08.03.2021 Views

TuncalpOzgen_anısına

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Tunçalp

Özgen

anısına...



“Seni ne çok sevdiğimi bilemezsin” derdin.

Doğru, hissetsem de bilemezdim.

Ama sevgilim, insan bu kadar sevdiğini

bu kadar erken yalnız bırakır da gider mi?

Şiirler yazardın bana, tanıştığımızdan beri.

Şair, hassas ve zarif ruhunla.

“Birgün sabah çıktığım eve akşam dönmezsem,

Bir gün yanındaki yatağın boş kalırsa,

Bilmelisin ki sen beni görmesen de

Ben senin yanındayım..

Sakın beni unutma.”

diye yazmıştın.

Evet, sevgilim, ben de artık sen oldum ve

seni hep yanımda hissediyorum.

Seni unutmam mümkün mü?

Cancan’ın



Babamın Anısına,

Küçük bir çocuk gibi salonun karanlık bir köşesine sinmişim. Seni kurtarmak

için onca kişi sırayla, çaresizce uğraşırken, benim tutunabildiğim tek

şey elimdeki telefonda ablamın sesi. Anca onunla konuşmak beni gerçekliğe

bağlıyor, yoksa bu gördüklerim, bu olanlar gerçek olamaz. Kötü bir

rüya. Neden uyanamıyorum, iki yıl geçti üzerinden, neden hala uyanamıyorum?

Zaman ne kadar garip bir kavram, bazı şeyler ne kadar eskide kalmış gibi

silik ama kimi şeyler ise sanki daha dün olmuş gibi. Hatta şimdi gözümü

kapasam, o ana ve yere ışınlanıyor gibiyim... Acıya değil de, güzel anlara

gitmeyi seçiyorum:

Kim bilir ne kadar küçüğüm, galiba Datça Aktur’dayız, ve tüm ekip sahil

kenarında yürüyüş yapıyor. Babamın sırtına oturmuşum, öyle yüksekten

etrafa bakarken, parmaklarımın arasında onun saçlarının hissini

hatırlıyorum...

İnkum’da bana yüzmeyi öğretiyor, köpek balığı olup saldırıyor,

olabildiğince çok su sıçratarak kulaçlar atıyor, kumdan kaleler yapıyor.

Ardından da tatilde hastalananları tedavi ediyor...

İlkokulun bahçesindeki tırmanma duvarından kafa üstü yere çakılınca,

apar topar Hacettepe’ye götürülüyorum. Babam muayene odasının

kapısında beliriyor. O pençe gibi, kuvvetli elleri kolumu, bacağımı tutunca

tüm korkum ve acım yok oluyor...

Babam yurt dışındaki bir konferanstan dönüyor. Koşarak gidip kapıyı

açıyorum: yüzünde müthiş bir gülümseme ve elinde dev bir Barbie evi

kutusuyla karşımda duruyor!

Hamsterim kafesten kaçıyor, onu yakalamaya çalışıyor; ihmal ettiğim

balıkların akvaryumunu temizliyor; tavşanıma 2 katlı villa yapıyor;

köpeğimiz Katya’yı “Katyuşka!” diye yerlere yatarak seviyor...


Ablam evleniyor. Babam koluma yapışmış tüm misafirlere “Bunu

vermem, bu benimle kalacak!” diyor...

Bu sefer ben Amerika’dan dönüyorum. Uçak Esenboğa’ya inmiş taksi

yapıyor. Nasıl becermişse yapmış, beni dış hatların kapısının önünde,

pistin kenarında bekliyor! Saçları nasıl da beyazlamış...

Planöre binmeye gittiğimi duyunca bana küsüp telefonlarıma çıkmıyor,

ta ki Eskişehir’den sağlam döndüğümü duyuncaya kadar...

Evlenme arifesinde, babamla İstanbul’daki evimi boşaltıyoruz. Nefes

almadan eşya paketliyoruz, arada hamburger ısmarlayıp, televizyon

karşısında keyif yapıyoruz...

Zurnalı davullu düğün alayı beni evden almaya geliyor. O gümbürtünün

içinde ikimiz de gözleri kırmızı ve yaşlı ama kahkahalar atarak

sarılıyoruz...

Ultrason filmini uzatıyorum, bir leke göründüğünü söylerek. Bakmayı

reddediyor, “Gazdır, gaz!” diyerek. Sonra, şakamı anlayan annemin

mutlu çığlıkları ve tebrikleri arasında, yüzündeki şaşkın ifadenin mutluluğa

dönüşmesini izliyorum...

Binbir türlü huysuzluk, aksilik yapıyorum, off baba! uff baba! diyorum,

ama hiç birinde onun bana kızdığını, beni kırdığını hatırlamıyorum.

Çünkü benim babam herşeyiyle bir dev: bitmeyen ve herkesi kapsayan

sevgisiyle, sonsuz vericiliği ve toleransıyla. Dev gibi bilgisiyle, merakıyla,

yaşama sevinciyle, benim babam bir enerji topu adeta, ısıtıyor, aydınlatıyor,

yaşatıyor, güldürüyor.

İşte tüm bunlar yüzünden, babamı anmak demek, güzel anları hatırlamak,

tekrar gülmek, yaramazlık yapmak istemek demek. Babam hala

bizimleymiş gibi yaşamak demek, acılara üzüntülere aldırmamak,

durmamak, “hadi gidelim!” demek.

Fizik kanunları enerjinin asla yok olmayacağını söylüyor. Babamı anmak

için konuşan, yazan, mesaj atan, arayan sizler, onun hayatı boyunca

saçtığı sevgiyi bize geri yansıttınız. Onun o muhteşem enerjisinin yok


olmadığını, aramızda gidip geldiğini ve hala içimizi ısıttığını bize hissettirdiniz.

Tüm ailem adına sizlere teşekkür ederim.

Şimdi bize düşen ise onu özleyerek, ama asla kedere kapılmadan, hayatın

hakkını vererek yaşamak: ağzımıza kaçamak bir çikolata atmak, bir

kitabı soluksuzca tek çırpıda bitirmek, gözümüze kestirdiğimiz bir hedefe

tırmanmak, ve tepesine vardığımızda, babama bir öpücük göndermek...

Dalsu Özgen Koçyıldırım

6 Mart 2021



Tören Konuşmaları


Bülent Altun

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı

Çok büyük kaybımız, Üniversitemiz Rektörlerinden Prof. Dr. Tunçalp

Özgen’in çok kıymetli ailesi, saygıdeğer yakınları, saygın dost ve akrabaları,

Sayın Rektörüm, Hacettepe Üniversitesi’nin değerli üyeleri, Değerli

çalışma arkadaşlarım,

Bizleri bu acı günümüzde yalnız bırakmayan tüm dostlar,

Öncelikle, çok büyük ve acı kaybımız, çok değerli hocamız merhum

Tunçalp Özgen’e Allah’tan rahmet; saygıdeğer Özgen Ailesine ve

Hacettepe Ailesine, dayanması güç olsa da önce sabır ve başsağlığı diliyorum.

Bugün, çok büyük bir kayıp vesilesiyle burada bir aradayız. Derin

üzüntü içerisindeyiz. Çok sevdiğimiz hocamız Tunçalp Özgen’i ebediyete

uğurluyoruz. Her vefat erken, her ölüm büyük bir acı, büyük bir

kayıptır. Hocamızın ayrılışı da ani ve zamansız oldu. Bizleri, sevenlerini,

ülkemizi, camiamızı derinden sarstı. Kaybımızı kabullenmek güç,

konuşmak zor, kelimeler yetersiz.

Onunla ilgili söylenecek çok söz, anlatılacak çok şey var. Onu yola

çıktıklarından, birlikte yol aldıklarından dinlemeden önce 73 yıla

sığdırdıklarını özetlersek:

1946’da Kütahya’da doğdu. 1963 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp

Fakültesi’ne girdi. 1969 yılında Tıp Doktorluğu diploması aldı. Aynı yıl

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroşirürji Ana Bilim Dalı’nda

asistanlığa başladı ve 1974 yılında Nöroşirürji Uzmanı oldu.

1977 yılında aynı bölümde Nöroşirurji Öğretim Görevlisi olarak göreve

başladı. 1978’de Zürih Üniversitesi‘nden Mikronöroşirürji Sertifikası

aldı. 1979 yılında Nöroşirürji Doçenti oldu ve 1988 yılında aynı fakültede

Nöroşirürji Profesörlüğüne yükseltildi.


Hacettepe Üniversitesi Nörolojik Bilimler Enstitüsü’nde 1984- 1992

yılları arasında, Klinik Nörolojik Bilimler ve Psikiyatri Anabilim Dalı

Başkanlığı, 1983-1992 yılları arasında aynı enstitünün müdür

yardımcılığı görevlerinde bulundu.

1999-2011 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi

Nöroşirürji Ana Bilim Dalı başkanlığı yaptı. 1999 yılında Hacettepe

Üniversitesi Rektörlüğüne seçildi ve 2008 yılına kadar iki dönem bu

görevi yürüttü.

2006 yılında Yüksek Öğretim Kurulu Üyeliğine atandı. 2007’de yeni

kurulan Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi Rektörlüğü görevini de kurucu

rektör olarak üstlendi.

Yurt dışında birçok idari ve bilimsel görevlerde bulundu. EANS (European

Association of Neurological Societies)’’de 1987- 1998 yılları arasında

Yürütme Kurulu Üyesi, 1991-1996 yılları arasında Eğitim Kurulu

Üyeliği, aynı kuruluşta1995-1999 yılları arasında Başkan Yardımcılığı ve

1999-2003 yılları arasında Denetleme Kurulu Başkanlığı yaptı. WFNS

(World Federation of Neurological Societies)’de 1987- 1998 yılları

arasında Yürütme Kurulu üyesi olarak 1992-1999 yılları arasında aynı

kuruluşta Executive Committee (Yürütme Kurulu) Üyesi olarak çalıştı.,

1995-1999 yılları arasında da Avrasya Nörosirurji Akademisi (Academia

Eurasiana Neurochirurgica) Onursal Başkan Yardımcısı görevlerinde

bulundu.

Yurt dışında birçok ülkede bilimsel kuruluş üyeliği yaptı. 1992’de Congress

of Neurological Surgeons (USA) üyeliği, 2000 yılında International

Association of University Presidents ve European University Association

üyeliği, 2001 yılında German Neurosurgical Academy üyeliği, 2008’de

Japan Neurosurgical Society üyeliğine seçildi.

Türk Nöroşirürji Derneği kurucu üyeliği sonrasında 1988-1989 yılları

arasında Türk Nöroşirürji Derneği Başkanlığı görevinde bulundu ve

Journal of Turkish Neurosurgery dergisi kurucusu ve editörü; 1983 -

1991 yılları arasında da Hacettepe Medical Journal Editör Yardımcısı


olarak görev aldı. Operative Techniques in Neurosurgery (USA),

Romanian Journal of Neurosurgery (Romanya), Italian Journal of

Neurosurgery (İtalya), Journal of Neurosurgical Sciences (İtalya), European

Journal of Neurosurgery ACTA (Brüksel) dergilerinde editör ve

yayın kurulu görevlerini üstlendi.

1987-1991 yıllarında Tevfik Fikret Eğitim Vakfı (TEVEF) Yönetim

Kurulu Üyeliği, 1991 - 1997 yıllarında Tevfik Fikret Eğitim Vakfı

(TEVEF) II. Başkanlığı görevlerini ve 1996 - 2012 yıllarında Bayındır

Tıp Merkezi Bilim Ödülleri Jüri Üyeliği ve KOÇ Vakfı Bilim Ödülleri

Jüri üyeliği yaptı.

Yurtiçi ve yurtdışı 200’Ü aşkın bilimsel yayını olan hocamız 1997‘de

YÖK Uluslararası Yayın Kutlama, 2003’de Genç İşadamları Derneği

En Aktif Yönetici Ödülü, 2005 yılında Başkent Grubu 81. Yılın Altın

Adam Ödülü, 2016 yılında Türk Nöroşirürji Derneği Üstün Hizmet

Ödülünü aldı.

ODTÜ Kimya Mühendisliği emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Canan

Özgen’in eşi, Prof. Dr. Burçe Özgen ve Dr. Dalsu Özgen’in babası;

Lara, Duru ve Uzay’ın dedesidir.

Tunçalp hocamız ilk mezunlarından olduğu, Tıp Fakültemize, öğretim

üyesi, Anabilim Dalı Başkanı, Rektör ve YÖK üyesi olarak büyük

katkılarda bulunmuştur.

Tunçalp Hocanın kırk yılı aşkın uzmanlığı ve öğretim üyeliği süresince

Beyin ve Sinir Cerrahi Anabilim Dalı’nda 150’ye yakın uzmanın

yetişmesinde çok büyük emeği vardır. Bu süreçte yurtdışında aldığı

eğitim sonrası kurmuş olduğu mikro cerrahi laboratuvarı ile bu alanda

yeni bir çığır açmıştır. Anabilim Dalı başkanlığı süresince de Beyin ve

Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olmak için uzmanlığın

yanı sıra bu alanda doktora yapma zorunluluğu geleneğinin

sürdürülmesini sağlamış ve bu bağlamda da klinik bir dal olmasına

rağmen anabilim dalının Türk Yükseköğrenimi için bir örnek teşkil

etmesinde önemli katkıları olmuştur.


Tunçalp hocamız, Rektörlüğü ve YÖK Üyeliği döneminde, ülkemizde

hâlen ilk ve tek olan “Tıp / Bilim Doktorluğu Bütünleşik Programının”

Fakültemizde açılmasına önderlik etmiştir. Hâlen birçok Tıp fakültesinin

çok arzu etmesine rağmen henüz başlatamadığı bu programın fakültemizde

hayata geçirilmesi için YÖK onay sürecindeki çabası ve sonrasında

programın devamlılığı için verdiği katkılar ile bugün bu program 15

yaşına girmiş ve onlarca mezun vermiştir. Rektörlüğü sırasında

Hocamız, Fakültemizde standart hasta laboratuvarı, beceri laboratuvarları

gibi modern Tıp eğitimi için gerekli mekânların kurulmasına öncü

olmuştur.

Tunçalp Hocamızın onlardan biri de ben olmak üzer, bu salonda da

onlarcasının bulunduğunu bildiğim, fakültemizden mezun olan on bini

aşkın hekimin üzerinde de çok büyük emeği vardır. Dönem 5’te iki

haftalık Beyin Cerrahisi stajında, hocayla ne kadar bir temasınız olabilir

ya da bu kadar kısa sürede ne öğrenmiş olabilirsiniz, diye aklınızdan

geçebilir. Ama biz öğrencileri, Tunçalp hoca ile her sabah erkenden

beraber yaptığımız enerjik vizitlerde yorulmadan tek tek sorularımıza

cevap vermesinden mutlu olur, hastalarına karşı nazik ve yapıcı tavrından

ve çalışkanlığından etkilenir, çok yoğun tempoda çalışmasına

rağmen bazen de kendimizi odasında kahve içerek sohbet ederken

bulunca onore olurduk. Tunçalp Hoca staj sınavlarında bizi kapıda

karşılar, her gördüğü yerde selam verir, hâl hatır sorardı. Evet, aslında

Tunçalp Hoca, bize Beyin Cerrahisi’nden çok daha fazlasını; çalışmadan

başarının gelmeyeceğini, iyi hekim olmak için önce iyi insan olmak

gerektiğini, hasta - hekim ilişkisinde empati kurmayı, hangi yaşta olursa

olsun meslektaşına değer vermeyi öğretti ve belki de hepsinden daha

değerlisi, hekimlik sanatında ustaya saygının ve vefanın önemini kendi

davranışlarıyla da bizlere aşıladı.

Tıp eğitimine, bilime ve kurumumuza olan katkılarından dolayı bir

öğrencisi ve aynı zamanda Tıp Fakültesi Dekanı olarak tüm öğrencileri

ve kurumum adına, Tunçalp hocamıza, şükranlarımı sunuyor, Allah’tan

rahmet diliyorum, Acılı Ailesine ve yakınlarına, sabırlar diliyorum. Hepimizin

başı sağ olsun.


Biz öğrencileri olarak anılarımıza kazınan tüm güzel ve örnek

davranışları ile hocamızı sonsuza dek unutmayacağız ve hatırasını her

zaman koruyacağız.

Tunçalp Hoca bizler için, Ana Bilim Dalı Başkanı, öğretim üyesi,

Hacettepe Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Tunçalp Özgen’den çok

daha fazlası: Hacettepe sevdalısı; akademik ve idari personeli, öğrencisi,

mezunu, emeklisiyle Hacettepelinin sevdası.

Türk Nöroşirürji Derneği’nin kurucu üyesi olan, Türkiye’ye transfenoidal

ameliyatını getiren ve yapan ilk kişi. Beyin cerrahisiyle ilgili o kadar

çok şey yaptı ki…

Umut oldu, şifa verdi, el tuttu. Çocukları gibi sevdiği öğrencileri,

dostları, arkadaşlarıyla hep kalabalık olarak yaşadı. 20 bini aşkın beyin

ameliyatı gerçekleştirdi. Mükemmel bir hekim, idareci ve hepsinden

önemlisi muhteşem bir insandı.

Türkiye’de Mikroşirürji alanında öncülük yaptı, İlk İngilizce bilimsel

derginin çıkartılmasını sağladı. Hacettepe Üniversitesi Senfoni

Orkestrası ve Sanat Müzesi’nin kuruculuğunu da üstlendi. Hacettepe’nin

gelişimi onun için her şeyden önemli oldu.

Lise ikinci sınıftayken kaybetti babasını. Annesi, “Baban yok artık, çalış”

dedi. Ondan sonra hiç durmadı; hep çalıştı, çok çalıştı… Dünyaca ünlü

beyin cerrahı Prof. Dr. Gazi Yaşargil’in ilk Türk öğrencisi oldu.

O herkesten bir şeyler öğrenileceğine inandı. Ağabeyinden insanlık

öğrendiğini, Gazi hocadan cerrahi teknik öğrendiğini anlattı. Aykut

Erbengi hocadan “Hayatımın en büyük dersini aldım. Hasta hayatının

kutsallığını öğrendim” dedi.

Hayatta ve ayakta duruşuyla, pozitif bakışıyla, hoşgörüsüyle herkese,

hepimize örnek oldu. Onu esas farklı kılan, herkesten ayıran da insani

değerleri ve taşıdığı vasıflardı.

Eğri bir cetvelle düz bir çizgi çizilmez. Eğri bir insandan da doğru bir

hayat çıkmaz. Sadece doğru insanların becerebildiği bir şeydir doğru


yaşamak. Tunçalp Özgen, böyle bir insandı. O, gözleriyle seven, yüreğiyle

kucaklayan, karısına tutkun bir eş, çocuklarına tutkulu baba, torunlarına

sevdalı bir dedeydi.

Bizlere en son, Üniversitemizin 50.yıl kuruluşu için hazırlanan belgesel

çekimlerinde seslendi. Kendinden, Hacettepe’den, Hacettepe’nin

kendisine kattıklarından söz ederken Hacettepe’nin farklarını,

farklılıklarını sıraladı.

Tunçalp Hoca, bizlere, sizlere, geleceğe seslendi. Ben de hepimiz adına

Tunçalp Hoca’ya seslenmek istiyorum:

Sayın Rektörüm, Saygıdeğer Hocam, …

Eğer bizden yana bir hak varsa, tüm Hacettepe adına hakkımız size

sonuna kadar helal olsun.

Güle güle git.

Hepimiz, herkes selamlıyor seni.

Yaşamın hiç boşa geçmedi.

Nurlar içinde uyu…

Haluk Özen

Hacettepe Üniversitesi Rektörü

Sayın Canan Hanımefendi, Sevgili Burçe, Dalsu, Can ve Sayın

Rektörümüz Tunçalp Özgen’i seven akrabaları, arkadaşları, dostları,

çalışma arkadaşları ve öğrencileri;

Bu acı günümüzde biz Hacettepelileri yalnız bırakmadığınız ve Hocamıza

veda edeceğimiz gün bizlere katılarak bu töreni çok daha anlamlı hale

getirdiğiniz için hepinize üniversitemiz adına çok teşekkür ediyorum.

İleride Hacettepe Üniversitesinin tarihi yazıldığında Prof. Dr. Tunçalp


Özgen için;

Yetenekleri tartışılmayacak bir beyin cerrahı,

Çok iyi bir eğitici,

Çok başarılı ve vizyon sahibi bir Rektör,

Hacettepe’yi çok seven ve onun gelişmesi için kendini tüketen, yorulmak

bilmeyen bir insan,

Ve çok sevecen, çok iyi bir eş, mükemmel bir baba ve dede olduğunu

yazacaklar.

Ben izninizle Hocamızın Hacettepe sevgisini ve onun ifadesiyle “kendisini

adam eden”; bu üniversiteye sekiz yılı rektörlük olmak üzere, 40 yılı

aşkın süre hizmet ederek üniversitemizin altyapısını, akademik bakış

açısını, toplumdaki algısını çok olumlu yönde geliştirmesinin bazı

ayrıntılarını sizlerle paylaşmak istiyorum.

Hocamın bu olağanüstü Hacettepe sevgisiyle birleşen enerjisi, aklı ve

vizyonu sayesinde, sekiz yıllık rektörlük döneminde, kendisini de

yetiştiren Üniversite Hastanemizde bir yönetim sistemi olarak Toplam

Kalite Yönetiminin hayata geçirilmesine yönelik olarak Sürekli Kurumsal

Gelişim Projesi başlatılmıştır.

Hastanelerdeki tüm birimleri ve çalışanları içine alan bu proje

kapsamında eğitimler verilmiş, stratejik planlama, süreç yönetimi ve

iyileştirme takımları çalışmaları yürütülmüştür.

Bu dönemde, hastanede Biyomedikal Mühendislik Birimi kurulmuş,

insan kaynakları yönetimi, bilgi ve veri yönetimi sistemleri ile tüm destek

süreçlerinde yeni bir anlayışla iyileştirmeler gerçekleştirilmiştir. Yönetim

alanındaki iyileştirmelere paralel olarak hastane binalarının, altyapının

ve tıbbi cihazların renovasyonu ve yenilenmesi için önemli yatırımlar

yapılmıştır.

Tüm bu çalışmaların sonucunda 2007 yılında Hacettepe Üniversitesi

Erişkin Hastanesi ülkemizde Joint Commission International (JCI)


tarafından akredite edilen ilk kamu üniversite hastanesi olmuştur.

Hacettepe Üniversitesi Erişkin, İhsan Doğramacı Çocuk ve Onkoloji

Hastaneleri halen JCI tarafından akreditedir.

Hacettepe Üniversitesi’ne Rektörlük döneminde kazandırılan yeni

bölüm, fakülte ve meslek yüksek okullarından mezun olan öğrenciler

günümüzde onun çok sevdiği ve kendini adadığı Türkiye Cumhuriyeti’nin

gelişmesi için çalışıyorlar.

2007 yılında Hacettepe Üniversitesi’nin EUA denetiminden geçmesini

ve son derece olumlu raporlarla bu değerlendirmenin sonuçlanmasını

sağlamıştır. Her şeyden önemlisi, bu denetleme sürecinde üniversitemizin

pek çok kazanımlar edinmesine ve kalite kültürünün yerleşmesine

öncülük yapmıştır.

Bunların dışında;

1) Beytepe Öğrenci Yurtları inşa edildiği tarihten sonra ilk kez Tunç

Hoca tarafından renove edilmiştir. Ayrıca bu yurtlardaki odalara ilk kez

elektrik prizi çekilmiş, odalara buzdolabı konulmuş ve internet sağlanmıştır.

Özetle; öğrencilerimize büyük kıymet verilmiş ve bu süreçlerle

bizzat ilgilenmiştir.

2) Sahip olduğu ayrıcalıklı öngörü ile Beytepe’de büyük organizasyonların

yapılabilmesine olanak sağlayacak 7000 kişilik amfitiyatro

yaptırılmıştır. Bugün mimarisi ve akustiği ile gurur duyduğumuz bu

mekânda gerçekleştirdiğimiz her aktivite ve mezuniyet töreninde Onu

anmadan geçemiyoruz. Bir insan ancak böylesine yaşayan, kullanılan

eserlerle tarihe iz bırakabilir.

3) Sanata ve sanatçıya verdiği önemle; Senatomuzun 7 Eylül 2005 tarihli

kararıyla Sıhhiye Kampüsü’nde üniversitemiz Sanat Müzesinin kurulmasına

öncülük etmiştir. Bugün Sanat Müzemiz son derece seçkin ve

zengin bir koleksiyona sahiptir.

4) Gene sanata verdiği önemin bir göstergesi olarak, Hacettepe Senfoni

Orkestrası’nın kurulması 2002 yılında Prof. Dr. Tunçalp Özgen döneminde

gerçekleştirilmiştir.


5) En önemli eserlerinden biri kuşkusuz Hacettepe Teknokent’dir.

Günümüzde Teknokentimiz, bünyesindeki saygın firmalarla zirveye

doğru hızla ilerlemektedir.

6) İdari dairelere Stratejik Plan kavramını yerleştirmiş, yöneticilerin bu

konuda eğitimler almasını sağlamış ve hizmet birimlerinin şeffaflığını

sağlamıştır.

7) Yeşil Vadi’yi yaptırmış ve sadece Beytepeli, Hacettepeli değil tüm

Ankaralıların yararlanabildiği, herkesin hayran olduğu bir yer yaratmıştır.

Öyle ki günümüzde evlenen çiftlerin unutulmaz anıları arasında

yer alacak fotoğraflar burada çekilmektedir.

8) Birbirleriyle pek ilişkisi yok gibi görünen iki kampüsü buluşturup

Hacettepe ruhunu yerleştirmeye büyük gayret göstermiştir. Beytepe bu

bağlamda güler yüzlü, kendilerine adıyla hitap eden bir Rektör’e

kavuşmuştur.

9) Özetle; belki de en önemlisi insan ve araştırma odaklı, vizyon sahibi

bir Rektör olmuş, kendini çok sevdiren ama popülist olmayan bir Rektör

profili çizmiştir.

Galiba Mevlana’ın bir dizesi bu noktaya uygun düşüyor:

“Dediler ki: Gözden ırak olan, gönülden de ırak olur.

Dedim ki: Gönüle giren, gözden ırak olsa ne olur.”

Hocam üniversitemizin çalışanlarının GÖNLÜNE girmişti…

Bu noktada, tüm bu güzellikleri daha da değerli kılan özelliği, Tunç

Abimin insani özellikleridir. Kendisi, bir cerrah, hoca ve rektör olarak

insanları ne sosyo-kültürel durumları, ne statüleri ne de kendine yakınlık

uzaklık gibi kriterlerle ayırmadan, güler yüzü ile ona “insan” olduğu için

en üst değeri verirdi. Bu yaklaşımı da karşısındaki tarafından çok net

olarak anlaşılırdı.

Daha üç ay önce bu salonda, kendisini davet ettiğimiz ve personelimize

30, 40 ve 50. yıl hizmet belgelerini birlikte verdiğimiz törende,

hizmetliden profesöre kadar herkesle samimi kucaklaşması görülmeye

değerdi.


O gün Hocam, belki de emekli olduktan sonraki döneminde, Hacettepe’de

birlikte çalıştıklarına veda ediyordu. Onları görmekten çok ama

çok mutluydu. Üstelik bunu “Bugün bekleyen hiçbir işin önemi yok,

burada olmaktan çok mutluyum” diyerek dile de getirmişti. Sevgili

Hocam, o gün burada bizimle oluşunuzdan inanın biz de çok, ama çok

mutlu olmuştuk…

Tunç Hocam kamu hizmetinin çok onurlu bir görev olduğunun

bilincinde olarak, bu hizmeti her zaman kişinin ülkesine ve kurumuna

borçlarının ödenmesi açısından bir vesile olarak kabul eder ve çevresine

bunu ifade ederdi. Bu bağlamda, Atatürk’ün ülkemize kazandırdıklarının

bilincinde olduğundan, bu konuda da her zaman net tavır

sergileyerek Cumhuriyetin kazanımlarının yanında yer aldı.

Öğrencileri bilimsel ve çağdaş metotlarla yetiştirmenin Atatürk’e olan

borcumuzu ödemenin en doğru yolu olduğunu ifade etti her zaman…

Saygıdeğer Canan Hocam, Sevgili Dalsu ve Burçe,

Tunçalp Hocamızı bu yaşta, bu birikim ve dinamizmi varken kaybetmek

gerçekten çok büyük haksızlık diye niteliyorsunuz ve niteliyoruz. Ancak,

Tunç Abi sizlerle her dakikasından mutlu olduğu, aşk ve sevgi ile bezenmiş,

dolu dolu yaşanmış yıllarla, onurlu ve bu dünyada yapması gerekenleri

yapmış, tüm sorumluluklarını yerine getirmiş olarak bizlerden

ayrıldı.

Sizler bütün bunları, nasıl bir dedelerinin olduğunu Lara, Duru ve

Uzay’a anlatarak Tunç Hocam ve anıları ile yaşamaya devam edeceksiniz.

Eşi ve çocukları olarak ne kadar gurur duysanız hakkınız.

Söylememe gerek yok ama tabii sizler bize Tunç abimizin emanetisiniz.

Her zaman başımızın üstünde yeriniz var.

Sevgili Tunç Abi, rahat uyuyun. Çok sevdiğiniz üniversitemizi sizin

bıraktığınız yerden daha da yukarıya taşımak için gece gündüz

çalışıyoruz, çalışacağız.


Burçak Bilginer

Prof. Dr., Nöroşirürji Anabilim Dalı; Öğrencisi

İnsan hayatında ona yön veren önemli olaylar ve anlar vardır,

doğduğunuz aile, yaşadığınız şehir, okuduğunuz üniversite vs. Hayatınıza

giren birçok insandan bazıları sizde etki bırakırken çok azı imzasını

atar. Tunç hoca benim yaşamıma gerek insanlığı, gerek olaylara bakış

açısı, ama en önemlisi bir cerrahta bulunması gereken özellikler

bakımından iz bırakmıştır. Burada yakın dostları ve saygıdeğer büyüklerim

onu anlattılar. Ben onun öğrencisi olmaktan gurur duyuyorum.

Meslek yaşantımın başında onun gibi bir rol modelle çalışma fırsatı

bulmakla, hastayı sadece bir vaka olarak görmenin ötesinde ona bir

bütün olarak bakabilme şeklini bana işlemiştir. Takdir edersiniz ki bir

insanı işlemek ve ona mesleki olarak eşlik etmek sabır ve anlayış gerektiren

bir konudur. Kendimi bu açıdan çok şanslı görüyorum ama aynı

oranda onu kaybetmenin şaşkınlığı ve üzüntüsünü de yaşıyorum. Emekliliği

sonrasından hocayla devam eden ilişkimiz zaman içinde bir

baba-oğul ilişkisine döndü. Birlikte geçirdiğimiz nasihat dolu hayat

tecrübesiyle yoğrulmuş zamanları, yediğimiz öğlen yemeklerini ve

Canan hocadan gizli yediğimiz çikolataları hiçbir zaman unutmayacağım.

Sevgili hocam, rahat uyuyun, mekânınız cennet olsun.

Cengiz Kuday

Prof. Dr. Hacettepe Üniversitesi’nde Baş Asistanı

Sevgili Tunç,

Aramızdan çok çabuk ayrıldın. Fakat bu senin eski huyun. Her zaman

hiperaktiftin ve sürpriz hareketler yapardın, bizleri mutlu ederdin. Bu

kez öyle olmadı, mutsuz olduk, kahrolduk ve inanamadık.


Sevgili Tunç, Tanrı seni çok ustaca ve incitmeden, zarif bir şekilde

yanına aldı. Tanrı’nın mucizesi diye adlandırılan beyne aynı Tanrı’nın eli

gibi dokunan sevgili kuluna aynı senin hastalarına yaklaştığın gibi sana

sevgi ve sevecenlikle yaklaştı ve yine tekrar ediyorum yanına aldı.

Sevgili Tunç, hayatın değeri uzun yaşanmasında değil, iyi yaşanmasındadır.

Sen bunu başardın, kısa sayılan ömründe birçok yapılamayacak

işler yaptın. Bizim nöroşirurji dünyasını bir kuyruklu yıldız gibi aydınlatarak

geçtin ama her kuyruklu yıldızın bıraktığı gibi geride parlak

noktalar bıraktın. Alanımızın bütün yeniliklerinin en yakın takipçisi

oldun, birçok meslektaşına öncülük ettin. Yetiştirdiğin öğrencilerine ve

meslektaşlarına yeni ufuklar açtın. Hep alçak gönüllü ve uzlaştırıcı oldun,

fırtınalı birçok günde dimdik durdun, kişiliğinden ödün vermedin.

İnsanın gerçekten ne olduğunu gösteren şey, yaşadığı zorluklara verdiği

tepkidir.

Sevdiklerine, ailene, kurumuna, ülkene karşı hep koruyucu ve sevecen

oldun. Dini inançlarım biraz farklı ama tek tanrılı dinlerin yazdığı bir

cennet varsa senin orada sevdiklerinle ve hep beraber olmayı arzu

ederim.

Güle güle sevgili kardeşim.

Metin Güner

Prof. Dr. Hacettepe Üniversitesinden Sınıf Arkadaşı

Sevgili Tuncalp Özgen’le yolumuz 1963-64 döneminde Ankara Üniversitesi

Hacetepe Tıp Fakültesi’nde birleşti. O sene 100 öğrenci alınmıştı.

Okul numaralarımızın yakın oluşu nedeni ile stajlarda çoğunlukla aynı

gruplarda idik. Birlikteliğimiz sosyal hayata da karıştı ve çok yakın

dostluklarımız oluştu. Günlük sekiz saat ders ve stajlardan arta kalan

zamanda, boş bulduğumuz zamanları gurup arkadaşları ile birlikte

geçiriyorduk. Bu, ya maça gitme, ya kurduğumuz futbol takımında maç


yaparak veya eğlencelerde dinlenirken olurdu ama aklımızda hep ihtisas

vardı. Tunç, Dr Haluk Boneval’ ın da etkisi ile önce genel cerrahiyi

benimsedi. Ben, Ender Korfalı, rahmetli Ümit Acar Nöroşirürjiye daha

yakındık. Cerrahi toplantısında, Stj.Dr. Metin Akalın rahmetli Prof Dr

Hüsnü Göksel’e acil servise çağırdığımızda, cerrahi baş asistanlarından

yediğimiz fırça dolayısıyla “Basit bir kesi için cerrahi konsültasyonu

isteyelim mi? sorusuna öyle bir cevap aldı ki (ama şimdi ne kadar doğru

olduğunu anladık), Tunç da beyin cerrahisine karar verdi. Bu arada Prof

Dr Charles Wilson’ un kibası anlatması da karar vermemizi kesinleştirdi.

Sevgili Tuncalp Özgen’in bilimsel etkinliklerini, eserlerini ve bilime

katkılarını, yönetimdeki usta ve bilgiç sağduyusu ile Hacettepe Üniversitesi’ne.

büyük katkısını meslektaşlarım etraflıca anlattı. Ben, tanıdığım

iyi arkadaşımı ve meslektaşımın bilinmeyen ve hiçbir zaman göstermediği,

reklamını yapmadığı çağdaş tavrını ve dik duruşunu anlatmak

istiyorum. Tıp son sınıf internlik eğitiminde talebe olan gençler boykot

yapmış, toplum polisi de şiddet uygulamaya başlamıştı. Gençleri kurtarmak

için araya giren Ender ve özellikle de Tunç coplardan fazlasıyla

nasibini almasına rağmen, gençlerin yakalanıp götürülmemesi için

büyük çaba gösteriyordu. Tunç’un sırtı mosmordu; 10’dan fazla cop izi

saymıştık. Bu toplama esnasında Ender’in de polis otobüsüne

konduğunu görünce hepimiz oraya yöneldik. Bu arada Hocabey Prof

Dr İ.Doğramacı araya girdi, mâni olmaya çalıştı, olamayınca otobüse

binip emniyet sarayına beraber gittik. Müdürü ikna edince talebeler

serbest bırakıldı.

Sevgili Tunç, doğruluğuna inandığı her şey için dik durmuş, risk almayı

bir onur saymıştır. Tunçla asistan lojmanlarında aynı odayı paylaşıyorduk.

Nedenini hatırlamadığım ve benim Kıbrıs’ta olduğum 70’li yıllarda

polisin lojmanı basacağını duyması üzerine, derhal oraya koşmuş, polis

gelmeden bana ait Devrim gazetelerini arka pencereden atarak başımın

belaya girmesini önlemişti. Akademik hayatı boyunca herkese yardım

etmiş, sağduyusu ile hep doğru çizgide olmuştu. En büyük üzüntülerimden

birisi de iki kez beni istemesine rağmen İzmir’den ayrılamamış

olmamdır. Ancak, daha sonra Çeşme’de yazlıkta birlikte doyumsuz

vakitlerimiz oldu.


Son karşılaşmamızda, 2018’de çok işi olduğu için çok kısa bir süre yazlıkta

olduğunu ama “Metin sana söz, 2019 da 3 ay tatil yapıp birlikte

oluruz”, demişti.

Bir cuma günü saat 14:30 da komik bir fıkra gönderdi. Ben de gülümsemiştim.

Saat 22:00’de Şevket telefon etti ve Hakk’a yürüdüğünü haber

verdi. İnanamadım. Ancak telefonun öbür ucunda ağladığını duyunca

çok sevdiğim bir dostumun artık aramızda olmadığını anladım. Hepimizin

başı sağ olsun.

Şevket Ruacan

Prof. Dr. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı,

Koç Üniversitesi TIP Fakültesi Dekanı,

Hacettepe Üniversitesinde Sınıf Arkadaşı

Tunçalp’i kaybettik. Aramızda olmayışı giderek daha ağırlaşan bir bulut

gibi benliğimize yerleşiyor. Uzun zaman haberleşemeyip sonra sesini

duymak için aradığımda her zamanki gibi sıcak, tüm dostlarına hatta

tüm insanlara karşı sevecen, dertlerini dert edinmeye hazır yaklaşımını

özlememek mümkün mü? Evet, her gün görüşemediğimiz Tunç’un

oralarda bir yerde olduğunu bilmek, aradığın zaman birkaç kelimeyle

ailelerimizin, arkadaşlarımızın yaşamlarını görüşmek ne büyük bir nimet

imiş…

Tunçalp’le 1963 Eylül’ünden bu yana sınıf arkadaşlığının çok ötesinde

bir dostluğumuz vardı. Uzun yıllar evlerimiz de yan yana, karşı karşıya

oldu. Birlikte yaşadık, yedik, içtik. Sabah ilk uyandığımızda, gece

yatmadan önce birbirimizle şakalaştık. Ailelerimizin sıkıntıları,

sevinçleri, başarıları, heyecanları; çocuklarımızın gözlerimizin önünde

gelişmeleri; onların da bizim sıcak ve içten yakınlıklarımızı paylaşmaları

ne büyük mutlulukmuş…

Yıllar içinde hem güzel hem de kederli günleri paylaştık. Sevdiklerimizin


güzel ve zor anlarını ve bazen da kayıplarını birlikte karşıladık, birlikte

güldük, ağladık. Yaşamın kara günlerinde Tunç gibi bir dostun ne

anlama geldiğini defalarca gördüm.

Tunçalp’in en büyük özelliklerinden birisi, her canlı ile yakınlaşabilmesi

ve iletişim kurabilmesiydi. Çocuk, genç, yaşlı, kadın, erkek, toplumun

her kesiminden gelen insanlarla, hiçbir önyargısı olmadan anlaşabilir ve

onların sorunlarına ortak olabilirdi. Belki de günlük yaşamındaki en

büyük sıkıntılarından biri, kendisine başvuran her insana sonsuz sevgi

ve anlayışla yaklaşması, kendi sağlık ve huzurunu arka plana atmasıydı.

Tunç çok sevecen ve hoşgörülü bir insandı. Bu özelliği nedeniyle hepimiz

ona takılmayı severdik. Her vesileyle, ailesine düşkünlüğü, aşırı

titizliği, çalışkanlığı gibi konularda ortak sataşmaların hedefi olurdu.

Kendisi de bu takılmaları büyük bir olgunlukla, hatta severek karşılar,

birlikte eğlenirdi. Sanıyorum içindeki yaramaz çocuk çekirdeğini hiç

kaybetmedi. Hiç durmadı, hep koştu, hep bir yere yetişmeye çalıştı.

Seni yaşamımın son nefesine kadar unutmayacağım. Huzur içinde uyu,

çünkü sen bunu hak ettin sevgili kardeşim.

Savaş Ceylan

Prof.Dr., Türk Nöroşirurji Derneği Başkanı

Sayın Rektör, Değerli Hocalarım, saygıdeğer misafirler,

Bugün Türk nöroşirurjenleri olarak çok üzgünüz. En değerli hocamızı

kaybettik.

Prof. Dr. Tunçalp Özgen derneğimizin ilk kurucu üyesi ve ilk başkanlarındandı.

Bugün saygın bir yere ulaşmış olan dergilerimizin de ilk

editörü idi. Hocamız Türk nöroşirurjisinin dünyada tanınmasında çok

büyük bir rol oynamıştır. Başta Avrupa ve Asya ülkelerindekiler olmak

üzere dünyadaki nöroşirurji dernek, federasyon ve akademilerinde

önemli görevlerde bulunmuştur.


Derneğimizin uluslararası düzeyde tanınması için yoğun çaba sarf

etmiştir. Pek çok meslektaşımızın yurtdışında eğitim görmesi ve uluslararası

derneklerde görev almasında etkili bir rol oynamıştır. Tunçalp

hocamız, basta mikroşirürji olmak üzere pek çok cerrahi tekniği ilk uygulayanlardandır.

Transsfenodial cerrahide ilk uygulamanın yanında yeni cerrahi aletler de

geliştirmiştir. Yetiştirdiği yüzlerce nöroşirurji uzmanı ile birlikte benim

gibi nice meslektaşımızın alan seçimine ve yönelimine katkı sağlamış

önder hocamızdır.

Tunçalp hocamız; emeğe, bilime ve Atatürk ilkelerine bağlılığı hiç sarsılmaksızın

Türk nöroşirurji camiasındaki önderliğini sürdürmüştür.

Sözlerimi bir meslektaşımızın güzel ifadeleri ile bitirmek isterim.

O emeği ile çok iyi bir hekim,

Bilgisi ile çok iyi bir eğitmen,

Sevgisiyle çok güzel bir insandı.

Hocamıza rahmet, sevgili eşi Canan Hocamıza ve evlatlarına sabır ve

tüm sevenlerine başsağlığı dilerim. Aziz anısı önünde saygıyla eğiliyorum.

Turgay Dalkara

Prof. Dr. Hacettepe Üniversitesi, Nörolojik Bilimler Enstitüsü Başkanı

Büyük ayrılıklar her zaman zordur. Ama sayın Prof. Tunçalp Özgen’inki

gibi hâlen topluma ve sevdiklerine verebileceği çok şey varken apansızın

gelen ayrılığa alışmak daha zor olacak. Sayın Özgen çok ama çok

çalışkan, bitmez bir enerji sahibi bir hocaydı. Sadece öncü fikirlerle

donanmış bir fikir insanı değil, ama aynı zamanda bunları hızla hayata

geçirmek konusuna hemen odaklanan bir eylem insanıydı. Onun hızına

yetişmek hiçbir zaman kolay değildi, ama bu sefer ki tez canlılığına


alışmamız zor olacak.

Sayın Özgen Nörolojik Bilimler ve Psikiyatri Enstitüsü’nün fikir babası

idi. Merhum Prof. Dr. Aykut Erbengi hocamızla birlikte bu fikrin hayata

geçirilmesinde öncü rol oynadı. Bu konudaki vizyonunu kendi sözleriyle

aktarmak isterim:

“Nörolojik Bilimler ve Psikiyatri Enstitüsü’nün kuruluşundaki felsefe,

Nöroloji, Nöroşirurji, Çocuk Nörolojisi ve Psikiyatrinin bir arada,

müştereken bilimsel araştırmaya yönelik çalışmalar yapması ve o zaman

dünyada çok az olan doktora ve mezuniyet sonrası diğer eğitim

programlarının geliştirilmesiydi”

Enstitümüzden bugüne kadar onun hedeflerini gerçekleştiren 65 mezunumuz

oldu. Mezunlarımızın hemen hepsi ülkemizin önde gelen üniversitelerinde

eğitime ve bilime katkıda bulunmaya devam ediyorlar.

Sayın Özgen, Rektörlüğü döneminde MD-PhD programının hayata

geçirilmesinde, Sayın Prof. Dr. İskender Sayek ile birlikte önemli bir rol

oynadı. Özellikle programın YÖK düzeyinde tanıtılmasında ve

kabulünde yine merhum Prof. Erbengi hocamızla birlikte çok hayati bir

görevi yerine getirdi. Bu sayede, bugüne kadar bu program ile 41 Tıp

mezunumuza öğrencilikleri döneminden başlayarak doktora yapma

olanağı sağlanmış olundu.

Sayın Özgen, Harvard ile MIT ile arasındaki ortak programdan da çok

etkilenmiş, benzer bir programın Hacettepe’de oluşturulmasını çok arzu

etmişti. Bu hedef, daha sonra değerli eşi sayın Prof. D. Canan Özgen’in

de katkılarıyla Hacettepe ve ODTÜ arasında Nörobilim ve Nöroteknoloji

programı olarak hayata geçirilebildi.

2004 yazında, Sayın Canan Özgen ile birlik Boston’u ziyaretleri sırasında

Harvard Üniversitesi’nin sanat müzelerini ve Decordova açık hava

heykel müzesini birlikte gezmiştik. Daha gezerken “Turgay, biliyor

musun?, depolarımız tablolar ve heykeller dolu.” dedi. Kısa bir süre

sonra merhum Prof. Dr. Ahmet Göğüş’ün de katkıları ile sanat müzemiz

hayata geçirildi ve gerek merkez gerekse Beytepe kampusunda


gördüğümüz heykeller gün ışığına çıktı.

Sevgili Tunç Ağabey, Nörolojik Bilimler ve Psikiyatri Enstitüsü’nün ve

MD-PhD programının tüm mezunları, öğrencileri ve bu programlara

katkı veren değerli öğretim üyeleri adına size teşekkür ediyoruz.

Eserleriniz ve aziz hatıranız önünde saygıyla eğiliyor, eserlerinize üniversitemizin

ve üniversitelerimizin sahip çıkacağından emin olmanızı

istiyoruz. Huzur içinde uyuyun, ruhunuz şad olsun.

Sizi çok özleyeceğiz.

Tezer Kutluk

Prof. Dr., Hacettepe Üniversitesi, Başhekim

Sevgili Tunçalp Özgen’in dostları, sevenleri, çalışma arkadaşları, öğrencileri,

Sevgili Canan Özgen, Burçe ve Dalsu,

Üniversitemizi kuran Hocabey İhsan Doğramacı daha ilk günden

kararlıydı bir efsane yaratmaya ve yarattı da: Hacettepe Efsanesi! Bilginin

Bilgiyle çarpılarak büyütülebileceği bir efsane.

Efsaneler ancak efsane isimlerle yaratılabilirdi, öyle de oldu! Bu

efsanenin ilk ürünleri elbette Efsane isimler olmalıydılar: oldular da!

Bugün burada bir efsane ismi, Tunçalp Özgen’i uğurluyoruz!

2000-2008 yılları arasında iki hastanenin başhekimliği, iki enstitünün

ardışık enstitü müdürlüğü ve Senato gibi görevlerde birlikte çalıştık.

Doğrusu 2000 öncesinde hocamız, ağabeyimiz idi ancak onunla çok da

yakın çalışmamış idim, yolumuz çok kesişmemiş idi. Onkoloji Başhekimliğim

sırasında Rektör olduğunda, Çocuk ve Onkoloji Hastanelerinin

başhekimliklerini aynı anda yürütmemi rica etti! Şaşırmıştım ama

sanırım anlayabildim, Tunçalp Özgen’in neden başarılı olduğunu!


Nasıl başardı Tunçalp Özgen?

• İnsanlara ve Hacettepe çalışanlarına güveniyordu! Başkasına güvenmek

ancak kendine güvenmekle mümkün olabilirdi. Bu Tunçalp

Özgen’in başarılı çizgisinde önemli bir unsurdu.

• Başarının bir diğer ölçütü, tutkuyla sevmek idi. Ve Tunçalp Özgen,

İşini ve Hacettepe’yi çok tutkulu seviyordu.

• Elbette başarının önemli unsurları olan zekâ ve çalışkanlığı da

eklediğimizde karşımızda başarılı bir doktor, yönetici, hoca, ağabey, eş,

baba ve insan gördük hepimiz.

Rektörlüğü sırasında, Hacettepe Hastaneleri’ndeki değişimin yönetiminde

Genel Direktörümüze ve başhekimlerimize olağanüstü bir destek

verdi. Bu sayede Hacettepe hastaneleri fiziksel yenilenme, cihaz tedariki,

hastane akreditasyonu gibi konularda önemli başarıları yakaladı. Onkoloji

Hastanesi’nin açılamayan yataklı bölümünün açılışında başhekimliğim

sırasında çok desteğini gördük. Kullanılması her an tehlikeye

girebilecek 28 Milyon Dolarlık kredinin kullanımında, mutlak desteği

sayesinde onkoloji hastanesinin yataklı bölümü açıldı ve binlerce hastaya

o gün bugün destek veriyor.

Üniversitenin tüm bölümlerinin stratejik planlarının uzun ve yorucu

toplantılarında en önde, hiç aksatmadan bizzat başkanlık etmesini nasıl

unutabiliriz?

Nasıl unutabiliriz ki yöneticilikteki bazı deyişlerinizi:

“Devletin tepesinde küslük olmaz!” diyerek gergin anları başarı ile

yönettiğinizi,

“Bilimde sınırlar olmamalı!” diyerek özgür bilime inancınızı ifade

edişinizi.

Ve ben nasıl unutabilirim ki, ismimle ifade ederek, “Tezer Nasılsın?”

derken, sevgi-güven dolu yaklaşımınızın yarattığı etkiyi?

Nasıl unutabiliriz ki Hacettepe’yi nasıl sevdiğinizi?


Görev verdiniz, hastanelerin daha iyi olması için ben ve arkadaşlarım

gücümüzün yettiğince çalıştık. Yaptıklarınızla bu kurumlarda şifa bulmuş

insanlarımız adına teşekkür etmeyi bir borç biliyorum.

Kurucumuz Hocabey İhsan Doğramacı’dan defalarca duyduğum bir söz

var, güzel bir şey olduğu zaman şöyle derdi:

“Bir fani daha ne isteyebilir ki!”

Siz Hacettepe’yi sevdiniz, ama şüpheniz olmasın Hacettepe de size sevdi

ve hep sevecek, güzel hatırlayacak.

Bir fani daha ne isteyebilir ki sevilmekten başka!

Ruhunuz şad olsun sevgili hocam, hepimizin, Hacettepe’nin ve

Özgen’lerin başı sağ olsun.

Saygılarımla.


Törenin Ardından

Cumhuriyet Gazetesi, Bilim Teknik, Mart 2019

Türker Kılıç

Prof. Dr., Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı

Lara Meltem Bilikmen

Prof. Dr., Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi

Umut Oldu, Şifa Verdi, El Tuttu: Prof. Dr. Tunçalp Özgen’in

Ardından

“Parlak bir kuyruklu yıldız gibi kaydı, fakat kuyruğundaki ışık taneleri

gökyüzünde kaldı.” Geçtiğimiz hafta kaybettiğimiz tanınmış Türk beyin

cerrahı, Hacettepe Üniversitesi eski rektörü ve çok sevilen bir eğitimci

olan Prof. Dr. Tunçalp Özgen’i, vefatının ardından Prof. Dr. Cengiz

Kuday bu sözlerle anlattı…

Hacettepe Üniversitesi’ndeki anma töreninde Prof. Dr. Tunçalp Özgen

ile ilgili anlatılanları derleyerek kendisine bir teşekkür de biz etmek

istedik. Sayın Özgen’i 23 Şubat 2019 tarihli Hedef Nobel konferansımızda

fakültemizde misafir konuşmacı olarak dinleme şansımız

oldu. Öğrencilerimizle bilimin geleceği ve bilim insanı olmanın yolu ile

ilgili kıymetli tecrübe ve tavsiyelerini paylaşan Tunçalp Hocamıza

öğrencilerimize kattıkları için minnettarız.

Henüz lise ikinci sınıfta babasını kaybetmesinin ardından annesinin,

“Baban yok, artık çalış,” dediği Özgen, gerçekten de hiç durmadan hep

çalışmış, dünyaca ünlü Prof. Dr. Gazi Yaşargil’in ilk Türk öğrencisi

olmuş. Herkesten bir şeyler öğrenilebileceği inancını, ağabeyinden

insanlık öğrendiğini, Gazi Hoca’dan cerrahi teknik öğrendiğini yakınlarına

hep anlatmış. Prof. Dr. Aykut Erbengi’den ise hayatının en büyük


dersini aldığını, hasta hayatının kutsallığını öğrendiğini söylermiş. Alman

Nöroşirurji Akademisi’ne kabul edilen ilk Türk olan Özgen, dostları ve

öğrencilerinin anlattığına göre, bilimsel yazı yazma ve yurtdışında yayınlatma

konusunda birlikte çalıştığı bilim insanlarına da hep yardımcı

olmuş.

20.000’i aşkın beyin ameliyatı yapan Prof. Dr. Tunçalp Özgen, Hacettepe

Üniversitesi Senfoni Orkestrasını, Sanat Müzesi’ni ve Teknokent’ini

kurdu. Türkiye’nin ilk mikroşirürji laboratuvarını 1978’de Hacettepe’de

kuran Özgen, Türk Nöroşirurji Derneği’nin kurucularından olup, Türk

Nöroşirurji Dergisi’nin ilk editörlüğü görevini üstlenmiş, son olarak da

Türk Nöroşirurji Akademisi’ni kurmuştur.

Törende Sn. Özgen ile ilgili duygularını paylaşanlar arasında, meslektaşı

ve kendisine “ağabeyim” diyen, Acıbadem Üniversitesi Kurucu Rektörü

ve beyin cerrahı Prof. Dr. Necmettin Pamir, şunları söyledi: “Tunçalp

Özgen, Türk nöroşirurjisinin ikinci neslinin tartışmasız en parlak, en

önde gelen kişisidir. Son derece zeki, son derece çalışkan, insan ilişkileri

çok iyi olan ve üstün cerrahi yeteneği ile Tunç Bey, mikroşirürjiyi ülkemizde

başarılı şekilde uygulamaya başlamasının yanı sıra ben dâhil birçok

genç nöroşirürjenin bu tekniği öğrenmesinin yolunu açmıştır. Türk

nöroşirürji camiası gerçek bir yıldızını kaybetti; bizler hocamızı, ağabeyimizi.

İyi bir aile babasıydı. Ama onu tanıma fırsatımız olduğu, bize

eğitim verdiği, bize dostluğunu, arkadaşlığını, sevgisini verdiği için

Tanrı’ya teşekkür ediyorum. Ondan aldığımız terbiye ile mesleki

yolumuza devam ederken onun hatırasını yaşatmış olacağız.”

Prof. Özgen’in öğrencisi, Türk Nöroşirürji Derneği Başkanı Prof. Dr.

Savaş Ceylan, Türk nöroşirürjenlerinin üzüntüsünü dile getirirken,

Özgen’in Türk nöroşirürjisinin dünyada tanınmasında oynadığı önemli

rolden bahsetti. “Asya, Avrupa nöroşirürji derneklerinde ve dünyadaki

nöroşirürji dernekleri federasyonunda çok önemli görevlerde bulunmuştur.

Pek çok meslektaşımızın yurtdışında eğitim alması ve uluslararası

derneklerde üye olmasında rol oynamıştır. Yetiştirdiği yüzlerce uzmanıyla

birlikte nice meslektaşımızın alan seçimine; emeğe, bilime ve Atatürk

ilkelerine bağlılığı ile önemli katkı sağlamış önder hocamızdı.” dedi.


Prof. Dr. Özgen’in sınıf arkadaşlarından, Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi

Kurucu Dekanı Prof. Dr. Şevket Ruacan, anma töreninde üzüntüsünü

dile getirdi: “Biz hekim olarak yaşamımız boyunca hep insan vücudu ile

ilgilendik. Küçücük bir pıhtı, minicik bir elektrik akımının kesilmesi,

minicik bir damarın patlamasının sonuçlarını hep anlatmaya, öğrenmeye

ve aktarmaya çalıştık ama bu kadar basit bir biyolojik olayın

hayatımızı nasıl etkileyeceğini hiçbir zaman hatırlamadık.” Prof. Özgen

ile hem öğrenciliğinde, hem aile yaşantısında yakın ilişki içinde olan

Profesör Ruacan, “Hiçbir insan arasında ayrımcılık yapmazdı. Binlerce,

on binlerce insanın yaşamına dokunmuştur. Herkese aynı şekilde saygı

ve sevgi gösterir herkesle aynı şekilde ilgilenir, yardım etmeye çalışırdı.

Gelmiş geçmiş en büyük beyin cerrahlarından bir tanesiydi ve bu büyük

yeteneğini toplumun her kesimine büyük bir fedakârlıkla verirdi.

Arkadaşları onun için çok özeldi. Ama onun ötesinde dostluğu herkese

açıktı, sevgisi herkes için vardı. O nedenle bizler de çok eksiğiz, yoksunuz

bugün. Eğer kutsal kitaplar doğruysa, tek tesellim kendisi ile tekrar

buluşacağız. Senin emanetlerine, sevgili kardeşim, en iyi şekilde sahip

çıkacağız.” diyerek duygularını paylaştı.

Prof. Dr. Tunçalp Özgen ile idareciliğinde uzun yıllar birlikte çalışmış

olan Prof. Dr. Tezer Kutluk, “Nasıl unutabiliriz ki yöneticiliğinde, “devletin

tepesinde küslük olmaz” diyerek gergin anlarla baş ettiğini, “bilimde

sınırlar olmamalı” diyerek özgür bilime dair inancının ifadesini. Siz

Hacettepe’yi sevdiniz, ama şüpheniz olmasın, Hacettepe de sizi sevdi ve

hep sevecek, güzel hatırlayacak.” dedi.

Tanınmış nöroloji profesörü Prof. Dr. Turgay Dalkara, Sayın Özgen’i

“sıra dışı bir lider, sıra dışı bir rektör, sıra dışı bir öğretim üyesi, hoca, sıra

dışı bir dost, insan, eş ve baba” olarak tanımlarken, “Sevgili Tunç

Ağabey, [Hacettepe Nörolojik Bilimler ve Psikiyatri] Enstitümüzün tüm

mezunları ve öğrencileri ve değerli öğretim üyeleri adına size candan

teşekkür ediyoruz. Üniversitemize, eserlerinize sahip çıkacağımıza emin

olunuz. Sizi çok özleyeceğiz.” diyerek sözlerini tamamladı.

Prof. Dr. Özgen’in öğrencisi Prof. Dr. Burçak Bilginer ise “Hekimliğin

insani, cerrahinin sanatsal inceliklerini öğrendiğim değerli hocamın tüm


öğretileri ve hatırası daima bizimle kalacaktır,” derken, Dr. Özgen’in

ailesi adına söz alan radyoloji profesörü kızı Prof. Dr. Burçe Özgen,

huzurlu ve sevgi dolu aile ortamından bahsetti; babasının kardeşi ile

kendisine ‘kendi olabileceğinin en iyisi ol’ dediğini ve ‘biri yardım istediği

zaman muhakkak yapmaya çalış’ diyerek iyiliği öğütlediğini anlattı. “En

iyi özelliklerinden birisi herkesi olduğu gibi kabul ederdi. İnsanı insan

olduğu için sevdi, o yüzden bu kadar sevildi. Herkese yetecek kadar

sevgisi vardı. Hepimizin hafızasında yaşamaya devam edecek” diyerek

törenin son konuşmasını yapmış oldu.

Değerli Prof. Dr. Tunçalp Özgen Hocamızın anısına saygıyla…

Prof. Dr. Tunçalp Özgen’in, vefatından iki hafta önce, Prof. Dr. Türker Kılıç’ın

davetlisi olarak yaptığı ve büyük bir ilgiyle dinlenen Hedef Nobel Konferans

konuşması. https://www.youtube.com/watch?v=bonciPKUCXg


Self Gazette, 14 Mart 2019

Ayşegül Savur Özgen

Bir Ömre Kaç Hayat Siğar?

Bundan bir iki hafta önce korkunç bir rüya gördüm. Saçlarım öbek öbek elimde

kalıyordu. Sabah uyandığımda hâlâ rüyanın etkisi altındaydım, moralim bozuktu.

Aklıma türlü türlü kötü senaryo geldi. Hasta babamı, sevdiğim yakınlarımı

ve kendimi düşündüm. Kötü haber hangimizden gelecekti acaba?

Sonra “Boş ver” dedim; “Takma kafanı bunlara, kötü düşünürsen kötüyü

çekersin.” Bu rüyadan bir iki gün sonra gecenin geç bir saatinde telefonumuz

çaldığında “Hayırdır” diyerek açtık ama aklımızda sevgili Tunç amcamız hiç

mi hiç yoktu. Acı haberi alınca dünya tersine döndü bir anda, inanmak

mümkün değildi. Hepimiz ölebilirdik ama o ölemezdi sanki.

Daha yaşarken ölümsüz olmak böyle bir şeydi. Çok büyük bir beyin cerrahını,

olağanüstü bir insanı yitirdik.

Sadece ailesi değil, onun elini uzattığı, dokunduğu herkes derinden üzüntülü.

Öylesine taziyede bulunmuyor kimse, herkes ailesinden çok yakın birini kaybetmiş

gibi.

Bu taraftan bakınca içi rahatlıyor insanın. Hayatta kaç kişiye kısmet olur böyle

sevgi dolu, yürekten bir uğurlama...

Tunçalp Özgen’in, ilk öğrencilerinden olduğu, yıllarca öğretim üyeliğini,

sonrasında 1999-2008 arasında iki dönem rektörlüğüne seçildiği Hacettepe

Üniversitesi’nde, anısına düzenlenen törende de bunu yakından gördük.

Kimi Cengiz Kuday gibi ağabeyi olan, kimi Necmettin Pamir gibi kardeşi

yerine koyduğu, kimi Şevket Ruacan gibi sıkı dostu pek çok değerli isim onun

mesleki ve insani açıdan her biri unutulmaz özelliklerini, gözyaşları içinde anlattı.

Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Haluk Özen de onlardan biriydi.

Özen, gözleri yaşlı yaptığı konuşmada, Özgen için "Hacettepe Üniversitesi’ne

rektörlüğü döneminde kazandırılan yeni bölüm, fakülte ve meslek yüksekokullarından

mezun olan öğrenciler, günümüzde onun çok sevdiği ve kendini adadığı

Türkiye Cumhuriyeti'nin gelişmesi için çalışıyorlar. İnsan ve araştırma odaklı,


vizyon sahibi bir rektör olmuş, kendini çok sevdiren ama popülist olmayan bir

rektör profili çizmiştir” dedi.

O, gittiği yerde eminim çok mutlu şimdi. Bu kadar duanın ardından başka

türlüsü imkânsız.

Hastalarının kimi oğluna vermiş adını, kimi “Siz bana hayat verdiniz, siz

benden erken gittiniz” diyor. “Benden para almadınız, dua edin sadece”

dediniz deyip, dualarını ona yollayanlar var. Kim bilir kaç hastası böyle…

Çünkü kendisi gibi hekim olan sevgili kızı Burçe’nin, Hacettepe’deki törende

yaptığı duygusal konuşmasında söylediği gibi, onun önceliği hep iyilik oldu.

Kızına da “Birisi senden yardım istediğinde elinden geliyorsa muhakkak

yapmaya çalış” diyerek hep bunu telkin etmiş.

Gerçekten de öyle yapardı. Bugüne kadar sadece biz kaç yakınımızı,

arkadaşımızı ona yönlendirdik, bilmiyorum. Hepsiyle dünyanın en önemli

işiymiş, hastasıymış gibi ilgilenirdi. Keyifli bir yemeğin ortasında bir hastasından

çok da önemli olmayan bir telefon geldiğinde bile dikkat kesilir, ona baba şefkatiyle

tek tek ne yapması gerektiğini anlatır, gerekiyorsa hemen güvendiği bir başka

hekim dostunu arayıp hastayı yönlendirirdi.

Bundan birkaç yıl önce, “Sende boyun fıtığı var ve çok ciddi. Hemen ameliyata

almalıyız” denen yakın bir dostumuz da ona gitti. Tunçalp Hoca, dostumuzu

elleriyle muayene ettikten sonra sadece 10 gün yatak istirahati verdi. Dostumuz

sadece yatarak iyileşti ve hâlen çok iyi. Bunun nasıl olduğunu anlayamamış ve

sormuştum: “İlk gittiği doktor da çok iyiydi. Nasıl oluyor da o hemen ameliyat

dedi, siz sadece yatak istirahati ile bu işi çözdünüz?” Her zamanki alçak

gönüllülüğüyle ve diğer meslektaşını asla karalamadan, “Ayşegülcüğüm, vücut

çok güçlü bir mekanizmadır, ona şans vermek gerekir. Genç arkadaşlarımız

bazen bu şansı vermek istemeyebiliyor” demişti. Ondan beri kulağıma küpedir.

Hastalandığımda gerekeni yaparım ama vücuduma, bünyeme de güven duymaya

çalışırım.

Zaten biz eften püften sağlık sorunlarımızdan bahsederken bıyık altından güler,

en sonunda “Kurcalatmayın kendinizi boşu boşuna” derdi. Bu büyük beyin

cerrahı için ameliyat her zaman en son seçenek oldu.

20 binin üzerinde ameliyat yaptığı söyleniyor. Prof. Dr. Cengiz Kuday’ın söylediği

gibi Türk nöroşirürji dünyasından, ışığını her yana saçarak bir yıldız kaydı.

Bir şeyden öylesine söz ettiğinizde bile yapmak için çırpınırdı. Misal, “Sakız


ağacını çok seviyoruz, bahçeye eksek mi” demeniz onun için mutlaka yerine

getirilmesi gereken bir görev olurdu. Dünyanın öbür ucundan da olsa bulur

getirirdi o fideyi. Şimdi bahçemizdeki sakız ağacımız hep onu hatırlatacak.

Gözleri çocuk gibiydi. Hep yaramazlık yapmak için bekleyen, afacan küçük bir

oğlanın gözleri… Hani yanından kalkıp gittiğiniz an, çekmeceyi açıp içinde ne

var diye bakacak, belki televizyonu kurcalayacak. Onlarla işi bitince yeni bir

maceranın peşine düşecek.

Bu afacan çocuk, sürekli hareket halindeydi. Sevgili kızı Burçe konuşmasında

“Babamın asistanları için, hekimliğin yanında komando eğitimi de alıyorlar

diye şakalaşırdık” diyerek, gözyaşları içindeki herkesi güldürmeyi başardı.

Ama onun gibi bir komando olmak ne mümkün. Sabahları erkenden uyanır,

yaz tatilinde bile kendisine ağaç budamaktan, bahçeye taş döşemeye, duvara

ufacık bir vida gerektiği için üşenmeden yapı marketlere gitmeye türlü işler

yaratırdı. “Hadi denize” dediğimizde çoktan akşam olurdu… İlk başta

anlayamıyordum, sonra fark ettim ki boş kalınca mutlu olmuyor. Onu ayakta

tutan şey, kendisini sürekli meşgul etmesi, hizmette bulunabilmesiydi.

Çok güzel fıkra anlatırdı. Belki başkalarına defalarca anlattığı bir fıkrayı, her

seferinde ilk kez anlatıyormuş gibiydi. Yüzünde hep aynı muzip ifade…

Ciddi bir iş yapmanın, asık yüzlü ve mesafeli olmak anlamına gelmediğini

sanırım ondan öğrendim. Bunca başarısına rağmen kibir ona hiç uğramadı.

Binlerce insanı hayata geri döndüren, en azından onlara umut olan bir insanın

büyüklük kompleksine kapılması ne kolaydır. Tunçalp Özgen öyle olsaydı da,

kimse yadırgamaz, hak ettiğini düşünürdü belki. Ama o, öyle samimi biriydi

ki…

Şöyle bir ana tanık oldum: Bundan birkaç yıl önce Marmara Üniversitesi Tıp

Fakültesi Nöroşirürjii Bölümü tarafından, kendisinin onuruna bir gün düzenlendi.

Gündüz, üniversitede yapılan akademik toplantıların bir bölümüne biz

de katıldık. Onuruna konferans düzenlenen bu tıp yıldızı, kürsüde konuşmasına

hazırlık yaparken aradığı bir şeyi bulamayınca, aşağıda oturup konuşmayı

bekleyen eşi Canan Özgen’e, hep hitap ettiği şekilde “Cancan” diye seslenerek,

bulamadığı notlarını rica etti. Eşine hanım/bey diye hitap edenlerin resmi

dünyasından böylesine uzaktaydı. Saygının, bunlarla ölçülmeyecek, gerçek

sevgiden kaynaklanan bir şey olduğunu bilecek kadar öz güvenliydi.

Allah vergisi, çok babacan bir sesi ve konuşması vardı. Telefonda bile sesini

duymak iyi gelir, umut dolardınız. Başınız sıkıştığında bilirdiniz ki o bir yerde


duruyor.

Harika bir baba, eş ve dedeydi. Daha pek şey… Ama özünde herkesin canı,

kanıydı. Kimseyi ayırt etmeden, aynı sevgiyle yaklaşırdı.

Mutlu, birbirine bağlı, her konuda ölçülü ve dengeli, bir o kadar da samimi bir

aile nasıl olur? Eşi Canan Özgen ile birlikte bu konuda örnek bir aile yarattılar.

Bu bile başlı başına büyük bir başarı değil mi? Kızları Burçe ve Dalsu eminim,

bu aileden edindikleri güzellikleri kendi çocuklarına da taşıyacaklar.

Daha yazacak, anlatacak ne çok şey var. Umarım bir gün Tunçalp Özgen ile

ilgili bir belgesel, film yapma, kitap yazma şansımız olur. Bunu yürekten istiyorum.

En son yazın, sağlığında “Tunç amca bence kitap yazmalısınız” demiştim,

o kadar çok konuda birikimi vardı ki. “Aile hikâyemizi toplamaya

başladım, sen de editörlüğünü yaparsın diye düşünüyorum Ayşegülcüğüm”

demişti, inanılmaz mutlu olmuştum.

Ayvalık / Küçükköy’de bir sanat galerisinin avlusunda ailecek oturmuştuk. O

gün kalbimi inanılmaz bir mutluluk sarmıştı. Mutlu olduğumuz anlarda genellikle

mutlu olduğumuzu hissetmeyiz, sonradan anlarız ya… Öyle değildi, çok

mutlu olduğumu o an tüm hücrelerime kadar hissetmiştim. Sanat, seyahat

üzerine sohbet etmekten çok keyif alırdık. Ve orada Ege’nin tüm güzellikleriyle

bunlar birleşmişti. Sevgili amcamız Tunçalp Özgen’i hep aynı mutlulukla

anacağım.

Bir ömre değil, en az beş ömre sığacak kadar emek ve iyilik bırakarak gitti bu

dünyadan. Gerçek vatanseverlik tam da bu işte… Türkiye ona ve onun gibilere

çok şey borçlu. Hakkımız sonuna kadar helal olsun!

8 Mart 2019, ailemiz de, Tıp dünyası da büyük bir değerini kaybetti.

Tunçalp Özgen: Hekim, beyin cerrahı, baba, eş, dede, amca, dost, idareci,

girişimci, çalışmanın, insana hizmet etmenin vatana en büyük hizmet olduğunu

idrak etmiş sorumlu bir Türkiye vatandaşı… Mesleğinde elde ettiği müthiş

başarılara, geldiği pozisyonlara rağmen şefkati, alçak gönüllüğü asla elden bırakmayan

bir büyük yürek… Aniden gidiverdi. Bizi aniden tüm bunlardan

mahrum bıraktı. 14 Mart Tıp Bayramı’nda Prof. Dr. Tunçalp Özgen’in anısına

sonsuz saygıyla…



Aileden Yazılar


Zeren Özgen

Canım Tunç’um, biricik kardeşim…

Benim öz kardeşim olmadı belki ama ne önemi var? Gencecik yaşta,

ağabeyin Eralp’le nişanlandığım gün sadece harika bir eşe değil, senin

gibi müthiş bir kardeşe de sahip oldum. Ne şans…

Sevgili Canan’la evlendin, çok daha keyifli ve mutlu biri oldun. Sizinle

birlikte bizim de mutluluğumuz arttı. Ailemiz; çocuklarımız Burçe,

Dalsu ve Şerif ’le büyüdü. Aile apartmanımızda yıllar boyu bu kocaman

aile ile mutlu, neşeli, birbirimize hep destek olduğumuz günler geçirdik.

Her bir hatıramız o günlerin sıcaklığıyla hep kalbimde.

İyi günlerimiz kadar ailemizin karşılaştığı hastalıkları, kayıpları da

bizimle sırt sırta yüklendin. Elinin hep üzerimizde olduğunu bildik.

Eralp’in yokluğunu bize hissettirmemek için elinden geleni yaptın. Ne

kadar teşekkür etsek az.

Sensiz bu bir yılın nasıl geçtiğini bilemezsin. Seni anmadığımız,

yokluğunu hissetmediğimiz tek bir gün, tek bir dakika yok. Ama yine de

kendimi seni tanıdığım günkü kadar şanslı hissediyorum. Çünkü bu gelip

geçici hayat, bana senin gibi kardeş hediye etti.

Yokluğunu ta derinden hissediyoruz, seni çok ama çok özlüyoruz. Ama

seni her andığımızda hayatımıza kattığın tüm mutluluklar için de

şükrediyoruz.


Hep bizimlesin, hep de öyle olacaksın. Yapamadığımız tek şey seni

görmek, seninle konuşmak… Ama ardında öyle güzel anılar bıraktın ki,

hatıran capcanlı yaşıyor bizimle. Tanıdığın herkese elini uzattığın

muhteşem bir hayat bırakıp gittiğin için senin adına içimiz çok rahat. Bir

insan bir hayatı ne kadar iyi yaşayabilirse, o kadar iyi yaşadın çünkü.

Seni çok seviyoruz canım kardeşim... Hatıran hep bizimle...

Şerif Özgen

Ne üzücüdür, telefonlar "kullanım dışı" olunca…Nasıl

acır canın, sarılmayı bir yana bırak,

sese hasret kaldığında...

Elin telefona gittiğinde, yanıt verilemeyeceği

gerçeği ile yüzleştiğinde, dağlanır yüreğin…

Ne mutludur rüyanda görmek, oysa ki büyük

hüzündür uyanmak. Tekrar dalmaya çalışırsın

uykuya...

Geçmişten kalan sadece bir nesne, bir gömlek, bir terlik, bir gözlük,

görünce neden dolar gözlerin…

Neden çalmaz o lanet telefonun, kırılırsın aranmadığın için, oysaki

yoktur kırılacağın canların. Gönül koyma hissin bile alınmıştır elinden...

Dağlar hissedersin arkanda, sonra, bir çevirirsin ki kafanı, dağın bir

yamacı çökmüş, sonra da diğer yanı. Arkana dönüp baktığında hep

dağlarını ararsın, ama bilesin ki artık orası bir ova…

Yoktur artık, gönlüne ferahlık serecek canların, dağların...

Hani ne Türkçe’de, ne de başka bir lisanda kelimelerin, cümlelerin, paragrafların,

sayfaların, kitapların, ciltlerin betimlendiremeyeceği bir içsel

sızı vardır ya, tarifsizce yaşarsın, bitmeden, tükenmeden, onu yaşarsın

tüm hücrelerinde...


Şairin dediği gibi "Kelimelerin kifayetsiz kaldığı" gerçekliğini kalbinde,

hissedersin...

Diş / Kulak / Böbrek ağrısı gibidir yüreğinin burkulması, tam hafifledi

derken, yere çökersin tekrarlayan ağrıdan.

Diş/ Kulak/ Böbrek ağrısına çare var da, yakarırsın buna da bir çare

diye...

Ama nafiledir yakarışların...

Bir ses, bir anı, bir koku, seni zamanında mutlu eden tüm güzel yaşanmışlıklar,

şimdi neden bu kadar acı verir?

Hani derler ya, "herşeyin bir sonu vardır" diye. Kanımca bu özlemlerin

sonu yok...

Bir boyutta tekrar sarıldıklarını ve sarılacağımızı ümit ediyorum...

Ben de ömrümün sonuna kadar dinmeyecek olan hasretle yaşamaya

devam edeceğim...

Sedef Küçük

Anlatılamaz ancak yaşanırdı, dayım.

Ne hoş bir güzelliği vardır;

Hafif adımlarla dünyadan

gülümseyerek geçenlerin,

Kimseye bir kötülüğü dokunmadan

yaşayanların.

Onurlu bir yaşamı seçenlerin.

Şefkati, pamuk kalbi,

Sevgi ile parlayan gözleri,

Herkesin hayatına dokunan elleri,


Nezaketi, zarafeti.

Bir de “ Sedef ’immm” diye seslenişi...

Öylesine eksik bıraktı ki bizleri…

Her daim Sedef ’in.

Emin Okçuoğlu

Tunçalp Özgen baba tarafından kuzenim.

Babam hayli asabi ama bir o kadar da iyi kalpli bir insan idi. Bütün

yeğenlerini sever, ama Tunç denince gözlerinin bakışı bile farklı olurdu.

60’lı yıllarda Tunç ağabey üniversiteye hazırlanırken uzun uzun

sohbetlerini hatırlarım, bazen sinirlenir bazen de uzun nasihatler verir,

aralarında uzun uzun sohbet ederlerdi.

O zamanlar ben henüz ortaokul talebesi olarak aklım da zaten bir karış

havada sohbetlere pek te bir mana veremezdim, sonraları neyin ne

olduğunu idrak ettim. Babam da doktor olduğu için, Tunç Ağabey

dayısından fikir sorarmış. O sıralarda da Sn. Dr. İhsan Doğramacı,

Türkiye’de Hacettepe’nin kuruluş çalışmalarını başlatmış ve babamın

tavsiyesi de o okula hazırlanması yönünde imiş.

Eskiden akraba ziyaretleri şimdiki gibi olmaz, yatılı ziyaretler yapılırdı.

Şehirlerarası yolculuklar da epey uzun sürer ve gidenler birkaç gün kalıp

öyle dönerlerdi. Bu seyahatler bilhassa çocuklar için büyük bir eğlence,

aileler içinse yeniden kaynaşma sebebi olurdu.

Bu seyahatlerde hiç unutmam halama gittiğimizde, Tunç Ağabey’ in

odasında ışık pek sönmez, sabaha kadar ders çalışırdı.

Başarı kendiliğinden gelmiyor, çaba ve özveri gerektiren bir şey. İnsanın

mutlaka bir hedef koyması ve o koyduğu hedefe doğru da bir şekilde yol

alması mutlaka şart.

Bu şekilde ilerleyerek insan toplumda bir yer buluyor ve etrafını aydınlat-


maya başlıyor.

Sevgili Tunçalp Özgen de, çalışma ve çabalarının semeresini, ülkemize

mal olmuş değerli bir bilim insanı olarak aldı. Ailesi olmakla tabii ki

gururumuz ama esas bizi gururlandıran hiç tanımadığımız kimselerden

hakkında övgü dolu sözler duyma şansına erişmiş olmamız.

Bu yazıyı yazmakta hayli tereddüt ettim, zira ciddi bir mesuliyet gerektiren

bir yükümlülük.

Sevgili Ağabeyim, seni daima hasret ve özlemle anacağız.

Haluk Tümer

Çok değerli ve sevgili Mümine Teyze’min bir o kadar kıymetli oğlu ve

benim de hayatımda en değer verdiğim, çok sevdiğim ağabey yerine

koyduğum, kişiliği ve insani değerlerini örnek aldığım insan. Sen yalnız

benim değil bütün ailemizin ve seni seven herkesin gurur kaynağı

oldun.. Isparta ve Ankara’da birlikte geçirdiğimiz o güzel günlerimizin

keşke tekrarı olabilse. En çok da kalıp gibi düzgün yorganımı bozup

beni kızdırmalarınız. Benim Sarı Lacivert renklere âşık olmama da sen

sebep olmuştun. İyi ki de olmuşsun. Isparta’dan sana tedavi için rica

ettiğim bütün dostlarımıza sanki benmişim gibi gösterdiğin yakınlık ve

ihtimamla ne kadar mutlu etmiştin beni. Aldığın duaların haddi hesabı

yoktur. Bugün 8 Mart 2020 sen aramızdan gideli bir yıl oldu, ama sanki

hiç gitmemişsin gibi hep kalbimizdesin....

Seni hep çok sevdik, çok seveceğiz. Cennetinde rahat uyu, canım

ağabeyciğim...

Şule Günday

Seni kaybedişimizden bir yıl sonra sevgili karın Canan anı defterine bir

şeyler yazmak isteyip istemediğimi sorunca yanıtım elbette olumlu oldu.

Sevgili kuzenim, çocukluk anılarımın çok büyük bölümünü kapsayan o


yıllarda hep sen ve teyzen vardı. Bu anılar belleğimde o kadar canlı ki,

ölümünü bir türlü kabullenemedim. Sana hiç ama hiç yakıştıramadım.

Seni kaybetmekle, o en masum ve temiz çocukluk anılarımın da benden

çalınmış ve koparılmış duygusuna kapılıyorum. Seni ve o yıllarımızı hep

anımsayacağım. Rahat ve huzurlu uyu.

Seni çok özlüyoruz.

Cem Mocan

Kayınpederim ve Ben

Tanıdığım en tatlı, en çalışkan ve en dürüst insanların başında gelen

kayınpederimi size bir de damadı olarak ben anlatmak istiyorum. Onun

yaşam sevgisi aslında tariflere, sözcüklere sığmaz, sığamaz, ancak bende

oluşturduğu intibaı, benim dünyamda yarattığı etkileri paylaşarak,

kendisinin neden eşsiz bir hoca, sevgi dolu bir aile babası ve şefkatli bir

lider olduğunu size aktarabileceğimi düşünüyorum.

Ben kayınpederimle ilk olarak 1994 yılının bir kış ayında karşılaştım. O

zamanlar arkadaşım olan, biricik eşim Burçe’yi Rusya Sefareti’nin


komşuluğundaki evine bıraktıktan sonra, apartmanlarının önünden

sanki bir banka soygunu yapmış olmanın verdiği panikle arabamı dört

nala sürerken birdenbire karşıma çıktı kayınpederimin beyaz Fiat Temprası.

O beni görmüş müydü bilmiyorum ama benim onu görmem ile

kalp hızımın tavana vurması arasındaki sürenin bir saniyeden az

olduğundan eminim. Zira panikten gaz ile fren pedallarını karıştırmış,

mutlak bir kazadan-belki de müstakbel kayınpederimle- eşiğinden

dönmüştüm. Geriye bakınca biliyorum ki, etrafında olan biten her şeyi

fark etmekte üstüne olmayan kayınpederimin beni görmemiş olmamasına

ihtimal yoktu. Sinirinin bozulmuş olmamasına da aslında…Ama yine

bir o kadar kızlarına olan sevgisi ve anlayışı nedeniyle, Burçe’den

bildiğim kadarıyla, o dönemde benim varlığım hiçbir zaman evde kavga

konusu olmamıştı. İşte benim biricik kayınpederim ile ilk temasım,

deneyimim ve yoğrulma sürecim, bir kış öğleden sonrası başlamıştı.

Benim için 1994 senesinin en büyük başarısı buydu-gelecekte kayınpederim

olacak efsane hocamın arabasına çarpmamayı başarmıştım.

Yıllar hızlıca geçmiş, ben Hacettepe’de beşinci staj seneme ulaşmıştım.

Doğal olarak en korktuğum staj Nöroşirürji’ydi. Tüm stajyerler Tunçalp

Hoca’mızın stajyerlere ne kadar iyi davrandığını, benign (iyi huylu)

olduğunu belirterek bayram ederken, ben endişeyle tir tir titriyordum.

Çok yakın arkadaşlarım durumu biliyor, bana çoktan kurbanlık koyungözüyle

bakıyorlardı. “Sen ortadan temelli kaybol”, “Ne yapsan çakacaksın,

hazırlıklı ol” sözleri hep aklımda yankılanırken sonunda

Hoca’nın dersi geldi çattı, ben de Bölüm 72 dershanesinde nereye kaçıp

saklanacağımı düşünmekten bayılmamaya çalışırken, Hoca sınıfa girdi,

hepimizi selamladı ve derse başladı. Nöroşirürji gibi hâkim olunması son

derece zor bir cerrahi branşın temellerini bize o kadar net anlattı ki,

arkadaşlarımın hayranlığı bir yana, önce heyecanıma rağmen, ben bile

dersi anlayabilmiştim. O staj boyunca hem asistanlara, hem stajyerlere

nasıl saygıyla ve sevgiyle davrandığını görmüştüm. Hastalarına gösterdiği

ilgi, şefkat ve dikkat, bana nasıl mükemmel cerrah olunacağını

göstermekle kalmamış, bana bir model olmuştu. Hoca azarlamıyordu.

Bu inanılmazdı! Asistanlar hastaları istenilen özenle hazırlamamışsa

hocanın yüzünde oluşan kıvrımlar onların kahrolması için yeterli oluyor-


du. Hastalara karşı dikkatsizliğe hiç tahammülü yoktu, zira hastaları

kendine emanet edilmiş hazine olarak görüyor, tüm ekibinin hastalara

hem dört dörtlük tıbbi bakım, hem de şefkat vermesini bekliyordu. Onun

için tıpta %90 performans yoktu, yapılan tedavi ve bakım kalitesi %100

olmalıydı. O mesleğini çok seviyordu ve hastalarına canı gönülden

bağlıydı. Bu bağ, azmini ateşleyen en önemli güçtü. Etrafındaki ekibinden

de bu kutsal mesleğe aynı derecede bağlılık ve verecenlik bekliyordu.

Doğal olarak olması gereken buydu. İyi bir hekim olmak için tıbbı, yarım

yamalak bilmek onun için kabul edilebilir bir kavram değildi. Bizlere hep

öğüdü sürekli okumamız, dikkatli gözlemde bulunmamız ve kendimizi

bu mesleğe tüm benliğimize vermemizdi. Ben bu stajda hem efsane

hoca, hem de mükemmel hekim nasıl olunmalı, onu görmüştüm.

Mesleğine ve insanlara karşı olan sevgisi onu eşsiz yapmıştı. Bu kayınpederimden

aldığım ikinci dersti.

Kayınpederim etrafındakilere hep çok şefkatli davrandı. Bunu, Hacettepe’de

önce asistan, sonra da öğretim üyesi olduğum dönemde kendisinden

bahseden tüm üniversite personelinin gözünden ve konuşmasından

görüyordum. Eğer ona ulaşabilirlerse, sorunlarının mutlaka çözüleceğini

biliyorlardı. Kimseyi geri çevirmez, kalbini kırmaz ve kapısının önünde

bekletmezdi. Herkese elinde geldiğince yardım etmek içinden gelen bir

dürtüydü. Sanırım onun insanlara karşılıksız yardım etmek dürtüsü ve

Hacettepe’ye olan gönül bağlılığı 1990’ların sonlarına doğru kendisini

rektörlük kulvarına sokmuştu. Onun için sorun yoktu, çözüm vardı.

Çözüm her zaman vardı, olmalıydı. Sorun, çözümün sadece başlangıç

adımıydı. Bana hiçbir zaman bu yaklaşımını sözcüklerle ifade etmemişti;

bu benim kayınpederimin davranışlarından özümsediğim bir çıkarımımdı.

Onun için, her zaman çözüm vardı çünkü kendisi hayata olumlu

bakardı. Çözümsüzlük Tunçalp Özgen’in kitabında yoktu. Hayatında,

her alanda, hep çözümleri aradı ve buldu. Bu yöntemi bana da benimsetti

ve öğretti. Bu aldığım dersin ismi çözüm dersiydi. Zorluklar karşısında

ağlamak, sızlamak yoktu, uğraşmak vardı ve başarmak vardı. Bu

yaklaşımıyla hepimizin gözleri önünde, canıgönülden bağlı olduğu

kurumu olan Hacettepe Üniversitesi’nin her gün akşam 9’lara kadar

çalışarak altyapısı ve bilimsel standartlarıyla 21. yüzyıla geçişini sağladı.


Kalbi sevgi doluydu. Hacettepe’sini severdi, vatanını severdi, ailesini,

dostlarını severdi. Doğayı, canlıları, insanları severdi. Evini, bahçesindeki

çiçeklerini, kendi diktiği ağaçlarını severdi. Sadece yaşayanları mı,

hayır, arabaları, antika eşyaları, alet kutularını, şöminede ateş yakmayı,

Çeşme pazarını, dünyayı gezmeyi, kısacası uğraştığı her şeyi severdi.

Onun için hayatın kendisi sevgi kaynağıydı. Sevdiği için her şeyi sahiplenirdi.

İçindeki bu engin sevgi nereden geldi, bilinmez ama yıllar içinde

yaşam sevgisinin gücünü ben ondan öğrendim. O sevgisi, kendisini de

dünya tatlısı bir insan yapmıştı. Yaptıklarının temelinde yaşama karşı

olan sevgisi ve saygısı vardı. Bu iki temel onu hayat zorlukları karşısında

yenilmez yapmıştı.

Hayata olan sevgisi, yaptığı her işe keyif katıyordu. Öyle ki onunla

geçirdiğim zaman hep dolu, hep keyifliydi. Çatı tamirinden, bahçe

bakımına, market alışverişinden, mangal yapmaya her aktivite keyifli bir

maceraya dönüşüyordu. Ne yaptığı önemli değildi, tüm enerjisini yaptığı

işe verir ve o işi tamamlayana kadar hızlı ve emin adımlarla enerjisini

yaptığı o işe odaklardı. Kimseden yardım istemezdi. Bu, damat olarak,

benim işimi çok zorlaştırırdı zira kendisi yazları Ildırı’daki yazlık evin

verandasını cilalarken veya bahçeyi sularken, ben kendime oturmayı

yediremez, peşinden hangi iş olursa koşturup el verirdim. Gururla ifade

edebilirim ki, bunca sene iki doktor, biri usta diğeri çırak, her türlü

marangozluk işini başarıyla tamamlamış bulunmaktayız. Evlendiğimde

çivi çakmaktan aciz bir delikanlı iken, kayınpederim beni yıllar içinde

tavana pervane takan, duvarlara matkapla dolap takan, bahçeye bitki

diken çok işlevli bir ustaya dönüştürdü. İlginç olan bunların hiçbirini

benden istememişti; etrafındaki insanları bir işe mecbur etmekten hiç

hoşlanmazdı. Hatta bu nedenle bazen merdivenlerden yuvarlandığı,

ellerini, ayaklarını yaraladığı ve yorgunluktan yerlerde uyuya kaldığı çok

görülmüştür. Ama onun için uyku biter, iş tekrar başlardı. Beyninde

sonsuz bir enerji odağı vardı, o odak bütün vücudunu ele geçirir, kafasındaki

yapılacaklar yapılana kadar, bir yere oturtmazdı. Big bang’i temsil

eden enerji topuydu adeta. Bana bir konuda daha ders vermişti-her iş

yapılabilirdi, yeter ki istensin. Bu da tam olarak tarif etmeye yetmez,

aslında ondan aldığım dersi. Her iş keyifle yapılabilinirdi. Hayat bir


tamirhaneydi, bir oyun alanıydı. Her çakılan çivi Lego oyunu oynamak

gibiydi. Hayat keyifle yaşanmak için vardı.

Her erişkin insanın içinde çocukluk benliği bulunur. Birçok birey, yaşamları

ilerledikçe, özlerini oluşturan bu çocuğu benliklerinin iyice derinlerine

gömerler, onun varlığını kendilerine bile unuttururlar. Böylece,

çocukken yaşadıkları mutlulukları, aldıkları keyifleri asla erişkin hayatlarında

yaşayamazlar. Kayınpederim, son nefesine kadar, içindeki

çocuğu her şartta yaşattı. Kayınpederimin içindeki çocuk adeta bir atom

karıncaydı. Yaptıklarından, oyun oynar gibi zevk alırdı. Ayrıca bu nedenle

enerjisi hiç bitmezdi. Adeta final maçı oynayan bir santrafor gibi koşar,

başta kayınvalidem olmak üzere, sevenleri peşinden kendisini yakalamaya

çalışırdık. Sahaflardan bulup getirdiği irili ufaklı antika eşyalardan

aldığı keyif her seferinde yüzünden okunurdu. Ankara’nın bilumum

ikinci el dükkânlarından toparladığı üst düzey müzik sistemi ile hafta

sonları Berlin Filarmonik Orkestrası’nın 1980’lerde kaydedilen Beethoven

CD’lerini eşsiz bir zevkle dinler, hem dinler hem de en ufak bir ilgi

gösteren misafirine dünyanın dört bir yerinden bulduğu müzik eserlerini

ganimetleri olarak göstermekten tarifsiz gurur duyardı. Zaman zaman

etrafında cereyan eden her türlü dış kaynaklı olumsuzluklara karşı

içindeki çocuk benliğini yaşatarak meydan okudu her gün. Kendisiyle

barışık kalabilmesini buna borçluydu. İçindeki çocuğu yaşatabilmesi,

onun bu dünyada son saniyesine kadar aynı yaşam enerjisini muhafaza

etmesindeki en önemli etkenlerden biriydi.

Kimse mükemmel olamazdı. Bu kadar büyük bir cerrah, dev gibi bir

kurumun yöneticisi… Mutlaka bir yerde bir zayıflık olmalıydı. Kendi

gözlemlerime göre mesleki hayatında çok başarılı olanlar, hele hele bir de

idareci ise, aile hayatlarında başarısız olabiliyorlardı. Ama kayınpederim,

o konuda da eşsizdi. Kayınvalidem Sayın Canan Özgen’i hep el üstünde

tuttu. Bana, nassıl iyi bir eş olunacağını yine davranışlarıyla gösterdi.

Kayınvalidemin bir dediğini iki etmezdi. Hayatının sanki tüm amacı onu

mutlu etmekti. Ona hediyeler alır, seyahatlere götürür, çiçekler alır,

üzgünse etrafında dört döner, kesinlikle bir an mutsuz olmasına göz yummazdı.

Sanki hayata gelişinin yegâne amacı buydu. Olur da bir anlaşma-


zlık olursa, süratle anlaşmazlıkları çözer, sürtüşmeleri büyütmez,

zamana karşı yarışır ve görmeye alıştığım hızla kayınvalidem ile her

türlü ufak tefek sorunu çözerdi. Sadece iki konuda kayınvalidemi dinlemezdi.

Birinci konu çikolataydı. Kayınvalidemin kendisine koyduğu

çikolata sınırlamaları, araç hız sınırlamaları gibiydi; kırılmak üzere

vardı. Kayınvalidem, kayınpederime gelen “n” sayıdaki hediye çikolataları

sakladığını düşünse de, kayınpederimde hep “n+1” vardı. Zira

kendisi çözüm insanıydı. Çikolatasız kalma gibi bir durum olamazdı.

Hatta Angora’daki güzel evlerine ne zaman gitsem, benim de çikolata

sevdiğimi bilir, hemen çikolataları kendi zulasından çıkarır, karşılıklı

üçer-beşer bir güzel yerdik. Zaten hayatı bu denli seven birisi, çikolatayı

sevmezse olur muydu? Tutkusuydu. İkinci istisna da kayınvalidemden

gelen “Tunç artık otur, çok yoruldun” uyarısıydı. Bu uyarının o kadar

değeri yoktu ki, bu uyarı sözcükleri sanki onda “daha çok çalış Tunç”

gibi bir etki oluştururdu. O anda yapmayacağı işleri de kendi iş listesine

alır, aklımıza gelmeyen projeler yaratır, kendini bu projeleriyle sonunda

tüketir, ama enerjisi sıfırlanınca da gittiği ilk nokta kayınvalidemin yanı

olur, onun yanında bir sonraki macerasına kadar kestirirdi. Bana,

kendisini tanıdığım 25 sene boyunca her gün uygulamalı olarak mükemmel

bir eş nasıl olunur, onu öğretti. Bunları herhangi bir kendini

geliştirme kitabından okuyup uygulamaya kalksanız, olmaz, yaşayarak

görmeniz gerekir. Bir başka deyişle, Tunçalp Özgen’ı özümsemek için

onu yaşamak gerekir. Hayatımın 25 yılında olduğu için kendimi çok ama

çok şanslı hissediyorum.

Bu kadar sevgisi olan ve bunu etrafına saçan bir insana herhalde

Tanrı’nın verebileceği bir hediye varsa, o da kız çocuktur diye düşünüyorum.

Dünya tatlısı iki tane kız çocuğu oldu. Düşünün bir kere,

tanımadığı insanlara sevgisini bu denli sınırsızca veren bir insan, kızlarına

neler yapmazdı? Paranın alabileceği her değerli eşyayı alabilir, onları

lükse boğabilirdi. Ama her alandaki dört dörtlük yaklaşımını kızlarına da

uyguladı ve kızlarını ayaklara yere basan, ailesine ve insanlara saygılı,

çalışkan ve dürüst sorumlu bireyler olarak yetiştirdi. Onlara hiçbir

ayrıcalık uygulatmadı, hiç şımartmadı. Başarılarıyla gurur duydu,

kişiliklerini hep el üstünde tuttu. İki tane mükemmel birey yetiştirdi.


Çocuklarına verebilecek en güzel ve en önemli iki hediyeyi verdi: Anne

ve baba sevgisini. Hem eşim Burçe, hem da Dalsu, tanıdığım en

mütevazı ve dürüst insanlar arasındadır. Kayınpederimin çocuklarına

olan sevgisinin yansıması hem bana hem de benim kızlarıma ulaştığı için

kendimi çok şanslı hissediyorum. Biricik kayınpederim baba sevgisini

doyasıya kızlarına yaşattı; bu özelliğiyle de bana ilham kaynağı oldu.

İnsanlara demeç vermeyi hiç sevmezdi. Düşüncelerini, sahip olduğu

dürüstlük, cesaret ve alçakgönüllülük gibi içinde barındırdığı değer

yargılarını davranışlarıyla gösterirdi. Hiç ama hiç kalbimi kırmadı.

Sonuçta canından çok sevdiği kızıyla evlenmiştim, bir tepki göstermesi

doğal karşılanabilirdi... Bana ne zaman öğüt verecek acaba diye

düşündüğüm zamanlar oldu, ama ne öğüt, ne uyarı, ne kızma; hiçbir

zaman beni demeçlerle değiştirmeye çalışmadı. Nasıl erdemli insan

olunacağını hep hareketleriyle gösterdi. Herkese karşı böyle davranırdı.

Dürüstlük, cömertlik, çalışkanlık, kendini geliştirme, kitap okuma, klasik

müzik sevgisi, sanat sevgisi, bilim yolunda ilerleme gibi birçok erdemi

bizzat kendisi uygulayarak etrafındakilere gösterdi.

Bir bilim insanıydı. Sözde değil özde bir bilim insanıydı. Bilimsel yayınların

yapılmasına çok önem gösterir, özellikle kendi bölümünden çıkan

bilimsel eserlerle gurur duyardı. Rönesans dönemi sonrası Batı

dünyasının yakaladığı bilimsel bakış açısının, teknolojik ivmenin

savunucusuydu. Her alanda ülkesinin ve kurumu Hacettepe Üniversitesi’nin

gelişmiş ülkeler ile yarışmasını ve onlardan daha iyi olmasını

isterdi. Rektör olduğu dönemde bu vizyonunu Hacettepe’nin lider

kurum olması için azimle uygulamaya koydu.. Yeni akademik kriterler,

kütüphanenin baştan aşağı yenilenmesi, projelere ek fonların bulunması,

altta yatan ivme noktası bilimsel gelişmeye verdiği önemin en güzel

göstergelerindendi. Sürekli bilim tarihi ile ilgili kitaplar okur, bilime

yatırım yapmış uluslar ile yapmamış olanların farklarını değerlendirir ve

etrafındakiler ile paylaşırdı. Benim ya da eşim Burçe’nin ne zaman bir

bilimsel yayını çıksa ayrı bir gurur duyar, bizi içtenlikle tebrik ederdi.

Benim için her tebriki, bilimsel araştırmalarımı devam ettirmek için bir

kamçıydı. Bilim insanlarını hep takdir ederdi, kalbinde onlar için ayrı bir


yer vardı.

Atatürk hayranıydı. Zaten haklı olarak nasıl olunmaz ki diyebilirsiniz:

Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi lideri sonuçta. Hep Cumhuriyet dönemi

hakkında kitaplar okur, Atatürk’ün yaptıklarını nokta nokta sayardı.

Onun döneminde yetiştirilen hekim, öğretmen ve öğretim üyesi sayısını,

yurt dışına gönderilen gençleri ve davet edilen yabancı uyruklu hocaları

bizimle isimleriyle sürekli konuşurdu. Moralimiz bozuk olduğu dönemlerde

hep Atatürk’ün içinde bulunduğu yokluk ve olumsuzluk ortamını

ve buna rağmen Atatürk’ün neleri başardığını vurgular, bize dayanma

gücü ve umut aşılardı. Herkesin hayran olduğu bir kişi vardır, yıllar

içinde benim gördüğüm odur ki, kayınpederimin en çok hayran olduğu

kişi, eserleri ve düşünceleriyle Mustafa Kemal Atatürk’tü. Atatürk’ün

düşünceleri hem benliğinin, hem de yaptıklarının bir parçasıydı.

Atatürk’ün ismi geçince gözleri ışıl ışıl parlardı, sanki içinde bir fırtına

patlardı. Hemen o anda bildiklerini anlatır, yaptığı somut işlerden

bahsederdi. Kayınpederim kendisini tam olarak Atatürk’e ve onun hedeflerine

yöneltmişti.

Yıllar geçtikçe efsane hocam, önce

kayınpederim, sonra da sözcüğün

her anlamıyla benim pusulam

oldu. Ne zaman çözemediğim bir

sorunum olsa, soluğu yanında

alırdım. Kayınpederim kendisinden

yardım, görüş veya tavsiye

almak için gelen herkes gibi bana

da içtenlikle zaman ayırır, sevdiği

kahve makinasında lezzetli bir

kahve yapar, oturur ve dinlerdi.

Zaten kahvenin kokusunu aldığım

zaman, “işte sorunlar bitiyor,

çözümler geliyor” diye içimden geçirirdim. Sorunlara yaklaşımı hep

dengeli ve sakindi. Durum değerlendirmesi yaptıktan sonra, o tatlı,

yumuşak, babacan yüz ifadesiyle “Ben olsam…” diye sözüne başlar, o


ana kadar hiç düşünemediğim yaklaşımlarını, tabii ki yılların verdiği

sorun çözme deneyimiyle, benimle paylaşırdı. Eve dönene kadar bunları

tekrarlar, evde gider bilgisayarıma yazardım. Onun değerli katkıları ve

desteği olmadan akademik hayatımın bu kadar uzun sürmesi mümkün

olmayabilirdi. Bana akademik hayat ile ilgili çok değerli öngörülerini

paylaşarak, ayrı bir boyutta hocalık yaptığı için kendisine sonsuz

müteşekkirim.

Derler ki Tanrı canlıları yaratırken kendisinin yansımasını da onlara

aktarırmış. Sanırım Tanrı kayınpederim Tunçalp Özgen’e de nefes

verirken yüreğine koyabileceği tüm sevgiyi ve bir o kadar da yaşam enerjisi

yerleştirmiş. Kendisinde uçsuz bucaksız memleket sevdası, sonsuz bir

insan sevgisi, Charles Darwin’den aşağı kalmayacak doğa sevgisi, Brezilyalıyı

aratmayacak futbol sevgisi (hasta Fenerbahçe’liydi, evlendiğim

gün beni, torunları hayata geldiğinde onları da doğdukları gün hemen

kafasında Fenerli yapmıştı), İtalyanla yarışacak kahve tutkusu ve Erasmus

eşdeğeri derin bir kitap sevgisi vardı. Çevresine bir Japon kadar saygı

gösterir, evine olan sevgisi ve bağlılığıyla İskoçlara dudak ısırtır, düşünce

özgürlüğüne bir Amerikalı kadar değer verir, çalışkanlığıyla Almanları ve

arıları aratmaz, hayatın her saniyesinden aldığı keyifle İspanyolları

utandırırdı. Umutsuzların umudu, karamsarlığın panzehiri, üzüntünün

ilacıydı. Etrafındaki herkesin kalbinde sevgisiyle yer edinmiş, nazik,

koruyucu, sevgi ve yaşam dolu bir arkadaş, bir baba, bir öğretmendi.

Doğrudan, insanlıktan, alçak gönüllülükten bir saniye feragat etmeden

davranışlarıyla hepimize örnek olan bir lider, hepimize kol kanat geren

şefkatli bir baba, ilkeleri, doğruları ve hayata bakış açısıyla yönü hiç

sapmayan atomik bir pusulaydı. Ebediyete intikali de, aynen hayatı gibi,

onu tutup geri çekemeyeceğimiz derecede hızlı oldu. 2019 yılının Mart

ayında Burçe ve Dalsu biricik babacıklarını, kayınvalidem hayat

arkadaşını, sevenleri dostlarını, ağabeylerini, öğrencileri hocalarını, ben

ise süper kahramanımı kaybettim. Sevgisini yüreğimde, anılarını zihnimde

son nefesime kadar yaşatacak olsam da, zamansız ayrılışıyla içimde

yarattığı boşluğu tüm benliğimle her gün hissetmeye devam ediyorum.


Can Koçyıldırım

Kayınpederim Anısına Uzay’a Mektup

Uzay’cığım,

Deden, “Can, kahve?” gibi basit iki kelimeye, anlık bir karşılaşmaya ya da

ufak bir gözgöze gelmeye bile öylesine çoşkulu bir şekilde sevgi ve şevkat

yükleyebiliyordu ki, kendimi bunu nasıl başardığını düşünmekten

alamıyorum.

Sanırım bunun temel taşlarından biri başarıya ulaşmak için başkalarıyla

yarışmak yerine sadece kendisiyle yarışmasıydı. Bu ruh hali aynı

zamanda bitmek tükenmek bilmez bir çocuksu merak ve takıntıyla

besleniyordu.

Bir diğeri ise, herkesi olduğu gibi kabul eden, önyargısız biri olmasını

sağlayan ve belki de geçmişin hüzünlerini örten çocuksu ruhuydu.

Tüm bunların birleşimi ise karşısındaki

kişiye kendini değerli hissettirmenin sırrıydı

belki de…

Ve tüm bunları öyle kolaymışçasına

yapardı ki, bunun ne kadar zor olduğunu

idrak edip, kendisine daha fazla şey

sormamış olmak en büyük üzüntüm…

Ancak annende ve sende hala onu görebiliyor

olmak da en büyük mutluluğum…

Senin de Deden gibi çocuksu, bitmek

bilmez şekilde meraklı, özgüvenli, başarılı,

zarif ve şefkatli olman dileğiyle…


Pınar Orbey

Tunç Abiciğim,

Birlikte hoştu her şey.

Enerjin, keyfin, esprilerin…

Hep beraberdik. Mutluluklarımızı, endişelerimizi ve kederlerimizin

tümünü paylaştık. Gizlimiz saklımız yoktu. Birlikte güldük, birlikte

ağladık. Bu hayatı birlikte yaşadık. Birlikte her şeyin üstesinden geldik.

Bunca yıldır hep beraber tatil yaptık. Tatil birlikte tatildi.

Çocuklarımızı evlendirdik, anneanne, dede olduk. Ne hoş günlerdi.

48 sene, uzun bir süreç ama bize öyle gelmedi. Hep canlı, hareketli,

mutlu olduğumuz, hayatımızın en güzel yılları. Neyse ki bunun farkındaydık.

Şimdi de bu mutlu anıları tekrar tekrar yaşıyoruz. Hâlâ hep yanımızdasın,

her gün birlikteyiz.

“Biz evlendiğimizde sen arka bahçede ip atlıyordun” dediğin, küçük

kardeşin çok üzgün.

Biz bu hayatı birlikte yaşadık. Birlikte yaptığımız şeyleri sensiz yapmak

zor.

Sensiz olmak hepimize çok zor.

Mehmet Tevfik Orbey

Sevgili Tunç’la ilk defa nerede ve nasıl karşılaştığımızı hatırlamıyorum.

1973 yılı olmalı, aradan 47 yıl geçmiş, geçen uzun süre göz önüne

alındığında anımsayamamam doğal bir durum. Son defa ne konuşarak

ayrıldığımızı da hatırlamıyorum. Kayınpederimizin evindeki ritüellik

pazar öğleden sonrası aile toplantısında 3 Mart 2019 Pazar günü bir

araya gelmiştik. 16 Mart 2019 Cumartesi sabahı yazlıklarımızı kontrol


etmek için günü birlik Çeşme’ye gitmeyi planlamış olduğumuzdan Tunç

uçak biletlerimizi aldırmıştı, son olarak o konuda konuşmuş olmalıyız.

O buluşmada, 8 Mart 2019 Cuma akşamının, benim yaşamımın çok

önemli kırılma noktalarından birisi olacağını nereden bilebilirdim k?.

Önümüzdeki günlerin bize neler hazırladığını bilemiyoruz ki. Bir yıl

sonra, şimdi düşünüyorum da, o gece ve ondan sonra yaşadığım bir yılda

benim yaşama bakışımda ve olayları değerlendiriş paradigmamda çok

önemli değişimler olmuş.

Ömrümün bu 47 yıllık bölümünde Tunç ile çok yakın ilişkilerimiz oldu.

Ortak yaşamımızın unutulmaz anıları içimde hep mutluluk çağrıştıran

anılar. Hepimiz bir ömür yaşıyoruz ama hayatı yaşama kabiliyeti

Tunç’unki kadar yüksek kalitede olan birisini tanımadım. Daha ötesi,

birlikte olduklarına da yaşam kalitelerini arttıran büyülü bir atmosfer

sağlıyordu. İçimdeki, onunla yaşadığım günlerin ışıklı anılarının sırrı bu

olsa gerek.

Herkesin uymaya çalıştığı; toplumun kültürünün ve zamanın dayattığı

ahlak kuralları vardır, bazı insanlarda bunun üstünde aklıyla ulaştığı ve

uyguladığı bazı sınırlar var ki burada galiba kişisel etik gündeme gelmiş

oluyor. Kişilerin etik konusundaki sınırlarını beyinlerinin gelişmişliği

belirliyor. Yalnız olduğumuz anlarda bile Tunç’ta bu sınırların ne kadar

sağlam olduğunu görür, ders alır ve acaba beyin cerrahı olması mı ona

böyle gelişmiş bir beyin sağlamış diye düşünmeden edemezdim. Bunun

naif bir düşünce olduğunun farkındayım ama galiba tabiat ona mesleğini

çağrıştıran muhteşem bir beyin armağan etmişti.

8 Mart 2019 sonrası ilişkimizi bilen pek çok kişi bir hekim olarak kendilerine

yaptığı katkılardan öyle övgüyle söz ettiler ki; hem bu kadar dostumun

onunla hekim-hasta ilişkisi olduğuna şaşırdım hem de onu hekimlikte

özel kılanın ne olduğunu düşündüm. Şüphesiz iyi bir hekimdi ama

onu diğerlerinden ayıran başka bir özelliği olduğunu düşünüyorum:

Hastalarını, insanları; beden olmanın ötesinde şahsiyet olarak gören

filozof bir hekimdi. Bilge bir insandı ve bilgeliğini size hiç hissettirmeden

bilge olabilen bir has insandı. Ayrılışı da çok bilgece oldu.


Kişisel kaybım çok büyük. Üzüntüm çok büyük. Bu ilk yaşadığım ani

kayıp değildi, benzerini 21 sene önce kardeşimde de yaşamıştım. Ama bu

defa 21 yıl daha yaşlı olmam, beni daha somut gözlemlere ve algılara

götürdü. Evet, elimizdeki en kıymetli varlıklarla beraberliğimizin bir gün

biteceğini biliyoruz ama ben bunu bir kere daha derinden algıladım.

Aidiyet ve mülkiyetin yaşam gereği önemlerini bilmekle beraber çok da

esir olunacak şeyler olmadığını her gün tekrar tekrar düşünmeye

başladım. Bu benim için, bu ileri yaşımda, bir özgürleşme, bazı bağlardan

kurtulma demek oldu. Bana bu dersi bırakan ve beni bir ölçüde de

olsa özgürleştiren sevgili bacanağımı beyin sağlığım elverdiği ölçüde

bilincimde canlı tutacağım.


Başak Orbey

Eniştem

Tunç eniştem ateşti benim için. Herkesi etrafında toplardı, ısıtırdı,

aydınlatırdı.

Enerji demekti benim için o, her zaman bu enerji ile imkânsızı en kolay

yapandı.

Herkesi sarardı, severdi ve insana kendini iyi hissettiren bir güç, bir

neşeydi o.

Rol model doktordu, sevgiye doyurandı insanı.

Çocuktuk, oynardık Burce ve Dalsu ile; tek derdimiz turuncu sandalyeyi

kim kapacaktı. Eniştem çok sevgi doluydu, gülerdi bu deli halimize.

İçinde bir çocuk vardı o da oynardı bizimle.

Sonra biz büyüdük ama o yaşlanmadı; hâlâ güç, hâlâ enerji, hâlâ model,

hâlâ doktor, hâlâ sevgi kaynağı, hâlâ ateş....

Çocuklarımız oldu, hepsine yetti eniştemin sevgisi.

Alp ve Deniz’e eniştemi sorunca, “çok severdi bizi, her şeyini paylaşırdı,

bizimle saklambaç oynardı.” diyorlar. Yedi yaş için tam da eniştemi

özetliyorlar.

“Başağımm” derdi her gördüğünde beni, hep “Başağımm”, hep bir coşku

ve hep bir enerji sesinde. Doktor oldum eniştemin yolunda, hastaları

sevmeyi öğrendim ondan.

Eniştem iyilik saçtı, mutluluk saçtı, enerjisi ile hep büyüledi bizi... Sonra,

sonra bir gün eniştem ellerimin arasından kaydı, hava gibi. Tüm

gökyüzü, evren omuzlarıma çöktü. Belki bir an dünya bile durdu benim

için.

Ateşsiz hayat olur mu?

Sonra anladım ki, evet hava oldu eniştem, bizi hâlâ sarıyor, hep

etrafımızda, izliyor, içimizi ısıtıyor her onu andığımızda. Her nerede


olursak olalım, onun her zaman dediği gibi, biz okumaya, iyi insan

olmaya, insanlık için güzel işler yapmaya devam edeceğiz. Eniştem bizi

hep saracak enerjisi ile. Sevgimiz eksik belki onsuz, ama gücümüz hiç

eksilmeyecek ışığında yürüdükçe.

Kabul etmeyi öğretiyor belki de şimdi bize, en sevdiklerimizden uzak

kalmayı, özlemeyi.

Çok özlüyorum eniştemi. İyi ki benim eniştem olmuş.


Tanju Mehmetoğlu

Tunç Abimiz

Birçok kişi onu tam ismi olan Tunçalp Özgen olarak bilse bile bizim

ailemiz için o “Tunç Abimiz” idi. Benim için, her zaman hasretini

duyduğum “ABİ” kavramının vücut bulmuş haliydi. Ne zaman başımız

sıkışsa -sadece sağlık konusu değil ama- “Tunç abimizin” bir çözümü

olurdu. Vefatından birkaç hafta önceki Pazar günü aile buluşmamızda,

benim için bir tanıdığından randevu alabileceğini söylemişti. Vefatından

önceki Pazar günü, bunu henüz yapmadığını hatırlamış ve ertesi gün

telefon ederek randevuyu aldığını söylemişti. Çarşamba günü randevuya

gittim ve o akşam teşekkür için kendisini aradım. Aslında ertesi Pazar

gününü bekleyebilirdim; nasıl olsa tekrar mutat Pazar buluşmamızda

görüşecektik; ama içimden öyle geldiği için biraz geç bir saat olsa bile

aradım. Bir konserde olduğunu söyledi; teşekkür edip kapattım. Meğerse

bu son konuşmamız olmuş; o Cuma günü vefat etti.

Tunç abiyle unutamadığım bir anım da Samsun yolculuğumuzdur.

Ben o sırada 19 Mayıs Üniversitesinde göreve başlamıştım; ama arabam

Ankara’da kalmıştı. Şehirlerarası yolculuk tecrübem olmadığı için ailem

kendi başıma arabayı Samsun’a götürmeme karşı çıkınca, Tunç abi bu

işe gönüllü oldu. Beraberce Samsun’a çok keyifli bir yolculuk ettik. Bana

şehirlerarası sürüş hakkında epeyce de tiyolar verdi. Hemen o akşam ilk

otobüsle Ankara’ya döndü. Şimdi ne zaman arabayla uzun mesafe için

yola çıksam Tunç abi ve bu fedakar davranışı aklıma gelir. 40 yıldır

kazasız-belasız yolculuklarımdaki payı büyüktür; Allah ondan razı olsun.

Tunç Abi, tanıdıklarımın içinde, kendisine “delikanlı” sıfatının en çok

yakıştığı kişilerdendi; cesur, gözü kara ve yardımseverdi. Elindeki imkânları

başkalarıyla paylaşmaktan adeta zevk alırdı. Anne ve babamın

sağlığıyla yakından ilgilenmesini, sorunları olduğu zaman koşa koşa

gelmesini hiç unutmayacağım. Vefatını, 100 yaşındaki babama

bildirmek bana düşmüştü. Çok zor bir görevdi; zira babamın onu oğlu

gibi sevdiğini biliyordum. Oğlumdan bana eşlik etmesini istedim.


Babam ağlamaya başladı, “Azrail adres şaşırdı” diyebildi. Adres şaşırdı

mı, bilemeyeceğim ama Azrail’in acele ettiği açıktı.

Nurlar içinde yat Tunç Abi; hatıran hep yanımda olacak.

Ülkü Mehmetoğlu

Başarılı bir doktor, başarılı bir akademisyen, başarılı bir yönetici.

Tunçalp Özgen deyince akla gelen özellikler bunlar. Ama bana göre

Tunç abinin en güzel özelliği iyi bir insan olmasıydı. Çok fazla seveninin

olmasının nedeni de bu özelliğidir. Kendisini 1984 yılından beri tanıyorum.

1986 yılında belim tutulduktan sonra doktorum da oldu. Ne zaman

rahatsızlansam, yakın ilgisini hiçbir zaman esirgemedi. Onun tavsiyelerini

yerine getirerek bugünlere geldim. Tanju ile benim nişan yüzüklerimizi

Tunç abi takmıştı. Daha sonra oğlumuz ve kızımızın nişan yüzüklerini

takmasını da ondan rica ettik. Sağ olsun bizi kırmadı. Onun uğuruna

inanıyorduk biz. Ruhun şad olsun Tunç abi.

Barış Mehmetoğlu

Tunç Enişte deyince önce aklıma bizim ailenin güvenilir doktoru olması

geliyor… Hiç unutmam, ailece gittiğimiz Eymir Gölü’nde hayatımda ilk

kez beni arı soktuğunda, ya da doğum günümde kafamı direğe vurup

yardığımda ilk müdahaleyi yapan hep Tunç Eniştem olmuştu… Onun

yorumları ve bakış açısı her zaman bizim için en güvenilir kaynak olmuştur.

Tunç Eniştemle ilgili ilk anılarım, ben daha küçük bir çocukken aile

buluşmalarımıza, nöbeti ya da ameliyatı gibi nedenlerle geç gelmesiydi.

Çocuk aklımla o zamanlar çok anlayamamıştım ama kaçırdığı her

sohbetin, soğuttuğu her yemeğin bir hayat kurtarmak adına yaptığı

fedakârlıklardan sadece birkaçı olduğunun sonradan farkına vardım.

Tunç Enişte tanıdığım en çalışkan ve en zeki insanlardan biriydi.


Eniştemle muhabbet etmek de her zaman çok keyifliydi. Geniş çevresinin

etkisiyle siyaset, spor ve seyahat gibi alanlardaki bilgi birikimi her

sohbetimizde yeni şeyler öğrenmemi sağlardı. Dört gözle, “Tunç

Eniştenin yorumu ne olacak bu konu hakkında?” diye beklediğim çok

zaman olmuştur… Ah bir de Fenerbahçeli olmasa… :)

Babacan, kucaklayıcı, iyi kalpli kişiliğinin yanı sıra, kariyerindeki

başarıları da ailece onunla gurur duyduğumuz bir başka yönüydü.

Askerliğimin ilk günlerinde karşılaştığım Jandarma Alay Komutanı ve

Üniversite Rektör Yardımcısına Tunç Eniştemden bahsetmiştim (“Doktor

olan Rektör Yrd kesin eniştemi tanıyordur, ben de oradan alır

muhabbeti yürütürüm, Alay Komutanı’nın gözüne girer, askerde rahat

ederim!” diye düşünmüştüm). Beklediğim gibi hem Rektör Yrd hem de

Alay Komutanı eniştemi tanıyormuş, hatta Alay Komutanı “ben onun

eski hastasıyım, bak arıyorum hocayı eğer seni tanımazsa yakarım askerliğini”

demişti. Eniştemle telefon görüşmemiz sonrasında gerçekten de

Alay Komutanı’nı tanımak askerde işime yaramıştı.

Nişanımızda kurdeleyi kesip konuşmayı yaparken ki top sakalını da hiç

unutmuyorum... Hayatının kısa bir süresinde bıraktığı top sakalı

nişanımız dönemine denk gelmişti sanırım.

Daha nice güzel, tatlı ve neşe dolu anılar geliyor Eniştemi düşündükçe...

Hep sevgiyle, hep güler yüzüyle hatırlayacağım.

Duygu Mehmetoğlu

16 Ağustos 2014…Sıcacık bir yaz akşamı…Eski Foça’da minik bir

koyda, denizin üstündeki ahşap iskeledeyiz…Tüm sevdiklerimiz

yanımızda…Hepimizin yüzünde kocaman bir gülümseme…Harika bir

gün batımı…Barış’la ilişkimizin en güzel dönüm noktalarından birinde,

nişan kutlamamızdayız…Tunç Enişteyi ne zaman düşünsem, kendimi

yine tam da bu harika tablonun içinde buluyorum. Yüksek enerjisi, tatlı

dili ve tüm sevecenliğiyle bizi onurlandırıp, nişan kurdelemizi keserken

“Mutlu, hayırlı, uğurlu olsun!” demişti.


Bir gerçek var ki, Tunç Enişte bu güzel aile anılarından çok daha fazlasıydı.

Yüzlerce yaşama dokunmak, onun kadar sevilmek, saygı görmek;

bilime dair, insan olmaya dair onlarca güzel söz ve anıyla anılmak ancak

onunki gibi çalışmaya ve iyiliğe adanmış bir ömür ile mümkün olabilirdi

sanırım. Ne kadar ilham verici! Hakkı verilmiş bir hayat böyle olsa gerek.

Onun gibi bir bilim insanının benim de hayatıma dokunmuş olmasından,

onu tanımış olmaktan dolayı gurur duyuyorum.

Meral - Ahmet Koçyıldırım

Bu kısa yaşamı boyunca insanlığa, büyük küçük demeden çevresindeki

bütün insanlara karşı saygılı ve sevecen yaklaşımını takdir ve saygı ile dile

getirerek, hakkında naçizane bir şeyler paylaşmaya çalışacağız.

İyi yürekli, güzel insan, sevgili dünürümüz Tunçalp Bey’i tanımakta çok

geç kaldığımızı düşünüyoruz. Kısa sürede hayatımıza çok güzel

dokunuşlarda bulundu.

Büyük küçük, makam, mevki ayırmaksızın her insana o kadar güzel

davranışlarda bulundu ki, bu davranışlarını saygı ve minnetle her zaman

yâd ediyoruz.

Dünyaya gönderilmiş melekleri sayın deseniz, şüphesiz sayacağımız ilk

isim Tunçalp Özgen olacaktır.

Sağlık konularında danışmak için kendisini aradığımızda; kendi sağlık

sorunlarını, beden yorgunluğunu unutup, elinde ilacı ile gelip bizlere

yardımcı olmasını unutmak mümkün değildir.

Tanrı’dan en büyük dileğimiz, torunumuz Uzay’ın dedesinin insancıl,

yardımsever, saygılı, sevgili, mesleğini seven, zorda kalana yardımcı olan

özelliklerini taşımasıdır.

Tanımaktan çok mutlu olduğumuz sevgili Tunçalp Hocamızı saygı ve

minnetle anıyoruz.

Sizi hiç unutmayacağız.



Çocukluk ve Sınıf Arkadaşlarının

Anı Yazıları


Tevfik Akoğlu

Hacettepe Üniversitesi, Sınıf Arkadaşı

Sınıf arkadaşım Tunç ile ilişkim hep sürse de, ben Hacettepe’de

ihtisasımı bitirip ayrıldıktan sonra sadece sınıf toplantılarında bir araya

gelme şansım oldu.

1963 Yılında yeni kurulan ve Ankara Üniversitesi’nin bir fakültesi olan ,

Hacettepe Tıp Fakültesi ne ilk öğrenci olarak kayıt yaptırmış ve ilk yıl,

Hacettepe’nin kendi kadrosu olmadığından, Ankara Fen Fakültesi’nin

Botanik, Zooloji , Fizik, Kimya hocalarından klasik FKB eğitimi

almıştık.

İkinci yıl Hacettepe’nin kendi hocaları ile (Pınar Özand, Muvaffak

Akman, İlhan Kum, Naci Bor, Doğan Taner, Ekrem Gülmezoğlu)

Türkiye’de ilk kez, bir Amerikan modeli olarak , entegre eğitim sisteminin

öğrencileri olduk.

Bu ikinci yılımız tüm sınıf arkadaşlarımızın en yakın ilişki oluşturduğu

yılımız oldu ve bu yakın ilişki daha sonra hep sürdü ve 50 yıl sonra halen

sürüyor.

5-6 kişilik guruplar şeklinde yaptığımız hayvan deneyleri unutulmaz.

İşte bu deneylerden belki de birincisinde, Tunç’un kan görünce bayılıp

yere düştüğünü hepimiz hatırlıyoruz. Kan görünce bayılan bu

arkadaşımızın sonradan nasıl ünlü bir beyin cerrahı olduğu büyük bir

sürprizdir.

Bu eğitim yılınınsonunda, yine bir aylık tatilimizi değerlendirmek için

birkaç arkadaş oto-stop ile deniz tatili yapmaya karar verdik. Ben, Tunç,

Cem, Ergün, Celal (Dişçi Celal) çadırlarımızla Erdek e gitmek üzere

anlaştık. Ancak çadır satın almak için yeteri kadar para biriktiremediğimiz

için çadır kumaşı alıp, iki küçük çadır diktik.

Çadırlar hazır olduğunda, oto-stop yapma kararımıza rağmen otobüs ile

Erdek e gitmeyi tercih ettik ve orada 12 -15 gün kadar deniz tatili yaptık.


Bence bu maceranın en ilginç hatırası ise, Ankara’ya dönmek için

çadırımızı toplayıp son öğle yemeğimizi hazırladığımız olaydır.

Kamp alanında yaktığımız odun ateşinde büyük bir tencerenin içine 12

gün boyunca kullanılıp artan tüm gıda maddelerini ekledik. Bunlar

arasında makarna, pirinç, biraz zeytin, yandaki tarladan aşırılan erik,

biraz peynir, biraz reçel gibi tüm artıklar eklendi. Ve bu karışımı sonuna

kadar bitirip yine otobüse yetiştik. Ancak hepimizin ortak kararı, o

artıklardan oluşan yemeğimiz o güne kadar yediğimiz en lezzetli yemekti.

Sonraki yıllarda da Tunç ile ilişkimiz hep sürmekle birlikte farklı şehirlerde

oluşumuz nedeni ile daha seyrek görüşebildik. Ancak Hacettepe’nin

bir durgunluk-gerileme döneminden sonra , Hacettepe ye Rektör olduktan

sonraki başarılarını çok büyük bir gururla uzaktan izledik ve kendisi

ile iftihar ettik.

Hacettepeliler olarak kendisini unutmayacağız ve hep iftiharla anacağız.

Metin Güner

Hacettepe Üniversitesi, Sınıf Arkadaşı

Onu çok özlüyorum. Biliyor musunuz bazen ona fiziki olarak çok

benzeyen birini görünce hâlâ heyecanlanıyor, tatlı bir gülümseme ile

anıyorum. Birlikte bazı anlar:


Gülsev Kale

Hacettepe Üniversitesi, Sınıf Arkadaşı

Çok değerli arkadaşım Tunçalp Özgen ile anılarım öğrencilikten

Rektörlüğüne uzanan 56 yıllık bir dönemi kapsar.

Yarım yüzyılı aşkın bir zaman diliminde, bir ömür boyu süren dostluğu

yazı ile ifade edebilmenin, duygu ve düşünceleri sözcüklere doğru

aktarabilmenin zor olduğunu biliyor, bu konuda hoşgörü ve anlayışınıza

sığınıyorum.

Öğrencilik dönemindeki çalışma azmi, özgüveni, seçtiği bilim dalında,

gösterdiği akademik başarılar onu, gelecekteki, hedeflerine ulaştıran

başlıca özellikleri oldu.

Tunçalp, bulunduğu makamların, üstlendiği görevlerin getirdiği sorumlulukları

kimseyi üzmeden, kırmadan yerine getiren, çevresiyle fikir

alışverişine değer veren, iç dünyasındaki mutluluğu, enerjiyi etrafına

yansıtan, paylaşımcı, yenilikçi, adil, güven veren bir yönetici olarak, ilk

öğrencisi olduğu üniversitemizi hak ettiği konuma kavuşturan bir yönetici

oldu.

Rektörlüğü döneminde üniversitemizde ilk kez gerçekleşen, kendisinin

‘’Aynada kendimize bakış‘’ olarak tanımladığı ‘’stratejik plan’’ uygulamaları

kurum çalışanları ve akademik personele öz denetim sorumluluğunu

öğretmesi açısından son derece önemli ve yenilikçi bir çalışmaydı.

Bu süreçte katılımcı ve destekleyici tutumu hedeflere ulaşmada büyük

katkı sağladı.

2003 yılının Ocak ayında kurucu hocamız Prof. Dr. İhsan Doğramacı,

savaşın devam ettiği Afganistan’ı ziyaret etmeye karar verdi. Amacı

Kabil kentindeki Atatürk Hastanesi’ni ismine yakışır bir konuma

getirmek, harap olan kente yardım eli uzatmak ve Cumhuriyet’in kuruluş

döneminde temelleri atılan Türk-Afgan dostluğunu yeniden

güçlendirmekti.


Hacettepe Üniversitesi’nin işbirliği ile gerçekleştirilecek olan bu

seyahatte Hocamıza eşlik etmek üzere, ben, Prof. Dr. Tezer Kutluk ve

rahmetli Prof. Dr. Ahmet Göğüş seçildik. Rektörümüz’den izin almamız

gerekiyordu. Tunçalp, ‘’Benim içim hiç rahat değil, savaş devam ediyor.

Ancak Hocamızın arzusu bizim için emirdir, sağlıkla dönmeniz için dua

edeceğim. Tezer ve Ahmet sana emanet Gülsev ‘’diyerek bizi yolcu etti.

Tunçalp, düşüncelerinde, kararlarında, eylemlerinde özgürdü. Bu

özelliği, gücünü, bilime ve insana duyduğu saygıdan, hakkaniyet ve

adalete verdiği değerden alıyordu.

Tüm meslek yaşamı boyunca, aktif ve çalışkandı, rektörlük görevleri,

hastalarına ilgisini ve hekimlik sorumluğunu hiç azaltmadı. Ameliyatlarına

en zor koşullarda bile devam etti. Eşim Prof. Dr. Nuri Kale’nin bel

ağrısına şifa için başvurduğumuzda ‘’Önce kalbine bakalım’’ yaklaşımı

ve isabetli bir kararla tedaviyi kardiyologlara yönlendirmesi, hekimliğiyle

hayatımıza kattığı unutulmaz iyilik olarak ailemizin anılarındaki

müstesna yerini aldı.

Hayatlarına dokunduğu hastalarının arasında biz de varız ve onu eşim ve

ben minnet ve şükranla anıyoruz.

Tunçalp unutulmaz dost, sevgili arkadaş, mükemmel bir eş, baba, dede

olarak çevresine güzellikler katarak mutlu anılar bırakarak sevilerek ve

sayılarak yaşadı. Bir fâni daha başka ne ister…

Güler ve Zeynel Karcıoğlu

Hacettepe Üniversitesi, Sınıf Arkadaşları

Bir yıldız kaydı!

Sevgili Canan. Acın sonsuz, çok uzaktayız, teselli sözleri anlamsız.

Burçe’yle konuştum, senin ne kadar kuvvetli olduğunu onayladı bana, ve

de işine devam ettiğini söyledi. Sana güvenim sonsuz, umarım en yakın

zamanda işine dönersin diye düşünüyordum ben de. Senin talebelerine,

onların da sana ihtiyacları var. Kimse Tunç’un yerini tutamaz, acını


dindiremez, ancak bizim için şimdi onun bıraktığı boşluğu sen dolduruyorsun.

Canım arkadaşım Tunçalp’in “İnsan ve doktor olarak bıraktığı

yer” sonsuza dek kalacak. Onun kalbimizdeki yerini sen dolduruyorsun.

İlk fırsatta görüşmek, konuşmak istiyoruz. Özlemle ve kederle gözlerinden

öperiz.

Ahmet Kurtaran

Çocukluk Arkadaşı

Tunçalp Özgen’i Anarken…

İhsan Şerif Amca ile Mümine Hanım Teyze, anne ve babamın yakın

dostları idi. Hafta 1-2, gün ya onlar bize, ya biz onlara giderdik. Tunç

(sizler Tunçalp olarak tanıdınız), kendimi bildim bileli arkadaşım,

bundan öteye 70 yıllık dostum, kardeşimdi...

Demirtepe’deki evlerine cumartesi-pazarları giderdik. Abisi Eralp

ablamla yaşıttı, mesleğinde çok başarılı bir anayasa profesörü idi, o’nu

da çok erken kaybettik, ablamı da 6 ay önce!…

Tunç’la ay farkımız vardı ama O her şeyde önde, her şeyde önderdi…


Koleje benden 1 sene önce girdi, önce mezun oldu, Hacettepe’ye de öyle,

tüm eğitim kademelerinde hep önde, hep başarılıydı…

Sonrasında ülkemizin önde gelen beyin cerrahlarından biri oldu. Gün

geldi, Hacettepe’yi de başarıyla yönetti. Mutlu bir aile babası, olumlu ve

herkese sevgi ile bakan, gülümseyen, hoşgörülü, sevecen bir kişi idi…

Babası milletvekili, babam da ailenin doktoru idi. Uzun yıllardan gelen

beraberlikleri, dostlukları vardı; hasta-hekim ilişkisinin çok ötesinde…

Gülerler, şakalaşırlar, bezik-tavla keyfi çıkarır, kahvelerini yudumlarken,

bizler de içerde oynardık. Bu sevgi bütünlüğü, kâh onların, kâh bizim

evde olurdu…

O yıllarda Ulus, Anafartalar caddesinde otururduk. Her Ekim’de Ankara’nın

başkent oluşu şerefine tüm şehir donatılır, havai fişekler atılır,

Ziraat Bankası, Merkez Bankası gece ışıklarını yakar, fener alayları evin

önünden geçerdi… Tunç’lar ailece bize gelirler, pencereden ışıl ışıl Ankara’yı,

önümüzden geçen cümbüşlü şenlikleri izlerdik…

Aynı gün benim doğum günüme rastladığından, evde de kutlama yemeği

yenirdi… Annem, tüm bu bayramın benim için yapıldığını söyler, çocuk

hâli ben de inanır, Tunç, benim doğum günümde niye ışıklar yanmıyor

diye sorardı…

Bugünkü bilincimde olsam, “senin ışığa ihtiyacın yok, sen kendin

ışıksın!” derdim…

Atatürk’ün naaşının Etnografya Müzesi’nden Anıtkabir’e taşınması

sırasında, Tunç’un milletvekili babası İhsan Şerif Amca’nın himmeti ile

eski Büyük Millet Meclisindeydik.

Camlara boyumuz yetmediğinden, iskemleler üzerinde merasimi, tüm

korteji ve o muhteşem insanın geçişini izlemiştik… Sonrasında, günlerce

annelerimize Atatürk’ü sorarak, bir şeyler öğrenmeye çalışmıştık…

Merasimden hatırlayabildiklerim; mahşeri bir kalabalık, önde-arkada

süslü giyinmiş insanlar, gözyaşları, cenaze marşı çalan askeri bando, top

arabası, bayrağa sarılı tabut, kayışlarla top arabası önü ve ardında saf


olmuş askerler…

Ulus’tan Meclis önü-Ankara Palas’a inen yolun hafif eğimi ile top

arabasının yükü, öndeki askerlere yüklendiğinden, kaydırmamak için

geriye doğru yaslanmış olduklarını dün gibi hatırlıyorum…

Tunçlarla o yılların Ankara’sında, Baraja, Çiftliğe, Gölbaşı’na giderdik...

Şimdi hiçbirinden eser yok, giderek anılardan bile siliniyor…

Sonrasında ben İstanbul’a göç ettim, aramıza kilometreler girdi ama

dostluğumuz, muhabbetimiz hep devam etti… Zaman, zaman Ankara’ya

gidişlerimde imkânım oldukça üniversitede Tunç’u ziyaret

ederdim…

Bir ay kadar önce, Bahçeşehir Üniversitesi’nde bir konferans için İstanbul’a

geldiğini duydum, geç haberim oldu, randevulu hastalarımı iptal

edemedim, nasılsa ilerde görüşürüz dedim…

Ama olmadı, dün sabah acı haberle karşılaştım… Keşke geldiğinde

görseydim dedim, ama artık geç…

Keşkeler ile pişmanlık duyacak yaşları gerilerde bırakıyoruz… Vakit

acımasızca geçiyor, bizler de doğanın kuralları ile yavaş yavaş dünya

programlarımızı tamamlıyor, öte âleme göç ediyoruz…

Sevgili kardeşim, değerli dostum, seni daima sevgi ile anacağım.

Tanrı’dan rahmet, kalanlara sağlık diliyorum…

Türkan Kutluay Merdol

Hacettepe Üniversitesi, Sınıf Arkadaşı

Prof. Dr. Tunçalp Özgen, Hacettepe’de öğrencilik yıllarına birlikte

başladığımız tarihten itibaren tanıdığım, başarılarına ve bilime yaptığı

katkılarına tanıklık ettiğim, kişiliği nedeniyle büyük sevgi ve saygı

duyduğum mükemmel bir insandır. Rektörlük yaptığı sürenin

2000-2006 yılları arasında, Hacettepe Üniversitesi Sağlık Teknolojisi


Yüksek Okulu Müdürü olarak katıldığım Senato toplantılarında, kendisini

daha yakından tanıma fırsatım oldu. Bir hekim olarak çok başarılıydı

ve alanında çok meşhurdu. Rektör olarak, çok daha büyük bir başarı

gösterdi. Olayları kavrama, çözüm üretme ve iletişim becerisi çok

yüksekti. Senato toplantıları çok verimli geçerdi ve çok kısa sürede tamamlanırdı,

bu becerileri ve tükenmez enerjisi sayesinde. Müdürlük

yaptığım dönemde rektörümüz olması benim için büyük şans oldu,

çünkü bölümümüz için aktardığımız sorunlara ve isteklerimize yaklaşımı

öylesine olumlu ve sonuç odaklıydı ki yapmak istediklerimize çok kolay

ulaştık. İsteklerimizin, kendisinin de çok önem verdiği toplum ve öğrenci

odaklı olması nedeniyle yaklaşımı çok yapıcıydı. Altı yıllık müdürlük

dönemimde bölüm arkadaşlarımızla pek çok etkinlik gerçekleştirdik. En

önemli özelliği, etkinlik davetlerinde aramızda olmaya büyük özen

göstermesiydi. Kongre açılışlarımızda, diploma törenlerimizde, yılbaşı

kutlamalarımızda hep aramızdaydı .

Bizlere verdiği destek ve sevgi nedeniyle,

yaşamımda çok özel bir yeri olan

Hacettepe yıllarıma ait özlemle

andığım yaşanmışlıkların büyük çoğunluğu,

müdürlük yaptığım döneme

aittir. Kendisine bu satırlar aracılığı ile

saygılarımı ve teşekkürlerimi sunmayı

bir borç biliyorum. Kendisini hep

saygı, özlem ve sevgiyle anacağım.

Mekânı cennet olsun...

Lale-Yamaç Taşkın

Hacettepe Üniversitesi, Sınıf Arkadaşı ve Eşi

Değerli bir dostun ardından….

Arayan, çağıran, birleştiren, toplayan, dostluk ve ışık saçan arkadaşımız.

O kadar ani ayrıldın ki aramızdan hâlâ alışamadık yokluğuna, akşamları

ev telefonumuz çaldığında ikimizin de aklına yine senin olabileceğin


geliyor. Sanki hâlâ buradasın, her an alo diyeceksin gibi…

Çok uzun yıllara dayanan bir arkadaşlık, eşlerimiz ve birlikte büyüyen

çocuklarımızla geçen çok güzel yıllar. Bu yıllar içinde Tunç’un varlığı her

zaman bizi mutlu etmiş, onun varlığından güç bulmuşuzdur. O her

zaman çevresini aydınlatan, dar zamanlarında destek olan vefakâr

arkadaşımız. Kaybın çok acı verdi.

Şerefli, başarılı, mutlu bir hayat yaşadı. Böyle bir hayat tek başına yaşanmaz,

Canan da aynı niteliklere sahip, aydınlık, başarılı bir insan ve

birlikte bu güzel hayatı kurdular ve sürdürdüler. Böyle insanlarla

arkadaşlık etmek bizim için bir şanstı, zevkti, onurdu ve onların ışığında

biz de aydınlandık.

Sevgili Tunç, hem meslektaş hem de dost olarak o kadar çok anımız var

ki… Mesleğinle ilgili yaptıkların, başarıların saymakla bitmez. Bunların

hepsi, (Türk Nöroşirürji Derneği) TND’nin senin için hazırladığı özel

sayıda yazılı zaten.

Hacettepeli olarak Hacettepe’ye rektörlüğün sırasında kattıkların için

her zaman minnettarız. O dönem Hacettepe adeta yükselişe geçmişti.

Hacettepe’nin daha iyi olması için ne çok çalıştın, ne çok başarıya imza

attın. O dönem bütün Hacettepe âdeta bir bütün olmuştu, bir dayanışma

ruhu doğmuştu, bunu bile tek başına ilişkilerindeki sihirli başarı ve

etrafına dağıttığın pozitif enerjin ile

sağlamıştın.

Rektörlüğün sırasında çok çalışıp

bunaldığın zamanlarda ailecek çıktığımız

kısa, neşeli seyahatleri hiç unutamayız.

Sadece o da değil, birçok seyahati senin

planlaman sayesinde yapmıştık.

Gençliğimizde sık yaptığımız hafta sonu

küçük gezilerimizde, akşam

toplantılarımızda grubu bir araya

getiren, “hadi” diyen hep sendin. Senin

sayende gezdik, toplandık, yedik, güldük,


eğlendik. İyi ki hayatımızda oldun.

Nasıl hayatta iken çalışkan ve tez canlı idi isen kaybın da öyle oldu.

Sessizce, aniden bir yıldız gibi zarifçe kayıp gittin. Ardında nasıl o kadar

çok insan/dost biriktirebildin bilemiyoruz ki. Seni uğurlamaya gelenler o

kadar kalabalık ve üzgündüler ki, belli ki o insanların hepsinin hayatına

bir şekilde iyilikle dokunmuşsun.

Hem dost hem doktor olarak ailemize yaptıklarını hiç ödeyemeyiz.

Unutmayacağız.

Bir dost, arkadaş, meslektaş, bir dayanaktın ama artık yoksun, senin

yokluğunla hayatımız eksildi, sanki yalnız kaldık.

Hep dualarımızda olacaksın, nurlar içinde huzurla uyu sevgili Tunç.

Sabahat Güven Tezcan

Hacettepe Üniversitesi, Sınıf Arkadaşı

Sevgili arkadaşım Tuncalp Özgen ile 1963 yılı Kasım ayında Ankara

Üniversitesi bünyesinde ikinci Tıp Fakültesi olarak kurulmuş olan

Hacettepe Tıp Fakültesi’nin ilk öğrencileri olarak üniversite eğitimine

başladığımız zaman tanıştık. Çoğunluk Türkiye’nin farklı yörelerindeki

devlet liselerinde, bazıları da TED veya diğer kolejlerde orta öğrenimini

tamamlamıştı, ayrıca 10-12 civarında askeri öğrenci de vardı. Sınıfımız

100 tıp ve 30 diş hekimliği öğrencisinden oluşmuştu. Hacettepe’de Tıp

fakültesiyle aynı yıl Diş Hekimliği Yüksekokulu da açılmıştı ve ilk üç

sınıfın hemen hemen tamamında ders programı ortaktı. O yıllarda tıp

fakültesi 1.sınıfı FKB (fizik, kimya, biyoloji) olarak adlandırılırdı ve tıp

öğrenimi için hazırlık sınıfıydı, amacı tıp dersleri için standart temel

eğitimdi. İlk yılda sınıf arkadaşları olarak birbirimizi tanımaya, yeni

ortama ve derslere uyum sağlamaya çalışıyorduk. Derslerimiz Ankara

Üniversitesi Fen Fakültesi öğretim üyeleri tarafından verilirdi. O yıl zor

bir yıldı ama çoğunluğumuz başarılı oldu ve ikinci sınıfa ( o zaman Faz

1,bugün Dönem 1) hücre komitesiyle başladık. Biyokimya dersleri Dr.


Pınar Özand tarafından veriliyordu. Kendisi çok genç, enerjik, çalışkan

ve âdeta hiç yorulmayan bir yapıdaydı, sınıfta hemen herkes tarafından

da seviliyordu, dersler çok zordu, okunacak kaynak olarak teksirler vardı

ama konuları anlamakta zorlanıyorduk. Ancak zamanla sınıfta Pınar

Bey’in bazı arkadaşlara daha yakınlık gösterdiği izlenimi oluşmaya

başladı. Çünkü sınıfta çoğunluğun anlamadığı konularda sorular soruyor

ve doğru yanıtlar alıyor, onları takdir ediyordu. Gözlemlere göre, bu

arkadaşların hemen hepsi özel kolejler, (özellikle TED)mezunu oldukları

ve hocanın da TED mezunu olduğu için onlara yakın davrandığı kanısına

varıldı. Önceleri görünürde sorun yok gibiydi, ancak zamanla örtülü

bir tepki sonucu o yıl ve sonraki klinik öncesi yıllarda hafif ayrışma

oluşmaya başladı, işte bu yıllarda Tuncalp dikkatli davranışlarıyla fark

edildi, Çünkü kendisi de TED mezunu olmasına rağmen liselilere karşı

daha özenliydi. Klinik staj yılları başladıktan sonra sınıfın kaynaşması

daha da arttı. Çünkü 7-8 kişilik gruplar olarak klinik servislerde gece,

gündüz birlikteydik, paylaşımlarımız, sorumluluklarımız birbirimizi

daha yakın tanımamızı sağladı. Böylece yıllar ilerledi ve 1969 yılında

Hacettepe Üniversitesi(1967 yılında Hacettepe Üniversitesi kurulmuştu)Tıp

Fakültesinden mezun olduk. Mezuniyetten sonra hepimiz

farklı alanlarda, çoğunluğumuz Hacettepe’de veya başka kurumlarda

uzmanlık eğitimlerimize başladık. Bu yıllardan itibaren de kendimizin

veya yakınlarımızın herhangi bir sağlık sorunu olduğunda doğal olarak

Hacettepe’de sorunla ilgili alanda çalışan arkadaşlar olarak ilk birbirimize

başvuruyorduk, Böylece arkadaşlarımızla daha da yakınlaşma oluyordu.

İşte o günlerden bu günlere kadar benim, eşimin, kızımın ve diğer

aile yakınlarımızın bir sağlık sorunu olduğunda, Tuncalp’in uzmanlık

alanı ile ilgili olsun olmasın her zaman samimi ilgisi ve desteğini gördük.

İnsanların hastalık, ameliyat, ölüm vb. olaylar nedeniyle yaşadıkları zor

zamanlarda arkadaşlarının gösterdiği ilgi genellikle unutulmaz. Ben,

eşim ve yakınlarım da sevgili arkadaşım Tuncalp’in böyle zor zamanlarımızdaki

o güler yüzlü, içten desteklerini hiç unutmayacağız. İlerleyen

yıllarda bilgi- becerilerimizi artırmak için yurt dışı eğitim dönemlerimiz

oldu, hem bu dönemler hem de eşimin görevi gereği Ankara dışında

olduğum yıllar da dâhil bizim dostluğumuz/arkadaşlığımızda bir


kopma olmadı, uzunca bir süre görüşmesek bile, ilk karşılaştığımızda

dostane paylaşımlarımız olurdu. Bu sohbetlerimizde Hacettepe’de

yaşadığımız sorunlar ana konularımızdı, Ben de bizden birisinin, yani

Tuncalp’in, rektör olması gerektiğini ve sıkıntıların çözümü için bunun

gerekli olduğunu belirtirdim. Sevgi dolu, samimi kişilik yapısı ve Hacettepe

sevgisiyle bunu başaracağından emindim. Bu konu açılınca da kendisi

bana ‘dur bakalım’ derdi. Sadece ben değil, Hacettepe’de görevli olan

olmayan sınıf arkadaşlarımız ile çok sayıda akademik ve/veya diğer

personelin çoğu onu bu göreve yakıştırıyorduk Çünkü hepimiz onun

sevilen sayılan kişilik özellikleri ve tüm donanımı ile Hacettepe Üniversitesine

önemli katkıları olacağından emindik. Bu beklentilerimiz 1998

yılında gerçekleşti, HÜTF ilk mezunlarından bir akademisyen, tüm

akademisyenlerin büyük çoğunluğunun oyu ile HÜ rektörlüğüne seçildi.

Hepimiz, herkes çok mutlu oldu. İki dönem, toplam 8 yıl süren

rektörlüğü döneminde Hacettepe Üniversitesinin, her fakülte, yüksekokul

ve enstitüsüne gereken ilgiyi gösterdi, desteği verdi. Bu dönemde

bana da iki idari görev verdi; önce Halk Sağlığı Enstitüsü (1-1.5yıl), sonra

da Nüfus Etütleri Enstitüsü müdürlüğü görevlerini yaptım. Birlikte

çalıştığımız bu yıllarda da arkadaşlık yanında, onun yönetici özelliklerini

de tanıdım. Birlikte çalıştığı insanları genellikle doğru seçtiğini, onlara

güvendiğini, yetki verdiğini, sorunlarını kısa sürede çözdüğünü, yapılan

iyi işleri takdir ettiğini gördüm ki bunlar bir yöneticide bulunması gereken

en önemli özelliklerdir. Ayrıca insani ilişkileri de çok iyiydi, hem

akademik, hem tüm sağlık çalışanları ile idari personele her zaman çok

sıcak ilgi gösterdi. Kendisine getirilen kişisel sorunların bile pek çoğunu

sabırla çözmeye çalıştı. İşte sevgili arkadaşım, bu özellikleri nedeniyle

herkesin kalbinde çok özel bir yerdeydi. Bunun neticesi olarak

sonsuzluğa da kimseye kısmet olmayan büyük sevgi seliyle uğurlandı

Işıklar içinde uyusun. O hepimizin kalbinde yaşamaya devam edecek.



Çalışma Arkadaşlarının

Anı Yazıları


YÖK’te Birlikte Çalıştığı Dostları

Nusret Aras

Ankara Üniversitesi Rektörü, YÖK Genel Kurul Üyesi

Sevgili arkadaşım, dostum Tunçalp,

Bugün aramızdan ayrılıp sonsuzluğa kavuştuğun gün. Tanrı beklenmedik

zamanda seni aramızdan aldı, sevenlerini acıyla sınadı. Aradan geçen

bir yıl içinde seni gerçekten unutmadık. Arkadaşların olarak birlikte

olduğumuz veya yalnızken sık sık sen de yanımızdaydın. Beraber

yaşadığımız acı, tatlı olayları anımsayarak üzüldük veya geçmiş mutlu

olaylarla tekrar sensiz olarak buruk bir mutluluğu yaşadık.

Seninle ilk kez karşılıklı oturup tanışmamız ve konuşmamız Hacettepe

Üniversitesi’ne Rektör seçildiğin zaman oldu. Ben komşu üniversite tıp

fakültesi dekanı olarak seni ziyaret etmeyi, kutlamayı arzu ettim. Birçok

ortak arkadaşımızdan senin iyi insan, hekim, başarılı bir cerrah ve bilim

insanı, sempatik bir kişi olduğunu biliyordum. Tek eksik yüz yüze

tanışmamış olmamızdı. Tebrike geldiğimde gösterdiğin samimiyet ve

yakınlıkla birbirimizi tanımadığımız günlere ait eksikliği de kısa zamanda

ortadan kaldırdık.

İkinci dönem rektörlüğe başladığında ise ben de Ankara Üniversite’sine

Rektör seçilmiştim. Bundan sonra yakınlığımız daha da arttı, birçok

çalışmada beraber olduk. Hatta bazılarında Türk Yükseköğretimi için

kader birliği yaptık, birçok arkadaşımızla birlikte birbirimizi destekledik.

Sık sık üniversite sorunları için çeşitli illerdeki üniversitelerde yapılan

toplantılara katıldık.

Bu yakın çalışmalar sonunda ailece de görüşmeye başladık ve bundan

keyif aldık. Sonunda Sayın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER

tarafından YÖK üyeliğine atandın. Bir denge unsuru olarak YÖK

Genel Kurulu çalışmalarında bazı arkadaşlarla birlikte üniversite

gerçeklerine uymayan kararların geçmesine ağırlığınızı koyarak engel


oldunuz. İçlerinde benim de bulunduğum birçok kişinin haksızlığa uğramasına

mani oldunuz.

Emeklilik sonrasında ise çok sevdiğin Beyin Cerrahisi ’ne bu sefer de

üniversite dışında yoğun olarak hizmete devam ettin. Zannederim

bundan büyük keyif alıyordun. Bir cerrah olarak biliyorum ki, bütün

cerrahlar yalnız kaldıklarında başarıyı yakalamaktan çok mutlu olurlar.

Her güzel yaşamın sonu olduğunu insan ve hekim olarak biz de biliyorduk.

Ancak vakitsiz ve hiç beklenmeyen bir zamanda hepimizi bırakıp

sonsuzluğa uçtun. Eksikliğini hep hissediyoruz. Anıların hep taze kalacak

ve unutmayacağız. Bir özdeyişe göre “insan hayattan kaybolduktan sonra

hatırlanmazsa ölürmüş” Bu senin için olanaksız. Yetiştirdiğin bilim insanları,

Dünya’da yayınlanmış eserlerin senin sonsuza kadar hatırlanmanı

sağlayacaktır.


Engin Ataç

Anadolu Üniversitesi Rektörü, YÖK Genel Kurul Üyesi

Çok değerli arkadaşım Tunçalp'i kaybetmenin üzüntüsünü yaşamaktayım.

Aynı dönemde rektörlük, daha sonra Yükseköğretim Kurulu'nda kader

birliği yaptığımız yılları unutmak mümkün değil. Tunçalp, Hacettepe

Üniversitesi'nin yetiştirdiği önemli bir bilim insanı ve Hacettepe Üniversitesi’nin

efsane rektörlerinden birisi olarak anılacaktır. Rektörlük yaptığı

sekiz yıl boyunca insancıl davranışları ve gerçekleştirdiği hizmetlerle hep

anılacaktır.

2000'li yılların başlarında YÖK Yasası’nda iktidarın yapmak istediği

değişiklikleri görüşmek için Üniversitelerarası Kurul’un belirlediği komisyonda

Tunçalp ile birlikte çalışmak, aynı görüşleri paylaşmak birbirimizi

daha iyi tanımamıza vesile olmuştu. Tunçalp, olumlu düşünen,

kararlı ve evrensel üniversite ilkelerinden taviz vermeyen tutumu ile

Komisyon çalışmalarına önemli katkıda bulunmuştur.

2005 yılında 10.Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet Sezer,

Tunçalp ve beni YÖK üyeliğine atadı. YÖK üyeliği yaptığımız dört yıl

boyunca yaşadığımız olaylar ve YÖK'deki değişim anılarımızda çoğunlukla

olumsuz olarak kalacaktır.

Görevlerimizi tamamladıktan sonra da Tunçalp ile dostluğumuz devam

etti. Nusret Aras, Mustafa İlhan, Fikret Şenses, Bülent Serim ile birlikte

sık sık buluşarak görüşmeyi sürdürdük. Maalesef o grubumuzdan

Tunçalp'i kaybettik ve Tunçalp'i özlüyoruz.

Canan Hanım ve Özgen Ailelerinin tüm fertlerine sabır diliyorum.

Sevgili dostum Tunçalp, mekânın cennet olsun, ışıklar içinde uyu.


Mustafa İlhan

Hacettepe Ümniversitesi, YÖK Genel Kurul Üyesi

Geç bulup erken kaybettiğim

Tunçalp ile Yüksek Öğretim

Kurulu (YÖK) Genel Kurulu

üyeliğimiz sırasında, aynı

doğrultuda görüşleri olan

beş arkadaştan (Tunçalp

Özgen, Mustafa İlhan,

Bülent Serim, Fikret Şenses

ve Engin Ataç) oluşan birlikteliğimizin

görevlerimiz

sonlandıktan sonra da devamı için aramıza Ankara Üniversitesi eski

rektörü Nusret Aras’ı da alarak her ay bir akşam yemekli bir sohbet

toplantısı yapıyorduk. Bu toplantıları Fikret zamanlıyor, Engin Eskişehir’den

gelip gidiyordu. İlk zamanlar Kızılay’daki Göksu Lokantası’nda

köşedeki yuvarlak masada buluşuyorduk. Tunçalp ve Nusret hastaları

tarafından çok sevilen cerrahlar olmaları yanında Ankara’nın iki büyük

üniversitesinin eski başarılı rektörleri olmaları nedeniyle de sosyal çevreleri

geniş olan arkadaşlarımızdı. İlk sohbet toplantılarımız bu

arkadaşlarımızın sevenleri tarafından sık sık “iyi akşamlar” dilekleri ile

kesiliyordu. Bu kesintileri önlemek için, diğer arkadaşlara çaktırmadan,

toplantı saatinden önce gelip sırtımı duvara veren sandalyeye oturuyordum.

Bülent ve Fikret de erken geldikleri için biz köşedeki yerleri kapmış

olduğumuz için Tunçalp ve Nusret’e arkası diğer masalara dönük sandalyeler

kalıyordu. Fıkralar ve tatlı anılarla süren sohbetimiz, kanımca,

daha az sıklıkla kesilir olmuştu. Sevilenleri sevenlerinden ayırmak ne

mümkün. Yemek bittikten sonra da birkaç seveni ile ayakta sohbet

devam ediyordu. Her şey ve her yer gibi Göksu da aynı Göksu değil artık.


Bülent Serim

Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı, YÖK Genel Kurul Üyesi

Sevgili Prof. Dr. Tunçalp Özgen Hocamı Anarken...

Tunçalp Hocamı, o Hacettepe Üniversitesi Rektörü, ben Cumhurbaşkanlığı’nda

görevli iken tanıdım. Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet

Necdet Sezer’in kimi toplantılarında birlikte olmuştuk.

Sonra yolumuz YÖK (Yükseköğretim Kurulu) üyeliğinde kesişti. Dünya

görüşümüz bizi çok kısa sürede kaynaştırdı. Hele YÖK, yapılan atamalarla

AKP yandaşı siyasal bir kimliğe bürününce, yakınlaşmamız iyice

arttı. Atatürkçü, çağdaş, aydınlanmacı, akıl ve bilimden yana, nitelikli

yükseköğretim yönündeki görüşlerimizi, Tunçalp Özgen, Fikret Şenses,

Mustafa İlhan, Engin Ataç hocalarım ve ben, yeni AKP’li Başkan ve

üyelere karşı birlikte sergilemeye başladık.

Önceleri görüş alışverişinde bulunmak üzere Tunçalp Hocamın muayenehanesinde

buluşuyorduk. YÖK’teki görevimiz sona erdikten sonra

birlikteliğimizi ayda bir yemeğe dönüştürdük ve “Göksu” geceleri

başladı. O yemeklerdeki unutulmaz sohbetlerimizin tadı hepimiz için

anıların en güzelini oluşturuyor. Kimi zaman ameliyat ya da hasta

muayenesi nedeniyle geç kaldığında, Tunçalp Hocamın o güzel

yüzündeki mahcup gülümseyiş hep gözlerimin önünde.

Öylesine nazik bir insandı ki, bel fıtığı şikâyetiyle muayenehanesine

gittiğimde, çıkışta görevli arkadaşın yanına uğramayayım diye beni

asansöre kadar yolcu etmesini asla unutamam. Aynı uygulamayı oğlumu

boyun fıtığı şikâyetiyle götürdüğümde de yineleyince, onun nezaketinin

yapmacık değil, doğal olduğunu anlamıştım.

Her sabah boyun ve bel hareketlerimi yaparken sevgili Hocamı dualarla

anıyorum.

Bir gün, Rektörlük odasında YÖK ile ilgili bir konuda çalışıyoruz.

Gözlerimden şikâyetimi dile getirdim. İhmale gelmez deyip hemen

toplantı masasından kalktı ve bir yere telefon etti. Beni bir görevliyle göz


bölümüne göndereceğini düşünmüştüm. Tunçalp Hocam, Hacettepe

Üniversitesi’nin rektörü, bana göz bölümüne kadar eşlik etti, beni, adını

sonra öğrendiğim Dr Cem Mocan’a eliyle teslim etti. Meğer

damadıymış; onu da sonradan arkadaşlardan öğrendim.

Dedim ya sevgili Hocam doğuştan nazik, ilgili, candan bir insandı.

Göz polikliniğine giderken tüm personeline selam verip hatırlarını

sorması, onun bir başka üstün niteliğini ortaya koyuyordu.

Sevgili Tunçalp Hocamın ailemize de büyük bir iyiliği olmuştu. Torunum

Çınar’ın Bilkent İlkokulu kreşine kabulünde esirgemediği yardımını

ömrüm durdukça unutmayacağım.

Onun gülen yüzü gözümün önüne geldikçe gönlüm gülüyor.

Sonra bu güzelliğin ebediyete göçtüğünü düşündüğümde yüreğim

sızlıyor.

Işıklar içinde uyu sevgili

Hocam.

İnsanlığa ve insanlara

yaptığın iyilikler hep

seninle yaşayacak.

Fikret Şenses

ODTÜ İktisat Bölümü, YÖK Genel Kurul Üyesi

Sevgili Dostum Tunçalp Özgen’in Ardından

Tunçalp Hocamızı ben önce, çeşitli ortamlarda duyageldiğim “ODTÜ

topluluğu başta olmak üzere herkesin yardımına canla başla koşan

Türkiye’nin en önde gelen beyin cerrahlarında biri” tanımlamasıyla ve

Canan Hanım’ın eşi olarak gıyabında tanıdım. Canan Hanım’la önce

ODTÜ’nün Yurtdışı Yayınları Özendirme Komisyonu’nda fakültelerimizin

temsilcileri olarak, daha sonra uzun yıllar Üniversitelerarası Kurul


Doçentlik Etik Komisyonu üyeleri olarak, daha yakın bir geçmişte ise

ODTÜ Senatosu üyesi olarak birlikte görev yaptık. Onun çalışkanlığı,

ilkeli duruşu, dürüstlüğü, konulara iyi niyetli yaklaşımı ve insaniyeti beni

de derinden etkilemişti. Tunçalp Hocamızı tanıdıktan sonra aynı

özellikleri onun da taşıdığına tanıklık ettiğimde, hocamızın Canan

Hanım’dan, çocuklarından ve torunlarından her bahsedişinde gözlerinden

okunan sevginin ve sıkı aile bağlarının sırrını bir ölçüde de olsa

çözmüş oldum.

Tunçalp Hoca’yla yüz yüze ilk karşılaşmamız Eylül 2005’de Yüksek

Öğretim Kurulu (YÖK) üyesi olarak ilk genel kurul toplantısına

katıldığımda gerçekleşti. Beni “kırk yıllık dostmuşuzcasına” sıcak” bir

şekilde karşıladı ve iyi dileklerini iletti.

YÖK üyeliğimiz sırasında genel kurul ve yüksek disiplin kurulu

toplantılarında temel konularda görüş birliği içinde olduk. Türkiye’nin

Yükseköğretim Stratejisi Raporu’nu (Şubat 2007) hazırlayan komisyon

üyeleri olarak birlikte görev yaptık. Elimizden geldiği ölçüde üniversitenin

evrensel değerlerini savunmaya çalıştık. YÖK Genel Kurulu’nun üye

yapısının değiştiği dönemde, bu değerlerden sapmalar görüldüğünde

uyarı görevimizi yazdığımız karşı oy yazılarıyla, basın açıklamalarıyla

yerine getirdik. Kendimizi belirli bir mücadelenin içinde bulduk, bir

anlamda bu değerlerin savunulması bağlamında “dava arkadaşlığı”

yaptık.

Bu dönemde Tunçalp Hocamızın sabah saat 10’da başlayan Genel

Kurul toplantılarına en az bir ameliyat yapmış olarak en erken gelen

üyelerden biri olduğuna, görüşmelere aktif katılımına, yıkmadan

dökmeden yaptığı eleştirilere, insan ilişkilerindeki ayrımcılıktan uzak

nezaketine ve yardımseverliğine, istisnasız herkesin saygı ve sevgisin

kazandığına yakından tanıklık ettim. Ekim 2005 sonrasında, Avrupa

Birliği Tarama Süreci’nde Yükseköğretim alanında oluşturulan altı

kişilik müzakere heyetinde Yükseköğretim Kurulu'nu temsilen görev

aldık ve bu bağlamda Brüksel’e birlikte birkaç yolculuk yaptık. Anadolu’da,

“insanların gerçek değeri yolculukta belli olur” derler. Bu seyahatlerimiz

boyunca Tunçalp Hocamızın her türlü övgüyü hak eden tutum


ve davranışları bu deyişi doğrular nitelikteydi. Yakın dostluğumuzun

temelleri bu dönemde atıldı.

YÖK görevimiz sona erdiğinde Nusret Aras, Engin Ataç, Mustafa İlhan

ve Bülent Serim dostlarımızla birlikte, yaz dönemi dışında üç-dört haftada

bir, akşam yemeklerinde buluşmaya başladık. Tunçalp Hocamız bu

yemeklere de çoğu kez ameliyattan çıktıktan sonra gelir, yorgunluğunu

bize hiç hissettirmez ve hemen sohbetimize her zamanki sevecenliğiyle

katılırdı. On seneyi aşan bu dönemde Tunçalp Hocamızın bütün

dostlarının (ben de dâhil) sağlık sorunlarıyla yakın ilgisini her koşulda

asla esirgemediğini, mesleğine olan tutku derecesindeki bağlılığını,

sevecenliğini, dostluğa verdiği değeri bir kez daha yakından gözleme

şansını elde ettim.

Engin Ataç’ın konukseverliğinde bu dostlarımızla birlikte Eskişehir’e iki

günlük bir gezi yapmış ve çok iyi vakit geçirmiştik. Bunların yanında,

Tunçalp Hocamızın güler yüzlülüğünü, ince mizah duygusunu ve şivesel

aslına uygun olarak tatlı tatlı anlattığı fıkraları unutmak mümkün mü?

Bilinen hikâyedir; bir köy mezarlığında mezar taşlarının üzerinde yaşam

sürelerinin 1 ay, 1 yıl, 5 yıl gibi çok kısa sürelerle belirtildiğini gören bir

yabancı, “ bu köyde neden herkes bu kadar erken öldü?” diye sorduğunda

“biz sadece insanların gerçekten mutlu oldukları sürelerin toplamını

yazarız mezar taşlarına” yanıtını almış. Bu akşam yemeklerinde diğer

dostlarımızla birlikte Tunçalp Hocamızla geçirdiğim saatleri de ben hep

bu kapsamda değerlendirdim. Birlikte ülkemizin sorunlarını tartıştık,

futbol konuştuk, güldük söyledik, dostluğumuzu hep yürekten hissettik.

Bir insan başka ne isteyebilir ki? Son yemeklerimizden birinde kalp

rahatsızlığından söz etmiş ama bizi üzmemek için fazla ayrıntıya

girmemişti.

İzmir’deydim. Yolum sahile düştü. Nedense birden bir banka oturup

e-postama bakma ihtiyacı hissettim. ODTÜ öğretim üyeleri listesine

gelen bir mesajdan acı haberi aldım. İnanamadım. Daha birkaç gün

önce akşam yemeğinde birlikteydik. Ağlamaklı bir sesle ortak

dostlarımızı aradım. Gerisini hepimiz biliyoruz. Hacettepe’de en büyük

salona sığmayan, camide ve mezarlıkta dolup taşan dost ve meslektaş


toplulukları onun önemli bir bilim insanı, yetkin bir cerrah, sevilen ve

saygın bir hoca ve rektör olarak ne kadar etkili eser ve izler bıraktığını ve

ne kadar çok sayıda dost biriktirmiş olduğunu bir kez daha kanıtlamış

oldu. Sadece Hacettepe değil, ODTÜ topluluğu da onun hatırası

önünde çok anlamlı ve duygu yüklü mesajlar yazdı; onu başta yardımseverliği

olmak üzere eşsiz kişiliğiyle saygı ve sevgiyle andı.

Tunçalp Hocamızın kaybı beni de çok sarstı. Ne yazık ki, benim

döktüğüm gözyaşları da onu geri getirmeye yetmedi. Onu ben de saygıyla,

sevgiyle ve özlemle anıyorum. Canan Hanım başta olmak üzere ailesine

ve yakın dostlarına bir kez daha başsağlığı diliyorum. 25 Aralık 2019


Rektörlükte Birlikte Çalıştığı Dostları

Erol Belgin

Rektör Yardımcısı

Değerli İnsan’a

Yarım aşırı çoktan geçti tanışalı Değerli İnsan’la.1964 yılının Ekim ayı,

yeni girmiştim Hacettepe’ye. Kulüp kurmuştum Müzik üzerine; Türk ve

Klasik Batı. Her hafta plak dinletisi yapılacaktı öğrencilere. Dual pikap

gerek dediler plak dinletmek için .Nasıl bulabilirim ki dedim bu pikabı

ben ? Tıp dönem iki öğrencisi Tunçalp Özgen’in ağabeyi Eralp Özgenlerin

evinde varmış dediler. Nerede bulabilirim dedim, derste dediler. Bekledim

dershanenin önünde, tanıştık. Çekinerek anlattım isteğimi. Hoşuna

gitti. Ertesi gün yanıma geldi “pikap tamam” dedi Aylarca her hafta bu

pikabı değerli ağabeyinin evlinden aldım. Klasik Batı müziği sunumlarımız

gerçekleşti .Güzel üniversitemize nitelikli hizmetlerinin başlamasının

ve bu kimliğe hayranlığımın 56.yılı bu yıl.. Akademik ve mesleki

yaşam sürecimde benim tellerime dokunup çok güzel bestelerle benim

beynimi ve ruhumu onaran ve sekiz yıl birlikte çalışma şansı veren değerli

insanı minnet ve şükranla anıyorum…

Çocukken yansımış yüreğinin güzelliği yüzüne.


Hiç kimse inanmaz “Bıraktı gitti ”sözüne. Tüm gönüllerde yaşıyorsun ve

hep yaşayacaksın, özünle. Huzurla uyu, Güzel İnsan:

HİÇ GİTMEMİŞ GİBİSİN

Hızlıydın, ne mümkündü yetişmek sana.

Üniversitenin birimlerini gezerdik koşarak

Biz asansör beklerken beş katı çıkardın uçarak

Bizi karşılardın odada, oturmuş çayını içerken

Ahmet ve ben nefes nefese ,sen sakin ve gülerek..

Çok mükemmel bir şofördün pilot gibi, uçak bile yetişemezdi hızına.

İstanbul yolculuğumuz olmuştu Üniversite’nin bir işi için birlikte.

Direksiyon sende idi tam 3.5 saatte Bağdat Caddesine geldik...

“Ah sen olmasan 2.5 saatte gelirdim Erol” demiştin bana...

“Yavaş rektörüm” dedim giderken.

“Ellerimi çıkarırsam camlardan, kanat olurum uçarız uçak gibi”.

Hızımız 200 km/s, rengim sapsarı,

“Çıkar istersen kollarını dene”, deyip iki tarafın camlarını açtın…

İşlerimiz bitmiş akşam dönüyoruz, hava karardı.

“Çok yoruldunuz ben kullanayım da biraz dinlenin” demiştim.

Vermiştin direksiyonu.

Verdin ama gönülsüz.. Bakışından sezdim, düşük hızı sevmezdin.

Ben arabayı 110-120 km hızla sürüyorum, Off sesleri geliyor arkadan.

“Bu kadar yavaş gidersen sabaha varırız Ankara’ya,

Hızlan Erol biraz ya da ben geçeyim tekrar ”demiştin.

Verdim direksiyonu çaresiz..


Mükemmel cerrahi yeteneğin örnek insani değerlerinle bütünleşti;

Hacettepe gibi bir üniversitenin yönetiminde model oluştururdu.

Yorgundun, yarımdı uykuların ama hiçbir görevini yarım bırakmadın.

İş seyahatlerimizde makam arabasında giderken uykun gelirdi.

Başını koltuğa dayar, 10-15 dakika kestirir; huzurla uyanırdın.

Dinlenmiş, dingin gözlerin çakmak çakmak

“Ohh uykumu aldım” derdin.

Sanat’ın her dalında, Müzik, Resim, Heykel, Bale, Folklor, Tarihi

Eser…

Hiç bir sanatsal etkinliği yalnız bırakmadınız siz ve sevgili Eşiniz..

İstanbul’daki tarihi antikacılara giderdik birlikte, dolaşırdık saatlerce.

Beğendiklerinizi kendi cebinizden ödediğiniz paralarla alırdınız.

Hâlâ birçoğu üniversitemiz mekânlarına koyduğunuz yerlerde duruyor.

Tevcihin ile Konservatuvara Müdür olarak atanmıştım. Yıl 2005..

Senfoni Orkestrası sanatçıları; birkaç öğretim elemanı ve öğrenciler,

Birçoğu kadrosuz ve hiç ücret almadan gönüllü görev yapıyorlar.

Kaybolmak üzere olduklarını, kadro gerektiğini ifade etmiştim.

Bir hafta içinde 33 adet öğretim görevlisi kadrosu göndermiştin.

Öğrencilik yıllarında başlayan hizmet aşkının katlandığını gördüm.

Merkez Kampüs’de inşaatlardan sorumlu olarak görevli idim.

Belediye’den 49 yıllığına kiralanmış parkı düzenliyorduk.

Buraya bir kafe binası yapma düşüncem için izin istedim.

Yapabilirsin ama tek şartım var, adı “Geyik Kafe” olmalı demiştin.

Her geçişimde önünden o izin gününün heyecanını yaşarım…


Birlikte çalıştığımız sekiz yılın her günü ayrı

bir özellik taşır.

Anlatmaya başlarsak kitaplara sığdıramayız

bu güzellikleri.

Üniversitemize aşıladığın ilkeler, değerler ve

güzel eserler,

Her yıl yeni yapraklar verir çiçekler açar,

mis kokulu

Bu güzel kokular bizleri besler, özletir seni,

yaşatır sonsuza dek…

Nuran Özyer

Rektör Yardımcısı

Hiç akla gelir miydi?

8 Mart 2019 Cuma gecesi çalan telefonumu açtığımda, Didem’in

ağlayarak “hocam, Tunçalp hocayı kaybettik “ deyişini kendisine kaç kez

tekrarlattım, bilemiyorum. Ne demek ”kaybettik?”, kendisiyle daha yeni

konuşmuştuk, bir akşam hep birlikte yemeğe gidecektik. Morga giden

yolda hâlâ “bunda bir yanlışlık var” diyordum eşime. Daha sonra tabutunun

başındaki saygı duruşunda bile “ hadi hocam, bu şaka biraz fazla

uzadı, kalkın artık.“ diye bağırasım geliyordu içimden. “Ölümü hiç akla

gelmezdi” denir ya... Demek Tunçalp hocam da, ölümü hiç akla gelmeyenlerdenmiş.

Aslında hocam, tam kendine yakışır bir biçimde aramızdan ayrıldı. Her

zaman ki gibi yine aceleci davranmıştı. Kendisiyle bir yere yürüyerek

gideceğimiz zaman “arkadaşlar biz çıkalım, hoca bize yetişir nasıl olsa”

derdim, Gerçekten de bize yetişir ve çoğu kez birlikte yürürken biz yine

gerisinde kalırdık. Ne var ki, bu kez zamanı ayarlayamamıştı, hocam.

Gitmek için daha çoook erkendi...

2005 yılında Üniversitemizin Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü iken


rektör beyin benimle görüşmek istediği iletilip Rektörlüğe gittiğimde,

hoca bana “Nuran, düşündük, rektör yardımcısı olmanı kararlaştırdık ”

deyince, öylece kalakaldığımı hâlâ çok iyi hatırlıyorum. Bu görev benim

için elbette ki büyük bir onurdu, ama ne kendimle ne de ailemle düşünebilmiştim

aniden oluşan bu yeni durumu. Her şey yine çok ani ve hızlı

gelişmişti.

O güne kadar sadece Senato ve Yönetim Kurulu toplantılarından ya da

Enstitü ile ilgili konuları konuşmalarımızdan tanıdığım Tunç hocamı

birlikte çalışırken çok daha yakından tanıma fırsatım oldu. Laik,

demokrat ve cumhuriyetçi bir bilim insanı, başarılı bir beyin cerrahı ve

başarılı bir yönetici olmasından öte, öncelikle çok iyi bir insandı. Sevgi ve

iyilik dolu kocaman bir yüreği vardı. Ailesine ve Hacettepe’ye olan sevgisi,

çalışırken onu motive eden en büyük etkenlerdi. “Haklı da olsanız

hiçbir zaman kimseye karşı kinle, öfke ile davranmayınız” derdi. Kendisi

de herkese hep öyle davrandı. Çok zeki bir insandı, ama bir o kadar da

çok kuvvetli bir hafızası vardı. Öyle ki, üniversitenin akademik ve idari

personelinin adlarını neredeyse ezbere bilirdi; şayet tanıştıysa eşlerinin

bile.

Hızlı düşünür, ani karar verir ve verdiği bu ani kararlarda çok az

yanılırdı. Çok çalışkan, vizyon sahibi, olumlu, yorulmak bilmeyen,

mücadeleci, azimli ve tuttuğunu koparan bir insandı, Tunç hocam. Lider

olarak doğmuştu. Üniversitenin yararı için yapamayacağı hiçbir şey

yoktu. Üniversitede birçok yeni ve önemli projelere imzasını atan

hocamız, üniversitemiz için çok önem verdiği Toplam Kalite Süreci ve

EUA değerlendirmesi için yürüttüğümüz çalışmalarda, her zaman

maddi ve manevi çok büyük destek verdi. Her akşam, günün genel

değerlendirmesi için yaptığımız uzun süren toplantılarda yediğimiz

salatalık ve havuca isyan ettiğimde, “kilo almamak için“ derdi, ama ben

sonunda dayanamayıp masada duran çikolata paketinden gizlice bir

tane aldığımda, kendisi de alırdı ve bir bakardık ki çikolatalar bitmiş.

Dayanamadığı iki şeydi, çikolata ve kola.

Üniversitenin eğitim ve öğretim faaliyetlerine verdiği önemin yanı sıra,

kültür ve sanat alanlarındaki projelere de çok fazla değer ve destek veren


hocamızın, üniversite-toplum ilişkisinde çok önemsediği, kurulmalarında

kendisinin ön ayak olduğu üniversitemiz Senfoni Orkestrası’nın,

Türk Sanat ve Halk Müziği korolarının konserlerinde, açmış olduğu

“Sanat Müzesi” ya da Galerideki sergi açılışlarında duyduğu heyecan ve

coşku, her daim yüzünden açıkça okunurdu.

Kendisiyle çalıştığım yıllarda özenle saklayacağım o kadar çok fazla anı

var ki, sayfalara sığmaz. Fakat kısaca şunu söyleyebilirim: hocamla birlikte

yönetimde çalıştığım yıllar, yaşamımın belki en zorlu ama bir o kadar

da en huzurlu ve en yararlı yılları olmuştur.

Hani Anne Frank hatıra defterinde “ben öldükten sonra da yaşamak

istiyorum” der ve gerçekten de hâlâ yaşıyor ya... Öldükten sonra

yaşayanlara bence şimdi biri daha eklendi: TUNÇALP ÖZGEN.

Siz bizlerden ayrılsanız bile, hep yaşayacaksınız, sevgili hocam.....

Atilla Konaç

Genel Sekreteri

Aziz ve çok sevgili Rektörüm,

Sizi başlık yapıp neler yazacağımı düşünmeye başladığım zaman işimin

zor olacağını anladım.

Bir yerden başlamak gerekiyordu, başladım:

YÖK’teki Genel Sekreterlik görevimden 1999 yılı yaz başlarında istifa

ederek emekliye ayrıldım. Niyetim biraz da evimle, bahçemle uğraşmak

arkadaşlarla daha çok vakit geçirmekti. Arkadaşlarımın hemen tamamı

“Hacettepeli” idi. Günlük konuşmalarımız da haliyle hep Hacettepe

ekseninde sürüyordu

Gündemimizin birinci maddesi de yaklaşan rektörlük seçimi idi. Seçim

bitti, beklediğimiz gibi siz büyük bir ekseriyetle seçilip, atandınız.

YÖK’ten önceki uzun çalışma hayatım, kuruluş yıllarından beri


Hacettepe’de geçtiği için sizi de, öğrencilik yıllarından Canan hanımı da

tanıyor, çok takdir ediyordum. Ayrıca da çok önceleri 1975 yılında değerli

hocamız Aykut Erbengi’nin beni ameliyat ettiği zaman siz de başasistan

olarak doktorlarım arasında idiniz.

Daha ben sizi tebrike gidemeden sizden bir telefon aldım. Beni bir

konuyu görüşmek üzere RV’de bir akşam yemeğine davet ediyordunuz.

Güzel bir yemekten sonra ”Bak Atila‘cığım, ben Rektör oldum. Sen bu

Üniversitenin Kurucusu ve sonraki bütün Rektörlerine genel sekreterlik,

sonra da 15 yıl YÖK genel sekreterliği yaptın. Bu birikiminle şimdi de

beraber Hacettepe’ye yeniden hizmet verelim” dediniz. Yürekten bir

Hacettepeli olarak böylesine bir teklife hayır diyemezdim. Kabul ettim.

Bu defa da sizin genel sekreteriniz olarak başlayan Hacettepe’deki ikinci

görev yıllarım sadece benim için değil, birlikte çalıştığımız bütün diğer

arkadaşlar için de çok mutlu ve verimli bir çalışma dönemi oldu.

Mesleğinizde çok, çok iyi olmanız yanında rektörlük görevine henüz

başlamış bir öğretim üyesi olarak değil de, sanki 40 yıllık bir rektör gibi

yönetim konularında bizleri hayretlere düşüren uygulamalarınız ve

kararlarınıza sekiz yıl boyunca defalarca tanık olduk.

Çok zeki, çok dürüst, çok çabuk, çok çalışkan, çok kadirşinas, çok hakşinas,

çok zarif ve çok sevimli idiniz.

Hacettepe’yi öyle seviyor onunla öyle bütünleşiyordunuz ki her

gördüğünüz güzelliği ona taşımak istiyor, her gittiğiniz ülkeden Hacettepe

için mutlaka yeni bir fikir, yeni bir proje getirip onları uygulamak için

gecenizi gündüzünüze katıyordunuz.

Sevgili eşiniz Canan Hanım ve yavrularınızla hiç dinlenmeden koştura

koştura, istediğiniz gibi çok kaliteli bir ömür yaşadınız.

Şimdi, siz nasıl bizleri burada bırakarak aniden gittiyseniz ben de bu

yazımı sonuç bölümü olmadan bitiriyorum.


Rahime Nohutçu

Rektör Danışmanı

Prof. Dr. Tunçalp Özgen’i öğrenciliğimden itibaren uzaktan tanıyor

olmama karşın Rektörlüğü döneminde yakından tanıma ve birlikte çalışma

şansına sahip oldum. Bu birlikte çalışma süreci tüm Rektörlük görevi

boyunca sekiz yıl devam etti. Bazı insanları tanıdıkça hayal kırıklığına

uğrarsınız, inancınızı ve saygınızı her geçen gün biraz daha

kaybedersiniz. Bazı insanları ise tanıdıkça saygınız artar, görünenin ve

bilinenin ötesinde çok daha farklı derinlikler, incelikler ve özellikler

bulursunuz. Tunçalp Hoca benim için tanıştığım günden itibaren hep

ikinci grupta oldu. İçtenliği, enerjisi ve heyecanı ile çevresinde daima

pozitif bir atmosfer oluşturduğuna inanıyorum. Tunçalp Hoca deyince

aklıma gelen ilk özellikler neler diye kendime sorduğumda cevabım,

“bitmek bilmeyen enerji, heyecan, içtenlik, Hacettepe sevgisi ve aidiyeti”

oluyor her seferinde… Tükenmek bilmeyen enerjisi, çalışkanlığı, inancı

ve ayrıcalıklı vizyonunun Hacettepe sevgisi ile birleşmesinin doğal

sonucu olarak Hacettepe Üniversitesi’ne Rektörlüğü döneminde son

derece önemli ve değerli kazanımlar sağladı.

Tüm bu özelliklerinin yanında, insani yönü de çok güçlü olan Tunçalp

Hoca’nın insan sevgisi de en belirgin özelliklerinden biriydi. Bütün öğretim

üyelerine hiç duraksamadan isimleri ile hitap etmesini her zaman

şaşkınlıkla, bir o kadar da hayranlıkla izledim.

Sevgili Tunçalp Hocam, satırlarımı size hitaben bitirmek isterim. İyi ki

vardınız, iyi ki sizinle çalışma fırsatım ve şansım oldu. Sizden çok şey

öğrendim. Öncelikle; inanç, çalışkanlık, Hacettepe sevgisi ve aidiyet

duygusu ile her zorluğun aşılabileceğini, Hacettepe Üniversitesi’ne

hizmet etmenin, onun uğruna saatler, günler ve geceler harcamanın

aslında çok keyifli bir serüven olduğunu…


Didem Reisoğlu

Özel Kalemi

Değerli Hocam,

Sizin ne kadar eşsiz olduğunuza dair yüzlerce yazı, duygu bildirimi,

mesaj oluştuğuna eminim.

Ben bu eşsizliğe yakından tanıklık etmiş olmaktan ötürü kendimi

fazlasıyla şanslı sayıyorum.

Sizinle paylaştığımız zamanlarda yaşadığımız acı, tatlı, komik, absürt,

inanılmaz onlarca anıyı hiç unutmayacağım. Elbette bunların bana

kattıklarını da..

1999’dan bugüne kadar hayatımdaki en önemli figürlerden biri oldunuz.

Çalışkanlık insanın içinde var ise, dağların devrilebildiğini sizden öğrendim

ben..

En yoğun, en zor, en yükü ağır mesailerin altındayken herkesin tükendiği

anda sanki sabah yeni uyanmış gibi olan enerjinizle ve düşünmüş,

sindirmiş, sakinleşmiş ruh halinizle her şeye yeniden başlayarak, tüm

ekibinizi nasıl omuzladığınızı ve motive ettiğinizi hayretler içinde yıllarca

izledim.

Rektörlük göreviniz süresince hayata geçirdiğiniz değerli birçok projenin

yanı sıra hayat verdiğiniz müze ve orkestra gibi değerlerin sadece üniversitemize

değil, tüm topluma katkınız olduğu yıllar geçtikçe daha iyi

anlaşılıyor.

Yoğun mesainizi akademik ve idari personelle geçirirken, insana insan

olduğu için değer verme düsturunuzla herkesin kalbini fethettiniz.

Değerli ailenize gösterdiğiniz özenle herkese, hepimize örnek oldunuz.

Değerli Canan Hanım, Burçe ve Dalsu beni her zaman ailenin bir

parçası hissettirdiler. Bu da sizin o hiç bitmeyen sevginizin sonucudur.

Her zor günümde yanımda olduğunuzu asla unutmayacağım. Sonsuz


müteşekkirim.

Gözünüz arkada kalmasın hocam; sizin ifadenizle ‘vatan borcu’ addettiğiniz

yaşam biçiminiz, hem hekimliğinizde, hem de Rektörlüğünüzde

büyük fedakârlıklarla adanarak var ettikleriniz, çocuklarınızın, torunlarınızın

ve hayatına dokunduğunuz hastalarınızın, öğrencilerinizin,

çalışma arkadaşlarınızın akıllarında, gönüllerinde hep yaşayacak ve

gelecek nesillere aktarılacaktır. Asla unutulmayacaksınız..

Değerli Hocam,

Cumhuriyetimizin kuruluş ilkelerini hedef edinmiş bir vatan evladı

olarak toprağınızın koynunda sonsuza kadar rahat uyuyun..


Muayenehanede Birlikte Çalıştıkları

Nesrin Aktaş

Muayanehane Sekreteri

Yıl 2007, Aralık ayının son günleri. Tunç Hocam Rektörlük görevini

bırakmış muayenehanesini açacakmış ve bir sekreter arıyormuş. Pınar

Orbey Hanım’ın aracılığı ile Tunç Hocamdan bir randevu alındı.

Görüşmeye gittiğimde kapının üzerinde sadece Dr. Tunçalp Özgen

yazısı vardı. Mütevaziliği oradan başlıyordu. Zile bastım kapıyı beyaz

saçlı, gülen yüzüyle tonton biri açtı. Adını çok duymuştum ama Tunç

Hocamı ilk kez görüyordum. O hâli hiçbir zaman gözümün önünden

gitmedi. Önce biraz oturup sohbet ettik sonra muayenehaneyi gezdirdi.

Babacan tavrı hep vardı. Görüşmemizi bitirdikten sonra anahtarı

uzatarak "Yarın başla" dedi. Başladığımız gibi çalışma hayatımızı büyük

bir saygı ve sevgi ile sonlandırdık. Böyle bir insanla çalışma imkânı

bulduğum için çok şanslıydım. (Pınar Hanıma da bana bu imkânı

sağladığı için sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum). Tunç Hocam çok iyi bir

dinleyici ve yol göstericiydi. Hiçbir zaman kırıcı olmadı; çok kızdığında

bile tek yaptığı şey dişlerini gıcırdatmaktı. Anlardım ki canı bir şeye

sıkılmış. Hepimize çok büyük dayanak olmuştu. Her zaman naif ve zarif

bir insandı. Kibir, Tunç Hocamda olmayan bir özellikti. Hastaları onun

için çok önemliydi ve onlara çok değer verirdi.

Sevgili Tunç Hocam, 11 yılda o kadar çok anılarımız oldu ki onlarla her

zaman yaşayacaksınız. Mükemmel bir hekim, mükemmel bir kişilik

olarak sizi sevgi ve özlem ile daima hatırlayacağım. Aşağıda bir anımı

paylaşacağım

Tunç hocamın ameliyatının olduğu günlerden biriydi. Bir gün öncesinden

Çağlar Hanım’a “Bankaya gideceğim biraz geç gelebilirim siz erken

gelir misiniz?” dedim. “Olur.” dedi. (Sabahları kapıyı hep ben açıyordum

çünkü.) İnandım. Rahatça bankaya gittim zaten saat 9.00’da işleme

başlıyorlardı. Numaramı aldım bekliyordum. Aradan biraz zaman geçti,


hocamdan aşağıdaki selfi mesaj geldi. Çok şaşırdım. Hemen hocamı

aradım. O sakin sesiyle “Ben geldim kimse yok.” dedi. Meğer Çağlar

Hanım daha gitmemiş. “Hemen geliyorum hocam.” dedim, ve durumu

anlattım. “İşini hallet, acele etme.”

dedi. Meğer ameliyat ertelenmiş hocam

da erkenden muayenehaneye gelmiş.

Ufacık bir kötü söz bile etmedi, ama

çektiği selfi bana yetti. Muayenehaneye

gidince birlikte çok güldük. Ama bu

olaydan sonra ameliyatı olduğunda geç

geleceğim zaman Tunç hocama da bilgi

vermeye başladım. Bana nazik tavrıyla

çok güzel bir ders verdi... Güzel bir

baskın yemiştik Tunç hocam tarafından

:)

Tunç Hocamın “Geç kaldın neredesin?

selfisi.

Necip Aymergen

Koruması

Hayatımın 17 yılını unutulmaz tecrübeleriyle dolu dolu yaşadığım

hocam, babam, her şeyim diyebileceğim tek insan..

Ailecek en çok güvendiğimiz, sevdiğimiz eşsiz biriydi.

Hocam yokluğunuza hâlâ alışamadım. Her geçen gün özleminiz giderek

artmakta. Yeriniz asla doldurulamaz.

Sevgili babam, seni asla unutmayacağım. Nurlar içinde yat..


Çağlar Özer

Muayenehanede Birlikte Çalıştığı Hemşiresi

Aramızdan ayrılışınızın birinci yalında sizin için bu cümleleri kaleme

almak ne kadar zor olsa da aynı zamanda çok da anlamlı. Sizinle geçirdiğimiz

5,5 yıl boyunca benim çok fazla bilgi biriktirmemi sağladınız.

Hem tıp alanındaki engin bileğilerinizi benimle paylaştınız, hem de

insani yönünüzle bana çok şey kattınız. Benim için kıymetinizi ve değerinizi

kelimelerle ifade etmek çok zor ve eminim ki sizi tanıyan herkes için

de bu böyledir. Sizinle seneler içerisinde çok fazla güzel anı biriktirdim

hocam. Bu güzel anılar her zaman benimle yaşayacak. Sizi çok özlüyor

ama hep yanımda olduğunuzu da biliyorum. Işıklar içinde uyuyun

hocam.

En derin saygı ve sevgilerimle



Hacettepeli Dostlarının

Anı Yazıları ve Mesajları


Fatma Acun,

Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü

Doçentlik sınavını yeni vermiş ve hemen ardından kadro talebinde

bulunmuştum. Ancak, talebime olumlu cevap verilmemiş, iki yıl daha

beklemem gerektiğini söylenerek daha fazla makale yazmam tavsiye

edilmişti. O dönemde, üniversitemizin kriterleri YÖK'ün kriterlerinden

daha yüksek olduğu için, genellikle, önce sınava girilip, unvan alınıyor,

iki yıl kadar sonra da kriterler yerine getirilip kadroya müracaat ediliyordu.

Fakat ben, ileriyi düşünerek, doğrudan Üniversitemizin kriterlerini

yerine getiren bir dosya hazırlayıp doçentliğe müracaat etmiş ve ilk

girişte sınavı geçerek unvanı almıştım. Böylece, iki yılı daha beklemeyecektim!!!

Ancak, ısrarla, beklemem ve makale yazmam isteniyor, üniversitemizin

kadro kriterlerini sağladığıma bakılmıyordu bile. Yazlı kural

yerine, sözlü kuralların olduğu, bunlara göre kadro dağıtıldığı söyleniyordu

sürekli. Bu durumda, rektörümüz Sayın Tunçalp Özgen'e durumu

anlatıp yardımını istemekten başka çarem kalmamıştı. İlk görüşmemizde,

değerli hocamız konuyla yakından ilgileneceğini söyledi. İsmimi de

öğrenmişti. Mutlu oldum… Fakat bir yandan da, onca işinin arasında,

vakit bulamayacağını, ismimi de unutacağını düşündüm. Aradan bir ay

geçti geçmedi, Tunçalp hoca ile Beytepe'de bir konferansta

karşılaştığımızda ismimle hitap edip ilgili kişilerle görüştüğünü bana

söylemesin mi? Çok şaşırdım. Özellikle de ismimi unutmamasına...

İlerleyen zamanda, konuyu benden fazla takip ettiğini, her gördüğünde,

"çözmemize az kaldı" dediğini hatırlıyorum. Neticede, değerli

hocamızın yakın ilgi ve uğraşısıyla, kadromu aldım... Aradan epey

zaman geçti... Değerli Tunçalp hocamız, emekli olduktan, sanırım

birkaç yıl sonra bir kokteylde karşılaştık. Bana yine ismimle hitap etmesin

mi? Aradan en az üç-dört sene geçmişti, ismimi hâlâ hatırlıyordu.

Hafızasıyla büyülendim. Sadece benim değil, yanımdaki arkadaşlarıma

da ismiyle hitap ediyor, hal hatır soruyordu. Müthiş bir hafıza ve hatırlama

yeteneği vardı değerli hocamızın… Hak edene hakkını teslim etme

duygusu, adaletli yönetim anlayışı ve demokrat kişiliği, en belirgin

vasıflarıydı değerli hocamızın. Bizlerde, silinmeyen, her daim saygıyla


anacağımız anılar, izler bıraktı. Kendisini saygıyla ve şükranla anıyor,

aziz ruhuna rahmet diliyorum.

Buket Akkoyunlu

Eğitim Fakültesi Dekanı

Tunçalp hocamız hepimize o kadar çok şey kattı ki, vizyonu, yöneticilik

anlayışı, şefkati, insana verdiği değer, ülkemize olan sevgisi ve daha

burada sayamayacağım birçok özelliği ile çok şey öğretti. Yeri doldurulmaz,

hocamızın. Ama çok şanslıydım ki kendisini tanıma, birlikte çalışma

imkânını buldum. Eksikliğini hep hissedeceğiz. Nur içinde yat

hocam.

Ayşe Akın

Halk Sağlığı Anabilim Dalı

Tunçalp Özgen'in ardından...

Bir ömre kaç hayat sığar? - Self Gazette’de Ayşegül Özgen tarafından

anlatılanların eksiği yok fazlası var...

Sağlığımı borçlu olduğum beni iyileştiren hekimim, HÜ deki son beş

yılımda çok yakın çalıştığım Rektörüm... Mükemmel bir insanı, değerli

bir bilim adamı ve ayrıcalıklı bir hekimi, unutulmayacak bir Rektörü

çook erken kaybettik. Nurlar içinde yatsın. Onu tanıyanların unutması

mümkün değil...

Düzenlenen törenin sade katılanların sayısı değil, içtenliği, üzüntünün

derinliği ve şaşkınlığı anlatılacak gibi değildi...


Uğurhan Akyüz

Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı

Canan Özgen hocamdan “Değerli Hacettepeliler, Değerli Dostlarımız”

diye başlayan mesajı aldıktan sonra ne yazabilirim diye düşündüm, çok

sürmedi konu bulmak.

Sıralamasız öylece aklıma gelenler: Henüz Rektör seçilmeden önce

tanışmıştık Tunçalp hoca ile. Kazandığı ilk seçimin hemen akşamında

Nöroşirurji Bölümünde küçük bir grup birlikte idik! 7 Nisan 2003 günü

16.00’da telefon etmiş “evrakların tamamlandı hayırlısı olsun”, 9 Nisan

19:00’da ise “kutlarım” demişti! Profesörlük belgemi Tunçalp hocadan

aldığım anki heyecanım hala taze! Ankara’da açtığım tüm kişisel sergilerime

gelerek beni onurlandırmıştı. Onun yönlendirmesi sonunda Grafik

Bölümüne bir proje yapmış, bölümü bilgisayar ve diğer ekipmanla

donatmıştık. KKTC Yakın Doğu Üniversitesinde görevlendirildiğimde

yanımdaydı. Hastalandığımda niye haber vermedin diye fırçalamıştı;

babamın rahatsızlığını duyunca onu çağırmış, bizzat ilgilenmişti.

Fakültenin etkinliklerinde mutlaka bulunmaya çalışırdı. Sanatı çok sever,

sanatçıya değer verirdi. Devlet Sanat Ödülü aldığımda nasıl mutlu

olmuştu! Onun koruyucu şemsiyesi altında yüzlerce insanla tanışmıştık.

Tunçalp hoca Rektör olarak atandıktan sonra kendisini fakülteye davet

etmiştim ve gelmişti. Fakülte koridorlarında bir rektörün ilk defa

göründüğü zamandı. İkinci rektörlük seçiminde benim de adım ilk altı

arasında YÖK’e, oradan da ilk üç arasında Cumhurbaşkanına gitmişti!

Cumhurbaşkanından onay beklenirken bir toplantıda: “Bak bir de

Uğurcan atanırsa yaktı bizi” diyerek güldüğünü hatırlıyorum! Hele

fıkralar! Daha nice anılar ve bende onlarca fotoğraf!

Yukarıda aktardığım; virgül veya nokta ile ayrılmış her konu üzerinde

ayrı ayrı yazılabilecek anılar ve yaşanmışlıklar içerse de; Tunçalp

hocanın bendeki en derin izi 28 Mart 2005, Pazartesi günü tarihlidir. O

gün çok farklı bir şey oldu!

Tunçalp hocanın o günkü konuşması ile aklıma gelenleri ve


yaşadıklarımızı yazacağım, paylaşacağım. Değişik zamanlarda ve

ortamlarda, değişik içerikli pek çok konuşmasına tanık olmakla beraber

o günkü konuşması hep benimle kaldı Tunçalp hocanın!

Tunçalp hocanın rektör yardımcılarından biri de Ahmet Göğüş idi!

Gözlemlediğim kadarı ile; her ikisi de 1946 doğumlu olmakla beraber

aralarında bir abi-kardeş ilişkisi gibi derin, saygıya dayalı bir dostlukları

vardı. Tunçalp hoca, Ahmet Göğüş’ün görüşlerine çok önem veriyordu.

İşte; Üniversitemiz Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Ahmet Göğüş için, 28

Mart 2005, Pazartesi günü Sıhhiye Yerleşkesi’nde düzenlenen cenaze

töreninde Tunçalp hocanın yaptığı konuşmanın son cümlesidir paylaşmak

istediğim!

Törene katılanlar hatırlayacaklardır, Tunçalp hocanın konuşması şöyle

bitti: “Rektör yardımcısı olarak ben seninle çalışmak istiyorum diye ona

teklif götürdüğümde “bir yanlışını görürsem çeker giderim” demişti

bana! Şimdi soruyorum, ben ne yanlış yaptım da böyle çekip gittin?

Her ikisi de nurlar içinde olsun!

Benim için önce insan, sonra hoca ve rektördü!

Saygı, minnet ve rahmetle!

Ferhat ARIK

Mezun, Mustafa Kemal Üniversitesi Sosyoloji Bölümü

2004-2008 yılları arasında Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü öğrencisi

oldum. 2010-2017 yılları arasında da yine aynı bölümde yükseköğrenimimi

araştırma görevlisi olarak tamamladım.

Lisans öğrenimim sürecinde Tunçalp hocamızın Rektör olduğu döneme

ait küçük bir anımı paylaşmak isterim. Beytepe’de yurtta kalmaktaydım,

hafta sonu Kızılay’a gitmek üzere otobüs durağında beklemekteydik,

durakta karşılaştığım iki arkadaşla birlikte. Mercedes marka bir araç

sıraya doğru yaklaştı ve birkaç metre gerimizde durdu ve şoför arka


koltuktan kişisel malzemelerini alarak bagaja koydu ve bana bakarak

seslendi “Gelin çocuklar gideceğiniz yere kadar bırakayım”. Göz teması

kurmadık, bizi çağırana değil de Mercedes’e odaklanmıştık sanıyorum.

Orta sınıf ve altı bir ailenin sahip olamayacağı ve önemli bir sınıf göstergesi

olan Mercedes hemen yanı başımızda ve hizmetimizdeydi. Üç

arkadaş araca bindik, ben arkaya oturdum, oldukça rahat hareket ediyorum,

zira koltuklar çok rahat, yayılmışım…

Bir yandan da muhabbet ediyoruz, bölümlerimizi soruyor hoca (hoca

mı, memur mu artık kimse), ben Sosyoloji deyince hocalarımızı sayıyor,

nasıl gidiyor, memnun musun, zorluyorlar mı diye soruyor cevaplıyorum

fakat herkesi tanıması da beni şaşırtıyor. Daha sonra yurtta durumlar

nasıl, sıkıntı var mı diye soruyor, yurtlarda o dönemde sıcak su sıkıntısı

olduğunu belirtiyoruz. O sorunun giderildiğini söylüyor, biz ise seviniyoruz

arkadaşlarla bakışarak. Ayrıca eşimiz, dostumuz, akrabamız

kampüse girerken nizamiyede izin verilmiyor, çok sıkı bir denetim var,

galiba rektörün talimatı bu yöndeymiş, güvenlik o şekilde cevap verdi

deyince ben, “benim öyle bir talimatım olmadı” yanıtını almamla

arkada koltukta yayılmış rahatça oturduğum yerden hızlıca doğruluyorum.

Şaşkınlık ve heyecan içerisinde rektörün aracında olduğumuzu

anlıyoruz. Bu defa daha detaylı sohbet etmek istiyor bizimle. Hem

bölümde hem yurtta hem kampüsteki sıkıntılarımızı, beklentilerimizi

soruyor. Bu arada ben bölüm temsilcisiyim, ÖTK üyesiyim, bu bağlamda

bazı sorunları konuşmak istiyorum ve Sıhhiye Köprüsü üzerinde

duruyoruz arabanın içerisinde, şu anda hatırlayamadığım, fakat 15

dakika olarak tahmin edebileceğim bir sohbet gerçekleştiriyoruz. Sohbet

sonunda her zaman kapısının açık olduğunu ve her türlü talebimizi

kendisine iletebileceğimizi söylüyor ve ayrılıyoruz…

Bir rektörle sohbet etmenin haklı gururu içerisindeyim, aslında

ulaşılamaz gibi görünen bir durum birden siliniveriyor zihnimde,

normalleşiyor, özgüvenim artıyor. Kendimi daha değerli hissediyorum

ve varlığım daha da anlamlı kılınıyor, bunu hissediyorum…İnsana

dokunan yalnız değildir…


İsmihan Artan

Çocuk Gelişimi Anabilim Dalı

2000’li yılların başıydı sanırım. Ben

Çocuk Gelişimi Bölümü’nde genç bir

doçenttim, Tunçalp Hocamız da üniversitemizin

rektörü.

Bir yaz ayıydı, bölüm başkanımız bölümle

ilgili bir belgeyi rektörlüğe iletmemi

rica etti. Öğrencilerimiz yaz stajı için

kurumlardaydı ve ben de rektörlüğe

belgeyi teslim ettikten sonra staj denetlemeye

gitmeyi planladım. Bilenler bilir,

Çocuk Gelişimi stajları çok hareketli olur.

Çocukla çalışmak zordur. Eğilip,

kalkmak, yere oturmak, zıplamak, bazen

koşmak zorunda kalırsınız. Çocukla

çalışabilmek için daha rahat bir şeyler

giyersiniz. Ben de bir kot ve tişört giymiştim.

Elimde belge ile rektörlüğe girdim.

Sanırım sıcaktan dolayı hocamızın da

kapısı açıktı. Belgenin geldiğini telefonla

haber verdiler. Ancak o sırada sesimi

duymuş olmalı ki, içeriden seslendi:

“İsmihan mı oradaki?” “Evet, hocam”

dedim ama üstümde kot olduğu için

görünmek istemiyorum, sesim kısık.

“Gel” diye seslendi. Hocamı çok severim,

onunla konuşmak beni çok gururlandırır

ama üstümde kot var, ayağımda lastik ayakkabılar… O kadar mahcup

durumdayım ki. Utana sıkıla girdim yanına. Staj olduğunu, onun için

böyle giyindiğimi kem küm söyledim. Beni oturttu karşısına. Bir tatlı,

keyifli, öğretici sohbet başladı. Artık kılık kıyafet kimin umurunda?


Çocuk gelişiminden girdik sohbete, en son hatırladığım çocuklukta

kazanılan doğa sevgisi, çocuklara enerji tasarrufu nasıl öğretilmeli, suya

duyarlı çocuklar yetiştirmek gibi konulardı.

Sonradan çok düşündüm o günü. En çok, beni sesimden tanımış

olmasından etkilendim. Böyleydi işte Tunçalp Hoca. Hepimizi tek tek

bilir, tanır, değerli hissettirirdi. Yolda karşılaşınca “sen kilo mu aldın

biraz” bile derdi. Genç bir doçenti odasına buyur etmiş, karşısına almış,

sohbet etmişti. Muhtemelen odaya giren İsmihan ile çıkan arasında fark

vardı. Ne güzel şey kendini değerli hissetmek! Daha da güzel şey,

karşısındakine kendisini değerli hissettirebilmek!

Figen Batman

Gastroenteroloji Anabilim Dalı, Manevi ablası

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencisi Tunç, Stajyer Tunç,

intern Tunçalp Özgen, Nöroşirürji asistanı Tunç, Uzman, Doçent,

Profesör Doktor Tunçalp Özgen ve nihayet Hacettepe Üniversitesi

Rektörü Tunçalp… Tüm bu “Tunç”lara ilaveten; son sözlerim, iyi bir eş,

iyi bir baba, tüm bu özelliklerinin belki de en başında iyi bir hekim ve iyi

bir eğitmen, ama çok iyi bir insan olması gelir.

İlk yıl asistanı olarak Hacettepe Üniversitesi’ne başladığımda, Tıp

Fakültesi’nin ilk öğrencileri arasındaki Tunçalp Özgen ile İç

Hastalıklarına stajyer olarak başladığı zaman tanıştım. O zamandan

sonra onun Figen Abla’sı oldum. Tunç’ların bir grubu vardı; Tunç,

Şevket, Süleyman ve Metin. İntern oldukları zaman da ben kıdemli

asistan olmuştum. Hep beraber nöbet tutardık. Hastaların EKG’leri,

kan laboratuvar bulguları, kan bankasında kan hazırlatılması gibi işleri

hep beraber yapardık. Bu yoğun işler arasında esprilerin bini bin para!

Ablaları olarak ben; onların gönül problemlerini, siyasi görüşlerini

tartışır ve aklım erdiğince onlara yol gösterirdim. Daha sonraki senelerde

tez çalışmaları, yurt dışı eğitimleri, evlilikler, baba olma, onların

sorumluluklarını yüklenmek gibi hayatın getirdikleri “abla-kardeş”


ilişkimizi daha da perçinledi. Tunçalp Özgen benim kardeşimdi. Benim

hekimliğime de çok güvenirdi. İç Hastalıkları ve Gastroenteroloji vakalarını

benimle paylaşırdı.

Hacettepe’de Bölüm 71’in bir ucu Nöroşirurji, bir ucu da Gastroenteroloji

idi. Bizler sabah karanlığında Hacettepe’ye geldiğimiz için bazı

günler odama girdikten beş dakika sonra telefon çalar, telefonun ucunda

Tunç’un sesi ile karşılaşırdım. “Figen Abla gel biraz dertleşelim” derdi.

Kahve içerken Osman Ekin Özcan da orada olurdu bazen. Hep beraber

bazı sorunları tartışır; en sonunda da Tunç bize bir fıkra anlatır

güldürürdü.

Rektör adayı olmak istediğinde bana da fikrimi sordu. Ben de “Tunç, sen

insanlara sağlıkları için çok gereklisin. Hastaların sana ihtiyacı var. İdareci

olursan, hem mesleğini yapmak, hem de idari görevler seni çok yorar

”dedim. Ama kafasına koyanı yapan birisiydi. Gitti, mezun olduğu

üniversiteye rektör oldu. Bence Hacettepe’yi yükselten, adını yurtiçi ve

yurtdışında daha çok duyuran bir rektörlük süreci yaşattı bizlere. Yayınlarıyla,

eğitimiyle, yenilikleriyle, sanatıyla ve Atatürkçülüğü ile Hacettepe’ye

çok şey kattı. Emekli olduğum zaman, “Abla, mesleğini bırakma.

Ben şimdi hastalarımı kime danışacağım?” dedi. Hiç unutmam; ben de

ona dedim ki “Tunç; sen de emekli olduğun zaman ailene ve kendine

zaman ayır. Çok yorulduk, biraz dinlenelim”. Ama yine beni dinlemedi.


Hep çalıştı… hep çalıştı…

Son üç dört senedir yaz aylarında İzmir Çeşme’ye on-on beş günlük

tatile gelirdi. Ben de Urla’da olduğum için, civarda bulunan tüm eski

Hacettepelilerle birlikte olurduk. Bir gün bana dedi ki “Abla bu sene iki,

üç ay Çeşme’de kalmak istiyorum”. Ben de “çok sevinirim Tunç. Ne

güzel daha çok görüşürüz” dedim. Ama…

Tunçalp Özgen, Hacettepe Üniversitesi için, hastaları için, tıp ve beyin

cerrahisi camiası için bir idoldür. Ve bence daima öyle kalacaktır.

Benim için de hep kardeşim olarak kalbimde yaşayacaktır.

Ayşe Batman

Figen-Baysal Batman’ın Kızı, Manevi Kızı

Sekiz yaşımdayken geçirdiğim kulak operasyonundan miras kalan baş

dönmelerim, seneler sonra nüksetmiş, beni bir ay yataktan kaldıramamış,

en son el ve bacaklarda uyuşma şikâyeti de eklenmiş ve biz 29 Ekim

2005 Pazar günü kendimizi Hacettepe’nin hastane koridorlarında

bulmuştuk. KBB bir taraftan gerekli olan tetkikleri yaparken, bir taraftan

da “Nöroşirurji görsün” demişti. Cumhuriyet Balosu Çankaya

Köşkü’nde devam ederken sana haber uçmuş

ve yaklaşık yarım saat sonra sen de bir

“Süpermen” edasıyla hastaneye yanıma

uçmuştun. Ben, muayene odasından çıkmış

ve koridorda annem ve bir arkadaşımla

sohbet ediyordum ki senin sesini duydum.

Kafamı çevirdiğimde gördüğüm manzara

şuydu; önde, arkasından sarkan penguen

kuyruklu siyah frakın ve yanında Canan

Teyzemle beraber yürüyor, arkana da

yaklaşık on kişilik bir asistan heyetini takmış

bana yaklaşıyordun. İşte o an şikâyetlerime

çarpıntı ve titreme de eklendi. İçimden


“ayvayı yedin kızım sen Ayşe!” diye geçirdim. “Güzelim naber? Ne oldu

bakayım sana?” diyerek yanıma gelip beni rahatlatışını mı unutayım?

Yoksa ertesi gün çektirmem için beynimi yediğin MR sonuçlarının temiz

çıktığını öğrendikten sonra rektörlük makamında “Canan Teyzen

görmesin bak!” diyerek lüplettiğimiz enfes çikolataları mı unutayım?

Çeşme’den Urla’ya geldiğinizde Metin Amca’mın şaraphanesinde “Ayşe

içeride Necmettin (Pamir) var. “Nerde o kız? Neden ayrılmış bakayım

benim yamacımdan?” diye seni soruyor” diyerek beni kandırıp yine bir

titreme krizine soktuktan sonra arkamdan şen bir kahkaha patlatışını mı

unutayım? Yoksa “Ayşe sen önden git ben yolu bulamam” diyerek benim

kılavuz şoförlüğüme güvenini mi unutayım? Yoksa şaraphanenin

bahçesinde “Ayşe ne olacak bu Beşiktaş’ın hali? Bak yine şampiyon

olamadınız? Sen artık bırak bu takımı, gel seni Fenerli yapalım?” diye

beni kızdırışını mı unutayım?

Annem kalp krizi geçirdiğinde beni koridorda ilk sen karşılamıştın. 5.

Kata kadar üçer beşer çıktım merdivenleri. Koroner Yoğun Bakımın ana

kapısını açtığımda birkaç kişiyle beraber durum değerlendirmesi

yapıyordunuz. O kalabalığın arasından bir an göz göze geldik. İnsanları

yara yara bana gelip “Ayşe mucize!” diye sarılışını mı unutayım? Yoksa

hastanede yattığımız her gün odaya gelip “Abla sigarayı bırak! Abla

sigarayı bırak!” diye tembih edişini mi? Yoksa en sonunda annemin sana

“Tunç söyleyip durma! Ben sigarayı bıraktım!” diye bağırışını ve bizim

kıs kıs gülerek odayı terk edişimizi mi?

Yaklaşık bundan üç sene önce geçirdiğim rahatsızlığın tanı aşamasında,

meğer ben seni ne kadar da korkutmuşum Tunç Amcam? Meğer bana

hiç çaktırmamışsın da o güzel kafacığından ne kötü senaryolar

geçirmişsin! Amerika’dan yine bana yetişmiş ve rahatlatmıştın. Dönmene

on gün vardı ama ben de annem de beklemeye razıydık. Yeter ki

sen görmeliydin beni! Yine bir MR macerasına yolladın beni ama bu

sefer hem o can hemşiren Nermin Hanım’la hem de anneciğimle şüphelendiğin

olasılıkları paylaşmış ve çok endişelenmişsin. Şikâyetlerimi

dinlerken hep dişlerini gıcırdatırdın. Durumun ciddi olup olmadığını

oradan anlardım. O süreçteki her konuşmamızda dişlerin birbirine


girmişti gıcırdatmaktan. Her hafta en az iki defa görüşürdük seninle.

Hep beni “Ayşeciğim naaber güzelim?” diye arar; ağrım olup olmadığını

sorardın. MR sonucu temiz çıktığında eminim ki üzerinden tır geçmiş

gibi oldun. Ağrılarım devam ediyordu ama “hepsi geçecek güzelim.

Ameliyattan sonra hepsi geçecek!” diye beni rahatlatırdın. Ve en önemli

ne biliyor musun? Sen bu dünyadan gitmeden, ameliyattan sonra iyileşip

sana geldim ve “Geçti Tunç Amcam! Ergin Amca ameliyatım yaptı ve

artık hiç ağrım yok!” diye sarılmış olabilmem ve yine senin muayenehanende

bu sefer “diyabetik” olanlardan da olsa güp güp kutlama

çikolatası yemiş olmamızdı.

2007 yılında rektörlüğünün son dönemlerinde kısacık da olsa beraber

çalışabilmiştik. Hastane koridorlarında beni elimde evraklarla koştururken

her gördüğünde “Ayşecim nereye böyle? Ne koşuyorsun bakayım

sen yine? Bu da anası kılıklı! Pıtı pıtı atom karınca gibi koşuyor” derdin

yanındakilere. En çok da seni M Salonu’ndaki konuşmalarınla hatırlıyorum.

Çünkü hitabetinle, ses tonunla, duruşunla, karizmanla, vurgu ve

tonlamalarınla o kürsüyü dolduran çok az kişiden birisin sen! Hep ağzım

açık seni dinler, hayranlıkla izlerdim konuşmanı.

Vefatından bir hafta önceydi. Annemle Çayyolu Semt Pazarı’nda

haftalık alışverişe gelmiştik. Yeşillik satan bir tezgâhın önünde seninle

karşılaştık. Sarıldık, sohbet ettik. “Emir büyük yerden Abla. Canan

elime listeyi verdi. Yolladı beni pazara ” diye espriler yapıp

gülüşmüştünüz annemle. Hatta 2019 Mart sonunda 29 Martta annemin

evinde bir davet verecektik. Kararlaştırmıştık. Hani senin hep dediğin

gibi “Abla bizi bir topla!” dediğin gibi. Tarih senin için de çok uygundu.

Bize geliyordunuz! Belki Dalsular ve Uzay da gelirdi? Ne çok sevinmiştik

annemle! Ama işte kısmet olmadı!

Sonra bizi o tezgâhın sahibi abiyle tanıştırdın. Meğer sen yıllardır

oradan alışveriş yapıyormuşsun ve hatta o adamcağızın ailesinden birkaç

kişiye de o melek kalbinle deva olmuşsun. Senin gidişinden iki hafta

sonra tek başıma gittim o tezgâha. Abiyi buldum. “Ooo hoş geldiniz!”

dedi. Gözleri etrafta seni aradı hep. Fark ettim. Ağlamaya başladım.

“Bacım ne oldu? Otur şöyle” dedi bana. Kelimeler ağzımdan zar zor


çıktı. Abi duyunca “Vay benim doktorum! Vay benim doktorum!” diye

dövünmeye başladı. Beraber ağlaştık. Şimdi her hafta senin için o abiye

gidiyor ve oradan alışveriş yapıyorum. Hep anıyoruz seni.

Benden hep iki şey isterdin sen; birini burada söylemeyeceğim, o “Tunç

Amca-Ayşe” sırrı olarak kalsın, diğeri de doktora yapmamdı. Birincisine

bir şey diyemiyorum halen, ama olursa bahçene gelip ilk sana haber

vereceğim. Söz! Ama doktora için sana güzel haberlerim var; 1,5 senem

kaldı. Artık tezimi yazıyor ve bitiriyorum kısmetse. O teze katkıların çok

büyük. O yüzden tezimi ithaf edeceğim kişilerden birisin… Biliyorsun.

Biliyorsun ki hayatımda iki büyük ölüm yaşadım küçük yaşımda. Çok

sevdiğin babacığımı, yani senin Baysal Abini ve teyzeciğimi kaybettim.

Ama ikisi de hastalardı. Hastalıklarının sonu da belliydi. Alıştırıyor insan

kendini bir şekilde. Ama ani vedaları hiç sevmedim ben Tunç Amcam.

Böylesi hiç olmadı! Evet; giden için en kolay, en acısız, en rahat yolculuk

tarzı ama geride bıraktıkların için kabullenilmesi çok güç. Ama biliyorum

ki gittiğin yer cennet ve sen orada hem babacığımla, hem çok

sevdiğin arkadaşın Ahmet Göğüş’le, hem de diğer can dostlarınla iki lafın

belini kırıyor; yine Hacettepe’yi kurtarıyorsunuz. Biz de Dalsu’yla

ODTÜ’de karşılaşıyor, ayaküstü sohbetlerimizde seni anıyor; Figen

Ablan da Canan Teyzemle koyu sohbetler ediyor, hatta Burçe Abla

geldiğinde de Çeşme’de çay içiyor, Metin Amcamlarda da senin şerefine

kadeh kaldırıyoruz. Kısacası; biz iyiyiz. İyi olmaya da devam edeceğiz.

Merak etme.

Şimdi söyle bana; bu kalp seni unutur mu?

Ruhun şad olsun Tunç Amcam. Mekânın cennet olsun. Babama sevgilerimi

ilet lütfen.

Türev Berki

Ankara Devlet Konservatuvarı Müzikoloji Bölümü

Hacettepe’ye atanmamdan iki hafta sonra, değerli büyüğüm Tevfik


Orbey ile birlikte, Tunçalp Hoca’ya teşekkür ziyaretinde bulunduk.

Kahvelerin yudumlandığı keyifli bir sohbetin sonunda, hiç beklemediğim

bir soru bekliyordu beni:

“Türev, müzikte doktora var mı? Bundan kastım, bizdeki Sanatta Yeterlik

değil. PhD unvanı alınabiliyor mu müzikte?”

“Evet hocam. Dünya genelinde, müziğin kuramsal alanlarında oldukça

yaygın. Fakat yorumculuk söz konusu olduğunda, farklı tercihler var.”

“Peki, bu konuyu araştırıp, bana anlatır mısın?” Bugün itibarıyla hangi

üniversitelerde var, hangilerinde yok? Yorumculuk için farklı alternatifler

neler?”

“Memnuniyetle hocam. Ne kadar bir süre tanırsınız bana?”

“Ne kadar istersen. Hazır olduğunda Didem’i ara; bir zaman ayarlayıp

buluşalım.”

Üç hafta sonra, 300’e yakın üniversitenin müzik programlarını didik

didik etmiş halde, Didem Hanım’ı aradım; hazır olduğumu bildirdim.

Hemen ertesi gün, beklenen cevap geldi:

“Türev Hocam, önümüzdeki Çarşamba saat 10:00’da Rektörlüğe bekliyoruz

sizi.”

“Didem Hanımcığım, sunumu tepegöz kullanarak yapmayı düşünüyorum.

Rektörlükte vardır, değil mi?

“Elbette hocam. Hiç sorun olmaz; biz ayarlarız.”

Sizce, aldığı bu güvence; hayatı provalarda - ve akla hayale gelmedik

türlü teknik aksaklıklarla mücadele içinde - geçen bir konser piyanistinin

içini rahatlatır mı? Elbette hayır! Beklenen iç ses, girdi devreye: “Rektörlükteki

tepegöz ne durumda acaba? Mesela, lambası yansa sunum

sırasında, yedeği de bulunmazsa, ne yaparız? Mahcup olmaz mıyım

Tunçalp Hoca’ya? Sonra, kendi tepegözüme bu kadar alışkınken, kolay

olacak mı oradakine hemen adapte olmak?”

Randevu günü, kan-ter içinde, bir nakliye şirketi elemanı gibi süzüldüm,

Rektörlüğün kapısından. Tahmin edeceğiniz üzere, elde tepegöz...

Kocaman bir sırt çantası; içinde kitaplar, broşürler, bloknotlar, muhtelif

çap ve ebatlarda kalemler...


Didem Hanım, Rektörlük Ofisi girişinde karşıladı beni:

“Türev Hocam, ne diye zahmet ettiniz? Senato Salonu’nda her türlü

ekipman hazır.”

“Senato mu? Hoca’nın ofisinde olmayacak mı sunum?”

“Rektör Bey, bazı Hacettepeli hocaları da davet etti. O yüzden,

toplantının daha büyük bir salona alınmasını istedi.”

Bu haber, son provamın - önceliklere oranla - daha gergin geçmesine

neden oldu: Acaba kimler davetli? Ne gibi sorularla karşılaşırım? Ya

içlerinde, söyleyeceklerime muhalefet edecek sanatçılar varsa?

Saat tam 10:00’da kapı açıldı: Önde, her zamanki dinamizmi ve güler

yüzüyle Tunçalp Hoca; hemen arkasında, çoğuyla ilk kez karşılaştığım

15-20 kişilik bir akademisyen grubu.

“Didem, toplantımız uzun sürecek. Çok acil bir durum olmadıkça bana

telefon bağlamayın. Bugün önemli bir konuyu tartışacağız; müzikte

doktora!”

O üç saati, yaşamımın en mutlu anlarından biri olarak gördüğümü söylesem,

inanın abartmış olmam! Peki, böyle düşünmeme ve hissetmeme

neden olan şey neydi? Bu soruya, bugünün penceresinden baktığımda,

bulduğum yanıtlar şunlar:

İlki, Tunçalp Hoca’nın vizyonu: Binlerce öğrenciye, yüzlerce çalışana, iki

devasa kampüse sahip bir büyük üniversitede, günlük yönetsel rutini dahi

zora sokacak onca acil soruna rağmen, müzikte doktorayı düşünen,

tartışan bir rektör...

İkincisi ise, Tunçalp Hoca’nın liderliğinde yaratılan demokratik tartışma

ortamı: Salonda bulunanların eşit düzlemde olduğu, ele alınan konunun

tarafsızlıkla ve özgürce sorgulandığı, rektörün, konuşmaktan ziyade,

çalışma arkadaşlarını dinlemeyi tercih edip zarafetle yönlendirdiği ideal

bir fikir platformu...

İşte o gün, Hacettepe’ye gönülden bağlandım; bir neferi olmaktan onur

duydum. Ve şüphesiz, bunu Tunçalp Hocama borçluyum.


Işık Ayata Bildacı

Çevre Mühendisliği Bölümü

Yazacak, anlatacak o kadar anı var ki! O kelimelere, sayfalara, kitaplara

sığmayacak, az bulunur bir hoca, bir arkadaş, bir dost, bir ağabey idi.

Sizlere onunla tanışmamı ve birlikte ilk çalışmamızı anlatacağım.

Yıl 1991, Çukurova Üniversitesi’nden Hacettepe Üniversitesine yeni

tayin olmuşum. Hem doğup büyüdüğüm Adana’dan ayrılmanın verdiği

moral bozukluğu, hem de yeni konulan hipofiz adenum teşhisi yüzünden

gitmediğim doktor kalmaması ve bir çözüm bulunamamış olması

beni manen yormuşken çalıştığım bölümdeki arkadaşlardan biri bir de

Tunçalp hocaya git, hipofiz adenomu bir de o görsün dedi.

Moralimin yerlerde süründüğü günlerden birinde, tüm cesaretimi

toplayıp olumsuz bir yanıt alabilecek olmanın verdiği korku ve huzursuzlukla

yanımda bütün tahlil sonuçlarım, başka bir doktor randevusundan

dönerken, o arkadaşımın tavsiyesini yerine getirmeye ve Tunçalp

hocadan randevu almaya karar verdim.

Sekreterine gittiğimde yerinde olmadığını gördüm. Baktım odasının

kapısı açıktı, o kapının her zaman açık olduğunu ve hiçbir personele

kapalı olmadığını daha sonra öğrenecek ve böyle bir yönetici ile çalışmaktan

gurur duyacaktım.

Başımı açık kapıdan uzatarak, “Hocam randevu almak istemiştim, ama

sekreteriniz yerinde yok” deyince, “Mesele nedir?” dedi. Anlattım.

Ağlamaklı, umutsuz, yorgun bir ses tonuyla kısacık anlattım. Fazla vaktini

almaktan da çekiniyordum.

“Yanında hastalığınla ilgili herhangi bir tahlil, sonuç, görüntü var mı”

dedi.

“Hepsi yanımda Hocam” dedim.

Dosyayı aldı ve büyük bir dikkatle inceledi.

“Bu salgı bezine benziyor, senin bir şeyin yok” dedi.


Şok olmuştum, sevineyim mi? Üzüleyim mi? Güveneyim mi? Karar

veremiyordum, dilim tutulmuş Hoca’ya bakıyordum. Sesim titreyerek

“Ben şimdi ne yapayım diye sordum”.

“Git hayatını yaşa, ama şu kadarını bil, bundan sonra çocuğun olmaz”

dedi. “İyi ya varsın olmasın” dedim. “Bana güvenme, belli olmaz, olabilir

de” dedi.

Gözyaşlarımı tutarak teşekkür ettim ve odasından çıktım. Yeniden

doğmuş gibiydim. Çocuklarımı kime emanet edeceğim, sevgili eşimden

nasıl ayrılacağım diye düşünceler içindeyken, bana bir şeyin yok git

hayatını yaşa diyen biriyle tanışmış, ona güvenmiş ve aileme ve hayatıma

onun sayesinde sahip çıkmıştım.

Aradan yıllar geçti. Tunçalp hoca kazandı ve rektör oldu. Bir hafta kadar

sonra randevu aldım ve kutlamaya gittim. Ziyaretim sırasında “Hocam

bana hiç umut yok, bu iş olmaz diye düşündüğünüz bir iş verin, düze

çıkarıp size teslim edeyim” dedim. Biliyordum ki o da bana hiç umudum

olmadığı bir zamanda umudumu vermişti. Belki de bana hayatımı geri

veren Rektörüme kendimce borcumu ödemek istiyordum.

“Bunu neden yapacaksın?” dedi.

“Siz beni hayata geri döndürdünüz, git yaşamana bak dediniz, bana

umut verdiniz, benim de size küçük bir katkım olsun” dedim.

Aradan aylar geçti. Bu arada dört ay yurt dışında üniversiteden uzakta

kaldım, döndüğümde beni çağırdı ve;

“Işık, bütün bölümlerin binalarını iyileştirme konusunu senden rica

edeceğim, bir çeşit fular takmak gibi düşün” dedi. Görevi kabul ettim, 15

gün Beytepe’deki bütün bölümleri tek tek dolaştım ve konuyla ilgili bir

rapor hazırlayarak kendisine ilettim.

Bir solukta okudu ve “Çok güzel bir rapor” dedi. Teşekkür ettim.

“Hocam, bana işgücü, malzeme gibi ihtiyaçları sağlamak konusunda

yardımcı olursanız bu raporda yazılan konuların hepsini gerçekleştirebilirim

dedim.


Tüm inşaat ve yenileştirme işlerinde her zaman güçlü desteğini esirgemedi.

O kadar tasarruflu ve üniversite olanaklarını kullanarak iş

yapıyorduk ki, önceden boyacı, seramikçi, duvarcı vb. olan kat görevlilerini

bile kullanıyorduk. O bana hayatımı vermişti, ben ne yapsam azdı,

madem hoca istemişti, o iş olacaktı ve sonuçta oldu.

Hoca, hiçbir zaman ben rektörüm benim dediğim olur demedi, her

konuda tartışmaya açık, çağdaş bir insandı. Her şeyden önce iyi bir

hekim, iyi bir aile babası, iyi bir yönetici ve iyi bir hocaydı. O benim

arkadaşım, dostum, büyüğüm, ağabeyimdi.

Hocam, size gelip de, “Bu yaptığınız doğru değil, inşallah pişman

olmazsınız” dediğim zamanlarda, “Pişman oldum bile” dediğinizi

hatırlıyorum.

Hocam, bu en son yaptığınız da doğru değildi, çok erkendi, sizi seven

herkesi çok üzdünüz. Bazı insanlar vardır gittikleri gün unutulurlar, bazı

insanlar vardır eserleriyle yaşarlar.

Her zaman ışıklar içinde olunuz, eserlerinizle unutulmayınız.

Nüket Örnek Büken

Tıp Tarihi ve Etiği Anabilim Dalı, HÜBAM Müdürü

Prof. Dr. Tunçalp Özgen hocadan önce, abisi Prof. Dr. Eralp Özgen

benim hocam olmuştu. Tıp fakültesinden sonra ilk kez başka bir

fakültenin hocasından ders alıyordum ve ilk kez Ankara Hukuk Fakültesi’nin

atmosferini kokluyordum. Doktora eğitimimizin zorunlu

derslerinden olan “Hukuka Giriş” dersini onun Ankara Hukuk Fakültesi’ndeki

oldukça etkileyici odasında yapmıştık. Eralp Özgen hocam, biz

tıp etiği doktora öğrencilerine özel bir önem verir, kitaplarla ve kitap

kokusuyla dolu odasında bizi ağırlar, mis gibi Türk kahvesi eşliğinde bize

hukukun temel ögelerini öğretirdi.

Bir sömestri devam eden dersin sonunda bir değerlendirme sınavı

yapmış ve sınav sonunda, soruların doğru cevabını açıkladıktan sonra,


her birimizin kendi kendimizi değerlendirerek, kendi kâğıdımıza not

vermemizi istemişti. Neden olarak da şöyle demişti; “sizler etik uzmanı

olacaksınız”… Bu ifade aslında o kadar önemliydi ki… Bu alanda çalışan

ve çalışacak olanlar için etiğin yalnızca bir profesyonel çalışma alanı

olmadığını ve her birimizin tutum ve davranışları açısından bireysel ve

profesyonel yaşamımızda da etik değerlerle hareket etmemiz gerekliliğinin

güzel bir ifadesiydi.

Tunçalp Özgen hocam, 2000 yılında genç bir öğretim görevlisi olarak

HÜTF Tıp Tarihi ve Etiği Anabilim Dalına başladığımda, üniversitemizin

rektörüydü. Rektörlük süresinin ikinci dönemini de tamamlayıp,

2007 yılında rektörlükten ayrıldığında ise ben artık üç yıllık doçenttim.

Yani Hacettepe Üniversitesindeki akademik yaşamım onun rektörlüğü

döneminde başlayarak devam etti. Bu bilgileri sizlerle paylaşıyorum

çünkü onun genç akademisyenlere karşı tutumunun ve yaklaşımının nasıl

örnek alınması gereken tutumlar olduğunu aşağıdaki örneklerle ifade

etmek istiyorum.

Bilim ve Toplum (Science and Society) başlığı altında yer alan Avrupa

Birliği 6. Çerçeve Programı kapsamındaki (EU- FP6 Science and Society

Call project) 13654 numaralı ve TRAMS (Training and Mentoring of

Science Shops) kısa adı ile anılan projenin Türkiye yürütücüsüydüm.

Proje Avrupa’daki 18 partneri kapsamaktaydı. Science Shop (S.S.), Avrupa’da

son 30 yıldır faaliyet gösteren kamu veya özel sektör kuruluşlarıdır.

Bilim dünyasının toplumla buluştuğu ve toplumdan gelen pratik problemlere

çözüm önerilerinin geliştirildiği, bu sorunlara dönük projeler

üreten yapılardır. TRAMS projesi kapsamında çalışmanın diğer

katılımcı ülkelerinde de (Avrupa Birliği’ne üye ya da aday ülkeler -Türkiye

dâhil-) oluşturulmasına çalışılmaktaydı. Bu projenin yürütülmesi

sürecinde Tunçalp Özgen hocam, gençleri yüreklendiren, cesaret veren

ve destekleyici tutumunu bizlerden hiç esirgemedi. İnsanı rahatlatan ve

huzur veren bir dinginliği, insanın içini ısıtan sıcacık bir gülüşü, insanın

içine işleyen zeki bakışları vardı.

Kendisinden proje ile ilgili olarak üç genç kadın akademisyen randevu

almıştık, biri Eczacılık Fakültesi, diğeri Halk Sağlığı AD.’ndan olan iki


arkadaşımla birlikte. Bir sabah aranarak o gün için bize randevu

verildiği söylenmişti, özel kalem müdürü tarafından. Üçümüz de kot

pantolonla ve spor giysilerimizle gelmiştik ve değişim yapacak imkân ve

zamanımız da yoktu. Bu çekingenlikle odasına gitmiştik. Bizi her zamanki

nezaketi ve güler yüzü ile karşıladı. Ben, randevudan sabah haberdar

olduğumuzu ve kıyafetimizin uygun olmadığını söylediğimde de, o hep

var olan babacan tutumuyla, “niye ki, kotlarınız çok da yakışmış her

birinize, gençler ne giyse yakışır” diyerek bizi rahatlatmıştı.

Bence iletişim kurma konusunda çok başarılıydı, göz göze iletişimin ve

sözel iletişimin öneminin farkındaydı. Sorun çözücü yaklaşımı da çok

önemli özelliklerinden birisiydi. Daha sonra babamın cerrahı olduğu

için de deneyimlediğim gibi, bu iletişim becerisi hasta ve hasta yakınları

ile kurduğu olağanüstü iletişime, güven temelli ve karşılıklı katılıma

dayalı empati temelli iletişime de yansımaktaydı.

Gözleriyle de gülebilen nadir insanlardan olduğunu düşünürdüm

hocanın. Bir gün sanat galerisinde bir yağlıboya tablonun önünde

karşılıklı olarak görüş alışverişinde bulunmuştuk ve eserin sahibine

dönerek, o gülen ve cesaret veren gözleriyle, beni de onore ederek, “eserinize

etik bir bakış oldu bu çok değerli görüş” demişti.

Çok değerli hocam, “sevmeyi bilen” bir insan olmak ne kadar önemlidir,

sizde çokça vardı bu insan sevgisi. Bir insanı sevmekse, çoğalmak,

zenginleşmek, dengeli bir insan olma yolunda ilerlemek demektir. Siz,

bu yoldaki yolculuğunuza son ana kadar çevrenizdeki insanları da ortak

ettiniz. Bundan daha çok yararlanabilmeyi ne çok isterdim.

Huzur içerisinde uyuyun…

Mehmet Çelik

KTO Karatay (Konya) Üniversitesi

Bu hoş ve geçimli insanla az da olsa yolum kesişti. Nezaketi ve efendiliği

öğrendim. Kaba gücü kullanarak sorunu kestirmeden halletmek varken,


zahmetli ancak yumuşak yaklaşımı tercih eden bu insan benim amirim

oldu. Ancak amirliğini ne sesinde, ne duruşunda, ne de tavrında gördüm.

Bir defasında Eğitim Fakültesi’nin diploma töreni için futbol sahasında

toplanmıştık. Ben Rektör Beyimizin tam arkasında buldum kendimi.

Dekanımız Prof. Dr. Haluk Soran ile muhabbet ederken törenin uzun

sürmesinden dem vurunca, omzuna dokundum.

Merhaba Mehmetciğim dedi. Adımı biliyordu, şaşırdım.

“Hocam size bir fıkra anlatayım da tören zevkli geçsin” dedim.

“Anlat” dedi.

“Yurtdışında bir üniversitede diploma töreni yapılır. Yeni Rektör,

önündeki uzun sırayı görünce, şaşırır. “Bunların hepsine ben mi diploma

vereceğim?” Evet.

Tören başlar. Diplomayı eline tutuşturduğu her öğrencinin kulağına

eğilip “Keep going!” der. Bunun iki anlamı vardır: biri, “bekleme

yapma”, diğeri “durmadan ilerle”. Rektörün kafasındaki birincidir;

böylece töreni hızlı bitirmeyi tasarlamış ve bitirmiştir.

Yıllar sonra diploma verdiği bir öğrenci kapısını çalar. Tanımaz. Mezun

öğrenci der ki: “Hani bana törende “keep going” demiştiniz ya!”

Rektör şaşkın: Evet!

“Sizin tavsiyenize uydum ve durmadan ilerledim. Başarılı bir insan

oldum. Size teşekkür etmeye geldim” der.

Fıkrayı sonuna kadar dinleyen Tunçalp hocam, gülümsemeye başladı:

“Mehmetçiğim, ben fıkrayı herkese satarım. Teşekkür ederim” dedi.

Fikret ÇİÇEK

Yapı İşleri Müdürlüğü

HOCAMA SİTEM: Hacettepe Yapı İşlerinde 2012 yılında Hocamın

(Rektörlük Oluru) ile Emlak İşleri Müdürlüğü yaptım. Kendisine çok

inanarak görev yaptım. Değerli Hocamın vefatından 5 ay önce idi. Tele-


fonla arayıp (sekreterinden ) Hocamla özel görüşmek için randevu

talebim oldu. Bana üç gün sonrasına randevu verildi. Kısa bir süre

sonra arandım. Hocam, bekletmeyelim, gelebiliyorsa hemen gelsin

demiş. Her zamanki yaklaşımı ile (nazik, sevecen) çok sıcak karşıladı.

Hacettepe’den konuştuk. Rahmetli Ahmet Hocamı,(Prof. Dr. Ahmet

GÖĞÜŞ) andık. Başka konuları da konuştuk. Günlerini nasıl doldurduklarını

sordum. Onur, onurlu davranışları içeren insan profillerine

ilişkin bir kitap üzerinde çalıştığını söylemişti. Kitabı tamamlamakta

zorlandığını, insan davranışlarının çok bozulduğundan bahsetmişti.

Bazı şeyleri yazarsam insanları incitmiş olacağım. Bu yüzden ilerleyemediği

için sitemini aktarmıştı. Telefonundan kısa bir video izletti.

İnsanların para hırsı uğruna küçüldüklerine işaret etmişti. Anlatılmaz

bir Hacettepe aşığı idi. Şahsıma ilgisinin elbette onun tarifsiz beyefendiliği,

nezaketi yanı sıra döneminde özverili ve dürüst çalışmalarıma

olan sempatisinin sonucu olduğunu sanıyorum. Kendisine, “Hocam biz

demokratlar başımız sıkıştığında Anıtkabir’e çıkarız. Sevgili

Atatürk’ümüze şikâyetimizi bildiririz. Ben de size geldim” dedim. Beni

çok ilgili dinledi. Çok özel bazı şeyler aktardı. Eylül ayı içinde eşim ve

kızımla kabrini ziyaret etmiştim. Bana katkılarından ötürü kendisine

teşekkürlerimi sundum. Bir cevap bile vermedi. Hiç yakışmadı Hocam.

Füsun Çuhadaroğlu

Çocuk Psikiyatrisi Anabilim Dalı

Prof. Dr. Tunçalp Özgen ile önce hocam olarak tanışmıştım. Preklinik

yıllarında dersini çok anlaşılır biçimde sunar ve öğrencileriyle hoş bir

ilişki kurarak beyin cerrahisine ilgi ve sempati duygularımızı arttırarak

bitirirdi. Kliniğe geçtiğimizde Tunçalp Abi'nin ayrıca ne kadar hünerli

bir cerrah olduğunu da gözlemleme fırsatımız oldu. Öğrenme motivasyonumuzu

hep arttırdığını hissettiğim bir hocaydı. Daha sonraki

yıllarda hasta yakını olarak kendisiyle yolum tekrar kesişti ve babamın

rahatsızlığı sırasında gösterdiği ilgiyi ailecek unutamayız. Rektörlüğü

döneminde 'Hacettepeli olma”nın ne demek olduğunu ve bunun nasıl


yaşatılacağını ortaya koyduğu eylemleriyle ve herkese değer veren

tutumuyla bize tekrar yaşattı. Her zaman çok iyi bir rol modeli olduğunu

düşündüğüm çok değerli ve sevgili hocamıza erken yaşta veda etmiş

olmasının üzüntüsünü taşımakla birlikte Tunçalp Hoca'nın yaptıklarıyla,

öğrencilerine aktardıklarıyla ve insana verdiği değerle Hacettepe

Üniversitesi'nde hep yaşayacağına yürekten inanıyorum.

Bahar Güçiz Doğan

Halk Sağlığı Anabilim Dalı

Tunçalp Hoca'nın adını, Anabilim Dalımızın kıdemli hocalarından

çoğunun sınıf arkadaşı olması nedeniyle duyardım. Kendisi ile ilk

karşılaşmam ancak ilk dönem rektörlük seçimleri öncesinde Anabilim

Dalımızı ziyaret etmesi nedeniyle olmuştu. Bizimle, rektör olması durumunda

Hacettepe için neler yapmak istediğini paylaştığı konuşmasını

dinlerken, bende sanki uzun yıllardır birlikte çalıştığım ve kendisi ile her

düşüncemi paylaşabileceğim bir hocayı, ağabeyi dinlediğim duygusunu

uyandırmıştı. Ben 1976 yılında Hacettepe Üniversitesi'ne öğrenci olarak

girdim ve o tarihten bu yana bu kampüsten hiç ayrılamadım. O nedenle

Tunçalp Hoca'nın yapmak istediği değişiklikleri, gelişmeleri dinlerken

çok heyecanlanmıştım. Hoca o konuşmasında benim gibi pek çok öğretim

elemanının önünü kesen "kadrosuzluk" sorununu aşacağına dair de

bir söz vermişti ve Rektör olur olmaz öncelikli olarak bu sözünü yerine

getirmek için girişimlerde bulunmuştu. Ben hem doçent hem de profesör

kadrosunu Hoca'nın rektörlükleri döneminde aldım. Hoca'nın elinden

profesörlük belgemi, hele de 30. yıl hizmet belgemi almak benim için bir

onur ve unutulmayacak bir anı oldu. Hoca, rektörlüğü sırasında benim

her randevu talebime karşılık verdi. Yanına hiç çekinmeden girdiğim

nadir rektörlerdendi. Benim görüşme konularım hep bir araştırmaya

kaynak bulunması için destek istemek üzerineydi. Her seferinde bana

zaman ayırdı, isteklerimi dinledi ve sorunumu çözebilmek için elinden

geleni yaptı, çoğunlukla da çözdü. Hoca'nın desteği ile Türkiye'nin, tüm

ülkeye genellenebilme özelliği olan ilk ağız sağlığı durum saptama


çalışmasını, "Türkiye Ağız Diş Sağlığı Profili-2004" araştırmasını Diş

Hekimliği Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Saadet Gökalp ve bir

grup öğretim üyesi ve öğrenci arkadaşlarla birlikte tamamladık. Bu

araştırma ile 2006 yılı "HÜ Araştırma Grubu Ödülü"nü aldık. Hocam

emekli olduktan sonra da aynı sıcaklık, yakınlık ve sevecenlikle davrandı

her karşılaşmamızda. Beyin Cerrahı idi ama ülkenin en büyük Halk

Sağlıkçısından feyz almıştı. Sanırım günlük pratiğine de bu ışık hep

yansıdı. Hocam çok erken bıraktı bizleri, sizleri, sevenlerini ama ne

mutlu, öldükten sonra da böyle anıldığı için. İnsan sevdiği birisini kaybedince

içinde kırk mum yanarmış, her geçen gün bir mum sönermiş

ancak sonuncu mum hep yanarmış. Sanırım hem kendisini unutturmamak

için hem de hala ışığını vermek için.

Ali A. Dönmez

Biyoloji Bölümü

Tunçalp Özgen; Zaman ve Mekândan Bağımsız

Bu dünyadan göçmüş, yaşarken başarılı bir hayat kurmuş, önemli işler

yapmış bir insanın anısına yazı yazmak. Başarı, önemli iş, iyi insan,

mutlu insan nedir? Hepsi göreceli… Ya yazıyı yazan kişi? Kendini mi

anlatmak istiyor, teşekkür mü etmek istiyor, bir yerlere mesaj mı göndermek

istiyor? Daha pek çok muğlak durum; sis dağının ardındaki gerçeklikler...

Yaşamının belki de en büyük eserini, âşık olduğu kadına ithaf yazısında;

“Hatice, Piraye Pirayende

Doğum yeri neresi,

kaç yaşında,

sormadım,

düşünmedim,

bilmiyorum.


Dünyanın en iyi kadını,

dünyanın en güzel kadını.

Benim karım.

Bu bahiste realite umurumda değil

939’da İstanbul’da tevkifhanede başlanıp

biten bu kitap

ona ithaf edilmiştir.”

der Türkçe’nin ozanı.

Akademik yaşamımdaki altı rektörden biri olan Tunçalp Hoca’yı, onun

profesörlüğünü, rektörlüğünü, idareciliğini evraklar dünyasına bırakıp

anlatmalıyım dedim kendi kendime. Elbette kendi penceremden, kendi

iç dünyamdan geldiği gibi... Realitenin kendisi, var olduğu dönemde

yaşandı, sonlandı. Bu dönem içinde geçen olaylar, zaman ilerledikçe

yaşamın sonsuz devinimi içinde küçülüp daha belirsizleşiyor. Ancak

yaşananlar daha mutlu, sağlıklı ve başarılı bir toplum (burada üniversite)

olmaya katkı sağlamışsa, güzelliği yaratan insanlar ve emek yazılmalı ki

insanlığın iyiye, güzele, doğruya olan umudu hep diri kalsın.

Tunçalp Bey’in yaptığı işler, kendi yaşam ve görev döneminde yaşandı,

bitti. Ama bu işlerin geleceğe bıraktığı etkiyi, zamanın tanığı olarak

yazmak, Hacettepe Üniversitesi’nin tarihine de katkı olacaktır. Hele de

yaşananlar eğitime, bilime katkı sağlamış, yeni gelişmelere kapı açmışsa.

Rektörlüğü süresi içinde, asistanlık ve doçentlik dönemi yaşamış biri

olarak Tunçalp Hoca’dan güler yüz, sağduyu, sükûnet ve girişimci bilim

insanı, yönetici izlenimi kaldı bana. Rektörüm olarak bir arada bulunduğumuz

toplam süre, onca yıl içinde 40-50 dakikayı geçmez. Kısa süreli

ya da anlık gözlemler, izlenimler ve yapmak istediğimiz işlere rektör

olarak yaklaşımıdır bende kalan anılar. Hacettepe Üniversitesi’nde,

Tunçalp Hoca döneminde güzel, değerli ve yükselen bir akademik

dönem yaşadım. Hacettepe’nin yükselişe geçtiği bu döneme ait, iki

değerli anımı yazacağım.


Botanik Laboratuvarları

Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü… Öğrenci olarak 1984 yılında katıldım

bu aileye, laboratuvar uygulamaları ortalama bir altyapı ile gerçekleştiriliyordu,

ama çok net söyleyeyim, bugünden (2019) daha iyiydi.

Kullanılan mikroskoplar eskiydi ve her yıl bir iki mikroskop daha

arızalanıyor, zaman her şeyi olduğu gibi botanik laboratuvarlarını da

aşındırıyordu. Biyoloji bölümü, botanik anabilim dalında yüksek lisans,

doktora öğrenimimi tamamlayıp, akademik yaşamım devam ediyor;

zaman akıyor, ama bizim mikroskoplar da beraberinde eskiyor, öğrenciye

sunduğumuz laboratuvar kalitesi, özellikle altyapı olanakları bakımından

zayıflıyordu. Çeşitli projelerimiz oluyor, yayın yapıyoruz, akademik

unvan alıyoruz, her şey zamana uygun ilerliyor, unvan bakımından da

yükseliyoruz. Ancak, öğrenci laboratuvarları aşınıyor, zayıflıyor, geriliyordu.

En kritik dönem olan uygulama sınavlarında 10 adet çalışan

mikroskop bulmak bile diğer laboratuvarlardan ödünç alınarak ya da

kendi araştırma laboratuvarlarımızdaki mikroskopları indirerek

mümkün oluyordu.

Aynı anabilim dalında öğretim üyesi olan eşim Emel Dönmez’den bir

teklif: Hep kendi işimizi, projelerimizi yapıyoruz ama öğrenci laboratuvarları

dökülüyor. Neden bu laboratuvarların iyileştirilmesi için bir proje

vermiyoruz? İş yükü ve sorumluluğu ağır, “getirisi” olmayan bu iş hiç de

çekici değildi. Ama günlük sohbetlerin, hele de dertlenmelerin en önemli

gündem konusu “eğitimin kalitesinin düşüklüğü”. Tüm bu şikâyet etme

ve söylenmelere rağmen, bu zamana kadar hiçbir önemli girişim yapılmamış,

kısa vadeli pansuman ya da ağrı kesici uygulamalar ile durum

idare edilmişti. Emel Hanım, teklifinde ısrarlı ve kararlıydı çünkü her

bilim ve eğitim üzerine konuşmamız, dönüp dolaşıp botanik laboratuvarlarının

iyileştirilmesine dayanıyordu. Aramızdaki konuşmalarda

laboratuvarların iyileştirilmesi gibi akademik anlamda kişisel kazanç

getirmeyen bir proje düşüncesinin oluşmasına üniversitede yaratılan

değişim rüzgârı etkili olmuştu. Bu rüzgârı bir önceki rektörümüz

rahmetli Süleyman Sağlam başlatmış, Tunçalp Hoca da daha yüksek bir

ivme kazandırmıştı. Botanik laboratuvarlarının iyileştirilmesi projesi


akademik yaşamımda alışık olduğum bir ilerleme yolu değildi, peki bu

proje bana ya da bize ne getirecekti? Hiçbir şey. Kişisel akademik

kaygıların dışında, Türkiye’nin eğitim sorunu ve geleceği açısından

bakılınca ise: Çok şey. Yüz yıllık geçmişinde cumhuriyet kuran, üniversite

reformu yapan, Köy Enstitüleri uygulaması ile insanlık tarihine model

sunan Türkiye’nin, önde gelen üniversitelerinden biri olan Hacettepe

Üniversitesi’nde laboratuvarlar bu hâli ile kullanılamaz durumda. Hem

de geleceği düşünen, her türlü bilimsel araştırma ve eğitim için girişime

açık çek veren bir rektör döneminde.

Emel Hanım’ın önerdiği proje üzerinde düşünüp zenginleştirdikten

sonra anabilim dalımızdaki iki öğrenci laboratuvarının yenilenmesi için

proje yazmaya karar verdik. Ama üniversite olanakları ile alışılmışın

dışında büyük bütçeli proje önermek, aile bağı olan iki genç doçent için

değişik açılardan riskler taşımaktaydı. Hele de beşi profesör olan çok

sayıda kıdemli hocanın olduğu bir anabilim dalı ortamında. Proje önerimizi

ve yürütücülüğünü dönemin anabilim dalı başkanı olan Prof. Dr.

Suna Bozcuk’a ilettik. Kendisi projeyi beğenmişti ama “Aliciğim emekliliğime

üç beş ay kaldı, ben nasıl böyle bir proje ile uğraşabilirim ki?” dedi.

İyi niyetine güvendiğimiz için rica ve ısrarın dozunu artırmaktan çekinmedik.

“Hocam sizden hiçbir şey istemiyoruz, sadece getirdiğimiz evrakları

inceleyip, imzalayın yeter.” Suna Hanım tamam demişti. Bu kez

soluğu Tunçalp Hoca’nın karşısında aldım. Projeyi anlatıp ön görüşünü

almak önemliydi. İlk defa bir rektörün karşısına çıkmış, heyecanla eğitim

ve öğrenciler için bir projeyi anlatmaya kaptırmıştım kendimi. Tunçalp

Hoca her zamanki sakin ve güler yüzlü hali ile dinliyor ve âdeta heyecanımı

teşvik ediyordu.

Her aşama ve görüşme olumlu ilerliyordu. Suna Hanım da kendini

oluşan bu heyecan fırtınasına kaptırmış, yaşına ve üç beş aylık emeklilik

zamanına bakmaksızın koşturuyor, çabalıyordu. Emel Hanım ile projeyi

hazırlamış, Suna Hanım’ın görüş ve imzası için odasındaydık. Projenin

kapsamında 80 tane ışık mikroskobu, 15 tane stereo mikroskop, bir adet

büyük araştırma mikroskobu, iki laboratuvarın arasında aynı anda

birden laboratuvarları yöneten ses ve görüntü sistemi vardı. Hayal gibi.


Oysa biz sınav için on adet çalışır mikroskobu, iki laboratuvardan bulup

bir araya getiremiyoruz. Suna Hanım, “Çocuklar bu harika bir proje

ama çok abartılı, olmaz, azaltalım, reddedilir.” dedi. Cevabımız:

“Hocam biz böyle gönderelim, kendileri isterlerse azaltarak desteklesinler.

Ya uygun bulurlarsa?” oldu. Suna Hanım sağ olsun, “Peki” dedi ve

imzaladı. Projenin kabulü, ihale edilmesi, teknik şartname, mikroskopların

Çin yerine Avrupa Birliği üyesi bir ülkeden sağlanması, proje

sayesinde laboratuvarların fiziksel koşullarının iyileştirilmesi, anabilim

dalı içinde projenin yarattığı sinerji ve dayanışma ruhu; hepsi

belleğimizde parlayan birer ışık.

Botanik laboratuvarları projesi planlandığı gibi gerçekleşmiş, fiziksel

koşulları bölüm ortalamasının çok üstüne çıkmış, mikroskop altyapısı

Türkiye’deki en iyi devlet üniversitesi hâline gelmiş... Bu kadar emek ve

harcama sonrası laboratuvarların hizmete girmesi için küçük bir açılış

yapılacak ve üniversitenin her kademesi davetli...

Suna Hanım, hoş geldiniz konuşmasını tamamladı ve Rektör Prof. Dr.

Tunçalp Özgen’i açılışı yapmaya davet etti. Her zamanki güler yüzü ve

samimiyeti ile küçük açıklamalar yaptıktan sonra, bu laboratuvarların

ülkemizde eğitim ve gençlerin geleceğine katkısına dikkat çekti. Kurdeleyi

kesmek için makası aldı ve “Sevgili gençler, bizler sadece görevimizi

yapıyoruz, üç beş yıl sonra bizler buralarda olmayacağız, buraların

gerçek sahibi sizlersiniz. Bu nedenle, aranızdaki en genç araştırma

görevlisini buraya alabilir miyim?” dedi. Makası en genç asistana verdi.

Hep birlikte, açılan botanik laboratuvarlarımız ile birlikte vizyon sahibi,

yurtsever yöneticileri alkışlıyoruz.

Eğiticilerin Eğitimi

İş hayatınızda ya rutini uygular, kimseyle karşı karşıya gelmez ve bu

şekilde sürenizi doldurursunuz ya da dünyayı izler, geleceğe ilişkin

düşünce ve planlar üretir, yaşama yön vermeye çalışırsınız. İkincisi riskli

olup adım atmayı gerektirir. Ortadoğu coğrafyasında, bu işler çok daha

riskli ve tehlikelidir. Öyle ki, hem tarihimiz hem de pek çoğumuzun

yaşam öyküsünde bunun acı örnekleri çoktur. Ömrünü cephelerde


geçirmiş, Sevr Antlaşması’nı imzalamış, Osmanlı İmparatorluğu’ndan

Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş Mustafa Kemal Atatürk, milletvekili

adayıdır. Dönemin meclisinde milletvekili olabilmenin koşullarını

düzenleyen bir yasa önergesi hazırlanır: Önergeye göre, kişinin doğduğu

topraklar ülke sınırı dışında olmamalı ve sabit bir adreste en az beş yıl

ikamet etmiş olmalıdır. Yasa önergesinin amacı ve hedefindeki kişi aslında

bellidir. Bu coğrafyada herhangi bir şeyi değiştirmek, iyileştirmek her

zaman direnişle karşılaşır. Toplumsal tarihimiz, büyüklü küçüklü bu

örneklerden binlercesine sahne olmuştur.

Ülkemizdeki her gelişmenin, ilerlemenin tarihi incelendiğinde, bin bir

emeğin ve çabanın olduğu görülür. Yazma kültürü zayıf toplumlarda,

emek harcayanların pek çoğunun isimleri bile bilinmez. Hacettepe

Üniversitesi’nin kurulmasından bu hâle gelmesinde emeği geçen herkese

minnet borcumuz var; özellikle de ismi bilinmeyenlere. Ama bildiklerimizi

yazmak da bizim görevimiz.

Üniversitede bilimsel araştırma ve eğitim kalitesinin yükselmesi için

Tunçalp Özgen’in rektörlük döneminde akademik yükselmelerde belli

ölçütler konmuş, bu uygulamalara kurum içinde belli tepkiler oluşmuştu.

Bunlardan biri de “eğiticilerin eğitimi” yani ders veren her akademisyene

de belli bir eğitici deneyimi ile ölçme değerlendirme yeterliliğinin kazandırılmasıydı.

Belli bir program çerçevesinde herkes bir süre ders alacaktı.

Yılların hocaları da bu kursa tabii tutulmuştu.

Kurs programında, içinde benim de ismimin yazılı olduğu ilk grup,

dersin yapılacağı yer ve zaman duyurulmuştu. Cumartesi günü sabah

kursa katılmak için Beytepe’ye gelmiş ve saat yaklaşık 7.45’te kurs

alacağım binaya girecektim. Kapıda takım elbisesi içinde, kravatı

boynunda güler yüzü ile rektör kapıda bekliyordu. Herkese ismi ile hitap

edip, elini sıkıyordu. Yanına geldiğimde; “Hoş geldin Aliciğim” dedi.

Oysa rektör bey ile aynı ortamda geçirdiğim toplam zaman bir saat bile

değildi. Akademisyene ve hatta insana verilen değerin ne kadar güzel bir

haliydi hocanın davranışı…

Yaptığınız işe inanmak, gerçekleştirmek için özveride bulunmak ve lider-


lik, günlük yaşamın rutininden çok daha yükseklerdedir. İleri görüşlü,

çalışkan ve yurtseverlik gibi saygın özelliklere sahip bir rektör döneminde

çalışmış olmak, öncelikle “Hacettepeli olmak” diye özetlenen kurumsal

aidiyet duygusunu geliştiriyor. Prof. Dr. Tunçalp Özgen’in rektörlük

uygulamalarını nesnel olarak analiz etmek, her bireyin entelektüel birikimi

ve yaşam anlayışına bağlıdır. Ama zamanın hakemliği ve analizi, çok

daha kalıcı ve nesneldir.

Sevgili Tunçalp Hocam, mekânınız ülkemizin geleceğine beslediğiniz

güzel duygular kadar aydınlık olsun…

Gül Ergün

İstatistik Bölümü,

Tunç Hocam Ve Caz,

2003 sonbaharında bir gün hocam beni yanına çağırdı ve Beyaz Ev’de

bir caz kulüp açma projesinden söz etti. Ardından “Gül, bu görevi sana

veriyorum” dedi. Bunu duyduğumda çok şaşırdım ve heyecanlandım.

Bu iki duygunun ardından da tereddüt ettim. “Neden ben?” sorusunun

ardından Tunç hocamdan “Gül, senin müzik aşkını biliyorum, doğru

kişi sensin. İnan bana” cevabı geldi. Üstleneceğim sorumluluk çok

büyüktü. Küçük bir kızım vardı. Önce eşimden izin almalıyım dedim.

Kolay değil her Cuma ve Cumartesi, akşamından gece yarılarına kadar

orada olmak. Tunç hocam gerçek bir liderdi. İkna yeteneği, olağanüstü

kıvrak zekâsı ve problem çözmedeki inanılmaz yeteneği ile beni çabucak

motive etti. Ben artık Beyaz Ev Caz Kulübü’nün akademik sorumlusuydum.

Hocamın projesine duyduğu heyecanı ben de aynı coşkuyla

duyuyordum. Caz kulübün üniversitemize yakışır bir mekân olması için

hepimiz çok çalıştık. Hacettepe Üniversitesi’nin bünyesinde böyle bir

faaliyet önemli bir eşikten atlamayı gerektiriyordu. Beyaz Ev Caz

Kulübü, cazın nağmeleri ile hem ruhumuza hem de gözümüze hitap

edecek bir yer olmalıydı. Göğsümüzü kabartmalıydı. Bizi mahcup etmemeliydi.

Bu nedenle Kulüb’ün, kurulacak müzik sisteminden, piyanosu-


na; alınacak kadehlere kadar her şeyine özen gösterildi. Mevcut akustik

sorunu çözmek için uzmanlarla çalışıldı. Yol haritamızın belirlenmesinde

Ankara Caz Sevenler Derneği ve Sevda Cenap And Vakfı ile temas

kuruldu. Hummalı bir süreç ardından, Beyaz Ev Caz Kulübü, üniversitemizin

önemli bir sanatsal faaliyeti olarak 21 Şubat 2004 Cumartesi

günü saat 21:00’de açıldı. O gün hocam çok mutlu ve çok heyecanlıydı.

Başarmıştık… Öyle güzel dönüşler alıyorduk ki, bu bizim daha iyi

faaliyetler yapmamıza ışık tutuyordu. Ben her hafta hocamı ziyaret edip,

planladığım programlar üzerindeki görüşünü ve onayını alıyordum.

Hocamın bana duyduğu güven, beni daha da sorumlu ve üretken

yapıyordu. Bu arada Tunç hocamın çikolata sevgisini de o toplantılarda

gördüm. Her toplantıda hem çikolata yiyor hem de yol haritamızı çiziyorduk.

Tunç hocam Caz Kulübü’nü çocuğu gibi seviyor, önem veriyor,

özen gösteriyor ve onunla gurur duyuyordu. Gazetelerde kulüp ile ilgili

güzel yazılar bizi çok mutlu etmişti. Beyaz Ev Caz Kulübü, çok sıcak, kâr

amacı gütmeyen naif bir yerdi. Bu nedenle kısa zamanda üniversite

mensupları dışında yerli ve yabancı (özellikle elçiliklerden) birçok kişi

kulübe gelmeye başladı. Tunç hocam da her hafta sonu misafirleri ile

kulübe gelir ve hem sanatçıları hem de bizleri mutlu ederdi. Hocamın

çok güzel dans ettiğine de kulüpte şahit olmuştum. Ben Beyaz Ev Caz

Kulübü’nde kuruluşuyla birlikte iki sene görev aldım.

Beyaz Ev Caz Kulübü’nün ilk senesinde Durul Gence ve Orkestrası;

ikinci senesinde ise, Seniors&Juniors Orkestrası sahne aldı. Ancak bu

süre zarfında birçok yerli ve yabancı sanatçıkulübümüzde misafirlerimize

unutulmaz müzik ziyafetleri verdi. Tunç hocam sahne alan tüm

sanatçılara çok değer verir, onları sahne öncesi ve sonrası tebrik ederdi.

Kulübün sezon kapanışları da bir şölen niteliği taşırdı.

Yıllar sonra o güzel günleri anıyorsak, ah keşke bir daha o günleri tekrar

yaşasak diyorsak bunda Tunç hocamın payı çok büyüktür. Şu an Beyaz

Ev Caz Kulübü olmasa bile, hocamız adına yakışır bir eser yaratmıştır. O

günleri yaşayan, o güzel performansları hatırlayan bizler için Beyaz Ev

Caz Kulübü hafızalarımızda unutulmayacak bir yere sahiptir.

Beyaz Ev Caz Kulübü, Canan ve Tunç Özgen hocalarımızın estetik


zevklerini yansıtan bir eserdi. Ne güzel bir mekândı. Duvarı kaplayan o

muhteşem akvaryum, müzikle ahenk içinde sanki dans eden rengârenk

balıklar… Genelinde Beyaz Ev çok güzel bir yerdi. Hele baharı, yazı ve

sonbaharı… Terastan muhteşem manzarası, havuzu, heykelleri, duvarları

süsleyen güzel tabloları… Üst katta yer alan özel yemek odası. Misafirlerimizi

Beyaz Ev’e getirdiğimizde çok mutlu olurdum. Bize ait, farklı,

çok sıcak bir mekânı gururla gösterirdim. Caz Kulüp de bu güzellikten,

bu özgünlükten nasibini almış, çok özel ve küçük bir yerdi. Akşam

yemeğinden aşağı inen konuklarına her zaman sıcak bir gülümseme

katardı. Bu güzellikler hocamın eseriydi. Üzgünüm… Keşke yıkılmasaydı

diyorum. Keşke…

Yine de bu güzellikleri gördüğüm için çok şanslıyım. Çok teşekkürler

Tunç hocam. Bizlere, Hacettepelilere ve müzik sevenlere yaşattığınız o

unutulmaz günler için. Sizi her zaman sevgi ve saygıyla anacağım.

Huzur İçinde Yatın.

Sibel Hacımahmutoğlu

Hukuk Fakültesi

Ben Hacettepe Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi’nde asistan

iken, yıllar önce İngiltere'ye doktora yapmaya gittim. İngiltere'den

Hukuk doktoru unvanını aldım ama İngiltere'de uzun süre kalınca

Hacettepe Üniversitesi’nden ayrılmak zorunda kaldım.Sonra Türkiye'ye

döndüğümde İstanbul'da Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde

göreve başladım. Ankara'ya gelmek istediğimde Hacettepe Üniversitesi’nde,

arkadaşlarım Tunçalp Hocanın Hukuk Fakültesi kurma çabası

içinde olduğunu bana iletti. Daha sonra 2007 yılında Prof. Dr. Selma

Çetiner Hukuk Fakültesi Dekanı olarak atandı. Ben de gidip kendisini

gördüm ve Fakülte’nin kadrosuna katılmak istediğimi söyledim.

Kendisi kesin olur demeden önce Tunçalp Hoca ile görüşmüş. Tunçalp

Hoca daönce benimle görüşmek, daha sonra karar vermek istediğini

söylemiş. Ben Tunçalp Hoca ile ilk o zaman tanıştım. Kendisiyle yaklaşık


yarım saat, belki biraz daha fazla konuştuk. Tunçalp Hoca bu görüşmeden

sonra bana ”Hacettepe Hukuk Fakültesi’ne sizin gibi hocaları

almak istiyoruz” dedi. Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin

kadroya atanan ilk öğretim üyesi olarak göreve başladım. Üç yıl Dekan

yardımcılığı yaptım. Üniversitenin Rektörü tarafından sözlü mülakat

yapılarak kadroya atanan bir öğretim üyesiyim (o zaman yardımcı

doçent olarak atandım) ve bununla hep gurur duydum. Kendisi çalışan

insanlara ve hukukçulara değer veren biriydi.

Hayalinde hep iyi bir hukuk fakültesi kurmak ve iyi hukukçular

yetiştirmek vardı. Ben kendisine verdiğim sözü hep tuttum, hep daha çok

çalıştım ve çalışmaya devam edeceğim. Çünkü kendisine olan borcumu

bu şekilde ödeyebileceğimi biliyorum...

Şahin Hanalioğlu

Nöroşirurji Anabilim Dalı

Rektörü olduğu Hacettepe Üniversitesi’nde Tıp eğitimine, Başkanı

olduğu HÜ Nöroşirurji Anabilim Dalı’nda uzmanlık eğitimine; kurucusu

olduğu Türk Nöroşirurji Derneği’nin üyesi olarak meslek hayatına

başladığım ve öğrencisi olmaktan her zaman gurur duyduğum, Türk

beyin cerrahisi ve eğitim dünyasının öncü ismi, vizyoner yöneticisi, hepimizin

bilge hocası, mentoru sayın Prof. Dr. Tunçalp Özgen’i zamansız

kaybetmenin tarifsiz üzüntüsünü yaşıyoruz.

Tunç hocamla ilgili hatırladığım ilk hâlen hafızamda çok canlı... Tarih,

Eylül 2007... Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencilerinin oluşturduğu

MEDISEP-TurkMSIC Hacettepe Topluluğu olarak Ankara’da

düzenleyeceğimiz Avrupa Tıp Öğrencileri Birliği (EMSA) Genel Kurulu’nun

başlamasına iki hafta kala, ülkemizde ilk kez düzenlenecek olan

bu uluslararası toplantıyı maddi zorluklar nedeniyle düzenleyememe

riskiyle yüzleşmiştik. O dönemki Dekanımız Prof. Dr. Serhat Ünal

hocamızın da tavsiyesiyle son çare olarak destek için Rektörümüze

başvurmaya karar verdik. Ama kendisinin programının yoğunluğu


nedeniyle bir türlü randevu alamıyorduk. En sonunda, o dönem

fakültemizin bir diğer öğrenci topluluğu olan HÜTBAT’ın başkanı ve

yakın dostum Necati Enver ile birlikte Tunç hocamızın güne hastanede,

bölümde başladığını öğrenerek bir sabah saat 06:30’da hastanenin 7

nolu kapısında kendisini beklemeye koyulduk. Nihayet saat tam 07:00’da

Tunç hoca kapıya yanaşan makam aracından indi. Hemen bir üst kattaki

Nöroşirurji Anabilim Dalı’ndaki odasına gidene kadar herhalde en

fazla bir dakikalık süremiz vardı. Kendimizi tanıttıktan sonra hızla

meramımızı kendisine anlatmaya koyulduk. “Buyurun çocuklar, dinliyorum

sizi” derken bir yandan da hızlı adımlarla bölüme çıkıyordu. Biz de

kendisini takip ederken düzenleyeceğimiz toplantıyı, yaşadığımız

zorluğu, neye ihtiyacımız olduğunu hızlıca anlattık. Tam bölümün

kapısından girerken “Tamam çocuklar, tabii ki size destek olacağız.

Hemen şimdi Rektörlüğe gidin, sekreterime gerekli bilgileri iletin; en

kısa sürede bu meseleyi çözelim” diyerek son noktayı da kendisi koydu.,

yüzünde o bilindik tebessümüyle. Sanırım ne kadar mutlu ve minnettar

olduğumuz o da gözlerimizden okumuştu. O sayede iki hafta sonra

Avrupa’nın dört bir yanından 200’ün üzerinde Tıp öğrencisini Ankara’da

ağırlayabilmiş, üniversitemiz ve ülkemiz adına bu gururu hep

beraber yaşamıştık.

Sadece üstün liderliği ve vizyonu ile değil aynı zamanda tükenmek

bilmeyen enerjisi ve bilgeliği ile de bizlere ışık olan Tunç Hocamızın

mekânı cennet olsun, kabri nurla dolsun... Ailesi, sevenleri, öğrencileri,

hastaları ve geride derin izler bırakarak veda ettiği tüm halkımızın ve

insanlığın başı sağ olsun...

Emrah Işık

Eski Öğrenci Konseyi Başkanı (2007-2008)

Prof. Dr. Tunçalp Özgen’i özlem ve sonsuz saygı ile anıyorum.

Geçen sene hocamın acı haberini almadan önce amcamı kaybetmiştim

ve ülkeye dönmek durumunda kalmıştım. Hocamın son konuşmasını


Bahçeşehir üniversitesinde yaptığını öğrenmek ve aynı tarihlerde orada

olup da onu dinleyememek beni kahretmişti. Nereden bilebilirdim,

birkaç gün sonra acı haberi alacağımızı, bizleri bundan böyle yalnız

bırakacağını? Tunçalp hocamız bizleri büyük bir güç olarak görür ve bu

şekilde eğitirdi. Beni dönemin Kastamonu Valisi’ne tanıttığı zaman biz

gençlere ne kadar inandığını herkese göstermişti. Türk gençliğine

inandığını ve bizleri gelecekte aydınlanma doğrultusunda görevlendirdiğini

o zamandan beri iliklerimde hissediyorum.

Üniversite Senato ve Yönetim Kurullarında, bize söz hakkı veren, öğrenci

ile alakalı her durumda bizlere dönüp fikirlerimizi soran, bir baba

şefkati ile sorunlarımızla ilgilenen hocamızı çok ama çok erken kaybettik.

Sorumluluk kelimesi benim için hocamı tanıdıktan sonra anlam kazandı.

Kendimize ve topluma karşı olan sorumluluğumuzu bana en etkili

şekillerde anlattı. Yurtdışında olmak, birçok konuda özgürlükleri yaşamak

kendisinin de tatmış olduğu bir duygu idi, ama ülkesine dönüp

sayısız hizmetler sunmak yine kendisinin yetiştiği topraklara verdiği

değerin bir göstergesi idi. Herkese anlattığım bir hikâyesi vardı, benim de

tanıdığım, hocamızın. Üniversite yönetim kurulunda paylaşmıştı bizlerle.

Babası İhsan Şerif Özgen bir milletvekili idi; çocuk aklı o dönem arabayla

okula gitmek istermiş hocamız ancak babası onu hiçbir zaman devletin

arabasına bindirmediğini ve bunun eskiden içinde kaldığını belirtmişti

hocamız. Babası kendisine bir ömür hatırlayacağı dersi ve öğüdü

vermişti aslında. O, “devletin aracı ile çocukları gezdiremem” diyecek

kadar ulu gönüllü ve devlet malını özel aile işlerine karıştırmayacak

kadar dürüst bir devlet insanıydı. Bu öğüdü hep yaşayıp bizlere de yaşattı

hocamız.

Hocamız için yazabileceğim daha nice çok şey var ancak hepinize

önerim, son konuşmasını bulup izlemeniz; benim için aydınlanmaya

giden yolun haritasıdır.


Emin-Tülay Kansu

Hematoloji Anabilim Dalı, Nöroloji Anabilim Dalı

Tunçalp Özgen, iyi hekim, iyi rektör, iyi eş, iyi baba, iyi insan ve kıymetli

bir dost olarak anılarımızda yaşayacak.

Sözcükler yetersiz, insanlar fani, resimler baki…

Sevenlerine baş sağlığı ve sabır diliyoruz.

Tunçalp Özgen, sonsuzluğa giderken, beynimizden ve yüreğimizden bir

parça ile birlikte gitti ve yaşamımızda derin izler bıraktı. Bir dost olarak

ailece birlikte geçirdiğimiz zamanları, tatilleri ve sohbetleri unutmak

mümkün değil. Bir beyin cerrahı olarak hasta yaklaşımı, çalışma disiplini

ve bilgisi üst düzeydeydi. Sorunlara çözüm getirmekte ustaydı. Sağlık

sorunlarına rağmen idari görevler üstlenmekten ve son gününe kadar

zor operasyonlara girmekten kaçınmadı. Hacettepe Tıp Fakültesi’nin ilk

mezunlarından biriydi. Hacettepe Üniversitesi’nin seçilmiş Rektörü

olarak iki dönem görev yaptı ve önemli katkıları oldu. İnsani yönü çok


güçlüydü. Ailesine, hastalarına ve dostlarına karşı çok sevecendi. Onca

işinin arasında çok okuduğunu, tarihe meraklı olduğunu, resim sanatına

olan merakını biliyorduk. Nasıl yapabildiğini sorduğumuzda ‘’bir kitabın

bitmesini beklemiyorum, aynı zamanda farklı aralıklarla, farklı kitapları

gözden geçiriyorum’’ diyerek sırrını açıklamıştı. Bundan böyle

yaşamımızda önemli bir eksiklik olacak. Ve biz onu güler yüzü, esprileri,

derin bilgisi, güzel sohbetleri ve çok değerli ailesi Canan, Burçe, Dalsu ve

torunları ile hatırlayacağız.

Gümeç Karamuk

Tarih Bölümü

2007 yılında, Sayın Prof. Dr. Tunçalp Özgen'in çok büyük bir hassasiyetle,

uzun yıllardan beri Hacettepe'de çalışanlara verdiği Akademik

Hizmet Plaketi'ni benim de otuz yıl sonra almış olmam unutulmaz bir

ödül! Bu anım hep kalıcı. Bu hizmet plaketini evimdeki çalışma odamda

tutuyorum ve çok mutluyum.

İbrahim Karnak

Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı

Sayın Hocamızla ilk kez Tıp Fakültesi üçüncü sınıfta, 1986-1987 eğitim

öğretim yılında Sinir Sistemi Hastalıkları ve Psikiyatri ders kurulunda

KİBAS (Kafa İçi Basınç Artışı Sendromu) konulu dersi anlattığında

karşılaştım. Doçent unvanlı, güler yüzlü, son derece ince ve nazik,

düzgün bir şekilde ve hiçbir nota bakmadan akıcı bir biçimde ders

anlatan, konusuna hâkim ve kendinden emin olduğu izlenimi veren,

güven duygusu oluşturan bir hocaydı. Açıkçası “cerrah olunacaksa böyle

cerrah olunmalı” diye içimden geçirdiğimi anımsıyorum. Ekteki ders

notlarımı incelediğimde o dönemde aynı zamanda ders kurulu başkanı

olduğunu gördüm. Daha sonra beşinci sınıfta yeniden hocamızdı.

Harika, hayranlıkla izlediğimiz dersler anlattı. Bu dönemdeki derslerden


birinde Nöroşirurjinin kurucu hocalarından Prof. Dr. Aykut Erbengi’nin

bir dersinde Tunçalp Hoca’dan övgüyle bahsettiğini anımsıyorum.

Tunçalp Hoca’nın, ön komunikan arter anevrizmalarına doğrudan

müdahale edip, tek seferde onarım zorunluluğu altında ve birkaç dakika

ile sınırlı zaman diliminde, çok başarılı bir biçimde onarımı

gerçekleştirebildiğini anlatmıştı. Hoca bile olsa, bir öğretim üyesinin

kendisinden kıdemli bir öğretim üyesinin övgüsünü alabilmesinin ne

kadar değerli olduğunu düşünmüştüm.

Asistanlık yıllarımda kendi hocalarımın da Tunçalp Hocayı ne kadar çok

sevdiğini ve ona değer verdiklerini gözlemledim. Rektörlüğü sırasında,

benim Doçent kadrosuna atanmamı doğrudan telefonla arayarak kutlaması

beni çok mutlu etmişti. Öğrenciliğimden beri örnek aldığım hocalarımdan

biri olan Tunçalp Hoca beni kutlamıştı. Bu benim için çok

değerliydi.

2003 yılında, benim de ödül aldığım, ODTÜ’de yapılan bir törende,

yanıma oturduğunda tanışma fırsatı bulduğum değerli hanımefendi

Prof. Dr. Canan Özgen Hoca’ydı. Tunçalp Hoca’nın güzel dileklerini

ilettiğinde bir kez daha çok mutlu olmuştum.

Ameliyathane öğretim üyeleri soyunma dolapları alanında dolaplarımız

çok yakındı. O nedenle sık sık sohbet ederdik. Çocuklarımı sorardı.

Çocukları çok severdi ama torun sevgisinin bambaşka bir şey olduğunu,

kendisine yaşam enerjisi kattığını söylerdi. Yine bu bölge konuşmalarından

birinde, benim mesai dışı hizmet alanına da geçmem nedeniyle beni

kutladı ve çok içtenlikle “Allah doğru yoldan ayırmasın” dileğinde

bulundu. Bu tümce tamamlandığı anda derin anlamı kavranmıştı.

Hocamız pek çok yakınımızın ve tanıdığımızın nöroşirurjik sorunlarında

yol gösterici oldu, hekimimiz oldu, şifa dağıttı. Kendisini hayranlıkla ve

minnetle bir kez daha anıyorum.

Prof. Dr. Tunçalp Özgen Hocam, örnek alınacak değer, çalışkan,

yetenekli, güler yüzlü, insana değer veren insan… Işıklar içinde

uyuyunuz.


Asker Kartarı

İletişim Fakültesi Dekanı

Benim Tanıdığım Prof. Dr. Tunçalp Özgen

Dünyada iz bırakmış büyük insanlar hakkında konuşmak ve yazmak her

zaman kolay olmaz. Yaşamına dokunduğu her birey, onu kendi açısından

ve tanıyabildiği yönüyle betimler ve tarif eder. Çünkü hatıraları yaşamın

belirli alanlarıyla sınırlıdır. Ya iş yaşamında ya özel yaşamında ortak

anıları vardır. Bazıları aynı takımı tutar, birlikte maça giderler ancak

birbirlerinin mesleğini bilmez. Bazıları iş yerinde birlikte çalışır, birbirinin

ailesini tanımaz. Armağan kitaplar bunun örnekleriyle doludur. Bu

bakımdan ben kendimi şanslı sayıyorum. İş yerinde başlayan ve zamanla

dostluğa, arkadaşlığa dönüşen bir tanışıklıktan söz edeceğim çünkü.

Prof. Dr. Tunçalp Özgen’i, Ankara Üniversitesi’nin efsane hukuk hocası

Prof. Dr. Eralp Özgen’in kardeşi ve dünyanın ilk üç beyin cerrahından

biri olarak tanıyordum herkes gibi. Tunçalp Hoca’yla ilk kez 29 Ekim

2003’te gerçekleştirdiğimiz 80. Yıl Cumhuriyet Yürüyüşü vesilesiyle

karşılaştık. O yıllarda Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi’ndeydim ve

rektör Prof. Dr. Nusret Aras ülke çapındaki bu yürüyüşün düzenleme

görevini bana vermişti. Yüzün üzerinde öğretim elemanı ve öğrenciyle

birlikte yürüttüğümüz çalışmalar sonucunda kırk dört bin öğretim üyesi

Ankara’da toplanmış ve Anıtkabir’i ziyaret etmişti. Tunçalp Hoca,

Hacettepe Üniversitesi Rektörü olarak başından itibaren çalışmalarımızı

desteklemiş ve üniversitesinin öğretim üyeleriyle birlikte yürüyüşteki

yerini almıştı. İkinci ya da resmi tanışmamız ise Hacettepe Teknokent

Kurucu Yönetim Kurulu toplantısında gerçekleşti. Tunçalp Hoca

Ankara Üniversitesi’ni yüzde üç hisse ile Teknokent Yönetici Şirketi’ne

ortak etmiş, Ankara Üniversitesi’nin temsilcisi olduğum için de beni

Kurucu Yönetim Kurulu’na almıştı. İlk toplantıda, “ben Ankara Üniversitesi’nin

yüzde üçlük hissesini temsil ediyorum ama Yönetim Kurulu

üyesi olarak söz hakkımı yüzde yüz kullanır, her konuda görüşümü açık

açık ifade ederim. Şimdiden söyleyeyim” demiştim. Bu sözlerin, kendisi

de açık sözlü bir insan olan Tunçalp Hoca’nın çok hoşuna gittiğini sonradan

öğrendim. Teknokent’in kuruluş aşamasında hemen her hafta


toplanıyorduk. Makine mühendisi birikimimi de kullanarak, hâkim

olduğum her konuda Hacettepe Teknokent’e katkıda bulunmaya

çalışıyordum. Teknokent kurma fikrinin sahibi ve Yönetim Kurulu

Başkanı Prof. Dr. Selçuk Geçim bu samimi çabalarımı Tunçalp Hoca’ya

anlatıp Hacettepe’ye kazandırılmamın çok yararlı olacağını anlatmış.

Bir toplantıdan sonra Tunçalp Hoca beni kenara çekerek “Askerciğim,

seni Hacettepe’ye alalım, ne dersin?” dedi. Ben de “hocam ben Hacettepe’de

ne yapacağım, İletişim Fakülteniz yok ki” diye cevap verdim. “Kur

o zaman” dedi. “Zaten bizim İletişim ve Hukuk Fakülteleri kurma

konusunda senato kararlarımız var”. Ben de “şu anda Türkiye’nin en iyi

iletişim fakültesinde çalışıyorum zaten. Ankara’da benzer bir fakülteye

gerek olduğunu düşünmüyorum, kuracaksak farklı bir yapıda olmalı”

dedim. “O zaman sen de benzemeyenini kur” dedi. “Tam destek

isterim” dedim. “Kabul” dedi.

Tunçalp Hoca o dönemde YÖK Yürütme Kurulu üyesiydi. Çok kısa

sürede, Tunçalp Hoca’nın her aşamadaki desteğiyle, şimdi “Hacettepe

Modeli” olarak adlandırılan Hacettepe İletişim Fakültesi’nin kurdum.

Üniversite senatosunun kuruluş kararında iletişim fakültesi yanında

hukuk fakültesinin de adı geçtiği için Hacettepe Üniversitesi Hukuk

Fakültesi’nin kuruluşunu da aynı kararname ile ben gerçekleştirmiş

oldum. Bu iki fakültenin kuruluşunda o dönem Ankara Üniversitesi

Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Celal Göle, Hacettepe Teknokent

Genel Müdürü İlyas Yılmazyıldız ve Iğdır bağımsız milletvekili

Prof. Dr. Dursun Akdemir dâhil çok sayıda dost ve arkadaşımın desteğiyle

bürokratik engelleri kısa sürede aştık. Fakültenin yapılanması ve

eğitim programını Ankara Üniversitesi’ndeki asistanlarım Emek Çaylı,

Gülsüm Depeli, Engin Sarı’dan ibaret ekibimle, o zamanki unvanlarıyla

Doç. Dr. Mine Gencel Bek, Doç. Dr. Sevilay Çelenk, Doç. Dr. Nilüfer

Timisi ve İLEF’in diğer hocalarının desteğini alarak hazırladık. Bugün

iletişim alanında “Hacettepe Modeli” olarak anılan fakülte yapısı ve

eğitim programı Prof. Dr. Tunçalp Özgen tarafından YÖK icra kurulunda

tanıtıldı, savunuldu ve kabul edildi.

Hacettepe Modeli iletişim fakültesi, Türk Akademiyası’na “Kültürler-


arası İletişim Anabilim Dalı”nı kazandırdı. Üniversitelerarası Kurul

Doçentlik sınavlarında “kültürlerarası iletişim” bir başvuru alanı olarak

eklendi. “Etnografi” alanı iletişim bilimlerinde hak ettiği yeri resmen

almış oldu. İletişim eğitimi “iletişim bilimleri” ve “iletişim uygulamaları”

alanlarının uyumlu etkileşimini içeren bir kavram olarak yükseköğretimde

ilk kez fakülte yapısına girmiş oldu. İletişim araçlarına dayalı bölümler

kurmak yerine sadece iki bölüm kurarak iletişimin, ileride ortaya çıkabilecek

yeni mecraları da içerecek biçimde, bütün alanlarında insan

yetiştirmenin yolu açıldı. O dönemde Çukurova ve Bozok Üniversitelerinde

“Hacettepe Modeli” iletişim fakülteleri kurduk. Şu anda ülkemizde

açılan “İletişim Bilimleri” bölümleri bu modelin eseridir ve bu

eserlerin arkasındaki görünmeyen imza, dünyanın sayılı mikro-cerrahi

virtüözlerinden Prof. Dr. Tunçalp Özgen’e aittir.

Fakültenin fiilen kuruluşu, fiziksel mekân ve kadroların sağlanması ve

eğitimin başlatılması aşamalarında rektörümüz olan Tunçalp Hoca’nın

tam desteğini aldık. Doğru temellendirilmiş, gerekçelendirilmiş ve ifade

edilmiş hiçbir isteğimizi geri çevirmedi. Her etkinliğimize katıldı, her

çabamıza destek verdi.

Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi üç yıl içinde, Öğretim Üyesi

Yetiştirme Programı (ÖYP) çerçevesinde Türkiye’nin bütün iletişim

fakültelerine öğretim elemanı yetiştiren merkez haline geldi. İletişim

Fakülteleri Dekanlar Konseyi İLDEK, fakültenin bu nitelik ve işlevini

oybirliği ile aldığı bir kararla onaylayarak kamuoyuna duyurdu. Artık

Hacettepe İletişim, lisansüstü eğitim veren, diğer üniversitelere akademisyen

yetiştiren, her dönem en az iki yabancı hocanın ders verdiği, Japonya,

Avustralya ve Almanya ile ortak dersler yürüten, iki yabancı dilli

öğrencilerinin üniversitelerde kadrolu ve yurtdışında doktora yapma

olanağına sahip olduğu bir akademik merkez haline gelmişti. Bütün

bunlar Tunçalp Hoca’nın desteğiyle başladı ve ayakta durdu.

Bu nedenle, iletişim camiasının Tunçalp Özgen’i sadece vizyon sahibi bir

rektör olarak değil, aynı zamanda iletişim eğitimi alanına doğrudan

katkıda bulunmuş bir bilim adamı olarak görmesi, anması ve unutmaması

gerekir.


Prof. Dr. Tunçalp Özgen insani yönleriyle çalışma ortamını güzelleştiren

bir yöneticiydi. Onun döneminde dekanlar arasında oluşan arkadaşlık

atmosferi birçok ortak projenin hayata geçmesini sağlamıştı.

Arkadaşlığımız sadece görev alanlarımızı değil, özel yaşamımızı da

kapsamaktaydı. Tunçalp Hoca’nın teşvik ve desteğiyle üniversite dışında

da görüşüyor, ailelerimizle bir araya geliyor, kurduğu Hacettepe

Orkestrası’nın konserlerine, kent dışında gezilere gidiyorduk. Üniversite

Yönetim Kurulu toplantılarını eğlenceli hâle getiriyor hem verimi

artırıyor hem de işbirliğini en yüksek düzeye çıkaran daha uygulanabilir

kararlar alıyorduk. Samimi ve verimli bir çalışma atmosferi yaratmıştı

Tunçalp Hoca. Bizim kendi aramızda doğan arkadaşlık ortamı onu

memnun ediyordu. Ayrı ayrı bir araya geldiğimizde Tunçalp Hoca ve eşi

Canan Hoca’yı anıyor, bazen çok geç saatlerde telefonla Tunçalp

Hoca’yı arıyorduk. Özel toplantılarımıza katılamadığında bile, aşıladığı

samimiyet ruhuyla varlığını hissettiriyordu. Her seferinde bu aramızdaki

arkadaşlıktan ne kadar memnun olduğunu ifade ediyordu. Bir araya

geldiğimizde de mutluluğu gözlerinden okunuyor, kahkahalarıyla

çevresine neşe ve enerji saçıyordu. Tunçalp Hoca’nın enerjisine ayak

uydurma gayretiyle gerçekten çok çalıştık. Belki çok da yorulduk ama

başarılı işler yaptık ve hep mutlu olduk.

Tunçalp Hoca’nın yarattığı çalışma ortamı kısa zamanda üniversite

içinde meyvelerini vermeye başladı. Söz gelişi, sadece bizim alanımızda;

Hukuk ve İletişim Fakülteleri ülkede ilk “Aracılık Programı”nı hazırlayıp

hayata geçirdi. Tıp, Eczacılık, Diş Hekimliği, Fen ve İletişim Fakülteleri

“Adli Tıp Bilimleri Yüksek Lisans Programı”nı hazırladı. İletişim

Fakültesi Tıp Fakültesi’nde İletişim dersleri vermeye başladı. İletişim ve

Tıp Fakülteleri “Sağlık İletişimi Yüksek Lisans Programı”nın, İletişim ve

Güzel Sanatlar Fakülteleri “Video Sanatları Yüksek Lisans

Programı”nın hazırlıklarını tamamladı. Üniversitenin her biriminin

etkinliği diğer bütün birimlerce desteklendi. Kimse kendini yalnız hissetmedi.

Bütün törenlerimiz en yüksek katılımla gerçekleşti.

Hacettepe Üniversitesi, Prof. Tunçalp Özgen’in rektörlüğü döneminde

diğer üniversitelere de katkısını esirgemedi. Kastamonu, Yakın Doğu ve


Bozok üniversitelerine Tıp Fakültesi, Hacıbektaş, Niğde ve Aksaray

üniversitelerine farklı fakülteler kurduk.

Onun döneminde Hacettepe Üniversitesi birikim ve emeğini herkesle

paylaştı. İletişim Fakültesi de o dönemin bütün etkinliklerini kısa filmlerle,

afişler ve sergilerle kaydetti, kamuoyuna sundu.

Atatürk ve Cumhuriyet sevdasını en zor dönemlerde bile açıkça beyan

etti. Üniversite olarak yurtseverliğin gereğini yerine getirdik hep. Fikirlerimizi

her mecrada açıkça ifade etmekten çekinmedik. Tunçalp Hoca’nın

akademik ve düşünce özgürlüğümüzü, söz hakkımızı koruyacağından hiç

kuşku duymadık.

Karşısında olanlara bile kırıcı davranmadı. Kıvrak zekâsıyla herkesin

hak ettikleri cevabı üslubunu bozmadan, kibarlık sınırlarını zorlamadan

verdi. Kendiyle barışık, alçak gönüllü ve sevecen bir insan olmasına

karşın olmayacak işe “hayır” demekten çekinmeyen, hataları kırmadan

ama küçültmeden açıkça söyleyen bir yöneticiydi Tunçalp Hoca.

Prof. Dr. Tunçalp Özgen’le tanışmış ve onunla birlikte çalışmış olmaktan

hem zevk hem de onur duydum hep. Ben Hacettepe’den ayrıldıktan

sonra da ilişkimiz kopmadı. Her fırsatta görüştük. Damadım Onur ve

eşim Sevgi’nin sağlık sorunlarıyla yakından ilgilendi, gelişmeleri

gıyabımızda izledi. Aradı, sordu.

2003’te rektör Prof. Dr. Tunçalp Hoca’yla tanışmıştım, 2019’da bir

dostun, ağabeyin ve özel bir insanın güzel anılarıyla baş başayım.

Hakan Keçe

Öğrenci Temsilcileri Konseyi Başkanı

Demokratik üniversite anlayışından gelen kıymetli Rektörümüz Prof.Dr.

Tunçalp ÖZGEN görev süresi boyunca, öğrencileri hem yönetime

katmış hem de onların her sorunu ile bire bir ilgilenmiştir. Biz de yakın

çalışma arkadaşları olarak bu konudaki tüm hassasiyetini memnuniyet ile

müşahede ettik. 2002 Yılında girdiğim Öğrenci Temsilciler Konseyi’nin


2005-2007 döneminde de başkanlığını yürüttüm. Bu süreçte

yaşadığımız özel bir kaç anımızı da müsaadenizle sizle paylaşmak istiyorum.

Her akademik açılış yılının hemen ardından Öğrenci Temsilciler Konseyi

üyeleri ile yemekte buluşurdu hoca, yeni üyelere başarılar diler, eskilere

teşekkür eder ve önümüzdeki eğitim öğretim yılını planlardık. Bu

toplantının gündem konularından biri de ihtiyaçlarını karşılayamayan

öğrencilerimiz olurdu. Özellikle tüm fakülte temsilcileri, bölüm ve sınıf

temsilcileri ile yaptıkları toplantılarda hangi sınıfta kim ekonomik

yoksunluk çekiyorsa onlar belirlenir ama bu tespitten kesinlikle hiçbir

öğrencinin haberi olmaz, durum Öğrenci Temsilciler Konseyi’nin üst

yönetiminde de tartışılarak bir liste oluşturulurdu.

Listeyi Rektörümüze arz eder, genel bir bilgilendirme yapardık, hangi

fakülte, hangi bölümde kaç ihtiyaç sahibi olduğu konusunda. İhtiyaçları

nelerden oluşuyor, anlatırdık. Vaka vaka anlatmaya gelince izin vermezdi,

“Çocuklar siz gerekeni yapmışsınız, ihtiyaçları da tespit etmişsiniz

gerek yok, detaylı anlatmanıza” derdi. Listeyi teslim ederdik kendisine.

Listede; öğrencinin adı-soyadı, bölümü, sınıfı, ihtiyaç nedeni, ihtiyaç

duyduğu hizmet ve öğrencilerin haberi olmadan aldığımız hesap

numaraları yer alırdı. Kiminin yurt parasının ödenme ihtiyacı, kiminin

kitap parası, kiminin Ankara da kalabilmesi için gerekli burs miktarı

yazardı.

Aradan bir hafta geçmez Özel Kalem Müdürü Sayın: Didem Reisoğlu

arardı bizi. “Hakan, Rektör Bey’in size teslim edilmesini istediği bazı

belgeler var, gelip alır mısınız?” derdi. Gittiğimizde “ Verdiğimiz listenin

tamamında kim için ne karar almışsak, dekontlarıyla karşılaşırdık. Kiminin

yurt parası ödenmiş, kiminin katkı payı, kimine bilgisayar alınmış,

kimine nakit burs yatırılmış.

Rektörümüz o an uygunsa teşekkür için yanına girerdim. İlk sözü

“Hakan sakın ha veren eli, alan el görmeyecek… Sakın ha bu yardımların

kişisel hesabımdan yapıldığını kimse bilmeyecek, hatta benim

yaptığımı da kimse bilmeyecek, burs bulduk bir yerden deyin” diye sıkı


sıkı tembihlerdi.

O günlerde de sonrasında da kimse bilmedi sevgili Rektörüm, kıymetli

hocam ve öğrencilerin babası, babamız. Hiç kimse nereden nasıl

olduğunu bilmedi yardımlarınızın. Bugün destek olduğunuz öğrenciler

bu vatana hizmet etmeye devam ediyor, kimi mühendis, kimi doktor,

kimi öğretmen, kimi sporcu, kimi sanatçı olarak.

2006 yılında öğrenci Konseyi Başkanı olarak görev yapıyordum. Öğrenci

Konseyi odamız topluluklarla bir arada olalım ve öğrenciye yakın olalım

diye yemekhanenin üst katında yeni dizaynedilen odaların arasından

bizzat Rektörümüz tarafından belirlenmişti. Karşımızda derslikler ve

sağlık kafe vardı. Yemekhanede yenen yemeklerin ardından çaylar Sağlık

Kafe’de içiliyordu. Sağlık Kafe tüm Sıhhiye kampüsünün buluşma ve

sosyalleşme alanı gibiydi. Bir gün kafede bir bağış kutusu ve bir not

gördüm. Not şöyleydi “Tıp Fakültesi dönem 1 öğrenciyim, lösemi olan

kardeşim için bağış topluyorum…”

Hemen kafenin sahiplerine gittim. Bu kutuyu kim bıraktı diye sordum?

Biri bıraktı gitti, yine gelir dediler. Kutular sadece Sağlık Kafe’ye değil,

öğrencilerimizin uğradığı birçok yere bırakılmıştı. Bırakan kişinin telefon

numarasını sordum, bilmiyorlardı. Gelirse mutlaka telefon numarası

bıraksın, ya da telefon numaram şu, beni arasın dedim. Sonradan adının

V.Ü. olduğunu öğrendiğim (izin almadığım için adını tam yazmıyorum.)

dönem 1 öğrencisiyle tanıştım. Durumu anlattı, kardeşi hastaydı.

Babasının SSK prim borçları yüzünden sosyal güvenceleri ve hiçbir

gelirleri yoktu. Kardeşinin acil ameliyat olması gerekiyor, masrafları

karşılayamıyorlardı.

Bu işin üstesinden nasıl geliriz diye düşünmeye başladık, Öğrenci Temsilciler

Konseyi’ndeki arkadaşlarla. Kampanya yapmamız için valilikten

izin almamız ve toplumun tüm birimlerine yaymamız çok uzun ve

meşakkatli bir işti ve zaman yoktu. Aklımız durmuştu. Tüm arkadaşlara,

ben Rektör hocaya götürelim konuyu, o bize yol gösterir dedim.

Randevu istedik Rektörümüzden. Asla öğrenciyi bekletmek âdeti değildi

zaten. Hemen randevu verdi. Ertesi gün karşısındaydım. Durumu anlat-


tım.

“Hakan sen bu öğrenci arkadaşını al, getir bana” dedi.

V.Ü ile aynı gün öğleden sonra gittik yanına. V.Ü’ye:

“Nerelisin sen ve kardeşin nerede tedavi görüyor?. Bana her şeyi anlat”

dedi. Bizi uzun uzun dinledikten sonra,V.Ü’ye dönüp,

“Sen merak etme, ben seni anladım, kardeşini burada tedavi etmemizi

istersen, üniversitemizin tüm imkânları sana açık, ama doktoru tedavi

etsin dersen de, görüşüp, gereğini yaparız” dedi.

Arkadaşımızı yolladıktan sonra beni Rektör hoca yanına çağırdı. Tüm

bilgilerini aldığımız hastanın tedavileri Akdeniz Üniversitesi’nde devam

ediyordu. Tunçalp Hoca, Akdeniz Üniversitesi’nin o dönemki Rektörü

M.A hocanın çok yakın arkadaşıydı. Hoca, Rektör ile görüştü, tüm

masrafları üstlendiğini söylese de karşıdaki rektör buna müsaade etmiyordu.

Sonra bana döndü;

“Hakan arkadaşın her zaman bize ulaşamayabilir, ama bu çocuk tedaviye

muhtaç, sen babasının bilgilerini getir. SSK prim borçlarını biz

ödeyelim, hastanelere rahat gitsin, sonrada Senatomuzda dile getir, tüm

Dekan ve enstitü müdürleri sahip çıkacaktır konuya” dedi.

Ardından özel kalem müdürü Sayın Didem Reisoğlu’nu (Konseyin hâlâ

Didem ablasıdır.) çağırdı. Benim şahsi hesabımdan bu öğrencimizin

babasının tüm SSK prim borçlarını ödeyin, sağlık hizmetinden yararlanmaya

başlasın dedi. Ve bana döndü “ Sakın bu parayı benim ödediğimi

söyleme arkadaşına sen dekontu götür, Senato üyeleri ödedi de”

dedi.

Takip eden ilk senatoda söz aldım. Rektör hoca haklıydı. Senato üyeleri

konuya sahip çıktı. Özellikle Prof.Dr. Ali Kalaycıoğlu ve Erol Belgin

hocanın başı çektiği ekip ciddi bir yardım toplamıştı aralarında. Bu

yardımı, SSK prim borcunun ödendiği makbuzla birlikte bana teslim

ettiler.

V.Ü’yü odama davet ettim. “V.Ü, kardeşinin durumundan Akdeniz


Üniversitesi Rektörü’nün bilgisi var, telefonu şudur. Rektörümüz aracılığı

ile randevu al git, gereken özen ve alaka gösterilecektir.” dedim. Ardından

“Bu, babanın SSK Prim borcunun ödendiğine dair belge, kardeşini

tüm sağlık kurumlarına rahatlıkla götürebilirsin, ayrıca bu da Hacettepe

Senatörlerinin kardeşinin bakımı için topladıkları yardım” diye zarfın

içinde yardımı uzattım.

V.Ü. Zarfı aldı ve açtı. “Bu yardım, kardeşim için fazla; ben şu kadarını

alabilirim. Kalanını diğer ihtiyaç sahiplerine verin” dedi. Ne yaptıysak

kabul ettiremedik tamamını. Kalanını, Senato üyelerimize de durumu

arz ederek yurt ücretlerini ve katkı paylarını ödeyemeyen öğrencilerimizin

hesabına yatırdık.

Rektör Hoca o öğrencimizin notlarından tutun da, ailesine varana kadar

her şeyi ile ilgilendi. Ama asla bunu kimse bilmedi.

Rektörümüzün yanında öğrenmenin sınırı yoktu. Her anımızda bazen

bilim dallarından, bazen sanattan, bazen spordan engin bilgisinden

faydalanabilirdiniz. Ama en önemlisi, yaşama dair, yaşamın tüm

inceliklerini yanında hayranlıkla izleyebilirdiniz. Rektör hoca Öğrenci

Temsilciler Konseyi’nde herkesin idolü olarak yaşamaya devam ediyor.

Gidenlerin ardından yazmak da zordur, konuşmakda… Ama hatıralarını

yaşatmak için ikisini de yapmak şarttır. Kıymetli hocamızı birçok kişi

Rektör ya da Türk Nöroşirürjisi alanına yaptığı katkıları ve üstün

hizmetleri ile tanımaktadır. Oysa büyük insanlar hep çok yönlüdür.

Büyüklüğünün içinde küçülür. Çocukla çocuk, gençle genç, yaşlı ile

yaşlıdır, Tunçalp Hoca. Öğrencisiyle ilk kez beyaz önlük giymiş kadar

heyecanlı, asistanıyla bildiklerini paylaşırken tevazu sahibi, özverili ve

çalışkandır. Hacettepe’nin kuruluş felsefesi olan “daha ileriye, en iyiye”

ulaşmak için de inatçı ve mücadeleci yönünü yakın çalışanları bilmektedir.

Rektör olarak sadece kendi üniversitesine yoğunlaşmayıp, ülkemizdeki

tüm üniversitelerin derdini dert edinmiştir. Ülkemizde üniversitelerin,

“demokratik üniversite” anlayışı çerçevesinde şekillenmesi için

Üniversitelerarası Kurul ve Yüksek Öğretim Kurulu çerçevesinde

yapmış olduğu özverili çalışmalar olağanüstüdür. Bu çalışmalara yakın-


dan şahitlik eden biri olarak ve hocamızın üniversitelerimizde kurmaya

çalıştığı “demokratik üniversite” anlayışını ortaya koymak için bu yazıyı

kaleme aldım.

Hocanın rektörlükten sonra Yüksek Öğretim Kurulu üyeliği süresince de

ülkemizdeki tüm üniversitelere katkısı devam etti. Aşığı olduğu Hacettepe’den

emekli olduktan sonra da birçok vakıf üniversitesi için kurucu

rektörlükler teklif edildi, Hoca; Hacettepe’ye saygısızlık olur diye hiçbirini

kabul etmedi. Bu duruşu, merhum kurucu Rektörümüz İhsan Doğramacı

da, Bilkent Üniversitesi’ne Tıp Fakültesi açılması gündeme

geldiğinde (Hacettepe’yi göstererek) reddeterek göstermiştir.

Mevzuatta her ne kadar adı Öğrenci Konseyi olsa da Hacettepe’de hâlâ

adı Öğrenci Temsilciler Konseyi olan kurul dimdik ayaktadır ve öğrenci

hakları için mücadelesini devam ettirmektedir.

Bu kadar güvendiği ve her platformda övgüyle bahsettiği Öğrenci

Temsil Kurulu Başkanları ve üyeleri olarak bizler de hiçbir gün

Hocamızı unutmadık. Hepimiz mezun olduk, farklı illere, farklı görevlere

gittik. Ama her fırsatta Hocamıza koştuk. Başımız sıkıştığında, işimizle,

ailemizle ilgili bir sorun olduğunda Hocamıza koşardık. Hepimiz

bilirdik ki, sorunlarımızı paylaşmadığımızda ve bu durumu başkalarından

öğrendiğinde daha çok kızardı. Ziyaretlerimizde bilimden sanata,

spordan kültüre çok geniş bir yelpazede sohbet edebilirdik, farklı alanlarda

olmamıza rağmen hepimizin işinin de inceliklerini bilirdi. Bu duruma

şaşardık. Her sözü, her cümlesi bir felsefenin yaratısıydı sanki; üzerine

günlerce düşünürdük. Çıkmak istemezdik muayenehanesinden, ama

hastalarını da bekletmek istemezdik.

Yazmanın en zor tarafı kelimeler düğümlendiği zaman, anlatamaz

olmak ve çaresizliği yaşamaktır. Rektörümüz kendi görev süresi bitip

rektörlükten ayrılırken, devir teslimden önce fakülte fakülte, bölüm

bölüm veda yemeği yaptı. Tabi tüm temsilcileri de ayrı ağırladı. O veda

da hepimize bir mektup verdi. Mektubun girişi şöyleydi;

Hoşça kalın dostlarım benim

Hoşça kalın!


Sizi canımda canımın içinde,

Kavgamı kafamda götürüyorum.

Hoşça kalın dostlarım benim

Hoşça kalın...

Hocamızı, abimizi, arkadaşımızı, kardeşimizi, dostumuzu, sırdaşımızı,

yeri geldi babamızı hiç bırakmadık. O görev süresinin bitimindeki hoşça

kalda da bırakmamıştık peşini… Şimdi bedenini yanında götürürken

Hocamız; fikirlerini, çalışma azmini, disiplinini, çalışkanlığını, tevazuunu,

öğretilerini, vatan sevgisini, Hacettepe sevgisini, hayata bakışını,

enerjisini bize miras bıraktı. Boşluğunun hiçbir zaman dolmayacağını

biliyoruz. Çok özleyeceğimizi de…

Hoşça kal Büyük İnsan…

Hoşça kal unutulmaz Rektör…

Hoşça kal Hacettepe’nin Öz Evladı…

Rüknettin Kirazlı

Personel Daire Başkan,

Personel Dairesi Başkanı olarak görev yaptığım dönemde, bir gün Rektör

Tunç Bey’in çağırdığını sekreter hanım iletti. Yanına gittiğimde

“Rüknettin gel otur.” dedi ve orkestranın her mezuniyet döneminde

azaldığını ve nerede ise kapanacağını söyledi. “Buna çare bulmamız

gerekir, acaba öğrencileri işe alabilir miyiz?” dedi. Ben de “pozisyon var

ise SKS üzerinden, ya da mezunları 2547 sayılı kanunun 33, veya 50/D

maddesine araştırma görevlisi olarak atayabiliriz” dedim. Bunun üzerine

Rektör yardımcısı, konservatuvardan sorumlu Erol Belgin hocamı

çağırdı ve “bu işi halledin” dedi. Biz de mezun durumda olan öğrencileri

Güzel Sanatlar Enstitüsü'ne kayıt yaptırdık ve üniversitenin birimlerinden

100’e yakın kadroyu Konservatuara aktararak önce 2547 sayılı

kanunun 50/ D maddesine göre atadık ve dört yılı garantiye aldık. Daha

sonra da 33. maddeye çektik ve konservatuvarın devamlılığını sağladık.

Rektörümün ruhu şad olsun.


Seval Özdemir

Halk Sağlığı Enstitüsü, Enstitü Sekreteri

2000 Yılında Hacettepe ailesine katıldım. Göreve ilk olarak Rektörlük

Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü’nde başladım. Tunçalp hocamla

çalıştığımız iki dönem, yani sekiz yı boyunca üniversitemizin kültür ve

sanat faaliyetlerini yürüten bu müdürlükte sayısız konser, konferans,

sergi ve açılış gerçekleştirdik. Hocam bu etkinliklere çok önem verir;

üniversitenin akademik imajı kadar, sanata verdiği değerle de anlam

kazanacağını hep vurgulardı. Dolayısıyla yürüttüğümüz her kültür

sanat faaliyetinde, başından sonuna kadar verdiği fikirler ve önerilerle

kendisinin desteğini ve yönlendirmesini hisseder, bu doğrultuda en iyiye

ulaşmaya çabalardık. Bu yönüyle sadece üniversitenin idari bir yöneticisi

olmaktan çok, sanata, edebiyata, müziğe, resme ve daha birçok kültürel

alana ilgisi, merakı ve duyarlılığı olan gerçek bir sanatseverdi kendisi.

Onun yakın çalıştığı akademik ya da idari her personele karşı sıcak,

samimi ve güler yüzlü tavrını az çok biliyordum. Ama belki de ilk kez

kişisel olarak yaşadığım ve bir türlü nedenini bulamadığım çok ciddi baş

ağrıları sorunum nedeniyle kapısını çaldığımda gösterdiği ilgi ve sıcaklıkla

bir kez daha beni şaşırttı hocam. Bana, “Sevalciğim, yarın sabah

07.00’de seni bekliyorum” dediğinde inanamadım. Ertesi sabah 07.00

de elimde tetkiklerim ve sonuçlarımla hastanedeydim. Odasının kapısında

beni tüm içtenliğiyle ve güler yüzle karşıladı. Gerekli tüm muayeneleri

yaptı ve bana “Evet beynindeki, doğuştan gelen bu kistle ömür boyu

yaşayacaksın ama içini ferah tut, korkulacak bir durum yok, sadece yılda

iki kez düzenli olarak kontrollerini yaptır.” dedi. Söylediği bu cümlelerle

bana verdiği moral ve güç kelimelerle anlatılır gibi değildi. Yol boyunca

eşimle sadece iyi bir bilim adamı olmasını değil, hastaya verdiği değeri,

gösterdiği yakınlığı, endişeleri gideren sıcacık üslubunu konuştuk. İyi ki

tanıdım Tunçalp hocamı. Onun varlığı Hacettepe için gerçek bir

kazançtı. Çalışkanlığıyla, iletişim becerisiyle ve çok yönlü kişiliğiyle

bizler için hep rol model oldu, olmaya da devam edecektir. Çok erken

uğurladık sonsuzluğa. Işıklarda huzurla uyusun diliyorum.


Sema Özer

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı

Prof.Dr.Tuncalp Özgen,

İyi kalpli, alçakgönüllü, şefkatli ve vicdanlı kişiliği ile çok iyi bir insandı.

Mesleğinin doruğunda önemli bir bilim adamı olmasına karşın rektörlük

döneminde yardımsever kişiliği ile öğrencilere ve tüm Hacettepe çalışanlarına,

onların yakınlarına hep kapısını açmıştır.

Güler yüzü, insanları sevmesi, yapıcı, dinamik ve dürüst kişiliği,

rektörlüğünde çok başarılı olmasını sağlamıştır.

Rektörlük seçimini kazanmasının ardından Hacettepe M salonunda

yaptığı konuşmasının sonunda tüm Hacettepelilerin gerektiğinde cep

telefonuyla kendisine ulaşılabileceğini söylemiş ve ekrana cep telefon

numarasını yansıtmıştı. Salonda, ”Veriyor ama ulaşılmaz, biliyoruz”

fısıldaşmalarını duymuştum.

Birkaç yıl sonra, Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nde

öğretim üyesi olan bir arkadaşımız Londra’da trafik kazası geçirdiğinde,

eşi aynı numaradan Tuncalp hocaya ulaşmıştı. Hacettepe’de ameliyathane

hazırlanmış ve ameliyatı acil olarak gerçekleşmişti.

Nisan 2018’de, eşim rahatsızlığında gösterdiği ilgi ve şefkati asla

unutamam. Başarılı bir girişim ile eşimi yaşama kavuşturdu. Olağanüstü

kişiliği ile hep yanımızdaydı.

Hastane koridorlarından rüzgâr gibi geçerek çevresine verdiği ışığı,

umudu, usta ellerini ve dinamik kişiliğini çok özleyeceğiz.

Sevgili Tunçalp abi,

Hastaların, meslektaşların ve sevenlerin seni asla unutmayacak.

Güzel izler bırakarak gittin.

Işık içinde uyu.


Güldeniz Selmanoğlu

Biyoloji Bölümü

Tunçalp hocamın çevremde hayatına dokuduğu insanlara şahit olmuştum.

Hocamın benim de hayatıma bir dokunuşu olmuştu. Her zaman

saygı, sevgi, minnet ve rahmetle anıyorum. Hocamla çok fazla mesaim

olmasa da doçentlik atamam hocamın döneminde olmuştu ve atamamı

hocamın aramasıyla öğrenmiştim. Rektörlüğü döneminde bir kurul

üyeliğim nedeniyle çok az mesaim oldu, ama verdiği pozitif enerjiyi her

zaman hissettim. 2017 yılında yaşlı annem (o zaman 84 yaşındaydı) bir

sağlık sorunu yaşadı. Aşırı ağrılı, acılı ve benim de ne yapabilirim diye

çırpındığım bir dönemdi. Tabi ki bir profesör olarak kendi üniversitemde

zor günlerimde yardım arayışına girmiştim. Annemin belindeki

birkaç soruna bağlı olarak aşırı ağrı ile acil olarak özel bir hastaneye

gitmiştik. Orada ilk değerlendirmeler kan testi, MR çekimi vb.yapıldı ve

yeşil reçeteli ağrı kesici verildi. Ancak iğnelere rağmen ağrısı arttı ve

ayağa kalkamıyordu.

İki gün sonra bir cuma günü iğnelere rağmen dayanılmaz acısı nedeniyle

aynı özel hastaneye özel ambulansla götürmek zorunda kaldık. Ayağa

kalkamadığı gibi ağrı ve acıları nedeniyle hareket bile ettiremiyorduk.

Ağrı kesici iğnelerin dozu artırılarak geri döndük. Eğer ağrılar geçmezse

ağrı merkezine gitmemiz önerildi. Ailemde hem kendi alanım nedeniyle

hem de doktora ulaşılabilirlik açısından sorumluluk bendeydi. Hafta

sonunu nereye götürmeliyim, bu alanda hangi doktorlar var arayışıyla

geçirdim, yanınızda acı çeken yaşlı bir anneniz varken. Belki ortopediye

mi götürmeliyim diye Beytepe Gün hastanesinde o zaman başhekim

olan Feza hocaya gittim. Durumu anlattım, sonuçlarına baktı bir

röntgen çekilmesi gerektiğini, ancak kendisinin üç gün Ankara dışında

olacağını ondan sonra getirmemi söyledi. Film için hastaneye getirebilmek

bile başlı başına bir sıkıntıydı ve bekleyecek durumda değildik.

Çaresizlik içinde aklıma Tunçalp hocam geldi ve en azından beni

nereye, kime götürmeliyim konusunda doğru yönlendirebilir diye

hocamın muayenehanesini aradım, durumu anlatarak randevu istedim.


Ancak annemi oraya götürmemin güçlüğünden bahsettim. Onun üzerine

hocamın sekreteri ismini yanlış hatırlamıyorsam Nesrin hanımdı,

hocayla konuşup döneceğini söyledi. Yarım saat içinde bana dönüş yaptı

ve hocamın annemin çekilen MR’ınıgörmek istediğini, öğleden sonra

orada olamayacığını, muayenehanesine CD’yi bırakırsam hocamın

inceleyince döneceklerini söyledi. Hemen Beytepe’den çıkıp CD’yi

götürdüm. Ertesi sabah hocam CD’yi inceleyip üç tane kan parametresine

bakılmasını istemiş. Sekreter hanım onların sonucunu alınca

sonuçlarla birlikte hocamın annemi göreceğini söyledi. Eve getirilen

sağlık personeli ile kanı aldırıp analiz için ilettim. Normalde en fazla iki

gün içinde çıkacak sonuçlar maalesef analiz için kullanılan kitte yaşanan

sorun nedeniyle gecikti.

Zamanla yarışıyordum, bir taraftan hastanenin laboratuvarını arayıp

sonucu takip ediyor, bir taraftan da hafta sonu girmeden hocama annemi

götürebilmek için randevu ayarlaması yapıyordum. Çünkü günlerden

Perşembe ve annemin iki günü daha ağrılı ve acılı geçirmesine dayanamıyordum.

Hocam biran evvel görsün ve beni yönlendirsin istiyordum.

Hastalık durumu insanın en zayıf noktası, takdir edersiniz ki yaşlı, mobilize

olamayan bir yakınınız ise. Sonuçta hocamın sekreterini aradım

sonuçlarda sıkıntı olduğunu, ama Cuma günü hocama getirmek

istediğimi, bir randevu saati ayarlamasını, sonucu çıkar çıkmaz getireceğimi

söyledim. Sağ olsun Nesrin Hanım beni rahatlattı, sonuçları

çıktığında hocamın bakacağını söyledi. Çünkü oturur vaziyette duramadığından

arabayla götüremeyeceğimiz için sonucu çıkınca özel ambulansı

da ayarlamam gerekiyordu. Yani irbiriyle bağlı zincirleme ayarlama

gerektiriyordu.

Cuma sabahı sistemden kan sonuçlarını görür görmez, önce Nesrin

Hanım’ı arayıp geleceğimizi bildirip, ambulansla (annem sedyede

yatarak) hocamın muayenehanesine gittik. Hocam annemi muayene etti

ve annemi muayene odasından çıkarırken destek vermeye yeltendik.

Destekle bile ayakta duramıyordu. Hocam annemin koluna girerek

bizim destek vermemize izin vermeden kendisi odasına geçirdi ve

koltuğa oturttu. Yaklaşık 10 gündür annem desteğe rağmen ayağa


kalkamıyordu ve oturur pozisyonda duramıyordu. Canı yanmasına

rağmen hocama bir şey diyemeden koltuğa oturdu. Hocam durum

değerlendirmesi yaptı. Belindeki kireçlenme, skolyoz, lordoz gibi problemler

sebebiyle ağrılarının alevlendiğini, biraz dişini sıkmasını söyledi,

hatta espriyle “öyle nazlanmak yok” dedi anneme. İstersek ameliyat

yapabileceğini ve ameliyatın da olası risk ve sonuçlarını söyledi. Yaşı

nedeniyle de çok sıcak bakmadığını ama biraz dayanmasını, eğer

istersek de ameliyat yapabileceğini söyledi.

Uzun bir görüşmeden sonra hocamın odasından çıktık ve bekleme

salonuna geçtik. Ambulansın gelmesi yaklaşık bir saat sürmüştü. Biz

beklerken hocam yanımıza geldi, bizle sohbet etti. Hem annemin

kullandığı ilaçlarla ilgili, hem üniversiteden ve ortak tanıdıklardan

konuşmuştuk. Sohbet sırasında da anneme verdiği pozitif enerjinin çok

katkısı oldu. En azından anneme ameliyat olmak yerine biraz dişimi

sıkarsam iyileşeceğim inancını verdi çok kıymetli hocam. Sonunda sedyeyle

yatarak geldiğimiz muayenehaneden oturaklı taşımayla çıkmıştık.

Gelirken ambulans kasise girdiğinde sarsıntıyla canı yanıyor kaygısıyla

gelirken, çıkışımız oturaklı sedyeyle olmuştu. Hocam tıbbi olarak durumunu

değerlendirmek dışında bir şey yapmamıştı ama ilgisi, yaptığı

konuşmasıyla annemde oluşturduğu pozitif yaklaşım onu yavaş yavaş

ayağa kaldırdı. Yaklaşık bir ay kadar süren süreçte yavaş yavaş kendi

ihtiyaçlarını karşılayabilir hale gelmişti. Çok değerli hocam en zor

anlarımdan birinde annemin ve benim hayatıma dokunmuştu. Bana

yıllardır hem öğrenci hem de öğretim üyesi olarak bulunduğum üniversitemden

bir hocam olarak aidiyetimi hissettirmişti ki bu Tunçalp

hocamın her zaman öncelediği bir konuydu.

Bu sene başlarında annem kardiyoloji ve kalp damarla ilgili sorunları

nedeniyle Hacettepe Hastanesi’nde yattı. İlginç bir tesadüf, hocamı

kaybettiğimizde yapılan tören günü annemin Hacettepe’de kontrolü

vardı ve hocamı annem yanmdayken birlikte uğurladık.

Hocamın haberini aldığımda çok üzüldüm. Ailemden birini kaybetmiş

gibi hissetim. Kötü haber tez duyuldu ve haberi aldığımda hemen

aklıma hocamla yaptığımız sohbet sırasında söylediği cümleler geldi


“Yaşlılığın zor olduğu, hatta yanlış hatırlamıyorsam kayınpederinin de

ileri yaşta olduğunu ve kullanılan ağrı kesicilerin bilinçle ilgili olumsuz

etkilerinin olduğu ve çok zorda kalmadıkça da bunları kullanmamasını”

önermişti. Yaşlılarda ölüm kaygısının yüksek olduğunu ve en güzelinin de

birden gitmek olduğunu” söylemişti. Hocamın ani kaybını duyduğumda

bu cümleler aklıma geldi ve bu dünyadan erken ama istediği gibi ayrıldı

dedim. Bilimsel özellikleri yanı sıra hocamın insana verdiği değer onu

ayrıcalıklı kıldı. Her zaman hocamı saygı, sevgi ve minnetle anıyorum.

Nur içinde yatsın….

Kadriye Sorkun

Biyoloji Bölümü

Ben hocanın birinci dönem seçim konuşmalarını dinledim ama söylemlerini

nasıl yerine getirecek diye denilenlere pek de itibar etmedim ve

başka bir adaya oyumu verdim. Sonuçta Tunçalp Hocanın rektör

seçildiği haberi geldi.

Bu arada ben Fen Fakültesi Biyoloji Bölümünde teçhizat ve kimyasal

madde yokluğu içinde çırpınıp duruyordum. Çalışmalarımı yürütmem

için mikroskop gerekliydi. Bir süre Tarım Bakanlığı’ndan borç alınan

mikroskopla idare ettim. Bir süre sonra onlar mikroskobu geri istediler,

tabii hemen iade ettim. Sonra Türkiye Kalkınma Vakfı’ndan bir başka

mikroskop borç aldım ama onlar da mikroskobu geri isteyince hiçbir iş

yapamaz hale geldim. Kendime bir mikroskop alsam diye hesaplıyorum

ama bütçem elvermiyor. Moralim eksilerde ne yapıp kime gideceğimi

bilemiyorum. Derken bir işgünü Yenimahalle civarı bir yerde eşim direksiyonda

ben yanında gidiyoruz, telefonum çaldı. Arayan, Rektör Bey’in

kaleminden arıyorum deyince aklım çıktı . Hemen eşimden “arabayı

sağa çeker misin?” ricasında bulundum, ama altından ne çıkacak diye de

çok endişelendim. Karşımdaki bayan, “Rektör sizinle konuşacak” dedi.

Bunca yıl Hacettepe’ye hizmet etmişim, böyle bir davranışı ne görmüş ne

de duymuşum.


Hocamın insana huzur veren sesini duyunca korkum yerini meraka

bıraktı. Aynen şöyle dedi “ Kadriyeciğim beni Ayhan Şahenk aradı,

“sizde Anzer balı çalışan bir hanım varmış, bana bu bal lazım” dedi. Ben

de vallahi bilmiyorum bir araştırayım ama çok da umutlu değilim

dedim. Sen bu işe ne dersin” dedi. Benim zaten canım burnumda,

dedim ki “Sayın Hocam ben yokluk içinde çalışmaya çalışıyorum. Türkiye’

de Anzer balını ben çalışıyorum ama olanaklarım çok kısıtlı ve çok

sıkıntı içindeyim” deyince Hocam “yarın Beytepe’ de saat 12:00 seni

bekliyorum” dedi ve telefonu kapattı.

Ertesi günü yaptığım çalışmalardan hazırladığım dosyayı hocama

sundum ama ben hâlen bir şeylerin değişeceğine inanmıyorum. Hocam

beni sonuna kadar dinledi ve dedi ki “Kadriye, seni tebrik ederim.

Hemen bir proje yazıyorsun ve bana getiriyorsun. Arkasından bir

Arıcılık Merkezi kurmak için gerekli dokümanları hazırlıyorsun ve bana

getiriyorsun, zaman içinde de Merkezi Enstitü ye dönüştürürüz” dedi.

Görüşme bittiğinde saat 13:00 olmuştu.

Yaşadıklarım inanılır gibi değildi. Hemen işe koyuldum ve çok kapsamlı

bir proje yazdım. Tabii en başa bir araştırma mikroskobu ve daha birçok

üst düzey teçhizat. O projede talep ettiğim her şey hiçbir değişiklik yapılmadan

birkaç ay içinde laboratuvarıma geldi. Merkezin kurulması

hemen olmadı ama Türkiye de Arıcılık üzerine kurulan ilk merkez oldu.

İlk önerimizde YÖK, “Hacettepe şimdi de arılarla mı uğraşacak” diye

öneriyi ret ediyor. Hocam “sen üzülme, biz bu işi takip edelim yeniden

başvur” deyince tekrar dosya hazırlayıp müracaat edince bu defa Türkiye

üniversitelerinde ilk arıcılık merkezi kurulmuş oldu. Enstitü için iki

kez başvuruda bulunmama rağmen daha sonraki yönetimler bu

talebime maalesef olumlu yanıt vermedi. 43 yıllık meslek hayatıma

Temmuz 2019 da yaş haddinden emekli olarak son noktayı koydum.

Son yirmi yıllık çalışmalarımın ivme kazanmasınd ve Hacettepe Üniversitesinde

birçok konuda ilkleri başlatmamda sevgili Hocamın katkısı çok

büyük. Bugün benim gençlere bıraktığım teçhizatlar halen çalışır

durumda ve günümüzde Hacettepe, Tıp Fakültesi tanınırlığı kadar arı ve

ürünleri konusunda daciddi bir prestije sahip.


Canım Hocam, siz benim elimden tuttunuz, ben de çok çalıştım ama

Enstitü arzunuzu, çabaladım ama gerçekleştiremedim. Onu da geride

kalan gençler zaman içinde belki gerçekleştirebilirler. Sizin yönetiminizde

çalışmak çok büyük bir ayrıcalıkmış.

Işıklar içinde uyuyun canım Hocam.

Ayşegül Tokatlı

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı

Prof. Dr. Tunçalp ÖZGEN Anı Kitabı hazırlığını öğrenince hem sevindim

hem de acım tazelendi. Her zaman sevgi, saygı, minnet ve özlemle

andığım Sevgili Hocam ile “arkası yarın” şeklindeki e-posta mesajlaşmalarımızı

derleyerek bu kitapta yer almak istedim. Konu “Hacettepe

Rektörlük Seçimleri ” idi.

Rastlantıya bakın ki ben bu yazıyı yazarken Hacettepe’de gündemdeki

konu yine rektörlük seçimi, pardon rektör ataması idi.

Bu vesile ile Prof. Dr. Tunçalp Özgen‘in anısı önünde saygı ile eğiliyorum.

Melike Mut

Eski Öğrencisi, Nöroşirurji Anabilim Dalı

Hocamı ilk tanıdığımda Tıp Fakültesi Dönem 3 öğrencisiydim. Tıp

Fakültesi yıllarında enerjisi, öğrencilere pozitif yaklaşımı ile fark yaratan

öğretmenlerimizdendi.

Nöroşirürji asistanlık eğitimi yıllarında çalışkanlığı, hastaya yaklaşımı,

cerrahi öğretisi ile örnekti. Uzmanlık ve takibinden tüm akademik

hayatımda her zaman desteğini hissettiğim hocamdı.

Ailem için de hep özel bir yeri vardı; nikâh şahidimizdi.


Pek çok kişinin hayatına dokunan hocam benim hayatımın dönüm

noktalarında hep vardı.

Her zaman saygı ve sevgi ile hatırlayacağım.

Işıklar içinde uyu Tunç hocam!

Kemal Öktem

İİBF SBKY

Ülkemiz kurumsal kültürü - çeşitli nedenlerle - üst-yöneticinin kişisel

vizyonunu, gayretini, çalışmasını ve enerjisini kurumsal işlere yoğunlaştırmasını

gerektirebilir... Bu bakımdan, bir ismin dönemi ve yaptıkları

daha da önem kazanabilir... Tunçalp Hoca, Beytepe Kampüsü'nde de

yürürken, araçla giderken, çeşitli birimlere ziyaretler yaparken, yolda,

etkinlerde, sıklıkla rastlanan, görüşülebilen, hâal hatır soran, bir etkin

yönetici profili çizmekte idi. Enerjisi ile belki genç akademisyenleri de

motive ediyordu... Kamu kurumlarında etkililik, strateji, verimlilik

konularına da konuşmalarında yer verirdi...

1. II. Kayfor (Kamu Yönetimi Forumu) düzenlemek üzere kendisini

Rektörlükte ziyaret etmiştik, (grip olmuş, "iki paket ilacı suya katıp içip

geldim, işler çok" dedi, destek verebilir mi konusunu görüştük.

Toplantıyı bizzat izleyerek ve de konferans kitabının yayın aşamasını

desteklediğinden, başarılı bir bilimsel toplantı organizasyonunu tamamladık

(2004).

2. Bir bahar (Mayıs) günü, Heykel Bölümü Mermer Heykel Sempozyumu

açılışını açık-alanda yapmakta iken, İİBF yolunda rastladığımda, "bu

eserleri görerek eğitimini tamamlayan öğrencilerin ve mezunların,

Anadolu'da gördükleri eğitimin etkisi ile sanat, kültür ve tarihi eserlere

olumlu bakışının gelişebileceği" üzerine konuştuk.

3. Beytepe Konferans Salonu inşaatı temel atma töreninde, dile getirdiği,

"bilimsel konferansların, çeşitli ve farklı tesislerde yapılması yerine, bir

konferans salonunda yapılmasının önemini, gerekliliğini ve tercih ettiği-


ni" vurgularken; haklı olarak duyduğu "mutluluk, başarı ve gururu" ifade

etmişti.

Zafer Öner

Genel Cerrahi Anabilim Dalı

Asalet.

On, on beş gün önce bir hastam:

“Hocam bir beyin cerrahı arıyoruz güvendiğiniz.

Hilesiz.

Dürüst.

Şefkatli”

Dedim ki:

Tunçalp Özgen.

...

Gözlerinin içiyle gülen...

İnsanın gözüne bakabilen,

Olduğu gibi insan.

Hastasıyla üzülebilen, sevinebilen, bir deha...

Her yanından asalet akan iyi bir insan...

Hani var ya hasretini çektiğimiz; nezaketli,

Kibar, beyefendi...

Çok iyi bir insan ve usta hekim!

Daha kaç gün oldu hastama şifasını bahşeden?

Bu nasıl düzen?

İşinin başında iken, aktifken, aniden!

Aldın elimizden!

Sanki sıra sıra her yanımız Tunçalp Özgen!

Aldın elimizden çalışırken...

Doldur bakalım yerini doldur da görelim!!!


Kemal ÖZMEN

Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü

“Hayatımız

Su üstüne yazılan

Bir yazı değilse

Bu yitip giden şey nedir”

Ataol Behramoğlu

Tunçalp Hoca’yı ilk kez 1992 yılında, kız kardeşimin beyin ameliyatı

vesilesiyle tanıdım. Tanıdığım diğer meslektaşlarında pek görmediğim

bir özelliği, derin hümanizması, dikkatimi çekmişti. Tedavi edilecek

“hasta”nın fiziksel varlığının altında, -sıklıkla göz ardı edilen-, bir “ruh”,

bir “psikoloji”, bir “yürek” taşıdığının farkındaydı. O tarihten sonra,

“doktor”la “hekim”i birbirinden ayırdım; birincisi, Batı dillerindeki

kökeni gibi (“doctor”) “alanın bilgisi”ne sahip kişiydi”, “nesnel”,

“soğuk” ve “mekanik”ti; “hasta”yı değil, “hastalığı” ön plana çıkarıyordu.

İkincisi, Arapça kökenindeki gibi (“hakîm”), içinde “felsefi bilgi”yi

de taşıyan “hikmet sahibi”ydi; meyve, kendisini var eden ağaçtan nasıl

ayrı düşünülmezse, “hastalığı” da “hasta”dan öyle ayırmıyordu.

Tunçalp Hoca bu ikinci kategoriden bir tıp insanıydı. Onunla tanışmam

“tıp etiği”nin haklar, yükümlülükler boyutundan çok, “değer” kavramını

zihnime kazıdı.

1999 yılında Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü’ne atanmasından sonra,

2008 yılına kadar talebi doğrultusunda, Üniversite içinde çok sayıda

komisyonda görev aldım. Bu süre içinde beni en mutlu kılan şey, sekiz yıl

boyunca Hoca’nın Üniversitenin açılış yılı konuşmalarının hazırlıkları

çerçevesinde yaptığımız uzun ve keyifli görüşmelerdi. Bir önceki

Rektörümüz Süleyman Sağlam’ın, -kendisini burada saygıyla anıyorum-,

Rektörlük döneminde başlattığı ve birkaç Hoca arkadaşımızla

katkı verdiğimiz Üniversite’nin yıllık “Faaliyet Raporu”nu Tunçalp

Hoca’nın döneminde de sürdürdük. Ben, yaklaşık bir ayı alan verilerin

toplanıp işlenmesi ve metinleştirilmesi aşamasının dışında, özellikle her

iki Rektörümüzün konuşma metinlerinin sonunda yer alan “mesaj”


bölümünü düzenliyordum. Tunçalp Hoca, Üniversitenin misyonu ve

vizyonu çerçevesinde, eğitim, araştırma, bilimsel etkinlik ve hizmet

alanlarında mevcut durumu ve ulusal-uluslararası düzeyde gelecek

perspektiflerini öne çıkartan bir metin hazırlıyordu; ben de, özellikle

Türkiye’nin eğitim, kültür, siyasal gündemine dönük bir metin oluşturuyordum.

Sonra, her iki metin üzerinde çalışarak, genel hatlarıyla çerçeveyi

belirliyor; daha sonra nihai biçimini vermek için ana metni dil ve söyleyiş

açılarından yeniden gözden geçiriyordum. Tunçalp Hoca, benim metinlerimi

okuduğunda genellikle çok keyiflenirdi; “bunu şimdi kendim için

okuyorum, nihai metinde aman ifadeleri biraz yumuşatalım”, dediği çok

olurdu. Ancak, ertesi hafta görüştüğümüzde, Hoca’nın metin üzerinde

yaptığı keskin düzeltme ya da eklemeler yanında benim ifadelerim “tarih

sohbeti” gibi kalırdı; bu kez, ben, “Aman, Hocam, derdim, nihai metinde

ifadeleri biraz yumuşatalım!”; “öyle mi olmuş?” diyerek, coşkulu kahkahalarından

birini patlatırdı…

Tunçalp Hoca tarih bilincinin, -bilgisinin değil-, ışığında; hümanist

(insan onuru ve saygınlığını öne çıkaran), akılcı, laik, yaratıcı, zihin ve

ruh özgürlüğünü temel alan yeni bir temel eğitimin gerekliliğini savunuyordu.

Zihinler önceden bu doğrultuda eğitilmediği sürece, üniversite

düzeyinin bu iş için geç olacağını düşünürdü. Bir Uzak-Doğu gezisi

sonrasında şöyle dediğini hatırlıyorum: “Bilginin nakil değil, her defasında

yeniden üretildiğini orada gördüm; biz galiba treni kaçırdık.” Bugün

yüzleştiğimiz dramatik, -dogmatik, skolastik mi demeliydim?-, zihinsel/düşünsel

düzeye bakarak, gözleminin doğru olmadığını kim söyleyebilir?

Yeryüzünde, yüce, değerli ve sürekliliği olacak hiçbir şey emek sarf

edilmedikçe elde edilemez, yoksa insan nasıl kazıyabilir bir yere yaşamış

olduğunu?

Yürümeyen, düşünmeyen, konuşmayan, sevmeyen insan iz bırakmaz…

Geçip gidenin, sonlu olanın içinde “iz” bırakmak, ölümü hiçe çıkarmak,

ölümden sonra da sürmek değil de nedir?

“Her ölüm erken ölümdür”, diyordu şair; geride hep tamamlanmamış


bir “yazgı”, bir “türkü”, bir “iz” bırakarak… Ölüm, kişiyi silebilir ancak,

“iz”ini değil.

Tunçalp Hoca’nın “iz”i ise, bir “iz”den fazla bir şeydi, bir “miras”tı,

paylaşıldıkça çoğalacak…

Işıklar içinde uyu sevgili Hocam.

Yesim Er Oztas

Biyokimya Bölümü

Tunçalp Özgen Hocayı Hacettepe Tıp'ta Dönem 5 öğrencisiyken

tanımıştık, sene 1997. Bize anlattığı iki saatlik derste bilim ufkunu

paylaşırken, bizi bekleyen geleceğe hazırlanmamız gerektiğini, etkileyici

bir şekilde anlatmıştı.

Staj sonundaki sınavda yine Tunçalp Hoca'nın odasındaydık. Hepimizi

(dört-beş kişi) birlikte sınava aldı, heyecanlıydık, 'ne soracaktı?'. Biz

bekleyişteyken, hepimize, 'hangi alanda uzmanlaşmak istediğimizi'

sordu, ben 'pediatri' dediğimde, pediatrik acillerden nöroşirurjiyi ilgilendiren

bir konu (hatırlayabildiğim kadarıyla 'hidrosefalus') ile ilgili etiyolojisi

ve tedavisine yönelik soruları oldu. Hepimize sorduğu sorular,

nöroşirurjinin detaylarından çok, sık karşılaşılan sağlık problemlerine

yönelikti. O gün kendimi ve bildiklerimi ifade edebildiğim, çok güzel bir

sınav verdim. Hoca onaylayıcı, destekleyici bir tutum içindeydi, eksik

bıraktığım birkaç bilgiyi de kendi ekledi. Tunçalp Hoca, 'sınavda da

öğretmeye' devam etmişti... Gruptaki diğer arkadaşlarımın sınavlarını

izlerken, hocamızın odasının rahatlatıcı ortamı ve masasının üzerindeki

çocuklarının resmi dikkatimi çekmişti. Ailesine değer veren bir baba ve

böyle değerli bir akademisyenin ailesi olmak...

Mezuniyetten altı sene sonra Hacettepe'ye geri döndüğümde Tunçalp

Hoca rektör olmuştu. Yolda karşılaşıp kendimi tanıttığımda, yine öğrencilik

günlerimizdeki gibi durup, ilgiyle dinlemiş ve başarılar dilemişti...

Sonra seneler geçti...2019 yılında, Tunçalp Hoca'nın vefatını öğrendik,


üniversitedeki anma toplantısı için, pek çok seveni, bir şekilde hayatına

dokunduğu nice insan oradaydı. Hoca, ölümünde de 'yaşam dersi'

vermişti bizlere...

Fundagül TUTUŞ

Kütüphane Daire Bşk.Bilgisayar işletmeni

Tunçalp Hoca benim için çok özeldir; o yüzden birkaçsatır yazmadan

edemedim Hacettepe personeliyken, belim acıdan ağrıdan tutulmuşken

imdadıma yetişti.Muayenehanesine gittim, muayene etti, sonra da gel,

seni ameliyat edelim dedi. Çok şaşırdım; beklemiyordum. “Hocam. siz

yapacaksanız, başımda duracaksanız olur, ama ameliyatı asistanlarınıza

bırakıp gidecekseniz olmaz”, dedim gülerek omzuma dokundu; “ben

gireceğim kız” dedi.

Ameliyat günü geldi çattı ameliyata indim giydirdiler, hoca yok. éHoca

nerede?”, dedim. Gelecek, dediler. Masada yatarken kalktım,

doğruldum. “Hoca gelmezse kalkarım, sakın bayıltmayın beni” dedim.

Ama o anda hoca kahverengi takım elbisesiyle içeri girdi, alnımı okşadı,

hadi bayıl kız, bye bye dedi.

Gözümü açtığımda Tunçalp Hoca gülerek başımdaydı. “Bak ben yanındayım,

gördün mü?, kaldır bacağını” dedi hocam. “Bitti mi?” dedim

narkoz kafasıyla. “Bitti, bitti, kaldır bacağını” diyerek tekrar etti. O sıcaklığı

güler yüzlülüğünü ve babacan tavrını unutamam.

Bir ay sonra kontrole gittim. Bana, “O göbeğini eriteceksin yoksa belin

gene ağrır” dedi. “Hocam erimiyor” dedim “ne yiyeyim” dedim

“Ispanağı haşla, karnabaharı haşla, yoğurtla ye” dedi. “O göbeği,

eritmezsen bozuşuruz” dedi. Hastanede Tunçalp Hoca’yı görünce ödüm

kopardı, göbeği eritmediğim için laf edecek, kızacak diye. Yıllardır onun

sayesinde ağrım sızım yok. Nurlar içinde yatsın, benden bir kuruş

almadan beni muayene etti, ameliyat etti. Şimdi ben bu hocama iki satır

yazmazsan dua etmezsen, kendimden utanırım. Ruhu şad olsun, boyu

küçük, kalbi kocaman hocamın. Teşekkür ederim.


Yeşim Alkaya Yener

Ankara Devlet Konservatuvarı Piyano Anabilim Dalı

Yurtdışında 17 yıl kaldıktan sonra, eşimin mecburi hizmeti nedeniyle

elimde yeni doğmuş bebeğimle, acilen Türkiye’ye döndüğümde, elimden

tutan tek kişiydi. Hocamıza olan minnet borcumu asla ödeyemem.

Bu satırları yazarken bile, hocamızı anımsarken, gözyaşlarımı tutamıyorum.

Kendisi ileriyi gören, haksızlığa göz yummayan, çok vicdanlı

büyük bir insandı. Yeri asla doldurulamaz.

Tasarladığınız anı kitabı için uygun görürseniz, babam Özdemir

Alkaya'nın kaleme aldığı yazıyı ekte size sunmak istedim. Babam Türkiye'nin

en büyük inşaat mühendislerinden biri idi. Yurtiçi ve Yurtdışındaki

inşaat sektöründe birçok ilkleri başarmış, sayısız yenilikleri yurda

getirmiş, Mir ve Summa Şirketlerinin uzun süre genel müdürlüğünü

yapmış ve emekli olmuştur. Şuan 87 yaşında olmakla birlikte, kendisi de

hocamızın "Anı kitabı" için size sunduğum, birkaç satırı yazmak istedi.

Size ve ailenize, Allah’tan dayanama gücü, kıymetli hocamıza, Allah’tan

rahmet diliyorum.

Nur içinde yatsın...

M.Özdemir Alkaya

Yüksek Mühendis, Yeşim Alkaya Yener‘in Babası

Kendini mesleğine adamış değerli bir bilim adamı, operatör doktor,

daha da önemlisi insani yönü çok güçlü olan rahmetliyi, eşimin bir

ameliyatı vesilesiyle, 1987 yılında ailece tanımıştık.

Onun, hastanedeki odasında çalışırken, o günkü teknolojiye uygun

cihazlar ve 33 lük klasik müzik plakları ile müzik dinlemesi dikkatimi

çekmişti. Çünkü o tarihlerde konservatuarda piyano eğitimi almakta

olan kızımız Yeşim Alkaya nedeniyle evimizde de klasik müzik sesi eksik

olmuyordu.


Aynı yıl, yani 1987’ de kızımız, Ankara Devlet Konservatuarı “Özel

Yetenekli Çocuklar” statüsünden mezun olmuş ve lisansüstü eğitimi icin

o yıl N.Y. Rochester’deki Eastman Müzik Okulu’ndan aldığı bursla

Amerika’ya gitmişti. Amerika, Rusya ve İtalya'da yüksek lisans ve doktora

eğitimlerini tamamlayıp, on yılı aşkın ABD’deki konservatuarlarda

piyano hocalığı yaptıktan sonra, 2004 yılında Türkiye'ye dönmüştü.

Profesyonel sahada iş imkânı olarak birçok alternatifin yanı sıra, yetiştiği

yuva, yani Ankara Devlet Konservatuarı’nda hocalık imkânı vardı.

Ankara Devlet Konservatuvarı, o yıllarda Hacettepe Üniversitesi’ne

bağlanmıştı. H.Ü. Rektörü ise Prof. Dr. Tunçalp Özgen idi. Yeşim, çok

saygı duyduğumuz Tunçalp hocamızın bu konuda tavsiyelerini almak

üzere onu makamında ziyaret etti. Tunçalp Hocamız, ona şu tavsiyede

bulunmuştu: “Sevgili kızım, sen birçok ülkede lisansüstü eğitimlerini

tamamlamış, girdiğin piyano yarışmalarında uluslararası ödüller kazanmış,

üstelik Amerika’daki konservatuvarlarda on yılı aşkın piyano

hocalığı yapmışsın. Bana sorarsan, tereddüt etmeden Konservatuvar

kadromuza gir, seni yetiştiren Konservatuarına vefa borcunu da ödemiş

olursun.” demişti.

Yeşim de saygı duyduğu hocasının tavsiyesine uyarak, Ankara Devlet

Konservatuvarına müracaat etmişti. Halen Piyano Ana Sanat Dalında

profesör olarak, genç piyanistler yetiştirmektedir.

Tunçalp Hocamız ile son anımız da söyle olmuştu: Eşimin çok ciddi bir

bel kemiği problemi nedeniyle tavsiye edilen hastanelere gidip, tanınmış

birçok doktora muayene olduk. Filimler, MR’lar çekildi, netice olarak

2018 Aralık ayı sonunda eşimin yılbaşını dahi beklemeden ameliyat

olması gerektiğini, aksi takdirde felç olabileceğini söylediler. Söz konusu

ameliyat, kaymış olan omur kemiğinin üst ve altındaki omurlara özel bir

metal ile vidalanarak yapılacak, yaklaşık 6-7 saatlik bir ameliyatmış. Bu

süreçte, kızımız bizi çok güvendiğimiz Tunçalp Bey’e götürdü, “O ne

derse onu yapacağız” dedi. Yıllar sonra randevu alıp muayenehanesine

gittik.

Hocamız bir gece önce Amerika’daki bir kongreden dönmüş olmasına


rağmen, çok dinç, enerjik ve her zamanki gibi insana güven veren ve

kibar halleri ile MR’ ları inceledi. Önemli olan MR’lar, filimler değil,

hastanın durumudur, dedi ve muayene etti. Muayene sonrasında bize

tavsiyesi söyle oldu:

“Ayaklarınızda ve bacaklarınızda şu anda henüz bir güç kaybı yok. Ne

zaman ki güç kaybınız olur ve ağrılara dayanamazsınız, o zaman bana

gelin, tabii ki ben de ölmez, hayatta kalırsam ameliyatınızı yaparım.”

Bu uyarı ve tavsiyeleri verdikten iki hafta sonra, aldığımız umulmadık

vefat haberi, bizleri derinden üzdü. Meslek hayatı boyunca hastalarına

güç ve hayat veren bu büyük insan, Allah’ın rahmetine kavuşmuştu.

Allah’tan rahmetler, ailesine, yakınlarına ve sevenlerine sabırlar dileriz.

Böyle insanların yeri doldurulamaz ve kolay kolay unutulmazlar. Nur

içinde yatsın.

Aydan Usman,

Pediyatri Anabilim Dalı

Sevgili Tunçalp,

Biraz erken olmadı mı bu dünyadan gidişin?

Daha vaktin var iken neydi acele işin?

Ama böyle olmuyor, emir çok büyük yerden,

Kimi gün dolduruyor, kimi gidiyor erken.

Kaç kişinin derdi ile candan ilgilendin,

Kaç doktor yetiştirdin, mesleğini öğrettin,

Kaç kişiye deva oldun, acısını dindirdin,

Onlar gitmek üzereyken, yoldan geri döndürdün.

Ama ne mutlu sana, adın hep anılacak,

Bıraktığın hoş seda anılarda kalacak.

Allah sevenlerine sabır, metanet versin,

Mekânın cennet olsun, üstüne nurlar yağsın.


Meltem Sarı Uzun

Eğitim Fakültesi

Tunçalp Hocamız bizler için çok değerliydi. Özellikle 2004-2008 yılları

arasında Öğrenci Temsilciler Konseyi'nde çalışmış olanlar Hocamızla

çok sık bir arada bulunmuş ve onu yakından tanıma şansını elde etmiştik.

Öğrenci dostu, tüm öğrencileri evladı gibi gören, bizlere her zaman

desteğini ve sonsuz güvenini hissettiren eşsiz bir insandı. Kaybı bizler için

çok zor oldu ve yeri doldurulmaz bir boşluk bıraktı hayatımızda. Anıları

bizim için çok kıymetli.

Tunçalp Hocamız 2016-2017 Akademik Yılı UNI101 dersi açılış etkinliğinde

Amfi Tiyatro'da yaptığı konuşmasında Hacettepe'ye aidiyet

duygusundan söz etmiş ve hiç beklemediğimiz bir anda dinleyiciler

arasında yer alan ÖTK geçmiş dönem başkanlarından Hakan Keçe,

Uğur Sadioğlu ve Meltem Sarı diyerek bizi o kalabalığın önünde onore

etmiş ve alkışlamıştı. Hayatımdaki en gurur verici ve unutamadığım

anılarımdan biridir. Aradan 10 yıl geçmesine rağmen bizi bu şekilde

anması Tunçalp Hocamızın büyüklüğünün bir örneğidir. Biz kurumsal

aidiyeti, Hacettepe'ye bağlılığı, vefayı, çalışmayı Hocamızdan gördük ve

öğrendik. Ondan öğrendiklerimiz hayatımızın her alanında yolumuza

ışık tutmaya devam edecek.


2005 yılında mezun olup doktoraya kabul edildiğimde henüz ÖTK'da

görevliydim ve öğrenci temsilcisi olarak Hacettepe Üniversitesi Yönetim

Kurulu toplantısına katılmıştım, sevincimi paylaşmak için kurula bir

kutu çikolata getirmiştim. Hocamız çikolatanın kimden olduğunu ve

sebebini öğrenince asıl bizim sana çikolata vermemiz, teşekkür etmemiz

lazım diyerek beni yine gururlandırmıştı.

Bakü'de çekilmiş olduğumuz ve içinde eşi Canan Hanım’ın da bulunduğu

fotoğrafı sosyal medyada paylaşırken belirttiğim gibi, şu an

Hacettepe'de öğretim üyesi olarak çalışıyor olmamdaki kararımı bile

Tunçalp Hocam'a borçluyum. Birçok insanın hayatına dokunmuş ve

unutulmaz izler bırakmış bu kadar değerli bir insanın unutulması

mümkün değildir. Huzurla uyusun Tunçalp Hocam...

Neşe Ünver

Mezun

2005 Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi mezuniyet töreninde, Fakülte

Birincilik ödülümü Sayın Rektör'üm Prof. Dr. Tunçalp Özgen'in elinden

almak benim için bir onurdu. Ruhu şad olsun.

Kamuran Zeren

Basın Danışmanı

Tunçalp Özgen: Ünlü beyin cerrahı, profesör doktor, bilim insanı,

kurucu, ana bilim dalı başkanı, akademisyen, Hacettepe Üniversitesi

eski Rektörü...

Tunçalp Özgen: Dürüst, beyefendi, mütevazı, kıymetli, çalışkan, hayırsever;

ülkesine sevdalı, mesleğine ve hastasına saygılı bir doktor, yüreği

kocaman muhteşem bir insan...

Tunçalp Özgen: Canan Özgen’in “Tunç” seslenişiyle sırtını dayadığı

duvar olduğunu vurguladığı eşi, gözleri dolarak “Hep yanımda olsunlar


istiyorum” dediği Burçe ve Dalsu’nun babası, yaşam sevincini tazelediklerine

inandığı Lara, Duru ve Uzay’ın dedesi...

Tunçalp Özgen: 1999 yılında yarım saatlik diye başlayıp bir buçuk saat

süren röportaj sırasında hayatına girdiği bir gazetecinin, ondan sonra

yirmi yıl birlikte yol aldığı, hayatından hiç çıkmayan dostu, doktoru,

ağabeyi, sırdaşı, Tunçalp Hocası...

Ve bir gün gelir;

Yirmi yıldır yaşamında olan çok değer verdiğin insan gittiğinde; önüne

her gün farklı engeller çıkaran bu dünyada, ne olursa olsun tıpkı baban

gibi hep yanında durduğunu hissettiğin bir adam daha gider...

Sevinçlerini olduğu gibi üzüntülerini de paylaşabildiğin yoldaşın gider...

Canın sıkıldığında dinleyen sırdaşın gider...

Duruşunu örnek aldığın misalin, pozitif bakışın gider...

Canın acıdığında sana ve sevdiklerine çare olan merhemin biter.

Değerli olduğuna gerçekten inanan, destek veren bir kişi daha gider...

Baban gibi sevdiğin, adam gibi adam gider...

Güle güle Tunçalp Hocam!

Teşekkür ederim size...



ODTÜ'lü ve Diğer Aile Dostlarımızın

Yazı ve Mesajları


Mine Ersay

Kimya Mühendisliği Bölümü

Canımız, Dostumuz, Sevgili Tunç,

Muğla Gökova da yeni açılan bir otelde, Tunç, Canan, Öner, Mine

birlikte, çocuklar gibi eğlenerek, en çok güldüğümüz 1973 yazını ve

ertesi gün hiç durmadan Ankara ‘ya dönüşümüzü,

Her sene 5 Kasım veya 8 Kasım’da evlilik yıl dönümlerimizi birlikte

kutlamamızı,

Tekirova da, Tunç, Öner, Faruk üçlüsünün 7/8 saat süren balığa çıkmalarını,

Ailece her türlü hastalığımızda sonsuz güvendiğimiz Tunç‘u “Ne

yapalım?” diye aramamızı,

Bir gece öncesi ciddi rahatsızlanmasına rağmen oğlumuz Can‘ın

düğününe gelmesini, daima hatırlayacağız.

Dünyanın en güzel kalpli insanlarından biri olan Tunçalp Özgen’i Ersay

Ailesi olarak çok sevdik, hiç unutmayacağız...


Can Ersay

Mine-Öner Ersay’ın oğlu

Neredeyse doğduğunuz günden beri tanıdığınız bir aile dostunuzun size

kahraman gibi görünmesi için, onun yüzlerce hayat kurtarmış, Dünya

çapında başarılı bir hekim olması gerekmiyor; hatta uzun yıllar boyunca

bu değerin farkına varmanız da pek mümkün olmuyor. Ancak, çok sevgili

Tunç Amcamın bendeki kahramanlıkları bunlardan biraz daha

farklı… İlk köpeklerimiz olan Lady’ nin yıkanmasından, kurutulmasına

kadar tüm bakımındaki hassasiyeti, babamla tuttukları kocaman

balıkların lezzeti veya her ağrımın tedavi sürecindeki bilgisinden öte,

samimi sesi ve tebessümüyle iyileştirebilme becerisi sayesinde kalbimin

bir yerinde, Sn. Prof. Dr. Tunçalp Özgen yerine onun mütevazılığina

yakışır şekilde adı yazar: Tunç Amca”

Firdevs Gerçeker

Kimya Mühendisliği Bölümü

Değerli arkadaşımız giderek bizlerin pek çok şeyin farkına varmasını

sağladı diye düşünüyorum. Böylece:

• yaşımızın kemale erdiğini, böyle pek çok acının sıklaşarak bizi beklediğini

• birbirimizi ne kadar sevdiğimizi,

• ne kadar değerli insanların dostluğuna sahip olduğumuzu,

• birbirimizin kıymetini bilmemiz gerektiğini,

• birbirimizi hiç üzmememiz gerektiğini,

• olur olmaz dertler icat edip hayatı zehir etmememizi,

• daha sık birlikte olup dostluğun tadını güzelliklerle yaşamamız gerektiğini,

• yaşanan hiçbir anın tekrarının olmayacağını,

• ve en önemlisi vaktin artık az kaldığını öğrendik.

Son hocalığı bu oldu sevgili Tunç Özgen’in,

Dersimizi iyi aldık, öğrettiklerini unutmayacağız, tekrar güle güle.


Güngör Gündüz

Kimya Mühendisliği Bölümü

Tunç, her kim olursa olsun bütün kişilerin derdine çare bulan, konu ne

olursa olsun ciddiyetle ele alan, olaylara hep akılcı yaklaşan, azimli, çok

çalışkan, hepimizin doktoru, hepimizin can dostu, eşine kolay rastlanmayan

müstesna bir kişiydi. Olağanüstü çalışkan, mesleğine âşık, yüreği

sevgi dolu eşsiz bir insandı. Kendisini hep özleyeceğiz.

Arkada kalanlara yaptıklarıyla ve kişiliğiyle sürekli anımsanacak olan;

özellikle de 'insan nasıl olunur' konusunda çok zengin bir miras bıraktı.

Sevgili Tunç’u hep sevgiyle ve minnet borcuyla anacağız. Sanırım kimseye

borcu olmayan ama yardım elini uzattığı hemen herkesten alacağı

olan kişiydi. Her kim olursa olsun her tür hastaya hasta olarak bakan,

ettiği Hipokrat yeminine yüzde yüz bağlı, üstün insani değerlere sahip

bir kişi, çok üstün bir doktor olarak onu sık sık anacağız. Kendi kurumunun

yücelmesi için yaptığı işler Hacettepe çevresinin dışında da

büyük yankı uyandırmıştı. Sağlığına zarar verecek olmasına karşın

durmaksızın gece gündüz çalışması, umarım gelecekteki Hacettepelilere

her zaman örnek alınacak bir davranış olacaktır.

Her arkadaş çevresi toplantılarımızda büyük alçak gönüllükle konuşan,

bizi anlattıklarıyla ve şakalarıyla neşelendiren, her ne tür düşünce olursa

olsun aşırılıklara kaçmayan ve zaman zaman “makul olmak gerekir”

diyerek doğru olanı yapan sevgili Tunç zihnimizin bir köşesinde hep

duruyor olacak.

Hoşça kal, sevgili Tunç.

Tanju Gürkan

Ankara Üniversitesi. Eğitim Fakültesi

Sevgili Dostum Tunç Özgen,

Bana göre, insan çok sevdiği ve değer verdiği birini kaybedince yaşamın-


da yeni bir süreç başlıyor. Bu süreç çeşitli evrelerden oluşuyor. İlk olarak

şok evresi. İnsanın ne yerde ne gökte olduğu evre bu. Ne olmuş, neden

olmuş, kim gelmiş, kim gitmiş farkında olmadığı bir bilinçsizlik evresi.

Sonra isyan evresi başlıyor. Niye benim en sevdiğim insan, niye biz, niye,

niye, niye… Sonra pişmanlık evresi geliyor. Binlerce keşkenin yüreğinizi

bir mengene gibi sıkıştırdığı evre. En sonunda kabullenme ve eksik yaşamaya

uyum sağlama evresi… Bu evrelerin sırası farklı olabilir ama süreç

ne yazık ki genellikle böyle yaşanıyor.

Sanırım ben Sevgili Tunç’un kaybı sonrasında kabullenme evresinehâlâ

geçemedim. Onun Anı Kitabı için ne zaman bilgisayar başına otursam

yüreğim sıkıştı, gözlerimden yaşlar boşandı ve bir şeyler yazamadan

bırakmak zorunda kaldım. Sanırım yüreğimin derinliklerinde onun hâlâ

bizimle olduğu duygusunu taşıdığım için yazmak bana çok zor geldi.

Sanki bir yerlerde ve her an çıkıp gelecek muzip gülümsemesi ile hepimizin

içini aydınlatacak.

Sevgili Tunç, kırk yıllık dostluğun ardından paylaşılacak o kadar çok şey

var ki hangisini yazsam bilemiyorum. Sen, ben ve eşim için hep çok

değerli bir dost oldun. Her türlü sağlık sorunumuzda, iki çocuğumuzun

doğumlarında sen bizim can simidimizdin. Oğlumuzun kırk günlükken

geçirdiği ameliyatta dayanağımızdın. Gece, gündüz, sabaha karşı,

bayramda, tatilde, evde, sokakta, hatta havaalanında, ne zaman ve

nerede olursan ol başımız sıkıştığında bize yardımcı olandın. Kızımın ve

oğlumun sevgili Tunç amcalarıydın. Şimdi yurt dışında yaşayan oğlumun

Türkiye’ye geldiği zamanlarda hiçbir sorunu olmasa da sana gelip,

sohbet ettiği ve bundan büyük bir zevk aldığı insandın. Aile

toplantılarımızın neşesi ve hiç büyümeyen muzip çocuğuydun. Her

durum ve olaya uygun anlatacak bir anın, öykün ya da fıkran olurdu.

Öyle güzel, öyle içten, öyle kıkır kıkır gülerdin ki…

Hep birlikte geçirdiğimiz ne güzel günlerimiz, gecelerimiz, tatillerimiz

oldu. Ne güzel anılar biriktirip, ne güzel anlar yaşadık. İyi ki de

yaşamışız. Sık ya da seyrek bizlerle birlikte olduğun ve yaşamının bazı

anlarını bizlerle paylaştığın için sana müteşekkirim. Seni hep gülen

yüzün ve hiperaktif halinle anımsıyorum. Bitmek tükenmek bilmeyen bir


enerjin, yorulmak bilmeyen bir bedenin vardı. Ya da bize öyle gelirdi.

Sen çok alçakgönüllü bir insandın. Büyük, küçük, şehirli, köylü, herkesi

sever ve sayardın. Hoşgörülüydün, sabırlıydın ve candandın. Erkekler

için pek kullanılmasa da sana zarif sıfatını hep yakıştırmışımdır. Çünkü

sen çok zarif bir insandın.

Türker Gürkan

Kimya Mühendisliği Bölümü, Rektör Yardımcısı

Örnek bir insan: Tunçalp Özgen

Sevgili Tunç’u 1976 yılında okul ve meslek arkadaşım sevgili Canan’ın

eşi olarak tanıdım. İlişkimiz onu kaybettiğimiz 2019 yılına kadar kimi

zaman daha çok, kimi zaman daha az yoğun olarak devam etti. Bu

değerli insanı erken sayılabilecek bir yaşta kaybetmiş olmaktan dolayı

büyük bir üzüntü ve boşluk hissediyorum. Diğer yandan böyle örnek bir

insanı tanımanın, onunla keyifli ve ilham verici birliktelikler yaşamış

olmanın çok büyük bir ayrıcalık olduğunu düşünüyorum.

Değerli arkadaşım Tunç, her zaman son derece hoşgörülü, konuşkan,

esprili ve alçakgönüllü bir insandı. Çok enerjik ve yapıcıydı. Cumhuriyet

ilkelerine içten bağlıydı. Yetkili görevler üstlendiğinde, yeni nesillerin

aydın ve çağdaş olmaları için çok gayret gösterdi ve önemli yapılar

kurdu. Bu kapsamda bilimin yol göstericiliğine ve güzel sanatlara büyük

önem verdi.

Dostluğumuzun ilk yıllarında Tunç’un henüz idari görevi yoktu. Çok

sevdiği mesleğine büyük bir tutkuyla ve dürüstlükle hizmet ediyordu.

Sanırım en çok bu nedenle, ayrıca her seviyeden insanla kurduğu çok

sıcak insan ilişkileri nedeniyle hem mesleki hem genel çevresinde çok

sevildiğini gözlüyordum. Doğrusu, sonraki yıllarda rektörlüğe talip

olduğunda, acaba çok sevdiği doktorluğu biraz geri planda kalır mı diye

endişelenmiştim. Ancak, o bitmez tükenmez enerjisiyle hem doktorluğun

hem de rektörlüğün hakkından fazlasıyla geldi. Hem doktor hem


de Rektör olarak emsalsiz işler başardı.

Sevgili Tunç’un, dostluğunun dışında sağlıkla ilgili konularda bilgisinden

çok yararlanıyorduk. Bir sorunumuz olduğunda her saatte kendisini

arayabilir ve danışabilirdik. Kendi alanıyla ilgili konularda içtenlikle

doğrudan devreye girer, başka alanlarda da bize en doğru tavsiyelerde

bulunurdu. Hem kızımın hem de oğlumun doğumlarında bizzat ilgilendi.

Yeğenimin boyun bölgesindeki ameliyatını çok başarılı bir biçimde

gerçekleştirip sağlığına kavuşmasını sağladı. Yine yeğenimle ilgili çok

dramatik bir teşhisin yanlışlığını ilk ortaya koyan ve bizi rahatlatan o

oldu. Ailecek müzmin bel ağrısı çekiyoruz. Dördümüz de Tunç’un

hastası olduk. Hepimizle itina ile ilgilendi. Tüm bunlardan ötürü kendisini

minnet ve şükranla anıyorum.

Yıllar boyunca pek çok ortak anı biriktirdik. İlk yıllarda ortak

arkadaşlarımızla evlerimizdeki yemeklerde geçirdiğimiz keyifli zamanlar,

Bolu ve İnkum’a yaptığımız gece kalmalı seyahatler, Şerefli Sokaktaki

ODTÜ Mezunlar Derneği Lokalindeki briç partilerimiz, Rektörlüğü

döneminde verdiği yemekler, ortaklaşa aldığımız dans dersleri bunlardan

bazıları. Bu birlikteliklerin hiçbirinde Tunç’u keyifsiz olarak hatırlamıyorum.

O her zaman canlı, neşeli ve espriliydi. Sanıyorum yaşamı ve insanları

seviyordu ve son derece mutluydu. Onun mutluluğundan çevresindeki

bizler de yararlanıyorduk.

Sevgili Tunç ile ilgili yazımı çok özel bir anıyla bitirmek istiyorum.

Sanıyorum 1987 yılıydı. Bir mesleki toplantı nedeniyle Canan ile birlikte

İngiltere’nin Brighton kentine gitmiştik. Dönüşte birkaç gün de

Londra’da kalmıştık. O zamanlar henüz Türkiye’de her şey bulunmuyordu.

Fırsat bu fırsat, Londra’dan hem kendimize hem de yakınlarımıza

epeyce bir şeyler aldık. Bu arada ünlü Harrods mağazasına da uğradık.

Fiyatlar çok pahalı olduğundan oradan küçük bir şeyler almakla yetindik.

Yine de böyle ünlü bir mağazadan bir şeyler alabilmiş olmanın mutluluğunu

yaşıyorduk.

Dolu bavullarda Ankara’ya döndük. Ülkede bulunmayan eşyaları getirebilmiş

olmanın sevincini yaşıyorduk. Ertesi günü Tunç aradı. Hoş beşten


sonra ‘ siz iyi ki zamanında almışsınız; sizden sonra bir adamla kadın

gelip Harrods mağazasında eşya bırakmamışlar’ dedi. Ben de yorgunluk

ve şaşkınlıktan başında bayağı inandım. ‘Sahi mi’ falan dediğimi

hatırlıyorum. Tabii sonradan buna çok güldük. Tunç işte böyle esprili bir

insandı.

Anısı bize hep örnek olacak ve bizimle yaşayacak.

Kemal Gürüz

Kimya Mühendisliği Böl, YÖK Başkanı, TÜBİTAK Başkanı

Tunç’un Ardından,

Tunç benim ve Güniz’in elli yıllık arkadaşıydı. Onu önce ODTÜ’den

sınıf arkadaşımız Canan’ın arkadaşı, nişanlısı ve eşi olarak tanıdık; ilk

günden itibaren hem sevdik hem de saydık.

Tunç, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin en parlak mezunlarından

biriydi. İhtisası olan beyin cerrahisi dalının zirvesine çıktı, birçok

öğrenci yetiştirdi, yurtiçinde ve yurtdışında ün kazandı.

Hacettepe Üniversitesi’nin dünyaca ünlü Tıp Fakültesi’nin eski parlak

günlerinin uzağında kaldığı, sıkıntılı bir dönemde, kendi açısından

fedakârlık yaparak rektörlük görevini üstlendi. Hacettepe’nin Tunç’un

döneminde, adeta küllerinden yeniden doğduğunu söylemek sanırım

abartı olmaz. Bunun en yakın şahitlerinden biriyim.

Ebediyete intikal ettiğini öğrendiğimde, kendimi birdenbire büyük bir

boşluk içinde hissettim. Tunç hayattayken kendimi sağlık bakımından

güvende hissedermişim meğer…

Tunç arkasında parlak bir isim, sayısız arkadaş ve dost, onu çok seven bir

eş, pırıl pırıl iki evlat, iki damat ve torunlar bırakarak aramızdan ayrıldı.

Yokluğuna hâlâ alışamadım. Ruhu şad olsun.


Jülide - Engin Kalınyazgan

Aile Dostları

Zamansız kaybı ile bizi ve tüm sevenlerini derinden üzen, çok değerli

dostumuz, eşsiz insan, Tunçalp Özgen’i ölümünün birinci yılında büyük

bir özlemle anıyoruz. Daha onunla değerli anılar biriktirmeyi umarken,

bizi erkenden bırakıp gitmesi bizlerde yeri doldurulamayacak bir boşluk

bıraktı.

Tunç’u sıklıkla hatırlayıp, onun insan olarak mükemmel özelliklerini ve

fedakâr doktorluğunu hayranlıkla anıyoruz.

Güzel insan mekânın cennet olsun, nurlarda uyu.

Ömer Kuleli

Kimya Mühendisliği

Önce arkadaşımızın eşiydin, sonra arkadaşımız oldun. Yaşımız ilerledi,

doktorumuz oldun, dostumuz oldun. Yılları kapsıyan bir süreç. Ama

gidişin dakikalar içinde, ne çabuk. Duyduğumuzda inanamadık, şimdi de


seni konuşup duruyoruz hâlâ...

Boyun fıtığımı MR ile değil, dilinle bana gösterdiğinde senin çok iyi bir

hekim ve öğretmen olduğunu anlamıştım. Bel fıtığımın boyutunu bana

elinle gösterip,“ağrımetre”min nasıl terbiye edileceğini anlattığında

zaten büyük doktordun benim için. Sonraki süreçte Tunç’un bıçağından

kaçmak için nasıl beden eğitimi yaptığımı ve bu “nikâhlı karım” la birlikte

yaşamımı nasıl sürdürdüğümü herkese anlattım. “Gazi Usta”ndan

öğrendiklerini millete anlatmakta kullandığın dil çok yalındı, çok

anlaşılırdı herkes için; bu özellik herkeste yok!

Bizim kuşak bu memleketin pek çok hallerini gördü: Zaman oldu oksijen

bulamadık solumak için; kafamızı, ruhumuzu sağlam tutmak zorlaştı.

Cumhuriyetin bize öğrettiği değerlerin aşınmasını gördük içimiz

acıyarak. Türk olmanın ne kadar zor olduğunu öğrendik Türkiye’de ve

sınırlarımızın dışında. Bu sorunlarımızın ilaçları yine biz, kendimiz

olduk. O ilaçların iyi bir örneği de

sendin. Çevrene bir şeyler anlatırken,

bir şeyler yaparken, öğretirken hep

güler yüzlü olup hastanede yatmayan

hastalarının da kendisini daha iyi

hissetmelerini sağladın. Bize anlattığın

“hekimlerin sevdiği Temel fıkraları”nı

da ben ilaçtan sayıyorum. Haberin

olsun, o ilaçlar artık bitti, ben de bu

yaştan sonra senin gibi bir hekim

aramıyorum zaten.

Çok yoğun yaşadın, ailen dışındakilerin

seni sık sık görmesi neredeyse

olanaksızdı. Güler yüzünü en sık gördüğümüz zamanlar birlikte

yaptığımız gezilerdi. 2015 yılındaki Vietnam gezimizden bir foto ile

analım o güzel günlerimizi. “Ameliyatlarda belim çok ağrıyor. Sence ne

yapmalıyım?” demeni de özlüyorum. (Eğik harfli yazılar doğrudan

Tunç’un sözleri.)


İsmail Tosun

Kimya Mühendisliği Bölümü (Yök Başkan Vekili)

Aynı bölümden mezun olmamıza rağmen, asistan olarak beraber görev

yapmaya başladığımız zamana kadar Canan’ı tanımıyordum. Aynı ofiste

geçirdiğimiz iki yıl içinde oluşan arkadaşlık sevgimiz, günümüze kadar

artarak süregeldi. O sırada Burçe’ye hamile olan Canan vasıtasıyla Tunç

ile tanıştım. Canan gibi, Tunç’la da tanışır tanışmaz birbirimize hemen

ısındık. Doktora eğitimi için ABD’ye gitmem nedeniyle Canan ve Tunç

ile bir süre görüşemedim. Ancak, Türkiye’ye dönüp Ayşe ile evlendikten

sonra Canan ve Tunç bizim en yakın dostlarımızdan oldular. Aslında

gerek Ayşe gerekse ben, Canan ve Tunç’u kardeşlerimiz olarak gördük.

MMütevazı kişiliği nedeniyle Tunç’un her kesimden çok sayıda arkadaşı

vardı. Sanayideki oto tamircileri ve polis arkadaşları ile yaptığı sohbetleri

neşe içinde anlatırdı. Çok maharetli bir doktor olması nedeniyle de üst

düzey bürokratlar, sanayiciler, politikacılar, bakanlar, başbakanlar ve

cumhurbaşkanlarından oluşan geniş bir çevresi vardı.

Arkadaşlar ile biraraya geldiğimizde, grubun neşe odağı genellikle Tunç

olurdu. Muzip kişiliği ile anlattığı fıkralar ve gerek kendisinin gerekse

yakınındaki arkadaşlarının başından geçen komik olaylar (özellikle Aykut

Erbengi hocanın asistanı iken) ile herkesi kırıp geçirirdi.

Tüm arkadaşlarının dertlerine elinden gelen yardımı yapmaktan kaçınmazdı.

Konuşurken karşısındakine hitap biçimi içten ve inandırıcıydı.

Ayşe’nin 82 yaşındaki babası, kalça problemi nedeniyle tekerlekli sandalyeye

mahkûm olmuştu. İzmir’deki doktorlar epey önce by-pass ameliyatı

geçirmiş olması ve ciddi böbrek problemi nedeniyle ameliyat edilmesini

sakıncalı bulmuşlardı. Son çare olarak Tunç’a başvurduk. Hacettepe

Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde bir haftaya yakın süren incelemeler sonucunda

ameliyat için hiçbir engel bulunmadığı belirlendi. Ayşe “Ama

kalbi?” deyince Tunç, “Bizim kalpçiler iyidir. Ameliyat olabilir derlerse,

yaparız” dedi. Doktorlarına da böyle güveniyordu. Kayınpederim

Tunç’a inanıyordu; ameliyat olmayı hemen kabul etti ve ömrünün geri

kalan kısmında çok rahat yaşadı. Diğer hastaları gibi o da Tunç’u hep


minnetle andı.

Birlikte çok güzel ve keyifli seyahatler yaptık. Bir keresinde onlarla

Çeşme’den Sakız adasına gidiyorduk. Bu, Canan ve Tunç’un Sakız’a ilk

seyahatleriydi ve hava çok sıcaktı. Ayşe, eski tecrübelerine dayanarak,

adaya yaklaştığımızda tekneden en önlerde inerek pasaport binasına

koşarak gitmemiz gerektiğini söyledi. Canan çok şaşırdı, “Koşarak mı?”

dedi. Ayşe, “Sıcak havada bina dışındaki uzun kuyrukta beklersek mahvoluruz”

dedi. Ayşe’yi dikkatle dinleyen Tunç ise herhangi birşey söylemedi.

Gemi karaya yaklaştığında Tunç kenardan kenardan o kadar

güzel kayıp gitti ki, bizler henüz binaya girdiğimizde o pasaport memurunun

karşısında yerini çoktan almıştı.

Tunç, seyahat etmeyi çok severdi. Seyahat onda doping etkisi yapar ve

gittiğimiz yerlerde hanımlar yorulmazsa, sabahtan akşama kadar dolaşmak

isterdi. Karşılaşılan problemleri kimseyi kırmadan, en kısa yoldan

çözmekte ustaydı. Güzel ve keyifli yemekleri sever, konserlere katılır,

sanat hareketlerini izler ve mutlaka bir antikacı bulup bir şeyler (özellikle

saat) alırdı.

İnanılmaz mesleki becerilerinin ve olağanüstü insan ilişkilerinin yanı

sıra, bu kadar sevgi dolu, aktif, becerikli, sanatsever ve hayatın keyfini

çıkarmayı bilen birisini daha tanımıyorum.

Ölüm, Tunç’a hiç yakışmadı. Onun kaybına alışamadık, herhalde hiçbir

zaman da alışamayacağız. O sevecen, gülen ve pırıl pırıl bakışı ile sanki

bir yerlerden çıkıp gelecekmiş hissi var sürekli içimizde.


E-posta Mesajlarından bir Derleme

Feride – Ahmet Acar

Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Böl.- İşletme Böl., ODTÜ Rektörü

Değerli ODTÜ’lüler,

Tunçalp hocamızın vefatını duyduğumuz andan beri derin bir üzüntü ve

şaşkınlık içindeyiz. Yurtdışında olduğumuz için sevgili Canan ve Dalsu

hocalarımızın, Tunç hocayı sevenlerin yanında olamamaktan dolayı

ayrıca üzüntü duyuyoruz.

Tunçalp Özgen, tüm tıp dünyasının tanıdığı değerli bir hekim, on

binlerce hastasına şifa veren çok başarılı bir cerrah, hastalığı ne olursa

olsun kapısını çalan herkesin derdiyle uğraşan çok iyi niyetli, fedakâr,

güvenilir bir insandı.

“Kurumlar, devlerin omuzlarında yükselir”. Tunçalp Özgen’in, Hacettepe

Üniversitesi başta olmak üzere, ülkemizin tıp ve yükseköğretim

kurumlarının gelişmesine ve çağdaşlaşmasına yaptığı önderlik ve istisnai

katkılar yıllardır hatırlanıyor, örnek gösteriliyor. Bu listeye gönderilen çok

sayıda mesaj da, Canan, Dalsu ve Tanju hocalarımızın acısını

paylaşırken, aynı zamanda çok değerli bir hekimi, eğiticiyi, akademik

yöneticiyi, ülkemizin aydınlık yüzünü temsil eden bir toplum önderini ve

örnek alınan bir iyi insanı kaybetmenin hüznünü ifade ediyor.

Canan ve Tunçalp Özgen’in dostluğundan ve komşuluğundan dolayı

mutluluk duyduk, kendimizi şanslı hissettik. Bu güzel insanlar her bakımdan

güvendiğimiz, değer verdiğimiz dostlarımız oldu. Tunç hocamızın

sohbetlerinden, zekâsından, iyi niyetinden, yardımseverliğinden,

inceliğinden, bilgeliğinden, neşesinden, enerjisinden etkilendik, yararlandık.

Kendisini çok arayacağız, özleyeceğiz; hep anılarımızda yaşayacak.

Nurlar içinde yatsın.


Sevgili arkadaşımız Canan Özgen’e, kızları Burçe ve Dalsu’ya ve ailelerine,

Mehmetoğlu ailesine ve Tunçalp hocayı özleyecek dostlarına

başsağlığı ve sabırlar diliyoruz.

Ayşen D. Akkaya

İstatistik Bölümü

Tunçalp Özgen Hoca’nın vefatını öğrendiğimden beri derin bir üzüntü

içindeyim. Kendisi ile URAP a (Univrsity Ranking by Academic Performance)

çok değerli katkılar verdiği sırada tanışma şerefine erişmiş, esprili

ve nazik kişiliğinden çok etkilenmiştim. Çok değerli Canan hocam, size

ve ailenize başsağlığı ve sabırlar dilerim. Tunçalp hocam huzur ve aydınlıklar

içinde uyusun.

Aysel Atımtay

Çevre Mühendisliği Bölümü

Tunçalp hocanın vefatını derin bir üzüntüyle öğrenmiş bulunuyorum.

Kendisi her yönüyle hepimize örnek olmuş bir kişiydi Tunçalp Hocamız,

birçok insan gibi, bana da örnek olmuş ve beni derinden etkilemiş örnek

bir bilim insanı ve yönetici idi. Başta Canan Hocam, çocukları ve torunları

olmak üzere hepimiz için çok büyük bir kayıp.

Başımız sağ olsun!

Ayşe Ayata

Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü

Sevgili Tunçalp Özgen’in ölümü bizi ailece çok derinden üzdü. Kızım

ve Dalsu yuvadan beri çok yakın arkadaştırlar. Dostluğumuz yaklaşık 35

yıl önce birbirimizin evlerinde çocuklarımızı beklerken başladı. Daha


sonraki yıllarda Sencer ve sevgili Canan Özgen aynı zamanda enstitü

müdürlüğü yaptılar. Yıllar içinde dostluğumuz derinleşti. Çeşitlendi. Son

yıllarda komşuluk da dâhil birçok şeyi paylaşır olduk.

Tunçalp hocanın çok değerli bir bilim insanı, çok maharetli bir cerrah,

çok nitelikli bir yönetici olduğunu biliyoruz. Yöneticilerin değeri kurumlarına

olan katkıları ile ölçülür. Kendisinin Hacettepe Üniversitesi’ne

özellikle de hastanesindeki katkılarını dışardan bile gözlemledik. Ben

bunların yanı sıra insan olarak bazı özelliklerini vurgulamak isterim.

Genç bir doçentken Dalsu’nun babası olarak tanıdığım Tunçalp bey,

Rektörlüğünde de YÖK üyesi olduğu zaman da tevazudan, hoşgörüden,

güler yüzlülükten hiç vaz geçmedi. Arandığında yardıma her zaman

hazır bir ses oldu. Ben de dâhil, birçok ODTÜ’lünün ve yakınlarının

sağlık sorunlarında sabırla, içtenlikle ve onlara güven vererek yanındaydı.

Birçok kere hastalarının bütününe aynı özeni ve sevecenliği gösterdiğine

şahit oldum.

Her zaman sohbetinden zevk alınan iyi bir dost, mükemmel bir ev

sahibi, ilgili ve sevgi dolu bir eş ve babaydı.

Biz, ortak komşuluk çevresinde paylaşılan bir yaşam planı yaparken

ölümü çok zamansız geldi. Sevgili Canan, Dalsu ve Burçe başta olmak

üzere bütün sevenlerine başsağlığı dilerim. Mekânı cennet olsun. Nur

içinde yatsın.

Inci Ayrancı

Kimya Mühendisliği Bölümü

Canan Hocam,

Başınız sağ olsun. Çok çok çok üzüldüm. Tunçalp Hoca hem benim

gördüğüm ve tanıdığım, hem de her kim ile konuşurken adi geçtiyse o

kişilerin söylediği gibi çok iyi, çok kibar, çok yardımcı, çok özel bir insan.

Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun.


Sibel Kazak Berument

Psikoloji Bölümü

Tunçalp Özgen Hoca’nın vefatına gerçekten çok üzüldüm.

Ben de Yıldız Hocamın dediği gibi odasına çok endişeli girip, huzurla

çıkan hastalarından biri oldum. Bana "20 yıl sonra gel ameliyat edelim"

demişti.

Çok üzgünüm, başta sevgili Canan Özgen Hocaya ve tüm sevenlerine

sabırlar diliyorum.

H. Aydın Bilgin

Maden Mühendisliği Bolumu

Sayın Canan Özgen,

Değerli eşiniz, saygın bilim insanı, insancıl hekimliği ve yaratıcı

cerrahlığı ile gönüllerde taht kurmuş, Hacettepe Üniversitesi önceki

Rektörü ve YÖK Üyesi Prof. Dr. Tunçalp Özgen’i kaybetmiş

olmanızdan dolayı size ve tüm aile fertlerine başsağliği ve sabir dilerim.

Tuncalp hocamın mekânı cennet olsun, nurlar içinde yatsın.

Tuncay Birand

Elektrik ve Eiektronik Mühendisliği Bölümü

Tunçalp Özgen:

çok ünlü, çok kişiyi hayata bağlamış bir hekim,

örnek bir yönetici,

çok iyi bir eş,

çok iyi bir baba,

gerçek bir dost,


her yönüyle örnek alınacak çok ÖZEL bir insan.

Tunçalp Özgen, aşıladığı değerlerle, duygularla daima bizlerle birlikte

olacak.

Recep Boztemur

Tarih Bölümü

Tunçalp hocanın vefatını derin bir üzüntüyle öğrenmiş bulunuyorum.

Yalnızca tıp alanında yaptıklarıyla değil, idareciliği, başarıları ve insanlığı

ile de hepimize örnek olmuş bir kişiydi. Başımız sağ olsun. Başta Canan

hocam olmak üzere tüm ailesine ve sevenlerine sabırlar diliyorum.

Tunçalp hoca ışıklar içinde uyusun.

Cüneyt Can

Fizik Bölümü

Sayın Tunçalp Özgen ile tanışma onur ve ayrıcalığını, yöneticiler için

evlerinde verdikleri bir davette yaşamıştım. Ayaküstü kısa sohbetimizde

bazı ortak dostlarımızdan da bahsetmiştik. Kendisinden çok

etkilendiğimi hatırlıyorum.

Tunçalp Hocamız insanlığa hizmet için, kanaatimce en güzel iki mesleği

birleştiren bir yol seçmişti ve her ikisini de en mükemmel bir biçimde icra

ediyordu. Yetiştirdiği öğrenciler, asistanları ve meslektaşları, sağlığına

kavuşturduğu binlerce hastası ve onların yakınları Sevgili Hocamız için

bugün ne kadar üzülseler yeridir.

Acı kaybımız nedeniyle, başta Sevgili Canan Hocamız olmak üzere,

ailesine, akraba ve yakınlarına, dostlarına, meslektaşlarına, öğrencilerine,

tıp dünyasına ve Hacettepe Üniversitesi mensuplarına başsağlığı,

sabır ve metanet diliyorum.

Ebedi yolculuğunda, Tunççalp Hocamızın asil ruhunun yolu açık ve

aydınlık olsun. Allah rahmet eylesin.


Gülşen - Timur Doğu

Kimya Mühendisliği Bölümü

Acı haberi duyunca inanamadık, çok üzüldük. İnsan dostu sevgili

Tunçalp'e Allah’tan rahmet diliyoruz. Mekânının cennet olacağından

eminiz. Sevgili Canan'a, Burçe ve Dalsu'ya ve tüm sevenlerine baş sağlığı

dileriz.

Yıldız Ecevit

Sosyoloji Bölümü

Tunçalp Hocam,

Muayenehanenize giren herhangi bir kişinin oradan teselli bulmuş

olarak ayrılmaması olanaksızdı! Sadece şifa dağıtmadınız.. O güzel

gülümsemenizle dünyanın büyük, dertlerinin küçük olduğunun ayırdına

varmamızı sağladınız.

Hızlı yasadınız, yaşamınıza çok şey sığdırdınız ve aramızdan hızlı

ayrıldınız. Yarın sizi uğurlayacağız. Söylemesi çok zor olsa da " Güle

güle" değerli hocam!

Canan Hocam,

Bu e-postayı yazmak o kadar zor geliyor ki simdi! Cumartesi sabahı

Tunçalp Hocamızı kaybettiğimizi Gönül Hanımdan (Ungan) öğrendim.

O zamandan beri aklımdan hiç çekmiyorsunuz. Komşu olduğumuz

halde daha önce evinize hiç gelmediğimiz için Mehmet'le kapınızı

çalmaya çekindik. Belki biraz zaman geçtikten sonra ziyaretinize gelebiliriz.

Yarın sizi göreceğiz, kucaklayacağız. Eminim Hacettepe'ye de camiye de

yığınlar akacak. Bu kadar sevilen bir insanın esi olmak ne büyük mutluluk

sizin için... Ama insan, ' Keşke' demelerden kurtulamıyor. ' Keşke'

diyorum biraz daha az çalışsaydı! 'Keşke' bu kadar kendini yormasaydı!

'Keşke' sizinle daha uzun zaman beraber olabilseydi.


Canan Hocam, canim hocam, siz muhteşem bir çifttiniz. Bu yokluğun

yerini hiçbir teselli dolduramaz! Yine de Mehmet'le birlikte acınızı

paylaşıyor, sabırlar diliyoruz.

Neşe Emecan

Türkçe Bölümü

Değerli Canan Hocam,

Sizin gibi çok değerli eşiniz, Sn. Tuncalp Özgen hocamızın vefatını

büyük bir üzüntüyle öğrendim. Binlerce hastaya umut olmuş, can olmus

essiz hekim, sevgili hocamız, yardım ettiği ya da etmek istediği sayısız

hastanın ve benim gibi ailelerinin yüreğinde hep yaşayacaktır. . . Nurlar

içinde yatsın, mekânı cennet olsun. Sizin, çocuklarınızın derin acısını

paylaşır; başsağlığı ve sabırlar dilerim hocam. . .

Ayşen Ergin

İnşaat Mühendisliği Bölümü

Sevgili Arkadaşım Canan Hocamız,

Ülkemizden bir parlak yıldız zamansız kaydı... Acımız çok büyük.

Dostluğun, sevginin, fedakârlığın simgesi, bir bilim adamı, bir

insanı kaybetmek gerçekten çok acı...

örnek

Başta sevgili Canan Hocamıza ve sevgili ailesine ve tüm sevenlerine ben

ve ailem adına başsağlığı dilerim.

İinci Gökmen

Kimya Bölümü

Tunçalp Özgen Hocamızın vefatını üzülerek haber aldım. Değerli


Canan Hocam ve kızlarına sabırlar diliyorum.

Çok üzgünüm. Çok iyi bir bilim insanı ve tıp camiasının önemli bir

değerinin yeri doldurulamaz.

Hacettepe Üniversitesi mensuplarına da başsağlığı diliyorum.

Bu sabah Hacettepe üniversitesinde Tunçalp Hoca için yapılan törene

katıldım. Onun rektörlüğü, sayısı 20000'i gecen ameliyatı, kurduğu,

üyesi olduğu, yücelttiği kurumlar, geliştirdiği teknikler, çalışkanlığı,

ürettikleri...

Öyle kalabalık bir törendi ki insanlar salona sığmadı, herkese söz verilemedi.

Çünkü tüm yaptıklarının ötesinde harika bir insandı Tunçalp

Hoca. Onun arkadaşları, meslektaşları öyle güzel şeyler paylaştılar ki,

içimde derin bir üzüntü olmasına rağmen daralmadım. Zihnimde kalan

birkaç paylaşımı sizlerle paylaşmadan edemeyeceğim:

-Üniversiteye polis girmiş. O sırada Ankara’da olmayan bir meslektaşının

odasında onun başına dert olabileceğinden korktuğu kitapları

toplatmış.

-Polis üniversitede öğrencileri copluyor, Tunçalp Hoca araya girmiş ve

coptan nasibini almış,

-Polis öğrencileri nezarethaneye götürecek, Tunçalp Hoca izin vermek

istememiş, Polise söz dinletemeyince o da polis arabasına binip öğrencilerle

gidip ifadelerini vermelerine eşlik etmiş.

- Simitçiden hizmetliye, profesöre herkesin gönlüne girmeyi basarmış

- bir meslektaşı da Mevlana’dan bir deyiş paylaştı, tam hatırlamamış

olabilirim ama söyle bir şey:

Derler ki:, "gözden ırak olan gönülden de ırak olur,

Dedim ki, gönüle giren gözden ırak olsa ne olur"

Sevgili Tunçalp Hoca ışıklar içinde yat....

Ve sevgili Canan Hocam ve kızları sizlere de sabırlar diliyorum.


Gülay – Turgut Gür

Stranford Üniversitesi,

Canancığım,

Acı haberi duyduk. Ne kadar üzüldüğümüzü ifade edemem. Tunç

mükemmel bir insan ve çok değerli bir tıp adamı ve akademisyendi. Yeri

doldurulamaz. Nur içinde yatsın. Sevgili Tunç'a Allah'tan gani gani

rahmet, sana ve güzel kızlarına sabırlar diliyoruz. Hepinizin başı sağ

olsun. Sevgiler.

Vasıf Hasırcı

Biyolojik Bilimler Bölümü

Çok çalışkan ve meşgul olduğunu bildiğim ama her tanıdığımla da

birebir ilgilendiğini öğrenip şaşırdığım, beyefendi ve sevgili Canan

hocamızın eşi Tunçalp Hoca vefat etmiş. Çok büyük bir kayıp. En içten

baş sağlığı dileklerimi sevgili hocamıza iletiyorum. Başınız sağ olsun

Canan hocam, sizlere ailecek sabır ve uzun ömürler dilerim.

Hüseyin Işçi

Kimya Bölümü

Değerli hekim Prof. Dr. Tunçalp Ozgen’in zamansız aramızdan ayrılışına

çok üzüldüm. Yıllar önce sağlık nedeniyle kendisini ziyaret ettiğimde

bana gösterdiği yakın ilgiyi ve alçak gönüllüğünü hiç unutamıyorum. O

zaman yapmış olduğu önerilerini hâlâ yerine getiriyorum ve bu sayede

sağlık problemimin üstesinden geliyorum. Ne diyeyim, ne kadar teşekkür

etsem azdır. Işıklar içinde yatsın, toprağı bol olsun. Yeri çok zor doldurulabilecek

bir kayıp…

Eşi Canan Hanım’a kızlarına, bütün yakınlarına ve sevenlerine baş

sağlığı diliyorum ve acılarını yürekten paylaşıyorum.


İncilay-Bilgin Kaftanoğlu

Makina Mühendisliği Bölümü

Öncelikle değerli arkadaşımız Canan Özgen'e ve ailesine, ailecek

başsağlığı ve sabır dileriz. Değerli Rektörümüz, hekimimiz ve örnek

insan Tunçalp Özgen'in mekânı cennet olsun! Nurlar içinde yatsın!

Hacettepe Üniversitesi ve hastaları için yaptığı fedakârlıklar hiçbir

zaman unutulmayacaktır.

Sibel Kalaycıoğlu

ODTÜ Psikoloji Bölümü

Hacettepe'ye, tıp bilimine, eğitime ve multi-disipliner bilimi geliştirmeye

gönül vermiş çok değerli bir akademisyen, çok değerli bir hekim, idareci

ve Canan hocamızın sevgili eşi Tunçalp Hoca’yı kaybetmiş olmaktan

çok üzgünüm. Tunçalp Hoca hakkında ne desek az ama idareciliği ile

Hacettepe'nin gelişmesine yaptığı büyük katkılar unutulamaz. Ne yazık

ki, bütün bu güzel insanlar yavaş yavaş bizleri terk ediyorlar.

Sevgili Canan hocaya, evlatlarına, torunlarına ve tüm aile fertleri ve tüm

sevenlerine başsağlığı ve sabır diliyor, sözsüz üzüntülerimi paylaşıyorum.

Işıklar nurlar Tunçalp hocanın üstüne doğsun, Allah rahmet eylesin.

Sevgi ile...

Michiko-Erol Kocaoğlan

Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü

Kıymetli Canan hocam, çok, çok, çok üzgünüz. Acınızı ben ve eşim

yürekten paylaşıyoruz. Bu çok ani, beklenmedik kaybın Tunçalp


hocamızın tüm sevenlerini derinden etkilediğini ODTU-OU ya gönderilen

mesajlardan da anlamak mümkün. Değerli hocamızın iyi bir baba,

eş, yönetici, bilim insanı olması yanında son derece insancıl ve yardımsever

kişiliğinin tüm tanıyanların büyük takdirini kazanmış durumda

olmasını görebiliyoruz. Bu zamansız kayıptan duyduğumuz üzüntü kat

ve kat artıyor. Başta siz sevgili eşi olmak üzere kızlarınız Dalsu ve

Burçe’ye, tüm aile bireylerine bu büyük acıya katlanma sabrı,, hocamıza

Tanrı’dan rahmet dileriz. Nurlar içinde yatsın, mekânı cennet olsun.

Şahsınızda tüm Kimya Mühendisliği bölümü, ODTÜ, Hacettepe mensuplarına

da başsağlığı dileklerimizi iletmek isteriz.

Hocamıza ve size olan sevgi ve saygımızı tam olarak ifade edecek kelimeleri,

cümleleri bulmakta aciz kaldığımın farkındayım; ancak bu büyük

ve zamansız kayıptan mesaj atan, atmayan herkesin de belirttiği gibi çok

çok üzgün olduğumuzu bilmenizi isterim.

Saygı ve en derin taziyelerimizle.

Gülser Köksal

Endüstri Mühendisliği Bölümü

Sevgili Canan Hocam,

Tunçalp Hocamızı kaybettiğimize inanmak zor. Hepimiz için örnek,

gurur duyduğumuz bir hocamızdı. Eşime de doktor olarak çok yardımcı

olmuştu. Eşimle birlikte başsağlığı ve sabırlar dileriz.

Sevgi ve saygılarımla.

Gorkem Külah

Kimya Mühendisliği Bölümü

Sevgili Canan Hocam,

Tunçalp Hocamın aramızdan ani, zamansız ayrılışına inanmak çok zor.


Derin bir üzüntü içindeyim. Sağduyusu, sakinliği, alçakgönüllülüğü ve

işine olan aşkı beni hep çok etkiledi. Bizlere örnek oldu.

Haluk’un da kendisini tanıma şansının olmasına çok seviniyorum.

Onunla kısa da olsa projeler üzerinde konuşabildi. Çok açık fikirlilikle,

heyecanla onunla projeler üzerinde konuştu. Haluk için de yeri her

zaman ayrı olacaktır.

Babam ve annem kendisini her zaman çok özel bir dost olarak gördüler.

Hem idari hem de sağlıkla ilgili birçok konuda kendisiyle konuşma fırsatları

oldu. Onu sadece çok saygın ve başarılı bir bilim insanı olarak değil,

sağduyusu, insancıllığı, babacanlığı ile çok yakın bir dost olarak

gördüler. Onlara acı haberi verdiğimde hocamın adı ile vefat kelimesini

bağdaştıramadılar. Anlayamadılar. Benden, anlamak için tekrar tekrar

telefonda ne dediğimi tekrar etmemi istediler. Yeri doldurulamaz bir

kayıp olduğunu gözyaşları içinde söylediler.

Hepimizin hayatına değişik şekillerde dokunmuş çok özel bir insani

kaybetmenin derin üzüntüsü içindeyim.

Tunçalp Hocama Allah'tan rahmet, size, Burçe ve Dalsu’ya ve ailelerine

sabır diliyorum.

Uğur Murat Leloğlu

Fen Bilimleri Enstitüsü

Sayın Hocam,

Eşinizin vefatını üzüntüyle öğrendim. Kendisi bir doktor olarak benim

yakınlarımın sağlıklarına kavuşmasını da sağlamıştı. Pek az kişi bu kadar

çok insan tarafından sevilip sayılma onuruna erişir. Üzüntünüzü

paylaşır, başsağlığı dilerim.

Saygılarımla.


Erdal Onurhan

ODTÜ Kuzy Kıbrıs Kampüsü, Kimya Bölümü

Çok çok üzüldüm. Tarifi imkânsız. Hayatımı ona borçlu olduğumu

hissediyorum. Sahası olmamakla beraber, doğru teşhisi ile benim tekrar

sağlığıma dönmeme vesile oldu. Bunu unutamam. Tüm aile fertlerine

sabırlar dilerim.

Selva-Işık Önal

Kimya Mühendisliği Bölümü

Çok üzgünüz. Hepimiz ve ülkemiz çok değerli bir insanı kaybetti. Ruhu

şad olsun, ışıl ışıl yatsın. Canan Hoca'ya ve tüm ailesine Allah sabırlar

versin. Başınız sağ olsun.

Halil Önder

İnşaat Mühendisliği Bölümü

Tunçalp Özgen Hocamızın vefatına çok üzüldüm. Çok iyi bir insan,

değerli bir hekim ve bilim adamı idi. Işıklar içinde yatsın. Kendisine

Allah'tan rahmet, size ve çocuklarınıza, bütün sevenlerine başsağlığı ve

sabırla diliyorum.

İdil ve Selahattin Önür

Mimarlık Bölümü

Değerli insan Tunçalp Özgen'in kaybından dolayı ben ve eşim derin

üzüntü duyduk. Değerli bir bilim adamı ve doktor olarak ailemizin

kendisine şükran borcu vardır. Size, ailenize ve tüm yakınlarınıza

başsağlığı dileriz. Sevgi ve saygıyla.


Kemal Özgören

Makina Mühendisliği Bölümü

Canan Hanım,

Sizin için can yoldaşınızın, bizler için ise çok değerli bir hekim ve bilim

insanının kaybı gerçekten çok acı verici. Kendisine tanrıdan hak ettiği

gibi bol bol rahmet, size ve yakınlarınıza ise başsağlığı ve sabırlar

dilerim.

Gönüllerimizde her zaman yaşamak üzere nur içinde yatsın.

Şükran – Nevzat Özgüven

Makina Mühendisliği Bölümü

Ülkemizin çağdaş yüzünün temsilcilerinden, önemli değerlerinden

sevgili Tunçalp hocayı bugün sonsuzluğa uğurluyoruz. Tarifi imkânsız

bir üzüntü içerisindeyiz. Vefat haberini aldığımızdan beri, aramızdan

ayrıldığına inanmakta zorlanıyoruz.

Önceleri, kendisini Hacettepe Üniversitesi’nin gelişimine önemli

katkılarda bulunan değerli bir rektör, iyi bir bilim insanı, usta bir cerrah,

muhteşem bir hekim ve de tabii ki sevgili Canan hocamızın eşi olarak

tanımıştık. Son 11 yıldır, bunlara unutulmayacak bir dostluk eklendi; çok

başarılı bir meslek yaşamının arkasındaki insanı yakından tanıdık:

Alçakgönüllü, sevecen, hoşsohbet, herkesin sorunuyla içten ilgilenen iyi

bir insan, örnek bir eş ve aile babası.

Sadece yakınları ve dostları değil, yaşamına bir şekilde dokunduğu

herkes büyük bir üzüntü içinde. Çok ani ve zamansız oldu. Dostluğunu

hep arayacağız, eksikliğini hissedeceğiz.

Sevgili Canan hocamıza, kızları Burçe ve Dalsu’ya, diğer bütün yakınlarına

ve sevenlerine başsağlığı ve sabır diliyoruz.


Ayşen Savaş

Mimarlık Bölümü

Bilimsel duruşu, saygın kişiliği ve sıcak dostluğu ile yaşantımızın değerli

bir parçası olan Tunçalp Özgen Hocamızı her zaman sevgi ve saygı ile

anacağız. Çok sevgili Canan Hocama, meslektaşım Dalsu’ya ve tüm

dostlarımıza sabırlar diliyorum.

Nevin - Ekrem Selçuk

Kimya ve Metalurji Mühendisliği Bölümü

Bazı insanlar bir kere doğar, sonsuza kadar yaşarlar. Tunçalp biz sensiz

ne yapacağız?

Feride Severcan

Biyolojik Bilimleri Bölümü

Sevgili Canan hanım,

Tunçalp Hoca’nın vefatından derin üzüntü duydum, acınızı yürekten

paylaşırım. Elim 3 gündür bilgisayara dokunamadı başsağlığı için.

Tunçalp hoca sadece sizin eşiniz olduğu için değil, Türkiye’nin en iyi ve

dünya çapında bir beyin cerrahi, Hacettepe Üniversitesi’nin de en iyi ve

en sevilen Rektörü olduğu için hepimizin tanıyıp sevdiği, benim yakınlarıma

da çok iyiliği dokunmuş bir insandı. Amerika’da bunduğumdan

dolayı cenazeye katılamayacağım için çok üzgünüm.

Size sabır ve sizinle birlikte diğer tüm sevdiklerinize sağlıklı uzun omur

dilerim.

Tunçalp Hoca ışıklar içinde uyusun.


Canan Sümer,

Psikoloji Bölümü

Değerli bilim insanı Prof. Dr. Tunçalp Özgen'in vefatını çok üzülerek

öğrendim. Bir sağlık sorunum sebebiyle kendisi ile tanışma şansım

olmuştu. Bilge bir insan, muhteşem bir hekim olarak hatırlamaktayım

kendisini. Işıklar içinde yatsın...

Çok sevgili Canan Özgen Hocama, ailesine, tüm sevenlerine sabır ve

başsağlığı dilerim.

Nebi Sümer

Psikoloji Bölümü

Çok üzüldüm. Mükemmel bir tıp ve bilim insanı olmasının yanında

güler yüzüyle hepimizin yardımına koşan harika bir insandı Tunçalp

Hoca. Mekânı cennet olsun.

Başta Canan Hocam olmak üzere, Tanju Hocamın, bütün yakınlarının,

sevenlerinin başı sağ olsun.

Fikret Şenses

İktisat Bölümü

Sevgili Canan Hocam,

Ne diyeyim ki? Acı haberi İzmir'de aldığımdan beri ben de ağlayıp

duruyorum. Öz kardeşimi kaybetmişçesine yüreğim yanıyor.

Her gün, Hocamdan bizim yemek grubuna iletileri gelecek diye bekleyip

duruyorum, mahzun mahzun. Üzüntüm dinmek bilmiyor. Bir yandan

da ne mutlu ona ve sizlere ki arkasında böyle bir sevgi ve saygı seli bıraktı

diye düşünüyorum: Dolup tasan salon, cami avlusu ve mezarlık, Ankara

dışından gelen hastaları...


Allah her kuluna böyle bir veda kısmet etmez ki.

Tunçalp Hocam nurlar içinde uyusun. Başımız sağ olsun.

Muharrem Timuçin

Metalurji ve Malzeme Mühendisliği Bölümü

Çok değerli bir hocamızı ve ODTÜ yakınını kaybettik. Benim kuşağıma

çok emeği geçti; rahmetli Tuğmaç Hoca'nın tabiri ile cerrahiye dayalı tıp

dünyasında lakabı "Magic Fingers" idi. Nurlar içinde yatsın. Canan

Özgen hocamıza, tüm ailesine ve sevenlerine başsağlığı ve sabırlar

dilerim.

Teoman Tincer

Kimya Bölümü

Cumartesi sabah aldım haberini, Sevgili Tunçalp Özgen hocamızın

kaybının. Önce doktorum oldu sonra ara sıra eşi vasıtasıyla birçok kez

birlikte olduk. Ne güzel insandı.

Sevgili Canan'a ve kızına sabırlar diliyorum. Işıklar içinde yatsın Tunçalp

hocamız.

Mehmet Tomak

Fizik Bölümü

Prof. Dr. Tunçalp Özgen’in vefatını derin bir üzüntüyle öğrendim.

Mesleğine tutkusunu, çalışma temposunu, hastalarına karşı ilgisini çok

yakından izleme şansım oldu. Rektör olarak nasıl özveriyle çalıştığını,

aydınlanma tutkusunu, üniversiteyi çağdaşlaştırma çabasını da yakından

yaşadım. Çünkü beni ameliyat ederek sağlığıma kavuşturan doktorumdu.

Onu hep hayranlıkla izledim. Muhteşem bir "insandı”. Nurlar içinde


yatsın. Sevgili eşi Canan hoca ve ailesine, tüm dostlarına başsağlığı ve

sabır diliyorum..

Çiğdem Tosun

İsmail ve Ayşe Tosun’un Kızı

Canan teyzecim, bugün telaşınız çoktur diye aramak istemedim. Tunç

Amca’nin etrafindaki herkese ne kadar dokunduğu zaten tartışılmaz.

Ama bende, Burcu'da, annemde, babamda ve hatta onların anne/babalarında

yeri her zaman bambaşka. Yakınlığınızdan dolayı cok şanslıyız.

Sizinle beraberkenki uyumu ve ahengi, bana kendi işlerinde zaten çok

başarılı insanların, beraberken çok çok daha büyük işerin altından

kolaylıkla kalkılabilineceğini, hoşgörüyü ve özellikle bilimsel başarının

yanı sıra duygusal zekânın ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Nurlar

içinde yatsın.

Halil Turan

Felsefe Bölümü

Tunçalp Hocamızın vefatını derin bir üzüntüyle öğrendik. Çok değerli

bir insan, çok değerli bir hekimdi. Annemizle bizi yeniden kavuşturmuştu.

Ona minnettardık.

Ailesine sabırlar ve başsağlığı diliyorum.

Saygılarımla.

Fatoş T. Yarman Vural

Bilgisayar Mühendisliği Bölümü

Tunçalp Hocamız, birçok insan gibi, bana da örnek olmuş ve beni derinden

etkilemiş örnek bir bilim insanı ve yönetici idi. Başta Canan Hocam,


çocukları ve torunları olmak üzere hepimiz için çok büyük bir kayıp.

Başımız sağ olsun!

Ülkü Yetiş

Çevre Mühendisliği Bölümü

Ben de değerli Tunçalp Hoca'nın yaşamına bir şekilde dokunduğu insanlardan

birisiyim. Ne kadar "muhteşem bir insan" ve "muhteşem bir

hekim" olduğunu bilenlerdenim. Duyduğumdan beri şaşkınım, çok

üzgünüm, yüreğimde derin bir acı var...

Başta sevgili Canan Hocam olmak üzere tüm yakınlarına başsağlığı ve

sabırlar diliyorum.

Melek Diker Yücel

Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü

Çok değerli Tunçalp Özgen'in 73 yaşında, onun gibi verimli bir insan

için gerçekten çok genç bir yaşta vefatını biraz önce Ayhan Sicimoğlu'nun

programındaki alt yazıyla öğrendim. Nasıl üzüldüğümü anlatamam!

Böyle verimli bir yaşam için ne kadar erken bir son!.. Çok değerli,

alçak gönüllü bir insan, Yirmi binden fazla ameliyat yapan özverili ve

usta cerrah, büyük eğitimci Prof. Dr. Tunçalp Özgen'in kanımca hastalarına,

öğrencilerine, dostlarına, topluma katabileceği daha çok fazla

değer vardı. Kalbim çok sıkıştı; sonra evrende nasıl da minik toz zerreleri

olduğumuzu ve ancak Tunçalp Özgen gibi insanlar sayesinde insanlık

onurunun yücelip, toz zerreliğinden biraz daha anlamlı boyutlara

çıkabildiğini düşünerek teskin oldum.

İyi ki bu dünyadan insanlık onurunu yüceltip, evrende minicik toz

zerreliğinden çok daha anlamlı boyutlara çıkartan Tunçalp Özgen

değerinde insanlar da geçiyor!.. Yaşamı boyunca yarattığı aydınlığın

izleri, topluma katkıları sanıyorum çok uzun bir zaman sürecek, kolay


kolay silinmeyecek... Ne mutlu onunla bir şeyler paylaşabilmiş olanlara!..

Onu sevenler, yaptığı çok başarılı ameliyatlarla sıkıntılarını kökten

çözdüğü hastaları (bir örneği bizim bölümden Aydın Ersak), bilgisiyle

aydınlattığı öğrencileri sevgili Tunçalp Özgen'i gönüllerinde sevgiyle,

saygıyla yaşattıkça; sevgili eşinin ruhunun (yani benim anlayışıma göre

yaşamı boyunca insanlığa kattığı, beden ötesi varlığının) da çok mutlu

olacağını düşünüyorum.

Başta Tunçalp Bey'in çok sevgili eşi Canan, kızları Burçe ve Dalsu olmak

üzere tüm sevenlerine sabırlar diliyor; acılarını gönülden paylaşıyorum.

Sevgi ve saygılarımla..

.




Babamın Ardından,

Herkesin babası çok özeldir, benimki de çok özel. Hâlâ ne kadar zor

kabul etmek gittiğini. Sanki her an kapıdan girecekmiş gibi, yüzünde

muzip bir gülümseme, hızlı adımlarla bir koşturmaca, “Cancan” diye

bağırışı veya “Burçiş, Dalsuş”. Nasıl bir ani gidiş, nasıl beklenmedik.

Annemin dediği gibi, “bir iki gün yatsaydı da, gitseydi”. Daha kolay olur

muydu, kim bilir? Daha ne kadar çok özleyeceğiz seni, daha yeni

anlamaya başladık. Bilmemize rağmen kalbinin hasarlı olduğunu,

yılların sayılı olduğunu; nasıl hafife almışız nasıl düşünememişiz böyle bir

olasılığı. Senin hep aklındaydı oysa ki, beni havaalanından her geçirirken

ki bakışın, kızlara yaşlarının üstünde bir hediye alınca ‘ilerde benim

burada olup olmayacağım belli değil, büyüdüklerinde siz verirsiniz’

deyişin…Bilsen de, düşünsen de, nasıl hiç sonlanmayacakmış gibi geçirdin

hayatını, koştura koştura, nefes nefese ve dolu dolu yaşadın babacım

ve dolu dolu yaşattın bize hayatı. O yüzden, senin için, biz de hep öyle

yaşayacağız. Acımız içimizde, hep güzellikleri hatırlayacağız, hep

şükredeceğiz seninle olabildiğimiz için. Bizleri 26 yıl önce, o ilk kalp

krizinde de bırakıp gidebilirdin, her şey eksik, her şey yarım kalmış; sevgili

Hacettepe’nin rektörlüğü hiç yapılmamış, benim ve Dalsu’nun üniversite

mezuniyetlerimiz, düğünlerimiz hiç yaşanmamış olurdu. Ne şanslıyız

ki hepsini gördün, yaşadın. İkimizin de eşlerimizle mutluluğumuzu

gördün, torunlarını içine çektin doya doya. Ne güzel geziler, yemekler…

Evet, şimdi en zoru anneme ama ona da öyle güzel bir miras bırakmışsın

ki, senin dokunduğun herkes, sizi tanıyan ve seven tüm aile ve dostlarınız

onu kocaman bir sevgi örgüsüyle sarmaladılar sen gittikten sonra. İşin

ilginci hiç kimse tam kabul etmiş değil senin gidişini, kimse yakıştıramadı

sana ölümü. Sanki hep kapıdan girecekmişsin gibi, telefonu gene ısrarla,

açtırana kadar çaldıracak, aceleyle bir şeyler almaya gidip, dönüp tamire

koyulacaksın sanki. En uygunsuz anda bile çalsa o telefonun mutlaka

açılacak ve birilerinin derdine çare olmaya koyulacaksın. Çok azdır


sanırım mesleğiyle bu kadar bütünleşmiş bir insan. Senin ardından

yapılan konuşmalar, yazılan yazılardan da hep benzer şeyleri görüyorum.

Ne kadar çok insana, ne kadar çok yardımın dokunmuş babacım.

Herkes senin varlığından huzur bulmuş, güvencede hissetmiş kendini.

Koca bir çınar gibi sana yaslanan sadece annem, Dalsu ve ben değilmişiz.

Ne çok sevgi vermişsin çevrene. Sanırım en çok o sonsuz sevgini

özleyeceğiz hepimiz. Yoksa hepimizin beyninde yasamaya zaten devam

ediyorsun. Sadece beyinlerimizde de değil, Duru’nun sürekli

çevresindekilere yardım etme çabasında ve yaşama sevincinde, Lara’nın

zarafetinde ve çikolata aşkında, Uzay’ın insan sevgisinde ve matraklığında…

Sensiz hep eksiğiz, hep bir buruk ama artık ‘keşke’ lerden ‘iyi ki’ lere

geçmeye tüm çabamız. İyi ki vardın babacım, iyi ki hayatımızı paylaştık

seninle. İyi ki senin gibi bir babam vardı ve iyi ki çocuklarımın senin gibi

bir dedesi oldu, ömür boyu gurur duyup, örnek alacakları.

Özlemle…

Burçe Özgen Mocan,

16 Haziran 2019, Babalar Günü


There is a place in the heart

that

will never be filled

a space

and even during the

best moments

and

the greatest times

we will know it

we will know it

more than

ever

there is a place in the heart that

will never be filled

and

we will wait

and wait

in that

space.

Charles Bukowsi


Tunç’tan Veda

(Bilgisayarında bulduğumuz bitmemiş otobiyografisinden, 2005)

İşte bu yıllardır beklediğim an. Belki de bu an için yaratılmışım.

Ne kadar uzun zamandır bu anı bekledim. Şuur altına attım ama gene de

bekledim.

İşte bu her şeyin sonu. Hakikaten sonu mu acaba? Yoksa yeni bir

başlangıç mı? Kim bilir?

İşte başım dönüyor. Hafif bir bulantı, zamandan kopuyorsun, bir şeyler

oluyor.

Uzun derin bir tünel içindesin. Bir korku yok içimde. Bu anı

bekliyordum. Geleceğini bilerek. Ama ne zaman? Nerede, nasıl?

Rastgele bir yerde olmasın dileği içimdeydi. Ele güne rezil olmayayım.

Yatakta gelsin mesela. Sanırım en iyisi o? Yoksa düşünsene sokakta

geldiğini? Herkesin sana baktığını, tepene toplandığını. Yok, yatakta

olması en iyisi.

Her şeyim, canım benim Cananım orada mı olsun? Yoksa olmasın mı?

Beni böyle görmemeli mi? Galiba orada olması en iyisi. Bu anda da

beraber olmak. Elimi tutmalı, “üzülme” demeliyim ona. “Tamam bak

ben yine seninleyim. Hem bu defa hep yanında olacağım. Tek farkı beni

maddeten göremeyeceksin. Ama sen görürsün gene de. Benimle

konuşacaksın. Benim yerime de sen konuşacaksın. Benden ayrılman,

unutman mümkün değil ki, hücrelerimiz birbirine girdi bir defa.

Bir ağırlık göğüsün üstünde, inanılmaz bir baskı. Eziyorlar sanki. Koluna

yayılıyor. Kopartıyorlar sanırsın. Biliyorsun sona geldiğini, anlıyorsun.

Sanırım mesudum, mutluyum.

Tamam diyorum nasılsa olacaktı. İşte geldi. Başlangıca dönüyorum.

O ilk güne.

Sabaha karşı saat beş. Yıl bin dokuz yüz kırk altı, Mayısın otuz biri...



Kalmak Türküsü

Daha gidilecek yerlerimiz var

Şu sohbetinizi dinler gideriz.

Coştukça şarkılar, türküler, sazlar

Rakı mı, şarap mı, içer gideriz.

Geçse de umudun baharı yazı

Gözlerde kalıyor yaşanmış izi

Kimseler kınamaz burada bizi

Ne varsa hesabı öder gideriz.

Söyleyecek sözü olan anlatsın

İsterse içine yalan da katsın

Yeter ki kendinden, bizden söz etsin,

Yalanı doğruyu sezer gideriz.

Neler gördük neler bu güne kadar

Daha gidilecek yerlerimiz var

Bizi buralarda unutamazlar

Kalacak bir türkü söyler gideriz.

Sevgiye var olduk sevdik, sevildik

Kavgalara girdik öldük, dirildik,

Bir anlam fırını içinde piştik

Anlamlı güzeli sever gideriz.

Özdemir Asaf

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!