You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
BÜLTENİ<br />
2016 YAZ SAYI: 3 ÜCRETSİZDİR<br />
euro 2016<br />
pamukkale-karahayıt<br />
EKONOMİK SİSTEMLER<br />
çİZGİ DİLİ NASIL ÇALIŞIR?<br />
EMRULLAH ALİ<br />
YILDIZ<br />
moda<br />
Santorini, Fira, Oia<br />
türk mutfak kültürü<br />
GELENBEVİ<br />
İSMAİL
VENTILATION TECHNIC
1<br />
Cvsair Bülteni <strong>Vecihi</strong><br />
SAYI <strong>03</strong> - YAZ<br />
SAHİBİ<br />
CVS HAVALANDIRMA SİSTEMLERİ<br />
SAN. TİC. A.Ş ADINA<br />
Tolga YOLCU<br />
YAYIN KURULU<br />
Tayfun DİNÇ<br />
Leyla CİVELEK<br />
Alev KAHRAMAN<br />
Murat PARLAK<br />
SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ<br />
Tayfun DİNÇ<br />
pazarlama@cvsair.com.tr<br />
YÖNETİM YERİ<br />
Cumhuriyet Mah.<br />
Kartal Cad No: 101/1<br />
Kartal İstanbul<br />
YAYINA HAZIRLIK<br />
Safran Yayıncılık A.Ş.<br />
0212 623 06 14<br />
info@termo-klima.net<br />
Beybi Giz Plaza, Dereboyu Cad.<br />
Meydan Sk. No: 28 Kat: 2 34398<br />
Maslak / İSTANBUL<br />
BASKI YERİ<br />
KİRAZ MEDYA SAN. VE TİC. A.Ş.<br />
Oruç Reis Mah. Giyimkent Sitesi<br />
Bulvarı 16 Sk. No: 112/114<br />
Esenler/İSTANBUL<br />
Tel. 0212 438 66 50<br />
Interstellar<br />
Uzay Sergisi12<br />
İstanbul’la adını<br />
verenler<br />
10<br />
Futbol ateşi Fransa’da<br />
22<br />
İçindekiler<br />
Evde tadilat<br />
26<br />
Pamukkale-<br />
Karahayıt 32<br />
Santorini,<br />
Fira ve Oia 36<br />
<strong>Dergi</strong>de yer alan makalelerdeki fikirler<br />
yazarlarına aittir.<br />
Yazılar kaynak gösterilerek yayınlanabilir.<br />
<strong>Vecihi</strong> Cvsair’in şirket içi bültenidir.<br />
Ücretsizdir, para ile satılmaz.<br />
Emrullah<br />
Ali Yıldız<br />
04<br />
Ekonomik<br />
Sistemler 29
ÇİZGİ DİLİ<br />
Mehmet Ören
3<br />
Bizi ancak çalışmak kurtarır<br />
Güneş bazı günler nazlansa da<br />
yaz geldi. Yaz genel için tatil demek,<br />
deniz, kum, güneş… Fakat tatil de<br />
olsa bizim aklımızın bir kenarında<br />
işimiz vardır. Sorumluluğumuzun hep<br />
farkındayız. İş hayatının bir deyişiyle;<br />
“Bizi ancak çalışmak kurtarır.”<br />
Bunun için her bir CVSair çalışanı<br />
bu farkındalıkla üretmeye, hizmet<br />
sunmaya devam ediyor.<br />
Üçüncü sayımızla karşınızdayız.<br />
Yine çok bilinmeyen bir ismi<br />
sayfalarımıza taşıdık. Söylemiştik<br />
bu topraklarda <strong>Vecihi</strong> bir tane değil.<br />
Belki de çoğunluk ilk kez duyacak bu<br />
ismi. Emrullah Ali Yıldız. İç sayfalarda<br />
detaylı anlattık ama birkaç başlıkla<br />
değinelim. <strong>Vecihi</strong> Hürkuş, Nuri<br />
Demirağ uçak fabrikasını kurdular,<br />
üretim yapıyorlar. Fakat bu üretilen<br />
uçakları kim test edecek? Emrullah<br />
Ali Yıldız… Ona sadece pilot dersek<br />
haksızlık etmiş oluruz. Otomatik<br />
paraşüt açma sisteminin mucididir<br />
aynı zamanda. 1950’li yıllarda<br />
Beyoğlu’nda “Gör-Çek” Fotoğraf<br />
Stüdyosunda kendi kendinize<br />
fotoğraf çekmeyi sağlayan sistemin<br />
de mucidi. Sonrası ise yine bilindik<br />
hikâye; Amerika sahip çıkıyor<br />
Emrullah Ali Yıldız’a Amerika’ya<br />
götürülmüş. Otomatik paraşüt açma<br />
sisteminin patenti de orada kalmış.<br />
Emrullah Ali Yıldız’ı Hava Astsubay<br />
Mustafa Kılıç, <strong>Vecihi</strong> için yazdı.<br />
Fotoğraflar da kendi arşivinden.<br />
Kendisine teşekkürü borç biliyoruz.<br />
<strong>Dergi</strong>mizin çıkışında bizlere<br />
yardımı dokunan ve desteğini bizden<br />
esirgemeyen, yorumları ile bizleri<br />
onurlandıran Tayyareci <strong>Vecihi</strong> Hürkuş<br />
Müzesi Derneği Yönetim Kurulu<br />
Başkanı Sayın Bahadır GÜRER’e<br />
sonsuz teşekkürler.<br />
<strong>Vecihi</strong> 2 sayımızda Dünya<br />
Mutfaklarından bahsetmiştik.<br />
Okuyucumuz Sayın Uğur KINIK Türk<br />
mutfağına yer vermemiş olduğumuz<br />
konusunda bizlere bir hatırlatma<br />
yapmıştı. ‘ Türk Mutfağı’ bütün Dünya<br />
ülkelerinde tartışmasız en iyiler<br />
arasındadır. Biz <strong>Vecihi</strong> 3 sayımızda<br />
yer vermeyi düşünmüştük. Buyrun<br />
sayfa 43-45.<br />
İlk iki sayımıza gelen ve daha<br />
çok sözle ifade edilen tepkiler bizi<br />
oldukça mutlu etti. Yazı yazmayı<br />
çok fazla sevmeyen bir toplumuz<br />
farkındayız ama gerek daha iyi<br />
hizmet sunabilmemiz gerekse<br />
<strong>Vecihi</strong>’de daha farklı konulara yer<br />
verebilmemiz için lütfen yazılı olarak<br />
da belirtmenizi rica ediyoruz.<br />
Merhaba Değerli Arkadaşlarım;<br />
<strong>Dergi</strong>nizin ilk 2 sayısını işletme ziyaretlerimiz<br />
esnasında inceleme fırsatım oldu.<br />
Çok beğendiğimi ifade etmek isterim.<br />
Özellikle gizli kalmış vatansever mucit, iş adamı<br />
ve girişimci kişileri gün yüzüne çıkartıp manşet<br />
yapmanız ve hatta derginize isim yapmanız çok<br />
hoşuma gitti.<br />
<strong>Dergi</strong>lerinizi o işletmemiz den aldım ve bölüm<br />
panosuna öğrencilerimizin incelemesi için astım.<br />
Bundan sonraki dergilerinizden de yararlanmak<br />
ve öğrencilerimizle paylaşmak isterim.<br />
Bu nedenle derginizi bize de göndermenizi rica<br />
ederim.<br />
Zekeriya Hikmetumut<br />
Düzce Borsa İstanbul Mesleki ve<br />
Teknik Anadolu Lisesi<br />
Elektrik-Elektronik Teknolojisi Alan Şefi
EMRULLAH ALİ YILDIZ<br />
EMRULLAH ALİ YILDIZ:<br />
YELKENKANAT’IN BABASI
5<br />
1927 yılında mezun olan Tayyare<br />
Makinistlerinin diploma töreni.<br />
YAZI MUSTAFA KILIÇ<br />
İLK okuduğunuzda “Yelkenkanat’ın Babası” ifademi<br />
abartılı bulabilirsiniz. Aşağıdaki Emrullah Ali Yıldız’ın<br />
özelliklerini okuduğunuzda, bu tanımlamama sanırım<br />
hak vereceksiniz.<br />
• Tayyare Makinisti Küçük Zabit (Astsubay).<br />
• Dünyada Yelkenkanat benzeri ilk hava aracını yapan<br />
kişi.<br />
• Planör Pilotu (2.700 saat/uçuş).<br />
• Paraşütçü (115 atlayış).<br />
• Motorlu Tayyare Pilotu (10.000 saat/uçuş).<br />
• Modelci.<br />
• Planör ve Motorlu Uçuş Öğretmeni.<br />
• Türkiye Planör Rekortmeni (18 saat 35 dakika/ tek<br />
başına, 29 Ağustos 1936)<br />
• THK Türkkuşu Baş Öğretmeni.<br />
• THK Türkkuşu, İnönü Yüksek Planör Kampı Müdürü.<br />
• THK Uçak Fabrikası Test Pilotu.<br />
• Otomatik paraşüt açma cihazı (Kap-3) mucidi.<br />
• Otomatik fotoğraf çekme stüdyosu (Gör-Çek)<br />
işletmecisi.<br />
Gizli kalmış bir havacılık efsanesidir, Emrullah Ali<br />
Yıldız. Değerli büyüğüm yazar Bahattin Adıgüzel onu<br />
anlatan kitabına, “Gökteki Venüs” ismini vermişti. Zira<br />
gökte en çok parlayan yıldızın adıdır Venüs. Bu günlerde<br />
gökyüzü oldukça kararsa da, sisler bulutlar ile örtülse<br />
de, o ve onun gibi gerçek havacılar daima parlamaya<br />
devam edeceklerdir. Sisleri dağıtmakta bizlerin görevi<br />
olacaktır.<br />
Küçük Zabit<br />
Emrullah Ali<br />
Yıldız, İstanbul<br />
Yeşilköy Makinist<br />
Mektebinde.
EMRULLAH ALİ YILDIZ<br />
Bursa Yelkenlisi önünde<br />
Emrullah Ali Yıldız.<br />
KİMDİR, EMRULLAH ALİ YILDIZ?<br />
1909 yılında Bursa’da dünyaya gelir. Vidinli baba ve<br />
Kafkas bir annenin oğludur. 1926’da 17 yaşında iken<br />
Türk Tayyare Cemiyeti (T.Ta.C.) tarafından İstanbul Yeşilköy’de<br />
açılan Tayyare Makinist Mektebine girer. 1927<br />
yılında okulu birincilikle bitirir. Okul Hava Kuvvetlerine<br />
makinist yetiştirmek üzere açılmış Küçük Zabit (Astsubay)<br />
okuludur. Okula girişte imzalatılan taahhütname<br />
gereği mezun olanlar 4 yıl mecburi hizmet yapmak<br />
zorundadırlar.<br />
E. Ali Yıldız, 1928-1931 yılları arasında Eskişehir<br />
Askeri Hava Okulu Hazırlama Bölüğü’nde, tayyare<br />
makinisti olarak görev yapar. Bu görevi sırasında 1930<br />
Ağrı isyanı olarak bilinen ayaklanmanın bastırılması için<br />
Doğu’da görevlendirilen tayyare bölüğünde yer alır. Görev<br />
bitimi Eskişehir’e döndüğünde karar vermiştir, 1931<br />
yılında mecburi hizmeti biter bitmez Hava Kuvvetlerinden<br />
istifa eder.<br />
Bursa’ya dönen E. Ali Yıldız kardeşlerinin yanında<br />
fotoğrafçılığa başlar. Ancak havacılık aşkı içinde yaşamaya<br />
devam eder. 1934 yılında Bursa Halkevi tarafından<br />
kurulan havacılık kulübünün kaptanı E. Ali Yıldız’dır.<br />
Zaten o tarihte üzerinde çalıştığı “Bursa Yelkenlisi”<br />
adını verdiği planörü yapması bu kulübün kurulmasını<br />
sağlamıştır. Tamamen kendi düşüncesi ve parasıyla yaptığı<br />
Bursa Yelkenlisi ile Ziraat Mektebi yakınlarında uçuş<br />
tecrübeleri yapmaya başlar. Bursa Yelkenlisi’nin gövdesi<br />
6 metre, kanat açıklığı ise 12 metredir. Ali Yıldız’ın bu<br />
denemeleri ile ilgili haberler ulusal gazetelere yansımaya<br />
başlamıştır.<br />
Bursa Yelkenlisi ile ilgili haberleri okuyan THK Başkanı<br />
Fuat Bulca, E. Ali Yıldızı bir mektupla, oluşturdukları<br />
Türkkuşu’na çağırır. 22 Mayıs 1935’te kuruluşundan<br />
19 gün sonra E. Ali Yıldız da Türkkuşunda’dır.<br />
RUSYA HAVACILIK EĞİTİMLERİ<br />
10 Temmuz 1935’te Sabiha Gökçen ve yedi arkadaşının<br />
da bulunduğu grupla Rusya’ya havacılık eğitimine<br />
gönderilir. Yurda dönüşlerinde artık öğretmen olmuşlardır.<br />
1936-1941 yılları arasında THK Türkkuşu’nda<br />
uçak ve planör pilotluğu ile paraşütçülük / model uçak<br />
eğitimleri verir. Havacılık kariyerinin yükselişi ise Öğ-
7<br />
Bir uçuş öncesinde Habicht planörünü<br />
kontrol ederken.<br />
Ağrı Harekatından bahseden gazete küpürü.<br />
1 Eylül 1936 Ulus Gazetesi küpüründe E.Ali Yıldız.<br />
retmenlik, Başöğretmenlik, İnönü Yüksek Planör Kampı<br />
Müdürlüğü, Uçak Fabrikası Tecrübe Pilotluğu (1941-<br />
1949) olarak devam etmiştir.<br />
12 HAZİRAN 1938 E. ALİ YILDIZ’IN<br />
DÜNYA REKORU<br />
İnönü Yüksek Planör Kampı’nda dünya rekoru<br />
kırılması o günün dergilerine şöyle yansır; “Türkkuşu<br />
öğretmeni pilot Emrullah Ali Yıldız, Ş-5 (İki kişilik)<br />
planör ile yanında öğretmen adayı Sezai Göksu ile<br />
birlikte Eskişehir/ İnönü’de 14 saat 20 dakika havada<br />
kalarak rekor kırmıştır.” Kalkışını İnönü “C” tepesinden<br />
yapan E.Ali Yıldız o yıllardaki dünya rekoru olan 13 saat<br />
59 dakikayı, 21 dakika geçerek geliştirmiştir. Planörle<br />
ilk dünya rekoru ise; Alman tayyarecilerinden Ernest<br />
Jachtmann ve Flossdorf tarafından bir MR-4 planörüyle<br />
Wermingstad Sylt’de 26/27 Kasım 1937’de yapılmıştı.<br />
Daha önce, 29 Ağustos 1936’da ise 18 saat 35 dakika/<br />
tek başına havada kalarak bir başka Dünya rekoruna<br />
imza atmıştır.<br />
THK GN. BŞK. ŞÜKRÜ KOÇAK’IN ÖZEL EMRİ<br />
E. Ali Yıldız ile yapılan bir söyleşide anlatılanları<br />
okuyunca hayretler içersinde kalmıştım. Çok önemli<br />
ipuçlarını barındıran sözleri hiç bozmadan olduğu gibi<br />
siz okuyucular ile paylaşmalıyım. Bence son yıllarda<br />
sıkça vurgulanan neden yerli uçak üretemiyoruz sorusunun<br />
cevaplarından bazıları gün yüzüne çıkmakta.<br />
“Bütün güçlüklere rağmen Nuri Demirağ çok sayıda
E.Ali Yıldız’ın İstanbul Gülhane Parkında ağaç üzerine inişi.<br />
Planörün İstanbul Gülhane Parkında ağaç üzerinden indirilişi.<br />
E.Ali Yıldız, ağaçtan indirilen planörünü sökerken.<br />
Ali Yıldız’ın<br />
ölümünden çok sonra<br />
2002 yılında verilen<br />
Tıssandier diploması<br />
(sağda).<br />
E.Ali Yıldız’ın 16<br />
Nisan 1942’de<br />
verilen Planör Kısım<br />
Şefi Kimliği.<br />
uçak üretti (NuD-36) ve hatta üretilen bu uçaklardan Türk<br />
Hava Kurumu da satın almak için sipariş verdi. O tarihte<br />
THK Genel Başkanı Şükrü Koçak’tı. Şükrü Koçak bir gün beni<br />
Nuri Demirağ fabrikasına uçakları görmem için gönderdi.<br />
Yetkililer uçakları bana tanıttıktan sonra ben de uçtum, o<br />
uçaklardan biriyle. Hatta uçakla akrobasi dahi yaptım. Dönüşte<br />
olumlu rapor verdim Türk Hava Kurumuna. ”<br />
Anlaşılacağı üzere Nuri Demirağ üretimi uçakların ne<br />
kadar başarılı oldukları, onları test eden Türkkuşu pilotu<br />
tarafından da onaylanmış oluyor. Sonuç: Şükrü Koçak’ın<br />
başkanlığındaki THK uçakları almaktan vazgeçiyor ve/<br />
veya vazgeçiriliyor.<br />
1947 yılında bir paraşüt atlayışında sakatlanan<br />
Yıldız Hocamız paraşütçülükten ayrılarak sadece uçuşa<br />
ağırlık vermiştir. Sakatlığının da etkisiyle yararlı olamayacağı<br />
düşüncesi ile 10 Mayıs 1948 tarihinde THK Uçak<br />
Fabrikası Müdürlüğüne bir dilekçe vererek aktif havacılık<br />
yaşamını sonlandırır.<br />
Örnek bir havacı olan Emrullah Ali Yıldız’ın hayatı<br />
havacılığa olan büyük bir aşkla geçmiştir. 1996 yılında<br />
İstanbul’da vefat eden hocamızı saygı ve minnetle anıyorum.<br />
Bu günlerde Türk Hava Kurumu Üniversitesi Türkkuşu<br />
Kampüsü olarak adlandırılan yerleşkede Emrullah Ali<br />
Yıldız Hocamızın ismini yaşatacak şekilde bir düzenleme<br />
yapmamız gerektiğini önemle vurgulamak isterim.<br />
İçiniz gökyüzü ile dolsun. Saygılarımla.<br />
Mustafa KILIÇ (1959, Eskişehir) Havacılığa Ankara paraşüt kulesinden atlayışlar ile başladı. 1977 yılında Türk Hava Kurumu (THK) İnönü Eğitim<br />
Merkezinde paraşüt başlangıç eğitimi aldı. Eskişehir Bahçelievler Lisesi Havacılık Kolunu kurdu. Hava Teknik Okulları’nı 1978 yılında bitirdikten sonra Hava<br />
Astsubay olarak ilk birliği Sinop, Ayancık’a gitti. Birçok model uçağını denizde ya da ormanda kaybetti. Diyarbakır BHM’ de 1983-88 yıllarında görev aldı.<br />
Hava Kuvvetleri Radar Kıymetlendirme Kıtasında Kalite Kontrol öğretmenliği yaptı. Anadolu Üniversitesi’ni bu yıllarda bitirdi. Ahlatlıbel Radarında mübadele<br />
personel koordinatörlüğünü yürüttü. Emekli olduğu 2002 yılına kadar Emir Astsubaylığı görevinde bulundu. Son olarak THK 22. Genel Başkanı Korg.<br />
E.Karakuş ile birlikte iken yolu THK ile bir kez daha kesişti. 2002 yılında açılan THK Müzesinin kurucuları arasında yer aldı ve ilk amiri olarak görev yaptı.<br />
Havacılık tarihi, özellikle THK tarihi ile ilgili araştırmalara yoğunluk verdi. Çeşitli dergilerde makaleleri yayımlandı. THK Uçantürk dergisinde tarihsel yazılar<br />
ve resimler yayımladı. Kuruluş yıldönümü, kitap fuarları, bölgesel faaliyet kapsamında fotoğraf ve belgeler sergisi açtı. THK Kültür Yayınlarından “THK-13<br />
Uçan Kanat” kitabını yayımladı. 2006 yılı sonlarında THK Basımevi Kısım Şefi olarak atandı. Uzun yıllar üzerinde çalıştığı “THK Dizinseli” adlı kitabı THK yöneticileri<br />
tarafından dikkate alınmadı. Basımevinde ve THK yönetiminde gözlemlediği olumsuzlukları paylaşmaya başlayınca 2012 yılında THK’dan kovuldu.
9
AKTÜEL<br />
İSTANBUL’A<br />
ADLARINI<br />
VERENLER<br />
Harf sırası gözeterek isimlerini<br />
dönemlerinin önemli şahıslarından alan<br />
istanbul’un semtlerinin hikâyelerini ilk<br />
sayımızda yazmıştık. Yine harf sırasına göre<br />
semtlerin tarihçelerine devam ediyoruz.<br />
FATİH<br />
Malum olduğu üzere şehrin<br />
fatihi Fatih Sultan Mehmed’den<br />
gelmektedir. Fatih Sultan<br />
Mehmed, fetihten sonra adını<br />
taşıyan Camii ve Külliyenin<br />
inşasını burada başlattı. Cami,<br />
Fatih Sultan Mehmet’in türbesi,<br />
Daruşşifa, Medreseler, Tabhane,<br />
İmaret, Kervansaray, Sübyan<br />
mektebi, Kütüphane, Hamam,<br />
Saraçlar çarşısının bulunduğu<br />
külliye çok geniş bir alanı<br />
kaplamaktadır.
11<br />
FENER<br />
İstanbul’un en eski<br />
yerleşimlerinden biri olan<br />
semtte, denizcilerin koruyucusu<br />
Aziz Nikola’ya ait kilise vardır.<br />
Denizcilere yol gösteren, ışık<br />
tutan anlamındaki Panarion<br />
isminin zamanla Fener’e<br />
dönüştüğü düşünülüyor.<br />
FİRUZAĞA<br />
Beyoğu ilçesine bağlı bir mahalle ismidir.<br />
II. Bayezid’in Hazinebaşısı Firuz Ağa tarafından<br />
yaptırılan cami sebebiyle mahalle bu isimle<br />
anılmış. Hazinebaşı Firuz Ağa’nın adını taşıyan<br />
Sultanahmet tramvay istasyonu karşısında<br />
da (Bizans’ın Mese denilen eski görkemli ana<br />
caddesinin başı ve Ayasofya’nın çaprazı) bir<br />
cami daha vardır. 1512 yılında hayata gözlerini<br />
yuman Firuz Ağa’nın mezarı da caminin<br />
bahçesinde bulunuyor.<br />
FERİKÖY<br />
18. yüzyılda bölgeye gelen,<br />
Abdülmecid ve Abdülaziz<br />
dönemlerinde kendisine geniş<br />
topraklar bağışlanan Mösyö Feri<br />
adındaki bir Fransız tüccardan<br />
geldiği söylenmektedir. Eski adı<br />
Aya Dimitri olan bu küçük Rum<br />
köyü zamanla Mösyö Feri’nin<br />
köyü olarak anılmaya başlanmış<br />
ve bölgeye yerleşen diğer<br />
Gürcü, Ermeni ve Rum asıllı<br />
vatandaşlarla birlikte gelişmeye<br />
başlamış.<br />
FINDIKLI<br />
Bizans dönemindeki adı Ayanyhios<br />
dur. Semtin isminin kaynağı net değildir.<br />
Tarihçi Hammer’e göre semt ismini<br />
İtalyanca Fanduco’dan almıştır. Fanduco<br />
Han, konukevi anlamındadır. Bizans<br />
döneminde burada bulunan han semte<br />
ismini vermiştir. Osmanlı döneminde<br />
burada ilk yerleşimler Kanuni döneminde<br />
başlamıştır. Kıyı ve yamaçlar boyunca<br />
bulunan fındık bahçelerinden dolayı bu<br />
ismin verildiği de öne sürülmektedir.<br />
Osmanlı kaynaklarında da burada fındıklı<br />
deresinin bahsedilmektedir.<br />
FİRUZKÖY<br />
Avcılar İlçesine bağlı bir mahalle<br />
ismidir. Bulgaristan’ın Ortaköy’üne<br />
(İvaylovgrad) bağlı Balcıbük<br />
(Madenbuk) köyünde yaşamlarını<br />
sürdüren Türklerin, 1928 yılında<br />
Türkiye’ye gelmeleri ve Avcılar köyü<br />
yakınlarındaki Firuz’un satılık olan<br />
çiftliğini almaya karar vermeleri<br />
sonrasında kurulur. Firuz’un<br />
çiftliğine 60 hane olarak kurulan<br />
köye Firuzköy derler.<br />
FINDIKZADE<br />
Ufak tefek olduğundan küçük<br />
anlamında; “Fındık” lâkaplı<br />
Mustafa Efendi adlı zatın oğlu olan<br />
ünlü hattat; “Fındıkzâde İbrahim<br />
Efendi”nin, bu semtte Kızılelma’da<br />
yaşayıp ölmüş olması, lâkabının<br />
semtle anılmasında sebep olmuş.<br />
Bu gün Fındıkzade Mescidi’nin<br />
bulunduğu yerde Fındıkzâde Tekkesi<br />
Mescidi bulunuyormuş. Fındıkzâde<br />
İbrahim Efendi, aynı yere 1700’lü<br />
yıllarda cami yaptırmış. 1915’te tüm<br />
binalar yanmış ve zamanla tamamen<br />
yok olmuş. 2009 yılında izbe bir yer<br />
olan mekân temizlenerek Fındıklı<br />
Mescidi yapılmış.<br />
FLORYA<br />
Florya’nın ismi hakkında ise<br />
pek çok rivayet bulunuyor. Reşad<br />
Ekrem Koçu’ya göre, İskender<br />
Çelebi, Arnavutluk’un Florina<br />
kasabasındandı ve inşa ettirdiği<br />
bahçeye verdiği bu isim, zamanla<br />
“Florya” adına dönüştü.
KÜLTÜR SANAT<br />
INTERSTELLAR<br />
UZAY SERGİSİ<br />
07 Haziran 2016 10:00 - 04 Eylül 2016 11:00<br />
Torium Alışveriş Merkezi, İstanbul<br />
2<strong>03</strong>0 senesinin teknolojilerine ışık tutan, 3 boyutlu<br />
ve etkileşimli enstalasyonların yer alacağı sergi, bilimsel<br />
alt yapısı ve heyecan verici serüveni ile 4 Haziran – 4<br />
Eylül 2016 tarihleri arasında Torium Avm Sergi Alanı’nda<br />
ziyaretçileriyle buluşuyor.<br />
Uzayın derinliklerinde kaybolmaya hazır mısın?<br />
Bilim, sanat ve teknolojinin hangi boyutlara<br />
ulaşabileceğini deneyimleyebileceğiniz Interstellar Uzay<br />
Sergisi katılımcılarıyla buluşuyor.<br />
Uzayın gizemini yaşanabilir hale getiren sergi; video<br />
mapping , 3D etkileşim simulasyonları, artırılmış ve sanal<br />
gerçeklilik teknolojilerini 360 derece sonsuzluk algısıyla<br />
sunuyor. Big Bang’den kara deliklere, Mars yüzeyinden<br />
ay yüzeyine, güneş sisteminden yıldızlara uzanan uzay<br />
yolculuğunu kaçırmayın.<br />
- Ziyaret saatleri: Hafta içi 10:00 – 20:00, hafta sonu<br />
11:00 – 21:00.
13<br />
HARBİYE CEMİL TOPUZLU AÇIKHAVA SAHNESİ ETKİNLİK TAKVİMİ<br />
Allan Harris, Roy Hargrove,<br />
Roberta Gambarini ve TRT<br />
Hafif Müzik ve Caz Orkestrası<br />
25 Temmuz 2016 21:00<br />
Funda Arar<br />
05 Ağustos 2016 21:00<br />
Mustafa Ceceli<br />
13 Ağustos 2016 21:00<br />
23. İstanbul Caz Festivali, 20’nin üzerinde mekanda 200’ü aşkın yerli ve yabancı sanatçının katılımıyla<br />
gerçekleştirilecek yaklaşık 50 konserle, bu yaz da İstanbulluları caz müziğinin efsaneleriyle<br />
buluşturacak.<br />
Türk Pop müzik sanatçısı Funda Arar Yıldızlı Gecelerde sevenlerini müzik dolu dakikalar yaşatacak! Funda Arar,<br />
İstanbul Devlet Konservatuarı mezunudur. Eğitiminin ardından iki yıl boyunca müzik öğretmenliği yapan güzel sanatçı<br />
ilk albümü “Sevgilerde”’yi 2000 yıllında çıkarmıştır. Bu albümünün ardından sanatçı Kıraç ile düet bir albüm çıkararak<br />
14 Şubat 2001 yılında “Sevgiliye” adını verdikleri albümü ile “En İyi Çıkış Yapan Sanatçı” ödülünü almıştır. 2010<br />
yılında Türkiye’nin En Beğenilen Kadın Ses Sanatçı’sı seçilmiştir. ilk albümünden bu yana 9 albüm çıkaran sanatçı<br />
Adadolu Rock, Pop, Türk Sanat müziği türlerinde parçalar seslendirerek çok yönlü bir sanatçı olduğunu kanıtlamıştır.<br />
Mustafa Ceceli, Yıldızlı Gecelerde en romantik şarkılarını seslendirecek. Müzik hayatına çocuk yaşlarda<br />
başlayan şarkıcı ve aranjör Mustafa Ceceli, 6 yaşında piyano çalmaya başladı. Üniversite yıllarında<br />
arkadaşlarının kurduğu gurubun arkasında keyboard çalarak müzik hayatına amatör geçiş yapan<br />
Mustafa Ceceli, ikinci üniversiteyi İstanbul’da kazanmasıyla müzik kariyerinin resmi adımlarını burada<br />
atmaya başladı.<br />
Sertab Erener<br />
16 Ağustos 2016 21:00<br />
Pera Event tarafından gerçekleştirilen Turkcell Yıldızlı Geceler bu yıl 32 konser ile Çeşme, Bodrum ve<br />
İstanbul’da. Müzik kariyerinde her zaman yenilikçi ve farklı sanat anlayışını sevenlerine sunan Sertab<br />
Erener, müzik kariyerine ilk Sezen Aksu’nın arkasında vokalistlik yaparak başladı. 1992 yılında ilk<br />
albümü Sakin Ol’u Sezen Aksu’nun desteği ile çıkardı. Müzik kariyerine 11 albüm sığdıran sanatçı, aynı<br />
zamanda 20<strong>03</strong> yılında Eurovision Şarkı Yarışması’nda ülkemizi temsil ederek 1. lik ödülünü aldı.<br />
Volkan Konak<br />
21 Ağustos 2016 21:00<br />
Karadeniz türkülerini en güzel yorumlayan Volkan Konak, 26 Ağustos akşamı Cemil Topuzlu<br />
Sahnesinde... Türk Halk Müziği ve Karadeniz Türkülerinin güçlü yorumcusu Volkan Konak, sanat ve<br />
müzik hayatına 1987 yılında Maçka yöresinde yaptığı derleme çalışmalarını topladığı “Suların Horon<br />
Yeri” adlı müzik albümüyle başladı.<br />
Ajda Pekkan<br />
23 Ağustos 2016 21:00<br />
Süperstar Ajda Pekkan, başarılı kariyerine 22 albüm ve 57 single sığdırdı. Halda şarkı söyleyip<br />
üretmeye devam ediyor. Ajda Pekkan, müzik dünyasına damgasını vurmuş unutulmayan şarkılarının<br />
yanı sıra yeni hit şarkılarıyla her sene müzik dünyasına yeni bir soluk getiriyor. Her konserinde<br />
muhteşem sovlar, unutulmaz gösterilerle süsleyan Ajda Pekkan, yeni bir konseri ile yine hayranlarını<br />
şaşırtmaya hazırlanıyor.
KÜLTÜR SANAT<br />
MUSTAFA V.KOÇ’UN İKİ HOBİSİ RAHMİ<br />
M. KOÇ MÜZESİ’NDE BULUŞUYOR<br />
Tarih: 01 Haziran 2016 Çarşamba ~ 30 Aralık 2016 Cuma<br />
Yer: Rahmi M. Koç Müzesi<br />
Adres: Keçeci Piri Mah. Hasköy Caddesi No: 5, Hasköy<br />
Beyoğlu İstanbul<br />
Telefon: 0212 369 66 00 Dahili: 133<br />
Faks: 0212 369 66 06<br />
Web: http://www.rmk-museum.org.tr<br />
Rahmi M. Koç Müzesi, merhum Mustafa V. Koç’un renkli kişiliğini<br />
yansıtan çok özel iki sergiye ev sahipliği yapıyor. ‘Hem Yerde<br />
Hem Gökte’ teması ile Mustafa V. Koç’un tutkuyla bağlı olduğu<br />
ralli sporu ve model uçak hobisine dair düzenlenen iki özel sergi<br />
1 Haziran – 30 Aralık tarihleri arasında ziyaretçilerle buluşuyor.<br />
Ralli sporunun tarihini yeni nesillere aktarmayı hedefleyen<br />
‘Retro Rally Sergisi’ ve model uçakların renkli dünyasını gözler<br />
önüne seren ‘Yerden Göğe Sergisi’nin açılışı, Koç Ailesi üyelerinin<br />
katıldığı bir törenle gerçekleşti. Sergilerin açılışı vesilesiyle<br />
düzenlenen törende Rahmi M. Koç Müzesi’nin 1994 yılında ilk<br />
olarak faaliyete geçtiği bölüm olan Lengerhane Binası’nın ismi<br />
de “Lengerhane Mustafa V. Koç Binası” olarak değişti.<br />
Sadece iş insanı kimliği ve liderlik özellikleriyle değil, yaşama<br />
renk katan hobi ve ilgi alanlarıyla da tanınan merhum Mustafa<br />
V. Koç, Rahmi M. Koç Müzesi’nde açılan iki özel sergiyle anılıyor.<br />
Mustafa V. Koç’un gençlik yıllarında ilgilendiği ralli sporunun<br />
Türkiye’deki tarihini 18 efsane pilotun 25 aracını sergileyerek<br />
anlatan ‘Retro Rally Sergisi’nin yanı sıra yine son dönemde<br />
çocukluğundan beri tutkuyla bağlı olduğu model uçakları konu<br />
alan ‘Yerden Göğe Sergisi’ 1 Haziran’dan itibaren Rahmi M. Koç<br />
Müzesi’nde ziyaretçilerini bekliyor. ‘Hem Yerde Hem Gökte’<br />
temasıyla düzenlenen Retro Rally ve Yerden Göğe sergileri Koç<br />
Ailesi üyeleri, Koç Holding üst yönetimi, ralli sporuna gönül veren<br />
iş insanları ve davetlilerin katılımıyla ziyarete açıldı.<br />
Efsane sürücülerin 25 aracı sergileniyor.<br />
Türkiye’de 1960’lı yılların sonundan itibaren bilinmeye<br />
başlanan ralli sporunun aradan geçen yarım asırlık dönemde<br />
çıkarttığı şampiyonların ve onlara ait araçların tanıtıldığı<br />
sergi, bu sporun Türkiye’de tanınmasına büyük emek harcayan<br />
Mustafa V. Koç’a ithaf edildi. İlk planlaması ve hazırlık çalışmaları<br />
Mustafa V. Koç’un sağlığında başlayan ve vefatının ardından<br />
tamamlanan ‘Retro Rally Sergisi’nde Renç Koçibey’den Cem<br />
Hakko’ya, Ali Karacan’dan Volkan Işık’a, bu spora gönül veren<br />
18 efsane pilotun model yılları 1968-2006 arasında değişen<br />
25 farklı otomobili yer alıyor. Opet, Ford, Fiat, Opel, Pirelli, Allianz,<br />
LG, Norm Cıvata, Beyçelik Gestamp, Martur, Power Grup ve<br />
Number 1’in da destekçileri arasında yer aldığı sergide Mustafa<br />
V. Koç’un 1991 Rallikros Şampiyonası’nda birincilik kazandığı<br />
Ford Sierra model araç da ziyaretçileri karşılayacak. Türk ralli<br />
tarihine ışık tutan geçmiş dönem yarış afişleri, zaman karneleri,<br />
yol notlarının yanı sıra pilotların şampiyonluk kupaları,<br />
tulumları, kaskları, yarış ayakkabıları, yarış eldivenlerinin de<br />
görülebileceği sergide, araç sahibi ünlü pilotların birebir maket<br />
fotoğrafları da olacak. Sergi süresince ziyaretçilere interaktif<br />
bir ortam sağlayabilmek amacıyla bir ralli simülatörü de hazır<br />
bulunacak.<br />
Model uçakların renkli dünyasına yolculuk<br />
1 Haziran - 30 Aralık tarihleri arasında Rahmi M. Koç Müzesi’nin<br />
ev sahipliği yapacağı bir diğer sergi olan ‘Yerden Göğe’ ise,<br />
model uçakçılığın Türkiye’deki tarihini gözler önüne seriyor.<br />
Türkiye’de; kuruluşuna Atatürk’ün öncülük ettiği Türk Tayyare<br />
Cemiyeti’nin çabalarıyla Cumhuriyet’in ilk yıllarında tanınmaya<br />
başlayan ve 1930’ların ilk yarısında ders programlarına dahi<br />
giren model uçakçılık, 1963 yılında yurtdışı organizasyonlara<br />
katılım ile uluslararası bir kimlik kazandı. Zaman içinde<br />
teknolojideki gelişimle birlikte şekil değiştiren model uçakçılık,<br />
Mustafa V. Koç’un da en sevdiği hobileri arasındaydı.<br />
Mustafa V. Koç’un<br />
kupa ve madalyaları da sergileniyor<br />
Çocukluğundan bu yana uçak uçurmaya meraklı olan Mustafa<br />
V. Koç, Amerika’da üniversitede okurken tanıştığı uzaktan<br />
kumandalı planörlerle bu hobisini geliştirmişti. Katıldığı<br />
yarışmalarda Türkiye’yi de temsil eden Mustafa V. Koç, Türk Milli<br />
Takımı ile 2004 yılında Kanada F3J Model Dünya Şampiyonası’nda<br />
ülkemize gümüş madalya da getirmişti. Yerden Göğe<br />
Sergisi’nde Mustafa Koç’a ait 12 uçak ile 3 planörün yanı sıra,<br />
2002-2013 yılları arasında düzenlenmiş olan çeşitli ulusal ve<br />
uluslararası model uçak yarışmalarında Mustafa V. Koç’un kazandığı<br />
kupalar ile Avrupa ve dünya şampiyonlarında F3J Türk<br />
Milli Takımı’yla kazandığı üç adet madalya da yer alıyor.
15<br />
LIFE IN COLOR<br />
Dünyanın en renkli partisi Life in Color, yepyeni<br />
turu Kingdom ile bu yıl Türkiye’yi rengarenk<br />
boyamaya geliyor!<br />
İstanbul’da gerçekleşen ve büyük beğeni toplayan<br />
Unleash ve the Big Bang Tour şovlarının<br />
ardından Life in Color, 6 Ağustos’ta İstanbul’da<br />
elektronik müzikseverlerle!<br />
Günlük hayatın sıradanlığından ve şehrin gürültüsünden<br />
uzaklaşacağınız Life Park’ta dünyaca<br />
ünlü DJler, sıradışı şovlar, muhteşem sürprizlerle<br />
dolu rengarenk bir yaz günü için hazır olun!<br />
Life In Color Festival<br />
06 Ağustos İstanbul
KÜLTÜR SANAT<br />
CROSSROADS 4 | AHMET ÇERKEZ, OLCAY KUŞ,<br />
ERMAN ÖZBAŞARAN, OLGU ÜLKENCİLER<br />
ART ON İSTANBUL, 11 Haziran- 30<br />
Temmuz 2016 tarihleri arasında Ahmet<br />
Çerkez, Olcay Kuş, Erman Özbaşaran<br />
ve Olgu Ülkenciler’in eserlerinin yer<br />
aldığı “Crossroads 4” adlı karma sergiye<br />
ev sahipliği yapıyor. Art On İstanbul’un<br />
kuruluşundan bu yana üstlendiği genç<br />
sanatçıların gelişimine katkıda bulunma<br />
misyonu için bir görünürlük alanı açan<br />
Crossroads serisi, bu kez galerinin yeni<br />
temsil etmeye başladığı sanatçıların güncel<br />
önermelerini, üretimlerindeki canlılık ve<br />
arayışlarını izleyebilmek için bir kesişme<br />
noktası oldu.<br />
Sergi, sanatçıların ilk defa bu çerçeve<br />
ile görülecek üretimlerini bir araya getiriyor.<br />
Aynı atölyeyi paylaşan Ahmet Çerkez (1976,<br />
Bulgaristan) ve Erman Özbaşaran’ın (1982,<br />
Çorlu) ortaklaşa ürettikleri “Metabolit”<br />
isimli seriye eklenen heykel yerleştirmesi,<br />
atık parçaların yeniden örülerek sağlam bir<br />
yapıya dönüştürülmesiyle oluşturuluyor.<br />
Sanatçıların bu kez inşaat molozlarından<br />
topladıkları ahşap ve metal atıklar,<br />
birleştirilmeden sonra yer yer açılan<br />
deliklerin betonla doldurulması sonucunda<br />
3 metrelik bir kolona dönüşüyor.<br />
Daha önceki kişisel sergilerinde resimleri<br />
ve desenlerini sergileyen Olgu Ülkenciler<br />
(1981, İstanbul), katıldığı karma sergilerde<br />
dokümantasyon ağırlıklı enstalasyon<br />
çalışmalar da göstermişti. Aralık ayında<br />
Art On İstanbul’da açılan “Heavy Burden”<br />
sergisinde gösterdiği Çöküş isimli heykelden<br />
sonra ilk defa bu sergide sanatçının üç<br />
boyutlu soyut heykelleri ve rölyefleri izleyici<br />
ile buluşuyor. Ülkenciler, kentin verdiği<br />
bilinçdışı doğa algısını soyutladığı metal<br />
kütlesel heykelleriyle, tekrarlanabilen<br />
modüler parçaları kullanarak formun<br />
sürekliliğini vurguluyor. Sanatçının epoksi<br />
ve polyester malzeme ile ürettiği rölyef<br />
çalışmalarında ise farklı yüksekliklerdeki<br />
tekrarlayan form elemanları, yekpare<br />
bir yüzeyde dalgalı bir ritim yaratıyor.<br />
Sanatçının heykellerine, kendi resim<br />
belleğiyle bir kesişme noktası teşkil eden<br />
desenleri eşlik ediyor.<br />
Art On İstanbul’da daha önce de kişisel<br />
sergilerini izlediğimiz Olcay Kuş (1985,<br />
İzmir), “Crossroads 4” için hazırladığı<br />
yeni işlerinde, gazete kağıtları ve boyayla<br />
kurduğu katmanların yanında cam gibi<br />
yeni yüzeyler de deniyor. Sanatçı, hakim<br />
iktidar ve medyanın kurduğu baskın dili,<br />
beden üzerinden ele alıyor. Ekranlarda<br />
ve gazetelerde gördüğümüz, aralıksız<br />
dozlarla verilen baskıcı ve şiddetli eril<br />
dilin neredeyse benimsenmiş olduğunu,<br />
fanatizmin bağlılık adı altında övülerek<br />
baskılanmanın gördüğü kabulü, “futbol”<br />
üzerinden gösteriyor.<br />
Ziyaret saatleri: Salı-Cumartesi 10.00-19.00
17<br />
TİYATRO<br />
UŞAK, KRAL VE ÖTEKİLER<br />
Usta Oyuncu Köksal Engür, BO Sahne yapımı “Uşak, Kral<br />
Ve Ötekiler” oyunuyla tiyatro sahnelerine dönüyor. Levent<br />
Özdilek’in yönettiği oyunda Merve Engin ile sahneyi paylaşacak<br />
olan usta oyuncu, yaz boyu güldürecek. 2011 yılından bu<br />
yana Tiyatro sahnelerinden uzak olan oyuncu performansıyla<br />
seyircisini kahkahaya boğacak.<br />
Yaz boyu gösterimde kalacak oyun BO Sahne’de seyredilebilir.<br />
Uşak, Kral Ve Ötekiler: “Krallığın altın yüzü ve tavuk poposu”na<br />
dair bir hikâyedir bu… Oyunumuz herhangi bir ülkenin herhangi<br />
bir krallığında geçmekte. Elbette bir tane kralımız var ve tabi ki<br />
bir tane de uşağımız, krala krallığını hatırlatacak.<br />
Peki ya ötekiler?<br />
İşte bu oyun onlar hakkında, onlara rağmen…<br />
Yazan: Süleyman Karaahmet<br />
Yöneten: Levent Özdilek<br />
Oynayanlar: Köksal Engür & Merve Engin<br />
Dekor & Kostüm Tasarım: Oğuz Şahin Işık Tasarım: Onur Alagöz<br />
Reji Asistanı: Tayfun Karataş<br />
Prodüktör: Nilüfer Bıyıklı<br />
“Uşak, Kral ve Ötekiler“i 15, 27 Temmuz tarihlerinde<br />
BO Sahne’de seyredebilirsiniz.
KÜLTÜR SANAT<br />
ÖLÇÜMÜN BELLEĞİ-<br />
BELLEĞİN ÖLÇÜMÜ<br />
Pera Müzesi’nin Suna ve İnan Kıraç<br />
Vakfı Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri<br />
koleksiyonu ile Cevdet Erek’in 4.<br />
Jameel Ödülü sergisinde yer alan<br />
eseri, “Gündüz Gece Cetveli”nden<br />
ilham alan atölyede katılımcılar<br />
kendi kişisel tarihlerinde keyifli bir<br />
yolculuğa çıkıyor. Sanatta ölçümün<br />
tarihi üzerine bir sohbetin<br />
ardından katılımcılar, kendi mikrotarihlerini<br />
diledikleri şekilde<br />
birimlere ayırarak, kişisel bellek<br />
cetvellerini yaratıyorlar.<br />
İlişkili Sergi: 4. Jameel Ödülü<br />
Pera Müzesi 4. Jameel Ödülü<br />
sergisini, Victoria ve Albert<br />
Müzesi ile paydaşı Art Jameel<br />
kurumlarının iş birliğiyle<br />
düzenliyor.<br />
Kontenjan: 10 kişi -<br />
Süre: 2 saat<br />
Atölye Başına Katılım Bedeli: 40 TL<br />
YAZ EĞİTİM ETKİNLİKLERİ<br />
İSTANBUL VİTRAYLARI<br />
Jameel Prize sergisine yönelik bu atölyede çocuklar,<br />
İstanbul’un yerel öğeleriyle beslenen vitrayları tanıyor.<br />
Temel geometrik formları kullanarak, İstanbul’daki<br />
vitraylarda yaygın olarak tercih edilmiş renkleri<br />
esas alan vitraylar yaparken, form-malzeme-renk<br />
bileşenlerinin algıdaki etkisi hakkında da sohbet ediyor.<br />
Eğitmen: Atölye Mil<br />
İlişkili Sergi: 4. Jameel Ödülü<br />
Pera Müzesi 4. Jameel Ödülü sergisini, Victoria ve<br />
Albert Müzesi ile paydaşı Art Jameel kurumlarının iş<br />
birliğiyle düzenliyor.<br />
Kontenjan: 10 kişi - Süre: 2 saat<br />
Atölye Başına Katılım Bedeli: 45 TL
19<br />
Tanıtım videomuzu izlediniz mi?<br />
video.cvsair.com.tr
SİNEMA<br />
SİNEMA VİZYON<br />
HİTLER’E SUİKAST<br />
Buz Devrİ 5<br />
Colonia<br />
Free State Of JonES<br />
Vizyon Tarihi: Temmuz 2016<br />
Yapımı : 2015 - Almanya<br />
Tür : Dram<br />
Süre: 114 Dak.<br />
Yönetmen : Oliver Hirschbiegel<br />
Oyuncular : Katharina Schüttler, Burghart<br />
Klaußner, Christian Friedel, Michael Kranz,<br />
Johann Von Bülow<br />
Senaryo : Léonie-Claire Breinersdorfer, Fred<br />
Breinersdorfer<br />
1939 Kasım ayında Hitler’e suikast<br />
girişiminde bulunan, ancak başarısız olan<br />
marangoz George Elser’in (Christian Friedel)<br />
hapiste yaşadıkları ve bu olaya giden süreçte<br />
karşılaştığı olaylar anlatılıyor.<br />
Vizyon Tarihi: Temmuz 2016<br />
Yapımı : 2016 - ABD<br />
Tür : Animasyon, Komedi<br />
Süre: 99 Dak.<br />
Yönetmen : Mike Thurmeier, Galen T. Chu<br />
Seslendirenler : Jennifer Lopez, Queen Latifah,<br />
Simon Pegg, John Leguizamo, Jessie J<br />
Senaryo : Michael J. Wilson<br />
Scrat’in meşe palamudunun peşindeki<br />
bitmeyen takibi, bu kez Dünya’nın dışına<br />
çıkmasına neden olur. Ancak Scrat, birtakım<br />
şanssız tesadüfler sonucunda dünyayı yok<br />
edebilecek olaylar zincirini başlatır. Dünyaya<br />
çarpacağı kaçınılmaz olan göktaşından<br />
kaçabilmek için Manny, Sid, Diego ve<br />
arkadaşları, daha önce hiç görmedikleri<br />
yerler ve yaratıklarla karşılaşacakları bir<br />
yolculuğa çıkarlar.<br />
Vizyon Tarihi: Temmuz 2016<br />
Yapımı : 2015 - Almanya<br />
Tür : Dram<br />
Süre: 110 Dak.<br />
Yönetmen : Florian Gallenberger<br />
Oyuncular : Emma Watson, Daniel Brühl,<br />
Michael Nyqvist, August Zirner<br />
1973’te Şili’de gerçekleşen hükumet<br />
darbesi ve General Augusto Pinochet’nin<br />
iktidara gelişi esnasında ülkede bulunan<br />
hostes Lena (Emma Watson) ve fotoğrafçı<br />
Daniel (Daniel Brühl) çifti, bir anda kendilerini<br />
sokak çatışmaları ve diktatörlüğün baskısı<br />
arasında bulur. Solcu gruplarla ilişkisi olduğu<br />
gerekçesiyle Daniel, Pinochet’nin gizli polis<br />
teşkilatı DINA tarafından alıkonur. Sevgilisinin,<br />
diğer birçok siyasi suçlu gibi ülkenin<br />
güneyindeki Colonia Dignidad kampına<br />
götürüldüğünü öğrenen Lena, oldukça zorlu<br />
şartların söz konusu olduğu ve hiçkimsenin<br />
kaçamadığı bu komüne katılmaya karar verir.<br />
Vizyon Tarihi: 12 Ağustos 2016<br />
Yapımı : 2016 - ABD<br />
Tür : Dram, Gerilim, Tarih<br />
Yönetmen : Gary Ross<br />
Oyuncular : Matthew McConaughey, Keri<br />
Russell, Mahershala Ali, Gugu Mbatha-Raw,<br />
Lara Grice<br />
Senaryo : Gary Ross<br />
Yapımcı : Gary Ross, Scott Stuber<br />
Amerikan İç Savaşı yıllarında Güney’de<br />
fakir bir çiftçi olan Newton Knight (Matthew<br />
McConaughey), yüksek vergilerden,<br />
savaşlardan ve yok yere hayatını riske<br />
atmaktan bıkmıştır. 1862’deki Corinth<br />
Savaşı’nın ardından kendisi gibi çiftçiler,<br />
köleler ve firarilerle birlikte Güney<br />
Konfederasyonu’ndan ayrılarak Jones County,<br />
Mississippi’de bağımsız bir devlet kurulmasına<br />
öncülük eder. Ancak bölgesel hükumet, bu<br />
isyanı her ne pahasına olursa olsun bastırmak<br />
isteyecektir.
21<br />
HAVUZLARA DİKKAT!<br />
YÜZMENİN yapılacak en sağlıklı spor çeşidi olduğuna<br />
hiç kuşku yok. Ödemi ve duruş bozukluğuna bağlı ağrıları<br />
azaltması, tüm kasları çalıştırması, tansiyonu düzenlemesi ve<br />
saymadığımız pek çok olumlu etkisi nedeniyle gebelikte de<br />
bu aktivite çok faydalı.<br />
Ancak, İngiltere’de gebelikleri boyunca düzenli olarak<br />
yüzme aktivitesine katılan kadınların çocuklarında alerjik<br />
hastalıkların hızla artışı, yüzme havuzlarının mercek altına<br />
alınmasına sebep oldu.<br />
O HASTALIKLARDA BEŞ KAT ARTIŞ<br />
Bilim insanları özellikle son 50 yılda astım, egzama<br />
gibi alerjik hastalıkların yeni doğan döneminden itibaren<br />
nerdeyse beş kat artış göstermesinin ardındaki sebeplerden<br />
birini özellikle halka açık havuzlarda bulunan klor ve benzeri<br />
temizlik ürünlerinin havaya karışarak yarattığı zararlı etkiye<br />
bağlıyor.<br />
HAMİLELER; KALABALIK VE KAPALI HAVUZLARA DİKKAT!<br />
Kimyasallara maruz kalan annenin taşıdığı fetüsün<br />
bağışıklık sistemi değişime uğruyor ve doğduktan sonra bu<br />
bebeklerde ciltte soyulma ve kızarmalar, besin alerjileri,<br />
egzama, astım gibi hastalıklara çok sık rastlanıyor.<br />
Devamlı ve düşük dozda alınan kimyasalların bağışıklık<br />
sistemine etkisi hakkında kesin kanıt olmasa da ikna edecek<br />
düzeyde veri mevcut olduğunu belirten Kadın Hastalıkları<br />
Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Betül Görgen, anne<br />
karnındaki fetüsün kimyasal maddelere karşı aşırı derecede<br />
duyarlı olduğunu vurguluyor.<br />
Bakterileri ve bulaşıcı enfeksiyonları ortadan kaldırmak<br />
için, bu maddelerin havuzlarda bolca kullanıldığına dikkati<br />
çeken Op. Dr. Betül Görgen, sıcak yaz ayları için havuz<br />
programı yapan anne adaylarına şu uyarılarda bulundu:<br />
“En çok dikkati çeken madde -yaygın dezenfeksiyon<br />
ürünü- THM (trihalometan)’lardır. Bu madde, kullanılan<br />
klorun deri hücreleri, idrar ve ter gibi organik maddelerle<br />
karışması sonucu oluşur. Çok kalabalık, bol klorlu havuzlarda<br />
da yüksek sevide bulunur. Özellikle havalandırmanın pek<br />
de yeterli olmadığı kapalı havuzlarda yoğun klor kokusunu<br />
mutlaka hissetmişsinizdir.<br />
Çocukta beynin ve bağışıklık sisteminin gelişimi,<br />
kimyasal haberci olan hormonların doğru zamanda doğru<br />
miktarda bulunmasıyla olur. Fakat artan miktarlarda endişe<br />
veren bu kimyasallarla etkileşen doğal kimyasal haberciler<br />
bağışıklık yanıtında değişmeye yol açar. Havuzlarda<br />
kullanılan temizlik maddeleri, solunan klorlu hava bu yolla<br />
alerjik hastalıklara yol açar.”<br />
YÖNETMELİK VAR AMA...<br />
Türkiye’de de halka açık yüzme havuzlarında olması<br />
gereken sağlık esasları ve şartlar hakkında Sağlık<br />
Bakanlığı’nın yönetmeliği var. Bu yönetmelikte pek çok<br />
teknik detay ve rakamsal değer var. Havuzdan numuneleri<br />
alması gereken kişinin bile teknik işler, sağlık ve kimya<br />
eğitimi almış bir kişi olması gerektiği belirtiliyor.<br />
ANALİZ VERİLERİ NEDEN PAYLAŞILMIYOR?<br />
Havuz aktivitesi bulunan birçok spor merkezi bile, her<br />
bilgiyi paylaştıkları internet sitelerinde, nedense havuzlarına<br />
ait temizlikle ilgili analiz verilerini ve sıklığını paylaşmıyor.<br />
Çünkü, kurallara ne kadar uyulduğu tartışmalı. Birçok havuz<br />
çamaşır suyu kokuyor...<br />
Op. Dr. Betül Görgen, hamilelere; gidecekleri havuzda<br />
Sağlık Bakanlığı’nın yönetmeliğindeki kurallara uyulup<br />
uyulmadığını araştırıp öyle gitmelerini tavsiye ediyor.<br />
HAVUZ MU DENİZ Mİ?<br />
Op. Dr. Betül Görgen, deniz suyunun havuz suyu<br />
gibi kimyasal içermediği için daha hijyenik olduğunu<br />
söylüyor. Op. Dr. Görgen, gidecekleri havuzun<br />
temizliğinden emin olmayan hamilelere imkanı varsa<br />
denizi öneriyor. Tabi ki denize girilecek plajın da<br />
ölçümlerinin yapılmış ve yetkililer tarafından ‘denize<br />
girilebilir yerler’ arasında ilan edilmiş olduğuna dikkat<br />
etmek gerekiyor.
EURO 2016<br />
FUTBOL ATEŞİ<br />
FRANSA’DA
23<br />
Avrupa Futbol Şampiyonası1960’tan beri<br />
UEFA tarafından 4 yılda bir düzenlenen bir futbol<br />
organizasyonudur. Avrupa Uluslar Kupası adıyla<br />
kurulan organizasyon, 1968 yılında şimdiki ismini aldı.<br />
Turnuvaya katılım göstermek için ev sahibi ülke dışında<br />
kalan takımlar ön eleme oynamak mecburiyetindedir.<br />
Günümüze kadar oynanan 14 turnuvayı 9 farklı<br />
millî takım kazanmıştır:Almanya ve İspanya 3’er kez,<br />
Fransa 2 kez, SSCB, İtalya,Çekoslovakya, Hollanda,<br />
Danimarka ve Yunanistan birer kez turnuvayı birinci<br />
olarak tamamlayan ülkelerdir. 2008 ve 2012 yıllarında<br />
düzenlenen turnuvayı kazanma başarısı gösteren<br />
İspanya bu turnuvayı üst üste kazanabilen tek takım<br />
olma unvanını taşımaktadır.<br />
Avrupa’da bir futbol turnuvası düzenleme fikri ilk<br />
olarak 1927 yılında Fransa Futbol Federasyonu genel<br />
sekreteri Henri Delaunay tarafından ortaya atılmış<br />
ancak bu fikrin hayata geçirilmesi Henri Delaunay’ın<br />
ölümünden çok sonra 1958 yılında gerçekleşmiştir.<br />
1960 Avrupa Uluslar Kupası, Avrupa kıtasında<br />
millî takımlar bazında düzenlenen ilk uluslararası<br />
şampiyonadır. Avrupa Futbol Şampiyonası’nın öncülü<br />
ve ilki olarak kabul edilen bu organizasyon dönem<br />
konjonktürü nedeniyle bazı ülkelerin turnuvaya<br />
katılmaması üzerine Avrupa Uluslar Kupası adıyla<br />
düzenlenmiştir. Turnuvaya toplam 17 ülke katılmış,<br />
yarı final ve final maçları Fransa’da oynanmıştır. Final<br />
maçında Yugoslavya’yı, uzatmalarda attığı golle deviren<br />
SSCB ilk Avrupa şampiyonu olmuştur. Turnuvanın en<br />
dikkat çeken olayı ise, çeyrek finalde Sovyetler Birliği<br />
ile eşleşen İspanya’nın siyasi nedenlerle turnuvadan<br />
çekilmesi ve SSCB’nin doğrudan yarı finale çıkmasıydı.<br />
Avrupa’da bir futbol turnuvası düzenleme fikri ilk<br />
olarak 1927 yılında Fransa Futbol Federasyonu genel<br />
sekreteri Henri Delaunay tarafından ortaya atılmış<br />
ancak bu fikrin hayata geçirilmesi Henri Delaunay’ın<br />
ölümünden çok sonra 1958 yılında gerçekleşmiştir.<br />
1960 (SOVYETLER BİRLİĞİ)<br />
1960<br />
Avrupa Uluslar<br />
Kupası, Avrupa<br />
kıtasında millî<br />
takımlar bazında<br />
düzenlenen<br />
ilk uluslararası<br />
şampiyonadır.<br />
Avrupa Futbol Şampiyonası’nın öncülü ve ilki olarak<br />
kabul edilen bu organizasyon dönem konjonktürü<br />
nedeniyle bazı ülkelerin turnuvaya katılmaması üzerine<br />
Avrupa Uluslar Kupası adıyla düzenlenmiştir. Turnuvaya<br />
toplam 17 ülke katılmış, yarı final ve final maçları<br />
Fransa’da oynanmıştır.Final maçında Yugoslavya’yı,<br />
uzatmalarda attığı golle deviren SSCB ilk Avrupa<br />
şampiyonu olmuştur. Turnuvanın en dikkat çeken<br />
olayı ise, çeyrek finalde Sovyetler Birliği ile eşleşen<br />
İspanya’nın siyasi nedenlerle turnuvadan çekilmesi ve<br />
SSCB’nin doğrudan yarı finale çıkmasıydı. 1980 yılından<br />
itibaren turnuvaya katılma hakkı 8 takıma çıkarılmış iki<br />
gruba bölünen takımlar arasında ki mücadele sonunda<br />
gruplarını lider tamamlayan takımlar final oynamaya hak<br />
kazanmışlardır.<br />
1964 (İSPANYA)<br />
İspanya’da 17-21 Haziran tarihlerinde yapılmıştır. Bu<br />
turnuvayı finalde SSCB’yi 2-1 yenen İspanya kazanmıştır.<br />
1968 (İtalya)<br />
İtalya’da 5-10<br />
Haziran tarihlerinde<br />
yapılmıştır.<br />
Bu şampiyona<br />
Avrupa Futbol<br />
Şampiyonası’sının<br />
3.’dür. Bu yılda beraber<br />
biten maçların sonunda<br />
seri penaltı atışları uygulaması henüz başlamadığından,<br />
İtalya ve SSCB arasındaki 0-0 biten yarı final maçı ardından<br />
para atışı yapılmış ve İtalya finale çıkmıştır. Final maçında<br />
bu kez İtalya ile Yugoslavya 1-1 berabere kalmış, uzatmalar<br />
sonunda da sonuç değişmeyince iki gün sonra bir tekrar<br />
maçı oynanmıştır. İkinci kez oynanan final maçını 2-0<br />
kazanan İtalya şampiyon olmuştur.
EURO 2016<br />
1972 (batı almanya)<br />
14-18 Haziran<br />
1972 tarihleri arasında<br />
Belçika’da düzenlendi.<br />
Elemelerine toplam<br />
32 takım katılmış,<br />
çeyrek finali geçen 4<br />
takım final turnuvasına<br />
katılmaya hak kazanmıştır. Şampiyonluk, final maçında<br />
SSCB’yi 3-0’la geçen Batı Almanya’nın olmuş, bu aynı<br />
zamanda Almanya’nın ilk Avrupa şampiyonluğudur.<br />
1976 (çekoslavakya)<br />
16- 20 Haziran<br />
1976 tarihleri arasında<br />
Yugoslavya’da<br />
düzenlenen futbol<br />
turnuvasıdır.Turnuvayı<br />
finalde penaltı<br />
vuruşları sonunda Batı<br />
Almanya’yı 5-3 mağlup eden Çekoslovakya kazanmıştır.<br />
1980 (batı almanya)<br />
11-22 Haziran 1980<br />
tarihleri arasında İtalya’da<br />
düzenlenmiştir. Final<br />
karşılaşmasında Belçika’yı<br />
2-1 mağlup eden Batı<br />
Almanya kazanmıştır.<br />
1984 (fransa)<br />
1988 (hollanda)<br />
12- 27Haziran<br />
1984 tarihleri<br />
arasında Fransa’da<br />
düzenlenmiştir.<br />
Turnuvayı finalde<br />
İspanya’yı 2-0 mağlup<br />
eden Fransa kazanmıştır.<br />
10-<br />
25 Haziran 1988<br />
tarihleri arasında<br />
Batı Almanya’da<br />
düzenlenmiş olan<br />
futbol turnuvasıdır.<br />
Son şampiyon<br />
Fransa elemeleri<br />
geçemezken,Belçika, 1986 FIFA Dünya Kupası’nın<br />
ardından Euro 1988 için de vize almayı başarmıştı.<br />
Finalde SSCB’yi 2-0 mağlıp eden Hollanda kazanmıştır.<br />
1992 (danİmarka)<br />
10-26 Haziran<br />
1992 tarihleri arasında<br />
İsveç’te düzenlenmiştir.<br />
4 farklı şehirde oynanan<br />
15 maçta, maç başına<br />
ortalama 2,13 gol<br />
atılmıştı. Ev sahibi İsveç dışında 33 takım elemelerine<br />
katıldı ve finaller son kez 8 takımla oynandı. SSCB ülke<br />
dağılmadan kısa süre önce turnuvaya katılmaya hak<br />
kazanmıştı. Takım turnuvaya BDT adı altında turnuvaya<br />
katıldı. BDT, Rusya, Ukrayna, Beyaz Rusya, Kazakistan,<br />
Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Ermenistan,<br />
Moldova ve Tacikistanülkelerini temsil ediyordu. BDT’nin<br />
içinde yer almayan 5 cumhuriyet ise futbolcularını<br />
göndermedi. Bu ülkeler Azerbaycan, Estonya, Gürcistan,<br />
Litvanya ve Letonya’ydı.<br />
Yugoslavya turnuvaya katılmaya hak kazandı ama<br />
Yugoslavya’nın Dağılması nedeniyle diskalifiye edildi.<br />
Onun yerine çağrılan grup ikincisi Danimarka sürpriz<br />
biçimde şampiyon olmuştur. Ya da diğer bir tabirle<br />
tatilden gelerek şampiyon olmuştur. Turnuvanın resmi<br />
marşı Towe Jaarnek ve Peter Jöback tarafından yazılan<br />
“More Than a Game”’di. Turnuva, ülkenin bayrağı ile<br />
UEFA yazısının son kez logo olarak kullanıldığı ve kısaca<br />
“Euro” adı verilmeden, “Avrupa Futbol Şampiyonası”<br />
adıyla oynanan son turnuvadır. Ayrıca futbolcu<br />
isimlerinin formanın arkasına yazıldığı ilk büyük futbol<br />
yarışmasıdır.<br />
1996 (almanya)<br />
8-30 Haziran<br />
1996 tarihleri<br />
arasında İngiltere’de<br />
düzenlenmiştir.<br />
Euro 96 olarak da<br />
bilinen turnuva<br />
toplam 8 şehirde<br />
oynanmış, oynanan<br />
31 maçta toplam
25<br />
64 gol atılmıştır. Turnuvanın final karşılaşmasında Çek<br />
Cumhuriyeti’ni 2-1 mağlup eden Almanya kazanmıştır.<br />
2000 (fransa)<br />
neredeyse hiç şans verilmeyen Yunanistan’ın favorilerin<br />
formsuzluğundan da yararlanarak oynadığı savunma<br />
futboluna rağmen şampiyon olmasıdır. Aynı savunma<br />
taktiğiyle oynayıp finalde ev sahibi Portekiz’i 1-0’la<br />
geçen Yunanistan ilk şampiyonluğunu yaşadı.<br />
sergiledi. Avusturya ve Polonya, tarihlerinde ilk kez bir<br />
Avrupa Futbol Şampiyonası’na katıldı. Şampiyonayı<br />
kazanan takım olan İspanya, 2009 yılında Güney Afrika<br />
Cumhuriyeti’nde düzenlenen FIFA Konfederasyonlar<br />
Kupası’nda Avrupa’yı temsil etti.<br />
2008 (İSPANYA) 2012: (İSPANYA)<br />
10 Haziran-<br />
2 Temmuz 2000<br />
tarihlerinde<br />
Hollanda<br />
ve Belçika’nın ortaklığı ile düzenlenmiş olan futbol<br />
turnuvasıdır. Finalde Fransa ve İtalya karşılaşmış uzatma<br />
dakikalarında bulduğu golle karşılaşmayı 2-1 kazanan<br />
Fransa şampiyon olmuştur.<br />
2004 (yunanİstan)<br />
12 Haziran ile<br />
4 Temmuz 2004<br />
tarihleri arasında<br />
Portekiz’de<br />
düzenlenen futbol<br />
turnuvasıdır.<br />
Organizasyon<br />
tarihinde ilk kez açılış ve final maçları aynı takımlar<br />
arasında oynandı. Turnuvanın hatırda kalan özelliği<br />
Diğer<br />
kullanımıyla UEFA<br />
Euro 2008, sadece<br />
UEFA üyesi ülkelerin<br />
millî takımlarının<br />
katılabildiği<br />
Avrupa Futbol<br />
Şampiyonası’nın 13. turnuvası. Avusturya ve İsviçre’nin<br />
ev sahipliğinde, 7 - 29 Haziran 2008 tarihleri arasında<br />
düzenlenen turnuvayı, finalde Almanya’yı 1-0 yenen<br />
İspanya şampiyon olarak tamamladı. Şampiyona<br />
kapsamında oynadığı tüm maçlardan galip ayrılan<br />
ispanya, 1984’te Fransa, 1996’da ise Almanya’nın<br />
ardından tüm maçları kazanan üçüncü takım oldu.<br />
İspanya, bu başarısı ile ilk kez 1964’te kazanmış olduğu<br />
kupayı, 44 yıl aradan sonra tekrardan elde etti.<br />
Turnuvaya katılan 16 takım, dörder takımdan oluşan<br />
4 grupta mücadele etti. Ev sahipleri Avusturya ve İsviçre<br />
turnuvaya eleme maçları oynamadan katıldı. Diğer 14<br />
takım ise, 16 Ağustos 2006’da 21 Kasım 2007’ye kadar<br />
süren elemelerde yer aldı. Son turnuvanın şampiyonu<br />
Yunanistan ise oynadığı üç maçtan da mağlubiyetle<br />
ayrılarak takımlar arasındaki en kötü performansı<br />
UEFA tarafından<br />
organize edilen<br />
ve millî futbol<br />
takımlarının katıldığı<br />
14. Avrupa Futbol<br />
Şampiyonası.<br />
Ukrayna ve<br />
Polonya’nın ortak<br />
ev sahibi olduğu turnuva 8 Haziran ve 1 Temmuz<br />
2012 tarihleri arasında düzenlenmiştir. Turnuvayı<br />
düzenleyecek ülkeler oylama sistemi ile 2007 yılında<br />
UEFA İcra Komitesi tarafından seçilmiştir. Bu şampiyona<br />
1996’dan beri düzenlenen onaltı takım formatlı<br />
şampiyonalar arasında maç başına (46.481) ve toplamda<br />
(1.440.896) en fazla biletli seyircinin izlediği şampiyona<br />
olmuştur.<br />
2016<br />
15. Avrupa Futbol Şampiyonasına yirmi<br />
dört ülke katılım sağlayacaktır. Takım sayısı,<br />
UEFA’ya üye 53 ülkenin federasyonlarının ileri gelen<br />
yöneticilerinin oybirliği ile aldığı kararla, 16’dan 24’e<br />
çıkarılmıştır.
DEKORASYON<br />
TÜRKİYE’DE yapı marketlerinin çoğalmasıyla birlikte<br />
‘evdeki tadilat ve dekorasyonu kendin yap’ fikri kulağa hoş<br />
gelmeye başladı. Bu işler gerçekten eğlenceli. Fakat dikkat<br />
edilmezse hastanelik olabilir hatta ailenizin de sağlığını riske<br />
sokabilirsiniz. Mimar Funda Varlık ve İç Mimar Oya Çavdar,<br />
evinizde tadilat ve dekorasyon sırasında karşılaşabileceğiniz<br />
gizli tehlikeleri ve almanız gereken önlemleri sizler için<br />
kaleme aldı.<br />
EVİNİZİ BOYARKEN KANSER RİSKİNİ<br />
GÖZ ARDI ETMEYİN<br />
Evde kullanılan boyaların içindeki çözücüler ve bir<br />
takım uçucu organik bileşikler sağlığa zararlı kimyasallar<br />
içerir. Boyalar kururken bu kimyasallar havaya karışır ve<br />
tarafımızdan teneffüs edilir.<br />
Konut için günümüzde en çok kullanımda olan boyalar;<br />
plastik boyalar, su bazlı boyalar ve yağlı boyadır.<br />
Su bazlı boyalar akrilik esaslı. Alerjik ve koku hassasiyeti<br />
olan kişiler için üretilmiştir. Su ile inceltilebilmesi ve solvent<br />
salgılamaması önemli bir avantaj.<br />
Yağlı boyalar ise daha çok parlak görünüm için kullanılan<br />
boyalar. Boyanın eşit şekilde dağılması ve incelmesini<br />
sağlamak için çözücü yani tiner eklemek gerekiyor. Ve<br />
kuruması sırasında içerdiği kimyasalları ortama salgılıyorlar.<br />
Boyadan çıkan gazların solunması astım ve sinüs<br />
problemlerinin körüklenmesine neden oluyor. Boya<br />
yapılırken boya yapısında barınan kimyasal gazlar ve<br />
çözücüler açığa çıkmakta. Bunlar akciğerler tarafından emilip<br />
kan dolaşımına karışır. Baş ağrısı ve baş dönmesi yapabilir.<br />
Havalandırma olmayan bir odada uzun süre boya yaparsanız<br />
bayılmanıza bile neden olabilir.<br />
Bu tür uçucu karışımlar teneffüs edildiğinde, göz,<br />
burun ve boğaz rahatsızlıkları ortaya çıkabiliyor. Büyük<br />
miktarlara maruz kalındığında, hayvanlarla yapılan deneyler;<br />
bu kimyasalları doğuştan sakatlıklarla, kanser ve sinir<br />
EVDEKİ 8 GİZLİ TEHLİKE<br />
EVDE TADİLAT VE<br />
DEKORASYON YAPARKEN<br />
HASTANELİK OLMAYIN<br />
sisteminde oluşan zararlarla doğrudan ilişkilendirmiştir.<br />
Profesyonel boyacılar ne yazık ki büyük risk altındadır.<br />
Dünya Sağlık Örgütü’ne göre boyacıların özellikle akciğer<br />
kanseri olma riski normalden %20 daha fazla. Danimarka’da,<br />
uzmanlar uzun zaman boya ve çözücülere maruz kalanlarda<br />
“boyacı bunaması” dedikleri nörolojik durum tespit ettiler.<br />
Sheffield ve Manchester üniversitelerinin çalışmalarında<br />
düzenli olarak bu kimyasallara maruz kalan erkeklerin üreme<br />
problemlerine daha yatkın oldukları görüldü. Cilt üzerine<br />
bulaşan boya da alerjik döküntü gibi bir reaksiyona neden<br />
olabiliyor. Ama bunu ciltten çıkarmak için kullanılan tinerin<br />
ciltte yaratabileceği hasar çok daha vahim maalesef..<br />
SU BAZLI BOYALAR, SENTETİK<br />
BOYALARDAN DAHA AZ RİSKLİ<br />
ÇÖZÜM: Su bazlı boyalar, çözücü bazlı boyalardan daha<br />
az risklidir, kimyasal toksin içermez ve daha az kokarlar.<br />
Alternatif olarak uçucu organik karışım içermeyen ve<br />
kokusuz doğal boyaların denenmesi gerekmektedir.<br />
Doğal boyalar toksin salınımı yapmazlar. Fırçalar da su<br />
ile yıkanabildiği için ayrıca terebentin veya tiner kullanmayı<br />
gerektirmez. Boya yaptığınız odanın sürekli iyi şekilde<br />
havalandırılmasını sağlayın ve camları açık tutun. Sık sık<br />
temiz hava almak için dışarı çıkın, boya kuruyana kadar<br />
odaya girmeyin. Nefes filtreli maske kullanın. Solventler<br />
yüksek derecede yanıcıdır, boya tenekelerini ateşten<br />
uzak tutun. Yağlı boya bulaşmış bezler de kolaylıkla<br />
tutuşabilir. Kullandığınız boyalı bezleri, fırça ve ruloları, boya<br />
tenekelerini kimyasal atık olarak uygun şekilde yok edin.<br />
DUVARDAKİ ESKİ BOYAYI KAZIMAYIN,<br />
KURŞUN YAYILABİLİR<br />
Günümüzde kullanılmasa da eski evlerdeki boyayı<br />
duvardan kazıyarak sökerken kurşun yayılabilir ve bu da
27<br />
teneffüs edilebilir. Eskiden kurşun, boyaya renk katması<br />
ve daha çabuk kuruması için kullanılırdı. Kurşun vücutta<br />
birikir ve düşük IQ’ya ve çocuklarda davranış bozukluklarına<br />
neden olabilir. Duvarları kazırken küflerden çıkacak gazlar<br />
da o ortamda solunacaktır. Ardından ciğerlerde birikerek<br />
balgam, hırlama, nefes alma zorluğu ve potansiyel astım<br />
hastalığına neden olabilir. Evinizin yaşı boyada kurşun olup<br />
olmadığının ipuçlarını verir. Özellikle 1978 yılından önce<br />
inşa edilen binalarda istemeseniz de buna maruz kalırsınız.<br />
Kapılarda, çerçevelerde, radyatörlerde ve süpürgeliklerde de<br />
bulunabilir.<br />
ÇÖZÜM: Boya yaparken kurşunla baş etmenin en<br />
kolay yolu eski boyanızın üstünü modern yeni bir<br />
boya ile kaplamaktır. Bu kurşunun size zarar vermesini<br />
engelleyecektir. Eğer kurşunlu eski boyayı kaldırmaya<br />
ihtiyacınız var ise profesyonel yardım almalısınız. Böylece<br />
boya kaldırılırken boya partiküllerinin evinizin başka<br />
yerlerine yayılmasını da engellemiş olursunuz.<br />
YERLERİ ZIMPARALARKEN<br />
CİĞERLERİNİZ ZARAR GÖREBİLİR<br />
Zımpara işi kolaylıkla teneffüs<br />
edebileceğimiz ince tozlar meydana<br />
getirdiğinden ciğerlerimize zarar verebilir. Bu ince tozlar deri<br />
üzerinde de tahribat yapabilir.<br />
ÇÖZÜM: Bu işlem sırasında toz geçirmez maske ve<br />
eldiven kullanılmalı. Ya da ıslak zımpara yapmalı, bunun için<br />
de özel bir zımpara kağıdı kullanmalısınız. Bu daha az toz<br />
meydana getirecektir ve ciğerleriniz ve derinizin daha az<br />
etkilenmesine yardımcı olacaktır.<br />
CİLA YAPARKEN ÇOCUĞUNUZ ASTIM OLABİLİR<br />
Boyada olduğu gibi ahşap üzerinde<br />
kullanılan cilalar da uçucu organik maddeler<br />
içerir. Teneffüs edildiğinde baş ağrısı, göz,<br />
burun ve boğaz rahatsızlıklarına neden<br />
olabilir. Bu tür kimyasallara maruz kalmış çocukların astım<br />
olma riski diğer çocuklara göre dört kat fazladır. Hayvanlar<br />
üzerinde yapılan çalışmalarda bu maddelerin kanserle<br />
bağlantısı bulunmuştur.<br />
ÇÖZÜM: Odada camlar açık bir şekilde çalışın. Daha iyisi<br />
açık alanda solvente dirençli koruyucu eldiven kullanarak<br />
çalışın. Kimyasala maruz kalma sürenizi sınırlayın ve sık sık<br />
ara verin; yarım saatte bir temiz hava almak için dışarı çıkın.<br />
DUVAR KAĞIDI TUTKALI EGZAMAYI TETİKLER<br />
Duvar kağıdı tutkalları küfü önlemek<br />
için mantar ilacı içerir, bu da bazı kişilerde<br />
deri problemlerini ve egzamayı tetikler. Ve<br />
cilt bir kere alerjik reaksiyon gösterirse aynı<br />
ortama her maruz kaldığında bunu tekrar<br />
edecektir.<br />
ÇÖZÜM: Duvar kağıdı tutkalına temas etmemek için<br />
eldiven kullanınız. Daha da iyisi eğer mümkünse mantar ilacı<br />
içermeyen yapıştırıcı kullanmaya özen gösteriniz.<br />
CAM YÜNÜ CİĞERLERİNİZE<br />
VE BOĞAZINIZA ZARAR VERİR<br />
Yalıtım malzemeleri cam yününden<br />
oluşmaktadır, derinizin içine nüfuz<br />
edebilir ve zarar verir. Ayrıca teneffüs<br />
edildiğinde ciğerleriniz ve boğazınız da<br />
tehlike altındadır.<br />
ÇÖZÜM: Elleriniz ve cildiniz eldivenle, yüzünüz maske ve<br />
gözlükle korunmalıdır.<br />
YEMEKLERİNİZİN ÜZERİNE<br />
ÇÖKEBİLİR, YILLARCA<br />
VÜCUDUNUZDA KALABİLİR<br />
Duvardan duvara halılar yanmayı<br />
geciktirici madde içerebilir. Ürünleri<br />
yanmaz hale getirmek için kullanılan<br />
kimyasallar, insanlar ve yaban hayatı üzerindeki etkilerinin<br />
kaygılarından dolayı zaman içinde yasaklandı.<br />
Hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalarda meme<br />
kanseri ile bağlantılı olabileceği görüldü. Midyelerde ve<br />
deniz salyangozlarında kısırlık, farelerde ise düşüğe neden<br />
olduğu tespit edildi.<br />
Uzmanların insanlarda da aynı sonuçları doğuracağı<br />
ile ilgili ciddi kaygıları oluştu. Bromlu alev geciktiriciler<br />
bulundukları ortamda insanlar tarafından solunabilir hatta<br />
ev tozu ile karışıp yemeklerinizin üzerine çökebilir. Yağda<br />
çözülebilir olduklarından vücuttan atılmaları zordur ve<br />
yıllarca vücudumuzda kalabilir.<br />
ÇÖZÜM: Düzenli olarak evinizi süpürerek toz birikmesine<br />
engel olun. Yün, pamuk, jüt (hint keneviri) ve rattan gibi<br />
doğal ürünlerden yapılan halı satın almayı tercih edin.<br />
GÖZLERİNİZ, BURNUNUZ VE<br />
BOĞAZINIZ ZARAR GÖREBİLİR<br />
Çoğu ağartıcılar, küf ve kireç<br />
sökücüler Sodyum Hipoklorit adında<br />
bir kimyasalı içerir. Yüksek derecede<br />
yıpratıcıdır.<br />
Salgıladığı zehirli gazlar; gözler, burun ve boğaz için<br />
zararlı olabilir. Ağartıcı ve amonyaklı maddeler içeren<br />
ürünleri aynı odada kullanmak çok tehlikelidir. Bu karışım<br />
boğaza ve akciğerlere saldıran ölümcül bir gaz olan klorun<br />
açığa çıkmasına neden olur.<br />
ÇÖZÜM: Mümkün olduğunca çok pencere açarak odanın<br />
iyice havalanmasını sağlayın. Bir maske yardımı ile kendinizi<br />
açığa çıkan gazları teneffüs etmekten koruyun.<br />
Mimar Funda Varlık ve İç Mimar Oya Çavdar,<br />
son olarak dekorasyon ürünlerinin sağlık ve çevre<br />
unsurlarının düşünülerek dikkatle seçilmesi, bütün etiket<br />
ve açıklamaların okunması ve bir nevi ilaç kullanır gibi<br />
kullanılması gerektiği uyarısında bulundu.
SAĞLIK<br />
DİŞLER İÇİN<br />
10 YİYECEK<br />
EN ZARARLI<br />
SAĞLIKLI dişlere sahip olmak için günde 2 kere<br />
dişlerimizi fırçalamamız, diş ipi kullanmamız ve<br />
düzenli aralıklarla diş hekimi kontrolüne gitmemiz<br />
gerektiğini belirten Bağcılar Hospitadent Diş Hastanesi<br />
Başhekimi Diş Hekimi Oğuz Kara, “ Ancak bunun<br />
yanında hangi gıdaların dişlerimize ne kadar zarar<br />
verdiğini de bilmemiz gerekir. Özellikle dişler için<br />
en zararlı ve uzak durulması gereken şey yiyecek ve<br />
içeceklerin içerisindeki asittir. Asit, gıdaların içinde<br />
direk bulunabileceği gibi aldığımız besinlerdeki<br />
1<br />
SİGARA<br />
Diş ve diş<br />
etlerine zarar<br />
verir, ağız<br />
kokusuna<br />
neden olur.<br />
2<br />
ALKOL<br />
Tükürük<br />
ağızımızdaki<br />
plağın ve asidin etkisini<br />
azaltacak ilk savunmamızdır.<br />
Bu yüzden ağız kuruluğuna<br />
sebep olacak her şey diş için<br />
zararlıdır. Alkol de ağız<br />
kuruluğuna sebep olacağı<br />
için kullanılmaması<br />
gereken bir<br />
içecektir.<br />
3 MEYVE<br />
7<br />
SULARI<br />
PH’ı 7 den düşük olan<br />
gıdalar dişlere zarar<br />
verir. PH ‘I 2,5 olduğu<br />
için meyve suları da<br />
dişlere zararlıdır<br />
karbonhidratların ağızdaki bakteriler tarafından aside<br />
dönüşmesiyle de oluşur. Dişlere en çok zarar veren<br />
karbonhidrat ve asit içeren gıda ve içeceklerden<br />
mümkün olduğu kadar uzak durulması gerekmektedir”<br />
dedi.<br />
Bağcılar Hospitadent Diş Hastanesi Başhekimi Diş<br />
Hekimi Oğuz Kara,sağlıklı bir gülümseye sahip olmak<br />
için uzak durulması gereken 10 zararlı yiyeceği ve<br />
içeceği açıkladı.<br />
4<br />
5<br />
LİMON<br />
PH’ı 2<br />
olduğu için<br />
dişler için<br />
zararlıdır.<br />
KOLA<br />
En zararlı<br />
içeceklerden biridir.<br />
Çünkü hem fosforik<br />
asithem şeker<br />
hem de sitrik asit<br />
içerir.<br />
6<br />
ENERJİ<br />
İÇECEĞİ<br />
Sitrik asit ve şeker<br />
içerdiklerinden<br />
dolayı dişler için<br />
zararlıdırlar.<br />
YAPIŞIK<br />
GIDALAR<br />
(lokum, jeli bon vb.) :<br />
Tatlı şekerlemelerden<br />
daha zararlıdır. Çünkü<br />
daha fazla şeker verirler<br />
ve aynı zamanda sitrik<br />
asit içerirler.<br />
8<br />
9<br />
BUZ<br />
Buz çiğnemek iyi<br />
bir fikir değildir. Buz<br />
çok serttir. Eğer eski büyük<br />
dolgularınız varsa buz<br />
yediğiniz zaman çok kolay bir<br />
şekilde dişleriniz kırılabilir.<br />
Soğuk aynı zamanda<br />
dişlerinizin kamaşmasına<br />
sebep da olabilir.<br />
KURU<br />
MEYVE<br />
Kuru meyveler<br />
karbonhidrat ihtiva eder.<br />
Aynızamanda kuru meyveler<br />
yapışkanlığı sebebiyle ağız<br />
içinde daha uzun süre kalır.<br />
Sürekli kuru meyve yiyip<br />
dişlerinizi fırçalamamanız<br />
dişlerinizin çürümesine<br />
sebep olur.<br />
10<br />
BEYAZ<br />
EKMEK<br />
Tükürükte bulunan amiloz<br />
enzimi karbonhidratları<br />
şekere çeviren enzimdir. Fakat<br />
şekeri zararlı kılan şey ağızdaki<br />
bakterilerin şekeriyemesi ve asit<br />
ortaya çıkarmasıdır. Eğer ağızda<br />
hiç plak yoksa şekeri aside<br />
çevirecek ve diş çürüğü<br />
oluşturacak bir şey de<br />
yoktur.
29<br />
EKONOMİK SİSTEMLER NASIL ÇALIŞIR? (2.BÖLÜM)<br />
PİYASALARDAKİ ARZ-TALEP<br />
DENGESİZLİĞİNİN İKTİSADİ SONUÇLARI<br />
YAZI A.Taner AGÜN<br />
Her ekonominin belli ölçülerde karşılaştığı<br />
enflasyon/deflasyon, işsizlik, büyüme/resesyon<br />
ve cari açık (dış açık) gibi temel makroekonomik<br />
sorunlar çoğu zaman, karar alıcıların piyasalardaki<br />
iletişim eksikliklerinden ya da uyumsuzluklarından<br />
kaynaklanır. Başka bir deyişle, makroekonomik<br />
sorunlara, mikroekonomik alanda (piyasalarda)<br />
yaşanan arz-talep dengesizlikleri/şokları sebep olur.<br />
Ayrıca bir ülke ekonomisi diğer ekonomilerle ne kadar<br />
çok reel ve finansal ilişkiler içerisinde olursa, dış<br />
piyasalarda ortaya çıkan arz-talep dengesizliklerinden/<br />
dış ekonomik konjonktürden o kadar çok etkilenir ve<br />
iktisadi sorunları ithal etmiş olur. Bu durumları her bir<br />
piyasa özelinde açıklarsak;<br />
Yukarıda belirttiğim gibi ekonomilerin en temel<br />
sorunu kaynak kıtlığı olduğundan makroekonomik<br />
sorunların altında temel olarak faktör piyasalarındaki<br />
arz-talep uyumsuzluğu yatar. Bir ülkenin iktisadi<br />
kaynakları nitelik ve nicelik olarak ne kadar az ise<br />
(Faktör Arzı < Faktör Talebi) toplam üretim de o kadar
EKONOMİ<br />
düşük olacaktır. Yetersiz, ve etkin biçimde dağıtılamayan<br />
kaynaklar sebebiyle üretim yapılamaması, arz-talep<br />
dengesini arz aleyhine bozacak ve enflasyon sorunu<br />
yaşanacaktır. Çünkü kaynakların kıt olması onları daha<br />
pahalı hale getirecek bu durumda üretim maliyetleri<br />
artacak, firmalar da maliyet artışlarını fiyatlara<br />
yansıtacaktır (maliyet enflasyonu). Zaten arz ve talep<br />
arasındaki uyumsuzluğun ilk ve en belirgin göstergesi<br />
fiyatlardır. İktisadi büyümenin temel bileşenleri olan<br />
eğitimli emek (beşeri sermaye), sabit sermaye ve<br />
teknoloji ülkelerin kaderini belirler. Türkiye gibi beşeri<br />
sermaye birikimi yetersiz olan ve yatırım mallarıyla<br />
(sabit sermaye) teknolojiyi çoğunlukla ithal ederek<br />
üretim yapmaya çalışan ekonomiler uzun dönemde<br />
önemli yapısal sorunlara maruz kalırlar. Ayrıca Türkiye<br />
gibi yeterli düzeyde doğal kaynaklara (petrol, doğalgaz<br />
vs.) sahip olmayan ülkeler bu üretim faktörünü de<br />
hem tüketimde hem de üretimde kullanmak için ithal<br />
etmek zorundadırlar. Doğal kaynağı ve sabit sermayesi<br />
yeterli olmayan ülkelerin cari açık (X < M) sorunları da<br />
kronik bir hâl alır. Çünkü Türkiye gibi ihraç mallarının<br />
üretilmesi için enerji, sermaye ve teknolojiye ihtiyaç<br />
duyan ekonomiler bunları ithal edemedikçe ihracatlarını<br />
artıramazlar. İthalatın büyük bir kısmı bu pahalı<br />
faktörlerden oluştuğundan ihracatı artırmak istedikçe<br />
ithalat da artar ve cari açık sorunu süreklilik kazanır.<br />
Kısaca faktör talebinin faktör arzından fazla olması,<br />
yeterli üretim yapılamayacağından ülke ekonomisinin<br />
büyüyememesine, işsizliğe, enflasyona ve cari açığa<br />
sebep olacaktır. Ayrıca enerji maliyetlerinin yükselmesi<br />
1970’lerin başında dünya ekonomisinde gözlendiği gibi,<br />
aynı anda hem resesyona hem de maliyet enflasyonuna<br />
sebep olabilir (stagflasyon).<br />
Mal ve hizmet piyasalarında arzın, artan talebi<br />
karşılayamaması (AS < AD) ekonomide talep<br />
enflasyonuna sebep olabilir. Toplam talebin düşmesi<br />
ise resesyon ve deflasyon sorunlarını ortaya<br />
çıkarabilir. Çünkü düşük talep karşısında ürünlerini<br />
satamayan üreticiler, fiyatları daha da düşürecek ve<br />
bir sonraki dönem için de üretim motivasyonlarını<br />
kaybedeceklerdir. Bu durumda işten çıkarmalar<br />
da (işsizlik) artacaktır. Öte yandan, mal ve hizmet<br />
piyasasındaki aksaklığın ya da değişmenin müsebbibi<br />
–piyasadaki arz ve talep dengesizliği değil- direkt kamu<br />
sektörü de olabilir. Örneğin kamu harcamalarını artıran<br />
yani piyasadan mal ve hizmet talebini yükselten devlet<br />
bir süre GSYH’nin artmasına sebep olur. Ancak kamunun<br />
büyük miktarlı harcamaları genel fiyat düzeyinin<br />
artmasına ve dolayısıyla paranın fiyatı olan faizin<br />
de artmasına sebep olup özel sektörü (özel yatırım<br />
taleplerini) mal ve hizmet piyasasından dışlayabilir<br />
(crowding-out). Bu durumda uzun dönemde GSYH<br />
düşecektir. Mal ve hizmet piyasaları yabancı alıcı ve<br />
satıcılara da hitap etmektedir. Yabancılarla alışveriş, dış<br />
ticaret firmaların sorumluluğundadır. Dışa açık bir ülke<br />
ekonomisinin ihraç ettiği mallarına karşı talep esnekliği<br />
ne kadar yüksek, ithal ettiği mallara karşı kendi talep<br />
esnekliği de ne kadar düşükse cari açık o düzeyde<br />
yüksek olacaktır. Tabii ki dış ticaret, ülke gelirlerine<br />
de bağlıdır. İthalat yapan ülkelerin gelirleri ne kadar<br />
azalırsa, onlara mal satan ihracatçı ülkenin geliri de<br />
o kadar azalacak ve cari açık büyüyecektir. Cari açığı<br />
azaltmak isteyen hükûmetler, ihracat firmalarına vergi<br />
indirimi sağlama, lüks ithal mallarının gümrük vergilerini<br />
artırma gibi çeşitli politikalar uygulayabilirler.<br />
Makro sektörlerin finansal piyasalarda fon alışverişinde<br />
yaşadıkları aksaklıklar ya da amaç farklılığı<br />
da, makroekonomik sorunlara sebep olabilir. Örneğin<br />
–gerçekleşme sırasına göre açıklarsak- para arzının<br />
para talebini aşması (Ms > Md ) faizlerin düşmesine,<br />
yurtiçi ve ihracatçı firmaların yatırım taleplerinin<br />
artmasına, tüketimin artmasına ve sonuçta enflasyona<br />
yol açabilir. Para arzının azaltılması ya da faizlerin<br />
artırılması ise, tüketimin azalmasına, yatırım talebinin<br />
düşmesine ve dolayısıyla üretimin düşmesine<br />
(büyümenin azalmasına ya da daralmaya) ve işsizliğe<br />
sebep olabilir. Diğer yandan, reel faizlerin yükselmesi<br />
yabancıların tahvil, bono gibi enstrüman alımlarını<br />
(ülkeye sıcak para girişini) artırır. Sıcak para girişinin<br />
koşullara göre farklı sonuçları olabilir. Örneğin yüksek<br />
oranda finansal sermaye girişinin yaşandığı 2000’li<br />
yıllar Türkiye’sinde sıcak para girişiyle birlikte Türk<br />
Lirası (TL) yabancı paralar karşısında değer kazanmış,<br />
TL’nin değer kazanması döviz cinsinden borcu olan<br />
firmaların net değerini ve dolayısıyla yatırım taleplerini<br />
artırmıştır. Ayrıca değerli TL, sabit sermaye ithalatının<br />
ucuzlamasına, satın alım gücünün artması sebebiyle<br />
tüketimin artmasına ve dolayısıyla ekonominin<br />
canlanmasına sebep olmuştur. Ancak sıcak para<br />
girişinin (yüksek reel faiz-düşük kur) uzun vadeli<br />
sonuçları Türkiye için olumsuzdur. Türk Lirası’nın<br />
değerlenmesi, ihraç mallarının pahalılaşmasına yol<br />
açarak cari açığın artmasına sebep olmuştur. Sıcak<br />
paranın diğer bir olumsuz sonucu da kısa vadeli<br />
finansal sermaye akışkanlığının, Merkez Bankasının<br />
tam anlamıyla bağımsız bir para politikası uygulama<br />
becerisini zorlaştırmasıdır. Sonuçta, cari açığın artması<br />
ve iç tasarruf hacminin daralması gibi sorunlar üreten<br />
bu süreç, Türkiye’de iktisadi kaynakların etkin biçimde<br />
dağılımını bozarak özel sektörün dış borçlanmasına<br />
dayalı istikrarsız ve vasat bir büyüme trendi yaratmıştır.<br />
Şimdi de para piyasasında, reel döviz kurlarının
31<br />
yükseldiğini düşünelim. Bu durum, ithal sermaye<br />
(makine, aramalı, hammadde vs.) kullanan sanayilerde<br />
maliyetlerin artmasına sebep olacaktır. Döviz kurunun<br />
maliyetlere olumsuz etkisi fiyatlara yansıyacak ve<br />
enflasyon sorunu yaşanacaktır. Türkiye gibi yatırım<br />
mallarının (sabit sermaye) ve enerji ihtiyacının (doğal<br />
kaynaklar) büyük bir kısmını ithal eden ülkelerde<br />
ihraç mallarının üretimi de bu durumdan olumsuz<br />
etkilenecektir. Diğer yandan reel döviz kurunun<br />
yükselmesi yani yerli paranın değer kaybetmesi<br />
yabancılar için ihraç mallarını ucuz hale getireceğinden<br />
ihracatın artması gerekir. Ancak bahsettiğim yüksek<br />
maliyetler sebebiyle ihracatçı firmalar bunu<br />
başaramayabilir ve cari açık sorunu yaşanabilir. Basit<br />
bir ifadeyle bir ülkenin diğer ülkelerle olan reel ve<br />
finansal alış verişinde, sattığından daha çok satın<br />
alması ödemeler dengesinin bozulması anlamına<br />
gelir. Dolayısıyla cari açık bu bozulmanın sadece bir<br />
yüzüdür. Çünkü ülkeler yalnızca mal ve hizmet alış verişi<br />
yapmazlar; karşılıklı olarak reel yatırımlar (doğrudan<br />
yabancı yatırımlar -FDI) ve finansal yatırımlarda<br />
(portföy yatırımları) bulunurlar. İşte mal-hizmet vs.<br />
alış verişinden dolayı ortaya çıkan cari açık da; döviz<br />
borçlanması, FDI ve yabancıların portföy yatırımlarıyla<br />
finanse edilir.<br />
Ayrıca finansal piyasalardaki sığlık, uzun dönemde<br />
büyüme ve kalkınmayı engelleyen yapısal bir soruna<br />
dönüşür. Örneğin, Türkiye’de temel makroekonomik<br />
sorunlardan biri olan, iç tasarruf (S) miktarının düşük<br />
olması (Fon Arzı < Fon Talebi) sürdürülebilir büyümeyi<br />
olumsuz etkileyen yapısal bir sorundur.<br />
—<br />
Makroekonomik sorunlar da karşılıklı olarak<br />
birbirlerini etkileyebilir ve yeni sorunlar yaşanmasına<br />
sebep olabilir. Örneğin enflasyon, ekonomideki fiyat<br />
dengesini bozduğundan kaynakların dağılımında<br />
etkinsizliğe sebep olabilir. Dolayısıyla uzun dönemde<br />
enflasyon, ekonominin büyümesini engelleyebilir.<br />
Hükûmetler kısa dönemde enflasyon ve işsizlik arasında<br />
tercih yapmak zorunda kalabilirler (Phillips Eğrisi).<br />
Ancak uzun dönemde enflasyon ve işsizlik arasında<br />
bir değiş tokuş söz konusu değildir. Büyüme sorunu<br />
yaşayan ekonomilerde toplam üretim azaldığı ya da<br />
düşük seviyede olduğu için işsizlik sorunu da yaşanıyor<br />
demektir. Cari açık veren bir ekonomi, ihracatı aşan<br />
ithalat yoluyla sızıntı yaptığından, uzun dönemde<br />
büyüme sorunuyla karşı karşıya demektir. Ancak ilginç<br />
biçimde Türkiye örneğinde olduğu gibi, üretimleri<br />
faktör ithaline bağlı olan ülkelerde iç talep azlığından<br />
dolayı büyüme oranı düşerse, cari açık da düşme eğilimi<br />
gösterir. Çünkü yatırım motivasyonunun düştüğü bu<br />
durumda, toplam ithalatın büyük bir kısmını oluşturan<br />
yatırım (sermaye) malları ve petrol ürünleri ithalatı da<br />
düşecektir.<br />
PİYASA DIŞI İLETİŞİMİN İKTİSADİ SONUÇLARI<br />
Makroekonomik sorunların sadece piyasalar<br />
yoluyla ya da direkt olarak piyasalara yapılan devlet<br />
müdahalesiyle ortaya çıkmadığını göstermektedir.<br />
Kamu sektörü, piyasa dışında hane halkları ve iş<br />
dünyası sektörleriyle girdiği iletişim sebebiyle de<br />
ekonomik dengeleri değiştirebilir. Yani makroekonomik<br />
sorunlar bizzat hükûmetlerin piyasa dışında<br />
gerçekleştirdikleri vergi ve harcama politikalarından<br />
da kaynaklanabilir. Örneğin transfer harcamalarının<br />
azaltılması ve vergi oranlarının yükseltilmesi hem<br />
tüketimi hem de üretimi olumsuz etkileyerek resesyon,<br />
işsizlik ve deflasyon gibi sorunları ortaya çıkarabilir.<br />
Tabii ki piyasalardaki arz-talep uyumsuzluklarından<br />
kaynaklanan sorunları da devletin piyasa içinde ve/<br />
veya dışında kendisinin sebep olduğu sorunları da<br />
çözme sorumluluğu yine devletin/hükûmetlerin<br />
omuzlarındadır. Hükûmetler, piyasa içinde uyguladıkları<br />
para ve maliye politikalarının yanında, piyasa dışında<br />
uyguladıkları maliye politikalarıyla, ekonomik<br />
dengeyi ve gelirin adaletli biçimde yeniden dağılımını<br />
sağlamaya çalışırlar. Maliye Bakanlığı’nın yürüttüğü<br />
maliye politikası araçları; kamu harcamaları, vergiler<br />
ve devlet borçlarıdır. Merkez Bankasının para politikası<br />
araçları ise; faiz, zorunlu karşılıklar ve para arzı gibi<br />
değişkenlerdir. Kamu sektörünün yukarıda bahsedilen,<br />
özellikle kısa süreli iktisadi sorunları çözmek için<br />
başvurduğu iktisadi (para ve maliye) politikalarına<br />
istikrar politikaları, uzun dönemli ve arzı iyileştirmeye<br />
yönelik politikalarına da yapısal politikalar denir .<br />
Son olarak, “peki dünyada bu kadar iktisatçı<br />
varken, toplumların iktisadi sorunları neden bir türlü<br />
çözülemiyor?” diye sorabilirsiniz. Öncelikle iktisadi<br />
kaynaklar dünyanın sonuna kadar kıt olmaya devam<br />
edecektir. Uluslararası siyasi ve iktisadi ilişkilerin iç içe<br />
geçtiği günümüz ortamında, dünyanın nüfusu/ihtiyacı<br />
arttıkça kıtlığın şiddeti ve diğer iktisadi sorunların<br />
çeşitliliği/giriftliği de artacaktır. İktisadi sorunlar çok<br />
yönlü/çok değişkenli toplumsal olgular olduğundan,<br />
iktisatçıların her zaman aynı fikirde olmamaları bir<br />
yana, gelişmiş ekonometrik modellere sahip olmak da<br />
sorunları mutlak anlamda tespit etmeye ve çözmeye<br />
yetmez. Ayrıca ekonomilerin sorunlarını çözmeye<br />
çalışan ve son sözü söyleyen iktisadi politika yapıcıları<br />
iktisatçılar değil, farklı amaçları ve yetenekleri olan<br />
siyasi hükûmetlerdir.
PAMUKKALE - KARAHAYIT<br />
BİR DAĞIN ETEĞİNDEN İKİ SU ÇIKTI<br />
BİRİ BEYAZA BOYADI,<br />
BİRİ KIRMIZIYA...
33<br />
YAZI ve FOTOĞRAFLAR MEHMET ÖREN<br />
ÇÖKELEZ DAĞI’nın eteklerinde yaşayan bir oduncu<br />
ile her yeri çıban ve sivilceli bir kızı varmış. Kız, bu<br />
yüzden aynaya bile bakamaz, durgun sularda kendini<br />
seyredemez, utandığından kimselere görünemezmiş.<br />
Yolda ona rastlayanlar da yolunu değiştirirlermiş.<br />
Oğlan anaları, “Aman çirkin kız, Allah oğlumu senden<br />
esirgesin” diye dua ederlermiş, çirkin kızı her<br />
gördüklerinde. Ama bu çirkin kızın altın gibi bir kalbi<br />
varmış. Altın kalpli çirkin kız, çirkinliğine ve insanların<br />
ona reva gördüğü haksızlıklara hiç alışamamış. Bir<br />
gün çirkin kız çıkmış Çökelez Dağı’nın en tepesine ve<br />
kendini bırakmış aşağıya. Yuvarlana yuvarlana dağdan<br />
çıkan ve her tarafı beyazlara bürüyen suların içine<br />
düşmüş. Uzunca bir zaman suların içinde kalmış. Onu<br />
Çökelez Dağı’nda keklik avlamaya çıkan beyin oğlu<br />
bulmuş. Birde bakmış ki, su birikintisinin içinde sırma<br />
saçlı, güzel yüzlü bir kız. Onu alıp bir ağacın gölgesine<br />
yatırmış. Bir süre sonra kendine gelen oduncunun<br />
kızı “Ben ölmedim mi” diye ağlamaya başlamış.<br />
Neden ölmek istediğini sormuş beyin oğlu. Kız, çirkin<br />
olduğunu, bu nedenle herkesin kendisiyle alay ettiğini<br />
söylemiş.<br />
Bey oğlu, “Sen mi çirkinsin oduncu güzeli? Eğil<br />
suda kendine bir bak, senden güzeli var mı?” deyince,<br />
korkarak sudaki silüetine bakmış. Bir de ne görsün...<br />
Sivilceli, her tarafı yaralardan geçilmeyen kız gitmiş,<br />
onun yerine dünya güzeli kız gelmiş. Meğer, Çökelez’in<br />
taşlarını Pamukkale yapan sırlı sular, oduncunun kızını<br />
da eşi bulunmaz bir güzele çevirmiş.” Masalı anlatan<br />
söylemedi ama bütün masallardaki gibi beyin oğlu,<br />
muhtemelen bu oduncunun kızıyla evlenmiştir.<br />
Efsane böyle olunca o günden beri özellikle kadınlar<br />
şifa bulmak için Pamukkale’nin sularına akın akın<br />
gelmişler. Travertenlerin beyaz görüntüsü ve dağıttığı<br />
şifa dilden dile dolaşmış. Çevresindeki oteller yıkılınca<br />
Pamukkale şimdilerde beyazlığını yeniden kazanmaya<br />
başladı. Yeni yeni oluşan travertenlerle daha geniş bir<br />
alana yayılmış durumda.<br />
Oduncunun kızı Karahayıt’a da düşmüş mü bilinmez<br />
ama en az Pamukkale kadar ilgi çeken bir kaplıca<br />
daha var, Pamukkale’nin hemen yakınında. Kırmızı<br />
su travertenleri 60 derece sıcaklıkta çıkan termal su<br />
çevresinde oluşmuş. Kırmızı su travertenleri yaklaşık
PAMUKKALE - KARAHAYIT<br />
500 m² lik bir alandadır. Termal suyun içindeki<br />
maden oksitleri nedeniyle kırmızı, yeşil ve beyaz<br />
renkli traverten tabakaları oluşturmaktadır.<br />
Karahayıt’da ki termal kaynakların romatizma, kalp,<br />
damar sertliği, tansiyon ve deri rahatsızlıklarına<br />
iyi geldiği ifade ediliyor. Su ılık içildiğinde spazmlı<br />
mideleri rahatlattığı, idrar yolu iltihaplarında etkili<br />
olduğu ifade ediliyor.<br />
Pamukkale’deki oteller yıkılınca otellere<br />
Karahayıt bölgesi turistik tesis yapımına açılmış<br />
durumda. Bölgedeki bazı oteller, termal tedavi<br />
konusunda eğitim almış uzman personeliyle sağlık<br />
turizmine yönelik faaliyetlerini sürdürüyor.<br />
Bir yanda bembeyaz gelinlikler gibi Pamukkale,<br />
diğer yanda geçtiği her yeri kızıla boyayan kırmızı<br />
sularıyla Karahayıt. Yazın daha kalabalık, daha<br />
şenlikli olur buralar. Ama bana kalırsa son bahar en<br />
iyisi sıcak sulardan daha fazla yararlanmak için.<br />
TRAVERTENLER, çeşitli nedenlere ve ortamlara bağlı, kimyasal reaksiyon sonucu çökelme ile<br />
oluşan kayalardır. Pamukkale termal kaynağını meydana getiren jeolojik olaylar geniş bir bölgeyi<br />
etkiliyor. Bölgede sıcaklıkları 35-100 C arasında değişen 17 sıcak su alanı var. Kaynak, antik<br />
dönemlerden beri kullanılıyor. Termal su kaynaktan çıktıktan sonra, uzun bir kanal ile traverten<br />
başına gelerek, çökelmenin olduğu traverten katkatlarına dökülüyor. Kaynaktan çıkan sıcak<br />
yüksek miktarda Kalsiyum Hidro Karbonat bulunan suyun havadaki oksijen ile teması sırasında<br />
Karbondioksit ve Karbonmonoksit uçarak, kalsiyum karbonat çökelmekte ve zaman içinde<br />
sertleşmekte ve travertenler oluşmaktadır. Beyazlığın oluşumunda, hava şartları, ısı kaybı, akışın<br />
yayılımı ve süresi etkilidir. Termal sudaki karbondioksit ile havadaki karbondioksit dengeye<br />
gelene kadar, çökelme devam etmektedir.
35
DÜNYA ŞEHİRLERİ<br />
Santorini, Fira ve Oia<br />
Bugün Sophia Loren ile birlikte Brad Pitt & Angelina Jolie çiftinin de ev sahibi<br />
olduğu bu köy halen popülaritesini tüm hızıyla sürdürmektedir. Internet<br />
üzerinde Yunanistan diye bir araştırma yapıldığında rastlanacak ilk resimler Oia<br />
Köyü’nün mavi kubbeli şapellerinin resimleridir. Sadece Yunanistan’ın değil,<br />
dünyanın en çok ziyaret edilen yerlerinden birisidir Oia Köyü.<br />
YAZI - FOTOĞRAFLAR AYNUR GÜLEÇAL
37<br />
Yunanistan’ın meşhur adası Santorini’ye arabayla gidiyoruz<br />
kemerlerinizi bağlayın uzun bir yol sizi bekliyor. İlk varış yeri<br />
Atina. Mesafe 1135 km. Arabada şoför sayısı 2. Gün ağarmadan<br />
yola çıkılır bu saatler en sevdiğim saatlerdir. İstanbul sessizdir,<br />
gökyüzü farklı bir tondadır, hava estirir, ezan sesi ürpertir.<br />
Vakit erken olduğu için İpsala sınırından çok rahat geçilir.<br />
Yolumuz otoban. Vur kendini aşağıya Kavala iline kadar<br />
dümdüz bir yol. Kavala’dan Selanik (Thesalloniki) tabelasını<br />
takip et. Daha sonra sırayla Katerini, Lamia merkezlerini geç,<br />
bu kısım yazlıkların olduğu bir bölge, kalabalıklaşır hareket<br />
başlar, sonra ver elini Atina! Yolda araç sayısı az, sol şerit<br />
boş. Yolculuk boyunca sol şeritte giden araba göremedim.<br />
34 plakalı aracımız alışkanlıkla sol şeritte kaptırır, selektör<br />
yapmayı, kornaya basmayı özlemeden ilerler rahat bir yolculuk<br />
olur. İstanbul-Antalya 730 km arabayla gidildiğinde sersemletir<br />
Atina yolu ise şaşırtıcı bir şekilde kolay, yol alma süresini<br />
kısaltır. Yurdumun otobanından başka bir farkı çok sık paralı<br />
geçiş olması gişe sayısı fazla. Yine mi? Yine mi? Dedirten<br />
cinsten. Sanırım bu nedenle kullanılmıyor olabilir otoban sakin.<br />
Atina’ya vardığımızda Mikanos adasına gidecek olan<br />
İstanbullu arkadaşlarımızla buluşuyoruz. Atina’yı değil ama<br />
insanlarını sevdim, halk olarak çok benzetiyorum bize. Saat<br />
gece yarısı olduğunda Santorini adasına geçmek için feribot<br />
bileti alınmadığı hatırlanır.<br />
PİRE LİMANINA VARIŞ<br />
Şaşırıyorum, denizcilik gelişmiş, limanda bir koşuşturma<br />
mevcut, her milletten insan var, çekçekli valizleriyle gemilere<br />
inenler, çıkanlar, liman ve çevresi ışıl ışıl, tatil heyecanı sarıyor<br />
beni. Blue Star Delos feribot gişesi kapanmış sabah erkenden<br />
açılmasını bekleyeceğiz. Otele gidip uyumak istemiyorum Atina<br />
sokaklarında kaybolarak açık mekanlarda geceleyip birer birer<br />
kapatıyoruz mekanları.<br />
Yabancısı olduğumuz bu şehirde sabah 7’deki Pire-Santorini<br />
arabalı feribota biletlerimizi ayarlıyorum. Arabayla feribota<br />
binerken Santorini telaffuzumdan Türk olduğumu anlayan<br />
Dedeağaçlı Türk görevli “gil, gil” (gel-gel) diyerek arabamıza yol<br />
gösteriyor ardından “hepimiz Mehmetçiğiz “ diyor.<br />
Araba yolculuğumuz süresi kadar daha yol gideceğim ve<br />
yorgunum. Akıllık edip kabinli bilet alıyorum. Hemen odama<br />
çıkıyor yatağa atıyorum kendimi. Başka yunan adalarına<br />
uğrayıp yolcu indiriliyor bindiriliyor hiçbirini görmüyorum<br />
yorgunluktan uyuyorum ta ki kapım yumruklanana kadar.<br />
İngilizce bilmeyen görevli yunanca hararetli bir şeyler anlatıyor.<br />
Santorini Adası’na varış.<br />
Bundan sonrası çok kolay adada yaşayan tek Türk<br />
arkadaşımız Aytunç Yıldız var. Adaya gelmeden ne okuduk, ne<br />
araştırdık, ne inceledik, ne program, ne yer ayırttık, İstanbul’da<br />
ki kariyerini bırakıp ani bir kararla rehberlik yapmaya başlayan<br />
daha sonra Santorini’de yaşamaya başlayan arkadaşımız Aytunç<br />
Yıldız bizim için her şeyi ayarlamış. Otelimiz Oia köyünde.<br />
(Adanın en güzel yeri.) Renkli rehberimiz varken Santorini’yi<br />
anlatmak bana düşmez. Adayı Aytunç’un kaleminden<br />
aktaracağım. O kadar güzel anlattı ki, gezdirdi ki bir şeyleri<br />
atlamak istemiyorum. Enfes tarih bilgiyle, muhabbetiyle,<br />
neşesiyle tatilimize başka bir boyut kattı. Sevgili arkadaşımızın<br />
Santorini ile buluşması okuduğu bir kitapla başlamış olaylar<br />
tesadüfler silsilesiyle şu anda Santorini de yaşayan tek Türk<br />
kendisi.<br />
SANTORİNİ’DE YAŞAYAN<br />
TEK TÜRK AYTUNÇ YILDIZ ANLATIYOR<br />
Adanın naçizane tavsiyelerim üzerine gezilecek yerlerine<br />
göz atarsak, elbette ki en önemli iki yer Fira ve Oia köyleridir.<br />
Fira zaten adanın merkezidir ve resmi adıdır. Örneğin, uçak<br />
bileti alırken Santorini seçtiğinizde Fira (Thera) Havalimanı<br />
karşınıza çıkar.<br />
Oia Köyü; anlatılmaz, yaşanır. Dünyanın en çok fotoğraf<br />
çekilen yerlerinden birisi olmakla birlikte, Santorini’nin<br />
bugünkü popülaritesinde %100 katkısı olan yerdir. Hatta<br />
“Santorini’yi Santorini yapan Oia Köyü’dür!” dersek yanlış<br />
olmaz. Çünkü Oia Köyü olmazsa Santorini bugünkü Santorini<br />
olamazdı.<br />
19. yüzyılda Oia Köyü popülerliğini kazanmaya başlamıştı.<br />
Gemi kaptanları buradaki Cave House (Mağara Ev)’lara<br />
yerleşmeye başlamıştı olağanüstü manzarasından dolayı.<br />
1950’li yıllarda turizmin başlaması, 1960’lı yıllarda buradaki<br />
Cave House’ların yavaş yavaş otele dönüşmesine sebep<br />
olmuştur. Buradaki olağanüstü atmosferi keşfeden turistlerin<br />
adaya gösterdikleri yoğun ilgi, adanın tarıma ve balıkçılığa<br />
dayalı hayatının turizme yönelmesine sebep olmuştur.<br />
Bugün Sophia Loren ile birlikte Brad Pit & Angelina Jolie<br />
çiftinin de ev sahibi olduğu bu köy halen popülaritesini tüm<br />
hızıyla sürdürmektedir. Internet üzerinde Yunanistan diye bir<br />
araştırma yapıldığında rastlanacak ilk resimler Oia Köyü’nün<br />
mavi kubbeli şapellerinin resimleridir. Sadece Yunanistan’ın<br />
değil, dünyanın en çok ziyaret edilen yerlerinden birisidir<br />
Oia Köyü. Beyaz mermer yürüyüş yolları, merdivenlerle inilen<br />
yamaçları, sanat galerileri ve elbette yerel halkın katkıları ile bir<br />
estetik abidesi olarak karşımıza dikilmektedir.<br />
Romantik çiftlerin ya da balayı çiftlerinin en çok tercih<br />
ettiği yerlerden birisi olan Oia Köyü’nde Caldera manzaralı<br />
cafe ve restoranlarında yemek yemek ve bir kadeh şarap<br />
içmek en önemli ritüellerdendir. Tüm Ege Denizinde olduğu<br />
gibi, tadına doyulmaz bir günbatımı sunmaktadır Oia Köyü.<br />
Özellikle buradaki günbatımı, bir başka ritüeldir. Genellikle<br />
köyün en ucundaki Lotza Kalesi’nden izlenir ve güneş<br />
alkışlarla uğurlanır yeni geleceği bir sonraki gün için. Her<br />
akşamüstü, birçok grubun otobüslerle bu günbatımına şahit<br />
olmak için geldiklerini göreceksiniz. Eğer yüksek sezonda<br />
Santorini’deyseniz, günbatımı için yerinizi önceden almanız<br />
gerekir. Çünkü buradaki günbatımı başka hiç bir yere<br />
benzemediğinden, ilgisi de aynı orandadır.<br />
Caldera Koyu’na bakan yamaç evlerin balkonlarında ya<br />
da havuzlarında güneşlenenler, yollarda ellerinde kamerayla<br />
görüntü alanlar, bir restoranda oturup manzaranın keyfini<br />
çıkaranlar… Dünyanın her yerinden insanların gelip buluştuğu<br />
bir yerdir yaşadığım Oia Köyü. Santorini’nin merkezi Fira<br />
Köyü’dür fakat kalbi Oia Köyü’dür. Mavi kubbeli beyaz şapelleri
DÜNYA ŞEHİRLERİ<br />
ile Yunan Bayrağının sembolü olmuş, bir Kiklad<br />
Adasından farklı bir atmosferdir.<br />
Doğal güzelliği ve romantizmiyle dikkatleri<br />
çeken bu köy elbette ki romantik çiftlerin<br />
dikkatini de çekmekte gecikmemiştir. Bu büyüsü<br />
ile Santorini evlilik ve balayı konusunda da<br />
dünyanın en popüler yerlerinden birisi olmayı<br />
başarmıştır. Her yıl dünyanın her yerinden bini<br />
aşkın çift evlenmek ve balayılarını geçirmek için<br />
bu adaya gelirler. Özellikle yüksek sezon olan<br />
temmuz ve ağustos aylarında hergün birkaç evlilik<br />
törenine denk gelebilirsiniz. Olağanüstü büyüsü<br />
ve romantizmi sebebi ile Oia Köyü evlenmek<br />
için en çok tercih edilen yerdir. Hem Caldera<br />
manzaralı muhteşem evlendirme dairesi ile, hem<br />
de muhteşem atmosferi ile çiftler için en önemli<br />
seçenek olma özelliğini yıllardır korumaktadır.<br />
Burada evlenmek isteyen çiftler 5-6 ay öncesinden<br />
rezervasyonlarını yaptırırlar ki özellikle günbatımı<br />
rezervasyonları birkaç yıl önceden dolmaktadır.<br />
A.Güleçal- Oia Köyü’nde akşam yemeği mekânı<br />
tavsiyesi için araya gitmek istiyorum. (Bu tavsiyeler<br />
Aytunç Yıldız sayesinde keşfedilmiş denenmiş<br />
beğenilmiştir) Blue Sky Restaurant Oia Köyü.<br />
Bir akşam Aytunç Bey’in davetlisi olarak gittik.<br />
Çok neşeli bol muhabbetli bir akşamdı mekan<br />
sahiplerine bayıldım. Özellikle bayan olanı Türk<br />
dizilerini seyrederek Türkçeyi epey geliştirmiş Türk<br />
hayranıdır.<br />
Thera Köyü ise (Thira ya da Osmanlı döneminde<br />
çağırıldığı adıyla Fira Köyü) adanın merkezi<br />
olduğu için adadaki her yere ulaşımı buradan<br />
sağlayabilirsiniz. Fira köyünde hayat 24 saat<br />
sürmektedir. Gece hayatının tüm sezon boyunca<br />
aktif olduğu merkezdir. Elbette ki yazın turistlerle,<br />
kışın da yerlileriyle aktif bir yaşamı bulunmaktadır.<br />
Burada yaşayan insanlar çoğunlukla yaz sezonunda<br />
çalıştıklarından dolayı fazla ortalarda görülmezler.<br />
Sezon sona erdiğinde ancak ortaya çıkmaya<br />
başlarlar ve Fira’nın merkezindeki cafelerde ve<br />
restoranlarda görülürler. Bu bakımdan Fira, yazın<br />
turistlerle, kışın da adanın yerelleri ile her zaman<br />
aktif bir hayat önermektedir. Kışı Santorini’de<br />
geçiren bizim gibi yereller Kamari Plajında bile açık<br />
olan cafelere gideriz ve arkadaşlarımızla hoş vakit<br />
geçiririz.<br />
Oia Köyü, Fira Köyü’ne araçla ortalama yarım<br />
saat (hatta trafik yoksa 15-20 dakika) mesafededir.<br />
Fira’dan otobüsle Oia’ya geçebileceğiniz gibi,<br />
dileyenler taksiyle de gelebilirler. Araba kiralamak<br />
da makul yollardan birisidir.<br />
A.Güleçal- Fira denince aklıma güneşi<br />
batırmamız bekleyişimiz geliyor. Bir de Nicolas’ın<br />
yeri. Küçük bir dükkân küçük bir kuyruk sonrası<br />
masanıza oturabiliyorsunuz şirin lokantada yemek<br />
yemeden dönmeyiniz.<br />
Bir diğer görülmesi gereken yer, Oia<br />
Köyü’nün hemen yanında bulunan Ammudi’dir.<br />
Haritada çok belli olmamakla birlikte, Oia’dan<br />
Ammudi’ye geçmek arabası olmayanlar için<br />
biraz yorucu olabilir. Ammudi, özellikle akşam<br />
yemeği için tavsiye edilen bir yerdir. Çok güzel<br />
sahil tavernalarıyla oldukça renkli bir yerdir ve<br />
geleneksel Yunan Yemekleri’ni bulabileceğiniz en<br />
güzel yerdir. Bu bakımdan en azından Ammudi’de<br />
bir akşam yemeği yemenizi tavsiye ederim.<br />
A.Güleçal-Sevgili Aytunç’un tavsiyesiyle<br />
Ammudi de Katina adlı restoranda bir akşam<br />
yemeği yedik tadı damağımızda kaldı. Gezilerden<br />
aklımda kalan yemekler olması da ilginç. En güzel<br />
sohbetler leziz yemek eşliğinde masa başında olur<br />
diyerek kıvırayım.
39<br />
A.Yıldız- Adanın en önemli yerlerinden birisi, adanın en<br />
güneyinde bulunan Akrotiri’dir. Burası adanın tarihi bölgesi<br />
olup MÖ.1650 yılında gerçekleşen patlamadan önce bu<br />
adada yaşayan Minos Uygarlığının izlerinin “bozulmadan”<br />
görülebileceği bir yerdir. Bozulmamıştır, çünkü lavların altında<br />
kaldığı için korunmuştur. İlginç olan ise, o tarihte mümkün<br />
olmayan bir medeniyete ulaşılmış olunmasıdır. Kazılarda<br />
içlerinde “kanalizasyon sistemi” bulunan 3-4 katlı evler<br />
bulunmuş ve bu evlerin içindeki yatakların boylarının 1.20 –<br />
1.50 metre arasında oldukları tespit edilmiştir. Restorasyon<br />
sebebi ile uzun bir süredir kapalı olan Akrotiri, içinde<br />
bulunduğumuz 2012 yazında tekrar ziyarete açılmıştır. Ziyaret<br />
edenler Aktorini’nin sessizliği ve gizeminden eminim çok<br />
etkilenecektirler. Deniz-Kum-Güneş severler için en önemli<br />
alternatifler Perissa ve Kamari plajlarıdır. Kamari daha çok<br />
tercih edilendir ancak Perissa da bir o kadar güzel bir plajdır.<br />
Buna ilaveten, adanın en güzel plajı Akrotiri’dedir. Burada kızıl,<br />
beyaz ve kara plajları yan yana bulabilirsiniz. Ancak Akrotiri<br />
ulaşım açısından çok kolay değildir. Otobüsle 45 dakikalık<br />
bir yolculuğu takiben bir de yürünmesi gereken 200 metre<br />
civarında bir yol bulunmaktadır. Tüm bu plajlarda şezlong ve<br />
şemsiye de kiralayabilirsiniz. Fiyatları sezona göre değişmekle<br />
birlikte ortalama 8 Euro civarındadır. Yine Fira’dan bu plajlara<br />
otobüsle rahatlıkla ulaşabilirsiniz.<br />
İlyas Peygamber tepesi, adanın en yüksek noktasıdır.<br />
567 metre yüksekliğindedir ve imkanı olanlar için kesinlikle<br />
görülmesi gereken bir yerdir. Buradan adayı izlemek sizleri<br />
gerçekten başka duygular içine sokacaktır ki fotoğraf severlerin<br />
alacağı hazzı anlatmak mümkün değildir.<br />
Öncelikle Santorini hakkında en önemli noktaya<br />
değinmemiz gerek. Bu ada sürprizlerle doludur ve her an<br />
karşınıza sizi şaşırtacak bir şey çıkabilir. Santorini’nin şarapları<br />
da böyle bir şeydir, bu adadan beklenmeyen ve bir o kadar<br />
da yüksek aromalı. Öyle yüksek aroma içermekte ki, %13<br />
alkol oranı ile üretilmekte. Elbette bunun belli sebepleri<br />
bulunmaktadır. Bu açıdan açıklamakta fayda bulunmaktadır.<br />
Santorini, üzüm bağları ile dolu bir ada. Bunun dışında<br />
adada antepfıstığı, küçük domates, beyaz patlıcan gibi<br />
başka ürünler de yetişmekle birlikte başlıca ürünü, adanın<br />
üzümlerden elde edilen şaraplarıdır.<br />
Santorini gibi su sorunu olan kurak bir yerde bu üzüm<br />
bağları nasıl sulanır? Akla gelecek en önemli sorunun tek<br />
bir cevabı vardır; Tabiat Ana! Adada baraj ya da su kaynağı<br />
olmaması, gerek üzümler gerek diğer tarım ürünlerinin<br />
yetişmesi açısından ciddi bir sorun teşkil ediyor olsa da, adanı<br />
doğası bu soruna ilginç bir çözüm getirmiş. Caldera Koyu,<br />
korunaklı olduğundan adanın aşırı rüzgârından nispeten<br />
az etkilenmektedir. Bu sayede, koydaki sıcaklık adanın<br />
diğer bölgelerine göre daha yüksektir ve lise derslerinde<br />
gördüğümüz üzere “ısınan hava yükselir” mantığı ile, koyda<br />
biriken nem yükselir ve geceleri üzümlerin üzerine yağar. Bu<br />
sayede üzümler, bu gece yağan nem ile beslenir ve ilave suya<br />
ihtiyaç duymadan büyüyebilirler.<br />
Santorini Adasının bir diğer turistik argümanlarından<br />
birisidir Santorini’nin eşekleri. Bu eşeklerin bile bir hikayesi var<br />
ve bu hikaye onları bu kadar popüler hale getirmiştir.<br />
Adanın en büyük felaketi MÖ.1650 yıllarında gerçekleşmiş<br />
büyük volkanik patlamadır. Bu dönemde adada yerleşik<br />
olan Minos uygarlığına ait kalıntılar Akrotiri bölgesinde<br />
sergilenmektedir. Adanın şahit olduğu ikinci büyük felaket ise<br />
1956 yılı depremidir.<br />
1956 yılındaki bu depremden önce ada balıkçılık ve tarımla<br />
geçinen, yolu olmayan, yaklaşık 30.000 kişinin yaşadığı bir<br />
adaydı. Bu dönemde adanın tek ulaşım aracı eşeklerdi ve<br />
sadece patika yolları bulunmaktaydı. Hatta adanın en zenginleri<br />
bu eşeklerin sahipleriydi. Dönem itibarı ile anneler kızlarını<br />
dışarı gönderirlerken “Don’t kiss more than a man (Bir erkekten<br />
daha fazlasını öpme)” diye tavsiyede bulunurlardı.<br />
1956 yılında gerçekleşen büyük depremde adanın<br />
%70’i yıkıldı. Bu depremden sonra adanın yerleşiklerinin<br />
çoğu Atina ve belli başlı bölgelere göç etti ve adanın nüfusu<br />
5.000’lere kadar düştü. Ada için gerçekten yeni bir büyük<br />
felaket olan bu deprem aslında adanın kaderini de yeniden<br />
değiştirmiştir. Çünkü ada yeniden imar edilirken, adaya yollar<br />
yapılmaya başlandı. Bu yollarla birlikte araçlar da adaya<br />
gelmeye başladılar. Yine aynı şekilde, adada 2 kattan yüksek<br />
yapım yasaklandı ve mimarı olarak sadece “Kiklad mimarisi”<br />
öngörüldü. Bu sayede ada bugünkü şeklini kazanmaya<br />
başlamakla birlikte, adanın eşeklerinin önemi yapılan yollar<br />
ve arabaların adaya gelmeye başlaması ile giderek azalmaya<br />
başladı.<br />
Rehberlik hayatımda çok yer gördüm. Ancak Santorini’nin<br />
yeri bir başka oldu hep benim için. Her gelişim benim için ayrı<br />
bir heyecana sebep olmuştu. Şu an bu adada yaşamanın verdiği<br />
hazzı size tarif etmem mümkün değildir. O yüzden her zaman<br />
söylüyorum: Yolunuz bir gün Santorini’ye muhakkak düşecek ve<br />
ben her yolu düşenle burada buluşacağım!
TARİH<br />
PERİKLES’İN<br />
CENAZE<br />
TÖRENİ<br />
SÖYLEVLER<br />
Demokrasiye Övgü<br />
Thukydides’in Peloponnesos Savaşının Tarihi’nden<br />
Perikles’in Cenaze Töreni Söylevi<br />
Perikles İ. Ö. 495’te Atina’nın soylu bir ailesinde<br />
dünyaya gelmiştir. Annesi, anayasada büyük demokratik<br />
reformlar yapan Kleisthenes’in yeğeniydi. Perikles<br />
genç yaşında demokratik partinin önderi olarak<br />
siyasete girdiği zaman, aristokrasinin geleneksel<br />
kalesi olan Areiospagos adlı yukarı meclis, zaten<br />
yetkilerinden çoğunu beşyüzler kuruluna, halk meclis<br />
ve mahkemelerine kaptırmış bulunuyordu. O da<br />
demokratik programı daha ileri götürmüş, orduyu<br />
profesyonelleştirmiş, bütün jüri ve meclis üyelerini<br />
kurayla seçilen ücretli devlet memurları haline<br />
getirmiştir. Eski erdem anlayışlarını değiştirmiş,
41<br />
toplumsal hizmetleri geliştirmiştir. Perikles’in devleti,<br />
yoksulların tiyatro paralarını bile öder olmuştur. Güzel<br />
sanatlara yardım etmiş, Akropolis’teki Parthenon<br />
onun zamanında dikilmiştir, süslemelerini de dostu<br />
heykeltıraş Phidias’a yaptırmıştır. Perikles bunlar için<br />
gerekli parayı yayılımcı ve emperyalist bir dış politika<br />
güderek, bu arada Delos-Attika birliği hazinesini<br />
Atina’ya aktarmakla sağlamıştı. İ. Ö. 450’den itibaren,<br />
Perikles’in yönetimindeki yeri öylesine sivrilmişti ki,<br />
sonradan Thukydides bu dönem Atinasının sözde bir<br />
demokrasi olduğunu, aslında her şeyi bir numaralı<br />
yurttaşın yürüttüğünü söyleyecekti.<br />
Atina’ya “Altın Çağı”nı yaşatan Perikles’in ömrünün<br />
son yılları, bir yandan Atina’nın başarılarını kıskanan<br />
Sparta’nın tehdidi, bir yandan da halkın bağnazlığı<br />
yüzünden çeşitli sıkıntılar içinde geçmiştir. Sonunda<br />
Peloponnesosluların Atina’ya karşı açtıktan savaşın<br />
üçüncü yılında baş gösteren veba salgını Perikles’i de<br />
ölüme sürüklemiştir. (İ. Ö. 429).<br />
Savaşta ölenler için yapılan geleneksel konuşmada<br />
öz söyleme vakti gelince mümkün olduğu kadar çok<br />
kimsenin sesini işitebilmesi için mezarlığın önünde<br />
kurulmuş olan yüksek bir kürsüye çıkan Perikles şunları<br />
söyledi: “Başka ulusların yasalarına bakarak kurulmamış<br />
olan bir idare şeklimiz var; başkalarını taklit etmek<br />
şöyle dursun, biz kendimiz başkalarına örnek oluyoruz.<br />
İdare şeklimizin adı Demokratia’dır. Bu ad ona bir kaç<br />
kişiye değil, bütün yurttaşlara dayandığı için verilmiştir.<br />
Yasalarımız kişisel işlerde herkese aynı hakkı veriyor;<br />
devlet işlerinde herkesin alabileceği yer şu veya bu<br />
soydan oluşuna değil, gösterdiği yüksek yetenekle<br />
kazandığı üne göredir. Yurda iyiliği dokunabilecek bir<br />
yurttaşın şerefli bir yer kazanmasına da fakirliği, alçak<br />
bir sınıftan oluşu engel değildir. Devlet işlerinde çok<br />
serbest düşünüyoruz. Bu serbest düşünüşü günlük<br />
uğraşlarımızda da gösteriyor, birbirimizi tenkit için<br />
gözetlemiyoruz. Birisi bir kere gönlünün dilediği<br />
gibi işlemişse ona kızmadığımız gibi başkalarını<br />
cezalandırmayan, fakat can sıkan somurtkan bir yüz de<br />
takınmıyoruz. Özel yaşayışımızda hepimiz dilediğimizi<br />
işlediğimiz halde bütün yurttaşları ilgilendiren işlerde<br />
kötü bir şey yapmak korkusuyla çok sıkı davranıyor,<br />
baştakilerin, yasaların, bilhassa haksızlığa uğrayanları<br />
korumak için konulmuş olan, yazılı olmadıkları halde<br />
onları ayakları altına alanlara herkesin pek doğru ve<br />
yerinde bulduğu kötü bir ad kazandıran yasaların<br />
buyruklarından dışarı çıkmaktan çok çekiniyoruz.<br />
İyilik etmekten anladığımız da, birçoklarınınkinden<br />
büsbütün başkadır. İyilik görerek değil, iyilik ederek<br />
dost kazanıyoruz. İyilik edenin durumu daha sağlamdır.<br />
Çünkü yaptığı iyilik, iyilik ettiği kimseyi sevgi ile<br />
karşılığını yapmaya borçlu kılmaktadır. Yapacağı iyiliğin<br />
bir sevgi eseri değil, ödenen bir borç yerine geçeceğini<br />
bildiğinden teşekküre borçlu olan sallantıdadır. Yalnız<br />
biz sağlayacağımız yararı göz önünde tutarak değil,<br />
fikir ve ruh asilliğimizin bir kanıtı olarak hiç korkmadan<br />
başkalarına iyilik ediyoruz.<br />
Yavuz insanların gömüldüğü yer bütün topraklardır.<br />
Onların adını yalnız yurtlarındaki mezar taşı yazıları<br />
bildirmez, yabancı illerde de yazısız anıları taş, tunç<br />
üzerinde değil her insanın gönlünde, düşüncesinde<br />
yaşar durur. Siz şimdi onlar gibi olmaya çalışın;<br />
özgürlüğün öz mutluluk, yürekli olmanın özgürlük demek<br />
olduğunu düşünerek savaşın tehlikelerinden yılmayın.<br />
Yoksulluk içinde yaşayan, kendileri için iyi bir yaşayışa<br />
kavuşmak ihtimali olmayan kimselerin, mutluluklarını<br />
yitirerek bahtsızlığa düşmek tehlikesine uğrayacak,<br />
ayakları kayıp düşünce eskisinden pek başka şartlar<br />
içinde yaşayacak olanlardan daha haklı olarak canlarını<br />
tehlikeye atabilecekleri doğru değildir. Şeref duygusu<br />
olan bir insan için korkak davranmadan doğacak alçalma,<br />
yüreklilikle yurdunun zaferini umarak döğüşürken<br />
duyulmadan gelen ölümden pek daha acıdır.<br />
Artık hayatta olmayanı herkes över; ne kadar<br />
yavuzluk gösterirseniz gösterin, sizi bunlara denk<br />
tutmayacaklar, onlardan biraz aşağı olduğunuzu<br />
söyleyecekler. Hayatta olanlar rakiplerinin kıskançlığıyla<br />
çarpışırlar, kimseye engel olmayanın ise kıskanmadan<br />
iyiliği istenir, kendisine saygı gösterilir.<br />
YAZI MÜNÜR KUNDURACI
TARİH<br />
Cahillerin, softaların kurbanı bir alim<br />
GELENBEVİ İSMAİL<br />
YAZI MÜNÜR KUNDURACI<br />
Meşhur Osmanlı matematik âlimlerinden.<br />
1730 senesinde Aydın vilâyetinin Saruhan sancağında<br />
bulunan Gelenbe kasabasında dünyâya<br />
geldi. Adı İsmâil olmasına rağmen doğduğu<br />
yerden dolayı Gelenbevî olarak tanınmıştır. 1791<br />
(H.1206)’de Yenişehir’de vefât etti.<br />
Ataları Gelenbe kasabasında müftî ve müderrislik<br />
yapmışlardı. Kendisi ise küçük yaşta yetim<br />
kaldığından tahsîline başlayamamıştı. On iki-on<br />
üç yaşlarında bulunduğu sıralarda bir gün sokakta<br />
çocuklarla ceviz oynuyordu. Bunu gören baba<br />
dostlarından biri; “Çok yazık! Ata ve ecdâdın büyük<br />
âlim ve ilim sâhibiyken, sen sokaklarda dalgınlık<br />
ve başıboşluk içinde oyun oynuyorsun!”<br />
demesi üzerine, oyunu terk ederek o günden<br />
îtibâren ilim tahsîline başlamıştı. Sonra İstanbul’a<br />
gelerek Yâsinzâde ve diğer âlimlerden ilim<br />
tahsîlini tamamlayarak, bütün gayret ve çalışmalarını<br />
insanların yükselip, kemâl sâhibi olmaları<br />
için harcadı. 1763 senesinde müderris oldu. Aynı<br />
zamanda hocası ayaklı kütüphâne ismi ile anılan<br />
Müftîzâde Mehmed Efendi’nin evinde araştırma<br />
tarzında tahsile devâm ediyordu.<br />
Sultan Üçüncü Selim zamânında Kağıthâne’de<br />
askerî bir eğitim merâsiminde humbara<br />
atışı gösterileri yapılmıştı. Fakat yapılan atışların<br />
hiç birinin isâbet etmemesi üzerine bâzı<br />
yakınlarının aracılığıyle Gelenbevî İsmâil Efendi,<br />
Sultanın huzûruna çıkarıldı. Hesaplarının yapılıp<br />
yeniden atılması emrini alınca, hemen gerekli<br />
hesaplamaları yapıp humbarayı düzelttikten<br />
sonra atışları yaptırdı. Üç defâ tekrarlanan atışın<br />
üçü de hedefe tam isâbet etmişti. Pâdişâh bu<br />
durumdan çok memnun olarak kendisini günlük<br />
dört okka pirinç tahsis ve Mora’daki Yenişehir’e<br />
Mevleviyet ünvanıyla kadı tayin eder. Bu unvanla<br />
üçyüz dörtyüz akçe yevmiye alırdı. Padişah III.<br />
Selim’in Gelenbevi’ye olan teveccühü, Şeyh<br />
ül-İslam Hamidizade Mustafa Efendi’de bir kin<br />
bırakmış ve Fener Mollası iken İsmail Efendiye<br />
Tekdir yollu bir mektup göndermiştir. Buna çok<br />
üzülen ilmin kadrini bilen içli alim dimağ sektesinden<br />
1791 senesinde vefat eder.<br />
Şeyh ül-İslam’ın tekdir mektubunu göndermesinin<br />
sebebi bir dönemin zihniyetini anlamamız<br />
bakımından önemlidir.<br />
Hicri-Kameri aybaşlarının tespiti, Ruyet-i<br />
Hilal yani hilalin görülmesi ramazanın başlaması<br />
için gerekli olan şart iki şahidin hilali gördüğünü<br />
söylemesi idi. İki kişi hilali gördüğünü iddia<br />
ederek Gelenbevi’ye müracat ederler. Fakat<br />
Gelenbevi İsmail Astronomi ilmine vâkıf olduğundan<br />
hesaplamaları ile bu iki şahidin sözleri<br />
uyuşmamaktadır. Gelenbevi bu şahitlere durumu<br />
izah etmeye çalışsa da bu cahil adamlar kendi<br />
iddialarında ısrar ederler ve durumu Şeyh ül-İslam’a<br />
şikayet ederler. Şeyh ül-İslam Hamidizade<br />
Mustafa Efendi’de şahitlere inanarak fırsatı da<br />
ganimet bilip Gelenbevi’yeçok ağır bir mektup<br />
yazarak ölümüne sebep olur.<br />
Kendisi ilmin şehidi cehaletin kurbanı oldu.<br />
Zira bu dönemde, bütün pozitif ilimler alanında<br />
olduğu gibi, astronomi alanında da çalışmalar<br />
hemen hemen durmuş hatta bu ilim kolu evham<br />
ve hurafelere kurban olmuştu. Gelenbevî İsmâil<br />
Efendi’nin hemen hemen her ilimde derin bilgisi<br />
vardı. Eski matematik hesaplara âit müşkülleri<br />
hâlleden meşhurların sonuncusuydu. Eserleri,<br />
kıymetini meydana çıkardığı gibi, şöhret bulmasına<br />
da sebeb oldu. Gelenbevî’nin İstanbul’da<br />
bulunduğu sırada, Fransa’dan bir mühendis<br />
gelerek logaritma cetvelini Bâbıâlî’ye takdim<br />
etmişti. İstanbul’da bu ilmi kimsenin bilmediğini<br />
iddiâ etmesi üzerine Gelenbevî İsmâil Efendinin<br />
evine gönderildi. Evdeki durumu gören Fransız,<br />
Gelenbevî’yi hiç yerine koyarak, logaritmayla<br />
ilgili bir mesele bırakıp; “Falan vakte kadar<br />
cevâbını isterim.” dedi. Fransız, Hocanın<br />
evine tekrar netîceyi öğrenmek için<br />
geldiğinde cevap yerine İsmâil Efendi,<br />
yazdığı logaritma risâlesini takdim<br />
etti. Çok şaşıran Fransız, Bâbıâli’de<br />
Gelenbevî İsmâil Efendinin zekâ ve<br />
kâbiliyetine hayran olduğunu beyân<br />
etti. Reîsülküttâb Efendiye; “Şu adam<br />
Avrupa’da olsaydı ağırlığınca altın<br />
ederdi.” demesi samîmi bir ifâdesiydi.<br />
Ömrünün sonunda yazdığı Cebir<br />
kitabı, çok kıymetli olup, tek başına,<br />
Gelenbevî’nin adının dillerde kalmasına<br />
fazlasiyle kâfidir.
43<br />
TÜRK MUTFAK<br />
KÜLTÜRÜ<br />
Nihal KADIOĞLU ÇEVİK’in “TÜRK MUTFAK KÜLTÜRÜ” adlı makalesinden derlenmiştir.<br />
Türkiye’nin coğrafi konumu, tarihsel süreç içinde ilişki kurulan<br />
uygarlıklar, iki büyük imparatorluğun yeme-içme geleneğine<br />
getirdiği yeni açılımlar Türk mutfak kültüründeki çeşitliliğin<br />
belirleyici etkileridir. Türkiye’de yerel mutfakların özgün<br />
etkilerini içinde barındıran köklü ve çok yönlü bir mutfak kültürü<br />
yaşamaktadır.<br />
Orta Asya’da et ve mayalanmış süt ürünleri ile biçimlenen<br />
beslenme sistemi, Anadolu’ya bu etkileri taşırken;<br />
Mezopotamya’da gelişen tarıma bağlı olarak tahıl, Ege ve Akdeniz<br />
etkisiyle sebze ve meyve türleri ile çeşitlenen ve günümüze<br />
yansıyan Anadolu Mutfağını belirledi. Bizans, Ortadoğu, Avrupa ve<br />
Güney Akdeniz Mutfaklarının etkileşimi İmparatorluğun ulaştığı<br />
geniş alanda sürekli bir alış veriş çerçevesinde şekillendi.<br />
AKDENİZ MUTFAK KÜLTÜRÜ VE TÜRK MUTFAĞI<br />
9. Yüzyıldan itibaren İslam dünyasının egemenliği altına giren<br />
Akdeniz, 15. yüzyılda giderek önemini kaybetti. Süveyş kanalının<br />
açılması ile birlikte Akdeniz, uluslararası ticaret alanında yeniden<br />
kendine yer buldu. Bu dönemde Akdeniz tahıl, zeytin, şarap ve<br />
koyuna dayalı geleneksel ekonomi alışverişinin dışına çıkmaya<br />
başladı. Akdeniz kültürü; iklimi, coğrafi yapısı, florası ve köklü<br />
geçmişi ile evrensel bir bütünlüğe ulaşmıştır. Akdeniz mutfağı bu<br />
özgün kültürel yapının en önemli bölümlerinden birini oluşturur.
YEMEK KÜLTÜRÜ<br />
TAHIL VE BUĞDAY<br />
Geleneksel Akdeniz beslenme sistemi, çok genel<br />
hatlarıyla tahıl (özellikle buğday), zeytinyağı, sebzemeyve,<br />
su ürünleri, süt türevleri, baharat ve şaraba<br />
dayandırılmaktadır.<br />
Akdeniz beslenme sisteminde birinci sırayı alan<br />
tahılın, özellikle buğdayın, tarihin ilk dönemlerinden<br />
itibaren Akdeniz’de yetiştiği ifade edilir. Kaynakların<br />
bir bölümünde, buğday tarımının M.Ö. 5000 yıllarında<br />
Türkiye’nin kuzeyi ile Kafkasya’nın güneybatısında ortaya<br />
çıkarak Mısır ve Mezopotamya aracılığı ile Avrupa ve Asya’ya<br />
yayıldığı görüşü de yer almaktadır. Buğday, Akdeniz’in eski<br />
halklarının beslenme sistemlerinde ve ticari alışverişlerinde<br />
önemli yer tutar. Akdeniz havzası buğday gereksinimini 16.<br />
yüzyıla kadar Mısır, Sicilya, Arnavutluk ve Güney İtalya’dan<br />
karşılamaktadır. Buğdaydan elde edilen öncelikli ürün<br />
ekmektir. Ekmek, Anadolu, Orta ve Ön Asya’nın geleneksel<br />
ürünü olarak değerlendirilir.<br />
Tahıl, özellikle buğday ürünleri Türk Mutfağının da<br />
belirgin özelliklerinden biridir. Buğday unundan hazırlanan<br />
ekmek türleri, unlu ve hamurlu yiyeceklerimizde çeşit<br />
fazlalığı dikkati çekmektedir. Bulgur, kuskus, yarma, firik<br />
gibi buğday ürünlerinin mutfağımızdaki kullanımı tüm<br />
bölgelerimizde özellikle Akdeniz ve Güney’de yaygındır.<br />
ZEYTİN VE ZEYTİNYAĞI<br />
Zeytin ve zeytinyağı, geleneksel Akdeniz beslenme<br />
biçiminin ikinci önemli yönünü oluşturur. Zeytinin<br />
Akdeniz’deki tarihi çok eski dönemlere dayanır. Akdeniz’i<br />
çevreleyen nispeten sert ve kıraç topraklarda yetişen<br />
verimli zeytin ağaçları Romalı yazar Apicius’un yazdığı<br />
yemek kitabında anlatılmaktadır. Romalı yazar, eserinde<br />
zeytinyağı ile yapılan balık, et ve sebze kızartmalarına da<br />
yer vermektedir.<br />
Kaynaklar, “zeytinyağı” sözcüğüne, Türkçede ilk<br />
kez, Harzemşahlar döneminde yazılmış olan, Arapça-<br />
Türkçe Mukaddimetü’l-Edeb adlı sözlükte rastlandığını<br />
bildirmektedir.<br />
Akdeniz ikliminin en verimli türlerini yetiştirdiği<br />
Arabistan kaynaklı turunçgillerin yanında, Akdeniz mutfak<br />
kültürüne Ortadoğu’dan ve Atlas Okyanusu kanalından<br />
girmiş olan birçok sebze ve meyve çeşidi mutfak yapımıza,<br />
damak zevkimize uydurulmuştur.<br />
SOĞAN-SARIMSAK<br />
YABANİ OTLAR<br />
Yabani otların farklı şekillerde kullanıldığı ülkemizde<br />
her türlü yenilebilen ot, kök, mantar ve meyve<br />
türlerinden yararlanıldığını, bu kullanımın Ege ve Akdeniz<br />
bölgelerimizin yanında, coğrafyanın sunduğu olanaklar<br />
sonuna kadar değerlendirilerek diğer bölgelerimizde de<br />
sürdürüldüğünü görmekteyiz.<br />
Bugün olduğu gibi, eski Akdeniz havzasında da<br />
soğan, pırasa ve sarımsak üçlüsü Akdeniz’in en önemli<br />
besin maddeleri olarak görülmektedir. Anavatanının<br />
Akdeniz olduğu belirtilen beyaz ve kırmızı pancar, pazı,<br />
bamya; Hindistan kökenli olarak tanımlanan patlıcan<br />
ve salatalık Akdeniz’de tüketilen sebzelerden birkaçını<br />
oluşturur.<br />
Günümüzde de bu sebzelerden elde edilen<br />
yemek ve yiyeceklerin çokluğunu görmek ve tahılların<br />
eklenmesi ile zenginleştirilen örneklerini, bölgesel<br />
farklılıkları ile bulmamız mümkündür.
45<br />
ÜZÜM VE ŞARAP<br />
Akdeniz beslenme sisteminin diğer<br />
önemli yönünü oluşturan üzümün,<br />
Akdeniz’in, tarihi kadar eski bir ürünü<br />
olduğu belirtilmektedir. Bu konu Anadolu ve<br />
Akdeniz coğrafyasında Hititlere, Yunanlıların<br />
Dionysos törenlerine kadar ulaşan çok geniş<br />
bir kültürel alanı kapsamaktadır. Günümüzde<br />
olduğu gibi eski Akdeniz havzasında da<br />
üzümün şarap haline getirilerek tüketildiği<br />
bilinir. Üzüm ve şarap konusunu Türk<br />
Mutfağı içerisinde değerlendirdiğimizde,<br />
şarabın üzümden elde edilen diğer ürünlere<br />
göre oldukça düşük bir tüketim oranı<br />
izlediği görülür.<br />
Şu andaki bilgilerimize göre üzüm<br />
sözcüğü ilk olarak Uygur çağında<br />
görülmektedir. Üzümün kurutulduğu,<br />
üzümden tıp alanında yararlanıldığı konusu<br />
bundan sonraki Türk kaynaklarında da göze<br />
çarpar. Divan-ü Lügat-it Türk’de en çok adı<br />
geçen meyve üzümdür, sirke sözcüğüne de<br />
yer verilmiştir.<br />
Yine Türk Mutfağında bu konunun kısa<br />
değerlendirmesi yapıldığında; pekmez,<br />
şıra, pestil, muska, bulama, sucuk, şurup,<br />
şerbet, tükenmez vb. gibi birçok üzüm<br />
kaynaklı ürünün hemen her yöremizde<br />
yaygın olduğu göze çarpmakta, bu konudaki<br />
araştırmalar da çeşit zenginliği yönünden<br />
fikir vermektedir.<br />
SÜT VE SÜTTEN ELDE EDİLEN ÜRÜNLER<br />
Bu ürünlerin Akdeniz<br />
havzasındaki kullanımı ile ilgili<br />
yeterli bilgi bulunmamakla<br />
birlikte koyunculuğun bu<br />
coğrafyada eski dönemlerden<br />
beri var olduğu bilinmektedir.<br />
Yoğurt kavramının Türkler<br />
tarafından Anadolu’ya<br />
getirildiği, maya olarak çeşitli<br />
malzemelerin kullanıldığı kaynaklarca belirtilmektedir. Türk Mutfağını bu yönü ile<br />
değerlendirdiğimizde süt ve süt ürünlerinin yemek, yiyecek ve içecek türlerimizdeki<br />
kullanım fazlalığı dikkati çekmektedir.<br />
BAHARATLAR<br />
Akdeniz beslenme biçiminin<br />
bir başka özelliğini oluşturan<br />
baharatlar geçmiş dönemlerde<br />
Akdeniz havzasına Suriye yolu ile<br />
Yakın ve Orta Doğu bölgelerinden<br />
geliyordu. Mutfağımızın genel<br />
yapısında baharat çeşitleri sayıca<br />
az olmakla birlikte, Doğu Akdeniz<br />
ve Güney bölgelerimizde çeşidin<br />
ve kullanım oranının fazlalaştığını görmekteyiz.<br />
* “Türk Mutfağının, Akdeniz Mutfak Kültürünün Genel Özellikleri Yönünden Değerlendirilmesinin Önemi” Nihal KADIOĞLU ÇEVİK, 5.Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Maddi Kültür Seksiyon Bildirileri, Ankara 1997, Kültür<br />
Bakanlığı HAGEM Yayınları
MODA<br />
2016 MODASI ARTIK YAVAŞ YAVAŞ KATMANLARINI ATMAYA BAŞLIYOR.<br />
YAZ MODA TRENDLERİ BOL ALTERNATİFLİ VE FARKLI TARZLARI<br />
HARMANLAYARAK SOKAKLARA İLK ADIMLARINI ATMAYA BAŞLIYOR.<br />
2016 YAZ MODASI<br />
HAVVA İREM YILDIZ<br />
GEÇMİŞTEN ilham alan moda, geçtiğimiz sezonun izlerini<br />
daha da derinleştirmeye hazırlanıyor. Omuzların açık, 70’lerin<br />
ayak seslerinin daha gür, dantelin romantik, fırfırlı ve ispanyol<br />
kesimlerin daha keskin olduğu bir sezon bizi bekliyor. Bahar<br />
geldi! Şimdi modanın bahara uyup, yaza doğru ilerlemesine<br />
tanıklık etmenin zamanı!<br />
Bu sene birçok farklı şeyi bir arada görmeye hazırlıklı,<br />
aksesuarlarda cesur, desenlerde bonkör, detayları ise asla es<br />
geçilmemesi gerekiyor.<br />
Katmanları fırfır detaylara emanet ederken, önce gül<br />
bahçelerini kombinlere eklemeli, sonrasında da yaza zigzag<br />
desenler çizmeliyiz. Tabii ki her daim kontrolü elden bırakmadan<br />
ve çizmeyi aşmadan.<br />
Trend Lİstesİ<br />
1<br />
2<br />
3<br />
Geçtiğimiz yaz sezonundan hatırladığımız omuzları açık<br />
bluzlar, elbiseler yeniden üzerimize konmaya hazırlanıyor.<br />
Omuzları açıkta bırakan bluzlara X yaka faktörü de ekleniyor.<br />
Bol pantolonlar, şortlar ve jeanlerle kombinleyebilir,<br />
ayakkabı seçimine uygun salaş veya şık bir tarz yakalanabilir.<br />
Yeniden anvelop kesimler sokak modası müdavimleri<br />
arasına giriyor. Günlük kombin seçimleri için basic<br />
tişörtler ön planda olurken, şık kombinleri gömleklerle<br />
tamamlayabilir ya da tam takım kıyafetlerle sade ama zarif<br />
bir stilin sahibi olabilirsiniz.<br />
Katmanlı giyim kış sezonuna özgü tavrını yaz mevsimine<br />
fırfırla taşıyor. Fırfırlı etekler ve elbiselerle iddialı ve şık<br />
stiller ise bizi bekliyor.
47<br />
4<br />
Omuzlar sadece açıklığı ile ön planda değil.<br />
Karpuz kol ile gösterişli ve kabarık görünümlerde<br />
yaz trendleri sıralamasında kendine yer buluyor.<br />
Gündelik stilleri bir kat daha şıklığa yöneltmek<br />
omuzları kabartmaktan geçiyor.<br />
Gülçin Uzunalan Koleksiyonu<br />
Fötr şapkaya farklı yorumlar<br />
5<br />
Katmandan sonra katlanan kumaşlar pile detayı<br />
ile yine elegan bir tavrın simgesi oluyor. Gerek<br />
bluz gerek etek modelleri bu sene kendi içinde<br />
kendiliğinden katlanıyor.<br />
6<br />
Püskül artık haddini aşarak yeni sezonda da kendini<br />
eteklere, çantalara bağlıyor. Yaklaşık iki sezondur<br />
bizimle olan bu trend, artık aşina olduğumuz bir<br />
görünüme de vesile oluyor.<br />
7<br />
Bir kez düğüm atmak bele gömlek bağlama ile doğan<br />
ve şimdi yeni sezonla beraberde elbiselerin, bluzların<br />
aksesuarı haline gelen bir durum. Tişörtleri, etekleri,<br />
gömlekleri ve hatta elbiseleri giymekle kalmıyor bir<br />
de üzerimize bağlıyoruz.<br />
8<br />
Tül geçişler artık kombinlerin en dış katmanı oluyor.<br />
Elbise, etek, pantolon kombinlerinin üzerine şeffaf<br />
bir katman geçmek kendini olmazsa olmaz listesine<br />
resmen aday gösteriyor.<br />
9<br />
Dik yakalı, dantel detaylı elbise ve gömlekler günlük<br />
hayata sızmayı bekliyor. Şık ve zarif olmak adına her<br />
an tercih edilebilecek bir forma giriyor.<br />
10<br />
11<br />
Denim kumaş modası geçmeyenler listesinin başını<br />
çekiyor. Yırtık, yamalı, arma ile süslenmiş, püskül<br />
ve kesik paçaları ile yeni sezona girişte bizi kapıda<br />
karşılıyor.<br />
Asimetrik bluzlar, fiyonk detaylar, bohem, uzun<br />
elbiseler, yeniden 70’ler ve 90’lar yaz trendleri<br />
konusunun geri kalan kısmını tamamlıyor.<br />
Sıcak yaz günlerinde<br />
hem aksesuar, hem de<br />
işlevsel bir koruyucu olan<br />
fötr şapkaya Havva İrem<br />
Yıldız’ın eğlenceli penceresinden bakın...<br />
havvairemyildiz.com/view/baska-kafalar/
EURO 2016<br />
Euro 2016 Tahmİnlerİmİz<br />
Apsis Teknoloji: Mustafa Çiloğlu (2)<br />
Asg: Seçkin Sağlık (2)<br />
Ty Teknik: Uğur Dündar (2)<br />
Zrn Mühendislik: Emre Çıplak (2)<br />
v<br />
* Muhtemelen<br />
dergimiz elinize<br />
ulaştığında kupa<br />
alan takım belli<br />
olacaktır fakat biz<br />
de kendi aramızda<br />
böyle bir çalışma<br />
yapmak istedik.<br />
Bakalım CVSAir ailesi<br />
futbolla ne kadar<br />
ilgili. Tahminleri<br />
tutan 2 kişi tatile<br />
gönderilecektir.
Çalışmadan, öğrenmeden, yorulmadan rahat yaşamanın yollarını alışkanlık haline getirmiş milletler;<br />
evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.
OTOPARKLAR<br />
ARTIK NEFES<br />
ALACAK...<br />
Cvsair, tüm kapalı otopark alanları için<br />
araçlardan çıkan kirli gazları ve olası bir yangın<br />
durumunda oluşan tehlikeli dumanı tahliye eden<br />
optimum sistemleri dizayn eder, bu tasarımlara<br />
uygun ürünlerin üretim ve satışını yapar.<br />
www.cvsair.com.tr +90 216 417 12 48<br />
ARMADA ALIŞVERİŞ VE İŞ MERKEZİ, CROWNE PLAZA, ÖNAY GARDEN RECIDENCE, SİNPAŞ İSTANBUL SARAYLARI, ACIBADEM BODRUM HASTANESİ, AIRPORT<br />
PLAZA OFİS MERKEZİ, ARMADA AVM OTOPARK, ASTAY 16/9 REZİDANS, SİNPAŞ BOSPHORUS CITY, MERİNOS ÇARŞAMBA OTOPARK, TRİO ÖĞRENCİ YURDU,<br />
HANE PLUS REZİDANS, ANADOLU ADLİYE SARAYA, FER YAPI İSTWEST REZİDANS, KENT PLUS CENTRIUM REZIDANS, METROCITY AVM OTOPARK<br />
BLUE BOUTIQUE KONUTLARI REZIDANS, ÖNAY GARDEN REZIDANS, RADISSON BLU HOTEL, SELÇUKLU KONGRE MERKEZİ, SİNPAŞ LİVA REZİDANS,<br />
SİNPAŞ AQUACITY 2010, TERRACITY AVM, HAN PLUS, UMA PRESTİJ KONUTLARI, UMİ PLAZA İŞ MERKEZİ, VELEDROM SPOR<br />
SALONU, YTÜ TEKNOPARK OTOPARK, KENT PLUS NEWPORT REZİDANS, BÜYÜK ARENA SPOR SALONU, MAR G PLUS REZIDANS