21.04.2024 Views

SİYASALLI 06 MAYIS-HAZİRAN 2024

Sevgili okur, Siyasallı'nın yeni sayısını "Emek" temasıyla sizlerle buluşmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Bu sayıda, emeğin ve işçi sınıfının toplumsal ve ekonomik önemini vurgulamak amacıyla derlediğimiz yazılarla karşınızdayız. Emek; sadece bir meta, bir mal değil, insanlığın özü, yaratıcı gücü ve değişimin aracıdır. Emek; toplumun her kesiminde temel bir değerdir. Ancak, bugünün dünyasında emek kavramı, sadece bir üretim aracı olarak değil, aynı zamanda da sömürünün yoğunlaştığı bir alandır. İşte bu noktada, işçi sınıfının yaşadığı zorlukları, haksızlıkları ve mücadelelerini anlamak ve onların seslerini duyurmak önem kazanıyor. Bizler; 1 Mayıs'a giderken emek ve sömürü kavramları üzerinden toplumsal adaletsizlikleri sorgulumaya, kapitalizmin işçi sınıfına yüklediği baskıları ve uyguladığı sömürüyü gözler önüne sermeye çalıştık. Ancak, bu dergi sadece eleştirel bir bakış açısı sunmakla kalmıyor, aynı zamanda işçi sınıfının mücadele azmini ve dayanışma ruhunu da yüceltiyor. Yaşasın 1 Mayıs, boyun eğmeyenler! Saygılarımızla, Ali Kerem Korkmaz Genel Yayın Yönetmeni

Sevgili okur,

Siyasallı'nın yeni sayısını "Emek" temasıyla sizlerle buluşmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Bu sayıda, emeğin ve işçi sınıfının toplumsal ve ekonomik önemini vurgulamak amacıyla derlediğimiz yazılarla karşınızdayız.

Emek; sadece bir meta, bir mal değil, insanlığın özü, yaratıcı gücü ve değişimin aracıdır. Emek; toplumun her kesiminde temel bir değerdir. Ancak, bugünün dünyasında emek kavramı, sadece bir üretim aracı olarak değil, aynı zamanda da sömürünün yoğunlaştığı bir alandır. İşte bu noktada, işçi sınıfının yaşadığı zorlukları, haksızlıkları ve mücadelelerini anlamak ve onların seslerini duyurmak önem kazanıyor.

Bizler; 1 Mayıs'a giderken emek ve sömürü kavramları üzerinden toplumsal adaletsizlikleri sorgulumaya, kapitalizmin işçi sınıfına yüklediği baskıları ve uyguladığı sömürüyü gözler önüne sermeye çalıştık. Ancak, bu dergi sadece eleştirel bir bakış açısı sunmakla kalmıyor, aynı zamanda işçi sınıfının mücadele azmini ve dayanışma ruhunu da yüceltiyor.

Yaşasın 1 Mayıs, boyun eğmeyenler!

Saygılarımızla,

Ali Kerem Korkmaz
Genel Yayın Yönetmeni

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.












ARAŞTIRMA

ÖZ

Sanayi Devrimi dünya literatürüne yeni

kavramlar, yeni makineler, yeni fabrikalar, yeni

hareketler ve yeni sınıflar kazandırmıştır. Sanayi

Devrimi sonrası ortaya çıkan işçi sınıfı, haklarını

korumak, daha kabul edilebilir koşullarda

çalışabilmek ve emeklerinin karşılığını olan

kazancı sağlayabilmek için 19. yüzyılda işçi

hareketlerini yaratmıştır. Bu hareketler örgütlü

bir yapıyı gerektirmektedir. Bu yazıda, işçi

hareketlerinin amaçlarına ulaşabilmesi için

ortaya çıkmış örgütlerle yani sendikalar

incelenecektir.

Sendika kavramının incelemesi yapılırken;

sendika kavramının doğuşu, sendikaların

tarihsel gelişimi, küreselleşme ve kapitalizmin

yeniden oluşumu sürecinde sendikalar konu

başlıklarından bahsedilerek Türkiye’deki

sendikal hareketler incelenmiştir.

Anahtar Kelimeler: İşçi, Hareket, Emek,

Sermaye, Kapitalizm

SENDİKA NEDİR?

Sendika kelimesinin kaynağı çok eskilere

dayanır. Roma ve Yunan Hukuk sistemlerinde

karşılaşılan ‘syndic’ deyimi, bir birliğin temsilini

sağlamakla görevli kişileri ifade ediyordu (Demir,

2013). ‘Syndicat’ deyimi de ‘syndic’in

fonksiyonlarını ve bu fonksiyonların

yürütüldüğü yeri anlatmak için kullanılmıştır.

Sendikalar, özellikle 19. yüzyılda işçi hareketleriyle

birlikte işçilerin; haklarını koruma, çalışma

saatleri ve çalışma şartlarının iyileştirilmesi

amacıyla ortaya çıkmış örgütsel faaliyetlerdir.

Çalışma süreleri artan, çalışma koşullarının

zorluğu artan, antidemokratik ortamda yaşam

hakkı bulamayan işçi sınıfı, bu işçi kuruluşlarında

nispeten daha demokratik koşullar altında

yaşama hakkı bulmuşlardır (Taş, 2012).

Dünya genelindeki gelişmiş ülkelerde işçi

sendikaları, toplumun büyük kesimleri

tarafından benimsenmiştir (Taş, 2012).

Türkiye’de ise sendikalar, partiler öncülüğünde,

siyasi kaygı ve ideolojik temeller üzerine

kurulmuştur. Bu durum sendikaların, toplumun

büyük kesimleri tarafından

benimsenmemesine ve ideolojik sivil toplum

kuruluşları olarak algılanmasına sebep

olmuştur.

Sendikalar, toplumun mevcut yapısı, ekonomik

11

SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2024


çevre, üretim ve tüketim gibi konularla sürekli

etkileşim halindedir. Mevcut etkenler değiştikçe

sendikaların yapısı da değişmektedir. Yaşanan

değişimlere sendikaların ayak uyduramadığı

durumda, işçi sınıfının temsiliyetinde yaşanacak

zorluklar artacaktır. Günümüz sendikaları 19.

yüzyılda ortaya çıkmış sendikalardan oldukça

farklı bir yapıya sahiptir. Bu durum yeni sendikal

hareketleri ortaya çıkarmıştır. Burada

küreselleşmenin etkisinden, neoliberal çağın

yükselişinden, kapitalist sistemin

hakimiyetinden ve teknolojik gelişmelerin

etkisinden söz edebiliriz. Gerçekleşen çağ

değişimleri, küreselleşmenin yükselişi ve

teknolojik gelişmeler; sendikaların, işverenle

arasındaki pazarlık gücünü azaltmıştır. Bu

durumu daha iyi inceleyebilmek için

sendikaların tarihsel gelişimine bakmak

gerekmektedir.

TARİHSEL OLARAK SENDİKALARIN GELİŞİMİ

Sendikaların, Sanayi Devrimi ve sonrası

dönemde ortaya çıktığına değinmiştik. Sendikal

hareketlerin ilk örnekleri İngiltere’de oluşmuştur.

Sanayi Devrimi öncesi dönemlerde ise “kalfa

birlikleri” ve “arkadaş birlikleri” (compagronnage)

adı verilen örgütlenmeler görünmektedir

(Kozak, 1992). Kalfa birliklerinin, kalfaların

loncalardaki usta egemenliğine karşı tepkileri ve

ekonomik bağımsızlıklarına kavuşma istekleri

göze çarpmaktadır. Kalfa Birlikleri, lonca tarzı

örgütlenmelere benzemektedir. Sadece

ustalığa veya dışarıya karşı olan hak savaşını ele

almamışlardır. Kalfa Birlikleri, dışarıda olan hak

savaşlarının yanı sıra, örgütlenme içerisinde

kardeşlik duygusunun artmasını amaçlamıştır.

Bu durum örgüt içi yardımlaşmanın ve

dayanışmanın artmasına sebep olmuştur. Örgüt

dışında ise sadece usta-egemen sisteme değil,

ticarette emeğin karşılığındaki değeri düşürmek

isteyen tüccarlara da karşı çıkmışlardır.

Makinelerin icadı ve fabrikaların kurulmasıyla

birlikte, farklı bir sınıf olarak işçi sınıfı ortaya

çıkmıştır. İşçi-işveren ilişkisi farklı bir önem

kazanmıştır. Eski dönemde görülen kalfa ve us-

taların yerini, vasıflı ve vasıfsız işçi kavramları

almıştır (Kozak, 1992). Fabrikaların artışıyla ortaya

çıkan bu ilişki, usta kalfa ilişkisine benzese de bu

ilişki şahsilikten gayrı şahsi bir duruma evrilmiştir.

İşçi-işveren ilişkisi veya eski dönemlerdeki ustakalfa

ilişkisi yerini emek- sermaye ilişkisine

bırakmıştır. Bu durum işçilerin tek başına

yapacakları karşı duruşu yetersiz hale getirmiştir.

İşçiler ancak güç birliği yaparak sermayeye ve

sermaye sahiplerine karşı direnebileceklerdir. Bu

sebeple işçi sınıfı örgütlenerek işçi kuruluşlarını

ve sendikaları oluşturmuşlardır. Bu kuruluşların

erken dönemlerinde neredeyse bütün ülkeler

karşılarında durmuştur ve faaliyetlerine izin

verilmemiştir. Ancak gerçekleşen işçi

devrimleriyle birlikte sendikalar, daha fazla güç

ve önem kazanmıştır.

20. yüzyıla ve özellikle son dönemlerine

geldiğimizde; küreselleşme, kapitalizmin

yeniden yapılandırılması ve neoliberal

politikaların yaygınlaşması ve iki kutuplu dünya

düzeninde ABD’nin sosyalist hareketler

üzerinde kurduğu otorite, sendikaların ve

sendikaların yapısının değişimine yol açmıştır.

KÜRESELLEŞME, KAPİTALİZMİN YENİDEN

YAPILANDIRILMASI VE SENDİKALAR

20. yüzyılın son dönemleri, kapitalizmin yeniden

yapılandırıldığı dönem olarak adlandırılabilir.

Neoliberal politikaların yaygınlaşması, sosyalist

hareketlerin kapitalist sistemin en büyüğü olan

ABD tarafından engellenmesi, üçüncü dünya

SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2024

ARAŞTIRMA

12


ARAŞTIRMA

1946 yılı Türkiye’deki sendikal faaliyetler için bir

milat olarak adlandırılabilir. 1938’de sendikalara

koyulan yasaklardan kurtulma görülmektedir.

Türkiye’de çok partili yaşantıya geçilmesi, birçok

farklı ideolojinin temsiliyetine olanak sağlamıştır

(Akyalçın, 2002). 14 Mayıs 1946’da Türkiye Sosyaülkelerinin

neoliberal politikalara teşviği bu

dönemde yaşanmıştır. Bunun sonucu olarak,

emeğin sömürüsü, sermayenin hakimiyeti ve

işçi haklarına saldırılar artmıştır.

Kapitalizmin yeniden yapılandığı bu dönemde

uluslararası sendikal hareketlerde ciddi krizler

yaşanmıştır (Taş, 2012). Geleneksel sendikal

hareketler artık yeterli verimi

sağlayamayacaktır. 1980’li yıllarda bazı

sanayileşmiş bölgelerde; sendikalarda üye

sayılarında düşüş, sendikalaşma oranlarının

düşüşü, güç ve temsil yeteneklerinin azalışı

görülmüştür. Kimilerine bu durum

sendikaların çöküşü, sendikasız çalışma

ilişkilerinin doğuşu olarak nitelendirilmiştir

(Akkaya, 2004). Bu dönemde bazı ülkelerde

birey ön plana alınmıştır ve örgütlü yapı

önemini kaybetmiştir. Bu durum sendikalarda

krizlere sebep olmuştur.

nemli rol oynamıştır. Tıpkı bütün dünyada

olduğu gibi Türkiye’de karşımıza çıkan sendikal

hareketler farklı özelliklere sahiptir. Bunları

görebilmek için Türkiye’deki sendikal hareketleri

incelemek gerekmektedir.

Türkiye’de Sendikal Hareketler

Sendikal hareketler, küresel kapitalizm ve

değişen ekonomi modelleriyle doğrudan

ilişkilidir. Küresel kapitalizmin oluşumu, Fordist

birikim rejiminin tıkanması ve bu rejim yerine

daha esnek olan Post-Fordist birikim rejimi ile

uygun düzenlemeler yapılması; Keynesçi ücret

yapısını destekleyen geleneksel sendikalarla

uyumsuzluk yaşanmasına sebep olmuştur.

Küresel sendikalar, küreselleşmeyle uyumlu,

kapitalizmin küresel aşamasını koruyacak

şekilde sosyal veya liberal reformist sendikal

eylem çizgisini beraberinde getirmiştir (Kutlu,

2015). Son çeyrek yüzyılda, sendikaların

küreselleşmeye uygun örgütlere

dönüştürüldüklerini söyleyebiliriz. Bunu

gösteren önemli belgelerden biri de Dünya

Bankası’nın hazırlamış olduğu rapordur. Artık

sendikalı ve sendikasız işçiler neredeyse aynı

ücretleri almaktadır. ABD’de %15 sendikalı işçi

lehine çıkarken Avrupa’da bu durum %5-%10

arası değişmektedir. Geçmişte işçilere hizmet

eden sendikalar, artık sermayeye hizmet

etmektedir. Örgütlü sendikaların bulunduğu

yerlerde grev sayıları ve grev süreleri artık

azalmaktadır (Akkaya, 2004).

Türkiye’de de sendikalar işçi hareketlerinde ö-

Türkiye coğrafyasında sendikal oluşumlara

bakıldığında, sendikalaşmanın ilk örnekleri

1870’li yıllara denk gelmiştir. Osmanlı’nın, Sanayi

Devrimi’ni iyi takip edememesinden dolayı işçi

sınıfının oluşumu uzun süreler almıştır. Bu

yüzden ilk sendikal hareket örnekleri görece

geç ortaya çıkmıştır. II. Meşrutiyetin ilanı

sürecinde “Tatil-i Eşgal Kanunu” ile grevler

büyük ölçüde yasaklanmış, sendikal hareketleri

kısıtlama yoluna gidilmiştir (Tiyek, 2020).

Türkiye’de 1938 yılında sendikalaşmayı

yasaklayan uygulamaya 1946 yılında son verilip

1947 yılında grev hakkı içermeyen yasal

düzenlemeler oluşturulmuştur. 1963 yılında, 275

sayılı Toplu İş Sözleşmesi, “Grev ve Lokavt

Kanunu” ile ilk kez grev hakkı içeren

düzenlemelere yer verilmiştir. 1983 yılında

çıkarılan “Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi

Kanunu”nda Neoliberal politikaların etkisi

görülmektedir.

13 SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2024


list Partisi (TSP) kurulmuştur. TSP ideolojisi ve

örgütlenme ilkesinden yola çıkarak; Türkiye

Tekel İşçileri Sendikası, Türkiye Deniz İşçileri

Sendikası, Türkiye Mensuat İşçileri Sendikası,

Türkiye Demir ve Çelik İşçileri Sendikası ve

Türkiye Basın ve Basın Makinistleri Sendikası

adındaki sendikaların kurulmalarına öncülük

etmiştir.

20 Haziran 1946’da kurulan Türkiye Sosyalist

Emekçi ve Köylü Partisi (TSEKP) de iş yeri

düzeyinde kurulan sendikaların kent veya bölge

düzeyinde federasyon çevrilmesini

önermekteydi (Akyalçın, 2002). TSEKP

destekçileri tarafından İstanbul İnşaat İşçileri

Sendikası, İzmir Tütün İşçileri Sendikası, Adana

İplik ve Dokuma Sendikası gibi birçok sendika

kurulmuştur.

Bu dönemde DİSK de birçok tehdit ve baskı

altına girmiştir (Akyalçın, 2002). Bu durum

sonunda 15-16 Haziran 1970 işçi direnişi karşımıza

çıkmıştır. 15 Haziran’da İstanbul, Kocaeli ve

Sakarya’da işi bırakma şeklinde başlayan pasif

eylemler, 16 Haziran’ da şehir merkezine akın

eden, fabrikaları tahrip eden, polis ve askerle

çatışmaya kadar gitmiştir. Olaylar sonucu

bölgede sıkı yönetim ilan edilmiştir.

12 Eylül 1980 darbesi ve sonrası olan süreç,

ülkenin günümüzde de yaşadığı sorunların

temelini atmıştır. Darbe süreci DİSK başta olmak

üzere birçok sendikal harekete olumsuz etki

yapmıştır. Sosyalist temelde kurulan bu

sendikalar, Evren hükümetinin karşıt tutumuyla

birlikte baskılanmıştır. Çoğu sendikal hareket

komutanlar tarafından engellenmiştir.

ARAŞTIRMA

1950-1960 Yılları arasında önemli bir sanayileşme

atılımı olmuştur. Bu dönemde Türkiye’deki işçi

faaliyetleri açısından çok büyük bir öneme sahip

Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-

İŞ) Kurulmuştur. TÜRK-İŞ ile işçi hareketlerinin

tek bir çatı altında toplanması amaçlanmıştır.

1960-1980 dönemi 27 Mayıs- 12 Eylül gibi

Türkiye’yi derinden etkileyen iki önemli olayı

içerisinde barındırmıştır. 1961 anayasası, temel

hak ve özgürlüklere dikkat çeken bir anayasadır

(Akyalçın, 2002). 1963 yılında “274 sayılı

Sendikalar Kanunu” ve “275 sayılı Toplu İş

Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu”

oluşturulmuştur. 1961 Anayasası ve sonrası

Türkiye işçi hareketleri oldukça güçlenerek

devam etmiştir 13 Şubat 1961 tarihinde TÜRK-İŞ

üyesi 12 sendikacı tarafından Türkiye İşçi Partisi

kurulmuştur. 1965 yılında mecliste 15 vekille

temsil edilme hakkı kazanan TİP, sermaye ve

devletten bağımsız siyasetin temsilcisi olmuştur

(Akyalçın, 2002). 1967 yılında TÜRK-İŞ’den kopan

çeşitli sendikalar Devrimci İşçi Sendikaları

Konfederasyonu’nu (DİSK) kurmuştur. DİSK işçi

sınıfının sosyal veya kültürel her alanda

gelişmesini veya işçilerin tam bağımsızlık

kazanmasını amaçlamıştır. 12 Mart 1971 süreci,

ülkenin genel hatlarıyla gerginlik içerisinde

bulunduğu bir dönemdi.

1980’lerin sonuna gelirken bahsedebilecek en

yoğun işçi hareketi 1989 İlkbahar İşçi

Eylemleri’dir. Buradaki eylemler İş

Sözleşmesi’ndeki uzlaşmazlıklardan dolayı

ortaya çıkıp diğer hususları da barındırmıştır

(Akyalçın, 2002).

1990’lı yıllar, Türkiye’deki halk ve özellikle işçi sınıfı

bakımından ekonomik olarak oldukça zor

süreçlerin yaşanmasına sebep olan politikaları

barındırmaktadır. 5 Nisan Kararları ve takibinde

belki de Cumhuriyet tarihinin en büyük

ekonomik krizi olan 1994 krizi yaşanmıştır. Neoliberal

hükümet politikaları ve küreselleşmenin

yaygınlaşması işçilere ağır yük oluşturmuştur.

Bu süreç bizleri 1995 grevlerine götürmüştür

(Akyalçın, 2002). 11 Temmuz 1995’te TÜRK-İŞ

Bakanlar Kurulu tarafından yurt çapında dört

kademeli bir eylem planı kabul edilmiştir. İlk

aşamada, 12 Temmuz’da kamu ve özel

sektörlerdeki işçiler eylem yaparken ikinci

aşamada 25 Temmuz’da DYP ve SHP il

merkezleri sendika yöneticileri tarafından ziyaret

edilmiştir. Üçüncü aşama 5 Ağustos 1995

tarihinde DİSK bünyesindeki işçiler tarafından

yapılmıştır. Son aşamada ise 8 Ağustos 1995

tarihinde TÜRK-İŞ’e üye kamu işçileri eylem

yapmışlardır. 1990’ların sonuna gelen dönemde

ise işçilerin sorunları azalmak yerine giderek ar-

SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2024

14


ARAŞTIRMA

tan bir şekilde devam etmiştir.

2000’li yıllarla birlikte Türkiye’de işçiye verilen

önem her zamankinden daha düşük bir

noktaya gelmiştir. İşçi hakları baskılanmıştır. İşçi

hareketleri ve sendikal hareketler geçmişte

yaptığı etkiyi kaybetmiştir. Bunun yanında

baskıcı rejimde yaşamak zorunda kalan

Türkiye toplumu, protesto ve grev bilincini de

neredeyse kaybedecek kadar baskı altında

kalmıştır. Özetle eski yıllardan örneklerle

bahsettiğimiz sendikal hareketler artık gücünü

kaybedip neoliberal politikaların da etkisiyle

sermayeye yenik düşmüştür.

SONUÇ

rine zayıflatılmaya çalışılmıştır. Neoliberal

politikalar, zenginleşmenin kolaylaşması ve

küreselleşmenin yaygınlaşması sendikal

hareketlerin zayıflamasına sebep olmuştur.

Günümüzde ise emeğin karşılıksız kaldığı, işçi

haklarına ilişkin saygının azaldığı ve sermayenin

gücünü son derece hissettiğimiz bir döneme

girmekteyiz. Artık sendikalar da

sorgulanmaktadır. Geçmişte sendikalı ve

sendikasız işçilerin gerek çalışma koşulları gerek

de emeklerinin karşılığında aldıkları ücret büyük

farklılıklar göstermekteydi. Ancak günümüzde

bu fark oldukça az bir seviyeye inmiştir.

Günümüzde sendikaların hükümetlere hizmet

edip etmediği tartışılmaktadır (Dağdeviren,

2020).

İşçiler, tarihin her döneminde büyük sorunlar

yaşamışlardır. Geçmiş dönemde ustaları

tarafından yaşam haklarından çalışma süresine

kadar insanı hakları baskılanmıştır. Kalfa-usta

ilişkileriyle ‘Kalfalık Birliği’ ile başlayan, usta-kalfa

arasındaki sorunları şahsi olarak çözmek

isteyen kuruluşlar oluşturulmuştur. Sanayi

Devrimi’nin gerçekleşmesiyle birlikte büyük

fabrikalar kurulması, yeni bir sınıf olarak işçi

sınıfının ortaya çıkışı geçmiş dönemlerdeki

şahsi ilişkilerin artık yeterli olmayacağına işaret

etmiştir. Fabrikalar çok fazla sayıda işçiyi

barındıran kuruluşlardır. Sermaye sahipleri için

fabrikadan bir işçinin eksilmesi pek sorun

olmayacaktır. Bu durum ilişkilerin şahsilikten

uzaklaşıp örgütlü bir şekilde işçi faaliyetlerine

geçilmesini gerektirmekteydi. Bunun sonucu

olarak sermaye-emek kavgasında emeğin ve

işçinin güvencesi, destekçisi olarak sendikalar

kurulmuştur. 1848 İşçi Devrimleri emekçiler için

bir dönüm noktası olmuştur. Çalışma

saatlerinin düşmesi, daha iyi koşullarda çalışma

gibi haklar bu devrimden sonra elde edilmiştir.

Sendikalar kuruldukları dönem ve sonrasında,

belirli hükümet politikalarıyla kapatılmaya

zorlanmıştır. Bunun yanı sıra bu sendikalara

mensup işçilerin grev hakları da ellerinden

almaya çalışılmıştır. Sosyalist hareketler ve işçi

temelli hareketler, ABD’nin emperyalist

politikası ve sosyalizme karşı olan endişesi üze-

Türkiye, özellikle çok partili hayat döneminde

başlamak üzere birçok ideolojiyi içinde

barındıran bir ülkedir. Türkiye coğrafyasında işçi

sınıfının oluşumu, Osmanlı’daki sanayileşmenin

gecikmesini takiben görece geç bir süreçte

oluşmuştur. 1938-1946 yılları arası Türkiye’de

sendikal hareketler yasaklanmıştır. 1947 yılında

grev hakları içermeyen yasal düzenlemeler

yapılmıştır. 1961 Anayasasının özgürlükçü

temelde yapılması, 1963 yılında işçilerin ve

sendikaların gerekli haklarına sahip olmalarına

temel hazırlamıştır. TÜRK-İŞ ve DİSK gibi işçi

sendikalarını birleştiren konfederasyonlar

kurulmuştur. Ülkede yaşanan darbeler,

hükümet ve politika değişiklikleri işçi

hareketlerini önemli ölçüde etkilemiştir. 1980

darbesi ise bütün ülkede baskıcı bir rejimi

başlatmış, devamında ABD yanlısı Özal

hükümetinden başlayarak Tansu Çiller’in

yetersiz, sermaye yanlısı ekonomik politikaları,

ülkenin ekonomik durumunu ve işçilerin

çalışma koşullarını oldukça zorlamıştır. 2000’ler

sonrası Türkiye’de ise sendikal hareketler büyük

çoğunlukla bastırılmıştır. Toplumun geneline

empoze edilen düşünceler sonucu ülke,

protesto kültürünü kaybetmiştir. Hakkını arayan

işçilere ve sendikalara ideolojik olarak bakılmaya

başlanmıştır. Günümüz Türkiyesi’nde işçiler, hiç

olmadıkları kadar az değer görmektedir.

Madenlerde işçilerimiz ihmalsizlik ve rant

sevdası yüzünden hayatlarını kaybetmektedir.

15 SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2024


Geçtiğimiz zamanlarda yaşanan Erzincan İliç

maden faciası bu duruma örnektir. Erzincan İliç

faciasında madencilerin hayatlarını

kaybetmesine sebep olan ve bu durumu

onaylayan insanlar hiçbir şey olmamış gibi

hayatlarına devam edip halkın karşısına

çıkmaktadır. Ancak artık ne hesap sorabilecek

bir bilinç ne de hakkını arayacak, haksızlığa,

ihmalciliğe dur diyecek, işçilerin saatlerce

çalışması karşılığında bir yemeği bile fazla gören

bu sisteme dur diyecek bir sendikal hareket

kalmıştır.

KAYNAKÇA

AKKAYA, Y. (2004), Küresellşeme Versus

Sendikasızlaştırma ve Yoksullaştırma,

Çalışma ve Toplum, 3(3), 93-122.

AKYALÇIN, S. (2002), Türkiye’de Geçmişten

Günümüze İşçi Sendikaları ve Siyasi Partiler

Arasındaki İlişkiler, Yüksek Lisans Tezi,

Anadolu Üniversitesi.

BİRELMA, A. (2021). Türkiye’de Sendikal

Hareketin ve Hakların Yukarıdan

Görünümü: Niteliksel Bir Araştırma. Çalışma

ve Toplum, 3(70), 1839-1870.

ÇELİK, H. (1995), Türkiye’de İşçi Sendikalarının

Başlıca Amaç ve Faaliyetleri ile Özel Sektör

Bankacılık Kesiminde Çalışanların

Sendikalarına Tutumları Üzerine Bir

Araştırma, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul

Üniversitesi.

DAĞDEVİREN, T. (2020), Gramsci’nin Sivil

Toplum Kavramına Bakışı, İş ve Hayat, 6(11),

156-167.

DEMİR, F. (2013). Sendikaların Kuruluşu ve

İşleyişi. Çalışma ve Toplum, 4(39), 17-42.

DEMİREL, İ. (2001), Sendikal İmgelemenin

Siyasal Sosyolojisi, Dumlupınar Üniversitesi

Sosyal Bilimler Dergisi, (5).

KOZAK, İ. E. (1992), İşçi Sendikalarının Tarihi

Gelişimi (İngiltere Örneği), Sosyal Siyaset

Konferansları Dergisi, (37-38), 63-82.

KUTLU, D. (2015), Küresel Kapitalizm ve

Sendikalar: Sorunlar ve Yenilenme

Olanakları Üzerine Değiniler, Toplum ve

Hekim, 30(3), 213- 226.

TAŞ, Y. H. Y. (2012). Toplumsal Sınıfların

Değişim Sürecinde, Sendikalar ve

Sendikaların Geleceği, Hak İş Uluslararası

Emek ve Toplum Dergisi, 1(1), 60-80.

TİYEK, R. (2020), Türkiye’de Sendikal

Örgütlenme ve Eşitsizlik, Bartın Üniversitesi

İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi,

11(22), 392-41.

YÜCETÜRK, E. E. (2012). İşyerlerindeki

Yıldırma Eylemlerini Önlenmede

Sendikaların Rolü: Nitel Bir Araştırma.

Çalışma ve Toplum, 4(35), 41-72.

ARAŞTIRMA

SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2024

16


ARAŞTIRMA

ÖZ

Bu çalışmada Sanayi Devrimi’nden sonra artışa

geçen, günümüz dünyasında da görülmeye

devam eden çocuk işçiliğin nedenlerine,

tarihine ve çocuğun ilk çağdan, günümüze

tarihsel bağlamda ifade ettiği anlam üzerine

çalışılmıştır. Çocuk emeğinin sömürülmesinin

halk tarafından normalleştirilmesi hatta olması

gerekenin erken yaşta çalışmaya başlamak

olduğunu düşünen insanların bakış açısını

değiştirmek önemlidir. Bu çalışma da bu

perspektiften bakan insanların düşünce

dünyasında bir şeyleri değiştirmeyi amaçlamış

ve sömürüden kurtulan bir çocuk bir çocuktur

düşüncesiyle yazılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Çocuk, Çocuk Emeği,

Çocuk İşçiliğin Nedenleri, Tarihte Çocuk

GİRİŞ

Çocuk işçiliği tarihte gördüğümüz ve

günümüzde görülmeye devam eden insan

hakları ihlallerinden biridir. İnsan hakkı ihlali

olmasının sebebi şudur: Çocukların sahip olması

gereken en temel hak olan çocukluğu yaşama

sürecini ellerinden alması. Çocuğun gelişim

sürecinde ihtiyaç duyduğu sosyal ve fiziksel

koşullar iş ortamında çok daha farklı şekilde

gelişir. Çocukların çalıştırılması, onların hem

sosyal gelişimi hem de fiziksel gelişimi açısından

olumsuz bir etkendir. Çocukların yaşlarından

çok büyük insanlarla vakit geçirmesi ve yetişkin

insanların bir çocuğu olumsuz etkileyecek kötü

özellikler olarak adlandırdığımız bazı niteliklere

sahip olması çalışmanın çocukları sosyal açıdan

olumsuz etkilemesine bir örnektir. Ayrıca

çocuklar kendi yaşıtlarıyla vakit geçirdiği zaman

yaratıcılık, ifade şekli, hareket özgürlüğü gibi

konularda kendilerini daha rahat hisseder ve

sosyal kabiliyetlerini geliştirir. Fiziksel olarak ele

aldığımızda somut bir örnekten ilerlemek

gerekirse, İngiltere’de 17.yy’da çıkan büyük

yangın sonrası periyodik olarak soba bacalarının

temizlenmesi zorunlu hale getirilmişti ve birçok

küçük çocuk karın tokluğu olarak bile

adlandıramayacağımız maaşlarla, fakir

ailelerden satın alıp çalıştırılmıştır. Bu ve bunun

gibi ağır işlerin fiziksel olarak uygun olması

sebebiyle çocuklara yaptırılması tarih

sahnesinde görülmüştür. Böyle durumlarda

17

SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2024


fiziksel olarak henüz gelişimini tamamlamamış

çocukların kullanılması akıl ve mantığa uyan bir

durum değildir. Çocukların işçi olarak

çalıştırılması ve bunun nedenleri ile ilgilenip bu

sorun hakkında bir sonuca ulaşıp çözmek

gereklidir. Çocuğa geçmişten bugüne kadar

yaşamış olan toplumlar tarafından ne gözle

bakıldığına, çocukların neden çalıştırıldığına ve

bu çalıştırılma süreci ile ilgilenmek önemlidir. Bu

çalışma da çocuk emeğini bu üç başlık altında

açıklamaya çalışacaktır.

TARİHSEL SÜREÇ İÇİNDE ÇOCUK

Tarihte çocuğa verilen değer dönemler arası

farklılık göstermiştir. Yazıda bu başlığa yer verme

sebebim, çocuğa karşı bakış açısının çocuk

emeğinin sömürülmesinde ne denli bir rol

oynadığını anlama isteğimdir. Bu bölümde

“çocuk” kavramı; tarih öncesi, İlk Çağ, Orta Çağ,

Rönesans ve Modern Çağ sonrası olmak üzere

beş ayrı dönemde incelenecektir.

uygarlıklar arası değişkenlik gösteriyordu.

Örneğin Mısırlılarda bazı çocuklar eğitim almaya

bile başlamıştı. Fakat eğitim alan çocuklar

genellikle zengin çocuklarıydı. Bu yüzden eğitim

alan çocuk sayısı azınlıktaydı. Antik Yunan ve

Roma uygarlıklarında kızların erkeklere göre

daha geride olduğu savunuluyor ve sadece

erkek çocuklar eğitim alabiliyordu (Erkut vd.,

2017). Ayrıca bu uygarlıklar da babanın otoritesi

sonsuzdu ve baba istediği zaman çocuğunu

bırakıp gidebilir, birine köle olarak verebilirdi.

Köleliğin yaygın olduğu Antik Yunan ve Roma

topluluğunda sık gözlemlenen bir durumdu bu.

Araplarda ise istenmeyen cinsiyette doğan

çocuklar öldürülebiliyordu. Aslında tarih öncesi

döneme göre değişen bir şey pek yoktu. Sadece

bazı şanslı çocuklar eğitim alabiliyor, daha rahat

hayatlar yaşayabiliyordu.

ARAŞTIRMA

Tarih öncesi dönem hakkında az şey biliyoruz

ama bildiğimiz kadarıyla farklı topluluklarda

çocuğa verilen değer değişkenlik gösteriyor.

Bazı topluluklarda çocuklar önemseniyordu

ama bunun sebebi çocuğun kendi ihtiyaçlarını

karşılayabilecek nitelikte olmayışı, bir ebeveyne

ihtiyaç duyması gibi şeyler değildi. Çocuklar,

geleceğin yetişkinleri olarak görülüyor ve bu

yüzden önemseniyordu. Göçebe yaşam tarzını

benimseyen topluluklarda ise bu durum daha

farklı işliyordu. Göçebe topluluklar zor şartlar

altında yaşıyorlardı ve bu zor şartlara uyum

sağlayıp dayanabilmek için güçlü olmak

gerekiyordu. Bu yüzden bu topluluklarda zayıf

ve hasta olan çocuklara önem verilmiyor, ölüme

terk ediliyordu. Kültürden kültüre değişkenlik

gösteren çocuk değeri, bazı kültürlerin bakış

açısına göre de iş gücüne göre değerlendirip iş

gücü verme potansiyeli zayıf olan çocukların

ölümü ile sonlanıyordu. İlk Çağ’daysa yerleşik

hayata geçilen dönemdi ve yerleşik hayata

geçilmesi çocuğa verilen toplumsal

sorumlulukların da değişkenlik göstermesine

vesile oldu (Erkut vd., 2017). İlk Çağ’da var olan

uygarlıklar ele alındığında çocuğa verilen değer

Orta Çağ dönemindeyse çocukların değeri

olumlu ve olumsuz şartlar göz önünde

bulunarak sınıflandırılabilir. Bu dönem kutsal

dinlerin yaygınlaşmasıyla çocuk değerinin arttığı

bir dönemdi. Aynı zamanda savaşlar, kıtlık ve

salgın hastalıklar da bu dönemde var olan

şeylerdi. Bu yüzden çocuk değer kazanmasının

yanı sıra hem belirli bir yaşa gelene kadar ailenin

bir üyesi olarak görülmüyor, ayrı tutuluyor ve

özel bir kategori olarak tanımlanıyordu (Erkut

vd., 2017). Rönesans dönemine geldiğimizdeyse

hümanizm kavramının da yavaş yavaş ön plana

çıkmaya başladığını ve bu kavramla paralel

olarak çocukluk kavramının da değer

kazandığını görüyoruz. Ancak bu dönemde

İngiltere’de başlayan Sanayi Devrimi, çocuklar

için karanlık çağın başlangıcı demekti. Çocuklar

SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2024

18


ARAŞTIRMA

Sanayi Devrimi’yle birlikte ucuz iş gücü adı

altında uzun saatler boyunca çalıştırılıyor,

fiziksel şartlar dolayısıyla da akranları ile

oynaması gereken oyunları ölüm ile

oynuyordu.

Bilim ve teknolojinin ilerlemesi çocuklar için

artık fabrikaya değil okula gitmek ve refah

düzeyi artan bir toplum demekti. Refah

düzeyinde artış görülen toplumlarda çocuklar

için de önemli şeyler yaşandı. Onlar için

sevdikleri bazı tatlılar, gevrekler keşfedildi. İlk

çocuk oyun alanı kuruldu. Eskiden yetişkinlerle

aynı kıyafetleri giymek zorunda olan çocuklar,

artık kendileri için üretilen özel kıyafetleri

giyinebiliyorlardı. Çocuğun gereksinimlerinin

yetişkinlerle aynı olmadığı anlaşıldı ve ona göre

hareket edildi (Erkut vd., 2017). Ancak her

toplumda böyle şanslı çocuklar yoktu. Az

gelişmiş veya gelişmemiş toplumları ele

aldığımızda çocuk işçilik hala yaygındı ve

yukarıda bahsettiğimiz olumlu gelişmelerin

neredeyse hiçbiri varlığını göstermiş değildi.

ÇOCUK İŞÇİLİĞİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ

Çocuk emeğinin Sanayi Devrimi’yle birlikte

kullanılmaya başlandığı düşüncesi hatalı

sayılabilir. Tarih öncesi dönemden,

endüstrileşme öncesi döneme kadar da

çocuklar çalıştırılıyor, hatta bu durum Orta

Çağ’da daha çok usta-kalfa-çırak hiyerarşisine

dayalı olan lonca sistemi adı altında

gerçekleşiyordu. Lonca sisteminde daha çok

eğitime dayanan bir çalışma sistemi mevcuttu.

Kalfa ve çırak genellikle işveren durumunda

olan ustanın aile fertlerinden biri sayılır,

çocuğun, bedenen ve fikren gelişimine büyük

önem verilirdi. Çocuklar ve ustaları arasındaki

çıraklık ve istihdam ilişkileri, lonca tüzükleriyle

düzenlenmişti (Çöpoğlu, 1998). Lonca

tüzüklerinde, çırakların öğrenimi, ücretlerin

yüksekliği ve ustanın eğitim yetkisi ve görevi

gibi konularda ayrıntılı hükümler bulunmasına

karşılık, iş süresinin belirlenmesi gibi

hükümlere rastlanmamaktadır. Orta Çağ’da

çırakların iş süresi doğal sınırlar (çalışma gücü,

gün ışığı, hava durumu vs.) ile genel bağlayıcı

kurallara (pazar ve bayram günlerinde

çalıştırma yasağı) göre belirlenmiştir. Loncaların

çırakların iş süresini sınırlamaları, ancak Orta

Çağ’ın sonlarına doğru gerçekleşmiştir (Centel,

1982). Sanayi Devrimi’nden sonra ise çocuk

işçiliğin ilgi çekmesinde çalışma saatleri büyük

rol oynamıştır. Sanayi Devrimi’yle birlikte

çocuklar ilk defa ailelerinden ayrılıp çalışmaya

başlamış, iş ortamı ev veya aile üyelerinin

yanında olmaktan çıkıp fabrikalara kaymıştır.

Eskiden çalışan çocuklar üstlerinin dediklerine

uymak ve ona göre çalışmak zorundayken artık

makinelere uymak zorundaydı ve bu durum da

çalışma saatleri üzerinde etki göstermişti.

Çalışma saatlerinde artış makineleşme süreciyle

beraber gelmiş, çocuklar büyük fabrikalarda

çalışma şartlarına uyum sağlamaya çalışmış ve

bu uyum sağlama sürecinde dayanabileceği

seviyenin üstünde sorumluluklara maruz

bırakılmıştır. Bu durumdan kaynaklı çocuk işçilik

ilk defa bu kadar dikkate değer bir şey olmuştur.

Zamanla çocuk işçi yaşını olabildiğince üste

çekmek ve çocukların çalışma saatlerini ‘insani’

şartlara düşürmek için yasalar yapılmış ve bu

yasalar yapıldığı günden günümüze çocukların

lehine artarak gelişmiştir.

ÇOCUK İŞÇİLİĞİNİN NEDENLERİ

Çocuk işçiliğinin nedenlerini ekonomik, sosyal

ve kültürel olmak üzere üç başlık altında

incelemek mümkündür. Ekonomik nedenlerin

başında yoksulluk gelmektedir. Gelir seviyesi

yeterli olmayan aileler için temel ihtiyaçları

insani düzeyde sağlayabilmek bile çok zor bir

19 SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2024


hale geliyor. Bu sebeple ek gelir sağlayabilmek

için aileler çocuklarını çalıştırmak zorunda

kalıyor. Çocukların çalışması, onları eğitim

sürecinden de uzaklaştırıyor ve vasıfsız işçi olarak

çalışan anne babanın, eğitim alamamış

çocukları da vasıfsız işçi olarak yetersiz gelire

sahip bir şekilde aile kurup bu süreci bir döngü

haline getiriyor. Çocuk işgücünün oldukça

ucuza mal olması da ekonomik nedenlerden

biridir. Çocukların istihdam edilmesi küçük

kârlarla çalışan küçük işletmeler için

vazgeçilmezdir. Çocukların hem daha az

ücretlerle çalışması hem de yetişkin işçilere göre

daha az problemli olması çocuk işçileri

işletmeler için önemli bir hale getiriyor. Bu

durumda çocuk emeğinin kullanılmasında göz

ardı edilemeyecek kadar önemli bir etkendir.

Bununla beraber çocukların fiziksel özellikleri

nedeniyle bazı işleri yetişkinlere kıyasla çok daha

kolay bir şekilde yapacağı düşünülebilir.

İşverenler yukarıdaki ekonomik sebeplerle

beraber bu sebep de göz önünde

bulundurduğunda, çocuk işçiliğini tercih

etmektedir.

Sosyal nedenlerin başını nüfus sayısında

yaşanan artışlar çekmektedir. Nüfus artışı ve

işsizlik birbirleriyle paralel olarak ilerleyen iki

kavramdır. Nüfus artışı, işverenlerin çalışan

istihdam etmesini zorlaştıran bir durumdur ve

bu durum daha uygun maliyeti olan işçilere

işvereni yönlendirir. Yani çocuk işçilere. Ek olarak

eğitim düzeyi yeterli olmayan ülkelerde,

niteliksiz insan yetiştirilmesi gayet olağandır.

Niteliksiz insan demek, ileride vasıf

gerektirmeyen işlerde çalışıp asgari düzeyde

gelir sağlayan insan demektir. Bu insanların dar

gelir düzeyi ile aile kurması da ailede çalışan bir

başka kişi gereksinimini de kuşkusuz gerektirir

ve bu kişi genellikle çocuk olur. Ailesine ek gelir

sağlayabilmek için çalışan çocuk, aldığı niteliksiz

eğitimden de uzak kalır ve ileride sahip olacağı

aile yapısı da şu anki aile yapısından farklı olmaz.

Eğitim gibi önemli bir kavramın eksikliği, bu

olumsuz süreci döngü haline getirir.

lumlarda çocuğa yüklenen ‘hayatı öğrenme’

sorumluluğu da çocuğu çalışma hayatına erken

yaşta sürükler. Ailelerin geliri dar seviyede

olmasa da çocuklarının çalışmasını istemesi,

çocuklarının meslek edineceği, çocuğun

büyüyüp yetişkin olma sürecinde olumlu etkisi

olacağı düşüncesidir. Ayrıca küçükken çalışıp şu

an dar gelir düzeyine sahip olmayan bazı

ebeveynler de çocukken çalışmayı normal ve

olması gereken bir durum olarak görüp

çocuğun getireceği ek geliri önemsemeden

çocuğunu çalıştırmak isteyebilir. Bu da çocuk

işçiliğinin kültürel nedenini oluşturur.

SONUÇ

Çocuklara tarihin her döneminde eşit gözle

bakılmamıştır ve çocuklar bazı dönemlerde

daha avantajlı yaşamıştır. Ama çocuk emeğinin

sömürülmesi tarihin her döneminde var olan ve

geçmişe kıyasla azalsa da çoğu gelişmemiş veya

gelişmekte olan ülkelerde günümüzde de

devam eden bir gerçektir. Bu durumu en az

düzeye indirmek için ülkelerin refahı,

ebeveynlerin ve toplumun bilinci ve eğitim

kalitesi son derece önemlidir. Önem düzeyi bu

kadar üst seviyede olan bu şeyleri

gerçekleştirmek için çabalamak vicdanı olan

tüm yetişkin insanlar için bir zorunluluktur ve

çocuklardan hayatlarının sadece kısa bir

döneminde sahip olabilecekleri ve ileride ne

olursa olsun geriye getiremeyecekleri çocukluk

çağını, zor bir hayat sürecine çevirmemek,

onlardan çocukluğunun çalınmaması için

duyarlı olmak tüm yetişkin insanlar için bir

sorumluluktur.

ARAŞTIRMA

Çocuk emeğinin sömürülmesinde sadece

ekonomik ve sosyal nedenler yatmaz. Bazı top-

SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2024

20


ARAŞTIRMA

KAYNAKÇA

CENTEL, T. (1982), Çocuklar ile Gençlerin İş

Güvenliği, Doktora Tezi, İstanbul

Üniversitesi.

ÇÖPOĞLU, M. (2018), Türkiye’de Çocuk

İşçiliği, Iğdır Üniversitesi Sosyal Bilimler

Dergisi, (14), 357-398.

ERKUT, Z., BALCI, S. ve YILDIZ, S. (2017).

Tarihsel Süreç İçinde Çocuk. Çocuk ve

Medeniyet, 2(3), 17-28.

GELEGEN, D. G. ve Warshaw, L. J. (2001).

Çocuk Emeği. TTB Mesleki Sağlık ve

Güvenlik Dergisi, 2(6), 42-46.

OY, Ö. (2001), Dünyada ve Türkiye’de Çocuk

İstihdamı ve Çocuk İşçiliğinin İnsan

Kaynakları Yönetimi Açısından Önemi,

Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi.

ŞAHİN, L. (2012). Geçmişten Günümüze

Çocuk İşçiliği. Sosyal Bilimler Araştırmaları

Dergisi, 7(2), 103-118.

21 SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2024











Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!