You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
Aralık / Ocak / Şubat 2012 Yıl:8 / Sayı 68<br />
SAĞLIKLI BİR<br />
KIŞ İÇİN...<br />
Cerrahide “da Vinci” Konforu<br />
Prof. Dr. Semra Kahraman<br />
Dünya Preimplantasyon Genetik Tanı<br />
Cemiyeti Başkanı Seçildi<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012
İçindekiler<br />
4 Da Vinci ile 8 Saatte Bağırsaktan Mesane Yapılıyor<br />
5 Bir İlk: Periton Zarı Dışından Prostat Kanseri Tedavisi<br />
6 Robotik Cerrahi Yerleşimi Zor Miyomların Temizlemesine İmkan Sağlar<br />
7 Rahim Alınması Ameliyatında Konforun Adı: Robotik Cerrahi<br />
8 Prof. Dr. Semra Kahraman Dünya Preimplantasyon Genetik Tanı Cemiyeti Başkanı Seçildi<br />
9 Kolestrol Yaşam Tarzı ile Düşmezse İlaç Kullanımı Şart<br />
10 Kış Hastalıklarından Korunmak İçin Bağışıklık Sisteminizi Güçlendirin<br />
11 Kış Aylarında Kilo Artışının Önüne Geçebilirsiniz<br />
12 Üst Solunum Yolu Hastalıkları Çocuğunuzun Peşini Bırakmıyorsa<br />
13 Kış Mevsiminde Orta Kulak İltihabına Dikkat<br />
14 Kronik Hastalığınız Varsa Kış Aylarına Dikkat<br />
15 Kışın Sağlıklı Bir Cilt İçin<br />
16 Kalp Damar Ölümlerinin En Yaygın 2. Nedeni Anevrizmalardır<br />
17 Optik Koherens Tomografi Yöntemi (OKT)<br />
18 Bypass Sonrası Yaşam Kalitenize Dikkat Edin<br />
19 Kalp Krizi “Geliyorum” Der mi?<br />
20 Çocuk Sahibi Olamama Nedenlerinin Yarısını Erkek Kısırlığı Oluşturur<br />
21 İyi Huylu Prostat Büyümesi Her Erkeğin Kabusu<br />
22 Ayak Bileği Artroskopisi Kısa Sürede Ayağa Kaldırıyor<br />
23 Mide Ağrıları Başka Hastalıkların Habercisi Olabilir<br />
24 Geçmeyen Baş Ağrıları Beyin Tümörü Habercisi Olabilir<br />
25 Burun Tıkanıklığı Şikayeti Yaşıyorsanız<br />
26 Botoks Göz Hastalıkları İçin Önemli Bir Tedavi Seçeneğidir<br />
27 Diyabet Böbreği Hepatit Karaciğeri Bitiriyor<br />
28 Duruş Bozuklukları Boyun Tutulmasına Neden Olabilir<br />
29 Radyolojide Girişimsel Uygulamalar ile Ameliyatsız Tedavi Mümkün<br />
30 Şeker Hastalığına Bağlı Retina Bozukluklarına Dikkat<br />
31 Parantez ve X Bacaklar Kader Değil<br />
32 İmplant Dişler Daha Fazla Özen İster<br />
33 İnatçı Öksürüklerin Nedeni “Bronşektazi” Olabilir<br />
34 Gebelik Kayıpları Her Geçen Yıl Artıyor<br />
35 Çocuk Sahibi Olamamanız Kısır Olduğunuzu Göstermiyor<br />
36 Ameliyatsız ve Acısız Güzellik Lazerle Mümkün<br />
37 Hamileyken Diş Sağlığınıza 2 Kat Özen Gösterin<br />
38 Meme Kanserinden Korkmayın<br />
39 Cildinizi Kaşıntı Diyabet Habercisi Olabilir<br />
40 Yeni Annelere Bebek Bakımı İçin Önemli İpuçları<br />
41 Okul Başarısızlığını Önleyin<br />
42 Yeni Doğan Her Bebek Sarılık Olur mu?<br />
43 Ani Bebek Ölüm Sendromuna Karşı Önleminizi Alın<br />
44 Aynı Anda Yapılan 5 Ameliyat ile Yeni Hayatına Kavuştu<br />
45 Meme Kanseri Olan Erkek Hasta <strong>Memorial</strong>’da Sağlığına Kavuştu<br />
46 Bulgar Hastalar Bebek Sevincini <strong>Memorial</strong>’da Yaşıyor<br />
47 Vitamin Eksikliği Sinir Hastalıklarına Neden Olabilir<br />
48 <strong>Memorial</strong> Sağlıklı Yaşam Okulları<br />
49 32 Yaşına Kadar Yaşayan Mutlu İnsanların Ülkesi<br />
50 <strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu Kurumsal Anlaşmalar<br />
Sahibi<br />
<strong>Memorial</strong> Sağlık Yatırımları A.Ş. adına<br />
Turgut Aydın<br />
Yayın Sorumlusu<br />
Yeliz Soydan ŞENGÜN<br />
Medya ve İletişim Koordinatörü<br />
Yayın Kurulu<br />
Esra Aydemir, Ceren Erdem, Binhan Urfalı,<br />
Yasemin Aktaş, Yasemin Gül, Fulya Daldal,<br />
Selin Konu, Dilara Bedük, Elif Çetin, Hatice Yörük<br />
Tasarım Ekibi<br />
Zerrin Özcan Sogul, Ceren Yörük, Suna Baykal<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012
AYIN KONUSU<br />
da VİNCİ İLE 8 SAATTE BAĞIRSAKTAN<br />
MESANE YAPILIYOR<br />
Prof. Dr. Derya Balbay - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Üroloji Bölümü<br />
Gelişmiş ülkelerde; erkeklerde 4. kadınlarda ise 7. sırada görülen kanser türü olan mesane kanseri, %50 oranında<br />
sigara içimi nedeniyle ortaya çıkıyor. Mesane kanseri genellikle 40 yaş sonrası görülüyor ve<br />
çok erken evrede bile, idrarda kan görülmesi ile belirti veriyor. da Vinci Robotik Cerrahi<br />
ile kanser nedeniyle alınan mesanenin yerine bağırsaktan yeni mesane yapılarak, hastaların sosyal anlamda<br />
yeniden hayata bağlanması sağlanıyor ve ameliyat öncesi gibi idrarın normal yolla atılımı gerçekleştiriliyor.<br />
Mesanenin iç yüzeyinde bulunan hücrelerden gelişen kanser türü olan mesane kanseri, böbrekten itibaren ve idrarın vücudu terk ettiği yere kadar aynı hücrelerden<br />
oluştuğu için idrar yollarının herhangi bir noktasında da kendini göstermektedir. Sigarayı kesin olarak bırakmakla %50 oranında önlenebilen mesane kanseri, erken<br />
evrede işaret vererek idrarda kan görülmesine neden olur. Mesane kanseri tedavisinde uygulanan açık ameliyatların, vücutta büyük kesi ve hastaların iyileşme<br />
sürelerinin uzaması gibi olumsuz etkileri vardır. Son yıllarda tüm dünyada kabul gören da Vinci Robotik Cerrahi tekniği sayesinde, mesane kanseri ameliyatları birkaç<br />
delikle yapılabilmekte ve hastalar çok kısa sürede normal yaşamlarına geri dönebilmektedir.<br />
Robotla küçük deliklerden kısa süreli iyileşme!<br />
Da Vinci Robotik Cerrahi ile mesane kanseri iki şekilde yapılabilir. İlki; mesanenin ve lenf bezlerinin çıkarılma işlemlerinin robotla yapılması ve sonra açık ameliyatla<br />
bağırsaklardan yeni mesane yapılarak idrar yoluna bağlanmasıdır. Ancak bu ameliyat tekniğiyle büyük ameliyat kesisi oluşmakta, bağırsaklar vücut dışında beklediği için;<br />
enfeksiyon, kuruma, sıvı ve ısı kaybı gibi sorunlar ortaya çıkabilmektedir. Dünyada çok az sayıdaki merkezde ve 10 kadar cerrah tarafından mesane kanseri ameliyatının<br />
tamamı robotla kapalı olarak yapılabilmektedir. Mesanenin çıkarılması, büyük damarların çevresindeki lenflerin temizlenmesi, bağırsaklardan yeniden mesane yapılması,<br />
idrar kanallarının bu yeni mesaneye bağlanması ve bunun da normal idrar yoluna bağlanmasının tamamı, <strong>robotik</strong> olarak gerçekleştirilebilmektedir.<br />
Açık ameliyatla 40 santim robotla 6 delik!<br />
• Da Vinci Robotik Cerrahi ile hasta, göbeğin 4-5 santimetre yukarısından başlayan bir noktadan, leğen kemiklerine kadar uzanan çok büyük bir ameliyat kesisinden<br />
kurtulmuş olur. Ameliyat, her biri 8-15 milimetrelik yalnızca<br />
6 delikten yapılabilir.<br />
• Bu hastaların, açık ameliyatlarda görülebilen kesi yeri fıtıklaşmaları, kesi yeri dikişlerinin açılması ve yeniden ameliyat olma riskleri de ortadan kalkar.<br />
• Robotik yapıldığı için ameliyat esnasında kanama riski de olmaz.<br />
• Hasta hiç açılmadan ameliyat yapıldığı için; bağırsakların<br />
kuruması, enfeksiyon kapması ve ısı kaybetmesi gibi riskler<br />
belirgin olarak azalır.<br />
• Ameliyat sonrasında hastalar daha kısa sürede iyileşir.<br />
• Mesane kanseri <strong>cerrahi</strong>sinde, mesane ile prostat da çıkarılır.<br />
Çünkü mesane kanserli hastaların üçte birinde, hastaların<br />
farkında olmadıkları prostat kanseri de yakalanabilir. Prostat<br />
alınırken, cinsel fonksiyon sağlayıcı sinirler ve idrar tutma<br />
mekanizması robotun sağladığı büyütme, yakından görme ve<br />
iyi aydınlatma ile daha iyi korunur.<br />
• da Vinci Robotik Cerrahi ile mesane kanseri olmuş hastalar;<br />
çoğunlukla ameliyatın 2. ve 3. gününde beslenmeye başlar.<br />
Bağırsak hareketleri yeterince yerine geldikten sonra ve her<br />
şey yolunda giderse de bir haftadan önce taburcu edilir. Sondalı<br />
olarak geçen 3 haftanın sonunda yeni yapılan bağırsaklardan<br />
oluşan mesanenin dikişlerin tam kaynadığı tespit edildiğinde<br />
sonda çekilir.<br />
• Kadınlarda mesane kanseri ile birlikte rahim ve yumurtalıklar<br />
da alınır. Doğum kanalından itibaren rahim alındığı için doğum<br />
kanalının da tamiri ameliyat esnasında yine robotla yapılır.<br />
• Mesanesi alınan hastalar sosyal açıdan; karınlarında sürekli<br />
torba taşıma ya da belirli aralıklarla sonda kullanarak idrarlarını<br />
boşaltma gibi sorunlardan kurtulmakta, normale en yakın<br />
şekilde hayatlarını sürdürmektedir. Bu ameliyatın robotla<br />
yapılması açık ameliyatlarda görülebilen bazı istenmeyen<br />
sonuçların gelişmesini belirgin olarak azaltmaktadır.<br />
4<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012
AYIN KONUSU<br />
DA VİNCİ ROBOTİK CERRAHİ İLE PERİTON ZARI DIŞINDAN<br />
PROSTAT KANSERİ TEDAVİSİ<br />
Prof. Dr. Tibet Erdoğru - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Üroloji - Robotik Cerrahi Merkezi<br />
“Da Vinci Robot” teknolojisi ile gerçekleştirilen ameliyatlar, periton zarından karın içine girerek;<br />
bağırsaklar, mide ve karaciğer ile yakın temas altında yapılmaktadır. Bu yöntem, “Trans-Periton”<br />
yoldan <strong>robotik</strong> <strong>cerrahi</strong> olarak adlandırılmaktadır. Ancak; prostat, böbrekler ve mesane periton<br />
zarının dışında kalan organlar olduğundan, ameliyatlar “Robotik Radikal Prostatektomi”<br />
yöntemi ile yapıldığında, periton zarı zedelenmesi önlenebilir.<br />
Periton zarı neden önemlidir?<br />
Periton zarı iki kattan oluşup, karnın iç bölümünü tümüyle kaplar. Karın içindeki mide, bağırsaklar, karaciğer ve dalak, pankreas gibi organları içinde tutan, onların dış<br />
ortam ile temasını engelleyen çok önemli koruma mekanizması özelliğine sahiptir.<br />
Periton zarına dokunmadan ameliyat!<br />
“Robotik Radikal Prostatektomi” işlemi; periton zarından girmeden, periton zarını zedelemeden ve bağırsaklarla diğer periton içi organlara temas etmeden<br />
gerçekleştirilen bir yöntemdir. Bu ameliyatların gerçekleştirilebilmesi için, “Ekstra- Periton” alanı hazırlama deneyimi gereklidir.<br />
Ekstra-Periton uygulayabilme tecrübesi önemli<br />
“Ekstra-Periton” alanı hazırlamak için hem laparoskopik radikal prostatektomi deneyimi hem de bunu “Ekstra-Periton” uygulayabilme tecrübesinin olması gerekir.<br />
Çünkü çok ince olan periton zarı açıldığında vücut içine verilen hava periton içine kaçacağı için, <strong>cerrahi</strong>nin daha da zorlaşmasına neden olabilir. Bu nedenle Ekstraperiton<br />
alanı hazırlamak ve bu alanda Robotik Radikal Prostatektomi ameliyatını gerçekleştirmek ciddi bir ön deneyim gerektirmektedir.<br />
Cerrahi deneyim gerekir<br />
Peritona girmeden, periton zarının dışından yapılan <strong>robotik</strong> ameliyatta çalışma boşluğu daha dardır.<br />
Bu nedenle hem laparoskopik hem de <strong>robotik</strong> <strong>cerrahi</strong>de deneyimin yanı sıra, üst düzeyde cerrah<br />
ve asistan uyumu da önemlidir. Cerrahın bu tekniği uygulayabilmesi için mutlaka konvansiyonel<br />
laparoskopik ekstraperiton radikal prostatektomiyi 300’den fazla kez yapmış olması gerekir.<br />
Radikal Prostatektomi sonrası hasta daha çabuk iyileşir!<br />
Prostat kanserinde; “radikal prostatektomi” ameliyatının periton zarı dışından <strong>robotik</strong> olarak<br />
yapılması hastaya önemli ayrıcalıklar sağlamaktadır.<br />
• Karın içi, ameliyat süresince gazla şişirildiğinden, ameliyat boyunca yüksek basınca maruz<br />
kalmayan bağırsakların ameliyat sonrasında hareketlenmesi ve çalışması daha hızlı olmaktadır.<br />
Hasta ertesi gün yemeğini yemeye başlar.<br />
• Bağırsaklarla temas olmadığından, periton zarı bütünlüğü bozulmadığından bağırsaklarda<br />
yaralanma riski yoktur.<br />
• Trans- Periton teknikte, periton zarı açıldığından, prostat ameliyatı sırasında bağırsaklar her<br />
zaman ameliyat alanına gelir. Bunu en aza indirmek için hasta bütün ameliyat süresince 3 saat,<br />
45° (yarı-amuda kalkmış gibi) baş aşağı pozisyonunda yatırılmak zorundadır. Ancak Ekstra-<br />
Periton teknikte periton zarı hiç açılmadığından ve ameliyat boşluğunu oluşturmak için periton<br />
zarı dışında hava basıncı uygulandığından, bağırsaklar hiçbir zaman ameliyat sahasına giremez. Bu<br />
nedenle hasta baş aşağı pozisyonda yatırılmaz. Hasta pozisyonu normale çok yakın bir eğimdedir.<br />
• Hastanın pozisyonu nedeniyle, “Ekstra-Periton” teknikte kalbe fazla kan yükü, beyin ödemi riski<br />
kesinlikle yoktur, sinir ve damarlar daha iyi korunabilmektedir.<br />
• Enfeksiyon ya da idrar kaçağı olduğunda bunun direkt bağırsak ve karaciğer ile teması<br />
olmamaktadır.<br />
• Sadece 5 trokar deliğinden ameliyat gerçekleştirilir. En büyük olan göbek kıvrımındaki delikte<br />
ise bu yaklaşımda iz kalma olasılığı çok azdır.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012 5
AYIN KONUSU<br />
ROBOTİK CERRAHİ YERLEŞİMİ ZOR MiYOMLARIN<br />
TEMİZLENMESİNE İMKAN SAĞLAR<br />
Doç. Dr. L. Cem Demirel - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü<br />
Miyomlar, kadınlarda en sık görülen iyi huylu kitlelerdir. Kadın üreme hayatının<br />
en aktif dönemlerinde görülen miyomların, basit bir jinekolojik muayene ve<br />
ultrasonografik inceleme ile tanısı konulabilmektedir. Bazen sayılarını, sınırlarını,<br />
rahim boşluğu ile olan ilişkilerini<br />
belirlemek için manyetik rezonans<br />
(MR) görüntüleme tekniklerinden<br />
de faydalanılmaktadır.<br />
Miyomlar genellikle hiçbir belirti vermezler<br />
Yerleşim yerleri kadar miyomların boyutları da belirtilerin şiddetini<br />
etkileyebilmektedir. Çok büyük boyutlarda “subserozal” olarak<br />
adlandırılan, rahmin dışında yerleşim gösteren bir miyom hiçbir<br />
belirti vermeyebilirken; bezelye büyüklüğündeki “submukozal” bir<br />
miyom çok uzun süreli adet kanamalarına yol açarak hastayı kansız<br />
bırakabilir. Özellikle rahmin iç duvarında yerleşimli intramural ve iç<br />
duvarını kaplayan endometriuma yerleşimli submuköz miyomlar, adet<br />
kanamalarının miktarında artmaya sebep olmaktadır.Bu da, kadınların<br />
sosyal hayatlarını ve yaşam kalitelerini olumsuz yönde etkileyebilmektedir.<br />
Bunun yanı sıra; miyomlar çevre dokulara bası etkisi yaratarak pelvik<br />
ağrı, ilişki sırasında ağrı, kasık ağrısı, sık idrara çıkma, büyük tuvalete<br />
çıkmakta zorluk gibi sıkıntılara da neden olabilir. Neden olabilecekleri<br />
bir diğer problem de yerleşim yerleri ve büyüklüklerine bağlı olarak bir<br />
kadının gebe kalmasını önleyebilmeleridir. Keza gebe kalmak arzusuyla<br />
tüp bebek tedavisi görecek olan kadınların mevcudiyetleri tüp bebek<br />
tedavisinin başarısını azaltabileceği için tedavi edilmeleri gerekmektedir.<br />
Laparoskopik miyomektomi<br />
Günümüzde miyomların ilaç ya da <strong>cerrahi</strong> dışı yöntemler ile tedavileri<br />
mümkün olmadığından veya kabul görmediğinden geçerli tedavi yöntemi<br />
<strong>cerrahi</strong>dir. Uzun yıllar miyomlar açık <strong>cerrahi</strong> ile tedavi edilmiştir. Fakat<br />
bu prosedürün kan kaybı riski, operasyon sonrası yapışıklık oluşma<br />
potansiyelinin yüksek olması ve ameliyat sonrası “ileus” adı verilen<br />
bağırsak fonksiyonlarının geri dönememe riskleri mevcuttur. Miyomektomi<br />
prosedürü geleneksel olarak, uygulama tekniği zorluğundan ve minimal<br />
invazif konsepti bakımından cerrahların yetersiz deneyimlerinden dolayı<br />
laparotomik yaklaşım yani açık <strong>cerrahi</strong> yöntemle tedavi edilmişlerdir.<br />
2011 yılı itibari ile artık miyomların boyutu ve sayısı ne olursa olsun,<br />
teknolojinin ve laparoskopik <strong>cerrahi</strong>nin bizlere sağladığı avantajlar<br />
nedeniyle kapalı <strong>cerrahi</strong>; yani laparoskopik <strong>cerrahi</strong> ile tedavi edilen bir<br />
hastalık durumuna gelmiştir. Ameliyatın süresi, ameliyatta kan kaybı,<br />
ameliyat sonrası yapışıklık riski ve hastanede kalış süreci laparoskopik<br />
<strong>cerrahi</strong> ile belirgin ölçüde azalmıştır. Hastalar çok hızlı iyileşmekte ve günlük<br />
yaşamlarına geri dönmektedirler. Bunun altında yatan en önemli faktör<br />
ise, bu ameliyat sırasında rahim kas tabakasında oluşan boşlukların batın<br />
kapalı haldeyken dikilebilmesini sağlayan dikiş tekniklerinin iyi bilinmesi<br />
ve bu konudaki deneyimdir. Günümüzde tüm miyomlar laparoskopi<br />
ile güvenli bir şekilde çıkarılabilmekte ve hastaların bundan sonra<br />
yaşayacakları gebelikler son derece güvenli bir bicimde seyredebilmektedir.<br />
6<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012<br />
Robotik <strong>cerrahi</strong> ile miyomlardan kurtulabilirsiniz<br />
Robotik <strong>cerrahi</strong>de cerrah, ameliyat masasına yakın bir konsola,<br />
kumanda masasına oturmakta ve hastaya laparoskopik <strong>cerrahi</strong> ile<br />
yerleştirilmiş “minimal invaziv enstrümanları” <strong>robotik</strong> kollar yardımıyla<br />
kontrol etmektedir. Yani <strong>robotik</strong> <strong>cerrahi</strong> için “uzaktan kumandalı<br />
robot yardımıyla gerçekleştirilen bir laparoskopik <strong>cerrahi</strong>” denilebilir.<br />
Robotik <strong>cerrahi</strong> operatöre, üç boyutlu yüksek nitelikte ve ortalama<br />
10-12 kat büyütülmüş görüntü imkanı vermektedir. Robotik<br />
<strong>cerrahi</strong>de kullanılan enstrümanlar el bilek hareketlerini taklit edebilme<br />
yeteneğine sahip olup, açık <strong>cerrahi</strong>de parmakların girmekte zorlandığı<br />
bölgelerde çok daha rahat hareket imkanı sunarak <strong>cerrahi</strong> müdahaleyi<br />
kolaylaştırmaktadır. Cerrahın elinin titremesini ortadan kaldırarak daha az<br />
kan kaybına ve daha hassas doku manipülasyonuna imkan tanımaktadır.<br />
Zor yerleşimli miyomlara ulaşılır<br />
Operatör, kendisi için dizayn edilen konsoldan operasyonu yapabildiği<br />
için cerrahın yorgunluğunu ve oluşabilecek el titremelerine bağlı<br />
kanamaları minimuma indirmektedir. Robotik-asiste laparoskopi; artmış<br />
manevra kabiliyeti, net <strong>cerrahi</strong> kesilere ve rahim katların kapatılmasında<br />
geleneksel laparoskopiye oranla içerdiği avantajlardan dolayı anatomik<br />
olarak zor yerleşimli miyomlara yaklaşımı kolaylaştırmaktadır. Robotik<br />
<strong>cerrahi</strong>nin belki de en önemli faydası, miyomların çıkartılmasından<br />
sonra rahim kas tabakasında oluşacak boşluğu dikmede, dikiş<br />
koyma tekniğinin çok rahat uygulanmasına imkan vermesidir.<br />
Çünkü 180 derece hareket kabiliyetine sahip olan “endowrist” adı<br />
verilen enstrümanlar ile rahmi dikebilmek çok kolaylaşmaktadır.<br />
Sonuç olarak, <strong>robotik</strong> <strong>cerrahi</strong>nin miyomların tedavisine girmesi tıbbın önemli<br />
bir gelişmesi ve hastalarımızın konforuna yönelik bizleri mutlu eden bir başarıdır.
AYIN KONUSU<br />
HİSTEREKTOMİ AMELİYATINDA<br />
KONFORUN ADI: ROBOTİK CERRAHİ<br />
Doç. Dr. Tolga Ergin - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü<br />
Histerektomi, rahmin (uterus) tümden çıkarılması ameliyatıdır. Histerektomi sezaryenden<br />
sonra en sık uygulanan jinekolojik operasyon olup klasik olarak abdominal veya vajinal<br />
yaklaşımla yapılmaktadır.<br />
Ne zaman “histerektomi” önerilir?<br />
Histerektomi (rahmin alınması) en sık olarak<br />
rahimde bulunan miyomlar için yapılmaktadır.<br />
Miyomlar nedeni ile histerektomi kararının<br />
alınması genellikle düzensiz veya aşırı kanamalar,<br />
kansızlık (anemi), pelvik (kasık) ağrı, sancılı ve bol<br />
adet görme veya bağırsak ya da idrar torbasına<br />
bası gibi şikayetlere bağlıdır. Ayrıca ultrasonda<br />
miyomun hızla büyümesi ve anormal görüntüsü<br />
üzerindeki şüpheler de kanser (leiomyosarkom)<br />
riskinden dolayı histerektomi endikasyonudur.<br />
Endometrial zarın kalınlaşması, kanserleşmenin<br />
öncüsü (prekanseröz) bir durum yaratabilir. Buna<br />
“endometrial hiperplazi” adı verilir. Özellikle<br />
yapılan ilaç tedavilerine direnç gösteren aşırı fazla<br />
ve uzun süren kanamaların devam etmesi halinde<br />
histerektomi ameliyatı düşünülmektedir. Zor<br />
doğum veya doğumlar, karın içi basıncının artışı<br />
(batında kitle, kronik kabızlık vb), genetik olarak<br />
kollajen bağ dokusunun zayıflığı gibi durumlar<br />
sonucunda özellikle menopoz dönemindeki<br />
kadınlarda rahim ve mesane sarkmaları sık olarak<br />
izlenmektedir. Rahmin dışarı sarkması olgularında<br />
da hastalara histerektomi ameliyatı önerilmektedir.<br />
Ayrıca rahim kanseri, rahim ağzı (serviks) kanseri<br />
ve yumurtalık (over) kanseri, tubovaryen abselerde<br />
(tüp ve yumurtalıklar içine yerleşen abseler) de<br />
önerilmektedir.<br />
Bazı işlemlerde ertesi gün<br />
taburcu edilir<br />
Minimal invaziv <strong>cerrahi</strong> (Laparoskopik ve <strong>robotik</strong><br />
<strong>cerrahi</strong>), birçok dalda olmakla birlikte özellikle kadın<br />
hastalıkları alanında oldukça önemli bir duruma<br />
gelmiştir. Gelişen teknoloji sayesinde yapılan bu<br />
ameliyat ve girişimler küçük bir kesi ile hastanın<br />
daha çabuk iyileşmesini, daha az ağrı oluşmasını,<br />
hızlıca normal hayatına ve işine dönmesini<br />
sağlamaktadır (bazı işlemlerde aynı gün bazı<br />
işlemlerde de ertesi gün evine gidebilmektedir).<br />
En az <strong>cerrahi</strong> kesi ile operasyon<br />
tamamlanır<br />
Minimal invaziv <strong>cerrahi</strong>de operasyonlar vücut<br />
dışından yapılmakta, karın içindeki görüntü kamera<br />
sistemiyle monitöre aktarılmaktadır. Robotik<br />
<strong>cerrahi</strong>de laparoskopi gibi genel anestezi altında<br />
gerçekleştirilir. Göbek içinden yaklaşık 1 cm'lik kesi<br />
yapılarak bir iğne yardımıyla karın boşluğu şişirilir.<br />
Ardından göbekten girilerek karın içerisine bir optik<br />
tüp (laparoskop) yerleştirilir. Bu optik sistem, bir<br />
video-kamera sistemine bağlanır ve karın içindeki<br />
görüntü monitör ekranına yansıtılır. Bu şekilde<br />
“laparoskop” karın içindeki herhangi bir bölgeye<br />
yönlendirilerek monitörde izlenebilmektedir. Daha<br />
sonra kasık bölgelerine 0.8 cm'lik iki delik açılır.<br />
Bu delikler operasyonun gerçekleştirilmesinde<br />
kullanılacak aletlerin sokulması için kullanılmaktadır.<br />
Ameliyatı gerçekleştiren cerrah ameliyat sahasının<br />
dışındaki konsoldan 3 boyutlu görüntü eşliğinde<br />
karın içine sokulan aletleri yönlendirmektedir.<br />
Buradaki amaç hastada mümkün olan en az <strong>cerrahi</strong><br />
kesi ile operasyonu tamamlamaktır.<br />
Daha az kan daha az komplikasyon<br />
Çalışmalar, çok açık bir şekilde laparoskopik-<strong>robotik</strong><br />
<strong>cerrahi</strong>nin klasik tekniklere oranla operasyon<br />
sonrası daha hızlı iyileşme ve normal hayatına<br />
dönebilme, kısa süre hastanede kalma, kozmetik<br />
kazançlar, operasyon esnasında geliştirilmiş görüş<br />
açısı, daha az kan kaybı ve daha az komplikasyon<br />
gibi çeşitli avantajları olduğunu göstermiştir.<br />
Teknik üstünlükler operasyondaki<br />
zorlukları ortadan kaldırdı<br />
Özellikle daha önce geçirdiği ameliyatlardan<br />
dolayı karın içerisinde oluşan yapışıklıklar, obez<br />
hastalardaki karın çevresinde biriken yağların<br />
oluşturduğu zorluklar, miyom veya benzeri<br />
patolojilerden dolayı rahmin normalden çok<br />
fazla büyümesi gibi klasik yöntemlerle yapılan<br />
operasyonda komplikasyon riskini artıran faktörler<br />
<strong>robotik</strong> <strong>cerrahi</strong>deki teknik üstünlükler ile kolaylıkla<br />
aşılabilmektedir.<br />
Son yılların en sık kullanılan bu yeni teknolojisi<br />
beraberinde getirdiği avantajlarından dolayı pek<br />
çok <strong>cerrahi</strong> branşta ve özellikle jinekolojide çok<br />
geniş bir yelpazede kullanım alanı bulmaktadır.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012 7
BİZDEN HABERLER<br />
PROF. DR. SEMRA KAHRAMAN DÜNYA PREİMPLANTASYON<br />
GENETİK TANI CEMİYETİ BAŞKANI SEÇİLDİ!<br />
<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Tüp Bebek Merkezi Başkanı Prof. Dr. Semra<br />
Kahraman dünya çapında bir başarıya daha imza attı. Amerika’da<br />
düzenlenen American Society of Reproductive Medicine (ASRM)<br />
Kongresi’nde tüm oyları alan Prof. Kahraman, Dünya Preimplantasyon<br />
Genetik Tanı Cemiyeti Başkanı seçildi. Aynı kuruluşun yönetim kurulu ve<br />
kurucu üyesi olarak 2002 yılından beri görev yapan Prof. Kahraman Ekim ayında Amerika’da<br />
düzenlenen American Society of<br />
Reproductive Medicine (ASRM)<br />
Kongresi sırasında yapılan oylamada<br />
mevcut oyların tümünü alarak 2013 –<br />
2015 dönemi başkanı oldu.<br />
Dünya Preimplantasyon<br />
Genetik Tanı Kongresi<br />
2013’te İstanbul’da<br />
düzenlenecek<br />
Amerikalı bilim adamları ve genetik uzmanları tarafından<br />
kurulmuş olan Dünya Preimplantasyon Genetik Tanı<br />
Cemiyeti’nin bir önceki başkanı 2010 yılında Nobel<br />
ödülüne layık görülen ve tüp bebeğin dünyadaki ilk<br />
uygulayıcısı Prof. Dr. Robert Edwards olmuştu. Kurucu<br />
üyeler arasında Amerikalı profesörlerden Prof. Joe Leigh<br />
Simpson, Prof. Anver Kuliev, Prof. Yury Verlinsky, Prof.<br />
Jacques Cohen gibi değerli bilim adamlarının yer aldığı<br />
PGDIS bünyesinde tek Türk olan ve görevi “Tüp Bebeğin<br />
Babası”ndan devralan Prof. Dr. Semra Kahraman, tıp<br />
dünyasında önemli bir misyona sahip olan bu kuruluşun<br />
başkanı seçilmesinin kendisi ve ülkemiz adına gurur verici<br />
olduğunu belirterek, 2013 yılında yapılacak olan Dünya<br />
Preimpantasyon Genetik Tanı Kongresi’nin İstanbul’da<br />
kendi başkanlığında düzenleneceğini bildirdi. Yaşamı tehdit<br />
eden genetik hastalıkların henüz gebelik oluşmadan<br />
implantasyon öncesi dönemde tanımlanmasını sağlayan<br />
preimplantasyon genetik tanı yöntemleri ülkemizde<br />
ilk kez 1997 yılında Prof. Dr. Semra Kahraman ve ekibi<br />
tarafından uygulanmıştı.<br />
Prof. Dr. Robert Edwards - Prof. Dr. Semra Kahraman<br />
8<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012
GENEL SAĞLIK<br />
KOLESTEROL YAŞAM TARZI İLE DÜŞMEZSE<br />
İLAÇ KULLANIMI ŞART!<br />
Uz. Dr. Deniz Şener - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Kardiyoloji Bölümü<br />
Damar sertliği ve buna bağlı kalp damar hastalıkları günümüzün en önemli<br />
sağlık problemlerinden biridir. Buna yol açan nedenlerin başında kolesterol yüksekliği<br />
(hiperlipidemi) gelmektedir. Kolesterol yüksekliği; tanısı kolay ve tedavisi başarıyla yapılabilen bir risk<br />
faktörüdür.<br />
Damar sertliği risk faktörleri<br />
nelerdir?<br />
• Yaş hastalıkta önemli bir faktördür. 45 yaş sonrası<br />
erkekler ile 55 yaş sonrası kadınlar riskli gruptadır.<br />
• Ailesinde kalp ve damar hastalığı ya da birinci<br />
derece akrabalarında enfarktüs veya kalpten ani<br />
ölüm hikayesi olan kişiler risk altındadır.<br />
• Total kolesterolü 200mg/dl’nin üzerinde olanlar<br />
ve “kötü huylu” olarak bilinen LDL kolesterolü<br />
130 mg/dl’nin üzerinde olanlar, kalp ve damar<br />
hastalığına adaydır.<br />
• Sigara, kalp damar hastalıklarına zemin<br />
hazırlamaktadır.<br />
• Yüksek tansiyon da kalp ve damar hastalıkları<br />
açısından risk oluşturur. Kan basıncı; 140/90<br />
mmhg’nin üzerinde olan kişilerin tansiyon<br />
değerlerinin düşürülmesi gerekir.<br />
• Diyabet (şeker) hastalığı da kalp damarları<br />
üzerinde olumsuz etkisi bulunan kronik bir<br />
hastalıktır.<br />
Diyabet varsa kalp ve damar<br />
hastalığı ihtimali çok yüksektir!<br />
Kalp damar hastalıklarının varlığında veya kalp damarı dışındaki atardamarlarda darlık ya da tıkanıklık, aort anevrizması ve özellikle bayılma ile kendini gösteren şah damarı<br />
hastalıklarında risk faktörlerinden en az ikisi kişide mevcutsa, LDL kolesterol değerinin ideal seviyeye çekilmesi için tedavi gereklidir. Özellikle şeker hastalığının varlığı,<br />
koroner kalp hastalığı ile eşdeğer kabul edilmektedir.<br />
Kolesterol düşürmede öncelikli tedavi yaşam şekli değişikliği!<br />
Kalp ve damar hastalıklarına karşı korumada kolesterol düşürücü tedavinin hedefi, LDL yani kötü kolesterol değerinin 100mg/dl değerinin altına düşürülmesidir.<br />
Bunun için öncelikle hastalara; kolesterol değerini düşüren diyet, fazla kiloların verilmesi, egzersiz ve sigara kullanımının bırakılması gibi yaşam tarzı değişiklikleri mutlaka<br />
önerilmelidir. Ancak bu değişiklikler, bazı hastalarda yetersiz kalmaktadır. Kolesterol seviyesi tüm yaşam değişikliklerine rağmen istenilen düzeye ulaşmayan hastalar için<br />
kolesterol düşürücü ilaç kullanımı gerekli olmaktadır. Bu ilaçlar; Statinler, Safra asidi bağlayıcı reçineler, Fibratlar ve Nikotinik asit grubu ilaçlardır.<br />
Statinler LDL’yi düşürür HDL’yi yükseltir<br />
Statin grubu ilaçlar karaciğer hücresi içinde kolesterol yapımını engeller, hücre yüzeyindeki reseptörleri etkileyerek, dolaşan kandaki LDL kolesterol düzeyini azaltır.<br />
Mevcut kolesterol düşürücü ilaçlar arasında en etkilileridir ve standart dozlarda LDL kolesterol düzeyini %25-45 oranında düşürür. Ayrıca HDL yani iyi huylu kolesterol<br />
düzeyinde %5-15 artma ve trigliseritlerde (kan yağları) %7-30 oranında azalmaya neden olur.<br />
Stantinler kalpten ölüm riskini azaltır<br />
Statinler, 1976’dan bu yana kolesterol düşürücü etkisi olan ve 1980’den beri de tedavide kullanılan, hakkında en fazla çalışma ve araştırma yapılmış ilaç grubudur.<br />
Karşılaştırmalı ve kontrollü çalışmaların genel değerlendirmesinde, koroner kalp hastalığı veya risk faktörleri olanlarda ölüm oranını % 13, enfarktüs geçirme oranını %26<br />
ve inme riskini %18 azalttığı görülmüştür. Statinlerin kolesterol düşürücü etkisi yanında kalp hastalıklarından koruyucu etkisi de bulunmaktadır. “Pleitrofik etki” denilen,<br />
damar cidarı üzerindeki etkisi ve antioksidan özelliği plakların damarları tıkamasını önler. Statinler genellikle iyi tolere edilen güvenli ilaçlardır. Standart dozlarda kas hasarı<br />
ve karaciğer hasarı çok nadirdir. Statin kullanımı ile kanser gelişme riski arasında ilişki bulunmamaktadır. Statin kullanımı sırasında görülen kas hasarları ve kramplar, ilacın<br />
kesilmesi ile ortadan kalkar. Aynı şekilde karaciğer enzimlerinde yükselme saptanırsa ilaç kesilmesi ile düzelir. Yan etkiler, ilaç başlandığında veya doz arttırıldığında ortaya<br />
çıkabilir. Eğer ilaç bir süre kullanılmışsa, ileriki yıllarda bu yan etkilerin ortaya çıkması beklenmez. Statin kullanan yüz bin kişiden 110’unda karaciğer enzim yüksekliği (üç<br />
katına çıkması), 0.5 kişide karaciğer yetmezliği görülmekte, bunun yanında 360 kişide ölüm engellenmektedir. Bu yan etkiler nedeniyle; ilaç kullanması gereken hastaların<br />
tedavilerini kesmeleri, fayda görmesi beklenen popülasyonun üçte birinin tedaviden faydalanmaması demektir. Koroner kalp hastalığı riski olan ve kolesterol düşürücü<br />
tedavi alması gereken kişilerin maalesef yarısı bu tedaviyi almamaktadır. Tedavi alan kişilerin de sadece 1/3’ü LDL kolesterol hedef değerlerine ulaşmaktadır. Bu nedenle<br />
hastaların kanıta dayalı tıp ile doktorlarına güvenerek ilaçlarını düzenli olarak almaları çok önemlidir.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012 9
KIŞ REHBERİ<br />
KIŞ HASTALIKLARINDAN KORUNMAK İÇİN<br />
BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİZİ GÜÇLENDİRİN<br />
Uz. Dr. Özgür Mollaoğlu - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Dahiliye Bölümü<br />
Bağışıklık sistemimiz mevsimsel değişimler nedeniyle kimi zaman zayıf<br />
düşer. Bu da bizi soğuk algınlığı, grip ve diğer kış hastalıklarına karşı daha<br />
hassas hale getirir. Bağışıklık sistemini güçlendirecek önlemler almak kışın sağlıklı kalmanın<br />
önemli yollarından biridir.<br />
Sağlıklı yaşam stratejilerini uygulayın<br />
Bağışıklık sistemi, bizi hastalıklara neden olan mikroorganizmalara karşı koruyarak ve onlarla savaşarak önemli bir görev<br />
yapmaktadır. Fakat bazen bu savaşta başarısız olmakta ve mikropların hastalıklara yol açmasına olanak vermektedir. Daha<br />
güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olmak için ilk adım sağlıklı yaşam stratejilerinin uygulanmasıdır. Sigara ile diğer tütün<br />
ürünlerinden ve alkolden uzak durmak, sebze, meyve ve kepekli tahılların bol olduğu doymuş yağların az olduğu<br />
bir beslenme şekli uygulamak, düzenli egzersiz yapmak, uygun kiloda olmak, yeterli süre uyumak (7-9 saat), kan<br />
basıncını takip etmek, enfeksiyonlardan korunmak için hijyenik kurallara uymak ve düzenli sağlık kontrollerinden<br />
geçmek önemlidir.<br />
Vitaminin de fazlası zarar<br />
Yeterli sebze ve meyve yemiyor, daha çok beyaz ekmek tercih ediyorsanız günlük bir multivitamin ve<br />
mineral desteği alabilirsiniz. Selenyum, A,C,E vitaminleri, bağışıklık sistemini güçlendirdiği bilinen D ve B<br />
vitaminlerini içeren multivitaminler kullanılabilir. Yüksek dozlarda vitamin kullanımının yarardan çok zarar<br />
vereceği unutulmamalıdır. Üzerinde tartışmalar yapılsa da; bol C vitamini tüketiminin gripten koruduğu<br />
bilinmektedir. Kış aylarında daha fazla C vitamini tüketmek için limon, portakal, greyfurt gibi<br />
turunçgillerle beraber; kuşburnu, kırmızı ve yeşil sivri biber, kivi, maydanoz ve roka da<br />
bol tüketilmelidir. Çünkü bu yeşil yapraklı sebzelerde bulunan C vitamini miktarı<br />
portakal, mandalina ve limonda bulunan C vitamini miktarından daha fazladır.<br />
Son zamanlarda vitamin D eksikliği olan kişilerde kış hastalıklarının daha çok<br />
görüldüğünü gösteren pek çok araştırma yapılmıştır. D vitamini seviyesini<br />
yükseltmenin en kolay yolu güneşlenmektir. Bu mümkün olmuyorsa D<br />
vitamini takviyesi alınabilir. Bu vitamin en çok balık, süt ve yumurtada<br />
bulunmaktadır ancak günlük ihtiyacı besinlerle karşılamak mümkün<br />
değildir.<br />
Bitkisel ürünlerin de bağışıklığı güçlendirmede<br />
olumlu katkıları vardır<br />
Raflarda gördüğümüz bitkisel birçok ürün, bağışıklık sistemini<br />
güçlendirdiği söylenerek satılmaktadır. Bu maddelerin bağışıklığı<br />
artırıcı etkileri kanıtlanmamış olmasına rağmen; bireysel<br />
farklılıkların olduğu gerçeğinden hareketle bazılarının olumlu<br />
etkileri görülmüştür. Yeşil çay, sarımsak, probiyotik yoğurtlar, kefir,<br />
içerdiği protein ve yararlı mikroorganizmalar sayesinde bağışıklık<br />
sistemimizi güçlendirir. Bunların dışında kış aylarında en sık görülen<br />
grip salgınlarından korunmanın diğer bir yolu da aşılanmaktır.<br />
Özellikle 65 yaş üzeri kişilerin bağışıklık sistemi gençlere göre daha<br />
zayıf olduğundan aşılanmaları uygun olacaktır. Aşının yaşlılardaki<br />
koruyuculuğunun gençlerdeki kadar yüksek olmadığını da belirtmek<br />
gerekir. Bundan dolayı yaşlı insanlar aşı olmalarına rağmen hastalık<br />
belirtileri oluşursa mutlaka hekime başvurmalıdırlar.<br />
10<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012
KIŞ REHBERİ<br />
KIŞ AYLARINDA KİLO ARTIŞININ<br />
ÖNÜNE GEÇEBİLİRSİNİZ<br />
Dyt. Şefika Aydın Selçuk - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Beslenme ve Diyet Bölümü<br />
Kış aylarının yaşandığı<br />
şu günlerde bazal<br />
metabolizmamızın<br />
hızlanmasına rağmen<br />
günlük aktivitenin<br />
azalması, gündüzlerin<br />
kısalıp akşam evde<br />
geçirilen saatlerin<br />
uzun olması,<br />
atıştırmaların ve<br />
daha ağır yemeklerin<br />
artması ile beraber<br />
kış aylarında kilo<br />
alımı kaçınılmazdır.<br />
Özellikle kışın gelmesi ile<br />
beraber tatlıya olan istek<br />
ve eğilim artmaktadır.<br />
Bunun birçok sebebi olsa<br />
da en belirgin sebep; vücut<br />
yağ dokusunun ve buna<br />
bağlı olarak iştahın artması<br />
diyebiliriz. Kilo ilk haftalarda<br />
aynı gibi görünse de<br />
gizli bir yağlanma<br />
başlar. Bir süre<br />
sonra da kilo artışı<br />
kendini gösterir.<br />
Peki bu aylarda kendimizi nasıl<br />
koruyalım nelere dikkat edelim?<br />
• Metabolizma hızını değiştiren faktörler arasında;<br />
genetik etkiler, yaş, metabolik hastalıklar, vücut<br />
bileşimi (yağ ve kas düzeyleri ), ateşli hastalıklar,<br />
hamilelik, uzun ve sık aralıklarla diyette olmak ve<br />
stresi sayabiliriz. Kışın kilo almamak için ilk adım<br />
günlük aktiviteyi artırmaktır. Düzenli yürüyüş,<br />
asansör kullanmama, aracı daha az kullanma veya<br />
varılacak noktadan uzağa park edip yürüyerek<br />
devam etme bu aktivitelerden bazılarıdır. Kesinlikle<br />
günlük 150- 300 kalori arasında katkısı olacaktır.<br />
• Süt, yoğurt ve peynire yarım yağlı ya da yağsız<br />
olarak tercih etmeye sadece diyet yaparken değil<br />
yaşam boyunca devam edilmelidir.<br />
• Tam buğday veya çavdar ekmeği tercih<br />
edilmelidir.<br />
• Susamadan su için. Kadınların sıvı ihtiyacı 2.7,<br />
erkeklerin 3.7 litredir. Bunun en az 1.5- 2 litresi<br />
sudan gelmelidir. Metabolizmanın çalışması için<br />
olmazsa olmazdır. Özellikle yemek öncesinde tercih<br />
edilebilir.<br />
• Açık ve şekersiz olmak üzere bitki çayları<br />
tüketilebilir. Özellikle tarçın, karanfil içeren çayların<br />
tokluk hissettirmede faydaları vardır.<br />
• Kahve tüketimini 2 fincanın üzerine çıkarmamak<br />
gerekir. Mümkünse kafeinsiz, kremasız ve light sütle<br />
tercih edilmelidir.<br />
• Tatlı ihtiyacını karşılamak için; elma, ayva gibi<br />
meyveler tatlandırıcı ile haşlanıp üzerine tarçın ve<br />
2 yarım ceviz ilavesi ile tüketilebilir veya 4-5 kuru<br />
kayısı, ceviz, badem ara öğünlerde tercih edilebilir.<br />
Sütlü tatlılar, kek, kepekli kurabiyeler yapılabilir.<br />
• Haftada 2-3 kez balık tüketilebilir. Balığın her<br />
hastalığa faydası olduğu gibi obezite tedavisinde<br />
de vazgeçilmez bir besindir. Izgara veya buğulama<br />
şeklinde tüketilirse kilo kontrolünde yardımcıdır.<br />
Yanında patates değil muhakkak ekmek tüketilmelidir.<br />
• Salatalara kişi başı 1 yemek kaşığı zeytinyağı<br />
konulmalıdır. Bazı önemli vitamin ve minerallerin<br />
alımı için gereklidir. Salata sınırsız tüketilebilir. Fakat<br />
salatalarda mısır, ton balığı, ceviz, havuç ve bazı<br />
garnitürler serbest miktarlarda kullanılmamalıdır.<br />
• Sebze yemekleri tercihen ne kadar zeytinyağlı<br />
sevilse de kış aylarında ekstra sıvı yağ kullanmadan<br />
kıymalı ya da tavuklu hazırlanabilir. Etsiz olanlarda<br />
kişi başı 1 yemek kaşığı zeytinyağı ile hazırlamak<br />
gerekir.<br />
• Sebze yemeklerine bezelye, patates, havuç<br />
ve pirinç daha az miktarlarda kullanılmalıdır. Bu<br />
besinlerin glisemik indeksleri yüksektir. Kan şekerini<br />
daha hızlı yükselterek acıkmaya neden olurlar.<br />
• Yemeklerinizi yerken küçük lokmalarla yavaş<br />
çiğneyerek yiyin, sindirimi kolaylaştırır ve tokluk<br />
merkezini uyarır. İlk lokmadan 20 dakika sonra<br />
beyinden tokluk uyarısı gelir. Bu açıdan yavaş<br />
tüketmek tokluk hissi vererek kilo almayı engeller.<br />
• Kış sebzelerinden ıspanak, lahana, karnabahar,<br />
brokolinin içeriğinde su miktarı fazladır, geri kalanı<br />
liftir ve vücuttan atılır. Bu gıdalar posalı gıdalar<br />
olmaları sebebi ile akşam yemeklerinde haşlanarak<br />
yanında yoğurt ve 1- 2 dilim ekmekle kilo kontrolü<br />
sağlar. Bu besinlerin çorbaları da kışın kilo alımını<br />
önlemektedir.<br />
• Gün içerisinde aç kalmamak kış kilolarının<br />
alınmamasında çok önemli bir parametredir. Gün<br />
boyu yoğun çalışan herkes yiyemediği her şeyi akşam<br />
yemekle ve yemek sonrası atıştırma yaparak almaya<br />
çalışır. Oysaki bu kilo almayı kaçınılmaz hale getiren<br />
ilk sebeptir. İyi bir kahvaltı ve protein içeren bir öğle<br />
yemeği yenmeli, ara öğünler asla atlanmamalıdır.<br />
• Yoğun çalışma stresini, hafta sonu kendinize ödül<br />
bir akşam yemeği, bir kahvaltı ve hafta içi de bir ara<br />
öğünde tatlı ile atabilirsiniz. İradeli olmak da bu işte<br />
önemli noktadır.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012 11
KIŞ REHBERİ<br />
ÜST SOLUNUM YOLU HASTALIKLARI<br />
ÇOCUĞUNUZUN PEŞİNİ BIRAKMIYORSA...<br />
Prof. Dr. Metin Karaböcüoğlu - <strong>Memorial</strong> Şişli ve Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölüm Başkanı<br />
Özellikle kış aylarında çocuklarda sık görülen üst solunum yolu hastalıkları, ebeveynleri<br />
endişelendiriyor. Ateş, boğaz ağrısı, burun akıntısı, öksürük, hapşırık gibi<br />
belirtilerle kendini gösteren bu hastalıklar, doğru ve bilinçli tedavi<br />
edilmediği takdirde çocuklarda nadir de olsa ciddi rahatsızlıklara davetiye<br />
çıkarabiliyor.<br />
Çocuklarda mevsimine göre<br />
artış gösteriyor<br />
Üst solunum yolları, bir insana karşıdan bakıldığı<br />
zaman burnundan başlayıp göğüs kafesinin<br />
girişine kadar olan bölümdür. Soğuk algınlığı,<br />
nezle, grip, kulak iltihabı (otit), burun iltihabı<br />
(rhinit), sinüslerin iltihabı (sinüzit), yutak iltihabı<br />
(farenjit), soluk borusu iltihabı (larenjit) ve<br />
bademcik iltihabı (tonsilit) gibi rahatsızlıklar sık<br />
rastlanan üst solunum yolu hastalıklarıdır. Anne ve<br />
babaların çocuklarını en sık doktora götürdükleri<br />
hastalıkların başında üst solunum yolu iltihapları<br />
gelmektedir. Sağlıklı çocuklar bir yılda 6-8 defa üst<br />
solunum yolu iltihabı geçirebilir; özellikle yuvaya<br />
veya okula ilk başlanan yıllar bu hastalıkların daha<br />
sık görüldüğü yıllardır. Üst solunum yolu hastalıkları<br />
mevsimine göre farklılık gösterir. Genellikle<br />
ilkbaharın ilk yarısı, sonbaharın son yarısı ve kış<br />
aylarında üst solunum yolu hastalıklarına çocuklar<br />
daha sık yakalanmaktadır. Çünkü bu dönemlerde<br />
hem havada mikropların oranı daha fazladır hem<br />
de insanlar kapalı alanlarda daha fazla vakit geçirip<br />
daha iç içe yaşamaktadır.<br />
Tedavinin yanlış uygulanması<br />
çocuklarda kalp romatizmasına<br />
sebep olabilir<br />
Anne veya baba geçmişte alerjik hastalıklar<br />
yaşadıysa, çocuklarının bitmek bilmeyen<br />
öksürüklerinin nedeni alerjik bir rahatsızlık<br />
olabilir. Üst solunum yolu iltihaplarının çok<br />
büyük bölümü her ne kadar virüs adı verilen çok<br />
küçük mikroorganizmalarla oluyor ve antibiyotik<br />
kullanmak gerekmiyorsa da, halk arasında "Beta"<br />
denilen mikrobun yol açtığı bademcik iltihaplarında<br />
hastalık başladıktan sonra 9 gün içerisinde doğru<br />
antibiyotiği doğru dozda kullanmak gerekir. Aksi<br />
takdirde çocuklarda eklem ve kalp romatizması<br />
ortaya çıkabilir. Orta kulak iltihapları tedavi<br />
edilmediği zaman da kulak zarının delinip dışarı<br />
akma ihtimali vardır. Bazı durumlarda üst solunum<br />
yolu iltihabının arkasından; alt solunum yolu<br />
iltihapları, zatürre ve bronşitler gelişebilir. Bu<br />
durumda çocukta; halsizlik, düşmeyen ateş, sık<br />
nefes alıp verme ve hışıltı gibi belirtiler görülürse,<br />
tedbirli olup çocuğu doktora götürmekte fayda<br />
vardır.<br />
Üst solunum yolu hastalıklarında<br />
sık yapılan yanlışlar ve çocuklarını<br />
korumak için anne ve babalara<br />
öneriler;<br />
• "Çocukta ateş var" diye gereksiz yere antibiyotik<br />
verilmemelidir. Bir uzmana danışılmalı ve çocuğun<br />
hastalığına göre tedavi uygulanmalıdır.<br />
• Üç aydan küçük çocuğun her ateşlenmesinde<br />
doktorun haberdar edilmesi gerekir. Üç aydan<br />
büyük çocuklarda tüm ateş düşürücülere rağmen<br />
48 saatten fazla uzun süren ateşi varsa, yemek<br />
yiyemiyor, kendisini halsiz ve mutsuz hissediyorsa<br />
hemen doktora gidilmelidir.<br />
• Anne ve babalar çocuk hastalandığında<br />
gereğinden fazla C vitamini, portakal, mandalina,<br />
limon yedirip onu kış boyunca hastalıklardan<br />
koruyacaklarına inanırlar. Son yıllarda yapılan<br />
araştırmalara göre; sağlıklı bireylerde gereğinden<br />
fazla C vitamini almanın hastalıklardan korumakla<br />
hiçbir ilgisi olmadığı açıklanmıştır. Anne ve<br />
babaların çocuklarına gerektiği kadar vitamin,<br />
meyve ve sebze yedirmeleri yeterlidir.<br />
• Anne ve babalar mümkün olduğu kadar kapalı<br />
ve kalabalık ortamlardan, hasta olduğu bilinen<br />
kişilerden çocuklarını uzak tutmalıdır.<br />
• Hastalıklardan koruyuculuğu özelliği kanıtlanmış<br />
tek şey anne sütüdür. Anne sütü, çocuğu orta<br />
kulak iltihabı ve üst solunum yolu iltihapları dahil<br />
olmak üzere pek çok hastalıktan korur. Anneler<br />
bebeklerini ilk 6 ay mümkünse yalnızca anne sütü<br />
ile beslemeli, 6. aydan sonra da ek gıdalarla birlikte<br />
18-24 aya kadar anne sütü vermelidir.<br />
• Aileler çocuklarının yanında sigara içmemeli ve<br />
içilmesine izin vermemelidir.<br />
• Soğuk her ne kadar tek başına hastalık nedeni<br />
değilse de, aileler çocuklarını soğuk havalardan<br />
korumaya özen göstermelidir.<br />
12<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012
KIŞ REHBERİ<br />
KIŞ MEVSİMİNDE ORTA KULAK<br />
İLTİHABINA DİKKAT!<br />
Op. Dr. Şakir Bilge Çelik - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> KBB Bölümü<br />
Soğuk havalar pek çok hastalığın oluşumuna zemin hazırlarken, özellikle orta kulak iltihabı<br />
sağlığımızı tehdit eden rahatsızlıkların başında geliyor. Ateş, işitme problemleri ve kulak akıntısı<br />
ile gelebilen orta kulak iltihabı, erken tanı, tedavi ve düzenli takip ile kontrol altına alınabiliyor.<br />
Kulak zarı ve iç kulak duvarı arasında kalan ve işitmede iletimi sağlayan bölüm olan orta kulak boşluğunda meydana gelen enfeksiyon “orta<br />
kulak iltihabı” olarak tanımlanmaktadır. Ani başlangıçlı orta kulak iltihabında klinik şiddetli olup; bu tabloda yüksek ateş, şiddetli ağrı, geçici işitme<br />
azalması veya kulakta dolgunluk hissi, kulak zarında delinme olmuşsa, akıntı izlenebilmektedir. Uzun süreçli (kronik) olanlar ise genellikle ani<br />
başlangıçlı orta kulak iltihabının komplikasyonu olarak ortaya çıkmaktadır. En sık izlenen şekli orta kulakta sıvı oluşumudur. (Efüzyonlu otitis<br />
media) Bu tabloda ağrı ve ateş görülmez ancak; işitme azlığı, kulakta dolgunluk ve tıkanıklık hissi başlıca şikayetlerdir.<br />
Çocuklarda daha sık görülüyor!<br />
Orta kulak iltihapları sıklıkla aniden ortaya çıkar ve bu tablonun ardından orta kulakta sıvı oluşumu görülebilir. Her iki durum da en sık çocuk yaş grubunda<br />
izlenmektedir. Orta kulaktan hava, sıvı ve mikrobiyal alışveriş genzimize açılan “östaki tüpü” vasıtasıyla olur. Çocuklarda bu organ erişkinlere göre daha yatay yerleşimli<br />
olduğundan orta kulağa mikrobiyal geçiş daha kolay, aksi yönde bir geçiş ise daha zor olmaktadır. Ayrıca çocuklarda üst solunum yolu enfeksiyonları, alerjik tablolar<br />
erişkinlere göre daha sık izlenmektedir. Yine geniz eti büyüklüğü çocuklara has bir durumdur. Tüm<br />
bu sebeplerle çocuklarda, orta kulak iltihabı daha sıktır.<br />
Mevsimsel geçişler önemli!<br />
Sonbahar ve kış aylarında orta kulak iltihabı geçirme riski ve sıklığı artmaktadır. Bu aylarda; nezle,<br />
grip, sinüzit, farenjit ve bademcik iltihapları daha sık olmaktadır. Tüm bu enfeksiyonlar östaki<br />
tüpünün çalışmasını bozarak aynı zamanda mikrobiyal geçişi artırmak yoluyla klinik tabloya neden<br />
olabilmektedir.<br />
Tedavi ve düzenli takip bir arada olmalıdır<br />
Tedavi edilmeyen orta kulak iltihapları ciddi sorunlara yol açabilmektedir. Kulak zarında çökme<br />
ve/veya yapışmalar, kulak zarı delinmeleri, işitmeyi sağlayan kemikçik zincirde erimeler, kalıcı işitme<br />
kayıpları, sürekli iltihabi akıntılar, kolesteatom oluşumu (iltihap sonucu oluşan ve kemik yapılarda<br />
erezyon yapabilen doku), yüz felci, denge bozukluğu ve baş dönmeleri, menenjit, beyin apsesi<br />
gelişimi görülebilir. Bu tip komplikasyonların gelişimini önlemede tedavi sırasında ilaç kullanımının<br />
yanı sıra; düzenli takip de çok önemlidir.<br />
Sık geçirilen orta kulak iltihaplarının altta yatan sebepleri<br />
araştırılmalıdır<br />
Yılda 3-4 defadan fazla olan veya 3 ay boyunca tüm tedavilere rağmen iyileşmeyen orta kulak<br />
iltihaplarında altta yatan sebepleri belirlemek çok önemlidir. Geniz eti, alerjik nezle, kronik sinüzit,<br />
sık üst solunum yolu enfeksiyonu geçirme en sık sebeplerdir. Erişkin hasta grubunda ise başlangıç<br />
döneminde ya da ilk kez olsa bile, altta mutlaka geniz kanserinin olup olmadığının anlaşılması<br />
gerekmektedir. Sık geçirilen veya iyileşmeyen orta kulak iltihaplarında ilaç tedavisinden çok<br />
<strong>cerrahi</strong> müdahale önerilmektedir. Bunlar arasında; kulak zarına mikroskobik küçük kesiyle drenaj<br />
(miringotomi), kulak zarına tüp konulması, geniz eti operasyonu sayılabilir. Hastalığın seyri ve<br />
cerrahın tercihine göre tedavi şekillendirilmekle birlikte, komplikasyon oluşumunu önlemede<br />
çok önemlidir. Başlangıç döneminde tedavinin gecikmesi durumunda ise kliniğin tipi ve seyri<br />
ağırlaşmakta, tedavide işitmeden çok hastanın yaşamını sorunsuz idame etmesini hedefleyen ağır<br />
<strong>cerrahi</strong>ler gerekebilmektedir.<br />
Korunmak mümkün!<br />
Öncelikle sık el yıkama, havlu gibi ortak eşyaları kullanmama, hasta kişilerle temasın önlenmesi,<br />
klimadan uzak durmak, düzgün beslenmek, grip salgınlarında toplu ortamlardan uzak durmak, grip<br />
aşısı olmak, tedavide gecikmemek gibi üst solunum yolu enfeksiyonlarından korunma önlemlerinin alınması gerekir. Alerji, kronik sinüzit gibi süregelen rahatsızlıkların<br />
tedavisi, sigara içmemek, çocukların pasif içici olmalarını engellemek, hava kirliliğinden uzak durmak ve reflünün tedavi edilmesi orta kulak iltihabından korunmada<br />
önem arz etmektedir.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012<br />
13
KIŞ REHBERİ<br />
KRONİK HASTALIĞINIZ VARSA<br />
KIŞ AYLARINA DİKKAT!<br />
Uz. Dr. Gürkan Yurteri - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Dahiliye Bölümü<br />
Kış ayları, bağışıklık sistemimizin daha zayıf olduğu ve hastalıklara daha kolay yakalandığımız<br />
riskli bir dönemdir. Özellikle kronik hastaların bu dönemde daha dikkatli olması, giyimine,<br />
beslenmesine ve yaşam tarzına daha fazla özen göstermesi gerekir.<br />
Sağlık Bakanlığı verilerine göre; ülkemizde her yıl yaklaşık 22 milyon kişi, kronik hastalıklarla karşı karşıya kalmaktadır. Bu<br />
hastaların çoğunluğunu kalp damar, yüksek tansiyon, şeker hastalığı ve KOAH (Kronik tıkayıcı akciğer hastalığı) oluşturmaktadır.<br />
Bunların dışında; addison, astım, kronik böbrek, koroner arter hastalığı, diyabet, epilepsi, glokom, hemofili, multiple skleroz,<br />
parkinson ve romatizmal hastalıkları da kronik hastalıklar içinde sayabiliriz.<br />
Mikroplar kapalı alanda daha kolay bulaşır<br />
Havalar soğuduğunda daha çok kapalı alanlarda vakit geçirip, iş yerlerimizi evlerimizi daha az havalandırır hale geliriz. Bu alanlarda hastalar mikroplarını sağlıklı bireylere<br />
kolayca bulaştırırlar. Organizmamız mikroplarla mücadelede birtakım savunma mekanizmalarına sahiptir. İşte bu savunma mekanizmaları, kronik hastalıklarda tam<br />
anlamıyla işlevini yerine getirememektedir. Bu kişiler daha kolay hasta olur; aynı zamanda daha zahmetli, uzun bir tedavi süreci yaşarlar. Ana problem, artan enerji ve<br />
oksijen ihtiyacını karşılayamamalarından kaynaklanır.<br />
KOAH hastaları daha dikkatli olmalı<br />
Soğukta vücudumuzun oksijen ihtiyacı arttığından daha sık soluk alıp veririz. Bu durum, zaten nefes almakta zorlanan KOAH hastalarında nefes darlığının artmasına<br />
neden olur. Hastalar kendilerini daha yorgun bitkin hissederler. KOAH’da solunum yollarının mukozası ve hava yolları tahrip olduğundan soğuk hava akciğerlere<br />
ısınmadan, partiküllerinden ve mikroplardan arınmadan ulaşmaktadır. Bu durum, enfeksiyon gelişimini kolaylaştırır. Bu hastalarda antibiyotikler kullanılsa bile iyileşme<br />
daha zor ve uzun süreli olur.<br />
Kalp krizinin görülme sıklığı soğuk havalarda daha artar<br />
Soğukta kalp, artan enerji ihtiyacını karşılayabilmek için daha fazla kan pompalar. Bu da onun oksijen ihtiyacını artırır. Ancak<br />
koroner arter hastaları, kalp hastaları bunu tolere etmekte zorlanırlar. Özellikle bu kalp krizlerinin, kalp yetmezliklerinin soğuk<br />
havalarda neden arttığını açıklar. Kalbin fazla kan pompalaması, stres hormonlarının kandaki düzeylerin artması çok soğuk<br />
havalarda tansiyon yükselmesine, tansiyonun ilaçlarla kontrolünün azalmasına neden olur. Soğukta kanın akıcılığı da<br />
azaldığından, tansiyona ve damar tıkanıklığına bağlı inme vakalarında da artışlar olur. Bazı romatizmal hastalıklarda<br />
da “akrosiyanoz” denilen parmak uçlarında morarma şeklinde renk değişikliklerinin neden soğukta daha sık<br />
ortaya çıktığını açıklar.<br />
Kronik hastaların dikkat etmesi gerekenler<br />
• Özellikle kış sporları yapmadan, kalp ve tansiyon kontrolleri yapılmalıdır. Çünkü yükseklik<br />
arttıkça havadaki oksijen ve ısı miktarı azalır. Bunun üstüne bir de spor yapılırsa kalp krizi<br />
geçirme riski artar.<br />
• Kronik hastalıklarda bağışıklık sistemi de zayıfladığından soğukla birlikte enfeksiyon<br />
hastalıkları artar. Bu nedenle yıllık grip aşılarının ve beş yılda bir yapılan zatürre<br />
aşılarının uygulanması gerekir.<br />
• Bağışıklık sistemlerini kuvvetlendirmek için, çeşitli<br />
vitaminler kullanılabilir. Addison, tiroid, şeker<br />
hastalıklarındaki hormon kullanımları<br />
ayarlanmalıdır.<br />
• Çok soğuk havalarda dışarı çıkılmaması<br />
sıcak yerlerde dolaşılması uygun olur.<br />
• Kanın akıcılığını artırmak için daha fazla<br />
sıvı tüketilmelidir. Vücudumuzun iş<br />
azaltmak için aşırı yemek yenmemelidir.<br />
Daha az tuz tüketmeli, sigaradan uzak<br />
durulmalıdır.<br />
• Isınmak için alkol kullanımından<br />
kaçınılmalı, şartlara uygun giysiler<br />
giyilmelidir.<br />
yükünü<br />
14<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012
KIŞ REHBERİ<br />
KIŞIN SAĞLIKLI BİR CİLT İÇİN…<br />
Uz. Dr. Tuğba Türe - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Dermatoloji Bölümü<br />
Kış aylarında soğuk<br />
havalarla birlikte cilt<br />
rahatsızlıklarının görülme<br />
sıklığında artış yaşanıyor.<br />
Soğuk hava, rüzgar ve azalan<br />
nem cildimizin kuruyup, pul<br />
pul dökülmesine ve bazı cilt<br />
hastalıklarının da artmasına<br />
neden oluyor.<br />
Her cilt tipi kuruyabilir<br />
Rüzgarlı ve soğuk günlerde, havanın nem<br />
kaybetmesine bağlı olarak yaşanan kuruluk; cildin<br />
hassasiyetini artırır, egzama veya dermatit gibi<br />
cilt problemlerinin ortaya çıkışını kolaylaştırabilir.<br />
Dermatit ve egzama gelişen ciltte, kızarıklık pullanma<br />
ve kalınlaşma olabilir. Yağlı ciltlerde ise kuruluk,<br />
T bölgesinde yağlanma devam ederken, özellikle<br />
yanaklarda kızarıklıklar, pullanmalar ile kendini<br />
gösterebilir. Sık ve uzun süreli duş alınması, duş jelleri,<br />
cilt tipine uygun olmayan sabun kullanılması, giyilen<br />
külotlu çoraplar ve yünlü çamaşırlar ciltte kuruluğun<br />
ve hassasiyetin artmasına neden olmaktadır.<br />
Özellikle vücutta kış aylarında görülen kaşıntıların en<br />
sık sebebi cilt kuruluğudur.<br />
Özellikle ellerinizi sık sık nemlendirin<br />
Ellerimiz, en sık suyla temas eden ve dış faktörlere<br />
en sık maruz kalan bölgemizdir. Gerekli özen<br />
gösterilmediğinde dermatitler ve egzamalar en<br />
sık ellerde gözlenir. Cildimizin doğal koruyucu<br />
mekanizmasını, ph, su ve yağ oranı belirler. Çok sık<br />
suyla temas, ıslak mendil, sıvı sabun, anti bakteriyel<br />
jel, kolonya kullanımı cildin doğal yapısını bozar.<br />
Cildimizin nemini yeniden kazandırmak için mümkün<br />
olduğunca sık nemlendirici kullanmak cildin doğal<br />
yapısını destekler.<br />
Nem kaybı egzamaya neden olabilir<br />
Kışın nem kaybı nedeni ile ciltte kuruluk ve<br />
egzamaların görülme sıklığı artar. Bu yüzden tedavisi<br />
için ilk yapılması gereken, bu duruma sebep olan<br />
etkenlerin ortadan kaldırılmasıdır. Yani vücuda tekrar<br />
nem kazandırmak gerekir. Egzamada cilde tekrar<br />
nem kazandırmadığımız sürece tedavi bir sonuç<br />
elde edilemeyecektir. Bu nedenle özellikle ellerimizi<br />
yıkarken, içinde paraben ve sabun içermeyen<br />
temizleyiciler kullanılmalı ve her yıkamadan sonra<br />
cilt tipine uygun nemlendirici kullanılmalıdır.<br />
Cilt bakımında altın öneriler<br />
Cilt bakımı konusunda; kuru, normal ve hassas cildin<br />
ayrımını iyi yapmak gerekir. Hem hassas hem kuru<br />
bir cilt veya sadece kuru bir cilt ile karşı karşıya<br />
olabiliriz.<br />
Bu durumda;<br />
• Banyo gün aşırı ve kısa süreli yapılmalıdır. Her gün<br />
banyo yapıldığı takdirde kuruluk şikayeti artabilir.<br />
• Duş alırken sabun içermeyen, özel nemlendiricili<br />
temizleyiciler veya yağlı duş temizleyicileri ile<br />
nem sağlanabilir. Yıkandıktan sonra vücut mutlaka<br />
nemlendirilmelidir.<br />
• Kuru ciltler için yüze özel temizleyici ve<br />
nemlendirici kullanılmalıdır.<br />
• Cildimizin nem kapasitesini vücudumuza aldığımız<br />
su miktarı belirlediğinden sıvı tüketimini artırmak<br />
da cilt kuruluğunu azaltacaktır. Sadece su olarak<br />
değil meyve sebze tüketimi de su alımı açısından<br />
önemlidir.<br />
• Beslenme de cilt sağlığında, diğer bütün faktörler<br />
kadar etkilidir. Demir, B12, vitamin, çinko, folik asit<br />
ve mineral eksikliği olanlarda da ciltte kuruma<br />
şikayetleri artar.<br />
Tiroit ve şeker hastalarının da ciltlerine kış aylarında<br />
daha fazla özen göstermesi gerekir. Kuruyan<br />
cilt kaşınabilir. Cilt bu dönemlerde daha hassas<br />
olduğundan, kaşıntı ile ciltte egzama veya enfekte<br />
yaralar oluşabilir. Bu durumda mutlaka doktora<br />
başvurulması gerekir.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012 15
KALP SAĞLIĞI<br />
KALP DAMAR ÖLÜMLERİNİN EN YAYGIN<br />
2. NEDENİ ANEVRİZMALARDIR<br />
Doç. Dr. Arif Tarhan - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü<br />
Ülkemizde her yıl 3 bin insan patlayan aort anevrizmaları nedeniyle ölmektedir. Patlamaya bağlı<br />
aort anevrizmaları, ülkemizde 50 yaşın üzerindeki erkeklerde 7. sıradaki ölüm nedeni olarak<br />
yer almaktadır. Birçok anevrizma ise hiçbir belirti ve bulgu vermeksizin gizlice gelişebilmektedir.<br />
Yırtılmaya bağlı birçok anevrizma vakası aslında erken tanı ve tedavi ile<br />
önlenebilmektedir.<br />
Atardamarın genişlemesi ile anevrizma oluşur<br />
Damarın duvarındaki zayıflamış bölgeye doğru olan akımın da etkisiyle<br />
atardamardaki balonlaşma (genişleme) anevrizma olarak adlandırılır. Bu zayıflama<br />
bir hastalığa yada yaralanmaya bağlı olabilir veya atardamar duvarındaki doğuştan<br />
olan bir zayıflık nedeniyle gelişebilir.<br />
Anevrizmanın patlaması ölüm nedenidir<br />
Aortanın göğüs boşluğundaki bölümünde oluşan anevrizma “Torasik aort<br />
anevrizması”, karın içerisindeki aortada oluşan anevrizmaya ise “Abdominal aort<br />
anevrizması” adı verilmektedir. Aortanın dışındaki atardamarlarda örneğin; beyin,<br />
kalp, bağırsaklar, dalak, boyun damarları ve bacaklarda da daha az sıklıkta olmak<br />
üzere anevrizmalar oluşabilmektedir. Beyindeki bir anevrizmanın patlaması ise<br />
felç nedenidir.<br />
Hayatında 100 sigara içmiş 65 yaş üzeri kişiler dikkat!<br />
Hayatında en az 100 sigara içmiş 65 yaşın üzerindeki herkese abdominal aort<br />
anevrizması varlığının araştırılması açısından yıllık “abdominal ultrason check up”<br />
önerilmektedir.<br />
İlaçla tedavi ya da <strong>cerrahi</strong> tedavi<br />
İlaçlar ve <strong>cerrahi</strong> anevrizmalarda 2 tedavi yöntemidir. İlaçlar, <strong>cerrahi</strong> tedavi öncesi<br />
verilebildiği gibi; <strong>cerrahi</strong>ye gerek duyulmayan hastalara da verilebilmektedir.<br />
Kan basıncının düşürülmesi, kan damarlarının gevşetilmesi ve patlama riskinin<br />
azaltılması amacıyla ilaçlar verilir. Tedavi önerileri aort anevrizmalarının çapıyla<br />
bağlantılıdır. Küçük anevrizmalarda izlenerek beklenirken büyük anevrizmalarda<br />
<strong>cerrahi</strong> önerilir.<br />
Anevrizmanın tipine göre <strong>cerrahi</strong> tedavi<br />
Çıkan aort anevrizmalarında genellikle açık <strong>cerrahi</strong> yöntemler uygulanırken, inen<br />
aorta ve karın aortasında endovasküler yöntemleri tercih edilir.<br />
• Açık <strong>cerrahi</strong> onarım: Geleneksel tipte anevrizma onarımı, göğsün ya<br />
da karnın kesilerek açılması ve aortanın anevrizmatik bölümünün çıkarılarak o<br />
bölgeye sentetik (yapay) damarın yerleştirilmesi şeklindedir.<br />
• Endovasküler yöntem: Bacak damarlarından bir iğne deliğinden girilir,<br />
damarın içini güçlendirerek anevrizmanın genişlemesini durduran ve patlamasını<br />
engelleyen özel greft mekanizması aortaya yerleştirilir. İşlem genellikle lokal<br />
anestezi ile hasta uyanıkken yapılır. İşlem sırasında herhangi bir vücut boşluğu<br />
kesilerek açılmaz. Bu <strong>cerrahi</strong> sırasında bacaktan aortaya yerleştirilen teller ve ince<br />
kateter denilen borucuklarla yapılır. Hastanın hastanede kalış süresi 1 gündür.<br />
Hastanın normal aktivitelerine dönüş süresi ise 1 haftadır.<br />
16<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012
KALP SAĞLIĞI<br />
KALP DAMAR HASTALIĞINI DEĞERLENDİRMEDE YENİ<br />
YÖNTEM: OPTİK KOHERENS TOMOGRAFİ (OKT)<br />
Doç. Dr. İzzet Erdinler - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Kardiyoloji Bölümü<br />
Şekil 1 - Klasik anjiografi ile belirlenmeyen darlığın gösterilmesi<br />
Kalp damar hastalığı olan<br />
hastaların girişimsel tedavilerinin<br />
yönlendirilmesinde çeşitli<br />
yöntemler vardır. Koroner<br />
anjiografi ile kalp damar hastalığı<br />
teşhis edilebilir.<br />
Anjiografi esnasında tıkalı damar çapı ve darlık miktarı kantitatif<br />
olarak tespit edilebilir. Ayrıca tıkalı damarlara balon anjioplasti<br />
ve stent uygulaması yapılabilir. Bu işlemlerin başarısı da kantitatif<br />
olarak değerlendirilebilir; ancak bu yöntem damarın durumunu<br />
ve yapılan tedavinin etkinliğini değerlendirmede her zaman etkin<br />
olmayabilir. Damarın iç lümenin ve yapılan balon anjioplasti ve<br />
stent işleminin etkinliğin değerlendirilmesi için başka yöntemler<br />
kullanılmaya başlanmıştır. Bu konuda en yaygın kullanılan<br />
teknik damar içinin ses dalgaları ile değerlendirilmesidir(IVUS).<br />
Damarın iç cidarının durumu ve yapılan tedavilerin başarısı ile<br />
komplikasyonları uzun yıllardır bu yöntemle değerlendirilmiştir.<br />
Şekil 2 - Sol ön inen artere konulan stentin damar lümenine uygun yerleşimi<br />
Koroner arterin önemli iç yapıları değerlendirilir<br />
Son yıllarda teknik gelişmelere uygun olarak damar içinden alınan<br />
imajların ses yerine ışıkla değerlendirilme yöntemi olarak “optik<br />
koherens tomografi” kullanılmaktadır. Bu yöntemle normal<br />
koroner arterlerin “intima”, “media” ve “elastik membran” gibi<br />
önemli iç yapıları değerlendirilmektedir. Ayrıca damar sertliğine<br />
bağlı damar içi lezyonların değerlendirilmesi ve kantitatif ölçümleri<br />
yapılabilmektedir. Bu yöntemle stent uygulanan damarlarda stent<br />
yerleşimi ve damarın açıklık derecesi değerlendirilebilmektedir.<br />
Anjiografide tespit edilemeyen darlıklar belirlenir<br />
“Türkiye’de birkaç merkezde uygulanmakta olan “optik koherens<br />
tomografi” yöntemi, klasik anjiyografide tespit edilemeyen<br />
darlıkların belirlenmesi, anesteziye ihtiyaç duyulmaması ve<br />
hastalara kısa sürede sosyal yaşama dönüş imkanı sağlaması gibi<br />
özellikleri ile ön plana çıkmaktadır.”<br />
Şekil 3 - Circumfleks arter içinde gözlenen damar içi genişleme<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012 17
KALP SAĞLIĞI<br />
Bypass Sonrası Yaşam Kalitenize Dikkat Edin,<br />
Tekrarlayan Bypass Riskini En Aza İndirin!<br />
Yrd. Doç. Dr. İsmail Başyiğit - <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü<br />
Kalpte koroner diye isimlendirilen damarların, özellikle 40’lı yaşlardan sonra, daralma,<br />
kireçlenme ve elastikiyetini kaybetmesi sıkça görülür. Bu durumda kalbi besleyen damarlarda<br />
daralmalar ve tıkanmalar, kalbin beslenmesini bozar. Kalbin beslenmesi bozulduğu zaman da<br />
çeşitli derecelerde kalp krizleri ve kalbin fonksiyonlarının bozulması gibi hayatı tehdit eden ciddi<br />
sonuçlar ortaya çıkabilir. Bu durumda yapılacak müdahaleler arasında; anjiyo, balon, stent, pıhtı<br />
eritici ilaçlar vardır. En radikal çözüm olan “Bypass” ise hala önemini korumaktadır.<br />
Bypass öncesi ilaç tedavisi denenmeli<br />
Kalp damarlarındaki darlığın veya tıkanıklığın açılması,<br />
kanın gidemediği ya da az gittiği bölgelere gerektiği kadar<br />
kanı göndermeyi amaçlamaktadır. Bunun için öncelikle<br />
ilaç tedavisi uygulanmaktadır. Çünkü ilaç tedavisi anjiyo ve<br />
ameliyat için gereken donanım ve ekip olmadan her yerde<br />
uygulanabilir. İlaç tedavisiyle cevap alınamayan durumlarda<br />
yapılan anjiyo ile damarın daralmaları ve tıkanmaları<br />
belirlenip, bu bölgelere yönelik damarı balonla açmak ve<br />
daha sonra daralmış bölgeye stent yerleştirme yöntemleri<br />
günümüzde oldukça revaçtadır. Bu basamaklarda hastanın<br />
problemi çözülememiş ise damar açılamamışsa, darlık<br />
giderilememişse sıra 3. basamaktaki “Koroner Bypass”<br />
ameliyatına gelmektedir.<br />
Bypass iki yöntem ile uygulanır<br />
“Kapalı yöntem” dediğimiz atan kalpte yapılan ve “açık”<br />
yöntem dediğimiz kalbi durdurarak yapılan iki farklı bypass<br />
ameliyatı vardır. Daha yaygın olarak kullanılanı kalbin<br />
durdurularak kalp akciğer pompası ile yapılan ameliyatlardır.<br />
Diğer yöntem de ise kalp durdurulmamaktadır, kalpakciğer<br />
pompası kullanılmamaktadır. Hangi yöntemin<br />
uygulanacağına ameliyatı yapacak olan <strong>cerrahi</strong> ekip<br />
hastanın genel verilerini değerlendirip karar vermektedir.<br />
Tekrarlayan bypasslar daha yüksek risk<br />
taşımaktadır<br />
Bazı durumlarda bypass ameliyatı olmuş hastalarda tekrar ameliyat gerekebilir. Çünkü yapılmış olan bypasslar ileri dönemde tıkanma riski taşımaktadırlar.<br />
Ayrıca damar sertliği ilerleyici bir hastalıktır. Bunu durdurmak ve tamamen geri döndürmek mümkün değildir. Ancak son 10 yılda girişimsel kardiyoloji deki<br />
bir takım önemli gelişmeler ameliyat sonrası gelişebilen darlıkların ve tıkanmaların, balon – stent müdahaleleri ile tekrar ameliyatlarının sayısını oldukça<br />
azaltmıştır. İkinci ve daha sonraki ameliyatlar birinci ameliyata göre her zaman daha yüksek risk taşımaktadırlar.<br />
Tekrar bypass olmamak için dikkat edilmesi gerekenler;<br />
Öncelikle hastalar, ameliyat sonrası kesinlikle “ameliyat oldum, yeniden doğdum, herşey bitti” psikolojisine girmemeli ve ameliyat sonrası hayatlarında yeni bir<br />
yaşama disiplini oluşturmalıdır. Bunların dışında;<br />
• Dumansız bir ortamda bulunmaları,<br />
• Alkol almamaları,<br />
• İlaçlarını düzenli almaları,<br />
• Düzenli günlük egzersizler yapmaları<br />
• Uygun beslenme planı için doktorlarına danışmaları, hastalığın tekrar etmemesi açısından önemlidir.<br />
18<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012
KALP SAĞLĞI<br />
KALP KRİZİ “GELİYORUM” DER Mİ?<br />
Uz. Dr. Halit Acet - <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Kardiyoloji Bölümü<br />
Göğüste sıkışma, yanma, hazımsızlık, nefes darlığı, solgunluk, terleme, yorgunluk kalp krizinin ilk<br />
belirtileridir. Ancak kalp krizlerinin dörtte biri ise belirti göstermeden meydana gelir.<br />
Kalp krizi hiçbir belirti olmadan birdenbire ortaya çıkabilir<br />
Kalp krizinde ağrı, göğüste ağrı, yanma, sıkışma şeklinde başlayıp sol kola serçe parmağına doğru inen, boyna doğru yayılan bir ağrıdır. Alında soğuk terler birikir.<br />
Bazen kalp krizi çok ani ve şiddetli bulgular ile başlar ve kolayca tanı konabilir. Ancak pek çok kişide kalp krizi belirtisi yavaş ve hafif bir ağrı veya rahatsızlık hissi ile<br />
başlar ve ne olduğu anlaşıldığında hasta için geç kalınmış olabilir. Ağrı hareket etmekle artar, dinlenirken azalır, fakat geçmez. Ağrı yarım saatten uzun sürer. Ağrıyla<br />
birlikte soğuk soğuk terleme ve mide bulantısı da olabilir. Bazı insanlarda belirtiler çok gizli olabilir. Özelikle ileri yaşlı hastalar, diyabet hastaları hemen hemen hiç<br />
ağrı duymayabilirler ve sadece nefes darlığı ve soğuk terleme şikayetleri ile kalp krizi geçirebilirler. Bazı hastalarda da mide ülseri veya pankreatit ağrısıyla kalp krizi<br />
ağrısı karıştırılabilir.<br />
Kalp krizi esnasında saniyeler dahi önemlidir<br />
Hasta hemen aspirin alıp çiğnemelidir. Aspirin kanı sulandırır ve kan dolaşımı kolaylaştırır. Bu belirtilerle karşı karşıya kalındığında derhal bir yere oturup dinlenilmeli<br />
ve hemen bir sağlık kuruluşuna ulaşılmalıdır. Kesinlikle yürümeye veya merdiven çıkmaya devam edilmemelidir. Aktiviteye devam etmek zaten oksijen alamayan kalbin<br />
oksijen talebini daha da artıracaktır.<br />
Kalp hastalıkları açısından riskli durumlara dikkat!<br />
• Sigara içmek<br />
• Kötü kolesterol (LDL) yüksek olması<br />
• İyi kolesterol (HDL) düşük olması<br />
• Diyabet hastalığı<br />
• Obezite ve sedanter yaşam<br />
• Erkeklerin 45, bayanların 55 yaşının üstünde olması<br />
• Tansiyon yüksekliği<br />
• Kötü beslenme (doymuş yağ asitlerinden zengin beslenme alışkanlığı)<br />
• Aile öyküsü (1. Derece akrabalarda erkeklerde 55, kadınlarda 65 yaş altında kalp krizi geçirmiş olması<br />
veya kalp damarlarında tıkanıklık olması) Eğer babanız ya da ağabeyiniz 55, anneniz ya da ablanız<br />
65 yaşından önce kalp krizi geçirdiyse veya kalp damarlarında tıkanıklık varsa kalp hastalığına yakalanma<br />
olasılığınızın yüksek olduğunu düşünmelisiniz.<br />
Kalp krizinden korunmanın üç temel noktası vardır:<br />
1.Sigara bırakılmalı<br />
2.Daha fazla hareket edip sedanter yaşam tarzından kurtulmalı<br />
3.Beslenme alışkanlığına dikkat edilmeli<br />
Kan kolesterolünüzü düşürün; Doymuş ve trans yağları tüketmeyin, total kolesterolü 200<br />
mg/dL’nin altına çekin. Risk düzeyinize göre, LDL kolesterolü uygun seviyelere indirin. HDL<br />
(iyi) kolesterol – erkeklerde 40 mg/dL kadınlarda 50 mg/dL veya üzeri, trigliseridler ise 150<br />
mg/dL’den düşük olmalıdır. Kan basıncı ile
ERKEK SAĞLIĞI<br />
ÇOCUK SAHİBİ OLAMAMA NEDENLERİNİN<br />
YARISINI ERKEK KISIRLIĞI OLUŞTURUR<br />
Prof. Dr. Mehmet Murad Başar - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Androloji Bölümü<br />
Çocuk sahibi olamama nedenleri<br />
arasında % 50 oranına sahip olan<br />
erkek kısırlığı, erkek üreme sisteminin<br />
anatomik yapısı göz önüne alınarak<br />
testis öncesi, testise bağlı ve testis<br />
sonrası nedenler olarak üç ana<br />
başlık altında değerlendirilir. Bununla<br />
birlikte yapılan tüm değerlendirmelere<br />
rağmen olguların %30-40’lık bir<br />
kesiminde hiçbir neden ortaya<br />
konulamaz. Sebebi bilinmeyen erkek<br />
kısırlığı olarak adlandırılan bu olgularda<br />
önemli bir neden çevresel faktörlerdir.<br />
Yapılan toplumsal çalışmalarda ortaya<br />
konulduğu gibi Dünya Sağlık Örgütü<br />
tarafından da kabul edilen sperm<br />
hücresi sayısı, son 25 yılda yaklaşık 4 kat<br />
azalmıştır.<br />
Erkek kısırlığı hormonal nedenlerden<br />
kaynaklanabilir<br />
Testis öncesi erkek kısırlığı, erkek üreme sisteminin<br />
hormonal işleyişini düzenleyen beynin alt bölgesinde<br />
yer alan hipotalamus ve hipofiz bezinden kaynaklanan<br />
hastalıklara bağlı olarak ortaya çıkar ve hormonal<br />
bozukluğa neden olurlar. Aslında bu grup içinde yer<br />
alan hastalıkların bir kısmı eksik olan hormonun yerine<br />
konulması ya da fazla salgılanan hormon seviyesinin<br />
çeşitli ilaçlar ile kontrol edilmesi yoluyla tedavi edilebilir.<br />
İnmemiş testisin tedavisi geciktikçe<br />
kısırlık riski artar<br />
Erkek kısırlığının en önemli nedenlerini oluşturan<br />
ikinci grup testisten kaynaklı sperm yapma ve<br />
hormon üretmeye bağlı olan sorunlardır. Oldukça<br />
nadir karşılaşılan bir durum olan testisin doğuştan<br />
yokluğu eğer iki taraflı ise günümüz şartlarında tedavisi<br />
olmayan bir durumdur. Ancak, tek taraflı testis yokluğu<br />
olgularında da kısırlık karşımıza çıkabilir. İki taraflı<br />
veya tek taraflı testis yokluğu olan olgularda daha sık<br />
karşılaşılan bir durum olan testis iniş bozukluklarını<br />
mutlaka iyi değerlendirmek gereklidir. Tüm nedenler<br />
içinde erkek kısırlığının %7-10’luk bölümünü oluşturan<br />
testis iniş bozukluklarında tedavi yaşı geciktikçe<br />
kısırlık oranı artar. İnmemiş testis sorunu normal yeni<br />
doğanlarda %2-5 oranında izlenirken, erken doğan<br />
bebeklerde bu oran % 30’a kadar çıkmaktadır. Ancak,<br />
olguların büyük bir kısmı ilk 6 ay içinde kendiliğinde<br />
skrotum adı verilen torbalara iner ve 1 yaşından itibaren<br />
gerçek oran %1-2 olarak izlenir. Testisin torbanın içine<br />
yerleşmesi sperm üretimi için son derece önemlidir.<br />
Çünkü sperm üretimi normal vücut ısısının altında,<br />
35-36 derecede ısıda gerçekleştirilebilir. Testis vücut<br />
20<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012<br />
ısısı olan 37 dereceye maruz kalırsa yapısında bozulma<br />
ortaya çıkar. Günümüzde bu olgularda ilk 24 ay içinde<br />
testisin mutlaka torbaya indirilerek tedavisinin yapılması<br />
gerekir.<br />
Kısırlıkta ikincil nedenlerin yarısını<br />
varikosel oluşturur<br />
Tedavi edilebilir önemli bir kısırlık nedeni de<br />
varikoseldir. Bacaklardaki varisin erkeklerdeki testislerin<br />
toplardamarlarında ortaya çıkması durumudur. Normal<br />
erkeklerde %10-15 oranında varikosel görülür. Kısırlık<br />
nedeni ile başvuranlarda ise izlenme oranı %20-25’dir.<br />
Ancak, daha önce çocuk sahibi olup 2.-.3 çocuk<br />
sahibi olmada zorluk yaşayan ikincil kısırlık vakalarında<br />
saptanma oranı % 50’lere kadar çıkmaktadır. Varikosel<br />
tedavisi <strong>cerrahi</strong>dir. Varikosele bağlı olarak sperm hücresi<br />
yapımı etkilenmiş, sperm hücresi kalitesi bozulmuş ve<br />
bunun yanında testis yapısında bir bozulma ortaya<br />
çıkan hastalarda ameliyat durumu değerlendirilmelidir.<br />
Genetik etkenler kısırlığa yol açabilir<br />
Vücudun tüm fonksiyonları gibi üreme fonksiyonu<br />
da genetik olarak kodlanmıştır. Erkekliği belirleyen<br />
Y kromozu üzerinde sperm üretimini denetleyen<br />
gen bölgeleri vardır. Bu bölgelerdeki bozukluklar<br />
erkek kısırlığında önemli bir grubu oluşturmaktadır.<br />
Diğer taraftan genetik yapıyı oluşturan diğer 22<br />
kromozomdaki yapısal veya sayısal bozukluklar da<br />
kısırlık nedeni olabilir. Bu nedenle menisinde hiç<br />
sperm hücresi bulunmayan, sperm sayısı 5 milyonun<br />
altında olan erkelerde veya sperm üretimi normal bile<br />
olsa tekrarlayan düşük öyküsü olan çiftlerde mutlaka<br />
genetik inceleme yapılması gereklidir.<br />
Cinsel yolla bulaşan hastalıklara dikkat!<br />
• Sperm boşaltım kanallarındaki bir darlık ya da<br />
tıkanıklık, kısırlığın bir diğer önemli nedenidir. Bu<br />
sorun kanalların yokluğu şeklinde ortaya çıkabilir ya<br />
da cinsel yolla bulaşan hastalıklar nedeniyle sonradan<br />
kazanılan tıkanıklıklar olabilir. Doğuştan kanal yokluğu<br />
olan hastalarda ek başka genetik bozuklukların da<br />
incelenmesi gereklidir. Cinsel yolla bulaşan hastalıklar<br />
ve buna bağlı kanal tıkanıklıkları ise genç yaş grubu<br />
erkeklerde önemlidir. Tedavi edilmemiş olgularda<br />
kanal tıkanıklığı gelişebileceği gibi yetersiz tedavi edilen<br />
olgularda süreğen enfeksiyon sonucu sperm hücresi<br />
üzerine toksik etkili moleküller nedeni ile sperm<br />
hücresinin kalitesinde ve fonksiyonunda bozulma<br />
ortaya çıkar.<br />
• Testis sonrası nedenler olarak değerlendirilen sperm<br />
iletim sorunları kasık bölgesine yönelik geçirilmiş<br />
ameliyatlar ve prostat ameliyatlarından sonra ya da<br />
şeker hastalıklarına bağlı olarak da gelişebilir. Ayrıca,<br />
omurga travması olan hastalarda da meninin dışarı<br />
atılamaması sık görülen bir durumdur.<br />
• Bazı olgularda sperm hücresi üretimi vardır; yapısal<br />
bozukluğa bağlı olarak spermin kuyruk hareketinde<br />
sorun olabilir veya sperm hücresinde şekilsel bozuklar<br />
ortaya çıkabilir. Bu durumda sperm hücresinin<br />
kadın yumurtası ile birleşme ve dölleme kapasitesi<br />
bozulacaktır. Bu olgularda yüksek çözünürlüklü<br />
kameralar altında sperm hücresi seçimi ile yardımcı<br />
üreme yöntemi uygulanmaktadır.<br />
• Diğer taraftan cinsel fonksiyon bozukluğu,<br />
penis boyunun küçük olması, idrar deliğinin<br />
penis ucundan farklı bir yerde bulunması ve halk<br />
arasında “peygamber sünneti” olarak adlandırılan<br />
hipospadiyas olgularında da kısırlık sorunu ortaya<br />
çıkmaktadır.<br />
• Çevresel faktörler, beslenme, bilgisayar ve cep<br />
telefonu kullanımının artması, çalışma şartları, oturur<br />
pozisyonda masa başında uzun süre çalışma gibi<br />
nedenler de sprem kalitesini bozucu dolayısıyla<br />
kısırlığa neden olan etkiye sahiptir.
ERKEK SAĞLIĞI<br />
İYİ HUYLU PROSTAT BÜYÜMESİ<br />
HER ERKEĞİN KABUSU<br />
Doç. Dr. Ümit Yener Tekdoğan - <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Üroloji Bölümü<br />
Prostat bezi, mesane çıkımında yer alan destek ve salgılayıcı dokulardan oluşan ceviz<br />
büyüklüğünde bir organdır. Erkeklerde doğuştan var olan bu organın temel görevi<br />
spermlerin yaşaması için daha iyi ortam oluşturmaktır.<br />
Prostat Büyümesi 50 Yaşından Sonra Kendini Gösteriyor<br />
İyi huylu prostat büyümesi prostatın destek dokusu öncülüğünde salgı yapan bölümünde ortaya çıkan hücresel artma ve büyüme olarak açıklanabilir. Genel<br />
olarak bu değişimler 40’lı yaşlarda mikroskobik olarak başlar ve 50 yaşından sonra klinik belirtiler görülür. Ancak ortaya çıkan bu klinik belirtiler sadece<br />
prostata bağlı olarak görülmez.. Yaşlanmaya bağlı mesanede oluşan değişimler, fonksiyon bozuklukları, hatta gece fazla idrar yapımına bağlı oluşan belirtiler ile<br />
birlikte alt üriner sistem semptomları olarak anılan belirtiler klinik şikayetleri oluşturur.<br />
Şikayetler İki Grup Olarak Görülür<br />
Prostata bağlı şikayetler temel olarak iki grupta toplanır. Bunlardan<br />
birincisi uyarıcı şikayet olarak bilinen irritatif bulgulardır. Sık idrara çıkma,<br />
ani idrar hissi ve bununla birlikte idrar kaçırma gibi bulgular irritatif<br />
bulgular olarak sınıflandırılır. Tıkanıklığın ön planda olduğu bulgularda<br />
ise; idrar akımında ve gücünde azalma, idrar yaparken zorlanma, hatta<br />
taşma şeklinde idrar kaçırma görülür. Bu şikayetler idrar yapamamaya<br />
kadar giden şikayetlerdir. Ancak bulgular yalnızca prostat büyümesine<br />
bağlı değildir. Mesane ve böbrek fonksiyonlarındaki aksamalar bahsedilen<br />
bulgular ile birliktedir. Doğru teşhis için mutlaka uzman yardımı almak<br />
gerekir.<br />
En Verimli Tedavi Yöntemi: Cerrahi<br />
Prostat irileşmesinin tedavisi, temel olarak 3 grupta toplanmaktadır.<br />
Bunlardan ilki bekle-gör, davranış ve yaşam tarzını ilgilendiren tedavilerdir.<br />
İkincisi ilaç ve bitkisel çözümlerdir. Ancak bitkisel ilaçlar henüz yeterince<br />
bilimsel kanıta sahip değildir. İlaçlar ya mesane çıkımının direncini<br />
azaltarak ya da prostat hacmini azaltarak etki ederler. Bunlara mesanenin<br />
gevşemesini sağlayan ilaçlar ve gece idrar yapımını azaltan ilaçlar da ilave<br />
edilebilir. Bu ilaçların seçimi, hastanın durumu ve önceliklerine göre<br />
doktor tarafından tayin edilmelidir. İlaçların tek tek kullanımı olabileceği<br />
gibi kombine kullanımları da söz konusudur.<br />
Üçüncü tedavi şekli de <strong>cerrahi</strong> tedavilerdir. Bunlar belirli şartlar<br />
oluştuğunda ya da diğer tedaviler ile yeterli iyileşme sağlanmadığında<br />
başvurulacak yöntemlerdir. Kapalı ya da açık <strong>cerrahi</strong> ile gerçekleştirilen<br />
prostatektomi hala en verimli yöntemdir. Daha özel durumlarda; kapalı<br />
yöntemle yapılacak lazer protatektomi, transüretral microdalga tedavisi,<br />
transüretral iğne ablasyonu ve prostat içerisinde yerleştirilen yol açıcı<br />
stentler ile prostat içerisine enjekte edilebilecek maddeler uygulanabilir.<br />
Alkol ve Kafeinden Uzak Durun<br />
Normal olarak yaşamını sürdüren her erkekte prostat yaşlanmayla<br />
birlikte ortaya çıkar. Sadece belirli hormonal bozuklukları olan<br />
erkeklerde bu, ortaya çıkmayabilir. Ancak sıvı alımının düzenlenmesi,<br />
kafein ya da alkol gibi uyarıcı etkisi olan maddelerden kaçınmak, aşırı kilo<br />
alımının engellenmesi ile bulguların ortaya çıkması geciktirilebilir ya da<br />
hafifletilebilir.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012<br />
21
GENEL SAĞLIK<br />
AYAK BİLEĞİ ARTROSKOPİSİ KISA SÜREDE<br />
AYAĞA KALDIRIYOR<br />
Prof. Dr. Ahmet Turan Aydın - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Ortopedi ve Travmatoloji Bölüm Başkanı<br />
Ayak bileğinde meydana gelen eklem rahatsızlıklarının tedavisinde<br />
uygulanan artroskopi yöntemi, açık <strong>cerrahi</strong>ye ihtiyaç duyulmadan,<br />
hastaların kısa zamanda iyileşebildiği, kansız bir tedavi olanağı sunuyor.<br />
Artroskopi ile hastalar kısa zamanda iyileşiyor<br />
Ayak bileğinde üç aydan fazla devam eden ağrılar; ağrıya eşlik eden boşalma, emniyetsizlik hissi, kilitlenme ve ses gelmesi gibi şikayetler eklem zarı iltihabı<br />
(sinovit); eklem kapsülü ve bağların kopan parçalarının, eklem kenarlarındaki kemiksel çıkıntıların sıkışması ve birbirlerine sürtünmesi, eklem kıkırdağının<br />
kırılması veya dejenerasyona uğraması, kıkırdağa da ulaşan kemik ölümü, akut kemik iliği ödemi, enfeksiyonlar, tümörler gibi hastalıklara işaret eder. Bu<br />
hastalıkların tedavisinde kullanılan ayak bileği artroskopisi, ayak bileği eklemini açmadan kapalı bir yöntemle eklem içinin incelenmesine ve <strong>cerrahi</strong> işlem<br />
yapılabilmesine olanak sağlamaktadır. Artroskopi küçük kesiler ile yapıldığı için de hastalar kısa<br />
zamanda iyileşmekte ve işlerine dönebilmektedir.<br />
Artroskopi günümüzde hemen her eklemde uygulanmaktadır<br />
Artroskopi, eklemlerin optik bir sistem aracılığıyla incelenmesidir. İlk kez 1900’lü yılların başlarında<br />
denenen bu teknik, Japon hekimlerin (Takagi, Watanabe) katkılarıyla büyük aşama katetmiştir.<br />
Günümüzde optik sistem, görüntü aktarımı (video-kamera aracılığıyla görüntünün televizyon<br />
monitörüne aktarılması) ve <strong>cerrahi</strong> aletlerdeki gelişmeler sonucu hemen her eklemde uygulanır hale<br />
gelmiştir. Ayak bileği, diz ve omuzdan sonra üçüncü sıklıkta uygulama alanıdır.<br />
Artroskopi işleminde ayak bileği eklemine giriş yolları dikkatli açılmalıdır<br />
Ayak bileği ekleminin anatomik özelliği nedeniyle eklem aralığının iyi açılması gerekmektedir. Bu<br />
nedenle aralığın kalmadığı ileri artrozlarda artroskopi yapılamaz. Ayrıca eklem çevresinde enfeksiyon<br />
veya ileri damar hastalığının bulunması durumunda da yapılmamalıdır. Artroskopi işlemi anestezi<br />
altında ve bu işlem için hazırlanmış donanımla (optik dizgesi, videokamera, özel el aletleri,<br />
tıraşlayıcı, yakıcı aletler) gerçekleştirilir. Diz ekleminde kullanılan optik sistemi burada da<br />
kullanılabilir. Eklemin önemli bir kısmı eklemin ön yüzünden açılan iki giriş deliğinden<br />
rahatlıkla değerlendirilip <strong>cerrahi</strong> işlem yapılabilir. İşlemler turnike kullanılarak kansız<br />
ortamda yapılır. Kullanılan standart giriş yollarının tendon ve sinir dokularına yakınlığı<br />
nedeniyle bu yapıları hasar görmemesi için dikkatlice açılması gerekmektedir. Çoğunlukla<br />
yanlış uygulama ve komplikasyonlar giriş yollarının özensiz açılmasından kaynaklanmaktadır.<br />
Artroskopi işleminden hemen sonra<br />
ayak üzerine basmaya izin verilir<br />
Ayak bileği artroskopisi az hasarlı bir girişim olduğu için hastalar çoğu<br />
kez hastanede bir gece kalır ve kısa zamanda rehabilite olarak işlerine<br />
dönerler. İşlemden sonra ayak bileği hareketlerine ve basmaya hemen<br />
izin verilir. Ödemin ve ağrının azaltılması için soğuk, antienflamatuar,<br />
ağrı kesici ilaç kullanılmalıdır. Bir istisna olarak Talus’un (aşık kemiği)<br />
osteokondral lezyonlarında uygulanan artroskopik tedavi yöntemlerinde<br />
hastalar erken ayağa kaldırılmalarına rağmen altı hafta ayaklarının üzerlerine tam<br />
basmalarına izin verilmez. Ayrıca eklemin dondurulmasını gerektiren patolojilerde de<br />
bu işlem artroskopi ile yapılabilir. Açık tekniğe göre çok avantajlıdır ve iyileşme daha hızlı<br />
olmaktadır. Bazı eklem içi ve çevresi kırıkların tedavisinde de artroskopiden yararlanılabilir.<br />
22<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012
GENEL SAĞLIK<br />
MİDE AĞRILARI BAŞKA<br />
HASTALIKLARIN HABERCİSİ OLABİLİR<br />
Doç. Dr. Serdar Akça - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Gastroenteroloji Bölümü<br />
Karın bölgesinde şiddetli ağrı, karnın üst bölgesinde şişkinlik gibi durumlarda kendi kendimize mide<br />
hastalığı olarak teşhis koyduğumuz ağrılar, farklı hastalıkların habercisi olabilir. Karın bölgesinde bulunan<br />
birçok organdan da kaynaklı olabilecek olan bu ağrılar, kalp krizine bile işaret edebilir<br />
Karnın üst bölgesindeki her sıkıntı mideden kaynaklanmayabilir<br />
Karnın üst bölgesinde bir sıkıntı hissedildiği zaman bu durum genellikle mideye bağlanır. Bu bölgede mide de bulunmasına rağmen her ağrı mide ağrısı demek değildir.<br />
Mide ağrısını tarif etmek de çok kolay değildir. “Hastaya şikayetiniz nedir?” diye sorulduğu zaman rahat bir şekilde midem ağrıyor demektedir ancak bilinmelidir ki;<br />
ağrılar çok çeşitlidir.rneğin hazımsızlık da ağrı olarak tespit edilir. Bizim hastalarımızdan istediğimiz, şikayetlerinin hangi organa ait olduğunu değil, şikayetin ne olduğunu<br />
söylemeleridir. Çünkü karnın üst bölgesinde mideden başka, karaciğer, safra kesesi, pankreas, kalın bağırsak, dalak, cilde ait organlar olan yağ dokuları, büyük ana atar<br />
ve toplardamarlar bulunmaktadır. Birbirine komşu olan bu organların hepsi karın ve mide bölgesinde ağrılara yol açabilmektedir.<br />
Hasta şikayetlerine göre ağrının asıl nedeni anlaşılabilir<br />
Mideye bağlı ağrıyı anlamak için yapılan çeşitli yöntemler vardır. Özellikle hastanın öyküsü alınmalıdır. Hastaların şikayetlerini anlatırken doktoru yönlendirmek yerine<br />
şikayetlerini ayrıntılı anlatmaları daha doğrudur. Böylelikle doktor da o şikayete göre asıl sorunu<br />
daha hızlı bir şekilde çözebilirler.<br />
Mide ağrısında doğru bilinen yanlışlar;<br />
Bazen hastalar üst karın bölgesinde ağrı olduğu zaman endoskopi yaptırmak isteyebilir. Ama<br />
hastanın şikayetlerini dinlediğimizde başka bir hastalığın belirtilerini söyleyebilir.<br />
• Hasta yağlı yemek yediği zaman yarım saat sonra başlayan 5-30 dakika süren şiddetli bir ağrı<br />
yaşayıp sonradan geçtiği ile ilgili şikayetlerini anlattığında hemen midemde sorun var diye kendi<br />
kendine tanı koyar ama bu durum bize safra kesesi hastalığını daha çok düşündürür.<br />
• Hasta “Geçenlerde alkol almıştım alkolden sonra çok ağrım oldu, iki üç gün hiçbir şey yiyip<br />
içemedim, canım hiçbir şey istemedi, çok kötüydüm ama çok yoğun olduğum için gelemedim<br />
hastaneye gidemedim, mide hastasıyım sanırım endoskopi çektirelim” der. Oysaki hastanın bu<br />
belirtileri bize pankreas iltihabının daha çok düşündürür.<br />
• Mide ağrıları özellikle gıda tüketimiyle anlaşılabilir. Mide ülseri, tokken rahatsızlık veremezken,<br />
yemek yiyince artmaktadır. Mide kısmının çıkış bağırsağındaki ülser ise açken rahatsızlık verir.<br />
Hasta, “yemek yedikten sonra öne doğru eğilirsem ya da yatarsam sıkıntım daha fazla oluyor.<br />
Çikolata, aşırı yağlı, salçalı yiyecekler yediğimde ve alkol içtiğim zaman mide yanmam daha<br />
fazla oluyor” diyorsa bu hastada mide fıtığını aramak daha yüksek bir ihtimaldir. Bu belirtiler<br />
sonucunda hastaya endoskopi yapmamız gerekebilir.<br />
• Karın bölgesinde bir huzursuzluk varsa bir de çok şiddetliyse en yakın acil servise gidilmelidir.<br />
Ağrı hastaneye götürecek kadar aşırı değilse, çok uzun süreli ağrı yaşanmadı ise o ağrının da bir<br />
an önce sebebinin bulunması için bir uzmana başvurulması gerekmektedir.<br />
• Şiddetli ağrıları evde geçirmemek gerekir çünkü en çok sıkıntı yaşadığımız sorunlardan biri ağır<br />
yemeklerden sonra gaz sancısı yaşanmasıdır. Hasta ağır bir yemekten sonra, “Patlayacak gibiyim,<br />
çok ağrım var” gibi sorunlarla bize gelir. Bu durum bazen kalp krizine dahi sebep olabilir çünkü<br />
kalbin alt kısmını besleyen bir tıkanıklık aşırı gaz sancısı gibi bir sancı da verebilir. Hastanın bunu<br />
ayırt etme gibi bir durumu olmadığından ağrının şiddeti fazla ise hemen bir acil servise gitmesi<br />
gerekmektedir.<br />
• İyi çiğnemeden, hızlı, fazla miktarda yemek yenildiği zaman hazımsızlık olabilir. Sindirim siteminde<br />
bazı gıdaları tam sindiremiyorsanız o gıdalar alınırsa her zaman rahatsız olunur. İnsanların büyük bir çoğunluğunda fasulye, nohut gibi karbonhidratları sindirecek bir<br />
enzim olmayabilir. Bunlar gaz yapan gıdalar olabilir sebebi de o karbonhidratların yeterince sindirilmemesidir.<br />
• Yeşillik ve sebzeler çok sağlıklı bir şekilde yenilebilir fakat fazla yenilirse rahatsızlık verir. Bağırsaklarda gaz oluşumuna ve şişkinliğe sebep olabilir. Şişkinlik, gaz gibi ağrılı<br />
durumlarda aslında sindirim sisteminin hazmı ile ilgili bir sorundur. Bağırsakla ilgili yaşanan sorunları insanlar göbek çevresinde de hissedilebilir.<br />
• Apandisit ağrısı da karından başlayıp ağrı yapabilir bu ağrı gaz sancısı ya da mide ağrısı olarak da algılanabilir. Bu durumda da şiddetli bir ağrı olduğu zaman hemen<br />
bir uzmana görünmekte fayda vardır.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012 23
GENEL SAĞLIK<br />
GEÇMEYEN BAŞ AĞRILARI<br />
BEYİN TÜMÖRÜ HABERCİSİ OLABİLİR<br />
Op. Dr. Bülent Fahri Kılınçoğlu - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Nöroşirürji Bölümü<br />
Olumsuz çevre koşulları, sigara gibi alışkanlıklar, doğal olmayan gıdalarla beslenme,<br />
aşırı stres ve yorgunluk, kişide var olan genetik yatkınlıkla biraraya gelince beyin<br />
tümörü oluşumunu tetikleyebilmektedir.<br />
Beyin tümörü, hayati riskleri de beraberinde getirebilen ciddi bir rahatsızlıktır.<br />
İnatçı ve şiddetli baş ağrılarına dikkat!<br />
Çoğu zaman basit bir baş ağrısı olarak görülen yakınmalar<br />
beyin ile ilgili ciddi sorunların habercisi olabilmektedir. 3<br />
aydan daha uzun süre devam eden, şiddeti gittikçe artan<br />
ve zamanla ağrı kesici ilaçlara cevap vermeyen ağrılar beyin<br />
tümörü belirtisi olabilir. Zaman içinde, ağrının karakteri<br />
ve şiddetindeki değişiklik ile, ek olarak ortaya çıkan başka<br />
yakınmalar izlenmelidir. Ağrı dışında bulantı hissi ve nedensiz<br />
kusmalar; el, kol, ayak ve bacaklarda görülen uyuşma,<br />
karıncalanma, kuvvet azalması, dengesizlik, konuşma ve<br />
görme bozuklukları da görülebilir. Bu belirtilerin nedeni,<br />
beyin içinde kitlenin yerleşim yeri ya da kitlenin büyümesi<br />
ile beyne verdiği rahatsızlıktır. Burada önemli olan ara ara<br />
gelen ve kaybolan uyuşma ve karıncalanmalar değildir.<br />
Bazen hastalarda hiçbir bulgu olmadan bayılma nöbetleri de<br />
görülebilir. Geliş sebepleri bunlardan hangisi veya hangileri<br />
olursa olsun; bulgular ciddiye alınmalı, nedeni kesin olarak<br />
ortaya konmalı veya şikayetlerin beyinden kaynaklanmadığı<br />
ispat edilmelidir.<br />
Kişiye özel tedavi uygulanmalıdır<br />
Beyin tümörü tanısı, büyük oranda, ayrıntılı klinik muayene<br />
ve radyolojik incelemeler ile konulmaktadır. 21. yüzyılın<br />
yeni tedavi şekli herkese standart tedavi yerine kişiye özel<br />
tedaviyi bulup uygulamaktır. Ancak temel prensip tüm<br />
hastalıklarda olduğu gibi; erken tanı, ilaç tedavisi, ışın tedavisi<br />
ve mikro <strong>cerrahi</strong> yöntemlerle müdahaledir. Bunlardan<br />
hangilerinin uygulanacağı herkese ve hatta her tümöre<br />
özel olarak yapılmaktadır. Gelişen teşhis yöntemleri, tümör<br />
hücrelerinin genetik kodlarına özel kemoterapi, gerekirse<br />
eşliğinde sadece tümör hücrelerini hedef alan ışın tedavisi,<br />
mikro <strong>cerrahi</strong> yöntemlerle yapılan müdahaleler ile, herhangi<br />
bir işlev bozukluğu olmadan, sağ kalım oranları oldukça<br />
yüksektir.<br />
Beyin tümörü oluşumunu önleyin<br />
Hastalık oluştuktan sonra tedavi seçeneklerini araştırmak yerine, hastalığı tetikleyen faktörlerden korunmak çok önemlidir. Mümkün olduğu kadar doğal<br />
beslenmek, stresin etkilerini en aza indirmek, örneğin dinlenmeye, hobilerinize, ailenize zaman ayırmak, vücudunuza zarar verici alışkanlıklardan uzak<br />
durmak, hayata olumlu ve daha az hırsla bakmak, doğal antioksidanlardan yararlanmak korunmada faydalı olacaktır.<br />
24<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012
GENEL SAĞLIK<br />
BURUN TIKANIKLIĞI ŞİKAYETİ<br />
YAŞIYORSANIZ…<br />
Op. Dr. Atilla Şengör - <strong>Memorial</strong> Etiler Tıp Merkezi KBB Bölümü<br />
Geniz eti, kemik ve kıkırdak eğrilikleri, soğuk algınlığı gibi sorunların neden olduğu<br />
burun tıkanıklıkları, bronş ve akciğer problemlerinden obeziteye kadar birçok<br />
ciddi probleme neden olabiliyor.<br />
Burun tıkanıklığı horlamadan obeziteye kadar<br />
pek çok olumsuz duruma neden olabilir<br />
Nefes alıp verme eylemi hastalık dışındaki hallerde burundan<br />
yapılıyor olmalıdır. Burundan alınan nefes ısıtılır, nemlendirilir,<br />
filtre edilir ve böylelikle solunum yollarımız için kaliteli hale<br />
getirilir. Burun solunumunun yetersiz yapılması durumunda,<br />
uygunsuz özellikteki hava, tüm solunum yollarını kaplayan<br />
mukozanın bozulmasına yol açabilir. Ağız sağlığı bozulur; boğaz<br />
enfeksiyonlarına (kronik faranjit) eğilim artar; burun etlerindeki<br />
şişmeye bağlı artan geniz akıntıları buna olumsuz yönde katkıda<br />
bulunur. Bu akıntılar öksürük ve alt solunum yolu hastalıklarına,<br />
kulak tıkanıklarına, uğultu veya ağrıya eğilimi artırır. Horlama ve<br />
uyku problemleri de burun tıkanıklığı olan hastalarda sıklıkla<br />
görülür. Bu kişiler oksijeni rahat alıp, kullanamadıklarından<br />
yağlarını yakamazlar ve kilo vermeleri zorlaşır. Bu durum uykuapne<br />
hastalığı, obezite ve tansiyon hastalığına eğilimi artırır.<br />
Vakumlama etkisiyle mide sıvısının boğaz bölgesine gelmesi reflü<br />
hastalığına yol açabilir. Boğazda gıcıklanma veya bir şey varmış<br />
hissi ile kuru öksürük reflü hastalığının belirtileridir. Baş ağrıları,<br />
hem oksijensiz kalmaya hem de gelişebilecek sinüzit hastalığı ile<br />
ilişkili olabilir. Gece boyunca yapılan ağız solunumu nedeniyle<br />
sıklıkla sabah boğaz kuruluğu ile kalkılır, uzun vadede ağız ve diş<br />
sağlığı bozulur. Ağız kokusu sıklıkla rahatsız edici olabilir.<br />
Mutlaka bir KBB uzmanına başvurun<br />
Halk arasında burun tıkanıklığının bilinen en sık nedeni kıkırdak-kemik<br />
eğrilikleri, diğer adıyla “deviasyon”dur. Oysa klinikte daha sık karşılaşılan<br />
neden, burun eti şişmesi (konka şişmesi) veya “rinit” denilen çeşitli nezle-rinit<br />
tipleridir (Alerjik, vazomotor, medikamentöz, hamilelik gibi). Bunları takiben<br />
çeşitli sinüzit tiplerine bağlı da burun tıkanıklıkları olabilir. Burun tıkanıklığı olan<br />
hastaların en büyük endişesi, doktora başvurduklarında “Ameliyat gerekiyor”<br />
denmesidir. Burada her burun tıkanıklığının tedavisinin ameliyat olmadığını<br />
vurgulamak gerekir. Ameliyatla tedavi ancak ciddi bir anatomik bozukluğu olan<br />
ve/veya ilaç tedavisine yanıt alınamayan hastalarda düşünülebilir.<br />
Her deviasyona ameliyat gerekmez<br />
Ameliyat gerektirecek boyuttaki kemik eğrilikleri “septoplasti” denilen<br />
yöntemle düzeltilir. Bu ameliyatın en önemli özelliği, burnun içi kemikkıkırdak<br />
yapılarının bütünüyle çıkartılması yerine; çoklukla düzeltilmesi esasına<br />
dayanmasıdır. Aksi takdirde burundan “bir avuç kemik-kıkırdak çıkartılması”,<br />
burun içi yapıların kaybedilmiş olması demektir. Böyle durumlarda burun<br />
işlevlerinde aksamalar olması ve belirtilerin tekrar geri dönmesi olasıdır.<br />
Burun tıkanıklığına yol açan diğer bir rahatsızlık olan konka (burun eti)<br />
şişmelerinde ise konkaları çıkartmak yerine, küçültme yöntemi yaygın bir<br />
şekilde uygulanmaktadır. Şiddetli konka şişmelerinde başvurulan burun içi<br />
lazer uygulaması ile, beraberinde hafif burun eğriliği olan olgularda, deviasyon<br />
ameliyatına gerek duyulmadan, sadece konkaları küçülterek burun tıkanıklığını<br />
giderebilmek olanaklı hale gelmiştir.<br />
Son yıllarda gelişmiş kliniklerde “Burun tıkanıklığı <strong>cerrahi</strong>si” ayrıcalıklı bir şekilde<br />
ele alınmakta ve tedavi planı buna göre yapılmaktadır. Örneğin burun etlerinin<br />
şişmesine neden olmuş kronik bir sinüzit sorunu çözülmedikçe, burada aslında<br />
bir sonuç olan konka şişmesini düzeltmek, kalıcı bir tedavi sağlamayacaktır. Bu<br />
nedenle burun tıkanıklığını altta yatan sebebe göre daha ayrıntılı olarak ele<br />
almak gereklidir.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012<br />
25
GENEL SAĞLIK<br />
BOTOKS GÖZ HASTALIKLARI İÇİN ÖNEMLİ<br />
BİR TEDAVİ SEÇENEĞİDİR<br />
Doç. Dr. Ümit Beden - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Göz Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü<br />
Botulinum toksini (botoks, dysport) günümüzde tıbbın hemen hemen tüm branşlarında<br />
kullanılan bir tedavi yöntemidir. Günlük hayatta, botulinum denildiğinde akla ilk gelen,<br />
kozmetik uygulamalardır ancak göz hastalıkları ve özellikle oküloplastik <strong>cerrahi</strong><br />
uzmanları tarafından birçok farklı neden ile göz ve çevresine uygulanabilmektedir.<br />
İstemsiz göz kasılmaları kontrol altına alınabilir<br />
Uzun süre düzelmeyen ve hastayı rahatsız eden göz seğirmelerinden (myokimi), günlük<br />
hayatı engelleyecek şiddette mevcut olan göz kapaklarının istemsiz kapanmasına kadar<br />
(esansiyel blefarospazm ve hemifasiyel spazm) farklı problemler düzenli botulinum<br />
uygulamaları ile kontrol altına alınabilmektedir. Bu tür hastalıkların tedavisinde, öncelikle altta<br />
yatan başka bir hastalık olmadığından emin olduktan sonra, göz çevresine ve istemsiz kasılma<br />
bölgelerine uygulanacak olan botulinum enjeksiyonları, hastanın hayatını çok daha konforlu<br />
hale getirmektedir.<br />
Kuru göz ve göz sulanması şikayetleri için<br />
Gözyaşının yetersiz salgılandığı olgularda, gözyaşı toplama kanallarının çevresine yapılacak<br />
olan botulinum enjeksiyonları, gözyaşının gözden toplanmasını azaltacağı için kuru göz<br />
problemlerini rahatlatabilmektedir. Ayrıca, gözyaşı kanallarında problem olan ve bu nedenle<br />
gözyaşı gözden toplanamayıp yanaklardan aşağıya taşan hastalarda da, gözyaşı bezine<br />
botulinum uygulaması ile bu şikayetleri azaltılabilmektedir.<br />
Guatr hastalığında görülen göz bulgularında<br />
Bazı guatr hastalıklarında (özellikle Graves) göz ve çevresinde çok belirgin değişiklikler<br />
oluşabilmektedir. Bu değişikliklerin en belirgini, gözlerin irileşmesidir. Gözlerin irileşmesine yol<br />
açan en önemli sebeplerden biri, bu hastalarda üst göz kapağının normalden daha yukarıya<br />
kalkması ve göz açıklığının artmasıdır. Bu tür olgularda, göz kapağını kaldıran kasa yapılacak<br />
olan botulinum enjeksiyonu kapak seviyesini normal yerine getirebilmektedir.<br />
Yüz felcinde göz kapağının düşürülmesi sağlanır<br />
Yüz felci gelişen olgularda, göz kapakları kapanamadığı için korneada kuruma ve enfeksiyon<br />
ile ülser gelişimi görülebilmektedir. Bu gibi olgularda yüz felci geçici ise düzelene kadar,<br />
kalıcı ise, göz kapak ameliyatını gerçekleştirene kadar göz koruması için üst göz kapağının<br />
botulinum ile düşürülmesi ve korneanın korunması sağlanabilmektedir.<br />
Şaşılık olgularında çeşitli amaçlar için kullanılır<br />
Şaşılık olgularında çeşitli amaçlar ile botulinum kullanımı mevcuttur. Felç nedeni ile gelişen<br />
şaşılıklar, bazı şaşılık ameliyatlarından sonra görülebilen problemlerin giderilmesi ve bazı şaşılık<br />
ameliyat planlamaları için uygulanan botulinum enjeksiyonları bu kullanımlara verilebilecek<br />
örneklerdendir.<br />
En sık kozmetik amaçla kullanılır<br />
Botulinum, göz çevresinde en sık kozmetik amaçla uygulanmaktadır. Alın çizgilerinin<br />
giderilmesi, kaz ayağı bölgesindeki kırışıklıkların giderilmesi, kaş arası çizgileri ve minimal kaş<br />
kaldırma için uygulanan enjeksiyonlar botulinum kullanımının en sık uygulandığı alanlardır.<br />
26<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012
GENEL SAĞLIK<br />
DİYABET BÖBREĞİ<br />
HEPATİT KARACİĞERİ BİTİRİYOR<br />
Prof. Dr. Münci Kalayoğlu - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Organ Nakli Merkezi Başkanı<br />
Obezite diyabeti diyabet böbrek<br />
yetmezliğini artırdı<br />
Diyabet (şeker hastalığı) bugün böbrek<br />
yetmezliğinin en sık görülen sebebidir ve her<br />
üç kronik böbrek yetmezliği hastasından birinin<br />
sorumlusudur. Dolayısıyla böbrek nakli olan<br />
hastalar arasında da en sık rastlanan neden<br />
diyabettir. Bazı hekim ve hastalarda diyabet<br />
hastalarına böbrek nakli yapılamayacağıyla ilgili<br />
yanlış bir inanış vardır. Ancak yapılan çalışmalar<br />
göstermiştir ki; diyabet hastaları, diğer böbrek<br />
hastalarından da acil olarak böbrek nakli<br />
olmalıdırlar. Bu hasta grubu; diyabet gibi birçok<br />
organda hasara yol açan bir olgunun yanında<br />
bir de böbrek yetmezliği yaşadıklarında ve<br />
diyaliz aldıklarında beklenen yaşam süreleri<br />
ve kaliteleri çok düşmektedir. Oysa böbrek<br />
nakli olduklarında, böbrekleriyle birlikte şeker<br />
hastalığı da yakından takip edilir. Böylelikle 3-4<br />
kat daha uzun ve çok daha kaliteli yaşarlar.<br />
Hepatit B çok önemli bir sağlık problemi<br />
Hepatit günümüzde ciddi sonuçlara neden olan, çok önemli bir sağlık problemidir. Ancak ülkemizde özellikle Hepatit B virüsü nedeniyle karaciğer yetmezliği yaşayan<br />
insanların sayısı oldukça fazladır. Üstelik birçok kişi Hepatit B virüsü taşıdığından dahi haberdar değildir. Bu tip virüsler kan ve vücut sıvılarıyla bulaşabildiğinden, toplum<br />
için büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Diğer taraftan Hepatit B virüsü tespit edilen birçok hasta, karaciğer yetmezliği yaşamadan tedavi edilebilir. Buradaki önemli<br />
nokta, hangi hastanın ilaçla tedavi edileceği hangisinin organ nakline yönlendirileceğidir. Nedeni ne olursa olsun ‘siroz’ lafını duyan her hasta mutlaka bir organ nakli<br />
merkezi tarafından da değerlendirilmelidir. Aksi takdirde organ nakli için de geç kalınabilir. Kronik organ yetmezliği hastalarının tek tedavi seçeneği organ naklidir.<br />
İnsanlar, organ nakliyle yeniden hayata dönebilir ve aktif olarak okumaya, çalışmaya, sosyal yaşantılarına devam edebilir. Diğer taraftan hastaların ilaç, bakım, diyaliz<br />
gibi temel maliyetlerin yanı sıra; yatarak tedavi gerektiren sorunları da düşünüldüğünde sosyal güvenlik sistemine çok ağır yükler getirmektedir. Oysa başarılı bir<br />
organ naklinden sonra bu kişilerin yıllık maliyetleri organ bekleyenlere göre çok daha düşük olmaktadır. Ayrıca organ naklinden sonra insanlar normal işgücüne<br />
kavuştuklarından üretime katkılarıyla da ülke ekonomisine kazanç sağlımaktadır.<br />
Listeler uzadıkça uzuyor<br />
Kadavradan organ alınarak gerçekleştirilen organ nakilleri, hastalar, hekimler ve devlet için en iyi yöntem olarak nitelenmektedir. Gönül ister ki; tüm nakillerimizi bu<br />
şekilde yapalım. Ancak bu maalesef günümüz şartlarında mümkün olmamaktadır. Ağırlıklı olarak kadavradan alınan organlarla organ nakli yapabilen ülkeler dünyada<br />
da çok fazla değildir. Ülkemiz ise bu konuda oldukça alt sıralarda yer almaktadır. Hasta sayıları, organ bağışıyla mukayese dahi edilemeyecek bir hızla artmaktadır. Bu<br />
artış da organ bekleme listelerine yansımaktadır. Akrabaları arasından vericisi olup da nakil imkanı bulanların haricindeki diğer hastalar umutla kendilerine uygun bir<br />
organ beklemektedir.<br />
Hastalarımızı organ yetmezliğinden kaybetmemek için eğitim şart<br />
Organ bağışı konusuyla ilgili herkesin bilgilendirilmesi gerekmektedir. İlk olarak şu soruyu sormamız gerekir. Organ bağışı niye hayat kurtarır? Bağış olduğu sürece<br />
yapılan organ nakilleri sayesinde hasta olan insanlar iyileşip, normal hayatlarına dönebilirler. Bu toplumsal bir problemdir ve herkesin elini taşın altına koyması gerekir.<br />
Çok iyi merkezler kurulması ve çok sayıda organ nakli yapılması, kronik organ yetmezliği sorunu yaşayan hastalarımızın kurtarıcısı olacaktır.<br />
Yeni projelere ihtiyaç var<br />
Türkiye’de organ bağışının az olması nedeniyle, organ nakillerinin büyük bölümü canlı vericilerden alınan organlarla gerçekleştirilmektedir. Amerika ve birçok Avrupa<br />
ülkesinde ise kadavradan yapılan organ nakilleri ağırlıktadır. Ülkemizde organ bekleyen kişi sayısı gün geçtikçe artmakta ancak organ bağışının istenilen düzeylere<br />
ulaşamaması nedeniyle kısıtlı sayıdaki hasta organ nakliyle hayata dönebilmektedir. Bu sistemin Türkiye’de henüz iyi işlememesi nedeniyle organ bağışının az olması,<br />
hastaları ve organ nakli merkezlerini canlıdan nakillere yöneltmektedir. Türkiye, organ bağışında gelişmiş ülkeler seviyesine çıktığında, sağlıklı insanların ameliyat<br />
olmasına gerek kalmayacaktır. Bu konuda tüm toplumu aydınlatacak projeler üretilmelidir.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012 27
GENEL SAĞLIK<br />
DURUŞ BOZUKLUKLUKLARI BOYUN<br />
TUTULMASINA NEDEN OLABİLİR<br />
Uz. Dr. Feride Ekimler Süslü - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü<br />
Boyun tutulmaları,<br />
gerek kişinin hareket kabiliyetini<br />
kısıtlaması, gerekse neden olduğu<br />
ağrılar ile günlük yaşamı çekilmez<br />
kılabiliyor.<br />
Nasıl oturmamız gerektiğini bilmiyoruz<br />
Boyun tutulmaları en fazla bilgisayar karşısında uzun saatler geçiren kişilerde<br />
ya da ağır sırt çantalarını tek omuzunda taşıyan öğrencilerde görülür. Özellikle<br />
masa başında çalışanların boyun ağrısı ve tutulmaları daha çok oluyor; çünkü<br />
bu kişiler boynunu uzun süre öne eğerek çalışıyorlar. Çok kitap okuyanlarda ya<br />
da ince el işi yapan kişilerde, örgü ören bayanlarda yani başını öne eğerek uzun<br />
süre bu şekilde duran kişilerde boyun ağrısında artış gözleniyor. Aynı zamanda<br />
mevsimsel olarak da gelişen boyun tutulmaları; sıcak-soğuk değişimlerinde,<br />
klimalı ortamlarda fazlaca bulunulduğu durumlarda, ani akut yaralanmalar, iş<br />
yaşamındaki stres ve gerilim sebebiyle de sıkça görülür.<br />
“Hayattan bezmiş” şekilde durmayın<br />
Duruş ve oturuş konusunda son derece dikkatli davranılması gerekir. Postür;<br />
vücudun duruşu, karşıdan görüldüğü şeklidir. Çoğunlukla postür değişikliklerinde<br />
boyun ağrısı sıkça görülür; çünkü biz dik postürde oturmayı bilmiyoruz. Başımız<br />
önde, omuzlar içeriye doğru dönük, sırtta kamburluk olacak şekilde duruyoruz.<br />
Yani genellikle hayattan bezmiş gibi duruluyor. Ancak omurgamızda normal<br />
olarak bulunan iki adet eğrilik vardır, hem boyun hem de bel bölgesinde<br />
görülür. Bu eğrilikler bazen kasların aşırı kasılması sonucunda düzleşebilir. Bu da<br />
omurgada farklı yerlere yük binmesine sebep olur, bunun sonucu ise ağrı oluşur.<br />
Bu nedenle postürel egzersizler yani sırt kaslarını kuvvetlendiren egzersizlerin<br />
düzenli olarak yapılması gerekir. Kasları kuvvetlendirmek ve kasın, normal<br />
anatomik ve fizyolojik yapısını korumasını sağlamak için, yalnızca akut ağrının<br />
olduğu dönemde değil, her zaman bu egzersizlerin yapılması önemlidir.<br />
Tedavi edilmezse ciddi sorunlara yol açabilir<br />
Boyun tutulmaları ve ağrıları servikal omurganın kötü veya yanlış kullanımından<br />
dolayı ve bir travma sonucu zedelenme sebebiyle olabileceği gibi; boyun<br />
fıtıkları, iltihaplı romatizmal hastalıklar, boyunda var olan tümörler sebebiyle<br />
oluşabilir. Bu tarz ağrıların altta yatan sebepleri iyi araştırılmalı ve uygun tedavi<br />
bir hekim gözetiminde yapılmalıdır. Boyun tutulmaları ve boyun ağrılarının<br />
tedavi edilmesi gerekir; çünkü günlük hayattaki kişinin yaşamını olumsuz etkiler.<br />
Ağrı ile yaşamak kolay değildir; öncelikle ağrının ne zamandan beri var olduğu<br />
önemlidir. Akut bir ağrı için evde yapılabilecek basit önlemler vardır; sıcağa ve<br />
soğuğa maruz kalmamak, evde kişilerin kendilerine uygulayabildikleri sıcak su<br />
torbası ve sıcak havlular bunlara örnektir. Ancak bu tarz ağrıların ilerlememesi<br />
ve altta yatan sebeplerin araştırılması için muhakkak bir uzmana başvurmak<br />
gereklidir.<br />
Masajı uzman ellere yaptırmak önemli<br />
Boyun ağrıları ve tutulmaları sırasında yapılan bir başka hata da konunun uzmanı<br />
olmayan kişilere masaj yaptırmaktır. Yanlış masaj, dokulara zarar verip, kaslarda<br />
yırtılmalara ve zedelenmelere sebep olabilir.<br />
Kulaktan dolma bilgilerle ilaç kullanmayın<br />
Boyun tutulması konusunda mutlaka uzman yardımı alınması gerekir.<br />
Eczanelerden hekim tavsiyesi dışında ilaç alımı hiçbir durumda doğru değildir.<br />
Bu, boyun ağrıları ve boyun tutulmaları vakalarında da geçerlidir. ‘Yalnızca<br />
merhem, bir zararı olmaz’ diye düşünmek yapılan en büyük yanlıştır. Çünkü<br />
ciltte reaksiyon yapıp yapmayacağının, doğru ilaç olup olmadığının bilinmemesi<br />
kullanılan merhem ve jellerin yarardan çok zarar getirmesine neden olabilir.<br />
Bütün ilaçlar hastaya maksimum faydayı sağlaması açısından her zaman hekim<br />
kontrolünde kullanılmalıdır.<br />
28<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012
GENEL SAĞLIK<br />
RADYOLOJİDE GİRİŞİMSEL UYGULAMALAR İLE<br />
AMELİYATSIZ TEDAVİ MÜMKÜN<br />
Uz. Dr. Mahmut Erol - <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Tanısal ve Girişimsel Radyoloji Bölümü<br />
Radyologların sadece<br />
tanı koydurucu<br />
değil, aynı zamanda<br />
tedavinin bazı<br />
aşamalarında<br />
veya tümünde yer<br />
aldığı “Girişimsel<br />
radyoloji”<br />
uygulamaları son<br />
yıllarda daha da gelişip<br />
çeşitleniyor.<br />
Girişimsel Radyoloji Hastaların<br />
Aktif Yaşama Daha Hızlı<br />
Dönmesini Sağlıyor<br />
Girişimsel radyoloji, radyoloji uzmanları tarafından<br />
görüntüleme yöntemleri eşliğinde hastalıkların<br />
temel tedavisi veya tedaviye yardımcı olmak<br />
amacıyla yapılan, çoğunlukla genel anesteziye ve<br />
neştere başvurulmadan gerçekleştirilen minimal<br />
invaziv (az zarar verici) uygulamalardır. Bu<br />
uygulamaların geliştirilmesindeki temel hedefler;<br />
hastanede geçirilen sürelerin kısaltılması, hastaların<br />
aktif yaşantılarına daha hızlı dönmesi ve elbette<br />
ki tedavinin kişiye daha az zarar ve acı vererek<br />
gerçekleştirilmesidir.<br />
En Çok Bilinen Radyolojik<br />
Girişimsel İşlemler:<br />
Anevrizmaların Tedavisi<br />
Beyinde veya vücudun başka damarlarında oluşan<br />
ve kanama riski nedeniyle hayatı ciddi derecede<br />
tehdit edebilen anevrizmalar (damar baloncukları),<br />
anjiyografi eşliğinde tıkanabilmektedir. Bu işlem<br />
kasık damarlarından (endovasküler yöntem) girilen<br />
ince hortumlar ve “koil” denilen mikro yumaklar<br />
aracılığıyla yapılır. Çoğu ileri radyoloji merkezlerinde<br />
bu işlemler artık başarıyla yapılabilmekte ve<br />
hastaların kısa sürede ve az komplikasyon riski ile<br />
iyileşmeleri sağlanmaktadır.<br />
Tanısal görüntüleme yöntemlerinin yaygınlaşması nedeniyle bu damar baloncukları çoğu kere patlamadan<br />
önce tesadüfen saptanmakta ve endovasküler yöntem ile tedavi edilmektedir. Benzer teknik kullanılarak<br />
vücutta oluşan bazı iç kanamaların kontrolü, atar damarlar ve toplardamarlar arasında gelişen kaçakların<br />
kapatılması, daralmış damarların balon ile genişletilmesi veya stent denilen metal kanalların yerleştirilmesi<br />
mümkündür.<br />
Hidatik Kistin Tedavisi<br />
Karaciğerde “hidatik kist” denilen hastalık, özellikle Ortadoğu ülkelerinde sık olup, mikropların kirli<br />
ortamlardan vücuda bulaşması ile oluşmakta ve vücudun diğer organlarına yayıldığında ciddi hayati risk<br />
oluşturmaktadır. Bu hastalığın tedavisi artık çoğunlukla girişimsel yöntemlerle yapılmaktadır. Bu yöntemde<br />
mikrobik kist ince bir iğne ile boşaltılmakta, daha sonra kistin içine mikrop larvalarını öldürücü maddeler<br />
verilmekte ve hastalığın nüksetmesi önlenmektedir. Vücudun diğer organlarında görülebilen kistler (örneğin<br />
böbrek kistleri), apseler ve sıvı birikimleri de benzer şekilde ameliyatsız tedavi edilebilmekte, tüm işlem<br />
boyunca hastanın vücudu bir iğne deliği kadar zarar görmektedir. İşlem bittikten en fazla bir gün sonra hasta<br />
normal yaşantısına dönebilmektedir.<br />
Varislerin Tedavisi<br />
Yaygın bir toplardamar hastalığı olan bacak varisleri, girişimsel radyologlar tarafından ameliyatsız tedavi<br />
edilebilmektedir. Varislerin tedavisinde damar içine yerleştirilen lazer ışığı, damara dışarından enjekte edilen<br />
tıkayıcı kimyasal ajanlar veya radyofrekans enerji kullanılmaktadır. Son dönemlerde lazer yöntemi daha sık<br />
tercih edilmekte, tedavi sonrası hastalığın nüks oranları çok düşük seyretmektedir.<br />
Her hastanın girişimsel radyolojik uygulamalardan faydalanma şansı ve uygunluğu olmayabilir. Bu nedenle<br />
hangi hastaların bu tedavilere aday olabileceği, hangilerinin ise klasik uygulamalarla tedavi edileceği ilgili branş<br />
hekimleri ile hastaların özel durumları ve beklentileri göz önüne alınarak beraber kararlaştırılmalıdır.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012<br />
29
GENEL SAĞLIK<br />
ŞEKER HASTALIĞINA BAĞLI RETİNA<br />
BOZUKLUKLARINA DİKKAT!<br />
Op. Dr. Fethi Cengiz - <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Göz Bölümü<br />
Şeker hastalığına bağlı<br />
körlüğün en sık görülen<br />
nedeni “Diyabetik<br />
retinopati”dir. Diyabet<br />
hastalığında yükselmiş<br />
şeker seviyesine bağlı<br />
olarak gözün retina (sinir)<br />
tabakasında bulunan<br />
damarlar tahrip olur<br />
ve bu durum görme<br />
kayıplarına yol açar.<br />
Şeker hastalığına bağlı<br />
bu retina bozukluklarına<br />
“Diyabetik retinopati” adı<br />
verilmektedir.<br />
Hastalık Erken Evrede Belirti Göstermeyebilir<br />
Genellikle hastalığın erken evrelerinde hastanın herhangi bir şikayeti olmaz ve ağrı görülmez. Makula (merkezi keskin görmenin sağlandığı retina bölgesi )<br />
sıvı sızması sonucunda oluşan şişlik, bulanık görme ortaya çıkabilir. Bu durum “Makula ödemi” olarak isimlendirilmektedir. Eğer retina yüzeyinde anormal<br />
yeni damarlar oluşursa, bu damarların göz içine kanaması sonucu görme kaybı da ortaya çıkabilir. Tanı için retina tabakasının muayenesi gerekir. Bunun için<br />
damlalı göz dibi muayenesi, göz dibi anjiyografisi gibi tanısal yöntemlerden faydalanılır. Göz dibi anjiyografisinde koldan vücuda özel bir boya verilir ve seri<br />
dijital fotoğraflar çekilir. Bu sayede sızdıran damarlar, tıkalı damarlar ve retinanın kan ile beslenmeyen bölgeleri tespit edilir. Son yıllarda retina hastalıklarında<br />
vazgeçilmez duruma gelmiş olan “Oct” çekimleri ile retinanın kalınlığı dolayısıyla ıslaklığı ölçülebilmektedir.<br />
Diyabetik Retinopatinin Tedavisi<br />
Görme seviyesi kriter olarak alınsa da, bazen görme düşmeden de koruyucu amaçlı lazer uygulamaları yapılmaktadır. Lazerdeki amaç, kanayan damarların tekrar<br />
kanamasını engellemek ve görme seviyelerini korumaktır. Lazerin yanı sıra göz içi enjeksiyonlar ve vitrektomi ameliyatlarına da bazen ihtiyaç duyulmaktadır.<br />
Şeker Hastaları Yılda 1 Kez Göz Muayenesinden Geçmeli<br />
Şeker hastalığı olan herkes yılda bir kere olmak üzere kapsamlı göz ve göz dibi muayenesi yaptırmalıdır. Şeker hastalığı hikayesi uzadıkça kontroller daha<br />
önemli hale gelmektedir. Şeker hastalarının yaklaşık olarak %40-45'inde herhangi bir evrede diyabetik retinopati görülmektedir.<br />
30<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012
GENEL SAĞLIK<br />
PARANTEZ VE X BACAKLAR<br />
KADER DEĞİL<br />
Prof. Dr. Mehmet Kocaoğlu - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Ortopedi ve Travmatoloji Bölüm Başkanı<br />
Bacaklarınız parantez<br />
görünümünde olduğu için etek<br />
giymeye utanıyorsanız ya da iki<br />
bacağınızı yan yana getirdiğinizde<br />
X görünümünü alıyorsa,<br />
hayatınız boyunca bu şikayet ile<br />
yaşamak zorunda değilsiniz.<br />
Bacak eğrilikleri kadınlarda daha fazla görülüyor<br />
Bacaklarda görülen çarpıklıklar genellikle halk arasında “X” ve “parantez” bacak olarak<br />
tanımlanan iki farklı formda görülür. X bacakta eğrilik dışa doğruyken; parantez bacakta<br />
ise eğrilik içe doğrudur. Bacaklardaki bu görüntülerin başlıca iki nedeni; trafik kazası sonucu<br />
oluşan kırıkların tedavi edilememesi ya da metabolik kemik hastalıklarıdır. Örneğin, D vitamini<br />
eksikliğinden kaynaklanan “raşitizm” ve benzeri hastalıklar ile bazı kemik bozuklukları olabilir.<br />
Bunların dışında çok nadir de olsa erişkin raşitizmi (osteomalazi - kemiklerde yumuşama),<br />
kemik erimesi (osteoporoz) gibi hastalıklara bağlı farklı bacak eğrilikleriyle de karşılaşmak<br />
mümkündür. Yine doğuştan gelen bacak eğriliklerinin oranları da çok düşüktür. Bacaklardaki<br />
çarpıklığın kadınlarda, erkeklere göre biraz daha fazla olduğu gözlense de bununla ilgili net<br />
bir istatistik mevcut değildir.<br />
Vücudun yüklenme ekseninin düzeltilmesi çok önemli<br />
Bacaklardaki çarpıklığın estetik görüntü açısından önemi büyüktür. Ancak bu sorunu<br />
yaşayanlar için daha önemli bir husus var; eğrilikle birlikte vücutta özellikle diz, kalça ve ayak eklemlerinin yüklenme eksenleri değişmektedir. Dolayısıyla bu eğrilikleri<br />
düzeltmenin amacı sadece estetik kaygılar değildir; daha da önemlisi vücudun bu yüklenme eksenini düzeltmektir. Cerrahi tedavideki amaç budur; çünkü hasta<br />
yürüme zorluğu bile çekebilmektedir.<br />
Cerrahi müdahale için çocuklarda büyüme çağının bitmesi beklenmeli<br />
Bacaklardaki eğrilikler metabolik kaynaklıysa hasta yürümeye başladığında durum farkedilebiliyor. Bu durumda öncelikle ilaç tedavisi uygulanıyor. Cerrahi yöntemler,<br />
ilaç tedavisine rağmen düzelmeyen ya da yetersiz ilaç tedavisi sonucunda artık ilaçla bile düzelemeyecek hale gelen eğrilikler için kullanılıyor. Ortalama olarak<br />
15-70 yaş aralığında, düzelememiş bacak eğriliklerini <strong>cerrahi</strong> müdahaleyle tedavi etmek mümkün. Örneğin, trafik kazası geçirip yetersiz tedavi edilmiş hastalarla<br />
karşılaşabiliyoruz. Ya da kırıkların ortaya çıkardığı bir takım doku bozuklukları olabiliyor. Bazen de çocukluk çağında geçirilmiş kırıklara bağlı olarak büyüme kıkırdağı<br />
hasar görebiliyor. Bu kıkırdak hasar gördüğünde kemik, büyümesini eğri olarak sürdürüyor. Bu nedenle <strong>cerrahi</strong> müdahale için büyüme çağının bitmesi beklenmelidir<br />
(kız çocuklarında 14-15, erkek çocuklarında 17-18 yaşlarından itibaren).<br />
Operasyondan bir hafta sonra araba bile kullanabilirsiniz!<br />
Geçmiş yıllarda bacak eğriliklerinin düzeltilmesinde büyük kesiler açılıyor, “platin” denilen plaklarla tespit yapılıyor ya da dışarıdan düzeltici çemberler kullanılıyordu.<br />
Günümüzde ise modern teknikler ile uygulanan <strong>cerrahi</strong> girişimler sayesinde hasta ameliyattan çıktığı anda bacakları düzelmektedir. Ameliyatta önce vücudun<br />
dışına takılan bir cihaz sayesinde (eksternal fiksatör) kemikte bir kırık oluşturulur. Kemik düzgün pozisyona getirilerek bu cihazla tespit yapılır. Daha sonra yine<br />
ameliyat içinde, düzeltilmiş pozisyondaki kemiğin içine bir çivi yerleştirilerek kırık tespit edilir ve ardından da uygun pozisyonda cihaz çıkarılır. Tabii röntgen çekerek,<br />
düzeltmenin yeterli olup olmadığı da kontrol edilmektedir; eğer yeterli değilse cihaz vidalarından ayarlanır. Çivi yerleştirildikten sonra cihaz çıkarılır. Bu çivi eğriliğin<br />
tekrar görülmesini önlemektedir. Operasyondan sonra, bölgede iki-üç cm’lik bir ameliyat izi olmakta ve kanama olmamaktadır. En önemlisi, hastanın bacağı alçıya<br />
alınmamaktadır. Ameliyat bittikten sonra hastaya yük bindirilip yürütülebilmektedir. 1-2 gün yatışın ardından hasta ayakta taburcu edilerek bir hafta içinde normal<br />
yaşamına dönebilmektedir. Kırık ise ortalama üç ay içinde kaynamaktadır. Hastaya ameliyattan bir hafta sonra araba kullanmasına dahi izin verilmektedir.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012 31
GENEL SAĞLIK<br />
İMPLANT DİŞLER DAHA FAZLA ÖZEN İSTER<br />
Dt. Hacer Esved Alireisoğlu - <strong>Memorial</strong> Etiler Tıp Merkezi Ağız, Diş ve Çene Hastalıkları Bölümü<br />
Günümüzde diş implantları, tartışmasız olarak doğal dişlere en iyi alternatiftir.<br />
Geleneksel köprü ve protezlere göre daha iyi konuşma ve çiğneme fonksiyonu<br />
sağlarken, yüzünüze doğal bir görünüm kazandırır.<br />
Her hastaya implant<br />
uygulanabilir<br />
İmplant vidaları belirli kalınlığı ve genişliği olan<br />
yapılardır. Yeterli kemik miktarı olan ve kemik<br />
yoğunluğu iyi olan herkese implant yapılabilir.<br />
Hastanın genel sağlık durumu iyi olduğu sürece<br />
implant uygulamasını engelleyecek bir üst yaş limiti<br />
yoktur; ancak kemik gelişimi tamamlanmamış çok<br />
genç hastalara uygulanması tercih edilmeyebilir.<br />
İmplant tedavisinin avantajları<br />
• Estetik ve doğal bir görünüm sağlar.<br />
• Dişler stabil kalır. İmplant üstüne yapılan total<br />
(damak), parsiyel veya sabit protezler hiç oynamaz,<br />
tutuculuk maksimumdur.<br />
• Çekilmiş dişlerin olduğu kemik bölgelerinde<br />
zamanla madde kaybı olur ve kemikler gittikçe<br />
incelir. Buna bağlı yüz profilinde bir takım değişiklikler<br />
olur. İmplant’ların yerleştirilmesi ile bu kemik kaybı<br />
engellenir. Bu yüzden çekimden sonra uzun süre<br />
beklenmemelidir.<br />
• Diş eksikliği sonucu yapılan köprülerin belli<br />
aralıklarla değişimi gerekmektedir. Bu da ciddi bir<br />
maliyet problemi doğurur; oysa implant ömürlüktür.<br />
Yeterli bakımı yapıldığında implant normal dişten<br />
farksızdır.<br />
• Yapılan köprülerde destek dişlerde kayıplar<br />
olabilirken implant çevre dokulara ve dişlere<br />
herhangi bir harabiyet vermez.<br />
• Çiğneme fonksiyonu düzeldiği için daha dengeli<br />
ve iyi beslenme sağlanır. Böylece iyi çiğneyememeye<br />
bağlı olarak oluşmuş mide problemleri giderilir.<br />
• Doğal görünüm ve estetiğin sağlanması ile kişinin<br />
kendine güveni artar.<br />
İmplant işlemini takip eden 7-14 gün<br />
süresinde sigaradan uzak durun<br />
Sigara implantın kemikle kaynaşmasını olumsuz yönde<br />
etkiler. Nikotin, kan hücrelerini olumsuz etkilerken;<br />
diğer bir zararlı madde olan karbonmonoksit,<br />
kanda oksijen taşınmasını güçleştirir. Sigara, implant<br />
etrafındaki kemik dokunun beslenmesini bozarak<br />
implant çevresinde istenmeyen kemik kayıplarına<br />
neden olur. Bu da implantı enfeksiyona açık hale<br />
getirir.<br />
İmplant temizliği önemlidir<br />
İmplantların ağız içindeki yabancı cisimler olduğu<br />
düşünülürse; temizliklerinin en az kendi dişleriniz<br />
kadar hatta daha da önemli olduğunu düşünmeniz<br />
gereklidir. İmplant temizliği doğal dişlere yaptığımız<br />
bakımdan farklı bir uygulama değildir. Ancak bu iş<br />
için yeterli zamanı ayırmanız gerekmektedir. Günde<br />
en az iki kere diş fırçalamak, diş aralarını temizlemek<br />
için günde en az bir kere diş ipi ve ara yüz fırçaları<br />
kullanmak bunlara ek olarak ağız duşu yapmak<br />
yeterli olacaktır.<br />
Bakımı eksik yapılan implantların etrafında diş taşları<br />
nedeniyle diş eti iltihabı sonucu kemik erimeleri<br />
olabilir. Unutmamanız gereken nokta, bu tip bir<br />
tedavinin başarılı olması için gerekli en önemli<br />
faktörün düzenli ağız bakımı olduğudur. Bugün<br />
implantın, 21. yüzyılda üzerinde en çok çalışılacak olan<br />
diş tedavi şekli olduğu anlaşılmaktadır. Doğru teşhis,<br />
yeterli bilgi, tecrübe ve ekipmanla uygulandığında diş<br />
implantı, hasta ve hekim açısından olağanüstü başarılı<br />
sonuçlar verebilen bir tedavi şeklidir.<br />
32<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012
GENEL SAĞLIK<br />
İNATÇI ÖKSÜRÜKLERİN NEDENİ<br />
“BRONŞEKTAZİ” OLABİLİR<br />
Uz. Dr. İlkay Keskinel - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Göğüs Hastalıkları Bölümü<br />
Bronş genişlemesi adıyla da bilinen “bronşektazi” hastalığı, havayollarının anormal bir şekilde<br />
ve kalıcı olarak genişlemesi anlamına gelmektedir.<br />
Neler bronşektaziye zemin hazırlar?<br />
Bronşektazide etkilenen bronşların duvarında yıkım söz konusudur.<br />
Bu hastalık; boğmaca, kızamık, verem ve diğer mikrobik hastalıklardan<br />
sonra gelişebilir. Bunun yanı sıra; bazı bağışıklık yetmezliği<br />
durumlarında, kalıtsal bazı hastalıklar nedeniyle ya da bronşların<br />
tümör, yabancı cisim gibi nedenlerle tıkanması sonucu da gelişebilir.<br />
Bazı romatizmal hastalıklar, iltihabi bağırsak hastalıkları ve sarkoidoz<br />
(lenf bezi büyümesi ile seyreden bir rahatsızlık) gibi hastalıklar da<br />
bronşektaziye zemin hazırlayabilir.<br />
Sigara öksürüğü sandığınız şikayet bronşektaziye<br />
ait olabilir<br />
Ne yazık ki özellikle sigara içen kişiler, öksürüğü ve balgamı sigara<br />
içmenin “normal” bir sonucu olarak kabul etmektedir. Oysa hem<br />
öksürük hem de balgam pek çok kronik ciddi hastalığın belirtisi<br />
olabilir. Bu hastalıklardan belki de en az bilineni bronşektazidir. Bunun<br />
için aslında sigara öksürüğü sanılan şikayet “bronşektazi”ye ait olabilir.<br />
Öksürük ve balgam en önemli belirtileri<br />
Bronşektazisi olan hastalar, en çok öksürük ve sürekli balgam<br />
çıkarmaktan yakınır. Balgam bazen çok miktarda olabilir. Nefes<br />
darlığı, balgamda kan görülmesi, sık solunum yolu enfeksiyonları da<br />
görülebilir. Enfeksiyon seyrinde balgam miktarı daha da artıp rengi<br />
koyulaşabilir. Nadiren, bronşektazi balgamsız olabilir. Buna “kuru<br />
bronşektazi” adı verilmektedir.<br />
Akciğer tomografisi ile inceleme yapılır<br />
Tanı, hastanın belirtilerinin yanı sıra, akciğer tomografisindeki tipik<br />
bulgularla konulmaktadır. Tomografide bronşların genişlemiş ve<br />
bronş duvarlarının kalınlaşmış olduğu görülür. Tedavide en önemli<br />
nokta, enfeksiyonların kontrolüdür. Gereğinde balgam kültürleri<br />
yapılarak, hekimin belirleyeceği uzun süreli bir antibiyotik tedavisi<br />
kullanılabilir. Halk arasında “zatürre aşısı” olarak da bilinen pnömokok<br />
aşısı ve yıllık grip aşısı önerilebilir. Genişlemiş olan bronşlarda biriken<br />
balgamın rahat çıkarılabilmesi için balgam söktürücüler ve solunum<br />
fizyoterapisi de faydalıdır.<br />
Sigarayı bırakmak şart!<br />
Tüm hastalara, kullanıyorlarsa, sigarayı bırakmaları önerilmelidir. Eğer<br />
hastalık küçük bir akciğer bölümünde sınırlı ise ve aşırı balgam, kan<br />
tükürme yakınmaları fazla ise, bu hastalıklı bölgenin <strong>cerrahi</strong> olarak<br />
çıkarılması düşünülebilir. Bronşektazinin tanınması için öncelikle bu tanının akla gelmesi gereklidir. Her gün öksürüğü ve balgamı olan hastaların bunu sigaraya<br />
bağlayıp “masum” kabul etmemeleri, bir göğüs hastalıkları uzmanına başvurmaları uygun olacaktır.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012 33
KADIN SAĞLIĞI<br />
GEBELİK KAYIPLARI HER<br />
GEÇEN YIL ARTIYOR!<br />
Op. Dr. Aydın Ilgın - <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü<br />
Üç veya daha fazla<br />
sayıda gebeliğin ardışık<br />
olarak erken dönemde<br />
(20 hafta öncesi)<br />
kaybedilmesi ‘tekrarlayan<br />
gebelik kayıpları’ olarak<br />
adlandırılır. Üreme<br />
çağındaki kadınlarda<br />
tekrarlayan düşük sıklığı<br />
%1 oranındadır .<br />
Gebelik Kayıpları Her Yıl Artış<br />
Gösteriyor<br />
Klinik olarak tanısı konmuş gebeliklerin yaklaşık<br />
%20 kadarı kendiliğinden düşükle (abortus)<br />
sonuçlanmaktadır. Bu düşüklerin %60-80’i gebeliğin<br />
ilk 12 haftasında gerçekleşmektedir. Gebeliğin<br />
çeşitli nedenlerle ileri yaşa ertelenmesi (anne icin<br />
kritik yaş 35 ve üstü, baba için 40 ve üstüdür),<br />
çağın hastalığı şişmanlık (obezite) oranındaki artış,<br />
artan çevresel etkenlerin muhtemel etkileri (sigara,<br />
ilaç, kimyasal maddeler, radyasyon) nedeniyle, son<br />
yıllarda gebeliği kayıpla sonuçlanan kadın sayısını<br />
artırmaktadır.<br />
Tekrarlayan Gebelik Kayıplarının<br />
Pek Çok Farklı Nedeni Var<br />
Tekrarlayan gebelik kayıpları, birçok disiplinin birlikte<br />
çalışmasını gerektiren kompleks bir sorundur:<br />
Jinekoloji, genetik, epidemiyoloji, immunoloji,<br />
hematoloji ve endokrinoloji gibi branşların bir arada<br />
çalışarak sorunu tespit etmesi gerekmektedir.<br />
Genetik nedenler:<br />
Bazı tekrarlayan düşük olgularında, kadın ve erkekte<br />
genetik bir sorun olmamasına rağmen embriyolarda<br />
kromozomal anomali sıklığında artış olabilmektedir.<br />
PGT yöntemi böyle durumlardaki düşüklerde<br />
embriyoların etkisini belirlemede önemli bir ‘tanı ve<br />
tedavi yöntemi’ olarak kullanılmaktadır.<br />
Rahime ait anatomik nedenler:<br />
Rahim içini daraltan septum ve diğer doğumsal şekil bozuklukları, miyomlar, kürtaj sonrası gelişebilen<br />
rahim içi yapışıklıklar bu nedenler arasında sayılabilir. Böyle durumlarda, yeni bir gebelik öncesi yapılacak<br />
histeroskopi ve laparoskopi gibi endoskopik yöntemlerle sorun giderilmelidir.<br />
Hormonal nedenler:<br />
Tiroid hastalıkları iyi kontrol edilmemiş diyabet ve prolaktin yüksekliğinin, uygulanacak laboratuvar tetkikleri<br />
ile saptanarak tedavi edilmesi başarı şansını artırmaktadır. Ayrıca tekrarlayan düşüklerde yüksek androjen<br />
düzeyleri ile seyreden polikistik yumurtalık sendromu (PCOS) sıklığında artış da bildirilmekte; metformin<br />
tedavisinin ise PCOS olan kadınlarda insülin direncini azaltarak tedaviyi olumlu etkilediği gözlenmektedir.<br />
Pıhtılaşma bozukluğu (Trombofili) yani pıhtılaşma eğiliminin artması da tekrarlayan düşüklerde önem<br />
taşımaktadır. Pıhtılaşma defekti saptanan kadınlara düşük doz kan sulandıran ilaçlar doktor kontrolünde<br />
verilmektedir.<br />
İmmünolojik nedenler:<br />
Gebelikte annenin bağışıklık sisteminde bazı değişiklikler oluşmakta, gelişen fetustaki babaya ait antijenler<br />
tanınarak fetusun yabancı bir madde gibi görülmesi ve reddedilmesi önlenmektedir. Ancak bazı durumlarda bu<br />
koruyucu mekanizmada oluşan defektler tekrarlayan düşüklere neden olabilmektedir. Tekrarlayan düşüklerde<br />
eşler arasındaki HLA doku grubu benzerlik veya farklılıklarının da rol oynayabileceği düşünülmektedir. İleri<br />
araştırmalar yapılarak seçilen belirli bir hasta grubunda bağışıklık sistemini kuvvetlendirmek ve embriyonun<br />
yabancı bir madde olarak algılanmasını ve reddedilmesini önlemek için bazı tedaviler uygulanabilmektedir.<br />
Gebelik öncesinde yaşam koşullarının düzenlenmesi önem taşımaktadır. Mümkün olduğunca stresten uzak<br />
bir yaşam, sağlıklı beslenme, aşırı kafein ve sigara tüketiminden kaçınılması da tavsiye edilmektedir. Obezite<br />
mevcut ise diyet önerilerek boy/kilo indeksinin uygun düzeye gelmesi sağlanmalıdır.<br />
34<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012
KADIN SAĞLIĞI<br />
ÇOCUK SAHİBİ OLAMAMANIZ KISIR<br />
OLDUĞUNUZU GÖSTERMİYOR<br />
Op. Dr. Batu Aydınuraz - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Tüp Bebek Merkezi<br />
Çocuk sahibi olmak isteyen çiftler için korkulan bir durum olan “Kısırlık”, bu isteğin<br />
mümkün olmadığı uç bir noktayı ifade ediyor. Denediği halde bebek sahibi<br />
olamayan çiftlerin çoğu, toplumda yaygın olarak bilindiği üzere,<br />
“Kısır” değil, “İnfertil” olarak tanımlanıyor. Yani bu çiftlerin uygun<br />
tedavi yöntemleri sonrasında çocuk sahibi olmaları mümkün.<br />
Öncelikle çocuk sahibi olamamanın nedenleri ortaya konmalıdır<br />
İnfertilite, tanımı itibarı ile 1 yıl korunmasız bir birlikteliğe rağmen gebelik oluşmaması durumunu ifade eder. 1 yılı aşkın bir süredir korunmasız cinsel<br />
birlikteliğe rağmen henüz bir gebelik gelişmedi ise; doğal mekanizmalarda aksayan birtakım sorunların olması söz konusudur. Bu sorunların, eşlerin herhangi<br />
birinden kaynaklanması söz konusu olabileceği gibi; her ikisinde de gebeliğin gelişmesi ve devam etmesine engel olabilecek birden fazla problem olabilir.<br />
Yapılması gereken, bu sorunların nedenlerinin ortaya çıkartılması ve gerekli tedavilere başlanmasıdır. Bu nedenle “çocuk sahibi olamayan (infertil) çiftlerin”<br />
nedeni ortaya çıkana kadar “kısır” olarak tanımlanması sakıncalıdır.<br />
Tedavide kadının doğru değerlendirilmesi büyük önem taşıyor<br />
Tedavide kadının değerlendirilmesi temel bir öneme sahiptir; çünkü çocuk sahibi olamamanın (infertilitenin) kaynağı ne olursa olsun her türlü engelde tedavi<br />
kadının mevcut üreme sistemi anatomisi, fizyolojisi ve endokrinolojisi ile yakından ilgilidir. İnfertilite kadında; düzensiz adet olma, ergenlikten bu tarafa hiç adet<br />
olamama ya da düzenli başlayan adetlerin ilerleyen dönemde uzaması, duraklaması, tüylenmede artış ve tüy çıkması beklenmeyen yerlerde kıllanma fazlalığı<br />
ya da kıllanmanın olması gereken yerlerde az ya da hiç kıllanmanın olmaması; birliktelikte ağrı hissedilmesi, adetlerin ağrılı olması, meme uçlarından süt benzeri<br />
bir sıvının gelmesi, yetersiz meme gelişimi gibi belirti ve semptomlara yol açmaktadır.<br />
Tedavide “Tüp bebek<br />
yöntemi” en yüksek başarı<br />
oranına sahip<br />
Tüp bebek denemesi ile, üreme sistemlerinde<br />
bir problemi olmayan ve korunmayan her 4<br />
çiftten biri ilk ay gebelik elde edebilmektedir.<br />
Genel olarak inferilite nedenleri şunlardır:<br />
• Ovulasyon bozuklukları % 25-35<br />
• Sperm bozuklukları % 15-25<br />
• Tubal nedenler % 10-15<br />
• Endometriozis % 5-15<br />
• Diğer nedenler % 5<br />
• Nedeni açıklanamayan infertilite % 5-15<br />
Tedavi yöntemleri ise; yumurtlama teşviki,<br />
aşılama işlemi ve tüp bebek yöntemleridir.<br />
Tüp bebek yöntemi, gebe kalmada %50 ile en<br />
yüksek başarı oranına sahiptir. Özellikle genetik<br />
rahatsızlığı bulunan, endometriozis (çikolata<br />
kisti) olan, ağır erkek faktörü içeren vakalarda<br />
önerilmektedir.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012<br />
35
KADIN SAĞLIĞI<br />
AMELİYATSIZ VE ACISIZ GÜZELLİK<br />
LAZERLE MÜMKÜN!<br />
Uz. Dr. Mehmet Şimşek - <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Dermatoloji Bölümü<br />
80’lı yılların başında tıp alanında<br />
güvenle ve başarılı bir şekilde<br />
kullanılmaya başlanan lazer<br />
teknolojisi, 90’lı yıllarda estetik<br />
amaçlı uygulanmaya başlanmış;<br />
kozmetik dermatoloji ve<br />
dermatolojik hastalıklara,<br />
ameliyatsız ve acısız tedavi<br />
imkanı sunduğu için,<br />
en popüler tedavi yöntemi<br />
olmuştur.<br />
Lazer teknolojisi hızla gelişiyor<br />
Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de estetik ve<br />
güzellik amaçlı kullanımının yanında dermatolojik<br />
hastalıkların vazgeçilmez tedavi yöntemi olan lazer<br />
teknolojisi, kozmetik dermatolojide epilasyon amaçlı<br />
kullanılan ilk lazerden günümüze hızlı bir gelişim<br />
göstermiştir. Epilasyonda Alexandrite, Diod, Nd yag<br />
lazerleri; vasküler lezyonlarda Nd yag, KTP lazerleri<br />
ve son yıllarda ise cilt gençleştirme, kırışıklık, akne<br />
izleri, gebelik çatlakları, yara ve ameliyat izlerinde<br />
Er-yag fraksiyonel ve CO2 fraksiyonel gibi lazerler<br />
kullanılmaya başlanmıştır.<br />
Lazer uygulaması ile cildiniz daha<br />
parlak, canlı ve pürüzsüz…<br />
Cilt gençleştirme uygulaması cildin daha iyi, daha<br />
parlak, daha canlı ve daha pürüzsüz hale getirilmesini<br />
sağlar. Bunun için; derinin üst tabakası kontrollü bir<br />
şekilde lazer enerjisi ile istenilen kalınlık ve derinlikte<br />
buharlaştırılarak soyulur. Cilt soyma işleminde cildi<br />
soyan (ablatif) lazerler (CO2 fraksiyonel ve Er-yag<br />
36<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012<br />
fraksiyonel) kullanılır. Cildi yenileyen (non-ablatif)<br />
lazerlerle cilt gençleştirmede ise; cilt yüzeyinde<br />
herhangi bir tahribata yol açmadan, cilt altı dokusunun<br />
uyarılarak yeniden yapılanması sağlanır. Gerek cildi<br />
soyan, gerekse cildi soymayan lazerler ile yüzeysel<br />
ve orta derecedeki kırışıklıklar yok edilebilmekte,<br />
derin kırışıklıklar ise hafifletilebilmektedir. Ayrıca<br />
gözenekler daralıp, sıkılaştırılarak yüzeysel lekeler<br />
yok edilir. Ciltte oluşan güneş lekeleri, sütlü kahve<br />
(cafe au lait) lekeleri, seboreik keretoz, çil, doğum<br />
lekesi, yaşlılık lekeleri ve buna benzer ciddi kozmetik<br />
- psikolojik sıkıntı yaratan lekeler de bu lazerler ile<br />
başarıyla tedavi edilebilmektedir.<br />
Ciltteki çatlaklar ve akne izlerinin<br />
görünümüne çözüm<br />
Hamilelik sırasında karın ve göğüslerde sık görülen<br />
bunun yanı sıra; ergenlikte boy uzaması, aşırı kilo<br />
alımı, uzun süreli steroidli ilaç kullanımı vb. nedenlerle<br />
ortaya çıkan cilt çatlakları, estetik açıdan son derece<br />
rahatsızlık verir. Estetik dermatolojinin de önemli<br />
problemlerinden biri olan cilt çatlaklarının lazer<br />
tedavi uygulaması oldukça kolay olmakla birlikte,<br />
fraksiyonel lazerler ile çatlakların derinliği, genişliği ve<br />
belirginliği kısmen azaltılabilmektedir.<br />
Lazer tedavileri son yıllarda sivilce izleri olan<br />
hastalar için vazgeçilmez bir tedavi yöntemi olmaya<br />
başlamıştır. Özellikle ablatif lazerler ile deri tabaka<br />
tabaka soyularak sivilce izleri azaltılmaktadır. Çok<br />
derin olan izlerde tam iyileşme mümkün olmamakla<br />
birlikte; yüzeysel akne izlerinde karbondioksit<br />
(CO2) lazer, Er-yag lazer ve fraksiyonel lazer<br />
kullanılarak yapılan tedavilerde sonuçlar oldukça yüz<br />
güldürücüdür.<br />
İzler tamamen yok edilemese de<br />
daha az belirgin hale getirilebiliyor<br />
Tıpta izleri tamamen yok edebilecek bir tedavi<br />
yöntemi yoktur. Bununla birlikte; yanık, ameliyat<br />
izleri, jilet izi, keloid vb. deriden kabarık estetik<br />
açıdan sıkıntı veren, kötü görünümlü izler Er-yag<br />
ve CO2 Fraksiyonel lazerler ile yumuşatılabilir, deri<br />
seviyesine indirilebilir ve kozmetik açıdan daha iyi<br />
hale getirilebilir.
KADIN SAĞLIĞI<br />
HAMİLEYKEN DİŞ SAĞLIĞINIZA<br />
2 KAT ÖZEN GÖSTERİN<br />
Dt. Aslı Tapan - <strong>Memorial</strong> Suadiye Tıp Merkezi Ağız, Diş ve Çene Hastalıkları Bölümü<br />
Hamilelik sırasında ağız sağlığında da önemli değişiklikler gözlenir. Östrojen ve progesteron<br />
hormonu düzeyindeki artış nedeni ile artan plak birikimi, buna bağlı olarak oluşan diş eti<br />
iltihabı “Hamilelik gingivitisi” olarak adlandırılır. Hamilelik döneminde diş etleri kırmızı,<br />
hassas ve kanamalı olmaktadır.<br />
Daha sık diş hekimine gidilmeli<br />
Bu dönemde diş hekimine daha sık gidilmeli, her gün en az 2 kez dişler fırçalanmalı<br />
ve diş ipi düzenli kullanılmalıdır. Hamilelik gingivitisi, hamileliğin 2. ayında başlayıp,<br />
8. ayında en üst düzeye çıkar. Hamilelikte tükürükteki asit miktarı artarak,<br />
dişler çürümeye yatkın hale gelmektedir. İlk aylarda görülen kusma ve<br />
annenin yetersiz diş fırçalaması çürük riskini artırır. Ayrıca diş etlerinde<br />
kanama da varsa anne adayı fırçalamaktan kaçınabilir.<br />
Annenin beslenmesi bebeğin diş sağlığına<br />
da etki eder<br />
“Hamilelikte annenin dişlerinden kalsiyum kaybedilir” inancıyla<br />
ilgili bilimsel bir kayıt yoktur. Ancak hamilelikte iyi beslenme<br />
annenin olduğu kadar doğacak bebeğin de diş sağlığını olumlu<br />
yönde etkilemesi açısından önemlidir.<br />
Diş sağlığı için protein, A, C, D vitamini<br />
tüketin<br />
Bebeğin diş gelişimi hamileliğin 2. ayında başlar. Anne<br />
adaylarının abur cubur yiyecekler ve bol tatlıdan ziyade,<br />
günde 1200 -1500 mg kalsiyum, fosfor, vitamince zengin<br />
besinleri tercih etmeleri gerekir. Hamilelik döneminde süt<br />
ve süt ürünleriyle yeşil yapraklı sebzeler gibi kalsiyumdan<br />
zengin gıdalar alınmalıdır. Diş sağlığı için protein, A vitamini<br />
(et, süt, yumurta, sarı sebze ve meyveler), C vitamini<br />
(narenciye, domates, çilek), D vitamini (et, süt, yumurta,<br />
balık) yeterince alınmalıdır. Şiddetli ağrı ve iltihabın olduğu<br />
durumlarda tedavi, hamileliğin hangi döneminde olursa olsun<br />
yapılır. Hastanın kadın doğum uzmanına danışarak tedavi<br />
planlaması konuşulur, ertelenecek işlemler doğum sonrasına<br />
bırakılabilir.<br />
En hassas dönem 0-3 aydır<br />
Hamileliğin en hassas dönemi 0-3 aylık dönemdir. Bu dönemde<br />
anne ve bebeğe zarar verebilecek diş problemleri için diş hekimine<br />
gidilmelidir. 3-6 aylık dönem, diş tedavilerinin yapılması için en uygun<br />
dönemdir. Ertelenmesi mümkün olmayan diş çekimleri ve tedaviler<br />
planlanabilir. 6-9 aylık dönem diş tedavileri nedeniyle hastanın koltukta uzun<br />
süre oturamaması açısından zor bir dönemdir. Acil tedaviler dışında herhangi<br />
bir uygulama yapılmaması iyi olur. Çok zorunlu hallerde anne adayına kurşun önlük<br />
giydirilerek röntgen çekilebilir.<br />
Hamilelikte bilinçsiz ilaç kullanımından kaçınılmalı<br />
Hamilelik döneminde doktor kontrolü dışında ilaç kullanılmamalıdır. Bazı antibiyotikler geri dönüşümü olmayan renklenmelere sebep olurlar. Bu grubun<br />
dışındaki antibiyotiklerde böyle bir risk yoktur. Ancak anne adayının her türlü ilacı kendini takip eden doktorun kontrolünde kullanması gerekmektedir. Diş<br />
ve diş eti hastalıkları düşük ağırlıklı bebek doğum ihtimalini yedi kat artırır; bu nedenle hamileler ağız bakımlarına ve beslenmelerine özen göstermelidir.<br />
En doğrusu da eğer hamilelik planlanıyorsa anne adayları mutlaka bir diş hekimi kontrolünden geçmeli, var olan diş ve diş eti problemleri de giderilmelidir.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012 37
KADIN SAĞLIĞI<br />
MEME KANSERİNDEN KORKMAYIN<br />
Prof. Dr. Abdullah İğci - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Genel Cerrahi Bölümü<br />
Meme kanseri Türkiye’de her 10 kadından birinde görülüyor. Kadınlar<br />
arasındaki görülme sıklığı ve belirti vermeden ilerlemesi korkutucu olsa<br />
da, erken teşhis edildiğinde tedavi edilebilir bir tür olarak biliniyor.<br />
Memede ele gelen kitlelerin % 90’ı kanser olmasa da, böyle bir durumda mutlaka bir doktora başvurmak gerekiyor. Kadınların<br />
20 yaşından itibaren kendi kendini düzenli olarak muayene<br />
etmesi erken teşhis için çok önemli. Çünkü ilk evrede yakalanan<br />
meme kanserinin neredeyse tamamı tedavi edilebiliyor.<br />
Kimler risk altında?<br />
Anne ve kız kardeş gibi birinci derece akrabasında meme kanseri olanlar, hiç<br />
doğum yapmamış, emzirmemiş ve ilk doğumunu 30 yaşından sonra yapmış olanlar,<br />
50 yaşın üzerinde olanlar, ilk adeti 12 yaşından önce başlayan ve menopozu da 50<br />
yaşından sonra gerçekleşenler, şişman ve aşırı alkol kullanan kadınlar, daha önce bir<br />
memesinde kanser oluşanlar, meme kanseri (BRCA) geni taşıyanlar ile ilk doğum<br />
öncesi uzun süre doğum kontrol hapı kullananlar meme kanseri riski altındadır.<br />
Riskli gruplar kaç yaşından itibaren kontrol edilmeli?<br />
Meme kanserinin %80-85’inin nedeni bilinmese de, hastalığın %15-20’sini genetik<br />
kaynaklar oluşturmaktadır. Hastalık meme kanserine dönüşmeden önce; yani<br />
kanserden bir önceki dönemde mamografi sayesinde saptandığında, hastalıktan<br />
kurtulma şansı yüzde 100’dür. Ailesinde meme kanseri olan kadınlarda ilk<br />
mamografinin 32 yaşından itibaren çektirilmesi gerekir. Genetik meme kanserinde<br />
ise bu kontrollere 26 yaşından itibaren başlanmalıdır.<br />
Memede ortaya çıkan her kitle kanser midir?<br />
Memedeki ele gelen kitlelerin yüzde 90’ı kanser değildir. Kadınlarda özellikle genç<br />
yaşlarda kist adı verilen ve kanser olmayan kitleler görülür. Orta ve ileri yaşlarda<br />
ise fibrokistik değişiklikler ele kitle olarak gelebilir. Kitlelerin ağrılı veya ağrısız<br />
olması bunun kanser olduğu anlamına gelmese de yapısının mutlaka aydınlatılması<br />
gerekir. Bunun için de memede herhangi bir kitle fark edildiğinde mutlaka doktora<br />
başvurulması yerekir.<br />
Meme kanserinde erken tanı için neler yapılmalı?<br />
Kadınlar kendi kendine meme muayenesine 20 yaşından sonra başlamalıdır.<br />
Memesinden hiçbir şikâyeti olmayan kadınlar da 40 yaşından sonra her yıl<br />
mamografi çektirerek, kanserin ele gelen büyüklüğe ulaşmadan tespit edilmesini<br />
sağlayabilir. Bu kontrol, genellikle adetin bitiminden itibaren 4-5 gün sonra<br />
yapılmalıdır. Menopoza girenler, rahim veya yumurtalık ameliyatı olan kadınların<br />
periyodik olarak, ayda bir kez aynı günlere denk getirecek şekilde meme<br />
muayenesini yapmaları gerekmektedir.<br />
Meme kanserinden korunmak mümkün mü?<br />
Özellikle A ve C vitamininden zengin taze meyve ve sebze tüketmeye özen gösterilmeli, hayvansal yağlardan uzak durarak daha çok posalı gıdalar tercih edilmeli,<br />
tütsülenmiş tuzlu ve konserve yiyecekler tüketilmemeli, sigara ve alkoldenden uzak durmalı, fazla kilo alınmamalıdır. Spor yapmak, meme kanseri riski yüksek<br />
kadınlarda koruyucu ilaç kullanımı, yine risk faktörü yüksek olanlarda her iki memenin içinin boşaltılması silikonla ya da kişinin kendi dokusundan meme yapılması,<br />
piyasada satılan ‘göğüs büyütücü’ adı altında satılan tablet krem ve jellerin kullanılmaması gibi önlemlerle meme kanseri risklerini azaltmak mümkündür.<br />
38<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012
KADIN SAĞLIĞI<br />
CİLDİNİZDEKİ KAŞINTI<br />
DİYABET HABERCİSİ OLABİLİR<br />
Doç. Dr. Ahu Birol - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Dermatoloji Bölümü<br />
Diyabet hastalarında basit bir kaşıntı,<br />
ciddi cilt sorunlarına kadar gidebilen<br />
enfeksiyonlara neden olabilir.<br />
Bu nedenle özellikle diyabet<br />
hastalarının cilt sağlığına daha fazla<br />
özen göstermesi gerekir.<br />
Diyabet hastasıysanız cilt sağlığınıza<br />
2 kat özen gösterin<br />
Hastalarda şeker düzeyinin yükselmesine bağlı olarak sinir ve damar<br />
tutulumu olabilir. Bu damar ve sinirlerin tutulmasına bağlı olarak da<br />
birtakım deri bulguları ortaya çıkabilir. Damar tutulumu, damar tıkanıklığına<br />
neden olabileceği için yaraların iyileşme süreci de uzayacaktır. Sinirler<br />
tutulduğunda ise duyu kaybı olduğundan, etkilenen bölgede kişinin<br />
ağrı ve acıyı hissetmemesi söz konusu olabilir. Dolayısıyla en ufak bir<br />
travmada, çarpmada veya ayakkabı sıkmasında kolaylıkla hissizliğe bağlı<br />
yara oluşmakta, şeker düzeyinin kontrolsüz olması da oluşan yaranın<br />
iyileşmesini zorlaştırmaktadır.<br />
Cilt sorunları en fazla ayaklarda görülüyor<br />
Sorun en çok hissizliğe bağlı ortaya çıkan yaralardan kaynaklanmaktadır.<br />
Bu yaralar sıklıkla ayaklarda görülmektedir. Çünkü ayakkabıdan çıkan bir<br />
çivi, sıkan bir ayakkabı veya batan bir tırnak ayakta var olan sorunun daha<br />
da büyümesine neden olmaktadır. Ayrıca diyabet hastalarında şekerin<br />
kontrol altında olmaması enfeksiyonların da iyileşmesini güçleştirmektedir.<br />
Her türlü enfeksiyon, bakteri, mantar ve virüs şeker hastalarında<br />
normalden çok daha hızlı seyretmektedir.<br />
Deride görülen döküntüler önemli<br />
Travmaya bağlı deride görülebilen bulgular dışında bir de şeker<br />
hastalarında görülebilen özel deri döküntüleri var ki; bunlar için mutlaka<br />
bir dermatoloğa başvurmak gerekir. Kahverengi ve kırmızı renkteki bu<br />
döküntülere en sık kol ve bacaklarda rastlanır. Diyabet nedeniyle ayakta<br />
sinirler tutulduğunda bir his kaybı yaşanır. Bu duyu kaybından dolayı ayakta<br />
şekil bozukluğu oluşabilir. Normalde olması gereken ayak kavisi ortadan<br />
kalkar ve ayak dümdüz hale gelir. Ayak, basınca maruz kalıp, nasırlaşabilir.<br />
Nasırlar sürtünmeye bağlı olarak ülserleşir ve akmaya başlar. Diyabetik<br />
hastalarda ayak sağlığı dolayısıyla en önemli konu haline gelmektedir.<br />
Diyabetlilerde cilt sağlığını korumak için;<br />
• Ayak, koltuk altı, kasık ve genital bölgeleri düzenli kontrol edin; kızarıklık, yanma, soyulma varsa mutlaka doktora danışın.<br />
• Ayaklarınızı her gün 1 kere yıkayın ve iyice kurulayın. Özellikle parmak aralarının kuru olduğundan emin olun.<br />
• Ayaklardaki kuruluğu engellemek için ayak kremleri kullanın. Ancak ayak kremlerini parmak aralarına değil sadece sertlik olan bölgelere uygulamak gerekir.<br />
• Tırnaklarınızı düz kesin; böylece tırnak batıklarını engellemiş olursunuz. Oluşmuş tırnak batıklarını çıkarmaya çalışmak ise ayağın mikrop kapmasına neden olabilir.<br />
• Uygun ayakkabı seçimi, ayak sağlığı için çok önemlidir. Basış kusuru veya ortopedik bir problem varsa bunun için tabanlık kullanmak gerekir.<br />
Ayaktaki enfeksiyonlar; Trnakta renk değişikliği, parmak aralarında soyulma ve yara şeklinde gözlenir. Bu enfeksiyonlar ilerlediği durumlarda farklı mikroplar ile birleşerek;<br />
şişlik, kızarıklık ve damar iltihabına dönüşebilir. Yaralar kemiğe kadar gidebilir. Böyle bir tedavide dermatoloji, plastik <strong>cerrahi</strong>, ortopedi ve travmatoloji gibi birimlerden<br />
oluşan multidisipliner, bir yaklaşım gerekebilir.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012 39
ÇOCUK SAĞLIĞI<br />
YENİ ANNELERE BEBEK BAKIMI<br />
İÇİN ÖNEMLİ İPUÇLARI<br />
Uz. Dr. Aşkın Güra Nemlioğlu- <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü<br />
Yenidoğan bebeklerin yaşamdaki ilk günleri, annelerin en mutlu ancak bir o kadar da en<br />
zor zamanlarıdır. Bu dönemde bebekte görülen en küçük bir değişiklik anneyi korkutur<br />
ve endişelendirir. Bu süreci en rahat atlatmanın yolu ise; bebek bakımı konusunda<br />
bilinçlenmekten geçmektedir.<br />
Kafatasındaki şekil bozukluklarını önemsemeyin!<br />
Bebekler, kafatası kemikleri henüz tam gelişmeden dünyaya gelir Bu yüzden<br />
bebek doğum kanalına girdiğinde sıkışmaya veya vakumla çekilmeye bağlı olarak<br />
kafatasında şekil bozuklukları görülebilir. Zamanla, beyin büyüdükçe kemikler de<br />
beynin şeklini alır ve kafatasındaki şekil bozuklukları ortadan kalkar.<br />
Bebeğinizi “teri kokmasın” diye tuzlamak ölüme götürebilir<br />
Bebek doğduğundan itibaren 1 hafta veya 10 gün içinde görülen döküntülerin<br />
çoğu fizyolojiktir. Bazı bebeklerde morluk veya akne benzeri oluşumlar<br />
görülebilir. Bu sorunların çoğu tedavi gerektirmez. Tedavi için kullanılan birçok<br />
madde bu tür cilt problemlerinin daha da artmasına neden olur. Örneğin;<br />
bebeklerin cildine yapılan en yanlış uygulama, teri kokmasın diye yapılan<br />
tuzlamadır. Bebeğin cildi hassas olduğundan tuz vücutta emilmekte ve bu durum<br />
ölüme kadar gidebilen sonuçlar doğurabilmektedir.<br />
Düzenli kilo artışı bebeğinizin doyduğunun göstergesidir<br />
Bebeğin doyduğunu anlayabilmenin en iyi yolu, düzenli kilo artışının<br />
gözlenmesidir. 2-3 saat uyku uyuyan, düzenli kaka yapan çocuk<br />
doymuş demektir. Emzirme sırasında emme ve yutma<br />
işlemlerinde, bebeğin hal ve hareketleri de doyduğuna<br />
dair ipuçları verebilir. Bebekler dümdüz yatırdıklarında<br />
sütün fazlasını gaz ile birlikte çıkartabilir, bazen fazla<br />
miktarlarda da kusabilirler. Bebek düzenli kilo<br />
aldığı sürece, bu durum bir sorun teşkil etmez.<br />
Kusmaması için bebek 30-40 derece eğimle<br />
yatırılmalıdır. Bu uygulama, yer çekiminin<br />
etkisi ile sütün midede kalması için yapılır.<br />
Fön makinesi bebeğinizin<br />
gaz çıkarmasına yardımcı<br />
olabilir<br />
Bebeklerin gaz çıkarmadaki sıkıntısı,<br />
sindirim sisteminin bazı öğelerinin<br />
olgunlaşmasında gecikmeden<br />
kaynaklanmaktadır. Bu süreçte sabır<br />
çok önemlidir. Piyasada satılan gaz<br />
sorununu gideren ilaçlar bebekler için<br />
önerilmemektedir. Bebek emzirilirken devamlı<br />
meme değiştirmek sakıncalıdır. Bir meme<br />
boşaltılmadan diğer memeye geçilmemelidir. Çünkü<br />
birini boşalttıktan sonra diğerine geçmesi doyduğunu<br />
hissetmesini sağlayacaktır. Fön makinesi sesi bebeğin gaz<br />
çıkarmasına yardımcı olabilir.<br />
Yeni annelere çocuk bakımı ile ilgili ipuçları;<br />
• Annenin eli sürekli temiz olmalıdır.<br />
• Kulak temizliğinde kulak çöpü kullanılmamalıdır. Sadece kulak kemerini<br />
pamuk yardımı ile silmek yeterli olacaktır. Gözlerinde bulunan çapaklar,<br />
kaynatılmış su yardımı ile temizlenebilir. Doğduğu günden itibaren bebeğin<br />
tırnakları düz, batık oluşmayacak şekilde kesilebilir ve kenarları hafif<br />
törpülenebilir. Ağız özel bir temizlik gerektirmez; çünkü tükürük bezlerinin<br />
temizleyici bir etkisi vardır. Fakat pamukçuk gibi bir madde görüldüğünde<br />
karbonatlı su ile yıkanabilir.<br />
• Burun tıkanıkları için aspiratör kullanımı zararlıdır. Aspiratör negatif basınç<br />
uyguladığı için burun mukozası daha da şişip, tıkanabilir. Küçük poşetlerde<br />
satılan tuzlu sudan birer damla damlatmak, hem temizlik hem nem hem de<br />
burun tıkanıklığını gidermek açısından yeterli olacaktır.<br />
• Cilt temizliği banyo ile yapılır. Bebek bir gün duru su, bir gün şampuan<br />
ile her gün yıkanabilir. Şampuan seçerken PH nötr olan ve içerisinde<br />
kozmetik ürün olmayanlar tercih edilmelidir.<br />
• Alt temizliği kızlarda suya batırılan pamuklarla veya<br />
sadece su içeren ıslak mendillerle, önden arkaya<br />
doğru yapılmalıdır. Kullanılan mendil veya<br />
pamuklar alkol içermemelidir. Erkek<br />
çocuklarda ise; sünnet derisi geriye<br />
çekilmemelidir. Bu uygulama ile deri<br />
çatlayıp, iltihap kapabilir.<br />
• Bebeğin kıyafetlerinin pamuklu<br />
ürünlerden seçilmesi ve<br />
kullanmadan önce sıcak suyla<br />
yıkanıp ütülenmesi sağlanmalıdır.<br />
• Genellikle göbek kordonu,<br />
doğumdan sonra 10 gün<br />
içinde düşer. Göbek bağı<br />
düşmeden önce su ile<br />
temas ettirilmemelidir. Bu<br />
bölgenin kuru tutulmasına<br />
özen gösterilmeli ve doktorun<br />
önereceği alkollü bir antiseptikle<br />
sabah akşam pansuman yapılması<br />
gereklidir.<br />
• Bebek doğduğu günden itibaren<br />
dışarı çıkartılabilir. Ancak kalabalık<br />
ortamlarda bulunmamasında fayda vardır.<br />
Sürekli dışarıda olmak bebeğin bakımının ihmal<br />
edilmesine neden olabilir.<br />
• Yenidoğanda ateş, morarma ve nefes kesilmesi acil<br />
bir durumdur. Ateş yüksek ise vakit kaybetmeden hastaneye<br />
başvurmak gerekir.<br />
40<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012
COÇUK SAĞLIĞI<br />
OKUL BAŞARISIZLIĞINI ÖNLEYİN!<br />
Pedagog Dr. Melda Alantar - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü<br />
Kronik hastalıklar, boşanma,<br />
ölüm ve kayıplar, çevre ve okul<br />
değişiklikleri gibi strese neden<br />
olan faktörler, çocukların öğrenme<br />
güdüsünü ve okul başarısını<br />
olumsuz etkiliyor.<br />
Okul başarısızlığı olan ve çabaları takdir<br />
edilmeyen öğrenciler başarısız olacakları inancıyla<br />
çaba göstermekten vazgeçiyor. Ebeveynlerin<br />
çocukların ilgi ve yeteneklerini göz ardı ederek,<br />
gerçekçi olmayan beklentiler içinde olmaları ve<br />
eğitime önem vermemeleri, çocuklarda okula<br />
uyumsuzluk ve okul başarısızlığına neden oluyor.<br />
Çocuğunuzun öğrenmeye karşı<br />
ilgisini ve okul başarısını nasıl<br />
artırabilirsiniz?<br />
• Çocuğunuzu eğitirken kararlı ve adil davranın.<br />
• Çocuğunuzla okulu hakkında konuşun. Onu<br />
dinleyin.<br />
• Tüm ailenin katılabileceği etkinlikler düzenleyin.<br />
Müze ve tarihi kalıntıları ziyaret edebilirsiniz.<br />
• Öğrenme deneyimlerini geliştirmesi için ilgi<br />
alanlarından yararlanın.<br />
• Ödül ve yaptırımları dengeleyin. Öğrencinin<br />
çabasını ve üretkenliğini ödüllendirin.<br />
• Evinizin sakin bir köşesini çocuğunuzun çalışma<br />
alanı olarak düzenleyin. Günlük ödev yapma saatini<br />
birlikte belirleyin. Televizyon, bilgisayar ve video<br />
oyunlarıyla ilgilenme süresini kısıtlayın.<br />
• Öğretmenlerine saygı duyduğunuzu çocuğunuza<br />
gösterin. Sık sık öğretmenleriyle evde ve okulda<br />
geçen olaylar hakkında karşılıklı olarak bilgi<br />
paylaşımında bulunun.<br />
• Öğrencinin kronik bir hastalığı varsa, bu hastalık<br />
ve tedavi konusunda öğretmenini bilgilendirin. Okul<br />
idaresi ve rehberlik servisiyle görüşerek okulun<br />
sağlayacağı hizmetlerden yararlanın.<br />
• Öğrencinin gelişme gösterdiği ve zorlandığı<br />
alanları belirlemek için çocuğunuzla birlikte<br />
öğretmeniyle görüşün. Belli konularda başarılı<br />
olamayan öğrencilere yönelik okulun kurs, etüt gibi<br />
özel düzenlemelerinden yararlanın.<br />
• Öğrenme güçlükleri, dikkat eksikliği gibi akademik<br />
başarıyı etkileyen konularda, okuldaki öğretmen ve<br />
psikolojik danışmanların çocuğunuzla ilgili kuşku<br />
ve uyarılarına önem verin. Gerekli durumlarda<br />
uzmanlara başvurun.<br />
Çocuğunuz ödevini yapmıyorsa…<br />
• Her gün saptadığınız zaman diliminde ödevlerini<br />
bitirmesi için çocuğunuzu takip edin.<br />
• Çalışma köşesinde veya yakınındaki radyo ve<br />
televizyonu ödev saati sırasında kapatın. Kardeşler<br />
ortalıkta dolaşıyorsa başka bir odaya gitmelerini<br />
sağlayın.<br />
• Çalışma sırasında gerekecek kağıt, kalem, cetvel<br />
vb. her türlü malzemenin el altında bulunması için<br />
Ödev Acil Yardım Kutusu oluşturun.<br />
• Ders çalışma alanındaki poster, afiş ve resimler<br />
dikkatin dağılmasına neden olur.<br />
• Telefon, çalışmaya engel olan mükemmel bir<br />
dikkat dağıtıcıdır. Çocuğunuza telefon görüşmelerini<br />
ders çalışma zamanı dışında gerçekleştirmesi<br />
gerektiği bilincini aşılayın.<br />
• Sabahları kayıp ödevleri çocuğunuzla birlikte<br />
aramaktan bıktıysanız özel bir “Ödev Koyma Yeri”<br />
belirleyerek bu sorunu çözebilirsiniz.<br />
• Ev ödevi için temel ilke her sınıf düzeyi için 10<br />
dakika süre ayrılmasıdır. Örneğin birinci sınıf için 10<br />
dakika, ikinci sınıf için 20 dakika gibi.<br />
• İlkokul birinci sınıf, öğrenci, öğretmen ve veli için<br />
önemli bir dönemdir. İlk dönemde çocuğa disiplin<br />
kazandırmak için anne ve baba çocuklarına ev ödevi<br />
konusunda yardımcı olabilirler. Ancak belli bir saatte<br />
derse oturma alışkanlığı kazanan öğrenci, bir süre<br />
sonra tek başına ödev yapması için yönlendirilmelidir.<br />
• Her akşam çocuğunuzun ödev listesini kontrol<br />
edin ve hepsinin yapıldığından emin olun.<br />
• Ona ödevlerini her akşam düzenli olarak<br />
yapmasının okul başarısında önemli rol oynadığını<br />
anlatın.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012<br />
41
ÇOCUK SAĞLIĞI<br />
YENİ DOĞAN HER BEBEK<br />
SARILIK OLUR MU?<br />
Uz. Dr. Pınar Boncuk Dayanıklı - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Yenidoğan Yoğun Bakım Bölümü<br />
Sarılık, kanda “bilirubin” maddesinin artmasıyla oluşan bir durumdur.<br />
Yeni doğan bebeğin kanında biriken bilirubin, bebeğin cildinin ve göz<br />
akının sarıya boyanmasına neden olur.<br />
Bebeklerin %60’ında sarılık görülür<br />
Vücutta eskimiş kan hücrelerinin yıkımı sırasında açığa çıkan sarı bir boya (pigment) olan bilirubin, karaciğerde parçalanır ve vücuttan dışkıyla atılabilir hale<br />
gelir. Anne karnındayken bebeğin ürettiği bilirubin, plasentayla anneye taşınır ve onun karaciğeri tarafından atılımı yapılır; ancak doğumdan sonra bu görev<br />
artık bebeğin kendi sistemine kalır. Hemen her yeni doğanda bilirubin bir miktar yükselir. Bebeklerin %60’ında sarılık görülür, erken doğan bebeklerde bu<br />
oran %80’e yükselir. Bu durumun adı “fizyolojik sarılık”tır. Genellikle yaşamın 2. - 3. günleri arasında belirir ve 2. haftanın sonunda kaybolur. Fizyolojik sarılık,<br />
emzirilen bebeklerde daha sıktır ve bu bebeklerin %10’unda 1 ayın sonuna kadar devam edebilir; ancak genelde sorun çıkarmaz ve tedavi gerekmez. İlk<br />
günlerde yetersiz süt alan emzirilen bebeklerde bilirubinin dışkı yoluyla atılımı da yavaş olacağından fizyolojik olarak başlayan sarılık hızla yükselebilir.<br />
Kimler risk altında?<br />
• Erken doğan bebekler (Karaciğer daha yavaş çalıştığı ve beslenme genellikle yetersiz olacağı için bilirubin daha erken yükselip daha uzun süre yüksek<br />
kalabilir.)<br />
• Doğum sırasında başa bası nedeniyle gelişen sefalhematom (kafada şişlik) esasında büyük bir kan pıhtısıdır. Pıhtı erirken açığa çıkan bilirubin de karaciğerin<br />
kapasitesini aşarsa sarılığın artmasına neden olabilir. Başında bu tür şişlikler olan bebeklerde sarılığın geçmesi zaman alabilir.<br />
• Kan hücrelerinin parçalanmasını artıran (Bilirubin yükünüde artıran) kan grubu uyuşmazlıkları ve diğer özel durumlar, enzim eksiklikleri<br />
• Bilirubinin atılımını yavaşlatan ya da engelleyen bazı durumlar (Enfeksiyon, safra kesesi ve yollarında sorunlar, genetik bazı hastalıklar)<br />
Tek belirti cildin sarı rengi<br />
Bilirubin yüksekliğinin tek belirtisi, cildin sarı renge boyanmasıdır. Parmakla cilde bastırıp çektiğinizde beliren renk sarılığın en iyi göstergesidir. Çoğunlukla<br />
yüzde başlayıp; göğüs, karın ve bacaklara kadar inebilir. Renk, bazen aldatıcı olabileceği için, en objektif değerlendirme kandaki bilirubin miktarını ölçmektir.<br />
Bunun için bazen parmak veya topuktan bazen de damardan alınan kan örneği kullanılır. Çoğu hastanede bebeğin eve gitme günü olan 48-72 saat döneminde<br />
yapılır. Ancak bebek bu zamandan önce sarılığın başladığı görülürse, test hemen yapılmalı ve yükselişin ne hızda olduğu saptanmalıdır. Normal hızda yükselen<br />
ve bebeğin yaşına göre normal sınırlar içinde kalan bilirubin değeri için endişe etmeye gerek yoktur; ancak beklenenden hızlı artıyorsa, beraberinde başka<br />
testler de yapıp, erken dönemde fototerapi tedavisine başlamak gerekir. Belirli bir dalga boyundaki mavi ışık cilde tutulduğunda bilirubinin kimyasal yapısını<br />
değiştirerek, vücuttan atılmasını kolaylaştırır. Bu mavi ışıkla yapılan tedaviye “fototerapi” denir.<br />
Bebeğin sarılık döneminde beslenmesi önemli<br />
Bebeğin bu dönemde beslenmesi çok önemlidir. Çoğu zaman<br />
fototerapiyle bilirubin değerinin düşmesi yeterli değildir.<br />
Beslenmenin takviye edilmesi de gereklidir. Sık emzirme, gereğinde<br />
mama takviyesiyle beslenme artırılır, dışkılama da artarsa bebeğin<br />
bilirubin düzeyi giderek azalacaktır. Erken doğan bebeklerde ve<br />
anneyle bebeğin kan grubunun uyuşmadığı durumlarda daha dikkatli<br />
olunmalıdır. Yaşamın ilk gününden sarılık olan bebekler de çok<br />
dikkatle ve sık bilirubin kontrolleriyle izlenmelidir.<br />
42<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012
COÇUK SAĞLIĞI<br />
ANİ BEBEK ÖLÜM SENDROMUNA KARŞI<br />
ÖNLEMİNİZİ ALIN<br />
Uz. Dr. Gökhan Mamur - <strong>Memorial</strong> Etiler Tıp Merkezi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü<br />
Yaşamın ilk bir yılı içinde görülen, bebekleri<br />
uyurken etkileyen, otopsi, ölüm yerinin<br />
incelenmesi ve ayrıntılı hastalık araştırması<br />
yapıldıktan sonra nedeni saptanamayan<br />
bebek ölümlerine “Ani Bebek Ölüm<br />
Sendromu” (ABÖS - SIDS) denir.<br />
1992'de Amerikan Pediatri Akademisi<br />
tarafından yapılan Ani Bebek Ölüm<br />
Sendromu ile ilgili araştırmaya göre; o<br />
dönemde ölüm oranı 1000 sağlıklı doğumda<br />
2.4 olarak saptanmıştır. Yapılan çalışmalar ve<br />
verilen öneriler doğrultusunda bugünlerde<br />
bu oran 1000'de 0.4'lere inmiştir.<br />
Bebeklerde ani ölüm<br />
riskini artıran durumlar;<br />
•Bebeği yüzükoyun veya yan yatırmak<br />
•Yumuşak yatak veya yastık kullanmak<br />
•Yatak içinde yumuşak ayıcık gibi nesnelerin olması<br />
•Anne ve/veya baba ile birlikte uyumak<br />
•Hamilelikte veya sonrası sigara içmek<br />
•Aşırı sıcak<br />
Bu önerileri dikkate alın:<br />
Bebeğiniz sırt üstü yatabilir! Bebeklerin sırt üstü<br />
yatırılmaları önerildikten sonra, ölüm oranlarında<br />
hızlı bir düşüş tespit edilmiştir. Yan yatırma pozisyonu<br />
sırt üstü yatırmaya kıyasla daha tehlikelidir ve geçerli<br />
bir seçenek değildir. Sırt üstü yatırmak, çocukların<br />
kusma sonucunda ölüm riskini artırmamaktadır.<br />
Çünkü kafa konumu yan yatmaya kıyasla aynıdır,<br />
ikisinde de kafasını yana çevirir.<br />
Sert yatakta yatırmayın! Bebek için normal yatak<br />
kullanılmalıdır Bebeğin sırtı acımasın veya daha rahat<br />
yatsın diye yatırıldığı yüzede elyaf, yorgan, yastık gibi<br />
yüzeyi yumuşatan hiçbir nesne kullanılmamalıdır.<br />
Yatağın üstüne tek çarşaf serilmesi uygundur.<br />
Yatakta yumuşak nesneler bulundurmayın! Bebek<br />
yatağında; yastık, ağır battaniye, yorgan, yumuşak ayıcık<br />
gibi oyuncaklar bulundurulmamalıdır. Eğer yatağın<br />
parmaklıklarına bağlı koruyucu süngerler varsa,<br />
bunlar mümkün olduğu kadar ince ve sert olmalı<br />
aynı zamanda parmaklıklara iyice sabitlenmelidir.<br />
Yorganının bebeğin başının üstüne gelip solunumunu<br />
engellememesi için bebeğin ayakları beşiğe değecek,<br />
yorgan veya battaniye yatağa sıkıştırılacak şekilde<br />
düzen oluşturulabilir.<br />
Sigara kullanmayın! Hamilelikte veya doğum sonrası<br />
sigara kullanımı ABÖS oranlarını artırmaktadır.<br />
Bebeğinizle aynı yatakta uyumayın! Bebek ve<br />
ebeveyn aynı yatakta uyumamalıdır. İlk 6 ay boyunca<br />
bebeğin beşiğinin ebeveyn yatak odasında bulunması<br />
ve bebeğin kendi beşiğinde uyuması Ani bebek<br />
ölümü sendromu için risk oranını azaltır. Bebeğin 3<br />
aydan küçük olması, ebeveyn ile koltukta uyuması ve<br />
ebeveynin alkollü olması özellikle riski artırır.<br />
Emzik kullanabilirsiniz! Nedeni tam bilinmemekle<br />
birlikte emzik kullanan bebeklerin ani bebek<br />
ölümü sendromu riski azalmaktadır. Ancak kullanım<br />
konusunda bazı tavsiyeler vardır.<br />
• Yaşamın ilk ayında emzik kullanmayın ki; bebek<br />
anne memesine iyice alışsın.<br />
•Uykuya dalarken emzik verilebilir; ancak<br />
reddediyorsa zorlamayın.<br />
• Şekerli su, bal veya reçele emziği batırıp vermeyin.<br />
• Emziği sıkça yıkayın (Pamukçuk gelişmemesi için)<br />
Ortam ısısı aşırı olmasın! Bir erişkinin hafif<br />
giysilerle rahat durabileceği ısı ortamı 24 derecedir.<br />
Bebeğinizin cildi dokunulunca çok sıcak olmamalıdır.<br />
Baş şeklindeki düzensizliklerin önüne geçilmelidir!<br />
Kemik kaynaşması olmadan plagiosefali, sürekli sırt<br />
üstü yatma sonucunda gelişme ihtimali olan baş<br />
şeklinde bir düzensizliktir. Bunun önüne geçmek için<br />
şu öneriler dikkate alınmalı:<br />
• Bebek uyanık ve izlenirken her gün en az 5 dakika<br />
yüzükoyun yatırın. Bu aynı zamanda boyun ve sırt<br />
kaslarını geliştirecektir.<br />
• Kucağınıza alın. Sürekli ana kucağında kalan<br />
bebeklerin kafalarının arkasına baskı oluşabilir.<br />
• Her uykuda başının yönünü değiştirin.<br />
• Özellikle nörolojik hastalığı olan bebeklerin<br />
pozisyonlarına daha da dikkat edin<br />
• Belli bir süre sonra halen kafa şeklinde düzelme<br />
olmazsa doktorunuza danışın.<br />
• Birçok kişi “Ani Bebek Ölüm Sendromu” hakkında<br />
bilgiye sahip değildir, bu nedenle bebeğinizin bakımı<br />
ile ilgilenen kişilere, arkadaşlarınıza ve çevrenize bu<br />
konu hakkında bilgi verin.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012<br />
43
HAYATIN İÇİNDEN<br />
AYNI ANDA YAPILAN 5 AMELİYAT İLE<br />
YENİ HAYATINA KAVUŞTU<br />
4 aya yakın süredir devam eden karın ağrısı, kanama şikayetleri ile<br />
<strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong>’ne başvuran 50 yaşındaki Aymer Onat,<br />
aynı anda yapılan 5 operasyon ile sağlığına kavuştu.<br />
<strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Op. Dr. Aydın Ilgın<br />
ile Genel Cerrahi Bölümü’nden Op. Dr. Erkan Dalbaşı’nın birlikte gerçekleştirdiği operasyonla<br />
Aymer Onat’ın kadın sağlığı ve genel <strong>cerrahi</strong>ye ilişkin sorunları tek bir operasyon ile giderildi.<br />
Op. Dr. Aydın Ilgın hastanın durumuyla ilgili olarak şu bilgileri verdi: “Hastanın daha önceden mevcut olan safra kesesi<br />
taşları vardı. Hastanemize, tedaviye dirençli aşırı miktarda genital kanama şikayeti ile başvurdu. Yapılan ultrasonda sağ yumurtalığında üç santim<br />
kist ve uterusda üç santimlik miyoma rastladık. Bunların yanı sıra özellikle öksürürken ve ağır bir şey kaldırırken görülen üriner imkontinans<br />
şikayeti mevcuttu. Yapılan tetkikler sonucu Dr. Erkan Dalbaşı ile birlikte laparoskopik yöntemle tek bir <strong>cerrahi</strong> müdahale ile toplam 5 işlem<br />
yapılmasına karar verdik.”<br />
Op. Dr. Erkan Dalbaşı: “Hasta geldiğinde safra kesesinde taşa bağlı oluşan iltihap vardı. Kadın doğum uzmanımız Dr. Aydın Ilgın ile<br />
birlikte hastayı hazırlayıp aynı seansta öncelikle laparoskopik olarak safra kesesini aldık. Ardından Dr. Aydın Ilgın kadın hastalıkları ameliyatlarına<br />
laparoskopik olarak devam etti.”<br />
Hastanın diyabetinin olmasının yara iyileşmesini geciktirdiğini ve açık operasyon yapılsaydı iyileşme süresinin çok daha uzun olacağını belirten<br />
Op. Dr. Ilgın ve Op. Dr. Dalbaşı, hastanın günlük hayata dönüşünün çok kısa sürede ve konforlu olduğunu ifade ettiler.<br />
Uzun süredir pek çok rahatsızlığı bulunan<br />
Ankara ve Diyarbakır’da birçok hastaneye<br />
başvurup sonuç alamayan Aymer Onat<br />
ise düşüncelerini şu şekilde aktardı:<br />
“Teşhis belliydi ancak daha önce gittiğim<br />
hastanelerde olumlu sonuç alamadım.<br />
Burada, Dr. Aydın Bey ve Dr. Erkan Bey bir<br />
araya gelerek durumumu değerlendirdiler.<br />
Şeker ve tansiyon hastası olduğum için 5<br />
kere farklı farklı zamanlarda operasyonların<br />
ve alacağım anestezileri beni yıpratacağını<br />
düşündükleri için Kadın Hastalıkları ve<br />
Genel Cerrahi ile ilgili 5 ameliyatı tek bir<br />
müdahalede gerçekleştirdiler. Bu kadar<br />
kapsamlı bir ameliyat olmasına rağmen<br />
ameliyat sonrasında hiçbir sıkıntım olmadı.<br />
Doktorlarıma, ameliyathane ekibine ve<br />
kattaki hemşirelerime ilgilerinden dolayı<br />
ne kadar teşekkür etsem azdır. Bundan<br />
sonra hayatıma ağrısız ve sağlıklı bir şekilde<br />
devam edebileceğim için çok mutluyum.”<br />
Aymer Onat - Op. Dr. Erkan Dalbaşı - Op. Dr. Aydın Ilgın<br />
44<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012
HAYATIN İÇİNDEN<br />
MEME KANSERİ OLAN ERKEK HASTA<br />
MEMORIAL’DA SAĞLIĞINA KAVUŞTU<br />
Moskova’da yaşayan 46 yaşındaki<br />
İgor Osechkin, kızı ve eşi ile birlikte<br />
Antalya’ya tatile gitmek için hazırlık<br />
yaparken, göğüs kısmında şiddetli ağrı ve<br />
şişkinlik hissi ile gittiği hastanede meme<br />
kanseri olduğunu öğrendi. Annesini de<br />
meme kanseri nedeniyle kaybetmiş olan<br />
Osechkin, <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong><br />
Genel Cerrahi Bölüm Başkanı Prof.<br />
Dr. Kemal Emek ve ekibi tarafından<br />
gerçekleştirilen başarılı bir operasyonla<br />
sağlığına kavuştu.<br />
“Meme kanseri olmak bir erkek olarak<br />
beni çok şaşırttı”<br />
İgor Osechkin - Prof. Dr. Kemal Emek<br />
İgor Osechkin meme kanserini yenme sürecini şu sözlerle anlattı: “Haziran 2011’de Moskova’dan Antalya’ya tatile gelmeye hazırlanırken, göğüs<br />
kısmımda ağrı ve şişkinlik olduğunu farkettim ve hemen doktora başvurdum. Yapılan biyopsinin ardından sonuçları bir hafta sonra alabileceğimi<br />
söylediler. O sırada Antalya biletlerimizi aldığımız için tatilimizi ertelemedik. Biyopsi sonuçlarım meme kanseri olduğumu gösteriyordu.<br />
Erkeklerde meme kanseri çok nadir görülen bir durum olduğu için ben de ortaya çıkabileceği aklıma bile gelmemişti. Yağ bezesi sandığım<br />
şişliğin, meme kanserine işaret etmesi beni çok şaşırtmıştı. Annem de meme kanseri nedeni ile hayatını kaybetmişti ve Moskova’da doktorlar<br />
onu kurtaramamıştı Babamı da bir türlü teşhis edilemeyen bir hastalık nedeni ile kaybettiğim için ülkemdeki doktorlara pek fazla güvenim<br />
kalmadı. 2 ciddi örnek yaşadığım ve kendi hayatımı da riske atmak istemediğim için Türkiye’de tedavi olmaya karar verdim. İnternette araştırma<br />
yaparken tesadüfen <strong>Memorial</strong> <strong>Hastanesi</strong>’ne ulaştım. İlk olarak kemoterapi gördükten sonra ameliyat oldum. Şu anda sağlıklı ve çok mutluyum.<br />
“Meme kanseri erkeklerde çok nadir görülen bir kanser türüdür”<br />
<strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Genel Cerrahi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Kemal Emek, meme kanserinin erkeklerde sık rastlanmayan bir hastalık<br />
olduğuna dikkat çekerek, Igor Osechkin’e uygulanan tedavi hakkında şu bilgileri verdi:<br />
“Hastamız göğsünde büyük bir kitle ile bize başvurduğunda kendisine ileri evre meme kanseri teşhisi konuldu. Kemoterapi ile kitlenin boyutları<br />
küçülüp operasyona uygun hale gelince “Modifiye radikal mastektomi” işlemi yapıldı. Ameliyat çok başarılı geçti ve hastamızın da durumu<br />
gayet iyi. Meme kanseri erkeklerde sık görülen bir hastalık değildir. Kadınlarda meme kanseri riski daha fazladır. Erkeklerdeki meme kanserleri<br />
kadınlardaki meme kanserine göre bir miktar daha agresif seyredebilir. Bunun sebebi; tanıdaki gecikme ya da kadınlarda uygulanan ilgili tarama<br />
yöntemlerinin erkeklerde uygulanmaması olabilir. Bazen bu durum genetik de olabilir. Ailesinde meme kanseri geçmişi olan kişiler, erkek ya da<br />
kadın, daha fazla risk altındadır”<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012 45
HAYATIN İÇİNDEN<br />
BULGAR HASTALAR BEBEK SEVİNCİNİ<br />
MEMORIAL’DA YAŞIYOR<br />
Dünyanın 65 ülkesinden hasta kabul<br />
eden <strong>Memorial</strong>, yurt dışından her<br />
yıl binlerce hastaya kaliteli sağlık<br />
hizmeti sunuyor. Özellikle Avrupa<br />
ülkelerinden yoğun ilgi gören <strong>Memorial</strong><br />
Şişli <strong>Hastanesi</strong> Tüp Bebek Merkezi’ne<br />
başvuran hastaların önemli bir kısmını,<br />
Bulgarlar oluşturuyor.<br />
<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Tüp Bebek Merkezi’nde ayda 300<br />
kısırlık tedavisi gerçekleştiriliyor ve bu sayının %13’ünü yabancı<br />
hastalar oluşturuyor. 2011 yılı verilerine göre Türkiye’ye tüp<br />
bebek tedavisi için gelen ve ülkelerinde tekrarlayan uygulamalara<br />
rağmen gebe kalamamış olguların yarısı ilk denemede gebe<br />
kaldı.<br />
Denitsa ve Pavel Aleksandrov<br />
Tüp bebek tedavisinde kullanılan yeni teknikler ve hasta memnuniyeti odaklı hizmet anlayışı, bu yoğun ilginin en önemli nedenleri arasında yer alıyor.<br />
Bulgaristan’da, tüp bebek konusunda dünya standartlarının altında hizmet verilmesi, elde edilen gebelik oranlarının beklentileri karşılayamaması,<br />
hastalara uygulanacak tedavi öncesinde çiftleri yoran zorlu süreçler ve tedavi planlaması için ileri tarihlere randevu verilmesi ile bekleme listelerinin<br />
uzaması Bulgar vatandaşların tüp bebek için Türkiye’yi tercih etmesini sağlıyor.<br />
<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Tüp Bebek Merkezi’ne çocuk sahibi olmak için gelen Bulgar hastalardan biri de, Denitsa ve Pavel Aleksandrov çifti. 11 yıllık<br />
evli olan çift, 4 yıldır çocuk sahibi olabilmek için çabalıyor. Bulgaristan’da gerçekleşen başarısız bir denemenin ardından vakit kaybetmeden internetteki<br />
forum sitelerinde araştırma yapan çift, <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong>’ne ulaştı. Çift buradaki ilk denemede anne baba olacakları müjdesini aldı.<br />
Mutlu sona çok yakınız!<br />
Ülkelerindeki başarısız tedavi süreçlerinin kendilerini çok yıprattığını dile getiren Aleksandrov çifti, yaşadıkları mutluluğu şöyle anlattı: “İnternetten<br />
<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Tüp Bebek Merkezi ve Prof. Dr. Semra Kahraman adına ulaştık. Forum sitelerinde bulundukları ülkelerde 6 veya daha fazla<br />
deneme yapıp başarısız olan birçok çiftle iletişime geçtik. Bu çiftlerin tamamı <strong>Memorial</strong> <strong>Hastanesi</strong>’nde yaptıkları denemede başarıya ulaşmışlardı.<br />
<strong>Memorial</strong> ile iletişime geçtiğimizde; Tüp Bebek Merkezi Başkanı Prof. Dr. Semra Kahraman, Op. Dr. Müstecep Kavrut ve hasta ilişkilerinden sorumlu<br />
Kübra Burnaz bizimle özel olarak ilgilendi. Çocuk sahibi olmamamız için bir sebep bulunmadığını, ilk denemede başarılı sonuç alma şansımızın çok<br />
yüksek olduğunu söyleyerek bizi heyecanlandırdı. Nitekim ilk denemede sonuç aldık. Türkiye’de bir yabancı olarak birçok zorluk yaşadık. Ancak<br />
<strong>Memorial</strong> tüm bu zorlukları en aza indirdi. Otel rezervasyonumuzdan kültür gezilerimize kadar her konuda bize destek oldular. <strong>Memorial</strong> Sağlık<br />
Grubu, profesyonel kadrosu, modern ekipmanları, organizasyon yapısı ve tükenmeyen bir başarı arzusu ile tüm hastalarına en iyi şekilde hizmet<br />
veriyor.”<br />
<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Tüp Bebek Merkezi Başkanı Prof. Dr. Semra Kahraman Bulgar hastaların umut yolculuğu ve<br />
Alexandrov çiftinin tedavi süreci ile ilgili şu bilgileri verdi: “Son yıllarda Bulgaristan’dan gelen hasta sayımızda ciddi bir<br />
artış var. Hastaların çoğu, gelmeden önce Bulgaristan’da en az 3-4 kez inseminasyon (aşılama) ve 2-3 kez IVF (Tüp<br />
Bebek) denemesinde bulunmuş çiftler. Buna rağmen bu çiftlerin çoğu, merkezimizde yaptığımız ilk denemede gebelik<br />
elde ediyorlar. Ayrıca sosyal paylaşım siteleri aracılığı ile hastaların elde ettiğimiz bu başarıları birbirlerine duyurmaları,<br />
bu artışa sebep olan en önemli neden. İnternette bulunan olumlu hasta referansları hastaları merkezimize çekiyor.<br />
Hastalar forum siteleri aracılığı ile aralarında bilgi aktarımında bulunuyorlar. Bu hastalarda biri de 35 yaşındaki Denitsa<br />
ve Pavel çifti. Çift 12 yıllık evli ve 4 yıldır çocuk sahibi olmaya çalışıyorlardı. Daha önce Bulgaristan’da başarısız<br />
1 denemeleri olmuş. Geçtiğimiz ay yaptığımız ilk denemede gebelik elde ettik.”<br />
46<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012
GENEL SAĞLIK<br />
VİTAMİN EKSİKLİĞİ SİNİR HASTALIKLARINA<br />
NEDEN OLABİLİR<br />
Uz. Dr. Murat Görgülü – <strong>Memorial</strong> Etiler Tıp Merkezi Dahiliye Bölümü<br />
Vitaminler;<br />
büyüme, hücre<br />
yenilenmesi ve<br />
enerji üretimi için<br />
vücuda gerekli<br />
olan maddelerdir.<br />
Vitaminler insan<br />
vücudunda<br />
sentezlenemeyen,<br />
sentezlense bile<br />
yeterli olamayan,<br />
dışarıdan alınması<br />
gerekli organik<br />
maddelerdir. Bu<br />
yüzden sağlığımız için<br />
gerekli olan vitaminleri<br />
yediğimiz yiyeceklerden<br />
ya da çeşitli ilave vitamin<br />
preparatlarından<br />
sağlamamız gerekir.<br />
Enerji içermezler; ancak<br />
hücrenin ve buna bağlı olarak da<br />
vücudun yaşamı için çok önemli<br />
biyokimyasal olaylarda görev<br />
alırlar. Vitaminler yağda eriyen ve<br />
suda eriyenler olarak iki gruba<br />
ayırılırlar. Yağda eriyenler<br />
A, D, E, K vitaminleri; suda eriyen<br />
vitaminler B vitamini grupları,<br />
C vitamini, H vitamini, P vitamini<br />
olarak sıralanabilir.<br />
Stres vitamin ihtiyacınızı artırabilir<br />
Vitaminlerin eksikliği genelde taze meyve ve sebze<br />
ile beslenen, yeterli et ve et ürünleri tüketen<br />
kişilerde gözlenmez; ancak bazı durumlar vitamin<br />
gereksinimini artırabilir. Bunlar; gebelik, emzirme,<br />
bağırsaklarda emilim bozukluğu, ameliyat olma,<br />
büyüme ve gelişme, ağır stres, ağır bedensel<br />
çalışma ya da egzersiz, kemoterapi, ağır yanıklar ve<br />
ağır enfeksiyonlar olarak sıralanabilir.<br />
Vitamin eksikliği hastalıkları da<br />
beraberinde getirir<br />
Eğer yeterli alım yoksa ya da gereksinim çok artıysa<br />
vitamin eksikliklerine bağlı hastalıklar gelişebilir.<br />
• A VİTAMİNİ başlıca havuç, ıspanak, marul<br />
gibi yeşil yapraklı sebzeler, portakal, erik, maydanoz,<br />
kereviz gibi meyve ve sebzelerde bulunur.<br />
Eksikliğinde özellikle “gece körlüğü” denilen görme<br />
bozukluğu, cilt, tırnak ve saçlarda bozulma görülür.<br />
• D VİTAMİNİ süt, süt ürünleri ve balıkta<br />
bulunur bir miktarda güneş ışığından cilt altı yağ<br />
dokusundan sentezlenir. Eksikliğinde çocuklarda<br />
raşitizm denilen ağır kemik gelişim bozukluğu<br />
gözlenir, yetişkinlerde ise “osteomalazi” denen<br />
kemik hastalığı görülür.<br />
• E VİTAMİNİ kuruyemişlerde ve sıvı yağlarda<br />
bulunur. Antioksidan etkisi vardır. Eksikliğinde<br />
kansızlık görülür.<br />
• K VİTAMİNİ yeşil sebzelerde,<br />
çayda ve karaciğerde bulunur. Bir miktar<br />
da bağırsak bakterileri tarafından üretilir,<br />
eksikliğinde kanın pıhtılaşması bozulur ve<br />
kanamalar olur.<br />
• C VİTAMİNİ özellikle turunçgiller<br />
denilen portakal, greyfurt, limon ve<br />
mandalina da bulunur, yeşil sebzeler ve<br />
patateste de vardır. Eksikliğinde “skorbüt”<br />
denilen diş eti hastalığı ciltte bozulma,<br />
yaralarda geç kapanma, enfeksiyonlarda<br />
ağırlaşma görülebilir.<br />
• B1 VİTAMİNİ yumurta ve karaciğerde<br />
bulunur. Yetersizliğinde “Berberi” denilen<br />
sinir ve cilt hastalığı görülür. İştahsızlık, kas<br />
güçsüzlüğü, birçok değişik cilt hastalığı da<br />
görülebilir.<br />
• B2 VİTAMİNİ tahıl ürünleri, et ve<br />
karaciğerde bulunur. Eksikliğinde kansızlık,<br />
ağız kenarı yaraları, sinir hastalığı ve cilt<br />
hastalıkları görülür<br />
• B3 VİTAMİNİ et, balık ve kuruyemişte<br />
bulunur. Eksikliğinde “pallegra” denilen cilt ve sinir<br />
hastalığı görülür. Ayrıca sindirim bozuklukları oluşur.<br />
• B5 VİTAMİNİ karaciğer, yumurta, baklagiller<br />
ve bazı sebzelerde bulunur. Yetersizliğinde, yorgunluk,<br />
kas ağrıları ve güçsüzlüğü, kalpte çarpıntı, terleme<br />
bozukluğu, insanın temel enerji sisteminde katalizör<br />
etki yaptığında eksikliği ağır bulgular verir. Midede<br />
ağrı kusma, ishal, beslenme bozukluğu, kas erimesi<br />
sıklıkla görülür, uykusuzluk, stres, sinirlilik sıkça olur.<br />
Eksikliğinde egzama ve alerji gibi cilt hastalıklarında<br />
da artış gözlenir. Enfeksiyonlar daha ağır seyreder.<br />
• B6 VİTAMİNİ et, sebze ve tahıllarda<br />
bulunur. Protein metabolizmasının temel vitaminidir.<br />
Yetersizliğinde kas ağrıları, güçsüzlük, kansızlık, ağız<br />
ve göz çevresinde yaralar gözlenir.<br />
• B12 VİTAMİNİ kırmızı et ve karaciğerde<br />
bulunur. DNA metabolizmasının temel vitaminidir.<br />
Eksikliğinde kansızlık, sinir sisteminde bozulma,<br />
dengesizlik gözlenir.<br />
• FOLİK ASİT bir çeşit B vitaminidir. Yeşil<br />
sebzelerde, bira mayası, karaciğer ve yumurtada<br />
bulunur. Eksikliğinde kansızlık, halsizlik, kas ağrıları<br />
gözlenir.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012 47
<strong>Memorial</strong> Sağlıklı Yaşam Okulları<br />
Kalp Yogası<br />
Bypass ameliyatı olan hastaların en kısa zamanda<br />
normal yaşamlarına dönmelerine katkıda bulunmayı<br />
amaçlayan Kalp Yogası programı devam ediyor. Kalp<br />
Yogası, Bypass’lıların sağlığına katkıda bulunmanın yanı<br />
sıra, bir arada vakit geçirmelerini sağlayarak aralarındaki<br />
iletişim ve paylaşımı artırmayı amaçlıyor.<br />
Yoga Uzmanı Dr. Neslihan İskit tarafından verilen kalp<br />
yogası eğitimi Salı ve Cuma günleri <strong>Memorial</strong> Şişli<br />
<strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu’nda gerçekleşiyor.<br />
Program<br />
Gün: Her Salı ve Cuma<br />
Saat: 19.00<br />
Yer: <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />
Katılım ücretsizdir.<br />
Bilgi ve Kayıt: 444 7 888<br />
Hamilelik Yogası<br />
Anne adaylarının rahat bir hamilelik dönemi<br />
geçirmeleri amacıyla düzenlenen Hamilelik Yogası<br />
programı ile hamile kadının fiziksel kondisyonu<br />
korunarak duruş bozuklukları en aza indirilir. Solunum<br />
ve dolaşım sistemi güçlendirilir ve bulantılara veda<br />
edilir. Kolay doğum, karın kaslarının ve omurgadaki<br />
değişikliklerin yeniden yapılandırılması sağlanır.<br />
<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Hamilelik Yogası<br />
Gün: Her Cumartesi<br />
Saat: 16.30 – 17.30<br />
Yer: <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />
Katılım ücretsizdir.<br />
48<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012<br />
<strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Hamilelik<br />
Yogası<br />
Gün: Her Cumartesi<br />
Saat: 10.00 – 11.00<br />
Yer: <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />
Katılım ücretsizdir.<br />
Bilgi ve Kayıt: 444 7 888
KÜLTÜR ORTOPEDİ SANAT<br />
“32 YAŞINA KADAR YAŞAYAN MUTLU İNSANLARIN ÜLKESİ”<br />
MEMORIAL ANTALYA HASTANESİ’NDE...<br />
Gazeteci Yazar Esra Tüzün tarafından hazırlanan “32 Yaşına<br />
Kadar Mutlu Yaşayan İnsanların Ülkesi” isimli sergi, 16<br />
Kasım’da <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong>’nde sergilenmeye<br />
başlandı.<br />
“32 Yaşına Kadar Yaşayan Mutlu İnsanların Ülkesi”<br />
sergisi bir halkın yok olduğu; Swaziland, Cape Town ve<br />
Johannesburg’daki tecrit alanlarında ölümle dans eden<br />
insanların yaşamlarını gözler önüne seriyor. Dünyanın 80<br />
ülkesinden, nüfusunun %50’si AIDS ile mücadele eden<br />
Afrika ülkelerinde tüm ilaçlara direnebilen tüberküloza<br />
karşı da mücadele veriliyor. Dünyadaki tüm tüberküloz<br />
vakalarının %30’unun görüldüğü Afrika ülkelerinde, insanların<br />
yüzlerindeki mutluluk maskesinin ardında, kendilerini genç<br />
yaşta ölüme götürecek acı sonun hüznü yaşanıyor.<br />
Öleceğini bilerek gülebilen, acı çekerken dans eden<br />
insanların öyküsünün anlatıldığı “32 Yıllık Ömrü Olan Mutlu<br />
İnsanların Yaşadığı Ülke” adlı sergi, Aralık sonuna kadar<br />
<strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong>’nde ziyaret edilebilecek.<br />
ÖDÜLLÜ YÖNETMENİN FİLM TADINDAKİ FOTOĞRAF SERGİSİ “BİR GÜNDE…”<br />
MEMORIAL ATAŞEHİR’DE SERGİLENDİ<br />
<strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Sanat Galerisi, Altın Koza Film<br />
Festivali’nde En İyi Yönetmen ödülünü alan Cemil Ağacıkoğlu’nun,<br />
“Bir Günde…” adlı fotoğraf sergisine ev sahipliği yaptı. Alışılageldik<br />
fotoğraf sergilerinin aksine; yazılı bir senaryosu, titizlikle işlenen kurgusu<br />
ve özenle seçilen oyuncuları ile “Bir Günde…” dramatik, derinlikleri ile<br />
göz alan, çarpıcı fotoğraflardan oluşuyor.<br />
Türkiye’de ilk kez gerçekleştirilen bu çalışmayı hayata geçiren Cemil<br />
Ağacıkoğlu, “Bir Günde…” fotoğraf sergisinde, taşralı esmer bir<br />
delikanlının Haydarpaşa Garı’ndan Anadolu’nun yeşil bir köyüne<br />
uzanan öyküsünü anlatıyor. Yaşlı babasıyla son kez kucaklaşmak üzere<br />
yola çıkan genç delikanlı, babasını kaybederek yeryüzünde bir başına<br />
kalıyor.<br />
18. Altın Koza Film Festivali’nde “Eylül” filmiyle en iyi yönetmen<br />
ödülünü alan, ulusal ve uluslararası yarışmalarda göstermiş olduğu<br />
başarılardan dolayı FIAP Fotoğraf Federasyonu tarafından AFIAP<br />
unvanı verilen Cemil Ağacıkoğlu, yurt içi ve yurt dışında pek çok sergide fotoğraflarını sergiledi. Profesyonel moda fotoğrafçılığının yanında,<br />
Türkiye’deki birçok sanatçıyla video kliplerde birlikte çalışan Ağacıkoğlu, kısa filmler ile uzun metraj filmi için çalışmalarına devam etmektedir.<br />
20 Aralık tarihine kadar <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Sanat Galerisi’nde sergilenen “Bir Günde…” Şubat 2012’de <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong><br />
Sanat Galerisi’nde fotoğraf severlerle buluşacak.<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012<br />
49
MEMORIAL SAĞLIK GRUBU KURUMSAL ANLAŞMALAR<br />
SİGORTA ŞİRKETLERİ (Sağlık)<br />
Acıbadem Sigorta<br />
Ak Sigorta<br />
Allianz Sigorta<br />
American Life Sigorta<br />
Anadolu Sigorta<br />
Ankara Sigorta<br />
Avivasa Hayat ve Emeklilik Sigortası<br />
Axa Sigorta<br />
Birlik Sigorta<br />
Demir Hayat Sigorta<br />
Deniz (Global) Hayat Sigorta<br />
Dubai Group Sigorta<br />
Ergo Sigorta<br />
Eureko Sigorta<br />
Generali Sigorta<br />
Güneş Sigorta<br />
Groupama Sigorta<br />
HDI (İhlas) Sigorta<br />
Inter Partner Asistance (IPA)<br />
Mapfre Genel Sigorta<br />
Medikal Danışmanlık Servisi (MDS)<br />
Promed (CGM Türkiye)<br />
Yapı Kredi Sigorta<br />
Ziraat Sigorta<br />
BANKALAR<br />
Akbank<br />
Asya Katılım Bankası (Bank Asya)<br />
Esbank<br />
Fortis Bank (Dışbank)<br />
Milli Reasürans T.A.Ş.<br />
Türkiye İş Bankası<br />
Türkiye Sınai ve Kalkınma Bankası<br />
Türkiye Cumhuriyet Ziraat ve Halk Bankası<br />
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası<br />
Türkiye Cumhuriyet Ziraat Bankası<br />
Türkiye Halk Bankası Emekli Sandığı Vakfı<br />
(Pamukbank)<br />
Türkiye Halk Bankası<br />
Türkiye Vakıflar Bankası<br />
Türk Eximbank<br />
Yapı ve Kredi Bankası Emekli Sandığı Vakfı<br />
RESMİ KURUMLAR<br />
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)<br />
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF)<br />
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)<br />
ÖZEL ŞİRKETLER VE<br />
KURUMLAR<br />
Albayraklar Şirketler Grubu<br />
Anadolu Anonim Türk Sigorta Şirketi<br />
Aydın Örme<br />
Back Up Kart<br />
Belbim<br />
BP Petrolleri<br />
Beşiktaş Denizcilik<br />
Benefit Global<br />
BJK Derneği<br />
BMS Türkiye<br />
Borusan Holding<br />
Boyner Holding<br />
Darüşşafaka Cemiyeti<br />
Dr. Back up<br />
Eczacıbaşı Holding<br />
Enka<br />
Green Park<br />
Havuç Çocuk Evi<br />
İMKB<br />
İstanbul Büyükşehir Belediyesi<br />
İstanbul Sanayi Odası<br />
Johnson Wax<br />
Joyfull House<br />
Levent Tenis Kulübü<br />
Marsh Avantaj Kart<br />
Mercedes Benz Türk<br />
Merkezi Kayıt Kuruluşu<br />
Microsoft<br />
Aon Kart<br />
Mimaks<br />
Nart Club Kart<br />
Omsan Lojistik<br />
Orka Group (Damat - Tween)<br />
Palladium AVM<br />
Peak Hotel<br />
Perfettı Van Melle<br />
Perpa Ticaret Merkezi<br />
Petrol Ofisi- Positive Card<br />
Renault Mais<br />
Rotary Kulüp<br />
Sermaye Piyasası Kurulu<br />
Sinpaş<br />
S.O.S<br />
Suteks Dış Tic<br />
THY<br />
The Shore Club<br />
Turkcell / T-Clup<br />
TİM Show Center<br />
Türkiye Jokey Kulübü<br />
Ulusoy<br />
Unitim Holding<br />
Ülker<br />
Vakko<br />
Vodafone<br />
YKM Kart-YKM Mağazaları<br />
Zeck Club<br />
Zorlu Holding<br />
DERNEK VE ODALAR<br />
Ev Tekstili Sanayici ve İş Adamları Derneği<br />
(EVSİAD)<br />
İstanbul Sanayi Odası<br />
İstanbul Ticaret Odası<br />
Kapalı Çarşı Esnaflar Derneği<br />
Klavuz Kaptanlar Derneği<br />
Tesisat İnşaat Malzemecileri Derneği<br />
( TİMDER)<br />
Türkiye Bilişim Sanayicileri Derneği<br />
( TUBİSAD)<br />
Türkiye Ev Teks. ve San. İşadamlari Der.<br />
(TETSİAD)<br />
Türkiye Genç İşadamları Derneği<br />
(TUGİAD)<br />
Türkiye Emekli Subaylar Derneği<br />
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti<br />
<strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu hastane ve tıp merkezlerinde geçerli olan anlaşma detayları için 444 7 888’i arayınız.<br />
50<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012
Hemşirelere ve sağlık çalışanlarına<br />
hayat Deniz’de güzel!<br />
• Size özel faiz oranlarıyla krediler<br />
• Fatura ve ödemelerinizi şubeye gelmeden ödeme kolaylığı<br />
• Harcadıkça kazandıran Deniz Bonus<br />
• Kiralık kasada size özel indirimler<br />
Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012