You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
Zamanla olan yarışma halimiz her<br />
zamanki gibi devam ediyor… Ama<br />
zaman hep önümüzde, bizi hızla geçen<br />
bir koşucu gibi… Bunu kafamızın bir yerlerinde<br />
heyecanlı bir proje olarak<br />
başlayan cinedergi’nin ikinci sayısına<br />
ulaşmasıyla bir kez daha anladık.<br />
Sinema öyle bir yolculuk ki, zaman<br />
içinde önüne çıkan her şeyi kendine<br />
katarak götürüyor. Büyüyor, güçleniyor<br />
ve insanlara daha kolay ulaşır bir hale<br />
geliyor… Zaman bizi geride bırakıyor<br />
ama sinema her geçen gün bizi daha<br />
fazla kendine katıyor, kendine çekiyor…<br />
<strong>Cinedergi</strong> ise sinemanın içine daha fazla<br />
çekildiğimizi hissettiriyor… İkinci<br />
sayımızda Chiko filminin yönetmeni<br />
Özgür Yıldırım var, Özgü Namal, Sarp<br />
Apak var… Sinemayı çok seviyoruz ama<br />
dizileri de yok saymıyoruz diyoruz…<br />
Şehrin etrafında gelişen olaylara ‘banliyö’<br />
penceresinden bakıyoruz… Filmlerle<br />
‘kumar’ oynuyoruz… Sarah Jessica<br />
Parker ve Al Pacino’ya biyografik olarak<br />
bakıyoruz… Çingeneler kralı Gatlif ile<br />
zaman geçiriyoruz... Yani sinemayla<br />
yatıp sinemayla kalkıyoruz… Size de bizimle<br />
birlikte bakmanızı öneriyoruz…<br />
<strong>Cinedergi</strong>’nin bütün hakları Banu Bozdemir, F rat Say c ve Serdar Akb y k’a aittir...<br />
■ Reklam için mail: cinedergi@gmail.com
“The Dark Knight/Kara Şövalye” yönetmen<br />
Christopher Nolan ile Christian<br />
Bale’i tekrar bir araya getiriyor.<br />
Batman teğmen Jim Gordon<br />
ve Bölge Savcısı Harvey<br />
Dent’in yardımlarıyla, şehir<br />
sokaklarını sarmış olan suç<br />
örgütlerinden geriye kalanları<br />
temizlemeye girişir. Bu ortaklığın<br />
etkili olduğu açıktır,<br />
ama ekip kısa süre<br />
sonra kendilerini,<br />
Joker olarak bilinen<br />
ve Gotham şehri<br />
sakinlerini daha önce<br />
de dehşete boğmuş<br />
olan suç dehasının<br />
yarattığı karmaşanın<br />
ortasında<br />
bulurlar.<br />
Yönetmen: Christopher Nolan<br />
Senaryo: Jonathan Nolan,<br />
Christopher Nolan Oyuncular: Christian<br />
Bale, Michael Caine, Heath Ledger, Aaron<br />
Eckhart, Maggie Gyllenhaal, Gary Oldman,<br />
Morgan Freeman Dağıtım: Warner Bros.
Narnia’nın büyülü dünyasında zaman<br />
bizim dünyamızdan daha hızlı akmaktadır.<br />
Bu yüzden İngiltere’deki tren istasyonundan<br />
hareket eden Pevensey kardeşler<br />
(Peter, Susan, Edmund ve Lucy) kendilerini<br />
bir sonraki durak olan Büyücü Kral<br />
Mirax’ın hüküm sürdüğü adada bulurlar.<br />
Acımasız kralı devirebilmek, Narnia’nın<br />
eski güzel günlerini geri getirebilmek için<br />
adanın genç prensi Caspian ve güçlü<br />
Aslan’la ittifak yaparlar.<br />
Barış Vadisi’nin kapısına birbirinden güçlü<br />
düşmanlar dayandığında, Barış Vadisi halkı<br />
Seçilmiş Kişi’yi beklemeye koyulur. Vadinin<br />
en tembel, en üşengeç hayvanı olarak üne<br />
kavuşan Panda ayısı Po günün birinde bir<br />
yarışmaya katılınca vaad edilen kurtarıcının<br />
taşıması gereken işareti vücudunda taşıdığı<br />
fark edilir. Ne yapıp edip, bu kibar ve tembel<br />
Panda ayısını bir kung fu savaşçısına/ ustasına<br />
dönüştürmekten başka çareleri de yoktur.
Herkesin ‘Utanç’ı<br />
İran sinemasının gerçekliği, bu gerçekliği<br />
en yalın biçimiyle yansıtışı karşısında her<br />
zaman hayranlık duymuşumdur. İran’ın<br />
yasaklar içinde kendince geliştirdiği çok<br />
radikal çözümleri var. Mümkün olduğunca<br />
bu gerçekliği ve radikal çözümleri takip<br />
etmeye çalışıyorum. Bu ülkede bazı şeyler<br />
o kadar gelenek halini alabiliyor ki, sinemadan<br />
babadan eşine hatta kızlarına<br />
kadar geçebiliyor. Mohsen Makhmalbaf’ın<br />
kızı Hana ilk uzun metraj denemesinde<br />
bize uzak olmayan ama bir o kadar uzak<br />
olan bir konuya, okuyamayan kız çocuklarına<br />
çeviriyor kamerasını. Filmde her şey<br />
çok can yakıcı. Tek sevimli şey, kendinden<br />
beklenmeyen bir olgunluğa sahip olan<br />
Baktay.<br />
İran’da şehirde geçen, şehirli insanların<br />
yaşamına odaklanan filmler çok az. Filmde<br />
genelde kırsalda, çocuklar ve kadınlar<br />
üzerine geçiyor. Bu filmde hem okuyamamanın,<br />
hem de kız çocuk olmanın hem de<br />
erkek egemen bir dünyada yaşamanın zorlukları<br />
çarpıcı bir dilde anlatılıyor. Filmlerin<br />
bazı handikabı seyircinin gözünde duygusal<br />
ritimleri abartmasıdır. Ama bu filmde<br />
daha fazla abartılması gereken öğeler var.<br />
Erkek çocukların bir Taliban ya da bir<br />
Amerikalı kılığında küçük Baktay’ın karşısına<br />
çıkmaları bile onu yıldırmıyor. Kendisine<br />
bir kitap ve kalem almak için giriştiği çaba<br />
gerçekten de can yakıcı. Oyunculuklar<br />
inanılmaz gerçekçi. Karşımızda yaşanan<br />
her şey gerçek zira…<br />
Utanç bir çocuk filmi değil, sadece çocukların<br />
oynadığı bir film ama bence bütün<br />
çocuklara izlettirilmesi gerektiğini<br />
düşünüyorum. Böyle bir gerçekliğin var<br />
olduğunu anlamaları lazım. Çünkü Baktay<br />
o yaşında her şeyin farkında. Yoksulluğun<br />
etrafını çevrelediği, bir mağaranın içinden<br />
taşan kocaman yüreğiyle ‘ben okumak<br />
istiyorum’ diye bağırıyor. Ve gerçekten de<br />
bir şekilde, çeşitli ‘küçük’ engelleri aşarak<br />
okula ulaşıyor.<br />
Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nde<br />
FIPRESCI, San Sebastian’da Jüri Özel<br />
Ödülü, Roma’da ise Unicef Özel<br />
Mansiyonu’na layık görülen Utanç, 18<br />
yaşındaki bir kızın kendi ülkesindeki<br />
gerçeklere sade ama çarpıcı bir dilde baktığı<br />
bir film. Yine aynı aileden Samira<br />
Makhmalbalbaf’ın çektiği Karatahta ise<br />
sırtında kara tahtasıyla öğrenci arayan bir<br />
öğretmenin öyküsünü anlatıyordu. Evet<br />
gerçek hayatta her şey özveri üzerine<br />
kurulu… Sinemada bu iki özverili durumu<br />
buluşturmak üzerine kurulu… Ama<br />
gerçekler elverdiği sürece… O yüzden<br />
İran’dan gelen filmlere iki kere dikkat<br />
edilmeli!
Parçalanmış<br />
ailenin çocuğu
Karamel’in Tadı<br />
İstanbul Film Festivali’nin açılış filmi olarak<br />
onurlandırılan “Karamel”, aslında iki anlam<br />
içeriyor. Şeker, limon ve su karışımıyla elde<br />
edilen ve halk arasında ağda olarak tabir<br />
edilen kıvamlı madde, istenmeyen tüylerden<br />
kurtulma işlemine başlamadan önce<br />
yenebiliyor. Yani bir tür şekerleme...<br />
Temizlenme unsuru olarak kullanıldığında ise<br />
kadınların vazgeçilmez yardımcısı. Filmden<br />
çıktığınızda ise, bu iki anlam, tek vücut oluyor<br />
bünyenizde. Ruhunuzu, istenmeyen<br />
olumsuz düşüncelerden arındıran ve<br />
dimağınızda şekerli bir tat bırakan<br />
“Karamel”in yaratıcısı Nadine Labaki. Orta<br />
Doğu’nun en güzel yönetmeni lakabını<br />
düşünmeden takabileceğimiz Labaki,<br />
2001’den beri Lübnan’ın önde gelen<br />
müzisyenlerine klipler çekerek, sinema<br />
diliyle hikaye anlatma yöntemlerini çözmüş,<br />
sinemaya öyle adım atmış. Öyle ki, sıradan<br />
anlatımların kısırdöngüsüne kapılmadan,<br />
tüm yapıtaşlarını yerli yerine oturtarak, beş<br />
farklı kadın üzerinden güzellemeler yapıyor<br />
seyirciye. Yönetmen, kadınların dünyasını<br />
anlatsa da, tam anlamıyla feminist bir film<br />
yapmadığını, erkeklerin de görüşlerine<br />
ihtiyaç duyduğunu her fırsatta belirtiyor<br />
öyküsünde. Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta,<br />
Karamel adlı bir güzellik salonunda bulunan<br />
beş arkadaşın hikayesi, toplumdaki kadın<br />
rollerinin neredeyse hepsini karşılıyor. Aynı<br />
zamanda filmin başrol oyuncusu da olan<br />
Labaki’nin canlandırdığı Layale, bekar<br />
olduğundan dolayı yaşına rağmen ailesiyle<br />
oturan ve evli bir adamla gizli aşk yaşayan<br />
sessiz sakin, ancak içinde duygusal travmalar<br />
geçiren biri. Yakında evlenecek olan<br />
Nesrin, toplumun bekaret paranoyasını<br />
küçük bir ameliyatla çözme peşinde. Rima,<br />
eşcinsel duygularını güzeller güzeli kadın<br />
müşterisiyle tadan, erkeksi bir kadın.<br />
Jamale, salonun daimi müşterilerinden,<br />
şöhret hayali için çabalayan bir dul. Rose,<br />
alzheimer annesiyle yaşayan ve aşkın yaşı<br />
yoktur deyimini kalbinde her daim taşıyan,<br />
65 yaşında bir terzi. Kadınların duygu haritasını,<br />
pürüzsüz senaryosuyla ortaya koyan<br />
“Karamel”in her bir karakterinden ayrı ayrı<br />
kısa filmler üretilebilir. Sanki her biri çevremizde<br />
yaşayan kadınlardan biriymiş gibi.<br />
Şefkatli annemiz, telaşlı ama bir o kadar<br />
plansız ablamız, dertli kapı komşumuz ve<br />
aşık olduğumuz sevgilimiz... Filmin<br />
olağanüstü müzikleri ise Labaki’nin kocasına<br />
ait. Beyrut’un oryantalist ezgilerini Akdeniz<br />
enstrümanlarıyla birleştiren melodiler, filmin<br />
içine saklanmış ve duydukça mutlu<br />
olduğunuz minik hediyeler. Nadine Labaki,<br />
gerçekliği kullanarak ortaya koyduğu ilk<br />
sinema deneyimiyle Ortadoğu’nun önemli<br />
temsilcilerinden biri olacağını kanıtladı. İşte,<br />
yakın takibe almanız gereken bir başka<br />
yönetmen daha.
Oliver Stone'un son<br />
projesi "W" filminde<br />
George Bush’un<br />
hayatını beyazerdeye<br />
uyarlıyor.<br />
Josh Brolin,<br />
Bush rolüyle<br />
karşımıza<br />
çıkarken,<br />
Elizabeth Banks<br />
Bush'un karısı Laura<br />
Bush'u canlandıracak.<br />
Başkan Yardımcılığı<br />
görevini yürüten Dick<br />
Cheney rolünde<br />
Richard Dreyfuss'u<br />
izleyeceğiz.<br />
Çekimlerine bu ay<br />
başlanacak olan<br />
filmin, ABD'deki<br />
başkanlık seçimlerinden<br />
önce<br />
sinemalara yetiştirilmesi<br />
planlanıyor.<br />
Werner Herzog ve David Lynch,<br />
“My Son, My Son” adını taşıyan<br />
korku filmi için start verdi. Gerçek<br />
bir olaydan esinlenerek Herzog<br />
tarafından kaleme alınan film, zihninde<br />
bir Sofokles oyununu canlandırırken<br />
annesini kılıçla öldüren<br />
bir gencin trajik<br />
hikayesini anlatacak.
186 salonuyla pazar lideri olan<br />
AFM Sinemaları’nı satın alan Rus<br />
Alfa Group’un patronu Mikhail<br />
Fridman, Türkiye’de<br />
yeni bir sinema zinciri<br />
daha satın alıyor.<br />
Mikhail Fridman şimdi<br />
de Megaplex<br />
markasıyla hizmet<br />
veren Film Ofis A.Ş.<br />
ile masaya oturdu.<br />
AFM’nin yeni Yönetim<br />
Kurulu Başkanı Anderi<br />
Terekhov bir süre önce yaptığı<br />
açıklamada ilk hedeflerinin<br />
bölgede lider konuma gelmek<br />
olduğunu söylemişti. Türk sineması<br />
adına sevindirici mi, üzücü<br />
mü karar veremedik ama, zaman<br />
her şeyi gün yüzüne çıkaracaktır.<br />
Bekliyoruz…<br />
Hollywood’un en çok<br />
aranılan kadın oyuncusu<br />
Angelina Jolie, Brad Pitt’ten<br />
ikiz bebek beklediğini resmen<br />
açıkladı. Uzun zamandır<br />
dedikodu olarak sağda solda<br />
çıkan haber, Jolie<br />
tarafından 61.<br />
Cannes Film<br />
Festivali’nin açılışında<br />
bir televizyon<br />
kanalına verdiği<br />
söyleşide doğrulandı.<br />
Böylece, Jolie-Pitt<br />
çiftinin evindeki<br />
çocuk sayısı altıya<br />
çıkacak.
SERDAR AKBIYIK<br />
İlk sayımızda bu sayfalarda bir<br />
internet efsanesi olan Zeitgeist'ı<br />
tanıtmıştık. Ve bundan sonra insanı<br />
ve gezegenimizi bize tanıtan,<br />
gidişimizi sorgulayan filmler için<br />
özel bir köşe yapmaya karar verdik.<br />
Zamanın Ruhu adını verdiğimiz<br />
bölümümüzde bu hafta işleyeceğimiz<br />
yapım "11. Saat-11th<br />
Hour". İf Bağımsız Filmler<br />
Festivali'nin Gezegen, İnsan<br />
bölümünde gösterilen filmin yapımcısı<br />
ve sunucusu Leonardo Di<br />
Caprio. Gezegenimizin soluk<br />
soluğa yaşadığı son dönemlerin bir<br />
kurgusunu yapan film çok önemli<br />
sorular soruyor. Ne kadar vaktimiz<br />
kaldı? Kıyamet bizim için mi yoksa
dünya için mi? İnsanlık için<br />
kıyameti getiren etkenler<br />
neler? Hepimizin fert olarak<br />
sorumluluğu nedir? Çözüm<br />
siyasi olduğu kadar günlük<br />
yaşamın içinde de yatmıyor<br />
mu? Ve bütün bu<br />
soruları sorarken kendi<br />
cevaplarını da veriyor<br />
"11. Saat". Bu<br />
ekonomik sistemde<br />
çevre faktörlerini tersine<br />
çevirebilmek için sokak<br />
protestolarının dışında alınması<br />
gereken ekonomik önlemler öneriyor.<br />
Mesela petrol ve kömür gibi fosil<br />
yakıtlardan alınacak vergilerin arttırılması,<br />
bunun karşılığında gelir vergisinin<br />
azaltılması.<br />
Bunun gibi elle tutulur ve tartışılabilecek<br />
çözümler filmi daha değerli yapıyor.<br />
Konuşmacılar da birbirinden<br />
önemli isimler. Filmde eski Sovyetler<br />
Birliği Devlet Başkanı Mihail<br />
Gorbaçov, tanınmış bilim adamı<br />
Stephen Hawking, sürdürülebilir<br />
tasarımcılar David Mau ve William<br />
McDonough gibi 50’yi aşkın bilim<br />
adamı, düşünür ve lider gezegenimizin<br />
karşı karşıya bulunduğu en<br />
önemli sorunları tartışıyorlar. Bu<br />
isimlerin hepsinin buluştuğu<br />
nokta gezegen üstündeki insan<br />
ırkının son zamanlarını yaşadığı.<br />
Dünyadaki yaşam türleri sürekli değişikliğe<br />
uğruyor. Nasiller tükeniyor onların yerini<br />
yeniler alıyor. Bunun insan nesli için de<br />
geçerli olmamasının bir sebebi<br />
yok. Şişirilmiş egomuzla<br />
insan ve doğa arasında<br />
bir fark koyuyoruz.<br />
Halbuki insan da bu<br />
doğanın bir parçası. Ve bu<br />
egoya dersi doğa, Katrina<br />
gibi kasırgalarla çok sert bir<br />
şekilde verebiliyor. Yapım bizi<br />
düşündürüyor. Şu an insanoğlu<br />
dünyadan yok olsa, dağlar,<br />
okyanuslar, ormanlar kendini<br />
kolayca yeniler. Her yer yemyeşil<br />
ama insansız bir dünya olur. Bu<br />
gerçeği olduğu gibi kabul etmeliyiz.
Petrol şirketlerinin kurguladığı siyasi ve<br />
ekonomik bir düzen içinde medyanın bize<br />
zorla kabul ettirmeye çalıştığı tüketime yönelik<br />
bir sistemde yaşamaya dünyanın dengeleri<br />
dayanamayacak. bu dengeler çöktüğü zaman<br />
yere düşen ise insanlık olacak. Dünyada bu<br />
anlamda bir yaşam sürecek ama yaşayanlar<br />
insanlar olmayacak. Üstelik bunun sebebi de<br />
biz insanoğluyuz. Kendi kendimizi<br />
yok edeceğiz. Ne acı değil mi?<br />
Filmin en önemli mesajı bir konuşmacının<br />
söylediği gibi bütün bu<br />
dengesizlikleri düzeltmenin yolu<br />
kendimizi tanımaktan geçiyor.<br />
Nüfus artışı, asit yağmuru,<br />
depremler, kasırgalar veya küresel<br />
ısınma aslında içimizdeki çöküşün<br />
bir yansıması. İnsan ilk önce<br />
varoluşuyla barışmalı. Böylece hırslarına<br />
yenilmez. Fazla hipivari bir söyleme takılmak<br />
istemiyorum ama herşey kendimizi sevmemizle<br />
başlayacak. Kendimizi, insanı<br />
sevemediğimiz sürece içimizdeki şeytanın<br />
esiri olacağız. Ve bu bizim sonumuzu getirecek.<br />
12. saate girmeden bu gerçekleri görebilmemiz<br />
dileğiyle.
Bir feminist<br />
olarak gıcık<br />
oluyorum<br />
SERDAR AKBIYIK<br />
SON dönemde rol aldığı Mutluluk,<br />
Beynelmilel gibi filmleriyle festivallerdeki<br />
bütün ödülleri toplayan Özgü Namal<br />
Türk Sineması ve dünya sinemasında<br />
kadının yerinin bulunmadığını söylüyor.<br />
Bu duruma “gıcık” olduğunu söyleyen<br />
genç yıldız kendi hikayesini ve kadın dertlerini<br />
anlatan bir film yapacağını veya yapılmasında<br />
rol oynayacağını iddia ediyor.<br />
Önümüzdeki hafta vizyona girecek olan<br />
O…Çocuklarında yarı İtalyan yarı Türk olan bir<br />
kadını canlandıran Namal filmin içinde var olan<br />
kadın karakterlerle ayrıcalıklı bir yapım olduğunu<br />
söylüyor…<br />
Senaryoya nasıl dahil oldunuz?<br />
Sırrı ile çalışmıştım, birbirimizi iyi tanıyorduk. O<br />
hep ilk günden beri "Özgü, Dona olsun" diye<br />
söylemişti. Bir takım başka isimler de geçmişti<br />
benden önce. Selay'la (Tozkoparan), yapımcımızla<br />
zaten yıllardır çok çalışmak istiyorduk.<br />
Senaryoyu okuduğunuzda ne hissettiniz?<br />
Çok etkilendim, bütün kadın rollerini oynamak<br />
istedim. "Allahım Mehtap'ı da,<br />
Hatice'yi de ben oynasam" diye<br />
düşündüm. Sonra aramızda konuştuk ki,<br />
bütün senaryoyu okuyan kadınlar aynı şeyi<br />
hissetmiş, hepimiz bütün rolleri oynamak
istemişiz. Senaryoda kadın rolleri<br />
iyi yazıldığı için çok özdeşleşiyorsunuz<br />
ve inanılmaz şekilde bir<br />
empati kuruyorsunuz. Karekterin<br />
yarı Türk, yarı İtalyan olması<br />
nedeniyle "ben bununla nasıl baş<br />
edebilirim" diye ufak bir telaşa<br />
kapıldım. Sonunda "Çalışırsam<br />
galiba yapabilirim, altından kalkabilirim"<br />
gibi bir güven geldi. Keşke<br />
filmdeki diğer karakterler Mehtap<br />
veya Hatice daha genç olsaydı<br />
diye düşündüm. Onun dışında<br />
senaryodan çok etkilendim. Çok<br />
trajikomik bir hikaye. Acı dolu<br />
bir hikaye. Böyle gözlerim<br />
dolu dolu, tüylerim diken<br />
diken "Oh be, sonunda<br />
günün birinde birisi kadın<br />
hikayesi yazdı ve karakterlerin<br />
hepsini de kadın<br />
yaptı, yaşasın" diyerek<br />
gururla<br />
okudum.<br />
"Bizde senaryo<br />
yok" denmesini,<br />
nasıl<br />
değerlendiriyorsunuz? Bütün bunları<br />
ortaya çıkarmak için bir Sırrı<br />
Süreyya Önder mi bulmak gerekiyor?<br />
Evet herhalde doğru kelime bu.<br />
Bir, iki tane Sırrı Süreyya Önder<br />
olmak lazım. Sırrı'nın baktığı<br />
pencereden bakmak lazım, çünkü<br />
biz senaryo özürlü bir ülkeyiz.<br />
Tarihe hiç girmiyorum. Sokak<br />
aralarında bile bu kadar hikaye<br />
varken Sırrı'nın baktığı gözle bakmak<br />
lazım. Bu durum beni o kadar<br />
hırslandırdı ki ben senaryo dersleri<br />
almaya başladım. Sırrı'ya yalvardım<br />
"Bana senaryo yazmayı<br />
öğret" diye. Kafamda yüz tane<br />
hikaye olabilir ama bunu nasıl<br />
kağıda dökeceğimi bilmiyorum,<br />
Bilmiyor olabilirim, bu benim işim<br />
değil ama öğreneyim, öğrenmekten<br />
bir zarar gelmez. Mehtap gibi<br />
kadınlar, emanetçi anneler hala var<br />
mı bilmiyorum, hiç önemli değil.<br />
Bunu bulup çıkarmak, bunu<br />
görmek bunu hikayeye taşımak<br />
bence olağanüstü bir yetenek.<br />
Buna ancak saygı duyulur. Bana<br />
bir oyuncu olarak iyi senaryo<br />
buldu mu, onu kapmak,<br />
yüceltmek, arkasında durmak<br />
düşüyor. Sadece iyi senaryolarda<br />
oynayıp bir tarzım ve<br />
tavrım olduğunu göstermem<br />
gerekiyor. Ben işin mutfağına<br />
feci kafayı taktım.<br />
Sizin bir hikayeniz var<br />
anlaşılan...<br />
Bir hikayem var ama ne<br />
olduğunu söylemem.
O kadar zor ki, ben bütün hikayenin kafamda<br />
olmasına rağmen, oturduğum zaman nereden<br />
başlayacağım, ilk cümleye ne yazacağım<br />
bilemedim. Daha karakterin adını koyamadım.<br />
Senaryo yazmanın zorluğunu anlatmak için<br />
söyledim bunu. Çok normal, çok sıradanmış<br />
gibi davranıyoruz ya biz... Hayır, öyle değil.<br />
Aman Allahım çok zor.<br />
Filminizin en önemli kısmı kadın karakterler<br />
üzerine kurulmuş olması. Kadın karakterler,<br />
kadın oyunculuğu, kadın hikayesi açısından<br />
çok önemli bir film. Kadınların Türk sinemasında<br />
daha fazla ağırlığının olabilmesi için<br />
ne gibi bir açılım öne sürebilirsiniz?<br />
Bu işin beni feci hırslandırdığı ve yüreklendirdiğini<br />
söyleyebilirim. Son dönemde<br />
Hollywood'da da olan, Avrupa sinemasında<br />
da olan oluşumları yakından takip ediyorum.<br />
Bir kadın hareketlenmesi ve dayanışması<br />
başlamış durumda. Bir sürü kadın yapımcı<br />
türedi. Oyuncu kadınlar para bulup, finansman<br />
bulup kendi filmlerini çekiyorlar. Çok<br />
önemli kadınlar senaryolarında filmlere ortak<br />
oluyorlar ve bir “Kadın Hareketi” gibi bir<br />
durum başladı. Buna çok seviniyorum. Kadın<br />
hikayelerinin anlatıldığı bu filmden sonra<br />
"Niçin ben kendi filmimi çekmiyorum, niçin<br />
kendi filmimi yazmıyorum, yazamıyorsam<br />
yazdırmıyorum. Çekemiyorsam, çektirmiyorum.<br />
Bunun için ilişkilerimi kullanıp, insanları<br />
bir araya getirip niye organize etmiyorum"<br />
diye kendime çok sordum ve bir cevabını<br />
bulamadım. Nedenini bilmiyorum. Tamamen<br />
çok fazla çalışmaktan ve hayat mücadelesinden.<br />
Artık biraz daha sakinleştiğim için yapabilirim.<br />
Çok feci örgütlenmemiz gerektiğini<br />
düşünüyorum. Uçan Süpürge gibi kadına<br />
yönelik, kadın festivallerinin çok fazlalaşması<br />
gerektiğini düşünüyorum. Kadınların çalışması<br />
ile, sosyal haklarıyla ilgili yeni bir yasa çıkacaktı,<br />
sinemacı kadınlar için böyle yasalar çıkmalı,<br />
gerçekten çok önemli. Yavaş yavaş bir<br />
şeyler değişiyor ama zor olacak. Bizde de zor<br />
Hollywood'da da zor. Hollywood'u çok ciddiye<br />
aldığım için söylemiyorum. Şunun için<br />
örneklendiriyorum, o kadar erkek egemen bir<br />
toplum ki Hollywood ve kadınlar o kadar<br />
ezilmişti ki, kadınlara sadece yardımcı roller<br />
verilir, onlar oynar Oscar alırdı. Yani gerçek<br />
hayatta da aslında rolleri vardı sinema<br />
dünyasında ve onu oynuyorlardı. Kadın bir<br />
yapımcı, kadın bir yönetmen ne zaman<br />
gördük? Galiba bu bütün dünyaya hakim bir<br />
şey. O yüzden bu da beni gıcık edip, hırslandırıyor<br />
bir feminist olarak. Eşitliğe hayatın<br />
her alanında inandığım için dolayısıyla sinemada<br />
da alanımız biraz daha fazlalaşsın, biraz<br />
daha söz hakkımız olsun istiyorum.<br />
İki yıl önceye göre Türk sineması üretimleriyle<br />
televizyon dizilerinin karşısında daha sağlam<br />
duruyor gibi görünüyor. Bu konuda ne diyeceksiniz?
Televizyon dizileri müthiş oyuncu kazandırdı<br />
sinemaya ve tiyatroya. Asla yadsıyamayız<br />
varlığını. keşke Bir sürü genç oyuncu televizyon<br />
sayesinde sinemayla tanıştı. Tiyatroda bile<br />
herkes televizyondaki adamı görmeye gidiyor.<br />
Bunlar çok hoş gelişmeler. Tabii ki hepimizin<br />
gönlünde sinema, tiyatro yatıyor. Çünkü bu<br />
mesleğe başlamamızın sebebi o. Hiç birimiz<br />
dizi oyuncusu olmak için girmedik ki oyunculuğa.<br />
Ben 16, 17 yaşındayken tiyatroyu<br />
seçtiğimde dizi oyunculuğu diye bir şey<br />
yoktu. Zaman içinde değişti, gelişti iki sektörün<br />
de birbirine faydası çok fazladır. Para<br />
için dizi yapıyorum demek istemiyorum.<br />
Hayır. Buna da karşıyım. Ama manevi bir yanı<br />
var sinemanın, para olmasa da giderim. Öyle<br />
bir senaryo gelir ki "Abi ben size yardım edeceğim"<br />
derim. Üç kuruş almadan çalışırım.<br />
Dişimi tırnağıma takar çalışırım. Ama dizi de<br />
yapmam. Haftanın yedi günü 24 saat anamız<br />
ağlıyor karşılığını da istiyorum, çünkü başka<br />
yerlere harcıyorum enerjimi o zaman.<br />
Artık profesyonel olmuş bir oyuncu için sinema<br />
ve dizi çok fark etmez, fakat mesleğe<br />
daha yeni adım atmış, ham olan bir oyuncu<br />
için bu bir problem değil mi?<br />
Doğru söylüyorsunuz, haklısınız. Hiç biri istemez.<br />
Konservatuardan mezun olmuş gencecik<br />
bir insan tabii ki tiyatrocu olmak için okumuştur.<br />
Ama kimse gökten zembille "Al bu<br />
başrol senin" demiyor. Bunun için deneyim<br />
kazanmak gerekiyor ve aynı zamanda hayatını<br />
devam ettirmek için para kazanmak<br />
zorunda. Bizim ülkemizdeki sistem böyle,<br />
yapacak bir şey yok. Bu anlamda bir sürü<br />
belgesel izledim Hollywood'da. Aklınıza gelecek<br />
bütün starlar televizyondan çıkma. Robin<br />
Williams'ın televizyonda ne şaklabanlıklar<br />
yaptığını, Jim Carrey'in ne şovlar yaptığını<br />
görmemiz gerekiyor. Hiç birimiz bunları<br />
hesaplamıyoruz. Benim hikayem de aynı.<br />
Günün birinde Kurtlar Vadisi'nde oynayacaktınız<br />
da, orada tanınacaktınız da sinema<br />
yapacaktınız da... Aklımın ucuna gelmedi<br />
böyle bir şey. Bir sıçrama arzusu değil, nasıl<br />
üç beş kuruş para kazanırım tamamen bu<br />
dert. Biz de isterdik çok idealist olalım ve<br />
arkasında durabilelim. Ben yavaş yavaş dönmeye<br />
başladım.<br />
Çok az kadın oyuncu sizin kadar başarılı film<br />
çekiyor. Hiç kimsede böyle bir süreklilik yok,<br />
bunun sırrı ne?<br />
Bu işe çok erken başlamanın verdiği bir<br />
tecrübe olduğunu söyleyebilirim. Ben çok<br />
küçük yaşta başladım, bu sektörde büyüyüp,<br />
bu sektörde piştim. Kendi çapımda hatırı<br />
sayılır bir tecrübem olduğunu söyleyebilirim.<br />
17 yaşında başladığımı düşünürsek, 12 yıl.<br />
Onun dışında çok güzel ekiplerle çalışıyorum,<br />
danıştığım insanlar var. Bana bir senaryo<br />
geldiği zaman ilk Sırrı'ya okuturum her<br />
zaman. Onun dışında biraz sezgi, yatağa yattığım<br />
zaman ruhumda hissettiğim bir şey,
anlatamıyorum bunu. Başarının bir sırrı yok,<br />
ama süreklilik önemli doğru söylüyorsunuz.<br />
Bu arada böyle gidecek diye bir şey yok. İki<br />
film sonra ben de her şeyi batırabilirim. Hatta<br />
bu filmde bile başarısızlığa uğrayabilirim. Hiç<br />
bir şeyin garantisi yok. Sadece sezgilerim,<br />
hani vardır ya yüreğinin götürdüğü yere git.<br />
Bir de çekim yasası tavsiye ederim. Ya ben<br />
şöyle bir rolü oynasam diyorum, o rolü<br />
oynuyorum.<br />
Yeni proje var mı?<br />
Evet. Sırrı Süreyya Önder’in Berlin projesinde<br />
rol alacağım. Çok büyük bir rol değil. Ama<br />
söyledim "Ne olursun, hiç önemli değil,<br />
destek olmak adına, geleceğim, arkadan<br />
geçerim, oturup üç cümle söylerim." Büyük<br />
rol, küçük rol hiç önemli değil mutlaka olacağım<br />
o projenin içinde. Bunun dışında bir<br />
sinema filmi projesi vardı. Ertelendi şu anda<br />
Ağustos'a. Kutluğ Ataman'la da görüşüyoruz.<br />
Onun dışında iki şey var ama onu söylemeyeceğim.<br />
Çünkü söyleyince olmuyor. Uğuru<br />
kaçıyor. İki proje var eğer onlar olursa bomba<br />
hakikaten.<br />
Bu ay O... Çocukları giriyor vizyona. Vizyona<br />
girdiği dönemle ilgili ne düşüyorsunuz?<br />
Çünkü çoğu Türk filmi bu dönemde girmeye<br />
cesaret edemez.<br />
Ben söyledim daha önce de. "Çıldırmış<br />
olmalısın" dedim yapımcıma. Benim filmim<br />
olsa ben Mayıs’ta vizyona sokmam. Hava<br />
güzel, bahar, şenlik, çiçek, böcek... Niye<br />
gireyim ki bir alışveriş merkezinde filme. Ben<br />
Eylül, Ekim’den aşağı sokmam filmimi.<br />
Kendim de Ekim’den aşağı filme gitmem bu<br />
arada. Bir şimdi Sex and the City geliyor,<br />
Carrie Bradshaw'u çok merak ettiğim için ona<br />
gideceğim. Sinemaya aşık biri olarak bunu<br />
söylüyorum, sinema bir ruh işi. Büyük<br />
cesaret.<br />
İzleyiciler için mesajınız var mı?<br />
Bütün Türk filmlerini izlesinler. Sadece bizi<br />
değil. Mayıs ayı da dahil olmak üzere. 12 ayın<br />
12'sinde de filme gitsinler. Türk filmlerini<br />
izlesinler. Bayılıyorum sinemaya giden insanlara,<br />
sinemadan bahseden insanlara bayılıyorum,<br />
bizi izleyen herkese bayılıyorum.<br />
SON dönemde rol aldığı Mutluluk,<br />
Beynelmilel gibi filmleriyle festivallerdeki<br />
bütün ödülleri toplayan Özgü Namal Türk<br />
Sineması ve dünya sinemasında kadının<br />
yerinin bulunmadığını söylüyor. Bu duruma<br />
“gıcık” olduğunu söyleyen genç yıldız kendi<br />
hikayesini ve kadın dertlerini anlatan bir film<br />
yapacağını veya yapılmasında rol oynayacağını<br />
iddia ediyor. Önümüzdeki hafta vizyona<br />
girecek olan O…Çocuklarında yarı İtalyan<br />
yarı Türk olan bir kadını canlandıran Namal<br />
filmin içinde var olan kadın karakterlerle ayrıcalıklı<br />
bir yapım olduğunu söylüyor…
Nuri Bilge Ceylan “Üç<br />
Maymun” filmiyle Cannes’da En<br />
İyi Yönetmen ödülünü alırken<br />
bütün Avrupaya seslendi<br />
Nuri Bilge Ceylan, ''Üç Maymun''<br />
isimli filmiyle Cannes Film<br />
Festivali'nde en iyi yönetmen<br />
ödülünü aldı. Ceylan, ödül<br />
töreninde yaptığı konuşmada,<br />
''Kazandığım ödülü yalnız ve<br />
güzel ülkem Türkiye'ye ithaf ediyorum''dedi.<br />
Ödül haberinin kendisini<br />
şaşırttığını belirten Ceylan, ''ödülü<br />
almaktan büyük onur duyduğunu''<br />
söyledi. Ceylan'ın en iyi yönetmen<br />
ödülünü aldığını, jüri başkanı Sean Penn duyurdu.<br />
ALTIN PALMİYE FRANSIZ FİLMİNE<br />
Festivalde Altın Palmiye ödülünü, Fransız yönetmen<br />
Laurent Cantet'in ''Entre les murs" isimli filmi<br />
kazandı. Film, eğitim konusuna Fransız toplumunu<br />
bakışını yansıtıyor. Ödülü, yönetmen Laurent<br />
Cantet'e, Robert de Niro verdi. En iyi senaryo<br />
ödülünü ise Jean Pierre Luc Dardenne'nin "Le<br />
Silence de Lorna" isimli filmi aldı. Ödülü, geçen yıl<br />
bu ödülü kazanan Fatin Akın takdim etti. Yarışmada<br />
jüri, en iyi erkek oyuncu ödülünü, yönetmen Steven<br />
Soderbergh'in '''Che'' filmindeki rolüyle Benicito del<br />
Toro'ya, en iyi kadın oyuncu ödülünü ise Walter<br />
Salles'in yönettiği, ''Linha de Passe'' isimli filmdeki<br />
rolüyle Sandra Corbeloni'ye verdi. Jüri ödülünü,<br />
Paolo Sorrentino'nun, "Il Divo" filmi aldı.
■ Haziran Ayı’nin en ses getirecek yapımlarından olan Yeşil<br />
Dev Hulk müthiş bir oyuncu kadrosu ile karşımızda.<br />
Prodüksiyonunu Marvel Stüdyoları ile Universal<br />
Pictures’ın birlikte yaptığı filmin çekimlerine 27<br />
Temmuz’da Kanada’nın Toronto kentinde başlandı.<br />
Yönetmenliğini Louis Leterrier’in üstlendiği filmin<br />
başrollerini Edward Norton, Liv Tyler, Tim Roth ve<br />
Oscar ödüllü aktör William Hurt paylaştı.<br />
■ Serinin fanatikleri, daha şimdiden Edward<br />
Norton’lu bir Hulk’un neye benzeyeceğini<br />
merak ediyorlar. Kimisi Norton’u, yeşiller<br />
içinde hayal edemese de, gerek oyunculuğu<br />
gerekse fiziğiyle Hulk için<br />
biçilmiş kaftan olacağını söylemek<br />
isteriz. Filmin artılarından biri de<br />
kuşkusuz ki sinemanın en güzel<br />
Elf’i Liv Tyler. Yepyeni “Hulk”un<br />
sinemaseverleri memnun edip<br />
etmeyeceği tartışma konusu.<br />
■ 2003 yılında vizyona giren ilk<br />
sinema versiyonunda Banner’ı<br />
Eric Bana, Betty’i Jennifer<br />
Cennelly , Betty’nin babası<br />
generali Sam Elliott ve<br />
Hulk’un babasını Nick Nolte<br />
canlandırdı. Uzakdoğulu usta<br />
yönetmen Ang Lee’nin çektiği<br />
film iyi bir gişe elde etti.<br />
■ Hulkumuzun kendine has özellikleri<br />
var. Ve bu özellikler Yeşil Devi diğer süper<br />
kahramanlardan daha ayrıcalıklı bir hale getiriyor.<br />
Bakalım bunlar neler miş?
■ Gerçek ismi Dr. Bruce Banner<br />
olan Hulk , Marvel Comics tarafından<br />
yayınlanan süper kahramanların<br />
en öfkelisidir. Hulk ilk kez<br />
Mayıs 1962’de “Incredable Hulk”<br />
adıyla yayınlandı. Yaratıcıları Stan<br />
Lee ve Jack Kirby en çok aşk acısı<br />
çeken kahraman olarak Hulk’u<br />
gösterirler.<br />
■ Fizikçi Dr.Bruce Banner bir<br />
deney esnasında , kendi yarattığı<br />
bir yama bombasının patlamasına<br />
maruz kalır. Ve birden Hulk’a,<br />
öfkeli bir canavara dönüşür.<br />
Kahramanımız hem Dr.Banner<br />
hemde Hulk haliyle polis ve asker<br />
tarafından sürekli kovalanır.<br />
Hulk’un dış deri rengi ilk başta gri<br />
olsa da daha sonra yeşil<br />
yaratıcıları yeşil renkte karar<br />
kılmışlar.<br />
■ 40 yıllık zaman diliminde ,<br />
Marvel Evreninde var olan tüm<br />
süperkahraman ve kötü karakterlerle<br />
savaşmıştır. Bunların içinde<br />
Kaptan Amerika, Fantastik Dörtlü,<br />
Demir Adam, Örümcek Adam,<br />
Wolverine ve Doctor Doom’da<br />
vardır.<br />
■ Hulk’un birçok macerasında<br />
General Thaddeus “Thanderbat”<br />
Ross, kahramanımızı emrindeki<br />
müfrezeyle ve Hulkavcıları’yla<br />
yakalamaya ya da yok etmeye<br />
çalışır. Ross’un kızı Betty , Banner<br />
‘a aşıktır ve babasını , Hulk’un<br />
peşinde olduğu için eleştirir.
■ Yayınevlerinin aralarındaki anlaşmaya<br />
göre baskı oranını azaltan<br />
madde nedeniyle Hulk piyasadan<br />
çekilir. Ancak kısa bir süre sonra<br />
Jack Kirby bir üniversiteden<br />
Hulk’un, resmi maskotları<br />
seçildiğine dair bir mektup alır.<br />
Böylece Lee ve Kirby üniversite<br />
öğrencileri arasında bir okuyucu<br />
kitlesine sahip olduklarının<br />
fakına varırlar. Fantastik<br />
Dörtlü ve Örümcek Adam’ın<br />
maceralarında misafir<br />
olarak yer alır ve kısa<br />
zaman da bir süper kahraman<br />
takımı olan<br />
“İntikamcılar” ın<br />
değişmez üyesi olur.<br />
■ Hulk genel olarak bir süper kahraman<br />
gibi değerledirilse de, Banner’la olan ilişkisi<br />
Dr.Jekyll / Mr. Hide ilişkisini andırır.<br />
Hulk değiştiğinde zekası kıt ve kendini<br />
kontrol edemez bir haldedir. Banner,<br />
Hulk’u bir lanet diye nitelendirir. Değişim<br />
genelde duygusal stres altındayken olur.<br />
Hulk<br />
küçük bir<br />
çocuğun mantığına ve huyuna<br />
sahiptir. Önüne çıkıp onu sinirlendiren<br />
her şeyi yok etmesinin dışında , kaçma ve<br />
yalnız kalma çabası içindedir. .
■ Hulk sinirlendikçe güçlenir.<br />
Bir macerasında, dünyanın 2<br />
katı büyüklüğünde bir asteroiti<br />
tek yumrukta parçalar.<br />
Hulk’un bacak kasları öyle<br />
güçlüdür ki, bir sıçrayışta 5<br />
km. kadar yol alabilir ve<br />
öfkesinin şiddeti onun, çok<br />
daha fazla mesafe kat etmesini<br />
sağlayabilir. 1600km. lik bir<br />
sıçrayış yaptığı görülmüştür.<br />
Fiziksel yaralanmalar ne kadar<br />
ağır olursa olsun, üstün kas<br />
yapısı ve metabolizması<br />
kendisini yenileme özelliğine<br />
sahiptir. Aşırı ısıya, nükleer<br />
patlamalara ve zehirlere karşıda<br />
donanımlıdır, sanki onu<br />
çevreleyen görünmez bir<br />
kalkan varmışçısına, bu dış<br />
etkenler onda bir iz bırakmaz.<br />
■ Yaralanmalara karşı yüksek<br />
direncine rağmen Hulk’da incitilebilir.<br />
Birkaç kere adamantism<br />
çeliğinden silahlarla<br />
yaralanmıştır. Yinde de sıradan<br />
insanlara göre çok daha hızlı<br />
iyileşme yeteneği vardır. Ayrıca<br />
isteği dışında uyutulduğu,<br />
Banner’a dönüştüğü maceraları<br />
olmuştur.<br />
■ Medyada da 39 bölümlük<br />
çizgi filmi yayınlandı.<br />
Incredable Hulk adıyla da dizi<br />
filmi çekildi. Bill Birby,<br />
Banner’ı, Lou Ferrigno da<br />
Hulk’u canlandırdı.
Ülke değil,<br />
konular<br />
bağlıyor bizi<br />
BANU BOZDEMİR<br />
Onun sinemayla ilişkisi bir hayli küçüklüğüne<br />
dayanıyor... Öylülerle başlayan<br />
bir gözlem gücü ve sonra kendi deyimiyle<br />
kalemden kameraya geçme süreci...<br />
Almanya’da yaşayan Özgür Yıldırım<br />
ilk filmi Chiko ile sağlam bir sinema dili<br />
yakaladığını gösterdi... Biz de Chiko ekseninde<br />
biraz Almanya’da yaşamayı, biraz<br />
Türkiye’ye bakmayı biraz da sinemayı<br />
konuştuk tabii... Türkçesinin mükemmel<br />
olmadığını belirten Yıldırım, ilerisi için iyi<br />
bir sinema vaat ediyor diyebiliriz...<br />
Neredeyse çocuklu¤unuza dayanan<br />
sinema geçmiflinizden bahseder misiniz?
11<br />
yafl›nda k›sa öyküler yazmaya<br />
bafllad›m. 14 yafl›nda bu öykülerimi bir<br />
yay›nevi kitap olarak ç›kard›. Yazma merak›<br />
o zamanlar do¤mufltu bende. Sonra kalemden<br />
kameraya geçtim ve k›sa metrajl› filmler<br />
çekmeye baslad›m arkadafllar›mla birlikte.<br />
Bir iki film sonra karar›m kesindi: Yönetmen<br />
olmak istiyordum.<br />
Almanya’daki sinema ortam›n› nas›l<br />
tan›mlars›n›z? Orada Türk kanad›nda h›zl›<br />
bir yükselifl var. O kadar bir arada ve birbirinize<br />
destek görünüyorsunuz ki adeta tek<br />
bafll› ‘canavar’ gibisiniz… ? (Olumsuz<br />
anlafl›lmas›n, olumlu bir benzetme) Bu<br />
konuda neler söylersiniz?<br />
Tabi ki bizim neslimizin insanlar› öncekilerden<br />
daha fazla<br />
uyum sa¤l›yor. Art›k<br />
Türkler ve di¤er<br />
yabanc›lar her meslek<br />
dal›nda çal›fl›yor. Film<br />
dünyas›nda Türkler seksen y›llar›ndan beri<br />
yeni yeni geliflmeye bafllad›. O kadar az<br />
de¤il art›k Türkler bu dalda. Elimizden<br />
geldi¤ince birlikte çal›fl›yoruz, bu ayn›<br />
ülkenin insanlar› oldu¤umuz için de¤il,<br />
konular birbirimizi ba¤lad›¤› için.<br />
Bir önceki soruyla ba¤lant› kurarsak , sizi<br />
yeni bir Fatih Ak›n olara anmalar›, filminizin<br />
‘K›sa ve Ac›s›z’ tad›nda olmas›… Bunlar›n<br />
sizde yaratt›¤› hissiyat?<br />
Fatih’le benim engellemek istedi¤imiz tam<br />
da buydu. Piyasaya yeni at›lan bir yönetmen<br />
için baflar›l› bir yönetmenle mukayese<br />
edilmesi faydal› gelebilir ama biz birbirimizden<br />
farkl› oldu¤umuzu düflünüyoruz.
Fatih ilginç bir yönetmen. Ama<br />
onunda bir yap›mc› olarak<br />
sanm›yorum ki ikinci bir Fatih’i<br />
desteklemesi ilgisini çeksin.<br />
Filminizde Scarface etkileri<br />
oldu¤unu ve La Haine’den etkilendi¤inizi<br />
söylüyorsunuz. Filminizi<br />
hangisine daha yak›n bir duruflla<br />
çektiniz ya da çekmek isterdiniz?<br />
Çocuklu¤umdan beri izledi¤im<br />
filmler mutlaka beni etkiledi.<br />
Scarface de bu filmlerden biri.<br />
K›sa filmlerim fazlas›yla komediydiler.<br />
Her tür filmler ilgimi çeker.<br />
Ve mümkün oldukça de¤iflik filmler<br />
yapmak istiyorum. Beni<br />
besleyen fleyler daima gerçek<br />
hayatta olan maceralar.<br />
Gerçekli¤in salt gerçeklik<br />
oldu¤unu olmas› gerekti¤ini söylüyorsunuz.<br />
Ayaklar› yere basan, belki<br />
de can yakan bir gerçeklik…<br />
Chiko’da bu benim için önemliydi. Bu<br />
tür filmler Almanya’da çok yap›lm›yor.<br />
Daha çok Amerikal›lar bu tür filmleri<br />
yap›yor. Onlar›n gerçe¤i bizimkinden az<br />
çok farkl›. Benim amac›m Almanya’n›n<br />
gerçe¤ini göstermekti.<br />
Amerikan sinemas›na ve onlar›n gerçeklik<br />
duygusuna bak›fl›n›z?<br />
Asl›nda Amerikal›lar film dünyas›na biraz<br />
daha geç at›ld›lar. Almanlar veya Avrupal›lar<br />
ön s›radayd›. Benim neslim tabi ki Amerikan<br />
filmleriyle büyüdü. Ve bu tür filmler hem<br />
etkileyici hem de önemliydi. Dünyan›n<br />
geliflmesiyle birlikte Amerikan filmleri de<br />
geliflti. Ve bugünlerde bile ço¤u filmlere<br />
örnek oluyorlar.<br />
Türkiye’yi yeterince tan›yor musunuz?<br />
Türkiye’nin varofllar›n›, burada yaflananlar›.<br />
Ben Türkiye’yi asl›nda yaz tatillerinden<br />
tan›r›m. Lise birinci s›n›f› ‹stanbul’da<br />
okudum, ama yeterince tan›yamad›m.<br />
En yak›n olay 1 May›s karmaflas› mesela…<br />
Neler düflünüyorsunuz?<br />
Bu soruya cevap veremem malesef.<br />
Türkiye’de yaflasayd›n›z, beslenece¤iniz<br />
konu ne olurdu?<br />
Bilemiyorum. Belki de Türkiye’nin siyasal<br />
konular› veya toplumsal konular.<br />
fiimdi anlad›¤›m kadar›yla Almanya’n›n<br />
varofl olmayan baflka bir bölgesinde oturuy-
orsunuz. Ama beslenme noktan›z hala<br />
oras›, eskiden oturdu¤unuz yer? Zaman<br />
içinde orada nas›l bir de¤iflim gözlediniz?<br />
Eskiden yaflad›¤›m semt art›k biraz daha bu<br />
varofl imaj›ndan ç›kt›. ‹nsanlar de¤iflti, eski<br />
insanlar gitti. Özellikle hapise düflenler belki<br />
sonra gelenler için ibret oldu.<br />
Türklere ya da di¤er az›nl›klara karfl› özel bir<br />
fliddet duygusu var m› Almanya’da hala.<br />
Yoksa varofllarda yaflanan fliddet daha çok<br />
kendi içinde mi kal›yor?<br />
San›r›m bu anlamdaki fliddet duygusu<br />
dünyan›n her ülkesinde<br />
var ve olacakta.<br />
Almanya’da her türlü<br />
insan yafl›yor. Bu baz›<br />
insanlarda k›zg›nl›k<br />
yarat›yor. Ama uyum<br />
sa¤layan insan belki o<br />
kadar fliddet yaflamaz,<br />
nerede olursa olsun.<br />
Cesur ve dürüst bir film<br />
yapt›¤›n›z› söyleyebilir<br />
misiniz?<br />
San›r›m Almanya flartlar›na<br />
göre Chiko’nun<br />
dürüst ve hatta cesur bir<br />
film oldu¤unu söyleyebilirim.<br />
Türkiye’de sinema<br />
ortam›n›, sinemac›lar› ve<br />
filmleri nas›l de¤erlendiriyorsunuz?<br />
Türk sinemas› da beni ayn›<br />
flekilde etkiledi diyebilirim.<br />
Türk sinemas› bence çok<br />
de¤erli ve özel. Konular›ndan<br />
oyuncular›na kadar. ‹sterdim ki<br />
sinema filmleri dizilerden çok daha<br />
fazla yap›ls›n bugünlerde.<br />
Türkiye’de film çekmek ister misiniz?<br />
Evet, çok isterim. Özellikle oyuncular› baz›<br />
Avrupal›lardan cok daha üstün olduklar›<br />
icin.<br />
Moritz Bleibtreu Türk filmlerine destek<br />
veren bir oyuncu. Onun deste¤i konusunda<br />
neler söylersiniz?<br />
‹sminin filmde geçmesinin yararl› oldu¤unu<br />
söyleyebilirim. Ama Moritz art›k öyle bir<br />
seviyede ki, destek nedeninden de¤il, istedigi<br />
ilginç karakterleri oynamas›i tercih<br />
etmesi yüzünden. Bunuda iyi anl›yorum.
GÜLŞAH ÖZTÜRK<br />
■ Parfümlerinden, yapımcılığına<br />
kadar adına her durakta rastladığımız<br />
Sarah J. Parker, tiyatrodan televizyona<br />
uzandı. Hayatlarımıza girdi.<br />
80’lerdi, Robert Downey Jr. ile birlikteydi.<br />
Get Bitten ile manifestosunu yazdı.<br />
Her keseye, her bedene ve her yaşa<br />
dedi. “L.A. Story”, “Ed Wood”, “Mars<br />
Attacks”, “The First Wives Club”,<br />
“Failure to Launch”, “The Family<br />
Stone” gibi daha nice filmde rol aldı.<br />
Parfümlere ilham oldu. Adını koydu.<br />
Altın Kürelerinin yanında iki de Emmy<br />
sahibi oldu. Dizisinin yapımcısı oldu.<br />
Ardı sıra dizinin filmi kaçınılmazdı.<br />
Filmin post prodüksiyon çalışmalarını<br />
da üstlendi ve 30 Mayıs’ta vizyona<br />
giren Sex and The City: The Movie’<br />
de Carrie Bradshaw yine yeniden<br />
dilinde kalemi, ayağında topukları ile<br />
koşmaya başladı.<br />
Carrie Bradshaw (Sarah Jessica Parker)<br />
■ Dizinin ve filmin baş karakteridir.Bir<br />
New York gazetesinde<br />
erkeklerle ilişkilerinden yola<br />
çıkarak haftalık “Sex and the<br />
City” köşesini hazırlamaktadır.<br />
Filmin konusu, Carrie<br />
Bradshaw’ın yazılarını yazarken<br />
yaptığı beyin jimnastiği üzerine<br />
yapılandırılır. New York seçkinlerinin<br />
ve gece hayatının<br />
üyelerindendir. Lüks kulüp, bar<br />
ve restoranların düzenli üyeleri<br />
arasındadır. Gazetedeki<br />
yazılarında kadın-erkek ilişkilerinin<br />
farklı boyutları üzerinde<br />
odaklanır. Çeşitli erkeklerle ilişkileri<br />
olmasına rağmen “Mr. Big”<br />
ile çok katmanlı ve tekrar tekrar<br />
bitip başlayan karmaşık bir ilişkisi<br />
vardır. “Sex and the City”nin<br />
düzenli izleyenleri Carrie’nin<br />
yüzlerce çift ayakkabısı<br />
olduğunu ve bunlara büyük bir<br />
servet harcadığını bilir. Carrie bir<br />
ev sahibi olamamasını<br />
ayakkabılarına harcadığı parayla<br />
açıklar. Carrie’nin sigara tiryakiliği<br />
de dillere destandır.
Asla yakalanmayan gangster<br />
huzurunuzda...<br />
ARZU ÇEV‹KALP<br />
■ Al Pacino’nun ismi zikredildiğinde ilk<br />
aklınıza gelen özelliği nedir? Gangster<br />
karakterleriyle bütünleşmiş, şiddet kisvesini<br />
umarsızca üzerine giyebilen, sert ve<br />
dinamik bir kişilik.<br />
Gelin hep beraber aktörün hayat hikayesine<br />
kısaca bir göz atalım. Al Pacino 25<br />
Nisan 1940 yılında New York’da dünyaya<br />
gelir. Güzel Sanat’lar okuluna giderken<br />
oradan ayrılarak çeşitli işlerde görev alır.<br />
1966 yılında oyuncu olmayı amaç<br />
edinen Pacino ‘Actors Studio’da<br />
eğitim almak için hak<br />
kazanır ve kısa bir<br />
süre sonra Earl<br />
James ile<br />
beraber çalıştığı “The Place Creep”da<br />
oynar. 1967-68 yılları arasında tiyatro<br />
yeteneğini sergilemek isteyen aktör serseri<br />
ruhlu birini canlandırarak “The Indian Wants<br />
The Bronx” adlı eserin bir parçası olduğunu<br />
kanıtlayıp “Obie” ödüllerinin dağıttığı En İyi<br />
Erkek Oyuncu ödülünü alma onuruna erişir.<br />
Ardından Pacino, Broadway’de sahneye<br />
çıkarak “Does The Tiger Wear a Necktie”<br />
adlı oyunla toplumdan soyutlanmış bir<br />
uyuşturucu bağımlısını ‘ben doğuştan bir<br />
oyuncu olarak dünyaya geldim’ sözüyle<br />
bağdaştırarak ikinci kez ödül heykelciğini<br />
alır. Kariyerine başlangıç filmi ise “Me,<br />
Natali”dir. 1970 yılı, kendisi için tamamiyle<br />
bir dönüm noktası olur. Francis Ford<br />
Coppola’nın “The Godfather 2”si, Sidney<br />
Lumet’in “Serpico”su ve Sydney Pollack’ın<br />
“Bobby Deerfield” filmlerinde rol alarak<br />
engebeli yollarda yürümeye bir<br />
son veren aktör rüyalarını<br />
gerçek-
leştirmek uğruna birçok filmde oynamaya<br />
devam eder.<br />
1980’li yıllarda ise aktör, beyazperde ve<br />
tiyatroyu bir arada yürüterek, Brian De<br />
Palma’nın “Scarface” filminde rol alır.<br />
Bu kadar nam saldıktan sonra, karizmasını<br />
çizdiren Pacino, fiyasko bir<br />
film olarak hatırımızda kalan “The<br />
Revolution”da Donald Sutherland,<br />
Natassa Kinski gibi oyuncularla<br />
aynı sahneleri paylaşır. Bu sayede<br />
beyazperdenin merdivenlerini hızlı<br />
adımlarla çıkarak “Godfather 3” filminde<br />
rol alır.<br />
90’lı yıllar… “Carlito’s Way”,<br />
Robert De Niro ile aynı kulvarı<br />
paylaştığı “Heat”, “Devil’s<br />
Advocate” ve son olarak “88<br />
Minutes” filmiyle ününü<br />
artıran Pacino gibi usta bir<br />
oyuncunun hayat hikayesi<br />
ve filmografisi bu sayfalara<br />
kolay kolay sığmaz. Ama<br />
maço mizacı ve o keskin<br />
bakışlarıyla hedefini tam<br />
on ikiden vuran başka bir<br />
oyuncu yok sanırız.
Bu yıl 15. düzenlenen Alton Koza<br />
Film Festivali yine dopdolu bir repertuarla<br />
izleyicilerini misafir edecek. <strong>02</strong><br />
- 08 Haziran tarihleri arasında yapılacak<br />
15. Altın Koza Film Festivali<br />
Ulusal Uzun Metraj Film<br />
Yarışması’nda 12 Türk Filmiyer alıyor.<br />
Bu 12 filmin dışında Rıza, Yumurta ve<br />
Yaşamın Kıyısından filmleri yarışma<br />
dışı gösterilecek. Festival, Büyük Jüri<br />
En İyi Film Ödülü’ne 250.000 YTL,<br />
Büyük Jüri Yılmaz Güney Ödülü’ne<br />
75.000. YTL, Halk Jürisi En İyi Film<br />
Ödülü’ne 50.000. YTL ve En İyi<br />
Yönetmen Ödülüne 50.000 YTL ödül<br />
dağıtacak.<br />
15’inci Altın Koza Film Festivali’nde<br />
ULUSAL YARIŞMA<br />
FİLMLERİ<br />
Ara - Ümit Ünal<br />
Gitmek - Hüseyin Karabey<br />
Gölge - Mehmet Güreli<br />
Hazan Mevsimi: Bir Panayır<br />
Hikayesi - Mehmet Eryılmaz<br />
Mülteci - Reis Çelik<br />
Nokta - Derviş Zaim<br />
Saklı Yüzler - Handan İpekçi<br />
Sonbahar Ağıtı - Özcan Alper<br />
Tatil Kitabı - Seyfi Teoman<br />
Ulak - Çağan Irmak<br />
Beyaz Melek - Mahsun<br />
Kırmızıgül.<br />
Yaşam Boyu Onur Ödülleri, Türk Sineması’nın<br />
devlerinden Halit Refiğ, Selda Alkor ve Halil<br />
Ergün’e sunulacak.<br />
Festivalde ayrıca özel bir Romy Schneider<br />
bölümü var. 1982’de 43 yaşında hayata veda<br />
eden güzel yıldızın Claude Sautet ile çektiği<br />
“Cesar ve Rosalie” ve “Hayat Bağları” nın yanı<br />
sıra “Naklen Ölüm” ile “Gözaltı” filmleri de<br />
gösterilecek.<br />
Festivalin bu yıl en ilgi çeken bölümü ise ,<br />
İsrail, Fransa, İtalya ve İspanya’dan, ödüllü 5<br />
film yer alacağı ‘’Akdeniz Sineması’’ bölümü.<br />
Bu bölümde gösterilecek filmlerden İsrailli<br />
yönetmen Eran Riklis’in savaşın ve sınırların
anlamsızlığı üzerine anlatısı<br />
“Limon Ağacı”nda, başrolünde<br />
son yılların önemli oyuncularından<br />
Hiam Abbass oynuyor.<br />
Yönetmenliğini Alain<br />
Corneau’nun yaptığı, festivalin<br />
beklenen filmlerinden olan<br />
“İkinci Nefes” ile Jean-Pierre<br />
Melville’in 1966’da aynı isimle<br />
filme çektiği romanı yeniden<br />
uyarlayarak, kara film türüne<br />
dönüş yapıyor. Katıldığı festivallerden<br />
pek çok ödüller<br />
dönen, Rodrigo Pla’nın<br />
İspanya-Meksika ortak yapımı<br />
“Yasak Bölge” adlı filmde,<br />
ayrımcılığın varabileceği<br />
korkunç boyutun tehlikesi gösteriliyor.<br />
Fransız sinemasının yıldız oyuncularından<br />
Sandrine<br />
Bonnaire’ın 25 yıl boyunca çektiği<br />
kişisel arşiv görüntülerinden<br />
oluşan ve yönetmenin şizofren<br />
kardeşi üzerine hazırladığı<br />
belgesel “Adı Sabine” de<br />
“Akdeniz Sineması” bölümünde<br />
sanatseverlerle buluşacak.
O…Çocukları<br />
benim için<br />
erken bir final<br />
BANU BOZDEM‹R<br />
‹LK soruların özelliği tanıma amaçlı olmasıdır.<br />
Bizde öyle başlayalım. Siz bu yola nasıl girdiniz?<br />
Taa küçükken annem benim bir oyunculuk<br />
yeteneğim olduğuna inanıyordu ben inanmazken.<br />
Sadece neşeli ve konuşkan olduğum için annem<br />
böyle düşünüyor. Oyunculuğun başka bir şey<br />
olduğunu bazı kırılmalar yaşayarak öğrendim. Çok<br />
da zorlandım. Ama annemin inancı ve azmiyle<br />
direndim. Yani çok olmayacak bir zamanda girip,<br />
hayatımı değiştiren bu olayın içine girdim. Beni<br />
ayakta tutan şey bu. O yüzden doğru bir seçim…<br />
Okurken İstanbul’a gelmeyi, bu derece ünlenmeyi<br />
ve yeteneğinizle pekişen bir oyunculuk halinizin<br />
olduğunu biliyor muydunuz?<br />
Evet. Okulu kazandığım günden itibaren şunu<br />
düşünmeye başladım. Ben de İstanbul’a gideceğim,<br />
ben de Cem Yılmaz gibi olacağım. Ama<br />
okul süreci ilerledikçe, tiyatronun başka kanallarına<br />
girmeye başlayınca biraz kafam karıştı<br />
açıkçası. Ama hayat sonuçta doğru ilerledi.<br />
İstanbul’a geldim. İlk üç sene kimsenin bilmediği<br />
ama kendimce çok önemli işler yaptım tiyatro<br />
anlamında. Para sadece huzur ve konfor için
gerekliydi. Mesleğimin temel hareket noktası asla<br />
değil. Ya sadece popüler işler yapan popüler biri<br />
olacaktım. Ama en iyisi kendini yaptığın işlerle<br />
göstermek. Ama tabiî ki popüler işler de<br />
yapacağım.<br />
Size göre asıl şöhreti nasıl yakaladınız?<br />
Evet, kesinlikle. Ben Avrupa Yakası sayesinde bu<br />
noktadayım. Avrupa Yakası çok özel bir iş benim<br />
için ve öyle de kalacak. Bütün seçimlerimi de<br />
Avrupa Yakası’na göre yapıyorum. Mesela daha<br />
fazla risk almıyorum. Ama önceliğim Avrupa<br />
Yakası. Gülse Birsel’in fikirlerine de çok önem<br />
veriyorum.<br />
Risk almıyorum diyorsunuz ama dizleri sinema filmleri,<br />
reklam filmleri ardına ardına gidiyor…<br />
Evet. Benim mesela menajerim falan yok.<br />
İçgüdülerimle yapıyorum kariyerimi. Bir tek annem<br />
soruyorum. Bir de Gülse Birsel’e. Şu iş sana para<br />
kazandırır, şu iş sana başka bir şey kazandırır<br />
konuşmaları yapıyoruz. Çok iyi bir gözlemci çünkü.<br />
Tiyatro hep hayatımda olacak zaten. Reklam daha<br />
fazla kitlelerce tanınmamı sağladı. Bazen bakın ben<br />
farklı projelerin içinde de yer almak, benim farklı<br />
yönlerim de var diyorum… Bence durum komiktir.<br />
Durum komikse oyuncu ona göre biçimlenir zaten.<br />
Beyaz Melek filmi büyük başarılar kazanıyor. Bir<br />
oyuncu olarak neler hissediyorsunuz? Filmin yolunun<br />
bu kadar açık olacağını düşünüyor muydunuz?<br />
Bir de cani gönülden yer aldınız mı projede?<br />
Beyaz Melek’e girerken Mahsun (Kırmızıgül)<br />
engeliyle hep kendimi durdurdum. Senaryo<br />
herkesin hoşuna gitti. Biraz ajitasyon var gibi ama<br />
yine de hoş diyorduk birbirimize. Özellikle de Arif<br />
Abi (Erkin) ile çok konuşuyorduk. Ama senaryoda<br />
anlatılan biziz. Anadolu, örf ve adetler…
Senaryoyu çok hissettim ama<br />
Mahsun’un çekebileceği<br />
konusunda sor işaretlerim<br />
vardı. Ama Mahsun’la<br />
tanıştıktan ve senaryoyu<br />
onun ağzından dinledikten<br />
sonra bu senaryoyu en iyi<br />
onun çekeceğine inandım.<br />
Gerçekten inanılmaz bir enerjisi<br />
var. Bütün ekibi yükseltti.<br />
Bir motivasyon yeteneği<br />
olduğunu düşünüyorum.<br />
Bir de siz onun kardeşini, en<br />
yakınındaki insanı canlandırıyorsunuz…<br />
Sanki farklı<br />
bir bağ kurmuş sizle?<br />
Özellikle Reşat rolünü çok<br />
önemsiyormuş. Reşat,<br />
Tanrıverdi’nin bir üst versiyonuydu<br />
benim açımdan. Şive<br />
falan aynıydı ama aynı<br />
topraktan ama aynı sosyoekonomik<br />
yapıdan değillerdi.<br />
Toprak ağasının küçük oğlu.<br />
Başka bir kültürle ve daha<br />
yoğun bir özgüvenle<br />
büyütülmüş. Bana çok şey<br />
kattı Beyaz Melek. Çok geniş<br />
bir kitle tarafından izlendi.<br />
Hepsinden farklı yorumlar<br />
aldım. Ama hepsinin çıktığı<br />
benim için doğru yoldu.<br />
Arkasından gelen Plajda filminde<br />
kadın kılığına girip,<br />
eski, Türk filmlerinde olduğu<br />
gibi seyirciye bir kandırmaca<br />
yaptınız? Kadın olmak kolay<br />
mı zor mu? Biraz o süreci<br />
anlatır mısınız?<br />
Kadın olmak oyuncu olarak<br />
çok keyifli bir şey. Çünkü çok<br />
özgürsünüz kadın kılığındayken.<br />
Çünkü o adam her<br />
şeyi yapar. Kadın kılığına girmiş<br />
zaten. Öyle büyük bir<br />
ödün vermiş ki kendinden. O<br />
yüzden çok keyifliydi. Bana<br />
yeni bir kamera özgüveni<br />
daha kattı. Ama yanlış sunulduğunu<br />
düşünüyorum filmin.<br />
Koca bir popoyla Şarp Apak<br />
ve Gürgen Öz filmi değildir o.<br />
Bir durum komedisiydi, yani<br />
biz öyle yola çıkmıştık.<br />
Sunum, Recep İvedik’in de<br />
aynı zamana denk gelmesi<br />
nedeniyle falan öyle lanse<br />
edildi. Film bekleneni yapmamış<br />
gibi oldu ama aslında<br />
bekleneni yaptı. 230 bin kişi<br />
normal. Film eğlencelik ve<br />
benim ilk komedi başrolüm.<br />
Bu seneki üçlemenin<br />
yumuşak karnı oldu. Yani<br />
Beyaz Melek’le O. Çocukları<br />
arasında yumuşak bir geçiş<br />
ama riskli bir hareket aslında.<br />
Sonrasında sunumunu kadın<br />
kılığında yapar mısınız gibi<br />
teklifler geldi. Ama biz işin<br />
magazinel kısmına çok<br />
girmedik açıkçası. Kadın<br />
kılığına girmek önemli bir<br />
silah. Tam hedefi vuramadık<br />
ama istediğimiz noktaya<br />
ulaştık diyebilirim.<br />
O zaman gelelim O.<br />
Çocuklarına… Zaten ismi<br />
kendinden önce geliyor. Bu<br />
projeye nasıl dahil oldunuz?<br />
Hep komedi mi oynayacaksınız<br />
dediler. Ben de kendimi<br />
farklı alanlarda ifade edeceğim<br />
işler istiyorum dedim.<br />
Filmden bahsetti. Akşam<br />
senaryoyu okudum ve sabah<br />
evet dedim. Çünkü başka bir<br />
enerji yaratma fırsatı benim<br />
için. Bir yılda üç farklı enerji<br />
alanı yaratabildiğimi göster-
mek istiyorum. Sonuçta hiç<br />
oynamadığım bir karakter.<br />
Kameraya nasıl yansıyacağını<br />
çok merak ediyorum. Çok<br />
önemli bir tecrübe. Her şey<br />
bağlandığında ortaya Saffet<br />
diye gerçek bir karakter<br />
çıkarsa o zaman tamamdır.<br />
Bitirim oynamak, o evin<br />
fedaisi, erkeği olmak ve<br />
racon kesmeden, hayatı<br />
bilen, kadının kıymetini bilen,<br />
erken olgunlaşmış bir adamı<br />
oynamak bir deneyim tabi.<br />
Bu nüanslar ortaya çıkarsa<br />
çok güzel olur benim için…<br />
Film genelde kadın ve çocuk<br />
dünyasına ilişkin sanki?<br />
Aslında film gerçek ve güzel<br />
bir kadın hikayesi. Bu<br />
hikayenin bir yerinde olmak<br />
çok keyifliydi. Bu film ortaya<br />
çıkınca sinemayı bilen,<br />
anlayan insanlarla konuşmayı<br />
çok isterim gerçekten.<br />
Aslında O. Çocukları erken<br />
bir final benim için. Sadece<br />
hadi Sarp bizi güldür durumu<br />
nereye kadar yani!<br />
Filmin bir özelliği de 80’lerde<br />
geçmesi, bir dönem filmi<br />
olması…<br />
O dönemin acılarını çok iyi<br />
bilen biri tarafından yazıldığı<br />
için çok başarılı. Sırrı Süreyya<br />
Önder. Beynelminel’in tadı<br />
değişiyor O Çocukları’nda.<br />
Çünkü hikaye İstanbul. Her<br />
anlamda imkan daha çok.<br />
Hikayenin bir ‘kaçak’ dolantısı<br />
da var. Bir kaçağın eve<br />
sığınmasıyla devam eden<br />
olaylar. Temposu çok yüksek.<br />
Bir oyunculuk filmi aslında.<br />
Kameranın doğru yerde<br />
durduğunda oyuncuların<br />
şovuna bakıyordu bu iş.<br />
Özgü Namal’la iki aşığı<br />
oynuyoruz. Ben Özgü’ye<br />
derinlerden aşık bir adamı<br />
oynuyorum. Bu ayrıntılar<br />
umarım geçer. Ticari<br />
amaçların dışında insanların<br />
oyuncu olarak güven duyduğu<br />
biri<br />
olmak<br />
istiyorum.<br />
Sarp<br />
varsa<br />
bu<br />
iş<br />
olur, bu<br />
iş güzel olur<br />
denmesi önemli.<br />
Kariyer budur işte.<br />
Kaygılanmak gerekiyor kesinlikle…Yanlış<br />
adımlar atmamak,<br />
doğru yere ulaşmak için<br />
kaygı gerekli bir duygu.<br />
Gençler olarak aslında bir<br />
çıkmazın içindeyiz. O yüzden<br />
çıtayı yükseltmeli ve başka<br />
türlü davranmalıyız.<br />
Kendi kendinize bu tür<br />
kaygıları çok yaşıyor<br />
musunuz?<br />
Tabii ki yaşıyorum. Bazen<br />
olaylar kontrolünüzden çıkmış<br />
olabilir. Gerçekle bağınız<br />
koptuğu zaman dibe doğru<br />
gidebilirsiniz yani. Onun için<br />
şimdi attığım her adım önce<br />
ben, sonra da biz için…<br />
Umarım hayalini kurduğumuz<br />
şeyler günün birinde olur.<br />
Ortalama bir tiyatromuz,<br />
güzel oyunlar ve maddi<br />
kaygıların kalmadığı günler.<br />
Mesela bir dizi ya da bir film<br />
için sete girdiniz.<br />
Öncesinde bir set,<br />
dekor tasarımı yaratır<br />
mısınız kafanızda?<br />
Kafanızdakiyle set ya da<br />
yönetmenin tavrı uyuşmadığında<br />
bir hayal kırıklığı<br />
yaşar mısınız?<br />
Ben aslında tamamen<br />
iletişimle çalışan biriyim. Yani<br />
iletişim yüksekse ben de yükseğim.<br />
Ama teknik şeyler<br />
beni çok etkilemez, çabuk<br />
adapte olurum. Okurken filmi<br />
kendiniz bir anlamda çekersiniz<br />
aslında. Yönetmenin<br />
bakışıyla yakınsa kurduğunuz<br />
şey, adapteniz daha kolay<br />
oluyor. O. Çocukları farklı<br />
benim için. Nerede ne<br />
yapacağı belli olan, şurada<br />
şöyle yapar diyebileceğim<br />
kadar salpam bir karakterle<br />
karşılaştım bu filmde.
FIRAT SAYICI<br />
■ Nisan ayında gerçekleşen<br />
İstanbul Film Festivali dolayısıyla<br />
ülkemize gelen çingene yönetmen<br />
Tony Gatlif, festival kapsamında<br />
bir söyleşi vermişti. İşte<br />
bu keyifli söyleşiden çeşitli notlar<br />
tuttuk ve sizzler için derledik.<br />
Ancak isterseniz, dünya sinemasının<br />
bu önemli ve çoğu kez<br />
es geçilen yönetmenini kısaca<br />
tanıtalım.<br />
Her ne kadar çingene filmlerinin<br />
unutulmaz yönetmeni olarak akla<br />
ilk gelen isim Emir Kusturica<br />
olsa da, çingenelerin hayatını<br />
Kusturica’dan daha objektif ve<br />
süsten uzak aktaran tek kişi<br />
Tony Gatlif. 1948 yılında<br />
Cezayir’de, Endülüs kökenli bir<br />
çingene olarak doğan yönetmen,<br />
70’li yılların başında okul yıllarında<br />
çektiği kısa filmlerle sinemaya<br />
adım atmıştır. Cezayir Savaşı’na<br />
değindiği “Karındaki Toprak”,<br />
çingenelerin derin portrelerini<br />
çizdiği ve haklarını savunduğu<br />
“Prensler”, sinemanın gizemiyle<br />
büyümüş delikanlı ile bir film<br />
yıldızı arasındaki dramatik tutkunun<br />
öyküsünü anlatan “Ağlama<br />
Sevgilim” gibi önemli filmlerin<br />
ardından sinemaya bakış açısını<br />
özetleyen bir çingene üçlemesi
çekti; “Latcho Drom”, “Mondo” ve “Gadjo<br />
Dilo”. Sinemaseverlerin çok iyi bildiği bu<br />
üçlemeye eklenen “Vengo” ve<br />
“Transilvanya” ile hikaye anlatımındaki<br />
başarısını bir kez daha gözler önüne seren<br />
Gatlif, 2004 yılında Sürgündekiler filmiyle<br />
Cannes Film Festivali’nde en iyi yönetmen<br />
ödülünün de sahibi oldu.<br />
Her daim ezilen, horlanan ve toplum dışı<br />
edilen Çingeneleri, tüm yönleriyle bizlere<br />
tanıtan Gatlif, aynı zamanda filmlerinin<br />
müziğinde de söz sahibi. “Müzik filmin<br />
omurgasıdır, senaryoyu yazarken ve çekim<br />
mekanları saptarken eş zamanlı olarak<br />
müziği de tasarlarım.”<br />
Bunun en bariz örnekleri “Vengo” ve<br />
“Transilvanya”da görülmektedir.
TONY GATLIF’TEN İNCİLER<br />
■ Benim adım Tony Gatlif. Film yönetmeni,<br />
yazarı ve prodüktörüyüm. Benim<br />
neden sinema yaptığımı anlamak için<br />
yüzüme bakmak yeter. Aslında yazar,<br />
şarkıcı veya haydut ta olabilirdim. Ama<br />
sinemacı olmayı seçtim. Benim bulunduğum<br />
yerde olduğunuz zaman sinemayı<br />
seçmek çok doğal bir şey. Dolayısıyla filmlerim<br />
benimle kendini ifade edemeyenler arasında<br />
bir köprü görevi görüyor.<br />
■ Benim için film çok sade olmalı. Kolay<br />
bir anlatım içermeli. Çünkü film insanlara<br />
rahat ulaşabilmeli. Bu konuyla ilgili kısa bir<br />
öykü anlatmak istiyorum. Yönetmen olan<br />
bir arkadaşım Amerika’da büyük bir otelde<br />
asansöre binmiş. Asansörde bir de yapımcı<br />
varmış. Arkadaşım da yeni filminin<br />
konusunu anlatmak istemiş yapımcıya.<br />
Fakat yapımcının hareketlerinden asansörün<br />
son kata kadar çıkma süresi içinde
filmin öyküsünü anlatması gerektiğini<br />
anlamış. İşte zaten Amerikan filmlerinin<br />
konusu da bu kadar kısadır. Bir asansörün<br />
10. katına çıkacak bir süre kadar vakitte<br />
anlatılabilir. Oysa benim filmlerimin<br />
konusunu anlatmak için bir otoyola ihtiyacım<br />
var.<br />
■ İlk filmimin çekim hikayesi, benim<br />
hakkımda iyi bir bilgi verir sanıyorum. İlk<br />
başlarda tiyatro bölümünde öğrenciydim<br />
ve oyunculuk yapıyordum. O dönemde bir<br />
senaryo yazdım ve hocamız bu senaryoyu<br />
filme çekmeye koyuldu. Fakat onla hiç<br />
anlaşamıyordum. Kameraları koyduğu<br />
yerler bile bana çok ters geliyordu. Yaşlı<br />
bir öğretmenin ve sinemacının kamerayı<br />
nereye koyacağını bile bilmemesi beni çılgına<br />
çeviriyordu. Artık beni o kadar kızdırdı<br />
ki bir gurup arkadaş ile hafta sonu stüdyoya<br />
daldık ve kamera ile film bobinlerini<br />
çaldık. Bazı oyuncularla birlikte hafta sonu<br />
film yaptık. Şimdi bütün o oyuncular<br />
Fransa’nın en tanınmış oyuncuları. Böylece<br />
ilk kısa metraj filmimi yapmış oldum.<br />
■ Sokakta elinde bir silahla koşan haydutun<br />
öyküsüydü bu. Tabii silah oyuncaktı.<br />
Ama biz kimseden izin almamıştık ve<br />
çekimlerin çok gerçek olmasını istiyorduk.<br />
Kamerayı da bir dükkanın içine saklamıştık.<br />
Ben haydutu oynuyordum, elimde<br />
oyuncak tabancayı havaya sıka sıka koşmaya<br />
başladım. İnsanlar korktu, kaçıştılar.<br />
Sokağın biraz ilerisinde jandarma varmış.<br />
Neyse, koşu bitince heyecanla kameraya<br />
döndüm ve nasıldı diye sordum. Tam o<br />
sırada ensemde soğuk bir demir hissettim.<br />
Ve heyecanlı bir ses sakın hareket etme<br />
dedi. Ben olayı anladığım için hiç hareket<br />
etmedim. Jandarma kamerayı gördüğü<br />
zaman beni vurmadığına o kadar sevindi<br />
ki, kucağıma atladı. Sinema yapmanın<br />
sadece bir zevk olmadığını aynı zamanda<br />
tehlikeli bir şey olduğunu anlamanın<br />
yegane yolu buydu.<br />
■ Filmlerimde bazı şeyleri tersine çevirmeye<br />
çalışırım. Bir çingene çoğunlukla filmlerde<br />
hırsızdır. Ya tavuk çalar ya da suç<br />
işler. Bense o çingenenin gözünden<br />
dünyaya bakmaya çalışırım. Onlar nasıl<br />
görüyorlar bu dünyayı, onu anlatmaya<br />
çalışırım. Çünkü onlar da kuşkuyla bakıyorlar<br />
bu kalabalığa, insanlara.<br />
■ Transilvanya’da ve diğer filmlerimde de<br />
benzer konular var. Benim filmlerime<br />
Çingeneler gitmez. Bu onların tarzı değil.<br />
Onlar kendilerini seyretmekten hoşlanmaz.<br />
Aslında ben de filmlerimi onlar için yapmıyorum.<br />
Onlarla ilgili olarak yapıyorum. Ben<br />
bu öyküleri diğerleri için çekiyorum.<br />
Sinemaya giden, Çingeneler hakkında ön<br />
yargılara sahip olan insanlar için yapıyorum.<br />
Onlar bir şeyler görsünler ve tanısınlar<br />
diye yapıyorum.<br />
■ Çingenelerle ilgili ilk filmimi yaptığımda<br />
kimse beni anlamıyordu. Hatta bu ilk filmlerime<br />
ırkçı bir nefretle yaklaşanlar da olurdu.<br />
Ama artık öyle değil. Bu her yerde<br />
değişti. Fransa’da, Almanya’da ve hatta<br />
Türkiye’de de değişti. Türkiye’ye ilk kez<br />
1990 yılında “Latcho Drom” filmi için<br />
çekim yapmaya gelmiştim. Daha sonra da<br />
1993’te de geldim. Baktım gerçekten<br />
izleyiciler değişmiş. Algıları farklılaşmış,<br />
yaşları değişmiş. İzleyiciler çok yol kat<br />
etmiş. İşte beni rahatlatan şey bu.
GÜLfiAH ÖZTÜRK<br />
Yayın akışlarını ve bizi<br />
şenlendiren sevdik<br />
dizilerimizin sinema<br />
filmleri olacağı<br />
duyumlarını alınca, pek<br />
bir heyecanlanıyor,<br />
sırada ne olacak<br />
bekliyoruz. Bu ay,<br />
dosya konumuzda<br />
seçtiğimiz, bir dizi filmi<br />
araladık ve baktık.
Sex and the City (1998 – 2004)<br />
Yayınlandığı altı sezon, doksan dört bölüm<br />
boyunca Altın Küre ve Emmy dahil bir çok<br />
ödülü kucaklayan Carrie, Miranda,<br />
Charlotte ve Samantha’nın renkli mi renkli<br />
serüvenlerini konu alır. NewYork sokaklarında<br />
birbirinden ünlü tasarımcıların<br />
kostümleriyle koşuşturan dört arkadaşın,<br />
kimi zaman sıradışı ilişkileri çeker dikkatimizi,<br />
kimi zaman bir gardırop ya da bir çift<br />
ayakkabıyla yaşadıkları monologları. Dizinin<br />
her bölümü modanın hizmetindedir. Carrie<br />
ile Mr Big’in bir dargın bir barışık hallerini<br />
kovalarız biz de peşleri sıra. Ve işte, dizinin<br />
yönetmenlerinden de biri olan Michael<br />
Patrick King ile dört yıl aradan sonra Sex<br />
and the City; oyuncularını ikna edip,<br />
senaryoyu tamamlayıp, harikulade<br />
elbiselerini kuşandığı gibi karşımızda.<br />
The Avengers<br />
(1961 – 1969)<br />
The Avengers / Tatlı Sert, yedi<br />
sezon ve yüz altmış bir bölüm<br />
oynadı. Sydney Newman<br />
tarafından yaratıldı. 1998 yılında<br />
Mrs Peel, deri kostümleri içinde<br />
Uma Thurman ve John Steed<br />
ise Ralph Fiennes, tarafından<br />
canlandırıldı. Filmin yönetmenliğini<br />
Jeremiah S. Chechik<br />
üstlendi.<br />
The Hitchhikers Guide to<br />
the Galaxy (1981)<br />
Douglas Adams’ın Otostopçu’nun<br />
Galaksi Rehberi. 1981 yılında tek<br />
bir sezon ve altı bölüm oynadı.<br />
Panik yapmadi hiç kimse.<br />
Okumaya devam etti bir çok kere.<br />
2005 yılı geldi çattı. Garth<br />
Jennings, Otostopçu’yu<br />
beyazperdeye uyarladı. Film En<br />
Orijinal Altın Fragman ödülü<br />
kazandı. Bunun için Louis<br />
Armstrong’un What a Wonderful<br />
World şarkısı eşliğinde dünyayı<br />
patlatmaları gerekiyordu. Yaptılar.<br />
Mission Impossible<br />
(1966 – 1973)<br />
Yedi sezon ve yüzaltmışsekiz bölüm oynayan<br />
Görevimiz Tehlike, Bruce Gellar tarafından yaratılmıştır.<br />
Gözü pek, zeki ve çevik biraz da kendini beğenmiş<br />
Ethan Hunk neredeyse uçabilmekte ve az kalsın<br />
dünyayı kurtaramayacak olmasına rağmen, imkansız<br />
olan bütün görevlerin üstesinden gelmektedir.<br />
Dizi ilk defa 1996 yılında<br />
Brian De Palma tarafından<br />
beyazperdeye uyarlanmıştır.<br />
Kalabalık ve seçkin bir<br />
oyuncu<br />
kadrosuna sahip olan<br />
filmde Ethan Hunt’ı Tom<br />
Cruise canlandırır.<br />
Filmin başarısının<br />
ardından Görevimiz<br />
Tehlike II, 2000 yılında<br />
John Woo ve<br />
Görevimiz Tehlike III,<br />
2006 yılında J.J.<br />
Abrams tarafından çekilmiştir.<br />
Kalplerimizde<br />
yer alan unutulmaz<br />
müziği ise Danny<br />
Elfman’a aittir.
The Fugitive<br />
Dr. Richard Kimble, dört sezon<br />
ve yüz yirmi bölüm boyunca,<br />
peşi sıra yılmak nedir bilmeden<br />
onu takip eden obsesif dedektif<br />
Gerard’tan kaçmıştır. 1993 yılında<br />
Harrison Ford kaçmaya<br />
başlamış, Tommy Lee Jones ise<br />
kovalamış, HYPERLINK<br />
"http://www.imdb.com/name/n<br />
m0001112/" \t "_blank" Andrew<br />
Davis, The Fugitive / Kaçak’ı<br />
yönetmiştir.<br />
Miami Vice<br />
Beş sezon ve yüzon<br />
bölüm izledik Dedektif<br />
Ricardo ve Sonny’yi.<br />
Kural tanımayan ikili<br />
Michael Thomas ve<br />
Don Johnson ile beyaz<br />
tişört üzerine spor<br />
ceketler giydik sonra.<br />
2004 yılında Michael<br />
Mann, bu iki dedektifi<br />
yani Jamie Foxx ve<br />
Colin Farrel’i eline aldı.<br />
Miami sahilinde, sürat<br />
teknelerinin üzerinde,<br />
uyuşturucu<br />
şebekesinin peşinde,<br />
jenerik müziği<br />
eşliğinde, bir sağa bir<br />
sola takip ettik onları.<br />
Dünyanın en ünlü ailesi.<br />
Mavi saçlı melek Marge,<br />
bira, donat ve televizyonu<br />
koltugunun altında<br />
Homer, saksafonu bilgeliğiyle<br />
çalan Lisa,<br />
kaykayı yanında asi<br />
ruhuyla Bart ve küçük<br />
Maggie. 2008 Mayıs 18’de All<br />
About Lisa ile Ondokuzuncu<br />
sezonunu noktalayacak olan<br />
efsane; öğretmen bir anne<br />
Margaret Grooning ve film<br />
yapımcısı, yazar, karikatürist<br />
bir baba Homer Groening’nin<br />
oğulları, Matthew Abram<br />
Groening tarafından yaratılmış,<br />
2007 yılında HYPERLINK<br />
"http://www.imdb.com/name/<br />
nm0798899/" \t "_blank"<br />
David Silverman tarafından<br />
sinemaya uyarlanmıştır. Danny<br />
Elfman bestesi ile koltuklarımıza<br />
doğru koşuşturmaya<br />
başlarken, Bart’ın tahtaya<br />
yazdığı “Filmin konusunu<br />
ağzımdan kaçırmayacağım”<br />
cümlesi, dizinin sinema filmine<br />
ve bizlere göz kırpar.<br />
Springfield kasabasında<br />
yaşayan en kötü aile oldukları<br />
endişesini dile getiren<br />
Homer’a; 7.sezon, There's no<br />
Disgrace like Home<br />
bölümünde Marge, belki de<br />
daha kalabalık bir kasabaya<br />
yerleşmeleri gerektiğini söyler.<br />
Onlar dörtyüz bölümü aşkındır<br />
Springfield’dan ayrılamazlar<br />
ama, filmde Springfield’ın haritadan<br />
kaldırılmasına sebep<br />
olacak olan Homer’ın sakarlığı<br />
yüzünden şehirden menedilirler.<br />
Filmin müziklerini Hans<br />
Zimmer ile David A Stewart<br />
bestelemiştir. Yönetmen David<br />
Silverman ve senaryonun<br />
başucunda pek tabi ki Matt<br />
Groening, James L. Brooks,<br />
Sam Simon vardır.
South Park<br />
Aman Tanrım, Kenny’yi öldürdüler.<br />
Beşinci sezonun sonunda Kenny’i gerçekten<br />
öldürdüler. Altıncı sezonda, Kenny geri<br />
döndü. Kenny, Cartman, Stan ve Kyle’ın<br />
yaratıcıları HYPERLINK<br />
"http://tr.wikipedia.org/wiki/Trey_Parker" \t<br />
"_blank" Trey Parker ve HYPERLINK<br />
"http://tr.wikipedia.org/wiki/Matt_Stone" \t<br />
"_blank" Matt Stone'dur. Bu ikili Jesus vs<br />
Frosty ( The Original Spirit of Christmas ) adlı<br />
kısa filmleri ile kulaktan kulağa dolaşmış ve<br />
Comedy Central tarafından Parker ve<br />
Transformers<br />
1984 yılından TV’de yayınlanan Amerikan-<br />
Japon ortak yapımı robotlar, aynı zamanda<br />
Marvel Comics tarafından da yayımlanmaya<br />
başlamıştır. Transformers’in ilham kaynağı,<br />
Megamen adlı şekil değiştiren bir Japon<br />
oyuncağıdır. Gözlerimizi fal taşı gibi açıp<br />
Optimus Prime ve Megatron arasında bitmek<br />
Stonu’dan kısa filmi diziye uyarlamaları istenmiştir.<br />
Böylelikle South Park 13 Ağustos 1997<br />
günü sezon 01 bölüm 01 Cartman’s Anal<br />
Probe bölümüyle Comedy Central’da hayatına<br />
başlamıştır. Comedy Central yetkililerinin<br />
yapamazsınız dedikleri tek şey islam<br />
dünyasını rahatsız etmeyin şeklindedir. 1999<br />
yılında Trey Parker, South Park’ı Bigger<br />
Longer & Uncut olarak beyazperdeye<br />
uyarlamıştır. 2000 yılında James Hetfield ile<br />
South Park, Oscar’a en iyi müzik dalında<br />
aday olmuştur. Dizi on ikinci sezonundadır.<br />
bilmeyen güç mücadelesini izlerken, iyilerin<br />
ve kötülerin savaşına tanıklık eder, robotların<br />
zırh ve silahlarını incelerken bölüm bitsin istemezdik.<br />
Autobotlar ve Decepticonlar, 1986<br />
yılında yılında çekilen animasyonun ardından,<br />
2007 yılında Michael Bay tarafından<br />
beyazperdeye taşınmıştır.<br />
Ghost Busters<br />
1975 yılında Marc Richards tarafından yaratıldı.<br />
Hayalet Avcıları, bir sezon on beş bölüm ile TV’de<br />
yer aldı. 1984 yılında ise Ivan Reitman yönetiminde,<br />
bay muhteşem Dan Aykroyd’un senaryo<br />
grubunda da yer aldığı film, yüzümüzde kocaman<br />
bir gülümsemeye yer açan oyuncu kadrosuyla,<br />
beyazperdede boy gösterdi. Hayalet Avcıları,<br />
Amerikan Film Enstitüsü tarafından tüm zamanların<br />
yüz komedi filmi arasında yirmi sekizinci<br />
seçildi. 1986 yılından The Real Ghost Busters<br />
çizgi dizi olarak TV’de yedi sezon boy gösterdikten<br />
sonra, 1989 yılında Ghostbusters II, aynı<br />
kadroyla beyazperdede soluklandı. Filmin özgün<br />
müziği, HYPERLINK<br />
"http://www.imdb.com/name/nm0000930/" \t<br />
"_blank" Elmer Bernstein tarafından bestelendi.
Kurtlar<br />
Vadisi<br />
Kurtlar Vadisi<br />
kendi gün ve<br />
saatinde izlenme<br />
rekorları kırmaya<br />
devam ederken<br />
arada Kurtlar<br />
Vadisi Irak filmiyle<br />
beyazperdede<br />
soluklandı. Serdar<br />
Akar’ın yönetmenliğini<br />
yaptığı film<br />
2003 yılında<br />
vizyondaydı.<br />
Asmalı Konak<br />
Abdullah Oğuz’un yapımcılığında,<br />
Meral Okay’ın<br />
kalemiyle, kalabalık oyuncu<br />
kadrosu eşliğinde<br />
Nevşehir’den Amerika’ya<br />
uzanan geniş bir coğrafyada<br />
süre gelen bir aşk<br />
hikayesiydi Asmalı Konak.<br />
Çağan Irmak yönetiminde<br />
başladı. En çok izlenen<br />
dizilerden biri oldu ve 2003<br />
yılında Abdullah Oğuz’un<br />
yönetmenliğindeki sinema<br />
filmiyle beyazperdede noktalandı.
Filmciyim ama dizi de izlerim<br />
Lost: Çünkü birçok filmden<br />
daha iyi bir anlatıma ve<br />
görselliğe sahip.<br />
(Murat Emir Eren)<br />
Veronica Mars (1. sezon):<br />
Veronica Mars, hem genclik /<br />
ergenlik dertleriyle dedektiflik<br />
izleğini mükemmel bir<br />
biçimde buluşturuyor, hem<br />
de bunu yaparken sıradan<br />
bir Amerikan lisesindeki sınıfsal ayrımların,<br />
toplum hayatı üzerinde ne denli belirleyici<br />
olduğunu gösterebiliyor. 1. sezonu, başlı<br />
başına bir başyapıt. Twin Peaks’in ilk<br />
sezonundan bile daha iyi olduğunu<br />
söyleyebilirim. (Fırat Yücel)<br />
Nip/Tuck: Çünkü insanın<br />
‘iç’i ile ‘dış’ı arasındaki<br />
çatışmaları anlattığı,<br />
üstelik her bir bölümü bir<br />
temaya ayırıp, o temayı<br />
da kusursuz bir metinle<br />
birlikte ele aldığı için...<br />
(Burçin S. Yalçın)<br />
Türk dizisi, Sır Dosyası<br />
Gerek görüntü, gerek<br />
sanat yönetmenliği, gerekse senaryosuyla<br />
Türk dizi tarihinde daha önce görülmemiş<br />
kalitede bir iş çıkardığı için.)<br />
Yabancı dizi: 24 (Bir dakikasını kaçırınca<br />
sudan cıkmış balığa döndüren tek dizi<br />
olduğu için. (Selin Gürel)<br />
Deli Yürek<br />
Aynı adlı TV<br />
dizisinden sinemaya<br />
uyarlanan<br />
yapımda,<br />
Deliyürek Yusuf<br />
Miroğlu'nun,<br />
terör<br />
örgütlerinin cirit<br />
attığı<br />
Güneydoğu'da<br />
giriştiği amansız<br />
mücadeleleri<br />
Osman Sınav<br />
2001 yılında<br />
beyazperdeye<br />
taşıdı.
ALİ ULVİ UYANIK<br />
Neden ?<br />
Bu konuda daha önce ayrıntılı<br />
yazdığımdan kısaca belirtmek<br />
istiyorum: Bugün Batının<br />
gelişmiş hiçbir ülkesinde sinema<br />
filmlerine sansür uygulanmıyor.<br />
Bilimsel metotlar ve kılı<br />
kırk yaran düzenlemelerle<br />
sınıflandırılıyor. Türkiye’de festivallerde<br />
gösterilen filmlerde<br />
sansür olmasa da, düzenleyicilerine<br />
bir sorumluluk yüklüyor…<br />
Festivalde oynayan bir<br />
film ticari gösterime gireceğinde<br />
ise karşısına sansür<br />
çıkabiliyor. Adı “ Sinema<br />
Filmlerinin Değerlendirilmesi ve<br />
Sınıflandırılmasına İlişkin Usul<br />
ve Esaslar Hakkında<br />
Yönetmelik”. Sınıflandırma<br />
Tutku Kanunu<br />
La Ley del Deseo / 1987<br />
Yönetmen-Senaryo: Pedro Almodovar<br />
Oyuncular: Eusebio Poncela, Carmen<br />
Maura, Antonio Banderas…<br />
İspanyolca 2.0 – Türkçe 2.0 / 1.85:1 Geniş<br />
Ekran / 98 dakika<br />
SAGA Collection<br />
dışında, ilgili maddelere dayanarak<br />
tümüyle ret ve kesme<br />
işlemi kararı verilebiliyor…<br />
“Tutku Kanunu” reddedildi.<br />
İthalatçı firmanın açtığı dava<br />
sonucu, İdare Mahkemesi<br />
kararıyla 17 ay sonra özgürlüğüne<br />
kavuştu. Dünyadaki her<br />
filme isteyen herkesin ulaşabildiği<br />
bir çağda yasaklamaya<br />
karşı; sıkı sınıflandırmaya<br />
tarafım. Bu nedenle bizim ne<br />
izleyeceğimize bizim adımıza<br />
karar veren zihniyete inat,<br />
burada 18+ almış filmleri tanıtmaya<br />
başlıyorum.<br />
n İnsanoğluna dair<br />
hikâyelerin anlatılmasında<br />
başköşeye yerleşmiş<br />
dram ve tabii aralarında<br />
ince bir ‘sulu’ çizgi<br />
bulunan melodram,<br />
doğanın en çetrefil<br />
armağanı tutkunun karmaşık<br />
yapısından bolca<br />
beslenir. Belirlenen<br />
ahlak normları<br />
sayesinde toplumların<br />
genel kabulü dışında<br />
oluşan ayrıksılıklar ise<br />
belki de melodramın en<br />
dayanılmaz acılarına<br />
kaynaklık eder.<br />
Cinselliğin<br />
karmaşık/çapraşık<br />
yönelimleri insanları<br />
ikiyüzlülüğe, yalanlara,<br />
suça teşvik ettiği oranda<br />
ihtiraslarını kamçılar,<br />
duygularını derinleştirir,<br />
mantığını bulanıklaştırır,<br />
hatta yok eder. Genel<br />
geçer kuralları tanı-
mazsanız riskli bölgeye girersiniz,<br />
zorlamaya herkesin<br />
cesaret edemeyeceği sınırları<br />
delip geçer, alabildiğine<br />
coşarsınız; sanatçıysanız<br />
yaratıcılığınız farklı boyutlara<br />
sıçrar, insan olma kavramına<br />
başka bir gözle bakabilirsiniz<br />
ama… İşte burası<br />
önemli: Her zaman bir bedel<br />
ödemeye hazır olmalısınız!<br />
Pedro Almodovar için<br />
dramın/melodramın aykırılıklarla<br />
yoğrulması her zaman<br />
cazibe alanı olmuştur ki, işte<br />
1987’den gelen bu filmi de<br />
sonra çekeceklerinin<br />
ipuçlarını barındırmaktadır.<br />
Sinema-tiyatro alanında<br />
yazarlık ve yönetmenlik<br />
yapan Pablo’nun (Eusebio<br />
Poncela) yaşamsal özgürlük<br />
tutkusu, Madrid’den ayrılan<br />
genç erkek sevgilisine ilişkin<br />
duygularını çalkantılı hale<br />
soksa da, cinsel iştahı<br />
yerindedir; yeni yakışıklı<br />
Antonio’nun vücudunu çok<br />
sevse de(Antonio Banderas)<br />
, onu sadece arzu nesnesi<br />
olarak kullanması zordur.<br />
Tehlike, sinyallerini verir.<br />
Melodram bir yandan<br />
Antonio-Pablo ekseninde<br />
gelişirken, bir yandan da<br />
Pablo’nun kırılgan transseksüel<br />
kardeşi<br />
Tina’nın(Carmen<br />
Maura)geçmişinde saklanmıştır.<br />
Almodovar, 50’lerin acıklı<br />
filmlerine ve polisiyelerine<br />
de göz kırpan ama asıl<br />
insanoğluna yüklenmiş en<br />
ağır yük olan sevgi<br />
arayışının tutku tarafından<br />
bir sarmaşık gibi sarmalanmasını<br />
öykülüyor. Gözde<br />
mekânları ve yan temaları<br />
belirgin: Sahnede oynananla<br />
gerçeğin iç içe geçmesi;<br />
dualar; Meryem ve İsa ile<br />
yakınlaşma(!) çabaları;<br />
kıskançlık, bencillik,<br />
hoyratlık, acizlik; hastane<br />
odası… Özellikle iki erkeğin<br />
cinsel paylaşımının nabzını<br />
tam yerinden tutması…<br />
Gencecik Antonio<br />
Banderas’ın pırıltılı oyunu,<br />
Felicity Huffman’ın<br />
“Transamerica”da canlandırdığı<br />
ameliyat<br />
arifesindeki travestiye<br />
benzer bir rolde,<br />
erkekken<br />
ameliyatla kadın olmuş bir<br />
karakteri oynayan Carmen<br />
Maura’nın harika yorumu,<br />
görmeye değer.<br />
Şarkılarında, Almodovar’ın<br />
‘bizzat’ yazımına ve yorumuna<br />
ortak olduğu üç parçanın<br />
yanı sıra, zengin bir repertuvarı<br />
(Jacques Brel’den “Ne<br />
me quitte pas” gibi) bulacağınız<br />
“Tutku Kanunu”,<br />
fotoğraf galerisi ve yönetmen<br />
filmografisi dışında<br />
ekstra içermiyor.
KEREM AKÇA<br />
Bu ay 21 ile sinemalarımıza konuk<br />
olan kumar filmleri, sinema tarihinde<br />
spor filmlerinin alt türü olarak biliniyor.<br />
Ancak kumar kavramının, bu alt tür<br />
dışında da tür kırması örnekler<br />
verdiğini görebiliyoruz...<br />
21
Kumar, gazino ve kumarbaz kavramları<br />
deyince aklımıza ilk olarak ‘kazanmak’ ve<br />
‘kaybetmek’ gelir. Yani kumarın iki hayati<br />
sonucu vardır. İkisi de derin çizgilerle birbirinden<br />
ayrılır. Hayatını kazanmak ya da<br />
maddi çalkantıyla uçurumdan aşağı yuvarlanmak,<br />
kumar filmlerinin karakterlerinin<br />
kaderidir her zaman...<br />
Sinema tarihi boyunca da, kazanan, kaybeden<br />
ya da kumarhanede eğlenen sayısız<br />
karakter çıktı karşımıza. Bunun da sebebi<br />
‘kumar’ olgusunun çeşitli türlerle<br />
kendini var edebilecek bir potansiyele<br />
sahip olması... Ancak genel<br />
bir bakış attığımızda, kumar filmi<br />
çekilmek istendiğinde kullanıcak formül,<br />
‘başarı öyküsü’ formülü olur.<br />
Buradan da anlaşılacağı gibi ‘kumar<br />
filmi’ deyince aklımıza spor filmleri<br />
gelir. Yani ‘kumar filmi’, spor filmi<br />
türünün alt türüdür aslında...<br />
Nasıl “The Hustler” (1961), ‘bilardo’yu<br />
iki kişi arasındaki para bahsi<br />
aracı olarak kullanıyorsa; içinde<br />
gazino, kumar masası, krupiye,<br />
rakipler, kumarbazlar ve daha nice<br />
motifi bulunduran ‘kumar filmleri’ de<br />
sırtını bu iskelete yaslar. Karşımıza<br />
esas çıkan ise; maddi bunalıma düştüğü<br />
için para kazanmak isteyen bir karakter,<br />
onun son şansını kumar masasına bağlayan<br />
kafa yapısı ve dramatik mücadelesidir.<br />
Hikayenin omurgası da, bu başarı<br />
öyküsünün üzerine kurulur. Bir bakıma<br />
‘zengin olma’ ya da ‘fakir kalma’ filmidir<br />
karşımıza çıkan. Yani baş karakterimiz ya<br />
başarılı ya da başarısız olur. “Cinderella<br />
Man” (2005), “Rocky” (1976), “Gol”<br />
(“Goal!”, 2005) gibi spor filmlerinde kupa,<br />
altın veya herhangi bir ödül kazanıp buna<br />
sevinmek, burada ‘yaşamak’ ödülüne<br />
dönüşür. Zira bazı spor filmleri maddiyatla,<br />
bazıları ise gururla ilgilidir. Kumar filmlerinin<br />
ise temel meselesi ‘maddiyat’tır. Bu da ya<br />
alınan risk ya da heyecanlı bir hayat<br />
yaşayan ‘maceracı’ karakterler yoluyla<br />
işlenir.<br />
Bu noktada da kumarbaz karakterlere bir<br />
bakış atarak türün gidişatına bakmak daha<br />
doğru olacak kuşkusuz... Öncelikle<br />
Dostoyevski’nin Karel Reisz’ın 1974 ve<br />
flans sende<br />
Karoly Makk’ın ise 1997’de başarılı sinema<br />
yapıtları çıkardıkları ünlü “The Gambler”<br />
eserinin baş karakteri gelir. İflah olmaz bir<br />
maceracıdır ve hayatını sürekli riske atar.<br />
Son dönemde karşımıza çıkan “Şans<br />
Sende”nin (“Lucky You”, 2007) Eric<br />
Bana’nın canlandırdığı baş karakteri veya<br />
“Kumar Tutkusu”nda (“Owning Mahovny”,<br />
2003) Philip Seymour Hoffman’ın ana<br />
karakteri de, ‘kumarbaz’ prototipini tanımlamak<br />
için çok uygun örneklerdir.
c›nderella man<br />
oceans eleven<br />
Bu tanımın esas anlamı, kumara uyuşturucu<br />
ve alkol gibi bir alışkanlık olarak bakıp,<br />
tutku ile bağlanan ve sonucunda bu<br />
durumdan kurtulamayıp ‘hobi’sini yaparak<br />
uçurumdan aşağı yuvarlanan karakterlerdir.<br />
Eric Bana’nın evinde mobilya kalmadığı<br />
halde hala poker turnuvası kazanmak için<br />
hırs yapması veya Philip Seymour<br />
Hoffman’ın evini geçindirecek son parasını<br />
kumarda kaybederek bir türlü kumar<br />
tutkusundan kurtulamaması, kavramın<br />
portresini çizer aslında... Alt türün baş<br />
karakterleri böyle prototiplerdir ve başarı<br />
için yola çıkıp genelde uçurumdan aşağı<br />
yuvarlanırlar. Aldıkları riskleri ‘kötü’ bir<br />
sonla bitirirler. Bu son karşısında; kimi<br />
zaman hayata umutlu bakarlar, kimi zaman<br />
ise hayattan kopup intihar eğilimi gösterirler...<br />
Ama tabii bu zamana kadar bahsettiklerimiz<br />
‘kumar filmleri’nin geleneksel tanımları ve<br />
prototipleri... Bir de formülü, farklı hikaye<br />
yapılarının veya türlerin içine yerleştirerek<br />
ilginç hale getiren filmler var. Bunların alt<br />
türün içine oturup oturmadığı tartışma<br />
konusu. Ancak son 20 yılın moda terimi ‘tür<br />
kırması’na çok yakıştıkları herkesin kabul<br />
edecegi bir gerçek... Bu filmlerin içinde ilk<br />
öne çıkan “House of Games” (1987) olur<br />
kuşkusuz. Kara filmlerin usta yazarı David<br />
Mamet’in filmi, kumarı insanları dolandırma<br />
aracı olarak kullanan bir grup üçkağıtçının
hikayesini anlatırken, senaryosunun<br />
yapısını da dolandırıcılığın ‘oyun’larına<br />
göre ustaca kurar. Kumar, zaman zaman<br />
Jean-Pierre Melville’in eseri “Bob Le<br />
Flambeur” (1955) veya Steven<br />
Soderbergh’in eseri “Ocean’s Eleven”da<br />
(2001) olduğu gibi soygun filmi iskeletinin<br />
içine yerleşerek, karşımıza<br />
‘kumarhane soygunu’ kavramıyla çıkabilir.<br />
Bazen de “Croupier” (1998) ve<br />
“Vegas’ta Son Şans” (“The Cooler”,<br />
2003) gibi gazino ortamının farklı karakterlerinin<br />
hikayelerini anlatarak ilgi çekici<br />
sulara yelken açar. Clive Owen’ın canlandırdığı<br />
‘Krupiye’ karakterinin suç<br />
dünyasındaki durumu ile William H.<br />
Macy’nin kumarbazların şanslarını yok<br />
etme görevi üstlenen ‘The Cooler’<br />
karakteri, mekanın ve motiflerin en ilginç<br />
temsilleridir aslında... Sözünü ettiğimiz<br />
bu kullanımlar,<br />
‘kumar’ kavramını<br />
sinemasal hale<br />
getirip klişe duran<br />
‘spor filmi’<br />
iskeletinden uzaklaştırıyorlar.<br />
Bu<br />
sebeple de böyle<br />
yollara sapması<br />
tercihimiz...<br />
Tabii Jacques<br />
Demy’nin “La<br />
Baie des<br />
Anges”daki (“Bay<br />
of Angels”, 1963)<br />
iki kumar tutkunu<br />
karakterin aşkını<br />
anlatırken, ‘başarı<br />
öyküsü iskeleti’ni<br />
bozan bir anlayış<br />
benimsediğini de son kalemde not<br />
düşmek lazım. Zira yönetmenin,<br />
Godardiyen sinema anlayışını benimseyerek<br />
çektiği eser, yaşadığı dönemden<br />
ileride olduğunu kanıtlayan farklı ve çarpıcı<br />
bir ‘kumar filmi’dir...
Tüm zamanların en iyi filmi<br />
seçilen “Yurttaş Kane”nin<br />
yaratıcısı Orson Welles<br />
demiş ki: “En tepede<br />
başladım, çalışarak aşağıya<br />
indim.” Doğru söze ne<br />
denir? En azından adam<br />
kendini biliyor.<br />
Bizimkilerden bazıları gibi<br />
kendi çektikleri kötü filmlerini<br />
pohpohlamıyorlar...<br />
Japonya’nın haşarı yönetmeni Takeshi<br />
Miike, son muzırlığını bir kez daha dantel<br />
gibi işliyor beyazperdeye. İtalyan sinemasının<br />
spagetti western türünü, lezzet ve<br />
anlayış farkıyla yeniden yorumluyor. Miike<br />
estetiğinin olağan detaylarını<br />
yakaladığımız bu ‘Suşi Western’, hiç<br />
olmadık yerlerde tuzağa düşürüp avucuna<br />
alıyor. Bu taptaze yeniden çevrim, kesinlikle<br />
izlenmesi gereken yapıtlardan...
Birkaç yıldır, şöyle sıkı bir bilimkurgu<br />
filmi seyretmedik sanırım.<br />
Sözgelimi Star Wars’un sonuncusundan<br />
beri... Acaba<br />
serinin altı filmini kronolojik<br />
sıralamasıyla<br />
arka arkaya bir<br />
günde mi seyretsek<br />
ne? Belki susuzluğumuzu<br />
Önümüzdeki sezon başında,<br />
Türk sineması adına, bir<br />
hayli tartışmalı, itişmeli<br />
kakışmalı günler bizi bekliyor.<br />
Daha şimdiden,<br />
sinemacılar dereyi görmeden<br />
paçayı sıvadılar.<br />
Birbirine laf atmalar, benim<br />
seyirci sayım, seninkini<br />
geçer, gibi anlamsız atıflarda<br />
bulunmalar. Kendi seyirci<br />
kitlesinin daha kaliteli olacağını<br />
iddia etmeler...<br />
Bakalım, göreceğiz... Kimler<br />
istediği skoru yapacak?
Bir Film Yapmak<br />
■ Hareketli görüntü teknolojileri tüm dünyada<br />
geliflir, yayılır ve gündelik hayatın oluflan bir<br />
parçası haline gelirken, sinemada gittikçe artan<br />
sayıda insan için kendini ifade etmenin bir yolu ve<br />
birçok uzmanlık alanını barındıran bir sektör haline<br />
geliyor. Türkiye'de de yapımlara ayrılan bütçe<br />
ortalaması ve gifle gelirleri yükseldikçe, tüm sektörde<br />
ve bu arada yapımda görevli uzman<br />
unvanlarında ve sayısında artıfl görülüyor. Leyla<br />
Özalp, çeyrek yüzyılı aflan sinemacılık<br />
deneyiminden hareketle, Türkçe sinema yazınındaki<br />
yeri hep bofl kalmıfl yapımcılık alanını tüm<br />
yönleriyle akurlarına ve<br />
ö¤rencilerine aktarıyor. “Film yapmanın temel<br />
ilkeleri aynı olsa da ülkelerin kendine özgü<br />
koflulları, farklı film yapım biçimleri do¤uruyor. Bu yüzden kitapta<br />
Türkiye'deki prati¤e özgü uygulamalara özellikle de¤inmem gerekti¤ini düflündüm.”<br />
Hil Yayınları / 227 Syf. / 2008<br />
Film Elefltirisi El Kitabı<br />
Dünyada sinema kitapları<br />
arasında en çok satanlar<br />
arasında yer alan Film<br />
Elefltirisi El Kitabı, okuyucusuna<br />
sinema üzerine<br />
elefltirel düflünme ve yazma<br />
konusunda bilgi sunmayı<br />
hedeflemektedir. Farklı türlerdeki<br />
film elefltirilerinden<br />
örneklere yer verilen bu pratik<br />
kılavuzda, sinemayla ilgili<br />
olarak not alma aflamasından,<br />
elefltiri ve makale yazımına kadar<br />
her fley yer alıyor. Sinema konusundaki<br />
arafltırmalara girifl ifllevi gören<br />
bu kitap, sinemayla ilgili kavramları<br />
ve bafllıca film kuramlarını tanıtıyor.<br />
Timothy Corrigan’ın yazdı¤ı kitap,<br />
iletiflim ve sinema ö¤rencilerine<br />
oldu¤u kadar, sinema üzerine<br />
dü?ünmek, iki çift laf etmek ve<br />
elefltirel yaklaflmak isteyen herkese<br />
hitap ediyor.<br />
Dipnot Yayınları / 236 Syf. / 2008
Dünya sinemasının ‘Çingene’<br />
yönetmenlerinden Tony<br />
Gatlif’in en çok bilinen filmi,<br />
kuşkusuz ki, “Vengo”. Bunda<br />
filmin müziklerinin payı büyük.<br />
Başta Tomatito olmak üzere,<br />
Flamenco dünyasının önemli<br />
isimleri bu film için birbirinden<br />
güzel şarkılar ürettiler. Ve<br />
müzisyenlerin arasında,<br />
tasavvuf müziğinin önemli<br />
temsilcisi Kudsi Erguner de<br />
üflediği neyiyle yer almıştı.<br />
Hatta filmde bazı sahnelerde<br />
de gözüküyordu<br />
Erguner.<br />
Gatlif, birçok filminde<br />
olduğu gibi bu filmde de<br />
müziği fon olarak kullanmıyor.<br />
Seyreden herkesi<br />
derinden etkileyen<br />
“Vengo”da müzik, filmin<br />
ana karakterlerinden biri<br />
gibi adeta.<br />
Flamenco’nun, kederi,<br />
acıyı, yaşama<br />
sevincini ve mutluluğu<br />
notalarla yoğuran dokusunu<br />
zaten biliyor ve seviyorsanız<br />
ne ala. Ancak bilmiyorsanız,<br />
hemen belirtelim;<br />
Flamenco, sizin sandığınız<br />
gibi sadece “Evlerinin Önü<br />
Boyalı Direk” değil.