Download (871Kb) - Süleyman Demirel Üniversitesi
Download (871Kb) - Süleyman Demirel Üniversitesi
Download (871Kb) - Süleyman Demirel Üniversitesi
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
T.C<br />
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ<br />
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ<br />
İŞLETME ANABİLİM DALI<br />
TÜRKİYE VE OECD ÜLKELERİNDE SAĞLIK SİSTEMLERİ VE<br />
KARŞILAŞTIRILMASI<br />
TEZSİZ YÜKSEKLİSANS BİTİRME PROJESİ<br />
NURGÜL YAVUZ<br />
DANIŞMAN: DOÇ. DR. İSMAİL BEKÇİ<br />
ISPARTA, 2011<br />
i
Önsöz<br />
Sağlık, hayatımızın en temel yapı taşıdır. Aldığımız her nefeste, attığımız her<br />
adımda, bütün bir ömürde sağlık değişmez paydamızdır. Gelişmiş ülkelerdeki sağlık<br />
sistemleri ve son yıllarda Türkiye’de daha sağlıklı bir yaşam için yapılan sağlık<br />
reformlarını konu alan bu çalışmada bana destek olan ailem ve iş arkadaşlarıma<br />
minnetimi bildirir ve çalışmam boyunca yardımlarını esirgemeyen Doç. Dr. İsmail<br />
BEKÇİ’ye teşekkür ederim.<br />
Nurgül YAVUZ<br />
ii
Özet<br />
Türk toplumunda sağlık düzeyinin geçmişten günümüze kadar nasıl geliştiği,<br />
bu konuda yapılan iyileştirmeler ve hükümetlerin sağlık politikaları ile ilgili bilgiler<br />
verilerek ülkemizde sağlık sektörünün genel yapısı incelenmiştir.<br />
Birleşmiş Milletler Örgütünün bir kuruluşu olan DSÖ (Dünya Sağlık<br />
Örgütü)’nün son yıllarda sağlık konusunda ülkeler düzeyinde, daha sonra da bireyler<br />
düzeyinde sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi ve sağlıklı bireyler olarak yaşamın<br />
devam etmesi yolunda yaptığı çalışmalar değerlendirilmiştir.<br />
Türkiye’de sağlık sistemi Cumhuriyetten günümüze kadar sürekli<br />
düzenlemeler ve yeniliklere sahne olmuş, fakat yapılan iyileştirmeler sağlık<br />
hizmetlerinde dünya standartlarını yakalamaya yeterli olmamıştır. Türkiye, 2003<br />
yılında SDP (Sağlıkta Dönüşüm Programı) ile sağlık alanında etkin, verimli,<br />
hakkaniyetli sağlık hizmeti sunmak için bir dizi tedbirler almış ve bunları<br />
uygulamaya koymuştur. SDP bütün hatları ile ele alınmış ve Türkiye’de sağlık<br />
alanında kaliteli hizmet sunumu, sağlık hizmetlerinin tek çatı altında toplanması vs.<br />
konuları hakkında bilgi verilmiştir.<br />
SDP ile yapılan reformlar ve iyileştirmeler, üst orta gelir düzeyine sahip<br />
ülkeler referans alınarak yapılmış, OECD üye ülkelerdeki sağlık sistemleri<br />
incelenmiş ve sağlık hizmetlerinde gelinen nokta OECD ülkeleri göstergeleri ile<br />
karşılaştırılmıştır.<br />
iii
ABSTRACT<br />
The development of health status of Turkish society from past to present<br />
along with the improvements on this issue, and the general structure of health sector<br />
have been studied by giving information on health policies of governments.<br />
The efforts of the World Health Organization (WHO) in recent years, an<br />
establishment under the Organization of the United Nations, to improve health<br />
services and people’s level of well being at national levels and then at the level of<br />
individuals were discussed.<br />
Although continuous adjustments and improvements have been done on<br />
health care system in Turkey since the beginning of Turkish Republic, most of the<br />
developments in health services fell behind the world standards. Since 2003 Turkey<br />
has taken a series of measures to improve the health system through the SDP (the<br />
Health Transformation Program) and implemented those measures in order to deliver<br />
more effective, efficient, and equitable health care service. SDP has been discussed<br />
in all details and information has been given on such issues as the delivery of high<br />
quality service in the field of health care and the the unification of health services<br />
under one roof.<br />
The reforms and improvements achieved through SDP have been made in<br />
reference to upper-middle-income countries, the health systems in OECD member<br />
countries were examined and the level reached has been compared with indicators of<br />
health care in OECD countries.<br />
iv
İÇİNDEKİLER<br />
BİRİNCİ BÖLÜM ...................................................................................................................... 10<br />
1.GENEL OLARAK SAĞLIK VE SAĞLIK HİZMETLERİ .................................................................. 10<br />
1.1.Bir İçgüdü Olarak Sağlık ................................................................................................ 10<br />
1.2. Bilimdeki Gelişmelerin Sağlık Hizmetlerine Yansımaları ............................................. 11<br />
1.2.1. Mistik Dönem ....................................................................................................... 11<br />
1.2.2. Polifarmasi Dönemi .............................................................................................. 11<br />
1.2.3. Etiyolojik Tedavi Dönemi ..................................................................................... 12<br />
1.2.4. Çağdaş Dönem ..................................................................................................... 12<br />
1.3.Dünyada Sağlık Hizmetlerinin Gelişimi ........................................................................ 15<br />
1.3.1.Hastanelerin Gelişimi ............................................................................................ 17<br />
1.4. Sağlık Hizmetlerinin Sınıflandırılması .......................................................................... 19<br />
1.4.1. Koruyucu Sağlık Hizmetleri .................................................................................. 19<br />
1.4.2.Tedavi Edici Sağlık Hizmetleri................................................................................ 21<br />
1.4.3.Rehabilite Edici (Rehabilitasyon) Sağlık Hizmetleri ............................................... 23<br />
İKİNCİ BÖLÜM ........................................................................................................................ 24<br />
2.TÜRKİYE’DE SAĞLIK HİZMETLERİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ VE YAPILANMASI ....................... 24<br />
2.1.Türkiye’de Sağlık Hizmetlerinin Tarihsel Gelişimi ........................................................ 24<br />
2.1.2.1920‐1938 Dönemi ............................................................................................... 24<br />
2.1.3.1938‐1960 Dönemi ............................................................................................... 27<br />
2.1.4. 1961‐1980 Dönemi: ............................................................................................. 29<br />
2.1.4. 1980 – 2000 Dönemi ............................................................................................ 30<br />
2.1.5. 2000‐………. Dönemi ............................................................................................. 31<br />
2.2. TÜRKİYE’DE SAĞLIK HİZMETLERİNİN YAPILANMASI ................................................... 32<br />
2.2.1. Sağlık Hizmetlerinin Örgütlenmesi ....................................................................... 32<br />
2.2.2.Sağlık Hizmetlerinin Finansmanı ........................................................................... 37<br />
v
2.2.3.Sağlık Hizmetleri Arzı ............................................................................................ 40<br />
2.2.4. Toplumun Sağlık Düzeyi ....................................................................................... 49<br />
2.2.5. İnsan Kaynakları ................................................................................................... 50<br />
2.2.6.Sağlık Bilgi Sistemleri............................................................................................. 50<br />
2.2.7. İlaç Politikaları ...................................................................................................... 52<br />
2.2.8.Sağlık Bakanlığının Mevcut Yapısı ......................................................................... 54<br />
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM .................................................................................................................... 56<br />
3.REFORMLAR ÖNCESİ TÜRK SAĞLIK SİSTEMİ VE OECD SAĞLIK SİSTEMİ .............................. 56<br />
3.1.Yakın Tarihte Yapılan Sağlık Reformları Öncesi Türk Sağlık Sistemi ............................. 56<br />
3.1.1.2003 Yılında Türkiye’de Sağlık Finansmanı ........................................................... 56<br />
3.1.2. 2003 Yılında Sağlık Harcamaları ........................................................................... 58<br />
3.1.3. Sağlık Hizmetlerinin Sunulması ............................................................................ 60<br />
3.2.OECD Üye Ülkelerde Sağlık Sistemi .............................................................................. 61<br />
3.2.1.Üye Ülkelerde Sağlık Düzeyi ve Sağlık Harcamaları .............................................. 63<br />
3.2.2. Üye Ülkelerde Sağlık Sistemi ................................................................................ 68<br />
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM ............................................................................................................... 77<br />
4.TÜRKİYE’DE YAKIN TARİHTE YAPILAN SAĞLIK REFORMLARI VE OECD ÜLKELERİ İLE<br />
KARŞILAŞTIRILMASI ................................................................................................................ 77<br />
4.1. Türkiye’de Yakın Tarihte Yapılan Sağlık Reformları ..................................................... 77<br />
4.1.1.Sağlıkta Dönüşüm Programı .................................................................................. 77<br />
4.1.2. SDP Kapsamındaki Yönetişim Reformları ............................................................. 89<br />
4.2. Türkiye’de Sağlık Reformları ve OECD Ülkeleri ile Karşılaştırılması ............................ 90<br />
4.3.OECD Ülkelerindeki Sağlık Durumu Belirleyicileri ve Türkiye Karşılaştırması .............. 93<br />
SONUÇ .................................................................................................................................. 106<br />
KAYNAKÇA ............................................................................................................................ 108<br />
ÖZGEÇMİŞ ............................................................................................................................ 111<br />
vi
KISALTMALAR<br />
SDP Sağlıkta Dönüşüm Programı<br />
SB Sağlık Bakanlığı<br />
NHS İngiliz Ulusal Sağlık Sistemi<br />
DSÖ Dünya Sağlık Örgütü<br />
MB Maliye Bakanlığı<br />
HMO Health Maintenance Organisations<br />
SGK Sosyal Güvenlik Kurumu<br />
AB Avrupa Birliği<br />
TSH Temel Sağlık Hizmetleri<br />
WHO - EURO DSÖ Avrupa Ülkeleri<br />
GSYİH Gayri Saf Yurt İçi Hasıla<br />
GSMH Gayri Safi Milli Hasıla<br />
OECD Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma<br />
Teşkilatı<br />
GB Genel Bütçe<br />
DS Döner Sermaye<br />
DPT Devlet Planlama Teşkilatı<br />
Bağ-Kur Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar<br />
Kurumu<br />
ABD Amerika Birleşik Devletleri<br />
TÜİK Türkiye İstatistik Kurumu<br />
PBS Personel Bilgi Sistemi<br />
MERNİS Merkezi Nüfus İdaresi Sistemi<br />
vii
ŞEKİLLER DİZİNİ<br />
Şekil 1. İşlevlerine Göre Sağlık Sektöründe Yer Alan Kurum ve Kuruluşlar,<br />
Türkiye<br />
Şekil 2. Sağlık Bakanlığı Merkez Teşkilatı Şeması<br />
Şekil 3. Sağlık Bakanlığı Taşra Teşkilatı Şeması<br />
Şekil 4. Türkiye’de Sağlık Alanında Başlıca Fonksiyonlar<br />
viii
TABLOLAR DİZİNİ<br />
Tablo 1. Hastanelerin Dağılımı, Türkiye, Şubat 2007<br />
Tablo 2. Türkiye’de Özel Sektöre Ait Teşhis ve Tedavi Kuruluşları, 2006<br />
Tablo 3. Türkiye’de Sağlık Harcamaları<br />
ix
BİRİNCİ BÖLÜM<br />
1.GENEL OLARAK SAĞLIK VE SAĞLIK HİZMETLERİ<br />
1.1.Bir İçgüdü Olarak Sağlık<br />
Canlıların temel içgüdüsü neslini sürdürmek ve sağlığını korumaktır.<br />
Beslenme, tehlikeden kaçınma, çiftleşme, acı dindirme gibi içgüdü olarak tanımlanan<br />
diğer birçok güdü ve davranışın kaynağı bu temel içgüdüdür.<br />
En basit canlılar olan, bitkilerin çoğunun güneşten gelen enerjiden en iyi<br />
biçimde yararlanabilmek için, yaprak ve çiçeklerini sürekli olarak güneşe doğru<br />
döndürdüğü ve gün boyunca onun hareketlerini izlediği bilinmektedir.<br />
Sağlığı koruma içgüdüsü hayvanlarda daha da gelişmiştir. Doğrudan sağlığı<br />
koruma ya da sıkıntıları gidermeye yönelik davranışlar sergilemektedir. Örneğin,<br />
etobur olan köpekler, kabızlık sıkıntısı olduğunda otlar arasındaki bir tür ayrık otunu<br />
bulur ve onu yiyerek müshil etkisinden yararlanır. Gözünde katarakt gelişen keçi,<br />
gözünü çalılara sürterek bir tür katarakt ameliyatı yapar. Hayvanlar bu tür<br />
davranışları sadece kendileri için sergilememekte diğer hayvanlara da yardım<br />
etmektedirler. Örneğin; birçok hayvan yaralı olan diğer bir hayvanın yarasını<br />
yalayarak pansuman yapmaktadır.<br />
Bu gözlem ve örneklerden hareketle, nesli sürdürmeye ve sağlığı korumaya<br />
yönelik davranışların, canlıların yeryüzünde var oluşu ile başladığını ve günümüze<br />
kadar devam ettiğini söyleyebiliriz. Sağlık hizmetlerinin insanlıkla birlikte var<br />
olageldiği, sağlık hizmetleri tarihinin insanlık tarihi ile yaşıt olduğu ve ilk eczacı ve<br />
doktorun ilk insan olduğu söylenebilir. İnsan topluluklarının örgütlü toplumlara<br />
dönüşmesi süreci, iş bölümü ve uzmanlaşmaya ortam hazırlayarak, sağlık meslekleri<br />
ve sağlık insan gücünün doğmasına sebep olmuştur. Sağlık hizmetlerinin örgütlü<br />
hizmetler grubu haline gelmesi ise sağlık sektörünün oluşmasını sağlamıştır.<br />
10
1.2. Bilimdeki Gelişmelerin Sağlık Hizmetlerine Yansımaları<br />
Sağlık hizmetleri, gerek sağlık politikası yani hizmet sunma biçimi ve<br />
sektörün yapılanması gerekse bilimsel-teknolojik düzey ve anlayış yönünden sürekli<br />
bir değişim ve gelişim içinde olmuştur. Bu gelişim ve değişimde, bilimdeki gelişim<br />
ve birikimle birlikte(bilimsel dinamik), toplumların içinde bulunduğu üretim ilişkileri<br />
ve düzeyi (toplumsal dinamik) belirleyici olmuştur. Bilimsel gelişimin sağlık<br />
hizmetlerine yansıması açısından sağlık hizmetleri başlıca dört anlayıştan /<br />
dönemden geçmiştir.<br />
1.2.1. Mistik Dönem<br />
İlkçağlarda, her türlü iyilik ve kötülük durumu birtakım doğaüstü güçlere ve<br />
olaylara dayandırılmakta idi. Örneğin; “birinin hastalanması durumu” o kişinin iyi ya<br />
da kötü mistik güçleri kızdırdığı ve bundan ötürü de cezalandırıldığı şeklinde<br />
algılanıyordu. Bunun bir sonucu olarak, birtakım içgüdüsel davranışlar dışındaki her<br />
türlü sağlık işlemlerinin esasını; doğa üstü güçlere tapınma, adak sunma, kötü ruhları<br />
kovma ve benzeri mistik eylemler oluşturmuştur. Hastanın içindeki kötü ruhun onu<br />
terk etmesi için, hastaya kötü kokulu ya da acı maddeler içirilmiştir. Bu amaçla<br />
ameliyatlar bile yapılmıştır. Kafatasına açılan bir delikle kötü ruhun kolayca buradan<br />
çıkmasına olanak sağlanmıştır. Bu anlayış ve uygulamaların kalıntıları, günümüzde<br />
de varlığını sürdürmektedir. Nazara karşı mavi boncuk takılması, al basmaması için<br />
loğusalara kırmızı elbise giydirilmesi vb. uygulamalar söz konusu anlayışın<br />
kalıntılarının örnekleridir.<br />
1.2.2. Polifarmasi Dönemi<br />
Günlük yaşamdaki rastlantılar sonucunda bazı bitkilerin, gıdaların veya<br />
maddelerin birtakım sıkıntılara iyi geldiği gözlenmiştir. Bu gözlemler zamanla<br />
uygulamalarla zenginleştirilmiş ve pekiştirilmiştir. Böylece acı ve sıkıntıların bazı<br />
maddeleri kullanarak giderilmesi veya hafifletilmesi uygulamalarına başlanmıştır.<br />
Zamanla birçok hastalıkta ilaç diyebileceğimiz çeşitli maddeler kullanılır hale<br />
gelmiştir. Ancak bu uygulamalarda, madde ve hastalık ayrımı olmamıştır. Yani, aynı<br />
hastalıkta çok çeşitli maddenin veya aynı maddenin değişik hastalıklarda kullanımı<br />
11
söz konusudur. Bu nedenle de çok ilaçlı (polifarmasi) dönem olarak adlandırılan bu<br />
uygulamaların uzantıları günümüzde de devam etmektedir.<br />
1.2.3. Etiyolojik Tedavi Dönemi<br />
Bilim ve sağlık bilimindeki gelişmeye paralel olarak, birçok hastalığın etkeni<br />
veya oluş nedeni bulunmuş ve bilinir hale gelmiştir. Sonuçta, aynı yakınma ve<br />
belirtileri gösteren hastalıkların bile birbirinden ayrı olgular olduğu anlaşılmıştır.<br />
Hastalıkların tedavisinde esas olanın yakınmaların giderilmesi değil, bu yakınmaya<br />
yol açan nedenin giderilmesi ya da ortadan kaldırılması olduğunun farkına<br />
varılmıştır. Bu gelişmelerle birlikte hastalıkların tedavisinde bütün ağırlık hastalık<br />
etkeni veya hastalığı oluşturan nedeni gidermeye yönelik girişimlere verilmiştir.<br />
Bulaşıcı hastalıkların etkenleri olan mikroorganizmaların ve bunlara karşı<br />
antibiyotiklerin bulunması, hormonsal hastalıklarda bazı hormonların azlığı ya da<br />
fazlalığının bulunması ve tedavide söz konusu hormonun azlığının ya da etkisinin<br />
giderilmesi tedavilerinin bulunması bunlara örnektir.<br />
Buraya kadar özetlenen anlayış ve uygulamaların ortak özelliği, sağlık<br />
ortamına “hasta kişi yok hastalık var” anlayışının hakim olmasıdır. Bu anlayış ve<br />
dönemlerin her üçünde de hastalanan kişinin ailesiyle, toplumuyla ve çevresiyle<br />
bütünleşmiş bir varlık olduğu kavranamamış, kişiye yalnızca bir hastalık tablosu<br />
gözüyle bakılmıştır (Akdur, 2003).<br />
1.2.4. Çağdaş Dönem<br />
Zamanla birçok hastalığın etkeninin bulunmasına karşın, kanserler, kalp ve<br />
damar hastalıkları gibi bazı hastalıklarda belli bir etken saptanamamıştır. Daha sonra<br />
bu tür hastalıkların doğrudan belli bir etken ile ilişkili olmadığı, çevredeki birçok<br />
faktörün etkisi sonucunda oluştuğu anlaşılmıştır. Ayrıca, belli bir hastalığa neden<br />
olan aynı etkenin bazı kişileri hastalandırdığı halde diğer bazılarını hastalandırmadığı<br />
da görülmüştür. Aynı etken bazı toplumlarda salgınlara ve kitle ölümlere neden<br />
olurken diğer bazılarında ciddi kişisel ve toplumsal sorunlara bile yol açmamaktadır.<br />
Bu ve benzeri gözlemler hastalıkların oluşmasının yalnızca insan ve etken ilişkisine<br />
indirgenemeyeceği ya da yalnızca etkenin varlığıyla açıklanamayacağı, hastalıkların<br />
12
oluşması konusunun daha ayrıntılı bir biçimde incelenmesi gerektiği düşüncesini<br />
doğurmuştur.<br />
Epidemiyoloji disiplinindeki gelişme, hastalıkların oluş mekanizmasının<br />
ayrıntılı bir şekilde incelenmesine olanak sağlamıştır. Bu incelemeler, hastalığın<br />
oluşumunda hastalık etkeninin yanında çevresel (fizik çevre, biyolojik çevre, sosyal<br />
çevre) ve kişisel faktörlerin de önemli bir rol oynadığını göstermiştir. Bir hastalığın<br />
oluşması için yan yana gelmesi gereken faktörler; etken, kişi ve çevre başlıkları ile<br />
adlandırılan üç grup altında toplanmıştır. Hastalıklar “epidemiyolojik üçlü” olarak<br />
adlandırılan üç grup faktörün arasındaki ilişkiler ve etkileşimler sonunda<br />
oluşmaktadır.<br />
Epidemiyolojik üçlünün kendi arasındaki ilişkiler bir kaldıraca benzetilerek<br />
açıklanmıştır. Çevre bu kaldıracın destek noktasında bulunmakta olup, insan<br />
sağlığında çok önemli ve belirleyici bir role sahiptir.<br />
Günümüzde yapılan toplumsal ölçekli araştırma ve izlemeler, tek tek hastaları<br />
tedavi etmekle toplumun sağlık düzeyini yükseltmenin olanaklı olmadığını, hatta<br />
tedavi edilen kişiye bile köklü bir çözüm getirmediğini göstermektedir. Çünkü<br />
kişinin yaşadığı ortamdaki etken ve olumsuz çevresel faktörler ve kişinin bunlarla<br />
olan ilişkileri devam ettiği sürece, hastalanan kişi tedavi edildikten sonra bu ortama<br />
tekrar gönderildiğinde hastalık yinelemektedir. Üstelik hastalar kervanına yeni<br />
hastaların eklenmesi de sürmektedir. Bu kısır döngüyü kırmada ve toplumların sağlık<br />
düzeyini yükseltmede, yalnızca hastaların tedavisinin önemli bir katkısı<br />
olmamaktadır. Bu kısır döngüyü kırmak için sağlık ve sağlık hizmetlerine bütüncül<br />
bir anlayışla yaklaşılması ve koruyucu sağlık hizmetlerine önem ve öncelik verilmesi<br />
gerekmektedir.<br />
Bu gelişmelerin bir sonucu olarak, sağlık hizmetlerinde bir yandan koruyucu<br />
sağlık hizmetlerinin önem ve önceliği artarken öte yandan da koruyucu sağlık<br />
hizmeti bilgi ve teknikleri hızla gelişmiştir. Koruyucu sağlık hizmeti teknikleri bazı<br />
hastalıkları yeryüzünden silebilecek yeti ve kapsama kavuşmuştur. Böylece, sağlık<br />
hizmetlerinde kişileri önce sağlam iken korumak, buna karşın hastalanırlarsa erken<br />
13
uygun tedavi vermek ve gereğinde de esenlendirmek (rehabilite etmek) diye<br />
tanımlanabilecek çağdaş sağlık anlayışı dönemine geçilmiştir.<br />
Geçmişte hastalığın kişisel bir sorun olduğu ve yalnızca hasta kişiyi<br />
ilgilendirdiği düşünülürdü. Oysa çağdaş anlayış bunun yanlış olduğunu, hastalıkların<br />
kişiden başlayarak tüm insanlığı ilgilendirdiğini kabul etmektedir. İngiltere’de ortaya<br />
çıkan 35-40 kadar deli dana hastalığı buna çok iyi bir örnek oluşturmuştur. Olay önce<br />
İngiltere’nin toplum yaşamını ve ekonomisini daha sonra tüm AB ülkelerindeki<br />
yaşamı ve ekonomiyi sarsmıştır. Türkiye gibi birlik üyesi olmayan ülkelerde hatta<br />
tüm dünyada toplumsal yaşamı etkilemiştir. Buradan hareketle çağdaş anlayışta,<br />
hastalık tedavi ve kontrolünün kişisel ya da ulusal bir sorun olmadığını tüm<br />
insanlığın sorunu ve sorumluluğu haline geldiğini kabul eder.<br />
Çağdaş sağlık hizmeti anlayışı, sağlık ve sağlık hizmetlerine birtakım bilimsel<br />
ilkeler dizini ve bütünü içinde yaklaşan bir anlayıştır. Bu ilkelerin başlıcaları<br />
aşağıdaki gibi sıralanabilir.<br />
Çağdaş Sağlık Hizmeti Anlayışının İlkeleri<br />
-Kişinin yaşamı bir bütündür, sağlıklı ve hastalıklı dönemler diye birbirinden<br />
ayrılamaz. Kişinin hastalığı, sağlıklı dönem diye bilinen dönemdeki birikimlerin<br />
sonucudur.<br />
-Sağlık hizmeti, hastadan çok sağlama götürülen bir hizmettir ve koruma<br />
tedaviden daha önemlidir.<br />
-Kişi ve çevresi (fizik, biyolojik, sosyal) bir bütündür ve birbirinden<br />
soyutlanamaz.<br />
-Bir toplumda en sık görülen hastalık en önemli hastalıktır.<br />
-Hastalık yalnızca kişiyi ilgilendirmez, ailesinden başlayarak tüm toplumu<br />
etkiler ve ilgilendirir.<br />
14
-Sağlık hizmeti, birçok sektörün hizmetinden etkilenen, bir ekip hizmetidir.<br />
(Akdur, 2003: 8)<br />
1.3.Dünyada Sağlık Hizmetlerinin Gelişimi<br />
Modern bilimsel tıbbın geçmişi iki yüzyıldan daha kısadır. Yazılı tıp tarihinde<br />
kayda değer ilk gelişme 1798 yılında Jenner tarafından çiçek aşısının bulunmasıdır.<br />
19. Yüzyılda laksatiflerin yanı sıra, morfin, kinin, striknin, atropin, daha sonra<br />
kodein ve kokainin bulunuşu tıbbın gelişimine önemli katkılar sağlamıştır. 1880’li<br />
yıllarda anestetik maddelerin bulunması ile birlikte cerrahi tıp alanında atılımlar<br />
olmuşsa da, cerrahi tıp bilimlerinin asıl başarılı çalışmaları aseptik yöntemlerin<br />
geliştirilmesinden sonraya dayanmaktadır.<br />
Sağlık hizmetlerinin örgütlenme evrimi incelendiğinde aslında çok büyük bir<br />
çeşitliliğin olduğu görülmektedir. Hizmetlerin türü ve gelişimi bireylerin talepleri,<br />
kurumsallaşma, kültür, ekonomik özellikler gibi pek çok etken tarafından<br />
belirlenmekte ve toplumdan topluma farklılık göstermektedir. Başka bir deyişle<br />
sağlık hizmetlerinin örgütlenmesi için standart bir model oluşturmak mümkün<br />
olamamaktadır.<br />
Sanayi devriminin gerçekleştiği 1850-1920 yılları arasında sağlık hizmetleri<br />
büyük ölçüde kentleşme, sanayileşme ve nüfus hareketlerinden etkilenmiştir. Bu<br />
dönemde hastalık ve bilim konusundaki yargıların değişmesi, sağlık alanında<br />
işbölümü ve uzmanlaşmanın artması, Batı Avrupa’da risk paylaşımı mantığından<br />
hareketle sigortacılığın ortaya çıkması, hayırseverlik ve yöneticilik kavramlarının yer<br />
değiştirmesi gibi başka etkenler her ülkenin kendine özgü sağlık sistemini kurmasına<br />
yol açmıştır.<br />
Kinin, digitalis gibi yeni ilaçların bulunması ile bazı sorunlarda rahatlama<br />
sağlanmış, morfin kullanımı ile ağrı kontrol altına alınmış, anestezinin gelişmesi ile<br />
cerrahi işlemler hızlanmış, rontgen ve diğer laboratuar imkanlarının gelişmesi ile<br />
tanılar kolaylaşmış, buna bağlı olarak da her toplumda sağlık hizmeti veren<br />
örgütlerin gerekliliği ve önemi giderek artmıştır. Tedavi edici hizmetlerdeki<br />
gelişmelerin yanı sıra, evsel atıkların düzenli bir biçimde uzaklaştırılması gerekliliği,<br />
15
haşere ile mücadele, içme ve kullanma suyunun temizliğinin önemi, hastalıkların aşı<br />
ile önlenmesi koruyucu hizmetlerde gelişmelere ve örgütlenmede değişimlere sebep<br />
olmuştur.<br />
Yirminci yüzyılın başında bu gelişmelere paralel olarak, sağlık alanında<br />
geleneksel birikim yerine bilimsel bilgiye dayanan profesyonelleşme, sağlık<br />
meslekleri ve uzmanlıkları gelişmeye, güç kazanmaya başlamıştır. Mesleklerin<br />
kurallara bağlanması ve örgütlenmesi ise yeni düzenlemeleri gerekli kılmıştır. Bunun<br />
doğal sonucu olarak eskiden uzman olmayan hayırseverler tarafından yürütülen hasta<br />
bakım hizmetleri, uzmanların kontrolüne geçmiş ve yönetim gerekliliği ortaya<br />
çıkmıştır. Diğer toplumsal alanlarda geliştirilen yönetim teknikleri ve bilgi birikimi<br />
sağlık hizmetlerinin yönetiminde de kullanılmaya başlanmıştır. Bu gelişmelerin<br />
doğal sonucu olarak sağlıkla ilgili mesleklerdeki eğitim ile hasta bakımı kurallara<br />
bağlanmıştır.<br />
Bu doğrultuda, 1910 yılında ABD’de Carnegie Vakfı tarafından hazırlanan ve<br />
Flexner raporu olarak bilinen bir proje ile tıp eğitiminin hastanelerle bağlantılı olarak<br />
yapılması kararlaştırılmıştır. Bu yolla bilimsel bilgi birikiminin, klinik uygulama ile<br />
yani teorinin pratikle bütünleşmesi sağlanmıştır. İlk kez John Hopkins Hastanesinde<br />
yapılan bu uygulamayı, başka ABD ve Kanada örnekleri izlemiştir.<br />
Hastanelerin ve sağlıkla ilgili mesleklerin bir kurala bağlanması,<br />
ruhsatlandırılması da yirminci yüzyılın başında gerçekleşmiştir. Hekimlerin bir yere<br />
kayıtlı olma gerekliliği ilk kez ABD’de 1870’li yıllarda hekimlik yapanların mesleki<br />
çıkarlarını korumak için bir talep olarak ortaya çıkmıştır. 1901 yılında ABD Tıp<br />
Birliği hekimlik eğitimini ve mesleğini kurallara bağlamıştır. Ülkemizde ise 1928<br />
yılında çıkarılan 1219 sayılı yasa ile sağlıkla ilgili tüm mesleklerin gerektirdiği<br />
yetkiler ve koşullar kurallara bağlanmıştır.<br />
Amerika kıtasında hekim ve hastane merkezli bu gelişmeler yaşanırken<br />
Avrupa’da sağlık hizmetlerinin örgütlenmesi daha farklı bir yol izlemiştir. Buradaki<br />
gelişmelerin temelini sigortacılık oluşturmaktadır. On dokuzuncu yüzyıl sonunda<br />
Avrupa ülkelerinde gelişen genel sağlık sigortası, sağlık hizmeti verenlere bir fon<br />
16
oluşturduğu gibi, hükümetlerin sağlık hizmetlerinin sunumu ve sağlık harcamaları<br />
konusunda düzenleyici ve denetleyici rol almasına yardımcı olunmuştur. Genel<br />
sağlık sigortasının ilk uygulaması 1883 yılında Almanya’da ortaya çıkmıştır.<br />
Bismarck modeli olarak bilinen işverenlerce oluşturulan bu uygulama bazı<br />
değişikliklere uğrayarak kısa sürede diğer Avrupa ülkelerine yayılmış, 1888’de<br />
Avusturya, 1911’de İngiltere, 1945’te Fransa, 1955’te İsveç genel sağlık sigortasını<br />
kurmuştur.<br />
Sosyal refah kavramının geçerli olduğu Avrupa ülkelerinde sağlık<br />
hizmetlerinin örgütlenmesi ve finansmanı, devletin kontrolünde, sigortacılık<br />
temelinde gelişirken, ABD’de büyük ölçüde piyasa kurallarına uygun olarak<br />
gelişmiştir.<br />
1.3.1.Hastanelerin Gelişimi<br />
Arap ve Hint kültüründe geçmişi çok eski olan hastaneler Güney Avrupa’da<br />
papaz ve rahibelerin hizmet sunduğu manastırlar bünyesinde kendisini göstermiştir.<br />
On üçüncü yüzyılda tüm Avrupa’da 19000 hastane ya da benzeri örgüt bulunduğu<br />
bilinmektedir. İlk hastaneler kimsesi olmayan hastalara, yoksullara ve evinden uzak<br />
olan yolculara hizmet amacıyla kurulmuştur. Bu dönemde askerler ve denizcilerin<br />
sağlık bakımı hükümetlerin sorumluluğu altında hastanelere verilmiştir.<br />
Tam teşkilatlı ilk İslam hastanesi Abbasiler döneminde yaklaşık 800 yılında<br />
Harun er-Reşit tarafından Bağdat’ta kurulmuştur. 9-17. Yüzyıllar arasında<br />
Endülüs’ten Hindistan’a kadar geniş bir coğrafyada birçok darüşşifa kurulmuştur.<br />
Adudi, Nureddin ve Kallavun hastaneleri Ortaçağ’ın en tanınmış darüşşifalarıdır.<br />
Dicle nehrinin kenarında yaptırılan Adudi hastanesinde tanınmış 24 hekim<br />
çalışmaktaydı. Hasta bakımının yanında tıp eğitiminin de verildiği bir kurumdu.<br />
Selçuklu sultanı Tuğrul Bey’in emriyle onarılan, büyük gelir kaynaklarıyla vakıf<br />
olarak işletilen hastanenin, bir saray gibi konforlu olduğu dönemin gezginleri<br />
tarafından anlatılmıştır . Moğolların 1258 yılında Bağdad’ı ele geçirmeleri sırasında<br />
tahrip edilmiş ve bir daha ayağa kalkamamıştır. Bu hastane İslam hastaneleri<br />
tarihinde teşkilat, hekim ve personel kadrosu, tedavi, tıp eğitimi ve uzmanlaşma<br />
17
konularında önceki hastanelerden çok daha ileri bir aşamayı temsil eder. Ekonomik<br />
ve kültürel açıdan ileri bir durum gösteren Anadolu Selçuklu döneminde hemen her<br />
şehirde darüşşifa, darüssıhha veya bimaristan adıyla hastaneler açılmıştır. Bu<br />
dönemde sağlıkla ilgili yapılaşmadan başka;<br />
-Ordu için develerle taşınan seyyar hastaneler<br />
-Kervansaray hastaneleri<br />
-Saray hastaneleri<br />
-Halk hastaneleri kurmuşlardır.<br />
Deliler akıl hastası olarak kabul edilerek tedavi edilmiştir. Osmanlı döneminde ilk<br />
hastane 1399’da Sultan Orhan Zamanında Bursa’da yapılmıştır. 1827'de Mustafa<br />
Behçet'in çalışmalarıyla Tıbhâne-i Âmire ve 1839'da Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i<br />
Şâhâne tıp eğitimi kurumları kurulmuştur.<br />
19. yüzyılda bulaşıcı hastalıkların tehdidi karşısında özellikle kolera, çiçek ve<br />
tifo için özel hastaneler kurulmuştur. Ayrıca akıl hastaları için hastaneler de<br />
kurulmuştur.<br />
Avrupa’da önce kilisenin kontrolünde gelişen hastaneler, Fransız ihtilalinden<br />
sonra, iyi yönetilmedikleri gerekçesiyle, kamu yönetimine devredilmişlerdir. Aynı<br />
dönemde İspanya, Portekiz ve bu ülkelerin Latin Amerika’daki sömürgelerinde<br />
bulunan hastanelerinin Katolik kilisesinin kontrolünde olduğu görülmektedir<br />
İngiltere’de 1948 yılında Ulusal Sağlık Hizmetleri kurulana kadar<br />
hastanecilik yardım kuruluşlarının kontrolünde yürütülmüştür. Bu sistem Kuzey<br />
Amerika tarafından da benimsenmiş, kar amacı gütmeyen hastaneler kurulmuştur.<br />
Batı dünyasında başlangıçta kar amacı gütmeyen, din, ırk, sosyal sınıf farkı<br />
gözetmeyen ve gönüllülük temelinde gelişen hastane uygulamaları özellikle ABD’de<br />
önce dini ayrımlara sahne olmuş, daha sonra da paralı hale gelmiştir.<br />
18
1.4. Sağlık Hizmetlerinin Sınıflandırılması<br />
Dünya Sağlık Örgütü tarafından yapılan tanımlamada, sağlık; “yalnızca<br />
hastalık veya sakatlığın olmayışı değil, bedence, ruhça ve sosyal yönden tam bir<br />
iyilik” halidir. Bu tanımda bedensel ve ruhsal iyiliğin yanında “sosyal yönden tam bir<br />
iyilik” haline de vurgu yapılmaktadır.<br />
Sağlık hizmeti kavramı ilk başlarda dünyanın pek çok ülkesinde hastalıkların<br />
tedavisi şeklinde tanımlanmıştır. Zamanla hastalıkların mahiyetlerinin öğrenilmesi<br />
artan teknolojinin ve bilgi birikiminin katkısıyla hastalık hali oluşmadan hastalıklara<br />
sebep olan etkenlerle mücadele önem kazanmıştır. Günümüzde ise sağlığı korumak<br />
ve tam iyilik halinin devamını sağlamak hastalık halinin tedavisini sağlamaktan daha<br />
önemli hale gelmiştir. Sonuç olarak sağlık hizmetleri sadece hastalıkların tedavisi<br />
olmayıp, sağlığın korunması ve geliştirilmesi ile rehabilitasyon hizmetlerinin tümünü<br />
kapsamaktadır.<br />
1.4.1. Koruyucu Sağlık Hizmetleri<br />
Hastalık hali oluşmadan kişilerin ve toplumun sağlığını korumak için verilen<br />
hizmetlerin tümünü kapsar. Bir toplumda, hastalıkları önleme ve toplumun sağlık<br />
düzeyini yükseltebilmenin en etkili ve kestirme yolu koruyucu sağlık hizmetleri<br />
iledir. Hastalık daha ortaya çıkmadan önce alınan her türlü önlem ve mücadeleyi<br />
kapsar. Koruyucu sağlık hizmetlerinin tüketimi sonucu ortaya çıkan fayda, onu<br />
tüketen dışında toplumun diğer üyelerine de fayda sağlar. Dolayısıyla sosyal faydası<br />
özel faydasından yüksek bir sağlık hizmetidir. Ana ve çocuk sağlığı, aile planlaması,<br />
hastalanma riski taşıyan grupların aşılanması, dengeli beslenme koşullarının<br />
oluşturulması, gıda denetimi ve kontrolü vb. hizmetlerden oluşmaktadır. Koruyucu<br />
sağlık hizmetlerini iki bölümde inceleyebiliriz(Aktan, Işık ty.: 3);<br />
Çevresel sağlık hizmetleri; çevre sağlığını olumsuz yönde etkileyen<br />
faktörlerin giderilerek, sağlıklı çevresel bir ortam yaratılması hizmetlerini<br />
içermektedir.<br />
19
Kişiye yönelik sağlık hizmetleri; bağışıklama (aşılama gibi), beslenmeyi<br />
düzenleme, teşhis ve tedavi, aşırı doğurganlığın kontrolü, ilaçla koruma, kişisel<br />
hijyen ve sağlık eğitimi hizmetlerinden oluşmaktadır.<br />
1.4.1.1.Çevreye Yönelik Koruyucu Sağlık Hizmetleri<br />
İnsanın çevresinde bulunan ve onun sağlığını olumsuz etkileyen biyolojik,<br />
fiziksel, kimyasal ve sosyal etkenleri yok ederek, çevreyi olumlu hale getirme veya<br />
olumsuz çevre etmenlerinin kişileri etkilemesini önleme çabalarının tümü bu başlık<br />
altında toplanır. Bu başlık altındaki başlıca hizmetler aşağıdaki gibi sıralanabilir<br />
(Akdur, 2006: 18):<br />
-Yeteri kadar ve temiz su sağlanması,<br />
-Katı ve sıvı atıkların zararsız hale getirilmesi,<br />
-Konut sağlığı,<br />
-Endüstri sağlığı,<br />
-Vektörlerle (haşerelerle) savaş,<br />
-Hava kirliliği ile savaş,<br />
-Radyasyonla ve gürültü ile savaş.<br />
Sayılan bu hizmet grup ve türlerinden de anlaşılacağı üzere, çevreye yönelik<br />
koruyucu hizmetler, sağlık sektöründen daha çok, diğer sektör ve meslek grupları<br />
tarafından yürütülmesi gereken hizmetlerden oluşmaktadır. Sağlık sektörünün, bu<br />
alandaki temel görevi, danışmanlık, denetim ve eğitimdir (Akdur, 2006: 18)<br />
20
1.4.1.2. Kişiye Yönelik Koruyucu Sağlık Hizmetleri<br />
Kişileri dolayısı ile de toplumu hastalık etkenlerine karşı dirençli ve güçlü<br />
kılarak onların insanları etkilemesini önlemeyi, hastalanmaları halinde ise, en erken<br />
dönemde tanı konularak, uygun tedavi ile hasarsız veya en az hasarla iyileşmelerini<br />
sağlayan hizmetler bu grup altında toplanır. Bu başlık altında sayılabilecek<br />
hizmetlerin başlıcaları aşağıdaki gibi sıralanabilir (Akdur, 2006: 18-19):<br />
-Erken tanı ve uygun tedavi,<br />
-Aşılama,<br />
-İlaçla koruma,<br />
-Beslenmenin iyileştirilmesi,<br />
-Sağlık eğitimi,<br />
-Aile planlaması.<br />
Bu grup hizmetler özellikle sağlık sektörü ve sağlık personelince yürütülen ve<br />
yürütülmesi gereken hizmetlerdir. Bu tür hizmetler, tedavi hizmetlerine göre daha<br />
kolay, etkili ve ekonomik olan hizmetlerdir. Akılcı bir sağlık ortamında bu tür<br />
hizmetlere önem ve öncelik verilmesi gerekir.<br />
1.4.2.Tedavi Edici Sağlık Hizmetleri<br />
Koruyucu sağlık hizmetlerinin bir üst kademesini oluşturan ve alt<br />
kademedeki koruyucu sağlık hizmetlerine göre daha fazla özel fayda içeren bir<br />
hizmet türüdür. Hastalıkların tedavisi sonucu ortaya çıkan verimlilik artışı gibi<br />
nedenlerden dolayı sosyal fayda da içermektedir. Hastalık veya hastalık belirtileri<br />
ortaya çıktıktan sonra, hastalığın tanı-teşhis-tedavi edilmesi sürecini kapsayan<br />
hizmetlerdir. Tedavi edici sağlık hizmetleri bireyin ortalama ömrünü uzattığı gibi<br />
verimliliğini artırarak milli gelir artışına katkıda bulunur (Aktan, Işık, ty.: 3)<br />
21
Tedavi edici sağlık hizmetleri kendi içinde;<br />
Birinci basamak tedavi hizmetleri,<br />
İkinci basamak tedavi hizmetleri,<br />
Üçüncü basamak tedavi hizmetleri olarak üç gruba ayrılmaktadır.<br />
Birinci basamak tedavi hizmetleri, hastaların evde ve ayakta (hastanede<br />
yatmadan) teşhis ve tedavisi hizmetlerini kapsamaktadır. Bu hizmetler esas olarak<br />
yataksız tedavi kuruluşlarında ve koruyucu hizmetlerle bir arada yürütülür. Bu<br />
hizmetleri veren birimlere de birinci basamak sağlık kuruluşu adı verilmektedir.<br />
Ülkemizde sağlık ocakları, dispanserler, ana-çocuk sağlığı merkezleri, özel poliklinik<br />
ve muayenehaneler bu hizmetleri veren kuruluşlardır.<br />
İkinci basamak tedavi hizmetleri, hastalıkların teşhis ve tedavilerinin<br />
yapıldığı yataklı tedavi kurumlarının sunduğu hizmetleri kapsar. Bu tür hizmetlerin<br />
sunulduğu genel hastanelere de ikinci basamak tedavi kuruluşu denilmektedir.<br />
Ülkemizde bu hizmetler, Sağlık Bakanlığı’na bağlı il ve ilçe devlet hastaneleri ile<br />
diğer kurumlara bağlı (kamu ya da özel) genel amaçlı hastanelerde sunulmaktadır.<br />
Üçüncü basamak tedavi hizmetleri, özel bir yaş grubuna (çocuk hastalıkları<br />
hastanesi, geriatri hastanesi vb.), cinsiyete (jinekoloji ve doğum hastaneleri vb.) ya<br />
da hastalığa (verem, ruh ve akıl hastalıkları, onkoloji hastaneleri vb.) hizmet veren, o<br />
konudaki gelişmiş teknolojiyle ve üst düzeyde uzmanlaşmış personelle donanmış<br />
olan yataklı tedavi kuruluşlarında verilen hizmetleri kapsamaktadır. Bu hizmetler<br />
genellikle özel dal ya da eğitim hastanelerinde yürütülür. Bu tür hizmetleri veren<br />
kuruluşlara üçüncü basamak tedavi kuruluşu adı verilir. Ülkemizde bu tip hizmetler,<br />
başta Sağlık Bakanlığının eğitim ve araştırma hastaneleri, ihtisas hastaneleri,<br />
üniversite hastaneleri ve özel dal hastanelerinde verilmektedir.<br />
22
1.4.3.Rehabilite Edici (Rehabilitasyon) Sağlık Hizmetleri<br />
Rehabilitasyon hizmetleri sağlık hizmetlerinde özel bir yeri kapsamaktadır.<br />
Kaza, ruhsal bozukluklar, vücudun organlarının etkili bir şekilde kullanılmasına<br />
engel olan kısıtlılık koşullarının ortadan kaldırılması vs. kapsamaktadır. Bu<br />
hizmetlerin amacı söz konusu kısıtlılık haliyle karşılaşan bireylerin bu halleriyle<br />
yaşama alıştırılmaları ve kendileri ve ailelerinin yaşadıkları acıyı hafifletme amacını<br />
taşımaktadır. Doğuştan veya kaza sonucu oluşan sakatlıkların hareket kabiliyetlerinin<br />
yükseltilmesi, özürlülerin topluma uyum sağlaması gibi hizmetler rehabilitasyon<br />
hizmetlerine örnek olarak verilebilir. Bu hizmetlerin kapsamında tıbbi rehabilitasyon<br />
ve sosyal rehabilitasyon yer almaktadır (Aktan, Işık, ty.: 3).<br />
Tıbbi rehabilitasyon, hastalık veya kaza sonrasında güçsüzleşen organın, fizik<br />
tedavi vb. tıbbi yöntemlerle yeniden güçlendirilmesi ya da tamamen kaybedilen<br />
organ yerine ortez-protez takılmak suretiyle kişiye o organın işlevini kısmen<br />
kazandırma türünden hizmetlere tıbbi esenlendirme (tıbbi rehabilitasyon) hizmetleri<br />
adı verilir. Bu hizmetler sonunda kişi sınırlı da olsa, günlük yaşam ve işlerini devam<br />
ettirebilme olanağına kavuşmuş olur. Tıbbi esenlendirme hizmetleri sağlık sektörü ve<br />
çalışanları tarafından yürütülen hizmetlerdir (Akdur, 2006: 20),<br />
Sosyal rehabilitasyon, fizik veya psikolojik hasarlı kişilerin geçimlerini<br />
sağlayacak bir iş bulması güçtür. Oysa yaşamlarını ailesine ve topluma yük olmadan<br />
devam ettirebilmeleri, durumlarına uygun bir işe yerleşmelerine bağlıdır. Aynı<br />
şekilde önceden sağlıklı olan ve çalışan bir kişinin daha sonra herhangi bir hastalık<br />
ya da kaza nedeniyle engelli hale gelmesi durumunda da kendisine yapabileceği bir<br />
işin verilmesi/işinin değiştirilmesi gerekir. Hiç çalışamayacak durumda olan veya o<br />
hale gelen kişilerin bir kurumda bırakılmasına gereksinim vardır. Bu ve benzeri<br />
türden hizmetlerin hepsine toplumsal/sosyal esenlendirme hizmetleri adı verilir.<br />
Toplumsal rehabilitasyon hizmetleri kendiliğinden olmaz, bunları yapacak bir takım<br />
toplumsal kurum ve örgütlenmelere gereksinim vardır. Ad ve türlerinden de<br />
anlaşılacağı üzere, toplumsal esenlendirme hizmetleri, toplumsal/sosyal hizmetler<br />
kurum ve personelince yürütülen hizmetlerdir.<br />
23
İKİNCİ BÖLÜM<br />
2.TÜRKİYE’DE SAĞLIK HİZMETLERİNİN TARİHSEL GELİŞİMİ<br />
VE YAPILANMASI<br />
2.1.Türkiye’de Sağlık Hizmetlerinin Tarihsel Gelişimi<br />
Türkiye’de sağlık hizmetlerinin gelişimi Cumhuriyet öncesi dönem<br />
(Selçuklular ve Osmanlılar dönemi) ve Cumhuriyet dönemi olarak iki bölüme<br />
ayrılmaktadır. İlk Türk İmparatorluğu olan Selçuklular’da, zamanın şartlarına göre<br />
gelişmiş bir sağlık sistemi uygulaması mevcuttu. Bu dönemde sağlık hizmetleri<br />
vakıflar aracılığı ile sunulmuş olup, Osmanlılar da ilk dönemlerinde bu uygulamaya<br />
bağlı kalmışlardır. İmparatorluk döneminde idari örgütlenmenin saray merkezli ve<br />
askersel olmasına koşut olarak, devlet eliyle yürütülen sağlık hizmetleri de daha çok<br />
saraya ve orduya yönelik olmuştur.19. yüzyılın ikinci yarısından sonra batıya<br />
yönelinmiş ve yaygın kitlelere de sağlık hizmeti götürme anlayışının ilk adımları<br />
atılmıştır.<br />
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması ile birlikte sağlık hizmetleri<br />
birinci derecede bir devlet görevi olarak ele alınmış ve 3 Mayıs 1920’de kabul edilen<br />
yasa ile Sıhhiye ve Muavenatı İçtimaiye Vekaleti (9,16)kurularak sağlık hizmetleri<br />
ayrı bir bakanlıkça yürütülen asli bir devlet görevi haline getirilmiştir.<br />
Biz burada cumhuriyet sonrası dönemi ele alacak ve sistemi günümüze kadar<br />
inceleyeceğiz.<br />
2.1.2.1920-1938 Dönemi<br />
TBMM Hükümeti’nin ilk sağlık bakanı olarak atanan Dr. Adnan Adıvar<br />
göreve başladığında ne yerleşmiş bir örgüt ve alt yapı ne de toplumun<br />
gereksinimlerine yanıt verecek yasal düzenlemeler vardı. Her şeyin yeniden<br />
kurulması gerekiyordu. Bu nedenle günümüze miras kalan ve tüm ülkeye yayılan<br />
sağlık alt yapısının başlangıcı bu tarihtir diyebiliriz.<br />
24
Dr. Refik Saydam Dönemi: 1921 yılında bakanlığa atanan Dr. Refik Saydam,<br />
kısa süreli aralıklar dışında 1937 yılına kadar bu görevi sürdürmüştür. Dr. Saydam,<br />
Türkiye’de sağlık hizmetlerinin örgütlenmesi ve yurda yayılmasında büyük bir başarı<br />
göstermiş ve hizmetlerin yapılanmasına damgasını vurarak, sağlık hizmetleri<br />
tarihimizde onurlu bir yer edinmiştir. Bu nedenle, Refik Saydam Dönemi<br />
diyebileceğimiz bu dönem, bugünkü anlamda sağlık hizmet ve örgütünün kurulduğu<br />
ve halen etkisini sürdürdüğü yıllar olmuştur( Akdur, 2003: 25).<br />
Dr. Refik Saydam Cumhuriyetin sağlık alanındaki hedeflerini belirleyerek,<br />
ihtiyaçları karşılayacak bilinçli bir sağlık politikası oluşturmuştur. Bu politikaların<br />
ana hatları aşağıda maddelenmiştir.<br />
Devletin sağlık örgütünü geliştirmek<br />
Doktor sayısını artırmak<br />
Numune hastaneleri açmak<br />
Ebe yetiştirmek<br />
Sağlık memuru yetiştirmek<br />
Doğum ve çocuk bakımevi açmak<br />
Verem sanatoryumu açmak<br />
Sıtma mücadelesi yapmak<br />
Frengi ve öteki sosyal hastalıklarla mücadele<br />
Trahom ile mücadele<br />
Sağlık-sosyal örgütlenmeyi köylere kadar götürmek<br />
Sağlık-sosyal yasalarını yapmak<br />
25
“TC Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi”ni kurmak<br />
“Hıfzıssıhha Mektebi”ni açmak<br />
İllerde Sağlık Müdürlükleri ilçelerde Hükümet Tabiplikleri kurularak, sağlık<br />
hizmetlerinin tüm yurda yayılması sağlanmıştır. Birinci basamağa ve koruyucu<br />
hizmetlere önem ve öncelik verilmiş, bu hizmetler doğrudan merkezi hükümetçe<br />
üstlenilerek genel bütçe imkanları kullanılmıştır. Yataklı tedavi hizmetlerinin yerel<br />
idareler (belediyeler, il özel idareleri) tarafından yürütülmesi politikası<br />
benimsenmiştir. Bu idarelere örnek olmak üzere, Ankara, İstanbul, Sivas, Erzurum<br />
ve Diyarbakır gibi büyük illerde doğrudan bakanlığa bağlı “Numune Hastaneleri”<br />
açılmıştır.<br />
1928 yılında 1219 Sayılı “Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair<br />
Kanun” çıkarılarak sağlık personelinin yetki ve sorumlulukları belirlenmiş ve hizmet<br />
disiplin altına alınmıştır. 1930 yılında, sağlık hizmetlerinin anayasası niteliğinde olan<br />
1593 Sayılı “Umumi Hıfzıssıhha Kanunu” çıkarılmış ve böylece, sağlık<br />
hizmetlerinde alt politikaların ya da uygulamaların esasları belirlenmiştir. 1936<br />
yılında ise, 3017 Sayılı “Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı Teşkilatı ve Memurin<br />
Kanunu” çıkarılmış ve böylece Bakanlık merkez ve taşra örgütünün kuruluşu<br />
tamamlanarak, yetki ve sorumluluklarına açıklık getirilmiştir. Günümüzdeki sağlık<br />
hizmetlerinin, hala o zaman hazırlanmış olan yasalar ile yürütülmesi ve bu yasaların,<br />
bazı eksiklikler dışında, günümüz gereksinimlerine yanıt vermeye devam etmesi, bu<br />
yasaları hazırlayanların ileri görüşlülüğünü göstermektedir (Akdur, 2006: 29).<br />
Dr. Refik Saydam Dönemi’nde, devlete bağlı sağlık örgüt ve birimlerinin tüm<br />
yurda yayılması için büyük bir çaba harcanırken, sağlık insan gücünün nicelik ve<br />
nitelik yönünden yeterli olması için bir dizi önlemlere de başvurulmuştur. Bu itibarla,<br />
hekimlerin sayısını artırmak ve kamuda çalışmalarını özendirmek amacıyla, Yatılı<br />
Tıp Talebe Yurtları kurulmuş ve tıp fakültesi mezunlarına mecburi hizmet<br />
uygulanmıştır. Tüm sağlık personelinin atama ve terfileri Sağlık Bakanlığı emrine<br />
alınarak, sağlık personelinin yönetimi tek elde ve merkezde toplanmıştır. Koruyucu<br />
sağlık hizmetlerinde çalışan personele daha yüksek bir ücret rejimi uygulanarak,<br />
26
personelin hükümet tabiplikleri ve koruyucu hizmet birimlerinde çalışmaları teşvik<br />
edilmiştir.<br />
2.1.3.1938-1960 Dönemi<br />
Bu dönemi Dr. Behçet Uz ve Demokrat Parti Dönemi olarak incelemek<br />
dönemin anlaşılması açısından daha açıklayıcı olacaktır.<br />
Merkezi yapıyı güçlendirmek ve sosyal içerik dahilinde politikalar<br />
geliştirmek amacıyla yasal düzenlemeler yapılmış ve uygulamalara geçilmiştir.<br />
Dr. Behçet Uz Dönemi(1946-1950); bu dönemde Behçet Uz tarafından<br />
hazırlanarak, 1946 yılında toplanan 9. Milli Tıp Kongresine sunularak yürürlüğe<br />
konulan “Birinci On Yıllık Milli Sağlık Planı” ilk önemli girişimdir. Behçet Uz Planı<br />
diye de anılan bu plana göre; ülke yedi sağlık bölgesine ayrılacak ve her bölgenin<br />
örgütlenmesi kendine yeterli hale getirilecekti. Bölgenin kurulması tamamlanınca,<br />
her bölgede bir tıp fakültesi açılması düşünülmüştür(4-9)<br />
Bu planda, çağdaş sağlık yönetiminin temel ilkelerinden biri olan, koruyucu<br />
ve tedavi edici hizmetlerin bütünleştirilmesi ve hizmet birimlerinin genel idareden<br />
ayrılarak nüfus esasına göre kurulması gibi amaçların benimsendiği görülmektedir.<br />
Böylece, koruyucu ve tedavi edici hizmetleri ayrı ayrı ele alan, yataklı tedavi<br />
hizmetlerini yerel idarelere bırakan anlayış terk ediliyor sağlık hizmetlerin tümü<br />
merkezi hükümet görev ve sorumluluğu haline getirilmiş oluyordu. Bölgesel<br />
Numune Hastaneleri, ana-çocuk sağlığı merkezleri, verem, ruh ve sinir hastalıkları<br />
hastaneleri de yine bu dönemde kurulmuştur. Bunların yanı sıra, sağlık ocaklarının<br />
sayısı da hızla artmıştır.<br />
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan sıtma, suçiçeği, sifilis ve<br />
cüzzam ile mücadele etmek için “Olağandışı Sıtma Kontrolü Yasası” çıkarılmış ve<br />
hastalığa odaklı dikey örgütsel yapılar geliştirilmiştir. 1945’te Sosyal Sigortalar<br />
Kurumu‘nun da temellerini atan İş Güvenliği Yasası çıkarılmış ve hizmet ile<br />
istihdam alanındaki SB tekeli ortadan kaldırılmıştır.<br />
27
Demokrat Parti Dönemi; 1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti sağlık<br />
merkezlerini tüm yurda yaymaya gayret etmiş, bunun doğal bir sonucu olarak il ve<br />
ilçe hastanelerinin açılması hız kazanarak, yalnızca büyük kentlerde var olan hastane<br />
hizmetlerinin tüm yurda yayılmasında önemli başarılar kaydetmiştir.<br />
Cumhuriyetin başından beri genel politika sağlık hizmetlerinin bir kamu<br />
sorumluluğu ve görevi olması yönünde olmuştur. Buna karşılık özel sağlık<br />
kuruluşlarının kurulması ve hizmet vermesine sıcak bakılmış, özel kurum ve<br />
kuruluşların kurulması ve gelişmesini engelleyen herhangi bir yapı bulunmadığı gibi<br />
bu kuruluşlar teşvik de edilmiştir. Bir bakıma esas gücün kamuda olduğu karma<br />
ekonomi anlayışı sağlık sektörüne de yansımıştır. Bir yandan sağlık hizmetlerine<br />
kamunun yatırımı devam ederken öte yandan da özel sağlık kuruluşlarının gelişmesi<br />
için çaba harcanmıştır. Sağlık politikası alanında var olan bu ikircikli yapı,<br />
1950’lerden sonra daha belirgin hale gelmiş, özellikle hükümetler düzeyinde,<br />
hizmetlerin özel birim ve kuruluşlara devredilmesi anlayışı hakim olmaya<br />
başlamıştır.<br />
Sağlık politikasına hakim olan bu ikircikli yapı sonucunda, başta kırsal kesim<br />
olmak üzere, hem tedavi edici hizmetlerde hem de koruyucu hizmetlerde çağ<br />
yakalanamamış ve gerisinde kalınmıştır. Halkın artan talepleri karşılanamadığı gibi,<br />
bu talepleri geçici önlemlerle de karşılamak imkansız hale gelmiştir(9). Bunun bir<br />
sonucu olarak kurum ve kuruluşlar kendi sağlık sorunlarına kendi olanakları ile çare<br />
aramaya başlamışlar, sağlık hizmeti üreten çeşitli örgütler ve birimler kurmaya<br />
başlamışlardır. Bunun ilk ve en büyük örneği yasası 1945 yılında çıkarılan ve<br />
uygulamalarına 1952 yılında geçilen Sosyal Sigortalar Kurumu ve buna bağlı<br />
hastaneler olmuştur. Sonuçta, sağlık sektörüne çok başlılık ve eşgüdümsüzlük hakim<br />
olmuştur.<br />
Bu dönemde yapılan yasalardan birçoğu hala yürürlüktedir ve sağlık<br />
örgütlenmemizin temelini hala bu yasalar oluşturmaktadır; Örneğin;<br />
Optisyenlik ve Optisyenler Yasası (Yıl 1940, Sayı 3958)<br />
Türk Tabipleri Birliği Yasası (Yıl 1953, Sayı 6023)<br />
28
Eczacılar ve Eczaneler Yasası (Yıl 1953, Sayı 6197)<br />
Hemşirelik Yasası (Yıl 1954, Sayı 6283)<br />
Türk Eczacılar Birliği Yasası (Yıl 1956, Sayı 6643) bu yasalardan bir<br />
kaçıdır.<br />
2.1.4. 1961-1980 Dönemi:<br />
Bu dönemde farklı sağlık politikaları tartışılmaya başlanmış fakat sağlık<br />
hizmetlerinin toplumsallaştırılması benimsenmiştir. Sosyalleştirme Dönemi de<br />
diyebileceğimiz bu dönemde;<br />
1961 yılında 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında<br />
Kanun çıkarılmıştır. 224 Sayılı Yasa, sağlıklı yaşam ve tıbbi bakımı doğuştan<br />
kazanılmış bir hak ve bu hakkın gereğinin devlet tarafından yerine getirilmesi<br />
politikasını en açık bir biçimde ifade eden ve bunu kanun maddesi olarak yazılı hale<br />
getiren yasa olmuştur. Bu yasa ile sağlık hizmetlerinin her anlamda bütünleştirilmesi<br />
ve tek elden tüm yurda yayılması öngörülmüş ve amaçlanmıştır.<br />
Sağlıkta sosyalizasyon fiilen 1963 yılında başlamış ve 1983’te ülkenin<br />
tümüne yayılmıştır. Yaygın, sürekli, entegre, kademeli, il içinde bütünleşmiş bir yapı<br />
anlayışıyla sağlık evleri, sağlık ocakları, ilçe ve il hastaneleri şeklinde bir<br />
yapılanmaya gidilmiştir. “Geniş bölgede tek yönlü hizmet” ilkesinin alternatifi olan<br />
“dar bölgede çok yönlü hizmet” anlayışına geçilmiştir.<br />
İlk başta hemen Sosyalleştirme Programı ile köylerden ilçe ve şehir<br />
merkezlerine sağlık evleri, sağlık ocakları ve sağlık merkezleri kurulacaktır. Bunlar<br />
sıra ile birbirine bağlı olacaklar, sağlık merkezleri sağlık müdürlerine bağlı olacak ve<br />
hastanelerle işbirliği yapacaklardır. Maddi imkansızlık ve personel yetersizliği göz<br />
önüne alınarak bu planın gerçekleştirilmesi için 10-15 yıllık bir süre gereklidir.<br />
Programın uygulanabilmesinin birinci koşulu hekimin serbest çalışmasına izin<br />
verilmemesi; tamamen devlet görevinde hizmet vermesidir. Bunu sağlamak için de<br />
29
tam gün çalışarak sosyalleştirilmiş sağlık hizmetlerinde görev alacak olan hekimlere<br />
yüksek ücret ödenecektir (Aydın, 2002: 83).<br />
1967 yılında Genel Sağlık Sigortası için bir kanun taslağı hazırlanmışsa da<br />
Bakanlar Kuruluna sevk edilememiştir. 1969 yılında 2. Beş Yıllık Kalkınma<br />
Planı’nda Genel Sağlık Sigortasının kurulması tekrar öngörülmüştür. 1971’de Genel<br />
Sağlık Sigortası Kanun Taslağı, TBMM’ye gönderilmiş fakat kanunlaşamamıştır.<br />
1978’de Sağlık Personelinin Tam Süre Çalışma Esaslarına Dair Kanun çıkarılmış ve<br />
kamu personeli olan doktorların muayenehane açmaları yasaklanmıştır. 1980 yılında<br />
Sağlık Personelinin Tazminat ve Çalışma Esaslarına Dair Kanun ile bu kanun<br />
yürürlükten kaldırılmış ve tekrar muayenehane serbestliği getirilmiştir (Akdağ, 2008:<br />
20).<br />
1970’li yıllarda yönetime gelen iktidarların sahip olduğu neoliberal<br />
politikalarla sağlık politikası çelişmiştir. Hükümetler düzeyinde zaman zaman<br />
sosyalleştirme politikasını engelleme girişimleri olmuş ise de bu politika<br />
değiştirilemediği gibi aktif özelleştirme programı da uygulanamamıştır.<br />
2.1.4. 1980 – 2000 Dönemi<br />
1982 Anayasası, sağlık hizmetleri ve idaresinde 1961 Anayasası’ndakilere<br />
benzer hükümler içermektedir. Madde 60’ta herkesin “sosyal güvenlik hakkına sahip<br />
olduğu ve bunun devletin sorumluluğu altında olduğu” ifade edilir. Genel Sağlık<br />
Sigortası ise Madde 56’da yer almakta ve “Genel Sağlık Sigortası oluşturulabilir”<br />
hükmü ile ifade edilmektedir. 1980’lerde, 1961’de başlayan toplumsallaşma<br />
politikalarının gelişimine şahit olunmuştur. Sağlık finansmanı yönetiminde büyüme<br />
1987 yılında genel sağlık sigortası konusu yeniden gündeme gelmiş fakat konu ile<br />
ilgili yasal düzenlemeler tamamlanamamıştır. Aynı yıl Ana Sağlık Hizmetleri Yasası<br />
çıkmakla birlikte bu yasa ile ilgili düzenlemeler de bugüne kadar uygulanamamıştır.<br />
DPT sağlık sektörü ile ilgili kapsamlı bir plan oluşturmuş, bu planla ilgili olarak<br />
1992’de Birinci Ulusal Sağlık Kongresi toplanmış ve yeniden yapılanma süreci<br />
başlamıştır. 1993’de yapılan İkinci Sağlık Kongresi’nde ulusal sağlık politikaları<br />
belirlenmiştir. Bu yıllardan sonra da sosyal güvenlik kapsamında yer almayan ve<br />
30
ödeme gücü olmayan vatandaşların sağlık hizmetlerinin karşılanabilmesi için Yeşil<br />
Kart uygulamasına geçilmiştir. 1993’de yapılan İkinci Sağlık Kongresi’nde alınan<br />
kararlardan bazılarında yeni düzenlemeler yapılmış fakat beklenen sonuçlar elde<br />
edilememiştir. Hastanelerin özelleştirilmesi ve özerkleştirilmesine yönelik<br />
çalışmalardan da bu yıllarda sonuç alınamamıştır (Akdağ, 2008: 100).<br />
1990’lı yılların başlarında sağlık hizmetlerinde yeniden yapılanma konusunda<br />
önemli girişimlerde bulunulmuştur. İlgili tarafların büyük bölümünün katılımıyla<br />
yaşanan bir sürecin ardından, sağlıkta reform önerilerini içeren Ulusal Sağlık<br />
Politikası Dokümanı yayınlanmıştır. Dokümandaki önerilerin o dönem itibariyle<br />
dünya genelinde geçerli sağlık politikası reform girişimlerine paralel olduğu<br />
söylenebilir. Sağlıkta reform politikalarının teme önerileri şu şekilde sıralanabilir<br />
(Berman ve Tatar, 2004: 7)<br />
Herhangi bir sağlık güvencesine sahip olmayan nüfusun genel sağlık sigortası<br />
kapsamına alınması,<br />
Birinci basamak hizmetler için kentsel alanlarda kişi başına ödeme ilkesini<br />
benimseyen aile hekimliği,<br />
Mevcut hastanelerin büyük ölçüde finansal özerklik ile birlikte özerk bir<br />
yapıya kavuşması,<br />
Hizmeti sunanlarla satın alanların birbirinden ayrılması ve hizmet<br />
sunucularının aynı havuzdaki kaynaklar için birbiri ile rekabet ettiği bir dahili<br />
piyasanın oluşturulması.<br />
2.1.5. 2000-………. Dönemi<br />
Sağlık Bakanlığı’nın 1 Temmuz 2003 tarihinde başlattığı ve 2003 yılı aralık<br />
ayında bir kitapçıkla kamuoyuna duyurduğu SDP, geçmişteki reform ve proje<br />
çalışmalarını değerlendirerek gelecekte geçilmesi düşünülen sağlık sistemini<br />
tasarlayacak ve bu sisteme geçişi kolaylaştıracak gerekli değişiklikleri yapmayı<br />
planlamıştır. SDP; sağlık hizmetlerinin etkili, verimli ve hakkaniyete uygun bir<br />
31
şekilde organize edilmesi, finansman sağlanması ve sunulmasını hedeflemektedir<br />
(SB, 2007: 268). SDP programı ile ilgili detaylı açıklamalar 4. Bölümde yapılacaktır.<br />
2.2. TÜRKİYE’DE SAĞLIK HİZMETLERİNİN YAPILANMASI<br />
2.2.1. Sağlık Hizmetlerinin Örgütlenmesi<br />
Türkiye’de sağlık sektörünün örgütlenmesinde çok sayıda resmi, yarı resmi<br />
ve özel kuruluş sağlık hizmeti üretiminde ve finansmanında görev yapmaktadır.<br />
Kamu kesiminde; S.B., M.S.B., S.S.K., Tıp Fakülteleri, M.E.B., P.T.T., T.C.D.D.,<br />
Belediyeler ve Kamu İktisadi Kuruluşları sağlık hizmeti sunan başlıca kuruluşlardır.<br />
Bunların yanında dini gruplar, azınlıklar ve vakıfların yanında kar amaçlı özel sektör<br />
kuruluşları da hizmet vermektedir. Türkiye’de sağlık hizmetlerinin tek elden<br />
yönetimi söz konusu değildir. Birçok kuruluş birbirinden habersiz hizmet üretmeye<br />
alışmakta olup, bunun doğal bir sonucu olarak, mevcut kaynakların verimli<br />
kullanılması sağlanamamaktadır.<br />
32
Şekil 1: İşlevlerine Göre Sağlık Sektöründe Yer Alan Kurum ve<br />
Kuruluşlar,Türkiye<br />
POLİTİKA OLUŞTURMA SAĞLIK HİZMETLERİ SUNUMU<br />
Türkiye Büyük Millet Meclisi<br />
Devlet Planlama Teşkilatı<br />
Sağlık Bakanlığı<br />
Yüksek Öğretim Kurumu<br />
Anayasa Mahkemesi<br />
İDARİ KARAR ALMA<br />
Sağlık Bakanlığı<br />
İl Sağlık Müdürlükleri<br />
SAĞLIK HİZMETLERİ FİNANSMANI<br />
Maliye Bakanlığı<br />
Sosyal Güvenlik Kurumu (SSK, Bağ-Kur,<br />
Emekli Sandığı)<br />
Özel Sigorta Şirketleri<br />
Kendi Kendini Finanse Eden Kurumlar<br />
Uluslararası Ajanslar<br />
Kamu<br />
Sağlık Bakanlığı<br />
Üniversite Hastaneleri<br />
Savunma Bakanlığı<br />
Özel<br />
Özel Hastaneler<br />
Vakıf Hastaneleri<br />
Azınlık Hastaneleri<br />
Özel Çalışan Pratisyen/Uzman<br />
Hekimler<br />
Ayakta Tedavi Klinikleri<br />
Laboratuvarlar ve Tanı Merkezleri<br />
Eczaneler<br />
Tıbbi Cihaz ve Malzeme Satıcıları<br />
Sivil Toplum Örgütleri<br />
Kızılay<br />
Vakıflar, Dernekler<br />
Kaynak: Türkiye Sağlık Raporu, Hıfzıssıhha Mektebi Müdürlüğü, 2004,<br />
Ankara sayfa 29<br />
33
Sağlık Bakanlığı dışında kalan kuruluşların genellikle ve yalnızca hastane<br />
hizmeti ürettiği ve sınırlı hizmet verdiği göz önüne alındığında, Türkiye’deki sağlık<br />
hizmetlerinin temel çatısını Sağlık Bakanlığı örgütünün oluşturduğu söylenebilir.<br />
Ayrıca, yürürlükteki yasalara göre, ülkenin sağlığından sorumlu ve yetkili olan<br />
kuruluş Sağlık Bakanlığı’dır.<br />
Sağlık Bakanlığı, merkezi yönetime dayalı bir örgüt olup, merkezde bakan<br />
illerde ise valiler örgütün temel otorite noktalarını oluşturmaktadır. Bakanlık<br />
yapısında, hem yatay, hem de dikey programlar yürüten birimler vardır.<br />
Sağlık Bakanlığı Merkez Teşkilatı<br />
Sağlık Bakanlığının örgütlenme yapısı şu anda bir Bakan, bir Müsteşar, yedi<br />
Müsteşar yardımcısı ve bunlara bağlı idari birimlerden oluşmaktadır (Şekil 2). İdari<br />
bilimler; Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü; Tedavi Hizmetleri Genel<br />
Müdürlüğü; Ana-Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü; İlaç ve<br />
Eczacılık Genel Müdürlüğü; Sağlık Eğitimi Genel Müdürlüğü; Personel Genel<br />
Müdürlüğü ve Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü ile Avrupa Birliği<br />
Koordinasyon Daire Başkanlığı, Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği, Bilgi İşlem<br />
Daire Başkanlığı, Bütçe Dairesi Başkanlığı, Dış İlişkiler Daire Başkanlığı, Halka<br />
İlişkiler Koordinatörlüğü, Hıfzıssıhha Mektebi Müdürlüğü, Hukuk Müşavirliği, İdari<br />
ve Mali İşler Daire Başkanlığı, İzleme ve Değerlendirme Birimi, Kanserle Savaş<br />
Dairesi Başkanlığı, Proje Yönetimi Destek Birimi, Refik Saydam Hıfzıssıhha<br />
Merkezi Başkanlığı, Savunma Sekreterliği, Sıtma Savaş Daire Başkanlığı, Strateji<br />
Geliştirme Başkanlığı, Teftiş Kurulu Başkanlığı ve Verem Savaş Daire<br />
Başkanlığından oluşmaktadır (SB, 2007: 103-104).<br />
34
SAĞLIK BAKANLIĞI MERKEZ TEŞKİLATI ŞEMASI<br />
Şekil 2: Sağlık Bakanlığı Merkez Teşkilatı<br />
Teftiş Kurulu Başkanlığı BAKAN Özel Kalem Müdürlüğü<br />
Yüksek Sağlık Şurası<br />
Tıpta Uzmanlık Bakanlık Müşavirleri<br />
Basın Müşavirliği<br />
MÜSTEŞAR<br />
Müsteşar Yardımcısı Müsteşar Yardımcısı Müsteşar Yardımcısı Müsteşar Yardımcısı v. Müsteşar Yardımcısı v. Müsteşar Yardımcısı v. Müsteşar Yardımcısı<br />
• AB Koor.Dai.Bşk.<br />
• Dış İlişkiler Dai.Bşk.<br />
• Proje Yön.Dest.Birimi<br />
• Kamu Özel Ort.Dai.Bşk<br />
• Pandemi Yürütme Kurulu Başkanlığı<br />
• Strateji geliştirme Dai. Başk.<br />
• İnşaat ve Onarım Dai. Başk.<br />
• Hudut Sahiller Sağ. Gen. Müd<br />
• Kanser Savaş Dai. Başk.<br />
• Verem Savaş Dai. Başk.<br />
• Sıtma Savaş Dai. Başk.<br />
• AÇSAB Gen. Müd.<br />
• Sağ.Eğt.Gn.Md.<br />
• Tedavi Hizm. Gen. Müd.<br />
• Temel Sağ. Hizm. Gen. Müd.<br />
• R.Saydam Hıfz. Mrk. Başk.<br />
• Sağlıkta Dönüşüm Programı Koordinatörlüğü<br />
• Sabim<br />
• İlaç ve Eczacılık Gen. Müd.<br />
• İdari ve Mali İşler Dai.Bşk.<br />
• Personel Gen. Müd.<br />
35<br />
• Hukuk Müşavirliği<br />
• Kanun Tasarılar<br />
• Soru Önergeleri
Kaynak;http://www.sağlik.gov.tr/TR/Genel/BelgeGoster.aspx? Erişim Tarihi:<br />
04.01.2010<br />
Sağlık Bakanlığı’nın illerdeki sağlık müdürlüklerinin yöneticisi bir hekimdir.<br />
Sağlık ocakları ve sağlık merkezleri İl Sağlık Müdürlüğünün denetimine tabidir. İl<br />
Sağlık Müdürü, ildeki sağlık hizmetlerinin planlanması ve uygulanmasından<br />
sorumludur ve bu hizmetlerle ilgili olarak ildeki validen olduğu gibi Sağlık Bakanlığı<br />
merkez teşkilatından da onay almak zorundadır. Sağlık hizmetleri için hekimler<br />
Personel Genel Müdürlüğü tarafından istihdam edilir ve göreve başlatılırken Sağlık<br />
Bakanlığı tarafından bir ile nokta tayin olarak ataması yapılır ve eğer gerek görülürse<br />
İl Sağlık Müdürlüğü tarafından da belirli bir sağlık kurumu için geçici yer<br />
değiştirmesi yapılır. Yardımcı sağlık personeli ise ile tayin edilir ve İl Sağlık<br />
Müdürlüğünce il içi görev dağılımı yapılır. Sağlık ocaklarının işletim masrafları, sarf<br />
malzemeleri, elverişlilik ve geçmişteki kullanım durumlarına göre, İl Sağlık<br />
Müdürlükleri tarafından sağlık ocaklarına gönderilir. İlçelerde, bir grup sağlık<br />
ocağının idari yetkilisi olarak görev yapmak üzere bölge düzeyinde Sağlık Grup<br />
Başkanlıkları oluşturulmuş fakat bu hekimlerin görev tanımları gerektiğince<br />
yapılmamıştır (SB, 2007: 106)<br />
36
Şekil 3: Sağlık Bakanlığı Taşra Teşkilatı<br />
2.2.2.Sağlık Hizmetlerinin Finansmanı<br />
Dünya genelinde, sağlık hizmetlerinin finansmanında 4 temel yöntemden söz<br />
edilebilir. Bu yöntemler genel vergiler, özel sigorta, cepten yapılan ödemeler, sosyal<br />
sigortadır. Bu yöntemlere ilave olarak ayrıca son yıllarda yoğun olarak tartışılan tıbbi<br />
tasarruf hesabı ve dış finansman kaynakları eklenmiştir. Bu yöntemler uygulama<br />
açısından ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir<br />
Bir taraftan sağlık hizmetlerine olan talebin artması diğer taraftan kaliteli<br />
sağlık hizmeti sunmak için sağlık kurumlarının modern teknolojiyi satın almak ve<br />
nitelikli personel istihdam etmek için çabaları sağlık giderlerini arttırmaktadır. Sağlık<br />
hizmeti veren sağlık kurumları giderlerinin düzenli bir şekilde karşılanabilmesi için<br />
37
de finansmanın hangi kaynaklardan nasıl karşılanacağı önemli bir konudur (Orhaner,<br />
2006: 6).<br />
Sağlık hizmetlerinin finansman yöntemleri ülkenin gelişmişlik düzeyi ile<br />
beraber, o ülkenin sosyo-ekonomik yapısı ile kültürel değerlerinden de<br />
etkilenmektedir. Bununla beraber Feldstein, bir sağlık hizmetleri finansman sisteminin<br />
aşağıda sayılan özelliklere sahip olması gerektiğini söylemektedir (Feldstein, 1981:<br />
247).<br />
"Sağlık Bakımı"ndan yoksun kalmayı önlemelidir. Hiçbir birey, düşük gelirli<br />
olmasından dolayı evsiz ya da gıdasız kalamayacağı gibi sağlık hizmetlerinden<br />
de yoksun kalmamalıdır.<br />
Finansal yetersizliği ortadan kaldırmalıdır. Hiçbir birey tahmin edilemeyen<br />
bir hastalık ya da kazanın ortaya çıkardığı sağlık harcamalarını karşılarken<br />
ciddi bir finansman sorunu ile karşı karşıya kalmamalıdır.<br />
Maliyetler en aza indirilmelidir. Bir finansman sistemi, etkin kaynak<br />
kullanımını sağlarken, sağlık bakımı fiyat artışlarını da önlemelidir. Hastalar,<br />
mümkün olduğunca, yüksek maliyet taşıyan hastane bakımı yerine, düşük<br />
maliyetli ayaktan tedaviye yönelik sağlık hizmetlerini kullanmalıdır.<br />
Hastaneler, sağlık personeli sayısının ve gereksiz ödemelerin artması, teknik ve<br />
hizmet olanaklarının gereksiz yere aşın kullanılması ile ortaya çıkan maliyet<br />
artışlarını hafifletecek düzenlemelerle desteklenmelidir.<br />
Doktorların, sigortanın varlığına dayanarak, hastalara fazla yansımayacağı<br />
düşüncesi ile vizite ücretlerini gereksiz yere artırmalarına izin verilmemelidir.<br />
Kısacası, hastalar, doktorlar ve hastane yönetiminde maliyet bilinci<br />
oluşturmalıdır.<br />
Vergi artışlarından kaçınmalıdır. Çünkü, yüksek vergiler, çalışma<br />
motivasyonunu ve bir bütün olarak ekonomide etkin kaynak kullanımını<br />
engellemektedir.<br />
38
Kolay uygulanabilir olmalıdır. Sağlık hizmetleri finansman sisteminin<br />
yönetimi, maliyeti yüksek, uygun olmayan, karmaşık işlemler içermeyen,<br />
kaynakların etkin kullanımını engelleyen kararlara dayanmamalıdır.<br />
Genel kabul görmelidir. Her yeni finansman yöntemi halk tarafından kabul<br />
gördüğü gibi sağlık kurumlarında da kolayca uygulanabilir olmalı ve<br />
doktorlar tarafindan da kabul görmelidir.<br />
Sağlık hizmetlerinin ülkeler bazında nasıl finanse edildiği, hangi yöntemlerle<br />
sağlandığı, insanların sağlık düzeylerinin yanı sıra gelir düzeylerinin de etkili olduğu<br />
bir husustur. Kişisel sağlık hizmetlerinin finansmanı için çok yöntemler mevcut<br />
bulunmaktadır. Toplum sağlığı hizmetleri genel olarak devlet tarafından finanse<br />
edilip gene devlet kuruluşları tarafından sağlanırken, kişisel sağlık hizmetleri çeşitli<br />
mekanizmalara bağlıdır. Bu mekanizmalarda devletin, kamusal ve özel sigorta<br />
sistemlerinin, yabancı kuruluşların, hükümet dışı kuruluşların, toplulukların, ailelerin<br />
ve bireylerin mali rolleri değişkenlik göstermektedir.<br />
Kişisel sağlık hizmetlerinin finansmanında başlıca üç yöntem<br />
kullanılmaktadır: Vergiler, sigorta (sosyal ya da özel) ve sigorta dışı finansman<br />
yöntemleri.<br />
Vergiye dayanan sistemlerde, vasıtasız vergiler (gelir vergisi gibi), vasıtalı<br />
vergiler (katma değer vergisi gibi), özel vergiler ve diğer devlet gelirleri söz<br />
konusudur. 1942 yılında yayınlanan Beveridge Raporu’na istinat eden sistemlerde<br />
sağlık hizmetlerinin finansmanı vergilerden sağlanan gelirlerle ulusal bütçeden<br />
karşılanmaktadır.<br />
Sigortaya dayanan sistemler, sağlık hizmetlerinin finansmanına ilişkin bu<br />
sistemlerde, sigorta kapsamındaki insanlar, belirli bir sağlık hizmetleri paketine hak<br />
kazanmak için bir sigorta şirketine ya da fonuna pirim öderler. Kimi ülkelerde, bütün<br />
nüfusu kapsayan tek bir sosyal sigorta sistemi vardır. Kimi ülkelerde ise, birbirinden<br />
ayrı çeşitli sistemleri kapsayan ulusal sağlık sigortası sistemleri söz konusudur.<br />
Alman Otto Von Bismarc tarafından geliştirilen ve Bismarc Modeli adıyla anılan<br />
39
modelde de, sağlık hizmetlerinin finansmanı kişilerin kazanç esasına dayalı sigorta<br />
primlerinden elde edilen sigorta gelirlerinden sağlanmaktadır.<br />
Sağlık tasarruf hesapları ve yararlanıcı ücretleri sağlık hizmetlerinin<br />
finansmanında başvurulan diğer yöntemler arasındadır. Bunlardan birincisinde,<br />
gelirin belirli bir yüzdesi sağlık hizmetleri ve yararlanıcı ücreti olarak bir kenara<br />
ayrılmaktadır. Ne var ki, tıbbi bakım ve hizmetlerin yüksek maliyeti nedeniyle bu tür<br />
tasarruf hesapları genellikle yetersiz kalmaktadır.<br />
Yararlanıcı ücretleri, 1980’lerden bu yana, kamu harcamalarındaki azalma<br />
karşısında sağlık hizmetlerinin finansmanı amacıyla gelişmekte olan birçok ülkede<br />
devreye sokulmuştur. Bu sistem, Benin, Gine, Kamerun, Nijerya ve Sierra Leone ile<br />
başta Viet-Nam olmak üzere kimi Asya ülkelerinde yürümektedir. Kanada ve<br />
Danimarka gibi ülkelerde ise, ulusal ya da yerel sistemler tarafından karşılanmayan<br />
sağlık hizmetlerine ilişkin masraflar, çalışanların oluşturdukları ya da özel kesime ait<br />
sigorta sistemleri aracılığıyla kapatılmaktadır.<br />
Düşük gelirli kimi ülkeler, sağlık hizmetlerinin finansmanında dış finansmana<br />
bağımlı durumdadırlar. Ekonomik kriz, doğal felaket ya da savaş gibi durumlarda<br />
ortaya çıkan kısa dönemli kaynak yetersizliklerinde dış finansmana yaygın olarak<br />
başvurulmaktadır.<br />
2.2.3.Sağlık Hizmetleri Arzı<br />
Türkiye’deki sağlık hizmetleri kamu ve özel hizmet sunucular tarafından<br />
sağlanır. En büyük kamu hizmet sunucusu Sağlık Bakanlığı (Tablo 5) olup SSK<br />
hastanelerinin de devredilmesiyle birlikte etkisi daha da artmıştır. Daha önce diğer<br />
devlet bakanlıkları (Savunma, Ulaştırma ve Milli Eğitim), bazı kamu kuruluşları ve<br />
belediyelerin de sundukları sağlık hizmeti de SB’na devredilmiştir. Yine üniversite<br />
hastaneleri de önemli hizmet sunucusudur (SB, 2007: 117).<br />
40
Tablo 1: Hastanelerin Dağılımı, Türkiye, Şubat 2007<br />
BRANŞ GENEL EĞİTİM TOPLAM<br />
KAMU HASTANELERİ 754 53 807<br />
Devlet Hastaneleri 604 27 631<br />
Kadın Doğum Hastaneleri 58 6 64<br />
Çocuk Hastaneleri 7 3 10<br />
Göğüs Hastaneleri 18 4 22<br />
Yüksek İhtisas Hastanesi 1 4 5<br />
Ruh Sağlığı Hastaneleri 9 2 11<br />
Fizik Tedavi Hastaneleri 8 2 10<br />
Onkoloji Hastaneleri 1 1 2<br />
Acil Yardım ve Travmatoloji Hastaneleri 4 0 4<br />
Kemik Hastalıkları Hastaneleri 2 1 3<br />
Zührevi Hastalıklar Hastaneleri 1 0 1<br />
Lepra Hastaneleri 2 0 2<br />
Diş Hastaneleri 1 1 2<br />
Meslek Hastalıkları Hastaneleri 2 0 2<br />
Göz Hastalıkları Hastaneleri 0 2 2<br />
İlçe Hastanesi 36 0 36<br />
Üniversite Hastaneleri 56<br />
Özel Hastaneler 305<br />
Belediye Hastaneleri 6<br />
Dernek ve Vakıf Hastaneleri 19<br />
Yabancılara Ait Hastaneler 3<br />
Azınlık Hastaneleri 5<br />
41
Tablodan da anlaşılacağı üzere Sağlık Bakanlığı birinci ve ikinci basamak<br />
sağlık hizmetlerinin temel sunucusu ve koruyucu hizmetlerin ise tek tedarikçisidir.<br />
Ayrıca Sağlık Bakanlığı, birinci basamak, ikinci basamak, ihtisaslaşmış yataklı ve<br />
ayakta tedavi kurumları ile çok geniş bir alanda hizmet vermektedir. Kamu<br />
sektöründeki bu geniş ağ, özel sektörde hem ayakta hem de yataklı tedavi hizmeti<br />
veren daha az sayıdaki özel kurumla tamamlanır. Son dönem uygulanan sağlık<br />
politikaları nedeniyle Sağlık Bakanlığı sağlık hizmetlerinin ana sunucusu olmaya<br />
devam etmekle birlikte ve özel sağlık sektörü bu alanda Bakanlığın en önemli ortağı<br />
ve tamamlayıcısı haline gelmiştir.<br />
2.2.3.1.Kamu Tarafından Sunulan Sağlık Hizmetleri<br />
Birinci Basamak ve Koruyucu Sağlık Hizmetleri<br />
Sağlık Bakanlığı birinci basamak sağlık hizmeti veren en önemli ve<br />
koruyucu sağlık hizmeti sunan tek kurumdur. Bunlarla birlikte ana çocuk sağlığı<br />
hizmetlerinin de ana tedarikçisidir. Bu hizmetler, sağlık hizmetlerinin<br />
toplumsallaştırılmasını temel alan 1961 yılında çıkartılan yasa uyarınca ülke çapına<br />
yayılmış sağlık ocakları ve sağlık evleri ile verilir. Bu yasaya göre, ulusal<br />
politikalarda, değişik basamaklardaki sağlık kurumları bir hekimin görev yapma<br />
yerini etkiler ve böylelikle hekimler belirli coğrafi alanlarda yoğunlaşmak yerine<br />
kendilerine ihtiyaç duyulan alanlara gönderilirler. Birinci basamak sağlık<br />
kurumlarının belirli bir coğrafi bölgede toplanması yerine ülke çapına dağıtılması<br />
amaçlanıyorsa da uygulamada bunu gerçekleştirmek zordur (SB, 2007: 118).<br />
Sağlık Ocakları<br />
Mevcut uygulamalara göre kırsal alanlardaki sağlık evleri birinci basamak<br />
sağlık hizmeti ile aile planlaması hizmetleri veren, doğumlara yardımcı olan ve<br />
belirlenen hanelere aylık ziyaretler yapan bir ebe tarafından idare edilir. Kırsal<br />
alanlardaki sağlık evleri sağlık ocağına bağlı olup yine bu sağlık ocağı tarafından<br />
denetlenir. Kırsal alandaki sağlık ocakları ise 2.500 kişiye hizmet verir ve bir<br />
42
pratisyen hekim olmak üzere bir hemşire, bir sağlık memuru, iki ebe ve bir destek<br />
elemanından oluşan sekiz personelden meydana gelir. Yaklaşık olarak 5.000 kişiye<br />
hizmet veren bölge sağlık ocakları ise 16 kişilik sağlık personelinden oluşur (biri<br />
sorumlu hekim olmak üzere dört pratisyen hekim, bir diş hekimi, bir çevre sağlığı<br />
teknisyeni, bir kaç sağlık memuru, bir laboratuar teknisyeni, iki hemşire ve iki ebe).<br />
Yaklaşık olarak 10.000, gerektiğinde ise 20.000 kişiye hizmet veren il sağlık<br />
ocaklarında ise, nüfustan bağımsız olarak, İl Sağlık Müdürlükleri’nin talebi ve<br />
Valiliklerin onayı üzerine ek birimler açılabilir (SB, 2007: 119).<br />
Sağlık Ocaklarının başlıca görevleri şunlardır; bulaşıcı hastalıkların<br />
önlenmesi ve tedavisi, bağışıklama, anne ve çocuk sağlığı hizmetleri, aile planlaması,<br />
halk sağlığı eğitimi, çevre sağlığı, hasta bakımı ve sağlıkla ilgili istatistiksel verilerin<br />
toplanması. Koruyucu ve birinci basamak sağlık hizmetlerini sunmayı esas alan<br />
sağlık ocakları ayrıca sağlık hizmetine ihtiyacı olanların başvuracağı ilk kurum ve<br />
daha ileri tedaviye ihtiyacı olanları da bir üst kuruma sevk edecek ilk basamaktır.<br />
Aile Hekimliği<br />
Sağlık Bakanlığı Sağlıkta Dönüşüm Programı kapsamında Aile Hekimliği<br />
uygulamasına kademeli olarak geçmektedir. Aile Hekimi; ailenin henüz doğmamış<br />
çocuğundan en yaşlı üyesine kadar, ailenin tüm bireylerinin hekimi olarak<br />
tanımlanır. Bu kapsamda, bireysel koruyucu sağlık önlemleri ile ayakta tedavi ve<br />
evde bakım hizmetleri de aile hekimliği kapsamına girer. Birinci basamak sağlık<br />
hizmetini aşan sorunlar için diğer uzman hekimler, diş hekimi, diyetisyen gibi<br />
kişilere hastayı yönlendirerek, koordinatör görevini üstlenir. Dolayısıyla kendisine<br />
kayıtlı kişilerin aynı zamanda sağlık danışmanı, bu konuda onlara yol gösteren ve<br />
onların haklarını savunan kişi konumundadır.<br />
Aile hekimi, aile bireylerinin ikametlerine genellikle yakındır ve kolay<br />
ulaşılabilir konumdadır. Hizmet verdiği toplumu her yönüyle tanır; aile, çevre ve iş<br />
ilişkilerini değerlendirir. Ailenin bütün bireylerinin sağlık durumlarını, yaşama<br />
koşullarını, dolayısıyla koruyucu sağlık uygulamalarının ve sağlık eğitiminin bu<br />
bireylere nasıl uygulanabileceğini en iyi bilen kişidir. Bu doktorlar, kendi<br />
43
sorumluluğu altındaki bireyleri bir hastalık çerçevesinde değil, bütüncül bir<br />
yaklaşımla sağlık koşulları, psiko-sosyal çevre ve mevcut diğer akut veya kronik<br />
sağlık sorunları ile birlikte bir bütün olarak değerlendirir.<br />
Aile hekimliği kayıtları sağlıkla ilgili araştırmalarda çok değerli bir veri<br />
kaynağıdır. Sevk zincirinde önemli oranda başarı sağlar. Hastalıkların uygun<br />
basamaklarda ele alınmasını ve tedavisini mümkün hale getirir. Sevk gerektiğinde,<br />
kişinin sağlık bilgileriyle birlikte doğru uzmanlık dalına ve doğru merkeze gitmesini<br />
sağlayarak, yüksek maliyetli ikinci basamak sağlık hizmetlerinin daha etkili ve<br />
ekonomik biçimde kullanımını sağlar. Bu açıdan aile hekimliği aynı zamanda<br />
birçok yanlış yönlendirmeyi, düzensizliği, gereksiz sağlık harcamasını, ikinci<br />
basamakta gereksiz yığılmayı, kuyrukları ve hasta mağduriyetini engeller (SB, 2007:<br />
124).<br />
İkinci ve Üçüncü Basamak Sağlık Hizmetleri<br />
İkinci ve üçüncü basamak sağlık kuruluşları esas olarak tedavi hizmetlerinin<br />
sunulduğu sağlık kuruluşlarıdır. Ayrıca birinci basamakta tanısı konamayan, ihtisas<br />
bilgisi gerektiren hastalıklar için de poliklinik hizmetleri bu kuruluşlarda<br />
verilmektedir. Buna göre yataklı tedavi kurumları olan ikinci ve üçüncü basamak<br />
sağlık kuruluşları aynı zamanda poliklinik hizmetleri de sunmaktadır (Tablo 6).<br />
Hastanelerin ayakta tedavi bölümlerine başvuran vakaların büyük kısmı<br />
detaylı inceleme ve tedavi gerektirmediği için aslında birinci basamak sağlık<br />
kurumlarında tedavi edilebilir hastalıklardır. Birinci basamak sağlık kurumlarındaki<br />
tedavi normalde ayakta tedaviden daha ucuzdur. Ayakta tedavi kurumlarına aşırı<br />
yüklenilmesi tedavi masraflarının gereksiz şekilde yukarı çıkmasına ve kaynakların<br />
da verimli kullanılamamasına yol açmaktadır. Bununla birlikte birinci basamakta<br />
çalışan pratisyen hekime toplumun bakış açısı, bu kurumlardaki özellikle tahlil ve<br />
tetkik yetersizliği, ayrıca gerekirse daha detaylı tetkik ve aynı gün içinde farklı<br />
uzman hekime başvurma imkanı nedeniyle hastanelere gereksiz başvurular<br />
yapılmaktadır.<br />
44
2.2.3.2.Özel Sektör Tarafından Sunulan Sağlık Hizmetleri<br />
1980'lerin başında devlet teşvikiyle açılan özel sağlık sektörü, bugün<br />
Türkiye'nin en büyük sıçrama yapan sektörleri arasındadır. Bunda da en büyük pay<br />
kuşkusuz son yıllarda izlenen teşvik politikalarınındır. Tartışmasız olarak<br />
söylenmelidir ki 59 ve 60. Hükümetler sağlık sektörünü kökten etkileyecek adımlar<br />
atmışlardır. Özel sağlık sektörü, sağlık hizmet sunumundaki rolünü farklı isimlere<br />
sahip kurum ve kuruluşlarla gerçekleştirir. Halen Ülkemizde özel sağlık hizmetleri<br />
beş farklı şekilde verilmektedir.<br />
- Özel muayenehaneler<br />
- Özel poliklinik, tıp merkezleri<br />
- Özel tanı merkezleri ve laboratuarlar<br />
- Özel hastaneler<br />
- Kamu kurumlarında verilen özel hizmetler<br />
- İş yeri hekimleri tarafından verilen hizmetler.<br />
Özel sektöre ait ayakta teşhis ve tedavi veren sağlık kuruluşlarının sayısı<br />
38.476, yataklı tedavi hizmeti veren sağlık kurumlarının sayısı ise 332’dir. Sağlık<br />
Bakanlığı tahminlerine göre özel sektörde çalışan Hekim sayısı 17.872’dir. Bunların<br />
da 14.497’si uzman hekim, 3.375’i Pratisyen Hekim’dir. Özel sağlık sektörünün<br />
ülke sağlık hizmet sunumundaki payı % 25 oranına ulaşmıştır.<br />
Özel Muayenehaneler<br />
Özel muayenehanelerde çalışan hekimler ya serbest hekim olarak ya da<br />
limited şirket içerisinde yer alarak faaliyet gösterir. Sonraki seçenek mali avantajlar<br />
da sağlar. Şirketin dışında kalan ve serbest olarak çalışan hekimler serbest hekim<br />
olarak elde ettikleri kazançtan bağımsız olarak “asgari standartta bir vergi” öderken<br />
limited şirket çatısı altında faaliyet gösteren hekimler gerçek kazançlarına göre özel<br />
45
sektör şirketiymiş gibi vergilendirilirler. Bundan dolayı, özel sektörde çalışan<br />
hekimlerin çoğu limited şirket kurma yolunu seçerler; bunu tercih etmemiş olanlar<br />
ise muayenehanelerini kapatmak zorunda kalmış çünkü yukarıda da bahsedilen<br />
asgari standart vergiyi ödemede güçlük çekmişlerdir. Türk vatandaşı olan ve<br />
hekimlik diploması olan herkes TTB’nin, bulunduğu ildeki şubesine müracaat ederek<br />
ve Maliye Bakanlığı’ndan bir vergi kimlik numarası alıp vergi ödeyerek<br />
muayenehane açabilir, serbest hekimlik yapabilirler.<br />
Özel Poliklinikler ve Tıp Merkezleri<br />
Poliklinikler, tıpta uzmanlık alanlarının dağılımına bakılmaksızın, temel<br />
olarak muayenehane ve diğer gerekli asgari destek hizmetleri ile bir veya birden çok<br />
tıpta uzmanlık dalı ve/veya genel pratisyenlik olarak en az iki hekimin hizmet<br />
verdiği, ayrıca istenirse ilave olarak diş hekimliği hizmetinin bir araya gelmesi ile<br />
kurulan özel sağlık kuruluşlarıdır.<br />
Tıp merkezi: Asgari olarak bünyesinde iç hastalıkları, kadın hastalıkları ve<br />
doğum, çocuk sağlığı ve hastalıkları ve genel cerrahi tıp dallarında birer uzman<br />
hekim olmak üzere asgari dört uzmanlık dalında faaliyet gösteren ve bünyelerindeki<br />
bu uzmanlardan iç hastalıkları veya çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanlarından bir<br />
kadrolu hekim ile kadın hastalıkları ve doğum veya genel cerrahi tıp dallarında bir<br />
kadrolu hekim olmak üzere en az iki kadrolu uzman hekim çalıştıran, ağız ve diş<br />
sağlığı alanında hizmet vermek amacıyla en az bir diş ünitesi ve diş hekimi ile sürekli<br />
ve düzenli olarak gelişmiş donanım ve personel desteği ile 24 saat süre ile ayakta<br />
teşhis ve tedavi hizmeti sunan özel sağlık kuruluşlarıdır.<br />
Özel dal merkezi: Belirli bir yaş ve cins grubu hastalar ile belirli bir hastalığa<br />
tabi tutulanlara veya bir organ veya grubu hastalara yönelik hizmet vermek üzere,<br />
biri kadrolu olmak kaydıyla ilgili uzmanlık dalında en az iki uzman hekimin görev<br />
yaptığı gelişmiş donanım ve personel desteği ile ayakta teşhis ve tedavi hizmeti<br />
sunan özel sağlık kuruluşlarıdır.<br />
Teşhis merkezi: Yalnızca 3153 sayılı Radiyoloji, Radiyom ve Elektrikle<br />
Tedavi ve Diğer Fizyoterapi Müesseseleri Hakkında Kanun ile 992 sayılı Seriri<br />
46
Taharriyat ve Tahlilat Yapılan ve Masli Teamüller Aranılan Umuma Mahsus<br />
Bakteriyoloji ve Kimya Laboratuvarları Kanunu çerçevesinde birden fazla ilgili<br />
uzman hekimlerce açılan ve özel donanıma sahip, özel mevzuatına göre faaliyet<br />
gösterip teşhis hizmeti sunan özel sağlık kuruluşlarıdır.<br />
Bu kurumlarda çalışan hekimler Türk vatandaşı olmalıdır. Kamu<br />
kurumlarında çalışan asistan hekimler bu tür özel poliklinik ya da tıp merkezlerinde<br />
çalışamazlar.<br />
İşyeri Hekimleri<br />
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü’nün 91. maddesine göre 50’den daha<br />
fazla eleman çalıştıran özel şirketlerin iş yeri hekimi bulundurması gerekmektedir.<br />
Eğer özel kuruluşun eleman sayısı 700’den az ise bu iş yeri hekimi yarı-zamanlı<br />
olarak çalıştırılabilir; aksi halde tam zamanlı olarak çalıştırılmak zorundadır. İşyeri<br />
hekimleri ile Türk Tabipler Birliği – TTB’nin yerel şubeleri aracılığıyla bağlantı<br />
kurulur. İşyeri hekimlerinin asıl görevi iş yerindeki iş ile ilgili sağlık risklerini en aza<br />
indirmektir fakat pratikteki öncelikli görev tıbbi yardıma ihtiyaç duyan kişiler için ilk<br />
başvuru noktası olma yönündedir. Şu anda TTB ye kayıtlı yaklaşık olarak 8.000<br />
işyeri hekimi ve buralarda kayıtlı çalışan hemşiresi vardır ve bunlara eğitimler<br />
verilmektedir.<br />
Özel Tanı ve Laboratuar Hizmetleri<br />
Türkiye’deki özel laboratuar ve tanı merkezi sayısı hızla artmakta ve<br />
bunların üçte birini radyoloji ile benzer tanı hizmetleri oluşturmaktadır. Tanı<br />
cihazlarının ithalatı ve kullanımı yeterince denetlenmemektedir. Bir çok özel<br />
merkezin iş hacmini genellikle sosyal güvenlik kurumlarıyla yaptıkları anlaşmalar<br />
oluşturmaktadır ve bu merkezler yüksek teknoloji kullanımını gerektiren tetkikler ve<br />
tutarı yüksek olan reçete yazma eğiliminde olabildikleri konusunda tartışma<br />
bulunmaktadır.<br />
47
Özel Hastaneler<br />
Kamuya ait olmayan hastaneler arasındaki en baskın grup % 82 oranı ile özel<br />
hastanelerdir. Bu hastanelerin sayısı 1990’larda bu yana sürekli olarak artmış; 1995<br />
ve 2000 yılları arasında ise tam iki kat, 2000-2005 arasında ise % 25,2 artmıştır.<br />
Vakıf hastaneleri sayı ve kapasite açısından daha az etkindir (kamuya ait olmayan<br />
hastanelerin % 9’u) bununla birlikte 1990’lı yıllar boyunca artmıştır.<br />
Özel hastaneler genellikle üç büyük kentte toplanmıştır – özel hastane<br />
kapasitesinin ancak üçte biri Ankara, İstanbul ve İzmir dışında kalan kentlerdedir.<br />
Tek başına İstanbul’da, özel hastanelerin yarıya yakını bulunmaktadır. Öte yandan,<br />
Doğu Anadolu Bölgesi’nde ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde de daha az sayıda<br />
özel hastane vardır. Son yıllarda ve özellikle İstanbul’da çok sayıda özel uzmanlık<br />
hastaneleri (oftalmoloji, ortopedik, fiziksel terapi ya da mikro-cerrahi) açılmıştır.<br />
1990’lı yılların ortalarına kadar özel hastanelerin kurulması devlet kredileri ile<br />
desteklenmiştir. Bununla birlikte sosyal güvenlik kurumları kendine bağlı olan<br />
kişilerin özel sektörden de hizmet alabilmesini sağlamasıyla sayısal anlamda bir artış<br />
olmuştur. Ancak özel sektörün nüfusu az olan yerlerde özel poliklinik veya tıp<br />
merkezi açmaya meyilli olduğu görülmektedir.<br />
Sivil Toplum Kuruluşları<br />
Vakıf hastanelerinden ayrı olarak, STK’larının yalnızca bir kısmı sağlık<br />
sektöründe faaliyet gösterirler ve asıl olarak ilgilendikleri alanlar da ana-çocuk<br />
sağlığı ile aile planlamasıdır. Bunun yanı sıra, diyabet ya da kanser gibi belirli<br />
hastalıklar konusunda faaliyet gösteren dernekler de vardır. Bu dernek/örgütler sınırlı<br />
sağlık hizmeti verirler.<br />
48
Tablo 1: Türkiye'de Özel Sektöre Ait Teşhis Ve Tedavi Kuruluşları 2006<br />
Özel Hastaneler 332 Evde Bakım Merkezi/Birimi 11<br />
Sağlık Kabini 798 Hiperbarik Tedavi Merkezi 20<br />
Muayenehane 13201 Radyoloji Laboratuarı 1383<br />
Diş Hekimi Muayenehanesi 11563 Nükleer Tıp Laboratuarı 83<br />
Poliklinik 1370 Fizyoterapi Laboratuarı 611<br />
Diş Hekimliği Polikliniği 335 Biyokimya Laboratuarı 810<br />
Tıp Merkezi 647 Mikrobiyoloji Laborutuarı 974<br />
Diyaliz Merkezi 300 Patoloji Laboratuarı 241<br />
Güzellik Merkezi/Salonu 2059 Radyoterapi Laboratuarı 17<br />
Optisyenlik Müessesesi 4053 T o p l a m 38808<br />
Kaynak: Türkiye’de Sağlığa Bakış 2007, Sağlık Bakanlığı<br />
2.2.4. Toplumun Sağlık Düzeyi<br />
Bir toplumdaki çocuk sağlık düzeyi o toplumun sosyo ekonomik düzeyi,<br />
kültür düzeyi, yaşam ortamının hijyenik düzeyi ve sağlık hizmetlerinin hizmet düzeyi<br />
ile yakından ilgilidir. Gelişmiş ülkelerde çocuk sağlığı büyük ölçüde halledilmiş iken<br />
az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde halen önemli bir sorun olarak karşımızda<br />
durmaktadır.<br />
Ülkelerin sağlık düzeylerini belirleyen etmenleri şöyle sıralayabiliriz: Kişi<br />
başına düşen gelir, gelir ya da harcama dağılımında eşitsizlik, toplam sağlık<br />
49
harcamaları, kişi başına sağlık harcamaları, sosyal güvenlik harcamaları, erişkinlerde<br />
okuryazarlık oranı ve 1000 kişi başına düşen hekim sayısı (Türk Tabipler Birliği)<br />
Türkiye’nin sağlık düzeyini tablolar halinde karşılaştırma bölümünde ayrıntılı<br />
bir şekilde inceleyeceğiz.<br />
2.2.5. İnsan Kaynakları<br />
İnsan kaynakları, sağlık hizmetlerinin en yaşamsal parçasıdır. Sağlık<br />
personelinin sayıları Avrupa bölgesindeki diğer ülkelerle karşılaştırıldığında<br />
düşüktür. Özellikle hemşire sayısı yetersizdir. Sağlık personelinin coğrafi<br />
dağılımında ciddi eşitsizlikler mevcuttur. Daha az gelişmiş bölgelerde kişi başına<br />
düşen sağlık çalışanı sayısı diğer bölgelere göre oldukça azdır.<br />
Haziran 2010 itibariyle Türkiye’de toplam 111.211 hekim aktif olarak<br />
çalışmaktadır. Türkiye’de 100000 kişiye düşen hekim sayısı 153’tür. DSÖ Avrupa<br />
Bölgesi Ortalaması 340’tır.<br />
Haziran 2010 itibariyle Türkiye’de toplam 19264 diş hekimi aktif olarak<br />
çalışmaktadır. Türkiye’de 100000 kişiye düşen diş hekimi sayısı 27’dir. DSÖ Avrupa<br />
Bölgesi Ortalaması 60’tır. Yine aynı tarih itibariyle 25038 eczacı aktif olarak<br />
çalışmakta olup, Türkiye’de 100000 kişiye 35 eczacı düşmektedir. Bu oran DSÖ<br />
Avrupa Bölgesel Ortalamasında 71’dir. Türkiye’de toplam 102564 hemşire aynı tarih<br />
itibariyle aktif olarak çalışmaktadır. Türkiye’de 100000 kişiye 141hemşire düşerken,<br />
DSÖ Avrupa Bölgesel Ortalamasında 745 kişi düşmektedir (Türkiye’de Sağlık<br />
Eğitimi ve Sağlık İnsan gücü Durum Raporu Ankara, Haziran 2010).<br />
2.2.6.Sağlık Bilgi Sistemleri<br />
Sağlıkta dönüşüm programının bileşenleri arasında uyumun sağlanabilmesi<br />
için entegre bir sağlık bilgi sistemine ihtiyaç vardır. Sağlık sistemi politikalarının ve<br />
yönetim kararlarının bilgiye dayanması gerektiği konusunda hiç tereddüt yoktur.<br />
Sağlık bilgi sistemlerinin kurulması yalnızca teknolojik yatırımlarla<br />
gerçekleştirilemez sistemin oluşturulması ulusal ve uluslar arası sağlık bilişim<br />
50
standartları, kodlama, sınıflandırma ve terminolojilerin belirlenmesi, farklı kurumsal<br />
düzeylerde toplanan verilerin entegrasyonu ve bu bilgilerin karar süreçlerinde<br />
kullanılır hale getirilebilmesine bağlıdır.<br />
Sağlık Bakanlığı WEB Uygulamaları adı altında kullanılan bilgi<br />
sistemlerinden bazıları aşağıda listelenmiştir.<br />
Aile Hekimliği Bilgi Sistemi<br />
Birim Performans Takip Sistemi<br />
Birinci Basamak Ek Ödeme Takip Sistemi<br />
Çekirdek Kaynak Yönetim Sistemi<br />
Doküman ve İş Akış Yönetim Sistemi<br />
Doktor Bilgi Bankası<br />
Döner Sermaye Bütçe Uygulaması<br />
Karar Destek Sistemleri (İş-Zekası)<br />
Personel Bilgi Sistemi (PBS)<br />
Tek Düzen Muhasebe Sistemi<br />
Tıbbi Malzeme, İlaç ve Hizmet Takip Bilgi Sistemi<br />
Ulusal Organ Bilgi Sistemi<br />
Yeşil Kart Bilgi Sistemi<br />
Bakanlık bünyesinde oluşturulan bu bilgi sistemleri tüm ülke çapında<br />
kullanılmakta ve takibi bakanlığa bağlı ilgili birimler tarafından yapılmaktadır.<br />
51
Klinik bilgi sistemlerinin, iletişim ve internet bağlantılarının geliştirilmesi<br />
sağlık sektöründe bu teknolojilerin yaygın bir şekilde kullanılmasını sağlamıştır.<br />
Hastane Bilgi Sistemleri: Hastaneler bir yandan yönetim işlevlerinde, diğer<br />
yandan tıbbi bilgi saklama ve derleme amacına yönelik olarak bilgi sistemleri<br />
desteğine ihtiyaç duymaktadırlar. Kamu ve özel kesimden birçok hastane bilgisayar<br />
destekli bilgi sistemlerini kurmuş bulunmaktadır.<br />
Son yıllarda sağlık web siteleri üzerinde hastaları, doktorları ve hastane<br />
gruplarını bir araya getirilmesi için büyük çaba harcanmaktadır. Bu web siteleri<br />
klinik verilerin ve dijital tıbbi kayıtların paylaşılmasını kolaylaştırmak, laboratuar<br />
sonuçlarını, reçeteleri ve sigorta bilgilerinin hastalara ulaştırılmasını sağlamak<br />
amacıyla tasarlanmıştır. Böylece tıbbi hataların sayısının azaltılması, klinik<br />
hizmetlerinin kalitesinin artırılması ve süreçlerin daha verimli hale getirilmesi<br />
sağlanmış olacaktır.<br />
Sağlık bilgisi ve sağlık hizmetlerine kolayca ulaşılması neticesinde internet<br />
insanların kendi sağlıkları ile ilgili karar alma şekillerini değiştirmektedir. Klasik<br />
doktor-hasta ve tedavi süreci değişmekte olup bu yeni oluşum sürecinde iletişim<br />
teknolojileri ve internetin rolü giderek önem kazanmaktadır.<br />
2.2.7. İlaç Politikaları<br />
Dünya Sağlık Örgütü, ilaca erişebilirliğin uzun vadeli ilaç politikalarının<br />
ayrılmaz bir parçası olarak görülmesi gerektiği sonucuna varmıştır. Bu nedenle<br />
dolaylı önlemlerden biri olarak Dünyada “Akılcı İlaç Kullanımı” uygulamaları<br />
devreye sokulmuştur. 1985 yılında Nairobi’de yapılan DSÖ toplantısı akılcı ilaç<br />
kullanımı çalışmaları için başlangıç olmuştur.<br />
Dünya Sağlık Örgütünün tanımlamasına göre akılcı ilaç kullanımı; “kişilerin<br />
klinik bulgularına ve bireysel özelliklerine göre uygun ilacı, uygun süre ve dozajda,<br />
en düşük fiyata ve kolayca sağlayabilmeleri’dir.<br />
52
1999-2000 yıllarında gerçekleştirilen Türkiye Ulusal Sağlık Hesapları<br />
Araştırması’na göre ülkemizin 2000 yılı için toplam ilaç ve dayanıksız tıbbi tüketim<br />
malzemesi harcamasının, toplam sağlık harcamasındaki payı %33,5 olmuştur.<br />
2005 yılı toplam ilaç harcaması 13 milyar 248 milyon TL, 2006 yılı toplam<br />
ilaç harcaması ise 13 milyar 800 milyon TL olarak gerçekleşmiştir (IMS Health<br />
Data, 2005/2006)<br />
Ülkemizde akılcı ilaç kullanımında mevcut durumun değerlendirilmesi amacı<br />
ile Erzurum, Bolu ve Adıyaman illerinde çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Yapılan bu<br />
çalışmalarda reçeteler, Birinci Basamağa Yönelik Tanı ve Tedavi Rehberleri 2003 ‘e<br />
göre değerlendirilmiş, SB, RSHMB, Hıfzıssıhha Mektebi Müdürlüğü 3 hem maliyet<br />
hem de kutu sayısı bazında %50‘nin üzerinde akılcı olmadığı (irrasyonel) tespit<br />
edilmiştir. Yani, iki ilaçtan biri yanlış ya da gereksiz reçete edilmektedir.<br />
Uygunsuz ilaç kullanımında antibiyotikler başı çekmektedir.<br />
Ülkemizde kamu sağlık harcamalarının genel bütçeden aldığı payın yakın<br />
yıllarda giderek küçülmesine rağmen, son dönemde bu alanda reform niteliğinde<br />
ciddi gelişmeler olmuştur. Kamudaki bu gelişmenin yanı sıra sağlıkta özel sektöre<br />
yönelik özendirici yaklaşımlar ve destekler bu alanda da önemli kapasite oluşmasını<br />
sağlamıştır.<br />
Ancak, ister kamu tarafından yüklenilsin, isterse kişilerin kendi bütçelerine<br />
yansısın, doğru belirlenmiş bir tedavinin en az giderle gerçekleştirilmesi bu konudaki<br />
akılcı yaklaşımın son aşamasını oluşturmaktadır.<br />
Sağlıkta Dönüşüm Programı ile vatandaşlarımızın herhangi bir ayrıma tabi<br />
tutulmaksızın ilaçlarına erişiminin sağlanması ve bu erişimin sürekliliğinin temin<br />
edilmesi amaçlanmıştır. Bunu gerçekleştirmek için yapılanlar arasında, ilaç<br />
fiyatlarında indirim, eczanelerin herkese açılması, akılcı ilaç ve malzeme yönetimi<br />
vb. uygulamalar dikkat çekmektedir.<br />
53
2.2.8.Sağlık Bakanlığının Mevcut Yapısı<br />
Ülkemizde Sağlık Bakanlığı Cumhuriyet döneminin hemen ilk yıllarında<br />
“Sıhhat ve İçtima-i Muavenet Vekaleti” adı altında kurulmuş ve ülkedeki tüm sağlık<br />
hizmetlerin yürütülmesi görevi bu Bakanlığa verilmiştir. Bakanlık, 1925 yılında<br />
hazırladığı ilk çalışma programında yapılması gerekli işleri şöyle sıralamıştır:<br />
“Devlet Sağlık Örgütünü genişleterek köye kadar götürmek, sağlık personeli<br />
yetiştirmek, numune hastaneleriyle, doğumevleri ve çocuk bakımevleri açmak, halk<br />
sağlığı bakımından önemli olan, sıtma, verem, trahom, frengi, kuduz gibi<br />
hastalıklarla savaşmak ve sağlıkla ilgili kanunları yapmak, Merkez Hıfzıssıhha<br />
Enstitüsü ve Hıfzıssıhha Okulu kurmak”.<br />
Kamu sektöründe çalışan tüm sağlık personelinin yönetimi merkezde Sağlık<br />
Bakanlığı bünyesinde toplanmıştır. Sağlık hizmetlerinin sosyalleştirildiği 1960’lı<br />
yıllardan itibaren, Türkiye’de tüm sağlık hizmetleri devletin görevi olarak kabul<br />
edilmiş; koruyucu ve tedavi edici hekimlik hizmetlerinin tek elden merkezden<br />
yürütülmesine başlanmıştır.<br />
Sağlık Bakanlığının teşkilat yapısı ve görevleri 181 ve 210 Sayılı Kanun<br />
Hükmünde Kararnameler ile bazı değişiklikler yapılarak yeniden düzenlenmiştir. Son<br />
olarak, 24.1.1989 tarih ve 356 sayılı “Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’nın<br />
Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname” ile Bakanlığın ismi<br />
de “Sağlık Bakanlığı” olarak değiştirilmiş ve hizmet koşullarına göre merkez ve taşra<br />
örgütünü geliştirerek bugünkü örgüt ve yönetim biçimini almıştır.<br />
Sağlık Bakanlığı, 356 sayılı yasayla belirtilen görev ve sorumlulukları<br />
çerçevesinde sağlıkla ilgili her türlü faaliyeti planlama, denetleme ve uygulatmaktan<br />
birinci derecede sorumludur.<br />
54
Sağlık Hizmetlerinin<br />
Sunumu<br />
Türkiye’de Sağlık Alanında Başlıca Fonksiyonları<br />
Ulusal Düzeyde Sağlık Politikalarının<br />
Belirlenmesi<br />
Sağlık Hizmetlerinin<br />
Finansmanı<br />
Ulusal Düzeyde Sağlık Politikalarının Yönetimi, Genel<br />
Koordinasyonu ve Regülasyonu<br />
Sağlık Bakanlığı, merkezi düzeyde, sağlık hizmetleri ile ilgili genel kararları<br />
ve politikaları belirlemek ve uygulamaktan sorumludur. Taşra düzeyinde ise her ilde<br />
idari olarak Valiye bağlı çalışan ancak teknik olarak Sağlık Bakanlığı’na karşı<br />
sorumlu bir İl Sağlık Müdürü bulunmaktadır. İdari açıdan sorumluluk daha çok<br />
personel ve bölge yönetimini kapsarken, teknik sorumluluk sağlık hizmetlerinin<br />
sunumuyla ilgili kapsam ve hacim gibi konulardaki kararları içermektedir. Bakanlık,<br />
Sağlık Müdürünü Valinin onayı ile atar.<br />
Sağlık Bakanlığı, birinci ve ikinci basamak sağlık hizmetleri vermekten<br />
sorumlu ana organizasyon ve koruyucu sağlık hizmetleri veren kuruluştur. Birinci<br />
basamak sağlık hizmetleri, Bakanlık tarafından sağlık ocağı, sağlık evleri ve ana<br />
çocuk sağlığı ve aile planlaması merkezleri yanında verem savaş dispanserleri, sıtma<br />
merkezleri ve kanser savaş merkezleri aracılığıyla sunulur. İkinci ve üçüncü basamak<br />
sağlık hizmetleri sunumu, diğer kamu kuruluşları, dernek, vakıf, özel kişiler ve<br />
Sağlık Bakanlığınca yerine getirilir.<br />
55
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM<br />
3.REFORMLAR ÖNCESİ TÜRK SAĞLIK SİSTEMİ VE OECD<br />
SAĞLIK SİSTEMİ<br />
Sistemi<br />
3.1.Yakın Tarihte Yapılan Sağlık Reformları Öncesi Türk Sağlık<br />
3.1.1.2003 Yılında Türkiye’de Sağlık Finansmanı<br />
2003 yılında, Türkiye’de sağlığa ayrılan toplam finansmanın büyük kısmı<br />
(yaklaşık %60 ile %70) kamu kaynaklarından, kalan kısmı ise özel kaynaklardan<br />
elde edilmekteydi. Türkiye’de sağlık alanında yapılan kamu harcamaları; SB, Hudut<br />
ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü, üniversiteler, Sosyal Yardımlaşma ve<br />
Dayanışmayı Teşvik Fonu, diğer bakanlıklar ve kurumlar, yerel yönetimler, devlet<br />
teşebbüsleri, devlet memurları ve sosyal güvenlik kurumlarınca üstlenilen<br />
harcamaları içermekteydi. Özel harcamalar; cepten yapılan ödemeleri, şirketler ve<br />
bireyler tarafından finanse edilen politikalara yönelik özel sağlık sigortası<br />
ödemelerini kapsamaktaydı (World Bank, 2008: 20).<br />
2003 yılında, kamu sağlık finansmanı ile ilgili düzenlemelerin özünde 1846<br />
yılında kurulan, 1960’lar ve 1970’ler boyunca önemli ölçüde gelişen bir sosyal<br />
güvenlik sistemi vardı. Bu sistemde üç ayrı sağlık sigorta fonu bulunmaktaydı. (1)<br />
Kamu ve özel sektördeki mavi yakalı işçiler için Sosyal Sigortalar Kurumu (SSK).<br />
(2)Esnaf ve sanatkarlar ve diğer bağımsız çalışanlar için Sosyal Sigortalar kurumu<br />
(Bağ-Kur). (3) Devlet memurları emeklilik fonu (Emekli Sandığı). Çalışan devlet<br />
memurları Emekli Sandığına dahil edilmemişti ve harcamaları doğrudan devlet<br />
bütçesinden karşılanmaktaydı. 1992 yılında hükümet “Yeşil Kart” uygulamasını<br />
başlattı. Bu programın amacı, sağlık hizmetlerini karşılayamayan fakir ve zayıf<br />
insanlara sağlık yardımı sağlamaktı. Yeşil Kart programı, Genel Sağlık Sigortası<br />
(GSS) uygulaması başlayana kadar bir geçiş çözümü olarak düşünülmüştü. Yeşil kart<br />
başvuruları ilçe düzeyindeki bir Komisyon tarafından değerlendirilerek<br />
56
sonuçlandırılmaktaydı. Kaymakamlıklar bünyesinde kurulan bu komisyon,<br />
başvuranların gelirleri ile ilgili yapılan incelemeye dayanarak insanların kart için<br />
uygun olup olmadığına karar vermekteydi.<br />
Teminat paketi, farklı sosyal güvenlik sistemleri arasında farklılık<br />
göstermekteydi. SSK sigortalıları sadece SSK hastanelerini ve eczanelerini<br />
kullanabiliyorlardı. Diğer yandan, Bağ-Kur sigortalıları ve bakmakla yükümlü<br />
oldukları kişiler, -SB hastaneler de dahil olmak üzere kamu ve özel- pek çok hizmet<br />
sunucusundan tıbbi muayene, laboratuar testleriyle yatan hasta ve ayakta tedavi<br />
hizmetleri alabiliyordu. Fakat Bağ-kur sigortalıları ve bakmakla yükümlü oldukları<br />
kişiler, ancak hizmete ihtiyaç duydukları zamandan önce –en az 90 gün- primlerini<br />
ödemişlerse sağlık hizmetleri alabiliyorlardı. Bağ-Kur, hizmet almak üzere çok<br />
sayıda kamu kuruluşu ve özel kuruluş ile sözleşme yapmıştı (örneğin, SB’ye bağlı<br />
hastaneler, üniversite hastaneleri, özel hastaneler ve Kızılay gibi sivil toplum<br />
kuruluşları). Emekli sandığı, sağlık sigortası sistemleri arasında en kapsamlı teminat<br />
paketine sahip olandı ve hem medikal hem de medikal olmayan hizmetler ile her<br />
türlü özel kuruluşa ve kamu kuruluşlarına erişim sahibiydi. Ödeme mekanizmaları da<br />
sağlık sigortası fonları arasında farklılık göstermekteydi. Örneğin, SSK, kendi<br />
bütçesinden fnanse ederek hastanelerini yönetirken, Emekli Sandığı ve Bağ-Kur’un<br />
hizmet sunuculara yaptıkları ödemeler hizmet başı ödeme temeline dayanmaktaydı.<br />
Ancak, ufak istisnalar dışında, katkı payı ödemesi oranları, farklı sağlık sgorta<br />
sistemleri arasında büyük ölçüde benzerlik göstermekteydi (World Bank 2008: 20-<br />
21).<br />
Türkiye’de 2003 yılı itibariyle nüfusun %86,4’ü sosyal sigorta<br />
kapsamındadır. Sosyal sigorta kapsamında olanların %15’i T.C. Emekli Sandığı’na,<br />
%57,1’i Sosyal Sigortalar Kurumu’na, %27,1’i Bağ-kur’a, %0.08’i özel sandıklara<br />
bağlıdır. Sosyal sigorta kapsamında olup sağlık sigortasından yararlananların genel<br />
nüfusa oranı ise %85,4’tür (DPT, 2004: 165). Sağlık sigortası kapsamına dair bu<br />
resmi veriler dikkatle ele alınmalıdır. Çünkü rakamlar fiili kayıtlı çalışan sayısından<br />
ziyade tahminlere dayalıydı. Bu döneme ait sağlık sigortası rakamlarıyla ilgili üç<br />
önemli sorun vardı: i) Çoğu insan birden fazla sosyal güvenlik kurumu tarafından<br />
sigortalanmıştı. Bu yüzden birçok kayıtta görünmekteydiler. ii) Çalışan nüfus sayısı<br />
57
düzenli katkıda bulunarak mevcut görünenleri değil, programa kayıt yaptırmış<br />
herkesi gösteriyordu. iii) Sigortalıların bakmakla yükümlü oldukları kişilerin sayısı<br />
tahminiydi. 2003 yılında iş gücünün yaklaşık %46’sının kayıt dışı sektörde çalıştığı<br />
tahmin edilmektedir. Sağlık sigorta kapsamının %85 civarında olduğu tahmin<br />
edildiği için, kayıt dışı çalışanların büyük bir kısmının Yeşil Kart kapsamında<br />
olması, SSK, Bağ-Kur veya Emekli Sandığı bünyesinde sağlık sigortasına sahip<br />
bireylerin bakmakla yükümlü olduğu kişiler arasında olması mümkündür.<br />
Sağlık finansmanının şekli ve durumu ile ilgili başlıca tespitler şunlardır;<br />
Türkiye’de sağlığa ayrılan kaynaklar oransal olarak OECD ülkelerinin<br />
altındadır.<br />
Bu kaynaklar koordinasyon eksikliği sonucunda verimsiz bir biçimde<br />
kullanılmaktadır.<br />
Ülkemizin bütün bireylerini kapsayan bir genel sağlık sigortası mevcut<br />
olmayıp, mevcut sigorta kurumları da çok farklı rejimlere sahiptir.<br />
Mevcut sigortalı sayısı tam olarak bilinmemektedir. Sigortalı sayısını<br />
belirlerken yapılan hatalar sonucunda yanlış veriler elde edilmekte, bu da kişi başı<br />
sağlık harcaması maliyetinin hesaplanmasını zorlaştırmaktadır.<br />
Vatandaşların kişisel ödemelerinin miktarları tam olarak bilinmemektedir. Bu<br />
miktarın bütün OECD ülkelerinden daha yüksek bir oranda olduğu, hatta %50’ler<br />
civarına ulaştığı tahmin edilmektedir.<br />
Sağlık hizmet maliyet hesabının yapılamaması ve cepten harcamanın tam<br />
olarak belirlenememesi, ileri yönelik projeksiyon yapma ve planlama imkanını<br />
ortadan kaldırmaktadır.<br />
3.1.2. 2003 Yılında Sağlık Harcamaları<br />
2003 yılında SDP’nin başlatılmasını takip eden ilk 3 yıl içersinde, sağlık<br />
harcamalarının hızla yükselmesine rağmen toplam sağlık harcamaları ile kamu sağlık<br />
58
harcamalarındaki artışın, Türkiye’deki ekonomik büyüme hızı olduğu için,<br />
karşılanabilir düzeyde kaldığı görülmektedir. 2003 yılında devletin tüm sağlık<br />
harcamaları 13,87 milyar liradır. SSK, Bağ-Kur ve T.C. Emekli Sandığı, SGK yani<br />
Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı adı altında birleştirildi ama ülkemizde sadece<br />
SGK sağlık harcaması yapmıyor, devlet gerek çalıştırdığı memurlar ile bakmakla<br />
yükümlü olduğu eş-çocuklarına, milletvekilleri ve ailelerine, yeşil kart ile fakirlere<br />
sağlık harcamaları yapıyor. Bu harcamalar her yıl büyüyor.<br />
Tablo 3: Türkiye’de Sağlık Harcamaları (2000-2003)<br />
Yıllar Kişi Başına Sağlık<br />
Harcamaları $<br />
Toplam Sağlık<br />
Harcamaları/GSMH %<br />
2000 135,3 4,3 80<br />
2001 81,4 5,9 78<br />
2002 111,7 4,3 77<br />
2003 153,5 4,5 77<br />
Kaynak:http://ekutup.dpt.gov.tr/ekonomi/gosterge/tr/25.03.2005<br />
59<br />
Kamu/<br />
Toplam<br />
Türkiye’deki ilaç harcamalarının durumunu sosyal güvenlik kurumları<br />
ekseninde analiz etmek ettiğimizde bütün kurumlarda gerçekleştirilen sağlık<br />
harcamalarının yarısından fazlasının ilaç harcaması olarak gerçekleştiği görülür.<br />
Nitekim 2003 verilerine göre Emekli Sandığının kişi başına ilaç harcamasının 404<br />
Dolar, SSK’nın 38 Dolar, Bağ-Kur’un 138 Dolar ve Devlet Memurlarının ise 90<br />
Dolar olarak gerçekleştiği, söz konusu kurumların ilaç harcamalarının ise Emekli<br />
Sandığının %60, SSK’da %45, Bağ-Kur’da %58 ve devlet memurlarında ise %50<br />
seviyesinde olduğu görülmektedir. 2003 yılında gerçekleştirilen toplam ilaç<br />
harcaması ise 4531 milyon dolardır. Toplam sağlık harcamalarının içinde ilaç<br />
harcamalarının oranı oldukça yüksektir.
Türkiye’de sağlık harcamaları ve spesifik olarak ilaç harcamaları ile doktor<br />
ve yatak sayıları böyle bir seyir gösterirken, sosyal güvenlik kurumlarının finansman<br />
açıkları da önemli bir sorun olarak görülmektedir. Nitekim sosyal güvenlik<br />
kuruluşlarının yaşadığı finansman sorununun kamu finansmanı üzerinde oluşturduğu<br />
baskı dolayısıyla, başta enflasyon olmak üzere, diğer temel ekonomik göstergeleri de<br />
olumsuz etkilediği ve sosyal güvenlik sisteminin ülke ekonomisinde istikrarsızlık<br />
oluşturan ana sebeplerden biri haline geldiği düşünülmektedir. (ÇSBG, 2004: 12)<br />
3.1.3. Sağlık Hizmetlerinin Sunulması<br />
Sağlıklı bireylerin toplumsal faydası kuşkusuz çok yüksektir. Tersi durumda<br />
ise, ortaya çıkan zararların boyutları ve maliyetinin tahmini dahi çok zordur. Bu<br />
nedenle kamu ekonomisi tarafından toplumun sağlığını “korumaya” yönelik<br />
hizmetlerin üretilmesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla toplumsal koruyucu sağlık<br />
hizmetlerinin temel sunucusunun devlet olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.<br />
Özel sektör ise bu alanda karlı olamayacağı için faaliyette bulunmak istemeyecektir.<br />
Bununla birlikte piyasa ekonomisi, kamu ekonomisi tarafından üretilen<br />
“bölünemeyen” ve “koruyucu” sağlık hizmetlerine yönelik mal ve hizmet tedariki<br />
süreçlerinde kamu ekonomisine hizmet verebilir. Ancak bu söz konusu hizmetin<br />
kamusal niteliğini değiştirmez. Özellikle yaygın ya da risk gruplarının yoğun olması<br />
gibi nedenlerle kitlesel ya da bölgesel aşılama faaliyetleri bu kapsamda görülen en<br />
önemli hizmetlerdir. Genellikle bu konudaki tek sınırsız hizmet “bulaşıcı hastalıklar”<br />
kapsamında gerçekleşmektedir. Bu bağlamda devletin özellikle tedavi edici sağlık<br />
hizmetlerinin sunumunda toplumdaki risk gruplarını iyi belirlemesi gerekmektedir.<br />
Özellikle yoksullara devletin sınırsız tedavi hizmeti sağlaması sosyal bir sorumluluk<br />
ve görevdir<br />
2003’te Türkiye’de kamu ve özel hizmet sunucularından oluşan karma bir<br />
sağlık hizmetleri sunum sistemi vardı. Başlıca üç kamu hizmet sunucusu şunlardı:<br />
SB, SSK, üniversite hastaneleri. SB en önemli birinci ve ikinci basamak sağlık<br />
hizmeti sağlayıcısıydı ve gerçekte koruyucu sağlık hizmetleri sunan tek kurumdu.<br />
2002 yılında SB’nin yönetimi altında yaklaşık 700 hastane,6000 sağlık merkezi ve<br />
60
sağlık ocağı, 247 verem savaş dispanseri, 234 ana çocuk sağlığı ve aile planlaması<br />
merkezi ve 138 poliklinik vardı.<br />
Sağlık hizmetleri arasında “bölünemeyen” ve çok geniş bir kitleyi ilgilendiren<br />
bazı ihtiyaçlar vardır ki, karlı olmadığı için piyasa tarafından üretilmezler (ölçek<br />
ekonomisi). Bu nedenle özellikle çevre kirliliği, salgın hastalıklar ve bunlarla<br />
mücadele yöntemleri ve etkin aşılama vb. gibi sağlıkla ilgili ihtiyaçların tatminine<br />
yönelmiş sağlık hizmetleri üretiminin sunucusu kamu sektörüdür. Bu hizmetlerin<br />
finansmanı ise, tartışmasız kamu kaynakları ve bunlar içinde de özellikle vergi<br />
kaynaklarıdır.<br />
Konunun başında da belirtildiği gibi Sağlık hizmeti sunumunda dört kademeli<br />
ve entegre bir sağlık hizmeti sunum sistemi kurulmasına rağmen, sevk sistemi<br />
çalışmıyordu. Hastalar daha üst basamaktaki sağlık kuruluşlarından hizmet almak<br />
için birinci basamağı sürekli atlıyorlardı. Birinci basamaktaki hizmet kalitesinin<br />
düşük olması, sevk zincirine uyulmasına yönelik mali teşviklerin yokluğu ve diğer<br />
faktörler de sorunu büyütüyordu. Bu da tedavi ve ilaç giderlerinin artmasına sebep<br />
oluyordu.<br />
3.2.OECD Üye Ülkelerde Sağlık Sistemi<br />
OECD Nedir?<br />
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü bazen de İktisadi İşbirliği ve Gelişme<br />
Teşkilatı.(İngilizce: Organisation for Economic Co-operation and Development –<br />
OECD, Fransızca: Organisation de cooperation et de developpement economiques),<br />
uluslar arası bir ekonomi örgütüdür.<br />
OECD, hükümetlerin politika tecrübelerini karşılaştırabileceği, yaygın<br />
sorunlara çözüm arayabileceği, iyi uygulamaları tespit edebileceği, ulusal ve uluslar<br />
arası politikaları koordine etmek üzere çalışabileceği bir ortam sağlamaktır.<br />
OECD 14 Aralık 1960 tarihinde imzalanan Paris Sözleşmesi’ne dayanılarak,<br />
1961’de kurulmuştur ve savaş yıkıntıları içindeki Avrupa’nın Marshall Planı<br />
61
çerçevesinde yeniden yapılandırılması amacıyla 1948 yılında kurulan Avrupa<br />
Ekonomik İşbirliği Örgütü’nün ‘OECC) doğrudan mirasçısıdır. Üyelerinin büyük bir<br />
bölümü AB ve İUT üyeleridir, çoğunluğu da gözlemci üyelerdir. OECD ülkeleri<br />
sanayileşip zengin olmuş ülkelerdir.<br />
Birliğin resmi dili İngilizce, merkezi Paris ve üye sayısı 33, ortaklık türü<br />
ekonomik-siyasal ortaklıktır.<br />
Örgütün tüzüğe bağlanmış amaçları şunlardır:<br />
Finansal istikrarın eşzamanlı olarak korunduğu üye ülkelerde ve hem de<br />
özellikle gelişmekte olan ülkelerde halkın yaşam standardının iyileştirilmesi, sürekli<br />
ve dengeli ekonomik gelişim sağlayan politikaya destek ve yardım, işsizliğin ortadan<br />
kaldırılması;<br />
Ekonomik genişleme politikasının uyandırılması ve sosyo-ekonomik<br />
eşgüdümlü gelişmenin desteklenmesi;<br />
Uluslar arası yükümlülüklere uygun olarak çok taraflı ve ülkeler arasında<br />
ayrım gözetmeyen dünya ticaretinin geliştirilmesine destek verilmesi.<br />
OECD otuz demokratik hükümetin küreselleşmenin ekonomik, sosyal ve<br />
çevresel zorluklarını ele almak üzere birlikte çalıştığı emsalsiz bir forumdur. OECD<br />
aynı zamanda hükümetlerin tüzel yönetişim, enformasyon ekonomisi ve yaşlanan<br />
nüfusun zorlukları gibi yeni gelişme ve endişeleri anlamasına ve bunlara yanıt<br />
vermesine yardımcı olma çabalarının ön planında yer almaktadır.<br />
Üye Ülkeler; Avustralya, Avusturya, Belçika, Kanada, Çek Cumhuriyeti,<br />
Danimarka, Finlandiya, Fransa, Almanya, Yunanistan, Macaristan, İzlanda, İrlanda,<br />
İtalya, Japonya, Kore, Meksika, Lüksemburg, Hollanda, Yeni Zelanda, Norveç,<br />
Polonya, Portekiz, Slovakya, İspanya, İsveç, İsviçre, Türkiye, İngiltere, ve ABD .<br />
Avrupa Toplulukları Komisyonu da OECD çalışmalarında yer almaktadır.<br />
Üye Ülkelerde Sağlık Sistemi: Dünyadaki bütün demokratik sistem ve<br />
organizasyonlar, sağlıklı birey ve sağlıklı bireylerden oluşan bir toplumu<br />
62
gerçekleştirmeyi hedef alır. Güvenliğin, gücün, istikrarın, refahın ve mutluluğun<br />
temelinde ruh ve beden sağlığına sahip bireyler ve toplumlar vardır. İnsanların en<br />
büyük hazinesi olan sağlığın elde edilmesi, korunması ve devamlılığının sağlanması<br />
amacıyla, sağlıkla ilgili mal ve hizmet üreten bütün kurum ve kuruluşların<br />
oluşturduğu yapıya genel olarak sağlık sektörü denilmektedir. Sağlık sektörü<br />
tarafından sağlık odaklı geliştirilen tüm hizmetlere de sağlık hizmetleri<br />
denilmektedir. Sağlık hizmetlerinin temel girdileri; insan kaynakları, sermaye,<br />
teknoloji, hammadde yani alet ve ekipmanlar, çıktıları ise; yaşam süresinin<br />
uzatılması, hayatta kalma, hastalıkların tedavisi ve bu konudaki gelişmelerdir.<br />
Günümüzde gelişmiş ya da belirli bir refah seviyesine ulaşmış ülkeler, insan<br />
gücüne yapılan yatırım olması sebebiyle, sağlık hizmetlerinin kalitesinin<br />
iyileştirilmesi için her yıl daha fazla kaynak tahsis etmektedirler. Ekonomik<br />
kalkınmanın da temel unsuru olan insanın sağlığının korunup geliştirilmesi ve<br />
hastalıkların tedavi edilmesi için, gelişmiş ülkeler Gayri Safi Yurtiçi Hasılalarından<br />
(GSYH) her geçen yıl daha fazla pay ayırabilmektedirler. Ekonomik gelişmesini belli<br />
bir seviyeye ulaştırabilmiş toplumlarda sağlık için ayrılan kaynaklar arttığı gibi,<br />
bireylerin sağlık konusunda farkındalıkları da artmaktadır. Bununla birlikte sağlık<br />
düzeyinin gelişimi de ekonomik gelişimi hızlandırmaktadır.<br />
Son on yıl içerisinde (1993-2003) OECD ülkelerine baktığımızda sağlık<br />
harcamaları ortalama %4,4 artış göstermiştir. Ülkelerin zaman içerisinde<br />
gelirlerindeki artış da dikkate alındığında sağlık harcamaları için ayrılan ödeneklerin<br />
rakamsal olarak da daha yüksek miktarlarda olduğu açıkça söylenebilir.<br />
3.2.1.Üye Ülkelerde Sağlık Düzeyi ve Sağlık Harcamaları<br />
OECD ülkelerinde sağlık sektörünün boyutu da, önemi de artmaktadır. Sağlık<br />
hizmetlerinde sağlanan ilerleme ve yeni ilaçların geliştirilmesi son yıllarda OECD<br />
ülkelerinde sağlık alanında istikrarlı düzelmelere katkıda bulunmuştur.<br />
Yaşam standartlarının yükselmesi, yaşam tarzının iyileşmesi ve daha iyi<br />
eğitimin yanı sıra, sağlık hizmetlerinden yararlanma ve ilaçların etkinliği konusunda<br />
kaydedilen ilerlemeler sayesinde son yıllar içerisinde OECD ülkelerinde ortalama<br />
63
insan ömrü önemli oranda uzamıştır. 1960 yılında 68,5 olan ortalama insan ömrü<br />
2003 yılında 77,8 yıla çıkmıştır. 2003 yılında Japonya tüm nüfus için 81,8 yıl ile en<br />
yüksek ortalama insan ömrüne sahip olup, onu İzlanda, İspanya, İsviçre, Avustralya<br />
ve İsveç izliyordu. OECD ülkelerinde ortalama insan ömrünün yüksek olması<br />
genellikle ulusal gelirin yüksek olması ile ilişkilidir. Ancak, kişi başına düşen gelirin<br />
benzer olduğu OECD ülkeleri arasında ortalama insan ömründe dikkate değer<br />
farklılıklar da vardır. Örneğin, Japonya ve İspanya sadece kişi başına düşen GSYH<br />
rakamlarına bakarak öngörülenin üzerinde ortalama insan ömrü rakamlarına sahip<br />
olurken, ABD, Macaristan gelire bağlı olarak öngörülenin altında ortalama insan<br />
ömrü rakamlarına sahip ülkelerdir.<br />
Ekonomik ve sosyal koşullardaki genel gelişmelerin yanı sıra, çocuk<br />
aşılarından yararlanma dahil, doğum sonrası sağlık hizmetlerindeki düzelmeler<br />
sayesinde, son onyıllar içerisinde OECD ülkeleri bebek ölüm oranlarında dikkate<br />
değer bir ilerleme kaydetmiştir. Portekiz’de 1970 yılından bu yana bebek ölümleri<br />
%90 azalmış ve o yıl Portekiz bebek ölümlerinin Avrupa’da en yüksek olduğu ülke<br />
iken, 2003 yılında en düşük olduğu ülkelerden biri haline gelmiştir. Meksika’nın yanı<br />
sıra, Türkiye, İtalya, İspanya ve Yunanistan gibi bazı güney Avrupa ülkelerinde de<br />
bebek ölüm oranlarında büyük düşüşler sağlanmıştır. 2003 yılında, İzlanda, Japonya<br />
ve bazı İskandinav ülkeleri OECD ülkeleri arasındaki en düşük bebek ölüm<br />
oranlarına sahip ülkeler olmuşlardır.<br />
OECD ülkelerinde son onyıllar içerisinde insan ömründeki uzama ile birlikte<br />
sağlık giderlerinde de artışlar meydana gelmiştir. Ülkelerin çoğunda sağlık<br />
harcamaları, genel ekonomik büyümeden daha hızlı bir artış göstermiştir. 2003<br />
yılında OECD ülkeleri GSYH’nın ortalama %8,8’ini sağlık harcamalarına<br />
ayırmışlardır. Bu oran 1990 yılında %7,1, 1970 yılında ise %5 civarında idi.<br />
GSYH’da sağlık harcamalarına ayrılan pay ülkeler arasında epeyce farklılık<br />
göstermektedir. Bu oran ABD’de %15 iken Slovak Cumhuriyeti ve Kore’de %6’dan<br />
azdır. GSYH içindeki yüzde olarak en yüksek sağlık harcamaları bakımından 2003<br />
yılında ABD’nin ardından, sırasıyla %11,5 ile İsviçre ve %11,1 ile Almanya<br />
gelmektedir. Tıbbın hastalıkları önleme, teşhis ve tedavi olanaklarında kaydedilen<br />
ilerlemeler sağlık giderlerindeki artışın başlıca sebeplerini oluşturmaktadır. Yeni<br />
64
donanım, tedavi yöntemleri ya da ilaçların finansmanının nasıl sağlanacağına dair<br />
karar verme, süre dahil çeşitli faktörler yeni tıp teknolojilerinin ve yeni ilaçların<br />
geliştirilmesi ve yaygınlaşmasını etkilemekte, nüfusun yaşlanması da sağlık<br />
harcamalarının artmasına yol açmaktadır. 65 yaş ve üzeri nüfusun yüzdesi tüm<br />
OECD ülkelerinde artmıştır.<br />
OECD ülkelerinin çoğunda kamu tarafından finanse edilen sağlık sigortasının<br />
ya da sağlık hizmetlerinin doğrudan kamu tarafından finanse edilmesinin ağır<br />
basması sonucu ABD, Meksika ve Kore dışındaki bütün ülkelerde sağlık<br />
harcamalarının en büyük bölümünü kamu sektörü üstlenmektedir. Özel sektörün<br />
finansmanda özellikle büyük rol oynadığı ABD’de bile kamunun sağlık harcamaları<br />
OECD ortalamasına benzer ölçüde GSYH’nın %6,6’sını oluşturmaktadır.<br />
OECD ülkelerinde 1992-1997 yılları, kamunun sağlık harcamalarında<br />
ekonomik büyüme ile benzer ya da hatta daha düşük oranda bir artışa tanık olmuştur.<br />
Ancak, son yıllarda tüm OECD ülkelerinde kamu sağlık harcamaları ekonomik<br />
büyümeden daha hızlı bir oranda artmıştır. İlaç harcamalarının hızla artması toplam<br />
olarak sağlık harcamalarındaki genel artışın ardında yatan başlıca etmen olmuştur.<br />
Bu dönemde OECD ülkelerinin çoğunda ilaç harcamalarındaki artışın toplam sağlık<br />
harcamalarındaki artışı geçtiğine tanık olunmuştur. ABD ve Avustralya’da ilaç<br />
harcamaları bu dönem içerisinde toplam sağlık harcamalarındaki artış oranının iki<br />
katından çok artmıştır. Kişi başına düşen miktarın çok düşük olduğu İrlanda ve<br />
Kore’de de önemli artışlar gözlenmektedir. Japonya’da ise artış oranı çok daha sınırlı<br />
olmuştur.<br />
2003 yılında kişi başına düşen ilaç harcamasının en yüksek olduğu ülke 700<br />
dolar ile ABD iken, onu 600 dolar ile Fransa ve yaklaşık 500 dolar ile Kanada ve<br />
İtalya izlemiştir. En düşük harcamanın olduğu iki ülke ise (100 doların biraz<br />
üzerinde) Meksika ve Türkiye’dir.<br />
Doktor eksikliği duyulması birçok ülkede önemli bir problemdir. Tıp<br />
mesleğine giriş için konan kısıtlamalar, uzmanlık seçenekleri, ücret ve diğer çalışma<br />
koşulları, pratisyen hekimlerin sayısı, dağılımı ve bileşimini etkilemektedir. 2003<br />
65
yılında OECD ülkelerinde kişi başına düşen doktor sayısında büyük farklılıklar<br />
vardır. Her 1000 kişiye 4’ten fazla doktor düşen İtalya ve Yunanistan ile her 1000<br />
kişiye 2’den az doktor düşen Türkiye, Meksika ve Kore arasında bu rakamlar<br />
değişmektedir.<br />
Yabancı ülkelerde eğitim görmüş doktorlar belirli ülkelerde pratisyen<br />
hekimlerin önemli bir oranını oluşturmaktadır. Yabancı ülkelerde eğitim görmüş<br />
doktorların oranı 2000 yılında Britanya, Yeni Zelanda, ABD ve Kanada gibi<br />
İngilizce konuşan ülkelerdeki tüm pratisyen hekimlerin %20’sini geçiyordu. Yabancı<br />
ülkelerde eğitim görmüş doktorların oranı Japonya, Fransa ve Avusturya’da çok daha<br />
düşüktür.<br />
Birkaç ülke dışında tüm OECD ülkelerinde hemşire açığı da vardır. Hemşire<br />
sayısında da OECD ülkeleri arasında önemli farklılıklar mevcuttur. Farklı<br />
kategorilerdeki hemşirelerin istatistiklere dahil edilmesi veya edilmemesi nedeniyle,<br />
bu veriler ancak sınırlı ölçüde karşılaştırılabilir. 2003 yılında her 1000 kişi başına<br />
13’ten fazla hemşire ile İrlanda, İzlanda, ve Hollanda başı çekmektedir. Ölçeğin alt<br />
ucunda ise her 1000 kişiye 4’ten az hemşire ile Türkiye, Kore, Meksika ve<br />
Yunanistan yer almaktadır.<br />
OECD ülkelerinde sağlık harcamalarının ortalama %3’ü hastalıkların<br />
önlenmesi ve halk sağlığı programları için harcanmaktadır. Çocuk hastalıklarının ve<br />
ölümlerinin azaltılmasında en etkili önlemlerden birinin aşılar olduğu görülmüştür.<br />
Üye ülkelerin yaklaşık üçte ikisi DTP (difteri, tetanoz, boğmaca) aşılarında nüfus<br />
içerisinde genel bağışıklık sağlanması için gerekli seviye olan %95 oranına ulaşmış<br />
ya da bu oranı geçmiş bulunmaktadır. Kızamıkta OECD ülkelerinin yaklaşık<br />
yarısının aynı seviyede olduğu bildirilmektedir. Norveç, İrlanda ve Avusturya gibi<br />
kişi başına düşen GSYH bakımından daha zengin olan ülkelerin bazılarının ise difteri<br />
ve kızamık aşılarında ortalamanın altında kaldığı bildirilmiştir.<br />
Gribin ciddi komplikasyonlara yol açma riskinin daha fazla olduğu yaşlı<br />
nüfusun hastalığa yakalanma, hastaneye yatma ve ölüm olaylarını önlemenin bir yolu<br />
olarak grip aşısı geçen onyıl içersinde üye ülkelerde gitgide yaygınlaşmıştır. 2003<br />
66
yılında yaşlılar arasında grip aşısı yaptıranların oranı Çek Cumhuriyeti, Slovak<br />
Cumhuriyeti ve Macaristan’da %40’ın altında iken Avustralya, Kore ve Hollanda’da<br />
%75’i aşıyordu. 2003 yılında yaşlı nüfusun %50’den daha azının grip aşısı olduğu<br />
bildirilen Almanya, Japonya dışında, G7 ülkelerinin çoğunda grip aşısı olanların<br />
oranı %60’ın üzerindeydi.<br />
Tütün tüketimi hala erken ölümlerin en önemli nedenleri arasında olmakla<br />
birlikte, OECD ülkelerinin çoğunda tüketimde azalma olmuş ve son yirmi yıl<br />
içerisinde dikkate değer bir ilerleme sağlanmıştır. Bu düşüşte, kamuoyunu<br />
bilinçlendirme kampanyaları, reklam yasakları ve vergilerin arttırılması yoluyla tütün<br />
tüketiminin azaltılmasını amaçlayan politikalar etkili olmuştur. Avustralya, Kanada,<br />
İsveç ve ABD’de yetişkinler arasında her gün sigara içenlerin oranı 1970’lerin<br />
sonunda ’33 iken bu oran 2003 yılında %20’nin altına düşmüştür.<br />
Yetişkin başına düşen alkol tüketimi ortalaması da OECD ülkelerinin<br />
birçoğunda son yirmi yıl içerisinde giderek düşüş göstermiştir. Tütün tüketimindeki<br />
gibi reklam sınırlamaları, satış kısıtlamaları ve yüksek vergilerin alkol tüketiminin<br />
azaltılmasında etkili yöntemler olduğu görülmüştür. İtalya ve Fransa gibi geleneksel<br />
şarap üreticisi ülkelerde 1980 yılından beri kişi başına düşen alkol tüketiminin<br />
düşmesine tanık olunmuştur. Öte yandan, İrlanda’da kişi başına düşen alkol tüketimi<br />
%40’tan fazla artmıştır.<br />
Üye ülkelerin çoğunda gerek çocuklar gerekse yetişkinler arasında fazla kilo<br />
ve aşırı şişmanlık oranlarının artması hızla halk sağlığı açısından önemli bir kaygı<br />
kaynağı haline geliyor. Şişmanlığın aşırı yüksek tansiyon, yüksek kolesterol, şeker,<br />
kalp-damar hastalıkları, astım, kireçlenme ve bazı kanser türleri gibi sağlık<br />
sorunlarında bir risk faktörü oluşturduğu biliniyor. Yetişkinlerin %50’den fazlasının<br />
fazla kilolu ya da aşırı şişman olarak tanımlandığı on OECD ülkesi şunlardır: ABD,<br />
Meksika, Britanya, Avustralya, Slovak Cumhuriyeti, Yunanistan, Yeni Zelanda,<br />
Macaristan, Lüksemburg ve Çek Cumhuriyeti.<br />
Obezite sorununa gelince: Yetişkin nüfus içinde aşırı şişmanların oranı<br />
Japonya ve Kore’de %3 iken bu oran ABD’de %31’e çıkıyor. Ancak, ülkelerin<br />
67
çoğunda fazla kilo ve aşırı şişmanlığa ilişkin tahminlerin kişilerin kendileri hakkında<br />
verdikleri bilgiye dayandığını unutmamak gerekir. Oysa ABD, Avustralya, Yeni<br />
Zelanda ve Britanya’daki uygulama farklı olup tahminler kişilerin boy ve kilolarının<br />
doğrudan ölçülmesine dayanıyor. Aşırı şişmanlık kronik hastalıklara yakalanma<br />
riskini arttırdığı için, sağlık harcamalarında da önemli miktarda artışlara yol<br />
açmaktadır. ABD’deki tahminler normal kilolu kişilere kıyasla aşırı şişmanlara<br />
sağlanan sağlık hizmetlerinin %36, ilaçların ise %77 daha fazla maliyetli olduğunu<br />
gösteriyor (Sturm, 2002). Aşırı şişmanlık ile buna bağlık sağlık sorunlarının<br />
başlaması arasında birkaç yıllık bir zaman aralığı olup, bu da OECD ülkelerinde aşırı<br />
şişmanlık oranlarında geçen yirmi yıl içerisinde gözlemlenen artışın ileride sağlık<br />
hizmetlerinin maliyetlerinin artmasına yol açacağına işaret ediyor.<br />
3.2.2. Üye Ülkelerde Sağlık Sistemi<br />
Bir ülkenin sağlık sistemi ve bu sistemin performansı; ülkenin değerler<br />
yumağının biçimlendirdiği tarihsel, kültürel, sosyal, ekonomik, teknolojik ve inanç<br />
gibi değişkenlerin bir yansıması olmaktadır. Bu değerlerin özü ise “dünya görüşü”<br />
veya “paradigma”dan başka bir şey değildir.<br />
Sağlık hizmetleri arz ve talebi piyasa koşullarında bireysel ekonomik<br />
kapasitelerce yönlendirilmeye çalışılmaktadır. Risk ve belirsizliğin hakim olduğu<br />
sağlık hizmeti ihtiyacı durumunda katastrofik harcamaların kaçınılmazlığı bireysel<br />
ekonomik kapasiteleri çok fazla zorlamakta ve iflaslar veya beraberinde kötü bir<br />
sağlık sistemi tablosu getirmektedir.<br />
Buna karşın Avrupa teorisinde/felsefesinde ve pratiğinde ise “sağlık doğuştan<br />
kazanılan bir haktır” ve “sağlık hizmetlerinin nevi şahsına münhasır özellikleri diğer<br />
mal ve hizmetler gibi sağlığın piyasa koşullarında alınıp satılmasını sekteye uğratır”<br />
dolayısıyla “finansör”, “hizmet sunucu” veya “düzenleyici” olarak devlet müdahalesi<br />
kaçınılmazdır bakış açısı hakim. Yani Avrupa cephesinde sağlık, sosyal devlet<br />
anlayışının uygulama alanlarından birisi olarak görülmektedir. Bu bakış açılarının<br />
veya dünya görüşlerinin şekillendirdiği üst/yüksek siyaset, alt/düşük bağlamda sağlık<br />
politikalarının ve alt uygulamalarının da şekillenmesinde yegane belirleyici<br />
68
olmaktadır. Siyaset sağlık alanını bütün unsurları ile şekillendirmektedir. Başka bir<br />
ifade ile sağlığı üretmede ABD zihniyeti ile Avrupa zihniyeti köklü bir farklılığa<br />
sahiptir. ABD’de bireysellik ön plandayken, Avrupa’da kolektiflik söz konusudur.<br />
Ancak, öngörülen reformlar ile ABD sağlık alanında köklü bir zihniyet<br />
değişimine yönelmekte ve devletin sağlık alanındaki “yönetim ve düzenleme<br />
(stewardship)” rolünü ön plana çıkarıp güçlendirilmektedir.<br />
Değişik ülkelerdeki modelleri tüm detayları ile incelemek yerine farklı<br />
modelleri tanımak, bu modeller içinde yapılan gündemdeki kavramlar irdelemek<br />
konunun daha iyi anlaşılmasını sağlayacaktır.<br />
İlk olarak İngiliz ve Amerikan sağlık sistemlerini finansman ve sunum<br />
kategorisi açısından inceleyeceğiz.<br />
İngiliz ve Amerikan sistemleri finansman ve hizmeti sunan açısından<br />
birbirlerine zıt özellikler göstermektedir.<br />
İngiliz Sağlık Sistemi<br />
Sistem her İngiliz vatandaşının bir genel pratisyenin listesine üye olma<br />
esasına dayanan, tamamen vergilerle finanse edilen bu sistemde, hizmeti kullanma<br />
sırasında ücretsiz olarak tüm birinci basamak sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkı<br />
vermektedir. Bu hizmetler ev ziyaretleri, aşılamalar, tetkik ve tedavi hizmetleri<br />
yanında, gerekli olduğundan ikinci basamak hizmetleri için bir uygun hastane<br />
departmanı ile temas kurma, gerekli bilgileri aktarma, randevu alma ve ikinci<br />
basamak ile ilgili işlemler tamamlandıktan sonra hastanın sürekli takibini içerir.<br />
Burada genel pratisyenler özel statüde olup, kamu tarafından finanse edilirler.<br />
Her genel pratisyen listedeki kişi sayısı, koruyucu hekimliğe yönelik olmak üzere,<br />
gerçekleştirdiği bazı uygulamalar gibi kriterlerin göz önüne alındığı bir formüle göre<br />
hesaplanan bir gelir elde eder. İngiliz sistemi (NHS;Ulusal Sağlık Hizmetleri) kamu<br />
finansmanı ve kamu hizmet sunumunun tipik ve başarılı örneklerinden biridir.<br />
69
Sistemin yürütülmesi kamunun sorumluluğundadır bu da öncelikle birinci basamak<br />
sağlık hizmetlerinin etkili örgütlenmesini getirmiştir.<br />
İngiliz sisteminde 2. Ve 3. Basamak hizmetler de kamu tarafından finanse<br />
edilmekte ve hizmet kamu hastaneleri tarafından verilmektedir. Tamamen vergilerle<br />
finanse edilen bu sistemde her İngiliz vatandaşı tüm hastane hizmetlerinden<br />
faydalanma hakkına sahiptir. 1980’li yıllarda pek çok Avrupa ülkesinin sağlık<br />
sistemini gözden geçirmesine sebep olan reform rüzgarları İngiltere’yi de<br />
etkilemiştir. 1991 yılında uygulamaya konulan NHS reformlarına kadar devletin<br />
sistemin merkezinde olduğu ve sağlık hizmetlerini kamunun temel<br />
sorumluluklarından biri olarak kabul eden İngiliz modeli, serbest piyasa modelinin<br />
olumlu kabul edilen yönlerini NHS yapısı içinde entegre etmeye çalıştı. Reformun<br />
ana hedefi hizmet sunucular arasında kontrollü bir rekabet yaratmaktı. Bu nedenle<br />
hizmetin sunumu ve finansmanını kurumsal olarak birbirinden ayırdı. Sağlık idareleri<br />
sorumluluk alanlarındaki nüfusun sağlık ihtiyaçlarını tespit eden, hizmeti refakat<br />
eden kurumlardan satın alan ve hizmet kalitesini ölçen birimler haline gelirken, NHS<br />
hastaneleri vakıf yapısına bürünerek özerkleştiler, hizmetlerini satar hale geldiler.<br />
İngiltere bu şekilde hizmet sunucuların çok daha maliyet etkili çalışmak zorunda<br />
kalacağını, yüksek performansı hedefleyeceklerini öngörmektedir. İngiltere’nin<br />
sağlık giderlerinin GSMH’ya oranı 1993yılı verilerine göre %7,1’dir (OECD 1995),<br />
Bu oran %8 olan Batı Avrupa ülkelerinin altındadır.<br />
Ancak İngiliz sistemi içinde de küçük oranda özel hastaneler ve özel<br />
sigortalar mevcuttur.<br />
Amerika Birleşik Devletlerinde Sağlık Sistemi<br />
Amerika Birleşik devletlerinde karşımıza büyük ölçüde özel sigortalar<br />
tarafından finanse edilen, özel sağlık kurumlarına dayanan bir model çıkmaktadır.<br />
Nüfusun büyük çoğunluğu özel sağlık sigortasına sahiptir. Hizmet sunumu büyük<br />
ölçüde özel sağlık kuruluşları ve serbest çalışan hekimler tarafından verilmektedir.<br />
Birinci basamak sağlık örgütlenmesi çok kuvvetli değildir ve kişi başına düşen sağlık<br />
harcamaları oldukça yüksektir. Sağlığa ayrılan payın GSMH’ye oranı %15’ler<br />
70
düzeyindedir. Bu oran OECD ortalamasının yaklaşık iki katıdır. Pek çok son derece<br />
prestijli teşhis ve tedavi merkezinin mevcudiyetine, araştırmaya verilen öneme<br />
rağmen ülkenin sağlık göstergeleri böylesi sağlık harcaması ile uyumlu değildir.<br />
ABD sağlık için bu oranda bir harcama yaparken yaklaşık 43,3 milyon Amerikalı,<br />
çoğunluğu temel sağlık hizmetleri de dahil olmak üzere hiçbir sağlık güvencesine<br />
sahip değildir. Bu rakam her yıl 1,2 milyon artmaktadır. (New York Times, 1995)<br />
1991 yılı tahminlerine göre yaklaşık 50 milyon Amerikalı sadece kısmi sağlık<br />
sigortasına sahiptir.(Bodenhemier, 1992) Son dönemlere kadar özel merkezlerin<br />
hedefi tıbbi teknolojinin en yenisini, bunu finanse edebilenlere sunabilmek olmuştur.<br />
Ekonomik düzeyi düşük kesimler ise birinci basamak hizmetlerinin iyi organize<br />
edilmediği sistemde son derece yetersiz koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetleri ile<br />
karşı karşıya kalmışlardır. ABD’de bu ciddi sorunu aşmak için iki program devreye<br />
sokulmuştur. Bunlar emekliler ve gelir düzeyi düşük kesimlerin sağlık giderlerini<br />
üstlenen Medicare ve Medicaid programlarıdır. Bu ki program ağırlıkla özel<br />
finansmana dayanan ABD sağlık sistemi içinde yer alan kamu finansmanına birer<br />
örnektir.<br />
Amerikan modelinin en belirgin sonucu, son derece yüksek maliyetli olması<br />
ancak buna karşın ülkenin sağlık göstergelerinin iyi olmaktan son derece uzak olması<br />
olarak karşımıza çıkar. Sağlık harcamaları, pahalı 2. Ve 3. Basamak hizmetlere<br />
yönelmekte, karlı olmayan birinci basamak hizmetleri özel sektörün ilgisi dışında<br />
kalmakta, ikinci plana itilmekte, birinci basamak hizmetleri kamu tarafından da iyi<br />
örgütlenemediği için bu pahalı ikinci ve üçüncü basamak hizmetlere erişimi sınırlı<br />
kesimler maliyet etkili birinci basamak hizmetlerinden de yoksun kalmaktadır.<br />
ABD sağlık sisteminin iki önemli karakteristiği; işverenin sağlık güvencesi<br />
verip vermemekte özgür olması ve eğer sağlık güvencesi verirse hangi hizmetlerin<br />
verileceği ve bunun nasıl idare edileceği konularında özgür olması ile, hizmet<br />
sunucuların nihai finansmanının kar amacı güden ve birbiriyle rekabet içinde olan<br />
sigorta şirketleri tarafından yapılmakta olmasıdır. 1991 yılındaki tahminlere göre bu<br />
nedenle oluşan idari giderler toplam sağlık harcamasını %19 -%24’ü arasında idi<br />
(Woolhandler, Himmeistein, 1991).<br />
71
ABD’de 1993-1994 yıllarında Clinton reformları olarak anılan bir yeniden<br />
yapılanmanın tartışmaları başladı. Tartışmaların odağı tüm nüfusu bir şekilde kapsam<br />
içine almak ve hizmet sunumunun (managet care) düzenlenmesi idi. Tüm nüfusu<br />
kapsam içine almaya yönelik tartışmalar kongre dışına çıkamadı. Hizmet sunumunun<br />
kamusal sorumluluk taşıyan düzenleyici bir kurum şemsiyesi altına alınması ile ilgili<br />
çalışmalar ise tam tersine, özel hastaneler ve hekimlerin bir araya gelmeleri ve<br />
Health Maintenance Organisations (HMO) ya da Preferred Provider Organisations<br />
(PPO) adı verilen örgütler oluşturmaları ile sonuçlandı. Bu organizasyonlar<br />
işverenler ve sigorta şirketleri ile hizmet anlaşmaları yapabilmek için rekabet içine<br />
girdiler. 1995 sonlarında kamu değil, özel sektör tarafından yönlendirilen reform<br />
başarıya ulaştı ve ABD pek çok ülke için sosyal adaletin bir gereği olarak görülen,<br />
ciddi bir kamusal sorumlulukla yürütülen sağlık alanında, bir sağlık sistemi<br />
kuramamanın bir örneğini daha verdi.<br />
Avrupa Ülkelerinde Sağlık Sistemleri<br />
Sağlık sistemi içinde sağlık finansmanı yöntemi, hizmet sunumu, insangücü<br />
yönetimi uygulamaları ve sağlık mevzuatı konularında Avrupa ülkeleri arasında ciddi<br />
farklılıklar bulunmaktadır. OECD üyesi olan Avrupa ülkelerindeki sağlık<br />
sistemlerine kısaca değinmek sistemin işleyişi hakkında bilgi sahibi olmamızı<br />
sağlayacaktır..<br />
İngiltere, İrlanda, Danimarka, İsveç, Finlandiya, İtalya, İspanya ve<br />
Portekiz’de sağlık hizmetlerinin finansmanı ağırlıklı olarak genel vergiler yolu ile<br />
yapılmaktadır. İngiltere’de kamu sağlık harcamaları içinde vergi gelirlerinin payı<br />
%88,2’dir. Bu pay İrlanda’da %91,Danimarka’da %100, İsveç’te %100,<br />
Finlandiya’da %80,2’dir. İtalya’da %99,9, İspanya’da %88,3 ve Portekiz’de ise<br />
%91,5’tir.<br />
Finlandiya’da Sağlık Sosyal İşler Bakanlığı hizmetlerin genel<br />
koordinasyonundan sorumludur. Sağlık hizmetlerinden esas sorumlu makam<br />
belediyelerdir. Finansman genel vergi ve genel bütçe ile sağlanır. Bu vergilerin bir<br />
kısmı merkezi hükümet diğer kısmı da belediyeler aracılığı ile toplanır. Sistem<br />
72
pratisyen hekimliğe (aile hekimliği) dayalıdır. Büyük çoğunluğu kamu istihdamı<br />
şeklindedir.<br />
İrlanda’da sağlık hizmetleri Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı tarafından<br />
yürütülür. Hizmetler resmi ve özel kuruluşlarca sunulur. Finansman merkezi<br />
hükümet bütçesi iledir. Halkın %38’i tüm hizmetlerden ücretsiz yararlanır (birinci<br />
grup sigorta). %47’si birinci basamak hizmetleri ve bazı hastane hizmetlerinden<br />
ücretsiz yararlanır (ikinci grup) ve geriye kalan %15‘in gebelik ve çocuk bakımı<br />
hariç tüm hizmetleri ücretlidir.<br />
İspanya’da merkezi düzeyde sağlıktan esas sorumlu bakanlık; Sağlık ve<br />
Tüketici ilişkileri Bakanlığıdır. Entegre bir ulusal sağlık sistemi vardır. Çalışma<br />
Bakanlığı, Eğitim Bakanlığı ve Milli Savunma Bakanlığının da çeşitli yetkileri<br />
vardır. Finansmanda geçmişte temel kaynak Ulusal sağlık sigortası iken günümüzde<br />
genel vergilere kaymıştır. Ayrıca cepten katkı da alınmakta olup özel sigorta<br />
uygulaması da vardır. Ulusal sağlık sigortası birinci basamak kuruluşları ve<br />
hastaneleri çalıştırmaktadır. Kamu istihdamı ağırlıkta olmakla birlikte özel istihdam<br />
da mevcuttur.<br />
İsveç’te genel koordinasyonu Sağlık Bakanlığı sağlamaktadır. Hizmetlerde<br />
ağırlık yerel yönetimlerde olup, bölgesel esasa dayanmaktadır. Finansman tamamen<br />
genel vergilerle karşılanmaktadır. Birinci basamak il genel bütçelerinden, hastane<br />
hizmetleri ise yerel kamu hastalık sigortasından karşılanmaktadır. Çok az miktarda<br />
cepten ödeme ile katkı payı alınmaktadır.<br />
İtalya’da sağlıktan esas sorumlu bakanlık Sağlık Bakanlığıdır. Bir Ulusal<br />
Sağlık Sistemi vardır, hizmet birimleri ve hastanelerin büyük çoğunluğu kamuya<br />
bağlıdır. Son yıllarda temel sağlık hizmetlerine önem verilmektedir. Finansman<br />
tamamen vergiye dayalıdır. Hizmet birimlerinde ücret uygulaması çok ender ve çok<br />
küçük bir orandadır. Birinci basamak hizmetler pratisyenler ve çocuk uzmanlarınca<br />
yürütülür. İstihdamın büyük çoğunluğu kamu tarafından yapılır. Serbest çalışan<br />
hekimlerin sistem içindeki oranları çok azdır.<br />
73
Fransa ve Hollanda kamu sağlık harcamalarının tamamına yakınını sosyal<br />
güvenlikle finanse eden iki Avrupa ülkesidir. Fransa’da kamu sağlık harcamaları<br />
içinde kamu sigortalarının payı %96,8’dir. Bu pay Hollanda ‘da %94’tür. Buna<br />
karşılık her iki ülkede de sağlık harcamaları oldukça yüksektir. Bu özel harcamaların<br />
büyük çoğunluğu da özel sigortalar aracılığı ile yapılmaktadır. Özel sağlık<br />
harcamaları içinde özel sigortanın payı Fransa’da %52,7, Hollanda’da ise %55,7’dir.<br />
Hollanda’da sağlıktan esas sorumlu bakanlık; Sağlık Bakanlığıdır. Ulusal<br />
sağlık sistemi, Sosyal Güvenlik kuruluşlarının kendi hizmet birimleri ve özel sektör<br />
üçlüsü hizmet üretir. Hizmetlerin çoğu özel kuruluşlarca sunulur. Sistem pratisyen<br />
hekimliğe dayalıdır. Pratisyen hekim sevk vermeden hastanelere gidilemez.<br />
Hizmetlere %70 kamudan, %30 özel sağlık sigortalarından kaynak ayrılmaktadır.<br />
Hizmetlerin omurgasını genel pratisyenler oluşturur ve herkesin bir pratisyene kayıt<br />
olma zorunluluğu vardır. Ulusal sağlık sistemi, sosyal güvenlik kuruluşlarının kendi<br />
hizmet birimleri ve özel sektör üçlüsü hizmet üretir. Hizmet sunumunda ağırlık özel<br />
sektördedir. Hem özel hem de kamu istihdamı vardır.<br />
Almanya, Belçika ve Lüksemburg sağlık hizmetlerini ağırlıklı olarak sosyal<br />
sigorta yolu ile finanse eden ülkelerdir. Almanya’da kamu sağlık harcamaları içinde<br />
kamu sigortalarının payı %91,6’dır. Bu oran Belçika’da %88, Lüksemburg’da ise<br />
%82,7’dir.<br />
Almanya’da merkezi düzeyde esas sorumlu bakanlık Sağlık Bakanlığıdır.<br />
Ayrıca; Çalışma ve Sosyal İşler Bakanlığı, Doğa ve Çevre ve Nükleer Güvenlik<br />
Bakanlığı, Araştırma ve Teknoloji Bakanlıkları da konu ile ilgilidir. Sigortalının<br />
sigortasını ve hekimini seçmesi ve ona kayıt olmasına dayalı bir sistem vardır.<br />
Yüzyılın başından beri hastalık sigortası (kamu ve özel) ile finanse edilmektedir.<br />
Hekimler serbest çalışır, uçtaki aile hekimleri pratisyen ya da uzman olabilir. Büyük<br />
çoğunluğu uzmandır.<br />
Belçika’da sağlıktan esas sorumlu bakanlık; Halk Sağlığı, Sosyal İlişkiler ve<br />
Çevre Bakanlığıdır. Ayrıca Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı ile Belediyelerin de<br />
sağlık ve çevre konularında bazı görev ve işlevleri vardır. Son zamanlarda temel<br />
74
sağlık hizmetleri birimlerine daha büyük önem verilmektedir. Kamu ve özel<br />
kurumlar tarafından hizmet verilmektedir. Hizmet sunumu büyük oranda özel girişim<br />
halindedir. Büyük çoğunluk özel çalışır, kamu istihdamı da vardır. İnsan gücünün<br />
önemli bir bölümü temel sağlık hizmetlerinde çalıştırılmaktadır.<br />
Avusturya ve Yunanistan’da ise sağlık hizmetlerinin finansmanında genel<br />
vergilerin yanında sosyal sigortalar da devreye girmektedir. Avusturya’da kamu<br />
sağlık harcamaları içinde kamu sigortaları 59,6’lık bir paya sahipken vergi gelirleri<br />
%40,6’lık bir paya sahiptir. Tersine Yunanistan’da kamu sağlık harcamaları içinde<br />
kamu sigortaları %39’luk bir paya sahipken, vergi gelirleri %61’lik bir paya sahiptir.<br />
Ulusal bütçe ya da sağlık sigortası şeklinde finansmana başvuran her iki tip ülkelerin<br />
bazılarında cepten ödemelerle katkı payı alan ülkeler de vardır.<br />
Avusturya’da sağlık hizmetleri yönetiminde karmaşık bir sistem vardır.<br />
Sağlık Bakanlığı yalnızca bir koordinatör konumundadır. Finansmanı; sağlık<br />
sigortaları (sosyal ve özel) aracılığı ile yapılır ayrıca bütçe katkısı da vardır.<br />
Hizmet sunumunda birinci basamaktaki hekimlerin çoğu serbest çalışır, şayet<br />
bunların sigorta ile anlaşması varsa ücretlerini sigorta öder, sözleşmesi yoksa<br />
hekimden hizmet alan sigortalılar parasını cepten öder, daha sonra sigortadan tekrar<br />
alır.<br />
Çek Cumhuriyeti ve Danimarka’da esas sorumlu bakanlık Sağlık<br />
Bakanlığıdır. Bir ulusal sağlık sistemi vardır, Ancak hizmetler desantralize edilmiş<br />
olup yürütme yetkisi yerel yönetimlere (belediye ve county) bırakılmıştır. Bu nedenle<br />
de yerel yönetimler sağlık hizmetinde önemli bir insiyatif ve işleve sahiptir.<br />
Hizmetlerin finansmanı büyük oranda genel bütçeden karşılanır ve halkın %95’i<br />
buna dahildir (birinci grup sigorta). Halkın geri kalan %5’i ikinci tip sigortaya<br />
dahildir. Bunlar ekstra bir prim öderler ve karşılığında hekim seçme hakları vardır.<br />
Hizmetler özel hekimler, county hastaneleri ve belediye sağlık servisleri üçlüsü ile<br />
sunulur. Pratisyen hekimlik sistemin omurgasıdır.<br />
Sağlık hizmetlerini sosyal sigorta yoluyla finanse eden ülkelerin hepsinde<br />
uygulamanın çeşitli farklılıkları vardır. Örneğin; Almanya, Belçika, ve Hollanda’da<br />
75
hastalık sigortası kuruluşunu kişi kendisi özgürce seçebiliyor. Buna karşılık Fransa,<br />
Lüksemburg ve Avusturya’da ise, kişinin çalıştığı iş onun kayıt olacağı sigortayı<br />
zorunlu olarak belirliyor. Ulusal sağlık sisteminin var olduğu ülkelerde, ilke olarak<br />
tüm vatandaşlar bu sistem aracılığı ile güvence altına alınıyor. Lüksenburg, Belçika,<br />
Fransa ve Avusturya gibi sosyal güvenlik sisteminin hakim olduğu ülkelerde ise<br />
kendi veya başkası hesabına çalışan herkesin kendisini sigortalatması zorunludur.<br />
76
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM<br />
4.TÜRKİYE’DE YAKIN TARİHTE YAPILAN SAĞLIK<br />
REFORMLARI VE OECD ÜLKELERİ İLE KARŞILAŞTIRILMASI<br />
4.1. Türkiye’de Yakın Tarihte Yapılan Sağlık Reformları<br />
Toplumlar modernleştikçe insanlar sağlık sistemlerinden kendileri, aileleri ve<br />
içinde yaşadıkları toplum için daha fazla şey talep etmektedirler. Böylece daha<br />
hakkaniyetli ve ayrımcılığın ortadan kaldırıldığı bir sağlık hizmetine gittikçe daha<br />
fazla toplumsal destek oluşmaktadır. İnsanların ihtiyaçları ve beklentilerine<br />
odaklanmış sağlık hizmetlerine içinde yaşadıkları toplumun sağlık güvenliğine ve<br />
kendileri ve toplumlarının sağlığını etkileyebilecek iç ve dış faktörlere karşı gittikçe<br />
daha fazla destek ve ilgi oluşmaktadır. Bunlar da sağlıkta değişim ve reformları<br />
zorunlu hale getirmektedir. Ülkemizde son yıllarda sağlık alanında reformlar<br />
yapılmaya başlanmış ve Sağlıkta Dönüşüm Programı ile sağlık hizmetlerinin etkili,<br />
verimli ve hakkaniyete uygun bir şekilde organize edilmesi, finansman sağlanması ve<br />
sunulması hedeflenmektedir.<br />
4.1.1.Sağlıkta Dönüşüm Programı<br />
Sağlıkta Dönüşüm Programının içeriği, 2003 öncesi Türkiye’de var olan bir<br />
sağlık sistemi için “kitabi” reformlar seti gibidir, sistemi; zayıf yönlerini hedefe<br />
koyup güçlü yanları üzerinde inşa etmektedir. Sağlıkta Dönüşüm Programı<br />
geçmişteki reform ve proje çalışmalarını değerlendirerek gelecekte geçilmesi<br />
düşünülen sağlık sistemini tasarlayacak ve bu sisteme geçişi kolaylaştıracak gerekli<br />
değişiklikleri yapmayı planlamıştır. SDP, sağlık hizmetlerinin etkili, verimli ve<br />
hakkaniyete uygun bir şekilde organize edilmesi, finansmanının sağlanması ve<br />
sunulmasını hedeflemektedir (SB, 2007: 268).<br />
SDP (Sağlıkta Dönüşüm Programı)’nin kapsamında uygulanacak politikalar,<br />
halkın sağlık düzeyini (etkililik) yükseltmeyi amaçlamaktadır. Sağlık hizmetlerinin<br />
77
sunumundaki en büyük hedef, hastalıkları tedavi etmekten çok, insanların<br />
hastalanmasını engelleyecek koruyucu önlemlerin alınması olarak belirlenmiştir.<br />
4.1.1.1. Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın temel ilkeleri<br />
Sağlıkta Dönüşüm Programının Temel İlkeleri şunlardır (SB, 2003: 24);<br />
- İnsan merkezlilik: Bu ilke, sistemin planlamasında ve hizmetin sunumunda<br />
hizmetten faydalanacak bireyi, bireyin ihtiyaç, talep ve beklentilerini esas almayı<br />
ifade etmektedir. Sağlığın aile ortamında üretildiği gerçeğinden hareketle birey “aile<br />
sağlığı” kavramı çerçevesinde ele alınmaktadır.<br />
- Sürdürülebilirlik: Geliştirilecek olan sistemin ülkemiz koşulları ve<br />
kaynakları ile uyumlu olması ve kendini besleyerek bir devamlılık arz etmesi ilkesini<br />
ifade etmektedir.<br />
- Sürekli kalite gelişimi: Vatandaşlarımıza sunulan hizmetlerde ve elde edilen<br />
sonuçlarda ulaşılan noktayı yeterli görmeyerek, hep daha iyiyi aramayı, sistemin<br />
hatalarından öğrenmeyi sağlayacak bir geri bildirim mekanizması oluşturulmasını<br />
ifade etmektedir.<br />
- Katılımcılık: Sistemin geliştirilmesi ve uygulanması sırasında, ilgili tüm<br />
tarafların görüş ve önerilerinin alınması, yapıcı bir tartışma ortamı sağlayacak<br />
platformların oluşturulmasıdır. Ayrıca bu ilke, sağlık sektörünün bütün bileşenlerini<br />
sistemin kapsamı içine alarak, uygulamada kaynak birliğinin sağlanmasını da<br />
amaçlamaktadır.<br />
- Uzlaşmacılık: Sektörün farklı bölümleri arasında karşılıklı çıkarları gözeterek<br />
ortak noktalarda buluşma arayışlarıdır. Çıkar çatışmasına dayalı bir uygulama yerine<br />
yöntem, standartlar ve denetim mekanizmalarında birlik sağlanması ve tarafların<br />
buna uyması hedeflenmektedir.<br />
- Gönüllülük: Hizmette arz veya talep eden birey veya kurum ayırımı<br />
yapmaksızın, sistem içerisinde yer alacak bütün birimlerin belirlenen amaçlara<br />
yönelik davranmalarını sağlama yöntemidir. Sistemde hizmet üreten ve hizmet alan<br />
kesimlerin zoraki değil, teşvik edici önlemler doğrultusunda gönüllü bir şekilde yer<br />
almaları şarttır.<br />
78
- Güçler ayrılığı: Sağlık hizmetlerinin finansmanını sağlayan, planlamasını<br />
yapan, denetimi üstlenen ve hizmeti üreten güçlerin birbirinden ayrılması ilkesidir.<br />
Bu şekilde çıkar çatışması olmayacak, daha verimli ve daha kaliteli hizmet sunumu<br />
sağlanacaktır.<br />
- Desantralizasyon: Kurumlar merkezi yönetimin oluşturduğu hantal yapıdan<br />
kurtarılmalıdır. Değişip gelişen koşullara ve çağdaş anlayışa uygun olarak yerinden<br />
yönetimin hayata geçirilmesi hedeflenmektedir. İdari ve mali yönden özerk<br />
işletmeler hızlı karar mekanizmalarına sahip olacak ve kaynakları daha verimli<br />
kullanabilecektir.<br />
- Hizmette rekabet: Sağlık hizmetlerinin tekel olmaktan çıkarılıp belli<br />
standartlara uygun farklı hizmet sunucularının yarışmasının sağlanması ilkesidir.<br />
Böylece sürekli kalite gelişimi ve maliyet azalmasına yönelik bir teşvik ortamı<br />
oluşacaktır.<br />
4.1.1.2. Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın bileşenleri<br />
Sağlıkta Dönüşüm Programının bileşenleri şunlardır (SB, 2003:26-37);<br />
Planlayıcı ve denetleyici bir Sağlık Bakanlığı<br />
Sağlıkta Dönüşüm Programı vizyonundaki Sağlık Bakanlığı; politikalar<br />
geliştiren, standartlar koyan ve denetleyen bir konumda olup ülkemizin, kamu veya<br />
özel kurum ve kuruluşlarının sağlığa ayırdığı kaynakların etkili, verimli ve<br />
hakkaniyete uygun bir şekilde kullanılmasını sağlamak üzere yönlendirmeler<br />
yapacaktır. Bu anlayışın bir ürünü olmak üzere, Sağlık Bakanlığına bağlı<br />
kuruluşların yerinden yönetim ilkeleri doğrultusunda yapılandırılması sağlanacak ve<br />
Bakanlık, planlama yapan stratejik bir örgüt yapısına kavuşturulacaktır. Böylece<br />
Sağlık Bakanlığı, Anayasada tanımlandığı şekli ile devletin sağlık sektörünü "tek<br />
elden planlama" görevini yerine getirecektir.<br />
Sağlık Bakanlığı hem yeniden yapılanmasını gerçekleştirirken hem de sağlık<br />
hizmetlerini planlaması ve sunumu sırasında sosyal devlet anlayışı çerçevesinde<br />
koruyucu hizmetlere öncelik verecek, birinci basamak sağlık hizmetleri<br />
güçlendirilecektir. Sağlık Bakanlığının başlıca görevi ve sorumluluğu politika<br />
hazırlamak ve düzeni denetlemek olacaktır. Türkiye'de Sağlık Bakanlığının<br />
79
odaklanması gereken diğer alanlar arasında kalite kontrolü ve tüketicinin eğitilmesi<br />
gelmektedir. Sağlık Bakanlığı bundan böyle, sağlık sektörü İçin önceliklerin<br />
belirlenmesi, kalitenin izlenmesi ve düzenlenmesi, kurumların akreditasyonu ve<br />
uzmanlara lisans verilmesi, sigortanın düzenlenmesi ve denetimi, halk sağlığı<br />
işlevlerinin yönetimi ve salgın hastalıkların gözetimi üzerine odaklanmalıdır.<br />
� Herkesi tek çatı altında toplayan Genel Sağlık Sigortası<br />
Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın hakkaniyet amacı doğrultusunda,<br />
vatandaşlarımız ödeme gücü ile orantılı olarak katkıda bulunacakları ve hizmetleri<br />
ihtiyaçları ölçüsünde kullanabilecekleri bir sigorta modeli oluşturulacaktır. Bu<br />
yaklaşım, sosyal devlet olmanın temel gereksinimlerinden birisi olup, Anayasamızın<br />
56. maddesinde de yönlendirici bir hüküm olarak yer almaktadır. Günümüzde Sosyal<br />
Sigortalar Kurumu, BAG-KUR ve Emekli Sandığı, bu amaç doğrultusunda görev<br />
yapan kurumlarımızdır. Her ne kadar bu kurumlar, sağlık ve emeklilik sigortalarının<br />
birbirinden ayrılmadığı, açıklarının bütçeden karşılandığı, rasyonel olmayan<br />
düzenlemeler nedeniyle profesyonel sigortacılık anlayışından uzaklaşmış bir durum<br />
sergilese de toplumun önemli bir kısmını sigortacılık kapsamı altına almışlardır. Bu<br />
kuruluşlarımızın standart birliği sağlayamamış olması, farklı düzey ve yollarla<br />
hizmet üretmesi veya satın alması sonucu oluşan tablo bilinmektedir. Ayrıca,<br />
sigortalı olmayan önemli bir kesim bulunmaktadır. Bunların bir kısmı Yeşil Kart<br />
uygulaması ile kısmi bir sağlık sigortası İçine alınmıştır. Ancak burada da yaşanan<br />
sorunlar herkes tarafından bilinmektedir, Hizmet kalitesini arttırmak, her hastaya eşit<br />
düzeyde temel sağlık hizmetini sunmak ve hasta ile doktor arasındaki para ilişkisini<br />
ortadan kaldırmak için toplumun bütününü kapsayan zorunlu sağlık sigortacılığı<br />
sistemine ihtiyaç vardır. Böyle bir sigortacılık sistemi, sağlık harcamaları maliyetini<br />
düşürme gayreti içinde, koruyucu hekimlik uygulamalarının da teşvikçisi ve<br />
zorlayıcısı olacaktır. Genel Sağlık Sigortası Kurumunun denetim ve yaptırımları,<br />
sağlık giderlerinde gittikçe artan oranlarda yer işgal eden ilaç ve tıbbi malzeme israfını<br />
azaltacaktır. Fiyat kontrolü ve sağlık hizmetlerinin finansmanı tek elden karşılanmalı<br />
ve artık hasta-hekim ilişkisi parasal bir ilişki olmaktan çıkmalıdır.<br />
80
Mevcut sosyal güvenlik kuruluşlarındaki emeklilik sigortası ve sağlık<br />
sigortası birbirinden ayrılacak, sağlık sigortası İşlemleri tek çatı altında toplanacaktır.<br />
Genel Sağlık Sigortası konusunda önemli gördüğümüz noktalar şunlardır:<br />
- Her Türk vatandaşı sigorta kapsamına alınacak ve tek numara sistemi<br />
benimsenecektir. Bu numaranın MERNİS numarası olması, ekonomik bir yaklaşım<br />
olacaktır.<br />
- Sağlık sigortası mutlaka diğer sigorta sistemlerinden ayrılacaktır.<br />
- Primi yatırma veya sigortasız olma sorununun muhatabı sağlık kuruluşları<br />
olmayacak, bunu sigorta kurumu takip edecektir.<br />
- Hizmet üretenlere geri ödeme tek elden, düzenli ve zamanında yapılacaktır.<br />
� Yaygın, erişimi kolay ve güler yüzlü sağlık hizmet sistemi<br />
Herhangi bir ülkede uygulanan bir programı, ülkemize aktarabilmek<br />
mümkün olamayacağı gibi, ülkemizin sosyo-ekonomik ve coğrafi yapısı nedeniyle<br />
tekdüze homojen bir sistemi bütün ülkeye yaymaya çalışmak da gerçekçi değildir.<br />
Birkaç hanelik mezrasından iklim şartları nedeniyle sınırlı zamanlarda ulaşılabilen<br />
köylerine kent nüfusunu aşan ilçelerinden dünya kenti olmuş metropolüne kadar, her<br />
biri kendine özgü çözümler bekleyen bir heterojen yapı söz konusudur. İnsanımızın hak<br />
ettiği, çağdaş normlara uygun sağlık hizmetini sunmayı hedeflerken bu özelliklerin<br />
göz önünde bulundurulması zorunluluk arz etmektedir.<br />
Bu hedef doğrultusunda sağlık hizmeti vermeye talip bütün dinamikleri<br />
sistem içine alan bir anlayış içinde hizmette rekabet ortamının yaratılması gerektiği<br />
düşünülmektedir. Sosyalizasyon politikasının bu ülkeye armağan ettiği sağlık ocağı<br />
ağını güçlendirirken, vakıf ve dernekler başta olmak üzere özel teşebbüsün de hizmet<br />
ağında yer alması öngörülmektedir. Bu anlayış ülke kaynaklarının verimli<br />
kullanımına yol açacağı gibi, herkesin kolayca erişebileceği bir hizmet sunumuna<br />
fırsat tanıyacaktır. Sağlıkta eşitsizlikleri azaltmayı hedeflemeyen hiçbir programın bu<br />
ülke insanı açısından anlamı olmayacaktır. Kır-kent eşitsizliğine kıyasla doğu-batı<br />
eşitsizliği daha fazla derinleşmiştir. Bu durum, ekonomik gerekçelerle<br />
açıklanabilecek kadar basit değildir. Bu eşitsizlikleri azaltmak için her bölgede eşit<br />
81
oranda kamu sağlığı olanaklarının kısılması ve özel sektöre devredilmesi gibi bir<br />
anlayış İçinde değiliz. Aksine İhtiyaç olan yerlerde kamu olanaklarının geliştirilmesi/<br />
bunların niteliğinin arttırılması ve özel sektör imkanları ile hizmet yarışına girilmesi<br />
hedeflenmektedir.<br />
- Güçlendirilmiş Temel Sağlık Hizmetleri ve Aile Hekimliği; Temel sağlık<br />
hizmetleri alanında, iyi tasarlanmış ve performansa yönelik bir sağlık sistemi anlayışı<br />
bulunmamaktadır. Temel sağlık hizmetlerinin kurumsal konumu, diğer hizmet<br />
düzeyleri üzerinde yetki ve kontrol sahibi olacak bir yapıya kavuşturulacaktır. Bu<br />
konuda yapılacak dönüşümlerin çıkış noktası, genelde toplumu oluşturan bireylerin,<br />
özelde ise hastaların ve sağlık çalışanlarının göreceli durumlarını iyileştirmek<br />
olacaktır. Kırsal bölgelerde sağlık ocaklarının üstlendiği topluma yönelik koruyucu<br />
sağlık hizmetlerinin desteklenmesi yanında, kentlerde yetersiz kalan bu hizmetler,<br />
kamu sağlığı merkezlerince yaygın, örgütlü ve disiplinli bir şekilde yürütülecektir.<br />
Bu kurumsal yapılanmaya sağlık sektöründeki diğer hizmet birimlerini de<br />
yönlendirecek bir konum kazandırılacaktır.<br />
Temel sağlık hizmetlerinde sorumluluk paylaşımı ve bireye "tek pencere"<br />
sistemi ile yaklaşım, başarıyı arttıracak önemli faktörlerdir. Bu yüzden bireye<br />
yönelik koruyucu hizmetler ile birinci basamak tanı ve tedavi hizmetlerinin<br />
bireylerin kendi seçeceği doktorlar tarafından yürütülmesi amaçlanmaktadır. Bu<br />
sayede doktor ve aile üyeleri daha yakın ve kişisel ilişkiler kuracak ve sağlık<br />
eğitiminde, hastalıkların önlenmesinde ve sağlığın düzeltilmesinde önemli rol<br />
oynayacaktır. Koruyucu diş hekimliği uygulamaları birinci basamakta yerini<br />
alacaktır. Bireylerin sağlık kayıtlarının birinci basamak hekimlerince tutulması<br />
kontrol, takip ve risk analizlerinin yapılabilmesinde önemli ilerlemeler sağlayacaktır.<br />
Kırsal bölgelerde yaygın olan sağlık ocağı alt yapısı bu tür uygulamalara<br />
zemin oluşturacaktır. Yetersiz alt yapının olduğu kentlerde serbest hekimlik<br />
uygulamaları ve özel sağlık merkezleri sistemde yer alabilecektir.<br />
- Etkili, kademeli sevk zinciri; Etkin bir sevk zincirinin kurulabilmesinin ön<br />
şartı, hastanın kendi seçtiği ve güvendiği bir hekimden birinci basamak hizmeti<br />
almasıdır. Bu da yukarıda sözü edildiği şekilde temel sağlık hizmetlerinin<br />
82
güçlendirilmesine ve birinci basamak hizmeti sunan aile hekiminin hastasına<br />
sunduğu hizmetin kalitesine bağlıdır. Yani kısaca, hasta memnuniyetini esas alan bir<br />
"aile hekimliği uygulaması" sistemin esasını oluşturmaktadır. Bu hedefe yönelik<br />
olarak planlama ve teşvik yapılması, birinci basamakta bir çok hastanın tutulmasını<br />
sağlayacaktır. Hastaların büyük çoğunluğunun sorunlarının birinci basamakta<br />
çözülebilir olduğu ve hastane polikliniklerinin bu tür hastalarla dolu olduğunu<br />
bilinmektedir. Sistemin etkili hale getirilmesi, hem hastanelerimizdeki gereksiz<br />
yığılmaları azaltacak ve tedavi hizmetlerinin kalite artışına hizmet edecek, hem de<br />
sağlık harcamalarındaki israfı azaltacaktır. Sevk sistemi tek yönlü bir yol değildir.<br />
Tanı ve/veya tedavi için ikinci veya üçüncü basamak kuruluşlara sevk edilen<br />
hastaların çoğu, tedavinin devamı, izleme ve bakım için daha alt seviyedeki<br />
kurumlara geri gönderilmelidirler. Hastanın kayıtlarını tutmakla sorumlu olan<br />
hekimin sevk ettiği hastasına İkinci basamakta verilen konsültasyon hizmetinin geri<br />
bildirimi tıbbi kayıt sistemini güçlendirecektir. Böylece, bireylerin aile hekimlerince<br />
sürekli izlenmesi mümkün olabileceği gibi, kaliteden ödün vermeksizin daha kısa<br />
sürede ve düşük maliyetli sağlık hizmetinin sunumu mümkün olabilecektir.<br />
Sevk zincirine girmek istemeyen hastaları kimse zorlayamaz. Sevk zincirine<br />
uymaksızın hastaneye başvurmayı tercih eden hastanın katlanacağı ek maliyet, sosyal<br />
devlet anlayışına ve hasta haklarına aykırı bir uygulama olmayacaktır.<br />
- İdari ve mali özerkliğe sahip sağlık işletmeleri; Ülkemizdeki hastanelerin<br />
tümü, aralarında hiçbir ayrım olmaksızın, sigorta kurumu ile sözleşme yapmak ve<br />
sevk sistemi esaslarına uymak kaydı ile bütün vatandaşlarımıza hizmet<br />
verebileceklerdir. Hastanelerimiz bu hizmeti verirken hizmet kalitesi ve sözleşme<br />
esaslarına uygun fiyat uygulamaları hususunda denetim altında tutulacaktır. Sağlık<br />
finansmanında kurumlar değil, bireyler desteklenecektir. Bu hizmeti sunan kurumlar,<br />
ürettikleri hizmet oranında pay alacaklardır.<br />
Kamu hastanelerinin bu değişen yapıya uyum sağlaması, daha verimli<br />
işletmeler haline dönüşmesi ve sektörün diğer aktörleri ile rekabet edebilmesi için şu<br />
andaki merkeze bağımlı yapısından kurtulması gerekmektedir. Hastanelerin<br />
verimliliğini iyileştirmek İçin, tüm Sağlık Bakanlığı ve Sosyal Sigortalar Kurumu<br />
hastanelerine hem idari ve mali açıdan, hem de sağlık hizmetlerini üretip yönetmek<br />
için gereken girdilerin temini bakımından özerklik tanınacaktır. Tüm kamu sağlık<br />
83
kuruluşları Sağlık Bakanlığı denetiminde özerk kurumlar haline gelecektir. Öncelikle<br />
bu hastanelerde bir hizmet sunumu birliği sağlanacak, ikinci aşamada her tesise ayrı<br />
ayrı özerklik tanınacaktır. Sağlık kuruluşları devlete direkt bağlı olmak zorunda<br />
değildir. Belediyeler, özel şirketler, vakıflar, il idareleri, üniversiteler sağlık kuruluşu<br />
kurabilecektir. Kamu sağlık kuruluşlarının kendilerini finanse etmeleri istenecek,<br />
daha fazla kar için hizmet kalitesinden ödün veren pahalı kurumlar olmalarına izin<br />
verilmeyecektir.<br />
� Bilgi ve beceri ile donanmış, yüksek motivasyonla çalışan sağlık insan<br />
gücü<br />
Dönüşümlerin başarılı olarak gerçekleştirilmesi, uygun nitelikli ve gerekli<br />
insan kaynaklarının mevcudiyetine büyük ölçüde bağlıdır. Program çerçevesinde<br />
öncelikle sağlık sektöründe çalışan profesyonellerin, Avrupa Birliği'ne uyum süreci de<br />
dikkate alınarak görev yetki ve sorumluluklarının tanımlanması sağlanacaktır. Bu<br />
çerçevede uzun yıllardır yetki alanları bir netliğe kavuşturulmamış olan, hastayla bire<br />
bir çalışan meslek mensuplarının da görev ve yetkileri tanımlanacaktır.<br />
Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın amaçlarına ulaşabilmesi, etkili bir yönetici<br />
kadrosuna sahip olmakla mümkündür. Hekimlerin işletme yöneticiliğinde istihdam<br />
edilmesi, hem hekime yapılan yatırımın amacı dışında kullanılmasını beraberinde<br />
getirmekte, hem de deneyimsiz yöneticiler ortaya çıkarmaktadır. Sağlık sistemi<br />
yöneticiliğinin hekimlikten bağımsız bir disiplin olarak güçlenmesi için gereken<br />
planlama, araştırma ve eğitim faaliyetlerine önem ve öncelik verilecektir. Sağlıkta<br />
Dönüşüm Programı, sağlık çalışanlarının ülke geneline dengeli dağılımını teşvik<br />
edici gönüllü politikaları da beraberinde getirecektir. Bu yaklaşımın sonucu olarak<br />
zorunlu hizmet kaldırılacaktır. Kamu kurumlarında daha istekli ve verimli çalışmayı<br />
özendirecek tedbirler alınacaktır. Bunlardan birisi çakılı sözleşmeli personeldir.<br />
Konuyla ilgili önemli adımlar atılmaya başlanmış ve uygulama tarihi çok yakına<br />
çekilmiştir.<br />
Yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri ve meslek dernekleri sistemde aktif<br />
olarak yer almalıdır. Desantralize insan kaynakları planlaması ve yönetim yeteneği<br />
84
oluşturulacak, sağlık yöneticilerinin insan kaynakları planlamasına aktif katılımları<br />
sağlanacaktır.<br />
� Sistemi destekleyecek eğitim ve bilim kurumları<br />
Dönüşümü gerçekleştirmek ve başarıyı sürekli kılmak için, halk sağlığı bilgi<br />
ve becerisine sahip, özellikle sağlık politikası, sağlık işletmeciliği, sağlık ekonomisi<br />
ve sağlık planlaması konularını bilen insanlara ihtiyaç olduğu inkar edilemez.<br />
Ülkemizde sektörel analizleri yapabilecek, araştırmalar planlayacak, hükümetlere<br />
danışmanlık yapacak ve sektörün ihtiyaç duyduğu insan gücüne mezuniyet sonrası<br />
eğitimler verecek bir kuruma ihtiyaç vardır.<br />
Tıp eğitimi, tıpta uzmanlık sınavına hazırlık eğitimi olmaktan çıkarılıp,<br />
hekimleri Sağlıkta Dönüşüm Programı doğrultusunda hizmet vermeye yönlendirecek<br />
bilgi ve birikimle donatmayı hedeflemelidir. Tıpta uzmanlık eğitimi, müfredat<br />
programlarının meslek örgütlerinin de katılımı ile geliştirilip denetlenmesi gerekir.<br />
Eğitim hastanelerinin yeniden organize edilip verilmekte olan tıpta uzmanlık<br />
eğitimini planlayacak, standardize edecek ve denetleyecek kurumsal bir yapı<br />
oluşturulacaktır. Bu uygulamalar, Sağlık Akademisi veya Sağlık Uzmanlık Kurumu<br />
çatısı altında akademik bir yapıya kavuşturulacaktır.<br />
� Nitelikli ve etkili sağlık hizmetleri için kalite ve akreditasyon<br />
Sağlık sektöründe hizmetin kabul edilebilirliği ve standardı, en az kullanılan<br />
sarf malzemesi ile tanı ve tedavi araçlarının kalitesi kadar önemlidir. Hizmet<br />
biriminin belli standartlara uygunluğu tek başına yeterli değildir. Hizmet sunum<br />
süreci ve elde edilen çıktıların değerlendirildiği bir mekanizmanın kurulması gerekir.<br />
Son zamanlara kadar kalite, ihmal edilmiş bir konu olmasına rağmen bugün hem<br />
hizmet sunucuları hem de finansal kaynak sağlayıcıları tarafından daha fazla dikkat<br />
çekmeye başlamıştır<br />
Sağlıkta Dönüşüm Programı, ülkemizin şimdiye dek gündeminde yeterince<br />
yer almamış bir ihtiyaca öncelik vermektedir. Kurulacak olan "Ulusal Kalite ve<br />
Akreditasyon Kurumu", bugün bir kavram kargaşası içinde bulunan ruhsatlandırma,<br />
85
sertifikasyon ve akreditasyon konularını olması gerektiği gibi düzenleyecektir. Bu<br />
kurumun özerk bir yapıda, sektörün taraftarının yönetiminde söz sahibi olduğu bir<br />
şekilde kurulması, gelişmiş ülkelerdeki örneklere benzer şekilde faaliyete geçmesi<br />
amaçlanmaktadır. Kurum, sağlık sonuçlarını ölçmek için sistemler geliştirecek ve bu<br />
sonuç ölçümlerini sağlık hizmet sunucularına performans göstergeleri oluşturmak<br />
amacıyla kullanacaktır. Böylece hizmet sunucuların performanslarını İçeren veri<br />
tabanları oluşturulacak ve İyi uygulamaların tanımlanması ile uygulanabilir<br />
performans göstergelerinin belirlenmesi sağlanacaktır.<br />
Ayrıca sağlık hizmetlerinin sunumunda etik değerlerin korunabilmesi esastır.<br />
Bu da ancak güçlü yaptırım yetkisi olan bir etik kurulun kurulması ile başarılabilir.<br />
Kurum, sektörün çeşitli temsilcilerinin katkıları ile oluşmalı ve geniş yetkilerle<br />
donatılmalıdır.<br />
� Akılcı ilaç ve malzeme yönetiminde kurumsal yapılanma<br />
İlaç, malzeme ve tıbbi cihazların standardizasyonu, ruhsatlandırması ve<br />
bunların akılcı yönetimi konularında uluslararası normları yakalayacak kurumsal<br />
oluşumlara ihtiyaç vardır. Bu kurumların siyasal kaygı ve yaptırımlardan bağımsız,<br />
özerk kurumlar halinde örgütlenmesi sağlanacaktır. İlaç ve tıbbi cihaz konusunda<br />
uzman olacak bu kurumları ayrı ayrı veya tek çatı altında toplamak mümkündür.<br />
- Ulusal ilaç kurumu; Oransal olarak Türkiye'de ilaçlara ve farmasotik<br />
ürünlere yapılan harcamalar çok yüksektir. Sosyal güvenlik kurumlarının mevcut<br />
politikaları yüzünden nüfusun çok büyük bir bölümü ilaç fiyatlarına karşı oldukça<br />
duyarsızdır. İlaç fiyat artışlarının bilimsel bir temele oturmadığını biliyoruz. Sağlıkta<br />
Dönüşüm Programı çerçevesinde, sağlık hizmetlerinin en önemli girdilerinden olan<br />
ilaçla ilgili uzun yıllardır yaşanan sorunların bilimsel esaslar doğrultusunda taraftarın<br />
karşılıklı diyalogu ve uzlaşmacı yaklaşımları ile çözülmesine yönelik bir platform<br />
oluşturulacaktır. ilgili temel politikaların belirlenmesi, ilacın ruhsatlandırılması,<br />
üretimi, tanıtımı, satışı, araştırma geliştirme faaliyetlerinin yönlendirilmesi gibi<br />
konularda düzenleyici ve destekleyici olmak üzere "Ulusal İlaç Kurumu"nun<br />
oluşturulması sağlanacaktır. Bu kurum, her türlü etkiden uzak olarak bağımsız bir<br />
86
şekilde ulusal politikalar doğrultusunda uygulamalarda bulunacaktır. İlaçların<br />
ruhsatlandırmasıyla ilgili sürecin daha etkili, daha şeffaf ve daha süratli bir hale<br />
getirilmesi sağlanacaktır. İlaç fiyatlandırmasıyla ilgili olarak, tüm tarafların üzerinde<br />
mutabakat sağlayacakları bir yöntem geliştirilmesine ihtiyaç vardır. Türkiye'de<br />
üretilen ilaçların dış pazarlara açılması, Türkiye ilaç sanayisinin yurt dışında yatırım<br />
yapması da, Sağlıkta Dönüşüm Programı kapsamında ele alınacak önemli ve öncelikli<br />
konular arasındadır. İlaçta fikri mülkiyet haklarının korunmasını ulusal çıkarlarımız,<br />
uluslararası hukuk ve taahhütleriniz çerçevesinde ele almak, ilgili taraflarla bir<br />
diyalog zemininde uzlaşmak temel amacımızdır. Kamunun ilaç alımlarını<br />
farmakoepidemiyoloji ve farmakoekonomi biliminin ışığı altında geliştirilecek<br />
yöntemlerle yönlendirmek temel ilkemizdir. Yine ilaç tüketiminin bilimsel kriterler<br />
göz önünde bulundurularak yönlendirilmesi ve esasa bağlanması gerekmektedir.<br />
- Tıbbi cihaz kurumu; Tıbbi cihaz ve sarf malzemede bugüne kadar daha çok<br />
ithale dayalı bir malzeme akışı mevcuttur. Denetim, kalite belgesi ve kalibrasyon gibi<br />
konularda daha çok yurt dışı referanslar dikkate alınmaktadır. Uluslararası<br />
referansların yanında ulusal standartların belirlenmesi ve kalite belgesini tanzimi,<br />
yerli üretime kolaylık sağlayacaktır. Ayrıca kullanılan cihazların periyodik<br />
kalibrasyonu, tanı ve tedavi güvenirliğini ve verimliliğini arttıracaktır.<br />
Tıbbi sarf malzeme ve cihaz konusunda da standardizasyon ve denetim<br />
vazgeçilmez öneme sahiptir. Hastanelerdeki klinik mühendislik hizmetlerine<br />
odaklanan ulusal düzeyde denetleyici, eğitici ve düzenleyici yetkilere sahip olarak<br />
tasarlanmış bir Tıbbi Cihaz Kurumunun kurulması planlanmaktadır. Bu kurum, bilgi<br />
veri tabanları oluşturacak, tıbbi cihaz planlaması ve satın alımı, tıbbi cihazların<br />
karşılaştırmalı değerlendirmesi, güvenlik programları, klinik mühendislik<br />
uygulamaları, kanunlar ve düzenlemelere dair bilgi sağlayarak uygulama yapacaktır.<br />
Yine on-line ve sürekli eğitim programlarını üstlenmek veya üçüncü Şahısları bu<br />
doğrultuda finanse etmek ile uygulamalı araştırmaları desteklemek bu kurumun<br />
görevleri arasındadır.<br />
Hizmetlerde kullanılan cihaz ve tıbbi sarf malzemelerin uluslararası<br />
normlara uygun olarak standardize edilmesi hizmet verimini artırır. Diğer yandan bu<br />
durum zaman ve malzeme israfım önler, kalite yükselmesine yol açar. Uluslar arası<br />
sağlık hizmet yolunu açarak ekonomiye katkı sağlar. En önemlisi de, İnsanımıza<br />
87
uluslararası standartlara uygun bir sağlık hizmeti sunulmasını güvence altına alır.<br />
Bugün ülkemizde küçümsenmeyecek ölçüde plastik ve elektronik sanayi alt yapısı<br />
mevcuttur. Bu sektörler teşvik edilerek tıbbi teknolojiye yönelik üretim yapacak<br />
yatırımlara yönlendirilmelidir. Standartları belirlenmiş ürünlerin üretilebilmesi,<br />
bunun mevzuat ve ekonomik yönden kolaylaştırılması, sadece kaynak israfını<br />
önlemekle kalmayacak, bu konuda ihracat yapan bir ülke konumuna gelmemizi<br />
sağlayacaktır.<br />
- Karar sürecinde etkili bilgiye erişim; Sağlık Bilgi Sistemi, Sağlık sistemi<br />
politikalarının ve yönetim kararlarının bilgiye dayanması gerektiği inancını<br />
taşımaktayız. Doğru bilgiye dayanmayan kararlar, istenmeyen sonuçlar doğurur.<br />
Doğru bilgi ise ancak iyi seçilmiş, doğru ve iyi analiz edilmiş veri ile elde edilir.<br />
Sağlıkta Dönüşüm Programı'nın bütün bileşenleri arasında uyumun sağlanabilmesi<br />
için entegre bir sağlık bilgi sistemine ihtiyaç vardır. Sağlık hizmeti sunan<br />
kademelerde dikey işlemesi gereken bilgi akışı, hizmet sunumu ve finansman<br />
bilgilerinin değerlendirilmesi noktasında yatay bir entegrasyona ihtiyaç<br />
göstermektedir.<br />
Sağlık hizmetlerinde eşgüdüm, sağlık envanterinin oluşturulması, bireylerin<br />
tıbbi kayıtlarının korunması, sevk basamakları esnasında bilgi transferi ve temel<br />
sağlık uygulamalarındaki verilerin toplanması amacıyla Sağlık Bilgi Sistemi kurmak<br />
istiyoruz. Sağlık kayıtlarının güvenilir ve sürekli bir şekilde tutulmasını sağlamak,<br />
hizmetlerin verimliliğini geliştirmek, kaynakların nerelerde ve nasıl kullanıldığını<br />
takip etmek ancak etkili bir bilgi sisteminin kurulması ve işletilmesi ile mümkündür.<br />
Yaklaşımımız, gelişen teknolojiler doğrultusunda modüler yapılarla gerektiğinde<br />
büyüyebilen, kullanıcı-hizmet sunucu ilişkisine en az ihtiyaç gösteren bir yapı<br />
oluşturmaktır.<br />
Sağlık bilgi sistemi, sağlıkla ilgili politikaların belirlenmesinde, sağlık<br />
sektöründe sorunların ve önceliklerin saptanmasında, önlemlerin alınmasında, sektör<br />
kaynaklarının, çalışma ve yatırımların planlanmasında, sunulan sağlık hizmetlerinin<br />
kalitesinin değerlendirilmesinde, bilimsel araştırma ve çalışmalarda kullanılmak<br />
üzere yeterli veri toplayacak ve işleyecek bir fonksiyon üstlenecektir. Bu sistem,<br />
günümüz iletişim olanaklarını kullanarak uygulanabilecek bir ortak veri tabanı<br />
üzerinden işleyecektir. Sevk zinciri bu sistemle daha etkin, hızlı ve güvenilir bir hale<br />
88
gelecektir. MERNIS numarası gibi özgün bir referans numarasının tüm sağlık veri<br />
tabanlarında ek bir öğe olarak benimsenmesi, sigorta sistemindeki verilerle sağlık<br />
hizmetlerinin kullanımına ilişkin verileri eşleştirmeyi kolaylaştıracaktır. Her Türk<br />
vatandaşına verilen bu numaranın kullanılması ve farklı veri tabanlarında tutulan<br />
verilerin karşılıklı eşleştirilmesine fırsat verecek, tedavi için başvuran hastaların<br />
sigortalı olup olmadıklarını hızlı olarak teyit edecek ve birden fazla sigorta sisteminin<br />
imkanlarından yararlanan kişileri tespit edebilecektir.<br />
4.1.2. SDP Kapsamındaki Yönetişim Reformları<br />
Sağlık Bakanlığının yeniden yapılandırılması için etkinleştirici bir yasal<br />
çerçeve yaratacak daha geniş bir Kamu Yönetimi Temel Kanunu tasarısı 2005-2006<br />
yıllarında TBMM’ye sunulmuştur. Bu kanun kabul edilseydi, sağlık sektörü<br />
düzenlemesi ve kamu sağlığından sorumlu yarı bağımsız birimlerin kurulmasına<br />
yardımcı olacak; sağlık sektöründeki yönetişim düzenlemelerini önemli ölçüde<br />
değiştirecek düzenlemelerin yolu açılmış olacaktı. Fakat çerçeve kanunu veto edilmiş<br />
ve SB’nin yeniden yapılandırılması gecikmeye uğramıştır. SB, SDP’nin<br />
uygulamasının I. Fazı sırasında (Bakanlık kararnameleri vasıtasıyla) izleme ve<br />
değerlendirme ile performans yönetimi ve kalite geliştirme gibi fonksiyonlardan<br />
sorumlu, çeşitli yeni daire başkanlıkları kurmuştur. Ancak SB’nin yeniden<br />
yapılandırılması ve sağlık sektörünün düzenlenmesinden sorumlu yarı kamusal<br />
kuruluşların kurulması ve de halk sağlığı sisteminin yeniden yapılandırılması,<br />
SDP’nin I. Fazı kapsamında tamamlanamamıştır.<br />
SGK’nin kurulmasının sonucu olarak GSS sistemine yönelik yeni yönetim<br />
düzenlemeleri ortaya çıkmıştır. 2004 yılında bir Geri Ödeme Komisyonu<br />
kurulmuştur. Bu komisyon; SGK, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, MB, DPT<br />
ve Hazine Müsteşarlığı temsilcilerinden oluşmaktadır. Komisyon sağlık hizmetleri,<br />
ilaçlar ve SGK’nin geri ödemesini yaptığı sağlık hizmetleri için fiyat<br />
belirlenmesinden ve SGK teminat paketinde değişiklikler yapılmasından sorumludur.<br />
Bu Komisyon’un altında Sağlık Hizmetleri Fiyatlandırma Komisyonu yer<br />
almaktadır. Bu alt komisyon Geri Ödeme Komisyonu tarafından karar alınmasını<br />
kolaylaştırmak için gerekli teknik çalışmalardan sorumludur. Tüm sağlık sigorta<br />
89
fonları için tek bir Geri Ödeme Komisyonu’nun kurulmasıyla birlikte, önceden var<br />
olan parçalı sistemin yerini alan ve tüm fonları etkileyecek ödeme stratejilerinin ele<br />
alınmasına yönelik bir mekanizma oluşturulmuştur.<br />
4.2. Türkiye’de Sağlık Reformları ve OECD Ülkeleri ile Karşılaştırılması<br />
Sağlık sistemi Sağlık Bakanlıklarının sorumluluğu altında olan tıbbi bakım ve<br />
halk sağlığı faaliyetlerini kapsayacak şekilde tanımlanır. Performans ise sağlık<br />
politikasının temel hedeflerine göre değerlendirilir. i) Sağlık sonuçlarının ve<br />
kullanıcılara verebilirliğin en üst düzeye getirilmesi ii)Bu sonuçların elde edilmesine<br />
bağlı olarak maliyetlerin en aza indirilmesi iii) Hem beklenmeyen tıbbi hizmet<br />
maliyetlerine karşı mali koruma hem de sağlık hizmetlerine erişim konusunda<br />
hakkaniyet sağlanması (Hurst, 2002). Türk sağlık sisteminin performansının bu<br />
hedeflere göre değerlendirmesi için şunlar gerekmektedir: a)Sosyoekonomik ve<br />
siyasi ekonomik etmenler bağlamında zaman içinde sağlık alanındaki harcamaların<br />
“makul” seviyesinin belirlenmesi b)Sağlık hizmetlerine erişimde hakkaniyet ve<br />
beklenmeyen yüksek sağlık harcamalarına karşı mali koruma sağlanması c) Bireysel<br />
kullanıcı ve hizmet sunucu seviyesinde paranın karşılığının veya mikro ekonomik<br />
verimliliğin, güvence altına alınması.<br />
Türkiye yıllardır OECD üyesi olan ve yüksek gelir düzeyine yaklaşmış üst<br />
orta gelirli bir ülke olarak, kendisini, diğer OECD üyesi ülkeler ile kıyaslamalar<br />
yaparak değerlendirmiştir. Bu karşılaştırmalarda öncelikle Türkiye nüfusunun sağlık<br />
durumu üzerinde durulmuştur. Bu husus sadece sağlık sistemine değil; sağlık<br />
sisteminin dışında yer alan milli gelir ve nüfusun eğitim durumu gibi diğer bazı<br />
önemli etkenlere de bağlı olduğu için söz konusu belirleyiciler de incelenecektir.<br />
Aynı zamanda gözlemlenen sağlık çıktıları açısından Türkiye’deki sağlık<br />
harcamalarının uygunluk seviyesinin belirlenmesi tartışmalarına da yer verilecek,<br />
zaman içinde sağlık alanındaki yapılan harcamalarda mali sürdürülebilirliği<br />
başarmak Türk vatandaşlarının sağlığının iyileştirilmesi için sektörler arası<br />
(bakanlıklar arası) eylemin kapsamına da ışık tutulacaktır.<br />
90
Türkiye’de Sağlık Alanında Yaşanan Değişimler<br />
Doğumda beklenen yaşam süresi: Türkiye’de doğumda beklenen yaşam<br />
süresi 1960’ta OECD ortalamasının %71’i oranındaydı. 2006 yılında bu oran %91<br />
olmuş ve ortalama yaşam süresi 71,6 yaşa kadar yükselmiştir (2007 yılında 71,8 yaş<br />
olmuştur). 2006 yılı küresel verilere bakıldığında ve diğer üst orta gelirli ülkelerle<br />
kıyaslandığında, Türkiye’deki ortalama yaşam süresi, benzer sağlık harcaması<br />
düzeyine sahip ülkelerin ortalamasına yakınken, gelir düzeyi bakımından<br />
ortalamanın biraz altındadır.<br />
Bebek Ölüm Hızı: Türkiye’de bebek ölüm hızı son 35 yıldır ciddi bir düşüş<br />
göstermiş hem OECD ortalamasına, hem de Meksika ve Portekiz gibi ülkelerin<br />
oranlarına yaklaşmıştır. Türkiye’de her 1000 canlı doğumda 22,6 olarak gerçekleşen<br />
bebek ölümleri, 2006 yılında OECD bölgesinde bildirilen en yüksek oran olup<br />
ortalamanın 4 katından daha fazladır. Bu rakam benzer gelir ve sağlık harcaması<br />
düzeyine sahip ülkelerin de üzerindedir. Fakat 2007 yılında oran düşerek 21,7’ye<br />
inmiştir.<br />
Anne Ölüm Oranı: OECD Health Data 2008 verilerine göre Türkiye’deki<br />
anne ölüm oranı (100.000 canlı doğumdaki ölümler) 1973 ile 2007 yılları arasında<br />
hızla düşerek (yaklaşık on misli) OECD ortalamasına yaklaşmıştır. 1973 yılında<br />
OECD ortalamasının sekiz katından fazlaydı. 2006 yılında ortalamanın yaklaşık 2,5<br />
katı kadardı. Türkiye’nin gelir ve sağlık harcaması düzeyine sahip bir ülkeden<br />
beklenen seviyenin biraz yukarısındadır. Fakat Türkiye’nin yakın geçmişte kaydettiği<br />
önemli ilerlemeye bakılırsa önümüzdeki yıllarda daha iyi bir görüntü ortaya çıkabilir.<br />
65 Yaşında Beklenen Yaşam Süresi: Türkiye’de 65 yaşında beklenen yaşam<br />
süresi 1970’ten beri sürekli bir artış göstermiştir. Ancak, kadın ve erkeklerdeki<br />
oranlar, ilgili OECD ortalamalarından farklıdır. Kadınlar için 65 yaşında beklenen<br />
yaşam süresi 1970 yılında OECD ortalamasının %81’i iken 2006’da bu oran %75’e<br />
düşmüştür. Erkekler için bu oran %91’den %78’e düşmüştür. 2006 yılında kadınlar<br />
için 15,1 ve erkekler için 13,1 ile Türkiye’nin 65 yaşta beklenen yaşam süresi OECD<br />
bölgesindeki en düşük süre olmuştur.<br />
91
Sağlığa Yapılan Harcamaların Uygun Seviyesinin Zaman İçinde Bulunması<br />
Sağlık sistemlerinin temel hedeflerine ulaşılması, önceden yapılan diğer<br />
harcamaların fırsat maliyeti göz önüne alınarak sağlık harcamalarının “uygun”<br />
seviyesine ilişkin bir yargıya varılmasını içerir. İkincil, ancak oldukça önemli olan<br />
bir diğer hedef de, zaman içinde sağlık alanındaki yapılan harcamalarda mali<br />
sürdürülebilirliği başarmaktır. İstenen harcama seviyesi, toplumun kaynaklarının<br />
alternatif kullanımlarına kıyasla ek sağlık hizmetlerine verdiği değerle belirlenir.<br />
Harcamanın ve özellikle kamu harcamasının düzeyine ilişkin verilecek nihai karar,<br />
hükümetlerin ve seçmenlerinin vereceği bir karardır. Ancak, bu tür kararların<br />
verilebilmesi için, zaman içinde, sağlık durumundaki değişimler, sağlık<br />
hizmetlerinden memnuniyet ve ülkelerdeki sağlık sistemlerinin maliyetleri hakkında<br />
küresel kanıtlar ve uluslararası kıyaslamalar bir araya getirilerek bilgi elde<br />
edilmelidir.<br />
Türkiye’de Sağlığın Tıbbi ve Tıbbi Olmayan Belirleyicileri<br />
Türkiye’nin sağlık durumundaki değişimler, hem tıbbi hem de tıbbi olmayan<br />
etkenlerce belirlenmektedir. Halk sağlığı için çok sayıda belirleyici olduğunu belirten<br />
geniş bir literatür bulunmaktadır. Örneğin, ülke içinde ve ülkeler arasında ölüm<br />
oranının belirleyicileri üzerinde yapılan son incelemede, Cutler ve ark., (2006) hem<br />
zaman serilerinde hem de kesit verilerinde, özellikle düşük gelirli ülkeler için, kişi<br />
başı gelir ile ölüm oranları arasında güçlü korelasyon olduğuna işaret etmişlerdir.<br />
Buna ek olarak farklı ülke ve dönemlerde ölüm oranlarında iyileşme yarattığını tespit<br />
ettikleri etkenler ise şunlardır: Daha iyi beslenme, daha etkili tıbbi olmayan halk<br />
sağlığı tedbirleri, eğitim düzeyinin artması ile bazı durumlarda, daha iyi tıbbi bakım.<br />
Adı geçen araştırmayı yapanlar; gelirden sağlığa kadar bilinen doğrudan<br />
mekanizmaları önemsemeyerek, daha iyi beslenme, daha iyi eğitim ve daha fazla<br />
sağlık harcamasının bunlarla değil yüksek gelirle ilintili olduğunu savunmuşlardır.<br />
Ters bir sebep sonuç ilişkisi olasılığına da dikkat çekmişlerdir. Sağlık, gelirin önemli<br />
bir belirleyicisi olabilir. Gottret ve Schieber (2006) literatürü araştırarak devletin<br />
sağlık harcamaları ile sağlık sonuçları üzerindeki diğer kesit unsurları arasındaki<br />
ilişkinin yeni kanıtlar ortaya koymuşlardır. Hükümetin sağlık harcamalarındaki<br />
92
artışların, 5 yaş altı ölüm oranının azaltılması üzerinde, eğitim, yol ve temizlik<br />
alanındaki hükümet harcamalarındaki benzer artışlardan daha büyük ve net bir etkisi<br />
olduğunu tespit etmişlerdir. Jamison (2006) ise gelişmekte olan ve gelişmiş<br />
ülkelerdeki sağlık sonuçlarının gelişimini etkileyen kilit unsurları ele almaktadır.<br />
Eğitim ve sağlık arasında nedensel ilişkiye yönelik gittikçe artan sayıda kanıt<br />
bulunmaktadır. Eğitim ve sağlık arasındaki ilişki üzerine OECD Eğitim Direktörlüğü<br />
tarafından yaptırılan son çalışma, yüksek gelirli ülkelerdeki bireylerin sağlık<br />
durumunun eğitim seviyesindeki artışla kuvvetli ve pozitif bir şekilde ilişkili<br />
olduğunu – ve en azından bu ilişkinin bir kısmının nedensel olduğunu – ileri<br />
sürmektedir (Feinstein ve ark., 2006)<br />
4.3.OECD Ülkelerindeki Sağlık Durumu Belirleyicileri ve Türkiye<br />
Karşılaştırması<br />
Sağlık belirleyicileri üzerine OECD tarafından yapılan son deneysel çalışma,<br />
doğumda beklenen yaşam süresi ve 65 yaşında beklenen yaşam süresi kazanımları ile<br />
1991 ve 2003 yılları arasında bebek ölüm hızındaki düşüşleri açıklamaya çalışmıştır<br />
(Joumard ve ark.,2008). İncelenen belirleyiciler arasında şunlar yer almaktadır: Reel<br />
sağlık harcamaları, sigara kullanımı, alkol tüketimi, beslenme, kirlilik, eğitim ve kişi<br />
başına düşen GSYİH. İnceleme, OECD ülkeleri arasında, reel sağlık harcamalarında<br />
meydana gelen değişimlerin, söz konusu dönemde tüm ülkelerin sağlık durumundaki<br />
değişimlerin en önemli belirleyicisi olduğunu ileri sürmektedir. Ya kişi başına düşen<br />
GSYİH’de meydana gelen değişimler ya da eğitim düzeyindeki değişimler,<br />
genellikle ikinci ya da üçüncü en önemli belirleyici olmuştur. Bu inceleme, herhangi<br />
bir OECD ülkesinde sağlık durumunun neden OECD ortalamasından saptığını<br />
tahmin etmek amacıyla kullanılabilir. Türkiye açısından, doğumda beklenen yaşam<br />
süresi 2003 yılında OECD ortalamasının 7,4 yıl altındaydı. OECD modelinde tahmin<br />
edilen katsayılar temel alındığında, bu farkın yaklaşık yarısı, Türkiye’deki reel sağlık<br />
harcamalarının daha düşük olmasına; yaklaşık üçte biri Türkiye’deki eğitim<br />
durumunun düşük olmasına ve yaklaşık dörtte biri de Türkiye’deki kişi başı<br />
GSYİH’nin OECD ortalamasından düşük olmasına bağlanabilir. Ancak, Türkiye’de<br />
alkol tüketiminin düşük olması bu farkı yaklaşık beşte bir oranında azaltmaktadır<br />
(World Bank, 2008).<br />
93
Türkiye’de Kişi Başına Düşen GSYİH ile Sağlık Harcamalarındaki Artış:<br />
Kişi başına düşen reel GSYİH’nin (yani sabit fiyatlarla kişi başı GSYİH), kişi başına<br />
düşen reel toplam sağlık harcamalarının ve sağlık giderlerinin GSYİH’deki payının<br />
hem Türkiye’de hem de ortalama olarak OECD bölgesine paralel bir artış<br />
göstermektedir. Kişi başı milli gelir, daha düşük seviyelerde olabilir; ama<br />
Türkiye’deki kişi başı reel GSYİH büyümesinin zamanla OECD ortalaması ile aynı<br />
hareket ettiği görülmektedir. Türkiye’de kişi başına düşen reel sağlık gideri ise 1985-<br />
2006 yılları arasında OECD’nin yıllık %4,8’lik oranı ile karşılaştırıldığında yıllık<br />
ortalama %8,5’lik artış göstermiştir. Sonuç olarak, Türkiye’de GSYİH’nin sağlık<br />
harcamaları içindeki payı 1985 yılında OECD ortalamasının üçte biri civarında olup<br />
% 2,2 şeklindeyken 2006 yılında OECD ortalamasının üçte ikisine yaklaşarak %5,6<br />
olmuştur. Fakat GSYİH’nin sağlık harcamalarındaki payı 2006’da 2001’dekiyle aynı<br />
olmuştur.<br />
Kamu sağlık harcamalarındaki değişiklikler, sağlığa yapılan toplam<br />
harcamadan ayrılmıştır. Hem GSYİH hem de kişi başına düşen sağlık harcaması,<br />
1999-2006 yılları arasında kayda değer bir artış göstermiştir. Ancak kişi başına düşen<br />
GSYİH ile ilgili olarak 2000-2001 yılları arası dönem bir istisnadır; çünkü bu<br />
dönemde Türkiye’de büyük bir ekonomik bunalım yaşanmıştır. Bu yılın dışında,<br />
sağlık harcamaları, kişi başına düşen GSYİH ile aşağı yukarı paralel olarak artmıştır.<br />
Ancak, kamu sağlık harcamaları, 2003’ten önce sağlığa yapılan toplam harcamadan<br />
daha hızlı bir artış göstermiştir. 2006 itibariyle kamunun toplam sağlık harcamaları<br />
içindeki payı %72’ye ulaşarak %73 olan OECD ortalamasının hemen altında yer<br />
almıştır. Teminat açısından, sağlık hizmetlerinin kapsamındaki iyileşmeler (Yeşil<br />
Kart programındaki gelişmeler gibi) ile bu durum ilişkilendirilseydi, yoksul kesimin<br />
sağlık durumunda oldukça pozitif bir etkiye sahip olabilirdi. Bu bağlamda, SDP’nin<br />
başlatıldığı yıl olan 2003-2004’ten bu yana sağlığa yapılan kamu harcamalarının artış<br />
oranının, sağlığa yapılan toplam harcamanın artış oranına benzer olması ve her<br />
ikisinin de GSYİH’nin büyüme hızından çok az daha yavaş olması dikkat çekicidir.<br />
Türkiye’de kişi başına düşen GSYİH’de ve kişi başına düşen sağlık<br />
harcamalarında uzun süreli bir artış olmasına rağmen 2005 yılında OECD bölgesinde<br />
Türkiye hem kişi başı en düşük GSYİH’ye (10.771 ABD doları) hem de kişi başı en<br />
94
düşük sağlık harcamasına (609 ABD doları) sahiptir. Ayrıca, toplam sağlık<br />
harcamalarının GSYİH’deki payı kişi başı toplam sağlık harcamaları,<br />
karşılaştırılabilir diğer üst orta gelirli ülkelerdeki oranın biraz altındadır. Bununla<br />
birlikte, kamu sağlık harcamalarında Türkiye, diğer üst orta gelir grubundaki ülkeler<br />
kadar veya bunlardan daha fazla harcama yapar.<br />
Eğitim Düzeyi: Türkiye’de eğitim düzeyi, özellikle kadınlar arasında, OECD<br />
ülkeleri ile diğer bazı orta gelirli ülkelerdeki düzeylerin gerisindedir. Erişkinlerdeki<br />
okur yazarlık düzeyi Türkiye’nin gelir seviyesine sahip bir ülke için, genel yetişkin<br />
okuryazarlık oranı ortalamaya yakınken, kadın okuryazarlık oranı diğer üst orta<br />
gelirli ülkelerdekinden biraz aşağı düzeydedir. 2005 yılında Türkiye’de 25-64 yaş<br />
arası kadın nüfusun büyük bir kısmının sadece ilköğretimi tamamladığı ve diğer<br />
OECD ülkeleri ile karşılaştırıldığında daha düşük bir kısmının da yüksek öğretime<br />
devam ettiği görülmektedir. Türkiye’de son yıllarda yapılan eğitim yatırımları ile<br />
çocukların çoğu ilköğretimin yanı sıra ortaöğretime de devam etmektedir. Eğitim<br />
görmüş kadınların sayısı arttıkça, bebek ölüm hızı da bu durumdan etkilenecektir.<br />
Türkiye’deki çocuklar arasında orta öğretime devam eden kızlar, erkek çocukların<br />
gerisinde kalmaktadır (TÜİK, 2008).<br />
Kadın okuryazarlığının bebek ölüm hızı üzerinde iyi bir etkisinin olmasını<br />
sağlayan mekanizmalar tam olarak anlaşılmamaktadır. Kadınların çocuk hastalıkları<br />
ve çocuk bakımı (annelerin “sağlık bilgisi”)hakkında bilgi sahibi olmaları açık bir<br />
etken olabilir. Ancak annelerin haneye ait maddi kaynaklar üzerindeki idaresinin de<br />
önemli bir etken olması muhtemeldir.<br />
Sigara Kullanımı: Sigara kullanımı, çok sayıda hastalığın önemli bir<br />
belirleyicisidir. Son 15 yılda sigara kullanımı diğer OECD ülkelerinde olduğu gibi<br />
Türkiye’de de düşüş göstermektedir. Türkiye’de sigara kullanım oranları ilgili<br />
OECD ortalamalarıyla kıyaslandığında kadınlarda erkeklere göre daha hızlı<br />
düşmektedir. 2005 yılında erkekler arasında %51’lik sigara içme oranıyla Türkiye,<br />
OECD ülkelerinin arasında en yüksek rakamı bildirmiştir. Fakat bu oran kadınlar<br />
arasında %17,8’dir. Erkekler arasında sigara içme oranının yüksek olması ve<br />
oranların yaklaşık bu şekilde süregelmesi, 1970-2006 yılları arasında Türkiye’de 65<br />
95
yaşında erkeklerde beklenen yaşam süresinin (%14) 65 yaşında kadınlarda beklenen<br />
yaşam süresine (%20) göre neden daha yavaş yükseldiğini açıklayabilir.<br />
Alkol Tüketimi: Alkol tüketimi de birçok hastalık için risk etkenidir. Türklerin<br />
çoğunluğunun Müslüman olması sebebiyle alkol tüketimi OECD ortalamasının daha<br />
altındadır. 2006 yılında kişi başı 1,2 litre olan tüketim OECD ortalamasının<br />
%15’inden daha azdır. OECD tarafından yapılan tahminlere göre, Türkiye’nin düşük<br />
seviyedeki alkol tüketimi doğumda beklenen yaşam süresine, OECD ortalamasına<br />
kıyasla yaklaşık 1,5 yıl eklemektedir (Joumard ve ark. 2008).<br />
Beslenme ve Kötü Beslenme: OECD Health Data verilerine göre; Türkiye’de<br />
ortalama beslenme yeterli veya iyi seviyededir. 2003 yılında 3328 olan kişi başına<br />
düşen günlük kalori tüketimi, 3407 olan OECD ortalamasına yakındır. Meyve ve<br />
sebze tüketimi yıllık kişi başına 338 kiloyla OECD bölgesinde ikinci sırada yer almış<br />
ve aynı yılın OECD ortalamasının %50 üzerinde olmuştur. Ancak, nüfus içinde gıda<br />
maddelerinin farklı tüketimi de dikkate alınmalıdır.<br />
Kötü beslenme Türkiye’de yoksul kesimler arasında sorun olmaya devam<br />
etmektedir. (Ergn ve ark. 2007); kronik yetersiz beslenme sonucu bodurluğun<br />
Türkiye’de 5 yaş altı çocukların %12,2’sini etkilediğine 2003 Türkiye Nüfus ve<br />
Sağlık Araştırması’ndan elde edilen kanıtlar ortaya koymaktadır. Araştırmacılar,<br />
iyileştirilmiş sosyal güvence finansmanının zaruri olduğunu vurgulayarak<br />
emzirmenin ve bebeklere kolostrum verilmesinin önemi konularında annelerin daha<br />
fazla bilgilendirilmeleri gerektiği sonucuna varmıştır.<br />
OECD ülkeleri arasında en fazla düşük doğum ağırlığı vakası Türkiye’de<br />
bildirilmektedir. 2005 yılında OECD ülkelerindeki yeni doğanların ortalama %6,6’sı<br />
2500 gramın altındayken Türkiye’de yenidoğanların %11,3’ü doğumda 2500 gramın<br />
altındadır (OECD,2007).<br />
Obezite ve Metabolik Sendrom: “Beslenmede Geçiş Dönemi”ni –yani nüfusta<br />
gıda azlığından gıda bolluğuna geçişi- yaşayan diğer ülkelerde olduğu gibi; çoğu<br />
Türk vatandaşı şu anda obezite ile obeziteye bağlı kronik hastalıkların riski<br />
altındadır. OECD Health Data verilerine göre Türkiye’de obezite oranları erkeklerde<br />
96
%10; kadınlarda %15 olup OECD ortalamalarının altındadır. Fakat bu veriler<br />
kişilerin kendi bildirdiği boy ve kiloya dayandırılmıştır.<br />
Daha güvenilir sağlık inceleme yöntemi kullanan ve küçük bir örneklem<br />
üzerinde obezite ve buna bağlı metabolik sendromu ölçen birkaç çalışma mevcuttur.<br />
Bu çalışmalarda oranın daha yüksek olduğu (erkeklerde %20,6, kadınlarda %39,9)ve<br />
obeziteye bağlı metabolik sendromdan muzdarip oldukları görülmektedir.<br />
Hastaya Cevap Verirlik ve Sağlık Hizmetlerinden Duyulan Memnuniyette<br />
Değişimler<br />
SB, TÜİK tarafından yayımlanan ve Türk vatandaşlarının sağlık<br />
hizmetlerinden genel memnuniyet oranının SDP’nin başlatılmasından hemen önce<br />
2003 yılında %39,5 iken, 2005’te 55,2’ye ve 2007’de %66,5’e yükseldiğini gösteren<br />
yaşam memnuniyeti anketine dikkat çekmiştir. Birinci basamak hizmetlerine yönelik<br />
memnuniyet 2003 yılında %39,4 iken, 2006 yılında 57,1’e yükselmiş ve kamu<br />
hastanelerinin hizmetlerine yönelik memnuniyet de 2003 yılında %41 iken 2007<br />
yılında %51,5’e yükselmiştir(Akdağ, 2008).<br />
Yüksek Sağlık Giderlerine Karşı Mali Korumanın Sağlanması ve Sağlık<br />
Hizmetleri Erişimde ve Sağlık Hizmetleri Finansmanında Eşitlik<br />
OECD ülkelerindeki sağlık politikasının iki önemli hedefi vardır; i) Özellikle<br />
yoksul haneler için yüksek veya uzun süreli sağlık harcamalarına karşın mali<br />
korumanın sağlanması ii) Nüfusun bütün üyelerinin gerekli sağlık hizmetlerine eşit<br />
derecede erişimlerinin sağlanması. Dezavantajlı ve yüksek riskli gruplar başta olmak<br />
üzere uygun “sağlık sigortasının” sağlanması, her iki hedefe ulaşılması için gerekli<br />
bir koşuldur.<br />
Türkiye, uzun yıllardır genel ve iştirakçi bir sosyal sağlık sigortasına doğru<br />
hareket etmekte olup bu hedefine Nisan 2008’de kabul edilen mevzuat ile ulaşmış<br />
bulunmaktadır. OECD Health Data verilerine göre; 2003 yılında Türkiye nüfusunun<br />
%68,2’lik kısmı sağlık sigortası kapsamı altına alınmıştır. Türkiye’de birkaç senedir<br />
bütün vatandaşların sağlık ocaklarında sağlanan birinci basamak sağlık hizmetlerine<br />
97
ve hastanelerdeki acil servis hizmetlerine ücretsiz erişim hakkı vardır. Önemli sağlık<br />
gereksinimleri olanlar, resmi sistemlere ve yeşil kart’a yönelik geriye doğru seçimler<br />
yapmışlardır. Yani, Nisan 2008’de GSS kabul edildiğinde sağlık hizmeti<br />
ihtiyaçlarına yönelik etkin kapsamın neredeyse %100’e yaklaştığı düşünülebilir.<br />
1999-2003 yılları arasında özel sektör harcamalarına göre sağlık alanında kamu<br />
harcamaları daha hızlı artmış ve toplam harcamaların 2/3’ü civarında yükselmiştir.<br />
Mali Koruma:<br />
Mali koruma bir çok ölçüte bakılarak ölçülebilir; bunlardan en yaygın olanları<br />
cepten yapılan sağlık harcamasının toplam sağlık harcamaları içindeki payı, gelir<br />
sınıflarına göre cepten yapılan sağlık harcamasının hanenin tüketimi içindeki payı ve<br />
katastrofik sağlık harcamaları yüzünden yoksulluğa düşen hane yüzdesi. Ne yazık ki<br />
uluslar arası kıyaslamalar açısından, bunlardan sadece birincisine yönelik standart<br />
veriler bulunmaktadır. Ancak, ikinci ölçüt (hanenin tüketimi) için 2002-2003 Türkiye<br />
Ulusal Hane Halkı Cepten Sağlık Harcamaları Araştırması kullanılarak; ikinci ve<br />
üçüncü ölçütler için de 2006 Türkiye Hane Halkı Bütçe Araştırması kullanılarak<br />
Türkiye’ye özgü veriler elde edilebilir.<br />
SDP’nin başlangıcından 3 yıl sonra Türkiye’de cepten yapılan sağlık<br />
harcamasının toplam sağlık harcaması içindeki payı nispeten düşüktür (%19,3).Bu<br />
durum, 2006’da daha fazla insanın risk birleştirme /sağlık sigortasından<br />
yararlandığını ve bu yüzden ortalamada benzer gelir düzeyindeki diğer ülkelere<br />
kıyasla katastrofik sağlık harcamalarından daha iyi korunduğunu göstermektedir (Ke<br />
Xu ve ark.,2007).<br />
Sülkü ve Bernard (2008) SDP’den önce Türkye’deki sağlık sigortası<br />
sisteminin 65 yaş altı nüfus için cepten yapılan yüksek sağlık harcamasına karşı ne<br />
derece yeterli koruma sağladığını incelemek amacıyla 2002-2003 Türkiye Ulusal<br />
Hane Halkı Cepten Sağlık Harcamaları Araştırmasını kullanmıştır. Yaşlı olmayan<br />
nüfusun %19’unun hane gelirlerinin %10’undan fazlasını sağlık hizmetlerine<br />
harcayan ailelerde yaşadığını tespit etmişlerdir. Yoksullarda ise %23’ünün hane<br />
gelirlerinin %10’undan fazlasını sağlık hizmetlerine harcayan ailelerde, %19,4’ünün<br />
98
ise hane gelirlerinin %20’sinden fazlasını sağlık hizmetlerine harcayan ailelerde<br />
yaşadıkları ortaya konmuştur.<br />
Türkiye’de yüksek miktarlardaki tedavi harcamalarının yoksullaşmayı artırma<br />
oranı düşüktür ve giderek de azalmaktadır. Ayrıca, bu konuda verilerin elde<br />
edilebildiği diğer ülkelere nazaran oldukça düşüktür. En zengin %20’lik grup, en<br />
yoksul %20’lik gruba göre on kat daha fazla harcama yapmaktadır. Ayrıca sağlık<br />
harcaması bakımından zenginlerin, yoksullara göre 16 kat daha fazla harcama yaptığı<br />
görülmektedir.<br />
En son Ulusal Sağlık Hesapları ve Hane Halkı Bütçe Araştırması’ndan elde<br />
edilen genel bilgiye dayanarak, hem mutlak koşullar açısından hem de diğer ülkelere<br />
göre, Türk sağlık sistemin eşitlik ve mali koruma bakımlarından oldukça iyi işlediği<br />
görülmektedir. Cepten yapılan harcama payı oldukça düşüktür ve cepten yapılan<br />
harcama oranı orantısız bir biçimde zenginler tarafından gerçekleştirilmektedir.<br />
Katastrofik sağlık harcaması nedeniyle meydana gelen yoksullaşma düzeyi de<br />
düşüktür. Resmi sigorta kapsamında olmayan kayıt dışı çalışanları ve diğer katkıda<br />
bulunmayan gruplar, sisteme dahil oldukça genel sağlık sigortası kapsamına doğru<br />
olan hareket mali korumayı iyileştirmek için devam etmelidir.<br />
Hizmetlere Erişimde Hakkaniyet:<br />
Zaruri sağlık hizmetlerine erişimde makul bir eşitliğin yakalanması birçok<br />
ülkede başlı başına önemli bir hedef olarak görülmektedir. Bütün ülkeler “ters hizmet<br />
kuralı” deneyimini –sağlık hizmetlerine erişim eğiliminin sağlık hizmetlerine<br />
duyulan ihtiyaç ile ters orantılı olması – yaşamaktadır. Türkiye ters hizmet kuralı<br />
sorununu 1993 yılında Yeşil Kart uygulaması ile azaltmıştır. En düşük gelirli<br />
%20’lik dilime girenlerin yeşil kart almasında büyük bir artış olmuş ve 2003 yılında<br />
bu hanelerin %24’ü Yeşil Kartlı iken, bu oran 2006 yılında %68’e çıkmıştır.<br />
Türkiye hekim yoğunluğu yönünden de bölgeler arası dengesiz dağılıma<br />
sahne olmuştur. Bu dengesizlik SDP kapsamında çok daha eşit hale gelmiştir. SB,<br />
2003 ve 2007 yılları arasında yeni atanan sağlık personeli sayısını kayda değer<br />
şekilde artırdığını bildirmiştir. Yeni personelin 16000’i kişi başına düşen sağlık<br />
99
personeli açısından sıkıntılı bölgelerde görevlendirilmiştir. Bu süreç önemli<br />
farklılıklar devam etse de Türkiye’nin bölgelerinde ağırlıklandırılmamış kişi başına<br />
düşen doktorların ve hemşirelerin dağılımında önemli gelişmeleri beraberinde<br />
getirmiştir (Akdağ, 2007).<br />
Girdiler ve Ödeme<br />
Hekimler ve Hemşireler: 2006 yılında Türkiye’de 1000 nüfusta 1,6 olan<br />
hekim yoğunluğu diğer OECD ülkelerinden daha düşüktü. OECD ortalamasının<br />
yarısı civarındaydı. Türkiye’deki hekimlerin %50’sinden biraz fazlası uzman olup<br />
yaklaşık %20’si de uzman olmaya çalışan asistan pozisyonundadır ve sadece %30 ‘u<br />
pratisyen hekim olarak çalışmaktadır. Türkiye’nin yaşam standardına sahip diğer<br />
ülkelerdeki hekim sayısı ile neredeyse aynı hekim sayısına sahip olan Türkiye’de<br />
genel olarak sağlık çalışanı sayısı çok daha azdır.<br />
Hemşire yoğunluğu da OECD ülkelerinden daha düşük olup, ortalamanın<br />
beşte biri civarındaydı. 2006 yılında Türkiye OECD bölgesindeki en düşük<br />
hemşire/hekim oranlarından birini bildirmiştir. OECD ortalaması 3,1 iken Türkiye<br />
1,4 seviyesindedir.<br />
Türkiye henüz OECD ülkelerini yakalamamış olsa bile son 15 yıldaki hekim<br />
ve hemşire yoğunluğu artışı OECD ortalamasının iki katından daha fazla artmıştır.<br />
Fakat hemşire yoğunluğu hekim yoğunluğundan daha yavaş artmaktadır.<br />
Hekim ve Hemşirelerin Gelirleri: 2005 yılında Türkiye’de devlete ait sağlık<br />
ocaklarında ücretli çalışan pratisyen hekimlerin geliri ortalama ücrete göre yaklaşık<br />
1,8 idi. Bu oran Finlandiya’daki hekimlerin maaşları ile benzer fakat OECD<br />
ortalamalarından düşüktü. 2005 yılında Türkiye’de uzman hekimlerin geliri ortalama<br />
ücrete göre yaklaşık 4,7 idi. Bütün uzmanlar dikkate alındığında Türkiye uluslar arası<br />
sıralamada ortalarda yer almakta iken maaşlı uzman doktorlarda bu seviye en üst<br />
sıralarda yer almaktadır. Hemşireler diğer OECD ülkelerindekine yakın maaşlar<br />
almaktadır.<br />
100
Doktor ve Hemşirelerin Eğitimi: 2005’te Türkiye’de her 1000 doktor için<br />
42,7 yeni doktor mezun olmuştur. Bu rakam OECD ortalaması olan 34,6’nın oldukça<br />
üzerindedir. Türkiye’de 2005 yılında bildirilen hemşire mezuniyet oranı her 1000<br />
hemşire için 30,7’dir. OECD ortalaması 45,7 ile bu oranın oldukça üstündedir ve bu<br />
da hemşire işgücü açığının giderek artmasına sebep olacaktır<br />
Faaliyet<br />
Doktor Başvuruları: Türkiye’de hekim yoğunluğu düşük olmasına rağmen<br />
doktorlara başvuru oranı, kişi başı 4,6 olup 2006 yılında kişi başı 6,5 olan OECD<br />
ortalamasının %70’i civarında olmuştur. Türkiye’de 2007 yılında kişi başına düşen<br />
başvuru oranı 5,4’e yükselerek bir önceki yıl OECD ortalamasının %80’ine<br />
ulaşmıştır. Hekim başına düşen başvuru oranının daha yüksek olması bir noktada<br />
Türkiye’deki hekim yoğunluğunun düşük olmasını telafi etmektedir. Türkiye’deki<br />
başvuruların birinci ve ikinci basamak sağlık hizmetlerindeki dağılımı konusunda<br />
sorunlar bulunmaktadır. Türkiye’de başvuruların %40’ı sağlık ocaklarında çalışan<br />
pratisyen hekimlere yapılırken %60’ı hastanelerin ayakta tedavi veren bölümlerine<br />
yapılmaktadır. Bu oran aile hekimliği uygulaması ile 2007 yılında 53/47 olarak aile<br />
hekimleri lehine değişiklik göstermiştir. SDP’nin başlangıcından bu yana sağlık<br />
ocaklarındaki hizmet memnuniyeti hastanelerdeki memnuniyetten daha yüksek bir<br />
artış göstermiştir.<br />
İlaç Tüketimi: Türkiye’deki ilaç kullanımına ilişkin OECD Health Data<br />
verilerinde çok az bilgi bulunmaktadır. 2001-2007 yılları arasında ilaç tüketimi<br />
artmıştır. Bu artışta yeşil kartlıların ayakta tedavileri sonucu reçete edilen ilaçlarını<br />
almaya başlamaları, SSK’lıların özel eczanelere erişimlerinin sağlanması etkili<br />
olmuştur. İlaç ve tıbbi malzemelere yapılan harcamalar, 2000 yılında Türkiye’de<br />
toplam sağlık harcamalarının %34’ünü oluşturmaktayken (Mollahaliloğlu ve ark.,<br />
2006), OECD ülkelerinde ortalama 2003 yılında %22 idi (OECD. 2005). Bu şaşırtıcı<br />
değildir. OECD ülkelerinde ilaçların, harcamalardaki payının kişi başına düşen<br />
GSYİH ile ters orantılı olma eğilimi vardır. Çünkü ilaçlar uluslararası pazarlanmakta<br />
ve dünyadaki fiyat seviyeleri pazara hakim olmaktadır. Türkiye’deki ilaç pazarının<br />
%53’ünü çok uluslu firmalar ellerinde bulundurmaktadır.<br />
101
SB, 2004 yılında alınan bir kararın ardından biyoeşdeğer ürünler için düşük<br />
fiyatlara sahip beş Avrupa ülkesindeki ilaç fiyatlarıyla yapılan kıyaslamaya dayanan<br />
referans fiyatlandırma sisteminin Türkiye’de başlatılmasından sonra, yaklaşık 1000<br />
ilaçta %1 ile %80 arasında değişen indirimlerin elde edildiğini bildirmiştir. Bunun<br />
sonucunda ilaçlara yapılan reel kamu harcamaları, ilaçlara erişimde elde edilen<br />
iyileştirmelere rağmen 2003-2006 yılları arasında sadece %16 artmıştır (Akdağ,<br />
2008).<br />
Hastaneden Taburcu Olma: SB, Türkiye’de 1000 kişiye düşen taburcu olma<br />
sayısının 2005’te 95 ve 2007’de 117,6 olduğunu bildirmiştir. Fakat bu ikinci rakam<br />
daha önceki tahminden daha düşük olan yeni bir nüfus tahminini yansıtmaktadır.<br />
Daha önceki rakam 2005 yılında OECD ortalamasının ‘60’ı civarındaydı (OECD,<br />
2007). Türkiye’deki taburcu oranlarının, genel olarak OECD bölgesine kıyasla çok<br />
daha hızlı yükseldiği görülmektedir. Bu oran, 1995-2005 yılları arasında Türkiye’de<br />
%38,7 hızla artarken OECD ortalaması %6,2 idi (OECD, 2007).<br />
Üretkenlik<br />
Doktor Başına Düşen Yıllık Başvuru: Türkiye’de 2006’da doktor başına yıllık<br />
3179 başvuru düşmekteydi ve bu, aynı yıl 2510 olan OECD ortalamasının çok<br />
üstündeydi. Türkiye’de bu sayı 2007 yılında 3630’a çıkmıştır. Türkiye’de doktor<br />
başına düşen başvuru 1990-2006 yılları arasında yıllık olarak %6,2’lik bir artış<br />
göstermiş ve OECD bölgesinde bu değişkenin en hızlı büyüme oranına sahip<br />
olmuştur, bu zaman aralığında ortalama bir OECD ülkesinde oranlar yıllık %0,5’lik<br />
düşüş göstermiştir.<br />
Akut Hastane Yatak Doluluk Oranı: Her 1000 kişiye düşen akut hastane yatak<br />
sayısı diğer OECD ülkelerinden daha az olmasına rağmen; Türkiye OECD<br />
bölgesindeki en düşük yatak doluluk oranlarından birini bildirmektedir. 2005’te<br />
102
Türkiye’de oran %65 iken OECD ortalaması %75 idi. Türkiye’de bu oran 2007’de<br />
%69’a çıkmıştır.<br />
Yatış Süresi: 2005’te 5,2 olan Türkiye ortalama, 6,3 gün olan OECD<br />
ortalamasının altındaydı, bu oran 2007’de daha da düşerek 4,6 gün olmuştur.<br />
Türkiye’de normal doğumda ortalama yatış süresi 1,7 gün iken; OECD bölgesinde<br />
bu ortalama 3,3 gündür.<br />
Hizmet Kalitesi<br />
Sağlık Hizmetleriyle İlişkilendirilebilir Sağlık Durumu İyileşmeleri: : Sağlık<br />
durumundaki gelişmelerle ilgili olarak OECD, Sağlık Hizmeti Kalitesi Göstergeleri<br />
Projesi kapsamında sağlık hizmetlerinin teknik kalitesinin uluslararası göstergelerine<br />
ilişkin veri belirleme ve toplama çalışmalarını başlatmıştır (OECD, 2006 ve 2007).<br />
Göstergeler, sağlık çıktıları göstergeleri ile süreç göstergelerinin bir karışımıdır. İlki,<br />
sağlık durumunda tıbbi bakımla ilişkilendirilebilir değişiklikleri ölçmeyi<br />
amaçlamaktadır. Sonraki ise kalp krizi geçiren hastalar için bazı kanıtlanmış ilaçların<br />
hızla uygulanması gibi “uygun” tıbbi hizmetin sunumunu ölçmektedir. Şimdiye<br />
kadar, 29 OECD ülkesinde 19 gösterge için veri toplanmıştır; ama ülkelerin çoğu bu<br />
göstergelerden sadece bazıları hakkında bildirimde bulunmuşlardır. Türkiye, sağlık<br />
hizmetlerinin kalitesine ilişkin üç gösterge hakkında bildirimde bulunmuştur:<br />
Bunlar,2 yaşındaki çocuklarda boğmacaya karşı aşılama oranı, 2 yaşındaki<br />
çocuklarda kızamığa karşı aşılama oranı (her iki süreç göstergesi), yetişkinlerde<br />
sigara içme oranıdır.<br />
Türkiye’de 2006’da boğmaca ve kızamık için bildirilen 2 yaşındaki<br />
çocuklarda aşılama oranları sırasıyla %90 ve %98 olarak bildirilmiştir. 2006’da<br />
boğmaca için %93,4 olarak bildirilmiş olup, bu oran OECD ortalamasına yakındır.<br />
Bütün OECD ülkeleri hastane enfeksiyonlarını kontrol altına almaya<br />
çalışmaktadır. Türkiye’nin bildirdiği enfeksiyon oranları, orta gelirli ülkelerin<br />
karşılaştırma grubu için bildirilen oranlarıyla aşağı yukarı aynıdır. Fakat bu oranlar<br />
ABD’deki Ulusal Hastane Enfeksiyonları Sürveyans sisteminin bildirdiği oranların<br />
çok üstündedir (Mollahaliloğlu ve ark.,2007).<br />
103<br />
Hastalara Cevap Verebilirlik: Türkiye ile diğer ülkeler arasında hasta
deneyimlerini standart araçlar kullanarak kıyaslayan çok az veri vardır. Örneğin,<br />
SB’nn 2004’te yayımladığı bir çalışmada bildirdiği hasta deneyim verilerine göre,<br />
muayene için bekleme süresi ilçe polikliniklerinde 47,5 dakika, hastanelerin ayakta<br />
tedavi birimlerinde 118 dakikaydı. Muayene süresi ise sırasıyla 6,3 ve 7,2 dakikaydı<br />
(Mollahaliloğlu ve ark., 2007). 2007’de performans Yönetim Sisteminin<br />
geliştirilmesiyle birlikte sağlık ocakları ve hastanelerde bekleme sürelerinin düştüğü<br />
bildirilmiştir.<br />
2008 yılında birinci basamak sağlık hizmetleri ile ilgili memnuniyeti<br />
araştırmak için bir anket yapılmış ve bu anket sonucunda tüm birinci basamak sağlık<br />
hizmetlerinin birçok özelliği ile ilgili memnuniyetin kesin bir biçimde arttığı<br />
görülmüştür. Özellikle memnuniyetle ilgili “sorunlarınızı ona söylemenizi<br />
kolaylaştırması”, “tıbbi bakımınızla ilgili kararlara sizi de katması” ve özellikle de<br />
”hastalıklardan korunmanız için sunduğu hizmetler” gibi özellikler bakımından<br />
büyük ilerlemeler kaydedilmiştir.<br />
Ayrıca, ulusal anket çalışmalarına göre kamu hastaneleri ve özel<br />
hastanelerden duyulan memnuniyet, SDP’nin ardından kamu hastaneleri lehine<br />
değişmiştir. TÜİK’in 2003 yılında yaptığı yaşam memnuniyeti araştırmasına göre,<br />
ankete cevap verenlerin %41’i kamu hastanelerinden memnunken, üniversite<br />
hastanelerinden memnun olanların oranı %47 ve özel hastanelerden memnun<br />
olanların oranı da %49’du. 2007’de yapılan araştırmaya göre ise kamu<br />
hastanelerinden memnuniyet %67, üniversite hastanelerinden memnuniyet %69 ve<br />
özel hastanelerden memnuniyet %61 olmuştur.<br />
OECD’ye üye ülkelerin sağlık düzeyi ve sağlık harcamaları göstergeleri<br />
dikkate alındığında sağlık göstergeleri bakımından ülkelerin birbirlerine olan<br />
yakınlığı/uzaklığı temel alınarak ülkeler gruplara ayrılabilir. Bu konu ile ilgili<br />
yapılan çok boyutlu analiz sonucunda; birincil boyutta Türkiye, Meksika, Kore<br />
Cumhuriyeti, Polonya, Slovak Cumhuriyeti’nin 14 sağlık değişkeni açısından benzer<br />
algılandıkları görülmektedir. İkinci boyutta ise en önemli ayrıştırıcının Amerika<br />
olduğu görülmüştür. Avustralya ile Kanada, Belçika ile Fransa, Çek Cumhuriyeti ile<br />
Macaristan, Danimarka ile Finlandiya, İtalya ile İspanya, Yeni Zelanda ile İngiltere,<br />
Norveç ile İsveç, Portekiz ile İspanya’nın birbirlerine en benzer ülkeler olduğu<br />
104
karşımıza çıkmaktadır.<br />
Türkiye, Meksika gibi gelişmekte olan ülkelerin bir grup olduğu ve kişi<br />
başına düşen sağlık harcaması, 1000 kişiye düşen doktor ve hemşire sayılarının diğer<br />
OECD ülkelerine göre oldukça az olduğu görülmektedir. Japonya ve ABD gibi<br />
gelişmiş ülkelerde toplam sağlık harcamalarının GSYİH içindeki oranı ve kişi başına<br />
düşen sağlık harcamalarının oldukça yüksek olduğu ve diğer OECD ülkelerinden<br />
farklılıklar gösterdiği dikkat çekmiştir. Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Kore, Polonya<br />
ve Slovak Cumhuriyetinin de birbirlerine benzer bir grup olduğu ve özellikle ilaç<br />
harcamalarının diğer OECD ülkelerine göre yüksek olduğu görülmüştür.<br />
OECD’ye üye ve AB’ne tam üyeliğe aday olan ülkemizin sağlık göstergeleri<br />
ile OECD ülkelerinin sağlık göstergeleri arasında var olan önemli farlılıkların<br />
azaltılması ve sağlık hizmetlerinin etkinliğinin ve verimliliğinin artırılması için,<br />
toplam sağlık harcamalarının GSYİH içindeki oranı, kişi başına düşen sağlık<br />
harcaması, 1000 kişiye düşen doktor ve hemşire sayılarının artırılması, toplam<br />
harcama içerisindeki ilaç harcama oranının azaltılması çok<br />
105
SONUÇ<br />
Türkiye’de sağlık durumu geçtiğimiz son onbeş yirmi yılda hızlı bir iyileşme<br />
göstermiş ve bazı bakımlardan OECD ortalamalarına yaklaşmıştır. Buna rağmen<br />
Türkiye’deki ortalama yaşam süresi diğer OECD ülkelerinden daha düşük olmaya<br />
devam etmektedir. Bebek ve anne ölüm oranları hala yüksek seyretmektedir. Türkiye<br />
ile OECD bölgesi dışındaki diğer üst orta gelir düzeyindeki ülkeler<br />
karşılaştırıldığında Türk sağlık durumu hala beklenen seviyenin altındadır.<br />
Son yıllarda sağlık alanında yapılan harcamaların da artmasıyla sağlık<br />
hizmetlerinde iyileşmeler meydana gelmiştir. Yapılan harcamalar OECD ülkeleri ile<br />
karşılaştırıldığında -hem özel hem de kamu alanında- fazla değildir. Ayrıca artan<br />
sağlık harcamaları ekonomik büyüme de hızlı olduğu için karşılanabilir niteliktedir.<br />
Sağlık harcamalarının sürdürülebilir olması da çok önemlidir.<br />
Türkiye’de koruyucu sağlık hizmetlerine yapılacak yatırımlar en az tedavi<br />
hizmetlerine yapılan yatırımlar kadar önemli olabilir. Çünkü bu sayede düşük eğitim<br />
durumu, obezite seviyelerindeki artış, yüksek sigara kullanımı vs. konularında<br />
düzelmeler gözlemlenebilir.<br />
2008 yılında Genel Sağlık Sigortası uygulamasının uygulamaya<br />
geçirilmesiyle birlikte yoksul kesim için mali koruma ve sağlık hizmetlerine erişimde<br />
hakkaniyet sağlanmaya başlanmıştır.<br />
2007 yılında Türkiye’de görülen “ters hizmet kuralı”(bakıma erişim ile bakım<br />
ihtiyacı arasında ters ilişki) sonucu Türkiye’deki bebek ölüm hızı ile hekimlerin<br />
yoğunluğu arasında ters bir ilişki olduğu bölgesel verilerden anlaşılmaktadır. SDP<br />
kapsamında ihtiyacın en fazla olduğu Türkiye’nin doğusundaki sağlık personelinde<br />
önemli artış sağlanmıştır.<br />
Tıp öğrencisi sayısının planlı bir şekilde artırılması sonucu hekim mezuniyet<br />
oranlarının 6-10 yıl içinde OECD bölgesindeki en yüksek oran olması<br />
106
eklenmektedir. Buna karşılık hemşirelere yönelik eğitim oranları düşük kalmaya<br />
devam etmektedir.<br />
Performansa dayalı ödeme sisteminin başlatılması ile hekim ve diğer<br />
personelin gelirlerinde net bir iyileşme sağlanmıştır. Pratisyen hekim maaşları (aile<br />
hekimliği hariç) OECD ülkeleri ortalamasından düşük, fakat uzman hekim maaşları<br />
OECD ülkeleri ortalamasından yüksektir. Hemşire maaşları OECD ülkeleriyle<br />
benzer özelliktedir.<br />
İlaç tüketiminde 2005 yılından itibaren hacim bakımından ciddi artışlar<br />
görülmüştür. İlaç fiyatlarında indirimler sağlanarak paranın karşılığının artması<br />
sağlanmasına rağmen ilaç tüketiminin akılcı olup olmadığı ve maliyet etkili olup<br />
olmadığı konusunda tereddütler mevcuttur.<br />
Performansa dayalı ödemenin başlatılmasından itibaren hekim başına düşen<br />
muayene sayısına bakıldığında, Türkiye’de hem faaliyet hacminde hem de hekim<br />
üretkenliğinde ciddi artışlar olduğu görülmektedir. 2006 itibariyle bildirilen hekim<br />
başı muayene sayısı OECD ortalamasının %25 üstünde gerçekleşmiştir. Aile<br />
hekimliği sisteminin başlatılmasıyla birlikte bazı ilerlemeler kaydedilmiş ancak,<br />
birinci basamağa uğramadan hastanelere gidilmesi yönündeki talep henüz<br />
azaltılamamıştır. Bu katılım payında yapılacak teşviklerle sağlanmaya çalışılacaktır.<br />
Çocuklara yönelik aşılama oranlarında önemli iyileştirmeler olmuştur.<br />
2007’de Türkiye’de kızamık neredeyse ortadan kalkmıştır.<br />
Hasta memnuniyeti bakımından SDP’nin uygulamaya geçirilmesinin<br />
ardından, bekleme süresinin daha kısa olduğu, kamu hastanelerine ait hasta<br />
memnuniyetinde büyük iyileşme olduğu kanıtlanmıştır. Ayrıca birinci basamak<br />
hizmeti kalitesi aile hekimliği hizmetlerinde hızla artmış ve genel memnuniyetler<br />
bildirilmiştir.<br />
107
KAYNAKÇA<br />
AKALIN, Güneri ; Kamu Ekonomisi, Ankara, 1986.Ertekin, a.g.t, s.2. Yeğinboy,<br />
a.g.e, s.2.<br />
AKDAĞ, Recep; Türkiye Sağlıkta Dönüşüm Programı ve Temel Sağlık<br />
Hizmetleri, Ankara, T.C. Sağlık Bakanlığı Yayınları, 2008.<br />
AKDAĞ, R.;Akılcı İlaç Kullanımı, 2010<br />
AKDAĞ, R.; Sağlık Reformunun Doğru Yapılması, Sağlık Reformu Analizi<br />
AKDUR, Recep; Sağlık Sektörü Temel Kavramlar,Türkiye ve Avrupa<br />
Birliği’nde Durum ve Türkiye’nin Birliğe Uyumu, Ankara,, 2. Baskı, 2006<br />
AKDUR, Recep; Sağlık Sektörü Temel Kavramlar Türkiye ve AB’de Durum ve<br />
Türkiye’nin Birliğe Uyumu, Ankara, Ankara <strong>Üniversitesi</strong> Avrupa Toplulukları<br />
Araştırma ve Uygulama Merkezi, 2003.<br />
AKDUR, Recep: “Sağlık Hizmetlerinde Finansman ve Ulusal Ekonomi”, Yeni<br />
Türkiye – Sağlık II, Sayı 40,Temmuz-Ağustos 2001, Sayfa 1571-1585.<br />
AKYILDIZ, N.; “Türkiye’de Temel Sağlık Hizmetleri” Yeni Türkiye Özel Sayısı,<br />
ALTAY, A.; Sağlık Hizmetlerinin Sunumunda Yeni Açılımlar ve Türkiye<br />
Açısından Değerlendirilmesi Sayıştay Dergisi, Sayı: 64<br />
BATIREL, Ö.F,Sağlık Hizmetleri Üretimi ve Finansmanı Konusunda<br />
Yaklaşımlar, Maliye araştırma Merkezi Konferansları,<br />
BERMAN, P. ve M. Tatar; “Türkiye Ulusal Sağlık Hesapları 1999-2000”, Cilt 1,<br />
Ankara, T.C Sağlık Bakanlığı Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı<br />
Hıfzıssıhha Mektebi Müdürlüğü, 2004.<br />
BİLEN M, -ÖNCEL A, Sosyal Güvenlik Ekseninde Bir Değerlendirme<br />
DİRİCAN, M.R.: Türkiye’de Sağlık Hizmetlerinin Örgütlenmesi Kısa Tarihçesi,<br />
Atatürk <strong>Üniversitesi</strong> Tıp Fakültesi Tıp Bülteni Cilt:2 Sayı:7, Erzurum, 1970<br />
ERTEKİN, Şaban; 1980 Sonrası Dönemde Türkiye’de Sağlık Hizmetlerinin<br />
Yeniden Yapılandırılması ve Finansman Sorunu, İzmir, Dokuz Eylül<br />
<strong>Üniversitesi</strong>, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2000.<br />
108
FİŞEK N.H.: Halk Sağlığına Giriş, Hacettepe <strong>Üniversitesi</strong>-Dünya Sağlık Örgütü<br />
Araştırma ve Araştırıcı Yetiştirme Merkezi Yayını No:2, Ankara, 1983<br />
Dr. Refik Saydam 1881-1942 Ölümünün 40. Yılı Anısına, Sağlık ve Sosyal<br />
Yardım Bakanlığı Yayınları No: 495, Ankara, 1982<br />
OECD Sağlık Sistemi İncelemeleri, Türkiye, OECD ve Dünya Bankası, 2008<br />
MOLLASALİHOĞLU, S.,Ü. Hülür, A. Gençoğlu, E. Alkan, Ş. Özkan, Ü. Ekinci ve<br />
E. Pınar; Türkiye’de Sağlığa Bakış 2007, Ankara, T.C. Sağlık Bakanlığı Refik<br />
Saydam Hıfzıssıhha Mektebi Müdürlüğü, 2007.<br />
ÖZBAY,H., G. ÖNCÜL, M. GÖKÇİMEN, H. O. ARI, S. MOLLAHALİLOĞLU;<br />
Türkiye’de Sağlığa Bakış, Ankara, T.C. Sağlık Bakanlığı Refik Saydam Hıfzıssıhha<br />
Mektebi Müdürlüğü, 2007.<br />
Özel İhtisas Komisyonu: Sağlık Hizmetlerinde Etkinlik, DPT Ankara, 2001<br />
SERDAR, Savaş B.: Sağlık Sistemlerinde Dönüşüm Süreci, Türkiye, 2002<br />
T.C. Sağlık Bakanlığı; Türkiye’de Sağlığa Bakış 2007, Ankara, T.C. Sağlık<br />
Bakanlığı Refik Saydam Hıfzıssıhha Mektebi Müdürlüğü, 2007.<br />
T.C. Sağlık Bakanlığı; Sağlıkta Dönüşüm, Ankara, T.C. Sağlık Bakanlığı Refik<br />
Saydam Hıfzıssıhha Mektebi Müdürlüğü, 2003.<br />
TOKAT, M.: Türkiye Sağlık Harcamaları ve Finansmanı Ankara, 1998,<br />
Who/Europan HFA Database, August 2009<br />
Diğer:<br />
İnternet Kaynakları:<br />
AKDUR, R.;Sağlık Sektörü Temel Kavramlar,Türkiye ve Avrupa Birliği’nde Durum<br />
ve Türkiye’nin Birliğe Uyumu (Güncellenmiş ve Genişletilmiş İkinci<br />
Baskı)www.recepakdur.com/getfile.asp<br />
AKTAN, Çoşkun Can , Sağlık Bakanlığı Organizasyon ve Yönetiminde Yaşanan<br />
Sorunlar ve Mevcut Durum Analizi, (Erişim) www.canaktan.org, 15Aralık 2010<br />
AKTAN, Çoşkun Can, IŞIK, A.Kadir; Sağlık Hizmetlerinin Finansmanı ve<br />
Alternatif Yöntemler, (Erişim) www.canaktan.org/ekonomi 08 Aralık 2009 , s. 1.<br />
ERSÖZ, F.; Türkiye İle OECD Ülkelerinin Sağlık Düzeyleri ve Sağlık<br />
Harcamalarının Analizi, İstatistikçiler Dergisi, 2, 2008, s.95-104,<br />
www.istatistikciler.org<br />
109
HAYRAN, O.; Sağlık Hizmetlerinin Özel ve Kamusal Yönü, Marmara<br />
<strong>Üniversitesi</strong> Sağlık Eğitim Fakültesi, www.merih.net/m1/wosmhay14.htm, 28 Ekim<br />
2010<br />
OECD Health Data, www.oecd.org/health/healthdata, 2004,Saltık, Ahmet (1995),<br />
“Sağlık Ekonomisinde Yeni Kavramlar”, Toplum ve Hekim, Temmuz-Ağustos, Cilt<br />
10, Sayı 68, s.38.<br />
Sağlığa Bakış: OECD Göstergeleri-2005 (erişim),www.oecd.org/data oecd<br />
SUR, Haydar; “Dünyada Sağlık Hizmetlerinin Geçmişi ve Gelişimi”, (Erişim)<br />
http/www.merih.net/m1/whaysur12.htm 10 Aralık 2009, s. 3-6<br />
YILDIRIM, HH, Sağlık ve Siyaset Yazıları: Obama Sağlık Reformlarının<br />
Düşündürdükleri: Türkiye için Çıkarılacak Dersler. ABSAĞLIK,<br />
(www.absaglik.com,22 Mart 2010<br />
ÜSTÜNEL, A.; İngiliz ve Amerikan Sağlık Sistemlerinin Karşılaştırılması,<br />
http://www.merih.net/m1/waziust21.htm 27 Aralık 2010<br />
Vikipedi, Özgür Ansiklopedi, www.vikipedia.org.<br />
110
Kişisel Bilgiler:<br />
Adı ve Soyadı: Nurgül YAVUZ<br />
Doğum Yeri : Sütçüler, Isparta<br />
Doğum Yılı : 28/12/1970<br />
Medeni Hali : Evli<br />
Eğitim Durumu:<br />
ÖZGEÇMİŞ<br />
Lise: 1984-1987 Isparta Ticaret Meslek Lisesi<br />
Lisans: 1992-1993 Gazi <strong>Üniversitesi</strong> İşletme Fak. İktisat Bölümü<br />
2000-2004 Anadolu <strong>Üniversitesi</strong> İşletme Fakültesi İşletme Bölümü<br />
Yüksek Lisans: 2009-2011<strong>Süleyman</strong> <strong>Demirel</strong> <strong>Üniversitesi</strong> Sosyal Bilimler<br />
Enstitüsü<br />
Yabancı Dil(ler) ve Düzeyi:<br />
İngilizce, Pre-intermediate<br />
İş Deneyimi:<br />
2000-2001 Orman Bakanlığı, Vize Orman İşletme Müdürlüğü, Memur<br />
2002-2004 Orman Bakanlığı, Korkuteli Orman İşletme Müdürlüğü, Memur<br />
2005-2006 Sağlık Bakanlığı, Suşehri Devlet Hastanesi, Müdür Yardımcısı<br />
2006-2010 Sağlık Bakanlığı, Ankara Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Eğitim ve<br />
Araştırma Hastanesi ve Sağlık Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı, Memur<br />
2010-2011 Sağlık Bakanlığı, Antalya Sağlık Müdürlüğü, Memur.<br />
111