28.04.2015 Views

robotik cerrahi - Memorial Hastanesi

robotik cerrahi - Memorial Hastanesi

robotik cerrahi - Memorial Hastanesi

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Aralık / Ocak / Şubat 2012 Yıl:8 / Sayı 68<br />

SAĞLIKLI BİR<br />

KIŞ İÇİN...<br />

Cerrahide “da Vinci” Konforu<br />

Prof. Dr. Semra Kahraman<br />

Dünya Preimplantasyon Genetik Tanı<br />

Cemiyeti Başkanı Seçildi<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012


İçindekiler<br />

4 Da Vinci ile 8 Saatte Bağırsaktan Mesane Yapılıyor<br />

5 Bir İlk: Periton Zarı Dışından Prostat Kanseri Tedavisi<br />

6 Robotik Cerrahi Yerleşimi Zor Miyomların Temizlemesine İmkan Sağlar<br />

7 Rahim Alınması Ameliyatında Konforun Adı: Robotik Cerrahi<br />

8 Prof. Dr. Semra Kahraman Dünya Preimplantasyon Genetik Tanı Cemiyeti Başkanı Seçildi<br />

9 Kolestrol Yaşam Tarzı ile Düşmezse İlaç Kullanımı Şart<br />

10 Kış Hastalıklarından Korunmak İçin Bağışıklık Sisteminizi Güçlendirin<br />

11 Kış Aylarında Kilo Artışının Önüne Geçebilirsiniz<br />

12 Üst Solunum Yolu Hastalıkları Çocuğunuzun Peşini Bırakmıyorsa<br />

13 Kış Mevsiminde Orta Kulak İltihabına Dikkat<br />

14 Kronik Hastalığınız Varsa Kış Aylarına Dikkat<br />

15 Kışın Sağlıklı Bir Cilt İçin<br />

16 Kalp Damar Ölümlerinin En Yaygın 2. Nedeni Anevrizmalardır<br />

17 Optik Koherens Tomografi Yöntemi (OKT)<br />

18 Bypass Sonrası Yaşam Kalitenize Dikkat Edin<br />

19 Kalp Krizi “Geliyorum” Der mi?<br />

20 Çocuk Sahibi Olamama Nedenlerinin Yarısını Erkek Kısırlığı Oluşturur<br />

21 İyi Huylu Prostat Büyümesi Her Erkeğin Kabusu<br />

22 Ayak Bileği Artroskopisi Kısa Sürede Ayağa Kaldırıyor<br />

23 Mide Ağrıları Başka Hastalıkların Habercisi Olabilir<br />

24 Geçmeyen Baş Ağrıları Beyin Tümörü Habercisi Olabilir<br />

25 Burun Tıkanıklığı Şikayeti Yaşıyorsanız<br />

26 Botoks Göz Hastalıkları İçin Önemli Bir Tedavi Seçeneğidir<br />

27 Diyabet Böbreği Hepatit Karaciğeri Bitiriyor<br />

28 Duruş Bozuklukları Boyun Tutulmasına Neden Olabilir<br />

29 Radyolojide Girişimsel Uygulamalar ile Ameliyatsız Tedavi Mümkün<br />

30 Şeker Hastalığına Bağlı Retina Bozukluklarına Dikkat<br />

31 Parantez ve X Bacaklar Kader Değil<br />

32 İmplant Dişler Daha Fazla Özen İster<br />

33 İnatçı Öksürüklerin Nedeni “Bronşektazi” Olabilir<br />

34 Gebelik Kayıpları Her Geçen Yıl Artıyor<br />

35 Çocuk Sahibi Olamamanız Kısır Olduğunuzu Göstermiyor<br />

36 Ameliyatsız ve Acısız Güzellik Lazerle Mümkün<br />

37 Hamileyken Diş Sağlığınıza 2 Kat Özen Gösterin<br />

38 Meme Kanserinden Korkmayın<br />

39 Cildinizi Kaşıntı Diyabet Habercisi Olabilir<br />

40 Yeni Annelere Bebek Bakımı İçin Önemli İpuçları<br />

41 Okul Başarısızlığını Önleyin<br />

42 Yeni Doğan Her Bebek Sarılık Olur mu?<br />

43 Ani Bebek Ölüm Sendromuna Karşı Önleminizi Alın<br />

44 Aynı Anda Yapılan 5 Ameliyat ile Yeni Hayatına Kavuştu<br />

45 Meme Kanseri Olan Erkek Hasta <strong>Memorial</strong>’da Sağlığına Kavuştu<br />

46 Bulgar Hastalar Bebek Sevincini <strong>Memorial</strong>’da Yaşıyor<br />

47 Vitamin Eksikliği Sinir Hastalıklarına Neden Olabilir<br />

48 <strong>Memorial</strong> Sağlıklı Yaşam Okulları<br />

49 32 Yaşına Kadar Yaşayan Mutlu İnsanların Ülkesi<br />

50 <strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu Kurumsal Anlaşmalar<br />

Sahibi<br />

<strong>Memorial</strong> Sağlık Yatırımları A.Ş. adına<br />

Turgut Aydın<br />

Yayın Sorumlusu<br />

Yeliz Soydan ŞENGÜN<br />

Medya ve İletişim Koordinatörü<br />

Yayın Kurulu<br />

Esra Aydemir, Ceren Erdem, Binhan Urfalı,<br />

Yasemin Aktaş, Yasemin Gül, Fulya Daldal,<br />

Selin Konu, Dilara Bedük, Elif Çetin, Hatice Yörük<br />

Tasarım Ekibi<br />

Zerrin Özcan Sogul, Ceren Yörük, Suna Baykal<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012


AYIN KONUSU<br />

da VİNCİ İLE 8 SAATTE BAĞIRSAKTAN<br />

MESANE YAPILIYOR<br />

Prof. Dr. Derya Balbay - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Üroloji Bölümü<br />

Gelişmiş ülkelerde; erkeklerde 4. kadınlarda ise 7. sırada görülen kanser türü olan mesane kanseri, %50 oranında<br />

sigara içimi nedeniyle ortaya çıkıyor. Mesane kanseri genellikle 40 yaş sonrası görülüyor ve<br />

çok erken evrede bile, idrarda kan görülmesi ile belirti veriyor. da Vinci Robotik Cerrahi<br />

ile kanser nedeniyle alınan mesanenin yerine bağırsaktan yeni mesane yapılarak, hastaların sosyal anlamda<br />

yeniden hayata bağlanması sağlanıyor ve ameliyat öncesi gibi idrarın normal yolla atılımı gerçekleştiriliyor.<br />

Mesanenin iç yüzeyinde bulunan hücrelerden gelişen kanser türü olan mesane kanseri, böbrekten itibaren ve idrarın vücudu terk ettiği yere kadar aynı hücrelerden<br />

oluştuğu için idrar yollarının herhangi bir noktasında da kendini göstermektedir. Sigarayı kesin olarak bırakmakla %50 oranında önlenebilen mesane kanseri, erken<br />

evrede işaret vererek idrarda kan görülmesine neden olur. Mesane kanseri tedavisinde uygulanan açık ameliyatların, vücutta büyük kesi ve hastaların iyileşme<br />

sürelerinin uzaması gibi olumsuz etkileri vardır. Son yıllarda tüm dünyada kabul gören da Vinci Robotik Cerrahi tekniği sayesinde, mesane kanseri ameliyatları birkaç<br />

delikle yapılabilmekte ve hastalar çok kısa sürede normal yaşamlarına geri dönebilmektedir.<br />

Robotla küçük deliklerden kısa süreli iyileşme!<br />

Da Vinci Robotik Cerrahi ile mesane kanseri iki şekilde yapılabilir. İlki; mesanenin ve lenf bezlerinin çıkarılma işlemlerinin robotla yapılması ve sonra açık ameliyatla<br />

bağırsaklardan yeni mesane yapılarak idrar yoluna bağlanmasıdır. Ancak bu ameliyat tekniğiyle büyük ameliyat kesisi oluşmakta, bağırsaklar vücut dışında beklediği için;<br />

enfeksiyon, kuruma, sıvı ve ısı kaybı gibi sorunlar ortaya çıkabilmektedir. Dünyada çok az sayıdaki merkezde ve 10 kadar cerrah tarafından mesane kanseri ameliyatının<br />

tamamı robotla kapalı olarak yapılabilmektedir. Mesanenin çıkarılması, büyük damarların çevresindeki lenflerin temizlenmesi, bağırsaklardan yeniden mesane yapılması,<br />

idrar kanallarının bu yeni mesaneye bağlanması ve bunun da normal idrar yoluna bağlanmasının tamamı, <strong>robotik</strong> olarak gerçekleştirilebilmektedir.<br />

Açık ameliyatla 40 santim robotla 6 delik!<br />

• Da Vinci Robotik Cerrahi ile hasta, göbeğin 4-5 santimetre yukarısından başlayan bir noktadan, leğen kemiklerine kadar uzanan çok büyük bir ameliyat kesisinden<br />

kurtulmuş olur. Ameliyat, her biri 8-15 milimetrelik yalnızca<br />

6 delikten yapılabilir.<br />

• Bu hastaların, açık ameliyatlarda görülebilen kesi yeri fıtıklaşmaları, kesi yeri dikişlerinin açılması ve yeniden ameliyat olma riskleri de ortadan kalkar.<br />

• Robotik yapıldığı için ameliyat esnasında kanama riski de olmaz.<br />

• Hasta hiç açılmadan ameliyat yapıldığı için; bağırsakların<br />

kuruması, enfeksiyon kapması ve ısı kaybetmesi gibi riskler<br />

belirgin olarak azalır.<br />

• Ameliyat sonrasında hastalar daha kısa sürede iyileşir.<br />

• Mesane kanseri <strong>cerrahi</strong>sinde, mesane ile prostat da çıkarılır.<br />

Çünkü mesane kanserli hastaların üçte birinde, hastaların<br />

farkında olmadıkları prostat kanseri de yakalanabilir. Prostat<br />

alınırken, cinsel fonksiyon sağlayıcı sinirler ve idrar tutma<br />

mekanizması robotun sağladığı büyütme, yakından görme ve<br />

iyi aydınlatma ile daha iyi korunur.<br />

• da Vinci Robotik Cerrahi ile mesane kanseri olmuş hastalar;<br />

çoğunlukla ameliyatın 2. ve 3. gününde beslenmeye başlar.<br />

Bağırsak hareketleri yeterince yerine geldikten sonra ve her<br />

şey yolunda giderse de bir haftadan önce taburcu edilir. Sondalı<br />

olarak geçen 3 haftanın sonunda yeni yapılan bağırsaklardan<br />

oluşan mesanenin dikişlerin tam kaynadığı tespit edildiğinde<br />

sonda çekilir.<br />

• Kadınlarda mesane kanseri ile birlikte rahim ve yumurtalıklar<br />

da alınır. Doğum kanalından itibaren rahim alındığı için doğum<br />

kanalının da tamiri ameliyat esnasında yine robotla yapılır.<br />

• Mesanesi alınan hastalar sosyal açıdan; karınlarında sürekli<br />

torba taşıma ya da belirli aralıklarla sonda kullanarak idrarlarını<br />

boşaltma gibi sorunlardan kurtulmakta, normale en yakın<br />

şekilde hayatlarını sürdürmektedir. Bu ameliyatın robotla<br />

yapılması açık ameliyatlarda görülebilen bazı istenmeyen<br />

sonuçların gelişmesini belirgin olarak azaltmaktadır.<br />

4<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012


AYIN KONUSU<br />

DA VİNCİ ROBOTİK CERRAHİ İLE PERİTON ZARI DIŞINDAN<br />

PROSTAT KANSERİ TEDAVİSİ<br />

Prof. Dr. Tibet Erdoğru - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Üroloji - Robotik Cerrahi Merkezi<br />

“Da Vinci Robot” teknolojisi ile gerçekleştirilen ameliyatlar, periton zarından karın içine girerek;<br />

bağırsaklar, mide ve karaciğer ile yakın temas altında yapılmaktadır. Bu yöntem, “Trans-Periton”<br />

yoldan <strong>robotik</strong> <strong>cerrahi</strong> olarak adlandırılmaktadır. Ancak; prostat, böbrekler ve mesane periton<br />

zarının dışında kalan organlar olduğundan, ameliyatlar “Robotik Radikal Prostatektomi”<br />

yöntemi ile yapıldığında, periton zarı zedelenmesi önlenebilir.<br />

Periton zarı neden önemlidir?<br />

Periton zarı iki kattan oluşup, karnın iç bölümünü tümüyle kaplar. Karın içindeki mide, bağırsaklar, karaciğer ve dalak, pankreas gibi organları içinde tutan, onların dış<br />

ortam ile temasını engelleyen çok önemli koruma mekanizması özelliğine sahiptir.<br />

Periton zarına dokunmadan ameliyat!<br />

“Robotik Radikal Prostatektomi” işlemi; periton zarından girmeden, periton zarını zedelemeden ve bağırsaklarla diğer periton içi organlara temas etmeden<br />

gerçekleştirilen bir yöntemdir. Bu ameliyatların gerçekleştirilebilmesi için, “Ekstra- Periton” alanı hazırlama deneyimi gereklidir.<br />

Ekstra-Periton uygulayabilme tecrübesi önemli<br />

“Ekstra-Periton” alanı hazırlamak için hem laparoskopik radikal prostatektomi deneyimi hem de bunu “Ekstra-Periton” uygulayabilme tecrübesinin olması gerekir.<br />

Çünkü çok ince olan periton zarı açıldığında vücut içine verilen hava periton içine kaçacağı için, <strong>cerrahi</strong>nin daha da zorlaşmasına neden olabilir. Bu nedenle Ekstraperiton<br />

alanı hazırlamak ve bu alanda Robotik Radikal Prostatektomi ameliyatını gerçekleştirmek ciddi bir ön deneyim gerektirmektedir.<br />

Cerrahi deneyim gerekir<br />

Peritona girmeden, periton zarının dışından yapılan <strong>robotik</strong> ameliyatta çalışma boşluğu daha dardır.<br />

Bu nedenle hem laparoskopik hem de <strong>robotik</strong> <strong>cerrahi</strong>de deneyimin yanı sıra, üst düzeyde cerrah<br />

ve asistan uyumu da önemlidir. Cerrahın bu tekniği uygulayabilmesi için mutlaka konvansiyonel<br />

laparoskopik ekstraperiton radikal prostatektomiyi 300’den fazla kez yapmış olması gerekir.<br />

Radikal Prostatektomi sonrası hasta daha çabuk iyileşir!<br />

Prostat kanserinde; “radikal prostatektomi” ameliyatının periton zarı dışından <strong>robotik</strong> olarak<br />

yapılması hastaya önemli ayrıcalıklar sağlamaktadır.<br />

• Karın içi, ameliyat süresince gazla şişirildiğinden, ameliyat boyunca yüksek basınca maruz<br />

kalmayan bağırsakların ameliyat sonrasında hareketlenmesi ve çalışması daha hızlı olmaktadır.<br />

Hasta ertesi gün yemeğini yemeye başlar.<br />

• Bağırsaklarla temas olmadığından, periton zarı bütünlüğü bozulmadığından bağırsaklarda<br />

yaralanma riski yoktur.<br />

• Trans- Periton teknikte, periton zarı açıldığından, prostat ameliyatı sırasında bağırsaklar her<br />

zaman ameliyat alanına gelir. Bunu en aza indirmek için hasta bütün ameliyat süresince 3 saat,<br />

45° (yarı-amuda kalkmış gibi) baş aşağı pozisyonunda yatırılmak zorundadır. Ancak Ekstra-<br />

Periton teknikte periton zarı hiç açılmadığından ve ameliyat boşluğunu oluşturmak için periton<br />

zarı dışında hava basıncı uygulandığından, bağırsaklar hiçbir zaman ameliyat sahasına giremez. Bu<br />

nedenle hasta baş aşağı pozisyonda yatırılmaz. Hasta pozisyonu normale çok yakın bir eğimdedir.<br />

• Hastanın pozisyonu nedeniyle, “Ekstra-Periton” teknikte kalbe fazla kan yükü, beyin ödemi riski<br />

kesinlikle yoktur, sinir ve damarlar daha iyi korunabilmektedir.<br />

• Enfeksiyon ya da idrar kaçağı olduğunda bunun direkt bağırsak ve karaciğer ile teması<br />

olmamaktadır.<br />

• Sadece 5 trokar deliğinden ameliyat gerçekleştirilir. En büyük olan göbek kıvrımındaki delikte<br />

ise bu yaklaşımda iz kalma olasılığı çok azdır.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012 5


AYIN KONUSU<br />

ROBOTİK CERRAHİ YERLEŞİMİ ZOR MiYOMLARIN<br />

TEMİZLENMESİNE İMKAN SAĞLAR<br />

Doç. Dr. L. Cem Demirel - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü<br />

Miyomlar, kadınlarda en sık görülen iyi huylu kitlelerdir. Kadın üreme hayatının<br />

en aktif dönemlerinde görülen miyomların, basit bir jinekolojik muayene ve<br />

ultrasonografik inceleme ile tanısı konulabilmektedir. Bazen sayılarını, sınırlarını,<br />

rahim boşluğu ile olan ilişkilerini<br />

belirlemek için manyetik rezonans<br />

(MR) görüntüleme tekniklerinden<br />

de faydalanılmaktadır.<br />

Miyomlar genellikle hiçbir belirti vermezler<br />

Yerleşim yerleri kadar miyomların boyutları da belirtilerin şiddetini<br />

etkileyebilmektedir. Çok büyük boyutlarda “subserozal” olarak<br />

adlandırılan, rahmin dışında yerleşim gösteren bir miyom hiçbir<br />

belirti vermeyebilirken; bezelye büyüklüğündeki “submukozal” bir<br />

miyom çok uzun süreli adet kanamalarına yol açarak hastayı kansız<br />

bırakabilir. Özellikle rahmin iç duvarında yerleşimli intramural ve iç<br />

duvarını kaplayan endometriuma yerleşimli submuköz miyomlar, adet<br />

kanamalarının miktarında artmaya sebep olmaktadır.Bu da, kadınların<br />

sosyal hayatlarını ve yaşam kalitelerini olumsuz yönde etkileyebilmektedir.<br />

Bunun yanı sıra; miyomlar çevre dokulara bası etkisi yaratarak pelvik<br />

ağrı, ilişki sırasında ağrı, kasık ağrısı, sık idrara çıkma, büyük tuvalete<br />

çıkmakta zorluk gibi sıkıntılara da neden olabilir. Neden olabilecekleri<br />

bir diğer problem de yerleşim yerleri ve büyüklüklerine bağlı olarak bir<br />

kadının gebe kalmasını önleyebilmeleridir. Keza gebe kalmak arzusuyla<br />

tüp bebek tedavisi görecek olan kadınların mevcudiyetleri tüp bebek<br />

tedavisinin başarısını azaltabileceği için tedavi edilmeleri gerekmektedir.<br />

Laparoskopik miyomektomi<br />

Günümüzde miyomların ilaç ya da <strong>cerrahi</strong> dışı yöntemler ile tedavileri<br />

mümkün olmadığından veya kabul görmediğinden geçerli tedavi yöntemi<br />

<strong>cerrahi</strong>dir. Uzun yıllar miyomlar açık <strong>cerrahi</strong> ile tedavi edilmiştir. Fakat<br />

bu prosedürün kan kaybı riski, operasyon sonrası yapışıklık oluşma<br />

potansiyelinin yüksek olması ve ameliyat sonrası “ileus” adı verilen<br />

bağırsak fonksiyonlarının geri dönememe riskleri mevcuttur. Miyomektomi<br />

prosedürü geleneksel olarak, uygulama tekniği zorluğundan ve minimal<br />

invazif konsepti bakımından cerrahların yetersiz deneyimlerinden dolayı<br />

laparotomik yaklaşım yani açık <strong>cerrahi</strong> yöntemle tedavi edilmişlerdir.<br />

2011 yılı itibari ile artık miyomların boyutu ve sayısı ne olursa olsun,<br />

teknolojinin ve laparoskopik <strong>cerrahi</strong>nin bizlere sağladığı avantajlar<br />

nedeniyle kapalı <strong>cerrahi</strong>; yani laparoskopik <strong>cerrahi</strong> ile tedavi edilen bir<br />

hastalık durumuna gelmiştir. Ameliyatın süresi, ameliyatta kan kaybı,<br />

ameliyat sonrası yapışıklık riski ve hastanede kalış süreci laparoskopik<br />

<strong>cerrahi</strong> ile belirgin ölçüde azalmıştır. Hastalar çok hızlı iyileşmekte ve günlük<br />

yaşamlarına geri dönmektedirler. Bunun altında yatan en önemli faktör<br />

ise, bu ameliyat sırasında rahim kas tabakasında oluşan boşlukların batın<br />

kapalı haldeyken dikilebilmesini sağlayan dikiş tekniklerinin iyi bilinmesi<br />

ve bu konudaki deneyimdir. Günümüzde tüm miyomlar laparoskopi<br />

ile güvenli bir şekilde çıkarılabilmekte ve hastaların bundan sonra<br />

yaşayacakları gebelikler son derece güvenli bir bicimde seyredebilmektedir.<br />

6<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012<br />

Robotik <strong>cerrahi</strong> ile miyomlardan kurtulabilirsiniz<br />

Robotik <strong>cerrahi</strong>de cerrah, ameliyat masasına yakın bir konsola,<br />

kumanda masasına oturmakta ve hastaya laparoskopik <strong>cerrahi</strong> ile<br />

yerleştirilmiş “minimal invaziv enstrümanları” <strong>robotik</strong> kollar yardımıyla<br />

kontrol etmektedir. Yani <strong>robotik</strong> <strong>cerrahi</strong> için “uzaktan kumandalı<br />

robot yardımıyla gerçekleştirilen bir laparoskopik <strong>cerrahi</strong>” denilebilir.<br />

Robotik <strong>cerrahi</strong> operatöre, üç boyutlu yüksek nitelikte ve ortalama<br />

10-12 kat büyütülmüş görüntü imkanı vermektedir. Robotik<br />

<strong>cerrahi</strong>de kullanılan enstrümanlar el bilek hareketlerini taklit edebilme<br />

yeteneğine sahip olup, açık <strong>cerrahi</strong>de parmakların girmekte zorlandığı<br />

bölgelerde çok daha rahat hareket imkanı sunarak <strong>cerrahi</strong> müdahaleyi<br />

kolaylaştırmaktadır. Cerrahın elinin titremesini ortadan kaldırarak daha az<br />

kan kaybına ve daha hassas doku manipülasyonuna imkan tanımaktadır.<br />

Zor yerleşimli miyomlara ulaşılır<br />

Operatör, kendisi için dizayn edilen konsoldan operasyonu yapabildiği<br />

için cerrahın yorgunluğunu ve oluşabilecek el titremelerine bağlı<br />

kanamaları minimuma indirmektedir. Robotik-asiste laparoskopi; artmış<br />

manevra kabiliyeti, net <strong>cerrahi</strong> kesilere ve rahim katların kapatılmasında<br />

geleneksel laparoskopiye oranla içerdiği avantajlardan dolayı anatomik<br />

olarak zor yerleşimli miyomlara yaklaşımı kolaylaştırmaktadır. Robotik<br />

<strong>cerrahi</strong>nin belki de en önemli faydası, miyomların çıkartılmasından<br />

sonra rahim kas tabakasında oluşacak boşluğu dikmede, dikiş<br />

koyma tekniğinin çok rahat uygulanmasına imkan vermesidir.<br />

Çünkü 180 derece hareket kabiliyetine sahip olan “endowrist” adı<br />

verilen enstrümanlar ile rahmi dikebilmek çok kolaylaşmaktadır.<br />

Sonuç olarak, <strong>robotik</strong> <strong>cerrahi</strong>nin miyomların tedavisine girmesi tıbbın önemli<br />

bir gelişmesi ve hastalarımızın konforuna yönelik bizleri mutlu eden bir başarıdır.


AYIN KONUSU<br />

HİSTEREKTOMİ AMELİYATINDA<br />

KONFORUN ADI: ROBOTİK CERRAHİ<br />

Doç. Dr. Tolga Ergin - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü<br />

Histerektomi, rahmin (uterus) tümden çıkarılması ameliyatıdır. Histerektomi sezaryenden<br />

sonra en sık uygulanan jinekolojik operasyon olup klasik olarak abdominal veya vajinal<br />

yaklaşımla yapılmaktadır.<br />

Ne zaman “histerektomi” önerilir?<br />

Histerektomi (rahmin alınması) en sık olarak<br />

rahimde bulunan miyomlar için yapılmaktadır.<br />

Miyomlar nedeni ile histerektomi kararının<br />

alınması genellikle düzensiz veya aşırı kanamalar,<br />

kansızlık (anemi), pelvik (kasık) ağrı, sancılı ve bol<br />

adet görme veya bağırsak ya da idrar torbasına<br />

bası gibi şikayetlere bağlıdır. Ayrıca ultrasonda<br />

miyomun hızla büyümesi ve anormal görüntüsü<br />

üzerindeki şüpheler de kanser (leiomyosarkom)<br />

riskinden dolayı histerektomi endikasyonudur.<br />

Endometrial zarın kalınlaşması, kanserleşmenin<br />

öncüsü (prekanseröz) bir durum yaratabilir. Buna<br />

“endometrial hiperplazi” adı verilir. Özellikle<br />

yapılan ilaç tedavilerine direnç gösteren aşırı fazla<br />

ve uzun süren kanamaların devam etmesi halinde<br />

histerektomi ameliyatı düşünülmektedir. Zor<br />

doğum veya doğumlar, karın içi basıncının artışı<br />

(batında kitle, kronik kabızlık vb), genetik olarak<br />

kollajen bağ dokusunun zayıflığı gibi durumlar<br />

sonucunda özellikle menopoz dönemindeki<br />

kadınlarda rahim ve mesane sarkmaları sık olarak<br />

izlenmektedir. Rahmin dışarı sarkması olgularında<br />

da hastalara histerektomi ameliyatı önerilmektedir.<br />

Ayrıca rahim kanseri, rahim ağzı (serviks) kanseri<br />

ve yumurtalık (over) kanseri, tubovaryen abselerde<br />

(tüp ve yumurtalıklar içine yerleşen abseler) de<br />

önerilmektedir.<br />

Bazı işlemlerde ertesi gün<br />

taburcu edilir<br />

Minimal invaziv <strong>cerrahi</strong> (Laparoskopik ve <strong>robotik</strong><br />

<strong>cerrahi</strong>), birçok dalda olmakla birlikte özellikle kadın<br />

hastalıkları alanında oldukça önemli bir duruma<br />

gelmiştir. Gelişen teknoloji sayesinde yapılan bu<br />

ameliyat ve girişimler küçük bir kesi ile hastanın<br />

daha çabuk iyileşmesini, daha az ağrı oluşmasını,<br />

hızlıca normal hayatına ve işine dönmesini<br />

sağlamaktadır (bazı işlemlerde aynı gün bazı<br />

işlemlerde de ertesi gün evine gidebilmektedir).<br />

En az <strong>cerrahi</strong> kesi ile operasyon<br />

tamamlanır<br />

Minimal invaziv <strong>cerrahi</strong>de operasyonlar vücut<br />

dışından yapılmakta, karın içindeki görüntü kamera<br />

sistemiyle monitöre aktarılmaktadır. Robotik<br />

<strong>cerrahi</strong>de laparoskopi gibi genel anestezi altında<br />

gerçekleştirilir. Göbek içinden yaklaşık 1 cm'lik kesi<br />

yapılarak bir iğne yardımıyla karın boşluğu şişirilir.<br />

Ardından göbekten girilerek karın içerisine bir optik<br />

tüp (laparoskop) yerleştirilir. Bu optik sistem, bir<br />

video-kamera sistemine bağlanır ve karın içindeki<br />

görüntü monitör ekranına yansıtılır. Bu şekilde<br />

“laparoskop” karın içindeki herhangi bir bölgeye<br />

yönlendirilerek monitörde izlenebilmektedir. Daha<br />

sonra kasık bölgelerine 0.8 cm'lik iki delik açılır.<br />

Bu delikler operasyonun gerçekleştirilmesinde<br />

kullanılacak aletlerin sokulması için kullanılmaktadır.<br />

Ameliyatı gerçekleştiren cerrah ameliyat sahasının<br />

dışındaki konsoldan 3 boyutlu görüntü eşliğinde<br />

karın içine sokulan aletleri yönlendirmektedir.<br />

Buradaki amaç hastada mümkün olan en az <strong>cerrahi</strong><br />

kesi ile operasyonu tamamlamaktır.<br />

Daha az kan daha az komplikasyon<br />

Çalışmalar, çok açık bir şekilde laparoskopik-<strong>robotik</strong><br />

<strong>cerrahi</strong>nin klasik tekniklere oranla operasyon<br />

sonrası daha hızlı iyileşme ve normal hayatına<br />

dönebilme, kısa süre hastanede kalma, kozmetik<br />

kazançlar, operasyon esnasında geliştirilmiş görüş<br />

açısı, daha az kan kaybı ve daha az komplikasyon<br />

gibi çeşitli avantajları olduğunu göstermiştir.<br />

Teknik üstünlükler operasyondaki<br />

zorlukları ortadan kaldırdı<br />

Özellikle daha önce geçirdiği ameliyatlardan<br />

dolayı karın içerisinde oluşan yapışıklıklar, obez<br />

hastalardaki karın çevresinde biriken yağların<br />

oluşturduğu zorluklar, miyom veya benzeri<br />

patolojilerden dolayı rahmin normalden çok<br />

fazla büyümesi gibi klasik yöntemlerle yapılan<br />

operasyonda komplikasyon riskini artıran faktörler<br />

<strong>robotik</strong> <strong>cerrahi</strong>deki teknik üstünlükler ile kolaylıkla<br />

aşılabilmektedir.<br />

Son yılların en sık kullanılan bu yeni teknolojisi<br />

beraberinde getirdiği avantajlarından dolayı pek<br />

çok <strong>cerrahi</strong> branşta ve özellikle jinekolojide çok<br />

geniş bir yelpazede kullanım alanı bulmaktadır.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012 7


BİZDEN HABERLER<br />

PROF. DR. SEMRA KAHRAMAN DÜNYA PREİMPLANTASYON<br />

GENETİK TANI CEMİYETİ BAŞKANI SEÇİLDİ!<br />

<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Tüp Bebek Merkezi Başkanı Prof. Dr. Semra<br />

Kahraman dünya çapında bir başarıya daha imza attı. Amerika’da<br />

düzenlenen American Society of Reproductive Medicine (ASRM)<br />

Kongresi’nde tüm oyları alan Prof. Kahraman, Dünya Preimplantasyon<br />

Genetik Tanı Cemiyeti Başkanı seçildi. Aynı kuruluşun yönetim kurulu ve<br />

kurucu üyesi olarak 2002 yılından beri görev yapan Prof. Kahraman Ekim ayında Amerika’da<br />

düzenlenen American Society of<br />

Reproductive Medicine (ASRM)<br />

Kongresi sırasında yapılan oylamada<br />

mevcut oyların tümünü alarak 2013 –<br />

2015 dönemi başkanı oldu.<br />

Dünya Preimplantasyon<br />

Genetik Tanı Kongresi<br />

2013’te İstanbul’da<br />

düzenlenecek<br />

Amerikalı bilim adamları ve genetik uzmanları tarafından<br />

kurulmuş olan Dünya Preimplantasyon Genetik Tanı<br />

Cemiyeti’nin bir önceki başkanı 2010 yılında Nobel<br />

ödülüne layık görülen ve tüp bebeğin dünyadaki ilk<br />

uygulayıcısı Prof. Dr. Robert Edwards olmuştu. Kurucu<br />

üyeler arasında Amerikalı profesörlerden Prof. Joe Leigh<br />

Simpson, Prof. Anver Kuliev, Prof. Yury Verlinsky, Prof.<br />

Jacques Cohen gibi değerli bilim adamlarının yer aldığı<br />

PGDIS bünyesinde tek Türk olan ve görevi “Tüp Bebeğin<br />

Babası”ndan devralan Prof. Dr. Semra Kahraman, tıp<br />

dünyasında önemli bir misyona sahip olan bu kuruluşun<br />

başkanı seçilmesinin kendisi ve ülkemiz adına gurur verici<br />

olduğunu belirterek, 2013 yılında yapılacak olan Dünya<br />

Preimpantasyon Genetik Tanı Kongresi’nin İstanbul’da<br />

kendi başkanlığında düzenleneceğini bildirdi. Yaşamı tehdit<br />

eden genetik hastalıkların henüz gebelik oluşmadan<br />

implantasyon öncesi dönemde tanımlanmasını sağlayan<br />

preimplantasyon genetik tanı yöntemleri ülkemizde<br />

ilk kez 1997 yılında Prof. Dr. Semra Kahraman ve ekibi<br />

tarafından uygulanmıştı.<br />

Prof. Dr. Robert Edwards - Prof. Dr. Semra Kahraman<br />

8<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012


GENEL SAĞLIK<br />

KOLESTEROL YAŞAM TARZI İLE DÜŞMEZSE<br />

İLAÇ KULLANIMI ŞART!<br />

Uz. Dr. Deniz Şener - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Kardiyoloji Bölümü<br />

Damar sertliği ve buna bağlı kalp damar hastalıkları günümüzün en önemli<br />

sağlık problemlerinden biridir. Buna yol açan nedenlerin başında kolesterol yüksekliği<br />

(hiperlipidemi) gelmektedir. Kolesterol yüksekliği; tanısı kolay ve tedavisi başarıyla yapılabilen bir risk<br />

faktörüdür.<br />

Damar sertliği risk faktörleri<br />

nelerdir?<br />

• Yaş hastalıkta önemli bir faktördür. 45 yaş sonrası<br />

erkekler ile 55 yaş sonrası kadınlar riskli gruptadır.<br />

• Ailesinde kalp ve damar hastalığı ya da birinci<br />

derece akrabalarında enfarktüs veya kalpten ani<br />

ölüm hikayesi olan kişiler risk altındadır.<br />

• Total kolesterolü 200mg/dl’nin üzerinde olanlar<br />

ve “kötü huylu” olarak bilinen LDL kolesterolü<br />

130 mg/dl’nin üzerinde olanlar, kalp ve damar<br />

hastalığına adaydır.<br />

• Sigara, kalp damar hastalıklarına zemin<br />

hazırlamaktadır.<br />

• Yüksek tansiyon da kalp ve damar hastalıkları<br />

açısından risk oluşturur. Kan basıncı; 140/90<br />

mmhg’nin üzerinde olan kişilerin tansiyon<br />

değerlerinin düşürülmesi gerekir.<br />

• Diyabet (şeker) hastalığı da kalp damarları<br />

üzerinde olumsuz etkisi bulunan kronik bir<br />

hastalıktır.<br />

Diyabet varsa kalp ve damar<br />

hastalığı ihtimali çok yüksektir!<br />

Kalp damar hastalıklarının varlığında veya kalp damarı dışındaki atardamarlarda darlık ya da tıkanıklık, aort anevrizması ve özellikle bayılma ile kendini gösteren şah damarı<br />

hastalıklarında risk faktörlerinden en az ikisi kişide mevcutsa, LDL kolesterol değerinin ideal seviyeye çekilmesi için tedavi gereklidir. Özellikle şeker hastalığının varlığı,<br />

koroner kalp hastalığı ile eşdeğer kabul edilmektedir.<br />

Kolesterol düşürmede öncelikli tedavi yaşam şekli değişikliği!<br />

Kalp ve damar hastalıklarına karşı korumada kolesterol düşürücü tedavinin hedefi, LDL yani kötü kolesterol değerinin 100mg/dl değerinin altına düşürülmesidir.<br />

Bunun için öncelikle hastalara; kolesterol değerini düşüren diyet, fazla kiloların verilmesi, egzersiz ve sigara kullanımının bırakılması gibi yaşam tarzı değişiklikleri mutlaka<br />

önerilmelidir. Ancak bu değişiklikler, bazı hastalarda yetersiz kalmaktadır. Kolesterol seviyesi tüm yaşam değişikliklerine rağmen istenilen düzeye ulaşmayan hastalar için<br />

kolesterol düşürücü ilaç kullanımı gerekli olmaktadır. Bu ilaçlar; Statinler, Safra asidi bağlayıcı reçineler, Fibratlar ve Nikotinik asit grubu ilaçlardır.<br />

Statinler LDL’yi düşürür HDL’yi yükseltir<br />

Statin grubu ilaçlar karaciğer hücresi içinde kolesterol yapımını engeller, hücre yüzeyindeki reseptörleri etkileyerek, dolaşan kandaki LDL kolesterol düzeyini azaltır.<br />

Mevcut kolesterol düşürücü ilaçlar arasında en etkilileridir ve standart dozlarda LDL kolesterol düzeyini %25-45 oranında düşürür. Ayrıca HDL yani iyi huylu kolesterol<br />

düzeyinde %5-15 artma ve trigliseritlerde (kan yağları) %7-30 oranında azalmaya neden olur.<br />

Stantinler kalpten ölüm riskini azaltır<br />

Statinler, 1976’dan bu yana kolesterol düşürücü etkisi olan ve 1980’den beri de tedavide kullanılan, hakkında en fazla çalışma ve araştırma yapılmış ilaç grubudur.<br />

Karşılaştırmalı ve kontrollü çalışmaların genel değerlendirmesinde, koroner kalp hastalığı veya risk faktörleri olanlarda ölüm oranını % 13, enfarktüs geçirme oranını %26<br />

ve inme riskini %18 azalttığı görülmüştür. Statinlerin kolesterol düşürücü etkisi yanında kalp hastalıklarından koruyucu etkisi de bulunmaktadır. “Pleitrofik etki” denilen,<br />

damar cidarı üzerindeki etkisi ve antioksidan özelliği plakların damarları tıkamasını önler. Statinler genellikle iyi tolere edilen güvenli ilaçlardır. Standart dozlarda kas hasarı<br />

ve karaciğer hasarı çok nadirdir. Statin kullanımı ile kanser gelişme riski arasında ilişki bulunmamaktadır. Statin kullanımı sırasında görülen kas hasarları ve kramplar, ilacın<br />

kesilmesi ile ortadan kalkar. Aynı şekilde karaciğer enzimlerinde yükselme saptanırsa ilaç kesilmesi ile düzelir. Yan etkiler, ilaç başlandığında veya doz arttırıldığında ortaya<br />

çıkabilir. Eğer ilaç bir süre kullanılmışsa, ileriki yıllarda bu yan etkilerin ortaya çıkması beklenmez. Statin kullanan yüz bin kişiden 110’unda karaciğer enzim yüksekliği (üç<br />

katına çıkması), 0.5 kişide karaciğer yetmezliği görülmekte, bunun yanında 360 kişide ölüm engellenmektedir. Bu yan etkiler nedeniyle; ilaç kullanması gereken hastaların<br />

tedavilerini kesmeleri, fayda görmesi beklenen popülasyonun üçte birinin tedaviden faydalanmaması demektir. Koroner kalp hastalığı riski olan ve kolesterol düşürücü<br />

tedavi alması gereken kişilerin maalesef yarısı bu tedaviyi almamaktadır. Tedavi alan kişilerin de sadece 1/3’ü LDL kolesterol hedef değerlerine ulaşmaktadır. Bu nedenle<br />

hastaların kanıta dayalı tıp ile doktorlarına güvenerek ilaçlarını düzenli olarak almaları çok önemlidir.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012 9


KIŞ REHBERİ<br />

KIŞ HASTALIKLARINDAN KORUNMAK İÇİN<br />

BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİZİ GÜÇLENDİRİN<br />

Uz. Dr. Özgür Mollaoğlu - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Dahiliye Bölümü<br />

Bağışıklık sistemimiz mevsimsel değişimler nedeniyle kimi zaman zayıf<br />

düşer. Bu da bizi soğuk algınlığı, grip ve diğer kış hastalıklarına karşı daha<br />

hassas hale getirir. Bağışıklık sistemini güçlendirecek önlemler almak kışın sağlıklı kalmanın<br />

önemli yollarından biridir.<br />

Sağlıklı yaşam stratejilerini uygulayın<br />

Bağışıklık sistemi, bizi hastalıklara neden olan mikroorganizmalara karşı koruyarak ve onlarla savaşarak önemli bir görev<br />

yapmaktadır. Fakat bazen bu savaşta başarısız olmakta ve mikropların hastalıklara yol açmasına olanak vermektedir. Daha<br />

güçlü bir bağışıklık sistemine sahip olmak için ilk adım sağlıklı yaşam stratejilerinin uygulanmasıdır. Sigara ile diğer tütün<br />

ürünlerinden ve alkolden uzak durmak, sebze, meyve ve kepekli tahılların bol olduğu doymuş yağların az olduğu<br />

bir beslenme şekli uygulamak, düzenli egzersiz yapmak, uygun kiloda olmak, yeterli süre uyumak (7-9 saat), kan<br />

basıncını takip etmek, enfeksiyonlardan korunmak için hijyenik kurallara uymak ve düzenli sağlık kontrollerinden<br />

geçmek önemlidir.<br />

Vitaminin de fazlası zarar<br />

Yeterli sebze ve meyve yemiyor, daha çok beyaz ekmek tercih ediyorsanız günlük bir multivitamin ve<br />

mineral desteği alabilirsiniz. Selenyum, A,C,E vitaminleri, bağışıklık sistemini güçlendirdiği bilinen D ve B<br />

vitaminlerini içeren multivitaminler kullanılabilir. Yüksek dozlarda vitamin kullanımının yarardan çok zarar<br />

vereceği unutulmamalıdır. Üzerinde tartışmalar yapılsa da; bol C vitamini tüketiminin gripten koruduğu<br />

bilinmektedir. Kış aylarında daha fazla C vitamini tüketmek için limon, portakal, greyfurt gibi<br />

turunçgillerle beraber; kuşburnu, kırmızı ve yeşil sivri biber, kivi, maydanoz ve roka da<br />

bol tüketilmelidir. Çünkü bu yeşil yapraklı sebzelerde bulunan C vitamini miktarı<br />

portakal, mandalina ve limonda bulunan C vitamini miktarından daha fazladır.<br />

Son zamanlarda vitamin D eksikliği olan kişilerde kış hastalıklarının daha çok<br />

görüldüğünü gösteren pek çok araştırma yapılmıştır. D vitamini seviyesini<br />

yükseltmenin en kolay yolu güneşlenmektir. Bu mümkün olmuyorsa D<br />

vitamini takviyesi alınabilir. Bu vitamin en çok balık, süt ve yumurtada<br />

bulunmaktadır ancak günlük ihtiyacı besinlerle karşılamak mümkün<br />

değildir.<br />

Bitkisel ürünlerin de bağışıklığı güçlendirmede<br />

olumlu katkıları vardır<br />

Raflarda gördüğümüz bitkisel birçok ürün, bağışıklık sistemini<br />

güçlendirdiği söylenerek satılmaktadır. Bu maddelerin bağışıklığı<br />

artırıcı etkileri kanıtlanmamış olmasına rağmen; bireysel<br />

farklılıkların olduğu gerçeğinden hareketle bazılarının olumlu<br />

etkileri görülmüştür. Yeşil çay, sarımsak, probiyotik yoğurtlar, kefir,<br />

içerdiği protein ve yararlı mikroorganizmalar sayesinde bağışıklık<br />

sistemimizi güçlendirir. Bunların dışında kış aylarında en sık görülen<br />

grip salgınlarından korunmanın diğer bir yolu da aşılanmaktır.<br />

Özellikle 65 yaş üzeri kişilerin bağışıklık sistemi gençlere göre daha<br />

zayıf olduğundan aşılanmaları uygun olacaktır. Aşının yaşlılardaki<br />

koruyuculuğunun gençlerdeki kadar yüksek olmadığını da belirtmek<br />

gerekir. Bundan dolayı yaşlı insanlar aşı olmalarına rağmen hastalık<br />

belirtileri oluşursa mutlaka hekime başvurmalıdırlar.<br />

10<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012


KIŞ REHBERİ<br />

KIŞ AYLARINDA KİLO ARTIŞININ<br />

ÖNÜNE GEÇEBİLİRSİNİZ<br />

Dyt. Şefika Aydın Selçuk - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Beslenme ve Diyet Bölümü<br />

Kış aylarının yaşandığı<br />

şu günlerde bazal<br />

metabolizmamızın<br />

hızlanmasına rağmen<br />

günlük aktivitenin<br />

azalması, gündüzlerin<br />

kısalıp akşam evde<br />

geçirilen saatlerin<br />

uzun olması,<br />

atıştırmaların ve<br />

daha ağır yemeklerin<br />

artması ile beraber<br />

kış aylarında kilo<br />

alımı kaçınılmazdır.<br />

Özellikle kışın gelmesi ile<br />

beraber tatlıya olan istek<br />

ve eğilim artmaktadır.<br />

Bunun birçok sebebi olsa<br />

da en belirgin sebep; vücut<br />

yağ dokusunun ve buna<br />

bağlı olarak iştahın artması<br />

diyebiliriz. Kilo ilk haftalarda<br />

aynı gibi görünse de<br />

gizli bir yağlanma<br />

başlar. Bir süre<br />

sonra da kilo artışı<br />

kendini gösterir.<br />

Peki bu aylarda kendimizi nasıl<br />

koruyalım nelere dikkat edelim?<br />

• Metabolizma hızını değiştiren faktörler arasında;<br />

genetik etkiler, yaş, metabolik hastalıklar, vücut<br />

bileşimi (yağ ve kas düzeyleri ), ateşli hastalıklar,<br />

hamilelik, uzun ve sık aralıklarla diyette olmak ve<br />

stresi sayabiliriz. Kışın kilo almamak için ilk adım<br />

günlük aktiviteyi artırmaktır. Düzenli yürüyüş,<br />

asansör kullanmama, aracı daha az kullanma veya<br />

varılacak noktadan uzağa park edip yürüyerek<br />

devam etme bu aktivitelerden bazılarıdır. Kesinlikle<br />

günlük 150- 300 kalori arasında katkısı olacaktır.<br />

• Süt, yoğurt ve peynire yarım yağlı ya da yağsız<br />

olarak tercih etmeye sadece diyet yaparken değil<br />

yaşam boyunca devam edilmelidir.<br />

• Tam buğday veya çavdar ekmeği tercih<br />

edilmelidir.<br />

• Susamadan su için. Kadınların sıvı ihtiyacı 2.7,<br />

erkeklerin 3.7 litredir. Bunun en az 1.5- 2 litresi<br />

sudan gelmelidir. Metabolizmanın çalışması için<br />

olmazsa olmazdır. Özellikle yemek öncesinde tercih<br />

edilebilir.<br />

• Açık ve şekersiz olmak üzere bitki çayları<br />

tüketilebilir. Özellikle tarçın, karanfil içeren çayların<br />

tokluk hissettirmede faydaları vardır.<br />

• Kahve tüketimini 2 fincanın üzerine çıkarmamak<br />

gerekir. Mümkünse kafeinsiz, kremasız ve light sütle<br />

tercih edilmelidir.<br />

• Tatlı ihtiyacını karşılamak için; elma, ayva gibi<br />

meyveler tatlandırıcı ile haşlanıp üzerine tarçın ve<br />

2 yarım ceviz ilavesi ile tüketilebilir veya 4-5 kuru<br />

kayısı, ceviz, badem ara öğünlerde tercih edilebilir.<br />

Sütlü tatlılar, kek, kepekli kurabiyeler yapılabilir.<br />

• Haftada 2-3 kez balık tüketilebilir. Balığın her<br />

hastalığa faydası olduğu gibi obezite tedavisinde<br />

de vazgeçilmez bir besindir. Izgara veya buğulama<br />

şeklinde tüketilirse kilo kontrolünde yardımcıdır.<br />

Yanında patates değil muhakkak ekmek tüketilmelidir.<br />

• Salatalara kişi başı 1 yemek kaşığı zeytinyağı<br />

konulmalıdır. Bazı önemli vitamin ve minerallerin<br />

alımı için gereklidir. Salata sınırsız tüketilebilir. Fakat<br />

salatalarda mısır, ton balığı, ceviz, havuç ve bazı<br />

garnitürler serbest miktarlarda kullanılmamalıdır.<br />

• Sebze yemekleri tercihen ne kadar zeytinyağlı<br />

sevilse de kış aylarında ekstra sıvı yağ kullanmadan<br />

kıymalı ya da tavuklu hazırlanabilir. Etsiz olanlarda<br />

kişi başı 1 yemek kaşığı zeytinyağı ile hazırlamak<br />

gerekir.<br />

• Sebze yemeklerine bezelye, patates, havuç<br />

ve pirinç daha az miktarlarda kullanılmalıdır. Bu<br />

besinlerin glisemik indeksleri yüksektir. Kan şekerini<br />

daha hızlı yükselterek acıkmaya neden olurlar.<br />

• Yemeklerinizi yerken küçük lokmalarla yavaş<br />

çiğneyerek yiyin, sindirimi kolaylaştırır ve tokluk<br />

merkezini uyarır. İlk lokmadan 20 dakika sonra<br />

beyinden tokluk uyarısı gelir. Bu açıdan yavaş<br />

tüketmek tokluk hissi vererek kilo almayı engeller.<br />

• Kış sebzelerinden ıspanak, lahana, karnabahar,<br />

brokolinin içeriğinde su miktarı fazladır, geri kalanı<br />

liftir ve vücuttan atılır. Bu gıdalar posalı gıdalar<br />

olmaları sebebi ile akşam yemeklerinde haşlanarak<br />

yanında yoğurt ve 1- 2 dilim ekmekle kilo kontrolü<br />

sağlar. Bu besinlerin çorbaları da kışın kilo alımını<br />

önlemektedir.<br />

• Gün içerisinde aç kalmamak kış kilolarının<br />

alınmamasında çok önemli bir parametredir. Gün<br />

boyu yoğun çalışan herkes yiyemediği her şeyi akşam<br />

yemekle ve yemek sonrası atıştırma yaparak almaya<br />

çalışır. Oysaki bu kilo almayı kaçınılmaz hale getiren<br />

ilk sebeptir. İyi bir kahvaltı ve protein içeren bir öğle<br />

yemeği yenmeli, ara öğünler asla atlanmamalıdır.<br />

• Yoğun çalışma stresini, hafta sonu kendinize ödül<br />

bir akşam yemeği, bir kahvaltı ve hafta içi de bir ara<br />

öğünde tatlı ile atabilirsiniz. İradeli olmak da bu işte<br />

önemli noktadır.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012 11


KIŞ REHBERİ<br />

ÜST SOLUNUM YOLU HASTALIKLARI<br />

ÇOCUĞUNUZUN PEŞİNİ BIRAKMIYORSA...<br />

Prof. Dr. Metin Karaböcüoğlu - <strong>Memorial</strong> Şişli ve Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölüm Başkanı<br />

Özellikle kış aylarında çocuklarda sık görülen üst solunum yolu hastalıkları, ebeveynleri<br />

endişelendiriyor. Ateş, boğaz ağrısı, burun akıntısı, öksürük, hapşırık gibi<br />

belirtilerle kendini gösteren bu hastalıklar, doğru ve bilinçli tedavi<br />

edilmediği takdirde çocuklarda nadir de olsa ciddi rahatsızlıklara davetiye<br />

çıkarabiliyor.<br />

Çocuklarda mevsimine göre<br />

artış gösteriyor<br />

Üst solunum yolları, bir insana karşıdan bakıldığı<br />

zaman burnundan başlayıp göğüs kafesinin<br />

girişine kadar olan bölümdür. Soğuk algınlığı,<br />

nezle, grip, kulak iltihabı (otit), burun iltihabı<br />

(rhinit), sinüslerin iltihabı (sinüzit), yutak iltihabı<br />

(farenjit), soluk borusu iltihabı (larenjit) ve<br />

bademcik iltihabı (tonsilit) gibi rahatsızlıklar sık<br />

rastlanan üst solunum yolu hastalıklarıdır. Anne ve<br />

babaların çocuklarını en sık doktora götürdükleri<br />

hastalıkların başında üst solunum yolu iltihapları<br />

gelmektedir. Sağlıklı çocuklar bir yılda 6-8 defa üst<br />

solunum yolu iltihabı geçirebilir; özellikle yuvaya<br />

veya okula ilk başlanan yıllar bu hastalıkların daha<br />

sık görüldüğü yıllardır. Üst solunum yolu hastalıkları<br />

mevsimine göre farklılık gösterir. Genellikle<br />

ilkbaharın ilk yarısı, sonbaharın son yarısı ve kış<br />

aylarında üst solunum yolu hastalıklarına çocuklar<br />

daha sık yakalanmaktadır. Çünkü bu dönemlerde<br />

hem havada mikropların oranı daha fazladır hem<br />

de insanlar kapalı alanlarda daha fazla vakit geçirip<br />

daha iç içe yaşamaktadır.<br />

Tedavinin yanlış uygulanması<br />

çocuklarda kalp romatizmasına<br />

sebep olabilir<br />

Anne veya baba geçmişte alerjik hastalıklar<br />

yaşadıysa, çocuklarının bitmek bilmeyen<br />

öksürüklerinin nedeni alerjik bir rahatsızlık<br />

olabilir. Üst solunum yolu iltihaplarının çok<br />

büyük bölümü her ne kadar virüs adı verilen çok<br />

küçük mikroorganizmalarla oluyor ve antibiyotik<br />

kullanmak gerekmiyorsa da, halk arasında "Beta"<br />

denilen mikrobun yol açtığı bademcik iltihaplarında<br />

hastalık başladıktan sonra 9 gün içerisinde doğru<br />

antibiyotiği doğru dozda kullanmak gerekir. Aksi<br />

takdirde çocuklarda eklem ve kalp romatizması<br />

ortaya çıkabilir. Orta kulak iltihapları tedavi<br />

edilmediği zaman da kulak zarının delinip dışarı<br />

akma ihtimali vardır. Bazı durumlarda üst solunum<br />

yolu iltihabının arkasından; alt solunum yolu<br />

iltihapları, zatürre ve bronşitler gelişebilir. Bu<br />

durumda çocukta; halsizlik, düşmeyen ateş, sık<br />

nefes alıp verme ve hışıltı gibi belirtiler görülürse,<br />

tedbirli olup çocuğu doktora götürmekte fayda<br />

vardır.<br />

Üst solunum yolu hastalıklarında<br />

sık yapılan yanlışlar ve çocuklarını<br />

korumak için anne ve babalara<br />

öneriler;<br />

• "Çocukta ateş var" diye gereksiz yere antibiyotik<br />

verilmemelidir. Bir uzmana danışılmalı ve çocuğun<br />

hastalığına göre tedavi uygulanmalıdır.<br />

• Üç aydan küçük çocuğun her ateşlenmesinde<br />

doktorun haberdar edilmesi gerekir. Üç aydan<br />

büyük çocuklarda tüm ateş düşürücülere rağmen<br />

48 saatten fazla uzun süren ateşi varsa, yemek<br />

yiyemiyor, kendisini halsiz ve mutsuz hissediyorsa<br />

hemen doktora gidilmelidir.<br />

• Anne ve babalar çocuk hastalandığında<br />

gereğinden fazla C vitamini, portakal, mandalina,<br />

limon yedirip onu kış boyunca hastalıklardan<br />

koruyacaklarına inanırlar. Son yıllarda yapılan<br />

araştırmalara göre; sağlıklı bireylerde gereğinden<br />

fazla C vitamini almanın hastalıklardan korumakla<br />

hiçbir ilgisi olmadığı açıklanmıştır. Anne ve<br />

babaların çocuklarına gerektiği kadar vitamin,<br />

meyve ve sebze yedirmeleri yeterlidir.<br />

• Anne ve babalar mümkün olduğu kadar kapalı<br />

ve kalabalık ortamlardan, hasta olduğu bilinen<br />

kişilerden çocuklarını uzak tutmalıdır.<br />

• Hastalıklardan koruyuculuğu özelliği kanıtlanmış<br />

tek şey anne sütüdür. Anne sütü, çocuğu orta<br />

kulak iltihabı ve üst solunum yolu iltihapları dahil<br />

olmak üzere pek çok hastalıktan korur. Anneler<br />

bebeklerini ilk 6 ay mümkünse yalnızca anne sütü<br />

ile beslemeli, 6. aydan sonra da ek gıdalarla birlikte<br />

18-24 aya kadar anne sütü vermelidir.<br />

• Aileler çocuklarının yanında sigara içmemeli ve<br />

içilmesine izin vermemelidir.<br />

• Soğuk her ne kadar tek başına hastalık nedeni<br />

değilse de, aileler çocuklarını soğuk havalardan<br />

korumaya özen göstermelidir.<br />

12<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012


KIŞ REHBERİ<br />

KIŞ MEVSİMİNDE ORTA KULAK<br />

İLTİHABINA DİKKAT!<br />

Op. Dr. Şakir Bilge Çelik - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> KBB Bölümü<br />

Soğuk havalar pek çok hastalığın oluşumuna zemin hazırlarken, özellikle orta kulak iltihabı<br />

sağlığımızı tehdit eden rahatsızlıkların başında geliyor. Ateş, işitme problemleri ve kulak akıntısı<br />

ile gelebilen orta kulak iltihabı, erken tanı, tedavi ve düzenli takip ile kontrol altına alınabiliyor.<br />

Kulak zarı ve iç kulak duvarı arasında kalan ve işitmede iletimi sağlayan bölüm olan orta kulak boşluğunda meydana gelen enfeksiyon “orta<br />

kulak iltihabı” olarak tanımlanmaktadır. Ani başlangıçlı orta kulak iltihabında klinik şiddetli olup; bu tabloda yüksek ateş, şiddetli ağrı, geçici işitme<br />

azalması veya kulakta dolgunluk hissi, kulak zarında delinme olmuşsa, akıntı izlenebilmektedir. Uzun süreçli (kronik) olanlar ise genellikle ani<br />

başlangıçlı orta kulak iltihabının komplikasyonu olarak ortaya çıkmaktadır. En sık izlenen şekli orta kulakta sıvı oluşumudur. (Efüzyonlu otitis<br />

media) Bu tabloda ağrı ve ateş görülmez ancak; işitme azlığı, kulakta dolgunluk ve tıkanıklık hissi başlıca şikayetlerdir.<br />

Çocuklarda daha sık görülüyor!<br />

Orta kulak iltihapları sıklıkla aniden ortaya çıkar ve bu tablonun ardından orta kulakta sıvı oluşumu görülebilir. Her iki durum da en sık çocuk yaş grubunda<br />

izlenmektedir. Orta kulaktan hava, sıvı ve mikrobiyal alışveriş genzimize açılan “östaki tüpü” vasıtasıyla olur. Çocuklarda bu organ erişkinlere göre daha yatay yerleşimli<br />

olduğundan orta kulağa mikrobiyal geçiş daha kolay, aksi yönde bir geçiş ise daha zor olmaktadır. Ayrıca çocuklarda üst solunum yolu enfeksiyonları, alerjik tablolar<br />

erişkinlere göre daha sık izlenmektedir. Yine geniz eti büyüklüğü çocuklara has bir durumdur. Tüm<br />

bu sebeplerle çocuklarda, orta kulak iltihabı daha sıktır.<br />

Mevsimsel geçişler önemli!<br />

Sonbahar ve kış aylarında orta kulak iltihabı geçirme riski ve sıklığı artmaktadır. Bu aylarda; nezle,<br />

grip, sinüzit, farenjit ve bademcik iltihapları daha sık olmaktadır. Tüm bu enfeksiyonlar östaki<br />

tüpünün çalışmasını bozarak aynı zamanda mikrobiyal geçişi artırmak yoluyla klinik tabloya neden<br />

olabilmektedir.<br />

Tedavi ve düzenli takip bir arada olmalıdır<br />

Tedavi edilmeyen orta kulak iltihapları ciddi sorunlara yol açabilmektedir. Kulak zarında çökme<br />

ve/veya yapışmalar, kulak zarı delinmeleri, işitmeyi sağlayan kemikçik zincirde erimeler, kalıcı işitme<br />

kayıpları, sürekli iltihabi akıntılar, kolesteatom oluşumu (iltihap sonucu oluşan ve kemik yapılarda<br />

erezyon yapabilen doku), yüz felci, denge bozukluğu ve baş dönmeleri, menenjit, beyin apsesi<br />

gelişimi görülebilir. Bu tip komplikasyonların gelişimini önlemede tedavi sırasında ilaç kullanımının<br />

yanı sıra; düzenli takip de çok önemlidir.<br />

Sık geçirilen orta kulak iltihaplarının altta yatan sebepleri<br />

araştırılmalıdır<br />

Yılda 3-4 defadan fazla olan veya 3 ay boyunca tüm tedavilere rağmen iyileşmeyen orta kulak<br />

iltihaplarında altta yatan sebepleri belirlemek çok önemlidir. Geniz eti, alerjik nezle, kronik sinüzit,<br />

sık üst solunum yolu enfeksiyonu geçirme en sık sebeplerdir. Erişkin hasta grubunda ise başlangıç<br />

döneminde ya da ilk kez olsa bile, altta mutlaka geniz kanserinin olup olmadığının anlaşılması<br />

gerekmektedir. Sık geçirilen veya iyileşmeyen orta kulak iltihaplarında ilaç tedavisinden çok<br />

<strong>cerrahi</strong> müdahale önerilmektedir. Bunlar arasında; kulak zarına mikroskobik küçük kesiyle drenaj<br />

(miringotomi), kulak zarına tüp konulması, geniz eti operasyonu sayılabilir. Hastalığın seyri ve<br />

cerrahın tercihine göre tedavi şekillendirilmekle birlikte, komplikasyon oluşumunu önlemede<br />

çok önemlidir. Başlangıç döneminde tedavinin gecikmesi durumunda ise kliniğin tipi ve seyri<br />

ağırlaşmakta, tedavide işitmeden çok hastanın yaşamını sorunsuz idame etmesini hedefleyen ağır<br />

<strong>cerrahi</strong>ler gerekebilmektedir.<br />

Korunmak mümkün!<br />

Öncelikle sık el yıkama, havlu gibi ortak eşyaları kullanmama, hasta kişilerle temasın önlenmesi,<br />

klimadan uzak durmak, düzgün beslenmek, grip salgınlarında toplu ortamlardan uzak durmak, grip<br />

aşısı olmak, tedavide gecikmemek gibi üst solunum yolu enfeksiyonlarından korunma önlemlerinin alınması gerekir. Alerji, kronik sinüzit gibi süregelen rahatsızlıkların<br />

tedavisi, sigara içmemek, çocukların pasif içici olmalarını engellemek, hava kirliliğinden uzak durmak ve reflünün tedavi edilmesi orta kulak iltihabından korunmada<br />

önem arz etmektedir.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012<br />

13


KIŞ REHBERİ<br />

KRONİK HASTALIĞINIZ VARSA<br />

KIŞ AYLARINA DİKKAT!<br />

Uz. Dr. Gürkan Yurteri - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Dahiliye Bölümü<br />

Kış ayları, bağışıklık sistemimizin daha zayıf olduğu ve hastalıklara daha kolay yakalandığımız<br />

riskli bir dönemdir. Özellikle kronik hastaların bu dönemde daha dikkatli olması, giyimine,<br />

beslenmesine ve yaşam tarzına daha fazla özen göstermesi gerekir.<br />

Sağlık Bakanlığı verilerine göre; ülkemizde her yıl yaklaşık 22 milyon kişi, kronik hastalıklarla karşı karşıya kalmaktadır. Bu<br />

hastaların çoğunluğunu kalp damar, yüksek tansiyon, şeker hastalığı ve KOAH (Kronik tıkayıcı akciğer hastalığı) oluşturmaktadır.<br />

Bunların dışında; addison, astım, kronik böbrek, koroner arter hastalığı, diyabet, epilepsi, glokom, hemofili, multiple skleroz,<br />

parkinson ve romatizmal hastalıkları da kronik hastalıklar içinde sayabiliriz.<br />

Mikroplar kapalı alanda daha kolay bulaşır<br />

Havalar soğuduğunda daha çok kapalı alanlarda vakit geçirip, iş yerlerimizi evlerimizi daha az havalandırır hale geliriz. Bu alanlarda hastalar mikroplarını sağlıklı bireylere<br />

kolayca bulaştırırlar. Organizmamız mikroplarla mücadelede birtakım savunma mekanizmalarına sahiptir. İşte bu savunma mekanizmaları, kronik hastalıklarda tam<br />

anlamıyla işlevini yerine getirememektedir. Bu kişiler daha kolay hasta olur; aynı zamanda daha zahmetli, uzun bir tedavi süreci yaşarlar. Ana problem, artan enerji ve<br />

oksijen ihtiyacını karşılayamamalarından kaynaklanır.<br />

KOAH hastaları daha dikkatli olmalı<br />

Soğukta vücudumuzun oksijen ihtiyacı arttığından daha sık soluk alıp veririz. Bu durum, zaten nefes almakta zorlanan KOAH hastalarında nefes darlığının artmasına<br />

neden olur. Hastalar kendilerini daha yorgun bitkin hissederler. KOAH’da solunum yollarının mukozası ve hava yolları tahrip olduğundan soğuk hava akciğerlere<br />

ısınmadan, partiküllerinden ve mikroplardan arınmadan ulaşmaktadır. Bu durum, enfeksiyon gelişimini kolaylaştırır. Bu hastalarda antibiyotikler kullanılsa bile iyileşme<br />

daha zor ve uzun süreli olur.<br />

Kalp krizinin görülme sıklığı soğuk havalarda daha artar<br />

Soğukta kalp, artan enerji ihtiyacını karşılayabilmek için daha fazla kan pompalar. Bu da onun oksijen ihtiyacını artırır. Ancak<br />

koroner arter hastaları, kalp hastaları bunu tolere etmekte zorlanırlar. Özellikle bu kalp krizlerinin, kalp yetmezliklerinin soğuk<br />

havalarda neden arttığını açıklar. Kalbin fazla kan pompalaması, stres hormonlarının kandaki düzeylerin artması çok soğuk<br />

havalarda tansiyon yükselmesine, tansiyonun ilaçlarla kontrolünün azalmasına neden olur. Soğukta kanın akıcılığı da<br />

azaldığından, tansiyona ve damar tıkanıklığına bağlı inme vakalarında da artışlar olur. Bazı romatizmal hastalıklarda<br />

da “akrosiyanoz” denilen parmak uçlarında morarma şeklinde renk değişikliklerinin neden soğukta daha sık<br />

ortaya çıktığını açıklar.<br />

Kronik hastaların dikkat etmesi gerekenler<br />

• Özellikle kış sporları yapmadan, kalp ve tansiyon kontrolleri yapılmalıdır. Çünkü yükseklik<br />

arttıkça havadaki oksijen ve ısı miktarı azalır. Bunun üstüne bir de spor yapılırsa kalp krizi<br />

geçirme riski artar.<br />

• Kronik hastalıklarda bağışıklık sistemi de zayıfladığından soğukla birlikte enfeksiyon<br />

hastalıkları artar. Bu nedenle yıllık grip aşılarının ve beş yılda bir yapılan zatürre<br />

aşılarının uygulanması gerekir.<br />

• Bağışıklık sistemlerini kuvvetlendirmek için, çeşitli<br />

vitaminler kullanılabilir. Addison, tiroid, şeker<br />

hastalıklarındaki hormon kullanımları<br />

ayarlanmalıdır.<br />

• Çok soğuk havalarda dışarı çıkılmaması<br />

sıcak yerlerde dolaşılması uygun olur.<br />

• Kanın akıcılığını artırmak için daha fazla<br />

sıvı tüketilmelidir. Vücudumuzun iş<br />

azaltmak için aşırı yemek yenmemelidir.<br />

Daha az tuz tüketmeli, sigaradan uzak<br />

durulmalıdır.<br />

• Isınmak için alkol kullanımından<br />

kaçınılmalı, şartlara uygun giysiler<br />

giyilmelidir.<br />

yükünü<br />

14<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012


KIŞ REHBERİ<br />

KIŞIN SAĞLIKLI BİR CİLT İÇİN…<br />

Uz. Dr. Tuğba Türe - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Dermatoloji Bölümü<br />

Kış aylarında soğuk<br />

havalarla birlikte cilt<br />

rahatsızlıklarının görülme<br />

sıklığında artış yaşanıyor.<br />

Soğuk hava, rüzgar ve azalan<br />

nem cildimizin kuruyup, pul<br />

pul dökülmesine ve bazı cilt<br />

hastalıklarının da artmasına<br />

neden oluyor.<br />

Her cilt tipi kuruyabilir<br />

Rüzgarlı ve soğuk günlerde, havanın nem<br />

kaybetmesine bağlı olarak yaşanan kuruluk; cildin<br />

hassasiyetini artırır, egzama veya dermatit gibi<br />

cilt problemlerinin ortaya çıkışını kolaylaştırabilir.<br />

Dermatit ve egzama gelişen ciltte, kızarıklık pullanma<br />

ve kalınlaşma olabilir. Yağlı ciltlerde ise kuruluk,<br />

T bölgesinde yağlanma devam ederken, özellikle<br />

yanaklarda kızarıklıklar, pullanmalar ile kendini<br />

gösterebilir. Sık ve uzun süreli duş alınması, duş jelleri,<br />

cilt tipine uygun olmayan sabun kullanılması, giyilen<br />

külotlu çoraplar ve yünlü çamaşırlar ciltte kuruluğun<br />

ve hassasiyetin artmasına neden olmaktadır.<br />

Özellikle vücutta kış aylarında görülen kaşıntıların en<br />

sık sebebi cilt kuruluğudur.<br />

Özellikle ellerinizi sık sık nemlendirin<br />

Ellerimiz, en sık suyla temas eden ve dış faktörlere<br />

en sık maruz kalan bölgemizdir. Gerekli özen<br />

gösterilmediğinde dermatitler ve egzamalar en<br />

sık ellerde gözlenir. Cildimizin doğal koruyucu<br />

mekanizmasını, ph, su ve yağ oranı belirler. Çok sık<br />

suyla temas, ıslak mendil, sıvı sabun, anti bakteriyel<br />

jel, kolonya kullanımı cildin doğal yapısını bozar.<br />

Cildimizin nemini yeniden kazandırmak için mümkün<br />

olduğunca sık nemlendirici kullanmak cildin doğal<br />

yapısını destekler.<br />

Nem kaybı egzamaya neden olabilir<br />

Kışın nem kaybı nedeni ile ciltte kuruluk ve<br />

egzamaların görülme sıklığı artar. Bu yüzden tedavisi<br />

için ilk yapılması gereken, bu duruma sebep olan<br />

etkenlerin ortadan kaldırılmasıdır. Yani vücuda tekrar<br />

nem kazandırmak gerekir. Egzamada cilde tekrar<br />

nem kazandırmadığımız sürece tedavi bir sonuç<br />

elde edilemeyecektir. Bu nedenle özellikle ellerimizi<br />

yıkarken, içinde paraben ve sabun içermeyen<br />

temizleyiciler kullanılmalı ve her yıkamadan sonra<br />

cilt tipine uygun nemlendirici kullanılmalıdır.<br />

Cilt bakımında altın öneriler<br />

Cilt bakımı konusunda; kuru, normal ve hassas cildin<br />

ayrımını iyi yapmak gerekir. Hem hassas hem kuru<br />

bir cilt veya sadece kuru bir cilt ile karşı karşıya<br />

olabiliriz.<br />

Bu durumda;<br />

• Banyo gün aşırı ve kısa süreli yapılmalıdır. Her gün<br />

banyo yapıldığı takdirde kuruluk şikayeti artabilir.<br />

• Duş alırken sabun içermeyen, özel nemlendiricili<br />

temizleyiciler veya yağlı duş temizleyicileri ile<br />

nem sağlanabilir. Yıkandıktan sonra vücut mutlaka<br />

nemlendirilmelidir.<br />

• Kuru ciltler için yüze özel temizleyici ve<br />

nemlendirici kullanılmalıdır.<br />

• Cildimizin nem kapasitesini vücudumuza aldığımız<br />

su miktarı belirlediğinden sıvı tüketimini artırmak<br />

da cilt kuruluğunu azaltacaktır. Sadece su olarak<br />

değil meyve sebze tüketimi de su alımı açısından<br />

önemlidir.<br />

• Beslenme de cilt sağlığında, diğer bütün faktörler<br />

kadar etkilidir. Demir, B12, vitamin, çinko, folik asit<br />

ve mineral eksikliği olanlarda da ciltte kuruma<br />

şikayetleri artar.<br />

Tiroit ve şeker hastalarının da ciltlerine kış aylarında<br />

daha fazla özen göstermesi gerekir. Kuruyan<br />

cilt kaşınabilir. Cilt bu dönemlerde daha hassas<br />

olduğundan, kaşıntı ile ciltte egzama veya enfekte<br />

yaralar oluşabilir. Bu durumda mutlaka doktora<br />

başvurulması gerekir.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012 15


KALP SAĞLIĞI<br />

KALP DAMAR ÖLÜMLERİNİN EN YAYGIN<br />

2. NEDENİ ANEVRİZMALARDIR<br />

Doç. Dr. Arif Tarhan - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü<br />

Ülkemizde her yıl 3 bin insan patlayan aort anevrizmaları nedeniyle ölmektedir. Patlamaya bağlı<br />

aort anevrizmaları, ülkemizde 50 yaşın üzerindeki erkeklerde 7. sıradaki ölüm nedeni olarak<br />

yer almaktadır. Birçok anevrizma ise hiçbir belirti ve bulgu vermeksizin gizlice gelişebilmektedir.<br />

Yırtılmaya bağlı birçok anevrizma vakası aslında erken tanı ve tedavi ile<br />

önlenebilmektedir.<br />

Atardamarın genişlemesi ile anevrizma oluşur<br />

Damarın duvarındaki zayıflamış bölgeye doğru olan akımın da etkisiyle<br />

atardamardaki balonlaşma (genişleme) anevrizma olarak adlandırılır. Bu zayıflama<br />

bir hastalığa yada yaralanmaya bağlı olabilir veya atardamar duvarındaki doğuştan<br />

olan bir zayıflık nedeniyle gelişebilir.<br />

Anevrizmanın patlaması ölüm nedenidir<br />

Aortanın göğüs boşluğundaki bölümünde oluşan anevrizma “Torasik aort<br />

anevrizması”, karın içerisindeki aortada oluşan anevrizmaya ise “Abdominal aort<br />

anevrizması” adı verilmektedir. Aortanın dışındaki atardamarlarda örneğin; beyin,<br />

kalp, bağırsaklar, dalak, boyun damarları ve bacaklarda da daha az sıklıkta olmak<br />

üzere anevrizmalar oluşabilmektedir. Beyindeki bir anevrizmanın patlaması ise<br />

felç nedenidir.<br />

Hayatında 100 sigara içmiş 65 yaş üzeri kişiler dikkat!<br />

Hayatında en az 100 sigara içmiş 65 yaşın üzerindeki herkese abdominal aort<br />

anevrizması varlığının araştırılması açısından yıllık “abdominal ultrason check up”<br />

önerilmektedir.<br />

İlaçla tedavi ya da <strong>cerrahi</strong> tedavi<br />

İlaçlar ve <strong>cerrahi</strong> anevrizmalarda 2 tedavi yöntemidir. İlaçlar, <strong>cerrahi</strong> tedavi öncesi<br />

verilebildiği gibi; <strong>cerrahi</strong>ye gerek duyulmayan hastalara da verilebilmektedir.<br />

Kan basıncının düşürülmesi, kan damarlarının gevşetilmesi ve patlama riskinin<br />

azaltılması amacıyla ilaçlar verilir. Tedavi önerileri aort anevrizmalarının çapıyla<br />

bağlantılıdır. Küçük anevrizmalarda izlenerek beklenirken büyük anevrizmalarda<br />

<strong>cerrahi</strong> önerilir.<br />

Anevrizmanın tipine göre <strong>cerrahi</strong> tedavi<br />

Çıkan aort anevrizmalarında genellikle açık <strong>cerrahi</strong> yöntemler uygulanırken, inen<br />

aorta ve karın aortasında endovasküler yöntemleri tercih edilir.<br />

• Açık <strong>cerrahi</strong> onarım: Geleneksel tipte anevrizma onarımı, göğsün ya<br />

da karnın kesilerek açılması ve aortanın anevrizmatik bölümünün çıkarılarak o<br />

bölgeye sentetik (yapay) damarın yerleştirilmesi şeklindedir.<br />

• Endovasküler yöntem: Bacak damarlarından bir iğne deliğinden girilir,<br />

damarın içini güçlendirerek anevrizmanın genişlemesini durduran ve patlamasını<br />

engelleyen özel greft mekanizması aortaya yerleştirilir. İşlem genellikle lokal<br />

anestezi ile hasta uyanıkken yapılır. İşlem sırasında herhangi bir vücut boşluğu<br />

kesilerek açılmaz. Bu <strong>cerrahi</strong> sırasında bacaktan aortaya yerleştirilen teller ve ince<br />

kateter denilen borucuklarla yapılır. Hastanın hastanede kalış süresi 1 gündür.<br />

Hastanın normal aktivitelerine dönüş süresi ise 1 haftadır.<br />

16<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012


KALP SAĞLIĞI<br />

KALP DAMAR HASTALIĞINI DEĞERLENDİRMEDE YENİ<br />

YÖNTEM: OPTİK KOHERENS TOMOGRAFİ (OKT)<br />

Doç. Dr. İzzet Erdinler - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Kardiyoloji Bölümü<br />

Şekil 1 - Klasik anjiografi ile belirlenmeyen darlığın gösterilmesi<br />

Kalp damar hastalığı olan<br />

hastaların girişimsel tedavilerinin<br />

yönlendirilmesinde çeşitli<br />

yöntemler vardır. Koroner<br />

anjiografi ile kalp damar hastalığı<br />

teşhis edilebilir.<br />

Anjiografi esnasında tıkalı damar çapı ve darlık miktarı kantitatif<br />

olarak tespit edilebilir. Ayrıca tıkalı damarlara balon anjioplasti<br />

ve stent uygulaması yapılabilir. Bu işlemlerin başarısı da kantitatif<br />

olarak değerlendirilebilir; ancak bu yöntem damarın durumunu<br />

ve yapılan tedavinin etkinliğini değerlendirmede her zaman etkin<br />

olmayabilir. Damarın iç lümenin ve yapılan balon anjioplasti ve<br />

stent işleminin etkinliğin değerlendirilmesi için başka yöntemler<br />

kullanılmaya başlanmıştır. Bu konuda en yaygın kullanılan<br />

teknik damar içinin ses dalgaları ile değerlendirilmesidir(IVUS).<br />

Damarın iç cidarının durumu ve yapılan tedavilerin başarısı ile<br />

komplikasyonları uzun yıllardır bu yöntemle değerlendirilmiştir.<br />

Şekil 2 - Sol ön inen artere konulan stentin damar lümenine uygun yerleşimi<br />

Koroner arterin önemli iç yapıları değerlendirilir<br />

Son yıllarda teknik gelişmelere uygun olarak damar içinden alınan<br />

imajların ses yerine ışıkla değerlendirilme yöntemi olarak “optik<br />

koherens tomografi” kullanılmaktadır. Bu yöntemle normal<br />

koroner arterlerin “intima”, “media” ve “elastik membran” gibi<br />

önemli iç yapıları değerlendirilmektedir. Ayrıca damar sertliğine<br />

bağlı damar içi lezyonların değerlendirilmesi ve kantitatif ölçümleri<br />

yapılabilmektedir. Bu yöntemle stent uygulanan damarlarda stent<br />

yerleşimi ve damarın açıklık derecesi değerlendirilebilmektedir.<br />

Anjiografide tespit edilemeyen darlıklar belirlenir<br />

“Türkiye’de birkaç merkezde uygulanmakta olan “optik koherens<br />

tomografi” yöntemi, klasik anjiyografide tespit edilemeyen<br />

darlıkların belirlenmesi, anesteziye ihtiyaç duyulmaması ve<br />

hastalara kısa sürede sosyal yaşama dönüş imkanı sağlaması gibi<br />

özellikleri ile ön plana çıkmaktadır.”<br />

Şekil 3 - Circumfleks arter içinde gözlenen damar içi genişleme<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012 17


KALP SAĞLIĞI<br />

Bypass Sonrası Yaşam Kalitenize Dikkat Edin,<br />

Tekrarlayan Bypass Riskini En Aza İndirin!<br />

Yrd. Doç. Dr. İsmail Başyiğit - <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü<br />

Kalpte koroner diye isimlendirilen damarların, özellikle 40’lı yaşlardan sonra, daralma,<br />

kireçlenme ve elastikiyetini kaybetmesi sıkça görülür. Bu durumda kalbi besleyen damarlarda<br />

daralmalar ve tıkanmalar, kalbin beslenmesini bozar. Kalbin beslenmesi bozulduğu zaman da<br />

çeşitli derecelerde kalp krizleri ve kalbin fonksiyonlarının bozulması gibi hayatı tehdit eden ciddi<br />

sonuçlar ortaya çıkabilir. Bu durumda yapılacak müdahaleler arasında; anjiyo, balon, stent, pıhtı<br />

eritici ilaçlar vardır. En radikal çözüm olan “Bypass” ise hala önemini korumaktadır.<br />

Bypass öncesi ilaç tedavisi denenmeli<br />

Kalp damarlarındaki darlığın veya tıkanıklığın açılması,<br />

kanın gidemediği ya da az gittiği bölgelere gerektiği kadar<br />

kanı göndermeyi amaçlamaktadır. Bunun için öncelikle<br />

ilaç tedavisi uygulanmaktadır. Çünkü ilaç tedavisi anjiyo ve<br />

ameliyat için gereken donanım ve ekip olmadan her yerde<br />

uygulanabilir. İlaç tedavisiyle cevap alınamayan durumlarda<br />

yapılan anjiyo ile damarın daralmaları ve tıkanmaları<br />

belirlenip, bu bölgelere yönelik damarı balonla açmak ve<br />

daha sonra daralmış bölgeye stent yerleştirme yöntemleri<br />

günümüzde oldukça revaçtadır. Bu basamaklarda hastanın<br />

problemi çözülememiş ise damar açılamamışsa, darlık<br />

giderilememişse sıra 3. basamaktaki “Koroner Bypass”<br />

ameliyatına gelmektedir.<br />

Bypass iki yöntem ile uygulanır<br />

“Kapalı yöntem” dediğimiz atan kalpte yapılan ve “açık”<br />

yöntem dediğimiz kalbi durdurarak yapılan iki farklı bypass<br />

ameliyatı vardır. Daha yaygın olarak kullanılanı kalbin<br />

durdurularak kalp akciğer pompası ile yapılan ameliyatlardır.<br />

Diğer yöntem de ise kalp durdurulmamaktadır, kalpakciğer<br />

pompası kullanılmamaktadır. Hangi yöntemin<br />

uygulanacağına ameliyatı yapacak olan <strong>cerrahi</strong> ekip<br />

hastanın genel verilerini değerlendirip karar vermektedir.<br />

Tekrarlayan bypasslar daha yüksek risk<br />

taşımaktadır<br />

Bazı durumlarda bypass ameliyatı olmuş hastalarda tekrar ameliyat gerekebilir. Çünkü yapılmış olan bypasslar ileri dönemde tıkanma riski taşımaktadırlar.<br />

Ayrıca damar sertliği ilerleyici bir hastalıktır. Bunu durdurmak ve tamamen geri döndürmek mümkün değildir. Ancak son 10 yılda girişimsel kardiyoloji deki<br />

bir takım önemli gelişmeler ameliyat sonrası gelişebilen darlıkların ve tıkanmaların, balon – stent müdahaleleri ile tekrar ameliyatlarının sayısını oldukça<br />

azaltmıştır. İkinci ve daha sonraki ameliyatlar birinci ameliyata göre her zaman daha yüksek risk taşımaktadırlar.<br />

Tekrar bypass olmamak için dikkat edilmesi gerekenler;<br />

Öncelikle hastalar, ameliyat sonrası kesinlikle “ameliyat oldum, yeniden doğdum, herşey bitti” psikolojisine girmemeli ve ameliyat sonrası hayatlarında yeni bir<br />

yaşama disiplini oluşturmalıdır. Bunların dışında;<br />

• Dumansız bir ortamda bulunmaları,<br />

• Alkol almamaları,<br />

• İlaçlarını düzenli almaları,<br />

• Düzenli günlük egzersizler yapmaları<br />

• Uygun beslenme planı için doktorlarına danışmaları, hastalığın tekrar etmemesi açısından önemlidir.<br />

18<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012


KALP SAĞLĞI<br />

KALP KRİZİ “GELİYORUM” DER Mİ?<br />

Uz. Dr. Halit Acet - <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Kardiyoloji Bölümü<br />

Göğüste sıkışma, yanma, hazımsızlık, nefes darlığı, solgunluk, terleme, yorgunluk kalp krizinin ilk<br />

belirtileridir. Ancak kalp krizlerinin dörtte biri ise belirti göstermeden meydana gelir.<br />

Kalp krizi hiçbir belirti olmadan birdenbire ortaya çıkabilir<br />

Kalp krizinde ağrı, göğüste ağrı, yanma, sıkışma şeklinde başlayıp sol kola serçe parmağına doğru inen, boyna doğru yayılan bir ağrıdır. Alında soğuk terler birikir.<br />

Bazen kalp krizi çok ani ve şiddetli bulgular ile başlar ve kolayca tanı konabilir. Ancak pek çok kişide kalp krizi belirtisi yavaş ve hafif bir ağrı veya rahatsızlık hissi ile<br />

başlar ve ne olduğu anlaşıldığında hasta için geç kalınmış olabilir. Ağrı hareket etmekle artar, dinlenirken azalır, fakat geçmez. Ağrı yarım saatten uzun sürer. Ağrıyla<br />

birlikte soğuk soğuk terleme ve mide bulantısı da olabilir. Bazı insanlarda belirtiler çok gizli olabilir. Özelikle ileri yaşlı hastalar, diyabet hastaları hemen hemen hiç<br />

ağrı duymayabilirler ve sadece nefes darlığı ve soğuk terleme şikayetleri ile kalp krizi geçirebilirler. Bazı hastalarda da mide ülseri veya pankreatit ağrısıyla kalp krizi<br />

ağrısı karıştırılabilir.<br />

Kalp krizi esnasında saniyeler dahi önemlidir<br />

Hasta hemen aspirin alıp çiğnemelidir. Aspirin kanı sulandırır ve kan dolaşımı kolaylaştırır. Bu belirtilerle karşı karşıya kalındığında derhal bir yere oturup dinlenilmeli<br />

ve hemen bir sağlık kuruluşuna ulaşılmalıdır. Kesinlikle yürümeye veya merdiven çıkmaya devam edilmemelidir. Aktiviteye devam etmek zaten oksijen alamayan kalbin<br />

oksijen talebini daha da artıracaktır.<br />

Kalp hastalıkları açısından riskli durumlara dikkat!<br />

• Sigara içmek<br />

• Kötü kolesterol (LDL) yüksek olması<br />

• İyi kolesterol (HDL) düşük olması<br />

• Diyabet hastalığı<br />

• Obezite ve sedanter yaşam<br />

• Erkeklerin 45, bayanların 55 yaşının üstünde olması<br />

• Tansiyon yüksekliği<br />

• Kötü beslenme (doymuş yağ asitlerinden zengin beslenme alışkanlığı)<br />

• Aile öyküsü (1. Derece akrabalarda erkeklerde 55, kadınlarda 65 yaş altında kalp krizi geçirmiş olması<br />

veya kalp damarlarında tıkanıklık olması) Eğer babanız ya da ağabeyiniz 55, anneniz ya da ablanız<br />

65 yaşından önce kalp krizi geçirdiyse veya kalp damarlarında tıkanıklık varsa kalp hastalığına yakalanma<br />

olasılığınızın yüksek olduğunu düşünmelisiniz.<br />

Kalp krizinden korunmanın üç temel noktası vardır:<br />

1.Sigara bırakılmalı<br />

2.Daha fazla hareket edip sedanter yaşam tarzından kurtulmalı<br />

3.Beslenme alışkanlığına dikkat edilmeli<br />

Kan kolesterolünüzü düşürün; Doymuş ve trans yağları tüketmeyin, total kolesterolü 200<br />

mg/dL’nin altına çekin. Risk düzeyinize göre, LDL kolesterolü uygun seviyelere indirin. HDL<br />

(iyi) kolesterol – erkeklerde 40 mg/dL kadınlarda 50 mg/dL veya üzeri, trigliseridler ise 150<br />

mg/dL’den düşük olmalıdır. Kan basıncı ile


ERKEK SAĞLIĞI<br />

ÇOCUK SAHİBİ OLAMAMA NEDENLERİNİN<br />

YARISINI ERKEK KISIRLIĞI OLUŞTURUR<br />

Prof. Dr. Mehmet Murad Başar - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Androloji Bölümü<br />

Çocuk sahibi olamama nedenleri<br />

arasında % 50 oranına sahip olan<br />

erkek kısırlığı, erkek üreme sisteminin<br />

anatomik yapısı göz önüne alınarak<br />

testis öncesi, testise bağlı ve testis<br />

sonrası nedenler olarak üç ana<br />

başlık altında değerlendirilir. Bununla<br />

birlikte yapılan tüm değerlendirmelere<br />

rağmen olguların %30-40’lık bir<br />

kesiminde hiçbir neden ortaya<br />

konulamaz. Sebebi bilinmeyen erkek<br />

kısırlığı olarak adlandırılan bu olgularda<br />

önemli bir neden çevresel faktörlerdir.<br />

Yapılan toplumsal çalışmalarda ortaya<br />

konulduğu gibi Dünya Sağlık Örgütü<br />

tarafından da kabul edilen sperm<br />

hücresi sayısı, son 25 yılda yaklaşık 4 kat<br />

azalmıştır.<br />

Erkek kısırlığı hormonal nedenlerden<br />

kaynaklanabilir<br />

Testis öncesi erkek kısırlığı, erkek üreme sisteminin<br />

hormonal işleyişini düzenleyen beynin alt bölgesinde<br />

yer alan hipotalamus ve hipofiz bezinden kaynaklanan<br />

hastalıklara bağlı olarak ortaya çıkar ve hormonal<br />

bozukluğa neden olurlar. Aslında bu grup içinde yer<br />

alan hastalıkların bir kısmı eksik olan hormonun yerine<br />

konulması ya da fazla salgılanan hormon seviyesinin<br />

çeşitli ilaçlar ile kontrol edilmesi yoluyla tedavi edilebilir.<br />

İnmemiş testisin tedavisi geciktikçe<br />

kısırlık riski artar<br />

Erkek kısırlığının en önemli nedenlerini oluşturan<br />

ikinci grup testisten kaynaklı sperm yapma ve<br />

hormon üretmeye bağlı olan sorunlardır. Oldukça<br />

nadir karşılaşılan bir durum olan testisin doğuştan<br />

yokluğu eğer iki taraflı ise günümüz şartlarında tedavisi<br />

olmayan bir durumdur. Ancak, tek taraflı testis yokluğu<br />

olgularında da kısırlık karşımıza çıkabilir. İki taraflı<br />

veya tek taraflı testis yokluğu olan olgularda daha sık<br />

karşılaşılan bir durum olan testis iniş bozukluklarını<br />

mutlaka iyi değerlendirmek gereklidir. Tüm nedenler<br />

içinde erkek kısırlığının %7-10’luk bölümünü oluşturan<br />

testis iniş bozukluklarında tedavi yaşı geciktikçe<br />

kısırlık oranı artar. İnmemiş testis sorunu normal yeni<br />

doğanlarda %2-5 oranında izlenirken, erken doğan<br />

bebeklerde bu oran % 30’a kadar çıkmaktadır. Ancak,<br />

olguların büyük bir kısmı ilk 6 ay içinde kendiliğinde<br />

skrotum adı verilen torbalara iner ve 1 yaşından itibaren<br />

gerçek oran %1-2 olarak izlenir. Testisin torbanın içine<br />

yerleşmesi sperm üretimi için son derece önemlidir.<br />

Çünkü sperm üretimi normal vücut ısısının altında,<br />

35-36 derecede ısıda gerçekleştirilebilir. Testis vücut<br />

20<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012<br />

ısısı olan 37 dereceye maruz kalırsa yapısında bozulma<br />

ortaya çıkar. Günümüzde bu olgularda ilk 24 ay içinde<br />

testisin mutlaka torbaya indirilerek tedavisinin yapılması<br />

gerekir.<br />

Kısırlıkta ikincil nedenlerin yarısını<br />

varikosel oluşturur<br />

Tedavi edilebilir önemli bir kısırlık nedeni de<br />

varikoseldir. Bacaklardaki varisin erkeklerdeki testislerin<br />

toplardamarlarında ortaya çıkması durumudur. Normal<br />

erkeklerde %10-15 oranında varikosel görülür. Kısırlık<br />

nedeni ile başvuranlarda ise izlenme oranı %20-25’dir.<br />

Ancak, daha önce çocuk sahibi olup 2.-.3 çocuk<br />

sahibi olmada zorluk yaşayan ikincil kısırlık vakalarında<br />

saptanma oranı % 50’lere kadar çıkmaktadır. Varikosel<br />

tedavisi <strong>cerrahi</strong>dir. Varikosele bağlı olarak sperm hücresi<br />

yapımı etkilenmiş, sperm hücresi kalitesi bozulmuş ve<br />

bunun yanında testis yapısında bir bozulma ortaya<br />

çıkan hastalarda ameliyat durumu değerlendirilmelidir.<br />

Genetik etkenler kısırlığa yol açabilir<br />

Vücudun tüm fonksiyonları gibi üreme fonksiyonu<br />

da genetik olarak kodlanmıştır. Erkekliği belirleyen<br />

Y kromozu üzerinde sperm üretimini denetleyen<br />

gen bölgeleri vardır. Bu bölgelerdeki bozukluklar<br />

erkek kısırlığında önemli bir grubu oluşturmaktadır.<br />

Diğer taraftan genetik yapıyı oluşturan diğer 22<br />

kromozomdaki yapısal veya sayısal bozukluklar da<br />

kısırlık nedeni olabilir. Bu nedenle menisinde hiç<br />

sperm hücresi bulunmayan, sperm sayısı 5 milyonun<br />

altında olan erkelerde veya sperm üretimi normal bile<br />

olsa tekrarlayan düşük öyküsü olan çiftlerde mutlaka<br />

genetik inceleme yapılması gereklidir.<br />

Cinsel yolla bulaşan hastalıklara dikkat!<br />

• Sperm boşaltım kanallarındaki bir darlık ya da<br />

tıkanıklık, kısırlığın bir diğer önemli nedenidir. Bu<br />

sorun kanalların yokluğu şeklinde ortaya çıkabilir ya<br />

da cinsel yolla bulaşan hastalıklar nedeniyle sonradan<br />

kazanılan tıkanıklıklar olabilir. Doğuştan kanal yokluğu<br />

olan hastalarda ek başka genetik bozuklukların da<br />

incelenmesi gereklidir. Cinsel yolla bulaşan hastalıklar<br />

ve buna bağlı kanal tıkanıklıkları ise genç yaş grubu<br />

erkeklerde önemlidir. Tedavi edilmemiş olgularda<br />

kanal tıkanıklığı gelişebileceği gibi yetersiz tedavi edilen<br />

olgularda süreğen enfeksiyon sonucu sperm hücresi<br />

üzerine toksik etkili moleküller nedeni ile sperm<br />

hücresinin kalitesinde ve fonksiyonunda bozulma<br />

ortaya çıkar.<br />

• Testis sonrası nedenler olarak değerlendirilen sperm<br />

iletim sorunları kasık bölgesine yönelik geçirilmiş<br />

ameliyatlar ve prostat ameliyatlarından sonra ya da<br />

şeker hastalıklarına bağlı olarak da gelişebilir. Ayrıca,<br />

omurga travması olan hastalarda da meninin dışarı<br />

atılamaması sık görülen bir durumdur.<br />

• Bazı olgularda sperm hücresi üretimi vardır; yapısal<br />

bozukluğa bağlı olarak spermin kuyruk hareketinde<br />

sorun olabilir veya sperm hücresinde şekilsel bozuklar<br />

ortaya çıkabilir. Bu durumda sperm hücresinin<br />

kadın yumurtası ile birleşme ve dölleme kapasitesi<br />

bozulacaktır. Bu olgularda yüksek çözünürlüklü<br />

kameralar altında sperm hücresi seçimi ile yardımcı<br />

üreme yöntemi uygulanmaktadır.<br />

• Diğer taraftan cinsel fonksiyon bozukluğu,<br />

penis boyunun küçük olması, idrar deliğinin<br />

penis ucundan farklı bir yerde bulunması ve halk<br />

arasında “peygamber sünneti” olarak adlandırılan<br />

hipospadiyas olgularında da kısırlık sorunu ortaya<br />

çıkmaktadır.<br />

• Çevresel faktörler, beslenme, bilgisayar ve cep<br />

telefonu kullanımının artması, çalışma şartları, oturur<br />

pozisyonda masa başında uzun süre çalışma gibi<br />

nedenler de sprem kalitesini bozucu dolayısıyla<br />

kısırlığa neden olan etkiye sahiptir.


ERKEK SAĞLIĞI<br />

İYİ HUYLU PROSTAT BÜYÜMESİ<br />

HER ERKEĞİN KABUSU<br />

Doç. Dr. Ümit Yener Tekdoğan - <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Üroloji Bölümü<br />

Prostat bezi, mesane çıkımında yer alan destek ve salgılayıcı dokulardan oluşan ceviz<br />

büyüklüğünde bir organdır. Erkeklerde doğuştan var olan bu organın temel görevi<br />

spermlerin yaşaması için daha iyi ortam oluşturmaktır.<br />

Prostat Büyümesi 50 Yaşından Sonra Kendini Gösteriyor<br />

İyi huylu prostat büyümesi prostatın destek dokusu öncülüğünde salgı yapan bölümünde ortaya çıkan hücresel artma ve büyüme olarak açıklanabilir. Genel<br />

olarak bu değişimler 40’lı yaşlarda mikroskobik olarak başlar ve 50 yaşından sonra klinik belirtiler görülür. Ancak ortaya çıkan bu klinik belirtiler sadece<br />

prostata bağlı olarak görülmez.. Yaşlanmaya bağlı mesanede oluşan değişimler, fonksiyon bozuklukları, hatta gece fazla idrar yapımına bağlı oluşan belirtiler ile<br />

birlikte alt üriner sistem semptomları olarak anılan belirtiler klinik şikayetleri oluşturur.<br />

Şikayetler İki Grup Olarak Görülür<br />

Prostata bağlı şikayetler temel olarak iki grupta toplanır. Bunlardan<br />

birincisi uyarıcı şikayet olarak bilinen irritatif bulgulardır. Sık idrara çıkma,<br />

ani idrar hissi ve bununla birlikte idrar kaçırma gibi bulgular irritatif<br />

bulgular olarak sınıflandırılır. Tıkanıklığın ön planda olduğu bulgularda<br />

ise; idrar akımında ve gücünde azalma, idrar yaparken zorlanma, hatta<br />

taşma şeklinde idrar kaçırma görülür. Bu şikayetler idrar yapamamaya<br />

kadar giden şikayetlerdir. Ancak bulgular yalnızca prostat büyümesine<br />

bağlı değildir. Mesane ve böbrek fonksiyonlarındaki aksamalar bahsedilen<br />

bulgular ile birliktedir. Doğru teşhis için mutlaka uzman yardımı almak<br />

gerekir.<br />

En Verimli Tedavi Yöntemi: Cerrahi<br />

Prostat irileşmesinin tedavisi, temel olarak 3 grupta toplanmaktadır.<br />

Bunlardan ilki bekle-gör, davranış ve yaşam tarzını ilgilendiren tedavilerdir.<br />

İkincisi ilaç ve bitkisel çözümlerdir. Ancak bitkisel ilaçlar henüz yeterince<br />

bilimsel kanıta sahip değildir. İlaçlar ya mesane çıkımının direncini<br />

azaltarak ya da prostat hacmini azaltarak etki ederler. Bunlara mesanenin<br />

gevşemesini sağlayan ilaçlar ve gece idrar yapımını azaltan ilaçlar da ilave<br />

edilebilir. Bu ilaçların seçimi, hastanın durumu ve önceliklerine göre<br />

doktor tarafından tayin edilmelidir. İlaçların tek tek kullanımı olabileceği<br />

gibi kombine kullanımları da söz konusudur.<br />

Üçüncü tedavi şekli de <strong>cerrahi</strong> tedavilerdir. Bunlar belirli şartlar<br />

oluştuğunda ya da diğer tedaviler ile yeterli iyileşme sağlanmadığında<br />

başvurulacak yöntemlerdir. Kapalı ya da açık <strong>cerrahi</strong> ile gerçekleştirilen<br />

prostatektomi hala en verimli yöntemdir. Daha özel durumlarda; kapalı<br />

yöntemle yapılacak lazer protatektomi, transüretral microdalga tedavisi,<br />

transüretral iğne ablasyonu ve prostat içerisinde yerleştirilen yol açıcı<br />

stentler ile prostat içerisine enjekte edilebilecek maddeler uygulanabilir.<br />

Alkol ve Kafeinden Uzak Durun<br />

Normal olarak yaşamını sürdüren her erkekte prostat yaşlanmayla<br />

birlikte ortaya çıkar. Sadece belirli hormonal bozuklukları olan<br />

erkeklerde bu, ortaya çıkmayabilir. Ancak sıvı alımının düzenlenmesi,<br />

kafein ya da alkol gibi uyarıcı etkisi olan maddelerden kaçınmak, aşırı kilo<br />

alımının engellenmesi ile bulguların ortaya çıkması geciktirilebilir ya da<br />

hafifletilebilir.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012<br />

21


GENEL SAĞLIK<br />

AYAK BİLEĞİ ARTROSKOPİSİ KISA SÜREDE<br />

AYAĞA KALDIRIYOR<br />

Prof. Dr. Ahmet Turan Aydın - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Ortopedi ve Travmatoloji Bölüm Başkanı<br />

Ayak bileğinde meydana gelen eklem rahatsızlıklarının tedavisinde<br />

uygulanan artroskopi yöntemi, açık <strong>cerrahi</strong>ye ihtiyaç duyulmadan,<br />

hastaların kısa zamanda iyileşebildiği, kansız bir tedavi olanağı sunuyor.<br />

Artroskopi ile hastalar kısa zamanda iyileşiyor<br />

Ayak bileğinde üç aydan fazla devam eden ağrılar; ağrıya eşlik eden boşalma, emniyetsizlik hissi, kilitlenme ve ses gelmesi gibi şikayetler eklem zarı iltihabı<br />

(sinovit); eklem kapsülü ve bağların kopan parçalarının, eklem kenarlarındaki kemiksel çıkıntıların sıkışması ve birbirlerine sürtünmesi, eklem kıkırdağının<br />

kırılması veya dejenerasyona uğraması, kıkırdağa da ulaşan kemik ölümü, akut kemik iliği ödemi, enfeksiyonlar, tümörler gibi hastalıklara işaret eder. Bu<br />

hastalıkların tedavisinde kullanılan ayak bileği artroskopisi, ayak bileği eklemini açmadan kapalı bir yöntemle eklem içinin incelenmesine ve <strong>cerrahi</strong> işlem<br />

yapılabilmesine olanak sağlamaktadır. Artroskopi küçük kesiler ile yapıldığı için de hastalar kısa<br />

zamanda iyileşmekte ve işlerine dönebilmektedir.<br />

Artroskopi günümüzde hemen her eklemde uygulanmaktadır<br />

Artroskopi, eklemlerin optik bir sistem aracılığıyla incelenmesidir. İlk kez 1900’lü yılların başlarında<br />

denenen bu teknik, Japon hekimlerin (Takagi, Watanabe) katkılarıyla büyük aşama katetmiştir.<br />

Günümüzde optik sistem, görüntü aktarımı (video-kamera aracılığıyla görüntünün televizyon<br />

monitörüne aktarılması) ve <strong>cerrahi</strong> aletlerdeki gelişmeler sonucu hemen her eklemde uygulanır hale<br />

gelmiştir. Ayak bileği, diz ve omuzdan sonra üçüncü sıklıkta uygulama alanıdır.<br />

Artroskopi işleminde ayak bileği eklemine giriş yolları dikkatli açılmalıdır<br />

Ayak bileği ekleminin anatomik özelliği nedeniyle eklem aralığının iyi açılması gerekmektedir. Bu<br />

nedenle aralığın kalmadığı ileri artrozlarda artroskopi yapılamaz. Ayrıca eklem çevresinde enfeksiyon<br />

veya ileri damar hastalığının bulunması durumunda da yapılmamalıdır. Artroskopi işlemi anestezi<br />

altında ve bu işlem için hazırlanmış donanımla (optik dizgesi, videokamera, özel el aletleri,<br />

tıraşlayıcı, yakıcı aletler) gerçekleştirilir. Diz ekleminde kullanılan optik sistemi burada da<br />

kullanılabilir. Eklemin önemli bir kısmı eklemin ön yüzünden açılan iki giriş deliğinden<br />

rahatlıkla değerlendirilip <strong>cerrahi</strong> işlem yapılabilir. İşlemler turnike kullanılarak kansız<br />

ortamda yapılır. Kullanılan standart giriş yollarının tendon ve sinir dokularına yakınlığı<br />

nedeniyle bu yapıları hasar görmemesi için dikkatlice açılması gerekmektedir. Çoğunlukla<br />

yanlış uygulama ve komplikasyonlar giriş yollarının özensiz açılmasından kaynaklanmaktadır.<br />

Artroskopi işleminden hemen sonra<br />

ayak üzerine basmaya izin verilir<br />

Ayak bileği artroskopisi az hasarlı bir girişim olduğu için hastalar çoğu<br />

kez hastanede bir gece kalır ve kısa zamanda rehabilite olarak işlerine<br />

dönerler. İşlemden sonra ayak bileği hareketlerine ve basmaya hemen<br />

izin verilir. Ödemin ve ağrının azaltılması için soğuk, antienflamatuar,<br />

ağrı kesici ilaç kullanılmalıdır. Bir istisna olarak Talus’un (aşık kemiği)<br />

osteokondral lezyonlarında uygulanan artroskopik tedavi yöntemlerinde<br />

hastalar erken ayağa kaldırılmalarına rağmen altı hafta ayaklarının üzerlerine tam<br />

basmalarına izin verilmez. Ayrıca eklemin dondurulmasını gerektiren patolojilerde de<br />

bu işlem artroskopi ile yapılabilir. Açık tekniğe göre çok avantajlıdır ve iyileşme daha hızlı<br />

olmaktadır. Bazı eklem içi ve çevresi kırıkların tedavisinde de artroskopiden yararlanılabilir.<br />

22<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012


GENEL SAĞLIK<br />

MİDE AĞRILARI BAŞKA<br />

HASTALIKLARIN HABERCİSİ OLABİLİR<br />

Doç. Dr. Serdar Akça - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Gastroenteroloji Bölümü<br />

Karın bölgesinde şiddetli ağrı, karnın üst bölgesinde şişkinlik gibi durumlarda kendi kendimize mide<br />

hastalığı olarak teşhis koyduğumuz ağrılar, farklı hastalıkların habercisi olabilir. Karın bölgesinde bulunan<br />

birçok organdan da kaynaklı olabilecek olan bu ağrılar, kalp krizine bile işaret edebilir<br />

Karnın üst bölgesindeki her sıkıntı mideden kaynaklanmayabilir<br />

Karnın üst bölgesinde bir sıkıntı hissedildiği zaman bu durum genellikle mideye bağlanır. Bu bölgede mide de bulunmasına rağmen her ağrı mide ağrısı demek değildir.<br />

Mide ağrısını tarif etmek de çok kolay değildir. “Hastaya şikayetiniz nedir?” diye sorulduğu zaman rahat bir şekilde midem ağrıyor demektedir ancak bilinmelidir ki;<br />

ağrılar çok çeşitlidir.rneğin hazımsızlık da ağrı olarak tespit edilir. Bizim hastalarımızdan istediğimiz, şikayetlerinin hangi organa ait olduğunu değil, şikayetin ne olduğunu<br />

söylemeleridir. Çünkü karnın üst bölgesinde mideden başka, karaciğer, safra kesesi, pankreas, kalın bağırsak, dalak, cilde ait organlar olan yağ dokuları, büyük ana atar<br />

ve toplardamarlar bulunmaktadır. Birbirine komşu olan bu organların hepsi karın ve mide bölgesinde ağrılara yol açabilmektedir.<br />

Hasta şikayetlerine göre ağrının asıl nedeni anlaşılabilir<br />

Mideye bağlı ağrıyı anlamak için yapılan çeşitli yöntemler vardır. Özellikle hastanın öyküsü alınmalıdır. Hastaların şikayetlerini anlatırken doktoru yönlendirmek yerine<br />

şikayetlerini ayrıntılı anlatmaları daha doğrudur. Böylelikle doktor da o şikayete göre asıl sorunu<br />

daha hızlı bir şekilde çözebilirler.<br />

Mide ağrısında doğru bilinen yanlışlar;<br />

Bazen hastalar üst karın bölgesinde ağrı olduğu zaman endoskopi yaptırmak isteyebilir. Ama<br />

hastanın şikayetlerini dinlediğimizde başka bir hastalığın belirtilerini söyleyebilir.<br />

• Hasta yağlı yemek yediği zaman yarım saat sonra başlayan 5-30 dakika süren şiddetli bir ağrı<br />

yaşayıp sonradan geçtiği ile ilgili şikayetlerini anlattığında hemen midemde sorun var diye kendi<br />

kendine tanı koyar ama bu durum bize safra kesesi hastalığını daha çok düşündürür.<br />

• Hasta “Geçenlerde alkol almıştım alkolden sonra çok ağrım oldu, iki üç gün hiçbir şey yiyip<br />

içemedim, canım hiçbir şey istemedi, çok kötüydüm ama çok yoğun olduğum için gelemedim<br />

hastaneye gidemedim, mide hastasıyım sanırım endoskopi çektirelim” der. Oysaki hastanın bu<br />

belirtileri bize pankreas iltihabının daha çok düşündürür.<br />

• Mide ağrıları özellikle gıda tüketimiyle anlaşılabilir. Mide ülseri, tokken rahatsızlık veremezken,<br />

yemek yiyince artmaktadır. Mide kısmının çıkış bağırsağındaki ülser ise açken rahatsızlık verir.<br />

Hasta, “yemek yedikten sonra öne doğru eğilirsem ya da yatarsam sıkıntım daha fazla oluyor.<br />

Çikolata, aşırı yağlı, salçalı yiyecekler yediğimde ve alkol içtiğim zaman mide yanmam daha<br />

fazla oluyor” diyorsa bu hastada mide fıtığını aramak daha yüksek bir ihtimaldir. Bu belirtiler<br />

sonucunda hastaya endoskopi yapmamız gerekebilir.<br />

• Karın bölgesinde bir huzursuzluk varsa bir de çok şiddetliyse en yakın acil servise gidilmelidir.<br />

Ağrı hastaneye götürecek kadar aşırı değilse, çok uzun süreli ağrı yaşanmadı ise o ağrının da bir<br />

an önce sebebinin bulunması için bir uzmana başvurulması gerekmektedir.<br />

• Şiddetli ağrıları evde geçirmemek gerekir çünkü en çok sıkıntı yaşadığımız sorunlardan biri ağır<br />

yemeklerden sonra gaz sancısı yaşanmasıdır. Hasta ağır bir yemekten sonra, “Patlayacak gibiyim,<br />

çok ağrım var” gibi sorunlarla bize gelir. Bu durum bazen kalp krizine dahi sebep olabilir çünkü<br />

kalbin alt kısmını besleyen bir tıkanıklık aşırı gaz sancısı gibi bir sancı da verebilir. Hastanın bunu<br />

ayırt etme gibi bir durumu olmadığından ağrının şiddeti fazla ise hemen bir acil servise gitmesi<br />

gerekmektedir.<br />

• İyi çiğnemeden, hızlı, fazla miktarda yemek yenildiği zaman hazımsızlık olabilir. Sindirim siteminde<br />

bazı gıdaları tam sindiremiyorsanız o gıdalar alınırsa her zaman rahatsız olunur. İnsanların büyük bir çoğunluğunda fasulye, nohut gibi karbonhidratları sindirecek bir<br />

enzim olmayabilir. Bunlar gaz yapan gıdalar olabilir sebebi de o karbonhidratların yeterince sindirilmemesidir.<br />

• Yeşillik ve sebzeler çok sağlıklı bir şekilde yenilebilir fakat fazla yenilirse rahatsızlık verir. Bağırsaklarda gaz oluşumuna ve şişkinliğe sebep olabilir. Şişkinlik, gaz gibi ağrılı<br />

durumlarda aslında sindirim sisteminin hazmı ile ilgili bir sorundur. Bağırsakla ilgili yaşanan sorunları insanlar göbek çevresinde de hissedilebilir.<br />

• Apandisit ağrısı da karından başlayıp ağrı yapabilir bu ağrı gaz sancısı ya da mide ağrısı olarak da algılanabilir. Bu durumda da şiddetli bir ağrı olduğu zaman hemen<br />

bir uzmana görünmekte fayda vardır.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012 23


GENEL SAĞLIK<br />

GEÇMEYEN BAŞ AĞRILARI<br />

BEYİN TÜMÖRÜ HABERCİSİ OLABİLİR<br />

Op. Dr. Bülent Fahri Kılınçoğlu - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Nöroşirürji Bölümü<br />

Olumsuz çevre koşulları, sigara gibi alışkanlıklar, doğal olmayan gıdalarla beslenme,<br />

aşırı stres ve yorgunluk, kişide var olan genetik yatkınlıkla biraraya gelince beyin<br />

tümörü oluşumunu tetikleyebilmektedir.<br />

Beyin tümörü, hayati riskleri de beraberinde getirebilen ciddi bir rahatsızlıktır.<br />

İnatçı ve şiddetli baş ağrılarına dikkat!<br />

Çoğu zaman basit bir baş ağrısı olarak görülen yakınmalar<br />

beyin ile ilgili ciddi sorunların habercisi olabilmektedir. 3<br />

aydan daha uzun süre devam eden, şiddeti gittikçe artan<br />

ve zamanla ağrı kesici ilaçlara cevap vermeyen ağrılar beyin<br />

tümörü belirtisi olabilir. Zaman içinde, ağrının karakteri<br />

ve şiddetindeki değişiklik ile, ek olarak ortaya çıkan başka<br />

yakınmalar izlenmelidir. Ağrı dışında bulantı hissi ve nedensiz<br />

kusmalar; el, kol, ayak ve bacaklarda görülen uyuşma,<br />

karıncalanma, kuvvet azalması, dengesizlik, konuşma ve<br />

görme bozuklukları da görülebilir. Bu belirtilerin nedeni,<br />

beyin içinde kitlenin yerleşim yeri ya da kitlenin büyümesi<br />

ile beyne verdiği rahatsızlıktır. Burada önemli olan ara ara<br />

gelen ve kaybolan uyuşma ve karıncalanmalar değildir.<br />

Bazen hastalarda hiçbir bulgu olmadan bayılma nöbetleri de<br />

görülebilir. Geliş sebepleri bunlardan hangisi veya hangileri<br />

olursa olsun; bulgular ciddiye alınmalı, nedeni kesin olarak<br />

ortaya konmalı veya şikayetlerin beyinden kaynaklanmadığı<br />

ispat edilmelidir.<br />

Kişiye özel tedavi uygulanmalıdır<br />

Beyin tümörü tanısı, büyük oranda, ayrıntılı klinik muayene<br />

ve radyolojik incelemeler ile konulmaktadır. 21. yüzyılın<br />

yeni tedavi şekli herkese standart tedavi yerine kişiye özel<br />

tedaviyi bulup uygulamaktır. Ancak temel prensip tüm<br />

hastalıklarda olduğu gibi; erken tanı, ilaç tedavisi, ışın tedavisi<br />

ve mikro <strong>cerrahi</strong> yöntemlerle müdahaledir. Bunlardan<br />

hangilerinin uygulanacağı herkese ve hatta her tümöre<br />

özel olarak yapılmaktadır. Gelişen teşhis yöntemleri, tümör<br />

hücrelerinin genetik kodlarına özel kemoterapi, gerekirse<br />

eşliğinde sadece tümör hücrelerini hedef alan ışın tedavisi,<br />

mikro <strong>cerrahi</strong> yöntemlerle yapılan müdahaleler ile, herhangi<br />

bir işlev bozukluğu olmadan, sağ kalım oranları oldukça<br />

yüksektir.<br />

Beyin tümörü oluşumunu önleyin<br />

Hastalık oluştuktan sonra tedavi seçeneklerini araştırmak yerine, hastalığı tetikleyen faktörlerden korunmak çok önemlidir. Mümkün olduğu kadar doğal<br />

beslenmek, stresin etkilerini en aza indirmek, örneğin dinlenmeye, hobilerinize, ailenize zaman ayırmak, vücudunuza zarar verici alışkanlıklardan uzak<br />

durmak, hayata olumlu ve daha az hırsla bakmak, doğal antioksidanlardan yararlanmak korunmada faydalı olacaktır.<br />

24<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012


GENEL SAĞLIK<br />

BURUN TIKANIKLIĞI ŞİKAYETİ<br />

YAŞIYORSANIZ…<br />

Op. Dr. Atilla Şengör - <strong>Memorial</strong> Etiler Tıp Merkezi KBB Bölümü<br />

Geniz eti, kemik ve kıkırdak eğrilikleri, soğuk algınlığı gibi sorunların neden olduğu<br />

burun tıkanıklıkları, bronş ve akciğer problemlerinden obeziteye kadar birçok<br />

ciddi probleme neden olabiliyor.<br />

Burun tıkanıklığı horlamadan obeziteye kadar<br />

pek çok olumsuz duruma neden olabilir<br />

Nefes alıp verme eylemi hastalık dışındaki hallerde burundan<br />

yapılıyor olmalıdır. Burundan alınan nefes ısıtılır, nemlendirilir,<br />

filtre edilir ve böylelikle solunum yollarımız için kaliteli hale<br />

getirilir. Burun solunumunun yetersiz yapılması durumunda,<br />

uygunsuz özellikteki hava, tüm solunum yollarını kaplayan<br />

mukozanın bozulmasına yol açabilir. Ağız sağlığı bozulur; boğaz<br />

enfeksiyonlarına (kronik faranjit) eğilim artar; burun etlerindeki<br />

şişmeye bağlı artan geniz akıntıları buna olumsuz yönde katkıda<br />

bulunur. Bu akıntılar öksürük ve alt solunum yolu hastalıklarına,<br />

kulak tıkanıklarına, uğultu veya ağrıya eğilimi artırır. Horlama ve<br />

uyku problemleri de burun tıkanıklığı olan hastalarda sıklıkla<br />

görülür. Bu kişiler oksijeni rahat alıp, kullanamadıklarından<br />

yağlarını yakamazlar ve kilo vermeleri zorlaşır. Bu durum uykuapne<br />

hastalığı, obezite ve tansiyon hastalığına eğilimi artırır.<br />

Vakumlama etkisiyle mide sıvısının boğaz bölgesine gelmesi reflü<br />

hastalığına yol açabilir. Boğazda gıcıklanma veya bir şey varmış<br />

hissi ile kuru öksürük reflü hastalığının belirtileridir. Baş ağrıları,<br />

hem oksijensiz kalmaya hem de gelişebilecek sinüzit hastalığı ile<br />

ilişkili olabilir. Gece boyunca yapılan ağız solunumu nedeniyle<br />

sıklıkla sabah boğaz kuruluğu ile kalkılır, uzun vadede ağız ve diş<br />

sağlığı bozulur. Ağız kokusu sıklıkla rahatsız edici olabilir.<br />

Mutlaka bir KBB uzmanına başvurun<br />

Halk arasında burun tıkanıklığının bilinen en sık nedeni kıkırdak-kemik<br />

eğrilikleri, diğer adıyla “deviasyon”dur. Oysa klinikte daha sık karşılaşılan<br />

neden, burun eti şişmesi (konka şişmesi) veya “rinit” denilen çeşitli nezle-rinit<br />

tipleridir (Alerjik, vazomotor, medikamentöz, hamilelik gibi). Bunları takiben<br />

çeşitli sinüzit tiplerine bağlı da burun tıkanıklıkları olabilir. Burun tıkanıklığı olan<br />

hastaların en büyük endişesi, doktora başvurduklarında “Ameliyat gerekiyor”<br />

denmesidir. Burada her burun tıkanıklığının tedavisinin ameliyat olmadığını<br />

vurgulamak gerekir. Ameliyatla tedavi ancak ciddi bir anatomik bozukluğu olan<br />

ve/veya ilaç tedavisine yanıt alınamayan hastalarda düşünülebilir.<br />

Her deviasyona ameliyat gerekmez<br />

Ameliyat gerektirecek boyuttaki kemik eğrilikleri “septoplasti” denilen<br />

yöntemle düzeltilir. Bu ameliyatın en önemli özelliği, burnun içi kemikkıkırdak<br />

yapılarının bütünüyle çıkartılması yerine; çoklukla düzeltilmesi esasına<br />

dayanmasıdır. Aksi takdirde burundan “bir avuç kemik-kıkırdak çıkartılması”,<br />

burun içi yapıların kaybedilmiş olması demektir. Böyle durumlarda burun<br />

işlevlerinde aksamalar olması ve belirtilerin tekrar geri dönmesi olasıdır.<br />

Burun tıkanıklığına yol açan diğer bir rahatsızlık olan konka (burun eti)<br />

şişmelerinde ise konkaları çıkartmak yerine, küçültme yöntemi yaygın bir<br />

şekilde uygulanmaktadır. Şiddetli konka şişmelerinde başvurulan burun içi<br />

lazer uygulaması ile, beraberinde hafif burun eğriliği olan olgularda, deviasyon<br />

ameliyatına gerek duyulmadan, sadece konkaları küçülterek burun tıkanıklığını<br />

giderebilmek olanaklı hale gelmiştir.<br />

Son yıllarda gelişmiş kliniklerde “Burun tıkanıklığı <strong>cerrahi</strong>si” ayrıcalıklı bir şekilde<br />

ele alınmakta ve tedavi planı buna göre yapılmaktadır. Örneğin burun etlerinin<br />

şişmesine neden olmuş kronik bir sinüzit sorunu çözülmedikçe, burada aslında<br />

bir sonuç olan konka şişmesini düzeltmek, kalıcı bir tedavi sağlamayacaktır. Bu<br />

nedenle burun tıkanıklığını altta yatan sebebe göre daha ayrıntılı olarak ele<br />

almak gereklidir.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012<br />

25


GENEL SAĞLIK<br />

BOTOKS GÖZ HASTALIKLARI İÇİN ÖNEMLİ<br />

BİR TEDAVİ SEÇENEĞİDİR<br />

Doç. Dr. Ümit Beden - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Göz Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü<br />

Botulinum toksini (botoks, dysport) günümüzde tıbbın hemen hemen tüm branşlarında<br />

kullanılan bir tedavi yöntemidir. Günlük hayatta, botulinum denildiğinde akla ilk gelen,<br />

kozmetik uygulamalardır ancak göz hastalıkları ve özellikle oküloplastik <strong>cerrahi</strong><br />

uzmanları tarafından birçok farklı neden ile göz ve çevresine uygulanabilmektedir.<br />

İstemsiz göz kasılmaları kontrol altına alınabilir<br />

Uzun süre düzelmeyen ve hastayı rahatsız eden göz seğirmelerinden (myokimi), günlük<br />

hayatı engelleyecek şiddette mevcut olan göz kapaklarının istemsiz kapanmasına kadar<br />

(esansiyel blefarospazm ve hemifasiyel spazm) farklı problemler düzenli botulinum<br />

uygulamaları ile kontrol altına alınabilmektedir. Bu tür hastalıkların tedavisinde, öncelikle altta<br />

yatan başka bir hastalık olmadığından emin olduktan sonra, göz çevresine ve istemsiz kasılma<br />

bölgelerine uygulanacak olan botulinum enjeksiyonları, hastanın hayatını çok daha konforlu<br />

hale getirmektedir.<br />

Kuru göz ve göz sulanması şikayetleri için<br />

Gözyaşının yetersiz salgılandığı olgularda, gözyaşı toplama kanallarının çevresine yapılacak<br />

olan botulinum enjeksiyonları, gözyaşının gözden toplanmasını azaltacağı için kuru göz<br />

problemlerini rahatlatabilmektedir. Ayrıca, gözyaşı kanallarında problem olan ve bu nedenle<br />

gözyaşı gözden toplanamayıp yanaklardan aşağıya taşan hastalarda da, gözyaşı bezine<br />

botulinum uygulaması ile bu şikayetleri azaltılabilmektedir.<br />

Guatr hastalığında görülen göz bulgularında<br />

Bazı guatr hastalıklarında (özellikle Graves) göz ve çevresinde çok belirgin değişiklikler<br />

oluşabilmektedir. Bu değişikliklerin en belirgini, gözlerin irileşmesidir. Gözlerin irileşmesine yol<br />

açan en önemli sebeplerden biri, bu hastalarda üst göz kapağının normalden daha yukarıya<br />

kalkması ve göz açıklığının artmasıdır. Bu tür olgularda, göz kapağını kaldıran kasa yapılacak<br />

olan botulinum enjeksiyonu kapak seviyesini normal yerine getirebilmektedir.<br />

Yüz felcinde göz kapağının düşürülmesi sağlanır<br />

Yüz felci gelişen olgularda, göz kapakları kapanamadığı için korneada kuruma ve enfeksiyon<br />

ile ülser gelişimi görülebilmektedir. Bu gibi olgularda yüz felci geçici ise düzelene kadar,<br />

kalıcı ise, göz kapak ameliyatını gerçekleştirene kadar göz koruması için üst göz kapağının<br />

botulinum ile düşürülmesi ve korneanın korunması sağlanabilmektedir.<br />

Şaşılık olgularında çeşitli amaçlar için kullanılır<br />

Şaşılık olgularında çeşitli amaçlar ile botulinum kullanımı mevcuttur. Felç nedeni ile gelişen<br />

şaşılıklar, bazı şaşılık ameliyatlarından sonra görülebilen problemlerin giderilmesi ve bazı şaşılık<br />

ameliyat planlamaları için uygulanan botulinum enjeksiyonları bu kullanımlara verilebilecek<br />

örneklerdendir.<br />

En sık kozmetik amaçla kullanılır<br />

Botulinum, göz çevresinde en sık kozmetik amaçla uygulanmaktadır. Alın çizgilerinin<br />

giderilmesi, kaz ayağı bölgesindeki kırışıklıkların giderilmesi, kaş arası çizgileri ve minimal kaş<br />

kaldırma için uygulanan enjeksiyonlar botulinum kullanımının en sık uygulandığı alanlardır.<br />

26<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012


GENEL SAĞLIK<br />

DİYABET BÖBREĞİ<br />

HEPATİT KARACİĞERİ BİTİRİYOR<br />

Prof. Dr. Münci Kalayoğlu - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Organ Nakli Merkezi Başkanı<br />

Obezite diyabeti diyabet böbrek<br />

yetmezliğini artırdı<br />

Diyabet (şeker hastalığı) bugün böbrek<br />

yetmezliğinin en sık görülen sebebidir ve her<br />

üç kronik böbrek yetmezliği hastasından birinin<br />

sorumlusudur. Dolayısıyla böbrek nakli olan<br />

hastalar arasında da en sık rastlanan neden<br />

diyabettir. Bazı hekim ve hastalarda diyabet<br />

hastalarına böbrek nakli yapılamayacağıyla ilgili<br />

yanlış bir inanış vardır. Ancak yapılan çalışmalar<br />

göstermiştir ki; diyabet hastaları, diğer böbrek<br />

hastalarından da acil olarak böbrek nakli<br />

olmalıdırlar. Bu hasta grubu; diyabet gibi birçok<br />

organda hasara yol açan bir olgunun yanında<br />

bir de böbrek yetmezliği yaşadıklarında ve<br />

diyaliz aldıklarında beklenen yaşam süreleri<br />

ve kaliteleri çok düşmektedir. Oysa böbrek<br />

nakli olduklarında, böbrekleriyle birlikte şeker<br />

hastalığı da yakından takip edilir. Böylelikle 3-4<br />

kat daha uzun ve çok daha kaliteli yaşarlar.<br />

Hepatit B çok önemli bir sağlık problemi<br />

Hepatit günümüzde ciddi sonuçlara neden olan, çok önemli bir sağlık problemidir. Ancak ülkemizde özellikle Hepatit B virüsü nedeniyle karaciğer yetmezliği yaşayan<br />

insanların sayısı oldukça fazladır. Üstelik birçok kişi Hepatit B virüsü taşıdığından dahi haberdar değildir. Bu tip virüsler kan ve vücut sıvılarıyla bulaşabildiğinden, toplum<br />

için büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Diğer taraftan Hepatit B virüsü tespit edilen birçok hasta, karaciğer yetmezliği yaşamadan tedavi edilebilir. Buradaki önemli<br />

nokta, hangi hastanın ilaçla tedavi edileceği hangisinin organ nakline yönlendirileceğidir. Nedeni ne olursa olsun ‘siroz’ lafını duyan her hasta mutlaka bir organ nakli<br />

merkezi tarafından da değerlendirilmelidir. Aksi takdirde organ nakli için de geç kalınabilir. Kronik organ yetmezliği hastalarının tek tedavi seçeneği organ naklidir.<br />

İnsanlar, organ nakliyle yeniden hayata dönebilir ve aktif olarak okumaya, çalışmaya, sosyal yaşantılarına devam edebilir. Diğer taraftan hastaların ilaç, bakım, diyaliz<br />

gibi temel maliyetlerin yanı sıra; yatarak tedavi gerektiren sorunları da düşünüldüğünde sosyal güvenlik sistemine çok ağır yükler getirmektedir. Oysa başarılı bir<br />

organ naklinden sonra bu kişilerin yıllık maliyetleri organ bekleyenlere göre çok daha düşük olmaktadır. Ayrıca organ naklinden sonra insanlar normal işgücüne<br />

kavuştuklarından üretime katkılarıyla da ülke ekonomisine kazanç sağlımaktadır.<br />

Listeler uzadıkça uzuyor<br />

Kadavradan organ alınarak gerçekleştirilen organ nakilleri, hastalar, hekimler ve devlet için en iyi yöntem olarak nitelenmektedir. Gönül ister ki; tüm nakillerimizi bu<br />

şekilde yapalım. Ancak bu maalesef günümüz şartlarında mümkün olmamaktadır. Ağırlıklı olarak kadavradan alınan organlarla organ nakli yapabilen ülkeler dünyada<br />

da çok fazla değildir. Ülkemiz ise bu konuda oldukça alt sıralarda yer almaktadır. Hasta sayıları, organ bağışıyla mukayese dahi edilemeyecek bir hızla artmaktadır. Bu<br />

artış da organ bekleme listelerine yansımaktadır. Akrabaları arasından vericisi olup da nakil imkanı bulanların haricindeki diğer hastalar umutla kendilerine uygun bir<br />

organ beklemektedir.<br />

Hastalarımızı organ yetmezliğinden kaybetmemek için eğitim şart<br />

Organ bağışı konusuyla ilgili herkesin bilgilendirilmesi gerekmektedir. İlk olarak şu soruyu sormamız gerekir. Organ bağışı niye hayat kurtarır? Bağış olduğu sürece<br />

yapılan organ nakilleri sayesinde hasta olan insanlar iyileşip, normal hayatlarına dönebilirler. Bu toplumsal bir problemdir ve herkesin elini taşın altına koyması gerekir.<br />

Çok iyi merkezler kurulması ve çok sayıda organ nakli yapılması, kronik organ yetmezliği sorunu yaşayan hastalarımızın kurtarıcısı olacaktır.<br />

Yeni projelere ihtiyaç var<br />

Türkiye’de organ bağışının az olması nedeniyle, organ nakillerinin büyük bölümü canlı vericilerden alınan organlarla gerçekleştirilmektedir. Amerika ve birçok Avrupa<br />

ülkesinde ise kadavradan yapılan organ nakilleri ağırlıktadır. Ülkemizde organ bekleyen kişi sayısı gün geçtikçe artmakta ancak organ bağışının istenilen düzeylere<br />

ulaşamaması nedeniyle kısıtlı sayıdaki hasta organ nakliyle hayata dönebilmektedir. Bu sistemin Türkiye’de henüz iyi işlememesi nedeniyle organ bağışının az olması,<br />

hastaları ve organ nakli merkezlerini canlıdan nakillere yöneltmektedir. Türkiye, organ bağışında gelişmiş ülkeler seviyesine çıktığında, sağlıklı insanların ameliyat<br />

olmasına gerek kalmayacaktır. Bu konuda tüm toplumu aydınlatacak projeler üretilmelidir.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012 27


GENEL SAĞLIK<br />

DURUŞ BOZUKLUKLUKLARI BOYUN<br />

TUTULMASINA NEDEN OLABİLİR<br />

Uz. Dr. Feride Ekimler Süslü - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü<br />

Boyun tutulmaları,<br />

gerek kişinin hareket kabiliyetini<br />

kısıtlaması, gerekse neden olduğu<br />

ağrılar ile günlük yaşamı çekilmez<br />

kılabiliyor.<br />

Nasıl oturmamız gerektiğini bilmiyoruz<br />

Boyun tutulmaları en fazla bilgisayar karşısında uzun saatler geçiren kişilerde<br />

ya da ağır sırt çantalarını tek omuzunda taşıyan öğrencilerde görülür. Özellikle<br />

masa başında çalışanların boyun ağrısı ve tutulmaları daha çok oluyor; çünkü<br />

bu kişiler boynunu uzun süre öne eğerek çalışıyorlar. Çok kitap okuyanlarda ya<br />

da ince el işi yapan kişilerde, örgü ören bayanlarda yani başını öne eğerek uzun<br />

süre bu şekilde duran kişilerde boyun ağrısında artış gözleniyor. Aynı zamanda<br />

mevsimsel olarak da gelişen boyun tutulmaları; sıcak-soğuk değişimlerinde,<br />

klimalı ortamlarda fazlaca bulunulduğu durumlarda, ani akut yaralanmalar, iş<br />

yaşamındaki stres ve gerilim sebebiyle de sıkça görülür.<br />

“Hayattan bezmiş” şekilde durmayın<br />

Duruş ve oturuş konusunda son derece dikkatli davranılması gerekir. Postür;<br />

vücudun duruşu, karşıdan görüldüğü şeklidir. Çoğunlukla postür değişikliklerinde<br />

boyun ağrısı sıkça görülür; çünkü biz dik postürde oturmayı bilmiyoruz. Başımız<br />

önde, omuzlar içeriye doğru dönük, sırtta kamburluk olacak şekilde duruyoruz.<br />

Yani genellikle hayattan bezmiş gibi duruluyor. Ancak omurgamızda normal<br />

olarak bulunan iki adet eğrilik vardır, hem boyun hem de bel bölgesinde<br />

görülür. Bu eğrilikler bazen kasların aşırı kasılması sonucunda düzleşebilir. Bu da<br />

omurgada farklı yerlere yük binmesine sebep olur, bunun sonucu ise ağrı oluşur.<br />

Bu nedenle postürel egzersizler yani sırt kaslarını kuvvetlendiren egzersizlerin<br />

düzenli olarak yapılması gerekir. Kasları kuvvetlendirmek ve kasın, normal<br />

anatomik ve fizyolojik yapısını korumasını sağlamak için, yalnızca akut ağrının<br />

olduğu dönemde değil, her zaman bu egzersizlerin yapılması önemlidir.<br />

Tedavi edilmezse ciddi sorunlara yol açabilir<br />

Boyun tutulmaları ve ağrıları servikal omurganın kötü veya yanlış kullanımından<br />

dolayı ve bir travma sonucu zedelenme sebebiyle olabileceği gibi; boyun<br />

fıtıkları, iltihaplı romatizmal hastalıklar, boyunda var olan tümörler sebebiyle<br />

oluşabilir. Bu tarz ağrıların altta yatan sebepleri iyi araştırılmalı ve uygun tedavi<br />

bir hekim gözetiminde yapılmalıdır. Boyun tutulmaları ve boyun ağrılarının<br />

tedavi edilmesi gerekir; çünkü günlük hayattaki kişinin yaşamını olumsuz etkiler.<br />

Ağrı ile yaşamak kolay değildir; öncelikle ağrının ne zamandan beri var olduğu<br />

önemlidir. Akut bir ağrı için evde yapılabilecek basit önlemler vardır; sıcağa ve<br />

soğuğa maruz kalmamak, evde kişilerin kendilerine uygulayabildikleri sıcak su<br />

torbası ve sıcak havlular bunlara örnektir. Ancak bu tarz ağrıların ilerlememesi<br />

ve altta yatan sebeplerin araştırılması için muhakkak bir uzmana başvurmak<br />

gereklidir.<br />

Masajı uzman ellere yaptırmak önemli<br />

Boyun ağrıları ve tutulmaları sırasında yapılan bir başka hata da konunun uzmanı<br />

olmayan kişilere masaj yaptırmaktır. Yanlış masaj, dokulara zarar verip, kaslarda<br />

yırtılmalara ve zedelenmelere sebep olabilir.<br />

Kulaktan dolma bilgilerle ilaç kullanmayın<br />

Boyun tutulması konusunda mutlaka uzman yardımı alınması gerekir.<br />

Eczanelerden hekim tavsiyesi dışında ilaç alımı hiçbir durumda doğru değildir.<br />

Bu, boyun ağrıları ve boyun tutulmaları vakalarında da geçerlidir. ‘Yalnızca<br />

merhem, bir zararı olmaz’ diye düşünmek yapılan en büyük yanlıştır. Çünkü<br />

ciltte reaksiyon yapıp yapmayacağının, doğru ilaç olup olmadığının bilinmemesi<br />

kullanılan merhem ve jellerin yarardan çok zarar getirmesine neden olabilir.<br />

Bütün ilaçlar hastaya maksimum faydayı sağlaması açısından her zaman hekim<br />

kontrolünde kullanılmalıdır.<br />

28<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012


GENEL SAĞLIK<br />

RADYOLOJİDE GİRİŞİMSEL UYGULAMALAR İLE<br />

AMELİYATSIZ TEDAVİ MÜMKÜN<br />

Uz. Dr. Mahmut Erol - <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Tanısal ve Girişimsel Radyoloji Bölümü<br />

Radyologların sadece<br />

tanı koydurucu<br />

değil, aynı zamanda<br />

tedavinin bazı<br />

aşamalarında<br />

veya tümünde yer<br />

aldığı “Girişimsel<br />

radyoloji”<br />

uygulamaları son<br />

yıllarda daha da gelişip<br />

çeşitleniyor.<br />

Girişimsel Radyoloji Hastaların<br />

Aktif Yaşama Daha Hızlı<br />

Dönmesini Sağlıyor<br />

Girişimsel radyoloji, radyoloji uzmanları tarafından<br />

görüntüleme yöntemleri eşliğinde hastalıkların<br />

temel tedavisi veya tedaviye yardımcı olmak<br />

amacıyla yapılan, çoğunlukla genel anesteziye ve<br />

neştere başvurulmadan gerçekleştirilen minimal<br />

invaziv (az zarar verici) uygulamalardır. Bu<br />

uygulamaların geliştirilmesindeki temel hedefler;<br />

hastanede geçirilen sürelerin kısaltılması, hastaların<br />

aktif yaşantılarına daha hızlı dönmesi ve elbette<br />

ki tedavinin kişiye daha az zarar ve acı vererek<br />

gerçekleştirilmesidir.<br />

En Çok Bilinen Radyolojik<br />

Girişimsel İşlemler:<br />

Anevrizmaların Tedavisi<br />

Beyinde veya vücudun başka damarlarında oluşan<br />

ve kanama riski nedeniyle hayatı ciddi derecede<br />

tehdit edebilen anevrizmalar (damar baloncukları),<br />

anjiyografi eşliğinde tıkanabilmektedir. Bu işlem<br />

kasık damarlarından (endovasküler yöntem) girilen<br />

ince hortumlar ve “koil” denilen mikro yumaklar<br />

aracılığıyla yapılır. Çoğu ileri radyoloji merkezlerinde<br />

bu işlemler artık başarıyla yapılabilmekte ve<br />

hastaların kısa sürede ve az komplikasyon riski ile<br />

iyileşmeleri sağlanmaktadır.<br />

Tanısal görüntüleme yöntemlerinin yaygınlaşması nedeniyle bu damar baloncukları çoğu kere patlamadan<br />

önce tesadüfen saptanmakta ve endovasküler yöntem ile tedavi edilmektedir. Benzer teknik kullanılarak<br />

vücutta oluşan bazı iç kanamaların kontrolü, atar damarlar ve toplardamarlar arasında gelişen kaçakların<br />

kapatılması, daralmış damarların balon ile genişletilmesi veya stent denilen metal kanalların yerleştirilmesi<br />

mümkündür.<br />

Hidatik Kistin Tedavisi<br />

Karaciğerde “hidatik kist” denilen hastalık, özellikle Ortadoğu ülkelerinde sık olup, mikropların kirli<br />

ortamlardan vücuda bulaşması ile oluşmakta ve vücudun diğer organlarına yayıldığında ciddi hayati risk<br />

oluşturmaktadır. Bu hastalığın tedavisi artık çoğunlukla girişimsel yöntemlerle yapılmaktadır. Bu yöntemde<br />

mikrobik kist ince bir iğne ile boşaltılmakta, daha sonra kistin içine mikrop larvalarını öldürücü maddeler<br />

verilmekte ve hastalığın nüksetmesi önlenmektedir. Vücudun diğer organlarında görülebilen kistler (örneğin<br />

böbrek kistleri), apseler ve sıvı birikimleri de benzer şekilde ameliyatsız tedavi edilebilmekte, tüm işlem<br />

boyunca hastanın vücudu bir iğne deliği kadar zarar görmektedir. İşlem bittikten en fazla bir gün sonra hasta<br />

normal yaşantısına dönebilmektedir.<br />

Varislerin Tedavisi<br />

Yaygın bir toplardamar hastalığı olan bacak varisleri, girişimsel radyologlar tarafından ameliyatsız tedavi<br />

edilebilmektedir. Varislerin tedavisinde damar içine yerleştirilen lazer ışığı, damara dışarından enjekte edilen<br />

tıkayıcı kimyasal ajanlar veya radyofrekans enerji kullanılmaktadır. Son dönemlerde lazer yöntemi daha sık<br />

tercih edilmekte, tedavi sonrası hastalığın nüks oranları çok düşük seyretmektedir.<br />

Her hastanın girişimsel radyolojik uygulamalardan faydalanma şansı ve uygunluğu olmayabilir. Bu nedenle<br />

hangi hastaların bu tedavilere aday olabileceği, hangilerinin ise klasik uygulamalarla tedavi edileceği ilgili branş<br />

hekimleri ile hastaların özel durumları ve beklentileri göz önüne alınarak beraber kararlaştırılmalıdır.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012<br />

29


GENEL SAĞLIK<br />

ŞEKER HASTALIĞINA BAĞLI RETİNA<br />

BOZUKLUKLARINA DİKKAT!<br />

Op. Dr. Fethi Cengiz - <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Göz Bölümü<br />

Şeker hastalığına bağlı<br />

körlüğün en sık görülen<br />

nedeni “Diyabetik<br />

retinopati”dir. Diyabet<br />

hastalığında yükselmiş<br />

şeker seviyesine bağlı<br />

olarak gözün retina (sinir)<br />

tabakasında bulunan<br />

damarlar tahrip olur<br />

ve bu durum görme<br />

kayıplarına yol açar.<br />

Şeker hastalığına bağlı<br />

bu retina bozukluklarına<br />

“Diyabetik retinopati” adı<br />

verilmektedir.<br />

Hastalık Erken Evrede Belirti Göstermeyebilir<br />

Genellikle hastalığın erken evrelerinde hastanın herhangi bir şikayeti olmaz ve ağrı görülmez. Makula (merkezi keskin görmenin sağlandığı retina bölgesi )<br />

sıvı sızması sonucunda oluşan şişlik, bulanık görme ortaya çıkabilir. Bu durum “Makula ödemi” olarak isimlendirilmektedir. Eğer retina yüzeyinde anormal<br />

yeni damarlar oluşursa, bu damarların göz içine kanaması sonucu görme kaybı da ortaya çıkabilir. Tanı için retina tabakasının muayenesi gerekir. Bunun için<br />

damlalı göz dibi muayenesi, göz dibi anjiyografisi gibi tanısal yöntemlerden faydalanılır. Göz dibi anjiyografisinde koldan vücuda özel bir boya verilir ve seri<br />

dijital fotoğraflar çekilir. Bu sayede sızdıran damarlar, tıkalı damarlar ve retinanın kan ile beslenmeyen bölgeleri tespit edilir. Son yıllarda retina hastalıklarında<br />

vazgeçilmez duruma gelmiş olan “Oct” çekimleri ile retinanın kalınlığı dolayısıyla ıslaklığı ölçülebilmektedir.<br />

Diyabetik Retinopatinin Tedavisi<br />

Görme seviyesi kriter olarak alınsa da, bazen görme düşmeden de koruyucu amaçlı lazer uygulamaları yapılmaktadır. Lazerdeki amaç, kanayan damarların tekrar<br />

kanamasını engellemek ve görme seviyelerini korumaktır. Lazerin yanı sıra göz içi enjeksiyonlar ve vitrektomi ameliyatlarına da bazen ihtiyaç duyulmaktadır.<br />

Şeker Hastaları Yılda 1 Kez Göz Muayenesinden Geçmeli<br />

Şeker hastalığı olan herkes yılda bir kere olmak üzere kapsamlı göz ve göz dibi muayenesi yaptırmalıdır. Şeker hastalığı hikayesi uzadıkça kontroller daha<br />

önemli hale gelmektedir. Şeker hastalarının yaklaşık olarak %40-45'inde herhangi bir evrede diyabetik retinopati görülmektedir.<br />

30<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012


GENEL SAĞLIK<br />

PARANTEZ VE X BACAKLAR<br />

KADER DEĞİL<br />

Prof. Dr. Mehmet Kocaoğlu - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Ortopedi ve Travmatoloji Bölüm Başkanı<br />

Bacaklarınız parantez<br />

görünümünde olduğu için etek<br />

giymeye utanıyorsanız ya da iki<br />

bacağınızı yan yana getirdiğinizde<br />

X görünümünü alıyorsa,<br />

hayatınız boyunca bu şikayet ile<br />

yaşamak zorunda değilsiniz.<br />

Bacak eğrilikleri kadınlarda daha fazla görülüyor<br />

Bacaklarda görülen çarpıklıklar genellikle halk arasında “X” ve “parantez” bacak olarak<br />

tanımlanan iki farklı formda görülür. X bacakta eğrilik dışa doğruyken; parantez bacakta<br />

ise eğrilik içe doğrudur. Bacaklardaki bu görüntülerin başlıca iki nedeni; trafik kazası sonucu<br />

oluşan kırıkların tedavi edilememesi ya da metabolik kemik hastalıklarıdır. Örneğin, D vitamini<br />

eksikliğinden kaynaklanan “raşitizm” ve benzeri hastalıklar ile bazı kemik bozuklukları olabilir.<br />

Bunların dışında çok nadir de olsa erişkin raşitizmi (osteomalazi - kemiklerde yumuşama),<br />

kemik erimesi (osteoporoz) gibi hastalıklara bağlı farklı bacak eğrilikleriyle de karşılaşmak<br />

mümkündür. Yine doğuştan gelen bacak eğriliklerinin oranları da çok düşüktür. Bacaklardaki<br />

çarpıklığın kadınlarda, erkeklere göre biraz daha fazla olduğu gözlense de bununla ilgili net<br />

bir istatistik mevcut değildir.<br />

Vücudun yüklenme ekseninin düzeltilmesi çok önemli<br />

Bacaklardaki çarpıklığın estetik görüntü açısından önemi büyüktür. Ancak bu sorunu<br />

yaşayanlar için daha önemli bir husus var; eğrilikle birlikte vücutta özellikle diz, kalça ve ayak eklemlerinin yüklenme eksenleri değişmektedir. Dolayısıyla bu eğrilikleri<br />

düzeltmenin amacı sadece estetik kaygılar değildir; daha da önemlisi vücudun bu yüklenme eksenini düzeltmektir. Cerrahi tedavideki amaç budur; çünkü hasta<br />

yürüme zorluğu bile çekebilmektedir.<br />

Cerrahi müdahale için çocuklarda büyüme çağının bitmesi beklenmeli<br />

Bacaklardaki eğrilikler metabolik kaynaklıysa hasta yürümeye başladığında durum farkedilebiliyor. Bu durumda öncelikle ilaç tedavisi uygulanıyor. Cerrahi yöntemler,<br />

ilaç tedavisine rağmen düzelmeyen ya da yetersiz ilaç tedavisi sonucunda artık ilaçla bile düzelemeyecek hale gelen eğrilikler için kullanılıyor. Ortalama olarak<br />

15-70 yaş aralığında, düzelememiş bacak eğriliklerini <strong>cerrahi</strong> müdahaleyle tedavi etmek mümkün. Örneğin, trafik kazası geçirip yetersiz tedavi edilmiş hastalarla<br />

karşılaşabiliyoruz. Ya da kırıkların ortaya çıkardığı bir takım doku bozuklukları olabiliyor. Bazen de çocukluk çağında geçirilmiş kırıklara bağlı olarak büyüme kıkırdağı<br />

hasar görebiliyor. Bu kıkırdak hasar gördüğünde kemik, büyümesini eğri olarak sürdürüyor. Bu nedenle <strong>cerrahi</strong> müdahale için büyüme çağının bitmesi beklenmelidir<br />

(kız çocuklarında 14-15, erkek çocuklarında 17-18 yaşlarından itibaren).<br />

Operasyondan bir hafta sonra araba bile kullanabilirsiniz!<br />

Geçmiş yıllarda bacak eğriliklerinin düzeltilmesinde büyük kesiler açılıyor, “platin” denilen plaklarla tespit yapılıyor ya da dışarıdan düzeltici çemberler kullanılıyordu.<br />

Günümüzde ise modern teknikler ile uygulanan <strong>cerrahi</strong> girişimler sayesinde hasta ameliyattan çıktığı anda bacakları düzelmektedir. Ameliyatta önce vücudun<br />

dışına takılan bir cihaz sayesinde (eksternal fiksatör) kemikte bir kırık oluşturulur. Kemik düzgün pozisyona getirilerek bu cihazla tespit yapılır. Daha sonra yine<br />

ameliyat içinde, düzeltilmiş pozisyondaki kemiğin içine bir çivi yerleştirilerek kırık tespit edilir ve ardından da uygun pozisyonda cihaz çıkarılır. Tabii röntgen çekerek,<br />

düzeltmenin yeterli olup olmadığı da kontrol edilmektedir; eğer yeterli değilse cihaz vidalarından ayarlanır. Çivi yerleştirildikten sonra cihaz çıkarılır. Bu çivi eğriliğin<br />

tekrar görülmesini önlemektedir. Operasyondan sonra, bölgede iki-üç cm’lik bir ameliyat izi olmakta ve kanama olmamaktadır. En önemlisi, hastanın bacağı alçıya<br />

alınmamaktadır. Ameliyat bittikten sonra hastaya yük bindirilip yürütülebilmektedir. 1-2 gün yatışın ardından hasta ayakta taburcu edilerek bir hafta içinde normal<br />

yaşamına dönebilmektedir. Kırık ise ortalama üç ay içinde kaynamaktadır. Hastaya ameliyattan bir hafta sonra araba kullanmasına dahi izin verilmektedir.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012 31


GENEL SAĞLIK<br />

İMPLANT DİŞLER DAHA FAZLA ÖZEN İSTER<br />

Dt. Hacer Esved Alireisoğlu - <strong>Memorial</strong> Etiler Tıp Merkezi Ağız, Diş ve Çene Hastalıkları Bölümü<br />

Günümüzde diş implantları, tartışmasız olarak doğal dişlere en iyi alternatiftir.<br />

Geleneksel köprü ve protezlere göre daha iyi konuşma ve çiğneme fonksiyonu<br />

sağlarken, yüzünüze doğal bir görünüm kazandırır.<br />

Her hastaya implant<br />

uygulanabilir<br />

İmplant vidaları belirli kalınlığı ve genişliği olan<br />

yapılardır. Yeterli kemik miktarı olan ve kemik<br />

yoğunluğu iyi olan herkese implant yapılabilir.<br />

Hastanın genel sağlık durumu iyi olduğu sürece<br />

implant uygulamasını engelleyecek bir üst yaş limiti<br />

yoktur; ancak kemik gelişimi tamamlanmamış çok<br />

genç hastalara uygulanması tercih edilmeyebilir.<br />

İmplant tedavisinin avantajları<br />

• Estetik ve doğal bir görünüm sağlar.<br />

• Dişler stabil kalır. İmplant üstüne yapılan total<br />

(damak), parsiyel veya sabit protezler hiç oynamaz,<br />

tutuculuk maksimumdur.<br />

• Çekilmiş dişlerin olduğu kemik bölgelerinde<br />

zamanla madde kaybı olur ve kemikler gittikçe<br />

incelir. Buna bağlı yüz profilinde bir takım değişiklikler<br />

olur. İmplant’ların yerleştirilmesi ile bu kemik kaybı<br />

engellenir. Bu yüzden çekimden sonra uzun süre<br />

beklenmemelidir.<br />

• Diş eksikliği sonucu yapılan köprülerin belli<br />

aralıklarla değişimi gerekmektedir. Bu da ciddi bir<br />

maliyet problemi doğurur; oysa implant ömürlüktür.<br />

Yeterli bakımı yapıldığında implant normal dişten<br />

farksızdır.<br />

• Yapılan köprülerde destek dişlerde kayıplar<br />

olabilirken implant çevre dokulara ve dişlere<br />

herhangi bir harabiyet vermez.<br />

• Çiğneme fonksiyonu düzeldiği için daha dengeli<br />

ve iyi beslenme sağlanır. Böylece iyi çiğneyememeye<br />

bağlı olarak oluşmuş mide problemleri giderilir.<br />

• Doğal görünüm ve estetiğin sağlanması ile kişinin<br />

kendine güveni artar.<br />

İmplant işlemini takip eden 7-14 gün<br />

süresinde sigaradan uzak durun<br />

Sigara implantın kemikle kaynaşmasını olumsuz yönde<br />

etkiler. Nikotin, kan hücrelerini olumsuz etkilerken;<br />

diğer bir zararlı madde olan karbonmonoksit,<br />

kanda oksijen taşınmasını güçleştirir. Sigara, implant<br />

etrafındaki kemik dokunun beslenmesini bozarak<br />

implant çevresinde istenmeyen kemik kayıplarına<br />

neden olur. Bu da implantı enfeksiyona açık hale<br />

getirir.<br />

İmplant temizliği önemlidir<br />

İmplantların ağız içindeki yabancı cisimler olduğu<br />

düşünülürse; temizliklerinin en az kendi dişleriniz<br />

kadar hatta daha da önemli olduğunu düşünmeniz<br />

gereklidir. İmplant temizliği doğal dişlere yaptığımız<br />

bakımdan farklı bir uygulama değildir. Ancak bu iş<br />

için yeterli zamanı ayırmanız gerekmektedir. Günde<br />

en az iki kere diş fırçalamak, diş aralarını temizlemek<br />

için günde en az bir kere diş ipi ve ara yüz fırçaları<br />

kullanmak bunlara ek olarak ağız duşu yapmak<br />

yeterli olacaktır.<br />

Bakımı eksik yapılan implantların etrafında diş taşları<br />

nedeniyle diş eti iltihabı sonucu kemik erimeleri<br />

olabilir. Unutmamanız gereken nokta, bu tip bir<br />

tedavinin başarılı olması için gerekli en önemli<br />

faktörün düzenli ağız bakımı olduğudur. Bugün<br />

implantın, 21. yüzyılda üzerinde en çok çalışılacak olan<br />

diş tedavi şekli olduğu anlaşılmaktadır. Doğru teşhis,<br />

yeterli bilgi, tecrübe ve ekipmanla uygulandığında diş<br />

implantı, hasta ve hekim açısından olağanüstü başarılı<br />

sonuçlar verebilen bir tedavi şeklidir.<br />

32<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012


GENEL SAĞLIK<br />

İNATÇI ÖKSÜRÜKLERİN NEDENİ<br />

“BRONŞEKTAZİ” OLABİLİR<br />

Uz. Dr. İlkay Keskinel - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Göğüs Hastalıkları Bölümü<br />

Bronş genişlemesi adıyla da bilinen “bronşektazi” hastalığı, havayollarının anormal bir şekilde<br />

ve kalıcı olarak genişlemesi anlamına gelmektedir.<br />

Neler bronşektaziye zemin hazırlar?<br />

Bronşektazide etkilenen bronşların duvarında yıkım söz konusudur.<br />

Bu hastalık; boğmaca, kızamık, verem ve diğer mikrobik hastalıklardan<br />

sonra gelişebilir. Bunun yanı sıra; bazı bağışıklık yetmezliği<br />

durumlarında, kalıtsal bazı hastalıklar nedeniyle ya da bronşların<br />

tümör, yabancı cisim gibi nedenlerle tıkanması sonucu da gelişebilir.<br />

Bazı romatizmal hastalıklar, iltihabi bağırsak hastalıkları ve sarkoidoz<br />

(lenf bezi büyümesi ile seyreden bir rahatsızlık) gibi hastalıklar da<br />

bronşektaziye zemin hazırlayabilir.<br />

Sigara öksürüğü sandığınız şikayet bronşektaziye<br />

ait olabilir<br />

Ne yazık ki özellikle sigara içen kişiler, öksürüğü ve balgamı sigara<br />

içmenin “normal” bir sonucu olarak kabul etmektedir. Oysa hem<br />

öksürük hem de balgam pek çok kronik ciddi hastalığın belirtisi<br />

olabilir. Bu hastalıklardan belki de en az bilineni bronşektazidir. Bunun<br />

için aslında sigara öksürüğü sanılan şikayet “bronşektazi”ye ait olabilir.<br />

Öksürük ve balgam en önemli belirtileri<br />

Bronşektazisi olan hastalar, en çok öksürük ve sürekli balgam<br />

çıkarmaktan yakınır. Balgam bazen çok miktarda olabilir. Nefes<br />

darlığı, balgamda kan görülmesi, sık solunum yolu enfeksiyonları da<br />

görülebilir. Enfeksiyon seyrinde balgam miktarı daha da artıp rengi<br />

koyulaşabilir. Nadiren, bronşektazi balgamsız olabilir. Buna “kuru<br />

bronşektazi” adı verilmektedir.<br />

Akciğer tomografisi ile inceleme yapılır<br />

Tanı, hastanın belirtilerinin yanı sıra, akciğer tomografisindeki tipik<br />

bulgularla konulmaktadır. Tomografide bronşların genişlemiş ve<br />

bronş duvarlarının kalınlaşmış olduğu görülür. Tedavide en önemli<br />

nokta, enfeksiyonların kontrolüdür. Gereğinde balgam kültürleri<br />

yapılarak, hekimin belirleyeceği uzun süreli bir antibiyotik tedavisi<br />

kullanılabilir. Halk arasında “zatürre aşısı” olarak da bilinen pnömokok<br />

aşısı ve yıllık grip aşısı önerilebilir. Genişlemiş olan bronşlarda biriken<br />

balgamın rahat çıkarılabilmesi için balgam söktürücüler ve solunum<br />

fizyoterapisi de faydalıdır.<br />

Sigarayı bırakmak şart!<br />

Tüm hastalara, kullanıyorlarsa, sigarayı bırakmaları önerilmelidir. Eğer<br />

hastalık küçük bir akciğer bölümünde sınırlı ise ve aşırı balgam, kan<br />

tükürme yakınmaları fazla ise, bu hastalıklı bölgenin <strong>cerrahi</strong> olarak<br />

çıkarılması düşünülebilir. Bronşektazinin tanınması için öncelikle bu tanının akla gelmesi gereklidir. Her gün öksürüğü ve balgamı olan hastaların bunu sigaraya<br />

bağlayıp “masum” kabul etmemeleri, bir göğüs hastalıkları uzmanına başvurmaları uygun olacaktır.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012 33


KADIN SAĞLIĞI<br />

GEBELİK KAYIPLARI HER<br />

GEÇEN YIL ARTIYOR!<br />

Op. Dr. Aydın Ilgın - <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü<br />

Üç veya daha fazla<br />

sayıda gebeliğin ardışık<br />

olarak erken dönemde<br />

(20 hafta öncesi)<br />

kaybedilmesi ‘tekrarlayan<br />

gebelik kayıpları’ olarak<br />

adlandırılır. Üreme<br />

çağındaki kadınlarda<br />

tekrarlayan düşük sıklığı<br />

%1 oranındadır .<br />

Gebelik Kayıpları Her Yıl Artış<br />

Gösteriyor<br />

Klinik olarak tanısı konmuş gebeliklerin yaklaşık<br />

%20 kadarı kendiliğinden düşükle (abortus)<br />

sonuçlanmaktadır. Bu düşüklerin %60-80’i gebeliğin<br />

ilk 12 haftasında gerçekleşmektedir. Gebeliğin<br />

çeşitli nedenlerle ileri yaşa ertelenmesi (anne icin<br />

kritik yaş 35 ve üstü, baba için 40 ve üstüdür),<br />

çağın hastalığı şişmanlık (obezite) oranındaki artış,<br />

artan çevresel etkenlerin muhtemel etkileri (sigara,<br />

ilaç, kimyasal maddeler, radyasyon) nedeniyle, son<br />

yıllarda gebeliği kayıpla sonuçlanan kadın sayısını<br />

artırmaktadır.<br />

Tekrarlayan Gebelik Kayıplarının<br />

Pek Çok Farklı Nedeni Var<br />

Tekrarlayan gebelik kayıpları, birçok disiplinin birlikte<br />

çalışmasını gerektiren kompleks bir sorundur:<br />

Jinekoloji, genetik, epidemiyoloji, immunoloji,<br />

hematoloji ve endokrinoloji gibi branşların bir arada<br />

çalışarak sorunu tespit etmesi gerekmektedir.<br />

Genetik nedenler:<br />

Bazı tekrarlayan düşük olgularında, kadın ve erkekte<br />

genetik bir sorun olmamasına rağmen embriyolarda<br />

kromozomal anomali sıklığında artış olabilmektedir.<br />

PGT yöntemi böyle durumlardaki düşüklerde<br />

embriyoların etkisini belirlemede önemli bir ‘tanı ve<br />

tedavi yöntemi’ olarak kullanılmaktadır.<br />

Rahime ait anatomik nedenler:<br />

Rahim içini daraltan septum ve diğer doğumsal şekil bozuklukları, miyomlar, kürtaj sonrası gelişebilen<br />

rahim içi yapışıklıklar bu nedenler arasında sayılabilir. Böyle durumlarda, yeni bir gebelik öncesi yapılacak<br />

histeroskopi ve laparoskopi gibi endoskopik yöntemlerle sorun giderilmelidir.<br />

Hormonal nedenler:<br />

Tiroid hastalıkları iyi kontrol edilmemiş diyabet ve prolaktin yüksekliğinin, uygulanacak laboratuvar tetkikleri<br />

ile saptanarak tedavi edilmesi başarı şansını artırmaktadır. Ayrıca tekrarlayan düşüklerde yüksek androjen<br />

düzeyleri ile seyreden polikistik yumurtalık sendromu (PCOS) sıklığında artış da bildirilmekte; metformin<br />

tedavisinin ise PCOS olan kadınlarda insülin direncini azaltarak tedaviyi olumlu etkilediği gözlenmektedir.<br />

Pıhtılaşma bozukluğu (Trombofili) yani pıhtılaşma eğiliminin artması da tekrarlayan düşüklerde önem<br />

taşımaktadır. Pıhtılaşma defekti saptanan kadınlara düşük doz kan sulandıran ilaçlar doktor kontrolünde<br />

verilmektedir.<br />

İmmünolojik nedenler:<br />

Gebelikte annenin bağışıklık sisteminde bazı değişiklikler oluşmakta, gelişen fetustaki babaya ait antijenler<br />

tanınarak fetusun yabancı bir madde gibi görülmesi ve reddedilmesi önlenmektedir. Ancak bazı durumlarda bu<br />

koruyucu mekanizmada oluşan defektler tekrarlayan düşüklere neden olabilmektedir. Tekrarlayan düşüklerde<br />

eşler arasındaki HLA doku grubu benzerlik veya farklılıklarının da rol oynayabileceği düşünülmektedir. İleri<br />

araştırmalar yapılarak seçilen belirli bir hasta grubunda bağışıklık sistemini kuvvetlendirmek ve embriyonun<br />

yabancı bir madde olarak algılanmasını ve reddedilmesini önlemek için bazı tedaviler uygulanabilmektedir.<br />

Gebelik öncesinde yaşam koşullarının düzenlenmesi önem taşımaktadır. Mümkün olduğunca stresten uzak<br />

bir yaşam, sağlıklı beslenme, aşırı kafein ve sigara tüketiminden kaçınılması da tavsiye edilmektedir. Obezite<br />

mevcut ise diyet önerilerek boy/kilo indeksinin uygun düzeye gelmesi sağlanmalıdır.<br />

34<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012


KADIN SAĞLIĞI<br />

ÇOCUK SAHİBİ OLAMAMANIZ KISIR<br />

OLDUĞUNUZU GÖSTERMİYOR<br />

Op. Dr. Batu Aydınuraz - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Tüp Bebek Merkezi<br />

Çocuk sahibi olmak isteyen çiftler için korkulan bir durum olan “Kısırlık”, bu isteğin<br />

mümkün olmadığı uç bir noktayı ifade ediyor. Denediği halde bebek sahibi<br />

olamayan çiftlerin çoğu, toplumda yaygın olarak bilindiği üzere,<br />

“Kısır” değil, “İnfertil” olarak tanımlanıyor. Yani bu çiftlerin uygun<br />

tedavi yöntemleri sonrasında çocuk sahibi olmaları mümkün.<br />

Öncelikle çocuk sahibi olamamanın nedenleri ortaya konmalıdır<br />

İnfertilite, tanımı itibarı ile 1 yıl korunmasız bir birlikteliğe rağmen gebelik oluşmaması durumunu ifade eder. 1 yılı aşkın bir süredir korunmasız cinsel<br />

birlikteliğe rağmen henüz bir gebelik gelişmedi ise; doğal mekanizmalarda aksayan birtakım sorunların olması söz konusudur. Bu sorunların, eşlerin herhangi<br />

birinden kaynaklanması söz konusu olabileceği gibi; her ikisinde de gebeliğin gelişmesi ve devam etmesine engel olabilecek birden fazla problem olabilir.<br />

Yapılması gereken, bu sorunların nedenlerinin ortaya çıkartılması ve gerekli tedavilere başlanmasıdır. Bu nedenle “çocuk sahibi olamayan (infertil) çiftlerin”<br />

nedeni ortaya çıkana kadar “kısır” olarak tanımlanması sakıncalıdır.<br />

Tedavide kadının doğru değerlendirilmesi büyük önem taşıyor<br />

Tedavide kadının değerlendirilmesi temel bir öneme sahiptir; çünkü çocuk sahibi olamamanın (infertilitenin) kaynağı ne olursa olsun her türlü engelde tedavi<br />

kadının mevcut üreme sistemi anatomisi, fizyolojisi ve endokrinolojisi ile yakından ilgilidir. İnfertilite kadında; düzensiz adet olma, ergenlikten bu tarafa hiç adet<br />

olamama ya da düzenli başlayan adetlerin ilerleyen dönemde uzaması, duraklaması, tüylenmede artış ve tüy çıkması beklenmeyen yerlerde kıllanma fazlalığı<br />

ya da kıllanmanın olması gereken yerlerde az ya da hiç kıllanmanın olmaması; birliktelikte ağrı hissedilmesi, adetlerin ağrılı olması, meme uçlarından süt benzeri<br />

bir sıvının gelmesi, yetersiz meme gelişimi gibi belirti ve semptomlara yol açmaktadır.<br />

Tedavide “Tüp bebek<br />

yöntemi” en yüksek başarı<br />

oranına sahip<br />

Tüp bebek denemesi ile, üreme sistemlerinde<br />

bir problemi olmayan ve korunmayan her 4<br />

çiftten biri ilk ay gebelik elde edebilmektedir.<br />

Genel olarak inferilite nedenleri şunlardır:<br />

• Ovulasyon bozuklukları % 25-35<br />

• Sperm bozuklukları % 15-25<br />

• Tubal nedenler % 10-15<br />

• Endometriozis % 5-15<br />

• Diğer nedenler % 5<br />

• Nedeni açıklanamayan infertilite % 5-15<br />

Tedavi yöntemleri ise; yumurtlama teşviki,<br />

aşılama işlemi ve tüp bebek yöntemleridir.<br />

Tüp bebek yöntemi, gebe kalmada %50 ile en<br />

yüksek başarı oranına sahiptir. Özellikle genetik<br />

rahatsızlığı bulunan, endometriozis (çikolata<br />

kisti) olan, ağır erkek faktörü içeren vakalarda<br />

önerilmektedir.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012<br />

35


KADIN SAĞLIĞI<br />

AMELİYATSIZ VE ACISIZ GÜZELLİK<br />

LAZERLE MÜMKÜN!<br />

Uz. Dr. Mehmet Şimşek - <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Dermatoloji Bölümü<br />

80’lı yılların başında tıp alanında<br />

güvenle ve başarılı bir şekilde<br />

kullanılmaya başlanan lazer<br />

teknolojisi, 90’lı yıllarda estetik<br />

amaçlı uygulanmaya başlanmış;<br />

kozmetik dermatoloji ve<br />

dermatolojik hastalıklara,<br />

ameliyatsız ve acısız tedavi<br />

imkanı sunduğu için,<br />

en popüler tedavi yöntemi<br />

olmuştur.<br />

Lazer teknolojisi hızla gelişiyor<br />

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de estetik ve<br />

güzellik amaçlı kullanımının yanında dermatolojik<br />

hastalıkların vazgeçilmez tedavi yöntemi olan lazer<br />

teknolojisi, kozmetik dermatolojide epilasyon amaçlı<br />

kullanılan ilk lazerden günümüze hızlı bir gelişim<br />

göstermiştir. Epilasyonda Alexandrite, Diod, Nd yag<br />

lazerleri; vasküler lezyonlarda Nd yag, KTP lazerleri<br />

ve son yıllarda ise cilt gençleştirme, kırışıklık, akne<br />

izleri, gebelik çatlakları, yara ve ameliyat izlerinde<br />

Er-yag fraksiyonel ve CO2 fraksiyonel gibi lazerler<br />

kullanılmaya başlanmıştır.<br />

Lazer uygulaması ile cildiniz daha<br />

parlak, canlı ve pürüzsüz…<br />

Cilt gençleştirme uygulaması cildin daha iyi, daha<br />

parlak, daha canlı ve daha pürüzsüz hale getirilmesini<br />

sağlar. Bunun için; derinin üst tabakası kontrollü bir<br />

şekilde lazer enerjisi ile istenilen kalınlık ve derinlikte<br />

buharlaştırılarak soyulur. Cilt soyma işleminde cildi<br />

soyan (ablatif) lazerler (CO2 fraksiyonel ve Er-yag<br />

36<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012<br />

fraksiyonel) kullanılır. Cildi yenileyen (non-ablatif)<br />

lazerlerle cilt gençleştirmede ise; cilt yüzeyinde<br />

herhangi bir tahribata yol açmadan, cilt altı dokusunun<br />

uyarılarak yeniden yapılanması sağlanır. Gerek cildi<br />

soyan, gerekse cildi soymayan lazerler ile yüzeysel<br />

ve orta derecedeki kırışıklıklar yok edilebilmekte,<br />

derin kırışıklıklar ise hafifletilebilmektedir. Ayrıca<br />

gözenekler daralıp, sıkılaştırılarak yüzeysel lekeler<br />

yok edilir. Ciltte oluşan güneş lekeleri, sütlü kahve<br />

(cafe au lait) lekeleri, seboreik keretoz, çil, doğum<br />

lekesi, yaşlılık lekeleri ve buna benzer ciddi kozmetik<br />

- psikolojik sıkıntı yaratan lekeler de bu lazerler ile<br />

başarıyla tedavi edilebilmektedir.<br />

Ciltteki çatlaklar ve akne izlerinin<br />

görünümüne çözüm<br />

Hamilelik sırasında karın ve göğüslerde sık görülen<br />

bunun yanı sıra; ergenlikte boy uzaması, aşırı kilo<br />

alımı, uzun süreli steroidli ilaç kullanımı vb. nedenlerle<br />

ortaya çıkan cilt çatlakları, estetik açıdan son derece<br />

rahatsızlık verir. Estetik dermatolojinin de önemli<br />

problemlerinden biri olan cilt çatlaklarının lazer<br />

tedavi uygulaması oldukça kolay olmakla birlikte,<br />

fraksiyonel lazerler ile çatlakların derinliği, genişliği ve<br />

belirginliği kısmen azaltılabilmektedir.<br />

Lazer tedavileri son yıllarda sivilce izleri olan<br />

hastalar için vazgeçilmez bir tedavi yöntemi olmaya<br />

başlamıştır. Özellikle ablatif lazerler ile deri tabaka<br />

tabaka soyularak sivilce izleri azaltılmaktadır. Çok<br />

derin olan izlerde tam iyileşme mümkün olmamakla<br />

birlikte; yüzeysel akne izlerinde karbondioksit<br />

(CO2) lazer, Er-yag lazer ve fraksiyonel lazer<br />

kullanılarak yapılan tedavilerde sonuçlar oldukça yüz<br />

güldürücüdür.<br />

İzler tamamen yok edilemese de<br />

daha az belirgin hale getirilebiliyor<br />

Tıpta izleri tamamen yok edebilecek bir tedavi<br />

yöntemi yoktur. Bununla birlikte; yanık, ameliyat<br />

izleri, jilet izi, keloid vb. deriden kabarık estetik<br />

açıdan sıkıntı veren, kötü görünümlü izler Er-yag<br />

ve CO2 Fraksiyonel lazerler ile yumuşatılabilir, deri<br />

seviyesine indirilebilir ve kozmetik açıdan daha iyi<br />

hale getirilebilir.


KADIN SAĞLIĞI<br />

HAMİLEYKEN DİŞ SAĞLIĞINIZA<br />

2 KAT ÖZEN GÖSTERİN<br />

Dt. Aslı Tapan - <strong>Memorial</strong> Suadiye Tıp Merkezi Ağız, Diş ve Çene Hastalıkları Bölümü<br />

Hamilelik sırasında ağız sağlığında da önemli değişiklikler gözlenir. Östrojen ve progesteron<br />

hormonu düzeyindeki artış nedeni ile artan plak birikimi, buna bağlı olarak oluşan diş eti<br />

iltihabı “Hamilelik gingivitisi” olarak adlandırılır. Hamilelik döneminde diş etleri kırmızı,<br />

hassas ve kanamalı olmaktadır.<br />

Daha sık diş hekimine gidilmeli<br />

Bu dönemde diş hekimine daha sık gidilmeli, her gün en az 2 kez dişler fırçalanmalı<br />

ve diş ipi düzenli kullanılmalıdır. Hamilelik gingivitisi, hamileliğin 2. ayında başlayıp,<br />

8. ayında en üst düzeye çıkar. Hamilelikte tükürükteki asit miktarı artarak,<br />

dişler çürümeye yatkın hale gelmektedir. İlk aylarda görülen kusma ve<br />

annenin yetersiz diş fırçalaması çürük riskini artırır. Ayrıca diş etlerinde<br />

kanama da varsa anne adayı fırçalamaktan kaçınabilir.<br />

Annenin beslenmesi bebeğin diş sağlığına<br />

da etki eder<br />

“Hamilelikte annenin dişlerinden kalsiyum kaybedilir” inancıyla<br />

ilgili bilimsel bir kayıt yoktur. Ancak hamilelikte iyi beslenme<br />

annenin olduğu kadar doğacak bebeğin de diş sağlığını olumlu<br />

yönde etkilemesi açısından önemlidir.<br />

Diş sağlığı için protein, A, C, D vitamini<br />

tüketin<br />

Bebeğin diş gelişimi hamileliğin 2. ayında başlar. Anne<br />

adaylarının abur cubur yiyecekler ve bol tatlıdan ziyade,<br />

günde 1200 -1500 mg kalsiyum, fosfor, vitamince zengin<br />

besinleri tercih etmeleri gerekir. Hamilelik döneminde süt<br />

ve süt ürünleriyle yeşil yapraklı sebzeler gibi kalsiyumdan<br />

zengin gıdalar alınmalıdır. Diş sağlığı için protein, A vitamini<br />

(et, süt, yumurta, sarı sebze ve meyveler), C vitamini<br />

(narenciye, domates, çilek), D vitamini (et, süt, yumurta,<br />

balık) yeterince alınmalıdır. Şiddetli ağrı ve iltihabın olduğu<br />

durumlarda tedavi, hamileliğin hangi döneminde olursa olsun<br />

yapılır. Hastanın kadın doğum uzmanına danışarak tedavi<br />

planlaması konuşulur, ertelenecek işlemler doğum sonrasına<br />

bırakılabilir.<br />

En hassas dönem 0-3 aydır<br />

Hamileliğin en hassas dönemi 0-3 aylık dönemdir. Bu dönemde<br />

anne ve bebeğe zarar verebilecek diş problemleri için diş hekimine<br />

gidilmelidir. 3-6 aylık dönem, diş tedavilerinin yapılması için en uygun<br />

dönemdir. Ertelenmesi mümkün olmayan diş çekimleri ve tedaviler<br />

planlanabilir. 6-9 aylık dönem diş tedavileri nedeniyle hastanın koltukta uzun<br />

süre oturamaması açısından zor bir dönemdir. Acil tedaviler dışında herhangi<br />

bir uygulama yapılmaması iyi olur. Çok zorunlu hallerde anne adayına kurşun önlük<br />

giydirilerek röntgen çekilebilir.<br />

Hamilelikte bilinçsiz ilaç kullanımından kaçınılmalı<br />

Hamilelik döneminde doktor kontrolü dışında ilaç kullanılmamalıdır. Bazı antibiyotikler geri dönüşümü olmayan renklenmelere sebep olurlar. Bu grubun<br />

dışındaki antibiyotiklerde böyle bir risk yoktur. Ancak anne adayının her türlü ilacı kendini takip eden doktorun kontrolünde kullanması gerekmektedir. Diş<br />

ve diş eti hastalıkları düşük ağırlıklı bebek doğum ihtimalini yedi kat artırır; bu nedenle hamileler ağız bakımlarına ve beslenmelerine özen göstermelidir.<br />

En doğrusu da eğer hamilelik planlanıyorsa anne adayları mutlaka bir diş hekimi kontrolünden geçmeli, var olan diş ve diş eti problemleri de giderilmelidir.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012 37


KADIN SAĞLIĞI<br />

MEME KANSERİNDEN KORKMAYIN<br />

Prof. Dr. Abdullah İğci - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Genel Cerrahi Bölümü<br />

Meme kanseri Türkiye’de her 10 kadından birinde görülüyor. Kadınlar<br />

arasındaki görülme sıklığı ve belirti vermeden ilerlemesi korkutucu olsa<br />

da, erken teşhis edildiğinde tedavi edilebilir bir tür olarak biliniyor.<br />

Memede ele gelen kitlelerin % 90’ı kanser olmasa da, böyle bir durumda mutlaka bir doktora başvurmak gerekiyor. Kadınların<br />

20 yaşından itibaren kendi kendini düzenli olarak muayene<br />

etmesi erken teşhis için çok önemli. Çünkü ilk evrede yakalanan<br />

meme kanserinin neredeyse tamamı tedavi edilebiliyor.<br />

Kimler risk altında?<br />

Anne ve kız kardeş gibi birinci derece akrabasında meme kanseri olanlar, hiç<br />

doğum yapmamış, emzirmemiş ve ilk doğumunu 30 yaşından sonra yapmış olanlar,<br />

50 yaşın üzerinde olanlar, ilk adeti 12 yaşından önce başlayan ve menopozu da 50<br />

yaşından sonra gerçekleşenler, şişman ve aşırı alkol kullanan kadınlar, daha önce bir<br />

memesinde kanser oluşanlar, meme kanseri (BRCA) geni taşıyanlar ile ilk doğum<br />

öncesi uzun süre doğum kontrol hapı kullananlar meme kanseri riski altındadır.<br />

Riskli gruplar kaç yaşından itibaren kontrol edilmeli?<br />

Meme kanserinin %80-85’inin nedeni bilinmese de, hastalığın %15-20’sini genetik<br />

kaynaklar oluşturmaktadır. Hastalık meme kanserine dönüşmeden önce; yani<br />

kanserden bir önceki dönemde mamografi sayesinde saptandığında, hastalıktan<br />

kurtulma şansı yüzde 100’dür. Ailesinde meme kanseri olan kadınlarda ilk<br />

mamografinin 32 yaşından itibaren çektirilmesi gerekir. Genetik meme kanserinde<br />

ise bu kontrollere 26 yaşından itibaren başlanmalıdır.<br />

Memede ortaya çıkan her kitle kanser midir?<br />

Memedeki ele gelen kitlelerin yüzde 90’ı kanser değildir. Kadınlarda özellikle genç<br />

yaşlarda kist adı verilen ve kanser olmayan kitleler görülür. Orta ve ileri yaşlarda<br />

ise fibrokistik değişiklikler ele kitle olarak gelebilir. Kitlelerin ağrılı veya ağrısız<br />

olması bunun kanser olduğu anlamına gelmese de yapısının mutlaka aydınlatılması<br />

gerekir. Bunun için de memede herhangi bir kitle fark edildiğinde mutlaka doktora<br />

başvurulması yerekir.<br />

Meme kanserinde erken tanı için neler yapılmalı?<br />

Kadınlar kendi kendine meme muayenesine 20 yaşından sonra başlamalıdır.<br />

Memesinden hiçbir şikâyeti olmayan kadınlar da 40 yaşından sonra her yıl<br />

mamografi çektirerek, kanserin ele gelen büyüklüğe ulaşmadan tespit edilmesini<br />

sağlayabilir. Bu kontrol, genellikle adetin bitiminden itibaren 4-5 gün sonra<br />

yapılmalıdır. Menopoza girenler, rahim veya yumurtalık ameliyatı olan kadınların<br />

periyodik olarak, ayda bir kez aynı günlere denk getirecek şekilde meme<br />

muayenesini yapmaları gerekmektedir.<br />

Meme kanserinden korunmak mümkün mü?<br />

Özellikle A ve C vitamininden zengin taze meyve ve sebze tüketmeye özen gösterilmeli, hayvansal yağlardan uzak durarak daha çok posalı gıdalar tercih edilmeli,<br />

tütsülenmiş tuzlu ve konserve yiyecekler tüketilmemeli, sigara ve alkoldenden uzak durmalı, fazla kilo alınmamalıdır. Spor yapmak, meme kanseri riski yüksek<br />

kadınlarda koruyucu ilaç kullanımı, yine risk faktörü yüksek olanlarda her iki memenin içinin boşaltılması silikonla ya da kişinin kendi dokusundan meme yapılması,<br />

piyasada satılan ‘göğüs büyütücü’ adı altında satılan tablet krem ve jellerin kullanılmaması gibi önlemlerle meme kanseri risklerini azaltmak mümkündür.<br />

38<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012


KADIN SAĞLIĞI<br />

CİLDİNİZDEKİ KAŞINTI<br />

DİYABET HABERCİSİ OLABİLİR<br />

Doç. Dr. Ahu Birol - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Dermatoloji Bölümü<br />

Diyabet hastalarında basit bir kaşıntı,<br />

ciddi cilt sorunlarına kadar gidebilen<br />

enfeksiyonlara neden olabilir.<br />

Bu nedenle özellikle diyabet<br />

hastalarının cilt sağlığına daha fazla<br />

özen göstermesi gerekir.<br />

Diyabet hastasıysanız cilt sağlığınıza<br />

2 kat özen gösterin<br />

Hastalarda şeker düzeyinin yükselmesine bağlı olarak sinir ve damar<br />

tutulumu olabilir. Bu damar ve sinirlerin tutulmasına bağlı olarak da<br />

birtakım deri bulguları ortaya çıkabilir. Damar tutulumu, damar tıkanıklığına<br />

neden olabileceği için yaraların iyileşme süreci de uzayacaktır. Sinirler<br />

tutulduğunda ise duyu kaybı olduğundan, etkilenen bölgede kişinin<br />

ağrı ve acıyı hissetmemesi söz konusu olabilir. Dolayısıyla en ufak bir<br />

travmada, çarpmada veya ayakkabı sıkmasında kolaylıkla hissizliğe bağlı<br />

yara oluşmakta, şeker düzeyinin kontrolsüz olması da oluşan yaranın<br />

iyileşmesini zorlaştırmaktadır.<br />

Cilt sorunları en fazla ayaklarda görülüyor<br />

Sorun en çok hissizliğe bağlı ortaya çıkan yaralardan kaynaklanmaktadır.<br />

Bu yaralar sıklıkla ayaklarda görülmektedir. Çünkü ayakkabıdan çıkan bir<br />

çivi, sıkan bir ayakkabı veya batan bir tırnak ayakta var olan sorunun daha<br />

da büyümesine neden olmaktadır. Ayrıca diyabet hastalarında şekerin<br />

kontrol altında olmaması enfeksiyonların da iyileşmesini güçleştirmektedir.<br />

Her türlü enfeksiyon, bakteri, mantar ve virüs şeker hastalarında<br />

normalden çok daha hızlı seyretmektedir.<br />

Deride görülen döküntüler önemli<br />

Travmaya bağlı deride görülebilen bulgular dışında bir de şeker<br />

hastalarında görülebilen özel deri döküntüleri var ki; bunlar için mutlaka<br />

bir dermatoloğa başvurmak gerekir. Kahverengi ve kırmızı renkteki bu<br />

döküntülere en sık kol ve bacaklarda rastlanır. Diyabet nedeniyle ayakta<br />

sinirler tutulduğunda bir his kaybı yaşanır. Bu duyu kaybından dolayı ayakta<br />

şekil bozukluğu oluşabilir. Normalde olması gereken ayak kavisi ortadan<br />

kalkar ve ayak dümdüz hale gelir. Ayak, basınca maruz kalıp, nasırlaşabilir.<br />

Nasırlar sürtünmeye bağlı olarak ülserleşir ve akmaya başlar. Diyabetik<br />

hastalarda ayak sağlığı dolayısıyla en önemli konu haline gelmektedir.<br />

Diyabetlilerde cilt sağlığını korumak için;<br />

• Ayak, koltuk altı, kasık ve genital bölgeleri düzenli kontrol edin; kızarıklık, yanma, soyulma varsa mutlaka doktora danışın.<br />

• Ayaklarınızı her gün 1 kere yıkayın ve iyice kurulayın. Özellikle parmak aralarının kuru olduğundan emin olun.<br />

• Ayaklardaki kuruluğu engellemek için ayak kremleri kullanın. Ancak ayak kremlerini parmak aralarına değil sadece sertlik olan bölgelere uygulamak gerekir.<br />

• Tırnaklarınızı düz kesin; böylece tırnak batıklarını engellemiş olursunuz. Oluşmuş tırnak batıklarını çıkarmaya çalışmak ise ayağın mikrop kapmasına neden olabilir.<br />

• Uygun ayakkabı seçimi, ayak sağlığı için çok önemlidir. Basış kusuru veya ortopedik bir problem varsa bunun için tabanlık kullanmak gerekir.<br />

Ayaktaki enfeksiyonlar; Trnakta renk değişikliği, parmak aralarında soyulma ve yara şeklinde gözlenir. Bu enfeksiyonlar ilerlediği durumlarda farklı mikroplar ile birleşerek;<br />

şişlik, kızarıklık ve damar iltihabına dönüşebilir. Yaralar kemiğe kadar gidebilir. Böyle bir tedavide dermatoloji, plastik <strong>cerrahi</strong>, ortopedi ve travmatoloji gibi birimlerden<br />

oluşan multidisipliner, bir yaklaşım gerekebilir.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012 39


ÇOCUK SAĞLIĞI<br />

YENİ ANNELERE BEBEK BAKIMI<br />

İÇİN ÖNEMLİ İPUÇLARI<br />

Uz. Dr. Aşkın Güra Nemlioğlu- <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü<br />

Yenidoğan bebeklerin yaşamdaki ilk günleri, annelerin en mutlu ancak bir o kadar da en<br />

zor zamanlarıdır. Bu dönemde bebekte görülen en küçük bir değişiklik anneyi korkutur<br />

ve endişelendirir. Bu süreci en rahat atlatmanın yolu ise; bebek bakımı konusunda<br />

bilinçlenmekten geçmektedir.<br />

Kafatasındaki şekil bozukluklarını önemsemeyin!<br />

Bebekler, kafatası kemikleri henüz tam gelişmeden dünyaya gelir Bu yüzden<br />

bebek doğum kanalına girdiğinde sıkışmaya veya vakumla çekilmeye bağlı olarak<br />

kafatasında şekil bozuklukları görülebilir. Zamanla, beyin büyüdükçe kemikler de<br />

beynin şeklini alır ve kafatasındaki şekil bozuklukları ortadan kalkar.<br />

Bebeğinizi “teri kokmasın” diye tuzlamak ölüme götürebilir<br />

Bebek doğduğundan itibaren 1 hafta veya 10 gün içinde görülen döküntülerin<br />

çoğu fizyolojiktir. Bazı bebeklerde morluk veya akne benzeri oluşumlar<br />

görülebilir. Bu sorunların çoğu tedavi gerektirmez. Tedavi için kullanılan birçok<br />

madde bu tür cilt problemlerinin daha da artmasına neden olur. Örneğin;<br />

bebeklerin cildine yapılan en yanlış uygulama, teri kokmasın diye yapılan<br />

tuzlamadır. Bebeğin cildi hassas olduğundan tuz vücutta emilmekte ve bu durum<br />

ölüme kadar gidebilen sonuçlar doğurabilmektedir.<br />

Düzenli kilo artışı bebeğinizin doyduğunun göstergesidir<br />

Bebeğin doyduğunu anlayabilmenin en iyi yolu, düzenli kilo artışının<br />

gözlenmesidir. 2-3 saat uyku uyuyan, düzenli kaka yapan çocuk<br />

doymuş demektir. Emzirme sırasında emme ve yutma<br />

işlemlerinde, bebeğin hal ve hareketleri de doyduğuna<br />

dair ipuçları verebilir. Bebekler dümdüz yatırdıklarında<br />

sütün fazlasını gaz ile birlikte çıkartabilir, bazen fazla<br />

miktarlarda da kusabilirler. Bebek düzenli kilo<br />

aldığı sürece, bu durum bir sorun teşkil etmez.<br />

Kusmaması için bebek 30-40 derece eğimle<br />

yatırılmalıdır. Bu uygulama, yer çekiminin<br />

etkisi ile sütün midede kalması için yapılır.<br />

Fön makinesi bebeğinizin<br />

gaz çıkarmasına yardımcı<br />

olabilir<br />

Bebeklerin gaz çıkarmadaki sıkıntısı,<br />

sindirim sisteminin bazı öğelerinin<br />

olgunlaşmasında gecikmeden<br />

kaynaklanmaktadır. Bu süreçte sabır<br />

çok önemlidir. Piyasada satılan gaz<br />

sorununu gideren ilaçlar bebekler için<br />

önerilmemektedir. Bebek emzirilirken devamlı<br />

meme değiştirmek sakıncalıdır. Bir meme<br />

boşaltılmadan diğer memeye geçilmemelidir. Çünkü<br />

birini boşalttıktan sonra diğerine geçmesi doyduğunu<br />

hissetmesini sağlayacaktır. Fön makinesi sesi bebeğin gaz<br />

çıkarmasına yardımcı olabilir.<br />

Yeni annelere çocuk bakımı ile ilgili ipuçları;<br />

• Annenin eli sürekli temiz olmalıdır.<br />

• Kulak temizliğinde kulak çöpü kullanılmamalıdır. Sadece kulak kemerini<br />

pamuk yardımı ile silmek yeterli olacaktır. Gözlerinde bulunan çapaklar,<br />

kaynatılmış su yardımı ile temizlenebilir. Doğduğu günden itibaren bebeğin<br />

tırnakları düz, batık oluşmayacak şekilde kesilebilir ve kenarları hafif<br />

törpülenebilir. Ağız özel bir temizlik gerektirmez; çünkü tükürük bezlerinin<br />

temizleyici bir etkisi vardır. Fakat pamukçuk gibi bir madde görüldüğünde<br />

karbonatlı su ile yıkanabilir.<br />

• Burun tıkanıkları için aspiratör kullanımı zararlıdır. Aspiratör negatif basınç<br />

uyguladığı için burun mukozası daha da şişip, tıkanabilir. Küçük poşetlerde<br />

satılan tuzlu sudan birer damla damlatmak, hem temizlik hem nem hem de<br />

burun tıkanıklığını gidermek açısından yeterli olacaktır.<br />

• Cilt temizliği banyo ile yapılır. Bebek bir gün duru su, bir gün şampuan<br />

ile her gün yıkanabilir. Şampuan seçerken PH nötr olan ve içerisinde<br />

kozmetik ürün olmayanlar tercih edilmelidir.<br />

• Alt temizliği kızlarda suya batırılan pamuklarla veya<br />

sadece su içeren ıslak mendillerle, önden arkaya<br />

doğru yapılmalıdır. Kullanılan mendil veya<br />

pamuklar alkol içermemelidir. Erkek<br />

çocuklarda ise; sünnet derisi geriye<br />

çekilmemelidir. Bu uygulama ile deri<br />

çatlayıp, iltihap kapabilir.<br />

• Bebeğin kıyafetlerinin pamuklu<br />

ürünlerden seçilmesi ve<br />

kullanmadan önce sıcak suyla<br />

yıkanıp ütülenmesi sağlanmalıdır.<br />

• Genellikle göbek kordonu,<br />

doğumdan sonra 10 gün<br />

içinde düşer. Göbek bağı<br />

düşmeden önce su ile<br />

temas ettirilmemelidir. Bu<br />

bölgenin kuru tutulmasına<br />

özen gösterilmeli ve doktorun<br />

önereceği alkollü bir antiseptikle<br />

sabah akşam pansuman yapılması<br />

gereklidir.<br />

• Bebek doğduğu günden itibaren<br />

dışarı çıkartılabilir. Ancak kalabalık<br />

ortamlarda bulunmamasında fayda vardır.<br />

Sürekli dışarıda olmak bebeğin bakımının ihmal<br />

edilmesine neden olabilir.<br />

• Yenidoğanda ateş, morarma ve nefes kesilmesi acil<br />

bir durumdur. Ateş yüksek ise vakit kaybetmeden hastaneye<br />

başvurmak gerekir.<br />

40<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012


COÇUK SAĞLIĞI<br />

OKUL BAŞARISIZLIĞINI ÖNLEYİN!<br />

Pedagog Dr. Melda Alantar - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü<br />

Kronik hastalıklar, boşanma,<br />

ölüm ve kayıplar, çevre ve okul<br />

değişiklikleri gibi strese neden<br />

olan faktörler, çocukların öğrenme<br />

güdüsünü ve okul başarısını<br />

olumsuz etkiliyor.<br />

Okul başarısızlığı olan ve çabaları takdir<br />

edilmeyen öğrenciler başarısız olacakları inancıyla<br />

çaba göstermekten vazgeçiyor. Ebeveynlerin<br />

çocukların ilgi ve yeteneklerini göz ardı ederek,<br />

gerçekçi olmayan beklentiler içinde olmaları ve<br />

eğitime önem vermemeleri, çocuklarda okula<br />

uyumsuzluk ve okul başarısızlığına neden oluyor.<br />

Çocuğunuzun öğrenmeye karşı<br />

ilgisini ve okul başarısını nasıl<br />

artırabilirsiniz?<br />

• Çocuğunuzu eğitirken kararlı ve adil davranın.<br />

• Çocuğunuzla okulu hakkında konuşun. Onu<br />

dinleyin.<br />

• Tüm ailenin katılabileceği etkinlikler düzenleyin.<br />

Müze ve tarihi kalıntıları ziyaret edebilirsiniz.<br />

• Öğrenme deneyimlerini geliştirmesi için ilgi<br />

alanlarından yararlanın.<br />

• Ödül ve yaptırımları dengeleyin. Öğrencinin<br />

çabasını ve üretkenliğini ödüllendirin.<br />

• Evinizin sakin bir köşesini çocuğunuzun çalışma<br />

alanı olarak düzenleyin. Günlük ödev yapma saatini<br />

birlikte belirleyin. Televizyon, bilgisayar ve video<br />

oyunlarıyla ilgilenme süresini kısıtlayın.<br />

• Öğretmenlerine saygı duyduğunuzu çocuğunuza<br />

gösterin. Sık sık öğretmenleriyle evde ve okulda<br />

geçen olaylar hakkında karşılıklı olarak bilgi<br />

paylaşımında bulunun.<br />

• Öğrencinin kronik bir hastalığı varsa, bu hastalık<br />

ve tedavi konusunda öğretmenini bilgilendirin. Okul<br />

idaresi ve rehberlik servisiyle görüşerek okulun<br />

sağlayacağı hizmetlerden yararlanın.<br />

• Öğrencinin gelişme gösterdiği ve zorlandığı<br />

alanları belirlemek için çocuğunuzla birlikte<br />

öğretmeniyle görüşün. Belli konularda başarılı<br />

olamayan öğrencilere yönelik okulun kurs, etüt gibi<br />

özel düzenlemelerinden yararlanın.<br />

• Öğrenme güçlükleri, dikkat eksikliği gibi akademik<br />

başarıyı etkileyen konularda, okuldaki öğretmen ve<br />

psikolojik danışmanların çocuğunuzla ilgili kuşku<br />

ve uyarılarına önem verin. Gerekli durumlarda<br />

uzmanlara başvurun.<br />

Çocuğunuz ödevini yapmıyorsa…<br />

• Her gün saptadığınız zaman diliminde ödevlerini<br />

bitirmesi için çocuğunuzu takip edin.<br />

• Çalışma köşesinde veya yakınındaki radyo ve<br />

televizyonu ödev saati sırasında kapatın. Kardeşler<br />

ortalıkta dolaşıyorsa başka bir odaya gitmelerini<br />

sağlayın.<br />

• Çalışma sırasında gerekecek kağıt, kalem, cetvel<br />

vb. her türlü malzemenin el altında bulunması için<br />

Ödev Acil Yardım Kutusu oluşturun.<br />

• Ders çalışma alanındaki poster, afiş ve resimler<br />

dikkatin dağılmasına neden olur.<br />

• Telefon, çalışmaya engel olan mükemmel bir<br />

dikkat dağıtıcıdır. Çocuğunuza telefon görüşmelerini<br />

ders çalışma zamanı dışında gerçekleştirmesi<br />

gerektiği bilincini aşılayın.<br />

• Sabahları kayıp ödevleri çocuğunuzla birlikte<br />

aramaktan bıktıysanız özel bir “Ödev Koyma Yeri”<br />

belirleyerek bu sorunu çözebilirsiniz.<br />

• Ev ödevi için temel ilke her sınıf düzeyi için 10<br />

dakika süre ayrılmasıdır. Örneğin birinci sınıf için 10<br />

dakika, ikinci sınıf için 20 dakika gibi.<br />

• İlkokul birinci sınıf, öğrenci, öğretmen ve veli için<br />

önemli bir dönemdir. İlk dönemde çocuğa disiplin<br />

kazandırmak için anne ve baba çocuklarına ev ödevi<br />

konusunda yardımcı olabilirler. Ancak belli bir saatte<br />

derse oturma alışkanlığı kazanan öğrenci, bir süre<br />

sonra tek başına ödev yapması için yönlendirilmelidir.<br />

• Her akşam çocuğunuzun ödev listesini kontrol<br />

edin ve hepsinin yapıldığından emin olun.<br />

• Ona ödevlerini her akşam düzenli olarak<br />

yapmasının okul başarısında önemli rol oynadığını<br />

anlatın.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012<br />

41


ÇOCUK SAĞLIĞI<br />

YENİ DOĞAN HER BEBEK<br />

SARILIK OLUR MU?<br />

Uz. Dr. Pınar Boncuk Dayanıklı - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Yenidoğan Yoğun Bakım Bölümü<br />

Sarılık, kanda “bilirubin” maddesinin artmasıyla oluşan bir durumdur.<br />

Yeni doğan bebeğin kanında biriken bilirubin, bebeğin cildinin ve göz<br />

akının sarıya boyanmasına neden olur.<br />

Bebeklerin %60’ında sarılık görülür<br />

Vücutta eskimiş kan hücrelerinin yıkımı sırasında açığa çıkan sarı bir boya (pigment) olan bilirubin, karaciğerde parçalanır ve vücuttan dışkıyla atılabilir hale<br />

gelir. Anne karnındayken bebeğin ürettiği bilirubin, plasentayla anneye taşınır ve onun karaciğeri tarafından atılımı yapılır; ancak doğumdan sonra bu görev<br />

artık bebeğin kendi sistemine kalır. Hemen her yeni doğanda bilirubin bir miktar yükselir. Bebeklerin %60’ında sarılık görülür, erken doğan bebeklerde bu<br />

oran %80’e yükselir. Bu durumun adı “fizyolojik sarılık”tır. Genellikle yaşamın 2. - 3. günleri arasında belirir ve 2. haftanın sonunda kaybolur. Fizyolojik sarılık,<br />

emzirilen bebeklerde daha sıktır ve bu bebeklerin %10’unda 1 ayın sonuna kadar devam edebilir; ancak genelde sorun çıkarmaz ve tedavi gerekmez. İlk<br />

günlerde yetersiz süt alan emzirilen bebeklerde bilirubinin dışkı yoluyla atılımı da yavaş olacağından fizyolojik olarak başlayan sarılık hızla yükselebilir.<br />

Kimler risk altında?<br />

• Erken doğan bebekler (Karaciğer daha yavaş çalıştığı ve beslenme genellikle yetersiz olacağı için bilirubin daha erken yükselip daha uzun süre yüksek<br />

kalabilir.)<br />

• Doğum sırasında başa bası nedeniyle gelişen sefalhematom (kafada şişlik) esasında büyük bir kan pıhtısıdır. Pıhtı erirken açığa çıkan bilirubin de karaciğerin<br />

kapasitesini aşarsa sarılığın artmasına neden olabilir. Başında bu tür şişlikler olan bebeklerde sarılığın geçmesi zaman alabilir.<br />

• Kan hücrelerinin parçalanmasını artıran (Bilirubin yükünüde artıran) kan grubu uyuşmazlıkları ve diğer özel durumlar, enzim eksiklikleri<br />

• Bilirubinin atılımını yavaşlatan ya da engelleyen bazı durumlar (Enfeksiyon, safra kesesi ve yollarında sorunlar, genetik bazı hastalıklar)<br />

Tek belirti cildin sarı rengi<br />

Bilirubin yüksekliğinin tek belirtisi, cildin sarı renge boyanmasıdır. Parmakla cilde bastırıp çektiğinizde beliren renk sarılığın en iyi göstergesidir. Çoğunlukla<br />

yüzde başlayıp; göğüs, karın ve bacaklara kadar inebilir. Renk, bazen aldatıcı olabileceği için, en objektif değerlendirme kandaki bilirubin miktarını ölçmektir.<br />

Bunun için bazen parmak veya topuktan bazen de damardan alınan kan örneği kullanılır. Çoğu hastanede bebeğin eve gitme günü olan 48-72 saat döneminde<br />

yapılır. Ancak bebek bu zamandan önce sarılığın başladığı görülürse, test hemen yapılmalı ve yükselişin ne hızda olduğu saptanmalıdır. Normal hızda yükselen<br />

ve bebeğin yaşına göre normal sınırlar içinde kalan bilirubin değeri için endişe etmeye gerek yoktur; ancak beklenenden hızlı artıyorsa, beraberinde başka<br />

testler de yapıp, erken dönemde fototerapi tedavisine başlamak gerekir. Belirli bir dalga boyundaki mavi ışık cilde tutulduğunda bilirubinin kimyasal yapısını<br />

değiştirerek, vücuttan atılmasını kolaylaştırır. Bu mavi ışıkla yapılan tedaviye “fototerapi” denir.<br />

Bebeğin sarılık döneminde beslenmesi önemli<br />

Bebeğin bu dönemde beslenmesi çok önemlidir. Çoğu zaman<br />

fototerapiyle bilirubin değerinin düşmesi yeterli değildir.<br />

Beslenmenin takviye edilmesi de gereklidir. Sık emzirme, gereğinde<br />

mama takviyesiyle beslenme artırılır, dışkılama da artarsa bebeğin<br />

bilirubin düzeyi giderek azalacaktır. Erken doğan bebeklerde ve<br />

anneyle bebeğin kan grubunun uyuşmadığı durumlarda daha dikkatli<br />

olunmalıdır. Yaşamın ilk gününden sarılık olan bebekler de çok<br />

dikkatle ve sık bilirubin kontrolleriyle izlenmelidir.<br />

42<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012


COÇUK SAĞLIĞI<br />

ANİ BEBEK ÖLÜM SENDROMUNA KARŞI<br />

ÖNLEMİNİZİ ALIN<br />

Uz. Dr. Gökhan Mamur - <strong>Memorial</strong> Etiler Tıp Merkezi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü<br />

Yaşamın ilk bir yılı içinde görülen, bebekleri<br />

uyurken etkileyen, otopsi, ölüm yerinin<br />

incelenmesi ve ayrıntılı hastalık araştırması<br />

yapıldıktan sonra nedeni saptanamayan<br />

bebek ölümlerine “Ani Bebek Ölüm<br />

Sendromu” (ABÖS - SIDS) denir.<br />

1992'de Amerikan Pediatri Akademisi<br />

tarafından yapılan Ani Bebek Ölüm<br />

Sendromu ile ilgili araştırmaya göre; o<br />

dönemde ölüm oranı 1000 sağlıklı doğumda<br />

2.4 olarak saptanmıştır. Yapılan çalışmalar ve<br />

verilen öneriler doğrultusunda bugünlerde<br />

bu oran 1000'de 0.4'lere inmiştir.<br />

Bebeklerde ani ölüm<br />

riskini artıran durumlar;<br />

•Bebeği yüzükoyun veya yan yatırmak<br />

•Yumuşak yatak veya yastık kullanmak<br />

•Yatak içinde yumuşak ayıcık gibi nesnelerin olması<br />

•Anne ve/veya baba ile birlikte uyumak<br />

•Hamilelikte veya sonrası sigara içmek<br />

•Aşırı sıcak<br />

Bu önerileri dikkate alın:<br />

Bebeğiniz sırt üstü yatabilir! Bebeklerin sırt üstü<br />

yatırılmaları önerildikten sonra, ölüm oranlarında<br />

hızlı bir düşüş tespit edilmiştir. Yan yatırma pozisyonu<br />

sırt üstü yatırmaya kıyasla daha tehlikelidir ve geçerli<br />

bir seçenek değildir. Sırt üstü yatırmak, çocukların<br />

kusma sonucunda ölüm riskini artırmamaktadır.<br />

Çünkü kafa konumu yan yatmaya kıyasla aynıdır,<br />

ikisinde de kafasını yana çevirir.<br />

Sert yatakta yatırmayın! Bebek için normal yatak<br />

kullanılmalıdır Bebeğin sırtı acımasın veya daha rahat<br />

yatsın diye yatırıldığı yüzede elyaf, yorgan, yastık gibi<br />

yüzeyi yumuşatan hiçbir nesne kullanılmamalıdır.<br />

Yatağın üstüne tek çarşaf serilmesi uygundur.<br />

Yatakta yumuşak nesneler bulundurmayın! Bebek<br />

yatağında; yastık, ağır battaniye, yorgan, yumuşak ayıcık<br />

gibi oyuncaklar bulundurulmamalıdır. Eğer yatağın<br />

parmaklıklarına bağlı koruyucu süngerler varsa,<br />

bunlar mümkün olduğu kadar ince ve sert olmalı<br />

aynı zamanda parmaklıklara iyice sabitlenmelidir.<br />

Yorganının bebeğin başının üstüne gelip solunumunu<br />

engellememesi için bebeğin ayakları beşiğe değecek,<br />

yorgan veya battaniye yatağa sıkıştırılacak şekilde<br />

düzen oluşturulabilir.<br />

Sigara kullanmayın! Hamilelikte veya doğum sonrası<br />

sigara kullanımı ABÖS oranlarını artırmaktadır.<br />

Bebeğinizle aynı yatakta uyumayın! Bebek ve<br />

ebeveyn aynı yatakta uyumamalıdır. İlk 6 ay boyunca<br />

bebeğin beşiğinin ebeveyn yatak odasında bulunması<br />

ve bebeğin kendi beşiğinde uyuması Ani bebek<br />

ölümü sendromu için risk oranını azaltır. Bebeğin 3<br />

aydan küçük olması, ebeveyn ile koltukta uyuması ve<br />

ebeveynin alkollü olması özellikle riski artırır.<br />

Emzik kullanabilirsiniz! Nedeni tam bilinmemekle<br />

birlikte emzik kullanan bebeklerin ani bebek<br />

ölümü sendromu riski azalmaktadır. Ancak kullanım<br />

konusunda bazı tavsiyeler vardır.<br />

• Yaşamın ilk ayında emzik kullanmayın ki; bebek<br />

anne memesine iyice alışsın.<br />

•Uykuya dalarken emzik verilebilir; ancak<br />

reddediyorsa zorlamayın.<br />

• Şekerli su, bal veya reçele emziği batırıp vermeyin.<br />

• Emziği sıkça yıkayın (Pamukçuk gelişmemesi için)<br />

Ortam ısısı aşırı olmasın! Bir erişkinin hafif<br />

giysilerle rahat durabileceği ısı ortamı 24 derecedir.<br />

Bebeğinizin cildi dokunulunca çok sıcak olmamalıdır.<br />

Baş şeklindeki düzensizliklerin önüne geçilmelidir!<br />

Kemik kaynaşması olmadan plagiosefali, sürekli sırt<br />

üstü yatma sonucunda gelişme ihtimali olan baş<br />

şeklinde bir düzensizliktir. Bunun önüne geçmek için<br />

şu öneriler dikkate alınmalı:<br />

• Bebek uyanık ve izlenirken her gün en az 5 dakika<br />

yüzükoyun yatırın. Bu aynı zamanda boyun ve sırt<br />

kaslarını geliştirecektir.<br />

• Kucağınıza alın. Sürekli ana kucağında kalan<br />

bebeklerin kafalarının arkasına baskı oluşabilir.<br />

• Her uykuda başının yönünü değiştirin.<br />

• Özellikle nörolojik hastalığı olan bebeklerin<br />

pozisyonlarına daha da dikkat edin<br />

• Belli bir süre sonra halen kafa şeklinde düzelme<br />

olmazsa doktorunuza danışın.<br />

• Birçok kişi “Ani Bebek Ölüm Sendromu” hakkında<br />

bilgiye sahip değildir, bu nedenle bebeğinizin bakımı<br />

ile ilgilenen kişilere, arkadaşlarınıza ve çevrenize bu<br />

konu hakkında bilgi verin.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012<br />

43


HAYATIN İÇİNDEN<br />

AYNI ANDA YAPILAN 5 AMELİYAT İLE<br />

YENİ HAYATINA KAVUŞTU<br />

4 aya yakın süredir devam eden karın ağrısı, kanama şikayetleri ile<br />

<strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong>’ne başvuran 50 yaşındaki Aymer Onat,<br />

aynı anda yapılan 5 operasyon ile sağlığına kavuştu.<br />

<strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Op. Dr. Aydın Ilgın<br />

ile Genel Cerrahi Bölümü’nden Op. Dr. Erkan Dalbaşı’nın birlikte gerçekleştirdiği operasyonla<br />

Aymer Onat’ın kadın sağlığı ve genel <strong>cerrahi</strong>ye ilişkin sorunları tek bir operasyon ile giderildi.<br />

Op. Dr. Aydın Ilgın hastanın durumuyla ilgili olarak şu bilgileri verdi: “Hastanın daha önceden mevcut olan safra kesesi<br />

taşları vardı. Hastanemize, tedaviye dirençli aşırı miktarda genital kanama şikayeti ile başvurdu. Yapılan ultrasonda sağ yumurtalığında üç santim<br />

kist ve uterusda üç santimlik miyoma rastladık. Bunların yanı sıra özellikle öksürürken ve ağır bir şey kaldırırken görülen üriner imkontinans<br />

şikayeti mevcuttu. Yapılan tetkikler sonucu Dr. Erkan Dalbaşı ile birlikte laparoskopik yöntemle tek bir <strong>cerrahi</strong> müdahale ile toplam 5 işlem<br />

yapılmasına karar verdik.”<br />

Op. Dr. Erkan Dalbaşı: “Hasta geldiğinde safra kesesinde taşa bağlı oluşan iltihap vardı. Kadın doğum uzmanımız Dr. Aydın Ilgın ile<br />

birlikte hastayı hazırlayıp aynı seansta öncelikle laparoskopik olarak safra kesesini aldık. Ardından Dr. Aydın Ilgın kadın hastalıkları ameliyatlarına<br />

laparoskopik olarak devam etti.”<br />

Hastanın diyabetinin olmasının yara iyileşmesini geciktirdiğini ve açık operasyon yapılsaydı iyileşme süresinin çok daha uzun olacağını belirten<br />

Op. Dr. Ilgın ve Op. Dr. Dalbaşı, hastanın günlük hayata dönüşünün çok kısa sürede ve konforlu olduğunu ifade ettiler.<br />

Uzun süredir pek çok rahatsızlığı bulunan<br />

Ankara ve Diyarbakır’da birçok hastaneye<br />

başvurup sonuç alamayan Aymer Onat<br />

ise düşüncelerini şu şekilde aktardı:<br />

“Teşhis belliydi ancak daha önce gittiğim<br />

hastanelerde olumlu sonuç alamadım.<br />

Burada, Dr. Aydın Bey ve Dr. Erkan Bey bir<br />

araya gelerek durumumu değerlendirdiler.<br />

Şeker ve tansiyon hastası olduğum için 5<br />

kere farklı farklı zamanlarda operasyonların<br />

ve alacağım anestezileri beni yıpratacağını<br />

düşündükleri için Kadın Hastalıkları ve<br />

Genel Cerrahi ile ilgili 5 ameliyatı tek bir<br />

müdahalede gerçekleştirdiler. Bu kadar<br />

kapsamlı bir ameliyat olmasına rağmen<br />

ameliyat sonrasında hiçbir sıkıntım olmadı.<br />

Doktorlarıma, ameliyathane ekibine ve<br />

kattaki hemşirelerime ilgilerinden dolayı<br />

ne kadar teşekkür etsem azdır. Bundan<br />

sonra hayatıma ağrısız ve sağlıklı bir şekilde<br />

devam edebileceğim için çok mutluyum.”<br />

Aymer Onat - Op. Dr. Erkan Dalbaşı - Op. Dr. Aydın Ilgın<br />

44<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012


HAYATIN İÇİNDEN<br />

MEME KANSERİ OLAN ERKEK HASTA<br />

MEMORIAL’DA SAĞLIĞINA KAVUŞTU<br />

Moskova’da yaşayan 46 yaşındaki<br />

İgor Osechkin, kızı ve eşi ile birlikte<br />

Antalya’ya tatile gitmek için hazırlık<br />

yaparken, göğüs kısmında şiddetli ağrı ve<br />

şişkinlik hissi ile gittiği hastanede meme<br />

kanseri olduğunu öğrendi. Annesini de<br />

meme kanseri nedeniyle kaybetmiş olan<br />

Osechkin, <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong><br />

Genel Cerrahi Bölüm Başkanı Prof.<br />

Dr. Kemal Emek ve ekibi tarafından<br />

gerçekleştirilen başarılı bir operasyonla<br />

sağlığına kavuştu.<br />

“Meme kanseri olmak bir erkek olarak<br />

beni çok şaşırttı”<br />

İgor Osechkin - Prof. Dr. Kemal Emek<br />

İgor Osechkin meme kanserini yenme sürecini şu sözlerle anlattı: “Haziran 2011’de Moskova’dan Antalya’ya tatile gelmeye hazırlanırken, göğüs<br />

kısmımda ağrı ve şişkinlik olduğunu farkettim ve hemen doktora başvurdum. Yapılan biyopsinin ardından sonuçları bir hafta sonra alabileceğimi<br />

söylediler. O sırada Antalya biletlerimizi aldığımız için tatilimizi ertelemedik. Biyopsi sonuçlarım meme kanseri olduğumu gösteriyordu.<br />

Erkeklerde meme kanseri çok nadir görülen bir durum olduğu için ben de ortaya çıkabileceği aklıma bile gelmemişti. Yağ bezesi sandığım<br />

şişliğin, meme kanserine işaret etmesi beni çok şaşırtmıştı. Annem de meme kanseri nedeni ile hayatını kaybetmişti ve Moskova’da doktorlar<br />

onu kurtaramamıştı Babamı da bir türlü teşhis edilemeyen bir hastalık nedeni ile kaybettiğim için ülkemdeki doktorlara pek fazla güvenim<br />

kalmadı. 2 ciddi örnek yaşadığım ve kendi hayatımı da riske atmak istemediğim için Türkiye’de tedavi olmaya karar verdim. İnternette araştırma<br />

yaparken tesadüfen <strong>Memorial</strong> <strong>Hastanesi</strong>’ne ulaştım. İlk olarak kemoterapi gördükten sonra ameliyat oldum. Şu anda sağlıklı ve çok mutluyum.<br />

“Meme kanseri erkeklerde çok nadir görülen bir kanser türüdür”<br />

<strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Genel Cerrahi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Kemal Emek, meme kanserinin erkeklerde sık rastlanmayan bir hastalık<br />

olduğuna dikkat çekerek, Igor Osechkin’e uygulanan tedavi hakkında şu bilgileri verdi:<br />

“Hastamız göğsünde büyük bir kitle ile bize başvurduğunda kendisine ileri evre meme kanseri teşhisi konuldu. Kemoterapi ile kitlenin boyutları<br />

küçülüp operasyona uygun hale gelince “Modifiye radikal mastektomi” işlemi yapıldı. Ameliyat çok başarılı geçti ve hastamızın da durumu<br />

gayet iyi. Meme kanseri erkeklerde sık görülen bir hastalık değildir. Kadınlarda meme kanseri riski daha fazladır. Erkeklerdeki meme kanserleri<br />

kadınlardaki meme kanserine göre bir miktar daha agresif seyredebilir. Bunun sebebi; tanıdaki gecikme ya da kadınlarda uygulanan ilgili tarama<br />

yöntemlerinin erkeklerde uygulanmaması olabilir. Bazen bu durum genetik de olabilir. Ailesinde meme kanseri geçmişi olan kişiler, erkek ya da<br />

kadın, daha fazla risk altındadır”<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012 45


HAYATIN İÇİNDEN<br />

BULGAR HASTALAR BEBEK SEVİNCİNİ<br />

MEMORIAL’DA YAŞIYOR<br />

Dünyanın 65 ülkesinden hasta kabul<br />

eden <strong>Memorial</strong>, yurt dışından her<br />

yıl binlerce hastaya kaliteli sağlık<br />

hizmeti sunuyor. Özellikle Avrupa<br />

ülkelerinden yoğun ilgi gören <strong>Memorial</strong><br />

Şişli <strong>Hastanesi</strong> Tüp Bebek Merkezi’ne<br />

başvuran hastaların önemli bir kısmını,<br />

Bulgarlar oluşturuyor.<br />

<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Tüp Bebek Merkezi’nde ayda 300<br />

kısırlık tedavisi gerçekleştiriliyor ve bu sayının %13’ünü yabancı<br />

hastalar oluşturuyor. 2011 yılı verilerine göre Türkiye’ye tüp<br />

bebek tedavisi için gelen ve ülkelerinde tekrarlayan uygulamalara<br />

rağmen gebe kalamamış olguların yarısı ilk denemede gebe<br />

kaldı.<br />

Denitsa ve Pavel Aleksandrov<br />

Tüp bebek tedavisinde kullanılan yeni teknikler ve hasta memnuniyeti odaklı hizmet anlayışı, bu yoğun ilginin en önemli nedenleri arasında yer alıyor.<br />

Bulgaristan’da, tüp bebek konusunda dünya standartlarının altında hizmet verilmesi, elde edilen gebelik oranlarının beklentileri karşılayamaması,<br />

hastalara uygulanacak tedavi öncesinde çiftleri yoran zorlu süreçler ve tedavi planlaması için ileri tarihlere randevu verilmesi ile bekleme listelerinin<br />

uzaması Bulgar vatandaşların tüp bebek için Türkiye’yi tercih etmesini sağlıyor.<br />

<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Tüp Bebek Merkezi’ne çocuk sahibi olmak için gelen Bulgar hastalardan biri de, Denitsa ve Pavel Aleksandrov çifti. 11 yıllık<br />

evli olan çift, 4 yıldır çocuk sahibi olabilmek için çabalıyor. Bulgaristan’da gerçekleşen başarısız bir denemenin ardından vakit kaybetmeden internetteki<br />

forum sitelerinde araştırma yapan çift, <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong>’ne ulaştı. Çift buradaki ilk denemede anne baba olacakları müjdesini aldı.<br />

Mutlu sona çok yakınız!<br />

Ülkelerindeki başarısız tedavi süreçlerinin kendilerini çok yıprattığını dile getiren Aleksandrov çifti, yaşadıkları mutluluğu şöyle anlattı: “İnternetten<br />

<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Tüp Bebek Merkezi ve Prof. Dr. Semra Kahraman adına ulaştık. Forum sitelerinde bulundukları ülkelerde 6 veya daha fazla<br />

deneme yapıp başarısız olan birçok çiftle iletişime geçtik. Bu çiftlerin tamamı <strong>Memorial</strong> <strong>Hastanesi</strong>’nde yaptıkları denemede başarıya ulaşmışlardı.<br />

<strong>Memorial</strong> ile iletişime geçtiğimizde; Tüp Bebek Merkezi Başkanı Prof. Dr. Semra Kahraman, Op. Dr. Müstecep Kavrut ve hasta ilişkilerinden sorumlu<br />

Kübra Burnaz bizimle özel olarak ilgilendi. Çocuk sahibi olmamamız için bir sebep bulunmadığını, ilk denemede başarılı sonuç alma şansımızın çok<br />

yüksek olduğunu söyleyerek bizi heyecanlandırdı. Nitekim ilk denemede sonuç aldık. Türkiye’de bir yabancı olarak birçok zorluk yaşadık. Ancak<br />

<strong>Memorial</strong> tüm bu zorlukları en aza indirdi. Otel rezervasyonumuzdan kültür gezilerimize kadar her konuda bize destek oldular. <strong>Memorial</strong> Sağlık<br />

Grubu, profesyonel kadrosu, modern ekipmanları, organizasyon yapısı ve tükenmeyen bir başarı arzusu ile tüm hastalarına en iyi şekilde hizmet<br />

veriyor.”<br />

<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Tüp Bebek Merkezi Başkanı Prof. Dr. Semra Kahraman Bulgar hastaların umut yolculuğu ve<br />

Alexandrov çiftinin tedavi süreci ile ilgili şu bilgileri verdi: “Son yıllarda Bulgaristan’dan gelen hasta sayımızda ciddi bir<br />

artış var. Hastaların çoğu, gelmeden önce Bulgaristan’da en az 3-4 kez inseminasyon (aşılama) ve 2-3 kez IVF (Tüp<br />

Bebek) denemesinde bulunmuş çiftler. Buna rağmen bu çiftlerin çoğu, merkezimizde yaptığımız ilk denemede gebelik<br />

elde ediyorlar. Ayrıca sosyal paylaşım siteleri aracılığı ile hastaların elde ettiğimiz bu başarıları birbirlerine duyurmaları,<br />

bu artışa sebep olan en önemli neden. İnternette bulunan olumlu hasta referansları hastaları merkezimize çekiyor.<br />

Hastalar forum siteleri aracılığı ile aralarında bilgi aktarımında bulunuyorlar. Bu hastalarda biri de 35 yaşındaki Denitsa<br />

ve Pavel çifti. Çift 12 yıllık evli ve 4 yıldır çocuk sahibi olmaya çalışıyorlardı. Daha önce Bulgaristan’da başarısız<br />

1 denemeleri olmuş. Geçtiğimiz ay yaptığımız ilk denemede gebelik elde ettik.”<br />

46<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012


GENEL SAĞLIK<br />

VİTAMİN EKSİKLİĞİ SİNİR HASTALIKLARINA<br />

NEDEN OLABİLİR<br />

Uz. Dr. Murat Görgülü – <strong>Memorial</strong> Etiler Tıp Merkezi Dahiliye Bölümü<br />

Vitaminler;<br />

büyüme, hücre<br />

yenilenmesi ve<br />

enerji üretimi için<br />

vücuda gerekli<br />

olan maddelerdir.<br />

Vitaminler insan<br />

vücudunda<br />

sentezlenemeyen,<br />

sentezlense bile<br />

yeterli olamayan,<br />

dışarıdan alınması<br />

gerekli organik<br />

maddelerdir. Bu<br />

yüzden sağlığımız için<br />

gerekli olan vitaminleri<br />

yediğimiz yiyeceklerden<br />

ya da çeşitli ilave vitamin<br />

preparatlarından<br />

sağlamamız gerekir.<br />

Enerji içermezler; ancak<br />

hücrenin ve buna bağlı olarak da<br />

vücudun yaşamı için çok önemli<br />

biyokimyasal olaylarda görev<br />

alırlar. Vitaminler yağda eriyen ve<br />

suda eriyenler olarak iki gruba<br />

ayırılırlar. Yağda eriyenler<br />

A, D, E, K vitaminleri; suda eriyen<br />

vitaminler B vitamini grupları,<br />

C vitamini, H vitamini, P vitamini<br />

olarak sıralanabilir.<br />

Stres vitamin ihtiyacınızı artırabilir<br />

Vitaminlerin eksikliği genelde taze meyve ve sebze<br />

ile beslenen, yeterli et ve et ürünleri tüketen<br />

kişilerde gözlenmez; ancak bazı durumlar vitamin<br />

gereksinimini artırabilir. Bunlar; gebelik, emzirme,<br />

bağırsaklarda emilim bozukluğu, ameliyat olma,<br />

büyüme ve gelişme, ağır stres, ağır bedensel<br />

çalışma ya da egzersiz, kemoterapi, ağır yanıklar ve<br />

ağır enfeksiyonlar olarak sıralanabilir.<br />

Vitamin eksikliği hastalıkları da<br />

beraberinde getirir<br />

Eğer yeterli alım yoksa ya da gereksinim çok artıysa<br />

vitamin eksikliklerine bağlı hastalıklar gelişebilir.<br />

• A VİTAMİNİ başlıca havuç, ıspanak, marul<br />

gibi yeşil yapraklı sebzeler, portakal, erik, maydanoz,<br />

kereviz gibi meyve ve sebzelerde bulunur.<br />

Eksikliğinde özellikle “gece körlüğü” denilen görme<br />

bozukluğu, cilt, tırnak ve saçlarda bozulma görülür.<br />

• D VİTAMİNİ süt, süt ürünleri ve balıkta<br />

bulunur bir miktarda güneş ışığından cilt altı yağ<br />

dokusundan sentezlenir. Eksikliğinde çocuklarda<br />

raşitizm denilen ağır kemik gelişim bozukluğu<br />

gözlenir, yetişkinlerde ise “osteomalazi” denen<br />

kemik hastalığı görülür.<br />

• E VİTAMİNİ kuruyemişlerde ve sıvı yağlarda<br />

bulunur. Antioksidan etkisi vardır. Eksikliğinde<br />

kansızlık görülür.<br />

• K VİTAMİNİ yeşil sebzelerde,<br />

çayda ve karaciğerde bulunur. Bir miktar<br />

da bağırsak bakterileri tarafından üretilir,<br />

eksikliğinde kanın pıhtılaşması bozulur ve<br />

kanamalar olur.<br />

• C VİTAMİNİ özellikle turunçgiller<br />

denilen portakal, greyfurt, limon ve<br />

mandalina da bulunur, yeşil sebzeler ve<br />

patateste de vardır. Eksikliğinde “skorbüt”<br />

denilen diş eti hastalığı ciltte bozulma,<br />

yaralarda geç kapanma, enfeksiyonlarda<br />

ağırlaşma görülebilir.<br />

• B1 VİTAMİNİ yumurta ve karaciğerde<br />

bulunur. Yetersizliğinde “Berberi” denilen<br />

sinir ve cilt hastalığı görülür. İştahsızlık, kas<br />

güçsüzlüğü, birçok değişik cilt hastalığı da<br />

görülebilir.<br />

• B2 VİTAMİNİ tahıl ürünleri, et ve<br />

karaciğerde bulunur. Eksikliğinde kansızlık,<br />

ağız kenarı yaraları, sinir hastalığı ve cilt<br />

hastalıkları görülür<br />

• B3 VİTAMİNİ et, balık ve kuruyemişte<br />

bulunur. Eksikliğinde “pallegra” denilen cilt ve sinir<br />

hastalığı görülür. Ayrıca sindirim bozuklukları oluşur.<br />

• B5 VİTAMİNİ karaciğer, yumurta, baklagiller<br />

ve bazı sebzelerde bulunur. Yetersizliğinde, yorgunluk,<br />

kas ağrıları ve güçsüzlüğü, kalpte çarpıntı, terleme<br />

bozukluğu, insanın temel enerji sisteminde katalizör<br />

etki yaptığında eksikliği ağır bulgular verir. Midede<br />

ağrı kusma, ishal, beslenme bozukluğu, kas erimesi<br />

sıklıkla görülür, uykusuzluk, stres, sinirlilik sıkça olur.<br />

Eksikliğinde egzama ve alerji gibi cilt hastalıklarında<br />

da artış gözlenir. Enfeksiyonlar daha ağır seyreder.<br />

• B6 VİTAMİNİ et, sebze ve tahıllarda<br />

bulunur. Protein metabolizmasının temel vitaminidir.<br />

Yetersizliğinde kas ağrıları, güçsüzlük, kansızlık, ağız<br />

ve göz çevresinde yaralar gözlenir.<br />

• B12 VİTAMİNİ kırmızı et ve karaciğerde<br />

bulunur. DNA metabolizmasının temel vitaminidir.<br />

Eksikliğinde kansızlık, sinir sisteminde bozulma,<br />

dengesizlik gözlenir.<br />

• FOLİK ASİT bir çeşit B vitaminidir. Yeşil<br />

sebzelerde, bira mayası, karaciğer ve yumurtada<br />

bulunur. Eksikliğinde kansızlık, halsizlik, kas ağrıları<br />

gözlenir.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012 47


<strong>Memorial</strong> Sağlıklı Yaşam Okulları<br />

Kalp Yogası<br />

Bypass ameliyatı olan hastaların en kısa zamanda<br />

normal yaşamlarına dönmelerine katkıda bulunmayı<br />

amaçlayan Kalp Yogası programı devam ediyor. Kalp<br />

Yogası, Bypass’lıların sağlığına katkıda bulunmanın yanı<br />

sıra, bir arada vakit geçirmelerini sağlayarak aralarındaki<br />

iletişim ve paylaşımı artırmayı amaçlıyor.<br />

Yoga Uzmanı Dr. Neslihan İskit tarafından verilen kalp<br />

yogası eğitimi Salı ve Cuma günleri <strong>Memorial</strong> Şişli<br />

<strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu’nda gerçekleşiyor.<br />

Program<br />

Gün: Her Salı ve Cuma<br />

Saat: 19.00<br />

Yer: <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />

Katılım ücretsizdir.<br />

Bilgi ve Kayıt: 444 7 888<br />

Hamilelik Yogası<br />

Anne adaylarının rahat bir hamilelik dönemi<br />

geçirmeleri amacıyla düzenlenen Hamilelik Yogası<br />

programı ile hamile kadının fiziksel kondisyonu<br />

korunarak duruş bozuklukları en aza indirilir. Solunum<br />

ve dolaşım sistemi güçlendirilir ve bulantılara veda<br />

edilir. Kolay doğum, karın kaslarının ve omurgadaki<br />

değişikliklerin yeniden yapılandırılması sağlanır.<br />

<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Hamilelik Yogası<br />

Gün: Her Cumartesi<br />

Saat: 16.30 – 17.30<br />

Yer: <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />

Katılım ücretsizdir.<br />

48<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012<br />

<strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Hamilelik<br />

Yogası<br />

Gün: Her Cumartesi<br />

Saat: 10.00 – 11.00<br />

Yer: <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />

Katılım ücretsizdir.<br />

Bilgi ve Kayıt: 444 7 888


KÜLTÜR ORTOPEDİ SANAT<br />

“32 YAŞINA KADAR YAŞAYAN MUTLU İNSANLARIN ÜLKESİ”<br />

MEMORIAL ANTALYA HASTANESİ’NDE...<br />

Gazeteci Yazar Esra Tüzün tarafından hazırlanan “32 Yaşına<br />

Kadar Mutlu Yaşayan İnsanların Ülkesi” isimli sergi, 16<br />

Kasım’da <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong>’nde sergilenmeye<br />

başlandı.<br />

“32 Yaşına Kadar Yaşayan Mutlu İnsanların Ülkesi”<br />

sergisi bir halkın yok olduğu; Swaziland, Cape Town ve<br />

Johannesburg’daki tecrit alanlarında ölümle dans eden<br />

insanların yaşamlarını gözler önüne seriyor. Dünyanın 80<br />

ülkesinden, nüfusunun %50’si AIDS ile mücadele eden<br />

Afrika ülkelerinde tüm ilaçlara direnebilen tüberküloza<br />

karşı da mücadele veriliyor. Dünyadaki tüm tüberküloz<br />

vakalarının %30’unun görüldüğü Afrika ülkelerinde, insanların<br />

yüzlerindeki mutluluk maskesinin ardında, kendilerini genç<br />

yaşta ölüme götürecek acı sonun hüznü yaşanıyor.<br />

Öleceğini bilerek gülebilen, acı çekerken dans eden<br />

insanların öyküsünün anlatıldığı “32 Yıllık Ömrü Olan Mutlu<br />

İnsanların Yaşadığı Ülke” adlı sergi, Aralık sonuna kadar<br />

<strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong>’nde ziyaret edilebilecek.<br />

ÖDÜLLÜ YÖNETMENİN FİLM TADINDAKİ FOTOĞRAF SERGİSİ “BİR GÜNDE…”<br />

MEMORIAL ATAŞEHİR’DE SERGİLENDİ<br />

<strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Sanat Galerisi, Altın Koza Film<br />

Festivali’nde En İyi Yönetmen ödülünü alan Cemil Ağacıkoğlu’nun,<br />

“Bir Günde…” adlı fotoğraf sergisine ev sahipliği yaptı. Alışılageldik<br />

fotoğraf sergilerinin aksine; yazılı bir senaryosu, titizlikle işlenen kurgusu<br />

ve özenle seçilen oyuncuları ile “Bir Günde…” dramatik, derinlikleri ile<br />

göz alan, çarpıcı fotoğraflardan oluşuyor.<br />

Türkiye’de ilk kez gerçekleştirilen bu çalışmayı hayata geçiren Cemil<br />

Ağacıkoğlu, “Bir Günde…” fotoğraf sergisinde, taşralı esmer bir<br />

delikanlının Haydarpaşa Garı’ndan Anadolu’nun yeşil bir köyüne<br />

uzanan öyküsünü anlatıyor. Yaşlı babasıyla son kez kucaklaşmak üzere<br />

yola çıkan genç delikanlı, babasını kaybederek yeryüzünde bir başına<br />

kalıyor.<br />

18. Altın Koza Film Festivali’nde “Eylül” filmiyle en iyi yönetmen<br />

ödülünü alan, ulusal ve uluslararası yarışmalarda göstermiş olduğu<br />

başarılardan dolayı FIAP Fotoğraf Federasyonu tarafından AFIAP<br />

unvanı verilen Cemil Ağacıkoğlu, yurt içi ve yurt dışında pek çok sergide fotoğraflarını sergiledi. Profesyonel moda fotoğrafçılığının yanında,<br />

Türkiye’deki birçok sanatçıyla video kliplerde birlikte çalışan Ağacıkoğlu, kısa filmler ile uzun metraj filmi için çalışmalarına devam etmektedir.<br />

20 Aralık tarihine kadar <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Sanat Galerisi’nde sergilenen “Bir Günde…” Şubat 2012’de <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong><br />

Sanat Galerisi’nde fotoğraf severlerle buluşacak.<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012<br />

49


MEMORIAL SAĞLIK GRUBU KURUMSAL ANLAŞMALAR<br />

SİGORTA ŞİRKETLERİ (Sağlık)<br />

Acıbadem Sigorta<br />

Ak Sigorta<br />

Allianz Sigorta<br />

American Life Sigorta<br />

Anadolu Sigorta<br />

Ankara Sigorta<br />

Avivasa Hayat ve Emeklilik Sigortası<br />

Axa Sigorta<br />

Birlik Sigorta<br />

Demir Hayat Sigorta<br />

Deniz (Global) Hayat Sigorta<br />

Dubai Group Sigorta<br />

Ergo Sigorta<br />

Eureko Sigorta<br />

Generali Sigorta<br />

Güneş Sigorta<br />

Groupama Sigorta<br />

HDI (İhlas) Sigorta<br />

Inter Partner Asistance (IPA)<br />

Mapfre Genel Sigorta<br />

Medikal Danışmanlık Servisi (MDS)<br />

Promed (CGM Türkiye)<br />

Yapı Kredi Sigorta<br />

Ziraat Sigorta<br />

BANKALAR<br />

Akbank<br />

Asya Katılım Bankası (Bank Asya)<br />

Esbank<br />

Fortis Bank (Dışbank)<br />

Milli Reasürans T.A.Ş.<br />

Türkiye İş Bankası<br />

Türkiye Sınai ve Kalkınma Bankası<br />

Türkiye Cumhuriyet Ziraat ve Halk Bankası<br />

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası<br />

Türkiye Cumhuriyet Ziraat Bankası<br />

Türkiye Halk Bankası Emekli Sandığı Vakfı<br />

(Pamukbank)<br />

Türkiye Halk Bankası<br />

Türkiye Vakıflar Bankası<br />

Türk Eximbank<br />

Yapı ve Kredi Bankası Emekli Sandığı Vakfı<br />

RESMİ KURUMLAR<br />

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)<br />

Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF)<br />

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)<br />

ÖZEL ŞİRKETLER VE<br />

KURUMLAR<br />

Albayraklar Şirketler Grubu<br />

Anadolu Anonim Türk Sigorta Şirketi<br />

Aydın Örme<br />

Back Up Kart<br />

Belbim<br />

BP Petrolleri<br />

Beşiktaş Denizcilik<br />

Benefit Global<br />

BJK Derneği<br />

BMS Türkiye<br />

Borusan Holding<br />

Boyner Holding<br />

Darüşşafaka Cemiyeti<br />

Dr. Back up<br />

Eczacıbaşı Holding<br />

Enka<br />

Green Park<br />

Havuç Çocuk Evi<br />

İMKB<br />

İstanbul Büyükşehir Belediyesi<br />

İstanbul Sanayi Odası<br />

Johnson Wax<br />

Joyfull House<br />

Levent Tenis Kulübü<br />

Marsh Avantaj Kart<br />

Mercedes Benz Türk<br />

Merkezi Kayıt Kuruluşu<br />

Microsoft<br />

Aon Kart<br />

Mimaks<br />

Nart Club Kart<br />

Omsan Lojistik<br />

Orka Group (Damat - Tween)<br />

Palladium AVM<br />

Peak Hotel<br />

Perfettı Van Melle<br />

Perpa Ticaret Merkezi<br />

Petrol Ofisi- Positive Card<br />

Renault Mais<br />

Rotary Kulüp<br />

Sermaye Piyasası Kurulu<br />

Sinpaş<br />

S.O.S<br />

Suteks Dış Tic<br />

THY<br />

The Shore Club<br />

Turkcell / T-Clup<br />

TİM Show Center<br />

Türkiye Jokey Kulübü<br />

Ulusoy<br />

Unitim Holding<br />

Ülker<br />

Vakko<br />

Vodafone<br />

YKM Kart-YKM Mağazaları<br />

Zeck Club<br />

Zorlu Holding<br />

DERNEK VE ODALAR<br />

Ev Tekstili Sanayici ve İş Adamları Derneği<br />

(EVSİAD)<br />

İstanbul Sanayi Odası<br />

İstanbul Ticaret Odası<br />

Kapalı Çarşı Esnaflar Derneği<br />

Klavuz Kaptanlar Derneği<br />

Tesisat İnşaat Malzemecileri Derneği<br />

( TİMDER)<br />

Türkiye Bilişim Sanayicileri Derneği<br />

( TUBİSAD)<br />

Türkiye Ev Teks. ve San. İşadamlari Der.<br />

(TETSİAD)<br />

Türkiye Genç İşadamları Derneği<br />

(TUGİAD)<br />

Türkiye Emekli Subaylar Derneği<br />

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti<br />

<strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu hastane ve tıp merkezlerinde geçerli olan anlaşma detayları için 444 7 888’i arayınız.<br />

50<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012


Hemşirelere ve sağlık çalışanlarına<br />

hayat Deniz’de güzel!<br />

• Size özel faiz oranlarıyla krediler<br />

• Fatura ve ödemelerinizi şubeye gelmeden ödeme kolaylığı<br />

• Harcadıkça kazandıran Deniz Bonus<br />

• Kiralık kasada size özel indirimler<br />

Memory Aralık - Ocak - Şubat 2012

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!