SİYASALLI 06 MAYIS-HAZİRAN 2024
Sevgili okur, Siyasallı'nın yeni sayısını "Emek" temasıyla sizlerle buluşmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Bu sayıda, emeğin ve işçi sınıfının toplumsal ve ekonomik önemini vurgulamak amacıyla derlediğimiz yazılarla karşınızdayız. Emek; sadece bir meta, bir mal değil, insanlığın özü, yaratıcı gücü ve değişimin aracıdır. Emek; toplumun her kesiminde temel bir değerdir. Ancak, bugünün dünyasında emek kavramı, sadece bir üretim aracı olarak değil, aynı zamanda da sömürünün yoğunlaştığı bir alandır. İşte bu noktada, işçi sınıfının yaşadığı zorlukları, haksızlıkları ve mücadelelerini anlamak ve onların seslerini duyurmak önem kazanıyor. Bizler; 1 Mayıs'a giderken emek ve sömürü kavramları üzerinden toplumsal adaletsizlikleri sorgulumaya, kapitalizmin işçi sınıfına yüklediği baskıları ve uyguladığı sömürüyü gözler önüne sermeye çalıştık. Ancak, bu dergi sadece eleştirel bir bakış açısı sunmakla kalmıyor, aynı zamanda işçi sınıfının mücadele azmini ve dayanışma ruhunu da yüceltiyor. Yaşasın 1 Mayıs, boyun eğmeyenler! Saygılarımızla, Ali Kerem Korkmaz Genel Yayın Yönetmeni
Sevgili okur,
Siyasallı'nın yeni sayısını "Emek" temasıyla sizlerle buluşmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Bu sayıda, emeğin ve işçi sınıfının toplumsal ve ekonomik önemini vurgulamak amacıyla derlediğimiz yazılarla karşınızdayız.
Emek; sadece bir meta, bir mal değil, insanlığın özü, yaratıcı gücü ve değişimin aracıdır. Emek; toplumun her kesiminde temel bir değerdir. Ancak, bugünün dünyasında emek kavramı, sadece bir üretim aracı olarak değil, aynı zamanda da sömürünün yoğunlaştığı bir alandır. İşte bu noktada, işçi sınıfının yaşadığı zorlukları, haksızlıkları ve mücadelelerini anlamak ve onların seslerini duyurmak önem kazanıyor.
Bizler; 1 Mayıs'a giderken emek ve sömürü kavramları üzerinden toplumsal adaletsizlikleri sorgulumaya, kapitalizmin işçi sınıfına yüklediği baskıları ve uyguladığı sömürüyü gözler önüne sermeye çalıştık. Ancak, bu dergi sadece eleştirel bir bakış açısı sunmakla kalmıyor, aynı zamanda işçi sınıfının mücadele azmini ve dayanışma ruhunu da yüceltiyor.
Yaşasın 1 Mayıs, boyun eğmeyenler!
Saygılarımızla,
Ali Kerem Korkmaz
Genel Yayın Yönetmeni
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
ARAŞTIRMA
ÖZ
Sanayi Devrimi dünya literatürüne yeni
kavramlar, yeni makineler, yeni fabrikalar, yeni
hareketler ve yeni sınıflar kazandırmıştır. Sanayi
Devrimi sonrası ortaya çıkan işçi sınıfı, haklarını
korumak, daha kabul edilebilir koşullarda
çalışabilmek ve emeklerinin karşılığını olan
kazancı sağlayabilmek için 19. yüzyılda işçi
hareketlerini yaratmıştır. Bu hareketler örgütlü
bir yapıyı gerektirmektedir. Bu yazıda, işçi
hareketlerinin amaçlarına ulaşabilmesi için
ortaya çıkmış örgütlerle yani sendikalar
incelenecektir.
Sendika kavramının incelemesi yapılırken;
sendika kavramının doğuşu, sendikaların
tarihsel gelişimi, küreselleşme ve kapitalizmin
yeniden oluşumu sürecinde sendikalar konu
başlıklarından bahsedilerek Türkiye’deki
sendikal hareketler incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: İşçi, Hareket, Emek,
Sermaye, Kapitalizm
SENDİKA NEDİR?
Sendika kelimesinin kaynağı çok eskilere
dayanır. Roma ve Yunan Hukuk sistemlerinde
karşılaşılan ‘syndic’ deyimi, bir birliğin temsilini
sağlamakla görevli kişileri ifade ediyordu (Demir,
2013). ‘Syndicat’ deyimi de ‘syndic’in
fonksiyonlarını ve bu fonksiyonların
yürütüldüğü yeri anlatmak için kullanılmıştır.
Sendikalar, özellikle 19. yüzyılda işçi hareketleriyle
birlikte işçilerin; haklarını koruma, çalışma
saatleri ve çalışma şartlarının iyileştirilmesi
amacıyla ortaya çıkmış örgütsel faaliyetlerdir.
Çalışma süreleri artan, çalışma koşullarının
zorluğu artan, antidemokratik ortamda yaşam
hakkı bulamayan işçi sınıfı, bu işçi kuruluşlarında
nispeten daha demokratik koşullar altında
yaşama hakkı bulmuşlardır (Taş, 2012).
Dünya genelindeki gelişmiş ülkelerde işçi
sendikaları, toplumun büyük kesimleri
tarafından benimsenmiştir (Taş, 2012).
Türkiye’de ise sendikalar, partiler öncülüğünde,
siyasi kaygı ve ideolojik temeller üzerine
kurulmuştur. Bu durum sendikaların, toplumun
büyük kesimleri tarafından
benimsenmemesine ve ideolojik sivil toplum
kuruluşları olarak algılanmasına sebep
olmuştur.
Sendikalar, toplumun mevcut yapısı, ekonomik
11
SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2024
çevre, üretim ve tüketim gibi konularla sürekli
etkileşim halindedir. Mevcut etkenler değiştikçe
sendikaların yapısı da değişmektedir. Yaşanan
değişimlere sendikaların ayak uyduramadığı
durumda, işçi sınıfının temsiliyetinde yaşanacak
zorluklar artacaktır. Günümüz sendikaları 19.
yüzyılda ortaya çıkmış sendikalardan oldukça
farklı bir yapıya sahiptir. Bu durum yeni sendikal
hareketleri ortaya çıkarmıştır. Burada
küreselleşmenin etkisinden, neoliberal çağın
yükselişinden, kapitalist sistemin
hakimiyetinden ve teknolojik gelişmelerin
etkisinden söz edebiliriz. Gerçekleşen çağ
değişimleri, küreselleşmenin yükselişi ve
teknolojik gelişmeler; sendikaların, işverenle
arasındaki pazarlık gücünü azaltmıştır. Bu
durumu daha iyi inceleyebilmek için
sendikaların tarihsel gelişimine bakmak
gerekmektedir.
TARİHSEL OLARAK SENDİKALARIN GELİŞİMİ
Sendikaların, Sanayi Devrimi ve sonrası
dönemde ortaya çıktığına değinmiştik. Sendikal
hareketlerin ilk örnekleri İngiltere’de oluşmuştur.
Sanayi Devrimi öncesi dönemlerde ise “kalfa
birlikleri” ve “arkadaş birlikleri” (compagronnage)
adı verilen örgütlenmeler görünmektedir
(Kozak, 1992). Kalfa birliklerinin, kalfaların
loncalardaki usta egemenliğine karşı tepkileri ve
ekonomik bağımsızlıklarına kavuşma istekleri
göze çarpmaktadır. Kalfa Birlikleri, lonca tarzı
örgütlenmelere benzemektedir. Sadece
ustalığa veya dışarıya karşı olan hak savaşını ele
almamışlardır. Kalfa Birlikleri, dışarıda olan hak
savaşlarının yanı sıra, örgütlenme içerisinde
kardeşlik duygusunun artmasını amaçlamıştır.
Bu durum örgüt içi yardımlaşmanın ve
dayanışmanın artmasına sebep olmuştur. Örgüt
dışında ise sadece usta-egemen sisteme değil,
ticarette emeğin karşılığındaki değeri düşürmek
isteyen tüccarlara da karşı çıkmışlardır.
Makinelerin icadı ve fabrikaların kurulmasıyla
birlikte, farklı bir sınıf olarak işçi sınıfı ortaya
çıkmıştır. İşçi-işveren ilişkisi farklı bir önem
kazanmıştır. Eski dönemde görülen kalfa ve us-
taların yerini, vasıflı ve vasıfsız işçi kavramları
almıştır (Kozak, 1992). Fabrikaların artışıyla ortaya
çıkan bu ilişki, usta kalfa ilişkisine benzese de bu
ilişki şahsilikten gayrı şahsi bir duruma evrilmiştir.
İşçi-işveren ilişkisi veya eski dönemlerdeki ustakalfa
ilişkisi yerini emek- sermaye ilişkisine
bırakmıştır. Bu durum işçilerin tek başına
yapacakları karşı duruşu yetersiz hale getirmiştir.
İşçiler ancak güç birliği yaparak sermayeye ve
sermaye sahiplerine karşı direnebileceklerdir. Bu
sebeple işçi sınıfı örgütlenerek işçi kuruluşlarını
ve sendikaları oluşturmuşlardır. Bu kuruluşların
erken dönemlerinde neredeyse bütün ülkeler
karşılarında durmuştur ve faaliyetlerine izin
verilmemiştir. Ancak gerçekleşen işçi
devrimleriyle birlikte sendikalar, daha fazla güç
ve önem kazanmıştır.
20. yüzyıla ve özellikle son dönemlerine
geldiğimizde; küreselleşme, kapitalizmin
yeniden yapılandırılması ve neoliberal
politikaların yaygınlaşması ve iki kutuplu dünya
düzeninde ABD’nin sosyalist hareketler
üzerinde kurduğu otorite, sendikaların ve
sendikaların yapısının değişimine yol açmıştır.
KÜRESELLEŞME, KAPİTALİZMİN YENİDEN
YAPILANDIRILMASI VE SENDİKALAR
20. yüzyılın son dönemleri, kapitalizmin yeniden
yapılandırıldığı dönem olarak adlandırılabilir.
Neoliberal politikaların yaygınlaşması, sosyalist
hareketlerin kapitalist sistemin en büyüğü olan
ABD tarafından engellenmesi, üçüncü dünya
SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2024
ARAŞTIRMA
12
ARAŞTIRMA
1946 yılı Türkiye’deki sendikal faaliyetler için bir
milat olarak adlandırılabilir. 1938’de sendikalara
koyulan yasaklardan kurtulma görülmektedir.
Türkiye’de çok partili yaşantıya geçilmesi, birçok
farklı ideolojinin temsiliyetine olanak sağlamıştır
(Akyalçın, 2002). 14 Mayıs 1946’da Türkiye Sosyaülkelerinin
neoliberal politikalara teşviği bu
dönemde yaşanmıştır. Bunun sonucu olarak,
emeğin sömürüsü, sermayenin hakimiyeti ve
işçi haklarına saldırılar artmıştır.
Kapitalizmin yeniden yapılandığı bu dönemde
uluslararası sendikal hareketlerde ciddi krizler
yaşanmıştır (Taş, 2012). Geleneksel sendikal
hareketler artık yeterli verimi
sağlayamayacaktır. 1980’li yıllarda bazı
sanayileşmiş bölgelerde; sendikalarda üye
sayılarında düşüş, sendikalaşma oranlarının
düşüşü, güç ve temsil yeteneklerinin azalışı
görülmüştür. Kimilerine bu durum
sendikaların çöküşü, sendikasız çalışma
ilişkilerinin doğuşu olarak nitelendirilmiştir
(Akkaya, 2004). Bu dönemde bazı ülkelerde
birey ön plana alınmıştır ve örgütlü yapı
önemini kaybetmiştir. Bu durum sendikalarda
krizlere sebep olmuştur.
nemli rol oynamıştır. Tıpkı bütün dünyada
olduğu gibi Türkiye’de karşımıza çıkan sendikal
hareketler farklı özelliklere sahiptir. Bunları
görebilmek için Türkiye’deki sendikal hareketleri
incelemek gerekmektedir.
Türkiye’de Sendikal Hareketler
Sendikal hareketler, küresel kapitalizm ve
değişen ekonomi modelleriyle doğrudan
ilişkilidir. Küresel kapitalizmin oluşumu, Fordist
birikim rejiminin tıkanması ve bu rejim yerine
daha esnek olan Post-Fordist birikim rejimi ile
uygun düzenlemeler yapılması; Keynesçi ücret
yapısını destekleyen geleneksel sendikalarla
uyumsuzluk yaşanmasına sebep olmuştur.
Küresel sendikalar, küreselleşmeyle uyumlu,
kapitalizmin küresel aşamasını koruyacak
şekilde sosyal veya liberal reformist sendikal
eylem çizgisini beraberinde getirmiştir (Kutlu,
2015). Son çeyrek yüzyılda, sendikaların
küreselleşmeye uygun örgütlere
dönüştürüldüklerini söyleyebiliriz. Bunu
gösteren önemli belgelerden biri de Dünya
Bankası’nın hazırlamış olduğu rapordur. Artık
sendikalı ve sendikasız işçiler neredeyse aynı
ücretleri almaktadır. ABD’de %15 sendikalı işçi
lehine çıkarken Avrupa’da bu durum %5-%10
arası değişmektedir. Geçmişte işçilere hizmet
eden sendikalar, artık sermayeye hizmet
etmektedir. Örgütlü sendikaların bulunduğu
yerlerde grev sayıları ve grev süreleri artık
azalmaktadır (Akkaya, 2004).
Türkiye’de de sendikalar işçi hareketlerinde ö-
Türkiye coğrafyasında sendikal oluşumlara
bakıldığında, sendikalaşmanın ilk örnekleri
1870’li yıllara denk gelmiştir. Osmanlı’nın, Sanayi
Devrimi’ni iyi takip edememesinden dolayı işçi
sınıfının oluşumu uzun süreler almıştır. Bu
yüzden ilk sendikal hareket örnekleri görece
geç ortaya çıkmıştır. II. Meşrutiyetin ilanı
sürecinde “Tatil-i Eşgal Kanunu” ile grevler
büyük ölçüde yasaklanmış, sendikal hareketleri
kısıtlama yoluna gidilmiştir (Tiyek, 2020).
Türkiye’de 1938 yılında sendikalaşmayı
yasaklayan uygulamaya 1946 yılında son verilip
1947 yılında grev hakkı içermeyen yasal
düzenlemeler oluşturulmuştur. 1963 yılında, 275
sayılı Toplu İş Sözleşmesi, “Grev ve Lokavt
Kanunu” ile ilk kez grev hakkı içeren
düzenlemelere yer verilmiştir. 1983 yılında
çıkarılan “Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi
Kanunu”nda Neoliberal politikaların etkisi
görülmektedir.
13 SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2024
list Partisi (TSP) kurulmuştur. TSP ideolojisi ve
örgütlenme ilkesinden yola çıkarak; Türkiye
Tekel İşçileri Sendikası, Türkiye Deniz İşçileri
Sendikası, Türkiye Mensuat İşçileri Sendikası,
Türkiye Demir ve Çelik İşçileri Sendikası ve
Türkiye Basın ve Basın Makinistleri Sendikası
adındaki sendikaların kurulmalarına öncülük
etmiştir.
20 Haziran 1946’da kurulan Türkiye Sosyalist
Emekçi ve Köylü Partisi (TSEKP) de iş yeri
düzeyinde kurulan sendikaların kent veya bölge
düzeyinde federasyon çevrilmesini
önermekteydi (Akyalçın, 2002). TSEKP
destekçileri tarafından İstanbul İnşaat İşçileri
Sendikası, İzmir Tütün İşçileri Sendikası, Adana
İplik ve Dokuma Sendikası gibi birçok sendika
kurulmuştur.
Bu dönemde DİSK de birçok tehdit ve baskı
altına girmiştir (Akyalçın, 2002). Bu durum
sonunda 15-16 Haziran 1970 işçi direnişi karşımıza
çıkmıştır. 15 Haziran’da İstanbul, Kocaeli ve
Sakarya’da işi bırakma şeklinde başlayan pasif
eylemler, 16 Haziran’ da şehir merkezine akın
eden, fabrikaları tahrip eden, polis ve askerle
çatışmaya kadar gitmiştir. Olaylar sonucu
bölgede sıkı yönetim ilan edilmiştir.
12 Eylül 1980 darbesi ve sonrası olan süreç,
ülkenin günümüzde de yaşadığı sorunların
temelini atmıştır. Darbe süreci DİSK başta olmak
üzere birçok sendikal harekete olumsuz etki
yapmıştır. Sosyalist temelde kurulan bu
sendikalar, Evren hükümetinin karşıt tutumuyla
birlikte baskılanmıştır. Çoğu sendikal hareket
komutanlar tarafından engellenmiştir.
ARAŞTIRMA
1950-1960 Yılları arasında önemli bir sanayileşme
atılımı olmuştur. Bu dönemde Türkiye’deki işçi
faaliyetleri açısından çok büyük bir öneme sahip
Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TÜRK-
İŞ) Kurulmuştur. TÜRK-İŞ ile işçi hareketlerinin
tek bir çatı altında toplanması amaçlanmıştır.
1960-1980 dönemi 27 Mayıs- 12 Eylül gibi
Türkiye’yi derinden etkileyen iki önemli olayı
içerisinde barındırmıştır. 1961 anayasası, temel
hak ve özgürlüklere dikkat çeken bir anayasadır
(Akyalçın, 2002). 1963 yılında “274 sayılı
Sendikalar Kanunu” ve “275 sayılı Toplu İş
Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu”
oluşturulmuştur. 1961 Anayasası ve sonrası
Türkiye işçi hareketleri oldukça güçlenerek
devam etmiştir 13 Şubat 1961 tarihinde TÜRK-İŞ
üyesi 12 sendikacı tarafından Türkiye İşçi Partisi
kurulmuştur. 1965 yılında mecliste 15 vekille
temsil edilme hakkı kazanan TİP, sermaye ve
devletten bağımsız siyasetin temsilcisi olmuştur
(Akyalçın, 2002). 1967 yılında TÜRK-İŞ’den kopan
çeşitli sendikalar Devrimci İşçi Sendikaları
Konfederasyonu’nu (DİSK) kurmuştur. DİSK işçi
sınıfının sosyal veya kültürel her alanda
gelişmesini veya işçilerin tam bağımsızlık
kazanmasını amaçlamıştır. 12 Mart 1971 süreci,
ülkenin genel hatlarıyla gerginlik içerisinde
bulunduğu bir dönemdi.
1980’lerin sonuna gelirken bahsedebilecek en
yoğun işçi hareketi 1989 İlkbahar İşçi
Eylemleri’dir. Buradaki eylemler İş
Sözleşmesi’ndeki uzlaşmazlıklardan dolayı
ortaya çıkıp diğer hususları da barındırmıştır
(Akyalçın, 2002).
1990’lı yıllar, Türkiye’deki halk ve özellikle işçi sınıfı
bakımından ekonomik olarak oldukça zor
süreçlerin yaşanmasına sebep olan politikaları
barındırmaktadır. 5 Nisan Kararları ve takibinde
belki de Cumhuriyet tarihinin en büyük
ekonomik krizi olan 1994 krizi yaşanmıştır. Neoliberal
hükümet politikaları ve küreselleşmenin
yaygınlaşması işçilere ağır yük oluşturmuştur.
Bu süreç bizleri 1995 grevlerine götürmüştür
(Akyalçın, 2002). 11 Temmuz 1995’te TÜRK-İŞ
Bakanlar Kurulu tarafından yurt çapında dört
kademeli bir eylem planı kabul edilmiştir. İlk
aşamada, 12 Temmuz’da kamu ve özel
sektörlerdeki işçiler eylem yaparken ikinci
aşamada 25 Temmuz’da DYP ve SHP il
merkezleri sendika yöneticileri tarafından ziyaret
edilmiştir. Üçüncü aşama 5 Ağustos 1995
tarihinde DİSK bünyesindeki işçiler tarafından
yapılmıştır. Son aşamada ise 8 Ağustos 1995
tarihinde TÜRK-İŞ’e üye kamu işçileri eylem
yapmışlardır. 1990’ların sonuna gelen dönemde
ise işçilerin sorunları azalmak yerine giderek ar-
SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2024
14
ARAŞTIRMA
tan bir şekilde devam etmiştir.
2000’li yıllarla birlikte Türkiye’de işçiye verilen
önem her zamankinden daha düşük bir
noktaya gelmiştir. İşçi hakları baskılanmıştır. İşçi
hareketleri ve sendikal hareketler geçmişte
yaptığı etkiyi kaybetmiştir. Bunun yanında
baskıcı rejimde yaşamak zorunda kalan
Türkiye toplumu, protesto ve grev bilincini de
neredeyse kaybedecek kadar baskı altında
kalmıştır. Özetle eski yıllardan örneklerle
bahsettiğimiz sendikal hareketler artık gücünü
kaybedip neoliberal politikaların da etkisiyle
sermayeye yenik düşmüştür.
SONUÇ
rine zayıflatılmaya çalışılmıştır. Neoliberal
politikalar, zenginleşmenin kolaylaşması ve
küreselleşmenin yaygınlaşması sendikal
hareketlerin zayıflamasına sebep olmuştur.
Günümüzde ise emeğin karşılıksız kaldığı, işçi
haklarına ilişkin saygının azaldığı ve sermayenin
gücünü son derece hissettiğimiz bir döneme
girmekteyiz. Artık sendikalar da
sorgulanmaktadır. Geçmişte sendikalı ve
sendikasız işçilerin gerek çalışma koşulları gerek
de emeklerinin karşılığında aldıkları ücret büyük
farklılıklar göstermekteydi. Ancak günümüzde
bu fark oldukça az bir seviyeye inmiştir.
Günümüzde sendikaların hükümetlere hizmet
edip etmediği tartışılmaktadır (Dağdeviren,
2020).
İşçiler, tarihin her döneminde büyük sorunlar
yaşamışlardır. Geçmiş dönemde ustaları
tarafından yaşam haklarından çalışma süresine
kadar insanı hakları baskılanmıştır. Kalfa-usta
ilişkileriyle ‘Kalfalık Birliği’ ile başlayan, usta-kalfa
arasındaki sorunları şahsi olarak çözmek
isteyen kuruluşlar oluşturulmuştur. Sanayi
Devrimi’nin gerçekleşmesiyle birlikte büyük
fabrikalar kurulması, yeni bir sınıf olarak işçi
sınıfının ortaya çıkışı geçmiş dönemlerdeki
şahsi ilişkilerin artık yeterli olmayacağına işaret
etmiştir. Fabrikalar çok fazla sayıda işçiyi
barındıran kuruluşlardır. Sermaye sahipleri için
fabrikadan bir işçinin eksilmesi pek sorun
olmayacaktır. Bu durum ilişkilerin şahsilikten
uzaklaşıp örgütlü bir şekilde işçi faaliyetlerine
geçilmesini gerektirmekteydi. Bunun sonucu
olarak sermaye-emek kavgasında emeğin ve
işçinin güvencesi, destekçisi olarak sendikalar
kurulmuştur. 1848 İşçi Devrimleri emekçiler için
bir dönüm noktası olmuştur. Çalışma
saatlerinin düşmesi, daha iyi koşullarda çalışma
gibi haklar bu devrimden sonra elde edilmiştir.
Sendikalar kuruldukları dönem ve sonrasında,
belirli hükümet politikalarıyla kapatılmaya
zorlanmıştır. Bunun yanı sıra bu sendikalara
mensup işçilerin grev hakları da ellerinden
almaya çalışılmıştır. Sosyalist hareketler ve işçi
temelli hareketler, ABD’nin emperyalist
politikası ve sosyalizme karşı olan endişesi üze-
Türkiye, özellikle çok partili hayat döneminde
başlamak üzere birçok ideolojiyi içinde
barındıran bir ülkedir. Türkiye coğrafyasında işçi
sınıfının oluşumu, Osmanlı’daki sanayileşmenin
gecikmesini takiben görece geç bir süreçte
oluşmuştur. 1938-1946 yılları arası Türkiye’de
sendikal hareketler yasaklanmıştır. 1947 yılında
grev hakları içermeyen yasal düzenlemeler
yapılmıştır. 1961 Anayasasının özgürlükçü
temelde yapılması, 1963 yılında işçilerin ve
sendikaların gerekli haklarına sahip olmalarına
temel hazırlamıştır. TÜRK-İŞ ve DİSK gibi işçi
sendikalarını birleştiren konfederasyonlar
kurulmuştur. Ülkede yaşanan darbeler,
hükümet ve politika değişiklikleri işçi
hareketlerini önemli ölçüde etkilemiştir. 1980
darbesi ise bütün ülkede baskıcı bir rejimi
başlatmış, devamında ABD yanlısı Özal
hükümetinden başlayarak Tansu Çiller’in
yetersiz, sermaye yanlısı ekonomik politikaları,
ülkenin ekonomik durumunu ve işçilerin
çalışma koşullarını oldukça zorlamıştır. 2000’ler
sonrası Türkiye’de ise sendikal hareketler büyük
çoğunlukla bastırılmıştır. Toplumun geneline
empoze edilen düşünceler sonucu ülke,
protesto kültürünü kaybetmiştir. Hakkını arayan
işçilere ve sendikalara ideolojik olarak bakılmaya
başlanmıştır. Günümüz Türkiyesi’nde işçiler, hiç
olmadıkları kadar az değer görmektedir.
Madenlerde işçilerimiz ihmalsizlik ve rant
sevdası yüzünden hayatlarını kaybetmektedir.
15 SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2024
Geçtiğimiz zamanlarda yaşanan Erzincan İliç
maden faciası bu duruma örnektir. Erzincan İliç
faciasında madencilerin hayatlarını
kaybetmesine sebep olan ve bu durumu
onaylayan insanlar hiçbir şey olmamış gibi
hayatlarına devam edip halkın karşısına
çıkmaktadır. Ancak artık ne hesap sorabilecek
bir bilinç ne de hakkını arayacak, haksızlığa,
ihmalciliğe dur diyecek, işçilerin saatlerce
çalışması karşılığında bir yemeği bile fazla gören
bu sisteme dur diyecek bir sendikal hareket
kalmıştır.
KAYNAKÇA
AKKAYA, Y. (2004), Küresellşeme Versus
Sendikasızlaştırma ve Yoksullaştırma,
Çalışma ve Toplum, 3(3), 93-122.
AKYALÇIN, S. (2002), Türkiye’de Geçmişten
Günümüze İşçi Sendikaları ve Siyasi Partiler
Arasındaki İlişkiler, Yüksek Lisans Tezi,
Anadolu Üniversitesi.
BİRELMA, A. (2021). Türkiye’de Sendikal
Hareketin ve Hakların Yukarıdan
Görünümü: Niteliksel Bir Araştırma. Çalışma
ve Toplum, 3(70), 1839-1870.
ÇELİK, H. (1995), Türkiye’de İşçi Sendikalarının
Başlıca Amaç ve Faaliyetleri ile Özel Sektör
Bankacılık Kesiminde Çalışanların
Sendikalarına Tutumları Üzerine Bir
Araştırma, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul
Üniversitesi.
DAĞDEVİREN, T. (2020), Gramsci’nin Sivil
Toplum Kavramına Bakışı, İş ve Hayat, 6(11),
156-167.
DEMİR, F. (2013). Sendikaların Kuruluşu ve
İşleyişi. Çalışma ve Toplum, 4(39), 17-42.
DEMİREL, İ. (2001), Sendikal İmgelemenin
Siyasal Sosyolojisi, Dumlupınar Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi, (5).
KOZAK, İ. E. (1992), İşçi Sendikalarının Tarihi
Gelişimi (İngiltere Örneği), Sosyal Siyaset
Konferansları Dergisi, (37-38), 63-82.
KUTLU, D. (2015), Küresel Kapitalizm ve
Sendikalar: Sorunlar ve Yenilenme
Olanakları Üzerine Değiniler, Toplum ve
Hekim, 30(3), 213- 226.
TAŞ, Y. H. Y. (2012). Toplumsal Sınıfların
Değişim Sürecinde, Sendikalar ve
Sendikaların Geleceği, Hak İş Uluslararası
Emek ve Toplum Dergisi, 1(1), 60-80.
TİYEK, R. (2020), Türkiye’de Sendikal
Örgütlenme ve Eşitsizlik, Bartın Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi,
11(22), 392-41.
YÜCETÜRK, E. E. (2012). İşyerlerindeki
Yıldırma Eylemlerini Önlenmede
Sendikaların Rolü: Nitel Bir Araştırma.
Çalışma ve Toplum, 4(35), 41-72.
ARAŞTIRMA
SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2024
16
ARAŞTIRMA
ÖZ
Bu çalışmada Sanayi Devrimi’nden sonra artışa
geçen, günümüz dünyasında da görülmeye
devam eden çocuk işçiliğin nedenlerine,
tarihine ve çocuğun ilk çağdan, günümüze
tarihsel bağlamda ifade ettiği anlam üzerine
çalışılmıştır. Çocuk emeğinin sömürülmesinin
halk tarafından normalleştirilmesi hatta olması
gerekenin erken yaşta çalışmaya başlamak
olduğunu düşünen insanların bakış açısını
değiştirmek önemlidir. Bu çalışma da bu
perspektiften bakan insanların düşünce
dünyasında bir şeyleri değiştirmeyi amaçlamış
ve sömürüden kurtulan bir çocuk bir çocuktur
düşüncesiyle yazılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Çocuk, Çocuk Emeği,
Çocuk İşçiliğin Nedenleri, Tarihte Çocuk
GİRİŞ
Çocuk işçiliği tarihte gördüğümüz ve
günümüzde görülmeye devam eden insan
hakları ihlallerinden biridir. İnsan hakkı ihlali
olmasının sebebi şudur: Çocukların sahip olması
gereken en temel hak olan çocukluğu yaşama
sürecini ellerinden alması. Çocuğun gelişim
sürecinde ihtiyaç duyduğu sosyal ve fiziksel
koşullar iş ortamında çok daha farklı şekilde
gelişir. Çocukların çalıştırılması, onların hem
sosyal gelişimi hem de fiziksel gelişimi açısından
olumsuz bir etkendir. Çocukların yaşlarından
çok büyük insanlarla vakit geçirmesi ve yetişkin
insanların bir çocuğu olumsuz etkileyecek kötü
özellikler olarak adlandırdığımız bazı niteliklere
sahip olması çalışmanın çocukları sosyal açıdan
olumsuz etkilemesine bir örnektir. Ayrıca
çocuklar kendi yaşıtlarıyla vakit geçirdiği zaman
yaratıcılık, ifade şekli, hareket özgürlüğü gibi
konularda kendilerini daha rahat hisseder ve
sosyal kabiliyetlerini geliştirir. Fiziksel olarak ele
aldığımızda somut bir örnekten ilerlemek
gerekirse, İngiltere’de 17.yy’da çıkan büyük
yangın sonrası periyodik olarak soba bacalarının
temizlenmesi zorunlu hale getirilmişti ve birçok
küçük çocuk karın tokluğu olarak bile
adlandıramayacağımız maaşlarla, fakir
ailelerden satın alıp çalıştırılmıştır. Bu ve bunun
gibi ağır işlerin fiziksel olarak uygun olması
sebebiyle çocuklara yaptırılması tarih
sahnesinde görülmüştür. Böyle durumlarda
17
SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2024
fiziksel olarak henüz gelişimini tamamlamamış
çocukların kullanılması akıl ve mantığa uyan bir
durum değildir. Çocukların işçi olarak
çalıştırılması ve bunun nedenleri ile ilgilenip bu
sorun hakkında bir sonuca ulaşıp çözmek
gereklidir. Çocuğa geçmişten bugüne kadar
yaşamış olan toplumlar tarafından ne gözle
bakıldığına, çocukların neden çalıştırıldığına ve
bu çalıştırılma süreci ile ilgilenmek önemlidir. Bu
çalışma da çocuk emeğini bu üç başlık altında
açıklamaya çalışacaktır.
TARİHSEL SÜREÇ İÇİNDE ÇOCUK
Tarihte çocuğa verilen değer dönemler arası
farklılık göstermiştir. Yazıda bu başlığa yer verme
sebebim, çocuğa karşı bakış açısının çocuk
emeğinin sömürülmesinde ne denli bir rol
oynadığını anlama isteğimdir. Bu bölümde
“çocuk” kavramı; tarih öncesi, İlk Çağ, Orta Çağ,
Rönesans ve Modern Çağ sonrası olmak üzere
beş ayrı dönemde incelenecektir.
uygarlıklar arası değişkenlik gösteriyordu.
Örneğin Mısırlılarda bazı çocuklar eğitim almaya
bile başlamıştı. Fakat eğitim alan çocuklar
genellikle zengin çocuklarıydı. Bu yüzden eğitim
alan çocuk sayısı azınlıktaydı. Antik Yunan ve
Roma uygarlıklarında kızların erkeklere göre
daha geride olduğu savunuluyor ve sadece
erkek çocuklar eğitim alabiliyordu (Erkut vd.,
2017). Ayrıca bu uygarlıklar da babanın otoritesi
sonsuzdu ve baba istediği zaman çocuğunu
bırakıp gidebilir, birine köle olarak verebilirdi.
Köleliğin yaygın olduğu Antik Yunan ve Roma
topluluğunda sık gözlemlenen bir durumdu bu.
Araplarda ise istenmeyen cinsiyette doğan
çocuklar öldürülebiliyordu. Aslında tarih öncesi
döneme göre değişen bir şey pek yoktu. Sadece
bazı şanslı çocuklar eğitim alabiliyor, daha rahat
hayatlar yaşayabiliyordu.
ARAŞTIRMA
Tarih öncesi dönem hakkında az şey biliyoruz
ama bildiğimiz kadarıyla farklı topluluklarda
çocuğa verilen değer değişkenlik gösteriyor.
Bazı topluluklarda çocuklar önemseniyordu
ama bunun sebebi çocuğun kendi ihtiyaçlarını
karşılayabilecek nitelikte olmayışı, bir ebeveyne
ihtiyaç duyması gibi şeyler değildi. Çocuklar,
geleceğin yetişkinleri olarak görülüyor ve bu
yüzden önemseniyordu. Göçebe yaşam tarzını
benimseyen topluluklarda ise bu durum daha
farklı işliyordu. Göçebe topluluklar zor şartlar
altında yaşıyorlardı ve bu zor şartlara uyum
sağlayıp dayanabilmek için güçlü olmak
gerekiyordu. Bu yüzden bu topluluklarda zayıf
ve hasta olan çocuklara önem verilmiyor, ölüme
terk ediliyordu. Kültürden kültüre değişkenlik
gösteren çocuk değeri, bazı kültürlerin bakış
açısına göre de iş gücüne göre değerlendirip iş
gücü verme potansiyeli zayıf olan çocukların
ölümü ile sonlanıyordu. İlk Çağ’daysa yerleşik
hayata geçilen dönemdi ve yerleşik hayata
geçilmesi çocuğa verilen toplumsal
sorumlulukların da değişkenlik göstermesine
vesile oldu (Erkut vd., 2017). İlk Çağ’da var olan
uygarlıklar ele alındığında çocuğa verilen değer
Orta Çağ dönemindeyse çocukların değeri
olumlu ve olumsuz şartlar göz önünde
bulunarak sınıflandırılabilir. Bu dönem kutsal
dinlerin yaygınlaşmasıyla çocuk değerinin arttığı
bir dönemdi. Aynı zamanda savaşlar, kıtlık ve
salgın hastalıklar da bu dönemde var olan
şeylerdi. Bu yüzden çocuk değer kazanmasının
yanı sıra hem belirli bir yaşa gelene kadar ailenin
bir üyesi olarak görülmüyor, ayrı tutuluyor ve
özel bir kategori olarak tanımlanıyordu (Erkut
vd., 2017). Rönesans dönemine geldiğimizdeyse
hümanizm kavramının da yavaş yavaş ön plana
çıkmaya başladığını ve bu kavramla paralel
olarak çocukluk kavramının da değer
kazandığını görüyoruz. Ancak bu dönemde
İngiltere’de başlayan Sanayi Devrimi, çocuklar
için karanlık çağın başlangıcı demekti. Çocuklar
SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2024
18
ARAŞTIRMA
Sanayi Devrimi’yle birlikte ucuz iş gücü adı
altında uzun saatler boyunca çalıştırılıyor,
fiziksel şartlar dolayısıyla da akranları ile
oynaması gereken oyunları ölüm ile
oynuyordu.
Bilim ve teknolojinin ilerlemesi çocuklar için
artık fabrikaya değil okula gitmek ve refah
düzeyi artan bir toplum demekti. Refah
düzeyinde artış görülen toplumlarda çocuklar
için de önemli şeyler yaşandı. Onlar için
sevdikleri bazı tatlılar, gevrekler keşfedildi. İlk
çocuk oyun alanı kuruldu. Eskiden yetişkinlerle
aynı kıyafetleri giymek zorunda olan çocuklar,
artık kendileri için üretilen özel kıyafetleri
giyinebiliyorlardı. Çocuğun gereksinimlerinin
yetişkinlerle aynı olmadığı anlaşıldı ve ona göre
hareket edildi (Erkut vd., 2017). Ancak her
toplumda böyle şanslı çocuklar yoktu. Az
gelişmiş veya gelişmemiş toplumları ele
aldığımızda çocuk işçilik hala yaygındı ve
yukarıda bahsettiğimiz olumlu gelişmelerin
neredeyse hiçbiri varlığını göstermiş değildi.
ÇOCUK İŞÇİLİĞİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ
Çocuk emeğinin Sanayi Devrimi’yle birlikte
kullanılmaya başlandığı düşüncesi hatalı
sayılabilir. Tarih öncesi dönemden,
endüstrileşme öncesi döneme kadar da
çocuklar çalıştırılıyor, hatta bu durum Orta
Çağ’da daha çok usta-kalfa-çırak hiyerarşisine
dayalı olan lonca sistemi adı altında
gerçekleşiyordu. Lonca sisteminde daha çok
eğitime dayanan bir çalışma sistemi mevcuttu.
Kalfa ve çırak genellikle işveren durumunda
olan ustanın aile fertlerinden biri sayılır,
çocuğun, bedenen ve fikren gelişimine büyük
önem verilirdi. Çocuklar ve ustaları arasındaki
çıraklık ve istihdam ilişkileri, lonca tüzükleriyle
düzenlenmişti (Çöpoğlu, 1998). Lonca
tüzüklerinde, çırakların öğrenimi, ücretlerin
yüksekliği ve ustanın eğitim yetkisi ve görevi
gibi konularda ayrıntılı hükümler bulunmasına
karşılık, iş süresinin belirlenmesi gibi
hükümlere rastlanmamaktadır. Orta Çağ’da
çırakların iş süresi doğal sınırlar (çalışma gücü,
gün ışığı, hava durumu vs.) ile genel bağlayıcı
kurallara (pazar ve bayram günlerinde
çalıştırma yasağı) göre belirlenmiştir. Loncaların
çırakların iş süresini sınırlamaları, ancak Orta
Çağ’ın sonlarına doğru gerçekleşmiştir (Centel,
1982). Sanayi Devrimi’nden sonra ise çocuk
işçiliğin ilgi çekmesinde çalışma saatleri büyük
rol oynamıştır. Sanayi Devrimi’yle birlikte
çocuklar ilk defa ailelerinden ayrılıp çalışmaya
başlamış, iş ortamı ev veya aile üyelerinin
yanında olmaktan çıkıp fabrikalara kaymıştır.
Eskiden çalışan çocuklar üstlerinin dediklerine
uymak ve ona göre çalışmak zorundayken artık
makinelere uymak zorundaydı ve bu durum da
çalışma saatleri üzerinde etki göstermişti.
Çalışma saatlerinde artış makineleşme süreciyle
beraber gelmiş, çocuklar büyük fabrikalarda
çalışma şartlarına uyum sağlamaya çalışmış ve
bu uyum sağlama sürecinde dayanabileceği
seviyenin üstünde sorumluluklara maruz
bırakılmıştır. Bu durumdan kaynaklı çocuk işçilik
ilk defa bu kadar dikkate değer bir şey olmuştur.
Zamanla çocuk işçi yaşını olabildiğince üste
çekmek ve çocukların çalışma saatlerini ‘insani’
şartlara düşürmek için yasalar yapılmış ve bu
yasalar yapıldığı günden günümüze çocukların
lehine artarak gelişmiştir.
ÇOCUK İŞÇİLİĞİNİN NEDENLERİ
Çocuk işçiliğinin nedenlerini ekonomik, sosyal
ve kültürel olmak üzere üç başlık altında
incelemek mümkündür. Ekonomik nedenlerin
başında yoksulluk gelmektedir. Gelir seviyesi
yeterli olmayan aileler için temel ihtiyaçları
insani düzeyde sağlayabilmek bile çok zor bir
19 SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2024
hale geliyor. Bu sebeple ek gelir sağlayabilmek
için aileler çocuklarını çalıştırmak zorunda
kalıyor. Çocukların çalışması, onları eğitim
sürecinden de uzaklaştırıyor ve vasıfsız işçi olarak
çalışan anne babanın, eğitim alamamış
çocukları da vasıfsız işçi olarak yetersiz gelire
sahip bir şekilde aile kurup bu süreci bir döngü
haline getiriyor. Çocuk işgücünün oldukça
ucuza mal olması da ekonomik nedenlerden
biridir. Çocukların istihdam edilmesi küçük
kârlarla çalışan küçük işletmeler için
vazgeçilmezdir. Çocukların hem daha az
ücretlerle çalışması hem de yetişkin işçilere göre
daha az problemli olması çocuk işçileri
işletmeler için önemli bir hale getiriyor. Bu
durumda çocuk emeğinin kullanılmasında göz
ardı edilemeyecek kadar önemli bir etkendir.
Bununla beraber çocukların fiziksel özellikleri
nedeniyle bazı işleri yetişkinlere kıyasla çok daha
kolay bir şekilde yapacağı düşünülebilir.
İşverenler yukarıdaki ekonomik sebeplerle
beraber bu sebep de göz önünde
bulundurduğunda, çocuk işçiliğini tercih
etmektedir.
Sosyal nedenlerin başını nüfus sayısında
yaşanan artışlar çekmektedir. Nüfus artışı ve
işsizlik birbirleriyle paralel olarak ilerleyen iki
kavramdır. Nüfus artışı, işverenlerin çalışan
istihdam etmesini zorlaştıran bir durumdur ve
bu durum daha uygun maliyeti olan işçilere
işvereni yönlendirir. Yani çocuk işçilere. Ek olarak
eğitim düzeyi yeterli olmayan ülkelerde,
niteliksiz insan yetiştirilmesi gayet olağandır.
Niteliksiz insan demek, ileride vasıf
gerektirmeyen işlerde çalışıp asgari düzeyde
gelir sağlayan insan demektir. Bu insanların dar
gelir düzeyi ile aile kurması da ailede çalışan bir
başka kişi gereksinimini de kuşkusuz gerektirir
ve bu kişi genellikle çocuk olur. Ailesine ek gelir
sağlayabilmek için çalışan çocuk, aldığı niteliksiz
eğitimden de uzak kalır ve ileride sahip olacağı
aile yapısı da şu anki aile yapısından farklı olmaz.
Eğitim gibi önemli bir kavramın eksikliği, bu
olumsuz süreci döngü haline getirir.
lumlarda çocuğa yüklenen ‘hayatı öğrenme’
sorumluluğu da çocuğu çalışma hayatına erken
yaşta sürükler. Ailelerin geliri dar seviyede
olmasa da çocuklarının çalışmasını istemesi,
çocuklarının meslek edineceği, çocuğun
büyüyüp yetişkin olma sürecinde olumlu etkisi
olacağı düşüncesidir. Ayrıca küçükken çalışıp şu
an dar gelir düzeyine sahip olmayan bazı
ebeveynler de çocukken çalışmayı normal ve
olması gereken bir durum olarak görüp
çocuğun getireceği ek geliri önemsemeden
çocuğunu çalıştırmak isteyebilir. Bu da çocuk
işçiliğinin kültürel nedenini oluşturur.
SONUÇ
Çocuklara tarihin her döneminde eşit gözle
bakılmamıştır ve çocuklar bazı dönemlerde
daha avantajlı yaşamıştır. Ama çocuk emeğinin
sömürülmesi tarihin her döneminde var olan ve
geçmişe kıyasla azalsa da çoğu gelişmemiş veya
gelişmekte olan ülkelerde günümüzde de
devam eden bir gerçektir. Bu durumu en az
düzeye indirmek için ülkelerin refahı,
ebeveynlerin ve toplumun bilinci ve eğitim
kalitesi son derece önemlidir. Önem düzeyi bu
kadar üst seviyede olan bu şeyleri
gerçekleştirmek için çabalamak vicdanı olan
tüm yetişkin insanlar için bir zorunluluktur ve
çocuklardan hayatlarının sadece kısa bir
döneminde sahip olabilecekleri ve ileride ne
olursa olsun geriye getiremeyecekleri çocukluk
çağını, zor bir hayat sürecine çevirmemek,
onlardan çocukluğunun çalınmaması için
duyarlı olmak tüm yetişkin insanlar için bir
sorumluluktur.
ARAŞTIRMA
Çocuk emeğinin sömürülmesinde sadece
ekonomik ve sosyal nedenler yatmaz. Bazı top-
SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2024
20
ARAŞTIRMA
KAYNAKÇA
CENTEL, T. (1982), Çocuklar ile Gençlerin İş
Güvenliği, Doktora Tezi, İstanbul
Üniversitesi.
ÇÖPOĞLU, M. (2018), Türkiye’de Çocuk
İşçiliği, Iğdır Üniversitesi Sosyal Bilimler
Dergisi, (14), 357-398.
ERKUT, Z., BALCI, S. ve YILDIZ, S. (2017).
Tarihsel Süreç İçinde Çocuk. Çocuk ve
Medeniyet, 2(3), 17-28.
GELEGEN, D. G. ve Warshaw, L. J. (2001).
Çocuk Emeği. TTB Mesleki Sağlık ve
Güvenlik Dergisi, 2(6), 42-46.
OY, Ö. (2001), Dünyada ve Türkiye’de Çocuk
İstihdamı ve Çocuk İşçiliğinin İnsan
Kaynakları Yönetimi Açısından Önemi,
Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi.
ŞAHİN, L. (2012). Geçmişten Günümüze
Çocuk İşçiliği. Sosyal Bilimler Araştırmaları
Dergisi, 7(2), 103-118.
21 SİYASALLI DERGİSİ MAYIS-HAZİRAN 2024