Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
tepegözdergi_Layout 1 05.01.2020 13:06 Page 10
bilim kurgu
10
tepegöz
kalıyordu.
Bozbala, kapalı kapıların ardında yaptığı büyüden
sonra Gökten’i kolundan tutup dedektiften uzak
bir kenara çekti:
“Sizler adaleti sağlayıcılarsınız,” diye girdi lafa.
Yüzünde hüzünlü bir ifade vardı. “Şuradaki adam da
adaleti sağlamak için para almış birilerinden. Ama burada
adaletin iki farklı yüzü var. Bu cinayet belki de
haklı bir sebeple, bir adaleti gerçekleştirmek için
işlendi. Yerinde olsam bir kez daha düşünürdüm.”
“Göreceğiz,” diye geçiştirdi Gökten,
Bozbala’nın nasihatini. Arafçılarla sürekli olmasa da
iletişim halinde olur, bazen onlardan yardım alır,
bazen onlara yardım ederdi. Yine de tam anlamıyla
güvenmezdi Arafçıların sözlerine. Onlar, gerçek isimlerini
gizleyip mahlas ile yaşayan, iyi ve kötü tarafta
aynı anda dolaşan kişilerdi. Ne zaman kimin tarafında
olacakları belli olmazdı. Yine de Bozbala Gökten için
farklıydı ve onun nasihatlerine diğerlerinden biraz
daha az güvensizlik duyardı.
Gökten gibi insanlar, yani Yelkovanlar ta Süleyman
Peygamber döneminden beri cinlerle ve
dünya üzerinde ezelden beri var olan yaratıklarla
savaşan kişilerdi. Süleyman’ın soyundan gelirdi onlar.
Bir peygamber ardılı hiçbir zaman kötülüğün tarafını
seçemezdi. İşte Yelkovanlar ve Arafçılar arasındaki
fark buydu. Bir taraf sadece insanların yanında;
diğerleri, kendi deyimleriyle gerçekliğin peşinde...
Bozbala’nın köyünden Burdur’a döndüklerinde
Gökten, bir bavul hazırladı. Dedektifin şaşkın
bakışları eşliğinde ne kadar silahı, işine yarayacak
büyülü araç gereci ve kıyafeti varsa keyifle doldurdu
bavuluna. Aslında kendisini sıkı bir şekilde saklaması
gerekiyordu normal insanlardan, ancak dedektif onun
kim olduğunu öğrendiğinden dolayı bunları ondan
saklama ihtiyacı duymadı. Üstüne üstlük o anda
yaptığı teşhircilikten garip bir haz bile alıyordu.
Çoğunluğu babasından ve dedesinden kalma silahları
sergileye sergileye, hatta bazen onları Cahit’e
tanıtarak yerleştiriyordu bavula. En gurur duyduğu
silahıysa saf demirden dövülmüş ve üzerinde Süleyman
mühürleri ile cinlerin dilinde yazılmış bazı cümleler
bulunan palasıydı. Onu dedektife uzun uzun
anlatmıştı
İstanbul’a dönüş yolunda Gökten, dedektife
katil zanlısını normal yollardan bulmalarının çok
zaman alacağını ve onu zaman kaybı olmadan nasıl
bulabileceklerini anlatmıştı ve bunu yapabilecekleri
bir malzeme vardı ellerinde. Katili soruşturma ile değil
birkaç bağlantılı büyü ile bulmaları gerekecekti. Bu
yüzden Gökten, dedektifi bu işe daha fazla
bulaştırmak istememiş olsa da Cahit onun yanında
olmak istediğini kesin bir dille belirtmişti. Üstelik
dosya için aileden aldığı ücretin yarısını Gökten’le
paylaşma teklifini reddettikten sonra tek başına
dolaşıp filmlerden fırlama yaratıkları avlayarak
yaşayan adamı asla yalnız bırakamazdı.
İtbaraklar, Oğuz Kağan devrinden evvel,
insanların böbrekleri ve kalbiyle beslenirlerken bunu
bir yılda üç, dört kez yapmaları açlıklarını bastırmaları
ve sahip oldukları tek büyü olan insan suretine
bürünebilmelerine yeterliydi. Oğuz Kağan, tıpkı destanda
anlatıldığı gibi onlarla olan savaşından galip
çıkıp itbaraklarla bir anlaşma yapınca artık insanlarla
beslenmeleri kutsal bir yeminle yasaklanmıştı. İsterlerse
hiç beslenmeyip ölene kadar tam bir kurt formunda
kalabilirler, isterlerse insan yerine hayvan
sakatatıyla beslenerek oldukları gibi yaşamaya devam
edebilirlerdi. Ancak hayvan sakatatının büyüsü
insanınki kadar kuvvetli olmadığından artık yılda sekiz
on defadan fazla beslenmeleri gerekecekti. Böylece
insanların arasında güvenli bir şekilde yaşayabilirler,
avlanacakları vakit de yarı insan yarı kurt
görünümüne, yani asıl görünümlerine bürünebilirlerdi.
Gökten, onlarla ilgili bildiği ne kadar şey varsa
anlattı dedektife. Gerçek görünümlerine büründüklerinde
başlarının kurt başı şeklini aldığını ve
vücutlarının tamamen kapkara kıllarla kaplandığını,
dişilerinin, erkeklerin aksine daha estetik
göründüğünü, yine dişi itbarakların erkeklerinden
daha insancıl olduklarını... Efsunlu bir sıvı sayesinde
vücutlarına ok ve mızrak işlemediğine kadar bütün
bildiklerini anlattı. Ancak son söylediğinden kendisi
de emin değildi artık. Oğuz Kağan’ın hükümdarlığı
sırasında gerçek imişse bile artık böyle bir efsuna
gerek duymayacaklarını tahmin ediyordu. Ancak yine
de bu olasılığı göz önünde bulundurarak itbarak’ı bulduktan
sonra onu normal silahlarla öldürmenin
oldukça zor olacağından Yelkovanlara has silahlar
kullanacaklardı.
Uzun sohbetlerle ve soru cevapla geçen
yolculuğun sonunda İstanbul’a, dedektifin evine
vardıklarında Gökten, hemen dışarı çıkmak istediğini
belirtti. Alması gereken birkaç eşya daha vardı ve
bunları satın alacağı yere Cahit’i götürmesi mümkün
değildi.
“Bazı şehirlerde geçitler vardır,” diye gideceği
yeri de açıklamaya başladı. “Senin anlayacağın
şekilde söylersem beşinci boyuta açılan kapılardır
bunlar. O kapılar ‘Büyü Kepit’ denilen bir yere açılır,
ancak herhangi bir insanın o kapıdan geçmesi
mümkün değildir. Burada büyü ile ilgili birçok
malzeme satılır ya da takas edilir. İtbarak’ı yakalamak
için ihtiyacımız olacak birkaç şey almam gerekiyor, o
yüzden benimle gelemezsin.”
“Öyle diyorsan öyle olsun abi,” diye kabul etti
Cahit de. Artık Yelkovandan duydukları karşısında
yüzünde şaşıran bir ifade belirmiyordu bile.