22.12.2012 Views

memorıal diyarbakır hastanesi açıldı - Memorial Hastanesi

memorıal diyarbakır hastanesi açıldı - Memorial Hastanesi

memorıal diyarbakır hastanesi açıldı - Memorial Hastanesi

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Eylül / Ekim / Kasım 2011 Yıl:7 / Sayı 67<br />

MEMORIAL<br />

DİYARBAKIR HASTANESİ<br />

AÇILDI<br />

Kalp Sağlığı Dosyası<br />

<strong>Memorial</strong> Şişli Kemik İliği Nakli<br />

Merkezi Açıldı<br />

Dünyada Bir İlk: “Göz Ameliyatlarında<br />

Dikişsiz Kök Hücre Nakli”


Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011


İçindekiler<br />

4 Açık Kalp Cerrahisinin Geleceği<br />

5 Kalp ve Damar Hastalıklarına Yakalanmamak İçin Risk Faktörlerinden<br />

Uzak Durun<br />

6 Bypass Sonrası İdeal Yaşam Kılavuzu<br />

8 Sonbahar Hastalıklarına Karşı Hazırlıklı Olun<br />

9 Mevsim Geçişlerinde Kilo Almamak Elinizde<br />

10 Yazın Yıpranan Cildiniz İçin Pratik Öneriler<br />

11 Tatil Sonrası Okula Dönüş İçin Anne Babalara İpuçaları<br />

12-13 <strong>Memorial</strong> Güncel<br />

14 Türk Cerrahtan Mısırlı Meslektaşlarına Robot Eğitimi<br />

15 Tek Delikten Prostat Kanseri Tedavisi İle Hayatı Kurtuldu<br />

16 Kalın Bağırsak Kanseri Önlenebilen Bir Hastalıktır<br />

17 40 Yaş Üstü Kadınlarda Görülen Meme Kitleleri Dikkat İstiyor<br />

18 Çocuklukta Kemik ve Yumuşak Doku Tümörleri Büyüme Ağrısı İle Karışmasın<br />

19 Yanlış Ayakkabı Seçimi Ayakları Deforme Eder<br />

20 <strong>Memorial</strong> Antalya Tüp Bebek Merkezi’nin Kalite Standartları Tescillendi<br />

21 Kadına Bağlı Kısırlık Nedenleri Ve Değerlendirilmesi<br />

22 Jinekolojik Cerrahideki Zorluklar Robotik Cerrahinin Avantajları İle<br />

Ortadan Kalkıyor<br />

23 Çikolata Kisti Bebek Hayallerinizi Suya Düşürmesin<br />

24-25 <strong>Memorial</strong> Kemik İliği Nakli Merkezi Hizmetinizde<br />

26 Kemoterapide Kullanılan “Akıllı İlaçlar” Artık Saç Dökmüyor!<br />

27 Masum Sandığınız Horlama Şikayetleriniz Hastalık Habercisi Olabilir<br />

28 Hayatın İçinden<br />

29 Gastroenterolojide Yeni Teknoloji: Endoskopik Ultrasonografi<br />

30 <strong>Memorial</strong> Güncel<br />

31 Prostat Büyümesi Böbrek Yetmezliği İle Sonuçlanabilir<br />

32 Tam Endoskopik Ameliyat İle 30 Dakikada Bel Fıtığından Kurtulun<br />

33 Okullarda Allerjen Tehlikesine Dikkat!<br />

34 Hayatın İçinden<br />

35 Hayatın İçinden<br />

36 Kasık Fıtığı İlaç Tedavisiyle Geçmez<br />

37 Mevsimsel Depresyondan Korunun!<br />

38 Ciddi Hastalıkların Önüne Geçmek İçin Senede Bir Kez Check Up Yaptırın<br />

39 Kalbinizin Ritmi Hayatın Ritmini Yakalayamıyorsa<br />

40 Aort Anevrizmalarında Girişimsel Tedaviler<br />

41 Meme Kanserinin Erken Tanısı İçin Dijital Mamografi<br />

42 Çocuklarda Obeziteye Karşı Günde 60 Dakika Egzersiz<br />

43 Kilom<br />

44 Aşırı Halsizliğin Nedeni Hashimoto Hastalığı Olabilir<br />

45 Soğuk İçecekler Dişlerinizi Sızlatıyorsa<br />

46 Baş Dönmesi Yaşamınızı Çekilmez Kılıyorsa<br />

47 Bel ve Boyun Tutulmalarının Sıklığı Hastalık Belirtisi<br />

48 Sağlıklı Yaşam Okulları<br />

49 <strong>Memorial</strong> Kültür Sanat<br />

50 <strong>Memorial</strong> Anlaşmalı Kurumlar<br />

Sahibi<br />

İstanbul <strong>Memorial</strong> Sağlık Yatırımları A.Ş. adına<br />

Turgut Aydın<br />

Yayın Sorumlusu<br />

Yeliz Soydan ŞENGÜN<br />

Medya ve İletişim Koordinatörü<br />

Yayın Kurulu<br />

Esra Aydemir, Ceren Erdem, Binhan Urfalı,<br />

Yasemin Aktaş, Yasemin Gül, Fulya Daldal,<br />

Selin Konu, Yavuz Öner, Dilara Bedük<br />

Tasarım Ekibi<br />

Zerrin Özcan Sogul, Ceren Yörük<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011


AYIN KONUSU<br />

4<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

AÇIK KALP CERRAHİSİNİN GELECEĞİ<br />

Prof. Dr. Bingür Sönmez - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü<br />

Yirmi yıl önce kalp hastalıklarının tedavisinde çok önemli bir yer alan kalp cerrahisi artık yüzünü değiştiriyor.<br />

Ürolojide taş ameliyatlarının, genel cerrahide mide ülseri operasyonlarının ortadan kalkması gibi kalp cerrahisi de<br />

buna benzer değişimler içinde.<br />

Klasik koroner bypass ameliyatları yerine<br />

artan ameliyatlar<br />

Klasik koroner bypass ve kapak ameliyatlarının azalması üzerine kalp cerrahları, 15<br />

yıl önce % 7.4 olarak gerçekleştirilen endovasküler cerrahi, TAVI gibi işlemlere<br />

yönelerek bu uygulamaları % 21,8 oranında gerçekleştirdiler. Yeni nesil endogreft stent<br />

ile aort anevrizması tedavisinin başarı ile gerçekleştirilmesi, “stent-greft” adı verilen<br />

malzemelerin kullanımı ile hastaları büyük cerrahi girişim gerekmeden tedavi etme<br />

olanağı sağlamaktadır. Birçok merkezde yapılan mekanik kalp uygulamaları da gerçek<br />

hayat kurtarıcı bir ameliyat olan kalp nakli bekleyen biyonik insanlar yaratmaktadır.<br />

CABG: Koroner<br />

Bypass<br />

15 yıl içinde ameliyat edilen 7298 koroner bypass ameliyatı incelendiğinde,<br />

2000 yılına kadar hastaların sadece %5’inde daha önce bypass ve stent<br />

uygulanmış olmasına rağmen, 2000 yılından sonra bu oran %25’i bulmuştur.<br />

CABG: Koroner<br />

Bypass<br />

Valve: Kapak<br />

Other: Diğer<br />

<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Kalp Cerrahisi ekibinin 1996-2010 yılları arasında<br />

gerçekleştirdiği 10.696 ameliyat incelendiğinde, benzer doğal değişim, kalp<br />

cerrahisinde de görülmektedir.<br />

Stent koroner bypass ameliyatlarını<br />

önemli ölçüde azalttı!<br />

15 yıl öncesine kadar yıllık açık kalp ameliyatlarının % 80’den fazlası koroner bypass<br />

ameliyatları olmasına rağmen, beş yıl içinde bu oranın %71’e, 15 yılın sonunda da<br />

%55’e düşmesi; yıllar içinde koroner bypass ameliyatlarının azalacağını göstermektedir.<br />

Bu gelişme Batı ülkelerinde de böyledir. Bunun en önemli nedeni, girişimsel<br />

kardiyolojinin çok gelişmiş olmasıdır. Stentlerin, bypass ameliyatlarını büyük ölçüde<br />

azalttığı bir gerçektir. Çünkü artık çatal damarlar da stentle açılabilmektedir. Ancak<br />

hastanın damar yapısı, darlığın ya da tıkanıklığın bulunduğu noktaya göre cerrahlar<br />

ve kardiyologların ortak kararı ile uygun hastalara koroner bypass uygulanmaktadır.<br />

Koroner bypass yaşı düşmedi!<br />

İstatistik çalışmaları, genç bypass’ıların değil, 80 yaş üzeri bypass ameliyatlarının arttığını göstermektedir. Kardiyologların son yıllarda koroner angiyografi çektikleri<br />

hastayı, direkt olarak cerraha göndermek yerine mutlaka stent uygulanmasını arzu ettikleri bilinen bir gerçek. Kalp krizi ya da damarda darlıkla hastaneye acil olarak<br />

müracaat edenlerde yapılan “hayat kurtarıcı” stent işlemlerine, cerrahlar hastaları adına minnet duymaktadır. Ameliyat öncesi stent uygulanan hastaların (%25) büyük<br />

kısmının, böyle çok başarılı girişimsel işlemlerle hayatı kurtarılan özellikle genç hastalar olduğu da bilinmektedir. Bu hastalar daha sonra seçilmiş şartlarda ameliyata<br />

gönderilmektedir. Cerrahlar, günlük pratikleri içinde çok genç hastaları ameliyat ettiklerinde “Koroner bypass yaşı çok aşağı indi” düşüncesine kapılsa da, gerçek farklı.<br />

Koroner kalp hastalığı 35-40 yaşlarına indi ancak bu hastalar öncelikle stent ile tedavi edildikleri için ameliyatları ertelenmektedir. Koroner bypass ameliyatlarından<br />

sonra düzenli olarak yapılan kontroller sırasında tespit edilen sorunlarında stent ile çözümlenebilmesi ikinci koroner bypass ameliyatlarının (reoperasyon) yüzde<br />

ikinin altına düşmesini sağlamıştır.<br />

Düzenli kontroller çoklu bypass’ı önledi<br />

Modern tedavi yöntemleri ve düzenli kontroller kalp sağlığının korunmasında başarıyı artırmaktadır. Cerrahlar, 5-10 yıl önce koroner bypass ameliyatı yaptığı<br />

hastalarına ikinci ameliyat gerekeceği inancındaydı. Fakat yıllar içinde görülmüştür ki, koroner bypass ameliyatı yapılan hastalar, düzenli ve erken kontroller, girişimsel<br />

kardiyologların başarılı girişimleri ile bu ameliyatların sayısı da gittikçe azalmaktadır. Bu durumda kalp cerrahları klasik koroner bypass ve kapak ameliyatlarından<br />

başka işlemlere (endovasküler cerrahi, TAVI vb…) yönelmekte, böylece bu ameliyatların oranı da 5-10 yıl içinde % 7.4’den % 21,8’ e yükselmektedir. Açık kalp<br />

ameliyatlarının başarısının en değerli göstergesi olan koroner bypass ameliyatlarında başarı oranın istatistiksel olarak % 99’un üzerine çıkması, kalp cerrahları için<br />

övünç vesilesidir. Kalp cerrahisi her zaman var olacak ve hayat kurtarmaya devam edecektir.


KALP VE DAMAR HASTALIKLARINA YAKALANMAMAK<br />

İÇİN RİSK FAKTÖRLERİNDEN UZAK DURUN<br />

Op. Dr. Tamer Bakalım - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü<br />

AYIN KONUSU<br />

Her organ gibi kalbin de beslenmesi gerekmektedir. Kalbin kendisini besleyen<br />

damarlarda, bir başka deyişle “koroner damarlarda” bir hastalık olduğu takdirde<br />

kalbin verimli çalışması mümkün olmayacaktır ve bu durum kişinin hayatını tehdit<br />

edecek boyutlarda ilerlemektedir. Son yıllarda kalp ve damar hastalıklarının görülme<br />

sıklığı hızla artmaktadır. Kadın erkek genç yaşlı demeden toplumun her kesiminden<br />

insanın yaşam kalitesini ciddi ölçüde etkileyen bu hastalıklar için ilk çözüm, risk<br />

faktörlerini ortadan kaldırıp, hastalığın oluşumunu önlemektir.<br />

Risk faktörlerinden korunmanın yolları<br />

Kişinin yaşının, cinsiyetinin, aileöyküsünün veya<br />

sigara içiyor olmasının, kalp ve damar hastalıklarına<br />

yakalanmasında etkisi vardır. Örneğin erkeklerde<br />

40 yaş üstü, kadınlarda ise 50 yaşın üstü risk<br />

taşımaktadır. Öte yandan hastalık erkeklerde ve<br />

sigara içenlerde daha fazla görülmektedir. Kalp ve<br />

damar hastalıklarına ait risk faktörleri, henüz kalp<br />

hastalığına yakalanmamış kişilerde ciddi problemlerin<br />

görülme olasılığını artırırken; kalp damar hastalarında<br />

tablonun daha da ağırlaşmasına neden olabilir. Kalp<br />

ve damar hastalıklarının oluşumuna zemin hazırlayan<br />

risk faktörleri şöyle sıralanmaktadır:<br />

• Yaş: Erkeklerde 40 yaş, kadınlarda ise 50 yaşın<br />

üzerindeki kişilerde risk daha yüksektir.<br />

• Cinsiyet: Kalp ve damar hastalıkları erkeklerde<br />

daha sık görülmektedir.<br />

• Genetik faktörler: Ailesinde kalp ve<br />

damar hastalıklarından birine yakalanmış bir birey<br />

olan kişiler için risk daha yüksektir (Özellikle 45 yaş<br />

altında).<br />

• Hipertansiyon hastası olmak: Yüksek<br />

tansiyon kontrol altında tutulmalı, gerektiği takdirde<br />

ilaç tedavisi alınmalıdır.<br />

• Şeker hastalığı: Şeker hastalığı yani diyabet,<br />

tedavisi yaşam boyu sürmesi gereken önemli bir<br />

hastalıktır. Kan şekeri seviyesinin doktor kontrolünde,<br />

uygun düzeyde tutulması gerekmektedir.<br />

• Kolesterol yüksekliği: Kötü kolesterol<br />

olarak adlandırılan LDL-kolesterolün 130 mg/dl’den<br />

fazla olması, iyi kolesterol olan HDL kolesterol’ün 40<br />

mg/dl’den düşük olması ve total kolesterolün 200<br />

mg/dl’den fazla olması halinde gerekli tıbbi yardım<br />

alınmalı ve tedavi yoluna gidilmelidir.<br />

• Hareketsiz yaşam tarzı: Düzenli fiziksel<br />

aktivitenin kalp ve damar sağlığına olumlu etkisi<br />

bulunmaktadır.<br />

• Fazla kilolar: Kilo fazlanız varsa mutlaka bir<br />

uzmandan yardım almalısınız.<br />

• Tütün kullanmak: Sigara içmemek ve içilen<br />

ortamda bulunmamak çok önemlidir.<br />

• Stres: Stres kalp hastalıkları için önemli bir risk<br />

faktörüdür.<br />

• Sağlıklı beslenmek: Yağlı, kolesterol<br />

yükseltici gıdalardan uzak durmak ve tüm besin<br />

gruplarından olacak şekilde düzenli bir yemek<br />

alışkanlığı kazanmak koruyucu etki yapacaktır.<br />

Bu faktörlerden yaş, cinsiyet, aile öyküsü gibi<br />

faktörler değiştirilemezken, diğerleri için gerekli<br />

düzenlemeler yapılabilmektedir. Kalp sağlığının<br />

korunması için düzenli muayeneden geçmek, gerekli<br />

tetkikleri yaptırmak ve doktorunuzun tavsiyelerine<br />

uymak çok önemlidir.<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011 5


AYIN KONUSU<br />

6<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

BYPASS SONRASI<br />

İDEAL YAŞAM KILAVUZU<br />

Doç. Dr. Azmi Özler - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü<br />

Koroner bypass ameliyatı sonrası sizi yeni bir yaşam bekliyor. Şu anda elinizde yenilenmiş kalp damarlarınız ile sağlıklı<br />

bir yaşam şansınız var. Unutmayın; “Nasılsa damarlarım yenilendi” düşüncesiyle sigara içilmesi, düzensiz<br />

beslenilmesi, şeker ve tansiyona dikkat edilmemesi gibi durumlarda, değiştirilmiş kalp damarlarınız size yeniden sorun<br />

yaratabilir; anjioya, stent takılmasına ve tekrar bypass ameliyatı olmanıza sebep olabilir. Eğer bir ameliyat olmuş iseniz<br />

bundan sonraki süreçte ameliyatın gerektirdiği kurallara uyarak yaşamalısınız.<br />

Kendinizi ameliyat olmuş<br />

kişilerle kıyaslamayın<br />

Herkesin elleri ve parmakları vardır; ama herkesin<br />

parmak izleri farklıdır. Aynı bu örnekte olduğu gibi<br />

her insanın damarları, takılan damarlar, tansiyon,<br />

şeker ve böbrek hastalığı olup olmaması gibi<br />

nedenlerle ameliyat sonrası iyileşme ve toparlanma<br />

süreleri farklıdır. Bunun için asla daha önce ameliyat<br />

olmuş kişilerle kendinizi kıyaslamayın. Ancak genel<br />

olarak belirtecek olursak; yatış, ameliyat ve ameliyat<br />

sonu ile 7 -10 günlük bir süreç içerisinde taburcu<br />

olunabilmektedir.<br />

Eski iş gücünüze kavuşmanız<br />

bir ayı bulabilir<br />

Ameliyat sonrası amacımız hastanın ilk bir ay<br />

içerisinde eski iş gücüne kavuşmasını sağlamaktır.<br />

Elbette hasta ameliyat sonrası hemen yürümeye<br />

başlayacaktır; ancak bazı ameliyat izlerinin geçmesi<br />

1ayı bulabilmektedir. Kişi, araba kullanmaya<br />

ameliyattan 2 ay sonra başlayabilir. Aslında bunu 1 ay<br />

sonra da yapabilmektedir; ancak halk arasında iman<br />

tahtası (sternum) olarak bilinen kemiğin oynama riski<br />

olduğundan bunu önermiyoruz. Bunun için mümkün<br />

olduğunca 2 ay ve sonrasında araba kullanılmalıdır.<br />

2 ay sonrasında yüzebilirsiniz<br />

Kalp ameliyatı olmuş bir kişi elbette spor yapabilir.<br />

Örneğin mücadele gerektiren bir futbol ya da tenis<br />

maçı yapabilir. Ancak bu tür sporların yapılmasına<br />

ameliyat sonrası gerekli kontrollerin yapılması<br />

sonucu doktorunuz karar vermelidir. Ameliyat<br />

sonrası yapılabilecek en güzel spor; düzenli<br />

yürüyüşlerdir. Her gün ve 30’ar dakika yapılacak<br />

yürüyüşler uygun olabilir. Ameliyat sonu dönemde<br />

kansızlık nedeniyle halsizlik ve yorgunluğunuz olabilir.<br />

Kendinizi zorlamamaya özen gösterin. Yapılabilecek<br />

bir diğer spor da yüzmedir. Ancak kulaç atılarak<br />

yapılacak yüzme sporuna ameliyattan 2 ay sonra<br />

başlanmalıdır. Kulaç atılacağı için kemiğin kaynama<br />

süresini beklemek gerekmektedir. Bu da 2 aylık bir<br />

süreç içermektedir. Çok sıcak ve çok soğuk, yüksek<br />

nem, rüzgâr ve hava kirliliğinin olduğu havalarda<br />

dışarı çıkmamaya da dikkat edilmelidir.<br />

Kalbinizi seviyorsanız…<br />

Ameliyat sonrası belirleyeceğiniz yaşam tarzınız<br />

ile kalp sağlığınızı korumak sizin de elinizde…<br />

Öncelikle dikkat etmeniz gereken, ideal kilonuzu<br />

korumak olacaktır. Şeker, tuz ve kolesterolden<br />

fakir gıdalar ile beslenmelerini öneriyoruz. Kırmızı<br />

et yerine beyaz eti tercih edebilirsiniz. Hayvansal<br />

yağlardan uzak durmak bu dönem için önemlidir.<br />

Sigarayı asla önermiyoruz. Alkol tüketirken önemli<br />

olan sıklık, miktar ve türlerin dışına çıkmamanızdır.<br />

Ameliyattan sonra doktorun izni ile bira, şarap gibi<br />

içkiler içilebilir; ancak mümkünse alkol alınmasını da<br />

önermemekteyiz.<br />

Tüm bunlara dikkat etmeniz kalp sağlığınız açısından<br />

olumlu olacaktır. Bu süreçte dikkat edilecek bir diğer<br />

konu da cinsel yaşamınız olmalıdır. Ameliyattan 6<br />

hafta sonra partneriniz ile cinsel ilişki yaşayabilirsiniz.<br />

Kendi heyecan durumunuzu ayarlayarak ve pozisyon<br />

kısıtlamalarına dikkat ederek cinsel yaşamını<br />

sürdürebilirsiniz.<br />

C<br />

M<br />

Y<br />

CM<br />

MY<br />

CY<br />

CMY<br />

K


B i R i K i M D E<br />

“Para biriktiremiyorum” diyenlere<br />

Mevduat Biriken Hesap<br />

Mevduat Biriken Hesap ile ister kendiniz ister aileniz için düzenli olarak<br />

yatırım yapın; aylık 50 TL, 50 USD, 50 EUR’dan başlayan küçük tutarlarla<br />

geleceğinizi şimdiden güvence altına alın.<br />

Mevduat Biriken Hesap ayrıcalıklarıyla hayat Deniz’de güzel!<br />

Başvuru için: DenizBank şubeleri<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011 7<br />

www.denizbank.com 444 0 800<br />

Okyanuslarda üç metreye kadar büyüyebilen barakudalar sürü halinde dolaşır.


DAHİLİYE<br />

8<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

SONBAHAR HASTALIKLARINA<br />

KARŞI HAZIRLIKLI OLUN<br />

Uz. Dr. Murat Görgülü- <strong>Memorial</strong> Etiler Tıp Merkezi Dahiliye Bölümü<br />

Havaların bir ısınıp bir soğuduğu sonbahar ayları, grip başta olmak üzere<br />

birçok enfeksiyonun sık görüldüğü ve alerjik rahatsızlıkların nüks ettiği<br />

aylardır. O nedenle yüzden bu mevsimde bazı önlemlerin alınması gerekmektedir.<br />

Doğru beslenme, düzenli egzersiz ve vitamin takviyesi çok önemli<br />

Sıcak ve güneşli günlerin ardından daha soğuk ve güneşin kendini az gösterdiği sonbahar mevsiminde, insan metabolizmasında<br />

bazı olumsuz değişimler de oluşabilir. Yazın hızlanan ve aktivite artışı ile daha çok enerji harcamamızı sağlayan<br />

metabolizmamız ısı ve enerji korumak amaçlı olarak yavaşlamaya başlar. Vücut metabolizmasındaki yavaşlama,<br />

besinlerin depolanarak vücutta yağ miktarının artmasına yol açar. Sonbaharla birlikte yavaşlamaya başlayan<br />

metabolizma nedeniyle hem kilo almaya eğilim artabilir, hem de vücut direncimiz düşebilir. Bunu yenebilmek<br />

için düzenli beslenip, vitamin takviyesi almak ve egzersiz yapmak en iyi çözümdür.<br />

Sonbahar ve kış aylarında vücut, depoladığı birçok vitamin ve direnç artırıcı maddeyi tükettiğinden, bol<br />

taze meyve ve sebze yenilmesi gerekmektedir. Bu mevsim dönümünde insanlarda bir takım hormonal<br />

değişiklikler de görülür. Örneğin; böbrek üstü bezinde üretilen bazı hormonların düzeyindeki değişiklikler<br />

nedeniyle hastaların bağışıklık sistemlerinde bir zayıflama gözlenir. Buna ek olarak; sürekli ısınıp, soğuyan<br />

hava, kendini bir gösterip, bir saklanan güneş nedeniyle insanlar giyinmelerinde de problem yaşar. Bu<br />

da vücut direncini olumsuz yönde etkilemektedir. Alerjik rahatsızlıklar da özellikle ısı değişimi ve viral<br />

enfeksiyonların tetiklemesiyle belirgin bir artış gösterir. Evlerde ve işyerlerinde artan rutubet ve havadaki<br />

nem nedeniyle küf mantarları ve bunlara bağlı reaksiyonlarda da artış gözlenir.<br />

Havasız ortamda durmayın<br />

Mevsim dönümlerinde bağışıklık sisteminin ve enfeksiyonlara karşı savunmanın zayıflaması, özellikle;<br />

yaşlı, çocuk, gebe ve kronik hastalığı olan grup için önemlidir. Okulların açılması ve insanların kapalı<br />

ortamlarda toplu halde bulunmaya başlamaları ile birlikte hastalıkların taşınması ve bulaşması da artış<br />

gösterir, toplu yaşam alanları, işyerleri ile kreşlerde küçük salgınlar dahi görülebilir.<br />

Kıyafet seçiminizi hava durumuna göre yapın<br />

Başta solunum yolunu ilgilendiren hastalıklar ile çocukluk hastalıkları, hem vücut direncindeki<br />

düşme hem de bulaşma ortamının oluşması nedeniyle daha sık görülmeye başlar. Sonbahar<br />

aylarında karşı karşıya olduğumuz bu tehlikeleri bilip, buna karşı önlem almamız başlıca<br />

amacımız olmalıdır. Örneğin; hava durumunu iyi takip edip uygun giysilerle dışarı çıkmak,<br />

havasız ve kapalı mekanlarda uzun süre kalmamak, öpüşmemek, alerjenlerin yoğun olduğu<br />

bölgelerde uzun süre kalmamak, bol taze meyve ve sebze tüketmek, gerektiğinde vitamin<br />

takviyesi almak bizi enfeksiyonlara karşı koruyabilir.<br />

Gribal enfeksiyonlar zatürreye kadar götürebilir<br />

Yetişkinlerde gribal enfeksiyonlar da sonbahar ayları ile birlikte gittikçe artan sıklıkta<br />

görülmeye başlar. Hem iş gücü kaybı, hem de hayat kalitesinde önemli düşüş yapan bu<br />

hastalık, bir takım virüslerin solunum sistemi yoluyla alınması ile oluşur. Ateş, halsizlik,<br />

yaygın kas ve eklem ağrıları, iştahsızlık ile baş ağrısı belli başlı klinik bulgusudur. Özel<br />

bir tedavisi olmamakla birlikte; hastalara kesin yatak istirahati, vitamin takviyesi<br />

ve klinik bulgulara göre ilaç tedavisi verilmelidir.Gribal enfeksiyonun nezle ve<br />

basit üst solunum yolu enfeksiyonundan ayırıcı tanısının dikkatle yapılması<br />

gerekmektedir. Hastalarda özellikle iki günden uzun süren ateş ve diğer<br />

bulgulardan herhangi biri mevcut ise doktor yardımı almaları önemlidir.<br />

Gribal enfeksiyon sonrası zatürre gibi ağır enfeksiyonlar gelişebilir.<br />

Sonbahar mevsiminde vücut direncinin düşük olabileceğini bilip<br />

önlem almak, grip aşısı olarak hastalığın bulaşmasını ve yerleşmesini<br />

önlemek en iyi yöntemdir.


Metabolizmanızı sonbahara<br />

hazırlayın<br />

Sıcak yaz günlerinin yerini sonbahara bıraktığı bu<br />

aylarda metabolizmanın da yavaşlamaya başlaması<br />

ile birlikte çok daha fazla karbonhidratlı yiyecek<br />

yeme ihtiyacı duyulabilir. Havaların soğumasıyla<br />

birlikte değişen metabolizma hızımızı düzenlemek<br />

ve kilo kontrolünü sağlayabilmek için beslenmemizi<br />

gözden geçirmemiz çok faydalı olacaktır.<br />

Bu dönemde dikkat edilmezse kilo<br />

artışı kaçınılmaz hale gelir.<br />

Peki hem sağlık problemi<br />

yaşamamak hem de kilo artışını<br />

engellemek için neler yapmanız<br />

gerekiyor?<br />

• Metabolizmanızı iyi çalışır duruma getirmek<br />

için mutlaka güne kahvaltı yaparak başlamanız<br />

gerekmektedir. İyi bir kahvaltı ile güne başlamak sizin<br />

hem direncinizi koruyacak hem kilo kontrolünde<br />

siz yardımcı olacak hem de metabolizma hızınızın<br />

yavaşlamasını engelleyecektir.<br />

MEVSİM GEÇİŞLERİNDE<br />

KİLO ALMAMAK ELİNİZDE<br />

Dyt. Yeşim Çelik- <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Beslenme ve Diyet Bölümü<br />

• Yazın sıcaklar nedeniyle rahatlıkla içtiğimiz suyu<br />

kışın rahatlıkla tüketemeyiz. Su vücudumuzdaki<br />

bütün metabolik reaksiyonların temel direğidir.<br />

Soğuk havada su kaybımız daha az olduğu için<br />

susama hissimiz azalır, ancak su ihtiyacımızı yine<br />

de karşılamamız gerekmektedir. Metabolizmanızı<br />

çalıştırmak için susamasanız bile günde 2-2,5 (10-<br />

14 bardak) litre su tüketilmesi gerekmektedir.<br />

• Soğuk hava nedeniyle kışın favori içecekleri<br />

genellikle sıcak içeceklerdir. Sıcak içecek olarak<br />

genellikle kafein- tein içeriği yüksek olan çay- kahve<br />

tercih edilmektedir. Bu konuda bizim önerimiz<br />

bitki çaylarınının tercih edilmesidir. Kuşburnu çayı<br />

C vitamini içerdiği için, rezene çayı gaz sorunlarına<br />

iyi geldiği için tercih edilebilir.<br />

• Hastalıklardan korunmak ve savunma<br />

mekanizmamızı güçlendirmek için de A ve C<br />

vitamininden yeterli beslenmek gerekir. Sonbahar<br />

ve kış sebze- meyveleri de bu konuda bize yeterli<br />

oranda A ve C vitamini sağlayacaktır. Narenciye<br />

(portakal, mandalina, greyfurt), havuç, kivi,<br />

lahanagiller (karnabahar, lahana, brokoli, Brüksel<br />

lahanası), yeşil yapraklı sebzeler (maydanoz, tere,<br />

ıspanak) A ve C vitamininden zengin besinlerdir.<br />

• Gerek günlerin kısalması gerekse havaların<br />

soğuması ile birlikte fiziksel aktiviteler azalmaktadır.<br />

Lifli besinlerin tüketiminin de azalması sonucu<br />

BESLENME VE DİYET<br />

kabızlık sorunu kendini göstermektedir. Bu nedenle<br />

kış mevsiminin vazgeçilmez yiyeceklerinden kuru<br />

baklagillerin, kepekli tahılların (esmer ekmek, bulgur,<br />

kepekli makarna / pirinç / erişte / un) ve özellikle<br />

C vitamininden zengin sebze ve meyvelerin<br />

tüketimine ağırlık verilmelidir.<br />

• Kış yaklaştıkça, vücudumuz ısı değişikliğine<br />

uyum sağlayabilmek adına harcadığı enerjiyi<br />

düşürür. Azalan fiziksel aktiviteye paralel olarak yağ<br />

ve şeker tüketimi de kısıtlanmalıdır.<br />

• Bu aylarda güneş yüzünü daha az<br />

gösterdiğinden, D vitamini gereksinmesini<br />

karşılamakta sıkıntılar yaşanmaktadır. Bu nedenle<br />

havanın güneşli olduğu günlerde 20-25 dakika<br />

kadar güneş ışığından direkt olarak yararlanmaya<br />

(hafif tempolu yürüyüşler olabilir) ve haftada 2<br />

- 3 kez balık yiyerek kalp sağlığınızı korumaya ve<br />

kemiklerimizin de günesin eksikliğini (D vitamini<br />

yetersizliği) daha az hissetmesini sağlamaya<br />

çalışabilirsiniz.<br />

• Uzun süreli açlıklardan kaçınılmalıdır. Enerji<br />

ihtiyacının karşılanması için fast-food ya da yağdan,<br />

şekerden zengin gıdalara yönelinmemelidir. Soğuk<br />

günlerde “Tatlı yersem ısınırım” mantığından<br />

vazgeçilmeli, gün içerisinde yeterli ve dengeli<br />

beslenerek vücudun ısı dengesinin korunması<br />

sağlanmalıdır.<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

9


ÜROLOJİ<br />

10<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

YAZIN YIPRANAN CİLDİNİZ<br />

İÇİN PRATİK ÖNERİLER<br />

Uz. Dr. Lütfiye Çoban- <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Dermatoloji Bölümü<br />

Yaz ayları boyunca maruz kalınan güneş ışınları, deniz ve havuz suyu<br />

ile temas ve sık banyo yapmak gibi dış etkenler, derinin hem sağlığını<br />

hem de estetik görünümünü olumsuz etkiler. Yaz sonunda deri daha<br />

mat, kuru ve kabalaşmış bir görünüm alır. Çil ve lekelenmeler görülebilir,<br />

uzun dönemde de erken cilt yaşlanması söz konusu olur. Yaz boyunca alınacak önlemler<br />

ile bu çevresel faktörlerin deriye vereceği zararları önlemek mümkündür. Ayrıca sonbaharkış<br />

aylarında yapılacak kişisel bakımlar ve dermatoloji uzmanlarınca yapılacak profesyonel<br />

müdahaleler ile zararı minimuma indirmek söz konusu olabilmektedir.<br />

Özellikle yaz boyunca güneş ışınlarından etkili ve doğru<br />

şekilde korunulmalıdır. Bu amaçla,<br />

• Saat 11.00-16.00 arasında açık havada kalınmamalı<br />

• Sık dokunmuş açık renk giysiler tercih edilmeli<br />

• Uygun bir güneş koruyucu ürün kullanılmalıdır.<br />

Kuruyan cildiniz için…<br />

Sık banyo yapmak, banyoda kullanılan sabun ve diğer temizleyici ürünler ve<br />

deniz ve havuz suyu deriyi kurutur. Kuruyan deri pul pul ve mat görünür,<br />

esnekliğini kaybettiği için çatlamalar oluşur. Bu durum, cildin çok daha kolay<br />

tahriş olmasına, kaşınmasına ve değişik egzama tablolarının oluşmasına yol açar.<br />

Yazın derinin kurumasını engellemek için şu önlemler faydalı olacaktır;<br />

• Banyo süresi 15 dakikadan kısa tutulmalıdır.<br />

• Vücut için sert ve deriyi kurutan sabunlar yerine nemlendiricili sabunlar,<br />

temizleyiciler tercih edilmelidir.<br />

• Sadece serinlemek amacıyla yapılan duşlarda sabun kullanılmayabilir.<br />

• Sık banyo yapıldığı zaman tüm vücut yerine sadece terleyen bölgeler<br />

sabunlanabilir.<br />

• Vücut için banyo sonrası, nemlendirici krem ve losyonlar kullanılmalıdır.<br />

• Özellikle yüz için kullanılan nemlendiricilerin antioksidan içermesi tercih<br />

edilebilir.<br />

Peeling ve kese cildinize ışıltı verir<br />

Yaz sonunda kişisel yüz ve vücut peelingleri veya kese uygulamaları güneş<br />

ışınları nedeniyle kalınlaşan üst deriyi uzaklaştırarak derinin tekrar parlak ve<br />

canlı görünmesini sağlayacaktır. Sonbahar-kış ayları boyunca dermatoloji<br />

uzmanlarınca 2-4 hafta aralıklarla uygulanacak profesyonel peelingler ise<br />

lekeler ve cilt yaşlanmasına yol açan değişiklikleri azaltacaktır. Yine bu dönemde<br />

kullanılacak antioksidan ve antiage kremler, yazın yarattığı tahribatı azaltmaya<br />

yardımcı olacaktır.<br />

Uzman yardımı alın<br />

Yazın karşılaşılan dış etkenler değişik egzama tablolarına, viral, bakteriyel,<br />

mantar enfeksiyonlarına yol açmışsa, cildinizde leke veya çil gibi kozmetik<br />

sorunlar meydana geldiyse bu tabloların tedavisi dermatoloji uzmanı tarafından<br />

düzenlenmelidir.


TATİL SONRASI OKULA<br />

DÖNÜŞ İÇİN ANNE BABALARA İPUÇLARI<br />

Yeni okul dönemine<br />

olumlu başlangıç<br />

yapmak çocuğun<br />

davranışlarını, güven<br />

durumunu, sosyal ve<br />

akademik başarısını<br />

etkiler. Uzun bir tatil<br />

döneminden sonra okula<br />

uyum sağlamak, anne-baba<br />

ve çocuklar için güç olabilir.<br />

Bu süreçte anne-babalar<br />

önceden plan yaparak,<br />

gerçekçi ve olumlu bakış<br />

açısı geliştirerek öğrencilere<br />

destek olabilirler. Tatil sonrası<br />

okula yeniden uyumu<br />

sağlamak için bazı öneriler<br />

şunlardır:<br />

1. Olumlu Fiziksel ve Ruhsal Gelişim<br />

Önemlidir. Çocuğunuzun fiziksel ve ruhsal<br />

sağlığının yerinde olduğundan emin olun. Çocuk ve<br />

diş doktoruyla v.b. görüşmelerinizi erken dönemde<br />

ayarlayın. Çocuğunuzun duygusal veya psikolojik<br />

gelişimiyle ilgili endişelerinizi uzmanlarla paylaşın.<br />

2. Bilgileri Gözden Geçirin. Okuldan<br />

gönderilen yazılı belgeleri inceleyin. Belgeler<br />

çocuğun öğretmeni, sınıfı, okul için gerekli<br />

malzemeler, serbest zaman etkinlikleri, v.b. önemli<br />

bilgiler içermektedir.<br />

3. Ajandanıza Not Düşün. Önemli günleri<br />

kişisel takviminiz üzerinde işaretleyin.<br />

4. Okul Alışverişini Erken Yapın. Okul açılmadan biriki<br />

hafta önce alışverişinizi tamamlayın. İlköğretim<br />

çağındaki çocuklar size yardımcı olabilirler. Alışveriş<br />

listesini birlikte gözden geçirebilirsiniz.<br />

5. Uyku ve Yemek Saatlerini Yeniden<br />

Düzenleyin. Okullar açılmadan en az bir hafta<br />

önce uyku ve yemek düzeninizi özellikle kahvaltı<br />

saatlerini yeniden planlayın.<br />

Pedagog Dr. Melda Alantar- <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong><br />

6. Televizyonu Kapatın. Çocuğunuzu<br />

televizyon izlemek yerine yap- bozla uğraşma,<br />

boyama, kitap okuma v.b. etkinliklere yönlendirin.<br />

Bu konuda onunla anlaşma yapın, yasakçı tavırla<br />

yaklaşmayın.<br />

7. Çocuğunuzla Birlikte Okulunu<br />

Ziyaret Edin. Çocuğunuz küçükse ya da yeni<br />

bir okula başlıyorsa onunla birlikte okula gidin.<br />

Öğretmenle tanışmak, sınıf, yemekhane, bahçeyi<br />

görmek okul öncesi hissedilen endişenin azalmasını<br />

sağlar.<br />

8. Arkadaşlarıyla Program Yapmasını<br />

Destekleyin. Okul açılmadan önce çocuğunuzu<br />

sınıf arkadaşlarıyla buluşarak olumlu sosyal ilişkiler<br />

kurması için destekleyin.<br />

9. Ev Ödevleri İçin Uygun Alan Seçin.<br />

İlköğretim çağındaki çocuklar kendi odalarında<br />

veya evin sessiz bir köşesinde çalışabilirler. Okula<br />

yeni başlayan çocuklar için ise oturma odası ya da<br />

mutfak gibi ortak kullanım alanlarında erişkinlerin<br />

denetim ve gözetimlerine olanak sağlayan bir<br />

çalışma köşesi oluşturulabilir.<br />

10. Okul ve Beslenme Çantaları İçin<br />

Yer Belirleyin. Okul eşyaları, anne-babanın<br />

okuması için eve gönderilen yazılı belgeleri<br />

v.b. koymak için bir yer belirleyin. Her akşam<br />

okul çantasının düzenlenmesinin çocuğunuzun<br />

sorumluluğu olduğunu hatırlatın.<br />

11. İşlerinizi Azaltın. Yeni okul döneminde<br />

çocuğunuzun hissedebileceği endişeyi yenmesi ve<br />

okul düzenine alışmasına yardım olabilmek için<br />

serbest zamana ihtiyaç duyabilirsiniz.<br />

12. Beslenme Çantalarını Bir Gece<br />

Önce Beraber Hazırlayın. İlköğretim<br />

çağındaki çocuklar kolay yemekler hazırlayabilirler.<br />

13. Çalar Saati Ayarlayın. Çocuklar<br />

sabah kalkabilmek için çalar saatlerini kendileri<br />

kurabilirler. Sabah okul için hazırlanmak, kahvaltı<br />

etmek için çocuğunuza yeterli zaman tanıyın.<br />

14. Okul Sonrası Saatleri Planlayın.<br />

Eve döndüğünde sizi bulamadığı zaman neler<br />

yapılması gerektiğini çocuğunuzla konuşun.<br />

15. Kitap ve Defterlerini Gözden<br />

Geçirin. Yıl içinde öğreneceği bilgiler hakkında<br />

onunla konuşun. İçerikleri kavrama yeteneğine<br />

olan güveninizi ona açıklayın.<br />

16. Öğretmenine Kısa Not Gönderin.<br />

Çocuğunuzun okuldaki durumuna ilişkin geri<br />

bildirim almak istediğinizi öğretmenine iletin.<br />

PEDAGOJİ<br />

17. Okul Ortamında Yardım<br />

Alacağınız Kaynakları Belirleyin. Size<br />

ve çocuğunuza yardımcı olacak kişileri belirleyin.<br />

(Müdür, psikolojik danışman, serbest zaman<br />

etkinlikleri koordinatörü gibi)<br />

18. Çocuğunuzun Sorunlarına İlgi<br />

Gösterin. Çocuğunuzun okul konusunda<br />

endişeleri varsa beslenme veya okul çantasına onu<br />

yüreklendirecek özel notlar yazıp bırakın.<br />

19. İlk haftalar Aşırı Tepki Vermeyin.<br />

Özellikle yuvaya, birinci sınıfa başlayan çocuklar<br />

ayrılık endişesi veya çekingenlik yaşayabilirler. Onu<br />

bıraktıktan sonra fazla oyalanmadan, onu sevdiğinizi<br />

ve gün boyunca düşüneceğinizi, okul bitiminde onu<br />

gelip alacağınızı söyleyin. Sakin ve olumlu davranın.<br />

20. Olumsuz Deneyimlerin Yarattığı<br />

Endişeyi Göz Ardı Etmeyin. Akademik<br />

veya sosyal konularda güçlük yaşayan veya<br />

arkadaşları tarafından alay edilen, zorbalıkla<br />

karşılaşan öğrenciler okula yeniden dönmeyi<br />

istemezler. Sorunlarınızı okul yönetimine aktarın,<br />

onlarla işbirliğine girin. Yeni okul döneminde<br />

benzer sorunlarla karşılaşmayacağını çocuğunuza<br />

aktarın.<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

11


GÜNCEL<br />

12<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

MEMORIAL DİYARBAKIR<br />

HASTANESİ AÇILDI!<br />

Uğur Genç - <strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu Genel Müdürü<br />

<strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu, sağlık hizmetlerindeki mükemmellik anlayışını<br />

ve kalite standardını İstanbul ve Antalya’dan sonra <strong>Memorial</strong><br />

Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne taşıdı.<br />

<strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu Genel Müdürü Uğur Genç, grubun 8. <strong>hastanesi</strong> olan ve Eylül ayı<br />

itibariyle hizmete açılan <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> hakkında bilgi verdi.<br />

<strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong>; saygın<br />

ve güçlü akademik doktor kadrosu, ileri<br />

teknolojiye sahip tanı tedavi üniteleri,<br />

memnuniyet odaklı etkin hasta bakımı,<br />

kaliteli otelcilik hizmetleri ve modern<br />

mimarisi ile sadece Diyarbakır’a değil,<br />

tüm bölgeye hizmet sunabilecek<br />

şekilde tasarlandı. <strong>Memorial</strong> Diyarbakır<br />

Hastanemiz ile Güneydoğu Anadolu<br />

Bölgesi’ne <strong>Memorial</strong> kalitesinde<br />

uluslararası sağlık hizmeti getirmenin ve<br />

bölgeye A sınıfı hastane kazandırmanın<br />

mutluluğunu yaşıyoruz.<br />

Yaklaşık 35 milyon dolarlık yatırımla hayata geçen<br />

<strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> 350 kişilik medikal<br />

ve idari kadrosu ile 14 bin metrekarelik kapalı<br />

alanda, 140 yatak kapasitesi ile hizmet verecek.<br />

Hastanemizde 6 ameliyathane bulunuyor. En son<br />

teknolojik cihazlarımızla; Genel Yoğun Bakım ve<br />

Yenidoğan Yoğun Bakım’da 15’er yatak, KVC Yoğun<br />

Bakım’da 5 yatak ve Koroner Yoğun Bakım’da 3<br />

yatak ile hizmet veriyoruz. Ameliyathanelerimiz ve<br />

radyolojimiz yeni ve en gelişmiş cihazlar ile hizmet<br />

verecek. Modern tıp mimarisine göre hazırlanmış<br />

konforlu hasta odalarımızda hastalarımızın her türlü<br />

ihtiyacı düşünüldü. Ayrıca suit odalarımız ve özürlü<br />

hastalarımız için özel hazırladığımız odalarımız da<br />

bulunuyor.<br />

Hastanemiz Diyarbakır Diclekent’te, havaalanına yakınlığı ve merkezi konumu açısından stratejik bir noktada yer alıyor. Bu sayede sadece<br />

Diyarbakır halkı değil; Batman, Mardin, Şanlıurfa, Adıyaman,Elazığ, Bingöl, Muş, Bitlis gibi yakın iller ve yurtdışından gelecek hastalarımız son derece<br />

rahat şekilde hastanemize ulaşabilecekler.


Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

GÜNCEL<br />

Teknolojinin ulaştığı en ileri düzeyde hizmet veriyoruz<br />

<strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong>; radyasyon onkolojisinde yeni teknoloji LINAC cihazı, PET CT, filmsiz hastane özelliği sağlayan PACS sistemi, en ileri<br />

cihazlarla donatılmış radyoloji Bölümü (1,5 Tesla MR, 64 kesitli BT, dijital röntgen, dijital mamografi, floroskopi, 4 boyutlu ultrasonlar, gama kamera...),<br />

gün ışığı alan yoğun bakım üniteleri (KVC, Genel, Koroner ve Yeni Doğan), koroner anjio cihazı ve anjio servisinin yanı sıra; modern ve ferah dekore<br />

edilmiş poliklinikleri, hasta odaları ve modern mimarisi ve iklimlendirmesi ile hastalarına hem kalite hem de konforu bir arada sunacak şekilde<br />

hazırlandı.<br />

SGK anlaşmaları kapsamında hizmet veriyoruz<br />

<strong>Memorial</strong> Diyarbakır Hastanemiz, SGK anlaşmalı bir hastane olarak tüm branşlarda, SSK, Emekli Sandığı, Bağ-Kur ve devlet memurlarının hizmetinde<br />

olacak. Özel sağlık sigortalı hastalarımız için sigorta anlaşmalarımız mevcut durumda.<br />

Tüm branşlarda Güneydoğu’nun referans merkezi olacağız<br />

<strong>Memorial</strong>’in dünyada ve Türkiye’de referans merkezi olarak gösterilen pek çok bölümü var. Her yıl yerli, yabancı yüz binlerce hastayı sağlığına<br />

kavuşturuyoruz. Diyarbakır’da kardiyoloji, kalp cerrahisi, onkoloji, üroloji, kadın sağlığı, hematoloji branşlarında ve yoğun bakımlarda çok iddalıyız.<br />

Kaliteli, etik ve hasta odaklı hizmet anlayışımız ile bölgedeki sağlık kalitesini de artıracağımızı düşünüyoruz. Diğer hastanelerimizde tecrübe ederek<br />

öğrendiğimiz medikal ve idari bilgi birikimimizi, Diyarbakır Hastanemiz vasıtasıyla aslında tüm bölgeye yayıyor olacağız. 11 yıldır büyüyen, gelişen<br />

<strong>Memorial</strong>’ın dünya standartlarındaki hizmet anlayışı ve tecrübesini tüm Güneydoğu Anadolu Bölgesine aktarmaktan mutluluk duyacağız.<br />

Komşu ülkelerden gelen hastalarımızı Diyarbakır’da tedavi edeceğiz<br />

İstanbul ve Antalya’da bulunan hastanelerimizde her yıl yaklaşık 65 farklı ülkeden gelen hastaya sağlık hizmeti sunuyoruz. Uluslararası üne sahip<br />

akademik hekim kadromuz ve ileri tanı tedavi hizmetlerimizle pek çok ülkede tanınıyoruz. Diyarbakır hastanemize de özellikle Suriye, Kuzey Irak gibi<br />

komşu ülkelerden ve yakın coğrafyadan büyük ilgi olacağını düşünüyoruz. Artık yabancı hastalarımıza İstanbul ve Antalya’daki hastanelerimizin yanında<br />

Diyarbakır hastanemizde de tedavi olma olanağını da sunarak, bölgede sağlık turizmi alanında öncü olmayı amaçlıyoruz.<br />

13


ÜROLOJİ<br />

14<br />

TÜRK CERRAHTAN<br />

MISIRLI MESLEKTAŞLARINA<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

ROBOT EĞİTİMİ<br />

<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Üroloji Bölümü’nden Prof. Dr. Derya Balbay, Kahire Üniversitesi Milli Kanser Enstitüsü’nde<br />

Mısırlı cerrahlara, da Vinci Robotik Cerrahi eğitimi verdi. da Vinci Robotik Cerrahi ile bağırsaktan yapay mesane<br />

yapımı konusunda dünyada 10 cerrahtan biri olan Prof. Dr. Balbay, Mısır’da erkeklerde en sık görülen kanser türleri<br />

arasındaki mesane kanserinin eğitimi için bir de ameliyat gerçekleştirdi.<br />

Robotik cerrahi ile mesane kanseri ameliyatı; mesanenin çıkarılması, lenflerin temizlenmesi ve ince bağırsak kullanılarak yeniden bir mesane yapılması, bunun<br />

mesaneye gelen idrar yollarına bağlanması ve idrarın mesaneden dışarı atılmasının sağlanması ile gerçekleşiyor. Yaklaşık 8 saat süren bu ameliyat, Dünya’da genellikle<br />

robot ile başlayıp açık cerrahi ile tamamlanıyor. Bu alanda dünyada yapılan 200 ameliyatın 39’unu gerçekleştiren ikinci cerrah olan Prof. Dr. Derya Balbay, 65 ameliyatla<br />

dünyada ilk sırada yer alan Prof. Dr. Peter Wiklund’dan farklı teknikler uyguluyor.<br />

<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Üroloji Bölümü’nden Prof. Dr. Derya Balbay, da Vinci robotik Cerrahi ile<br />

mesane kanseri ameliyatı ve ameliyatın dünyada uygulanış tekniği hakkında bilgi verdi.<br />

Robot kullanmak için açık cerrahiyi ve robotik prostat ameliyatlarinı çok iyi bilmek şart!<br />

Dünya’da erkekler arasında en sık görülen 4. kanser türü olan mesane kanseri, da Vinci Robotik Cerrahi ile hastaya ameliyat sırasında ve<br />

sonrasında büyük bir konfor sağlamaktadır. Ancak mesane kanseri ameliyatını robot ile gerçekleştirmek için cerrahın özellikle açık cerrahide<br />

çok fazla deneyiminin olması gerekir. Bunun dışında belli bir sayıda, örneğin; 60-70 robotik prostat kanseri ameliyatı yaptıktan sonra robotik<br />

mesane kanseri ameliyatı yapmak gerekir. Robot kullanacak olan hekimler; robotun hareket kabiliyeti, aletlerin değiştirilmesi ve teknik arıza<br />

gibi konularda eğitim almaktadır.<br />

Mısırlı cerrahlara eğitim<br />

Mısır’da; bir parazitten dolayı mesane kanseri çok sık görülmektedir. Bu nedenle Mısırlı cerrahlar da bu alanda açık ameliyatlarda dünyada söz sahibi olan cerrahlardır.<br />

Yaklaşık 6-7 günlük eğitim sürecinin ardından bir ameliyat gerçekleştirdik. Daha sonra aşamalı olarak Mısırlı cerrahlar bizim gözetimimizde robot ile mesane kanseri<br />

ameliyatı yaptılar.<br />

Eğitim alan cerrahlar aktif olarak ameliyat yapabiliyor<br />

Biz eğitim vererek döndükten sonra onlarla yazışmamızda 2 ameliyat daha gerçekleştirdiklerini öğrendik. Ancak bu ameliyatın ilk safhasını, yani mesanenin çıkarılması<br />

kısmını robotik olarak, sonraki kısmını açık olarak gerçekleştiriyorlar. İlerleyen dönemlerde tamamını robotik gerçekleştirmeleri için bir eğitim daha düzenlenecek.<br />

Amaç ameliyatın her safhasının robotla yapılması<br />

Mesane kanseri, dünyanın her yerinde görülebilmektedir. Geri kalmış ülkeler için sebep bir parazitken, gelişmiş ülkelerde sigara nedeniyle erkekler arasında en çok<br />

görülen 4. kanserdir. Mesane kanseri ameliyatlarının da Vinci Robotik Cerrahi ile yapılması, hastaya hem ameliyat sırasında hem de ameliyat sonrasında önemli<br />

avantajlar sunmaktadır. Ancak ameliyatın açık cerrahi ile tamamlanması, cerrahinin getirdiği avantajları kısıtlamaktadır. Bu nedenle mesane kanseri ameliyatlarının her<br />

safhasının tüm dünyada robotik cerrahi ile gerçekleştirilmesi için çalışılmaktadır.


TEK DELİKTEN PROSTAT KANSERİ<br />

TEDAVİSİ İLE HAYATI KURTULDU<br />

<strong>Memorial</strong> Ataşehir<br />

<strong>Hastanesi</strong>’nde<br />

Prof. Dr. Tibet Erdoğru<br />

tarafından “da vinci<br />

robotik cerrahi” ile<br />

tek delikten prostat<br />

kanseri tedavisi<br />

gerçekleştirildi. Türkiye’de<br />

ilk defa gerçekleştirilen<br />

operasyon sonucu;<br />

65 yaşındaki Mehmet<br />

Ali Özdemir, kanserden<br />

kurtularak sağlıklı yaşama<br />

tekrar merhaba dedi.<br />

Antalya’nın Yalnız Köyü’nde<br />

yaşayan Mehmet Ali<br />

Özdemir, eşini kaybettikten<br />

sonra prostat kanseri<br />

olduğunu ve hemen ameliyat<br />

olması gerektiğini öğrendi.<br />

Ameliyattan sonra idrar<br />

kaçırmaktan ve vücudunda<br />

derin izler kalmasından<br />

endişe eden Özdemir’in<br />

göbek deliğinden girilerek<br />

gerçekleştirilen ameliyattan<br />

sonra hayatı değişti.<br />

Mehmet Ali Özdemir - Prof. Dr. Tibet Erdoğru<br />

ÜROLOJİ<br />

“Eşimi kaybetmenin acısı dinmeden hastalığımı öğrendim”<br />

Mehmet Ali Özdemir, hayatı boyunca çiftçilik ile uğraştı. 40 sene boyunca tarlada çalışan, 4 çocuk babası<br />

Özdemir; 2003 yılında eşini kaybettiğinde büyük bir acı yaşadı. Bu acı ile mücadele etmeye çalışırken kanser<br />

hastalığını da öğrenerek zorlu bir sürece giren Mehmet Ali Özdemir, şimdi sağlığına kavuşmanın sevincini<br />

yaşıyor. Başarılı bir operasyon geçiren Özdemir, duygularını şöyle ifade etti:<br />

“Erken tanı hayatımı kurtardı”<br />

Rutin olarak yaptırdığım testler sonucu kanserin ilk evresinde tanı konulmuştu. Hastane içerisinde, yapılacak<br />

operasyon ile ilgili bilgi alma amaçlı dolaşırken şans eseri bir doktor ve hastasının konuşmasına şahit oldum.<br />

Doktor, hastasına Prof. Dr. Tibet Erdoğru’nun yaptığı başarılı bir operasyondan bahsediyordu. Daha önce<br />

Tibet Bey’in ameliyat ettiği bir yakınımdan da referans aldım ve kendisini internetten araştırmaya başladım.<br />

Genç yaşta kazandığı başarılar beni çok etkiledi. Daha önce birçok doktora muayene oldum; ancak bu tür<br />

operasyonlarda deneyimleri bana güven vermedi. Tibet Bey’e tereddütsüz güven hissederek operasyonun<br />

gerçekleşmesini istedim. Şimdi sağlığıma kavuşmanın mutluluğu ile Antalya’ya, bahçelerime dönüp ailemler<br />

güzel günler geçirmeyi hayal ediyorum.<br />

Prof. Dr. Tibet Erdoğru, kanserde erken teşhis ve tedavinin önemini vurgulayarak Türkiye’de<br />

bir ilk olan operasyonun detayları hakkında bilgi verdi:<br />

İleri yaşta erkeklerde oldukça sık görülen prostat kanseri operasyonlarına bakıldığında genel olarak<br />

%90 -95’nin, 6 delik açılarak yapıldığı görülmektedir. Ancak Mehmet Ali Özdemir’in durumuna<br />

baktığımızda kanserinin durumu, prostatının büyüklüğü ve vücut ebatları tek delikten robotik cerrahi<br />

yapmaya oldukça uygundu. Bu tür operasyonlar yurt dışında sayılı merkezde yapılmaktadır. Türkiye’de<br />

bunu ilk defa gerçekleştirmenin gururunu ve mutluluğunu yaşıyoruz.<br />

Göbek deliğinden tek delik ile prostat kanseri tedavisi mümkün<br />

“da Vinci” ile gerçekleştirilen operasyonlarda açılan 5 ya da 6 delik robotun kolları ve teleskopun<br />

girmesi içindir. 5 ya da 6 delik ile yapılan “da vinci” robotik cerrahide göbek deliğinden teleskop,<br />

diğer deliklerden ise belirli açılarla robotun kolları gönderilmektedir. Bu operasyonda ise sadece<br />

göbek deliğinden 3 cm’lik bir kesi açılarak tedaviyi sağladık. Başka hiçbir kesi yapılmamaktadır. Göbek<br />

deliğinin tercih edilmesinin sebebi, tam ortadaki prostata geometrik olarak daha uygun olmasıdır.<br />

Ayrıca kesinin göbek deliğinden olması, iz kalmaması avantajını da sağlamaktadır. Gerçekleştirmiş<br />

olduğumuz operasyona tek delik cerrahisi (single incision robotic surgery) denilmektedir. Tek delik ile<br />

gerçekleştirdiğimiz operasyonların hastaya kozmetik sonucu daha mükemmeldir ve daha konforludur.<br />

Robotik cerrahiyi üreten sistemdeki gelişmeleri yakından takip ediyoruz. İleride yapacağımız<br />

operasyonlarda 3 cm’lik kesinin daha da küçülmesini amaçlıyoruz.<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011 15


GENEL CERRAHİ<br />

Kalın bağırsak kanseri poliplerden gelişir<br />

Kalın bağırsak, vücudumuzda ince bağırsakların son kısmından başlayan ve<br />

anüse kadar devam eden 2- 2,5 metre uzunluğunda bir organımızdır. Polipler,<br />

kalın bağırsağın iç yüzeyini döşeyen tabakadan kaynaklanan ve çıkıntı şeklinde<br />

bağırsağın içine doğru büyüyen et parçaları veya iyi huylu tümörlerdir. Polipler<br />

çeşitli sınıflara ayrılır; ancak bunlar içindeki “adenomatöz” denilen polipler<br />

kansere dönüşen poliplerdir. Adenomatöz polipler de tubuler, tubulovillöz ve<br />

villöz adenomlar olmak üzere 3 gruba ayrılmaktadır. Eğer bu iyi huylu tümörler<br />

kansere dönüşmeden “Endoskopik check up” programlarıyla çıkarılırsa kansere<br />

dönüşme riski önlenebilmektedir.<br />

Her polip 8-10 yıl içinde kansere dönüşür<br />

Vücudumuzdaki her genin farklı bir görevi vardır. Kalın bağırsağın iç yüzünü<br />

döşeyen tabakanın yenilenmesi de genlerin görevidir. Her 7-10 gün içerisinde<br />

bütün iç yüzey yenilenir. Ama genetik bir problem bu yenilenmenin sürecini<br />

bozar. Önce polip daha sonra da kanser oluşumuna sebep olur. Polipler<br />

ortalama 8-10 yılda kansere dönüşür. Anne ve babadan çocuğa kalıtım yoluyla<br />

kanser oluşumunu sağlayacak hasarlı genler de geçebilir. Böylelikle normal<br />

olması gereken protein üretimi yapılamayacaktır. Bunun sonucunda ortaya<br />

çıkabilecek hastalıklardan biri de kalın bağırsak kanseridir.<br />

50 yaş önemli bir kriter<br />

50 yaş üzerindeki tüm erkek ve kadınlar kalın bağırsak kanseri gelişimi<br />

yönünden risk altındadır. Kalın bağırsak kanserlerinin %5’i genetik , %15 -30’i<br />

ailesel, %65-80’i rastlantısal olarak karşımıza çıkarlar. Bunun için 50 yaşından<br />

sonra kişilerin belirli check up programlarından geçmesi gerekir. Ailesel hikaye<br />

ve genetik geçişli hastalık durumlarında check up programlarına daha erken<br />

yaşlarda başlamak gerekir.<br />

Basur, kansere dönüşmez<br />

Kanlı dışkılama, dışkılama alışkanlığında değişiklik, sebepsiz kilo kaybı, karında<br />

şişkinlik, gaz ağrısı, ishal, kabızlık, tuvalet sonrası bağırsakların tam boşalmadığı<br />

hissi gibi belirtiler kalın bağırsak kanserlerinin başlıca belirtileridir.Kimi zaman<br />

makattan gelen kanama basur kaynaklı kanamalar ile de karıştırılabilmektedir.<br />

Makattan kan gelme hikayesi olan bir hastanın kalın bağırsak kanseri yönünden<br />

tetkikinin yapılması gerekir. Her kanama kanser belirtisi olmayabilir; ancak bunu<br />

ayırt etmek için endoskopi yapılmalıdır. “Basur kansere çevirir” düşüncesi de<br />

halk arasında yanlış bilinen bir konudur.<br />

Sağlıklı yaşam tarzı ile kanserden korunun<br />

Bol miktarda meyve ve sebze yiyin, spor yapın, aşırı içki tüketmeyin, protein<br />

açısından zengin bitkileri yemeyi tercih edin, ideal kilonuzu koruyun, sigara<br />

içmeyin, kızarmış ya da yanmış özellikle kırmızı etten sakının. Risk altında olan<br />

kişilerin kanser riskini azaltmak için ise poliplerin çıkarılması gerekir.<br />

16<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

KALIN BAĞIRSAK KANSERİ<br />

ÖNLENEBİLEN BİR HASTALIKTIR<br />

Prof. Dr. Kamil Yalçın Polat - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Genel Cerrahi Bölümü<br />

Kalın bağırsak kanseri batılı toplumlarda kanserden ölüm nedenleri arasında ilk sıralardadır;<br />

Avrupa’da ikinci, Amerika’da üçüncü sırada yer almaktadır. Türkiye’de de Sağlık Bakanlığı’nın 2003<br />

yılında yaptığı çalışmada, akciğer ve meme kanserlerinden sonra en sık rastlanan kanser tipidir.<br />

Bu oranlara rağmen kalın bağırsak kanseri önlenebilen ve tam tedavi edilebilen bir hastalıktır.<br />

Tedavi için ilk tercih cerrahidir<br />

Tedavi, hastalığın evresine göre değişse de öncelikli tedavi tercihi cerrahi<br />

olmaktadır. İlk adım tümörün çıkarılabilecek olup olmadığına karar vermek ve<br />

mümkünse çıkarmaktır. Kalın bağırsak segmenti onu besleyen vasküler yapı<br />

ve lenfatik doku ile çıkarılmalıdır. Diğer kanser tedavilerinde olduğu gibi kalın<br />

bağırsak kanserlerinde de multidisipliner yaklaşım temel olmalıdır. Kemoterapi<br />

ve radyoterapi de (yalnızca rektum kanserleri için) tedaviye eklenebilir. Cerrahi<br />

operasyonlar açık ameliyat olarak yapılabildiği gibi laporoskopik ve robotik<br />

cerrahi ile kapalı olarak da yapılabilmektedir.


Toplumda her 8<br />

kadından 1’inin<br />

yaşamı boyunca<br />

yakalanma riski olan<br />

meme kanseri, erken<br />

dönemde önlem almayı<br />

gerektiren ölümcül bir<br />

hastalıktır. Erkeklerdeki<br />

görülme sıklığı son<br />

derece az olduğundan<br />

daha çok bir kadın<br />

hastalığı olarak bilinen<br />

meme kanserinde;<br />

gelişen tanı ve tedavi<br />

yöntemleri sayesinde,<br />

hastalar kısa sürede<br />

sağlığına kavuşabilmektedir.<br />

40 YAŞ ÜSTÜ KADINLARDA GÖRÜLEN<br />

MEME KİTLELERİ DİKKAT İSTİYOR<br />

Ailede varsa risk artıyor!<br />

Meme kanserini tetikleyen en önemli risk faktörü kadın olmaktır. Her kadının<br />

meme kanserine yakalanma riski %12’dir. Diğer bir önemli risk faktörünün<br />

40-55 yaşları arasında olmak olduğu bilinse de, genetik yatkınlık devreye<br />

girdiğinde, hastalığın henüz 17 yaşındaki genç kızlarda bile ortaya çıkabileceği<br />

unutulmamalıdır. Her beş hastanın birinin ailesinde meme kanseri vakası olduğu<br />

bilinmektedir. Anne ve kız kardeş gibi, birinci dereceden akrabalarında meme<br />

kanseri olan kişilerde hastalığın gelişme riski, diğer kadınlara göre 3 kat daha<br />

fazla olduğundan, bu kişiler en önemli risk grubu olarak kabul edilirler. Nadiren<br />

de olsa; kromozom bozukluklarına bağlı olarak da gelişebilen meme kanseri,<br />

geçmişte memesinde kanser görülmüş kadınlar için de risk oluşturmaktadır.<br />

Öte yandan, doğurmamış veya emzirmemiş olmak, kilolu olmak, şehir hayatı ve<br />

stres de düşük risk faktörleri arasındadır.<br />

40 yaşın üstünde görülen kitlelere dikkat!<br />

Meme kanseri oluşumunda yaş, önemli bir etkendir. Özellikle 40 yaşını geçmiş<br />

kadınlarda, memede bir kitle tespit edildiği anda, ilk akla gelen meme kanseri<br />

ihtimali olmalıdır. Hastalığın görülme yaşının bilinmesi, teşhis ve tedavideki<br />

başarı için önemli bir avantaj sağlamaktadır. Risk taşıyan gruplar, yapılan fizik<br />

muayene ve ileri görüntüleme yöntemleriyle düzenli olarak takip edildiğinde;<br />

kanserin erken dönemde yakalanma ve tedavi şansı da artmaktadır.<br />

Prof Dr. Kemal Emek- <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Genel Cerrahi Bölümü<br />

GENEL CERRAHİ<br />

En doğru tanı için çok yönlü<br />

inceleme şart!<br />

Meme kanseri tanısının koyulmasında görüntüleme<br />

yöntemleri oldukça etkili sonuçlar verir. Memedeki<br />

yoğunluk farkıyla tespit edilen meme kanseri<br />

teşhisinde, özellikle ultrason, mamografi ve MR<br />

gibi farklı tekniklerin kombine olarak kullanılması<br />

daha doğru yanıtlar almaya yardımcı olacaktır.<br />

Bunun en önemli nedenlerinden biri de, meme<br />

dokusunun kişiye göre farklılık gösterebiliyor<br />

olmasıdır. Örneğin; genç yaşlarda meme dokusu<br />

zaten yoğun bir yapıya sahip olduğundan,<br />

görüntüleme tekniklerinde kanserin fark<br />

edilememesine neden olabilir. Diğer yandan, 40<br />

yaşın altında mamografinin tanı değeri oldukça<br />

düşüktür. Çoğunlukla tek memede gelişen şüpheli<br />

kitlelerde, memeden alınan biyopsinin histo<br />

patolojik (mikroskobik incelemesi) incelemeye tabi<br />

tutulması, ileri dönemde kansere yol açabilecek<br />

hastalıkların tespitinde yardımcı olmakta ve kanser<br />

tehdidi hakkında ipucu verebilmektedir.<br />

Hastalığın evresi tedaviyi belirliyor<br />

Hastalığın tedavisi iki şekilde yapılabilmektedir.<br />

“Lokal” ve “sistemik tedavi” olarak adlandırılan<br />

tedavi şekillerinden hastaya uygun olanı her<br />

yönüyle değerlendirilerek, hastanın tercihi<br />

de dikkate alınarak belirlenmektedir. Cerrahi<br />

girişimlerle, memenin kanserden arındırılmasıyla yapılan lokal tedavide, hastalığın<br />

boyutuna göre ışın tedavisi olarak bilinen “radyoterapi” de uygulanmaktadır.<br />

Öte yandan, hastalığın başka organlara da yayılma riskine uygun olgularda,<br />

sistemik tedavi kapsamında kemoterapi de yapılmaktadır.<br />

İleri evrede kemoterapi uygulanıyor<br />

Meme kanseri oldukça yavaş ilerler. Sadece 2 cm’lik bir kitle, hastalığın 7-8<br />

yıldır var olduğunun ve başka organlara da yayılmış olabileceğinin göstergesidir.<br />

Meme kanserinde bazı hastalar için uygulanan kemoterapi, düşünülenin aksine,<br />

memedeki kanseri tedavi etmek amaçlı değil, diğer organlara yayılma riskini en<br />

aza indirmek için kullanılmaktadır. 1 cm’den büyük kitleler genellikle bu tür bir<br />

sistemik tedaviye adaydır.<br />

Meme koruyucu cerrahiyle estetik kaygılara son!<br />

Gelişen teknikler sayesinde, özellikle genç hastalar için kullanılan meme<br />

koruyucu cerrahi yöntemi de, tecrübeli hekimler tarafından yapıldığında<br />

başarılı sonuçlar vermektedir. Bu yöntemde; memenin kendisi alınmadan,<br />

sadece kanserli kitlenin alınması söz konusudur. Bu işlem, aynı zamanda bir<br />

estetik cerrahi gibi düşünülmelidir. Meme koruyucu cerrahi titizlikle yapılmalı,<br />

çıkartılan bölüm fark edilmemeli, memenin hacminde gözü rahatsız eden bir<br />

kayıp hissedilmemelidir. Meme cerrahisi uygulanan hastanın, ameliyatın ertesi<br />

günü rahatlıkla evine gidebilmesi, tedavinin sunduğu avantajlardan biridir.<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011 17


ORTOPEDİ<br />

18<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

Prof. Dr. Ahmet Turan Aydın- <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü<br />

Kemik ve yumuşak doku tümörleri, sıklıkla çocukluk çağı olarak adlandırılan 0-18 yaş<br />

döneminde görülmekle birlikte, her yaş grubunu etkileyebilmektedir. Bu tür tümörler<br />

iki özellikte algılanabilir; tümör ya doğrudan kemik ve yumuşak dokunun kendisinden<br />

kaynaklanmakta ya da 40 yaşından sonra artan kanser hastalıklarıyla, bir başka organda başlayıp<br />

kemik veya dokuya yerleşebilmektedir.<br />

Diğer kanser türleri gibi, kemik ve yumuşak doku<br />

tümörlerinin oluşumları çok iyi bilinmemektedir.<br />

Ancak tümör oluşumunun temelinde;<br />

• Genetik faktörler<br />

• Virüslerle oluşmuş enfeksiyonlar<br />

• Besin maddeleriyle bulaşan ve kanserojen adı verilen kimyasallar<br />

• Doğadan gelen güneş ışınları<br />

• Çevreden alınan radyasyonun olduğu düşünülmektedir.<br />

Çocukluk çağında gelişen ağrı şikayetlerine dikkat!<br />

Hastalığın en yaygın belirtisi ağrıdır. Ağrı günlük hayatta elimizde, bileğimizde,<br />

bacağımızda çok sık yaşadığımız bir durumdur; ancak yaşamın bir parçası olan<br />

bu tür ağrıların çocukluk çağında olması normal bir durum değildir. Eğer bir<br />

çocukta istirahatle geçmeyen, geceleri şiddetlenip rahatsız edici karakterde<br />

ağrılar görülüyorsa tümör şüphesinin akla gelmesi gerekmektedir. Özellikle<br />

bu tür bir ağrıya gitgide büyüyen bir şişlik de eşlik ediyorsa bu ihtimal<br />

kuvvetlenir. Kemik ve yumuşak doku tümörleri bulunduğu yerde dışarıya<br />

doğru büyüyen niteliktedir. Çok hızlı ilerleyen bir tümör olduğundan kısa<br />

sürede ağrı şiddetlenecek ve şişlik artacaktır.<br />

Ölümcül sonuçlar doğurabilir<br />

Yoğun olarak vücudun hızlı büyüyen, omuz ve diz<br />

çevresi gibi bölgelerinde oluşan kemik ve yumuşak<br />

doku tümörlerinin belirtileri büyüme ağrılarıyla<br />

karıştırılabilmektedir. Her iki ağrı şeklinin de bazı ayırt<br />

edici özellikleri olsa da, ergenlik döneminde hızla büyüyen<br />

çocuklarda görülen büyüme ağrılarını ciddiye almak<br />

gerekmektedir. Büyüme ağrısı olduğu düşünülerek geç<br />

kalınan hastalarda, tedavinin başarı oranı da azalmaktadır.<br />

Diğer yandan tedavi başlatılmadığı takdirde hasta 8 ay-1<br />

yıl içerisinde hayatını kaybedebilmektedir. Çok hızlı yayılan<br />

tümör kemik veya yumuşak doku üzerinde başlayıp,<br />

kısa sürede yayılarak akciğerlere ve oradan tüm vücuda<br />

yayılma riskini de beraberinde getirmektedir.<br />

ÇOCUKLUKTA KEMİK VE YUMUŞAK DOKU<br />

TÜMÖRLERİ BÜYÜME AĞRISI İLE KARIŞMASIN<br />

Erken tanı hastanın hayatını kurtarıyor<br />

Kemik ve yumuşak doku tümörlerinin iyi huylu olduğu durumlarda, cerrahi<br />

girişimle tümör bulunduğu yerden çıkartılmakta ve boş kalan bölüme<br />

iğne yardımıyla dolgu yapılmaktadır. Ancak tümörün kötü huylu olduğu<br />

durumlarda ve hastalığın tanısı erken evrede konulduğunda, modern<br />

kemoterapi ve ortopedik onkoloji tedavi protokolleriyle hastanın hayatını<br />

kurtarmak mümkündür.<br />

Modern yöntemlerle tedavide başarı şansı artıyor<br />

3- 4 ay süren kemotarepi sonrası uygulanan ve “Ekstremite koruyucu cerrahi<br />

girişim” olarak adlandırılan tedavi yönteminde amaç, tümörü bulunduğu<br />

bölgeden uzaklaştırıp, hastanın uzvunu kurtarmaktır. Sağlıklı dokulardan<br />

geçen bir cerrahi sınırla, tümör çıkarıldıktan sonra kemikte veya yumuşak<br />

dokuda oluşan kayıplar “biyolojik rekonstrüksiyonu” tekniği yardımıyla<br />

giderilmektedir. Bunun için, hastanın kendisine ait damarlı kemik greftleri<br />

ve damarlı kas greftleri kullanılmaktadır. Ancak bu yöntemin uygulanabilirliği<br />

kemoterapi sonrası tümörün ve hastanın durumunun yanı sıra, tümörün<br />

yerleştiği yerin uygunluğuna bağlıdır. Eğer “Ekstremite koruyucu tedavini”<br />

uygulanamıyorsa; bacağın veya kolun kesilmesi ve hastanın sağlıklı bir<br />

şekilde günlük aktivitelerine devam etmesi için protez kullanımı gündeme<br />

gelmektedir. Tedavinin başarısında kanserin türü ve erken tanı büyük<br />

önem taşımaktadır. Tedavi edilmediğinde hastanın hayatını tehdit eden bu<br />

hastalığın belirtileri doğru şekilde izlenmeli, özellikle çocukluk döneminde<br />

gözlenen ağrı şikayetleri dikkate alınmalıdır.


Güzel ve şık<br />

görünmek için<br />

yüksek topuklu<br />

ayakkabılardan<br />

vazgeçemiyor<br />

musunuz?<br />

Şıklığın tamamlayıcısı<br />

olduğunu düşündüğünüz<br />

ayağınıza uygun olmayan,<br />

rahatsızlık veren dar,<br />

sivri burunlu ve topuklu<br />

ayakkabıların, en sık<br />

başparmakta olmak<br />

üzere; ayaklarda kalıcı<br />

kemik çıkıntıları, ciddi<br />

nasırlar ve tırnak sorunları<br />

oluşturduğunu unutmamak<br />

gerekir.<br />

Ayaklar neden deforme olur?<br />

Ayaklarda görülen şekil bozukluklarının tek nedeni<br />

ayakkabılar değildir. Kişinin kemik ve kas yapısındaki<br />

sorunlar, genetik faktörler gibi sebeplerde vardır.<br />

Ancak uzun süreli olarak giyilen dar, sivri burunlu<br />

ve topuklu ayakkabılar ayak şeklini bozmaktadır.<br />

Ayağın ön kısmına binen yükün artması sonucu,<br />

başparmakta kalıcı şekilsel sorunlara ve ayağın<br />

genişlemesine neden olabilmektedir. Genişleme<br />

ve kemiksel çıkıntı daha da ilerleyerek ağrılı<br />

yürüme ve günlük aktivitede zorlanma boyutuna<br />

da ulaşabilmektedir. Özellikle kadınlarda ayak<br />

başparmağının dışa yani ikinci parmağa doğru<br />

yönlenmesi, ayağın iç kısmında ağrılı bir kemik<br />

çıkıntısının oluşması, ayağın genişleyip yayılması ve<br />

ayak tabanında ağrılı nasırlar gelişmesi şeklindeki<br />

bu hastalığa “halluks valgus” denilmektedir.<br />

YANLIŞ AYAKKABI SEÇİMİ<br />

AYAKLARI DEFORME EDER<br />

Prof. Dr. Semih Gür - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü<br />

Hastalar özellikle estetik kaygı<br />

sebebiyle geliyor<br />

Ayaklarını güzelliğinin bir parçası olarak kabul<br />

eden kişiler, ayaklarının zamanla estetiğini yitirdiğini<br />

söyleyerek bizlere başvurmaktadırlar. Bunu bir<br />

sağlık sorunu değil, daha çok estetik bir sorun<br />

olarak görmektedirler. Oysaki ayakta oluşan<br />

kemik çıkıntısı, ayakkabının bu bölgeye baskısı<br />

sonucunda kendini kızarıklık, ağrılı şişlik şeklinde<br />

gösterir. Bu kişide zamanla ağrının artmasına,<br />

ayağın genişlemesine, tabanda nasırlar olmasına ve<br />

ayakkabı kullanmada zorlanmaya neden olmaktadır.<br />

Yine başparmaktaki eğrilik diğer parmakları da<br />

deformasyona uğratabilir. Parmaklar üst üste binip,<br />

zamanla ağrılı nasırlar oluşabilir. Bunun için bunu<br />

sadece estetik bir problem olarak görmek doğru<br />

değildir.<br />

Şıklıktan çok rahatlığınızı düşünün<br />

Ayakkabı seçimi yaparken önce ayağınızı<br />

tanımalısınız. Hangi tür ayakkabı sizin ayak sağlığınız<br />

için uygun ise onu tercih etmelisiniz. Halluks<br />

valgus sorunu olan kişiler, rahatsızlığın ilerlemesini<br />

önlemek için; geniş yüzlü, parmaklara baskı<br />

yapmayan ve fazla topuklu olmayan ayakkabıları<br />

tercih etmelidir. Bu tür basit ancak etkili yöntemler<br />

eğriliğin artmasını geciktirmektedir. Ayak<br />

sorunlarının sürmesi, artması ve yaşam kalitesinin<br />

düşmesi durumlarında mutlaka bir ortopedi<br />

uzmanına başvurmak gerekir.<br />

Şekil bozukluğu küçük bir<br />

operasyon ile giderilebilmektedir<br />

Ayakta ciddi ve kalıcı şekil bozukluğu oluşturan<br />

halluks valgus problemi, yapılan operasyonlar ile<br />

düzeltilebilmektedir. Kişinin yaşı, aktivitesi, sosyal<br />

durumu ve eğriliğin derecesi değerlendirilerek<br />

uygulanacak operasyon türüne karar verilir.<br />

Genelde halluks valgus ameliyatlarının çok ağrılı<br />

olduğu ve sonra tekrar oluştuğu doğru değildir.<br />

Günümüzdeki teknolojiler ile ameliyat sonrası<br />

ağrılar diğer girişimler gibi az olmakta ve uygun<br />

teknik ile deneyimli kişilerce yapılanlarda tekrar<br />

oluşmamaktadır. Yapılan ameliyatın türüne bağlı<br />

olarak hastalar 1-2 gün içerisinde ayaklarının<br />

üstüne basabilmekte; 3-4 hafta içerisinde ise<br />

normal yaşantılarına dönebilmektedirler.<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

ORTOPEDİ<br />

19


GÜNCEL<br />

20<br />

MEMORIAL ANTALYA TÜP BEBEK MERKEZİ’NİN<br />

KALİTE STANDARTLARI TESCİLLENDİ<br />

<strong>Memorial</strong> Antalya Tüp Bebek Merkezi,<br />

Amerikan Embriyoloji Derneği tarafından kalite<br />

standartları tescil edilen, Türkiye’nin ilk ve tek<br />

Tüp Bebek Merkezi oldu. Mayıs 2011’de hizmete<br />

giren “<strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Tüp Bebek<br />

Merkezi”, ileri teknoloji ürünü cihazları, modern<br />

donanımlı altyapısı ve dünyanın en büyük merkezleri<br />

ile aynı anda uygulanan tedavi yöntemleriyle, başta<br />

Antalya ve Akdeniz Bölgesi olmak üzere Türkiye’nin<br />

en önemli merkezlerinden biri olma özelliği taşımakta.<br />

Merkez, uluslararası standartlarda ekip ve ekipman ile<br />

önümüzdeki dönemde Orta Doğu, Kafkaslar, Balkanlar<br />

ve Akdeniz coğrafyasında referans merkezi olma<br />

yolunda ilerliyor.<br />

Akreditasyonun en önemli koşulları “bilgi” ve “donanım”<br />

2010 yılında dünyada tüp bebek laboratuvarlarına özel akreditasyon çalışmalarına başlayan Amerikan<br />

Embriyoloji Derneği, dünya genelinde hizmet veren merkezleri, kendi belirlemiş olduğu standartlar<br />

doğrultusunda değerlendirerek uluslararası alanda tescil etmektedir. Dünyada bir tüp bebek merkezinin<br />

Amerikan Embriyoloji Derneği tarafından tescil edilmesinin en önemli koşulu, referans gösterilen<br />

standartları karşılayan bir embriyoloğun merkezde görev yapmasıdır. Dernek tarafından sertifikalandırılmış<br />

embriyolog, gerekli görülen eğitim ve sınavları başarıyla tamamlamış; dernek tarafından belirlenen en üst<br />

düzey bilgi, donanım ve tecrübe kriterlerine sahip olmalıdır. Ayrıca, merkezin teknik donanımının en üst<br />

seviyelerde olması, prosedür ve çalışma koşullarının yanı sıra; merkezin sunduğu hava kalitesi ve klinik<br />

standartlarının da Amerikan Embriyoloji Derneği tarafından kabul edilen en yüksek kalite anlayışına<br />

uygunluğu, akreditasyonun diğer önemli koşulları arasındadır.<br />

Tüp bebek tedavilerinde yüksek başarı potansiyeli<br />

Diğer akreditasyon kuruluşlarından farklı olarak Amerikan Embriyoloji Derneği, öncelikli olarak<br />

tüp bebek tedavisinde başarı şansının yüksek olmasını hedeflemektedir. Bugün, dünyada tüp bebek<br />

merkezlerine yönelik uygulanan tek özel akreditasyon programını sunan Dernek, <strong>Memorial</strong> Antalya<br />

<strong>Hastanesi</strong> Tüp Bebek Merkezi’nden Dr. Enver Kerem Dirican’ı dünyanın sayılı embriyologları arasında<br />

göstermiş ve yetki vermiştir. Dr. Dirican’ın bilgi ve tecrübeleri ile <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Tüp Bebek<br />

Merkezi’nin sunduğu üstün hizmet kalitesi anlayışının sonucu olarak elde edilen bu tescil, <strong>Memorial</strong><br />

Antalya <strong>Hastanesi</strong> Tüp Bebek Merkezi’nde uygulanan tedavilerdeki yüksek başarı potansiyelini ortaya<br />

koymaktadır.<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

Dr. Enver Kerem Dirican - Uz. Dr. Batu Aydınuraz - Özlem Aksünger<br />

Dünya standartlarında tanı ve tedavi yöntemleri sunuyoruz<br />

<strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Direktörü Dr. Sevim Şuekinci, akreditasyon süreci ile ilgili şunları söyledi: “<strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu’nun<br />

İstanbul dışındaki ilk lokasyonu olan Antalya <strong>Hastanesi</strong>, <strong>Memorial</strong> hizmet kalitesi anlayışını başta Antalya olmak üzere tüm Akdeniz<br />

Bölgesi’ne ulaştırmaktadır. Amerikan Embriyoloji Derneği’nin, özel akreditasyon programı kapsamında yapılan değerlendirmeler sonucu<br />

gerçekleşen akreditasyon ile <strong>Memorial</strong> Antalya Tüp Bebek Merkezi’nin dünya standartlarında başarılı tanı tedavi yöntemleri uyguladığı,<br />

alanında en uzman kadroları bünyesinde bulundurduğu ve dünyada tüp bebek uygulamaları gerçekleştiren merkezler arasında ilk<br />

%25’lik dilimde yer aldığı belgelenmiş oldu. “


KADINA BAĞLI KISIRLIK NEDENLERİ VE<br />

DEĞERLENDİRİLMESİ<br />

Op. Dr. Nur Dokuzeylül - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Tüp Bebek Merkezi<br />

İnfertilite yani kısırlık yaşa bakılmaksızın genel popülasyonda %10 – 15 oranında görülür.<br />

Evli çiftlerin yaklaşık % 15’i infertil olup, bunların % 30 ‘unda kadına bağlı nedenler,<br />

% 30’unda erkeğe bağlı nedenler ve yaklaşık % 40’ında hem erkek hem kadına bağlı<br />

nedenler görülmektedir. 1 yıl boyunca haftada 2-3 kez düzenli, korunmasız cinsel ilişkiye rağmen gebelik<br />

oluşmayınca çiftlerin her ikisinin de mutlaka araştırılması gereklidir. Ancak genellikle bu çiftlerin %85’i bu bir<br />

yılın sonunda gebe kalmaktadır. Eğer kadın yaşı 35 ve üstündeyse, adet düzensizliği ve bilinen bir sorun varsa bu<br />

araştırmanın vakit kaybedilmeden 6 aydan itibaren başlatılması gerekir. Tetkikleri yaptırmadan önce hem kadının<br />

hem de erkeğin kapsamlı bir muayeneden geçirilmesi ve detaylı medikal öykülerinin alınması gerekir.<br />

KADINA BAĞLI KISIRLIK NEDENLERİ<br />

YUMURTLAMANIN OLMAMASI (ANOVULASYON):<br />

Kadın infertilitesinin en yaygın nedeni ovulasyon (yumurtlama)<br />

olmamasıdır. Ovulasyonun olup olmadığını gösteren en önemli işaret,<br />

adet düzenidir. Birçok faktör, kadınlarda yumurtlama bozukluğuna neden<br />

olabilir. Çeşitli organlara bağlı gelişebilen hormonal düzensizlikler (tiroid<br />

ve süt hormonunun anormal değerlerde olması), PCOS (Polikistik<br />

Over Sendrom), aşırı egzersiz, düzensiz diyet, stres, sigara ve alkol<br />

kullanımı yumurtlamayı etkileyebilir. Hiçbir neden olmaksızın gelişen<br />

over yetmezlikleri, iltihabi hastalıklar ve erken menopoz daha az görülen<br />

yumurtlamanın olmadığı durumlardır.<br />

TUBAL-PERİTONEAL FAKTÖRLER: Geçirilmiş enfeksiyon,<br />

operasyon, karın içindeki yapışıklıklar veya endometriozis kistleri nedeniyle<br />

tüpler hasarlı olabilir. Bazen tüpler ve yumurtalıklar normal gibi görülse<br />

de, tüp içinde oluşan hasar nedeniyle gebelik olmayabilir veya dış gebelik<br />

oluşabilir.<br />

HORMONAL BOZUKLUK: Hormonal bozukluğun her şekli<br />

yumurtlama bozukluğuna ve dolayısıyla kısırlığa neden olabilir. Hormonal<br />

bozukluk, anovulasyona (yumurtlamanın olmaması) yol açması nedeniyle<br />

üreme bozukluklarına neden olmakla birlikte; rahmin iç mukozasını<br />

ve döllenmiş yumurta hücresinin rahim içerisine ekilmesini de etkiler.<br />

PCOS (Polikistik Over Sendromu), tiroit hastalıkları, böbrek üstü bezi<br />

hastalıkları, hipofiz bezi hastalıklarında oluşan hormonal bozukluk üreme<br />

problemlerine neden olur. .<br />

ENDOMETRİOZİS: Rahim içi mukozası olan endometriumun<br />

rahim dışında yerleşmesi ve fonksiyon göstermesi olan endometriozis<br />

(Çikolata kisti) daha çok yumurtalıklarda yerleşir. Doğurganlığı etkileyebilir.<br />

Endometriozisin yumurtlama, döllenme ve embriyonun tutunma<br />

aşamasında olumsuz etkileri olabilmektedir.<br />

TEKRARLAYAN DÜŞÜKLER (ABORTUS) : Daha önceki<br />

düşükler veya isteğe bağlı kürtajlar rahim ağzında hasarlara ve rahim<br />

içi yapışıklıklara neden olabilir. Bu olaylar rahim içinde ölüme ve erken<br />

doğuma neden olabilir. Tekrarlayıcı düşükler ve kürtajlar, rahim içinde<br />

ciddi yapışıklıklar oluşturabilir. Bu yapışıklıklar sonucu adet kanamasının<br />

hiç olmaması veya azalması (Asherman sendromu, Intra uterin sinesi)<br />

mümkündür. Bu durumda hiç gebelik olamayacağı gibi (rahim içinde<br />

gebeliğin tutunması ve beslenmesi için gerekli olan alanın azalması<br />

sonucu) tekrarlayan düşükler de görülebilir.<br />

RAHİM ANORMALLİKLERİ: Rahimdeki doğumsal yapı ve şekil<br />

bozuklukları infertiliteye yol açabilir. Rahim içi zarının kanlanmasında<br />

azalma ve gebelikle birlikte rahmin yeterince büyüyememesine neden<br />

olabilmektedir. Ancak genellikle diğer nedenlerin olmadığı gösterildikten<br />

sonra doğumsal şekil bozuklukları, kısırlık nedeni olarak ele alınmalıdırlar.<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

TÜP BEBEK<br />

21


KADIN DOĞUM<br />

22<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

JİNEKOLOJİK CERRAHİDEKİ ZORLUKLAR<br />

ROBOTİK CERRAHİNİN AVANTAJLARI İLE ORTADAN KALKIYOR<br />

Doç. Dr. Cem Demirel - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü<br />

Rahmin alınması (histerektomi), sezaryenden sonra en sık uygulanan jinekolojik operasyondur<br />

Histerektomi (rahmin alınması), sezaryenden sonra en sık uygulanan jinekolojik operasyon olup klasik olarak abdominal veya vajinal yaklaşımla<br />

yapılmaktadır. İngiltere'de 55 yaşına gelen her beş kadından biri, ABD’de ise 65 yaşına gelen her üç kadından biri histerektomi operasyonu geçirmektedir.<br />

Türkiye için bilinmeyen histerektomi sıklığı ABD’de 5,5/1000 olup, her yıl yaklaşık 500.000–600.000 histerektomi operasyonu yapılmaktadır.<br />

Küçük bir kesi, 10-12 kat büyütülmüş görüntü<br />

Robotik cerrahi, laparoskopik cerrahide olduğu gibi karın açılmadan küçük deliklerden operasyonun yapılmasını sağlar. Operatöre laparoskopik<br />

cerrahinin sağlayamadığı üç boyutlu yüksek rezolüsyonlu ve ortalama 10-12 kat büyütülmüş görüntü imkanı vermektedir.<br />

Hızlı iyileşme süresi ve kozmetik kazançlar<br />

Jinekolojik cerrahide çok sık uygulanan bu operasyonun zorlukları robotik cerrahinin beraberinde getirdiği avantajlar ve kolaylıklar sayesinde ortadan<br />

kalkmış gibi görünmektedir. Çalışmalar çok açık bir şekilde robotik cerrahinin klasik tekniklere oranla operasyon sonrası daha hızlı iyileşme, hastanede<br />

kalma süresinin kısa olması, kozmetik kazançlar, operasyon esnasında geliştirilmiş görüş açısı, daha az kan kaybı ve daha az komplikasyon gibi çeşitli<br />

avantajları olduğunu göstermiştir.<br />

Komplikasyon riskini arttıran faktörler ortadan kalkıyor<br />

Özellikle daha önce geçirdiği ameliyatlardan dolayı karın içerisinde oluşan yapışıklıklar, obez hastalardaki karın çevresinde biriken yağların oluşturduğu<br />

zorluklar, miyom veya benzeri patolojilerden dolayı rahmin normalden çok fazla büyümesi gibi klasik yöntemlerle yapılan operasyonda komplikasyon<br />

riskini artıran faktörler robotik cerrahideki teknik üstünlükler ile kolaylıkla aşılabilmektedir.<br />

Robotik cerrahi yeni<br />

bir çağın başlangıcını<br />

ifade eder<br />

1985 yılında beyin cerrahisinde kullanılmış<br />

olan robotik cerrahinin jinekoloji alanında<br />

kullanımı Amerika Birleşik Devletleri’nde<br />

2005 yılında olmuştur. Minimal invaziv cerrahi<br />

son yıllarda jinekolojide hızla yükselen bir<br />

konsepttir. Buradaki amaç hastada mümkün<br />

olan en az cerrahi kesi ile operasyonu<br />

tamamlamaktır. Bu konsept içerisinde robotik<br />

teknoloji yeni bir çığır açmıştır. Son yılların en<br />

sık kullanılan bu yeni teknolojisi beraberinde<br />

getirdiği avantajlarından dolayı tüm cerrahi<br />

branşlarda çok geniş bir yelpazede kullanım<br />

alanı bulmuştur ve hastanemizde birçok<br />

iyi huylu (benign) ve kötü huylu (malign)<br />

jinekolojik patolojilerde ekibimiz tarafından<br />

başarı ile uygulanmaktadır.


ÇİKOLATA KİSTİ<br />

BEBEK HAYALLERİNİZİ SUYA DÜŞÜRMESİN<br />

Op. Dr. Altuğ Semiz - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü<br />

KADIN DOĞUM<br />

Çikolata kisti (endometriyozis), kısırlık sorunu olan kadınların % 15’inde ve çocuk sahibi<br />

olmakta güçlük çeken çiftlerin % 40’ında rastlanan bir sorundur. Başlangıç döneminde<br />

vakaların % 50’sinden fazlası belirti vermeyebilir. Ancak çikolata kisti; ağrılı adet görme, ağrılı<br />

cinsel ilişki, kronik karın ve kasık ağrısı ile kısırlığa sebep olabilen önemli bir sorundur.<br />

İsmi tatlı ancak sonucu acı olabiliyor<br />

Rahim içinde yer alan, her ay gebeliğe ev sahipliği yapacak şekilde hazırlanan ve gebelik olmadığı zaman yeterli hormon desteğinden yoksun kalması nedeniyle adet<br />

kanaması halinde dökülen özel hücre tabakası "endometrium" olarak adlandırılmaktadır. Endometrioma ise yumurtalık dokusu içinde eski kanın birikmesiyle oluşur ve<br />

bu kistin içinde bulunan sıvı görünüm olarak çikolatayı andırır. Bu hücrelerin vücutta rahim dışında başka bir alanda yer alması, ‘çikolata kisti’ hastalığı olarak adlandırılır.<br />

En sık görüldüğü yer % 75 oranında yumurtalıklardır.<br />

Ailenizde çikolata kisti öyküsü varsa dikkat edin!<br />

Çikolata kisti üreme çağındaki kadınların hastalığıdır. Hiç şikayeti olmayan ve başka bir nedenle değerlendirilen bir kadında saptanabilir. Birinci derece akrabalarından<br />

birinde çikolata kisti saptanmış bir kadında hastalığın görülme olasılığı yaklaşık 7 kat daha fazladır. Çikolata kisti çok nadir olarak menopozdaki kadınlarda ve çok genç<br />

hastalarda görülmektedir. Çikolata kistine hangi faktörlerin neden olduğu bilinmemekle birlikte; bu rahatsızlığın iki nedene bağlı olarak ortaya çıktığı düşünülmektedir.<br />

İlki; genetik yatkınlığı bulunan kadınlarda karın içerisinde yer alan belirli yüzeylerde veya dokularda hücrelerin yapısal değişikliğe uğraması ve rahim iç tabakası gibi<br />

davranmasıdır. İkincisi ise; rahim iç tabakasının, fallop tüplerinden karın içine taşınmasıyla oluşur ki; bu teoriye” retrograd menstruasyon teorisi” denir. Olabilmesi<br />

daha mümkün ve mantıklı olan teoridir. Ağrının nedeni çikolata kisti odaklarında salgılanan bazı maddelerin etkisiyle rahimde ortaya çıkan kasılmalardır. Ancak<br />

ağrının şiddeti ile hastalığın derecesi arasında bir ilişki yoktur. Hafif derecede bir çikolata kisti şiddetli ağrılara neden olabileceği gibi ileri derecede bir çikolata<br />

kisti olgusunda çok hafif adet sancısı görülebilir hatta hiç bir ağrı olmayabilir. Adet sancısı dışında çikolata kistinde kronik kasık ağrıları ve bel ağrıları da olabilir. Bu<br />

ağrılar bacaklara doğru da yayılım gösterebilir. Cinsel ilişki sırasında ağrıya ve adet öncesi<br />

görülen kahverengi lekelenmelere neden olabilir.<br />

Kadın kısırlığının bilinen bir nedeni<br />

Şiddetli çikolata kisti, kısırlığın bilinen bir nedenidir. Ortaya çıkan yapışıklıklar ve anatomik<br />

bozukluklar, üreme sisteminin normal fonksiyonunu bozarak kısırlık problemlerine<br />

neden olurlar. Yapışıklık olmasa bile çikolata kistleri kısırlığa yol açabilir.<br />

Vakit geçirmeden uzman yardımı alın<br />

Çikolata kistinin tanısı, lezyonların direk olarak görülmesi ve patolojik olarak incelenmesi<br />

ile konur. Yani kesin tanı için cerrahi inceleme şarttır. Öyküde çikolata kistinden kuşku<br />

duyulan hastalarda kısırlık problemi de varsa mutlaka tanısal laparoskopi yapılmalıdır.<br />

Çikolata kisti tanısında en önemli tanısal testlerden biri de ultrasonografidir. Yumurtalık<br />

içinde derinde yerleşmiş endometriomalar, laparoskopide gözden kaçabilir ancak bu<br />

kitleler dikkatli bir ultrasonografik inceleme ile fark edilebilir.<br />

Şiddetli adet sancısı en önemli belirtisi<br />

Çikolata kistinin, en önemli belirtisi adetin son derece ağrılı olmasıdır Çikolata kistinin<br />

kesin ve kalıcı bir tedavisi yoktur. Bu konuda bir uzmanın görüşüne başvurmak her<br />

zaman olduğu gibi en doğru başlangıç olacaktır. Ancak ağrıyı gidermek ve kısırlığı<br />

ortadan kaldırmak için cerrahi tedaviler uygulanabilir. Tedavide gebelikte görülen<br />

hormonal durumu taklit etmek için doğum kontrol hapları kullanılırken; hastaların bir<br />

kısmında menopozu taklit etmek amacıyla bazı ilaçlara başvurulmaktadır. Genellikle<br />

ayda bir kez yapılan enjeksiyonlar şeklinde uygulanan “GnRH analog tedavisi” uzun<br />

süreli kullanımda kemik erimesi, ateş basması gibi menopoz sonrası görülen yakınmalara<br />

neden olabileceğinden östrojen içeren ilaçlar ile birlikte verilebilir.<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011 23


GÜNCEL<br />

24<br />

MEMORIAL KEMİK İLİĞİ NAKLİ MERKEZİ<br />

HİZMETİNİZDE<br />

Organ Nakli’nde uluslararası üne sahip olan <strong>Memorial</strong><br />

Sağlık Grubu, pek çok branşta Türkiye’de referans<br />

merkezi olma vizyonuna uygun olarak <strong>Memorial</strong> Kemik<br />

İliği Nakli Merkezi’ni hayata geçirdi.<br />

Yalnızca İstanbul ve Türkiye değil, içinde bulunduğumuz coğrafyada yaşayan<br />

hastaların kemik iliği nakli ihtiyaçlarını karşılamayı amaçlayan merkez,<br />

günümüz teknolojisinin sağladığı tüm olanaklara sahip.<br />

<strong>Memorial</strong> Kemik İliği Nakli Merkezi’nde kemik iliği nakli konusunda uluslararası standartların<br />

sağlanmasının yanı sıra; hastaların gereksinim duyduğu tüm hizmetler veriliyor. Tedavi süreçlerini<br />

multidisipliner yapı içinde gerçekleştirilecek olan merkezde; lenfoma (Hematolojik lenf bezi<br />

kanseri), myeloma (Plazma hücrelerinin yapmış olduğu hematolojik kemik kanseri), akut lösemi<br />

(Kan kanseri) ve kronik lösemi, aplastik anemi gibi kan hastalığı olanlar kemik iliği nakli olabiliyor.<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011


Dünya standartlarında bir merkez<br />

<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Kemik İliği Nakli Ünitesi uluslararası JACIE kriterleri<br />

hedeflenerek oluşturulmuş bir merkezdir. Ünite, TC Sağlık Bakanlığı Kök<br />

Hücre Nakli Yönetmeliği’nde yer alan tüm unsurları sağlamış olup, 2010<br />

yılı sonunda yayınlanan İnsan Doku ve Hücreleri ile İlgili Merkezlerin Kalite<br />

ve Güvenliği Hakkındaki Yönetmeliğe göre denetlenerek açılan ilk kemik<br />

iliği nakli merkezi olma özelliğini taşımaktadır. Hastaların enfeksiyonlara<br />

karşı korunması amacıyla oluşturulan hepafiltre sistemi ile tüm odalarda<br />

ameliyathane şartları olan ISO 5 standardı sağlanmıştır. Sistem bir organ<br />

nakli <strong>hastanesi</strong> olarak planlanmış olan <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> için<br />

geliştirilen merkezi kontrol sistemi ile 24 saat boyunca takip edilmektedir.<br />

İnsan odaklı hizmet anlayışı<br />

<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Kemik İliği Nakli Merkezi’nin kurulması<br />

sırasında en önemli noktanın “insan” olduğu gerçeği ile yola çıkıldı. Tedavi<br />

yöntemlerinden (Kemoterapi, kemik iliği nakli) , bakım hizmetlerine (Hijyen<br />

ve kateter bakımı); hasta ve ailesine psikolojik destek uygulamasından, ünite<br />

için sosyal etkinliklere kadar her ayrıntı hastaların konforu düşünülerek<br />

tasarlandı. Hasta odalarının planlanmasında yeterli donanım ve ferahlık<br />

gibi konforla ilgili faktörler göz önüne alındı.<br />

Kemik iliği nakli ekip işidir<br />

Merkez kurulurken kemik iliği naklinde tedavi yaklaşımının birçok disiplini<br />

ilgilendirdiği göz ardı edilmedi. Tıbbın bütün branşlarının yanında; sosyal<br />

destek ekiplerinin ve uzman psikologların da tedavi sürecine katkı<br />

sağlayabilmesine olanak verecek alt yapı oluşturuldu.<br />

Hastaların temel tedavi ve bakım hizmetlerinin kemik iliği nakli konusunda<br />

uzman bir ekip tarafından verileceği merkezde hastaların ünitede yattıkları<br />

süre dışında, yatış öncesi ve taburcu sonrasında yakın takibi hekim ve<br />

sağlık personeli yanında sosyal ve psikolojik destek ekipleri tarafından<br />

yürütülecek.<br />

<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong><br />

GÜNCEL<br />

Doç. Dr. Mustafa Çetiner - Uz. Dr. Hüseyin Saffet Beköz ve Kemik İliği Nakli Merkezi Ekibi<br />

Kemik iliği nakli nedir?<br />

İnsan organizmasında kan yapımından sorumlu hücreler kemik iliğindeki kök hücrelerdir. Bu son derece özel fonksiyonlara sahip hücrelerin nakline genel<br />

olarak “kemik iliği nakli” denir. Kemik iliği nakli; hastanın kendisinden yapılırsa buna “otolog nakil”, aile üyeleri veya akraba dışı doku uyumu olan vericilerden<br />

yapılırsa “allogeneik nakil” ismi verilir. Kemik iliği nakli esnasında nakledilen, aslında kök hücredir. Kök hücre geçmiş yıllarda doğrudan ve ameliyathane<br />

koşullarında özel iğneler ile ve kemik iliğinden toplanmaktaydı. Ancak günümüzde bu yönteme çok nadiren başvurulmaktadır. Son yıllarda daha çok özel bir<br />

ilaç ile kök hücrelerin kemik iliğinden kana geçmeleri sağlanmakta ve hücreler “aferez” denen bir yöntemle toplanmaktadır. Bu yöntem hiçbir cerrahi girişim<br />

gerektirmemektedir. İlik damar yolu ile hastaya verilmekte, kemik iliği hücreleri kemik iliğini kendileri bulup yerleşmekte ve kan yapımını başlatmaktadır.<br />

İlik naklinin asıl zorluğu ilik yeni yerinde fonksiyonlarını kazanırken hastanın takibinin iyi yapılmasıdır. Bu kritik dönemde kırmızı ve beyaz kan hücreleri,<br />

pıhtılaşmadan sorumlu trombositler yapılamaz. Dolayısıyla bu dönem kansızlık, enfeksiyon ve kanama gibi komplikasyonların sık olduğu bir dönemdir. Bu<br />

süreçte oluşabilecek enfeksiyonlar ile kanama gibi istenmeyen durumların tedavisi, iliğin reddi veya yeni iliğin neden olduğu hastalıkların engellenebilmesi<br />

yaşamsaldır. Kemik iliği naklinde başarı; teknik alt yapı ve mikroplardan izolasyonun çok iyi olması, disiplinler arası uyum, işbirliği ve ekip deneyimi gibi şartlar<br />

bir araya geldiğinde elde edilmektedir.<br />

Kök hücre nakli yapılması gerekli olan durumlar;<br />

-Çeşitli hastalıklarda vücudumuzda bulunan kötü huylu hücrelerin ortadan kalkması için kullanılan yoğun ışın tedavisi ve ilaç tedavisi (kemoterapi) sonrası ağır<br />

hasar gören kök hücrelerin yerine konması<br />

- Başta ve en sık olarak Lenfoma ve Multipl myeloma gibi kan ve lenf bezi hastalıkları<br />

-Akut lösemiler, daha az sıklıkta kronik lösemiler<br />

- Yeterli çalışmayan, kötü çalışan (Kemik iliği yetmezliği, aplastik anemi, yaşlılarda görülen bir çeşit kemik iliği yetmezliği olan MDS gibi hastalıklar vs…) iliğin<br />

yerine sağlam kök hücrelerin nakledilmesi.<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011 25


MEDİKAL ONKOLOJİ<br />

26<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

KEMOTERAPİDE KULLANILAN<br />

“AKILLI İLAÇLAR” ARTIK SAÇ DÖKMÜYOR!<br />

Uz. Dr. Betül Öztürk - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Medikal Onkoloji Bölümü<br />

Kemoterapinin istenmeyen yan etkilerinden birisi de saç dökülmesidir.<br />

Ancak unutmamalıdırlar ki; bu geçici bir durumdur.<br />

Tedavi sürecinin tamamlanması ile beraber saçlar tekrar çıkacaktır.<br />

En çok meme kanseri tedavisinde<br />

kullanılan ilaçlar saç döker<br />

Kanser tedavisindeki en sıkıntılı süreç, kemoterapi<br />

ilaçlarının saç dökücü etkisidir. İlaçların bir bölümü<br />

ortalama 10-15 gün içinde saç ve kaş dökülmesine<br />

neden olabilir. Özellikle, kadınlarda görülen meme<br />

ve yumurtalık kanserlerinin tedavisinde kullanılan<br />

ilaçların saç dökücü etkisi vardır. O nedenle, bu<br />

kozmetik sorunun daha çok kadınları ilgilendirdiği<br />

düşünülür. Erkeklerde daha çok görülen kanser<br />

türleri olan akciğer ve bağırsak kanserlerinde<br />

kullanılan bir grup ilaç ise saç dökülmesine neden<br />

olmaz. Pankreas kanserlerinde kullanılan ilaçlar da<br />

saç ve kaş dökmez. Son yıllarda, hedefe yönelik<br />

tedavilerde kullanılan “akıllı ilaçlar”, saç ve kaş<br />

dökülmesine neden olmamaktadır.<br />

Ağızdan alınan kemoterapi ilaçlarını<br />

vitamin takviyesi gibi düşünün<br />

Kemoterapi tedavileri bir vitamin takviyesi alır<br />

gibi yürütülmektedir. Ağız yolu ile bir vitamin ilacı<br />

gibi alınan kanser ilaçlarının da saç ve kaş dökücü<br />

etkisi yoktur. Damardan ve ağızdan alınan ilaçların<br />

hücre içinde çalışma mekanizmaları farklıdır. Kanser<br />

tedavilerinde artık ağızdan alınan ilaçlar daha sık<br />

kullanılmaktadır. Örneğin; meme kanseri hastaları<br />

kemoterapi bittikten sonra birtakım saç dökmeyen<br />

hormon ilaçları almaya devam etmektedirler. Yine<br />

beyin tümörlerinde kullanılan bazı ilaçların da saç<br />

dökücü etkisi yoktur.<br />

Akıllı ilaçlar tümör hücresini tanır<br />

Artık hedefe yönelik olarak kullanılan “akıllı ilaçlar”<br />

tümör hücresini tanıyıp, direkt o hücre üzerinden<br />

çalışmaktadır. Bu ilaçlar diğer hücrelere hiçbir<br />

yan etki yapmamaktadır. Halen kullanılan ilaçların<br />

yanı sıra çalışma düzeyinde olan birçok ilaç<br />

bulunmaktadır.<br />

Saç dökülmesi hastalık değil ilaç<br />

kaynaklıdır<br />

Kemoterapi alan hastalarda ortaya çıkan saç<br />

dökülmesi, tedavi süreci ile sınırlıdır. Dökülme,<br />

hastalık nedeniyle değil, ilaç kaynaklıdır. Vücut, ilacın<br />

etkisinden kurtulduktan sonra saç dökülmesi de<br />

yavaşlar ve durur. Kemoterapi tamamlandıktan<br />

belirli bir süre sonra; saç, kaş ve kirpikler daha<br />

gür ve özellikleri farklı olarak yeniden çıkar.<br />

Örneğin; kıvırcık saçları olan bir kişi kemoterapi<br />

tedavisi bittikten sonra düz; düz saçlı bir hasta da<br />

tedavi sonrası kıvırcık bir saça sahip olabilir. Vücut<br />

kemoterapinin etkisinden çıktıktan 10 gün sonra<br />

yavaş yavaş saç ve kaşlar çıkmaya başlar.<br />

Kemoterapi alırken de güzel ve<br />

bakımlı görünmek mümkün<br />

Kemoterapiye başlarken saç dökülmelerini azaltmak<br />

için; jöle, saç spreyi, sıkı tokalar, bigudi kullanmaktan<br />

ve sürekli saçlarınızı taramaktan kaçının. Saçlarınızı<br />

yumuşak ve geniş dişli taraklarla tarayabilirsiniz.<br />

Saç kurutma makinesini mümkünse kullanmayın;<br />

çok gerekliyse de düşük ısıda kullanabilirsiniz.<br />

Kemoterapi nedeniyle saç dökülmesi sorunu<br />

yaşayan kişiler, saç derisi ile birebir orijinal şekilde<br />

oluşturulan peruklar kullanabilir. Uzun saça sahip<br />

olanlar kemorapiye başlamadan önce saçlarını<br />

kestirip, kendi saçlarından peruk yaptırabilir.<br />

Hastaların kemoterapi tedavisi sonrası saçlarını<br />

boyamalarında herhangi bir sakınca yoktur. Organik<br />

boyaların tercih edilmesi ve saç boyanırken deriye<br />

mümkün olduğu kadar az temas edilmesi gerekir.<br />

Organik boyaların yanı sıra; kına da tercih edilebilir.<br />

Kınanın içindeki kimyasallar, saç boyalarına oranla<br />

daha azdır.


MASUM SANDIĞINIZ HORLAMA ŞİKAYETLERİNİZ<br />

HASTALIK HABERCİSİ OLABİLİR<br />

Doç. Dr. Burak Erdamar- <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong>-Kulak Burun Boğaz Bölümü<br />

KULAK BURUN BOĞAZ<br />

Horlama, basit bir sorun gibi gözükse de, insan sağlığını tehdit eden ve tedavi<br />

edilmediği sürece yaşam kalitesini büyük ölçüde düşüren önemli bir sorundur.<br />

Horlarken nefesiniz belli bir süre kesiliyorsa dikkat !<br />

35 yaşını aşmış erkeklerin yüzde 35'i, yatış pozisyonuna bağlı<br />

olarak horlamaktadırlar. Alkol kullanımına bağlı olarak da masum<br />

horlamalar görülebilir; ancak hemen her gün, yüksek şiddette<br />

ve uykuda nefes kesilmelerinin eşlik ettiği horlamalar, hastanın<br />

hayat süresini kısaltmakta ve önemli hastalıkları da beraberinde<br />

getirebilmektedir. Gece uykuda horlarken nefesi kesilen ve yaşı<br />

60'ın üstünde olan kişiler, kalp ve solunum yolu hastalıklarına<br />

daha yatkındır. Bu hastaların; yatakta ölüm, kontrol edilemeyen<br />

yüksek tansiyon ve kalp enfarktüsü geçirme riski altında olduğu<br />

bilinmelidir.<br />

Gün içinde yaşanan uyku halinizin sebebi<br />

horlama olabilir<br />

Horlayan insanların sabah uyanamama, gün boyu uykuya meyilli<br />

olma, trafik sıkışıklığında, televizyon karşısında veya öğlen yemeği<br />

sonrasında aşırı uyku isteği gibi hayat kalitesini bozan birçok<br />

şikayeti bulunmaktadır. Ölümcül trafik kazalarının birçoğunun<br />

uykuda nefesi kesilen ve horlayan insanların uykuya meyil ve<br />

konsantrasyon kaybı sebebiyle olduğu bir gerçektir.<br />

Basit horlamaların önüne geçebilmek için;<br />

• İdeal kilonun üstündeki kilolardan kurtulun.<br />

• Uyku öncesi alkol alımını azaltın.<br />

• Yatmadan önceki 4 saatlik süreçte bir şey yemeyin.<br />

• Uyuyabilmek için sakinleştirici ilaç kullanmayın.<br />

Bu basit tedbirlerin alınmasına rağmen horlama ve uykuda<br />

nefes kesilmesi devam ediyorsa mutlak olarak; hastalığın<br />

şiddetinin anlaşılabilmesi ve hangi tedavi metodunun<br />

kullanılacağının belirlenmesi için uyku testi ile belirlenen uyku<br />

değerlendirilmesinin yapılması gerekir.<br />

Cerrahi operasyon da önemli bir seçenek<br />

Cerrahi tedavide ana prensip, gece uykuda solunum yolunu<br />

tıkayan küçük dil ve yumuşak damağın gerginleştirilmesinin<br />

sağlanmasıdır. Ağız içindeki bu dokularda gerginliğin sağlanması<br />

için günümüzde en geçerli, sonuçları en iyi olan teknik<br />

“radyofreakans cerrahisi”dir.<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011 27


HAYATIN İÇİNDEN<br />

28<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

RUTİN KONTROLE GİTTİ<br />

KARACİĞER NAKLİ OLDU<br />

49 yaşındaki Bilge Karadağ’ın rutin yaptırdığı kontroller sırasında,<br />

karaciğerinde lekeler olduğu ortaya çıktı. Uzun süre ilaç tedavisi görmek zorunda<br />

kalan Bilge Karadağ’a, doktorları bir süre sonra karaciğer büyümesi ve yetmezliğine bağlı olarak nakil<br />

olması gerektiği söyledi. Bilge Karadağ, kız kardeşi Ayşenur Okutan’ın<br />

karaciğerinden yapılan nakille, hayata yeniden merhaba dedi.<br />

“Rutin kontrolüm sırasında nakil olmam gerektiğini öğrendim”<br />

4 yıl önce bir gün işyerinde hiçbir şikayetim yokken check up yaptırma kararı aldım. Radyolog olan<br />

arkadaşımı arayıp randevu aldım. Kontroller sonucunda karaciğerimde lekeler görüldü. Bu süreçte birçok<br />

tetkik yapıldı ve sonrasında 1 sene takip altında tutuldum. Bu dönemde karaciğerimdeki lekeler büyümeye<br />

başlayınca, ilaç tedavisine başladım. 3 ay boyunca verilen ilacı kullandım. Kullandığım ilaç sonuç vermeyince<br />

1,5 yıl sürecek başka bir ilaç tedavisine devam ettim. Fakat lekeler ve karaciğerim gitgide büyümeye başladı.<br />

Doktorlarım tarafından son çarenin karaciğerimin değişmesi olduğu söylendi. Ankara’daki doktorlarım<br />

karaciğer nakli için bizi <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong>’nden Prof. Dr. Münci Kalayoğlu ve ekibine yönlendirdi.<br />

“Kardeşim bir an bile tereddüt etmedi”<br />

2011 Ocak ayında <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong>’ne geldik. Kontroller yapılmaya başlandı.<br />

İncelemelerde göğsümde de iki küçük kist olduğu ortaya çıktı ve ameliyat ile kistlerim<br />

alındı. Ardından sıra karaciğer nakline gelmişti ve canlı bir donör gerekiyordu. Kız kardeşim<br />

hiç düşünmeden karaciğerini vermeyi kabul etti. Bana göre çok zor bir kararı o gözünü<br />

kırpmadan vermişti. Kardeşiminden nakil uygun görüldükten sonra bize ameliyat tarihi<br />

verildi. O tarihi beklemek için Ankara’ya evimize döndük. Fakat nakil tarihi gelmeden<br />

ben daha da ağırlaştım. Karaciğerim çok fazla büyüdüğünden yeniden hastaneye<br />

kaldırılmıştım, bilincim kapanmıştı. 2011 Şubat ayında Ankara’dan beni ambulans uçakla<br />

İstanbul’a, eşimin ve çalıştığım işyerinin büyük desteği ile <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong>’ne<br />

getirmişler. Devamındaki 3 haftayı hiç hatırlamıyorum.<br />

<strong>Memorial</strong> <strong>Hastanesi</strong> organ nakli ekibine gözüm kapalı<br />

güvendim<br />

<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Organ Nakli Bölümü’nden Prof. Dr. Münci Kalayoğlu,<br />

Prof. Dr. Koray Acarlı ve nakil ekibi bana o kadar güven verdi ki; iyileşeceğimden<br />

emindim. Bu güvenle ameliyat kararını çok kolay verebildim ve ameliyata gözüm kapalı<br />

girdim. Şu an beni iyileştirip, bu günlere getirdikleri için tüm ekibe dua ediyorum. Ameliyatın ardından kontroller için hastaneye<br />

geldiğimde o kötü günlerimi hatırlamak yerine doktorlarla yaşadığım güzel günleri ve onları ne kadar özlediğimi düşünüyorum.<br />

“Hastamızın sağlık durumu şu anda çok iyi”<br />

Prof. Dr. Münci Kalayoğlu naklin ardından şunları kaydetti: “Bilge Hanım, Ankaralı meslektaşlarımız tarafından<br />

nöroendokrin tümör tanısı ile karaciğer nakli yapılmak için bize yönlendirildi. Tümör karaciğerin hemen her tarafını<br />

kaplamıştı ve ambulans uçakla <strong>Memorial</strong>’a geldiğinde komadaydı. Ne kadar şanslıyız ki; kızkardeşi karaciğerinin bir<br />

kısmını hemen bağışladı ve son derece başarılı geçen operasyonun ardından şu anda kendisinin sağlık durumu çok iyi.<br />

Biz de ekip olarak bundan büyük mutluluk duyuyoruz. “


GASTROENTEROLOJİDE YENİ TEKNOLOJİ:<br />

ENDOSKOPİK ULTRASONOGRAFİ<br />

Prof. Dr. Yıldıran Songür - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Gastroenteroloji Bölümü<br />

GASTROENTEROLOJİ<br />

Endoskopi ile ultrasonu tek bir cihazda birleştiren Endoskopik Ultrasonografi<br />

(EUS), sindirim sistemi hastalıklarının incelenmesinde devrim niteliğinde<br />

bir gelişme olarak kullanıma girmiştir. Dünyada ve Türkiye’de çok önemli<br />

merkezlerde kullanılan yöntem ile ulaşılması çok güç olan kitlelerin tanısı artık<br />

rahatlıkla konulabilmektedir.<br />

Sindirim sistemindeki her noktayı<br />

tarayıcı özelliğe sahip<br />

Temel olarak endoskopik bir yöntem olan<br />

EUS’un klasik endoskopiden farkı, ucunda<br />

detaylı ultrasonografik tarama yapabilen,<br />

yüksek frekanslı ultrason probunun<br />

bulunmasıdır. Cihaz, yüksek frekansla<br />

çalışması, arada bağırsak gazı, karın cilt ya da<br />

diğer dokular olmadan karın içindeki organı<br />

(örneğin pankreas) inceleyebilmesi nedeniyle<br />

standart ultrasonografiye göre daha üstün<br />

bir özelliğe sahiptir. EUS’un ultrason probu<br />

sayesinde; ultrason veya bilgisayarlı tomografi<br />

ile tam olarak belirlenemeyen, sindirim<br />

kanalına komşu ya da ulaşılması güç lezyonlar<br />

rahatlıkla görülebilmektedir.<br />

İleri görüntüleme tekniği<br />

Sindirim sisteminde klasik endoskopi ile<br />

yapılan incelemelerde yemek borusu ve<br />

midede oluşan ülser veya gastrit kolaylıkla<br />

görülebilirken; kendini yalnızca bir kabarıklık<br />

olarak gösteren, mide duvarına dıştan bası<br />

yapan veya duvar içine yerleşmiş bir lezyonun<br />

teşhisi kolay konulamamaktaydı. Endoskopik<br />

ultrasonografi gibi ileri görüntüleme teknikleri,<br />

bu tür sindirim sistemi hastalıklarının tanısında<br />

devrim niteliğinde gelişmelere imkan<br />

sağlamıştır.<br />

Küçük tümörlerin erken<br />

tanısı mümkün!<br />

Safra yollarının ve pankreasın görüntülenmesi,<br />

klinikte en sık başvurulan EUS<br />

uygulamalarından biridir. EUS safra yollarının<br />

yakından ve ayrıntılı görüntülenmesini<br />

sağlayarak, çoğu hastada yapılması çok daha<br />

zor ve riskli olabilen tanısal endoskopik<br />

işlemleri mümkün kılmaktadır. Pankreasta<br />

yerleşmiş, ultrason ve BT ile tam olarak<br />

belirlenemeyen, örneğin; 2 cm’den küçük bir<br />

tümörün tanısı EUS ile daha kesin konulabilir.<br />

Operasyona gerek olmadan<br />

biyopsi alınabiliyor!<br />

Tıpta kesin tanı için çok önemli olan biyopsi,<br />

herhangi bir lezyondan çeşitli yöntemlerle<br />

alınabilir. Ancak biyopsi sırasında dokulara en<br />

az zarar verilmeli ve cerrahi yöntemlerden<br />

mümkün olduğu kadar kaçınılmalıdır. EUS’un<br />

biopsi kanalından geçirilen iğne sayesinde,<br />

lezyonlardan biyopsi alınabilir veya ilaç<br />

enjekte edilebilir. EUS ile örneğin; pankreastaki<br />

lezyonun en yakınına gidilip, damarsal yapılar<br />

kontrol edilerek biyopsi alınabilir. EUS<br />

sayesinde yemek borusu ve mide aracılığıyla<br />

göğüs ve karın boşluğundaki çoğu dokudan<br />

riske girilmeden güvenli biçimde doku örneği<br />

alabilir. EUS tek seansta doktora; hem tanı<br />

koymak hem de biyopsi yapabilmek gibi<br />

birçok avantaj sunmaktadır.<br />

İşlem sırasında acı<br />

hissedilmiyor<br />

Endoskopik ultrasonografi işlemi<br />

öncesinde damar yolu ile sakinleştirici<br />

ilaçlar (sedasyon<br />

işlemi) yapılacağından, işlem<br />

sırasında hasta hiçbir acı<br />

hissetmeyecektir. İşlem ortalama<br />

30 dakika sürer. İşlem sonrası<br />

hasta<br />

yaklaşık 1 saat yatarak<br />

dinlendirilir. Gün<br />

içinde araba<br />

kullanılmamasında yarar<br />

vardır.<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

29


GÜNCEL<br />

<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Göz Merkezi Başkanı Doç. Dr. Barış Sönmez, kimyasal madde<br />

nedeniyle “Gözlerine perde inmiş” bir hastaya, Dünya’da ilk kez doku yapıştırıcısı kullanılarak<br />

kök hücre nakli gerçekleştirdi. Kimyasalın etkisi ile görme yetisini kaybeden hasta, ikinci<br />

ameliyatla yapılan kornea nakli sonrası ışığa kavuştu. Dünyanın önde gelen göz merkezleri için<br />

referans oluşturan ameliyat, uluslararası alanda en prestijli tıp dergilerinden biri olan Cornea<br />

Dergisi’nde yayınlandı. Doç. Dr. Barış Sönmez, dikişsiz kök hücre nakli ameliyatında kullandıkları<br />

doku yapıştırıcısının; operasyon süresi ve cerrahi başarı üzerindeki etkisi hakkında bilgi verdi.<br />

Kimyasallar göze perde indiriyor!<br />

Türkiye’de göz sağlığını tehdit eden en önemli travmalardan biri kimyasallarla temastır. Kireç, boya, badana, çamaşır suyu, evdeki lavabo açlar, tuz ruhu gibi maddelerle<br />

akü patlamaları sonucu ortaya çıkan göz yaralanmaları, göz yüzeyinde kök hücre kaybına yol açmaktadır. Kimyasal yaralanmalar geri dönüşümsüz hasarlara da neden<br />

olmaktadır. Yüzeyi, gördüğü hasar nedeniyle bembeyaz olan göz, görme potansiyeli olsa da görme kabiliyetini kaybetmektedir. Hastanın içeride göz siniri, gözün<br />

merceği ve retina hücreleri sağlıklıdır ancak dış yüzeyi kapalı olduğu için ve o dokuları yenileyemediği için görme yetisini kaybetmiştir.<br />

Kimyasal travmalar en çok<br />

çocukları etkiliyor<br />

Evde temizlik malzemesi olarak kullanılan kimyasallar bu anlamda en çok<br />

çocukları tehdit etmektedir. Kimyasallarla temas halinde yapılacak olan<br />

ilk şey, kimyasalın sıçradığı bölgenin bol su ile yıkanması ve hemen bir<br />

doktora başvurulmasıdır.<br />

Kök hücre nakli için öncelik birinci dereceden<br />

akrabalar!<br />

Kimyasal etkisi ile gözüne perde inmiş, görme yetisini kaybetmiş olan<br />

hastalara öncelikli olarak kök hücre nakli yapılmakta ve ardından da<br />

kornea nakli ile görme duyusu yeniden harekete geçirilmektedir. Eğer<br />

hastanın tek gözü tamamen hasar görmüşse, dış yüzeyi diğer gözünden<br />

kök hücre alarak o göze nakledilebilmektedir. İki gözü birden hasar<br />

gören hastalar için ise iki alternatif bulunmaktadır. Bunlardan ilki; birinci<br />

dereceden akrabalardan alınan kök hücrelerdir. Diğeri de kadavradan<br />

alınarak uygulanan kök hücre tedavisidir. Birinci derecedeki akrabalarda,<br />

akrabanın ilerdeki göz yaşamına zarar vermeyecek miktarda kök hücre<br />

alınarak vericiden alıcıya nakledebilmektedir. Ancak bu uygulama, canlıdan<br />

alınabilen doku miktarı sınırlı olduğu için yetersiz kalabilir. Bu nedenle canlı ile birlikte kadavradan da kök hücreler kornea dokusu ile birlikte alınarak, kök hücreler<br />

bu tür travmaların tedavisinde kullanılmaktadır.<br />

Dikişle tutturmak yerine doku yapıştırıcısı!<br />

Kişinin akrabası ve kadavradan alınan kök hücreler cerrahi olarak hazırlanarak, temizlenen göz yüzeyine dikişle tutturulmaktadır. Dikiş yerine kullanılan ve dünyada<br />

bilimsel olarak Doç. Dr. Barış Sönmez tarafından tanımlanan doku yapıştırıcısı tekniği ise; dikişlerin neden olabileceği enfeksiyon riski ortadan kalkmakta ve göz<br />

yüzeyine konulan kök hücrelerin vücut tarafından reddedilme riskini azaltmaktadır. Fibrin doku yapıştırıcıları yöntemi, işlemin hasta tarafından kabul edilebilirliğini<br />

de artırmaktadır. Göz yüzeyindeki hasarı giderildikten sonra kök hücreler doku yapıştırıcısıyla göz yüzeyine yapıştırılmaktadır. Bu işlem, operasyon süresini kısaltarak,<br />

cerrahinin daha çabuk, daha az hasarla sonuçlanmasını sağlamakta ve daha etkili sonuçlar elde edilmektedir.<br />

Kök hücre naklinden sonra kornea nakli<br />

Ağır göz hasarlı hastalar yalnızca kök hücre nakli ile iyileşememektedir. Çok ağır göz travması geçiren bu hastaların hepsinde ciddi kornea hasarı oluşmakta ve<br />

görüşlerini artırabilmek için çoğuna ek olarak kornea nakli de yapılması gerekmektedir. Bu şekilde hasarlanmış kornea dokusu değişmektedir. Hastaya öncelikle kök<br />

hücre nakli yapılması ile kök hücre naklinin ardından gerçekleştirilen kornea naklinde korneanın o bölgede yaşama olanağı sağlanmaktadır. Kök hücreler korneanın<br />

yüzeyini devamlı canlı tutacak hücreleri üreterek, onun yüzeyini temiz ve berrak tutmaktadır.<br />

Dünyadaki ilk akademik yayın!<br />

“Dikişsiz Kök Hücre Nakli” tekniği, dünyaca ünlü akademik dergilerden biri olan Cornea Dergisi’nde yayınlandı. Cerrahi tekniğin yayınlanması ve uluslararası<br />

kongrelerde sunulmasını takiben yurtdışındaki birçok merkez, gözdeki kök hücre tedavilerinde bu yöntemi kullanmaya başladı.<br />

30<br />

MEMORIAL DOKTORUNUN BÜYÜK BULUŞU:<br />

“DİKİŞSİZ KÖK HÜCRE NAKLİ”<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

Doç. Dr. Barış Sönmez


PROSTAT BÜYÜMESİ BÖBREK<br />

YETMEZLİĞİ İLE SONUÇLANABİLİR<br />

Op. Dr. Mehmet Necip Ekinci- <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Üroloji Bölümü<br />

Erkeklerde 40’lı yaşlardan itibaren kendini hissettirmeye başlayan<br />

prostat büyümesi, tedavi edilmediği sürece böbrek yetmezliğine<br />

kadar varan belirtiler gösterebilir. Sık idrara çıkma, idrar yaparken yanma hissi<br />

gibi belirtilerle kendini gösteren prostat<br />

büyümesi, bazen sinsice ilerleyip hiç belirti<br />

vermemektedir.<br />

İyi huylu prostat büyümesi ile prostat kanseri<br />

karıştırılmamalı<br />

Prostat bezi, erkeklerde idrar kesesinin hemen altında bulunan, idrar kanalını<br />

çevreleyen ve şekil olarak kestaneye benzeyen bir organdır. Erişkin bir erkekte<br />

ağırlığı 25-30 gram olan ve semen sıvısının yapımına katkıda bulunan prostat bezi,<br />

40’lı yaşlardan itibaren büyümeye başlar. Normalde bir kestane büyüklüğünde<br />

olan prostat bezi bir mandalina hatta portakal büyüklüğüne erişebilir ve bu<br />

durum “İyi huylu prostat büyümesi (BPH)” olarak adlandırılır. Yapılan çalışmalarda<br />

60 yaşındaki erkeklerin %50’sinde, 80 yaşındaki erkeklerin ise %90’ında iyi huylu<br />

prostat büyümesinin görüldüğü bildirilmektedir. İyi huylu prostat büyümesinin ile<br />

prostat kanseri farklı hastalıklardır. BPH prostat kanserine yol açmazken, her iki<br />

hastalık bir arada bulunabilmektedir.<br />

Sık idrara çıkmak hastalığın belirtisi olabilir<br />

Prostat büyümesi, bir süre sonra hastanın idrar yolunu tıkayarak idrar akışını<br />

engellemeye başlamaktadır. Tıkanıklığın derecesine bağlı olarak hastalarda idrar<br />

yapmayla ilgili yakınmalar ortaya çıkmaktadır. Bazen prostat belirti vermeden de<br />

büyüyebilir. Ancak sıklıkla hastalarda sık idrara çıkma, ani idrar yapma isteği, idrar<br />

kaçırma, idrar yaparken yanma ve sızı hissinin olması, idrar kuvvetinin ve kalınlığının<br />

azalması, idrarı başlatmakta güçlük, kesik kesik idrar yapma, idrarın sonunda<br />

damlama, idrarı tam boşaltamama hissi veya idrarda kan gibi belirtilerden biri veya<br />

birkaçı görülebilmektedir.<br />

Prostat büyümesi tedavi edilmezse böbreklere zarar verir<br />

Prostat büyürken kişinin idrar yollarını da olumsuz olarak etkilemektedir. Ani idrar<br />

tıkanması, idrar yolu iltihabı, idrar kesesi bozuklukları ve böbrek yetmezliğine kadar<br />

varabilen rahatsızlıklar hastalığın bilinen olumsuz etkilerinden bazılarıdır.<br />

ÜROLOJİ<br />

Tanıda muayene ve PSA değeri önemlidir<br />

İyi huylu prostat büyümesinin görüldüğü kişilerde aynı anda prostat kanseri de<br />

olabileceğinden ve prostat kanserinin kendine özgü erken dönem belirtileri olmadığından, hastalıkta doğru tanıya ulaşmak için her iki yönden de incelemeler<br />

yapılmalıdır. Hastalığa dair bazı şikâyetler görüldüğünde öncelikle hastanın kanındaki “Prostat Spesifik Antijen” (PSA) değerine bakılmalıdır. Ayrıca parmakla prostat<br />

muayenesi, ultrasonografik inceleme ve idrar tahlillerinin yanı sıra “Üroflowmetri” olarak adlandırılan “idrar akım hızı ölçümü” de tanı için kullanılan başlıca yöntemlerdir.<br />

Doğru tedavi seçeneği için uzmana başvurun<br />

İyi huylu prostat büyümesi her zaman tedavi gerektirmeyebilir. Bazen sadece düzenli kontrollerle takibi yapılabilen hastalıkta tedaviye ne zaman başlanması gerektiğine<br />

test sonuçlarını değerlendiren hekim karar verecektir. Ayrıca herkes için tek bir doğru tedavi seçeneği yoktur. Kişiye göre tedavi şekli de değişebilmektedir. Günümüzde<br />

prostata bağlı tıkanıklıkların tedavisinde son derece etkili ilaç tedavileri vardır. Öte yandan ilaç tedavisinin yeterli olmadığı düşünüldüğünde cerrahi gündeme gelebilir.<br />

Ancak cerrahi girişim kararı alınmadan önce uzman hekimlerce hastanın çok iyi değerlendirilmesi ve tüm tedavi yöntemlerinin içinden hastaya en uygun olanının<br />

seçilmesi büyük önem taşımaktadır.<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011 31


NÖROŞİRÜRJİ<br />

32<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

TAM ENDOSKOPİK AMELİYAT İLE 30 DAKİKADA<br />

BEL FITIĞINDAN KURTULABİLİRSİNİZ<br />

Prof. Dr. Murat İmer - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Beyin ve Sinir Cerrahisi Bölümü<br />

Oturmak, ayakta durmak, yürümek hatta uyumak sağlıklı bir insan<br />

için basit sayılabilecek eylemlerdir. Ancak bel fıtığı ağrısı çekenler için<br />

bunlar büyük bir özlem olabilmektedir. Uzun zamandır fizik tedavi görülmesine<br />

rağmen bel fıtığı ağrılarına çözüm bulamamak ise kişilerin günden güne psikolojilerini daha çok<br />

bozarak hayata umutsuz bakmalarına neden olmaktadır.<br />

Bu ağrıyla yaşamak kader değil<br />

Uzun zaman tedavi görmelerine rağmen bu ağrılardan kurtulamayacağını<br />

anlayıp onunla yaşamaya çalışan birçok kişi bulunmaktadır. Ancak bu rahatsızlıkla<br />

yaşamak kaderiniz değil. Endoskopik cerrahi artık tüm cerrahi alanlarda yaygın<br />

olarak kullanılmaya başlayan bir tekniktir. Bel fıtığı ameliyatlarında ilk amaç,<br />

sinir üzerindeki baskıyı kaldırmaktır. Bugün bütün dünyada geçerli olan tedavi<br />

yöntemi mikrocerrahi (mikroskopik diskusektomi) tekniğidir. Ancak yeni gelişen<br />

endoskopi teknolojileri sayesinde bel fıtığı ameliyatlarında endoskopik yöntem<br />

ciddi bir alternatif olarak ortaya çıkmaktadır. Bunun için doğru hasta seçimi çok<br />

önemlidir. Tam endoskopik bel fıtığı cerrahisinde ameliyat yaklaşık 0.5 cm’lik<br />

bir kesiden yapılır. Kas ve kemik dokulara herhangi bir zarar verilmediğinden<br />

ameliyat sonrası erken dönemde bel ağrısı nispeten daha azdır.<br />

Aynı gün taburcu olabilirsiniz<br />

Tam endoskopik bel fıtığı operasyonundan sonra hasta kısa bir süre içerisinde<br />

ayağa kaldırarak aynı gün taburcu edilebilmektedir. Kas ve kemik dokularına<br />

zarar verilmediğinden, tam endoskopik bel fıtığı ameliyatlarından sonra<br />

instabilite (bel kayması) riski hemen hemen hiç yoktur. Tam endoskopik bel fıtığı<br />

ameliyatları, yandan (transforaminal) veya orta hattan (interlaminar) olmak<br />

üzere iki yöntemle yapılmaktadır. Hangi yöntemin seçileceği fıtığın omurga<br />

kanalı içindeki yeri ve kalça kemiğinin yandan girişe imkan verip vermemesi<br />

gibi teknik nedenlere bağlıdır.<br />

Her yaş grubuna uygulanan bir tedavi yöntemi<br />

Bu operasyonda cerrahiye bağlı kan kaybı, enfeksiyon ve ameliyat sahasında<br />

oluşabilecek kan birikimi riski daha azdır. Endoskopik disk ameliyatı, bel fıtığı<br />

şikayeti olup ameliyat olması gereken tüm yaş grubundaki hastalara deneyimli<br />

ve gerekli eğitimleri almış cerrahlar tarafından uygulanabilir. Örneğin yaşlı,<br />

diyabet ve hipertansiyon gibi kronik rahatsızlıkları olan hastalarda da ameliyat<br />

sonrası iyileşme süresinin çok kısa olması nedeniyle büyük bir avantaj<br />

sağlanmaktadır.


Yaz mevsiminin sonuna gelindi. Okullar açılıyor ve hava yavaş yavaş soğuyor. Dolayısıyla<br />

çocuklar ev, okul, alışveriş merkezleri, sinema gibi kapalı ve kalabalık ortamlarda<br />

daha fazla zaman geçirmek durumunda kalacaklar. Bu durum da iç mekan<br />

allerjenlerine, irritanlara ve üst solunum yolu enfeksiyonlarına<br />

maruz kalma oranlarını artırabilmektedir.<br />

Allerjene maruziyet hastalığı tetikler<br />

Solunum yolu allerjileri klinikte “allerjik rinit”<br />

ve “allerjik astım” olarak karşımıza çıkmakta,<br />

çocukluk çağının önemli sağlık problemlerini<br />

oluşturmaktadır. Saman nezlesi olarak da<br />

adlandırılan allerjik rinitte mevsimsel ya da tüm<br />

yıl boyunca burun tıkanıklığı, burun akıntısı, burun<br />

kaşıntısı ve hapşırık ön planda gözlemlenirken;<br />

bu tabloya gözlerde sulanma, kaşıntı da eşlik<br />

edebilir. Allerjik astım ise tekrarlayan öksürük,<br />

hışıltı periyodları ile karakterize olup nefes darlığı<br />

atakları ile alevlenmeler gösterir. Bu ataklar<br />

sırasında özellikle küçük havayolları daralmakta,<br />

ciddi solunum sıkıntısı ortaya çıkabilmektedir. Her<br />

iki klinik tabloda da duyarlı allerjene maruziyet<br />

önemli tetikleyici faktör olarak rol oynar.<br />

Allerjenler astım ve saman<br />

nezlesinin alevlenmesinde etkilidir<br />

Ev tozu akarları, hamamböceği, küf mantarları,<br />

kedi, köpek, kuş tüyü gibi evcil hayvan epiteli<br />

allerjenleri tanımlanan en önemli iç mekan<br />

allerjenleridir. İç mekan allerjenlerine duyarlılık<br />

astım ve saman nezlesi gibi solunumsal allerjik<br />

hastalıkların gelişiminde ve alevlenmesinde<br />

önemli bir risk faktörüdür. Astımlı çocukların<br />

havayollarındaki aşırı duyarlılık, allerjen dışındaki<br />

uyaranlara karşı da hassasiyet doğurmaktadır.<br />

Üst solunum yolu enfeksiyonları, egzersiz,<br />

soğuk hava, stres, hava kirliliği, sigara dumanı ve<br />

birtakım irritan gazlar astım atağı alevlenmelerini<br />

kolaylaştıran diğer allerjen dışı uyaran faktörlerdir.<br />

Allerjeni tanımak hastalık<br />

kontrolünü sağlar<br />

İç mekan allerjen duyarlılığının neden olduğu<br />

solunumsal şikayetlerin önüne geçebilmek<br />

için, öncelikle hangi allerjene karşı duyarlılığın<br />

olduğunun tespiti önem taşır. Bunun için çeşitli<br />

laboratuvar ve cilt deri testleri uygulanabilmektedir.<br />

Allerjenin tanımlanmasından sonra allerjenden<br />

kaçınma yöntemlerinin uygulanması çevresel<br />

allerjen yükünü azaltacaktır. Ayrıca gerekli hallerde<br />

çeşitli semptom giderici ve koruyucu ilaçlar<br />

ve allerjene özgü immünoterapi yöntemleri<br />

de tedavi basamaklarını oluşturmaktadır.<br />

OKULLARDA<br />

ALLERJEN TEHLİKESİNE DİKKAT!<br />

Doç. Dr. Cevdet Özdemir - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Çocuk Allerji Bölümü<br />

Uykudan uyandıran öksürük allerjinin<br />

belirtisi olabilir; üst solunum yolu<br />

enfeksiyonları atakları tetikleyebilir<br />

Süregelen öksürük atakları, özellikle gece uykudan<br />

uyandırabilen ve sabaha karşı yoğunlaşan<br />

öksürükler, zaman zaman göğüsten duyulan<br />

hışıltı, hızlı soluk alıp verme, sıkışma hissi<br />

küçük havayollarındaki duyarlılığın bir belirtisi,<br />

yaklaşmakta olan olası bir alevlenmenin habercisi<br />

olabilmektedir. Allerjen duyarlılığı olan bireylerde<br />

üst solunum yolu enfeksiyonlarının akut<br />

alevlenmeleri tetiklediği birçok bilimsel çalışmada<br />

da gösterilmiştir. Dolayısıyla duyarlı bireylerin üst<br />

solunum yolu enfeksiyonlarından korunma için<br />

gerekli tedbirleri uygulamaları önem taşımaktadır.<br />

Çocuklar sigara dumanına<br />

maruz kalmasın<br />

Sigara astım üzerine de olumsuz etki etmektedir.<br />

Sigara içmenin yanı sıra; pasif olarak sigara dumanına<br />

maruz kalma bile, astımın şiddetlenmesine yol<br />

açmakta, hastalığın kontrol altına alınmasını<br />

güçleştirmektedir. Ev içerisinde bir başka odada ya<br />

da balkonda içilen sigara bile astımlı çocukları etkiler.<br />

Okulla yeni tanışan çocuk birçok<br />

uyaranla da tanışır<br />

Özellikle okulla yeni tanışan küçük yaştaki<br />

çocuklarda yeni bir ortama girmenin yarattığı<br />

birtakım sıkıntılar doğmaktadır. Çocuklar bu<br />

dönemden önceki hayatlarında karşılaştıklarından<br />

çok daha fazla uyaranla karşılaşabilmekte,<br />

bunlarla ilgili sağlık sorunları yaşayabilmektedir.<br />

Ancak bağışıklık sisteminde altta yatan bir<br />

rahatsızlığı olmayan çocuklarda ya da allerjen<br />

duyarlılığı gelişmeyenlerde bu sıkıntılar<br />

zamanla azalabilmekte ve herhangi bir<br />

komplikasyona neden olmamaktadır.<br />

ÇOCUK ALLERJİ<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011 33


HAYATIN İÇİNDEN<br />

34<br />

KAS AĞRISI DEDİLER<br />

AKCİĞERİNDE YABANCI CİSİM ÇIKTI<br />

Akciğerine yabancı cisim<br />

kaçan yanlış teşhis kurbanı<br />

genç kadın, akciğerinin<br />

alınmasına gerek kalmadan<br />

sağlığına kavuştu<br />

31 yaşındaki Seda Duman, son 1 yıldır sık olarak<br />

akciğer enfeksiyonu geçiriyordu. Geçtiğimiz ay<br />

sırt ağrıları ile uyanan genç kadına, başvurduğu<br />

en yakın sağlık kuruluşunda kas ağrısı teşhisi<br />

konuldu. Ancak 1 haftalık kas ağrısı tedavisine<br />

rağmen ağrıları devam eden Seda Duman<br />

zamanla nefes alma ve konuşmada zorluk<br />

çekmeye başladı. Akciğer tomografisi çekilen<br />

Seda Duman’a akciğerinde bir leke olduğu<br />

söylenmesinden kısa bir süre sonra akciğerinin<br />

su topladığı belirtildi. Bu durum üzerine<br />

doktoru, genç kadını <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong><br />

Göğüs Hastalıkları Bölümü’nden Uz. Dr. Füsun<br />

Soysal’a yönlendirdi.<br />

Yapılan tetkikler sonucunda bronşlarda yabancı bir cisim olduğu tespit edilen ve rahatsızlığının ilerlemesi halinde akciğerinin bir bölümünün alınması tehlikesi<br />

ile karşı karşıya olan Seda Duman, şimdi Uz. Dr. Füsun Soysal ve <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Göğüs, Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü’nden Op. Dr. Naci Yağan<br />

tarafından gerçekleştirilen özel bir işlemle sağlığına kavuşmanın mutluluğunu yaşıyor<br />

‘’Doğru ve zamanında teşhis sağlığıma kavuşmamı sağladı’’<br />

Yanlış teşhis nedeni ile çok zor günler geçirdiğini söyleyen Seda Duman, “ Bu kadar basit bir sorun nedeni ile akciğerimin bir bölümünü kaybetmenin eşiğinden<br />

döndüm. Bu durum <strong>Memorial</strong> <strong>Hastanesi</strong> doktorlarının dikkati sayesinde fark edildi. Yabancı cisim daha kötü sonuçlara neden olmadan akciğerimden çıkarıldı.<br />

<strong>Memorial</strong> <strong>Hastanesi</strong> doktorlarının dikkati ve ısrarı olmasaydı ben de hala sağlığıma kavuşmuş olmayacaktım.” diye konuştu.<br />

’Yabancı cisim fark edilmeseydi akciğerde kronik enfeksiyona bağlı kalıcı hasarlar oluşabilirdi’’<br />

Uz. Dr. Füsun Soysal hastanın zatürre belirtileri verdiğini belirterek, ‘’ Seda Hanım bize başvurduğunda nefes darlığının yanı sıra yüksek ateş şikayeti de vardı.<br />

10 günlük bir antibiyotik tedavisi uygulanmasına rağmen ateş kontrol altına alınamadı. Çekilen akciğer grafisi sonucu akciğerde tespit edilen sıvıyı operasyon<br />

ile boşalttık. Ancak operasyon sonrası tekrar çekilen akciğer grafisinde istenilen düzelme olmayınca hastaya akciğer tomografisi çektik. Tomografi sonucu<br />

akciğer sağ alt bronşlarda yabancı bir cisim tespit edildi. Bunun üzerine akciğere bronkoskopi ile girilerek yabancı cisim bulunduğu bölgeden çıkarıldı. Bu<br />

durum fark edilmeseydi hasta sürekli enfeksiyon geçirebilir ve o bölgede kronik enfeksiyonlara bağlı hasar oluşabilirdi.<br />

‘’ Doğru tanı ve kararlı tedavi yaklaşımı hayati önem taşır’’<br />

Op. Dr. Naci Yağan da Seda Duman’ın tedavi süreci ile ilgili olarak şunları kaydetti:<br />

‘’ Yabancı cismin sebep olduğu iltihaplanma akciğer zarının kalınlaşmasına neden olmuştu. Akciğerin büyük bölümünü kaplayan bu zar, akciğerin normal<br />

fonksiyonlarını yerine getirmesini engellemekteydi. Zarı soymak ve akciğeri rahatlatmak için hastayı ameliyata aldık. Bu ameliyat sonrasında akciğer eskisi gibi<br />

hava almaya başladı ve normal fonksiyonlarını yerine getirmeye başladı. Ayrıca ameliyat sırasında yaptığımız bir takım manipülasyonlarla o cismin çıkarılabilir<br />

hale gelmesini sağladık. Ameliyatın hemen ardından yapılan bronkoskopi ile yaklaşık 10x4mm boyutlarındaki kırılgan yabancı cismi çıkardık.’’dedi.<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

Uz. Dr. Fusun Soysal - Seda Duman - Op. Dr. Naci Yağan


HAMİLEYKEN ÇIKTIĞI TÜRKİYE TATİLİNDEN<br />

BEBEĞİ İLE ÜLKESİNE DÖNDÜ<br />

33 yaşındaki Alman turist<br />

Christin Stechert 7 aylık<br />

hamileyken, eşi Carsten<br />

Stechert ile birlikte tatil için<br />

Antalya’ya geldi. İlk 2 gün deniz<br />

ve güneşin tadını çıkaran genç<br />

kadın, aniden gelen doğum<br />

sancıları ile <strong>Memorial</strong> Antalya<br />

<strong>Hastanesi</strong>’ne kaldırıldı.<br />

Dünyaya erken gelen gelen kız<br />

bebek aileyi sevince boğmuştu<br />

ancak onları uzun bir tedavi<br />

süreci bekliyordu.<br />

<strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ekibi - Stechert Ailesi<br />

HAYATIN İÇİNDEN<br />

Uz. Dr. Aşkın Güra Nemlioğlu ve ekibi tarafından 2 ay boyunca özenle<br />

sürdürülen tedavinin ardından Stechert ailesi, kızları Hannah ile<br />

ülkelerine dönmenin mutluluğunu yaşıyor.<br />

“Erken gelen doğumla Antalya macerası başlamış oldu”<br />

Christin Stechert, erken doğumun kendisini çok korkuttuğunu ancak doktorlarına çok güvendiği için bu süreci çok kolay atlattığını belirterek;<br />

“Almanya’dan Türkiye’ye gelirken gerekli uçuş izinlerini ve raporları doktorumuzdan almıştık. Türkiye’ye geleli henüz 2 gün olmuştu. Her şey<br />

normalken, birden sancılarım ve rahatsızlığım ortaya çıktı. Önce uçak biletini ayarlayıp, Almanya’da kendi doktorumuza göstermeye karar verdik.<br />

Ancak ciddi anlamda rahatsızlanınca acilen <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong>’ne geldik. Sezeryanla doğuma alınmam gerektiği söylendi. Erken doğum<br />

olacağı için karmaşık duygular içindeydim ama doğum sonrasında kendi ağrılarımdan dolayı pek fazla bir şey düşünemiyordum. Doğumun ardından<br />

kızımız Hannah’yı Yeni Doğan Yoğun Bakım Ünitesi’ne aldılar ve bizim için Türkiye macerası başlamış oldu. Hergün hastaneye gidip geliyorduk. Bizim<br />

için kolay olmayan bir süreçti. Tatil için birkaç günlüğüne gelmişken, yaklaşık 2 ay boyunca burada yaşadık. Hastane’de bulunan kızımızın yanından<br />

ayrılıp eve gitmek oldukça zordu. Elimden gelse tüm gün hastanede kalırdım” diye konuştu.<br />

“<strong>Memorial</strong>’ın uzman kadrosu sayesinde bebeğimiz sağlığına kavuştu”<br />

<strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong>’nden ayrılırken düşüncelerini dile getiren Alman baba Carsten ise “Burada herkes çok iyiydi, çok güzel bir bakım ve<br />

uzman bir kadro sayesinde bebeğimiz sağlığına kavuştu. Özellikle yenidoğan yoğun bakımdaki uzmanlaşmış hemşireler bu dönemin zorluklarını<br />

atlatmamıza yardımcı oldu. Bize bu mutluluğu yaşatan herkese çok teşekkür ediyoruz. Birkaç yıl sonra Hannah’ya doğduğu yeri göstermek için<br />

yeniden geleceğiz” dedi.<br />

Yenidoğan yoğun bakımı bebeğin yaşam şansını etkiliyor<br />

Yenidoğan Yoğun Bakım Ünitesi’de verilen tedavi ve bakımın önemini vurgulayan Uz. Dr. Nemlioğlu, “Prematüre doğan bebeklerde yaşam şansını<br />

en yüksek seviyede tutmak için yenidoğan yoğun bakım ünitesi’nin donanımı ve burada görev yapan ekibin tecrübesi çok önemlidir. Bunun için her<br />

hasta için bir hemşirenin görev yapması ve 24 saat boyunca çocuk sağlığı uzmanının bulunması gerekmektedir. Hannah bebek yenidoğan yoğun<br />

bakım ünitemizin ilk yabancı hastasıydı. Diğer tüm hastalarımız gibi, onun da bizim için yeri çok özel” şeklinde konuştu.<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

35


HAYATIN İÇİNDEN<br />

Erkek çocuklarda ve<br />

prematüre bebeklerde<br />

daha çok görülür<br />

Bebek, anne karnında oluşurken yumurtalık<br />

taslakları karın zarı arkasında ve bebeğin bel<br />

hizasında bulunur. Bebeğin genetik şifresinde<br />

erkek olacağı yazıyorsa o zaman yumurtalık<br />

taslakları testise dönüşür.Bebeğin nasıl kolu<br />

bacağı büyüyor ise, pipisi ve torbaları da<br />

gelişir. Bu dönemde testislerde yer alan<br />

torbaya doğru hareketlenirler.Kasık bölgesine<br />

vardığında,kasıktan torbaya kadar geçebilmesi<br />

için karın zarı torbaya doğru bir eldiven<br />

parmağı gibi uzayarak, testisin torbaya inmesine<br />

yardım eder. Testis torbaya ulaştıktan sonra, bu<br />

eldiven parmağının işi biter ve karın tarafındaki<br />

açıklık kapanır. Bu süreç, gebeliğin son 3<br />

ayında meydana gelir. Karın tarafındaki açıklığın<br />

kapanmaması durumunda, karın içindeki<br />

bağırsaklar karın içi basıncını artıran durumlarda<br />

(Ağlama,öksürme,ıkınma vb)bu açıklıktan<br />

içeriye uzanıp, kasık bölgesinde fark edilen bir<br />

şişlik oluştururlar. Kız bebeklerde ise testisin<br />

inmesine eşdeğer olan gelişme, rahim bağlarının<br />

kasık kanalı içinden geçmesidir. Çocuklarda<br />

görülen fıtığa ‘İndirekt herni’ denir. Bu fıtık,<br />

erişkinlerdekinden farklı ve doğumsaldır. Karın<br />

zarının torbaya uzanan bölümünün kapanması<br />

son 3 ayda olduğuna göre; prematüre<br />

bebeklerde kasık fıtığı görülme oranının<br />

toplum geneline göre çok daha yüksek olması<br />

kaçınılmazdır. Genel olarak fıtık görülme oranı<br />

200 bebekte sadece 3’tür. Erkek çocuklarda<br />

ve sağ tarafta daha sık görülür. Buna karşın<br />

kız bebeklerde görüldüğünde iki taraflı olma<br />

ihtimali erkeklere göre daha yüksektir.<br />

Ameliyat edilmezse hayati<br />

tehlike yaratır<br />

Kasık fıtığının tedavisi kesinlikle ameliyattır. Kasık<br />

fıtığı hayati tehlike doğmayacak şekilde tedavi<br />

edilir. Ancak tedavi edilmezse oluşan açıklığa<br />

bağırsağın sıkışmasıyla boğulma meydana gelir<br />

36<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

KASIK FITIĞI İLAÇ TEDAVİSİYLE GEÇMEZ<br />

Prof. Dr. Nüvit Sarımurat- <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Çocuk Cerrahisi Bölümü<br />

Kasık fıtığı, kasık bölgesinde doğumda kapanması gerekirken açık kalmış karın zarından içeriye<br />

giren, erkek çocuklarda bağırsak, kız çocuklarında ise sıklıkla yumurtalık nedeniyle kendisini<br />

kasıkta şişlikle belli eden bir hastalıktır. Zaman zaman ortaya çıkan ve kendiliğinden<br />

kaybolduğu bildirilen şişlik, hastalığın en tipik bulgusudur.<br />

ve bu durum hayati tehlike yaratır. Ameliyat<br />

edilmediği takdirde boğulmanın ne zaman<br />

olacağı belli değildir; ancak her zaman bu<br />

ihtimal vardır. Kasık fıtığı tanısı konulduktan<br />

sonra vakit kaybetmeden ameliyat yapılmalıdır.<br />

Eğer çocuğun başka bir rahatsızlığı varsa bu<br />

rahatsızlığın ortadan kalkmasından sonra<br />

ameliyat yapılabilir.<br />

Yarım saatlik bir ameliyatla sorun<br />

çözülür<br />

Ameliyat, genel anestezi altında kasıkta açılan<br />

küçük bir delikten yapılır. Çocuklarda ameliyat<br />

genel anestezi ile yapılır; çünkü ameliyat<br />

sırasında yaşanabilecek travma hastalıktan daha<br />

ağır olabilir. Kasık fıtığı ameliyatındaki anestezi<br />

kısa sürelidir. Ameliyatın kasıktan yapılması,<br />

estetik görünüm açısından soruna yol açmaz.<br />

Kasık fıtığının, ameliyat sonrası tekrarlama<br />

ihtimali çok rastlanmayan bir durumdur. Kasık<br />

fıtığı tedavi edilmediği zaman daha ciddi<br />

tehlikeler doğurabilecek bir hastalıktır; erkek<br />

çocuklarda testis, kız çocuklarda ise yumurtalık<br />

kaybı söz konusu olabilir. Ameliyat edilmediği<br />

için fıtık nedeniyle komplikasyon olursa hayati<br />

sorunlar ortaya çıkabilir; organ kaybı, bağırsak<br />

tıkanıklığı gibi problemler yaşanabilir. Tüm bu<br />

sorunları yaşamamak için tanı konulduktan<br />

sonra yapılacak ameliyat ile hayat boyu bu<br />

hastalıktan kurtulmak mümkündür.<br />

Ameliyat sonrası oyun<br />

oynamaya devam!<br />

Çocuk fıtığında normal yaşama dönüşte hiçbir<br />

sıkıntı yoktur. Emekleyen bebek yine emekler,<br />

yürüyen çocuk yine yürür, günlük hayatına<br />

kaldığı yerden devam eder. Ameliyattan iki saat<br />

sonra taburcu olan çocuk oyunlarını oynamaya<br />

başlar. Çocuğun sosyal hayatına bir kısıtlama<br />

getirilmez. Ameliyat sonrasında dikkat edilmesi<br />

gereken tek nokta, yaranın temiz tutulmasıdır.<br />

Ameliyattan bir hafta sonra doktor kontrolü<br />

sonrası, yara iyileştiyse doktorun izniyle çocuğa<br />

banyo yaptırılır..


MEVSİMSEL DEPRESYONDAN KORUNUN!<br />

Uz. Psikolog Jale Demir - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong><br />

PSİKOLOJİ<br />

Güneşli ve sıcak günlerin azalmaya başlamasıyla birlikte, sonbaharın serin günlerinde dışarıda<br />

gezmek yerine evinize kapanıyor, insanlardan uzaklaşıyorsanız, içinizden sevdiğiniz şeyleri<br />

yapmak gelmiyorsa, sabahları yataktan kalkmak istemiyor, gün boyu uykulu bir şekilde geziyorsanız<br />

ve en önemlisi kendinizi mutsuz hissediyorsanız mevsimsel depresyon geçiriyor olabilirsiniz.<br />

“Yaz Enerjik, Kış Hüzünlü Kılıyor”<br />

Birçok kişi, kendini güneşli günlerde daha mutlu ve enerjik, bulutlu veya yağmurlu günlerde ise daha yorgun ve isteksiz hissedebilir. Havanın gri renkte olduğu<br />

günü evde, hatta yatakta geçirmeye, daha az iş yapmaya, daha az sosyalleşmeye ve daha çok yemek yemeye yatkın olabilirken, güneşin parıldadığı günlerde<br />

ise dışarıda vakit geçirmek isteyebilirsiniz. Her yıl aynı dönemde ortaya çıkan kış depresyonu çoğunlukla sonbahar ya da kış aylarında başlar, baharda ya da<br />

yaz başlangıcında sona erer. Mevsimsel depresyon, kişinin uyku düzeni ve iştahında geçici bozulmalara yol açabilir.<br />

“Kış Aylarında Depresyon Artıyor”<br />

Mevsimsel depresyon, duygu durumumuzu, uykumuzu ve hormonlarımızı düzenleyen<br />

biyolojik saatimizin, güneş ışığının azalmasıyla birlikte yavaşlamasıyla ortaya çıkar. Bu<br />

durumda, kışın daha az hareket etme ve enerji harcama eğiliminde oluruz. Beynimizde<br />

bulunan, fiziksel hareketleri yavaşlatarak uykulu ve dingin bir ruh hali yaratan melatonin<br />

hormonunun karanlık ortamlarda üretimini artırması, kış aylarında depresyonun<br />

görülmesinin diğer nedenidir.<br />

Güneş ışığı, halsizlik üzerinde önemli etkiye sahiptir. Bu nedenle kış aylarında yorgunluk,<br />

halsizlik ve depresyon şikâyetleri artmaktadır. Mevsimlerden etkilenen vücudumuzun<br />

değişikliklere alışması, uyum sağlaması ve hormonların yeniden dengeye girmesi zaman<br />

almaktadır.<br />

“Mevsimsel Depresyondan Korunmak İçin…”<br />

• Güneşli havalarda bol bol yürüyüş yapın. Sabah ya da öğlen saatlerinde 20-30 dakika<br />

dışarıda zaman geçirmek gün ışığından faydalanma açısından önemlidir.<br />

• Mümkün olduğunca cam kenarında oturmaya özen gösterin.<br />

• Halsizlik ve bitkinliğe neden olan ağır yağlı, karbonhidratlı besinleri tüketmekten<br />

kaçının. Beslenmenizdeki sebze ve meyve miktarını artırın; yağ miktarını azaltın.<br />

• Konsantrasyonunuzu artırıcı ve motivasyonunuzu güçlendirici spor faaliyetlerine ve<br />

hobilere önem verin. Hafif sporlara, balık tutma, yürüyüş gibi faaliyetlere öncelik verin.<br />

• Yüksek oranda glikoz içeren tatlı yiyecek ve içecekleri mümkün olduğunca az tüketin.<br />

• Mevsim değişimlerinde ortaya çıkabilen solunum yolu enfeksiyonları ile daha iyi<br />

savaşabilmek ve gerekirse vitamin takviyesi almak konusunda doktorunuza başvurun.<br />

• Mevsim değişimleriyle beraber ortaya çıkan vücut sıvı dengesindeki değişimlere bağlı<br />

olarak sıvı tüketiminize dikkat edin. Günlük sıvı tüketiminizi en az 2 litre olarak ayarlayın.<br />

• Günlük rutin aktivitelerize devam edin. Örneğin; alışık olduğunuz saatte yatağınıza<br />

gidin, ihtiyacınız olduğu kadar uyuyun.<br />

• Önemli hayati değişiklikleri (iş değiştirmek, taşınmak vb.) mümkün olduğunca yaz<br />

aylarına bırakmayı düşünün; kış döneminde hayatınızı kolaylaştırmanın yollarını arayın.<br />

• Çocuğunuzla vakit geçirmeye, doğada, hayvanlarda oluşan değişimleri çocuğunuza<br />

öğretmeye ve onunla beraber doğayı keşfetme aktiviteleri yaratmaya özen gösterin.<br />

• Çalışma ortamınızda gerekli ışık ve ısı ayarını kontrol altında tutun.<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011 37


DAHİLİYE<br />

38<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

CİDDİ HASTALIKLARIN ÖNÜNE GEÇMEK İÇİN<br />

SENEDE BİR KEZ CHECK - UP YAPTIRIN<br />

Uz. Dr. Mehmet Demircioğlu - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Dahiliye Bölümü<br />

Genel sağlık kontrolü ile farkında olunmayan hastalıkların erken dönemde önüne<br />

geçilmesi, hastalık gelişmeden alınacak önlemlerle hastalıkların önlenmesi ve<br />

ciddi belirti vermeyen sinsi hastalıkların tedavi edilmesi… Düzenli olarak senede<br />

1 kez yaptıracağınız check - up programları hayatınızı kurtarabilir.<br />

Örneğin kolestrerol yüksekliği kişinin kendisi<br />

tarafından çok fazla fark edilecek bir durum<br />

değildir. Kişi beslenme düzenine dikkat ettiğini<br />

düşünebilir fakat genetik olarak yatkınlık varsa<br />

diyetinize dikkat etseniz, sporunuzu yapsanız<br />

dahi, kolesterolünüz yüksek çıkabilir ve kalpte<br />

buna bağlı rahatsızlıkların görülmemesi için<br />

bunun önleminin alınması gerekir. Türk insanında<br />

genellikle düzenli sağlık kontrolünden geçme<br />

gibi bir alışkanlığı yoktur, insanlar çoğunlukla<br />

“Bende bir hastalık çıkar ve başıma iş açar” diye<br />

düşünmektedir. Oysa hastalıkların erken tanı ile<br />

tamamen ortadan kaldırılabildiği unutulmaması<br />

gereken bir gerçektir. Örneğin yaşam boyu<br />

sürebilen şeker hastalığı ortaya çıkmadan insülin<br />

direncini kontrol ederek bu hastalık ile ilgili<br />

riskleri tamamen önlemek mümkün. Kolesterol<br />

ölçümü ile takibi ile kalp damar hastalıklarının<br />

önüne geçilmesi de bu duruma çok güzel<br />

bir örnek. Erken tedavi ile damar tıkanıklığını<br />

engelleyip kalp hastasını önleme şansınız<br />

varken; 10 sene sonra damarlar tıkandığında<br />

bunu fark ederseniz, sağlığınız artık ilaçla tedavi<br />

sonrası bile düzelemeyecek boyutlara ulaşabilir.<br />

Check - up bir anlamda sağlık<br />

danışmanlığıdır<br />

Check-up programlarında hastaların detaylı<br />

öyküleri alınmakta ve kişinin bundan sonraki yaşamı<br />

için gerekli tüm yönlendirmeler yapılmaktadır. Bu<br />

programlar, sadece kan testlerinden ibaret değildir,<br />

Aile öyküsü ve tıbbi öykü alınır, risk faktörleri<br />

sorgulanır, hastanın sağlık profili çıkartılıp onun<br />

üzerinden de değerlendirme yapılır. Ya da hastanın<br />

farkında olmadığı riskleri varsa, bu sağlık söyleşisi<br />

sonucunda yapılması gerekli, testler konusunda<br />

gerekli yönlendirme yapılır. Check-up sadece kağıt<br />

üzerindeki bir takım tahlillerin sonuçları değil; risk<br />

faktörlerinin, yapılması gereken diyet ve egzersiz<br />

programlarının, kişinin sağlıklı kalması için gerekli<br />

tüm koşulların sorgulanıp değerlendirildiği bir<br />

programdır.<br />

Check - up için tam donanımlı bir<br />

merkezi seçin<br />

Check-up programları yaş gruplarına ve cinsiyete<br />

özel olarak değişmektedir. Belli yaş grupları ve belli<br />

cinsiyetlerde belli hastalıklar daha fazla görüldüğü<br />

için ileri yaş döneminde sağlık yönünden<br />

araştırılacak konular da farklıdır. Örneğin 40 yaş<br />

altı aktif bir insanda bakılacak veriler ile yaşlı<br />

bir bireyde yapılacak testler aynı olmayacaktır.<br />

Hastalıkların ortaya çıkması kişiye göre farklılık<br />

göstereceğinden<br />

kişinin kendisine en uygun programı seçmesi<br />

yerinde olacaktır. Check-up genel sağlık<br />

kontrolüdür. Ancak kanser önleme programları da<br />

buna dahildir. Bayanlarda kadın doğum muayenesi,<br />

smear testlerinin her sene düzenlenmesi,.<br />

mamografi ve meme ultrasonlarının belli<br />

tarihlerde yapılması gerekir. Erkeklerde prostat<br />

muayeneleri, kalın bağırsak tetkikleri (yaşa bağlı<br />

olarak) kanser önleme programları kapsamında<br />

yapılan testler de, genel sağlık kontrolleri<br />

kapsamında değerlendirilebilir. Hem genel sağlık<br />

kontrolleri hem de bazı kanserler konusunda<br />

erken tanı için belli sağlık kontrollerini yapmak<br />

gereklidir.<br />

Sonuç olarak insan sağlığı konusu çok hassastır;<br />

bu nedenle belli kalite standartlarının olduğu<br />

deneyimli ekipler ve donanımlı bir ortamda<br />

yapılmış testlerle değerlendirme yapmak gerekir.


KALBİNİZİN RİTMİ HAYATIN RİTMİNİ<br />

YAKALAYAMIYORSA<br />

Toplumun % 20’sini ve<br />

ortalama her 5 kişiden birini<br />

etkileyen ritim bozukluğu, anne<br />

karnında bile ortaya çıkabilen<br />

ve kontrol altına alınması<br />

gereken önemli bir sağlık<br />

sorunudur.<br />

Ritim bozuklukları; hayatı tehdit edici olanlar, kalp<br />

fonksiyonlarını bozanlar ve yalnızca yaşam kalitesini<br />

etkileyenler olarak sınıflandırılabilir.<br />

Ritim bozukluğu, herhangi bir belirti vermeden de<br />

ortaya çıkabilir ve yaşam boyu devam edebilir. Bu<br />

nedenle aritminin erken evrede tanınması ve ileri<br />

boyutlara ulaşarak kalp sağlığını tehdit etmemesi için<br />

çocukluk döneminde yapılacak sağlık kontrollerinin<br />

önemi büyüktür. Bu nedenle bebeklere doğar doğmaz<br />

ya da çocuklara anaokulu döneminde EKG ve EKO<br />

gibi tetkikler yaptırarak, olası bir doğumsal kalp sorunu<br />

ortaya çıkarılabilir ve erken dönemde kontrol altına<br />

alınabilir.<br />

Ritim bozukluğuna karşı doğar<br />

doğmaz kalp kontrolü<br />

Ritim bozukluğu, yeni doğanlarda doğumsal kalp<br />

hastalıkları nedeniyle ortaya çıkabilir. Annenin<br />

kalp ritminin bozulması, aritminin derecesine<br />

göre bebeğin beslenmesini ve gelişmesini de<br />

olumsuz etkileyebilir. Bu nedenle bebeklere<br />

doğduğu anda ya da birkaç gün içinde yapılacak<br />

fizik muayene ve EKO, ileride gelişebilecek<br />

aritmi sorunlarının ve başka kalp hastalıklarının<br />

erken tanısının konulmasını sağlar. Eğer bebekte<br />

doğumsal bir kalp hastalığı belirlenmişse, ona<br />

göre önlem alınarak tedavisi erken dönemde<br />

gerçekleştirilir.<br />

Anaokulu döneminde yapılacak<br />

bir EKO, spor sahalarındaki<br />

ani ölümleri engelleyebilir<br />

Ritim bozukluğunun erken dönemde kontrol<br />

altına alınması ve tedavi edilmesi, sorunun hasta<br />

için ölümcül boyutlara ulaşmasını engeller. Bunun<br />

için çocuklar anaokuluna başlarken mutlaka<br />

bir kardiyoloji uzmanı tarafından muayene<br />

edilmelidir. Özellikle anaokulu ve ilköğretim<br />

döneminde yaptırılacak muayene, EKG ve EKO<br />

ile ileride futbol, basketbol gibi spor sahalarında<br />

ritim bozukluğu nedeniyle yaşanan ani ölümlerin<br />

önüne geçilebilir; kişinin 20’li yaşlarda bile ortaya<br />

çıkabilen kalp yetersizliğine gitmesi engellenebilir.<br />

Doç. Dr. Kani Gemici - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Kardiyoloji Bölümü<br />

Her ritim bozukluğu farklı<br />

şekilde tedavi edilir<br />

Bazı ritim bozuklukları “ablasyon” adı verilen<br />

radikal yöntemlerle tedavi edilir ve bir daha<br />

hiç tekrar etmez. Ancak ritim bozukluklarının<br />

% 60’ın üzerinde olan kısmı, radikal tedaviden<br />

yoksundur. Bunların bir kısmı ilaçlarla yıllarca ya<br />

da ömür boyu tedavi edilmek durumundadır. Bir<br />

kısmının tedavisi de kalp pilleri ile mümkündür.<br />

Kalp pili takılan hastanın da sürekli kontrol<br />

altında tutulması gerekir. Ritim bozukluğu sorunu<br />

yaşayan hastanın, mutlaka ritim bozukluğu<br />

konusu ile ilgili bir kardiyoloji uzmanı tarafından<br />

takip edilmesi gerekir. Bazı ritim bozuklukları, altta<br />

yatan bir hastalık nedeniyle ortaya çıkabildiği için,<br />

bu hastalıkların tedavisi gerçekleştirildikten sonra<br />

var olan ritim bozukluğu sorunu da çözülmüş<br />

olur.<br />

Yaşam şekli ritim<br />

bozukluğunu etkiler<br />

• Kişinin yaşam biçimi, kalp ritmi üzerinde<br />

etkilidir. Beslenme alışkanlıkları, uyku düzeni,<br />

aktif ya da hareketsiz yaşam gibi etkenler, ritim<br />

bozukluğunu tetikleyebilir.<br />

• Enerji içeceklerinin tüketimi, çok şiddetli ritim<br />

bozukluklarına neden olabilir. Ancak bu geçici bir<br />

durumdur.<br />

• Elektrolit dengesizliği durumları; kandaki<br />

sodyum, potasyum ve magnezyum gibi<br />

KARDİYOLOJİ<br />

elementlerin düzeylerinin bozulmasından<br />

kaynaklanmakta ve ritim bozukluğuna neden<br />

olmaktadır. Elektrolit dengesi sağlandığında ritim<br />

bozukluğu sorunu da ortadan kalkacaktır.<br />

• Tüm çocuklarımızın ilkokul döneminden<br />

başlayarak bir spor dalına yönlendirilmesi,<br />

sağlıklı yaşam için çok önemlidir. İleri yaşta spora<br />

başlayacak olanların ise kendisine ve yaşına<br />

uygun olan bir dalı seçerek günde bir saat spor<br />

yapması, kalp ritminin düzenlenmesi bakımından<br />

çok önemlidir. Özellikle yürüyüş ve yüzme, aritmi<br />

için en iyi sporlardandır.<br />

Riskler ortadan kalkınca<br />

aritmi sorunu çözülür<br />

Kalp hastalıklarına yol açabilecek bütün<br />

riskler, aritmi için de bir risktir. Göbek ve bel<br />

çevresindeki yağlanma, hipertansiyon, obezite,<br />

koroner damar sorunları aritminin en sık<br />

nedenlerindendir. Bel çevresinin erkeklerde<br />

102, kadınlarda 88 santimetreyi geçmesi, kalp<br />

hastalıklarını ve aritmileri tetikleyici önemli<br />

bir risk oluşturur. Hipertansiyon en sık aritmi<br />

nedenlerinden biridir. Bunun yanında koroner<br />

kalp hastalıkları, kolesterol ve şeker yüksekliği de<br />

ritim bozukluğu gibi önemli kalp hastalıklarına yol<br />

açabildiği için; bu risklerin ortadan kaldırılması,<br />

ritim bozukluğu sorununu da ortadan<br />

kaldıracaktır.<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011 39


GİRİŞİMSEL KARDİYOLOJİ<br />

40<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

AORT ANEVRİZMALARINDA<br />

GİRİŞİMSEL TEDAVİLER<br />

Prof. Dr. Füruzan Numan, <strong>Memorial</strong> <strong>Hastanesi</strong> Girişimsel Radyoloji Bölümü<br />

65 yaşın üzerindeki hipertansiyon hastası erkeklerin yüzde 10’unda<br />

görülen aort anevrizması, ortaya çıktığında hastayı ölüm riski ile<br />

karşı karşıya getiren bir sağlık sorunudur. Anevrizmayla oluşan aort yırtıkları<br />

nedeniyle hastaların % 50’si hastaneye yetiştirilemeden, hastaneye yetiştirilenlerin % 50’si de<br />

ameliyat sırasında kaybedilmektedir. Endovasküler girişimle aorta endogreft stentle müdahale<br />

edilebilmektedir. İşlem sonrası hasta bir hafta içinde normal yaşantısına geri dönebilmektedir.<br />

ENDOVASKÜLER İŞLEMDE RİSK YALNIZCA % 1<br />

Aort anevrizması, vücudun en büyük atardamarı olan aortun göğüs veya karın bölümlerinde normal çapın üstünde genişlemesi ile ortaya çıkar. Genişleyen aortun<br />

aniden yırtılması ya da hipertansiyona bağlı tabakalarının ayrışması, doğru tedavi uygulanmazsa % 50 oranında hastanın ölümüne neden olabilmektedir. Endovasküler<br />

işlem hastaların kasık damarından küçük bir kesi yapılarak veya kesi yapılmadan anjiyo gibi girilerek aorta endogreft stent yerleştirilmesi ile gerçekleştirilen bir işlemdir.<br />

Bu tedavide hasta kaybedilme oranı yüzde 1 civarında olup açık cerrahiye oranla çok düşüktür. Özellikle yaşlı ve beraberinde koroner arter hastalığı, diyabet ve<br />

çeşitli akciğer hastalıklarını da birlikte bulunduran yüksek riskli hastaların tedavisinde ufuklar açan yeni bir yöntemdir. Klasik açık cerrahi tedavide hastanın yoğun<br />

bakımda kalış süresi, işlem esnasında kan kaybı, böbrek fonksiyonu bozuk olan hastalarda diyalize girme olasılığının artması ve ameliyat sonrası hastanede kalış süresi<br />

çok daha uzun iken endovasküler işlem sonrasında hasta, ortalama bir hafta içinde normal yaşantısına geri dönebilmektedir. Mutlaka genel anestezi altında yapılma<br />

zorunluluğu olmayıp, lokal ya da epidural anestezi altında da uygulanabilir. Yoğun bakım gerekliliği veya hastanın taburcu olma süresi de yine hastanın aort anevrizması<br />

dışında ikincil rahatsızlıklarına bağlı olarak değişir.<br />

HASTA İŞLEMLE MUTLAK ÖLÜMDEN KURTULUYOR<br />

Aort katlarının yırtılması en çok torakal vakalarda görülmektedir ve ölüm riski çok<br />

yüksektir. Endogreft stentleme ile yırtıklar kapatıldıktan sonra, bağırsak, böbrek ve karaciğer<br />

damarlarına gerekli olan tamamlayıcı stentleme işlemleri ile hastalarda yaşam oranı %<br />

100’lere yaklaşmaktadır. Böylelikle; dünya standartlarının çok üzerinde bir başarı ile hastalar<br />

sağlığına kavuşmaktadır. Torakal aortta genişleme azami 6 santime ulaşınca müdahale<br />

etmek gereklidir.Bunun yanında anevrizmanın yıllık genişleme hızı da önemlidir. Aort çapı<br />

ameliyat sınırına geldikten sonra anevrizmanın patlama veya yırtılma (rüptür) ihtimalinin<br />

çok yükseldiği bilinmelidir.<br />

KRONİK HASTALIKLARDA DA KURTARICI TEDAVİ<br />

Abdominal (karın bölümü) aort anevrizmalarında açık cerrahi, torakal aort anevrizmalarına<br />

göre daha çok kullanılmaktadır. Kronik böbrek yetmezliği açısından takip edilen, açık<br />

ameliyata giremeyecek akciğer hastaları, daha önce bypass geçirmiş hastalar, kritik kardiyak<br />

sorunları bulunanlarda kapalı işlemler olumlu sonuçlar vermektedir. Endovasküler işlem<br />

genel anesteziye uygun olmayan hastalar için de idealdir. Çünkü lokal anestezi altında da<br />

yapılabilmektedir<br />

ENDOVASKÜLER İŞLEM HER HASTAYA UYGULANAMIYOR<br />

Endovasküler işlem, her hastaya uygulanacak bir tedavi değildir.Hastaya başka bir cerrahi<br />

müdahale yapılması gerektiğinde de öncelikle var olan anevrizması tedavi edilerek, ameliyatı<br />

gerçekleştirilmektedir. Kadın hastalara, aorttaki genişleme sınırının altında müdahale edilmesi<br />

gerekmektedir. Çünkü, kadın damar çapının erkek damar çapından daha küçük olmasından<br />

dolayı. anevrizma, kadın damarlarında büyüme ve genişleme bakımından daha büyük<br />

risk oluşturmaktadır.. Bunun yanında kadınlarda damar hastalığı daha yaygındır ve tedavi<br />

açısından da daha sıkıntılıdır.<br />

AORT ANEVRİZMASI RİSKİNE KARŞI DÜZENLİ CHECK UP<br />

Aort anevrizması detaylı check up’ta ortaya çıkartılabilen çok önemli bir sağlık sorunudur.<br />

Göğüs bölgesinde oluşan anevrizmalar, akciğer grafisi ve özellikle koroner BT anjiyo esnasında,<br />

karın bölgesindeki aort genişlemeleri de karın ultrasonunda da tespit edilebilmektedir. Her<br />

iki aort anevrizmasını belirleyecek spesifik testler bulunmadığı için, özellikle yüksek tansiyon<br />

ve kolesterol hastalarının 50 yaşından sonra düzenli check up yaptırmaları çok önemlidir.<br />

Çünkü genişleme erken safhada tespit edilerek hasta hayati tehlike riski ile karşı karşıya<br />

kalmadan, soruna müdahale edilebilir.


MEME KANSERİNİN ERKEN TANISI<br />

İÇİN DİJİTAL MAMOGRAFİ<br />

Dijital mamografi,<br />

meme hastalıklarının<br />

teşhisinde ve meme<br />

kanseri taramasında<br />

temel tanı yöntemidir.<br />

Dijital mamografide, klasik<br />

mamografiden farklı olarak,<br />

elektronik algılayıcılar<br />

kullanarak dijital ortamda<br />

elde edilen görüntüler, daha<br />

sonra yüksek çözünürlüklü<br />

özel monitörlere sahip<br />

CAD programlı iş<br />

istasyonunda değerlendirilir.<br />

Bu iş istasyonunda, büyütme,<br />

ölçüm ve kullanılan X-ışının<br />

dozuna bağlı olmadan<br />

kontrast ayarı gibi birçok<br />

işlem yapılmaktadır.<br />

Tarama mamografisi neden<br />

önemlidir?<br />

Meme kanseri kadınlarda ölüm oranı en yüksek<br />

ikinci kanser türüdür. Kadınların 70 yaşına kadar<br />

%13’ünde meme kanseri gelişme riski vardır.<br />

Kanserin kitle haline gelmesi birkaç yıl veya daha<br />

uzun sürebilir. Tümör erken dönemde herhangi<br />

bir şikayete neden olmayabilir. Eğer bu aşamada<br />

yakalanırsa tedavi şansı çok yüksektir. Tarama<br />

mamografisinin amacı, kitlenin hastanın veya<br />

muayene eden doktorun eline gelecek boyuta<br />

ulaşmadan yakalanmasıdır. Tarama mamografisinin<br />

düzenli olarak yapıldığı ülkelerde meme<br />

kanserine bağlı ölümlerde % 30 oranında azalma<br />

görülmektedir.<br />

Uz. Dr. Ebru Banu Türk - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Radyoloji Bölümü<br />

Bir kadın kaç yaşında ve ne sıklıkla<br />

mamografi çektirmelidir?<br />

40 yaşından sonra her kadın yılda bir kez mamografi<br />

çektirmelidir. Daha genç yaşlarda tarama, muayene<br />

ile gerek görüldüğünde yapılabilir. Yüksek risk<br />

grubundaki genç kadınlar, aile ve yakının kanser<br />

tanısı aldığı yaşın 10 yıl öncesinden mamografi<br />

ile taramaya başlamalıdır. Ayrıca ultrason ve MR<br />

inceleme de yaptırılabilir.<br />

Dijital mamografinin geleneksel<br />

mamografiden farkı nedir?<br />

Hem geleneksel hem de dijital mamografide üstte<br />

bir X ışını tüpü, altta ise meme dokusunun üzerinde<br />

sıkıştırıldığı bir plaka vardır. Klasik mamografide<br />

X-ışını memeyi geçerek filme ulaşır. Dijital<br />

mamografide X ışını memeyi geçtikten sonra yüksek<br />

çözünürlüklü elektronik dedektörler tarafından<br />

algılanır ve dijital ortamda elde edilen görüntüler,<br />

yüksek çözünürlüklü büyük monitörlerde incelenir.<br />

Dijital mamografinin üstünlükleri<br />

nelerdir?<br />

İnceleme süresi kısadır. Çekimden sonraki 1<br />

dakika içinde görüntüler ekrandan izlenebilir.<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

RADYOLOJİ<br />

Radyasyon dozu ek çekim ihtiyacını azalttığından<br />

klasik mamografiden daha düşük, görüntü kalitesi<br />

daha yüksektir. Düzensiz küçük kireçlenme<br />

odakları ve küçük lezyonlar daha kolay ayırt<br />

edilebildiğinden meme dokusunu değerlendirmeyi<br />

kolaylaştırmaktadır. Görüntüler, dijital ortamda<br />

arşivlenmekte ve dijital olarak aktarılabilmektedir.<br />

Mamografi çekimi öncesi nasıl bir<br />

hazırlık gerekir?<br />

Herhangi bir ön hazırlık gerekmez. Mamografi<br />

İçin ideal zaman adet dönemi bittikten sonraki<br />

ilk hafta olmakla birlikte, diğer günlerde de<br />

çekilebilir. İncelemenin yapılacağı gün deodorant<br />

veya pudra kullanılmamalıdır. Hasta gelirken, eski<br />

mamografilerini yanında getirmelidir. Eski ve yeni<br />

filmler arasında meme dokusundaki küçük bir<br />

değişiklik kanser belirtisi olabilir. Eski filmlerde de<br />

aynı şekilde var olduğu düşünülen bir lezyon iyi<br />

huylu olabilir. Böylelikle hastaya gereksiz biyopsi<br />

uygulanmaz.<br />

Mamografi çekimi nasıl yapılır?<br />

Mamografi çekiminde meme 2 plastik tabaka<br />

arasında sıkıştırılarak genellikle 2 farklı pozisyonda<br />

görüntü elde edilir. Sıkıştırma, hastanın hareketini<br />

azaltmak, daha keskin görüntü oluşturabilmek ve<br />

düşük doz radyasyon kullanabilmek için yapılır. Baskı<br />

nedeni ile memelerde ağrı hissedilebilir. Kısa sürede<br />

ağrı kendiliğinden geçecektir. Çekim, mamografi<br />

teknisyenleri tarafından gerçekleştirilir.<br />

Mamografi sırasında alınan<br />

radyasyonun riski var mıdır?<br />

Meme kanserinin sıklığı ve erken tanının önemi<br />

düşünüldüğünde radyasyonun riski önemsizdir.<br />

Alınan doz çok düşük olup kanıtlanmış herhangi<br />

bir zararı yoktur. Bu çekim sırasında alınan ortalama<br />

doz, 0.7mSv olup, bu doz normal günlük hayatta 3<br />

ay içerisinde çevreden de alınmaktadır.<br />

Mamografi ile bütün meme<br />

kanserleri saptanabilir mi?<br />

Dijital mamografi, meme kanserinin teşhisinde<br />

en başarılı yöntemdir. Ancak kitlelerin bir kısmı<br />

mamografi ile görülememektedir. Özellikle meme<br />

dokusu yoğun olanlarda küçük kitleleri görmek<br />

zordur. Bu tip meme yapısı olan kadınlarda<br />

mamografi ile birlikte ultrasonografi, gerekirse MR<br />

da yapılması da önerilmektedir.<br />

41


ÇOCUK SAĞLIĞI<br />

42<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

ÇOCUKLARDA OBEZİTEYE KARŞI<br />

GÜNDE 60 DAKİKA EGZERSİZ<br />

Prof. Dr. Oya Ercan - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Çocuk Endokrinolojisi Bölümü<br />

Çocuklarda obezitenin en önemli nedeni; besinlerden alınan<br />

kalorinin yeterli fiziksel aktivite ile harcanamamasının yarattığı<br />

dengesizliktir. Bu nedenle çocukların ekran karşısında geçirdiği süre 2 saatle<br />

sınırlandırılmalı, günde 60 dakika fiziksel etkinlik yapmaları sağlanmalıdır.<br />

Obezite anne karnında<br />

programlanabilir<br />

Çocuklarda obezite, harcandığından fazla<br />

alınan enerji nedeniyle ortaya çıkar. Enerji<br />

dengesini düzenleyen sistem, genetik ve çevresel<br />

nedenlerden de etkilenir. Genetik etki bazen tek<br />

bir gendeki değişiklikten oluşabilir. Bu durumda,<br />

doygunluk hissini oluşturan mekanizma gen<br />

değişikliğine bağlı olarak çalışmaz. Çocuk bir<br />

öğünde yaşıtları kadar hatta onlardan daha<br />

fazla yediği halde, kısa sürede acıkır ve tekrar<br />

yemek ister. Yani doymaz. Bu tür etki, çocuklarda<br />

obezitenin nadir görülen nedenini oluşturur.<br />

Bunun yanında, düşük doğum ağırlığı ile doğan<br />

bebeklerde de zaman içinde obezite gelişebilir.<br />

Anne karnındayken olumsuz koşullara uyum<br />

sağlamış olan bebekte, uyum mekanizması<br />

doğumdan sonra da devam eder ve obeziteye<br />

yol açabilir.<br />

Çocukluk obezitesi<br />

mutlaka tedavi edilmelidir<br />

Çocukluk çağında obezitenin tedavisi, bazı<br />

istisnalar dışında hayat tarzı değişiklikleri ile yapılır.<br />

Bunun için;<br />

• Çocukların; televizyon, bilgisayar, video<br />

oyunları gibi onları saatlerce ekrana kilitleyecek<br />

aktivitelerden uzaklaşması, ekran karşısındaki<br />

sürenin günde 1-2 saatle sınırlandırılması<br />

sağlanmalıdır.<br />

• Çocuklar, günde en az 60 dakika fiziksel<br />

etkinlikte bulunmaya teşvik edilmelidir. Ebeveynler,<br />

çocukların sportif etkinliklere katılımını sağlamalı,<br />

özellikle bu anlamda okullarda çalışmalar<br />

yapılmalıdır.<br />

• Obez çocukların sportif etkinliklerde yaşadığı<br />

sorunları aşmak için, her obez çocuğa gereken<br />

destek verilmeli ve onun fiziksel aktivite düzeyinin<br />

artırılması için çaba sarf edilmelidir.<br />

• Obez çocuklar kırılgandır. Çocukların etkinlik<br />

düzeylerinin artırılması ve beslenmelerinin<br />

düzenlenmesinde bu özellikleri göz önünde<br />

bulundurulmalıdır.<br />

• Gerekli önlemler alınmadığında obezitenin yol<br />

açabileceği; karaciğer yağlanması, yüksek tansiyon,<br />

kan yağlarındaki bozukluklar ve insülin direnci<br />

gibi sorunlar ortaya çıkabilir. İnsulin direnci şeker<br />

hastalığının ilk basamağıdır ve mutlaka kontrol<br />

altına alınmalıdır. Çocuklarda da şişmanlığa<br />

bağlı şeker metabolizması bozuklukları sıkça<br />

görülmektedir.<br />

Çocuklarda sağlıklı beslenme<br />

nasıl olmalıdır?<br />

• Çocukların beslenmesinde pilav, patates gibi<br />

vücutta yağ depolanmasına neden olan glisemik<br />

indeksi yüksek olan besinler azaltılmalıdır.<br />

• Çocukların meyve tüketimi çok önemlidir ancak<br />

kalori miktarları göz önüne alınarak, meyvenin de<br />

uygun miktarda yenilmesi sağlanmalıdır.<br />

• Hazır satılan kutu meyve suları doğal değildir.<br />

Bu nedenle evde sıkılan taze meyve suları tercih<br />

edilmelidir. Ancak bunların miktarı sınırlandırılmalıdır.<br />

• Her çocuk mutlaka sebze tüketmelidir. Ancak<br />

yalnızca sebze ile geçiştirilen öğünler doyurucu<br />

değildir. Çocukların sağlıklı büyümeleri için hayvansal<br />

proteinleri tüketmeleri de çok önemlidir.<br />

• Kızartmalar, fast food ürünleri, kaloriden zengin<br />

atıştırmalıklar, pasta, kek, çikolata, gofret, dondurma<br />

gibi kilo alımına neden olan besinlerin çok sınırlı<br />

tüketimi sağlanmalı ya da çocukların bu besinlerle çok<br />

küçük yaşlardan itibaren tanışması engellenmelidir.


ZAYIFLADIKTAN SONRA<br />

AİLECE HAYATLARI DEĞİŞTİ<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

KİLOM<br />

16 yıllık evli Murat ve Emine Podak çifti son yıllarda yaşadıkları kilo<br />

problemi nedeni ile zor günler geçiriyordu. 45 yaşındaki Murat Podak uyku apnesi<br />

ve yüksek kolesterol ile mücadele ederken, eşi Emine hanım ise haşimato tiroidi ve kalp<br />

sorunları nedeni ile kortizonlu ilaçlar kullandığı için kilo almıştı. 2 çocukları olan çift, ailece<br />

yaşamlarını kısıtlayan fazla kilolarından kurtulmak için çareyi <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Kilo Kontrol<br />

Merkezi’ne başvurmakta buldu. Kısa sürede ideal kilolarına kavuşan Podak çifti şimdi sağlıklı<br />

yaşamın keyfini çıkarıyor.<br />

“Hayata bakışım değişti”<br />

7 ay içinde 110 kilodan 80 kiloya inen Murat Podak<br />

kilo verme sürecini şu sözlerle anlatıyor: “ 5 senedir<br />

fazla kilolarım nedeni ile başım dertteydi. Uyku apnesi<br />

nedeni ile sağlıklı bir uykuya hasrettim, geceleri maske<br />

ile uyuyordum. Kolesterolüm çok yüksekti ve yürürken<br />

zorlanıyordum. Sağlık problemlerim artınca kilo vermeye<br />

karar verdim ve <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Kilo Kontrol<br />

Merkezi’nden (KİLOM) Endoktrinoloji Uzmanı Kağan<br />

Güngör’e göründüm. Tüm tetkiklerim yapıldıktan<br />

sonra Diyetisyen Yasemin Sancak ile düzenli beslenme<br />

programına başladım. Zamanla kilo verdikçe sağlık<br />

sorunlarım azalmaya başladı ve artık geceleri çok rahat<br />

uyuyorum. Bir zamanlar rahatça yürüyemezken şimdi<br />

çocuklarımla bol bol hareket edebildiğim, çeşitli aktiviteler<br />

yaparak güzel vakit geçirdiğim için çok mutluyum.<br />

“Gençleştiğimizi hissediyoruz”<br />

Dyt. E. Yasemin Sancak - Murat Podak - Emine Podak - Uz. Dr. Kağan Güngör<br />

Emine Podak da 3 ayda verdiği 8 kilonun hayatını değiştirdiğini belirterek duygularını şu şekilde aktardı: “Kiloluyken kendimizi çok yaşlanmış hissediyorduk. Şu<br />

anda gerçek yaşımıza kavuştuk diyebilirim. Doğru beslenme alışkanlığını kazanmış ve sağlıklı bir yaşama başlamış olmak çok önemli. Çevremizde kilo problemi<br />

yaşayan herkese KİLOM’u önerdik, pek çok tanıdığımızı da bu merkez ile tanıştırdık.”<br />

Uz. Dr. Kağan Güngör çiftin sağlık durumu ile ilgili olarak “Murat Bey uyku apnesi nedeni ile sabahları yorgun uyandığını belirtti, bunun nedeni kuşkusuz ki<br />

fazla kilolarıydı. Hasta öyküsünü aldığımızda, ailede kalp ve diyabet hastalığı olduğunu öğrendik. Fazla kilolar, kalp hastalığı ve şeker hastalığı için önemli bir risk<br />

faktörüdür. Tüm bu riskleri sıfırlamak ve sağlıklı bir şekilde kilo vermelerini sağlamak için gerekli tetkikleri yaptık. Şu anda Murat Bey de Emine Hanım da ideal<br />

kilolarına kavuşarak çok sağlıklı bir hayata adım attı” diye konuştu.<br />

Dyt. E. Yasemin Sancak, Podak çiftinin herkes için örnek olması gerektiğini belirterek, “Emine ve Murat Podak çiftiyle güzel bir ekip çalışması sürdürüyoruz.<br />

Murat Bey diyete ve egzersize yüksek uyum gösterip, yasam şekli değişikliğine kolaylıkla adapte olarak 30 kilo veren çok başarılı bir danışanımız. Emine Hanım<br />

ise programa sonradan başlamasına rağmen, çok güzel bir yol kat etti. Azim, sabır, dikkat, uyum ve devamlılıkları sayesinde elde ettikleri sağlık durumlarındaki<br />

olumlu değişiklikler ve kilo kontrolündeki başarılı sonuçlar için Podak çiftini yürekten tebrik ediyorum” diye konuştu.<br />

43


ENDOKRİNOLOJİ<br />

Hastalıkta genetik faktörler etkili<br />

Genetik yatkınlığın rolü ve kadınlarda erkeklerden sık görülmesi nedeniyle<br />

hastalığa “anne kız hastalığı” da denilmektedir. Hastalık her yaş grubunda görülür<br />

ancak en sık 30-50 yaş grubunda tanısı konmaktadır. Hastalık immun (bağışıklık)<br />

sisteminin bozukluğu nedeni ile ortaya çıkar. Bedeni dış saldırılardan korumakla<br />

görevli bağışıklık sistemi kendi organı olan tiroit bezinin yapısında olan TPO ve<br />

TG maddelerine karşı antikor üreterek zarar vermeye başlar. Bağışıklık saldırısı<br />

ile tiroit bezi iltihaplanır (tiroidit) organ hasarlanır, yapısı bozulur. Hastalığın<br />

başlangıcında genellikle tiroit bezi büyür yani guatr ortaya çıkarken zamanla<br />

küçülür ve tiroit bezi hormon üretimi işlevini kaybetmeye başlar. Tiroit bezinin<br />

işlev kaybı sonucu, hipotiroidi yani tiroit hormon eksikliği ve bu duruma bağlı<br />

yakınma ve belirtiler ortaya çıkmaya başlar.<br />

44<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

AŞIRI HALSİZLİĞİNİZİN NEDENİ<br />

HASHİMOTO HASTALIĞI OLABİLİR<br />

Uz. Dr. Kağan Güngör - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong>-Kilo Kontrol Merkezi<br />

Hashimoto, ismini bu hastalığı ilk tanımlayan Japon cerrah Hakaru<br />

Hashimoto’dan alan otoimmun (kendi kendine bağışıklık saldırısı) bir<br />

hastalıktır. Hastalığı ortaya çıkaran neden kesin bilinmemekle birlikte; hastalıkta genetik<br />

yatkınlığın etkisi çok belirgindir. Kadınlarda daha sık olmakla birlikte (Kadınlarda erkeklere göre<br />

15-20 kat daha sık) erkeklerde de görülebilir.<br />

Tekrarlayan düşük nedeni Hashimoto<br />

Çoğu hastanın belirgin bir yakınması yoktur. Haşimoto hastalığının belirtileri<br />

diğer hipotiroidilere benzer. Halsizlik, yorgunluk, bitkinlik, unutkanlık, kilo alma,<br />

kilo vermede zorlanma, cilt kuruluğu, saç, tırnak bozulmaları, ses kalınlaşması, el<br />

ve yüzde şişme, kabızlık, şişkinlik, hazımsızlık, çok uyuma, uyku ve uyuklama hali<br />

sık görülen belirtileridir. Bu klasik belirtiler dışında hastalar cildiye, kadın doğum,<br />

kulak burun boğaz, fizik tedavi, psikiyatri kliniklerinden hastalıkları saptanarak<br />

da sıklıkla endokrinolojiye yönlendirilmektedir. Adet düzensizliği, düşük yapma<br />

ve/veya tekrarlayan düşükler, gebe kalamama yakınmaları nedeni ile kadın<br />

doğuma giden bir kadında Hashimoto hastalığı ve/veya hipotiroidisi bulunabilir.<br />

Tedaviye rağmen yakınmaları azalmayan depresyon hastasının iyileşmeme<br />

nedeni hashimato hastalığı olarak saptanabilir. Hipotiroidisi ya da ses kısıklığı ve<br />

ses kalitesi bozulması yakınması ile kulak burun boğaza başvuran hastada yine<br />

hastanın sorunu hipotiroidi olabilir.<br />

Hashimoto tedavisi ömür boyu sürer<br />

Henüz hipotiroidisi ortaya çıkmamış hastalarda bazı tıbbi otoritelerce selenyum<br />

kullanması önerilmektedir. Hipotiroidisi olmayan hastalarda yakınma olmasa da<br />

yıllık hormon ölçümü ile takip gereklidir. Bu hastaların gelecek yaşamlarında<br />

hipotiroidi ortaya çıkma olasılığı yüksektir. Hipotiroidi ortaya çıktığındaysa<br />

hastalığın tedavisi, hormon eksiğini ilaçla tamamlamaktır. Hipotiroidide tedavi<br />

ömür boyu sürmelidir, hastanın başka hangi sağlık sorunu olursa olsun tedavi<br />

aksamamalıdır. Tedavi sırasında tıbbi kontroller ihmal edilmemeli, ilaç ve dozu<br />

doktora sorulmadan değiştirilmemelidir.<br />

İyot tüketimi sınırlandırılmalı<br />

Hashimoto hastalığı olan hastaların beslenmesinde doğal gıdalar ve besinlerden<br />

yasaklanması gereken bir gıda bulunmamaktadır. Bununla birlikte beslenmede<br />

normalden fazla iyot alınmamalıdır. Bu nedenle özellikle de iyot eksikliği olmayan<br />

bölgelerde olmak üzere iyot içeren tuzun ya az tüketilmesi ya da yerine iyotsuz<br />

tuzun tercih edilmesi önerilir. Tiroit hormon ilaçları aç karna alındığında daha<br />

güvenle emilmektedir; bu nedenle ilacın her zaman aç karnına alınması şarttır.<br />

Tiroit hormonu kullanırken özellikle de mide ilaçları, demir ve kalsiyum içeren<br />

hapları da kullanmak gerekiyorsa mutlaka doktora danışılmalıdır. Tiroit hormonu<br />

ile aynı günde alınacak diğer ilaçlar tiroit ilacı ile aynı anda alınmamalıdır, diğer<br />

ilaçların bir başka öğünde alınması daha uygun olacaktır.<br />

Gebelik sürecinde sık kontrol yapılmalı<br />

Gebelik planlayan anne adaylarının gebe kalmadan önce mutlaka tiroit<br />

hormon ve antikorları bakılarak tedavisi endokrinoloji uzmanı tarafından<br />

düzenlenmelidir. Gebelikte hipotiroidi tedavisi asla kesilmemelidir. Gebelik<br />

saptanır saptanmaz hemen tiroit hormon kontrolü yapılmalıdır. Hipotiroidisi<br />

olan tedavisiz hastalarda gerek düşük riski ve gebeliğe bağlı sorunlar artmakta<br />

gerekse de bebeğin gelişimi ve ileride çocuğun beyin ve sinir dokusu gelişimi ve<br />

zekası olumsuz etkilenebilmektedir. Bu nedenle gebelik süresince sık aralıklarla<br />

yapılacak kontrollerle yakın takip ve tedavi gereklidir.


SOĞUK İÇECEKLER DİŞLERİNİZİ<br />

SIZLATIYORSA<br />

Hassasiyete hatalı diş fırçalama da neden olabilir<br />

Diş hassasiyeti; hatalı diş fırçalama, çürükler, dişlerde meydana gelen çatlak ve kırıklar,<br />

,diş sıkmaya bağlı olarak mine dokusundaki aşınmalar ve diş eti problemleri gibi<br />

birçok nedenden kaynaklanabilir. Ağız bakım ürünleri ile geçici çözümler aramak,<br />

sorunun ertelenip ileride daha büyük bir problem olarak karşınıza çıkmasına<br />

sebep olabilir. Sıcak, soğuk, şeker veya ekşi yiyecek-içecekler ağıza alındığında,<br />

dişlerde kısa süreli ağrılar oluşuyorsa diş hassasiyetiniz var demektir. Bunun<br />

için diş hekiminize muayene olup, tedavisine başlamanız en doğru seçenektir.<br />

Diş içsel ve dışsal nedenler ile renklenir<br />

Dişlerde estetik açıdan olumsuz görünümüne neden olan en önemli etkenlerden<br />

biri de diş renklenmeleridir. Dişlerdeki renk değişikliklerinin içsel ve dışsal olarak<br />

birçok nedeni vardır. İçsel renklenmeler dişin iç kısmını etkileyen renklenmelerdir.<br />

Bunlar dişlerin oluşumu sırasında veya oluşumdan sonraki dönemde olabilir.<br />

Vücuttaki sistemik hastalıkların neden olduğu renk değişiklikleri veya kimyasal<br />

maddelerin diş oluşumu esnasında alınması ile dişlerde kalıcı renk değişiklikleri olur.<br />

Dt. Aslı Tapan- <strong>Memorial</strong> Suadiye Tıp Merkezi Ağız ve Diş Hastalıkları Bölümü<br />

“Gargara ile ağız kokusunu önleyeyim”<br />

derken diş renginizden olmayın<br />

Kötü ağız hijyeni, dişleri fırçalamama, etkin bir temizlik yapamama<br />

nedeni ile oluşan plak ve diş taşları ile diş yüzeyindeki renklenmeler<br />

artabilir. Uzun süreli kullanılan bazı gargaralar da dişi renklendirebilir.<br />

Özellikle dili koyu renkte boyayıp, ağızda metalik tat oluşturabilir.<br />

Kimi zaman diyet alışkanlıkları da renklenmede etkilidir. Diyet<br />

yaparken eksik kalsiyum almak, dişin sert yapısında madde kaybı<br />

ve daha hızlı oluşan renklenmeleri de beraberinde getirebilir.<br />

Bebek mamaları yoğun florürlü suyla<br />

hazırlanıyorsa dikkat!<br />

Kimyasal maddeler diş oluşumu esnasında alındığı takdirde dişlerde kalıcı<br />

renk değişikliklerine neden olabilir. Anne karnındaki süreçte, ikinci 6 aylık<br />

dönemden başlayıp 8 yaşına kadar olan dönemde bu risk oluşabilmektedir.<br />

Yüksek miktarda alınan florla, minede istenmeyen renklenmeler oluşacaktır.<br />

Floru aldığımız en önemli kaynak “florlu sular”dır. Bebek mamalarının<br />

yoğun florürlü suyla hazırlanması, florlu vitamin kaynaklarının uygunsuz<br />

kullanımı, florürden zengin olan besinlerin çok tüketilmesi, florürlü diş<br />

macunlarının gelişigüzel yutulması bunların sebeplerindendir. Anne sütü<br />

aşırı flor alımı ile dişlerde ortaya çıkan problemlere karşı koruyucudur.<br />

İlerleyen yaş da renk kaybına yol açabilir<br />

Yaşın ilerlemesi ile diş yapısı içindeki diş dokularıyla dişin özü<br />

arasındaki sıvı değişimi azalabilir. Böylelikle dişteki dentin ve minenin<br />

ışık geçirgenliği azalmaktadır. Dişler bu sebepten daha koyu görülebilir.<br />

Aynı zamanda yaşla beraber mine aşınır ve minede küçük çatlaklar<br />

oluşabilir. Bu da dişlerin daha kolay renk değişmesine neden olur. Diş<br />

renginin değişmesini sağlayabilecek diğer durumları şöyle sıralayabiliriz:<br />

• Kimyasal maddeler de dişlerdeki rengi değiştirebilir.<br />

• Metallerin teması ile mine ve dentinde renk griden siyaha doğru değişebilir.<br />

(Örnek :Amalgam dolgu)<br />

• Çürük temizlendiğinde açılan yüzey sterilizasyonunda kullanılan bazı<br />

maddelerde sarı kahverengi ve turuncu lekeler yapabilir.<br />

• Bir dolgunun altındaki diş çürüğünün tekrarlanması da dişin kahverengi bir<br />

renk almasına neden olur. Çürükte opak ve gri bir renk gözlenir.<br />

Bazı meslek gruplarında belirli bir diş renklenmesi<br />

görülebilir<br />

Mesleğe bağlı olarak da dişlerde renk değişiklikleri ortaya çıkabilir. Örneğin;<br />

demir işçilerinde kahverengi - kırmızı dişler, bakır ya da pirinç işçilerinde<br />

yeşilimsi gri ya da koyu yeşil dişler, civa ile ilişkili kişilerde grimsi dişler,<br />

azot buharıyla dolu bir ortamda yaşayan ya da çalışan kişilerde yeşil dişler<br />

görünebilir. Alınan bir travmadan sonra da renk değişikliği yaşanabilmektedir.<br />

Dişlerde hasssiyet ve renklenme gözlendiğinde vakit kaybetmeden<br />

diş hekimine başvurmak ve tedavi yoluna gitmek önemlidir. Aksi<br />

takdirde ciddi rahatsızlıklar ile birlikte diş sağlığınız da tehlikeye girebilir.<br />

DİŞ<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011 45


NÖROLOJİ<br />

Baş ağrılarından<br />

sonra, doktora<br />

en sık başvuru<br />

sebeplerinden<br />

biri de, tıp dilinde<br />

“vertigo” olarak<br />

bilinen baş<br />

dönmeleridir.<br />

Hastaya; “Sanki dünya<br />

ile birlikte ben de<br />

dönüyorum “Yeryüzü<br />

ayaklarımın altından<br />

kayıp gidiyor” duygusunu<br />

yaşatan baş dönmeleri,<br />

beklenmedik bir anda<br />

ortaya çıkabilmekte,<br />

bazen saatlerce devam<br />

ederek hastaya korku ve<br />

panik hali yaşatmaktadır.<br />

Baş dönmesinin kaynağı doğru<br />

tespit edilmeli<br />

Baş dönmeleri, farklı nedenlerden kaynaklanabilir.<br />

Duyma sistemindeki bir sorun ya da beyin ve<br />

sinir sistemiyle ilgili bir bozukluk nedeniyle<br />

ortaya çıkabilir. Baş dönmeleri, bazı sistemik<br />

hastalıklara eşlik eden bir şikâyet olan ve<br />

“Dizziness” olarak adlandırılan “sersemlik”<br />

haliyle de karıştırılabildiğinden, doğru tedavinin<br />

uygulanması için kaynağının da doğru tespit<br />

edilmesi önemlidir.<br />

46 Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

BAŞ DÖNMESİ<br />

AYRICALIKLARI<br />

YAŞAMINIZI<br />

SİZİ BEKLİYOR!<br />

ÇEKİLMEZ KILIYORSA<br />

Uz. Dr. Bilge Çetin - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Nöroloji Bölümü<br />

Beyinde damar tıkanıklığı baş<br />

dönmesine yol açabilir<br />

Halk arasında yaygın olarak bilinen baş dönmesi<br />

türlerinden biri olan “Periferik vertigo”, kulak<br />

taşlarının yerinden oynamasıyla veya iç kulakta<br />

oluşan bir rahatsızlık sonucu gelişebilir. “Santral<br />

vertigo” olarak nitelendirilen baş dönmeleri ise;<br />

beyincikte oluşan bir damar tıkanıklığından veya<br />

“Vertebro baziler yetmezlik” adı verilen, beynin<br />

arka tarafı ve beyin sapını besleyen damarlardaki<br />

bir fonksiyon bozukluğundan kaynaklanmaktadır.<br />

Vücutta dengeyi sağlayan beyincik ve beyin<br />

sapını besleyen damarlarla ilgili sorunlarda da,<br />

“Vertebro baziler yetmezlik” ortaya çıkmaktadır.<br />

Bu tür baş dönmelerine sıklıkla yüzün ve<br />

dilin bir tarafında uyuşma ve çift görme gibi<br />

şikayetler görülmekte, baş dönmesi dakikalarca<br />

sürmektedir.<br />

Hasta öyküsü teşhis<br />

için çok önemli<br />

Baş dönmesinin türünü doğru teşhis edebilmek<br />

için en önemli veri, hastanın öyküsüdür. Hastanın<br />

yaşadığı baş dönmesinin süresi, niteliği (çevre<br />

dönmesi, dengesizlik hali), baş dönmesine<br />

eşlik eden başka şikayet veya hastalıkların olup<br />

olmadığı hakkında verdiği bilgiler, doğru tanı için<br />

en önemli verileri oluşturmaktadır. Ayrıca baş<br />

dönmesinin ne kadar sıklıkla ve hangi aralıklarla<br />

yaşandığının bilinmesi de, uzman doktorun<br />

teşhisi için ayırt edici nitelik taşımaktadır.<br />

Mutlaka uzman yardımı alınmalı<br />

Teşhiste hastanın öyküsünün yanı sıra; beyne<br />

giden damarlarda herhangi bir tıkanıklık olup<br />

olmadığını tespit edebilmek adına uygulanan<br />

boyun ultrasonu yardımcı olmaktadır. Hastalığın<br />

tedavisinde ise; kan sulandırıcı ilaçlar tercih<br />

edilmekte, bu sayede kanın damarlardaki akışı<br />

düzenlenmektedir. Ancak boyun ultrasonu<br />

sonucunda, damarlarda belirli bir seviyenin<br />

üzerinde darlık saptandıysa, cerrahi girişim<br />

gerekli olabilmektedir. Eğer baş dönmeleri<br />

kansızlık veya yüksek tansiyon gibi başka sistemik<br />

hastalıklara bağlı olarak geliştiyse tedavi, eşlik<br />

eden hastalığa yönelik olarak belirlenmektedir.


BEL VE BOYUN TUTULMALARININ<br />

SIKLIĞI HASTALIK BELİRTİSİ<br />

Hareketsiz ofis<br />

yaşamı, uzun süre<br />

belli bir pozisyonda<br />

kalmak, spor<br />

yapmamak ve ani<br />

hareketler bel ve<br />

boyun tutulmalarına<br />

neden olabilir.<br />

Tutulmaların sıklığı, bel ve<br />

boyun rahatsızlıklarının<br />

belirtisidir. Bu nedenle, 1-2<br />

gün içinde geçmeyen bel<br />

ve boyun tutulmalarında<br />

bir uzmandan yardım<br />

almak önemlidir.<br />

Bel Tutulması Sonucu Hasta<br />

Kımıldayamaz Hale Gelebilir<br />

Bel tutulması, beli destekleyen kasların veya<br />

bağların aşırı gerilmesi faset adı verilen eklemlerin<br />

bozulması sonucu oluşabilir. Beli tutulan hasta,<br />

kaslarında oluşan spazm ve faset eklemlerin<br />

kitlemesi nedeniyle kımıldayamaz hale gelebilir.<br />

Belde oluşan tutulmalar ve tutulmaların sıklığı<br />

başka bir bel rahatsızlığının belirtisi olabilir.<br />

Tutulmalar, bel rahatsızlığı ve bel fıtığı olan olan<br />

hastalarda daha çok görülmektedir. Bunun yanı<br />

sıra, hamilelik geçirmiş kadınlar, yapısal olarak belde<br />

kavis artışı olan kişiler, oturarak çalışan ve spor<br />

yapmayan kişilerde bel tutulması daha fazla görülür.<br />

Spor yapmayan kişilerin kaslarının zayıf olması<br />

nedeniyle ani hareket yapmaları durumunda bel<br />

tutulması riski daha fazladır.<br />

Uz. Dr. Rıza Nejat Azeri - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü<br />

FİZİK TEDAVİ VE RAHABİLİTASYON<br />

Duruş Bozuklukları Bel Tutulmasına Neden Olabilir<br />

Bel rahatsızlığı olmayan birinin de beli tutulabilir. Özellikle duruş bozuklukları sonucu belde kavis artışına bağlı<br />

olarak bel ağrıları ve tutulmalar görülebilmektedir. Duruş bozuklukları kadınlarda hamilelik sürecinde de ortaya<br />

çıkabilir. Gebelikte ağırlık merkezleri öne kaydığı için sırtta ve belde kavis artışı ve buna bağlı duruş bozukluğu<br />

gerçekleşebilir. Bu durumda hastada bel ağrıları ve tutulmalar görülebilmektedir. Bel tutulması, sadece kaslardaki<br />

spazma bağlıysa, tutulmanın geçmesi ya da hafiflemesi için hastaya sıcak ya da soğuk uygulama yapılabilir. Hem<br />

sıcak hem de soğuk uygulama, bel tutulmalarına iyi gelen uygulamalardır. Beli tutulan hasta, muhakkak yatmalı ve<br />

istirahat etmelidir. Hastanın sırt üstü ya da yüz üstü yatırılması her zaman fayda göstermez; hatta hastanın ağrılarını<br />

arttırabilir. Bu nedenle, hasta kas- iskelet sistemi nasıl rahat ediyorsa, o pozisyonu almalıdır. Hasta için en doğru<br />

pozisyon, en rahat ettiği pozisyondur. Yüzeysel ve hafif masajlar yapılması, sinirleri uyardığı için kasların gevşemesine<br />

neden olabilir. Hastanın şikayetleri 1- 2 gün içinde geçmiyorsa, mutlaka bir uzmandan yardım alınması gerekir.<br />

Boyun Tutulmaları Sıklıkla Ofis Çalışanlarında Görülüyor<br />

Her üç kişiden birinde görülen boyun ağrıları, sürekli aynı pozisyonda kalan kişilerin boynunda oluşan düzleşme<br />

nedeniyle daha sık ortaya çıkar. Sürekli aynı pozisyonda oturarak çalışanların yüzde 80’inde boyun tutulmaları<br />

görülmektedir. Bu nedenle ofis çalışanlarının 15-20 dakikada bir ayağa kalkması ya da pozisyon değiştirmesi<br />

önemlidir. Başın öne doğru uzun süre eğri kalmasını önlemek için bilgisayarın göz hizasına denk gelecek şekilde<br />

konumlandırılması gerekir. Kas ve iskelet sistemindeki zayıflık, ters pozisyonda alçak ya da yüksek yastıkta yatmak,<br />

aşırı stres nedeniyle kaslarda oluşan gerginlik, boyun tutulmalarının diğer nedenleri arasındadır. Sabah uyandığınızda<br />

boynunuz tutulmuş şekilde kalkmanız durumunda, 15 dakikalık sıcak bir duş ve hafif masaj tutulmanın hafiflemesini<br />

sağlayabilir.<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011 47


<strong>Memorial</strong> Sağlıklı Yaşam Okulları Eylül’de Başlıyor<br />

Doğuma Hazırlık Kursları<br />

<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Doğuma Hazırlık Kursu<br />

Başlangıç Tarihi: 17 Eylül 2011<br />

Bitiş Tarihi: 15 Ekim 2011<br />

Gün: Her Cumartesi (5 hafta boyunca)<br />

Saat: 13.30 – 15.30<br />

Yer: <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />

Katılım ücretsizdir.<br />

<strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Doğuma Hazırlık Kursu<br />

Başlangıç Tarihi: 17 Eylül 2011<br />

Bitiş Tarihi: 8 Ekim 2011<br />

Gün: Her Cumartesi (4 hafta boyunca)<br />

Saat: 13.30 – 15.30<br />

Yer: <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />

Katılım ücretsizdir.<br />

<strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Doğuma Hazırlık Kursu<br />

Başlangıç Tarihi: 17 Eylül 2011<br />

Bitiş Tarihi: 8 Ekim 2011<br />

Gün: Her Cumartesi (4 hafta boyunca)<br />

Saat: 13.30 – 15.30<br />

Yer: <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />

Katılım ücretsizdir.<br />

Bilgi ve Kayıt: 444 7 888<br />

48 Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

Hamilelik ve Kalp Yogası Programları<br />

<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Hamilelik Yogası<br />

Başlangıç Tarihi: 24 Eylül 2011<br />

Gün: Her Cumartesi<br />

Saat: 16.30 – 17.30<br />

Yer: <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />

Katılım ücretsizdir.<br />

<strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Hamilelik Yogası<br />

Başlangıç Tarihi: 24 Eylül 2011<br />

Gün: Her Cumartesi<br />

Saat: 10.00 – 11.00<br />

Yer: <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />

Katılım ücretsizdir.<br />

<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Kalp Yogası<br />

Başlangıç Tarihi: 20 Eylül 2011<br />

Gün: Her Salı ve Cuma günleri<br />

Saat: 19.00 – 20.00<br />

Yer: <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />

Katılım ücretsizdir.<br />

Bilgi ve Kayıt: 444 7 888


“YALNIZCA 32 YILLIK ÖMRÜ OLAN MUTLU İNSANLARIN YAŞADIĞI ÜLKE”<br />

MEMORIAL ATAŞEHİR HASTANESİ’NDE SERGİLENDİ<br />

Gazeteci Yazar Esra Tüzün tarafından hazırlanan “32<br />

Yıllık Ömrü Olan Mutlu İnsanların Yaşadığı Ülke” adlı<br />

fotoğraf sergisi, 12 Ağustos’ta <strong>Memorial</strong> Ataşehir<br />

<strong>Hastanesi</strong>’nde <strong>açıldı</strong>.<br />

Gazeteci Yazar Esra Tüzün, dünyanın en kısa süre yaşanan noktalarını,<br />

maske ile girilebilen ülkeleri inceledi. Bir halkın yok olduğu, Swaziland, Cape<br />

Town ve Johannesburg’da tecrit alanlarına girdi. Seksen ülkeden, yirmi dev<br />

ortaklı bir sağlık ordusu, hastalıkları durdurmaya çalışıyor, HIV ve tüm ilaçlara<br />

direnen tüberküloza karşı 80 ülke savaş veriyor. Esra Tüzün, bu ülkelerde<br />

yaşayan son derece mutlu insanların hastalığa karşı gülen yüzlerini nasıl<br />

koruduklarını, kara kıtanın hastalıkla dansını görüntüledi. Onların anlattıklarını<br />

dinledi.“Hastalıklar mutsuzluk nedeni olamaz. Öleceğini bilerek gülebilmek,<br />

acı çekerken dans edebilmek mümkün.” Bu deneyim sonrası ortaya çıkan<br />

fotoğraflardan oluşan sergi, Eylül ayı boyunca <strong>Memorial</strong> Ataşehir, Ekim ayı<br />

boyunca <strong>Memorial</strong> Şişli, Kasım ayı boyunca <strong>Memorial</strong> Antalya, Aralık ayı<br />

sonuna kadar da <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong>’nde gezilebilir.<br />

“SEVGİ İÇİN İNSANLIĞA” RESİM SERGİSİ<br />

“Sevgi İçin İnsanlığa” Resim Sergisi, 8 Temmuz – 22<br />

Ağustos 2011 tarihleri arasında <strong>Memorial</strong> Ataşehir<br />

<strong>Hastanesi</strong>’nde sergilendi.<br />

Bugüne kadar pek çok kişisel ve karma sergi açan Ressam Ayşe<br />

Öztürk, “Sevgi İçin İnsanlığa” adlı resim sergisini, ondülin mukavva<br />

üzerine akrilik boya çalışması ile hazırladı.<br />

“YANSIMALAR” FOTOĞRAF SERGİSİ<br />

KÜLTÜR ORTOPEDİ SANAT<br />

<strong>Memorial</strong> Şişli Sanat Galerisi’nde, Sevda Arat’ın<br />

objektifinden “Yansımalar” fotoğraf sergisi <strong>açıldı</strong>.<br />

İlk kişisel fotoğraf sergisini <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong>’nde açan<br />

Sevda Arat, “Yansımalar” sergisinde, doğadaki gerçek görüntülerin,<br />

suyun veya başka yüzeylerin değişen imgelerine yer verdi. Suyun<br />

dalgalanması veya ışığın açısıyla sürekli değişkenlik gösteren, anlık ve<br />

başka hiçbir zaman yakalanması mümkün olamayan görüntülerden<br />

oluşan sergi, Temmuz ayı süresince <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Sanat<br />

Galerisi’nde sergilendi.<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

49


MEMORIAL SAĞLIK GRUBU KURUMSAL ANLAŞMALAR<br />

SİGORTA ŞİRKETLERİ (Sağlık)<br />

Acıbadem Sigorta<br />

Ak Sigorta<br />

Allianz Sigorta<br />

American Life Sigorta<br />

Anadolu Sigorta<br />

Ankara Sigorta<br />

Avivasa Hayat ve Emeklilik Sigortası<br />

Axa Sigorta<br />

Birlik Sigorta<br />

Demir Hayat Sigorta<br />

Deniz (Global) Hayat Sigorta<br />

Dubai Group Sigorta<br />

Ergo Sigorta<br />

Eureko Sigorta<br />

Generali Sigorta<br />

Güneş Sigorta<br />

Groupama Sigorta<br />

HDI (İhlas) Sigorta<br />

Inter Partner Asistance (IPA)<br />

Mapfre Genel Sigorta<br />

Medikal Danışmanlık Servisi (MDS)<br />

Promed (CGM Türkiye)<br />

Yapı Kredi Sigorta<br />

Ziraat Sigorta<br />

RESMİ KURUMLAR<br />

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)<br />

Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF)<br />

Türkiye Büyük millet Meclisi (TBMM)<br />

BANKALAR<br />

Akbank<br />

Asya Katılım Bankası (Bank Asya)<br />

Esbank<br />

Fortis Bank (Dışbank)<br />

Türkiye İş Bankası<br />

Türkiye Sınai ve Kalkınma Bankası<br />

Türkiye Cumhuriyet Ziraat ve Halk Bankası<br />

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası<br />

Türkiye Cumhuriyet Ziraat Bankası<br />

Türkiye Halk Bankası Emekli Sandığı Vakfı<br />

(Pamukbank)<br />

Türkiye Halk Bankası<br />

Türkiye Vakıflar Bankası<br />

Türk Eximbank<br />

Yapı ve Kredi Bankası Emekli Sandığı Vakfı<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011<br />

ÖZEL ŞİRKETLER VE KURUMLAR<br />

Albayraklar Şirketler Grubu<br />

Anadolu Anonim Türk Sigorta Şirketi<br />

Aydın Örme<br />

Back Up Kart<br />

Belbim<br />

Beşiktaş Denizcilik<br />

Benefit Global<br />

BJK Derneği<br />

BMS Türkiye<br />

Borusan Holding<br />

Boyner Holding<br />

Büyük Kulüp<br />

Canovate Elektronik<br />

Dalyan Club<br />

Darüşşafaka Cemiyeti<br />

Desa Deri<br />

Dr. Back up<br />

Eczacıbaşı<br />

Elysium Spor Merkezi<br />

Enka<br />

Eresin Şirketler Grubu<br />

Flex Health Club<br />

Grand Cevahir Otel<br />

Green Park<br />

Havuç Çocuk Evi<br />

Hotel Bristol<br />

İETT<br />

İGDAŞ<br />

İMKB<br />

İstanbul Büyükşehir Belediyesi<br />

İstanbul Sanayi Odası<br />

İstoç Yapı Kooperatifi<br />

Johnson Wax<br />

Joyfull House<br />

Kiptaş<br />

Levent Tenis Kulübü<br />

Marsh Avantaj Kart<br />

Mayadrom Spor Merkezi<br />

Mercedes Benz Türk<br />

Merkezi Kayıt Kuruluşu<br />

Metro Turizm<br />

Microsoft<br />

Aon Kart<br />

Mimaks<br />

Nart Club Kart<br />

Omsan Lojistik<br />

Orka Group (Damat - Tween)<br />

Ortadoğu Nakliyat<br />

Palladium AVM<br />

Not: <strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu Hastane ve Tıp Merkezlerinde geçerli olan anlaşma detayları için 444 7 888’i arayınız.<br />

50<br />

Peak Hotel<br />

Penta Bilgisayar<br />

Perfettı Van Melle<br />

Perpa Ticaret Merkezi<br />

Petrol Ofisi- Positive Card<br />

Polat Holding<br />

Renault Mais<br />

Rotary Kulüp<br />

Saray Halı<br />

Sermaye Piyasası Kurulu<br />

English Time<br />

Sinpaş<br />

Suada<br />

S.O.S<br />

Suteks Dış Tic<br />

Tekfen Holding<br />

The Shore Club<br />

Tivoli<br />

Turkcell / T-Clup<br />

Türkiye Jokey Kulübü<br />

Türkiye Güreş Federasyonu<br />

Ulusoy<br />

Unitim Holding<br />

Vakko<br />

Vodafone<br />

Yamaner &Yamaner Hukuk Bürosu<br />

YKM Kart-YKM Mağazaları<br />

Zeck Club<br />

Zedpaş-Mepaş Medya Pazarlama<br />

Zorlu Holding<br />

DERNEK VE ODALAR<br />

Ev Tekstili Sanayici ve İş Adamları Derneği<br />

(EVSİAD)<br />

İstanbul Sanayi Odası<br />

İstanbul Ticaret Odası<br />

Kapalı Çarşı Esnaflar Derneği<br />

Klavuz Kaptanlar Derneği<br />

Marmara İş Hayatı Dernek. Federasyonu<br />

(MARİFED)<br />

Müstakil İş Adamları ve San. Derneği (MÜSİAD)<br />

Tesisat İnşaat Malzemecileri Derneği ( TİMDER)<br />

Türkiye Bilişim Sanayicileri Derneği ( TUBİSAD)<br />

Türkiye Ev Teks. ve San. İşadamlari Der.<br />

(TETSİAD)<br />

Türkiye Genç İşadamları Derneği (TUGİAD)<br />

Türkiye Emekli Subaylar Derneği<br />

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti


Hemşirelere ve sağlık çalışanlarına<br />

hayat Deniz’de güzel!<br />

• Size özel faiz oranlarıyla krediler<br />

• Fatura ve ödemelerinizi şubeye gelmeden ödeme kolaylığı<br />

• Harcadıkça kazandıran Deniz Bonus<br />

• Kiralık kasada size özel indirimler<br />

Memory Eylül - Ekim - Kasım 2011


MEMORIAL’DA MİL KAZANMA<br />

AYRICALIĞI SİZLERİ BEKLİYOR!<br />

THY, Miles&Smiles özel yolcu programının<br />

sağlık sektöründeki tek ortağı<br />

<strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu’ndan 500TL ve<br />

üzerindeki sağlık harcamalarına 500 mil!<br />

Tüm branşlarda geçerli olan mil kazanma ayrıcalığı hakkında detaylı bilgi için<br />

www.memorial.com.tr/milesandsmiles web sayfasını inceleyebilir ya da<br />

4447888’i arayarak çağrı merkezinden bilgi alabilirsiniz.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!