07.05.2023 Views

SİYASALLI SAYI 02/MAYIS-HAZİRAN 2023

Dönüşüm Merhaba, Değerli okurlarımız, Bu ay Siyasallı dergisi olarak ele aldığımız dosya konusu "Dönüşüm" olarak belirledik. Peki, nedir bu dönüşüm kavramı? Dönüşüm, kelime anlamı itibariyle bir şeyin eski halinden farklı bir hale dönüşmesi, dönüştürülmesi anlamına gelir. Felsefe, sosyoloji, psikoloji, ekonomi, siyaset gibi birçok alanda kullanılan dönüşüm kavramı, genellikle bir değişim sürecini ifade eder. Bu süreçte, bir şey ya da bir olgu, önceki halinden farklı bir şekle bürünür ve yeni bir yapı oluşur. Sosyal dönüşüm, toplumsal yapıdaki değişimleri ifade ederken, ekonomik dönüşüm, ekonomik yapıdaki değişimleri ifade eder. Sanayi devrimi gibi büyük değişimlerin yanı sıra, bireysel olarak da dönüşümler yaşanabilir. Dönüşüm süreci, genellikle birçok faktörün etkisi altında gerçekleşir. Bu faktörler arasında teknolojik gelişmeler, kültürel etkileşimler, ekonomik koşullar, siyasi kararlar gibi birçok etken yer alır. Dönüşüm, zaman zaman hızlı ve ani bir şekilde gerçekleşirken, bazen de yavaş ve uzun süreli bir süreç olabilir. Bu ayki dosya konumuz olan "Dönüşüm", farklı alanlarda gerçekleşen bu değişim süreçlerini ve dönüşümleri ele alacak. Dönüşümün nedenleri, sonuçları, etkileri ve süreçleri üzerinde duracağız. Umarız bu dosya konumuz, sizlere farklı bakış açıları sunarak, düşüncelerinizi zenginleştirecek ve hayatınıza katkı sağlayacaktır. Siyasallı dergisi olarak, bu ay da sizlerle birlikte olmaktan büyük mutluluk duyuyoruz. Keyifli okumalar, dönüşüm dolu mutlu aydınlık bir gelecek dileriz.

Dönüşüm
Merhaba,
Değerli okurlarımız,
Bu ay Siyasallı dergisi olarak ele aldığımız dosya konusu "Dönüşüm" olarak belirledik. Peki, nedir bu dönüşüm kavramı?
Dönüşüm, kelime anlamı itibariyle bir şeyin eski halinden farklı bir hale dönüşmesi, dönüştürülmesi anlamına gelir. Felsefe, sosyoloji, psikoloji, ekonomi, siyaset gibi birçok alanda kullanılan dönüşüm kavramı, genellikle bir değişim sürecini ifade eder. Bu süreçte, bir şey ya da bir olgu, önceki halinden farklı bir şekle bürünür ve yeni bir yapı oluşur.
Sosyal dönüşüm, toplumsal yapıdaki değişimleri ifade ederken, ekonomik dönüşüm, ekonomik yapıdaki değişimleri ifade eder. Sanayi devrimi gibi büyük değişimlerin yanı sıra, bireysel olarak da dönüşümler yaşanabilir.
Dönüşüm süreci, genellikle birçok faktörün etkisi altında gerçekleşir. Bu faktörler arasında teknolojik gelişmeler, kültürel etkileşimler, ekonomik koşullar, siyasi kararlar gibi birçok etken yer alır. Dönüşüm, zaman zaman hızlı ve ani bir şekilde gerçekleşirken, bazen de yavaş ve uzun süreli bir süreç olabilir.
Bu ayki dosya konumuz olan "Dönüşüm", farklı alanlarda gerçekleşen bu değişim süreçlerini ve dönüşümleri ele alacak. Dönüşümün nedenleri, sonuçları, etkileri ve süreçleri üzerinde duracağız. Umarız bu dosya konumuz, sizlere farklı bakış açıları sunarak, düşüncelerinizi zenginleştirecek ve hayatınıza katkı sağlayacaktır.
Siyasallı dergisi olarak, bu ay da sizlerle birlikte olmaktan büyük mutluluk duyuyoruz. Keyifli okumalar, dönüşüm dolu mutlu aydınlık bir gelecek dileriz.








SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.


DÖNÜŞÜM

Merhaba,

Değerli okurlarımız,

Bu ay Siyasallı dergisi olarak ele aldığımız dosya konusu

"Dönüşüm" olarak belirledik. Peki, nedir bu dönüşüm

kavramı?

Dönüşüm, kelime anlamı itibariyle bir şeyin eski

halinden farklı bir hale dönüşmesi, dönüştürülmesi

anlamına gelir. Felsefe, sosyoloji, psikoloji, ekonomi,

siyaset gibi birçok alanda kullanılan dönüşüm kavramı,

genellikle bir değişim sürecini ifade eder. Bu süreçte, bir

şey ya da bir olgu, önceki halinden farklı bir şekle

bürünür ve yeni bir yapı oluşur.

Sosyal dönüşüm, toplumsal yapıdaki değişimleri ifade

ederken, ekonomik dönüşüm, ekonomik yapıdaki

değişimleri ifade eder. Sanayi devrimi gibi büyük

değişimlerin yanı sıra, bireysel olarak da dönüşümler

yaşanabilir.

Dönüşüm süreci, genellikle birçok faktörün etkisi altında

gerçekleşir. Bu faktörler arasında teknolojik gelişmeler,

kültürel etkileşimler, ekonomik koşullar, siyasi kararlar

gibi birçok etken yer alır. Dönüşüm, zaman zaman hızlı

ve ani bir şekilde gerçekleşirken, bazen de yavaş ve uzun

süreli bir süreç olabilir.

Bu ayki dosya konumuz olan "Dönüşüm", farklı

alanlarda gerçekleşen bu değişim süreçlerini ve

dönüşümleri ele alacak. Dönüşümün nedenleri,

sonuçları, etkileri ve süreçleri üzerinde duracağız. Umarız

bu dosya konumuz, sizlere farklı bakış açıları sunarak,

düşüncelerinizi zenginleştirecek ve hayatınıza katkı

sağlayacaktır.

Siyasallı dergisi olarak, bu ay da sizlerle birlikte olmaktan

büyük mutluluk duyuyoruz. Keyifli okumalar, dönüşüm

dolu mutlu aydınlık bir gelecek dileriz.

Saygılarımızla,

Ali Kerem Korkmaz

Genel Yayın Yönetmeni


Sf 27 Sf 22 Sf 18 Sf 15 Sf 9 Sf 5 Sf 3


BAŞYAZI

6 Şubat 2023 tarihinde yaşadığımız felaket,

büyük kayıplara, acılara sebebiyet veren bir

doğal afet idi. Saat 04.17’de gerçekleşen

Kahramanmaraş merkezli 7,8 şiddetindeki

depremin ardından 9 saat sonra yine

Kahramanmaraş merkezli 7,6 şiddetinde başka

bir deprem gerçekleşti. Bu doğal afet yaklaşık 10

ili etkilemesinin ötesinde Kahramanmaraş

başta olmak üzere, özellikle Hatay ve

Adıyaman’da ciddi kayıplara sebebiyet verdi.

Türkiye Hükümeti, deprem bölgesi için doğal

afet ve salgın gibi acil durumlarda uluslararası

kuruluş ve ülkelerden yardım çağrılarını

kapsayan en yüksek acil durum olan 4. seviye

alarm ilan edildiğini açıkladı. Ayrıca

depremlerden etkilenen 10 ilde 3 ay süreyle

olağanüstü hal ilan edilirken Dünya Sağlık

Örgütü, Türkiye'yi sarsan depremler için 3. seviye

acil durum ilan etti. Ne yazık ki bu depremlere

ülke olarak hazır değildik, ülkemizdeki hatırı

sayılır jeologlarımız böyle bir depremin

yaşanacağından bahsetmişti. Ama önlem

almak konusunda geç kaldık. Dolayısıyla

yurtdışından gelen arama kurtarma ekiplerinin

canla başla çalışmaları bizi umutlandıran güzel

olaylardan biriydi. Bununla beraber ülkemizin

dört bir yanından gelen yardımlar da göz ardı

edilmeyecek kadar büyük oldu.

10 ili kapsayan bu deprem bölgesinin ekonomik

ve sosyal toparlanma süreci birkaç yıl devam

edecektir. Bununla beraber depremlerin henüz

tam anlamıyla ortaya çıkmamış etkileri göz

önünde bulundurulduğunda; Türkiye

genelinde de toparlanma, yeniden inşa, iç göç,

kırsal kalkınma, ekonomi gibi çeşitli başlıklara

sahip birçok sorun yakın gelecekte kendini

gösterecektir. Ancak söz konusu sorun

alanlarının kalıcı olarak çözülebilmesi için yeterli

kaynağın yanında, motivasyon ve bilince de

ihtiyaç duyulmaktadır. Bu noktada 6 Şubat

depremlerini Türkiye için “asrın felaketi” yapan,

son yüzyılda yaşanmış en büyük yıkıma sebep

olması açısından önemlidir. Çünkü uluslararası

veriler göstermektedir ki Türkiye, direnç ve

dayanıklılık kapasitesini bu tarz depremlere

göre üretmesi gereken bir ülkedir.

Oysaki doğal afetler ülkemizde sıkça

rastladığımız olaylar, fakat 6 Şubat

depremlerini yaşayan, sevdiği birçok kişiyi

kaybeden biri olarak söylemek gerekirse, bizi

öldüren afetin kendisi değil tedbirsizlikti. Bizi

çaresizce, acıyla, tesellisiz bir şekilde ortada

bırakan temeli sağlam zeminlere yapılmayan

binalardı. Yeni binaların yapım aşamasında

gerekli kontrollerin yapılmamasıydı. Binaların

altındaki işletmecilerin taşıyıcı kolonları

kesmesiydi. Sevdiğimiz, tanıdığımız,

tanımadığımız birçok insanın ölümüne sebep

olan eski binaların kentsel dönüşüme

girmemesiydi. Binaların yapımında kullanılan

malzemelerin kalitesizliğiydi, sağlam binaların

fahiş kiralarıydı. Bizi öldüren, evsiz bırakan çok

3

SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2023


neden vardı. Resmi rakamlara göre 50 bini

aşkın can kaybı var, bu da demek oluyor ki 100

binlerce insan ailesini, sevdiklerini, anılarını,

geçmişini kaybetti. Milyonlarca insanın yüreği

yanıyor ve bu yangın hiçbir zaman

sönmeyecek. Depremlerin üzerinden aylar

geçti, gündem değişti, normalleşme (!)

dediğimiz sürece başladı herkes. Peki normal

olan nedir? Yardımların ve arama kurtarmanın

deprem bölgesine günler sonrası gitmesi

normal midir? Yardımların şu an ilk zamana

göre %80 oranında azalmış olması normal

midir? Ya da temeli sağlam olmayan binaların

yapılması normal midir? Çürük binalara imar

affı vermek normal midir? Hiçbiri normal değil.

Böyle bir zamanda kendi milletine çadır satan

bir ülkede yaşıyoruz, böyle bir zamanda bir tane

bile istifa olmamasına şaşırıyoruz. Peki vatandaş

olarak ne yapmalıyız? Göz göre göre ölüme terk

edilen insanlarımızın ölümüne kader veya

takdir-i ilahi dememeliyiz mesela. Tüm

sorumlulardan birer vatandaş olarak hesap

sormalıyız. Felaketler yaşanmadan önce uyarı

veren bilim insanlarımızı iyi dinlemeliyiz.

Bilinçlenmeliyiz, bilinçlendirmeliyiz. En önemlisi

de yaşanılanları sadece yaşayanlar olarak değil

millet olarak asla unutmamalıyız. Gündem ne

kadar değişirse değişsin bu asrın felaketini ve

tedbirsizliği unutturmamız gerekir. Bu acının

tarifi yok, telafisi yok ama tekrarlanmaması için

alınması gereken önlem çok.

BAŞYAZI

Acımız hala taze, kayıplarımızın ani bir şekilde

olmasının vermiş olduğu duygusal şok hala

üzerimizde. Ancak hala umutluyuz, yaralarımızı

beraber saracağız. Şehirlerimize, evlerimize

dönüp yeni anılar biriktireceğiz.

Böyle bir felaketi bir kez daha yaşamamayı

temenni ediyoruz. Ailesini, akrabasını, sevdiğini,

tanıdığını kaybeden herkese sabırlar diliyoruz.

Bütün kayıplarımız için rahmet diliyoruz, ışıklar

içinde uyusunlar.

SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2023

4


ARAŞTIRMA

5

Öz

Tarihin oluşmasında emeğin ve sınıf

mücadelelerinin yeri önemlidir. Antikiteden

günümüze emek kavramı birçok dönüşüme

uğrasa da gün geçtikçe daha değer kazanmıştır.

Roma’nın köleci toplumunda Plebis ve Patrici

mücadelesi, feodalizmde serfler, senyörler ve

sonlarına doğru burjuvaların aristokrasi ile

mücadelesi ve en sonunda, kapitalizmde,

egemenliği alan burjuvalarla onların egemenliği

altında yaşayan proletarya. Bu perspektifle

baktığımızda emek kavramının tarihsel değeri

karşımıza çok net bir biçimde çıkar. Bu

çalışmada emeğin çağlar boyunca dönüşen

toplumsal niteliği dönemlere ayrılarak

incelenecektir.

Anahtar Kelimeler:

Emek, Proletarya, Toplumsal Emek

Giriş

İnsan evrimini diğer canlılardan ayıran en büyük

özelliklerden biri toplumsal emektir. Tarihe

baktığımızda da insanın çaba sarf ederek bir

şeylere ulaştığını görürüz. Ancak bu durum

zaman içerisinde farklılaşmıştır. Tarım

toplumuna geçişle birlikte özel mülkiyetin

oluşması ve beraberinde gelen köleci düzenle

birlikte emeğin sosyal hayattaki yeri daha da

önem kazanmıştır. Antik Yunan uygarlığının

buradaki yeri bir hayli önemlidir.

SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2023

Yunan kent devletlerindeki siyasal sistemin

belirleyicisi olmuştur. Özellikle Atina demokrasisi

ile Sparta oligarşisi bunun en önemli

örneklerindendir. Toplumsal yapıları farklı olan

bu iki devlette köleci düzen iki farklı olgu olarak

gelişmiştir. Köleci toplum düzeni Roma

İmparatorluğu’nun da temel taşı olmuştur. Bu

üretim biçiminin en büyük özelliği ise - hem

Antik Yunan’da hem de Roma’da – savaşa ve

yayılmaya dayanmış olmasıdır. Yayılmacı

politikaların gelişmesiyle birlikte savaşlarda esir

alınan askerler köle olarak kullanılmış, bu

durum yayılmayı köleci üretimin hem amacı

hem de aracı haline getirmiştir. Köleci düzenin

sosyal hayatta gittikçe önem kazanması, Plebis

ve Patrici adı verilen toplumsal sınıfların ortaya

çıkmasıyla beraber yeni bir hukuk düzenini

temsil eden On İki Levha Kanunları

oluşturulmuştur. Hukuk alanındaki bu oluşum

sürecinin en önemli kaynağı Corpus İurus Civilis

(Medeni Hukuk Külliyatı) adı verilen eser

olmuştur (Tanilli, 1975; 40). Bu hukuk düzeni

devletle kişi arasındaki ilişkileri de

düzenlemesine rağmen tam manasıyla bir

kamu hukuku değildir.

Yayılmacılığın durmasıyla birlikte Roma’da

köleci üretim tarzı çıkmaza girmiştir. Çünkü bu

üretim biçimi kendini yeniden üretecek doğal

bir duruma sahip olmadığı için bir zaman sonra

tıkanmaya başlamıştır. (Anderson, 2017; 89).


Fetihlerin durmasıyla beraber ek kaynaklarda

gözüken azalış ve bunun sonucunda gelen mali

krizler Roma’yı içinden çıkılamayacak bir

girdaba sokmuştur. Mali krizlerin sonucunda

sınıf mücadeleleri giderek artmaya başlamıştır.

Birçok köylü ve köle isyanı görülmüştür

(Faulkner, 2013; 80). Bunun yanında birçok ilkel

kabilenin saldırıları sonucunda Batı’daki

topraklarını gün geçtikçe kaybeden Roma’da

artık köleci düzen iyice çözülme aşamasına

girmiştir.

Çözülmenin Sonucunda Sentez bir Düzen:

Feodalizm

Feodalizmin ortaya çıkışında iki farklı üretim

biçiminin sentezlenmesi görülmektedir.

Bunlardan ilki zaten Roma’ya hâkim olan köleci

toplum düzenidir. İkincisi ise Avrupalı barbar

kavimlerin ilkel komünal düzenidir. Bu iki sosyoekonomik

yapının sentezlenmesiyle birlikte

feodalizm ortaya çıkmıştır. Değişik coğrafyalarda

değişik şekillerde görülse de bu sistem

günümüzde hâkim ekonomik sistem olan

kapitalizmin doğmasına sebep olmuştur.

Bu durum serfleri kölelerden ayıran en önemli

özellikti. Senyörlerin hukuksal olarak serfleri

yargılama hakları vardı. Serfler kurallara uyduğu

takdirde senyörler onların güvenliğini

sağlamakla yükümlüydü. Serfler ölünce

toprağın kullanım hakkı ise çocuklarına miras

olarak geçmekteydi (Köymen, 2008; 35). Bu

koşullu ilişkiler serflerin hem ekonomik hem de

sosyal açıdan tam manasıyla özgür olmadığını

göstermiştir. Feodalizmin köleci üretim

biçiminden en büyük farkı da bu koşullu ve

hiyerarşik mülkiyet olmuştur. Emek

sömürüsüne katlanan köleler yerini, belirli

haklara sahip olsa da üretimin büyük kısmını

tabi olduğu serf için, küçük bir kısmını ise kendisi

için yapan toprağa bağlı serflere bırakmıştır. Bu

üretim ilişkilerinin Dünya’nın her yerinde aynı

zamanda ve aynı şekilde gerçekleştiği ise

söylenemez. Bölgelerin çevresel koşullarına göre

farklı zamanlarda ve farklı şekilde

gerçekleşmiştir.

ARAŞTIRMA

Toprağa dayalı bir sistem olduğu için

feodalizmde tarımsal üretim ön plandadır. Artık

ürün üretimi söz konusudur ancak bu senyörleri

zenginleştirmiştir ve henüz bir piyasa durumu

yoktur. Yapısal olarak koşullu ve hiyerarşik

mülkiyetin bulunduğu feodalizmde krallar

toprakların sahibi sayılmıştır. Krallar sunduğu

koşullar karşısında toprağın kullanımını soylulara

vermiş, onlar da bu hakkı başka soylulara

vererek zincir hiyerarşik bir yapı oluşturmuşlardır

(Köymen, 2017; 34-35). Bu hiyerarşinin en altında

senyörün toprak üzerinde çalıştırdığı köylüler ve

serfler bulunmuştur. Serfler her konuda senyöre

tabi olmuşlardır. Serflerin senyörlere karşı,

senyörlerin de hiyerarşik olarak bir üstündekine

karşı yükümlülükleri vardır. Bu yükümlülükler

yerine getirilmediği zaman toprağın kullanım

hakkı bir başkasına verilmiştir. Toprağa ekimin

nasıl yapılacağı ve neyin ekileceği konusunda

kararı senyörler, malikane sahipleri vermiştir.

Toprağa ve senyöre bağlı serfler ise konumlarını

pek terk edememekteydi. Senyörler de keza

serfleri ailelerinden ayıramıyor ve satamıyordu.

Serflerin kendisinin ve ailesinin geçimini

sağlayacak kadar toprağın verilmesi karşılığında

senyörlerin belirli hizmetlerini gerçekleştirmesi

gerekmiştir. Serflerin belirli günler senyörün

toprağını işlemesi gerekiyordu. Aynı zamanda

bundan farklı olarak senyörün verdiği her türlü

işi yapmak zorundaydı. Senyörlere vergi

ödemek, mülkiyeti altındaki üretim araçlarını

kullanabilmek için para ödemek, aile işlerinde

senyöründen izin almak gibi pek çok yükümlü-

SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2023

6


ARAŞTIRMA

lük serfin sırtına bindirilmiştir. Belirtmek gerekir

ki bu dönemdeki sosyal sınıfların ekonomik

açıdan eşitsiz olmasını sağlayan hukuksal

düzenlemeler de getirilmiştir. Bu durum köleci

üretim biçiminin yaşandığı antikitede de

görülmüştür. Alt-yapı, üst-yapı kavramlarını

beslemiştir, yeri geldiğinde de değiştirmiştir.

Sınıfsal olarak rahipler, aristokrasi ile birlikte üst

sınıfa mensupturlar. Bu durum feodalite

döneminde dini bir egemenliğin de

kurulmasını sağlamıştır. Kilise en büyük toprak

sahibi olmuştur. Aynı zamanda krallıklar

üzerinde söz sahibi olmuşlardır. Rahipler ve

aristokratlar, vergilerden muaf tutulmuşlardır.

Ek olarak otorite üzerinde de hukuksal

ayrıcalıklara sahip olmuşlardır. Sahip oldukları

topraklarda emek sömürüsü ile gittikçe

zenginleşmişlerdir. Tefecilik vasıtasıyla birçok

serf ve köylü hayatlarını idame ettirmek de

zorlanmışlardır. Sınıfsal eşitsizliklerin giderek

artması feodalizmi de çıkmaza sokmuştur.

Özellikle kentlerde yaşayan ve ticaretle

uğraşan yeni bir sınıfın – Burjuvazi – bu baskı

ortamında hak sahibi olamamasından dolayı

verdiği mücadeleler feodalizmi çöküşe

sürüklemiştir. Burjuvalar, siyasi olayların halk

tarafından – dönemin burjuvaları – tartışıldığı

meclislerde giderek söz sahibi olmuşlardır.

İngiltere’de Magna Carta, tarih sahnesinde bu

durumu çarpıcı bir şekilde gösteren önemli bir

mihenk taşıdır. Magna Carta, kralların, krallık

içinde yaşayan insanların haklarını yasal

çerçeveye almasıyla ve kralın da buna tabi

olmasıyla hukuk devletinin temelinin

atılmasını sağlamıştır. Burjuvazinin, coğrafi

keşifler ve beraberinde gelen merkantalist

politikalarla zenginleşmesi, görece siyasette

söz sahibi olmasına yol açmıştır.

Ticaretin de giderek artmasıyla üretim yavaş

yavaş piyasa için yapılmaya başlamıştır. Bunun

sonucunda aristokratlar ve rahipler siyasi

egemenliklerini giderek kaybetmişlerdir.

Feodalizmin çözülmeye başlamasıyla beraber

yeni bir sosyo-ekonomik dönem filizlenmiştir:

Kapitalizm.

Kapitalizmin Doğuşu

Kapitalizmin doğuşu asıl olarak 15. ve 16. yüzyılda

gerçekleşmiştir. Feodalizmin çözülmeye

başlaması, burjuvaların yavaş yavaş haklar

kazanması artık krallıklarda farklı bir sosyoekonomik

düzlemin oluşumunu hızlandırmıştır.

İngiltere’de çitleme hareketi, bu yeni düzene

geçişte önemli bir eşiktir. Tarımsal arazilerde

gerçekleşen üretimin yavaş yavaş piyasa için

yapılması ve müşterek topraklara senyörlerin el

koyup buraları başka senyörlere kiraya vermesi

ya da köylüleri topraklarından atması büyük bir

yoksul mülksüz kitlenin oluşmasına yol açmıştır.

Bu köylüler kentlere göç ederek manifaktür

tarzda üretim gerçekleştiren zanaatkarların

yanında ücretli emekçi olmuşlardır.

Lonca sisteminin de bozulmasıyla birlikte

çıraklık yapan birçok insan yavaş yavaş

işçileşmeye, onların artı ürününe el koyup

sömürü ilişkisi oluşturan zanaatkarlar ise

burjuva durumuna geçmişlerdir. Bu yeni

düzenle birlikte yeni sınıflar yani Proleterya ve

Burjuva oluşmuştur. İngiltere’de Tudor

Hanedanlığı her ne kadar bu çitleme

hareketiyle mücadele etse de başarılı

olamamıştır.

Köylülerin kentlere göç etmesiyle beraber

İngiltere’de kent nüfusu kır nüfusunu geçmiştir.

Bu o yüzyıllarda pek rastlanan bir durum

değildir zira Kıta Avrupasında hala feodal tarzda

üretim söz konusudur. Antikiteden feodalizme

geçişte de olduğu gibi bu geçiş süreci her

ülkede aynı zamanda ve aynı şekilde

gerçekleşmemiştir. Örneğin Fransa’da kralların

senyörlere ayrıcalık tanımasının yanında köylü-

7 SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2023


yü de koruyan politikaları izlemesi kapitalizme

geçişi büyük oranda ertelemiştir ancak

engelleyememiştir. Avrupa’nın birçok yerinde –

özellikle İngiltere’de – zamanla yoksullaşan

köylüler şehirlere göç etmişler ve burda dilenci

durumuna düşmüşlerdir. Buna karşı devlet

‘Yoksul Yasaları’ çıkartmış, çalışmayan yoksulları

zorla çalışma evlerine götüren politikalar

izlemiştir (Köymen, 2020; 164).

Manifaktür üretim tarzında ailesiyle arasında

ataerkil bir ilişki bulunan işçilerin aile üyelerinin

de emeğinin kullanılması oldukça artmıştır.

Sanayi Devrimi ve sonrasında fabrikalaşmanın

artması, el emeğiyle üretimin yerini

makineleşmeye bırakması çocuk ve genç

işçiliği önemli ölçüde arttırmıştır. Makinenin kol

emeğini oldukça azaltması çocukların

fabrikalarda düşük ücretlere çalışmasına yol

açmıştır. Çalışma saatleri de oldukça fazladır.

Örneğin İngiltere 14. – 15. yüzyılda çalışma

saatleri 14 saati bulmuştur (SSCB Bilimler

Akademisi, 2021; 71). Fabrikalaşmayla ve giderek

artan teknolojiyle beraber sermaye birikimi

yükselmiş, bankalar kurulmaya başlamış, emek

sömürüsü oldukça artan bir seyir izlemiştir.

şam mücadelesi ile değer kazanmıştır. Her ne

kadar liberal paradigma bunu kabul etmese de

emek mücadelesi toplumsal hayatın daha eşit,

özgür, kamucu bir düzene geçişine kadar

sürecektir.

KAYNAKÇA

Anderson,P. (2017). Antikiteden Feodalizme

Geçişler, İstanbul, İletişim Yay.

Faulkner, N. (2013). Marksist Dünya Tarihi,

İstanbul, Yordam Kitap.

Köymen, O. (2017). Kapitalizm ve Köylülük,

İstanbul, Yordam Kitap.

Köymen, O. (2020). Sermaye Birikirken,

İstanbul, Yordam Kitap.

SSCB Bilimler Akademisi, (2021). Uluslararası

İşçi Sınıfı Hareketi Tarihi.(Ş. Alpagut,Çev.),

İstanbul, Yordam Kitap.

Tanilli,S. (1975). Uygarlık Tarihi, İstanbul,

Cumhuriyet Kitaplığı.

ARAŞTIRMA

Sonuç

İnsanlık tarihi göstermiştir ki bugün geldiğimiz

noktada emeğin toplumsallaşması işçi sınıfı

adına çok sancılı süreçlerden geçmiştir. İlkel

köleci toplumdan bugüne emekçi sınıfların

insanca yaşam mücadelesi bugün de devam

etmektedir. 21.yüzyılda ideolojilerin artık ‘ölmüş

olması’ üzerine yürütülen söylem reel politik

süreçler sonucunda pejoratif bir anlam

kazanmıştır. Özellikle emeğin giderek değer

kaybetmesi kapitalizm karşıtı ideolojilerin

güçlenmesine ve anti-kapitalist mücadelenin

yükselmesine ön ayak olmuştur. Bunun

yanında kapitalizmin gelişerek emperyalizm

haline haline gelmesi, özellikle zayıf halka

ülkeleri olarak adlandırılan ve kapitalist

sermayenin sömürdüğü ülkelerde ulusal

kurtuluş mücadelesini etkilemiştir.

Sonuç olarak bakıldığında emeğin zaman

içerisindeki gelişimi işçi sınıfının insanca bir ya-

SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2023

8


ARAŞTIRMA

Öz

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Batı birkaç

açıdan toplumsal yaşama damgasını

vurmuştur. Batılı devletler bu dönemle beraber

yeniden ayağa kalkmaya başlamıştır. Özellikle

kapitalizmin altın çağı olarak adlandırılan 1945-

1970 yıllarında Batılı devletlerde aile, eğitim,

cinsellik, politika, ekonomi, toplum, kültür,

demografi gibi çeşitli kavram ve alanlar

dönüşüme uğramıştır. 1945 sonrası dünyada

ideolojik ve politik kamplaşma kesin bir biçimde

karşımıza çıkmaktadır. Batılı devletlerin

politikaları da iki kutuplu sistemden doğrudan

etkilenmiştir. Savaş sonrasında Batılı devletler

sosyal refah devleti politikaları uygulamışlardır.

Sosyal refah devleti politikaları sonucunda

insanların yaşam koşulları görece iyileşmiş ve

güvence altına alınmıştır. İleride 68 kuşağının

gençlerini oluşturacak “baby boomers” nesli de

bu güvencenin neden olduğu ani nüfus

patlaması ile 1945 civarında doğmuştur. Bu

dönemin bir diğer dönüşümü ise ortalama

eğitim süresinin uzaması ve eğitim gören

öğrenci sayısının artışıdır. Gençleşen ve

üniversite eğitimine erişebilen önemli bir nüfus

açığa çıkmıştır. Çoğalan genç nüfusun

tüketimine yönelik sunulan dergi, magazin, film,

müzik araçları artış göstermiştir. Edebiyat ve

sinema gibi sanat kollarında çıplaklık ayıp

olmaktan çıkmış ve daha fazla görünür

olmuştur ve tüm bu gelişmeler kültürü

dönüştürmüştür.

Anahtar Kelimeler:

Dönüşüm, 1945 Sonrası Batı, Sosyal Refah

Devleti, 68 Kuşağı, Karşı Kültür

Giriş

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya çok

önemli değişikliklere sahne oldu. Hem Avrupa

hem de uluslararası sistem bakımından

gerçekleşen bu değişikliklerin ilkini, Avrupa’nın

liderliğini kaybedip “dünya sistemi olmaktan

çıkıp dünya alt sistemi” olması oluşturmaktadır.

(Oran, 2002: 480) Avrupa artık belirleyiciliğini

kaybetmiştir. Bu güç Sovyetler ve Amerika

Birleşik Devletleri (ABD)’ne geçmiştir (Balkaya,

2013: 152). Savaş sonrasında Batı’da ekonomik,

politik ve toplumsal yapı altüst olmuştur. İşsizlik,

enflasyon ve açlığın artması Batılı devletlere

ekonomilerinde çöküş yaşatmıştır. Bu anlamda

savaşın asıl iki galibi olan Sovyetler Birliği ve ABD

savaş sonrası düzenin de kurucu aktörleri

olmuştur.

Avrupa bir güç merkezi olma niteliğini yitirmiş,

yerini onlarca yıl sürecek Sovyetler ve ABD

arasındaki iki kutuplu mücadeleye bırakmıştır.

Komünizm ve kapitalizm arasındaki

hegemonya mücadelesi Batılı devletlerin

ekonomik, politik, sosyolojik ve kültürel etki

alanlarına yansımıştır. Savaşın ardından Batı’da

ekonomik değişimlerin gerçekleştiği yeni bir

dönem başlamıştır.

9 SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2023


Batılı devletler yeniden yapılanma ve kalkınma

sürecine ihtiyaç duyuyordu. Batı ekonomilerinin

güçlü bir konuma ulaşması için çeşitli adımlar

atılmıştır. Bu adımlardan bazıları ABD kaynaklı

ekonomik yardımlar, uluslararası ekonomik

örgütler ve ticaret antlaşmalarıdır. Bu adımlar

sayesinde Batı’da hızla ekonomik büyüme ve

sanayide önemli gelişmeler yaşanmıştır.

Tüketim seviyeleri ve yaşam standartları da

iyileşmiştir.

Batı’da Faşizmin yenilgiye uğraması sonucunda

tek adam diktatörlükleri yerine demokrasinin

inşa süreci başlamıştır. Batılı devletlerdeki politik

yapılanmanın dönüşümü büyük ölçüde ABD

güdümünde gerçekleşmiştir. Birey hak ve

özgürlüklerin korunması, hukukun üstünlüğü,

basın-yayın özgürlüğüne dayanan liberal,

demokratik siyasi yapılar oluşturulmuştur.

Tekelci Kapitalizmden Devlet Kapitalizmine

İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya

ekonomisi büyük ölçüde değişime uğradı.

Savaşın ardından Batılı devletler refah devleti

anlayışına dayanarak ulusal sanayilerini

koruyucu politikalar uygulamıştır. Savaş koşulları

devletlerin ekonomiye müdahalesini artırmıştır.

“Büyük Bunalım”ı aşamadan İkinci Dünya

Savaşı’nı yaşamış olan Avrupa, bu savaştan

genel bir yıkımın yanında, hükümet denetimi,

planlama ve bütçe yönetiminin, kaynakları bir

ölüm-kalım mücadelesi için seferber etme

yolunda ne kadar başarılı olabileceğini

öğrenerek çıkmıştır (Çubukçu, 2021:282). Devlet

kapitalizmi olarak adlandırılan bu politika sistemi

ulusal ekonomiyi korumayı ve geliştirmeyi

amaçlamaktadır. İthal ikameci politikalar ile

devlet kendi eliyle sanayileşmiş ve ulusal

ekonomiyi korumaya yönelik adımlar atmıştır.

Devlet, ekonomik faaliyetleri aktif bir şekilde

kontrol altında tutmakta ve gerektiği koşullarda

müdahalede bulunmaktadır. Kapitalizmin altın

çağında ücretlerdeki artış ve üretimde

verimliliğin artışı nedeniyle üretim

maliyetlerinde yaşanan düşüş kitlesel

tüketimdeki artışa olanak sağlamıştır. Bu

dönemde tekelci kapitalizmden devlet

kapitalizmine geçişle birlikte orta sınıf sermaye

tekeline bağımlı hale gelmiştir. Teknolojik

gelişme sayesinde üretim maliyetlerinde düşüş,

refah düzeyinde ve endüstriyel üretimde artış,

istikrarlı işsizlik oranları, işçi sınıfı için yüksek

ücretler bu dönemin karakteristikleridir. Yüksek

ekonomik büyüme de 1945-1970 arasına damga

vurmuş ve bu süreç kapitalizmin “altın çağı”

olarak nitelenmiştir. Birçok kapitalist ülkenin

yanında, II. Dünya Savaşı sonrasında

bağımsızlığını kazanmış ulus-devletler, kapitalist

sisteme eklemlenmiş ve ABD hegemonyası

altında kalkınmacı devlet anlayışıyla iktisat

politikalarını yönlendirmiştir. (Şimşek, 2017: 42)

Sosyal Refah Devleti Politikaları

Sosyal refah devleti, sosyal refahın

optimizasyonu amacıyla devletin ekonomiye

aktif ve kapsamlı müdahalelerde bulunmasını

öngören bir devlet anlayışıdır (Aktan, 1995: 73).

Devletin işlevlerindeki dönüşüm ele alındığında

1945 sonrası dönem Batılı devletlerde sosyal

refah devleti modelinin hâkim olması ve savaş

sonrasında Batı’nın yeniden ayağa kalkma

dönemi olması nedeniyle önemlidir. 1945- 1970

arası dönem sosyal refah devletinin altın çağı

olarak tanımlanır. Bu dönemde yaşam

standartlarının iyileştirilmesi, ücretlerin artırılması

ve devamlılığının sağlanması amaçlanmıştır.

Sosyal güvenlik hizmet sistemi yerleştirilmiş,

bireylerin sosyal hakları genişletilmiş,

kapitalizmin eşitsizlikleri azaltılmıştır. Batılı

kapitalist devletler için bu politikanın başlıca

gerekçesi özellikle 1945 sonrasında yükselişe

geçen sosyalist yönetimlerin ortaya çıkmasını

engelleme çabasıdır. Sosyalizmi saf dışı

bırakmak için bölüşümde adalet ilkesi, gelir

dağılımında adalet ilkesi, gelirin yeniden

dağıtımı, yoksullukla mücadele gibi politikalar

önem kazanmıştır. Bu dönemde birçok yasa

yürürlüğe konmuş ve ülkeler altın çağın

getirdiklerinden etkilenmişlerdir. Örneğin,

Almanya’da çıkarılan Weimar Anayasası 1919

yılında olmasına rağmen sağlık, çalışma, aile ve

meslek grupları ile eğitim hakkını güvence

altına alan, ayrıca işçi ve işveren arasındaki bağı

pekiştiren, orta sınıfın korunmasına özen

gösteren bir yasa özelliği taşıyarak alanının en

yetkin örneğini vermiştir. ‘Ekonomik hayatın

adalet esaslarına göre ve herkese insanlığına ya-

SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2023

ARAŞTIRMA

10


ARAŞTIRMA

raşır bir şekilde düzenlenmesi’ ilkesi yasa da

açıkça ifade edilmiş, altın çağla birlikte 1947

İtalyan Anayasası, 1949 Almanya Anayasası ve

1958 Fransa Anayasası tarafından da

benimsenmiştir (Bulut, 2003: 177).

Sosyal refah devleti, devletin ekonomi

içerisindeki ağırlığının arttığı bir modeldir.

Refah devletinin genel olarak üç temel özelliğe

sahip olduğu söylenebilir. Bunlar;

1-)Müdahalecilik: Piyasa başarısızlıkları üzerine

harekete geçer ve doğan sorunların

giderilmesine yönelik olarak önlemler alır.

2-)Düzenleyicilik: İş piyasalarındaki düşük

ücretlerin işçileri sefalete düşürmemesi için

asgari bir ücret belirler, sosyal güvenlik ve sosyal

yardım hizmetlerini üstlenir.

3-)Gelirin yeniden dağıtılması: Vergi ve diğer

politikalar ve transfer harcamalarıyla gelirin

paylaşımına müdahalede bulunulmadığında

sınıflar arasında dengesizliklerin dolayısıyla da

huzursuzlukların çıkacağının farkındadır.

(Özdemir, 2007: 21) şekline sıralanır.

trajik bir savaşın bir daha yaşanmayacağı,

savaşın yıkıcı boyutlarının anlaşıldığı ve gereken

dersin çıkarıldığı düşüncesi insanlara güvenli

alan sağlamıştır. Refah devleti politikaları

sayesinde 1945 sonrasının Batılı devletlerinde

nüfus patlaması yaşanmıştır. “baby boomer”

olarak adlandırılan kuşak ortaya çıkmıştır.

Türkiye’de “patlama kuşağı” olarak adlandırılan

bu kuşak; büyümenin, refahın, mal ve

hizmetlere özlem duygusunun ağır bastığı bir

kuşaktır. Baby Boomers kuşağı Doğu-Batı ikili

dünyası içerisinde 68’lileri yaratmış bir kuşak

olarak öne çıkmaktadır (Senbir, 2004: 24). Sosyal

ve ekonomik refah ve küresel istikrar

döneminde doğup büyüyen bu kuşak siyasi

katılım imkanına sahip olmuş, toplumsal ve

politik dönüşümlere liderlik etmiş, dünya

siyasetini değiştirmede aktif rol oynamıştır.

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından üniversite

eğitimi yalnızca Batı’da değil dünya genelinde

önemli dönüşüm yaşamıştır. Sosyal refah devleti

politikaları uygulanana kadar üniversite eğitimi

seçkinci bir niteliktedir. Savaş sonrasında

üniversite eğitimi daha erişilebilir bir hale

gelerek üst sınıfa ait olmaktan çıkarak orta sınıfa

inmiştir. Orta sınıf aileler eğitime gereken önemi

verebilecek imkanlara ve kamu politikalarına

sahip olmuştur. Yüksek öğrenim ayrıcalık

olmaktan çıkmıştır. Patlama kuşağında

okullaşma oranı ve üniversite sayısı giderek

artmıştır. Toplumun eğitim seviyesinin

yükselmesiyle birlikte üniversiteler ve üniversite

gençliği toplumsal ve kültürel dönüşümü

harekete geçiren etken olmuştur.

Patlama Kuşağı ve 68 Gençliği

Savaşın sona ermesiyle insanların hayatlarında

genel bir rahatlama söz konusu olmuştur.

Savaşın psikolojik etkilerinin silinmesinin

ardından insanlar normal hayatlarına

dönmüşlerdir. Savaşın Batı’ya yaşattığı trajedi

sonrasında yeni dönemin yarattığı refah

ortamında insanların yaşam koşullarında

iyileşme görülmüştür. Artık dünyada böylesine

11 SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2023


Üniversitelerde reform talebiyle başlayan

öğrenci eylemleri, Amerikan emperyalizmi,

savaş karşıtlığı, ırkçılık, cinsiyet eşitliği, özgürlük

taleplerine dönüşerek küresel bir isyan hâline

gelmiştir. Eylemler toplumu dönüştürme

amacı taşımış, otoritenin sorgulanmasına yol

açarak hak arama mücadelesine dönüşmüş,

yeni değerlerin ortaya çıkmasını sağlamıştır.

(Kurlansky, 2011: 30) Amerika’nın Vietnam’ı

işgaline karşıt eylemler kısa zamanda tüm

dünyadaki üniversitelere sıçramış ve antiemperyalist

hareket tüm dünyayı sarsmıştır.

Amerika’nın ardından Fransa, İtalya, İngiltere ve

Türkiye’de de daha öncesinde görülmemiş

eylemler ortaya çıkmıştır. Eylemler kültürel,

toplumsal ve ekonomik alanlarda köklü

değişikler meydana getirmiş, otoritenin

sorgulanmasıyla yeni değerlerin ortaya çıkması

sağlanmıştır. Düşünce ve ifade özgürlüğü

önem kazanmış, kilisenin otoritesi sarsılmış ve

siyasi iktidara güven sarsılmıştır. (Cicioğlu,

Kalkan, 2019: 13)

Kültürel Dönüşüm

1960’lar tüm dünyada dönüşüm süreci olarak

kabul edilir. İkinci Dünya Savaşı’nın geride

bıraktığı yıkımın ardından insanlık, dünyada

varolan değerler ve inançlar sistemini

sorgulamaya başlamıştır. 1960’larda yaşanan

köklü değişimler, eskiye ve geleneksel

tutuculuklara bir başkaldırının sonucu olarak

ortaya çıkmıştır. Bu dönemde, bilim ve

teknolojideki etkin ve radikal buluşlar, dünya

politikasının gergin ve çatışmacı ortamı,

sosyolojik ve kültürel alanlardaki devrimci

oluşumlar birbirleriyle doğrudan ya da dolaylı

etkileşim alanları içinde yeryüzünün çehresini

önemli ölçüde değiştirmiştir. (Gülali, 2014: 1)

sonrasında özellikle 1960’ın on yılları Batı’da

ekonomik, politik, sosyal ve kültürel dönüşüm

sürecinin bir ifadesiydi. Bu dönemde birçok

Batılı ülke Amerika Birleşik Devletleri

güdümünde demokratikleşme süreci

yaşamıştır. Politik gelişmeler doğrultusunda

çoğunlukla gençlerin kültürel ve politik bilinci

artmıştır ve bu bilinç düzeyi toplumların farklı

görüşlere daha hoşgörülü, açık fikirli, eşitlik ve

özgürlükten yana karakteristiklerine katkıda

Sosyal ve ekonomik değişimler kültürel

dönüşümü beslemiştir. Batı’da yaşanan

ekonomik patlama orta sınıfı memnun etmiştir.

Sosyo-ekonomik değişimler sayesinde geniş

çapta gençlik pazarı ortaya çıkmıştır. Bütün bu

gelişmelerle beraber 50’lerin kendinden hoşnut

dış görünümü altında geleneksel bilgeliğe

direnen, baltalayan, zayıflatan ve gittikçe

yaygınlaşan yeraltı kanalları oluşmuştu. Yine aynı

zamanda, daha az odaklı fakat daha geniş bir

alanda popüler müzik ve sinema yetişkinler

üzerinde daha büyük etki yaratmaya, ait

oldukları varlıklı toplumun normlarıyla

yanılsamalarını sorgulamaya başlamıştı. Suç

kültürünü ticari bir şekilde paketleyen 50’li yılların

popüler kültürü, modası geçmiş ebeveynler

nesline meydan okuyarak, dönemin filizlenen

gençlik kültürünü temsil eden eğlence ve

macera ruhunun savunuculuğunu yaptı (Gitlin,

1987: 13).

Savaş sonrası Batı’nın toplumsal ve kültürel

ortamlarını etkileyen birçok faktör

bulunmaktadır. En önemli faktör 60’lı yılların

gençliğidir. Yeni kuşağın ebeveynlerine ve

geleneksel ahlak kalıplarına olan tepkileri, aykırı

davranış ve başkaldırı olarak kendisini

göstermiştir. Genç kuşak savaş karşıtlığı ve

evrensel dünya barışı fikrini benimsemişlerdir.

Toplumsal inanç ve değerlerin hızla değiştiği

1960’larda geleneksel inançlara bağlılık da

sorgulanmaya başlamıştır. Bu dönemde

dönüşüm geçiren bir diğer alan ise yerleşik

kültürel normlara meydan okuyan, alternatif

yaşam biçimlerine yönelen “karşı kültür”

hareketidir. Karşı kültür hareketi 60’lar sosyokültürel

değişiminin en önemli unsurudur. Karşı

kültür hareketi ilk kez Amerika’nın Vietnam’ı

işgaline karşı büyük tepki gösteren yeni kuşağın

sivil hareketinde ortaya çıkmıştır. Karşı kültür,

hâkim kültüre karşı oluşturduğu oldukça açık

siyasal ve ideolojik muhalefet biçimleri (siyasal

eylem, tutarlı felsefeler, manifestolar vb.) alternatif

kurumlara (yeraltı basını, komünler, kooperatifler,

kariyer karşıtları vb.) verdiği önem, çocukluğun

geçiş dönemini uzatması ve iş, ev, aile, okul ve

boş zaman arasındaki ayırımları (bu ayırımlar alt

kültürde tam olarak vardır) bulanıklaştırması gibi

ARAŞTIRMA

SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2023

12


ARAŞTIRMA

faktörler sayesinde alt kültürden ayırt edilebilir.

Alt kültüre de muhalefet, sembolik direniş

biçimleriyle açığa çıkarken, orta sınıf gençliğinin

isyanını temsil eden karşı kültür, daha seçkin,

daha kararlı ve daha doğrudan dışavurumcu

olma eğilimindedir (Hall, 1976: 60). Karşı kültür

hareketine mensup gençlerin talepleri arasında

eşit, özgür, demokratik, anti-otoriteryanist bir

toplum ve devlet yapısı vardır.

lerini anlattıkları bilinç yükseltme top-lantıları

düzenlediler, kendi sözlerini söyleyebildikleri

alternatif yayınlar çıkardılar, kürtaj, taciz, kadına

yönelik şiddet gibi konular etrafında

kampanyalar örgütlediler (Çakır, 2021:437). Bu

dönemde, kürtaj hakkı, doğum kontrol

yöntemleri, kadın hakları, kadınların evlilik dışı

ilişkileri, cinsel taciz gibi meseleler de dahil olmak

üzere çokça konuda mücadele verilmiştir.

13

Bu dönem kendini hızla dönüştüren kültürel

değişimlere sahne olmuştur. 60’lı yıllarda

cinsellikle ilgili birçok tabular, sosyal ve yasal

engeller zayıflamaya başlamıştı. Pornografi

yasaları yüksek mahkeme kararlarıyla

kaldırılmış, sonucunda da kitaplarla filmlerde

her türlü dil ve anlatım serbest bırakılmıştı. Bu

dönemde doğum kontrol hapının geliştirilmesi

toplum hayatında önemli bir değişimi yarattı.

60’lı yıllarda medyada radikal olarak değişen

cinsel içerikli yapımlar belirginleşmişti (Gülali,

2014: 15).

Ataerkilliğin ürünü olan toplumsal cinsiyetten

kaynaklı sorunlar 60’lı yıllarda tartışmaya açılan

bir diğer meseledir. 1960’lı yıllar da ortaya çıkan

birinci dalga feminizmde toplum yapısına karşı

direnilmiş ve ‘cinsel devrim’ olarak adlandırılan

hareketle, toplumun kadınların statüsü

hakkındaki düşüncelerini değiştirmek

amaçlanmıştır. Bu dönem genel olarak birinci

dalga feminist hareket olarak adlandırılmıştır

(Çakır, 2018). Kadın hareketinin daha fazla

radikalleştiği ikinci dalga feminizmde kadının

kültürel ve politik konumu tahlil edilmiştir.

Kadınlar çeşitli ülke ve coğrafyalarda deneyim-

SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2023

Sonuç

1945-1970 döneminde Batı, köklü dönüşümler

yaşamıştır. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Batı

birçok açıdan değişime uğramıştır. Batı’nın

savaşta ağır yıkıma uğramasıyla liderliği

kaybedilmiş, Sovyetler Birliği ve ABD’nin dünya

sistemi içindeki önemi artmıştır. İki kutuplu

dünya sisteminde ABD’den taraf olan Batılı

kapitalist devletler liberal ve demokratik siyasi

yapılar oluşturmuştur. 1945-1970 yılları arasında

“kapitalizmin altın çağı” yaşanmış ve Batılı

devletler devlet kapitalizmi olarak adlandırılan

politika sistemini benimsemiştir. Bu politikaya

göre devletler ulusal sanayilerini koruyucu

uygulamalar geliştirmiştir. Devlet kapitalizmine

geçiş orta sınıfı sermaye tekeline bağımlı hale

getirmiştir. Aynı dönemde devlet kapitalizminin

yanında “refah devletinin altın çağı” da

yaşanmıştır. Sosyal refah devleti, devletin

ekonomi içerisindeki ağırlığının arttığı bir

modeldir. Sosyal refah devleti politikaları

sayesinde orta sınıf bu zamana değin refah

ortamında yaşamamıştır. Bu dönemde kamu

politikaları aracılığıyla vatandaşların sosyal, sağlık,

güvenlik sigortaları güvence altına alınmış,

ücretlerde artışa gidilmiş, yaşam standartları

iyileştirilmiş, bireylerin sosyal hakları

genişletilmiştir. Bu politikanın başlıca gerekçesi

sosyalist yönetimlerin kapitalist topraklarda

idareyi ele almasının önüne geçmektir. Refah

devletinin yarattığı güvenli ve yüksek yaşam

standartları sayesinde nüfus patlaması

yaşanmıştır. “baby boomer” olarak adlandırılan

kuşak ekonomik büyümenin ve refahın içine

doğmuştur. Geleceğin 68 kuşağı gençlerini

oluşturan bu kuşağın önemli bir farkı da

üniversite eğitimine erişme imkanına sahip

olmalarıdır. Bu dönemde üniversite sayılarında


ve üniversite eğitimi alan öğrenci sayısında hızlı

artış yaşanmıştır. Eğitim seviyesinin yükselmesi

genç kuşağın toplumsal ve kültürel

dönüşümde öncü olmalarını sağlamıştır. 68

kuşağı birçok açıdan dünya tarihinde eşsiz bir

yere sahiptir. Başlangıçta üniversite reformu

talepleriyle başlayan öğrenci hareketleri kısa

sürede küresel toplumsal hareketlere evrilmiştir.

68 kuşağına dahil olan gençlerin genel kabul

görmüş ortak özellikleri anti-emperyalist,

özgürlükçü, savaş karşıtlığı, cinsiyet eşitliği, antiırkçılık

vb.dir. 1960’larda meydana gelen radikal

dönüşümler kültür hayatını etkilemiştir. Yerleşik

ahlak normlarına başkaldıran gençler karşıkültür

hareketini başlatmışlardır. Cinsellikle ilgili

birçok tabunun zayıflatılması bu dönüşümün

bir göstergesidir. Yine bu dönemde toplumsal

cinsiyet meselesi üzerinde durulmuş ve kadın

hareketi daha radikal zeminde ilerlemiştir.

KAYNAKÇA

AKTAN, Coşkun Can (1995). “21.Yüzyıl İçin

Yeni Bir Devlet Modeline Doğru Optimal

Devlet, Kamu Ekonomisinin ve Yönetiminin

Yeniden Yapılanması ve Küçültülmesine

Yönelik Öneriler”, İstanbul, TÜSİAD Yayınları,

s. 73.

BULUT, Nihat (2003), ‘‘Küreselleşme: “Sosyal

Devletin Sonu mu?’’, Ankara Üniversitesi

Hukuk Fakültesi Dergisi, 52 (2)

CİCİOĞLU, Filiz, KALKAN, Duygu. (2019). “De

Gaulle’den Frexit Tartışmalarına: Fransa

Avrupa Birliği’nin Neresinde?” Bilgi Dergisi,

21 (1), 1-38.

ÇAKIR, Serpil (2021). “Feminizm: Ataerkil

İktidarın Eleştirisi”, İç. Birsen Örs (Ed.), 19.

Yüzyıldan 20. Yüzyıla Modern Siyasal

İdeolojiler, Birse, İstanbul, Bilgi Üniversitesi

Yayınları

ÇUBUKÇU, Sevgi (2021). “Sosyal Demokrasi:

Melez Bir Politik Gelenek”, İç. Birsen Örs (Ed.),

19. Yüzyıldan 20. Yüzyıla Modern Siyasal

İdeolojiler, Birse, İstanbul, Bilgi Üniversitesi

Yayınları

GITLIN, Todd (1987) The Sixties: Years of

Hope, Days of Rage , 1st edition, New York,

Bantam Books

GÜLALİ, Mehriban (2014). “Amerikan ve İngiliz

Popüler Kültüründe Bir Odak: Beatles”

KURLANSKY, Mark (2011). 1968: Dünyayı

sarsan yıl. (Çev. Z. Savan). İstanbul: Everest

Yayınları.

ORAN, Baskın (2001). “1945-1960: Batı Bloku

Ekseninde Türkiye-1- Dönemin Bilançosu”,

Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından

Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar (Cilt 1:

1919- 1980), Ed. Baskın Oran, İstanbul, İletişim

Yay. s. 479-498.

ÖZDEMİR, Süleyman (2007), Küreselleşme

Sürecinde Refah Devleti, İstanbul, 2. baskı,

İstanbul, İTO Yayınları.

ŞENBİR, Hakan (2004) “ Z Son İnsan Mı?”, “O”

Kitaplar, 1. Baskı, Nisan, İstanbul, Okuyan Us

Yayın

ŞİMŞEK, Orhan (2017). “Küreselleşme ve Yeni

Devlet Kapitalizminin Yükselişi”, Ankara, Türk

Metal Sendikası Araştırma ve Eğitim Merkezi

Yayınları

ARAŞTIRMA

SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2023

14


ARAŞTIRMA

ÖZ

Cumhuriyet’in veyahut Kemalizm’in ekonomi

politiği, sol veya sağ ideolojilerden gelen pek çok

farklı yorumla birlikte anlatılır. Solda, Sosyalist

Devrimciler konuya farklı bir noktadan

yaklaşırken, Milli Demokratik Devrimciler -veya

Sol Kemalistler- farklı birer anlatı kurarlar. Sağ ise

konuya apayrı bir çerçeveden yaklaşır, hatta

çoğunlukla ilgilenmez. Bu yazı kapsamında bu

anlatılardan daha çok Sol Kemalistlerin

anlatısına yakın bir anlatı inşa edilerek 1929

Ekonomik Krizi’nin veya diğer adıyla Büyük

Buhran’ın Cumhuriyet’in ekonomi politiğine

olan etkisi incelenmeye çalışılacaktır.

BAŞLANGIÇ: CUMHURİYET

Cumhuriyet, ileriye bakıştır, kabuktan çıkmaktır

ve eskinin reddidir. Kemalist Cumhuriyet,

1789’un Devrimciliğinden ile Bolşeviklerin emek

kardeşliği ve devrimciliğinden temellenir.

Cumhuriyet’in temel hedefi her zaman yarısömürge

iktisadından sıyrılmak, halkçı-devletçi

iktisadı kurmak olmuştur. Bunun için gereken

sermaye birikiminin ise sanayileşme ile

gerçekleştirilmesi öngörülmüştür.

1923’ün yani Cumhuriyet’in iktisadı geçmişin

iktisadı ile benzer bir kopukluktan ziyade

şaşılacak bir süreklilik içerir. Yani, Cumhuriyet’in

ilanı, iktisadi anlamda pek bir yenilik

getirmemiş, Milli İktisadın, devlet desteğiyle yerli

ve milli burjuvazi yaratması yaklaşımı, 1923-1929

arasını tamamen etkilemiştir.(Boratav, 2013, pp.

39–40) Feroz Ahmad’ın aktarımına göre,

‘’Kemalist ekonomi politiğin hedefi, öncelikle,

modern bir kapitalist topluma özgü sınıf

yapısına sahip bir millet yaratmaktı. Bu hedefe

ulaşıldığı ve ardından sınıf çatışması geldiği

zaman ise, devlet müdahale edip hakem rolü

oynayacaktı.’’(Ahmad, 1996, p. 194)

Cumhuriyet’in ilk yıllarında ekonomik olarak 2

yön mevcuttu. Bunlardan birincisi, kapitalist

ekonomiyi kurmak, ikincisi ise sanayi kurmaktı.

İlk olarak köylü çiftçi yapılmaya çalışıldı, köylü

kendi halinde kalınca ise de ticaret sermayesi

gelişti. Fakat sanayileşme için sanayinin

lokomotif olması, tarım ve ticaretin arka

vagonlara yerleştirilmesi gerekiyordu. Yani, bu

noktada bir tercih yapılmalıydı. Bu tercih 1930’da

yapıldı, devlet sanayiyi tercih etti ve iktisadi

sistem tercihini de yaparak devletçiliğe yöneldi.

(Şahinkaya, 2019, pp. 38–40)

Cumhuriyet’in tapusu olma ve onun dünya

içindeki konumunu belirleme özelliğine sahip

Lozan Antlaşması ile 1929’da patlak veren ve

kapitalist dünya ekonomisini derinden sarsan

büyük buhran, genç Cumhuriyet’in iktisadının

şekillenmesinde önemli yer tutmuştur. Siyasi

bağımsızlığın yanı sıra Lozan Antlaşması’yla

beraber emperyalizme karşı önemli ödünlerin

verildiği görülebilir. Lozan’la beraber imzalanan

15 SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2023


ticaret sözleşmesi de 5 yıl süreyle Cumhuriyet

iktisadını resmen dondurmuş, işleyemez hale

getirmiştir (Boratav, 2013, pp. 43–44). Fakat

bunlar, yarı-sömürge ekonominin

parçalarından, yabancı sermayenin

kontrolündeki demiryollarının sırayla

devletleştirilmesini önleyememiştir. Bunu tütün

rejisi ve limanların millileştirilmesi izlemiştir. 1927

tarihli Teşvik-i Sanayi kanunu ile sanayi

sermayesi oluşturma yönünde önemli bir adım

atılmış ve sermayeye geniş teşvikler verilmeye

başlanmıştır. Lozan’ın beraberinde getirdiği

ticaret sözleşmesinin bitiş tarihi olan 1928’den bir

sene sonra yaşanacak olan Büyük Buhran ise

Cumhuriyet iktisadında görülecek makas

değişimini kolaylaştırmış, hızlandırmış ve kararlı

hale getirmiştir. Bu döneme kadar Türkiye

dünya ekonomisine hammadde ihraç ederek

ve tüketim malı ithal ederek katılmaktayken bu

konum krizin ardından değişecektir. (Boratav,

2013, pp. 44–59) Veya en azından değiştirilmek

istenecektir.

1929 VE SANAYİLEŞME

1929 Krizi ile beraber Cumhuriyet iktisadı Serdar

Şahinkaya’nın ifadesi ile makas değiştirmiştir.

(Şahinkaya, 2019, p. 22)

hal ve tarım ve madencilik ürünleri ihraç eden

bir ülke olarak sürdürdüğü rol Kemalist kadroyu

en başından beri rahatsız etmekteydi.

Cumhuriyet’i kuran kadrolar, Türkiye

Cumhuriyeti’ni çağdaş uygarlık düzenine

ulaştıracak birikim mekanizmasının

‘’sanayileşme’’ ile sağlanabileceği konusunda

berrak ve kararlıydı. (Şahinkaya, 2019, pp. 33–34)

1929 Ekonomik Krizi ile ülke çapında küçük

imalat yapan atölyelerin pek çoğu iflas etmiş,

sermaye birikim stratejisi sorunu daha belirgin

biçimde ön plana çıkmıştı. Krizin ardından

Cumhuriyet birtakım tedbirler almak zorunda

kalmıştır. Kriz, Türkiye’de bireylerin elindeki

sermayenin yetersizliğini ve devletin

yönlendirme yapmasından ziyade iktisatta

lokomotif olması gerektiğini göstermiştir.

(Şahinkaya, 2019, p. 57) Bunlardan sonra ise

sermaye birikim stratejisi, ‘’ yerli sanayileşme’’

olarak belirlenmiştir. Kemalist kadroların

Cumhuriyet’in ilk yıllarından beri zihinlerinde

olan ‘’sanayileşme’’ fikrinin artık bir ‘’cihazlanma’’

projesine dönüşmesi şart olmuştur.

ARAŞTIRMA

Milli İktisat anlayışına ve 1923 İzmir İktisat

Kongresi kararlarına göre ekonomi, ‘’devletin

bireyleri zenginleştirecek ortamı ve desteği

sağlaması ve böylece oluşacak yeni burjuvazinin

yabancı sermayeyle ‘eşit koşullarda’ iş birliği ve

ortaklık ilişkileri içine girerek gelişmeyi ve

sanayileşmeyi gerçekleştirmesi’’ üzerine

kurulmalıydı. (Boratav, 2013, p. 61) Fakat bu

planın başarılı olamayacağı ve hatta olmadığı

1929 Krizi ile beraber kanıtlandı.

Ağırlıkla Kapitalist dünyada hissedilen 1929

Ekonomik Krizi sırasında Türkiye ekonomisi dışa

kapanarak devlet öncülüğünde milli bir

sanayileşme denemesine girmiştir. Korumacıdevletçi

sanayileşme hamlesi, neredeyse

1908’den beri uygulanan Milli İktisat ilkelerinin

terse çevrilmiş halidir.(Boratav, 2013, p. 59)

Türkiye’nin dünya piyasasında mamul mallar it-

Kemalistler, siyasi bağımsızlığın ancak ve ancak

iktisadi bağımsızlıkla korunabileceğinin

farkındaydı ve bu sanayileşme mecburiyetini

devletçi ve halkçı bir temele oturtma

gayesindeydiler. Bu planda başta Türkiye’de

halihazırda bulunan hammadde

kaynaklarından başlamalıydı, yani hareketin

başlangıç noktası ile bitiş noktası ülkenin malı

olmalıydı. (Şahinkaya, 2019, pp. 35–37)

Devletçiliğe giden yolu 1929 Buhranı hızlandırdı.

30 Ağustos 1930’da İsmet İnönü Sivas

demiryolunun açılış töreninde ‘’iktisadi yolumuz

SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2023

16


ARAŞTIRMA

devletçiliktir’’ sözleriyle yeni rotayı çiziyordu.

Devlet, sermayenin de bu çabalara destek

vermesini beklemişti. Fakat başta İstanbul

olmak üzere girişimciler bir türlü üretici

pozisyonuna geçmeyerek ithalatçılığa devam

etti. Bu tartışmalar içerisinde devletçilik

tartışmaları da hızlandı. (Şahinkaya, 2019, p. 49)

Özel sermaye, ‘’destek olun fakat vergi dahi

almayın, hatta bize karışmayın demeye devam

etti’’ (Şahinkaya, 2019, p. 76)

1931 mayısında toplanan Cumhuriyet Halk

Fırkası kurultayı bir programla sonuçlandı ve o

programa göre ekonominin örgütlenişinde

temel ilke devletçilik olarak belirlendi. Bundan

sonra sanayi ekonominin merkezinde

oturtulacak, sermaye birikiminde devletin

alacağı rol artacaktı. Özel sermayenin geniş

çevresi ise bundan hoşlanmayarak bunu ‘’aşırı

devletçilik’’ olarak adlandırdı. Bu görüşlerin asıl

sahibi Mustafa Şeref Bey İktisat vekilliğinden

1932’de ayrılınca yerine celal bayar geçti.

Mustafa Şeref’in fikirleri kademe kademe

uygulansa da aslında kademe kademe de

ondan vazgeçildi. Celal Bayar’ın arkasında

sermayenin desteği vardı. İmkanların kıtlaştığı

dönemde sermayeye savurganca destek

verilmesi doğru olmayacaktı. Bu sebeple sanayi

doğrudan devlet eliyle kurulmalı veya

desteklenmeliydi.(Şahinkaya, 2019, pp. 86–89)

Cumhuriyet’in kadrolarının görüşüne göre

iktisadi kalkınma hammaddecilikten kopma ile

başlar çünkü hammaddeciliğin sürmesi

sömürge ekonomisinin sürmesi demektir.

Sanayileşen ülke, sanayileşmenin verdiği

üstünlük ile başka ülkelerin sanayileşmesini bir

dereceye kadar önlemeye çalışır, amacı

üstünlüğünü korumaktır. Kurulacak sanayi

yalnızca programla kurulabilir. Bu program da

bir merkezden yazılır ve yürütülür o da devlettir.

(Şahinkaya, 2019, p. 99)

önemli vurgu ve tespit yer almaktadır.

Bunlardan birincisi, iktisadi bağımsızlığını

sağlayamayan hammadde ihracatçısı ülkelerin

bağımlı kaldığı üzerine, ikincisi Türkiye’nin

hammadde ihracatçısı olması üzerine,

üçüncüsü ise sanayileşmiş ülkelerin,

sanayileşmek isteyen ülkeleri durdurma çabası

üzerineydi. Sanayileşmek, stratejik ve acil bir

tercihti.(Şahinkaya, 2019, pp. 115–120)

SONUÇ YERİNE

‘’1939’a gelindiğinde yirminci yüzyılda geri

kalmış ve bağımlı bir sömürge/yarı-sömürge

ekonomisinin, dış açıkları, kronik dış borçları ve

mali esareti olmadan, kendi, kendine yeten bir

sanayileşmeyi gerçekleştirmenin ütopik bir

fantezi olmadığı, dosta düşmana gösterilmiştir.’’

(Şahinkaya, 2019, p. 22) Bilsay Kuruç, 1930’lu yılları

devletin merkez örgütünün kuruluş zamanı

olarak tanımlarken bu yılların asıl önemini ise

ekonomi alanında örgütlenişe atfetmiştir.

(Şahinkaya, 2019, p. 54) Kemalist kadrolar, reelpolitik

avantajları lehlerine kullanarak

Cumhuriyet’in 20.senesi dolmadan, halkçı ve

kamucu iktisadı, sanayiyi iktisadın merkezine

lokomotif olarak koyarak kurmayı başarmış, bu

yıllar içerisinde ülke önemli gelişmeler

göstermiştir. Fakat zaman içinde emperyalizme

verilen tavizler Cumhuriyet’i yeniden bir

sömürge ülkesine çevirmiş, karşı devrim

başarıya ulaşmıştır. Dilek ve temenni

Cumhuriyet’in 100. Yılında yeniden kamucu ve

halkçı iktisadı hakim görebilmektir…

KAYNAKÇA

Ahmad, F. (1996). İttihatçılıktan Kemalizme.

Kaynak Yayınları.

Boratav, K. (2013). Türkiye İktisat Tarihi: 1908-

2009. İmge Kitabevi.

Şahinkaya, S. (2019). Cumhuriyet İktisadında

Makas Değişimi. Telgrafhane Yayınları.

1933’de ilan edilen Birinci Sanayi Planı,

Cumhuriyet iktisadında makas değişiminin en

net göstergesidir ve devletçiliğin de açıkça

merkezi olmuştur. Bu planın giriş kısmında üç

17 SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2023


ARAŞTIRMA

ÖZ

Çin, günümüzde 1 milyar 441 milyon 800 bin

kişilik bir nüfusa sahiptir ve aynı zamanda

dünyanın en kalabalık ülkesi unvanını da

elinde bulundurmaktadır. 1949 yılında Çin Halk

Cumhuriyeti (ÇHC)’nin kurulmasından bu

yana Çin, gelişmeye ve büyümeye

odaklanmıştır. Ekonomik, teknolojik ve askeri

anlamdaki büyümelerinin yanı sıra sosyal

anlamda da gelişmeler yaşamış, bu gelişmeler

Çin’in nüfus oranı üzerinde de etkiler

yaratmıştır. Çin’in ekonomik gelişiminin nüfus

oranına entegre edilmesi ile gelişiminin

önünün açılacağına dair görüşlerin

benimsenmesi üzerine Çin nüfus politikalarına

ağırlık vermiştir. 1 milyara dayanan nüfusun

düşürülmesi için parti yönetimi -Çin Komünist

Partisi- ilk adımlarını atarak doğum oranını

ölüm oranıyla dengede tutmaya çalışmıştır. Bu

gelişmeler zaman içerisinde 3 dalga olarak

bölünmüş ve evrimleşmiştir. Günümüzde Çin

1961’den sonra ilk kez nüfus oranlarında düşüş

yaşamış ve yeni politikalar benimseyerek farklı

bir döneme girmiştir. Bu yazıda ise genel

olarak Çin’in izlediği politikaların detaylarına

değinerek bu değişimin nedenlerini

aydınlatmaya çalışacağız.

Anahtar kelimeler:

Nüfus, Çin, Doğum Oranı, Tek Çocuk Politikası

Great Leap Forward ve Birinci Dalga

1949’da ÇHC’nin kuruluşundan hemen sonra

yüksek doğum oranları teşvik edilmiştir. Bu

dönemde tıpkı Sovyetlerin politikalarına benzer

olarak kültürel yoğunluğun ve popülasyonun

bilinci bir şekilde artırılarak gelişmenin önünün

açılacağına, geniş ailelerin maddi olarak

desteklenerek toplumdaki mutluluğun da

artmasına sebep olacağına dair bir düşünce

hakimdir. Bu dönemin genel anlayışı Sovyet

benzeri bir gelişim modeline bağlı olarak

arttırılmış insan gücü kullanımı ve nüfus

yoğunluğu üzerine kurulmuştur. Ücra

köşelerde kalan köylük bölgeler de dahil olmak

üzere ülkenin her yerinde yüksek bir üretim

anlayışı benimseyen devlet politikaları direkt

olarak ailelerin doğum oranlarını da etkilemiş ve

hem tarımsal hem de endüstriyel üretimde

aşırılık hedeflenmiştir. Bu politikalar yavaş yavaş

değil son derece hızlı bir şekilde nüfus artışına

sebep olmuş ve nüfus 1954 yılında 600 milyona

ulaşmıştır. 5 sene içerisinde 60 milyon kadar bir

yükselişle karşı karşıya kalan Çin hükümeti 2

adet 5 yıllık plandan oluşan bu yeni komünist

atılım politikası ile tarımda üretim araçlarının

ortak kullanılması ile kolektif bir üretime dayalı

ekonomi modeli oluşturmayı hedeflemişti. İlk

planın başarılı bir şekilde sonuçlanmasından

sonra Çin hem ekonomik hem sosyal hem de

endüstriyel anlamda yükselişe geçmiş ve “Great

Leap Forward” adı verilen ikinci 5 yıllık

planlamayı yürürlüğe koymuştur. Günümüzde

SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2023

18


ARAŞTIRMA

19

şu anda da görülebileceği üzere Çin pazarında

kalite yerine miktarın önemli olduğu bir anlayış

ortaya çıkmaya başlamış ve ikinci planlama

evresinde birazdan bahsedeceğimiz

problemlere sebebiyet verecek bir kültürel yapı

oluşmuştur. Bu dönemde benimsenen

endüstriyel üretime geçiş politikası ile halkın

büyük bir kısmı tarımsal üretim yapılan

alanlarda çelik üretmeye teşvik edilmiştir. Hali

hazırda tarımsal üretimin sürekli ve hızlı bir

şekilde yapılmaya çalışılmasından dolayı

kalitesiz ürünler ortaya çıkarken bir yandan da

uzmanlaşmadan yoksun bir alana el atılması

Çin için iflas bayrağının çekilmesinin habercisi

olarak görülmüştür. Yüksek miktarda döviz ve

ticari mal getirisi sağlayacağı düşünülen bu

plan zamanla iki alanda yetersiz kalındığının

anlaşılması sonrası ülkede çok büyük bir kıtlığa

sebep olmuştur. Tarım arazilerinin azaltılması,

yanlış üretim yöntemleri ve uzmanlaşma

olmadan geliştirilen meslek dalları sonrası ülke

hem paradan hem de gıda stoğundan yoksun

bir döneme girmiş, 1959-1962 yılları arasında 20

milyon insan hayatını kaybetmiştir. Artık önü

alınması mümkün olmayan bir kaosa sebep

olan bu politika ve teşviklere karşı sesler

yükselmiş, ülkenin sahip olduğu sınırlı

kaynakların bu kadar sayıda insanı

beslemesinin zor olduğunun ve aynı zamanda

ekonomik büyümenin nüfus politikalarına

bağımlı olarak geliştiğinin fark edilmesi üzerine

değişime gitmeye karar kılmışlardır. (Clayton;

2012).

Bu yaşananlar ülkede doğumların da büyük

oranda düşmesine sebep olmuş ve 1962

yılından itibaren devlet “ne kadar çocuk o kadar

mutluluk” sloganından uzaklaşarak aile

kurumuna müdahil olmaya başlamıştır.

1970’lerin ilk dönemi itibariyle ‘’Aile Planlaması

Ofisi’’ daha az sayıda bireylerinden oluşan aile

ve daha geç yaşta sahip olunan çocuğun teşvik

edildiği bir anlayış ile aileler üzerinde denetim

kurmaya başlamış ve 1980’e kadar nüfus

artışının %1 olması planlanmıştır. 1970’lerin

sonuna gelindiğinde ise bu hedefe ekonomik

yönler de eklenmiş ve yıllık kişi başına düşen

gelirin 4 katına çıkartılması hedeflenmiştir. Bu

SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2023

kısa vadeli olarak sayılabilecek hedeflerin

hepsinin temelinde anlaşılacağı üzere nüfus

büyüme oranının düşürülmesi yatmaktadır. Az

nüfus fazla gelir mantığı bir zaman sonra “tek

çocuk politikası” olarak evrimleşmiş ve Çin’in bu

alandaki dönüm noktası olmuştur.

1958 yılından bir Çin propaganda afişi

Tek Çocuk Politikası ile İkinci Dalga

Mao Zedong’un 1976 yılındaki ölümü sonrası

1978 yılında de facto olarak devlet başkanlığına

başlayan geçen Deng Xiaoping ekonomik

gelişmeye ve nüfus büyüme oranında azalmaya

odaklanmıştır. Bu iki temel odak sonrası devlet

vatandaşlarından bir çocuktan fazlasını

yapmamasını istemiş, bu isteğini

gerçekleştirmek adına da birtakım önlemler

almıştır. Şehirlerde yaşayan aileler hali hazırda

hem işlerinden kaynaklı olarak hem de

ekonomik geçimlerini sağlamaları açısından tek

çocuk politikasına sıcak bakarlarken kırsal

bölgelerde yaşayan ve kültürel bağlarla yetişen

ailelere bu politikayı sıkı bir şekilde takip ettirmek

zor olacaktı. Düzgün uygulanması için

politikalara uyanlara ekonomik teşvikler ve

istihdam imkanları sunulurken aşanlar için ise

zorunlu kürtaj gibi yaptırımlar uygulanmaya

karar verilmiştir. Bazı azınlık gruplar adına

istisnalar yapılmış olsa da devlet bu konuda son

derece net davranmıştır.

Bu tek çocuk politikası genel olarak nüfus artışını

düşürse de Çin’in demografik yapısı üzerinde


büyük olumsuz etkiler oluşturmuştur. İstenilen

orana erişilmeye çalışılırken cinsiyet

yoğunluğunun nasıl düzenleneceği hesaba

yeterince katılmamış olacak ki zamanla erkek

nüfusun kadın nüfusa oranla %4 civarında

daha fazla hale gelmiştir. Bu orantısız dağılım

köylüler arasında kız çocuklarını aldırmaları ve

terk etmeleriyle de daha da büyümüş ve bir

zaman sonra bekar nüfusun yetersizliğinden

kaynaklı olarak evlilik oranlarında düşüşler ve

yaşlı nüfusta artışlarla karşılaşılmıştır.

Kırsal alanlarda yaşamlarını devam ettirenlerin

yeterince ekonomik birikimi olmaması ve

çocuklarını da bir birikim olarak görmeleri de

bu tek çocuk politikasının atladığı sorunlardan

bir tanesi olmuştur. Yaşlanan nüfusun bakıma

ve ekonomik desteğe ihtiyacının yanı sıra tek

çocuğuna bakmak zorunda olması onların

geçimlerini sağlamakta zorlanacağı gerçeğini

ortaya koymuştur. Kente göç eden işçiler

arasında kırsaldaki kadar büyük bir sorun

yoktur. Kentin sağladığı ekonomik imkanlar

insanlar için iyi sayılabilecek düzeyde kabul

edilirken kırsala yeterli önem verilmemiştir. Bu

durum tek çocuk politikasının kırsalda çok az

da olsa esnek uygulanmasına sebep olsa da

Çin nüfusuna etkisi gözardı edilemeyecek bir

durumdur.

Üçüncü Dalga ve Dönüşüm

2015 yılına kadar bu politika uygulanmaya

devam edilse de o yıl gelen bir açıklamaya

göre Çin tek çocuk sisteminden vazgeçme

kararı almıştır. Yükselen ve gelişen ülkede artık

büyük kıtlık döneminde görülen bir reforma

ihtiyaç duyulmazken hesaplamalara göre 1980

sonrası doğum oranlarında ciddi bir düşüş

gözlenmiş ve bu düşüş giderek devam

etmektedir. 65 yaş üstü kesim toplam nüfusun

%10’una ulaşmaya başladığı zaman müdahale

edilmeye başlanmıştır. 2013 yılında daha

öncesinde bahsettiğimiz Aile Planlaması Ofisi

kaldırılarak Sağlık Bakanlığı’yla birleştirilmiş ve

70’lerdeki ani çalışmaların aksine bu sefer

planlı ve programlı bir politika geçişi

yapılmıştır. (Dou, Xiao; 2018)

Önceden katı bir şekilde belirlenen yaptırımlar

yavaş yavaş kaldırılmış, çocuk doğumlarının

devlet onayıyla olması yerine artık yalnızca

nüfusa kaydının yaptırılması gerektiği söylenmiş

ve düşen doğurganlık oranının yol açtığı

yaşlanmayı durdurmak adına daha gevşek bir

tavır sergilenmeye başlanmıştır. Fakat bütün bu

gevşemeye rağmen aileler yeterli derecede

ikinci çocuk sahip olma eğilimine

girmemişlerdir. Aileler hala uzun dönemli olarak

planladıkları aile ekonomileri ve çocuk bakım

hizmetlerinin yeterli derecede olmadığını

düşünmelerinden dolayı genişlemeye sıcak

bakmamış, devlet yıkılması zor bir engeli kendisi

yaratmıştır.

Tek çocuk propagandası afişi

Çin’de zamanla uygulanan politikalar

demografik yapının ciddi bir şekilde değişmesine

sebebiyet verirken önümüzdeki 15 yıl

içerisinde çalışan ve çoğunluğu oluşturan nüfus

aralığı olan 20-64 yaş grubunun %65’ten %57’ye

düşerek 70 milyon insan azalacağı

öngörülmektedir. Buna bağlı olarak hali hazırda

artan 65+ yaş grubunun üyeleri de aynı oranda

yükselmeye devam edecek ve planlanan

istikrara ulaşım zorlaşacaktır. (Attane, Isabelle;

2022)

Bütün bu gelişmelerin hemen ardından

2020’de Çin’deki doğum oranları 12 milyon

olarak açıklanmış ve 1961’den sonra en düşük

doğum oranına ulaşılmıştır. Bu oran hükümetin

teşvikleri daha da geliştirmesine ve politikalarını

2 çocuk yerine 3 çocuk olarak değiştirmesine se-

SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2023

ARAŞTIRMA

20


ARAŞTIRMA

bep olmuştur. Artık Çin hükümeti yakın

zamanda karşılaşacağı sorunları çözmek için

ailelerin çocuk sahibi olma karşısındaki

çekincelerini kırmak adına çalışmaktadır. Bu

sebeple Çin iş dünyasında kadın-erkek

eşitsizliğini hem sosyal hem ekonomik

anlamda gidermek hem de çocuk ve yaşlı

bakımını azaltmak için girişimlere başlamış,

çocuk sahibi olmaya karar veren aileler için

genişletişmiş vergi politikaları oluşturma kararı

almıştır. Aynı zamanda yeni doğan çocukların

potansiyel bir ekonomik yetersizlik durumunda

eğitim alamama ihtimallerine karşı da eğitim

kaynaklarını standart hale getirerek mali yükten

kurtaran bir program benimseneceği

duyurulmuştur.

Bu noktalardan hareketle emek ve toplumsal

gündemi olmayan, emekçi sınıflara yönelik bir

program üretmemiş, Mustafa Kemal Atatürk

savunusunu devlete yükleyip halkı saf dışı

bırakmış bir Kemalizm ortaya çıkmış, devlet

kendi Kemalizm yorumunu halka dayatmıştır.

Bu Kemalizm ve dayatma bir yandan hala

yaşamaktadır.

li derecede izin verilmemesi kadınların doğum

yapmaya soğuk bakmalarına neden olmuştur.

Hatta bu durum bazı şirket yöneticilerinin

kadınların doğurganlık durumlarını sorgulaması

ve işe alım için şart koşulması gibi ileri düzey

müdahalelere sebebiyet vermektedir. Bunun

önüne geçilmek için 30 yıl sonra ilk kez Kadın

Haklarını ve Menfaatlerini Koruma Yasasını

değiştirerek teşvikleri arttırmıştır. (Wang, Yaqui;

2023)

Ayrıca babalar için normalde kadınların belirli bir

dönemde ücretsiz doğum ve annelik iznine

ayrılması sırasında eşlerinin yardımda

bulunmaları adına verilen izin de çoğu şirkette

bu izin ya çok kısa ya da hiç verilmiyor. Bu da

kadınların veya onların ebeveynlerinin ücretsiz ev

işlerinde daha fazla vakit harcaması anlamına

gelmektedir.

Sonuç olarak, bahsettiğimiz bütün teşvik

adımlarının uzun süreli uygulanması ve devlet

tarafından düzenli denetlemelere tabi tutulması

halinde yakın bir gelecekte olmasa da başarılı

olabileceği düşünülüyor fakat kısa süre içerisinde

bu değişimi görmek pek mümkün değildir.

21

Yeni Politikalar Nasıl Bir Etki Yaratabilir?

Bazı uzmanların görüşlerine göre Çin’in 3 çocuk

için maddi teşvik politikaları uygulaması çoğu

bakımdan yetersizdir. İş hayatında aktif yer alan

kadınların eğitim ve kariyer gelişimlerine

odaklanmış olmaları nedeniyle ortalama olarak

%61’inin ikiden hatta birden fazla çocuk

istemediği görülüyor (Wang, Yaqui; 2023). Bu

oranın bu kadar yüksek olmasındaki temel

neden ise bir önceki bölümde bahsettiğimiz

toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve bakım

desteklerinin yetersizliğidir. Çocuk ve yaşlı

bakım ücretlerine el atılmadan ve

vergilendirmelerde ciddi miktarda destek

sağlanmadan hem kadınların hem de

erkeklerin yeterli derecede katılım sağlaması

öngörülmüyor. Bunun dışında ekstra olarak

düzenleme getirilmesi beklenilen alan ise iş

hayatıdır. İş hayatında daha öncesinde yeterli

derecede kadınlar lehine politika

uygulanmamış, doğum yapan kadınların

bazılarının şirketlerinden çıkartılması veya yeter-

SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2023

KAYNAKÇA

Attane, Isabel. (2022) China’s new three-child

policy: What effects can we expect? ,

Population & Societies Volume 596, 1, 1-4

Jiang, Quanbao. Li, Shuzhuo. Feldman,

Marcus W. (2015), China's Population Policy at

the Crossroads: Social Impacts and Prospects

Kane, Penny. Y Choi, Ching. (1999) China’s one

child family policy, BMJ Clinical Research

319(7215):992-4

Whyte, Martin K. (2019) China’s One Child

Policy, Oxford Bibliographies in Childhood

Studies.

Dou, Xiao. Arrelano, Blanca. Roca, Josep.

(2018) Chına’s Populatıon Polıcıes: Past,

Present And Future

Wang, Feng. Gu, Baochang. Cai, Yong. (2016)

The end of China’s one-child policy

Brown, Clayton D. “China’s Great Leap

Forward”; 2012

Brittanica, One-child Policy


ARAŞTIRMA

Öz

Bu çalışma, Dünya nüfusunun ve tüketiminin

artması, sanayileşmenin hızlanması, artan

ihtiyaçların karşılanması için daha fazla

miktarda hammaddeye ihtiyaç duyulması, bu

hammadde ihtiyacının büyük çoğunluğunun

yenilenebilir olmayan kaynaklardan

karşılanıyor olmasına, yani sonuç olarak

kaynakların azalmasına, hatta tükenmesine yol

açmakta, bu tehditler karşısında ise mevcut

sosyal ve ekonomik rejimlerin sürdürülebilir

olmadığı, sosyo-ekolojik bir dönüşümün

kaçınılmaz olduğunu ortaya çıkarmaktadır.

Temelde iklim değişikliği ve kaynakların verimli

kullanımı için geliştirilmiş yeşil dönüşüm

kavramı hem ekonomik hem de çevresel

sürdürülebilirliği kapsadığı için bu makalede

yeşil dönüşümün gerekliliğinden, yeşil

dönüşüme neden ihtiyaç duyulduğundan

bahsedilmiştir. Tüm bunlar ışığında çevre ve

iklim değişikliği gibi sorunlara çözüm üretme

amacıyla Avrupa Birliği ve Türkiye’de Yeşil

Mutabakat adı altında yapılan bir dizi projeler

ve eylemler makalede yer almıştır. “Yeşil

Dönüşüm” stratejisinin hayata geçirilmesi ise

çok kapsamlı ve uzun vadeli bir çalışmayı, en

önemlisi de bir zihniyet dönüşümünü

gerektirmektedir.

Anahtar Kelimeler:

Yeşil Dönüşüm, Sürdürülebilirlik, Yeşil

Mutabakat, Türkiye, Avrupa Birliği

Giriş

Dünya nüfusunun ve tüketimin artması birçok

problemi de beraberinde getirmektedir.

Halihazırda birçok uluslararası kuruluşun ve

ülkenin üzerinde durduğu temel hususlardan

birisi, şu ana kadar izlenen kalkınma

politikalarının sürdürülebilir olmadığı ve

kapsamlı bir reforma ihtiyaç duyulduğuna olan

inançtır. Dünya nüfusunun ve tüketimin

artması, sanayileşmenin hızlanması, artan

ihtiyaçların karşılanması için daha fazla

miktarda gıdaya ve hammaddeye ihtiyaç

duyulması, bu hammadde ihtiyacının büyük

çoğunluğunun yenilenebilir olmayan

kaynaklardan karşılanıyor olması, neticede

dünya üzerindeki miktarı sınırlı olan bu

kaynakların azalmasına, hatta tükenmesine yol

açabilir. Diğer taraftan, artan dünya nüfusu ve

tüketimin doğada yaptığı tahribatlar, doğal

kaynakların uzun vadede tüketimi karşılamaya

yetemeyeceği gibi hususlar yapılan araştırmalar

sayesinde kesin bir şekilde ortaya konulmaya

başlanmıştır. (Ateş, 2015: 70). Bunlar arasında

iklim değişikliği ve yarattığı tahribatlar, doğal

kaynakların azalıyor olması, biyolojik çeşitliliğin

azalması, dünya üzerinde var olan temiz su

miktarındaki tehlikeli azalma örnek

gösterilebilir. Tüm bu problemler karşısında

mevcut sosyal ve ekonomik rejimlerin

sürdürülebilir olmadığı, sosyo-ekolojik bir

dönüşümün kaçınılmaz olduğu

vurgulanmakta, birçok gelişmiş ve gelişmekte

SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2023

22


ARAŞTIRMA

olan ülke bu yönde kapsamlı adımlar

atmaktadır.

Yeşil dönüşüm ise çevre ve iklim değişikliği

sorunlarını çözmek için ekonomik, sosyal ve

teknolojik olarak sürdürülebilir bir dönüşüm

sürecidir. Bu dönüşüm, düşük karbonlu enerji

üretimi, enerji verimliliği, yenilenebilir enerji

kaynakları, sıfır atık, geri dönüşüm, çevre dostu

ulaşım, sürdürülebilir tarım, yeşil bina tasarımı,

yenilenebilir kaynaklardan üretilen ürünler ve

daha birçok alanda yenilikçi çözümler içerir.

verimliliğinin artırılması, sera gazı emisyonlarının

azaltılması, yeşil işlerin desteklenmesi gibi

tedbirler bulunmaktadır. Gelişmiş ve gelişmekte

olan birçok ülke bu dönüşümü yönlendirmek,

dönüşüm ihtiyacına cevap verebilmek ve

rekabetçi yapılarını korumak veya artırmak

amacıyla hâlihazırda yürüttükleri kalkınma stratejilerinde

farklılaşmaya gitmektedirler.

23

Yeşil dönüşüm ise çevre ve iklim değişikliği

sorunlarını çözmek için ekonomik, sosyal ve

teknolojik olarak sürdürülebilir bir dönüşüm

sürecidir. Bu dönüşüm, düşük karbonlu enerji

üretimi, enerji verimliliği, yenilenebilir enerji

kaynakları, sıfır atık, geri dönüşüm, çevre dostu

ulaşım, sürdürülebilir tarım, yeşil bina tasarımı,

yenilenebilir kaynaklardan üretilen ürünler ve

daha birçok alanda yenilikçi çözümler içerir.

Yeşil dönüşüm hem çevre hem de ekonomik

açıdan avantajlıdır çünkü enerji verimliliği ve

yenilenebilir enerji kaynakları kullanımı, enerji

maliyetlerini düşürür ve enerji bağımsızlığı

sağlar. Ayrıca, geri dönüşüm ve sıfır atık

yaklaşımları ile atık yönetimi maliyetleri

azaltılabilir ve yenilenebilir kaynaklardan

üretilen ürünler, yeni pazarlar ve iş fırsatları

yaratabilir. Yeşil dönüşüm, dünya genelinde

birçok devlet, işletme ve toplum lideri

tarafından desteklenmektedir. Bu kapsamlı

dönüşüm, küresel çevre sorunlarını ele almak

için gereklidir ve sürdürülebilir bir gelecek için

önemlidir.

Bazı ülkeler, yeşil dönüşümün önemini kabul

ederek, politikalarını buna göre belirlemektedir.

Diğer ülkeler ise henüz bu konuda gerekli

adımları atmamış ya da sınırlı adımlar atmış

durumdadır. Özellikle Avrupa Birliği (AB)

ülkeleri, yeşil dönüşüm konusunda öncü bir rol

oynamaktadır. AB, 2050 yılına kadar karbon

nötr hedefi belirlemiş ve bu doğrultuda bir dizi

politika uygulamış ve yasa çıkarmıştır. Bunlar

arasında yenilenebilir enerjinin teşviki, enerji

SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2023

Avrupa Komisyonu Başkanı

Ursula von der Leyen

Örnek olarak, Avrupa Komisyonu’nun 2011

yılında yayınladığı bir yol haritasında şu ifadelere

yer verilmiştir; “Avrupa çok uzun yıllardan beri

yoğun kaynak kullanımının da yardımıyla

vatandaşlarına yüksek yaşam standartları ve

imkânları sunabilmiştir. Fakat bugün birbiriyle

çelişen iki zorlukla karşı karşıyadır: yeni iş kolları

yaratan ve vatandaşlarının maddi refahını

artıran bir ekonomi ve bu büyümenin

sürdürülebilir olması. Zira büyümenin sürdürülebilir

olması için ekonominin enerji,

endüstri, tarım, balıkçılık ve taşıma sektörlerini

de içine alacak şekilde bir dönüşümden

geçmesi zaruridir. Tüm bunlarla birlikte,

tüketici ve üretici davranışları da bu dönüşüm

sürecine tabi ola-caklardır. Bu dönüşümü

zamanında gerçek-leştirmemiz durumunda,

bir taraftan Avrupa vatandaşlarının refahını

gelecekte de temin etmiş, diğer taraftan ise

kullandığımız doğal kaynakların miktarını

azaltarak gelişmemizi sürdürülebilir kılacak ve

çevreye olan olumsuz etkimizi azaltacağız”

(Commission, 2011).


Ayrıca, bazı ülkeler de yeşil dönüşüm için

kapsamlı planlar yapmaktadır. Örneğin,

Almanya "Enerji Dönüşümü" olarak

adlandırılan bir program başlatmıştır. Bu

program, yenilenebilir enerji kaynaklarına

dayalı bir enerji sistemine geçişi

amaçlamaktadır. Ayrıca, Çin de yeşil dönüşüm

konusunda önemli adımlar atmaktadır. Ülke,

dünyanın en büyük güneş ve rüzgar enerjisi

üreticisi olmuştur ve karbon nötr hedefine

2060 yılına kadar ulaşmayı planlamaktadır.

ve rekabetçi bir ekonomiye sahip adil ve

müreffeh bir topluma dönüştürmeyi

amaçlayan yeni bir büyüme stratejisidir.

(European Commission, 2019)

ARAŞTIRMA

Avrupa Birliği: Yeşil Mutabakat

Avrupa Birliği, Yeşil Mutabakat adı verilen

kapsamlı bir çerçeve altında, sürdürülebilir bir

gelecek için önemli adımlar atmaktadır. Yeşil

Mutabakat, Avrupa komisyonu başkanı Bayan

Von Der Meyen tarafından ileri sürülen ileriye

dönük bir kıtasal tarafsız iklim planıdır. Aralık

2019'da ortaya atılan bu planın genel içeriği,

daha sürdürülebilir ve sağlıklı Avrupa'yı

hedeflemek ve akabinde küresel bir etki

yaratmak, konvansiyonel sanayi, ekonomi ve

sosyal yaşamda oluşan çevre kirliliğini ve sera

gazı emisyonlarını en aza indirmektir. Sonuç

olarak 2050 yılı hedeflenerek karbon

salınımından arındırılmış bir Avrupa Birliği

hedeflenmiştir.

Bir araştırmaya göre; Avrupa Yeşil

Mutabakatı'nın ana hedefi, AB'yi kaynakların

verimli kullanımı ve modern-rekabetçi bir

ekonomi ile etik bir toplum haline getirmektir.

(Arta ve Fogarassy, 2021 :1)

Avrupa Komisyonu, tüm AB'de 2050 yılına

kadar sera gazı net emisyonlarının mutlak

olarak azaltılmasını hedefliyor. Ne yazık ki,

atmosfer her geçen yıl daha da ısınıyor. İklim

krizi açıkça şimdi mevcut. Okyanuslar

kirleniyor, biyoçeşitlilik azalıyor ve bir milyon

canlı türü yok olma tehlikesiyle karşı karşıya.

Tam bu noktada başka bir araştırmaya göre;

Avrupa Yeşil Anlaşması, yukarıda belirtilen

zorluklara bir yanıttır. AB'yi 2050 yılına kadar

net sera gazı emisyonu olmayan, ekonomik

büyümenin kaynak kullanımından ayrı

tutulduğu modern, kaynakları verimli kullanan

Bu planla ilgili birçok görüş bulunmakla birlikte

genel olarak AB'nin bu stratejisinin temel

amaçlarını ve projelerini şöyle sıralayabiliriz;

Sera Gazı Emisyonlarını 2050'ye Kadar

Sonlandırmak

-İklim Tarafsızlığına Ulaşmak

-2030 İklim hedeflerinin revize edilmesi

-Genişleyen ETS

-İklim Anlaşması

-İklim Hukuku

-Karbon Sınır Vergisi

Kaynaktan Bağımsız Ekonomik Büyüme

- Döngüsel Ekonomiye Geçiş

-Yeni bir döngüsel ekonomi eylem planı

Hiçbir Kişi veya Bölge Geri Kalmaz (Her Şey

Dahil)

-Kimseyi Geride Bırakma (Sadece Geçiş)

-Adil Geçiş Fonu da dahil olmak üzere adil geçiş

aracı

-Adil Geçişi Yaygınlaştırma

AB, yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını

artırmak için bir dizi proje yürütmektedir. Bu

projeler arasında rüzgar enerjisi, güneş enerjisi,

hidroelektrik enerji, biyokütle ve jeotermal enerji

kaynaklarından faydalanma projeleri yer

almaktadır. Enerji verimliliğini artırmak için

binaların enerji verimliliğini artırmak, endüstriyel

SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2023

24


ARAŞTIRMA

25

enerji verimliliğini artırmak, enerji verimli araçlar

geliştirmek gibi çeşitli faaliyetler yürütmektedir.

AB, sıfır emisyonlu ulaşım araçlarının

kullanımını teşvik etmek için elektrikli araçlar,

hidrojen yakıtlı araçlar ve biyodizel gibi alternatif

yakıtların kullanımı gibi projeler tasarlamaktadır.

Öte yandan AB, yeşil finansmanı teşvik etmek

için yeşil tahviller, yeşil kredi, yeşil bankacılık gibi

yeşil finansman araçları kullanmaktadır. Sıfır atık

hedefini gerçekleştirmek için geri dönüşüm,

atık yönetimi, sıfır atık politikaları ve çevresel

bilinçlendirme faaliyetleri bulunmaktadır. Bu ve

benzeri projeler, AB'nin yeşil dönüşüm

hedeflerine ulaşmasına yardımcı olmakta ve

sürdürülebilir bir geleceğe doğru adımlar

atılmasını sağlamaktadır.

Öte yandan, bu anlaşmanın ana hedeflerinden

biri de ekolojik dengeyi sabit tutmaktır. Hiçbir

canlıyı kaybetmemek, biyoçeşitliliğe ve

dünyadaki yaşama saygı anlayışını insanlara

kazandırmak gibi. Bu anlaşmanın dünya

çapında bazı sonuçları ve farklı boyutları

olacaktır.

Türkiye'de Yeşil Dönüşüm

Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de son yıllarda

yenilenebilir enerji konusunda büyük atılımlar

yapılmış olup gerekli kurum ve kuruluşlar

yenilenebilir enerji araştırma ve projeleri

desteklemektedir. Ticaret Bakanlığı tarafından

hazırlanan AB ve dünya ekonomisinde

meydana gelen dönüşüm politikaları ile

uyumlu hale gelmek üzere 16 Temmuz 2021

tarihli ve 31543 sayılı Resmi Gazete ’de

yayımlanan genelge ile “Yeşil Mutabakat Eylem

Planı” kabul edilmiştir. Bu plan kapsamında,

2053 yılına kadar Türkiye'nin net sıfır emisyon

hedefi belirlenmiştir. Plan, yenilenebilir enerji

kaynaklarının kullanımının artırılması, enerji

verimliliğinin artırılması, çevre ve biyoçeşitliliğin

korunması, sürdürülebilir kentsel dönüşüm ve

yeşil iş alanlarının oluşturulması gibi çeşitli

hedefler içermektedir.

SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2023

Yeşil Mutabakat'ın bir parçası olarak, Türkiye

2030 yılına kadar enerji kaynakları arasında

yenilenebilir enerji payını %30'a çıkarmayı hedeflemektedir.

Ayrıca, enerji verimliliği yasaları da

uygulanmaktadır. Bu kapsamda, Türkiye, enerji

tasarrufu ve verimliliğini artırmak için çeşitli

teşvikler sunmaktadır. Türkiye, ayrıca sürdürülebilir

kentsel dönüşüm projeleri için de çalışmalar

yapmaktadır. Bu projeler kapsamında,

enerji verimliliği yüksek binalar inşa edilerek, sıfır

atık ve yenilenebilir enerji kaynakları kullanımı

teşvik edilmektedir.

Türkiye açısından bakıldığında “Yeşil Dönüşüm”

stratejisinin; kaynak verimliliği, uluslararası anlaşmalara

ve çerçevelere uygum sağlama, yeni iş

kollarının ve imkânlarının yaratılması, yeni ürün

ve pazarların geliştirilmesi, sosyal ve çevresel baskılara

karşı çözüm sunulması, ülke imajı ve insanı

kalkınmışlık konularında birçok imkân sunması

ve kapasite geliştirilmesine katkı sağlaması

beklenebilir. Ancak, Türkiye'nin henüz fosil yakıtlardan

tamamen vazgeçme hedefi bulunmamaktadır

ve bu alanda çalışmalar henüz yeterli

seviyede değildir. Ayrıca, bazı sivil toplum

kuruluş-ları ve çevre örgütleri, Yeşil Mutabakat'ın

yeterli olmadığını ve daha kapsamlı bir plana

ihtiyaç duyulduğunu savunmaktadır.

Sonuç

Yeşil dönüşümün gerekliliği, iklim değişikliği gibi

küresel çevre sorunlarının giderek artan etkileri

nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Fosil yakıtların

yoğun kullanımı, sanayi üretimi, araç kullanımı ve

diğer insan etkinlikleri, sera gazlarının atmosferde

birikmesine ve dünya sıcaklıklarının yükselmesine

neden olmaktadır. Bu küresel sorunlar,

insan sağlığına, doğal yaşam alanlarına ve

ekonomiye olumsuz etkiler yaratmaktadır.

Bunun yanı sıra, fosil yakıt kaynaklarının sınırlı

olması nedeniyle, gelecekte enerji ihtiyacının

karşılanması için alternatif kaynakların bulunması

gerekmektedir. Yeşil dönüşüm, bu sorunların

üstesinden gelmek için bir çözüm olarak

öne çıkmaktadır. Yenilenebilir enerji kaynaklarının

kullanımı, enerji verimliliğinin artırılması,

sürdürülebilir kentleşme, çevre ve biyoçeşitliliğin

korunması ve yenilikçi iş modelleri gibi

yeşil dönüşüm adımları, dünya genelinde sera

gazı emisyonlarının azaltılmasına ve iklim

değişikliğinin önlenmesine yardımcı olacaktır.


Ayrıca yeşil dönüşüm, yenilikçi iş modelleri ve

teknolojilerin geliştirilmesiyle birlikte,

ekonomik büyüme ve istihdam oluşturma

potansiyeli de taşımaktadır. Bu nedenle, yeşil

dönüşüm, çevresel, sosyal ve ekonomik

açılardan sürdürülebilir bir geleceğin

oluşturulması için gereklidir.

ARAŞTIRMA

Türkiye ve AB'deki yeşil dönüşüm politikaları

önemlidir çünkü her iki bölgede de çevre

sorunları ciddi boyutlara ulaşmıştır. İklim

değişikliği, hava, su ve toprak kirliliği,

biyoçeşitlilik kaybı gibi sorunlar, insan sağlığı,

doğal yaşam alanları ve ekonomik faaliyetleri

olumsuz yönde etkilemektedir. Tüm bunların

yanı sıra, Türkiye ve AB'deki yeşil dönüşüm

politikaları, küresel çevre sorunlarına yönelik

uluslararası çabalara da katkı sağlamaktadır.

İklim değişikliği ve diğer çevre sorunları,

uluslararası bir boyut taşımaktadır ve bu

nedenle uluslararası iş birliği ve koordinasyonu

gerektirmektedir. Yeşil dönüşüm politikaları,

bu uluslararası iş birliği çabalarına katkıda

bulunarak dünya genelinde daha

sürdürülebilir bir gelecek için adımlar

atılmasına yardımcı olmaktadır.

KAYNAKÇA

Arta, K. ve Fogarassy, Cs. (2021). “European

Green Deal Policy for the Circular

Economy: Opportunities and Challenges”,

Hungarian Agricultural Engineering, 39.

Ateş, S. A., Ateş, M. (2015). "Sosyo-Ekolojik

Dönüşüm Karşısında Türkiye: Bir Alternatif

Olarak Yeşil Büyüme". Siyaset, Ekonomi ve

Yönetim Araştırmaları Dergisi 3 / 4

European Commision (2019) The

European Green Deal, COM 640 final, 11

December

SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2023

26


ARAŞTIRMA

Özet

Dünya pek çok farklı kültür ve etnik unsura ev

sahipliği yapmaktadır. Bu unsurların bir araya

gelmesine sebebiyet veren birtakım hadiseler

olmuştur. Savaşlar, göç hareketleri, ekonomik

sorunlar gibi geçmişte yaşanan olaylar,

günümüzde görülen çok kültürlü yapıların

oluşmasına zemin hazırlamıştır. Çok kültürlü

yapılar, ülkelerin ekonomik yapıları ve siyasal

istikrarı hususlarından başlayıp sporlardaki

durumlarına kadar geniş bir yelpazeyi

etkilemektedir. Bu yapının olumlu ve olumsuz

yönleri günümüzde hala tartışılmaya devam

etmektedir. Bu yazıda çok kültürlü yapısı ile öne

çıkan Fransa’nın etnik ve kültürel yapısının

dönüşümü üzerinden olumlu ve olumsuz

yönleri incelenecektir.

Bu inceleme yapılırken, Fransa’da yaşanan

dönüşüme sebep olan savaşlar, göç dalgaları ve

kalkınma politikaları gibi dönüşümü etkileyen

unsurlar incelenmiştir. Dönüşümü etkileyen

unsurların yanı sıra bu dönüşümün doğal

sonucu olan olaylar; güvenlik, ekonomi, sosyal

yapı ve spor gibi alanları da kapsayarak

Fransa’nın göçmenlere yönelik politikaları

ışığında incelenmiştir.

Anahtar Kelimeler:

Fransa, Etnik Yapı, Çok Kültürlülük, Yeni Sağ

Giriş

Fransa’nın yaşadığı etnik dönüşümün temeline

bakıldığında göç dalgalarının ve savaşların etki

derecesinde çok üst seviyelerde olduğunu

söyleyebiliriz. Fransa’nın çok kültürlü yapıya

geçiş süreci 19. yüzyıla dayanmaktadır. Buradan

hareketle Fransa’nın çok kültürlü yapıya uzun

süredir alışmış bir ülke olduğu söylenebilir.

Fransa geçmişten günümüze pek çok kez

savaşmış bir ülkedir. Ancak incelediğimiz konu

olan etnik dönüşüm özellikle İkinci Dünya Savaşı

sonrasında karşımıza çıkar. Bu dönüşümün

birçok sebebi vardır. Günümüzde, insanların

çoğu bu tür değişimlere ya da son zamanlarda

revaçta olan adıyla ‘mülteci akınları’na olumsuz

yönden bakmaktadır. Fransa’da karşımıza çıkan

bu durum ise İkinci Dünya Savaşı’nda büyük

darbe almış olan Fransa’nın toparlanması için bir

aracı durumundadır.

Fransa tarihinde birçok kez göç dalgalarına

maruz kalmıştır. Bunların en temeline

baktığımız zaman, özellikle Sanayi Devrimi

sonrası artan işgücü ihtiyacı ve sömürgeci

politikalar bu göçlerin artmasına sebep

olmuştur. Ancak bunlardan önce bile Fransa’da

göç etkileşimleri görülmüştür. Örneğin;

Avrupa’nın çeşitli yerlerinden gelen insanlar,

Fransa’da kendi yeteneklerine göre çalışma

alanları bulmuşlardır. Bunun yanı sıra, daha

önce belirttiğim gibi 19.yüzyıl ise Fransa’nın göç

27

SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2023


konusu ile ilgili tanım değişikliğini karşımıza

çıkartmıştır. (Arslan, 2016: s.45-52)

Fransa’daki bu etnik dönüşümün iki önemli

hazırlayıcısı olan savaşları ve göçleri kendi

aralarında incelememiz gerekmektedir.

Savaşlar

Fransa, tarih boyunca savaşlarda önemli yer

tutmuş bir devlettir. Bu savaşların bazılarında

çok büyük zaferler elde eden Fransa, bazı savaşlarda

ise çok ağır hezimetler yaşamıştır. İkinci

Dünya Savaşı’nın Fransa’nın tarihi boyunca

karşılaştığı en büyük yıkımlardan biri olduğu

söylenebilir. Almanya, bu savaş sırasında işgalini

neredeyse bütün Fransa topraklarına yaymıştır.

Bu durum Fransa için bir çöküş dönemini ifade

etmektedir.

İkinci Dünya Savaşı’nın Fransa’yı karşı karşıya

bıraktığı ağır sonuçlar, Fransa’nın politikalarını

değiştirmiştir. Buradan hareketle İkinci Dünya

Savaşı’nın uygulanan politikaların, çok kültürlü

etnik yaşantıya geçmek için bir milat olduğu

söylenebilir.

İkinci Dünya Savaşı sonrası Fransa, ülkeyi yeniden

inşa edebilmek için çeşitli politikalar uygulamıştır.

Bunlardan bizim konumuzla alakalı olan

ise, Fransa’nın sömürge devletlerinden getirdiği

ve diğer ülkelerden çalışma olanağı sağlamak

için Fransa’ya giden insanlardır. Yazıda

daha önce bahsedildiği üzere Fransa insan

akınına yabancı olmayan bir ülkedir. Ancak,

özellikle 1940’lı yılların sonu ve 1970’li yılların başı

arasında çok yüksek oranda bir artış

gözlemlenmiştir. Bu artış Fransa’nın

günümüzde karşımıza çıkan demografik

yapısının oluşmasında çok önemli bir yer tutar.

Günümüzde Fransa nüfusunun önemli bir

kısmı Avrupalı ve beyaz olmayan insanlardan

oluşur. (Bleich, 2001) Öte yandan Avrupa’dan da

Fransa’ya olan göçü de göz ardı etmemek

gerekir.

Göç Dalgaları

Ülkenin maruz kaldığı göç dalgaları, Fransa’nın

günümüzdeki etnik yapısını oluşturmada

önemli bir rol oynamıştır. Göç dalgalarının bu

derece artmasında, Fransa’nın uyguladığı

politikaların ve siyasi tutumun büyük payı vardır.

Sanayi Devrimi, göçün artmasına sebep

olmuştur. Devrim’le beraber iş gücü ihtiyacının

artması, dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan

insanlar için bir çalışma merkezini ortaya

çıkarmıştır.

Sanayi Devrimi’nin dönemine kazandırdığı

şeylerden bir diğeri ise modern sömürgeciliktir.

Bu sömürgeci politikaların temelinde ise ham

madde arayışı vardır. Sömürgeci politikalar

izleyen ülkeler, ham maddelere ulaşabilmek için

özellikle geri kalmış ve çağı takip edememiş

ülkeler üzerinde hakimiyet kurmak istemişlerdir.

Fransa da döneminde bu politikayı izlemeye

çalışmış ülkelerden biridir. Fransa sömürgecilik

ile Afrika’nın çok büyük bir kısmına hakim olmak

istemiştir. Cezayir, Gabon, Moritanya, Senegal,

Gine, Fildişi Sahili, Kongo, Mali, Madagaskar,

Benin, Burkina Faso, Togo, Çad ve Nijer gibi

ülkeler Fransa tarafından sömürülmüştür.

(Uygur, 2013: s.273-286) Öte yandan Tunus ve Fas

gibi ülkelerde ise himaye yoluyla hakim olma

politikası izlenmiştir. Bu politikalar ve ülkeler

arasındaki etkileşim, Fransa’nın etnik yapısının

dönüşümüne ve Fransa’nın çok kültürlü yapısına

zemin hazırlamıştır.

Savaşların, Fransa’nın etnik yapısının

dönüşümünde önemli rol aldığı daha önce

belirtilmişti. Savaşların bu dönüşümdeki etkisinin

en temel sebebi ise ardından getirdiği göç

dalgasıdır. Buna bağlı ilk göç dalgası 1914 yılının

öncelerinde başlamıştır. Bu göç dalgası 1945

yılına kadar devam etmiştir. Birinci Dünya Savaşı

dönemine tekabül eden bu zaman diliminde,

Fransa’nın özellikle Kuzey Afrika topraklarından

orduya almak amacıyla insan topladığı

söylenebilir. (Arslan, 2016: s.45-52) Askerliğin yanı

sıra daha önce de bahsettiğim gibi savaşların

yarattığı tahribatın artmasından sebepli doğan

işgücü açığının kapatılması için özellikle Cezayir

ve Vietnam topraklarından insanlar Fransa

topraklarına getirilmiştir. Bu durum tahribat

sonrası tekrar kurulmaya çalışan ülke için çok

ARAŞTIRMA

SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2023

28


ARAŞTIRMA

önemli bir olgudur.

Fransa’nın, birbirinden bu kadar farklı kültürleri

bir arada barındırabilmesi diğer ülkelere kıyasla

farklılık göstermektedir. Fransa’nın diğer ülke

insanlarını, kendi kültürlerine entegre etmek

üzerine olan politikaları, Fransa’yı diğer çok

kültürlü yapıya sahip ülkelerden ayırmaktadır.

Bu politikalar ayrıca incelenmelidir.

sosyal eşitsizlik konuları ele alınmıştır. Fransa’da

süregelen düşüncenin en büyük farkı da budur:

ırk ayrımı gözetmeksizin sosyal eşitsizlik konuları

üzerine yoğunlaşmak. Aksi takdirde, etnik

kökenlere özel yapılacak olan politikaların daha

çok ayrımcılık yaratabileceği ve asimilasyonun

zor olacağı düşünülmektedir. Burada bir

kıyaslama yapılması gerekirse, örneğin Türkiye

de Fransa gibi, birçok göç dalgasıyla

karşılaşmıştır. Türkiye’deki göçmen nüfusun

özellikle son yıllarda arttığını görmekteyiz. Bu

durumda, Türkiye, Fransa’nın tam tersi bir

politika izlemiştir. Bunun sebebi ise Türkiye’nin

yıllardır kendi içerisindeki dil, din, ırk gibi temel

kültür unsurlarında ayrıştırıcı politika izlemesidir.

Bunun sonucu olarak ise tam anlamıyla barışçıl

olamayan, tartışma dilinin hâkim olduğu bir

ülke ortaya çıkmıştır.

29

Politikalar

Fransa, tarihi boyunca göçlere ve savaşlara

alışmış bir ülkedir. Bu olaylar doğrultusunda

bazı politikalar geliştirilip uygulanmıştır. Bu

politikaların temelinde, ülkeye gelen yabancı

uyruklu vatandaşların entegrasyonu ve ileri

safhasında asimile olması yatmaktadır. Bu

politikalar sadece siyasi veya sosyal unsurlarla

sınırlı kalmayıp, spor gibi birçok alanda da

uygulanmıştır.

Fransa, İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Kuzey

Afrika ülkeleri başta olmak üzere birçok

ülkeden göç almıştır. (Yardım, 2017:s.100-136)

Daha önce de bahsedildiği gibi göç kavramına

alışık olan Fransa’nın, bu çok kültürlü yapı

içerisinde yaşadığı sorunların, İngiltere ve ABD

gibi ülkelere kıyasla daha az yer kapladığını

söyleyebiliriz. Fransa’nın politikalarının

temelinde ‘tek renk’ düşüncesinin yattığı

söylenebilir. Bu politika doğrudan etnik köken

ayrımına yönelik politikalara karşı çıkmaktadır.

Bu uygulamada etnik köken ayrımının yerine

SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2023

Fransa Anayasası incelendiğinde ise ‘ırkçılık

karşıtı yasalar’ karşımıza çıkar. Bu yasaların yanı

sıra Fransa, içerisinde barındırdığı ‘’göçmenlerin’’

haklarını savunabileceği, onları olası zararlardan

koruyabileceği yasalar da oluşturmuştur.

(Bleich, 2001) Bu yasalardan da kısaca

bahsetmek gerekir. 1972 yılında çıkarılan yasa;

nefret söylemini yasaklayıp, ırksal nefrete veya

şiddetin ceza hukuku tarafından

cezalandırılmasını, istihdamda ve kamu-özel

alanlarda mal ve hizmet konusuyla alakalı

ayrımcılık veya ayrıcalık yapılması, ırkçılığı

meşrulaştırmaya ve yaymaya çalışan gruplara

devlet tarafından izin verilmemesi gibi hususları

kapsamaktadır. Daha sonra ise 1990 yılında,

Gayssot yasası ile soykırımı inkâr edici, önemini

azaltıcı ve gerçekleşme sebebini meşrulaştırıcı

söylemleri yasaklamıştır. (Durakçay/Gülal, 2017:

s.126-145) Bu yasaların yanı sıra, 1990’lı yılların

sonlarına doğru Fransa’da birçok ırkçılık karşıtı

derneğin kurulduğunu ve ırkçılık karşıtı bu

düşüncenin yayılmaya çalışıldığını söyleyebiliriz.

Fransa’nın etnik unsurları bir arada tutabilmek

için başvurduğu bir diğer politika ise spordur.

Sporlar ortaya çıktığından beri bağlayıcı özellik

taşımaktadır. Örneğin; Türkiye Milli Takımı’nın

bir maçı olduğu zaman, toplumun en genç

bireyinden en yaşlı bireyine kadar herkes bu ta-


kımın başarılı olmasını ister. Özellikle

küreselleşme ile birlikte bu gibi birlikteliklerin

görülebileceği pek fazla alan kalmamıştır.

Ancak sporlar bu birlikteliği sağlayabilecek

alanlardan biridir. Fransa da sporun birleştirici

yönünden yararlanmak istemektedir. 2018

Dünya Kupası’nı Fransa kazanmıştır. Bu kupayı

kazanan, 23 kişilik takımda, 17 kişinin Afrika

kökenli göçmen bir ailenin çocuğu olduğunu, 2

kişinin ise Afrika doğumlu olduğunu

görmekteyiz.[1] Bu kökenlerin içerisinde ise

Cezayir ve Kamerun gibi çok farklı ülkelerin de

izleri vardır. Bu durum, etnik kökenlerin bir

arada barış içerisinde yaşaması gerektiğini

doğrudan sağlamasa da aynı amaç için

toplanmış bir grup insanın başarıya ulaşmak

için uyumlu olması gerektiğini göstermektedir.

Tıpkı İkinci Dünya Savaşı sonrası tekrardan

toparlanmaya çalışan Fransa ve Fransa’ya gelen

göçmenlerin ortak amacı gibi bir araya getirip

kendi ülkeleri için yararlanmaya çalışan bir

politika izlenmiştir.

yılların gelişiyle başlayan bu süreçte, yeni sağ

yükselişe geçmiştir. Bu yükseliş göçmenleri pek

çok konuda etkilemiştir. Sağlanmaya çalışılan

barış dili yerini nefret diline bırakmaya

başlamıştır. Kuzey Afrika kökenli vatandaşlar ve

Müslümanlar vatandaşlar başta olmak üzere

gösterilen tavır daha sert bir yapı halini almıştır.

(Durakçay/Gülal, 2017: s.126-145) Bu nefret dili,

bazı sokaklarda ve mahallelerde güvenlik sorunu

haline dahil gelmiştir.

Bu politikaların sonuçları sadece güvenlikle

alakalı değildir. İkinci Dünya Savaşı sonrası

oluşan iş gücü açığından daha önce

bahsedilmişti. Bu kadar farklı etnik unsurun

Fransa içerisinde barınması iş gücünün

artmasına sebep olmuştur. Buradaki amaç

göçmenlere hizmet etmek değil, göçmenlerin

Fransa’ya hizmet etmesidir. Bunun sonucu

olarak ise savaşta ağır tahribat alan Fransa’nın

çok da uzun olmayan bir süre içerisinde

ekonomik alanda tekrardan kalkınmasında,

göçmenlerin büyük yardımı olmuştur.

ARAŞTIRMA

Her ne kadar bu politikalar uygulansa da

olumlu sonuçları gibi olumsuz sonuçları da

olmuştur. Göçmenlerin yaşadığı şeylerin iki

taraflı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ülke

başarı halindeyken, her şey yerli yerindeyken

dillendirilmeyen ırkçı söylemler, tam tersi

durumda ise dilden düşmeyebilir. Bunun

çıkarımını yapabilmek için ise bu politikaların

sonuçlarına bakmamız gerekmektedir.

Politikaların Sonuçları

Fransa hükümetleri çok kültürlü yapının barış

içerisinde yaşayabilmesi için olumlu politikalar

izlemiştir. Bir süre bu politikalar başarılı sonuçlar

vermiştir. Ancak 1990’lı yılların sonuna ve 2000’li

Fransa’daki sosyal hayatın dönüşümüne

baktığımızda ise politikaların göçmen haklarını

korumaya yönelik, onları sosyal hayatlarında

daha rahat ettirebilecek politikalar olduğu

görülür. Yeni sağın yükselişine kadar bu

durumun işe yaradığını söyleyebiliriz, ancak yeni

sağın yükselişinden sonra kamusal alanlarda

ırkçılık yapılmış, sosyal medya vb. mecralarda

ırkçı ve nefrete dayalı söylemler gelişmiştir.

Fransa’daki nefret söylemleri belirli bir grubu

hedef almamaktadır. Nefret söylemine uğrayan

birçok farklı etnik kökenden insan olmuştur. Bu

durumlar ise Fransa’daki çok kültürlü sosyal

hayatın sürekli olarak bir dönüşümü karşımıza

çıkardığını göstermiştir.

Son olarak Fransa’nın sporda uyguladığı

politikalara bakılmalıdır. Fransa, 2018 Dünya

Kupası’nı kazanmasının yanı sıra basketbol gibi

diğer sporlarda da başarılı bir ülkedir. Futbolda

karşımıza çıkan, Afrika kökenli oyuncu durumu

basketbol ve diğer sporlarda da karşımıza

çıkmaktadır. Fransa Dünya Kupası’nı

kazandığında ‘kupayı Afrikalılar kazandı’ gibi söy-

SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2023

30


ARAŞTIRMA

lemler olmuştur fakat geçmişte başarı

durumunda etnik kökenler ayrıştırılmamıştır.

Ancak Fransa sporlarda ne kadar başarılı olsa

da, iki tarafı olan her olayda olduğu gibi

başarısızlık ihtimali de vardır. Başarısızlık

ihtimalinde ise; suçlanacak, eleştirilere maruz

kalacak, aşağılanacak, ırkçılık yapılacak ve nefret

söyleminde bulunulacak grup ise Afrika kökenli

oyuncular olacaktır. Bu durum ise yine yeni

sağın yaygınlaşmasıyla alakalıdır. Son Avrupa

Şampiyonası’nda başarıya ulaşamayan

takımda, öncelik olarak Afrika Kökenli

oyuncuların tepki aldığını görmekteyiz. Bu

tepkilerin ırkçılık seviyesinde olduğunu da

belirtmek gerekmektedir.

Sonuç

Fransa, göçe alışmış, farklı kültürleri kendi

kültürüne entegre etmiş bir ülkedir. Geçmişte

bu göçlerin farklı sebepleri olmuştur. Bunu

takiben de belirli zamanlarda politikalarda

değişimler meydana gelmiştir. Fransa, bu

politikaları uygulamaya koyduğunda, başlarda

olumlu sonuçlar almıştır. Daha sonra dünyada

yükselen yeni trend -Yeni sağ- Fransa’daki etnik

yapının dönüşümünün önünde olumsuz bir

etkide bulunmuştur.

Fransa kendi etnik dönüşümünü barış üzerine

kurmuştur. Ancak bu iddiada bulunurken bir

başka iddiayı da düşünmek gerekir. Fransa

gerçekten barışçıl bir politika kaygısı içerisinde

miydi, yoksa barış Fransa’nın tekrar

yükselmesine yardımcı olan insanlar için bir

ödül müydü? Bunun cevabı kişiden kişiye

değişecektir. Benim düşüncem, barışın insanlar

için ödül olarak sunulması yönünde olacaktır.

Barış içerisinde yaşayan, entegre olmuş

göçmenler işlerini yaptıkları sürece bir sorunla

karşılaşmamıştır. Ancak ülkedeki ‘milliyetçi’

kesimin görüşleri önderliğinde ihtiyacın azaldığı

insanlara karşı nefret dilinde yükseliş

görünmektedir.

Son zamanlarda dünyanın birçok yerinden

ırkçılık yapıldığıyla alakalı haberler almaktayız.

Uyguladığı ‘tek renk’ politikası ile diğer

ülkelerden ayrılan Fransa, bu ırkçılığın artmasıy-

la birlikte entegrasyon konusunda sıkıntı

yaşamaya devam edecektir. Bu da Fransa’daki

sosyal yapının bozulmasına, iş gücünün

azalmasına hatta siyasi karşıtlıkların artması ve

siyasal Son zamanlarda dünyanın birçok

yerinden ırkçılık yapıldığıyla alakalı haberler

almaktayız. Uyguladığı ‘tek renk’ politikası ile

diğer ülkelerden ayrılan Fransa, bu ırkçılığın

artmasıyla birlikte entegrasyon konusunda

sıkıntı yaşamaya devam edecektir. Bu da

Fransa’daki sosyal yapının bozulmasına, iş

gücünün azalmasına hatta siyasi karşıtlıkların

artması ve siyasal birlikteliğin bozulması gibi

olumsuzluklara yol açabilir. Özellikle insanların bir

araya gelmesine aracılık sağlayan sporda da bu

tarz ırkçı yaklaşımların görülmesi, toplumun

birlikteliğini derinden etkileyen bir sonucu

karşımıza çıkartabilir. Toplum birlikteliğinin

dağılması ise ülkede büyük karışıklıklar

yaratabilecek bir olaydır.

Son olarak toplamak gerekirse, Fransa’nın etnik

dönüşümü çok uzun bir döneme tekabül eder.

Ancak bu dönüşümün bittiği söylenemez.

Fransa’daki bu dönüşüm sürekli olarak devam

etmektedir. Bu dönüşüm başlarda çok olumlu

işlerin ortaya çıkmasına sebep olsa da

günümüzde ve gelecekte daha büyük sorunları

beraberinde getirebilir. Fransa’daki etnik

dönüşümü incelerken, dönüşüm içerisinde

başka dönüşümler olduğunu söyleyebiliriz.

Fransa’nın kültürel yapısı ve ülke kodları gereği

ise bu dönüşümler devam edecektir.

Dönüşümlerin olumlu veya olumsuz etkilerini ise

zaman gösterecektir.

KAYNAKÇA

Bleich, E. (2001). Race Policy in France,

Brookings, Erişim tarihi: Mart 2023,

https://www.brookings.edu/articles/racepolicy-in-france/

Joppke, C. (2007). Transformation of

Immigration Integration Civic Integration

and Antidiscrimination in the Netherlands,

France and Germany, World Poltics, S.59,

s.243

31 SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2023


Aras, İ. ve Sağıroğlu, A. (2018). Avrupa Aşırı

Sağında Göçmen Karşıtlığı: Fransa ve

Macaristan Örnekleri, Mukaddimme, S9,

s.59-77.

Demirkan, M. ve Akgün, A.(2017).

Kültür(süz)leşme ve Dil Erozyonu Sorunsalı:

Fransa’daki Türklerin Entegrasyon ve Dilsel

Kimlik Profilleri, Türkçe Konuşurların

Akademik Dergisi, C4/S1, s.62-75.

Yardım, M. (2017). Göç ve Entegrasyon

Politikaları Işığında Fransa’da Toplumsal

Kabul, Göç Araştırmaları Dergisi, C3/S2,

s.100-136.

Özen, Ç. ve Akdevelioğlu, A. (2016). II. Dünya

Savaşı’nda Fransa’da Liderlik Mücadelesi; III.

Cumhuriyet’ten Vichy Fransa’sına Fransız

Siyasetinde Yapısal Salınım, Ankara Avrupa

Çalışmaları Dergisi, C15/S1, s.145-172.

Uygur, E. ve Uygur, F. (2013). Fransız

Sömürgecilik Tarihi Üzerine Bir Araştırma,

Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, C17/S3,

s.273-286.

Gülal Güneş, G. A. ve Durakçay Akgül, F.

(2017). Fransa’da Yükselen Nefret Söylemi ve

Nefret Suçu: Tematik Bir Çözümleme,

Avrasya Sosyal ve Ekonomi Araştırmaları

Dergisi, C4/S6, s.126-145.

Çakır, F. ve Atmaca, H. (2018). Kültür

Sosyolojisi Çerçevesinde Fransa’nın Dil,

Kültür ve Azınlık Politikası, Researcher:

Social Science Studies, C6/S4, s.446-463.

Simon, P. (2010). Statistics, French Social

Sciences and Ethnic and Racial Social

Relations, Revue Française de Sociologie,

C51/S1, s.159-174.

Arslan, E. (2016). Fransa ve Göçmenler:

Asimilasyon mu Entegrasyon mu?, EURO

Politika Dergisi, S/1, s. 45-52.

Yılmaz, M. C. (2018). Fransızlar Milli

Takımdaki Afrika Kökenli Oyuncular

Hakkında Ne Düşünüyor?, Erişim tarihi:Mart

2023, Video: Fransızlar milli takımdaki Afrika

kökenli oyuncular için ne düşünüyor? |

Euronews

ARAŞTIRMA

SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2023

32


Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!