22.03.2015 Views

KENTTE FELSEFE KÜLTÜRÜ VE GELECEĞİ Betül ÇOTUKSÖKEN ...

KENTTE FELSEFE KÜLTÜRÜ VE GELECEĞİ Betül ÇOTUKSÖKEN ...

KENTTE FELSEFE KÜLTÜRÜ VE GELECEĞİ Betül ÇOTUKSÖKEN ...

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

<strong>KENTTE</strong> <strong>FELSEFE</strong> <strong>KÜLTÜRÜ</strong> <strong>VE</strong> <strong>GELECEĞİ</strong><br />

<strong>Betül</strong> <strong>ÇOTUKSÖKEN</strong><br />

Her toplumsal, tarihsel, kültürel dönem kendi kentini yaratır. Ancak “kent” olarak<br />

adlandırılan yerleşimlerin bir bakıma “tarihüstü” nitelikli ortak paydası, insanlararası<br />

ilişkilerin farklılığında ve çoğulluğunda somutlaşır. Kentte insanın kendisiyle ve kendisi<br />

olmayanla, dünyayla, bilgiyle, bilgi olmayanla ilişkisi, içinde bulunulan kentin şimdiki<br />

durumuna, geçmişten aktardıklarına, kentin başka kentlerle olan ilişkisine, teknik-teknolojik<br />

konumuna, günlük yaşamın ne türden ögelerle örgütlendiğine göre değişiklikler gösterir.<br />

Kentin içinde barınan, yer alan toplumun, kentin içinde yer aldığı ülkenin özellikleri,<br />

nitelikleri kamusal yaşamın geçmişten şimdiye ve geleceğe uzanan örgütlenişi, her türlü<br />

insansal karşılama ve karşılaşma olanağını, biçimini etkisi altına alır. Her ortamda olduğu<br />

gibi, kent ortamında da insan; dünya, bilgi ve bilgi olmayan arasındadır. Arada olan bir varlık<br />

olarak insan; dünyayı, bilgi ya da bilgi olmayanı karşılar ve burada sayılanların hepsiyle<br />

karşılaşır.<br />

Kent ortamında insan her şeyden önce, toplumsal-kamusal ilişkilerinde çeşitliliklerle<br />

karşılaşır. Söz konusu karşılamaların ve karşılaşmaların kendisine yönelmek, bunların<br />

işleyişini anlamaya çalışmak, günümüzde insan ve toplum bilimlerinin başlıca araştırma<br />

konusu olabileceği gibi, varolan her şeyi, her durumu kendi konusu kılma başarısı gösteren<br />

felsefenin de konusudur. Bu bağlamda felsefe, dünyayı kent ölçeğine taşıyarak, insanı da bu<br />

ölçekteki konumuyla dikkate alarak anlamaya çalışır. Felsefe ayrıca, kentte bir araya gelen,<br />

buluşan insanların buluşma ortamlarının özelliklerine de dikkati çeker.<br />

İnsan-varlık bilgisini, antropontolojiyi felsefece düşünmenin ana doğrultusu yapan bu<br />

anlayış ya da yaklaşım, günümüz için bu bağlamda neler söyleyebilir? Kentiçi ilişkiler,<br />

kentlerarası ilişkiler, kente sürekli olarak dışarıdan, başka kentlerden, başka türden yerleşim<br />

birimlerinden katılanlar, kentin her gün değişen dokusu, kentteki karşılaşmalar, buluşmalar,<br />

neredeyse, çözümlenmesi sayısız güçlük içeren durumlar olarak filozofun karşısında durur.<br />

İnsanlararası ilişkilerin yüz yüze olmaktan çıktığı, kentlerin artık özellikle iletişim ilişkileri<br />

bakımından sınırlanamadığı, mekân olarak da sürekli olarak genleştiği, nerede başlayıp<br />

nerede bittiği, sınırlarının ne olduğu konusunda belirsizliklerin öne çıktığı bu yeni dünya<br />

II. Uluslararası Felsefe Kongresi, Uludağ Üniversitesi, 13.10.2012.<br />

Prof. Dr. <strong>Betül</strong> Çotuksöken, Maltepe Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü,<br />

betulc@maltepe.edu.tr


durumunda üzerinde durulacak sorunlar her an artmaktadır. Kent bu yeni durumuyla, çokça,<br />

“mekân oburu” olarak biçimlenmektedir özellikle Türkiye örneğinde olduğu gibi. Bu ortamda<br />

her şey salt mekândan, hatta yapıdan, binadan ibarettir; yeni olan bu mekânların, yapıların,<br />

binaların yalnızca somut varoluşudur. Salt somut mekânlardan oluşan bu dünyada yer yer<br />

eskiye ilişkin, yerele ilişkin özlem de içinde olmak üzere, her şey tüketilmek üzere bu yeni<br />

kentte yerini almaktadır yine İstanbul örneğinde olduğu gibi. İstanbul’daki yeni konut<br />

alanlarına verilen adlar bu ileri sürüşü destekler niteliktedir. 1 Konut gereksinimi, bu yeni<br />

durumda yerel ve küresel ölçekli nostaljiyle artık karşılanmaya çalışılmaktadır. Oluşturulan<br />

mekânlar bir yandan eskiye olan özlemin aynasıdır; öte yandan da bir türlü ulaşılamaz olanın<br />

gündelik, ulaşılabilir duruma getirilişinin, “kitsch”leşmesinin somut örnekleridir.<br />

Farklılıkları alabildiğine içinde barındıran kent, bir yönüyle tüm kültürel doğallığını<br />

yitirmiş, devasa bir film stüdyosu, salt imgelerin oluşturduğu bir mekân haline gelmiş gibidir.<br />

Yukarıda da belirtildiği gibi salt mekân işlevi gören ve çoğun da yalnızca en temel<br />

gereksinimlerin giderildiği, ama durmadan da genleşen böyle bir kentte, insanların karşılaşma<br />

ortamlarının her şeyin kolayca ve kısa bir zaman dilimi içinde tüketilebileceği anlayışıyla<br />

bezenen yaşama alanları olduğu ve bu bağlamda yüksek düzeyli bir “tutarlılığın” kendisini<br />

gösterdiği açıktır. Her şey kolaylıkla ve kısa sürede tüketilmektedir; neredeyse hiç kimsenin<br />

uzun uzadıya karşılaşmaya, konuşmaya, tartışmaya, derinleşmeye zamanı yoktur; zaman<br />

çoğunlukla da, sanal ortamda, “çoğunluklar”ın edilgin kılındığı, nesneleştirildiği<br />

yüzeysellikler, ama görünürde, imgesel “çoğulluklar” çerçevesinde tüketilmektedir. Bu<br />

ortamların “sözde” özneleri oradan oraya koşuşup durmakta “discursuslar”ını, 2 söylemlerini<br />

edilgin kitlelere iletmeye çalışmaktadırlar. Ayrıca son derece hızlı bir biçimde akan kent<br />

ortamında kimse hiçbir şeye yetişememektedir.<br />

Böyle bir ortamda insanların kurumlarla, bilgiyi üretmesi, aktarması, koruması,<br />

iletmesi gereken üniversitelerle olan ilişkisi nedir sorusu, yanıtını her şeyin<br />

araçsallaştırılmasının en somut örneği olarak bu kurumlarda, bilgi eksenli kurumlarda<br />

bulmaktadır. Üniversiteler çoğun salt bina olarak algılanmakta, insansal karşılaşmalar belli bir<br />

gereksinimi karşılamak üzere değil, görünürlüğü sağlamak üzere araç olarak kullanılmaktadır;<br />

her şey biraz daha “tanınmak” için planlanmaktadır. Pragmatik ve pratik olanın bu denli öne<br />

çıktığı ortamda temel itici gücü oluşturan ya da oluşturması gereken bilgi bağlamları gün<br />

1 “Bosphorus”, “Çırağan”, “Ege Boyu”, “Venezia” örnekleri.<br />

2 “Discursus”, koşuşup durmayla söylem arasındaki ilişkiye dikkat çekilmek istenmektedir burada.


geçtikçe geriye itilmekte, üniversiteler mekân olarak büyürken, insan ilişkilerinin beklenen,<br />

istenen amaçsallığı bakımından gittikçe küçülmektedir.<br />

Buraya kadar yapılan betimlemeler çerçevesinde felsefenin, baştan beri yalnızca kent<br />

ortamında “kendisi” olmuş olan felsefenin durumu nedir? 3 Felsefi söylemin birçok şeyin<br />

unutulduğu, çokça değer yargılarının ve sözde değerlerin öne çıkarıldığı, her şeyin<br />

araçsallaştırıldığı, hiçbir şeye zaman bulunamadığı ortamlardaki durumu nedir? Bu noktaya<br />

gelmeden önce, öznellikleri, yaşantıları da önceleyerek, dünya olarak İstanbul ve İstanbul’un<br />

gerçekleştiği mekânların özelliklerini mercek altına almak belki birçok şeyi içtenlikle<br />

anlatabilir. Hatta belki de tek bir insanın, özellikle bilgi dünyası olarak konumlanan<br />

“üniversite”yle ilişkileri birçok şeyi gözler önüne serebilir. Felsefe dolayımında tek kişi<br />

olarak “insan-kültür 4 -kent” ilişkisi hızlı değişim çerçevesinde “nesne” kılınabilir. Öyleyse,<br />

İstanbul gibi tarihsel-kültürel açıdan tanımlanmasında çok büyük zorluklar çekilen bu kentte<br />

yaşamış ve yaşamakta olan, başka deyişle bu kente sonradan katılmamış olan, yaşamını çok<br />

kısa aralıklar dışında sürekli olarak bu kentte sürdüren, şu ana kadarki yaşamının neredeyse<br />

yarıya yakınını da Doğu Roma İmparatorluğunun ve Osmanlı İmparatorluğunun somut kültür<br />

varlıkları arasında geçiren, öğrenim gördüğü okullarına ve üniversitesine yürüyerek gitme<br />

şansını elde etmiş olan, kente yeni katılmalara, göçlere, kentinin içerdiği tüm değişimlere<br />

tanıklık ederek yaşamını sürdüren ve zaman içinde kendini kentin çeperinde bulan biri olarak<br />

bu kişi, kentin bilgiyle olan ilişkisinin ne denli zayıf olduğunu, bilginin sürekli olarak bir avuç<br />

insanın elinde bulunduğunu, bilginin kentin eski sakinlerine olduğu gibi, yeni sakinlerine de<br />

ulaş(a)madığını, şimdi dönüp geriye baktığında daha da iyi anlamaktadır. O yıllarda bilgi<br />

gerçekten duvarların arasındadır, hiçbir şekilde dışarıya çık(a)mamaktadır; özellikle<br />

üniversiteler sanki toplumun yapay bir eklentisi durumundadır ve yine özellikle kadınlar bir<br />

bakıma doğal yaşamlarını bilgi olmayanın eşliğinde, kendi günlük yaşamlarını<br />

sürdürebilecekleri kadarıyla deneyimlerinin yardımıyla, yalın, gündelik iletişim ilişkileriyle,<br />

okumaz yazmazlığın ortamında, dünyaları, sadece kendi sokaklarından ya da olsa olsa<br />

mahallelerrinden oluşacak bir biçimde geleceğe hiçbir iz bırakmadan neredeyse<br />

varolmaktadırlar, yaşamaktadırlar.<br />

3 Yazılı kültürün en üst biçimlerinden biri olarak felsefenin kent ortamında ancak kendine yer bulacağı açıktır.<br />

Sokrates bunun en belirgin örneği değil midir?<br />

4 Kültür sözcüğü/terimi/kavramı bir üst im/gösterge olarak belirlenebilir. Ayrıntılı bilgi için bkz. <strong>Betül</strong><br />

Çotuksöken, “Göstergelerin Göstergesi Kültür”, Felsefeyi Anlamak Felsefe İle Anlamak, İstanbul: İnkılâp<br />

Kitabevi, 2001, ss. 139-145.


Üniversite böyle bir ortamda çoğun, günün kimi saatlerinde, gerçekten çok kısa bir<br />

süre için yalnızca kullanılan, aynı mekânı paylaşmakla birlikte, iletişimsizleri çok şeyin<br />

simgesi olan yalnız gezerlerle doludur. Öğretim yapılan ya da öğrenim görülen mekânlar,<br />

yaşamın dışında kalan, yaşama dünyasına dokunmayan, dışarıyı hiç mi hiç görmeyen<br />

geçirimsiz mekânlar gibidir. Dışarıyla gerçekten bağı olanlar da bu kez yeterince kendilerine<br />

uzanmaya çalışanları fark edememektedirler. Böyle bir üniversite üstelik de sürekli olarak<br />

darbe almakta, başka bir deyişle darbelerin nesnesi olmakta; yapabilenler, entellektüel düzeyi<br />

yüksek örtük bilgiyle kendini korumaya çalışmaktadır; bunu yapamayan geniş üniversite<br />

çoğunluğu, akademik bölünmüşlüğün, bir bakıma kendini en iyi koruyan stratejisine pek<br />

güzel, verimli bir biçimde ayak uydurarak, gerçekten “bilimsel cemaatleri”ni yaratabilmekte<br />

ve korunabilmektedirler. Öte yandan entellektüel örtük bilgi oraya, buraya dağılmaktadır;<br />

kökleşmeden yerinden edilmektedir. İyi ki de dağılmaktadır, gidilen yerlerde yeşerenler,<br />

Nermi Uygur’un deyimiyle “düşünce akrabalıkları” kurma başarısını gösterenler, benzerler<br />

olarak birbirini bulanlar, yeni yaşama alanları, hatta adacıkları oluşturabilmektedirler.<br />

Burada neredeyse son yarım yüzyılın tanıklığı dile getirilmektedir. Felsefe<br />

dünyasından dışarıya ve dışarıdan felsefe dünyasının içine olmak üzere şu andaki durum nedir<br />

felsefe dünyasında? Felsefe kültürü yaşamın neresindedir? Üniversite içinde ve dışında durum<br />

nedir? Kaç felsefe bölümü vardır? 5 Bu bölümlerden dışarıya neler taşmaktadır? Felsefe<br />

derneklerinin birbirleriyle olan ilişkileri, söz konusu derneklerin toplumla, kamuyla ilişkileri<br />

ne durumdadır? Felsefe kültürünün gücü nedir? Felsefenin toplumla, kamuyla, okullarla,<br />

bilimle, sanatla, siyasetle, ekonomiyle, medyayla ilişkisi ne merkezdedir? Yeni kent<br />

düzeninde felsefe kültürü kendini ne kadar, ne ölçüde göstermektedir soruları ve bu sorulara<br />

eklemlenebilecek çok sayıda soru, biz felsefecilerin önünde bir buzdağı gibi durmaktadır.<br />

Burada saptanan sorulara kısaca da olsa yanıt vermemiz gerekirse şunları belirtebiliriz:<br />

Felsefe bir düşünme yolu ve bir bilgi bağlamı olarak özellikle üniversitelerde kendine yer<br />

bulmaktadır. Ancak artan bir hızla, toplumun farklı kesimlerinin ilgi odağında çoğun, kısa<br />

5 44 üniversitede öğretim veren felsefe bölümü var. Bunların 18’inde İkinci Öğretim programı da var. 3<br />

üniversitede Ortaöğretim Sosyal Bilimler Alan Öğretmenliği Felsefe Öğretmenliği Anabilim Dalı var. Anadolu<br />

Üniversitesiyle İstanbul Üniversitesinde Açık Öğretim Programı olarak öğretim veren iki felsefe bölümü var. Bu<br />

durumda, İkinci Öğretimleri ve öğretmenlik programlarını da sayarsak, halen öğrenci alan 67 program var. 2012-<br />

2013 eğitim-öğretim yılında 8200’ü açık öğretime, 3600’ü örgün öğretime (İkinci Öğretim de dahil) olmak<br />

üzere, yaklaşık olarak 11800 öğrenci felsefe bölümlerinde/programlarında yer almaktadır. Buradaki Açık<br />

Öğretim sayısı nettir. Ancak ek kayıtlar sonrasında kesin sayılar ortaya çıkacaktır. 3600 sayısı tüm kontenjanı<br />

göstermektedir yaklaşık olarak. Ancak, bu kontenjanların gerçekten çok büyük bir bölümü dolmuştur. Bu da<br />

ülkemizde, felsefe bölümlerine, örneğin matematik ve fizik bölümlerinden daha çok ilgi gösterildiğinin de bir<br />

kanıtıdır.


süreli heves olarak yerini almakta; bu arada dernek, atölye vb. örgütlenmeler ya da iletişim<br />

olukları içinde kendini göstermektedir. Üniversitelerde, çoğun, içinde yer aldığı yönetsel<br />

bölünmenin kıskacında yalpalayan felsefe bölümleri, yine de ülkemizdeki kimi temel bilgi<br />

dallarından daha çok ilgi görmektedir. Yukarıdaki dipnotta da belirtildiği gibi, oldukça yüksek<br />

bir nicelikle karşı karşıyayız şu sırada. Ancak felsefe bölümlerindeki etkinlikler, bu<br />

etkinliklerin yaşama dünyasıyla olan bağı, dünya sorunları karşısındaki durumu, felsefe<br />

bilgisinden yararlanma konusunda genellikle toplumun, kamunun, sanal âlemin, medyanın,<br />

internet ortamının istemi, filozofların “ağdaş” “netizen” 6 olma saptaması, üzerinde ayrı ayrı<br />

durulması gereken noktalar olarak karşımıza çıkmaktadır. Felsefe kültürünün öznelerinin<br />

çoğun, anlık çağrışımlarla yetindikleri, bu çağrışımların etkisiyle, sözde söylemlerini<br />

oluşturdukları; bir başka deyişle, sık sık savruldukları gibi olgusal durum dikkate alınacak<br />

olursa, kendi özgün söylemini üniversitelerin duvarları ardında oluşturanların pek az sayıda<br />

olduğu ileri sürülebilir.<br />

Felsefe eğer Deleuze ve Guattari’nin üzerinde durduğu gibi, kavram yaratmaksa 7<br />

felsefe alanında çalışanlar hangi kavramları yaratmışlardır? Yine felsefe alanının özneleri,<br />

tutarlılık içinde hangi dünya sorunlarıyla yoğun bir biçimde uğraşmaktadırlar?<br />

Felsefecilerimizin insan anlayışları, varlık yaklaşımları, bilgi sorunuyla ilgili duruşları nedir?<br />

Çoğu zaman bunları anlamakta zorlanmaktayız. Günümüz, yukarıda da belirtildiği gibi,<br />

özellikle yüz yüze olmayan ilişkiler ortamında, sanal ortamda çok çeşitli sorunlarla, ağırlıklı<br />

olarak da etiğin ve siyaset felsefesinin alanına giren sorunlarla bizi karşılaştırmaktadır. Bu<br />

durumda kamusal alanın sanal âlem üzerinden yeniden yapılandırılmasının, hiçbir<br />

felsefecinin/filozofun uzak duramayacağı sorunlar öbeğini içerdiği açıktır. Çünkü ağlar her<br />

konuda, herkesin duyarlılığını dile getirme olanağı sağlamaktadır. 8 İşte bu yeni kamusal<br />

öznelerin bilgiyle olan bağı belki de en büyük, en temel sorunsalı oluşturmaktadır. 9<br />

Geldiğimiz bu noktada, buzdağının görünür yanında etiğin ve siyaset felsefesinin sorunları<br />

varken, buzdağının görünmeyen yanında son derece önemli antropolojik, ontolojik ve<br />

epistemolojik sorunlar olduğunu ileri sürebiliriz. Antropontoloji ya da insan-varlık bilgisi,<br />

temel bir felsefe disiplini olarak bu boyutların hepsini kuşatmaktadır. Örneğin, ağlarda<br />

6 Ağdaş, “net” ve “citizen”in kısaltması. Ayrıntılı bilgi için bkz. İnternet: Üçüncü Devrim?, Cogito, Sayı: 30, Kış<br />

2002, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, s. 142.<br />

7 Ayrıntılı bilgi için bkz. Gilles Deleuze/Felix Guattari, Felsefe Nedir?, Çeviren: Turhan Ilgaz, İstanbul: Yapı<br />

Kredi Yayınları, 1993.<br />

8 Karş. Mick Underwood, “Kamusal Alan Olarak İnternet”, İnternet: Üçüncü Devrim?, Cogito, Sayı: 30, Kış<br />

2002, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, s. 130.<br />

9 “Arap Baharı” (olup bitenler dikkate alındığında, buradaki “bahar” nitelemesi iyiden iyiye ironik durmaktadır)<br />

sanal âlemin, sosyal medyanın gücünü göstermektedir.


kendine yer bulmaya çalışanlar, bilgiden mi, yoksa bilgi olmayandan mı yola çıkmaktadırlar?<br />

Hepimizin önündeki en büyük sorun ağı, “bilgi-inanç” ayrımında kendini göstermektedir.<br />

Bu durumda Türkiye’nin filozofu derleyip toparlayan akılla, logosla, yerelin<br />

sorunlarını fark edecek, ancak yerelin sorunlarını, yeni özellikler içeren —önceki zaman<br />

dilimlerinin kamusundan çok farklı olan— yeni kamusal alandaki sorunları ilkin çözümlemek,<br />

ardından da çözmek için çabalayacaktır. Bu noktada yeni kamusalın diğer sorunlarının da<br />

özgürlük ve güven kavramlarıyla bağlantılı olduğu, günümüzdeki olup bitenlerle ilgisi içinde<br />

açıkça görülmektedir.<br />

Şimdi sorma zamanı geldi: Felsefe bölümleri/programları, felsefe dernekleri ya da<br />

sivil toplum kuruluşları bu sorularla/sorunlarla ne ölçüde ilgilidirler? Felsefenin bir düşünme<br />

yolu ve bir bilgi bağlamı olarak yukarıda belirtilen kavramların sınırlarının yeniden çizilmesi<br />

konusunda vereceği yanıtlar, tüm toplumu, kamusal ve kurumsal yapıları ilgilendirmektedir.<br />

Sonuç olarak, felsefeciler bu konularda özellikle son zamanlarda yeterince konuşmamakta,<br />

ağdaş olamamakta, ağları yönetenler de felsefe kültüründen pay al(a)madıkları için, bu<br />

kültürle beslen(e)medikleri için, filozoflar da özne olarak algılan(a)mamaktadırlar. Eğer<br />

bilim, sanat, felsefe insansal iletişim oluklarıysa, felsefe oluğunun oldukça sorunlu olduğu<br />

görülmektedir. Ancak, benzer durumun Türkiye açısından bilimde ve sanatta da söz konusu<br />

olduğunu ileri sürmek, bir abartı olmayacaktır. Tam da içinden geçtiğimiz durumu şöyle<br />

betimleyebiliriz: Teknolojiye dayalı ağlar bir bakıma araç/oluk olarak, yeterince<br />

aydınlanmamış grupsal iletilerin mekânı/ortamı haline gelmiştir. Neredeyse tüm kavramlar<br />

içeriksizlendirilmiş ya da ironik bir biçimde içeriklendirilmektedir günümüzde özgürlük ve<br />

demokrasi kavramlarında olduğu gibi. Böyle bir durumda, gündelik yaşamını kentte ya da<br />

kent dışında 10 sürdürerek ağdaşlarına ulaşabilen filozoflar belki de geleceğin öngörülü, belki<br />

de proaktif özneleri olarak her şeye uzanabileceklerdir. Öyleyse: Ağlar elinizde uzanın,<br />

mesajınızı iletin yersiz ve yurtsuz olarak, ağevrendeşi (cosmonetizen) ya da ağlararası<br />

yurttaşlar (internetizen) olarak. İşte bu andan itibaren artık tüm dünya, sizin, derleyip<br />

toparlamak üzere kendisine yöneldiğiniz kentiniz olacaktır. Geleceğin felsefesi işte bu dünya<br />

ya da yeryüzü kentindedir.<br />

10 Ancak filozofun, olsa olsa bedensel varlığı gerçekten kent dışındadır; o aslında tüm düşünen varlığıyla<br />

dünyaya, her yere uzanmakta, zaman ve mekân ötesi olmaktadır.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!