesiydi. Nitekim yüzyılın ortalarından itibaren yeni hane kuran reaya için<br />

ekilebilir toprak bulmak güçleşmeye ve ekilen toprakların artış hızı, nüfus artış<br />

hızının gerisinde kalmaya başladı 251 . Dolayısıyla nüfus artışları nedeniyle tarımsal<br />

üretimin daha büyük bir bölümü kırsal alanlarda tüketilmekte 252 ve bu durum<br />

sonucunda tarımsal ürünlerin fiyatları değer fiyatlarının kat ve kat üzerinde<br />

seyretmekte idi. Kırsal alanda yetiştirilen zirai ürünlerin köylerde ve kentlerde hemen<br />

erimesi sonucunda tımar sahipleri, bu yetiştirilen ürünlerden elde ettikleri vergi<br />

gelirlerinden yoksun kalmakta idi 253 . Diğer taraftan 16. yüzyıl dünya konjonktüründe<br />

meydana gelen gelişmeler de tımar sisteminin bozulmasında ya da kabuk<br />

değiştirmesinde etkin rol oynamıştır. Coğrafi keşiflerle ticaret yol ve dengelerinin<br />

değişmesi, yeni bölgelerden Avrupa’ya akan altın ve gümüşün bütün Akdeniz<br />

havzasını etkisi altına alan enflasyon baskısı, XVI. yüzyıl sonlarındaki nüfus artışı<br />

gibi etkenler, Osmanlı maliyesini sarsmaya başlamıştır. Aynı dönemde Avrupa’da<br />

ateşli silahlarla donatılmış daimi orduların karşısında geleneksel silahlarıyla savaşan<br />

249 Bu gibi durumlarda devlet çekirge istilasına maruz kalan bölgelerden almış olduğu zirai vergilerin<br />

miktarında makul oranlarda indirime gitmiş ve mevcut biriken vergi borçlarının ödenmesi için köylü<br />

reayaya geniş bir zaman süreci tanımıştır. Mehmet Yavuz Erler, Aynı makale, s. 763.<br />

250 Ertan Gökmen, Aynı makale, s.165.<br />

251 Şevket Pamuk, Aynı eser, s.110.<br />

252 Şevket Pamuk, Aynı eser, s.111.<br />

253 Huri Đslamoğlu, 16. yüzyılda görülen toprak üzerindeki nüfus baskısının, köylünün üretimine zarar<br />

verecek boyutta olmadığını, tam aksine köylünün ürünlere yenilerini(meselâ topraktaki azot eksikliğini<br />

gideren baklagiller) eklemekle ve yakmak ya da baltayla kesmek suretiyle ormanlık alanları tarıma<br />

açmakla, toprak üzerindeki nüfus baskısına karşı direnç gösterdiğini belirtmektedir. Bkz. Huri<br />

Đslamoğlu, “16. Yüzyıl Anadolusu’nda Köylüler, Ticarileşme ve Devlet Đktidarının Meşrulaştırılması”,<br />

Osmanlı Toprak Mülkiyeti ve Ticari Tarım, (ed. Çağlar Keyder), s.70.


53<br />

Osmanlı tımarlı sipahi birliklerinin artık yetersiz kalmasından dolayı devlet daha<br />

fazla sayıda yeniçeri istihdam etmeye başlamış ve yeni askeri birliklerin maaşının<br />

ödenmesi sorunu Osmanlı maliyecilerinin en büyük uğraşı haline gelmiştir.<br />

Dolayısıyla dünyada ayni ekonomiden nakdi ekonomiye geçiş tımar sisteminin temel<br />

felsefesini 254 bu şekilde yıpratmıştır. 1527-1528 bütçesine göre devlet maliyesi<br />

içindeki payı %37 olan tımar sistemi, XVII. yüzyıl başlarından itibaren nakdi<br />

ilişkilerin yaygınlaşması, fiyat hareketleri, harp teknolojisinin askerliği bir meslek<br />

haline getirmesi gibi dünya ekonomisinde ortaya çıkan yapısal değişikliklerle birlikte<br />

eski önemini kaybetmeye başlamış 255 ve çöken tımar sistemiyle beraber Osmanlı<br />

toprak düzeni ve üretim mekanizmasındaki dengeler de sarsılmıştır 256 .<br />

Tımar sisteminin bozulmasına paralel olarak, devlet otoritesi de gittikçe<br />

zayıflamış ve yoğunlaşan siyasi ve ekonomik anarşi içinde sipahiler dirlikleri kendi<br />

mülkleri gibi tasarruf etmeye başlamışlar 257 ve bu durum tımar kesiminin merkez<br />

maliyesi içerisine alınmaya başlaması yani tımar topraklarının iltizama verilmesi<br />

sürecinin başlamasına sebep olmuştur 258 .<br />

Osmanlı Devleti’nin erken dönemlerinden itibaren kullanılan bu yöntemle<br />

devlet, vergi toplama işini açık artırma yoluyla ve bir ya da üç senelik süreler için<br />

“mültezim” adı verilen özel kişilere devrediyor ya da satıyordu. Tımar düzeni dışında<br />

kalan bu vergi kaynakları, mukataalar 259 olarak adlandırılıyordu 260 . Tımar düzeniyle<br />

254 Erhan Afyoncu, Sorularla Osmanlı Đmparatorluğu, c.VI, Đstanbul, 2008, s.245.<br />

255 Ahmet Tabakoğlu, Türkiye Đktisat Tarihi, s.236. Tımar sisteminin çöküş sebepleri arasında, çok<br />

sayıda reayanın tımarlı sipahi sınıfı arasına karışması, tımarların ehil olmayan kişilere verilmesi de<br />

gösterilmektedir. Fatma Acun, Aynı makale, s.906. Tımar sisteminin bozulması hakkında bkz. Ö. Lütfi<br />

Barkan, “Tımar”, Đ.A, s.321.<br />

256 Abdüllatif Şener, Tanzimat Dönemi Osmanlı Vergi Sistemi, Đstanbul, 1990, s.17.<br />

257 Halil Cin, Aynı eser, s.64.<br />

258 Ahmet Tabakoğlu, Türkiye Đktisat Tarihi, s.236; Devlet, artan fiyatlar karşısında tımar sistemiyle<br />

yeterli gelir elde edemeyince, iltizam usulünü reaya üzerinde baskıya yol açacak şekilde uygulamak<br />

zorunda kalmıştır. Ferhat Başkan Özgen, “Osmanlı Devleti’nin Diğer Devletlerle Đktisadi Đlişkisi”<br />

Ekonomi ve Toplum, sa:32, Mart-Nisan 2000, s.110.<br />

259 Mukataa, coğrafi sınırları ile alınacak vergilerin tür ve miktarları maliye tarafından saptanmış vergi<br />

kaynağı ya da kaynakları anlamına gelmektedir. Şevket Pamuk, Aynı eser, s.147.<br />

260 Şevket Pamuk, Aynı eser, s.147.


54<br />

karşılaştırıldığında iltizam 261 , vergi ödeyen üreticiler için çok daha ağır koşullar<br />

getiriyordu. Tımar düzeninin mantığına göre sipahi, kendi uzun dönemli çıkarları<br />

açısından reayayı kollamak zorundaydı. Ağır vergilerle ve zor kullanarak reayanın<br />

ezilmesi yalnızca üretici için değil, artığa el koyan sipahi için de uzun dönemde<br />

olumsuz sonuçlar yaratabilecekti. Oysa bir mukataayı en fazla üç yıllık süre için ele<br />

geçiren mültezimin bu tür kaygıları olamazdı. Mültezim en kısa zamanda en fazla<br />

geliri toplamaya çalışıyor ve bu amaçla köylü üreticilere mümkün olan en ağır<br />

sömürü yöntemlerini uyguluyordu. Bu nedenle, iltizamın, tarımsal üreticiler<br />

üzerindeki baskıları, vergi yükünü artırdığı söylenebilir 262 .<br />

Nitekim tımar düzeni içerisinde köylü reaya, zirai aktivasyonunu güvenli bir<br />

şekilde ve gelecek kaygısı yaşamadan gerçekleştirmekte iken tımar sisteminin<br />

bozulması ve bu sistemin yerini iltizam uygulamasının alması, bir süre sonra iltizam<br />

sisteminin de merkez maliyesinin ihtiyaçlarını o günkü şartlar dâhilinde<br />

karşılayamaması sonucunda malikâne 263 sisteminin devreye girmesi ile beraber köylü<br />

reaya, ürettiği ürünün büyük bir bölümünü vergi olarak vereceği endişesinden dolayı<br />

zirai üretimini rahat bir şekilde gerçekleştirememiş ve dolayısıyla bu gelişmeler<br />

olağan tarımsal faaliyetleri olumsuz etkilemiştir. Dolayısıyla tımarların iltizama<br />

verilip mukataaya dönüştürülmesi, vergi konusu olan zirai işletmelerin<br />

verimsizleşmeleri ile sonuçlanmıştır 264 .<br />

261 Đltizam hakkında geniş bilgi için bkz. Salih Özbaran, “XVI. Yüzyılda Osmanlı Đmparatorluğunda<br />

Đltizam”, V. Milletlerarası Türkiye Sosyal ve Đktisat Tarihi Kongresi’nde Sunulan Tebliğler, Ankara,<br />

1990, s. 453-457.<br />

262 Şevket Pamuk, Aynı eser, s.148.<br />

263 Devlet, iltizam usulüyle köylü kesimin mültezimlerin baskısı altında ezilmelerini önlemek amacıyla<br />

mukataaların sürelerinin uzatılmasını esas alan malikâne sistemini uygulamayı düşünmüştür.<br />

Mukataaların süresi uzatılırsa, mültezimlerin vergi kaynaklarına karşı daha dikkatli davranacakları<br />

umuluyordu. Şevket Pamuk, aynı eser, s.149.<br />

264 Ahmet Tabakoğlu, Türkiye Đktisat Tarihi, s.236.


55<br />

F- Celali Đsyanları<br />

Osmanlı tarım istihsalini menfi yönde etkileyen bir diğer etmen de belirli bir<br />

periyotta meydana gelmiş olan ve tesirlerini uzun süre devam ettiren celali isyanları<br />

idi 265 . Bu isyanların meydana geldiği dönemde birtakım iktisadi ve sosyal<br />

değişimlerin yaşanması, aslında isyanları hazırlayan etmenlerin ne olduğu hakkında<br />

da bize umumi anlamda ışık tutmaktadır. Bu doğrultuda coğrafi keşifler sonucunda<br />

Amerika kıtasının keşfi, aslında bütün dünya ülkelerinde olduğu gibi Osmanlı<br />

Devleti’nin ekonomisini de derinden etkileyecek gelişmeleri beraberinde getirmiştir.<br />

Öyle ki Yeni Dünya’dan (Amerika) gelen gümüşün, giderek artan miktarda Osmanlı<br />

ülkesine girmesi, akçanın değerinin düşmesine neden olarak, fiyatlarda geniş çaplı<br />

dalgalanmalara yol açmıştır. Dahası, imparatorluğa giren paranın burada kalmayarak<br />

ipek yolu’nu takiben Đran’a oradan da Hindistan’a geçmesi, Osmanlı ticaret dengesini<br />

büyük ölçüde olumsuz etkilemiştir. Akçanın değer kaybı, ulufeli askerlerin, özellikle<br />

kapıkullarının, enflasyonu karşılar oranda maaş istemelerine neden olmuş, talepleri<br />

reddedilince ayaklanma çıkarmışlardır: 1589-91 yıllarında yeniçeriler iki kere, 1593<br />

yılında bir kere ayaklanmışlardır. Akçanın sürekli değer kaybetmesiyle 266 enflasyon<br />

girdabına giren Osmanlı Đmparatorluğu, akçayı devalüe ederek bu girdaptan<br />

kurtulmayı amaçlamış; ancak devalüasyon fiyatlarda büyük değişmelere yol açarak<br />

imparatorluğun ekonomisini krize sokmuştur. Akçanın devalüasyonundan sonra,<br />

standart Osmanlı akçasıyla aynı miktarda malın satın alınamaması, yalnız ulufeli<br />

askerler arasında değil, şehir ve köylerdeki halk arasında da sıkıntılar yaratmıştır 267 .<br />

Öte yandan Osmanlı Đmparatorluğu’nda 16. yüzyılın yarısına kadar nüfus artış hızı<br />

normal düzeyde seyrederken bu yüzyılın sonuna doğru nüfus önemli oranda artış<br />

göstererek Anadolu ve Đstanbul bölgesinin nüfusu 5-6 milyondan 8-9 milyona<br />

yükselmiştir. Bu nüfus artışı, Anadolu’da topraksız ve işsiz bir kalabalığın<br />

oluşmasına neden olmuştur 268 .<br />

265 Celali Đsyanları ile ilgili olarak ayrıntılı bilgi için bkz. Mustafa Akdağ, “Celâli Fetreti”, AÜDTCFD,<br />

Ankara, 1958, sa.1-2, s.53-107; aynı yazar, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, Đstanbul, 1995.<br />

266 1584’e kadar 55-60 akça olan bir duka altın, 1584’ten sonra akçanın değerinin %100 düşmesi<br />

sonucunda 120 akça olmuştur. Halil Đnalcık, “Osmanlı Para ve Ekonomi Tarihine Genel Bir Bakış”,<br />

Ekonomi, Doğu Batı, Ankara, 2006, sa:17, s.16.<br />

267 Fatma Acun, “Celâli Đsyanları (1591-1611)”, Türkler, Ankara, 2002, c.IX, s.696.<br />

268 Ali Rıza Gökbunar, “Celâli Ayaklanmalarının Maliye Tarihi Açısından Değerlendirilmesi”,<br />

Yönetim ve Ekonomi Dergisi, CBÜĐĐBF, Yıl, 2007, c.XIV, sa:1 s. 14.


56<br />

Dolayısıyla oluşan bu şartlar neticesinde Osmanlı zirai ekonomisini mühim<br />

oranda tesiri altına alan ve isyanlar furyası olarak addedilen “Celâli Đsyanları” ortaya<br />

çıkmıştır. Anadolu köylülüğü, yani üretici tabaka, 1596-1650 arasında, kurulu düzeni<br />

büyük ölçüde sarsan bir dizi isyanla yerlerinden edilmiş, çiftlik sistemini de tesiri<br />

altına alan isyanlar, köylünün toprak üzerindeki aktivasyonunu da engellemiştir 269 .<br />

Celâli mücadelesi döneminde zor durumda kalan köylüler, işledikleri toprakları terk<br />

ederek şehirlere göç etmişler ya da göçebe hayata geri dönmüşlerdir 270 . Anadolu<br />

köylüsünün kitleler halinde göç etmesi, tarımda verimliliği etkilemiş, ürün<br />

yetiştirilecek mevsimde tarlaların boş kalmasına neden olmuştur 271 .<br />

Celali isyanları sonrasında reaya ile sipahilerin tımarları terk etmesi ve kent<br />

nüfusunun giderek artması, tarımsal üretime darbe vurmuş, devletin mali gelirlerini<br />

azaltmış ve kentlerin iaşe sorunlarını ağırlaştırmıştır 272 . Nitekim Celâli hadiselerinin<br />

birden bire bir felaket halini aldığı 1603’te artık köylerde ziraat yapan insanların son<br />

derece azalması dolayısıyla ortaya çıkan buğday darlığı, tehlikeli bir afeti yaratmaya<br />

namzet olmuştur 273 .<br />

269 Ali Rıza Gökbunar, Aynı makale, s.15.<br />

270 Fatma Acun, “Celâli Đsyanları”, s.704.<br />

271 Fatma Acun, “Celâli Đsyanları”, s.706. Hükümetin, isyan ve eşkıyalık olayları neticesinde harap<br />

olup, terk edilen köyler hakkında, 17. yüzyıl ortalarına doğru ilginç tedbirler aldığı bilinmektedir. Bu<br />

tedbirlerden birisi de, terk edilen köy veya kasabaların, buraları yeniden şenlendirebilecek, maddi ve<br />

manevi yönden söz sahibi bazı şahıslara verilmesiydi. Böyle kimseler merkezi hazineye her yıl; çok<br />

büyük bedeller ödüyor ve buna karşılık aldığı köy kendi neslinden gelenlere kalabiliyordu. Efkan<br />

Uzun, “Osmanlı Ülkesinde Görülen Đsyan ve Eşkıyalık Olayları Hakkında Alınan Tedbirler Hakkında<br />

Bir Değerlendirme”, TÜBARD, Niğde, 2009, sa: 25, s.188.<br />

272 Şevket Pamuk, Aynı eser, s.128.<br />

273 Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, Đstanbul, 1995, s. 453.


57<br />

SONUÇLAR<br />

II. TARIMA ETKĐ EDEN FAKTÖRLERĐN ORTAYA ÇIKARDIĞI<br />

A- Kıtlık ve Ortaya Çıkardığı Neticeler<br />

Kıtlıklar, meteorolojik şartlara bağlı olarak ne zaman, nerede ve hangi<br />

durumlarda ortaya çıkacağı önceden bilinmediği ve ölümcül neticeler verdiği için<br />

aynı zamanda bir afet olarak da değerlendirilir. Kıtlıkların ortaya çıkmasına sebep<br />

olan olaylar 274 oldukça fazladır ve bu olaylar da çoğu kere bir doğal afettir. Sel,<br />

yangın, kuraklık, deprem, çekirge istilâsı, aşırı soğuk ve sıcaklıkların da kıtlık<br />

hadiselerine yol açtığı bilinmektedir. Ayrıca eşkıyalık olayları, isyanlar ve harpler<br />

gibi siyasi ve sosyal olayların da kıtlık hadiseleriyle yakın ilişkisi vardır. Bu tür<br />

olayların arkasından da kıtlıklar yaşanmaktadır 275 .<br />

Osmanlı Anadolusunda baş gösteren kıtlıkların baş sebepleri arasında çekirge<br />

sürüsü istilaları yer almaktaydı. Öyle ki, Anadolu, 1550’den itibaren, bazen hafif,<br />

bazen orta şiddetli daimi bir kıtlık devrine girmiştir. Nitekim Bursa ve Balıkesir<br />

tarafında, 1525’ten 1527’ye kadarki süreçte müthiş bir çekirge tahribatı vuku bulmuş,<br />

1528’de de ekinleri suyun altında kalan çiftçiler, çoğu tohumlarını bile alamamışlardı.<br />

Hükümet merkezinden Balıkesir Sancak Beyliğine ve kadılara yollanan bir fermanda,<br />

1528’de halkın yine çekirgeden endişe ettiklerinden bahsolunarak, çekirge<br />

yumurtalarının yok edilmesi için köylülerin seferber edilmeleri emir edilmiştir 276 .<br />

Yine 1564 yılında Anadolu’da büyük bir kıtlık vakası yaşanmış ve bu büyük kıtlığın<br />

doğurduğu açlık “ halkı ot otlamak” zorunda bırakmıştır 277 . Nitekim meydana gelen<br />

kıtlıklar, halkı ve yönetenleri çok zor durumda bırakmıştır.<br />

274 Kıtlıkların ortaya çıkmasına sebep olan olaylar hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Orhan Kılıç, Aynı<br />

makale, s.718 vd. Ayrıca bkz. Mehmet Yavuz Erler, Osmanlı Devleti’nde Kuraklık ve Kıtlık Olayları<br />

(1800-1880), Đstanbul, 2010.<br />

275 Abdülkadir Gül, Aynı makale, s.144.<br />

276 Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, s.75.<br />

277 Zeki Arıkan, “Osmanlı Đmparatorluğu’nda Đhracı Yasak Mallar (Memnu Meta)”, Prof. Dr. Bekir<br />

Kütükoğlu’na Armağan, Đstanbul, 1991, s.288.


58<br />

Çekirge sürülerinin ekin tarlalarına saldırısından kaynaklanan kıtlıkların yanı<br />

sıra bir de depo edilen hububatların yeterince iyi korunmamış olması da şiddetli<br />

kıtlıklara zemin hazırlamıştır. Örneğin; Đstanbul’daki görevliler, depolardaki<br />

buğdayları bir ara iyi koruyamamışlar, bu da buğdayların bozulmasına sebebiyet<br />

vererek fırınlardan iyi ekmek çıkmamasına neden olmuş ve bu olayın arkasından da<br />

şiddetli kıtlık meydana gelmiştir. 1755’te, Đstanbul’u açlık tehdit etmeye başlayınca<br />

bütün ümitler Karadeniz’den gelecek yetmiş adet buğday yüklü gemiye bağlanmıştı.<br />

Bu kez de gemiler, daha boğaza girmeden batmış, halk açlıktan bunalarak pirince<br />

hücum etmiş, pirincin de azalmaya başlaması, pirinç dükkânlarının halk tarafından<br />

yağmalanmasına neden olmuştu. Nitekim bu şiddetli kıtlık ortamı, zor bir süreçten<br />

sonra hükümet tarafından alınan sert önlemler neticesinde ortadan<br />

kaldırılabilmiştir 278 . Kıtlıklara ortam hazırlayan diğer bir etmen de yaşanan kuraklık<br />

vakaları idi. Kuraklıktan kaynaklanan kıtlıkların hemen ardından hava şartlarının<br />

müsaid olmasıyla beraber tarımla uğraşan çiftçinin, direkt olarak hububat ekimine<br />

ağırlık vermesi, kıtlığın çiftçiyi ve onun efradını psikolojik anlamda derinden<br />

etkilediğinin önemli bir göstergesidir 279 .<br />

16. yüzyılın sonlarına doğru zuhur eden mali buhrana paralel olarak<br />

toprakların köylülerin elinden çıkması sonucunda geniş sınırlara sahip çiftlikler<br />

kurulmuş ve oluşan bu yeni zirai ekonomide daha ziyade hayvan beslemeye<br />

ehemmiyet verildiğinden pek çok arazi, yavaş yavaş mera haline gelmiştir. Çünkü<br />

hayvan beslemek hububat ekimine göre hem daha az zahmetli hem de daha çok kârlı<br />

idi. Bu yüzden meralar genişlemekle kalmıyor, ekilen tarlalar da sürülerden zarar<br />

görüyordu 280 . Dolayısıyla Osmanlı Anadolusu’nda meydana gelen kıtlıkların önemli<br />

amillerinden birisini de üretim değişikliği (hububat ekimi yerine hayvan otlakçılığı)<br />

oluşturmakta idi. Ortaya çıkan kıtlık dönemlerinde limanlara yakın yerlerde türeyen<br />

birtakım madrabazlar büyük depolar tesis ederek buğdayları mahalli narhlara nazaran,<br />

%20 ve bazen daha fazla bir fiyat farkı ile halktan toplayarak anbarlarına<br />

278 Yücel Özkaya, Aynı eser, s. 328.<br />

279 Mehmet Yavuz Erler, Aynı eser, s.329.<br />

280 Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, s.76.


59<br />

doldurduktan sonra, “Frenk gemilerine” satmaktaydılar 281 . Dolayısıyla oluşan bu<br />

ortam zaten Anadolu’da mevcut olan kıtlık ortamını daha da şiddetlendirmekte, önü<br />

alınmaz sosyal ve iktisadi buhranlara neden olmaktaydı.<br />

Nitekim çeşitli sebeplere bağlı olarak ortaya çıkan kıtlıklar, imparatorluğun<br />

çeşitli yerlerinde, değişik zamanlarda kendisini göstermekte 282 ve meydana gelen<br />

yiyecek sıkıntısı ve pahalılık, mevcut fiyat istikrarını olumsuz yönde etkileyerek<br />

kaçakçılığın oluşmasına zemin hazırlarken bir yandan da halkın önemli bir kısmının<br />

yetersiz beslenmesine neden olmakta ve bu durum veba gibi Osmanlı dönemi için<br />

tehlikeli bir hastalığın ortaya çıkmasında da etken rol oynamaktaydı 283 .<br />

1- Fiyat Artışları<br />

Fiyatların artışına sebep olan çeşitli unsurlar 284 mevcud olmakla birlikte bu<br />

hususta özellikle kıtlıkların beraberinde getirdiği ortam, piyasa fiyatlarındaki dengeyi<br />

olumsuz yönde etkileyerek fiyatlarda aşırı oranlarda artışların meydana gelmesine<br />

neden olmuştur. Arzın talepten fazla olması, bir kural olarak her zaman fiyatların<br />

yükselmesine sebep olmaktadır 285 . Örneğin, 16. yüzyılın ikinci yarısında Urla’da,<br />

Mısır’da ve Đstanbul’da kıtlıklar sırasında hububat fiyatları artış göstermiştir 286 . Fiyat<br />

artışları büyük kentlerde olduğu gibi Anadolu’nun iç kısmındaki yöreleri de tesiri<br />

altına almıştır. Mesela; 1487 yılında bir müd 287 buğday 55 akçe iken, 1582 yılında<br />

130 akçeye, arpanın müddü ise 1487’deki fiyatı olan 40 akçeden 1582 yılında 80<br />

akçeye yükselmiştir. Arpanın fiyatı yüz yıllık dönemde % 100 oranında artmışken,<br />

281 Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, s.74.<br />

282 1560 yılında Karadeniz’in kuzeyinde şiddetli kuraklıktan dolayı Azak, Eflâk, Özi ve Boğdan’da<br />

ciddi derecede zahire kıtlığı yaşanmıştı. Orhan Kılıç, Aynı makale, s.718; Celâli Fetreti denen devrin<br />

başlangıcı olan 1595 yılına gelindiği zaman, Anadolu iyiden iyiye açtı. Bu adı geçen devirde ve onu<br />

takip eden “Büyük Kaçgunluk”ta ise, köylüler çiftliklerini terk ederek, kitle halinde leventliğe<br />

geçtiklerinden, tam onbeş seneye yakın bir müddet, Anadolu, tarihi hiçbir devrinde görmediği bir kıtlık<br />

devri yaşamıştır. Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, s.85.<br />

283 Osmanlı Đmparatorluğunda görülen veba hastalığı ile ilgili olarak ayrıntılı bilgi için bkz. Daniel<br />

Panzac, Aynı eser.<br />

284 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Mustafa Öztürk, “Osmanlı Đktisadında Fiyatları Etkileyen<br />

Unsurlar”, Prof. Dr. Şerafettin Turan Armağanı, Elazığ, 1996, s.221-239.<br />

285 Orhan Kılıç, Aynı makale, s.728.<br />

286 Orhan Kılıç, Aynı makale, s.728.<br />

287 1 müd 20 kileye, 1 kile 20 okkaya, o da 25,656 kg’a eşittir. Bkz. W. Hinz, Đslamda Ölçü Sistemleri,<br />

(Çev. Acar Sevim), Đstanbul, 1990, s.51.


60<br />

buğday fiyatındaki artış ise % 136 düzeyinde gerçekleşmiştir 288 . Fiyat artışlarından<br />

nemalanan muhtekirler, mahsulü üreticiden toplayıp stok ederek yüksek fiyatla<br />

yabancılara satmaktaydılar. Kaçakçılığa aracılık eden bu kişiler aynı zamanda iç<br />

piyasa fiyatlarının yükselmesine neden oldukları gibi üstelik içerdeki darlığı da<br />

arttırmaktaydılar 289 . Madrabazlar, elde ettikleri buğday, pirinç vb. yiyecekleri<br />

depolarına doldurup, geceleri gemilere yükleyip, Bursa, Đzmit yörelerine kaçırmakta<br />

ve oluşan bu ortam neticesinde fiyat artışları, sadece hububat fiyatlarını etkilemekle<br />

kalmayarak birçok faaliyet sahasını da denetimi altına almaktaydı. Örneğin; 1520’de<br />

işçi gündeliği 2-3 akça iken, 1609’da 18-20 akça; bir okka ekmek 1520’de yarım akça<br />

iken, 1609’da 4-8 akça; Fatih zamanında bir koyun 15-20 akça iken, 1609’da 217<br />

akça, 1520’de bir kilo et 1,5-2 akça iken 1609’da 42 akça olmuştur 290 . Yine bir<br />

dirhem gümüşün 3 akçaya eşit olduğu (100 dirhemden 300 akça) 1462 sıralarında,<br />

Bursa şehrinde unun kilesi (16 okkası) 3 akçaya satılmakta bu surette 1 akçaya 3 okka<br />

(4 kiloya yakın) ekmek almak mümkün olmaktaydı. Yine aynı dönemlerde<br />

Kayseri’de buğdayın kilesi 6 akça, bir koyunun fiyatı 30 akça idi. Oysaki 1548’den<br />

itibaren eşya fiyatlarında muhteşem bir yükselme vuku bularak 6-7 akçaya satılan<br />

buğday, 12 akçaya; 30 akçaya satılan koyun 60 akçadan alıcı bulmaktaydı. Öyle ki<br />

buğday fiyatlarındaki yükseliş 1604’te de devam etmiş, Balıkesir’de buğdayın kilesi<br />

90 akçayı bulmuştur 291 . 1646 yılında Konya’da 450 dirhem ekmek 1 akçe iken<br />

1661’de 60 dirhemi 1 akçe olmuştur 292 . Nitekim Osmanlı Đmparatorluğu’nda, XVI.<br />

yüzyıl sonundan XVII. yüzyıl ortalarına kadar fiyatlar, zirai faaliyetlerin azalmasına<br />

paralel olarak yaklaşık beş kat yükselmiştir 293 . Tarım ürünlerindeki fiyat artışları da<br />

toprağı çok kârlı bir yatırım kaynağı haline getirdiği için büyük toprak sahipleri<br />

askeri sorumluluklarını terk ederek kârlarını artırmak amacıyla topraklarını<br />

288 Ahmet Kankal, Türkmen’in Kaidesi Kastamonu (XV-XVIII. Yüzyıllar Arası Şehir Hayatı), Ankara,<br />

2004, s.229.<br />

289 Ahmet Tabakoğlu, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi, s.214-215.<br />

290 Yücel Özkaya, Aynı eser, s. 257.<br />

291 Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, s. 453.<br />

292 Bayram Ürekli, “XVII. Yüzyılda Konya’da Bazı Eşya ve Yiyecek Fiyatları”, Prof. Dr. Bayram<br />

Kodaman’a Armağan, Samsun, 1993, s.349.<br />

293 Şevket Pamuk, Osmanlı Ekonomisi ve Kurumları, Đstanbul, 2010, s. 119. Mustafa Akdağ, Türk<br />

Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, s.452-453.


61<br />

genişletme yoluna gitmiş ve bu da mültezimlerden oluşan “kırsal ağa sınıfı” denilen<br />

bir zümrenin ortaya çıkmasına neden olmuştur 294 .<br />

2- Göçler ve Toplumsal Düzenin Bozulması<br />

Bir bölgede özellikle coğrafi mekândan dolayı bir kıtlık olayı yaşanıyorsa ve<br />

bu olaylar düzenli olarak her yıl devam etmekte ise, o bölge insanlarının bölgeyi terk<br />

ederek (celây-i vatan) başka taraflara gitmesi doğaldır. Ancak açlık sebebiyle yerini<br />

terk eden insanların XVI. yüzyıl dünyasında bir başka yere giderek rahatlıkla yeni bir<br />

düzen kurması da çok kolay değildir 295 . Nitekim kıtlığın beraberinde getirdiği sosyal<br />

ve iktisadi sıkıntılar, köy yaşamını oldukça zorlaştırmakta idi. Büyük şehirlerin iaşesi<br />

için kadıların takdir ettikleri “narh-ı ruzi” den hububat ve erzak toplanması, çiftçi<br />

halkı büsbütün sıkmakta idi. Hele çok vakit, zahirelerin nakli işi de ucuz bir kira ile<br />

köylülere yüklenmekte yahut kendi buğdaylarını götürüp şehir pazarlarında satmaları<br />

için yola çıkarılmakta idiler 296 . Dolayısıyla köylerde meydana gelen bu ağır yaşam<br />

koşulları çok sayıda köylünün şehirlere göç etmesine neden olduğu gibi köylerini boş<br />

bırakan halkın mühim bir kısmı da sancak değiştirmek zorunda kalmıştır. Meselâ<br />

Amasya’dan, Ankara’ya ve Kırşehir’e gelip yerleşenler çok olduğu gibi, Bozok<br />

(Yozgat)’tan Ankara’ya vesair yerlere gidenler de çoktu. Maraş, Urfa gibi güney<br />

vilayetlerinden Orta Anadolu’ya hicret edenler de az değildi 297 . Nitekim bu göçlere<br />

katılan köylü halk, kıtlık ve sosyal buhranın meydana getirdiği ağır yaşam<br />

koşullarından kurtulabilmek ve kendisine daha iyi yaşam koşulları hazırlayabilmek<br />

için bulundukları bölgeleri terk etmek zorunda kalmışlardır.<br />

Kıtlıklar, ayrıca toplum düzenini bozacak bazı sonuçlar da doğurabilmekte idi.<br />

Kıtlık yaşanılan bölgede hırsızlık, cürüm ve cinayet, kaçakçılık, karaborsa, tefecilik<br />

vb. olayların yaşanması da kaçınılmazdı 298 .<br />

294 Stanford Shaw, Osmanlı Đmparatorluğu ve Modern Türkiye, (çev. Mehmet Harmancı), Đstanbul,<br />

1994, s.241.<br />

295 Orhan Kılıç, Aynı makale, s. 728.<br />

296 Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, s.80.<br />

297 Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, s.449-450.<br />

298 Orhan Kılıç, Aynı makale, s.728.


62<br />

3- Büyük Şehirlerin Đaşe Sorunu<br />

Ekonomisi tarıma dayanan bir ülkede, artan nüfusla birlikte, ekilen toprakların<br />

sınırına ulaşması, eğer verimlilik artışları yoksa belirli bir noktadan sonra, ekonomik<br />

problemleri de beraberinde getirmektedir. Đşte bu ekonomik problemlerden birisi olan<br />

iaşe sorunu, büyük kentleri ciddi derecede etkisi altına almıştır. Đaşe sorununun büyük<br />

kentlerde önemli boyutlara ulaşma sebepleri olarak; kırsal üretimin kentin<br />

ihtiyaçlarına tam anlamıyla cevap veremez durumda olması ve Avrupalı tüccarların<br />

kırsal alanın tarımsal ürünlerini, Osmanlı ülkesinden daha yüksek fiyatlarla toplayıp<br />

Avrupa’ya aktarması, devletin tarımsal ürünlere getirdiği ihracat yasağının etkin bir<br />

şekilde uygulanamaması 299 ve tarımsal üretim miktarının azalmasına rağmen nüfusta<br />

artışların meydana gelmesi dolayısıyla zirai üretimin mevcud nüfusu tatmin<br />

edememesi gibi etkenler gösterilebilir 300 . Özellikle büyük şehirlerde kaçak buğday<br />

ticaretinin daha bariz şekilde gerçekleşmesi buralardaki nüfusun ciddi oranda yiyecek<br />

sıkıntısına düşmesine neden olmuştur. Öyle ki, kıyı bölgelerinde yaygın olarak<br />

yürütülen kaçak buğday ticaretine ilişkin, resmi fiyatların %20 üzerinde fiyat veren<br />

vurguncuların Avrupalı armatörlere satmak üzere büyük miktarda buğday<br />

stokladıkları 301 bilinmektedir. Dolayısıyla buğday gibi önem arz eden zirai ürünlerin,<br />

yasak olmasına rağmen dış ticaret yoluyla ihracata yönelmesi, büyük kentlerde iaşe<br />

sıkıntısını daha da arttırmıştır.<br />

299 Ferhat Başkan Özgen, Aynı makale, s.110.<br />

300 Örneğin, XVI. Yüzyılın ilk yarısında Marmara Bölgesinin nüfus bakımından kalabalık bir durumda<br />

olması, bu bölge halkına buğday temel ihtiyaç maddelerinin yetiştirilememesine neden olmuştur.<br />

Dolayısıyla bu durum, şehirlerdeki iaşe meselesi gibi önemli bir sosyo-iktisadi problemin ortaya<br />

çıkmasına zemin hazırlamıştır. Mustafa Öztürk, Aynı makale, s.234.<br />

301 Halil Đnalcık, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I, s.231.


63<br />

ŞEKLĐ<br />

III. TARIMDA UYGULANAN METODLAR VE TARIMIN ĐŞLEYĐŞ<br />

A- Uygulanan Metodlar<br />

1. Tarım Araçları<br />

Osmanlı Devleti’nin kurulduğu çağ itibariyle başlangıçta bir Ortaçağ devleti<br />

olması dolayısıyla tarımsal alanda hem Selçuklu Devleti ile Anadolu Selçuklu<br />

Devleti’nde hem de diğer ortaçağ devletlerinde görülen aynı tarım uygulamalarını<br />

kendisine has yöntemlerle devam ettirdiği görülmektedir.<br />

Osmanlı çiftçisi çoğunlukla ağaçtan yapılmış saban, el orağı, tırpan, çapa,<br />

tırmık ve sürgü gibi iptidai araçlar kullanıyordu. Çift sürmede çoğunlukla kullanılan<br />

alet ise kara saban idi. Kara sabanın toprağı ancak 10-15 cm. derinliğe kadar<br />

sürebiliyor olması ve topraktaki yabani otları temizleyememesi, aynı toprağın<br />

defalarca sürülmesine sebebiyet veriyordu 302 . Nitekim Erzurum bölgesinde çiftçi,<br />

pamuk veya tahıl ekeceği bir tarlayı 6-7 hatta 9 kez sürüyordu. Çift sürme süresi hava<br />

şartları nedeniyle 45-60 günü geçmediğinden bir çift öküzle köylü ancak 35-45<br />

dönüm dolaylarında toprak işleyebiliyordu. Bu bakımdan kara saban, Osmanlı<br />

çiftçisinin işleyebileceği toprak miktarını oldukça sınırlıyordu 303 . Çift sürmede kara<br />

sabanın kullanımı ile beraber, Balkanlar’ın varlıklı bazı arazi sahipleri, modern<br />

Türkçe’de toprağı yalnızca tırmıklamak yerine, kaldırılıp çevirmekte de kullanılan bir<br />

çift sürme ekipmanı anlamına gelen pulluk adındaki araca da sahiplerdi 304 .<br />

Çift sürme işlerinde gücünden yaralanabilen hayvanlar öküz, at ve katırdır.<br />

Osmanlı çiftçisi bunlardan en çok öküzü kullanmaktaydı. Öküzler, yüksek çeki<br />

kuvveti vermeleri ve az süratle yürümeleri sebebiyle pek ağır olan işlere atlardan daha<br />

302 Tevfik Güran, 19. Yüzyıl Osmanlı Tarımı, Đstanbul, 1998, s.85.<br />

303 Tevfik Güran, Aynı eser, s.86.<br />

304 Suraiya Faroqhi, Osmanlı Şehirleri ve Kırsal Hayatı, s.84.


64<br />

iyi adapte olmakla beraber ziraatte çeki vasıtası olarak kullanılan öküzlerin çalışma<br />

hızı ve çalışma süresi umumiyetle atlarınkinden azdır 305 . Bir çift at 1 iş gününde 6-7,<br />

bir çift öküz ise 3-4 dönüm toprak sürebilmektedir. Öküzün tarımsal alanda bazı<br />

dezavantajlarının yanında avantaj sağlayan hususiyetleri de bulunmaktaydı. Öküz<br />

özellikle eğimli ve dik topraklarda çift sürmek için daha elverişli idi. Üstelik öküzün<br />

beslenme gideri daha azdı. Bir atı veya katırı bütün bir yıl boyunca arpa, yulaf, ot,<br />

kepek ve samanla beslemek gerekiyordu. Oysa öküz 7 ay süre ile burçak ve samanla<br />

besleniyor ve yılın geri kalan aylarında otlamak üzere çayıra salınıyordu 306 .<br />

Dolayısıyla bu sebeplerden dolayı Osmanlı Đmparatorluğu’nda toprağı işleme<br />

hususunda öküz gücünden istifade etme daha yaygındı.<br />

Osmanlı köylüsü, tarladaki ürünü, günümüzde çoğu köylerimizde kullanımı<br />

devam etmekte olan el orağı ile biçmekte idi. Toplanan ürünün harman işleri, çakmak<br />

taşlı döğenlerle görülmekte fakat harmanda başakları beygir, eşek ve benzeri<br />

hayvanlara çiğneterek taneleri saplarından ayırmak gibi iptidai usüller de<br />

kullanılmaktaydı. Demetlerin tarladan harmana ve ürünün harmandan anbara<br />

taşınmasında at ve eşek gibi yük hayvanlarından da yararlanılmakla birlikte, daha çok<br />

bir çift öküzün çektiği iki tekerlekli kağnılar tercih edilmekteydi 307 .<br />

2. Gübreleme<br />

Sebze bitkilerinin ve meyve ağaçlarının topraktan aldıkları besin maddelerinin<br />

çok büyük bir kısmı her yıl çiçekler, meyveler ile topraktan ve ağacın bizzat<br />

kendisinden uzaklaşırlar. Bu nedenle toprağın dolayısıyla bitkilerin yeterli miktarda<br />

ve zamanında gübrelenmesi ve alınan bu besin maddelerinin yeniden toprağa iade<br />

edilmesi gerekmektedir 308 . Nitekim azalan verim gücünü toprağa yeniden<br />

kazandırmanın alternatif yolu toprağa hayvan gübresi atmaktır. Çünkü ahır gübresi,<br />

305 Süleyman Kadayıfçılar, Ziraatte Kullanılan Canlı Kuvvet Vasıtaları, Ankara Üniversitesi Ziraat<br />

Fakültesi Yayınları, Ankara, 1963, s.35.<br />

306 Tevfik Güran, Aynı eser, s.86.<br />

307 Tevfik Güran, Aynı eser, s.87.<br />

308 F. Mustafa Ecevit, Bahçe Bitkileri, Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları, Konya, 1986,<br />

s.155.


65<br />

toprağa organik madde sağlar ve toprağın fiziksel yapısını iyileştirir 309 . Fakat<br />

Osmanlı tarımında gübre, çok yaygın ve yeterli ölçüde kullanılan bir tarım girdisi<br />

değildi 310 ve genellikle bostan, bağ ve bahçe gibi kimi özen gerektiren ya da kazançlı<br />

tarımda kullanılmaktaydı 311 . Bunun başlıca nedenlerinden biri, iklim şartlarıydı.<br />

Toprağın hayvan gübresinden yeterince yararlanabilmesi için, gübrenin ıslanıp<br />

çürümesini sağlayacak ölçüde yağmur yağması gerekir. Kurak Akdeniz ikliminde ise<br />

çoğu kez bu gerçekleşmez. Đkinci önemli neden, hayvan gübresinin yetersizliğiydi.<br />

Her hayvan yılda yaklaşık olarak kendi ağırlığının 3,5 katı kadar gübre verir 312 ve<br />

bunları muntazam gübreliklerde saklamak gerekir, ancak Osmanlı çiftçisinin böyle<br />

gübrelikleri yoktu. Bu yüzden gübrenin önemli bir bölümü daha gübreliklerde iken<br />

dağılıp gidiyordu. Geri kalan bölümü tarlaların ihtiyacını karşılamıyordu 313 .<br />

3. Nadas Sistemi<br />

Toprağın gittikçe düşen verim gücünü yenilemenin diğer bir alternatifi ise<br />

toprağı belirli bir dönem dinlendirmek anlamına gelen nadas uygulaması ile her<br />

dönem toprağa değişik türden ürünlerin ekilmesi anlamına gelen rotasyon sistemidir.<br />

Toprağa belirli aralıklarla her yıl değişik ürünler ekerek verim gücünü daha<br />

uzun bir süre koruyan ve böylece topraktan daha fazla yararlanma imkânı sağlayan<br />

rotasyon şekilleri, nüfusun nispeten yoğun ve tarımın gelişmiş olduğu bölgelerin<br />

verimli topraklarında uygulanıyordu. Anadolu’da Đzmir, Aydın, Adana ve Rumeli’de<br />

Edirne ve Selânik vilayetleri, bu bölgeler arasında idi. Osmanlı çiftçisi, daha çok<br />

toprağını 2 ya da 3 yılda bir dinlendirerek verim gücü kazandırmaya çalışıyordu. Boş<br />

bırakma süresi ise çoğunlukla 1 yıl idi 314 . Zira Osmanlı sisteminde bir toprağı üç<br />

yıldan fazla boş bırakmak, kanuna aykırı idi ve toprakların yarısı ekilirken, diğer<br />

309 F. Mustafa Ecevit, Aynı eser, s.156.<br />

310 Tevfik Güran, Aynı eser, s.88.<br />

311 Jacgues Le Goff, Ortaçağ Batı Uygarlığı, (çev. Hanife Güven-Uğur Güven) Đzmir, 1999, s.162.<br />

312 Bir büyükbaş hayvan günde 30-40 kg taze gübre vermektedir. Bkz. Emin Mutaf, Tarım Alet ve<br />

Makinaları, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları, Đzmir, 1984, c. I, s.211.<br />

313 Tevfik Güran, Aynı eser, s.88.<br />

314 Tevfik Güran, Aynı eser, s.89; nadas uygulaması hakkında ayrıca bkz. Mehtap Özdeğer, Aynı eser,<br />

s.293.


66<br />

yarısı nadasa bırakılıyordu 315 . Köyün bir tarafında bulunan tarlaların tamamı<br />

dinlendirilmeye bırakılır, başka yönündeki tarlalar toptan ekilirdi. Köylü, bu sıraya<br />

riayet eder, tarlasını komşuları gibi aynı dinlendirme sırasına uygun olarak<br />

dinlendirirdi. Köyün toprakları, umumiyetle ikiye ayrılmıştı: Bir kesimde tarlası<br />

bulunanlar, bunları nadasa bırakırlar; öteki kesimde tarlası olanlar da toptan olarak<br />

benzeri ürün ekerlerdi. Ertesi yıl, dinlendirme sırası değiştirilir, rotasyon tekniği<br />

sürekli olarak uygulanırdı. Bu kollektif olarak uygulanan nadas sisteminde amaç şu<br />

idi: Ürün kaldırılan tarlalar ya da nadasa tabi tutulan tarlalar bir arada olduğundan<br />

çiftçi-reaya halkının hayvanlarının otlaması için açık arazi oluşturulmakta, sürüler bu<br />

alanlarda otlatılmaktaydı 316 .<br />

4. Sulama<br />

Sulama tabii yağışların yetersiz olduğu yerlerde bitkinin gelişmesi için<br />

lüzumlu suyun (suni olarak) toprağa verilmesidir 317 . Yani sulama sayesinde iklim ve<br />

toprak farkları ile bitkilerin isteğine uyularak, topraktaki su içeriği mümkün olan en<br />

yüksek seviyede tutulmaya çalışılır. Böylece bir taraftan topraktaki buharlaşma, diğer<br />

taraftan bitkiler tarafından terleme ve bitki dokularının teşekkülünde kullanılmak<br />

suretiyle azalan toprak nemi ikmal edilerek bitkilerin hızlı ve verimli büyümeleri<br />

sağlanır 318 . Diğer yandan yağışların mevsimlere göre düzensiz oluşu, yaz aylarının<br />

genellikle kurak geçmesi tüm Akdeniz ülkelerinde olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde<br />

de sık sık kuraklıklara ve kıtlıklara yol açmakta ve dolayısıyla bu durum tarıma<br />

dayalı bir ekonomide suyun önemini daha da artırarak birkaç köyün birden<br />

yararlandığı dereler ve çaylar, köylüler arasında “nizalara” yol açmakta idi.<br />

Dolayısıyla su dağıtımının ancak belirli kurallara bağlanarak düzenlenmesiyle 319<br />

anlaşmazlıkların ortadan kalktığı görülmektedir 320 . Sulama işleri nöbet usülünde<br />

315 Suraiya Faroqhi, Osmanlı Şehirleri ve Kırsal Hayatı, s.110.<br />

316 Vedad Dicleli, Đktisadi Gelişme Tarihi, Đstanbul, 1966, s.97.<br />

317 Đbrahim Aksöz, Sulamanın Ekonomik Cephesi, Erzurum, 1964, s.17.<br />

318 Đbrahim Aksöz, Aynı eser, s.17.<br />

319 Örneğin, Burdur’da Sorkun’dan çıkan suyu Sorkun, Lengüme ve Bakırköy halkı nöbetleşe<br />

kullanıyordu. Geceleri ise Askeriye köyüne veriliyordu. Yine Hamit Sancağı’na bağlı Isparta’nın<br />

Đlavus (bugünkü Yakaören) köyünün yukarısından çıkan Milas suyundan Isparta ovasında bulunan üç<br />

köy yararlanıyordu. Kayı köyünün bu suyu on günde iki gün bir gece kullanmak hakkı vardı. Zeki<br />

Arıkan, Aynı eser, s.103.<br />

320 Zeki Arıkan, Aynı eser, s.102.


67<br />

düzenlenerek, herhangi bir sudan kimin kaç gün veya günde kaç saat faydalanacağı<br />

tespit edilmiş bulunmakta idi 321 . Bu iş için de su nöbetlerini kontrol ve takip işleriyle<br />

sorumlu olan “sulama subaşıları” tayin olunmuştu 322 . Sulamaya ilkbaharın son<br />

yağmurlarından sonra başlanmakta ve geceleri hava nispeten serin olduğundan<br />

umumiyetle 15 günde bir sulama yapılmaktaydı 323 . Devlet, tarım topraklarının<br />

sulanması meselesine büyük önem vermekte idi. Bu doğrultuda Kanuni Sultan<br />

Süleyman dönemindeki Türk vezirlerden olan Koca Haydar Paşa, Osmanlı<br />

topraklarında zirai istihsalin daha verimli olabilmesi amacıyla birtakım sulama<br />

projeleri üzerinde ciddi bir çalışma yapmış 324 ; ancak çeşitli nedenlerden dolayı bu<br />

projeleri hayata geçirememiştir.<br />

Anadolu içindeki en kurak bölgelerde dahi yağmura dayalı ziraat yapılması,<br />

hem Anadolu hem de Rumeli’deki sulama alanlarının oldukça az olduğunu<br />

göstermekle beraber 325 toprağın verimi, sulamakla 3 ilâ 8 kat artmakta, ancak sulanan<br />

tarlalar ekilen arazilerin çok cüzi bir kısmı olarak kalmaktaydı 326 . Nitekim Anadolu<br />

toprakları, sulama imkânları olduğunda verimli topraklar olduğundan suni sulama<br />

geliştirilmiş, sudan faydalanma durumu ince kurallara bağlanmıştır. Sulamayı kendi<br />

imkânlarıyla sağlayan çiftçiler veya bahçeciler yarı öşür (%5) vergi ödemekte olup bu<br />

tür topraklara da “suğla” adı verilmekteydi 327 .<br />

321 Đsmet Miroğlu, Aynı eser, s.171.<br />

322 Mustafa Akdağ, Türkiye’nin Đktisadi ve Đçtimâi Tarihi, II, s.143. Trablusşam’da sulama subaşılarına<br />

“şeyh-i saky” adı verilmekte ve bu görevli sulamanın ne şekilde, kimler tarafından yapılacağına dair<br />

bir defter ( defter-i müfredât) tutardı ve sulama karşılığında üyelerden belirli bir miktar vergi toplardı.<br />

Bkz. Enver Çakar, XVII. Yüzyılın Ortalarında Trablusşam Şehrinin Sosyal ve Đktisadi Durumu”, TAD,<br />

Ankara, 2004, c. XXII, sa. XXXV, s.67.<br />

323 F. Mustafa Ecevit, Aynı eser, s.154.<br />

324 Örneğin, Burdur ve Eğridir göllerini Akdeniz’e akıtacak bir kanal inşa etmek ve bu kanaldan<br />

beslenecek arklarla çevrede sulu tarım yapılmasını sağlamak; Afyonkarahisar, Bolvadin, Akşehir<br />

bölgelerindeki bataklıkları kurutarak, bu toprakları tarıma kazandırmak; Seyhan ve Ceyhan<br />

nehirlerinin akışını düzenleyerek Çukurova’nın üretimini arttırmak gibi. Necdet Sevinç, Osmanlılar’da<br />

Sosyo- Ekonomik Yapı, c. I, Đstanbul, 1978, s.155-156.<br />

325 Suraiya Faroqhi, Osmanlı Şehirleri ve Kırsal Hayatı, s.91.<br />

326 Halil Đnalcık-Donald Quataert Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, II, (1600-<br />

1914), Đstanbul, 2004, s.970.<br />

327 Ahmet Tabakoğlu, “Klasik Dönemde Osmanlı Ekonomisi”, s.676.


68<br />

5. Tohumlama<br />

Zirai hayatın temel noktasını oluşturan toprağın tohumlanması süreci,<br />

çiftçilerin bundan sonraki tarımsal faaliyetlerini şekillendireceğinden büyük önem arz<br />

etmektedir. Reaya, hazırlamış olduğu toprağına zamanında ve miktarınca tohum<br />

atmakla, iyi bir ürün almanın başlangıcını yapmış olurdu. Fakat kâfi derecede<br />

hububat tohumunu temin edemez veya sadece kendine yetecek kadar bir ekim<br />

yapması halinde, sipahi için öşürde eksilme olacağından eksik olan miktar, raiyyete<br />

telâfi ettirilmekteydi 328 . Reayanın toprağına ne kadar ölçekte tohum atacağı<br />

kanunnâmelerde açıkça belirlenmiştir. Bu cümleden olmak üzere bir çiftlik yer<br />

tasarruf eden raiyet Bursa müddü ile yılda dört müd tohum ekmek zorunda idi 329 .<br />

Tamamen ve eksiksiz ekilmesi icap eden bir çiftlik eksik ekildiği veya hiç ekilmediği<br />

takdirde alınacak akça belirlenmişti 330 .<br />

328 Mehtap Özdeğer, Aynı eser, s.294.<br />

329 Barkan, “Vilayet-i Karaman Kanunu”, Kanunlar, s.46.<br />

330 “...Ekmediğü yılda elli akça vire. Ammâ Karaman müddile bir müd ekse yirmibeş akça vire ve<br />

alahazâ sâyir umûruna dahl olunmaz..” Bkz. Barkan, “1528 Tarihli Vilayet-i Karaman Kanunu”,<br />

Kanunlar, s.46.


69<br />

B- Tarımsal Faaliyetlerin Đşleyişi<br />

1- Tarım Đşletmeleri<br />

a. Büyüklükleri ve Sermaye Donatımları<br />

Zirai üretimde etkinliği belirleyen faktörlerden biri olan işletme büyüklüğü,<br />

tarım ekonomisi bakımından büyük bir önem taşımaktaydı. Ekilen ve nadasa<br />

bırakılan toprakların yüzölçümlerine göre tarım işletmeleri üçe ayrılmıştı:<br />

Yüzölçümleri 10 dönümden az olanlar küçük, 10-50 dönüm arasında olanlar<br />

orta büyüklükte, 50 dönümden daha fazla olanlar ise büyük tarım işletmeleri olarak<br />

bilinmekte idi. Küçük işletmelerde, kendi işletmesindeki tarım işleri bütün çalışma<br />

zamanlarını doldurmadığından aile üyelerinin bir kısmı işgüçlerini ücret karşılığında<br />

daha büyük işletmelere kiralamakta ya da tarım dışı ekonomik faaliyetlerde<br />

bulunmaktaydılar. Orta büyüklükteki tarım işletmeleri ise bir ailenin çalışma<br />

zamanını dolduracak ölçüde idi. Buna karşılık büyük işletmeler, en azından hasat<br />

mevsimi gibi zirai faaliyetlerin yoğunluğunun arttığı zamanlarda yardımcı işgücüne<br />

gerek duyulan işletmelerdi 331 .<br />

Sermaye donatımları da tarım işletmelerinin ekonomik çerçevesini<br />

belirlemekteydi. Sermaye donatımı başlıca dört bölümden oluşmakta idi: 1- Ev,<br />

anbar, samanlık, ahır, ağıl ve kümes gibi binalar; 2- Hayvanlar; 3- Çift araçları; 4-<br />

Toprak 332 . Bu unsurlar, tarımsal faaliyet sürecinde Osmanlı köylüsünün kıymetli<br />

sermayeleri niteliğinde idi.<br />

331 Tevfik Güran, Aynı eser, s.81.<br />

332 Tevfik Güran, Aynı eser, s.83.


70<br />

2- Üretim Harcamaları<br />

a. Çeşitli Ürünlerde Üretim Harcamaları<br />

Osmanlı çiftçisi, 1 dönüm tarlada çeşitli ürünler üretmek için kendi geçimlik<br />

bütçesi dahilinde masraflara girmekte idi. Bu doğrultuda pamuk ve pirinçte üretim<br />

giderleri, buğdaya göre farklı idi. Pamukta toprağı hazırlamak, çapalamak ve pamuğu<br />

toplamak için yapılan giderler ön sırayı almaktaydı. Bilhassa pirinç tarımının ot<br />

temizleme işinde ve pamuk tarımının çapa ve toplama işlerinde ek iş gücüne büyük<br />

bir ihtiyaç duyulmakta idi 333 . Bu ihtiyaçların karşılanması için de Osmanlı çiftçisi,<br />

önemli oranlarda masrafa girmekteydi.<br />

b. Çiftlik Đşletmelerinde Üretim Harcamaları<br />

Çiftlik deyimine en yaygın biçimiyle tımar düzeni çerçevesinde<br />

rastlanmaktaydı. Tımar düzeninin çözülmeye başlamasından sonra yaygınlık kazanan<br />

çiftlikler ise farklı gelişmeler sonunda ortaya çıktılar. Đltizam düzeninin tarımsal<br />

kesimde yayılmaya başlamasından sonra, mültezimler önce reaya üreticileri tefecilik<br />

yoluyla kendilerine bağlayarak, daha sonraları da sipahilerin ve reayanın terk ettiği<br />

miri topraklara el koyarak, geniş alanların denetimini ellerine geçirmeye başladılar.<br />

Çiftlik deyimi özel kişilerin fiili kontrolünde bulunan bu topraklar için de<br />

kullanılmaya başlandı 334 . Çiftlik adı verilen büyük tarım işletmeleri, Rumeli<br />

bölgesinde daha çok yaygın idi 335 .<br />

Sahibi eliyle işletilen çiftlik tipi işletmelerin, küçük üretici aile işletmelerinden<br />

ayrıldığı en belirgin ve en önemli nokta, üretim faaliyetlerinin her safhasında ücretli<br />

işgücü çalıştırmalarıdır. Osmanlı Đmparatorluğu’nda çiftlik işletmeleri iki türlü işgücü<br />

çalıştırıyorlardı. Bunların bir bölümü, yıllık ya da altı aylık bir süre için tutulan ve<br />

“hizmetkâr” adı verilen sürekli işçilerdi. Bunlar, zirai faaliyetin en durgun olduğu<br />

zamanlarda bile çiftlikte bulunması gereken işçiler olup bir kısmı bütün bir yıl için<br />

tutuluyorlardı. Bunlara ek olarak zirai faaliyetin yoğun olduğu ilkbahar ve yaz<br />

333 Tevfik Güran, Aynı eser, s.90.<br />

334 Şevket Pamuk, Osmanlı-Türkiye Đktisadi Tarihi (1500-1914), s.124.<br />

335 Ahmet Tabakoğlu, “Klasik Dönemde Osmanlı Ekonomisi”, s. 677.


71<br />

mevsimlerinde altı aylık bir süre için (rûz-ı hızır ile rûz-ı kasım arası) yeni işçiler işe<br />

alınıyordu. Çiftlik işletmelerinde çalıştırılan işçilerin ikinci bölümü ise, “orakçı” ve<br />

“harmancı” diye adlandırılan gündelikçi işçilerdi. Bunlar zirai faaliyetin<br />

yoğunluğunun en yüksek düzeye çıktığı orak ve harman zamanlarında işe<br />

alınıyorlardı. Gündelikçi işçiler arasında kadınlar da bulunmakta idi 336 .<br />

Đşçilerin ücretleri, ayni ve nakdi olmak üzere iki türde verilmekte idi. Ayni<br />

ödeme tarzı, çiftlik sahibinin, işçilere yiyecek ve giyecek vermesi şeklinde<br />

gerçekleşiyordu ve gayri müslim işçilerin cizyesi de yine bizzat çiftlik sahibi<br />

tarafından ödenmekte idi.<br />

3- Zirai Verimlilik Durumu<br />

a. Toprak Birimi Başına Verimlilik<br />

Toprak birimi başına verimliliğin en yüksek oranda olması iki şarta bağlı idi.<br />

Bunlardan birisi, ekilen toprağın sulamaya mümkün mertebe elverişli olması; diğeri<br />

de toprağın yeterince dinlenmiş olması ve her yıl ürün rotasyonunun yapılmış olması<br />

idi. Aksi takdirde sulak alandan uzak olan ve her yıl ürün rotasyonu yapılmayan<br />

topraktan birim başına verim almak klâsik Osmanlı iktisadi şartlarında oldukça zordu.<br />

Osmanlı tarım sisteminde sulama imkânlarının oldukça kısıtlı olması, toprak<br />

birimindeki verimliliği arttırmayı zorlaştırdığından daha çok ekilen toprağı belirli bir<br />

süre dinlendirme anlamına gelen nadas sistemi uygulanarak toprak birimi başına<br />

verimliliğin maksimum düzeye çıkarılması amaçlanmıştır.<br />

336 Tevfik Güran, Aynı eser, s.94.


72<br />

b. Tohum Birimi Başına Verimlilik<br />

Tarımda makine, sınaî gübre ve kimyevi maddeler gibi modern girdilerin<br />

kullanılmadığı dönemde, en önemli tarım girdisi tohumdu 337 . Zirai üretim yapılan her<br />

sancakta ekseriyetle kendine özgü bir tohum ölçü birimleri bulunmakta idi. Bu ölçü<br />

biriminin genel adı “müd” olmakla beraber bunun kg cinsinden değeri sancaktan<br />

sancağa değişebilmekte idi ve nitekim bu da dönüm başına alınan verimin değişkenlik<br />

göstermesine neden olmakta idi. Örneğin; Karaman müddü 174 kg, Konya müddü<br />

218 kg, Bursa müddü 87 kg ve Đstanbul müddü 513 kg civarında idi 338 . Osmanlı<br />

Đmparatorluğu, tahıl ölçü birimi olarak umumiyetle Bursa müd’ünü temel almış olup<br />

1 Bursa müddü 87 kg’a karşılık gelmekteydi. Çiftçi 60 dönümlük verimli toprağa ve<br />

120-150 dönümlük verimsiz toprağa da aynı miktar tohum ekmek zorundaydı ve 50<br />

dönümlük araziye 6 müd tohum ekilmesi gerekiyordu. (Bir çiftliği ortalama olarak<br />

100 dönüm kabul edersek bunun yarısını nadasa bırakması durumunda ekilen arazi 50<br />

dönüm olacaktır.) 1 müdü 87 kg kabul edersek 50 dönümlük araziye (87 x 6 =) 522<br />

kg tohum ekildiği ortaya çıkar ki bu da dönüm başına 10,5 kg tohum ekilmesi<br />

demektir. Eğer bir çiftliği 150 dönüm olarak ve bunun yarısının da ekildiği kabul<br />

edildiği takdirde de yine 75 dönüme 6 müd yani 522 kg tohum ekilerek dönüm başına<br />

7 kg ekildiği ortaya çıkar. Dönüm başına ekilen tohum ister 7 kg isterse 10,5 kg olsun<br />

tarımda saban ve öküz gücünün kullanıldığı bir dönemde bu miktarlar normaldi.<br />

Toplanan ürüne gelince; Anadolu’da toprağın verim durumu bölgeler arasında<br />

farklılık göstermekle birlikte genelde 1’e 3 verdiği bilinmekte olup bu durumda 50<br />

dönümlük bir araziden yılda yaklaşık 1,575 kg ürün alındığı tahmin edilmektedir 339 .<br />

Ehemmiyet sırası ikinci sırada olan arpada ise oran biraz daha yüksek olup, bire yedi<br />

dolaylarında idi 340 .<br />

337 Tevfik Güran, Aynı eser, s.99<br />

338 Mehmet Öz, “XVI. Yüzyılda Anadolu’da Tarımda Verimlilik Problemi”, s.1644.<br />

339 Eftal Ş. Batmaz, Aynı makale, s.40-41.<br />

340 Tevfik Güran, Aynı eser, s.99.


73<br />

Grafik I: XVI. Yüzyılın Đlk Yarısında Bazı Osmanlı Sancak/Kazalarında<br />

Ekilebilir Toprağın Verim Oranları 341<br />

120000<br />

100000<br />

80000<br />

60000<br />

40000<br />

Ekilen Tohum (müd)<br />

Alınan Ürün(müd)<br />

20000<br />

0<br />

Karaman Çankırı Antep Manisa Behisni<br />

H.<br />

Mansur<br />

Harput Canik Tokat Kemah Erzincan Ordu<br />

Ekilen Tohum (müd) 8266 31300 21870 10775 2470 3860 4531 38040 15350 16030 48150 7280<br />

Alınan Ürün(müd) 26602 58447 83345 31707 14416 21526 25151 95695 28000 31155 69620 32522<br />

Sancak ve kazalar arasında ekilebilir toprağın verimlilik oranının en yüksek<br />

olduğu bölgeler içerisinde ilk sırayı Hısn-ı Mansur Kazası ile Harput Sancağı alırken,<br />

ikinci sırayı Behisni Kazası, Ordu Kazası ise üçüncü sırayı almaktadır. Toprağın<br />

verim oranının en düşük olduğu bölgeler ise Kemah Sancağı ve Erzincan Kazası’dır.<br />

4- Hasat Çeşitleri<br />

Bilindiği üzere Osmanlı Đmparatorluğu’nda çok farklı toprak çeşitleri ve<br />

iklimler bulunmakta idi. Yağmurların seyrek olması ve ne zaman yağacaklarının belli<br />

olmaması gibi durumlar memleketteki zirai faaliyetlere uygun bir ortam<br />

sağlayamamakta idi. Irak’ı Arabistan’ı ve Doğu Suriye’yi büyük çöller kaplıyordu,<br />

Adana civarında ve Balkanlar’ın ve Anadolu’nun nehir bölgelerinde ise az, fakat<br />

verimli bölgeler vardı 342 . Dolayısıyla iklimin tarıma müsait olmaması, hasat<br />

çeşitliliğini olumsuz etkilemekte, ama yinede imparatorluğun topraklarında çeşitli<br />

mahsuller de bulunmakta idi. Meselâ Bulgaristan’da gül, Basra’da ise hurma<br />

yetiştiriliyordu. Fakat genel olarak hububat hakimdi. Ekilen toprağın %90’ı nadas<br />

341 Mehmet Öz, “XVI. Yüzyılda Anadolu’da Tarımda Verimlilik Problemi”, s.1650-1651.<br />

342 Halil Đnalcık-Donald Quartert, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, II, s.962.


74<br />

usülüyle 2 veya 3 yılda bir ekilen hububata, yani bilhassa buğday ve arpa’ya tahsis<br />

ediliyordu 343 .<br />

5- Tarımsal Faaliyetlerin Hayvancılıkla Olan Münasebeti<br />

Tarım işletmeleri, çeşitli amaçlarla hayvan yetiştirmekteydiler: a) Çekim ve<br />

yük taşımada güçlerinden yararlanmak; b) Gübre sağlamak; c) Çiftçinin peynir, yağ,<br />

süt, et, deri ve yapağı ihtiyacını karşılamak; d) Bu ürünleri piyasa için üretmek. Tarla<br />

tarımını temel faaliyet olarak sürdüren işletme, hayvanları üretim faaliyetinin<br />

yardımcı araçları olarak kullanmaktaydı. Bu işletmelerde hayvanlar, gübre sağlar;<br />

taşıma, çift sürme, harman döğme işlerini görür; çiftçinin hayvan ürünü ihtiyacını<br />

karşılardı 344 .<br />

Çiftçilik ve hayvancılık, tarımda oldukça eski uzmanlık dalları idi. Bu<br />

uzmanlaşmanın sonucu olarak çiftliğe ağırlık veren yöreler ihtiyaç duydukları çift,<br />

çekim ve besin hayvanlarını, hayvancılığa yönelmiş olan bölgelerden<br />

sağlamaktaydılar. Nitekim Osmanlı Đmparatorluğu’nda çiftçiliğe ağırlık verilen Sivas,<br />

Ankara ve Konya gibi vilayetler hayvan ihtiyaçlarını hayvancılığın gelişmiş olduğu<br />

Erzurum’dan gidermekteydiler 345 .<br />

343 Halil Đnalcık-Donald Quartert, Aynı eser, s.962.<br />

344 Tevfik Güran, Aynı eser, s.100.<br />

345 Tevfik Güran, Aynı eser, s.100.


75<br />

6- Tarım Ürünlerinin Nakliyatı ve Taşımacılığı<br />

Osmanlı Đmparatorluğu’nda taşıma işleri, özellikle de Anadolu’da at ve deve<br />

sırtında yapılıyordu 346 . At veya öküz arabaları daha etkin taşıma araçları idi. Zira at<br />

veya öküzün çektiği bir araba, bir atın sırtında taşıyabileceği yükün beş katını<br />

taşıyabilmekteydi. Bunun taşıma maliyetinde sağladığı düşüş sayesinde, tarım<br />

ürünleri, üretim merkezlerinden daha uzak bölgelere götürülebilmekteydi. Ancak<br />

arabaların işlemesi için düzgün yollar gerekliydi, oysa Osmanlı Đmparatorluğu’nda<br />

yollar çok yetersiz olmakla beraber at ve öküz arabalarıyla tarım ürünleri gibi ağır ve<br />

hacimli mallar, çok uzak mesafelere düşük maliyetlerle taşınamıyordu. Nitekim öküz<br />

arabası ile yolların mükemmelliği durumunda bile, Mamüretülaziz’den (Elazığ)<br />

Samsun’a ancak yirmi günde gidebiliyordu. Böyle bir araba 25 kile (650 kg) buğday<br />

taşıyabilmekte 347 ve Eflâk’tan Đbrail Đskelesi’ne zahire taşıyan arabalar ise 281,6<br />

kg’lık bir kapasiteye sahipti 348 . Dolayısıyla nakliyattaki taşıma kapasitesinin oldukça<br />

sınırlı olması, tarım ürünlerinin geniş pazarlara yayılmasını engellemiş, bu durum da<br />

mahalli pazarların tarım ürünleri açısından önem kazanmasına neden olmuştur.<br />

Hububat gibi yükte ağır tarım ürünleri için taşıma maliyeti bakımından en<br />

elverişli olanı, nehir ve deniz yolu ile taşıma idi. Deniz ve nehir taşıma yolu ile<br />

hububat çok uzak mesafelere ucuz bir ücretle götürülebilmekte idi 349 . Zahire<br />

nakliyatında çok çeşitli gemiler kullanılmakla beraber Osmanlı belgelerinde “kayık”<br />

olarak tabir edilen ancak bugünkü anlamda kayık olmayan küçük tonajlı gemiler de<br />

mevcuttu. Bu kayıkların kapasiteleri 800-2000 kile arasında idi. Bu gemiler, yelkenli<br />

gemilerdi 350 . Tarım ürünleri nakliyatında bilhassa hububat ürünleri nakliyatında<br />

belirli bir sistem oluşturularak her kaza belirli bir iskeleye bağlanmıştı 351 . Meselâ<br />

Teke Sancağı, Hamid Sancağı, Antalya Đskelesi’ne; Adana Sancağı, Tarsus<br />

Đskelesi’ne; Menteşe Sancağı, Bodrum Đskelesi’ne bağlı sancaklardı 352 . Osmanlı<br />

Đmparatorluğu’nda hububat sevkiyatının özellikle Akdeniz ve Karadeniz bölgesindeki<br />

346 Tevfik Güran, Aynı eser, s.71.<br />

347 Tevfik Güran, Aynı eser, s.72.<br />

348 Salih Aynural, Đstanbul Değirmenleri ve Fırınları, Đstanbul, 2001, s. 20.<br />

349 Tevfik Güran, Aynı eser, s. 72.<br />

350 Salih Aynural, Aynı eser, s. 24.<br />

351 Salih Aynural, Aynı eser, s. 28.<br />

352 Salih Aynural, Aynı eser, s. 174-175.


76<br />

limanlardan yapılıyor olması, bu limanların hinterlendındaki bölgelerde yüksek<br />

oranda hububat üretildiğini ya da hinterland bölgeleriyle hububat üretimi yapılan<br />

Anadolu’nun iç bölgeleri arasında güçlü bir iç nakliyat sisteminin olduğunu açıkça<br />

göstermektedir.


77<br />

IV. BÖLÜM<br />

ZĐRAĐ ÜRETĐM VE ZĐRAĐ ÜRETĐM MĐKTARININ UMUMĐ<br />

DAĞILIMI<br />

I. HUBUBAT ÜRETĐMĐ<br />

Osmanlı ziraat sektörünün en başta gelen mahsulünü hububat bilhassa buğday<br />

ve arpa teşkil etmektedir 353 . Hububat, ekonomisi tarıma dayalı toplumların<br />

vazgeçilmez ürünüdür. Bu durum sadece hububatın halkın temel gıda maddesini<br />

teşkil etmesinden kaynaklanmıyordu 354 . Aynı zamanda hububatın imparatorluk<br />

hazinesine mali yönden çok önemli miktarda katkısı bulunmaktaydı 355 . Devletin en<br />

mühim vergi kaynağını teşkil eden öşürün yüzde ellisinin hububattan sağlanıyor<br />

olması buğday ve arpa ekimini teşvik etmekte olup 356 öşürün yanında salariye, avarızı<br />

divaniye’den olan nüzul 357 ve sürsat 358 , hububat ticaretinden alınan baclar ve<br />

resimler de hububatın mali yönden taşıdığı önemi ortaya koymaktaydı 359 .<br />

Hububatın, hem halkın temel geçim kaynağını oluşturması hem de mali<br />

yönden önem taşıması yanında askeri açıdan da ciddi oranda stratejik rolü<br />

bulunmaktaydı. Nitekim devletin Doğu ve Batı komşularına karşı devam ettirdiği<br />

uzun harpler dolayısıyla ordunun beslenmesi için hububat lazımdı 360 . Bu hububat<br />

ihtiyacı ise devletin uyguladığı nüzul, sürsat ve mir-i mübayaa 361 gibi metodlarla<br />

karşılanmakta idi. Hükümetin savaş ilan etmesi için, imparatorluktaki hububat<br />

353 Feridun Emecen, Aynı eser, s.240.<br />

354 Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, s.153.<br />

355 Lütfi Güçer, Aynı eser, s.39.<br />

356 Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, s.153.<br />

357 Avarız hanesi hesabı üzerinden tevzi ve tahsil edilen nüzul müessesesinin menşeinde askeri yolun<br />

güzergâhına yakın bulunan şehir, kasaba ve köylerin halkı, askerin iaşesi için kendilerinden talep<br />

edilen erzakı önceden tespit ve kendilerine bildirilmiş menzillere nakledip orada hazır<br />

bulunduruyorlardı. Lütfi Güçer, Aynı eser, s.69-70.<br />

358 Yürüyüş halinde bulunan orduların yol boyunca iaşesini sağlamak üzere halktan alınan ayni<br />

mükellefiyetin adı sürsat idi. Sürsat, avarız hanesi göz önünde tutulmadan tevzi edilmekte idi. Lütfi<br />

Güçer, Aynı eser, s.93-94.<br />

359 Lütfi Güçer, Aynı eser, s.39.<br />

360 Lütfi Güçer, Aynı eser, s.40.<br />

361 Orduların levazım işlerinde meydana gelen eksikliklerin telafisi için devlet eliyle ve parası merkez<br />

hazinesinden, taşra hazineler varidatından veya ordu hazinesinden verilerek gerekli erzak satın<br />

alınması, mir-i mübayaa konusunun temelini oluşturmaktadır. Lütfi Güçer, Aynı eser, s.115.


78<br />

durumundan her an haberdar olması gerekiyordu. Bu sebeple devlet, ilk zamanlardan<br />

itibaren hububat ihracatını yasaklamış 362 , memleket içinde hububatın bir yerden<br />

başka bir yere naklini ise kendi uhdesine almıştı 363 .<br />

Hububat ve bakliyat ürünlerinin miktarının ölçümü “müd” adı verilen bir<br />

birimle yapılmakta ve bu birim, imparatorluğun her bölgesinde farklılık göstermekte<br />

olup en çok kullanılan müd türleri ise; Đstanbul, Bursa, Konya, Karaman ve<br />

Diyarbakır müdleri idi 364 . Özellikle imparatorluk müdü denilen Đstanbul müdü çok<br />

yaygındı ve 20 kileye denk düşüyordu. Yani buğday olarak tartımda 513,12 kg, arpa<br />

olarak 455 kg ya da yaklaşık olarak 664,5 lt’ye denk geliyordu. Ancak Osmanlı<br />

kanunnameleri genel olarak incelendiğinde görülmektedir ki; tahıl ölçümünde Bursa<br />

müdü temel alınmış olup yaklaşık 87 kg’a eşittir 365 .<br />

A- Hububatın Biçilmesi ve Harman Edilmesi<br />

Her nevi mahsulde olduğu gibi tahıl mahsulünde de buğday, arpa, çavdar ve<br />

diğerlerinde başakların sararıp tanelerin sertleştiği ve ekinin sarardığı vakit, biçilme<br />

zamanı olarak kabul edilmiştir. Az bir zaman bekletilmesi halinde başakların<br />

kurumasıyla, ekinin biçilmesi mümkün olmadan taneler toprağa dökülmektedir 366 .<br />

Buğday, arpa ve benzeri mahsulün biçilme vaktinin devamı, harman zamanını<br />

tayin etmektedir. Mahsulün harman edilme zamanları kanunamelerde açıkça<br />

belirtilmiştir 367 . Buğday ve arpa biçilip demet haline getirildikten sonra, harman yeri<br />

362 Zeki Arıkan, “Osmanlı Đmparatorluğu’nda Đhracı Yasak Mallar”, s. 284.<br />

363 Örneğin, 8 Mart 1571 tarihinde Rodos Kadısı’nın adada zahire sıkıntısı çekildiğini Đstanbul’a<br />

bildirmesi üzerine, hükümet merkezi Teke Bey’inden buraya zahire gemileriyle buğday göndermesini<br />

istemiştir. Serkan Sarı, Aynı tez, s.370.<br />

364 Eftal Ş. Batmaz, Aynı makale, s.40.<br />

365 Eftal Ş. Batmaz, Aynı makale, s.40.<br />

366 “Tereke biçmelü olup biçimeğe müstehak olduğunda ki kemâlin bulub biçile ol vakte, vakt-ı hasad<br />

dirler. Vakt-i hasad kimin tahviline düşerse tereke ona müteallik olup harmana itibar olunmaz imiş”<br />

Barkan, Kanunlar, s. 208.<br />

367 Örneğin, Erzurum vilayeti iklim bakımından çok netâmeli yer olduğundan, harman hakkındaki<br />

hüküm, hiç bekletilmeden kaldırılması hususlarındadır: “…ve harman vaktinde reaya gallatı ta’şir<br />

olunduktan sonra sâlâr olanlar tevakkuf göstermeyüb filhâl hazır olan harmanı ta’şir idüb te’hir<br />

itmeyüb reayayı taciz ve tazyik etmeyeler. Ve eğer kesreti hizmetden beslemeyüb veya taaruz ve ihmal


79<br />

hazırlamak için çalışılırdı. Harman yeri için evlerden, özellikle bahçelerden oldukça<br />

uzak, rüzgâra açık alanlar tercih edilirdi. Harman yeri, önce dümdüz oluncaya kadar<br />

çiğnenir daha sonra üst üste yığılmış olan demetler yavaş yavaş çözülür ve harman<br />

yerine atılırdı. Tekerlek yerine üzerlerinde yarım düzine demir levha yerleştirilmiş<br />

birçok tahta silindirleri bulunan ve bir çift öküz tarafından çekilen bir dögen, tahılın<br />

üzerinde dönüp samanı keser, başakları tanelerdi. Bu işlem tamamlandıktan sonra,<br />

iyice ölçülmüş olan taneler anbarlara doldurulur ve çok değerli bir yem olan saman<br />

tartılır, samanlıklara yerleştirilirdi 368 . Daha sonra, harman olan hububatın bölüşme<br />

işlemleri başlamakta idi 369 .<br />

idüb on gün te’hir olmağla zarar mürettib olursa def’i zarar içün köyün imamı ve kethüdası<br />

marifetleri ile ölçüb behresin ifrâz idüb ve sahibi gelicek teslim eyleye…”, Barkan, Kanunlar, s.66.<br />

368 Abdülhalik Bakır, Ortaçağ Đslam Dünyasında Itriyat, Gıda, Đlaç Üretimi ve Tağşişi, Ankara, 2000,<br />

s.133.<br />

369 Mehtap Özdeğer, Aynı eser, s.294.


80<br />

B- Hububat ve Bakliyat Ürünleri<br />

1- Buğday<br />

Buğday, halkın temel gıda maddesi olan ekmeğin ham maddesi olduğu gibi,<br />

onun dışında günlük hayatta en çok tüketilen bulgur, nişasta, erişte, tarhana vs. gibi<br />

gıdaların da ana malzemesidir. Her türlü iklim şartlarında iyi kötü yetişebilmesi<br />

sebebiyle her zaman en çok rağbet edilen ürün olmuştur. Pazar ekonomisinin pek<br />

gelişmediği, ulaşım vasıtalarının sınırlılığı dolayısıyla bölgeler arası ticaretin canlılık<br />

kazanmadığı zaman ve mekanlarda halkın en önemli kaygısı kışlık ihtiyacını<br />

karşılayabilecek kadar buğdaya sahip olabilmektir. Kıştan evvel buğdayını anbarına<br />

yerleştirmiş olan köylü klasik dönemin en mutlu insanı demektir. Hatta kıtlık<br />

devirleri için fazladan bir miktar hububat depo edebilmek herkes için saadet<br />

kaynağıdır 370 .<br />

Diğer taraftan Osmanlı Devleti gibi her daim seferler ve savaşlar içinde olan<br />

bir devlet ordusunun iaşesini ikmâl için buğdaya şiddetli bir şekilde ihtiyaç<br />

duyulmaktadır. Bu sebepten hububat ziraati ve hassaten buğday üretimi Osmanlı<br />

Devleti tarafından bizzat teşvik edilmiş ve üretim mekanizması kanunnameler ile sıkı<br />

bir denetime tâbi tutulmuştur. Toprağı işleyen bir köylünün ürettiği buğday, ilk önce<br />

kendi ihtiyaçlarını tedarik ve daha sonra ordunun ihtiyaçlarını ikmâl açısından<br />

Osmanlı Devleti nazarında büyük bir öneme haiz olmuştur 371 .<br />

Nüfus artışı veya hububat ihtiyacının yeterince karşılanamamasına yol açan<br />

birtakım gelişmeler sonucunda buğdayın yerine kalitesi daha düşük olmakla birlikte<br />

dönüm başına daha fazla verim alınan darı vb. tahılların ekimi ağırlık kazanmakta<br />

idi 372 .<br />

Toprağın niteliğine göre buğdayda verimlilik durumu büyük farklılıklar<br />

göstermekle birlikte, ortalama olarak bire beş ya da bire altı, hektar başına da 700-800<br />

370 Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, s.154.<br />

371 Volkan Ertürk, XVI. Yüzyılda Akşehir Sancağı, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Gazi Üniversitesi<br />

Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2007, s.299.<br />

372 Mehmet Öz, “Osmanlı Klasik Döneminde Tarım” Osmanlı, c.III, Ankara, 1999, s.70.


81<br />

kg ürün alındığı bilinmektedir 373 . Buğdayda alınan öşür ise umumiyetle 1/5<br />

nisbetinde uygulanmakta idi; ancak bazı özel durumlarda, yol üzerinde olan veya<br />

başka bir sebepten dolayı muafiyet verilen ve defterde bu konuda açıklama bulunan<br />

bir kısım köylerde 1/6 ve 1/7 gibi oranlarda alındığı gibi, bazı şahıslar için de istisnai<br />

olarak 1/8 nisbetinde öşür tahsil edildiği görülmektedir 374 .<br />

Her zirai ürün üretiminde olduğu gibi buğday üretimi de, iklim çeşitliliği ve<br />

toprak verimliliğinin çeşitlilik göstermesi gibi nedenlerden dolayı Osmanlı<br />

Anadolusu’nda büyük oranda değişkenlik göstermekte idi. XVI. yüzyılın ilk yarısında<br />

bazı Osmanlı sancak ve kazalarında buğday üretim miktarları şu şekilde idi: Akşehir<br />

Sancağı’nda 15.833.757 kg 375 , Çankırı Sancağı’nda 14.386.146 kg 376 , Çemişgezek<br />

Sancağı’nda 11.581.705 kg 377 , Malatya Kazası’nda 10.798.612 kg 378 , Tarsus<br />

Sancağı’nda 10.479.700 kg 379 , Manavgat Kazası’nda 9.313.680 kg 380 , Zamantu<br />

Kazası’nda 8.815.069 kg 381 Harput Sancağı’nda 8.318.448 kg 382 , Adıyaman<br />

Sancağı’nda 7.793.356 kg 383 , Trabzon Sancağı’nda 7.434.210 kg 384 , Adana<br />

Sancağı’nda 6.454.700 kg 385 , Musul Eyaleti’nde 6.067.725 kg 386 Ordu Kazası’nda<br />

5.929.743 kg 387 , Simontornya Sancağı’nda 5.467.600 kg 388 , Lâzıkıyye (Denizli)<br />

Kazası’nda 5.276.516 kg 389 , Sinop Kazası’nda 4.360.262 kg 390 , Kefe Sancağı’nda<br />

373 Şevket Pamuk, Osmanlı-Türkiye Đktisadi Tarihi (1500-1914), s.38.<br />

374 M. Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, s.154.<br />

375 Volkan Ertürk, Aynı tez, s.301.<br />

376 Ahmet Kankal, Aynı eser, s.122.<br />

377 M. Ali Ünal, Çemişgezek Sancağı, s. 102.<br />

378 Göknur Göğebakan, Aynı eser, s. 335.<br />

379 Ali Sinan Bilgili, Osmanlı Döneminde Tarsus Sancağı ve Tarsus Türkmenleri, Ankara, 2001, s.<br />

417-419.<br />

380 Behset Karaca, XV. ve XVI. Yüzyıllarda Manavgat Kazası, Isparta 2009, s.133.<br />

381 Đbrahim Solak, XVI. Yüzyılda Zamantu Kazası’nın Sosyal ve Đktisadi Yapısı, Konya, 2007, s.51.<br />

382 M. Ali Ünal, XVI. Yüzyılda Harput Sancağı, Ankara, 1989.<br />

383 Mehmet Taştemir, XVI. Yüzyılda Adıyaman (Behisni, Hısn-ı Mansur, Gerger, Kâhta) Sosyal ve<br />

Đktisadi Tarihi, Ankara, 1997, s. 140 - 141.<br />

384 M. Hanefi Bostan, XV-XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve Đktisadi Hayat, Ankara, 2002,<br />

s. 495.<br />

385 Yılmaz Kurt, 1572 Tarihli Mufassal Tahrir Defterine Göre Adana’nın Sosyal-Ekonomik Tarihi<br />

Üzerine Bir Araştırma, Ankara, 1990, s.195.<br />

386 Ahmet Gündüz, Osmanlı Đdaresinde Musul, Elazığ, 2003, s. 261.<br />

387 Bahaeddin Yediyıldız, Ordu Kazası Sosyal Tarihi (1455-1613), Ankara, 1985, s. 120.<br />

388 Geza David, 16. Yüzyılda Simontornya Sancağı, (çev. Hilmi Ortaç), Đstanbul, 1999, s. 132.<br />

389 Turan Gökçe, Aynı eser, s. 356.<br />

390 M. Ali Ünal, Osmanlı Devrinde Sinop, s.170.


82<br />

3.267.353 kg 391 , Adilcevaz Sancağı’nda 2.305.281 kg 392 , Kiğı Sancağı’nda 2.117.037<br />

kg 393 , Ergani Sancağı’nda 1.521.440 kg 394 , Van Sancağı’nda 757.299 kg 395 , Atak<br />

Sancağı’nda 646.118 kg 396 , Honaz Kazası’nda 612.255 kg 397 , Ayaş Kazası’nda ise<br />

463.578 kg 398 değerinde üretim gerçekleştirilmiştir. Bu sancak/kazalara ait sayısal<br />

verileri grafik üzerinde gösterecek olursak:<br />

Grafik II: 16. Yüzyılda Bazı Osmanlı Sancak / Kazalarındaki Buğday<br />

Üretiminin Genel Dağılımı<br />

18.000.000<br />

16.000.000<br />

14.000.000<br />

12.000.000<br />

10.000.000<br />

8.000.000<br />

6.000.000<br />

4.000.000<br />

2.000.000<br />

0<br />

Buğday(kg)<br />

Akşehir<br />

Çankırı<br />

Çemişgezek<br />

Malatya<br />

Tarsus<br />

Manavgat<br />

Zamantu<br />

Harput<br />

Manisa<br />

Adıyaman<br />

Trabzon<br />

Adana<br />

Musul<br />

Ordu<br />

Simontornya<br />

Lazıkıyye<br />

Sinop<br />

Uşak<br />

Kefe<br />

Adilcevaz<br />

Kiğı<br />

Ergani<br />

Van<br />

Atak<br />

Honaz<br />

Ayaş<br />

Grafikten de anlaşılacağı üzere, XVI. yüzyılda, mezkur sancaklar içerisinde<br />

buğday üretiminin en yoğun olduğu sancaklardan, 15.833.757 kg’lık üretim hacmi ile<br />

Akşehir Sancağı ilk sırada yer alırken, 14.836.146 kg’lık üretim payı ile de Çankırı<br />

Sancağı ikinci sırada yer almakta, 463.578 kg’lık üretim hacmine sahip Ayaş Kazası<br />

ise buğday üretiminin en az yapıldığı sancaklar arasında bulunmaktadır. Grafiği<br />

391 Yücel Öztürk, Osmanlı Hâkimiyetinde Kefe (1475-1600), Ankara, 2000, s. 373-387.<br />

392 Orhan Kılıç, XVI. Yüzyılda Adilcevaz ve Ahlat (1534-1605), Ankara, 1999, s. 197 -201.<br />

393 Behset Karaca, “1518 (H. 924) Tarihli Tahrir Defterine Göre Kiğı Sancağı”, Prof. Dr. Bayram<br />

Kodaman’a Armağan, Samsun, 1993, s. 137-169.<br />

394 Mehmet Salih Erpolat, 16. Yüzyılda Ergani Sancağı, (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Selçuk<br />

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, 1993, s.60.<br />

395 Orhan Kılıç, XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Van (1548-1648), Van, 1997, s.275-276.<br />

396 Alpay Bizbirlik, “16. Yüzyılın Ortalarında Atak Sancağı ve Sancak Beyleri Üzerine Notlar”, TĐD,<br />

Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Đzmir, 1999, s. 125.<br />

397 M. Ali Ünal, “XVI. Yüzyılda Honaz Kazası”, Uluslar arası Denizli ve Çevresi Tarih ve Kültür<br />

Sempozyumu Bildirileri, Denizli, 2007, s.107.<br />

398 Deniz Karaman, Aynı eser, s.453.


83<br />

detaylı bir şekilde irdeleyecek olursak, Osmanlı Devleti’nin Orta ve Güney Anadolu<br />

topraklarının buğday üretimi bakımından diğer bölgelere oranla büyük önem arz<br />

ettiği söylenebilir.<br />

2- Arpa<br />

Buğdaydan sonra Anadolu’da en fazla üretilen hububat ise arpa’dır. Bilhassa<br />

atların ve davarların beslenmesinde hayvan yemi olarak kullanıldığı gibi buğday<br />

kadar makbul olmasa bile arpa, halkın temel gıda maddesi olarak yufka, keşkek, vs.<br />

yapımında da kullanılmaktadır 399 . Buğdaya nazaran arpanın yiyecek maddelerinde<br />

kullanımı az tercih edilmektedir. Ancak kıtlık zamanlarında arpa ekmeğine rağbet<br />

artmakta olduğundan önemli bir ikame maddesi olarak kullanılmaktadır. Arpa<br />

üretimi de çeşitli sebeplerden ötürü Osmanlı Đmparatorluk coğrafyasında üretim<br />

hacmi bakımından ülkenin her tarafında bir düzenlilik göstermemekte idi. Arpa<br />

üretiminin az olduğu yerlerde umumiyetle arpaya göre daha çok değer arz eden<br />

ürünlerin ekildiği tahmin edilmektedir. 16. yüzyılın ilk yarısında bazı Osmanlı<br />

sancak/kazalarındaki arpa üretim miktarları şu şekilde idi: Adıyaman Sancağı’nda<br />

16.978.793 kg 400 , Çankırı Sancağı’nda 14.306.196 kg 401 , Adana Sancağı’nda 10.524.<br />

271 kg 402 , Harput Sancağı’nda 7.983.705 kg 403 , Malatya Kazası’nda 7.884.287 kg 404 ,<br />

Manisa Kazası’nda 6.592.600 kg 405 , Musul Eyaleti’nde 5.828.027 kg 406 , Zamantu<br />

Kazası’nda 5.656.103 kg 407 , Tarsus Sancağı’nda 5.613.475 kg 408 , Lazıkıyye<br />

Kazası’nda 5.476.451 kg 409 , Kefe Sancağı’nda 5.357.400 kg 410 , Akşehir Sancağı’nda<br />

4.911.774 kg 411 , Manavgat Kazası’nda 4.559.180 kg 412 , Trabzon Sancağı’nda<br />

399 M. Ali Ünal, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, s.154.<br />

400 Mehmet Taştemir, Aynı eser, s. 140-200.<br />

401 Ahmet Kankal, Aynı eser, s.122.<br />

402 Yılmaz Kurt, Aynı eser, s.197.<br />

403 M. Ali Ünal, Harput Sancağı, s. 101.<br />

404 Göknur Göğebakan, Aynı eser, s.335.<br />

405 Feridun Emecen, Aynı eser, s.242.<br />

406 Ahmet Gündüz, Aynı eser, s.261.<br />

407 Đbrahim Solak, XVI. Yüzyılda Zamantu Kazası, s. 51.<br />

408 Ali Sinan Bilgili, Aynı eser, s.417-419.<br />

409 Turan Gökçe, Aynı eser, s.356.<br />

410 Yücel Öztürk, Aynı eser, s. 373-387.<br />

411 Volkan Ertürk, Aynı tez, s.301.<br />

412 Behset Karaca, Manavgat Kazası, s.134.


84<br />

4.170.487 kg 413 , Sinop Kazası’nda 3.127.466 kg 414 , Uşak Kazası’nda 2.386.213 kg 415 ,<br />

Çemişgezek Sancağı’nda 1.710.463 kg 416 , Adilcevaz Sancağı’nda 1.163.000 kg 417 ,<br />

Ergani Sancağı’nda 1.086.491 kg 418 , Honaz Kazası’nda 539.597 kg 419 , Van<br />

Sancağı’nda 353.642 kg 420 , Ayaş Kazası’nda 307.358 kg 421 , Atak Sancağı’nda<br />

294.127 kg 422 , Ordu Kazası’nda 223.008 kg 423 , Kiğı Sancağı’nda 177.073 kg 424 arpa<br />

istihsali yapılmıştır. Arpa üretim miktarlarını grafik üzerinde gösterecek olursak:<br />

Grafik III: 16. Yüzyılda Bazı Osmanlı Sancak/Kazalarındaki Arpa<br />

Üretim Miktarlarının Umumi Dağılımı<br />

18.000.000<br />

16.000.000<br />

14.000.000<br />

12.000.000<br />

10.000.000<br />

8.000.000<br />

6.000.000<br />

4.000.000<br />

2.000.000<br />

0<br />

Arpa(kg)<br />

Adıyaman<br />

Çankırı<br />

Adana<br />

Harput<br />

Malatya<br />

Manisa<br />

Musul<br />

Zamantu<br />

Tarsus<br />

Lazıkıyye<br />

Kefe<br />

Akşehir<br />

Manavgat<br />

Trabzon<br />

Sinop<br />

Uşak<br />

Çemişgezek<br />

Adilcevaz<br />

Ergani<br />

Honaz<br />

Van<br />

Ayaş<br />

Atak<br />

Ordu<br />

Kiğı<br />

16. yüzyılın ilk yarısında Adıyaman arpa üretimi açısından diğer Osmanlı<br />

sancak/kazaları içerisinde ilk sırada yer almaktadır. Arpanın büyük bir umumiyetle<br />

hayvancılık sektöründe kullanılması dolayısıyla o dönemde Adıyaman’ın önemli bir<br />

hayvancılık merkezi olduğu anlaşılmaktadır. Çankırı Sancağı, buğday üretiminde<br />

olduğu gibi arpa üretiminde de aynı sırayı korumaktadır, bu sancakta buğday ve arpa<br />

413 M. Hanefi Bostan, Aynı eser, s.495.<br />

414 M. Ali Ünal, Osmanlı Devrinde Sinop, s.171.<br />

415 Mehtap Özdeğer, Aynı eser, s.300.<br />

416 M. Ali Ünal, Çemişgezek Sancağı, s.104.<br />

417 Orhan Kılıç, Adilcevaz ve Ahlat, s. 197-201.<br />

418 M. Salih Erpolat, Aynı tez, s. 60<br />

419 M. Ali Ünal, “XVI. Yüzyılda Honaz Kazası”, s.107.<br />

420 Orhan Kılıç, XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Van, s.275-276.<br />

421 Deniz Karaman, Aynı eser, s.453.<br />

422 Alpay Bizbirlik, Aynı makale, s.125.<br />

423 Bahaeddin Yediyıldız, Aynı eser, s.132.<br />

424 Behset Karaca, “Kiğı Sancağı”, s.147.


85<br />

üretim miktarlarının hemen hemen aynı rakamlarda seyretmesi buranın önemli bir<br />

tahıl merkezi olduğunu açıkça göstermektedir. Arpa istihsalinin diğer bölgelere göre<br />

en az miktarda gerçekleştiği sancak ise Kiğı Sancağıdır. Bunun nedenleri olarak bu<br />

bölgenin arpa tarımı açısından olumsuz iklim koşullarına sahip olması ve nüfus<br />

yoğunluğunun az olması gösterilebilir.<br />

3- Yulaf<br />

Buğdaygiller familyasından olan yulaf 50-150 cm boyunda bir yıllık otsu tahıl<br />

bitkisidir. Taneleri kırma ya da ezme halinde hayvan yemi olarak kullanıldığı gibi<br />

kendisinden saman olarak da istifade edilen yulaf 425 , az da olsa insanların besin<br />

ihtiyacını da karşılamakta idi. Özellikle buğdayın pahalı olduğu dönemlerde onun<br />

yerine ikame olarak kullanılmıştır. Üretimi, diğer tahıl bitkilerine oranla daha az<br />

yapılan yulaf, Osmanlı Đmparatorluğu’nda ancak birkaç sancak/kazada üretimi kayda<br />

değer miktarlarda idi.<br />

Yulaf, Uşak kazasında 1520 yılında 20.624 kile (529.129 kg) 426 , aynı yıllarda<br />

Lazıkıyye (Denizli) kazasında 32 kile (821.088 kg) 427 , 1531’de Manisa’da 6384<br />

kile 428 (478.800 kg) üretilmiştir.<br />

425 AnaBritannica, “Yulaf”, Đstanbul, 2004, c. XXII, s.485.<br />

426 Mehtap Özdeğer, Aynı eser, s.301.<br />

427 Turan Gökçe, Aynı eser, s. 356.<br />

428 Feridun Emecen, Aynı eser, s.242. Manisa kilesinin hacmi, Đstanbul kilesinden oldukça farklı idi. 1<br />

Manisa kilesi 3 Đstanbul kilesine eşit olduğu bilinmekte olup 1 Đstanbul kilesi yaklaşık 25 kg<br />

olduğundan 1 Manisa kilesi yaklaşık olarak 75 kg’a tekâbül etmekte idi.


86<br />

Grafik IV: 16. Yüzyılın Đlk Yarısında Bazı Osmanlı Sancak/Kaza<br />

Bazında Yulaf Üretiminin Kg Cinsinden Oranları<br />

Uşak;<br />

529.129<br />

kg<br />

Manisa;<br />

6.384<br />

Lazıkıyye;<br />

821.088<br />

Uşak<br />

Lazıkıyye<br />

Manisa<br />

Grafikten de anlaşılacağı üzere fazla ticari değeri olmadığından dolayı genel<br />

üretimi az olan yulaf bitkisinin en fazla yetiştirildiği merkez Lazıkıyye (Denizli)<br />

Kazası olurken en az miktarda üretimin yapıldığı kaza ise Manisa Kazasıdır. Bu<br />

cümleden olmak üzere yulaf üretimini diğer tahıl ürünlerinin üretimiyle kıyaslayacak<br />

olursak bu ürünün fazla tercih edilen bir bitki olmadığı söylenebilir.<br />

4- Çeltik<br />

Buğdaygiller familyasından olan çeltik bitkisi, buğday ve mısır gibi besleyici<br />

değeri yüksek tahıllar arasında yer alır. Bitkinin salkımlarında birbiri üzerine binmiş<br />

bir görüntü arz eden iki kavuzla örtülü taneleri bulunur ve buna çeltik adı verilir.<br />

Çeltik taneleri uzun veya yuvarlak, beyaz ve sarımtırak bir renge sahiptir. Suda<br />

yetiştirilen tek tahıl bitkisi olup gelişmesini su içinde tamamlar 429 . Çeltik yani pirinç,<br />

bileşiğinde şeker oranının yüksek olmasından dolayı uzun süre insanı tok tutması<br />

hasebiyle halk tarafından oldukça tercih edilen bir tahıl ürünüdür. Özellikle saray ve<br />

büyük imaretlerde pirinç tüketimi başta yer alıyordu. Bu imaretlerde hergün pirinç<br />

çorbası çıkıyor, ayrıca bayram geceleri, Ramazan geceleri ve Cuma geceleri pilav<br />

pişirilip dağıtılıyor, bunun yanı sıra imarete gelen misafirlere verilen yiyeceklerin<br />

429 Feridun Emecen, “Çeltik”, s.265. Çeltik tarımı ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Halil Sürek, Çeltik<br />

Tarımı, Đstanbul, 2002, s.72-149.


87<br />

başında da pilav geliyordu 430 . Nitekim bu hususiyetler dolayısıyla çeltik üretimine<br />

devlet tarafından büyük önem verilmekte idi.<br />

Pirinç, fazla su ve çok emek isteyen bir zirai mahsuldür. Yazları sıcak olan<br />

pek çok yerde yetiştirilebilmekle beraber ekim alanlarının devamlı surette su altında<br />

bulundurulması ve bu suyun zaman zaman akıtılıp değiştirilmesi mecburiyetinin söz<br />

konusu olmasından dolayı pirinç ziraati, daha ziyade vadi tabanlarının elverişli<br />

kısımlarında yapılabilmekte idi 431 . Çeltik ziraat sahalarını, pınarlar ve nehir sularının<br />

yönlendirildiği kanallar (nehr-i çeltik) vasıtasıyla kifayet edecek kadar suyun<br />

sağlandığı tarlalar ve hatta, yağmur, sel sularının biriktiği araziler teşkil etmekte<br />

idi 432 . Genellikle büyük haslara (padişah, şehzade, hanedan mensupları, yüksek devlet<br />

görevlileri) ait yerlerde veya vakf-ı mülk topraklarda geniş ölçüde ekimi yapılır ve<br />

buralar mukataa yoluyla kiraya verilerek veya ortakçılık statüsü ile işletilirdi. Her<br />

mukataanın başında bir çeltik emini yer alır, özel vergi muafiyeti sağlanmış olup<br />

ziraatle uğraşan “çeltikçü reaya”, kanalları temizleyen ve arıtan “çeltük kürekçileri”,<br />

onun idaresi altında bulunurlardı. Çeltikçilik, babadan oğula intikal eden daimi bir<br />

statüydü ve bunların başında bir çeltikçi reisi vardı 433 .<br />

Çeltik reisi, çeltik ekilme mevsimi gelmeden önce çeltik ekim alanlarını gezer<br />

ve o sene oraya çeltik ekileceğini bildirerek “sahib-i arz”ın oraya bir şey ekmesini<br />

önlerdi. Çeltik ekim mevsimi geldiğinde nehrin reisi çeltikçilerini hazır edip, tam<br />

vaktinde tohumunu ekerdi. Gerekli olan tohumu, bu işle görevli “emin” devlet adına<br />

vermekte idi. Tohum ekilip gerekli hizmet yapılarak çeltik tam olarak<br />

olgunlaştığında 434<br />

“emin” olanlar kadı marifetiyle oraya varıp, miri tarafından<br />

verilmiş olan tohumu geri almaktadır. Arta kalanından “emin”,<br />

devlet hissesini<br />

çıkarıp, devlet adına bu hisseye el koymaktadır. Devlet böylece tohumunu ve<br />

hissesini aldıktan sonra arta kalandan o yerin sahibi olan sipahi için “öşür”<br />

430 Feridun Emecen, “Çeltik”, s.266.<br />

431 Turan Gökçe, Aynı eser, s.367.<br />

432 Feridun Emecen, XVI. Asırda Manisa Kazası, s.248.<br />

433 Feridun Emecen, Aynı makale, s.265.<br />

434 Çeltik bitkisi ve salkım, tam sararmaya ve salkımlar sarkmaya başlayınca ürünün olgunlaştığı<br />

anlaşılırdı. Salih Şahin, “Tosya-Osmancık ve Kargı Đlçelerinde Çeltik Ziraati”, GÜEFD, Ankara, 2002,<br />

c.XXII, sa.3, s.28.


88<br />

alınmaktadır. Öşürden sonra kalan miktar ise çeltik işçileri olan kürekçilere<br />

paylaştırılmakta idi 435 . Ayrıca çeltik tarımı ile uğraşanlar, istenilenden fazla ürün<br />

üretmiş ise, ürettiği çeltiğin yarısını devlete vermek durumunda idi 436 .<br />

Çeltik ziraati, çoğu yerde süreklilik göstermiyordu. Batı Anadolu bölgesinde<br />

su yetersizliği yüzünden on veya on beş yıl gibi uzun aralıklarla ekilen yerler bile<br />

mevcuttu. Bu bölgede bazen yağmur veya sel sularının biriktiği arazilerde de çeltik<br />

ziraati yapılıyordu 437 . Đmparatorluk geneline bakıldığında Sakarya nehri ve bunun<br />

kollarının suladığı alanlar daha doğrusu Beypazarı, Đnegöl, Osmaneli ve Bursa çevresi<br />

çeltik üretiminin yoğunlaştığı yerlerdi. Aynı şekilde Bursa’da Kestel ve Kaplıca<br />

tepeleri çeltik ekim alanları olarak büyük önem taşımakta idi. Saruhan’da ise çeltik<br />

ekimi, Saruhanoğulları zamanına kadar geri gitmekte olup Osmanlılar döneminde bu<br />

bölgenin sulak yerlerinde önemli ölçüde çeltik tarımı yapıldığı bilinmektedir 438 .<br />

Bilecik ve çevresi de çeltik üretiminin yapıldığı yerler arasında bulunmaktadır 439 .<br />

Anadolu Eyaleti’nde ayrıca Menteşe’nin Dalaman çayı dolayları, Teke<br />

Sancağı’nda Elmalı yöresi önemli çeltik üretim merkezleri olarak görülmekte idi.<br />

Kanuni dönemi başlarında Elmalı’da 22 çeltik nehrinin bulunduğu bilinmektedir.<br />

Diğer taraftan Hamit Sancağı da çeltik ekimi hususunda adı sayılır yerlerden idi. Öyle<br />

ki, bu sancak içerisinde yer alan Ağlasun’a bağlı Çeltükçü köyü önemli bir yer<br />

tutmakta idi. Çeltükçü köyünde 100 müdlük tohumu kaldıracak kadar geniş bir alanda<br />

çeltik üretimi yapılıyordu 440 . Malatya kazasında Tohma-Fırat bağlantısı olan civarda<br />

ve Derme suyu boyunca 441 , Çankırı Sancağı’nda ise sadece Kargı nahiyesinde,<br />

Kızılırmak ve Devrez çayı boylarında 442 , Đzmir kazasında da Torbalı ve Gümüldür<br />

435 Yılmaz Kurt, Aynı eser, s.200.<br />

436 Mehmet Taştemir, Aynı eser, s.144.<br />

437 Feridun Emecen, “Çeltik”, s.265.<br />

438 Zeki Arıkan, “XV-XVI. Yüzyıllarda Anadolu’da Çeltik Üretimi”, V. Milletlerarası Türkiye Sosyal<br />

ve Đktisat Tarihi Kongresi’nde Sunulan Tebliğler, Ankara, 1990, s.479.<br />

439 Ahmet Güneş, “Bilecik ve Çevresinde 16. Yüzyılda Sosyal ve Ekonomik Durum”, OTAM, Ankara,<br />

1999, sa. 10, s.104.<br />

440 Zeki Arıkan, “XV- XVI. Yüzyıllarda Anadolu’da Çeltik Üretimi” s. 481.<br />

441 Göknur Göğebakan, Aynı eser, s.342.<br />

442 Ahmet Kankal, Çankırı Sancağı, s.122.


89<br />

havalilerinde 443 , Karadeniz Bölgesinde Giresun kırsalının Pazarsuyu, Baltama,<br />

Yağlıdere ve Harşit suyu gibi ırmak vadilerindeki sulanabilir düzlüklerde 444 , Tarsus<br />

Sancağı’nda ise Kızıl Arg, Đki Su Arası, Baş Oluk, Haydar Bük, Tirmir ve Eşiklice<br />

gibi merkezlerde 445 , Ergani Sancağı’nda Devegeçidi, Hamis çevrelerinde 446 çeltik<br />

ziraati yapılmaktaydı.<br />

Çeltik üretim hasılları kimi bölgelerde akçe üzerinden kimi bölgelerde ise kg<br />

cinsinden değerlendirilmesi, üretimin sancak ve kazalardaki mukayesesini<br />

zorlaştırmaktadır. Đmparatorluk genelinde çeltik üretimi yapılan bölgelerin üretim<br />

miktarlarını değerlendirirsek, 1487 ‘de Sinop Kazası’nda 2.832.525 kg 447 , Maraş<br />

Kazasında 1526 yılında 229,882 akçelik 448 , Ayaş kazasında 1521 yılında 5994<br />

akçelik 449 , 1528 yılında Đzmir kazasında 88595 kg 450 , Malatya kazasında 1530<br />

yılında 37600 akçelik 451 , XV. yüzyılın ikinci yarısında Trabzon sancağında ise 13000<br />

akçelik 452 , XV. yüzyılın ikinci yarısında Teke sancağında 3449 denklik 453 , XVI.<br />

Yüzyılda Honaz Kazası’nda 2.061.820 kg 454 Tarsus Sancağı’nda 296.016 kg 455 ,<br />

Musul Eyaleti’nde 28.761 kg 456 çeltik hasılatı gerçekleşmiştir.<br />

Çeltik ürününden alınan öşür miktarı, bu ürünün üretiminin yapıldığı<br />

sancaktan sancağa ya da bölgeden bölgeye değişiklik göstermekte idi. Özellikle bu<br />

ürünün ekiminden hasadına kadar bizzat devletin denetiminde olması ve her sancakta<br />

aynı miktarda hâsıl alınamaması bunda büyük rol oynamıştır.<br />

443 Mübahat Kütükoğlu, Aynı eser, s.148.<br />

444 Mehmet Fatsa, XV ve XVI. Yüzyıllarda Giresun Kırsalı’nın Sosyal ve Đdari Tarihi, Giresun, 2005,<br />

s.38-39.<br />

445 Ali Sinan Bilgili, Aynı eser, s. 425.<br />

446 M. Salih Erpolat, Aynı tez, s. 61.<br />

447 M. Ali Ünal, Osmanlı Devrinde Sinop, s.184.<br />

448 Đbrahim Solak, Maraş Kazası, s. 147.<br />

449 Deniz Karaman, Aynı eser, s.463.<br />

450 Mübahat Kütükoğlu, Aynı eser, s.149.<br />

451 Göknur Göğebakan, Aynı eser, s.344.<br />

452 M. Hanefi Bostan, Aynı eser, s.498.<br />

453 Behset Karaca, Teke Sancağı, s.249; denk, 4.875 gram ağırlığındaki miskalin dörtte birine eşit eski<br />

bir ağırlık birimidir. Bekir Sıtkı Baykal, Tarih Terimleri Sözlüğü, Ankara, 2000, s.41.<br />

454 M. Ali Ünal, “Honaz Kazası”, s.108.<br />

455 Ali Sinan Bilgili, Aynı eser, s. 427.<br />

456 Ahmet Gündüz, Aynı eser, s.263.


90<br />

5- Darı<br />

Darı 457 veya erzen hem yiyecek hem de hayvan yemi olarak tüketilen bir besin<br />

bitkisidir 458 . Ortalama 300 cm kadar boy atan bitkinin boğumlu, dik ve sert bir<br />

gövdesi ve gövde üzerinde almaşık olarak dizilen dalgalı kenarlı uzun yaprakları<br />

olup 459 taneleri hayvan yemi olarak kullanılmakla birlikte haşlanıp, tuzlanıp<br />

yenilerek insanların gıda gereksinimini karşılamakta ve unundan ekmek, çorba,<br />

çörek vs. yapılmaktadır. Buğday ve arpaya göre üretimi biraz daha emek isteyen darı,<br />

Anadolu’nun hemen her bölgesinde yetişebilmekte 460 ancak her üründe olduğu gibi<br />

darının üretim miktarı da sancaktan sancağa ve kazadan kazaya değişkenlik<br />

göstermektedir. Hububat ihtiyacının yeterli düzeyde karşılanamamasına sebep olan<br />

birtakım olaylar sonucunda (kıtlık, fiyat artışı, vb.) buğdayın yerine ikame ürün<br />

olarak kalitesi düşük olan ama birim alandan daha fazla verim alınan darı üretimi<br />

önem kazanmaktaydı. Birim-tohum başına üretim bakımından buğdayın en az üç katı<br />

kadar ürün veren darının bilhassa 16. yüzyılın ikinci yarısında önemli miktarlarda<br />

üretildiği bilinmektedir 461 . 16. yüzyılın ilk yarısında Darı üretimi yapılan kazalar ve<br />

hâsılatları şu şekildedir: Trabzon Sancağı’nda 12. 422. 154 kg 462 , Çemişgezek<br />

Sancağı’nda 3.847.804 kg 463 , Malatya Kazası’nda 3.524.000 kg 464 , Kâhta Kazası’nda<br />

3.381.00 kg 465 , Gerger Kazası’nda 2.096.328 kg 466 , Behisni Kazası’nda 1.686.464<br />

kg 467 , Hısn-ı Mansur Kazası’nda 1.268.836 kg 468 , Teke Sancağı’nda 1.156.500 kg 469 ,<br />

Harput Sancağı’nda 1.132.214 kg 470 , Musul Eyaleti’nde 946.928 kg 471 , Ergani<br />

457 Darı ve mısır, çoğu sancak ve kazalarda aynı tür bitkiler olarak bilinmekle beraber darı, iki türe<br />

ayrılmakta olup ak darı, doğrudan hayvan yemi olarak kullanılmakta, sarı darı da insanlar tarafından<br />

tüketilmektedir.<br />

458 Behset Karaca, Teke Sancağı, s.244.<br />

459 Anabritannica, “Mısır”, c. XVI, Đstanbul, 2004, s.47-48.<br />

460 Mehmet Ali Ünal, Çemişgezek Sancağı, s.104.<br />

461 Mehmet Öz, “XV-XVI. Yüzyıllar Anadolu’sunda Tarım ve Tarım Ürünleri”, Kebikeç, sa.23,<br />

Ankara, 2007, s.122-123.<br />

462 M. Hanefi Bostan, Aynı eser, s.495.<br />

463 M. Ali Ünal, Çemişgezek Sancağı, s.105.<br />

464 Göknur Göğebakan, Aynı eser, s.335.<br />

465 Mehmet Taştemir, Aynı eser, s. 177.<br />

466 Mehmet Taştemir, Aynı eser, s. 200.<br />

467 Mehmet Taştemir, Aynı eser, s.88.<br />

468 Mehmet Taştemir, Aynı eser, s.90.<br />

469 Behset Karaca, Teke Sancağı, s.244.<br />

470 M. Ali Ünal, Harput Sancağı, s.101-102.<br />

471 Ahmet Gündüz, Aynı eser, s.262.


91<br />

Sancağı’nda 334.100 kg 472 , Honaz Kazası’nda 246.913 kg 473 , Tarsus Sancağı’nda<br />

186.450 kg 474 , Uşak Kazası’nda 78.609 kg 475 , Manisa Kazası’nda 25.200 kg 476 , Van<br />

Eyaleti’nde 16.421 kg 477 , Kefe Sancağı’nda 10. 776 kg 478 , Akşehir Sancağı’nda 4.618<br />

kg 479 idi.<br />

Grafik V: 16. Yüzyılın Đlk Yarısında Darı Üretiminin Sancak/Kaza<br />

Bazındaki Umumi Üretim Oranları<br />

14.000.000<br />

12.000.000<br />

10.000.000<br />

8.000.000<br />

6.000.000<br />

4.000.000<br />

2.000.000<br />

0<br />

Darı(kg)<br />

Trabzon<br />

Çemişgezek<br />

Malatya<br />

Kâhta<br />

Gerger<br />

Behisni<br />

Hısn-ı Mansur<br />

Teke<br />

Harput<br />

Musul<br />

Ergani<br />

Honaz<br />

Tarsus<br />

Uşak<br />

Manisa<br />

Van<br />

Kefe<br />

Akşehir<br />

Grafikten de anlaşılacağı üzere 16. yüzyılın ilk yarısında darı üretimini<br />

gerçekleştiren mezkur sancak/kazalar içerisinde Trabzon Sancağı 12.422.154 kg’lık<br />

üretim payı ile ilk sırada yer alırken, Akşehir Sancağı, 4618 kg’lık üretim hacmi ile<br />

son sırada yer almaktadır. Üretim miktarı açısından Çemişgezek Sancağı ile Malatya<br />

ve Kâhta Kazaları; Hısn-ı Mansur Kazası ile Teke ve Harput Sancakları birbirlerine<br />

yakın olan merkezler olarak karşımıza çıkmaktadır. Yukarıda belirtilen sancak ve<br />

472 M. Salih Erpolat, Aynı tez, s.61.<br />

473 M. Ali Ünal, “Honaz Kazası”, s. 107.<br />

474 Ali Sinan Bilgili, Aynı eser, s. 417-419.<br />

475 Mehtap Özdeğer, Aynı eser, s.304.<br />

476 Feridun Emecen, Manisa Kazası, s.242.<br />

477 Orhan Kılıç, XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Van (1548-1648), s. 276.<br />

478 Yücel Öztürk, Aynı eser, s.378-387.<br />

479 Volkan Ertürk, Aynı tez, s.305.


92<br />

kazaların dışında ayrıca Atak Sancağı’nda 480 , Ordu Kazası’nda 481<br />

Eyaleti’nde 482 de darı üretiminin yapıldığı bilinmektedir.<br />

ve Musul<br />

Doğu’da ve Batı’da birçok seferlerin tertip edildiği XVI. yüzyılda devlet,<br />

ordunun ve atların gıda ihtiyaçlarını temin etmek amacıyla şiddetle ihtiyaç duyduğu<br />

buğday ve arpanın üretiminin artması için özel bir iktisadi politika uygulamış<br />

olduğundan darı ekimi yapılan bir çok arazinin, arpa ve buğday üretimine ayrıldığı<br />

tahmin edilmektedir 483 . Bu cümleden olmak üzere genel darı üretim miktarı, buğday<br />

ve arpa üretim miktarlarına nazaran daha az oranda gerçekleşmiştir.<br />

6- Nohut<br />

Önemli yiyecek maddelerinden olan nohut pişirilmek suretiyle hem yemek<br />

hem de kavrulmak suretiyle çerez olarak tüketilen ürünlerdendir 484 . 60 cm’ye kadar<br />

büyüyen, çalımsı görünümlü bir bitki olan nohut 485 yarı kurak ve kurak bölgelere<br />

adapte olmuş, derin köklü bir bitki olduğundan kurağa dayanıklıdır, dolayısıyla iklim<br />

seçiciliği yoktur. Nohuttan umumiyetle 1/10 oranında öşür alınmakta idi 486 . Osmanlı<br />

Anadolu’sunda nohut tarımının yapıldığı bilinen sancak/kazalar ile bunların üretim<br />

miktarları şöyledir: Behisni Kazası’nda 491.712 kg 487 , Gerger Kazası’nda 352.560<br />

kg 488 , Teke Sancağı’nda 167.564 kg 489 , Manisa Kazası’nda 147.750 kg 490 Malatya<br />

Kazası’nda 117.247 kg 491 , Çankırı Sancağı’nda 81.893 kg 492 , Uşak Kazası’nda<br />

60.548 kg 493 , Musul Eyaleti’nde 33.416 kg 494 Lazıkıyye Kazası’nda 7.000 kg 495 ,<br />

480 Alpay Bizbirlik, Aynı makale, s. 125.<br />

481 Bahaeddin Yediyıldız, Aynı eser, s. 132.<br />

482 Ahmet Gündüz, Aynı eser, s. 263.<br />

483 M. Ali Ünal, Osmanlı Devrinde Sinop, s.172.<br />

484 Behset Karaca, Teke Sancağı, s.244.<br />

485 Anabritannica, “Nohut”, c.XVI, Đstanbul, 2004, s.590.<br />

486 Deniz Karaman, Aynı eser, s.454.<br />

487 Mehmet Taştemir, Aynı eser, s.88<br />

488 Mehmet Taştemir, Aynı eser, s.200.<br />

489 Behset Karaca, Teke Sancağı, s.245.<br />

490 Feridun Emecen, Manisa Kazası, s.242.<br />

491 Göknur Göğebakan, Aynı eser, s.335.<br />

492 Ahmet Kankal, Çankırı Sancağı, s.119.<br />

493 Mehtap Özdeğer, Aynı eser, s.306.<br />

494 Ahmet Gündüz, Aynı eser, s.417.419.<br />

495 Turan Gökçe, Aynı eser, s.356.


93<br />

Ayaş Kazası’nda 6.157 kg 496 , Trabzon Sancağı’nda 5.900 kg 497<br />

gerçekleşmiştir.<br />

istihsal<br />

Grafik VI: XVI. Yüzyılın Đlk Yarısında Osmanlı Anadolusu’nda Nohut<br />

Üretimi Yapılan Sancak ve Kazalardaki Üretimin Umumi Dağılımı<br />

500.000<br />

400.000<br />

300.000<br />

200.000<br />

100.000<br />

0<br />

Nohut(kg)<br />

Nohut, Osmanlı topraklarında yetişmeye çok elverişli olmakla beraber<br />

Osmanlı köylüsü kendisi için daha çok önem arz eden buğday ekimine öncelik<br />

verdiği için nohudun umumi üretim miktarı oldukça düşük düzeyde seyretmiştir.<br />

Grafikte görüldüğü üzere nohut üretiminin en kesif olduğu yerlerden ilk sırayı<br />

491.712 kg’lık üretim ile Behisni Kazası alırken, 352.560 kg’lık üretim ile Gerger<br />

Kazası ikinci sırayı, 167.564 kg’lık üretim ile Teke Sancağı da üçüncü sırada yer<br />

almaktadır. Dolayısıyla klasik Osmanlı topraklarında nohudun üretimine tetkik<br />

edebildiğimiz sancaklar dışında genel olarak fazla rastlanamaması, bu ürünün<br />

üretiminin önemli oranda yaygın olmadığını göstermektedir.<br />

496 Deniz Karaman, Aynı eser, s.453.<br />

497 M. Hanefi Bostan, Aynı eser, s.495.


94<br />

7- Mercimek<br />

Baklagiller familyasından ve bir yıllık küçük bir bitki olan mercimeğin sık<br />

dallı, uzunluğu 15-45 cm arasında değişen bitkinin almaşık dizilişli yaprakları vardır.<br />

Yapraklar 15 mm uzunluğunda, ucu dikenli altı yaprakçıktan oluşmaktadır. Haziran<br />

ve Temmuz ayları arasında açan açık mavi renkli çiçekleri yaprakların koltuğunda<br />

ikili ya da dörtlü kümeler oluşturmaktadır. Halk tarafından çorba ve yemek<br />

yapımında kullanılır 498 . Mercimek üretimi Osmanlı topraklarında fazla yaygın<br />

olmamakla beraber istihsalin yapıldığı sancak ve kazalar şu şekilde sıralanabilir: Teke<br />

Sancağı’nda 290.410 kg 499 , Behisni Kazası’nda 205.400 kg 500 , Gerger Kazası’nda<br />

135.824 kg 501 , Harput Sancağı’nda 129.143 kg 502 , Trabzon Sancağı’nda 27.965 kg 503 ,<br />

Uşak Kazası’nda 18.344 kg 504 , Çankırı Sancağı’nda 18.267 kg 505 , Lazıkıyye<br />

Kazası’nda 10.200 kg 506 , Manisa Kazası’nda 8250 kg 507 , Musul Eyaleti’nde 3207<br />

kg 508<br />

idi.<br />

Grafik VII: XVI. Yüzyılın Đlk Yarısında Mercimek Üretiminin<br />

Bazı Osmanlı Sancak ve Kazalarındaki Umumi Dağılımı<br />

300.000<br />

250.000<br />

200.000<br />

150.000<br />

100.000<br />

50.000<br />

0<br />

Mercimek(kg)<br />

498 Anabritannica, “Mercimek”, c.XV, Đstanbul, 2004, s.589.<br />

499 Behset Karaca, Teke Sancağı, s.245.<br />

500 Mehmet Taştemir, Aynı eser, s.140-141.<br />

501 Mehmet Taştemir, Aynı eser, s.200.<br />

502 M. Ali Ünal, Harput Sancağı, s.102.<br />

503 M. Hanefi Bostan, Aynı eser, s.495.<br />

504 Mehtap Özdeğer, Aynı eser, s.306.<br />

505 Ahmet Kankal, Çankırı Sancağı, s.119.<br />

506 Turan Gökçe, Aynı eser, s.356.<br />

507 Feridun Emecen, Manisa Kazası, s.242.<br />

508 Ahmet Gündüz, Aynı eser, s.263.


95<br />

XVI. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı topraklarında mercimek üretimi<br />

bakımından Teke Sancağı ile Behisni Kazası, önemli yere sahiptir. Mercimek<br />

üretiminin az miktarda olduğu sancak/kazalardaki üretimin düşük olmasının nedenleri<br />

olarak, köylünün mercimek yerine farklı bir bakliyat ürününü yetiştirmeyi yeğlemesi,<br />

buralardaki tarımla meşgul nüfusun, üretimin yüksek olduğu diğer sancak ve<br />

kazaların nüfus oranına göre düşük olması tahmin edilebilir. Her ne kadar mercimek<br />

üretimi gerçekleştiren sancak ve kazaların sayısı az bile olsa yine de bu durum<br />

bakliyat yetiştiriciliğindeki çeşitlilik açısından büyük önem taşımaktadır.<br />

Osmanlı’daki mercimek ve nohut istihsalinin sancak ve kazalara dağılımını bir<br />

arada irdeleyecek olursak, bu hususta Teke Sancağı, Behisni ve Gerger kazalarının ön<br />

planda olması bu yörelerin Osmanlı’nın birer bakliyat ambarı niteliğinde olduğunu<br />

göstermektedir.<br />

8- Fasulye<br />

Yüksekliği 1200 metreyi aşmayan ve yaz mevsiminde sulamaya elverişli olan<br />

arazilerde yetiştirilmektedir 509 . Taze olarak pişirilerek tüketildiği gibi tanelerini<br />

kurutarak kış mevsiminde de tüketilen fasulyenin üretimi Osmanlı Anadolu’sunda<br />

pek yaygın olmadığı görülmektedir. XVI. yüzyılın ilk yarısında Lazıkıyye Kazası’nda<br />

24800 kg 510 , 1455 yılında Teke Sancağı’nda 15.420 kg 511 fasulye üretimi<br />

gerçekleştirilmiş olup Kefe Sancağı’na bağlı Balıklağo ve Đnkirman kazalarında da<br />

fasulye istihsalinin yoğun olduğu bilinmektedir. Nitekim Kefe Sancağı’nda 4567<br />

kg 512 fasulye üretimi yapılmıştır. Üretim miktarı kesin olarak tespit edilememiş ise de<br />

Bayburt Sancağı’nda 513 ve Osmanlı Afrikası’ndaki Cezayir’de de yeşil fasulye<br />

üretiminin yapıldığı Đngiliz seyyahlar tarafından gözlemlenmiştir 514 .<br />

509 Đbrahim Atalay, Türkiye Coğrafyası, Đzmir, 1994, s.351.<br />

510 Turan Gökçe, Aynı eser, s.356.<br />

511 Behset Karaca, Teke Sancağı, s. 245.<br />

512 Yücel Öztürk, Aynı eser, s.383-387.<br />

513 Đsmet Miroğlu, XVI. Yüzyılda Bayburt Sancağı, Đstanbul, 1973, s.178.<br />

514 Gerald Maclean, Doğu’ya Yolculuğun Yükselişi-Osmanlı Đmparatorluğu’nun Đngiliz Konukları<br />

(1580-1720), (çev. Dilek Şendil), Đstanbul, 2006, s.40.


96<br />

9- Burçak<br />

Ekimi genellikle ilkbaharda yapılan burçağın 515 dört köşe gövdeli, 20-60 cm<br />

yükseklikte ve çalı görünümündeki bitkinin 2-4 kadar tohum ihtiva eden boğumlu<br />

meyveleri bulunmaktadır 516 . Burçak, taneleri hayvan yemi olarak kullanılan bir yem<br />

bitkisidir. Ayrıca saman gibi kaba yem kaynaklarının değerini arttırmak için de<br />

kullanılır. Taneleri mercimeğe benzemektedir 517 . Burçak üretimi yapılan belli başlı<br />

merkezler ve üretim miktarları şu şekilde idi; Manisa Kazası’nda 544.500 kg 518 ,<br />

Çankırı Sancağı’nda 462.384 kg 519 , Teke Sancağı’nda 385.500 kg 520 , Malatya<br />

Kazası’nda 213.971 kg 521 , Uşak Kazası’nda 57.982 kg 522 , Ayaş Kazası’nda 20.011<br />

kg 523 , Manavgat Kazası’nda 10.280 kg 524 , Tarsus Sancağı’nda 8.875 kg 525 idi.<br />

Grafik VIII: XVI. Yüzyılın Đlk Yarısında Osmanlı Sancak/Kazalarında<br />

Burçak Üretiminin Umumi Dağılımı<br />

600.000<br />

500.000<br />

400.000<br />

300.000<br />

200.000<br />

100.000<br />

0<br />

Burçak(kg)<br />

Burçak üretim miktarı yönünden zengin yöreler arasında Manisa Kazası ilk<br />

sırada yer alırken Çankırı Sancağı ise buğday ve arpa üretiminde olduğu gibi burçak<br />

515 Turan Sağlamtimur-Veyis Tansı-Harun Baytekin, Yem Bitkileri Yetiştirme, Çukurova Üniversitesi<br />

Ziraat Fakültesi, Adana, 1995, s.98.<br />

516 Anabritannica, “Burçak”, c.V, Đstanbul, 2004, s.151.<br />

517 Volkan Ertürk, Aynı tez, s.304.<br />

518 Feridun Emecen, Manisa Kazası, s.242.<br />

519 Ahmet Kankal, Çankırı Sancağı, s.119.<br />

520 Behset Karaca, Teke Sancağı, s.245.<br />

521 Göknur Göğebakan, Aynı eser, s.335.<br />

522 Mehtap Özdeğer, Aynı eser, s. 307.<br />

523 Deniz Karaman, Aynı eser, s. 453.<br />

524 Behset Karaca, Manavgat Kazası, s. 135.<br />

525 Ali Sinan Bilgili, Aynı eser, s. 417-419.


97<br />

istihsalinde de ikinci sırada yer almakta, Teke Sancağı da gerçekleştirdiği üretim<br />

miktarı ile Çankırı Sancağı’ndan hemen sonra gelmektedir. Nitekim umumiyetle<br />

hayvan yemleri arasında ara besin olarak kullanımı görülen burçağın toplam üretim<br />

miktarları dikkate alındığında bu ürünün ekimine fazla önem verilmediği söylenebilir.


98<br />

II. SINAĐ BĐTKĐLERĐ ÜRETĐMĐ<br />

A- Pamuk<br />

Pamuk, en iyi olarak nemli, alüvyonlu, kumlu ve besin bakımından zengin<br />

topraklarda yetişen bir bitkidir 526 . Nisan’da ekilerek Eylül – Ekim aylarında hasat<br />

edilen pamuğun bir kökünden, ekildiği yere veya tohumunun cinsine göre 5 ila 30<br />

civarında koza elde edilebilir 527 . Pamuğun kozasında beş bölme ve altı tohum<br />

bulunur. Tohumların çevreleri pamuk lifleri ile kaplıdır. Meyveler olgunlaştığında<br />

koza çatlar ve lifler dışarı çıkar. Kozalar toplandıktan sonra tohumlarla lifler ayrılır.<br />

Lifleri dokumacılıkta kullanılırken tohumlarından da yağ çıkartılır. Anadolu’nun en<br />

fazla pamuk üretimi yapılan yeri Adana ovasıdır. Ege Bölgesi toprakları, özellikle<br />

Menderes nehirlerinin suladıkları ovalar pamuk yetiştirilmesine uygun topraklardır 528 .<br />

Dokuma bitkileri, başka bir ifadeyle lif ya da tekstil bitkileri arasında en kıymetli ve<br />

yaygın bulunanı olan pamuk, birtakım kazaların tekstil sektöründe ön plana<br />

çıkmasına zemin hazırlamıştır. Öyle ki, Lazıkıyye Kazası, daha 14. yüzyılın<br />

başlarından itibaren önemli dokumacılık merkezi hüviyetine bürünmüştür 529 . Osmanlı<br />

Anadolusu’nun doğu cihetinde ise özellikle Hısn-ı Mansur, Kâhta, Gerger Kazaları<br />

ile Çemişgezek Sancağı, Harput Sancağı; batı tarafında ise Selanik, Bursa, Gelibolu;<br />

güney tarafında ise Halep ve Kıbrıs, pamuk üretiminin yapıldığı diğer önemli<br />

bölgeler idi. Pamuk üretim bölgelerine yakın olan önemli pamuk sanayi merkezleri<br />

ise Batı Anadolu’da Denizli, Tire, Menemen, Manisa, Çine ve Bergama; Orta<br />

Anadolu’da Hamid-eli bölgesi, Karaman (Larende), Konya, Niğde; Kuzeyde ise<br />

Merzifon, Zile, Tokat 530 , Kastamonu, Küre, Tosya 531 ve Samsun ile Bafra 532 idi. Bu<br />

şehir ve kasabalardaki tezgâhlarda işlenen pamuk, iç pazara ve özellikle pamuk<br />

yetişmeyen Kuzey memleketleri ile Avrupa’ya ihraç edilmekte idi 533 .<br />

526 AnaBritannica, “Pamuk”, c. XII, Đstanbul, 1989, s.372.<br />

527 Abdullah Martal, Belgelerle Osmanlı Döneminde Đzmir, Đzmir, 2007, s.30.<br />

528 Mübahat Kütükoğlu, Aynı eser, s.161.<br />

529 Turan Gökçe, Aynı eser, s.374.<br />

530 Tokat şehrinde pamuk üretimi ile ilgili bkz. Ahmet Şimşirgil, “XV-XVI. Asırlarda Tokat Şehrinde<br />

Đktisadi Hayat”, TĐD, Đzmir, 1995, c. X, s. 192.<br />

531 Halil Đnalcık, “Osmanlı Pamuklu Pazarı, Hindistan ve Đngiltere”, Osmanlı Đmparatorluğu Toplum ve<br />

Ekonomi, s. 262.<br />

532 Mehmet Öz, XV-XVI. Yüzyıllarda Canik Sancağı, Ankara, 1999, s. 99.<br />

533 Ali Sinan Bilgili, Aynı eser, s. 431.


99<br />

Pamuklu dokumalar ve pamuk – ipek karışımı kumaşlar, giyim kuşamdan<br />

döşemelik eşyaya varıncaya kadar çok geniş kullanım alanı bulurken 534 pamuklu<br />

sanayi de, üretim ve ticaret boyutları ile birlikte Osmanlı ekonomisinin hububattan<br />

sonra en önemli sektörünü oluşturmakta idi 535 .<br />

16. yüzyılın ilk yarısında pamuk üretiminin en fazla olduğu sancak 797<br />

ton’luk üretim miktarı ile Adana Sancağı idi 536 . Adana yöresinin iklim ve toprak<br />

yapısının pamuk üretimi için oldukça elverişli olması buradaki üretimin diğer<br />

bölgelere oranla daha fazla gerçekleşmesine zemin hazırlamıştır. Adana Sancağı’ndan<br />

sonra üretim miktarının yoğun olduğu kaza ve sancaklar şu şekilde sıralanabilir: Teke<br />

Sancağı’nda 9.702.264 kg 537 , Atak Sancağı’nda 3.189.289 kg 538 , Harput Sancağı’nda<br />

1.615.175 kg 539 , Ergani Sancağı’nda 1.607.217 kg 540 , Malatya Kazası’nda 1.495.555<br />

kg 541 , Lazıkıyye Kazası’nda 545.516 kg 542 , Tarsus Sanacağı’nda 532.972 kg 543 ,<br />

Manisa Kazası’nda 320015 kg 544 , Hısn-ı Mansur Kazası’nda 245.976 kg 545 , Behisni<br />

Kazası’nda 228.456 kg 546 , Musul Eyaleti’nde 213.420 kg 547 , Kâhta Kazası’nda<br />

146.784 kg 548 , Maraş Kazası’nda 93.131 kg 549 , Manavgat Kazası’nda 54.420 kg 550 ,<br />

Çankırı Sancağı’nda 3.812 kg 551 .<br />

534 Zeki Arıkan, “Osmanlı Đmparatorluğunda Đhracı Yasak Mallar (Memnu Meta)”, s. 289-290.<br />

535 Halil Đnalcık, “Osmanlı Pamuklu Pazarı, Hindistan ve Đngiltere”, s. 259.<br />

536 Yılmaz Kurt, Aynı eser, s. 197.<br />

537 Behset Karaca, Teke Sancağı, s.248.<br />

538 Alpay Bizbirlik, Aynı makale, s.125.<br />

539 M. Ali Ünal, Harput Sancağı, s.102.<br />

540 M. Salih Erpolat, Aynı tez, s.62.<br />

541 Göknur Göğebakan, Aynı eser, s.339-340.<br />

542 Turan Gökçe, Aynı eser, s. 373.<br />

543 Ali Sinan Bilgili, Aynı eser, s.432-433.<br />

544 Feridun Emecen, Manisa Kazası, s.254.<br />

545 Mehmet Taştemir, Aynı eser, s.163.<br />

546 Mehmet Taştemir, Aynı eser, s.143.<br />

547 Ahmet Gündüz, Aynı eser, s.264.<br />

548 Mehmet Taştemir, Aynı eser, s.179.<br />

549 Đbrahim Solak, Maraş Kazası, s.150.<br />

550 Behset Karaca, Manavgat Kazası, s.137.<br />

551 Ahmet Kankal, Çankırı Sancağı, s.124-125.


100<br />

Grafik VII: XVI. Yüzyılın Đlk Yarısında Bazı Osmanlı Kaza ve<br />

Sancaklarında Pamuk Üretim Miktarının Umumi Durumu<br />

10000000<br />

8000000<br />

6000000<br />

4000000<br />

2000000<br />

0<br />

Pamuk(kg)<br />

Teke<br />

Atak<br />

Harput<br />

Ergani<br />

Malatya<br />

Lazıkıyye<br />

Tarsus<br />

Manisa<br />

Hısn-ı Mansur<br />

Behisni<br />

Musul<br />

Kâhta<br />

Maraş<br />

Manavgat<br />

Çankırı<br />

Söz konusu sancak/kazalar içerisinde Teke Sancağı, 16. yüzyılın ilk yarısında<br />

pamuk üretim miktarı bakımından Adana Sancağı’ndan sonra ilk sırada yer<br />

almaktadır. Atak Sancağı’nın diğer tarım ürünlerinin üretimine nazaran pamuk<br />

üretimi açısından Teke Sancağı’ndan sonra ikinci sırada yer alması bu sancağın da<br />

önemli bir pamuk üretim merkezi olduğunu göstermektedir. Diğer kaza ve<br />

sancaklardaki pamuk üretim miktarının düşük olma sebebi olarak da buralarda pamuk<br />

haricindeki başka tarla bitkilerinin ekimine önem verilmesi gösterilebilir. Sinop<br />

Kazası’nda XVI. yüzyıla ait pamuk üretim miktarları hakkında kesin bilgiye sahip<br />

olamamamıza rağmen XV. yüzyılın sonlarına doğru 475 kg’lık üretimi hususundaki<br />

malumat 552 , bu kazanın küçük çaplı bir pamuk üretim merkezi olduğu hususunda bizi<br />

aydınlatmaktadır.<br />

B- Susam<br />

Susam, genel olarak Akdeniz ve Batı Anadolu bölgesinde başta yağı olmak<br />

üzere, tahin ve tahin helvası için üretilmekte idi. Susam, nispeten kuraklığa dayanıklı<br />

bir nebat olmakla beraber yetişmesi için bol suya ihtiyaç duyduğundan daha çok<br />

sulak bölgelerde üretilmekte 553 ve çeltik gibi sulandığı zaman verim gücü yüksek olan<br />

zirai mahsul olarak bilinmektedir. Erken olgunlaşan bir bitki olduğu bilinen susam<br />

552 M. Ali Ünal, Osmanlı Devrinde Sinop, s.175.<br />

553 “Çeltük ve susam ki suyla hasıl olur…” Barkan, “Kütahya Livası Kanunu”, Kanunlar, s.28.


101<br />

2,5 – 3 ay içinde kemale ermekte ve sıcak ortamı çok sevmesi dolayısıyla da bu<br />

ortamlarda gelişmesi hızlanmakta ve tohum verimi artmaktadır 554 . Umumiyetle<br />

“simsim” olarak bilinen ve bazı sancaklarda ise “küncü” olarak adlandırılan susamın<br />

istihsâlinden 1/10 nispetinde öşür alınmakta idi. XVI. yüzyılda susam üretiminin en<br />

kesif olduğu sancak, Teke Sancağı olup üretim miktarı 5.304.480 kg’dır 555 . Đkinci<br />

sırayı da 1,033,140 kg üretim miktarı ile Manavgat Kazası almaktadır 556 . XVI.<br />

yüzyılda Osmanlı Anadolu’sundaki diğer sancak/kazalarda susam üretim miktarının<br />

umumi durumu ise şu şekilde idi: Honaz Kazası; Adana Sancağı, Teke Sancağı ve<br />

Manavgat Kazalarından sonra 284268 kg’lık 557 üretim ile dördüncü sırada, Tarsus<br />

Sancağı 178500 kg 558 ile beşinci sırada yer almaktadır. Diğer taraftan Musul<br />

Eyaleti’nde 82831 kg 559 , Maraş Kazası’nda 66969 kg 560 , Manisa Kazası’nda 62625<br />

kg 561 , Behisni Kazası’nda 50048 kg 562 , Lazıkıyye Kazası’nda 43302 kg 563 idi.<br />

Grafik VIII: 16. Yüzyıl Osmanlı Anadolusu’ndaki Kaza/Sancakların<br />

Susam Üretim Miktarının Genel Durumu<br />

300000<br />

250000<br />

200000<br />

150000<br />

100000<br />

Susam(kg)<br />

50000<br />

0<br />

554 Kamil Đlisulu, Yağ Bitkileri ve Islahı, Đstanbul, 1973, s.22.<br />

555 Behset Karaca, Teke Sancağı, s.248.<br />

556 Behset Karaca, Manavgat Kazası, s.135.<br />

557 M. Ali Ünal, “Honaz Kazası”, s.107.<br />

558 Ali Sinan Bilgili, Aynı eser, s.435-436.<br />

559 Ahmet Gündüz, Aynı eser, s. 262.<br />

560 Đbrahim Solak, Maraş Kazası, s.151.<br />

561 Feridun Emecen, Manisa Kazası, s.256.<br />

562 Mehmet Taştemir, Aynı eser, s.144.<br />

563 Turan Gökçe, Aynı eser, s.375.


102<br />

Susam üretim merkezlerinin Akdeniz ve Ege bölgesi dâhilindeki kaza ve<br />

sancaklar olması, susam üretiminde bu bölgelerin önemli bir paya sahip olduğunu<br />

göstermekte olup, susam ve yağından imal edilen ürünlerin de çoğunlukla bu<br />

bölgelerde tüketildiği hakkında bilgi vermektedir.<br />

C- Zeytin<br />

Günümüzde her iki yarım kürenin 30-45. enlemleri arasında yetiştirilen zeytin<br />

Akdeniz ülkelerinde eskiçağlardan beri bilinen ve ziraati yapılan bir üründür. Şartlar<br />

müsaid olduğu takdirde kıyı şeridinde 200 metrelik bir mesafe içinde ve 600-700 m.<br />

yüksekliğe kadar olan yerlerde yetiştirilir. Ağaç dikildikten 7-8 yıl sonra mahsul<br />

vermeye başlarsa da en yüksek verim 10-15. yıllarda elde edilir 564 . Killi, kireçli,<br />

derin, kuru ve su geçiren topraklarda iyi yetişen zeytin, Osmanlı Anadolu’sunda da<br />

denize kıyı olan bölgelerde üretilmekte idi. Zeytin ve zeytinyağı, sofralık ürün olarak<br />

tüketilmekle beraber çoğunlukla sabun imalatında da kullanılmakta idi.<br />

Zeytin ağacından elde edilen zeytin miktarı yerine, bundan elde edilen<br />

zeytinyağının üretim miktarları ile ilgili veriler bazı kazalarda daha belirgindir.<br />

Örneğin; 1515’te Trabzon Sancağı’nda 2,367 batman, yani 142,020 litre 565 zeytinyağı<br />

üretilmekte; Đzmir Kazası’nda da zeytinliklerin yoğun olduğu bilinmekle beraber<br />

zeytin ya da zeytinyağının üretim miktarının litre cinsinden ne kadar olduğuna dair<br />

malumat bulunmamaktadır. Trablusşam eyaleti de zeytin yetiştiriciliğine paralel<br />

olarak zeytinyağı üretiminin yapıldığı önemli bölgeler arasında yer almaktadır 566 .<br />

564 AnaBritannica, “Zeytin”, c. XXII, Đstanbul, 1990, 569-570.<br />

565 M. Hanefi Bostan, Aynı eser, s.506.<br />

566 Enver Çakar, Aynı makale, s. 65.


103<br />

Ç- Dut Yaprağı<br />

Dut yaprağı, ipek böceğinin ana gıda maddesidir. Bilindiği gibi, ipek böcekleri<br />

yabani beyaz dut ağaçlarının yapraklarını yiyerek beslenirler, sonunda “koza” haline<br />

gelirlerdi 567 . Đpek böcekçiliği için yetiştirilen dut ağaçlarının umumiyetle Đzmir ve<br />

Manisa gibi sancaklarda olduğu bilinmekte olup dut yaprağından resm alınmaktaydı.<br />

Osmanlı Anadolu’sunda dut yaprağı yetiştiriciliğinin yapıldığı yerlerde yoğun olarak<br />

ipekböcekçiliği de yapıldığından buralarda ipekli kumaş dokumacılığı önemli faaliyet<br />

kollarından birisini oluşturmaktaydı 568 . Đzmir ve Manisa kazalarının yanı sıra Kefe<br />

Sancağı da önemli bir dud üretim merkezi durumunda olup 16. yüzyılın ilk yarısında<br />

toplam 2444 akçe’lik üretim gerçekleştirilmiştir 569 .<br />

D- Palamud<br />

Dericilikte kullanılan palamud (mazı), özellikle bağlık ve ormanlık<br />

mevkilerde geniş ölçüde üretilmekte idi. Meşe palamudu ağaçlarından silkme ve<br />

sopalama usulleriyle düşürülen palamud, açık ve güneşli havada kurutulur, daha<br />

sonra işlenmeye başlanır, tırnakları ve fındıkları ayıklanıp temizlenir, pelit adı verilen<br />

meyvesi hayvan yemi olarak kullanılır, hatta bazen un haline getirilirdi 570 .<br />

Meşe palamudu ihtiva ettiği yüksek orandaki (%45) tanen dolayısıyla<br />

debagatta da kullanılan bir maddedir. Bunun için, Osmanlılar diğer sanayi ham<br />

maddeleri gibi palamudu da ihracı yasak maddeler arasına almışlardır 571 . Palamud,<br />

umumiyetle Teke Sancağı’nda ve Đzmir Kazası’nda yetiştirilmekte idi.<br />

567 Feridun Emecen, XVI. Asırda Manisa Kazası, s.258. Đpek böceği kozaları, mancınık denilen<br />

tezgâhlarda açılarak tel haline getirilirdi. Mancınık, kozaların yumuşatıldığı bir kazan ile ipek tellerinin<br />

kolayca ayrılmasına ve uzamasına yardım eden makaralar ve tellerin sarıldığı döner çarktan oluşan bir<br />

aletti. Özer Ergenç, XVI. Yüzyılın Sonlarında Bursa, Ankara, 2006, s. 206.<br />

568 Anadolu’da ipekli kumaş dokumacılığı hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. David Gudıashvılı, “XV-<br />

XVII. Yüzyıllarda Türkiye’de Đpekli Kumaş Dokumacılığı”, Osmanlı, c. III, Ankara, 1999, s. 87-95.<br />

569 Yücel Öztürk, Aynı eser, s.393.<br />

570 Feridun Emecen, Aynı eser, s.258.<br />

571 Mübahat Kütükoğlu, Aynı eser, s.164.


104<br />

E- Keten-Kenevir<br />

Keten ve kenevir, yıllık otsu bitkilerden olup mutedil iklimlerde, suları<br />

akıtılmış, kumlu, balçık topraklarda yetişir 572 . Keten; değirmi, içi boş ve kazık gibi<br />

kökü olan bir bitkidir. Mavi renkte çiçek açan bu bitkinin meyvesi olgunlaştığında,<br />

her gözde bir tohum bulunan on gözlü bir kapsül halini alır. Lif ketenleri, bulutlu ve<br />

nemli; yağ ketenleri ise güneşli havayı severler. Ketenin çabuk kuruma ve nem tutma<br />

özelliğinden dolayı ince lifleri, dokuma sanayinde kullanılırken, kaba liflerinden<br />

sicim, halat, çuval yapılırdı 573 . Diğer taraftan keten tohumunun çeşitli ev ilaçlarında<br />

kullanılmasının yanı sıra yemeklerde yağ olarak kullanıldığı da bilinmektedir 574 .<br />

Kendir adıyla da anılan kenevir de nemli ve ılık iklimlerde yetişmekle beraber<br />

soğuğa da oldukça dayanıklıdır. Kendir de lif ve tohum keneviri olarak iki türdür. Lif<br />

kenevirinin yapraklarının hafif sararması hasat mevsiminin geldiğinin işaretidir.<br />

Lifleri çok sağlam olduğundan halat, çuval, çadır ve yelken bezi yapılır. Tohum<br />

kenevirinden çıkartılan yağ ise yumuşak sabun yapımında kullanılır. Bu bitkinin<br />

Osmanlı Devleti sınırları içinde en bol yetiştiği yerlerden biri Canik Sancağı merkez<br />

kazası olan Samsun ve çevresi idi. Bu bölgede XVI. yüzyılda bir kendir eminliği<br />

kurulmuştur 575 . Canik Sancağı haricinde Đzmir Kazası’nda ve Trabzon Sancağı’nda<br />

da keten-kenevir üretiminin yapıldığı bilinmekte olup Đzmir Kazası’nda 1528’de<br />

keten ve kenevirin toplam üretimi 285.100 kg 576 ; Sinop Kazası’nda 1487 ‘de 254.034<br />

kg, Samsun’da 246.704 kg 577 , Trabzon Sancağında 1515’te 4,169,348 kg idi 578 . Diğer<br />

taraftan az miktarda da olsa Teke Sancağı’nda ve Alaiye Sancağına bağlı Manavgat<br />

Kazası’nda da keten üretiminin yapıldığı bilinmektedir 579 . Yine Kayseri Kazası da<br />

572 AnaBritannica, “Keten”, c. XIII, Đstanbul, 1989, s.226 ve “Kenevir”, Aynı eser, c.XIII, s. 178.<br />

573 Mübahat Kütükoğlu, Aynı eser, s.162.<br />

574 Huricihan Đslamoğlu-Đnan, Aynı eser, s.190.<br />

575 Canik Sancağı dahilinde kendir üretimi ve bu üretimin bölge açısından önemi ile alakalı bkz.<br />

Mehmet Öz, Aynı eser, s.96-97.<br />

576 1528’de Đzmir Kazası’nda keten ve kendir mahsulünden toplam 28,510 akçe alınması ve bu<br />

ürünlerden alınan öşürün genellikle 1/10 oranında olması dolayısıyla Đzmir’de toplam üretimin 285,100<br />

kg civarında gerçekleştiğini tahmin edebiliriz. Mübahat Kütükoğlu, Aynı eser, s.163.<br />

577 M. Ali Ünal, Osmanlı Devrinde Sinop, s.176.<br />

578 Hanefi Bostan, Aynı eser, s.511.<br />

579 Behset Karaca, Teke Sancağı, s. 250; aynı müellif, XV. ve XVI. Yüzyıllarda Manavgat Kazası,<br />

Isparta, 2009, s.138.


105<br />

önemli keten–kendir üretim merkezleri arasında yer almaktadır 580 . Her üründen<br />

olduğu gibi keten ve kendirden de öşür alınmakta olup alınan öşür miktarı sancaktan<br />

sancağa değişiklik göstermekte idi.<br />

F- Sumak Yaprağı<br />

Sumak yaprağı palamud gibi debagatte kullanılan maddelerdendir. Yapraklar<br />

kırmızılaşınca toplanıp kurutulur ve sonra toz haline getirilir. Üretim miktarı<br />

hakkında kesin bir bilgi olmamakla beraber umumiyetle Đzmir Kazası’nda, Teke<br />

Sancağı’nda ve Manavgat Kazası’nda sumak üretiminin yapıldığı bilinmektedir.<br />

580 Mehmet Đnbaşı, XVI. Yüzyıl Başlarında Kayseri, Kayseri, 1992, s. 141.


106<br />

III. BAĞCILIK, MEYVE VE SEBZE ÜRETĐMĐ<br />

Osmanlı köylüsü hububat ve sınai ürünlerinin yanı sıra meyve ve sebze<br />

üretimini de gerçekleştirmekteydi. Zira köylü reaya, meyve ve sebze üretimi ile hem<br />

kendi asli ihtiyacını karşılamakta hem de bunları imkanları ölçüsünde pazara sunarak<br />

maddi gelir elde etmekteydi. Devlet, bağ ve bahçe ürünlerinin üretiminden ancak<br />

pazara sunulması durumunda vergi almakta idi. Yani çiftçi-köylü ailesi kendi asli<br />

ihtiyacı için evinin bahçesinde veya tarlasının bir tarafında yaptığı üretim için vergiye<br />

tabi tutulmamaktaydı 581 .<br />

A- Bağcılık<br />

Osmanlı Anadolusu’nda üretimi yapılan meyve türleri içerisinde üzüm<br />

üretiminin yani bağcılığın bir hayli öne çıktığı görülmektedir 582 . Her türlü iklim<br />

şartlarında yetişen asma bitkisinin meyvesi olan üzüm, hububat ekimi açısından<br />

elverişli olmayan dağlık ve kır arazilerde de yetişebilmesi dolayısıyla hem<br />

Anadolu’da hem de Rumeli’de fazla miktarda üretilmekteydi 583 . Üretilen üzümün<br />

büyük bir kısmından kurutularak istifade edildiği gibi 584 yaşından elde edilen şıra da<br />

Müslüman ahali tarafından pekmez, pestil ve sirke yapımında kullanılmaktaydı 585 . Bu<br />

üründen harac-ı kürüm, öşr-i bağ, öşr-i bağat, resm-i bağat, resm-i kürüm, bağ-ı<br />

kürüm, harac-ı bağat başlıkları altında vergi tahsis edilmekte olup alınan verginin<br />

ölçü birimi sancaktan sancağa değişiklik göstermekte idi 586 . Umumiyetle bu üründen<br />

öşür alınmasına rağmen, bazı bölgelerde ise köylüye ağır gelmemesi için, öşür<br />

miktarına binaen tahmini bir bedel olarak harac alınmakta idi 587 .<br />

Kanuni döneminde bağcılıktan alınacak öşürle ilgili olarak; “Bağ dönümüne<br />

bazı vilayette on akçe ve bazı vilayette beş akçe alınır. Ve hadâikdan ve harimlerden<br />

581 Đbrahim Solak, “ Meyve ve Sebze Üretimi”, s.220.<br />

582 Đbrahim Solak, “ Meyve ve Sebze Üretimi”, s.221.<br />

583 M. Ali Ünal, Çemişgezek Sancağı, s.108.<br />

584 Turan Gökçe, Aynı eser, s.378.<br />

585 Halime Doğru, Eskişehir ve Sultanönü Sancağı, Đstanbul, 1992, s.158.<br />

586 Đbrahim Solak, “Meyve ve Sebze Üretimi”, s.221.<br />

587 Örneğin; Teke Sancağı’nda bağdan harac üzere vergi alınmakta idi. Behset Karaca, Teke Sancağı,<br />

s.256.


107<br />

dahi öşürlerine göre kesim alınır. Ammâ bazı yerlerde bağın dönümüne yedişer ve<br />

bazı yerlerde sekizer ve bazı yerlerde onar akçe alınır. Bağdan ve bahçeden öşr-i<br />

hâsıl alınmak kanuna ve şer’a mutabıktır. Amma reayaya tahlis-i öşürde muzâyaka<br />

olup def-i muzâyaka için öşür mikdarına bedel meblağ tahmin olunub harâc itibar<br />

olunmuştur” 588 . Kanunnamede de belirtildiği üzere alınacak verginin miktarının<br />

saptanmasında farklı metodlar izlenmiştir. Bazı sancaklarda tevek başına, bazılarında<br />

dönüm başına, bazılarında ise kıta başına öşür alınmakta idi. Örneğin; Çemişgezek’te<br />

müslümanlardan 100 kök için 5, gayrimüslimlerden 6 akça 589 , Maraş Kazası’nda<br />

1526 yılında her 1000 kök bağdan 50 akçe 590 , 1566’da Harput’ta her 100 tevek için 5<br />

akçe 591 , Van Sancağı’nda her 100 kökten 6 akçe 592 , Behisni Kazası’nda her 100<br />

tevekten iki akçe 593 ; Kâhta ve Gerger kazalarında her 100 tevekten 5 akçe vergi<br />

alınmaktaydı 594 . Teke Sancağı’nda her dönüm için 7 akçe 595 , Akşehir Sancağı’nda<br />

dönüm başına 30 akçe 596 , Tarsus Sancağı’nda her bir kıtadan 25 akçe öşür 597 ,<br />

Adilcevaz Sancağı’nda her 100 kökten 4-6 akçe 598 , Ergani Sancağı’nda her 100<br />

tevekten 1 akçe 599 , Halep mıntıkasında her bin çubuktan 40 akçe 600 vergi alınmakta<br />

idi. Üzüm istihsalinin XVI. yüzyılın ilk çeyreğinde Đçel, Aydın, Muğla ve Malatya;<br />

yüzyılın ortalarına doğru ise Antep, Çemişgezek, Adıyaman ve Bitlis; yüzyılın<br />

sonlarına doğru Malatya ve Harput’ta önemli ölçüde yapıldığı bilinmektedir 601 .<br />

Birtakım sancak ve kazalarda bağcılıkla alakalı harac ya da öşür kaydına<br />

rastlanmaz iken, şıra ile ilgili kayıtların olması ilgili yerlerden devletin ürün<br />

üzerinden değil de üründen imal edilen şıradan vergi aldığını göstermektedir.<br />

Buradaki amaç, üretimin az miktarda gerçekleştiği dönemlerde reayanın mağdur<br />

588 Ahmed Akgündüz, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri II, Đstanbul, 1990, s.57.<br />

589 M. Ali Ünal, Çemişgezek Sancağı, s.108<br />

590 Đbrahim Solak, Maraş Kazası, s.153.<br />

591 M. Ali Ünal, Harput Sancağı, s.123.<br />

592 Orhan Kılıç, XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Van (1548-1648), s.278.<br />

593 M. Taştemir, Aynı eser, s.146.<br />

594 M. Taştemir, Aynı eser, s.182-203.<br />

595 Behset Karaca, “Teke Sancağı”, s.256.<br />

596 Volkan Ertürk, Aynı tez, s.306.<br />

597 Ali Sinan Bilgili, Aynı eser, s. 438.<br />

598 Orhan Kılıç, XVI. Yüzyılda Adilcevaz ve Ahlat (1534-1605), s.102.<br />

599 M. Salih Erpolat, Aynı tez, s.62.<br />

600 Neşet Çağatay, “Osmanlı Đmparatorluğu’nda Reayadan Alınan Vergi ve Resimler” , s.488.<br />

601 Đbrahim Solak, “ Meyve ve Sebze Üretimi”, s.222.


108<br />

olmamasıdır. Bu da Osmanlıların reayanın ödeme gücüne göre vergi koymayı<br />

kendilerine prensip edinmelerinden kaynaklanmaktadır 602 . Üzüm üretiminde dönüm<br />

ve kök başına vergi alındığı gibi şıradan da önemli miktarda vergi alınmakta idi.<br />

Şıradan alınan vergi için men, batman, müd ölçü birimi olarak kullanılmakla<br />

beraber 603 , Sinop gibi bazı kazalarda ise medre, ölçü birimi olarak kullanılmakta<br />

idi 604 .<br />

Osmanlı Devleti’nde gayrimüslim tebaa da üzüm yetiştiriciliği ile meşgul<br />

olmakta idi. Bunlar üzümü genellikle şarap yapımında kullanmaktaydılar. Ancak<br />

hükümetin bu durumu hoş karşılamadığı, bunun yerine taze üzümün kurutulmasını,<br />

reçel, pekmez, sirke yapımında kullanılmasını istediği bilinmektedir 605 .<br />

Tablo II: XV-XVI. Yüzyılda Anadolu’da Bağcılıktan Alınan Öşür Yekünleri 606<br />

Bağcılık<br />

1467-1487 1500-1510 1515-1535 1540-1535 1555-1556<br />

Adıyaman 2040 60705<br />

Aksaray 20836 22515<br />

Ayasuluğ 30389 103976<br />

Beyşehir 40718<br />

Çankırı 31011<br />

Çemişgezek 71721<br />

Denizli 28827<br />

Ergani 13212<br />

Hamit 15713<br />

Harput 17136<br />

Malatya 43638<br />

Manisa 26659<br />

Maraş 30690<br />

Tarsus 1528<br />

Uşak 2556 5923<br />

Bitlis 607 27060<br />

602 Đbrahim Solak, “ Meyve ve Sebze Üretimi”, s.226.<br />

603 Đbrahim Solak, “ Meyve ve Sebze Üretimi”, s.226.<br />

604 M. Ali Ünal, Osmanlı Döneminde Sinop, s.181; medre, 10.256 litrelik bir hacim ölçüsüdür. Walther<br />

Hınz, Aynı eser, s. 54.<br />

605 Feridun Emecen, Aynı eser, s.263.<br />

606 Đbrahim Solak, “Meyve ve Sebze Üretimi”, s.223-224.<br />

607 Ahmet Yılmaz, Aynı tez, s.57.


109<br />

Tablodaki verilerden de anlaşılacağı üzere 16. yüzyılın ilk yarısında<br />

bağcılıktan alınan öşür miktarının en fazla olduğu bölge Ayasuluğ Kazası; en az<br />

olduğu bölge ise Tarsus Sancağı’dır. Nitekim bağcılıktan alınan öşür miktarları<br />

değişiklik gösterse de hemen hemen her Anadolu yöresinde üzüm yetiştiriciliğinin<br />

önemli bir tarımsal faaliyet kolu olduğu söylenebilir. Üzüm yetiştiriciliğinin bu kadar<br />

yaygın olma sebepleri arasında bu ürünün özellikle kırsal çevrelerde tatlandırıcı<br />

olarak kullanılması gösterilebilir 608 .<br />

Tablo III: XV-XVI. Yüzyıllarda Şıradan Alınan Vergi Miktarı 609<br />

(akçe)<br />

1485 1515-1520 1525-1530 1545-1555<br />

Canik 26430 10575<br />

Harput 63125<br />

Çemişgezek 109010<br />

Ergani 5183<br />

Ordu 134<br />

Kiğı 610 22160<br />

Kemah 102240<br />

Erzincan 153710 75030<br />

Malatya 30<br />

Tarsus 4000<br />

Trabzon 297161 307819 397913<br />

Sinop 611 7933<br />

608 Đzzet Sak, “ Osmanlı Sarayı’nın Đki Aylık Meyve ve Çiçek Masrafı”, TAD, c.XXV, Ankara, 2006,<br />

sa.40, s.144.<br />

609 Đbrahim Solak, “Meyve ve Sebze Üretimi”, s.227.<br />

610 Behset Karaca, “Kiğı Sancağı”, s.147.<br />

611 M. Ali Ünal, Osmanlı Devrinde Sinop, s.181.


110<br />

B- Meyve Üretimi<br />

Osmanlı Devleti’nin sahip olduğu geniş coğrafya ve buna bağlı olarak zengin<br />

iklim çeşitliliği, çok çeşitli meyvelerin yetiştirilmesine ortam hazırlamıştır. Aynı<br />

zamanda Osmanlı coğrafyasının önemli bir bölümünün Akdeniz iklimi özelliklerine<br />

sahip olması, meyve türlerinin çeşitliliğinde rol oynayan diğer bir etmen olarak<br />

karşımıza çıkmaktadır.<br />

Üretimi yapılan meyveler içerisinde elma, nar, armut, harnup, kiraz, ceviz,<br />

badem, kestane, incir, zeytin, kavun, karpuz, turunç, portakal, limon, narenciye, dut,<br />

palamut, fındık, kızılcık, zerdali, erik önemli bir yere sahipti. Bu meyveler içerisinde<br />

birçok yerde yetiştirilen ürün ise cevizdir. Özellikle Afyon, Edirne, Adana, Çankırı,<br />

Akşehir, Amasya, Uşak, Adıyaman, Kemah, Erzincan, Tarsus, Manisa, Denizli, Teke,<br />

Zamantu ve Maraş gibi yöreler ceviz üretiminde söz sahibi olan yerler olarak<br />

karşımıza çıkmaktadır. Bu üründen alınan öşür; bazen tek, bazen de diğer meyve<br />

türleri ile birlikte yazıldığından net üretim miktarının ne kadar olduğunun<br />

saptanmasını bir hayli zorlaştırmaktadır. Cevizden sonra Anadolu topraklarında<br />

armut, incir, badem, zeytin ve kavun – karpuz, üretimi yaygın olan diğer meyveler<br />

arasındadır. Meyvelerden alınan vergi türü ve oranı bölgeden bölgeye ya da ürünün<br />

türüne göre değişmekte idi. Bazen bu ürünün mahsulünden öşür alınırken, bazen de<br />

ağaç başına ya da dönüm miktarına göre vergi alınmaktaydı 612 .<br />

Fındık Giresun, Canik ve Trabzon’da; narenciye ve turunçgiller Tarsus<br />

ve Teke sancaklarında; kavun, karpuz daha çok Tarsus ve Adana’da; incir<br />

Kilis’te; harnup Đçel ve Alaiye’de 613 ; karayemiş 614 ve kiraz Trabzon Sancağı’<br />

nda 615 , yoğun üretilmekte olup Sinop elması Sinop’ta 616 , mandalina Menteşe<br />

612 Đbrahim Solak, “Meyve ve Sebze Üretimi”, s.228.<br />

613 Đbrahim Solak, “Meyve ve Sebze Üretimi”, s.229.<br />

614 Anadolu şehirlerinden sadece Trabzon’a mahsus bir meyve olan karayemiş, başka yörelerde<br />

yetiştirilmemekte idi. Veysel Usta, Anabasis’ten Atatürk’e Seyahatnamelerde Trabzon, Trabzon, 1999,<br />

s.44<br />

615 M. Hanefi Bostan, Aynı eser, s.498.<br />

616 Sinop, meyve çeşitliliği yönünden oldukça zengindir. Đncir, üzüm, kestane, ceviz, armud, erik gibi<br />

pek çok meyve yetişmekle birlikte “Sinop Elması” adı verilen bu meyve de sadece mezkur kaza<br />

dâhilinde üretilmektedir. M. Ali Ünal, Osmanlı Devrinde Sinop, s.173.


111<br />

Sancağı’nda 617 , Teke Sancağı’na özgü meyve olan “hisarcık kurusu” da bu sancakta<br />

yetişen meyveler arasında önemli bir paya sahipti 618 .<br />

C- Sebze Üretimi<br />

Sebzeler içerisinde en çok üretimi yapılan ve bir çok yerde karşımıza çıkan<br />

ürün, dönemin kaynaklarında piyaz ve sir olarak belirtilen soğan ve sarımsaktır.<br />

Sebzeler tahrir defterlerine öşr-i piyaz ya da öşr-i sir olarak ayrı ayrı yazıldığı gibi,<br />

öşr-i bostan ve piyaz, öşr-i bostan ve sebze veya öşr-i meyve ve sebze şeklinde genel<br />

başlıklar altında da kaydedildiğinden diğer ürünlerde olduğu gibi bunların da hangi<br />

türlere ait olduğu belli olmamakla beraber miktarlarını saptamak da oldukça<br />

zordur 619 . Diğer yandan bazı sebze türlerini halkın kendi ihtiyacı kadar ekmesi de<br />

bunda önemli bir etkendir 620 . Soğan ve sarımsaktan sonra karşılaşılan sebze türleri<br />

arasında fasulye, havuç, bakla, patates, patlıcan, bamya, kabak, hıyar, ıspanak, marul,<br />

pancar, turp, domates, nane, maydanoz, pırasa, lahana, enginar, hindiba, semizotu ve<br />

yer elması görülmektedir 621 .<br />

Sebzelerin kendi adlarıyla değil de öşr-i meyve ve sebze gibi genel başlıklar<br />

altında kaydedilmiş olması, bu ürünlerin hangi bölgede ve ne kadar üretildiği durumu<br />

hakkında genel yargılara varmamızı oldukça zorlaştırmaktadır. Ancak meyve üretimi<br />

bakımından öne çıkan yerlerde sebze üretiminin de oldukça yoğun olduğu tahmin<br />

edilebilir. Bu cümleden olmak üzere Adana, Trabzon, Çankırı, Malatya, Erzincan ve<br />

Harput sebze üretimi açısından büyük önem arz eden merkezlerdir diyebiliriz.<br />

617 Ekrem Uykucu, Menteşe Sancağı, Đstanbul, 1974, s. 124.<br />

618 Behset Karaca, Teke Sancağı, s.257.<br />

619 Đbrahim Solak, “Meyve ve Sebze Üretimi”, s.230.<br />

620 Ahmet Kankal, Türkmen’in Kaidesi Kastamonu (XV-XVIII. Yüzyıllar Arası Şehir Hayatı), s.229.<br />

621 Đbrahim Solak, “Meyve ve Sebze Üretimi”, s.230.


112<br />

SONUÇ<br />

Osmanlı Devleti, Selçuklu Devleti’nden devraldığı toprak sistemi özelliklerini<br />

kendisine has yöntemlerle geliştirerek oluşturduğu bu sistem çerçevesinde tarım<br />

faaliyetlerini gerçekleştirmiştir. Tarımsal faaliyetlerini gerçekleştirirken de bir<br />

taraftan umumi olarak Ortaçağ toplumlarında görülen uygulamaları devam ettirmiş<br />

diğer taraftan bu uygulamalara kendisine özgü ihtiyaçlarını karşılamak için yeni<br />

metodlar ilave etmeyi ihmal etmemiştir. Tohum ekiminde standart bir ölçü biriminin<br />

kullanılması bunun en güzel örneği olarak gösterilebilir. Her toplum kendi coğrafi<br />

şartlarının gerektirdiği ölçüde ziraat yapabildiğinden Osmanlı köylüsü de o zamanın<br />

iklim-toprak özelliğinin ve tarımsal teknik-metodların imkanları dahilinde<br />

faaliyetlerini gerçekleştirebilmiştir.<br />

Klasik dönem Osmanlı topraklarında, tarımsal faaliyetler ve buna bağlı olarak<br />

yetiştirilen tarım ürünlerinin çeşitliliği, coğrafi şartların ve iklimin ciddi tesiri altında<br />

kalmaktaydı. XVI. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin sahip olduğu coğrafyanın genişliği,<br />

iklim çeşitliliğindeki yelpazenin genişlemesine paralel olarak, tarım ürünlerinde de<br />

çeşitliliğin artmasında etken rol oynamıştır.<br />

Kuru tarım metodunun tatbik edildiği Osmanlı Devleti’nde yetiştirilen tarım<br />

ürünleri içerisinde hem köylü hem de devlet tarafından ekimine önem verilen hububat<br />

çok önemli bir yere sahipti. Özellikle buğday üretiminin hemen hemen tüm kaza ve<br />

sancaklarda gerçekleşmesinde, bu ürünün yetişme şartları dolayısıyla fazla iklim<br />

seçici özelliğinin olmamasının yanı sıra stratejik ve askeri açıdan da büyük bir önem<br />

arz etmesi etken rol oynamıştır. Öyle ki, ordunun uzun seferlere çıkmadan önce<br />

mevcut askerin iaşesini temin etmek gayesiyle çeşitli güzergâhlarda buğday<br />

depolarının yapılması ve bunların içlerinin doldurulması ordunun sefer lojistiği<br />

açısından büyük önem taşımaktaydı. Buğdayın günlük hayatta çok değerli bir besin<br />

maddesi olması ve bu ürünün eksikliğinin olması durumunda sosyal ve ekonomik<br />

hayatta birtakım olumsuz gelişmelerin baş göstermesi devletin, öncelikli olarak<br />

buğday üretimini teşvik etmesine neden olmuştur. Yine hububat ürünlerinden olan ve


113<br />

genellikle hayvanların beslenmesinde kullanılan arpa da, buğday kadar tüketim<br />

alanında tercih edilen bir ürün olmamakla birlikte buğday kıtlığının yaşandığı<br />

dönemlerde arpadan ekmek yapılarak insanlar tarafından tüketildiği bilinen bir<br />

gerçektir. Buğday üretimi açısından XVI. yüzyılın ilk yarısında Akşehir Sancağı ve<br />

Çankırı Sancağı önemli bir paya sahip olmakla beraber arpa üretiminde de Adıyaman<br />

Sancağı’nın ön plana çıktığı görülmektedir. Tımar sistemi çerçevesinde<br />

gerçekleştirilen tarımsal faaliyetlerde sadece buğday ve arpa türünden ürünler<br />

yetiştirilmemekte ayrıca az miktarda da olsa yulaf, darı nohut, çeltik, fasulye gibi,<br />

zirai mahsuller de üretilmekteydi. Yulaf üretiminin Ege yöresinde kesif olarak<br />

yapıldığı, ticari değerinin fazla olmamasına rağmen önemli bir bakliyat ürünü olan<br />

nohut üretiminin ise Adıyaman ve Teke Sancakları’nda yoğun bir şekilde yapılmakta<br />

olduğu görülmüştür. Yine çeltik üretiminin de Klasik dönem Osmanlı topraklarında<br />

oldukça yaygın olduğu görülmektedir. Bu cümleden olmak üzere, Bursa, Saruhan,<br />

Bilecik, Teke Sancağı’na bağlı Elmalı yöresi, Malatya Kazası’nda Tohma-Fırat<br />

havzası, Çankırı Sancağı’na bağlı Kargı nahiyesi, Ergani Sancağı’nda Devegeçidi<br />

havalisi, çeltik ziraatinin kesif olduğu bölgelerdir. Susam istihsali konusunda ise Teke<br />

Sancağı ile Honaz Kazası’nın ön sırada yer aldığı bilinmekle beraber diğer sancak ve<br />

kazalarda da üretimin az da olsa gerçekleştiği tahmin edilmektedir. Sınai bitkileri<br />

grubu içerisinde yer alan pamuk üretiminin, ılıman iklim hususiyetlerine sahip<br />

yörelerde ön planda olduğu görülerek, Adana Sancağı, bu anlamda pamuk üretimi<br />

konusunda ciddi bir paya sahip sancak olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sancaktan<br />

sonra Teke Sancağı, pamuk üretimi bakımından ikinci sırada yer almaktadır. Meyve<br />

ve sebze üretiminin de gerçekleştirildiği Klasik dönem Osmanlı topraklarında meyve<br />

grubunda üzüm üretimi ilk sırayı alırken sebze üretiminde de sarımsak ve soğanın<br />

öne çıktığı görülmektedir.<br />

Osmanlı’daki tarımsal faaliyetler, tımar sisteminin aktif durumda olduğu<br />

dönemlerde sistemli olarak devam etmesine rağmen tımar sisteminin daha doğrusu<br />

toprak teşkilatının bozulmasına paralel olarak da çözülme sürecine girmiştir. Bu<br />

anlamda Osmanlı tarım alanındaki aksaklıkların, XVI. yüzyılın ikinci yarısından<br />

sonra tımar sisteminin bozulma sürecine geçişi ile husule gelmesi, iki sistemin<br />

karşılıklı etkileşimin değerlendirilmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Klasik


114<br />

Osmanlı dönemindeki aktif tarımsal faaliyetlerin daha sonraki dönemlerde devam<br />

etmesini ve gelişmesini engelleyen etmenler içerisinde ayrıca tarımla uğraşan<br />

köylünün toprağın mülkiyetine sahip olmaması, köylünün can ve mal güvenliğinin<br />

yeterince sağlanamaması, çiftçi kesiminin toprak sistemindeki çözülüşle paralel<br />

olarak ve celali isyanlarının beraberinde getirdiği ortamın da etkisiyle yerel güçler ve<br />

vergi tahsildarlarının zulmüne maruz kalması, ulaşım imkanlarının yetersizliği,<br />

sıklıkla karşı karşıya kalınan kuraklıklar, vergi yükünün önemli ölçüde çiftçinin<br />

üzerinde olması, tarımın ticarileşememesi gibi faktörler sayılabilir.<br />

Çalışmamızda, Klasik Osmanlı topraklarındaki toprak-tarım ilişkisi<br />

çerçevesinde ulaşılabilen kaynaklar nispetince Osmanlı tarım hayatının genel<br />

panaromasının çizildiğine inanılmaktadır.


115<br />

KAYNAKÇA<br />

Acun, Fatma, “ Klasik Dönem Osmanlı Eyalet Tarzı Olarak Tımar Sistemi ve<br />

Uygulanması”, Türkler, c. 9, Ankara, 2002, ss. 899-908.<br />

__________, “ Celali Đsyanları (1591-1611) ”, Türkler, c. 9, Ankara, 2002, ss.<br />

695-708.<br />

Afyoncu, Erhan, Sorularla Osmanlı Đmparatorluğu VI, Đstanbul, 2008.<br />

Akdağ, Mustafa, Türkiye’nin Đktisadi ve Đçtimâi Tarihi, II, Đstanbul, 1995.<br />

_____________, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, Đstanbul, 1995.<br />

_____________, “ Celali Fetreti ”, DTCFD, Ankara, 1958, sa. 1-2, ss. 53-107.<br />

Akgündüz, Ahmet, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri I, Đstanbul, 1990.<br />

______________, Osmanlı Kanunnameleri ve Hukuki Tahlilleri II, Đstanbul, 1990.<br />

Aksöz, Đbrahim, Sulamanın Ekonomik Cephesi, Erzurum, 1964.<br />

Akyılmaz, Gül, “Osmanlı Devleti’nde Reaya Kavramı ve Devlet-Reaya Đlişkileri”<br />

Osmanlı, c. IV, Ankara, 1999, ss. 40-54.<br />

Altundağ, Şinasi, “Osmanlı Đmparatorluğu’nun Vergi Sistemi Hakkında Kısa Bir<br />

Araştırma”, AÜDTCFD, c.5, sa.2, Ankara, 1947, ss.187-197.<br />

Arıkan, Zeki, XV-XVI. Yüzyıllarda Hamit Sancağı, Đzmir, 1988.<br />

__________, “ XV-XVI. Yüzyıllarda Anadolu’da Çeltik Üretimi ”, V. Milletlerarası<br />

Türkiye Sosyal ve Đktisat Tarihi Kongresinde Sunulan Tebliğler, Ankara,<br />

1990, ss. 477-481.<br />

__________, “ Osmanlı Đmparatorluğunda Đhracı Yasak Mallar (Memnu Meta) ”,<br />

Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu’na Armağan, Đstanbul, 1991, ss. 279-306.<br />

Armağan, Latif, “ Osmanlı Devleti’nde Konar-Göçerler”, Osmanlı, c. 4, Ankara,<br />

2002, ss. 142-150.<br />

Aynural, Salih, Đstanbul Değirmenleri ve Fırınları, Đstanbul, 2001.<br />

Bakır, Abdülhalik, Ortaçağ Đslam Dünyasında Itriyat, Gıda, Đlaç Üretimi ve Tağşişi,<br />

Ankara, 2000.


116<br />

Barkan, Ö. Lütfi, “Tımar”, ĐA. XII, ss. 286-333.<br />

_____________, XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı Đmparatorluğu’nda Zirai Ekonominin<br />

Hukuki ve Mali Esasları: Kanunlar I, Đstanbul, 1943.<br />

_____________, “Osmanlı Đmparatorluğu’nda Çiftçi Sınıfların Hukuki Statüsü”, Türkiye’de<br />

Toprak Meselesi, Đstanbul, 1980. ss. 725-788.<br />

_____________, “XV. ve XVI. Asırlarda Osmanlı Đmparatorluğu’nda Toprak Đşçiliğinin<br />

Organizasyon Şekilleri”, Türkiye’de Toprak Meselesi, Đstanbul,<br />

1980. ss.575-724.<br />

_____________, “Feodal Düzen ve Osmanlı Tımarı”, Türkiye’de Toprak Meselesi,<br />

Đstanbul, 1980. ss. 873-895.<br />

Batmaz, Ş. Eftal, “XV-XVI. Yüzyıl Sancak Kanunnamelerine Göre Osmanlı Devleti’<br />

nde Tahıl Üretimi, TAD, Ankara, 2004, c.23, sa.36, ss. 35-41.<br />

Baykara, Tuncer, Anadolu’nun Tarihi Coğrafyasına Giriş I, Ankara, 1988.<br />

Bayrakçı, Halil, Osmanlı Toprak Sistemi, Đstanbul, 1990.<br />

Beldiceanu - Steinherr, Đrene,“XV. ve XVI. Asırlarda Anadolu’da Ortakçılar”, VIII.<br />

Türk Tarih Kongresi’ne Sunulan Bildiriler, c.II, Ankara,<br />

1981. ss. 1321-1326.<br />

Beldiceanu, Nicoara, XIV-XVI. Yüzyıllarda Osmanlı Devleti’nde Tımar, çev. Mehmet<br />

Ali Kılıçbay, Ankara, 1985.<br />

Bilgili, A. Sinan, Osmanlı Döneminde Tarsus Sancağı ve Tarsus Türkmenleri, Ankara,<br />

2001.<br />

Bizbirlik, Alpay, “16. Yüzyılın Ortalarında Atak Sancağı ve Sancak Beyleri Üzerine<br />

Notlar”, TĐD, Đzmir, 1999. ss.109-133.<br />

Bostan, M. Hanefi, XV-XVI. Asırlarda Trabzon Sancağı’nda Sosyal ve Đktisadi Hayat<br />

Ankara, 2002.<br />

Cin, Halil, Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin Bozulması, Đstanbul, 1985.<br />

Çağatay, Neşet, “Osmanlı Đmparatorluğunda Reayadan Alınan Vergi ve Resimler”,<br />

AÜDTCFD, sa.5, Ankara, 1947, ss. 483-511.<br />

_____________, “Osmanlı Đmparatorluğu’nda Reaya’nın Miri Arazide Toprak<br />

Tasarrufu ve Đntikal Tarzları”, IV. Türk Tarih Kongresi’nde Sunulan<br />

Tebliğler, Ankara, 1952, ss.426-433.


117<br />

Çakar, Enver, “ XVII. Yüzyılın Ortalarında Trablusşam Şehrinin Sosyal ve Đktisadi<br />

Durumu ”, TAD, Ankara, 2004, c.XXII, sa.XXXV, ss. 45-69.<br />

David, Geza, 16. Yüzyılda Simontornya Sancağı, çev. Hilmi Ortaç, Đstanbul, 1999.<br />

Demir, Alpaslan, XVI. Yüzyılda Samsun-Ayıntab Hattı Boyunca Yerleşme, Nüfus ve<br />

Ekonomik Yapı,( Basılmamış Doktora Tezi) Ankara Üniversitesi<br />

Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2007.<br />

Demirci, Rasih-Ahmet Özçelik, Tarım Tarihi, Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi<br />

Yayınları, Ankara, 1990.<br />

Dernek, Zeynep, Tarım Ekonomisi ve Đşletmeciliği, Isparta, 2002.<br />

Dicleli, Vedad, Đktisadi Gelişme Tarihi, Đstanbul, 1966.<br />

Dinler, Zeynel, Tarım Ekonomisi, Bursa, 1996.<br />

Divitçioğlu, Sencer, Asya Üretim Tarzı ve Osmanlı Toplumu, Đstanbul, 1967.<br />

Doğru, Halime, Osmanlı Đmparatorluğu’ nda Yaya –Müsellem – Taycı Teşkilatı<br />

(XV.- XVI. Yüzyıllarda Sultanönü Sancağı), Đstanbul, 1990.<br />

____________, Eskişehir ve Sultanönü Sancağı, Đstanbul, 1992.<br />

Ecevit, F. Mustafa, Bahçe Bitkileri, Selçuk Üniversitesi, Ziraat Fakültesi Yayınları,<br />

Konya, 1986.<br />

Emecen, Feridun, XVI. Asırda Manisa Kazası, Ankara, 1989.<br />

_____________, “Çeltik”, TDVĐA, c.8, Đstanbul, 1993, ss.265-266.<br />

Ergenç, Özer, XVI. Yüzyılın Sonlarında Bursa, Ankara, 2006.<br />

Erler, Mehmet, Yavuz, “XIX. Yüzyıldaki Bazı Doğal Afetler ve Osmanlı Yönetimi”,<br />

Türkler, c.13, Ankara, 2002, ss.762-769.<br />

__________________, Osmanlı Devleti’nde Kuraklık ve Kıtlık Olayları (1800-1880),<br />

Đstanbul, 2010.<br />

Eröz, Mehmet, Yörükler, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, Đstanbul, 1991.<br />

Erpolat, M. Salih, 16. Yüzyılda Ergani Sancağı, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi)<br />

Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, 1993.


118<br />

Ertürk, Volkan, XVI. Asırda Akşehir Sancağı,(Basılmamış Doktora Tezi) Gazi Üniversitesi<br />

Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2007.<br />

Fatsa, Mehmet, XV. ve XVI. Yüzyıllarda Giresun Kırsalı’nın Sosyal ve Đdari Tarihi,<br />

Giresun, 2005.<br />

Faroqhı, Suraiya, Osmanlı Şehirleri ve Kırsal Hayatı, çev. Sonnur Özcan, Ankara,<br />

2006.<br />

_____________, Osmanlıda Kentler ve Kentliler, çev. Neyyir Kalaycıoğlu, Đstanbul,<br />

2000.<br />

Genç, Mehmet, “Osmanlı Đktisadi Dünya Görüşünün Đlkeleri”, Osmanlı Đmparatorluğu’nda<br />

Devlet ve Ekonomi, Đstanbul, 2007. ss. 43-52.<br />

Goff, Jacques Le, Ortaçağ Batı Uygarlığı, çev. Hanife Güven- Uğur Güven, Đzmir,<br />

1999.<br />

Göğebakan, Göknur, XVI. Yüzyılda Malatya Kazası, Malatya, 2002.<br />

Gökbunar, A. Rıza, “Celali Ayaklanmalarının Maliye Tarihi Açısından Değerlendirilmesi”,<br />

Yönetim ve Ekonomi Dergisi, CBÜĐĐBF, Manisa, 2007,<br />

c.14, sa. 1. ss. 1-24.<br />

________________, “Osmanlı Devleti’nde Yörüklerin Göçerlikten Yerleşik Yaşama<br />

Geçirilmesinde Uygulanan Vergi Politikaları ve Sonuçları”,<br />

Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Manisa, 2003,<br />

c.1, ss. 59-66.<br />

Gökçe, Turan, XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Lâzıkıyye (Denizli) Kazası, Ankara, 2000.<br />

Göyünç, Nejat, “XVI. Yüzyılda Güney-Doğu Anadolu’nun Ekonomik Durumu”,<br />

Türkiye Đktisat Tarihi Semineri (Ed. Osman Okyar- H. Ünal Nalbant-<br />

Oğlu), Ankara, 1975. c.13, ss.71-98.<br />

Gudıashvılı, David, “XV-XVII. Yüzyıllarda Türkiye’de Đpekli Kumaş Dokumacılığı”,<br />

Osmanlı, c.3, Ankara, 1999, s.87-95.<br />

Güçer, Lütfi, XVI-XVII. Asırlarda Osmanlı Đmparatorluğu’nda Hububat Meselesi ve<br />

Hububattan Alınan Vergiler, Đstanbul, 1964.


119<br />

Gül, Abdülkadir, “Osmanlı Devleti’nde Kuraklık ve Kıtlık (Erzurum Vilayeti Örneği:<br />

1892-1893 ve 1906-1908 Yılları)”,Uluslararası Sosyal Araştırmalar<br />

Dergisi, 2009, sa.9, c.2, ss.144-158.<br />

Gümüşçü, Osman, Tarihi Coğrafya, Đstanbul, 2006.<br />

Gündüz, Ahmet, Osmanlı Đdaresinde Musul, Elazığ, 2003.<br />

Güneş, Ahmet, “Bilecik ve Çevresinde 16. Yüzyılda Sosyal ve Ekonomik Durum”,<br />

OTAM, Ankara, 1999, sa.10, ss.87-118.<br />

Güran, Tevfik, 19. Yüzyıl Osmanlı Tarımı, Đstanbul, 1998.<br />

Gürbüz, Adnan, “XV.- XVI. Yüzyıllarda Sivas Şehrinde Đdari ve Ekonomik Yapı”,<br />

Vakıflar Dergisi, c.26, Ankara, 1997, ss.87-96.<br />

Halaçoğlu, Yusuf, XIV-XVII. Yüzyıllarda Osmanlı Devlet Teşkilatı ve Sosyal Yapı,<br />

Ankara, 2007.<br />

Hinz, Walther, Đslam’da Ölçü Sistemleri, çev. Acar Sevim, Đstanbul, 1990.<br />

Hütteroth, W. Dıeter, “ Osmanlı Đmparatorluğu’nun Tarihi Coğrafyası ”, Türkler,<br />

Ankara, 2002, c.9, ss. 45-53.<br />

Đnalcık, Halil, Osmanlı Đmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600), çev. Ruşen Sezer,<br />

Đstanbul, 2006.<br />

__________, “Köy, Köylü ve Đmparatorluk”, Osmanlı Đmparatorluğu Toplum ve<br />

Ekonomi, Đstanbul, 1996, ss.1-14.<br />

__________, Osmanlı Đmparatorluğu’ nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi I (1300-<br />

1600), Đstanbul, 2004.<br />

__________, “Çiftliklerin Doğuşu: Devlet, Toprak Sahipleri ve Kiracılar”, Osmanlı<br />

Toprak Mülkiyeti ve Ticari Tarım, Ed. Çağlar Keyder – Faruk Tabak,<br />

Đstanbul, 1998, ss.17-35.<br />

___________, “Osmanlılar’da Raiyyet Rüsumu”, Osmanlı Đmparatorluğu Toplum ve<br />

Ekonomi, Đstanbul, 1996, ss.31-65.<br />

___________, “Osmanlı Đmparatorluğu’nda Köle Emeği”, Doğu Batı Dergisi Makaleler<br />

II, Ankara, 2008, ss.123-153.<br />

___________, “Osmanlı Para ve Ekonomi Tarihine Toplu Bir Bakış”, Ekonomi,<br />

Doğu Batı Dergisi, Ankara, 2006, sa. 17, ss.9-36.


120<br />

___________, “Osmanlı Đmparatorluğu’nda Pamuklu Pazarı, Hindistan ve Đngiltere”<br />

Osmanlı Đmparatorluğu Toplum ve Ekonomi, Đstanbul, 1996, ss. 259-<br />

317.<br />

Đnalcık, Halil, Donald Quatert, Osmanlı Đmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal<br />

Tarihi II (1600-1914), Đstanbul, 2004.<br />

Đnbaşı, Mehmet, XVI. Yüzyıl Başlarında Kayseri, Kayseri, 1992.<br />

Đslamoğlu, Huri, “16. Yüzyıl Anadolusu’nda Köylüler, Ticarileşme ve Devlet Đktidarının<br />

Meşrulaştırılması”, Osmanlı Toprak Mülkiyeti ve Ticari Tarım,<br />

Ed. Çağlar Keyder-Faruk Tabak,(çev. Zeynep Altok), Đstanbul, 1998,<br />

ss. 59-81.<br />

Đslamoğlu-Đnan, Huricihan, Osmanlı Đmparatorluğu’nda Devlet ve Köylü, çev. Sabri<br />

Tekay, Đstanbul, 1991.<br />

Kadayıfçılar, Süleyman, Ziraatte Kullanılan Canlı Kuvvet Vasıtaları, Ankara<br />

Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları, Ankara, 1963.<br />

Kankal, Ahmet, XVI. Yüzyılda Çankırı Sancağı, Çankırı, 2009.<br />

____________, Türkmen’in Kaidesi Kastamonu (XV - XVIII. Yüzyıllar Arası Şehir<br />

Hayatı, Ankara,2004.<br />

Karaca, Behset, XV. ve XVI. Yüzyıllarda Teke Sancağı, Isparta, 2002.<br />

____________, “1518 (H.924) Tarihli Tahrir Defterine Göre Kiğı Sancağı”,<br />

Doğumunun 50. ve Hizmetinin 10. Yılında Prof. Dr. Bayram<br />

Kodaman’a Armağan, Samsun, 1993, ss.137-169.<br />

____________, XV. ve XVI. Yüzyıllarda Manavgat Kazası, Isparta, 2009.<br />

____________, “Osmanlı Devleti’ nde Konar – Göçer Zümrelerin (Yörükler)<br />

Safevi Devletiyle Đlişkileri”, Arayışlar, sa.14, Isparta, 2005, ss.17-36.<br />

____________, “1522-1532 Tarihlerinde Aydın-ili Yörükleri”, SDÜ Fen Edebiyat<br />

Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, sa.13, Isparta, 2005, ss.103-138.<br />

____________, “1522-1532 Tarihlerinde Menteşe Bölgesi Yörükleri”, Fırat Üniversitesi<br />

Sosyal Bilimler Dergisi, sa.2, c.18, Elazığ, 2008, ss. 403-440.


121<br />

____________, “XV. ve XVI. Asırlarda Teke Sancağı’ndaki Yörüklerin Sosyal ve<br />

Ekonomik Durumu”, 18-19 Aralık 2003 Tarihinde Cumhuriyet’in 80.<br />

Yılı Münasebetiyle Düzenlenen Antalya’nın Son Bin Yılı Sempozyumunda<br />

Sunulan Bildiri, Antalya, 2003, ss.75-95.<br />

Karaman, Deniz, XVI. Yüzyılda Ayaş Kazası, Ankara, 2003.<br />

Kazıcı, Ziya, Osmanlı Vergi Sistemi, Đstanbul, 2005.<br />

Kılıç, Orhan, “Osmanlı Devleti’nde Meydana Gelen Kıtlıklar”, Türkler, c.10, Ankara,<br />

2002, ss.718-730.<br />

__________, XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Van (1548-1648), Van, 1997.<br />

__________, XVI. Yüzyılda Adilcevaz ve Ahlat (1534-1605), Ankara, 1999.<br />

Kılıçbay, Mehmet Ali, Feodalite ve Klasik Dönem Osmanlı Üretim Tarzı, Ankara,<br />

1982.<br />

Kurt, Yılmaz, “Osmanlı Toprak Yönetimi”, Osmanlı, c. III, Ankara, 1999, ss. 59-65.<br />

__________, 1572 Tarihli Mufassal Tahrir Defterine Göre Adana’nın Sosyal-<br />

Ekonomik Tarihi Üzerine Bir Araştırma, Ankara, 1990.<br />

Küçükkalay, A. Mesud, “Osmanlı Toprak Sistemi Miri Rejim”, Osmanlı, cilt. 3,<br />

Ankara, 1999, ss.53-57.<br />

Kütükoğlu, Mübahat, XV ve XVI. Asırlarda Đzmir Kazası’ nın Sosyal ve Đktisadi<br />

Yapısı, Đzmir, 2000.<br />

Lındner, Rudı Paul, Ortaçağ Anadolusu’nda Göçebeler ve Osmanlılar, çev. Müfit<br />

Günay, Ankara, 1990.<br />

Maclean, Gerald, Doğu’ya Yolculuğun Yükselişi-Osmanlı Đmparatorluğu’nun Đngiliz<br />

Konukları (1580-1720), çev. Dilek Şendil, Đstanbul, 2006.<br />

Martal, Abdullah, Belgelerle Osmanlı Döneminde Đzmir, Đzmir, 2007.<br />

Metin, Rafet, XVI. Yüzyılda Orta Anadolu’da Nüfus ve Yerleşme, Gazi Üniversitesi<br />

Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Doktora Tezi, Ankara, 2007.<br />

Miroğlu, Đsmet, XVI. Yüzyılda Bayburt Sancağı, Đstanbul, 1973.<br />

____________, Kemah Sancağı ve Erzincan Kazası (1520-1566), Ankara, 1990.<br />

Mutaf, Emin, Tarım Alet ve Makinaları, Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Yayınları,<br />

Đzmir, 1984.


122<br />

Oflaz, Mustafa, “Osmanlı Dirlik Sistemi”, Türkler, c.10, Ankara, 2002, ss. 695-707.<br />

Öz, Mehmet, XV-XVI. Yüzyıllarda Canik Sancağı, Ankara, 1999.<br />

_________, “Osmanlı Klasik Döneminde Tarım”, Osmanlı, c. III, Ankara, 1999,<br />

ss. 66-73.<br />

_________, “XVI. Yüzyılda Anadolu’da Verimlilik Problemi”, XIII. Türk Tarih<br />

Kongresi’nde Sunulan Bildiriler, Ankara, 2002, ss.1643-1651.<br />

_________, “XV-XVI. Yüzyıllar Anadolu’sunda Tarım ve Tarım Ürünleri”, Kebikeç,<br />

sa.23, Ankara, 2007, ss.111-128.<br />

Özbaran, Salih, “XVI. Yüzyılda Osmanlı Đmparatorluğu’nda Đltizam”, V. Milletlerarası<br />

Türkiye Sosyal ve Đktisat Tarihi Kongresi’nde Sunulan Tebliğler,<br />

Ankara, 1990, ss. 453-457.<br />

Özbay, Rahmi Deniz, “Osmanlı Đmparatorluğu’nda Köle Emeği’nin Đstihdâmı ve<br />

Mukâtebe Yöntemi”, Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler<br />

Enstitüsü Dergisi, sa. 17, 2009/1, ss. 148-163.<br />

Özdeğer, Mehtap, XV-XVI. Yüzyıl Arşiv Kaynaklarına Göre Uşak Kazası’nın Sosyal<br />

ve Ekonomik Tarihi, Đstanbul, 2001.<br />

Özdeğer, Yunus, “XIX. Yüzyıl Sonlarında Meydana Gelen Bir Kuraklık ve Kıtlık<br />

Hadissi Đle Bunun Sosyo-Ekonomik Sonuçları,” Karadeniz Araştırmaları,<br />

sa.19, Güz, 2008, ss. 87-96.<br />

Özgen, F. Başkan, Osmanlı Devleti’nin Diğer Devletlerle Đktisadi Đlişkisi, Ekonomi<br />

ve Toplum Dergisi, sa.32. Mart-Nisan 2000, ss.101-111.<br />

Özkaya, Yücel, 18. Yüzyılda Osmanlı Toplumu, Đstanbul, 2007.<br />

Öztürk, Mustafa, Tarih Felsefesi, Elazığ, 1999.<br />

Öztürk, Yücel, Osmanlı Hakimiyeti’nde Kefe (1475-1600), Ankara, 2000.<br />

Pamuk, Şevket, Osmanlı Ekonomisi ve Kurumları, Đstanbul, 2010.<br />

____________, Osmanlı-Türkiye Đktisadi Tarihi (1500-1914), Đstanbul, 2007.<br />

Panzac, Daniel, Osmanlı Đmparatorluğu’nda Veba (1700-1850), çev. Serap Yılmaz,


123<br />

Đstanbul, 1997.<br />

Refik, Ahmed, Anadolu’da Türk Aşiretleri (966-1200), Đstanbul, 1989.<br />

Sağlamtimur, Turan, Veyis Tansı, Harun Baytekin, Yem Bitkileri Yetiştirme,<br />

Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Adana,1995.<br />

Sak, Đzzet, “Osmanlı Sarayı’nın Đki Aylık Meyve ve Çiçek Masrafı”, TAD, Ankara,<br />

2006, c.25, sa.40, ss. 141-176.<br />

Sarı, Serkan, XV - XVI. Yüzyıllarda Menteşe, Hamid ve Teke Sancağı Yörükleri,<br />

(Basılmamış Doktora Tezi) Süleyman <strong>Demirel</strong> Üniversitesi Sosyal<br />

Bilimler Enstitüsü, Isparta, 2008.<br />

Sevinç, Necdet, Osmanlılar’da Sosyo-Ekonomik Yapı, c. I, Đstanbul, 1978.<br />

Shaw, Stanford, Osmanlı Đmparatorluğu ve Modern Türkiye I, çev.Mehmet Harmancı<br />

Đstanbul, 1994.<br />

Sınger Amy, Kadılar, Kullar, Kudüslü Köylüler, çev. Sema Bulutsuz, Đstanbul, 1996.<br />

Solak, Đbrahim, XVI. Asırda Maraş Kazası (1526-1563), Ankara, 2004.<br />

____________, “Osmanlı Đmparatorluğu Döneminde Meyve ve Sebze Üretimi”,<br />

Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, sa.24, Konya,<br />

2008, ss.217-251.<br />

____________, XVI. Yüzyılda Zamantu Kazası’nın Sosyal ve Đktisadi Yapısı,<br />

Konya, 2007.<br />

Sönmez, M. Tului, Osmanlı’dan Günümüze Toprak Mülkiyeti, Ankara, 1998.<br />

Sudi, Süleyman, Defter-i Muktesid, (Yay. M. Ali Ünal), Isparta, 2008.<br />

Sürek, Halil, Çeltik Tarımı, Đstanbul, 2002.<br />

Şahin, Đlhan, “Göçebeler”, Osmanlı, c.4, Ankara, 1999. ss.132-141.<br />

Şahin Salih, “Tosya- Osmancık ve Kargı Đlçelerinde Çeltik Ziraati”, Gazi Üniversitesi<br />

Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, c.22, sa.3, Ankara, 2002, ss.19-35.<br />

Şener, Abdüllatif, Tanzimat Dönemi Osmanlı Vergi Sistemi, Đstanbul, 1990.<br />

Şimşirgil, Ahmet, “XV-XVI. Asırlarda Tokat Şehrinde Đktisadi Hayat”, TĐD, c. 10,<br />

Đzmir, 1995, ss.187-210.<br />

Tabakoğlu, Ahmet, “Öşür”, TDVĐA, c.34, ss.97-103.


124<br />

_______________, Türkiye Đktisat Tarihi, Đstanbul, 2009.<br />

_______________, “Osmanlı Đçtimai Yapısının Ana Hatları”, Osmanlı, c.4, Ankara,<br />

1999, ss.17-29.<br />

_______________, “Klasik Dönemde Osmanlı Ekonomisi”, Türkler, c.10, Ankara,<br />

2002, ss. 653-689.<br />

_______________, Gerileme Dönemine Girerken Osmanlı Maliyesi, Đstanbul, 1985.<br />

Taştemir, Mehmet, XVI. Yüzyılda Adıyaman (Behisni, Hısn-ı Mansur, Gerger,<br />

Kâhta) Sosyal ve Đktisadi Tarihi, Ankara, 1997.<br />

Usta, Veysel, Anabasis’ten Atatürk’e Seyahatnamelerde Trabzon, Trabzon, 1999.<br />

Uykucu, Ekrem, Menteşe Sancağı, Đstanbul, 1974.<br />

Uzun, Efkan, “Osmanlı Ülkesinde Görülen Đsyan ve Eşkıyalık Olayları Hakkında Bir<br />

Değerlendirme”, TÜBARD, sa.25, Niğde, 2009, ss.185-214.<br />

Ünal, Mehmet Ali, XVI. Yüzyılda Çemişgezek Sancağı, Ankara,1999.<br />

______________, Osmanlı Müesseseleri Tarihi, Isparta, 2005.<br />

______________, XVI. Yüzyılda Harput Sancağı, Ankara, 1989.<br />

______________, Osmanlı Devrinde Sinop, Isparta, 2008.<br />

______________, “XVI. Yüzyılda Honaz Kazası”, Uluslar arası Denizli ve Çevresi<br />

Tarih ve Kültür Sempozyumu Bildirileri, Denizli, 2007. ss.103-110.<br />

Ürekli, Bayram, “XVII. Yüzyılda Konya’da Bazı Eşya ve Yiyecek Fiyatları”,<br />

Doğumunun 50. ve Hizmetinin 10. Yılında Prof. Dr. Bayram<br />

Kodaman’a Armağan, Samsun, 1993, ss.343-370.<br />

Veinstein, Gilles, “ Karadeniz’in Kuzeyinde Büyük 1560 Kuraklığı : Osmanlı<br />

Yetkililerinin Durumu Algılayışı ve Gösterdikleri Tepkiler ”,<br />

Osmanlı Đmparatorluğu’nda Doğal Afetler, Ed. Elızabeth Zacharıdou,<br />

Đstanbul, 2001, ss. 297-306.<br />

Yediyıldız, Bahaeddin, Ordu Kazası Sosyal Tarihi (1455-1613), Ankara,1985.<br />

Yılmaz, Ahmet, 413 Numaralı Tapu Tahrir Defterine Göre Bitlis Sancağı (1555-<br />

1556), Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış<br />

Yüksek Lisans Tezi, Konya, 2010.


125<br />

ANSĐKLOPEDĐ VE SÖZLÜKLER<br />

Ana Britannica, “Burçak”, V, Đstanbul, 2004, s.151.<br />

____________, “Mercimek”, XV, Đstanbul, 2004, s.589.<br />

____________, “Mısır”, XVI, Đstanbul, 2004, s.47-48.<br />

____________, “Nohut”, XVI, Đstanbul, 2004, s.590.<br />

____________, “Yulaf”, XXII, Đstanbul, 2004, s.485.<br />

____________, “Zeytin”, XXII, Đstanbul, 1990, s.569-570.<br />

Baykal, B. Sıtkı, Tarih Terimleri Sözlüğü, Ankara, 2000.


126<br />

ÖZ GEÇMĐŞ<br />

Kişisel Bilgiler<br />

Adı-Soyadı<br />

: Durmuş Volkan KARABOĞA<br />

Doğum Yeri ve Tarihi : ISPARTA – 08.11.1986<br />

Eğitim Durumu<br />

Lisans Öğrenimi<br />

: Süleyman <strong>Demirel</strong> Üniversitesi Fen- Edebiyat<br />

Fakültesi Tarih Bölümü<br />

Yüksek Lisans Öğrenimi : Süleyman <strong>Demirel</strong> Üniversitesi Sosyal Bilimler<br />

Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı<br />

Doktora Öğrenimi :<br />

Bildiği Yabancı Diller : Đngilizce<br />

Bilimsel Faaliyetler :<br />

Đş Deneyimi<br />

Stajlar :<br />

Projeler :<br />

Çalıştığı Kurumlar : Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi<br />

Tarih Eğitimi Ana Bilim Dalı’nda Araştırma<br />

Görevlisi olarak 22 Şubat 2010 tarihinden itibaren<br />

çalışmaktayım.<br />

Đletişim<br />

E-Posta Adresi : vlkn. krb.32@hotmail.com<br />

Tel. : 0544 972 07 29<br />

Tarih : Aralık - 2010

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!