28.04.2015 Views

Memory Ocak-Şubat 2011 - Memorial Hastanesi

Memory Ocak-Şubat 2011 - Memorial Hastanesi

Memory Ocak-Şubat 2011 - Memorial Hastanesi

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

<strong>Ocak</strong> / Şubat <strong>2011</strong> Yıl:7 / Sayı 63<br />

<strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu’nun hasta, refakatçi ve ziyaretçileri için hazırladığı ücretsiz yayınıdır, alabilirsiniz.<br />

<strong>2011</strong> “Sağlık Yılınız” Olsun<br />

<strong>Memorial</strong><br />

Antalya’da<br />

da Vinci ile İlk<br />

Mide Fıtığı Ameliyatı<br />

Katarakt<br />

Tedavisinde<br />

Yenilikler<br />

Organ Nakli<br />

Hakkında En Çok<br />

Sorulan Sorular


İçindekiler<br />

4 Check Up Yaptırın Yeni Yılda Sağlıklı Kalın<br />

5 Yeni Yıl Sigarayı Bırakmak İçin Güzel Bir Fırsat<br />

6 Optimal Beslenme İle Kalıcı Kilo Kontrolünü Sağlayın<br />

7 Kısa Sürede Yüzünüzü Yeniden Şekillendirebilirsiniz<br />

8-9 <strong>Memorial</strong> Antalya’da ‘Da Vinci’ İle İlk Mide Fıtığı Ameliyatı<br />

10-11 Tüp Bebek İle İlgili En Çok Merak Edilen Noktalar<br />

12-13 İktidarsızlık 30 Dakikada Teşhis Edilebiliyor<br />

14 Pankreas Kanseri En Çok Sigara Kullananları Seviyor<br />

15 Tiroid Kanseri Tedavi Edilebilir Bir Hastalıktır<br />

16-17 Kayak Yaralanmaları<br />

18 Hastaneye Başvuran Hastaların Yüzde 30’u Kansızlık Sorunu Yaşıyor<br />

19 Karaciğer Sağlığınızı Korumak İçin Bu Önerilere Kulak Verin<br />

20 Kış Mevsimi Sıkıldığını Dövmelerinizden Kurtulmak İçin En Uygun Zaman<br />

21 Katarakt Tedavisinde Yenilikler<br />

22 Hamilelik Varislerine Karşı Önleminizi Alın<br />

23 Sabun Ve Banyo Köpükleri İdrar Yolları Enfeksiyonuna Neden Olabilir<br />

24 Çocuğunuzun Kalp Sağlığı İhmale Gelmez<br />

25 Gripten Korunabilirsiniz<br />

26 Hollandalı Aile Mutluluğa <strong>Memorial</strong> Ataşehir’de Ulaştı<br />

27 Ürdün’lü Çiftin Ümitsiz İstanbul Yolculuğu Çifte Mutlulukla Son Buldu<br />

28 Diyabet Ve Obezite Hızla Artıyor Yeni Tanım: Diyabezite<br />

29 Sağlık Kaynağı Besinler Bile Sizi Hasta Edebilir<br />

30-31 İleri Yaşta Gebelik Anne Ve Bebek Sağlığı Açısından Risk Oluşturuyor<br />

32-33 Yeni Yılda Sağlıklı Bir Kalp İçin İç Dünyanızla Barışın<br />

34-35 Sinir Hasarları Ve Cerrahisi<br />

36 Diş Gıcırdatması Baş Ve Sırt Ağrılarına Neden Olabilir<br />

37 Yemekten Hemen Sonra Diş Fırçalamak Zararlı<br />

38 Fazla Kilolar Ve Yanlış Ayakkabı Seçimi Topuk Dikenine Zemin Hazırlıyor<br />

39 Kemik Erimesine Karşı Hareketlenin<br />

40-41 Organ Nakli Hakkında En Çok Sorulan Sorular<br />

42 Kuzenin Böbreğiyle Yeniden Doğdu<br />

43 Panik Atak Nöbeti Sayesinde Hayatı Kurtuldu<br />

44 <strong>Memorial</strong> Sağlıklı Yaşam Okulları<br />

45 <strong>Memorial</strong>’ da Kültür-Sanat Faaliyetleri<br />

Sahibi<br />

İstanbul <strong>Memorial</strong> Sağlık Yatırımları A.Ş. adına<br />

Turgut AYDIN<br />

Yayın Sorumlusu<br />

Yeliz SOYDAN ŞENGÜN<br />

Medya ve İletişim Koordinatörü<br />

Yayın Kurulu<br />

Esra AYDEMİR, Ceren ERDEM, Binhan URFALI,<br />

Yasemin AKTAŞ, Yasemin GÜL, Fulya DALDAL,<br />

Selin KONU, Gözde GÜRER<br />

Tasarım Ekibi<br />

Zerrin ÖZCAN SOGUL, Ceren YÖRÜK, Yasemin KULELİ


AYIN KONUSU<br />

CHECK UP YAPTIRIN YENİ YILDA<br />

SAĞLIKLI KALIN<br />

Check up, sağlıklı<br />

bireylerin genel vücut<br />

durumlarını öğrenmeleri<br />

için gerekli olan;<br />

hastayken<br />

değil sağlıklıyken<br />

uygulanması gereken bir<br />

programdır.<br />

Kişi herhangi bir<br />

rahatsızlığı olduğunda<br />

zaten hekime başvuracak<br />

gerekli incelemeleri<br />

yaptıracaktır; ancak<br />

önemli olan, belirgin bir<br />

rahatsızlık oluşmadan<br />

önce birtakım hastalıklar<br />

için gerekli önlemleri<br />

alabilmektir.<br />

Yeni yılda kendinize<br />

ve sevdiklerinize<br />

bir iyilik yapın:<br />

Check up yaptırın!<br />

Check up, yaşam süresi ve kalitesi açısından<br />

çok önemlidir. Check up muayenesi ile;<br />

hipertansiyon, şeker hastalığı, damar sertliğine<br />

bağlı kalp-damar hastalıkları, kan yağlarının<br />

yüksekliğinden kaynaklanan rahatsızlıklar, hepatit<br />

ve kanser gibi hastalıkların erken dönemde<br />

tanısı konulabilir. Bu hastalıklarda erken tanı ile<br />

vücutta herhangi bir organ hasarı oluşmadan<br />

tedavi sağlanmaktadır.<br />

Uz. Dr. Deniz Şahin Şimşek, <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Dahiliye Bölümü<br />

Check up programları sayesinde<br />

genetik mirasımızı kontrol altında<br />

tutmak mümkün olabilir<br />

Herkesin anne babasından aldığı genetik bir<br />

miras vardır. Kiminin ailesinde şeker, bazılarında<br />

tansiyon, kimisinde kanser ya da kalp problemleri<br />

mevcuttur. Örneğin ailesinde kalp hastalığı olan ve<br />

hiçbir şikayeti olmayan bir kişi ele alındığında; bu<br />

kişide check-up programı sırasında kan yağlarında<br />

yükseklik tespit edildiğinde diyet önerilir, gerekirse<br />

ilaç başlanır. Bu da olası bir kalp hastalığının<br />

önlenmesinde çok önemlidir. Özellikle ailelerinde<br />

kanser görülen kişilerin düzenli check-up<br />

yaptırmaları birçok kanserin erkenden tanınmasını<br />

sağlamaktadır. Kısacası check-up her insanın belirli<br />

aralıklarla yaptırması gereken bir programdır.<br />

Üzerinde durulmayan basit şikayetlerin nedenini<br />

öğrenmede, aileden geçen genetik birtakım<br />

hastalıkların kontrolünde, erken teşhiste hekime<br />

yardımcıdır. Tüm sonuçlar tamamen normal<br />

çıktığında da hastaya çok yardımcıdır. Bu sonuçlar<br />

hasta ilerde hasta herhangi bir şikayet yaşayıp<br />

tetkik yaptırdığında hekime karşılaştırma imkanı<br />

sağlar.<br />

Check up kişiye özel<br />

bir uygulamadır<br />

“Check up kaç yaşından itibaren yapılmalıdır?<br />

Kaç yılda bir tekrarlanmalıdır?” Pek çoğumuz<br />

bu soruların yanıtlarını gerçekten bilmiyoruz.<br />

35 yaşından önce herkesin en az bir kez checkup<br />

yaptırması önerilmektedir. İdeal olan, her şey<br />

yolunda gittiği müddetçe 35 yaşından sonra senede<br />

bir kez tekrarlamaktır. Çok çeşitli ve içerikleri<br />

birbirinden çok farklı check up programları<br />

mevcuttur. Hastanın yaşına, cinsiyetine, taşıdığı<br />

risklere göre değişen testlerden oluşan kişiye özel<br />

check up programı uygulanmalıdır. Hastanelerdeki<br />

programların içerikleri birbirinden çok farklı<br />

olabiliyor. Doğru ve tatmin edici bir sonuç için<br />

doğru bir programın uygulanması gerekir.<br />

Check up çok fazla<br />

zaman gerektirmez<br />

Genelde check up için fazla bir zaman ayırmaya<br />

gerek yoktur. Sabah aç karnına gelmek yeterli olur.<br />

Acı verici hiçbir işlem gerektirmez. Yapılacak olan<br />

kan tetkikleri için bir kez damardan kan alınır, idrar<br />

ve gaita örneği istenir. Birtakım basit radyolojik<br />

incelemeler (Akciğer grafisi, ultrasonografi gibi)<br />

yapılır. Ancak bazı hastalara yaşlarından ya da<br />

taşıdıkları risklerden ötürü ayrıntılı check up<br />

önerilebilir. Sadece bu şekilde ayrıntılı kontrolden<br />

geçecek hastalar bir gün hastanede tutularak<br />

endoskopik incelemeleri yapılabilmektedir.<br />

Ama genelde 2-3 saat içinde tüm incelemeler<br />

sonuçlanır. Check up ücretleri uygulanan<br />

programa dolayısıyla hastaya yapılan incelemelere<br />

göre değişiklik gösterir. Ancak genel olarak büyük<br />

bir maddi yük getirmez.<br />

Check up muayenesi ve yapılan tetkikler ile<br />

kişinin genel risk durumu ortaya konulup,<br />

oluşabilecek hastalıklara karşı önlemler alınabilir.<br />

4<br />

<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>


AYIN KONUSU<br />

YENİ YIL SİGARAYI BIRAKMAK İÇİN<br />

GÜZEL BİR FIRSAT<br />

Uz. Dr. İlkay Keskinel- <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Göğüs Hastalıkları Bölümü<br />

Günümüzde sigaranın zararlı olduğunu artık herkes biliyor.<br />

Milyonlarca insan, her tür zararına rağmen, bu güçlü bağımlılık yapıcı maddeden kolay<br />

kolay vazgeçemiyor. Son yıllarda tüm dünyada yasaklar birbiri ardına gelse de, insanlar bir yerde<br />

ve bir şekilde sigara içmenin yolunu buluyor.<br />

Sigara için küçük bir tarihçe<br />

Arkeolojik verilere dayanarak, 5 bin yıldır<br />

tütün ekildiğini biliyoruz. Avrupa’nın tütünle<br />

tanışması, Amerika’nın Kolomb tarafından<br />

keşfiyle oldu. 1950’ler ve 60’larda sigaranın<br />

zararlı olduğunun düşünülmesi bir yana;<br />

sigara içmek bir tür güç, erkeklik ya da<br />

güzellik sembolü idi. Daha sonra akciğer<br />

kanseri nedeniyle hayatını kaybeden<br />

dönemin ünlü yıldızlarından John Wayne’i<br />

sigara reklamlarında görmek, gençler arasında<br />

oldukça özendirici olmalıydı. Hatta çocukların<br />

keyifle izledikleri “Taş Devri” isimli çizgi filmin<br />

ilk sezonunun sponsoru bir sigara markasıydı.<br />

Sigara, kısırlık ve diş kayıpları gibi<br />

birçok sağlık sorununda başroldedir<br />

Sigaranın tüm vücutta zarar vermediği<br />

bir organ olduğunu söylemek zordur.<br />

Sigaradan çekilen her nefesle kana karışan<br />

milyonlarca zararlı molekül (Her solukta<br />

10,<br />

17<br />

yani 100000000000000000 oksidan<br />

vardır) akciğerlerdeki hava keseciklerinden<br />

kan dolaşımına geçer. Bu zararlı maddeler,<br />

kanın ulaştığı her yere; yani vücudumuzdaki<br />

tüm doku ve organlara ulaşır. Halk arasında<br />

sigaranın zararı sadece akciğerlere verdiği<br />

düşünülse de, sigara, mide ülserinden kısırlığa,<br />

diş kayıplarından mesane kanserine kadar<br />

pek çok sağlık sorununun altında yatmaktadır.<br />

Bunca zararı olduğunu bildiğimiz<br />

sigaradan nasıl kurtulmalı?<br />

Sigarayı herkes bırakabilir. Ancak bırakma<br />

süreci, bazıları için daha kolay iken, bazı<br />

tiryakiler zorlanabilir. Kişinin zorlandığı yerde,<br />

sigara poliklinikleri devreye girer. Sigara<br />

polikliniklerinde, öncelikle sigara içen kişinin<br />

bağımlılık tipi saptanır. Sigara, hem ruhsal,<br />

hem fiziksel bağımlılık yapabilmektedir. Ruhsal<br />

bağımlılığı olan tiryakiye farklı, fiziksel bağımlılığı<br />

olana farklı yaklaşım gereklidir. Bu amaçla,<br />

nikotin yerine koyma tedavileri, ya da ağızdan<br />

alınan bazı ilaçlar kullanılabilir. Bazı hastalarda,<br />

kombine tedaviden de yararlanılabilir. Bir<br />

ilaçtan yararlanmayan kişiye, diğer bir ilaç<br />

önerilebilir. Ne yazık ki; önceden tıbbi hiçbir<br />

geçerliliği olmayan pek çok yönteme başvuran<br />

hastalar, bu şekilde sigarayı bırakamadıklarında<br />

kendilerine güvenlerini yitirmekte, iradesiz<br />

olduklarına inanmaktadırlar. Daha önce<br />

başarısız olmak, caydırıcı olmamalıdır. Tam<br />

tersine, sigarayı bırakmak için yardım istemek,<br />

kişinin halen bırakma isteği olduğunu gösterir.<br />

Sigara bırakıldığı anda vücudunuzda<br />

olumlu değişiklikler görülür<br />

Nikotin ve karbon monoksit, kısa süre içinde<br />

vücuttan atılır; koku ve tat alma duyuları<br />

düzelir; zamanla solunum kapasitesi artar;<br />

sigaranın bağışıklık üzerine olumsuz etkisi<br />

ortadan kalkar. Geçen süre içinde, sigarayı<br />

bırakan kişi, artık daha az yorulduğunu, daha<br />

aktif olduğunu hisseder. Sigarayı bırakınca,<br />

bir süre boyunca balgam miktarında hafif<br />

artış olabilir. Çoğunlukla bunun nedeni,<br />

bronşlarda sigaranın etkisiyle felç olmuş olan<br />

titrek tüycüklerin iyileşmeye başlamasıdır.<br />

Sigarayı bırakmak için, sağlığınızdan olmayı<br />

beklemeyin. Kendiniz ve çevreniz için bugün<br />

iyi bir şey yapın, sigaradan kurtulmaya karar<br />

verin.<br />

<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />

5


AYIN KONUSU<br />

OPTİMAL BESLENME İLE KALICI<br />

KİLO KONTROLÜNÜ SAĞLAYIN<br />

Dyt. E. Yasemin Sancak - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Kilo Kontrolü ve Obezite Tedavi Merkezi<br />

“Kalıcı Kilo Kontrolü”, bu konuda problem<br />

yaşayan her bireyin yeni yıl hedefinde yer almaktadır.<br />

Ancak kalıcı kilo kontrolü için hiçbir besin, sistem ya<br />

da ürünün, bir mucize olmadığı kabul edilerek,<br />

“Optimal Beslenme” nin bir yaşam şekli<br />

haline getirilmesi gerekir.<br />

Her besin grubundan yeterli ve dengeli tüketim<br />

Obezitenin neden olduğu sağlık problemlerinin giderilmesi, sağlıklı ve formda olabilme<br />

hedefinin yerine getirilebilmesi için çeşitli yöntemler denenmektedir. Sağlıklı kilo<br />

kontrolünde; bazen bir yiyecek veya içecek, bazen bir tarif, bazense belli başlı besinler<br />

ve/veya besin destekleri, “mucizevi” olarak adlandırılmaktadır. Bazı yiyecekler ise “zararlı”,<br />

kesinlikle tüketilmemesi gereken besinler olarak değerlendirilmektedir. Oysaki hiçbir besin,<br />

sistem veya ürün mucize değildir. Önemli olan yerini artık “OPTİMAL BESLENME”<br />

tabirine bırakan, “Yeterli ve Dengeli Beslenme” nin ve “Düzenli Egzersiz”in, “Yaşam Şekli”<br />

haline getirilmesidir. ‘Optimal Beslenme bir “puzzle”a benzetilebilir. Tüm besin grupları<br />

(karbonhidratlar, yağlar, proteinler, vitaminler, mineraller, posa ve su) bu puzzle’ın en önemli<br />

parçalarıdır. Dönem dönem ön plana çıkan ve mucize gibi sunulan bazı önerilerse, yine bu<br />

puzzle’ın minik parçaları olmaktan öteye gidemez. (yeşil çay tüketimi, ön plana çıkan bazı<br />

meyveler, otlar vb…) Hiçbir öneri mucize yaratamaz, tümü dikkatle kullanılmalıdır. Tüm<br />

besin gruplarından, her öğünde, kişinin ihtiyacına özel olarak, beslenme ve diyet uzmanının<br />

önerdiği yeterli ve dengeli miktarlarda tüketmek gereklidir.<br />

Yeni Yılda Kalıcı Kilo Kontrolü İçin Öneriler:<br />

• Boyunuza uygun ağırlığı hedefleyin. Sağlıklı ağırlığa sahip iseniz, kilo almaktan kaçının.<br />

• Kilolu veya şişman iseniz önce daha fazla ağırlık artışını önleyin ve sağlığınızı korumak için<br />

uzman bir ekip kontrolünde ağırlık kaybetmeyi hedefleyin.<br />

• Az yağ eklenmiş sebze, yağsız beyaz et- balık- aşırı olmayan kırmızı et, kurubaklagiller, yağı<br />

azaltılmış süt-yoğurt, meyve ve tam tahılları tüketerek sağlıklı beslenme alışkanlığı kazanın.<br />

• Öğünlerinizi ertelemeyin. Ana ve ara öğünleri atlamayın.<br />

• Günde en az 1.5, ortalama 2.0-2.5 litre su için.<br />

• Vücut ağırlığınızı korumada davranışlarınızın önemli olduğunu unutmayın.<br />

• Psikolog tarafından davranış değiştirme tedavisi desteği sağlayın.<br />

• Karbonhidratlar, ana ve ara öğünlerin temelini oluşturur. Tam tahıllı ekmek, tam tahıllı<br />

kahvaltılık gevrekler, esmer pirinç pilavı, kepekli makarna, tam buğday eriştesi, bulgur, tam<br />

tahıllı bisküviler, sebze ve meyveler basit olmayan, doğru karbonhidrat kaynaklarıdır.<br />

• Protein ve yağların dengeli alınması, hayvansal – bitkisel kaynaklardan gelen oranların<br />

doğru dengelenmesi gerekir.<br />

• Hiçbir besin veya besin desteğinin mucize yaratabileceğine inanmayın. Vücut biyokimyası<br />

tüm besin gruplarını aynı anda alıp kullanması gereken bir havuz sistemi ile çalışır. Bu<br />

nedenle herhangi bir besinin aşırı tüketimi yarar değil zarar bile yaratabilir.<br />

• Günde 7-9 porsiyon (en az 5 porsiyon) sebze ve meyve tüketimine dikkat edilmelidir.<br />

• Yağ ve şekeri aşırı tüketmekten kaçının. Etiket okumak yardımcı olacaktır.<br />

• Yaşam kalitenizi artırmak, daha dikkatli olmak ve beslenmenizdeki problemleri saptamak<br />

için, diyetisyeninizle paylaşacağınız günlük tutun.<br />

• Küçük tabaklar tercih edin. Porsiyon ölçülerinize dikkat edin.<br />

• Kızartmalar yerine, fırında pişirme, ızgara, haşlama vb. yöntemleri kullanın. Barbekü<br />

yaparken ateşten 15 cm. uzaklığa dikkat edin.<br />

• Yavaş yemeye dikkat edin. Yedikten sonra pişman olmayın, yerken keyfini çıkarın ve<br />

tüketim miktar ve sıklığını dengelemeyi öğrenin.<br />

• Ara öğünlerde veya canınız tatlı istediğinde sebze ve meyveleri tercih edin.<br />

• Uyandığınızda güne 1 saat içinde kahvaltı etmeye dikkat ederek başlayın.<br />

• Daha aktif olun. Günde 30 dakika orta seviyede aktivite yapmayı hedefleyin. Bunu yavaş<br />

yavaş 45, hatta 60 dakikaya çıkarmayı hedefleyin.<br />

• Haftada 0.5-1.0 kilodan fazla ağırlık kaybetmeyi hedefleyen diyetlerin gerçekçi ve sağlıklı<br />

önerilerde bulunmadığını unutmayın.<br />

•Diyetinizdeki değişiklikleri yavaşça yapın ve unutmayın; “İyi veya kötü besin yoktur, dengeli<br />

veya dengesiz diyet vardır.”<br />

<strong>Memorial</strong> Kilo Kontrolü ve Obezite Tedavi Merkezi’mize başvuran<br />

hastalar, obezite konusunda uzman endokrinolog doktor; kişilerin kalıcı<br />

kilo kontrolü ve/veya mevcut sağlık problemleri için tıbbi beslenme tedavisini<br />

planlayan ve yaşam şekli haline gelmesi için beslenme eğitimini<br />

veren uzman diyetisyen; yeme davranış bozuklukları tedavisi konusunda<br />

deneyimli davranış terapisti psikolog ve psikiyatrist; kişiye özel ve<br />

fiziksel durumuna uygun egzersizleri planlayan fizik tedavi uzmanı ve<br />

fizyoterapistlerce birlikte değerlendirilmektedir. Obezitenin yol açtığı<br />

ek sorunlar, bu ekibe destek veren diğer uzmanlarla birlikte çözülmektedir.<br />

Hastalar “butik konsept”te bağımsız bir birimde, bütüncül bakış<br />

açısı ve kişiye özel programla tedavi edilmektedirler.<br />

6<br />

<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>


AYIN KONUSU<br />

KISA SÜREDE YÜZÜNÜZÜ<br />

YENİDEN ŞEKİLLENDİREBİLİRSİNİZ<br />

Doç. Dr. Cenk Şen <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Estetik, Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Bölümü<br />

Biyolojik olarak yaşlanmaya karşı durmak mümkün olmasa da estetik dünyasındaki son<br />

gelişmeler sayesinde artık fiziki yaşlanma kontrol altına alınabiliyor. Yaşlanmanın yanı<br />

sıra kişi beğenmediği burnunu, kulağını ya da dudaklarını yeni yöntemlerle değiştirebiliyor.<br />

İşte, yüz estetiğinde Türkiye’de ve dünyadaki son gelişmeler.<br />

Türkiye’de en çok burun estetiği yapılıyor<br />

Türk insanının yüz şekli ile ilgili en büyük kaygısı, burnu. Kemerli burun ve burun<br />

ucundaki düşüklük, özellikle kadınları estetik yaptırmaya iten en önemli nedenler.<br />

Türkiye’de en sık “rinoplasti” yani estetik burun cerrahisi ameliyatları yapılıyor.<br />

Rinoplasti için hastalar bireysel olarak değerlendirilmekte ve buna göre yapılacak<br />

cerrahiye karar verilmektedir.<br />

Kaburganızdan alınan doku burun çatınıza konabilir<br />

Burun operasyonlarında; çok küçük ve lokal anestezi ile yapılacak cerrahi<br />

girişimlerle, gerekirse vücudun uygun bölgelerinden kıkırdak ya da kemik<br />

alınarak, burnun hemen hemen yeni baştan oluşturulması sağlanmaktadır.<br />

Burun ve çene estetiği birbirini tamamlıyor<br />

Burun ve çene yapısının birbiri ile uyumlu olması gerekir. Çenesi geride bir<br />

hastada kemerli burun çok daha kötü görünürken, buruna estetik cerrahi<br />

uygulandığında bu görüntü azaltılır. Alt çenenin büyük olduğu durumlarda dişler<br />

de bazen önde olabilir. Öncesinde ortodontik diş tedavisi ile dişler düzeltilir ve<br />

büyük çene cerrahi operasyonu ile normal hale getirilir. Böylece hem güzel bir<br />

görünüm elde edilir hem de dişlerin birbirine oturması sağlanarak fonksiyonellik<br />

kazandırılır.<br />

Kepçe kulaklara veda<br />

Kepçe kulaklar, vücutta insan psikolojisini en olumsuz etkileyen şekil<br />

bozukluklarından biridir. Bu sorunu yaşayan kadınlar hiçbir zaman saçlarını topuz<br />

yaptıramaz erkeklerin de çoğu zaman kulakları alay konusu olur. Oysa ki, 1- 1.5<br />

saat süren bir operasyonla kepçe kulaklardan kurtulmak mümkün. Operasyonun<br />

temeli kıkırdakların şekillendirilmesi ve gerekirse fazla kıkırdağın alınıp kulağın<br />

yeniden şekillendirilmesi esasına dayanır. Ameliyat sonrası baş bölgesi 1 gün<br />

bandajlanır, çocuk hastalarda ise 2 gün özel bir bant kullanılması istenir. Şişlikler<br />

yaklaşık 1 hafta içinde ciddi anlamda iner.<br />

Dolgun dudaklar için silikon devri sona erdi<br />

Dudak kalınlaştırmada yıllardır kullanılmakta olan sıvı silikon ve silikon yağı<br />

içerdiği olumsuzluklar ve uygulanan hastalarda çeşitli komplikasyonlara neden<br />

olması nedeniyle artık günümüzde kullanılmamaktadır. Dolgu maddeleri, yağ<br />

enjeksiyonları ve birtakım cerrahi müdahalelerle dudakta ve genel yüz yapısında<br />

güzelleşme sağlanabiliyor. Son yıllarda özellikle dudak dolgunluğu için hazır dolgu<br />

materyallerinin kullanımı popülarite kazanmış durumdadır.<br />

Yüzde donuk ve şaşkın ifade kalmıyor<br />

Yüzde bulunan pek çok mimik kası, zamanla kırışıklıklara neden olur. Göz<br />

kenarındaki kaz ayakları, alında, kaş ortasında çizgilenme ve dudakta dikey<br />

çizgilenmeyi engellemek ya da azaltmak için botoksla bu kırışıklıklara neden olan<br />

kaslar geçici bir süre durdurarak, kırışıklıkların daha az dikkat çekici hale gelmesi<br />

sağlanır. Botoksun yeterli olmadığı durumlarda yüze bazı dolgu maddeleri<br />

enjekte edilir. Bu maddelerden bir kısmı cilt altında erken erir, bir kısmının etkisi<br />

daha uzun sürer, bazıları yüzeysel bazıları da daha derin dokulara uygulanma<br />

özelliğine sahiptir.<br />

Gıdığınızdan şikayet ediyorsanız<br />

Çene altı ile boyun arasında belirli bir açı vardır. Bu bazen yapısal olarak da<br />

orantısız olabilir, bazen de kilo ve yağlanma ile bu oran bozulabilir. Gıdıkta fazla<br />

yağlanma varsa yağlar liposuction ile ya da cerrahi ile çıkarılır. Boyun kaslarında<br />

bir zayıflık varsa bu kaslar tekrar şekillendirilip, dikilerek çenede doğal estetik<br />

görüntü oluşturulabilir. Askı yöntemi ile yağlar kulak arkasına alınarak, gıdı<br />

konturu düzeltilir. Bu operasyonlarda çene altından kesi yapılması nedeniyle<br />

erken dönemde iz görülse de, zamanla izler kaybolur ve işlemden başarılı<br />

sonuçlar alınır.<br />

Göz çevresine uygulanan estetik müdahalelerle gençleşin<br />

Yorgun ya da yaşlı görünümün en önemli nedenlerinden biri göz çevresindeki<br />

deformitelerdir. Yılların etkisi ile göz kapağı düşüklükleri, sarkmalar, göz torbaları<br />

yüzde belirebilir. Hastayı daha genç gösterebilmek için bir takım cerrahi girişimler<br />

uygulanır. Erken dönemde göz çevresi derisi ince olduğundan şişlik ve morluk<br />

olabilir ancak kısa sürede iyileşme sağlanır.<br />

<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />

7


GASTROENTERELOJİ<br />

MEMORIAL ANTALYA’DA ‘DA VINCI’ İLE<br />

İLK MİDE FITIĞI AMELİYATI<br />

Op. Dr. Behlül Baydar <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Genel Cerrahi ve Gastroentereloji Cerrahisi Bölümü<br />

Akdeniz Bölgesi’nin ilk ve tek robotik cerrahi merkezi olan, <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong><br />

“da Vinci Robotik Cerrahi Merkezi”nde ilk kez, mide fıtığı ameliyatı gerçekleştirildi.<br />

<strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Genel Cerrahi ve Gastroenteroloji Cerrahisi Uzmanı<br />

Op. Dr. Behlül Baydar tarafından da Vinci Robotik sistem ile gerçekleştirilen operasyon<br />

sonrası, 41 yaşındaki Özkan Yeşil sağlığına kavuştu.<br />

Laparoskopiye<br />

girişimsel alternatif :<br />

“da Vinci robot”<br />

da Vinci robot ile mümkün olan en küçük<br />

kesiden gerçekleştirilen operasyon, hastanın<br />

hastanede kalma süresini azaltmakta,<br />

normal günlük aktivitelerine çok daha hızlı<br />

dönmesini sağlayarak, ortaya çok daha iyi<br />

klinik sonuçlar çıkarmaktadır. Çok yakın<br />

zamana kadar büyük bir kesi gerektiren<br />

geleneksel açık cerrahi ve küçük kesilerden<br />

gerçekleştirilen fakat tipik olarak bazı<br />

prosedürlerle sınırlı olan “laparoskopik<br />

cerrahi” dışında bir seçenek yoktu. Ancak,<br />

cerrahi teknolojideki devasa ilerlemeler<br />

sayesinde minimal girişimsel cerrahinin<br />

yepyeni bir türü doğdu. Bu teknik, açık<br />

cerrahi ve laparoskopiye, etkili ve minimal<br />

girişimsel bir alternatif yarattı. “da Vinci<br />

Robotik Cerrahi” sisteminin kullanıma<br />

girmesiyle, cerrahlar kompleks cerrahi<br />

işlemler için minimal girişimsel bir seçeneğe<br />

kavuştu.<br />

8 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>


GASTROENTERELOJİ<br />

“da Vinci robot” her branş için<br />

kullanılan bir teknik<br />

“da Vinci” ameliyat robotu ile kardiyotorasik,<br />

jinekolojik ve ürolojik operasyonlar yanında, bütün<br />

batın içi ameliyatlar da gerçekleştirilebilmektedir.<br />

Kolon kanseri nedeniyle kalınbağırsağın sol ve<br />

sağ bölümlerinin alınması, tüm kalınbağırsağın<br />

çıkarılması, mide kanseri nedeniyle tüm midenin<br />

çıkarılması amacıyla robotik gastrik bypass bu<br />

ameliyatlardan bir kısmıdır. Cerrahi tekniğin<br />

mükemmelleşmesi, geleneksel laparoskopiye<br />

kıyasla ameliyat sürelerinin kısılması ve ciddi<br />

komplikasyon risklerinin azalması, “da Vinci Robotik<br />

Cerrahi” ile mümkün olmuştur. Bu sayede çok daha<br />

az ağrı, daha az kan kaybı, daha az yara izi, daha kısa<br />

yatış süresi ve normal günlük aktivitelere daha hızlı<br />

dönme gibi hasta için sayısız yararlar elde edilir.<br />

<strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong>’ne hazımsızlık, şişkinlik,<br />

mide yanması ve ekşimesi şikayetleri ile başvuran<br />

41 yaşındaki Özkan Yeşil’in, mide fıtığı ve reflü<br />

hastalığı olduğu tespit edildi. Yeşil, “da Vinci Robotik<br />

Cerrahi Merkezi”nde Op. Dr. Behlül Baydar<br />

tarafından gerçekleştirilen ameliyat ile sağlığına<br />

kavuştu.<br />

Op. Dr. Behlül Baydar, ameliyat sürecini ve da Vinci<br />

Robotik tekniği hastaya nasıl uyguladıklarını şöyle<br />

anlattı:<br />

sağladığından, açık cerrahi ile karşılaştırıldığında<br />

benzer yaşam süresi oranlarına ulaşılmaktadır.<br />

Anadolu’da “da Vinci” ile ameliyat yapan, Ankara<br />

dışında merkez olmadığından, <strong>Memorial</strong> Antalya<br />

<strong>Hastanesi</strong>’nin bu hizmeti bölgede bir ilk’tir.<br />

ABD’de özellikle üroloji ve kadın doğum<br />

alanında altın standart olan “da Vinci” robot<br />

kullanımı, dünyanın gelişmiş ülkelerinde hızla<br />

yaygınlaşmaktadır. Öncelikle cerrahların tercihi olan<br />

“da Vinci” robot, hastaların da hızla tercih ettiği bir<br />

sistem olarak kabul görmektedir. Türkiye’de sayılı<br />

merkezlerin sahip olduğu bu sistem, Amerika’daki<br />

örneğine bakıldığında, ileride birçok merkeze de<br />

yerleşecektir.<br />

Ameliyattan 6 saat sonra sağlığına kavuşan ve<br />

ağız yoluyla beslenebilen Özkan Yeşil; “Dünyaya<br />

yeniden gelmiş gibiyim. Ameliyat sonrası tüm<br />

şikayetlerim geçti. Kendimi dünyaya yeniden gelmiş<br />

gibi hissediyorum. Ameliyat sonrası dönemim<br />

aynen bana söylendiği gibi çok rahat geçti, önemli<br />

bir ameliyat olmama rağmen hiç ağrım olmadı<br />

diyebilirim. Bu ameliyatın, “da Vinci” robot ile<br />

yapılmasını istemem, aldığım en doğru karardı.<br />

Doktoruma ve <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong><br />

ekibine çok teşekkür ediyorum” diye konuştu.<br />

Robotik Cerrahi hastaya<br />

üstünlük sağlıyor<br />

Özkan Yeşil adlı hastanın endoskopi<br />

değerlendirmesinde, mide fıtığı ve yemek borusu<br />

alt ucunda mide asitinin geriye kaçmasıyla oluşan<br />

iltihaplanma da tespit ettik. Hastamızı “da Vinci” ile<br />

ameliyat etmeye karar verdik. Minimal girişimsel<br />

cerrahi kapsamında robotik cerrahinin pek çok<br />

üstünlüğü var. Mide fıtığının cerrahi tedavisinde<br />

de doktorun el manipülasyonunun çok başarılı<br />

olması gerekiyor. Robotik cerrahide açık ameliyata<br />

geçme riski yok denecek kadar azdır. Ameliyatta<br />

hastadan üç boyutlu görüntü elde edildiğinden hiç<br />

kanama olmadan başarılı bir operasyon gerçekleşti.<br />

Ameliyat sonrası iyileşme süreci ve hasta konforu<br />

robotik cerrahide maksimum düzeyde sağlanabildi.<br />

Bu robotla hastanın karnında daha küçük delikler<br />

açıldı. Artık dünya, ameliyatları bu sistemle yapıyor.<br />

Cerrahlar kendilerini bu alanda yetiştiriyor. “da<br />

Vinci” de cerrahların en büyük yardımcısı oluyor.<br />

“Operasyon sayımızı her<br />

geçen gün artıracağız”<br />

“da Vinci” ile daha çok üroloji ameliyatları<br />

yapılıyordu. “da Vinci genel cerrahide mide fıtığı<br />

ameliyatında da kullanılmaya başladı. Hedefimiz<br />

bundan sonrasında açık olarak yapılan tüm<br />

ameliyatlarda, da Vinci kullanmak ve bu sistemi<br />

laparoskopinin ve açık cerrahinin yerine koymak<br />

olacaktır. Özellikle kanser ameliyatlarında kullanımı<br />

artırmayı düşünüyoruz. Rahat çalışma imkanı<br />

=<br />

“da Vinci”;<br />

• Uzaydaki astronotlara gerektiğinde yeryüzündeki cerrahlar tarafından ameliyat yapılabilmesi<br />

için NASA ve ABD Savunma Bakanlığı’nın ortak projesi olarak geliştirildi.<br />

• 1990’lı yıllarda, “da Vinci”, “Mona Lisa” ve “Zeus” adlı üç robot üretildi. En başarılı sonuç,<br />

“da Vinci’de alındı.<br />

• da Vinci ile ilk operasyon, Almanya’da yapıldı. İlk başarı ise prostat ameliyatlarında yakalandı.<br />

• Yaklaşık 10 yıldır tüm dünyada 800 merkezde kullanılıyor.<br />

• Günümüzde ABD’de robotik cerrahi ile yılda ortalama 30 bin ameliyat yapılıyor.<br />

<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />

9


TÜP BEBEK<br />

TÜP BEBEK İLE İLGİLİ EN ÇOK<br />

MERAK EDİLEN NOKTALAR<br />

Doç. Dr. Cem Demirel- <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Tüp Bebek Merkezi - Op. Dr. Arzu İlknur Özdemir<br />

Tüp bebek uygulamalarında gebe<br />

kalma şansını belirleyen faktörler?<br />

Tüp bebek uygulamalarında gebe kalma şansını<br />

belirleyen birçok nokta bulunmaktadır. Bunlardan<br />

en önemlisi tedavi görmekte olan kadının yaşıdır.<br />

Gebe kalma şansı 35 yaşından genç kadınlarda en<br />

yüksek seviyede, 35-38 yaş arasında kabul edilebilir<br />

düzeyde, 38-40 yaş arasında azalan, 40-42 yaş<br />

arasında yine de ümidimizi muhafaza ettiğimiz, 42-<br />

44 yaş arasında ise gittikçe düşmüş durumdadır.<br />

Transfer edilen embriyo sayısı da gebelik şansını<br />

belirleyen bir faktördür. Tüm yaş gruplarına<br />

bakıldığında; tek embriyo transferi ile gebelik<br />

beklentisi % 28 dolaylarında iken, çift embriyo<br />

transferi ile bu oran % 45’e çıkmaktadır. Tek embriyo<br />

transferi yapılan vakalarda geriye dondurulabilecek<br />

birçok embriyo kalmaktadır ve bunların kullanımı<br />

ile de ciddi oranda ilave gebeliklere ulaşılmaktadır.<br />

Örnek olarak <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong>n’de<br />

dondurulmuş embryo transferi ile son 3 ay<br />

içerisinde % 70 oranında gebeliğe ulaşmış<br />

bulunmaktayız. Ciddi derecede erkek faktörüne<br />

bağlı infertilitede, spermin ciddi şekil bozukluğu<br />

gösterdiği çiftlerde ve sperm üretiminin testiküler<br />

yetmezlik nedeniyle bozulduğu azoospermik<br />

vakalarda yine gebelik şansı tüp bebek tedavisinde<br />

düşmektedir.<br />

Tüp bebeği en fazla kaç defa<br />

deneyebiliriz?<br />

Deneme sayısı konusunda bir sınır bulunmamaktadır;<br />

fakat iyi merkezlerde yapılan tedavilere rağmen<br />

gebeliğe ulaşılamamışsa, deneme sayısı arttıkça<br />

gebelik beklentisinde bir azalma olacaktır. Bazen<br />

nedeni belirsiz tutunamama problemi yaşayan<br />

çiftler yüksek deneme sayılarından sonra gebeliğe<br />

ulaşabilmektedirler.<br />

Bu nedenle 8. ya da 10. denemeden sonra gebelik<br />

öykülerine tanık olmaktayız.<br />

Transfer sonrası nelere dikkat<br />

etmek gerekiyor?<br />

Halk arasında düşünülenin aksine, transfer sonrası<br />

hareket etmek, ağır kaldırmak, seyahat etmek,<br />

öksürmek, ıkınmak, yükseğe uzanmak, transferden<br />

hemen sonra ayağa kalkmak gibi aktivitelerin<br />

gebeliğin tutunma ve devamı üzerine herhangi<br />

hiçbir olumsuz etkisi yoktur. Bu dönemde dikkat<br />

edilmesi gereken, doktorların önerdiği ilaçların<br />

düzenli kullanılması ve eğer yumurtalıklar aşırı<br />

derecede uyarılmış ve büyümüşlerse de fazla ağrı<br />

ve rahatsızlık duyulmaması için dinlenilmesidir.<br />

Yumurtlamayı uyaran ilaçlar<br />

arasında bir fark var mı?<br />

Bu ilaçlardan bazıları insan idrarından elde edilmekte,<br />

bir kısmı ise tamamen yapay olarak üretilmektedir.<br />

Fakat hiçbir ilacın diğerine belirgin bir üstünlüğünün<br />

olduğunu söylemek mümkün değildir. Bu nedenle<br />

ilaç seçimi kullanım kolaylığı, maliyet ve hekim<br />

tercihi gibi nedenlere dayanmaktadır.<br />

Yumurtalıkları uyarmak için uzun<br />

protokol mü daha iyi yoksa kısa<br />

protokol mü?<br />

Canlı doğum oranları açısından hiçbir fark<br />

bulunmadığından günümüzde artık birçok merkez<br />

tedavi şemalarını ağırlıklı olarak kısa (antagonist)<br />

protokolüne çevirmişlerdir. Kısa protokolde tedavi<br />

daha kısa sürmekte ve daha az sıklıkta kontroller<br />

yapıldığından hastalar için daha az rahatsızlık vericidir.<br />

10 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>


TÜP BEBEK<br />

Takip yalnızca ultrasonografi ile<br />

mi olmalıdır yoksa kanda hormon<br />

testleri de yapılmalı mıdır?<br />

Yapılan çalışmalarda görülmektedir ki; yalnızca<br />

ultrasonografi ile takip yapıldığında elde edilen<br />

sonuçların, ultrasonografiye ek olarak kan hormon<br />

takiplerinin de eklendiği takip şemalarından farklı<br />

değildir. Yalnızca ultrasonografi ile takip yapmak<br />

hatalı bir uygulama değildir ve hastalar için<br />

uygun bir yaklaşımdır. Biz ultrasonografi ile takip<br />

yaparken gerekli gördüğümüz durumlarda kan<br />

hormon düzeylerine de bakmaktayız. Örnek<br />

olarak ultrasonografi ile takipte yumurta gelişim<br />

hızı yavaş ya da çok hızlıysa, çok fazla yumurta<br />

geliştiğini görüyorsak, rahim zarının kalınlaşmadığını<br />

izliyorsak mutlaka hormonal takibi de yapıyoruz.<br />

Tedaviye başlayacağımız gün, yumurtalıklarda bir<br />

kist görülmüş ise, bu kistin tedaviye başlamamıza<br />

engel bir durumun olup olmadığını anlamak için<br />

yine hormonlara bakıyoruz. Son tetikleyici çatlama<br />

iğnesi olarak da bilinen hCG ilacını vermeye karar<br />

verdiğimiz gün de mutlaka kanda estradiol ve<br />

progesteron hormon ölçümlerine bakmaktayız.<br />

Tüp bebekte düşük daha mı sık<br />

izlenmektedir?<br />

Tüp bebek tedavisi ile elde edilen gebeliklerde<br />

düşük riski, normal yolla kalınan gebeliklerden<br />

çok az daha yüksektir. Bunun nedeni tedaviden<br />

değil, gebe kalamamaya neden olan problemin<br />

kendisinden kaynaklanmaktadır.<br />

Tüp bebek gebeliklerinin başında<br />

izlenen vajinal kanamalar normal<br />

midir?<br />

Gebe kalmış hiçbir hastada vajinal kanama<br />

normal kabul edilmemelidir ve doktora mutlaka<br />

danışılmalıdır. Fakat öte yandan da tüp bebek<br />

gebeliklerinin başında vajinal kanama ve<br />

lekelenmelere çok sık rastlanılmaktadır. Bu mutlaka<br />

kötüye gidişin bir göstergesi olmayabilir.<br />

Transfer sonrası gebelik şansının<br />

desteklenmesi için progesteron<br />

ilaçlarının hangisi etkilidir?<br />

Yapılan çalışmalarda vajinal progesteron ilaçları<br />

ile kas içine yapılan progesteron iğneleri arasında<br />

gebelik şansı açısından hiçbir fark bulunmamıştır.<br />

Kas içine her gün yapılan iğneler bazen çok can<br />

yakıcı olduğundan ilk planda vajinal progesteron<br />

ilaçları tercih edilmelidir. Fakat bazı hastalarda<br />

vajinal progesteron vajende ciddi kaşıntı ve yanma<br />

yapmaktadır. Bu durumda progesteron iğnelerine<br />

geçilmesi düşünülebilinir.<br />

Tüp bebekte gebe kaldıktan sonra<br />

progesteron ilacına daha ne kadar<br />

devam edilmelidir?<br />

Progesteron ilacına gebelik testi pozitif çıktıktan<br />

sonra devam etmenin bilimsel bir faydası yoktur;<br />

fakat günümüzde birçok merkez bu ilaca 12.<br />

gebelik haftasına dek devam etmektedir. Biz bebek<br />

kalp atımları görünene dek devam etmekteyiz.<br />

Fakat eğer anne adayı ilacın kullanımına bağlı ciddi<br />

yan etkilerden muzdaripse (kaşıntı, yanma gibi)<br />

o zaman ilacı kesilmektedir.<br />

Transferden sonra kullanılan<br />

aspirin, heparin gibi ilaçların faydası<br />

var mı?<br />

Embriyo transferinden sonra aspirin kullanmanın<br />

bir faydası olmamaktadır. Bazı çalışmalar;<br />

tekrarlayan deneme başarısızlıkları ve altta yatan<br />

bir nedeni bulunamamış vakalarda heparin iğneleri<br />

kullanmanın faydalı olabileceğini göstermiştir.<br />

Heparin kullanımında gebelik sağlanır ise, gebeliğin<br />

12. haftasına dek devam edilmektedir.<br />

Dondurulmuş embriyolar ile<br />

gebelik şansımız var mı?<br />

Bazı tüp bebek uygulamalarında transfer edilen<br />

embriyoların dışında elimizde geride çok iyi kaliteli<br />

embriyolar kalabilmektedir. Bu embriyoların<br />

dondurulup saklanması, aileye ileride tekrar bir<br />

gebelik şansı verebilmektedir. O nedenle embriyo<br />

dondurma hastalar için çok faydalı bir uygulamadır.<br />

Dondurulan embriyolar çözündükten sonra % 70-<br />

80 canlı kalmakta ve % 50-70 oranında gebelikle<br />

sonuçlanmaktadır. Dondurulmuş embriyolar ile<br />

elde edilen bebeklerin sağlığı, doğal yolla elde<br />

edilen gebeliklerden farklı değildir.<br />

Tüp bebek öncesinde herhangi bir<br />

diyet uygulanmalı mıdır?<br />

Bu konuya ilişkin yeterli bilimsel çalışma verileri<br />

olmamakla birlikte; bazı çalışmalar özellikle gebelik<br />

planlamasına geçildiği dönemde (prekonsepsiyonel<br />

dönem) Akdeniz tipi diyet (yüksek oranda bitkisel<br />

yağlar, sebzeler, balık ve baklagiller ve düşük<br />

oranda snackler) ile beslenen hastalarda tüp<br />

bebek başarı oranlarının artığını göstermektedir.<br />

Akdeniz diyetindeki bitkisel kaynaklı az doymuş<br />

yağlar, yüksek folik asit ve B6 vitamini bu beslenme<br />

şeklinin üstünlüğünde belirtilen temel içeriklerdir.<br />

Tüp bebek tedavisi öncesi kilo<br />

vermek gerekli mi?<br />

Kilolu bayanlarda tüp bebek tedavisi öncesi kilo<br />

verilmesinin tedavi sonuçlarına olumlu etkisinin<br />

olabileceği yönünde net bilgi bulunmamaktadır.<br />

Fakat kilonun ideal düzeylere getirilmesi; tedavi<br />

süresinin kısalmasına, ihtiyaç duyulan ilaç miktarının<br />

azalmasına ve tüp bebek ile gebe kalınırsa düşük<br />

yapma riskinde azalmaya neden olmaktadır. O<br />

nedenle ideal kilolara gelmenin tedavinin sonuç<br />

dışındaki özelliklerine ve gebelik oluştuğunda da<br />

düşük ya da gebelik şekeri gibi problemlere karşı<br />

faydası bulunmaktadır.<br />

Embriyo transferinden sonra cinsel<br />

yaşam devam edebilir mi?<br />

Cinsel yaşamın devamı gebeliğin tutmasına engel<br />

oluşturmaz. Fakat yumurta toplama işleminden<br />

sonra yumurtalıkların hala çok büyük olabilmesi,<br />

vajinal yolla kullanılan ilaçlar, bazen lekelenme tarzı<br />

vajinal kanamalar, normal bir cinsel ilişki sürecini<br />

anne adayı için rahatsızlık verici yapabilir.<br />

Embriyoların yumurta toplama<br />

işleminden sonra 5. gün mü<br />

transfer edilmeleri gerekmektedir?<br />

Çiftler; medyada yer alan haberlerin etkisiyle<br />

embriyo transfer günleri 5. gün olmayınca bazen<br />

üzüntüye kapılmakta ve şanslarının azaldığını<br />

düşünmektedirler. 5. gün (blastokist) transferi bazı<br />

ailelerde gebelik şansını artırırken, bazı ailelerde<br />

tam tersi etki yapıp bu şansı azaltabilir. Blastokist<br />

transferi yapabilmek için bazı şartların oluşması<br />

gerekmektedir. Tedavi sonrası toplanan yumurta<br />

sayısının 10 adetin üstünde olması, 3. gün en<br />

azından 3 adet birinci kalitede embriyo gelişiyor<br />

olması gibi. Bu şartlar yoksa blastokist transferine<br />

gitmek mevcut şansın azalmasına neden olabilir. O<br />

nedenle her denemede şansın daha yüksek olduğu<br />

bir transfer günü vardır. Bazen 5. gün uygunken,<br />

çoğu vakada 3. gün transferleri en yüksek başarıyı<br />

vermekte, eldeki embriyo sayısı çok az ise de<br />

bazen 2. gün transferi tercih edilmektedir.<br />

<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />

11


ÜROLOJİ<br />

İKTİDARSIZLIK 30 DAKİKADA<br />

TEŞHİS EDİLEBİLİYOR<br />

Op. Dr. Murat Akand - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Üroloji Bölümü<br />

Erkeğin cinsel sorunlarının en önemlisi olan iktidarsızlık, utanma duygusu nedeniyle<br />

gizli kalıyor ve hasta tedavi olamıyor. İktidarsızlık sorunu, erkeğin yaşamının diğer<br />

alanlarını da olumsuz etkiliyor.<br />

İktidarsızlığın kesin olarak tedavi edilebilmesi için sorunun doğru bir şekilde<br />

tespiti çok önemli. İktidarsızlık artık, 30 dakikalık bir işlem ile “penisin damar<br />

haritası çıkartılarak” tespit edilebiliyor ve gerekti tedaviler buna göre planlanıp<br />

uygulanıyor.<br />

İktidarsızlık, pek çok çevresel faktörle ortaya çıkabilen bir sorundur. Ereksiyon<br />

problemleri, hormonal bozukluklar, geçirilmiş ameliyatlar, damar sertliği,<br />

tıkanıklıkları ve yetmezlikleri, enfeksiyonlar, ilaç kullanımı (tansiyon, depresyon<br />

ilaçları), düşme-trafik kazaları, Peyronie hastalığı, uyuşturucu kullanımı, yoğun<br />

sigara içimi ya da stres nedeniyle ortaya çıkabilir.<br />

12 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>


ÜROLOJİ<br />

Partnerin yaklaşımı iktidarsızlığa<br />

neden olabilir<br />

İktidarsızlık sorununda bilinmesi gereken en<br />

önemli nokta, kadınlarda sıklıkla ortaya çıkan cinsel<br />

fonksiyon bozukluğunun, partnerinde de ereksiyon<br />

problemlerine neden olabileceğidir. İktidarsızlık,<br />

yalnızca erkeğin kendisinden kaynaklanın bir<br />

sorun değildir. Sorun ortaya çıktığında yalnızca<br />

erkeği değil, partneri ile birlikte çifti tümüyle<br />

değerlendirmek gerekir. Organik nedenlere bağlı<br />

ereksiyon kayıpları hazırlayıcı bir neden olmaksızın<br />

sinsi olarak başlayabilir. Özellikle organik kökenli<br />

durumlarda fonksiyon kaybı kalıcıdır, giderek<br />

kötüleşir ve diğer koşullarda da (gece ereksiyonları,<br />

mastürbasyon, erotik durumlar vb…) ereksiyon<br />

olmaz. Beraberinde cinsel isteksizlik olabileceği<br />

gibi, cinsel istekte kayıp olmayabilir.<br />

Aşırı alkol ve sigara tüketimi<br />

sertleşme sorununu beraberinde<br />

getirebilir<br />

İktidarsızlık gelişiminde risk faktörlerinin başında<br />

hipertansiyon, şeker hastalığı, damar sertleşmesi,<br />

aşırı alkol tüketimi, sigara, aşırı şişmanlık,<br />

hipertansiyon ilaçları ve sedatifler gibi ilaçlar<br />

gelmektedir. Damar problemi teşhis edilen kişiler<br />

ilaç veya cerrahi tedavi sonrasında kesinlikle<br />

sigara kullanmamalıdır. Yapılan araştırmalar günde<br />

1 paket sigara içenlerde 30 yıl, 2 paket içenlerde<br />

ise 15 yıl içerisinde ereksiyon bozukluğu görülme<br />

riskinin %70 olduğunu göstermektedir.<br />

Fiziksel iktidarsızlıkta tehlike çanları<br />

• Şeker hastalığı<br />

• Hipertansiyon<br />

• Koroner kalp hastalığı<br />

• Parkinson hastalığı<br />

• Kolesterol yüksekliği<br />

• Omurga yaralanması<br />

• Bel fıtığı gibi rahatsızlıklar ereksiyon kaybının<br />

başlıca nedenleridir.<br />

İktidarsızlık tedavisinde doğru<br />

teşhis önemli<br />

Yeni tanı yöntemleri sayesinde cinsel sorunları<br />

olan erkekler, problemlerini kaynağını en ince<br />

ayrıntısına kadar öğrenebilmektedir. Renkli<br />

Doppler Ultrasonla yapılan incelemeyle, penise kan<br />

gelmesini sağlayan 1/10 mm’lik damarlardaki kan<br />

akımları değerlendirilerek, organik nedenlere bağlı<br />

ereksiyon kayıplarının altında yatan kesin neden<br />

ortaya çıkmaktadır. Bu test özellikle konusunda<br />

deneyimli bir radyolog ve üroloji uzmanı ile<br />

birlikte yapılmaktadır. Böylece değerlendirmenin<br />

tüm detayları ortaya konularak, gereksiz tanı<br />

yöntemlerinin uygulanması engellenmektedir.<br />

İktidarsızlığa 30 dakikada teşhis<br />

Cinsel fonksiyon bozukluğunda en önemli organik<br />

nedenlerinden biri olan damar yetersizliği, “Penil<br />

Doppler Ultrason” aleti ile 30 dakikada penisin<br />

damar haritası çıkartılarak tespit edilmekte, gerekli<br />

tedaviler buna göre planlanarak uygulanmaktadır.<br />

Penil Doppler Ultrason ile en ince damarlar<br />

bile görüntülenerek, iktidarsızlığın erken teşhisi<br />

sağlanmakta ve hasta gereksiz zaman kaybından<br />

kurtarılmaktadır. Renkli Doppler ile penis<br />

incelenmesi yönteminde, penise ereksiyon sağlayıcı<br />

ilaç uygulanmaktadır. Enjeksiyon sonrasında gelişen<br />

sertlik süresince cihaza bağlı prob penis üzerinde<br />

gezdirilerek. damarlar incelenmektedir. Bu işlem<br />

sonucunda, ereksiyonun süresi, damarların açık<br />

olup olmadığı, iktidarsızlığın cinsi hakkında bilgiler<br />

elde edilir.<br />

Uykuda solunum durması ereksiyon<br />

bozukluğunu tetikler<br />

Ereksiyon bozukluğunun altında yatan nedenin;<br />

damar yetmezliği mi yoksa psikolojik kaynaklı bir<br />

sertleşme sorunu mu olduğunu ayırt etmek için<br />

uyku laboratuvarında gece sertleşmeleri NPTR<br />

testi ile ölçülmektedir. Gece uykudayken penis<br />

2-7 kez sertleşir. Yaş ilerledikçe bunun sıklığı ve<br />

gücü azalır. Bunun yanında uyku apnesi (uykuda<br />

solunumun durması) sorunu olan hastalarda,<br />

uyku sırasında solunumun durmasıyla rüya<br />

görülememekte ve böylece penise yeterli kan<br />

gitmemektedir. Yeterli beslenemeyen peniste<br />

ereksiyon bozukluğu görülmektedir.<br />

Uzman Yardımı Almaktan<br />

Çekinmeyin!<br />

Sertleşme sorunu tedavisinde asıl amaç; hastaya<br />

normal bir cinsel yaşam sağlamak olmalıdır. Dünya<br />

Sağlık Örgütü’ne göre sertleşme sorununun<br />

ortadan kaldırılmasında koruyucu hekimlik,<br />

birinci, ikinci ve üçüncü basamak tedavi adımları<br />

vardır. Koruyucu hekimlik kişide değiştirilebilir risk<br />

faktörleri ve sebep varsa bunların düzeltilmesini<br />

kapsar. Bu şekilde sorun giderilemiyorsa, birinci<br />

basamak tedavi cinsel danışmanlık, eğitim ve<br />

oral (ağızdan kullanılan) ilaçlarla yapılır. Hastanın<br />

durumu bunlara rağmen düzelmemişse; vakum<br />

cihazı, penise iğne uygulamaları gibi lokal tedaviler<br />

uygulanır. Birçok sertleşme bozukluğunda özel<br />

ilaç kokteyli ile penis rehabilitasyonu yapılarak<br />

cerrahi müdahaleye gerek kalmadan tedavi<br />

tamamlanır. Sertleşme sorunlarında genellikle<br />

tedavide ameliyat dışındaki metotlara öncelik<br />

verilse de, cerrahi girişimin gerekli olduğu hasta<br />

grupları da mevcuttur. Bu hastalar için diğer tedavi<br />

seçenekleri başarısız sonuçlar verdiğinde veya bu<br />

tedavileri reddettiklerinde geriye tek seçenek<br />

olarak protez kalmaktadır. Penil protezler iyi hasta<br />

seçimi yapıldığında hastanın partneriyle uyumunu<br />

düzenler ve yaşamı son derece kaliteli bir noktaya<br />

getirir.<br />

<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />

13


ORGAN NAKLİ<br />

PANKREAS KANSERİ EN ÇOK<br />

SİGARA KULLANANLARI SEVİYOR<br />

Prof. Dr. Kamil Yalçın Polat - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Organ Nakli ve Genel Cerrahi Bölüm Başkanı<br />

Pankreas kanserleri<br />

pankreasın kötü huylu<br />

tümörleridir. ABD’de<br />

2010 yılı içerisinde<br />

tahmin edilen vaka sayısı<br />

43 bin dolayındadır.<br />

Genellikle hızlı seyirli<br />

kabul edilir. Olguların<br />

yüzde 95’i ekzokrin<br />

pankreastan kaynaklanan<br />

adenokarsinomlardır.<br />

Pankreas bir salgı bezidir<br />

Pankreas karın boşluğunda omurganın<br />

bel bölümünde yer alan bir salgı bezidir.<br />

Ortalama 15- 20 cm uzunluğunda erkeklerde<br />

ortalama 70 gr, kadınlarda 55 gr ağırlığındadır.<br />

Vücutta çok önemli olan iç ve dış salgı<br />

görevi vardır. İç salgı görevini “Langerhans”<br />

adacıkları denilen salgı hücreleri yapar ve<br />

insülin salgılar. İnsülin glukoz metabolizmasını<br />

düzenler. Dış salgı görevi asünüs keseciklerine<br />

aittir. Pankreas özsuyu içerisinde lipaz,<br />

amilaz ve tripsinojen vardır. Yetişkinlerde<br />

günde 800- 900 ml pankreas özsuyu<br />

salgılanır. Bu sindirimde temel bir sıvıdır.<br />

Pankreas kanseri diyabet olarak<br />

karşınıza çıkabilir<br />

Pankreas kanserleri ‘sesiz öldürücü’ olarak<br />

tanımlanır. Başlangıçta sinsice başlar ve bulgu<br />

vermez. Sessiz ilerleyişi hastalığa geç evrede<br />

tanı konulmasına sebep olur. Özellikle<br />

pankreasın gövde ve kuyruk kısmında<br />

yerleşen tümörler geç bulgu vermektedir.<br />

Bunun için tanı konulduğunda genellikle<br />

hastalık ileri evrededir. Karın ağrısı, bulantı<br />

kusma, kilo kaybı, iştahsızlık, ağrısız sarılık,<br />

depresyon gibi belirtilerle kendini gösterebilir.<br />

Pankreas kanseri kimi zaman diyabet tablosu<br />

ile karşımıza çıkabilir. Diğer taraftan uzun süreli<br />

diyabet, pankreas kanseri için risk faktörüdür.<br />

Günde 30 gramdan fazla alkol<br />

kanser riskini artırır<br />

Pankreas kanseri 60 yaş üzerindeki kişilerde<br />

daha sıklıkla görülmektedir. Erkekler pankreas<br />

kanserine kadınlara göre %30 daha fazla<br />

yakalanmaktadırlar. Sigara içmek, sebze<br />

meyveden yoksun fakir diyetler, artmış<br />

kırmızı et tüketimi, obezite, kronik pankreatit<br />

pankreas kanserini artıran sebeplerdir.<br />

Ailede pankreas kanseri hikayesi olanların<br />

%5 ile 1O’unda pankreas kanseri riski vardır.<br />

Alkolün pankreas kanserine etkisi tartışmalı<br />

bir konudur. Alkol kullanımı kronik pankeatite,<br />

kronik pankreatitin de pankreas kanserine<br />

dönüştüğü üzerine bir teori vardır. Fakat bu<br />

kanıtlanamamıştır. Pankreas kanserinin alkol<br />

ile olan ilişkisi yoğun ve uzun süre kullanma ile<br />

ilgilidir. Alkol miktarı artıkça pankras kanseri<br />

riski artmaktadır. Günde 30 gramdan fazla<br />

alkol tüketimi pankreas kanseri riskini artırır.<br />

Sigara en önemli etken<br />

Amerikan Kanser Derneği araştırmalarına<br />

göre; pankreas kanserinin %20-30’undan sigara<br />

sorumludur. Bunun için sigaradan mutlaka uzak<br />

durulmalıdır. Sağlıklı kiloda kalma, bol sebze<br />

meyve tüketimi, aşırı kırmızı etten uzak durma<br />

pankreas kanseri riskini azaltır. Vitamin D için<br />

pankreas kanserine karşı koruyuculuğunu<br />

gösteren çalışmalar mevcuttur.<br />

Ailesinde pankreas kanseri olan, sigara kullanan<br />

ve diyabet hastası olan kişilerin mutlaka pankreas<br />

kanseri açısından yıllık kontrollerini yaptırması<br />

gerekir.<br />

Cerrahi ve kemoterapi<br />

kombinasyonu ile başarı<br />

sağlanabilir<br />

Pankreas kanseri tedavisi evresine göre<br />

değişmektedir. İlk planda düşünülen tedavi<br />

cerrahidir. Eğer tümör pankreasın baş kısmında<br />

lokalize ise “whipple ameliyat” denilen klasik<br />

ameliyat yapılır. Bu işlem ileri lokal yayılımlar<br />

ve uzak metastaz durumlarında yapılmaz. Bu<br />

ameliyat yaşam beklentisi artırılacağı düşünülen<br />

olgularda yapılır. Tümör pankreasın gövde<br />

ve kuyruk kısmında ise bu bölgeleri içeren<br />

rezeksiyon yapılır. Buna “distal pankreatektomi”<br />

denilir. Radikal cerrahi ile tümörün çıkarılması<br />

hastalık sessiz seyrettiği için az bir kısım<br />

hastaya uygulanabilmektedir. Kemoterapi ise<br />

gerek tümör çıkarıldıktan sonra gerekse de<br />

tümörün çıkarılamayacağı olgularda yapılır.<br />

Kemoterapi ile daha iyi yaşam kalitesi az da<br />

olsa beklenmektedir. Hastalığın seyri, tümörün<br />

çıkarılıp çıkarılamamasına, etraf dokulara<br />

sıçramasına, hastalığın evresine ve lenf bezlerinin<br />

tutulmasına bağlıdır.<br />

14 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>


OBEZİTE<br />

TİROİD KANSERİ<br />

TEDAVİ EDİLEBİLİR BİR HASTALIKTIR<br />

Prof. Dr. Alp Bozbora - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Genel Cerrahi ve Bariatrik Cerrahi Bölümü<br />

Tiroid bezi boyunda yer alan kelebek şeklinde bir organdır. Salgıladığı hormonlar sayesinde vücuttaki birçok fonksiyonu düzenler.<br />

Tiroid hormon düzeyindeki değişiklikler birçok hastalığa neden olur. Bu hastalıkların bir kısmı ilaç, diyet ve nükleer tıbbın olanakları<br />

ile tedavi edilirken bazı tiroit hastalıklarının tedavisi için ise ameliyat gereklidir.<br />

Tiroid kanseri, tiroid bezinin hücrelerinden köken alan bir kanser türüdür. Diğer kanser türlerine göre çok daha az görülen tiroid<br />

kanseri doğru tanı ve tedavi uygulanırsa, tamamen ortadan kaldırılabilir. Tiroid kanseri hastaların yaşam sürelerini olumsuz etkilemez.<br />

Ses kısıklığı tiroid kanserinin belirtisi olabilir<br />

Hormon salgılayan organlar içinde en sık, tiroid kanserine rastlanır.<br />

Milimetrik boyuttan 4 – 5 cm büyüklüğe kadar değişik boyutlarda olabilir.<br />

Hasta genellikle sesindeki değişikliklerden örneğin; ses kısılması, şarkı<br />

söylerken ve ya bağırırken sesinin azalmasından, yutkunduğunda boğazında<br />

bir yumru varmış gibi hissetmesinden ve dışarıdan fark edilen boynundaki<br />

şişlikten rahatsızlık duyar. Bu ana belirtilere karşın hastada hiçbir belirtiye<br />

neden olmayan, milimetrik boyuttaki tümörlerde biyopsi veya nodül<br />

nedeniyle ameliyat sırasında saptanabilir.<br />

Tiroid kanseri tanısı nasıl konulur?<br />

Boyunda şişliğe neden olan tiroid bölümünden iğne ile parça<br />

alınması(biyopsi) tiroid kanseri tanısında en önemli tanı aracıdır. Bu<br />

yöntemin yanı sıra ultrasonogrofi ve boyun tomografisi tiroid kanseri<br />

tanısında yardımcı olur.<br />

Tiroid kanserinin tedavisi için yapılan ameliyat nedir?<br />

Tiroid kanserinin tedavisi iki basamaktan oluşur. İlki tüm tiroid dokusunun<br />

çıkarılması amacı ile yapılan cerrahi girişim ve ikinci basamak kalan<br />

milimetrik tiroid dokusunu yok etmek için verilen radyoaktif iyot tedavisidir.<br />

Hasta önce tiroid ameliyatını olur ve tüm tiroid bezi ameliyat ile çıkarılır,<br />

ameliyattan yaklaşık iki ay sonra radyoaktif iyot verilerek tedavi tamamlanır.<br />

Tiroid kanseri tedaviyle yok olur<br />

Tiroid kanseri, tiroid bezindeki hücrelerin kansere dönüşmesi nedeniyle<br />

oluşan bir kanser türüdür. Tiroid kanserleri genellikle boyunda bir kitle<br />

veya tiroid bezi içinde bir nodül şeklinde oluşur. Tiroit kanserlerinin çoğu<br />

tedaviyle yok olur ve diğer kanser türleri gibi kötü bir seyir göstermez.<br />

Yapılan ameliyat ve radyoaktif iyot tedavisiyle ortadan kalkar ve hastanın<br />

yaşam süresini kısaltmaz. Bu nedenle hastaların çok fazla korkup paniğe<br />

kapılmasına gerek yoktur. Ancak tedaviyle kanser yok olsa bile hastaların<br />

ömür boyu kontrol altında olması çok önemlidir.<br />

Tiroid kanserinin yaşam süresine etkisi var mıdır?<br />

Tiroid kanserinin dört ana tipi vardır. Bunlar içinde en sık görüleni (%90)<br />

papiller tipteki tiroid kanseridir. Bu tümör uygun ve yeterli tedavi ile ortadan<br />

kaldırılan, hastanın yaşam süresine ve kalitesine olumsuz etki göstermeyen<br />

bir kanserdir. Tedavi sonlandıktan sonra sadece basit kan testleri ve akciğer<br />

filmi ile hastayı izlemek gereğinde boyun ultrasonografisi yapmak yeterlidir.<br />

Hastaların çoğunluğu yaşamlarının geri kalanında bu hastalığa ait bir sorunla<br />

karşılaşmaz.<br />

Tiroid ameliyatından sonra hastanede ne kadar kalınır?<br />

Ameliyat 1 -1,5 saat sürer ve hastanın ameliyat sonrası bir gece hastanede<br />

kalması gerekir. Ertesi gün hasta taburcu edilir. Hasta, evde iki ve ya üç<br />

günlük istirahat sonrası günlük aktif yaşantısına dönebilir.<br />

<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />

15


ORTOPEDİ<br />

KAYAK<br />

YARALANMALARI<br />

Prof. Dr. Ahmet Turan Aydın - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü<br />

Kayak, özellikle gelişmiş<br />

toplumlarda çok sevilen<br />

bir spordur. Japonya’da<br />

her beş kişiden biri,<br />

Avrupa’da 30 milyon,<br />

ABD’de 10 milyondan<br />

fazla kişi kayak<br />

yapmaktadır. Tüm<br />

dünyada kayak sporu<br />

yapan sayısı 200 milyon<br />

civarındadır. Ülkemizde<br />

de her yıl kesin bir<br />

istatistik olmamasına<br />

rağmen 25 binden fazla<br />

kişinin kayak yaptığı<br />

tahmin edilmektedir.<br />

Kayak bireysel bir spor olduğu<br />

gibi tüm aile bireyleri tarafından<br />

bir arada da yapabilmektedir. Bu<br />

özelliğiyle de yüzmede olduğu gibi<br />

bir sosyal etkinlik olarak aileler<br />

tarafından kış sporu, kış tatili<br />

etkinliği olarak tercih edilir. Kayak<br />

yaparken karşılaşılan yaralanmalar<br />

spor yaralanmalarının önemli bir<br />

kısmını oluşturmaktadırlar. Her<br />

yaşta ve düzeyde (olimpik veya<br />

yeni başlayan) yapılan bir spor<br />

olması, spor yapılan zemin özellikleri,<br />

kayak esnasında yüksek hızlara<br />

erişilmesi nedeniyle yaşanan düşme<br />

ve çarpma, kafa travmalarına,<br />

basit eklem burkulmalarına ve<br />

yaralanmalara sebep olabilir.<br />

?<br />

Kayak yaralanmalarının sıklığı nedir<br />

Kayak yaralanmaları konusundaki çalışmalar; İskadinav ülkeleri, İskoçya, Kanada, ABD ve Japonya<br />

kaynaklıdır. Ülkemizde bu konuda ciddi bir çalışma bulunmamaktadır. Yaralanma sıklığı 1000 kayakçı<br />

başına 3 / gün olarak belirlenmiştir. Modern kayak takımları özellikle diz çevresindeki yaralanma ve<br />

tibia kırığı riskini azaltmıştır. Ancak 1970’lerde başlayan ve günümüzde gençlerin % 80’ninin tercih<br />

ettiği snowboard farklı yaralanma şekillerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Snowboard yapanlarda<br />

yaralanmaların %50’si üst ekstremitede oluşmakta ve Alp disiplinine nazaran iki misli sıklıkta kırık<br />

görülmektedir. Kayak yaralanmaları; en sık yaralanmanın alt ekstremitede ve sırasıyla üst ekstremite,<br />

kafa, omurgalar, göğüs, karın ve leğen kemiğindedir. Ölüm riski bir çalışmada Alp disiplininde % 6.4,<br />

snowboard’da ise % 0 olarak bildirilmiştir.<br />

16 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>


ORTOPEDİ<br />

Sık görülen kayak yaralanmaları nelerdir?<br />

Ölümle sonuçlanan kayak yaralanması sıklığı azdır. Ancak özellikle alt uzuvlar<br />

olmak üzere, üst uzuvlar, omurga ve leğen kemiğinde sık yaralanmalar<br />

olmaktadır. Yaralanmaların çok farklı nedenleri bulunmaktadır. Kayak<br />

bireysel bir spor olup kayak yapan kişiye ait nedenler birincil önem taşır.<br />

Acemilik, deneyimsizlik, kayak tekniğine uymama, uygun olmayan malzeme<br />

kullanma, yorgunluk gibi nedenler kişiye ait nedenlerdir. İkinci önemli neden<br />

kayak yapılan alanın olumsuz özellikleridir. (olumsuz hava koşulları, pistteki<br />

erime ve donma alanları, bol ve yumuşak kar, pistte keskin dönüşler ve<br />

tümsekler vs…) Kayak malzemelerine, seçimine ve bakımına ait kusurlar<br />

da, yaralanmalara neden olabilir. Kayakta en sık diz, bacak kemiği ve ayak<br />

bileği yaralanmaktadır. Modern kayak ekipmanları ayak bileği yaralanmalarını<br />

azaltmıştır. Alp disiplininde dizde iç yan ve ön çapraz bağ sık yaralanmaktadır.<br />

Dikkati çeken bayan kayakçılarda ön çapraz bağ yaralanmasının erkeklere<br />

nazaran iki kat sıklıkta görülmesidir. Dizdeki bağ yaralanmalarına % 23 ile<br />

55 oranında menisküs yırtığının da (özellikle iç menisküs, dış menisküs<br />

yırtığının) nadir eşlik ettiği dikkati çekmektedir. Sert kayak botları ayak<br />

bileği yaralanmalarını önlerken dizde bağ yaralanması ve kaval kemiği<br />

kırıkları riskini artırmıştır. Bacak kırıkları kayakların serbestleşmemesi sonucu<br />

ve sıklıkla botun bittiği seviyede olmaktadır. Alp disiplininde özellikle üst<br />

uzuvlarda en sık karşılaşılan yaralanma el baş parmağında görülür. “ kayakçı<br />

baş parmağı yaralanması” adı da verilen bu yaralanmada baş parmak<br />

ekleminin iç taraftaki yan bağının kayak butonunun zorlanması sonucu<br />

yırtılmasıyla karakterizedir. Omuz eklemi yaralanması ikinci sıklıkta tüm<br />

kayak tiplerinde görülürler. Tüm yaralanmaların % 8-16’sını, snowboard<br />

yapanlarda ise %20-34’ünü oluşturmaktadır. Bu bulgular özellikle sowboard<br />

yapanlarda üst uzuv yaralanmasının daha sık görüldüğünü göstermektedir.<br />

Omuz eklemi yaralanmaları uzanmış kol veya doğrudan omuz üzerine<br />

düşme ile oluşmaktadır. Rotator manşet yaralanmaları, omuz çıkığı ve üst<br />

kol uç kırıkları karşılaşılan yaralanma şekilleridir. El bileği zorlanması, el bileği<br />

kırıkları, omurga kırıkları da azda olsa görülürler. Omurga yaralanmaları<br />

ciddi yaralanmalardır. Felce neden olabilirler. Snowboard’da Alp disiplinine<br />

nazaran dört misli görüldüğü önemle hatırlanmalıdır.<br />

Çocuk ve ergenlerde erişkinlere nazaran bacak kemiği kırığı sık görülmektedir.<br />

Kayak malzemelerinin yeterli kalitede olmaması ve iyi bağlanmaması önemli<br />

nedenidir. Özellikle on yaşın altındaki çocuklarda bacak kemiği kırığı altı ile<br />

dokuz kez sık görülmektedir. Burada özellikle ebeveynlerin eğitimi ve kayak<br />

öncesi çocuğun dikkatle hazırlanması önem taşımaktadır.<br />

Kayak yaralanmalarından korunmak mümkün müdür?<br />

Kayak yaralanmalarının nedeni olarak belirlediğimiz kişiye, kayak yapılan<br />

zemine ve kullanılan malzemelere yönelik önlemlerin alınması, özellikle on<br />

yaşından küçük çocukların yeni donanımla ve dikkatli bir şekilde ebeveynleri<br />

tarafından kaymaya hazırlanması kayak yaralanması riskini azaltacaktır.<br />

Çalışmalar başlığın (Helmet) Alp disiplini ve Snowboard da ciddi kafa<br />

travmalarından koruduğu ve boyun travması riskini de artırmadığını<br />

göstermiştir. Modern kayak ekipmanları çocuklarda sık görülen bacak<br />

kemiği kırığı ( % 70 oranında ) riskini önemli oranda azaltmıştır. Snow board<br />

yapanlarda sık görülen e bileği yaralanmaları özel el bilekliği ile önlenebilir.<br />

Kayak yaralanmalarından<br />

korunma için altın<br />

kurallar<br />

• Kendinize ait ve güvenli ekipmanları kullanınız.<br />

Eğer kiralık kayak kullanıyorsanız size uygun<br />

olduğuna tam ikna olun ve en ufak tereddütte<br />

değiştirin.<br />

• Çocuklarınızın kayaklarını siz hazırlayın ve iyi<br />

bağlandığına dikkat edin.<br />

• Elbise ve rahatlığı, kayak gözlükleri, kask<br />

kullanılması ( helmet )önemlidir.<br />

• Pist özelliğini araştırın. Kalabalık pistlerde<br />

dikkatli olun. Pist üzerindeki uyarı işaretlerine<br />

dikkat edin. Eğer deneyimsiz iseniz aşırı<br />

güven ve gereksiz hareketler tehlikeli olabilir.<br />

Başkalarını tehlikeye atmaktan kaçının<br />

• Kaymanın ilk saatlerinde ısınıncaya kadar<br />

daha basit parkurları seçin. Yorulduğunuzu<br />

hissettiğinizde mutlaka ara veriniz.<br />

• Alkollü olarak kayak yapmayınız.<br />

• Birini geçerken yeterli mesafe bırakın. Dar<br />

geçitlerde durmayın. Durmanız gerekiyorsa en<br />

kenara çekilin.<br />

• Hızlı kaymak istiyorsanız boyunuzdan 10-15<br />

cm uzun, nispeten yavaş kaymak ve dönüşlere<br />

kolay alışmak içinse boyunuzda kayak seçiniz.<br />

<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />

17


HEMATOLOJİ<br />

HASTANEYE BAŞVURAN HASTALARIN<br />

YÜZDE 30’U KANSIZLIK SORUNU YAŞIYOR<br />

Uz. Dr. Hüseyin Saffet Beköz <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Hematoloji Bölümü<br />

Gelişmiş ülkelerde hastanelere başvuran hastaların %30’undan fazlasının anemik olduğu ve<br />

bu oran, gelişmekte olan ülkelerde daha da arttığı bilinmektedir. Orta-Güney Amerika<br />

ve Asya ülkelerinde demir eksikliği anemisi oranı yetişkin erkeklerde %1.9-14, kadınlarda ise<br />

%15-64’tür. Anemi (kansızlık) hemoglobin miktarının yaş ve cinsiyete göre Dünya Sağlık Örgütü<br />

tarafından kabul edilen kriterlerin altında kalmasıdır.<br />

Bu kriterler erişkin erkeklerde<br />

13 g/dL, kadınlarda 12 g/dL nin<br />

altı kabul edilir. 6 ay ile 6 yaş<br />

arası çocuklarda 11 g/dL nin,<br />

6-14 yaşlarda 12 g/dL nin altı<br />

anemidir. Anemi hemoglobin<br />

miktarının normal kabul edilen<br />

değerlerin altına düşmesidir.<br />

Ancak kansızlık teşhisi konurken<br />

sadece hemoglobin değeri dikkate<br />

alınmaz. Onun yanında; demir,<br />

demir bağlama kapasitesi, ferritin,<br />

gibi demir depolarını gösteren bir<br />

takım parametrelere de bakılır.<br />

Aneminin genel belirtileri<br />

Halsizlik, yorgunluk, çabuk yorulma, eforla<br />

nefes nefese kalma, adalelerde güçsüzlük<br />

hissi, üşüme hissi, ellerde soğukluk, baş<br />

ağrısı, baş dönmesi, huzursuzluk, iştahsızlık,<br />

saç dökülmesi ve saçlarda matlaşma,<br />

kulaklarda uğultu ve çınlama, gözler önünde<br />

sinek uçuşmaları, devamlı uyuma isteği ve<br />

uyuklama hali, çarpıntı, kalp rahatsızlığı olan<br />

kişilerde göğüs ağrısı, deride solukluk, tırnak<br />

yataklarında düzleşme, kolay kırılma, çok<br />

seyrek olarak çukurlaşma (kaşık tırnak),<br />

dudak kenarında çatlamalar, yaralar görülmesi,<br />

zihinsel yoğunlaşmada (konsantrasyon)<br />

yetersizlik. Hastalığı çok ilerlediği durumlarda,<br />

göz kararması, baygınlık hissi dahi görülebilir.<br />

Bu belirtilerin görüldüğü vakalarda, kronik<br />

anemi akla gelmektedir Kansızlığı olan her<br />

insanda bu bulguların hepsinin görüleceği<br />

anlamı çıkarılmamalıdır. Kansızlığın şiddeti,<br />

oluşma hızı, süresi ve altta yatan aneminin<br />

sebebine göre şikayetlerde değişiklikler<br />

görülebilmektedir.<br />

KADINLARDA DEMİR<br />

EKSİKLİĞİNİN BAŞLICA<br />

SEBEPLERİ<br />

“Gebelik ve emzirme sebebiyle<br />

artmış demir gereksinimi”<br />

“Üreme çağında olan kadınlarda<br />

aşırı veya sık adet kanamalarından<br />

ve rahim içi araç kullanımına bağlı<br />

artan adet kanamalarından dolayı<br />

demir kaybı”<br />

“Dengesiz yapılan zayıflama<br />

diyetleri veya vejetaryen<br />

beslenmeden dolayı demir kaybı”<br />

Erkeklerde görülen demir eksikliği<br />

dikkate alınmalı<br />

Erkeklerde görülen demir eksikliğinin en sık<br />

nedeni mide ve kalın bağırsak gibi sindirim<br />

sisteminde olan kayıplardır. Bu kayıplar<br />

kadınlarda da görülebilmekle birlikte görülme<br />

sıklığı menopoz öncesi bayanlarda jinekolojik<br />

sebeplerden sonra gelmektedir. Midede<br />

ülser, gastrit türleri veya damar yumakları<br />

meydana gelebilir. Damar yumaklarının açılıp<br />

kanamasıyla beraber kan kayıpları yaşanabilir.<br />

Bazen de daha ciddi olarak gördüğümüz mide<br />

ülserleri, kalın bağırsak veya mide kanserlerinin<br />

ülserli şekli harabiyet yaparak tabanındaki<br />

damarların açılmasıyla birlikte kanamaya<br />

bağlı olarak kendini kansızlık şeklinde de<br />

gösterebilir. O nedenle bazı mide veya kalın<br />

bağırsak kanserleri de demir eksikliği anemisi<br />

taraması esnasında yakalanabiliyor. Bazen<br />

de hemoroid denilen makatın dış veya iç<br />

kısmındaki damar paketlerinin açılmasıyla<br />

beraber belirli aralıklarla kanamayla<br />

kaybedilen kan da erkeklerde ve bayanlarda<br />

demir eksikliği anemisi yapabilir.<br />

Demir eksikliği anemisinin tedavisi<br />

Demir eksikliğinin tedavisinde yapılması<br />

gereken ilk şey demir eksikliğine neden olan<br />

sebebin ortadan kaldırılmasıdır. Bunun için<br />

hastanın öyküsünün çok iyi alınması gerekir.<br />

Sebep ortadan kaldırılmadan uygulanan<br />

tedaviler geçici olacak ve hastalığın<br />

tekrarlama riski yükselecektir. Demir<br />

eksikliği tedavisinde ikinci süreç ise, demir<br />

eksikliğinin giderilmesidir. Demir eksikliğinin<br />

giderilmesinde, diyette gerekli düzenlemeler<br />

yapılmalıdır. Bunun yanında demir preparatları<br />

ile tedavi edilmelidir. Demir preparatı ihtiyaca<br />

göre damardan, kas içine ya da ağızdan hap<br />

veya solüsyon şeklinde verilebilir. Uygun süre<br />

kullanılmalı anemi düzeldikten sonra da demir<br />

depoları doldurulana kadar devam edilmelidir.<br />

18 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>


GASTROENTERELOJİ<br />

KARACİĞER SAĞLIĞINIZI KORUMAK<br />

İÇİN BU ÖNERİLERE KULAK VERİN<br />

Karaciğer;<br />

karın sağ üst<br />

kadranında,<br />

diyafram altında yer<br />

alan ve göğüs<br />

kafesinin alt bölümü<br />

tarafından korunan<br />

vücudun en büyük<br />

katı organıdır.<br />

Toksik maddelerin<br />

yıkılarak vücuttan<br />

uzaklaştırılması<br />

(detoksifikasyon),<br />

protein sentezi, yaşamsal<br />

pek çok biyokimyasal<br />

maddenin üretilmesi ve<br />

biyokimyasal reaksiyonların<br />

düzenlenmesi karaciğer<br />

sayesinde olur.<br />

Peki her şey yolundayken<br />

varlığından haberdar bile<br />

olmadığımız karaciğerimiz<br />

neden hastalanır?<br />

Karaciğer<br />

sağlığını<br />

koruma<br />

yolları<br />

nelerdir<br />

Uz. Dr. Duygu İbrişim - Memorıal Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Gastroentereloji Bölümü<br />

Konturolsüz ilaç kullanımana dikkat!<br />

Pek çok ilaç ve bitkisel ürün potansiyel olarak<br />

hepatotoksiktir yani tahrip etkisi yaratabilir. Doktor<br />

önerisi olmaksızın reçetesiz ağrı kesici, antiromatizmal<br />

ilaçlar, antibiyotikler, bitkisel ürünlerle<br />

zenginleştirilmiş vitamin preparatlarının kullanımı<br />

toksik hepatit tablosu ve bazen karaciğer nakli<br />

gerektirebilecek ciddi karaciğer yetersizliği vakaları<br />

oluşturabilir. Aktarlarda satılan bitkisel ürünler ve<br />

sanayide kullanılan bazı kimyasal maddelere maruz<br />

kalma karaciğer için ölümle dahi sonuçlanabilen<br />

toksik etkiler oluşturabilmektedir.<br />

Obezite karaciğerde yağlanmaya<br />

neden olabilir<br />

Sağlıklı bir beslenme, yeterli fiziksel aktivite ve kilo<br />

kontrolü tüm vücudumuz için olduğu gibi karaciğer<br />

için de çok önemlidir. Düzenli öğünler halinde<br />

bir beslenme planı ile yağ, şeker ve karbonhidrat<br />

tüketiminin azaltılması, vitamin ve mineral<br />

açısından zengin olan sebze ve meyve tüketiminin<br />

artırılması, katkılı hazır gıdaların tüketiminin en aza<br />

indirilmesi gereklidir. Yoğun alkol tüketimi akut<br />

veya kronik karaciğer hastalığı nedenidir.<br />

Bazı genetik hastalıklara bağlı<br />

karaciğer hastalıkları oluşabilir<br />

Wilson hastalığı, hemokromatoz, alfa-1 antitripsin<br />

eksikliği gibi bazı genetik hastalıklara bağlı karaciğer<br />

hastalıkları oluşabilir. Karaciğerin damar sistemini<br />

ve dolaşımını olumsuz yönde etkileyen lokal veya<br />

sistemik hastalıklara bağlı karaciğer hastalıkları<br />

da görülebilir. Safra yolları hastalıklarına ikincil<br />

karaciğer hastalıkları oluşabilir.<br />

Hepatit virüsleri karaciğerde<br />

enfeksiyona sebep olur<br />

Hepatit A, B ve C virüsleri karaciğere yerleşerek<br />

enfeksiyona neden olurlar. Hepatit A virüsü hasta<br />

kişilerden dışkı yolu ile çevreye yayılarak, kirli su<br />

ve ellerle ağız yolu ile bulaşır. Korunmada tuvalet<br />

ve el temizliği çok önemlidir. Hepatit A iyileşme<br />

sağlandığında kronikleşmeyen bir infeksiyon<br />

iken hepatit B ve hepatit C enfeksiyonlarında<br />

kronik bir enfeksiyon söz konusu olabilir. Kronik<br />

enfeksiyon sessiz ve yakınmasız bir durumdan<br />

“siroz” dediğimiz belirgin karaciğer hasarına kadar<br />

ulaşabilir. Bu da çevremizde sağlıklı görünen ama<br />

hepatit B ve ya C virüslerini kanlarında taşıyan<br />

ve bulaştırma potansiyeli olan bireyler olduğu<br />

anlamına gelir. Hepatit A ve B virüslerinin aşıları<br />

vardır; acak hepatit C için aşı mevcut değildir.<br />

Özellikle aile bireylerinde hepatit B virüsü bulunan<br />

kişilerin test edilerek, aşı yapılması kesinlikle<br />

önerilmektedir. Bulaşma kan ve kan ürünleri ile<br />

temas veya cinsel yolla olur. Tek kullanımlık tıbbi<br />

malzemeler ve tıbbi cihazların gerekli şekilde<br />

dezenfeksiyonları tıbbi yolla hastalık bulaşma<br />

riskini önlemektedir. Ev ortamında enfekte<br />

kişilerle ortak tıraş bıçağı, tırnak makası gibi kanla<br />

temas eden aletlerin kullanımı veya pekçok kişi<br />

için kullanılan ve yeterli dezenfekte edilmemiş<br />

aletlerle yapılan manikür, pedikür ve cilt bakımı<br />

gibi işlemler infeksiyonun yayılmasında etkili<br />

olmaya devam etmektedir. Buhizmetlerin alındığı<br />

yerlerin titizlikle seçilmesi, daha da önemlisi kişisel<br />

bakım malzemelerinin götürerek gerekli işlemlerin<br />

yapılması en doğrusudur.<br />

<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />

19


DERMATOLOJİ<br />

KIŞ MEVSİMİ SIKILDIĞINIZ DÖVMELERİNİZDEN<br />

KURTULMAK İÇİN EN UYGUN ZAMAN<br />

Uz. Dr. Lütfiye Çoban - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Dermatoloji Bölümü<br />

Vücutta dekoratif ve<br />

kozmetik amaçla<br />

kullanılan dövmenin<br />

milattan önce<br />

6 bin’lere kadar uzanan<br />

bir geçmişi vardır. Dövme,<br />

derinin içine bir iğne<br />

yardımıyla değişik organik<br />

ya da inorganik boyar<br />

maddeler verilerek<br />

oluşturulur. Demir, bakır,<br />

civa, titanyum, aluminyum,<br />

silika, azo bileşenleri<br />

dövmeye renk vermek<br />

için kullanılan bazı<br />

bileşenlerdir.<br />

<strong>Memorial</strong> Antalya<br />

<strong>Hastanesi</strong> Dermatoloji<br />

Bölümü Uz. Dr. Lütfiye<br />

Çoban, dövmelerini<br />

sildirmek isteyenlerin<br />

kapalı havalar olan kış<br />

aylarını tercih etmeleri<br />

gerektiğini belirterek,<br />

lazerle dövme silme<br />

işlemi hakkında bilgi verdi.<br />

Sildireceğiniz dövme alanı<br />

güneş ışığı görmemeli<br />

Günümüzde toplumsal kabul edilirliği yüksek<br />

olduğu için dövme yaptıranların sayısında<br />

belirgin artış olmuşsa da, bazen figürden sıkılma /<br />

dövmenin istenilen şekilde olmaması ya da değişik<br />

sosyal etkenler nedeniyle dövmeyi sildirme<br />

isteğinde artışa neden olur.<br />

Koyu renk dövmeler daha<br />

kolay siliniyor<br />

Lazerle dövme silme tedavisinin yapılabileceği<br />

en uygun zaman dilimi havanın kapalı olduğu<br />

zamanlar olan sonbahar ve kış mevsimidir.<br />

Dövme alanının tedavi sırasında güneşten<br />

uzak tutulması önerilir. Güneşten ya da<br />

solaryumdan bronzlaşmış ciltte renk açılıncaya<br />

kadar tedavinin ertelenmesi daha uygundur.<br />

Dövme silme için kullanılan lazer ışını, derinin<br />

epidermis tabakasını geçerek, dermis ve derialtı<br />

dokudaki dövme rengini veren bileşikler<br />

tarafından emilir ve bu maddelerin parçalanıp<br />

bağışıklık sistemi tarafından ortadan kaldırılması<br />

sağlanır. Dövmenin rengi koyu ise daha kolay<br />

silinebilirken, açık renklerde silinmesi daha da<br />

zorlaşır.<br />

Dövmeyi yok etmek için uygulanan<br />

belli başlı 3 yöntem vardır:<br />

• Dövmenin cerrahi olarak çıkarılması: Küçük<br />

dövmelerde tercih edilebilecek bir yöntemdir.<br />

• Fiziksel veya kimyasal yollarla derinin üst<br />

tabakasının tahrip edilmesi: Yara iyileşmesini<br />

takiben çok belirgin iz sorununa yol açan bu<br />

yöntem artık pek tercih edilmemektedir.<br />

• Lazer uygulamaları<br />

Sarı ve yeşil renkli dövmeler lazere<br />

daha dirençli oluyor<br />

Mavi-siyah, kısmen de kırmızı renkli dövmeler,<br />

tek renk dövmeler, 1 yıl veya daha eski dövmeler,<br />

amatör dövmeler lazerle silme işleminden daha<br />

çok fayda görür.<br />

Profesyonel dövmeler, boyanın daha derine<br />

verilmiş olma olasılığı nedeniyle, farklı renk ve<br />

silinmeyi güçleştiren boya bileşenleri içermesi<br />

nedeniyle daha dirençlidir ve daha çok sayıda<br />

uygulama yapmayı gerektirebilir. Sarı ve yeşil<br />

renkli dövmeler de lazere daha dirençli<br />

renklerdir. Lazer uygulaması 4-8 hafta aralarla<br />

tekrarlanır<br />

Bu noktalara dikkat!<br />

Hangi yöntem uygulanırsa uygulansın sonuçta<br />

dövmenin çıkarılması yapılması kadar zorlu bir<br />

süreçtir. Bu nedenle dövme ya da kalıcı makyaj<br />

yaptırırken bazı noktalara dikkat etmek uygun<br />

olacaktır.<br />

• Hepatit, HIV ve diğer enfeksiyonların bulaşma<br />

olasılığına karşı, kullanılan malzemelerin steril<br />

olduğundan emin olmadığınız yerlerde dövme<br />

yaptırmayın.<br />

• İleriki tarihlerde sildirmeyi isteyebileceğinizi<br />

düşünerek küçük figürleri ve uygulama alanı<br />

olarak da kapalı bölgeleri tercih edebilirsiniz.<br />

20 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>


GÖZ<br />

KATARAKT TEDAVİSİNDE<br />

YENİLİKLER<br />

Doç. Dr. Barış Sönmez - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Göz Merkezi Başkanı<br />

Katarakt, tipik olarak kendi göz içi merceğinin yaşlanma sonucu opaklaşmasıdır. İlaç veya<br />

gözlükle tedavisi mümkün olmayan katarakt, doğuştan da olabilir ancak en sık yaşa bağlı<br />

olarak ortaya çıkar. Kişinin sosyal yaşantısını rahatsız edecek derecede hem uzak hem de yakın<br />

görüş azalır. Oluşmuş bir kataraktın tek tedavisi ise ameliyattır.<br />

Katarakt ileri yaşla ortaya çıkar<br />

Fotoğraf makinesinin objektifi gibi gözün<br />

içerisinde de doğal saydam bir lens vardır ve<br />

bu lens nesnelere odaklanarak görüntünün<br />

net bir şekilde gözün retina tabakasına<br />

aktarılmasına yardımcı olur. Yaş ilerledikçe lens<br />

saydamlığını kaybetmeye başlar. Bu değişim<br />

görme kalitesinde azalma, renkleri daha donuk<br />

görme, sisli bir perde arkasından bakıyormuş<br />

gibi hissetme şeklinde algılanır.<br />

Katarakt ilerledikçe görme<br />

kaybı belirginleşir<br />

Katarakt ilerledikçe görme kaybı belirginleşir ve<br />

hasta günlük işlerini yaparken çalışma hayatında<br />

zorlandığını hisseder. Kataraktın ilerlemesini<br />

durduracak, etkileri bilimsel olarak kanıtlanmış<br />

bir damla tedavisi yoktur. Belli bir seviyeye<br />

kadar kullanılan gözlükler kataraktın ortaya<br />

çıkardığı şikayetlerin azalmasına yardımcı olabilir.<br />

Vitamin ve minerallerden zengin doğal bir<br />

diyet ve zararlı ultraviyole ışınlardan korunmayı<br />

sağlayacak bir güneş gözlüğü, kataraktı başlangıç<br />

aşamasında olanların alabileceği en önemli<br />

tedbirler olsa da, gözlüklerin de fayda etmediği<br />

ileri dönemde hastanın katarakt ameliyatı<br />

olmayı değerlendirmesi gerekir.<br />

Ameliyattan birgün sonra hasta<br />

ertesi gün normal yaşamına döner<br />

Dünyada en çok uygulanan cerrahi<br />

müdahalelerden biri olan katarakt ameliyatında,<br />

kataraktlı lens temizlenir ve bunun yerine göze<br />

sentetik bir göz içi lensi yerleştirilir. Halk arasında<br />

FAKO ameliyatı olarak bilinen bu teknikte;<br />

kataraktlı mercek ultrasonik güç kullanarak<br />

temizlenmektedir. Ameliyat, sıklıkla damla<br />

anestezisi ile yapılır ve milimetrik kesi yerleri<br />

dikiş konulmasına gerek olmadan kapanır. Bu<br />

ameliyat sonrasında hastanede yatmaya gerek<br />

yoktur. Ertesi gün yapılan kontrol sonrasında<br />

hasta normal hayatına dönebilir. Birkaç hafta<br />

koruyucu göz damlaları kullanılır. Ameliyatta<br />

sterilizasyon ve cerrah tecrübesi önemlidir.<br />

Katarakt ameliyatları sıklıkla uygulanan bir<br />

cerrahi tedavi yöntemidir. Ancak katarakt<br />

ameliyatı, komplikasyonları ve riskleri nedeniyle<br />

hastanın görüş kalitesi açısından büyük önem<br />

taşır. Operasyonda kullanılan malzemelerin<br />

sterilizasyonu ve kalitesi ile operasyonu<br />

uygulayacak cerrahın tecrübesi çok önemlidir.<br />

Göz içi merceklerinde<br />

ileri teknoloji<br />

Son yıllarda katarakt cerrahisiyle ilgili en önemli<br />

gelişim, göz içi merceklerinin teknolojisinde<br />

yaşanmaktadır. Sentetik göz içi lensleri sıklıkla<br />

akrilik veya silikon materyalden üretilmektedir.<br />

Ortalama 5 mm çapında olan bu lensler,<br />

kullanılan materyal sayesinde katlanıp küçük<br />

kesilerden göz içerisine yerleştirilebilmektedir.<br />

Şeffaf ve pürüzsüz olan bu mercekler doğal<br />

lensin görevini yapmak üzere tasarlanmıştır.<br />

Katarakt ameliyatlarında yaygın olarak kullanılan<br />

klasik, monofokal (tek odaklı) ve sferik yüzeyli<br />

göz içi mercekleri, bu fonksiyonu bir noktaya<br />

kadar yerine getirmektedir.<br />

Ancak tek odaklı mercekler yalnızca uzağı<br />

veya yalnızca yakını net görecek şekilde<br />

ayarlanabilmektedir ve bu merceklerin sferik<br />

yüzeyi, görüntü kalitesinin kısıtlı olmasına neden<br />

olmaktadır.<br />

Premium göz içi lensleri<br />

Premium göz içi mercekleri çok odaklı<br />

(multifokal: yakın, ara mesafeler ve uzak)<br />

veya yakına uyum yapabilen (akomodatif)<br />

lenslerdir. Multifokal ve akomodatif göz içi<br />

lensleri yakın – ara mesafe ve uzak görüş için<br />

dizayn edilmektedir. Amaç yakında ve uzakta<br />

gözlükten bağımsız ve konforlu bir görüş<br />

sağlamaktır. Ayrıca bu lenslerin yüzeyleri asferik<br />

olarak dizayn edildiği için görüntü kalitesi daha<br />

üstündür. (asferik dizayn HD veya akıllı lens<br />

olarak da bilinir). Torik dizaynlı premium<br />

lensler ise aynı zamanda gözünüzdeki astigmatı<br />

da düzeltebilir.<br />

<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />

21


KADIN DOĞUM<br />

HAMİLELİK VARİSLERİNE<br />

KARŞI ÖNLEMİNİZİ ALIN<br />

Op. Dr. Evin Nil Uğurlu - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Kadın Hastalıkarı ve Doğum Bölümü<br />

Hamilelikte kan<br />

hacmi vücuttaki ihtiyaç<br />

doğrultusunda yaklaşık %<br />

40-50 artar, bu da damarlar<br />

üzerine binen yükü artırır.<br />

Bu dönemde hormon<br />

seviyelerideki<br />

yükselme, damar<br />

duvarlarında genişlemeye<br />

ve gevşemeye neden<br />

olarak damarlarda kanın<br />

göllenmesine sebep olur.<br />

Büyüyen rahim, bacaklardan<br />

kalbe kanı getiren büyük<br />

damara baskı yaparak, kanın<br />

gerideki bacak damarlarında<br />

birikmesine sebep olur.<br />

Otururken veya yatarken, ayakların yüksekte<br />

tutulması önerilmektedir. Çok fazla bacak<br />

bacak üstüne atmak doğru değildir. Uzanırken<br />

sola doğru yatmak rahmin büyük toplardamar<br />

üzerindeki baskıyı azaltacak; böylece kan dolaşımı<br />

bloke olmayacaktır. Eczanelerden temin edilebilen<br />

özel elastik varis çoraplar tüm gün giyilebilir.<br />

Bacakları saran ve bilekte en yoğun olmak üzere,<br />

yukarı çıktıkça azalan ölçüde bacaklara dıştan baskı<br />

yaparak, kan dolaşımını artırır.<br />

Varis tedavisi gebelik sonrası<br />

bırakılmalıdır<br />

Gebelik sürecinde varisler ağrı, çabuk yorulma hissi,<br />

yanma, zonklama, kaşıntı, kramp, huzursuz bacaklar,<br />

bacaklarda şişme, ciltte renk değişiklikleri gibi<br />

belirtiler verebilir. Çok yaygın olduğu durumlarda<br />

cildin beslenmesini bozabilir, egzama, iltihaplanma<br />

(flebit) ve ülserasyonlara neden olabilir. Nadiren<br />

de olsa kanama yapabilir. Gebelikte varisler<br />

genellikle cerrahi müdahale gerektirmez ve ciddi<br />

komplikasyon olmadıkça tedavi doğum sonrasına<br />

bırakılır. Tercih edilen müdahale şekli, varis çorapları<br />

giyilmesi ve kliniğin kötüleşmemesi için önlemler<br />

almaktır. Varisler genellikle doğum sonrası ilk 3-4<br />

ay içinde geçer. Fakat varisler gebelikten önce<br />

oluşmuşsa, çoğul gebelik varsa, ailesel bir yatkınlık<br />

söz konusuysa geçmeyebilir veya iyileşmesi daha<br />

uzun sürebilir. Sonraki gebeliklerde varislerin kalıcı<br />

olma riski artmaktadır.<br />

Genital bölge varisleri oluşabilir<br />

Genital bölgede oluşan varisler normal doğuma<br />

engel değildir; fakat mümkün olduğunca epiztotomi<br />

(doğumu kolaylaştırmak için vajinanın dış kısmına<br />

yapılan kesi) açılmamaya çalışılır, açılması gerekliyse<br />

de varislerin en az olduğu bölge tercih edilir.<br />

Alt bacaklarda geceleri belirgin<br />

kramplar görülebilir<br />

Gebelikte, alt bacaklarda keskin ağrılı kramplar<br />

yaşanabilir. Özellikle geceleri belirgindir ve nedeni<br />

tam olarak net değildir. En önemli nedenlerden<br />

biri, serumda kalsiyum miktarının azalıp, fosforun<br />

artmasıdır.<br />

<br />

Alınabilecek önlemler<br />

• Kalsiyum tabletleri alınması ( fosfor içermeyen)<br />

• Besinlerle veya besin destekleriyle alınan<br />

fosforun azaltılması<br />

• Magnezyum sitrat içeren tabletlerin alınması<br />

• Uyumadan önce bacaklara germe egzersizleri<br />

yapılması<br />

• Bacaklara masaj<br />

• Sıcak uygulama<br />

• Germe hareketleri yaparken veya egzersiz<br />

sırasında parmak uçlarıyla ‘ gösterme’ hareketi<br />

yapılmaması.<br />

Varis oluşumu engellenemez<br />

ancak önemler alınabilir<br />

Ailede varis olan bireylerin varlığı kişiyi bu açıdan<br />

daha hassas yapmaktadır. Gebelik (özellikle çoğul<br />

gebelikler), aşırı kilolu olma, uzun süre ayakta veya<br />

oturur pozisyonda hareketsiz kalma, hormonal<br />

faktörler (Östrojen ve progesterona bağlı) varis<br />

oluşumunu kolaylaştıran etkenlerdir. Gebelikte<br />

varis oluşumu engellenemez; fakat bazı önlemler<br />

alınarak, durumun daha da kötüleşmesine engel<br />

olunabilir. Gebelik sürecinde kiloya çok dikkat<br />

edilmelidir. Uzun süre hareketsiz kalmamaya,<br />

kısa molalar verip hareket etmeye özen<br />

gösterilmelidir. Kısa yürüyüşler yeterli olabilir.<br />

22 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>


ÜROLOJİ<br />

SABUN VE BANYO KÖPÜKLERİ İDRAR YOLLARI<br />

ENFEKSİYONUNA NEDEN OLABİLİR<br />

İdrar yolları enfeksiyonları<br />

çocukluk çağında, üst solunum<br />

yolu enfeksiyonlarından sonra en<br />

sık görülen sağlık problemidir. Her<br />

iki cinste ve her yaş grubu çocukta<br />

sıklıkla rastlanabilen bu şikayetler,<br />

zamanında belirlenip gerekli<br />

tedavi yapılmadığı takdirde; böbrek<br />

yetmezliğinden hipertansiyona,<br />

kansızlıktan büyüme geriliğine kadar<br />

pek çok kalıcı hasara neden olabilir.<br />

Çocuklarda genital bölgenin sabunla değil su<br />

ile yıkanması, ergenlik öncesi köpüklü sabunlar<br />

kullanılmaması gibi tuvalet ve banyo ile ilgili olarak<br />

alınacak birkaç tedbir ile bu rahatsızlıkların önüne<br />

geçilebilmektedir.<br />

İdrar yolu enfeksiyonu nedir?<br />

Üriner sistem enfeksiyonu böbrekler ve mesanenin<br />

iltihabıdır. Mesanenin iltihabına “sistit”, böbreklerin<br />

iltihabına ise “pyelonefrit” denir. Pyelonefrit sistitten<br />

daha az görülmesine rağmen daha fazla zarar<br />

vericidir. Sıklıkla üretra (idrarın dışarı atıldığı kanal)<br />

dışındaki ciltten bakterilerin mesaneye ulaşması ile<br />

oluşur. İdrar yolu iltihabını tedavi etmek, böbrekleri<br />

korumak açısından önemlidir.<br />

Üriner sistem enfeksiyonlarının<br />

sıklığı nedir?<br />

Üriner sistem enfeksiyonları 5 yaşından küçük<br />

ateşli çocukların %2’sinde saptanır, 1 yaşından<br />

küçük ateşli çocuklarda, kızların % 8’inde,<br />

erkeklerin % 3’ünde ateşin nedeni, üriner sistem<br />

enfeksiyonlarıdır.<br />

Op. Dr. Erdal Alkan - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Üroloji Bölümü<br />

Üriner sistem enfeksiyonlarının tanısı nasıl konur?<br />

İdrar yolu enfeksiyonu tanısı için idrar tahlili ve idrar kültürü yapılmalıdır. İdrar öncelikle mikroskop altında<br />

incelenir. Kesin tanı idrar kültüründe anlamlı miktarda bakterinin üremesi ile konur. İdrar yolu enfeksiyonu<br />

idrar kültürü ile kanıtlandığında, böbreğin tutulup tutulmadığına karar verilmelidir. Yüksek ateş, böğürde<br />

hassasiyet, karın ağrısı, bulantı, kusma, titreme görülebilir. Üriner sistem enfeksiyonu kültürle kanıtlanmış olan<br />

çocuklar en kısa zamanda radyolojik olarak değerlendirilmelidir. Enfeksiyonda tanı yaşı ne kadar küçükse<br />

tekrarlama riski o kadar fazla olduğundan dolayı radyolojik değerlendirme ertelenmemelidir.<br />

Çocuklarda üriner enfeksiyon belirtileri nelerdir?<br />

Çocuklarda üriner sistem enfeksiyonlarının semptom ve bulguları çocuğun yaşına göre değişkendir. Bebekler<br />

ve özellikle 2 yaşından küçük çocuklarda bulgular genellikle üriner sistemle ilişkili değildir ve kolaylıkla gözden<br />

kaçabilir. Bebekler ve 2 yaşından küçük çocuklarda en sık görülen semptomlar; huzursuzluk, kusma ve ishal<br />

karında şişkinlik, yeni doğanda uzamış sarılık, iştahsızlık ve beslenme bozukluğu, kilo almada yavaşlama vücut<br />

ısısında düzensizlik, sebepsiz yükselen ve düşmeyen ateş. Büyük çocuklarda ve erişkinlerde semptomlar daha<br />

belirgindir ve enfeksiyonun yerine göre bulgular değişkenlik gösterir. Alt üriner sistem (sistit) enfeksiyonlarında<br />

görülen semptomlar; idrar yaparken yanma, sızı, ağrı, sık idrara çıkma, acil işeme isteği karnın alt tarafına ağrı,<br />

tuvalete yetişemeden idrar kaçırma, kötü kokulu, anormal renkte kanlı idrar.<br />

Çocuklarda üriner sistem enfeksiyonlarından<br />

korunmak için neler yapılmalıdır?<br />

• Çocuklara idrarın açık renk olmasını sağlayacak şekilde yeterli miktarda sıvı verilmelidir.<br />

• Çocuğun günde 3-4 kere idrar yapması sağlanmalıdır.<br />

• Çocuk tuvalette yeterli süre kalmalıdır. Aceleyle yapıp kalkmamalıdır.<br />

• Genital bölge sabun veya şampuanla değil, saf suyla yıkanmalıdır.<br />

• Kızlarda genital bölge temizliği önden arkaya doğru olmalıdır.<br />

• Kabızlığa karşı önlemler alınmalıdır.<br />

• Özellikle kız çocuklarda banyo süresi çok uzatılmamalı ve tahriş edici özelliğe sahip köpüklü sabun ve<br />

şampuan kullanılmamalıdır.<br />

Üriner sistem enfeksiyonlarının<br />

nedenleri nelerdir?<br />

İdrar yolu iltihaplarının etkeni bakterilerdir. Bakteri<br />

mesaneye, idrarın dışarı atıldığı kanaldan girer.<br />

Genelde üretra girişini tahriş eden etkenler<br />

(bilinen tahriş edici maddeler, banyo köpükleri ve<br />

şampuanlardır), bakterilerin buradan içeri girmesini<br />

de kolaylaştırır.<br />

Bazı risk faktörleri çocuklarda üriner sistem<br />

enfeksiyonuna zemin hazırlar:<br />

•İdrarın mesaneden üreterler boyunca böbreğe<br />

doğru anormal geri kaçışı,<br />

•Üriner sistem tıkanıklıkları,<br />

•Çeşitli anatomik ve fonksiyonel bozukluklar<br />

•Yabancı cisimler<br />

•Mesane ve üreterlere yerleştirilen kateterler,<br />

•Kabızlık,<br />

•Banyo köpükleri ve sünnetsiz erkek çocuklarda<br />

fimozis (sünnet derisinin geriye kıvrılmaması)<br />

<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />

23


KALP VE DAMAR CERRAHİSİ<br />

ÇOCUĞUNUZUN KALP SAĞLIĞI<br />

İHMALE GELMEZ<br />

Doç. Dr. Azmi Özler - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü<br />

Aileler çocuklarının<br />

yaşamın ileriki<br />

yıllarında kalp<br />

damar hastalıklarına<br />

yakalanmaması için,<br />

bebeklik çağından<br />

itibaren; beslenme,<br />

spor ve ideal kilo gibi<br />

noktalara çok dikkat<br />

etmelidir. Bu çağda<br />

alınacak önlemler<br />

kalp sağlığının<br />

korunması için çok<br />

önemlidir.<br />

Ameliyatsız yöntemlerle ya da basit<br />

operasyonlarla tedavi mümkün<br />

Bebekler, doğumdan sonraki süreçte anne<br />

karnındayken yakalandıkları kalp hastalığını<br />

taşıyabilir. Anne karnında “fetal echo” dediğimiz<br />

ultrason ile tetkik edilmemiş veya edilip de<br />

çözümü olan kalp problemleri var ise; bunlar<br />

çocukluk çağında, ilaç tedavisi, invaziv girişimler<br />

veya ameliyatla çözümlenebilir. Anne karnında<br />

iken bebeğin yaşamını sürdürebilmesi için mutlaka<br />

olması gereken kulakçıklar arasındaki delik (PFO)<br />

ve akciğerlere kan götüren damar (pulmoner<br />

arter) ile kalpten çıkan en büyük atardamar (aort),<br />

arasındaki damar (ductus arteriozus) doğumdan<br />

sonraki süreçte bazı mekanizmalar sonucunda<br />

tamamen kapanmaktadır. Şayet kapanmaz ve açık<br />

kalırlarsa yapılan tetkikler sonucunda ya ameliyatsız<br />

yöntemlerle ya da basit operasyonlarla kapatılabilir.<br />

Çocukluk çağındaki kalp problemlerinin büyük bir<br />

kısmı, kişinin kendisinden ziyade; genetik geçiş,<br />

annenin rahatsızlığı, kullandığı ilaçlar veya çevresel<br />

faktörlere bağlıdır. Günümüzde bu sorunlar artık<br />

kolaylıkla çözümlenebilmektedir.<br />

Çocukluk çağında kalp hastalığı riski<br />

Çocukluk çağında kalp açısından en korkulan problem “akut eklem romatizması” denilen “Beta hemolotik<br />

streptokok”larla oluşan mikrobik bir hastalıktır. Bu mikrop boğazda anjin şeklinde başlayan daha sonra<br />

eklemlere (Özellikle diz eklemlerine) ulaşan; ama esas hasarı kalpte yapan bir hastalıktır. Biz bu durumu<br />

”Romatizma eklemleri yalar, kalbi ısırır” şeklinde tanımlıyoruz. Eklem romatizması geçiren çocuklar iyi tedavi<br />

edildiği takdirde hiçbir kalp hasarı olmadan iyileşebilirler. Tanısı konulamayan veya bazen farkında olunmadan<br />

geçirilen bu hastalık, kalp kapaklarını ve kasını tutarak “miyokardit” (Kalp kası iltihabi) “endokardit” (Kalp<br />

içinin enfeksıyonu)) dediğimiz sorunlara neden olabilmektedir. Geçirmiş olan hastalıktan 10-15 yıl sonra<br />

kalp kapak bozukluğu da karşımıza çıkabilir. Bu hastalık kalp kapaklarında büzülme (darlık) yapabildiği gibi<br />

kapak fonksiyonlarını etkileyerek kalp kapak yetmezliğine de neden olabilir. Bu hastalık bazen tek kalp kapağını<br />

tutabildiği gibi bazen iki veya üç kalp kapağı birden etkileyebilir. Bu hastalığa yakalanan çocuklar yapılan kalp<br />

ultrasonografisi (ECHO) ile izlenir. Gerekli ilaç ve korunma tedavileri verilir.<br />

EKG ve kalp ultrasonografisi sonucu hangi sporu yapacağına karar verin<br />

Ergenlik çağında belki de kişi ilk kez kalbinin varlığından haberdar olur. Çeşitli sınavlardan çıkmış ve istediği<br />

okulu kazanmıştır. Yeni edindiği çevre ve hormonlarının artması sonucunda karşı cinse ilgisi artmıştır. Belki<br />

de karşı cinsi gördüğünde kalbinin yerinden fırlayacakmış tarzda attığını hissederek, yaşamının en önemli<br />

organı olan “kalbini” fark etmiş olacaktır. İşte o anlarda kişi kalp teklemesi dediğimiz “ekstrasistol” ile<br />

tanışmış olacaktır. Çocukluk ve ergenlik çağına geçişte en önemli olaylardan bir tanesi de çocuğun spora<br />

yönlendirilmesidir. Günümüzde sporcuların gördüğü ilgi ve kazandıkları servet nedeni ile futbolcu veya<br />

basketbolcu olmak çocukların rüyalarını süslemektedir. Bu süreçte herkesin spor yapması kadar güzel bir<br />

şey olamaz; ancak bu çağlarda yapılan muayene, EKG ve kalp ultrasonografisi ile kalplerinde bir sorun olup<br />

olmadığı ortaya çıkarılmalı daha sonra hangi sporu yapıp yapamayacaklarına karar verilmelidir. Bu tetkikler<br />

sonucunda kalp adalesinde kalınlaşmalar (kardiyomyopatı), kalp kapak bozuklukları veya kalp ritminde olan<br />

bozukluklar olup olmadığı tespit edilerek gerekli önlemler alınabilir. Bunlar yapılmadığı takdirde her gün<br />

gazete haberlerinden okuduğumuz futbol oynarken kaybedilen çocuklarımız veya gençlerimiz en büyük<br />

üzüntü kaynağımız olabilir.<br />

24 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>


KULAK BURUN BOĞAZ<br />

GRİPTEN<br />

KORUNABİLİRSİNİZ<br />

Op. Dr. Pınar Korlu - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Kulak Burun Boğaz Bölümü<br />

Grip, kış aylarında görülen solunum sistemini etkileyen<br />

virüslerin yol açtığı bulaşıcı bir hastalıktır.<br />

İşgücü kaybı yapması, salgınlara yol açabilmesi açısından yüksek maliyetli<br />

hastalıkların başında yer almaktadır .<br />

Grip yakın temas ile bulaşır<br />

Grip belirtileri, alınan virüse bağlı olarak 18-<br />

72 saat içinde ortaya çıkabilir. Her yaş grubunu<br />

etkiler. Çok hafif belirtilerden, hastaneye yatışı<br />

gerektirecek kadar ağır enfeksiyonlara kadar farklı<br />

seyredebilir. Grip salgınlar yapabilmesi, önemli<br />

ölçüde iş gücü kaybına ve okul devamsızlığına<br />

neden olması açısından çok önemlidir. En sık<br />

bulaşma yolu; tokalaşma, yakın konuşmalar,<br />

öpüşme gibi yakın temastır. Bu yüzden grip ve<br />

soğuk algınlığından korunmak için ellerin sık sık<br />

yıkanması çok önemlidir. Ayrıca grip olan insanların<br />

kalabalık ortamlarda bulunmaları da diğer<br />

insanların enfeksiyon kapmalarına neden olur.<br />

Grip belirtileri başka hastalıklarda<br />

da görülebilir<br />

Kişiye bağlı olarak semptomlar hafif veya ağır<br />

seyredebilir. Nezleden farklı olarak burun akıntısı<br />

çok daha azdır. Burun tıkanıklığı olabilir ve klinik<br />

tablo daha ağırdır. Sadece hafif bir boğaz ağrısı<br />

ve hafif bir kırgınlıkla da seyredebilir. En belirgin<br />

bulguları; ani başlayan ateş, titreme, baş ağrısı, göz<br />

hareketleriyle ağrı, kas ağrısı ve halsizlik, bitkinlik,<br />

terleme, boğaz ağrısı ve iştahsızlıktır. Ateş genellikle<br />

3 güne kadar sürmekle birlikte bazı durumlarda 8<br />

güne kadar uzayabilir. Kuru öksürük, göğüs kemiği<br />

altında ağrı ve yanma hissi olabilir. Çocuklarda<br />

yüksek ateş daha fazla olup, solunum sıkıntısı da<br />

olabilir. Bulgular 1-2 haftada sonlanır.<br />

Kalabalık ortamlarda bulunanlar<br />

yüksek risk altında!<br />

Özellikle yuvaya giden çocuklar, ilkokul öğrencileri,<br />

ileri yaştaki insanlar, kalp ve tansiyon hastaları<br />

gibi vücut direncinin düşük olduğu insanlar<br />

ile hastanelerde çalışan sağlık personeli; hem<br />

kalabalık ortamlarda bulunuyor olmaları hem de<br />

vücut dirençlerinin kolay düşmesi açısından risk<br />

altındadır.<br />

Grip tedavisinde en önemli ilaç:<br />

İstirahat<br />

Tedavi genelde belirtilere yöneliktir. Vücut direnci<br />

enfeksiyon ile mücadelede çok önemlidir. Bu<br />

nedenle grip tedavisinde öncelikle istirahat<br />

gereklidir. Bol C vitamini ve sıvı tüketmenin<br />

yanında piyasada anti-gribal olarak satılan<br />

ilaçlardan da yararlanılabilir. Grip enfeksiyonunun<br />

başlangıç döneminde antibiyotik kullanılması<br />

önerilmez. Çünkü, grip virüslerle ortaya çıkan<br />

bir hastalıktır. Oysa antibiyotiklerin virüsler<br />

üzerinde etkisi yoktur. 38 C’yi geçen ateş, sürekli<br />

ya da çok kıvamlı balgam üreten öksürük, nefes<br />

alırken ağrı, devamlı kulak ağrısı, şişmiş lenf bezleri,<br />

yutkunurken zorlanma gibi şikayetlerin varlığında<br />

hemen bir hekime başvurulması gerekmektedir.<br />

Gripten korunmak için<br />

3 yöntem…<br />

• Kişisel korunma<br />

• Aşı<br />

• Kemoproflaksi olarak adlandırılan ilaçla<br />

korunma şekli<br />

Grip; kalabalık ve havalandırma sorunu olan<br />

ortamlarda hızla yayılır. Zorunlu olmadıkça,<br />

grip salgınları esnasında bu tür ortamlarda<br />

bulunmamak gerekir. Hasta olan kişiyle yakın<br />

temastan kaçınılmalıdır. Grip, el sıkışma, öpüşme,<br />

ortak eşya kullanımıyla da bulaşabilir. Sık sık el<br />

yıkamak gerekir. Ayrıca kreşe giden çocuklara,<br />

hipertansiyon, diyabet gibi kronik rahatsızlığı<br />

olan yaşlı hastalara ve doğumsal bağışıklık sistemi<br />

eksikliği olan çocuklara grip aşısı uygulamak<br />

koruyucudur.<br />

Grip virüsü akciğer enfeksiyonuna<br />

neden olabilir!<br />

Grip virüsüne bağlı akciğer enfeksiyonu (viral<br />

pnömoni) ya da ikincil bakteriyel pnömoni az da<br />

olsa görülebilir. (Bu gibi durumlar yaşlılarda, kalp<br />

ve akciğer hastalarında daha fazla ortaya çıkar.)<br />

<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />

25


HAYATIN İÇİNDEN<br />

HOLLANDA’LI AİLE MUTLULUĞA MEMORIAL<br />

ATAŞEHİR TÜP BEBEK MERKEZİ’NDE ULAŞTI...<br />

Priscilla ve Guido<br />

Gosensen çifti<br />

mutlu evliliklerinde arzu<br />

ettikleri bebeklerine bir<br />

türlü ulaşamamışlardı.<br />

Bunun nedeni ise;<br />

Guido’nun sperm<br />

kanallarındaki tıkanıklık<br />

nedeniyle menisinde<br />

sperm hücresine<br />

rastlanılmamasıydı.<br />

Aile kendi ülkeleri olan<br />

Hollanda’da 3 kez tüp<br />

bebek denemesi yaptırmış;<br />

fakat bir türlü istedikleri<br />

mutlu gebelik haberine<br />

ulaşamamışlardı. Bu güzel<br />

haberi <strong>Memorial</strong> Ataşehir<br />

Tüp bebek Merkezi’nde<br />

aldılar.<br />

çok etkileyen Dr. Cem Bey ve ekibinin ilgisi<br />

ve profesyonelliğiydi. Dr. Cem Bey, hastasına<br />

zaman ayıran ve hastasının her şeyi ile ilgilenen<br />

çok başarılı bir doktor.<br />

İkinci<br />

denemede<br />

mutlu<br />

haberi aldık<br />

İstanbul’daki ilk denememiz başarısız oldu. Fakat<br />

biz hiç düşünmeden 2 ay sonra tekrar Dr. Cem<br />

Demirel’in yanına geldik ve ikinci kez tüp bebek<br />

işlemleri yapıldı. İşlemin ardından ülkemize geri<br />

döndük. <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Tüp<br />

Bebek Merkezi’nde Ekim ayında yapılan ikinci<br />

denemenin ardından mutlu sona ulaştık. Şimdi<br />

tam bir aile olacağız. İlk önce doktorumuz<br />

Cem Bey olmak üzere ve <strong>Memorial</strong> Ataşehir<br />

<strong>Hastanesi</strong> Tüp Bebek Merkezi ekibine sonsuz<br />

teşekkürler.<br />

Doç. Dr. Cem Demirel böylesi<br />

zor ve özel bir vakada olumlu<br />

sonuca ulaşmaktan büyük<br />

mutluluk duyduklarını ifade<br />

ederek şunları söyledi:<br />

“Priscilla ve Guido aslında bizler için zor<br />

sayılabilecek vakalardı. Priscilla 39 yaşına gelmiş<br />

ve aile Hollanda’da üç kez başarısız tüp bebek<br />

denemesi geçirmişti. Ayrıca Guido’nun da<br />

sperm hücreleri testisen cerrahi yolla elde<br />

edilebilmekteydi. Tüm bu zorluklara rağmen bu<br />

ailede başarılı sonuç alabileceğimize güvenerek<br />

tedaviye başladık ve embriyo transferinin<br />

ardından aile bize mutlu haberi Hollanda’dan<br />

arayarak verdi. En son olarak bebek kalp<br />

atımlarının da alındığı haberi bize ulaştı. Ekip<br />

olarak çok mutluyuz”.<br />

Gosenson ailesi başarılı sonucun<br />

ardından duygularını şöyle ifade<br />

etti: “Doktorumuzun ve ekibinin<br />

ilgisi bizi çok etkiledi”<br />

Hollanda’da 3 kere tüp bebek denemesi<br />

yaptık ve maalesef bu denemeler başarısızlıkla<br />

sonuçlandı. Bu bizi tabi ki çok üzdü; ancak daha<br />

sonra hemen Türkiye’ye gelmeye karar verdik.<br />

Hollanda’da isimlerini duymuş olduğumuz Doç.<br />

Dr. Cem Demirel ve ekibi ile buluştuk. Bizi en<br />

26 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>


HAYATIN İÇİNDEN<br />

ÜRDÜNLÜ ÇİFTİN ÜMİTSİZ İSTANBUL YOLCULUĞU<br />

ÇİFTE MUTLULUK İLE SON BULDU<br />

34 yaşındaki Kalid Mansour ve 28 yaşındaki<br />

Melena Mansour ülkeleri Ürdün’de<br />

gerçekleştirdikleri 6 başarısız tüp bebek<br />

denemesinden sonra müjdeli haberi<br />

İstanbul’da <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong>’nde aldılar.<br />

Mansour çifti, <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong>’nden<br />

Androlog Doç. Dr. Semih Özkan’ın<br />

gerçekleştirdiği başarılı ameliyat ile ikiz<br />

bebeklerine kavuştu.<br />

5 yıldır çocuk sahibi olamayan çift bunun nedeninin Kalid<br />

Mansour’daki “azosperm” adı verilen sperm azlığı sorunu olduğunu biliyordu ve ümitsizliğe<br />

kapılmıştı. Yine de 5 yıl boyunca hiç bıkmadan hastane ve doktor araştırması yapan çift nihayet<br />

mutlu sona ulaştı.<br />

<strong>Memorial</strong> hayallerimizin gerçekleşmesinde büyük rol oynadı<br />

Kalid Mansour çocuk sahibi olma süreçleri ile ilgili olarak, “Kendi ülkem olan Ürdün’de birçok merkeze başvurduk ve en iyi doktorlara gittik. Bir süre azosperm<br />

rahatsızlığımın tedavisi için çalışıldı. Ancak sonuç alınamayınca tüp bebek denemesi yapılması uygun görüldü. Gerçekleştirilen ameliyat ile alınan spermlerden<br />

tüp bebek denemesi yapıldı ancak sonuç alamadık. Daha sonra bu alanda dünya çapında üne sahip olan <strong>Memorial</strong> <strong>Hastanesi</strong>’ne geldik. <strong>Memorial</strong> Şişli<br />

<strong>Hastanesi</strong>’nin hayallerimizin gerçekleştirilmesindeki rölü çok büyük. Biz de, bizim gibi çocuk sahibi olamayan herkese <strong>Memorial</strong>’ı tavsiye ediyoruz.” diye<br />

konuştu.<br />

Mutluluğun adı: Özlem Zaid ve Laila<br />

Mansour eşleri ile yaşadıkları sevinci şu sözlerle anlattı: “5 yıldır çocuk sahibi olmaya çalışıyoruz. Bunun için uzun zamandır tedavi görüyoruz. Bu, eşim için de<br />

benim içinde çok zor bir süreçti. İkimiz de hem maddi hem manevi çok yorulmuştuk. Umudumuzu kaybetmeye bile başlamıştık. Özlemimiz ikiz bebeklerimiz<br />

ile son buldu. Şimdi çok mutluyuz. <strong>Memorial</strong> ailesi de bizim ailemizin bir parçası artık. Herkese çok teşekkür ediyoruz.”<br />

<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Tüp Bebek Merkezi’nden Op. Dr. Güvenç Karlıkaya:<br />

“Çift hastanemize 2010 yılının Şubat ayında başvurdu. Alınan bazı örneklerde sperme rastlanamıyordu bile. Bize başvurmadan önce hastaya birçok tedavi<br />

uygulanmış, ancak sonuç alınamamış ve tüp bebek tedavisi önerilmiş. Gerçekleştirilen 5 tüp bebek tedavisi de başarısız olmuş. Hastanemize geldiklerinde<br />

geniş kapsamlı bir ön araştırma yaptık. Tekrarlanan başarısızlıkların nedenlerini araştırdık. Tekrar tüp bebek tedavisine başladık. Tedavide kısa protokol izledik.<br />

Melena Hanım’ın yaş faktörü de olumlu olduğundan yumurta rezervleri gayet iyiydi. Detaylı bir takipten sonra yumurtalarını topladık. Kalid Bey’e de Semih<br />

Bey tarafından “mikrotese” ameliyatı yapıldı ve elde edilen spermler toplanarak Melena Hanım’ın yumurtaları ile döllendi. Biz de tedavimizi ve embriyo<br />

gelişimimizi 4. güne kadar uzatabildik. İyi gelişen embriyolardan 2 tanesini seçip transfer ettik. Süreç ikiz gebelik ile sonuçlandı. Biz de bu başarılı tedavi<br />

sürecinden dolayı çok mutluyuz ”<br />

<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />

27


BESLENME VE DİYET<br />

DİYABET VE OBEZİTE HIZLA ARTIYOR<br />

YENİ TANIM: DİYABEZİTE<br />

Uz. Dr. Kağan Güngör <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Kilo Kontrolü ve Obezite Tedavi Merkezi<br />

Gelişmiş ve gelişmekte olan tüm dünya<br />

ülkelerinde diyabet sıklığı, beklentileri<br />

ve öngörüleri aşan oranda hızla<br />

yükselmektedir. 1995’de dünyada toplam<br />

diyabetli sayısı 135 milyon iken, 2000’de<br />

bu sayı 171 milyona, 2010’ da 284 milyona<br />

ulaşmıştır. 2030’da bu sayının 439 milyonu<br />

bulması beklenmektedir.<br />

Türkiye’de de durum, dünyadan farklı değildir. 2000’li yılların<br />

başında diyabet hastalığı sıklığı %7,2’dir. Bu sıklık, 2010 yılı<br />

verilerinde %90 artış göstererek %13,7’ye yükselmiştir.<br />

Türkiye’de özellikle bazı yörelerde 40’lı yaş grubundaki her 5<br />

erişkinden birinin diyabetli olduğu bilinmektedir.<br />

2000 ile 2010 yılları arasında Türkiye’de obezite sıklığı %44<br />

oranında artmıştır. 2010 yılı verilerine göre Türkiye’de her üç<br />

erişkinden sadece biri normal kiloludur, geriye kalan 2’si ise<br />

ya kilolu ya da obezdir.<br />

Diyabetteki bu ürkütücü artışın en önemli nedeni, obezite<br />

olarak gösterilmektedir. Diyabet ve obezite yeni tanımlamayla<br />

“diyabezite” salgın biçiminde yaygınlaşmakta ve Türkiye’yi de<br />

önemli ölçüde etkilemektedir.<br />

ÇAĞIN VE BASI DİYABEZİTE<br />

Diyabezite; sıklığı, sıklığının hızla artması ve yol açtığı ölümcül hastalıklar<br />

nedeniyle “çağın vebası” olarak kabul edilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü<br />

diyabeziteyi yaygınlığı ve önemi nedeniyle çok önemli bir halk sorunu<br />

olarak tanımlanmaktadır. Tüm bilimsel veriler, diyabet sıklığının korkutucu<br />

artışında obezitenin yaygınlaşmasının başlıca sorumlu olduğu gerçeğini<br />

doğrulamaktadır. Bu ayrılmaz ikili, diyabet ve obezite; diyabezite adı<br />

ile birleştirilmelerini haklı çıkarır biçimde birbirine paralel şekilde<br />

yaygınlaşmaktadır. Diyabezite insan sağlığını tehdit etmekte, başka hastalık<br />

ve sakatlıklara yol açarak yaşam kalitesini bozmakta ve ölümlere neden<br />

olarak insan ömrünü kısaltmaktadır.<br />

DİYABEZİTE SAĞLIK HARCAMALARINI ARTIRIYOR<br />

Dünyanın en önemli sağlık sorunlarından biri olan diyabezite yüzünden,<br />

hükümetlerin sağlık harcamaları ciddi şekilde artmaktadır. Avrupa ülkelerinde;<br />

ağız yolu ile alınan ilaç kullanmakta olan sorunsuz bir diyabet hastasının yıllık<br />

tedavi maliyeti 400 Euro iken, böbrek, göz ve kalp hastalıkları ile komplike<br />

olmuş bir diyabet hastasında tedavi maliyeti yıllık 6000–8000 Euro’ya<br />

ulaşmaktadır. Sağlık bütçelerinin bu artışlarla diyabezite ve yol açtığı sağlık<br />

sorunlarını finanse etmesi, önümüzdeki yıllarda mümkün görülmemektedir.<br />

Bu durum gelecekte obezite ve diyabetin yani diyabezitenin giderek<br />

daha da önemli bir sorun olacağı anlamına gelmektedir. Bu nedenle tüm<br />

dünyada obezite ve diyabet ile savaş yolları tartışılmakta ve obezitenin<br />

önlenmesine yönelik kampanyalar yürütülmektedir. Obezite ve diyabetle<br />

mücadele edilmesi ve diyabezitenin önlenmesi, daha sağlıklı bir toplum için<br />

kaçınılmazdır.<br />

TİP 2 DİYABET HER YAŞTA GÖRÜLÜYOR<br />

Tip 2 diyabet yakın zaman kadar “dede ve ninelerin” hastalığı olarak bilinirdi.<br />

Tıp fakültelerinde öğrencilere genellikle 40 yaşından önce “Tip 2 diyabet<br />

görülmez” bilgisi verilir ve Tip 2 diyabet 20’li, 30’lu yaşlarda neredeyse<br />

hiç görülmezdi. Günümüzdeyse 20’li 30’lu yaşlarda hatta çocukluk yaş<br />

grubunda bile Tip 2 diyabete rastlanabilmektedir. Ülkemizde ve dünyada<br />

diyabet sıklığı her yıl katlanarak artış göstermekte ve hızla artmaya devam<br />

etmektedir. Toplumda diyabete rastlanma oranları ileriye yönelik yapılan<br />

projeksiyonlardaki beklentilerin çok üzerinde bir artış göstermektedir.<br />

İleri yaşların hastalığı olan Tip 2 diyabet artık neredeyse her yaşta ortaya<br />

çıkabilmektedir.<br />

TİP 2 DİYABET HASTALARI OBEZ<br />

Tip 2 diyabet hastalarının tamamına yakını kilolu ya da aşırı şişmandır<br />

(obez). Tip 2 diyabet obezite ile kol kola girmiş iki hastalıktır. Kilolu ya da<br />

aşırı şişman olmak yani obezite pek çok hastalığa yol açmakla birlikte en<br />

çok diyabet sıklığını artırmaktadır. Kilo artışına paralel şekilde obezite, tip 2<br />

diyabet sıklığını kadınlarda 23 erkeklerde 40 kata kadar artırabilmektedir.<br />

Bu kol kola girmiş ikili (diyabet ve obezite) hem doğrudan hem de dolaylı<br />

olarak neden oldukları pek çok hastalık aracılığıyla ölüm nedenleri arasında<br />

tüm dünya ülkelerinde ön sıralarda yer almaktadırlar. Diyabet ve obezite<br />

yaygın birlikteliklerinden dolayı “diyabezite” şeklinde birleştirilerek yeni bir<br />

kelime türetilmiştir.<br />

28 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>


BESLENME VE DİYET<br />

Bazı gıdalar vücutta olumsuz etki yaratarak, hastalıklara, şişmanlığa, sürekli yorgunluk ve halsizliğe<br />

neden olabilir. Örneğin; Domates bile sizi şişmanlatabilir…<br />

Hangi gıdaya vücudun olumsuz tepki gösterdiğini belirleyen “Gıda İntoleransı” testleri bu nedenle<br />

dünyada giderek daha büyük önem kazanmaktadır. İngiltere’de, nüfusun % 40’ının yaptırdığı, hatta<br />

checkup programlarına dahil edilen bu testler, Türkiye’de de giderek yaygınlaşmaktadır.<br />

“Gıda İntoleransı” testleri; hastalıklara ve<br />

obeziteye neden olan, bağışıklık sistemini olumsuz<br />

etkileyen ve kronik yorgunluğa yol açan gıdalar<br />

konusunda yol göstermektedir. Beslenme kaynaklı<br />

sorunlar, her geçen gün artmaktadır. Gıdaların<br />

üretilme ve saklama şekilleri, tek tip beslenme<br />

alışkanlıkları, strese ve kirli çevresel etkilere maruz<br />

kalma, bir şekilde alınan toksik maddeler, bağışıklık<br />

sistemini zayıflamakta ve her türlü hastalığa<br />

zemin oluşturmaktadır. Bu durum, bağırsak<br />

fonksiyonlarını yani sindirim sistemini etkiler ve<br />

yiyecekler bağışıklık sistemi tarafından yabancı<br />

madde olarak algılanabilir. Bağışıklık sisteminin,<br />

kişiye göre değişen gıdalara tepki vermesiyle<br />

oluşan enflamasyon, farklı hastalıklara neden<br />

olabilir. Bunlar kronik mide ve bağırsak hastalıkları,<br />

fazla kilolar, kronik yorgunluk sendromu, migren,<br />

eklem rahatsızlıkları, depresyon vs.’dir. Halk<br />

arasında “gıda allerjisi” olarak bilinen birçok gıda<br />

ile ilgili rahatsızlık da, aslında gıda hassasiyetidir.<br />

Belirtileri çok benzediği için sürekli karıştırılan bu<br />

iki hastalığın mekanizmaları, gerçekte çok farklıdır.<br />

SAĞLIK KAYNAĞI BESİNLER BİLE<br />

SİZİ HASTA EDEBİLİR<br />

Dyt. Berna Ertuğ - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Beslenme ve Diyet Bölümü<br />

Allerjiyle gıda intoleransını<br />

karıştırmayın!<br />

Gıda intoleransı hemen her yaş grubundaki<br />

insanlarda görülür. Bu tip duyarlılıkların genellikle<br />

yaş ilerledikçe bazı gıdaların aşırı ve sürekli<br />

tüketimine bağlı olarak ortaya çıktığı veya arttığı<br />

bilinir. Gıda intolerans rahatsızlıkları genellikle<br />

insan hayatını tehdit etmez, ancak yaşam kalitesini<br />

düşürür. Allerjik reaksiyonlardan farklı olarak,<br />

belirtileri tüketilen gıdanın miktarına bağlı olarak<br />

ortaya çıkar. Az miktarda alınan gıdalara karşı<br />

reaksiyon gelişmez. Son yıllarda geliştirilen gıda<br />

intolerans testleriyle insanlarda duyarlılığa neden<br />

olan gıda veya gıda katkı maddeleri kolaylıkla<br />

belirlenebilir. İntoleransa neden olan gıdaların<br />

beslenme programlarından belirli bir süre<br />

tamamen çıkarılması veya azaltılmış oranlarda<br />

kullanılması, kişiyi bu gibi rahatsızlıklardan<br />

uzaklaştırabilir. Eşiniz için sağlıklı olan bir besin,<br />

sizin hasta edebilir. Gün içerisinde beslenirken<br />

tüketilen her besin maddesi sindirim sistemi<br />

tarafından her zaman aynı şekilde sindirilemez. Bu<br />

besin maddeleri arasında sindirilmeyen yiyecekler,<br />

vücut tarafından da kullanılmaz. Sindirilmeyen<br />

yiyecek maddelerinin bir kısmı yağa dönüşür,<br />

bir kısmı da toksik duruma geçer. Yağa dönüşen<br />

yiyecek maddeleri kilo alımına neden olur. Bu test<br />

sayesinde günlük beslenmede kullanılan gıdalara<br />

karşı intolerans olup olmadığı belirlenebilir. Her<br />

gıda maddesi herkeste aynı etkiyi yaratmaz, kimi<br />

için sağlıklı olan bir besin başkası için tehlikeli<br />

olabilir.<br />

Domates bile şişmanlatabilir<br />

İnsanlar, pek çok gıdanın şişmanlatıcı etkisi<br />

olmadığını düşünerek, bol miktarda tüketmekte,<br />

kalorisi yüksek gıdalardan uzak durmaya<br />

çalışmaktadır. Ancak buna rağmen kiloların arttığı<br />

veya değişmediği gözlenirse, bazı gıdalara karşı<br />

intoleransın olma ihtimali göz ardı edilmemelidir.<br />

Sorunlu gıdaya karşı vücut hemen immunglobin<br />

D denilen bir antikor salgılar. Örneğin; domates<br />

yenildiğinde, vücut ‘benim için domates zararlı’<br />

tepkisini verir ve onu orada tutar. Metabolizmayı<br />

yavaşlatıp hemen bağışıklık sistemini devreye<br />

sokuyor. Metabolizma yavaş çalışınca da kilo<br />

alımı gerçekleşir. Yorktest’in basında “diyet testi”<br />

olarak çıkmasının da nedeni budur. Zayıflamak<br />

için tüketilen birçok gıda kişi için doğru gıda<br />

olmayabilir. Vücut için doğru olan besinler<br />

tüketildiğinde, metabolizma düzenli olarak çalışır.<br />

Alınan gıdalar daha kolay ve hızlı sindirilir. Vücut<br />

artık yağ tutmaz. Spor ile desteklendiğinde de kilo<br />

verimi hızlı olur. Bu durumda beslenmenin yalnızca<br />

kalori anlayışıyla planlanmaması, metabolizmayı<br />

olumsuz yönde etkileyen gıdaların tespit edilip<br />

diyetisyen tarafından beslenme planının buna<br />

göre düzenlenmesi ile yaşam değişikliğe gidilmesi<br />

gerekir.<br />

“Gıda İntoleransı”<br />

testleri nasıl yapılır?<br />

3 saatlik açlıktan sonra alınan kan örneği<br />

laboratuvarda özel bir teste tabi tutulur. 15 gün<br />

içerisinde hastanın bulgularına göre özel bir<br />

rapor hazırlanır. Test 2 yaş altında, gebelerde<br />

ve viral enfeksiyonlarda (hepatit B, HCV, HIV)<br />

yapılmamaktadır. Raporda kişilerin rahatlıkla<br />

tüketebilecekleri, miktarlarını azaltmaları ya da<br />

uzak durmaları gereken gıdalar belirtilmiştir.<br />

<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />

29


KADIN SAĞLIĞI<br />

İLERİ YAŞTA GEBELİK ANNE VE BEBEK<br />

SAĞLIĞI AÇISINDAN RİSK OLUŞTURUYOR<br />

Op. Dr. Remzi Aydın – <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü<br />

20.yüzyılda başlayan<br />

sanayileşme ve bunun da<br />

getirisi olan şehirleşme,<br />

kadınların yaşamında büyük<br />

değişikliklere neden oldu. Bu<br />

değişimlerden belki de en<br />

önemlisi kadınların ekonomik<br />

bağımsızlıklarını elde etmek<br />

için çalışmaya başlaması... Bu<br />

bağımsızlaşma süreci kadını iş<br />

yaşamında erkekle<br />

rekabete sürüklemiş ve<br />

evlenip çocuk yapma arzusunu<br />

ertelemeyi gerektirmiştir.<br />

Kadınlarda adet kanamaların<br />

başlaması ile beraber<br />

doğurganlığında başladığı<br />

kabul edilir.<br />

Bununla beraber gerek<br />

fizyolojik, gerekse<br />

psikolojik olarak olgunluk<br />

çağına erişmesi<br />

toplumdan topluma<br />

değişmekle beraber 18-20<br />

yaşı bulabilir. Bu yaşlardan<br />

itibaren hem fizyolojik hem<br />

de patolojik nedenlerden<br />

ötürü doğurganlık oranının<br />

azalabileceği bir gerçektir.<br />

Örneğin gelişebilecek<br />

genital bir enfeksiyon<br />

nedeni ile kanallar<br />

tıkanabilir vs… Örnekleri<br />

artırmak mümkün.<br />

Altın standart 20 – 29 yaş arası<br />

Şimdiye kadar yapılan hiçbir çalışma ideal<br />

gebelik yaşını belirlemek için yeterli kanıt ortaya<br />

koyamamakla beraber en azından istatiksel<br />

olarak 20 – 29 yaş arası en güvenli olarak kabul<br />

edilebilir. 1958 yılında toplanan uluslararası<br />

bir komite 35 yaş sonrası gebeliklerin riskli<br />

olarak kabul edilmesini bildirmesinden sonra<br />

bu yaş sınırı ‘altın standart’ olarak kabul<br />

edilmiştir. Son yıllarda, toplumlar arası büyük<br />

farklılıklar görülmekle beraber, 35 yaş üstü<br />

gebeliklerde büyük bir artış görülmüştür. Bizim<br />

toplumumuzda da aynı trend görülmektedir.<br />

35 yaşından sonra gebe kalma oranlarında hafif<br />

azalma görülmekle beraber genellikle sadece<br />

gebe kalmak için gereken zaman biraz daha<br />

uzun olabilmektedir. Bu zorluk 40 yaşından<br />

sonra daha da artmaktadır. 20’li yaşlarda hamile<br />

kalmaya çalışan kadınların % 80-85’i 1 yıl içinde<br />

amacına ulaşırken, 40 yaşından sonra bu oran<br />

% 40’ların altına düşebilmektedir. Bunun nedeni<br />

çoğunlukla over reservinde<br />

azalma ile beraber<br />

y u m u r t a<br />

kalitesindeki düşme olarak saptanmıştır. Bunun<br />

yanında geçirilen genital enfeksiyonlar veya<br />

endometriozis hastalığı gibi nedenlerle oluşan<br />

kanal tıkanıkları da saptanabilmektedir.<br />

Erkekler açısından ise bu durum oldukça<br />

farklıdır. İlerleyen yaşla beraber eşini gebe<br />

bırakabilme oranı düşmekle beraber, bu düşüş<br />

oldukça yavaştır. 30’lu yaşlar ile 50’den sonraki<br />

yaşları karşılaştıran bir çalışmada bu düşüş %<br />

30 civarındadır. 80 yaşından sonra bile erkek<br />

testislerinin kanallarının % 10’unda olgun sperm<br />

bulunur. Daha çok 50’li yaşlardan sonra görülen<br />

seksüel fonksiyon bozuklukları kısıtlayıcı neden<br />

olabilmektedir.<br />

İleri anne yaşı hem bebek<br />

hem anne için riskli<br />

İleri anne yaşı hem anne hem de bebek<br />

açısından bazı komplikasyonları arttırmaktadır.<br />

Anneye ait riskler olarak, gebelikte görülen<br />

gizli şeker hastalığı, gebelik zehirlenmesi olarak<br />

adlandırılan preeklampsi hastalığı, kalp ve<br />

damar hastalıkları, dış gebelik oluşumu,<br />

sezaryen ve müdahaleli doğum<br />

sıklığında artış, eş kısmının<br />

yerleşim hataları<br />

nedeni ile gebelik<br />

k a n a m a l a r ı<br />

sayılabilir.<br />

30 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>


KADIN SAĞLIĞI<br />

Bu gibi komplikasyonlar nedeni ile anne ölüm<br />

hızı 5 ila 15 kat artmaktadır. Bütün bu ciddi<br />

hastalıkları bir kenara bıraksak bile hamilelikteki<br />

yaşam kalitesi, yaş nedeni ile vücudumuzda<br />

oluşan yıpranma ile oldukça düşer.<br />

Bunları oluşan eklem hastalıkları, kas kütlesinde<br />

azalma, varis oluşumu, hemoroid olarak<br />

sıralayabiliriz.<br />

Bebek açısından oluşabilecek risklerin başında<br />

düşük oranında artışı saymak gerekir. 20 -30<br />

yaşlar arasında % 15’lerde olan düşük hızı,<br />

35 yaşından sonra % 30’a yükselir. Gelişen<br />

düşüklerin % 40 ila 60’ının nedeni olarak<br />

kromozomal bozukluklar gösterilmiştir. Anne<br />

yaşının özellikle 35 yaşın üzerine çıkması ile<br />

genetik bozukluk oluşum hızı katlanarak artar.<br />

Özellikle Down Sendromu denilen Mongol<br />

çocuk doğurma hızı 35 yaşında ortalama 1/ 250<br />

‘den, örneğin 45 yaşında 1/20’ye yükselir.<br />

Gebelik öncesi sağlık<br />

kontrollerinizi yapmayı ihmal etmeyin!<br />

Tüm bu riskleri en aza indirebilmek için önceliklere gebe kalmayı planlayan anne adaylarının genel<br />

bir sağlık taramasından geçmek üzere bir sağlık kuruluşuna başvurması önemlidir. Gerekli tetkiklerin<br />

yapılmasından sonra saptanabilecek eksikliklerin giderilmesi ve sistemik hastalıkların tedavisi birçok<br />

komplikasyonu önleyebilir. Örneğin; basit bir kan tetkiki ile saptanabilen hipotiroidinin düzeltilmesi<br />

birçok düşüğü engelleyebileceği gibi zeka özürlü bir çocuğun doğmasını önleyebilir. Gebelik öncesi<br />

folik asid vitaminin kullanılmasının bazı beyin ve omurilik sakatlıklarını % 50 azaltabileceği gösterilmiştir.<br />

Beslenmenin düzenlenmesi, kilonun ayarlanması, vücudun genel fitnesinin sağlanması gelişebilecek<br />

gebelikteki konforu arttırabilir. Gebelik süresince ise gebeliğin uzmanınca yakından takibi ve 16-<br />

20 haftalık arasında gerek genetik gerekse yapısal anomaliler açısından taranması birçok handikapı<br />

engelleyebilir. Bu aylarda yapılan doppler ölçümleri ile preeklempsi, yani gebelik zehirlenmesi riski<br />

öngörülerek alınacak önlemler ve ilaç tedavisi ile bu riski % 50 azaltabilmek mümkündür.<br />

İleri anne yaşı ile beraber oldukça sık görülebilen<br />

ciddi risklerden biri de, plasenta yetmezliği adı<br />

verilen, eş denilen anne ile bebek arsındaki<br />

besin alışverişini düzenleyen organın fonksiyon<br />

bozukluğudur. Yeterli düzeyde kan akımı<br />

sağlayamayarak bebeğin beslenmesini bozar<br />

ve en azından düşük tartılı bebek doğumuna<br />

yol açabilir. Daha ciddi durumlarda ise bebekte<br />

beyin hasarı, hatta bebek ölümlerine yol açabilir.<br />

35 yaşından sonra ilk doğumlarda<br />

doğum süreleri uzar!<br />

35 yaşın üzerindeki, özellikle ilk doğumlarda<br />

doğum süreleri daha uzundur. Doğum sırasında<br />

bebek kalp seslerinin bozulması, doğumun<br />

ilerlememesi nedeni ile vakum, forseps<br />

gibi müdahaleler ve sezaryen uygulanması<br />

miktarlarında artış yaşanır. Gizli şeker hastalığı<br />

olan annelerin bebeklerinde gerek gebelik<br />

süresince ani şeker oynamaları nedeni ile “ani<br />

bebek ölümü”, gerekse de doğum sonrası kan<br />

şekeri düşmesi riski yüksektir. Yine 4000 gr.<br />

üstü bebeklerde omuz takılması nedeni ile sinir<br />

yaralanmaları da ileri anne yaşı olan doğumlarda<br />

daha sıktır.<br />

<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />

31


KALP VE DAMAR CERRAHİSİ<br />

YENİ YILDA SAĞLIKLI BİR KALP<br />

İÇİN İÇ DÜNYANIZLA BARIŞIN<br />

Prof. Dr. Bingür Sönmez- <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü<br />

2010 yılının son gününe kadar kalbinizi üzecek neler yaptıysanız, onları geride bırakın.<br />

Sigara, alkol, fazla kilolar, hareketsizlik, stres, öfke nöbetleri…<br />

<strong>2011</strong> yılında kalbinizi yoran tüm bu olumsuzlukları hayatınızdan çıkarmak,<br />

sağlıklı yaşamak için kalbinizi yenilemek elinizde.<br />

<strong>Memorial</strong> <strong>Hastanesi</strong> Kalp ve Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Bingür Sönmez,<br />

kalbiniz için yeni yıla özel önerilerde bulundu.<br />

Sigarayı bırakmak için<br />

hiçbir zaman geç kalmış<br />

olmazsınız, <strong>2011</strong>’de<br />

sigarayı mutlaka bırakın!<br />

Sigara, koroner kalp hastalıklarını hızlandıran ve akciğerlere olumsuz etki ederek, kalp ameliyatı olan hastalarda ameliyat sonrası ciddi sorunlara neden olmaktadır.<br />

Kadın için de erkek için de önemli olan, sigaraya hiç başlamamaktır. Sigara, kadınlarda erkeklere oranla daha fazla tahribata neden olur. O nedenle özellikle kadınlar<br />

yeni yılda kalp ve akciğer sağlığı için sigarayı bırakmalıdır. Sigaranın kadınlar üzerindeki en önemli etkisi, östrojeni parçalaması ve erken menopoza neden olmasıdır.<br />

Sigara içen kadın hastaların ameliyat sonrası iyileşme süreleri de uzamaktadır. Özellikle menopozdaki kadınların kesinlikle sigarayı bırakması gerekir. Diyabetiklerin<br />

sigara içmesi intihar etmekle eşdeğerdir.<br />

32 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>


KALP VE DAMAR CERRAHİSİ<br />

Yeni yılda yürüyün!<br />

Yeni yılda durağan yaşamınızı hareketlendirin:<br />

• Merdiven yerine asansörü kullanın.<br />

• Otobüse bindiyseniz, inmeniz gereken yerden<br />

bir durak önce inip yürüyün<br />

• Eviniz işinize yakın mesafedeyse aracınızı<br />

kullanmayın.<br />

• Haftada en az üç kez bir saat yüyün Temponuz,<br />

5 kilometreyi 45 dakikada kat ediyor şekilde<br />

olmalıdır.<br />

• Soğuk havalarda kalp sağlığınız için; evlerinizdeki<br />

koşu bandında ya da büyük alış veriş merkezlerinde<br />

tempolu yürüyüşü tercih edebilirsiniz.<br />

Kalbinizle tanışın!<br />

<strong>2011</strong> yılına kadar kalp sağlığınızı kontrol ettirmek<br />

için herhangi bir test ya da tetkik yaptırmadıysanız<br />

harekete geçin. Eko ile kalbinizin kapaklarını ve<br />

popa gücünü ekrandan izleyerek kalbinizle tanışın.<br />

Efor yaptırarak kalbinizin koroner damarlarını<br />

kontrol ettirin. Kan yağlarınızı ve şekerinizi de 6<br />

ayda bir ölçtürüp daha sonraki yıllarda da bunları<br />

tekrarlayın.<br />

<strong>2011</strong> yılında menopoza giren kadınların bu yıldan<br />

başlayarak daha ciddi kardiyak kontrollerden<br />

geçmesi gerekir. Çünkü menopozla birlikte<br />

kadınlarda ortaya çıkan koroner kalp hastalığı çok<br />

hızlı olarak ilerlemektedir.<br />

<strong>2011</strong>’de 30 ve 40 yaşında olacaklar<br />

farklı testler yaptırmalı!<br />

<strong>2011</strong>’de 40 yaşında olacaksanız, bugüne kadar<br />

da kalp yönünden bir kontrolden geçmediyseniz,<br />

<strong>2011</strong>’in ilk haftalarında mutlaka bir kardiyolojik<br />

kontrolden geçin. Özellikle bilgisayarlı anjiyografi<br />

ile kalp damarlarınızın durumunu kontrol<br />

ettirmeniz yararlı olacaktır. Aile geçmişinizde kalp<br />

hastası varsa, şişmansanız, diyabet veya yüksek<br />

tansiyon hastasıysanız, sigara kullanıyorsanız 30,<br />

değilseniz 40 yaşından sonra yeni yılda şu testleri<br />

yaptırın: Efor testi, ECHO, Total kolesterol, HDL<br />

(iyi huylu kolesterol), LDL (kötü huylu kolesterol),<br />

tigliserid ve kan şekeri, homosistein HsCRP. Ayrıca<br />

tansiyonunuzu da düzenli olarak ölçtürmenin<br />

zamanıdır.<br />

<strong>2011</strong> yılı detoks değil retoks<br />

yılı olsun!<br />

Beslenmede çok çeşitliliği benimseyin. Kendinizi<br />

sadece otlara mahkum etmeyin. Sebze ve<br />

meyveye dayalı bir beslenme tarzı belirleyin. Gün<br />

aşırı bir yumurta tüketin. Ayda bir-iki kez kalp<br />

sağlığı için ‘muzır’ gibi görünen yiyecekleri tadarak<br />

biyodengenizi sağlayın. Bu yiyecekleri tüketirken<br />

elbette kalori hesabı da yaparak ölçülü olmaya<br />

özen gösterin. Tıka basa yemek yemekten kaçının.<br />

Ayda bir-iki kez sevdiğiniz bir yemeği –muzır ise<br />

bile-belirli ölçüye aşmamak ve aşırıya kaçmamak<br />

kaydı ile tüketebilirsiniz.<br />

<strong>2011</strong>’de yarışmacı sporlarından<br />

uzak durun!<br />

<strong>2011</strong>’de ‘spor kalbe iyi geliyor’ diye hiçbir zaman<br />

yarışmacı sporlara başlamayın. Futbol, tenis,<br />

basketbol gibi yarışmacı sporlarda 15-20 yıllık<br />

geçmişiniz yoksa, 40 yaşından sonra bu tür<br />

sporlara başlamak felaketi davet etmek olur.<br />

Yarışma içerikli sporlar yerine düzenli egzersiz,<br />

hafif hızlı yürüyüşler, yüzme gibi sporlar yapılması;<br />

kalp hastalıkları ve kalp krizi riskine karşı koruyucu<br />

bir etki yapar. Eğer 30 yaşından sonra yoğun<br />

efor gerektiren bir spora başlayacaksanız, gizli<br />

kalp hastalığı riskine karşı mutlaka kapsamlı bir<br />

kalp kontrolünden geçin ve bir rehabilitasyon<br />

uzmanının yapacağı programı uygulayın.<br />

<strong>2011</strong> sizin için “meditasyon – derin<br />

gevşeme yılı” olsun<br />

• 2010 yılında aileniz, işiniz ve sosyal çevreniz<br />

ile ilgili sizi üzen olaylar varsa, <strong>2011</strong>’de bunlardan<br />

süratle kurtulun.<br />

• <strong>2011</strong>’de barışçı, uyuşmacı, huzurlu ve stressiz<br />

bir yaşam tarzı için yılın birinci gününü saptayın.<br />

• <strong>2011</strong> yılı kendiniz ile kavga ederek geçmişse,<br />

yeni yılda iç dünyanızla barışın<br />

• Evliyseniz, eşinizle daha uyumlu olmaya çalışın.<br />

Anne babaysanız, çocuklarınızla daha ılımlı ve<br />

uzlaşmacı bir iletişim kurun.<br />

• Çok çabuk karar veren, hızlı hızlı konuşan,<br />

merdivenleri birkaç basamak birden çıkmaya<br />

çalışan, sabırsız biriyseniz, (A tipi kişilik) yavaşlayın.<br />

• Yeni yılda iş ve mesleğiniz konusunda hiçbir<br />

zaman, beceri ve olanaklarınızı zorlamayın.<br />

• Meditasyon-derin gevşeme yöntemlerini<br />

öğrenmek için bir psikolog veya yoga uzmanından<br />

yardım alabilirsiniz.<br />

<strong>2011</strong>’de işinizi sevin!<br />

Gününüzün önemli bir kısmını iş yerinde<br />

geçirdiğinizi göz önüne alırsanız, sevdiğiniz bir işi<br />

yapmanız ve iş ortamında mutlu olmanız, ruh ve<br />

beden sağlığınız için çok önemlidir. İş ve meslek<br />

konusunda hiçbir zaman beceri ve olanaklarınızı<br />

zorlamayın. Özellikle aile şirketlerinde, ailenin genç<br />

bireylerine yüklenen ağır sorumluluk nedeniyle,<br />

kalp krizi sorunlarına sık rastlanmaktadır. Bu<br />

nedenle özellikle yurt dışında iyi eğitimler alarak,<br />

ülkelerine büyük bir sorumluluk ile dönen ancak<br />

mesleki deneyimleri yetersiz olan gençlere<br />

özellikle aile şirketleri içinde hazır olmadıkları<br />

sorumluluklar verilmemelidir. Bir işin size<br />

kazandıracağı şeyin yalnızca para olmadığını aynı<br />

zamanda bilgi, gelişim ve mutluluk da getirmesi<br />

gerektiğini aklınızdan çıkarmayın. İş ortamının sizin<br />

için mümkün olduğu kadar keyifli hale gelmesi<br />

için; kontrolsüz hırs ve rekabet duygusundan uzak<br />

durun. Hırsınızı, kendinizi geliştirmek ve çalıştığınız<br />

şirkete yararlı olmak için kullanın. Çalışma<br />

masanızı, aşırı kafein tüketimi için kullanmayın. Ofis<br />

egzersizleri yapın ve iş ortamında da hareketsiz<br />

yaşamdan uzak durun.<br />

<strong>2011</strong>’de aşık olun!<br />

<strong>2011</strong> yılı sizin için “aşk ve sevgi” yılı<br />

olsun. <strong>2011</strong>’de öncelikle; eşinize,<br />

ailenize,çocuklarınıza, işinize ve ülkenize<br />

aşık olun. Çünkü aşık olmak kalbe iyi<br />

gelen endorfin hormonu salgılanmasını<br />

sağlar. Endorfin, zevk ve mutluluk veren<br />

bir hormondur. Sevgi dolu bir yaşam<br />

kalp sağlığı için çok gereklidir. Mutlu<br />

yaşamayabilmek için sağlıklı bir aşk<br />

hayatına ihtiyaç vardır. Düzenli bir aşk<br />

hayatı olan insanların yaşam kalitelerinin<br />

artacağı da kesindir.<br />

<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />

33


NÖROŞİRURJİ<br />

SİNİR HASARLARI VE<br />

CERRAHİSİ<br />

Prof. Dr. Murat İmer - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Nöroşirürji Bölümü<br />

Perifirik sinirler<br />

çok hassas ve<br />

çabuk yaralanabilecek<br />

yapılardır. Periferik<br />

sinirlerde oluşabilecek<br />

bir hasar, beyin ve<br />

kaslar arasındaki<br />

bağlantının kesilmesi<br />

ile sonuçlanabilir. Bu<br />

durumda kişinin belli<br />

hareketleri yapması<br />

ve vücudundan gelen<br />

uyarıları hissetmesi<br />

mümkün olmayabilir.<br />

Hem fiziksel hemde<br />

sosyoekonomik kısıtlamalar<br />

yaratabilir<br />

Periferik sinirler beyin ve omuriliği vücudun<br />

diğer tüm parçalarına bağlayan bir kablo ağına<br />

benzetilebilir. Periferik sinirlerin hasarlanması<br />

sonucu kişinin belli hareketleri yapması<br />

engelleneceğinden önceden sağlıklı olan<br />

bireylerde yol açtıkları sonuçlar ile hem fiziksel<br />

hem de sosyoekonomik bakımdan ciddi<br />

kısıtlamalar yaratabilmektedir.<br />

Araç kazaları hasarların en sık<br />

nedenleri arasındadır<br />

Delici-kesici, bası, enjeksiyon, ezilme, iskemi,<br />

gerilme-çekilme tipinde yaralanmalar en sık<br />

nedenleridir. Daha nadir olarak ısı, elektrik<br />

şoku, radyasyon ve vibrasyon yaralanmaları<br />

sayılabilir. Genel olarak gerilme-çekilme ile<br />

ilgili yaralanmalar özellikle motorlu araç<br />

kazaları sonucu görülürler ve sivil periferik<br />

sinir yaralanmalarının en sık rastlanan tipini<br />

oluştururlar.<br />

Sinir yaralanmalarının sebepleri<br />

Cam, bıçak, testere gibi delici-kesici aletlerle veya<br />

uzun kemiklerdeki kırıklarla olan yaralanmalar da<br />

oldukça sıktır. Bunlar ağır sinir yaralanmalarının<br />

%30’unu oluşturmaktadır. Dokunun yeterince<br />

beslenememesi de önemli bir hasarlanma<br />

mekanizmasıdır. Savaş ve çatışmalar sırasında<br />

oluşan sinir yaralanmalarının ise en sık nedeni<br />

şarapnel yaralanmalarıdır. Bomba ve mayın<br />

patlamaları yaralanmaların diğer bir nedenidir.<br />

Bu tip yaralanmalar yumuşak doku hasarına da<br />

yol açar ve genellikle damar hasarı ile birliktedir.<br />

Detaylı bir nörolojik muayene<br />

gerekir<br />

Periferik sinir yaralanmaları sonucu;<br />

yaralanmanın nedeni, derecesi ve etkilenen sinir<br />

veya sinirlere göre değişmekle birlikte genel<br />

olarak ağrı, yanma hissi, karıncalanma hissi, his<br />

kaybı, etkilenmiş kas grubunda güçsüzlük, sıklıkla<br />

tuttuğu eşyaları düşürmek ve hareket kısıtlılığı<br />

gibi bulgular ortaya çıkabilir. Detaylı bir nörolojik<br />

muayene ile motor, duyusal ve otonomik kayıp<br />

değerlendirilebilir. Muayene sonucunda sinir<br />

yaralanmasını gösteren bulgu ve belirtiler<br />

saptanırsa, ileri tetkik yöntemleri kullanılabilir.<br />

34 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>


NÖROŞİRURJİ<br />

EMG en sık kullanılan tanı<br />

yöntemidir<br />

En sık kullanılan tanı yöntemlerinden birisi<br />

elektromiyografi (EMG)’dir. Bu tetkik ile spesifik<br />

bir sinir tarafından kontrol edilen kasların<br />

nasıl çalıştığı gösterilir. Bir cihaz yardımıyla<br />

kasın dinlenme anındaki ve hareketlenme<br />

veya kasılma sırasındaki elektriksel aktivitesi<br />

kaydedilir. EMG’ye benzer şekilde yapılan<br />

sinir ileti çalışmaları elektriksel sinyallerin sinir<br />

boyunca nasıl iletildiğini gösterir. Etkilenen<br />

alandaki iki ayrı noktaya yerleştirilen elektrodlar<br />

ile sinir uyarılır ve bu uyaranın iki nokta<br />

arasındaki iletim süresinin mesafeye bölünmesi<br />

ile sinir iletimi hesaplanır. Manyetik Rezonans<br />

Görüntüleme (MRG) tetkiki ile de manyetik<br />

dalgaların kullanılması ile sinir de dahil olmak<br />

üzere etkilenmiş vücut bölümünün üç boyutlu<br />

ve detaylı görüntüsü elde edilir.<br />

Her yaralanmaya özgü ayrı bir<br />

tedavi vardır<br />

Periferik sinir yaralanmalarında tedavi,<br />

yaralanmanın biçimine bağlı olarak, her olgunun<br />

kendisine özgü şekilde düzenlenir. Yaralanmanın<br />

türüne, nedenine ve derecesine göre, aşağıdaki<br />

yaklaşımlar tercih edilebilir. Sinirin hasarlandığı;<br />

ancak kesilmediği durumlarda cerrahi ekip<br />

siniri kendi iyileşme sürecine bırakabilir. Bazı<br />

durumlarda sinirin iyileşme potansiyeli ile<br />

birkaç ay içinde cerrahiye gereksinim olmadan<br />

kendiliğinden iyileşme olabilir. Ancak her sinirin<br />

ayda ortalama 2.5 cm iyileştiği hesaba katılırsa<br />

yaralanmış bir sinirin iyileşmesi iki yılı bulabilir.<br />

Bu süreçte hastanın düzenli fizik tedavi ve<br />

rehabilitasyonu, özellikle EMG tetkiki ile takibi<br />

ve düzenli olarak doktor kontrolünde olması<br />

çok önemlidir.<br />

Cerrahi müdahale ne zaman<br />

gerekir?<br />

Ağır hasarın veya kesinin söz konusu olduğu<br />

durumlarda cerrahi müdahale gerekir. Hasarlı<br />

sinirde oluşan nedbe dokusu çıkartılıp sinirin<br />

uç uca dikilmesi veya araya vücudun başka bir<br />

yerinden alınan uygun boyutta bir sinir parçası<br />

(grefti) eklenmesi gerekebilir. Mikrocerrahi<br />

teknikler uygulanılarak çapları 1 mm.’den daha<br />

küçük periferik sinir fasiküllerinin onarımlarının<br />

gerçekleştirilmesi, periferik sinir onarımlarının<br />

sonuçlarına yeni boyutlar ka¬zandırmıştır.<br />

Ameliyat sırasında sinir iletim ölçümlerinin<br />

yapılması ile sinirde ileti olup olmadığı kontrol<br />

edilebilir ve cerrahi sonuçlara katkı sağlanabilir<br />

Cerrahi açıdan zorunlu<br />

olgular olabilir<br />

Cerrahi açıdan daha zorlu olgular; ağır sinir<br />

yaralanmaları, önceden başarılı olmamış<br />

cerrahi müdahale geçirenler ve uzun süre<br />

tedavi edilmeden beklemiş olgulardır. Bu gibi<br />

durumlarda amaç tam iyileşme değil; ancak kritik<br />

işlevlere sahip belli kas gruplarının çalışmasını<br />

sağlamaktır. Tendon transferi ile başka bir sinir<br />

tarafından çalıştırılan kas veya kas gruplarının<br />

tendonlarının yerinin değiştirilmesi ile hasarlı<br />

sinirin işlevi kısmen geri kazanılır.<br />

İyileşme sürecinde fizik tedavinin<br />

önemi<br />

Düzgün bir iyileşmenin sağlanmasında fizik<br />

tedavi ve rehabilitasyonun kritik önemi vardır.<br />

Yaralı sinir iyileştikçe, o sinirler tarafından<br />

çalıştırılan kas ve kas gruplarının normal<br />

işlevlerine dönebilmesi için egzersize ihtiyaç<br />

vardır. Hareketsizlik; katılık ve hareket kısıtlılığı<br />

gibi daha ağır sonuçlara yol açabilir. Etkilenmiş<br />

kasları ve eklemleri çalıştıracak özel hareketler<br />

bu katılığı önler ve işlevlerin geri kazanılmasını<br />

sağlar. Egzersiz dışında sinir iyileşmesi sürecinde<br />

ilgili kasları çalıştırmak için elektrik uyarıcıları<br />

da kullanılabilir. Ayrıca ortezler yardımıyla<br />

eklemlerin uygun pozisyonda durması sağlanır.<br />

İyileşme sürecine bir çok faktör<br />

etki eder<br />

Periferik sinir yaralanmasında hastaların önemli<br />

bir bölümünde değişen düzeylerde ağrı<br />

şikayeti mevcuttur. Çok çeşitli ilaçların yanı<br />

sıra bazı cerrahi yöntemler de ağrı kontrolü<br />

için kullanılabilir. Sinir iyileşmesi; yaralanmasının<br />

seviyesine, oluş mekanizmasına, hasarın<br />

derecesine bağlı olarak değişir. Uygulanan<br />

cerrahi yöntem ve cerrahinin zamanlaması<br />

iyileşme üzerinde belirleyicidir.<br />

Hastanın yaşı ve rehabilitasyona<br />

katılımı önemli<br />

Periferik sinir yaralanmalarının tedavisinde<br />

hastanın yaşı, motivasyonu ve rehabilitasyona<br />

katılımı iyileşme üzerine en etkili faktörlerdendir.<br />

Hasta ve hasta yakınlarına bu yaralanma sonucu<br />

ortaya çıkan tablonun iyileşme sürecinin<br />

ayrıntıları anlatılmalı ve tam katılım sağlanmalıdır.<br />

<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />

35


AĞIZ DİŞ VE ÇENE HASTALIKLARI<br />

DİŞ GICIRDATMASI BAŞ VE SIRT<br />

AĞRILARINA NEDEN OLABİLİR<br />

Dr. Dt. Ali Ekrem CANBAZ / <strong>Memorial</strong> Ağız, Diş ve Çene Hastalıkları Merkezi<br />

Ekonomik sıkıntılar, ailevi<br />

sorunlar, acılar, öfkeler, kontrol<br />

altına alınamayan duyguların<br />

bilinç altında yarattığı etki,<br />

uykularda kişiyi ele veriyor.<br />

Diş gıcırdatması, bu hallerin dışa<br />

vurulmasında en yaygın olanı...<br />

Bruksizm (diş gıcırdatma)<br />

genellikle uyku esnasında<br />

oluşan bir eylemdir.<br />

Çenenin sıkılması, dişlerin<br />

gıcırdatılması olarak bilinir.<br />

Toplumda sık rastlanan bu<br />

alışkanlığa sahip kişiler dişlerini<br />

sıktıklarının farkında değildir.<br />

Diş gıcırdatmanın en önemli<br />

nedeni stres!<br />

Diş gıcırdatmanın en önemli nedeni strestir. Stresin<br />

ilk belirtilerinin görüldüğü yer, ağız dokularıdır.<br />

Stres, bruksizmin hem oluş nedeni hem de olayın<br />

şiddetini artıran en önemli faktördür. Bunun yanında;<br />

çeneler arasındaki kapanış bozuklukları (ortodontik<br />

bozukluklar), diş eksiklikleri sonucu oluşan ağız içi<br />

çiğneme dengesinin bozulmuş olması, kötü yapılmış<br />

dolgu, protez ve bunlara bağlı erken veya yanlış<br />

yapılan diş temasları; diş sıkma, gıcırdatma ve buna<br />

bağlı çene eklemi bozukluklarına neden olabilir. Çene<br />

bölgesinin ani bir travmaya maruz kalması da eklem<br />

şikayeti oluşturabilecek önemli bir nedenlerden<br />

bir diğeridir. Diş sıkma ve diş gıcırdatma üzerinde,<br />

genetik yatkınlığın da önemli bir etkisi vardır.<br />

Diş sıkma ve diş gıcırdatma<br />

sonucu ağız içinde ve çiğneme<br />

sisteminde şu problemler<br />

ortaya çıkar:<br />

• Dişlerin çiğneyici yüzünde oluşan aşınma:<br />

Dişlerin birbirleri ile sürtünmesi sonucunda<br />

çiğneyici yüzeylerinde aşınmalar oluşur. Bu durum,<br />

hem ön dişlerde diş boylarında kısalmaya yol<br />

açacağı hem de estetik sorunlar yaratacağı gibi,<br />

arka dişlerde de aşınma oluşturarak çenenin dikey<br />

boyutunu azaltır. Bunun sonucunda da kişinin yüz<br />

kaslarının özellikle de çiğneme kaslarının fonksiyonu<br />

sırasında ağrılar meydana gelir.<br />

• Dişlerde kırılma: Dişleri sıkma ve gıcırdatma<br />

ile ön dişlerin köşelerinde ve arka dişlerin çıkıntılı<br />

kısımlarında mikro çatlaklar oluşur. Röntgen ile<br />

saptanamayan bu çatlaklar zamanla büyüyerek<br />

dişlerin kırılmasına neden olur.<br />

• Dişlerde aşırı hassasiyet: Genellikle soğuğa karşı<br />

hassasiyet gelişir. Ani diş sızlamaları başlar.<br />

• Diş etlerinde çekilme: Bruksizm, özellikle genç<br />

hastalarda, dişetlerinde hızla gelişen çekilmelere yol<br />

açabilmektedir.<br />

• Dişlerde sallanma: Yıllar süren gıcırdatma sonucu,<br />

diş çevresindeki doku gevşeyerek sallanmaya yol<br />

açar. Aşırı basınç, dişleri saran kemik desteğinin<br />

kaybolmasına da neden olur.<br />

• Yanaklarda iritasyon (tahriş): Özellikle dişlerin<br />

birbirlerine temas ettikleri kapanış çizgisinin<br />

hizasındaki iç yanakta çizgi ya da kabartı şeklinde<br />

fibröz bir oluşum meydana gelir.<br />

• Kas ağrısı: Şakak ve yanak bölgesindeki kasların<br />

aşırı çalışması bu bölgelerde kas ağrısına neden olur.<br />

• Baş ağrısı: Çene ve yüz kaslarında oluşan spazm<br />

ağrıları, yansıyan ağrılara yol açarak zaman zaman<br />

baş ağrısı şeklinde kendini gösterir. Hatta, bu<br />

yansıyan ağrılar nedeniyle boyun ve sırta kadar<br />

varan ağrılarda görülebilir.<br />

• Çene ekleminde ağrı: Dikkate alınmayan ve belirti<br />

verdiği halde önemsenmeyen bruksizm sonucunda,<br />

çene eklemine aşırı yüklenilme nedeniyle eklemde<br />

ağrı, tıkırtı sesi, ağız açmada kısıtlılık, ani çene<br />

kilitlenmeleri yaşanabilir.<br />

Bu belirtiler diş gıcırdatmanın başlangıcından<br />

itibaren ortaya çıkmaz. Olayın şiddetine ve süresine<br />

göre bazen yıllar sonra bile görülebilmektedir.<br />

Belirtilerin tümü çoğunlukla aynı anda olmayabilir.<br />

Bazen çok az belirti gösterdiği de gözlemlenmiştir.<br />

Tedavi için neler yapılmalıdır?<br />

• Gece Plağı: Sadece diş sıkma sorunu olan,<br />

henüz yüz kaslarında veya çene eklemi bölgesinde<br />

şikayetleri başlamamış hastalara, sıkmanın vereceği<br />

zararları en aza indirgeyebilmek amacı ile uygulanan<br />

şeffaf plaklardır.<br />

• Okluzal Splint Tedavisi: Diş sıkması veya farklı<br />

nedenlerle, ağız açmada kısıtlılık, çene eklemi ve<br />

yüz kaslarında ağrı, çene ekleminde tıkırtı sesi<br />

gibi durumlar yaşayan hastalar, artık bu aşamadan<br />

sonra mutlaka bir çene eklemi uzmanı tarafından<br />

muayene edilmeli ve tedavisine başlanmalıdır.<br />

Bu aşamada uygulanan, Okluzal Splint tedavi<br />

apareyleridir. Vakanın durumuna göre uygulanması<br />

gereken çok farklı çeşitleri mevcuttur. Ancak<br />

doğru teşhis sonucu doğru splintin uygulanmasıyla<br />

tedavide sonuca ulaşılabilir. Mutlaka bu konuda<br />

uzman bir hekim tarafından takibi gereklidir. Aksi<br />

halde, eklem şikayetleri bulunan hastaya gece plağı<br />

uygulaması yapılması çok olasıdır. Bu durum tedaviyi<br />

sağlamadığı gibi hastanın gecikmesine ve eklem içi<br />

dejenerasyonunun artmasına da neden olabilir.<br />

• Fizik Tedavi: Bruksizm sonucu ortaya çıkan çene<br />

eklemi şikayetlerinin tedavisi aslında multidisipliner<br />

bir yaklaşımı gerektirir. Kas ağrılarının azaltılması<br />

ve doğru postürün sağlanması için fizik tedavi<br />

olanaklarından faydalanılmalıdır.<br />

• Egzersizler: Tedavi sırasında hastaya, çiğneme<br />

kasları ve çevre dokulardaki kasılmayı rahatlatacak<br />

aktif ya da pasif egzersizler önerilebilir.<br />

• Farmakolojik Tedavi: Eklem şikayetlerinde ve<br />

bruksizmin varlığında ilaçlar tedavi edici özellik<br />

taşımaz. Ancak, ağrı kesici ve kas gevşetici ilaçlar<br />

semptomların (ağrı vs.) azaltılmasında ve ağzın daha<br />

rahat açılmasında etkilidir.<br />

• Psikiyatrik Destek Tedavisi: Hastaların sıkıntı<br />

ve gerilimlerinin çözümlenmesine yardımcı<br />

olarak, fonksiyon bozukluğuna ya da şikayetlerin<br />

artmasına yol açan ikincil psişik faktörlerin ortadan<br />

kaldırıldığı tedavi seçeneğidir. Kişinin sorunları ile baş<br />

edebilmesinin sağlanması tedaviye yardımcı olacağı<br />

gibi bruksizmi de önemli ölçüde azaltacaktır.<br />

36 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>


AĞIZ DİŞ VE ÇENE HASTALIKLARI<br />

YEMEKTEN HEMEN SONRA<br />

DİŞ FIRÇALAMAK ZARARLI<br />

Dt. Aslı Tapan- <strong>Memorial</strong> Suadiye Tıp Merkezi Ağız, Diş ve Çene Hastalıkları Bölümü<br />

Dişlerinize çok<br />

önem veriyorsunuz<br />

ve çürüklerin önüne<br />

geçmek için her yemek<br />

sonrası vakit kaybetmeden<br />

fırçalıyorsunuz.<br />

Bu durum ilk bakışta diş<br />

sağlığını korumak için<br />

mükemmel bir yöntem<br />

olarak görünebilir; ancak<br />

yemek sonrası hemen<br />

dişlerin fırçalanması diş<br />

yüzeyinden bir miktar<br />

maddenin kalkmasına<br />

sebep olarak diş sağlığınızı<br />

olumsuz etkiler.<br />

Yemek sonrası fırçalama<br />

diş yüzeyinden bir miktar<br />

maddeyi kaldırır<br />

Ağız diş sağlığının korunmasının temelinde temizlik<br />

ve bakım yatmaktadır. Yemeklerden ve asitli<br />

içeceklerden hemen sonra dişleri fırçalamaktan<br />

kaçınılmalıdır. Çünkü bu tür gıdalardan sonra<br />

yaklaşık bir saat diş minesi asit saldırısı altında olup<br />

minenin yumuşadığı ve hemen yapılan fırçalamanın<br />

diş yüzeyinden bir miktar madde kaldırdığı<br />

bilinmektedir. İngiltere’de yapılan bir araştırma<br />

neticesinde 5 yaşındaki çocukların %53’ünde<br />

diş erozyonu saptanmıştır. Gazlı içecekler<br />

dışında meyve suları da dişlerde erozyon riskini<br />

artırmaktadır.<br />

Dişler aşındıkça renk bozulmaları<br />

ve hassasiyet artar<br />

Asitli gıda denince akla; narenciye, yeşil elma, turşu,<br />

şarap ve enerji içecekleri gelir. Ph ne kadar düşük<br />

ise ürün o kadar asidiktir. Ph’ın 5.5’ten küçük<br />

olması çürük oluşturmaktadır. Alkaliler yüksek<br />

ph’a sahiptir. Düşük ph’lı ürünlerden bazıları<br />

sirke, kırmızı şarap, greyfurt, turşu vs.dir. Sütün<br />

ph’ı 6.9, cheddar peynirinin ise 5.9’dur. Ayrıca<br />

kişilerde artan estetik beklentisi sebebiyle dişleri<br />

beyazlatmak için aşındırıcı diş macunu ve diş<br />

parlatma tozları talebi diş sağlığını olumsuz yönde<br />

etkilemektedir. Dişin minesi aşındıkça alttaki dentin<br />

tabakasının açığa çıkmasıyla dişin rengi daha sarı<br />

gözükmekte, sıcak ve soğuk hassasiyeti de buna<br />

eklenmektedir. İlerlemiş dönemde artan duyarlılık,<br />

oluşan çatlaklar, giderek artan renk bozulmaları<br />

gözlenebilir.<br />

Ara öğünleri şekersiz gıdalardan<br />

seçin ve yatmadan önce mutlaka<br />

dişlerinizi fırçalayın<br />

Pek çok işlenmiş besinde şeker bulunur. “Şeker<br />

ilavesizdir” ibaresi her zaman o besinde şeker<br />

olmadığını göstermez. Ara öğünler şekersiz<br />

gıdalardan seçilmelidir. Kurutulmuş meyvelerin<br />

şeker miktarı daha fazladır ve dişe yapışabilir. Ara<br />

öğünde meyve yenirse arkasından peynir gibi alkali<br />

bir besin yemelidir. Su ve süt en iyi içeceklerdir.<br />

Meyve suları yemek sırasında içilebilir. Ara öğünde<br />

yalnız içmesi istenirse de suyla seyreltilmesi<br />

önerilir. Gece çürük riski artacağından yatmadan<br />

önce mutlaka özenle fırçalanmalıdır. Erozyonun<br />

şiddeti; zaman, ph, asit tipi, ısı ve likit akış oranı gibi<br />

faktörlerle ilgilidir. Geleneksel çayın ph’ı 4.8, bitki<br />

çayının 3.2’dir. Dolayısıyla bitki çayları normal çaya<br />

oranla daha erozivdir.<br />

Çürükten ve asit erozyonundan<br />

korumak için neler yapmalıyız?<br />

Çocuklarımızda süt ve su gibi içeceklerin tüketimini<br />

artırma yoluna gidilmelidir. Yoğurt düşük ph’ına<br />

rağmen erozyona yol açmayabilir. Çünkü içinde<br />

yüksek miktarda kalsiyum ve fosfat vardır. Meyve<br />

sularına asidik içeceklere kalsiyum eklenerek<br />

erozyon önlenebilir. Ancak iyi maskelenmezse<br />

ağza tebeşirimsi bir tat gelir. Asitli içeceklerin<br />

içine florür eklenmesi çok tüketimi halinde risk<br />

taşır. Daha konsantre bir içecek diş yüzeyine daha<br />

çok yapışır ve ağızda daha uzun süre kalır. Gece<br />

tükürük akışı azaldığında asitler dişte daha çok<br />

erozyona yol açar. Bu nedenle gece mutlak suretle<br />

dişlerimizi fırçalamalıyız.<br />

<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />

37


FİZİK TEDAVİ VE REHABİLİTASYON<br />

FAZLA KİLOLAR VE YANLIŞ AYAKKABI SEÇİMİ<br />

TOPUK DİKENİNE ZEMİN HAZIRLIYOR<br />

Uz. Dr. Feride Ekimler Süslü - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü<br />

Topuk dikeni hastalığı<br />

bir çeşit, ayak tabanı<br />

zarı iltihabıdır. En önemli<br />

belirtisi ise ağrıdır. Ağrının<br />

özelliği, dinlenme<br />

durumunda<br />

görülmeyip, ancak hareket<br />

halinde ve özellikle yere<br />

basıldığı zaman oluşmasıdır.<br />

Hasta, sabah kalkıldıktan<br />

sonra ilk adım attığı anda<br />

güne ağrı hissi ile başlar ve<br />

bir süre yürüdükten sonra<br />

ilk ağrının şiddeti azalır.<br />

Ancak günün sonunda<br />

tekrar ağrı başlayabilir.<br />

Şiddetli ayak ağrılarınızın nedeni<br />

topuk dikeni olabilir<br />

Topuk dikeni, topuk ağrılarının en sık görülen<br />

sebebidir. Ağrının yeri genelde ayak tabanı ile<br />

ayak iç bölgesi arasıdır. Genellikle 40 yaş üzeri<br />

hastalarda görülür. Topuk dikeninin boyutu ve<br />

ortaya çıkardığı klinik bulgular arasında bir ilişki<br />

yoktur. Topuk dikeninin boyutu 4-6 mm kadar<br />

olabilir. Ağrının özelliği, sabah kalkınca ilk adım<br />

atma sırasında ya da uzun süre oturma sonrası<br />

ilk basışta ortaya çıkmasıdır. Birkaç adım attıktan<br />

sonra ağrının şiddeti azalır. Fakat uzun süre<br />

ayakta durma ve yol yürüme ile günün sonuna<br />

doğru şikâyetlerde artma olur. Ağrı topuğun<br />

orta kısımda iç tarafa yakın bölgede daha<br />

yaygındır. Bazen ağrı alt bacağa doğru yayılabilir.<br />

Şişmanlık topuk dikeni<br />

için bir risktir!<br />

Topuk dikeni hastalığında en önemli neden,<br />

şişmanlıktır. Ancak normal kiloda olan<br />

insanlarda da ortaya çıkabilir. Özellikle çocukluk<br />

ve gençlik yıllarında ayak sağlığına önem<br />

vermemiş ve genellikle doğru ayakkabı tercihi<br />

yapmamış kişilerde, uzun süre ayakta kalmayı<br />

gerektiren işlerde çalışanlarda, ayağın yapısal<br />

bozukluğu (düztabanlık, ayak tabanı yüksekliği)<br />

durumlarında, yürüme bozukluğu olan kişilerde<br />

ve bazı romatizmal hastalıklarda (ankilozan<br />

spondilit, reiter sendromu ve psöriatik artrit)<br />

daha sık görülür.<br />

Topuk dikeni tedavisinde ayakkabı<br />

seçimine dikkat!<br />

Topuk dikeni tedavisinde çeşitli yöntemler<br />

vardır. Aşırı kilolu kişilerin öncelikle kilo<br />

vermesi sağlanmalıdır. Kullanılan ayakkabılarda<br />

da düzenleme yapılmalıdır. Özellikle yumuşak<br />

tabanlı topuk kısmı darbe emen ayakkabılar<br />

tercih edilmelidir. Ayakkabı veya evde kullanılan<br />

terliklerin içine, ağrılı bölgeye gelen kısmı delik<br />

olan topuk yastıkçığı/taban desteği yerleştirilmesi<br />

önerilir. Ayak tabanını esnetecek egzersizler de<br />

gün içinde birkaç kez tekrarlanmalıdır. Tedaviye<br />

eklenen ağrı kesicilerin yanında, ağrılı bölgeye<br />

her gün birkaç dakika yapılacak masajı da etkili<br />

olabilir. Eğer ağrı düzelmezse topuğa kortizon<br />

enjekte edilebilir. Kortizon ağrıyı gidermekte<br />

oldukça etkilidir. Ancak kortizon enjeksiyon<br />

işlemi aşırı ağrılı olduğu için, uygulama açısından<br />

büyük güçlüğe neden olmaktadır.<br />

Müzminleşmiş topuk dikenine<br />

şok tedavi; ESWT<br />

Topuk dikeninin tedavisinde, “Şok Dalga Tedavisi”<br />

de kullanılmaktadır. Ekstrakorporal şok dalgaları<br />

(ESWT), vücut dışında üretildikten sonra bir<br />

uygulama başlığı ile vücudun istenilen bölgesine<br />

uygulanan, basınç dalgalarının kullanıldığı bir<br />

fizik tedavi yöntemidir. Bu teknik uzun yıllar<br />

böbrek taşlarını kırmak amacı ile kullanılmıştır.<br />

Topuk dikeninde % 85 kalıcı iyileşme sağlar.<br />

Tedaviye ne kadar erken başlanırsa başarı şansı<br />

o kadar iyidir. Tedavi 3-5 seans ve ortalama<br />

20 dakika sürmektedir. Seanslar 1 hafta ara ile<br />

yapılır. Hamilelikte, kanserli hastalarda, hemofili<br />

gibi kan hastalığı olanlarda, kanama eğilimini<br />

artıran ilaç kullananlarda, uygulama alanı<br />

üzerinde enfeksiyonu olanlarda ve kalp pili olan<br />

kişilerde uygulanamayacak bir yöntemdir. Şok<br />

dalga tedavisinin avantajı; cerrahi olmaksızın,<br />

anestezisiz ve ilaçsız, kısa sürede iyileşme<br />

sağlamasıdır. Tedaviden sonra topuk dikeni<br />

tekrarlama şansı düşüktür. Tüm bu tedavi<br />

yöntemlerine rağmen hastanın şikâyetleri<br />

devam ederse hasta cerrahiye yönlendirilir.<br />

38 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>


KEMİK ERİMESİNE KARŞI<br />

HAREKETLENİN!<br />

Uz. Dr. Rıza Nejat Azeri <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Bölümü<br />

FİZİK TEDAVİ VE REHABİLİTASYON<br />

Osteoporoz, düşük kemik kitlesi ve kemik yapısının bozulması nedeniyle kemiklerin<br />

incelme, zayıflama ve kırılma olasılığının artmasıdır. Kemik erimesi olarak da adlandırılan<br />

bu hastalık, özellikle 45 yaşından sonra kadınların korkulu rüyası haline gelmektedir.<br />

Kemik erimesi kadınlarda daha fazla görülüyor<br />

Osteoporoz tedavisi kişinin yaşına, cinsiyetine, kemik erimesinin oluş<br />

nedenine göre değişiklik gösterir. Kadınlar menopoza girdikten sonra<br />

düşen östrojen hormonu nedeniyle, menopozdan sonraki ilk 10 sene<br />

içinde, kemikte daha hızlı kitle kaybeder. Erkeklerde ise kadınlara göre<br />

kemik erimesi daha geç başlar.<br />

Kimler kemik ölçümü yaptırmalıdır?<br />

• Kişinin ailesinde kemik erimesi öyküsü varsa,<br />

• Kişi küçük kemikli ve zayıf ise (kilolu kişilerde kemikler yük taşıdığı için daha az<br />

osteoporoz görülür),<br />

• Erken menopoza giren kadınlarda,<br />

• Yumurtalıkları veya rahmi çeşitli nedenlerden alınmış kadınlarda,<br />

• Hareketsiz yaşam süren, fiziksel aktivitenin az olduğu kişilerde,<br />

• Kahve, sigara ve alkol tüketimi fazla olan kişilerde,<br />

• Erken yaşta, çocuklukta kalsiyum ağırlıklı (süt ve süt ürünleri) beslenmeyenlerde,<br />

• Fazla doğum yapan ve gebelikte yeterince kalsiyum almayan kadınlarda,<br />

• Yeterli güneşlenmeyen kişilerde kemik erimesi riski artar.<br />

Hareketsiz yaşam osteoporoz nedeni!<br />

Kemik erimesinin diğer nedenlerinden biri de hareketsiz bir yaşam<br />

sürdürmektir. Fiziksel aktivitenin olmadığı ya da az olduğu durumlarda<br />

kemiklerde kitle kaybı başlar. Fiziksel aktivite, kişide kalsiyum kaybını<br />

önler, kemiklerin ise daha fazla güçlenmesini sağlar. Osteoporoz<br />

gelişmeden her sağlıklı insanın fiziksel aktiviteyi alışkanlık haline<br />

getirmesi çok önemlidir. Kemik erimesinden korunmak için kemiklerin<br />

güçlenmesini sağlayacak egzersizler yapılabilir. Sadece egzersiz yapmak<br />

kemik erimesini azaltmaz; fakat osteoporozu olan ve bu riski taşıyan<br />

kişilere uygun egzersizler verilebilir. Kemik erimesi ileri düzeyde olan<br />

hastalara verilen egzersizlerin ağır olmamasına dikkat edilmelidir. Bu<br />

hastaların kırık riskine karşı düşmekten, ağır spor aktivitelerinden<br />

kaçınmaları, hatta ev dizaynına bile dikkat etmeleri gerekir. Kemik<br />

erimesi tedavisinde egzersizin yanı sıra ilaç tedavisi uygulanır.<br />

Sırt ağrılarına dikkat!<br />

Osteoporoz (kemik erimesi) çoğu zaman belirti vermeyebilir.<br />

Fakat kemik erimesinin düzeyi fazla ise sırtta çok küçük kırıkların<br />

meydana gelmesi sonucu sırt ağrıları oluşabilir. Osteoporoz nedeniyle<br />

kişide kamburluk da görülebilmektedir. Kalça kemiklerinde oluşan<br />

osteoporoz ise çoğunlukla belirti vermez.<br />

<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />

39


ORGAN NAKLİ<br />

ORGAN NAKLİ HAKKINDA EN ÇOK<br />

SORULAN SORULAR<br />

Prof. Dr. Münci Kalayoğlu - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Organ Nakli, Genel Cerrahi ve Çocuk Cerrahisi Merkezi<br />

Türkiye’de organ bağışının az olması nedeniyle, organ nakillerinin büyük bir<br />

bölümü canlı vericilerden alınan organlarla gerçekleştirilmektedir. A.B.D. ve birçok<br />

Avrupa ülkesinde ise ölen insanların organlarıyla yapılan organ nakilleri ağırlıktadır.<br />

Ülkemizde organ<br />

bekleyen kişi sayısı gün<br />

geçtikçe artıyor. Ancak<br />

organ bağışının<br />

istenilen düzeylere<br />

ulaşamaması nedeniyle,<br />

oldukça kısıtlı sayıdaki<br />

hasta organ nakliyle<br />

hayata dönebiliyor. Bu<br />

durum da canlıdan<br />

alınan organlarla yapılan<br />

nakillerin artmasına<br />

neden oluyor.<br />

?<br />

İşte; organ bağışı ve organ nakli ile ilgili gerçekler, organ nakli hakkında<br />

en çok sorulan sorular…<br />

Organ bağışı yetersiz olunca canlı vericiler gündeme geliyor<br />

Organ nakli ameliyatı için, nakledilecek sağlıklı bir organ gerekir. Organ nakli için en ideal organ kaynağı, beyin ölümü gerçekleşmiş olan kişilerdir. Hayatını<br />

kaybetmiş birinin toprağa gömülecek organları organ bağışıyla başka bedenlere hayat verebilir. Ancak organ bağışı, ülke çapında devlet desteği ile geliştirilecek<br />

politika ve stratejilerin halka anlatılmasının ve uygulanmasının bir sonucu olarak ortaya çıkar. Burada öncelikle sağlık kurumları ve sağlık çalışanlarının<br />

bilinçlendirilmesi önemlidir. Bu sistemin Türkiye’de henüz iyi işlememesi nedeniyle organ bağışının az olması, hastaları ve organ nakli merkezlerini canlıdan<br />

nakillere yöneltmektedir. Büyük sağlık sorunları yaşayan ve hatta ölüm tehlikesi altındaki hastalarına faydalı olabilmek için, yakınları gönüllü olarak organ<br />

vermektedir. Bu şekilde yapılan nakillerde tamamen sağlıklı olan bir kişi ameliyat edilip, karaciğerinin bir kısmı veya bir böbreği alınmaktadır. Tıbbi olarak<br />

zorunluluğun olmadığı bir durumda sağlıklı birini ameliyat etmek istenmeyen bir durum olmasına rağmen, insanları yaşatmak için tek seçenektir. Elbette canlı<br />

organ vericileri hem kanuni hem de tıbbi olarak incelenmektedir. Eğer yapılacak ameliyatın; vericinin sosyal durumuna, işine, aile yaşantısına veya sağlığına en<br />

küçük bir zararı olacağı düşünülürse, bu kişilerden organ alınmamaktadır. Türkiye, organ bağışında gelişmiş ülkeler seviyesine çıkılabildiğinde, sağlıklı insanların<br />

organ vermek için ameliyat olmasına gerek kalmayacaktır.<br />

40<br />

<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>


ORGAN NAKLİ<br />

Organ bağışı bir kültürdür<br />

Organ bağışı yapılmadığı sürece, insanlar<br />

organ beklerken hayatını kaybedecektir. Oysa<br />

organ bağışı sayesinde yapılan nakillerle;<br />

hasta olan insanlar iyileşip, normal hayatlarına<br />

dönebilmektedir. İnsanoğlunun ölen kişiyi<br />

geri getirme gücü yok ama organ bağışıyla<br />

hayat kurtarma şansı var. İnsan hayatı kadar<br />

önemli olan organ bağışı elbette kendi haline<br />

bırakılamaz. Eğitim seferberlikleri, sigarayla<br />

savaş kampanyaları, çevre bilinci kampanyaları<br />

gibi organizasyonlarla ülke çapında farkındalık<br />

yaratılmalıdır. Bugüne kadar yapılan çalışmalar<br />

genellikle bireysel ve geçici olmuştur. Hitap<br />

ettiği kitle dışında toplumun her kesimine<br />

yayılamayan bu projeler organ bağışı oranlarına<br />

ciddi katkılar da yapamamıştır. Devletin<br />

koordinatörlüğüyle sağlık çalışanları başta<br />

olmak üzere tüm toplumu aydınlatacak<br />

projeler üretilmesi çok önemlidir. Organ nakli<br />

koordinatörleri ve organ nakli cerrahları birçok<br />

farklı projede ve konferansta toplulukları<br />

bilgilendirmektedir. Bunların belirli bir strateji<br />

çerçevesinde gerçekleştirilmesi, medyanın etkin<br />

kullanılması ve en önemlisi süreklilik arz etmesi<br />

gerekmektedir. Böylelikle toplumda tartışılması,<br />

yanlışların ortaya çıkarılması, doğruların<br />

anlaşılması ve bir organ bağışı kültürü oluşmaya<br />

başlaması süreci başlatılmış olacaktır.<br />

Organ bağışının az olmasından<br />

ülke ekonomisi de ciddi şekilde<br />

etkileniyor<br />

Organ nakli bekleyen hastalar, ülke ekonomisi<br />

için yük oluşturmaktadır. Örneğin; karaciğer<br />

hastasının yaşam süresi 1-2 yıldır. Bu kişiler<br />

hastalıkları nedeniyle çalışamamakta, hastalık<br />

sürekli tedavi gerektirmekte, ilaç masrafları,<br />

hastaneye yatışları, enfeksiyon sorunları ve<br />

antibiyotik kullanımı gibi süreçler, devlete maddi<br />

bir yük getirmektedir. İyi merkezlerin yetersizliği<br />

nedeniyle bağışlanan kalplerin sadece %5’i<br />

kullanılabilmektedir. Kalp yetmezliği olan kişiyi<br />

hayatta tutabilmek için suni kalp takılırsa bunun<br />

devlete maliyeti 120 bin dolardır. Oysa kalp<br />

nakli yapılırsa maliyet 20-30 bin lira olacaktır.<br />

Benzer şekilde bir kronik böbrek yetmezliği<br />

hastasının sadece bir yıllık diyaliz maliyeti, nakil<br />

maliyetinden fazladır.<br />

Bağışladığım organlar para ile<br />

başkasına satılabilir mi?<br />

Satılamaz. Bir insan öldükten sonra organları<br />

bağışlandığında, Organ Nakli Koordinasyon<br />

sistemi devreye girer. Bu sistem gereğince<br />

bağışlanan organlar Sağlık Bakanlığı’nın Bölge<br />

Koordinasyon Merkezi’ne (BKM) ve oradan<br />

da Ulusal Koordinasyon Merkezi’ne (UKM)<br />

bildirilirler. Organların hangi hastalara en<br />

uygun olduğunun belirlenmesi ve merkezlere<br />

dağıtımı UKM’nin koordinasyonuyla gerçekleşir.<br />

Ülkemizdeki uygulamada herhangi bir şart<br />

karşılığında organ bağışı kesinlikle kabul<br />

edilmemektedir.<br />

Organ nakli iyi bir tedavi<br />

yöntemi midir?<br />

Organ nakli, kronik organ yetmezliği olan<br />

hastaların kesin tedavisidir. Bu hastaların hayatta<br />

kalmalarının kesin çözümü, organ naklidir. Organ<br />

nakli yapıldığında hastalar içimizden herhangi<br />

birisi kadar sağlıklı bir konuma gelirler.<br />

Organlar alınırken yapılan<br />

ameliyatta cenazenin<br />

bütünlüğü bozulur mu?<br />

Kadavradan organ çıkarma işlemi, herhangi bir<br />

canlı ameliyatı kadar özenle yapılır. Organlar<br />

çıkarıldıktan sonra mümkün olduğunca estetik<br />

dikişlerle dikilerek, bedenin hiçbir şekilde zarar<br />

görmemesine büyük önem verilir. O bedenler<br />

organların kıymetini çok iyi bilen hekimler için<br />

kutsaldır ve hak ettikleri saygıyı görürler.<br />

Organ bağışı için yaş sınırı nedir?<br />

Organ bağışı için yaş sınırı yoktur. Yeni doğan<br />

bebekten bile organ alınabilir. Kullanılacak<br />

organa göre organın yaşı belli bir risk oluştursa<br />

da yarını göremeyecek alıcılar için her yaşta<br />

ve koşuldaki organları kullanabilmek mümkün<br />

olabilir.<br />

Hayattayken organlarını<br />

bağışlayan bir kişi daha sonra<br />

bundan vazgeçebilir mi?<br />

Tabi ki, evet. Bu kararınızı yakınlarınıza<br />

söylemeniz yeterlidir. Çünkü günü geldiğinde<br />

bağışınızı değerlendirecek olanlar yine<br />

yakınlarınızdır. Bugün ülkemizdeki uygulamaya<br />

göre bağış kartınız olsa bile yakınlarınız izin<br />

vermedikçe organlarınız alınamaz.<br />

“Ben sadece böbreklerimi<br />

bağışlamak istiyorum” diyebilir<br />

miyim?<br />

Elbette diyebilirsiniz. Organ bağış kartınızda<br />

bunu belirtecek seçenekler bulunmaktadır.<br />

Ayrıca yakınlarınıza bunu söylemeniz de yeterli<br />

olacaktır.<br />

Ülkemizin organ<br />

nakillerindeki başarı oranı<br />

nedir?<br />

Ülkemizde organ nakilleri dünya<br />

standardında yapılmakta ve hatta dünya<br />

standardının üzerine sonuçlanmaktadır.<br />

Karaciğer ve böbrek gibi önemli organların<br />

nakillerinde başarı oranları % 90’nın<br />

üzerindedir.<br />

Organ nakli sistemi nasıl<br />

kontrol edilir?<br />

Ölümün gerçekleştiği yoğun bakım ünitesi<br />

personeli, bu ünitenin hekimleri ve hemşireleri,<br />

bağışı yapan aile, bağışın yapıldığı hastanenin<br />

organ nakli koordinatörü ve başhekimliği,<br />

savcılık, adli tabip, Sağlık Bakanlığı, Bölge<br />

Koordinasyon Merkezi, Ulusal Koordinasyon<br />

Merkezi, organları ameliyatla çıkartacak ekip,<br />

organ naklini yapacak merkez, organ nakli olacak<br />

hasta ve yakınları, diğer organ nakli merkezleri<br />

ve diğerleri… Ek olarak organ naklinin<br />

yapılacağı hastanede; ameliyathane, anestezi,<br />

kan bankası, yoğun bakım, immünoloji ve<br />

gerekli görülen tüm branşlar (kardiyoloji, göğüs<br />

hastalıkları, diş, enfeksiyon hastalıkları, jinekoloji,<br />

pediatri, psikiyatri vs) hasta için görüş bildirir. Bir<br />

organ bağışı olduğunda yukarıdakilerin hepsinin<br />

bilgisi ve irili ufaklı görevleri vardır. Dolayısıyla<br />

sistem otokontrolden kurtulamayacak kadar<br />

komplekstir ve kalabalık bir ekip gerektirir. İllegal<br />

bir durumunun üstünü örtemeyecek kadar çok<br />

kişi sistemin içinde bulunmaktadır. Nitekim<br />

kadavra organ bağışlarında adli kayıtlara geçmiş<br />

hiç bir olay da yoktur. İster kadavra ister canlı<br />

vericili olsun her organ nakli mutlaka gerekli<br />

belgelerle birlikte Sağlık Bakanlığı’na bildirilir.<br />

<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />

41


HAYATIN İÇİNDEN<br />

KUZENİNİN BÖBREĞİ İLE<br />

YENİDEN DOĞDU<br />

Almanya’da<br />

yaşayan 13<br />

yaşındaki<br />

Aylin Aydın,<br />

25 yaşındaki<br />

kuzeni Aysever<br />

Gülertürk’ten<br />

aldığı böbrekle,<br />

arkadaşlarının<br />

arasına dönmenin<br />

mutluluğu yaşıyor.<br />

Bağışıklık sisteminin antikorlar üretip vücudun<br />

kendi yapılarına saldırması ile oluşan “Lupus<br />

Hastalığı” Aylin’in sürekli protein kaybetmesine<br />

ve idrarından kan gelmesine neden oldu. Bu<br />

süreçte, Aylin’in böbreği de çalışamaz duruma<br />

geldi. Yapılan tedaviler de yanıt vermeyince<br />

Aylin, diyalize girmek zorunda kaldı.<br />

Aylin Aydın’ın 3 yıldır süren diyaliz süreci,<br />

kuzeninden alınan böbreğin <strong>Memorial</strong> Şişli<br />

<strong>Hastanesi</strong>’nde gerçekleştirilen ameliyatla<br />

nakledilmesiyle sona erdi.<br />

Anne Emel Aydın, kızı Aylin’in hastalığı<br />

döneminde yaşadıklarını şöyle anlattı:<br />

“Saatlere bağlı yaşamak<br />

zorundaydık”<br />

Aylin, 2007 yılında hemodiyalize girmeye başladı.<br />

Evde yapılan ve özel periton diyaliz solüsyonu<br />

karın boşluğundan vererek uygulanan Periton<br />

Diyaliz tedavi yöntemi uygulanmaya başladı. Her<br />

gün belirli aralıklarla uygulamak zorundaydık.<br />

Dolayısıyla dışarı bile çıktığımızda hemen eve<br />

gelmek zorunda kalıyorduk.<br />

“Kızım arkadaşları ile vakit<br />

geçiremiyordu”<br />

Kızım okula devam ediyordu ancak arkadaşlarıyla<br />

vakit geçiremiyordu. Günde 5 kez periton diyalize<br />

girmek zorundaydı. O yüzden sürekli arabayla<br />

okuldan alınıyor, eve gelip diyalize giriyordu<br />

sonra tekrar okula dönüyordu. Beraber dışarı<br />

çıktığımızda bile tedaviye devam edebilmek<br />

için belirli aralıklarla eve dönmek zorunda<br />

kalıyorduk.<br />

“Hiçbir hastaneye güvenemedik”<br />

Almanya’da yaşıyoruz. Hastalık ortaya çıktığı anda<br />

araştırma yapmaya başladık. Ancak ameliyatı<br />

Türkiye’de yaptırmak istiyorduk. Bu nedenle<br />

hiçbir hastaneye güvenemedik. Yakınlarımız,<br />

Türkiye’de bu ameliyatın yapılabileceği çok<br />

iyi bir merkez olduğu konusunda bizi uyardı.<br />

Araştırdık ve <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong>’ne<br />

gelmeye karar verdik. Hocalarımızdan da<br />

hastanenin verdiği hizmetten de çok memnun<br />

kaldık. Aylin gibi rahatsızlığı olan herkes gözü<br />

kapalı buraya gelebilir. Almanya’dan sırf bu<br />

ameliyat için geldik ve en kısa zamanda geri<br />

döneceğiz. Orada da tüm yakınlarıma burada<br />

aldığım hizmetten bahsedeceğim.<br />

Kuzenine verdiği böbrek ile onun yeniden hayata<br />

dönmesini sağlayan 25 yaşındaki kuzen Aysever<br />

Gülertürk, genç yaşında bu kararı vermekte<br />

tereddüt etmediğini dile getirdi. Gülertürk,<br />

“Aslında organ bağışlamak zor bir karar ancak<br />

bir saniye bile düşünmedim. Onun ve teyzemin<br />

bu halini görmeye dayanamıyordum.<br />

Kanımın da uyduğunu öğrendiğim an<br />

karar verdim ve ameliyata alındım” diye<br />

konuştu.<br />

<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Organ<br />

Nakli Bölümü’nden<br />

Op. Dr. Burak Koçak da;<br />

“Aylin geldiğinde vücudun bağışıklık sisteminin<br />

kendi vücudundaki organlara saldırması olarak<br />

bilinen Lupus hastasıydı. Buna bağlı olarak<br />

böbrek yetmezliği gelişmiş. Bu yüzden böbrek<br />

nakli olması gerekiyordu. Lupus hastaları zor<br />

bir hasta grubudur. Vücuttaki çeşitli organlarda<br />

bazı rahatsızlıklar ortaya çıkabiliyor. O yüzden<br />

daha dikkatli davranılması gereken hastalar.<br />

Lupus hastalığını bağlı olarak hastanemizdeki<br />

hematoloji doktorlarının da yakın takibinde idi.<br />

Tüm kontrollerin ardından ameliyatını yaptık.<br />

Başarılı bir ameliyat gerçekleştirdik. Aysever’<br />

den aldığımız böbreği Aylin’e naklettik. Böbrek<br />

hemen çalışmaya başladı. Ameliyat sonrası<br />

hiçbir sorun yaşamadık. Aylin’in de artık diğer<br />

arkadaşlarından hiçbir farkı yok” diye konuştu.<br />

42 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>


HAYATIN İÇİNDEN<br />

PANİK ATAK NÖBETİ SAYESİNDE DOĞUŞTAN KALP<br />

HASTALIĞINI ÖĞRENDİ HAYATI KURTULDU<br />

17 Ağustos 1999 yılında<br />

tüm Türkiye’yi derinden<br />

etkileyen Gölcük<br />

depremi sonrasında<br />

panik atak krizleri<br />

yaşamaya başlayan<br />

Mustafa Çalışkan,<br />

psikiyatri tedavisi<br />

için gittiği hastanede<br />

doğuştan bir kalp<br />

rahatsızlığı olduğunu<br />

öğrendi.<br />

Doğuştan kalp kapak esnemesi<br />

olan 60 yaşındaki Çalışkan’ın kalp<br />

kapağı sürekli kan kaçırıyordu.<br />

Yaşadığı panik atak rahatsızlığının<br />

aslında hayatını kurtaracağını<br />

bilmeyen ve yıllardır ilaç tedavisi<br />

ile yaşamını sürdüren Çalışkan,<br />

<strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong>’nde<br />

geçirdiği kalp kapak tamir<br />

ameliyatı ile sağlığına kavuştu.<br />

Ameliyat sonrası 5. gün taburcu<br />

olan Çalışkan, duygularını şöyle<br />

ifade etti:<br />

“Kalp çarpıntılarımı panik atağa bağlamam az daha<br />

hayatıma mal oluyordu”<br />

Adapazarı’nda yaşıyorum. Hepimizin bildiği gibi 1999 yılında acı bir durum yaşadık. Depremi en yakından<br />

yaşayan biri olarak bu ben de acı izler bıraktı. Bunlardan ilki beni panik atak hastası yapmasıydı. Çok farklı bir<br />

insan olmuştum. Baygınlıklarım oluyor, sıcaklarda yürüyemiyordum. Panik atakla beraber taşikardi yaşıyordum<br />

ve bunu hep panik atak hastası olmama bağlıyordum. Ancak gittiğim muayenelerin sonuçlarında gördüm ki;<br />

aslında doğuştan bir kalp kapak hastalığım vardı. Bu olayın ardından önemini bir kez daha anladım.<br />

“Her an öleceğimi düşünüyordum”<br />

İlk olarak ilaç tedavisine başlandı, 2010 Eylül ayına kadar 10 sene boyunca ilaç kullandım. Ancak daha sonra<br />

ilaçlar da etkisini yitirdi, kendi başıma yürüyemez hale gelmiştim. Çok çabuk yorulduğumdan hiçbir işimi<br />

yapamaz haldeydim. Tansiyon problemim artığından artık ilaçlar yetersiz kalıyordu. Doktorumun tavsiyesi<br />

ile İstanbul’a Doç. Dr. Azmi Özler’in yanına geldik. Neler yaşayacağımı bilmediğimden çok korkuyordum.<br />

Ancak Azmi Bey ile tanışınca tüm bu korkularımı onun güvenilir kişiliği sayesinde yendim. Konuşmasını ve<br />

fiziksel yapısını babama benzetmem de kendisine gözü kapalı güvenmeme sebep oldu. Hastalık sırasında<br />

her an öleceğimi hissediyordum. Şu anda ise yeni doğmanın ne demek olduğunu anladım. İlaç kullanmadan<br />

hayatıma devam edeceğim, bu bana en güzel hediye. Türkiye şartlarında böyle bir hastane ve ekip ile gurur<br />

duydum.<br />

<strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü’nden Doç. Dr. Azmi Özler,<br />

Mustafa Çalışkan’ın kendi kalp kapağının tamir edildiğini ve bu yöntemin hastaya pek çok<br />

avantaj sağladığını belirterek şunları kaydetti:<br />

“Mustafa Bey’de büyük bir travma sonucu oluşan panik atak var; ama bu strese mi bağlı yoksa bir kalp bozukluğumu var bilinmesi gerekiyordu. Yapılan<br />

muayenelerde de kardiyolog arkadaşlarımız kalp kapağında doğuştan bir kalp kapağı esnemesi olduğunu fark etmiş. O günden itibaren kontrol altında<br />

tutulmuş ama son zamanlarda şikayetleri artınca kapağın da çok kan kaçırdığı ortaya çıkmış ve ameliyata karar verilmiştir. Biz tetkiklerini yaptık. EKO bulgusuna<br />

göre arka yaprakçıkta bir geriye esneme söz konusuydu. Ameliyatta gördük ki; kapağın “kordo”ları denilen iplikçikleri kopmuştu. Bizim felsefemize göre; “En<br />

iyi süt, anne sütü; en iyi kapak kişinin kendi kapağıdır”. Bunun için hastalıklı bölge çıkartılarak tamiri yapıldı ve genişleyen bölgeye bir ring konuldu. Kısacası<br />

Mustafa Bey yine kendi kalp kapağıyla yaşayacak. Bu hem bizim için hem hasta için çok önemli. Kan sulandırıcı kullanmadan kapak ile ilgili sorunlar yaşamadan<br />

normal bir insan gibi hayatına devam edecek. Dünya standartlardaki teknoloji ve ameliyat koşulları ile operasyon yapıldı. Son tetkiklerde de kapağın hiç kan<br />

kaçırmadığı görüldü.”<br />

<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />

43


ETKİNLİKLER<br />

MEMORIAL SAĞLIKLI YAŞAM OKULLARI<br />

D o ğ u m a H a z ı r l ı k K u r s u<br />

Doğuma Hazırlık Kursu<br />

Başlangıç Tarihi: 15 <strong>Ocak</strong> <strong>2011</strong><br />

Bitiş Tarihi: 19 Şubat <strong>2011</strong><br />

Gün : Cumartesi günleri (6 hafta boyunca)<br />

Saat : 13.30 -15.30<br />

Yer : <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />

Bilgi ve kayıt için: 444 7 888<br />

Katılım ücretsizdir…<br />

Başlangıç Tarihi: 15 <strong>Ocak</strong> <strong>2011</strong><br />

Bitiş Tarihi: 5 Şubat <strong>2011</strong><br />

Gün : Cumartesi günleri (4 hafta boyunca)<br />

Saat : 13.30 -15.30<br />

Yer : <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />

Bilgi ve kayıt için: 444 7 888<br />

Katılım ücretsizdir…<br />

Başlangıç Tarihi: 15 <strong>Ocak</strong> <strong>2011</strong><br />

Bitiş: Tarihi: 5 Şubat <strong>2011</strong> (4 hafta boyunca)<br />

Gün : Cumartesi günleri<br />

Saat : 13.30 -15.30<br />

Yer : <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />

Bilgi ve kayıt için: 444 7 888<br />

Katılım ücretsizdir…<br />

O b e z i t e O k u l u<br />

Obezite Okulu<br />

Başlangıç Tarihi: 15 <strong>Ocak</strong> <strong>2011</strong><br />

Bitiş Tarihi: 5 Şubat <strong>2011</strong><br />

Gün : Cumartesi günleri (4 hafta boyunca)<br />

Saat : 11.00 -12.30<br />

Yer : <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />

Bilgi ve kayıt için: 444 7 888<br />

Katılım ücretsizdir…<br />

44 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>


KÜLTÜR SANAT<br />

<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong>’nde “Yüz Yaşını Devirmenin Sırları” Sergilendi<br />

Sabah Gazetesi Sağlık Editörü Esra Tüzün<br />

tarafından hazırlanan “Yüz Yaşını Devirmenin<br />

Sırları” konulu fotoğraf sergisi, <strong>Memorial</strong> Şişli<br />

<strong>Hastanesi</strong> lobi alanında sergilendi.<br />

Türkiye’nin dört bir yanından toplanan ve gerçek<br />

hikayelerle oluşturulan sergide, 100 yaşına kadar<br />

sağlıklı ve dinç olarak yaşayan kişilerin sağlık<br />

sırları verildi. Yüz yaşını devirenler, neyi asla<br />

yapmadıklarını, nelerden vazgeçemediklerini,<br />

alışkanlıklarını, inanışlarını ve tabii ki aşklarını<br />

anlattılar. Aynı zamanda doğru bilinen bazı<br />

yaşam önerilerini yalanlayarak, Türkiye’de uzun<br />

yaşamanın sırlarını verdiler.<br />

Günboyu Fotoğ raf Sergisi <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Sanat Galerisi’nde...<br />

<strong>Memorial</strong> Sanat Galerisi’nde bu ay, Günboyu<br />

Fotoğraf Grubu tarafından hazırlanan "Günboyu"<br />

konulu fotoğraf sergisini ziyaret edebilirsiniz.<br />

Günboyu Fotoğraf Grubu, İstanbul 2010 Avrupa<br />

Kültür Başkenti etkinlikler kapsamında küratör<br />

olarak pek çok fotoğraf etkinliğinde yer alan<br />

Sanat Yönetmeni Gültekin Çizgen’in önerisiyle<br />

kuruldu. Uğur Varlı Fotoğraf Sanatı Galerisi’nde<br />

ilk sergisini açan grup, “Günboyu” isimli sergisiyle<br />

<strong>Memorial</strong> Sanat Galerisi’nde…<br />

<strong>Memorial</strong> Ataşehir Sanat Galerisi’nde, “Renk Coğ rafyası” Sergisi<br />

<strong>Memorial</strong> Ataşehir Sanat Galerisi’nde İstanbul<br />

Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği’nin (İFSAK)<br />

katkılarıyla düzenlenen ve Fotoğraf Sanatçısı Bahar<br />

Kaleli tarafından hazırlanan “Renk Coğrafyası” konulu<br />

fotoğraf sergisi <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Sanat<br />

Galerisi’nde sergileniyor.<br />

Bahar Kaleli, “Renk Coğrafyaları” isimli sergisinde;<br />

Madagaskar, Peru ve Bolivya gibi renkli coğrafyaları<br />

bize kendi objektifinden sunuyor.<br />

<strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong><br />

45


MEMORIAL SAĞLIK GRUBU KURUMSAL ANLAŞMALAR<br />

SİGORTA ŞİRKETLERİ (Sağlık)<br />

Acıbadem Sigorta<br />

Ak Sigorta<br />

Allianz Sigorta<br />

American Life Sigorta<br />

Anadolu Sigorta<br />

Ankara Sigorta<br />

Avivasa Hayat ve Emeklilik Sigortası<br />

Axa Sigorta<br />

Birlik Sigorta<br />

Demir Hayat Sigorta<br />

Deniz (Global) Hayat Sigorta<br />

Dubai Group Sigorta<br />

Ergo Sigorta<br />

Eureko Sigorta<br />

Generali Sigorta<br />

Güneş Sigorta<br />

Groupama Sigorta<br />

HDI (İhlas) Sigorta<br />

Inter Partner Asistance (IPA)<br />

Mapfre Genel Yaşam Sigorta<br />

Medikal Danışmanlık Servisi (MDS)<br />

Promed (CGM Türkiye)<br />

Ziraat Sigorta<br />

RESMİ KURUMLAR<br />

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)<br />

Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF)<br />

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)<br />

BANKALAR<br />

Akbank<br />

Asya Katılım Bankası (Bank Asya)<br />

Esbank<br />

Fortis Bank (Dışbank)<br />

Türkiye İş Bankası<br />

Türkiye Sınai ve Kalkınma Bankası<br />

Türkiye Cumhuriyet Ziraat ve Halk Bankası<br />

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası<br />

Türkiye Cumhuriyet Ziraat Bankası<br />

Türkiye Halk Bankası Emekli Sandığı Vakfı<br />

(Pamukbank)<br />

Türkiye Vakıflar Bankası<br />

Yapı ve Kredi Bankası Emekli Sandığı Vakfı<br />

ÖZEL ŞİRKETLER VE KURUMLAR<br />

Albayraklar Şirketler Grubu<br />

Anadolu Anonim Türk Sigorta Şirketi<br />

Aydın Örme<br />

Back Up Kart<br />

Belbim<br />

Beşiktaş Denizcilik<br />

Benefit Global<br />

BJK Derneği<br />

BMS Türkiye<br />

Borusan Holding<br />

Boyner Holding<br />

Büyük Kulüp<br />

Canovate Elektronik<br />

Dalyan Club<br />

Darüşşafaka Cemiyeti<br />

Desa Deri<br />

Dr. Back up<br />

Eczacıbaşı<br />

Elysium Spor Merkezi<br />

Enka<br />

Eresin Şirketler Grubu<br />

Flex Health Club<br />

Grand Cevahir Otel<br />

Green Park<br />

Havuç Çocuk Evi<br />

Hotel Bristol<br />

İETT<br />

İGDAŞ<br />

İMKB<br />

İstanbul Büyükşehir Belediyesi<br />

İstanbul Sanayi Odası<br />

İstoç Yapı Kooperatifi<br />

Johnson Wax<br />

Joyfull House<br />

Kiptaş<br />

Levent Tenis Kulübü<br />

Marsh Avantaj Kart<br />

Mayadrom Spor Merkezi<br />

Mercedes Benz Türk<br />

Merkezi Kayıt Kuruluşu<br />

Metro Turizm<br />

Microsoft<br />

Aon Kart<br />

Mimaks<br />

Nart Club Kart<br />

Omsan Lojistik<br />

Orka Group (Damat - Tween)<br />

Ortadoğu Nakliyat<br />

Palladium AVM<br />

Peak Hotel<br />

Penta Bilgisayar<br />

Perfettı Van Melle<br />

Perpa Ticaret Merkezi<br />

Petrol Ofisi- Positive Card<br />

Polat Holding<br />

Renault Mais<br />

Rotary Kulüp<br />

Saray Halı<br />

Sermaye Piyasası Kurulu<br />

English Time<br />

Sinpaş<br />

Suada<br />

S.O.S<br />

Suteks Dış Tic<br />

Tekfen Holding<br />

The Shore Club<br />

Tivoli<br />

Turkcell / T-Clup<br />

Türkiye Jokey Kulübü<br />

Ulusoy<br />

Unitim Holding<br />

Vakko<br />

Vodafone<br />

Yamaner &Yamaner Hukuk Bürosu<br />

YKM Kart-YKM Mağazaları<br />

Zeck Club<br />

Zedpaş-Mepaş Medya Pazarlama<br />

Zorlu Holding<br />

DERNEK VE ODALAR<br />

Ev Tekstili Sanayici ve İş Adamları Derneği<br />

(EVSİAD)<br />

İstanbul Sanayi Odası<br />

İstanbul Ticaret Odası<br />

Kapalı Çarşı Esnaflar Derneği<br />

Klavuz Kaptanlar Derneği<br />

Tesisat İnşaat Malzemecileri Derneği ( TİMDER)<br />

Türkiye Bilişim Sanayicileri Derneği ( TUBİSAD)<br />

Türkiye Ev Teks. ve San. İşadamlari Der.<br />

(TETSİAD)<br />

Türkiye Genç İşadamları Derneği (TUGİAD)<br />

Türkiye Emekli Subaylar Derneği<br />

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti<br />

Not: <strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu Hastane ve Tıp Merkezlerinde geçerli olan anlaşma detayları için 444 7 888’i arayınız.<br />

46 <strong>Memory</strong> <strong>Ocak</strong> - Şubat <strong>2011</strong>


Hemşirelere ve sağlık çalışanlarına<br />

hayat Deniz’de güzel!<br />

• Size özel faiz oranlarıyla krediler<br />

• Fatura ve ödemelerinizi şubeye gelmeden ödeme kolaylığı<br />

• Harcadıkça kazandıran Deniz Bonus<br />

• Kiralık kasada size özel indirimler

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!