Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Mart / Nisan / Mayıs 2013 Yıl:9 / Sayı 73<br />
<strong>BAHAR</strong> REHBERİ<br />
ORGAN NAKLİNDE<br />
DÜNYADA BİR İLK<br />
ANİ BAŞLAYAN<br />
ŞİDETLİ GÖĞÜS<br />
AĞRISINA DİKKAT<br />
ÇOCUKLARDA KEMİK<br />
TÜMÖRLERİNİN TEDAVİSİ<br />
BAŞ AĞRISINDAN<br />
KURTULMAK İÇİN…<br />
Sizin İçin<br />
Hazırlanmıştır<br />
Alabilirsiniz.
İÇİNDEKİLER<br />
4 Bahar Hastalıklarından Korunun<br />
5 Bahar Alerjileri Genetik Geçişli Olabilir<br />
6 Baharda Işıldayan Bir Cilt İçin 10 Altın Kural<br />
7 Baharda Sağlıklı Beslenin<br />
8-9 Çocukluk Çağı Spor Yaralanmaları Sakat Bırakabilir!<br />
10 Çocuklarda Görülen Kemik Tümörlerinde Derin Dondurma Yöntemi<br />
11 Lazer Tedavisi İle Varislerinizden Kurtulun<br />
12-13 Miyelom Tedavisinde Umut Verici Gelişmeler<br />
14-15 Karaciğer Kanserli Hastalarda Organ Nakli<br />
16 Aort Hastalıklarının Tedavisinde Endovasküler Stent Dönemi<br />
17 Ani Başlayan Şiddetli Göğüs Ağrısına Dikkat!<br />
18 Kadınlarda Kalp Hastalıkları Bir Numaralı Ölüm Nedeni<br />
19 Meme Kanseri Tedavisinde Onkoplastik Cerrahi Yöntemleri<br />
20 Bu Kurallara Uyun Bel Sağlığınızı Koruyun<br />
21 Bilgisayar Başında Çalışanların Hastalığı: Karpal Tünel Sendromu<br />
22 Sağlıklı Bir Gülümseme İçin...<br />
23 Her 20 kişiden 1’i Hepatit Virüsü Taşıyor<br />
24 Lösemi Hastası Çınar’a İkiz Kardeşleri Hayat Verdi<br />
25 İkiz Bebekler Anne Babalarının Karaciğerleri İle Hayata Tutundu<br />
26 İki Yaşın Altındaki Çocuklarınıza Televizyon İzletmeyin<br />
27 Günlük Yaşamdaki Kazalar Çocukların Hayatını Tehdit Edebiliyor<br />
28 Sağlıksız Beslenme Kolon Kanseri İçin Risk Faktörü mü?<br />
29 Gırtlak Kanseri Sigara İçen Erkeklerin Peşini bırakmıyor<br />
30 Kalbin Yaşı Yoktur<br />
31 Bayılma Kalp Hastalıklarını İşaret Edebilir<br />
32-33 Çalışan Anne Adaylarının Dikkat Etmesi Gerekenler<br />
34 Polikistik Over Sendromu Her 10 Kadından Birinde Görülüyor<br />
35 Menopoz Sonrası Kanamalar Kanser Habercisi Olabilir<br />
36-37 Sindirim Sistemi Kusurlarıyla Doğan Bebeklerin Tedavisi<br />
38 Baş Ağrısından Kurtulmak İçin Yaşam Tarzınızı Değiştirin<br />
39 Diş Estetiğinde Altın Oran<br />
40 Menopoza Giren Kadınlarda İdrar Kaçırma Sıklığı Artıyor<br />
41 Kısırlık Tedavisinde Olumlu Yanıt Almak İçin...<br />
42 Botoksla Cilt Yaşlanmasını Önleyin<br />
43 Meme Küçültme Operasyonu Hastalıkların Yaşamını Kolaylaştırıyor<br />
44 Uykunuzda Nefessiz Kalmayın<br />
45 Yılda Bir Defa Check-up Yaptırarak Hastalıklardan Korunun<br />
46 <strong>Memorial</strong> Çocuk Resim Yarışması<br />
10<br />
ÇOCUKLARDA<br />
GÖRÜLEN KEMİK<br />
TÜMÖRLERİNDE<br />
DERİN<br />
DONDURMA<br />
YÖNTEMİ<br />
36-37<br />
SİNDİRİM<br />
SİSTEMİ<br />
KUSURUYLA<br />
DOĞAN<br />
BEBEKLER<br />
Sahibi<br />
<strong>Memorial</strong> Sağlık Yatırımları A.Ş. adına<br />
Turgut Aydın<br />
Yayın Sorumlusu<br />
Yeliz Soydan ŞENGÜN<br />
Medya ve İletişim Koordinatörü<br />
7<br />
<strong>BAHAR</strong>DA<br />
SAĞLIKLI BESLENİN<br />
Yayın Kurulu<br />
Esra Aydemir, Ceren Erdem,Binhan Urfalı,<br />
Yasemin Aktaş, Yasemin Gül, Fulya Daldal,<br />
Selin Konu, Dilara Bedük, Elif Çetin,<br />
Hatice Yörük, Yılmaz Tarancı<br />
Tasarım Ekibi<br />
Zerrin Sogul, Ceren Yörük, Suna Köse<br />
39<br />
DİŞ ESTETİĞİ<br />
ALTIN ORAN
<strong>BAHAR</strong><br />
<strong>BAHAR</strong> HASTALIKLARINDAN<br />
KORUNUN<br />
Uz. Dr. Serap Bos - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Dahiliye Bölümü<br />
Kış mevsiminden<br />
bahar aylarına geçiş<br />
döneminde, insan<br />
metabolizması<br />
çeşitli sorunlarla<br />
karşılaşabilmektedir.<br />
Havadaki ısı, nem,<br />
basınç, rüzgar<br />
gibi etkenlerin ani<br />
değişimi, bağışıklık<br />
sistemini etkilemekte<br />
ve bu durum da bazı<br />
hastalıkları beraberinde<br />
getirmektedir.<br />
Sinir ve sıkıntınızın nedeni bahar yorgunluğu olabilir<br />
Halsizlik, yorgunluk ve mutsuzluk hissi, tüm vücutta özellikle kaslarda ağrılar, uykuya dalamamak, uyanamamak ve sürekli sıkıntı hali bahar<br />
yorgunluğunun belirtileri arasındadır. Bu da, iş performansının ve hayat kalitesinin düşmesine sebep olabilir. Bahar yorgunluğu zannedilen<br />
bazı belirtilerin altından kansızlık, hipotiroidi (tiroid bezinin az çalışması) gibi başka hastalıklar da çıkabilir. Bu nedenle belirtiler uzadığında<br />
mutlaka bir doktora gidilmelidir. Bahara uyum sağlamaya çalışan vücut, daha uzun süre gün ışığına maruz kalır. Gecelerin kısalması ve günlerin<br />
uzaması, saatlerin ileriye alınması gibi faktörler vücudun hormon dengesini değiştirerek uyku düzenini olumsuz etkiler. Uyku düzenindeki<br />
bu değişiklikler; vücudun yeterince dinlenememesine, sürekli yorgunluğa, konsantrasyon bozukluklarına ve unutkanlığa yol açar. Özellikle<br />
yoğun iş temposuna sahip olanlar, stresli kişiler sadece baş ağrısı değil; sırt, boyun, omuz kaslarında ve vücudun çeşitli eklemlerinde ağrılar<br />
hisseder.<br />
Bahar aylarında depresyon riski yüksek<br />
Bahar kişinin psikolojik durumunu da etkiler ve bahar aylarında depresyon riski önemli oranda artar. Bahar depresyonu, mevsimsellik<br />
göstermesi dışında genel olarak diğer depresyonlara benzer belirtiler taşıyan bir hastalıktır. Kişilerin yetersiz güneş ışığı alması beyinde bazı<br />
kimyasal maddelerin düzeylerini ve dağılımlarını bozar. Bu hormonlar kişinin vücut ısısı ayarlanması ve uyku-uyanıklık düzeninde önemli rol<br />
oynar. Biyolojik saatin bozulması ile kişi depresyona daha açık hale gelir. Güneşli havalarda daha neşeli, kapalı havalarda cansız ve melankolik<br />
olan kişilerde, çoğu zaman biyolojik saatte aksamalar söz konusudur. Genetik yatkınlığı olan kişilerde bu durum daha çabuk ortaya çıkarak<br />
psikolojik sorunlara yol açabilir.<br />
Baharda mide hastalıkları artar<br />
Özellikle bahar ve yaz aylarında en sık rastlanan sorunların başında; ülser, reflü ve gastrit gibi mide hastalıkları gelir. Bu şikayetler genellikle;<br />
midede yanma, kazınma, ekşime ve gaz şeklinde kendini gösterebilmektedir. Mide ve onikiparmak bağırsağı ülserleri de bahar aylarında daha<br />
çok görülür. Nem ve güneş ışığı faktörleri, ülser şikayetlerini artırmaktadır. Hazımsızlık sorunu yaşayan bazı hastalarda ise bahar aylarında<br />
daha fazla tüketilen çiğ sebze ve meyvenin bu soruna neden olduğu düşünülmektedir. Bazen bu sorunlar mide kanamasına kadar gidebilir.<br />
Düzenli banyo yapmak soğuk algınlığından korur<br />
Mevsim değişikliğine uyum sağlayamayan vücudun soğuk algınlığına yakalanma riski de bahar aylarında yüksektir. Özellikle risk gurubunda<br />
bulunan bebekler, 65 yaşın üzerinde olan kişiler, astım dahil kronik akciğer hastaları, kalp ve böbrek hastalıkları olanlar ve bağışıklık sistemini<br />
zayıflatan ilaç kullananlar risk grubundadır. Hastalıktan korunmanın yolu, bağışıklık sisteminin güçlü tutulmasıdır. Dengeli beslenmek, düzenli<br />
uyumak, stresten uzak durmak, spor yapmak, her gün düzenli banyo yapmak ve sigara içmemek en önemli korunma faktörleridir.<br />
Baharda alerjik hastalıklara dikkat!<br />
Bahar aylarında polenlerin ortaya çıkmasıyla beraber alerjik astım ve “alerjik rinit” adı verilen hastalıklar sık görülmeye başlar. Burun<br />
hücrelerindeki alerjik değişimler; burun akıntısı, tıkanıklık, gözlerde yaşarma gibi belirtilere yola açar. Tedavi edilmeyen kişiler yüksek oranda<br />
(%20 civarında) astıma yakalanabilir. Alerjiyi oluşturan sebebin bulunması durumunda, hedefe yönelik tedavi yapılabilir.<br />
4 Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013
<strong>BAHAR</strong><br />
<strong>BAHAR</strong> ALERJİLERİ GENETİK<br />
GEÇİŞLİ OLABİLİR<br />
Uz. Dr. İlkay Keskinel - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Göğüs Hastalıkları Bölümü<br />
Bahar aylarının gelmesi ile birlikte,<br />
alerjiler özellikle genetik eğilimi<br />
olan kişilerde günlük yaşamı<br />
olumsuz etkileyebilir. Ancak alerji<br />
karşıtı önlemler ile bu yakınmaları<br />
geciktirmek hatta engellemek<br />
mümkün olabilmektedir.<br />
Çevresel faktörler de<br />
etkilidir<br />
Alerji, genetik eğilimi olan kişilerde, çevresel<br />
faktörlerin etkisiyle, normalde zararlı olmayan<br />
maddelere karşı vücudun aşırı tepki vermesidir.<br />
Solunum yolu, cilt ya da gözler etkilenebilmektedir.<br />
Solunum yolu ile alınan alerjenler, alerjik yakınmalara<br />
ve astıma neden olurken; temas alerjenleri ya da<br />
besinler daha çok cilt alerjilerini tetikler. Besinlerle,<br />
solunum yolu şikayetleri ya da bulantı, kusma, ishal<br />
gibi belirtiler de ortaya çıkabilir.<br />
Alerji sadece çocuklukta ortaya çıkmaz<br />
Alerjik hastalıklar her yaşta gelişebilir. Genetik eğilimi olan kişilerde,<br />
çevresel faktörler alerjinin ortaya çıkış zamanını belirleyebilir. Solunum<br />
yolları ile alınan alerjenlere sıkça maruz kalmak, kişide alerjik rahatsızlık<br />
gelişme riskini artırmaktadır.<br />
Alerjiye en çok ev tozu akarları sebep olur<br />
Alerjiye neden olan etkene bağlı olarak, alerjik reaksiyonların görülme<br />
zamanı değişkenlik gösterir. Ev tozu akarı, hamam böceği, çeşitli<br />
hayvanlar, küf mantarı gibi ev içi alerjenler tüm yıl şikayete neden<br />
olabilirken, polenler mevsimlere göre farklılık gösterir. Polenler sanıldığı<br />
gibi sadece ilkbaharda yayılmaz. Farklı bitkilerin polenleri, farklı<br />
zamanlarda ortaya çıkmaktadır. Ülkemizde alerjik nezleye en sık neden<br />
olan etkenlerden biri, ev tozu akarıdır. Ev tozu akarları, aslında “toz”<br />
değil, gözle görülmeyecek kadar küçük canlılardır. Deriden dökülen ölü<br />
hücrelerle beslenirler.<br />
Alerjiye karşı neler yapmalı?<br />
• Ev tozuna karşı; halıların, toz tutacak eşyaların kaldırılması,<br />
nevresimlerin 60 derece suyla yıkanması fayda sağlar. Akarlara karşı<br />
özel üretilmiş yatak kılıfları kullanılabilir. Evin alerjik kişiden başka biri<br />
tarafından sıkça elektrik süpürgesi ile temizlenmesi, akarlara maruziyeti<br />
azaltabilir.<br />
• Polen alerjisi olanların, polenlerin yoğun olduğu dönemde dış ortamda<br />
çok bulunmamaları ya da maske takmaları gerekir. Araba ve evde<br />
cam açmak yerine iyi bir filtresi olan klima kullanılması; bu klimaların<br />
filtrelerinin de belirli aralıklarla değiştirilmesi önemlidir. Polenler<br />
çoğunlukla sabah saatlerinde yoğun yayıldıklarından bu saatlerde evi<br />
havalandırmak amacıyla cam açılması önerilmemektedir.<br />
• Dışarıdan eve gelindiğinde hemen giysiler değiştirilerek yıkanmalıdır.<br />
Mümkünse burun içini dahi yıkanarak banyo yapılmalıdır. Saçların<br />
yıkanması, yapışan polenlerin temizlenmesi açısından yarar<br />
sağlamaktadır.<br />
• Kedi ve köpek alerjisinden korunmanın en etkili yolu, bu hayvanların<br />
yanında bulunmamaktır.<br />
• Hamam böceği alerjisi söz konusu ise, ortalıkta yiyecek artıkları<br />
bırakmamak gerekir. Evde hamam böceği saptanmışsa, profesyonel<br />
ilaçlamadan yararlanılabilir. Ancak ilaçlama hasta evde yokken yapılmalı<br />
ve eve girmeden en az 2 saat önce ortam iyice havalandırılmalıdır.<br />
• Araba ile yolculuk yapıldığında camlar kapalı tutulmalıdır. Böylelikle<br />
polenlerin otomobile dolması engellenmiş olur. Polen tutucu hava<br />
filtreleri olan otomobillerin tercih edilmesi faydalı olacaktır. Otomobilin<br />
bakımı esnasında polen filtreleri değiştirilmelidir.<br />
• Yağmurlu günlerde havada uçuşan polen miktarı azaldığından<br />
polen alerjisi olan kişiler rahat eder. Tam tersine sıcak ve rüzgarlı<br />
günlerde polen yayılımı artar. Bu durumda hasta mümkün olduğunca<br />
sokağa çıkmamalıdır. Dışarı çıkıldığında mümkünse polen maskesi<br />
kullanılmalıdır.<br />
• Polen mevsiminde açık havada spor yapmak doğru değildir. Gözlerin<br />
yan taraflarını kapatan güneş gözlüklerinin faydası olabilir.<br />
Alerjenlerin kontrol edilmesine rağmen belirtilerin sürdüğü kişilere, alerji<br />
tabletleri ve burun spreyi gibi tedaviler önerilir.<br />
Ne zaman hekime başvurulmalı?<br />
Polenler, saman nezlesi (alerjik nezle) ve astım belirtilerini tetikleyebilir.<br />
Alerjik nezlesi olan bazı hastalar, mikrobik bir solunum yolu enfeksiyonu<br />
geçirdiklerini düşünebilirler. 1-2 haftayı geçen şikayetleri olan hastalar,<br />
mutlaka bir hekime başvurmalıdır.<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013 5
<strong>BAHAR</strong><br />
<strong>BAHAR</strong>DA IŞILDAYAN BİR CİLT İÇİN<br />
10 ALTIN KURAL<br />
Uz. Dr. Zerrin Baysal - <strong>Memorial</strong> Etiler Tıp Merkezi Dermatoloji Bölümü<br />
Kış mevsimini geride bırakırken insanlar genellikle beynen, ruhen, bedenen yenilenme<br />
ve tazelenme ihtiyacı hisseder. Özellikle kışın solmuş ciltlerin yeniden parlaması,<br />
kuruluğa bağlı olarak artan çizgilerin tedavi edilmesi, gözaltı morluklarından kurtulmak<br />
ve uzayan tüylere çare bulmak için pek çok yöntem bulunmaktadır. Bahar mevsiminde<br />
cilt sağlığı için alınacak önlemler şöyle sıralanabilir:<br />
1. Deri, vücudun en büyük organıdır. Cilt üzerindeki bozukluklar, estetik kaygı<br />
uyandıracak durumlar ve doğru bakımla giderilebilecek tüm sorunların tedavisi mutlaka<br />
uzman ellerde yapılmalıdır. Yani tüm cilt problemleri için dermatoloğa başvurulmalıdır.<br />
2. Temizlik, cilt bakımı için vazgeçilmez önemi olan ve doğru yapılması gereken bir<br />
işlemdir. Cilt temizliği için doğru ürün, kişiden kişiye değişir. Bazı ciltler yağlıdır ve daha<br />
fazla yıkanmalıdır, kuru ciltler ise az yağlı ürünlerle temizlenmelidir. Düzenli temizlenen<br />
cilt parlar, siyah nokta gelişimi önlenir ve yaşlanmanın etkileri giderilmiş olur.<br />
3. Tonik uygulaması, bilindiğinin aksine gerekliliği çok az olan bir bakım yöntemidir.<br />
Eğer cilt çok yağlı, gözenekli ve de parlaksa kullanılabilir. Ancak kuru ve hassas ciltlerde<br />
tonik uygulaması zararlı olabilir. Yüksek fiyatlı tonikler yerine; demlenmiş çaylar, gül<br />
suyu ya da soda kullanılabilir.<br />
4. Kışın kuruyan ciltler için yeterli bir nemlendirme yapılmamışsa, çizgiler daha<br />
belirgin hale gelir. Bunun için çok yağlı olmayan, nemlendirici ve onarıcı gece kremi<br />
kullanılmalıdır. Doğru ürünün seçiminde cilt tipine uygunluğuna dikkat edilmesi gerekir.<br />
Yine kişiye özel seçilecek ürünler doktor tarafından önerilmelidir.<br />
5. Göz etrafı bakımı için özel ürün kullanmak her zaman gerekli değildir. Eğer cilt<br />
yapısı çok hassas değilse, yüze sürülen kremler göz etrafına da uygulanabilir. Bu da<br />
kişinin bakım için daha fazla ürün almasını engelleyecektir. Çok hassas cilde sahip<br />
olanlar, özel bir göz çevresi ürünü kullanmalıdır.<br />
6. Uykusuzluk cilde yorgun, mat ve şiş bir görüntü verir. Bu yüzden düzenli uyku,<br />
genç kalmak ve daha iyi görünmek için bakım kadar gereklidir.<br />
7. Baharla gelen güneş ışınlarına maruz kalmak insanı mutlu etse bile, güneş yaşlanma<br />
sürecini hızlandıran en önemli faktördür. Kullanılması gereken güneş filtrelerini en<br />
aza indirmek için farklı önlemler de alınmalıdır. Çünkü güneş koruyucuları da hem<br />
içerdikleri kimyasal maddeler hem de sıcakta deriyi kaplaması ve gözenekleri tıkaması<br />
açısından risk oluşturabilir. Bu nedenle şapka, gözlük kullanmak, gölgede durmak ve<br />
solaryuma girmemek gibi önlemler bu ürünlere olan ihtiyacı azaltır.<br />
8. Bol sıvı tüketimi, sebze ve meyveden zengin beslenmek, ara öğünlerde tuzsuz ve<br />
kavrulmamış yemişler tüketmek, cilt sağlığına önemli katkılarda bulunur. Özellikle tuz,<br />
un, şeker ve yağın derinin hızla yaşlanmasına neden olduğu unutulmamalıdır.<br />
9. Cilt sağlığı ile ilgili tüm önlemlerin alınmasına rağmen, cilt için profesyonel yardım<br />
alınması da gerekebilir. Yüzde mimik çizgileri, sarkma, lekelenme, damar genişlikleri<br />
oluşmuşsa ve kişi halen mat bir cilde sahipse mutlaka dermatoloji uzmanına<br />
başvurulmalıdır. Kişiye özel tedavi protokolleriyle daha genç ve güzel görünmek<br />
mümkün olabilir. Yapılacak botoks, mezoterapi, mezolifting, kimyasal peeling ve lazer<br />
tedavileri işe yarayacaktır.<br />
10. İstenmeyen tüylerden de lazerle kolaylıkla kurtulmak mümkündür. Ancak uzman<br />
ellerde uygulama yapılması çok önemlidir. Her kıl lazere yanıt vermemektedir. Kişi lazer<br />
için uygun kıl yapısına sahip olmadığı takdirde, hem maddi hem de manevi zarara<br />
uğramaktadır. Bu ayırımı, kuaförler ya da güzellik salonlarında estetisyenler değil<br />
ancak dermatoloji uzmanı yapabilir.<br />
6<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013
<strong>BAHAR</strong><br />
Bahar aylarında<br />
uygulanacak<br />
doğru beslenme<br />
programı ile hem bahar<br />
yorgunluğundan kurtulmak<br />
hem de kilo kontrolü<br />
sağlamak mümkündür.<br />
<strong>BAHAR</strong>DA SAĞLIKLI BESLENİN<br />
Baharın olumsuz etkilerinden korunun<br />
Havaların ısınmaya başlamasıyla birçok kişide; halsizlik,<br />
yorgunluk, eklem ağrıları, uyku isteği, hafıza kaybı, mutsuzluk,<br />
stres gibi ortak şikayetler gözlenir. Stres ve yorgunluk ile<br />
beraber kalp-damar sağlığı da olumsuz etkilenebilir. Tansiyon<br />
yükselmesi, kan şekerinin düzensiz salgılanması, tiroid ve<br />
insulin hormonlarında düzensizlik görülebilir. Bunun en önemli<br />
nedeni, bağışıklık sisteminin güçlendirilmemiş olması ve vücudu<br />
toksinlerden arındıran sistemlerin yeterli çalışmamasıdır.<br />
Yetersiz ve dengesiz beslenme, sebze ve meyve tüketiminin<br />
az olması ve fiziksel aktivitenin azlığı bağışıklık sisteminin<br />
zayıflamasında diğer önemli etmenlerdir.<br />
Uz. Dyt. Yeşim Çelik - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Beslenme ve Diyet Bölümü<br />
Akdeniz tarzı beslenin<br />
Baharda uygulanacak en ideal beslenme şekli Akdeniz tarzı<br />
beslenmedir. Her öğünde mevsim sebzeleri salata ya da yemek olarak tüketilmelidir. Ara öğünlerde yine mevsim meyveleri<br />
tercih edilmelidir. Haftada bir kırmızı et, en az iki kez balık, iki kez kurubaklagiller, iki defa yumurta ve her gün iki kase yoğurt, yarım avuç fındık ile<br />
badem tüketilmelidir. Salatalara ve yemeklere piştikten sonra çok az zeytinyağı ilave etmek de faydalı olacaktır.<br />
Sıvı tüketirken dikkat etmeniz gerekenler<br />
Havaların ısınmasına bağlı olarak vücut yüzey ısısının artmasıyla sıvı tüketimine de ihtiyaç da artacaktır. Bu nedenle günde en az 1.5 lt su içilmelidir.<br />
Kafeinli içeceklerden mümkün olduğu kadar uzak durulmalı, bunun yerine rahatlatıcı ve bağışıklık sistemini güçlendirici bitki çaylarından destek<br />
alınmalıdır. Bahar ayında vücudun A, B, C vitaminlerine ve potasyum, magnezyum minerallerine olan ihtiyacı artmaktadır. Bu nedenle bu yiyeceklerden<br />
zengin bir beslenme programı uygulanmalıdır. A vitamini; süt, yumurta sarısı, balık ve sarı-turuncu renkli sebzelerde; B vitamini ise buğday, kepek,<br />
yeşil sebzeler ve kurubaklagillerde bulunur. C vitamini turunçgillerin yanı sıra; taze sebzeler, maydanoz, kabak, soğan ve domates de bulunur.<br />
Baharda sağlıklı beslenme önerileri<br />
1. Çok fazla karbonhidrat içeren yiyeceklerden kaçılmalıdır. Tahılın ve şekerin fazlasına dikkat edilmelidir.<br />
2. Tam buğday unundan yapılmış ekmekler, kuru baklagiller ve liften zengin diğer tahıllar tercih edilmelidir.<br />
3. Mutlaka güne kahvaltı ederek başlanmalıdır.<br />
4. Kızarmış, kavrulmuş etler yerine; haşlama ve ızgara etler tercih edilmelidir.<br />
5. Kandaki şekeri dengelemek ve mideye aşırı yüklenmemek için az ve sık aralıklarla beslenilmelidir.<br />
6. Her mevsim bol bulunan taze sebze ve meyvelerden tüketilmelidir. Meyve ve sebzelere rengini veren maddeler (karoten) bağışıklık sistemini<br />
güçlendiren, antioksidan özellikte olan kimyasal bileşikliklerdir. Bu nedenle her renk besin çeşitlendirilerek sofralarda bulundurulmalıdır.<br />
7. Fazla kafein alınmaması önemlidir. Kahve ve koyu demlenmiş çay yerine, açık limonlu çay içilebilir.<br />
8. Probiyotik ve prebiyotik özellikteki yiyecek ve içecekler düzenli tüketilmelidir. Kefir, probiyotik yoğurt ve sütler tercih edilebilir.<br />
9. Haftada en az iki kez balık tüketilmelidir.<br />
10. Tuz tüketimi azaltılmalıdır.<br />
11. Egzersiz çok önemlidir. Her sabah 10-15 dakika aç karnına yürüyüş ya da jimnastik yapılmalıdır.<br />
12. Uyku düzenine dikkat edilmelidir.<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013 7
GENEL SAĞLIK<br />
ÇOCUKLUK ÇAĞI SPOR YARALANMALARI<br />
SAKAT BIRAKABİLİR!<br />
Prof. Dr. Ahmet Turan Aydın - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Ortopedi ve Travmatoloji Bölüm Başkanı<br />
Çocuk ve ergen gelişimi için vazgeçilmez olan spor aktiviteleri, yaralanmalara yol açtığında<br />
ciddi sonuçlar doğurabilmektedir. Yaşanan sakatlanmalara doğru müdahale edilmediği<br />
takdirde, çocuklarda kalıcı hasarlar ortaya çıkabilmektedir.<br />
Beden eğitimi öğretmenleri ve spor antrenörlerine olduğu kadar anne-babalara da<br />
çocuklarını spor seçiminde doğru yönlendirme, spora uyum sağlamalarına yardımcı olma<br />
ve spor yaralanmalarından korunmaları konusunda önemli görevler düşmektedir.<br />
Çocukların fiziksel sosyal ve ruhsal gelişimi için…<br />
Çocukların ve gençlerin psikolojik ve sosyal gelişimleri için çok önemli olan spor aktiviteleri, çağımızın hastalığı obeziteden korunmak ve diyabet riskini<br />
azaltmak için çok önemlidir. Ayrıca takım oyunu gerektiren sporlar, çocukları ekip çalışmasına hazırlamaktadır. Bu nedenle okullarda çok sayıda spor<br />
aktivitesi düzenlenmektedir. Fakat aktiviteler sırasında meydana gelebilecek kas-iskelet sistemi ile eklem yaralanmaları, doğru tedavi ve ilk yardım<br />
uygulanmadığında kalıcı hasarlara neden olabilmektedir. Ebeveynler ve öğretmenler; spor seçimi, motivasyon, spora uyum ve yaralanmalardan<br />
korunma hakkında çocukların bilgilendirmesinde çok önemli rol oynamaktadır.<br />
Sakatlanmalar özellikle basketbol ve futbol maçlarında gerçekleşiyor<br />
12 – 18 yaş arası okul döneminde spor yaralanmaları yoğun olarak yaşanmaktadır. Erkek çocuklarında daha sık görülen spor sakatlanmaları; çoğunlukla<br />
kırık ve çıkıklar, kas-eklem burkulma ve zorlanmaları, ezilme ve sıyrılmalar şeklinde görülmektedir. Yaralanmalar spora hazırlık veya müsabaka<br />
sırasında oluşmaktadır. Sporda meydana gelen çarpışma, takılma, kayma, eklemlerin bükülmesi ve dönmesi, özellikle basketbol ve futbol maçlarında<br />
gerçekleşmektedir. Sakatlanmalar daha çok el ve ayak bileği, parmaklar ve baş bölgelerinde olmaktadır.<br />
8<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013
GENEL SAĞLIK<br />
İlk müdahale önemli<br />
Okulda spor yaralanmalarından korumak için beden eğitimi öğretmeni ya da<br />
okulun organize ettiği müsabakayı yöneten kişinin, oyuncuları dikkatli bir<br />
şekilde gözlemlemesi önemlidir. Gözlemci kişinin ilk yardım ve CPR (kalpakciğer<br />
canlandırması) sertifikasına sahip olması, spor kuralları, uygun spor<br />
ekipmanlarının kullanılması konusunda da bilgili ve deneyimli olması önem<br />
taşımaktadır. İlk müdahalenin bir sağlık kuruluşunda yapılması gerektiğinde<br />
hastanın acilen transferi sağlanmalıdır. Bunun dışında eklem burkulması ve kas<br />
zorlanmalarında, yaralanan yerin istirahat ettirilmesi, yükseğe kaldırılması,<br />
soğuk uygulaması yapılması gerekmektedir.<br />
Spor yaralanmalarını engellemek için dikkat<br />
edilmesi gereken noktalar:<br />
• Spor seçimi, çocuğun yaşına ve fiziksel özelliklerine uygun olmalıdır.<br />
• Bilinen bir sağlık sorunu olup olmadıkları konusunda bilgi sahibi olmak için<br />
çocuklar sağlık kontrolünden geçirilmelidir.<br />
• Maç öncesi her oyuncu iyi ısınmalı ve gevşeme egzersizleri yapmalıdır.<br />
• Sakatlanmaları önlemek için spor kurallarına uyulmalıdır.<br />
• Hava ve saha koşullarının spora elverişli olmasına önem verilmelidir.<br />
• Koruyucu spor ekipmanları doğru kullanılmalıdır.<br />
• Karşılaşmanın yapılacağı sahanın kontrolü dikkatli yapılmalıdır.<br />
• Sporcunun yeterli su veya sıvı aldığı kontrol edilmelidir.<br />
• Yorgunluk, ağrı ve sakatlanma varken spor yapılmamalıdır.<br />
• Maç öncesi aşırı ya da yetersiz beslenilmemelidir.<br />
• Maç nedeniyle yoğun stres yaşanmamalıdır.<br />
BEDEN EĞİTİMİ ÖĞRETMENLERİNE<br />
“OKULDA SPOR YARALANMALARI” PANELİ<br />
<strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> ve Antalya İl Milli Eğitim Müdürlüğü önemli bir sosyal sorumluluk projesi için bir araya gelerek<br />
yaklaşık 300 beden eğitimi öğretmenine “Okulda Spor Yaralanmaları” konulu bir panel düzenledi.<br />
3 Bilim adamı bir arada<br />
Panel, çocukluk çağı spor yaralanmaları konusunda önemli çalışmalara imza atmış 3 bilim adamını bir araya getirdi. <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong><br />
Ortopedi ve Travmatoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Turan Aydın, Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim Dalı<br />
Öğretim Üyesi Prof. Dr. Merter Özenci ve Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Spor Hekimliği Ana Bilim Dalı Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Emin<br />
Ergen, kalıcı hasarlara yol açabilecek spor yaralanmalarından öğrencilerin nasıl korunabileceğini anlattı.<br />
“Çocukluk çağında spor masum değil”<br />
Panel Başkanı Prof. Dr. Ahmet Turan Aydın, çocukluk döneminin hem sporun sağlıklı yaşam alışkanlığı olarak benimsemesi hem de yetenek<br />
seçiminde önemli olduğuna dikkat çekti. Ülkemizde çocuk sporcuların çoğunlukla okullarda bulunduğunu ifade eden Prof. Dr. Aydın, bu dönemde<br />
sporun masum olmadığını, bilinçsiz yapıldığı takdirde çok ciddi yaralanmalara neden olabileceğini belirterek; panelin çocukluk çağında görülebilen<br />
spor sakatlanmalarının önemini vurgulamak, nedenlerini ve nasıl önlenebileceğini anlatmak amacıyla düzenlediğinin altını çizdi.<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013 9
GENEL SAĞLIK<br />
ÇOCUKLARDA GÖRÜLEN KEMİK TÜMÖRLERİNDE<br />
DERİN DONDURMA YÖNTEMİ<br />
Prof. Dr. Levent Eralp - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Ortopedi ve Travmatoloji Bölümü<br />
Çocukluk döneminde kemik tümörü nedeniyle kanserli bölgenin alındığı ve uzuv kayıplarının görüldüğü<br />
ameliyatlar yerini yeni yöntemlere bırakıyor. Tümör ameliyatları sonrasında pek çok zorlukla<br />
karşılaşan çocuklar, ilerleyen teknoloji sayesinde artık sağlıklı büyüme şansına sahip olabiliyor.<br />
Hareketsiz ve ağrılı tümörler tehlikeli olabiliyor<br />
Çocuklarda kemik tümörleri; yatakta dönerken, koltuktan kalkarken veya önemsiz bir burkulma ile kemiğin kırılması, büyüyen ve ağrılı olan şişlikler,<br />
var olan kistlerin büyümesi ya da hızla büyüyen bir kistin aniden ortaya çıkması gibi belirtilerle kendini göstermektedir. Cilde yakın, 5 cm’den küçük,<br />
ağrısız ve hareketli kitleler genellikle iyi huylu olarak kabul edilir. Ancak sert, ağrılı, çok hızlı büyüyen ve bulunduğu yere yapışık, hareket ettirilemeyen,<br />
üzeri kızarık ve damarlanmış kitleler ise tehlikeli olabilir. Radyolojik tetkikler ve biyopsiyle doğru tanı konularak, hastaya uygun tedavi planlanmaktadır.<br />
Kemik dondurularak korunuyor<br />
Kemik kanserli hastaların 20 yıl önceki tedavisi kanserin bulunduğu uzvun kesilmesiyken, bugünkü yeni tedavilerle hastaların kol ve bacakları % 90’ın<br />
üzerinde korunabilmektedir. Bu amaçla kullanılan birçok yöntem vardır. Oldukça yeni olan bir teknikte; tümörlü kemik vücuttan çıkarılarak tümörden<br />
temizlenir ve temizlenen kemik -180 derecelik sıvı azot kazanında dondurulur. Dondurma işlemi, kemiğin dayanıklılığını çok az etkiler ve biyolojik<br />
aktivitesini de kısmen korur. Dondurulan kemiğin içi enfeksiyonları önlemek için antibiyotik içeren kemik çimentosu ile doldurulur veya karşı taraf<br />
bacağından alınan “fibula” adlı kemik, dondurulmuş olan kemiğin içine gömülerek, mikrocerrahi yöntemi ile ana damara bağlanıp bu şekilde canlılık ve<br />
destek sağlanır. “Dondurularak koruma” işlemi ile tümörlü kemik aslına uygun olarak yerine konulur ve zaman içinde kaynama elde edilir. Bu işlemin<br />
uygulanması için tümörün, kemiğin yapısına çok fazla zarar vermemiş olması gerekir.<br />
Kemiklerdeki boşluklar yedek kemikle dolduruluyor<br />
Kemik boşlukları köprülenerek tedavi edilebilir. Bazı hastaların dizinden kalçasına kadar tüm uyluk kemiğinde tümör bulunur. Böyle durumda yine<br />
‘yedek’ kemik olan ve vücutta iki bacakta birer tane bulunan ve bir tanesi 20-25 santimetre olan “fibula” birleştirilerek, 35-40 santimetrelik boşluk<br />
doldurulabilir. Fibula ikiye katlanıp normal bir kemik kalınlığı da oluşturularak, dondurulmuş kemikle bir arada kullanılabilir. Ameliyat sonrasında bir yıl<br />
içinde yerine konulan kemiğin iyileşmesi ve oraya tutunması, yani vücudun onu kendi kemiği gibi kabul etmesi beklenmektedir.<br />
Çocuklara yedek kemikle sağlıklı büyüme şansı<br />
Çocukluk ve gençlik çağındaki hastalara uygulanan bu yöntem sonrası hastalar belirli bir süre koltuk değneği ya da koruyucu cihazlar kullanır. Bazen<br />
küçük çocuklardaki tümörlerde, büyüme kıkırdağı ve eklem yüzü kemikle kesip atılır. Örneğin; kalça ekleminin büyüdüğü noktanın kalça eklemi,<br />
tümörle birlikte kesilmek zorunda kalınabilir. 4-5 yaşında bir çocuğun bacağını kalçadan itibaren kesip atmak yerine, “fibula” adı verilen kemik,<br />
büyüme kıkırdağı ile birlikte besleyici damarı mikroskop altında dikilerek nakledilir. Böylece hem eklemi tamir eden hem de büyüme yeteneğini<br />
koruyan bir uzuv elde edilmiş olur. Bu işlem sayesinde çocuklar tümörden arınmış olarak sağlıklı bir şekilde büyür, normal yaşamlarını devam ettirebilir,<br />
bisiklete binebilir, yüzebilir ve birçok fiziksel aktiviteyi gerçekleştirebilir.<br />
10 Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013
GENEL SAĞLIK<br />
LAZER TEDAVİSİ İLE<br />
VARİSLERİNİZDEN KURTULUN<br />
Uz. Dr. Tuğba Türe - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Dermatoloji Bölümü<br />
Toplardamarlardaki yetmezlik sonucu bacaklarda ortaya çıkan, “varis” adı verilen kılcal<br />
damar genişlemeleri, hem sağlık hem de estetik görünüm açısından olumsuz tablolara<br />
neden olabilmektedir. Özellikle kadınları rahatsız eden varisler, günümüzde lazer teknolojisi<br />
ile kolayca tedavi edilebilmektedir.<br />
Toplardamar sistemi, cildin yüzeyinde ince damarlar<br />
vasıtasıyla hemen her alana dağılmaktadır.<br />
Yeterince iyi çalışamayan sistem, zaman içerisinde<br />
bacaklardaki yüzeyel damarlarda morumsu bir<br />
renkle belirgin hale gelebilmektedir.<br />
En önemli nedeni genetik yatkınlık<br />
Varislerin oluşumunda en önemli faktör genetik yatkınlıktır.<br />
Kadınlarda erkeklerden fazla görülür. Hamilelik, aşırı kilo,<br />
hareketsizlik, sürekli oturmak ve çok dar giysiler giymek venöz<br />
sistemin çalışmasını kötü yönde etkilemekte yani varise neden<br />
olmaktadır.<br />
Tedavi damar tipine göre belirlenmeli<br />
Lazerle varis tedavisi, uzun yıllardır kullanılmakta olan,<br />
giderek gelişen ve yaygınlaşan bir yöntemdir. Uzman hekimler<br />
tarafından uygulanması gereken varis tedavileri, genişlemenin<br />
görüldüğü damar tipine göre belirlenir. Ameliyat, skleroterapi<br />
(köpük tedavisi) ve lazer uygulamaları birbirlerinin yerine<br />
kullanılabilecek tedavi seçenekleri değildir. Hastaya hangi<br />
tedavinin uygun olduğu, doktor tarafından belirlenmelidir.<br />
Tedavi süresi uygulama alanının genişliğine<br />
bağlıdır<br />
Lazer tedavisi çok geniş olamayan mor-kırmızı renkli yüzeyel<br />
damarların tedavisinde en uygun yöntemdir. Tedavi süresi,<br />
uygulama alanını genişliğine bağlıdır. 1. seansın ardından en az<br />
2 ay beklenilmesi gerekmektedir. Bazı durumlarda bu bekleme<br />
süresi 6 aya kadar uzayabilmektedir. 3. seans uygulanmasına<br />
genellikle ihtiyaç duyulmamaktadır.<br />
Yaz gelmeden yaptırılmalı<br />
Uygulama için herhangi bir hazırlık sürecine ihtiyaç<br />
duyulmamaktadır. Yapıldıktan hemen sonra ise hasta işine<br />
dönebilir ve günlük aktivitelerini devam edebilir. Yaklaşık 2<br />
hafta kadar kızarıklıklar ve morlukların devam etmesi normaldir.<br />
Güneş gören uygulama alanlarında leke oluşmaması için lazer<br />
yaz aylarında uygulanmamaktadır. Bronz cilt için de aynı<br />
durum geçerlidir. Güneş temasından 2 ay geçtikten sonra<br />
uygulanması önerilmektedir.<br />
Bacaktaki varisler dışında yüzdeki damar belirginleşmelerinde<br />
ve kılcal damarlarda lazer uygulamaları yapılmaktadır. Akne<br />
rozasea (gül hastalığı) hastalarının tedavisinde de başarıyla<br />
kullanılmaktadır.<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013 11
GENEL SAĞLIK<br />
MİYELOM TEDAVİSİNDE<br />
UMUT VERİCİ GELİŞMELER<br />
Prof. Dr. Orhan Sezer - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Hematoloji Bölüm Başkanı<br />
Kemik ağrıları, kansızlık, halsizlik veya<br />
akciğer enfeksiyonu, sessizce ilerleyip hayati<br />
tehlikeye neden olan Multipl Miyelom<br />
hastalığına işaret ediyor olabilir.<br />
Miyelom felç ve böbrek yetmezliğine<br />
götürebiliyor<br />
Multipl Miyelom, plazma hücrelerinin kemik iliğinde kontrol dışı<br />
artışından kaynaklanan habis, yani kötü karakterli bir hastalıktır.<br />
Plazma hücreleri, beyaz kan hücrelerinin bir alt grubunu<br />
oluşturur. Görevleri “antikor” denilen, vücudu mikroplara karşı<br />
koruyan proteinleri üretmektir. Multipl Miyelom, görülme sıklığı<br />
açısından habis kan hastalıkları arasında, “lenfoma” denilen<br />
lenf bezi hastalıklarından sonra ikinci sırayı alır. Bu hastalık,<br />
kemiklere hasar verip, ağrılara, kırıklara ve felce yol açabilir.<br />
Multipl Miyelom, böbrek yetmezliğine ve bağışıklık sistemindeki<br />
bozukluklara sebep olabilmektedir. Bu da vücudu mikroplara<br />
karşı savunmasız hale getirmektedir.<br />
Teşhiste geç kalınması tedaviyi güçleştirir<br />
Multipl Miyelom; kanda yüksek sedimantasyon değeri,<br />
kansızlık, kemik ağrıları, enfeksiyon gibi belirtilerle kendini<br />
gösterir. Hastalığın tanısını koymak için, kan ve idrarda bazı<br />
özel biyokimyasal araştırmaların yapılması gerekir. Bu tahliller<br />
miyelom söz konusu olduğu veya olabileceği yolunda ise,<br />
kemiklerin durumunu ve kemik iliğindeki hücreleri de incelemek<br />
gerekir.<br />
Yüksek doz tedavi ve otolog kök hücre nakli<br />
tedavide başarı sağlıyor<br />
Multipl Miyelom, dünyada en çok kök hücre transplantasyonu,<br />
yani kemik iliği nakli yapılan hastalıktır. Eskiden kök hücreler<br />
kemik iliğinden alınırken, artık bu yöntem gittikçe bırakılmış,<br />
yalnızca adı bu şekilde kalmıştır. Kök hücreler kemik iliğinden<br />
değil, özel bir ilaç tedavisi sonrası hasta için basit ve kolay bir<br />
yöntemle ameliyata gerek olmaksızın kandan toplanmaktadır.<br />
Birkaç kür kemoterapiden sonra, yaşı ve organ fonksiyonları<br />
uygun hastalarda otolog kök hücre transplantasyonu hedeflenir.<br />
Kök hücreler toplandıktan sonra, yüksek dozlu tedavi uygulanır<br />
ve kök hücreler hastaya damardan geri verilir. Bu tedavi, Multipl<br />
Miyelom’da alınan yanıt oranını, yanıt kalitesini ve sürecini önemli<br />
şekilde yönlendirir. Kök hücre transplantasyonu yapılamayan<br />
hastalarda ise, yeni ilaçları da içeren tedavi protokolleri uygulanır.<br />
12<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013
GENEL SAĞLIK<br />
Hastaların yaşam süresi uzuyor<br />
Tedavi; hastanın yaşı, fiziki durumu, organ fonksiyonları ve kişisel tercihleri göz önüne alınarak planlanır. “Yeni ilaçlar” adı<br />
altında toplanan bazı ilaçlar ve kök hücre transplantasyonu, son yıllarda bu hastalıkta eskisine oranla çok daha başarılı sonuçlar<br />
alınmasını ve hastaların yaşam süresinin anlamlı bir şekilde artmasını sağlamıştır. Tedaviden sonra; hastalığın kandaki,<br />
idrardaki ve kemik iliğindeki tüm belirtilerinin tamamen kaybolduğu duruma “tam yanıt” adı verilmektedir. Yeni ilaçların da<br />
desteği ile otolog transplantasyon yapılan hastalarda yanıt oranı %95’in, tam yanıt oranı ise %70’in üzerine çıkabilmektedir.<br />
Multipl Miyelom’un tedavisinde son yıllarda elde edilen büyük gelişmeler, bu hastalıktaki yaşam sürecini olumlu ve önemli bir<br />
şekilde etkilemiştir. Büyük çaptaki araştırmalar devam ettiğinden, yeni tedavi protokolleri ve yeni ilaçlar da bu hastalıkta daimi<br />
bir umut kaynağı olmaktadır.<br />
Miyelom hastalarında,<br />
miyelom hücrelerinin<br />
biyolojik özelliklerinin<br />
araştırılıp, hangi alt<br />
grubta olduklarının<br />
belirlenmesi,<br />
modern tedavide<br />
önem taşımaktadır.<br />
Resimde, bir<br />
hastanın miyelom<br />
hücrelerindeki 13. ve<br />
17. kromozomlardaki<br />
bozukluklar<br />
belirtilmektedir.<br />
Miyelom hastalarında,<br />
kemik erimesi ve<br />
kemiklerdeki doku<br />
kaybı, tedavi edilmediği<br />
takdirde kemiklerde<br />
hasara ve kırığa<br />
neden olabilmektedir.<br />
Resimde, bu<br />
kemiklerdeki sorunların<br />
sırasıyla röntgen,<br />
bilgisayarlı tomografi<br />
veya manyetik<br />
rezonans tomografisi<br />
yoluyla tanımlanması<br />
görülmektedir.<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013 13
GENEL SAĞLIK<br />
KARACİĞER KANSERLİ HASTALAR<br />
ORGAN NAKLİ İLE KONFORLU<br />
BİR YAŞAMA KAVUŞUYOR<br />
Prof. Dr. Koray Acarlı - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Organ Nakli Merkezi Başkan Yardımcısı<br />
Karaciğerin kendi hücresinden kaynaklanan kötü huylu (habis) tümörlere<br />
“primer (birincil) karaciğer kanseri” adı verilmektedir. Karaciğerin kendi<br />
hücrelerinden çıkanlarına ise “hepatosellüler (karaciğer hücreli) karsinom”<br />
denilmektedir.<br />
Karaciğer kanseri dünyadaki tüm kanserlerin yüzde 4-5‘ini oluşturmaktadır ve<br />
en ölümcül kanser türleri arasında yer almaktadır. Her yıl 1 milyondan fazla kişi<br />
karaciğer kanserine yakalanmaktadır.<br />
Karaciğer kanseri gelişimi açısından risk faktörleri nelerdir?<br />
* Hepatit B,C ve D virüsü enfeksiyonları * Besinlerle alınabilen aflatoksin maddesi * Sirozlar * Genetik, doğumsal ve metabolik hastalıklar<br />
* Hemakromatozis (demir iyonu birikmesi ile görülen bir hastalık), Wilson (bakır iyonu birikmesi ile görülür), Glikojen depo hastalığı<br />
* Kimyasallara maruz kalmak (nitrit, hidrokarbonlar ve solvent gibi)<br />
Bu faktörlerden sadece biri de karaciğer kanserine neden olabilir.<br />
Hepatit B ve C hastaları karaciğer kanserine eğilimlidir. Karaciğer kanseri, yüzde 85- 90 oranında sirozla birlikte görülmektedir. Hepatit<br />
B-C veya kronik karaciğer hastaları, kanser riski nedeni ile düzenli takip edilmelidir. Bu hastalıkları taşıyan kişilerin uzun vadede siroza<br />
yakalanma riskleri vardır ve bu dönemde kanser görülme olasılığı fazladır. Hastalar genellikle doktorları tarafından fonksiyonları açısından<br />
takip edilir ve sadece karaciğerin iyi çalışıp çalışmamasına bakılır. 10 senedir takip edilen bir hastanın karaciğerinde 10 cm’lik bir tümör<br />
görülebilir. Oysaki daha hastada tümör görülmeden ya da oluşumun en ufak hali ile tedavi gerçekleştirilmelidir. Bu konuda hastalarımızın da<br />
bilinçli olmaları gerekmektedir.<br />
14 Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013
GENEL SAĞLIK<br />
Karaciğer kanserinin bulguları nelerdir?<br />
Karaciğer kanserinin erken görülen çok özgün bir bulgusu yoktur. O nedenle de tanı konulduğunda kanser genellikle büyük boyutlara<br />
erişmiş olarak bulunur. Kilo kaybı, iştahsızlık, halsizlik, çabuk yorulma, sarılık, karında sıvı toplanması gibi bulgular görülür. Bazen karnın<br />
sağ üst tarafında ağrı dolgunluk hissi olabilir. Kanserin zemininde genellikle kronik bir karaciğer rahatsızlığı bulunduğundan ve bu hastalıklar<br />
da genellikle benzer bulgular verdiğinden durum karışabilir. Bu hastaların en büyük sorunu, genellikle kontrolleri sırasında karaciğerlerinin<br />
iyi çalışıp çalışmadığına bakılması ama karaciğerde kanser gelişim riskinin akla gelmemesidir.<br />
Karaciğer kanseri nasıl saptanır?<br />
Kişinin karaciğerinde hastalık varsa; belirli aralıklarla kanda,<br />
bir tümör belirteci olan “alfa feto protein”e bakılabilir. Ancak<br />
kanser olduğu bilinenlerde bile ilgili değerlerin normal<br />
çıkabildiği unutulmamalıdır. Özellikle risk altındaki hastalar<br />
kolay uygulanabilen bir yöntem olan ultrasonografi ile<br />
takibe alınmalıdır. Bilgisayarlı tomografi (BT), Magnetik<br />
Rezonans görüntüleme (MR) ve anjiografi başvurulacak<br />
diğer yöntemlerdir. Bazen tanıyı kuvvetlendirmek için bu<br />
görüntüleme yöntemlerinden birkaçı bir arada kullanılabilir.<br />
Tanıda ortada kalınan nadir vakalarda karaciğerden iğne<br />
biyopsisi yapılabilir. Biyopsi yapılıp yapılmamasına, bu<br />
konularda deneyimli bir karaciğer cerrahı karar vermelidir.<br />
Hastalığın tedavisi nasıldır?<br />
Karaciğer tümörünün tek tedavisi, erken dönemde tümörün<br />
etrafındaki sağlıklı doku ile çıkarılması şeklindedir. Ancak bu<br />
hastaların zaten karaciğeri iyi çalışmadığından, karaciğerin bir<br />
kısmı tümörle çıkarıldığında kalan karaciğer hasta için yeterli<br />
olmayacaktır. Bu uygulama ancak hastalık erken dönemde<br />
yakalandığı takdirde yapılabilir. Ayrıca Hepatit B-C ya da<br />
siroz ile sonlanan karaciğer hastalıkları karaciğerin belirli bir<br />
bölümünü değil, tamamını ilgilendirir. Hastalık ile karaciğer<br />
ilişkisi nedeniyle karaciğerde tümör oluşuyorsa bir yerlerde<br />
farklı bir tümör görülme ihtimali de vardır. Bu nedenle eğer<br />
bir kişi kronik karaciğer hastası ise ve karaciğerinde kanser<br />
saptandıysa nakil işlemi öne alınmaktadır. Tümörün çıkarılıp<br />
kişinin sağlıksız bir karaciğer ile baş başa bırakılması yerine;<br />
hastanın karaciğerleri tümör geliştirmeyecek bir karaciğer ile<br />
değiştirilmektedir. Yeni karaciğer, beyin ölümü gerçekleşen<br />
kişilerden ya da hastanın 4. dereceye kadar akrabalarından<br />
ve yakınlarından temin edilebilir. Hastalar böylece sağlıklı bir<br />
şekilde hayatlarına devam etmektedirler. Karaciğer naklinin<br />
temel amacı, kişiyi sağlıkla normal, aktif ve üretken hayatına<br />
geri döndürmektir. Nakil olan hastalar kısa sürede işlerine,<br />
okullarına dönebilirler. Karaciğer nakli sonrası hamilelik<br />
ve doğum mümkündür. Altı ay ya da bir sene gibi kısa bir<br />
süre içinde çok ağır olmamak kaydı ile sportif faaliyetlerde<br />
bulunulabilir.<br />
Her karaciğer tümörü vakasına nakil yapılabilir<br />
mi?<br />
Karaciğeri hasta olan ve kanser gelişimi görülen hastalara<br />
karaciğer nakli yapılır; ancak bunun da bazı ciddi kuralları<br />
vardır. Hastalığın yani kanserin nakilden sonra tekrarlama<br />
olasılığının kabul edilebilir düzeyde olması şarttır. Bu nedenle,<br />
tetkiklerde karaciğer dışında tümör tespit edilmemiş olması<br />
gerekir. Ayrıca tümörün belirli bir çapı ve sayıyı aşmamış<br />
olması çok önemlidir.<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013 15
KALP SAĞLIĞI<br />
AORT HASTALIKLARININ TEDAVİSİNDE<br />
ENDOVASKÜLER STENT DÖNEMİ<br />
Prof. Dr. Harun Arbatlı - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü<br />
65 yaş üzerindeki hipertansiyon hastası<br />
erkeklerin yaklaşık % 10’unda görülen<br />
aort anevrizması, hastanın yaşamını<br />
tehdit eden önemli bir sağlık sorunudur.<br />
Hastalığın tedavisinde ilk seçenek<br />
olarak yerini alan endovasküler<br />
cerrahideki son gelişmeler sayesinde,<br />
% 100’e yakın başarılı sonuçlarla<br />
hastalar sağlıklı bir yaşama<br />
kavuşmaktadır. Özellikle karın içi<br />
anevrizması olan kişiler için kullanılan<br />
dallı stent-greftler, hem hastanın<br />
böbrek sağlığını korumakta hem de bir<br />
kaç gün içinde normal yaşamına geri<br />
dönmesini sağlamaktadır.<br />
Aort anevrizmasında yaş ve<br />
sigara faktörü önemli<br />
Aort, kalpten çıkan ve vücudun tüm atardamar ağının kaynak<br />
aldığı ana arterdir. Aort anevrizması ise, vücudun en büyük<br />
atardamarı olan aortun duvar yapısının zayıflaması ve çapının<br />
genişlemesidir. Damar duvarı yapısındaki elastik liflerin<br />
dejenere olması ve genetik yatkınlık, aort anevrizmalarının<br />
en önemli nedenleridir. Aortun çeşitli bölgelerinde görülebilen<br />
anevrizmalarda damar çapı normalin iki katına ulaştığında;<br />
damarın çatlaması, yırtılması ya da damar cidarındaki<br />
tabakaların ayrışması gibi tehlikeler ortaya çıkar. Özellikle<br />
sigara içen ya da hayatının bir bölümünde sigara içmiş, yüksek<br />
tansiyon hastası 65 yaş ve üzerindeki erkeklerde sık görülür.<br />
Öncelikli tedavi stent-greft<br />
Anevrizmaların girişimsel tedavisine olanak sağlayan stent-greft<br />
teknolojisindeki yeni gelişmeler, daha önce açık ameliyattan<br />
başka şansı bulunmayan hastalara güvenli tedavi olanağı<br />
sunmaktadır. Hastayı böbrek yetmezliği sorunu ile karşı karşıya<br />
getiren açık ameliyatların yerini, son dönemde geliştirilen stent<br />
greftler almıştır. Yeni nesil ve “dallı” olarak tabir edilen stent<br />
greftler, böbrek atardamarlarını da içine alan anevrizmalarda<br />
kapalı yöntemle tedaviyi mümkün kılmakta ve ameliyat sonrası<br />
oluşabilecek problemleri de en aza indirmektedir. Stent-greft<br />
teknolojisi sayesinde, artık normal anevrizma ameliyatlarından<br />
çok daha fazla riski bulunan karın içi anevrizma operasyonları<br />
başarıyla yapılmaktadır.<br />
Endovasküler stent-greft yöntemi ile hızlı iyileşme<br />
Aort hastalığı stent-greft ile girişimsel olarak tedavi edilen hastalar,<br />
işlemin yapıldığı gün aktif yaşama döner ve beslenmeye başlar.<br />
Karın açılmamış olduğu için sindirim sisteminde herhangi bir sorun<br />
yaşanmaz. Hasta aynı günün sonunda yürmeye başlar. İşlem sonrası<br />
hastanın sahip olduğu bu konfor, normal yaşama adaptasyonu<br />
da kolaylaştırır. İşlem, çok küçük kesilerle yapıldığı için hastanın<br />
iyileşmesi çok hızlı bir şekilde gerçekleşir. Endovasküler yöntemle<br />
tedavi edilen hastalar 2-3 gün içinde hastaneden taburcu olur ve 1-2<br />
gün içinde de normal yaşantısına dönebilir. Açık ameliyat ile tedavi<br />
edilen hastaların en az 7 gün hastanede yatışı gerekir. Bu hastalar,<br />
karın bölgesindeki büyük yaralar nedeniyle ancak 2-3 ayı bulan<br />
iyileşme süresine ihtiyaç duyar. Normal yaşamlarına geri dönüşleri ve<br />
sosyal yaşama adaptasyonları da aylar sonra gerçekleşir. Her iki işlem<br />
için de herhangi bir yaş sınırı yoktur.<br />
Tomografi taraması ile aort hastalıklarında<br />
erken tanı şansı<br />
Endovasküler tedavide stent-greft uygun koşullarda kullanıldığında,<br />
hastanın tedavisi başarılı bir şekilde yapılmaktadır. Endovasküler<br />
stent uygulamalarında başarı oranları % 99’ dur. Aort hastalıklarının<br />
belirlenmesinde tarama yöntemleri çok önemlidir. 55 yaşın üzerindeki<br />
kişilerin mutlaka check-up yaptırması, klasik ve karın bölgesi aort<br />
yapılarını gösteren tomografi çektirmesi gereklidir. Tomografinin<br />
hangi aralıklarla çekileceği, doktor tarafından belirlenecektir. Ailesinde<br />
damar çatlamasına bağlı erken yaşlarda ortaya çıkan bir anevrizma<br />
varsa, kişi 40-45 yaşları arasında tomografi yaptırmalıdır.<br />
16 Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013
KALP SAĞLIĞI<br />
ANİ BAŞLAYAN ŞİDDETLİ GÖĞÜS<br />
AĞRISINA DİKKAT<br />
Prof. Dr. Kutay Taşdemir - <strong>Memorial</strong> Kayseri <strong>Hastanesi</strong> Kalp ve Damar Cerrahisi Bölümü<br />
Kalp damar hastalıkları<br />
arasında ölümcül sonuçlar<br />
doğuran rahatsızlıkların<br />
başında gelen Aort<br />
yırtılmalarında (diseksiyon)<br />
erken tanı büyük önem<br />
taşıyor.<br />
Hipertansiyon ve aort kapak hastalıkları başlıca nedeni<br />
Aort diseksiyonu, kalpten çıkan ana atardamarı oluşturan katların değişik nedenlerden dolayı ayrılarak, kanın kendine ikincil bir yol<br />
bulması olarak tanımlanmaktadır. Toplumda görülme sıklığı ortalama 100.000’de 3 olup, bu hastalıkta erken tanı hayati önem taşımaktadır.<br />
Hipertansiyon, aort kapak hastalıkları, açık kalp cerrahisi sonrası yapılan tanı ve tedavi amaçlı invaziv yani girişimsel işlemler bu sorunun<br />
ortaya çıkmasında önemli rol oynamaktadır.<br />
Genç yaştakileri de tehdit ediyor<br />
Aort diseksiyonu özellikle yüksek tansiyon hastalarında, gebelik dönemindeki kadınlarda, 50 yaş üzeri kişilerde ve aort kapak hastalarında<br />
sıkça görülmekte olup, genetik faktörlerden dolayı genç yaştakileri de tehdit etmektedir. Kadınlara oranla erkeklerde daha fazla görülen<br />
hastalığın en önemli bulgusu, göğüste başlayan şiddetli ağrıdır.<br />
Zaman zaman kalp krizi ile karıştırılabiliyor<br />
Aort diseksiyonu, daha çok ani başlayan bıçak saplanır tarzda sırt ve göğüs ağrısıyla başlar. Bu durum yırtılmanın başladığına işarettir.<br />
Ani şuur kaybı, genel durum bozukluğu ve etkilenen organa bağlı değişik belirtiler de oluşabilir. Hastaların ortalama 5/1’inin EKG’sinde<br />
koroner arter hastalığına benzer değişiklikler görülmektedir. Bu durum zaman zaman kalp krizi ile de karıştırılabilmektedir. Ayrıca aort<br />
diseksiyonunda başlayan göğüs ağrısının, kalp krizindeki göğüs ağrısına oranla daha şiddetli ve ani olması dikkat çekicidir.<br />
Erken tanı ve acil müdahale hayati önem taşıyor<br />
Aort diseksiyonu nadir olarak görülmekle birlikte; erken tanı ve acil müdahale, hasta için hayati önem taşımaktadır. Erken müdahale<br />
şansı olmayan hastaların önemli bir kısmının daha hastanelere yetişemeden yaşamlarını yitirdikleri bilinmektedir. Diseksiyon sonrası her<br />
saat artan ölüm oranları, erken cerrahi müdahalenin değerini göstermektedir. Erken cerrahi uygulamalar sonucunda mucizevi iyileşmeler<br />
sağlanabilmekte ve hasta yaşamına sorunsuz şekilde devam edebilmektedir. Özelikle risk grubu içerisinde yer alan hastalarda, aort<br />
diseksiyonunun bulgu ve şikayetleri görüldüğünde vakit kaybetmeksizin en yakın sağlık kuruluşuna başvurmaları büyük önem taşımaktadır.<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013 17
KALP SAĞLIĞI<br />
KADINLAR EN ÇOK KALP KRİZİNDEN<br />
ETKİLENİYOR<br />
Doç. Dr. Özlem Batukan Esen - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Kardiyoloji Bölümü<br />
Kalp damar hastalıkları, kadınların yaşam<br />
süresini ve kalitesini önemli ölçüde etkileyen<br />
sağlık sorunlarından biridir. Amerika Birleşik<br />
Devletleri’nde 45-65 yaş arasındaki her<br />
9 kadından birinde, 65 yaşın üzerinde<br />
ise her 3 kadından birinde kalp ve damar<br />
hastalıkları görülmektedir.<br />
Kadınlar erkeklere göre kalp krizinden daha çok<br />
etkilenmektedir. İlk kalp krizi kadınlarda ciddi<br />
sorunlara neden olmakta ve % 70 daha fazla<br />
ölüm riskine yol açmaktadır. Bunun en önemli<br />
nedeni, hastalığın kadınlarda daha ağır bir tablo<br />
oluşturması ve kalpte kriz sonrası oluşan yapısal<br />
problemlerdir.<br />
Menopoz döneminde risk daha yüksek<br />
Kadınlarda kalp krizi riski, menopoz dönemi yaklaştıkça<br />
yani yaşlanma, kilo alma ve östrojen hormonunun<br />
düşmesine bağlı olarak artmakta, bu artış yaş ilerledikçe<br />
devam etmektedir. Yaş ile azalan östrojen düzeyi de kalp<br />
hastalıkları ve inmeye karşı olan direnci azaltmaktadır.<br />
60 yaşına kadar her 5 erkekten biri, tek bir koroner kalp<br />
hastalığı ile karşılaşırken; bu sayı kadınlarda her 17<br />
kişiden birini etkilemektedir. 60 yaş üzerinde ise hastalığın<br />
görülme riski her iki cins için de eşitlenmektedir. Menopoz<br />
sonrası dönemde koroner arter hastalığı, kadınlar için<br />
önemli bir sağlık sorunudur ve ölüm nedenlerinin %25’ini<br />
oluşturmaktadır.<br />
Bel çevresi geniş olanlar risk altında<br />
• Kadınlarda koroner arter hastalığı için en önemli risk faktörü hipertansiyondur. Kadınlarda yaşla birlikte ortaya çıkan hipertansiyon, 70 yaş<br />
üzerindeki kadınların % 80’inde görülmektedir. Ayrıca diyabet de kadınlardaki koroner arter hastalığı riskini 3 kat artırmaktadır.<br />
• Obezite kadın sağlığı için önemli bir tehdit unsurudur. Obezitenin en önemli göstergelerinden biri olan bel çevresi genişliği kadınlarda 40’lı<br />
yaşlarda artmakta, 60’lı yaşlarda da en yüksek değerlerine ulaşmaktadır. Bu yaş grubundaki Türk kadınlarının %72’si bel çevresi genişliğine<br />
bağlı fazla kilo sorunu yaşamaktadır.<br />
• 40 yaş öncesi kalp krizi ise damar içi pıhtı oluşumunun bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bu durumun; sigara içiciliği, doğum kontrol<br />
hapı kullanımı, depresyon, stres ve anksiyete ile ortaya çıktığı düşünülmektedir. 20-40 yaş arası kadınların % 25’i sigara içerken; bu oran,<br />
50’li yaşlardan itibaren % 8’lere oranlara düşmektedir.<br />
Menopoz döneminde düzenli egzersiz riski azaltır<br />
Kalp hastalıklarının tedavisinde yaşam tarzı değişiklikleri ve beslenme alışkanlıkları çok önemlidir. Kadınlarda aşırı kilo sorununun menopozla<br />
belirginleştiği düşünüldüğünde; menopoz öncesi dönemde kadınlar için düzenli egzersiz yapma, düşük kalorili beslenme ve sigaradan uzak<br />
durma gibi yaşam kalitesini yükselten önlemler önem kazanmaktadır.<br />
Toplam kolesterol düzeyinin 200 mg/dL’nin, kan basıncı değerlerinin 120/80 mm Hg’nın ve açlık kan şekerinin 100 mg/dL’nin altında<br />
tutulması önerilir. Tuz oranı düşük olan Akdeniz diyetine önem verilmelidir. Sigaranın bırakılması, haftada en az 150 dakika orta derecede<br />
spor ve en az 75 dakika yürüyüş yapılması önemlidir. Toplumda yaygın olarak inanıldığının aksine multivitamin veya antioksidan vitaminlerin<br />
(C, E, B) kalp ve damar hastalıkları üzerinde koruyucu etkisi bulunmamaktadır.<br />
18<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013
KADIN SAĞLIĞI<br />
ONKOPLASTİK CERRAHİ YÖNTEMLERİ MEME<br />
KANSERİ TEDAVİSİNDE YÜZ GÜLDÜRÜYOR<br />
Doç. Dr. Alper Akcan - <strong>Memorial</strong> Kayseri <strong>Hastanesi</strong> Genel Cerrahi Bölümü<br />
Günümüzde kadınların en büyük<br />
korkularından biri meme kanserine<br />
yakalanıp, memesinin alınmasıdır.<br />
Günümüzde meme kanseri tedavisinde<br />
cerrahi, birinci seçenek olarak yerini<br />
korumakla birlikte; “Onkoplastik Cerrahi”<br />
olarak adlandırılan yeni cerrahi tedavi<br />
yöntemleri, kadınların bu endişelerini<br />
ortadan kaldırmaktadır. Tüm dünyada<br />
hekimlerin ilgisi, meme kanserini tedavi<br />
etmenin yanı sıra; hastaların yaşam<br />
kalitesini korumaya ve yükseltmeye<br />
yönelmektedir.<br />
Modern meme cerrahisi meme kaybına yol<br />
açmadan tedaviyi amaçlıyor<br />
Meme kanserli hastaların sıkıntısı, sadece kanser tanısının yarattığı<br />
sorunlar değildir. Memenin ameliyatla alınması (mastektomi)<br />
çoğu kadında ağır psikolojik etkilere sebep olabilmektedir. Bu<br />
moral bozucu durum, onkoplastik cerrahi sayesinde ortadan<br />
kalkmaktadır. Bu konuda dünyaca ünlü, İtalyan meme cerrahı Prof.<br />
Dr. Umberto Veronesi’nin “Meme kanseri konusunda bilinçli ve<br />
erken tanı programlarına katılmış olan kadınlar; uygun ve hassas<br />
bir tedavi ile ödüllendirilmelidirler, ağır ve sıklıkla kabul görmeyen<br />
tedavilerle cezalandırılmamalıdır” sözü son derece önemlidir.<br />
Modern meme cerrahisinde meme kaybına yol açmadan meme<br />
kanserini tedavi etmek asıl amaçtır. Onkoplastik meme cerrahisi<br />
tanımı; meme kanseri nedeniyle yapılacak cerrahi bir girişimle<br />
birlikte, memede daha iyi bir estetik sonuç yaratacak girişimin<br />
beraber planlanması demektir.<br />
Onkolojik cerrahi ve plastik cerrahi prensiplerinin birleştirilmesiyle<br />
uygulanmaya başlayan bu yöntemlerle, kanser tanısı alan hastalar<br />
kozmetik olarak çok daha uygun bir memeye kavuşmaktadır.<br />
Önceden kanser nedeniyle memesini kaybetmiş kadınların ise<br />
yeniden bir memeye kavuşmaları sağlanmaktadır.<br />
Eş zamanlı meme onarımı sık<br />
tercih ediliyor<br />
Meme rekonstrüksiyonu yani yeniden meme yapılması, meme<br />
kanseri nedeniyle yapılan ameliyat ile eş zamanlı olabileceği gibi;<br />
kemoterapi ve radyoterapi gibi ek tedaviler bittikten sonra ilerleyen<br />
zamanlarda da yapılabilmektedir. Günümüzde daha çok tercih<br />
edilen teknik, psikolojik sonuçlarının daha iyi olmasından dolayı<br />
eş zamanlı meme onarımıdır. Hastanın sırtından ya da karnından<br />
alınan ve kas-deri içeren doku parçaları kullanılarak yeniden meme<br />
yapılmaktadır.<br />
Meme onarımında kullanılan alternatif<br />
yöntemlerden biri de protez uygulaması<br />
Özellikle büyük meme sorunu yaşayan kadınlarda gelişen meme<br />
kanserlerde aynı anda hem hastalığı tedavi etmek hem de iki<br />
memeyi de ideal ölçüleri küçültmek mümkündür. Hastalar bu<br />
yöntemle hem kanser ameliyatı olup, hem de yıllardır büyük<br />
meme nedeniyle yaşadıkları sorunlardan (meme, sırt ve omuz<br />
ağrısı, hareket kısıtlılığı v.b.) kurtulmaktadırlar. Meme onarımında<br />
bir diğer alternatif, protez kullanılmasıdır. Protez ile meme onarımı,<br />
ameliyat süresinin kısa ve teknik olarak basit bir yöntem olması<br />
nedeniyle tercih edilmektedir.<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013 19
GENEL SAĞLIK<br />
BU KURALLARA UYUN<br />
BEL SAĞLIĞINIZI KORUYUN<br />
Prof. Dr. Ahmet Menkü - <strong>Memorial</strong> Kayseri <strong>Hastanesi</strong> Beyin ve Sinir Cerrahisi Bölümü<br />
Çağımızın en yaygın sağlık sorunlarından biri bel fıtığıdır. Sık rastlanmasına rağmen bu<br />
hastalık yeterince bilinmemekte ve önemsenmemektedir.<br />
Bel fıtığında sigara önemli bir etkendir. Sigara içenlerin vücudundaki tüm hücreler yeteri kadar oksijen<br />
alamaz ve bu durumdan dolayı kalp, akciğer ve beyin başta olmak üzere bütün organlar olumsuz etkilenir.<br />
Omur kemikleri arasındaki diskler de yeterli oksijeni alamadığından zamanla yıpranıp, kendilerini tamir etme<br />
yeteneklerini kaybeder. Böylece, bel fıtığının gelişme riski de artar.<br />
Bel sağlığını korumak için günlük hayatta uymanız gereken bazı kurallar vardır. Bu kurallara uymak bel<br />
sağlığını korur ve yaşam kalitesini artırır.<br />
Bel sağlığı için altın kurallar<br />
• Yataktan veya koltuktan kalkarken ani hareket yapmamaya özen<br />
gösterilmelidir.<br />
• Oturulan yerden ayağa kalkılırken bir ayak diğer ayağın önünde<br />
olacak şekilde bacaklar ve kollardan destek alınarak vücut yukarıya<br />
doğru ittirilmelidir. Bu sırada ise sırtın dik pozisyonda olduğuna<br />
dikkat edilmelidir.<br />
• Yüksek sandalye veya benzeri yerlerde oturmaktan kaçınılmalıdır.<br />
• Doktora danışılmadan bel korsesini kullanılmamalıdır. Çelik<br />
korselerin uzun vadede bel ve karın adalelerini zayıf bıraktığı da<br />
unutulmamalıdır.<br />
• Kesin teşhis konulup bel ağrısının nedeni anlaşılmadan belin<br />
çektirilmesi bazı sorunlara neden olabilir. Bu yüzden bel çekme<br />
işlemini, mutlaka bel ağrısının teşhisinden sonra uzman doktor<br />
kontrolünde yaptırmalıdır.<br />
• Ütü yapılırken 15–20 cm yüksekliğinde bir cismin üzerine belli<br />
zaman aralıklarında ayak değiştirilerek bırakılmalıdır. Böylece belde<br />
rahatlama sağlanabilmektedir.<br />
• Elektrikli süpürgeyle veya paspasla yer temizlenirken öne doğru<br />
eğilmeden bel dik bir pozisyonda tutulmalıdır. Bu nedenle uzun saplı<br />
süpürgeleri kullanmak bel sağlığı açısından daha yararlı olacaktır.<br />
• Hafif de olsa yerden bir cismi kaldırma esnasında dizler kırılarak<br />
çömelinmelidir.<br />
• Bir eşyayı alırken ona doğru uzanılmamalı, yanına iyice<br />
yaklaşılmalıdır.<br />
• Bir eşyayı taşırken, onu gövdeye yakın tutulmalıdır. Bu sayede<br />
omurgaya binen yük azalacaktır.<br />
• Sandalye veya koltukta dik bir pozisyonda oturmalıdır. Otururken<br />
zaman zaman pozisyon değiştirmek ve mümkünse her saatte 5<br />
dakika mola vermek gerekir.<br />
• Hergün en az 15 dakika düz yolda ve sıcak havada yürünebilir.<br />
Zamanla yürüme mesafesi artırılmaya çalışılmalıdır; ancak bel ve<br />
bacak ağrıları da artarsa yürümeye ara verilmelidir.<br />
20<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013
GENEL SAĞLIK<br />
BİLGİSAYAR BAŞINDA ÇALIŞANLARIN<br />
HASTALIĞI: KARPAL TÜNEL SENDROMU<br />
Op. Dr. Bülent Fahri Kılınçoğlu – <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Beyin ve Sinir Cerrahisi Bölümü<br />
Karpal tünel sendromu; bilgisayar başında uzun süreli çalışma, klavye ve mouse<br />
kullanımına bağlı olarak, el ve bileğinin olumsuz etkilenmesi nedeniyle ortaya çıkan<br />
önemli bir sağlık sorunudur.<br />
Başparmak ile 2. ve 3. parmaklarda ağrı ve uyuşma şeklinde ortaya çıkan karpal tünel sendromu<br />
ileri dönemde kuvvet kaybı ve kas erimesine de yol açabilir.<br />
Şikayetler gece ortaya çıkıyor<br />
Karpal tünel sendromunda şikayetlerin<br />
oluşumuna, başparmak ile 2. ve 3. parmakları<br />
hareket ettiren ve duyusunu sağlayan sinirin,<br />
bilekten geçtiği tünel içinde sıkışması ve buna<br />
bağlı olarak normal görevini görememesi<br />
neden olmaktadır. Şikayetler özelikle yoğun<br />
geçen bir günde, saatler boyunca klavye<br />
ve mouse kullanımının ardından daha çok<br />
geceleri ortaya çıkar. Belirtiler; başparmak<br />
ile 2. ve 3. parmaklarda ağrı, sızlama ve<br />
uyuşma, ilerleyen durumlarda kuvvet kaybı ve<br />
el kaslarında erime ve incelme olarak kendini<br />
gösterir.<br />
İleri vakalarda operasyon gerekebilir<br />
Tedavide bölgesel ağrı kesici ve ödem çözücü jellerin kullanılması yararlıdır. Bununla beraber<br />
sadece gece kullanılacak olan el-bilek atelleri ile sinir çevresine kortikosteroid enjeksiyonları<br />
son derece güvenli ve etkin tedavi sağlar. İlaç ve diğer tedavilere rağmen ağrı ve kuvvetsizlik<br />
şikayetleri devam eden hastalarda basit ve lokal anestezi altında yapılan yaklaşık 15 dakika<br />
süren küçük bir operasyon ile tam iyileşme elde etmek mümkündür. İki haftalık el istirahatı<br />
sonrası hastalar normal günlük yaşantılarına dönerler.<br />
Korunmak için…<br />
• Yoğun olarak eller ile iş yapılıyor ve çalışılıyorsa, gün içinde el-dirsek eklemleri<br />
dinlendirilmelidir.<br />
• Masa başı görevi yapanlar, gün içinde dairesel egzersizler ile eklemlerini rahatlatmalıdır.<br />
• Bilgisayarda çalışırken bilek ve dirseğin altına yumuşak padler konulmalıdır.<br />
Gelip geçici şikayetler devamlı<br />
hale gelir<br />
Başlangıçta şikayetler gelip geçiciyken<br />
sonraları devamlı hale gelir ve kuvvet kaybı<br />
ortaya çıkar. Bu aşamada eşyaları taşıma ve<br />
tutmada zorlanma, tabak bardak düşürüp<br />
kırma gibi sakarlıklar olarak kendini gösteren<br />
durumlar ortaya çıkabilir. İleri vakalarda<br />
eldeki kuvvet kaybı ve his kaybı ile beraber<br />
başparmak tarafındaki kaslarda erimeler<br />
başlar.<br />
Şeker ve tiroid hastalarında<br />
görülme oranı daha fazla<br />
Şikayetlerin sorgulanması, muayene bulguları,<br />
EMG adı verilen bir tür sinir elektrosu<br />
çekilmesiyle % 95 oranında tanı konur.<br />
EMG’nin negatif olmasına rağmen hastalığın<br />
var olduğu durumlarda muayene bulguları<br />
ve şikayetlere bakılarak karar verilmesi<br />
gerekir. Bazı durumlarda boyun fıtığı ile<br />
karışabileceği için bu tetkiklere boyun MR’ı<br />
da eklenebilir. Diğer yandan karpal tünel<br />
hastalığının; diyabet, romatoid artiritli ve<br />
tiroid hastalarında görülme olasılığı sağlıklı<br />
kişilere göre 4-5 kat fazladır. Gebelik sırasında<br />
da bilek çevresindeki dokularda kalınlaşma ve<br />
yumuşak dokularda ödem oluştuğu için % 20-<br />
30 gibi oldukça yüksek oranda geçici olarak<br />
ortaya çıkabilir. Sıklıkla tedavi gerektirmeden<br />
gebeliğin bitimi ile sonlansa da %15-20<br />
oranında kalıcılık söz konusu olarak tedavi<br />
gerektirebilir.<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013 21
GENEL SAĞLIK<br />
SAĞLIKLI BİR GÜLÜMSEME İÇİN...<br />
Dt. Evrim Birkalan- <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Ağız, Diş ve Çene Hastalıkları Bölümü<br />
Sağlıklı dişler ve diş<br />
etleri yüz güzelliğini<br />
tamamlayıcı en önemli<br />
faktörlerdir. Erken diş<br />
kaybı, dişlerde çapraşıklık<br />
ve kısalık gibi durumlar ise<br />
yalnızca estetik sorunları<br />
beraberinde getirmekle<br />
kalmayıp, kemik erimesi<br />
ve dudak çökmesi ile<br />
sonuçlanabilmektedir.<br />
Oysaki estetik ve<br />
kozmetik diş hekimliğinde<br />
uygulanan yöntemler ile<br />
bu sorunlardan kurtulmak<br />
mümkün.<br />
Kişiye özel gülüş tasarımı<br />
Kozmetik diş hekimliğinde temel amaç, uzman bir ekip çalışmasıyla<br />
kişiye yüz ve dudak yapısına uygun yeni ve kusursuz bir gülüş<br />
tasarlamaktır. Kişiye özel estetik gülüş ifadesini belirleyen faktörler;<br />
yüz hatları, cinsiyet, yaş, gülüş simetrisi, dudaklar, diş etleri, dişlerin<br />
sıralanışı ve renkleridir. Bu aşamada hastaya, önceki tedavilerden<br />
elde edilmiş başarılı gülüş tasarımlarından ve örnek modellerden<br />
fotoğraflar gösterilmektedir. Böylece hastaların tedavi öncesi ve sonrası<br />
durumları karşılaştırılarak değerlendirilmektedir. Hastadan alınan<br />
modeller, fotoğraflar, yüz- burun- dudak, burun altı, çene ucu arasında<br />
kalan bölge, diş ve diş etlerinin estetik incelemesi yapılmaktadır. Bu<br />
değerlendirme yapılırken, modeller ve fotoğraflar üzerinde estetik<br />
açıdan sorunlu bölgeler tespit edilir. Hastaya sorunların nasıl giderileceği<br />
konusunda bilgi verildikten sonra estetik düzenlemeyle ilgili tedavinin<br />
çerçevesi belirlenir. Mevcut estetik sorunların giderilmesi için kapsamlı<br />
bir tedaviye ihtiyaç olduğu takdirde, çene cerrahı ve ortodonti<br />
uzmanlarıyla görüşülmektedir.<br />
Diş eti şekil bozuklukları için lazer yöntemi<br />
Diş boylarında farklılık, aşırı belirgin ve simetrik olmayan diş etleri<br />
sıklıkla rastlanan estetik problemlerdir. Lazer yöntemi ile tek seansta<br />
gülüş simetrisi düzenlenebilmektedir. Cerrahi ve kanamalı bir işlem<br />
olmadığı için iyileşme kısa sürede gerçekleşir.<br />
Beyazlatma işlemi ile dişleriniz ışıldasın<br />
Estetik müdahale yapılacak dişlerin rengi, sağlıklı dişlere göre<br />
düzenlenmektedir. Bu nedenle dişlerin rengi ile ilgili değişiklik yapılmak<br />
isteniyorsa, öncelikle işlem görmeyecek olan sağlıklı dişler, lazerle<br />
22<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013<br />
beyazlatılmalıdır. Beyazlatmanın zararı yoktur ve geri dönüşümlü<br />
bir uygulamadır. Tedavi sonunda hastadan ölçü alınarak şeffaf<br />
plaklar hazırlanır ve beyazlatıcı jeller kullanılır. Olası renk dönüşümü<br />
durumunda hasta evde bu plakları kullanarak kolayca beyazlatma<br />
yapabilir.<br />
Diş eti morlukları giderilebiliyor<br />
Bazı kişilerde melanin veya sigaraya bağlı diş eti morlukları görülmekte<br />
ve bu durum estetiği olumsuz yönde etkilemektedir. Klinikte uygulanan<br />
lazer ışığı uygulaması ya da lazerle soyma tekniği ile diş etlerindeki<br />
doğal pembe renge kavuşmak mümkündür ve sonuç çoğunlukla kalıcı<br />
olmaktadır.<br />
Yaprak porselenlerle dişlerde doğal görünüm<br />
Dişlerdeki renk ve şekil bozukluklarının düzeltilmesi için bilinen protez<br />
kaplama uygulamalarından farklı olarak dişin tümünü küçültmek<br />
yerine, yalnızca ön yüzeyinde yapılan 0.3-0.7 mm’ lik bir aşındırma ile<br />
hazırlanan estetik uygulamalardır. Hazırlanan ince porselen tabaka,<br />
dişin ön yüzeyine yapıştırılmaktadır. Çok ince oldukları ve metal<br />
içermediklerinden dolayı ışığı mükemmel yansıtmakta ve doğal bir<br />
görünüm sağlanmaktadır. Porselen uygulamaları içinde en koruyucu ve<br />
zararsız tedavi yöntemidir.<br />
Eksik dişler için implant yöntemi<br />
İmplant, eksik dişlerin giderilmesi için, ön ve arkadaki dişlerin<br />
küçültülüp kaplanması ile yapılan köprülere alternatif bir tedavi<br />
yöntemidir. Yandaki dişlere dokunmadan boş bölgeye yapay bir diş kökü<br />
(implant) konularak belli bir süre beklenmektedir. Daha sonra üzerine<br />
porselen kaplama hazırlanmakta ve hasta ömür boyu kullanabileceği<br />
yeni dişine kavuşmuş olmaktadır.
GENEL SAĞLIK<br />
HER 20 KİŞİDEN 1’İ<br />
HEPATİT VİRÜSÜ TAŞIYOR<br />
Uz. Dr. Oya Yönal - <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Gastroenteroloji Bölümü<br />
Tedavi edilmediği takdirde siroz ve karaciğer kanserine kadar gidebilen Hepatit B ve C<br />
nedeniyle dünyada her yıl 1 milyon kişi hayatını kaybetmektedir. Ülkemizde 3 milyon kişinin<br />
Hepatit B, 1 milyon kişinin ise Hepatit C virüsü taşıdığı bilinmektedir.<br />
Dokunma ile bulaşmaz<br />
Hepatit B ve C daha çok kan yolu ve cinsel<br />
birleşimle yani vücut sıvıları aracılığı ile<br />
bulaşabilmektedir. Sanıldığının aksine<br />
dokunma ile bulaşma söz konusu değildir.<br />
Tüm dünyada hepatit B ve C konusunda<br />
en büyük risk grubunu damar yolu ile<br />
uyuşturucu kullananlar oluşturmaktadır.<br />
Ülkemizde ise dövme yapımında kullanılan<br />
cihazlar, tıraş bıçakları, diş fırçaları,<br />
manikür ve pedikür aletleri ile tırnak makası<br />
hepatitin bulaşmasına neden olan en büyük<br />
taşıyıcılardır. Birden fazla cinsel partner, sık<br />
sık kan almak zorunda olan hastalar, diyaliz<br />
hastaları, eşcinseller, hepatitli hasta ile aynı<br />
evde yaşayanlar da yüksek risk grubundadır.<br />
Ülkemizde toplu sünnetler esnasında hijyenik<br />
tedbirlerin alınmaması durumunda da Hepatit<br />
B ve C virüsü kolaylıkla bulaşabilmektedir.<br />
“En Tehlikelisi Hepatit C”<br />
tanımı yanlış<br />
Hepatit C nedeniyle kanser olan birçok<br />
hasta olduğu gibi, ömrü boyunca karaciğeri<br />
ile ilgili hiçbir sorun yaşamayan hastalar<br />
da bulunmaktadır. Kronik hepatitler içinde<br />
en başarılı tedavi, Hepatit C varlığında<br />
yapılabilmektedir. Yeni çıkan bazı ilaçlarla bu<br />
başarı giderek artmaktadır. Bu ilaçlar özellikle<br />
Türkiye’de yaygın olan Genotip 1 Hepatit C<br />
hastalarında %50 olan başarı şansını<br />
%80’lere çıkarmaktadır. Eğer hastalık, ilk<br />
dört ayda teşhis edilirse; ilaçlarla tedavi<br />
şansı neredeyse %100’e yakın olmaktadır.<br />
Böylece erken evrede teşhis edildiği takdirde,<br />
Hepatit C korkulacak bir hastalık olmaktan<br />
çıkmaktadır.<br />
Anne adaylarının taranması şart<br />
Eğer bebek gebelik sırasında veya doğumdan<br />
hemen sonra Hepatit B virüsünü kapmışsa<br />
hastalığı kronikleşme riski yüzde 90’lara<br />
ulaşabilmekte ve bu hastaların klinik gidişleri<br />
kötü olmaktadır. Kronik Hepatit B hastalarının<br />
%15-40’ında uzun vadede karaciğerde ciddi<br />
problemler meydana gelmektedir. Hepatit B<br />
virüsü taşıyan annelerden doğan bebeklere<br />
aşılama ve hepatit B immünglobulin<br />
(HBIG) uygulanması halinde bebeğe bulaşma<br />
oranı %90’dan %5’e düşmektedir. Hepatit<br />
C’de ise virüs vücuda girdiğinde hastalığın<br />
kronikleşme oranı %70-85 olmakta, tedavi<br />
edilmezse bu grubun<br />
%20’sinde karaciğerde sirozu veya karaciğer<br />
kanseri gelişmektedir. Hepatit C virüsü taşıyan<br />
annelerden doğan bebekleri koruyacak bir<br />
yöntem yoktur. Hastalığın bebeğe bulaşma<br />
riski yaklaşık %6-7 oranındadır. O nedenle<br />
eğer mümkünse Hepatit C tedavisi olduktan<br />
sonra hamilelik önerilir. Burada önemli olan<br />
noktanın, doğum öncesi tüm anne adaylarının<br />
taranması ve pozitif olgularda gerekli<br />
önlemlerin alınması olduğu bilinmelidir.<br />
Amaç karaciğer hasarını<br />
önlemek<br />
Hepatit B ve C tedavisinde amaç, öncelikle<br />
karaciğer hasarını ve siroz gelişimini önlemek,<br />
virüsü ortadan kaldırmaktır. Hepatit C için<br />
tedavide kullanılan en yaygın yöntem, iğne<br />
ve hap kullanımının birlikte yapılmasıdır.<br />
Hepatit B tedavisinde ise iğne şeklinde<br />
kullanılan interferon veya antiviral etkisi<br />
olan hap kullanılmaktadır. Hastaların düzenli<br />
ve dengeli beslenmeye önem vermeleri<br />
gerekir. Hepatit C’nin aşısı yoktur. Hepatit<br />
B’nin aşısı ise Türkiye’de Sağlık Bakanlığı’nın<br />
rutin aşı programında yer almaktadır.<br />
Aşılama uygulaması değişken olsa da en sık<br />
gerçekleştirilen uygulama şeklinin; 0,1 ve<br />
6’ıncı ay olarak toplam 3 kez yapılması olduğu<br />
belirtilmektedir.<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013 23
HAYATIN İÇİNDEN<br />
LÖSEMİ HASTASI ÇINAR’A İKİZ KARDEŞLERİ HAYAT VERDİ<br />
5 yaşındaki Çınar Alkan’ın yaşam mücadelesi henüz 1,5 yaşındayken lösemiye<br />
yakalandığında başlamıştı. Çınar’ın anne babası Suna-Veli Alkan çifti, oğullarını<br />
yaşatmak için her yolu denemeye hazırdı. Ancak doktorlar hastalığın<br />
tedavisi için tek yolun kemik iliği nakli<br />
olduğunu söylediğinde aile için zorlu<br />
bir süreç başladı.<br />
Uzun bir süre uygun ilik<br />
bulunamadığından Çınar için tek<br />
umut, genetik tanı yöntemi ile<br />
dünyaya gelecek yeni bir kardeşti.<br />
Alkan çifti <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong><br />
Tüp Bebek Merkezi’nde gördükleri tedavi<br />
ile ikiz bebek sahibi oldu.<br />
Uzun bir tedavi sürecinin ardından<br />
dünyaya gelen ikiz bebekler Rüzgar<br />
ve Güney, lösemi hastası ağabeyleri<br />
Çınar’a yaşama umudu oldu ve onu<br />
sağlığına kavuşturdu.<br />
Sonuna kadar mücadele etmeye hazırdık<br />
Bu süreçte çok yıprandıklarını ancak hiç pes etmediklerini dile getiren baba Veli Alkan, duygularını şu sözlerle anlattı:<br />
“Çınar’ın tedavi sürecinin öncesinde çok araştırma yaptık. Ancak bütün doktorlar oğlumun tek şansının kemik iliği nakli olduğunu söyledi.<br />
Türkiye’deki ilik bankasından olumlu sonuç çıkmadı. Zamanımız da git gide azalıyordu. Daha sonra doktorumuz bize tüp bebekte genetik<br />
tanı yöntemiyle dünyaya getireceğimiz bir bebekten Çınar’a uygun kemik iliğinin alınabileceğini söyledi. Bizim için yeni bir dönem başladı.”<br />
Daha önce bu tedaviyi uygulayan çiftlerle görüştük<br />
“Kemik iliği bulma süreci bizim için hiç kolay olmadı. Bunun için bir çocuk daha dünyaya getirerek onun ilik uyumundan yararlanacaktık.<br />
Yeniden araştırma yapmaya başladık ve bizim gibi birçok ailenin de başvurduğu <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Tüp Bebek Merkezi’ne ulaştık.<br />
Burada zamana karşı bir yarış başladı ve hemen tedavi sürecine girdik. 7 kere deneme yapmamıza rağmen uygun iliğe sahip bebeğe bir<br />
türlü sahip olamadık. 3 senenin sonunda 8. denemede başarıya ulaştık ve ikiz gebelik sürecimiz başladı. Bizden önce genetik tanı yöntemiyle<br />
tüp bebek sahibi olarak hasta çocuklarına nakil yapılan ailelerle görüştük ve başarılı sonuçlar alındığını öğrendik. Böylelikle içimiz rahatladı.<br />
Bu tedaviye karar vermekle ne kadar doğru bir seçim yaptığımızı şimdi anlıyoruz. 2 tane dünya tatlısı oğlumuz oldu, nakille birlikte Çınar<br />
sağlığına kavuştu. Çok zor günler geçirdik ama şu an çok mutluyuz.”<br />
<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Tüp Bebek Merkezi Başkanı Prof. Dr. Semra Kahraman da<br />
Çınar’ın tedavisi hakkında şu bilgileri verdi:<br />
“Lösemi tanısı konulan Çınar’ın sağlığına kavuşması için tek çaresi kemik iliği nakliydi. Yurt içi ve yurt<br />
dışındaki kemik iliği bankaları sorgulanmıştı ve Çınar için uygun ilik bulunamamıştı. Alkan ailesi, Çınar’a<br />
uygun iliği verebilecek sağlıklı çocuk sahibi olabilmek için bize başvurdu. Çünkü tüp bebek yöntemine<br />
başvurmadan kendi kendilerine sahip olacakları bebeğin HLA’sının Çınar’a uyumlu olma ihtimali %25 idi.<br />
Bu riski almamak ve zaman kaybetmemek için genetik tanı yöntemiyle tüp bebek sahibi olmak istediler.<br />
Aile uzun süre büyük bir sabır gösterdi ve tedavi defalarca tekrarlandı. En sonunda HLA uyumlu iki<br />
embriyo transferi ile ikiz gebelik sağlandı. İki sağlıklı kardeşten alınan kemik iliği örnekleri ile Çınar’ın<br />
durumu düzeldi. Bir yıldır sağlıklı bir şekilde yaşamını sürdürüyor ve kontrolleri devam ediyor.”<br />
24<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013
HAYATIN İÇİNDEN<br />
DÜNYADA BİR İLK: İKİZ BEBEKLER<br />
ANNE BABALARININ KARACİĞERİ İLE HAYATA TUTUNDU<br />
Doğuştan karaciğer kanseri olan tek yumurta ikizi Ceylin ve Ecrin’e,<br />
eş zamanlı ameliyatla anne ve babalarından karaciğer nakli<br />
gerçekleştirildi. <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Organ Nakli Merkezi Başkanı Prof. Dr.<br />
Münci Kalayoğlu, Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Koray Acarlı ve organ nakli ekibi<br />
tarafından gerçekleştirilen operasyon, dünyada ilk olarak tanımlanıyor.<br />
Doğuştan karaciğer kanseri olan tek yumurta<br />
ikizi kız kardeşlere, aynı anda karaciğer<br />
nakli yapıldı. 13 aylıkken 7 kilo ağırlığındaki<br />
Ceylin ve Ecrin Fırat, anne ve babalarının<br />
karaciğerleri ile hayata tutundu. Ceylin ve<br />
Ecrin, Şanlıurfa’da 29 yaşındaki Mehmet ve<br />
26 yaşındaki Rabia Fırat çiftinin çocukları<br />
olarak dünyaya geldiler. Yaşamlarının beşinci<br />
ayında Ecrin’in karnı birden şişmeye başladı.<br />
Yapılan tetkiklerin sonucunda Ecrin bebeğin<br />
karaciğerinde 11 santimlik bir kitle tespit<br />
edildi. Bu sonuç bebeğin doğuştan gelen<br />
bir kanser türü ile karşı karşıya olduğunu<br />
gösteriyordu.<br />
Doktorlar Ecrin’in tek yumurta ikizi Ceylin’de<br />
de aynı hastalığın olabileceğini düşündü.<br />
Yapılan araştırmalar sonucunda Ceylin’de<br />
de benzer bir kitle olduğu saptandı.<br />
Aileye 10 kilonun altında organ nakli olma<br />
şansının az olduğu söylendi. Bebekler kilo<br />
alana kadar 7 seans kemoterapi gördü.<br />
Yine de risk vardı çünkü kanser diğer<br />
organlara sıçrayabilirdi. Fırat ailesi daha<br />
fazla beklemeyi göze alamayarak <strong>Memorial</strong><br />
Şişli <strong>Hastanesi</strong> Organ Nakli Merkezi’ne<br />
başvurdu. Gerekli tetkiklerin sonunda anne<br />
ve babalarının karaciğerlerinin ikiz bebeklere<br />
uyduğu anlaşıldı ve nakil yapılmasına karar<br />
verildi. Ekipler ikiye ayrıldı, eş zamanlı<br />
olarak nakil operasyonları yürütüldü. Kısa<br />
sürede sağlıklarına kavuşan Ceylin ve Ecrin<br />
kardeşler şimdi yeni hayatlarının tadını<br />
çıkarıyorlar.<br />
Prof. Dr. Münci Kalayoğlu<br />
“Tek yumurta ikizleri olan Ecrin ve Ceylin’in<br />
hastalıkları çok nadir görülen bir durum. Aynı tip<br />
karaciğer kanserlerinin 2 bebekte de doğuştan<br />
görülmesi ekip olarak bizi bile şaşırttı. Aynı gün<br />
anne ve babanın karaciğerlerinin küçük bir kısmını<br />
aldık. Bebeklerin ise kanserli karaciğerlerini<br />
tümüyle çıkarttık ve nakli gerçekleştirdik. Böylece<br />
<strong>Memorial</strong> Organ Nakli ekibi olarak dünyada bir ilki<br />
daha gerçekleştirmiş olduk.”<br />
Prof. Dr. Koray Acarlı<br />
“Bu kadar minik bebeklere karaciğer<br />
nakli yapılabileceğini cerrahlar bile<br />
bilmiyordu. Halbuki daha önce biz<br />
4.5 kiloluk bir çocuğumuza bile nakil<br />
yaptık. Doğuştan karaciğer kanseri<br />
çok özel bir durumdur ve bu çocuklar<br />
için nakil tamamen iyileşme anlamına<br />
gelmektedir.”<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013 25
ÇOCUK SAĞLIĞI<br />
İKİ YAŞIN ALTINDAKİ ÇOCUKLARINIZA<br />
TELEVİZYON İZLETMEYİN<br />
Prof. Dr. Ahmet Yaramış - <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Çocuk Nörolojisi Bölümü<br />
Çocukların uzun süre<br />
televizyon izlemesinin<br />
zihinsel, ruhsal ve fiziksel<br />
gelişimleri açısından<br />
olumsuz etkileri<br />
bulunmaktadır. İki yaşına<br />
kadar çocuğun büyüme<br />
ve gelişmesi ne kadar<br />
önemliyse beyin gelişimi<br />
de o derece önemlidir.<br />
Çocuklar, diğer insanlarla<br />
iletişim kurarak öğrenmeye<br />
programlanmışlardır.<br />
Çocukların zihinsel<br />
gelişimleri için erişkinler<br />
ve diğer çocuklar ile pozitif<br />
iletişime ve interaktif<br />
oyunlara ihtiyaçları vardır.<br />
Erken yaşlarda televizyon izlemek çocuğun beyin<br />
gelişimine katkı sağlamıyor<br />
Çocukların beyinleri yaşamlarının ilk yıllarında hızla gelişir ve sadece<br />
ilk yılın sonunda doğdukları zamankinden üç kat fazla kapasiteye<br />
ulaşır. Çocukların bu dönemde maruz kaldıkları uyaranların, pozitif<br />
veya negatif olarak beyin gelişimi üzerinde büyük bir etkisi vardır.<br />
Uzun süre televizyon izlemek, bazı çocukların dil becerilerini, kelime<br />
dağarcıklarını, çevreleri ile olan sözel, görsel-sosyal iletişimlerini ve<br />
motor becerilerini olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Erken yaşlarda<br />
televizyon izlemenin çocuğun beyin gelişimine katkı sağladığı tezi,<br />
yapılan kontrollü çalışmalarla çürütülmüştür. Aksine bu durumun;<br />
yeme bozuklukları, aşırı kilo alımı (obezite), kalp rahatsızlığı, şiddete<br />
eğilim, uyku bozuklukları ve hatta konuşma geriliklerine neden olduğu<br />
gösterilmiştir.<br />
Bebeğinizle konuşun<br />
Çocukların uzun süre televizyon izlemesinin; astım ve alerji<br />
hipertansiyon gibi kronik hastalıklara eğilimi artırdığı ayrıca ruh<br />
sağlıklarını olumsuz yönde etkilediği bilinmektedir. Bu nedenle aileler<br />
çocuklarıyla bebek dahi olsa sık sık konuşmalı, göz teması kurmalı,<br />
ev ortamında mümkünse renkli giysiler giyerek bebeğin dikkatini<br />
daha çok toplamaya çalışmalıdır. Bebekleri, kucağa alarak sevgi<br />
gösterisinde bulunulmalı, huysuzluk yapmasın diye kendi başlarına<br />
televizyon karşısında saatlerce vakit geçirmelerine izin verilmemelidir.<br />
Duygusal ve sosyal iletişimin daha sağlıklı gelişmesi için çocukların<br />
aile ortamında mümkün olduğu kadar açık bir şekilde ve geleneksel<br />
yöntemlerle yetiştirilmesi önerilmektedir.<br />
Çocuğunuzu şiddet içeren filmlerden uzak tutun<br />
Düzenli uyku sağlıklı yaşamın bir parçasıdır. Yapılan araştırmalarda,<br />
korku ve şiddet içeren çizgi film, sinema filmi ve dizi izleyen<br />
çocuklarda; kabus görme, uyku problemi, yalnız kalmaktan korkma<br />
gibi sorunların geliştiği belirlenmiştir. Bu nedenle televizyon<br />
izlenecekse; çocuğun yaşına, kişilik özelliklerine uygun programlar<br />
seçilmeli ve mümkünse ebeveynler çocuklarıyla birlikte izlemelidirler.<br />
2 saatten fazla televizyon izleyen çocuklar daha<br />
göbekli oluyor<br />
Çocukların şiddet içerikli olmasa bile televizyon, video, bilgisayar<br />
oyunları karşısında geçirdikleri sürenin günde 1-2 saatten fazla<br />
olmamasına ebeveynler ve bakıcıların dikkat etmesi gerekmektedir.<br />
Yapılan çalışmalar; aşırı televizyon izleyen çocukların daha göbekli<br />
olduğunu, kanda trigliserit (doğal yağ) seviyelerinin daha yüksek<br />
çıktığını ve kalp hastalıkları ile birlikte diyabet (şeker hastalığı)<br />
risklerinin daha fazla olduğunu göstermiştir. Aynı zamanda bu durum<br />
çocuğun okul performansını ve eğitim başarısını da olumsuz yönde<br />
etkilemektedir.<br />
26<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013
ÇOCUK SAĞLIĞI<br />
GÜNLÜK YAŞAMDAKİ KAZALAR ÇOCUKLARIN<br />
HAYATINI TEHDİT EDEBİLİYOR<br />
Uz. Dr. Orkun Tolunay - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü<br />
Çevrelerini keşfetme isteği,<br />
öğrenme merakı, büyüklerini<br />
taklit etme özelliği, el ve vücut<br />
maharetleri fazla olan, kazalardan<br />
kendilerini koruyabilecek<br />
gelişimsel beceriye yeterince<br />
sahip olamayan 0-6 yaş<br />
dönemindeki çocuklar, evin içinde<br />
veya bahçe, havuz, garaj gibi<br />
yerlerde çeşitli kazalar yaşayabilir.<br />
Bu kazalar sonucunda çocukların<br />
vücutlarında kalıcı veya geçici<br />
hasarlar oluşabilir. Hatta bazı<br />
kazalar ölümle bile sonuçlanabilir.<br />
Yaşanmış tecrübeler nedeniyle<br />
kazaların yaşanabileceği yerleri<br />
önceden tahmin edilebilen ve<br />
önlemini alan anne ve babalar,<br />
kazaların oluşmasına engel<br />
olabilir.<br />
Çeşitli nedenlerle kaza oluşabilir<br />
Çocukların yaşadığı kazaların büyük çoğunluğu evin içinde veya eve ait bahçe, havuz, garaj gibi yerlerde yaşanmaktadır. Dünyada ve<br />
ülkemizde yapılan araştırmalar sonucunda, 0-6 yaş grubu çocukların yaşadığı ev kazaları arasında; düşme, yanık, zehirlenme, suda<br />
boğulma, yabancı cisim yutma ve evcil hayvanların ısırıkları gelmektedir.<br />
Kazalar oluşmadan önlemi alınmalıdır<br />
Büyüklerin gözetimi altında bile olsa güvenli bir ortam yaratılmadığı takdirde çocukların kaza geçirmeleri kaçınılmaz olabilmektedir.<br />
Kazaların hemen hemen yarısı çocuğun, ebeveynlerinin veya kendisiyle ilgilenenlerin yanındayken gerçekleşmektedir. Kaza meydana<br />
geldikten sonra imkanlar ne kadar iyi olursa olsun bazen yapılabilecek şeylerin sınırlı olduğu da unutulmamalıdır. Bu nedenle ev içerisinde<br />
ve çevresinde alınabilecek basit önlemler, bir yandan kazaların önüne geçerken diğer yandan da kazalara bağlı meydana gelen sakatlık ve<br />
ölümleri engelleyebilir.<br />
Havaların ısınmasıyla ev dışında daha çok vakit geçirecek çocuklarınızın sağlığı için bu uyarıları dikkate alın<br />
• Balkon demirleri çocuğun tırmanabileceği şekilde yatay değil dik olmalı, balkon demirlerinin aralıkları da 10 cm’den geniş, yükseklikleri<br />
ise 120 cm’den aşağı olmamalıdır.<br />
• Çocuğun üzerine çıkabileceği sandalye, sehpa gibi eşyalar balkon ve terasta bırakılmamalıdır.<br />
• Balkon kenarlarında aşağı düşebilecek saksı veya başka nesneler bırakılmamalı, balkon kapısı kapalı ve çocuk tek başınayken<br />
açamayacağı şekilde kilitli ya da sürgülü olmalıdır.<br />
• Yüzme veya süs havuzları, mangallar, bahçede unutulan tarım ve böcek ilaçları, standartlara uymayan oyun alanı-bahçe oyuncaklarının<br />
çocuklar için tehlike yarattığı bilinmelidir.<br />
• Bahçe zehirli bitkilerden arındırılmalıdır.<br />
• Bahçe duvarlarında sivri demirler bulunmamalıdır.<br />
• Oyun yerlerinde bulunan salıncak gibi oyun araçları çocuğa zarar vermeyecek şekilde tasarlanmamalıdır.<br />
• Yüzme havuzunda veya denizde mutlaka bir erişkin eşliğinde yüzmelidir.<br />
• Oyun zemini yumuşak olmalıdır.<br />
• Trafiğin yoğun olduğu sokak ve caddelerde oyun oynanmamalıdır.<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013 27
GENEL SAĞLIK<br />
SAĞLIKSIZ BESLENME KOLON<br />
KANSERİ İÇİN RİSK FAKTÖRÜ MÜ?<br />
Prof. Dr. Abdullah İğci – <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Genel Cerrahi Bölüm Başkanı<br />
Kolon kanseri görülme sıklığı<br />
yaşla birlikte artmaktadır.<br />
Vakaların yaklaşık %95’i 40<br />
yaşın üzerindedir.<br />
40 yaş grubunda risk 100 binde<br />
14 iken, 60 yaşın üzerinde bu<br />
rakam 10 kat artış göstermektedir.<br />
Bir insanın yaşam boyu kolorektal<br />
kansere yakalanma riski % 4’tür.<br />
Ailesinde kanser<br />
olmayanlar da risk altında<br />
Kolon kanserinin % 15’i ailesel veya genetiktir. Bu tip kanserler daha<br />
genç yaşta görülmektedir. % 85 oranında ise ailesinde olmayanlarda<br />
ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle ailesinde kolorektal kanser olmayanlar<br />
da 50 yaşından sonra 5-10 yılda bir kolonoskopi ile takip altında<br />
olmalıdır. Aile bireylerinde kolorektal kanser öyküsü bulunan kişilerin ise<br />
40 yaşından sonra 5-10 yılda bir düzenli olarak kolonoskopi yaptırması<br />
çok önemlidir.<br />
Kolon kanserinde en önemli neden polipler<br />
Kolorektal kanserlerin % 85’i kolonda oluşan poliplerden gelişmektedir.<br />
Ancak poliplerin bazı tipleri dışında hepsinin kansere neden olduğu<br />
söylenemez. Bu nedenle tarama kolonoskopileri ile kolonda polip<br />
görüldüğünde, polipektomi yapılarak kanserleşmeden polip aşamasında tanı<br />
konulması mümkün olmaktadır.<br />
Kolorektal kanserlerin oluşumunda; aşırı yağlı diyetle beslenme, şişmanlık,<br />
sigara ve alkol tüketimi hafif risk faktörleri olarak sıralanmaktadır. Fazla<br />
miktarda kırmızı et tüketimi, daha önce kalın bağırsakta polip tespit edilerek<br />
bu bölgeye müdahale edilmesi ve pelvis bölgesine radyoterapi yapılması da<br />
orta risk grubunda değerlendirilmektedir. İleri yaş, doğum yeri ve coğrafi<br />
bölge, bununla ilişkili beslenme alışkanlıkları kolon kanseri ile ilgili risk<br />
faktörleridir. Kalın bağırsaklarda genetik yaygın poliplerin (familyal polipozis)<br />
olması ve uzun yıllar ülseratif koliti olanlarda da kanser riski yüksektir.<br />
Beslenme alışkanlıklarına dikkat edilmeli<br />
Kolon kanserinin oluşumunda diyetin de çok büyük etkisi vardır. Lifsiz,<br />
posa bırakmayan gıdalar özellikle fast food türü beslenme şekilleri,<br />
kalsiyumdan fakir gıdalar ve hayvansal proteinlerden özellikle kırmızı etle<br />
beslenme, kolon kanserinin oluşmasında önemli nedenlerdir. Kolonda safra<br />
asitlerinin miktarındaki artış da kolon kanseri için risklidir. Bunu nötralize<br />
eden gıda ise kalsiyum ihtiva eden sütlü besinlerdir. Bazı vitaminler kolon<br />
kanserinde koruyucu rol oynamaktadır. Bunlar; A, C, D ve E vitaminleridir.<br />
Kolon kanserinden korunmak ya da hastalığın vücuda verdiği zararı en aza<br />
indirmek için öncelikle bol posalı, kalsiyumlu gıdalarla beslenmek, düzenli<br />
tuvalet alışkanlığı kazanmak, yürüyüş gibi egzersizler yapmak önemlidir.<br />
Riskin arttığı yaşlardan itibaren 5-10 yılda bir kolonoskopi yaptırmak ve<br />
yılda bir kez gaitada gizli kan bakılması gerekmektedir.<br />
Erken tanı için düzenli kontrol önemli<br />
Kolorektal kanserin erken tanısı için bazı belirtileri takip etmek çok<br />
önemlidir. Dışkılama alışkanlığındaki değişiklikler, kabızlık ve ishal, gaitada<br />
incelme kolon kanserinin önemli göstergeleridir. Zaman zaman gaita ile<br />
birlikte kan gelmesi ile kansızlık da mutlaka incelenmesi ve ileri tetkik<br />
yapılması gereken durumlardır. Kolon kanseri ileri evrede bağırsakta<br />
tıkanmalara yol açar. İlerlemiş kolon kanserlerinde; karında ağrı, şişlik,<br />
ele kitle gelmesi, karında sıvı toplanması veya diğer organlara yapışarak<br />
aralarında fistül oluşması görülebilir. Kolon kanserlerinin en çok yayıldığı<br />
organ ise karaciğerdir. Bu nedenle karaciğerin de düzenli takip altında<br />
olması önemlidir.<br />
Öncelikli tedavi cerrahi<br />
Kolon kanserinin tek ve en etkili tedavisi cerrahidir. Cerrahi başarılı bir<br />
şekilde yapılıp, kanserli bölge tam olarak etrafındaki lenflerle ile birlikte<br />
çıkarıldığında, hastanın yaşam süresi ve kalitesi de yükselir. Ameliyatta<br />
kalın bağırsağın kanserli bölgesi çıkarılır ve kalan bağırsak uçları tekrar<br />
birbirlerine dikilerek bağırsağın devamlılığı sağlanır. Son yıllarda bu<br />
ameliyatlar laparoskopik olarak yapılmakta, karın duvarından açılan<br />
deliklerden girilerek, kalın bağırsağın kanserli kısmı çıkarılmakta ve<br />
bağırsak uçları tekrar birbirine dikilmektedir. Ameliyat sonrası bazı hastalar<br />
kemoterapi tedavisi de görmektedir.<br />
28<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013
GENEL SAĞLIK<br />
GIRTLAK KANSERİ SİGARA İÇEN<br />
ERKEKLERİN PEŞİNİ BIRAKMIYOR<br />
Uz. Dr. Özgür Ozan Şeşeoğulları - <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Radyasyon Onkolojisi Bölümü<br />
Toplumda yaklaşık<br />
her 100.000<br />
kişiden birinde<br />
gelişen gırtlak<br />
(larinks) kanseri<br />
çoğunlukla sigara<br />
içen erkeklerde<br />
görülmesine rağmen,<br />
sigara kullanımının<br />
artmasıyla<br />
kadınlarda da sıklıkla<br />
ortaya çıkmaktadır.<br />
Ses kısıklığına dikkat!<br />
Gırtlak kanserinde tedavi seçenekleri açısından erken tanı hayati önem taşımaktadır. Alkol ve sigaranın birlikte kullanımı, gırtlak kanseri riskini daha<br />
da artırmaktadır. Gırtlak kanserinin en önemli belirtisi ses kısıklığı olup, özellikle 2 haftayı geçen ses kısıklığında mutlaka bir kulak burun boğaz<br />
uzmanına muayene olunmalıdır. Boğazda takılma hissi ve yutma güçlüğü, ağrı, öksürük, kanlı balgam, boyunda şişlik gibi belirtiler de görülebilir.<br />
Gırtlak kanserli hastaların %10’unda uzak metastaz (yayılım) mevcuttur. Tüm uzak metastazların %50-80’i akciğerlerdedir ve bu tedavisi daha<br />
güçtür.<br />
Cerrahi müdahale önemli bir seçenektir<br />
Tedavi türü; kanserin gırtlağın neresinde olduğuna, evresine, kişinin yaşına ve genel sağlık durumuna göre belirlenir. Cerrahi ve radyoterapi en<br />
önemli tedavi seçenekleridir. Kemoterapi, bazı evrelerde radyoterapiyle birlikte, ileri evrelerde ise yalnız başına verilmektedir. Cerrahi girişim, gırtlak<br />
kanserinin tedavisinde sık kullanılan ve birçok gırtlak kanserinde etkili tedavi yöntemidir. Hastalığın evresine göre gırtlağın kısmen (parsiyel) ya da<br />
tamamen (total) alınması söz konusu olabilmektedir.<br />
Kontrollü tedavi, başarı şansını artırıyor<br />
Radyoterapi, erken evrelerde tek başına, ileri evrelerde cerrahi girişimden sonra veya kemoterapi ile birlikte verilebilir. Radyoterapi, özellikle erken<br />
evre gırtlak kanserlerinde cerrahi kadar başarı şansına sahip bir tedavi seçeneğidir. Radyoterapinin en önemli avantajı, ses kalitesinin korunmasıdır.<br />
Yüksek enerjili radyasyon ışınları, dışarıdan ortalama 6 hafta boyunca verilir. Lenfnodu (lenf bezesi) yayılımı olan hastalarda radyasyonun kanser<br />
hücreleri üzerindeki etkisini artırmak için radyoterapi sırasında bazı ilaçların da (kemoterapi) verilmesi gerekebilir. Tüm baş-boyun tümörlerinde<br />
olduğu gibi, gırtlak kanserlerinde de dikkatli planlama ve uygun destekli bakım tedavi başarısını artırmaktadır.<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013 29
KALP SAĞLIĞI<br />
KALBİN YAŞI YOKTUR<br />
Prof. Dr. Azmi Özler - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Kalp ve Damar Cerrahisi Bölüm Başkanı<br />
Anne karnında başlayan yaşam<br />
süreci; çocukluk, ergenlik, olgunluk ve<br />
ileri yaş gibi dönemleri kapsamaktadır.<br />
Yaşamın her evresinde olduğu gibi<br />
ileri yaş döneminde de kalp sağlığını<br />
korumak oldukça önemlidir. Geçmişte<br />
yaşanan enfeksiyonlar ve doğal<br />
yıpranma sonucu gelişen damarsal ya<br />
da kapak sorunları, ileri yaş<br />
döneminde kalbi<br />
etkileyebilmektedir.<br />
Gençlik değil, yaşlılık süresi uzadı<br />
Dinamik bir organ olan kalp, vücutta motor görevi üstlenmektedir.<br />
Bu işlevleri esnasında olağanüstü bir şekilde çalışarak günde 10<br />
ton kanı pompalar ve 100 bin kez kasılır, yaklaşık 120 bin kilometre<br />
uzunluğundaki damar ağına hizmet verir. Yapılan araştırmaların<br />
istatiksel sonuçlarına bakıldığında ömrün uzadığı doğrulanmıştır. Bu,<br />
sadece tanı ve tedavi yöntemlerinin gelişmesi ile değil; aynı zamanda<br />
teknolojinin ilerlemesi sayesinde de gerçekleşmiştir. Kısacası gerekçe<br />
ne olursa olsun yaşam süresinin uzadığı doğrudur; ancak dikkat<br />
edilmesi gereken nokta gençliğin değil yaşlılık döneminin uzamış<br />
olmasıdır. Bu nedenle, ileri yaşlarda sağlıklı bir grubun yan sıra;<br />
nörolojik sorunları olan ya da kalp problemleri nedeniyle bakıma<br />
muhtaç ileri yaş grubun da oluşmaktadır.<br />
İleri yaşta kalp damar hastalıkları riski yüksek<br />
Kalp hastalıkları yönünden ileri yaş grubuna bakıldığında, geçmişte<br />
kalp hastalığı olmayan kişilerde bile ileri yaşlarda ciddi kalp damar<br />
(koroner) veya kalp kapak sorunları ortaya çıkabilmektedir. Bunlar,<br />
koroner kalp damarlarında ciddi problemler veya kalp kapaklarında<br />
oluşan ve sıkça rastlanılan aort kapak darlığı şeklinde görülmektedir.<br />
İleri yaş grubunda kalp hastalıklarında tedavi sürecini ciddi etkileyen<br />
iki durum önem kazanmaktadır. Bunlardan ilki, kalp rahatsızlığının<br />
ciddi yaşamsal tehdit oluşturup oluşturmadığı, ikincisi ise; yaşam<br />
kalitesinin bozulup bozulmadığıdır.<br />
Kardiyolog ve cerrahın ortak kararı gerekli<br />
Tanı yöntemleri sonucunda ciddi yaşamsal tehdit oluşturan koroner<br />
damar hastalıklarında, kardiyoloji ve kalp damar cerrahisi uzmanının<br />
birlikte değerlendirme yapmaları gerekmektedir. Hastanın durumuna<br />
göre öncelikle ilk tedavi olarak kardiyolojik girişimsel yöntemler<br />
(balon stent uygulamaları) tercih edilmesi doğru olacaktır. Kardiyolojik<br />
girişimlerle sorunun çözümlenemediği durumda ise cerrahi girişim<br />
kararı alınmaktadır. Kalp kapak problemlerinde durum biraz daha<br />
değişken olabilmektedir. Daha önceden geçirilmiş kalp kapak<br />
rahatsızlıklarının ilerlemesi ya da ileri yaşlarda görülen kireçlenmeler<br />
sonucu oluşan kalp kapak darlıklarında, ilaçla tedavi şansı çok az<br />
olduğu için iyi bir değerlendirme yapılmalıdır. Özellikle aort kapağı<br />
kireçlenmelerinde ameliyat olabilecek olgulara cerrahi girişim şansı<br />
verilmelidir.<br />
30<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013<br />
KOAH hastalığı, ileri böbrek yetmezliği, beyne giden damarlarda ciddi darlık<br />
görüldüğü durumlarda, ya da ikinci- üçüncü kez kalp ameliyatı geçirmiş ve<br />
ameliyat riskinin çok yüksek olduğu kişilerde ise; hastaya “TAVI” denilen<br />
ameliyatsız yöntem ile kalp kapağı değişimi yapılabilmektedir.<br />
Mitral kapak yetmezliği ileri yaşlarda sıkça görülebilir<br />
Mitral kalp kapağı yetmezliği problemi ileri yaş grubunda sıkça<br />
görülebilmektedir. Bu daha önceden bilinen mitral kapak yetmezliğinin<br />
ilerlemesine bağlı olabileceği gibi; kalp adalesindeki pompa yani kasılma<br />
gücünün azalmasına veya geçirilmiş kalp krizleri sonucunda kalp<br />
adalesinin hasarına bağlı olarak da oluşabilmektedir. Bu tip olgularda<br />
kardiyolog ve kalp damar cerrahı, belirlenen tedavi yöntemini işbirliği<br />
içinde sürdürmektedir. Uygun olgularda cerrahi girişim veya ameliyatsız<br />
yöntemlerle mitral kapak girişimleriyle, hasta sağlığına kavuşabilmektedir.<br />
Hasta, aile ve hekim işbirliği şart<br />
Hangi hastanın ne kadar yaşayacağına doktorların karar verebilmesi<br />
mümkün değildir. Doktorların görevi, yaşamı tehdit eden veya yaşamın<br />
kalitesini bozan bir kalp hastalığı karşısında hastaya en uygun tedavi<br />
yöntemini sunmak ve uygulamaktır. Yapılması gereken; hasta, aile ve<br />
doktor üçgeninde konuyu kapsamlı bir şekilde tartışarak çözüm yoluna<br />
gitmektir.
KALP SAĞLIĞI<br />
BAYILMA KALP HASTALIKLARINA<br />
İŞARET EDEBİLİR<br />
Uz. Dr. Güçlü Dönmez- <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Kardiyoloji Bölümü<br />
Tekrarlayan bayılma ve baygınlık dikkate alınmalı<br />
Çok aç kalma, aşırı korkma, fiziki acılar, sinirlenme anı ya da aşırı<br />
sıcaklarda görülen, belki de birçok insanın yaşadığı bayılma ciddi<br />
hastalıklara işaret edebilmektedir. Net bir sebep olmadan yaşanan ve<br />
tekrarlayan bayılmalar ya da baygınlık halinin üzerinde hassasiyetle<br />
durulması gerekmektedir. Bu bayılmaların kalp hastalıklarına işaret<br />
edebilecek bir bulgu olduğu unutulmamalıdır.<br />
Bayılmada bilinç kaybı olur<br />
Bayılma, tam bir bilinç kaybı ile birlikte vücudun normal pozisyonunu<br />
koruyamayıp pelte gibi kalması veya yere yığılmasını ifade eder.<br />
Baygınlık halinde ise; bilinç kaybı tam yaşanmaz, çevrede olup bitenlerin<br />
farkında olunulur; ancak güçsüzlük, yorgunluk ve halsizlik durumları<br />
sebebi ile bunlara yeterli yanıt verilemez. Bu baygınlık sırasında yere<br />
düşme de yaşanabilir.<br />
Kısa süreli bilinç kaybı olan bayılmalar<br />
Epilepsi hastalığı faktörü dışarıda bırakıldığında özellikle psikolojik<br />
etki altında olan kısa süreli geçici bilinç kaybı olarak tanımlanan<br />
bayılma durumlarına “senkop” denilmektedir. Senkop, önceden uyarı<br />
vermeyecek kadar hızlı gerçekleşen, kısa süreli, tam ve ani iyileşme ile<br />
düzelen beynin kısa süreli global beslenme-kanlanma bozukluğudur.<br />
Sıcak hava ve susuzluk senkop sebebi olabilir<br />
Bayılmaya, kan dolaşımını yöneten mekanizmaların bir takım<br />
tetikleyiciler nedeniyle geçici olarak iş yapmaması, aşırı duyarlı<br />
olması durumlarında reflekslerle beyne kan akımının azalması neden<br />
olabilmektedir. Örneğin; tuvalet yaparken ıkınma refleksi ile oluşan<br />
ya da sıkı yakalı gömleğin boyun ve şah damarlarına yaptığı basıda<br />
yaşanabilecek bayılmalar buna örnek gösterilebilir. Bir diğer sebep<br />
kan hacminde genel ya da kısa süreli azalmaya bağlı, kanın kalbe,<br />
dolayısıyla beyne kısa süreli az ya da düşük basınçta gitmesi yer<br />
almaktadır. Gençlerde ve yaşlılarda, özellikle tansiyon ilacı kullananlarda<br />
sık izlenen, yatılan ya da oturulan yerden ayağa aniden kalkma sonrası<br />
izlenen baş dönmesi, sendeleme ve çok ileri durumlarda bilinç kaybı<br />
durumudur. Sıcak havalarda, susuz kalındığında, uzun süre ayakta<br />
kalındığında ve bacaklarda varis varlığında senkop, daha belirgin ve<br />
daha şiddetli yaşanabilir. Son olarak da kalbe ait ciddi rahatsızlıklar<br />
bayılmalara sebep olabilmektedir. Bu hastalıklar; kalp kapağı<br />
hastalıkları, kalp içinde yer işgal eden kitleler ve ritim bozuklukları<br />
olabilmektedir.<br />
Kalbe ait ciddi rahatsızlıklar varsa…<br />
Bayılma şikayeti olan kişide kalbe ait ciddi rahatsızlıkların da olması<br />
önem taşımaktadır; Çünkü yaşam süresini kısaltma potansiyeli olan<br />
hastalıklar bu grupta bulunmaktadır. Bayılma sırasında çarpıntı varlığı,<br />
EKG bozukluğu ya da kalpte yapısal bozukluğun izleniyor olması, ailede<br />
ani ölümün varlığı ve bayılma şikayetinin fiziksel zorlanma sırasında<br />
mı istirahatte mi olduğu bayılmanın riskinin belirlenmesinde yardımcı<br />
olacaktır.<br />
Ritim bozukluğu bayılmalara sebep olabilir<br />
EKG, ekokardiyografi, “eğilebilir masa” testi, EKG holter incelemesi<br />
ve bazen koroner anjiyografi ya da elektrofizyolojik çalışma sebebin<br />
bulunmasında yardımcı olabilecek testlerdir. Özellikle senkopa<br />
en çok neden olan ve en tehlikeli sebebi oluşturan aritmi teşhisi<br />
konulursa; ilaç tedavisi, kalp pili ya da şok cihazı uygulamaları,<br />
ablasyon gibi tedavi yöntemleri ile yaşam süresinin uzun ve sağlıklı<br />
olması sağlanabilmektedir. Bayılma, baygınlık halinin hasta ve doktor<br />
tarafından iyi araştırılarak senkop bayılmanın kan şekeri düşüklüğü,<br />
epilepsi, ortopedik kökenli düşüşler ve psikoloji kökenli nörotik<br />
nöbetlerden doğru bir şekilde ayırt edilmesi gerekmektedir.<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013<br />
31
KADIN SAĞLIĞI<br />
ÇALIŞAN ANNE ADAYLARININ<br />
DİKKAT ETMESİ GEREKENLER<br />
Doç. Dr. Tolga Ergin - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü<br />
Hamilelik, iş yaşantınızı biraz zorlaştıracak gibi<br />
görünse de alacağınız önlemler ile bu süreci daha<br />
rahat bir şekilde geçirmeniz mümkün. Bebek<br />
bekliyorsanız ve henüz işinize ara vermediyseniz<br />
sağlıklı bir hamilelik dönemi geçirmek için beslenme,<br />
giyim gibi konulara mutlaka dikkat etmelisiniz.<br />
Beslenme alışkanlıklarınızı gözden geçirin<br />
Sağlıklı ve kaliteli bir gebelik dönemi geçirmek için özellikle<br />
çalışan anne adayları beslenme alışkanlıklarını tekrar gözden<br />
geçirmelidirler. Temel besin maddeleri olan et, yumurta, kuru<br />
baklagiller, süt ve süt ürünleri, sebze-meyve, tahıl, yağ ve şekerden<br />
yeterince ve düzenli olarak alınmalıdır. Şeker ve yağ miktarı<br />
yüksek gıdalar besleyici özellikleri düşük ve kalorileri çok yüksek<br />
yiyeceklerdir bunun için sınırlı ölçüde tüketilmeleri gerekir. Özellikle<br />
bu tip gıdalar dinlenme molalarında sınırlı olması kaydı ile iş<br />
ortamlarında faydalı olabilir. Sınırlı olmak kaydı ile fındık, ceviz gibi<br />
kuruyemişler de yüksek kalorili olmamaları ve antioksidan etkileri<br />
nedeni ile iş ortamında rahatlıkla tüketilebilir.<br />
3 ana 3 ara öğün sistemi uygundur<br />
Normal bir kadının beslenmesine 20 gr protein, 15-20 mg<br />
demir ve 500 mg kalsiyum eklenerek anne adaylarının programı<br />
düzenlenebilir. Günlük öğün sayısı 3 ana 3 ara olmak üzere en<br />
az 6’ya çıkarılmalıdır. Azar azar ve sık sık yemek en doğrusu<br />
olacaktır. Sıvı gıdaları ve özellikle suyu gebelik öncesine nazaran<br />
daha fazla tüketmek gereklidir (en azından 2 litre/gün). Kahve ve<br />
çayın da günde 2 fincandan fazla tüketilmemesi önerilmektedir.<br />
Ara öğünlerde lifli-kepekli besinler sindirim sistemi için çok faydalı<br />
olacaktır. Ara öğünlerinizde havuç, elma gibi meyve ve sebzeler<br />
rahatlıkla tüketilebilir. Doğal meyve suları da başka bir alternatif<br />
olabilir. Yine bu ara öğünler için süt, süt ürünleri ve sütlü tatlılar da<br />
rahatlıkla tüketilebilir.<br />
Kıyafetlerinizde değişiklik yapmanız gerekebilir<br />
Gebeliğin ikinci üç ayından itibaren anne adayları giyimlerinde<br />
bazı değişiklikler yapmaya başlamalıdır. İş ve günlük hayatlarında<br />
vücuda oturmayan, rahat hareket etmelerini sağlayacak hafif, bol<br />
kıyafetler tercih etmelidirler. Özellikle terlemeyi artıran sentetik<br />
kumaşlar yerine, daha sağlıklı olan pamuklu kumaşlar tercih<br />
edilmelidir. Özellikle iç çamaşırları için de buna dikkat edilmelidir.<br />
Bu dönemde ayakkabı seçimi de oldukça önem taşır. Topuksuz<br />
veya yüksek topuklu ayakkabılar sıklıkla bel ağrılarına sebep<br />
olabileceğinden, alçak topuklu ayakkabılar anne adayının rahatı için<br />
daha doğru olacaktır.<br />
32<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013
KADIN SAĞLIĞI<br />
Çalışma ortamınız<br />
Anne adayının çalışma ortamının aydınlık, iyi havalandırılan bir<br />
ortam olması çok önemlidir. Direkt klimaya maruz kalmayan<br />
rahat koltuk ve dirseklerin 90 derecede durabileceği yükseklikteki<br />
masalar olmalıdır. Uzun süre dinlenmeden çalışmak, kaslarda<br />
ağrı ve özellikle dolaşımda bazı problemlere yol açabilir. Verilecek<br />
molalar ve basit kol, bacak, boyun hareketleri yararlı olacaktır.<br />
Bilgisayardan uzak durmalı mıyım?<br />
Tüm elektrikli cihazların elektromanyetik alan yarattıkları<br />
bilinmektedir. Ancak bunların herhangi bir kötü etkisi olduğu<br />
gösterilmemiştir. Özellikle bilgisayar monitörlerinin çok düşük<br />
frekanslı elektromanyetik dalgalar yaydığı ve bu dalgalarında<br />
normal bir evde maruz kalınandan fazla olmadığı da<br />
gösterilmiştir. Fakat yine de monitörden 50 cm uzakta çalışmak<br />
ya da günlük yaşantıda karşılaşılan manyetik geçişlerde güvenlik<br />
görevlilerine hamilelik bilgisi verilerek o alandan geçilmemesi<br />
şeklinde önlem alınabilir<br />
Mola vermek stresi uzaklaştırır<br />
Gün içerisinde 2 saatte bir yapılacak 10-15 dakikalık molalarda<br />
biraz dolaşmak, başka işlerle ilgilenmek, rahatlatıcı bir şeyler<br />
içmek ve mekan değişiklikleri yapmak faydalı olabilir. Ayrıca<br />
çalışma ortamında hoş bir müziğin olması da rahatlatlatıcıdır.<br />
Eve geldiğinizde kendinizi ertesi gün için<br />
dinlendirin<br />
Çalışan hamileler eve geldiklerinde, günün yorgunluğunu atacak<br />
ve kendilerini ertesi iş gününe hazırlayacak şekilde dinlenmelidir.<br />
Günün önemli bir kısmını ayakta geçiren hamileler, evde<br />
ayaklarını ve bacaklarını yükseğe kaldırarak dinlenmelidir. İş<br />
sonrası veya evde basit yürüyüş veya temel egzersiz hareketleri<br />
ile toplardamarlardaki kan akışını düzenleyecek hareketler<br />
yapmaları önerilmektedir. Haftada 2-3 kez yapılan yüzme, her<br />
gün en az 20 dakikalık tempolu yürüyüşler ya da önerilen germe<br />
ve gevşeme egzersizleri hem anne adayının kendisini daha iyi<br />
hissetmesini sağlar hem de doğuma iyi bir hazırlık olmaktadır.<br />
Gece yatmadan yapılan ılık bir duş genel bir rahatlama<br />
sağlayarak, düzenli bir uykuya geçişi sağlamada yardımcı<br />
olacaktır.<br />
Kimlerin çalışması sakıncalı?<br />
• Vajinal kanaması olan gebeler,<br />
• Hipertansiyonu olanlar,<br />
• Erken doğum riski olanlar,<br />
• Bebekte gelişme geriliği olan vakalar,<br />
• Servikal yetmezliği olan gebeler,<br />
• Bazı çoğul gebelikler ve amniyon mayiinin çok fazla olduğu<br />
durumlar,<br />
• Geçmişinde ikiden çok erken doğum bulunan vakalar.<br />
Doktorunuzun önerisine kulak verin<br />
Efor sarf etmeyi gerektirmeyecek işlerde çalışan anne adayları<br />
gebeliklerinin son haftalarına kadar rahatlıkla çalışabilirler. Ek bir<br />
efor sarf etmeyi gerektirecek bir işte çalışanlar ise gebeliklerinde<br />
var olan riskler göz önüne alınarak (erken doğum, hipertansiyon,<br />
çoğul gebelikler vb.) hekimlerinin önerileri doğrultusunda<br />
çalışma zamanlarını ve şekillerini gözden geçirmelidir.<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013 33
KADIN SAĞLIĞI<br />
POLİKİSTİK OVER SENDROMU HER<br />
10 KADINDAN BİRİNDE GÖRÜLÜYOR<br />
Doç. Dr. Gökhan Özışık - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong>/ Etiler Tıp Merkezi Endokrinoloji Bölümü<br />
Doğurganlık çağındaki kadınlarda en sık görülen endokrin bozukluklardan biri olan<br />
“polikistik over sendromu”; adet düzensizliği, tüylenme, sivilcelenme, saçlarda seyrelme<br />
ve kilo verememe gibi birçok belirti ile kendini gösterir. Düzensiz hormon üretimine bağlı<br />
olarak ortaya çıkan bu hastalık, her 10 kadından birinde görülebilmektedir.<br />
Regl düzeni 21 günden az, 36 günden fazla ise<br />
Sağlıklı kadınların çoğunda iki adet dönemi arasında geçen gün<br />
sayısı hafif farklılık gösterebilir; ancak 21 günden az veya 36 günden<br />
fazla ise “düzensiz adet görme” olarak kabul edilir. Ergenliğe girişle<br />
birlikte ilk 3 yıl adet düzensizliği normal kabul edilebilir; ancak<br />
tüylenme ve aşırı kilo alma da varsa bu süreyi beklemeden mutlaka<br />
bir hekime danışılmalıdır.<br />
Hormonal denge bozulursa…<br />
Polikistik yumurtalık sendromu üreme çağında yani 15-45 yaş<br />
arasındaki kadınların %5-10’unda görülen ve genetik kökenli olduğu<br />
düşünülen bir hastalıktır. Her hastada farklı belirtiler gösterebilir.<br />
Özellikle hafif formları kolayca gözden kaçabilir. Her ne kadar<br />
tanımında “yumurtalıklarda birçok kist” vurgusu olsa da, hastaların<br />
%30’unun ultrasonunda hiç kist görülmeyebilir. Bu polikistlerin<br />
kaynağı ise beyinden yumurtalıkların çalışmasını kontrol eden<br />
merkez ile yumurtalık hücreleri arasında hormonlar aracılığı ile<br />
kurulan iletişimin bozulması ve bu sinyal karmaşasının “folikül” adı<br />
verilen ve yumurta adayını içeren özel yapıların her ay beklenenden<br />
daha fazla sayıda ortaya çıkmasıdır. Yumurtalıklar üzerindeki<br />
hormonal kontrolün kaybolması ise aşırı erkeklik hormonu ve insülin<br />
üretimine yol açar. Bunlar da ciltte yağlanma, sivilce, tüylenme,<br />
insülin direnci, kilo alma (bazen de kilo problemi olmadan şeker<br />
düşmesi atakları), karaciğerde yağlanma ve kolesterol yüksekliğine<br />
neden olur.<br />
İlaç, egzersiz ve doğru beslenme ile tedavi<br />
Detaylı sorgulama ve hormon ölçümleri ile tanının bir an önce<br />
konulması, ileriki yıllarda doğabilecek metabolik bozuklukları<br />
önlemeye yardımcıdır. Tedavinin başarısındaki en önemli iki faktör,<br />
hasta ve yakınlarını doğru bilgilerle yönlendirerek doğru ilaçların<br />
kullanımının sağlanmasıdır. Doğum kontrol hapları 35 yaşın altındaki,<br />
sigara içmeyen ve henüz gebelik beklentisi olmayan hastalar için en<br />
uygun seçenektir. Bu ilaçlar aşırı uyarılan yumurtalıklara bir müddet<br />
dinlenme fırsatı vereceğinden çoğu hastada yüz güldürücü sonuçlar<br />
elde edilmesini sağlamaktadır. Tıbbi duruma göre uygun bir diyet<br />
ve egzersiz programı da kişiye önerilir. Bununla birlikte insülin<br />
direncini kıran ve erkeklik hormonunun etkisini bloke eden ilaçlar<br />
da verilebilmektedir. Omega-3 yağ asitlerinden zengin beslenmek<br />
(balık, tereyağı, yumurta, ceviz gibi) veya hekim tavsiyesi ile<br />
bunları içeren besin destekleri almak da düzensiz hormon üretiminin<br />
normale dönmesine yardımcı olabilmektedir.<br />
Şikayetlere yönelik tedavi seçenekleri uygulanıyor<br />
Belirtilerin sayı ve şiddeti, her hastada farklı olabilmektedir.<br />
Kimi hasta sadece geçmeyen sivilceler, ense, koltukaltı, kasık<br />
cildinde koyulaşma (hafif kadifemsi bir görünüm) gibi şikayetler<br />
ile dermatoloğa gitmektedir. Hastalardan bazıları kilo verememe<br />
ve tüylenme şikayetleri ile endokrinoloğa, bazıları da hiç adet<br />
göremediği ya da adetleri düzensiz olduğu için jinekoloğa<br />
başvurabilmektedir.<br />
Bebek sahibi olmayı zorlaştırabilir<br />
Adet düzensizliği yumurtlamanın hiç olmaması veya zamanlamasının<br />
bozulmasından kaynaklanır; dolayısıyla hamile kalmayı<br />
güçleştirebilmektedir. Polikistik yumurtalık hastalığı, kalıcı bir kısırlık<br />
nedeni değildir; ancak gebe kalmakta zorlanmanın en sık nedenidir.<br />
Gebe kalmakta hiç sıkıntı çekmeyen hastalar olabileceği<br />
gibi, hamileliğin bu hastalığın düzelmesine katkısı olacağı<br />
düşünüldüğünden gebelik planının geciktirilmemesi hekimlerce<br />
önerilmektedir.<br />
34<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013
KADIN SAĞLIĞI<br />
MENOPOZ SONRASI KANAMALAR KANSER<br />
HABERCİSİ OLABİLİR<br />
Prof. Dr. Serdar Serin - <strong>Memorial</strong> Kayseri <strong>Hastanesi</strong> Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü<br />
Kadınlarda adet dönemi haricindeki<br />
tüm kanamalar endişe yaratmaktadır.<br />
Özellikle menopoz başladıktan<br />
sonra ortaya çıkan kanamalarda<br />
bu kaygı daha da artarken, zaman<br />
zaman da yerini kanser korkusuna<br />
bırakabilmektedir.<br />
Bu kanamaların yüzde 80’e yakını<br />
önemli bir sorun oluşturmazken,<br />
yaklaşık yüzde 20’sinde gerçekten<br />
bir kanserle karşılaşma ihtimali<br />
bulunmaktadır.<br />
Kanama; makat (rektal), idrar<br />
torbası (mesane) ve vajinal yoldan<br />
olabilir. Öncelikle bunun nereden<br />
kaynaklandığının anlaşılması<br />
önemlidir. Basit bir vajinal tampon<br />
yerleştirmekle vajinal kanama<br />
anlaşılabilir.<br />
Vajinal kanamanın nedenleri araştırılmalı<br />
Kadınlarda menopoz dönemi kanamalarının pek çok nedeni vardır. En sık neden, menopoza bağlı olarak gelişen ve “atrofi” denilen<br />
endometriyal (rahmin iç kısmı) ve vajinal dokulardaki incelmeye bağlı olan kanamalardır.<br />
Sık rastlanan ikinci bir neden ise; kullanılan hormon tedavileridir. Hatta bazı kaynaklarda hormon replasman (Hormon yerine<br />
koyma) tedavilerine bağlı kanamalar birinci sırada yer almaktadır.<br />
Diğer nedenler ise; rahimden kaynaklanan polip, miyom, adenomiyosis gibi bazı iyi huylu urlar, rahim ağzındaki polipler, pelvik<br />
enfeksiyonlardır. Ayrıca vajinal mantar veya basit bir vajinal enfeksiyonda da kanama görülebilir. Yüzde 20 civarında hastada,<br />
menopoz sonrası kanamanın nedeni, rahimden veya rahim ağzından kaynaklanan bir kanser olabilir.<br />
Zaman kaybetmeksizin kadın hastalıkları ve doğum uzmanına başvurulmalı<br />
Menopoz sonrası kanaması olan hastanın mutlaka bir kadın hastalıkları ve doğum uzmanına başvurması gerekir. Hastanın hikayesi<br />
alınıp, muayenesi yapıldıktan sonra, genellikle ultrasonografi uygulanır. Yapılan bu işlemlerden sonra büyük ölçüde olası nedenler<br />
düşünülmektedir. Daha sonrasında yapılacak biyopsiler özellikle kanser düşünülen hastalarda tanı için gerekmektedir.<br />
Histeroskopi ile tanı kolayca konuyor<br />
Günümüz şartlarında uygulanabilen histeroskopi (optik bir aletle rahim içinin incelenmesi) işlemi ile tanı oldukça kolaydır. Bu<br />
işlemle rahmin içinden kaynaklanan miyom, polip gibi iyi huylu oluşumların aynı seansta tedavileri mümkün olabilmektedir. Kanser<br />
tanısı alan hastaların tedavilerinin bu konuyla ilgili uzmanlarca yapılması son derece önemlidir.<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013 35
ÇOCUK SAĞLIĞI<br />
SİNDİRİM SİSTEMİ KUSURLARIYLA DOĞAN<br />
BEBEKLERİN YAŞAMA ŞANSI GÜN GEÇTİKÇE ARTIYOR<br />
Doç. Dr. Kemal Çiğdem- <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Çocuk Cerrahisi Bölümü<br />
Sindirim sistemine ait doğumsal kusurların büyük çoğunluğu gebelik sırasında<br />
yapılan ultrasonografilerle ortaya çıkmaktadır. Buna işaret eden en önemli<br />
bulgulardan biri, amniyon sıvısındaki artıştır. Tıbbi imkanların gelişmesiyle<br />
birlikte sindirim sistemi kusuruyla doğan bebeklerin yaşama şansı da gün<br />
geçtikçe artmaktadır.<br />
Tükürüğünü yutamayan bebeklere dikkat!<br />
Bebeklerde yemek borusu tıkanıklıkları, ortalama 2500-3000’de bir görülen doğumsal kusurlardır. Anneye gebelik döneminde yapılan<br />
ultrasonografide, bebeğin mide cebinin görülememesi ve amniyon sıvısının artması bu hastalıktan şüphelenmek için yeterli bir nedendir.<br />
Kesin tanı; bebek doğduktan sonra yapılan incelemelerle ortaya çıkmaktadır. Bu bebeklerin, yemek boruları tıkalı olduğundan tükürüklerini<br />
yutamazlar ve bu nedenle ağızlarından sürekli tükürük gelir. Beslenmeye başladıktan sonra kusma, morarma, öksürük ve solunum sıkıntısı<br />
başlar. Bu belirtiler nedeniyle, ek bir kusurun olması ihtimali üzerine bebekte ayrıntılı bir araştırma yapılması gerekmektedir. Geçmiş<br />
dönemlerde daha tanı konamadan bebeklerin tamamı kaybedilmekteydi. Günümüzde ise doğum sonrası bebekte yapılan incelemelerde tek<br />
sorun olarak yemek borusu tıkanıklığı bulunduğunda, gerekli ön tedavileri takiben yapılan ameliyatlarla bu bebeklerin büyük çoğunluğu<br />
sağlığına kavuşup yaşamlarını sorunsuz bir şekilde sürdürebilmektedir.<br />
36<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013
ÇOCUK SAĞLIĞI<br />
Cerrahi müdahale ile yaşamlarına<br />
devam edebiliyorlar<br />
Mide çıkışındaki doğuştan olan tıkanıklıklar<br />
kısmi veya tam olabilir ve doğum öncesinde<br />
hastalığın tanısı zordur. Ancak doğduktan<br />
sonra tanılarının konulması kolaydır. Bu<br />
bebekler, yaşamlarının ilk gününden itibaren<br />
kusmaya başlarlar. Özellikle ilk beslenmeden<br />
sonra bebeğin kusmaya başlaması hastalık<br />
için uyarı niteliği taşımaktadır Bu durumda<br />
mide çıkışındaki, doğuştan olan tıkanıklar<br />
nedeniyle ameliyat edilen bebeklerin yaşama<br />
şansı çok yüksektir.<br />
Kesin tanı bebek doğduktan<br />
sonra konur<br />
Duodenal tıkanıklık, mideden sonraki<br />
bölüm olan onikiparmak bağırsağının bir<br />
kısmının tıkanması olarak tanımlanabilir.<br />
Bu doğumsal kusur, ortalama 5000-<br />
10000’de bir görülmektedir, yani ender<br />
olarak gözlenen bir kusurdur. Başta down<br />
sendromu olmak üzere çeşitli kromozom<br />
kusurlarının oluşturduğu sendromların bir<br />
parçası olarak ortaya çıkmaktadır. Gebeliğin ikinci yarısından<br />
sonra yapılan ultrasonografide şişkin bir mide cebinin<br />
yanında ek bir cebin daha görülmesiyle hastalıktan şüphe<br />
duyulmalıdır. Bu durumlarda genellikle amniyos sıvısının da<br />
arttığı gözlenmektedir. Kesin tanı bebek doğduktan sonra<br />
yapılan incelemeler sonucu konulur. Onikiparmak, bağırsağının<br />
tıkalı olduğu bebekler, beslenmede sıkıntı yaşar ve genellikle<br />
doğduktan sonraki ilk 24 saat içerisinde kusmaya başlarlar.<br />
Zamanında doğan, kromozomları normal olan ve ek bir<br />
doğumsal kusuru olmayan bebeklerde gerekli ön hazırlıkları<br />
takiben yapılan düzeltici ameliyatlar çok başarılıdır.<br />
Beslenmede sıkıntı ve kusma en önemli belirtidir<br />
Onikiparmak bağırsağından sonraki kısımlar sırasıyla ince ve<br />
kalın bağırsak olarak devam eder. İnce bağırsağın herhangi<br />
bir yerinde doğuştan tıkanıklık olabilir. Bu hastalığın görülme<br />
ihtimali de 1/1000’dir. Gebeliğin ikinci yarısında yapılan<br />
ultrasonografide genişlemiş bağırsakların görülmesi ve amniyos<br />
sıvısının artmasıyla hastalıktan şüphe edilir. Bebekler, doğumdan<br />
sonra tıpkı diğer sindirim sistemi tıkanıklıklarında olduğu gibi<br />
beslenmede sıkıntı yaşar ve kusmaya başlar, ki bu en önemli<br />
belirtidir. Ek olarak ince bağırsağı tıkalı olan bebekler gaita da<br />
çıkaramayabilirler. Gerekli ön hazırlık ve tedavilerin ardından<br />
yapılan ameliyatla bu bebeklerin büyük çoğunluğu yaşamlarını<br />
sorunsuz bir şekilde sürdürmektedirler.<br />
2500-5000 bebekten 1’inin anüsü kapalı<br />
Tüm dünya genelinde yaklaşık olarak 2500-5000 bebekten birisi<br />
anüsü kapalı olarak doğmaktadır. Ülkemizdeki doğum hızına<br />
bağlı olarak her yıl tüm canlı doğan bebeklerin 200 ila 300<br />
kadarı anüsü kapalı olarak doğmaktadır.<br />
Önceki yıllarda bu bebeklerin çoğu kaybedilmekteydi.<br />
Günümüzde ise tıbbın da ilerlemesiyle bu bebeklerin çoğunun<br />
yaşama şansı artmaktadır. Anüs kapalılığının tedavisinde, ek<br />
problemin olup olmaması ve hastalığın tipine göre yapılan tek<br />
veya aşamalı ameliyatlarla tedavi sağlanmaktadır.<br />
Erken tanı ve uygun şartlar hayati önem taşıyor<br />
“Omfalosel”, erken gebelik döneminde bebeğin gelişiminin<br />
normal bir parçası olarak yer darlığı nedeniyle kordon içine göç<br />
eden bağırsakların yer açıldığında karın içine geri dönmemesi,<br />
“gastroşizis” ise bağırsakların genellikle karnın sağında yer<br />
alan bir açıklıktan vücut dışına çıkmasıdır. Böylece her iki<br />
durumda da bağırsaklar karın içinde değil, dışarıda yer alırlar.<br />
Omfaloselinin, gastroşizisten farkı, bağırsakların üzerinin<br />
karın içi zarı ile örtülü olmasıdır. Amniyos sıvısı içinde yüzen<br />
bağırsakların görülmesiyle tanı konur. Çoğu zaman anne<br />
adayının kanında “alfa feto protein” ölçümü de yüksek bulunur.<br />
Omfalosel %50 oranında kromozom kusurlarıyla beraber ortaya<br />
çıktığından amniyosentez veya kordosentez ile kromozom<br />
incelemesi yapılmalıdır. Bebek doğduktan sonra uygun şartlar<br />
altında ameliyat gerçekleşmesiyle başarı sağlanabilir.<br />
Sindirim sisteminin doğuştan olan sorunlarında başarının<br />
önemli bir parçası, erken tanı ve uygun şartlarda ameliyat<br />
gerçekleştirilmesidir. Doğum öncesi, sindirim sistemi<br />
probleminden şüphelenilmesi halinde, doğumun mutlaka<br />
çocuk cerrahisi ve yenidoğan yoğun bakım ünitesinin olduğu<br />
bir merkezde yapılması sağlanmalıdır. Böylece bebeğin uygun<br />
bir merkezde doğumunun gerçekleşmesiyle ortaya çıkabilecek<br />
sorunların da önüne geçilmiş olur.<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013 37
GENEL SAĞLIK<br />
BAŞ AĞRISINDAN KURTULMAK İÇİN<br />
YAŞAM TARZINIZI DEĞİŞTİRİN<br />
Prof. Dr. Macit Selekler – <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Baş Ağrısı Merkezi<br />
Baş ağrısı, iç ve dış dünyanızda bazı şeylerin yolunda gitmediğini ifade eden önemli bir alarmdır.<br />
Kişinin günlük aktivitelerini yapmasını engelleyen ve onu sosyal yaşamdan soyutlayabilen bu<br />
ağrılarda doğru tedavi, sorunun kaynağına inilmesi ile mümkündür.<br />
5 hastadan 4’ü migren sorunu yaşıyor<br />
Dünya Sağlık Örgütü’nün 2011 raporuna göre; baş ağrısı<br />
nedeniyle doktora başvuran hastaların %30’u migren, %35’i<br />
gerilim tipi baş ağrısı, %12’si ise migren ve gerilim tipi baş<br />
ağrısından şikayetçidir. %6 oranında aşırı ilaç kullanımı nedeni<br />
ile baş ağrısı görülmektedir. Bunların çoğunun kökeninde<br />
migren yatmaktadır. Baş ağrısı yakınması ile doktora giden<br />
her 5 hastadan 4’ünün migren ve gerilim tipi baş ağrısından<br />
şikayetçi olduğu görülmektedir.<br />
Işık, ses ve kokular hayatınızı çekilmez kılabilir<br />
Migren, gerilim tipi baş ağrısına göre daha ciddi bir tablodur.<br />
Gerilim tipi baş ağrısı, hafif veya orta derecede; migren ise<br />
orta veya şiddetli derecede bir baş ağrısıdır. Kişinin günlük<br />
işlerini yerine getirmesini engeller. Ayrıca migrene; ışık, ses<br />
ve kokulardan rahatsızlık ile bulantı ve kusma eşlik edebilir.<br />
Gerilim tipi baş ağrısı;düşük dozda basit ağrı kesicilere<br />
daha iyi cevap verir. Migren ve gerilim tipi baş ağrısının<br />
tetikleyicileri birbirine yakınlık gösterir. Son yıllarda gerilim<br />
tipi baş ağrısı ve migrenin kökende aynı olduğu, bu ağrının<br />
migrenin daha hafif bir formu olduğu düşünülmektedir.<br />
Tedaviden önce korunma önemlidir<br />
Baş ağrılarının yaşamı olumsuz etkilememesi için önce ağrı<br />
tiplerini tanımak gerekir. İlk adım, tedaviden önce korunmadır.<br />
Migren ve gerilim tipi baş ağrısı, kısaca kişi kendini ruhsal<br />
ve fiziksel olarak hırpaladığında ortaya çıkar. Her insanın<br />
tetikleyicileri farklılıklar göstermekle beraber temelde benzer<br />
özellikler gösterir.<br />
38<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013<br />
Baş ağrılardan kurtulmak için…<br />
• Düzenli uyku: Her gün belirli zamanlarda uyuyup uyanmalısınız. Hafta<br />
sonları çok fazla, hafta içi ise çok az uyumak sakıncalıdır. Çoğu erişkin için<br />
gece ihtiyaç duyduğu uyku süresi yaklaşık 6-8 saattir. Uykudan baş ağrısı ile<br />
uyanmak olası bir uyku bozukluğunun göstergesidir.<br />
• Düzenli beslenme: Kan şekerinin düşmesi, baş ağrısını tetikleyebilir. Günde<br />
üç kez, düzenli aralıklarla, protein, meyve, sebze ve karbonhidrat içeren<br />
öğünler tüketilmelidir. Çok fazla şeker, kan şekerinin hızlı yükselmesine ve bu<br />
da tekrar hızlı düşmesine yol açar; sonuç olarak baş ağrısını tetikleyebilir.<br />
• Yeterli ölçüde rutin egzersiz: Haftada 3- 5 kez yapılan yeterli ölçüde<br />
egzersiz, stresinizin azalmasına ve bedensel olarak formda kalınmasına<br />
yardım edecektir. Aşırı veya düzenli yapılmayan egzersiz ise baş ağrılarını<br />
tetikleyebilmektedir.<br />
• Bol miktarda sıvı tüketmek: Normal bir erişkin gün içerisinde bol miktarda<br />
su içmelidir. Dehidratasyon yani vücudun susuz kalması, baş ağrısına neden<br />
olabilmektedir.<br />
• Kafein, alkol ve ilaç alımını sınırlandırmak: Kafein uyarıcı bir maddedir<br />
ve kullanan kişilerde kafein yoksunluğu baş ağrısına neden olabilir. Kafeinin<br />
kaynağı genellikle kahve, çay, asitli içecekler ve kafein içeren ağrı kesicilerdir.<br />
Baş ağrısı için kullanılan herhangi bir ilaç, çok uzun süre ve sık alındığında<br />
baş ağrısı ortaya çıkabilir. Haftada 1-2 defa ağrı kesici kullanmak sakıncalı<br />
olmayabilir. Ancak sürekli olarak, haftada üç günden fazla bu ilaçların<br />
kullanılması baş ağrısına yol açar.<br />
• Stresi azaltmak: Stres, baş ağrısında bir artışa yol açabilir. Gevşeme, nefes<br />
egzersizi, meditasyon ve stres yönetimi kullanılabilecek yöntemlerdir.<br />
• Depresyon tedavisi: Kişinin sıklıkla depresif bir duygu durumunda olduğu<br />
görülüyorsa uzman yardımı alması baş ağrısının etkin bir şekilde tedavi<br />
edilmesi için önemlidir.
GENEL SAĞLIK<br />
DİŞ ESTETİĞİNDE<br />
ALTIN ORAN<br />
Dr. Dt. Ezel Yıldız Elmas - <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Ağız, Diş ve Çene Hastalıkları Bölümü<br />
Bazı insanlar yumuşak<br />
bir gülüşü tercih<br />
ederken, kimileri için<br />
de daha çekici bir<br />
gülümseme önemlidir.<br />
Güzel bir gülüş için<br />
en başarılı sonuç ise,<br />
yüzyıllar öncesinden tüm<br />
göze hoş gelen objelerin<br />
üzerinde varlığını<br />
kanıtlamış en yeni<br />
yöntem “altın oran”<br />
ile elde edilmektedir.<br />
Altın oran nedir?<br />
Altın oran, insanın çevresinde estetik olarak<br />
algıladığı tüm canlı ve cansız varlıklarda<br />
vardır ve vücudun her bölgesi için de<br />
geçerlidir. İlk kez M.Ö. 500 yılında Pisagor<br />
tarafından tanımlanmıştır; ancak altın oranın<br />
dikdörtgenini kullanarak kumpas ve cetvel ile<br />
nasıl belirleneceğini M.Ö. 300 yılında Öklid<br />
göstermiştir. En basit şekliyle altın oranı düz<br />
bir çizginin altın oran pergeli ile bir büyük<br />
bir de küçük parçaya bölünmesi şeklinde<br />
algılanabilir. Bu parçalar arasındaki oran<br />
1,618’dir.<br />
Dişlerin altın oranı var mıdır?<br />
Dişlerin kendi aralarında bir orantısı olduğu<br />
gibi, yüzdeki tüm organlarla dişler arasında<br />
da bir uyum ve ölçek vardır. İnsan yüzündeki<br />
estetik algılama birçok organın uyumuna<br />
bağlıdır. Bu oranlar sadece dişlerin genişliğini<br />
kapsamaz, aynı zamanda dudaklar ve<br />
ağız dikey yüksekliğini ve buna bağlı yüz<br />
yüksekliğini de kapsar. Bakıldığında “güzel”<br />
olarak algılanan, bu orantıların oluşturduğu<br />
bütündür.<br />
Hekimlik ve sanat bir arada<br />
Gülüş tasarımı, hekimlik ve sanatın birlikte<br />
uygulanarak, kişiye özel ideal gülümsemeyi<br />
yenilemek ve birtakım kişisel istekler ile sağlık<br />
ve doğallığı da birleştirerek güzel bir gülüşü<br />
planlayabilmektir. İnsanın estetik anlayışı<br />
kişiseldir. Ait olduğu kültür, aldığı eğitim,<br />
yaşadığı ülke veya şehir, takip ettiği medya ve<br />
moda akımları gibi birçok farklı faktör kişinin<br />
estetik algısını oluşturur. Diş hekimleri için de<br />
aynı durum geçerlidir. Kişi veya hekim estetik<br />
bir gülümseme için ne kadar kişisel bilgi<br />
birikim ve değerlendirmelerini kullansa da, bu<br />
karar aslında kişisel değil, matematikseldir.<br />
Doğru uzunlukta dişler yapılarak, doğru<br />
mesafe oranlarıyla çalışılarak kişinin kendine<br />
dair estetik algısı ve beklentisi risksiz şekilde<br />
planlanabilir. İşte bu yüzden diş hekiminin<br />
estetik açıdan memnun edici bir gülüş<br />
tasarlarken, altın oranı uygulayabilecek bilgi<br />
beceri ve ekipmana sahip olması gerekir. Gülüş<br />
tasarımında altın oranı kullanmak bu nedenle<br />
kaçınılmazdır.<br />
Gülüş tasarımına başlarken…<br />
İlk olarak tüm ölçümlerin altın oranlara<br />
göre belirlenmesi, sonra kişinin yüz tipi, cilt<br />
rengi, yaş ve cinsiyetine bağlı kriterlerin<br />
değerlendirilmesi gerekir. Genellikle kare<br />
veya yuvarlak yüzlü kişilerde diş formları<br />
kare veya yuvarlak, uzun yüzlü kişilerde diş<br />
formları da uzun olur. Klasik diş hekimliğinde<br />
bu benzerlikler korunmaya çalışılarak<br />
restorasyon yapılır. Bazen bu benzerlikler<br />
tersine çevrilerek, farklı ifadeler veren diş<br />
yapıları aracılığıyla estetik yönden bazı şeyler<br />
değiştirebilir. Örneğin uzun yüzlü bir kişiye<br />
dikdörtgen formda uzun dişler yapılırsa yüzü<br />
olduğundan da uzun görünebilir. Böyle kişilere<br />
oval veya daha geniş formlar denenerek<br />
yüzdeki hoş olmayan uzunluk gizlenebilir.<br />
Yine yuvarlak yüzlü bir kişiye daha ince uzun<br />
formda dişler yapılarak yüzünün daha ince<br />
görünmesi sağlanabilir. Ancak tüm bu işlemler<br />
yüzde yapılacak ölçümlere ve altın oranlara<br />
göre planlanmalıdır.<br />
Yaş önemli bir faktör<br />
Yaş faktörü de gülüş tasarımını yönlendirecek<br />
bir diğer önemli faktördür. Örneğin, sadece<br />
altın orana uymak için 60 yaşındaki bireyle 25<br />
yaşındaki bireye standart bir gülüş tasarımı<br />
yapılamaz. Dişlerin boy ve oranları yaşa bağlı<br />
değişir. Dişlerin şekil ve uzunlukları ile kişinin<br />
gençleşmesi mümkündür; ancak 60 yaşındaki<br />
bir yüze 25 yaş dişleri yerleştirilemez. Bu<br />
tip hastalarda mutlaka estetik cerrahi ile<br />
cilt, dudak, yanak, çene altı ve göz çevresi<br />
desteğine de ihtiyaç duyulacaktır. Kişiye özel<br />
gülüş tasarımı, standart diş yapımını engeller.<br />
Altın oranların belirlenmesi ve uygulanması ile<br />
sağlıklı bir görsellik elde edilmiş olur. Estetik<br />
algıyı subjektif olarak tarif etmeyi sağlayan<br />
altın oran kullanımı, gülüş tasarımı sürecinde<br />
kişi ve hekimin ilişkisini netleştirir. Elde edilen<br />
başarılı sonuç ile yüksek memnuniyeti sağlanır.<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013 39
GENEL SAĞLIK<br />
MENOPOZA GİREN KADINLARDA İDRAR<br />
KAÇIRMA SIKLIĞI ARTIYOR<br />
Doç. Dr. Abdullah Gedik - <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Üroloji Bölümü<br />
Kadınlarda idrar kaçırma,<br />
sosyal ve hijyenik problemlere<br />
neden olan, kişinin yaşam<br />
kalitesini bozan ve ilerleyen<br />
yaşlarda sıklığı giderek artan bir<br />
hastalıktır.<br />
Hastalarda idrar kaçırma, çoğunlukla<br />
sıkışıp tuvalete yetişmeye çalışırken<br />
(urge inkontinans) oluşabileceği<br />
gibi; öksürük ve hapşırıkla karın içi<br />
basıncının arttığı durumlarda (stres<br />
inkontinans) görülebilmektedir.<br />
Bazen de her iki idrar kaçırma tipi<br />
birlikte ortaya çıkabilmektedir.<br />
Çok doğum yapmak idrar kaçırma nedeni<br />
İdrar kaçırma sıklığının; çok veya zor doğum yapan, sigara içen, obez, sürekli kabızlık çeken, rahim alma ameliyatı olan ve<br />
menopoza giren kadınlarda arttığı gözlemlenmiştir.<br />
Sıkışma tipi idrar kaçırma görülen kadınlarda hem gece hem de gündüz sık idrara çıkma ve tuvalete yetişemeden birkaç damla idrar<br />
kaçırma şikayeti görülmektedir. Burada esas problem idrar torbasında baskılanamayan, engellenemeyen kasılmaların olmasıdır. Bu<br />
hastalar, sosyal hayatlarında sürekli tuvalet arar, tuvaletlere yakın yerlerde dolaşır ve uzun yolculuklara çıkamazlar. Hastalık, uzman<br />
hekim kontrolünde çeşitli ilaçlar kullanılarak tedavi edilebilir.<br />
Öksürürken ve hapşırırken dikkat!<br />
Öksürme, aksırma gibi karın içi basıncını artıran idrar kaçırmada asıl problem, idrar torbasının veya üretra olarak adlandırılan idrar<br />
kanalının aşağıya doğru yer değiştirmesi sonucu, anatomik yerleşiminin değişmesi veya pelvik taban denilen bölgedeki kaslardaki<br />
zayıflıktır. Bu hastalar gülme, öksürme veya aksırma ile daha fazla miktarda idrar kaçırmakta ve genellikle ped ile dolaşmaktadırlar.<br />
Hastalığın ilerleyen dönemlerinde konuşurken veya yürürken dahi idrar kaçırma görülabilir. Bu durumda hastanın idrar kaçırması<br />
çok fazla değil ise pelvik taban kaslarını kuvvetlendirecek egzersizler yapması önerilir. Bu egzersizlerin yetersiz olduğu durumlarda<br />
veya fazla miktarda idrar kaçıran hastalarda cerrahi müdahale uygulanabilmektedir.<br />
İdrar kaçırmanın nedeni belirlenmelidir<br />
Hastalığın tanısı; hastaların şikayetlerini ayrıntılı sorgulama, bazı hastalarda 3 gün süreyle idrara çıkma günlüğü tutma ve dikkatli<br />
bir muayene ile konulabilir. Hasta sıkışıkken yapılan vajinal muayenede kişi öksürtülerek idrar kaçışının olup olmadığı mutlaka<br />
kontrol edilmelidir. Sıkışma tipi idrar kaçırması olanlarda idrar yollarında enfeksiyon varlığı değerlendirilmeli ve mutlaka tedavisi<br />
yapılmalıdır.<br />
40<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013
GENEL SAĞLIK<br />
KISIRLIK TEDAVİSİNDE OLUMLU<br />
YANIT ALMAK İÇİN...<br />
Op. Dr. Arzu Yurci - <strong>Memorial</strong> Kayseri Tüp Bebek Merkezi<br />
Günümüzde kısırlık sık rastlanan bir sorundur. Birçok davranış ve alışkanlık kısırlık tedavisini<br />
etkilediği gibi, tüp bebek tedavi yöntemini de etkilemektedir.<br />
Kısırlığa neden olan davranış ve alışkanlar, hem hekimler hem de bu konuyla ilgili olan çiftler<br />
tarafından merak edilen konuların başında gelmektedir. Doğurganlığı olumsuz etkileyen faktörlerin<br />
başında; sigara, obezite, ileri yaş, kafein, çevresel zararlı maddeler, stres ve cinsel yolla bulaşan<br />
enfeksiyonlar gelmektedir.<br />
Sigara içen erkeklerde kısırlık riski yüksek<br />
Sigaranın yumurtalıklar üzerindeki zararlı etkisi kesin olarak<br />
ispatlanmıştır. Zararın derecesi de sigara içme süresiyle doğru<br />
orantılıdır. Sigara içenlerde kısırlık riskinin topluma oranla 1,5 kat daha<br />
fazla görüldüğü yapılan çalışmalarla kanıtlanmıştır. Ayrıca sigaranın<br />
1-3 yıl erken menopoza girme ile ilişkili olduğu, yumurta gelişimi,<br />
yumurtlama, döllenme ve embriyonun erken gelişimi üzerinde olumsuz<br />
etkilerinin bulunduğu da bilinmektedir. Yardımcı üreme teknikleri<br />
ile tedavi sırasında sigara içenlere aynı sayıda embriyo transfer<br />
edildiğinde gebelik oranının %50 daha az olduğu görülmüştür. Sigara,<br />
erkeklerde mikroenjeksiyon (ICSI) ve tüp bebekte (IVF) başarı şansını<br />
daha da azaltmaktadır.<br />
İleri yaş, obezite ve stres doğurganlığı olumsuz<br />
etkiliyor<br />
Eğitim, kariyer planlaması, ekonomik nedenler ve evlilik anlayışındaki<br />
değişiklik gibi faktörler, son 25 yılda kadınlarda ilk doğum yaşını<br />
artırmaktadır. Kısırlığın oluşumunda ileri yaş çok önemli bir risk<br />
oluşturmaktadır. Doğurganlık, 35 yaşa kadar artış gösterirken, bu<br />
yaştan sonra hızlı bir düşüş göstermektedir. Çocuk sahibi olmak<br />
isteyen kadınların buna dikkat etmesi önemlidir.<br />
Obezite, kadınların yumurtalığına olumsuz etki eder ve yumurtlamada<br />
sorun oluşturur. Ayrıca adet düzensizliği, adet görememe, düşük<br />
riskinde artış, yardımcı üreme tekniklerinde düşük gebelik oranları<br />
gibi sorunlara da sebep olarak doğurganlık şansını düşürmektedir.<br />
Erkeklerde ise, obezitenin sperm sayısını %20 düşürdüğü ve sperm<br />
kalitesini bozduğu belirlenmiştir.<br />
Stres de, hormonları, sinir sistemini ve bağışıklık sistemini olumsuz<br />
yönde etkiler. Bunun yanında stresin toplanan yumurta sayısı ve<br />
gebelik oranını düşürdüğü de görülmektedir.<br />
Yaşam şeklinizi değiştirin<br />
Çevrede sıkça rastlanılan birçok kimyasal maddenin de doğurganlık,<br />
gebelik kayıpları ve engelli bebek doğurma ile ilişkili olduğu<br />
ispatlanmıştır. Pestisit (tarım zehri) ve solventlere (temizlik<br />
malzemeleri, yağ çözücü maddeler, boya, boya çıkarıcılar, yapıştırıcılar<br />
ve kozmetik ürünler gibi) maruz kalmak sperm sayısını %40<br />
azaltmaktadır. Kaynakçılık ve fırıncılık gibi işlerde yüksek ısıya maruz<br />
kalarak çalışmak, sperm sayısında azalmaya neden olabilmektedir.<br />
Çiftler; sigarayı bırakma, alkol almama, kafeini azaltma, stresle başa<br />
çıkma, kilo verme gibi önlemler alarak tedavi sonucuna olumlu yönde<br />
katkı sağlamalıdır.<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013 41
GENEL SAĞLIK<br />
BOTOKSLA CİLT YAŞLANMASINI<br />
ÖNLEYEBİLİRSİNİZ<br />
Doç. Dr. Teoman Eskitaşcıoğlu - <strong>Memorial</strong> Kayseri <strong>Hastanesi</strong> Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Bölümü<br />
Pürüzsüz bir cilt ve güzel bir görünüme sahip olmak herkesin hayalidir. Günümüzde<br />
ciltteki kırışıklıkların önlenmesinde, en sık uygulanan yöntemlerin başında ise botoks<br />
uygulaması gelmektedir. Uygulamanın amaç ve sonuçları öğrenildikçe kullanımı<br />
da o oranda artmaktadır. Botoks ayrıca nörolojik hastalıkların tedavisinde de<br />
kullanılmaktadır.<br />
Baş ağrısı ve migrene iyi geliyor<br />
Botoks, yüzün üst bölgesinin, özellikle yatay alın, kaş çatma ve göz kenarındaki<br />
çizgilerin (kaz ayağı) düzeltilmesinde çok etkilidir. Ayrıca bu bölgedeki<br />
kırışıklıkların giderilmesinin yanı sıra kaşları kaldıran bir etkiye de sahiptir.<br />
Yüzün orta kesiminde ise burunda oluşan yatay çizgilenmeleri ve gülüş şekli<br />
değişikliklerini düzeltir. Ciltteki yağ bezlerinin üzerindeki etkisi ile de uygulanan<br />
bölgelere canlılık ve parlaklık kazandırır. Botoks uygulamasının baş ağrısı ve<br />
migrene de iyi geldiği tespit edilmiştir.<br />
İkinci yıldan sonra uzun aralıklarla yaptırılmalıdır<br />
Botoks yani botilinum toksininin etkisi, enjeksiyonu takiben 72 saat içinde<br />
ortaya çıkar ve süresi ortalama 6 aydır. Zaman içerisinde, yüz çizgilerini<br />
rahatlatmak için daha az ilaç kullanılmalıdır. İki yıl boyunca düzenli<br />
olarak botoks yaptıran kişiler aynı şekilde devam ettiklerinde, kaslarında<br />
belirgin bir azalma ve buna bağlı yüz ifadelerinde değişim olabilir. Bu<br />
nedenle uygulamaların, ikinci yıldan sonra daha uzun aralıklarla yapılması<br />
önerilmektedir.<br />
Sahte botinilum toksini insan sağlığını tehdit ediyor<br />
Uzakdoğu’da ve Hindistan, Pakistan gibi ülkelerde üretilen, Sağlık<br />
Bakanlığı’ndan ruhsatlandırılmadan Türkiye’ye kaçak yollarla giren sahte<br />
botilinum toksini insan sağlığını ciddi anlamda tehdit etmektedir. Kullanılan<br />
ilacın ruhsatlı ve onaylı olmasına dikkat edilmelidir. Uygulama tam donanımlı bir<br />
sağlık merkezinde yaptırılmalıdır.<br />
Gebe olan ve bebeğini emziren kadınlara önerilmez<br />
Botoks, 18-65 yaş arası herkese uygulanabilir ancak gebe olan ve çocuğunu<br />
emziren kadınlara uygulanması önerilmez. Tedaviden birkaç gün önce<br />
Aspirin, C ve E vitamini, ginkgo, Omega 3 (doymamış yağ asitleri), alkol ve<br />
yeşil çay gibi morarmaya sebep olacak içecek, ilaç ve besinlerin alınmaması<br />
önerilir. Deneyimli bir hekim tarafından uygulanması, hem komplikasyonların<br />
oluşmamasını sağlamakta hem de daha etkin sonuçlar alınmasını<br />
kolaylaştırmaktadır.<br />
Mutlaka uzman tarafından uygulanmalı<br />
Botoks uygulayabilmek için anatomi bilgisi gerekmektedir. Bilinçli ve tecrübeli<br />
ellerce uygulandığı sürece yan etkisi yok denecek kadar azdır. Uzman ellerde<br />
yapılan botoks uygulamasında, kırışıklığa yol açan kaslara çok ince uçlu bir<br />
enjektör iğnesi ile kişiye göre belirlenen dozlarda verilmektedir. Enjeksiyon<br />
sırasında hafif bir ağrı hissedilebilir. Bunu azaltmak için uygulamadan 15-<br />
20 dakika önce uygulama bölgesine ağrı kesici krem sürülebilir veya buz<br />
uygulaması yapılabilir. Kişi, tedaviden hemen sonra günlük hayatına dönebilir,<br />
duşunu ve makyajını yapabilir, günlük kremlerini kullanabilir.<br />
42 Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013
GENEL SAĞLIK<br />
MEME KÜÇÜLTME OPERASYONU<br />
HASTALARIN YAŞAMINI KOLAYLAŞTIRIYOR<br />
Op. Dr. Kaya Yıldız- <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Bölümü<br />
Meme büyüklüğü yalnızca estetik sorunlara<br />
yol açmakla kalmayıp, ciddi rahatsızlıklara<br />
da zemin hazırlayabiliyor.<br />
Meme büyüklüğünden yakınan kadınlarda,<br />
fiziksel aktivite güçlüğü ve giyinme ile ilgili<br />
sorunların yanında; bel, boyun ve sırt ağrısı gibi<br />
rahatsızlıklar görülebilmektedir. Ayrıca meme<br />
altı deride sürtünmeye bağlı olarak; mantar, deri<br />
incelmesi, cilt yaraları ve kötü koku oluşumu<br />
gibi sorunlar da ortaya çıkabilmektedir. Bunların<br />
yanında psikolojik problemler de baş gösterebilir.<br />
Doğum yapan ve sık kilo alıp veren kadınlar<br />
özellikle dikkat etmeli!<br />
Büyük meme ve sarkıklık problemleri, aşırı kilo alıp verme<br />
ya da doğum sonrası oluşabilmektedir. Bu durumda<br />
genetik faktörler de etkilidir. Ailede aynı sorun varsa kişi<br />
de bu rahatsızlık ile karşılaşabilmektedir. Meme küçültme<br />
ameliyatı yapılan kadınlarda bel, boyun ve sırt şikayetleri<br />
azalmaktadır. Meme küçültme ameliyatı için ergenlik<br />
döneminin geçirilmiş, meme gelişiminin tamamlanmış<br />
olması gerekmektedir. Bu operasyon genellikle 16-17 yaşın<br />
üzerindeki kişiler için uygun görülür.<br />
Ameliyat tekniğini memenin yapısı belirler<br />
Meme küçültme operasyonu için çok sayıda cerrahi teknik<br />
kullanılmaktadır. Dünyada son yıllarda 2-3 temel teknik<br />
öne çıkmış durumdadır. Hastanın meme büyüklüğü ve şekli<br />
ameliyat yöntemini belirlemektedir.<br />
Daha az iz bırakan yöntemler tercih ediliyor<br />
Son yıllarda geliştirilen ve sıkça uygulanan yeni bir yöntem<br />
ile ameliyat sonrasında meme başı etrafında yuvarlak bir iz<br />
ve oradan dik bir şekilde meme katlantısına kadar inen düz<br />
bir iz kalabilmektedir.<br />
1 gün sonra taburcu olunabilir<br />
Ameliyatın nasıl yapıldığı, iz kalma durumu ve ameliyat<br />
sonrası dönem hastalara kapsamlı bir şekilde anlatılmalıdır.<br />
Operasyon sonrasında yaklaşık 2 hafta gibi bir iyileşme<br />
süreci yaşanmaktadır. Tüm göstergelerin olumlu<br />
olması durumunda, 1 gün hastanede kalınarak taburcu<br />
olunabilmektedir.<br />
Her mevsim gerçekleştirilebilecek bir operasyon<br />
Meme küçültme ameliyatı zamanlaması için belirlenen<br />
herhangi bir mevsim bulunmamakla beraber, yaz aylarında<br />
bu ameliyatı olmuş hastaların ameliyat izlerini güneş<br />
kremleriyle koruması gerekir. Ayrıca hastanın, ameliyat<br />
sonrası 2 hafta istirahat etmesi önemlidir.<br />
Meme küçültme operasyonu emzirmeye<br />
engel değil<br />
Küçültme ameliyatında meme başının duyusu çok önemlidir.<br />
Memeye giden sinirlerin korunması gerekmektedir. Bu<br />
ameliyatı olmamış bir hastanın emzirme problemi yaşama<br />
riski ile bu ameliyatı olan bir kadının süt verememe riski<br />
yaklaşık aynı orandadır. Bu anlamda ameliyatın süt vermeye<br />
olumsuz bir etkisi görülmemektedir. Ancak ameliyattan<br />
kısa bir süre sonra bebek sahibi olunması planlanıyorsa;<br />
hastalara önce çocuklarını dünyaya getirmeleri, ardından bu<br />
operasyonu geçirmeleri önerilir.<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013 43
GENEL SAĞLIK<br />
UYKUNUZDA NEFESSİZ<br />
KALMAYIN!<br />
Op. Dr. Hasan Yılmaz - <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Kulak Burun Boğaz Bölümü<br />
Çok şiddetli horlamayla geçen<br />
gecelerin sabahına baş ağrısı ile ve<br />
yorgun uyanıyorsanız; gün boyu<br />
uyuklama nöbetleriyle mücadele<br />
ediyorsanız, uyku apnesi (uykuda<br />
solunum duraklamaları) hastalığı ile<br />
karşı karşıya olabilirsiniz.<br />
Uyku apnesi; kalp ritim bozukluğu, kalp<br />
büyümesi, kalp krizi riskinde artışa<br />
neden olabilen; yüksek tansiyon, inme,<br />
aşırı yorgunluk gündüz uyku hali, cinsel<br />
arzu azalması (iktidarsızlık), kontrol<br />
edilemeyen şişmanlama, uykuda terleme,<br />
geceleri sık sık tuvalete kalkma, aşırı<br />
sinirlilik, depresyona kadar varabilen ve<br />
hatta uykuda ölümle sonuçlanabilen bir<br />
hastalıktır.<br />
Astım ve şeker hastalığı kadar<br />
yaygın<br />
Apne, 10 saniyeden uzun süreli nefes durması<br />
durumudur. Uyku sırasında 1 saat içerisinde<br />
5’ten fazla apne olması, uyku apnesi hastalığına<br />
işaret eder. Toplum içindeki yaygınlığı yüksek<br />
olan bu hastalık, kadınların %2’sinde ve<br />
erkeklerin %4’ünde görülmektedir. Bu rakamlar<br />
hastalığın en az astım ve şeker hastalığı kadar<br />
yaygın olduğunu göstermektedir.<br />
Uyku apnesi derin uykuya<br />
geçilmesine izin vermiyor<br />
Uyku apnesinin sebebi, boğazda bulunan<br />
kasların havanın geçeceği alanı kapatacak<br />
şekilde gevşemesidir. Yumuşak damak, küçük<br />
dil, yutak ve dile ait olan bu kaslar gevşediğinde<br />
nefes alma sırasında hava yolu daralır ve bir süre<br />
için solunum durur. Bunun sonucunda kandaki<br />
oksijen miktarı azalır, beyin bu azalmayı algılar<br />
ve uyku derinliğini azaltarak hava yolunun tekrar<br />
açılmasını sağlamaya çalışır. Uyku derinliğinin<br />
azalmasını takiben bazı kişilerde bir iki kısa derin<br />
nefes alma, bazı kişilerde ise şiddetli horlama ve<br />
yutkunma sesleri ile solunum tekrar başlatılır.<br />
Bu durum bütün gece tekrarlayabilir. Kişi derin<br />
uykuya geçemez. Bütün uykusunu solunum<br />
çabası içinde geçirdiği için gündüz uyuma<br />
ihtiyacı duyar. Uyku apnesi olan kişiler, genellikle<br />
uykularının bölündüğünün farkında değildir ve iyi<br />
uyuduklarını zannederler.<br />
Risk faktörlerini önleyin<br />
Uyku apnesi risk faktörleri arasında kilo fazlalığı<br />
ile boyun bölgesinin kısa ve kalın olması ön plana<br />
çıkmaktadır. Zayıf kişilerde de görülebilse de kilo<br />
fazlalığı nedeniyle boyun ve boğaz çevresindeki<br />
yağ dokusunun artması uyku apnesini<br />
şiddetlendiren önemli bir etkendir. Büyümüş<br />
bademcikler geniz eti varlığı ve boğazın dar<br />
yapıda olmasının yanı sıra; burun kemiği<br />
eğriliği, alerji, burun eti büyüklüğü, sinüzit gibi<br />
burundan nefes almayı zorlaştıran hastalıklar<br />
risk faktörleridir. Alkol, sakinleştirici ve uyku<br />
ilaçlarının kullanımı, beyin felci veya tümörleri;<br />
kas ve sinir sistemi hastalıkları da apneye neden<br />
olabilmektedir.<br />
Kesin tanı uyku testi ile konur<br />
Hastalığın tanısında uyku apnesinin nedeni<br />
ve yol açtığı sorunlar birden çok sisteme<br />
ait olabildiği için KBB, Göğüs Hastalıkları,<br />
Kardiyoloji ve Nöroloji uzmanlarının ayrı<br />
ayrı değerlendirme yapması gerekebilir. KBB<br />
uzmanının değerlendirmesi muayene ile başlar.<br />
Bu muayenede doktor burundan başlayarak<br />
nefes borusuna kadar havanın geçtiği alanlarda<br />
daralmaya neden olabilecek şekil değişikliklerini<br />
arayacaktır. Kesin tanı polisomnografi (uyku<br />
testi) ile konur. Bu tetkikle; beyin dalgaları, kas<br />
gerilimi, göz hareketleri, solunum, kan oksijen<br />
düzeyi ve horlama kaydedilir.<br />
Tedavi seçenekleri<br />
Uykuda havayolunu açık tutan pozitif basınç<br />
uygulayan PAP (Positive Airway Pressure)<br />
cihazları ile uyku apnesi tedavisi mümkün<br />
olduğu gibi cerrahi tedavi de önemli bir<br />
seçenektir. Cerrahi tedavide amaç; hava yolunu<br />
kapatan dokuların alınması, küçültülmesi, veya<br />
gerginleştirilmesidir. Tedavide ayrıca ağız içi<br />
cihazlar da kullanılabilmektedir.<br />
44<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013
GENEL SAĞLIK<br />
YILDA BİR DEFA CHECK UP YAPTIRARAK<br />
HASTALIKLARDAN KORUNUN<br />
Uz. Dr. Mehmet Demircioğlu – <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Dahiliye Bölümü<br />
Check-up (genel sağlık kontrolü) sayesinde belirti vermeyen hastalıkların<br />
erken dönemde tanısı konularak tedavisi gerçekleştirilebildiği gibi kişiye<br />
özgü risk faktörleri belirlenerek kontrol altına alınabilmektedir. Böylelikle<br />
düzenli olarak yılda bir defa yapılacak check-up programları hayat<br />
kurtarabilmektedir.<br />
Çoğunlukla check-up<br />
sırasında bir hastalık<br />
çıkmasından endişe<br />
edilerek bu durum ile<br />
yüzleşmek istenmemesi,<br />
toplum genelinde düzenli<br />
sağlık kontrolünden geçme<br />
alışkanlığının yerleşmesine<br />
engel olmaktadır. Oysaki<br />
pek çok hastalık erken<br />
tanı ile tamamen ortadan<br />
kaldırılabilmektedir.<br />
Unutulmamalıdır ki; checkup<br />
ile hastalıkların erken<br />
tanısı mümkün olmakta,<br />
böylelikle rahatsızlıklar<br />
ciddi bir hastalığa<br />
neden olmadan tedavi<br />
edilerek yaşam kalitesi<br />
yükseltilmektedir.<br />
Check-up bir anlamda sağlık danışmanlığıdır<br />
Check up programlarında hastaların detaylı sağlık öyküleri alınır. Daha öncesine ait sağlık problemleri, ilaç kullanımı, alerji durumu,<br />
geçirilmiş operasyonlar, ailede bulunan hastalıklar, kötü alışkanlıklar, yaşam tarzı, spor yapma sıklığı gibi detaylar sorgulanır. Tüm bunlar<br />
tetkik sonuçlarıyla sentezlenerek, risk faktörleri saptanır ve kişinin bundan sonraki yaşamı için gerekli yönlendirmeler yapılır. Check up<br />
programı sadece kan testlerinden ibaret değildir. Sadece kağıt üzerinde bir takım tetkik sonuçlarının değil; risk faktörlerinin, yapılması<br />
gereken yaşam değişikliklerinin, diyet, egzersiz programlarının, ilaç kullanımlarının düzenlenmesi gibi kişinin sağlıklı kalması için gerekli<br />
tüm koşulların sorgulanıp değerlendirildiği bir programdır.<br />
Kişiye ve cinsiyete özel check up programları<br />
Check up programları yaş gruplarına ve cinsiyete özel olarak yapılır. Yaşa ve cinsiyete göre risk faktörleri belirlenerek uygulanacak checkup<br />
programı seçilmelidir. Gerektiğinde uzman muayene ve görüşlerine başvurulur. Check up genel sağlık kontrolüdür. Kanser önleme<br />
programları check-up programlarına dahildir. Kadınlarda jinekolojik muayenesi, smear testleri, mamografi ve meme ultrasonlarının<br />
belli aralıklarla yapılması gerekir. Erkeklerde prostat tekikleri ve 50 yaş üzeri her iki cinste kolonoskopi gibi kanser önleme programları<br />
kapsamında yapılan testler check-up kapsamında değerlendirilir<br />
Donanımlı bir merkez seçimi önemli<br />
İnsan sağlığı önemlidir. Bu nedenle ileri donanım ve alt yapıya sahip ve deneyimli ekipler tarafından değerlendirme yapılan merkezlerde<br />
check- up yaptırmak önemlidir.<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013 45
GÜNCEL<br />
<strong>Memorial</strong> Geleneksel Çocuk Resim<br />
Yarışması başladı. Bu yıl 9’uncusu<br />
düzenlenecek olan yarışmada<br />
minikler, hayallerindeki dünyayı<br />
çizgilerle anlatıyor.<br />
<strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu’nun çocukların hastane<br />
ve doktor korkularını yenmelerine yardımcı<br />
olmak ve kişisel yeteneklerini ortaya çıkarmak<br />
için düzenlediği resim yarışmasının bu yılki<br />
konusu “Benim Dünyam…”<br />
<strong>Memorial</strong> Geleneksel Çocuk Resim Yarışması’nda bu yıl çocuklar hayallerindeki dünyayı anlatıyor. Hayalindeki dünyayı<br />
en güzel şekilde anlatan ve çizgilerle resmeden minikler birbirinden güzel hediyelerin sahibi olacaklar. İlköğretim ve<br />
okul öncesi kategorilerinde düzenlenecek olan yarışmaya katılım için son gün, 15 Nisan.<br />
<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong>’nden Pedagoji Uzmanı Dr. Melda Alantar, resim yapmanın çocuk gelişimine sağladığı katkılar<br />
hakkında şu bilgileri verdi:<br />
“Resim çocuğun düşünme dilidir”<br />
Resim, özellikle küçük yaşlarda sözcüklerden daha güçlü bir anlatım aracıdır. Çocukların kişilik özelliklerini, insanlar arası<br />
ilişkilerini ve değer yargılarını yansıtan güçlü bir araçtır. Bu nedenle, anne baba ve öğretmenlerin çocuklara çizme olanağı<br />
sağlamaları ve onu bu konuda cesaretlendirmeleri yeterli olurken, ilerleyen dönemlerde ise çocuğun çizme eğilimini<br />
hızlandıracak bir eğitim yaklaşımı izlenmelidir.<br />
Resim yarışmasında dereceye giren eser sahiplerinin ödüllendirilmeleri, çocukların özgüvenlerini desteklemek ve<br />
yeteneklerinden haberdar olmalarını sağlaması nedeniyle çocuk gelişimini desteklemektedir.<br />
Yarışma Kuralları<br />
1- Yarışma okul öncesi ve ilköğretim olmak üzere iki kategoride yapılacaktır.<br />
2- Resimler, 35cm x 50cm ölçülerinde resim kağıdına, pastel boya ile yapılacaktır.<br />
3- Resimlerin sağ arka köşesine yarışmacının adı soyadı, yaşı, okulu, velisinin adı soyadı ve telefonu yazılmalıdır. Her<br />
yarışmacı sadece bir kez yarışmaya katılma hakkına sahiptir.<br />
4- Yarışmacılar resimlerini en geç 15 Nisan 2013 tarihine kadar, <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong>, <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong>,<br />
<strong>Memorial</strong> Hizmet <strong>Hastanesi</strong>, <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong>, <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong>, <strong>Memorial</strong> Kayseri <strong>Hastanesi</strong>,<br />
<strong>Memorial</strong> Suadiye Tıp Merkezi, <strong>Memorial</strong> Etiler Tıp Merkezi ve <strong>Memorial</strong> Lara Tıp Merkezi’ne elden veya posta yoluyla<br />
ulaştırabilirler.<br />
5- Kazananlar, 22 Nisan 2013 Pazartesi günü, www.memorial.com.tr’den duyurulacaktır.<br />
Ödüller:<br />
1’incilik Ödülü: Vestel Bilgisayar<br />
2’incilik Ödülü: Vestel DVD LCD<br />
3’üncülük Ödülü: Es Aras Bisiklet<br />
Mansiyon Ödülü: Bic Kids Boya Seti<br />
46<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013 47
MEMORIAL<br />
DOĞUMA HAZIRLIK<br />
KURSLARI<br />
<strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Doğuma Hazırlık Kursu<br />
Başlangıç Tarihi: 02.05.2013<br />
Gün: Her Perşembe (5 hafta boyunca)<br />
Saat: 18.00 – 20.00<br />
Yer: <strong>Memorial</strong> Şişli <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />
<strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Doğuma Hazırlık<br />
Kursu<br />
Başlangıç Tarihi: 02.05.2013<br />
Gün: Her Perşembe (4 hafta boyunca)<br />
Saat: 18.00 – 20.00<br />
Yer: <strong>Memorial</strong> Ataşehir <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />
<strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Doğuma Hazırlık<br />
Kursu<br />
Başlangıç Tarihi: 04.05.2013<br />
Gün: Her Cumartesi (4 hafta boyunca)<br />
Saat: 14.00 – 16.00<br />
Yer: <strong>Memorial</strong> Antalya <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />
<strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Doğuma Hazırlık<br />
Kursu<br />
Başlangıç Tarihi: 04.05.2013<br />
Gün: Her Cumartesi (4 hafta boyunca)<br />
Saat: 14.00 – 16.00<br />
Yer: <strong>Memorial</strong> Diyarbakır <strong>Hastanesi</strong> Konferans Salonu<br />
Bilgi ve Kayıt: 444 7 888<br />
Katılım ücretsizdir.<br />
48<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013
GÜNCEL<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013 49
SİGORTA ŞİRKETLERİ (Sağlık)<br />
Acıbadem Sigorta*<br />
Ak Sigorta<br />
Allianz Sigorta<br />
Anadolu Sigorta<br />
Axa Sigorta<br />
Birlik Sigorta<br />
Demir Hayat Sigorta<br />
Ergo Sigorta<br />
Eureko Sigorta<br />
Güneş Sigorta<br />
Groupama Sigorta<br />
Inter Partner Asistance (IPA)<br />
Mapfre Genel Sigorta<br />
Medikal Danışmanlık Servisi (MDS)<br />
CompuGroup Medical (CGM)<br />
• Ankara Sigorta<br />
• Avivasa Hayat ve Emeklilik Sigortası<br />
• Dubai Group Sigorta<br />
• Generali Sigorta<br />
• HDI (İhlas) Sigorta<br />
Yapı Kredi Sigorta<br />
Ziraat Sigorta<br />
BANKALAR<br />
Akbank T.A.Ş<br />
Asya Katılım Bankası (Bank Asya)<br />
Esbank<br />
Fortis Bank (Dışbank)<br />
Milli Reasürans T. A.Ş.<br />
Türkiye İş Bankası<br />
Türkiye Sınai ve Kalkınma Bankası<br />
T.C Ziraat ve Halk Bankası<br />
T.C Merkez Bankası<br />
T.C Ziraat Bankası<br />
T.C Halk Bankası E.S.V (Pamukbank)<br />
Türkiye Halk Bankası<br />
Türkiye Vakıflar Bankası<br />
Türk Eximbank<br />
Yapı ve Kredi Bankası E.S.V*<br />
RESMİ KURUMLAR<br />
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti<br />
(KKTC)<br />
Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu<br />
(TMSF)<br />
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)<br />
SGK (Branş Bazlı)<br />
ÖZEL ŞİRKETLER VE KURUMLAR<br />
Anthill<br />
Albayraklar Şirketler Grubu<br />
Anadolu Anonim Türk Sigorta Şirketi<br />
Aydın Örme<br />
Avea<br />
Belbim<br />
BP Petrolleri<br />
Brandıum<br />
Beşiktaş Denizcilik<br />
Benefit Global<br />
BJK Derneği<br />
BMS Türkiye<br />
Borusan Holding<br />
Boyner Holding<br />
Buyaka AVM<br />
Darüşşafaka Cemiyeti<br />
Dr. Back up Kart<br />
Eczacıbaşı Holding<br />
Enka<br />
Green Park<br />
Has Çelik*<br />
Havuç Çocuk Evi<br />
İMKB<br />
İstanbul Büyükşehir Belediyesi<br />
İstanbul Sanayi Odası<br />
Johnson Wax<br />
Joyfull House<br />
Kale Holding<br />
Levent Tenis Kulübü<br />
Marsh Avantaj Kart<br />
Mercedes Benz Türk<br />
Merkezi Kayıt Kuruluşu<br />
Microsoft<br />
Aon Kart<br />
Mimaks<br />
Middeleist<br />
Spora Club<br />
Lions<br />
İstanbul Yelken Kulübü<br />
Mars Ent. Group<br />
Shell<br />
Türk Telekom<br />
Deva Holding<br />
Henkel<br />
Hürriyet<br />
Çalık Holding<br />
Nart Club Kart<br />
Orka Group (Damat - Tween)<br />
Palladium AVM<br />
Pegasus<br />
Perfettı Van Melle<br />
Perpa Ticaret Merkezi<br />
Renault Mais<br />
Rotary Kulüp<br />
Sermaye Piyasası Kurulu<br />
Sinpaş<br />
S.O.S<br />
THY<br />
The Shore Club<br />
Turkcell<br />
Türk Havak<br />
TİM Show Center<br />
Türkiye Jokey Kulübü<br />
Ulusoy<br />
Ülker<br />
Vakko<br />
Vodafone<br />
Yataş*<br />
YKM Kart-YKM Mağazaları<br />
Zeck Club<br />
Zorlu Holding<br />
DERNEK VE ODALAR<br />
Ev Tekstili Sanayici ve İş Adamları<br />
Derneği (EVSİAD)<br />
İstanbul Sanayi Odası<br />
İstanbul Ticaret Odası<br />
Kapalı Çarşı Esnaflar Derneği<br />
Klavuz Kaptanlar Derneği<br />
Tesisat İnşaat Malzemecileri Derneği<br />
(TİMDER)<br />
Türkiye Bilişim Sanayicileri Derneği<br />
(TUBİSAD)<br />
Türkiye Ev Teks. ve San. İşadamları<br />
Der.(TETSİAD)<br />
Türkiye Genç İşadamları Derneği<br />
(TUGİAD)<br />
Türkiye Emekli Subaylar Derneği<br />
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti<br />
Ataşehir Trabzonlular Derneği<br />
<strong>Memorial</strong> Sağlık Grubu hastane ve tıp merkezlerinde geçerli olan anlaşma detayları için 444 7 888’i arayabilirsiniz.<br />
50<br />
Memory Mart - Nisan - Mayıs 2013
Büyük BES desteğine, DenizBank<br />
ve MetLife’tan büyük destek!<br />
© 2013 Peanuts<br />
Devlet Katkısı %25<br />
Deniz<br />
Katkısı<br />
%5<br />
Toplam %30<br />
Her 100 TL’lik bireysel emeklilik katılımınızda,<br />
25 TL devlet katkısına ek 5 TL sadece DenizBank şubelerinde.<br />
Kampanya, 14 Ocak 2013 – 15 Mart 2013 tarihleri arasında geçerlidir. DenizBank’tan ilk kez alınan Deniz, Üretici, İşletme, Afili Emeklilik Planlarının ilk<br />
yılına ilişkin ödemeler için ve kampanya dönemi içerisinde satın alınan yalnız bir adet, ilk bireysel emeklilik sözleşmesi için geçerlidir. Katılımcı, aylık 150<br />
TL’ye kadar katkı payları için yıllık maksimum 90 TL’ye kadar ek katkı kazanabilir. Kampanya koşulları www.denizbank.com ve www.metlife.com.tr'de.