Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
Tunçalp
Özgen
anısına...
“Seni ne çok sevdiğimi bilemezsin” derdin.
Doğru, hissetsem de bilemezdim.
Ama sevgilim, insan bu kadar sevdiğini
bu kadar erken yalnız bırakır da gider mi?
Şiirler yazardın bana, tanıştığımızdan beri.
Şair, hassas ve zarif ruhunla.
“Birgün sabah çıktığım eve akşam dönmezsem,
Bir gün yanındaki yatağın boş kalırsa,
Bilmelisin ki sen beni görmesen de
Ben senin yanındayım..
Sakın beni unutma.”
diye yazmıştın.
Evet, sevgilim, ben de artık sen oldum ve
seni hep yanımda hissediyorum.
Seni unutmam mümkün mü?
Cancan’ın
Babamın Anısına,
Küçük bir çocuk gibi salonun karanlık bir köşesine sinmişim. Seni kurtarmak
için onca kişi sırayla, çaresizce uğraşırken, benim tutunabildiğim tek
şey elimdeki telefonda ablamın sesi. Anca onunla konuşmak beni gerçekliğe
bağlıyor, yoksa bu gördüklerim, bu olanlar gerçek olamaz. Kötü bir
rüya. Neden uyanamıyorum, iki yıl geçti üzerinden, neden hala uyanamıyorum?
Zaman ne kadar garip bir kavram, bazı şeyler ne kadar eskide kalmış gibi
silik ama kimi şeyler ise sanki daha dün olmuş gibi. Hatta şimdi gözümü
kapasam, o ana ve yere ışınlanıyor gibiyim... Acıya değil de, güzel anlara
gitmeyi seçiyorum:
Kim bilir ne kadar küçüğüm, galiba Datça Aktur’dayız, ve tüm ekip sahil
kenarında yürüyüş yapıyor. Babamın sırtına oturmuşum, öyle yüksekten
etrafa bakarken, parmaklarımın arasında onun saçlarının hissini
hatırlıyorum...
İnkum’da bana yüzmeyi öğretiyor, köpek balığı olup saldırıyor,
olabildiğince çok su sıçratarak kulaçlar atıyor, kumdan kaleler yapıyor.
Ardından da tatilde hastalananları tedavi ediyor...
İlkokulun bahçesindeki tırmanma duvarından kafa üstü yere çakılınca,
apar topar Hacettepe’ye götürülüyorum. Babam muayene odasının
kapısında beliriyor. O pençe gibi, kuvvetli elleri kolumu, bacağımı tutunca
tüm korkum ve acım yok oluyor...
Babam yurt dışındaki bir konferanstan dönüyor. Koşarak gidip kapıyı
açıyorum: yüzünde müthiş bir gülümseme ve elinde dev bir Barbie evi
kutusuyla karşımda duruyor!
Hamsterim kafesten kaçıyor, onu yakalamaya çalışıyor; ihmal ettiğim
balıkların akvaryumunu temizliyor; tavşanıma 2 katlı villa yapıyor;
köpeğimiz Katya’yı “Katyuşka!” diye yerlere yatarak seviyor...
Ablam evleniyor. Babam koluma yapışmış tüm misafirlere “Bunu
vermem, bu benimle kalacak!” diyor...
Bu sefer ben Amerika’dan dönüyorum. Uçak Esenboğa’ya inmiş taksi
yapıyor. Nasıl becermişse yapmış, beni dış hatların kapısının önünde,
pistin kenarında bekliyor! Saçları nasıl da beyazlamış...
Planöre binmeye gittiğimi duyunca bana küsüp telefonlarıma çıkmıyor,
ta ki Eskişehir’den sağlam döndüğümü duyuncaya kadar...
Evlenme arifesinde, babamla İstanbul’daki evimi boşaltıyoruz. Nefes
almadan eşya paketliyoruz, arada hamburger ısmarlayıp, televizyon
karşısında keyif yapıyoruz...
Zurnalı davullu düğün alayı beni evden almaya geliyor. O gümbürtünün
içinde ikimiz de gözleri kırmızı ve yaşlı ama kahkahalar atarak
sarılıyoruz...
Ultrason filmini uzatıyorum, bir leke göründüğünü söylerek. Bakmayı
reddediyor, “Gazdır, gaz!” diyerek. Sonra, şakamı anlayan annemin
mutlu çığlıkları ve tebrikleri arasında, yüzündeki şaşkın ifadenin mutluluğa
dönüşmesini izliyorum...
Binbir türlü huysuzluk, aksilik yapıyorum, off baba! uff baba! diyorum,
ama hiç birinde onun bana kızdığını, beni kırdığını hatırlamıyorum.
Çünkü benim babam herşeyiyle bir dev: bitmeyen ve herkesi kapsayan
sevgisiyle, sonsuz vericiliği ve toleransıyla. Dev gibi bilgisiyle, merakıyla,
yaşama sevinciyle, benim babam bir enerji topu adeta, ısıtıyor, aydınlatıyor,
yaşatıyor, güldürüyor.
İşte tüm bunlar yüzünden, babamı anmak demek, güzel anları hatırlamak,
tekrar gülmek, yaramazlık yapmak istemek demek. Babam hala
bizimleymiş gibi yaşamak demek, acılara üzüntülere aldırmamak,
durmamak, “hadi gidelim!” demek.
Fizik kanunları enerjinin asla yok olmayacağını söylüyor. Babamı anmak
için konuşan, yazan, mesaj atan, arayan sizler, onun hayatı boyunca
saçtığı sevgiyi bize geri yansıttınız. Onun o muhteşem enerjisinin yok
olmadığını, aramızda gidip geldiğini ve hala içimizi ısıttığını bize hissettirdiniz.
Tüm ailem adına sizlere teşekkür ederim.
Şimdi bize düşen ise onu özleyerek, ama asla kedere kapılmadan, hayatın
hakkını vererek yaşamak: ağzımıza kaçamak bir çikolata atmak, bir
kitabı soluksuzca tek çırpıda bitirmek, gözümüze kestirdiğimiz bir hedefe
tırmanmak, ve tepesine vardığımızda, babama bir öpücük göndermek...
Dalsu Özgen Koçyıldırım
6 Mart 2021
Tören Konuşmaları
Bülent Altun
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı
Çok büyük kaybımız, Üniversitemiz Rektörlerinden Prof. Dr. Tunçalp
Özgen’in çok kıymetli ailesi, saygıdeğer yakınları, saygın dost ve akrabaları,
Sayın Rektörüm, Hacettepe Üniversitesi’nin değerli üyeleri, Değerli
çalışma arkadaşlarım,
Bizleri bu acı günümüzde yalnız bırakmayan tüm dostlar,
Öncelikle, çok büyük ve acı kaybımız, çok değerli hocamız merhum
Tunçalp Özgen’e Allah’tan rahmet; saygıdeğer Özgen Ailesine ve
Hacettepe Ailesine, dayanması güç olsa da önce sabır ve başsağlığı diliyorum.
Bugün, çok büyük bir kayıp vesilesiyle burada bir aradayız. Derin
üzüntü içerisindeyiz. Çok sevdiğimiz hocamız Tunçalp Özgen’i ebediyete
uğurluyoruz. Her vefat erken, her ölüm büyük bir acı, büyük bir
kayıptır. Hocamızın ayrılışı da ani ve zamansız oldu. Bizleri, sevenlerini,
ülkemizi, camiamızı derinden sarstı. Kaybımızı kabullenmek güç,
konuşmak zor, kelimeler yetersiz.
Onunla ilgili söylenecek çok söz, anlatılacak çok şey var. Onu yola
çıktıklarından, birlikte yol aldıklarından dinlemeden önce 73 yıla
sığdırdıklarını özetlersek:
1946’da Kütahya’da doğdu. 1963 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp
Fakültesi’ne girdi. 1969 yılında Tıp Doktorluğu diploması aldı. Aynı yıl
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirürji Ana Bilim Dalı’nda
asistanlığa başladı ve 1974 yılında Nöroşirürji Uzmanı oldu.
1977 yılında aynı bölümde Nöroşirurji Öğretim Görevlisi olarak göreve
başladı. 1978’de Zürih Üniversitesi‘nden Mikronöroşirürji Sertifikası
aldı. 1979 yılında Nöroşirürji Doçenti oldu ve 1988 yılında aynı fakültede
Nöroşirürji Profesörlüğüne yükseltildi.
Hacettepe Üniversitesi Nörolojik Bilimler Enstitüsü’nde 1984- 1992
yılları arasında, Klinik Nörolojik Bilimler ve Psikiyatri Anabilim Dalı
Başkanlığı, 1983-1992 yılları arasında aynı enstitünün müdür
yardımcılığı görevlerinde bulundu.
1999-2011 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
Nöroşirürji Ana Bilim Dalı başkanlığı yaptı. 1999 yılında Hacettepe
Üniversitesi Rektörlüğüne seçildi ve 2008 yılına kadar iki dönem bu
görevi yürüttü.
2006 yılında Yüksek Öğretim Kurulu Üyeliğine atandı. 2007’de yeni
kurulan Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi Rektörlüğü görevini de kurucu
rektör olarak üstlendi.
Yurt dışında birçok idari ve bilimsel görevlerde bulundu. EANS (European
Association of Neurological Societies)’’de 1987- 1998 yılları arasında
Yürütme Kurulu Üyesi, 1991-1996 yılları arasında Eğitim Kurulu
Üyeliği, aynı kuruluşta1995-1999 yılları arasında Başkan Yardımcılığı ve
1999-2003 yılları arasında Denetleme Kurulu Başkanlığı yaptı. WFNS
(World Federation of Neurological Societies)’de 1987- 1998 yılları
arasında Yürütme Kurulu üyesi olarak 1992-1999 yılları arasında aynı
kuruluşta Executive Committee (Yürütme Kurulu) Üyesi olarak çalıştı.,
1995-1999 yılları arasında da Avrasya Nörosirurji Akademisi (Academia
Eurasiana Neurochirurgica) Onursal Başkan Yardımcısı görevlerinde
bulundu.
Yurt dışında birçok ülkede bilimsel kuruluş üyeliği yaptı. 1992’de Congress
of Neurological Surgeons (USA) üyeliği, 2000 yılında International
Association of University Presidents ve European University Association
üyeliği, 2001 yılında German Neurosurgical Academy üyeliği, 2008’de
Japan Neurosurgical Society üyeliğine seçildi.
Türk Nöroşirürji Derneği kurucu üyeliği sonrasında 1988-1989 yılları
arasında Türk Nöroşirürji Derneği Başkanlığı görevinde bulundu ve
Journal of Turkish Neurosurgery dergisi kurucusu ve editörü; 1983 -
1991 yılları arasında da Hacettepe Medical Journal Editör Yardımcısı
olarak görev aldı. Operative Techniques in Neurosurgery (USA),
Romanian Journal of Neurosurgery (Romanya), Italian Journal of
Neurosurgery (İtalya), Journal of Neurosurgical Sciences (İtalya), European
Journal of Neurosurgery ACTA (Brüksel) dergilerinde editör ve
yayın kurulu görevlerini üstlendi.
1987-1991 yıllarında Tevfik Fikret Eğitim Vakfı (TEVEF) Yönetim
Kurulu Üyeliği, 1991 - 1997 yıllarında Tevfik Fikret Eğitim Vakfı
(TEVEF) II. Başkanlığı görevlerini ve 1996 - 2012 yıllarında Bayındır
Tıp Merkezi Bilim Ödülleri Jüri Üyeliği ve KOÇ Vakfı Bilim Ödülleri
Jüri üyeliği yaptı.
Yurtiçi ve yurtdışı 200’Ü aşkın bilimsel yayını olan hocamız 1997‘de
YÖK Uluslararası Yayın Kutlama, 2003’de Genç İşadamları Derneği
En Aktif Yönetici Ödülü, 2005 yılında Başkent Grubu 81. Yılın Altın
Adam Ödülü, 2016 yılında Türk Nöroşirürji Derneği Üstün Hizmet
Ödülünü aldı.
ODTÜ Kimya Mühendisliği emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Canan
Özgen’in eşi, Prof. Dr. Burçe Özgen ve Dr. Dalsu Özgen’in babası;
Lara, Duru ve Uzay’ın dedesidir.
Tunçalp hocamız ilk mezunlarından olduğu, Tıp Fakültemize, öğretim
üyesi, Anabilim Dalı Başkanı, Rektör ve YÖK üyesi olarak büyük
katkılarda bulunmuştur.
Tunçalp Hocanın kırk yılı aşkın uzmanlığı ve öğretim üyeliği süresince
Beyin ve Sinir Cerrahi Anabilim Dalı’nda 150’ye yakın uzmanın
yetişmesinde çok büyük emeği vardır. Bu süreçte yurtdışında aldığı
eğitim sonrası kurmuş olduğu mikro cerrahi laboratuvarı ile bu alanda
yeni bir çığır açmıştır. Anabilim Dalı başkanlığı süresince de Beyin ve
Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olmak için uzmanlığın
yanı sıra bu alanda doktora yapma zorunluluğu geleneğinin
sürdürülmesini sağlamış ve bu bağlamda da klinik bir dal olmasına
rağmen anabilim dalının Türk Yükseköğrenimi için bir örnek teşkil
etmesinde önemli katkıları olmuştur.
Tunçalp hocamız, Rektörlüğü ve YÖK Üyeliği döneminde, ülkemizde
hâlen ilk ve tek olan “Tıp / Bilim Doktorluğu Bütünleşik Programının”
Fakültemizde açılmasına önderlik etmiştir. Hâlen birçok Tıp fakültesinin
çok arzu etmesine rağmen henüz başlatamadığı bu programın fakültemizde
hayata geçirilmesi için YÖK onay sürecindeki çabası ve sonrasında
programın devamlılığı için verdiği katkılar ile bugün bu program 15
yaşına girmiş ve onlarca mezun vermiştir. Rektörlüğü sırasında
Hocamız, Fakültemizde standart hasta laboratuvarı, beceri laboratuvarları
gibi modern Tıp eğitimi için gerekli mekânların kurulmasına öncü
olmuştur.
Tunçalp Hocamızın onlardan biri de ben olmak üzer, bu salonda da
onlarcasının bulunduğunu bildiğim, fakültemizden mezun olan on bini
aşkın hekimin üzerinde de çok büyük emeği vardır. Dönem 5’te iki
haftalık Beyin Cerrahisi stajında, hocayla ne kadar bir temasınız olabilir
ya da bu kadar kısa sürede ne öğrenmiş olabilirsiniz, diye aklınızdan
geçebilir. Ama biz öğrencileri, Tunçalp hoca ile her sabah erkenden
beraber yaptığımız enerjik vizitlerde yorulmadan tek tek sorularımıza
cevap vermesinden mutlu olur, hastalarına karşı nazik ve yapıcı tavrından
ve çalışkanlığından etkilenir, çok yoğun tempoda çalışmasına
rağmen bazen de kendimizi odasında kahve içerek sohbet ederken
bulunca onore olurduk. Tunçalp Hoca staj sınavlarında bizi kapıda
karşılar, her gördüğü yerde selam verir, hâl hatır sorardı. Evet, aslında
Tunçalp Hoca, bize Beyin Cerrahisi’nden çok daha fazlasını; çalışmadan
başarının gelmeyeceğini, iyi hekim olmak için önce iyi insan olmak
gerektiğini, hasta - hekim ilişkisinde empati kurmayı, hangi yaşta olursa
olsun meslektaşına değer vermeyi öğretti ve belki de hepsinden daha
değerlisi, hekimlik sanatında ustaya saygının ve vefanın önemini kendi
davranışlarıyla da bizlere aşıladı.
Tıp eğitimine, bilime ve kurumumuza olan katkılarından dolayı bir
öğrencisi ve aynı zamanda Tıp Fakültesi Dekanı olarak tüm öğrencileri
ve kurumum adına, Tunçalp hocamıza, şükranlarımı sunuyor, Allah’tan
rahmet diliyorum, Acılı Ailesine ve yakınlarına, sabırlar diliyorum. Hepimizin
başı sağ olsun.
Biz öğrencileri olarak anılarımıza kazınan tüm güzel ve örnek
davranışları ile hocamızı sonsuza dek unutmayacağız ve hatırasını her
zaman koruyacağız.
Tunçalp Hoca bizler için, Ana Bilim Dalı Başkanı, öğretim üyesi,
Hacettepe Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Tunçalp Özgen’den çok
daha fazlası: Hacettepe sevdalısı; akademik ve idari personeli, öğrencisi,
mezunu, emeklisiyle Hacettepelinin sevdası.
Türk Nöroşirürji Derneği’nin kurucu üyesi olan, Türkiye’ye transfenoidal
ameliyatını getiren ve yapan ilk kişi. Beyin cerrahisiyle ilgili o kadar
çok şey yaptı ki…
Umut oldu, şifa verdi, el tuttu. Çocukları gibi sevdiği öğrencileri,
dostları, arkadaşlarıyla hep kalabalık olarak yaşadı. 20 bini aşkın beyin
ameliyatı gerçekleştirdi. Mükemmel bir hekim, idareci ve hepsinden
önemlisi muhteşem bir insandı.
Türkiye’de Mikroşirürji alanında öncülük yaptı, İlk İngilizce bilimsel
derginin çıkartılmasını sağladı. Hacettepe Üniversitesi Senfoni
Orkestrası ve Sanat Müzesi’nin kuruculuğunu da üstlendi. Hacettepe’nin
gelişimi onun için her şeyden önemli oldu.
Lise ikinci sınıftayken kaybetti babasını. Annesi, “Baban yok artık, çalış”
dedi. Ondan sonra hiç durmadı; hep çalıştı, çok çalıştı… Dünyaca ünlü
beyin cerrahı Prof. Dr. Gazi Yaşargil’in ilk Türk öğrencisi oldu.
O herkesten bir şeyler öğrenileceğine inandı. Ağabeyinden insanlık
öğrendiğini, Gazi hocadan cerrahi teknik öğrendiğini anlattı. Aykut
Erbengi hocadan “Hayatımın en büyük dersini aldım. Hasta hayatının
kutsallığını öğrendim” dedi.
Hayatta ve ayakta duruşuyla, pozitif bakışıyla, hoşgörüsüyle herkese,
hepimize örnek oldu. Onu esas farklı kılan, herkesten ayıran da insani
değerleri ve taşıdığı vasıflardı.
Eğri bir cetvelle düz bir çizgi çizilmez. Eğri bir insandan da doğru bir
hayat çıkmaz. Sadece doğru insanların becerebildiği bir şeydir doğru
yaşamak. Tunçalp Özgen, böyle bir insandı. O, gözleriyle seven, yüreğiyle
kucaklayan, karısına tutkun bir eş, çocuklarına tutkulu baba, torunlarına
sevdalı bir dedeydi.
Bizlere en son, Üniversitemizin 50.yıl kuruluşu için hazırlanan belgesel
çekimlerinde seslendi. Kendinden, Hacettepe’den, Hacettepe’nin
kendisine kattıklarından söz ederken Hacettepe’nin farklarını,
farklılıklarını sıraladı.
Tunçalp Hoca, bizlere, sizlere, geleceğe seslendi. Ben de hepimiz adına
Tunçalp Hoca’ya seslenmek istiyorum:
Sayın Rektörüm, Saygıdeğer Hocam, …
Eğer bizden yana bir hak varsa, tüm Hacettepe adına hakkımız size
sonuna kadar helal olsun.
Güle güle git.
Hepimiz, herkes selamlıyor seni.
Yaşamın hiç boşa geçmedi.
Nurlar içinde uyu…
Haluk Özen
Hacettepe Üniversitesi Rektörü
Sayın Canan Hanımefendi, Sevgili Burçe, Dalsu, Can ve Sayın
Rektörümüz Tunçalp Özgen’i seven akrabaları, arkadaşları, dostları,
çalışma arkadaşları ve öğrencileri;
Bu acı günümüzde biz Hacettepelileri yalnız bırakmadığınız ve Hocamıza
veda edeceğimiz gün bizlere katılarak bu töreni çok daha anlamlı hale
getirdiğiniz için hepinize üniversitemiz adına çok teşekkür ediyorum.
İleride Hacettepe Üniversitesinin tarihi yazıldığında Prof. Dr. Tunçalp
Özgen için;
Yetenekleri tartışılmayacak bir beyin cerrahı,
Çok iyi bir eğitici,
Çok başarılı ve vizyon sahibi bir Rektör,
Hacettepe’yi çok seven ve onun gelişmesi için kendini tüketen, yorulmak
bilmeyen bir insan,
Ve çok sevecen, çok iyi bir eş, mükemmel bir baba ve dede olduğunu
yazacaklar.
Ben izninizle Hocamızın Hacettepe sevgisini ve onun ifadesiyle “kendisini
adam eden”; bu üniversiteye sekiz yılı rektörlük olmak üzere, 40 yılı
aşkın süre hizmet ederek üniversitemizin altyapısını, akademik bakış
açısını, toplumdaki algısını çok olumlu yönde geliştirmesinin bazı
ayrıntılarını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Hocamın bu olağanüstü Hacettepe sevgisiyle birleşen enerjisi, aklı ve
vizyonu sayesinde, sekiz yıllık rektörlük döneminde, kendisini de
yetiştiren Üniversite Hastanemizde bir yönetim sistemi olarak Toplam
Kalite Yönetiminin hayata geçirilmesine yönelik olarak Sürekli Kurumsal
Gelişim Projesi başlatılmıştır.
Hastanelerdeki tüm birimleri ve çalışanları içine alan bu proje
kapsamında eğitimler verilmiş, stratejik planlama, süreç yönetimi ve
iyileştirme takımları çalışmaları yürütülmüştür.
Bu dönemde, hastanede Biyomedikal Mühendislik Birimi kurulmuş,
insan kaynakları yönetimi, bilgi ve veri yönetimi sistemleri ile tüm destek
süreçlerinde yeni bir anlayışla iyileştirmeler gerçekleştirilmiştir. Yönetim
alanındaki iyileştirmelere paralel olarak hastane binalarının, altyapının
ve tıbbi cihazların renovasyonu ve yenilenmesi için önemli yatırımlar
yapılmıştır.
Tüm bu çalışmaların sonucunda 2007 yılında Hacettepe Üniversitesi
Erişkin Hastanesi ülkemizde Joint Commission International (JCI)
tarafından akredite edilen ilk kamu üniversite hastanesi olmuştur.
Hacettepe Üniversitesi Erişkin, İhsan Doğramacı Çocuk ve Onkoloji
Hastaneleri halen JCI tarafından akreditedir.
Hacettepe Üniversitesi’ne Rektörlük döneminde kazandırılan yeni
bölüm, fakülte ve meslek yüksek okullarından mezun olan öğrenciler
günümüzde onun çok sevdiği ve kendini adadığı Türkiye Cumhuriyeti’nin
gelişmesi için çalışıyorlar.
2007 yılında Hacettepe Üniversitesi’nin EUA denetiminden geçmesini
ve son derece olumlu raporlarla bu değerlendirmenin sonuçlanmasını
sağlamıştır. Her şeyden önemlisi, bu denetleme sürecinde üniversitemizin
pek çok kazanımlar edinmesine ve kalite kültürünün yerleşmesine
öncülük yapmıştır.
Bunların dışında;
1) Beytepe Öğrenci Yurtları inşa edildiği tarihten sonra ilk kez Tunç
Hoca tarafından renove edilmiştir. Ayrıca bu yurtlardaki odalara ilk kez
elektrik prizi çekilmiş, odalara buzdolabı konulmuş ve internet sağlanmıştır.
Özetle; öğrencilerimize büyük kıymet verilmiş ve bu süreçlerle
bizzat ilgilenmiştir.
2) Sahip olduğu ayrıcalıklı öngörü ile Beytepe’de büyük organizasyonların
yapılabilmesine olanak sağlayacak 7000 kişilik amfitiyatro
yaptırılmıştır. Bugün mimarisi ve akustiği ile gurur duyduğumuz bu
mekânda gerçekleştirdiğimiz her aktivite ve mezuniyet töreninde Onu
anmadan geçemiyoruz. Bir insan ancak böylesine yaşayan, kullanılan
eserlerle tarihe iz bırakabilir.
3) Sanata ve sanatçıya verdiği önemle; Senatomuzun 7 Eylül 2005 tarihli
kararıyla Sıhhiye Kampüsü’nde üniversitemiz Sanat Müzesinin kurulmasına
öncülük etmiştir. Bugün Sanat Müzemiz son derece seçkin ve
zengin bir koleksiyona sahiptir.
4) Gene sanata verdiği önemin bir göstergesi olarak, Hacettepe Senfoni
Orkestrası’nın kurulması 2002 yılında Prof. Dr. Tunçalp Özgen döneminde
gerçekleştirilmiştir.
5) En önemli eserlerinden biri kuşkusuz Hacettepe Teknokent’dir.
Günümüzde Teknokentimiz, bünyesindeki saygın firmalarla zirveye
doğru hızla ilerlemektedir.
6) İdari dairelere Stratejik Plan kavramını yerleştirmiş, yöneticilerin bu
konuda eğitimler almasını sağlamış ve hizmet birimlerinin şeffaflığını
sağlamıştır.
7) Yeşil Vadi’yi yaptırmış ve sadece Beytepeli, Hacettepeli değil tüm
Ankaralıların yararlanabildiği, herkesin hayran olduğu bir yer yaratmıştır.
Öyle ki günümüzde evlenen çiftlerin unutulmaz anıları arasında
yer alacak fotoğraflar burada çekilmektedir.
8) Birbirleriyle pek ilişkisi yok gibi görünen iki kampüsü buluşturup
Hacettepe ruhunu yerleştirmeye büyük gayret göstermiştir. Beytepe bu
bağlamda güler yüzlü, kendilerine adıyla hitap eden bir Rektör’e
kavuşmuştur.
9) Özetle; belki de en önemlisi insan ve araştırma odaklı, vizyon sahibi
bir Rektör olmuş, kendini çok sevdiren ama popülist olmayan bir Rektör
profili çizmiştir.
Galiba Mevlana’ın bir dizesi bu noktaya uygun düşüyor:
“Dediler ki: Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur.
Dedim ki: Gönüle giren, gözden ırak olsa ne olur.”
Hocam üniversitemizin çalışanlarının GÖNLÜNE girmişti…
Bu noktada, tüm bu güzellikleri daha da değerli kılan özelliği, Tunç
Abimin insani özellikleridir. Kendisi, bir cerrah, hoca ve rektör olarak
insanları ne sosyo-kültürel durumları, ne statüleri ne de kendine yakınlık
uzaklık gibi kriterlerle ayırmadan, güler yüzü ile ona “insan” olduğu için
en üst değeri verirdi. Bu yaklaşımı da karşısındaki tarafından çok net
olarak anlaşılırdı.
Daha üç ay önce bu salonda, kendisini davet ettiğimiz ve personelimize
30, 40 ve 50. yıl hizmet belgelerini birlikte verdiğimiz törende,
hizmetliden profesöre kadar herkesle samimi kucaklaşması görülmeye
değerdi.
O gün Hocam, belki de emekli olduktan sonraki döneminde, Hacettepe’de
birlikte çalıştıklarına veda ediyordu. Onları görmekten çok ama
çok mutluydu. Üstelik bunu “Bugün bekleyen hiçbir işin önemi yok,
burada olmaktan çok mutluyum” diyerek dile de getirmişti. Sevgili
Hocam, o gün burada bizimle oluşunuzdan inanın biz de çok, ama çok
mutlu olmuştuk…
Tunç Hocam kamu hizmetinin çok onurlu bir görev olduğunun
bilincinde olarak, bu hizmeti her zaman kişinin ülkesine ve kurumuna
borçlarının ödenmesi açısından bir vesile olarak kabul eder ve çevresine
bunu ifade ederdi. Bu bağlamda, Atatürk’ün ülkemize kazandırdıklarının
bilincinde olduğundan, bu konuda da her zaman net tavır
sergileyerek Cumhuriyetin kazanımlarının yanında yer aldı.
Öğrencileri bilimsel ve çağdaş metotlarla yetiştirmenin Atatürk’e olan
borcumuzu ödemenin en doğru yolu olduğunu ifade etti her zaman…
Saygıdeğer Canan Hocam, Sevgili Dalsu ve Burçe,
Tunçalp Hocamızı bu yaşta, bu birikim ve dinamizmi varken kaybetmek
gerçekten çok büyük haksızlık diye niteliyorsunuz ve niteliyoruz. Ancak,
Tunç Abi sizlerle her dakikasından mutlu olduğu, aşk ve sevgi ile bezenmiş,
dolu dolu yaşanmış yıllarla, onurlu ve bu dünyada yapması gerekenleri
yapmış, tüm sorumluluklarını yerine getirmiş olarak bizlerden
ayrıldı.
Sizler bütün bunları, nasıl bir dedelerinin olduğunu Lara, Duru ve
Uzay’a anlatarak Tunç Hocam ve anıları ile yaşamaya devam edeceksiniz.
Eşi ve çocukları olarak ne kadar gurur duysanız hakkınız.
Söylememe gerek yok ama tabii sizler bize Tunç abimizin emanetisiniz.
Her zaman başımızın üstünde yeriniz var.
Sevgili Tunç Abi, rahat uyuyun. Çok sevdiğiniz üniversitemizi sizin
bıraktığınız yerden daha da yukarıya taşımak için gece gündüz
çalışıyoruz, çalışacağız.
Burçak Bilginer
Prof. Dr., Nöroşirürji Anabilim Dalı; Öğrencisi
İnsan hayatında ona yön veren önemli olaylar ve anlar vardır,
doğduğunuz aile, yaşadığınız şehir, okuduğunuz üniversite vs. Hayatınıza
giren birçok insandan bazıları sizde etki bırakırken çok azı imzasını
atar. Tunç hoca benim yaşamıma gerek insanlığı, gerek olaylara bakış
açısı, ama en önemlisi bir cerrahta bulunması gereken özellikler
bakımından iz bırakmıştır. Burada yakın dostları ve saygıdeğer büyüklerim
onu anlattılar. Ben onun öğrencisi olmaktan gurur duyuyorum.
Meslek yaşantımın başında onun gibi bir rol modelle çalışma fırsatı
bulmakla, hastayı sadece bir vaka olarak görmenin ötesinde ona bir
bütün olarak bakabilme şeklini bana işlemiştir. Takdir edersiniz ki bir
insanı işlemek ve ona mesleki olarak eşlik etmek sabır ve anlayış gerektiren
bir konudur. Kendimi bu açıdan çok şanslı görüyorum ama aynı
oranda onu kaybetmenin şaşkınlığı ve üzüntüsünü de yaşıyorum. Emekliliği
sonrasından hocayla devam eden ilişkimiz zaman içinde bir
baba-oğul ilişkisine döndü. Birlikte geçirdiğimiz nasihat dolu hayat
tecrübesiyle yoğrulmuş zamanları, yediğimiz öğlen yemeklerini ve
Canan hocadan gizli yediğimiz çikolataları hiçbir zaman unutmayacağım.
Sevgili hocam, rahat uyuyun, mekânınız cennet olsun.
Cengiz Kuday
Prof. Dr. Hacettepe Üniversitesi’nde Baş Asistanı
Sevgili Tunç,
Aramızdan çok çabuk ayrıldın. Fakat bu senin eski huyun. Her zaman
hiperaktiftin ve sürpriz hareketler yapardın, bizleri mutlu ederdin. Bu
kez öyle olmadı, mutsuz olduk, kahrolduk ve inanamadık.
Sevgili Tunç, Tanrı seni çok ustaca ve incitmeden, zarif bir şekilde
yanına aldı. Tanrı’nın mucizesi diye adlandırılan beyne aynı Tanrı’nın eli
gibi dokunan sevgili kuluna aynı senin hastalarına yaklaştığın gibi sana
sevgi ve sevecenlikle yaklaştı ve yine tekrar ediyorum yanına aldı.
Sevgili Tunç, hayatın değeri uzun yaşanmasında değil, iyi yaşanmasındadır.
Sen bunu başardın, kısa sayılan ömründe birçok yapılamayacak
işler yaptın. Bizim nöroşirurji dünyasını bir kuyruklu yıldız gibi aydınlatarak
geçtin ama her kuyruklu yıldızın bıraktığı gibi geride parlak
noktalar bıraktın. Alanımızın bütün yeniliklerinin en yakın takipçisi
oldun, birçok meslektaşına öncülük ettin. Yetiştirdiğin öğrencilerine ve
meslektaşlarına yeni ufuklar açtın. Hep alçak gönüllü ve uzlaştırıcı oldun,
fırtınalı birçok günde dimdik durdun, kişiliğinden ödün vermedin.
İnsanın gerçekten ne olduğunu gösteren şey, yaşadığı zorluklara verdiği
tepkidir.
Sevdiklerine, ailene, kurumuna, ülkene karşı hep koruyucu ve sevecen
oldun. Dini inançlarım biraz farklı ama tek tanrılı dinlerin yazdığı bir
cennet varsa senin orada sevdiklerinle ve hep beraber olmayı arzu
ederim.
Güle güle sevgili kardeşim.
Metin Güner
Prof. Dr. Hacettepe Üniversitesinden Sınıf Arkadaşı
Sevgili Tuncalp Özgen’le yolumuz 1963-64 döneminde Ankara Üniversitesi
Hacetepe Tıp Fakültesi’nde birleşti. O sene 100 öğrenci alınmıştı.
Okul numaralarımızın yakın oluşu nedeni ile stajlarda çoğunlukla aynı
gruplarda idik. Birlikteliğimiz sosyal hayata da karıştı ve çok yakın
dostluklarımız oluştu. Günlük sekiz saat ders ve stajlardan arta kalan
zamanda, boş bulduğumuz zamanları gurup arkadaşları ile birlikte
geçiriyorduk. Bu, ya maça gitme, ya kurduğumuz futbol takımında maç
yaparak veya eğlencelerde dinlenirken olurdu ama aklımızda hep ihtisas
vardı. Tunç, Dr Haluk Boneval’ ın da etkisi ile önce genel cerrahiyi
benimsedi. Ben, Ender Korfalı, rahmetli Ümit Acar Nöroşirürjiye daha
yakındık. Cerrahi toplantısında, Stj.Dr. Metin Akalın rahmetli Prof Dr
Hüsnü Göksel’e acil servise çağırdığımızda, cerrahi baş asistanlarından
yediğimiz fırça dolayısıyla “Basit bir kesi için cerrahi konsültasyonu
isteyelim mi? sorusuna öyle bir cevap aldı ki (ama şimdi ne kadar doğru
olduğunu anladık), Tunç da beyin cerrahisine karar verdi. Bu arada Prof
Dr Charles Wilson’ un kibası anlatması da karar vermemizi kesinleştirdi.
Sevgili Tuncalp Özgen’in bilimsel etkinliklerini, eserlerini ve bilime
katkılarını, yönetimdeki usta ve bilgiç sağduyusu ile Hacettepe Üniversitesi’ne.
büyük katkısını meslektaşlarım etraflıca anlattı. Ben, tanıdığım
iyi arkadaşımı ve meslektaşımın bilinmeyen ve hiçbir zaman göstermediği,
reklamını yapmadığı çağdaş tavrını ve dik duruşunu anlatmak
istiyorum. Tıp son sınıf internlik eğitiminde talebe olan gençler boykot
yapmış, toplum polisi de şiddet uygulamaya başlamıştı. Gençleri kurtarmak
için araya giren Ender ve özellikle de Tunç coplardan fazlasıyla
nasibini almasına rağmen, gençlerin yakalanıp götürülmemesi için
büyük çaba gösteriyordu. Tunç’un sırtı mosmordu; 10’dan fazla cop izi
saymıştık. Bu toplama esnasında Ender’in de polis otobüsüne
konduğunu görünce hepimiz oraya yöneldik. Bu arada Hocabey Prof
Dr İ.Doğramacı araya girdi, mâni olmaya çalıştı, olamayınca otobüse
binip emniyet sarayına beraber gittik. Müdürü ikna edince talebeler
serbest bırakıldı.
Sevgili Tunç, doğruluğuna inandığı her şey için dik durmuş, risk almayı
bir onur saymıştır. Tunçla asistan lojmanlarında aynı odayı paylaşıyorduk.
Nedenini hatırlamadığım ve benim Kıbrıs’ta olduğum 70’li yıllarda
polisin lojmanı basacağını duyması üzerine, derhal oraya koşmuş, polis
gelmeden bana ait Devrim gazetelerini arka pencereden atarak başımın
belaya girmesini önlemişti. Akademik hayatı boyunca herkese yardım
etmiş, sağduyusu ile hep doğru çizgide olmuştu. En büyük üzüntülerimden
birisi de iki kez beni istemesine rağmen İzmir’den ayrılamamış
olmamdır. Ancak, daha sonra Çeşme’de yazlıkta birlikte doyumsuz
vakitlerimiz oldu.
Son karşılaşmamızda, 2018’de çok işi olduğu için çok kısa bir süre yazlıkta
olduğunu ama “Metin sana söz, 2019 da 3 ay tatil yapıp birlikte
oluruz”, demişti.
Bir cuma günü saat 14:30 da komik bir fıkra gönderdi. Ben de gülümsemiştim.
Saat 22:00’de Şevket telefon etti ve Hakk’a yürüdüğünü haber
verdi. İnanamadım. Ancak telefonun öbür ucunda ağladığını duyunca
çok sevdiğim bir dostumun artık aramızda olmadığını anladım. Hepimizin
başı sağ olsun.
Şevket Ruacan
Prof. Dr. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı,
Koç Üniversitesi TIP Fakültesi Dekanı,
Hacettepe Üniversitesinde Sınıf Arkadaşı
Tunçalp’i kaybettik. Aramızda olmayışı giderek daha ağırlaşan bir bulut
gibi benliğimize yerleşiyor. Uzun zaman haberleşemeyip sonra sesini
duymak için aradığımda her zamanki gibi sıcak, tüm dostlarına hatta
tüm insanlara karşı sevecen, dertlerini dert edinmeye hazır yaklaşımını
özlememek mümkün mü? Evet, her gün görüşemediğimiz Tunç’un
oralarda bir yerde olduğunu bilmek, aradığın zaman birkaç kelimeyle
ailelerimizin, arkadaşlarımızın yaşamlarını görüşmek ne büyük bir nimet
imiş…
Tunçalp’le 1963 Eylül’ünden bu yana sınıf arkadaşlığının çok ötesinde
bir dostluğumuz vardı. Uzun yıllar evlerimiz de yan yana, karşı karşıya
oldu. Birlikte yaşadık, yedik, içtik. Sabah ilk uyandığımızda, gece
yatmadan önce birbirimizle şakalaştık. Ailelerimizin sıkıntıları,
sevinçleri, başarıları, heyecanları; çocuklarımızın gözlerimizin önünde
gelişmeleri; onların da bizim sıcak ve içten yakınlıklarımızı paylaşmaları
ne büyük mutlulukmuş…
Yıllar içinde hem güzel hem de kederli günleri paylaştık. Sevdiklerimizin
güzel ve zor anlarını ve bazen da kayıplarını birlikte karşıladık, birlikte
güldük, ağladık. Yaşamın kara günlerinde Tunç gibi bir dostun ne
anlama geldiğini defalarca gördüm.
Tunçalp’in en büyük özelliklerinden birisi, her canlı ile yakınlaşabilmesi
ve iletişim kurabilmesiydi. Çocuk, genç, yaşlı, kadın, erkek, toplumun
her kesiminden gelen insanlarla, hiçbir önyargısı olmadan anlaşabilir ve
onların sorunlarına ortak olabilirdi. Belki de günlük yaşamındaki en
büyük sıkıntılarından biri, kendisine başvuran her insana sonsuz sevgi
ve anlayışla yaklaşması, kendi sağlık ve huzurunu arka plana atmasıydı.
Tunç çok sevecen ve hoşgörülü bir insandı. Bu özelliği nedeniyle hepimiz
ona takılmayı severdik. Her vesileyle, ailesine düşkünlüğü, aşırı
titizliği, çalışkanlığı gibi konularda ortak sataşmaların hedefi olurdu.
Kendisi de bu takılmaları büyük bir olgunlukla, hatta severek karşılar,
birlikte eğlenirdi. Sanıyorum içindeki yaramaz çocuk çekirdeğini hiç
kaybetmedi. Hiç durmadı, hep koştu, hep bir yere yetişmeye çalıştı.
Seni yaşamımın son nefesine kadar unutmayacağım. Huzur içinde uyu,
çünkü sen bunu hak ettin sevgili kardeşim.
Savaş Ceylan
Prof.Dr., Türk Nöroşirurji Derneği Başkanı
Sayın Rektör, Değerli Hocalarım, saygıdeğer misafirler,
Bugün Türk nöroşirurjenleri olarak çok üzgünüz. En değerli hocamızı
kaybettik.
Prof. Dr. Tunçalp Özgen derneğimizin ilk kurucu üyesi ve ilk başkanlarındandı.
Bugün saygın bir yere ulaşmış olan dergilerimizin de ilk
editörü idi. Hocamız Türk nöroşirurjisinin dünyada tanınmasında çok
büyük bir rol oynamıştır. Başta Avrupa ve Asya ülkelerindekiler olmak
üzere dünyadaki nöroşirurji dernek, federasyon ve akademilerinde
önemli görevlerde bulunmuştur.
Derneğimizin uluslararası düzeyde tanınması için yoğun çaba sarf
etmiştir. Pek çok meslektaşımızın yurtdışında eğitim görmesi ve uluslararası
derneklerde görev almasında etkili bir rol oynamıştır. Tunçalp
hocamız, basta mikroşirürji olmak üzere pek çok cerrahi tekniği ilk uygulayanlardandır.
Transsfenodial cerrahide ilk uygulamanın yanında yeni cerrahi aletler de
geliştirmiştir. Yetiştirdiği yüzlerce nöroşirurji uzmanı ile birlikte benim
gibi nice meslektaşımızın alan seçimine ve yönelimine katkı sağlamış
önder hocamızdır.
Tunçalp hocamız; emeğe, bilime ve Atatürk ilkelerine bağlılığı hiç sarsılmaksızın
Türk nöroşirurji camiasındaki önderliğini sürdürmüştür.
Sözlerimi bir meslektaşımızın güzel ifadeleri ile bitirmek isterim.
O emeği ile çok iyi bir hekim,
Bilgisi ile çok iyi bir eğitmen,
Sevgisiyle çok güzel bir insandı.
Hocamıza rahmet, sevgili eşi Canan Hocamıza ve evlatlarına sabır ve
tüm sevenlerine başsağlığı dilerim. Aziz anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
Turgay Dalkara
Prof. Dr. Hacettepe Üniversitesi, Nörolojik Bilimler Enstitüsü Başkanı
Büyük ayrılıklar her zaman zordur. Ama sayın Prof. Tunçalp Özgen’inki
gibi hâlen topluma ve sevdiklerine verebileceği çok şey varken apansızın
gelen ayrılığa alışmak daha zor olacak. Sayın Özgen çok ama çok
çalışkan, bitmez bir enerji sahibi bir hocaydı. Sadece öncü fikirlerle
donanmış bir fikir insanı değil, ama aynı zamanda bunları hızla hayata
geçirmek konusuna hemen odaklanan bir eylem insanıydı. Onun hızına
yetişmek hiçbir zaman kolay değildi, ama bu sefer ki tez canlılığına
alışmamız zor olacak.
Sayın Özgen Nörolojik Bilimler ve Psikiyatri Enstitüsü’nün fikir babası
idi. Merhum Prof. Dr. Aykut Erbengi hocamızla birlikte bu fikrin hayata
geçirilmesinde öncü rol oynadı. Bu konudaki vizyonunu kendi sözleriyle
aktarmak isterim:
“Nörolojik Bilimler ve Psikiyatri Enstitüsü’nün kuruluşundaki felsefe,
Nöroloji, Nöroşirurji, Çocuk Nörolojisi ve Psikiyatrinin bir arada,
müştereken bilimsel araştırmaya yönelik çalışmalar yapması ve o zaman
dünyada çok az olan doktora ve mezuniyet sonrası diğer eğitim
programlarının geliştirilmesiydi”
Enstitümüzden bugüne kadar onun hedeflerini gerçekleştiren 65 mezunumuz
oldu. Mezunlarımızın hemen hepsi ülkemizin önde gelen üniversitelerinde
eğitime ve bilime katkıda bulunmaya devam ediyorlar.
Sayın Özgen, Rektörlüğü döneminde MD-PhD programının hayata
geçirilmesinde, Sayın Prof. Dr. İskender Sayek ile birlikte önemli bir rol
oynadı. Özellikle programın YÖK düzeyinde tanıtılmasında ve
kabulünde yine merhum Prof. Erbengi hocamızla birlikte çok hayati bir
görevi yerine getirdi. Bu sayede, bugüne kadar bu program ile 41 Tıp
mezunumuza öğrencilikleri döneminden başlayarak doktora yapma
olanağı sağlanmış olundu.
Sayın Özgen, Harvard ile MIT ile arasındaki ortak programdan da çok
etkilenmiş, benzer bir programın Hacettepe’de oluşturulmasını çok arzu
etmişti. Bu hedef, daha sonra değerli eşi sayın Prof. D. Canan Özgen’in
de katkılarıyla Hacettepe ve ODTÜ arasında Nörobilim ve Nöroteknoloji
programı olarak hayata geçirilebildi.
2004 yazında, Sayın Canan Özgen ile birlik Boston’u ziyaretleri sırasında
Harvard Üniversitesi’nin sanat müzelerini ve Decordova açık hava
heykel müzesini birlikte gezmiştik. Daha gezerken “Turgay, biliyor
musun?, depolarımız tablolar ve heykeller dolu.” dedi. Kısa bir süre
sonra merhum Prof. Dr. Ahmet Göğüş’ün de katkıları ile sanat müzemiz
hayata geçirildi ve gerek merkez gerekse Beytepe kampusunda
gördüğümüz heykeller gün ışığına çıktı.
Sevgili Tunç Ağabey, Nörolojik Bilimler ve Psikiyatri Enstitüsü’nün ve
MD-PhD programının tüm mezunları, öğrencileri ve bu programlara
katkı veren değerli öğretim üyeleri adına size teşekkür ediyoruz.
Eserleriniz ve aziz hatıranız önünde saygıyla eğiliyor, eserlerinize üniversitemizin
ve üniversitelerimizin sahip çıkacağından emin olmanızı
istiyoruz. Huzur içinde uyuyun, ruhunuz şad olsun.
Sizi çok özleyeceğiz.
Tezer Kutluk
Prof. Dr., Hacettepe Üniversitesi, Başhekim
Sevgili Tunçalp Özgen’in dostları, sevenleri, çalışma arkadaşları, öğrencileri,
Sevgili Canan Özgen, Burçe ve Dalsu,
Üniversitemizi kuran Hocabey İhsan Doğramacı daha ilk günden
kararlıydı bir efsane yaratmaya ve yarattı da: Hacettepe Efsanesi! Bilginin
Bilgiyle çarpılarak büyütülebileceği bir efsane.
Efsaneler ancak efsane isimlerle yaratılabilirdi, öyle de oldu! Bu
efsanenin ilk ürünleri elbette Efsane isimler olmalıydılar: oldular da!
Bugün burada bir efsane ismi, Tunçalp Özgen’i uğurluyoruz!
2000-2008 yılları arasında iki hastanenin başhekimliği, iki enstitünün
ardışık enstitü müdürlüğü ve Senato gibi görevlerde birlikte çalıştık.
Doğrusu 2000 öncesinde hocamız, ağabeyimiz idi ancak onunla çok da
yakın çalışmamış idim, yolumuz çok kesişmemiş idi. Onkoloji Başhekimliğim
sırasında Rektör olduğunda, Çocuk ve Onkoloji Hastanelerinin
başhekimliklerini aynı anda yürütmemi rica etti! Şaşırmıştım ama
sanırım anlayabildim, Tunçalp Özgen’in neden başarılı olduğunu!
Nasıl başardı Tunçalp Özgen?
• İnsanlara ve Hacettepe çalışanlarına güveniyordu! Başkasına güvenmek
ancak kendine güvenmekle mümkün olabilirdi. Bu Tunçalp
Özgen’in başarılı çizgisinde önemli bir unsurdu.
• Başarının bir diğer ölçütü, tutkuyla sevmek idi. Ve Tunçalp Özgen,
İşini ve Hacettepe’yi çok tutkulu seviyordu.
• Elbette başarının önemli unsurları olan zekâ ve çalışkanlığı da
eklediğimizde karşımızda başarılı bir doktor, yönetici, hoca, ağabey, eş,
baba ve insan gördük hepimiz.
Rektörlüğü sırasında, Hacettepe Hastaneleri’ndeki değişimin yönetiminde
Genel Direktörümüze ve başhekimlerimize olağanüstü bir destek
verdi. Bu sayede Hacettepe hastaneleri fiziksel yenilenme, cihaz tedariki,
hastane akreditasyonu gibi konularda önemli başarıları yakaladı. Onkoloji
Hastanesi’nin açılamayan yataklı bölümünün açılışında başhekimliğim
sırasında çok desteğini gördük. Kullanılması her an tehlikeye
girebilecek 28 Milyon Dolarlık kredinin kullanımında, mutlak desteği
sayesinde onkoloji hastanesinin yataklı bölümü açıldı ve binlerce hastaya
o gün bugün destek veriyor.
Üniversitenin tüm bölümlerinin stratejik planlarının uzun ve yorucu
toplantılarında en önde, hiç aksatmadan bizzat başkanlık etmesini nasıl
unutabiliriz?
Nasıl unutabiliriz ki yöneticilikteki bazı deyişlerinizi:
“Devletin tepesinde küslük olmaz!” diyerek gergin anları başarı ile
yönettiğinizi,
“Bilimde sınırlar olmamalı!” diyerek özgür bilime inancınızı ifade
edişinizi.
Ve ben nasıl unutabilirim ki, ismimle ifade ederek, “Tezer Nasılsın?”
derken, sevgi-güven dolu yaklaşımınızın yarattığı etkiyi?
Nasıl unutabiliriz ki Hacettepe’yi nasıl sevdiğinizi?
Görev verdiniz, hastanelerin daha iyi olması için ben ve arkadaşlarım
gücümüzün yettiğince çalıştık. Yaptıklarınızla bu kurumlarda şifa bulmuş
insanlarımız adına teşekkür etmeyi bir borç biliyorum.
Kurucumuz Hocabey İhsan Doğramacı’dan defalarca duyduğum bir söz
var, güzel bir şey olduğu zaman şöyle derdi:
“Bir fani daha ne isteyebilir ki!”
Siz Hacettepe’yi sevdiniz, ama şüpheniz olmasın Hacettepe de size sevdi
ve hep sevecek, güzel hatırlayacak.
Bir fani daha ne isteyebilir ki sevilmekten başka!
Ruhunuz şad olsun sevgili hocam, hepimizin, Hacettepe’nin ve
Özgen’lerin başı sağ olsun.
Saygılarımla.
Törenin Ardından
Cumhuriyet Gazetesi, Bilim Teknik, Mart 2019
Türker Kılıç
Prof. Dr., Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı
Lara Meltem Bilikmen
Prof. Dr., Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi
Umut Oldu, Şifa Verdi, El Tuttu: Prof. Dr. Tunçalp Özgen’in
Ardından
“Parlak bir kuyruklu yıldız gibi kaydı, fakat kuyruğundaki ışık taneleri
gökyüzünde kaldı.” Geçtiğimiz hafta kaybettiğimiz tanınmış Türk beyin
cerrahı, Hacettepe Üniversitesi eski rektörü ve çok sevilen bir eğitimci
olan Prof. Dr. Tunçalp Özgen’i, vefatının ardından Prof. Dr. Cengiz
Kuday bu sözlerle anlattı…
Hacettepe Üniversitesi’ndeki anma töreninde Prof. Dr. Tunçalp Özgen
ile ilgili anlatılanları derleyerek kendisine bir teşekkür de biz etmek
istedik. Sayın Özgen’i 23 Şubat 2019 tarihli Hedef Nobel konferansımızda
fakültemizde misafir konuşmacı olarak dinleme şansımız
oldu. Öğrencilerimizle bilimin geleceği ve bilim insanı olmanın yolu ile
ilgili kıymetli tecrübe ve tavsiyelerini paylaşan Tunçalp Hocamıza
öğrencilerimize kattıkları için minnettarız.
Henüz lise ikinci sınıfta babasını kaybetmesinin ardından annesinin,
“Baban yok, artık çalış,” dediği Özgen, gerçekten de hiç durmadan hep
çalışmış, dünyaca ünlü Prof. Dr. Gazi Yaşargil’in ilk Türk öğrencisi
olmuş. Herkesten bir şeyler öğrenilebileceği inancını, ağabeyinden
insanlık öğrendiğini, Gazi Hoca’dan cerrahi teknik öğrendiğini yakınlarına
hep anlatmış. Prof. Dr. Aykut Erbengi’den ise hayatının en büyük
dersini aldığını, hasta hayatının kutsallığını öğrendiğini söylermiş. Alman
Nöroşirurji Akademisi’ne kabul edilen ilk Türk olan Özgen, dostları ve
öğrencilerinin anlattığına göre, bilimsel yazı yazma ve yurtdışında yayınlatma
konusunda birlikte çalıştığı bilim insanlarına da hep yardımcı
olmuş.
20.000’i aşkın beyin ameliyatı yapan Prof. Dr. Tunçalp Özgen, Hacettepe
Üniversitesi Senfoni Orkestrasını, Sanat Müzesi’ni ve Teknokent’ini
kurdu. Türkiye’nin ilk mikroşirürji laboratuvarını 1978’de Hacettepe’de
kuran Özgen, Türk Nöroşirurji Derneği’nin kurucularından olup, Türk
Nöroşirurji Dergisi’nin ilk editörlüğü görevini üstlenmiş, son olarak da
Türk Nöroşirurji Akademisi’ni kurmuştur.
Törende Sn. Özgen ile ilgili duygularını paylaşanlar arasında, meslektaşı
ve kendisine “ağabeyim” diyen, Acıbadem Üniversitesi Kurucu Rektörü
ve beyin cerrahı Prof. Dr. Necmettin Pamir, şunları söyledi: “Tunçalp
Özgen, Türk nöroşirurjisinin ikinci neslinin tartışmasız en parlak, en
önde gelen kişisidir. Son derece zeki, son derece çalışkan, insan ilişkileri
çok iyi olan ve üstün cerrahi yeteneği ile Tunç Bey, mikroşirürjiyi ülkemizde
başarılı şekilde uygulamaya başlamasının yanı sıra ben dâhil birçok
genç nöroşirürjenin bu tekniği öğrenmesinin yolunu açmıştır. Türk
nöroşirürji camiası gerçek bir yıldızını kaybetti; bizler hocamızı, ağabeyimizi.
İyi bir aile babasıydı. Ama onu tanıma fırsatımız olduğu, bize
eğitim verdiği, bize dostluğunu, arkadaşlığını, sevgisini verdiği için
Tanrı’ya teşekkür ediyorum. Ondan aldığımız terbiye ile mesleki
yolumuza devam ederken onun hatırasını yaşatmış olacağız.”
Prof. Özgen’in öğrencisi, Türk Nöroşirürji Derneği Başkanı Prof. Dr.
Savaş Ceylan, Türk nöroşirürjenlerinin üzüntüsünü dile getirirken,
Özgen’in Türk nöroşirürjisinin dünyada tanınmasında oynadığı önemli
rolden bahsetti. “Asya, Avrupa nöroşirürji derneklerinde ve dünyadaki
nöroşirürji dernekleri federasyonunda çok önemli görevlerde bulunmuştur.
Pek çok meslektaşımızın yurtdışında eğitim alması ve uluslararası
derneklerde üye olmasında rol oynamıştır. Yetiştirdiği yüzlerce uzmanıyla
birlikte nice meslektaşımızın alan seçimine; emeğe, bilime ve Atatürk
ilkelerine bağlılığı ile önemli katkı sağlamış önder hocamızdı.” dedi.
Prof. Dr. Özgen’in sınıf arkadaşlarından, Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi
Kurucu Dekanı Prof. Dr. Şevket Ruacan, anma töreninde üzüntüsünü
dile getirdi: “Biz hekim olarak yaşamımız boyunca hep insan vücudu ile
ilgilendik. Küçücük bir pıhtı, minicik bir elektrik akımının kesilmesi,
minicik bir damarın patlamasının sonuçlarını hep anlatmaya, öğrenmeye
ve aktarmaya çalıştık ama bu kadar basit bir biyolojik olayın
hayatımızı nasıl etkileyeceğini hiçbir zaman hatırlamadık.” Prof. Özgen
ile hem öğrenciliğinde, hem aile yaşantısında yakın ilişki içinde olan
Profesör Ruacan, “Hiçbir insan arasında ayrımcılık yapmazdı. Binlerce,
on binlerce insanın yaşamına dokunmuştur. Herkese aynı şekilde saygı
ve sevgi gösterir herkesle aynı şekilde ilgilenir, yardım etmeye çalışırdı.
Gelmiş geçmiş en büyük beyin cerrahlarından bir tanesiydi ve bu büyük
yeteneğini toplumun her kesimine büyük bir fedakârlıkla verirdi.
Arkadaşları onun için çok özeldi. Ama onun ötesinde dostluğu herkese
açıktı, sevgisi herkes için vardı. O nedenle bizler de çok eksiğiz, yoksunuz
bugün. Eğer kutsal kitaplar doğruysa, tek tesellim kendisi ile tekrar
buluşacağız. Senin emanetlerine, sevgili kardeşim, en iyi şekilde sahip
çıkacağız.” diyerek duygularını paylaştı.
Prof. Dr. Tunçalp Özgen ile idareciliğinde uzun yıllar birlikte çalışmış
olan Prof. Dr. Tezer Kutluk, “Nasıl unutabiliriz ki yöneticiliğinde, “devletin
tepesinde küslük olmaz” diyerek gergin anlarla baş ettiğini, “bilimde
sınırlar olmamalı” diyerek özgür bilime dair inancının ifadesini. Siz
Hacettepe’yi sevdiniz, ama şüpheniz olmasın, Hacettepe de sizi sevdi ve
hep sevecek, güzel hatırlayacak.” dedi.
Tanınmış nöroloji profesörü Prof. Dr. Turgay Dalkara, Sayın Özgen’i
“sıra dışı bir lider, sıra dışı bir rektör, sıra dışı bir öğretim üyesi, hoca, sıra
dışı bir dost, insan, eş ve baba” olarak tanımlarken, “Sevgili Tunç
Ağabey, [Hacettepe Nörolojik Bilimler ve Psikiyatri] Enstitümüzün tüm
mezunları ve öğrencileri ve değerli öğretim üyeleri adına size candan
teşekkür ediyoruz. Üniversitemize, eserlerinize sahip çıkacağımıza emin
olunuz. Sizi çok özleyeceğiz.” diyerek sözlerini tamamladı.
Prof. Dr. Özgen’in öğrencisi Prof. Dr. Burçak Bilginer ise “Hekimliğin
insani, cerrahinin sanatsal inceliklerini öğrendiğim değerli hocamın tüm
öğretileri ve hatırası daima bizimle kalacaktır,” derken, Dr. Özgen’in
ailesi adına söz alan radyoloji profesörü kızı Prof. Dr. Burçe Özgen,
huzurlu ve sevgi dolu aile ortamından bahsetti; babasının kardeşi ile
kendisine ‘kendi olabileceğinin en iyisi ol’ dediğini ve ‘biri yardım istediği
zaman muhakkak yapmaya çalış’ diyerek iyiliği öğütlediğini anlattı. “En
iyi özelliklerinden birisi herkesi olduğu gibi kabul ederdi. İnsanı insan
olduğu için sevdi, o yüzden bu kadar sevildi. Herkese yetecek kadar
sevgisi vardı. Hepimizin hafızasında yaşamaya devam edecek” diyerek
törenin son konuşmasını yapmış oldu.
Değerli Prof. Dr. Tunçalp Özgen Hocamızın anısına saygıyla…
Prof. Dr. Tunçalp Özgen’in, vefatından iki hafta önce, Prof. Dr. Türker Kılıç’ın
davetlisi olarak yaptığı ve büyük bir ilgiyle dinlenen Hedef Nobel Konferans
konuşması. https://www.youtube.com/watch?v=bonciPKUCXg
Self Gazette, 14 Mart 2019
Ayşegül Savur Özgen
Bir Ömre Kaç Hayat Siğar?
Bundan bir iki hafta önce korkunç bir rüya gördüm. Saçlarım öbek öbek elimde
kalıyordu. Sabah uyandığımda hâlâ rüyanın etkisi altındaydım, moralim bozuktu.
Aklıma türlü türlü kötü senaryo geldi. Hasta babamı, sevdiğim yakınlarımı
ve kendimi düşündüm. Kötü haber hangimizden gelecekti acaba?
Sonra “Boş ver” dedim; “Takma kafanı bunlara, kötü düşünürsen kötüyü
çekersin.” Bu rüyadan bir iki gün sonra gecenin geç bir saatinde telefonumuz
çaldığında “Hayırdır” diyerek açtık ama aklımızda sevgili Tunç amcamız hiç
mi hiç yoktu. Acı haberi alınca dünya tersine döndü bir anda, inanmak
mümkün değildi. Hepimiz ölebilirdik ama o ölemezdi sanki.
Daha yaşarken ölümsüz olmak böyle bir şeydi. Çok büyük bir beyin cerrahını,
olağanüstü bir insanı yitirdik.
Sadece ailesi değil, onun elini uzattığı, dokunduğu herkes derinden üzüntülü.
Öylesine taziyede bulunmuyor kimse, herkes ailesinden çok yakın birini kaybetmiş
gibi.
Bu taraftan bakınca içi rahatlıyor insanın. Hayatta kaç kişiye kısmet olur böyle
sevgi dolu, yürekten bir uğurlama...
Tunçalp Özgen’in, ilk öğrencilerinden olduğu, yıllarca öğretim üyeliğini,
sonrasında 1999-2008 arasında iki dönem rektörlüğüne seçildiği Hacettepe
Üniversitesi’nde, anısına düzenlenen törende de bunu yakından gördük.
Kimi Cengiz Kuday gibi ağabeyi olan, kimi Necmettin Pamir gibi kardeşi
yerine koyduğu, kimi Şevket Ruacan gibi sıkı dostu pek çok değerli isim onun
mesleki ve insani açıdan her biri unutulmaz özelliklerini, gözyaşları içinde anlattı.
Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Haluk Özen de onlardan biriydi.
Özen, gözleri yaşlı yaptığı konuşmada, Özgen için "Hacettepe Üniversitesi’ne
rektörlüğü döneminde kazandırılan yeni bölüm, fakülte ve meslek yüksekokullarından
mezun olan öğrenciler, günümüzde onun çok sevdiği ve kendini adadığı
Türkiye Cumhuriyeti'nin gelişmesi için çalışıyorlar. İnsan ve araştırma odaklı,
vizyon sahibi bir rektör olmuş, kendini çok sevdiren ama popülist olmayan bir
rektör profili çizmiştir” dedi.
O, gittiği yerde eminim çok mutlu şimdi. Bu kadar duanın ardından başka
türlüsü imkânsız.
Hastalarının kimi oğluna vermiş adını, kimi “Siz bana hayat verdiniz, siz
benden erken gittiniz” diyor. “Benden para almadınız, dua edin sadece”
dediniz deyip, dualarını ona yollayanlar var. Kim bilir kaç hastası böyle…
Çünkü kendisi gibi hekim olan sevgili kızı Burçe’nin, Hacettepe’deki törende
yaptığı duygusal konuşmasında söylediği gibi, onun önceliği hep iyilik oldu.
Kızına da “Birisi senden yardım istediğinde elinden geliyorsa muhakkak
yapmaya çalış” diyerek hep bunu telkin etmiş.
Gerçekten de öyle yapardı. Bugüne kadar sadece biz kaç yakınımızı,
arkadaşımızı ona yönlendirdik, bilmiyorum. Hepsiyle dünyanın en önemli
işiymiş, hastasıymış gibi ilgilenirdi. Keyifli bir yemeğin ortasında bir hastasından
çok da önemli olmayan bir telefon geldiğinde bile dikkat kesilir, ona baba şefkatiyle
tek tek ne yapması gerektiğini anlatır, gerekiyorsa hemen güvendiği bir başka
hekim dostunu arayıp hastayı yönlendirirdi.
Bundan birkaç yıl önce, “Sende boyun fıtığı var ve çok ciddi. Hemen ameliyata
almalıyız” denen yakın bir dostumuz da ona gitti. Tunçalp Hoca, dostumuzu
elleriyle muayene ettikten sonra sadece 10 gün yatak istirahati verdi. Dostumuz
sadece yatarak iyileşti ve hâlen çok iyi. Bunun nasıl olduğunu anlayamamış ve
sormuştum: “İlk gittiği doktor da çok iyiydi. Nasıl oluyor da o hemen ameliyat
dedi, siz sadece yatak istirahati ile bu işi çözdünüz?” Her zamanki alçak
gönüllülüğüyle ve diğer meslektaşını asla karalamadan, “Ayşegülcüğüm, vücut
çok güçlü bir mekanizmadır, ona şans vermek gerekir. Genç arkadaşlarımız
bazen bu şansı vermek istemeyebiliyor” demişti. Ondan beri kulağıma küpedir.
Hastalandığımda gerekeni yaparım ama vücuduma, bünyeme de güven duymaya
çalışırım.
Zaten biz eften püften sağlık sorunlarımızdan bahsederken bıyık altından güler,
en sonunda “Kurcalatmayın kendinizi boşu boşuna” derdi. Bu büyük beyin
cerrahı için ameliyat her zaman en son seçenek oldu.
20 binin üzerinde ameliyat yaptığı söyleniyor. Prof. Dr. Cengiz Kuday’ın söylediği
gibi Türk nöroşirürji dünyasından, ışığını her yana saçarak bir yıldız kaydı.
Bir şeyden öylesine söz ettiğinizde bile yapmak için çırpınırdı. Misal, “Sakız
ağacını çok seviyoruz, bahçeye eksek mi” demeniz onun için mutlaka yerine
getirilmesi gereken bir görev olurdu. Dünyanın öbür ucundan da olsa bulur
getirirdi o fideyi. Şimdi bahçemizdeki sakız ağacımız hep onu hatırlatacak.
Gözleri çocuk gibiydi. Hep yaramazlık yapmak için bekleyen, afacan küçük bir
oğlanın gözleri… Hani yanından kalkıp gittiğiniz an, çekmeceyi açıp içinde ne
var diye bakacak, belki televizyonu kurcalayacak. Onlarla işi bitince yeni bir
maceranın peşine düşecek.
Bu afacan çocuk, sürekli hareket halindeydi. Sevgili kızı Burçe konuşmasında
“Babamın asistanları için, hekimliğin yanında komando eğitimi de alıyorlar
diye şakalaşırdık” diyerek, gözyaşları içindeki herkesi güldürmeyi başardı.
Ama onun gibi bir komando olmak ne mümkün. Sabahları erkenden uyanır,
yaz tatilinde bile kendisine ağaç budamaktan, bahçeye taş döşemeye, duvara
ufacık bir vida gerektiği için üşenmeden yapı marketlere gitmeye türlü işler
yaratırdı. “Hadi denize” dediğimizde çoktan akşam olurdu… İlk başta
anlayamıyordum, sonra fark ettim ki boş kalınca mutlu olmuyor. Onu ayakta
tutan şey, kendisini sürekli meşgul etmesi, hizmette bulunabilmesiydi.
Çok güzel fıkra anlatırdı. Belki başkalarına defalarca anlattığı bir fıkrayı, her
seferinde ilk kez anlatıyormuş gibiydi. Yüzünde hep aynı muzip ifade…
Ciddi bir iş yapmanın, asık yüzlü ve mesafeli olmak anlamına gelmediğini
sanırım ondan öğrendim. Bunca başarısına rağmen kibir ona hiç uğramadı.
Binlerce insanı hayata geri döndüren, en azından onlara umut olan bir insanın
büyüklük kompleksine kapılması ne kolaydır. Tunçalp Özgen öyle olsaydı da,
kimse yadırgamaz, hak ettiğini düşünürdü belki. Ama o, öyle samimi biriydi
ki…
Şöyle bir ana tanık oldum: Bundan birkaç yıl önce Marmara Üniversitesi Tıp
Fakültesi Nöroşirürjii Bölümü tarafından, kendisinin onuruna bir gün düzenlendi.
Gündüz, üniversitede yapılan akademik toplantıların bir bölümüne biz
de katıldık. Onuruna konferans düzenlenen bu tıp yıldızı, kürsüde konuşmasına
hazırlık yaparken aradığı bir şeyi bulamayınca, aşağıda oturup konuşmayı
bekleyen eşi Canan Özgen’e, hep hitap ettiği şekilde “Cancan” diye seslenerek,
bulamadığı notlarını rica etti. Eşine hanım/bey diye hitap edenlerin resmi
dünyasından böylesine uzaktaydı. Saygının, bunlarla ölçülmeyecek, gerçek
sevgiden kaynaklanan bir şey olduğunu bilecek kadar öz güvenliydi.
Allah vergisi, çok babacan bir sesi ve konuşması vardı. Telefonda bile sesini
duymak iyi gelir, umut dolardınız. Başınız sıkıştığında bilirdiniz ki o bir yerde
duruyor.
Harika bir baba, eş ve dedeydi. Daha pek şey… Ama özünde herkesin canı,
kanıydı. Kimseyi ayırt etmeden, aynı sevgiyle yaklaşırdı.
Mutlu, birbirine bağlı, her konuda ölçülü ve dengeli, bir o kadar da samimi bir
aile nasıl olur? Eşi Canan Özgen ile birlikte bu konuda örnek bir aile yarattılar.
Bu bile başlı başına büyük bir başarı değil mi? Kızları Burçe ve Dalsu eminim,
bu aileden edindikleri güzellikleri kendi çocuklarına da taşıyacaklar.
Daha yazacak, anlatacak ne çok şey var. Umarım bir gün Tunçalp Özgen ile
ilgili bir belgesel, film yapma, kitap yazma şansımız olur. Bunu yürekten istiyorum.
En son yazın, sağlığında “Tunç amca bence kitap yazmalısınız” demiştim,
o kadar çok konuda birikimi vardı ki. “Aile hikâyemizi toplamaya
başladım, sen de editörlüğünü yaparsın diye düşünüyorum Ayşegülcüğüm”
demişti, inanılmaz mutlu olmuştum.
Ayvalık / Küçükköy’de bir sanat galerisinin avlusunda ailecek oturmuştuk. O
gün kalbimi inanılmaz bir mutluluk sarmıştı. Mutlu olduğumuz anlarda genellikle
mutlu olduğumuzu hissetmeyiz, sonradan anlarız ya… Öyle değildi, çok
mutlu olduğumu o an tüm hücrelerime kadar hissetmiştim. Sanat, seyahat
üzerine sohbet etmekten çok keyif alırdık. Ve orada Ege’nin tüm güzellikleriyle
bunlar birleşmişti. Sevgili amcamız Tunçalp Özgen’i hep aynı mutlulukla
anacağım.
Bir ömre değil, en az beş ömre sığacak kadar emek ve iyilik bırakarak gitti bu
dünyadan. Gerçek vatanseverlik tam da bu işte… Türkiye ona ve onun gibilere
çok şey borçlu. Hakkımız sonuna kadar helal olsun!
8 Mart 2019, ailemiz de, Tıp dünyası da büyük bir değerini kaybetti.
Tunçalp Özgen: Hekim, beyin cerrahı, baba, eş, dede, amca, dost, idareci,
girişimci, çalışmanın, insana hizmet etmenin vatana en büyük hizmet olduğunu
idrak etmiş sorumlu bir Türkiye vatandaşı… Mesleğinde elde ettiği müthiş
başarılara, geldiği pozisyonlara rağmen şefkati, alçak gönüllüğü asla elden bırakmayan
bir büyük yürek… Aniden gidiverdi. Bizi aniden tüm bunlardan
mahrum bıraktı. 14 Mart Tıp Bayramı’nda Prof. Dr. Tunçalp Özgen’in anısına
sonsuz saygıyla…
Aileden Yazılar
Zeren Özgen
Canım Tunç’um, biricik kardeşim…
Benim öz kardeşim olmadı belki ama ne önemi var? Gencecik yaşta,
ağabeyin Eralp’le nişanlandığım gün sadece harika bir eşe değil, senin
gibi müthiş bir kardeşe de sahip oldum. Ne şans…
Sevgili Canan’la evlendin, çok daha keyifli ve mutlu biri oldun. Sizinle
birlikte bizim de mutluluğumuz arttı. Ailemiz; çocuklarımız Burçe,
Dalsu ve Şerif ’le büyüdü. Aile apartmanımızda yıllar boyu bu kocaman
aile ile mutlu, neşeli, birbirimize hep destek olduğumuz günler geçirdik.
Her bir hatıramız o günlerin sıcaklığıyla hep kalbimde.
İyi günlerimiz kadar ailemizin karşılaştığı hastalıkları, kayıpları da
bizimle sırt sırta yüklendin. Elinin hep üzerimizde olduğunu bildik.
Eralp’in yokluğunu bize hissettirmemek için elinden geleni yaptın. Ne
kadar teşekkür etsek az.
Sensiz bu bir yılın nasıl geçtiğini bilemezsin. Seni anmadığımız,
yokluğunu hissetmediğimiz tek bir gün, tek bir dakika yok. Ama yine de
kendimi seni tanıdığım günkü kadar şanslı hissediyorum. Çünkü bu gelip
geçici hayat, bana senin gibi kardeş hediye etti.
Yokluğunu ta derinden hissediyoruz, seni çok ama çok özlüyoruz. Ama
seni her andığımızda hayatımıza kattığın tüm mutluluklar için de
şükrediyoruz.
Hep bizimlesin, hep de öyle olacaksın. Yapamadığımız tek şey seni
görmek, seninle konuşmak… Ama ardında öyle güzel anılar bıraktın ki,
hatıran capcanlı yaşıyor bizimle. Tanıdığın herkese elini uzattığın
muhteşem bir hayat bırakıp gittiğin için senin adına içimiz çok rahat. Bir
insan bir hayatı ne kadar iyi yaşayabilirse, o kadar iyi yaşadın çünkü.
Seni çok seviyoruz canım kardeşim... Hatıran hep bizimle...
Şerif Özgen
Ne üzücüdür, telefonlar "kullanım dışı" olunca…Nasıl
acır canın, sarılmayı bir yana bırak,
sese hasret kaldığında...
Elin telefona gittiğinde, yanıt verilemeyeceği
gerçeği ile yüzleştiğinde, dağlanır yüreğin…
Ne mutludur rüyanda görmek, oysa ki büyük
hüzündür uyanmak. Tekrar dalmaya çalışırsın
uykuya...
Geçmişten kalan sadece bir nesne, bir gömlek, bir terlik, bir gözlük,
görünce neden dolar gözlerin…
Neden çalmaz o lanet telefonun, kırılırsın aranmadığın için, oysaki
yoktur kırılacağın canların. Gönül koyma hissin bile alınmıştır elinden...
Dağlar hissedersin arkanda, sonra, bir çevirirsin ki kafanı, dağın bir
yamacı çökmüş, sonra da diğer yanı. Arkana dönüp baktığında hep
dağlarını ararsın, ama bilesin ki artık orası bir ova…
Yoktur artık, gönlüne ferahlık serecek canların, dağların...
Hani ne Türkçe’de, ne de başka bir lisanda kelimelerin, cümlelerin, paragrafların,
sayfaların, kitapların, ciltlerin betimlendiremeyeceği bir içsel
sızı vardır ya, tarifsizce yaşarsın, bitmeden, tükenmeden, onu yaşarsın
tüm hücrelerinde...
Şairin dediği gibi "Kelimelerin kifayetsiz kaldığı" gerçekliğini kalbinde,
hissedersin...
Diş / Kulak / Böbrek ağrısı gibidir yüreğinin burkulması, tam hafifledi
derken, yere çökersin tekrarlayan ağrıdan.
Diş/ Kulak/ Böbrek ağrısına çare var da, yakarırsın buna da bir çare
diye...
Ama nafiledir yakarışların...
Bir ses, bir anı, bir koku, seni zamanında mutlu eden tüm güzel yaşanmışlıklar,
şimdi neden bu kadar acı verir?
Hani derler ya, "herşeyin bir sonu vardır" diye. Kanımca bu özlemlerin
sonu yok...
Bir boyutta tekrar sarıldıklarını ve sarılacağımızı ümit ediyorum...
Ben de ömrümün sonuna kadar dinmeyecek olan hasretle yaşamaya
devam edeceğim...
Sedef Küçük
Anlatılamaz ancak yaşanırdı, dayım.
Ne hoş bir güzelliği vardır;
Hafif adımlarla dünyadan
gülümseyerek geçenlerin,
Kimseye bir kötülüğü dokunmadan
yaşayanların.
Onurlu bir yaşamı seçenlerin.
Şefkati, pamuk kalbi,
Sevgi ile parlayan gözleri,
Herkesin hayatına dokunan elleri,
Nezaketi, zarafeti.
Bir de “ Sedef ’immm” diye seslenişi...
Öylesine eksik bıraktı ki bizleri…
Her daim Sedef ’in.
Emin Okçuoğlu
Tunçalp Özgen baba tarafından kuzenim.
Babam hayli asabi ama bir o kadar da iyi kalpli bir insan idi. Bütün
yeğenlerini sever, ama Tunç denince gözlerinin bakışı bile farklı olurdu.
60’lı yıllarda Tunç ağabey üniversiteye hazırlanırken uzun uzun
sohbetlerini hatırlarım, bazen sinirlenir bazen de uzun nasihatler verir,
aralarında uzun uzun sohbet ederlerdi.
O zamanlar ben henüz ortaokul talebesi olarak aklım da zaten bir karış
havada sohbetlere pek te bir mana veremezdim, sonraları neyin ne
olduğunu idrak ettim. Babam da doktor olduğu için, Tunç Ağabey
dayısından fikir sorarmış. O sıralarda da Sn. Dr. İhsan Doğramacı,
Türkiye’de Hacettepe’nin kuruluş çalışmalarını başlatmış ve babamın
tavsiyesi de o okula hazırlanması yönünde imiş.
Eskiden akraba ziyaretleri şimdiki gibi olmaz, yatılı ziyaretler yapılırdı.
Şehirlerarası yolculuklar da epey uzun sürer ve gidenler birkaç gün kalıp
öyle dönerlerdi. Bu seyahatler bilhassa çocuklar için büyük bir eğlence,
aileler içinse yeniden kaynaşma sebebi olurdu.
Bu seyahatlerde hiç unutmam halama gittiğimizde, Tunç Ağabey’ in
odasında ışık pek sönmez, sabaha kadar ders çalışırdı.
Başarı kendiliğinden gelmiyor, çaba ve özveri gerektiren bir şey. İnsanın
mutlaka bir hedef koyması ve o koyduğu hedefe doğru da bir şekilde yol
alması mutlaka şart.
Bu şekilde ilerleyerek insan toplumda bir yer buluyor ve etrafını aydınlat-
maya başlıyor.
Sevgili Tunçalp Özgen de, çalışma ve çabalarının semeresini, ülkemize
mal olmuş değerli bir bilim insanı olarak aldı. Ailesi olmakla tabii ki
gururumuz ama esas bizi gururlandıran hiç tanımadığımız kimselerden
hakkında övgü dolu sözler duyma şansına erişmiş olmamız.
Bu yazıyı yazmakta hayli tereddüt ettim, zira ciddi bir mesuliyet gerektiren
bir yükümlülük.
Sevgili Ağabeyim, seni daima hasret ve özlemle anacağız.
Haluk Tümer
Çok değerli ve sevgili Mümine Teyze’min bir o kadar kıymetli oğlu ve
benim de hayatımda en değer verdiğim, çok sevdiğim ağabey yerine
koyduğum, kişiliği ve insani değerlerini örnek aldığım insan. Sen yalnız
benim değil bütün ailemizin ve seni seven herkesin gurur kaynağı
oldun.. Isparta ve Ankara’da birlikte geçirdiğimiz o güzel günlerimizin
keşke tekrarı olabilse. En çok da kalıp gibi düzgün yorganımı bozup
beni kızdırmalarınız. Benim Sarı Lacivert renklere âşık olmama da sen
sebep olmuştun. İyi ki de olmuşsun. Isparta’dan sana tedavi için rica
ettiğim bütün dostlarımıza sanki benmişim gibi gösterdiğin yakınlık ve
ihtimamla ne kadar mutlu etmiştin beni. Aldığın duaların haddi hesabı
yoktur. Bugün 8 Mart 2020 sen aramızdan gideli bir yıl oldu, ama sanki
hiç gitmemişsin gibi hep kalbimizdesin....
Seni hep çok sevdik, çok seveceğiz. Cennetinde rahat uyu, canım
ağabeyciğim...
Şule Günday
Seni kaybedişimizden bir yıl sonra sevgili karın Canan anı defterine bir
şeyler yazmak isteyip istemediğimi sorunca yanıtım elbette olumlu oldu.
Sevgili kuzenim, çocukluk anılarımın çok büyük bölümünü kapsayan o
yıllarda hep sen ve teyzen vardı. Bu anılar belleğimde o kadar canlı ki,
ölümünü bir türlü kabullenemedim. Sana hiç ama hiç yakıştıramadım.
Seni kaybetmekle, o en masum ve temiz çocukluk anılarımın da benden
çalınmış ve koparılmış duygusuna kapılıyorum. Seni ve o yıllarımızı hep
anımsayacağım. Rahat ve huzurlu uyu.
Seni çok özlüyoruz.
Cem Mocan
Kayınpederim ve Ben
Tanıdığım en tatlı, en çalışkan ve en dürüst insanların başında gelen
kayınpederimi size bir de damadı olarak ben anlatmak istiyorum. Onun
yaşam sevgisi aslında tariflere, sözcüklere sığmaz, sığamaz, ancak bende
oluşturduğu intibaı, benim dünyamda yarattığı etkileri paylaşarak,
kendisinin neden eşsiz bir hoca, sevgi dolu bir aile babası ve şefkatli bir
lider olduğunu size aktarabileceğimi düşünüyorum.
Ben kayınpederimle ilk olarak 1994 yılının bir kış ayında karşılaştım. O
zamanlar arkadaşım olan, biricik eşim Burçe’yi Rusya Sefareti’nin
komşuluğundaki evine bıraktıktan sonra, apartmanlarının önünden
sanki bir banka soygunu yapmış olmanın verdiği panikle arabamı dört
nala sürerken birdenbire karşıma çıktı kayınpederimin beyaz Fiat Temprası.
O beni görmüş müydü bilmiyorum ama benim onu görmem ile
kalp hızımın tavana vurması arasındaki sürenin bir saniyeden az
olduğundan eminim. Zira panikten gaz ile fren pedallarını karıştırmış,
mutlak bir kazadan-belki de müstakbel kayınpederimle- eşiğinden
dönmüştüm. Geriye bakınca biliyorum ki, etrafında olan biten her şeyi
fark etmekte üstüne olmayan kayınpederimin beni görmemiş olmamasına
ihtimal yoktu. Sinirinin bozulmuş olmamasına da aslında…Ama yine
bir o kadar kızlarına olan sevgisi ve anlayışı nedeniyle, Burçe’den
bildiğim kadarıyla, o dönemde benim varlığım hiçbir zaman evde kavga
konusu olmamıştı. İşte benim biricik kayınpederim ile ilk temasım,
deneyimim ve yoğrulma sürecim, bir kış öğleden sonrası başlamıştı.
Benim için 1994 senesinin en büyük başarısı buydu-gelecekte kayınpederim
olacak efsane hocamın arabasına çarpmamayı başarmıştım.
Yıllar hızlıca geçmiş, ben Hacettepe’de beşinci staj seneme ulaşmıştım.
Doğal olarak en korktuğum staj Nöroşirürji’ydi. Tüm stajyerler Tunçalp
Hoca’mızın stajyerlere ne kadar iyi davrandığını, benign (iyi huylu)
olduğunu belirterek bayram ederken, ben endişeyle tir tir titriyordum.
Çok yakın arkadaşlarım durumu biliyor, bana çoktan kurbanlık koyungözüyle
bakıyorlardı. “Sen ortadan temelli kaybol”, “Ne yapsan çakacaksın,
hazırlıklı ol” sözleri hep aklımda yankılanırken sonunda
Hoca’nın dersi geldi çattı, ben de Bölüm 72 dershanesinde nereye kaçıp
saklanacağımı düşünmekten bayılmamaya çalışırken, Hoca sınıfa girdi,
hepimizi selamladı ve derse başladı. Nöroşirürji gibi hâkim olunması son
derece zor bir cerrahi branşın temellerini bize o kadar net anlattı ki,
arkadaşlarımın hayranlığı bir yana, önce heyecanıma rağmen, ben bile
dersi anlayabilmiştim. O staj boyunca hem asistanlara, hem stajyerlere
nasıl saygıyla ve sevgiyle davrandığını görmüştüm. Hastalarına gösterdiği
ilgi, şefkat ve dikkat, bana nasıl mükemmel cerrah olunacağını
göstermekle kalmamış, bana bir model olmuştu. Hoca azarlamıyordu.
Bu inanılmazdı! Asistanlar hastaları istenilen özenle hazırlamamışsa
hocanın yüzünde oluşan kıvrımlar onların kahrolması için yeterli oluyor-
du. Hastalara karşı dikkatsizliğe hiç tahammülü yoktu, zira hastaları
kendine emanet edilmiş hazine olarak görüyor, tüm ekibinin hastalara
hem dört dörtlük tıbbi bakım, hem de şefkat vermesini bekliyordu. Onun
için tıpta %90 performans yoktu, yapılan tedavi ve bakım kalitesi %100
olmalıydı. O mesleğini çok seviyordu ve hastalarına canı gönülden
bağlıydı. Bu bağ, azmini ateşleyen en önemli güçtü. Etrafındaki ekibinden
de bu kutsal mesleğe aynı derecede bağlılık ve verecenlik bekliyordu.
Doğal olarak olması gereken buydu. İyi bir hekim olmak için tıbbı, yarım
yamalak bilmek onun için kabul edilebilir bir kavram değildi. Bizlere hep
öğüdü sürekli okumamız, dikkatli gözlemde bulunmamız ve kendimizi
bu mesleğe tüm benliğimize vermemizdi. Ben bu stajda hem efsane
hoca, hem de mükemmel hekim nasıl olunmalı, onu görmüştüm.
Mesleğine ve insanlara karşı olan sevgisi onu eşsiz yapmıştı. Bu kayınpederimden
aldığım ikinci dersti.
Kayınpederim etrafındakilere hep çok şefkatli davrandı. Bunu, Hacettepe’de
önce asistan, sonra da öğretim üyesi olduğum dönemde kendisinden
bahseden tüm üniversite personelinin gözünden ve konuşmasından
görüyordum. Eğer ona ulaşabilirlerse, sorunlarının mutlaka çözüleceğini
biliyorlardı. Kimseyi geri çevirmez, kalbini kırmaz ve kapısının önünde
bekletmezdi. Herkese elinde geldiğince yardım etmek içinden gelen bir
dürtüydü. Sanırım onun insanlara karşılıksız yardım etmek dürtüsü ve
Hacettepe’ye olan gönül bağlılığı 1990’ların sonlarına doğru kendisini
rektörlük kulvarına sokmuştu. Onun için sorun yoktu, çözüm vardı.
Çözüm her zaman vardı, olmalıydı. Sorun, çözümün sadece başlangıç
adımıydı. Bana hiçbir zaman bu yaklaşımını sözcüklerle ifade etmemişti;
bu benim kayınpederimin davranışlarından özümsediğim bir çıkarımımdı.
Onun için, her zaman çözüm vardı çünkü kendisi hayata olumlu
bakardı. Çözümsüzlük Tunçalp Özgen’in kitabında yoktu. Hayatında,
her alanda, hep çözümleri aradı ve buldu. Bu yöntemi bana da benimsetti
ve öğretti. Bu aldığım dersin ismi çözüm dersiydi. Zorluklar karşısında
ağlamak, sızlamak yoktu, uğraşmak vardı ve başarmak vardı. Bu
yaklaşımıyla hepimizin gözleri önünde, canıgönülden bağlı olduğu
kurumu olan Hacettepe Üniversitesi’nin her gün akşam 9’lara kadar
çalışarak altyapısı ve bilimsel standartlarıyla 21. yüzyıla geçişini sağladı.
Kalbi sevgi doluydu. Hacettepe’sini severdi, vatanını severdi, ailesini,
dostlarını severdi. Doğayı, canlıları, insanları severdi. Evini, bahçesindeki
çiçeklerini, kendi diktiği ağaçlarını severdi. Sadece yaşayanları mı,
hayır, arabaları, antika eşyaları, alet kutularını, şöminede ateş yakmayı,
Çeşme pazarını, dünyayı gezmeyi, kısacası uğraştığı her şeyi severdi.
Onun için hayatın kendisi sevgi kaynağıydı. Sevdiği için her şeyi sahiplenirdi.
İçindeki bu engin sevgi nereden geldi, bilinmez ama yıllar içinde
yaşam sevgisinin gücünü ben ondan öğrendim. O sevgisi, kendisini de
dünya tatlısı bir insan yapmıştı. Yaptıklarının temelinde yaşama karşı
olan sevgisi ve saygısı vardı. Bu iki temel onu hayat zorlukları karşısında
yenilmez yapmıştı.
Hayata olan sevgisi, yaptığı her işe keyif katıyordu. Öyle ki onunla
geçirdiğim zaman hep dolu, hep keyifliydi. Çatı tamirinden, bahçe
bakımına, market alışverişinden, mangal yapmaya her aktivite keyifli bir
maceraya dönüşüyordu. Ne yaptığı önemli değildi, tüm enerjisini yaptığı
işe verir ve o işi tamamlayana kadar hızlı ve emin adımlarla enerjisini
yaptığı o işe odaklardı. Kimseden yardım istemezdi. Bu, damat olarak,
benim işimi çok zorlaştırırdı zira kendisi yazları Ildırı’daki yazlık evin
verandasını cilalarken veya bahçeyi sularken, ben kendime oturmayı
yediremez, peşinden hangi iş olursa koşturup el verirdim. Gururla ifade
edebilirim ki, bunca sene iki doktor, biri usta diğeri çırak, her türlü
marangozluk işini başarıyla tamamlamış bulunmaktayız. Evlendiğimde
çivi çakmaktan aciz bir delikanlı iken, kayınpederim beni yıllar içinde
tavana pervane takan, duvarlara matkapla dolap takan, bahçeye bitki
diken çok işlevli bir ustaya dönüştürdü. İlginç olan bunların hiçbirini
benden istememişti; etrafındaki insanları bir işe mecbur etmekten hiç
hoşlanmazdı. Hatta bu nedenle bazen merdivenlerden yuvarlandığı,
ellerini, ayaklarını yaraladığı ve yorgunluktan yerlerde uyuya kaldığı çok
görülmüştür. Ama onun için uyku biter, iş tekrar başlardı. Beyninde
sonsuz bir enerji odağı vardı, o odak bütün vücudunu ele geçirir, kafasındaki
yapılacaklar yapılana kadar, bir yere oturtmazdı. Big bang’i temsil
eden enerji topuydu adeta. Bana bir konuda daha ders vermişti-her iş
yapılabilirdi, yeter ki istensin. Bu da tam olarak tarif etmeye yetmez,
aslında ondan aldığım dersi. Her iş keyifle yapılabilinirdi. Hayat bir
tamirhaneydi, bir oyun alanıydı. Her çakılan çivi Lego oyunu oynamak
gibiydi. Hayat keyifle yaşanmak için vardı.
Her erişkin insanın içinde çocukluk benliği bulunur. Birçok birey, yaşamları
ilerledikçe, özlerini oluşturan bu çocuğu benliklerinin iyice derinlerine
gömerler, onun varlığını kendilerine bile unuttururlar. Böylece,
çocukken yaşadıkları mutlulukları, aldıkları keyifleri asla erişkin hayatlarında
yaşayamazlar. Kayınpederim, son nefesine kadar, içindeki
çocuğu her şartta yaşattı. Kayınpederimin içindeki çocuk adeta bir atom
karıncaydı. Yaptıklarından, oyun oynar gibi zevk alırdı. Ayrıca bu nedenle
enerjisi hiç bitmezdi. Adeta final maçı oynayan bir santrafor gibi koşar,
başta kayınvalidem olmak üzere, sevenleri peşinden kendisini yakalamaya
çalışırdık. Sahaflardan bulup getirdiği irili ufaklı antika eşyalardan
aldığı keyif her seferinde yüzünden okunurdu. Ankara’nın bilumum
ikinci el dükkânlarından toparladığı üst düzey müzik sistemi ile hafta
sonları Berlin Filarmonik Orkestrası’nın 1980’lerde kaydedilen Beethoven
CD’lerini eşsiz bir zevkle dinler, hem dinler hem de en ufak bir ilgi
gösteren misafirine dünyanın dört bir yerinden bulduğu müzik eserlerini
ganimetleri olarak göstermekten tarifsiz gurur duyardı. Zaman zaman
etrafında cereyan eden her türlü dış kaynaklı olumsuzluklara karşı
içindeki çocuk benliğini yaşatarak meydan okudu her gün. Kendisiyle
barışık kalabilmesini buna borçluydu. İçindeki çocuğu yaşatabilmesi,
onun bu dünyada son saniyesine kadar aynı yaşam enerjisini muhafaza
etmesindeki en önemli etkenlerden biriydi.
Kimse mükemmel olamazdı. Bu kadar büyük bir cerrah, dev gibi bir
kurumun yöneticisi… Mutlaka bir yerde bir zayıflık olmalıydı. Kendi
gözlemlerime göre mesleki hayatında çok başarılı olanlar, hele hele bir de
idareci ise, aile hayatlarında başarısız olabiliyorlardı. Ama kayınpederim,
o konuda da eşsizdi. Kayınvalidem Sayın Canan Özgen’i hep el üstünde
tuttu. Bana, nassıl iyi bir eş olunacağını yine davranışlarıyla gösterdi.
Kayınvalidemin bir dediğini iki etmezdi. Hayatının sanki tüm amacı onu
mutlu etmekti. Ona hediyeler alır, seyahatlere götürür, çiçekler alır,
üzgünse etrafında dört döner, kesinlikle bir an mutsuz olmasına göz yummazdı.
Sanki hayata gelişinin yegâne amacı buydu. Olur da bir anlaşma-
zlık olursa, süratle anlaşmazlıkları çözer, sürtüşmeleri büyütmez,
zamana karşı yarışır ve görmeye alıştığım hızla kayınvalidem ile her
türlü ufak tefek sorunu çözerdi. Sadece iki konuda kayınvalidemi dinlemezdi.
Birinci konu çikolataydı. Kayınvalidemin kendisine koyduğu
çikolata sınırlamaları, araç hız sınırlamaları gibiydi; kırılmak üzere
vardı. Kayınvalidem, kayınpederime gelen “n” sayıdaki hediye çikolataları
sakladığını düşünse de, kayınpederimde hep “n+1” vardı. Zira
kendisi çözüm insanıydı. Çikolatasız kalma gibi bir durum olamazdı.
Hatta Angora’daki güzel evlerine ne zaman gitsem, benim de çikolata
sevdiğimi bilir, hemen çikolataları kendi zulasından çıkarır, karşılıklı
üçer-beşer bir güzel yerdik. Zaten hayatı bu denli seven birisi, çikolatayı
sevmezse olur muydu? Tutkusuydu. İkinci istisna da kayınvalidemden
gelen “Tunç artık otur, çok yoruldun” uyarısıydı. Bu uyarının o kadar
değeri yoktu ki, bu uyarı sözcükleri sanki onda “daha çok çalış Tunç”
gibi bir etki oluştururdu. O anda yapmayacağı işleri de kendi iş listesine
alır, aklımıza gelmeyen projeler yaratır, kendini bu projeleriyle sonunda
tüketir, ama enerjisi sıfırlanınca da gittiği ilk nokta kayınvalidemin yanı
olur, onun yanında bir sonraki macerasına kadar kestirirdi. Bana,
kendisini tanıdığım 25 sene boyunca her gün uygulamalı olarak mükemmel
bir eş nasıl olunur, onu öğretti. Bunları herhangi bir kendini
geliştirme kitabından okuyup uygulamaya kalksanız, olmaz, yaşayarak
görmeniz gerekir. Bir başka deyişle, Tunçalp Özgen’ı özümsemek için
onu yaşamak gerekir. Hayatımın 25 yılında olduğu için kendimi çok ama
çok şanslı hissediyorum.
Bu kadar sevgisi olan ve bunu etrafına saçan bir insana herhalde
Tanrı’nın verebileceği bir hediye varsa, o da kız çocuktur diye düşünüyorum.
Dünya tatlısı iki tane kız çocuğu oldu. Düşünün bir kere,
tanımadığı insanlara sevgisini bu denli sınırsızca veren bir insan, kızlarına
neler yapmazdı? Paranın alabileceği her değerli eşyayı alabilir, onları
lükse boğabilirdi. Ama her alandaki dört dörtlük yaklaşımını kızlarına da
uyguladı ve kızlarını ayaklara yere basan, ailesine ve insanlara saygılı,
çalışkan ve dürüst sorumlu bireyler olarak yetiştirdi. Onlara hiçbir
ayrıcalık uygulatmadı, hiç şımartmadı. Başarılarıyla gurur duydu,
kişiliklerini hep el üstünde tuttu. İki tane mükemmel birey yetiştirdi.
Çocuklarına verebilecek en güzel ve en önemli iki hediyeyi verdi: Anne
ve baba sevgisini. Hem eşim Burçe, hem da Dalsu, tanıdığım en
mütevazı ve dürüst insanlar arasındadır. Kayınpederimin çocuklarına
olan sevgisinin yansıması hem bana hem de benim kızlarıma ulaştığı için
kendimi çok şanslı hissediyorum. Biricik kayınpederim baba sevgisini
doyasıya kızlarına yaşattı; bu özelliğiyle de bana ilham kaynağı oldu.
İnsanlara demeç vermeyi hiç sevmezdi. Düşüncelerini, sahip olduğu
dürüstlük, cesaret ve alçakgönüllülük gibi içinde barındırdığı değer
yargılarını davranışlarıyla gösterirdi. Hiç ama hiç kalbimi kırmadı.
Sonuçta canından çok sevdiği kızıyla evlenmiştim, bir tepki göstermesi
doğal karşılanabilirdi... Bana ne zaman öğüt verecek acaba diye
düşündüğüm zamanlar oldu, ama ne öğüt, ne uyarı, ne kızma; hiçbir
zaman beni demeçlerle değiştirmeye çalışmadı. Nasıl erdemli insan
olunacağını hep hareketleriyle gösterdi. Herkese karşı böyle davranırdı.
Dürüstlük, cömertlik, çalışkanlık, kendini geliştirme, kitap okuma, klasik
müzik sevgisi, sanat sevgisi, bilim yolunda ilerleme gibi birçok erdemi
bizzat kendisi uygulayarak etrafındakilere gösterdi.
Bir bilim insanıydı. Sözde değil özde bir bilim insanıydı. Bilimsel yayınların
yapılmasına çok önem gösterir, özellikle kendi bölümünden çıkan
bilimsel eserlerle gurur duyardı. Rönesans dönemi sonrası Batı
dünyasının yakaladığı bilimsel bakış açısının, teknolojik ivmenin
savunucusuydu. Her alanda ülkesinin ve kurumu Hacettepe Üniversitesi’nin
gelişmiş ülkeler ile yarışmasını ve onlardan daha iyi olmasını
isterdi. Rektör olduğu dönemde bu vizyonunu Hacettepe’nin lider
kurum olması için azimle uygulamaya koydu.. Yeni akademik kriterler,
kütüphanenin baştan aşağı yenilenmesi, projelere ek fonların bulunması,
altta yatan ivme noktası bilimsel gelişmeye verdiği önemin en güzel
göstergelerindendi. Sürekli bilim tarihi ile ilgili kitaplar okur, bilime
yatırım yapmış uluslar ile yapmamış olanların farklarını değerlendirir ve
etrafındakiler ile paylaşırdı. Benim ya da eşim Burçe’nin ne zaman bir
bilimsel yayını çıksa ayrı bir gurur duyar, bizi içtenlikle tebrik ederdi.
Benim için her tebriki, bilimsel araştırmalarımı devam ettirmek için bir
kamçıydı. Bilim insanlarını hep takdir ederdi, kalbinde onlar için ayrı bir
yer vardı.
Atatürk hayranıydı. Zaten haklı olarak nasıl olunmaz ki diyebilirsiniz:
Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi lideri sonuçta. Hep Cumhuriyet dönemi
hakkında kitaplar okur, Atatürk’ün yaptıklarını nokta nokta sayardı.
Onun döneminde yetiştirilen hekim, öğretmen ve öğretim üyesi sayısını,
yurt dışına gönderilen gençleri ve davet edilen yabancı uyruklu hocaları
bizimle isimleriyle sürekli konuşurdu. Moralimiz bozuk olduğu dönemlerde
hep Atatürk’ün içinde bulunduğu yokluk ve olumsuzluk ortamını
ve buna rağmen Atatürk’ün neleri başardığını vurgular, bize dayanma
gücü ve umut aşılardı. Herkesin hayran olduğu bir kişi vardır, yıllar
içinde benim gördüğüm odur ki, kayınpederimin en çok hayran olduğu
kişi, eserleri ve düşünceleriyle Mustafa Kemal Atatürk’tü. Atatürk’ün
düşünceleri hem benliğinin, hem de yaptıklarının bir parçasıydı.
Atatürk’ün ismi geçince gözleri ışıl ışıl parlardı, sanki içinde bir fırtına
patlardı. Hemen o anda bildiklerini anlatır, yaptığı somut işlerden
bahsederdi. Kayınpederim kendisini tam olarak Atatürk’e ve onun hedeflerine
yöneltmişti.
Yıllar geçtikçe efsane hocam, önce
kayınpederim, sonra da sözcüğün
her anlamıyla benim pusulam
oldu. Ne zaman çözemediğim bir
sorunum olsa, soluğu yanında
alırdım. Kayınpederim kendisinden
yardım, görüş veya tavsiye
almak için gelen herkes gibi bana
da içtenlikle zaman ayırır, sevdiği
kahve makinasında lezzetli bir
kahve yapar, oturur ve dinlerdi.
Zaten kahvenin kokusunu aldığım
zaman, “işte sorunlar bitiyor,
çözümler geliyor” diye içimden geçirirdim. Sorunlara yaklaşımı hep
dengeli ve sakindi. Durum değerlendirmesi yaptıktan sonra, o tatlı,
yumuşak, babacan yüz ifadesiyle “Ben olsam…” diye sözüne başlar, o
ana kadar hiç düşünemediğim yaklaşımlarını, tabii ki yılların verdiği
sorun çözme deneyimiyle, benimle paylaşırdı. Eve dönene kadar bunları
tekrarlar, evde gider bilgisayarıma yazardım. Onun değerli katkıları ve
desteği olmadan akademik hayatımın bu kadar uzun sürmesi mümkün
olmayabilirdi. Bana akademik hayat ile ilgili çok değerli öngörülerini
paylaşarak, ayrı bir boyutta hocalık yaptığı için kendisine sonsuz
müteşekkirim.
Derler ki Tanrı canlıları yaratırken kendisinin yansımasını da onlara
aktarırmış. Sanırım Tanrı kayınpederim Tunçalp Özgen’e de nefes
verirken yüreğine koyabileceği tüm sevgiyi ve bir o kadar da yaşam enerjisi
yerleştirmiş. Kendisinde uçsuz bucaksız memleket sevdası, sonsuz bir
insan sevgisi, Charles Darwin’den aşağı kalmayacak doğa sevgisi, Brezilyalıyı
aratmayacak futbol sevgisi (hasta Fenerbahçe’liydi, evlendiğim
gün beni, torunları hayata geldiğinde onları da doğdukları gün hemen
kafasında Fenerli yapmıştı), İtalyanla yarışacak kahve tutkusu ve Erasmus
eşdeğeri derin bir kitap sevgisi vardı. Çevresine bir Japon kadar saygı
gösterir, evine olan sevgisi ve bağlılığıyla İskoçlara dudak ısırtır, düşünce
özgürlüğüne bir Amerikalı kadar değer verir, çalışkanlığıyla Almanları ve
arıları aratmaz, hayatın her saniyesinden aldığı keyifle İspanyolları
utandırırdı. Umutsuzların umudu, karamsarlığın panzehiri, üzüntünün
ilacıydı. Etrafındaki herkesin kalbinde sevgisiyle yer edinmiş, nazik,
koruyucu, sevgi ve yaşam dolu bir arkadaş, bir baba, bir öğretmendi.
Doğrudan, insanlıktan, alçak gönüllülükten bir saniye feragat etmeden
davranışlarıyla hepimize örnek olan bir lider, hepimize kol kanat geren
şefkatli bir baba, ilkeleri, doğruları ve hayata bakış açısıyla yönü hiç
sapmayan atomik bir pusulaydı. Ebediyete intikali de, aynen hayatı gibi,
onu tutup geri çekemeyeceğimiz derecede hızlı oldu. 2019 yılının Mart
ayında Burçe ve Dalsu biricik babacıklarını, kayınvalidem hayat
arkadaşını, sevenleri dostlarını, ağabeylerini, öğrencileri hocalarını, ben
ise süper kahramanımı kaybettim. Sevgisini yüreğimde, anılarını zihnimde
son nefesime kadar yaşatacak olsam da, zamansız ayrılışıyla içimde
yarattığı boşluğu tüm benliğimle her gün hissetmeye devam ediyorum.
Can Koçyıldırım
Kayınpederim Anısına Uzay’a Mektup
Uzay’cığım,
Deden, “Can, kahve?” gibi basit iki kelimeye, anlık bir karşılaşmaya ya da
ufak bir gözgöze gelmeye bile öylesine çoşkulu bir şekilde sevgi ve şevkat
yükleyebiliyordu ki, kendimi bunu nasıl başardığını düşünmekten
alamıyorum.
Sanırım bunun temel taşlarından biri başarıya ulaşmak için başkalarıyla
yarışmak yerine sadece kendisiyle yarışmasıydı. Bu ruh hali aynı
zamanda bitmek tükenmek bilmez bir çocuksu merak ve takıntıyla
besleniyordu.
Bir diğeri ise, herkesi olduğu gibi kabul eden, önyargısız biri olmasını
sağlayan ve belki de geçmişin hüzünlerini örten çocuksu ruhuydu.
Tüm bunların birleşimi ise karşısındaki
kişiye kendini değerli hissettirmenin sırrıydı
belki de…
Ve tüm bunları öyle kolaymışçasına
yapardı ki, bunun ne kadar zor olduğunu
idrak edip, kendisine daha fazla şey
sormamış olmak en büyük üzüntüm…
Ancak annende ve sende hala onu görebiliyor
olmak da en büyük mutluluğum…
Senin de Deden gibi çocuksu, bitmek
bilmez şekilde meraklı, özgüvenli, başarılı,
zarif ve şefkatli olman dileğiyle…
Pınar Orbey
Tunç Abiciğim,
Birlikte hoştu her şey.
Enerjin, keyfin, esprilerin…
Hep beraberdik. Mutluluklarımızı, endişelerimizi ve kederlerimizin
tümünü paylaştık. Gizlimiz saklımız yoktu. Birlikte güldük, birlikte
ağladık. Bu hayatı birlikte yaşadık. Birlikte her şeyin üstesinden geldik.
Bunca yıldır hep beraber tatil yaptık. Tatil birlikte tatildi.
Çocuklarımızı evlendirdik, anneanne, dede olduk. Ne hoş günlerdi.
48 sene, uzun bir süreç ama bize öyle gelmedi. Hep canlı, hareketli,
mutlu olduğumuz, hayatımızın en güzel yılları. Neyse ki bunun farkındaydık.
Şimdi de bu mutlu anıları tekrar tekrar yaşıyoruz. Hâlâ hep yanımızdasın,
her gün birlikteyiz.
“Biz evlendiğimizde sen arka bahçede ip atlıyordun” dediğin, küçük
kardeşin çok üzgün.
Biz bu hayatı birlikte yaşadık. Birlikte yaptığımız şeyleri sensiz yapmak
zor.
Sensiz olmak hepimize çok zor.
Mehmet Tevfik Orbey
Sevgili Tunç’la ilk defa nerede ve nasıl karşılaştığımızı hatırlamıyorum.
1973 yılı olmalı, aradan 47 yıl geçmiş, geçen uzun süre göz önüne
alındığında anımsayamamam doğal bir durum. Son defa ne konuşarak
ayrıldığımızı da hatırlamıyorum. Kayınpederimizin evindeki ritüellik
pazar öğleden sonrası aile toplantısında 3 Mart 2019 Pazar günü bir
araya gelmiştik. 16 Mart 2019 Cumartesi sabahı yazlıklarımızı kontrol
etmek için günü birlik Çeşme’ye gitmeyi planlamış olduğumuzdan Tunç
uçak biletlerimizi aldırmıştı, son olarak o konuda konuşmuş olmalıyız.
O buluşmada, 8 Mart 2019 Cuma akşamının, benim yaşamımın çok
önemli kırılma noktalarından birisi olacağını nereden bilebilirdim k?.
Önümüzdeki günlerin bize neler hazırladığını bilemiyoruz ki. Bir yıl
sonra, şimdi düşünüyorum da, o gece ve ondan sonra yaşadığım bir yılda
benim yaşama bakışımda ve olayları değerlendiriş paradigmamda çok
önemli değişimler olmuş.
Ömrümün bu 47 yıllık bölümünde Tunç ile çok yakın ilişkilerimiz oldu.
Ortak yaşamımızın unutulmaz anıları içimde hep mutluluk çağrıştıran
anılar. Hepimiz bir ömür yaşıyoruz ama hayatı yaşama kabiliyeti
Tunç’unki kadar yüksek kalitede olan birisini tanımadım. Daha ötesi,
birlikte olduklarına da yaşam kalitelerini arttıran büyülü bir atmosfer
sağlıyordu. İçimdeki, onunla yaşadığım günlerin ışıklı anılarının sırrı bu
olsa gerek.
Herkesin uymaya çalıştığı; toplumun kültürünün ve zamanın dayattığı
ahlak kuralları vardır, bazı insanlarda bunun üstünde aklıyla ulaştığı ve
uyguladığı bazı sınırlar var ki burada galiba kişisel etik gündeme gelmiş
oluyor. Kişilerin etik konusundaki sınırlarını beyinlerinin gelişmişliği
belirliyor. Yalnız olduğumuz anlarda bile Tunç’ta bu sınırların ne kadar
sağlam olduğunu görür, ders alır ve acaba beyin cerrahı olması mı ona
böyle gelişmiş bir beyin sağlamış diye düşünmeden edemezdim. Bunun
naif bir düşünce olduğunun farkındayım ama galiba tabiat ona mesleğini
çağrıştıran muhteşem bir beyin armağan etmişti.
8 Mart 2019 sonrası ilişkimizi bilen pek çok kişi bir hekim olarak kendilerine
yaptığı katkılardan öyle övgüyle söz ettiler ki; hem bu kadar dostumun
onunla hekim-hasta ilişkisi olduğuna şaşırdım hem de onu hekimlikte
özel kılanın ne olduğunu düşündüm. Şüphesiz iyi bir hekimdi ama
onu diğerlerinden ayıran başka bir özelliği olduğunu düşünüyorum:
Hastalarını, insanları; beden olmanın ötesinde şahsiyet olarak gören
filozof bir hekimdi. Bilge bir insandı ve bilgeliğini size hiç hissettirmeden
bilge olabilen bir has insandı. Ayrılışı da çok bilgece oldu.
Kişisel kaybım çok büyük. Üzüntüm çok büyük. Bu ilk yaşadığım ani
kayıp değildi, benzerini 21 sene önce kardeşimde de yaşamıştım. Ama bu
defa 21 yıl daha yaşlı olmam, beni daha somut gözlemlere ve algılara
götürdü. Evet, elimizdeki en kıymetli varlıklarla beraberliğimizin bir gün
biteceğini biliyoruz ama ben bunu bir kere daha derinden algıladım.
Aidiyet ve mülkiyetin yaşam gereği önemlerini bilmekle beraber çok da
esir olunacak şeyler olmadığını her gün tekrar tekrar düşünmeye
başladım. Bu benim için, bu ileri yaşımda, bir özgürleşme, bazı bağlardan
kurtulma demek oldu. Bana bu dersi bırakan ve beni bir ölçüde de
olsa özgürleştiren sevgili bacanağımı beyin sağlığım elverdiği ölçüde
bilincimde canlı tutacağım.
Başak Orbey
Eniştem
Tunç eniştem ateşti benim için. Herkesi etrafında toplardı, ısıtırdı,
aydınlatırdı.
Enerji demekti benim için o, her zaman bu enerji ile imkânsızı en kolay
yapandı.
Herkesi sarardı, severdi ve insana kendini iyi hissettiren bir güç, bir
neşeydi o.
Rol model doktordu, sevgiye doyurandı insanı.
Çocuktuk, oynardık Burce ve Dalsu ile; tek derdimiz turuncu sandalyeyi
kim kapacaktı. Eniştem çok sevgi doluydu, gülerdi bu deli halimize.
İçinde bir çocuk vardı o da oynardı bizimle.
Sonra biz büyüdük ama o yaşlanmadı; hâlâ güç, hâlâ enerji, hâlâ model,
hâlâ doktor, hâlâ sevgi kaynağı, hâlâ ateş....
Çocuklarımız oldu, hepsine yetti eniştemin sevgisi.
Alp ve Deniz’e eniştemi sorunca, “çok severdi bizi, her şeyini paylaşırdı,
bizimle saklambaç oynardı.” diyorlar. Yedi yaş için tam da eniştemi
özetliyorlar.
“Başağımm” derdi her gördüğünde beni, hep “Başağımm”, hep bir coşku
ve hep bir enerji sesinde. Doktor oldum eniştemin yolunda, hastaları
sevmeyi öğrendim ondan.
Eniştem iyilik saçtı, mutluluk saçtı, enerjisi ile hep büyüledi bizi... Sonra,
sonra bir gün eniştem ellerimin arasından kaydı, hava gibi. Tüm
gökyüzü, evren omuzlarıma çöktü. Belki bir an dünya bile durdu benim
için.
Ateşsiz hayat olur mu?
Sonra anladım ki, evet hava oldu eniştem, bizi hâlâ sarıyor, hep
etrafımızda, izliyor, içimizi ısıtıyor her onu andığımızda. Her nerede
olursak olalım, onun her zaman dediği gibi, biz okumaya, iyi insan
olmaya, insanlık için güzel işler yapmaya devam edeceğiz. Eniştem bizi
hep saracak enerjisi ile. Sevgimiz eksik belki onsuz, ama gücümüz hiç
eksilmeyecek ışığında yürüdükçe.
Kabul etmeyi öğretiyor belki de şimdi bize, en sevdiklerimizden uzak
kalmayı, özlemeyi.
Çok özlüyorum eniştemi. İyi ki benim eniştem olmuş.
Tanju Mehmetoğlu
Tunç Abimiz
Birçok kişi onu tam ismi olan Tunçalp Özgen olarak bilse bile bizim
ailemiz için o “Tunç Abimiz” idi. Benim için, her zaman hasretini
duyduğum “ABİ” kavramının vücut bulmuş haliydi. Ne zaman başımız
sıkışsa -sadece sağlık konusu değil ama- “Tunç abimizin” bir çözümü
olurdu. Vefatından birkaç hafta önceki Pazar günü aile buluşmamızda,
benim için bir tanıdığından randevu alabileceğini söylemişti. Vefatından
önceki Pazar günü, bunu henüz yapmadığını hatırlamış ve ertesi gün
telefon ederek randevuyu aldığını söylemişti. Çarşamba günü randevuya
gittim ve o akşam teşekkür için kendisini aradım. Aslında ertesi Pazar
gününü bekleyebilirdim; nasıl olsa tekrar mutat Pazar buluşmamızda
görüşecektik; ama içimden öyle geldiği için biraz geç bir saat olsa bile
aradım. Bir konserde olduğunu söyledi; teşekkür edip kapattım. Meğerse
bu son konuşmamız olmuş; o Cuma günü vefat etti.
Tunç abiyle unutamadığım bir anım da Samsun yolculuğumuzdur.
Ben o sırada 19 Mayıs Üniversitesinde göreve başlamıştım; ama arabam
Ankara’da kalmıştı. Şehirlerarası yolculuk tecrübem olmadığı için ailem
kendi başıma arabayı Samsun’a götürmeme karşı çıkınca, Tunç abi bu
işe gönüllü oldu. Beraberce Samsun’a çok keyifli bir yolculuk ettik. Bana
şehirlerarası sürüş hakkında epeyce de tiyolar verdi. Hemen o akşam ilk
otobüsle Ankara’ya döndü. Şimdi ne zaman arabayla uzun mesafe için
yola çıksam Tunç abi ve bu fedakar davranışı aklıma gelir. 40 yıldır
kazasız-belasız yolculuklarımdaki payı büyüktür; Allah ondan razı olsun.
Tunç Abi, tanıdıklarımın içinde, kendisine “delikanlı” sıfatının en çok
yakıştığı kişilerdendi; cesur, gözü kara ve yardımseverdi. Elindeki imkânları
başkalarıyla paylaşmaktan adeta zevk alırdı. Anne ve babamın
sağlığıyla yakından ilgilenmesini, sorunları olduğu zaman koşa koşa
gelmesini hiç unutmayacağım. Vefatını, 100 yaşındaki babama
bildirmek bana düşmüştü. Çok zor bir görevdi; zira babamın onu oğlu
gibi sevdiğini biliyordum. Oğlumdan bana eşlik etmesini istedim.
Babam ağlamaya başladı, “Azrail adres şaşırdı” diyebildi. Adres şaşırdı
mı, bilemeyeceğim ama Azrail’in acele ettiği açıktı.
Nurlar içinde yat Tunç Abi; hatıran hep yanımda olacak.
Ülkü Mehmetoğlu
Başarılı bir doktor, başarılı bir akademisyen, başarılı bir yönetici.
Tunçalp Özgen deyince akla gelen özellikler bunlar. Ama bana göre
Tunç abinin en güzel özelliği iyi bir insan olmasıydı. Çok fazla seveninin
olmasının nedeni de bu özelliğidir. Kendisini 1984 yılından beri tanıyorum.
1986 yılında belim tutulduktan sonra doktorum da oldu. Ne zaman
rahatsızlansam, yakın ilgisini hiçbir zaman esirgemedi. Onun tavsiyelerini
yerine getirerek bugünlere geldim. Tanju ile benim nişan yüzüklerimizi
Tunç abi takmıştı. Daha sonra oğlumuz ve kızımızın nişan yüzüklerini
takmasını da ondan rica ettik. Sağ olsun bizi kırmadı. Onun uğuruna
inanıyorduk biz. Ruhun şad olsun Tunç abi.
Barış Mehmetoğlu
Tunç Enişte deyince önce aklıma bizim ailenin güvenilir doktoru olması
geliyor… Hiç unutmam, ailece gittiğimiz Eymir Gölü’nde hayatımda ilk
kez beni arı soktuğunda, ya da doğum günümde kafamı direğe vurup
yardığımda ilk müdahaleyi yapan hep Tunç Eniştem olmuştu… Onun
yorumları ve bakış açısı her zaman bizim için en güvenilir kaynak olmuştur.
Tunç Eniştemle ilgili ilk anılarım, ben daha küçük bir çocukken aile
buluşmalarımıza, nöbeti ya da ameliyatı gibi nedenlerle geç gelmesiydi.
Çocuk aklımla o zamanlar çok anlayamamıştım ama kaçırdığı her
sohbetin, soğuttuğu her yemeğin bir hayat kurtarmak adına yaptığı
fedakârlıklardan sadece birkaçı olduğunun sonradan farkına vardım.
Tunç Enişte tanıdığım en çalışkan ve en zeki insanlardan biriydi.
Eniştemle muhabbet etmek de her zaman çok keyifliydi. Geniş çevresinin
etkisiyle siyaset, spor ve seyahat gibi alanlardaki bilgi birikimi her
sohbetimizde yeni şeyler öğrenmemi sağlardı. Dört gözle, “Tunç
Eniştenin yorumu ne olacak bu konu hakkında?” diye beklediğim çok
zaman olmuştur… Ah bir de Fenerbahçeli olmasa… :)
Babacan, kucaklayıcı, iyi kalpli kişiliğinin yanı sıra, kariyerindeki
başarıları da ailece onunla gurur duyduğumuz bir başka yönüydü.
Askerliğimin ilk günlerinde karşılaştığım Jandarma Alay Komutanı ve
Üniversite Rektör Yardımcısına Tunç Eniştemden bahsetmiştim (“Doktor
olan Rektör Yrd kesin eniştemi tanıyordur, ben de oradan alır
muhabbeti yürütürüm, Alay Komutanı’nın gözüne girer, askerde rahat
ederim!” diye düşünmüştüm). Beklediğim gibi hem Rektör Yrd hem de
Alay Komutanı eniştemi tanıyormuş, hatta Alay Komutanı “ben onun
eski hastasıyım, bak arıyorum hocayı eğer seni tanımazsa yakarım askerliğini”
demişti. Eniştemle telefon görüşmemiz sonrasında gerçekten de
Alay Komutanı’nı tanımak askerde işime yaramıştı.
Nişanımızda kurdeleyi kesip konuşmayı yaparken ki top sakalını da hiç
unutmuyorum... Hayatının kısa bir süresinde bıraktığı top sakalı
nişanımız dönemine denk gelmişti sanırım.
Daha nice güzel, tatlı ve neşe dolu anılar geliyor Eniştemi düşündükçe...
Hep sevgiyle, hep güler yüzüyle hatırlayacağım.
Duygu Mehmetoğlu
16 Ağustos 2014…Sıcacık bir yaz akşamı…Eski Foça’da minik bir
koyda, denizin üstündeki ahşap iskeledeyiz…Tüm sevdiklerimiz
yanımızda…Hepimizin yüzünde kocaman bir gülümseme…Harika bir
gün batımı…Barış’la ilişkimizin en güzel dönüm noktalarından birinde,
nişan kutlamamızdayız…Tunç Enişteyi ne zaman düşünsem, kendimi
yine tam da bu harika tablonun içinde buluyorum. Yüksek enerjisi, tatlı
dili ve tüm sevecenliğiyle bizi onurlandırıp, nişan kurdelemizi keserken
“Mutlu, hayırlı, uğurlu olsun!” demişti.
Bir gerçek var ki, Tunç Enişte bu güzel aile anılarından çok daha fazlasıydı.
Yüzlerce yaşama dokunmak, onun kadar sevilmek, saygı görmek;
bilime dair, insan olmaya dair onlarca güzel söz ve anıyla anılmak ancak
onunki gibi çalışmaya ve iyiliğe adanmış bir ömür ile mümkün olabilirdi
sanırım. Ne kadar ilham verici! Hakkı verilmiş bir hayat böyle olsa gerek.
Onun gibi bir bilim insanının benim de hayatıma dokunmuş olmasından,
onu tanımış olmaktan dolayı gurur duyuyorum.
Meral - Ahmet Koçyıldırım
Bu kısa yaşamı boyunca insanlığa, büyük küçük demeden çevresindeki
bütün insanlara karşı saygılı ve sevecen yaklaşımını takdir ve saygı ile dile
getirerek, hakkında naçizane bir şeyler paylaşmaya çalışacağız.
İyi yürekli, güzel insan, sevgili dünürümüz Tunçalp Bey’i tanımakta çok
geç kaldığımızı düşünüyoruz. Kısa sürede hayatımıza çok güzel
dokunuşlarda bulundu.
Büyük küçük, makam, mevki ayırmaksızın her insana o kadar güzel
davranışlarda bulundu ki, bu davranışlarını saygı ve minnetle her zaman
yâd ediyoruz.
Dünyaya gönderilmiş melekleri sayın deseniz, şüphesiz sayacağımız ilk
isim Tunçalp Özgen olacaktır.
Sağlık konularında danışmak için kendisini aradığımızda; kendi sağlık
sorunlarını, beden yorgunluğunu unutup, elinde ilacı ile gelip bizlere
yardımcı olmasını unutmak mümkün değildir.
Tanrı’dan en büyük dileğimiz, torunumuz Uzay’ın dedesinin insancıl,
yardımsever, saygılı, sevgili, mesleğini seven, zorda kalana yardımcı olan
özelliklerini taşımasıdır.
Tanımaktan çok mutlu olduğumuz sevgili Tunçalp Hocamızı saygı ve
minnetle anıyoruz.
Sizi hiç unutmayacağız.
Çocukluk ve Sınıf Arkadaşlarının
Anı Yazıları
Tevfik Akoğlu
Hacettepe Üniversitesi, Sınıf Arkadaşı
Sınıf arkadaşım Tunç ile ilişkim hep sürse de, ben Hacettepe’de
ihtisasımı bitirip ayrıldıktan sonra sadece sınıf toplantılarında bir araya
gelme şansım oldu.
1963 Yılında yeni kurulan ve Ankara Üniversitesi’nin bir fakültesi olan ,
Hacettepe Tıp Fakültesi ne ilk öğrenci olarak kayıt yaptırmış ve ilk yıl,
Hacettepe’nin kendi kadrosu olmadığından, Ankara Fen Fakültesi’nin
Botanik, Zooloji , Fizik, Kimya hocalarından klasik FKB eğitimi
almıştık.
İkinci yıl Hacettepe’nin kendi hocaları ile (Pınar Özand, Muvaffak
Akman, İlhan Kum, Naci Bor, Doğan Taner, Ekrem Gülmezoğlu)
Türkiye’de ilk kez, bir Amerikan modeli olarak , entegre eğitim sisteminin
öğrencileri olduk.
Bu ikinci yılımız tüm sınıf arkadaşlarımızın en yakın ilişki oluşturduğu
yılımız oldu ve bu yakın ilişki daha sonra hep sürdü ve 50 yıl sonra halen
sürüyor.
5-6 kişilik guruplar şeklinde yaptığımız hayvan deneyleri unutulmaz.
İşte bu deneylerden belki de birincisinde, Tunç’un kan görünce bayılıp
yere düştüğünü hepimiz hatırlıyoruz. Kan görünce bayılan bu
arkadaşımızın sonradan nasıl ünlü bir beyin cerrahı olduğu büyük bir
sürprizdir.
Bu eğitim yılınınsonunda, yine bir aylık tatilimizi değerlendirmek için
birkaç arkadaş oto-stop ile deniz tatili yapmaya karar verdik. Ben, Tunç,
Cem, Ergün, Celal (Dişçi Celal) çadırlarımızla Erdek e gitmek üzere
anlaştık. Ancak çadır satın almak için yeteri kadar para biriktiremediğimiz
için çadır kumaşı alıp, iki küçük çadır diktik.
Çadırlar hazır olduğunda, oto-stop yapma kararımıza rağmen otobüs ile
Erdek e gitmeyi tercih ettik ve orada 12 -15 gün kadar deniz tatili yaptık.
Bence bu maceranın en ilginç hatırası ise, Ankara’ya dönmek için
çadırımızı toplayıp son öğle yemeğimizi hazırladığımız olaydır.
Kamp alanında yaktığımız odun ateşinde büyük bir tencerenin içine 12
gün boyunca kullanılıp artan tüm gıda maddelerini ekledik. Bunlar
arasında makarna, pirinç, biraz zeytin, yandaki tarladan aşırılan erik,
biraz peynir, biraz reçel gibi tüm artıklar eklendi. Ve bu karışımı sonuna
kadar bitirip yine otobüse yetiştik. Ancak hepimizin ortak kararı, o
artıklardan oluşan yemeğimiz o güne kadar yediğimiz en lezzetli yemekti.
Sonraki yıllarda da Tunç ile ilişkimiz hep sürmekle birlikte farklı şehirlerde
oluşumuz nedeni ile daha seyrek görüşebildik. Ancak Hacettepe’nin
bir durgunluk-gerileme döneminden sonra , Hacettepe ye Rektör olduktan
sonraki başarılarını çok büyük bir gururla uzaktan izledik ve kendisi
ile iftihar ettik.
Hacettepeliler olarak kendisini unutmayacağız ve hep iftiharla anacağız.
Metin Güner
Hacettepe Üniversitesi, Sınıf Arkadaşı
Onu çok özlüyorum. Biliyor musunuz bazen ona fiziki olarak çok
benzeyen birini görünce hâlâ heyecanlanıyor, tatlı bir gülümseme ile
anıyorum. Birlikte bazı anlar:
Gülsev Kale
Hacettepe Üniversitesi, Sınıf Arkadaşı
Çok değerli arkadaşım Tunçalp Özgen ile anılarım öğrencilikten
Rektörlüğüne uzanan 56 yıllık bir dönemi kapsar.
Yarım yüzyılı aşkın bir zaman diliminde, bir ömür boyu süren dostluğu
yazı ile ifade edebilmenin, duygu ve düşünceleri sözcüklere doğru
aktarabilmenin zor olduğunu biliyor, bu konuda hoşgörü ve anlayışınıza
sığınıyorum.
Öğrencilik dönemindeki çalışma azmi, özgüveni, seçtiği bilim dalında,
gösterdiği akademik başarılar onu, gelecekteki, hedeflerine ulaştıran
başlıca özellikleri oldu.
Tunçalp, bulunduğu makamların, üstlendiği görevlerin getirdiği sorumlulukları
kimseyi üzmeden, kırmadan yerine getiren, çevresiyle fikir
alışverişine değer veren, iç dünyasındaki mutluluğu, enerjiyi etrafına
yansıtan, paylaşımcı, yenilikçi, adil, güven veren bir yönetici olarak, ilk
öğrencisi olduğu üniversitemizi hak ettiği konuma kavuşturan bir yönetici
oldu.
Rektörlüğü döneminde üniversitemizde ilk kez gerçekleşen, kendisinin
‘’Aynada kendimize bakış‘’ olarak tanımladığı ‘’stratejik plan’’ uygulamaları
kurum çalışanları ve akademik personele öz denetim sorumluluğunu
öğretmesi açısından son derece önemli ve yenilikçi bir çalışmaydı.
Bu süreçte katılımcı ve destekleyici tutumu hedeflere ulaşmada büyük
katkı sağladı.
2003 yılının Ocak ayında kurucu hocamız Prof. Dr. İhsan Doğramacı,
savaşın devam ettiği Afganistan’ı ziyaret etmeye karar verdi. Amacı
Kabil kentindeki Atatürk Hastanesi’ni ismine yakışır bir konuma
getirmek, harap olan kente yardım eli uzatmak ve Cumhuriyet’in kuruluş
döneminde temelleri atılan Türk-Afgan dostluğunu yeniden
güçlendirmekti.
Hacettepe Üniversitesi’nin işbirliği ile gerçekleştirilecek olan bu
seyahatte Hocamıza eşlik etmek üzere, ben, Prof. Dr. Tezer Kutluk ve
rahmetli Prof. Dr. Ahmet Göğüş seçildik. Rektörümüz’den izin almamız
gerekiyordu. Tunçalp, ‘’Benim içim hiç rahat değil, savaş devam ediyor.
Ancak Hocamızın arzusu bizim için emirdir, sağlıkla dönmeniz için dua
edeceğim. Tezer ve Ahmet sana emanet Gülsev ‘’diyerek bizi yolcu etti.
Tunçalp, düşüncelerinde, kararlarında, eylemlerinde özgürdü. Bu
özelliği, gücünü, bilime ve insana duyduğu saygıdan, hakkaniyet ve
adalete verdiği değerden alıyordu.
Tüm meslek yaşamı boyunca, aktif ve çalışkandı, rektörlük görevleri,
hastalarına ilgisini ve hekimlik sorumluğunu hiç azaltmadı. Ameliyatlarına
en zor koşullarda bile devam etti. Eşim Prof. Dr. Nuri Kale’nin bel
ağrısına şifa için başvurduğumuzda ‘’Önce kalbine bakalım’’ yaklaşımı
ve isabetli bir kararla tedaviyi kardiyologlara yönlendirmesi, hekimliğiyle
hayatımıza kattığı unutulmaz iyilik olarak ailemizin anılarındaki
müstesna yerini aldı.
Hayatlarına dokunduğu hastalarının arasında biz de varız ve onu eşim ve
ben minnet ve şükranla anıyoruz.
Tunçalp unutulmaz dost, sevgili arkadaş, mükemmel bir eş, baba, dede
olarak çevresine güzellikler katarak mutlu anılar bırakarak sevilerek ve
sayılarak yaşadı. Bir fâni daha başka ne ister…
Güler ve Zeynel Karcıoğlu
Hacettepe Üniversitesi, Sınıf Arkadaşları
Bir yıldız kaydı!
Sevgili Canan. Acın sonsuz, çok uzaktayız, teselli sözleri anlamsız.
Burçe’yle konuştum, senin ne kadar kuvvetli olduğunu onayladı bana, ve
de işine devam ettiğini söyledi. Sana güvenim sonsuz, umarım en yakın
zamanda işine dönersin diye düşünüyordum ben de. Senin talebelerine,
onların da sana ihtiyacları var. Kimse Tunç’un yerini tutamaz, acını
dindiremez, ancak bizim için şimdi onun bıraktığı boşluğu sen dolduruyorsun.
Canım arkadaşım Tunçalp’in “İnsan ve doktor olarak bıraktığı
yer” sonsuza dek kalacak. Onun kalbimizdeki yerini sen dolduruyorsun.
İlk fırsatta görüşmek, konuşmak istiyoruz. Özlemle ve kederle gözlerinden
öperiz.
Ahmet Kurtaran
Çocukluk Arkadaşı
Tunçalp Özgen’i Anarken…
İhsan Şerif Amca ile Mümine Hanım Teyze, anne ve babamın yakın
dostları idi. Hafta 1-2, gün ya onlar bize, ya biz onlara giderdik. Tunç
(sizler Tunçalp olarak tanıdınız), kendimi bildim bileli arkadaşım,
bundan öteye 70 yıllık dostum, kardeşimdi...
Demirtepe’deki evlerine cumartesi-pazarları giderdik. Abisi Eralp
ablamla yaşıttı, mesleğinde çok başarılı bir anayasa profesörü idi, o’nu
da çok erken kaybettik, ablamı da 6 ay önce!…
Tunç’la ay farkımız vardı ama O her şeyde önde, her şeyde önderdi…
Koleje benden 1 sene önce girdi, önce mezun oldu, Hacettepe’ye de öyle,
tüm eğitim kademelerinde hep önde, hep başarılıydı…
Sonrasında ülkemizin önde gelen beyin cerrahlarından biri oldu. Gün
geldi, Hacettepe’yi de başarıyla yönetti. Mutlu bir aile babası, olumlu ve
herkese sevgi ile bakan, gülümseyen, hoşgörülü, sevecen bir kişi idi…
Babası milletvekili, babam da ailenin doktoru idi. Uzun yıllardan gelen
beraberlikleri, dostlukları vardı; hasta-hekim ilişkisinin çok ötesinde…
Gülerler, şakalaşırlar, bezik-tavla keyfi çıkarır, kahvelerini yudumlarken,
bizler de içerde oynardık. Bu sevgi bütünlüğü, kâh onların, kâh bizim
evde olurdu…
O yıllarda Ulus, Anafartalar caddesinde otururduk. Her Ekim’de Ankara’nın
başkent oluşu şerefine tüm şehir donatılır, havai fişekler atılır,
Ziraat Bankası, Merkez Bankası gece ışıklarını yakar, fener alayları evin
önünden geçerdi… Tunç’lar ailece bize gelirler, pencereden ışıl ışıl Ankara’yı,
önümüzden geçen cümbüşlü şenlikleri izlerdik…
Aynı gün benim doğum günüme rastladığından, evde de kutlama yemeği
yenirdi… Annem, tüm bu bayramın benim için yapıldığını söyler, çocuk
hâli ben de inanır, Tunç, benim doğum günümde niye ışıklar yanmıyor
diye sorardı…
Bugünkü bilincimde olsam, “senin ışığa ihtiyacın yok, sen kendin
ışıksın!” derdim…
Atatürk’ün naaşının Etnografya Müzesi’nden Anıtkabir’e taşınması
sırasında, Tunç’un milletvekili babası İhsan Şerif Amca’nın himmeti ile
eski Büyük Millet Meclisindeydik.
Camlara boyumuz yetmediğinden, iskemleler üzerinde merasimi, tüm
korteji ve o muhteşem insanın geçişini izlemiştik… Sonrasında, günlerce
annelerimize Atatürk’ü sorarak, bir şeyler öğrenmeye çalışmıştık…
Merasimden hatırlayabildiklerim; mahşeri bir kalabalık, önde-arkada
süslü giyinmiş insanlar, gözyaşları, cenaze marşı çalan askeri bando, top
arabası, bayrağa sarılı tabut, kayışlarla top arabası önü ve ardında saf
olmuş askerler…
Ulus’tan Meclis önü-Ankara Palas’a inen yolun hafif eğimi ile top
arabasının yükü, öndeki askerlere yüklendiğinden, kaydırmamak için
geriye doğru yaslanmış olduklarını dün gibi hatırlıyorum…
Tunçlarla o yılların Ankara’sında, Baraja, Çiftliğe, Gölbaşı’na giderdik...
Şimdi hiçbirinden eser yok, giderek anılardan bile siliniyor…
Sonrasında ben İstanbul’a göç ettim, aramıza kilometreler girdi ama
dostluğumuz, muhabbetimiz hep devam etti… Zaman, zaman Ankara’ya
gidişlerimde imkânım oldukça üniversitede Tunç’u ziyaret
ederdim…
Bir ay kadar önce, Bahçeşehir Üniversitesi’nde bir konferans için İstanbul’a
geldiğini duydum, geç haberim oldu, randevulu hastalarımı iptal
edemedim, nasılsa ilerde görüşürüz dedim…
Ama olmadı, dün sabah acı haberle karşılaştım… Keşke geldiğinde
görseydim dedim, ama artık geç…
Keşkeler ile pişmanlık duyacak yaşları gerilerde bırakıyoruz… Vakit
acımasızca geçiyor, bizler de doğanın kuralları ile yavaş yavaş dünya
programlarımızı tamamlıyor, öte âleme göç ediyoruz…
Sevgili kardeşim, değerli dostum, seni daima sevgi ile anacağım.
Tanrı’dan rahmet, kalanlara sağlık diliyorum…
Türkan Kutluay Merdol
Hacettepe Üniversitesi, Sınıf Arkadaşı
Prof. Dr. Tunçalp Özgen, Hacettepe’de öğrencilik yıllarına birlikte
başladığımız tarihten itibaren tanıdığım, başarılarına ve bilime yaptığı
katkılarına tanıklık ettiğim, kişiliği nedeniyle büyük sevgi ve saygı
duyduğum mükemmel bir insandır. Rektörlük yaptığı sürenin
2000-2006 yılları arasında, Hacettepe Üniversitesi Sağlık Teknolojisi
Yüksek Okulu Müdürü olarak katıldığım Senato toplantılarında, kendisini
daha yakından tanıma fırsatım oldu. Bir hekim olarak çok başarılıydı
ve alanında çok meşhurdu. Rektör olarak, çok daha büyük bir başarı
gösterdi. Olayları kavrama, çözüm üretme ve iletişim becerisi çok
yüksekti. Senato toplantıları çok verimli geçerdi ve çok kısa sürede tamamlanırdı,
bu becerileri ve tükenmez enerjisi sayesinde. Müdürlük
yaptığım dönemde rektörümüz olması benim için büyük şans oldu,
çünkü bölümümüz için aktardığımız sorunlara ve isteklerimize yaklaşımı
öylesine olumlu ve sonuç odaklıydı ki yapmak istediklerimize çok kolay
ulaştık. İsteklerimizin, kendisinin de çok önem verdiği toplum ve öğrenci
odaklı olması nedeniyle yaklaşımı çok yapıcıydı. Altı yıllık müdürlük
dönemimde bölüm arkadaşlarımızla pek çok etkinlik gerçekleştirdik. En
önemli özelliği, etkinlik davetlerinde aramızda olmaya büyük özen
göstermesiydi. Kongre açılışlarımızda, diploma törenlerimizde, yılbaşı
kutlamalarımızda hep aramızdaydı .
Bizlere verdiği destek ve sevgi nedeniyle,
yaşamımda çok özel bir yeri olan
Hacettepe yıllarıma ait özlemle
andığım yaşanmışlıkların büyük çoğunluğu,
müdürlük yaptığım döneme
aittir. Kendisine bu satırlar aracılığı ile
saygılarımı ve teşekkürlerimi sunmayı
bir borç biliyorum. Kendisini hep
saygı, özlem ve sevgiyle anacağım.
Mekânı cennet olsun...
Lale-Yamaç Taşkın
Hacettepe Üniversitesi, Sınıf Arkadaşı ve Eşi
Değerli bir dostun ardından….
Arayan, çağıran, birleştiren, toplayan, dostluk ve ışık saçan arkadaşımız.
O kadar ani ayrıldın ki aramızdan hâlâ alışamadık yokluğuna, akşamları
ev telefonumuz çaldığında ikimizin de aklına yine senin olabileceğin
geliyor. Sanki hâlâ buradasın, her an alo diyeceksin gibi…
Çok uzun yıllara dayanan bir arkadaşlık, eşlerimiz ve birlikte büyüyen
çocuklarımızla geçen çok güzel yıllar. Bu yıllar içinde Tunç’un varlığı her
zaman bizi mutlu etmiş, onun varlığından güç bulmuşuzdur. O her
zaman çevresini aydınlatan, dar zamanlarında destek olan vefakâr
arkadaşımız. Kaybın çok acı verdi.
Şerefli, başarılı, mutlu bir hayat yaşadı. Böyle bir hayat tek başına yaşanmaz,
Canan da aynı niteliklere sahip, aydınlık, başarılı bir insan ve
birlikte bu güzel hayatı kurdular ve sürdürdüler. Böyle insanlarla
arkadaşlık etmek bizim için bir şanstı, zevkti, onurdu ve onların ışığında
biz de aydınlandık.
Sevgili Tunç, hem meslektaş hem de dost olarak o kadar çok anımız var
ki… Mesleğinle ilgili yaptıkların, başarıların saymakla bitmez. Bunların
hepsi, (Türk Nöroşirürji Derneği) TND’nin senin için hazırladığı özel
sayıda yazılı zaten.
Hacettepeli olarak Hacettepe’ye rektörlüğün sırasında kattıkların için
her zaman minnettarız. O dönem Hacettepe adeta yükselişe geçmişti.
Hacettepe’nin daha iyi olması için ne çok çalıştın, ne çok başarıya imza
attın. O dönem bütün Hacettepe âdeta bir bütün olmuştu, bir dayanışma
ruhu doğmuştu, bunu bile tek başına ilişkilerindeki sihirli başarı ve
etrafına dağıttığın pozitif enerjin ile
sağlamıştın.
Rektörlüğün sırasında çok çalışıp
bunaldığın zamanlarda ailecek çıktığımız
kısa, neşeli seyahatleri hiç unutamayız.
Sadece o da değil, birçok seyahati senin
planlaman sayesinde yapmıştık.
Gençliğimizde sık yaptığımız hafta sonu
küçük gezilerimizde, akşam
toplantılarımızda grubu bir araya
getiren, “hadi” diyen hep sendin. Senin
sayende gezdik, toplandık, yedik, güldük,
eğlendik. İyi ki hayatımızda oldun.
Nasıl hayatta iken çalışkan ve tez canlı idi isen kaybın da öyle oldu.
Sessizce, aniden bir yıldız gibi zarifçe kayıp gittin. Ardında nasıl o kadar
çok insan/dost biriktirebildin bilemiyoruz ki. Seni uğurlamaya gelenler o
kadar kalabalık ve üzgündüler ki, belli ki o insanların hepsinin hayatına
bir şekilde iyilikle dokunmuşsun.
Hem dost hem doktor olarak ailemize yaptıklarını hiç ödeyemeyiz.
Unutmayacağız.
Bir dost, arkadaş, meslektaş, bir dayanaktın ama artık yoksun, senin
yokluğunla hayatımız eksildi, sanki yalnız kaldık.
Hep dualarımızda olacaksın, nurlar içinde huzurla uyu sevgili Tunç.
Sabahat Güven Tezcan
Hacettepe Üniversitesi, Sınıf Arkadaşı
Sevgili arkadaşım Tuncalp Özgen ile 1963 yılı Kasım ayında Ankara
Üniversitesi bünyesinde ikinci Tıp Fakültesi olarak kurulmuş olan
Hacettepe Tıp Fakültesi’nin ilk öğrencileri olarak üniversite eğitimine
başladığımız zaman tanıştık. Çoğunluk Türkiye’nin farklı yörelerindeki
devlet liselerinde, bazıları da TED veya diğer kolejlerde orta öğrenimini
tamamlamıştı, ayrıca 10-12 civarında askeri öğrenci de vardı. Sınıfımız
100 tıp ve 30 diş hekimliği öğrencisinden oluşmuştu. Hacettepe’de Tıp
fakültesiyle aynı yıl Diş Hekimliği Yüksekokulu da açılmıştı ve ilk üç
sınıfın hemen hemen tamamında ders programı ortaktı. O yıllarda tıp
fakültesi 1.sınıfı FKB (fizik, kimya, biyoloji) olarak adlandırılırdı ve tıp
öğrenimi için hazırlık sınıfıydı, amacı tıp dersleri için standart temel
eğitimdi. İlk yılda sınıf arkadaşları olarak birbirimizi tanımaya, yeni
ortama ve derslere uyum sağlamaya çalışıyorduk. Derslerimiz Ankara
Üniversitesi Fen Fakültesi öğretim üyeleri tarafından verilirdi. O yıl zor
bir yıldı ama çoğunluğumuz başarılı oldu ve ikinci sınıfa ( o zaman Faz
1,bugün Dönem 1) hücre komitesiyle başladık. Biyokimya dersleri Dr.
Pınar Özand tarafından veriliyordu. Kendisi çok genç, enerjik, çalışkan
ve âdeta hiç yorulmayan bir yapıdaydı, sınıfta hemen herkes tarafından
da seviliyordu, dersler çok zordu, okunacak kaynak olarak teksirler vardı
ama konuları anlamakta zorlanıyorduk. Ancak zamanla sınıfta Pınar
Bey’in bazı arkadaşlara daha yakınlık gösterdiği izlenimi oluşmaya
başladı. Çünkü sınıfta çoğunluğun anlamadığı konularda sorular soruyor
ve doğru yanıtlar alıyor, onları takdir ediyordu. Gözlemlere göre, bu
arkadaşların hemen hepsi özel kolejler, (özellikle TED)mezunu oldukları
ve hocanın da TED mezunu olduğu için onlara yakın davrandığı kanısına
varıldı. Önceleri görünürde sorun yok gibiydi, ancak zamanla örtülü
bir tepki sonucu o yıl ve sonraki klinik öncesi yıllarda hafif ayrışma
oluşmaya başladı, işte bu yıllarda Tuncalp dikkatli davranışlarıyla fark
edildi, Çünkü kendisi de TED mezunu olmasına rağmen liselilere karşı
daha özenliydi. Klinik staj yılları başladıktan sonra sınıfın kaynaşması
daha da arttı. Çünkü 7-8 kişilik gruplar olarak klinik servislerde gece,
gündüz birlikteydik, paylaşımlarımız, sorumluluklarımız birbirimizi
daha yakın tanımamızı sağladı. Böylece yıllar ilerledi ve 1969 yılında
Hacettepe Üniversitesi(1967 yılında Hacettepe Üniversitesi kurulmuştu)Tıp
Fakültesinden mezun olduk. Mezuniyetten sonra hepimiz
farklı alanlarda, çoğunluğumuz Hacettepe’de veya başka kurumlarda
uzmanlık eğitimlerimize başladık. Bu yıllardan itibaren de kendimizin
veya yakınlarımızın herhangi bir sağlık sorunu olduğunda doğal olarak
Hacettepe’de sorunla ilgili alanda çalışan arkadaşlar olarak ilk birbirimize
başvuruyorduk, Böylece arkadaşlarımızla daha da yakınlaşma oluyordu.
İşte o günlerden bu günlere kadar benim, eşimin, kızımın ve diğer
aile yakınlarımızın bir sağlık sorunu olduğunda, Tuncalp’in uzmanlık
alanı ile ilgili olsun olmasın her zaman samimi ilgisi ve desteğini gördük.
İnsanların hastalık, ameliyat, ölüm vb. olaylar nedeniyle yaşadıkları zor
zamanlarda arkadaşlarının gösterdiği ilgi genellikle unutulmaz. Ben,
eşim ve yakınlarım da sevgili arkadaşım Tuncalp’in böyle zor zamanlarımızdaki
o güler yüzlü, içten desteklerini hiç unutmayacağız. İlerleyen
yıllarda bilgi- becerilerimizi artırmak için yurt dışı eğitim dönemlerimiz
oldu, hem bu dönemler hem de eşimin görevi gereği Ankara dışında
olduğum yıllar da dâhil bizim dostluğumuz/arkadaşlığımızda bir
kopma olmadı, uzunca bir süre görüşmesek bile, ilk karşılaştığımızda
dostane paylaşımlarımız olurdu. Bu sohbetlerimizde Hacettepe’de
yaşadığımız sorunlar ana konularımızdı, Ben de bizden birisinin, yani
Tuncalp’in, rektör olması gerektiğini ve sıkıntıların çözümü için bunun
gerekli olduğunu belirtirdim. Sevgi dolu, samimi kişilik yapısı ve Hacettepe
sevgisiyle bunu başaracağından emindim. Bu konu açılınca da kendisi
bana ‘dur bakalım’ derdi. Sadece ben değil, Hacettepe’de görevli olan
olmayan sınıf arkadaşlarımız ile çok sayıda akademik ve/veya diğer
personelin çoğu onu bu göreve yakıştırıyorduk Çünkü hepimiz onun
sevilen sayılan kişilik özellikleri ve tüm donanımı ile Hacettepe Üniversitesine
önemli katkıları olacağından emindik. Bu beklentilerimiz 1998
yılında gerçekleşti, HÜTF ilk mezunlarından bir akademisyen, tüm
akademisyenlerin büyük çoğunluğunun oyu ile HÜ rektörlüğüne seçildi.
Hepimiz, herkes çok mutlu oldu. İki dönem, toplam 8 yıl süren
rektörlüğü döneminde Hacettepe Üniversitesinin, her fakülte, yüksekokul
ve enstitüsüne gereken ilgiyi gösterdi, desteği verdi. Bu dönemde
bana da iki idari görev verdi; önce Halk Sağlığı Enstitüsü (1-1.5yıl), sonra
da Nüfus Etütleri Enstitüsü müdürlüğü görevlerini yaptım. Birlikte
çalıştığımız bu yıllarda da arkadaşlık yanında, onun yönetici özelliklerini
de tanıdım. Birlikte çalıştığı insanları genellikle doğru seçtiğini, onlara
güvendiğini, yetki verdiğini, sorunlarını kısa sürede çözdüğünü, yapılan
iyi işleri takdir ettiğini gördüm ki bunlar bir yöneticide bulunması gereken
en önemli özelliklerdir. Ayrıca insani ilişkileri de çok iyiydi, hem
akademik, hem tüm sağlık çalışanları ile idari personele her zaman çok
sıcak ilgi gösterdi. Kendisine getirilen kişisel sorunların bile pek çoğunu
sabırla çözmeye çalıştı. İşte sevgili arkadaşım, bu özellikleri nedeniyle
herkesin kalbinde çok özel bir yerdeydi. Bunun neticesi olarak
sonsuzluğa da kimseye kısmet olmayan büyük sevgi seliyle uğurlandı
Işıklar içinde uyusun. O hepimizin kalbinde yaşamaya devam edecek.
Çalışma Arkadaşlarının
Anı Yazıları
YÖK’te Birlikte Çalıştığı Dostları
Nusret Aras
Ankara Üniversitesi Rektörü, YÖK Genel Kurul Üyesi
Sevgili arkadaşım, dostum Tunçalp,
Bugün aramızdan ayrılıp sonsuzluğa kavuştuğun gün. Tanrı beklenmedik
zamanda seni aramızdan aldı, sevenlerini acıyla sınadı. Aradan geçen
bir yıl içinde seni gerçekten unutmadık. Arkadaşların olarak birlikte
olduğumuz veya yalnızken sık sık sen de yanımızdaydın. Beraber
yaşadığımız acı, tatlı olayları anımsayarak üzüldük veya geçmiş mutlu
olaylarla tekrar sensiz olarak buruk bir mutluluğu yaşadık.
Seninle ilk kez karşılıklı oturup tanışmamız ve konuşmamız Hacettepe
Üniversitesi’ne Rektör seçildiğin zaman oldu. Ben komşu üniversite tıp
fakültesi dekanı olarak seni ziyaret etmeyi, kutlamayı arzu ettim. Birçok
ortak arkadaşımızdan senin iyi insan, hekim, başarılı bir cerrah ve bilim
insanı, sempatik bir kişi olduğunu biliyordum. Tek eksik yüz yüze
tanışmamış olmamızdı. Tebrike geldiğimde gösterdiğin samimiyet ve
yakınlıkla birbirimizi tanımadığımız günlere ait eksikliği de kısa zamanda
ortadan kaldırdık.
İkinci dönem rektörlüğe başladığında ise ben de Ankara Üniversite’sine
Rektör seçilmiştim. Bundan sonra yakınlığımız daha da arttı, birçok
çalışmada beraber olduk. Hatta bazılarında Türk Yükseköğretimi için
kader birliği yaptık, birçok arkadaşımızla birlikte birbirimizi destekledik.
Sık sık üniversite sorunları için çeşitli illerdeki üniversitelerde yapılan
toplantılara katıldık.
Bu yakın çalışmalar sonunda ailece de görüşmeye başladık ve bundan
keyif aldık. Sonunda Sayın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER
tarafından YÖK üyeliğine atandın. Bir denge unsuru olarak YÖK
Genel Kurulu çalışmalarında bazı arkadaşlarla birlikte üniversite
gerçeklerine uymayan kararların geçmesine ağırlığınızı koyarak engel
oldunuz. İçlerinde benim de bulunduğum birçok kişinin haksızlığa uğramasına
mani oldunuz.
Emeklilik sonrasında ise çok sevdiğin Beyin Cerrahisi ’ne bu sefer de
üniversite dışında yoğun olarak hizmete devam ettin. Zannederim
bundan büyük keyif alıyordun. Bir cerrah olarak biliyorum ki, bütün
cerrahlar yalnız kaldıklarında başarıyı yakalamaktan çok mutlu olurlar.
Her güzel yaşamın sonu olduğunu insan ve hekim olarak biz de biliyorduk.
Ancak vakitsiz ve hiç beklenmeyen bir zamanda hepimizi bırakıp
sonsuzluğa uçtun. Eksikliğini hep hissediyoruz. Anıların hep taze kalacak
ve unutmayacağız. Bir özdeyişe göre “insan hayattan kaybolduktan sonra
hatırlanmazsa ölürmüş” Bu senin için olanaksız. Yetiştirdiğin bilim insanları,
Dünya’da yayınlanmış eserlerin senin sonsuza kadar hatırlanmanı
sağlayacaktır.
Engin Ataç
Anadolu Üniversitesi Rektörü, YÖK Genel Kurul Üyesi
Çok değerli arkadaşım Tunçalp'i kaybetmenin üzüntüsünü yaşamaktayım.
Aynı dönemde rektörlük, daha sonra Yükseköğretim Kurulu'nda kader
birliği yaptığımız yılları unutmak mümkün değil. Tunçalp, Hacettepe
Üniversitesi'nin yetiştirdiği önemli bir bilim insanı ve Hacettepe Üniversitesi’nin
efsane rektörlerinden birisi olarak anılacaktır. Rektörlük yaptığı
sekiz yıl boyunca insancıl davranışları ve gerçekleştirdiği hizmetlerle hep
anılacaktır.
2000'li yılların başlarında YÖK Yasası’nda iktidarın yapmak istediği
değişiklikleri görüşmek için Üniversitelerarası Kurul’un belirlediği komisyonda
Tunçalp ile birlikte çalışmak, aynı görüşleri paylaşmak birbirimizi
daha iyi tanımamıza vesile olmuştu. Tunçalp, olumlu düşünen,
kararlı ve evrensel üniversite ilkelerinden taviz vermeyen tutumu ile
Komisyon çalışmalarına önemli katkıda bulunmuştur.
2005 yılında 10.Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet Sezer,
Tunçalp ve beni YÖK üyeliğine atadı. YÖK üyeliği yaptığımız dört yıl
boyunca yaşadığımız olaylar ve YÖK'deki değişim anılarımızda çoğunlukla
olumsuz olarak kalacaktır.
Görevlerimizi tamamladıktan sonra da Tunçalp ile dostluğumuz devam
etti. Nusret Aras, Mustafa İlhan, Fikret Şenses, Bülent Serim ile birlikte
sık sık buluşarak görüşmeyi sürdürdük. Maalesef o grubumuzdan
Tunçalp'i kaybettik ve Tunçalp'i özlüyoruz.
Canan Hanım ve Özgen Ailelerinin tüm fertlerine sabır diliyorum.
Sevgili dostum Tunçalp, mekânın cennet olsun, ışıklar içinde uyu.
Mustafa İlhan
Hacettepe Ümniversitesi, YÖK Genel Kurul Üyesi
Geç bulup erken kaybettiğim
Tunçalp ile Yüksek Öğretim
Kurulu (YÖK) Genel Kurulu
üyeliğimiz sırasında, aynı
doğrultuda görüşleri olan
beş arkadaştan (Tunçalp
Özgen, Mustafa İlhan,
Bülent Serim, Fikret Şenses
ve Engin Ataç) oluşan birlikteliğimizin
görevlerimiz
sonlandıktan sonra da devamı için aramıza Ankara Üniversitesi eski
rektörü Nusret Aras’ı da alarak her ay bir akşam yemekli bir sohbet
toplantısı yapıyorduk. Bu toplantıları Fikret zamanlıyor, Engin Eskişehir’den
gelip gidiyordu. İlk zamanlar Kızılay’daki Göksu Lokantası’nda
köşedeki yuvarlak masada buluşuyorduk. Tunçalp ve Nusret hastaları
tarafından çok sevilen cerrahlar olmaları yanında Ankara’nın iki büyük
üniversitesinin eski başarılı rektörleri olmaları nedeniyle de sosyal çevreleri
geniş olan arkadaşlarımızdı. İlk sohbet toplantılarımız bu
arkadaşlarımızın sevenleri tarafından sık sık “iyi akşamlar” dilekleri ile
kesiliyordu. Bu kesintileri önlemek için, diğer arkadaşlara çaktırmadan,
toplantı saatinden önce gelip sırtımı duvara veren sandalyeye oturuyordum.
Bülent ve Fikret de erken geldikleri için biz köşedeki yerleri kapmış
olduğumuz için Tunçalp ve Nusret’e arkası diğer masalara dönük sandalyeler
kalıyordu. Fıkralar ve tatlı anılarla süren sohbetimiz, kanımca,
daha az sıklıkla kesilir olmuştu. Sevilenleri sevenlerinden ayırmak ne
mümkün. Yemek bittikten sonra da birkaç seveni ile ayakta sohbet
devam ediyordu. Her şey ve her yer gibi Göksu da aynı Göksu değil artık.
Bülent Serim
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı, YÖK Genel Kurul Üyesi
Sevgili Prof. Dr. Tunçalp Özgen Hocamı Anarken...
Tunçalp Hocamı, o Hacettepe Üniversitesi Rektörü, ben Cumhurbaşkanlığı’nda
görevli iken tanıdım. Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet
Necdet Sezer’in kimi toplantılarında birlikte olmuştuk.
Sonra yolumuz YÖK (Yükseköğretim Kurulu) üyeliğinde kesişti. Dünya
görüşümüz bizi çok kısa sürede kaynaştırdı. Hele YÖK, yapılan atamalarla
AKP yandaşı siyasal bir kimliğe bürününce, yakınlaşmamız iyice
arttı. Atatürkçü, çağdaş, aydınlanmacı, akıl ve bilimden yana, nitelikli
yükseköğretim yönündeki görüşlerimizi, Tunçalp Özgen, Fikret Şenses,
Mustafa İlhan, Engin Ataç hocalarım ve ben, yeni AKP’li Başkan ve
üyelere karşı birlikte sergilemeye başladık.
Önceleri görüş alışverişinde bulunmak üzere Tunçalp Hocamın muayenehanesinde
buluşuyorduk. YÖK’teki görevimiz sona erdikten sonra
birlikteliğimizi ayda bir yemeğe dönüştürdük ve “Göksu” geceleri
başladı. O yemeklerdeki unutulmaz sohbetlerimizin tadı hepimiz için
anıların en güzelini oluşturuyor. Kimi zaman ameliyat ya da hasta
muayenesi nedeniyle geç kaldığında, Tunçalp Hocamın o güzel
yüzündeki mahcup gülümseyiş hep gözlerimin önünde.
Öylesine nazik bir insandı ki, bel fıtığı şikâyetiyle muayenehanesine
gittiğimde, çıkışta görevli arkadaşın yanına uğramayayım diye beni
asansöre kadar yolcu etmesini asla unutamam. Aynı uygulamayı oğlumu
boyun fıtığı şikâyetiyle götürdüğümde de yineleyince, onun nezaketinin
yapmacık değil, doğal olduğunu anlamıştım.
Her sabah boyun ve bel hareketlerimi yaparken sevgili Hocamı dualarla
anıyorum.
Bir gün, Rektörlük odasında YÖK ile ilgili bir konuda çalışıyoruz.
Gözlerimden şikâyetimi dile getirdim. İhmale gelmez deyip hemen
toplantı masasından kalktı ve bir yere telefon etti. Beni bir görevliyle göz
bölümüne göndereceğini düşünmüştüm. Tunçalp Hocam, Hacettepe
Üniversitesi’nin rektörü, bana göz bölümüne kadar eşlik etti, beni, adını
sonra öğrendiğim Dr Cem Mocan’a eliyle teslim etti. Meğer
damadıymış; onu da sonradan arkadaşlardan öğrendim.
Dedim ya sevgili Hocam doğuştan nazik, ilgili, candan bir insandı.
Göz polikliniğine giderken tüm personeline selam verip hatırlarını
sorması, onun bir başka üstün niteliğini ortaya koyuyordu.
Sevgili Tunçalp Hocamın ailemize de büyük bir iyiliği olmuştu. Torunum
Çınar’ın Bilkent İlkokulu kreşine kabulünde esirgemediği yardımını
ömrüm durdukça unutmayacağım.
Onun gülen yüzü gözümün önüne geldikçe gönlüm gülüyor.
Sonra bu güzelliğin ebediyete göçtüğünü düşündüğümde yüreğim
sızlıyor.
Işıklar içinde uyu sevgili
Hocam.
İnsanlığa ve insanlara
yaptığın iyilikler hep
seninle yaşayacak.
Fikret Şenses
ODTÜ İktisat Bölümü, YÖK Genel Kurul Üyesi
Sevgili Dostum Tunçalp Özgen’in Ardından
Tunçalp Hocamızı ben önce, çeşitli ortamlarda duyageldiğim “ODTÜ
topluluğu başta olmak üzere herkesin yardımına canla başla koşan
Türkiye’nin en önde gelen beyin cerrahlarında biri” tanımlamasıyla ve
Canan Hanım’ın eşi olarak gıyabında tanıdım. Canan Hanım’la önce
ODTÜ’nün Yurtdışı Yayınları Özendirme Komisyonu’nda fakültelerimizin
temsilcileri olarak, daha sonra uzun yıllar Üniversitelerarası Kurul
Doçentlik Etik Komisyonu üyeleri olarak, daha yakın bir geçmişte ise
ODTÜ Senatosu üyesi olarak birlikte görev yaptık. Onun çalışkanlığı,
ilkeli duruşu, dürüstlüğü, konulara iyi niyetli yaklaşımı ve insaniyeti beni
de derinden etkilemişti. Tunçalp Hocamızı tanıdıktan sonra aynı
özellikleri onun da taşıdığına tanıklık ettiğimde, hocamızın Canan
Hanım’dan, çocuklarından ve torunlarından her bahsedişinde gözlerinden
okunan sevginin ve sıkı aile bağlarının sırrını bir ölçüde de olsa
çözmüş oldum.
Tunçalp Hoca’yla yüz yüze ilk karşılaşmamız Eylül 2005’de Yüksek
Öğretim Kurulu (YÖK) üyesi olarak ilk genel kurul toplantısına
katıldığımda gerçekleşti. Beni “kırk yıllık dostmuşuzcasına” sıcak” bir
şekilde karşıladı ve iyi dileklerini iletti.
YÖK üyeliğimiz sırasında genel kurul ve yüksek disiplin kurulu
toplantılarında temel konularda görüş birliği içinde olduk. Türkiye’nin
Yükseköğretim Stratejisi Raporu’nu (Şubat 2007) hazırlayan komisyon
üyeleri olarak birlikte görev yaptık. Elimizden geldiği ölçüde üniversitenin
evrensel değerlerini savunmaya çalıştık. YÖK Genel Kurulu’nun üye
yapısının değiştiği dönemde, bu değerlerden sapmalar görüldüğünde
uyarı görevimizi yazdığımız karşı oy yazılarıyla, basın açıklamalarıyla
yerine getirdik. Kendimizi belirli bir mücadelenin içinde bulduk, bir
anlamda bu değerlerin savunulması bağlamında “dava arkadaşlığı”
yaptık.
Bu dönemde Tunçalp Hocamızın sabah saat 10’da başlayan Genel
Kurul toplantılarına en az bir ameliyat yapmış olarak en erken gelen
üyelerden biri olduğuna, görüşmelere aktif katılımına, yıkmadan
dökmeden yaptığı eleştirilere, insan ilişkilerindeki ayrımcılıktan uzak
nezaketine ve yardımseverliğine, istisnasız herkesin saygı ve sevgisin
kazandığına yakından tanıklık ettim. Ekim 2005 sonrasında, Avrupa
Birliği Tarama Süreci’nde Yükseköğretim alanında oluşturulan altı
kişilik müzakere heyetinde Yükseköğretim Kurulu'nu temsilen görev
aldık ve bu bağlamda Brüksel’e birlikte birkaç yolculuk yaptık. Anadolu’da,
“insanların gerçek değeri yolculukta belli olur” derler. Bu seyahatlerimiz
boyunca Tunçalp Hocamızın her türlü övgüyü hak eden tutum
ve davranışları bu deyişi doğrular nitelikteydi. Yakın dostluğumuzun
temelleri bu dönemde atıldı.
YÖK görevimiz sona erdiğinde Nusret Aras, Engin Ataç, Mustafa İlhan
ve Bülent Serim dostlarımızla birlikte, yaz dönemi dışında üç-dört haftada
bir, akşam yemeklerinde buluşmaya başladık. Tunçalp Hocamız bu
yemeklere de çoğu kez ameliyattan çıktıktan sonra gelir, yorgunluğunu
bize hiç hissettirmez ve hemen sohbetimize her zamanki sevecenliğiyle
katılırdı. On seneyi aşan bu dönemde Tunçalp Hocamızın bütün
dostlarının (ben de dâhil) sağlık sorunlarıyla yakın ilgisini her koşulda
asla esirgemediğini, mesleğine olan tutku derecesindeki bağlılığını,
sevecenliğini, dostluğa verdiği değeri bir kez daha yakından gözleme
şansını elde ettim.
Engin Ataç’ın konukseverliğinde bu dostlarımızla birlikte Eskişehir’e iki
günlük bir gezi yapmış ve çok iyi vakit geçirmiştik. Bunların yanında,
Tunçalp Hocamızın güler yüzlülüğünü, ince mizah duygusunu ve şivesel
aslına uygun olarak tatlı tatlı anlattığı fıkraları unutmak mümkün mü?
Bilinen hikâyedir; bir köy mezarlığında mezar taşlarının üzerinde yaşam
sürelerinin 1 ay, 1 yıl, 5 yıl gibi çok kısa sürelerle belirtildiğini gören bir
yabancı, “ bu köyde neden herkes bu kadar erken öldü?” diye sorduğunda
“biz sadece insanların gerçekten mutlu oldukları sürelerin toplamını
yazarız mezar taşlarına” yanıtını almış. Bu akşam yemeklerinde diğer
dostlarımızla birlikte Tunçalp Hocamızla geçirdiğim saatleri de ben hep
bu kapsamda değerlendirdim. Birlikte ülkemizin sorunlarını tartıştık,
futbol konuştuk, güldük söyledik, dostluğumuzu hep yürekten hissettik.
Bir insan başka ne isteyebilir ki? Son yemeklerimizden birinde kalp
rahatsızlığından söz etmiş ama bizi üzmemek için fazla ayrıntıya
girmemişti.
İzmir’deydim. Yolum sahile düştü. Nedense birden bir banka oturup
e-postama bakma ihtiyacı hissettim. ODTÜ öğretim üyeleri listesine
gelen bir mesajdan acı haberi aldım. İnanamadım. Daha birkaç gün
önce akşam yemeğinde birlikteydik. Ağlamaklı bir sesle ortak
dostlarımızı aradım. Gerisini hepimiz biliyoruz. Hacettepe’de en büyük
salona sığmayan, camide ve mezarlıkta dolup taşan dost ve meslektaş
toplulukları onun önemli bir bilim insanı, yetkin bir cerrah, sevilen ve
saygın bir hoca ve rektör olarak ne kadar etkili eser ve izler bıraktığını ve
ne kadar çok sayıda dost biriktirmiş olduğunu bir kez daha kanıtlamış
oldu. Sadece Hacettepe değil, ODTÜ topluluğu da onun hatırası
önünde çok anlamlı ve duygu yüklü mesajlar yazdı; onu başta yardımseverliği
olmak üzere eşsiz kişiliğiyle saygı ve sevgiyle andı.
Tunçalp Hocamızın kaybı beni de çok sarstı. Ne yazık ki, benim
döktüğüm gözyaşları da onu geri getirmeye yetmedi. Onu ben de saygıyla,
sevgiyle ve özlemle anıyorum. Canan Hanım başta olmak üzere ailesine
ve yakın dostlarına bir kez daha başsağlığı diliyorum. 25 Aralık 2019
Rektörlükte Birlikte Çalıştığı Dostları
Erol Belgin
Rektör Yardımcısı
Değerli İnsan’a
Yarım aşırı çoktan geçti tanışalı Değerli İnsan’la.1964 yılının Ekim ayı,
yeni girmiştim Hacettepe’ye. Kulüp kurmuştum Müzik üzerine; Türk ve
Klasik Batı. Her hafta plak dinletisi yapılacaktı öğrencilere. Dual pikap
gerek dediler plak dinletmek için .Nasıl bulabilirim ki dedim bu pikabı
ben ? Tıp dönem iki öğrencisi Tunçalp Özgen’in ağabeyi Eralp Özgenlerin
evinde varmış dediler. Nerede bulabilirim dedim, derste dediler. Bekledim
dershanenin önünde, tanıştık. Çekinerek anlattım isteğimi. Hoşuna
gitti. Ertesi gün yanıma geldi “pikap tamam” dedi Aylarca her hafta bu
pikabı değerli ağabeyinin evlinden aldım. Klasik Batı müziği sunumlarımız
gerçekleşti .Güzel üniversitemize nitelikli hizmetlerinin başlamasının
ve bu kimliğe hayranlığımın 56.yılı bu yıl.. Akademik ve mesleki
yaşam sürecimde benim tellerime dokunup çok güzel bestelerle benim
beynimi ve ruhumu onaran ve sekiz yıl birlikte çalışma şansı veren değerli
insanı minnet ve şükranla anıyorum…
Çocukken yansımış yüreğinin güzelliği yüzüne.
Hiç kimse inanmaz “Bıraktı gitti ”sözüne. Tüm gönüllerde yaşıyorsun ve
hep yaşayacaksın, özünle. Huzurla uyu, Güzel İnsan:
HİÇ GİTMEMİŞ GİBİSİN
Hızlıydın, ne mümkündü yetişmek sana.
Üniversitenin birimlerini gezerdik koşarak
Biz asansör beklerken beş katı çıkardın uçarak
Bizi karşılardın odada, oturmuş çayını içerken
Ahmet ve ben nefes nefese ,sen sakin ve gülerek..
Çok mükemmel bir şofördün pilot gibi, uçak bile yetişemezdi hızına.
İstanbul yolculuğumuz olmuştu Üniversite’nin bir işi için birlikte.
Direksiyon sende idi tam 3.5 saatte Bağdat Caddesine geldik...
“Ah sen olmasan 2.5 saatte gelirdim Erol” demiştin bana...
“Yavaş rektörüm” dedim giderken.
“Ellerimi çıkarırsam camlardan, kanat olurum uçarız uçak gibi”.
Hızımız 200 km/s, rengim sapsarı,
“Çıkar istersen kollarını dene”, deyip iki tarafın camlarını açtın…
İşlerimiz bitmiş akşam dönüyoruz, hava karardı.
“Çok yoruldunuz ben kullanayım da biraz dinlenin” demiştim.
Vermiştin direksiyonu.
Verdin ama gönülsüz.. Bakışından sezdim, düşük hızı sevmezdin.
Ben arabayı 110-120 km hızla sürüyorum, Off sesleri geliyor arkadan.
“Bu kadar yavaş gidersen sabaha varırız Ankara’ya,
Hızlan Erol biraz ya da ben geçeyim tekrar ”demiştin.
Verdim direksiyonu çaresiz..
Mükemmel cerrahi yeteneğin örnek insani değerlerinle bütünleşti;
Hacettepe gibi bir üniversitenin yönetiminde model oluştururdu.
Yorgundun, yarımdı uykuların ama hiçbir görevini yarım bırakmadın.
İş seyahatlerimizde makam arabasında giderken uykun gelirdi.
Başını koltuğa dayar, 10-15 dakika kestirir; huzurla uyanırdın.
Dinlenmiş, dingin gözlerin çakmak çakmak
“Ohh uykumu aldım” derdin.
Sanat’ın her dalında, Müzik, Resim, Heykel, Bale, Folklor, Tarihi
Eser…
Hiç bir sanatsal etkinliği yalnız bırakmadınız siz ve sevgili Eşiniz..
İstanbul’daki tarihi antikacılara giderdik birlikte, dolaşırdık saatlerce.
Beğendiklerinizi kendi cebinizden ödediğiniz paralarla alırdınız.
Hâlâ birçoğu üniversitemiz mekânlarına koyduğunuz yerlerde duruyor.
Tevcihin ile Konservatuvara Müdür olarak atanmıştım. Yıl 2005..
Senfoni Orkestrası sanatçıları; birkaç öğretim elemanı ve öğrenciler,
Birçoğu kadrosuz ve hiç ücret almadan gönüllü görev yapıyorlar.
Kaybolmak üzere olduklarını, kadro gerektiğini ifade etmiştim.
Bir hafta içinde 33 adet öğretim görevlisi kadrosu göndermiştin.
Öğrencilik yıllarında başlayan hizmet aşkının katlandığını gördüm.
Merkez Kampüs’de inşaatlardan sorumlu olarak görevli idim.
Belediye’den 49 yıllığına kiralanmış parkı düzenliyorduk.
Buraya bir kafe binası yapma düşüncem için izin istedim.
Yapabilirsin ama tek şartım var, adı “Geyik Kafe” olmalı demiştin.
Her geçişimde önünden o izin gününün heyecanını yaşarım…
Birlikte çalıştığımız sekiz yılın her günü ayrı
bir özellik taşır.
Anlatmaya başlarsak kitaplara sığdıramayız
bu güzellikleri.
Üniversitemize aşıladığın ilkeler, değerler ve
güzel eserler,
Her yıl yeni yapraklar verir çiçekler açar,
mis kokulu
Bu güzel kokular bizleri besler, özletir seni,
yaşatır sonsuza dek…
Nuran Özyer
Rektör Yardımcısı
Hiç akla gelir miydi?
8 Mart 2019 Cuma gecesi çalan telefonumu açtığımda, Didem’in
ağlayarak “hocam, Tunçalp hocayı kaybettik “ deyişini kendisine kaç kez
tekrarlattım, bilemiyorum. Ne demek ”kaybettik?”, kendisiyle daha yeni
konuşmuştuk, bir akşam hep birlikte yemeğe gidecektik. Morga giden
yolda hâlâ “bunda bir yanlışlık var” diyordum eşime. Daha sonra tabutunun
başındaki saygı duruşunda bile “ hadi hocam, bu şaka biraz fazla
uzadı, kalkın artık.“ diye bağırasım geliyordu içimden. “Ölümü hiç akla
gelmezdi” denir ya... Demek Tunçalp hocam da, ölümü hiç akla gelmeyenlerdenmiş.
Aslında hocam, tam kendine yakışır bir biçimde aramızdan ayrıldı. Her
zaman ki gibi yine aceleci davranmıştı. Kendisiyle bir yere yürüyerek
gideceğimiz zaman “arkadaşlar biz çıkalım, hoca bize yetişir nasıl olsa”
derdim, Gerçekten de bize yetişir ve çoğu kez birlikte yürürken biz yine
gerisinde kalırdık. Ne var ki, bu kez zamanı ayarlayamamıştı, hocam.
Gitmek için daha çoook erkendi...
2005 yılında Üniversitemizin Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü iken
rektör beyin benimle görüşmek istediği iletilip Rektörlüğe gittiğimde,
hoca bana “Nuran, düşündük, rektör yardımcısı olmanı kararlaştırdık ”
deyince, öylece kalakaldığımı hâlâ çok iyi hatırlıyorum. Bu görev benim
için elbette ki büyük bir onurdu, ama ne kendimle ne de ailemle düşünebilmiştim
aniden oluşan bu yeni durumu. Her şey yine çok ani ve hızlı
gelişmişti.
O güne kadar sadece Senato ve Yönetim Kurulu toplantılarından ya da
Enstitü ile ilgili konuları konuşmalarımızdan tanıdığım Tunç hocamı
birlikte çalışırken çok daha yakından tanıma fırsatım oldu. Laik,
demokrat ve cumhuriyetçi bir bilim insanı, başarılı bir beyin cerrahı ve
başarılı bir yönetici olmasından öte, öncelikle çok iyi bir insandı. Sevgi ve
iyilik dolu kocaman bir yüreği vardı. Ailesine ve Hacettepe’ye olan sevgisi,
çalışırken onu motive eden en büyük etkenlerdi. “Haklı da olsanız
hiçbir zaman kimseye karşı kinle, öfke ile davranmayınız” derdi. Kendisi
de herkese hep öyle davrandı. Çok zeki bir insandı, ama bir o kadar da
çok kuvvetli bir hafızası vardı. Öyle ki, üniversitenin akademik ve idari
personelinin adlarını neredeyse ezbere bilirdi; şayet tanıştıysa eşlerinin
bile.
Hızlı düşünür, ani karar verir ve verdiği bu ani kararlarda çok az
yanılırdı. Çok çalışkan, vizyon sahibi, olumlu, yorulmak bilmeyen,
mücadeleci, azimli ve tuttuğunu koparan bir insandı, Tunç hocam. Lider
olarak doğmuştu. Üniversitenin yararı için yapamayacağı hiçbir şey
yoktu. Üniversitede birçok yeni ve önemli projelere imzasını atan
hocamız, üniversitemiz için çok önem verdiği Toplam Kalite Süreci ve
EUA değerlendirmesi için yürüttüğümüz çalışmalarda, her zaman
maddi ve manevi çok büyük destek verdi. Her akşam, günün genel
değerlendirmesi için yaptığımız uzun süren toplantılarda yediğimiz
salatalık ve havuca isyan ettiğimde, “kilo almamak için“ derdi, ama ben
sonunda dayanamayıp masada duran çikolata paketinden gizlice bir
tane aldığımda, kendisi de alırdı ve bir bakardık ki çikolatalar bitmiş.
Dayanamadığı iki şeydi, çikolata ve kola.
Üniversitenin eğitim ve öğretim faaliyetlerine verdiği önemin yanı sıra,
kültür ve sanat alanlarındaki projelere de çok fazla değer ve destek veren
hocamızın, üniversite-toplum ilişkisinde çok önemsediği, kurulmalarında
kendisinin ön ayak olduğu üniversitemiz Senfoni Orkestrası’nın,
Türk Sanat ve Halk Müziği korolarının konserlerinde, açmış olduğu
“Sanat Müzesi” ya da Galerideki sergi açılışlarında duyduğu heyecan ve
coşku, her daim yüzünden açıkça okunurdu.
Kendisiyle çalıştığım yıllarda özenle saklayacağım o kadar çok fazla anı
var ki, sayfalara sığmaz. Fakat kısaca şunu söyleyebilirim: hocamla birlikte
yönetimde çalıştığım yıllar, yaşamımın belki en zorlu ama bir o kadar
da en huzurlu ve en yararlı yılları olmuştur.
Hani Anne Frank hatıra defterinde “ben öldükten sonra da yaşamak
istiyorum” der ve gerçekten de hâlâ yaşıyor ya... Öldükten sonra
yaşayanlara bence şimdi biri daha eklendi: TUNÇALP ÖZGEN.
Siz bizlerden ayrılsanız bile, hep yaşayacaksınız, sevgili hocam.....
Atilla Konaç
Genel Sekreteri
Aziz ve çok sevgili Rektörüm,
Sizi başlık yapıp neler yazacağımı düşünmeye başladığım zaman işimin
zor olacağını anladım.
Bir yerden başlamak gerekiyordu, başladım:
YÖK’teki Genel Sekreterlik görevimden 1999 yılı yaz başlarında istifa
ederek emekliye ayrıldım. Niyetim biraz da evimle, bahçemle uğraşmak
arkadaşlarla daha çok vakit geçirmekti. Arkadaşlarımın hemen tamamı
“Hacettepeli” idi. Günlük konuşmalarımız da haliyle hep Hacettepe
ekseninde sürüyordu
Gündemimizin birinci maddesi de yaklaşan rektörlük seçimi idi. Seçim
bitti, beklediğimiz gibi siz büyük bir ekseriyetle seçilip, atandınız.
YÖK’ten önceki uzun çalışma hayatım, kuruluş yıllarından beri
Hacettepe’de geçtiği için sizi de, öğrencilik yıllarından Canan hanımı da
tanıyor, çok takdir ediyordum. Ayrıca da çok önceleri 1975 yılında değerli
hocamız Aykut Erbengi’nin beni ameliyat ettiği zaman siz de başasistan
olarak doktorlarım arasında idiniz.
Daha ben sizi tebrike gidemeden sizden bir telefon aldım. Beni bir
konuyu görüşmek üzere RV’de bir akşam yemeğine davet ediyordunuz.
Güzel bir yemekten sonra ”Bak Atila‘cığım, ben Rektör oldum. Sen bu
Üniversitenin Kurucusu ve sonraki bütün Rektörlerine genel sekreterlik,
sonra da 15 yıl YÖK genel sekreterliği yaptın. Bu birikiminle şimdi de
beraber Hacettepe’ye yeniden hizmet verelim” dediniz. Yürekten bir
Hacettepeli olarak böylesine bir teklife hayır diyemezdim. Kabul ettim.
Bu defa da sizin genel sekreteriniz olarak başlayan Hacettepe’deki ikinci
görev yıllarım sadece benim için değil, birlikte çalıştığımız bütün diğer
arkadaşlar için de çok mutlu ve verimli bir çalışma dönemi oldu.
Mesleğinizde çok, çok iyi olmanız yanında rektörlük görevine henüz
başlamış bir öğretim üyesi olarak değil de, sanki 40 yıllık bir rektör gibi
yönetim konularında bizleri hayretlere düşüren uygulamalarınız ve
kararlarınıza sekiz yıl boyunca defalarca tanık olduk.
Çok zeki, çok dürüst, çok çabuk, çok çalışkan, çok kadirşinas, çok hakşinas,
çok zarif ve çok sevimli idiniz.
Hacettepe’yi öyle seviyor onunla öyle bütünleşiyordunuz ki her
gördüğünüz güzelliği ona taşımak istiyor, her gittiğiniz ülkeden Hacettepe
için mutlaka yeni bir fikir, yeni bir proje getirip onları uygulamak için
gecenizi gündüzünüze katıyordunuz.
Sevgili eşiniz Canan Hanım ve yavrularınızla hiç dinlenmeden koştura
koştura, istediğiniz gibi çok kaliteli bir ömür yaşadınız.
Şimdi, siz nasıl bizleri burada bırakarak aniden gittiyseniz ben de bu
yazımı sonuç bölümü olmadan bitiriyorum.
Rahime Nohutçu
Rektör Danışmanı
Prof. Dr. Tunçalp Özgen’i öğrenciliğimden itibaren uzaktan tanıyor
olmama karşın Rektörlüğü döneminde yakından tanıma ve birlikte çalışma
şansına sahip oldum. Bu birlikte çalışma süreci tüm Rektörlük görevi
boyunca sekiz yıl devam etti. Bazı insanları tanıdıkça hayal kırıklığına
uğrarsınız, inancınızı ve saygınızı her geçen gün biraz daha
kaybedersiniz. Bazı insanları ise tanıdıkça saygınız artar, görünenin ve
bilinenin ötesinde çok daha farklı derinlikler, incelikler ve özellikler
bulursunuz. Tunçalp Hoca benim için tanıştığım günden itibaren hep
ikinci grupta oldu. İçtenliği, enerjisi ve heyecanı ile çevresinde daima
pozitif bir atmosfer oluşturduğuna inanıyorum. Tunçalp Hoca deyince
aklıma gelen ilk özellikler neler diye kendime sorduğumda cevabım,
“bitmek bilmeyen enerji, heyecan, içtenlik, Hacettepe sevgisi ve aidiyeti”
oluyor her seferinde… Tükenmek bilmeyen enerjisi, çalışkanlığı, inancı
ve ayrıcalıklı vizyonunun Hacettepe sevgisi ile birleşmesinin doğal
sonucu olarak Hacettepe Üniversitesi’ne Rektörlüğü döneminde son
derece önemli ve değerli kazanımlar sağladı.
Tüm bu özelliklerinin yanında, insani yönü de çok güçlü olan Tunçalp
Hoca’nın insan sevgisi de en belirgin özelliklerinden biriydi. Bütün öğretim
üyelerine hiç duraksamadan isimleri ile hitap etmesini her zaman
şaşkınlıkla, bir o kadar da hayranlıkla izledim.
Sevgili Tunçalp Hocam, satırlarımı size hitaben bitirmek isterim. İyi ki
vardınız, iyi ki sizinle çalışma fırsatım ve şansım oldu. Sizden çok şey
öğrendim. Öncelikle; inanç, çalışkanlık, Hacettepe sevgisi ve aidiyet
duygusu ile her zorluğun aşılabileceğini, Hacettepe Üniversitesi’ne
hizmet etmenin, onun uğruna saatler, günler ve geceler harcamanın
aslında çok keyifli bir serüven olduğunu…
Didem Reisoğlu
Özel Kalemi
Değerli Hocam,
Sizin ne kadar eşsiz olduğunuza dair yüzlerce yazı, duygu bildirimi,
mesaj oluştuğuna eminim.
Ben bu eşsizliğe yakından tanıklık etmiş olmaktan ötürü kendimi
fazlasıyla şanslı sayıyorum.
Sizinle paylaştığımız zamanlarda yaşadığımız acı, tatlı, komik, absürt,
inanılmaz onlarca anıyı hiç unutmayacağım. Elbette bunların bana
kattıklarını da..
1999’dan bugüne kadar hayatımdaki en önemli figürlerden biri oldunuz.
Çalışkanlık insanın içinde var ise, dağların devrilebildiğini sizden öğrendim
ben..
En yoğun, en zor, en yükü ağır mesailerin altındayken herkesin tükendiği
anda sanki sabah yeni uyanmış gibi olan enerjinizle ve düşünmüş,
sindirmiş, sakinleşmiş ruh halinizle her şeye yeniden başlayarak, tüm
ekibinizi nasıl omuzladığınızı ve motive ettiğinizi hayretler içinde yıllarca
izledim.
Rektörlük göreviniz süresince hayata geçirdiğiniz değerli birçok projenin
yanı sıra hayat verdiğiniz müze ve orkestra gibi değerlerin sadece üniversitemize
değil, tüm topluma katkınız olduğu yıllar geçtikçe daha iyi
anlaşılıyor.
Yoğun mesainizi akademik ve idari personelle geçirirken, insana insan
olduğu için değer verme düsturunuzla herkesin kalbini fethettiniz.
Değerli ailenize gösterdiğiniz özenle herkese, hepimize örnek oldunuz.
Değerli Canan Hanım, Burçe ve Dalsu beni her zaman ailenin bir
parçası hissettirdiler. Bu da sizin o hiç bitmeyen sevginizin sonucudur.
Her zor günümde yanımda olduğunuzu asla unutmayacağım. Sonsuz
müteşekkirim.
Gözünüz arkada kalmasın hocam; sizin ifadenizle ‘vatan borcu’ addettiğiniz
yaşam biçiminiz, hem hekimliğinizde, hem de Rektörlüğünüzde
büyük fedakârlıklarla adanarak var ettikleriniz, çocuklarınızın, torunlarınızın
ve hayatına dokunduğunuz hastalarınızın, öğrencilerinizin,
çalışma arkadaşlarınızın akıllarında, gönüllerinde hep yaşayacak ve
gelecek nesillere aktarılacaktır. Asla unutulmayacaksınız..
Değerli Hocam,
Cumhuriyetimizin kuruluş ilkelerini hedef edinmiş bir vatan evladı
olarak toprağınızın koynunda sonsuza kadar rahat uyuyun..
Muayenehanede Birlikte Çalıştıkları
Nesrin Aktaş
Muayanehane Sekreteri
Yıl 2007, Aralık ayının son günleri. Tunç Hocam Rektörlük görevini
bırakmış muayenehanesini açacakmış ve bir sekreter arıyormuş. Pınar
Orbey Hanım’ın aracılığı ile Tunç Hocamdan bir randevu alındı.
Görüşmeye gittiğimde kapının üzerinde sadece Dr. Tunçalp Özgen
yazısı vardı. Mütevaziliği oradan başlıyordu. Zile bastım kapıyı beyaz
saçlı, gülen yüzüyle tonton biri açtı. Adını çok duymuştum ama Tunç
Hocamı ilk kez görüyordum. O hâli hiçbir zaman gözümün önünden
gitmedi. Önce biraz oturup sohbet ettik sonra muayenehaneyi gezdirdi.
Babacan tavrı hep vardı. Görüşmemizi bitirdikten sonra anahtarı
uzatarak "Yarın başla" dedi. Başladığımız gibi çalışma hayatımızı büyük
bir saygı ve sevgi ile sonlandırdık. Böyle bir insanla çalışma imkânı
bulduğum için çok şanslıydım. (Pınar Hanıma da bana bu imkânı
sağladığı için sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum). Tunç Hocam çok iyi bir
dinleyici ve yol göstericiydi. Hiçbir zaman kırıcı olmadı; çok kızdığında
bile tek yaptığı şey dişlerini gıcırdatmaktı. Anlardım ki canı bir şeye
sıkılmış. Hepimize çok büyük dayanak olmuştu. Her zaman naif ve zarif
bir insandı. Kibir, Tunç Hocamda olmayan bir özellikti. Hastaları onun
için çok önemliydi ve onlara çok değer verirdi.
Sevgili Tunç Hocam, 11 yılda o kadar çok anılarımız oldu ki onlarla her
zaman yaşayacaksınız. Mükemmel bir hekim, mükemmel bir kişilik
olarak sizi sevgi ve özlem ile daima hatırlayacağım. Aşağıda bir anımı
paylaşacağım
Tunç hocamın ameliyatının olduğu günlerden biriydi. Bir gün öncesinden
Çağlar Hanım’a “Bankaya gideceğim biraz geç gelebilirim siz erken
gelir misiniz?” dedim. “Olur.” dedi. (Sabahları kapıyı hep ben açıyordum
çünkü.) İnandım. Rahatça bankaya gittim zaten saat 9.00’da işleme
başlıyorlardı. Numaramı aldım bekliyordum. Aradan biraz zaman geçti,
hocamdan aşağıdaki selfi mesaj geldi. Çok şaşırdım. Hemen hocamı
aradım. O sakin sesiyle “Ben geldim kimse yok.” dedi. Meğer Çağlar
Hanım daha gitmemiş. “Hemen geliyorum hocam.” dedim, ve durumu
anlattım. “İşini hallet, acele etme.”
dedi. Meğer ameliyat ertelenmiş hocam
da erkenden muayenehaneye gelmiş.
Ufacık bir kötü söz bile etmedi, ama
çektiği selfi bana yetti. Muayenehaneye
gidince birlikte çok güldük. Ama bu
olaydan sonra ameliyatı olduğunda geç
geleceğim zaman Tunç hocama da bilgi
vermeye başladım. Bana nazik tavrıyla
çok güzel bir ders verdi... Güzel bir
baskın yemiştik Tunç hocam tarafından
:)
Tunç Hocamın “Geç kaldın neredesin?
selfisi.
Necip Aymergen
Koruması
Hayatımın 17 yılını unutulmaz tecrübeleriyle dolu dolu yaşadığım
hocam, babam, her şeyim diyebileceğim tek insan..
Ailecek en çok güvendiğimiz, sevdiğimiz eşsiz biriydi.
Hocam yokluğunuza hâlâ alışamadım. Her geçen gün özleminiz giderek
artmakta. Yeriniz asla doldurulamaz.
Sevgili babam, seni asla unutmayacağım. Nurlar içinde yat..
Çağlar Özer
Muayenehanede Birlikte Çalıştığı Hemşiresi
Aramızdan ayrılışınızın birinci yalında sizin için bu cümleleri kaleme
almak ne kadar zor olsa da aynı zamanda çok da anlamlı. Sizinle geçirdiğimiz
5,5 yıl boyunca benim çok fazla bilgi biriktirmemi sağladınız.
Hem tıp alanındaki engin bileğilerinizi benimle paylaştınız, hem de
insani yönünüzle bana çok şey kattınız. Benim için kıymetinizi ve değerinizi
kelimelerle ifade etmek çok zor ve eminim ki sizi tanıyan herkes için
de bu böyledir. Sizinle seneler içerisinde çok fazla güzel anı biriktirdim
hocam. Bu güzel anılar her zaman benimle yaşayacak. Sizi çok özlüyor
ama hep yanımda olduğunuzu da biliyorum. Işıklar içinde uyuyun
hocam.
En derin saygı ve sevgilerimle
Hacettepeli Dostlarının
Anı Yazıları ve Mesajları
Fatma Acun,
Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü
Doçentlik sınavını yeni vermiş ve hemen ardından kadro talebinde
bulunmuştum. Ancak, talebime olumlu cevap verilmemiş, iki yıl daha
beklemem gerektiğini söylenerek daha fazla makale yazmam tavsiye
edilmişti. O dönemde, üniversitemizin kriterleri YÖK'ün kriterlerinden
daha yüksek olduğu için, genellikle, önce sınava girilip, unvan alınıyor,
iki yıl kadar sonra da kriterler yerine getirilip kadroya müracaat ediliyordu.
Fakat ben, ileriyi düşünerek, doğrudan Üniversitemizin kriterlerini
yerine getiren bir dosya hazırlayıp doçentliğe müracaat etmiş ve ilk
girişte sınavı geçerek unvanı almıştım. Böylece, iki yılı daha beklemeyecektim!!!
Ancak, ısrarla, beklemem ve makale yazmam isteniyor, üniversitemizin
kadro kriterlerini sağladığıma bakılmıyordu bile. Yazlı kural
yerine, sözlü kuralların olduğu, bunlara göre kadro dağıtıldığı söyleniyordu
sürekli. Bu durumda, rektörümüz Sayın Tunçalp Özgen'e durumu
anlatıp yardımını istemekten başka çarem kalmamıştı. İlk görüşmemizde,
değerli hocamız konuyla yakından ilgileneceğini söyledi. İsmimi de
öğrenmişti. Mutlu oldum… Fakat bir yandan da, onca işinin arasında,
vakit bulamayacağını, ismimi de unutacağını düşündüm. Aradan bir ay
geçti geçmedi, Tunçalp hoca ile Beytepe'de bir konferansta
karşılaştığımızda ismimle hitap edip ilgili kişilerle görüştüğünü bana
söylemesin mi? Çok şaşırdım. Özellikle de ismimi unutmamasına...
İlerleyen zamanda, konuyu benden fazla takip ettiğini, her gördüğünde,
"çözmemize az kaldı" dediğini hatırlıyorum. Neticede, değerli
hocamızın yakın ilgi ve uğraşısıyla, kadromu aldım... Aradan epey
zaman geçti... Değerli Tunçalp hocamız, emekli olduktan, sanırım
birkaç yıl sonra bir kokteylde karşılaştık. Bana yine ismimle hitap etmesin
mi? Aradan en az üç-dört sene geçmişti, ismimi hâlâ hatırlıyordu.
Hafızasıyla büyülendim. Sadece benim değil, yanımdaki arkadaşlarıma
da ismiyle hitap ediyor, hal hatır soruyordu. Müthiş bir hafıza ve hatırlama
yeteneği vardı değerli hocamızın… Hak edene hakkını teslim etme
duygusu, adaletli yönetim anlayışı ve demokrat kişiliği, en belirgin
vasıflarıydı değerli hocamızın. Bizlerde, silinmeyen, her daim saygıyla
anacağımız anılar, izler bıraktı. Kendisini saygıyla ve şükranla anıyor,
aziz ruhuna rahmet diliyorum.
Buket Akkoyunlu
Eğitim Fakültesi Dekanı
Tunçalp hocamız hepimize o kadar çok şey kattı ki, vizyonu, yöneticilik
anlayışı, şefkati, insana verdiği değer, ülkemize olan sevgisi ve daha
burada sayamayacağım birçok özelliği ile çok şey öğretti. Yeri doldurulmaz,
hocamızın. Ama çok şanslıydım ki kendisini tanıma, birlikte çalışma
imkânını buldum. Eksikliğini hep hissedeceğiz. Nur içinde yat
hocam.
Ayşe Akın
Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Tunçalp Özgen'in ardından...
Bir ömre kaç hayat sığar? - Self Gazette’de Ayşegül Özgen tarafından
anlatılanların eksiği yok fazlası var...
Sağlığımı borçlu olduğum beni iyileştiren hekimim, HÜ deki son beş
yılımda çok yakın çalıştığım Rektörüm... Mükemmel bir insanı, değerli
bir bilim adamı ve ayrıcalıklı bir hekimi, unutulmayacak bir Rektörü
çook erken kaybettik. Nurlar içinde yatsın. Onu tanıyanların unutması
mümkün değil...
Düzenlenen törenin sade katılanların sayısı değil, içtenliği, üzüntünün
derinliği ve şaşkınlığı anlatılacak gibi değildi...
Uğurhan Akyüz
Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı
Canan Özgen hocamdan “Değerli Hacettepeliler, Değerli Dostlarımız”
diye başlayan mesajı aldıktan sonra ne yazabilirim diye düşündüm, çok
sürmedi konu bulmak.
Sıralamasız öylece aklıma gelenler: Henüz Rektör seçilmeden önce
tanışmıştık Tunçalp hoca ile. Kazandığı ilk seçimin hemen akşamında
Nöroşirurji Bölümünde küçük bir grup birlikte idik! 7 Nisan 2003 günü
16.00’da telefon etmiş “evrakların tamamlandı hayırlısı olsun”, 9 Nisan
19:00’da ise “kutlarım” demişti! Profesörlük belgemi Tunçalp hocadan
aldığım anki heyecanım hala taze! Ankara’da açtığım tüm kişisel sergilerime
gelerek beni onurlandırmıştı. Onun yönlendirmesi sonunda Grafik
Bölümüne bir proje yapmış, bölümü bilgisayar ve diğer ekipmanla
donatmıştık. KKTC Yakın Doğu Üniversitesinde görevlendirildiğimde
yanımdaydı. Hastalandığımda niye haber vermedin diye fırçalamıştı;
babamın rahatsızlığını duyunca onu çağırmış, bizzat ilgilenmişti.
Fakültenin etkinliklerinde mutlaka bulunmaya çalışırdı. Sanatı çok sever,
sanatçıya değer verirdi. Devlet Sanat Ödülü aldığımda nasıl mutlu
olmuştu! Onun koruyucu şemsiyesi altında yüzlerce insanla tanışmıştık.
Tunçalp hoca Rektör olarak atandıktan sonra kendisini fakülteye davet
etmiştim ve gelmişti. Fakülte koridorlarında bir rektörün ilk defa
göründüğü zamandı. İkinci rektörlük seçiminde benim de adım ilk altı
arasında YÖK’e, oradan da ilk üç arasında Cumhurbaşkanına gitmişti!
Cumhurbaşkanından onay beklenirken bir toplantıda: “Bak bir de
Uğurcan atanırsa yaktı bizi” diyerek güldüğünü hatırlıyorum! Hele
fıkralar! Daha nice anılar ve bende onlarca fotoğraf!
Yukarıda aktardığım; virgül veya nokta ile ayrılmış her konu üzerinde
ayrı ayrı yazılabilecek anılar ve yaşanmışlıklar içerse de; Tunçalp
hocanın bendeki en derin izi 28 Mart 2005, Pazartesi günü tarihlidir. O
gün çok farklı bir şey oldu!
Tunçalp hocanın o günkü konuşması ile aklıma gelenleri ve
yaşadıklarımızı yazacağım, paylaşacağım. Değişik zamanlarda ve
ortamlarda, değişik içerikli pek çok konuşmasına tanık olmakla beraber
o günkü konuşması hep benimle kaldı Tunçalp hocanın!
Tunçalp hocanın rektör yardımcılarından biri de Ahmet Göğüş idi!
Gözlemlediğim kadarı ile; her ikisi de 1946 doğumlu olmakla beraber
aralarında bir abi-kardeş ilişkisi gibi derin, saygıya dayalı bir dostlukları
vardı. Tunçalp hoca, Ahmet Göğüş’ün görüşlerine çok önem veriyordu.
İşte; Üniversitemiz Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Ahmet Göğüş için, 28
Mart 2005, Pazartesi günü Sıhhiye Yerleşkesi’nde düzenlenen cenaze
töreninde Tunçalp hocanın yaptığı konuşmanın son cümlesidir paylaşmak
istediğim!
Törene katılanlar hatırlayacaklardır, Tunçalp hocanın konuşması şöyle
bitti: “Rektör yardımcısı olarak ben seninle çalışmak istiyorum diye ona
teklif götürdüğümde “bir yanlışını görürsem çeker giderim” demişti
bana! Şimdi soruyorum, ben ne yanlış yaptım da böyle çekip gittin?
Her ikisi de nurlar içinde olsun!
Benim için önce insan, sonra hoca ve rektördü!
Saygı, minnet ve rahmetle!
Ferhat ARIK
Mezun, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyoloji Bölümü
2004-2008 yılları arasında Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü öğrencisi
oldum. 2010-2017 yılları arasında da yine aynı bölümde yükseköğrenimimi
araştırma görevlisi olarak tamamladım.
Lisans öğrenimim sürecinde Tunçalp hocamızın Rektör olduğu döneme
ait küçük bir anımı paylaşmak isterim. Beytepe’de yurtta kalmaktaydım,
hafta sonu Kızılay’a gitmek üzere otobüs durağında beklemekteydik,
durakta karşılaştığım iki arkadaşla birlikte. Mercedes marka bir araç
sıraya doğru yaklaştı ve birkaç metre gerimizde durdu ve şoför arka
koltuktan kişisel malzemelerini alarak bagaja koydu ve bana bakarak
seslendi “Gelin çocuklar gideceğiniz yere kadar bırakayım”. Göz teması
kurmadık, bizi çağırana değil de Mercedes’e odaklanmıştık sanıyorum.
Orta sınıf ve altı bir ailenin sahip olamayacağı ve önemli bir sınıf göstergesi
olan Mercedes hemen yanı başımızda ve hizmetimizdeydi. Üç
arkadaş araca bindik, ben arkaya oturdum, oldukça rahat hareket ediyorum,
zira koltuklar çok rahat, yayılmışım…
Bir yandan da muhabbet ediyoruz, bölümlerimizi soruyor hoca (hoca
mı, memur mu artık kimse), ben Sosyoloji deyince hocalarımızı sayıyor,
nasıl gidiyor, memnun musun, zorluyorlar mı diye soruyor cevaplıyorum
fakat herkesi tanıması da beni şaşırtıyor. Daha sonra yurtta durumlar
nasıl, sıkıntı var mı diye soruyor, yurtlarda o dönemde sıcak su sıkıntısı
olduğunu belirtiyoruz. O sorunun giderildiğini söylüyor, biz ise seviniyoruz
arkadaşlarla bakışarak. Ayrıca eşimiz, dostumuz, akrabamız
kampüse girerken nizamiyede izin verilmiyor, çok sıkı bir denetim var,
galiba rektörün talimatı bu yöndeymiş, güvenlik o şekilde cevap verdi
deyince ben, “benim öyle bir talimatım olmadı” yanıtını almamla
arkada koltukta yayılmış rahatça oturduğum yerden hızlıca doğruluyorum.
Şaşkınlık ve heyecan içerisinde rektörün aracında olduğumuzu
anlıyoruz. Bu defa daha detaylı sohbet etmek istiyor bizimle. Hem
bölümde hem yurtta hem kampüsteki sıkıntılarımızı, beklentilerimizi
soruyor. Bu arada ben bölüm temsilcisiyim, ÖTK üyesiyim, bu bağlamda
bazı sorunları konuşmak istiyorum ve Sıhhiye Köprüsü üzerinde
duruyoruz arabanın içerisinde, şu anda hatırlayamadığım, fakat 15
dakika olarak tahmin edebileceğim bir sohbet gerçekleştiriyoruz. Sohbet
sonunda her zaman kapısının açık olduğunu ve her türlü talebimizi
kendisine iletebileceğimizi söylüyor ve ayrılıyoruz…
Bir rektörle sohbet etmenin haklı gururu içerisindeyim, aslında
ulaşılamaz gibi görünen bir durum birden siliniveriyor zihnimde,
normalleşiyor, özgüvenim artıyor. Kendimi daha değerli hissediyorum
ve varlığım daha da anlamlı kılınıyor, bunu hissediyorum…İnsana
dokunan yalnız değildir…
İsmihan Artan
Çocuk Gelişimi Anabilim Dalı
2000’li yılların başıydı sanırım. Ben
Çocuk Gelişimi Bölümü’nde genç bir
doçenttim, Tunçalp Hocamız da üniversitemizin
rektörü.
Bir yaz ayıydı, bölüm başkanımız bölümle
ilgili bir belgeyi rektörlüğe iletmemi
rica etti. Öğrencilerimiz yaz stajı için
kurumlardaydı ve ben de rektörlüğe
belgeyi teslim ettikten sonra staj denetlemeye
gitmeyi planladım. Bilenler bilir,
Çocuk Gelişimi stajları çok hareketli olur.
Çocukla çalışmak zordur. Eğilip,
kalkmak, yere oturmak, zıplamak, bazen
koşmak zorunda kalırsınız. Çocukla
çalışabilmek için daha rahat bir şeyler
giyersiniz. Ben de bir kot ve tişört giymiştim.
Elimde belge ile rektörlüğe girdim.
Sanırım sıcaktan dolayı hocamızın da
kapısı açıktı. Belgenin geldiğini telefonla
haber verdiler. Ancak o sırada sesimi
duymuş olmalı ki, içeriden seslendi:
“İsmihan mı oradaki?” “Evet, hocam”
dedim ama üstümde kot olduğu için
görünmek istemiyorum, sesim kısık.
“Gel” diye seslendi. Hocamı çok severim,
onunla konuşmak beni çok gururlandırır
ama üstümde kot var, ayağımda lastik ayakkabılar… O kadar mahcup
durumdayım ki. Utana sıkıla girdim yanına. Staj olduğunu, onun için
böyle giyindiğimi kem küm söyledim. Beni oturttu karşısına. Bir tatlı,
keyifli, öğretici sohbet başladı. Artık kılık kıyafet kimin umurunda?
Çocuk gelişiminden girdik sohbete, en son hatırladığım çocuklukta
kazanılan doğa sevgisi, çocuklara enerji tasarrufu nasıl öğretilmeli, suya
duyarlı çocuklar yetiştirmek gibi konulardı.
Sonradan çok düşündüm o günü. En çok, beni sesimden tanımış
olmasından etkilendim. Böyleydi işte Tunçalp Hoca. Hepimizi tek tek
bilir, tanır, değerli hissettirirdi. Yolda karşılaşınca “sen kilo mu aldın
biraz” bile derdi. Genç bir doçenti odasına buyur etmiş, karşısına almış,
sohbet etmişti. Muhtemelen odaya giren İsmihan ile çıkan arasında fark
vardı. Ne güzel şey kendini değerli hissetmek! Daha da güzel şey,
karşısındakine kendisini değerli hissettirebilmek!
Figen Batman
Gastroenteroloji Anabilim Dalı, Manevi ablası
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi Tunç, Stajyer Tunç,
intern Tunçalp Özgen, Nöroşirürji asistanı Tunç, Uzman, Doçent,
Profesör Doktor Tunçalp Özgen ve nihayet Hacettepe Üniversitesi
Rektörü Tunçalp… Tüm bu “Tunç”lara ilaveten; son sözlerim, iyi bir eş,
iyi bir baba, tüm bu özelliklerinin belki de en başında iyi bir hekim ve iyi
bir eğitmen, ama çok iyi bir insan olması gelir.
İlk yıl asistanı olarak Hacettepe Üniversitesi’ne başladığımda, Tıp
Fakültesi’nin ilk öğrencileri arasındaki Tunçalp Özgen ile İç
Hastalıklarına stajyer olarak başladığı zaman tanıştım. O zamandan
sonra onun Figen Abla’sı oldum. Tunç’ların bir grubu vardı; Tunç,
Şevket, Süleyman ve Metin. İntern oldukları zaman da ben kıdemli
asistan olmuştum. Hep beraber nöbet tutardık. Hastaların EKG’leri,
kan laboratuvar bulguları, kan bankasında kan hazırlatılması gibi işleri
hep beraber yapardık. Bu yoğun işler arasında esprilerin bini bin para!
Ablaları olarak ben; onların gönül problemlerini, siyasi görüşlerini
tartışır ve aklım erdiğince onlara yol gösterirdim. Daha sonraki senelerde
tez çalışmaları, yurt dışı eğitimleri, evlilikler, baba olma, onların
sorumluluklarını yüklenmek gibi hayatın getirdikleri “abla-kardeş”
ilişkimizi daha da perçinledi. Tunçalp Özgen benim kardeşimdi. Benim
hekimliğime de çok güvenirdi. İç Hastalıkları ve Gastroenteroloji vakalarını
benimle paylaşırdı.
Hacettepe’de Bölüm 71’in bir ucu Nöroşirurji, bir ucu da Gastroenteroloji
idi. Bizler sabah karanlığında Hacettepe’ye geldiğimiz için bazı
günler odama girdikten beş dakika sonra telefon çalar, telefonun ucunda
Tunç’un sesi ile karşılaşırdım. “Figen Abla gel biraz dertleşelim” derdi.
Kahve içerken Osman Ekin Özcan da orada olurdu bazen. Hep beraber
bazı sorunları tartışır; en sonunda da Tunç bize bir fıkra anlatır
güldürürdü.
Rektör adayı olmak istediğinde bana da fikrimi sordu. Ben de “Tunç, sen
insanlara sağlıkları için çok gereklisin. Hastaların sana ihtiyacı var. İdareci
olursan, hem mesleğini yapmak, hem de idari görevler seni çok yorar
”dedim. Ama kafasına koyanı yapan birisiydi. Gitti, mezun olduğu
üniversiteye rektör oldu. Bence Hacettepe’yi yükselten, adını yurtiçi ve
yurtdışında daha çok duyuran bir rektörlük süreci yaşattı bizlere. Yayınlarıyla,
eğitimiyle, yenilikleriyle, sanatıyla ve Atatürkçülüğü ile Hacettepe’ye
çok şey kattı. Emekli olduğum zaman, “Abla, mesleğini bırakma.
Ben şimdi hastalarımı kime danışacağım?” dedi. Hiç unutmam; ben de
ona dedim ki “Tunç; sen de emekli olduğun zaman ailene ve kendine
zaman ayır. Çok yorulduk, biraz dinlenelim”. Ama yine beni dinlemedi.
Hep çalıştı… hep çalıştı…
Son üç dört senedir yaz aylarında İzmir Çeşme’ye on-on beş günlük
tatile gelirdi. Ben de Urla’da olduğum için, civarda bulunan tüm eski
Hacettepelilerle birlikte olurduk. Bir gün bana dedi ki “Abla bu sene iki,
üç ay Çeşme’de kalmak istiyorum”. Ben de “çok sevinirim Tunç. Ne
güzel daha çok görüşürüz” dedim. Ama…
Tunçalp Özgen, Hacettepe Üniversitesi için, hastaları için, tıp ve beyin
cerrahisi camiası için bir idoldür. Ve bence daima öyle kalacaktır.
Benim için de hep kardeşim olarak kalbimde yaşayacaktır.
Ayşe Batman
Figen-Baysal Batman’ın Kızı, Manevi Kızı
Sekiz yaşımdayken geçirdiğim kulak operasyonundan miras kalan baş
dönmelerim, seneler sonra nüksetmiş, beni bir ay yataktan kaldıramamış,
en son el ve bacaklarda uyuşma şikâyeti de eklenmiş ve biz 29 Ekim
2005 Pazar günü kendimizi Hacettepe’nin hastane koridorlarında
bulmuştuk. KBB bir taraftan gerekli olan tetkikleri yaparken, bir taraftan
da “Nöroşirurji görsün” demişti. Cumhuriyet Balosu Çankaya
Köşkü’nde devam ederken sana haber uçmuş
ve yaklaşık yarım saat sonra sen de bir
“Süpermen” edasıyla hastaneye yanıma
uçmuştun. Ben, muayene odasından çıkmış
ve koridorda annem ve bir arkadaşımla
sohbet ediyordum ki senin sesini duydum.
Kafamı çevirdiğimde gördüğüm manzara
şuydu; önde, arkasından sarkan penguen
kuyruklu siyah frakın ve yanında Canan
Teyzemle beraber yürüyor, arkana da
yaklaşık on kişilik bir asistan heyetini takmış
bana yaklaşıyordun. İşte o an şikâyetlerime
çarpıntı ve titreme de eklendi. İçimden
“ayvayı yedin kızım sen Ayşe!” diye geçirdim. “Güzelim naber? Ne oldu
bakayım sana?” diyerek yanıma gelip beni rahatlatışını mı unutayım?
Yoksa ertesi gün çektirmem için beynimi yediğin MR sonuçlarının temiz
çıktığını öğrendikten sonra rektörlük makamında “Canan Teyzen
görmesin bak!” diyerek lüplettiğimiz enfes çikolataları mı unutayım?
Çeşme’den Urla’ya geldiğinizde Metin Amca’mın şaraphanesinde “Ayşe
içeride Necmettin (Pamir) var. “Nerde o kız? Neden ayrılmış bakayım
benim yamacımdan?” diye seni soruyor” diyerek beni kandırıp yine bir
titreme krizine soktuktan sonra arkamdan şen bir kahkaha patlatışını mı
unutayım? Yoksa “Ayşe sen önden git ben yolu bulamam” diyerek benim
kılavuz şoförlüğüme güvenini mi unutayım? Yoksa şaraphanenin
bahçesinde “Ayşe ne olacak bu Beşiktaş’ın hali? Bak yine şampiyon
olamadınız? Sen artık bırak bu takımı, gel seni Fenerli yapalım?” diye
beni kızdırışını mı unutayım?
Annem kalp krizi geçirdiğinde beni koridorda ilk sen karşılamıştın. 5.
Kata kadar üçer beşer çıktım merdivenleri. Koroner Yoğun Bakımın ana
kapısını açtığımda birkaç kişiyle beraber durum değerlendirmesi
yapıyordunuz. O kalabalığın arasından bir an göz göze geldik. İnsanları
yara yara bana gelip “Ayşe mucize!” diye sarılışını mı unutayım? Yoksa
hastanede yattığımız her gün odaya gelip “Abla sigarayı bırak! Abla
sigarayı bırak!” diye tembih edişini mi? Yoksa en sonunda annemin sana
“Tunç söyleyip durma! Ben sigarayı bıraktım!” diye bağırışını ve bizim
kıs kıs gülerek odayı terk edişimizi mi?
Yaklaşık bundan üç sene önce geçirdiğim rahatsızlığın tanı aşamasında,
meğer ben seni ne kadar da korkutmuşum Tunç Amcam? Meğer bana
hiç çaktırmamışsın da o güzel kafacığından ne kötü senaryolar
geçirmişsin! Amerika’dan yine bana yetişmiş ve rahatlatmıştın. Dönmene
on gün vardı ama ben de annem de beklemeye razıydık. Yeter ki
sen görmeliydin beni! Yine bir MR macerasına yolladın beni ama bu
sefer hem o can hemşiren Nermin Hanım’la hem de anneciğimle şüphelendiğin
olasılıkları paylaşmış ve çok endişelenmişsin. Şikâyetlerimi
dinlerken hep dişlerini gıcırdatırdın. Durumun ciddi olup olmadığını
oradan anlardım. O süreçteki her konuşmamızda dişlerin birbirine
girmişti gıcırdatmaktan. Her hafta en az iki defa görüşürdük seninle.
Hep beni “Ayşeciğim naaber güzelim?” diye arar; ağrım olup olmadığını
sorardın. MR sonucu temiz çıktığında eminim ki üzerinden tır geçmiş
gibi oldun. Ağrılarım devam ediyordu ama “hepsi geçecek güzelim.
Ameliyattan sonra hepsi geçecek!” diye beni rahatlatırdın. Ve en önemli
ne biliyor musun? Sen bu dünyadan gitmeden, ameliyattan sonra iyileşip
sana geldim ve “Geçti Tunç Amcam! Ergin Amca ameliyatım yaptı ve
artık hiç ağrım yok!” diye sarılmış olabilmem ve yine senin muayenehanende
bu sefer “diyabetik” olanlardan da olsa güp güp kutlama
çikolatası yemiş olmamızdı.
2007 yılında rektörlüğünün son dönemlerinde kısacık da olsa beraber
çalışabilmiştik. Hastane koridorlarında beni elimde evraklarla koştururken
her gördüğünde “Ayşecim nereye böyle? Ne koşuyorsun bakayım
sen yine? Bu da anası kılıklı! Pıtı pıtı atom karınca gibi koşuyor” derdin
yanındakilere. En çok da seni M Salonu’ndaki konuşmalarınla hatırlıyorum.
Çünkü hitabetinle, ses tonunla, duruşunla, karizmanla, vurgu ve
tonlamalarınla o kürsüyü dolduran çok az kişiden birisin sen! Hep ağzım
açık seni dinler, hayranlıkla izlerdim konuşmanı.
Vefatından bir hafta önceydi. Annemle Çayyolu Semt Pazarı’nda
haftalık alışverişe gelmiştik. Yeşillik satan bir tezgâhın önünde seninle
karşılaştık. Sarıldık, sohbet ettik. “Emir büyük yerden Abla. Canan
elime listeyi verdi. Yolladı beni pazara ” diye espriler yapıp
gülüşmüştünüz annemle. Hatta 2019 Mart sonunda 29 Martta annemin
evinde bir davet verecektik. Kararlaştırmıştık. Hani senin hep dediğin
gibi “Abla bizi bir topla!” dediğin gibi. Tarih senin için de çok uygundu.
Bize geliyordunuz! Belki Dalsular ve Uzay da gelirdi? Ne çok sevinmiştik
annemle! Ama işte kısmet olmadı!
Sonra bizi o tezgâhın sahibi abiyle tanıştırdın. Meğer sen yıllardır
oradan alışveriş yapıyormuşsun ve hatta o adamcağızın ailesinden birkaç
kişiye de o melek kalbinle deva olmuşsun. Senin gidişinden iki hafta
sonra tek başıma gittim o tezgâha. Abiyi buldum. “Ooo hoş geldiniz!”
dedi. Gözleri etrafta seni aradı hep. Fark ettim. Ağlamaya başladım.
“Bacım ne oldu? Otur şöyle” dedi bana. Kelimeler ağzımdan zar zor
çıktı. Abi duyunca “Vay benim doktorum! Vay benim doktorum!” diye
dövünmeye başladı. Beraber ağlaştık. Şimdi her hafta senin için o abiye
gidiyor ve oradan alışveriş yapıyorum. Hep anıyoruz seni.
Benden hep iki şey isterdin sen; birini burada söylemeyeceğim, o “Tunç
Amca-Ayşe” sırrı olarak kalsın, diğeri de doktora yapmamdı. Birincisine
bir şey diyemiyorum halen, ama olursa bahçene gelip ilk sana haber
vereceğim. Söz! Ama doktora için sana güzel haberlerim var; 1,5 senem
kaldı. Artık tezimi yazıyor ve bitiriyorum kısmetse. O teze katkıların çok
büyük. O yüzden tezimi ithaf edeceğim kişilerden birisin… Biliyorsun.
Biliyorsun ki hayatımda iki büyük ölüm yaşadım küçük yaşımda. Çok
sevdiğin babacığımı, yani senin Baysal Abini ve teyzeciğimi kaybettim.
Ama ikisi de hastalardı. Hastalıklarının sonu da belliydi. Alıştırıyor insan
kendini bir şekilde. Ama ani vedaları hiç sevmedim ben Tunç Amcam.
Böylesi hiç olmadı! Evet; giden için en kolay, en acısız, en rahat yolculuk
tarzı ama geride bıraktıkların için kabullenilmesi çok güç. Ama biliyorum
ki gittiğin yer cennet ve sen orada hem babacığımla, hem çok
sevdiğin arkadaşın Ahmet Göğüş’le, hem de diğer can dostlarınla iki lafın
belini kırıyor; yine Hacettepe’yi kurtarıyorsunuz. Biz de Dalsu’yla
ODTÜ’de karşılaşıyor, ayaküstü sohbetlerimizde seni anıyor; Figen
Ablan da Canan Teyzemle koyu sohbetler ediyor, hatta Burçe Abla
geldiğinde de Çeşme’de çay içiyor, Metin Amcamlarda da senin şerefine
kadeh kaldırıyoruz. Kısacası; biz iyiyiz. İyi olmaya da devam edeceğiz.
Merak etme.
Şimdi söyle bana; bu kalp seni unutur mu?
Ruhun şad olsun Tunç Amcam. Mekânın cennet olsun. Babama sevgilerimi
ilet lütfen.
Türev Berki
Ankara Devlet Konservatuvarı Müzikoloji Bölümü
Hacettepe’ye atanmamdan iki hafta sonra, değerli büyüğüm Tevfik
Orbey ile birlikte, Tunçalp Hoca’ya teşekkür ziyaretinde bulunduk.
Kahvelerin yudumlandığı keyifli bir sohbetin sonunda, hiç beklemediğim
bir soru bekliyordu beni:
“Türev, müzikte doktora var mı? Bundan kastım, bizdeki Sanatta Yeterlik
değil. PhD unvanı alınabiliyor mu müzikte?”
“Evet hocam. Dünya genelinde, müziğin kuramsal alanlarında oldukça
yaygın. Fakat yorumculuk söz konusu olduğunda, farklı tercihler var.”
“Peki, bu konuyu araştırıp, bana anlatır mısın?” Bugün itibarıyla hangi
üniversitelerde var, hangilerinde yok? Yorumculuk için farklı alternatifler
neler?”
“Memnuniyetle hocam. Ne kadar bir süre tanırsınız bana?”
“Ne kadar istersen. Hazır olduğunda Didem’i ara; bir zaman ayarlayıp
buluşalım.”
Üç hafta sonra, 300’e yakın üniversitenin müzik programlarını didik
didik etmiş halde, Didem Hanım’ı aradım; hazır olduğumu bildirdim.
Hemen ertesi gün, beklenen cevap geldi:
“Türev Hocam, önümüzdeki Çarşamba saat 10:00’da Rektörlüğe bekliyoruz
sizi.”
“Didem Hanımcığım, sunumu tepegöz kullanarak yapmayı düşünüyorum.
Rektörlükte vardır, değil mi?
“Elbette hocam. Hiç sorun olmaz; biz ayarlarız.”
Sizce, aldığı bu güvence; hayatı provalarda - ve akla hayale gelmedik
türlü teknik aksaklıklarla mücadele içinde - geçen bir konser piyanistinin
içini rahatlatır mı? Elbette hayır! Beklenen iç ses, girdi devreye: “Rektörlükteki
tepegöz ne durumda acaba? Mesela, lambası yansa sunum
sırasında, yedeği de bulunmazsa, ne yaparız? Mahcup olmaz mıyım
Tunçalp Hoca’ya? Sonra, kendi tepegözüme bu kadar alışkınken, kolay
olacak mı oradakine hemen adapte olmak?”
Randevu günü, kan-ter içinde, bir nakliye şirketi elemanı gibi süzüldüm,
Rektörlüğün kapısından. Tahmin edeceğiniz üzere, elde tepegöz...
Kocaman bir sırt çantası; içinde kitaplar, broşürler, bloknotlar, muhtelif
çap ve ebatlarda kalemler...
Didem Hanım, Rektörlük Ofisi girişinde karşıladı beni:
“Türev Hocam, ne diye zahmet ettiniz? Senato Salonu’nda her türlü
ekipman hazır.”
“Senato mu? Hoca’nın ofisinde olmayacak mı sunum?”
“Rektör Bey, bazı Hacettepeli hocaları da davet etti. O yüzden,
toplantının daha büyük bir salona alınmasını istedi.”
Bu haber, son provamın - önceliklere oranla - daha gergin geçmesine
neden oldu: Acaba kimler davetli? Ne gibi sorularla karşılaşırım? Ya
içlerinde, söyleyeceklerime muhalefet edecek sanatçılar varsa?
Saat tam 10:00’da kapı açıldı: Önde, her zamanki dinamizmi ve güler
yüzüyle Tunçalp Hoca; hemen arkasında, çoğuyla ilk kez karşılaştığım
15-20 kişilik bir akademisyen grubu.
“Didem, toplantımız uzun sürecek. Çok acil bir durum olmadıkça bana
telefon bağlamayın. Bugün önemli bir konuyu tartışacağız; müzikte
doktora!”
O üç saati, yaşamımın en mutlu anlarından biri olarak gördüğümü söylesem,
inanın abartmış olmam! Peki, böyle düşünmeme ve hissetmeme
neden olan şey neydi? Bu soruya, bugünün penceresinden baktığımda,
bulduğum yanıtlar şunlar:
İlki, Tunçalp Hoca’nın vizyonu: Binlerce öğrenciye, yüzlerce çalışana, iki
devasa kampüse sahip bir büyük üniversitede, günlük yönetsel rutini dahi
zora sokacak onca acil soruna rağmen, müzikte doktorayı düşünen,
tartışan bir rektör...
İkincisi ise, Tunçalp Hoca’nın liderliğinde yaratılan demokratik tartışma
ortamı: Salonda bulunanların eşit düzlemde olduğu, ele alınan konunun
tarafsızlıkla ve özgürce sorgulandığı, rektörün, konuşmaktan ziyade,
çalışma arkadaşlarını dinlemeyi tercih edip zarafetle yönlendirdiği ideal
bir fikir platformu...
İşte o gün, Hacettepe’ye gönülden bağlandım; bir neferi olmaktan onur
duydum. Ve şüphesiz, bunu Tunçalp Hocama borçluyum.
Işık Ayata Bildacı
Çevre Mühendisliği Bölümü
Yazacak, anlatacak o kadar anı var ki! O kelimelere, sayfalara, kitaplara
sığmayacak, az bulunur bir hoca, bir arkadaş, bir dost, bir ağabey idi.
Sizlere onunla tanışmamı ve birlikte ilk çalışmamızı anlatacağım.
Yıl 1991, Çukurova Üniversitesi’nden Hacettepe Üniversitesine yeni
tayin olmuşum. Hem doğup büyüdüğüm Adana’dan ayrılmanın verdiği
moral bozukluğu, hem de yeni konulan hipofiz adenum teşhisi yüzünden
gitmediğim doktor kalmaması ve bir çözüm bulunamamış olması
beni manen yormuşken çalıştığım bölümdeki arkadaşlardan biri bir de
Tunçalp hocaya git, hipofiz adenomu bir de o görsün dedi.
Moralimin yerlerde süründüğü günlerden birinde, tüm cesaretimi
toplayıp olumsuz bir yanıt alabilecek olmanın verdiği korku ve huzursuzlukla
yanımda bütün tahlil sonuçlarım, başka bir doktor randevusundan
dönerken, o arkadaşımın tavsiyesini yerine getirmeye ve Tunçalp
hocadan randevu almaya karar verdim.
Sekreterine gittiğimde yerinde olmadığını gördüm. Baktım odasının
kapısı açıktı, o kapının her zaman açık olduğunu ve hiçbir personele
kapalı olmadığını daha sonra öğrenecek ve böyle bir yönetici ile çalışmaktan
gurur duyacaktım.
Başımı açık kapıdan uzatarak, “Hocam randevu almak istemiştim, ama
sekreteriniz yerinde yok” deyince, “Mesele nedir?” dedi. Anlattım.
Ağlamaklı, umutsuz, yorgun bir ses tonuyla kısacık anlattım. Fazla vaktini
almaktan da çekiniyordum.
“Yanında hastalığınla ilgili herhangi bir tahlil, sonuç, görüntü var mı”
dedi.
“Hepsi yanımda Hocam” dedim.
Dosyayı aldı ve büyük bir dikkatle inceledi.
“Bu salgı bezine benziyor, senin bir şeyin yok” dedi.
Şok olmuştum, sevineyim mi? Üzüleyim mi? Güveneyim mi? Karar
veremiyordum, dilim tutulmuş Hoca’ya bakıyordum. Sesim titreyerek
“Ben şimdi ne yapayım diye sordum”.
“Git hayatını yaşa, ama şu kadarını bil, bundan sonra çocuğun olmaz”
dedi. “İyi ya varsın olmasın” dedim. “Bana güvenme, belli olmaz, olabilir
de” dedi.
Gözyaşlarımı tutarak teşekkür ettim ve odasından çıktım. Yeniden
doğmuş gibiydim. Çocuklarımı kime emanet edeceğim, sevgili eşimden
nasıl ayrılacağım diye düşünceler içindeyken, bana bir şeyin yok git
hayatını yaşa diyen biriyle tanışmış, ona güvenmiş ve aileme ve hayatıma
onun sayesinde sahip çıkmıştım.
Aradan yıllar geçti. Tunçalp hoca kazandı ve rektör oldu. Bir hafta kadar
sonra randevu aldım ve kutlamaya gittim. Ziyaretim sırasında “Hocam
bana hiç umut yok, bu iş olmaz diye düşündüğünüz bir iş verin, düze
çıkarıp size teslim edeyim” dedim. Biliyordum ki o da bana hiç umudum
olmadığı bir zamanda umudumu vermişti. Belki de bana hayatımı geri
veren Rektörüme kendimce borcumu ödemek istiyordum.
“Bunu neden yapacaksın?” dedi.
“Siz beni hayata geri döndürdünüz, git yaşamana bak dediniz, bana
umut verdiniz, benim de size küçük bir katkım olsun” dedim.
Aradan aylar geçti. Bu arada dört ay yurt dışında üniversiteden uzakta
kaldım, döndüğümde beni çağırdı ve;
“Işık, bütün bölümlerin binalarını iyileştirme konusunu senden rica
edeceğim, bir çeşit fular takmak gibi düşün” dedi. Görevi kabul ettim, 15
gün Beytepe’deki bütün bölümleri tek tek dolaştım ve konuyla ilgili bir
rapor hazırlayarak kendisine ilettim.
Bir solukta okudu ve “Çok güzel bir rapor” dedi. Teşekkür ettim.
“Hocam, bana işgücü, malzeme gibi ihtiyaçları sağlamak konusunda
yardımcı olursanız bu raporda yazılan konuların hepsini gerçekleştirebilirim
dedim.
Tüm inşaat ve yenileştirme işlerinde her zaman güçlü desteğini esirgemedi.
O kadar tasarruflu ve üniversite olanaklarını kullanarak iş
yapıyorduk ki, önceden boyacı, seramikçi, duvarcı vb. olan kat görevlilerini
bile kullanıyorduk. O bana hayatımı vermişti, ben ne yapsam azdı,
madem hoca istemişti, o iş olacaktı ve sonuçta oldu.
Hoca, hiçbir zaman ben rektörüm benim dediğim olur demedi, her
konuda tartışmaya açık, çağdaş bir insandı. Her şeyden önce iyi bir
hekim, iyi bir aile babası, iyi bir yönetici ve iyi bir hocaydı. O benim
arkadaşım, dostum, büyüğüm, ağabeyimdi.
Hocam, size gelip de, “Bu yaptığınız doğru değil, inşallah pişman
olmazsınız” dediğim zamanlarda, “Pişman oldum bile” dediğinizi
hatırlıyorum.
Hocam, bu en son yaptığınız da doğru değildi, çok erkendi, sizi seven
herkesi çok üzdünüz. Bazı insanlar vardır gittikleri gün unutulurlar, bazı
insanlar vardır eserleriyle yaşarlar.
Her zaman ışıklar içinde olunuz, eserlerinizle unutulmayınız.
Nüket Örnek Büken
Tıp Tarihi ve Etiği Anabilim Dalı, HÜBAM Müdürü
Prof. Dr. Tunçalp Özgen hocadan önce, abisi Prof. Dr. Eralp Özgen
benim hocam olmuştu. Tıp fakültesinden sonra ilk kez başka bir
fakültenin hocasından ders alıyordum ve ilk kez Ankara Hukuk Fakültesi’nin
atmosferini kokluyordum. Doktora eğitimimizin zorunlu
derslerinden olan “Hukuka Giriş” dersini onun Ankara Hukuk Fakültesi’ndeki
oldukça etkileyici odasında yapmıştık. Eralp Özgen hocam, biz
tıp etiği doktora öğrencilerine özel bir önem verir, kitaplarla ve kitap
kokusuyla dolu odasında bizi ağırlar, mis gibi Türk kahvesi eşliğinde bize
hukukun temel ögelerini öğretirdi.
Bir sömestri devam eden dersin sonunda bir değerlendirme sınavı
yapmış ve sınav sonunda, soruların doğru cevabını açıkladıktan sonra,
her birimizin kendi kendimizi değerlendirerek, kendi kâğıdımıza not
vermemizi istemişti. Neden olarak da şöyle demişti; “sizler etik uzmanı
olacaksınız”… Bu ifade aslında o kadar önemliydi ki… Bu alanda çalışan
ve çalışacak olanlar için etiğin yalnızca bir profesyonel çalışma alanı
olmadığını ve her birimizin tutum ve davranışları açısından bireysel ve
profesyonel yaşamımızda da etik değerlerle hareket etmemiz gerekliliğinin
güzel bir ifadesiydi.
Tunçalp Özgen hocam, 2000 yılında genç bir öğretim görevlisi olarak
HÜTF Tıp Tarihi ve Etiği Anabilim Dalına başladığımda, üniversitemizin
rektörüydü. Rektörlük süresinin ikinci dönemini de tamamlayıp,
2007 yılında rektörlükten ayrıldığında ise ben artık üç yıllık doçenttim.
Yani Hacettepe Üniversitesindeki akademik yaşamım onun rektörlüğü
döneminde başlayarak devam etti. Bu bilgileri sizlerle paylaşıyorum
çünkü onun genç akademisyenlere karşı tutumunun ve yaklaşımının nasıl
örnek alınması gereken tutumlar olduğunu aşağıdaki örneklerle ifade
etmek istiyorum.
Bilim ve Toplum (Science and Society) başlığı altında yer alan Avrupa
Birliği 6. Çerçeve Programı kapsamındaki (EU- FP6 Science and Society
Call project) 13654 numaralı ve TRAMS (Training and Mentoring of
Science Shops) kısa adı ile anılan projenin Türkiye yürütücüsüydüm.
Proje Avrupa’daki 18 partneri kapsamaktaydı. Science Shop (S.S.), Avrupa’da
son 30 yıldır faaliyet gösteren kamu veya özel sektör kuruluşlarıdır.
Bilim dünyasının toplumla buluştuğu ve toplumdan gelen pratik problemlere
çözüm önerilerinin geliştirildiği, bu sorunlara dönük projeler
üreten yapılardır. TRAMS projesi kapsamında çalışmanın diğer
katılımcı ülkelerinde de (Avrupa Birliği’ne üye ya da aday ülkeler -Türkiye
dâhil-) oluşturulmasına çalışılmaktaydı. Bu projenin yürütülmesi
sürecinde Tunçalp Özgen hocam, gençleri yüreklendiren, cesaret veren
ve destekleyici tutumunu bizlerden hiç esirgemedi. İnsanı rahatlatan ve
huzur veren bir dinginliği, insanın içini ısıtan sıcacık bir gülüşü, insanın
içine işleyen zeki bakışları vardı.
Kendisinden proje ile ilgili olarak üç genç kadın akademisyen randevu
almıştık, biri Eczacılık Fakültesi, diğeri Halk Sağlığı AD.’ndan olan iki
arkadaşımla birlikte. Bir sabah aranarak o gün için bize randevu
verildiği söylenmişti, özel kalem müdürü tarafından. Üçümüz de kot
pantolonla ve spor giysilerimizle gelmiştik ve değişim yapacak imkân ve
zamanımız da yoktu. Bu çekingenlikle odasına gitmiştik. Bizi her zamanki
nezaketi ve güler yüzü ile karşıladı. Ben, randevudan sabah haberdar
olduğumuzu ve kıyafetimizin uygun olmadığını söylediğimde de, o hep
var olan babacan tutumuyla, “niye ki, kotlarınız çok da yakışmış her
birinize, gençler ne giyse yakışır” diyerek bizi rahatlatmıştı.
Bence iletişim kurma konusunda çok başarılıydı, göz göze iletişimin ve
sözel iletişimin öneminin farkındaydı. Sorun çözücü yaklaşımı da çok
önemli özelliklerinden birisiydi. Daha sonra babamın cerrahı olduğu
için de deneyimlediğim gibi, bu iletişim becerisi hasta ve hasta yakınları
ile kurduğu olağanüstü iletişime, güven temelli ve karşılıklı katılıma
dayalı empati temelli iletişime de yansımaktaydı.
Gözleriyle de gülebilen nadir insanlardan olduğunu düşünürdüm
hocanın. Bir gün sanat galerisinde bir yağlıboya tablonun önünde
karşılıklı olarak görüş alışverişinde bulunmuştuk ve eserin sahibine
dönerek, o gülen ve cesaret veren gözleriyle, beni de onore ederek, “eserinize
etik bir bakış oldu bu çok değerli görüş” demişti.
Çok değerli hocam, “sevmeyi bilen” bir insan olmak ne kadar önemlidir,
sizde çokça vardı bu insan sevgisi. Bir insanı sevmekse, çoğalmak,
zenginleşmek, dengeli bir insan olma yolunda ilerlemek demektir. Siz,
bu yoldaki yolculuğunuza son ana kadar çevrenizdeki insanları da ortak
ettiniz. Bundan daha çok yararlanabilmeyi ne çok isterdim.
Huzur içerisinde uyuyun…
Mehmet Çelik
KTO Karatay (Konya) Üniversitesi
Bu hoş ve geçimli insanla az da olsa yolum kesişti. Nezaketi ve efendiliği
öğrendim. Kaba gücü kullanarak sorunu kestirmeden halletmek varken,
zahmetli ancak yumuşak yaklaşımı tercih eden bu insan benim amirim
oldu. Ancak amirliğini ne sesinde, ne duruşunda, ne de tavrında gördüm.
Bir defasında Eğitim Fakültesi’nin diploma töreni için futbol sahasında
toplanmıştık. Ben Rektör Beyimizin tam arkasında buldum kendimi.
Dekanımız Prof. Dr. Haluk Soran ile muhabbet ederken törenin uzun
sürmesinden dem vurunca, omzuna dokundum.
Merhaba Mehmetciğim dedi. Adımı biliyordu, şaşırdım.
“Hocam size bir fıkra anlatayım da tören zevkli geçsin” dedim.
“Anlat” dedi.
“Yurtdışında bir üniversitede diploma töreni yapılır. Yeni Rektör,
önündeki uzun sırayı görünce, şaşırır. “Bunların hepsine ben mi diploma
vereceğim?” Evet.
Tören başlar. Diplomayı eline tutuşturduğu her öğrencinin kulağına
eğilip “Keep going!” der. Bunun iki anlamı vardır: biri, “bekleme
yapma”, diğeri “durmadan ilerle”. Rektörün kafasındaki birincidir;
böylece töreni hızlı bitirmeyi tasarlamış ve bitirmiştir.
Yıllar sonra diploma verdiği bir öğrenci kapısını çalar. Tanımaz. Mezun
öğrenci der ki: “Hani bana törende “keep going” demiştiniz ya!”
Rektör şaşkın: Evet!
“Sizin tavsiyenize uydum ve durmadan ilerledim. Başarılı bir insan
oldum. Size teşekkür etmeye geldim” der.
Fıkrayı sonuna kadar dinleyen Tunçalp hocam, gülümsemeye başladı:
“Mehmetçiğim, ben fıkrayı herkese satarım. Teşekkür ederim” dedi.
Fikret ÇİÇEK
Yapı İşleri Müdürlüğü
HOCAMA SİTEM: Hacettepe Yapı İşlerinde 2012 yılında Hocamın
(Rektörlük Oluru) ile Emlak İşleri Müdürlüğü yaptım. Kendisine çok
inanarak görev yaptım. Değerli Hocamın vefatından 5 ay önce idi. Tele-
fonla arayıp (sekreterinden ) Hocamla özel görüşmek için randevu
talebim oldu. Bana üç gün sonrasına randevu verildi. Kısa bir süre
sonra arandım. Hocam, bekletmeyelim, gelebiliyorsa hemen gelsin
demiş. Her zamanki yaklaşımı ile (nazik, sevecen) çok sıcak karşıladı.
Hacettepe’den konuştuk. Rahmetli Ahmet Hocamı,(Prof. Dr. Ahmet
GÖĞÜŞ) andık. Başka konuları da konuştuk. Günlerini nasıl doldurduklarını
sordum. Onur, onurlu davranışları içeren insan profillerine
ilişkin bir kitap üzerinde çalıştığını söylemişti. Kitabı tamamlamakta
zorlandığını, insan davranışlarının çok bozulduğundan bahsetmişti.
Bazı şeyleri yazarsam insanları incitmiş olacağım. Bu yüzden ilerleyemediği
için sitemini aktarmıştı. Telefonundan kısa bir video izletti.
İnsanların para hırsı uğruna küçüldüklerine işaret etmişti. Anlatılmaz
bir Hacettepe aşığı idi. Şahsıma ilgisinin elbette onun tarifsiz beyefendiliği,
nezaketi yanı sıra döneminde özverili ve dürüst çalışmalarıma
olan sempatisinin sonucu olduğunu sanıyorum. Kendisine, “Hocam biz
demokratlar başımız sıkıştığında Anıtkabir’e çıkarız. Sevgili
Atatürk’ümüze şikâyetimizi bildiririz. Ben de size geldim” dedim. Beni
çok ilgili dinledi. Çok özel bazı şeyler aktardı. Eylül ayı içinde eşim ve
kızımla kabrini ziyaret etmiştim. Bana katkılarından ötürü kendisine
teşekkürlerimi sundum. Bir cevap bile vermedi. Hiç yakışmadı Hocam.
Füsun Çuhadaroğlu
Çocuk Psikiyatrisi Anabilim Dalı
Prof. Dr. Tunçalp Özgen ile önce hocam olarak tanışmıştım. Preklinik
yıllarında dersini çok anlaşılır biçimde sunar ve öğrencileriyle hoş bir
ilişki kurarak beyin cerrahisine ilgi ve sempati duygularımızı arttırarak
bitirirdi. Kliniğe geçtiğimizde Tunçalp Abi'nin ayrıca ne kadar hünerli
bir cerrah olduğunu da gözlemleme fırsatımız oldu. Öğrenme motivasyonumuzu
hep arttırdığını hissettiğim bir hocaydı. Daha sonraki
yıllarda hasta yakını olarak kendisiyle yolum tekrar kesişti ve babamın
rahatsızlığı sırasında gösterdiği ilgiyi ailecek unutamayız. Rektörlüğü
döneminde 'Hacettepeli olma”nın ne demek olduğunu ve bunun nasıl
yaşatılacağını ortaya koyduğu eylemleriyle ve herkese değer veren
tutumuyla bize tekrar yaşattı. Her zaman çok iyi bir rol modeli olduğunu
düşündüğüm çok değerli ve sevgili hocamıza erken yaşta veda etmiş
olmasının üzüntüsünü taşımakla birlikte Tunçalp Hoca'nın yaptıklarıyla,
öğrencilerine aktardıklarıyla ve insana verdiği değerle Hacettepe
Üniversitesi'nde hep yaşayacağına yürekten inanıyorum.
Bahar Güçiz Doğan
Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Tunçalp Hoca'nın adını, Anabilim Dalımızın kıdemli hocalarından
çoğunun sınıf arkadaşı olması nedeniyle duyardım. Kendisi ile ilk
karşılaşmam ancak ilk dönem rektörlük seçimleri öncesinde Anabilim
Dalımızı ziyaret etmesi nedeniyle olmuştu. Bizimle, rektör olması durumunda
Hacettepe için neler yapmak istediğini paylaştığı konuşmasını
dinlerken, bende sanki uzun yıllardır birlikte çalıştığım ve kendisi ile her
düşüncemi paylaşabileceğim bir hocayı, ağabeyi dinlediğim duygusunu
uyandırmıştı. Ben 1976 yılında Hacettepe Üniversitesi'ne öğrenci olarak
girdim ve o tarihten bu yana bu kampüsten hiç ayrılamadım. O nedenle
Tunçalp Hoca'nın yapmak istediği değişiklikleri, gelişmeleri dinlerken
çok heyecanlanmıştım. Hoca o konuşmasında benim gibi pek çok öğretim
elemanının önünü kesen "kadrosuzluk" sorununu aşacağına dair de
bir söz vermişti ve Rektör olur olmaz öncelikli olarak bu sözünü yerine
getirmek için girişimlerde bulunmuştu. Ben hem doçent hem de profesör
kadrosunu Hoca'nın rektörlükleri döneminde aldım. Hoca'nın elinden
profesörlük belgemi, hele de 30. yıl hizmet belgemi almak benim için bir
onur ve unutulmayacak bir anı oldu. Hoca, rektörlüğü sırasında benim
her randevu talebime karşılık verdi. Yanına hiç çekinmeden girdiğim
nadir rektörlerdendi. Benim görüşme konularım hep bir araştırmaya
kaynak bulunması için destek istemek üzerineydi. Her seferinde bana
zaman ayırdı, isteklerimi dinledi ve sorunumu çözebilmek için elinden
geleni yaptı, çoğunlukla da çözdü. Hoca'nın desteği ile Türkiye'nin, tüm
ülkeye genellenebilme özelliği olan ilk ağız sağlığı durum saptama
çalışmasını, "Türkiye Ağız Diş Sağlığı Profili-2004" araştırmasını Diş
Hekimliği Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Saadet Gökalp ve bir
grup öğretim üyesi ve öğrenci arkadaşlarla birlikte tamamladık. Bu
araştırma ile 2006 yılı "HÜ Araştırma Grubu Ödülü"nü aldık. Hocam
emekli olduktan sonra da aynı sıcaklık, yakınlık ve sevecenlikle davrandı
her karşılaşmamızda. Beyin Cerrahı idi ama ülkenin en büyük Halk
Sağlıkçısından feyz almıştı. Sanırım günlük pratiğine de bu ışık hep
yansıdı. Hocam çok erken bıraktı bizleri, sizleri, sevenlerini ama ne
mutlu, öldükten sonra da böyle anıldığı için. İnsan sevdiği birisini kaybedince
içinde kırk mum yanarmış, her geçen gün bir mum sönermiş
ancak sonuncu mum hep yanarmış. Sanırım hem kendisini unutturmamak
için hem de hala ışığını vermek için.
Ali A. Dönmez
Biyoloji Bölümü
Tunçalp Özgen; Zaman ve Mekândan Bağımsız
Bu dünyadan göçmüş, yaşarken başarılı bir hayat kurmuş, önemli işler
yapmış bir insanın anısına yazı yazmak. Başarı, önemli iş, iyi insan,
mutlu insan nedir? Hepsi göreceli… Ya yazıyı yazan kişi? Kendini mi
anlatmak istiyor, teşekkür mü etmek istiyor, bir yerlere mesaj mı göndermek
istiyor? Daha pek çok muğlak durum; sis dağının ardındaki gerçeklikler...
Yaşamının belki de en büyük eserini, âşık olduğu kadına ithaf yazısında;
“Hatice, Piraye Pirayende
Doğum yeri neresi,
kaç yaşında,
sormadım,
düşünmedim,
bilmiyorum.
Dünyanın en iyi kadını,
dünyanın en güzel kadını.
Benim karım.
Bu bahiste realite umurumda değil
939’da İstanbul’da tevkifhanede başlanıp
biten bu kitap
ona ithaf edilmiştir.”
der Türkçe’nin ozanı.
Akademik yaşamımdaki altı rektörden biri olan Tunçalp Hoca’yı, onun
profesörlüğünü, rektörlüğünü, idareciliğini evraklar dünyasına bırakıp
anlatmalıyım dedim kendi kendime. Elbette kendi penceremden, kendi
iç dünyamdan geldiği gibi... Realitenin kendisi, var olduğu dönemde
yaşandı, sonlandı. Bu dönem içinde geçen olaylar, zaman ilerledikçe
yaşamın sonsuz devinimi içinde küçülüp daha belirsizleşiyor. Ancak
yaşananlar daha mutlu, sağlıklı ve başarılı bir toplum (burada üniversite)
olmaya katkı sağlamışsa, güzelliği yaratan insanlar ve emek yazılmalı ki
insanlığın iyiye, güzele, doğruya olan umudu hep diri kalsın.
Tunçalp Bey’in yaptığı işler, kendi yaşam ve görev döneminde yaşandı,
bitti. Ama bu işlerin geleceğe bıraktığı etkiyi, zamanın tanığı olarak
yazmak, Hacettepe Üniversitesi’nin tarihine de katkı olacaktır. Hele de
yaşananlar eğitime, bilime katkı sağlamış, yeni gelişmelere kapı açmışsa.
Rektörlüğü süresi içinde, asistanlık ve doçentlik dönemi yaşamış biri
olarak Tunçalp Hoca’dan güler yüz, sağduyu, sükûnet ve girişimci bilim
insanı, yönetici izlenimi kaldı bana. Rektörüm olarak bir arada bulunduğumuz
toplam süre, onca yıl içinde 40-50 dakikayı geçmez. Kısa süreli
ya da anlık gözlemler, izlenimler ve yapmak istediğimiz işlere rektör
olarak yaklaşımıdır bende kalan anılar. Hacettepe Üniversitesi’nde,
Tunçalp Hoca döneminde güzel, değerli ve yükselen bir akademik
dönem yaşadım. Hacettepe’nin yükselişe geçtiği bu döneme ait, iki
değerli anımı yazacağım.
Botanik Laboratuvarları
Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü… Öğrenci olarak 1984 yılında katıldım
bu aileye, laboratuvar uygulamaları ortalama bir altyapı ile gerçekleştiriliyordu,
ama çok net söyleyeyim, bugünden (2019) daha iyiydi.
Kullanılan mikroskoplar eskiydi ve her yıl bir iki mikroskop daha
arızalanıyor, zaman her şeyi olduğu gibi botanik laboratuvarlarını da
aşındırıyordu. Biyoloji bölümü, botanik anabilim dalında yüksek lisans,
doktora öğrenimimi tamamlayıp, akademik yaşamım devam ediyor;
zaman akıyor, ama bizim mikroskoplar da beraberinde eskiyor, öğrenciye
sunduğumuz laboratuvar kalitesi, özellikle altyapı olanakları bakımından
zayıflıyordu. Çeşitli projelerimiz oluyor, yayın yapıyoruz, akademik
unvan alıyoruz, her şey zamana uygun ilerliyor, unvan bakımından da
yükseliyoruz. Ancak, öğrenci laboratuvarları aşınıyor, zayıflıyor, geriliyordu.
En kritik dönem olan uygulama sınavlarında 10 adet çalışan
mikroskop bulmak bile diğer laboratuvarlardan ödünç alınarak ya da
kendi araştırma laboratuvarlarımızdaki mikroskopları indirerek
mümkün oluyordu.
Aynı anabilim dalında öğretim üyesi olan eşim Emel Dönmez’den bir
teklif: Hep kendi işimizi, projelerimizi yapıyoruz ama öğrenci laboratuvarları
dökülüyor. Neden bu laboratuvarların iyileştirilmesi için bir proje
vermiyoruz? İş yükü ve sorumluluğu ağır, “getirisi” olmayan bu iş hiç de
çekici değildi. Ama günlük sohbetlerin, hele de dertlenmelerin en önemli
gündem konusu “eğitimin kalitesinin düşüklüğü”. Tüm bu şikâyet etme
ve söylenmelere rağmen, bu zamana kadar hiçbir önemli girişim yapılmamış,
kısa vadeli pansuman ya da ağrı kesici uygulamalar ile durum
idare edilmişti. Emel Hanım, teklifinde ısrarlı ve kararlıydı çünkü her
bilim ve eğitim üzerine konuşmamız, dönüp dolaşıp botanik laboratuvarlarının
iyileştirilmesine dayanıyordu. Aramızdaki konuşmalarda
laboratuvarların iyileştirilmesi gibi akademik anlamda kişisel kazanç
getirmeyen bir proje düşüncesinin oluşmasına üniversitede yaratılan
değişim rüzgârı etkili olmuştu. Bu rüzgârı bir önceki rektörümüz
rahmetli Süleyman Sağlam başlatmış, Tunçalp Hoca da daha yüksek bir
ivme kazandırmıştı. Botanik laboratuvarlarının iyileştirilmesi projesi
akademik yaşamımda alışık olduğum bir ilerleme yolu değildi, peki bu
proje bana ya da bize ne getirecekti? Hiçbir şey. Kişisel akademik
kaygıların dışında, Türkiye’nin eğitim sorunu ve geleceği açısından
bakılınca ise: Çok şey. Yüz yıllık geçmişinde cumhuriyet kuran, üniversite
reformu yapan, Köy Enstitüleri uygulaması ile insanlık tarihine model
sunan Türkiye’nin, önde gelen üniversitelerinden biri olan Hacettepe
Üniversitesi’nde laboratuvarlar bu hâli ile kullanılamaz durumda. Hem
de geleceği düşünen, her türlü bilimsel araştırma ve eğitim için girişime
açık çek veren bir rektör döneminde.
Emel Hanım’ın önerdiği proje üzerinde düşünüp zenginleştirdikten
sonra anabilim dalımızdaki iki öğrenci laboratuvarının yenilenmesi için
proje yazmaya karar verdik. Ama üniversite olanakları ile alışılmışın
dışında büyük bütçeli proje önermek, aile bağı olan iki genç doçent için
değişik açılardan riskler taşımaktaydı. Hele de beşi profesör olan çok
sayıda kıdemli hocanın olduğu bir anabilim dalı ortamında. Proje önerimizi
ve yürütücülüğünü dönemin anabilim dalı başkanı olan Prof. Dr.
Suna Bozcuk’a ilettik. Kendisi projeyi beğenmişti ama “Aliciğim emekliliğime
üç beş ay kaldı, ben nasıl böyle bir proje ile uğraşabilirim ki?” dedi.
İyi niyetine güvendiğimiz için rica ve ısrarın dozunu artırmaktan çekinmedik.
“Hocam sizden hiçbir şey istemiyoruz, sadece getirdiğimiz evrakları
inceleyip, imzalayın yeter.” Suna Hanım tamam demişti. Bu kez
soluğu Tunçalp Hoca’nın karşısında aldım. Projeyi anlatıp ön görüşünü
almak önemliydi. İlk defa bir rektörün karşısına çıkmış, heyecanla eğitim
ve öğrenciler için bir projeyi anlatmaya kaptırmıştım kendimi. Tunçalp
Hoca her zamanki sakin ve güler yüzlü hali ile dinliyor ve âdeta heyecanımı
teşvik ediyordu.
Her aşama ve görüşme olumlu ilerliyordu. Suna Hanım da kendini
oluşan bu heyecan fırtınasına kaptırmış, yaşına ve üç beş aylık emeklilik
zamanına bakmaksızın koşturuyor, çabalıyordu. Emel Hanım ile projeyi
hazırlamış, Suna Hanım’ın görüş ve imzası için odasındaydık. Projenin
kapsamında 80 tane ışık mikroskobu, 15 tane stereo mikroskop, bir adet
büyük araştırma mikroskobu, iki laboratuvarın arasında aynı anda
birden laboratuvarları yöneten ses ve görüntü sistemi vardı. Hayal gibi.
Oysa biz sınav için on adet çalışır mikroskobu, iki laboratuvardan bulup
bir araya getiremiyoruz. Suna Hanım, “Çocuklar bu harika bir proje
ama çok abartılı, olmaz, azaltalım, reddedilir.” dedi. Cevabımız:
“Hocam biz böyle gönderelim, kendileri isterlerse azaltarak desteklesinler.
Ya uygun bulurlarsa?” oldu. Suna Hanım sağ olsun, “Peki” dedi ve
imzaladı. Projenin kabulü, ihale edilmesi, teknik şartname, mikroskopların
Çin yerine Avrupa Birliği üyesi bir ülkeden sağlanması, proje
sayesinde laboratuvarların fiziksel koşullarının iyileştirilmesi, anabilim
dalı içinde projenin yarattığı sinerji ve dayanışma ruhu; hepsi
belleğimizde parlayan birer ışık.
Botanik laboratuvarları projesi planlandığı gibi gerçekleşmiş, fiziksel
koşulları bölüm ortalamasının çok üstüne çıkmış, mikroskop altyapısı
Türkiye’deki en iyi devlet üniversitesi hâline gelmiş... Bu kadar emek ve
harcama sonrası laboratuvarların hizmete girmesi için küçük bir açılış
yapılacak ve üniversitenin her kademesi davetli...
Suna Hanım, hoş geldiniz konuşmasını tamamladı ve Rektör Prof. Dr.
Tunçalp Özgen’i açılışı yapmaya davet etti. Her zamanki güler yüzü ve
samimiyeti ile küçük açıklamalar yaptıktan sonra, bu laboratuvarların
ülkemizde eğitim ve gençlerin geleceğine katkısına dikkat çekti. Kurdeleyi
kesmek için makası aldı ve “Sevgili gençler, bizler sadece görevimizi
yapıyoruz, üç beş yıl sonra bizler buralarda olmayacağız, buraların
gerçek sahibi sizlersiniz. Bu nedenle, aranızdaki en genç araştırma
görevlisini buraya alabilir miyim?” dedi. Makası en genç asistana verdi.
Hep birlikte, açılan botanik laboratuvarlarımız ile birlikte vizyon sahibi,
yurtsever yöneticileri alkışlıyoruz.
Eğiticilerin Eğitimi
İş hayatınızda ya rutini uygular, kimseyle karşı karşıya gelmez ve bu
şekilde sürenizi doldurursunuz ya da dünyayı izler, geleceğe ilişkin
düşünce ve planlar üretir, yaşama yön vermeye çalışırsınız. İkincisi riskli
olup adım atmayı gerektirir. Ortadoğu coğrafyasında, bu işler çok daha
riskli ve tehlikelidir. Öyle ki, hem tarihimiz hem de pek çoğumuzun
yaşam öyküsünde bunun acı örnekleri çoktur. Ömrünü cephelerde
geçirmiş, Sevr Antlaşması’nı imzalamış, Osmanlı İmparatorluğu’ndan
Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş Mustafa Kemal Atatürk, milletvekili
adayıdır. Dönemin meclisinde milletvekili olabilmenin koşullarını
düzenleyen bir yasa önergesi hazırlanır: Önergeye göre, kişinin doğduğu
topraklar ülke sınırı dışında olmamalı ve sabit bir adreste en az beş yıl
ikamet etmiş olmalıdır. Yasa önergesinin amacı ve hedefindeki kişi aslında
bellidir. Bu coğrafyada herhangi bir şeyi değiştirmek, iyileştirmek her
zaman direnişle karşılaşır. Toplumsal tarihimiz, büyüklü küçüklü bu
örneklerden binlercesine sahne olmuştur.
Ülkemizdeki her gelişmenin, ilerlemenin tarihi incelendiğinde, bin bir
emeğin ve çabanın olduğu görülür. Yazma kültürü zayıf toplumlarda,
emek harcayanların pek çoğunun isimleri bile bilinmez. Hacettepe
Üniversitesi’nin kurulmasından bu hâle gelmesinde emeği geçen herkese
minnet borcumuz var; özellikle de ismi bilinmeyenlere. Ama bildiklerimizi
yazmak da bizim görevimiz.
Üniversitede bilimsel araştırma ve eğitim kalitesinin yükselmesi için
Tunçalp Özgen’in rektörlük döneminde akademik yükselmelerde belli
ölçütler konmuş, bu uygulamalara kurum içinde belli tepkiler oluşmuştu.
Bunlardan biri de “eğiticilerin eğitimi” yani ders veren her akademisyene
de belli bir eğitici deneyimi ile ölçme değerlendirme yeterliliğinin kazandırılmasıydı.
Belli bir program çerçevesinde herkes bir süre ders alacaktı.
Yılların hocaları da bu kursa tabii tutulmuştu.
Kurs programında, içinde benim de ismimin yazılı olduğu ilk grup,
dersin yapılacağı yer ve zaman duyurulmuştu. Cumartesi günü sabah
kursa katılmak için Beytepe’ye gelmiş ve saat yaklaşık 7.45’te kurs
alacağım binaya girecektim. Kapıda takım elbisesi içinde, kravatı
boynunda güler yüzü ile rektör kapıda bekliyordu. Herkese ismi ile hitap
edip, elini sıkıyordu. Yanına geldiğimde; “Hoş geldin Aliciğim” dedi.
Oysa rektör bey ile aynı ortamda geçirdiğim toplam zaman bir saat bile
değildi. Akademisyene ve hatta insana verilen değerin ne kadar güzel bir
haliydi hocanın davranışı…
Yaptığınız işe inanmak, gerçekleştirmek için özveride bulunmak ve lider-
lik, günlük yaşamın rutininden çok daha yükseklerdedir. İleri görüşlü,
çalışkan ve yurtseverlik gibi saygın özelliklere sahip bir rektör döneminde
çalışmış olmak, öncelikle “Hacettepeli olmak” diye özetlenen kurumsal
aidiyet duygusunu geliştiriyor. Prof. Dr. Tunçalp Özgen’in rektörlük
uygulamalarını nesnel olarak analiz etmek, her bireyin entelektüel birikimi
ve yaşam anlayışına bağlıdır. Ama zamanın hakemliği ve analizi, çok
daha kalıcı ve nesneldir.
Sevgili Tunçalp Hocam, mekânınız ülkemizin geleceğine beslediğiniz
güzel duygular kadar aydınlık olsun…
Gül Ergün
İstatistik Bölümü,
Tunç Hocam Ve Caz,
2003 sonbaharında bir gün hocam beni yanına çağırdı ve Beyaz Ev’de
bir caz kulüp açma projesinden söz etti. Ardından “Gül, bu görevi sana
veriyorum” dedi. Bunu duyduğumda çok şaşırdım ve heyecanlandım.
Bu iki duygunun ardından da tereddüt ettim. “Neden ben?” sorusunun
ardından Tunç hocamdan “Gül, senin müzik aşkını biliyorum, doğru
kişi sensin. İnan bana” cevabı geldi. Üstleneceğim sorumluluk çok
büyüktü. Küçük bir kızım vardı. Önce eşimden izin almalıyım dedim.
Kolay değil her Cuma ve Cumartesi, akşamından gece yarılarına kadar
orada olmak. Tunç hocam gerçek bir liderdi. İkna yeteneği, olağanüstü
kıvrak zekâsı ve problem çözmedeki inanılmaz yeteneği ile beni çabucak
motive etti. Ben artık Beyaz Ev Caz Kulübü’nün akademik sorumlusuydum.
Hocamın projesine duyduğu heyecanı ben de aynı coşkuyla
duyuyordum. Caz kulübün üniversitemize yakışır bir mekân olması için
hepimiz çok çalıştık. Hacettepe Üniversitesi’nin bünyesinde böyle bir
faaliyet önemli bir eşikten atlamayı gerektiriyordu. Beyaz Ev Caz
Kulübü, cazın nağmeleri ile hem ruhumuza hem de gözümüze hitap
edecek bir yer olmalıydı. Göğsümüzü kabartmalıydı. Bizi mahcup etmemeliydi.
Bu nedenle Kulüb’ün, kurulacak müzik sisteminden, piyanosu-
na; alınacak kadehlere kadar her şeyine özen gösterildi. Mevcut akustik
sorunu çözmek için uzmanlarla çalışıldı. Yol haritamızın belirlenmesinde
Ankara Caz Sevenler Derneği ve Sevda Cenap And Vakfı ile temas
kuruldu. Hummalı bir süreç ardından, Beyaz Ev Caz Kulübü, üniversitemizin
önemli bir sanatsal faaliyeti olarak 21 Şubat 2004 Cumartesi
günü saat 21:00’de açıldı. O gün hocam çok mutlu ve çok heyecanlıydı.
Başarmıştık… Öyle güzel dönüşler alıyorduk ki, bu bizim daha iyi
faaliyetler yapmamıza ışık tutuyordu. Ben her hafta hocamı ziyaret edip,
planladığım programlar üzerindeki görüşünü ve onayını alıyordum.
Hocamın bana duyduğu güven, beni daha da sorumlu ve üretken
yapıyordu. Bu arada Tunç hocamın çikolata sevgisini de o toplantılarda
gördüm. Her toplantıda hem çikolata yiyor hem de yol haritamızı çiziyorduk.
Tunç hocam Caz Kulübü’nü çocuğu gibi seviyor, önem veriyor,
özen gösteriyor ve onunla gurur duyuyordu. Gazetelerde kulüp ile ilgili
güzel yazılar bizi çok mutlu etmişti. Beyaz Ev Caz Kulübü, çok sıcak, kâr
amacı gütmeyen naif bir yerdi. Bu nedenle kısa zamanda üniversite
mensupları dışında yerli ve yabancı (özellikle elçiliklerden) birçok kişi
kulübe gelmeye başladı. Tunç hocam da her hafta sonu misafirleri ile
kulübe gelir ve hem sanatçıları hem de bizleri mutlu ederdi. Hocamın
çok güzel dans ettiğine de kulüpte şahit olmuştum. Ben Beyaz Ev Caz
Kulübü’nde kuruluşuyla birlikte iki sene görev aldım.
Beyaz Ev Caz Kulübü’nün ilk senesinde Durul Gence ve Orkestrası;
ikinci senesinde ise, Seniors&Juniors Orkestrası sahne aldı. Ancak bu
süre zarfında birçok yerli ve yabancı sanatçıkulübümüzde misafirlerimize
unutulmaz müzik ziyafetleri verdi. Tunç hocam sahne alan tüm
sanatçılara çok değer verir, onları sahne öncesi ve sonrası tebrik ederdi.
Kulübün sezon kapanışları da bir şölen niteliği taşırdı.
Yıllar sonra o güzel günleri anıyorsak, ah keşke bir daha o günleri tekrar
yaşasak diyorsak bunda Tunç hocamın payı çok büyüktür. Şu an Beyaz
Ev Caz Kulübü olmasa bile, hocamız adına yakışır bir eser yaratmıştır. O
günleri yaşayan, o güzel performansları hatırlayan bizler için Beyaz Ev
Caz Kulübü hafızalarımızda unutulmayacak bir yere sahiptir.
Beyaz Ev Caz Kulübü, Canan ve Tunç Özgen hocalarımızın estetik
zevklerini yansıtan bir eserdi. Ne güzel bir mekândı. Duvarı kaplayan o
muhteşem akvaryum, müzikle ahenk içinde sanki dans eden rengârenk
balıklar… Genelinde Beyaz Ev çok güzel bir yerdi. Hele baharı, yazı ve
sonbaharı… Terastan muhteşem manzarası, havuzu, heykelleri, duvarları
süsleyen güzel tabloları… Üst katta yer alan özel yemek odası. Misafirlerimizi
Beyaz Ev’e getirdiğimizde çok mutlu olurdum. Bize ait, farklı,
çok sıcak bir mekânı gururla gösterirdim. Caz Kulüp de bu güzellikten,
bu özgünlükten nasibini almış, çok özel ve küçük bir yerdi. Akşam
yemeğinden aşağı inen konuklarına her zaman sıcak bir gülümseme
katardı. Bu güzellikler hocamın eseriydi. Üzgünüm… Keşke yıkılmasaydı
diyorum. Keşke…
Yine de bu güzellikleri gördüğüm için çok şanslıyım. Çok teşekkürler
Tunç hocam. Bizlere, Hacettepelilere ve müzik sevenlere yaşattığınız o
unutulmaz günler için. Sizi her zaman sevgi ve saygıyla anacağım.
Huzur İçinde Yatın.
Sibel Hacımahmutoğlu
Hukuk Fakültesi
Ben Hacettepe Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi’nde asistan
iken, yıllar önce İngiltere'ye doktora yapmaya gittim. İngiltere'den
Hukuk doktoru unvanını aldım ama İngiltere'de uzun süre kalınca
Hacettepe Üniversitesi’nden ayrılmak zorunda kaldım.Sonra Türkiye'ye
döndüğümde İstanbul'da Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde
göreve başladım. Ankara'ya gelmek istediğimde Hacettepe Üniversitesi’nde,
arkadaşlarım Tunçalp Hocanın Hukuk Fakültesi kurma çabası
içinde olduğunu bana iletti. Daha sonra 2007 yılında Prof. Dr. Selma
Çetiner Hukuk Fakültesi Dekanı olarak atandı. Ben de gidip kendisini
gördüm ve Fakülte’nin kadrosuna katılmak istediğimi söyledim.
Kendisi kesin olur demeden önce Tunçalp Hoca ile görüşmüş. Tunçalp
Hoca daönce benimle görüşmek, daha sonra karar vermek istediğini
söylemiş. Ben Tunçalp Hoca ile ilk o zaman tanıştım. Kendisiyle yaklaşık
yarım saat, belki biraz daha fazla konuştuk. Tunçalp Hoca bu görüşmeden
sonra bana ”Hacettepe Hukuk Fakültesi’ne sizin gibi hocaları
almak istiyoruz” dedi. Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin
kadroya atanan ilk öğretim üyesi olarak göreve başladım. Üç yıl Dekan
yardımcılığı yaptım. Üniversitenin Rektörü tarafından sözlü mülakat
yapılarak kadroya atanan bir öğretim üyesiyim (o zaman yardımcı
doçent olarak atandım) ve bununla hep gurur duydum. Kendisi çalışan
insanlara ve hukukçulara değer veren biriydi.
Hayalinde hep iyi bir hukuk fakültesi kurmak ve iyi hukukçular
yetiştirmek vardı. Ben kendisine verdiğim sözü hep tuttum, hep daha çok
çalıştım ve çalışmaya devam edeceğim. Çünkü kendisine olan borcumu
bu şekilde ödeyebileceğimi biliyorum...
Şahin Hanalioğlu
Nöroşirurji Anabilim Dalı
Rektörü olduğu Hacettepe Üniversitesi’nde Tıp eğitimine, Başkanı
olduğu HÜ Nöroşirurji Anabilim Dalı’nda uzmanlık eğitimine; kurucusu
olduğu Türk Nöroşirurji Derneği’nin üyesi olarak meslek hayatına
başladığım ve öğrencisi olmaktan her zaman gurur duyduğum, Türk
beyin cerrahisi ve eğitim dünyasının öncü ismi, vizyoner yöneticisi, hepimizin
bilge hocası, mentoru sayın Prof. Dr. Tunçalp Özgen’i zamansız
kaybetmenin tarifsiz üzüntüsünü yaşıyoruz.
Tunç hocamla ilgili hatırladığım ilk hâlen hafızamda çok canlı... Tarih,
Eylül 2007... Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencilerinin oluşturduğu
MEDISEP-TurkMSIC Hacettepe Topluluğu olarak Ankara’da
düzenleyeceğimiz Avrupa Tıp Öğrencileri Birliği (EMSA) Genel Kurulu’nun
başlamasına iki hafta kala, ülkemizde ilk kez düzenlenecek olan
bu uluslararası toplantıyı maddi zorluklar nedeniyle düzenleyememe
riskiyle yüzleşmiştik. O dönemki Dekanımız Prof. Dr. Serhat Ünal
hocamızın da tavsiyesiyle son çare olarak destek için Rektörümüze
başvurmaya karar verdik. Ama kendisinin programının yoğunluğu
nedeniyle bir türlü randevu alamıyorduk. En sonunda, o dönem
fakültemizin bir diğer öğrenci topluluğu olan HÜTBAT’ın başkanı ve
yakın dostum Necati Enver ile birlikte Tunç hocamızın güne hastanede,
bölümde başladığını öğrenerek bir sabah saat 06:30’da hastanenin 7
nolu kapısında kendisini beklemeye koyulduk. Nihayet saat tam 07:00’da
Tunç hoca kapıya yanaşan makam aracından indi. Hemen bir üst kattaki
Nöroşirurji Anabilim Dalı’ndaki odasına gidene kadar herhalde en
fazla bir dakikalık süremiz vardı. Kendimizi tanıttıktan sonra hızla
meramımızı kendisine anlatmaya koyulduk. “Buyurun çocuklar, dinliyorum
sizi” derken bir yandan da hızlı adımlarla bölüme çıkıyordu. Biz de
kendisini takip ederken düzenleyeceğimiz toplantıyı, yaşadığımız
zorluğu, neye ihtiyacımız olduğunu hızlıca anlattık. Tam bölümün
kapısından girerken “Tamam çocuklar, tabii ki size destek olacağız.
Hemen şimdi Rektörlüğe gidin, sekreterime gerekli bilgileri iletin; en
kısa sürede bu meseleyi çözelim” diyerek son noktayı da kendisi koydu.,
yüzünde o bilindik tebessümüyle. Sanırım ne kadar mutlu ve minnettar
olduğumuz o da gözlerimizden okumuştu. O sayede iki hafta sonra
Avrupa’nın dört bir yanından 200’ün üzerinde Tıp öğrencisini Ankara’da
ağırlayabilmiş, üniversitemiz ve ülkemiz adına bu gururu hep
beraber yaşamıştık.
Sadece üstün liderliği ve vizyonu ile değil aynı zamanda tükenmek
bilmeyen enerjisi ve bilgeliği ile de bizlere ışık olan Tunç Hocamızın
mekânı cennet olsun, kabri nurla dolsun... Ailesi, sevenleri, öğrencileri,
hastaları ve geride derin izler bırakarak veda ettiği tüm halkımızın ve
insanlığın başı sağ olsun...
Emrah Işık
Eski Öğrenci Konseyi Başkanı (2007-2008)
Prof. Dr. Tunçalp Özgen’i özlem ve sonsuz saygı ile anıyorum.
Geçen sene hocamın acı haberini almadan önce amcamı kaybetmiştim
ve ülkeye dönmek durumunda kalmıştım. Hocamın son konuşmasını
Bahçeşehir üniversitesinde yaptığını öğrenmek ve aynı tarihlerde orada
olup da onu dinleyememek beni kahretmişti. Nereden bilebilirdim,
birkaç gün sonra acı haberi alacağımızı, bizleri bundan böyle yalnız
bırakacağını? Tunçalp hocamız bizleri büyük bir güç olarak görür ve bu
şekilde eğitirdi. Beni dönemin Kastamonu Valisi’ne tanıttığı zaman biz
gençlere ne kadar inandığını herkese göstermişti. Türk gençliğine
inandığını ve bizleri gelecekte aydınlanma doğrultusunda görevlendirdiğini
o zamandan beri iliklerimde hissediyorum.
Üniversite Senato ve Yönetim Kurullarında, bize söz hakkı veren, öğrenci
ile alakalı her durumda bizlere dönüp fikirlerimizi soran, bir baba
şefkati ile sorunlarımızla ilgilenen hocamızı çok ama çok erken kaybettik.
Sorumluluk kelimesi benim için hocamı tanıdıktan sonra anlam kazandı.
Kendimize ve topluma karşı olan sorumluluğumuzu bana en etkili
şekillerde anlattı. Yurtdışında olmak, birçok konuda özgürlükleri yaşamak
kendisinin de tatmış olduğu bir duygu idi, ama ülkesine dönüp
sayısız hizmetler sunmak yine kendisinin yetiştiği topraklara verdiği
değerin bir göstergesi idi. Herkese anlattığım bir hikâyesi vardı, benim de
tanıdığım, hocamızın. Üniversite yönetim kurulunda paylaşmıştı bizlerle.
Babası İhsan Şerif Özgen bir milletvekili idi; çocuk aklı o dönem arabayla
okula gitmek istermiş hocamız ancak babası onu hiçbir zaman devletin
arabasına bindirmediğini ve bunun eskiden içinde kaldığını belirtmişti
hocamız. Babası kendisine bir ömür hatırlayacağı dersi ve öğüdü
vermişti aslında. O, “devletin aracı ile çocukları gezdiremem” diyecek
kadar ulu gönüllü ve devlet malını özel aile işlerine karıştırmayacak
kadar dürüst bir devlet insanıydı. Bu öğüdü hep yaşayıp bizlere de yaşattı
hocamız.
Hocamız için yazabileceğim daha nice çok şey var ancak hepinize
önerim, son konuşmasını bulup izlemeniz; benim için aydınlanmaya
giden yolun haritasıdır.
Emin-Tülay Kansu
Hematoloji Anabilim Dalı, Nöroloji Anabilim Dalı
Tunçalp Özgen, iyi hekim, iyi rektör, iyi eş, iyi baba, iyi insan ve kıymetli
bir dost olarak anılarımızda yaşayacak.
Sözcükler yetersiz, insanlar fani, resimler baki…
Sevenlerine baş sağlığı ve sabır diliyoruz.
Tunçalp Özgen, sonsuzluğa giderken, beynimizden ve yüreğimizden bir
parça ile birlikte gitti ve yaşamımızda derin izler bıraktı. Bir dost olarak
ailece birlikte geçirdiğimiz zamanları, tatilleri ve sohbetleri unutmak
mümkün değil. Bir beyin cerrahı olarak hasta yaklaşımı, çalışma disiplini
ve bilgisi üst düzeydeydi. Sorunlara çözüm getirmekte ustaydı. Sağlık
sorunlarına rağmen idari görevler üstlenmekten ve son gününe kadar
zor operasyonlara girmekten kaçınmadı. Hacettepe Tıp Fakültesi’nin ilk
mezunlarından biriydi. Hacettepe Üniversitesi’nin seçilmiş Rektörü
olarak iki dönem görev yaptı ve önemli katkıları oldu. İnsani yönü çok
güçlüydü. Ailesine, hastalarına ve dostlarına karşı çok sevecendi. Onca
işinin arasında çok okuduğunu, tarihe meraklı olduğunu, resim sanatına
olan merakını biliyorduk. Nasıl yapabildiğini sorduğumuzda ‘’bir kitabın
bitmesini beklemiyorum, aynı zamanda farklı aralıklarla, farklı kitapları
gözden geçiriyorum’’ diyerek sırrını açıklamıştı. Bundan böyle
yaşamımızda önemli bir eksiklik olacak. Ve biz onu güler yüzü, esprileri,
derin bilgisi, güzel sohbetleri ve çok değerli ailesi Canan, Burçe, Dalsu ve
torunları ile hatırlayacağız.
Gümeç Karamuk
Tarih Bölümü
2007 yılında, Sayın Prof. Dr. Tunçalp Özgen'in çok büyük bir hassasiyetle,
uzun yıllardan beri Hacettepe'de çalışanlara verdiği Akademik
Hizmet Plaketi'ni benim de otuz yıl sonra almış olmam unutulmaz bir
ödül! Bu anım hep kalıcı. Bu hizmet plaketini evimdeki çalışma odamda
tutuyorum ve çok mutluyum.
İbrahim Karnak
Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı
Sayın Hocamızla ilk kez Tıp Fakültesi üçüncü sınıfta, 1986-1987 eğitim
öğretim yılında Sinir Sistemi Hastalıkları ve Psikiyatri ders kurulunda
KİBAS (Kafa İçi Basınç Artışı Sendromu) konulu dersi anlattığında
karşılaştım. Doçent unvanlı, güler yüzlü, son derece ince ve nazik,
düzgün bir şekilde ve hiçbir nota bakmadan akıcı bir biçimde ders
anlatan, konusuna hâkim ve kendinden emin olduğu izlenimi veren,
güven duygusu oluşturan bir hocaydı. Açıkçası “cerrah olunacaksa böyle
cerrah olunmalı” diye içimden geçirdiğimi anımsıyorum. Ekteki ders
notlarımı incelediğimde o dönemde aynı zamanda ders kurulu başkanı
olduğunu gördüm. Daha sonra beşinci sınıfta yeniden hocamızdı.
Harika, hayranlıkla izlediğimiz dersler anlattı. Bu dönemdeki derslerden
birinde Nöroşirurjinin kurucu hocalarından Prof. Dr. Aykut Erbengi’nin
bir dersinde Tunçalp Hoca’dan övgüyle bahsettiğini anımsıyorum.
Tunçalp Hoca’nın, ön komunikan arter anevrizmalarına doğrudan
müdahale edip, tek seferde onarım zorunluluğu altında ve birkaç dakika
ile sınırlı zaman diliminde, çok başarılı bir biçimde onarımı
gerçekleştirebildiğini anlatmıştı. Hoca bile olsa, bir öğretim üyesinin
kendisinden kıdemli bir öğretim üyesinin övgüsünü alabilmesinin ne
kadar değerli olduğunu düşünmüştüm.
Asistanlık yıllarımda kendi hocalarımın da Tunçalp Hocayı ne kadar çok
sevdiğini ve ona değer verdiklerini gözlemledim. Rektörlüğü sırasında,
benim Doçent kadrosuna atanmamı doğrudan telefonla arayarak kutlaması
beni çok mutlu etmişti. Öğrenciliğimden beri örnek aldığım hocalarımdan
biri olan Tunçalp Hoca beni kutlamıştı. Bu benim için çok
değerliydi.
2003 yılında, benim de ödül aldığım, ODTÜ’de yapılan bir törende,
yanıma oturduğunda tanışma fırsatı bulduğum değerli hanımefendi
Prof. Dr. Canan Özgen Hoca’ydı. Tunçalp Hoca’nın güzel dileklerini
ilettiğinde bir kez daha çok mutlu olmuştum.
Ameliyathane öğretim üyeleri soyunma dolapları alanında dolaplarımız
çok yakındı. O nedenle sık sık sohbet ederdik. Çocuklarımı sorardı.
Çocukları çok severdi ama torun sevgisinin bambaşka bir şey olduğunu,
kendisine yaşam enerjisi kattığını söylerdi. Yine bu bölge konuşmalarından
birinde, benim mesai dışı hizmet alanına da geçmem nedeniyle beni
kutladı ve çok içtenlikle “Allah doğru yoldan ayırmasın” dileğinde
bulundu. Bu tümce tamamlandığı anda derin anlamı kavranmıştı.
Hocamız pek çok yakınımızın ve tanıdığımızın nöroşirurjik sorunlarında
yol gösterici oldu, hekimimiz oldu, şifa dağıttı. Kendisini hayranlıkla ve
minnetle bir kez daha anıyorum.
Prof. Dr. Tunçalp Özgen Hocam, örnek alınacak değer, çalışkan,
yetenekli, güler yüzlü, insana değer veren insan… Işıklar içinde
uyuyunuz.
Asker Kartarı
İletişim Fakültesi Dekanı
Benim Tanıdığım Prof. Dr. Tunçalp Özgen
Dünyada iz bırakmış büyük insanlar hakkında konuşmak ve yazmak her
zaman kolay olmaz. Yaşamına dokunduğu her birey, onu kendi açısından
ve tanıyabildiği yönüyle betimler ve tarif eder. Çünkü hatıraları yaşamın
belirli alanlarıyla sınırlıdır. Ya iş yaşamında ya özel yaşamında ortak
anıları vardır. Bazıları aynı takımı tutar, birlikte maça giderler ancak
birbirlerinin mesleğini bilmez. Bazıları iş yerinde birlikte çalışır, birbirinin
ailesini tanımaz. Armağan kitaplar bunun örnekleriyle doludur. Bu
bakımdan ben kendimi şanslı sayıyorum. İş yerinde başlayan ve zamanla
dostluğa, arkadaşlığa dönüşen bir tanışıklıktan söz edeceğim çünkü.
Prof. Dr. Tunçalp Özgen’i, Ankara Üniversitesi’nin efsane hukuk hocası
Prof. Dr. Eralp Özgen’in kardeşi ve dünyanın ilk üç beyin cerrahından
biri olarak tanıyordum herkes gibi. Tunçalp Hoca’yla ilk kez 29 Ekim
2003’te gerçekleştirdiğimiz 80. Yıl Cumhuriyet Yürüyüşü vesilesiyle
karşılaştık. O yıllarda Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ndeydim ve
rektör Prof. Dr. Nusret Aras ülke çapındaki bu yürüyüşün düzenleme
görevini bana vermişti. Yüzün üzerinde öğretim elemanı ve öğrenciyle
birlikte yürüttüğümüz çalışmalar sonucunda kırk dört bin öğretim üyesi
Ankara’da toplanmış ve Anıtkabir’i ziyaret etmişti. Tunçalp Hoca,
Hacettepe Üniversitesi Rektörü olarak başından itibaren çalışmalarımızı
desteklemiş ve üniversitesinin öğretim üyeleriyle birlikte yürüyüşteki
yerini almıştı. İkinci ya da resmi tanışmamız ise Hacettepe Teknokent
Kurucu Yönetim Kurulu toplantısında gerçekleşti. Tunçalp Hoca
Ankara Üniversitesi’ni yüzde üç hisse ile Teknokent Yönetici Şirketi’ne
ortak etmiş, Ankara Üniversitesi’nin temsilcisi olduğum için de beni
Kurucu Yönetim Kurulu’na almıştı. İlk toplantıda, “ben Ankara Üniversitesi’nin
yüzde üçlük hissesini temsil ediyorum ama Yönetim Kurulu
üyesi olarak söz hakkımı yüzde yüz kullanır, her konuda görüşümü açık
açık ifade ederim. Şimdiden söyleyeyim” demiştim. Bu sözlerin, kendisi
de açık sözlü bir insan olan Tunçalp Hoca’nın çok hoşuna gittiğini sonradan
öğrendim. Teknokent’in kuruluş aşamasında hemen her hafta
toplanıyorduk. Makine mühendisi birikimimi de kullanarak, hâkim
olduğum her konuda Hacettepe Teknokent’e katkıda bulunmaya
çalışıyordum. Teknokent kurma fikrinin sahibi ve Yönetim Kurulu
Başkanı Prof. Dr. Selçuk Geçim bu samimi çabalarımı Tunçalp Hoca’ya
anlatıp Hacettepe’ye kazandırılmamın çok yararlı olacağını anlatmış.
Bir toplantıdan sonra Tunçalp Hoca beni kenara çekerek “Askerciğim,
seni Hacettepe’ye alalım, ne dersin?” dedi. Ben de “hocam ben Hacettepe’de
ne yapacağım, İletişim Fakülteniz yok ki” diye cevap verdim. “Kur
o zaman” dedi. “Zaten bizim İletişim ve Hukuk Fakülteleri kurma
konusunda senato kararlarımız var”. Ben de “şu anda Türkiye’nin en iyi
iletişim fakültesinde çalışıyorum zaten. Ankara’da benzer bir fakülteye
gerek olduğunu düşünmüyorum, kuracaksak farklı bir yapıda olmalı”
dedim. “O zaman sen de benzemeyenini kur” dedi. “Tam destek
isterim” dedim. “Kabul” dedi.
Tunçalp Hoca o dönemde YÖK Yürütme Kurulu üyesiydi. Çok kısa
sürede, Tunçalp Hoca’nın her aşamadaki desteğiyle, şimdi “Hacettepe
Modeli” olarak adlandırılan Hacettepe İletişim Fakültesi’nin kurdum.
Üniversite senatosunun kuruluş kararında iletişim fakültesi yanında
hukuk fakültesinin de adı geçtiği için Hacettepe Üniversitesi Hukuk
Fakültesi’nin kuruluşunu da aynı kararname ile ben gerçekleştirmiş
oldum. Bu iki fakültenin kuruluşunda o dönem Ankara Üniversitesi
Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Celal Göle, Hacettepe Teknokent
Genel Müdürü İlyas Yılmazyıldız ve Iğdır bağımsız milletvekili
Prof. Dr. Dursun Akdemir dâhil çok sayıda dost ve arkadaşımın desteğiyle
bürokratik engelleri kısa sürede aştık. Fakültenin yapılanması ve
eğitim programını Ankara Üniversitesi’ndeki asistanlarım Emek Çaylı,
Gülsüm Depeli, Engin Sarı’dan ibaret ekibimle, o zamanki unvanlarıyla
Doç. Dr. Mine Gencel Bek, Doç. Dr. Sevilay Çelenk, Doç. Dr. Nilüfer
Timisi ve İLEF’in diğer hocalarının desteğini alarak hazırladık. Bugün
iletişim alanında “Hacettepe Modeli” olarak anılan fakülte yapısı ve
eğitim programı Prof. Dr. Tunçalp Özgen tarafından YÖK icra kurulunda
tanıtıldı, savunuldu ve kabul edildi.
Hacettepe Modeli iletişim fakültesi, Türk Akademiyası’na “Kültürler-
arası İletişim Anabilim Dalı”nı kazandırdı. Üniversitelerarası Kurul
Doçentlik sınavlarında “kültürlerarası iletişim” bir başvuru alanı olarak
eklendi. “Etnografi” alanı iletişim bilimlerinde hak ettiği yeri resmen
almış oldu. İletişim eğitimi “iletişim bilimleri” ve “iletişim uygulamaları”
alanlarının uyumlu etkileşimini içeren bir kavram olarak yükseköğretimde
ilk kez fakülte yapısına girmiş oldu. İletişim araçlarına dayalı bölümler
kurmak yerine sadece iki bölüm kurarak iletişimin, ileride ortaya çıkabilecek
yeni mecraları da içerecek biçimde, bütün alanlarında insan
yetiştirmenin yolu açıldı. O dönemde Çukurova ve Bozok Üniversitelerinde
“Hacettepe Modeli” iletişim fakülteleri kurduk. Şu anda ülkemizde
açılan “İletişim Bilimleri” bölümleri bu modelin eseridir ve bu
eserlerin arkasındaki görünmeyen imza, dünyanın sayılı mikro-cerrahi
virtüözlerinden Prof. Dr. Tunçalp Özgen’e aittir.
Fakültenin fiilen kuruluşu, fiziksel mekân ve kadroların sağlanması ve
eğitimin başlatılması aşamalarında rektörümüz olan Tunçalp Hoca’nın
tam desteğini aldık. Doğru temellendirilmiş, gerekçelendirilmiş ve ifade
edilmiş hiçbir isteğimizi geri çevirmedi. Her etkinliğimize katıldı, her
çabamıza destek verdi.
Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi üç yıl içinde, Öğretim Üyesi
Yetiştirme Programı (ÖYP) çerçevesinde Türkiye’nin bütün iletişim
fakültelerine öğretim elemanı yetiştiren merkez haline geldi. İletişim
Fakülteleri Dekanlar Konseyi İLDEK, fakültenin bu nitelik ve işlevini
oybirliği ile aldığı bir kararla onaylayarak kamuoyuna duyurdu. Artık
Hacettepe İletişim, lisansüstü eğitim veren, diğer üniversitelere akademisyen
yetiştiren, her dönem en az iki yabancı hocanın ders verdiği, Japonya,
Avustralya ve Almanya ile ortak dersler yürüten, iki yabancı dilli
öğrencilerinin üniversitelerde kadrolu ve yurtdışında doktora yapma
olanağına sahip olduğu bir akademik merkez haline gelmişti. Bütün
bunlar Tunçalp Hoca’nın desteğiyle başladı ve ayakta durdu.
Bu nedenle, iletişim camiasının Tunçalp Özgen’i sadece vizyon sahibi bir
rektör olarak değil, aynı zamanda iletişim eğitimi alanına doğrudan
katkıda bulunmuş bir bilim adamı olarak görmesi, anması ve unutmaması
gerekir.
Prof. Dr. Tunçalp Özgen insani yönleriyle çalışma ortamını güzelleştiren
bir yöneticiydi. Onun döneminde dekanlar arasında oluşan arkadaşlık
atmosferi birçok ortak projenin hayata geçmesini sağlamıştı.
Arkadaşlığımız sadece görev alanlarımızı değil, özel yaşamımızı da
kapsamaktaydı. Tunçalp Hoca’nın teşvik ve desteğiyle üniversite dışında
da görüşüyor, ailelerimizle bir araya geliyor, kurduğu Hacettepe
Orkestrası’nın konserlerine, kent dışında gezilere gidiyorduk. Üniversite
Yönetim Kurulu toplantılarını eğlenceli hâle getiriyor hem verimi
artırıyor hem de işbirliğini en yüksek düzeye çıkaran daha uygulanabilir
kararlar alıyorduk. Samimi ve verimli bir çalışma atmosferi yaratmıştı
Tunçalp Hoca. Bizim kendi aramızda doğan arkadaşlık ortamı onu
memnun ediyordu. Ayrı ayrı bir araya geldiğimizde Tunçalp Hoca ve eşi
Canan Hoca’yı anıyor, bazen çok geç saatlerde telefonla Tunçalp
Hoca’yı arıyorduk. Özel toplantılarımıza katılamadığında bile, aşıladığı
samimiyet ruhuyla varlığını hissettiriyordu. Her seferinde bu aramızdaki
arkadaşlıktan ne kadar memnun olduğunu ifade ediyordu. Bir araya
geldiğimizde de mutluluğu gözlerinden okunuyor, kahkahalarıyla
çevresine neşe ve enerji saçıyordu. Tunçalp Hoca’nın enerjisine ayak
uydurma gayretiyle gerçekten çok çalıştık. Belki çok da yorulduk ama
başarılı işler yaptık ve hep mutlu olduk.
Tunçalp Hoca’nın yarattığı çalışma ortamı kısa zamanda üniversite
içinde meyvelerini vermeye başladı. Söz gelişi, sadece bizim alanımızda;
Hukuk ve İletişim Fakülteleri ülkede ilk “Aracılık Programı”nı hazırlayıp
hayata geçirdi. Tıp, Eczacılık, Diş Hekimliği, Fen ve İletişim Fakülteleri
“Adli Tıp Bilimleri Yüksek Lisans Programı”nı hazırladı. İletişim
Fakültesi Tıp Fakültesi’nde İletişim dersleri vermeye başladı. İletişim ve
Tıp Fakülteleri “Sağlık İletişimi Yüksek Lisans Programı”nın, İletişim ve
Güzel Sanatlar Fakülteleri “Video Sanatları Yüksek Lisans
Programı”nın hazırlıklarını tamamladı. Üniversitenin her biriminin
etkinliği diğer bütün birimlerce desteklendi. Kimse kendini yalnız hissetmedi.
Bütün törenlerimiz en yüksek katılımla gerçekleşti.
Hacettepe Üniversitesi, Prof. Tunçalp Özgen’in rektörlüğü döneminde
diğer üniversitelere de katkısını esirgemedi. Kastamonu, Yakın Doğu ve
Bozok üniversitelerine Tıp Fakültesi, Hacıbektaş, Niğde ve Aksaray
üniversitelerine farklı fakülteler kurduk.
Onun döneminde Hacettepe Üniversitesi birikim ve emeğini herkesle
paylaştı. İletişim Fakültesi de o dönemin bütün etkinliklerini kısa filmlerle,
afişler ve sergilerle kaydetti, kamuoyuna sundu.
Atatürk ve Cumhuriyet sevdasını en zor dönemlerde bile açıkça beyan
etti. Üniversite olarak yurtseverliğin gereğini yerine getirdik hep. Fikirlerimizi
her mecrada açıkça ifade etmekten çekinmedik. Tunçalp Hoca’nın
akademik ve düşünce özgürlüğümüzü, söz hakkımızı koruyacağından hiç
kuşku duymadık.
Karşısında olanlara bile kırıcı davranmadı. Kıvrak zekâsıyla herkesin
hak ettikleri cevabı üslubunu bozmadan, kibarlık sınırlarını zorlamadan
verdi. Kendiyle barışık, alçak gönüllü ve sevecen bir insan olmasına
karşın olmayacak işe “hayır” demekten çekinmeyen, hataları kırmadan
ama küçültmeden açıkça söyleyen bir yöneticiydi Tunçalp Hoca.
Prof. Dr. Tunçalp Özgen’le tanışmış ve onunla birlikte çalışmış olmaktan
hem zevk hem de onur duydum hep. Ben Hacettepe’den ayrıldıktan
sonra da ilişkimiz kopmadı. Her fırsatta görüştük. Damadım Onur ve
eşim Sevgi’nin sağlık sorunlarıyla yakından ilgilendi, gelişmeleri
gıyabımızda izledi. Aradı, sordu.
2003’te rektör Prof. Dr. Tunçalp Hoca’yla tanışmıştım, 2019’da bir
dostun, ağabeyin ve özel bir insanın güzel anılarıyla baş başayım.
Hakan Keçe
Öğrenci Temsilcileri Konseyi Başkanı
Demokratik üniversite anlayışından gelen kıymetli Rektörümüz Prof.Dr.
Tunçalp ÖZGEN görev süresi boyunca, öğrencileri hem yönetime
katmış hem de onların her sorunu ile bire bir ilgilenmiştir. Biz de yakın
çalışma arkadaşları olarak bu konudaki tüm hassasiyetini memnuniyet ile
müşahede ettik. 2002 Yılında girdiğim Öğrenci Temsilciler Konseyi’nin
2005-2007 döneminde de başkanlığını yürüttüm. Bu süreçte
yaşadığımız özel bir kaç anımızı da müsaadenizle sizle paylaşmak istiyorum.
Her akademik açılış yılının hemen ardından Öğrenci Temsilciler Konseyi
üyeleri ile yemekte buluşurdu hoca, yeni üyelere başarılar diler, eskilere
teşekkür eder ve önümüzdeki eğitim öğretim yılını planlardık. Bu
toplantının gündem konularından biri de ihtiyaçlarını karşılayamayan
öğrencilerimiz olurdu. Özellikle tüm fakülte temsilcileri, bölüm ve sınıf
temsilcileri ile yaptıkları toplantılarda hangi sınıfta kim ekonomik
yoksunluk çekiyorsa onlar belirlenir ama bu tespitten kesinlikle hiçbir
öğrencinin haberi olmaz, durum Öğrenci Temsilciler Konseyi’nin üst
yönetiminde de tartışılarak bir liste oluşturulurdu.
Listeyi Rektörümüze arz eder, genel bir bilgilendirme yapardık, hangi
fakülte, hangi bölümde kaç ihtiyaç sahibi olduğu konusunda. İhtiyaçları
nelerden oluşuyor, anlatırdık. Vaka vaka anlatmaya gelince izin vermezdi,
“Çocuklar siz gerekeni yapmışsınız, ihtiyaçları da tespit etmişsiniz
gerek yok, detaylı anlatmanıza” derdi. Listeyi teslim ederdik kendisine.
Listede; öğrencinin adı-soyadı, bölümü, sınıfı, ihtiyaç nedeni, ihtiyaç
duyduğu hizmet ve öğrencilerin haberi olmadan aldığımız hesap
numaraları yer alırdı. Kiminin yurt parasının ödenme ihtiyacı, kiminin
kitap parası, kiminin Ankara da kalabilmesi için gerekli burs miktarı
yazardı.
Aradan bir hafta geçmez Özel Kalem Müdürü Sayın: Didem Reisoğlu
arardı bizi. “Hakan, Rektör Bey’in size teslim edilmesini istediği bazı
belgeler var, gelip alır mısınız?” derdi. Gittiğimizde “ Verdiğimiz listenin
tamamında kim için ne karar almışsak, dekontlarıyla karşılaşırdık. Kiminin
yurt parası ödenmiş, kiminin katkı payı, kimine bilgisayar alınmış,
kimine nakit burs yatırılmış.
Rektörümüz o an uygunsa teşekkür için yanına girerdim. İlk sözü
“Hakan sakın ha veren eli, alan el görmeyecek… Sakın ha bu yardımların
kişisel hesabımdan yapıldığını kimse bilmeyecek, hatta benim
yaptığımı da kimse bilmeyecek, burs bulduk bir yerden deyin” diye sıkı
sıkı tembihlerdi.
O günlerde de sonrasında da kimse bilmedi sevgili Rektörüm, kıymetli
hocam ve öğrencilerin babası, babamız. Hiç kimse nereden nasıl
olduğunu bilmedi yardımlarınızın. Bugün destek olduğunuz öğrenciler
bu vatana hizmet etmeye devam ediyor, kimi mühendis, kimi doktor,
kimi öğretmen, kimi sporcu, kimi sanatçı olarak.
2006 yılında öğrenci Konseyi Başkanı olarak görev yapıyordum. Öğrenci
Konseyi odamız topluluklarla bir arada olalım ve öğrenciye yakın olalım
diye yemekhanenin üst katında yeni dizaynedilen odaların arasından
bizzat Rektörümüz tarafından belirlenmişti. Karşımızda derslikler ve
sağlık kafe vardı. Yemekhanede yenen yemeklerin ardından çaylar Sağlık
Kafe’de içiliyordu. Sağlık Kafe tüm Sıhhiye kampüsünün buluşma ve
sosyalleşme alanı gibiydi. Bir gün kafede bir bağış kutusu ve bir not
gördüm. Not şöyleydi “Tıp Fakültesi dönem 1 öğrenciyim, lösemi olan
kardeşim için bağış topluyorum…”
Hemen kafenin sahiplerine gittim. Bu kutuyu kim bıraktı diye sordum?
Biri bıraktı gitti, yine gelir dediler. Kutular sadece Sağlık Kafe’ye değil,
öğrencilerimizin uğradığı birçok yere bırakılmıştı. Bırakan kişinin telefon
numarasını sordum, bilmiyorlardı. Gelirse mutlaka telefon numarası
bıraksın, ya da telefon numaram şu, beni arasın dedim. Sonradan adının
V.Ü. olduğunu öğrendiğim (izin almadığım için adını tam yazmıyorum.)
dönem 1 öğrencisiyle tanıştım. Durumu anlattı, kardeşi hastaydı.
Babasının SSK prim borçları yüzünden sosyal güvenceleri ve hiçbir
gelirleri yoktu. Kardeşinin acil ameliyat olması gerekiyor, masrafları
karşılayamıyorlardı.
Bu işin üstesinden nasıl geliriz diye düşünmeye başladık, Öğrenci Temsilciler
Konseyi’ndeki arkadaşlarla. Kampanya yapmamız için valilikten
izin almamız ve toplumun tüm birimlerine yaymamız çok uzun ve
meşakkatli bir işti ve zaman yoktu. Aklımız durmuştu. Tüm arkadaşlara,
ben Rektör hocaya götürelim konuyu, o bize yol gösterir dedim.
Randevu istedik Rektörümüzden. Asla öğrenciyi bekletmek âdeti değildi
zaten. Hemen randevu verdi. Ertesi gün karşısındaydım. Durumu anlat-
tım.
“Hakan sen bu öğrenci arkadaşını al, getir bana” dedi.
V.Ü ile aynı gün öğleden sonra gittik yanına. V.Ü’ye:
“Nerelisin sen ve kardeşin nerede tedavi görüyor?. Bana her şeyi anlat”
dedi. Bizi uzun uzun dinledikten sonra,V.Ü’ye dönüp,
“Sen merak etme, ben seni anladım, kardeşini burada tedavi etmemizi
istersen, üniversitemizin tüm imkânları sana açık, ama doktoru tedavi
etsin dersen de, görüşüp, gereğini yaparız” dedi.
Arkadaşımızı yolladıktan sonra beni Rektör hoca yanına çağırdı. Tüm
bilgilerini aldığımız hastanın tedavileri Akdeniz Üniversitesi’nde devam
ediyordu. Tunçalp Hoca, Akdeniz Üniversitesi’nin o dönemki Rektörü
M.A hocanın çok yakın arkadaşıydı. Hoca, Rektör ile görüştü, tüm
masrafları üstlendiğini söylese de karşıdaki rektör buna müsaade etmiyordu.
Sonra bana döndü;
“Hakan arkadaşın her zaman bize ulaşamayabilir, ama bu çocuk tedaviye
muhtaç, sen babasının bilgilerini getir. SSK prim borçlarını biz
ödeyelim, hastanelere rahat gitsin, sonrada Senatomuzda dile getir, tüm
Dekan ve enstitü müdürleri sahip çıkacaktır konuya” dedi.
Ardından özel kalem müdürü Sayın Didem Reisoğlu’nu (Konseyin hâlâ
Didem ablasıdır.) çağırdı. Benim şahsi hesabımdan bu öğrencimizin
babasının tüm SSK prim borçlarını ödeyin, sağlık hizmetinden yararlanmaya
başlasın dedi. Ve bana döndü “ Sakın bu parayı benim ödediğimi
söyleme arkadaşına sen dekontu götür, Senato üyeleri ödedi de”
dedi.
Takip eden ilk senatoda söz aldım. Rektör hoca haklıydı. Senato üyeleri
konuya sahip çıktı. Özellikle Prof.Dr. Ali Kalaycıoğlu ve Erol Belgin
hocanın başı çektiği ekip ciddi bir yardım toplamıştı aralarında. Bu
yardımı, SSK prim borcunun ödendiği makbuzla birlikte bana teslim
ettiler.
V.Ü’yü odama davet ettim. “V.Ü, kardeşinin durumundan Akdeniz
Üniversitesi Rektörü’nün bilgisi var, telefonu şudur. Rektörümüz aracılığı
ile randevu al git, gereken özen ve alaka gösterilecektir.” dedim. Ardından
“Bu, babanın SSK Prim borcunun ödendiğine dair belge, kardeşini
tüm sağlık kurumlarına rahatlıkla götürebilirsin, ayrıca bu da Hacettepe
Senatörlerinin kardeşinin bakımı için topladıkları yardım” diye zarfın
içinde yardımı uzattım.
V.Ü. Zarfı aldı ve açtı. “Bu yardım, kardeşim için fazla; ben şu kadarını
alabilirim. Kalanını diğer ihtiyaç sahiplerine verin” dedi. Ne yaptıysak
kabul ettiremedik tamamını. Kalanını, Senato üyelerimize de durumu
arz ederek yurt ücretlerini ve katkı paylarını ödeyemeyen öğrencilerimizin
hesabına yatırdık.
Rektör Hoca o öğrencimizin notlarından tutun da, ailesine varana kadar
her şeyi ile ilgilendi. Ama asla bunu kimse bilmedi.
Rektörümüzün yanında öğrenmenin sınırı yoktu. Her anımızda bazen
bilim dallarından, bazen sanattan, bazen spordan engin bilgisinden
faydalanabilirdiniz. Ama en önemlisi, yaşama dair, yaşamın tüm
inceliklerini yanında hayranlıkla izleyebilirdiniz. Rektör hoca Öğrenci
Temsilciler Konseyi’nde herkesin idolü olarak yaşamaya devam ediyor.
Gidenlerin ardından yazmak da zordur, konuşmakda… Ama hatıralarını
yaşatmak için ikisini de yapmak şarttır. Kıymetli hocamızı birçok kişi
Rektör ya da Türk Nöroşirürjisi alanına yaptığı katkıları ve üstün
hizmetleri ile tanımaktadır. Oysa büyük insanlar hep çok yönlüdür.
Büyüklüğünün içinde küçülür. Çocukla çocuk, gençle genç, yaşlı ile
yaşlıdır, Tunçalp Hoca. Öğrencisiyle ilk kez beyaz önlük giymiş kadar
heyecanlı, asistanıyla bildiklerini paylaşırken tevazu sahibi, özverili ve
çalışkandır. Hacettepe’nin kuruluş felsefesi olan “daha ileriye, en iyiye”
ulaşmak için de inatçı ve mücadeleci yönünü yakın çalışanları bilmektedir.
Rektör olarak sadece kendi üniversitesine yoğunlaşmayıp, ülkemizdeki
tüm üniversitelerin derdini dert edinmiştir. Ülkemizde üniversitelerin,
“demokratik üniversite” anlayışı çerçevesinde şekillenmesi için
Üniversitelerarası Kurul ve Yüksek Öğretim Kurulu çerçevesinde
yapmış olduğu özverili çalışmalar olağanüstüdür. Bu çalışmalara yakın-
dan şahitlik eden biri olarak ve hocamızın üniversitelerimizde kurmaya
çalıştığı “demokratik üniversite” anlayışını ortaya koymak için bu yazıyı
kaleme aldım.
Hocanın rektörlükten sonra Yüksek Öğretim Kurulu üyeliği süresince de
ülkemizdeki tüm üniversitelere katkısı devam etti. Aşığı olduğu Hacettepe’den
emekli olduktan sonra da birçok vakıf üniversitesi için kurucu
rektörlükler teklif edildi, Hoca; Hacettepe’ye saygısızlık olur diye hiçbirini
kabul etmedi. Bu duruşu, merhum kurucu Rektörümüz İhsan Doğramacı
da, Bilkent Üniversitesi’ne Tıp Fakültesi açılması gündeme
geldiğinde (Hacettepe’yi göstererek) reddeterek göstermiştir.
Mevzuatta her ne kadar adı Öğrenci Konseyi olsa da Hacettepe’de hâlâ
adı Öğrenci Temsilciler Konseyi olan kurul dimdik ayaktadır ve öğrenci
hakları için mücadelesini devam ettirmektedir.
Bu kadar güvendiği ve her platformda övgüyle bahsettiği Öğrenci
Temsil Kurulu Başkanları ve üyeleri olarak bizler de hiçbir gün
Hocamızı unutmadık. Hepimiz mezun olduk, farklı illere, farklı görevlere
gittik. Ama her fırsatta Hocamıza koştuk. Başımız sıkıştığında, işimizle,
ailemizle ilgili bir sorun olduğunda Hocamıza koşardık. Hepimiz
bilirdik ki, sorunlarımızı paylaşmadığımızda ve bu durumu başkalarından
öğrendiğinde daha çok kızardı. Ziyaretlerimizde bilimden sanata,
spordan kültüre çok geniş bir yelpazede sohbet edebilirdik, farklı alanlarda
olmamıza rağmen hepimizin işinin de inceliklerini bilirdi. Bu duruma
şaşardık. Her sözü, her cümlesi bir felsefenin yaratısıydı sanki; üzerine
günlerce düşünürdük. Çıkmak istemezdik muayenehanesinden, ama
hastalarını da bekletmek istemezdik.
Yazmanın en zor tarafı kelimeler düğümlendiği zaman, anlatamaz
olmak ve çaresizliği yaşamaktır. Rektörümüz kendi görev süresi bitip
rektörlükten ayrılırken, devir teslimden önce fakülte fakülte, bölüm
bölüm veda yemeği yaptı. Tabi tüm temsilcileri de ayrı ağırladı. O veda
da hepimize bir mektup verdi. Mektubun girişi şöyleydi;
Hoşça kalın dostlarım benim
Hoşça kalın!
Sizi canımda canımın içinde,
Kavgamı kafamda götürüyorum.
Hoşça kalın dostlarım benim
Hoşça kalın...
Hocamızı, abimizi, arkadaşımızı, kardeşimizi, dostumuzu, sırdaşımızı,
yeri geldi babamızı hiç bırakmadık. O görev süresinin bitimindeki hoşça
kalda da bırakmamıştık peşini… Şimdi bedenini yanında götürürken
Hocamız; fikirlerini, çalışma azmini, disiplinini, çalışkanlığını, tevazuunu,
öğretilerini, vatan sevgisini, Hacettepe sevgisini, hayata bakışını,
enerjisini bize miras bıraktı. Boşluğunun hiçbir zaman dolmayacağını
biliyoruz. Çok özleyeceğimizi de…
Hoşça kal Büyük İnsan…
Hoşça kal unutulmaz Rektör…
Hoşça kal Hacettepe’nin Öz Evladı…
Rüknettin Kirazlı
Personel Daire Başkan,
Personel Dairesi Başkanı olarak görev yaptığım dönemde, bir gün Rektör
Tunç Bey’in çağırdığını sekreter hanım iletti. Yanına gittiğimde
“Rüknettin gel otur.” dedi ve orkestranın her mezuniyet döneminde
azaldığını ve nerede ise kapanacağını söyledi. “Buna çare bulmamız
gerekir, acaba öğrencileri işe alabilir miyiz?” dedi. Ben de “pozisyon var
ise SKS üzerinden, ya da mezunları 2547 sayılı kanunun 33, veya 50/D
maddesine araştırma görevlisi olarak atayabiliriz” dedim. Bunun üzerine
Rektör yardımcısı, konservatuvardan sorumlu Erol Belgin hocamı
çağırdı ve “bu işi halledin” dedi. Biz de mezun durumda olan öğrencileri
Güzel Sanatlar Enstitüsü'ne kayıt yaptırdık ve üniversitenin birimlerinden
100’e yakın kadroyu Konservatuara aktararak önce 2547 sayılı
kanunun 50/ D maddesine göre atadık ve dört yılı garantiye aldık. Daha
sonra da 33. maddeye çektik ve konservatuvarın devamlılığını sağladık.
Rektörümün ruhu şad olsun.
Seval Özdemir
Halk Sağlığı Enstitüsü, Enstitü Sekreteri
2000 Yılında Hacettepe ailesine katıldım. Göreve ilk olarak Rektörlük
Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü’nde başladım. Tunçalp hocamla
çalıştığımız iki dönem, yani sekiz yı boyunca üniversitemizin kültür ve
sanat faaliyetlerini yürüten bu müdürlükte sayısız konser, konferans,
sergi ve açılış gerçekleştirdik. Hocam bu etkinliklere çok önem verir;
üniversitenin akademik imajı kadar, sanata verdiği değerle de anlam
kazanacağını hep vurgulardı. Dolayısıyla yürüttüğümüz her kültür
sanat faaliyetinde, başından sonuna kadar verdiği fikirler ve önerilerle
kendisinin desteğini ve yönlendirmesini hisseder, bu doğrultuda en iyiye
ulaşmaya çabalardık. Bu yönüyle sadece üniversitenin idari bir yöneticisi
olmaktan çok, sanata, edebiyata, müziğe, resme ve daha birçok kültürel
alana ilgisi, merakı ve duyarlılığı olan gerçek bir sanatseverdi kendisi.
Onun yakın çalıştığı akademik ya da idari her personele karşı sıcak,
samimi ve güler yüzlü tavrını az çok biliyordum. Ama belki de ilk kez
kişisel olarak yaşadığım ve bir türlü nedenini bulamadığım çok ciddi baş
ağrıları sorunum nedeniyle kapısını çaldığımda gösterdiği ilgi ve sıcaklıkla
bir kez daha beni şaşırttı hocam. Bana, “Sevalciğim, yarın sabah
07.00’de seni bekliyorum” dediğinde inanamadım. Ertesi sabah 07.00
de elimde tetkiklerim ve sonuçlarımla hastanedeydim. Odasının kapısında
beni tüm içtenliğiyle ve güler yüzle karşıladı. Gerekli tüm muayeneleri
yaptı ve bana “Evet beynindeki, doğuştan gelen bu kistle ömür boyu
yaşayacaksın ama içini ferah tut, korkulacak bir durum yok, sadece yılda
iki kez düzenli olarak kontrollerini yaptır.” dedi. Söylediği bu cümlelerle
bana verdiği moral ve güç kelimelerle anlatılır gibi değildi. Yol boyunca
eşimle sadece iyi bir bilim adamı olmasını değil, hastaya verdiği değeri,
gösterdiği yakınlığı, endişeleri gideren sıcacık üslubunu konuştuk. İyi ki
tanıdım Tunçalp hocamı. Onun varlığı Hacettepe için gerçek bir
kazançtı. Çalışkanlığıyla, iletişim becerisiyle ve çok yönlü kişiliğiyle
bizler için hep rol model oldu, olmaya da devam edecektir. Çok erken
uğurladık sonsuzluğa. Işıklarda huzurla uyusun diliyorum.
Sema Özer
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
Prof.Dr.Tuncalp Özgen,
İyi kalpli, alçakgönüllü, şefkatli ve vicdanlı kişiliği ile çok iyi bir insandı.
Mesleğinin doruğunda önemli bir bilim adamı olmasına karşın rektörlük
döneminde yardımsever kişiliği ile öğrencilere ve tüm Hacettepe çalışanlarına,
onların yakınlarına hep kapısını açmıştır.
Güler yüzü, insanları sevmesi, yapıcı, dinamik ve dürüst kişiliği,
rektörlüğünde çok başarılı olmasını sağlamıştır.
Rektörlük seçimini kazanmasının ardından Hacettepe M salonunda
yaptığı konuşmasının sonunda tüm Hacettepelilerin gerektiğinde cep
telefonuyla kendisine ulaşılabileceğini söylemiş ve ekrana cep telefon
numarasını yansıtmıştı. Salonda, ”Veriyor ama ulaşılmaz, biliyoruz”
fısıldaşmalarını duymuştum.
Birkaç yıl sonra, Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nde
öğretim üyesi olan bir arkadaşımız Londra’da trafik kazası geçirdiğinde,
eşi aynı numaradan Tuncalp hocaya ulaşmıştı. Hacettepe’de ameliyathane
hazırlanmış ve ameliyatı acil olarak gerçekleşmişti.
Nisan 2018’de, eşim rahatsızlığında gösterdiği ilgi ve şefkati asla
unutamam. Başarılı bir girişim ile eşimi yaşama kavuşturdu. Olağanüstü
kişiliği ile hep yanımızdaydı.
Hastane koridorlarından rüzgâr gibi geçerek çevresine verdiği ışığı,
umudu, usta ellerini ve dinamik kişiliğini çok özleyeceğiz.
Sevgili Tunçalp abi,
Hastaların, meslektaşların ve sevenlerin seni asla unutmayacak.
Güzel izler bırakarak gittin.
Işık içinde uyu.
Güldeniz Selmanoğlu
Biyoloji Bölümü
Tunçalp hocamın çevremde hayatına dokuduğu insanlara şahit olmuştum.
Hocamın benim de hayatıma bir dokunuşu olmuştu. Her zaman
saygı, sevgi, minnet ve rahmetle anıyorum. Hocamla çok fazla mesaim
olmasa da doçentlik atamam hocamın döneminde olmuştu ve atamamı
hocamın aramasıyla öğrenmiştim. Rektörlüğü döneminde bir kurul
üyeliğim nedeniyle çok az mesaim oldu, ama verdiği pozitif enerjiyi her
zaman hissettim. 2017 yılında yaşlı annem (o zaman 84 yaşındaydı) bir
sağlık sorunu yaşadı. Aşırı ağrılı, acılı ve benim de ne yapabilirim diye
çırpındığım bir dönemdi. Tabi ki bir profesör olarak kendi üniversitemde
zor günlerimde yardım arayışına girmiştim. Annemin belindeki
birkaç soruna bağlı olarak aşırı ağrı ile acil olarak özel bir hastaneye
gitmiştik. Orada ilk değerlendirmeler kan testi, MR çekimi vb.yapıldı ve
yeşil reçeteli ağrı kesici verildi. Ancak iğnelere rağmen ağrısı arttı ve
ayağa kalkamıyordu.
İki gün sonra bir cuma günü iğnelere rağmen dayanılmaz acısı nedeniyle
aynı özel hastaneye özel ambulansla götürmek zorunda kaldık. Ayağa
kalkamadığı gibi ağrı ve acıları nedeniyle hareket bile ettiremiyorduk.
Ağrı kesici iğnelerin dozu artırılarak geri döndük. Eğer ağrılar geçmezse
ağrı merkezine gitmemiz önerildi. Ailemde hem kendi alanım nedeniyle
hem de doktora ulaşılabilirlik açısından sorumluluk bendeydi. Hafta
sonunu nereye götürmeliyim, bu alanda hangi doktorlar var arayışıyla
geçirdim, yanınızda acı çeken yaşlı bir anneniz varken. Belki ortopediye
mi götürmeliyim diye Beytepe Gün hastanesinde o zaman başhekim
olan Feza hocaya gittim. Durumu anlattım, sonuçlarına baktı bir
röntgen çekilmesi gerektiğini, ancak kendisinin üç gün Ankara dışında
olacağını ondan sonra getirmemi söyledi. Film için hastaneye getirebilmek
bile başlı başına bir sıkıntıydı ve bekleyecek durumda değildik.
Çaresizlik içinde aklıma Tunçalp hocam geldi ve en azından beni
nereye, kime götürmeliyim konusunda doğru yönlendirebilir diye
hocamın muayenehanesini aradım, durumu anlatarak randevu istedim.
Ancak annemi oraya götürmemin güçlüğünden bahsettim. Onun üzerine
hocamın sekreteri ismini yanlış hatırlamıyorsam Nesrin hanımdı,
hocayla konuşup döneceğini söyledi. Yarım saat içinde bana dönüş yaptı
ve hocamın annemin çekilen MR’ınıgörmek istediğini, öğleden sonra
orada olamayacığını, muayenehanesine CD’yi bırakırsam hocamın
inceleyince döneceklerini söyledi. Hemen Beytepe’den çıkıp CD’yi
götürdüm. Ertesi sabah hocam CD’yi inceleyip üç tane kan parametresine
bakılmasını istemiş. Sekreter hanım onların sonucunu alınca
sonuçlarla birlikte hocamın annemi göreceğini söyledi. Eve getirilen
sağlık personeli ile kanı aldırıp analiz için ilettim. Normalde en fazla iki
gün içinde çıkacak sonuçlar maalesef analiz için kullanılan kitte yaşanan
sorun nedeniyle gecikti.
Zamanla yarışıyordum, bir taraftan hastanenin laboratuvarını arayıp
sonucu takip ediyor, bir taraftan da hafta sonu girmeden hocama annemi
götürebilmek için randevu ayarlaması yapıyordum. Çünkü günlerden
Perşembe ve annemin iki günü daha ağrılı ve acılı geçirmesine dayanamıyordum.
Hocam biran evvel görsün ve beni yönlendirsin istiyordum.
Hastalık durumu insanın en zayıf noktası, takdir edersiniz ki yaşlı, mobilize
olamayan bir yakınınız ise. Sonuçta hocamın sekreterini aradım
sonuçlarda sıkıntı olduğunu, ama Cuma günü hocama getirmek
istediğimi, bir randevu saati ayarlamasını, sonucu çıkar çıkmaz getireceğimi
söyledim. Sağ olsun Nesrin Hanım beni rahatlattı, sonuçları
çıktığında hocamın bakacağını söyledi. Çünkü oturur vaziyette duramadığından
arabayla götüremeyeceğimiz için sonucu çıkınca özel ambulansı
da ayarlamam gerekiyordu. Yani irbiriyle bağlı zincirleme ayarlama
gerektiriyordu.
Cuma sabahı sistemden kan sonuçlarını görür görmez, önce Nesrin
Hanım’ı arayıp geleceğimizi bildirip, ambulansla (annem sedyede
yatarak) hocamın muayenehanesine gittik. Hocam annemi muayene etti
ve annemi muayene odasından çıkarırken destek vermeye yeltendik.
Destekle bile ayakta duramıyordu. Hocam annemin koluna girerek
bizim destek vermemize izin vermeden kendisi odasına geçirdi ve
koltuğa oturttu. Yaklaşık 10 gündür annem desteğe rağmen ayağa
kalkamıyordu ve oturur pozisyonda duramıyordu. Canı yanmasına
rağmen hocama bir şey diyemeden koltuğa oturdu. Hocam durum
değerlendirmesi yaptı. Belindeki kireçlenme, skolyoz, lordoz gibi problemler
sebebiyle ağrılarının alevlendiğini, biraz dişini sıkmasını söyledi,
hatta espriyle “öyle nazlanmak yok” dedi anneme. İstersek ameliyat
yapabileceğini ve ameliyatın da olası risk ve sonuçlarını söyledi. Yaşı
nedeniyle de çok sıcak bakmadığını ama biraz dayanmasını, eğer
istersek de ameliyat yapabileceğini söyledi.
Uzun bir görüşmeden sonra hocamın odasından çıktık ve bekleme
salonuna geçtik. Ambulansın gelmesi yaklaşık bir saat sürmüştü. Biz
beklerken hocam yanımıza geldi, bizle sohbet etti. Hem annemin
kullandığı ilaçlarla ilgili, hem üniversiteden ve ortak tanıdıklardan
konuşmuştuk. Sohbet sırasında da anneme verdiği pozitif enerjinin çok
katkısı oldu. En azından anneme ameliyat olmak yerine biraz dişimi
sıkarsam iyileşeceğim inancını verdi çok kıymetli hocam. Sonunda sedyeyle
yatarak geldiğimiz muayenehaneden oturaklı taşımayla çıkmıştık.
Gelirken ambulans kasise girdiğinde sarsıntıyla canı yanıyor kaygısıyla
gelirken, çıkışımız oturaklı sedyeyle olmuştu. Hocam tıbbi olarak durumunu
değerlendirmek dışında bir şey yapmamıştı ama ilgisi, yaptığı
konuşmasıyla annemde oluşturduğu pozitif yaklaşım onu yavaş yavaş
ayağa kaldırdı. Yaklaşık bir ay kadar süren süreçte yavaş yavaş kendi
ihtiyaçlarını karşılayabilir hale gelmişti. Çok değerli hocam en zor
anlarımdan birinde annemin ve benim hayatıma dokunmuştu. Bana
yıllardır hem öğrenci hem de öğretim üyesi olarak bulunduğum üniversitemden
bir hocam olarak aidiyetimi hissettirmişti ki bu Tunçalp
hocamın her zaman öncelediği bir konuydu.
Bu sene başlarında annem kardiyoloji ve kalp damarla ilgili sorunları
nedeniyle Hacettepe Hastanesi’nde yattı. İlginç bir tesadüf, hocamı
kaybettiğimizde yapılan tören günü annemin Hacettepe’de kontrolü
vardı ve hocamı annem yanmdayken birlikte uğurladık.
Hocamın haberini aldığımda çok üzüldüm. Ailemden birini kaybetmiş
gibi hissetim. Kötü haber tez duyuldu ve haberi aldığımda hemen
aklıma hocamla yaptığımız sohbet sırasında söylediği cümleler geldi
“Yaşlılığın zor olduğu, hatta yanlış hatırlamıyorsam kayınpederinin de
ileri yaşta olduğunu ve kullanılan ağrı kesicilerin bilinçle ilgili olumsuz
etkilerinin olduğu ve çok zorda kalmadıkça da bunları kullanmamasını”
önermişti. Yaşlılarda ölüm kaygısının yüksek olduğunu ve en güzelinin de
birden gitmek olduğunu” söylemişti. Hocamın ani kaybını duyduğumda
bu cümleler aklıma geldi ve bu dünyadan erken ama istediği gibi ayrıldı
dedim. Bilimsel özellikleri yanı sıra hocamın insana verdiği değer onu
ayrıcalıklı kıldı. Her zaman hocamı saygı, sevgi ve minnetle anıyorum.
Nur içinde yatsın….
Kadriye Sorkun
Biyoloji Bölümü
Ben hocanın birinci dönem seçim konuşmalarını dinledim ama söylemlerini
nasıl yerine getirecek diye denilenlere pek de itibar etmedim ve
başka bir adaya oyumu verdim. Sonuçta Tunçalp Hocanın rektör
seçildiği haberi geldi.
Bu arada ben Fen Fakültesi Biyoloji Bölümünde teçhizat ve kimyasal
madde yokluğu içinde çırpınıp duruyordum. Çalışmalarımı yürütmem
için mikroskop gerekliydi. Bir süre Tarım Bakanlığı’ndan borç alınan
mikroskopla idare ettim. Bir süre sonra onlar mikroskobu geri istediler,
tabii hemen iade ettim. Sonra Türkiye Kalkınma Vakfı’ndan bir başka
mikroskop borç aldım ama onlar da mikroskobu geri isteyince hiçbir iş
yapamaz hale geldim. Kendime bir mikroskop alsam diye hesaplıyorum
ama bütçem elvermiyor. Moralim eksilerde ne yapıp kime gideceğimi
bilemiyorum. Derken bir işgünü Yenimahalle civarı bir yerde eşim direksiyonda
ben yanında gidiyoruz, telefonum çaldı. Arayan, Rektör Bey’in
kaleminden arıyorum deyince aklım çıktı . Hemen eşimden “arabayı
sağa çeker misin?” ricasında bulundum, ama altından ne çıkacak diye de
çok endişelendim. Karşımdaki bayan, “Rektör sizinle konuşacak” dedi.
Bunca yıl Hacettepe’ye hizmet etmişim, böyle bir davranışı ne görmüş ne
de duymuşum.
Hocamın insana huzur veren sesini duyunca korkum yerini meraka
bıraktı. Aynen şöyle dedi “ Kadriyeciğim beni Ayhan Şahenk aradı,
“sizde Anzer balı çalışan bir hanım varmış, bana bu bal lazım” dedi. Ben
de vallahi bilmiyorum bir araştırayım ama çok da umutlu değilim
dedim. Sen bu işe ne dersin” dedi. Benim zaten canım burnumda,
dedim ki “Sayın Hocam ben yokluk içinde çalışmaya çalışıyorum. Türkiye’
de Anzer balını ben çalışıyorum ama olanaklarım çok kısıtlı ve çok
sıkıntı içindeyim” deyince Hocam “yarın Beytepe’ de saat 12:00 seni
bekliyorum” dedi ve telefonu kapattı.
Ertesi günü yaptığım çalışmalardan hazırladığım dosyayı hocama
sundum ama ben hâlen bir şeylerin değişeceğine inanmıyorum. Hocam
beni sonuna kadar dinledi ve dedi ki “Kadriye, seni tebrik ederim.
Hemen bir proje yazıyorsun ve bana getiriyorsun. Arkasından bir
Arıcılık Merkezi kurmak için gerekli dokümanları hazırlıyorsun ve bana
getiriyorsun, zaman içinde de Merkezi Enstitü ye dönüştürürüz” dedi.
Görüşme bittiğinde saat 13:00 olmuştu.
Yaşadıklarım inanılır gibi değildi. Hemen işe koyuldum ve çok kapsamlı
bir proje yazdım. Tabii en başa bir araştırma mikroskobu ve daha birçok
üst düzey teçhizat. O projede talep ettiğim her şey hiçbir değişiklik yapılmadan
birkaç ay içinde laboratuvarıma geldi. Merkezin kurulması
hemen olmadı ama Türkiye de Arıcılık üzerine kurulan ilk merkez oldu.
İlk önerimizde YÖK, “Hacettepe şimdi de arılarla mı uğraşacak” diye
öneriyi ret ediyor. Hocam “sen üzülme, biz bu işi takip edelim yeniden
başvur” deyince tekrar dosya hazırlayıp müracaat edince bu defa Türkiye
üniversitelerinde ilk arıcılık merkezi kurulmuş oldu. Enstitü için iki
kez başvuruda bulunmama rağmen daha sonraki yönetimler bu
talebime maalesef olumlu yanıt vermedi. 43 yıllık meslek hayatıma
Temmuz 2019 da yaş haddinden emekli olarak son noktayı koydum.
Son yirmi yıllık çalışmalarımın ivme kazanmasınd ve Hacettepe Üniversitesinde
birçok konuda ilkleri başlatmamda sevgili Hocamın katkısı çok
büyük. Bugün benim gençlere bıraktığım teçhizatlar halen çalışır
durumda ve günümüzde Hacettepe, Tıp Fakültesi tanınırlığı kadar arı ve
ürünleri konusunda daciddi bir prestije sahip.
Canım Hocam, siz benim elimden tuttunuz, ben de çok çalıştım ama
Enstitü arzunuzu, çabaladım ama gerçekleştiremedim. Onu da geride
kalan gençler zaman içinde belki gerçekleştirebilirler. Sizin yönetiminizde
çalışmak çok büyük bir ayrıcalıkmış.
Işıklar içinde uyuyun canım Hocam.
Ayşegül Tokatlı
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
Prof. Dr. Tunçalp ÖZGEN Anı Kitabı hazırlığını öğrenince hem sevindim
hem de acım tazelendi. Her zaman sevgi, saygı, minnet ve özlemle
andığım Sevgili Hocam ile “arkası yarın” şeklindeki e-posta mesajlaşmalarımızı
derleyerek bu kitapta yer almak istedim. Konu “Hacettepe
Rektörlük Seçimleri ” idi.
Rastlantıya bakın ki ben bu yazıyı yazarken Hacettepe’de gündemdeki
konu yine rektörlük seçimi, pardon rektör ataması idi.
Bu vesile ile Prof. Dr. Tunçalp Özgen‘in anısı önünde saygı ile eğiliyorum.
Melike Mut
Eski Öğrencisi, Nöroşirurji Anabilim Dalı
Hocamı ilk tanıdığımda Tıp Fakültesi Dönem 3 öğrencisiydim. Tıp
Fakültesi yıllarında enerjisi, öğrencilere pozitif yaklaşımı ile fark yaratan
öğretmenlerimizdendi.
Nöroşirürji asistanlık eğitimi yıllarında çalışkanlığı, hastaya yaklaşımı,
cerrahi öğretisi ile örnekti. Uzmanlık ve takibinden tüm akademik
hayatımda her zaman desteğini hissettiğim hocamdı.
Ailem için de hep özel bir yeri vardı; nikâh şahidimizdi.
Pek çok kişinin hayatına dokunan hocam benim hayatımın dönüm
noktalarında hep vardı.
Her zaman saygı ve sevgi ile hatırlayacağım.
Işıklar içinde uyu Tunç hocam!
Kemal Öktem
İİBF SBKY
Ülkemiz kurumsal kültürü - çeşitli nedenlerle - üst-yöneticinin kişisel
vizyonunu, gayretini, çalışmasını ve enerjisini kurumsal işlere yoğunlaştırmasını
gerektirebilir... Bu bakımdan, bir ismin dönemi ve yaptıkları
daha da önem kazanabilir... Tunçalp Hoca, Beytepe Kampüsü'nde de
yürürken, araçla giderken, çeşitli birimlere ziyaretler yaparken, yolda,
etkinlerde, sıklıkla rastlanan, görüşülebilen, hâal hatır soran, bir etkin
yönetici profili çizmekte idi. Enerjisi ile belki genç akademisyenleri de
motive ediyordu... Kamu kurumlarında etkililik, strateji, verimlilik
konularına da konuşmalarında yer verirdi...
1. II. Kayfor (Kamu Yönetimi Forumu) düzenlemek üzere kendisini
Rektörlükte ziyaret etmiştik, (grip olmuş, "iki paket ilacı suya katıp içip
geldim, işler çok" dedi, destek verebilir mi konusunu görüştük.
Toplantıyı bizzat izleyerek ve de konferans kitabının yayın aşamasını
desteklediğinden, başarılı bir bilimsel toplantı organizasyonunu tamamladık
(2004).
2. Bir bahar (Mayıs) günü, Heykel Bölümü Mermer Heykel Sempozyumu
açılışını açık-alanda yapmakta iken, İİBF yolunda rastladığımda, "bu
eserleri görerek eğitimini tamamlayan öğrencilerin ve mezunların,
Anadolu'da gördükleri eğitimin etkisi ile sanat, kültür ve tarihi eserlere
olumlu bakışının gelişebileceği" üzerine konuştuk.
3. Beytepe Konferans Salonu inşaatı temel atma töreninde, dile getirdiği,
"bilimsel konferansların, çeşitli ve farklı tesislerde yapılması yerine, bir
konferans salonunda yapılmasının önemini, gerekliliğini ve tercih ettiği-
ni" vurgularken; haklı olarak duyduğu "mutluluk, başarı ve gururu" ifade
etmişti.
Zafer Öner
Genel Cerrahi Anabilim Dalı
Asalet.
On, on beş gün önce bir hastam:
“Hocam bir beyin cerrahı arıyoruz güvendiğiniz.
Hilesiz.
Dürüst.
Şefkatli”
Dedim ki:
Tunçalp Özgen.
...
Gözlerinin içiyle gülen...
İnsanın gözüne bakabilen,
Olduğu gibi insan.
Hastasıyla üzülebilen, sevinebilen, bir deha...
Her yanından asalet akan iyi bir insan...
Hani var ya hasretini çektiğimiz; nezaketli,
Kibar, beyefendi...
Çok iyi bir insan ve usta hekim!
Daha kaç gün oldu hastama şifasını bahşeden?
Bu nasıl düzen?
İşinin başında iken, aktifken, aniden!
Aldın elimizden!
Sanki sıra sıra her yanımız Tunçalp Özgen!
Aldın elimizden çalışırken...
Doldur bakalım yerini doldur da görelim!!!
Kemal ÖZMEN
Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü
“Hayatımız
Su üstüne yazılan
Bir yazı değilse
Bu yitip giden şey nedir”
Ataol Behramoğlu
Tunçalp Hoca’yı ilk kez 1992 yılında, kız kardeşimin beyin ameliyatı
vesilesiyle tanıdım. Tanıdığım diğer meslektaşlarında pek görmediğim
bir özelliği, derin hümanizması, dikkatimi çekmişti. Tedavi edilecek
“hasta”nın fiziksel varlığının altında, -sıklıkla göz ardı edilen-, bir “ruh”,
bir “psikoloji”, bir “yürek” taşıdığının farkındaydı. O tarihten sonra,
“doktor”la “hekim”i birbirinden ayırdım; birincisi, Batı dillerindeki
kökeni gibi (“doctor”) “alanın bilgisi”ne sahip kişiydi”, “nesnel”,
“soğuk” ve “mekanik”ti; “hasta”yı değil, “hastalığı” ön plana çıkarıyordu.
İkincisi, Arapça kökenindeki gibi (“hakîm”), içinde “felsefi bilgi”yi
de taşıyan “hikmet sahibi”ydi; meyve, kendisini var eden ağaçtan nasıl
ayrı düşünülmezse, “hastalığı” da “hasta”dan öyle ayırmıyordu.
Tunçalp Hoca bu ikinci kategoriden bir tıp insanıydı. Onunla tanışmam
“tıp etiği”nin haklar, yükümlülükler boyutundan çok, “değer” kavramını
zihnime kazıdı.
1999 yılında Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü’ne atanmasından sonra,
2008 yılına kadar talebi doğrultusunda, Üniversite içinde çok sayıda
komisyonda görev aldım. Bu süre içinde beni en mutlu kılan şey, sekiz yıl
boyunca Hoca’nın Üniversitenin açılış yılı konuşmalarının hazırlıkları
çerçevesinde yaptığımız uzun ve keyifli görüşmelerdi. Bir önceki
Rektörümüz Süleyman Sağlam’ın, -kendisini burada saygıyla anıyorum-,
Rektörlük döneminde başlattığı ve birkaç Hoca arkadaşımızla
katkı verdiğimiz Üniversite’nin yıllık “Faaliyet Raporu”nu Tunçalp
Hoca’nın döneminde de sürdürdük. Ben, yaklaşık bir ayı alan verilerin
toplanıp işlenmesi ve metinleştirilmesi aşamasının dışında, özellikle her
iki Rektörümüzün konuşma metinlerinin sonunda yer alan “mesaj”
bölümünü düzenliyordum. Tunçalp Hoca, Üniversitenin misyonu ve
vizyonu çerçevesinde, eğitim, araştırma, bilimsel etkinlik ve hizmet
alanlarında mevcut durumu ve ulusal-uluslararası düzeyde gelecek
perspektiflerini öne çıkartan bir metin hazırlıyordu; ben de, özellikle
Türkiye’nin eğitim, kültür, siyasal gündemine dönük bir metin oluşturuyordum.
Sonra, her iki metin üzerinde çalışarak, genel hatlarıyla çerçeveyi
belirliyor; daha sonra nihai biçimini vermek için ana metni dil ve söyleyiş
açılarından yeniden gözden geçiriyordum. Tunçalp Hoca, benim metinlerimi
okuduğunda genellikle çok keyiflenirdi; “bunu şimdi kendim için
okuyorum, nihai metinde aman ifadeleri biraz yumuşatalım”, dediği çok
olurdu. Ancak, ertesi hafta görüştüğümüzde, Hoca’nın metin üzerinde
yaptığı keskin düzeltme ya da eklemeler yanında benim ifadelerim “tarih
sohbeti” gibi kalırdı; bu kez, ben, “Aman, Hocam, derdim, nihai metinde
ifadeleri biraz yumuşatalım!”; “öyle mi olmuş?” diyerek, coşkulu kahkahalarından
birini patlatırdı…
Tunçalp Hoca tarih bilincinin, -bilgisinin değil-, ışığında; hümanist
(insan onuru ve saygınlığını öne çıkaran), akılcı, laik, yaratıcı, zihin ve
ruh özgürlüğünü temel alan yeni bir temel eğitimin gerekliliğini savunuyordu.
Zihinler önceden bu doğrultuda eğitilmediği sürece, üniversite
düzeyinin bu iş için geç olacağını düşünürdü. Bir Uzak-Doğu gezisi
sonrasında şöyle dediğini hatırlıyorum: “Bilginin nakil değil, her defasında
yeniden üretildiğini orada gördüm; biz galiba treni kaçırdık.” Bugün
yüzleştiğimiz dramatik, -dogmatik, skolastik mi demeliydim?-, zihinsel/düşünsel
düzeye bakarak, gözleminin doğru olmadığını kim söyleyebilir?
Yeryüzünde, yüce, değerli ve sürekliliği olacak hiçbir şey emek sarf
edilmedikçe elde edilemez, yoksa insan nasıl kazıyabilir bir yere yaşamış
olduğunu?
Yürümeyen, düşünmeyen, konuşmayan, sevmeyen insan iz bırakmaz…
Geçip gidenin, sonlu olanın içinde “iz” bırakmak, ölümü hiçe çıkarmak,
ölümden sonra da sürmek değil de nedir?
“Her ölüm erken ölümdür”, diyordu şair; geride hep tamamlanmamış
bir “yazgı”, bir “türkü”, bir “iz” bırakarak… Ölüm, kişiyi silebilir ancak,
“iz”ini değil.
Tunçalp Hoca’nın “iz”i ise, bir “iz”den fazla bir şeydi, bir “miras”tı,
paylaşıldıkça çoğalacak…
Işıklar içinde uyu sevgili Hocam.
Yesim Er Oztas
Biyokimya Bölümü
Tunçalp Özgen Hocayı Hacettepe Tıp'ta Dönem 5 öğrencisiyken
tanımıştık, sene 1997. Bize anlattığı iki saatlik derste bilim ufkunu
paylaşırken, bizi bekleyen geleceğe hazırlanmamız gerektiğini, etkileyici
bir şekilde anlatmıştı.
Staj sonundaki sınavda yine Tunçalp Hoca'nın odasındaydık. Hepimizi
(dört-beş kişi) birlikte sınava aldı, heyecanlıydık, 'ne soracaktı?'. Biz
bekleyişteyken, hepimize, 'hangi alanda uzmanlaşmak istediğimizi'
sordu, ben 'pediatri' dediğimde, pediatrik acillerden nöroşirurjiyi ilgilendiren
bir konu (hatırlayabildiğim kadarıyla 'hidrosefalus') ile ilgili etiyolojisi
ve tedavisine yönelik soruları oldu. Hepimize sorduğu sorular,
nöroşirurjinin detaylarından çok, sık karşılaşılan sağlık problemlerine
yönelikti. O gün kendimi ve bildiklerimi ifade edebildiğim, çok güzel bir
sınav verdim. Hoca onaylayıcı, destekleyici bir tutum içindeydi, eksik
bıraktığım birkaç bilgiyi de kendi ekledi. Tunçalp Hoca, 'sınavda da
öğretmeye' devam etmişti... Gruptaki diğer arkadaşlarımın sınavlarını
izlerken, hocamızın odasının rahatlatıcı ortamı ve masasının üzerindeki
çocuklarının resmi dikkatimi çekmişti. Ailesine değer veren bir baba ve
böyle değerli bir akademisyenin ailesi olmak...
Mezuniyetten altı sene sonra Hacettepe'ye geri döndüğümde Tunçalp
Hoca rektör olmuştu. Yolda karşılaşıp kendimi tanıttığımda, yine öğrencilik
günlerimizdeki gibi durup, ilgiyle dinlemiş ve başarılar dilemişti...
Sonra seneler geçti...2019 yılında, Tunçalp Hoca'nın vefatını öğrendik,
üniversitedeki anma toplantısı için, pek çok seveni, bir şekilde hayatına
dokunduğu nice insan oradaydı. Hoca, ölümünde de 'yaşam dersi'
vermişti bizlere...
Fundagül TUTUŞ
Kütüphane Daire Bşk.Bilgisayar işletmeni
Tunçalp Hoca benim için çok özeldir; o yüzden birkaçsatır yazmadan
edemedim Hacettepe personeliyken, belim acıdan ağrıdan tutulmuşken
imdadıma yetişti.Muayenehanesine gittim, muayene etti, sonra da gel,
seni ameliyat edelim dedi. Çok şaşırdım; beklemiyordum. “Hocam. siz
yapacaksanız, başımda duracaksanız olur, ama ameliyatı asistanlarınıza
bırakıp gidecekseniz olmaz”, dedim gülerek omzuma dokundu; “ben
gireceğim kız” dedi.
Ameliyat günü geldi çattı ameliyata indim giydirdiler, hoca yok. éHoca
nerede?”, dedim. Gelecek, dediler. Masada yatarken kalktım,
doğruldum. “Hoca gelmezse kalkarım, sakın bayıltmayın beni” dedim.
Ama o anda hoca kahverengi takım elbisesiyle içeri girdi, alnımı okşadı,
hadi bayıl kız, bye bye dedi.
Gözümü açtığımda Tunçalp Hoca gülerek başımdaydı. “Bak ben yanındayım,
gördün mü?, kaldır bacağını” dedi hocam. “Bitti mi?” dedim
narkoz kafasıyla. “Bitti, bitti, kaldır bacağını” diyerek tekrar etti. O sıcaklığı
güler yüzlülüğünü ve babacan tavrını unutamam.
Bir ay sonra kontrole gittim. Bana, “O göbeğini eriteceksin yoksa belin
gene ağrır” dedi. “Hocam erimiyor” dedim “ne yiyeyim” dedim
“Ispanağı haşla, karnabaharı haşla, yoğurtla ye” dedi. “O göbeği,
eritmezsen bozuşuruz” dedi. Hastanede Tunçalp Hoca’yı görünce ödüm
kopardı, göbeği eritmediğim için laf edecek, kızacak diye. Yıllardır onun
sayesinde ağrım sızım yok. Nurlar içinde yatsın, benden bir kuruş
almadan beni muayene etti, ameliyat etti. Şimdi ben bu hocama iki satır
yazmazsan dua etmezsen, kendimden utanırım. Ruhu şad olsun, boyu
küçük, kalbi kocaman hocamın. Teşekkür ederim.
Yeşim Alkaya Yener
Ankara Devlet Konservatuvarı Piyano Anabilim Dalı
Yurtdışında 17 yıl kaldıktan sonra, eşimin mecburi hizmeti nedeniyle
elimde yeni doğmuş bebeğimle, acilen Türkiye’ye döndüğümde, elimden
tutan tek kişiydi. Hocamıza olan minnet borcumu asla ödeyemem.
Bu satırları yazarken bile, hocamızı anımsarken, gözyaşlarımı tutamıyorum.
Kendisi ileriyi gören, haksızlığa göz yummayan, çok vicdanlı
büyük bir insandı. Yeri asla doldurulamaz.
Tasarladığınız anı kitabı için uygun görürseniz, babam Özdemir
Alkaya'nın kaleme aldığı yazıyı ekte size sunmak istedim. Babam Türkiye'nin
en büyük inşaat mühendislerinden biri idi. Yurtiçi ve Yurtdışındaki
inşaat sektöründe birçok ilkleri başarmış, sayısız yenilikleri yurda
getirmiş, Mir ve Summa Şirketlerinin uzun süre genel müdürlüğünü
yapmış ve emekli olmuştur. Şuan 87 yaşında olmakla birlikte, kendisi de
hocamızın "Anı kitabı" için size sunduğum, birkaç satırı yazmak istedi.
Size ve ailenize, Allah’tan dayanama gücü, kıymetli hocamıza, Allah’tan
rahmet diliyorum.
Nur içinde yatsın...
M.Özdemir Alkaya
Yüksek Mühendis, Yeşim Alkaya Yener‘in Babası
Kendini mesleğine adamış değerli bir bilim adamı, operatör doktor,
daha da önemlisi insani yönü çok güçlü olan rahmetliyi, eşimin bir
ameliyatı vesilesiyle, 1987 yılında ailece tanımıştık.
Onun, hastanedeki odasında çalışırken, o günkü teknolojiye uygun
cihazlar ve 33 lük klasik müzik plakları ile müzik dinlemesi dikkatimi
çekmişti. Çünkü o tarihlerde konservatuarda piyano eğitimi almakta
olan kızımız Yeşim Alkaya nedeniyle evimizde de klasik müzik sesi eksik
olmuyordu.
Aynı yıl, yani 1987’ de kızımız, Ankara Devlet Konservatuarı “Özel
Yetenekli Çocuklar” statüsünden mezun olmuş ve lisansüstü eğitimi icin
o yıl N.Y. Rochester’deki Eastman Müzik Okulu’ndan aldığı bursla
Amerika’ya gitmişti. Amerika, Rusya ve İtalya'da yüksek lisans ve doktora
eğitimlerini tamamlayıp, on yılı aşkın ABD’deki konservatuarlarda
piyano hocalığı yaptıktan sonra, 2004 yılında Türkiye'ye dönmüştü.
Profesyonel sahada iş imkânı olarak birçok alternatifin yanı sıra, yetiştiği
yuva, yani Ankara Devlet Konservatuarı’nda hocalık imkânı vardı.
Ankara Devlet Konservatuvarı, o yıllarda Hacettepe Üniversitesi’ne
bağlanmıştı. H.Ü. Rektörü ise Prof. Dr. Tunçalp Özgen idi. Yeşim, çok
saygı duyduğumuz Tunçalp hocamızın bu konuda tavsiyelerini almak
üzere onu makamında ziyaret etti. Tunçalp Hocamız, ona şu tavsiyede
bulunmuştu: “Sevgili kızım, sen birçok ülkede lisansüstü eğitimlerini
tamamlamış, girdiğin piyano yarışmalarında uluslararası ödüller kazanmış,
üstelik Amerika’daki konservatuvarlarda on yılı aşkın piyano
hocalığı yapmışsın. Bana sorarsan, tereddüt etmeden Konservatuvar
kadromuza gir, seni yetiştiren Konservatuarına vefa borcunu da ödemiş
olursun.” demişti.
Yeşim de saygı duyduğu hocasının tavsiyesine uyarak, Ankara Devlet
Konservatuvarına müracaat etmişti. Halen Piyano Ana Sanat Dalında
profesör olarak, genç piyanistler yetiştirmektedir.
Tunçalp Hocamız ile son anımız da söyle olmuştu: Eşimin çok ciddi bir
bel kemiği problemi nedeniyle tavsiye edilen hastanelere gidip, tanınmış
birçok doktora muayene olduk. Filimler, MR’lar çekildi, netice olarak
2018 Aralık ayı sonunda eşimin yılbaşını dahi beklemeden ameliyat
olması gerektiğini, aksi takdirde felç olabileceğini söylediler. Söz konusu
ameliyat, kaymış olan omur kemiğinin üst ve altındaki omurlara özel bir
metal ile vidalanarak yapılacak, yaklaşık 6-7 saatlik bir ameliyatmış. Bu
süreçte, kızımız bizi çok güvendiğimiz Tunçalp Bey’e götürdü, “O ne
derse onu yapacağız” dedi. Yıllar sonra randevu alıp muayenehanesine
gittik.
Hocamız bir gece önce Amerika’daki bir kongreden dönmüş olmasına
rağmen, çok dinç, enerjik ve her zamanki gibi insana güven veren ve
kibar halleri ile MR’ ları inceledi. Önemli olan MR’lar, filimler değil,
hastanın durumudur, dedi ve muayene etti. Muayene sonrasında bize
tavsiyesi söyle oldu:
“Ayaklarınızda ve bacaklarınızda şu anda henüz bir güç kaybı yok. Ne
zaman ki güç kaybınız olur ve ağrılara dayanamazsınız, o zaman bana
gelin, tabii ki ben de ölmez, hayatta kalırsam ameliyatınızı yaparım.”
Bu uyarı ve tavsiyeleri verdikten iki hafta sonra, aldığımız umulmadık
vefat haberi, bizleri derinden üzdü. Meslek hayatı boyunca hastalarına
güç ve hayat veren bu büyük insan, Allah’ın rahmetine kavuşmuştu.
Allah’tan rahmetler, ailesine, yakınlarına ve sevenlerine sabırlar dileriz.
Böyle insanların yeri doldurulamaz ve kolay kolay unutulmazlar. Nur
içinde yatsın.
Aydan Usman,
Pediyatri Anabilim Dalı
Sevgili Tunçalp,
Biraz erken olmadı mı bu dünyadan gidişin?
Daha vaktin var iken neydi acele işin?
Ama böyle olmuyor, emir çok büyük yerden,
Kimi gün dolduruyor, kimi gidiyor erken.
Kaç kişinin derdi ile candan ilgilendin,
Kaç doktor yetiştirdin, mesleğini öğrettin,
Kaç kişiye deva oldun, acısını dindirdin,
Onlar gitmek üzereyken, yoldan geri döndürdün.
Ama ne mutlu sana, adın hep anılacak,
Bıraktığın hoş seda anılarda kalacak.
Allah sevenlerine sabır, metanet versin,
Mekânın cennet olsun, üstüne nurlar yağsın.
Meltem Sarı Uzun
Eğitim Fakültesi
Tunçalp Hocamız bizler için çok değerliydi. Özellikle 2004-2008 yılları
arasında Öğrenci Temsilciler Konseyi'nde çalışmış olanlar Hocamızla
çok sık bir arada bulunmuş ve onu yakından tanıma şansını elde etmiştik.
Öğrenci dostu, tüm öğrencileri evladı gibi gören, bizlere her zaman
desteğini ve sonsuz güvenini hissettiren eşsiz bir insandı. Kaybı bizler için
çok zor oldu ve yeri doldurulmaz bir boşluk bıraktı hayatımızda. Anıları
bizim için çok kıymetli.
Tunçalp Hocamız 2016-2017 Akademik Yılı UNI101 dersi açılış etkinliğinde
Amfi Tiyatro'da yaptığı konuşmasında Hacettepe'ye aidiyet
duygusundan söz etmiş ve hiç beklemediğimiz bir anda dinleyiciler
arasında yer alan ÖTK geçmiş dönem başkanlarından Hakan Keçe,
Uğur Sadioğlu ve Meltem Sarı diyerek bizi o kalabalığın önünde onore
etmiş ve alkışlamıştı. Hayatımdaki en gurur verici ve unutamadığım
anılarımdan biridir. Aradan 10 yıl geçmesine rağmen bizi bu şekilde
anması Tunçalp Hocamızın büyüklüğünün bir örneğidir. Biz kurumsal
aidiyeti, Hacettepe'ye bağlılığı, vefayı, çalışmayı Hocamızdan gördük ve
öğrendik. Ondan öğrendiklerimiz hayatımızın her alanında yolumuza
ışık tutmaya devam edecek.
2005 yılında mezun olup doktoraya kabul edildiğimde henüz ÖTK'da
görevliydim ve öğrenci temsilcisi olarak Hacettepe Üniversitesi Yönetim
Kurulu toplantısına katılmıştım, sevincimi paylaşmak için kurula bir
kutu çikolata getirmiştim. Hocamız çikolatanın kimden olduğunu ve
sebebini öğrenince asıl bizim sana çikolata vermemiz, teşekkür etmemiz
lazım diyerek beni yine gururlandırmıştı.
Bakü'de çekilmiş olduğumuz ve içinde eşi Canan Hanım’ın da bulunduğu
fotoğrafı sosyal medyada paylaşırken belirttiğim gibi, şu an
Hacettepe'de öğretim üyesi olarak çalışıyor olmamdaki kararımı bile
Tunçalp Hocam'a borçluyum. Birçok insanın hayatına dokunmuş ve
unutulmaz izler bırakmış bu kadar değerli bir insanın unutulması
mümkün değildir. Huzurla uyusun Tunçalp Hocam...
Neşe Ünver
Mezun
2005 Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi mezuniyet töreninde, Fakülte
Birincilik ödülümü Sayın Rektör'üm Prof. Dr. Tunçalp Özgen'in elinden
almak benim için bir onurdu. Ruhu şad olsun.
Kamuran Zeren
Basın Danışmanı
Tunçalp Özgen: Ünlü beyin cerrahı, profesör doktor, bilim insanı,
kurucu, ana bilim dalı başkanı, akademisyen, Hacettepe Üniversitesi
eski Rektörü...
Tunçalp Özgen: Dürüst, beyefendi, mütevazı, kıymetli, çalışkan, hayırsever;
ülkesine sevdalı, mesleğine ve hastasına saygılı bir doktor, yüreği
kocaman muhteşem bir insan...
Tunçalp Özgen: Canan Özgen’in “Tunç” seslenişiyle sırtını dayadığı
duvar olduğunu vurguladığı eşi, gözleri dolarak “Hep yanımda olsunlar
istiyorum” dediği Burçe ve Dalsu’nun babası, yaşam sevincini tazelediklerine
inandığı Lara, Duru ve Uzay’ın dedesi...
Tunçalp Özgen: 1999 yılında yarım saatlik diye başlayıp bir buçuk saat
süren röportaj sırasında hayatına girdiği bir gazetecinin, ondan sonra
yirmi yıl birlikte yol aldığı, hayatından hiç çıkmayan dostu, doktoru,
ağabeyi, sırdaşı, Tunçalp Hocası...
Ve bir gün gelir;
Yirmi yıldır yaşamında olan çok değer verdiğin insan gittiğinde; önüne
her gün farklı engeller çıkaran bu dünyada, ne olursa olsun tıpkı baban
gibi hep yanında durduğunu hissettiğin bir adam daha gider...
Sevinçlerini olduğu gibi üzüntülerini de paylaşabildiğin yoldaşın gider...
Canın sıkıldığında dinleyen sırdaşın gider...
Duruşunu örnek aldığın misalin, pozitif bakışın gider...
Canın acıdığında sana ve sevdiklerine çare olan merhemin biter.
Değerli olduğuna gerçekten inanan, destek veren bir kişi daha gider...
Baban gibi sevdiğin, adam gibi adam gider...
Güle güle Tunçalp Hocam!
Teşekkür ederim size...
ODTÜ'lü ve Diğer Aile Dostlarımızın
Yazı ve Mesajları
Mine Ersay
Kimya Mühendisliği Bölümü
Canımız, Dostumuz, Sevgili Tunç,
Muğla Gökova da yeni açılan bir otelde, Tunç, Canan, Öner, Mine
birlikte, çocuklar gibi eğlenerek, en çok güldüğümüz 1973 yazını ve
ertesi gün hiç durmadan Ankara ‘ya dönüşümüzü,
Her sene 5 Kasım veya 8 Kasım’da evlilik yıl dönümlerimizi birlikte
kutlamamızı,
Tekirova da, Tunç, Öner, Faruk üçlüsünün 7/8 saat süren balığa çıkmalarını,
Ailece her türlü hastalığımızda sonsuz güvendiğimiz Tunç‘u “Ne
yapalım?” diye aramamızı,
Bir gece öncesi ciddi rahatsızlanmasına rağmen oğlumuz Can‘ın
düğününe gelmesini, daima hatırlayacağız.
Dünyanın en güzel kalpli insanlarından biri olan Tunçalp Özgen’i Ersay
Ailesi olarak çok sevdik, hiç unutmayacağız...
Can Ersay
Mine-Öner Ersay’ın oğlu
Neredeyse doğduğunuz günden beri tanıdığınız bir aile dostunuzun size
kahraman gibi görünmesi için, onun yüzlerce hayat kurtarmış, Dünya
çapında başarılı bir hekim olması gerekmiyor; hatta uzun yıllar boyunca
bu değerin farkına varmanız da pek mümkün olmuyor. Ancak, çok sevgili
Tunç Amcamın bendeki kahramanlıkları bunlardan biraz daha
farklı… İlk köpeklerimiz olan Lady’ nin yıkanmasından, kurutulmasına
kadar tüm bakımındaki hassasiyeti, babamla tuttukları kocaman
balıkların lezzeti veya her ağrımın tedavi sürecindeki bilgisinden öte,
samimi sesi ve tebessümüyle iyileştirebilme becerisi sayesinde kalbimin
bir yerinde, Sn. Prof. Dr. Tunçalp Özgen yerine onun mütevazılığina
yakışır şekilde adı yazar: Tunç Amca”
Firdevs Gerçeker
Kimya Mühendisliği Bölümü
Değerli arkadaşımız giderek bizlerin pek çok şeyin farkına varmasını
sağladı diye düşünüyorum. Böylece:
• yaşımızın kemale erdiğini, böyle pek çok acının sıklaşarak bizi beklediğini
• birbirimizi ne kadar sevdiğimizi,
• ne kadar değerli insanların dostluğuna sahip olduğumuzu,
• birbirimizin kıymetini bilmemiz gerektiğini,
• birbirimizi hiç üzmememiz gerektiğini,
• olur olmaz dertler icat edip hayatı zehir etmememizi,
• daha sık birlikte olup dostluğun tadını güzelliklerle yaşamamız gerektiğini,
• yaşanan hiçbir anın tekrarının olmayacağını,
• ve en önemlisi vaktin artık az kaldığını öğrendik.
Son hocalığı bu oldu sevgili Tunç Özgen’in,
Dersimizi iyi aldık, öğrettiklerini unutmayacağız, tekrar güle güle.
Güngör Gündüz
Kimya Mühendisliği Bölümü
Tunç, her kim olursa olsun bütün kişilerin derdine çare bulan, konu ne
olursa olsun ciddiyetle ele alan, olaylara hep akılcı yaklaşan, azimli, çok
çalışkan, hepimizin doktoru, hepimizin can dostu, eşine kolay rastlanmayan
müstesna bir kişiydi. Olağanüstü çalışkan, mesleğine âşık, yüreği
sevgi dolu eşsiz bir insandı. Kendisini hep özleyeceğiz.
Arkada kalanlara yaptıklarıyla ve kişiliğiyle sürekli anımsanacak olan;
özellikle de 'insan nasıl olunur' konusunda çok zengin bir miras bıraktı.
Sevgili Tunç’u hep sevgiyle ve minnet borcuyla anacağız. Sanırım kimseye
borcu olmayan ama yardım elini uzattığı hemen herkesten alacağı
olan kişiydi. Her kim olursa olsun her tür hastaya hasta olarak bakan,
ettiği Hipokrat yeminine yüzde yüz bağlı, üstün insani değerlere sahip
bir kişi, çok üstün bir doktor olarak onu sık sık anacağız. Kendi kurumunun
yücelmesi için yaptığı işler Hacettepe çevresinin dışında da
büyük yankı uyandırmıştı. Sağlığına zarar verecek olmasına karşın
durmaksızın gece gündüz çalışması, umarım gelecekteki Hacettepelilere
her zaman örnek alınacak bir davranış olacaktır.
Her arkadaş çevresi toplantılarımızda büyük alçak gönüllükle konuşan,
bizi anlattıklarıyla ve şakalarıyla neşelendiren, her ne tür düşünce olursa
olsun aşırılıklara kaçmayan ve zaman zaman “makul olmak gerekir”
diyerek doğru olanı yapan sevgili Tunç zihnimizin bir köşesinde hep
duruyor olacak.
Hoşça kal, sevgili Tunç.
Tanju Gürkan
Ankara Üniversitesi. Eğitim Fakültesi
Sevgili Dostum Tunç Özgen,
Bana göre, insan çok sevdiği ve değer verdiği birini kaybedince yaşamın-
da yeni bir süreç başlıyor. Bu süreç çeşitli evrelerden oluşuyor. İlk olarak
şok evresi. İnsanın ne yerde ne gökte olduğu evre bu. Ne olmuş, neden
olmuş, kim gelmiş, kim gitmiş farkında olmadığı bir bilinçsizlik evresi.
Sonra isyan evresi başlıyor. Niye benim en sevdiğim insan, niye biz, niye,
niye, niye… Sonra pişmanlık evresi geliyor. Binlerce keşkenin yüreğinizi
bir mengene gibi sıkıştırdığı evre. En sonunda kabullenme ve eksik yaşamaya
uyum sağlama evresi… Bu evrelerin sırası farklı olabilir ama süreç
ne yazık ki genellikle böyle yaşanıyor.
Sanırım ben Sevgili Tunç’un kaybı sonrasında kabullenme evresinehâlâ
geçemedim. Onun Anı Kitabı için ne zaman bilgisayar başına otursam
yüreğim sıkıştı, gözlerimden yaşlar boşandı ve bir şeyler yazamadan
bırakmak zorunda kaldım. Sanırım yüreğimin derinliklerinde onun hâlâ
bizimle olduğu duygusunu taşıdığım için yazmak bana çok zor geldi.
Sanki bir yerlerde ve her an çıkıp gelecek muzip gülümsemesi ile hepimizin
içini aydınlatacak.
Sevgili Tunç, kırk yıllık dostluğun ardından paylaşılacak o kadar çok şey
var ki hangisini yazsam bilemiyorum. Sen, ben ve eşim için hep çok
değerli bir dost oldun. Her türlü sağlık sorunumuzda, iki çocuğumuzun
doğumlarında sen bizim can simidimizdin. Oğlumuzun kırk günlükken
geçirdiği ameliyatta dayanağımızdın. Gece, gündüz, sabaha karşı,
bayramda, tatilde, evde, sokakta, hatta havaalanında, ne zaman ve
nerede olursan ol başımız sıkıştığında bize yardımcı olandın. Kızımın ve
oğlumun sevgili Tunç amcalarıydın. Şimdi yurt dışında yaşayan oğlumun
Türkiye’ye geldiği zamanlarda hiçbir sorunu olmasa da sana gelip,
sohbet ettiği ve bundan büyük bir zevk aldığı insandın. Aile
toplantılarımızın neşesi ve hiç büyümeyen muzip çocuğuydun. Her
durum ve olaya uygun anlatacak bir anın, öykün ya da fıkran olurdu.
Öyle güzel, öyle içten, öyle kıkır kıkır gülerdin ki…
Hep birlikte geçirdiğimiz ne güzel günlerimiz, gecelerimiz, tatillerimiz
oldu. Ne güzel anılar biriktirip, ne güzel anlar yaşadık. İyi ki de
yaşamışız. Sık ya da seyrek bizlerle birlikte olduğun ve yaşamının bazı
anlarını bizlerle paylaştığın için sana müteşekkirim. Seni hep gülen
yüzün ve hiperaktif halinle anımsıyorum. Bitmek tükenmek bilmeyen bir
enerjin, yorulmak bilmeyen bir bedenin vardı. Ya da bize öyle gelirdi.
Sen çok alçakgönüllü bir insandın. Büyük, küçük, şehirli, köylü, herkesi
sever ve sayardın. Hoşgörülüydün, sabırlıydın ve candandın. Erkekler
için pek kullanılmasa da sana zarif sıfatını hep yakıştırmışımdır. Çünkü
sen çok zarif bir insandın.
Türker Gürkan
Kimya Mühendisliği Bölümü, Rektör Yardımcısı
Örnek bir insan: Tunçalp Özgen
Sevgili Tunç’u 1976 yılında okul ve meslek arkadaşım sevgili Canan’ın
eşi olarak tanıdım. İlişkimiz onu kaybettiğimiz 2019 yılına kadar kimi
zaman daha çok, kimi zaman daha az yoğun olarak devam etti. Bu
değerli insanı erken sayılabilecek bir yaşta kaybetmiş olmaktan dolayı
büyük bir üzüntü ve boşluk hissediyorum. Diğer yandan böyle örnek bir
insanı tanımanın, onunla keyifli ve ilham verici birliktelikler yaşamış
olmanın çok büyük bir ayrıcalık olduğunu düşünüyorum.
Değerli arkadaşım Tunç, her zaman son derece hoşgörülü, konuşkan,
esprili ve alçakgönüllü bir insandı. Çok enerjik ve yapıcıydı. Cumhuriyet
ilkelerine içten bağlıydı. Yetkili görevler üstlendiğinde, yeni nesillerin
aydın ve çağdaş olmaları için çok gayret gösterdi ve önemli yapılar
kurdu. Bu kapsamda bilimin yol göstericiliğine ve güzel sanatlara büyük
önem verdi.
Dostluğumuzun ilk yıllarında Tunç’un henüz idari görevi yoktu. Çok
sevdiği mesleğine büyük bir tutkuyla ve dürüstlükle hizmet ediyordu.
Sanırım en çok bu nedenle, ayrıca her seviyeden insanla kurduğu çok
sıcak insan ilişkileri nedeniyle hem mesleki hem genel çevresinde çok
sevildiğini gözlüyordum. Doğrusu, sonraki yıllarda rektörlüğe talip
olduğunda, acaba çok sevdiği doktorluğu biraz geri planda kalır mı diye
endişelenmiştim. Ancak, o bitmez tükenmez enerjisiyle hem doktorluğun
hem de rektörlüğün hakkından fazlasıyla geldi. Hem doktor hem
de Rektör olarak emsalsiz işler başardı.
Sevgili Tunç’un, dostluğunun dışında sağlıkla ilgili konularda bilgisinden
çok yararlanıyorduk. Bir sorunumuz olduğunda her saatte kendisini
arayabilir ve danışabilirdik. Kendi alanıyla ilgili konularda içtenlikle
doğrudan devreye girer, başka alanlarda da bize en doğru tavsiyelerde
bulunurdu. Hem kızımın hem de oğlumun doğumlarında bizzat ilgilendi.
Yeğenimin boyun bölgesindeki ameliyatını çok başarılı bir biçimde
gerçekleştirip sağlığına kavuşmasını sağladı. Yine yeğenimle ilgili çok
dramatik bir teşhisin yanlışlığını ilk ortaya koyan ve bizi rahatlatan o
oldu. Ailecek müzmin bel ağrısı çekiyoruz. Dördümüz de Tunç’un
hastası olduk. Hepimizle itina ile ilgilendi. Tüm bunlardan ötürü kendisini
minnet ve şükranla anıyorum.
Yıllar boyunca pek çok ortak anı biriktirdik. İlk yıllarda ortak
arkadaşlarımızla evlerimizdeki yemeklerde geçirdiğimiz keyifli zamanlar,
Bolu ve İnkum’a yaptığımız gece kalmalı seyahatler, Şerefli Sokaktaki
ODTÜ Mezunlar Derneği Lokalindeki briç partilerimiz, Rektörlüğü
döneminde verdiği yemekler, ortaklaşa aldığımız dans dersleri bunlardan
bazıları. Bu birlikteliklerin hiçbirinde Tunç’u keyifsiz olarak hatırlamıyorum.
O her zaman canlı, neşeli ve espriliydi. Sanıyorum yaşamı ve insanları
seviyordu ve son derece mutluydu. Onun mutluluğundan çevresindeki
bizler de yararlanıyorduk.
Sevgili Tunç ile ilgili yazımı çok özel bir anıyla bitirmek istiyorum.
Sanıyorum 1987 yılıydı. Bir mesleki toplantı nedeniyle Canan ile birlikte
İngiltere’nin Brighton kentine gitmiştik. Dönüşte birkaç gün de
Londra’da kalmıştık. O zamanlar henüz Türkiye’de her şey bulunmuyordu.
Fırsat bu fırsat, Londra’dan hem kendimize hem de yakınlarımıza
epeyce bir şeyler aldık. Bu arada ünlü Harrods mağazasına da uğradık.
Fiyatlar çok pahalı olduğundan oradan küçük bir şeyler almakla yetindik.
Yine de böyle ünlü bir mağazadan bir şeyler alabilmiş olmanın mutluluğunu
yaşıyorduk.
Dolu bavullarda Ankara’ya döndük. Ülkede bulunmayan eşyaları getirebilmiş
olmanın sevincini yaşıyorduk. Ertesi günü Tunç aradı. Hoş beşten
sonra ‘ siz iyi ki zamanında almışsınız; sizden sonra bir adamla kadın
gelip Harrods mağazasında eşya bırakmamışlar’ dedi. Ben de yorgunluk
ve şaşkınlıktan başında bayağı inandım. ‘Sahi mi’ falan dediğimi
hatırlıyorum. Tabii sonradan buna çok güldük. Tunç işte böyle esprili bir
insandı.
Anısı bize hep örnek olacak ve bizimle yaşayacak.
Kemal Gürüz
Kimya Mühendisliği Böl, YÖK Başkanı, TÜBİTAK Başkanı
Tunç’un Ardından,
Tunç benim ve Güniz’in elli yıllık arkadaşıydı. Onu önce ODTÜ’den
sınıf arkadaşımız Canan’ın arkadaşı, nişanlısı ve eşi olarak tanıdık; ilk
günden itibaren hem sevdik hem de saydık.
Tunç, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin en parlak mezunlarından
biriydi. İhtisası olan beyin cerrahisi dalının zirvesine çıktı, birçok
öğrenci yetiştirdi, yurtiçinde ve yurtdışında ün kazandı.
Hacettepe Üniversitesi’nin dünyaca ünlü Tıp Fakültesi’nin eski parlak
günlerinin uzağında kaldığı, sıkıntılı bir dönemde, kendi açısından
fedakârlık yaparak rektörlük görevini üstlendi. Hacettepe’nin Tunç’un
döneminde, adeta küllerinden yeniden doğduğunu söylemek sanırım
abartı olmaz. Bunun en yakın şahitlerinden biriyim.
Ebediyete intikal ettiğini öğrendiğimde, kendimi birdenbire büyük bir
boşluk içinde hissettim. Tunç hayattayken kendimi sağlık bakımından
güvende hissedermişim meğer…
Tunç arkasında parlak bir isim, sayısız arkadaş ve dost, onu çok seven bir
eş, pırıl pırıl iki evlat, iki damat ve torunlar bırakarak aramızdan ayrıldı.
Yokluğuna hâlâ alışamadım. Ruhu şad olsun.
Jülide - Engin Kalınyazgan
Aile Dostları
Zamansız kaybı ile bizi ve tüm sevenlerini derinden üzen, çok değerli
dostumuz, eşsiz insan, Tunçalp Özgen’i ölümünün birinci yılında büyük
bir özlemle anıyoruz. Daha onunla değerli anılar biriktirmeyi umarken,
bizi erkenden bırakıp gitmesi bizlerde yeri doldurulamayacak bir boşluk
bıraktı.
Tunç’u sıklıkla hatırlayıp, onun insan olarak mükemmel özelliklerini ve
fedakâr doktorluğunu hayranlıkla anıyoruz.
Güzel insan mekânın cennet olsun, nurlarda uyu.
Ömer Kuleli
Kimya Mühendisliği
Önce arkadaşımızın eşiydin, sonra arkadaşımız oldun. Yaşımız ilerledi,
doktorumuz oldun, dostumuz oldun. Yılları kapsıyan bir süreç. Ama
gidişin dakikalar içinde, ne çabuk. Duyduğumuzda inanamadık, şimdi de
seni konuşup duruyoruz hâlâ...
Boyun fıtığımı MR ile değil, dilinle bana gösterdiğinde senin çok iyi bir
hekim ve öğretmen olduğunu anlamıştım. Bel fıtığımın boyutunu bana
elinle gösterip,“ağrımetre”min nasıl terbiye edileceğini anlattığında
zaten büyük doktordun benim için. Sonraki süreçte Tunç’un bıçağından
kaçmak için nasıl beden eğitimi yaptığımı ve bu “nikâhlı karım” la birlikte
yaşamımı nasıl sürdürdüğümü herkese anlattım. “Gazi Usta”ndan
öğrendiklerini millete anlatmakta kullandığın dil çok yalındı, çok
anlaşılırdı herkes için; bu özellik herkeste yok!
Bizim kuşak bu memleketin pek çok hallerini gördü: Zaman oldu oksijen
bulamadık solumak için; kafamızı, ruhumuzu sağlam tutmak zorlaştı.
Cumhuriyetin bize öğrettiği değerlerin aşınmasını gördük içimiz
acıyarak. Türk olmanın ne kadar zor olduğunu öğrendik Türkiye’de ve
sınırlarımızın dışında. Bu sorunlarımızın ilaçları yine biz, kendimiz
olduk. O ilaçların iyi bir örneği de
sendin. Çevrene bir şeyler anlatırken,
bir şeyler yaparken, öğretirken hep
güler yüzlü olup hastanede yatmayan
hastalarının da kendisini daha iyi
hissetmelerini sağladın. Bize anlattığın
“hekimlerin sevdiği Temel fıkraları”nı
da ben ilaçtan sayıyorum. Haberin
olsun, o ilaçlar artık bitti, ben de bu
yaştan sonra senin gibi bir hekim
aramıyorum zaten.
Çok yoğun yaşadın, ailen dışındakilerin
seni sık sık görmesi neredeyse
olanaksızdı. Güler yüzünü en sık gördüğümüz zamanlar birlikte
yaptığımız gezilerdi. 2015 yılındaki Vietnam gezimizden bir foto ile
analım o güzel günlerimizi. “Ameliyatlarda belim çok ağrıyor. Sence ne
yapmalıyım?” demeni de özlüyorum. (Eğik harfli yazılar doğrudan
Tunç’un sözleri.)
İsmail Tosun
Kimya Mühendisliği Bölümü (Yök Başkan Vekili)
Aynı bölümden mezun olmamıza rağmen, asistan olarak beraber görev
yapmaya başladığımız zamana kadar Canan’ı tanımıyordum. Aynı ofiste
geçirdiğimiz iki yıl içinde oluşan arkadaşlık sevgimiz, günümüze kadar
artarak süregeldi. O sırada Burçe’ye hamile olan Canan vasıtasıyla Tunç
ile tanıştım. Canan gibi, Tunç’la da tanışır tanışmaz birbirimize hemen
ısındık. Doktora eğitimi için ABD’ye gitmem nedeniyle Canan ve Tunç
ile bir süre görüşemedim. Ancak, Türkiye’ye dönüp Ayşe ile evlendikten
sonra Canan ve Tunç bizim en yakın dostlarımızdan oldular. Aslında
gerek Ayşe gerekse ben, Canan ve Tunç’u kardeşlerimiz olarak gördük.
MMütevazı kişiliği nedeniyle Tunç’un her kesimden çok sayıda arkadaşı
vardı. Sanayideki oto tamircileri ve polis arkadaşları ile yaptığı sohbetleri
neşe içinde anlatırdı. Çok maharetli bir doktor olması nedeniyle de üst
düzey bürokratlar, sanayiciler, politikacılar, bakanlar, başbakanlar ve
cumhurbaşkanlarından oluşan geniş bir çevresi vardı.
Arkadaşlar ile biraraya geldiğimizde, grubun neşe odağı genellikle Tunç
olurdu. Muzip kişiliği ile anlattığı fıkralar ve gerek kendisinin gerekse
yakınındaki arkadaşlarının başından geçen komik olaylar (özellikle Aykut
Erbengi hocanın asistanı iken) ile herkesi kırıp geçirirdi.
Tüm arkadaşlarının dertlerine elinden gelen yardımı yapmaktan kaçınmazdı.
Konuşurken karşısındakine hitap biçimi içten ve inandırıcıydı.
Ayşe’nin 82 yaşındaki babası, kalça problemi nedeniyle tekerlekli sandalyeye
mahkûm olmuştu. İzmir’deki doktorlar epey önce by-pass ameliyatı
geçirmiş olması ve ciddi böbrek problemi nedeniyle ameliyat edilmesini
sakıncalı bulmuşlardı. Son çare olarak Tunç’a başvurduk. Hacettepe
Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde bir haftaya yakın süren incelemeler sonucunda
ameliyat için hiçbir engel bulunmadığı belirlendi. Ayşe “Ama
kalbi?” deyince Tunç, “Bizim kalpçiler iyidir. Ameliyat olabilir derlerse,
yaparız” dedi. Doktorlarına da böyle güveniyordu. Kayınpederim
Tunç’a inanıyordu; ameliyat olmayı hemen kabul etti ve ömrünün geri
kalan kısmında çok rahat yaşadı. Diğer hastaları gibi o da Tunç’u hep
minnetle andı.
Birlikte çok güzel ve keyifli seyahatler yaptık. Bir keresinde onlarla
Çeşme’den Sakız adasına gidiyorduk. Bu, Canan ve Tunç’un Sakız’a ilk
seyahatleriydi ve hava çok sıcaktı. Ayşe, eski tecrübelerine dayanarak,
adaya yaklaştığımızda tekneden en önlerde inerek pasaport binasına
koşarak gitmemiz gerektiğini söyledi. Canan çok şaşırdı, “Koşarak mı?”
dedi. Ayşe, “Sıcak havada bina dışındaki uzun kuyrukta beklersek mahvoluruz”
dedi. Ayşe’yi dikkatle dinleyen Tunç ise herhangi birşey söylemedi.
Gemi karaya yaklaştığında Tunç kenardan kenardan o kadar
güzel kayıp gitti ki, bizler henüz binaya girdiğimizde o pasaport memurunun
karşısında yerini çoktan almıştı.
Tunç, seyahat etmeyi çok severdi. Seyahat onda doping etkisi yapar ve
gittiğimiz yerlerde hanımlar yorulmazsa, sabahtan akşama kadar dolaşmak
isterdi. Karşılaşılan problemleri kimseyi kırmadan, en kısa yoldan
çözmekte ustaydı. Güzel ve keyifli yemekleri sever, konserlere katılır,
sanat hareketlerini izler ve mutlaka bir antikacı bulup bir şeyler (özellikle
saat) alırdı.
İnanılmaz mesleki becerilerinin ve olağanüstü insan ilişkilerinin yanı
sıra, bu kadar sevgi dolu, aktif, becerikli, sanatsever ve hayatın keyfini
çıkarmayı bilen birisini daha tanımıyorum.
Ölüm, Tunç’a hiç yakışmadı. Onun kaybına alışamadık, herhalde hiçbir
zaman da alışamayacağız. O sevecen, gülen ve pırıl pırıl bakışı ile sanki
bir yerlerden çıkıp gelecekmiş hissi var sürekli içimizde.
E-posta Mesajlarından bir Derleme
Feride – Ahmet Acar
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Böl.- İşletme Böl., ODTÜ Rektörü
Değerli ODTÜ’lüler,
Tunçalp hocamızın vefatını duyduğumuz andan beri derin bir üzüntü ve
şaşkınlık içindeyiz. Yurtdışında olduğumuz için sevgili Canan ve Dalsu
hocalarımızın, Tunç hocayı sevenlerin yanında olamamaktan dolayı
ayrıca üzüntü duyuyoruz.
Tunçalp Özgen, tüm tıp dünyasının tanıdığı değerli bir hekim, on
binlerce hastasına şifa veren çok başarılı bir cerrah, hastalığı ne olursa
olsun kapısını çalan herkesin derdiyle uğraşan çok iyi niyetli, fedakâr,
güvenilir bir insandı.
“Kurumlar, devlerin omuzlarında yükselir”. Tunçalp Özgen’in, Hacettepe
Üniversitesi başta olmak üzere, ülkemizin tıp ve yükseköğretim
kurumlarının gelişmesine ve çağdaşlaşmasına yaptığı önderlik ve istisnai
katkılar yıllardır hatırlanıyor, örnek gösteriliyor. Bu listeye gönderilen çok
sayıda mesaj da, Canan, Dalsu ve Tanju hocalarımızın acısını
paylaşırken, aynı zamanda çok değerli bir hekimi, eğiticiyi, akademik
yöneticiyi, ülkemizin aydınlık yüzünü temsil eden bir toplum önderini ve
örnek alınan bir iyi insanı kaybetmenin hüznünü ifade ediyor.
Canan ve Tunçalp Özgen’in dostluğundan ve komşuluğundan dolayı
mutluluk duyduk, kendimizi şanslı hissettik. Bu güzel insanlar her bakımdan
güvendiğimiz, değer verdiğimiz dostlarımız oldu. Tunç hocamızın
sohbetlerinden, zekâsından, iyi niyetinden, yardımseverliğinden,
inceliğinden, bilgeliğinden, neşesinden, enerjisinden etkilendik, yararlandık.
Kendisini çok arayacağız, özleyeceğiz; hep anılarımızda yaşayacak.
Nurlar içinde yatsın.
Sevgili arkadaşımız Canan Özgen’e, kızları Burçe ve Dalsu’ya ve ailelerine,
Mehmetoğlu ailesine ve Tunçalp hocayı özleyecek dostlarına
başsağlığı ve sabırlar diliyoruz.
Ayşen D. Akkaya
İstatistik Bölümü
Tunçalp Özgen Hoca’nın vefatını öğrendiğimden beri derin bir üzüntü
içindeyim. Kendisi ile URAP a (Univrsity Ranking by Academic Performance)
çok değerli katkılar verdiği sırada tanışma şerefine erişmiş, esprili
ve nazik kişiliğinden çok etkilenmiştim. Çok değerli Canan hocam, size
ve ailenize başsağlığı ve sabırlar dilerim. Tunçalp hocam huzur ve aydınlıklar
içinde uyusun.
Aysel Atımtay
Çevre Mühendisliği Bölümü
Tunçalp hocanın vefatını derin bir üzüntüyle öğrenmiş bulunuyorum.
Kendisi her yönüyle hepimize örnek olmuş bir kişiydi Tunçalp Hocamız,
birçok insan gibi, bana da örnek olmuş ve beni derinden etkilemiş örnek
bir bilim insanı ve yönetici idi. Başta Canan Hocam, çocukları ve torunları
olmak üzere hepimiz için çok büyük bir kayıp.
Başımız sağ olsun!
Ayşe Ayata
Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü
Sevgili Tunçalp Özgen’in ölümü bizi ailece çok derinden üzdü. Kızım
ve Dalsu yuvadan beri çok yakın arkadaştırlar. Dostluğumuz yaklaşık 35
yıl önce birbirimizin evlerinde çocuklarımızı beklerken başladı. Daha
sonraki yıllarda Sencer ve sevgili Canan Özgen aynı zamanda enstitü
müdürlüğü yaptılar. Yıllar içinde dostluğumuz derinleşti. Çeşitlendi. Son
yıllarda komşuluk da dâhil birçok şeyi paylaşır olduk.
Tunçalp hocanın çok değerli bir bilim insanı, çok maharetli bir cerrah,
çok nitelikli bir yönetici olduğunu biliyoruz. Yöneticilerin değeri kurumlarına
olan katkıları ile ölçülür. Kendisinin Hacettepe Üniversitesi’ne
özellikle de hastanesindeki katkılarını dışardan bile gözlemledik. Ben
bunların yanı sıra insan olarak bazı özelliklerini vurgulamak isterim.
Genç bir doçentken Dalsu’nun babası olarak tanıdığım Tunçalp bey,
Rektörlüğünde de YÖK üyesi olduğu zaman da tevazudan, hoşgörüden,
güler yüzlülükten hiç vaz geçmedi. Arandığında yardıma her zaman
hazır bir ses oldu. Ben de dâhil, birçok ODTÜ’lünün ve yakınlarının
sağlık sorunlarında sabırla, içtenlikle ve onlara güven vererek yanındaydı.
Birçok kere hastalarının bütününe aynı özeni ve sevecenliği gösterdiğine
şahit oldum.
Her zaman sohbetinden zevk alınan iyi bir dost, mükemmel bir ev
sahibi, ilgili ve sevgi dolu bir eş ve babaydı.
Biz, ortak komşuluk çevresinde paylaşılan bir yaşam planı yaparken
ölümü çok zamansız geldi. Sevgili Canan, Dalsu ve Burçe başta olmak
üzere bütün sevenlerine başsağlığı dilerim. Mekânı cennet olsun. Nur
içinde yatsın.
Inci Ayrancı
Kimya Mühendisliği Bölümü
Canan Hocam,
Başınız sağ olsun. Çok çok çok üzüldüm. Tunçalp Hoca hem benim
gördüğüm ve tanıdığım, hem de her kim ile konuşurken adi geçtiyse o
kişilerin söylediği gibi çok iyi, çok kibar, çok yardımcı, çok özel bir insan.
Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun.
Sibel Kazak Berument
Psikoloji Bölümü
Tunçalp Özgen Hoca’nın vefatına gerçekten çok üzüldüm.
Ben de Yıldız Hocamın dediği gibi odasına çok endişeli girip, huzurla
çıkan hastalarından biri oldum. Bana "20 yıl sonra gel ameliyat edelim"
demişti.
Çok üzgünüm, başta sevgili Canan Özgen Hocaya ve tüm sevenlerine
sabırlar diliyorum.
H. Aydın Bilgin
Maden Mühendisliği Bolumu
Sayın Canan Özgen,
Değerli eşiniz, saygın bilim insanı, insancıl hekimliği ve yaratıcı
cerrahlığı ile gönüllerde taht kurmuş, Hacettepe Üniversitesi önceki
Rektörü ve YÖK Üyesi Prof. Dr. Tunçalp Özgen’i kaybetmiş
olmanızdan dolayı size ve tüm aile fertlerine başsağliği ve sabir dilerim.
Tuncalp hocamın mekânı cennet olsun, nurlar içinde yatsın.
Tuncay Birand
Elektrik ve Eiektronik Mühendisliği Bölümü
Tunçalp Özgen:
çok ünlü, çok kişiyi hayata bağlamış bir hekim,
örnek bir yönetici,
çok iyi bir eş,
çok iyi bir baba,
gerçek bir dost,
her yönüyle örnek alınacak çok ÖZEL bir insan.
Tunçalp Özgen, aşıladığı değerlerle, duygularla daima bizlerle birlikte
olacak.
Recep Boztemur
Tarih Bölümü
Tunçalp hocanın vefatını derin bir üzüntüyle öğrenmiş bulunuyorum.
Yalnızca tıp alanında yaptıklarıyla değil, idareciliği, başarıları ve insanlığı
ile de hepimize örnek olmuş bir kişiydi. Başımız sağ olsun. Başta Canan
hocam olmak üzere tüm ailesine ve sevenlerine sabırlar diliyorum.
Tunçalp hoca ışıklar içinde uyusun.
Cüneyt Can
Fizik Bölümü
Sayın Tunçalp Özgen ile tanışma onur ve ayrıcalığını, yöneticiler için
evlerinde verdikleri bir davette yaşamıştım. Ayaküstü kısa sohbetimizde
bazı ortak dostlarımızdan da bahsetmiştik. Kendisinden çok
etkilendiğimi hatırlıyorum.
Tunçalp Hocamız insanlığa hizmet için, kanaatimce en güzel iki mesleği
birleştiren bir yol seçmişti ve her ikisini de en mükemmel bir biçimde icra
ediyordu. Yetiştirdiği öğrenciler, asistanları ve meslektaşları, sağlığına
kavuşturduğu binlerce hastası ve onların yakınları Sevgili Hocamız için
bugün ne kadar üzülseler yeridir.
Acı kaybımız nedeniyle, başta Sevgili Canan Hocamız olmak üzere,
ailesine, akraba ve yakınlarına, dostlarına, meslektaşlarına, öğrencilerine,
tıp dünyasına ve Hacettepe Üniversitesi mensuplarına başsağlığı,
sabır ve metanet diliyorum.
Ebedi yolculuğunda, Tunççalp Hocamızın asil ruhunun yolu açık ve
aydınlık olsun. Allah rahmet eylesin.
Gülşen - Timur Doğu
Kimya Mühendisliği Bölümü
Acı haberi duyunca inanamadık, çok üzüldük. İnsan dostu sevgili
Tunçalp'e Allah’tan rahmet diliyoruz. Mekânının cennet olacağından
eminiz. Sevgili Canan'a, Burçe ve Dalsu'ya ve tüm sevenlerine baş sağlığı
dileriz.
Yıldız Ecevit
Sosyoloji Bölümü
Tunçalp Hocam,
Muayenehanenize giren herhangi bir kişinin oradan teselli bulmuş
olarak ayrılmaması olanaksızdı! Sadece şifa dağıtmadınız.. O güzel
gülümsemenizle dünyanın büyük, dertlerinin küçük olduğunun ayırdına
varmamızı sağladınız.
Hızlı yasadınız, yaşamınıza çok şey sığdırdınız ve aramızdan hızlı
ayrıldınız. Yarın sizi uğurlayacağız. Söylemesi çok zor olsa da " Güle
güle" değerli hocam!
Canan Hocam,
Bu e-postayı yazmak o kadar zor geliyor ki simdi! Cumartesi sabahı
Tunçalp Hocamızı kaybettiğimizi Gönül Hanımdan (Ungan) öğrendim.
O zamandan beri aklımdan hiç çekmiyorsunuz. Komşu olduğumuz
halde daha önce evinize hiç gelmediğimiz için Mehmet'le kapınızı
çalmaya çekindik. Belki biraz zaman geçtikten sonra ziyaretinize gelebiliriz.
Yarın sizi göreceğiz, kucaklayacağız. Eminim Hacettepe'ye de camiye de
yığınlar akacak. Bu kadar sevilen bir insanın esi olmak ne büyük mutluluk
sizin için... Ama insan, ' Keşke' demelerden kurtulamıyor. ' Keşke'
diyorum biraz daha az çalışsaydı! 'Keşke' bu kadar kendini yormasaydı!
'Keşke' sizinle daha uzun zaman beraber olabilseydi.
Canan Hocam, canim hocam, siz muhteşem bir çifttiniz. Bu yokluğun
yerini hiçbir teselli dolduramaz! Yine de Mehmet'le birlikte acınızı
paylaşıyor, sabırlar diliyoruz.
Neşe Emecan
Türkçe Bölümü
Değerli Canan Hocam,
Sizin gibi çok değerli eşiniz, Sn. Tuncalp Özgen hocamızın vefatını
büyük bir üzüntüyle öğrendim. Binlerce hastaya umut olmuş, can olmus
essiz hekim, sevgili hocamız, yardım ettiği ya da etmek istediği sayısız
hastanın ve benim gibi ailelerinin yüreğinde hep yaşayacaktır. . . Nurlar
içinde yatsın, mekânı cennet olsun. Sizin, çocuklarınızın derin acısını
paylaşır; başsağlığı ve sabırlar dilerim hocam. . .
Ayşen Ergin
İnşaat Mühendisliği Bölümü
Sevgili Arkadaşım Canan Hocamız,
Ülkemizden bir parlak yıldız zamansız kaydı... Acımız çok büyük.
Dostluğun, sevginin, fedakârlığın simgesi, bir bilim adamı, bir
insanı kaybetmek gerçekten çok acı...
örnek
Başta sevgili Canan Hocamıza ve sevgili ailesine ve tüm sevenlerine ben
ve ailem adına başsağlığı dilerim.
İinci Gökmen
Kimya Bölümü
Tunçalp Özgen Hocamızın vefatını üzülerek haber aldım. Değerli
Canan Hocam ve kızlarına sabırlar diliyorum.
Çok üzgünüm. Çok iyi bir bilim insanı ve tıp camiasının önemli bir
değerinin yeri doldurulamaz.
Hacettepe Üniversitesi mensuplarına da başsağlığı diliyorum.
Bu sabah Hacettepe üniversitesinde Tunçalp Hoca için yapılan törene
katıldım. Onun rektörlüğü, sayısı 20000'i gecen ameliyatı, kurduğu,
üyesi olduğu, yücelttiği kurumlar, geliştirdiği teknikler, çalışkanlığı,
ürettikleri...
Öyle kalabalık bir törendi ki insanlar salona sığmadı, herkese söz verilemedi.
Çünkü tüm yaptıklarının ötesinde harika bir insandı Tunçalp
Hoca. Onun arkadaşları, meslektaşları öyle güzel şeyler paylaştılar ki,
içimde derin bir üzüntü olmasına rağmen daralmadım. Zihnimde kalan
birkaç paylaşımı sizlerle paylaşmadan edemeyeceğim:
-Üniversiteye polis girmiş. O sırada Ankara’da olmayan bir meslektaşının
odasında onun başına dert olabileceğinden korktuğu kitapları
toplatmış.
-Polis üniversitede öğrencileri copluyor, Tunçalp Hoca araya girmiş ve
coptan nasibini almış,
-Polis öğrencileri nezarethaneye götürecek, Tunçalp Hoca izin vermek
istememiş, Polise söz dinletemeyince o da polis arabasına binip öğrencilerle
gidip ifadelerini vermelerine eşlik etmiş.
- Simitçiden hizmetliye, profesöre herkesin gönlüne girmeyi basarmış
- bir meslektaşı da Mevlana’dan bir deyiş paylaştı, tam hatırlamamış
olabilirim ama söyle bir şey:
Derler ki:, "gözden ırak olan gönülden de ırak olur,
Dedim ki, gönüle giren gözden ırak olsa ne olur"
Sevgili Tunçalp Hoca ışıklar içinde yat....
Ve sevgili Canan Hocam ve kızları sizlere de sabırlar diliyorum.
Gülay – Turgut Gür
Stranford Üniversitesi,
Canancığım,
Acı haberi duyduk. Ne kadar üzüldüğümüzü ifade edemem. Tunç
mükemmel bir insan ve çok değerli bir tıp adamı ve akademisyendi. Yeri
doldurulamaz. Nur içinde yatsın. Sevgili Tunç'a Allah'tan gani gani
rahmet, sana ve güzel kızlarına sabırlar diliyoruz. Hepinizin başı sağ
olsun. Sevgiler.
Vasıf Hasırcı
Biyolojik Bilimler Bölümü
Çok çalışkan ve meşgul olduğunu bildiğim ama her tanıdığımla da
birebir ilgilendiğini öğrenip şaşırdığım, beyefendi ve sevgili Canan
hocamızın eşi Tunçalp Hoca vefat etmiş. Çok büyük bir kayıp. En içten
baş sağlığı dileklerimi sevgili hocamıza iletiyorum. Başınız sağ olsun
Canan hocam, sizlere ailecek sabır ve uzun ömürler dilerim.
Hüseyin Işçi
Kimya Bölümü
Değerli hekim Prof. Dr. Tunçalp Ozgen’in zamansız aramızdan ayrılışına
çok üzüldüm. Yıllar önce sağlık nedeniyle kendisini ziyaret ettiğimde
bana gösterdiği yakın ilgiyi ve alçak gönüllüğünü hiç unutamıyorum. O
zaman yapmış olduğu önerilerini hâlâ yerine getiriyorum ve bu sayede
sağlık problemimin üstesinden geliyorum. Ne diyeyim, ne kadar teşekkür
etsem azdır. Işıklar içinde yatsın, toprağı bol olsun. Yeri çok zor doldurulabilecek
bir kayıp…
Eşi Canan Hanım’a kızlarına, bütün yakınlarına ve sevenlerine baş
sağlığı diliyorum ve acılarını yürekten paylaşıyorum.
İncilay-Bilgin Kaftanoğlu
Makina Mühendisliği Bölümü
Öncelikle değerli arkadaşımız Canan Özgen'e ve ailesine, ailecek
başsağlığı ve sabır dileriz. Değerli Rektörümüz, hekimimiz ve örnek
insan Tunçalp Özgen'in mekânı cennet olsun! Nurlar içinde yatsın!
Hacettepe Üniversitesi ve hastaları için yaptığı fedakârlıklar hiçbir
zaman unutulmayacaktır.
Sibel Kalaycıoğlu
ODTÜ Psikoloji Bölümü
Hacettepe'ye, tıp bilimine, eğitime ve multi-disipliner bilimi geliştirmeye
gönül vermiş çok değerli bir akademisyen, çok değerli bir hekim, idareci
ve Canan hocamızın sevgili eşi Tunçalp Hoca’yı kaybetmiş olmaktan
çok üzgünüm. Tunçalp Hoca hakkında ne desek az ama idareciliği ile
Hacettepe'nin gelişmesine yaptığı büyük katkılar unutulamaz. Ne yazık
ki, bütün bu güzel insanlar yavaş yavaş bizleri terk ediyorlar.
Sevgili Canan hocaya, evlatlarına, torunlarına ve tüm aile fertleri ve tüm
sevenlerine başsağlığı ve sabır diliyor, sözsüz üzüntülerimi paylaşıyorum.
Işıklar nurlar Tunçalp hocanın üstüne doğsun, Allah rahmet eylesin.
Sevgi ile...
Michiko-Erol Kocaoğlan
Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü
Kıymetli Canan hocam, çok, çok, çok üzgünüz. Acınızı ben ve eşim
yürekten paylaşıyoruz. Bu çok ani, beklenmedik kaybın Tunçalp
hocamızın tüm sevenlerini derinden etkilediğini ODTU-OU ya gönderilen
mesajlardan da anlamak mümkün. Değerli hocamızın iyi bir baba,
eş, yönetici, bilim insanı olması yanında son derece insancıl ve yardımsever
kişiliğinin tüm tanıyanların büyük takdirini kazanmış durumda
olmasını görebiliyoruz. Bu zamansız kayıptan duyduğumuz üzüntü kat
ve kat artıyor. Başta siz sevgili eşi olmak üzere kızlarınız Dalsu ve
Burçe’ye, tüm aile bireylerine bu büyük acıya katlanma sabrı,, hocamıza
Tanrı’dan rahmet dileriz. Nurlar içinde yatsın, mekânı cennet olsun.
Şahsınızda tüm Kimya Mühendisliği bölümü, ODTÜ, Hacettepe mensuplarına
da başsağlığı dileklerimizi iletmek isteriz.
Hocamıza ve size olan sevgi ve saygımızı tam olarak ifade edecek kelimeleri,
cümleleri bulmakta aciz kaldığımın farkındayım; ancak bu büyük
ve zamansız kayıptan mesaj atan, atmayan herkesin de belirttiği gibi çok
çok üzgün olduğumuzu bilmenizi isterim.
Saygı ve en derin taziyelerimizle.
Gülser Köksal
Endüstri Mühendisliği Bölümü
Sevgili Canan Hocam,
Tunçalp Hocamızı kaybettiğimize inanmak zor. Hepimiz için örnek,
gurur duyduğumuz bir hocamızdı. Eşime de doktor olarak çok yardımcı
olmuştu. Eşimle birlikte başsağlığı ve sabırlar dileriz.
Sevgi ve saygılarımla.
Gorkem Külah
Kimya Mühendisliği Bölümü
Sevgili Canan Hocam,
Tunçalp Hocamın aramızdan ani, zamansız ayrılışına inanmak çok zor.
Derin bir üzüntü içindeyim. Sağduyusu, sakinliği, alçakgönüllülüğü ve
işine olan aşkı beni hep çok etkiledi. Bizlere örnek oldu.
Haluk’un da kendisini tanıma şansının olmasına çok seviniyorum.
Onunla kısa da olsa projeler üzerinde konuşabildi. Çok açık fikirlilikle,
heyecanla onunla projeler üzerinde konuştu. Haluk için de yeri her
zaman ayrı olacaktır.
Babam ve annem kendisini her zaman çok özel bir dost olarak gördüler.
Hem idari hem de sağlıkla ilgili birçok konuda kendisiyle konuşma fırsatları
oldu. Onu sadece çok saygın ve başarılı bir bilim insanı olarak değil,
sağduyusu, insancıllığı, babacanlığı ile çok yakın bir dost olarak
gördüler. Onlara acı haberi verdiğimde hocamın adı ile vefat kelimesini
bağdaştıramadılar. Anlayamadılar. Benden, anlamak için tekrar tekrar
telefonda ne dediğimi tekrar etmemi istediler. Yeri doldurulamaz bir
kayıp olduğunu gözyaşları içinde söylediler.
Hepimizin hayatına değişik şekillerde dokunmuş çok özel bir insani
kaybetmenin derin üzüntüsü içindeyim.
Tunçalp Hocama Allah'tan rahmet, size, Burçe ve Dalsu’ya ve ailelerine
sabır diliyorum.
Uğur Murat Leloğlu
Fen Bilimleri Enstitüsü
Sayın Hocam,
Eşinizin vefatını üzüntüyle öğrendim. Kendisi bir doktor olarak benim
yakınlarımın sağlıklarına kavuşmasını da sağlamıştı. Pek az kişi bu kadar
çok insan tarafından sevilip sayılma onuruna erişir. Üzüntünüzü
paylaşır, başsağlığı dilerim.
Saygılarımla.
Erdal Onurhan
ODTÜ Kuzy Kıbrıs Kampüsü, Kimya Bölümü
Çok çok üzüldüm. Tarifi imkânsız. Hayatımı ona borçlu olduğumu
hissediyorum. Sahası olmamakla beraber, doğru teşhisi ile benim tekrar
sağlığıma dönmeme vesile oldu. Bunu unutamam. Tüm aile fertlerine
sabırlar dilerim.
Selva-Işık Önal
Kimya Mühendisliği Bölümü
Çok üzgünüz. Hepimiz ve ülkemiz çok değerli bir insanı kaybetti. Ruhu
şad olsun, ışıl ışıl yatsın. Canan Hoca'ya ve tüm ailesine Allah sabırlar
versin. Başınız sağ olsun.
Halil Önder
İnşaat Mühendisliği Bölümü
Tunçalp Özgen Hocamızın vefatına çok üzüldüm. Çok iyi bir insan,
değerli bir hekim ve bilim adamı idi. Işıklar içinde yatsın. Kendisine
Allah'tan rahmet, size ve çocuklarınıza, bütün sevenlerine başsağlığı ve
sabırla diliyorum.
İdil ve Selahattin Önür
Mimarlık Bölümü
Değerli insan Tunçalp Özgen'in kaybından dolayı ben ve eşim derin
üzüntü duyduk. Değerli bir bilim adamı ve doktor olarak ailemizin
kendisine şükran borcu vardır. Size, ailenize ve tüm yakınlarınıza
başsağlığı dileriz. Sevgi ve saygıyla.
Kemal Özgören
Makina Mühendisliği Bölümü
Canan Hanım,
Sizin için can yoldaşınızın, bizler için ise çok değerli bir hekim ve bilim
insanının kaybı gerçekten çok acı verici. Kendisine tanrıdan hak ettiği
gibi bol bol rahmet, size ve yakınlarınıza ise başsağlığı ve sabırlar
dilerim.
Gönüllerimizde her zaman yaşamak üzere nur içinde yatsın.
Şükran – Nevzat Özgüven
Makina Mühendisliği Bölümü
Ülkemizin çağdaş yüzünün temsilcilerinden, önemli değerlerinden
sevgili Tunçalp hocayı bugün sonsuzluğa uğurluyoruz. Tarifi imkânsız
bir üzüntü içerisindeyiz. Vefat haberini aldığımızdan beri, aramızdan
ayrıldığına inanmakta zorlanıyoruz.
Önceleri, kendisini Hacettepe Üniversitesi’nin gelişimine önemli
katkılarda bulunan değerli bir rektör, iyi bir bilim insanı, usta bir cerrah,
muhteşem bir hekim ve de tabii ki sevgili Canan hocamızın eşi olarak
tanımıştık. Son 11 yıldır, bunlara unutulmayacak bir dostluk eklendi; çok
başarılı bir meslek yaşamının arkasındaki insanı yakından tanıdık:
Alçakgönüllü, sevecen, hoşsohbet, herkesin sorunuyla içten ilgilenen iyi
bir insan, örnek bir eş ve aile babası.
Sadece yakınları ve dostları değil, yaşamına bir şekilde dokunduğu
herkes büyük bir üzüntü içinde. Çok ani ve zamansız oldu. Dostluğunu
hep arayacağız, eksikliğini hissedeceğiz.
Sevgili Canan hocamıza, kızları Burçe ve Dalsu’ya, diğer bütün yakınlarına
ve sevenlerine başsağlığı ve sabır diliyoruz.
Ayşen Savaş
Mimarlık Bölümü
Bilimsel duruşu, saygın kişiliği ve sıcak dostluğu ile yaşantımızın değerli
bir parçası olan Tunçalp Özgen Hocamızı her zaman sevgi ve saygı ile
anacağız. Çok sevgili Canan Hocama, meslektaşım Dalsu’ya ve tüm
dostlarımıza sabırlar diliyorum.
Nevin - Ekrem Selçuk
Kimya ve Metalurji Mühendisliği Bölümü
Bazı insanlar bir kere doğar, sonsuza kadar yaşarlar. Tunçalp biz sensiz
ne yapacağız?
Feride Severcan
Biyolojik Bilimleri Bölümü
Sevgili Canan hanım,
Tunçalp Hoca’nın vefatından derin üzüntü duydum, acınızı yürekten
paylaşırım. Elim 3 gündür bilgisayara dokunamadı başsağlığı için.
Tunçalp hoca sadece sizin eşiniz olduğu için değil, Türkiye’nin en iyi ve
dünya çapında bir beyin cerrahi, Hacettepe Üniversitesi’nin de en iyi ve
en sevilen Rektörü olduğu için hepimizin tanıyıp sevdiği, benim yakınlarıma
da çok iyiliği dokunmuş bir insandı. Amerika’da bunduğumdan
dolayı cenazeye katılamayacağım için çok üzgünüm.
Size sabır ve sizinle birlikte diğer tüm sevdiklerinize sağlıklı uzun omur
dilerim.
Tunçalp Hoca ışıklar içinde uyusun.
Canan Sümer,
Psikoloji Bölümü
Değerli bilim insanı Prof. Dr. Tunçalp Özgen'in vefatını çok üzülerek
öğrendim. Bir sağlık sorunum sebebiyle kendisi ile tanışma şansım
olmuştu. Bilge bir insan, muhteşem bir hekim olarak hatırlamaktayım
kendisini. Işıklar içinde yatsın...
Çok sevgili Canan Özgen Hocama, ailesine, tüm sevenlerine sabır ve
başsağlığı dilerim.
Nebi Sümer
Psikoloji Bölümü
Çok üzüldüm. Mükemmel bir tıp ve bilim insanı olmasının yanında
güler yüzüyle hepimizin yardımına koşan harika bir insandı Tunçalp
Hoca. Mekânı cennet olsun.
Başta Canan Hocam olmak üzere, Tanju Hocamın, bütün yakınlarının,
sevenlerinin başı sağ olsun.
Fikret Şenses
İktisat Bölümü
Sevgili Canan Hocam,
Ne diyeyim ki? Acı haberi İzmir'de aldığımdan beri ben de ağlayıp
duruyorum. Öz kardeşimi kaybetmişçesine yüreğim yanıyor.
Her gün, Hocamdan bizim yemek grubuna iletileri gelecek diye bekleyip
duruyorum, mahzun mahzun. Üzüntüm dinmek bilmiyor. Bir yandan
da ne mutlu ona ve sizlere ki arkasında böyle bir sevgi ve saygı seli bıraktı
diye düşünüyorum: Dolup tasan salon, cami avlusu ve mezarlık, Ankara
dışından gelen hastaları...
Allah her kuluna böyle bir veda kısmet etmez ki.
Tunçalp Hocam nurlar içinde uyusun. Başımız sağ olsun.
Muharrem Timuçin
Metalurji ve Malzeme Mühendisliği Bölümü
Çok değerli bir hocamızı ve ODTÜ yakınını kaybettik. Benim kuşağıma
çok emeği geçti; rahmetli Tuğmaç Hoca'nın tabiri ile cerrahiye dayalı tıp
dünyasında lakabı "Magic Fingers" idi. Nurlar içinde yatsın. Canan
Özgen hocamıza, tüm ailesine ve sevenlerine başsağlığı ve sabırlar
dilerim.
Teoman Tincer
Kimya Bölümü
Cumartesi sabah aldım haberini, Sevgili Tunçalp Özgen hocamızın
kaybının. Önce doktorum oldu sonra ara sıra eşi vasıtasıyla birçok kez
birlikte olduk. Ne güzel insandı.
Sevgili Canan'a ve kızına sabırlar diliyorum. Işıklar içinde yatsın Tunçalp
hocamız.
Mehmet Tomak
Fizik Bölümü
Prof. Dr. Tunçalp Özgen’in vefatını derin bir üzüntüyle öğrendim.
Mesleğine tutkusunu, çalışma temposunu, hastalarına karşı ilgisini çok
yakından izleme şansım oldu. Rektör olarak nasıl özveriyle çalıştığını,
aydınlanma tutkusunu, üniversiteyi çağdaşlaştırma çabasını da yakından
yaşadım. Çünkü beni ameliyat ederek sağlığıma kavuşturan doktorumdu.
Onu hep hayranlıkla izledim. Muhteşem bir "insandı”. Nurlar içinde
yatsın. Sevgili eşi Canan hoca ve ailesine, tüm dostlarına başsağlığı ve
sabır diliyorum..
Çiğdem Tosun
İsmail ve Ayşe Tosun’un Kızı
Canan teyzecim, bugün telaşınız çoktur diye aramak istemedim. Tunç
Amca’nin etrafindaki herkese ne kadar dokunduğu zaten tartışılmaz.
Ama bende, Burcu'da, annemde, babamda ve hatta onların anne/babalarında
yeri her zaman bambaşka. Yakınlığınızdan dolayı cok şanslıyız.
Sizinle beraberkenki uyumu ve ahengi, bana kendi işlerinde zaten çok
başarılı insanların, beraberken çok çok daha büyük işerin altından
kolaylıkla kalkılabilineceğini, hoşgörüyü ve özellikle bilimsel başarının
yanı sıra duygusal zekânın ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Nurlar
içinde yatsın.
Halil Turan
Felsefe Bölümü
Tunçalp Hocamızın vefatını derin bir üzüntüyle öğrendik. Çok değerli
bir insan, çok değerli bir hekimdi. Annemizle bizi yeniden kavuşturmuştu.
Ona minnettardık.
Ailesine sabırlar ve başsağlığı diliyorum.
Saygılarımla.
Fatoş T. Yarman Vural
Bilgisayar Mühendisliği Bölümü
Tunçalp Hocamız, birçok insan gibi, bana da örnek olmuş ve beni derinden
etkilemiş örnek bir bilim insanı ve yönetici idi. Başta Canan Hocam,
çocukları ve torunları olmak üzere hepimiz için çok büyük bir kayıp.
Başımız sağ olsun!
Ülkü Yetiş
Çevre Mühendisliği Bölümü
Ben de değerli Tunçalp Hoca'nın yaşamına bir şekilde dokunduğu insanlardan
birisiyim. Ne kadar "muhteşem bir insan" ve "muhteşem bir
hekim" olduğunu bilenlerdenim. Duyduğumdan beri şaşkınım, çok
üzgünüm, yüreğimde derin bir acı var...
Başta sevgili Canan Hocam olmak üzere tüm yakınlarına başsağlığı ve
sabırlar diliyorum.
Melek Diker Yücel
Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü
Çok değerli Tunçalp Özgen'in 73 yaşında, onun gibi verimli bir insan
için gerçekten çok genç bir yaşta vefatını biraz önce Ayhan Sicimoğlu'nun
programındaki alt yazıyla öğrendim. Nasıl üzüldüğümü anlatamam!
Böyle verimli bir yaşam için ne kadar erken bir son!.. Çok değerli,
alçak gönüllü bir insan, Yirmi binden fazla ameliyat yapan özverili ve
usta cerrah, büyük eğitimci Prof. Dr. Tunçalp Özgen'in kanımca hastalarına,
öğrencilerine, dostlarına, topluma katabileceği daha çok fazla
değer vardı. Kalbim çok sıkıştı; sonra evrende nasıl da minik toz zerreleri
olduğumuzu ve ancak Tunçalp Özgen gibi insanlar sayesinde insanlık
onurunun yücelip, toz zerreliğinden biraz daha anlamlı boyutlara
çıkabildiğini düşünerek teskin oldum.
İyi ki bu dünyadan insanlık onurunu yüceltip, evrende minicik toz
zerreliğinden çok daha anlamlı boyutlara çıkartan Tunçalp Özgen
değerinde insanlar da geçiyor!.. Yaşamı boyunca yarattığı aydınlığın
izleri, topluma katkıları sanıyorum çok uzun bir zaman sürecek, kolay
kolay silinmeyecek... Ne mutlu onunla bir şeyler paylaşabilmiş olanlara!..
Onu sevenler, yaptığı çok başarılı ameliyatlarla sıkıntılarını kökten
çözdüğü hastaları (bir örneği bizim bölümden Aydın Ersak), bilgisiyle
aydınlattığı öğrencileri sevgili Tunçalp Özgen'i gönüllerinde sevgiyle,
saygıyla yaşattıkça; sevgili eşinin ruhunun (yani benim anlayışıma göre
yaşamı boyunca insanlığa kattığı, beden ötesi varlığının) da çok mutlu
olacağını düşünüyorum.
Başta Tunçalp Bey'in çok sevgili eşi Canan, kızları Burçe ve Dalsu olmak
üzere tüm sevenlerine sabırlar diliyor; acılarını gönülden paylaşıyorum.
Sevgi ve saygılarımla..
.
Babamın Ardından,
Herkesin babası çok özeldir, benimki de çok özel. Hâlâ ne kadar zor
kabul etmek gittiğini. Sanki her an kapıdan girecekmiş gibi, yüzünde
muzip bir gülümseme, hızlı adımlarla bir koşturmaca, “Cancan” diye
bağırışı veya “Burçiş, Dalsuş”. Nasıl bir ani gidiş, nasıl beklenmedik.
Annemin dediği gibi, “bir iki gün yatsaydı da, gitseydi”. Daha kolay olur
muydu, kim bilir? Daha ne kadar çok özleyeceğiz seni, daha yeni
anlamaya başladık. Bilmemize rağmen kalbinin hasarlı olduğunu,
yılların sayılı olduğunu; nasıl hafife almışız nasıl düşünememişiz böyle bir
olasılığı. Senin hep aklındaydı oysa ki, beni havaalanından her geçirirken
ki bakışın, kızlara yaşlarının üstünde bir hediye alınca ‘ilerde benim
burada olup olmayacağım belli değil, büyüdüklerinde siz verirsiniz’
deyişin…Bilsen de, düşünsen de, nasıl hiç sonlanmayacakmış gibi geçirdin
hayatını, koştura koştura, nefes nefese ve dolu dolu yaşadın babacım
ve dolu dolu yaşattın bize hayatı. O yüzden, senin için, biz de hep öyle
yaşayacağız. Acımız içimizde, hep güzellikleri hatırlayacağız, hep
şükredeceğiz seninle olabildiğimiz için. Bizleri 26 yıl önce, o ilk kalp
krizinde de bırakıp gidebilirdin, her şey eksik, her şey yarım kalmış; sevgili
Hacettepe’nin rektörlüğü hiç yapılmamış, benim ve Dalsu’nun üniversite
mezuniyetlerimiz, düğünlerimiz hiç yaşanmamış olurdu. Ne şanslıyız
ki hepsini gördün, yaşadın. İkimizin de eşlerimizle mutluluğumuzu
gördün, torunlarını içine çektin doya doya. Ne güzel geziler, yemekler…
Evet, şimdi en zoru anneme ama ona da öyle güzel bir miras bırakmışsın
ki, senin dokunduğun herkes, sizi tanıyan ve seven tüm aile ve dostlarınız
onu kocaman bir sevgi örgüsüyle sarmaladılar sen gittikten sonra. İşin
ilginci hiç kimse tam kabul etmiş değil senin gidişini, kimse yakıştıramadı
sana ölümü. Sanki hep kapıdan girecekmişsin gibi, telefonu gene ısrarla,
açtırana kadar çaldıracak, aceleyle bir şeyler almaya gidip, dönüp tamire
koyulacaksın sanki. En uygunsuz anda bile çalsa o telefonun mutlaka
açılacak ve birilerinin derdine çare olmaya koyulacaksın. Çok azdır
sanırım mesleğiyle bu kadar bütünleşmiş bir insan. Senin ardından
yapılan konuşmalar, yazılan yazılardan da hep benzer şeyleri görüyorum.
Ne kadar çok insana, ne kadar çok yardımın dokunmuş babacım.
Herkes senin varlığından huzur bulmuş, güvencede hissetmiş kendini.
Koca bir çınar gibi sana yaslanan sadece annem, Dalsu ve ben değilmişiz.
Ne çok sevgi vermişsin çevrene. Sanırım en çok o sonsuz sevgini
özleyeceğiz hepimiz. Yoksa hepimizin beyninde yasamaya zaten devam
ediyorsun. Sadece beyinlerimizde de değil, Duru’nun sürekli
çevresindekilere yardım etme çabasında ve yaşama sevincinde, Lara’nın
zarafetinde ve çikolata aşkında, Uzay’ın insan sevgisinde ve matraklığında…
Sensiz hep eksiğiz, hep bir buruk ama artık ‘keşke’ lerden ‘iyi ki’ lere
geçmeye tüm çabamız. İyi ki vardın babacım, iyi ki hayatımızı paylaştık
seninle. İyi ki senin gibi bir babam vardı ve iyi ki çocuklarımın senin gibi
bir dedesi oldu, ömür boyu gurur duyup, örnek alacakları.
Özlemle…
Burçe Özgen Mocan,
16 Haziran 2019, Babalar Günü
There is a place in the heart
that
will never be filled
a space
and even during the
best moments
and
the greatest times
we will know it
we will know it
more than
ever
there is a place in the heart that
will never be filled
and
we will wait
and wait
in that
space.
Charles Bukowsi
Tunç’tan Veda
(Bilgisayarında bulduğumuz bitmemiş otobiyografisinden, 2005)
İşte bu yıllardır beklediğim an. Belki de bu an için yaratılmışım.
Ne kadar uzun zamandır bu anı bekledim. Şuur altına attım ama gene de
bekledim.
İşte bu her şeyin sonu. Hakikaten sonu mu acaba? Yoksa yeni bir
başlangıç mı? Kim bilir?
İşte başım dönüyor. Hafif bir bulantı, zamandan kopuyorsun, bir şeyler
oluyor.
Uzun derin bir tünel içindesin. Bir korku yok içimde. Bu anı
bekliyordum. Geleceğini bilerek. Ama ne zaman? Nerede, nasıl?
Rastgele bir yerde olmasın dileği içimdeydi. Ele güne rezil olmayayım.
Yatakta gelsin mesela. Sanırım en iyisi o? Yoksa düşünsene sokakta
geldiğini? Herkesin sana baktığını, tepene toplandığını. Yok, yatakta
olması en iyisi.
Her şeyim, canım benim Cananım orada mı olsun? Yoksa olmasın mı?
Beni böyle görmemeli mi? Galiba orada olması en iyisi. Bu anda da
beraber olmak. Elimi tutmalı, “üzülme” demeliyim ona. “Tamam bak
ben yine seninleyim. Hem bu defa hep yanında olacağım. Tek farkı beni
maddeten göremeyeceksin. Ama sen görürsün gene de. Benimle
konuşacaksın. Benim yerime de sen konuşacaksın. Benden ayrılman,
unutman mümkün değil ki, hücrelerimiz birbirine girdi bir defa.
Bir ağırlık göğüsün üstünde, inanılmaz bir baskı. Eziyorlar sanki. Koluna
yayılıyor. Kopartıyorlar sanırsın. Biliyorsun sona geldiğini, anlıyorsun.
Sanırım mesudum, mutluyum.
Tamam diyorum nasılsa olacaktı. İşte geldi. Başlangıca dönüyorum.
O ilk güne.
Sabaha karşı saat beş. Yıl bin dokuz yüz kırk altı, Mayısın otuz biri...
Kalmak Türküsü
Daha gidilecek yerlerimiz var
Şu sohbetinizi dinler gideriz.
Coştukça şarkılar, türküler, sazlar
Rakı mı, şarap mı, içer gideriz.
Geçse de umudun baharı yazı
Gözlerde kalıyor yaşanmış izi
Kimseler kınamaz burada bizi
Ne varsa hesabı öder gideriz.
Söyleyecek sözü olan anlatsın
İsterse içine yalan da katsın
Yeter ki kendinden, bizden söz etsin,
Yalanı doğruyu sezer gideriz.
Neler gördük neler bu güne kadar
Daha gidilecek yerlerimiz var
Bizi buralarda unutamazlar
Kalacak bir türkü söyler gideriz.
Sevgiye var olduk sevdik, sevildik
Kavgalara girdik öldük, dirildik,
Bir anlam fırını içinde piştik
Anlamlı güzeli sever gideriz.
Özdemir Asaf