Memory Ocak-Åubat 2011 - Memorial Hastanesi
Memory Ocak-Åubat 2011 - Memorial Hastanesi
Memory Ocak-Åubat 2011 - Memorial Hastanesi
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
<strong>Ocak</strong> / Şubat <strong>2011</strong> Yıl:7 / Sayı 63<br />
<strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu’nun hasta, refakatçi ve ziyaretçileri için hazırladığı ücretsiz yayınıdır, alabilirsiniz.<br />
<strong>2011</strong> “Sağlık Yılınız” Olsun<br />
<strong>Memorial</strong><br />
Antalya’da<br />
da Vinci ile İlk<br />
Mide Fıtığı Ameliyatı<br />
Katarakt<br />
Tedavisinde<br />
Yenilikler<br />
Organ Nakli<br />
Hakkında En Çok<br />
Sorulan Sorular
İçindekiler<br />
4 Check Up Yaptırın Yeni Yılda Sağlıklı Kalın<br />
5 Yeni Yıl Sigarayı Bırakmak İçin Güzel Bir Fırsat<br />
6 Optimal Beslenme İle Kalıcı Kilo Kontrolünü Sağlayın<br />
7 Kısa Sürede Yüzünüzü Yeniden Şekillendirebilirsiniz<br />
8-9 <strong>Memorial</strong> Antalya’da ‘Da Vinci’ İle İlk Mide Fıtığı Ameliyatı<br />
10-11 Tüp Bebek İle İlgili En Çok Merak Edilen Noktalar<br />
12-13 İktidarsızlık 30 Dakikada Teşhis Edilebiliyor<br />
14 Pankreas Kanseri En Çok Sigara Kullananları Seviyor<br />
15 Tiroid Kanseri Tedavi Edilebilir Bir Hastalıktır<br />
16-17 Kayak Yaralanmaları<br />
18 Hastaneye Başvuran Hastaların Yüzde 30’u Kansızlık Sorunu Yaşıyor<br />
19 Karaciğer Sağlığınızı Korumak İçin Bu Önerilere Kulak Verin<br />
20 Kış Mevsimi Sıkıldığını Dövmelerinizden Kurtulmak İçin En Uygun Zaman<br />
21 Katarakt Tedavisinde Yenilikler<br />
22 Hamilelik Varislerine Karşı Önleminizi Alın<br />
23 Sabun Ve Banyo Köpükleri İdrar Yolları Enfeksiyonuna Neden Olabilir<br />
24 Çocuğunuzun Kalp Sağlığı İhmale Gelmez<br />
25 Gripten Korunabilirsiniz<br />
26 Hollandalı Aile Mutluluğa <strong>Memorial</strong> Ataşehir’de Ulaştı<br />
27 Ürdün’lü Çiftin Ümitsiz İstanbul Yolculuğu Çifte Mutlulukla Son Buldu<br />
28 Diyabet Ve Obezite Hızla Artıyor Yeni Tanım: Diyabezite<br />
29 Sağlık Kaynağı Besinler Bile Sizi Hasta Edebilir<br />
30-31 İleri Yaşta Gebelik Anne Ve Bebek Sağlığı Açısından Risk Oluşturuyor<br />
32-33 Yeni Yılda Sağlıklı Bir Kalp İçin İç Dünyanızla Barışın<br />
34-35 Sinir Hasarları Ve Cerrahisi<br />
36 Diş Gıcırdatması Baş Ve Sırt Ağrılarına Neden Olabilir<br />
37 Yemekten Hemen Sonra Diş Fırçalamak Zararlı<br />
38 Fazla Kilolar Ve Yanlış Ayakkabı Seçimi Topuk Dikenine Zemin Hazırlıyor<br />
39 Kemik Erimesine Karşı Hareketlenin<br />
40-41 Organ Nakli Hakkında En Çok Sorulan Sorular<br />
42 Kuzenin Böbreğiyle Yeniden Doğdu<br />
43 Panik Atak Nöbeti Sayesinde Hayatı Kurtuldu<br />
44 <strong>Memorial</strong> Sağlıklı Yaşam Okulları<br />
45 <strong>Memorial</strong>’ da Kültür-Sanat Faaliyetleri<br />
Sahibi<br />
İstanbul <strong>Memorial</strong> Sağlık Yatırımları A.Ş. adına<br />
Turgut AYDIN<br />
Yayın Sorumlusu<br />
Yeliz SOYDAN ŞENGÜN<br />
Medya ve İletişim Koordinatörü<br />
Yayın Kurulu<br />
Esra AYDEMİR, Ceren ERDEM, Binhan URFALI,<br />
Yasemin AKTAŞ, Yasemin GÜL, Fulya DALDAL,<br />
Selin KONU, Gözde GÜRER<br />
Tasarım Ekibi<br />
Zerrin ÖZCAN SOGUL, Ceren YÖRÜK, Yasemin KULELİ
AYIN KONUSU<br />
CHECK UP YAPTIRIN YENİ YILDA<br />
SAĞLIKLI KALIN<br />
Check up, sağlıklı<br />
bireylerin genel vücut<br />
durumlarını öğrenmeleri<br />
için gerekli olan;<br />
hastayken<br />
değil sağlıklıyken<br />
uygulanması gereken bir<br />
programdır.<br />
Kişi herhangi bir<br />
rahatsızlığı olduğunda<br />
zaten hekime başvuracak<br />
gerekli incelemeleri<br />
yaptıracaktır; ancak<br />
önemli olan, belirgin bir<br />
rahatsızlık oluşmadan<br />
önce birtakım hastalıklar<br />
için gerekli önlemleri<br />
alabilmektir.<br />
Yeni yılda kendinize<br />
ve sevdiklerinize<br />
bir iyilik yapın:<br />
Check up yaptırın!<br />
Check up, yaşam süresi ve kalitesi açısından<br />
çok önemlidir. Check up muayenesi ile;<br />
hipertansiyon, şeker hastalığı, damar sertliğine<br />
bağlı kalp-damar hastalıkları, kan yağlarının<br />
yüksekliğinden kaynaklanan rahatsızlıklar, hepatit<br />
ve kanser gibi hastalıkların erken dönemde<br />
tanısı konulabilir. Bu hastalıklarda erken tanı ile<br />
vücutta herhangi bir organ hasarı oluşmadan<br />
tedavi sağlanmaktadır.<br />
Uz. Dr. Deniz Şahin Şimşek, <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Dahiliye Bölümü<br />
Check up programları sayesinde<br />
genetik mirasımızı kontrol altında<br />
tutmak mümkün olabilir<br />
Herkesin anne babasından aldığı genetik bir<br />
miras vardır. Kiminin ailesinde şeker, bazılarında<br />
tansiyon, kimisinde kanser ya da kalp problemleri<br />
mevcuttur. Örneğin ailesinde kalp hastalığı olan ve<br />
hiçbir şikayeti olmayan bir kişi ele alındığında; bu<br />
kişide check-up programı sırasında kan yağlarında<br />
yükseklik tespit edildiğinde diyet önerilir, gerekirse<br />
ilaç başlanır. Bu da olası bir kalp hastalığının<br />
önlenmesinde çok önemlidir. Özellikle ailelerinde<br />
kanser görülen kişilerin düzenli check-up<br />
yaptırmaları birçok kanserin erkenden tanınmasını<br />
sağlamaktadır. Kısacası check-up her insanın belirli<br />
aralıklarla yaptırması gereken bir programdır.<br />
Üzerinde durulmayan basit şikayetlerin nedenini<br />
öğrenmede, aileden geçen genetik birtakım<br />
hastalıkların kontrolünde, erken teşhiste hekime<br />
yardımcıdır. Tüm sonuçlar tamamen normal<br />
çıktığında da hastaya çok yardımcıdır. Bu sonuçlar<br />
hasta ilerde hasta herhangi bir şikayet yaşayıp<br />
tetkik yaptırdığında hekime karşılaştırma imkanı<br />
sağlar.<br />
Check up kişiye özel<br />
bir uygulamadır<br />
“Check up kaç yaşından itibaren yapılmalıdır?<br />
Kaç yılda bir tekrarlanmalıdır?” Pek çoğumuz<br />
bu soruların yanıtlarını gerçekten bilmiyoruz.<br />
35 yaşından önce herkesin en az bir kez checkup<br />
yaptırması önerilmektedir. İdeal olan, her şey<br />
yolunda gittiği müddetçe 35 yaşından sonra senede<br />
bir kez tekrarlamaktır. Çok çeşitli ve içerikleri<br />
birbirinden çok farklı check up programları<br />
mevcuttur. Hastanın yaşına, cinsiyetine, taşıdığı<br />
risklere göre değişen testlerden oluşan kişiye özel<br />
check up programı uygulanmalıdır. Hastanelerdeki<br />
programların içerikleri birbirinden çok farklı<br />
olabiliyor. Doğru ve tatmin edici bir sonuç için<br />
doğru bir programın uygulanması gerekir.<br />
Check up çok fazla<br />
zaman gerektirmez<br />
Genelde check up için fazla bir zaman ayırmaya<br />
gerek yoktur. Sabah aç karnına gelmek yeterli olur.<br />
Acı verici hiçbir işlem gerektirmez. Yapılacak olan<br />
kan tetkikleri için bir kez damardan kan alınır, idrar<br />
ve gaita örneği istenir. Birtakım basit radyolojik<br />
incelemeler (Akciğer grafisi, ultrasonografi gibi)<br />
yapılır. Ancak bazı hastalara yaşlarından ya da<br />
taşıdıkları risklerden ötürü ayrıntılı check up<br />
önerilebilir. Sadece bu şekilde ayrıntılı kontrolden<br />
geçecek hastalar bir gün hastanede tutularak<br />
endoskopik incelemeleri yapılabilmektedir.<br />
Ama genelde 2-3 saat içinde tüm incelemeler<br />
sonuçlanır. Check up ücretleri uygulanan<br />
programa dolayısıyla hastaya yapılan incelemelere<br />
göre değişiklik gösterir. Ancak genel olarak büyük<br />
bir maddi yük getirmez.<br />
Check up muayenesi ve yapılan tetkikler ile<br />
kişinin genel risk durumu ortaya konulup,<br />
oluşabilecek hastalıklara karşı önlemler alınabilir.<br />
4<br />
<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>
AYIN KONUSU<br />
YENİ YIL SİGARAYI BIRAKMAK İÇİN<br />
GÜZEL BİR FIRSAT<br />
Uz. Dr. İlkay Keskinel- <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Göğüs Hastalıkları Bölümü<br />
Günümüzde sigaranın zararlı olduğunu artık herkes biliyor.<br />
Milyonlarca insan, her tür zararına rağmen, bu güçlü bağımlılık yapıcı maddeden kolay<br />
kolay vazgeçemiyor. Son yıllarda tüm dünyada yasaklar birbiri ardına gelse de, insanlar bir yerde<br />
ve bir şekilde sigara içmenin yolunu buluyor.<br />
Sigara için küçük bir tarihçe<br />
Arkeolojik verilere dayanarak, 5 bin yıldır<br />
tütün ekildiğini biliyoruz. Avrupa’nın tütünle<br />
tanışması, Amerika’nın Kolomb tarafından<br />
keşfiyle oldu. 1950’ler ve 60’larda sigaranın<br />
zararlı olduğunun düşünülmesi bir yana;<br />
sigara içmek bir tür güç, erkeklik ya da<br />
güzellik sembolü idi. Daha sonra akciğer<br />
kanseri nedeniyle hayatını kaybeden<br />
dönemin ünlü yıldızlarından John Wayne’i<br />
sigara reklamlarında görmek, gençler arasında<br />
oldukça özendirici olmalıydı. Hatta çocukların<br />
keyifle izledikleri “Taş Devri” isimli çizgi filmin<br />
ilk sezonunun sponsoru bir sigara markasıydı.<br />
Sigara, kısırlık ve diş kayıpları gibi<br />
birçok sağlık sorununda başroldedir<br />
Sigaranın tüm vücutta zarar vermediği<br />
bir organ olduğunu söylemek zordur.<br />
Sigaradan çekilen her nefesle kana karışan<br />
milyonlarca zararlı molekül (Her solukta<br />
10,<br />
17<br />
yani 100000000000000000 oksidan<br />
vardır) akciğerlerdeki hava keseciklerinden<br />
kan dolaşımına geçer. Bu zararlı maddeler,<br />
kanın ulaştığı her yere; yani vücudumuzdaki<br />
tüm doku ve organlara ulaşır. Halk arasında<br />
sigaranın zararı sadece akciğerlere verdiği<br />
düşünülse de, sigara, mide ülserinden kısırlığa,<br />
diş kayıplarından mesane kanserine kadar<br />
pek çok sağlık sorununun altında yatmaktadır.<br />
Bunca zararı olduğunu bildiğimiz<br />
sigaradan nasıl kurtulmalı?<br />
Sigarayı herkes bırakabilir. Ancak bırakma<br />
süreci, bazıları için daha kolay iken, bazı<br />
tiryakiler zorlanabilir. Kişinin zorlandığı yerde,<br />
sigara poliklinikleri devreye girer. Sigara<br />
polikliniklerinde, öncelikle sigara içen kişinin<br />
bağımlılık tipi saptanır. Sigara, hem ruhsal,<br />
hem fiziksel bağımlılık yapabilmektedir. Ruhsal<br />
bağımlılığı olan tiryakiye farklı, fiziksel bağımlılığı<br />
olana farklı yaklaşım gereklidir. Bu amaçla,<br />
nikotin yerine koyma tedavileri, ya da ağızdan<br />
alınan bazı ilaçlar kullanılabilir. Bazı hastalarda,<br />
kombine tedaviden de yararlanılabilir. Bir<br />
ilaçtan yararlanmayan kişiye, diğer bir ilaç<br />
önerilebilir. Ne yazık ki; önceden tıbbi hiçbir<br />
geçerliliği olmayan pek çok yönteme başvuran<br />
hastalar, bu şekilde sigarayı bırakamadıklarında<br />
kendilerine güvenlerini yitirmekte, iradesiz<br />
olduklarına inanmaktadırlar. Daha önce<br />
başarısız olmak, caydırıcı olmamalıdır. Tam<br />
tersine, sigarayı bırakmak için yardım istemek,<br />
kişinin halen bırakma isteği olduğunu gösterir.<br />
Sigara bırakıldığı anda vücudunuzda<br />
olumlu değişiklikler görülür<br />
Nikotin ve karbon monoksit, kısa süre içinde<br />
vücuttan atılır; koku ve tat alma duyuları<br />
düzelir; zamanla solunum kapasitesi artar;<br />
sigaranın bağışıklık üzerine olumsuz etkisi<br />
ortadan kalkar. Geçen süre içinde, sigarayı<br />
bırakan kişi, artık daha az yorulduğunu, daha<br />
aktif olduğunu hisseder. Sigarayı bırakınca,<br />
bir süre boyunca balgam miktarında hafif<br />
artış olabilir. Çoğunlukla bunun nedeni,<br />
bronşlarda sigaranın etkisiyle felç olmuş olan<br />
titrek tüycüklerin iyileşmeye başlamasıdır.<br />
Sigarayı bırakmak için, sağlığınızdan olmayı<br />
beklemeyin. Kendiniz ve çevreniz için bugün<br />
iyi bir şey yapın, sigaradan kurtulmaya karar<br />
verin.<br />
<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />
5
AYIN KONUSU<br />
OPTİMAL BESLENME İLE KALICI<br />
KİLO KONTROLÜNÜ SAĞLAYIN<br />
Dyt. E. Yasemin Sancak - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Kilo Kontrolü ve Obezite Tedavi Merkezi<br />
“Kalıcı Kilo Kontrolü”, bu konuda problem<br />
yaşayan her bireyin yeni yıl hedefinde yer almaktadır.<br />
Ancak kalıcı kilo kontrolü için hiçbir besin, sistem ya<br />
da ürünün, bir mucize olmadığı kabul edilerek,<br />
“Optimal Beslenme” nin bir yaşam şekli<br />
haline getirilmesi gerekir.<br />
Her besin grubundan yeterli ve dengeli tüketim<br />
Obezitenin neden olduğu sağlık problemlerinin giderilmesi, sağlıklı ve formda olabilme<br />
hedefinin yerine getirilebilmesi için çeşitli yöntemler denenmektedir. Sağlıklı kilo<br />
kontrolünde; bazen bir yiyecek veya içecek, bazen bir tarif, bazense belli başlı besinler<br />
ve/veya besin destekleri, “mucizevi” olarak adlandırılmaktadır. Bazı yiyecekler ise “zararlı”,<br />
kesinlikle tüketilmemesi gereken besinler olarak değerlendirilmektedir. Oysaki hiçbir besin,<br />
sistem veya ürün mucize değildir. Önemli olan yerini artık “OPTİMAL BESLENME”<br />
tabirine bırakan, “Yeterli ve Dengeli Beslenme” nin ve “Düzenli Egzersiz”in, “Yaşam Şekli”<br />
haline getirilmesidir. ‘Optimal Beslenme bir “puzzle”a benzetilebilir. Tüm besin grupları<br />
(karbonhidratlar, yağlar, proteinler, vitaminler, mineraller, posa ve su) bu puzzle’ın en önemli<br />
parçalarıdır. Dönem dönem ön plana çıkan ve mucize gibi sunulan bazı önerilerse, yine bu<br />
puzzle’ın minik parçaları olmaktan öteye gidemez. (yeşil çay tüketimi, ön plana çıkan bazı<br />
meyveler, otlar vb…) Hiçbir öneri mucize yaratamaz, tümü dikkatle kullanılmalıdır. Tüm<br />
besin gruplarından, her öğünde, kişinin ihtiyacına özel olarak, beslenme ve diyet uzmanının<br />
önerdiği yeterli ve dengeli miktarlarda tüketmek gereklidir.<br />
Yeni Yılda Kalıcı Kilo Kontrolü İçin Öneriler:<br />
• Boyunuza uygun ağırlığı hedefleyin. Sağlıklı ağırlığa sahip iseniz, kilo almaktan kaçının.<br />
• Kilolu veya şişman iseniz önce daha fazla ağırlık artışını önleyin ve sağlığınızı korumak için<br />
uzman bir ekip kontrolünde ağırlık kaybetmeyi hedefleyin.<br />
• Az yağ eklenmiş sebze, yağsız beyaz et- balık- aşırı olmayan kırmızı et, kurubaklagiller, yağı<br />
azaltılmış süt-yoğurt, meyve ve tam tahılları tüketerek sağlıklı beslenme alışkanlığı kazanın.<br />
• Öğünlerinizi ertelemeyin. Ana ve ara öğünleri atlamayın.<br />
• Günde en az 1.5, ortalama 2.0-2.5 litre su için.<br />
• Vücut ağırlığınızı korumada davranışlarınızın önemli olduğunu unutmayın.<br />
• Psikolog tarafından davranış değiştirme tedavisi desteği sağlayın.<br />
• Karbonhidratlar, ana ve ara öğünlerin temelini oluşturur. Tam tahıllı ekmek, tam tahıllı<br />
kahvaltılık gevrekler, esmer pirinç pilavı, kepekli makarna, tam buğday eriştesi, bulgur, tam<br />
tahıllı bisküviler, sebze ve meyveler basit olmayan, doğru karbonhidrat kaynaklarıdır.<br />
• Protein ve yağların dengeli alınması, hayvansal – bitkisel kaynaklardan gelen oranların<br />
doğru dengelenmesi gerekir.<br />
• Hiçbir besin veya besin desteğinin mucize yaratabileceğine inanmayın. Vücut biyokimyası<br />
tüm besin gruplarını aynı anda alıp kullanması gereken bir havuz sistemi ile çalışır. Bu<br />
nedenle herhangi bir besinin aşırı tüketimi yarar değil zarar bile yaratabilir.<br />
• Günde 7-9 porsiyon (en az 5 porsiyon) sebze ve meyve tüketimine dikkat edilmelidir.<br />
• Yağ ve şekeri aşırı tüketmekten kaçının. Etiket okumak yardımcı olacaktır.<br />
• Yaşam kalitenizi artırmak, daha dikkatli olmak ve beslenmenizdeki problemleri saptamak<br />
için, diyetisyeninizle paylaşacağınız günlük tutun.<br />
• Küçük tabaklar tercih edin. Porsiyon ölçülerinize dikkat edin.<br />
• Kızartmalar yerine, fırında pişirme, ızgara, haşlama vb. yöntemleri kullanın. Barbekü<br />
yaparken ateşten 15 cm. uzaklığa dikkat edin.<br />
• Yavaş yemeye dikkat edin. Yedikten sonra pişman olmayın, yerken keyfini çıkarın ve<br />
tüketim miktar ve sıklığını dengelemeyi öğrenin.<br />
• Ara öğünlerde veya canınız tatlı istediğinde sebze ve meyveleri tercih edin.<br />
• Uyandığınızda güne 1 saat içinde kahvaltı etmeye dikkat ederek başlayın.<br />
• Daha aktif olun. Günde 30 dakika orta seviyede aktivite yapmayı hedefleyin. Bunu yavaş<br />
yavaş 45, hatta 60 dakikaya çıkarmayı hedefleyin.<br />
• Haftada 0.5-1.0 kilodan fazla ağırlık kaybetmeyi hedefleyen diyetlerin gerçekçi ve sağlıklı<br />
önerilerde bulunmadığını unutmayın.<br />
•Diyetinizdeki değişiklikleri yavaşça yapın ve unutmayın; “İyi veya kötü besin yoktur, dengeli<br />
veya dengesiz diyet vardır.”<br />
<strong>Memorial</strong> Kilo Kontrolü ve Obezite Tedavi Merkezi’mize başvuran<br />
hastalar, obezite konusunda uzman endokrinolog doktor; kişilerin kalıcı<br />
kilo kontrolü ve/veya mevcut sağlık problemleri için tıbbi beslenme tedavisini<br />
planlayan ve yaşam şekli haline gelmesi için beslenme eğitimini<br />
veren uzman diyetisyen; yeme davranış bozuklukları tedavisi konusunda<br />
deneyimli davranış terapisti psikolog ve psikiyatrist; kişiye özel ve<br />
fiziksel durumuna uygun egzersizleri planlayan fizik tedavi uzmanı ve<br />
fizyoterapistlerce birlikte değerlendirilmektedir. Obezitenin yol açtığı<br />
ek sorunlar, bu ekibe destek veren diğer uzmanlarla birlikte çözülmektedir.<br />
Hastalar “butik konsept”te bağımsız bir birimde, bütüncül bakış<br />
açısı ve kişiye özel programla tedavi edilmektedirler.<br />
6<br />
<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>
AYIN KONUSU<br />
KISA SÜREDE YÜZÜNÜZÜ<br />
YENİDEN ŞEKİLLENDİREBİLİRSİNİZ<br />
Doç. Dr. Cenk Şen <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Bölümü<br />
Biyolojik olarak yaşlanmaya karşı durmak mümkün olmasa da estetik dünyasındaki son<br />
gelişmeler sayesinde artık fiziki yaşlanma kontrol altına alınabiliyor. Yaşlanmanın yanı<br />
sıra kişi beğenmediği burnunu, kulağını ya da dudaklarını yeni yöntemlerle değiştirebiliyor.<br />
İşte, yüz estetiğinde Türkiye’de ve dünyadaki son gelişmeler.<br />
Türkiye’de en çok burun estetiği yapılıyor<br />
Türk insanının yüz şekli ile ilgili en büyük kaygısı, burnu. Kemerli burun ve burun<br />
ucundaki düşüklük, özellikle kadınları estetik yaptırmaya iten en önemli nedenler.<br />
Türkiye’de en sık “rinoplasti” yani estetik burun cerrahisi ameliyatları yapılıyor.<br />
Rinoplasti için hastalar bireysel olarak değerlendirilmekte ve buna göre yapılacak<br />
cerrahiye karar verilmektedir.<br />
Kaburganızdan alınan doku burun çatınıza konabilir<br />
Burun operasyonlarında; çok küçük ve lokal anestezi ile yapılacak cerrahi<br />
girişimlerle, gerekirse vücudun uygun bölgelerinden kıkırdak ya da kemik<br />
alınarak, burnun hemen hemen yeni baştan oluşturulması sağlanmaktadır.<br />
Burun ve çene estetiği birbirini tamamlıyor<br />
Burun ve çene yapısının birbiri ile uyumlu olması gerekir. Çenesi geride bir<br />
hastada kemerli burun çok daha kötü görünürken, buruna estetik cerrahi<br />
uygulandığında bu görüntü azaltılır. Alt çenenin büyük olduğu durumlarda dişler<br />
de bazen önde olabilir. Öncesinde ortodontik diş tedavisi ile dişler düzeltilir ve<br />
büyük çene cerrahi operasyonu ile normal hale getirilir. Böylece hem güzel bir<br />
görünüm elde edilir hem de dişlerin birbirine oturması sağlanarak fonksiyonellik<br />
kazandırılır.<br />
Kepçe kulaklara veda<br />
Kepçe kulaklar, vücutta insan psikolojisini en olumsuz etkileyen şekil<br />
bozukluklarından biridir. Bu sorunu yaşayan kadınlar hiçbir zaman saçlarını topuz<br />
yaptıramaz erkeklerin de çoğu zaman kulakları alay konusu olur. Oysa ki, 1- 1.5<br />
saat süren bir operasyonla kepçe kulaklardan kurtulmak mümkün. Operasyonun<br />
temeli kıkırdakların şekillendirilmesi ve gerekirse fazla kıkırdağın alınıp kulağın<br />
yeniden şekillendirilmesi esasına dayanır. Ameliyat sonrası baş bölgesi 1 gün<br />
bandajlanır, çocuk hastalarda ise 2 gün özel bir bant kullanılması istenir. Şişlikler<br />
yaklaşık 1 hafta içinde ciddi anlamda iner.<br />
Dolgun dudaklar için silikon devri sona erdi<br />
Dudak kalınlaştırmada yıllardır kullanılmakta olan sıvı silikon ve silikon yağı<br />
içerdiği olumsuzluklar ve uygulanan hastalarda çeşitli komplikasyonlara neden<br />
olması nedeniyle artık günümüzde kullanılmamaktadır. Dolgu maddeleri, yağ<br />
enjeksiyonları ve birtakım cerrahi müdahalelerle dudakta ve genel yüz yapısında<br />
güzelleşme sağlanabiliyor. Son yıllarda özellikle dudak dolgunluğu için hazır dolgu<br />
materyallerinin kullanımı popülarite kazanmış durumdadır.<br />
Yüzde donuk ve şaşkın ifade kalmıyor<br />
Yüzde bulunan pek çok mimik kası, zamanla kırışıklıklara neden olur. Göz<br />
kenarındaki kaz ayakları, alında, kaş ortasında çizgilenme ve dudakta dikey<br />
çizgilenmeyi engellemek ya da azaltmak için botoksla bu kırışıklıklara neden olan<br />
kaslar geçici bir süre durdurarak, kırışıklıkların daha az dikkat çekici hale gelmesi<br />
sağlanır. Botoksun yeterli olmadığı durumlarda yüze bazı dolgu maddeleri<br />
enjekte edilir. Bu maddelerden bir kısmı cilt altında erken erir, bir kısmının etkisi<br />
daha uzun sürer, bazıları yüzeysel bazıları da daha derin dokulara uygulanma<br />
özelliğine sahiptir.<br />
Gıdığınızdan şikayet ediyorsanız<br />
Çene altı ile boyun arasında belirli bir açı vardır. Bu bazen yapısal olarak da<br />
orantısız olabilir, bazen de kilo ve yağlanma ile bu oran bozulabilir. Gıdıkta fazla<br />
yağlanma varsa yağlar liposuction ile ya da cerrahi ile çıkarılır. Boyun kaslarında<br />
bir zayıflık varsa bu kaslar tekrar şekillendirilip, dikilerek çenede doğal estetik<br />
görüntü oluşturulabilir. Askı yöntemi ile yağlar kulak arkasına alınarak, gıdı<br />
konturu düzeltilir. Bu operasyonlarda çene altından kesi yapılması nedeniyle<br />
erken dönemde iz görülse de, zamanla izler kaybolur ve işlemden başarılı<br />
sonuçlar alınır.<br />
Göz çevresine uygulanan estetik müdahalelerle gençleşin<br />
Yorgun ya da yaşlı görünümün en önemli nedenlerinden biri göz çevresindeki<br />
deformitelerdir. Yılların etkisi ile göz kapağı düşüklükleri, sarkmalar, göz torbaları<br />
yüzde belirebilir. Hastayı daha genç gösterebilmek için bir takım cerrahi girişimler<br />
uygulanır. Erken dönemde göz çevresi derisi ince olduğundan şişlik ve morluk<br />
olabilir ancak kısa sürede iyileşme sağlanır.<br />
<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />
7
GASTROENTERELOJİ<br />
MEMORIAL ANTALYA’DA ‘DA VINCI’ İLE<br />
İLK MİDE FITIĞI AMELİYATI<br />
Op. Dr. Behlül Baydar <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Genel Cerrahi ve Gastroentereloji Cerrahisi Bölümü<br />
Akdeniz Bölgesi’nin ilk ve tek robotik cerrahi merkezi olan, <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong><br />
“da Vinci Robotik Cerrahi Merkezi”nde ilk kez, mide fıtığı ameliyatı gerçekleştirildi.<br />
<strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Genel Cerrahi ve Gastroenteroloji Cerrahisi Uzmanı<br />
Op. Dr. Behlül Baydar tarafından da Vinci Robotik sistem ile gerçekleştirilen operasyon<br />
sonrası, 41 yaşındaki Özkan Yeşil sağlığına kavuştu.<br />
Laparoskopiye<br />
girişimsel alternatif :<br />
“da Vinci robot”<br />
da Vinci robot ile mümkün olan en küçük<br />
kesiden gerçekleştirilen operasyon, hastanın<br />
hastanede kalma süresini azaltmakta,<br />
normal günlük aktivitelerine çok daha hızlı<br />
dönmesini sağlayarak, ortaya çok daha iyi<br />
klinik sonuçlar çıkarmaktadır. Çok yakın<br />
zamana kadar büyük bir kesi gerektiren<br />
geleneksel açık cerrahi ve küçük kesilerden<br />
gerçekleştirilen fakat tipik olarak bazı<br />
prosedürlerle sınırlı olan “laparoskopik<br />
cerrahi” dışında bir seçenek yoktu. Ancak,<br />
cerrahi teknolojideki devasa ilerlemeler<br />
sayesinde minimal girişimsel cerrahinin<br />
yepyeni bir türü doğdu. Bu teknik, açık<br />
cerrahi ve laparoskopiye, etkili ve minimal<br />
girişimsel bir alternatif yarattı. “da Vinci<br />
Robotik Cerrahi” sisteminin kullanıma<br />
girmesiyle, cerrahlar kompleks cerrahi<br />
işlemler için minimal girişimsel bir seçeneğe<br />
kavuştu.<br />
8 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>
GASTROENTERELOJİ<br />
“da Vinci robot” her branş için<br />
kullanılan bir teknik<br />
“da Vinci” ameliyat robotu ile kardiyotorasik,<br />
jinekolojik ve ürolojik operasyonlar yanında, bütün<br />
batın içi ameliyatlar da gerçekleştirilebilmektedir.<br />
Kolon kanseri nedeniyle kalınbağırsağın sol ve<br />
sağ bölümlerinin alınması, tüm kalınbağırsağın<br />
çıkarılması, mide kanseri nedeniyle tüm midenin<br />
çıkarılması amacıyla robotik gastrik bypass bu<br />
ameliyatlardan bir kısmıdır. Cerrahi tekniğin<br />
mükemmelleşmesi, geleneksel laparoskopiye<br />
kıyasla ameliyat sürelerinin kısılması ve ciddi<br />
komplikasyon risklerinin azalması, “da Vinci Robotik<br />
Cerrahi” ile mümkün olmuştur. Bu sayede çok daha<br />
az ağrı, daha az kan kaybı, daha az yara izi, daha kısa<br />
yatış süresi ve normal günlük aktivitelere daha hızlı<br />
dönme gibi hasta için sayısız yararlar elde edilir.<br />
<strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong>’ne hazımsızlık, şişkinlik,<br />
mide yanması ve ekşimesi şikayetleri ile başvuran<br />
41 yaşındaki Özkan Yeşil’in, mide fıtığı ve reflü<br />
hastalığı olduğu tespit edildi. Yeşil, “da Vinci Robotik<br />
Cerrahi Merkezi”nde Op. Dr. Behlül Baydar<br />
tarafından gerçekleştirilen ameliyat ile sağlığına<br />
kavuştu.<br />
Op. Dr. Behlül Baydar, ameliyat sürecini ve da Vinci<br />
Robotik tekniği hastaya nasıl uyguladıklarını şöyle<br />
anlattı:<br />
sağladığından, açık cerrahi ile karşılaştırıldığında<br />
benzer yaşam süresi oranlarına ulaşılmaktadır.<br />
Anadolu’da “da Vinci” ile ameliyat yapan, Ankara<br />
dışında merkez olmadığından, <strong>Memorial</strong> Antalya<br />
<strong>Hastanesi</strong>’nin bu hizmeti bölgede bir ilk’tir.<br />
ABD’de özellikle üroloji ve kadın doğum<br />
alanında altın standart olan “da Vinci” robot<br />
kullanımı, dünyanın gelişmiş ülkelerinde hızla<br />
yaygınlaşmaktadır. Öncelikle cerrahların tercihi olan<br />
“da Vinci” robot, hastaların da hızla tercih ettiği bir<br />
sistem olarak kabul görmektedir. Türkiye’de sayılı<br />
merkezlerin sahip olduğu bu sistem, Amerika’daki<br />
örneğine bakıldığında, ileride birçok merkeze de<br />
yerleşecektir.<br />
Ameliyattan 6 saat sonra sağlığına kavuşan ve<br />
ağız yoluyla beslenebilen Özkan Yeşil; “Dünyaya<br />
yeniden gelmiş gibiyim. Ameliyat sonrası tüm<br />
şikayetlerim geçti. Kendimi dünyaya yeniden gelmiş<br />
gibi hissediyorum. Ameliyat sonrası dönemim<br />
aynen bana söylendiği gibi çok rahat geçti, önemli<br />
bir ameliyat olmama rağmen hiç ağrım olmadı<br />
diyebilirim. Bu ameliyatın, “da Vinci” robot ile<br />
yapılmasını istemem, aldığım en doğru karardı.<br />
Doktoruma ve <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong><br />
ekibine çok teşekkür ediyorum” diye konuştu.<br />
Robotik Cerrahi hastaya<br />
üstünlük sağlıyor<br />
Özkan Yeşil adlı hastanın endoskopi<br />
değerlendirmesinde, mide fıtığı ve yemek borusu<br />
alt ucunda mide asitinin geriye kaçmasıyla oluşan<br />
iltihaplanma da tespit ettik. Hastamızı “da Vinci” ile<br />
ameliyat etmeye karar verdik. Minimal girişimsel<br />
cerrahi kapsamında robotik cerrahinin pek çok<br />
üstünlüğü var. Mide fıtığının cerrahi tedavisinde<br />
de doktorun el manipülasyonunun çok başarılı<br />
olması gerekiyor. Robotik cerrahide açık ameliyata<br />
geçme riski yok denecek kadar azdır. Ameliyatta<br />
hastadan üç boyutlu görüntü elde edildiğinden hiç<br />
kanama olmadan başarılı bir operasyon gerçekleşti.<br />
Ameliyat sonrası iyileşme süreci ve hasta konforu<br />
robotik cerrahide maksimum düzeyde sağlanabildi.<br />
Bu robotla hastanın karnında daha küçük delikler<br />
açıldı. Artık dünya, ameliyatları bu sistemle yapıyor.<br />
Cerrahlar kendilerini bu alanda yetiştiriyor. “da<br />
Vinci” de cerrahların en büyük yardımcısı oluyor.<br />
“Operasyon sayımızı her<br />
geçen gün artıracağız”<br />
“da Vinci” ile daha çok üroloji ameliyatları<br />
yapılıyordu. “da Vinci genel cerrahide mide fıtığı<br />
ameliyatında da kullanılmaya başladı. Hedefimiz<br />
bundan sonrasında açık olarak yapılan tüm<br />
ameliyatlarda, da Vinci kullanmak ve bu sistemi<br />
laparoskopinin ve açık cerrahinin yerine koymak<br />
olacaktır. Özellikle kanser ameliyatlarında kullanımı<br />
artırmayı düşünüyoruz. Rahat çalışma imkanı<br />
=<br />
“da Vinci”;<br />
• Uzaydaki astronotlara gerektiğinde yeryüzündeki cerrahlar tarafından ameliyat yapılabilmesi<br />
için NASA ve ABD Savunma Bakanlığı’nın ortak projesi olarak geliştirildi.<br />
• 1990’lı yıllarda, “da Vinci”, “Mona Lisa” ve “Zeus” adlı üç robot üretildi. En başarılı sonuç,<br />
“da Vinci’de alındı.<br />
• da Vinci ile ilk operasyon, Almanya’da yapıldı. İlk başarı ise prostat ameliyatlarında yakalandı.<br />
• Yaklaşık 10 yıldır tüm dünyada 800 merkezde kullanılıyor.<br />
• Günümüzde ABD’de robotik cerrahi ile yılda ortalama 30 bin ameliyat yapılıyor.<br />
<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />
9
TÜP BEBEK<br />
TÜP BEBEK İLE İLGİLİ EN ÇOK<br />
MERAK EDİLEN NOKTALAR<br />
Doç. Dr. Cem Demirel- <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Tüp Bebek Merkezi - Op. Dr. Arzu İlknur Özdemir<br />
Tüp bebek uygulamalarında gebe<br />
kalma şansını belirleyen faktörler?<br />
Tüp bebek uygulamalarında gebe kalma şansını<br />
belirleyen birçok nokta bulunmaktadır. Bunlardan<br />
en önemlisi tedavi görmekte olan kadının yaşıdır.<br />
Gebe kalma şansı 35 yaşından genç kadınlarda en<br />
yüksek seviyede, 35-38 yaş arasında kabul edilebilir<br />
düzeyde, 38-40 yaş arasında azalan, 40-42 yaş<br />
arasında yine de ümidimizi muhafaza ettiğimiz, 42-<br />
44 yaş arasında ise gittikçe düşmüş durumdadır.<br />
Transfer edilen embriyo sayısı da gebelik şansını<br />
belirleyen bir faktördür. Tüm yaş gruplarına<br />
bakıldığında; tek embriyo transferi ile gebelik<br />
beklentisi % 28 dolaylarında iken, çift embriyo<br />
transferi ile bu oran % 45’e çıkmaktadır. Tek embriyo<br />
transferi yapılan vakalarda geriye dondurulabilecek<br />
birçok embriyo kalmaktadır ve bunların kullanımı<br />
ile de ciddi oranda ilave gebeliklere ulaşılmaktadır.<br />
Örnek olarak <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong>n’de<br />
dondurulmuş embryo transferi ile son 3 ay<br />
içerisinde % 70 oranında gebeliğe ulaşmış<br />
bulunmaktayız. Ciddi derecede erkek faktörüne<br />
bağlı infertilitede, spermin ciddi şekil bozukluğu<br />
gösterdiği çiftlerde ve sperm üretiminin testiküler<br />
yetmezlik nedeniyle bozulduğu azoospermik<br />
vakalarda yine gebelik şansı tüp bebek tedavisinde<br />
düşmektedir.<br />
Tüp bebeği en fazla kaç defa<br />
deneyebiliriz?<br />
Deneme sayısı konusunda bir sınır bulunmamaktadır;<br />
fakat iyi merkezlerde yapılan tedavilere rağmen<br />
gebeliğe ulaşılamamışsa, deneme sayısı arttıkça<br />
gebelik beklentisinde bir azalma olacaktır. Bazen<br />
nedeni belirsiz tutunamama problemi yaşayan<br />
çiftler yüksek deneme sayılarından sonra gebeliğe<br />
ulaşabilmektedirler.<br />
Bu nedenle 8. ya da 10. denemeden sonra gebelik<br />
öykülerine tanık olmaktayız.<br />
Transfer sonrası nelere dikkat<br />
etmek gerekiyor?<br />
Halk arasında düşünülenin aksine, transfer sonrası<br />
hareket etmek, ağır kaldırmak, seyahat etmek,<br />
öksürmek, ıkınmak, yükseğe uzanmak, transferden<br />
hemen sonra ayağa kalkmak gibi aktivitelerin<br />
gebeliğin tutunma ve devamı üzerine herhangi<br />
hiçbir olumsuz etkisi yoktur. Bu dönemde dikkat<br />
edilmesi gereken, doktorların önerdiği ilaçların<br />
düzenli kullanılması ve eğer yumurtalıklar aşırı<br />
derecede uyarılmış ve büyümüşlerse de fazla ağrı<br />
ve rahatsızlık duyulmaması için dinlenilmesidir.<br />
Yumurtlamayı uyaran ilaçlar<br />
arasında bir fark var mı?<br />
Bu ilaçlardan bazıları insan idrarından elde edilmekte,<br />
bir kısmı ise tamamen yapay olarak üretilmektedir.<br />
Fakat hiçbir ilacın diğerine belirgin bir üstünlüğünün<br />
olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu nedenle<br />
ilaç seçimi kullanım kolaylığı, maliyet ve hekim<br />
tercihi gibi nedenlere dayanmaktadır.<br />
Yumurtalıkları uyarmak için uzun<br />
protokol mü daha iyi yoksa kısa<br />
protokol mü?<br />
Canlı doğum oranları açısından hiçbir fark<br />
bulunmadığından günümüzde artık birçok merkez<br />
tedavi şemalarını ağırlıklı olarak kısa (antagonist)<br />
protokolüne çevirmişlerdir. Kısa protokolde tedavi<br />
daha kısa sürmekte ve daha az sıklıkta kontroller<br />
yapıldığından hastalar için daha az rahatsızlık vericidir.<br />
10 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>
TÜP BEBEK<br />
Takip yalnızca ultrasonografi ile<br />
mi olmalıdır yoksa kanda hormon<br />
testleri de yapılmalı mıdır?<br />
Yapılan çalışmalarda görülmektedir ki; yalnızca<br />
ultrasonografi ile takip yapıldığında elde edilen<br />
sonuçların, ultrasonografiye ek olarak kan hormon<br />
takiplerinin de eklendiği takip şemalarından farklı<br />
değildir. Yalnızca ultrasonografi ile takip yapmak<br />
hatalı bir uygulama değildir ve hastalar için<br />
uygun bir yaklaşımdır. Biz ultrasonografi ile takip<br />
yaparken gerekli gördüğümüz durumlarda kan<br />
hormon düzeylerine de bakmaktayız. Örnek<br />
olarak ultrasonografi ile takipte yumurta gelişim<br />
hızı yavaş ya da çok hızlıysa, çok fazla yumurta<br />
geliştiğini görüyorsak, rahim zarının kalınlaşmadığını<br />
izliyorsak mutlaka hormonal takibi de yapıyoruz.<br />
Tedaviye başlayacağımız gün, yumurtalıklarda bir<br />
kist görülmüş ise, bu kistin tedaviye başlamamıza<br />
engel bir durumun olup olmadığını anlamak için<br />
yine hormonlara bakıyoruz. Son tetikleyici çatlama<br />
iğnesi olarak da bilinen hCG ilacını vermeye karar<br />
verdiğimiz gün de mutlaka kanda estradiol ve<br />
progesteron hormon ölçümlerine bakmaktayız.<br />
Tüp bebekte düşük daha mı sık<br />
izlenmektedir?<br />
Tüp bebek tedavisi ile elde edilen gebeliklerde<br />
düşük riski, normal yolla kalınan gebeliklerden<br />
çok az daha yüksektir. Bunun nedeni tedaviden<br />
değil, gebe kalamamaya neden olan problemin<br />
kendisinden kaynaklanmaktadır.<br />
Tüp bebek gebeliklerinin başında<br />
izlenen vajinal kanamalar normal<br />
midir?<br />
Gebe kalmış hiçbir hastada vajinal kanama<br />
normal kabul edilmemelidir ve doktora mutlaka<br />
danışılmalıdır. Fakat öte yandan da tüp bebek<br />
gebeliklerinin başında vajinal kanama ve<br />
lekelenmelere çok sık rastlanılmaktadır. Bu mutlaka<br />
kötüye gidişin bir göstergesi olmayabilir.<br />
Transfer sonrası gebelik şansının<br />
desteklenmesi için progesteron<br />
ilaçlarının hangisi etkilidir?<br />
Yapılan çalışmalarda vajinal progesteron ilaçları<br />
ile kas içine yapılan progesteron iğneleri arasında<br />
gebelik şansı açısından hiçbir fark bulunmamıştır.<br />
Kas içine her gün yapılan iğneler bazen çok can<br />
yakıcı olduğundan ilk planda vajinal progesteron<br />
ilaçları tercih edilmelidir. Fakat bazı hastalarda<br />
vajinal progesteron vajende ciddi kaşıntı ve yanma<br />
yapmaktadır. Bu durumda progesteron iğnelerine<br />
geçilmesi düşünülebilinir.<br />
Tüp bebekte gebe kaldıktan sonra<br />
progesteron ilacına daha ne kadar<br />
devam edilmelidir?<br />
Progesteron ilacına gebelik testi pozitif çıktıktan<br />
sonra devam etmenin bilimsel bir faydası yoktur;<br />
fakat günümüzde birçok merkez bu ilaca 12.<br />
gebelik haftasına dek devam etmektedir. Biz bebek<br />
kalp atımları görünene dek devam etmekteyiz.<br />
Fakat eğer anne adayı ilacın kullanımına bağlı ciddi<br />
yan etkilerden muzdaripse (kaşıntı, yanma gibi)<br />
o zaman ilacı kesilmektedir.<br />
Transferden sonra kullanılan<br />
aspirin, heparin gibi ilaçların faydası<br />
var mı?<br />
Embriyo transferinden sonra aspirin kullanmanın<br />
bir faydası olmamaktadır. Bazı çalışmalar;<br />
tekrarlayan deneme başarısızlıkları ve altta yatan<br />
bir nedeni bulunamamış vakalarda heparin iğneleri<br />
kullanmanın faydalı olabileceğini göstermiştir.<br />
Heparin kullanımında gebelik sağlanır ise, gebeliğin<br />
12. haftasına dek devam edilmektedir.<br />
Dondurulmuş embriyolar ile<br />
gebelik şansımız var mı?<br />
Bazı tüp bebek uygulamalarında transfer edilen<br />
embriyoların dışında elimizde geride çok iyi kaliteli<br />
embriyolar kalabilmektedir. Bu embriyoların<br />
dondurulup saklanması, aileye ileride tekrar bir<br />
gebelik şansı verebilmektedir. O nedenle embriyo<br />
dondurma hastalar için çok faydalı bir uygulamadır.<br />
Dondurulan embriyolar çözündükten sonra % 70-<br />
80 canlı kalmakta ve % 50-70 oranında gebelikle<br />
sonuçlanmaktadır. Dondurulmuş embriyolar ile<br />
elde edilen bebeklerin sağlığı, doğal yolla elde<br />
edilen gebeliklerden farklı değildir.<br />
Tüp bebek öncesinde herhangi bir<br />
diyet uygulanmalı mıdır?<br />
Bu konuya ilişkin yeterli bilimsel çalışma verileri<br />
olmamakla birlikte; bazı çalışmalar özellikle gebelik<br />
planlamasına geçildiği dönemde (prekonsepsiyonel<br />
dönem) Akdeniz tipi diyet (yüksek oranda bitkisel<br />
yağlar, sebzeler, balık ve baklagiller ve düşük<br />
oranda snackler) ile beslenen hastalarda tüp<br />
bebek başarı oranlarının artığını göstermektedir.<br />
Akdeniz diyetindeki bitkisel kaynaklı az doymuş<br />
yağlar, yüksek folik asit ve B6 vitamini bu beslenme<br />
şeklinin üstünlüğünde belirtilen temel içeriklerdir.<br />
Tüp bebek tedavisi öncesi kilo<br />
vermek gerekli mi?<br />
Kilolu bayanlarda tüp bebek tedavisi öncesi kilo<br />
verilmesinin tedavi sonuçlarına olumlu etkisinin<br />
olabileceği yönünde net bilgi bulunmamaktadır.<br />
Fakat kilonun ideal düzeylere getirilmesi; tedavi<br />
süresinin kısalmasına, ihtiyaç duyulan ilaç miktarının<br />
azalmasına ve tüp bebek ile gebe kalınırsa düşük<br />
yapma riskinde azalmaya neden olmaktadır. O<br />
nedenle ideal kilolara gelmenin tedavinin sonuç<br />
dışındaki özelliklerine ve gebelik oluştuğunda da<br />
düşük ya da gebelik şekeri gibi problemlere karşı<br />
faydası bulunmaktadır.<br />
Embriyo transferinden sonra cinsel<br />
yaşam devam edebilir mi?<br />
Cinsel yaşamın devamı gebeliğin tutmasına engel<br />
oluşturmaz. Fakat yumurta toplama işleminden<br />
sonra yumurtalıkların hala çok büyük olabilmesi,<br />
vajinal yolla kullanılan ilaçlar, bazen lekelenme tarzı<br />
vajinal kanamalar, normal bir cinsel ilişki sürecini<br />
anne adayı için rahatsızlık verici yapabilir.<br />
Embriyoların yumurta toplama<br />
işleminden sonra 5. gün mü<br />
transfer edilmeleri gerekmektedir?<br />
Çiftler; medyada yer alan haberlerin etkisiyle<br />
embriyo transfer günleri 5. gün olmayınca bazen<br />
üzüntüye kapılmakta ve şanslarının azaldığını<br />
düşünmektedirler. 5. gün (blastokist) transferi bazı<br />
ailelerde gebelik şansını artırırken, bazı ailelerde<br />
tam tersi etki yapıp bu şansı azaltabilir. Blastokist<br />
transferi yapabilmek için bazı şartların oluşması<br />
gerekmektedir. Tedavi sonrası toplanan yumurta<br />
sayısının 10 adetin üstünde olması, 3. gün en<br />
azından 3 adet birinci kalitede embriyo gelişiyor<br />
olması gibi. Bu şartlar yoksa blastokist transferine<br />
gitmek mevcut şansın azalmasına neden olabilir. O<br />
nedenle her denemede şansın daha yüksek olduğu<br />
bir transfer günü vardır. Bazen 5. gün uygunken,<br />
çoğu vakada 3. gün transferleri en yüksek başarıyı<br />
vermekte, eldeki embriyo sayısı çok az ise de<br />
bazen 2. gün transferi tercih edilmektedir.<br />
<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />
11
ÜROLOJİ<br />
İKTİDARSIZLIK 30 DAKİKADA<br />
TEŞHİS EDİLEBİLİYOR<br />
Op. Dr. Murat Akand - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Üroloji Bölümü<br />
Erkeğin cinsel sorunlarının en önemlisi olan iktidarsızlık, utanma duygusu nedeniyle<br />
gizli kalıyor ve hasta tedavi olamıyor. İktidarsızlık sorunu, erkeğin yaşamının diğer<br />
alanlarını da olumsuz etkiliyor.<br />
İktidarsızlığın kesin olarak tedavi edilebilmesi için sorunun doğru bir şekilde<br />
tespiti çok önemli. İktidarsızlık artık, 30 dakikalık bir işlem ile “penisin damar<br />
haritası çıkartılarak” tespit edilebiliyor ve gerekti tedaviler buna göre planlanıp<br />
uygulanıyor.<br />
İktidarsızlık, pek çok çevresel faktörle ortaya çıkabilen bir sorundur. Ereksiyon<br />
problemleri, hormonal bozukluklar, geçirilmiş ameliyatlar, damar sertliği,<br />
tıkanıklıkları ve yetmezlikleri, enfeksiyonlar, ilaç kullanımı (tansiyon, depresyon<br />
ilaçları), düşme-trafik kazaları, Peyronie hastalığı, uyuşturucu kullanımı, yoğun<br />
sigara içimi ya da stres nedeniyle ortaya çıkabilir.<br />
12 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>
ÜROLOJİ<br />
Partnerin yaklaşımı iktidarsızlığa<br />
neden olabilir<br />
İktidarsızlık sorununda bilinmesi gereken en<br />
önemli nokta, kadınlarda sıklıkla ortaya çıkan cinsel<br />
fonksiyon bozukluğunun, partnerinde de ereksiyon<br />
problemlerine neden olabileceğidir. İktidarsızlık,<br />
yalnızca erkeğin kendisinden kaynaklanın bir<br />
sorun değildir. Sorun ortaya çıktığında yalnızca<br />
erkeği değil, partneri ile birlikte çifti tümüyle<br />
değerlendirmek gerekir. Organik nedenlere bağlı<br />
ereksiyon kayıpları hazırlayıcı bir neden olmaksızın<br />
sinsi olarak başlayabilir. Özellikle organik kökenli<br />
durumlarda fonksiyon kaybı kalıcıdır, giderek<br />
kötüleşir ve diğer koşullarda da (gece ereksiyonları,<br />
mastürbasyon, erotik durumlar vb…) ereksiyon<br />
olmaz. Beraberinde cinsel isteksizlik olabileceği<br />
gibi, cinsel istekte kayıp olmayabilir.<br />
Aşırı alkol ve sigara tüketimi<br />
sertleşme sorununu beraberinde<br />
getirebilir<br />
İktidarsızlık gelişiminde risk faktörlerinin başında<br />
hipertansiyon, şeker hastalığı, damar sertleşmesi,<br />
aşırı alkol tüketimi, sigara, aşırı şişmanlık,<br />
hipertansiyon ilaçları ve sedatifler gibi ilaçlar<br />
gelmektedir. Damar problemi teşhis edilen kişiler<br />
ilaç veya cerrahi tedavi sonrasında kesinlikle<br />
sigara kullanmamalıdır. Yapılan araştırmalar günde<br />
1 paket sigara içenlerde 30 yıl, 2 paket içenlerde<br />
ise 15 yıl içerisinde ereksiyon bozukluğu görülme<br />
riskinin %70 olduğunu göstermektedir.<br />
Fiziksel iktidarsızlıkta tehlike çanları<br />
• Şeker hastalığı<br />
• Hipertansiyon<br />
• Koroner kalp hastalığı<br />
• Parkinson hastalığı<br />
• Kolesterol yüksekliği<br />
• Omurga yaralanması<br />
• Bel fıtığı gibi rahatsızlıklar ereksiyon kaybının<br />
başlıca nedenleridir.<br />
İktidarsızlık tedavisinde doğru<br />
teşhis önemli<br />
Yeni tanı yöntemleri sayesinde cinsel sorunları<br />
olan erkekler, problemlerini kaynağını en ince<br />
ayrıntısına kadar öğrenebilmektedir. Renkli<br />
Doppler Ultrasonla yapılan incelemeyle, penise kan<br />
gelmesini sağlayan 1/10 mm’lik damarlardaki kan<br />
akımları değerlendirilerek, organik nedenlere bağlı<br />
ereksiyon kayıplarının altında yatan kesin neden<br />
ortaya çıkmaktadır. Bu test özellikle konusunda<br />
deneyimli bir radyolog ve üroloji uzmanı ile<br />
birlikte yapılmaktadır. Böylece değerlendirmenin<br />
tüm detayları ortaya konularak, gereksiz tanı<br />
yöntemlerinin uygulanması engellenmektedir.<br />
İktidarsızlığa 30 dakikada teşhis<br />
Cinsel fonksiyon bozukluğunda en önemli organik<br />
nedenlerinden biri olan damar yetersizliği, “Penil<br />
Doppler Ultrason” aleti ile 30 dakikada penisin<br />
damar haritası çıkartılarak tespit edilmekte, gerekli<br />
tedaviler buna göre planlanarak uygulanmaktadır.<br />
Penil Doppler Ultrason ile en ince damarlar<br />
bile görüntülenerek, iktidarsızlığın erken teşhisi<br />
sağlanmakta ve hasta gereksiz zaman kaybından<br />
kurtarılmaktadır. Renkli Doppler ile penis<br />
incelenmesi yönteminde, penise ereksiyon sağlayıcı<br />
ilaç uygulanmaktadır. Enjeksiyon sonrasında gelişen<br />
sertlik süresince cihaza bağlı prob penis üzerinde<br />
gezdirilerek. damarlar incelenmektedir. Bu işlem<br />
sonucunda, ereksiyonun süresi, damarların açık<br />
olup olmadığı, iktidarsızlığın cinsi hakkında bilgiler<br />
elde edilir.<br />
Uykuda solunum durması ereksiyon<br />
bozukluğunu tetikler<br />
Ereksiyon bozukluğunun altında yatan nedenin;<br />
damar yetmezliği mi yoksa psikolojik kaynaklı bir<br />
sertleşme sorunu mu olduğunu ayırt etmek için<br />
uyku laboratuvarında gece sertleşmeleri NPTR<br />
testi ile ölçülmektedir. Gece uykudayken penis<br />
2-7 kez sertleşir. Yaş ilerledikçe bunun sıklığı ve<br />
gücü azalır. Bunun yanında uyku apnesi (uykuda<br />
solunumun durması) sorunu olan hastalarda,<br />
uyku sırasında solunumun durmasıyla rüya<br />
görülememekte ve böylece penise yeterli kan<br />
gitmemektedir. Yeterli beslenemeyen peniste<br />
ereksiyon bozukluğu görülmektedir.<br />
Uzman Yardımı Almaktan<br />
Çekinmeyin!<br />
Sertleşme sorunu tedavisinde asıl amaç; hastaya<br />
normal bir cinsel yaşam sağlamak olmalıdır. Dünya<br />
Sağlık Örgütü’ne göre sertleşme sorununun<br />
ortadan kaldırılmasında koruyucu hekimlik,<br />
birinci, ikinci ve üçüncü basamak tedavi adımları<br />
vardır. Koruyucu hekimlik kişide değiştirilebilir risk<br />
faktörleri ve sebep varsa bunların düzeltilmesini<br />
kapsar. Bu şekilde sorun giderilemiyorsa, birinci<br />
basamak tedavi cinsel danışmanlık, eğitim ve<br />
oral (ağızdan kullanılan) ilaçlarla yapılır. Hastanın<br />
durumu bunlara rağmen düzelmemişse; vakum<br />
cihazı, penise iğne uygulamaları gibi lokal tedaviler<br />
uygulanır. Birçok sertleşme bozukluğunda özel<br />
ilaç kokteyli ile penis rehabilitasyonu yapılarak<br />
cerrahi müdahaleye gerek kalmadan tedavi<br />
tamamlanır. Sertleşme sorunlarında genellikle<br />
tedavide ameliyat dışındaki metotlara öncelik<br />
verilse de, cerrahi girişimin gerekli olduğu hasta<br />
grupları da mevcuttur. Bu hastalar için diğer tedavi<br />
seçenekleri başarısız sonuçlar verdiğinde veya bu<br />
tedavileri reddettiklerinde geriye tek seçenek<br />
olarak protez kalmaktadır. Penil protezler iyi hasta<br />
seçimi yapıldığında hastanın partneriyle uyumunu<br />
düzenler ve yaşamı son derece kaliteli bir noktaya<br />
getirir.<br />
<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />
13
ORGAN NAKLİ<br />
PANKREAS KANSERİ EN ÇOK<br />
SİGARA KULLANANLARI SEVİYOR<br />
Prof. Dr. Kamil Yalçın Polat - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Organ Nakli ve Genel Cerrahi Bölüm Başkanı<br />
Pankreas kanserleri<br />
pankreasın kötü huylu<br />
tümörleridir. ABD’de<br />
2010 yılı içerisinde<br />
tahmin edilen vaka sayısı<br />
43 bin dolayındadır.<br />
Genellikle hızlı seyirli<br />
kabul edilir. Olguların<br />
yüzde 95’i ekzokrin<br />
pankreastan kaynaklanan<br />
adenokarsinomlardır.<br />
Pankreas bir salgı bezidir<br />
Pankreas karın boşluğunda omurganın<br />
bel bölümünde yer alan bir salgı bezidir.<br />
Ortalama 15- 20 cm uzunluğunda erkeklerde<br />
ortalama 70 gr, kadınlarda 55 gr ağırlığındadır.<br />
Vücutta çok önemli olan iç ve dış salgı<br />
görevi vardır. İç salgı görevini “Langerhans”<br />
adacıkları denilen salgı hücreleri yapar ve<br />
insülin salgılar. İnsülin glukoz metabolizmasını<br />
düzenler. Dış salgı görevi asünüs keseciklerine<br />
aittir. Pankreas özsuyu içerisinde lipaz,<br />
amilaz ve tripsinojen vardır. Yetişkinlerde<br />
günde 800- 900 ml pankreas özsuyu<br />
salgılanır. Bu sindirimde temel bir sıvıdır.<br />
Pankreas kanseri diyabet olarak<br />
karşınıza çıkabilir<br />
Pankreas kanserleri ‘sesiz öldürücü’ olarak<br />
tanımlanır. Başlangıçta sinsice başlar ve bulgu<br />
vermez. Sessiz ilerleyişi hastalığa geç evrede<br />
tanı konulmasına sebep olur. Özellikle<br />
pankreasın gövde ve kuyruk kısmında<br />
yerleşen tümörler geç bulgu vermektedir.<br />
Bunun için tanı konulduğunda genellikle<br />
hastalık ileri evrededir. Karın ağrısı, bulantı<br />
kusma, kilo kaybı, iştahsızlık, ağrısız sarılık,<br />
depresyon gibi belirtilerle kendini gösterebilir.<br />
Pankreas kanseri kimi zaman diyabet tablosu<br />
ile karşımıza çıkabilir. Diğer taraftan uzun süreli<br />
diyabet, pankreas kanseri için risk faktörüdür.<br />
Günde 30 gramdan fazla alkol<br />
kanser riskini artırır<br />
Pankreas kanseri 60 yaş üzerindeki kişilerde<br />
daha sıklıkla görülmektedir. Erkekler pankreas<br />
kanserine kadınlara göre %30 daha fazla<br />
yakalanmaktadırlar. Sigara içmek, sebze<br />
meyveden yoksun fakir diyetler, artmış<br />
kırmızı et tüketimi, obezite, kronik pankreatit<br />
pankreas kanserini artıran sebeplerdir.<br />
Ailede pankreas kanseri hikayesi olanların<br />
%5 ile 1O’unda pankreas kanseri riski vardır.<br />
Alkolün pankreas kanserine etkisi tartışmalı<br />
bir konudur. Alkol kullanımı kronik pankeatite,<br />
kronik pankreatitin de pankreas kanserine<br />
dönüştüğü üzerine bir teori vardır. Fakat bu<br />
kanıtlanamamıştır. Pankreas kanserinin alkol<br />
ile olan ilişkisi yoğun ve uzun süre kullanma ile<br />
ilgilidir. Alkol miktarı artıkça pankras kanseri<br />
riski artmaktadır. Günde 30 gramdan fazla<br />
alkol tüketimi pankreas kanseri riskini artırır.<br />
Sigara en önemli etken<br />
Amerikan Kanser Derneği araştırmalarına<br />
göre; pankreas kanserinin %20-30’undan sigara<br />
sorumludur. Bunun için sigaradan mutlaka uzak<br />
durulmalıdır. Sağlıklı kiloda kalma, bol sebze<br />
meyve tüketimi, aşırı kırmızı etten uzak durma<br />
pankreas kanseri riskini azaltır. Vitamin D için<br />
pankreas kanserine karşı koruyuculuğunu<br />
gösteren çalışmalar mevcuttur.<br />
Ailesinde pankreas kanseri olan, sigara kullanan<br />
ve diyabet hastası olan kişilerin mutlaka pankreas<br />
kanseri açısından yıllık kontrollerini yaptırması<br />
gerekir.<br />
Cerrahi ve kemoterapi<br />
kombinasyonu ile başarı<br />
sağlanabilir<br />
Pankreas kanseri tedavisi evresine göre<br />
değişmektedir. İlk planda düşünülen tedavi<br />
cerrahidir. Eğer tümör pankreasın baş kısmında<br />
lokalize ise “whipple ameliyat” denilen klasik<br />
ameliyat yapılır. Bu işlem ileri lokal yayılımlar<br />
ve uzak metastaz durumlarında yapılmaz. Bu<br />
ameliyat yaşam beklentisi artırılacağı düşünülen<br />
olgularda yapılır. Tümör pankreasın gövde<br />
ve kuyruk kısmında ise bu bölgeleri içeren<br />
rezeksiyon yapılır. Buna “distal pankreatektomi”<br />
denilir. Radikal cerrahi ile tümörün çıkarılması<br />
hastalık sessiz seyrettiği için az bir kısım<br />
hastaya uygulanabilmektedir. Kemoterapi ise<br />
gerek tümör çıkarıldıktan sonra gerekse de<br />
tümörün çıkarılamayacağı olgularda yapılır.<br />
Kemoterapi ile daha iyi yaşam kalitesi az da<br />
olsa beklenmektedir. Hastalığın seyri, tümörün<br />
çıkarılıp çıkarılamamasına, etraf dokulara<br />
sıçramasına, hastalığın evresine ve lenf bezlerinin<br />
tutulmasına bağlıdır.<br />
14 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>
OBEZİTE<br />
TİROİD KANSERİ<br />
TEDAVİ EDİLEBİLİR BİR HASTALIKTIR<br />
Prof. Dr. Alp Bozbora - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Genel Cerrahi ve Bariatrik Cerrahi Bölümü<br />
Tiroid bezi boyunda yer alan kelebek şeklinde bir organdır. Salgıladığı hormonlar sayesinde vücuttaki birçok fonksiyonu düzenler.<br />
Tiroid hormon düzeyindeki değişiklikler birçok hastalığa neden olur. Bu hastalıkların bir kısmı ilaç, diyet ve nükleer tıbbın olanakları<br />
ile tedavi edilirken bazı tiroit hastalıklarının tedavisi için ise ameliyat gereklidir.<br />
Tiroid kanseri, tiroid bezinin hücrelerinden köken alan bir kanser türüdür. Diğer kanser türlerine göre çok daha az görülen tiroid<br />
kanseri doğru tanı ve tedavi uygulanırsa, tamamen ortadan kaldırılabilir. Tiroid kanseri hastaların yaşam sürelerini olumsuz etkilemez.<br />
Ses kısıklığı tiroid kanserinin belirtisi olabilir<br />
Hormon salgılayan organlar içinde en sık, tiroid kanserine rastlanır.<br />
Milimetrik boyuttan 4 – 5 cm büyüklüğe kadar değişik boyutlarda olabilir.<br />
Hasta genellikle sesindeki değişikliklerden örneğin; ses kısılması, şarkı<br />
söylerken ve ya bağırırken sesinin azalmasından, yutkunduğunda boğazında<br />
bir yumru varmış gibi hissetmesinden ve dışarıdan fark edilen boynundaki<br />
şişlikten rahatsızlık duyar. Bu ana belirtilere karşın hastada hiçbir belirtiye<br />
neden olmayan, milimetrik boyuttaki tümörlerde biyopsi veya nodül<br />
nedeniyle ameliyat sırasında saptanabilir.<br />
Tiroid kanseri tanısı nasıl konulur?<br />
Boyunda şişliğe neden olan tiroid bölümünden iğne ile parça<br />
alınması(biyopsi) tiroid kanseri tanısında en önemli tanı aracıdır. Bu<br />
yöntemin yanı sıra ultrasonogrofi ve boyun tomografisi tiroid kanseri<br />
tanısında yardımcı olur.<br />
Tiroid kanserinin tedavisi için yapılan ameliyat nedir?<br />
Tiroid kanserinin tedavisi iki basamaktan oluşur. İlki tüm tiroid dokusunun<br />
çıkarılması amacı ile yapılan cerrahi girişim ve ikinci basamak kalan<br />
milimetrik tiroid dokusunu yok etmek için verilen radyoaktif iyot tedavisidir.<br />
Hasta önce tiroid ameliyatını olur ve tüm tiroid bezi ameliyat ile çıkarılır,<br />
ameliyattan yaklaşık iki ay sonra radyoaktif iyot verilerek tedavi tamamlanır.<br />
Tiroid kanseri tedaviyle yok olur<br />
Tiroid kanseri, tiroid bezindeki hücrelerin kansere dönüşmesi nedeniyle<br />
oluşan bir kanser türüdür. Tiroid kanserleri genellikle boyunda bir kitle<br />
veya tiroid bezi içinde bir nodül şeklinde oluşur. Tiroit kanserlerinin çoğu<br />
tedaviyle yok olur ve diğer kanser türleri gibi kötü bir seyir göstermez.<br />
Yapılan ameliyat ve radyoaktif iyot tedavisiyle ortadan kalkar ve hastanın<br />
yaşam süresini kısaltmaz. Bu nedenle hastaların çok fazla korkup paniğe<br />
kapılmasına gerek yoktur. Ancak tedaviyle kanser yok olsa bile hastaların<br />
ömür boyu kontrol altında olması çok önemlidir.<br />
Tiroid kanserinin yaşam süresine etkisi var mıdır?<br />
Tiroid kanserinin dört ana tipi vardır. Bunlar içinde en sık görüleni (%90)<br />
papiller tipteki tiroid kanseridir. Bu tümör uygun ve yeterli tedavi ile ortadan<br />
kaldırılan, hastanın yaşam süresine ve kalitesine olumsuz etki göstermeyen<br />
bir kanserdir. Tedavi sonlandıktan sonra sadece basit kan testleri ve akciğer<br />
filmi ile hastayı izlemek gereğinde boyun ultrasonografisi yapmak yeterlidir.<br />
Hastaların çoğunluğu yaşamlarının geri kalanında bu hastalığa ait bir sorunla<br />
karşılaşmaz.<br />
Tiroid ameliyatından sonra hastanede ne kadar kalınır?<br />
Ameliyat 1 -1,5 saat sürer ve hastanın ameliyat sonrası bir gece hastanede<br />
kalması gerekir. Ertesi gün hasta taburcu edilir. Hasta, evde iki ve ya üç<br />
günlük istirahat sonrası günlük aktif yaşantısına dönebilir.<br />
<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />
15
ORTOPEDİ<br />
KAYAK<br />
YARALANMALARI<br />
Prof. Dr. Ahmet Turan Aydın - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü<br />
Kayak, özellikle gelişmiş<br />
toplumlarda çok sevilen<br />
bir spordur. Japonya’da<br />
her beş kişiden biri,<br />
Avrupa’da 30 milyon,<br />
ABD’de 10 milyondan<br />
fazla kişi kayak<br />
yapmaktadır. Tüm<br />
dünyada kayak sporu<br />
yapan sayısı 200 milyon<br />
civarındadır. Ülkemizde<br />
de her yıl kesin bir<br />
istatistik olmamasına<br />
rağmen 25 binden fazla<br />
kişinin kayak yaptığı<br />
tahmin edilmektedir.<br />
Kayak bireysel bir spor olduğu<br />
gibi tüm aile bireyleri tarafından<br />
bir arada da yapabilmektedir. Bu<br />
özelliğiyle de yüzmede olduğu gibi<br />
bir sosyal etkinlik olarak aileler<br />
tarafından kış sporu, kış tatili<br />
etkinliği olarak tercih edilir. Kayak<br />
yaparken karşılaşılan yaralanmalar<br />
spor yaralanmalarının önemli bir<br />
kısmını oluşturmaktadırlar. Her<br />
yaşta ve düzeyde (olimpik veya<br />
yeni başlayan) yapılan bir spor<br />
olması, spor yapılan zemin özellikleri,<br />
kayak esnasında yüksek hızlara<br />
erişilmesi nedeniyle yaşanan düşme<br />
ve çarpma, kafa travmalarına,<br />
basit eklem burkulmalarına ve<br />
yaralanmalara sebep olabilir.<br />
?<br />
Kayak yaralanmalarının sıklığı nedir<br />
Kayak yaralanmaları konusundaki çalışmalar; İskadinav ülkeleri, İskoçya, Kanada, ABD ve Japonya<br />
kaynaklıdır. Ülkemizde bu konuda ciddi bir çalışma bulunmamaktadır. Yaralanma sıklığı 1000 kayakçı<br />
başına 3 / gün olarak belirlenmiştir. Modern kayak takımları özellikle diz çevresindeki yaralanma ve<br />
tibia kırığı riskini azaltmıştır. Ancak 1970’lerde başlayan ve günümüzde gençlerin % 80’ninin tercih<br />
ettiği snowboard farklı yaralanma şekillerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Snowboard yapanlarda<br />
yaralanmaların %50’si üst ekstremitede oluşmakta ve Alp disiplinine nazaran iki misli sıklıkta kırık<br />
görülmektedir. Kayak yaralanmaları; en sık yaralanmanın alt ekstremitede ve sırasıyla üst ekstremite,<br />
kafa, omurgalar, göğüs, karın ve leğen kemiğindedir. Ölüm riski bir çalışmada Alp disiplininde % 6.4,<br />
snowboard’da ise % 0 olarak bildirilmiştir.<br />
16 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>
ORTOPEDİ<br />
Sık görülen kayak yaralanmaları nelerdir?<br />
Ölümle sonuçlanan kayak yaralanması sıklığı azdır. Ancak özellikle alt uzuvlar<br />
olmak üzere, üst uzuvlar, omurga ve leğen kemiğinde sık yaralanmalar<br />
olmaktadır. Yaralanmaların çok farklı nedenleri bulunmaktadır. Kayak<br />
bireysel bir spor olup kayak yapan kişiye ait nedenler birincil önem taşır.<br />
Acemilik, deneyimsizlik, kayak tekniğine uymama, uygun olmayan malzeme<br />
kullanma, yorgunluk gibi nedenler kişiye ait nedenlerdir. İkinci önemli neden<br />
kayak yapılan alanın olumsuz özellikleridir. (olumsuz hava koşulları, pistteki<br />
erime ve donma alanları, bol ve yumuşak kar, pistte keskin dönüşler ve<br />
tümsekler vs…) Kayak malzemelerine, seçimine ve bakımına ait kusurlar<br />
da, yaralanmalara neden olabilir. Kayakta en sık diz, bacak kemiği ve ayak<br />
bileği yaralanmaktadır. Modern kayak ekipmanları ayak bileği yaralanmalarını<br />
azaltmıştır. Alp disiplininde dizde iç yan ve ön çapraz bağ sık yaralanmaktadır.<br />
Dikkati çeken bayan kayakçılarda ön çapraz bağ yaralanmasının erkeklere<br />
nazaran iki kat sıklıkta görülmesidir. Dizdeki bağ yaralanmalarına % 23 ile<br />
55 oranında menisküs yırtığının da (özellikle iç menisküs, dış menisküs<br />
yırtığının) nadir eşlik ettiği dikkati çekmektedir. Sert kayak botları ayak<br />
bileği yaralanmalarını önlerken dizde bağ yaralanması ve kaval kemiği<br />
kırıkları riskini artırmıştır. Bacak kırıkları kayakların serbestleşmemesi sonucu<br />
ve sıklıkla botun bittiği seviyede olmaktadır. Alp disiplininde özellikle üst<br />
uzuvlarda en sık karşılaşılan yaralanma el baş parmağında görülür. “ kayakçı<br />
baş parmağı yaralanması” adı da verilen bu yaralanmada baş parmak<br />
ekleminin iç taraftaki yan bağının kayak butonunun zorlanması sonucu<br />
yırtılmasıyla karakterizedir. Omuz eklemi yaralanması ikinci sıklıkta tüm<br />
kayak tiplerinde görülürler. Tüm yaralanmaların % 8-16’sını, snowboard<br />
yapanlarda ise %20-34’ünü oluşturmaktadır. Bu bulgular özellikle sowboard<br />
yapanlarda üst uzuv yaralanmasının daha sık görüldüğünü göstermektedir.<br />
Omuz eklemi yaralanmaları uzanmış kol veya doğrudan omuz üzerine<br />
düşme ile oluşmaktadır. Rotator manşet yaralanmaları, omuz çıkığı ve üst<br />
kol uç kırıkları karşılaşılan yaralanma şekilleridir. El bileği zorlanması, el bileği<br />
kırıkları, omurga kırıkları da azda olsa görülürler. Omurga yaralanmaları<br />
ciddi yaralanmalardır. Felce neden olabilirler. Snowboard’da Alp disiplinine<br />
nazaran dört misli görüldüğü önemle hatırlanmalıdır.<br />
Çocuk ve ergenlerde erişkinlere nazaran bacak kemiği kırığı sık görülmektedir.<br />
Kayak malzemelerinin yeterli kalitede olmaması ve iyi bağlanmaması önemli<br />
nedenidir. Özellikle on yaşın altındaki çocuklarda bacak kemiği kırığı altı ile<br />
dokuz kez sık görülmektedir. Burada özellikle ebeveynlerin eğitimi ve kayak<br />
öncesi çocuğun dikkatle hazırlanması önem taşımaktadır.<br />
Kayak yaralanmalarından korunmak mümkün müdür?<br />
Kayak yaralanmalarının nedeni olarak belirlediğimiz kişiye, kayak yapılan<br />
zemine ve kullanılan malzemelere yönelik önlemlerin alınması, özellikle on<br />
yaşından küçük çocukların yeni donanımla ve dikkatli bir şekilde ebeveynleri<br />
tarafından kaymaya hazırlanması kayak yaralanması riskini azaltacaktır.<br />
Çalışmalar başlığın (Helmet) Alp disiplini ve Snowboard da ciddi kafa<br />
travmalarından koruduğu ve boyun travması riskini de artırmadığını<br />
göstermiştir. Modern kayak ekipmanları çocuklarda sık görülen bacak<br />
kemiği kırığı ( % 70 oranında ) riskini önemli oranda azaltmıştır. Snow board<br />
yapanlarda sık görülen e bileği yaralanmaları özel el bilekliği ile önlenebilir.<br />
Kayak yaralanmalarından<br />
korunma için altın<br />
kurallar<br />
• Kendinize ait ve güvenli ekipmanları kullanınız.<br />
Eğer kiralık kayak kullanıyorsanız size uygun<br />
olduğuna tam ikna olun ve en ufak tereddütte<br />
değiştirin.<br />
• Çocuklarınızın kayaklarını siz hazırlayın ve iyi<br />
bağlandığına dikkat edin.<br />
• Elbise ve rahatlığı, kayak gözlükleri, kask<br />
kullanılması ( helmet )önemlidir.<br />
• Pist özelliğini araştırın. Kalabalık pistlerde<br />
dikkatli olun. Pist üzerindeki uyarı işaretlerine<br />
dikkat edin. Eğer deneyimsiz iseniz aşırı<br />
güven ve gereksiz hareketler tehlikeli olabilir.<br />
Başkalarını tehlikeye atmaktan kaçının<br />
• Kaymanın ilk saatlerinde ısınıncaya kadar<br />
daha basit parkurları seçin. Yorulduğunuzu<br />
hissettiğinizde mutlaka ara veriniz.<br />
• Alkollü olarak kayak yapmayınız.<br />
• Birini geçerken yeterli mesafe bırakın. Dar<br />
geçitlerde durmayın. Durmanız gerekiyorsa en<br />
kenara çekilin.<br />
• Hızlı kaymak istiyorsanız boyunuzdan 10-15<br />
cm uzun, nispeten yavaş kaymak ve dönüşlere<br />
kolay alışmak içinse boyunuzda kayak seçiniz.<br />
<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />
17
HEMATOLOJİ<br />
HASTANEYE BAŞVURAN HASTALARIN<br />
YÜZDE 30’U KANSIZLIK SORUNU YAŞIYOR<br />
Uz. Dr. Hüseyin Saffet Beköz <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Hematoloji Bölümü<br />
Gelişmiş ülkelerde hastanelere başvuran hastaların %30’undan fazlasının anemik olduğu ve<br />
bu oran, gelişmekte olan ülkelerde daha da arttığı bilinmektedir. Orta-Güney Amerika<br />
ve Asya ülkelerinde demir eksikliği anemisi oranı yetişkin erkeklerde %1.9-14, kadınlarda ise<br />
%15-64’tür. Anemi (kansızlık) hemoglobin miktarının yaş ve cinsiyete göre Dünya Sağlık Örgütü<br />
tarafından kabul edilen kriterlerin altında kalmasıdır.<br />
Bu kriterler erişkin erkeklerde<br />
13 g/dL, kadınlarda 12 g/dL nin<br />
altı kabul edilir. 6 ay ile 6 yaş<br />
arası çocuklarda 11 g/dL nin,<br />
6-14 yaşlarda 12 g/dL nin altı<br />
anemidir. Anemi hemoglobin<br />
miktarının normal kabul edilen<br />
değerlerin altına düşmesidir.<br />
Ancak kansızlık teşhisi konurken<br />
sadece hemoglobin değeri dikkate<br />
alınmaz. Onun yanında; demir,<br />
demir bağlama kapasitesi, ferritin,<br />
gibi demir depolarını gösteren bir<br />
takım parametrelere de bakılır.<br />
Aneminin genel belirtileri<br />
Halsizlik, yorgunluk, çabuk yorulma, eforla<br />
nefes nefese kalma, adalelerde güçsüzlük<br />
hissi, üşüme hissi, ellerde soğukluk, baş<br />
ağrısı, baş dönmesi, huzursuzluk, iştahsızlık,<br />
saç dökülmesi ve saçlarda matlaşma,<br />
kulaklarda uğultu ve çınlama, gözler önünde<br />
sinek uçuşmaları, devamlı uyuma isteği ve<br />
uyuklama hali, çarpıntı, kalp rahatsızlığı olan<br />
kişilerde göğüs ağrısı, deride solukluk, tırnak<br />
yataklarında düzleşme, kolay kırılma, çok<br />
seyrek olarak çukurlaşma (kaşık tırnak),<br />
dudak kenarında çatlamalar, yaralar görülmesi,<br />
zihinsel yoğunlaşmada (konsantrasyon)<br />
yetersizlik. Hastalığı çok ilerlediği durumlarda,<br />
göz kararması, baygınlık hissi dahi görülebilir.<br />
Bu belirtilerin görüldüğü vakalarda, kronik<br />
anemi akla gelmektedir Kansızlığı olan her<br />
insanda bu bulguların hepsinin görüleceği<br />
anlamı çıkarılmamalıdır. Kansızlığın şiddeti,<br />
oluşma hızı, süresi ve altta yatan aneminin<br />
sebebine göre şikayetlerde değişiklikler<br />
görülebilmektedir.<br />
KADINLARDA DEMİR<br />
EKSİKLİĞİNİN BAŞLICA<br />
SEBEPLERİ<br />
“Gebelik ve emzirme sebebiyle<br />
artmış demir gereksinimi”<br />
“Üreme çağında olan kadınlarda<br />
aşırı veya sık adet kanamalarından<br />
ve rahim içi araç kullanımına bağlı<br />
artan adet kanamalarından dolayı<br />
demir kaybı”<br />
“Dengesiz yapılan zayıflama<br />
diyetleri veya vejetaryen<br />
beslenmeden dolayı demir kaybı”<br />
Erkeklerde görülen demir eksikliği<br />
dikkate alınmalı<br />
Erkeklerde görülen demir eksikliğinin en sık<br />
nedeni mide ve kalın bağırsak gibi sindirim<br />
sisteminde olan kayıplardır. Bu kayıplar<br />
kadınlarda da görülebilmekle birlikte görülme<br />
sıklığı menopoz öncesi bayanlarda jinekolojik<br />
sebeplerden sonra gelmektedir. Midede<br />
ülser, gastrit türleri veya damar yumakları<br />
meydana gelebilir. Damar yumaklarının açılıp<br />
kanamasıyla beraber kan kayıpları yaşanabilir.<br />
Bazen de daha ciddi olarak gördüğümüz mide<br />
ülserleri, kalın bağırsak veya mide kanserlerinin<br />
ülserli şekli harabiyet yaparak tabanındaki<br />
damarların açılmasıyla birlikte kanamaya<br />
bağlı olarak kendini kansızlık şeklinde de<br />
gösterebilir. O nedenle bazı mide veya kalın<br />
bağırsak kanserleri de demir eksikliği anemisi<br />
taraması esnasında yakalanabiliyor. Bazen<br />
de hemoroid denilen makatın dış veya iç<br />
kısmındaki damar paketlerinin açılmasıyla<br />
beraber belirli aralıklarla kanamayla<br />
kaybedilen kan da erkeklerde ve bayanlarda<br />
demir eksikliği anemisi yapabilir.<br />
Demir eksikliği anemisinin tedavisi<br />
Demir eksikliğinin tedavisinde yapılması<br />
gereken ilk şey demir eksikliğine neden olan<br />
sebebin ortadan kaldırılmasıdır. Bunun için<br />
hastanın öyküsünün çok iyi alınması gerekir.<br />
Sebep ortadan kaldırılmadan uygulanan<br />
tedaviler geçici olacak ve hastalığın<br />
tekrarlama riski yükselecektir. Demir<br />
eksikliği tedavisinde ikinci süreç ise, demir<br />
eksikliğinin giderilmesidir. Demir eksikliğinin<br />
giderilmesinde, diyette gerekli düzenlemeler<br />
yapılmalıdır. Bunun yanında demir preparatları<br />
ile tedavi edilmelidir. Demir preparatı ihtiyaca<br />
göre damardan, kas içine ya da ağızdan hap<br />
veya solüsyon şeklinde verilebilir. Uygun süre<br />
kullanılmalı anemi düzeldikten sonra da demir<br />
depoları doldurulana kadar devam edilmelidir.<br />
18 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>
GASTROENTERELOJİ<br />
KARACİĞER SAĞLIĞINIZI KORUMAK<br />
İÇİN BU ÖNERİLERE KULAK VERİN<br />
Karaciğer;<br />
karın sağ üst<br />
kadranında,<br />
diyafram altında yer<br />
alan ve göğüs<br />
kafesinin alt bölümü<br />
tarafından korunan<br />
vücudun en büyük<br />
katı organıdır.<br />
Toksik maddelerin<br />
yıkılarak vücuttan<br />
uzaklaştırılması<br />
(detoksifikasyon),<br />
protein sentezi, yaşamsal<br />
pek çok biyokimyasal<br />
maddenin üretilmesi ve<br />
biyokimyasal reaksiyonların<br />
düzenlenmesi karaciğer<br />
sayesinde olur.<br />
Peki her şey yolundayken<br />
varlığından haberdar bile<br />
olmadığımız karaciğerimiz<br />
neden hastalanır?<br />
Karaciğer<br />
sağlığını<br />
koruma<br />
yolları<br />
nelerdir<br />
Uz. Dr. Duygu İbrişim - Memorıal Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Gastroentereloji Bölümü<br />
Konturolsüz ilaç kullanımana dikkat!<br />
Pek çok ilaç ve bitkisel ürün potansiyel olarak<br />
hepatotoksiktir yani tahrip etkisi yaratabilir. Doktor<br />
önerisi olmaksızın reçetesiz ağrı kesici, antiromatizmal<br />
ilaçlar, antibiyotikler, bitkisel ürünlerle<br />
zenginleştirilmiş vitamin preparatlarının kullanımı<br />
toksik hepatit tablosu ve bazen karaciğer nakli<br />
gerektirebilecek ciddi karaciğer yetersizliği vakaları<br />
oluşturabilir. Aktarlarda satılan bitkisel ürünler ve<br />
sanayide kullanılan bazı kimyasal maddelere maruz<br />
kalma karaciğer için ölümle dahi sonuçlanabilen<br />
toksik etkiler oluşturabilmektedir.<br />
Obezite karaciğerde yağlanmaya<br />
neden olabilir<br />
Sağlıklı bir beslenme, yeterli fiziksel aktivite ve kilo<br />
kontrolü tüm vücudumuz için olduğu gibi karaciğer<br />
için de çok önemlidir. Düzenli öğünler halinde<br />
bir beslenme planı ile yağ, şeker ve karbonhidrat<br />
tüketiminin azaltılması, vitamin ve mineral<br />
açısından zengin olan sebze ve meyve tüketiminin<br />
artırılması, katkılı hazır gıdaların tüketiminin en aza<br />
indirilmesi gereklidir. Yoğun alkol tüketimi akut<br />
veya kronik karaciğer hastalığı nedenidir.<br />
Bazı genetik hastalıklara bağlı<br />
karaciğer hastalıkları oluşabilir<br />
Wilson hastalığı, hemokromatoz, alfa-1 antitripsin<br />
eksikliği gibi bazı genetik hastalıklara bağlı karaciğer<br />
hastalıkları oluşabilir. Karaciğerin damar sistemini<br />
ve dolaşımını olumsuz yönde etkileyen lokal veya<br />
sistemik hastalıklara bağlı karaciğer hastalıkları<br />
da görülebilir. Safra yolları hastalıklarına ikincil<br />
karaciğer hastalıkları oluşabilir.<br />
Hepatit virüsleri karaciğerde<br />
enfeksiyona sebep olur<br />
Hepatit A, B ve C virüsleri karaciğere yerleşerek<br />
enfeksiyona neden olurlar. Hepatit A virüsü hasta<br />
kişilerden dışkı yolu ile çevreye yayılarak, kirli su<br />
ve ellerle ağız yolu ile bulaşır. Korunmada tuvalet<br />
ve el temizliği çok önemlidir. Hepatit A iyileşme<br />
sağlandığında kronikleşmeyen bir infeksiyon<br />
iken hepatit B ve hepatit C enfeksiyonlarında<br />
kronik bir enfeksiyon söz konusu olabilir. Kronik<br />
enfeksiyon sessiz ve yakınmasız bir durumdan<br />
“siroz” dediğimiz belirgin karaciğer hasarına kadar<br />
ulaşabilir. Bu da çevremizde sağlıklı görünen ama<br />
hepatit B ve ya C virüslerini kanlarında taşıyan<br />
ve bulaştırma potansiyeli olan bireyler olduğu<br />
anlamına gelir. Hepatit A ve B virüslerinin aşıları<br />
vardır; acak hepatit C için aşı mevcut değildir.<br />
Özellikle aile bireylerinde hepatit B virüsü bulunan<br />
kişilerin test edilerek, aşı yapılması kesinlikle<br />
önerilmektedir. Bulaşma kan ve kan ürünleri ile<br />
temas veya cinsel yolla olur. Tek kullanımlık tıbbi<br />
malzemeler ve tıbbi cihazların gerekli şekilde<br />
dezenfeksiyonları tıbbi yolla hastalık bulaşma<br />
riskini önlemektedir. Ev ortamında enfekte<br />
kişilerle ortak tıraş bıçağı, tırnak makası gibi kanla<br />
temas eden aletlerin kullanımı veya pekçok kişi<br />
için kullanılan ve yeterli dezenfekte edilmemiş<br />
aletlerle yapılan manikür, pedikür ve cilt bakımı<br />
gibi işlemler infeksiyonun yayılmasında etkili<br />
olmaya devam etmektedir. Buhizmetlerin alındığı<br />
yerlerin titizlikle seçilmesi, daha da önemlisi kişisel<br />
bakım malzemelerinin götürerek gerekli işlemlerin<br />
yapılması en doğrusudur.<br />
<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />
19
DERMATOLOJİ<br />
KIŞ MEVSİMİ SIKILDIĞINIZ DÖVMELERİNİZDEN<br />
KURTULMAK İÇİN EN UYGUN ZAMAN<br />
Uz. Dr. Lütfiye Çoban - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Dermatoloji Bölümü<br />
Vücutta dekoratif ve<br />
kozmetik amaçla<br />
kullanılan dövmenin<br />
milattan önce<br />
6 bin’lere kadar uzanan<br />
bir geçmişi vardır. Dövme,<br />
derinin içine bir iğne<br />
yardımıyla değişik organik<br />
ya da inorganik boyar<br />
maddeler verilerek<br />
oluşturulur. Demir, bakır,<br />
civa, titanyum, aluminyum,<br />
silika, azo bileşenleri<br />
dövmeye renk vermek<br />
için kullanılan bazı<br />
bileşenlerdir.<br />
<strong>Memorial</strong> Antalya<br />
<strong>Hastanesi</strong> Dermatoloji<br />
Bölümü Uz. Dr. Lütfiye<br />
Çoban, dövmelerini<br />
sildirmek isteyenlerin<br />
kapalı havalar olan kış<br />
aylarını tercih etmeleri<br />
gerektiğini belirterek,<br />
lazerle dövme silme<br />
işlemi hakkında bilgi verdi.<br />
Sildireceğiniz dövme alanı<br />
güneş ışığı görmemeli<br />
Günümüzde toplumsal kabul edilirliği yüksek<br />
olduğu için dövme yaptıranların sayısında<br />
belirgin artış olmuşsa da, bazen figürden sıkılma /<br />
dövmenin istenilen şekilde olmaması ya da değişik<br />
sosyal etkenler nedeniyle dövmeyi sildirme<br />
isteğinde artışa neden olur.<br />
Koyu renk dövmeler daha<br />
kolay siliniyor<br />
Lazerle dövme silme tedavisinin yapılabileceği<br />
en uygun zaman dilimi havanın kapalı olduğu<br />
zamanlar olan sonbahar ve kış mevsimidir.<br />
Dövme alanının tedavi sırasında güneşten<br />
uzak tutulması önerilir. Güneşten ya da<br />
solaryumdan bronzlaşmış ciltte renk açılıncaya<br />
kadar tedavinin ertelenmesi daha uygundur.<br />
Dövme silme için kullanılan lazer ışını, derinin<br />
epidermis tabakasını geçerek, dermis ve derialtı<br />
dokudaki dövme rengini veren bileşikler<br />
tarafından emilir ve bu maddelerin parçalanıp<br />
bağışıklık sistemi tarafından ortadan kaldırılması<br />
sağlanır. Dövmenin rengi koyu ise daha kolay<br />
silinebilirken, açık renklerde silinmesi daha da<br />
zorlaşır.<br />
Dövmeyi yok etmek için uygulanan<br />
belli başlı 3 yöntem vardır:<br />
• Dövmenin cerrahi olarak çıkarılması: Küçük<br />
dövmelerde tercih edilebilecek bir yöntemdir.<br />
• Fiziksel veya kimyasal yollarla derinin üst<br />
tabakasının tahrip edilmesi: Yara iyileşmesini<br />
takiben çok belirgin iz sorununa yol açan bu<br />
yöntem artık pek tercih edilmemektedir.<br />
• Lazer uygulamaları<br />
Sarı ve yeşil renkli dövmeler lazere<br />
daha dirençli oluyor<br />
Mavi-siyah, kısmen de kırmızı renkli dövmeler,<br />
tek renk dövmeler, 1 yıl veya daha eski dövmeler,<br />
amatör dövmeler lazerle silme işleminden daha<br />
çok fayda görür.<br />
Profesyonel dövmeler, boyanın daha derine<br />
verilmiş olma olasılığı nedeniyle, farklı renk ve<br />
silinmeyi güçleştiren boya bileşenleri içermesi<br />
nedeniyle daha dirençlidir ve daha çok sayıda<br />
uygulama yapmayı gerektirebilir. Sarı ve yeşil<br />
renkli dövmeler de lazere daha dirençli<br />
renklerdir. Lazer uygulaması 4-8 hafta aralarla<br />
tekrarlanır<br />
Bu noktalara dikkat!<br />
Hangi yöntem uygulanırsa uygulansın sonuçta<br />
dövmenin çıkarılması yapılması kadar zorlu bir<br />
süreçtir. Bu nedenle dövme ya da kalıcı makyaj<br />
yaptırırken bazı noktalara dikkat etmek uygun<br />
olacaktır.<br />
• Hepatit, HIV ve diğer enfeksiyonların bulaşma<br />
olasılığına karşı, kullanılan malzemelerin steril<br />
olduğundan emin olmadığınız yerlerde dövme<br />
yaptırmayın.<br />
• İleriki tarihlerde sildirmeyi isteyebileceğinizi<br />
düşünerek küçük figürleri ve uygulama alanı<br />
olarak da kapalı bölgeleri tercih edebilirsiniz.<br />
20 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>
GÖZ<br />
KATARAKT TEDAVİSİNDE<br />
YENİLİKLER<br />
Doç. Dr. Barış Sönmez - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Göz Merkezi Başkanı<br />
Katarakt, tipik olarak kendi göz içi merceğinin yaşlanma sonucu opaklaşmasıdır. İlaç veya<br />
gözlükle tedavisi mümkün olmayan katarakt, doğuştan da olabilir ancak en sık yaşa bağlı<br />
olarak ortaya çıkar. Kişinin sosyal yaşantısını rahatsız edecek derecede hem uzak hem de yakın<br />
görüş azalır. Oluşmuş bir kataraktın tek tedavisi ise ameliyattır.<br />
Katarakt ileri yaşla ortaya çıkar<br />
Fotoğraf makinesinin objektifi gibi gözün<br />
içerisinde de doğal saydam bir lens vardır ve<br />
bu lens nesnelere odaklanarak görüntünün<br />
net bir şekilde gözün retina tabakasına<br />
aktarılmasına yardımcı olur. Yaş ilerledikçe lens<br />
saydamlığını kaybetmeye başlar. Bu değişim<br />
görme kalitesinde azalma, renkleri daha donuk<br />
görme, sisli bir perde arkasından bakıyormuş<br />
gibi hissetme şeklinde algılanır.<br />
Katarakt ilerledikçe görme<br />
kaybı belirginleşir<br />
Katarakt ilerledikçe görme kaybı belirginleşir ve<br />
hasta günlük işlerini yaparken çalışma hayatında<br />
zorlandığını hisseder. Kataraktın ilerlemesini<br />
durduracak, etkileri bilimsel olarak kanıtlanmış<br />
bir damla tedavisi yoktur. Belli bir seviyeye<br />
kadar kullanılan gözlükler kataraktın ortaya<br />
çıkardığı şikayetlerin azalmasına yardımcı olabilir.<br />
Vitamin ve minerallerden zengin doğal bir<br />
diyet ve zararlı ultraviyole ışınlardan korunmayı<br />
sağlayacak bir güneş gözlüğü, kataraktı başlangıç<br />
aşamasında olanların alabileceği en önemli<br />
tedbirler olsa da, gözlüklerin de fayda etmediği<br />
ileri dönemde hastanın katarakt ameliyatı<br />
olmayı değerlendirmesi gerekir.<br />
Ameliyattan birgün sonra hasta<br />
ertesi gün normal yaşamına döner<br />
Dünyada en çok uygulanan cerrahi<br />
müdahalelerden biri olan katarakt ameliyatında,<br />
kataraktlı lens temizlenir ve bunun yerine göze<br />
sentetik bir göz içi lensi yerleştirilir. Halk arasında<br />
FAKO ameliyatı olarak bilinen bu teknikte;<br />
kataraktlı mercek ultrasonik güç kullanarak<br />
temizlenmektedir. Ameliyat, sıklıkla damla<br />
anestezisi ile yapılır ve milimetrik kesi yerleri<br />
dikiş konulmasına gerek olmadan kapanır. Bu<br />
ameliyat sonrasında hastanede yatmaya gerek<br />
yoktur. Ertesi gün yapılan kontrol sonrasında<br />
hasta normal hayatına dönebilir. Birkaç hafta<br />
koruyucu göz damlaları kullanılır. Ameliyatta<br />
sterilizasyon ve cerrah tecrübesi önemlidir.<br />
Katarakt ameliyatları sıklıkla uygulanan bir<br />
cerrahi tedavi yöntemidir. Ancak katarakt<br />
ameliyatı, komplikasyonları ve riskleri nedeniyle<br />
hastanın görüş kalitesi açısından büyük önem<br />
taşır. Operasyonda kullanılan malzemelerin<br />
sterilizasyonu ve kalitesi ile operasyonu<br />
uygulayacak cerrahın tecrübesi çok önemlidir.<br />
Göz içi merceklerinde<br />
ileri teknoloji<br />
Son yıllarda katarakt cerrahisiyle ilgili en önemli<br />
gelişim, göz içi merceklerinin teknolojisinde<br />
yaşanmaktadır. Sentetik göz içi lensleri sıklıkla<br />
akrilik veya silikon materyalden üretilmektedir.<br />
Ortalama 5 mm çapında olan bu lensler,<br />
kullanılan materyal sayesinde katlanıp küçük<br />
kesilerden göz içerisine yerleştirilebilmektedir.<br />
Şeffaf ve pürüzsüz olan bu mercekler doğal<br />
lensin görevini yapmak üzere tasarlanmıştır.<br />
Katarakt ameliyatlarında yaygın olarak kullanılan<br />
klasik, monofokal (tek odaklı) ve sferik yüzeyli<br />
göz içi mercekleri, bu fonksiyonu bir noktaya<br />
kadar yerine getirmektedir.<br />
Ancak tek odaklı mercekler yalnızca uzağı<br />
veya yalnızca yakını net görecek şekilde<br />
ayarlanabilmektedir ve bu merceklerin sferik<br />
yüzeyi, görüntü kalitesinin kısıtlı olmasına neden<br />
olmaktadır.<br />
Premium göz içi lensleri<br />
Premium göz içi mercekleri çok odaklı<br />
(multifokal: yakın, ara mesafeler ve uzak)<br />
veya yakına uyum yapabilen (akomodatif)<br />
lenslerdir. Multifokal ve akomodatif göz içi<br />
lensleri yakın – ara mesafe ve uzak görüş için<br />
dizayn edilmektedir. Amaç yakında ve uzakta<br />
gözlükten bağımsız ve konforlu bir görüş<br />
sağlamaktır. Ayrıca bu lenslerin yüzeyleri asferik<br />
olarak dizayn edildiği için görüntü kalitesi daha<br />
üstündür. (asferik dizayn HD veya akıllı lens<br />
olarak da bilinir). Torik dizaynlı premium<br />
lensler ise aynı zamanda gözünüzdeki astigmatı<br />
da düzeltebilir.<br />
<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />
21
KADIN DOĞUM<br />
HAMİLELİK VARİSLERİNE<br />
KARŞI ÖNLEMİNİZİ ALIN<br />
Op. Dr. Evin Nil Uğurlu - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Kadın Hastalıkarı ve Doğum Bölümü<br />
Hamilelikte kan<br />
hacmi vücuttaki ihtiyaç<br />
doğrultusunda yaklaşık %<br />
40-50 artar, bu da damarlar<br />
üzerine binen yükü artırır.<br />
Bu dönemde hormon<br />
seviyelerideki<br />
yükselme, damar<br />
duvarlarında genişlemeye<br />
ve gevşemeye neden<br />
olarak damarlarda kanın<br />
göllenmesine sebep olur.<br />
Büyüyen rahim, bacaklardan<br />
kalbe kanı getiren büyük<br />
damara baskı yaparak, kanın<br />
gerideki bacak damarlarında<br />
birikmesine sebep olur.<br />
Otururken veya yatarken, ayakların yüksekte<br />
tutulması önerilmektedir. Çok fazla bacak<br />
bacak üstüne atmak doğru değildir. Uzanırken<br />
sola doğru yatmak rahmin büyük toplardamar<br />
üzerindeki baskıyı azaltacak; böylece kan dolaşımı<br />
bloke olmayacaktır. Eczanelerden temin edilebilen<br />
özel elastik varis çoraplar tüm gün giyilebilir.<br />
Bacakları saran ve bilekte en yoğun olmak üzere,<br />
yukarı çıktıkça azalan ölçüde bacaklara dıştan baskı<br />
yaparak, kan dolaşımını artırır.<br />
Varis tedavisi gebelik sonrası<br />
bırakılmalıdır<br />
Gebelik sürecinde varisler ağrı, çabuk yorulma hissi,<br />
yanma, zonklama, kaşıntı, kramp, huzursuz bacaklar,<br />
bacaklarda şişme, ciltte renk değişiklikleri gibi<br />
belirtiler verebilir. Çok yaygın olduğu durumlarda<br />
cildin beslenmesini bozabilir, egzama, iltihaplanma<br />
(flebit) ve ülserasyonlara neden olabilir. Nadiren<br />
de olsa kanama yapabilir. Gebelikte varisler<br />
genellikle cerrahi müdahale gerektirmez ve ciddi<br />
komplikasyon olmadıkça tedavi doğum sonrasına<br />
bırakılır. Tercih edilen müdahale şekli, varis çorapları<br />
giyilmesi ve kliniğin kötüleşmemesi için önlemler<br />
almaktır. Varisler genellikle doğum sonrası ilk 3-4<br />
ay içinde geçer. Fakat varisler gebelikten önce<br />
oluşmuşsa, çoğul gebelik varsa, ailesel bir yatkınlık<br />
söz konusuysa geçmeyebilir veya iyileşmesi daha<br />
uzun sürebilir. Sonraki gebeliklerde varislerin kalıcı<br />
olma riski artmaktadır.<br />
Genital bölge varisleri oluşabilir<br />
Genital bölgede oluşan varisler normal doğuma<br />
engel değildir; fakat mümkün olduğunca epiztotomi<br />
(doğumu kolaylaştırmak için vajinanın dış kısmına<br />
yapılan kesi) açılmamaya çalışılır, açılması gerekliyse<br />
de varislerin en az olduğu bölge tercih edilir.<br />
Alt bacaklarda geceleri belirgin<br />
kramplar görülebilir<br />
Gebelikte, alt bacaklarda keskin ağrılı kramplar<br />
yaşanabilir. Özellikle geceleri belirgindir ve nedeni<br />
tam olarak net değildir. En önemli nedenlerden<br />
biri, serumda kalsiyum miktarının azalıp, fosforun<br />
artmasıdır.<br />
<br />
Alınabilecek önlemler<br />
• Kalsiyum tabletleri alınması ( fosfor içermeyen)<br />
• Besinlerle veya besin destekleriyle alınan<br />
fosforun azaltılması<br />
• Magnezyum sitrat içeren tabletlerin alınması<br />
• Uyumadan önce bacaklara germe egzersizleri<br />
yapılması<br />
• Bacaklara masaj<br />
• Sıcak uygulama<br />
• Germe hareketleri yaparken veya egzersiz<br />
sırasında parmak uçlarıyla ‘ gösterme’ hareketi<br />
yapılmaması.<br />
Varis oluşumu engellenemez<br />
ancak önemler alınabilir<br />
Ailede varis olan bireylerin varlığı kişiyi bu açıdan<br />
daha hassas yapmaktadır. Gebelik (özellikle çoğul<br />
gebelikler), aşırı kilolu olma, uzun süre ayakta veya<br />
oturur pozisyonda hareketsiz kalma, hormonal<br />
faktörler (Östrojen ve progesterona bağlı) varis<br />
oluşumunu kolaylaştıran etkenlerdir. Gebelikte<br />
varis oluşumu engellenemez; fakat bazı önlemler<br />
alınarak, durumun daha da kötüleşmesine engel<br />
olunabilir. Gebelik sürecinde kiloya çok dikkat<br />
edilmelidir. Uzun süre hareketsiz kalmamaya,<br />
kısa molalar verip hareket etmeye özen<br />
gösterilmelidir. Kısa yürüyüşler yeterli olabilir.<br />
22 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>
ÜROLOJİ<br />
SABUN VE BANYO KÖPÜKLERİ İDRAR YOLLARI<br />
ENFEKSİYONUNA NEDEN OLABİLİR<br />
İdrar yolları enfeksiyonları<br />
çocukluk çağında, üst solunum<br />
yolu enfeksiyonlarından sonra en<br />
sık görülen sağlık problemidir. Her<br />
iki cinste ve her yaş grubu çocukta<br />
sıklıkla rastlanabilen bu şikayetler,<br />
zamanında belirlenip gerekli<br />
tedavi yapılmadığı takdirde; böbrek<br />
yetmezliğinden hipertansiyona,<br />
kansızlıktan büyüme geriliğine kadar<br />
pek çok kalıcı hasara neden olabilir.<br />
Çocuklarda genital bölgenin sabunla değil su<br />
ile yıkanması, ergenlik öncesi köpüklü sabunlar<br />
kullanılmaması gibi tuvalet ve banyo ile ilgili olarak<br />
alınacak birkaç tedbir ile bu rahatsızlıkların önüne<br />
geçilebilmektedir.<br />
İdrar yolu enfeksiyonu nedir?<br />
Üriner sistem enfeksiyonu böbrekler ve mesanenin<br />
iltihabıdır. Mesanenin iltihabına “sistit”, böbreklerin<br />
iltihabına ise “pyelonefrit” denir. Pyelonefrit sistitten<br />
daha az görülmesine rağmen daha fazla zarar<br />
vericidir. Sıklıkla üretra (idrarın dışarı atıldığı kanal)<br />
dışındaki ciltten bakterilerin mesaneye ulaşması ile<br />
oluşur. İdrar yolu iltihabını tedavi etmek, böbrekleri<br />
korumak açısından önemlidir.<br />
Üriner sistem enfeksiyonlarının<br />
sıklığı nedir?<br />
Üriner sistem enfeksiyonları 5 yaşından küçük<br />
ateşli çocukların %2’sinde saptanır, 1 yaşından<br />
küçük ateşli çocuklarda, kızların % 8’inde,<br />
erkeklerin % 3’ünde ateşin nedeni, üriner sistem<br />
enfeksiyonlarıdır.<br />
Op. Dr. Erdal Alkan - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Üroloji Bölümü<br />
Üriner sistem enfeksiyonlarının tanısı nasıl konur?<br />
İdrar yolu enfeksiyonu tanısı için idrar tahlili ve idrar kültürü yapılmalıdır. İdrar öncelikle mikroskop altında<br />
incelenir. Kesin tanı idrar kültüründe anlamlı miktarda bakterinin üremesi ile konur. İdrar yolu enfeksiyonu<br />
idrar kültürü ile kanıtlandığında, böbreğin tutulup tutulmadığına karar verilmelidir. Yüksek ateş, böğürde<br />
hassasiyet, karın ağrısı, bulantı, kusma, titreme görülebilir. Üriner sistem enfeksiyonu kültürle kanıtlanmış olan<br />
çocuklar en kısa zamanda radyolojik olarak değerlendirilmelidir. Enfeksiyonda tanı yaşı ne kadar küçükse<br />
tekrarlama riski o kadar fazla olduğundan dolayı radyolojik değerlendirme ertelenmemelidir.<br />
Çocuklarda üriner enfeksiyon belirtileri nelerdir?<br />
Çocuklarda üriner sistem enfeksiyonlarının semptom ve bulguları çocuğun yaşına göre değişkendir. Bebekler<br />
ve özellikle 2 yaşından küçük çocuklarda bulgular genellikle üriner sistemle ilişkili değildir ve kolaylıkla gözden<br />
kaçabilir. Bebekler ve 2 yaşından küçük çocuklarda en sık görülen semptomlar; huzursuzluk, kusma ve ishal<br />
karında şişkinlik, yeni doğanda uzamış sarılık, iştahsızlık ve beslenme bozukluğu, kilo almada yavaşlama vücut<br />
ısısında düzensizlik, sebepsiz yükselen ve düşmeyen ateş. Büyük çocuklarda ve erişkinlerde semptomlar daha<br />
belirgindir ve enfeksiyonun yerine göre bulgular değişkenlik gösterir. Alt üriner sistem (sistit) enfeksiyonlarında<br />
görülen semptomlar; idrar yaparken yanma, sızı, ağrı, sık idrara çıkma, acil işeme isteği karnın alt tarafına ağrı,<br />
tuvalete yetişemeden idrar kaçırma, kötü kokulu, anormal renkte kanlı idrar.<br />
Çocuklarda üriner sistem enfeksiyonlarından<br />
korunmak için neler yapılmalıdır?<br />
• Çocuklara idrarın açık renk olmasını sağlayacak şekilde yeterli miktarda sıvı verilmelidir.<br />
• Çocuğun günde 3-4 kere idrar yapması sağlanmalıdır.<br />
• Çocuk tuvalette yeterli süre kalmalıdır. Aceleyle yapıp kalkmamalıdır.<br />
• Genital bölge sabun veya şampuanla değil, saf suyla yıkanmalıdır.<br />
• Kızlarda genital bölge temizliği önden arkaya doğru olmalıdır.<br />
• Kabızlığa karşı önlemler alınmalıdır.<br />
• Özellikle kız çocuklarda banyo süresi çok uzatılmamalı ve tahriş edici özelliğe sahip köpüklü sabun ve<br />
şampuan kullanılmamalıdır.<br />
Üriner sistem enfeksiyonlarının<br />
nedenleri nelerdir?<br />
İdrar yolu iltihaplarının etkeni bakterilerdir. Bakteri<br />
mesaneye, idrarın dışarı atıldığı kanaldan girer.<br />
Genelde üretra girişini tahriş eden etkenler<br />
(bilinen tahriş edici maddeler, banyo köpükleri ve<br />
şampuanlardır), bakterilerin buradan içeri girmesini<br />
de kolaylaştırır.<br />
Bazı risk faktörleri çocuklarda üriner sistem<br />
enfeksiyonuna zemin hazırlar:<br />
•İdrarın mesaneden üreterler boyunca böbreğe<br />
doğru anormal geri kaçışı,<br />
•Üriner sistem tıkanıklıkları,<br />
•Çeşitli anatomik ve fonksiyonel bozukluklar<br />
•Yabancı cisimler<br />
•Mesane ve üreterlere yerleştirilen kateterler,<br />
•Kabızlık,<br />
•Banyo köpükleri ve sünnetsiz erkek çocuklarda<br />
fimozis (sünnet derisinin geriye kıvrılmaması)<br />
<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />
23
KALP VE DAMAR CERRAHİSİ<br />
ÇOCUĞUNUZUN KALP SAĞLIĞI<br />
İHMALE GELMEZ<br />
Doç. Dr. Azmi Özler - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü<br />
Aileler çocuklarının<br />
yaşamın ileriki<br />
yıllarında kalp<br />
damar hastalıklarına<br />
yakalanmaması için,<br />
bebeklik çağından<br />
itibaren; beslenme,<br />
spor ve ideal kilo gibi<br />
noktalara çok dikkat<br />
etmelidir. Bu çağda<br />
alınacak önlemler<br />
kalp sağlığının<br />
korunması için çok<br />
önemlidir.<br />
Ameliyatsız yöntemlerle ya da basit<br />
operasyonlarla tedavi mümkün<br />
Bebekler, doğumdan sonraki süreçte anne<br />
karnındayken yakalandıkları kalp hastalığını<br />
taşıyabilir. Anne karnında “fetal echo” dediğimiz<br />
ultrason ile tetkik edilmemiş veya edilip de<br />
çözümü olan kalp problemleri var ise; bunlar<br />
çocukluk çağında, ilaç tedavisi, invaziv girişimler<br />
veya ameliyatla çözümlenebilir. Anne karnında<br />
iken bebeğin yaşamını sürdürebilmesi için mutlaka<br />
olması gereken kulakçıklar arasındaki delik (PFO)<br />
ve akciğerlere kan götüren damar (pulmoner<br />
arter) ile kalpten çıkan en büyük atardamar (aort),<br />
arasındaki damar (ductus arteriozus) doğumdan<br />
sonraki süreçte bazı mekanizmalar sonucunda<br />
tamamen kapanmaktadır. Şayet kapanmaz ve açık<br />
kalırlarsa yapılan tetkikler sonucunda ya ameliyatsız<br />
yöntemlerle ya da basit operasyonlarla kapatılabilir.<br />
Çocukluk çağındaki kalp problemlerinin büyük bir<br />
kısmı, kişinin kendisinden ziyade; genetik geçiş,<br />
annenin rahatsızlığı, kullandığı ilaçlar veya çevresel<br />
faktörlere bağlıdır. Günümüzde bu sorunlar artık<br />
kolaylıkla çözümlenebilmektedir.<br />
Çocukluk çağında kalp hastalığı riski<br />
Çocukluk çağında kalp açısından en korkulan problem “akut eklem romatizması” denilen “Beta hemolotik<br />
streptokok”larla oluşan mikrobik bir hastalıktır. Bu mikrop boğazda anjin şeklinde başlayan daha sonra<br />
eklemlere (Özellikle diz eklemlerine) ulaşan; ama esas hasarı kalpte yapan bir hastalıktır. Biz bu durumu<br />
”Romatizma eklemleri yalar, kalbi ısırır” şeklinde tanımlıyoruz. Eklem romatizması geçiren çocuklar iyi tedavi<br />
edildiği takdirde hiçbir kalp hasarı olmadan iyileşebilirler. Tanısı konulamayan veya bazen farkında olunmadan<br />
geçirilen bu hastalık, kalp kapaklarını ve kasını tutarak “miyokardit” (Kalp kası iltihabi) “endokardit” (Kalp<br />
içinin enfeksıyonu)) dediğimiz sorunlara neden olabilmektedir. Geçirmiş olan hastalıktan 10-15 yıl sonra<br />
kalp kapak bozukluğu da karşımıza çıkabilir. Bu hastalık kalp kapaklarında büzülme (darlık) yapabildiği gibi<br />
kapak fonksiyonlarını etkileyerek kalp kapak yetmezliğine de neden olabilir. Bu hastalık bazen tek kalp kapağını<br />
tutabildiği gibi bazen iki veya üç kalp kapağı birden etkileyebilir. Bu hastalığa yakalanan çocuklar yapılan kalp<br />
ultrasonografisi (ECHO) ile izlenir. Gerekli ilaç ve korunma tedavileri verilir.<br />
EKG ve kalp ultrasonografisi sonucu hangi sporu yapacağına karar verin<br />
Ergenlik çağında belki de kişi ilk kez kalbinin varlığından haberdar olur. Çeşitli sınavlardan çıkmış ve istediği<br />
okulu kazanmıştır. Yeni edindiği çevre ve hormonlarının artması sonucunda karşı cinse ilgisi artmıştır. Belki<br />
de karşı cinsi gördüğünde kalbinin yerinden fırlayacakmış tarzda attığını hissederek, yaşamının en önemli<br />
organı olan “kalbini” fark etmiş olacaktır. İşte o anlarda kişi kalp teklemesi dediğimiz “ekstrasistol” ile<br />
tanışmış olacaktır. Çocukluk ve ergenlik çağına geçişte en önemli olaylardan bir tanesi de çocuğun spora<br />
yönlendirilmesidir. Günümüzde sporcuların gördüğü ilgi ve kazandıkları servet nedeni ile futbolcu veya<br />
basketbolcu olmak çocukların rüyalarını süslemektedir. Bu süreçte herkesin spor yapması kadar güzel bir<br />
şey olamaz; ancak bu çağlarda yapılan muayene, EKG ve kalp ultrasonografisi ile kalplerinde bir sorun olup<br />
olmadığı ortaya çıkarılmalı daha sonra hangi sporu yapıp yapamayacaklarına karar verilmelidir. Bu tetkikler<br />
sonucunda kalp adalesinde kalınlaşmalar (kardiyomyopatı), kalp kapak bozuklukları veya kalp ritminde olan<br />
bozukluklar olup olmadığı tespit edilerek gerekli önlemler alınabilir. Bunlar yapılmadığı takdirde her gün<br />
gazete haberlerinden okuduğumuz futbol oynarken kaybedilen çocuklarımız veya gençlerimiz en büyük<br />
üzüntü kaynağımız olabilir.<br />
24 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>
KULAK BURUN BOĞAZ<br />
GRİPTEN<br />
KORUNABİLİRSİNİZ<br />
Op. Dr. Pınar Korlu - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Kulak Burun Boğaz Bölümü<br />
Grip, kış aylarında görülen solunum sistemini etkileyen<br />
virüslerin yol açtığı bulaşıcı bir hastalıktır.<br />
İşgücü kaybı yapması, salgınlara yol açabilmesi açısından yüksek maliyetli<br />
hastalıkların başında yer almaktadır .<br />
Grip yakın temas ile bulaşır<br />
Grip belirtileri, alınan virüse bağlı olarak 18-<br />
72 saat içinde ortaya çıkabilir. Her yaş grubunu<br />
etkiler. Çok hafif belirtilerden, hastaneye yatışı<br />
gerektirecek kadar ağır enfeksiyonlara kadar farklı<br />
seyredebilir. Grip salgınlar yapabilmesi, önemli<br />
ölçüde iş gücü kaybına ve okul devamsızlığına<br />
neden olması açısından çok önemlidir. En sık<br />
bulaşma yolu; tokalaşma, yakın konuşmalar,<br />
öpüşme gibi yakın temastır. Bu yüzden grip ve<br />
soğuk algınlığından korunmak için ellerin sık sık<br />
yıkanması çok önemlidir. Ayrıca grip olan insanların<br />
kalabalık ortamlarda bulunmaları da diğer<br />
insanların enfeksiyon kapmalarına neden olur.<br />
Grip belirtileri başka hastalıklarda<br />
da görülebilir<br />
Kişiye bağlı olarak semptomlar hafif veya ağır<br />
seyredebilir. Nezleden farklı olarak burun akıntısı<br />
çok daha azdır. Burun tıkanıklığı olabilir ve klinik<br />
tablo daha ağırdır. Sadece hafif bir boğaz ağrısı<br />
ve hafif bir kırgınlıkla da seyredebilir. En belirgin<br />
bulguları; ani başlayan ateş, titreme, baş ağrısı, göz<br />
hareketleriyle ağrı, kas ağrısı ve halsizlik, bitkinlik,<br />
terleme, boğaz ağrısı ve iştahsızlıktır. Ateş genellikle<br />
3 güne kadar sürmekle birlikte bazı durumlarda 8<br />
güne kadar uzayabilir. Kuru öksürük, göğüs kemiği<br />
altında ağrı ve yanma hissi olabilir. Çocuklarda<br />
yüksek ateş daha fazla olup, solunum sıkıntısı da<br />
olabilir. Bulgular 1-2 haftada sonlanır.<br />
Kalabalık ortamlarda bulunanlar<br />
yüksek risk altında!<br />
Özellikle yuvaya giden çocuklar, ilkokul öğrencileri,<br />
ileri yaştaki insanlar, kalp ve tansiyon hastaları<br />
gibi vücut direncinin düşük olduğu insanlar<br />
ile hastanelerde çalışan sağlık personeli; hem<br />
kalabalık ortamlarda bulunuyor olmaları hem de<br />
vücut dirençlerinin kolay düşmesi açısından risk<br />
altındadır.<br />
Grip tedavisinde en önemli ilaç:<br />
İstirahat<br />
Tedavi genelde belirtilere yöneliktir. Vücut direnci<br />
enfeksiyon ile mücadelede çok önemlidir. Bu<br />
nedenle grip tedavisinde öncelikle istirahat<br />
gereklidir. Bol C vitamini ve sıvı tüketmenin<br />
yanında piyasada anti-gribal olarak satılan<br />
ilaçlardan da yararlanılabilir. Grip enfeksiyonunun<br />
başlangıç döneminde antibiyotik kullanılması<br />
önerilmez. Çünkü, grip virüslerle ortaya çıkan<br />
bir hastalıktır. Oysa antibiyotiklerin virüsler<br />
üzerinde etkisi yoktur. 38 C’yi geçen ateş, sürekli<br />
ya da çok kıvamlı balgam üreten öksürük, nefes<br />
alırken ağrı, devamlı kulak ağrısı, şişmiş lenf bezleri,<br />
yutkunurken zorlanma gibi şikayetlerin varlığında<br />
hemen bir hekime başvurulması gerekmektedir.<br />
Gripten korunmak için<br />
3 yöntem…<br />
• Kişisel korunma<br />
• Aşı<br />
• Kemoproflaksi olarak adlandırılan ilaçla<br />
korunma şekli<br />
Grip; kalabalık ve havalandırma sorunu olan<br />
ortamlarda hızla yayılır. Zorunlu olmadıkça,<br />
grip salgınları esnasında bu tür ortamlarda<br />
bulunmamak gerekir. Hasta olan kişiyle yakın<br />
temastan kaçınılmalıdır. Grip, el sıkışma, öpüşme,<br />
ortak eşya kullanımıyla da bulaşabilir. Sık sık el<br />
yıkamak gerekir. Ayrıca kreşe giden çocuklara,<br />
hipertansiyon, diyabet gibi kronik rahatsızlığı<br />
olan yaşlı hastalara ve doğumsal bağışıklık sistemi<br />
eksikliği olan çocuklara grip aşısı uygulamak<br />
koruyucudur.<br />
Grip virüsü akciğer enfeksiyonuna<br />
neden olabilir!<br />
Grip virüsüne bağlı akciğer enfeksiyonu (viral<br />
pnömoni) ya da ikincil bakteriyel pnömoni az da<br />
olsa görülebilir. (Bu gibi durumlar yaşlılarda, kalp<br />
ve akciğer hastalarında daha fazla ortaya çıkar.)<br />
<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />
25
HAYATIN İÇİNDEN<br />
HOLLANDA’LI AİLE MUTLULUĞA MEMORIAL<br />
ATAŞEHİR TÜP BEBEK MERKEZİ’NDE ULAŞTI...<br />
Priscilla ve Guido<br />
Gosensen çifti<br />
mutlu evliliklerinde arzu<br />
ettikleri bebeklerine bir<br />
türlü ulaşamamışlardı.<br />
Bunun nedeni ise;<br />
Guido’nun sperm<br />
kanallarındaki tıkanıklık<br />
nedeniyle menisinde<br />
sperm hücresine<br />
rastlanılmamasıydı.<br />
Aile kendi ülkeleri olan<br />
Hollanda’da 3 kez tüp<br />
bebek denemesi yaptırmış;<br />
fakat bir türlü istedikleri<br />
mutlu gebelik haberine<br />
ulaşamamışlardı. Bu güzel<br />
haberi <strong>Memorial</strong> Ataşehir<br />
Tüp bebek Merkezi’nde<br />
aldılar.<br />
çok etkileyen Dr. Cem Bey ve ekibinin ilgisi<br />
ve profesyonelliğiydi. Dr. Cem Bey, hastasına<br />
zaman ayıran ve hastasının her şeyi ile ilgilenen<br />
çok başarılı bir doktor.<br />
İkinci<br />
denemede<br />
mutlu<br />
haberi aldık<br />
İstanbul’daki ilk denememiz başarısız oldu. Fakat<br />
biz hiç düşünmeden 2 ay sonra tekrar Dr. Cem<br />
Demirel’in yanına geldik ve ikinci kez tüp bebek<br />
işlemleri yapıldı. İşlemin ardından ülkemize geri<br />
döndük. <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Tüp<br />
Bebek Merkezi’nde Ekim ayında yapılan ikinci<br />
denemenin ardından mutlu sona ulaştık. Şimdi<br />
tam bir aile olacağız. İlk önce doktorumuz<br />
Cem Bey olmak üzere ve <strong>Memorial</strong> Ataşehir<br />
<strong>Hastanesi</strong> Tüp Bebek Merkezi ekibine sonsuz<br />
teşekkürler.<br />
Doç. Dr. Cem Demirel böylesi<br />
zor ve özel bir vakada olumlu<br />
sonuca ulaşmaktan büyük<br />
mutluluk duyduklarını ifade<br />
ederek şunları söyledi:<br />
“Priscilla ve Guido aslında bizler için zor<br />
sayılabilecek vakalardı. Priscilla 39 yaşına gelmiş<br />
ve aile Hollanda’da üç kez başarısız tüp bebek<br />
denemesi geçirmişti. Ayrıca Guido’nun da<br />
sperm hücreleri testisen cerrahi yolla elde<br />
edilebilmekteydi. Tüm bu zorluklara rağmen bu<br />
ailede başarılı sonuç alabileceğimize güvenerek<br />
tedaviye başladık ve embriyo transferinin<br />
ardından aile bize mutlu haberi Hollanda’dan<br />
arayarak verdi. En son olarak bebek kalp<br />
atımlarının da alındığı haberi bize ulaştı. Ekip<br />
olarak çok mutluyuz”.<br />
Gosenson ailesi başarılı sonucun<br />
ardından duygularını şöyle ifade<br />
etti: “Doktorumuzun ve ekibinin<br />
ilgisi bizi çok etkiledi”<br />
Hollanda’da 3 kere tüp bebek denemesi<br />
yaptık ve maalesef bu denemeler başarısızlıkla<br />
sonuçlandı. Bu bizi tabi ki çok üzdü; ancak daha<br />
sonra hemen Türkiye’ye gelmeye karar verdik.<br />
Hollanda’da isimlerini duymuş olduğumuz Doç.<br />
Dr. Cem Demirel ve ekibi ile buluştuk. Bizi en<br />
26 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>
HAYATIN İÇİNDEN<br />
ÜRDÜNLÜ ÇİFTİN ÜMİTSİZ İSTANBUL YOLCULUĞU<br />
ÇİFTE MUTLULUK İLE SON BULDU<br />
34 yaşındaki Kalid Mansour ve 28 yaşındaki<br />
Melena Mansour ülkeleri Ürdün’de<br />
gerçekleştirdikleri 6 başarısız tüp bebek<br />
denemesinden sonra müjdeli haberi<br />
İstanbul’da <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong>’nde aldılar.<br />
Mansour çifti, <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong>’nden<br />
Androlog Doç. Dr. Semih Özkan’ın<br />
gerçekleştirdiği başarılı ameliyat ile ikiz<br />
bebeklerine kavuştu.<br />
5 yıldır çocuk sahibi olamayan çift bunun nedeninin Kalid<br />
Mansour’daki “azosperm” adı verilen sperm azlığı sorunu olduğunu biliyordu ve ümitsizliğe<br />
kapılmıştı. Yine de 5 yıl boyunca hiç bıkmadan hastane ve doktor araştırması yapan çift nihayet<br />
mutlu sona ulaştı.<br />
<strong>Memorial</strong> hayallerimizin gerçekleşmesinde büyük rol oynadı<br />
Kalid Mansour çocuk sahibi olma süreçleri ile ilgili olarak, “Kendi ülkem olan Ürdün’de birçok merkeze başvurduk ve en iyi doktorlara gittik. Bir süre azosperm<br />
rahatsızlığımın tedavisi için çalışıldı. Ancak sonuç alınamayınca tüp bebek denemesi yapılması uygun görüldü. Gerçekleştirilen ameliyat ile alınan spermlerden<br />
tüp bebek denemesi yapıldı ancak sonuç alamadık. Daha sonra bu alanda dünya çapında üne sahip olan <strong>Memorial</strong> <strong>Hastanesi</strong>’ne geldik. <strong>Memorial</strong> Şişli<br />
<strong>Hastanesi</strong>’nin hayallerimizin gerçekleştirilmesindeki rölü çok büyük. Biz de, bizim gibi çocuk sahibi olamayan herkese <strong>Memorial</strong>’ı tavsiye ediyoruz.” diye<br />
konuştu.<br />
Mutluluğun adı: Özlem Zaid ve Laila<br />
Mansour eşleri ile yaşadıkları sevinci şu sözlerle anlattı: “5 yıldır çocuk sahibi olmaya çalışıyoruz. Bunun için uzun zamandır tedavi görüyoruz. Bu, eşim için de<br />
benim içinde çok zor bir süreçti. İkimiz de hem maddi hem manevi çok yorulmuştuk. Umudumuzu kaybetmeye bile başlamıştık. Özlemimiz ikiz bebeklerimiz<br />
ile son buldu. Şimdi çok mutluyuz. <strong>Memorial</strong> ailesi de bizim ailemizin bir parçası artık. Herkese çok teşekkür ediyoruz.”<br />
<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Tüp Bebek Merkezi’nden Op. Dr. Güvenç Karlıkaya:<br />
“Çift hastanemize 2010 yılının Şubat ayında başvurdu. Alınan bazı örneklerde sperme rastlanamıyordu bile. Bize başvurmadan önce hastaya birçok tedavi<br />
uygulanmış, ancak sonuç alınamamış ve tüp bebek tedavisi önerilmiş. Gerçekleştirilen 5 tüp bebek tedavisi de başarısız olmuş. Hastanemize geldiklerinde<br />
geniş kapsamlı bir ön araştırma yaptık. Tekrarlanan başarısızlıkların nedenlerini araştırdık. Tekrar tüp bebek tedavisine başladık. Tedavide kısa protokol izledik.<br />
Melena Hanım’ın yaş faktörü de olumlu olduğundan yumurta rezervleri gayet iyiydi. Detaylı bir takipten sonra yumurtalarını topladık. Kalid Bey’e de Semih<br />
Bey tarafından “mikrotese” ameliyatı yapıldı ve elde edilen spermler toplanarak Melena Hanım’ın yumurtaları ile döllendi. Biz de tedavimizi ve embriyo<br />
gelişimimizi 4. güne kadar uzatabildik. İyi gelişen embriyolardan 2 tanesini seçip transfer ettik. Süreç ikiz gebelik ile sonuçlandı. Biz de bu başarılı tedavi<br />
sürecinden dolayı çok mutluyuz ”<br />
<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />
27
BESLENME VE DİYET<br />
DİYABET VE OBEZİTE HIZLA ARTIYOR<br />
YENİ TANIM: DİYABEZİTE<br />
Uz. Dr. Kağan Güngör <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Kilo Kontrolü ve Obezite Tedavi Merkezi<br />
Gelişmiş ve gelişmekte olan tüm dünya<br />
ülkelerinde diyabet sıklığı, beklentileri<br />
ve öngörüleri aşan oranda hızla<br />
yükselmektedir. 1995’de dünyada toplam<br />
diyabetli sayısı 135 milyon iken, 2000’de<br />
bu sayı 171 milyona, 2010’ da 284 milyona<br />
ulaşmıştır. 2030’da bu sayının 439 milyonu<br />
bulması beklenmektedir.<br />
Türkiye’de de durum, dünyadan farklı değildir. 2000’li yılların<br />
başında diyabet hastalığı sıklığı %7,2’dir. Bu sıklık, 2010 yılı<br />
verilerinde %90 artış göstererek %13,7’ye yükselmiştir.<br />
Türkiye’de özellikle bazı yörelerde 40’lı yaş grubundaki her 5<br />
erişkinden birinin diyabetli olduğu bilinmektedir.<br />
2000 ile 2010 yılları arasında Türkiye’de obezite sıklığı %44<br />
oranında artmıştır. 2010 yılı verilerine göre Türkiye’de her üç<br />
erişkinden sadece biri normal kiloludur, geriye kalan 2’si ise<br />
ya kilolu ya da obezdir.<br />
Diyabetteki bu ürkütücü artışın en önemli nedeni, obezite<br />
olarak gösterilmektedir. Diyabet ve obezite yeni tanımlamayla<br />
“diyabezite” salgın biçiminde yaygınlaşmakta ve Türkiye’yi de<br />
önemli ölçüde etkilemektedir.<br />
ÇAĞIN VE BASI DİYABEZİTE<br />
Diyabezite; sıklığı, sıklığının hızla artması ve yol açtığı ölümcül hastalıklar<br />
nedeniyle “çağın vebası” olarak kabul edilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü<br />
diyabeziteyi yaygınlığı ve önemi nedeniyle çok önemli bir halk sorunu<br />
olarak tanımlanmaktadır. Tüm bilimsel veriler, diyabet sıklığının korkutucu<br />
artışında obezitenin yaygınlaşmasının başlıca sorumlu olduğu gerçeğini<br />
doğrulamaktadır. Bu ayrılmaz ikili, diyabet ve obezite; diyabezite adı<br />
ile birleştirilmelerini haklı çıkarır biçimde birbirine paralel şekilde<br />
yaygınlaşmaktadır. Diyabezite insan sağlığını tehdit etmekte, başka hastalık<br />
ve sakatlıklara yol açarak yaşam kalitesini bozmakta ve ölümlere neden<br />
olarak insan ömrünü kısaltmaktadır.<br />
DİYABEZİTE SAĞLIK HARCAMALARINI ARTIRIYOR<br />
Dünyanın en önemli sağlık sorunlarından biri olan diyabezite yüzünden,<br />
hükümetlerin sağlık harcamaları ciddi şekilde artmaktadır. Avrupa ülkelerinde;<br />
ağız yolu ile alınan ilaç kullanmakta olan sorunsuz bir diyabet hastasının yıllık<br />
tedavi maliyeti 400 Euro iken, böbrek, göz ve kalp hastalıkları ile komplike<br />
olmuş bir diyabet hastasında tedavi maliyeti yıllık 6000–8000 Euro’ya<br />
ulaşmaktadır. Sağlık bütçelerinin bu artışlarla diyabezite ve yol açtığı sağlık<br />
sorunlarını finanse etmesi, önümüzdeki yıllarda mümkün görülmemektedir.<br />
Bu durum gelecekte obezite ve diyabetin yani diyabezitenin giderek<br />
daha da önemli bir sorun olacağı anlamına gelmektedir. Bu nedenle tüm<br />
dünyada obezite ve diyabet ile savaş yolları tartışılmakta ve obezitenin<br />
önlenmesine yönelik kampanyalar yürütülmektedir. Obezite ve diyabetle<br />
mücadele edilmesi ve diyabezitenin önlenmesi, daha sağlıklı bir toplum için<br />
kaçınılmazdır.<br />
TİP 2 DİYABET HER YAŞTA GÖRÜLÜYOR<br />
Tip 2 diyabet yakın zaman kadar “dede ve ninelerin” hastalığı olarak bilinirdi.<br />
Tıp fakültelerinde öğrencilere genellikle 40 yaşından önce “Tip 2 diyabet<br />
görülmez” bilgisi verilir ve Tip 2 diyabet 20’li, 30’lu yaşlarda neredeyse<br />
hiç görülmezdi. Günümüzdeyse 20’li 30’lu yaşlarda hatta çocukluk yaş<br />
grubunda bile Tip 2 diyabete rastlanabilmektedir. Ülkemizde ve dünyada<br />
diyabet sıklığı her yıl katlanarak artış göstermekte ve hızla artmaya devam<br />
etmektedir. Toplumda diyabete rastlanma oranları ileriye yönelik yapılan<br />
projeksiyonlardaki beklentilerin çok üzerinde bir artış göstermektedir.<br />
İleri yaşların hastalığı olan Tip 2 diyabet artık neredeyse her yaşta ortaya<br />
çıkabilmektedir.<br />
TİP 2 DİYABET HASTALARI OBEZ<br />
Tip 2 diyabet hastalarının tamamına yakını kilolu ya da aşırı şişmandır<br />
(obez). Tip 2 diyabet obezite ile kol kola girmiş iki hastalıktır. Kilolu ya da<br />
aşırı şişman olmak yani obezite pek çok hastalığa yol açmakla birlikte en<br />
çok diyabet sıklığını artırmaktadır. Kilo artışına paralel şekilde obezite, tip 2<br />
diyabet sıklığını kadınlarda 23 erkeklerde 40 kata kadar artırabilmektedir.<br />
Bu kol kola girmiş ikili (diyabet ve obezite) hem doğrudan hem de dolaylı<br />
olarak neden oldukları pek çok hastalık aracılığıyla ölüm nedenleri arasında<br />
tüm dünya ülkelerinde ön sıralarda yer almaktadırlar. Diyabet ve obezite<br />
yaygın birlikteliklerinden dolayı “diyabezite” şeklinde birleştirilerek yeni bir<br />
kelime türetilmiştir.<br />
28 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>
BESLENME VE DİYET<br />
Bazı gıdalar vücutta olumsuz etki yaratarak, hastalıklara, şişmanlığa, sürekli yorgunluk ve halsizliğe<br />
neden olabilir. Örneğin; Domates bile sizi şişmanlatabilir…<br />
Hangi gıdaya vücudun olumsuz tepki gösterdiğini belirleyen “Gıda İntoleransı” testleri bu nedenle<br />
dünyada giderek daha büyük önem kazanmaktadır. İngiltere’de, nüfusun % 40’ının yaptırdığı, hatta<br />
checkup programlarına dahil edilen bu testler, Türkiye’de de giderek yaygınlaşmaktadır.<br />
“Gıda İntoleransı” testleri; hastalıklara ve<br />
obeziteye neden olan, bağışıklık sistemini olumsuz<br />
etkileyen ve kronik yorgunluğa yol açan gıdalar<br />
konusunda yol göstermektedir. Beslenme kaynaklı<br />
sorunlar, her geçen gün artmaktadır. Gıdaların<br />
üretilme ve saklama şekilleri, tek tip beslenme<br />
alışkanlıkları, strese ve kirli çevresel etkilere maruz<br />
kalma, bir şekilde alınan toksik maddeler, bağışıklık<br />
sistemini zayıflamakta ve her türlü hastalığa<br />
zemin oluşturmaktadır. Bu durum, bağırsak<br />
fonksiyonlarını yani sindirim sistemini etkiler ve<br />
yiyecekler bağışıklık sistemi tarafından yabancı<br />
madde olarak algılanabilir. Bağışıklık sisteminin,<br />
kişiye göre değişen gıdalara tepki vermesiyle<br />
oluşan enflamasyon, farklı hastalıklara neden<br />
olabilir. Bunlar kronik mide ve bağırsak hastalıkları,<br />
fazla kilolar, kronik yorgunluk sendromu, migren,<br />
eklem rahatsızlıkları, depresyon vs.’dir. Halk<br />
arasında “gıda allerjisi” olarak bilinen birçok gıda<br />
ile ilgili rahatsızlık da, aslında gıda hassasiyetidir.<br />
Belirtileri çok benzediği için sürekli karıştırılan bu<br />
iki hastalığın mekanizmaları, gerçekte çok farklıdır.<br />
SAĞLIK KAYNAĞI BESİNLER BİLE<br />
SİZİ HASTA EDEBİLİR<br />
Dyt. Berna Ertuğ - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Beslenme ve Diyet Bölümü<br />
Allerjiyle gıda intoleransını<br />
karıştırmayın!<br />
Gıda intoleransı hemen her yaş grubundaki<br />
insanlarda görülür. Bu tip duyarlılıkların genellikle<br />
yaş ilerledikçe bazı gıdaların aşırı ve sürekli<br />
tüketimine bağlı olarak ortaya çıktığı veya arttığı<br />
bilinir. Gıda intolerans rahatsızlıkları genellikle<br />
insan hayatını tehdit etmez, ancak yaşam kalitesini<br />
düşürür. Allerjik reaksiyonlardan farklı olarak,<br />
belirtileri tüketilen gıdanın miktarına bağlı olarak<br />
ortaya çıkar. Az miktarda alınan gıdalara karşı<br />
reaksiyon gelişmez. Son yıllarda geliştirilen gıda<br />
intolerans testleriyle insanlarda duyarlılığa neden<br />
olan gıda veya gıda katkı maddeleri kolaylıkla<br />
belirlenebilir. İntoleransa neden olan gıdaların<br />
beslenme programlarından belirli bir süre<br />
tamamen çıkarılması veya azaltılmış oranlarda<br />
kullanılması, kişiyi bu gibi rahatsızlıklardan<br />
uzaklaştırabilir. Eşiniz için sağlıklı olan bir besin,<br />
sizin hasta edebilir. Gün içerisinde beslenirken<br />
tüketilen her besin maddesi sindirim sistemi<br />
tarafından her zaman aynı şekilde sindirilemez. Bu<br />
besin maddeleri arasında sindirilmeyen yiyecekler,<br />
vücut tarafından da kullanılmaz. Sindirilmeyen<br />
yiyecek maddelerinin bir kısmı yağa dönüşür,<br />
bir kısmı da toksik duruma geçer. Yağa dönüşen<br />
yiyecek maddeleri kilo alımına neden olur. Bu test<br />
sayesinde günlük beslenmede kullanılan gıdalara<br />
karşı intolerans olup olmadığı belirlenebilir. Her<br />
gıda maddesi herkeste aynı etkiyi yaratmaz, kimi<br />
için sağlıklı olan bir besin başkası için tehlikeli<br />
olabilir.<br />
Domates bile şişmanlatabilir<br />
İnsanlar, pek çok gıdanın şişmanlatıcı etkisi<br />
olmadığını düşünerek, bol miktarda tüketmekte,<br />
kalorisi yüksek gıdalardan uzak durmaya<br />
çalışmaktadır. Ancak buna rağmen kiloların arttığı<br />
veya değişmediği gözlenirse, bazı gıdalara karşı<br />
intoleransın olma ihtimali göz ardı edilmemelidir.<br />
Sorunlu gıdaya karşı vücut hemen immunglobin<br />
D denilen bir antikor salgılar. Örneğin; domates<br />
yenildiğinde, vücut ‘benim için domates zararlı’<br />
tepkisini verir ve onu orada tutar. Metabolizmayı<br />
yavaşlatıp hemen bağışıklık sistemini devreye<br />
sokuyor. Metabolizma yavaş çalışınca da kilo<br />
alımı gerçekleşir. Yorktest’in basında “diyet testi”<br />
olarak çıkmasının da nedeni budur. Zayıflamak<br />
için tüketilen birçok gıda kişi için doğru gıda<br />
olmayabilir. Vücut için doğru olan besinler<br />
tüketildiğinde, metabolizma düzenli olarak çalışır.<br />
Alınan gıdalar daha kolay ve hızlı sindirilir. Vücut<br />
artık yağ tutmaz. Spor ile desteklendiğinde de kilo<br />
verimi hızlı olur. Bu durumda beslenmenin yalnızca<br />
kalori anlayışıyla planlanmaması, metabolizmayı<br />
olumsuz yönde etkileyen gıdaların tespit edilip<br />
diyetisyen tarafından beslenme planının buna<br />
göre düzenlenmesi ile yaşam değişikliğe gidilmesi<br />
gerekir.<br />
“Gıda İntoleransı”<br />
testleri nasıl yapılır?<br />
3 saatlik açlıktan sonra alınan kan örneği<br />
laboratuvarda özel bir teste tabi tutulur. 15 gün<br />
içerisinde hastanın bulgularına göre özel bir<br />
rapor hazırlanır. Test 2 yaş altında, gebelerde<br />
ve viral enfeksiyonlarda (hepatit B, HCV, HIV)<br />
yapılmamaktadır. Raporda kişilerin rahatlıkla<br />
tüketebilecekleri, miktarlarını azaltmaları ya da<br />
uzak durmaları gereken gıdalar belirtilmiştir.<br />
<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />
29
KADIN SAĞLIĞI<br />
İLERİ YAŞTA GEBELİK ANNE VE BEBEK<br />
SAĞLIĞI AÇISINDAN RİSK OLUŞTURUYOR<br />
Op. Dr. Remzi Aydın – <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü<br />
20.yüzyılda başlayan<br />
sanayileşme ve bunun da<br />
getirisi olan şehirleşme,<br />
kadınların yaşamında büyük<br />
değişikliklere neden oldu. Bu<br />
değişimlerden belki de en<br />
önemlisi kadınların ekonomik<br />
bağımsızlıklarını elde etmek<br />
için çalışmaya başlaması... Bu<br />
bağımsızlaşma süreci kadını iş<br />
yaşamında erkekle<br />
rekabete sürüklemiş ve<br />
evlenip çocuk yapma arzusunu<br />
ertelemeyi gerektirmiştir.<br />
Kadınlarda adet kanamaların<br />
başlaması ile beraber<br />
doğurganlığında başladığı<br />
kabul edilir.<br />
Bununla beraber gerek<br />
fizyolojik, gerekse<br />
psikolojik olarak olgunluk<br />
çağına erişmesi<br />
toplumdan topluma<br />
değişmekle beraber 18-20<br />
yaşı bulabilir. Bu yaşlardan<br />
itibaren hem fizyolojik hem<br />
de patolojik nedenlerden<br />
ötürü doğurganlık oranının<br />
azalabileceği bir gerçektir.<br />
Örneğin gelişebilecek<br />
genital bir enfeksiyon<br />
nedeni ile kanallar<br />
tıkanabilir vs… Örnekleri<br />
artırmak mümkün.<br />
Altın standart 20 – 29 yaş arası<br />
Şimdiye kadar yapılan hiçbir çalışma ideal<br />
gebelik yaşını belirlemek için yeterli kanıt ortaya<br />
koyamamakla beraber en azından istatiksel<br />
olarak 20 – 29 yaş arası en güvenli olarak kabul<br />
edilebilir. 1958 yılında toplanan uluslararası<br />
bir komite 35 yaş sonrası gebeliklerin riskli<br />
olarak kabul edilmesini bildirmesinden sonra<br />
bu yaş sınırı ‘altın standart’ olarak kabul<br />
edilmiştir. Son yıllarda, toplumlar arası büyük<br />
farklılıklar görülmekle beraber, 35 yaş üstü<br />
gebeliklerde büyük bir artış görülmüştür. Bizim<br />
toplumumuzda da aynı trend görülmektedir.<br />
35 yaşından sonra gebe kalma oranlarında hafif<br />
azalma görülmekle beraber genellikle sadece<br />
gebe kalmak için gereken zaman biraz daha<br />
uzun olabilmektedir. Bu zorluk 40 yaşından<br />
sonra daha da artmaktadır. 20’li yaşlarda hamile<br />
kalmaya çalışan kadınların % 80-85’i 1 yıl içinde<br />
amacına ulaşırken, 40 yaşından sonra bu oran<br />
% 40’ların altına düşebilmektedir. Bunun nedeni<br />
çoğunlukla over reservinde<br />
azalma ile beraber<br />
y u m u r t a<br />
kalitesindeki düşme olarak saptanmıştır. Bunun<br />
yanında geçirilen genital enfeksiyonlar veya<br />
endometriozis hastalığı gibi nedenlerle oluşan<br />
kanal tıkanıkları da saptanabilmektedir.<br />
Erkekler açısından ise bu durum oldukça<br />
farklıdır. İlerleyen yaşla beraber eşini gebe<br />
bırakabilme oranı düşmekle beraber, bu düşüş<br />
oldukça yavaştır. 30’lu yaşlar ile 50’den sonraki<br />
yaşları karşılaştıran bir çalışmada bu düşüş %<br />
30 civarındadır. 80 yaşından sonra bile erkek<br />
testislerinin kanallarının % 10’unda olgun sperm<br />
bulunur. Daha çok 50’li yaşlardan sonra görülen<br />
seksüel fonksiyon bozuklukları kısıtlayıcı neden<br />
olabilmektedir.<br />
İleri anne yaşı hem bebek<br />
hem anne için riskli<br />
İleri anne yaşı hem anne hem de bebek<br />
açısından bazı komplikasyonları arttırmaktadır.<br />
Anneye ait riskler olarak, gebelikte görülen<br />
gizli şeker hastalığı, gebelik zehirlenmesi olarak<br />
adlandırılan preeklampsi hastalığı, kalp ve<br />
damar hastalıkları, dış gebelik oluşumu,<br />
sezaryen ve müdahaleli doğum<br />
sıklığında artış, eş kısmının<br />
yerleşim hataları<br />
nedeni ile gebelik<br />
k a n a m a l a r ı<br />
sayılabilir.<br />
30 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>
KADIN SAĞLIĞI<br />
Bu gibi komplikasyonlar nedeni ile anne ölüm<br />
hızı 5 ila 15 kat artmaktadır. Bütün bu ciddi<br />
hastalıkları bir kenara bıraksak bile hamilelikteki<br />
yaşam kalitesi, yaş nedeni ile vücudumuzda<br />
oluşan yıpranma ile oldukça düşer.<br />
Bunları oluşan eklem hastalıkları, kas kütlesinde<br />
azalma, varis oluşumu, hemoroid olarak<br />
sıralayabiliriz.<br />
Bebek açısından oluşabilecek risklerin başında<br />
düşük oranında artışı saymak gerekir. 20 -30<br />
yaşlar arasında % 15’lerde olan düşük hızı,<br />
35 yaşından sonra % 30’a yükselir. Gelişen<br />
düşüklerin % 40 ila 60’ının nedeni olarak<br />
kromozomal bozukluklar gösterilmiştir. Anne<br />
yaşının özellikle 35 yaşın üzerine çıkması ile<br />
genetik bozukluk oluşum hızı katlanarak artar.<br />
Özellikle Down Sendromu denilen Mongol<br />
çocuk doğurma hızı 35 yaşında ortalama 1/ 250<br />
‘den, örneğin 45 yaşında 1/20’ye yükselir.<br />
Gebelik öncesi sağlık<br />
kontrollerinizi yapmayı ihmal etmeyin!<br />
Tüm bu riskleri en aza indirebilmek için önceliklere gebe kalmayı planlayan anne adaylarının genel<br />
bir sağlık taramasından geçmek üzere bir sağlık kuruluşuna başvurması önemlidir. Gerekli tetkiklerin<br />
yapılmasından sonra saptanabilecek eksikliklerin giderilmesi ve sistemik hastalıkların tedavisi birçok<br />
komplikasyonu önleyebilir. Örneğin; basit bir kan tetkiki ile saptanabilen hipotiroidinin düzeltilmesi<br />
birçok düşüğü engelleyebileceği gibi zeka özürlü bir çocuğun doğmasını önleyebilir. Gebelik öncesi<br />
folik asid vitaminin kullanılmasının bazı beyin ve omurilik sakatlıklarını % 50 azaltabileceği gösterilmiştir.<br />
Beslenmenin düzenlenmesi, kilonun ayarlanması, vücudun genel fitnesinin sağlanması gelişebilecek<br />
gebelikteki konforu arttırabilir. Gebelik süresince ise gebeliğin uzmanınca yakından takibi ve 16-<br />
20 haftalık arasında gerek genetik gerekse yapısal anomaliler açısından taranması birçok handikapı<br />
engelleyebilir. Bu aylarda yapılan doppler ölçümleri ile preeklempsi, yani gebelik zehirlenmesi riski<br />
öngörülerek alınacak önlemler ve ilaç tedavisi ile bu riski % 50 azaltabilmek mümkündür.<br />
İleri anne yaşı ile beraber oldukça sık görülebilen<br />
ciddi risklerden biri de, plasenta yetmezliği adı<br />
verilen, eş denilen anne ile bebek arsındaki<br />
besin alışverişini düzenleyen organın fonksiyon<br />
bozukluğudur. Yeterli düzeyde kan akımı<br />
sağlayamayarak bebeğin beslenmesini bozar<br />
ve en azından düşük tartılı bebek doğumuna<br />
yol açabilir. Daha ciddi durumlarda ise bebekte<br />
beyin hasarı, hatta bebek ölümlerine yol açabilir.<br />
35 yaşından sonra ilk doğumlarda<br />
doğum süreleri uzar!<br />
35 yaşın üzerindeki, özellikle ilk doğumlarda<br />
doğum süreleri daha uzundur. Doğum sırasında<br />
bebek kalp seslerinin bozulması, doğumun<br />
ilerlememesi nedeni ile vakum, forseps<br />
gibi müdahaleler ve sezaryen uygulanması<br />
miktarlarında artış yaşanır. Gizli şeker hastalığı<br />
olan annelerin bebeklerinde gerek gebelik<br />
süresince ani şeker oynamaları nedeni ile “ani<br />
bebek ölümü”, gerekse de doğum sonrası kan<br />
şekeri düşmesi riski yüksektir. Yine 4000 gr.<br />
üstü bebeklerde omuz takılması nedeni ile sinir<br />
yaralanmaları da ileri anne yaşı olan doğumlarda<br />
daha sıktır.<br />
<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />
31
KALP VE DAMAR CERRAHİSİ<br />
YENİ YILDA SAĞLIKLI BİR KALP<br />
İÇİN İÇ DÜNYANIZLA BARIŞIN<br />
Prof. Dr. Bingür Sönmez- <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü<br />
2010 yılının son gününe kadar kalbinizi üzecek neler yaptıysanız, onları geride bırakın.<br />
Sigara, alkol, fazla kilolar, hareketsizlik, stres, öfke nöbetleri…<br />
<strong>2011</strong> yılında kalbinizi yoran tüm bu olumsuzlukları hayatınızdan çıkarmak,<br />
sağlıklı yaşamak için kalbinizi yenilemek elinizde.<br />
<strong>Memorial</strong> <strong>Hastanesi</strong> Kalp ve Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez,<br />
kalbiniz için yeni yıla özel önerilerde bulundu.<br />
Sigarayı bırakmak için<br />
hiçbir zaman geç kalmış<br />
olmazsınız, <strong>2011</strong>’de<br />
sigarayı mutlaka bırakın!<br />
Sigara, koroner kalp hastalıklarını hızlandıran ve akciğerlere olumsuz etki ederek, kalp ameliyatı olan hastalarda ameliyat sonrası ciddi sorunlara neden olmaktadır.<br />
Kadın için de erkek için de önemli olan, sigaraya hiç başlamamaktır. Sigara, kadınlarda erkeklere oranla daha fazla tahribata neden olur. O nedenle özellikle kadınlar<br />
yeni yılda kalp ve akciğer sağlığı için sigarayı bırakmalıdır. Sigaranın kadınlar üzerindeki en önemli etkisi, östrojeni parçalaması ve erken menopoza neden olmasıdır.<br />
Sigara içen kadın hastaların ameliyat sonrası iyileşme süreleri de uzamaktadır. Özellikle menopozdaki kadınların kesinlikle sigarayı bırakması gerekir. Diyabetiklerin<br />
sigara içmesi intihar etmekle eşdeğerdir.<br />
32 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>
KALP VE DAMAR CERRAHİSİ<br />
Yeni yılda yürüyün!<br />
Yeni yılda durağan yaşamınızı hareketlendirin:<br />
• Merdiven yerine asansörü kullanın.<br />
• Otobüse bindiyseniz, inmeniz gereken yerden<br />
bir durak önce inip yürüyün<br />
• Eviniz işinize yakın mesafedeyse aracınızı<br />
kullanmayın.<br />
• Haftada en az üç kez bir saat yüyün Temponuz,<br />
5 kilometreyi 45 dakikada kat ediyor şekilde<br />
olmalıdır.<br />
• Soğuk havalarda kalp sağlığınız için; evlerinizdeki<br />
koşu bandında ya da büyük alış veriş merkezlerinde<br />
tempolu yürüyüşü tercih edebilirsiniz.<br />
Kalbinizle tanışın!<br />
<strong>2011</strong> yılına kadar kalp sağlığınızı kontrol ettirmek<br />
için herhangi bir test ya da tetkik yaptırmadıysanız<br />
harekete geçin. Eko ile kalbinizin kapaklarını ve<br />
popa gücünü ekrandan izleyerek kalbinizle tanışın.<br />
Efor yaptırarak kalbinizin koroner damarlarını<br />
kontrol ettirin. Kan yağlarınızı ve şekerinizi de 6<br />
ayda bir ölçtürüp daha sonraki yıllarda da bunları<br />
tekrarlayın.<br />
<strong>2011</strong> yılında menopoza giren kadınların bu yıldan<br />
başlayarak daha ciddi kardiyak kontrollerden<br />
geçmesi gerekir. Çünkü menopozla birlikte<br />
kadınlarda ortaya çıkan koroner kalp hastalığı çok<br />
hızlı olarak ilerlemektedir.<br />
<strong>2011</strong>’de 30 ve 40 yaşında olacaklar<br />
farklı testler yaptırmalı!<br />
<strong>2011</strong>’de 40 yaşında olacaksanız, bugüne kadar<br />
da kalp yönünden bir kontrolden geçmediyseniz,<br />
<strong>2011</strong>’in ilk haftalarında mutlaka bir kardiyolojik<br />
kontrolden geçin. Özellikle bilgisayarlı anjiyografi<br />
ile kalp damarlarınızın durumunu kontrol<br />
ettirmeniz yararlı olacaktır. Aile geçmişinizde kalp<br />
hastası varsa, şişmansanız, diyabet veya yüksek<br />
tansiyon hastasıysanız, sigara kullanıyorsanız 30,<br />
değilseniz 40 yaşından sonra yeni yılda şu testleri<br />
yaptırın: Efor testi, ECHO, Total kolesterol, HDL<br />
(iyi huylu kolesterol), LDL (kötü huylu kolesterol),<br />
tigliserid ve kan şekeri, homosistein HsCRP. Ayrıca<br />
tansiyonunuzu da düzenli olarak ölçtürmenin<br />
zamanıdır.<br />
<strong>2011</strong> yılı detoks değil retoks<br />
yılı olsun!<br />
Beslenmede çok çeşitliliği benimseyin. Kendinizi<br />
sadece otlara mahkum etmeyin. Sebze ve<br />
meyveye dayalı bir beslenme tarzı belirleyin. Gün<br />
aşırı bir yumurta tüketin. Ayda bir-iki kez kalp<br />
sağlığı için ‘muzır’ gibi görünen yiyecekleri tadarak<br />
biyodengenizi sağlayın. Bu yiyecekleri tüketirken<br />
elbette kalori hesabı da yaparak ölçülü olmaya<br />
özen gösterin. Tıka basa yemek yemekten kaçının.<br />
Ayda bir-iki kez sevdiğiniz bir yemeği –muzır ise<br />
bile-belirli ölçüye aşmamak ve aşırıya kaçmamak<br />
kaydı ile tüketebilirsiniz.<br />
<strong>2011</strong>’de yarışmacı sporlarından<br />
uzak durun!<br />
<strong>2011</strong>’de ‘spor kalbe iyi geliyor’ diye hiçbir zaman<br />
yarışmacı sporlara başlamayın. Futbol, tenis,<br />
basketbol gibi yarışmacı sporlarda 15-20 yıllık<br />
geçmişiniz yoksa, 40 yaşından sonra bu tür<br />
sporlara başlamak felaketi davet etmek olur.<br />
Yarışma içerikli sporlar yerine düzenli egzersiz,<br />
hafif hızlı yürüyüşler, yüzme gibi sporlar yapılması;<br />
kalp hastalıkları ve kalp krizi riskine karşı koruyucu<br />
bir etki yapar. Eğer 30 yaşından sonra yoğun<br />
efor gerektiren bir spora başlayacaksanız, gizli<br />
kalp hastalığı riskine karşı mutlaka kapsamlı bir<br />
kalp kontrolünden geçin ve bir rehabilitasyon<br />
uzmanının yapacağı programı uygulayın.<br />
<strong>2011</strong> sizin için “meditasyon – derin<br />
gevşeme yılı” olsun<br />
• 2010 yılında aileniz, işiniz ve sosyal çevreniz<br />
ile ilgili sizi üzen olaylar varsa, <strong>2011</strong>’de bunlardan<br />
süratle kurtulun.<br />
• <strong>2011</strong>’de barışçı, uyuşmacı, huzurlu ve stressiz<br />
bir yaşam tarzı için yılın birinci gününü saptayın.<br />
• <strong>2011</strong> yılı kendiniz ile kavga ederek geçmişse,<br />
yeni yılda iç dünyanızla barışın<br />
• Evliyseniz, eşinizle daha uyumlu olmaya çalışın.<br />
Anne babaysanız, çocuklarınızla daha ılımlı ve<br />
uzlaşmacı bir iletişim kurun.<br />
• Çok çabuk karar veren, hızlı hızlı konuşan,<br />
merdivenleri birkaç basamak birden çıkmaya<br />
çalışan, sabırsız biriyseniz, (A tipi kişilik) yavaşlayın.<br />
• Yeni yılda iş ve mesleğiniz konusunda hiçbir<br />
zaman, beceri ve olanaklarınızı zorlamayın.<br />
• Meditasyon-derin gevşeme yöntemlerini<br />
öğrenmek için bir psikolog veya yoga uzmanından<br />
yardım alabilirsiniz.<br />
<strong>2011</strong>’de işinizi sevin!<br />
Gününüzün önemli bir kısmını iş yerinde<br />
geçirdiğinizi göz önüne alırsanız, sevdiğiniz bir işi<br />
yapmanız ve iş ortamında mutlu olmanız, ruh ve<br />
beden sağlığınız için çok önemlidir. İş ve meslek<br />
konusunda hiçbir zaman beceri ve olanaklarınızı<br />
zorlamayın. Özellikle aile şirketlerinde, ailenin genç<br />
bireylerine yüklenen ağır sorumluluk nedeniyle,<br />
kalp krizi sorunlarına sık rastlanmaktadır. Bu<br />
nedenle özellikle yurt dışında iyi eğitimler alarak,<br />
ülkelerine büyük bir sorumluluk ile dönen ancak<br />
mesleki deneyimleri yetersiz olan gençlere<br />
özellikle aile şirketleri içinde hazır olmadıkları<br />
sorumluluklar verilmemelidir. Bir işin size<br />
kazandıracağı şeyin yalnızca para olmadığını aynı<br />
zamanda bilgi, gelişim ve mutluluk da getirmesi<br />
gerektiğini aklınızdan çıkarmayın. İş ortamının sizin<br />
için mümkün olduğu kadar keyifli hale gelmesi<br />
için; kontrolsüz hırs ve rekabet duygusundan uzak<br />
durun. Hırsınızı, kendinizi geliştirmek ve çalıştığınız<br />
şirkete yararlı olmak için kullanın. Çalışma<br />
masanızı, aşırı kafein tüketimi için kullanmayın. Ofis<br />
egzersizleri yapın ve iş ortamında da hareketsiz<br />
yaşamdan uzak durun.<br />
<strong>2011</strong>’de aşık olun!<br />
<strong>2011</strong> yılı sizin için “aşk ve sevgi” yılı<br />
olsun. <strong>2011</strong>’de öncelikle; eşinize,<br />
ailenize,çocuklarınıza, işinize ve ülkenize<br />
aşık olun. Çünkü aşık olmak kalbe iyi<br />
gelen endorfin hormonu salgılanmasını<br />
sağlar. Endorfin, zevk ve mutluluk veren<br />
bir hormondur. Sevgi dolu bir yaşam<br />
kalp sağlığı için çok gereklidir. Mutlu<br />
yaşamayabilmek için sağlıklı bir aşk<br />
hayatına ihtiyaç vardır. Düzenli bir aşk<br />
hayatı olan insanların yaşam kalitelerinin<br />
artacağı da kesindir.<br />
<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />
33
NÖROŞİRURJİ<br />
SİNİR HASARLARI VE<br />
CERRAHİSİ<br />
Prof. Dr. Murat İmer - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Nöroşirürji Bölümü<br />
Perifirik sinirler<br />
çok hassas ve<br />
çabuk yaralanabilecek<br />
yapılardır. Periferik<br />
sinirlerde oluşabilecek<br />
bir hasar, beyin ve<br />
kaslar arasındaki<br />
bağlantının kesilmesi<br />
ile sonuçlanabilir. Bu<br />
durumda kişinin belli<br />
hareketleri yapması<br />
ve vücudundan gelen<br />
uyarıları hissetmesi<br />
mümkün olmayabilir.<br />
Hem fiziksel hemde<br />
sosyoekonomik kısıtlamalar<br />
yaratabilir<br />
Periferik sinirler beyin ve omuriliği vücudun<br />
diğer tüm parçalarına bağlayan bir kablo ağına<br />
benzetilebilir. Periferik sinirlerin hasarlanması<br />
sonucu kişinin belli hareketleri yapması<br />
engelleneceğinden önceden sağlıklı olan<br />
bireylerde yol açtıkları sonuçlar ile hem fiziksel<br />
hem de sosyoekonomik bakımdan ciddi<br />
kısıtlamalar yaratabilmektedir.<br />
Araç kazaları hasarların en sık<br />
nedenleri arasındadır<br />
Delici-kesici, bası, enjeksiyon, ezilme, iskemi,<br />
gerilme-çekilme tipinde yaralanmalar en sık<br />
nedenleridir. Daha nadir olarak ısı, elektrik<br />
şoku, radyasyon ve vibrasyon yaralanmaları<br />
sayılabilir. Genel olarak gerilme-çekilme ile<br />
ilgili yaralanmalar özellikle motorlu araç<br />
kazaları sonucu görülürler ve sivil periferik<br />
sinir yaralanmalarının en sık rastlanan tipini<br />
oluştururlar.<br />
Sinir yaralanmalarının sebepleri<br />
Cam, bıçak, testere gibi delici-kesici aletlerle veya<br />
uzun kemiklerdeki kırıklarla olan yaralanmalar da<br />
oldukça sıktır. Bunlar ağır sinir yaralanmalarının<br />
%30’unu oluşturmaktadır. Dokunun yeterince<br />
beslenememesi de önemli bir hasarlanma<br />
mekanizmasıdır. Savaş ve çatışmalar sırasında<br />
oluşan sinir yaralanmalarının ise en sık nedeni<br />
şarapnel yaralanmalarıdır. Bomba ve mayın<br />
patlamaları yaralanmaların diğer bir nedenidir.<br />
Bu tip yaralanmalar yumuşak doku hasarına da<br />
yol açar ve genellikle damar hasarı ile birliktedir.<br />
Detaylı bir nörolojik muayene<br />
gerekir<br />
Periferik sinir yaralanmaları sonucu;<br />
yaralanmanın nedeni, derecesi ve etkilenen sinir<br />
veya sinirlere göre değişmekle birlikte genel<br />
olarak ağrı, yanma hissi, karıncalanma hissi, his<br />
kaybı, etkilenmiş kas grubunda güçsüzlük, sıklıkla<br />
tuttuğu eşyaları düşürmek ve hareket kısıtlılığı<br />
gibi bulgular ortaya çıkabilir. Detaylı bir nörolojik<br />
muayene ile motor, duyusal ve otonomik kayıp<br />
değerlendirilebilir. Muayene sonucunda sinir<br />
yaralanmasını gösteren bulgu ve belirtiler<br />
saptanırsa, ileri tetkik yöntemleri kullanılabilir.<br />
34 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>
NÖROŞİRURJİ<br />
EMG en sık kullanılan tanı<br />
yöntemidir<br />
En sık kullanılan tanı yöntemlerinden birisi<br />
elektromiyografi (EMG)’dir. Bu tetkik ile spesifik<br />
bir sinir tarafından kontrol edilen kasların<br />
nasıl çalıştığı gösterilir. Bir cihaz yardımıyla<br />
kasın dinlenme anındaki ve hareketlenme<br />
veya kasılma sırasındaki elektriksel aktivitesi<br />
kaydedilir. EMG’ye benzer şekilde yapılan<br />
sinir ileti çalışmaları elektriksel sinyallerin sinir<br />
boyunca nasıl iletildiğini gösterir. Etkilenen<br />
alandaki iki ayrı noktaya yerleştirilen elektrodlar<br />
ile sinir uyarılır ve bu uyaranın iki nokta<br />
arasındaki iletim süresinin mesafeye bölünmesi<br />
ile sinir iletimi hesaplanır. Manyetik Rezonans<br />
Görüntüleme (MRG) tetkiki ile de manyetik<br />
dalgaların kullanılması ile sinir de dahil olmak<br />
üzere etkilenmiş vücut bölümünün üç boyutlu<br />
ve detaylı görüntüsü elde edilir.<br />
Her yaralanmaya özgü ayrı bir<br />
tedavi vardır<br />
Periferik sinir yaralanmalarında tedavi,<br />
yaralanmanın biçimine bağlı olarak, her olgunun<br />
kendisine özgü şekilde düzenlenir. Yaralanmanın<br />
türüne, nedenine ve derecesine göre, aşağıdaki<br />
yaklaşımlar tercih edilebilir. Sinirin hasarlandığı;<br />
ancak kesilmediği durumlarda cerrahi ekip<br />
siniri kendi iyileşme sürecine bırakabilir. Bazı<br />
durumlarda sinirin iyileşme potansiyeli ile<br />
birkaç ay içinde cerrahiye gereksinim olmadan<br />
kendiliğinden iyileşme olabilir. Ancak her sinirin<br />
ayda ortalama 2.5 cm iyileştiği hesaba katılırsa<br />
yaralanmış bir sinirin iyileşmesi iki yılı bulabilir.<br />
Bu süreçte hastanın düzenli fizik tedavi ve<br />
rehabilitasyonu, özellikle EMG tetkiki ile takibi<br />
ve düzenli olarak doktor kontrolünde olması<br />
çok önemlidir.<br />
Cerrahi müdahale ne zaman<br />
gerekir?<br />
Ağır hasarın veya kesinin söz konusu olduğu<br />
durumlarda cerrahi müdahale gerekir. Hasarlı<br />
sinirde oluşan nedbe dokusu çıkartılıp sinirin<br />
uç uca dikilmesi veya araya vücudun başka bir<br />
yerinden alınan uygun boyutta bir sinir parçası<br />
(grefti) eklenmesi gerekebilir. Mikrocerrahi<br />
teknikler uygulanılarak çapları 1 mm.’den daha<br />
küçük periferik sinir fasiküllerinin onarımlarının<br />
gerçekleştirilmesi, periferik sinir onarımlarının<br />
sonuçlarına yeni boyutlar ka¬zandırmıştır.<br />
Ameliyat sırasında sinir iletim ölçümlerinin<br />
yapılması ile sinirde ileti olup olmadığı kontrol<br />
edilebilir ve cerrahi sonuçlara katkı sağlanabilir<br />
Cerrahi açıdan zorunlu<br />
olgular olabilir<br />
Cerrahi açıdan daha zorlu olgular; ağır sinir<br />
yaralanmaları, önceden başarılı olmamış<br />
cerrahi müdahale geçirenler ve uzun süre<br />
tedavi edilmeden beklemiş olgulardır. Bu gibi<br />
durumlarda amaç tam iyileşme değil; ancak kritik<br />
işlevlere sahip belli kas gruplarının çalışmasını<br />
sağlamaktır. Tendon transferi ile başka bir sinir<br />
tarafından çalıştırılan kas veya kas gruplarının<br />
tendonlarının yerinin değiştirilmesi ile hasarlı<br />
sinirin işlevi kısmen geri kazanılır.<br />
İyileşme sürecinde fizik tedavinin<br />
önemi<br />
Düzgün bir iyileşmenin sağlanmasında fizik<br />
tedavi ve rehabilitasyonun kritik önemi vardır.<br />
Yaralı sinir iyileştikçe, o sinirler tarafından<br />
çalıştırılan kas ve kas gruplarının normal<br />
işlevlerine dönebilmesi için egzersize ihtiyaç<br />
vardır. Hareketsizlik; katılık ve hareket kısıtlılığı<br />
gibi daha ağır sonuçlara yol açabilir. Etkilenmiş<br />
kasları ve eklemleri çalıştıracak özel hareketler<br />
bu katılığı önler ve işlevlerin geri kazanılmasını<br />
sağlar. Egzersiz dışında sinir iyileşmesi sürecinde<br />
ilgili kasları çalıştırmak için elektrik uyarıcıları<br />
da kullanılabilir. Ayrıca ortezler yardımıyla<br />
eklemlerin uygun pozisyonda durması sağlanır.<br />
İyileşme sürecine bir çok faktör<br />
etki eder<br />
Periferik sinir yaralanmasında hastaların önemli<br />
bir bölümünde değişen düzeylerde ağrı<br />
şikayeti mevcuttur. Çok çeşitli ilaçların yanı<br />
sıra bazı cerrahi yöntemler de ağrı kontrolü<br />
için kullanılabilir. Sinir iyileşmesi; yaralanmasının<br />
seviyesine, oluş mekanizmasına, hasarın<br />
derecesine bağlı olarak değişir. Uygulanan<br />
cerrahi yöntem ve cerrahinin zamanlaması<br />
iyileşme üzerinde belirleyicidir.<br />
Hastanın yaşı ve rehabilitasyona<br />
katılımı önemli<br />
Periferik sinir yaralanmalarının tedavisinde<br />
hastanın yaşı, motivasyonu ve rehabilitasyona<br />
katılımı iyileşme üzerine en etkili faktörlerdendir.<br />
Hasta ve hasta yakınlarına bu yaralanma sonucu<br />
ortaya çıkan tablonun iyileşme sürecinin<br />
ayrıntıları anlatılmalı ve tam katılım sağlanmalıdır.<br />
<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />
35
AĞIZ DİŞ VE ÇENE HASTALIKLARI<br />
DİŞ GICIRDATMASI BAŞ VE SIRT<br />
AĞRILARINA NEDEN OLABİLİR<br />
Dr. Dt. Ali Ekrem CANBAZ / <strong>Memorial</strong> Ağız, Diş ve Çene Hastalıkları Merkezi<br />
Ekonomik sıkıntılar, ailevi<br />
sorunlar, acılar, öfkeler, kontrol<br />
altına alınamayan duyguların<br />
bilinç altında yarattığı etki,<br />
uykularda kişiyi ele veriyor.<br />
Diş gıcırdatması, bu hallerin dışa<br />
vurulmasında en yaygın olanı...<br />
Bruksizm (diş gıcırdatma)<br />
genellikle uyku esnasında<br />
oluşan bir eylemdir.<br />
Çenenin sıkılması, dişlerin<br />
gıcırdatılması olarak bilinir.<br />
Toplumda sık rastlanan bu<br />
alışkanlığa sahip kişiler dişlerini<br />
sıktıklarının farkında değildir.<br />
Diş gıcırdatmanın en önemli<br />
nedeni stres!<br />
Diş gıcırdatmanın en önemli nedeni strestir. Stresin<br />
ilk belirtilerinin görüldüğü yer, ağız dokularıdır.<br />
Stres, bruksizmin hem oluş nedeni hem de olayın<br />
şiddetini artıran en önemli faktördür. Bunun yanında;<br />
çeneler arasındaki kapanış bozuklukları (ortodontik<br />
bozukluklar), diş eksiklikleri sonucu oluşan ağız içi<br />
çiğneme dengesinin bozulmuş olması, kötü yapılmış<br />
dolgu, protez ve bunlara bağlı erken veya yanlış<br />
yapılan diş temasları; diş sıkma, gıcırdatma ve buna<br />
bağlı çene eklemi bozukluklarına neden olabilir. Çene<br />
bölgesinin ani bir travmaya maruz kalması da eklem<br />
şikayeti oluşturabilecek önemli bir nedenlerden<br />
bir diğeridir. Diş sıkma ve diş gıcırdatma üzerinde,<br />
genetik yatkınlığın da önemli bir etkisi vardır.<br />
Diş sıkma ve diş gıcırdatma<br />
sonucu ağız içinde ve çiğneme<br />
sisteminde şu problemler<br />
ortaya çıkar:<br />
• Dişlerin çiğneyici yüzünde oluşan aşınma:<br />
Dişlerin birbirleri ile sürtünmesi sonucunda<br />
çiğneyici yüzeylerinde aşınmalar oluşur. Bu durum,<br />
hem ön dişlerde diş boylarında kısalmaya yol<br />
açacağı hem de estetik sorunlar yaratacağı gibi,<br />
arka dişlerde de aşınma oluşturarak çenenin dikey<br />
boyutunu azaltır. Bunun sonucunda da kişinin yüz<br />
kaslarının özellikle de çiğneme kaslarının fonksiyonu<br />
sırasında ağrılar meydana gelir.<br />
• Dişlerde kırılma: Dişleri sıkma ve gıcırdatma<br />
ile ön dişlerin köşelerinde ve arka dişlerin çıkıntılı<br />
kısımlarında mikro çatlaklar oluşur. Röntgen ile<br />
saptanamayan bu çatlaklar zamanla büyüyerek<br />
dişlerin kırılmasına neden olur.<br />
• Dişlerde aşırı hassasiyet: Genellikle soğuğa karşı<br />
hassasiyet gelişir. Ani diş sızlamaları başlar.<br />
• Diş etlerinde çekilme: Bruksizm, özellikle genç<br />
hastalarda, dişetlerinde hızla gelişen çekilmelere yol<br />
açabilmektedir.<br />
• Dişlerde sallanma: Yıllar süren gıcırdatma sonucu,<br />
diş çevresindeki doku gevşeyerek sallanmaya yol<br />
açar. Aşırı basınç, dişleri saran kemik desteğinin<br />
kaybolmasına da neden olur.<br />
• Yanaklarda iritasyon (tahriş): Özellikle dişlerin<br />
birbirlerine temas ettikleri kapanış çizgisinin<br />
hizasındaki iç yanakta çizgi ya da kabartı şeklinde<br />
fibröz bir oluşum meydana gelir.<br />
• Kas ağrısı: Şakak ve yanak bölgesindeki kasların<br />
aşırı çalışması bu bölgelerde kas ağrısına neden olur.<br />
• Baş ağrısı: Çene ve yüz kaslarında oluşan spazm<br />
ağrıları, yansıyan ağrılara yol açarak zaman zaman<br />
baş ağrısı şeklinde kendini gösterir. Hatta, bu<br />
yansıyan ağrılar nedeniyle boyun ve sırta kadar<br />
varan ağrılarda görülebilir.<br />
• Çene ekleminde ağrı: Dikkate alınmayan ve belirti<br />
verdiği halde önemsenmeyen bruksizm sonucunda,<br />
çene eklemine aşırı yüklenilme nedeniyle eklemde<br />
ağrı, tıkırtı sesi, ağız açmada kısıtlılık, ani çene<br />
kilitlenmeleri yaşanabilir.<br />
Bu belirtiler diş gıcırdatmanın başlangıcından<br />
itibaren ortaya çıkmaz. Olayın şiddetine ve süresine<br />
göre bazen yıllar sonra bile görülebilmektedir.<br />
Belirtilerin tümü çoğunlukla aynı anda olmayabilir.<br />
Bazen çok az belirti gösterdiği de gözlemlenmiştir.<br />
Tedavi için neler yapılmalıdır?<br />
• Gece Plağı: Sadece diş sıkma sorunu olan,<br />
henüz yüz kaslarında veya çene eklemi bölgesinde<br />
şikayetleri başlamamış hastalara, sıkmanın vereceği<br />
zararları en aza indirgeyebilmek amacı ile uygulanan<br />
şeffaf plaklardır.<br />
• Okluzal Splint Tedavisi: Diş sıkması veya farklı<br />
nedenlerle, ağız açmada kısıtlılık, çene eklemi ve<br />
yüz kaslarında ağrı, çene ekleminde tıkırtı sesi<br />
gibi durumlar yaşayan hastalar, artık bu aşamadan<br />
sonra mutlaka bir çene eklemi uzmanı tarafından<br />
muayene edilmeli ve tedavisine başlanmalıdır.<br />
Bu aşamada uygulanan, Okluzal Splint tedavi<br />
apareyleridir. Vakanın durumuna göre uygulanması<br />
gereken çok farklı çeşitleri mevcuttur. Ancak<br />
doğru teşhis sonucu doğru splintin uygulanmasıyla<br />
tedavide sonuca ulaşılabilir. Mutlaka bu konuda<br />
uzman bir hekim tarafından takibi gereklidir. Aksi<br />
halde, eklem şikayetleri bulunan hastaya gece plağı<br />
uygulaması yapılması çok olasıdır. Bu durum tedaviyi<br />
sağlamadığı gibi hastanın gecikmesine ve eklem içi<br />
dejenerasyonunun artmasına da neden olabilir.<br />
• Fizik Tedavi: Bruksizm sonucu ortaya çıkan çene<br />
eklemi şikayetlerinin tedavisi aslında multidisipliner<br />
bir yaklaşımı gerektirir. Kas ağrılarının azaltılması<br />
ve doğru postürün sağlanması için fizik tedavi<br />
olanaklarından faydalanılmalıdır.<br />
• Egzersizler: Tedavi sırasında hastaya, çiğneme<br />
kasları ve çevre dokulardaki kasılmayı rahatlatacak<br />
aktif ya da pasif egzersizler önerilebilir.<br />
• Farmakolojik Tedavi: Eklem şikayetlerinde ve<br />
bruksizmin varlığında ilaçlar tedavi edici özellik<br />
taşımaz. Ancak, ağrı kesici ve kas gevşetici ilaçlar<br />
semptomların (ağrı vs.) azaltılmasında ve ağzın daha<br />
rahat açılmasında etkilidir.<br />
• Psikiyatrik Destek Tedavisi: Hastaların sıkıntı<br />
ve gerilimlerinin çözümlenmesine yardımcı<br />
olarak, fonksiyon bozukluğuna ya da şikayetlerin<br />
artmasına yol açan ikincil psişik faktörlerin ortadan<br />
kaldırıldığı tedavi seçeneğidir. Kişinin sorunları ile baş<br />
edebilmesinin sağlanması tedaviye yardımcı olacağı<br />
gibi bruksizmi de önemli ölçüde azaltacaktır.<br />
36 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>
AĞIZ DİŞ VE ÇENE HASTALIKLARI<br />
YEMEKTEN HEMEN SONRA<br />
DİŞ FIRÇALAMAK ZARARLI<br />
Dt. Aslı Tapan- <strong>Memorial</strong> Suadiye Tıp Merkezi Ağız, Diş ve Çene Hastalıkları Bölümü<br />
Dişlerinize çok<br />
önem veriyorsunuz<br />
ve çürüklerin önüne<br />
geçmek için her yemek<br />
sonrası vakit kaybetmeden<br />
fırçalıyorsunuz.<br />
Bu durum ilk bakışta diş<br />
sağlığını korumak için<br />
mükemmel bir yöntem<br />
olarak görünebilir; ancak<br />
yemek sonrası hemen<br />
dişlerin fırçalanması diş<br />
yüzeyinden bir miktar<br />
maddenin kalkmasına<br />
sebep olarak diş sağlığınızı<br />
olumsuz etkiler.<br />
Yemek sonrası fırçalama<br />
diş yüzeyinden bir miktar<br />
maddeyi kaldırır<br />
Ağız diş sağlığının korunmasının temelinde temizlik<br />
ve bakım yatmaktadır. Yemeklerden ve asitli<br />
içeceklerden hemen sonra dişleri fırçalamaktan<br />
kaçınılmalıdır. Çünkü bu tür gıdalardan sonra<br />
yaklaşık bir saat diş minesi asit saldırısı altında olup<br />
minenin yumuşadığı ve hemen yapılan fırçalamanın<br />
diş yüzeyinden bir miktar madde kaldırdığı<br />
bilinmektedir. İngiltere’de yapılan bir araştırma<br />
neticesinde 5 yaşındaki çocukların %53’ünde<br />
diş erozyonu saptanmıştır. Gazlı içecekler<br />
dışında meyve suları da dişlerde erozyon riskini<br />
artırmaktadır.<br />
Dişler aşındıkça renk bozulmaları<br />
ve hassasiyet artar<br />
Asitli gıda denince akla; narenciye, yeşil elma, turşu,<br />
şarap ve enerji içecekleri gelir. Ph ne kadar düşük<br />
ise ürün o kadar asidiktir. Ph’ın 5.5’ten küçük<br />
olması çürük oluşturmaktadır. Alkaliler yüksek<br />
ph’a sahiptir. Düşük ph’lı ürünlerden bazıları<br />
sirke, kırmızı şarap, greyfurt, turşu vs.dir. Sütün<br />
ph’ı 6.9, cheddar peynirinin ise 5.9’dur. Ayrıca<br />
kişilerde artan estetik beklentisi sebebiyle dişleri<br />
beyazlatmak için aşındırıcı diş macunu ve diş<br />
parlatma tozları talebi diş sağlığını olumsuz yönde<br />
etkilemektedir. Dişin minesi aşındıkça alttaki dentin<br />
tabakasının açığa çıkmasıyla dişin rengi daha sarı<br />
gözükmekte, sıcak ve soğuk hassasiyeti de buna<br />
eklenmektedir. İlerlemiş dönemde artan duyarlılık,<br />
oluşan çatlaklar, giderek artan renk bozulmaları<br />
gözlenebilir.<br />
Ara öğünleri şekersiz gıdalardan<br />
seçin ve yatmadan önce mutlaka<br />
dişlerinizi fırçalayın<br />
Pek çok işlenmiş besinde şeker bulunur. “Şeker<br />
ilavesizdir” ibaresi her zaman o besinde şeker<br />
olmadığını göstermez. Ara öğünler şekersiz<br />
gıdalardan seçilmelidir. Kurutulmuş meyvelerin<br />
şeker miktarı daha fazladır ve dişe yapışabilir. Ara<br />
öğünde meyve yenirse arkasından peynir gibi alkali<br />
bir besin yemelidir. Su ve süt en iyi içeceklerdir.<br />
Meyve suları yemek sırasında içilebilir. Ara öğünde<br />
yalnız içmesi istenirse de suyla seyreltilmesi<br />
önerilir. Gece çürük riski artacağından yatmadan<br />
önce mutlaka özenle fırçalanmalıdır. Erozyonun<br />
şiddeti; zaman, ph, asit tipi, ısı ve likit akış oranı gibi<br />
faktörlerle ilgilidir. Geleneksel çayın ph’ı 4.8, bitki<br />
çayının 3.2’dir. Dolayısıyla bitki çayları normal çaya<br />
oranla daha erozivdir.<br />
Çürükten ve asit erozyonundan<br />
korumak için neler yapmalıyız?<br />
Çocuklarımızda süt ve su gibi içeceklerin tüketimini<br />
artırma yoluna gidilmelidir. Yoğurt düşük ph’ına<br />
rağmen erozyona yol açmayabilir. Çünkü içinde<br />
yüksek miktarda kalsiyum ve fosfat vardır. Meyve<br />
sularına asidik içeceklere kalsiyum eklenerek<br />
erozyon önlenebilir. Ancak iyi maskelenmezse<br />
ağza tebeşirimsi bir tat gelir. Asitli içeceklerin<br />
içine florür eklenmesi çok tüketimi halinde risk<br />
taşır. Daha konsantre bir içecek diş yüzeyine daha<br />
çok yapışır ve ağızda daha uzun süre kalır. Gece<br />
tükürük akışı azaldığında asitler dişte daha çok<br />
erozyona yol açar. Bu nedenle gece mutlak suretle<br />
dişlerimizi fırçalamalıyız.<br />
<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />
37
FİZİK TEDAVİ VE REHABİLİTASYON<br />
FAZLA KİLOLAR VE YANLIŞ AYAKKABI SEÇİMİ<br />
TOPUK DİKENİNE ZEMİN HAZIRLIYOR<br />
Uz. Dr. Feride Ekimler Süslü - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü<br />
Topuk dikeni hastalığı<br />
bir çeşit, ayak tabanı<br />
zarı iltihabıdır. En önemli<br />
belirtisi ise ağrıdır. Ağrının<br />
özelliği, dinlenme<br />
durumunda<br />
görülmeyip, ancak hareket<br />
halinde ve özellikle yere<br />
basıldığı zaman oluşmasıdır.<br />
Hasta, sabah kalkıldıktan<br />
sonra ilk adım attığı anda<br />
güne ağrı hissi ile başlar ve<br />
bir süre yürüdükten sonra<br />
ilk ağrının şiddeti azalır.<br />
Ancak günün sonunda<br />
tekrar ağrı başlayabilir.<br />
Şiddetli ayak ağrılarınızın nedeni<br />
topuk dikeni olabilir<br />
Topuk dikeni, topuk ağrılarının en sık görülen<br />
sebebidir. Ağrının yeri genelde ayak tabanı ile<br />
ayak iç bölgesi arasıdır. Genellikle 40 yaş üzeri<br />
hastalarda görülür. Topuk dikeninin boyutu ve<br />
ortaya çıkardığı klinik bulgular arasında bir ilişki<br />
yoktur. Topuk dikeninin boyutu 4-6 mm kadar<br />
olabilir. Ağrının özelliği, sabah kalkınca ilk adım<br />
atma sırasında ya da uzun süre oturma sonrası<br />
ilk basışta ortaya çıkmasıdır. Birkaç adım attıktan<br />
sonra ağrının şiddeti azalır. Fakat uzun süre<br />
ayakta durma ve yol yürüme ile günün sonuna<br />
doğru şikâyetlerde artma olur. Ağrı topuğun<br />
orta kısımda iç tarafa yakın bölgede daha<br />
yaygındır. Bazen ağrı alt bacağa doğru yayılabilir.<br />
Şişmanlık topuk dikeni<br />
için bir risktir!<br />
Topuk dikeni hastalığında en önemli neden,<br />
şişmanlıktır. Ancak normal kiloda olan<br />
insanlarda da ortaya çıkabilir. Özellikle çocukluk<br />
ve gençlik yıllarında ayak sağlığına önem<br />
vermemiş ve genellikle doğru ayakkabı tercihi<br />
yapmamış kişilerde, uzun süre ayakta kalmayı<br />
gerektiren işlerde çalışanlarda, ayağın yapısal<br />
bozukluğu (düztabanlık, ayak tabanı yüksekliği)<br />
durumlarında, yürüme bozukluğu olan kişilerde<br />
ve bazı romatizmal hastalıklarda (ankilozan<br />
spondilit, reiter sendromu ve psöriatik artrit)<br />
daha sık görülür.<br />
Topuk dikeni tedavisinde ayakkabı<br />
seçimine dikkat!<br />
Topuk dikeni tedavisinde çeşitli yöntemler<br />
vardır. Aşırı kilolu kişilerin öncelikle kilo<br />
vermesi sağlanmalıdır. Kullanılan ayakkabılarda<br />
da düzenleme yapılmalıdır. Özellikle yumuşak<br />
tabanlı topuk kısmı darbe emen ayakkabılar<br />
tercih edilmelidir. Ayakkabı veya evde kullanılan<br />
terliklerin içine, ağrılı bölgeye gelen kısmı delik<br />
olan topuk yastıkçığı/taban desteği yerleştirilmesi<br />
önerilir. Ayak tabanını esnetecek egzersizler de<br />
gün içinde birkaç kez tekrarlanmalıdır. Tedaviye<br />
eklenen ağrı kesicilerin yanında, ağrılı bölgeye<br />
her gün birkaç dakika yapılacak masajı da etkili<br />
olabilir. Eğer ağrı düzelmezse topuğa kortizon<br />
enjekte edilebilir. Kortizon ağrıyı gidermekte<br />
oldukça etkilidir. Ancak kortizon enjeksiyon<br />
işlemi aşırı ağrılı olduğu için, uygulama açısından<br />
büyük güçlüğe neden olmaktadır.<br />
Müzminleşmiş topuk dikenine<br />
şok tedavi; ESWT<br />
Topuk dikeninin tedavisinde, “Şok Dalga Tedavisi”<br />
de kullanılmaktadır. Ekstrakorporal şok dalgaları<br />
(ESWT), vücut dışında üretildikten sonra bir<br />
uygulama başlığı ile vücudun istenilen bölgesine<br />
uygulanan, basınç dalgalarının kullanıldığı bir<br />
fizik tedavi yöntemidir. Bu teknik uzun yıllar<br />
böbrek taşlarını kırmak amacı ile kullanılmıştır.<br />
Topuk dikeninde % 85 kalıcı iyileşme sağlar.<br />
Tedaviye ne kadar erken başlanırsa başarı şansı<br />
o kadar iyidir. Tedavi 3-5 seans ve ortalama<br />
20 dakika sürmektedir. Seanslar 1 hafta ara ile<br />
yapılır. Hamilelikte, kanserli hastalarda, hemofili<br />
gibi kan hastalığı olanlarda, kanama eğilimini<br />
artıran ilaç kullananlarda, uygulama alanı<br />
üzerinde enfeksiyonu olanlarda ve kalp pili olan<br />
kişilerde uygulanamayacak bir yöntemdir. Şok<br />
dalga tedavisinin avantajı; cerrahi olmaksızın,<br />
anestezisiz ve ilaçsız, kısa sürede iyileşme<br />
sağlamasıdır. Tedaviden sonra topuk dikeni<br />
tekrarlama şansı düşüktür. Tüm bu tedavi<br />
yöntemlerine rağmen hastanın şikâyetleri<br />
devam ederse hasta cerrahiye yönlendirilir.<br />
38 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>
KEMİK ERİMESİNE KARŞI<br />
HAREKETLENİN!<br />
Uz. Dr. Rıza Nejat Azeri <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü<br />
FİZİK TEDAVİ VE REHABİLİTASYON<br />
Osteoporoz, düşük kemik kitlesi ve kemik yapısının bozulması nedeniyle kemiklerin<br />
incelme, zayıflama ve kırılma olasılığının artmasıdır. Kemik erimesi olarak da adlandırılan<br />
bu hastalık, özellikle 45 yaşından sonra kadınların korkulu rüyası haline gelmektedir.<br />
Kemik erimesi kadınlarda daha fazla görülüyor<br />
Osteoporoz tedavisi kişinin yaşına, cinsiyetine, kemik erimesinin oluş<br />
nedenine göre değişiklik gösterir. Kadınlar menopoza girdikten sonra<br />
düşen östrojen hormonu nedeniyle, menopozdan sonraki ilk 10 sene<br />
içinde, kemikte daha hızlı kitle kaybeder. Erkeklerde ise kadınlara göre<br />
kemik erimesi daha geç başlar.<br />
Kimler kemik ölçümü yaptırmalıdır?<br />
• Kişinin ailesinde kemik erimesi öyküsü varsa,<br />
• Kişi küçük kemikli ve zayıf ise (kilolu kişilerde kemikler yük taşıdığı için daha az<br />
osteoporoz görülür),<br />
• Erken menopoza giren kadınlarda,<br />
• Yumurtalıkları veya rahmi çeşitli nedenlerden alınmış kadınlarda,<br />
• Hareketsiz yaşam süren, fiziksel aktivitenin az olduğu kişilerde,<br />
• Kahve, sigara ve alkol tüketimi fazla olan kişilerde,<br />
• Erken yaşta, çocuklukta kalsiyum ağırlıklı (süt ve süt ürünleri) beslenmeyenlerde,<br />
• Fazla doğum yapan ve gebelikte yeterince kalsiyum almayan kadınlarda,<br />
• Yeterli güneşlenmeyen kişilerde kemik erimesi riski artar.<br />
Hareketsiz yaşam osteoporoz nedeni!<br />
Kemik erimesinin diğer nedenlerinden biri de hareketsiz bir yaşam<br />
sürdürmektir. Fiziksel aktivitenin olmadığı ya da az olduğu durumlarda<br />
kemiklerde kitle kaybı başlar. Fiziksel aktivite, kişide kalsiyum kaybını<br />
önler, kemiklerin ise daha fazla güçlenmesini sağlar. Osteoporoz<br />
gelişmeden her sağlıklı insanın fiziksel aktiviteyi alışkanlık haline<br />
getirmesi çok önemlidir. Kemik erimesinden korunmak için kemiklerin<br />
güçlenmesini sağlayacak egzersizler yapılabilir. Sadece egzersiz yapmak<br />
kemik erimesini azaltmaz; fakat osteoporozu olan ve bu riski taşıyan<br />
kişilere uygun egzersizler verilebilir. Kemik erimesi ileri düzeyde olan<br />
hastalara verilen egzersizlerin ağır olmamasına dikkat edilmelidir. Bu<br />
hastaların kırık riskine karşı düşmekten, ağır spor aktivitelerinden<br />
kaçınmaları, hatta ev dizaynına bile dikkat etmeleri gerekir. Kemik<br />
erimesi tedavisinde egzersizin yanı sıra ilaç tedavisi uygulanır.<br />
Sırt ağrılarına dikkat!<br />
Osteoporoz (kemik erimesi) çoğu zaman belirti vermeyebilir.<br />
Fakat kemik erimesinin düzeyi fazla ise sırtta çok küçük kırıkların<br />
meydana gelmesi sonucu sırt ağrıları oluşabilir. Osteoporoz nedeniyle<br />
kişide kamburluk da görülebilmektedir. Kalça kemiklerinde oluşan<br />
osteoporoz ise çoğunlukla belirti vermez.<br />
<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />
39
ORGAN NAKLİ<br />
ORGAN NAKLİ HAKKINDA EN ÇOK<br />
SORULAN SORULAR<br />
Prof. Dr. Münci Kalayoğlu - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Organ Nakli, Genel Cerrahi ve Çocuk Cerrahisi Merkezi<br />
Türkiye’de organ bağışının az olması nedeniyle, organ nakillerinin büyük bir<br />
bölümü canlı vericilerden alınan organlarla gerçekleştirilmektedir. A.B.D. ve birçok<br />
Avrupa ülkesinde ise ölen insanların organlarıyla yapılan organ nakilleri ağırlıktadır.<br />
Ülkemizde organ<br />
bekleyen kişi sayısı gün<br />
geçtikçe artıyor. Ancak<br />
organ bağışının<br />
istenilen düzeylere<br />
ulaşamaması nedeniyle,<br />
oldukça kısıtlı sayıdaki<br />
hasta organ nakliyle<br />
hayata dönebiliyor. Bu<br />
durum da canlıdan<br />
alınan organlarla yapılan<br />
nakillerin artmasına<br />
neden oluyor.<br />
?<br />
İşte; organ bağışı ve organ nakli ile ilgili gerçekler, organ nakli hakkında<br />
en çok sorulan sorular…<br />
Organ bağışı yetersiz olunca canlı vericiler gündeme geliyor<br />
Organ nakli ameliyatı için, nakledilecek sağlıklı bir organ gerekir. Organ nakli için en ideal organ kaynağı, beyin ölümü gerçekleşmiş olan kişilerdir. Hayatını<br />
kaybetmiş birinin toprağa gömülecek organları organ bağışıyla başka bedenlere hayat verebilir. Ancak organ bağışı, ülke çapında devlet desteği ile geliştirilecek<br />
politika ve stratejilerin halka anlatılmasının ve uygulanmasının bir sonucu olarak ortaya çıkar. Burada öncelikle sağlık kurumları ve sağlık çalışanlarının<br />
bilinçlendirilmesi önemlidir. Bu sistemin Türkiye’de henüz iyi işlememesi nedeniyle organ bağışının az olması, hastaları ve organ nakli merkezlerini canlıdan<br />
nakillere yöneltmektedir. Büyük sağlık sorunları yaşayan ve hatta ölüm tehlikesi altındaki hastalarına faydalı olabilmek için, yakınları gönüllü olarak organ<br />
vermektedir. Bu şekilde yapılan nakillerde tamamen sağlıklı olan bir kişi ameliyat edilip, karaciğerinin bir kısmı veya bir böbreği alınmaktadır. Tıbbi olarak<br />
zorunluluğun olmadığı bir durumda sağlıklı birini ameliyat etmek istenmeyen bir durum olmasına rağmen, insanları yaşatmak için tek seçenektir. Elbette canlı<br />
organ vericileri hem kanuni hem de tıbbi olarak incelenmektedir. Eğer yapılacak ameliyatın; vericinin sosyal durumuna, işine, aile yaşantısına veya sağlığına en<br />
küçük bir zararı olacağı düşünülürse, bu kişilerden organ alınmamaktadır. Türkiye, organ bağışında gelişmiş ülkeler seviyesine çıkılabildiğinde, sağlıklı insanların<br />
organ vermek için ameliyat olmasına gerek kalmayacaktır.<br />
40<br />
<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>
ORGAN NAKLİ<br />
Organ bağışı bir kültürdür<br />
Organ bağışı yapılmadığı sürece, insanlar<br />
organ beklerken hayatını kaybedecektir. Oysa<br />
organ bağışı sayesinde yapılan nakillerle;<br />
hasta olan insanlar iyileşip, normal hayatlarına<br />
dönebilmektedir. İnsanoğlunun ölen kişiyi<br />
geri getirme gücü yok ama organ bağışıyla<br />
hayat kurtarma şansı var. İnsan hayatı kadar<br />
önemli olan organ bağışı elbette kendi haline<br />
bırakılamaz. Eğitim seferberlikleri, sigarayla<br />
savaş kampanyaları, çevre bilinci kampanyaları<br />
gibi organizasyonlarla ülke çapında farkındalık<br />
yaratılmalıdır. Bugüne kadar yapılan çalışmalar<br />
genellikle bireysel ve geçici olmuştur. Hitap<br />
ettiği kitle dışında toplumun her kesimine<br />
yayılamayan bu projeler organ bağışı oranlarına<br />
ciddi katkılar da yapamamıştır. Devletin<br />
koordinatörlüğüyle sağlık çalışanları başta<br />
olmak üzere tüm toplumu aydınlatacak<br />
projeler üretilmesi çok önemlidir. Organ nakli<br />
koordinatörleri ve organ nakli cerrahları birçok<br />
farklı projede ve konferansta toplulukları<br />
bilgilendirmektedir. Bunların belirli bir strateji<br />
çerçevesinde gerçekleştirilmesi, medyanın etkin<br />
kullanılması ve en önemlisi süreklilik arz etmesi<br />
gerekmektedir. Böylelikle toplumda tartışılması,<br />
yanlışların ortaya çıkarılması, doğruların<br />
anlaşılması ve bir organ bağışı kültürü oluşmaya<br />
başlaması süreci başlatılmış olacaktır.<br />
Organ bağışının az olmasından<br />
ülke ekonomisi de ciddi şekilde<br />
etkileniyor<br />
Organ nakli bekleyen hastalar, ülke ekonomisi<br />
için yük oluşturmaktadır. Örneğin; karaciğer<br />
hastasının yaşam süresi 1-2 yıldır. Bu kişiler<br />
hastalıkları nedeniyle çalışamamakta, hastalık<br />
sürekli tedavi gerektirmekte, ilaç masrafları,<br />
hastaneye yatışları, enfeksiyon sorunları ve<br />
antibiyotik kullanımı gibi süreçler, devlete maddi<br />
bir yük getirmektedir. İyi merkezlerin yetersizliği<br />
nedeniyle bağışlanan kalplerin sadece %5’i<br />
kullanılabilmektedir. Kalp yetmezliği olan kişiyi<br />
hayatta tutabilmek için suni kalp takılırsa bunun<br />
devlete maliyeti 120 bin dolardır. Oysa kalp<br />
nakli yapılırsa maliyet 20-30 bin lira olacaktır.<br />
Benzer şekilde bir kronik böbrek yetmezliği<br />
hastasının sadece bir yıllık diyaliz maliyeti, nakil<br />
maliyetinden fazladır.<br />
Bağışladığım organlar para ile<br />
başkasına satılabilir mi?<br />
Satılamaz. Bir insan öldükten sonra organları<br />
bağışlandığında, Organ Nakli Koordinasyon<br />
sistemi devreye girer. Bu sistem gereğince<br />
bağışlanan organlar Sağlık Bakanlığı’nın Bölge<br />
Koordinasyon Merkezi’ne (BKM) ve oradan<br />
da Ulusal Koordinasyon Merkezi’ne (UKM)<br />
bildirilirler. Organların hangi hastalara en<br />
uygun olduğunun belirlenmesi ve merkezlere<br />
dağıtımı UKM’nin koordinasyonuyla gerçekleşir.<br />
Ülkemizdeki uygulamada herhangi bir şart<br />
karşılığında organ bağışı kesinlikle kabul<br />
edilmemektedir.<br />
Organ nakli iyi bir tedavi<br />
yöntemi midir?<br />
Organ nakli, kronik organ yetmezliği olan<br />
hastaların kesin tedavisidir. Bu hastaların hayatta<br />
kalmalarının kesin çözümü, organ naklidir. Organ<br />
nakli yapıldığında hastalar içimizden herhangi<br />
birisi kadar sağlıklı bir konuma gelirler.<br />
Organlar alınırken yapılan<br />
ameliyatta cenazenin<br />
bütünlüğü bozulur mu?<br />
Kadavradan organ çıkarma işlemi, herhangi bir<br />
canlı ameliyatı kadar özenle yapılır. Organlar<br />
çıkarıldıktan sonra mümkün olduğunca estetik<br />
dikişlerle dikilerek, bedenin hiçbir şekilde zarar<br />
görmemesine büyük önem verilir. O bedenler<br />
organların kıymetini çok iyi bilen hekimler için<br />
kutsaldır ve hak ettikleri saygıyı görürler.<br />
Organ bağışı için yaş sınırı nedir?<br />
Organ bağışı için yaş sınırı yoktur. Yeni doğan<br />
bebekten bile organ alınabilir. Kullanılacak<br />
organa göre organın yaşı belli bir risk oluştursa<br />
da yarını göremeyecek alıcılar için her yaşta<br />
ve koşuldaki organları kullanabilmek mümkün<br />
olabilir.<br />
Hayattayken organlarını<br />
bağışlayan bir kişi daha sonra<br />
bundan vazgeçebilir mi?<br />
Tabi ki, evet. Bu kararınızı yakınlarınıza<br />
söylemeniz yeterlidir. Çünkü günü geldiğinde<br />
bağışınızı değerlendirecek olanlar yine<br />
yakınlarınızdır. Bugün ülkemizdeki uygulamaya<br />
göre bağış kartınız olsa bile yakınlarınız izin<br />
vermedikçe organlarınız alınamaz.<br />
“Ben sadece böbreklerimi<br />
bağışlamak istiyorum” diyebilir<br />
miyim?<br />
Elbette diyebilirsiniz. Organ bağış kartınızda<br />
bunu belirtecek seçenekler bulunmaktadır.<br />
Ayrıca yakınlarınıza bunu söylemeniz de yeterli<br />
olacaktır.<br />
Ülkemizin organ<br />
nakillerindeki başarı oranı<br />
nedir?<br />
Ülkemizde organ nakilleri dünya<br />
standardında yapılmakta ve hatta dünya<br />
standardının üzerine sonuçlanmaktadır.<br />
Karaciğer ve böbrek gibi önemli organların<br />
nakillerinde başarı oranları % 90’nın<br />
üzerindedir.<br />
Organ nakli sistemi nasıl<br />
kontrol edilir?<br />
Ölümün gerçekleştiği yoğun bakım ünitesi<br />
personeli, bu ünitenin hekimleri ve hemşireleri,<br />
bağışı yapan aile, bağışın yapıldığı hastanenin<br />
organ nakli koordinatörü ve başhekimliği,<br />
savcılık, adli tabip, Sağlık Bakanlığı, Bölge<br />
Koordinasyon Merkezi, Ulusal Koordinasyon<br />
Merkezi, organları ameliyatla çıkartacak ekip,<br />
organ naklini yapacak merkez, organ nakli olacak<br />
hasta ve yakınları, diğer organ nakli merkezleri<br />
ve diğerleri… Ek olarak organ naklinin<br />
yapılacağı hastanede; ameliyathane, anestezi,<br />
kan bankası, yoğun bakım, immünoloji ve<br />
gerekli görülen tüm branşlar (kardiyoloji, göğüs<br />
hastalıkları, diş, enfeksiyon hastalıkları, jinekoloji,<br />
pediatri, psikiyatri vs) hasta için görüş bildirir. Bir<br />
organ bağışı olduğunda yukarıdakilerin hepsinin<br />
bilgisi ve irili ufaklı görevleri vardır. Dolayısıyla<br />
sistem otokontrolden kurtulamayacak kadar<br />
komplekstir ve kalabalık bir ekip gerektirir. İllegal<br />
bir durumunun üstünü örtemeyecek kadar çok<br />
kişi sistemin içinde bulunmaktadır. Nitekim<br />
kadavra organ bağışlarında adli kayıtlara geçmiş<br />
hiç bir olay da yoktur. İster kadavra ister canlı<br />
vericili olsun her organ nakli mutlaka gerekli<br />
belgelerle birlikte Sağlık Bakanlığı’na bildirilir.<br />
<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />
41
HAYATIN İÇİNDEN<br />
KUZENİNİN BÖBREĞİ İLE<br />
YENİDEN DOĞDU<br />
Almanya’da<br />
yaşayan 13<br />
yaşındaki<br />
Aylin Aydın,<br />
25 yaşındaki<br />
kuzeni Aysever<br />
Gülertürk’ten<br />
aldığı böbrekle,<br />
arkadaşlarının<br />
arasına dönmenin<br />
mutluluğu yaşıyor.<br />
Bağışıklık sisteminin antikorlar üretip vücudun<br />
kendi yapılarına saldırması ile oluşan “Lupus<br />
Hastalığı” Aylin’in sürekli protein kaybetmesine<br />
ve idrarından kan gelmesine neden oldu. Bu<br />
süreçte, Aylin’in böbreği de çalışamaz duruma<br />
geldi. Yapılan tedaviler de yanıt vermeyince<br />
Aylin, diyalize girmek zorunda kaldı.<br />
Aylin Aydın’ın 3 yıldır süren diyaliz süreci,<br />
kuzeninden alınan böbreğin <strong>Memorial</strong> Şişli<br />
<strong>Hastanesi</strong>’nde gerçekleştirilen ameliyatla<br />
nakledilmesiyle sona erdi.<br />
Anne Emel Aydın, kızı Aylin’in hastalığı<br />
döneminde yaşadıklarını şöyle anlattı:<br />
“Saatlere bağlı yaşamak<br />
zorundaydık”<br />
Aylin, 2007 yılında hemodiyalize girmeye başladı.<br />
Evde yapılan ve özel periton diyaliz solüsyonu<br />
karın boşluğundan vererek uygulanan Periton<br />
Diyaliz tedavi yöntemi uygulanmaya başladı. Her<br />
gün belirli aralıklarla uygulamak zorundaydık.<br />
Dolayısıyla dışarı bile çıktığımızda hemen eve<br />
gelmek zorunda kalıyorduk.<br />
“Kızım arkadaşları ile vakit<br />
geçiremiyordu”<br />
Kızım okula devam ediyordu ancak arkadaşlarıyla<br />
vakit geçiremiyordu. Günde 5 kez periton diyalize<br />
girmek zorundaydı. O yüzden sürekli arabayla<br />
okuldan alınıyor, eve gelip diyalize giriyordu<br />
sonra tekrar okula dönüyordu. Beraber dışarı<br />
çıktığımızda bile tedaviye devam edebilmek<br />
için belirli aralıklarla eve dönmek zorunda<br />
kalıyorduk.<br />
“Hiçbir hastaneye güvenemedik”<br />
Almanya’da yaşıyoruz. Hastalık ortaya çıktığı anda<br />
araştırma yapmaya başladık. Ancak ameliyatı<br />
Türkiye’de yaptırmak istiyorduk. Bu nedenle<br />
hiçbir hastaneye güvenemedik. Yakınlarımız,<br />
Türkiye’de bu ameliyatın yapılabileceği çok<br />
iyi bir merkez olduğu konusunda bizi uyardı.<br />
Araştırdık ve <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong>’ne<br />
gelmeye karar verdik. Hocalarımızdan da<br />
hastanenin verdiği hizmetten de çok memnun<br />
kaldık. Aylin gibi rahatsızlığı olan herkes gözü<br />
kapalı buraya gelebilir. Almanya’dan sırf bu<br />
ameliyat için geldik ve en kısa zamanda geri<br />
döneceğiz. Orada da tüm yakınlarıma burada<br />
aldığım hizmetten bahsedeceğim.<br />
Kuzenine verdiği böbrek ile onun yeniden hayata<br />
dönmesini sağlayan 25 yaşındaki kuzen Aysever<br />
Gülertürk, genç yaşında bu kararı vermekte<br />
tereddüt etmediğini dile getirdi. Gülertürk,<br />
“Aslında organ bağışlamak zor bir karar ancak<br />
bir saniye bile düşünmedim. Onun ve teyzemin<br />
bu halini görmeye dayanamıyordum.<br />
Kanımın da uyduğunu öğrendiğim an<br />
karar verdim ve ameliyata alındım” diye<br />
konuştu.<br />
<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Organ<br />
Nakli Bölümü’nden<br />
Op. Dr. Burak Koçak da;<br />
“Aylin geldiğinde vücudun bağışıklık sisteminin<br />
kendi vücudundaki organlara saldırması olarak<br />
bilinen Lupus hastasıydı. Buna bağlı olarak<br />
böbrek yetmezliği gelişmiş. Bu yüzden böbrek<br />
nakli olması gerekiyordu. Lupus hastaları zor<br />
bir hasta grubudur. Vücuttaki çeşitli organlarda<br />
bazı rahatsızlıklar ortaya çıkabiliyor. O yüzden<br />
daha dikkatli davranılması gereken hastalar.<br />
Lupus hastalığını bağlı olarak hastanemizdeki<br />
hematoloji doktorlarının da yakın takibinde idi.<br />
Tüm kontrollerin ardından ameliyatını yaptık.<br />
Başarılı bir ameliyat gerçekleştirdik. Aysever’<br />
den aldığımız böbreği Aylin’e naklettik. Böbrek<br />
hemen çalışmaya başladı. Ameliyat sonrası<br />
hiçbir sorun yaşamadık. Aylin’in de artık diğer<br />
arkadaşlarından hiçbir farkı yok” diye konuştu.<br />
42 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>
HAYATIN İÇİNDEN<br />
PANİK ATAK NÖBETİ SAYESİNDE DOĞUŞTAN KALP<br />
HASTALIĞINI ÖĞRENDİ HAYATI KURTULDU<br />
17 Ağustos 1999 yılında<br />
tüm Türkiye’yi derinden<br />
etkileyen Gölcük<br />
depremi sonrasında<br />
panik atak krizleri<br />
yaşamaya başlayan<br />
Mustafa Çalışkan,<br />
psikiyatri tedavisi<br />
için gittiği hastanede<br />
doğuştan bir kalp<br />
rahatsızlığı olduğunu<br />
öğrendi.<br />
Doğuştan kalp kapak esnemesi<br />
olan 60 yaşındaki Çalışkan’ın kalp<br />
kapağı sürekli kan kaçırıyordu.<br />
Yaşadığı panik atak rahatsızlığının<br />
aslında hayatını kurtaracağını<br />
bilmeyen ve yıllardır ilaç tedavisi<br />
ile yaşamını sürdüren Çalışkan,<br />
<strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong>’nde<br />
geçirdiği kalp kapak tamir<br />
ameliyatı ile sağlığına kavuştu.<br />
Ameliyat sonrası 5. gün taburcu<br />
olan Çalışkan, duygularını şöyle<br />
ifade etti:<br />
“Kalp çarpıntılarımı panik atağa bağlamam az daha<br />
hayatıma mal oluyordu”<br />
Adapazarı’nda yaşıyorum. Hepimizin bildiği gibi 1999 yılında acı bir durum yaşadık. Depremi en yakından<br />
yaşayan biri olarak bu ben de acı izler bıraktı. Bunlardan ilki beni panik atak hastası yapmasıydı. Çok farklı bir<br />
insan olmuştum. Baygınlıklarım oluyor, sıcaklarda yürüyemiyordum. Panik atakla beraber taşikardi yaşıyordum<br />
ve bunu hep panik atak hastası olmama bağlıyordum. Ancak gittiğim muayenelerin sonuçlarında gördüm ki;<br />
aslında doğuştan bir kalp kapak hastalığım vardı. Bu olayın ardından önemini bir kez daha anladım.<br />
“Her an öleceğimi düşünüyordum”<br />
İlk olarak ilaç tedavisine başlandı, 2010 Eylül ayına kadar 10 sene boyunca ilaç kullandım. Ancak daha sonra<br />
ilaçlar da etkisini yitirdi, kendi başıma yürüyemez hale gelmiştim. Çok çabuk yorulduğumdan hiçbir işimi<br />
yapamaz haldeydim. Tansiyon problemim artığından artık ilaçlar yetersiz kalıyordu. Doktorumun tavsiyesi<br />
ile İstanbul’a Doç. Dr. Azmi Özler’in yanına geldik. Neler yaşayacağımı bilmediğimden çok korkuyordum.<br />
Ancak Azmi Bey ile tanışınca tüm bu korkularımı onun güvenilir kişiliği sayesinde yendim. Konuşmasını ve<br />
fiziksel yapısını babama benzetmem de kendisine gözü kapalı güvenmeme sebep oldu. Hastalık sırasında<br />
her an öleceğimi hissediyordum. Şu anda ise yeni doğmanın ne demek olduğunu anladım. İlaç kullanmadan<br />
hayatıma devam edeceğim, bu bana en güzel hediye. Türkiye şartlarında böyle bir hastane ve ekip ile gurur<br />
duydum.<br />
<strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü’nden Doç. Dr. Azmi Özler,<br />
Mustafa Çalışkan’ın kendi kalp kapağının tamir edildiğini ve bu yöntemin hastaya pek çok<br />
avantaj sağladığını belirterek şunları kaydetti:<br />
“Mustafa Bey’de büyük bir travma sonucu oluşan panik atak var; ama bu strese mi bağlı yoksa bir kalp bozukluğumu var bilinmesi gerekiyordu. Yapılan<br />
muayenelerde de kardiyolog arkadaşlarımız kalp kapağında doğuştan bir kalp kapağı esnemesi olduğunu fark etmiş. O günden itibaren kontrol altında<br />
tutulmuş ama son zamanlarda şikayetleri artınca kapağın da çok kan kaçırdığı ortaya çıkmış ve ameliyata karar verilmiştir. Biz tetkiklerini yaptık. EKO bulgusuna<br />
göre arka yaprakçıkta bir geriye esneme söz konusuydu. Ameliyatta gördük ki; kapağın “kordo”ları denilen iplikçikleri kopmuştu. Bizim felsefemize göre; “En<br />
iyi süt, anne sütü; en iyi kapak kişinin kendi kapağıdır”. Bunun için hastalıklı bölge çıkartılarak tamiri yapıldı ve genişleyen bölgeye bir ring konuldu. Kısacası<br />
Mustafa Bey yine kendi kalp kapağıyla yaşayacak. Bu hem bizim için hem hasta için çok önemli. Kan sulandırıcı kullanmadan kapak ile ilgili sorunlar yaşamadan<br />
normal bir insan gibi hayatına devam edecek. Dünya standartlardaki teknoloji ve ameliyat koşulları ile operasyon yapıldı. Son tetkiklerde de kapağın hiç kan<br />
kaçırmadığı görüldü.”<br />
<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />
43
ETKİNLİKLER<br />
MEMORIAL SAĞLIKLI YAŞAM OKULLARI<br />
D o ğ u m a H a z ı r l ı k K u r s u<br />
Doğuma Hazırlık Kursu<br />
Başlangıç Tarihi: 15 <strong>Ocak</strong> <strong>2011</strong><br />
Bitiş Tarihi: 19 Şubat <strong>2011</strong><br />
Gün : Cumartesi günleri (6 hafta boyunca)<br />
Saat : 13.30 -15.30<br />
Yer : <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />
Bilgi ve kayıt için: 444 7 888<br />
Katılım ücretsizdir…<br />
Başlangıç Tarihi: 15 <strong>Ocak</strong> <strong>2011</strong><br />
Bitiş Tarihi: 5 Şubat <strong>2011</strong><br />
Gün : Cumartesi günleri (4 hafta boyunca)<br />
Saat : 13.30 -15.30<br />
Yer : <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />
Bilgi ve kayıt için: 444 7 888<br />
Katılım ücretsizdir…<br />
Başlangıç Tarihi: 15 <strong>Ocak</strong> <strong>2011</strong><br />
Bitiş: Tarihi: 5 Şubat <strong>2011</strong> (4 hafta boyunca)<br />
Gün : Cumartesi günleri<br />
Saat : 13.30 -15.30<br />
Yer : <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />
Bilgi ve kayıt için: 444 7 888<br />
Katılım ücretsizdir…<br />
O b e z i t e O k u l u<br />
Obezite Okulu<br />
Başlangıç Tarihi: 15 <strong>Ocak</strong> <strong>2011</strong><br />
Bitiş Tarihi: 5 Şubat <strong>2011</strong><br />
Gün : Cumartesi günleri (4 hafta boyunca)<br />
Saat : 11.00 -12.30<br />
Yer : <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />
Bilgi ve kayıt için: 444 7 888<br />
Katılım ücretsizdir…<br />
44 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>
KÜLTÜR SANAT<br />
<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong>’nde “Yüz Yaşını Devirmenin Sırları” Sergilendi<br />
Sabah Gazetesi Sağlık Editörü Esra Tüzün<br />
tarafından hazırlanan “Yüz Yaşını Devirmenin<br />
Sırları” konulu fotoğraf sergisi, <strong>Memorial</strong> Şişli<br />
<strong>Hastanesi</strong> lobi alanında sergilendi.<br />
Türkiye’nin dört bir yanından toplanan ve gerçek<br />
hikayelerle oluşturulan sergide, 100 yaşına kadar<br />
sağlıklı ve dinç olarak yaşayan kişilerin sağlık<br />
sırları verildi. Yüz yaşını devirenler, neyi asla<br />
yapmadıklarını, nelerden vazgeçemediklerini,<br />
alışkanlıklarını, inanışlarını ve tabii ki aşklarını<br />
anlattılar. Aynı zamanda doğru bilinen bazı<br />
yaşam önerilerini yalanlayarak, Türkiye’de uzun<br />
yaşamanın sırlarını verdiler.<br />
Günboyu Fotoğ raf Sergisi <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Sanat Galerisi’nde...<br />
<strong>Memorial</strong> Sanat Galerisi’nde bu ay, Günboyu<br />
Fotoğraf Grubu tarafından hazırlanan "Günboyu"<br />
konulu fotoğraf sergisini ziyaret edebilirsiniz.<br />
Günboyu Fotoğraf Grubu, İstanbul 2010 Avrupa<br />
Kültür Başkenti etkinlikler kapsamında küratör<br />
olarak pek çok fotoğraf etkinliğinde yer alan<br />
Sanat Yönetmeni Gültekin Çizgen’in önerisiyle<br />
kuruldu. Uğur Varlı Fotoğraf Sanatı Galerisi’nde<br />
ilk sergisini açan grup, “Günboyu” isimli sergisiyle<br />
<strong>Memorial</strong> Sanat Galerisi’nde…<br />
<strong>Memorial</strong> Ataşehir Sanat Galerisi’nde, “Renk Coğ rafyası” Sergisi<br />
<strong>Memorial</strong> Ataşehir Sanat Galerisi’nde İstanbul<br />
Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği’nin (İFSAK)<br />
katkılarıyla düzenlenen ve Fotoğraf Sanatçısı Bahar<br />
Kaleli tarafından hazırlanan “Renk Coğrafyası” konulu<br />
fotoğraf sergisi <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Sanat<br />
Galerisi’nde sergileniyor.<br />
Bahar Kaleli, “Renk Coğrafyaları” isimli sergisinde;<br />
Madagaskar, Peru ve Bolivya gibi renkli coğrafyaları<br />
bize kendi objektifinden sunuyor.<br />
<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />
45
MEMORIAL SAĞLIK GRUBU KURUMSAL ANLAŞMALAR<br />
SİGORTA ŞİRKETLERİ (Sağlık)<br />
Acıbadem Sigorta<br />
Ak Sigorta<br />
Allianz Sigorta<br />
American Life Sigorta<br />
Anadolu Sigorta<br />
Ankara Sigorta<br />
Avivasa Hayat ve Emeklilik Sigortası<br />
Axa Sigorta<br />
Birlik Sigorta<br />
Demir Hayat Sigorta<br />
Deniz (Global) Hayat Sigorta<br />
Dubai Group Sigorta<br />
Ergo Sigorta<br />
Eureko Sigorta<br />
Generali Sigorta<br />
Güneş Sigorta<br />
Groupama Sigorta<br />
HDI (İhlas) Sigorta<br />
Inter Partner Asistance (IPA)<br />
Mapfre Genel Yaşam Sigorta<br />
Medikal Danışmanlık Servisi (MDS)<br />
Promed (CGM Türkiye)<br />
Ziraat Sigorta<br />
RESMİ KURUMLAR<br />
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)<br />
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF)<br />
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)<br />
BANKALAR<br />
Akbank<br />
Asya Katılım Bankası (Bank Asya)<br />
Esbank<br />
Fortis Bank (Dışbank)<br />
Türkiye İş Bankası<br />
Türkiye Sınai ve Kalkınma Bankası<br />
Türkiye Cumhuriyet Ziraat ve Halk Bankası<br />
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası<br />
Türkiye Cumhuriyet Ziraat Bankası<br />
Türkiye Halk Bankası Emekli Sandığı Vakfı<br />
(Pamukbank)<br />
Türkiye Vakıflar Bankası<br />
Yapı ve Kredi Bankası Emekli Sandığı Vakfı<br />
ÖZEL ŞİRKETLER VE KURUMLAR<br />
Albayraklar Şirketler Grubu<br />
Anadolu Anonim Türk Sigorta Şirketi<br />
Aydın Örme<br />
Back Up Kart<br />
Belbim<br />
Beşiktaş Denizcilik<br />
Benefit Global<br />
BJK Derneği<br />
BMS Türkiye<br />
Borusan Holding<br />
Boyner Holding<br />
Büyük Kulüp<br />
Canovate Elektronik<br />
Dalyan Club<br />
Darüşşafaka Cemiyeti<br />
Desa Deri<br />
Dr. Back up<br />
Eczacıbaşı<br />
Elysium Spor Merkezi<br />
Enka<br />
Eresin Şirketler Grubu<br />
Flex Health Club<br />
Grand Cevahir Otel<br />
Green Park<br />
Havuç Çocuk Evi<br />
Hotel Bristol<br />
İETT<br />
İGDAŞ<br />
İMKB<br />
İstanbul Büyükşehir Belediyesi<br />
İstanbul Sanayi Odası<br />
İstoç Yapı Kooperatifi<br />
Johnson Wax<br />
Joyfull House<br />
Kiptaş<br />
Levent Tenis Kulübü<br />
Marsh Avantaj Kart<br />
Mayadrom Spor Merkezi<br />
Mercedes Benz Türk<br />
Merkezi Kayıt Kuruluşu<br />
Metro Turizm<br />
Microsoft<br />
Aon Kart<br />
Mimaks<br />
Nart Club Kart<br />
Omsan Lojistik<br />
Orka Group (Damat - Tween)<br />
Ortadoğu Nakliyat<br />
Palladium AVM<br />
Peak Hotel<br />
Penta Bilgisayar<br />
Perfettı Van Melle<br />
Perpa Ticaret Merkezi<br />
Petrol Ofisi- Positive Card<br />
Polat Holding<br />
Renault Mais<br />
Rotary Kulüp<br />
Saray Halı<br />
Sermaye Piyasası Kurulu<br />
English Time<br />
Sinpaş<br />
Suada<br />
S.O.S<br />
Suteks Dış Tic<br />
Tekfen Holding<br />
The Shore Club<br />
Tivoli<br />
Turkcell / T-Clup<br />
Türkiye Jokey Kulübü<br />
Ulusoy<br />
Unitim Holding<br />
Vakko<br />
Vodafone<br />
Yamaner &Yamaner Hukuk Bürosu<br />
YKM Kart-YKM Mağazaları<br />
Zeck Club<br />
Zedpaş-Mepaş Medya Pazarlama<br />
Zorlu Holding<br />
DERNEK VE ODALAR<br />
Ev Tekstili Sanayici ve İş Adamları Derneği<br />
(EVSİAD)<br />
İstanbul Sanayi Odası<br />
İstanbul Ticaret Odası<br />
Kapalı Çarşı Esnaflar Derneği<br />
Klavuz Kaptanlar Derneği<br />
Tesisat İnşaat Malzemecileri Derneği ( TİMDER)<br />
Türkiye Bilişim Sanayicileri Derneği ( TUBİSAD)<br />
Türkiye Ev Teks. ve San. İşadamlari Der.<br />
(TETSİAD)<br />
Türkiye Genç İşadamları Derneği (TUGİAD)<br />
Türkiye Emekli Subaylar Derneği<br />
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti<br />
Not: <strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu Hastane ve Tıp Merkezlerinde geçerli olan anlaşma detayları için 444 7 888’i arayınız.<br />
46 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>
Hemşirelere ve sağlık çalışanlarına<br />
hayat Deniz’de güzel!<br />
• Size özel faiz oranlarıyla krediler<br />
• Fatura ve ödemelerinizi şubeye gelmeden ödeme kolaylığı<br />
• Harcadıkça kazandıran Deniz Bonus<br />
• Kiralık kasada size özel indirimler