03.02.2020 Views

Tepegoz Dergi Sayı 1

Tepegöz Öykü ve Edebiyat Dergisi Ocak 2020 1. Sayı

Tepegöz Öykü ve Edebiyat Dergisi Ocak 2020 1. Sayı

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

tepegözdergi_Layout 1 05.01.2020 13:06 Page 14

bilim kurgu

14

tepegöz

dalye üretmekten daha kolaydı. Yavaş yavaş tek tip ürünler

bu üretim politikası yüzünden toplumda baş gösterdi.

Artık bir sandalye çeşidi yoktu, “sandalye” vardı. Başka

bir şeyi üretmek hem pahalı hem de nerdeyse imkânsızdı.

Sanal âleme yüzünü dönen insanlık sanal gözlükleri

taktığında artık pek de neye oturduğunu önemsemiyordu.

Doğanın son nefeslerini verdiği bu ara dönemde sanal bir

kum havuzuna kafayı sokmuş insanlık için hayat belli bir

süre güzel geçti.

Fakat üretim teknolojisi insanlığın yaşam biçimini ve

düşüncesini tarih boyunca her zaman etkilemişti. Tek

tipleşme ile büyüyen çocuklar giderek değişik olana karşı

bir tiksinme geliştirdiler. Bir zaman sonra da gerçekte olan

sanalda niye böyle değil diye isyan ettiler. Çeşitliliği kendi

kültürlerine bir küfür gibi gördüler.

Bu çocukların büyük sanal engizisyonu tüm bilgiyi ve üretim

teknolojilerini silip süpürdü. Hem sanalda hem de

gerçek hayatta tek bir “sandalye” kalıncaya kadar yararlı

görmedikleri her şeyi yok ettiler. Sonunda istedikleri

“sıkıcı” gerçekliğe kavuşurken bir azınlık da çeşitliliği korumaya

çalışıyordu. Ama unuttukları bir şey vardı; ortalama

insan memnuniyetsizdir. Devrim balonunun

sönmeye başlamasıyla, artık el altından “numuneler”

dağıtıyor rüzgârın yönü değişiyordu. Hiç ağaç görmemiş

bir gruba ıhlamur ağacının kokusu artık uyuşturucu gibi

geliyordu.

İnsanlık hem gerçek hem sanal evinde lanet bir sıkıcılık

içerisinde boğulmuştu. İkinci bir rönesansın oluşması ve

toplumun sanal çeşitlilik için toparlanması bir 30 yıl aldı.

En alttan Faruk ve Soner'in içinde bulunduğu tabaka ortaya

çıktı; Koleksiyonerler. Bu insanlar eskide olan şeyleri

buluyor harmanlıyor ve yeniden yapılandırıyorlardı. Ihlamur

ağacının olmadığı bir ortamda ıhlamur nasıl kokar

kim bilir? Ya da üstünüzdeki sarı yağmurluk bu ışıkta

gerçekten böyle mi gözüküyordu? Bir dana sosis az

kızartılınca böyle mi tat veriyordu? Cam elinizi nasıl keser?

Tüm bunlar koleksiyonerlerin aradığı şeylerdi. Deneyimliyor,

kaydediyor ve satıyorlardı.

Gerçeğe olan açlık böyle başladı. Tek bir gerçeklik yoktu;

bir cam elinizi değişik şekillerde kesebilirdi. Bir ıhlamur

ağacının kokusu her mevsim başka olabilirdi. Bir kere elinizde

bir “numune” olduğunda sanatçılar bunun

versiyonlarını ve değişik deneyimlerini tekrar

harmanlıyorlardı. Önceden sanalda yaşayanlar gerçek

hayatları olduğu için bunu bir eksiklik olarak

görmemişlerdi. Şimdiki insanların sanalın gerçek

olmasına ihtiyaçları vardı. Artık oturdukları bankı gerçekten

hissetmek istiyorlardı.

Gerçek hayat kuantum mekaniğine göre çalışır. Beynimiz

belli bir süre bazında hisleri ve olayları tutabilir. Bazı

“deneyim sanatçılarına” göre gerçekçiliği değerli kılan bu

geçicilikti. Beyin kandırılmayı severdi ama iyi kandırılması

lazımdı. İlk aşamada yapılan, değişik numuneler kullanarak

yeni gerçeklikler yaratmak oldu. Kuantum data

yakalama teknolojisiyle yerle bir olmuş gerçekliği yavaş

yavaş birleştirmeye başladık. Fakat bunun değişik

kademeleri vardı, “gerçek” bir deneyim “numune 0”

olarak adlandırılıyordu. Buradan yakalan deneyim, doku,

ses, tat ve görüntü “numune 1 “ di. Numune 1 den kopyalanan

alt numuneler giderek kayba uğruyordu. Tam

sayılar “numune” kopya sırasına ayrılmışken küsuratlı

sayılar “sanatçıların” modifiye ettiği ve çoğalttığı deneyimlere

denk geliyordu. 10. seviyede bir tahtayı, artık taştan

ayıramazdınız.

Kaliteli kopyalar en iyi deneyimi sağlasalar da kuantum

durumunda saklandıkları için bozulmaya uğruyor ve çok

hızlı dağılabiliyorlardı. Yani raf ömürleri kısaydı. Öte yandan

düşük versiyonlu kopyaları yıllarca ağzınızda sakız gibi

çiğneyebilir, aynı iğrenç tadı alabilirdiniz.

Bugün Faruk'u ve diğerlerini köpek balığı gibi buraya

çeken 2. küsur seviye bir numuneydi. Eğer ellerini ona

birkaç saniye değdirebilirlerse 3. seviye bir numune

yaratabilir ve Soner de hayatlarını kurtaracak alt

versiyonlarını imal edebilirdi.

Balo salonu ışıklı ve şatafatlıydı. Avizeden aşağıya yayılan

ışık aynalardan yansıyarak odayı bir sıcakla dolduruyordu.

Davetliler arasında süzülerek ilerledi, konuşmalar

masalardan gelen cam bardak sesleri ve kahkahalar

arasında boğuluyordu.

Şimdi hedefini görüyordu. Birkaç metre uzağında bir

kadının boynuna dolanmış, insanlar tarafından çevrilmişti.

Herkes nesneye ve onu taşıyan kadına saygıdan iletişim

mesafelerini yarım metreden fazla tutmuştu.

Ama büyükbabası ona bir hayvandan bahsetmişti; bir

kurttan. Tüylü ve tehlikeli bir hayvandan. Duruma göre bu

hayvan avına direk saldırmak yerine etrafında bir tur atar

ve rüzgârın kendisine avının kokusunu getirmesini

beklermiş. Hareketleri biraz yavaşlatma ve sabır şu anda

işine yarayabilir, görünen o ki direkt bir manevra diğer

avcılara pek de yaramamıştı.

Faruk yavaşça odanın dış çeperlerine doğru ilerliyor ve

kimsenin konuşmadığı kişilere yanaşıyordu. Duvara yakın

kısa bir adam onunla sohbete başlıyor; “Ne ilginç değil mi

şimdiden bir tane koltuk altı kokusu satmayı başardım.”

“Deodorant demek istediniz herhalde?” diye sordu

yanındaki kadın. “Hayır, hayır hanımefendi. Benim alanım

kötü kokular. Tüm kokular gibi koltuk altı kokuları da

sanalda aslında çok anlaşılmıyor. Yani terlediğinizde

kokmanız gereken şekilde kokmuyorsunuz. Mesela şu

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!