27.03.2017 Views

Vecihi_Dergi_03 sayi

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

BÜLTENİ<br />

2016 YAZ SAYI: 3 ÜCRETSİZDİR<br />

euro 2016<br />

pamukkale-karahayıt<br />

EKONOMİK SİSTEMLER<br />

çİZGİ DİLİ NASIL ÇALIŞIR?<br />

EMRULLAH ALİ<br />

YILDIZ<br />

moda<br />

Santorini, Fira, Oia<br />

türk mutfak kültürü<br />

GELENBEVİ<br />

İSMAİL


VENTILATION TECHNIC


1<br />

Cvsair Bülteni <strong>Vecihi</strong><br />

SAYI <strong>03</strong> - YAZ<br />

SAHİBİ<br />

CVS HAVALANDIRMA SİSTEMLERİ<br />

SAN. TİC. A.Ş ADINA<br />

Tolga YOLCU<br />

YAYIN KURULU<br />

Tayfun DİNÇ<br />

Leyla CİVELEK<br />

Alev KAHRAMAN<br />

Murat PARLAK<br />

SORUMLU YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ<br />

Tayfun DİNÇ<br />

pazarlama@cvsair.com.tr<br />

YÖNETİM YERİ<br />

Cumhuriyet Mah.<br />

Kartal Cad No: 101/1<br />

Kartal İstanbul<br />

YAYINA HAZIRLIK<br />

Safran Yayıncılık A.Ş.<br />

0212 623 06 14<br />

info@termo-klima.net<br />

Beybi Giz Plaza, Dereboyu Cad.<br />

Meydan Sk. No: 28 Kat: 2 34398<br />

Maslak / İSTANBUL<br />

BASKI YERİ<br />

KİRAZ MEDYA SAN. VE TİC. A.Ş.<br />

Oruç Reis Mah. Giyimkent Sitesi<br />

Bulvarı 16 Sk. No: 112/114<br />

Esenler/İSTANBUL<br />

Tel. 0212 438 66 50<br />

Interstellar<br />

Uzay Sergisi12<br />

İstanbul’la adını<br />

verenler<br />

10<br />

Futbol ateşi Fransa’da<br />

22<br />

İçindekiler<br />

Evde tadilat<br />

26<br />

Pamukkale-<br />

Karahayıt 32<br />

Santorini,<br />

Fira ve Oia 36<br />

<strong>Dergi</strong>de yer alan makalelerdeki fikirler<br />

yazarlarına aittir.<br />

Yazılar kaynak gösterilerek yayınlanabilir.<br />

<strong>Vecihi</strong> Cvsair’in şirket içi bültenidir.<br />

Ücretsizdir, para ile satılmaz.<br />

Emrullah<br />

Ali Yıldız<br />

04<br />

Ekonomik<br />

Sistemler 29


ÇİZGİ DİLİ<br />

Mehmet Ören


3<br />

Bizi ancak çalışmak kurtarır<br />

Güneş bazı günler nazlansa da<br />

yaz geldi. Yaz genel için tatil demek,<br />

deniz, kum, güneş… Fakat tatil de<br />

olsa bizim aklımızın bir kenarında<br />

işimiz vardır. Sorumluluğumuzun hep<br />

farkındayız. İş hayatının bir deyişiyle;<br />

“Bizi ancak çalışmak kurtarır.”<br />

Bunun için her bir CVSair çalışanı<br />

bu farkındalıkla üretmeye, hizmet<br />

sunmaya devam ediyor.<br />

Üçüncü sayımızla karşınızdayız.<br />

Yine çok bilinmeyen bir ismi<br />

sayfalarımıza taşıdık. Söylemiştik<br />

bu topraklarda <strong>Vecihi</strong> bir tane değil.<br />

Belki de çoğunluk ilk kez duyacak bu<br />

ismi. Emrullah Ali Yıldız. İç sayfalarda<br />

detaylı anlattık ama birkaç başlıkla<br />

değinelim. <strong>Vecihi</strong> Hürkuş, Nuri<br />

Demirağ uçak fabrikasını kurdular,<br />

üretim yapıyorlar. Fakat bu üretilen<br />

uçakları kim test edecek? Emrullah<br />

Ali Yıldız… Ona sadece pilot dersek<br />

haksızlık etmiş oluruz. Otomatik<br />

paraşüt açma sisteminin mucididir<br />

aynı zamanda. 1950’li yıllarda<br />

Beyoğlu’nda “Gör-Çek” Fotoğraf<br />

Stüdyosunda kendi kendinize<br />

fotoğraf çekmeyi sağlayan sistemin<br />

de mucidi. Sonrası ise yine bilindik<br />

hikâye; Amerika sahip çıkıyor<br />

Emrullah Ali Yıldız’a Amerika’ya<br />

götürülmüş. Otomatik paraşüt açma<br />

sisteminin patenti de orada kalmış.<br />

Emrullah Ali Yıldız’ı Hava Astsubay<br />

Mustafa Kılıç, <strong>Vecihi</strong> için yazdı.<br />

Fotoğraflar da kendi arşivinden.<br />

Kendisine teşekkürü borç biliyoruz.<br />

<strong>Dergi</strong>mizin çıkışında bizlere<br />

yardımı dokunan ve desteğini bizden<br />

esirgemeyen, yorumları ile bizleri<br />

onurlandıran Tayyareci <strong>Vecihi</strong> Hürkuş<br />

Müzesi Derneği Yönetim Kurulu<br />

Başkanı Sayın Bahadır GÜRER’e<br />

sonsuz teşekkürler.<br />

<strong>Vecihi</strong> 2 sayımızda Dünya<br />

Mutfaklarından bahsetmiştik.<br />

Okuyucumuz Sayın Uğur KINIK Türk<br />

mutfağına yer vermemiş olduğumuz<br />

konusunda bizlere bir hatırlatma<br />

yapmıştı. ‘ Türk Mutfağı’ bütün Dünya<br />

ülkelerinde tartışmasız en iyiler<br />

arasındadır. Biz <strong>Vecihi</strong> 3 sayımızda<br />

yer vermeyi düşünmüştük. Buyrun<br />

sayfa 43-45.<br />

İlk iki sayımıza gelen ve daha<br />

çok sözle ifade edilen tepkiler bizi<br />

oldukça mutlu etti. Yazı yazmayı<br />

çok fazla sevmeyen bir toplumuz<br />

farkındayız ama gerek daha iyi<br />

hizmet sunabilmemiz gerekse<br />

<strong>Vecihi</strong>’de daha farklı konulara yer<br />

verebilmemiz için lütfen yazılı olarak<br />

da belirtmenizi rica ediyoruz.<br />

Merhaba Değerli Arkadaşlarım;<br />

<strong>Dergi</strong>nizin ilk 2 sayısını işletme ziyaretlerimiz<br />

esnasında inceleme fırsatım oldu.<br />

Çok beğendiğimi ifade etmek isterim.<br />

Özellikle gizli kalmış vatansever mucit, iş adamı<br />

ve girişimci kişileri gün yüzüne çıkartıp manşet<br />

yapmanız ve hatta derginize isim yapmanız çok<br />

hoşuma gitti.<br />

<strong>Dergi</strong>lerinizi o işletmemiz den aldım ve bölüm<br />

panosuna öğrencilerimizin incelemesi için astım.<br />

Bundan sonraki dergilerinizden de yararlanmak<br />

ve öğrencilerimizle paylaşmak isterim.<br />

Bu nedenle derginizi bize de göndermenizi rica<br />

ederim.<br />

Zekeriya Hikmetumut<br />

Düzce Borsa İstanbul Mesleki ve<br />

Teknik Anadolu Lisesi<br />

Elektrik-Elektronik Teknolojisi Alan Şefi


EMRULLAH ALİ YILDIZ<br />

EMRULLAH ALİ YILDIZ:<br />

YELKENKANAT’IN BABASI


5<br />

1927 yılında mezun olan Tayyare<br />

Makinistlerinin diploma töreni.<br />

YAZI MUSTAFA KILIÇ<br />

İLK okuduğunuzda “Yelkenkanat’ın Babası” ifademi<br />

abartılı bulabilirsiniz. Aşağıdaki Emrullah Ali Yıldız’ın<br />

özelliklerini okuduğunuzda, bu tanımlamama sanırım<br />

hak vereceksiniz.<br />

• Tayyare Makinisti Küçük Zabit (Astsubay).<br />

• Dünyada Yelkenkanat benzeri ilk hava aracını yapan<br />

kişi.<br />

• Planör Pilotu (2.700 saat/uçuş).<br />

• Paraşütçü (115 atlayış).<br />

• Motorlu Tayyare Pilotu (10.000 saat/uçuş).<br />

• Modelci.<br />

• Planör ve Motorlu Uçuş Öğretmeni.<br />

• Türkiye Planör Rekortmeni (18 saat 35 dakika/ tek<br />

başına, 29 Ağustos 1936)<br />

• THK Türkkuşu Baş Öğretmeni.<br />

• THK Türkkuşu, İnönü Yüksek Planör Kampı Müdürü.<br />

• THK Uçak Fabrikası Test Pilotu.<br />

• Otomatik paraşüt açma cihazı (Kap-3) mucidi.<br />

• Otomatik fotoğraf çekme stüdyosu (Gör-Çek)<br />

işletmecisi.<br />

Gizli kalmış bir havacılık efsanesidir, Emrullah Ali<br />

Yıldız. Değerli büyüğüm yazar Bahattin Adıgüzel onu<br />

anlatan kitabına, “Gökteki Venüs” ismini vermişti. Zira<br />

gökte en çok parlayan yıldızın adıdır Venüs. Bu günlerde<br />

gökyüzü oldukça kararsa da, sisler bulutlar ile örtülse<br />

de, o ve onun gibi gerçek havacılar daima parlamaya<br />

devam edeceklerdir. Sisleri dağıtmakta bizlerin görevi<br />

olacaktır.<br />

Küçük Zabit<br />

Emrullah Ali<br />

Yıldız, İstanbul<br />

Yeşilköy Makinist<br />

Mektebinde.


EMRULLAH ALİ YILDIZ<br />

Bursa Yelkenlisi önünde<br />

Emrullah Ali Yıldız.<br />

KİMDİR, EMRULLAH ALİ YILDIZ?<br />

1909 yılında Bursa’da dünyaya gelir. Vidinli baba ve<br />

Kafkas bir annenin oğludur. 1926’da 17 yaşında iken<br />

Türk Tayyare Cemiyeti (T.Ta.C.) tarafından İstanbul Yeşilköy’de<br />

açılan Tayyare Makinist Mektebine girer. 1927<br />

yılında okulu birincilikle bitirir. Okul Hava Kuvvetlerine<br />

makinist yetiştirmek üzere açılmış Küçük Zabit (Astsubay)<br />

okuludur. Okula girişte imzalatılan taahhütname<br />

gereği mezun olanlar 4 yıl mecburi hizmet yapmak<br />

zorundadırlar.<br />

E. Ali Yıldız, 1928-1931 yılları arasında Eskişehir<br />

Askeri Hava Okulu Hazırlama Bölüğü’nde, tayyare<br />

makinisti olarak görev yapar. Bu görevi sırasında 1930<br />

Ağrı isyanı olarak bilinen ayaklanmanın bastırılması için<br />

Doğu’da görevlendirilen tayyare bölüğünde yer alır. Görev<br />

bitimi Eskişehir’e döndüğünde karar vermiştir, 1931<br />

yılında mecburi hizmeti biter bitmez Hava Kuvvetlerinden<br />

istifa eder.<br />

Bursa’ya dönen E. Ali Yıldız kardeşlerinin yanında<br />

fotoğrafçılığa başlar. Ancak havacılık aşkı içinde yaşamaya<br />

devam eder. 1934 yılında Bursa Halkevi tarafından<br />

kurulan havacılık kulübünün kaptanı E. Ali Yıldız’dır.<br />

Zaten o tarihte üzerinde çalıştığı “Bursa Yelkenlisi”<br />

adını verdiği planörü yapması bu kulübün kurulmasını<br />

sağlamıştır. Tamamen kendi düşüncesi ve parasıyla yaptığı<br />

Bursa Yelkenlisi ile Ziraat Mektebi yakınlarında uçuş<br />

tecrübeleri yapmaya başlar. Bursa Yelkenlisi’nin gövdesi<br />

6 metre, kanat açıklığı ise 12 metredir. Ali Yıldız’ın bu<br />

denemeleri ile ilgili haberler ulusal gazetelere yansımaya<br />

başlamıştır.<br />

Bursa Yelkenlisi ile ilgili haberleri okuyan THK Başkanı<br />

Fuat Bulca, E. Ali Yıldızı bir mektupla, oluşturdukları<br />

Türkkuşu’na çağırır. 22 Mayıs 1935’te kuruluşundan<br />

19 gün sonra E. Ali Yıldız da Türkkuşunda’dır.<br />

RUSYA HAVACILIK EĞİTİMLERİ<br />

10 Temmuz 1935’te Sabiha Gökçen ve yedi arkadaşının<br />

da bulunduğu grupla Rusya’ya havacılık eğitimine<br />

gönderilir. Yurda dönüşlerinde artık öğretmen olmuşlardır.<br />

1936-1941 yılları arasında THK Türkkuşu’nda<br />

uçak ve planör pilotluğu ile paraşütçülük / model uçak<br />

eğitimleri verir. Havacılık kariyerinin yükselişi ise Öğ-


7<br />

Bir uçuş öncesinde Habicht planörünü<br />

kontrol ederken.<br />

Ağrı Harekatından bahseden gazete küpürü.<br />

1 Eylül 1936 Ulus Gazetesi küpüründe E.Ali Yıldız.<br />

retmenlik, Başöğretmenlik, İnönü Yüksek Planör Kampı<br />

Müdürlüğü, Uçak Fabrikası Tecrübe Pilotluğu (1941-<br />

1949) olarak devam etmiştir.<br />

12 HAZİRAN 1938 E. ALİ YILDIZ’IN<br />

DÜNYA REKORU<br />

İnönü Yüksek Planör Kampı’nda dünya rekoru<br />

kırılması o günün dergilerine şöyle yansır; “Türkkuşu<br />

öğretmeni pilot Emrullah Ali Yıldız, Ş-5 (İki kişilik)<br />

planör ile yanında öğretmen adayı Sezai Göksu ile<br />

birlikte Eskişehir/ İnönü’de 14 saat 20 dakika havada<br />

kalarak rekor kırmıştır.” Kalkışını İnönü “C” tepesinden<br />

yapan E.Ali Yıldız o yıllardaki dünya rekoru olan 13 saat<br />

59 dakikayı, 21 dakika geçerek geliştirmiştir. Planörle<br />

ilk dünya rekoru ise; Alman tayyarecilerinden Ernest<br />

Jachtmann ve Flossdorf tarafından bir MR-4 planörüyle<br />

Wermingstad Sylt’de 26/27 Kasım 1937’de yapılmıştı.<br />

Daha önce, 29 Ağustos 1936’da ise 18 saat 35 dakika/<br />

tek başına havada kalarak bir başka Dünya rekoruna<br />

imza atmıştır.<br />

THK GN. BŞK. ŞÜKRÜ KOÇAK’IN ÖZEL EMRİ<br />

E. Ali Yıldız ile yapılan bir söyleşide anlatılanları<br />

okuyunca hayretler içersinde kalmıştım. Çok önemli<br />

ipuçlarını barındıran sözleri hiç bozmadan olduğu gibi<br />

siz okuyucular ile paylaşmalıyım. Bence son yıllarda<br />

sıkça vurgulanan neden yerli uçak üretemiyoruz sorusunun<br />

cevaplarından bazıları gün yüzüne çıkmakta.<br />

“Bütün güçlüklere rağmen Nuri Demirağ çok sayıda


E.Ali Yıldız’ın İstanbul Gülhane Parkında ağaç üzerine inişi.<br />

Planörün İstanbul Gülhane Parkında ağaç üzerinden indirilişi.<br />

E.Ali Yıldız, ağaçtan indirilen planörünü sökerken.<br />

Ali Yıldız’ın<br />

ölümünden çok sonra<br />

2002 yılında verilen<br />

Tıssandier diploması<br />

(sağda).<br />

E.Ali Yıldız’ın 16<br />

Nisan 1942’de<br />

verilen Planör Kısım<br />

Şefi Kimliği.<br />

uçak üretti (NuD-36) ve hatta üretilen bu uçaklardan Türk<br />

Hava Kurumu da satın almak için sipariş verdi. O tarihte<br />

THK Genel Başkanı Şükrü Koçak’tı. Şükrü Koçak bir gün beni<br />

Nuri Demirağ fabrikasına uçakları görmem için gönderdi.<br />

Yetkililer uçakları bana tanıttıktan sonra ben de uçtum, o<br />

uçaklardan biriyle. Hatta uçakla akrobasi dahi yaptım. Dönüşte<br />

olumlu rapor verdim Türk Hava Kurumuna. ”<br />

Anlaşılacağı üzere Nuri Demirağ üretimi uçakların ne<br />

kadar başarılı oldukları, onları test eden Türkkuşu pilotu<br />

tarafından da onaylanmış oluyor. Sonuç: Şükrü Koçak’ın<br />

başkanlığındaki THK uçakları almaktan vazgeçiyor ve/<br />

veya vazgeçiriliyor.<br />

1947 yılında bir paraşüt atlayışında sakatlanan<br />

Yıldız Hocamız paraşütçülükten ayrılarak sadece uçuşa<br />

ağırlık vermiştir. Sakatlığının da etkisiyle yararlı olamayacağı<br />

düşüncesi ile 10 Mayıs 1948 tarihinde THK Uçak<br />

Fabrikası Müdürlüğüne bir dilekçe vererek aktif havacılık<br />

yaşamını sonlandırır.<br />

Örnek bir havacı olan Emrullah Ali Yıldız’ın hayatı<br />

havacılığa olan büyük bir aşkla geçmiştir. 1996 yılında<br />

İstanbul’da vefat eden hocamızı saygı ve minnetle anıyorum.<br />

Bu günlerde Türk Hava Kurumu Üniversitesi Türkkuşu<br />

Kampüsü olarak adlandırılan yerleşkede Emrullah Ali<br />

Yıldız Hocamızın ismini yaşatacak şekilde bir düzenleme<br />

yapmamız gerektiğini önemle vurgulamak isterim.<br />

İçiniz gökyüzü ile dolsun. Saygılarımla.<br />

Mustafa KILIÇ (1959, Eskişehir) Havacılığa Ankara paraşüt kulesinden atlayışlar ile başladı. 1977 yılında Türk Hava Kurumu (THK) İnönü Eğitim<br />

Merkezinde paraşüt başlangıç eğitimi aldı. Eskişehir Bahçelievler Lisesi Havacılık Kolunu kurdu. Hava Teknik Okulları’nı 1978 yılında bitirdikten sonra Hava<br />

Astsubay olarak ilk birliği Sinop, Ayancık’a gitti. Birçok model uçağını denizde ya da ormanda kaybetti. Diyarbakır BHM’ de 1983-88 yıllarında görev aldı.<br />

Hava Kuvvetleri Radar Kıymetlendirme Kıtasında Kalite Kontrol öğretmenliği yaptı. Anadolu Üniversitesi’ni bu yıllarda bitirdi. Ahlatlıbel Radarında mübadele<br />

personel koordinatörlüğünü yürüttü. Emekli olduğu 2002 yılına kadar Emir Astsubaylığı görevinde bulundu. Son olarak THK 22. Genel Başkanı Korg.<br />

E.Karakuş ile birlikte iken yolu THK ile bir kez daha kesişti. 2002 yılında açılan THK Müzesinin kurucuları arasında yer aldı ve ilk amiri olarak görev yaptı.<br />

Havacılık tarihi, özellikle THK tarihi ile ilgili araştırmalara yoğunluk verdi. Çeşitli dergilerde makaleleri yayımlandı. THK Uçantürk dergisinde tarihsel yazılar<br />

ve resimler yayımladı. Kuruluş yıldönümü, kitap fuarları, bölgesel faaliyet kapsamında fotoğraf ve belgeler sergisi açtı. THK Kültür Yayınlarından “THK-13<br />

Uçan Kanat” kitabını yayımladı. 2006 yılı sonlarında THK Basımevi Kısım Şefi olarak atandı. Uzun yıllar üzerinde çalıştığı “THK Dizinseli” adlı kitabı THK yöneticileri<br />

tarafından dikkate alınmadı. Basımevinde ve THK yönetiminde gözlemlediği olumsuzlukları paylaşmaya başlayınca 2012 yılında THK’dan kovuldu.


9


AKTÜEL<br />

İSTANBUL’A<br />

ADLARINI<br />

VERENLER<br />

Harf sırası gözeterek isimlerini<br />

dönemlerinin önemli şahıslarından alan<br />

istanbul’un semtlerinin hikâyelerini ilk<br />

sayımızda yazmıştık. Yine harf sırasına göre<br />

semtlerin tarihçelerine devam ediyoruz.<br />

FATİH<br />

Malum olduğu üzere şehrin<br />

fatihi Fatih Sultan Mehmed’den<br />

gelmektedir. Fatih Sultan<br />

Mehmed, fetihten sonra adını<br />

taşıyan Camii ve Külliyenin<br />

inşasını burada başlattı. Cami,<br />

Fatih Sultan Mehmet’in türbesi,<br />

Daruşşifa, Medreseler, Tabhane,<br />

İmaret, Kervansaray, Sübyan<br />

mektebi, Kütüphane, Hamam,<br />

Saraçlar çarşısının bulunduğu<br />

külliye çok geniş bir alanı<br />

kaplamaktadır.


11<br />

FENER<br />

İstanbul’un en eski<br />

yerleşimlerinden biri olan<br />

semtte, denizcilerin koruyucusu<br />

Aziz Nikola’ya ait kilise vardır.<br />

Denizcilere yol gösteren, ışık<br />

tutan anlamındaki Panarion<br />

isminin zamanla Fener’e<br />

dönüştüğü düşünülüyor.<br />

FİRUZAĞA<br />

Beyoğu ilçesine bağlı bir mahalle ismidir.<br />

II. Bayezid’in Hazinebaşısı Firuz Ağa tarafından<br />

yaptırılan cami sebebiyle mahalle bu isimle<br />

anılmış. Hazinebaşı Firuz Ağa’nın adını taşıyan<br />

Sultanahmet tramvay istasyonu karşısında<br />

da (Bizans’ın Mese denilen eski görkemli ana<br />

caddesinin başı ve Ayasofya’nın çaprazı) bir<br />

cami daha vardır. 1512 yılında hayata gözlerini<br />

yuman Firuz Ağa’nın mezarı da caminin<br />

bahçesinde bulunuyor.<br />

FERİKÖY<br />

18. yüzyılda bölgeye gelen,<br />

Abdülmecid ve Abdülaziz<br />

dönemlerinde kendisine geniş<br />

topraklar bağışlanan Mösyö Feri<br />

adındaki bir Fransız tüccardan<br />

geldiği söylenmektedir. Eski adı<br />

Aya Dimitri olan bu küçük Rum<br />

köyü zamanla Mösyö Feri’nin<br />

köyü olarak anılmaya başlanmış<br />

ve bölgeye yerleşen diğer<br />

Gürcü, Ermeni ve Rum asıllı<br />

vatandaşlarla birlikte gelişmeye<br />

başlamış.<br />

FINDIKLI<br />

Bizans dönemindeki adı Ayanyhios<br />

dur. Semtin isminin kaynağı net değildir.<br />

Tarihçi Hammer’e göre semt ismini<br />

İtalyanca Fanduco’dan almıştır. Fanduco<br />

Han, konukevi anlamındadır. Bizans<br />

döneminde burada bulunan han semte<br />

ismini vermiştir. Osmanlı döneminde<br />

burada ilk yerleşimler Kanuni döneminde<br />

başlamıştır. Kıyı ve yamaçlar boyunca<br />

bulunan fındık bahçelerinden dolayı bu<br />

ismin verildiği de öne sürülmektedir.<br />

Osmanlı kaynaklarında da burada fındıklı<br />

deresinin bahsedilmektedir.<br />

FİRUZKÖY<br />

Avcılar İlçesine bağlı bir mahalle<br />

ismidir. Bulgaristan’ın Ortaköy’üne<br />

(İvaylovgrad) bağlı Balcıbük<br />

(Madenbuk) köyünde yaşamlarını<br />

sürdüren Türklerin, 1928 yılında<br />

Türkiye’ye gelmeleri ve Avcılar köyü<br />

yakınlarındaki Firuz’un satılık olan<br />

çiftliğini almaya karar vermeleri<br />

sonrasında kurulur. Firuz’un<br />

çiftliğine 60 hane olarak kurulan<br />

köye Firuzköy derler.<br />

FINDIKZADE<br />

Ufak tefek olduğundan küçük<br />

anlamında; “Fındık” lâkaplı<br />

Mustafa Efendi adlı zatın oğlu olan<br />

ünlü hattat; “Fındıkzâde İbrahim<br />

Efendi”nin, bu semtte Kızılelma’da<br />

yaşayıp ölmüş olması, lâkabının<br />

semtle anılmasında sebep olmuş.<br />

Bu gün Fındıkzade Mescidi’nin<br />

bulunduğu yerde Fındıkzâde Tekkesi<br />

Mescidi bulunuyormuş. Fındıkzâde<br />

İbrahim Efendi, aynı yere 1700’lü<br />

yıllarda cami yaptırmış. 1915’te tüm<br />

binalar yanmış ve zamanla tamamen<br />

yok olmuş. 2009 yılında izbe bir yer<br />

olan mekân temizlenerek Fındıklı<br />

Mescidi yapılmış.<br />

FLORYA<br />

Florya’nın ismi hakkında ise<br />

pek çok rivayet bulunuyor. Reşad<br />

Ekrem Koçu’ya göre, İskender<br />

Çelebi, Arnavutluk’un Florina<br />

kasabasındandı ve inşa ettirdiği<br />

bahçeye verdiği bu isim, zamanla<br />

“Florya” adına dönüştü.


KÜLTÜR SANAT<br />

INTERSTELLAR<br />

UZAY SERGİSİ<br />

07 Haziran 2016 10:00 - 04 Eylül 2016 11:00<br />

Torium Alışveriş Merkezi, İstanbul<br />

2<strong>03</strong>0 senesinin teknolojilerine ışık tutan, 3 boyutlu<br />

ve etkileşimli enstalasyonların yer alacağı sergi, bilimsel<br />

alt yapısı ve heyecan verici serüveni ile 4 Haziran – 4<br />

Eylül 2016 tarihleri arasında Torium Avm Sergi Alanı’nda<br />

ziyaretçileriyle buluşuyor.<br />

Uzayın derinliklerinde kaybolmaya hazır mısın?<br />

Bilim, sanat ve teknolojinin hangi boyutlara<br />

ulaşabileceğini deneyimleyebileceğiniz Interstellar Uzay<br />

Sergisi katılımcılarıyla buluşuyor.<br />

Uzayın gizemini yaşanabilir hale getiren sergi; video<br />

mapping , 3D etkileşim simulasyonları, artırılmış ve sanal<br />

gerçeklilik teknolojilerini 360 derece sonsuzluk algısıyla<br />

sunuyor. Big Bang’den kara deliklere, Mars yüzeyinden<br />

ay yüzeyine, güneş sisteminden yıldızlara uzanan uzay<br />

yolculuğunu kaçırmayın.<br />

- Ziyaret saatleri: Hafta içi 10:00 – 20:00, hafta sonu<br />

11:00 – 21:00.


13<br />

HARBİYE CEMİL TOPUZLU AÇIKHAVA SAHNESİ ETKİNLİK TAKVİMİ<br />

Allan Harris, Roy Hargrove,<br />

Roberta Gambarini ve TRT<br />

Hafif Müzik ve Caz Orkestrası<br />

25 Temmuz 2016 21:00<br />

Funda Arar<br />

05 Ağustos 2016 21:00<br />

Mustafa Ceceli<br />

13 Ağustos 2016 21:00<br />

23. İstanbul Caz Festivali, 20’nin üzerinde mekanda 200’ü aşkın yerli ve yabancı sanatçının katılımıyla<br />

gerçekleştirilecek yaklaşık 50 konserle, bu yaz da İstanbulluları caz müziğinin efsaneleriyle<br />

buluşturacak.<br />

Türk Pop müzik sanatçısı Funda Arar Yıldızlı Gecelerde sevenlerini müzik dolu dakikalar yaşatacak! Funda Arar,<br />

İstanbul Devlet Konservatuarı mezunudur. Eğitiminin ardından iki yıl boyunca müzik öğretmenliği yapan güzel sanatçı<br />

ilk albümü “Sevgilerde”’yi 2000 yıllında çıkarmıştır. Bu albümünün ardından sanatçı Kıraç ile düet bir albüm çıkararak<br />

14 Şubat 2001 yılında “Sevgiliye” adını verdikleri albümü ile “En İyi Çıkış Yapan Sanatçı” ödülünü almıştır. 2010<br />

yılında Türkiye’nin En Beğenilen Kadın Ses Sanatçı’sı seçilmiştir. ilk albümünden bu yana 9 albüm çıkaran sanatçı<br />

Adadolu Rock, Pop, Türk Sanat müziği türlerinde parçalar seslendirerek çok yönlü bir sanatçı olduğunu kanıtlamıştır.<br />

Mustafa Ceceli, Yıldızlı Gecelerde en romantik şarkılarını seslendirecek. Müzik hayatına çocuk yaşlarda<br />

başlayan şarkıcı ve aranjör Mustafa Ceceli, 6 yaşında piyano çalmaya başladı. Üniversite yıllarında<br />

arkadaşlarının kurduğu gurubun arkasında keyboard çalarak müzik hayatına amatör geçiş yapan<br />

Mustafa Ceceli, ikinci üniversiteyi İstanbul’da kazanmasıyla müzik kariyerinin resmi adımlarını burada<br />

atmaya başladı.<br />

Sertab Erener<br />

16 Ağustos 2016 21:00<br />

Pera Event tarafından gerçekleştirilen Turkcell Yıldızlı Geceler bu yıl 32 konser ile Çeşme, Bodrum ve<br />

İstanbul’da. Müzik kariyerinde her zaman yenilikçi ve farklı sanat anlayışını sevenlerine sunan Sertab<br />

Erener, müzik kariyerine ilk Sezen Aksu’nın arkasında vokalistlik yaparak başladı. 1992 yılında ilk<br />

albümü Sakin Ol’u Sezen Aksu’nun desteği ile çıkardı. Müzik kariyerine 11 albüm sığdıran sanatçı, aynı<br />

zamanda 20<strong>03</strong> yılında Eurovision Şarkı Yarışması’nda ülkemizi temsil ederek 1. lik ödülünü aldı.<br />

Volkan Konak<br />

21 Ağustos 2016 21:00<br />

Karadeniz türkülerini en güzel yorumlayan Volkan Konak, 26 Ağustos akşamı Cemil Topuzlu<br />

Sahnesinde... Türk Halk Müziği ve Karadeniz Türkülerinin güçlü yorumcusu Volkan Konak, sanat ve<br />

müzik hayatına 1987 yılında Maçka yöresinde yaptığı derleme çalışmalarını topladığı “Suların Horon<br />

Yeri” adlı müzik albümüyle başladı.<br />

Ajda Pekkan<br />

23 Ağustos 2016 21:00<br />

Süperstar Ajda Pekkan, başarılı kariyerine 22 albüm ve 57 single sığdırdı. Halda şarkı söyleyip<br />

üretmeye devam ediyor. Ajda Pekkan, müzik dünyasına damgasını vurmuş unutulmayan şarkılarının<br />

yanı sıra yeni hit şarkılarıyla her sene müzik dünyasına yeni bir soluk getiriyor. Her konserinde<br />

muhteşem sovlar, unutulmaz gösterilerle süsleyan Ajda Pekkan, yeni bir konseri ile yine hayranlarını<br />

şaşırtmaya hazırlanıyor.


KÜLTÜR SANAT<br />

MUSTAFA V.KOÇ’UN İKİ HOBİSİ RAHMİ<br />

M. KOÇ MÜZESİ’NDE BULUŞUYOR<br />

Tarih: 01 Haziran 2016 Çarşamba ~ 30 Aralık 2016 Cuma<br />

Yer: Rahmi M. Koç Müzesi<br />

Adres: Keçeci Piri Mah. Hasköy Caddesi No: 5, Hasköy<br />

Beyoğlu İstanbul<br />

Telefon: 0212 369 66 00 Dahili: 133<br />

Faks: 0212 369 66 06<br />

Web: http://www.rmk-museum.org.tr<br />

Rahmi M. Koç Müzesi, merhum Mustafa V. Koç’un renkli kişiliğini<br />

yansıtan çok özel iki sergiye ev sahipliği yapıyor. ‘Hem Yerde<br />

Hem Gökte’ teması ile Mustafa V. Koç’un tutkuyla bağlı olduğu<br />

ralli sporu ve model uçak hobisine dair düzenlenen iki özel sergi<br />

1 Haziran – 30 Aralık tarihleri arasında ziyaretçilerle buluşuyor.<br />

Ralli sporunun tarihini yeni nesillere aktarmayı hedefleyen<br />

‘Retro Rally Sergisi’ ve model uçakların renkli dünyasını gözler<br />

önüne seren ‘Yerden Göğe Sergisi’nin açılışı, Koç Ailesi üyelerinin<br />

katıldığı bir törenle gerçekleşti. Sergilerin açılışı vesilesiyle<br />

düzenlenen törende Rahmi M. Koç Müzesi’nin 1994 yılında ilk<br />

olarak faaliyete geçtiği bölüm olan Lengerhane Binası’nın ismi<br />

de “Lengerhane Mustafa V. Koç Binası” olarak değişti.<br />

Sadece iş insanı kimliği ve liderlik özellikleriyle değil, yaşama<br />

renk katan hobi ve ilgi alanlarıyla da tanınan merhum Mustafa<br />

V. Koç, Rahmi M. Koç Müzesi’nde açılan iki özel sergiyle anılıyor.<br />

Mustafa V. Koç’un gençlik yıllarında ilgilendiği ralli sporunun<br />

Türkiye’deki tarihini 18 efsane pilotun 25 aracını sergileyerek<br />

anlatan ‘Retro Rally Sergisi’nin yanı sıra yine son dönemde<br />

çocukluğundan beri tutkuyla bağlı olduğu model uçakları konu<br />

alan ‘Yerden Göğe Sergisi’ 1 Haziran’dan itibaren Rahmi M. Koç<br />

Müzesi’nde ziyaretçilerini bekliyor. ‘Hem Yerde Hem Gökte’<br />

temasıyla düzenlenen Retro Rally ve Yerden Göğe sergileri Koç<br />

Ailesi üyeleri, Koç Holding üst yönetimi, ralli sporuna gönül veren<br />

iş insanları ve davetlilerin katılımıyla ziyarete açıldı.<br />

Efsane sürücülerin 25 aracı sergileniyor.<br />

Türkiye’de 1960’lı yılların sonundan itibaren bilinmeye<br />

başlanan ralli sporunun aradan geçen yarım asırlık dönemde<br />

çıkarttığı şampiyonların ve onlara ait araçların tanıtıldığı<br />

sergi, bu sporun Türkiye’de tanınmasına büyük emek harcayan<br />

Mustafa V. Koç’a ithaf edildi. İlk planlaması ve hazırlık çalışmaları<br />

Mustafa V. Koç’un sağlığında başlayan ve vefatının ardından<br />

tamamlanan ‘Retro Rally Sergisi’nde Renç Koçibey’den Cem<br />

Hakko’ya, Ali Karacan’dan Volkan Işık’a, bu spora gönül veren<br />

18 efsane pilotun model yılları 1968-2006 arasında değişen<br />

25 farklı otomobili yer alıyor. Opet, Ford, Fiat, Opel, Pirelli, Allianz,<br />

LG, Norm Cıvata, Beyçelik Gestamp, Martur, Power Grup ve<br />

Number 1’in da destekçileri arasında yer aldığı sergide Mustafa<br />

V. Koç’un 1991 Rallikros Şampiyonası’nda birincilik kazandığı<br />

Ford Sierra model araç da ziyaretçileri karşılayacak. Türk ralli<br />

tarihine ışık tutan geçmiş dönem yarış afişleri, zaman karneleri,<br />

yol notlarının yanı sıra pilotların şampiyonluk kupaları,<br />

tulumları, kaskları, yarış ayakkabıları, yarış eldivenlerinin de<br />

görülebileceği sergide, araç sahibi ünlü pilotların birebir maket<br />

fotoğrafları da olacak. Sergi süresince ziyaretçilere interaktif<br />

bir ortam sağlayabilmek amacıyla bir ralli simülatörü de hazır<br />

bulunacak.<br />

Model uçakların renkli dünyasına yolculuk<br />

1 Haziran - 30 Aralık tarihleri arasında Rahmi M. Koç Müzesi’nin<br />

ev sahipliği yapacağı bir diğer sergi olan ‘Yerden Göğe’ ise,<br />

model uçakçılığın Türkiye’deki tarihini gözler önüne seriyor.<br />

Türkiye’de; kuruluşuna Atatürk’ün öncülük ettiği Türk Tayyare<br />

Cemiyeti’nin çabalarıyla Cumhuriyet’in ilk yıllarında tanınmaya<br />

başlayan ve 1930’ların ilk yarısında ders programlarına dahi<br />

giren model uçakçılık, 1963 yılında yurtdışı organizasyonlara<br />

katılım ile uluslararası bir kimlik kazandı. Zaman içinde<br />

teknolojideki gelişimle birlikte şekil değiştiren model uçakçılık,<br />

Mustafa V. Koç’un da en sevdiği hobileri arasındaydı.<br />

Mustafa V. Koç’un<br />

kupa ve madalyaları da sergileniyor<br />

Çocukluğundan bu yana uçak uçurmaya meraklı olan Mustafa<br />

V. Koç, Amerika’da üniversitede okurken tanıştığı uzaktan<br />

kumandalı planörlerle bu hobisini geliştirmişti. Katıldığı<br />

yarışmalarda Türkiye’yi de temsil eden Mustafa V. Koç, Türk Milli<br />

Takımı ile 2004 yılında Kanada F3J Model Dünya Şampiyonası’nda<br />

ülkemize gümüş madalya da getirmişti. Yerden Göğe<br />

Sergisi’nde Mustafa Koç’a ait 12 uçak ile 3 planörün yanı sıra,<br />

2002-2013 yılları arasında düzenlenmiş olan çeşitli ulusal ve<br />

uluslararası model uçak yarışmalarında Mustafa V. Koç’un kazandığı<br />

kupalar ile Avrupa ve dünya şampiyonlarında F3J Türk<br />

Milli Takımı’yla kazandığı üç adet madalya da yer alıyor.


15<br />

LIFE IN COLOR<br />

Dünyanın en renkli partisi Life in Color, yepyeni<br />

turu Kingdom ile bu yıl Türkiye’yi rengarenk<br />

boyamaya geliyor!<br />

İstanbul’da gerçekleşen ve büyük beğeni toplayan<br />

Unleash ve the Big Bang Tour şovlarının<br />

ardından Life in Color, 6 Ağustos’ta İstanbul’da<br />

elektronik müzikseverlerle!<br />

Günlük hayatın sıradanlığından ve şehrin gürültüsünden<br />

uzaklaşacağınız Life Park’ta dünyaca<br />

ünlü DJler, sıradışı şovlar, muhteşem sürprizlerle<br />

dolu rengarenk bir yaz günü için hazır olun!<br />

Life In Color Festival<br />

06 Ağustos İstanbul


KÜLTÜR SANAT<br />

CROSSROADS 4 | AHMET ÇERKEZ, OLCAY KUŞ,<br />

ERMAN ÖZBAŞARAN, OLGU ÜLKENCİLER<br />

ART ON İSTANBUL, 11 Haziran- 30<br />

Temmuz 2016 tarihleri arasında Ahmet<br />

Çerkez, Olcay Kuş, Erman Özbaşaran<br />

ve Olgu Ülkenciler’in eserlerinin yer<br />

aldığı “Crossroads 4” adlı karma sergiye<br />

ev sahipliği yapıyor. Art On İstanbul’un<br />

kuruluşundan bu yana üstlendiği genç<br />

sanatçıların gelişimine katkıda bulunma<br />

misyonu için bir görünürlük alanı açan<br />

Crossroads serisi, bu kez galerinin yeni<br />

temsil etmeye başladığı sanatçıların güncel<br />

önermelerini, üretimlerindeki canlılık ve<br />

arayışlarını izleyebilmek için bir kesişme<br />

noktası oldu.<br />

Sergi, sanatçıların ilk defa bu çerçeve<br />

ile görülecek üretimlerini bir araya getiriyor.<br />

Aynı atölyeyi paylaşan Ahmet Çerkez (1976,<br />

Bulgaristan) ve Erman Özbaşaran’ın (1982,<br />

Çorlu) ortaklaşa ürettikleri “Metabolit”<br />

isimli seriye eklenen heykel yerleştirmesi,<br />

atık parçaların yeniden örülerek sağlam bir<br />

yapıya dönüştürülmesiyle oluşturuluyor.<br />

Sanatçıların bu kez inşaat molozlarından<br />

topladıkları ahşap ve metal atıklar,<br />

birleştirilmeden sonra yer yer açılan<br />

deliklerin betonla doldurulması sonucunda<br />

3 metrelik bir kolona dönüşüyor.<br />

Daha önceki kişisel sergilerinde resimleri<br />

ve desenlerini sergileyen Olgu Ülkenciler<br />

(1981, İstanbul), katıldığı karma sergilerde<br />

dokümantasyon ağırlıklı enstalasyon<br />

çalışmalar da göstermişti. Aralık ayında<br />

Art On İstanbul’da açılan “Heavy Burden”<br />

sergisinde gösterdiği Çöküş isimli heykelden<br />

sonra ilk defa bu sergide sanatçının üç<br />

boyutlu soyut heykelleri ve rölyefleri izleyici<br />

ile buluşuyor. Ülkenciler, kentin verdiği<br />

bilinçdışı doğa algısını soyutladığı metal<br />

kütlesel heykelleriyle, tekrarlanabilen<br />

modüler parçaları kullanarak formun<br />

sürekliliğini vurguluyor. Sanatçının epoksi<br />

ve polyester malzeme ile ürettiği rölyef<br />

çalışmalarında ise farklı yüksekliklerdeki<br />

tekrarlayan form elemanları, yekpare<br />

bir yüzeyde dalgalı bir ritim yaratıyor.<br />

Sanatçının heykellerine, kendi resim<br />

belleğiyle bir kesişme noktası teşkil eden<br />

desenleri eşlik ediyor.<br />

Art On İstanbul’da daha önce de kişisel<br />

sergilerini izlediğimiz Olcay Kuş (1985,<br />

İzmir), “Crossroads 4” için hazırladığı<br />

yeni işlerinde, gazete kağıtları ve boyayla<br />

kurduğu katmanların yanında cam gibi<br />

yeni yüzeyler de deniyor. Sanatçı, hakim<br />

iktidar ve medyanın kurduğu baskın dili,<br />

beden üzerinden ele alıyor. Ekranlarda<br />

ve gazetelerde gördüğümüz, aralıksız<br />

dozlarla verilen baskıcı ve şiddetli eril<br />

dilin neredeyse benimsenmiş olduğunu,<br />

fanatizmin bağlılık adı altında övülerek<br />

baskılanmanın gördüğü kabulü, “futbol”<br />

üzerinden gösteriyor.<br />

Ziyaret saatleri: Salı-Cumartesi 10.00-19.00


17<br />

TİYATRO<br />

UŞAK, KRAL VE ÖTEKİLER<br />

Usta Oyuncu Köksal Engür, BO Sahne yapımı “Uşak, Kral<br />

Ve Ötekiler” oyunuyla tiyatro sahnelerine dönüyor. Levent<br />

Özdilek’in yönettiği oyunda Merve Engin ile sahneyi paylaşacak<br />

olan usta oyuncu, yaz boyu güldürecek. 2011 yılından bu<br />

yana Tiyatro sahnelerinden uzak olan oyuncu performansıyla<br />

seyircisini kahkahaya boğacak.<br />

Yaz boyu gösterimde kalacak oyun BO Sahne’de seyredilebilir.<br />

Uşak, Kral Ve Ötekiler: “Krallığın altın yüzü ve tavuk poposu”na<br />

dair bir hikâyedir bu… Oyunumuz herhangi bir ülkenin herhangi<br />

bir krallığında geçmekte. Elbette bir tane kralımız var ve tabi ki<br />

bir tane de uşağımız, krala krallığını hatırlatacak.<br />

Peki ya ötekiler?<br />

İşte bu oyun onlar hakkında, onlara rağmen…<br />

Yazan: Süleyman Karaahmet<br />

Yöneten: Levent Özdilek<br />

Oynayanlar: Köksal Engür & Merve Engin<br />

Dekor & Kostüm Tasarım: Oğuz Şahin Işık Tasarım: Onur Alagöz<br />

Reji Asistanı: Tayfun Karataş<br />

Prodüktör: Nilüfer Bıyıklı<br />

“Uşak, Kral ve Ötekiler“i 15, 27 Temmuz tarihlerinde<br />

BO Sahne’de seyredebilirsiniz.


KÜLTÜR SANAT<br />

ÖLÇÜMÜN BELLEĞİ-<br />

BELLEĞİN ÖLÇÜMÜ<br />

Pera Müzesi’nin Suna ve İnan Kıraç<br />

Vakfı Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri<br />

koleksiyonu ile Cevdet Erek’in 4.<br />

Jameel Ödülü sergisinde yer alan<br />

eseri, “Gündüz Gece Cetveli”nden<br />

ilham alan atölyede katılımcılar<br />

kendi kişisel tarihlerinde keyifli bir<br />

yolculuğa çıkıyor. Sanatta ölçümün<br />

tarihi üzerine bir sohbetin<br />

ardından katılımcılar, kendi mikrotarihlerini<br />

diledikleri şekilde<br />

birimlere ayırarak, kişisel bellek<br />

cetvellerini yaratıyorlar.<br />

İlişkili Sergi: 4. Jameel Ödülü<br />

Pera Müzesi 4. Jameel Ödülü<br />

sergisini, Victoria ve Albert<br />

Müzesi ile paydaşı Art Jameel<br />

kurumlarının iş birliğiyle<br />

düzenliyor.<br />

Kontenjan: 10 kişi -<br />

Süre: 2 saat<br />

Atölye Başına Katılım Bedeli: 40 TL<br />

YAZ EĞİTİM ETKİNLİKLERİ<br />

İSTANBUL VİTRAYLARI<br />

Jameel Prize sergisine yönelik bu atölyede çocuklar,<br />

İstanbul’un yerel öğeleriyle beslenen vitrayları tanıyor.<br />

Temel geometrik formları kullanarak, İstanbul’daki<br />

vitraylarda yaygın olarak tercih edilmiş renkleri<br />

esas alan vitraylar yaparken, form-malzeme-renk<br />

bileşenlerinin algıdaki etkisi hakkında da sohbet ediyor.<br />

Eğitmen: Atölye Mil<br />

İlişkili Sergi: 4. Jameel Ödülü<br />

Pera Müzesi 4. Jameel Ödülü sergisini, Victoria ve<br />

Albert Müzesi ile paydaşı Art Jameel kurumlarının iş<br />

birliğiyle düzenliyor.<br />

Kontenjan: 10 kişi - Süre: 2 saat<br />

Atölye Başına Katılım Bedeli: 45 TL


19<br />

Tanıtım videomuzu izlediniz mi?<br />

video.cvsair.com.tr


SİNEMA<br />

SİNEMA VİZYON<br />

HİTLER’E SUİKAST<br />

Buz Devrİ 5<br />

Colonia<br />

Free State Of JonES<br />

Vizyon Tarihi: Temmuz 2016<br />

Yapımı : 2015 - Almanya<br />

Tür : Dram<br />

Süre: 114 Dak.<br />

Yönetmen : Oliver Hirschbiegel<br />

Oyuncular : Katharina Schüttler, Burghart<br />

Klaußner, Christian Friedel, Michael Kranz,<br />

Johann Von Bülow<br />

Senaryo : Léonie-Claire Breinersdorfer, Fred<br />

Breinersdorfer<br />

1939 Kasım ayında Hitler’e suikast<br />

girişiminde bulunan, ancak başarısız olan<br />

marangoz George Elser’in (Christian Friedel)<br />

hapiste yaşadıkları ve bu olaya giden süreçte<br />

karşılaştığı olaylar anlatılıyor.<br />

Vizyon Tarihi: Temmuz 2016<br />

Yapımı : 2016 - ABD<br />

Tür : Animasyon, Komedi<br />

Süre: 99 Dak.<br />

Yönetmen : Mike Thurmeier, Galen T. Chu<br />

Seslendirenler : Jennifer Lopez, Queen Latifah,<br />

Simon Pegg, John Leguizamo, Jessie J<br />

Senaryo : Michael J. Wilson<br />

Scrat’in meşe palamudunun peşindeki<br />

bitmeyen takibi, bu kez Dünya’nın dışına<br />

çıkmasına neden olur. Ancak Scrat, birtakım<br />

şanssız tesadüfler sonucunda dünyayı yok<br />

edebilecek olaylar zincirini başlatır. Dünyaya<br />

çarpacağı kaçınılmaz olan göktaşından<br />

kaçabilmek için Manny, Sid, Diego ve<br />

arkadaşları, daha önce hiç görmedikleri<br />

yerler ve yaratıklarla karşılaşacakları bir<br />

yolculuğa çıkarlar.<br />

Vizyon Tarihi: Temmuz 2016<br />

Yapımı : 2015 - Almanya<br />

Tür : Dram<br />

Süre: 110 Dak.<br />

Yönetmen : Florian Gallenberger<br />

Oyuncular : Emma Watson, Daniel Brühl,<br />

Michael Nyqvist, August Zirner<br />

1973’te Şili’de gerçekleşen hükumet<br />

darbesi ve General Augusto Pinochet’nin<br />

iktidara gelişi esnasında ülkede bulunan<br />

hostes Lena (Emma Watson) ve fotoğrafçı<br />

Daniel (Daniel Brühl) çifti, bir anda kendilerini<br />

sokak çatışmaları ve diktatörlüğün baskısı<br />

arasında bulur. Solcu gruplarla ilişkisi olduğu<br />

gerekçesiyle Daniel, Pinochet’nin gizli polis<br />

teşkilatı DINA tarafından alıkonur. Sevgilisinin,<br />

diğer birçok siyasi suçlu gibi ülkenin<br />

güneyindeki Colonia Dignidad kampına<br />

götürüldüğünü öğrenen Lena, oldukça zorlu<br />

şartların söz konusu olduğu ve hiçkimsenin<br />

kaçamadığı bu komüne katılmaya karar verir.<br />

Vizyon Tarihi: 12 Ağustos 2016<br />

Yapımı : 2016 - ABD<br />

Tür : Dram, Gerilim, Tarih<br />

Yönetmen : Gary Ross<br />

Oyuncular : Matthew McConaughey, Keri<br />

Russell, Mahershala Ali, Gugu Mbatha-Raw,<br />

Lara Grice<br />

Senaryo : Gary Ross<br />

Yapımcı : Gary Ross, Scott Stuber<br />

Amerikan İç Savaşı yıllarında Güney’de<br />

fakir bir çiftçi olan Newton Knight (Matthew<br />

McConaughey), yüksek vergilerden,<br />

savaşlardan ve yok yere hayatını riske<br />

atmaktan bıkmıştır. 1862’deki Corinth<br />

Savaşı’nın ardından kendisi gibi çiftçiler,<br />

köleler ve firarilerle birlikte Güney<br />

Konfederasyonu’ndan ayrılarak Jones County,<br />

Mississippi’de bağımsız bir devlet kurulmasına<br />

öncülük eder. Ancak bölgesel hükumet, bu<br />

isyanı her ne pahasına olursa olsun bastırmak<br />

isteyecektir.


21<br />

HAVUZLARA DİKKAT!<br />

YÜZMENİN yapılacak en sağlıklı spor çeşidi olduğuna<br />

hiç kuşku yok. Ödemi ve duruş bozukluğuna bağlı ağrıları<br />

azaltması, tüm kasları çalıştırması, tansiyonu düzenlemesi ve<br />

saymadığımız pek çok olumlu etkisi nedeniyle gebelikte de<br />

bu aktivite çok faydalı.<br />

Ancak, İngiltere’de gebelikleri boyunca düzenli olarak<br />

yüzme aktivitesine katılan kadınların çocuklarında alerjik<br />

hastalıkların hızla artışı, yüzme havuzlarının mercek altına<br />

alınmasına sebep oldu.<br />

O HASTALIKLARDA BEŞ KAT ARTIŞ<br />

Bilim insanları özellikle son 50 yılda astım, egzama<br />

gibi alerjik hastalıkların yeni doğan döneminden itibaren<br />

nerdeyse beş kat artış göstermesinin ardındaki sebeplerden<br />

birini özellikle halka açık havuzlarda bulunan klor ve benzeri<br />

temizlik ürünlerinin havaya karışarak yarattığı zararlı etkiye<br />

bağlıyor.<br />

HAMİLELER; KALABALIK VE KAPALI HAVUZLARA DİKKAT!<br />

Kimyasallara maruz kalan annenin taşıdığı fetüsün<br />

bağışıklık sistemi değişime uğruyor ve doğduktan sonra bu<br />

bebeklerde ciltte soyulma ve kızarmalar, besin alerjileri,<br />

egzama, astım gibi hastalıklara çok sık rastlanıyor.<br />

Devamlı ve düşük dozda alınan kimyasalların bağışıklık<br />

sistemine etkisi hakkında kesin kanıt olmasa da ikna edecek<br />

düzeyde veri mevcut olduğunu belirten Kadın Hastalıkları<br />

Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Betül Görgen, anne<br />

karnındaki fetüsün kimyasal maddelere karşı aşırı derecede<br />

duyarlı olduğunu vurguluyor.<br />

Bakterileri ve bulaşıcı enfeksiyonları ortadan kaldırmak<br />

için, bu maddelerin havuzlarda bolca kullanıldığına dikkati<br />

çeken Op. Dr. Betül Görgen, sıcak yaz ayları için havuz<br />

programı yapan anne adaylarına şu uyarılarda bulundu:<br />

“En çok dikkati çeken madde -yaygın dezenfeksiyon<br />

ürünü- THM (trihalometan)’lardır. Bu madde, kullanılan<br />

klorun deri hücreleri, idrar ve ter gibi organik maddelerle<br />

karışması sonucu oluşur. Çok kalabalık, bol klorlu havuzlarda<br />

da yüksek sevide bulunur. Özellikle havalandırmanın pek<br />

de yeterli olmadığı kapalı havuzlarda yoğun klor kokusunu<br />

mutlaka hissetmişsinizdir.<br />

Çocukta beynin ve bağışıklık sisteminin gelişimi,<br />

kimyasal haberci olan hormonların doğru zamanda doğru<br />

miktarda bulunmasıyla olur. Fakat artan miktarlarda endişe<br />

veren bu kimyasallarla etkileşen doğal kimyasal haberciler<br />

bağışıklık yanıtında değişmeye yol açar. Havuzlarda<br />

kullanılan temizlik maddeleri, solunan klorlu hava bu yolla<br />

alerjik hastalıklara yol açar.”<br />

YÖNETMELİK VAR AMA...<br />

Türkiye’de de halka açık yüzme havuzlarında olması<br />

gereken sağlık esasları ve şartlar hakkında Sağlık<br />

Bakanlığı’nın yönetmeliği var. Bu yönetmelikte pek çok<br />

teknik detay ve rakamsal değer var. Havuzdan numuneleri<br />

alması gereken kişinin bile teknik işler, sağlık ve kimya<br />

eğitimi almış bir kişi olması gerektiği belirtiliyor.<br />

ANALİZ VERİLERİ NEDEN PAYLAŞILMIYOR?<br />

Havuz aktivitesi bulunan birçok spor merkezi bile, her<br />

bilgiyi paylaştıkları internet sitelerinde, nedense havuzlarına<br />

ait temizlikle ilgili analiz verilerini ve sıklığını paylaşmıyor.<br />

Çünkü, kurallara ne kadar uyulduğu tartışmalı. Birçok havuz<br />

çamaşır suyu kokuyor...<br />

Op. Dr. Betül Görgen, hamilelere; gidecekleri havuzda<br />

Sağlık Bakanlığı’nın yönetmeliğindeki kurallara uyulup<br />

uyulmadığını araştırıp öyle gitmelerini tavsiye ediyor.<br />

HAVUZ MU DENİZ Mİ?<br />

Op. Dr. Betül Görgen, deniz suyunun havuz suyu<br />

gibi kimyasal içermediği için daha hijyenik olduğunu<br />

söylüyor. Op. Dr. Görgen, gidecekleri havuzun<br />

temizliğinden emin olmayan hamilelere imkanı varsa<br />

denizi öneriyor. Tabi ki denize girilecek plajın da<br />

ölçümlerinin yapılmış ve yetkililer tarafından ‘denize<br />

girilebilir yerler’ arasında ilan edilmiş olduğuna dikkat<br />

etmek gerekiyor.


EURO 2016<br />

FUTBOL ATEŞİ<br />

FRANSA’DA


23<br />

Avrupa Futbol Şampiyonası1960’tan beri<br />

UEFA tarafından 4 yılda bir düzenlenen bir futbol<br />

organizasyonudur. Avrupa Uluslar Kupası adıyla<br />

kurulan organizasyon, 1968 yılında şimdiki ismini aldı.<br />

Turnuvaya katılım göstermek için ev sahibi ülke dışında<br />

kalan takımlar ön eleme oynamak mecburiyetindedir.<br />

Günümüze kadar oynanan 14 turnuvayı 9 farklı<br />

millî takım kazanmıştır:Almanya ve İspanya 3’er kez,<br />

Fransa 2 kez, SSCB, İtalya,Çekoslovakya, Hollanda,<br />

Danimarka ve Yunanistan birer kez turnuvayı birinci<br />

olarak tamamlayan ülkelerdir. 2008 ve 2012 yıllarında<br />

düzenlenen turnuvayı kazanma başarısı gösteren<br />

İspanya bu turnuvayı üst üste kazanabilen tek takım<br />

olma unvanını taşımaktadır.<br />

Avrupa’da bir futbol turnuvası düzenleme fikri ilk<br />

olarak 1927 yılında Fransa Futbol Federasyonu genel<br />

sekreteri Henri Delaunay tarafından ortaya atılmış<br />

ancak bu fikrin hayata geçirilmesi Henri Delaunay’ın<br />

ölümünden çok sonra 1958 yılında gerçekleşmiştir.<br />

1960 Avrupa Uluslar Kupası, Avrupa kıtasında<br />

millî takımlar bazında düzenlenen ilk uluslararası<br />

şampiyonadır. Avrupa Futbol Şampiyonası’nın öncülü<br />

ve ilki olarak kabul edilen bu organizasyon dönem<br />

konjonktürü nedeniyle bazı ülkelerin turnuvaya<br />

katılmaması üzerine Avrupa Uluslar Kupası adıyla<br />

düzenlenmiştir. Turnuvaya toplam 17 ülke katılmış,<br />

yarı final ve final maçları Fransa’da oynanmıştır. Final<br />

maçında Yugoslavya’yı, uzatmalarda attığı golle deviren<br />

SSCB ilk Avrupa şampiyonu olmuştur. Turnuvanın en<br />

dikkat çeken olayı ise, çeyrek finalde Sovyetler Birliği<br />

ile eşleşen İspanya’nın siyasi nedenlerle turnuvadan<br />

çekilmesi ve SSCB’nin doğrudan yarı finale çıkmasıydı.<br />

Avrupa’da bir futbol turnuvası düzenleme fikri ilk<br />

olarak 1927 yılında Fransa Futbol Federasyonu genel<br />

sekreteri Henri Delaunay tarafından ortaya atılmış<br />

ancak bu fikrin hayata geçirilmesi Henri Delaunay’ın<br />

ölümünden çok sonra 1958 yılında gerçekleşmiştir.<br />

1960 (SOVYETLER BİRLİĞİ)<br />

1960<br />

Avrupa Uluslar<br />

Kupası, Avrupa<br />

kıtasında millî<br />

takımlar bazında<br />

düzenlenen<br />

ilk uluslararası<br />

şampiyonadır.<br />

Avrupa Futbol Şampiyonası’nın öncülü ve ilki olarak<br />

kabul edilen bu organizasyon dönem konjonktürü<br />

nedeniyle bazı ülkelerin turnuvaya katılmaması üzerine<br />

Avrupa Uluslar Kupası adıyla düzenlenmiştir. Turnuvaya<br />

toplam 17 ülke katılmış, yarı final ve final maçları<br />

Fransa’da oynanmıştır.Final maçında Yugoslavya’yı,<br />

uzatmalarda attığı golle deviren SSCB ilk Avrupa<br />

şampiyonu olmuştur. Turnuvanın en dikkat çeken<br />

olayı ise, çeyrek finalde Sovyetler Birliği ile eşleşen<br />

İspanya’nın siyasi nedenlerle turnuvadan çekilmesi ve<br />

SSCB’nin doğrudan yarı finale çıkmasıydı. 1980 yılından<br />

itibaren turnuvaya katılma hakkı 8 takıma çıkarılmış iki<br />

gruba bölünen takımlar arasında ki mücadele sonunda<br />

gruplarını lider tamamlayan takımlar final oynamaya hak<br />

kazanmışlardır.<br />

1964 (İSPANYA)<br />

İspanya’da 17-21 Haziran tarihlerinde yapılmıştır. Bu<br />

turnuvayı finalde SSCB’yi 2-1 yenen İspanya kazanmıştır.<br />

1968 (İtalya)<br />

İtalya’da 5-10<br />

Haziran tarihlerinde<br />

yapılmıştır.<br />

Bu şampiyona<br />

Avrupa Futbol<br />

Şampiyonası’sının<br />

3.’dür. Bu yılda beraber<br />

biten maçların sonunda<br />

seri penaltı atışları uygulaması henüz başlamadığından,<br />

İtalya ve SSCB arasındaki 0-0 biten yarı final maçı ardından<br />

para atışı yapılmış ve İtalya finale çıkmıştır. Final maçında<br />

bu kez İtalya ile Yugoslavya 1-1 berabere kalmış, uzatmalar<br />

sonunda da sonuç değişmeyince iki gün sonra bir tekrar<br />

maçı oynanmıştır. İkinci kez oynanan final maçını 2-0<br />

kazanan İtalya şampiyon olmuştur.


EURO 2016<br />

1972 (batı almanya)<br />

14-18 Haziran<br />

1972 tarihleri arasında<br />

Belçika’da düzenlendi.<br />

Elemelerine toplam<br />

32 takım katılmış,<br />

çeyrek finali geçen 4<br />

takım final turnuvasına<br />

katılmaya hak kazanmıştır. Şampiyonluk, final maçında<br />

SSCB’yi 3-0’la geçen Batı Almanya’nın olmuş, bu aynı<br />

zamanda Almanya’nın ilk Avrupa şampiyonluğudur.<br />

1976 (çekoslavakya)<br />

16- 20 Haziran<br />

1976 tarihleri arasında<br />

Yugoslavya’da<br />

düzenlenen futbol<br />

turnuvasıdır.Turnuvayı<br />

finalde penaltı<br />

vuruşları sonunda Batı<br />

Almanya’yı 5-3 mağlup eden Çekoslovakya kazanmıştır.<br />

1980 (batı almanya)<br />

11-22 Haziran 1980<br />

tarihleri arasında İtalya’da<br />

düzenlenmiştir. Final<br />

karşılaşmasında Belçika’yı<br />

2-1 mağlup eden Batı<br />

Almanya kazanmıştır.<br />

1984 (fransa)<br />

1988 (hollanda)<br />

12- 27Haziran<br />

1984 tarihleri<br />

arasında Fransa’da<br />

düzenlenmiştir.<br />

Turnuvayı finalde<br />

İspanya’yı 2-0 mağlup<br />

eden Fransa kazanmıştır.<br />

10-<br />

25 Haziran 1988<br />

tarihleri arasında<br />

Batı Almanya’da<br />

düzenlenmiş olan<br />

futbol turnuvasıdır.<br />

Son şampiyon<br />

Fransa elemeleri<br />

geçemezken,Belçika, 1986 FIFA Dünya Kupası’nın<br />

ardından Euro 1988 için de vize almayı başarmıştı.<br />

Finalde SSCB’yi 2-0 mağlıp eden Hollanda kazanmıştır.<br />

1992 (danİmarka)<br />

10-26 Haziran<br />

1992 tarihleri arasında<br />

İsveç’te düzenlenmiştir.<br />

4 farklı şehirde oynanan<br />

15 maçta, maç başına<br />

ortalama 2,13 gol<br />

atılmıştı. Ev sahibi İsveç dışında 33 takım elemelerine<br />

katıldı ve finaller son kez 8 takımla oynandı. SSCB ülke<br />

dağılmadan kısa süre önce turnuvaya katılmaya hak<br />

kazanmıştı. Takım turnuvaya BDT adı altında turnuvaya<br />

katıldı. BDT, Rusya, Ukrayna, Beyaz Rusya, Kazakistan,<br />

Özbekistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Ermenistan,<br />

Moldova ve Tacikistanülkelerini temsil ediyordu. BDT’nin<br />

içinde yer almayan 5 cumhuriyet ise futbolcularını<br />

göndermedi. Bu ülkeler Azerbaycan, Estonya, Gürcistan,<br />

Litvanya ve Letonya’ydı.<br />

Yugoslavya turnuvaya katılmaya hak kazandı ama<br />

Yugoslavya’nın Dağılması nedeniyle diskalifiye edildi.<br />

Onun yerine çağrılan grup ikincisi Danimarka sürpriz<br />

biçimde şampiyon olmuştur. Ya da diğer bir tabirle<br />

tatilden gelerek şampiyon olmuştur. Turnuvanın resmi<br />

marşı Towe Jaarnek ve Peter Jöback tarafından yazılan<br />

“More Than a Game”’di. Turnuva, ülkenin bayrağı ile<br />

UEFA yazısının son kez logo olarak kullanıldığı ve kısaca<br />

“Euro” adı verilmeden, “Avrupa Futbol Şampiyonası”<br />

adıyla oynanan son turnuvadır. Ayrıca futbolcu<br />

isimlerinin formanın arkasına yazıldığı ilk büyük futbol<br />

yarışmasıdır.<br />

1996 (almanya)<br />

8-30 Haziran<br />

1996 tarihleri<br />

arasında İngiltere’de<br />

düzenlenmiştir.<br />

Euro 96 olarak da<br />

bilinen turnuva<br />

toplam 8 şehirde<br />

oynanmış, oynanan<br />

31 maçta toplam


25<br />

64 gol atılmıştır. Turnuvanın final karşılaşmasında Çek<br />

Cumhuriyeti’ni 2-1 mağlup eden Almanya kazanmıştır.<br />

2000 (fransa)<br />

neredeyse hiç şans verilmeyen Yunanistan’ın favorilerin<br />

formsuzluğundan da yararlanarak oynadığı savunma<br />

futboluna rağmen şampiyon olmasıdır. Aynı savunma<br />

taktiğiyle oynayıp finalde ev sahibi Portekiz’i 1-0’la<br />

geçen Yunanistan ilk şampiyonluğunu yaşadı.<br />

sergiledi. Avusturya ve Polonya, tarihlerinde ilk kez bir<br />

Avrupa Futbol Şampiyonası’na katıldı. Şampiyonayı<br />

kazanan takım olan İspanya, 2009 yılında Güney Afrika<br />

Cumhuriyeti’nde düzenlenen FIFA Konfederasyonlar<br />

Kupası’nda Avrupa’yı temsil etti.<br />

2008 (İSPANYA) 2012: (İSPANYA)<br />

10 Haziran-<br />

2 Temmuz 2000<br />

tarihlerinde<br />

Hollanda<br />

ve Belçika’nın ortaklığı ile düzenlenmiş olan futbol<br />

turnuvasıdır. Finalde Fransa ve İtalya karşılaşmış uzatma<br />

dakikalarında bulduğu golle karşılaşmayı 2-1 kazanan<br />

Fransa şampiyon olmuştur.<br />

2004 (yunanİstan)<br />

12 Haziran ile<br />

4 Temmuz 2004<br />

tarihleri arasında<br />

Portekiz’de<br />

düzenlenen futbol<br />

turnuvasıdır.<br />

Organizasyon<br />

tarihinde ilk kez açılış ve final maçları aynı takımlar<br />

arasında oynandı. Turnuvanın hatırda kalan özelliği<br />

Diğer<br />

kullanımıyla UEFA<br />

Euro 2008, sadece<br />

UEFA üyesi ülkelerin<br />

millî takımlarının<br />

katılabildiği<br />

Avrupa Futbol<br />

Şampiyonası’nın 13. turnuvası. Avusturya ve İsviçre’nin<br />

ev sahipliğinde, 7 - 29 Haziran 2008 tarihleri arasında<br />

düzenlenen turnuvayı, finalde Almanya’yı 1-0 yenen<br />

İspanya şampiyon olarak tamamladı. Şampiyona<br />

kapsamında oynadığı tüm maçlardan galip ayrılan<br />

ispanya, 1984’te Fransa, 1996’da ise Almanya’nın<br />

ardından tüm maçları kazanan üçüncü takım oldu.<br />

İspanya, bu başarısı ile ilk kez 1964’te kazanmış olduğu<br />

kupayı, 44 yıl aradan sonra tekrardan elde etti.<br />

Turnuvaya katılan 16 takım, dörder takımdan oluşan<br />

4 grupta mücadele etti. Ev sahipleri Avusturya ve İsviçre<br />

turnuvaya eleme maçları oynamadan katıldı. Diğer 14<br />

takım ise, 16 Ağustos 2006’da 21 Kasım 2007’ye kadar<br />

süren elemelerde yer aldı. Son turnuvanın şampiyonu<br />

Yunanistan ise oynadığı üç maçtan da mağlubiyetle<br />

ayrılarak takımlar arasındaki en kötü performansı<br />

UEFA tarafından<br />

organize edilen<br />

ve millî futbol<br />

takımlarının katıldığı<br />

14. Avrupa Futbol<br />

Şampiyonası.<br />

Ukrayna ve<br />

Polonya’nın ortak<br />

ev sahibi olduğu turnuva 8 Haziran ve 1 Temmuz<br />

2012 tarihleri arasında düzenlenmiştir. Turnuvayı<br />

düzenleyecek ülkeler oylama sistemi ile 2007 yılında<br />

UEFA İcra Komitesi tarafından seçilmiştir. Bu şampiyona<br />

1996’dan beri düzenlenen onaltı takım formatlı<br />

şampiyonalar arasında maç başına (46.481) ve toplamda<br />

(1.440.896) en fazla biletli seyircinin izlediği şampiyona<br />

olmuştur.<br />

2016<br />

15. Avrupa Futbol Şampiyonasına yirmi<br />

dört ülke katılım sağlayacaktır. Takım sayısı,<br />

UEFA’ya üye 53 ülkenin federasyonlarının ileri gelen<br />

yöneticilerinin oybirliği ile aldığı kararla, 16’dan 24’e<br />

çıkarılmıştır.


DEKORASYON<br />

TÜRKİYE’DE yapı marketlerinin çoğalmasıyla birlikte<br />

‘evdeki tadilat ve dekorasyonu kendin yap’ fikri kulağa hoş<br />

gelmeye başladı. Bu işler gerçekten eğlenceli. Fakat dikkat<br />

edilmezse hastanelik olabilir hatta ailenizin de sağlığını riske<br />

sokabilirsiniz. Mimar Funda Varlık ve İç Mimar Oya Çavdar,<br />

evinizde tadilat ve dekorasyon sırasında karşılaşabileceğiniz<br />

gizli tehlikeleri ve almanız gereken önlemleri sizler için<br />

kaleme aldı.<br />

EVİNİZİ BOYARKEN KANSER RİSKİNİ<br />

GÖZ ARDI ETMEYİN<br />

Evde kullanılan boyaların içindeki çözücüler ve bir<br />

takım uçucu organik bileşikler sağlığa zararlı kimyasallar<br />

içerir. Boyalar kururken bu kimyasallar havaya karışır ve<br />

tarafımızdan teneffüs edilir.<br />

Konut için günümüzde en çok kullanımda olan boyalar;<br />

plastik boyalar, su bazlı boyalar ve yağlı boyadır.<br />

Su bazlı boyalar akrilik esaslı. Alerjik ve koku hassasiyeti<br />

olan kişiler için üretilmiştir. Su ile inceltilebilmesi ve solvent<br />

salgılamaması önemli bir avantaj.<br />

Yağlı boyalar ise daha çok parlak görünüm için kullanılan<br />

boyalar. Boyanın eşit şekilde dağılması ve incelmesini<br />

sağlamak için çözücü yani tiner eklemek gerekiyor. Ve<br />

kuruması sırasında içerdiği kimyasalları ortama salgılıyorlar.<br />

Boyadan çıkan gazların solunması astım ve sinüs<br />

problemlerinin körüklenmesine neden oluyor. Boya<br />

yapılırken boya yapısında barınan kimyasal gazlar ve<br />

çözücüler açığa çıkmakta. Bunlar akciğerler tarafından emilip<br />

kan dolaşımına karışır. Baş ağrısı ve baş dönmesi yapabilir.<br />

Havalandırma olmayan bir odada uzun süre boya yaparsanız<br />

bayılmanıza bile neden olabilir.<br />

Bu tür uçucu karışımlar teneffüs edildiğinde, göz,<br />

burun ve boğaz rahatsızlıkları ortaya çıkabiliyor. Büyük<br />

miktarlara maruz kalındığında, hayvanlarla yapılan deneyler;<br />

bu kimyasalları doğuştan sakatlıklarla, kanser ve sinir<br />

EVDEKİ 8 GİZLİ TEHLİKE<br />

EVDE TADİLAT VE<br />

DEKORASYON YAPARKEN<br />

HASTANELİK OLMAYIN<br />

sisteminde oluşan zararlarla doğrudan ilişkilendirmiştir.<br />

Profesyonel boyacılar ne yazık ki büyük risk altındadır.<br />

Dünya Sağlık Örgütü’ne göre boyacıların özellikle akciğer<br />

kanseri olma riski normalden %20 daha fazla. Danimarka’da,<br />

uzmanlar uzun zaman boya ve çözücülere maruz kalanlarda<br />

“boyacı bunaması” dedikleri nörolojik durum tespit ettiler.<br />

Sheffield ve Manchester üniversitelerinin çalışmalarında<br />

düzenli olarak bu kimyasallara maruz kalan erkeklerin üreme<br />

problemlerine daha yatkın oldukları görüldü. Cilt üzerine<br />

bulaşan boya da alerjik döküntü gibi bir reaksiyona neden<br />

olabiliyor. Ama bunu ciltten çıkarmak için kullanılan tinerin<br />

ciltte yaratabileceği hasar çok daha vahim maalesef..<br />

SU BAZLI BOYALAR, SENTETİK<br />

BOYALARDAN DAHA AZ RİSKLİ<br />

ÇÖZÜM: Su bazlı boyalar, çözücü bazlı boyalardan daha<br />

az risklidir, kimyasal toksin içermez ve daha az kokarlar.<br />

Alternatif olarak uçucu organik karışım içermeyen ve<br />

kokusuz doğal boyaların denenmesi gerekmektedir.<br />

Doğal boyalar toksin salınımı yapmazlar. Fırçalar da su<br />

ile yıkanabildiği için ayrıca terebentin veya tiner kullanmayı<br />

gerektirmez. Boya yaptığınız odanın sürekli iyi şekilde<br />

havalandırılmasını sağlayın ve camları açık tutun. Sık sık<br />

temiz hava almak için dışarı çıkın, boya kuruyana kadar<br />

odaya girmeyin. Nefes filtreli maske kullanın. Solventler<br />

yüksek derecede yanıcıdır, boya tenekelerini ateşten<br />

uzak tutun. Yağlı boya bulaşmış bezler de kolaylıkla<br />

tutuşabilir. Kullandığınız boyalı bezleri, fırça ve ruloları, boya<br />

tenekelerini kimyasal atık olarak uygun şekilde yok edin.<br />

DUVARDAKİ ESKİ BOYAYI KAZIMAYIN,<br />

KURŞUN YAYILABİLİR<br />

Günümüzde kullanılmasa da eski evlerdeki boyayı<br />

duvardan kazıyarak sökerken kurşun yayılabilir ve bu da


27<br />

teneffüs edilebilir. Eskiden kurşun, boyaya renk katması<br />

ve daha çabuk kuruması için kullanılırdı. Kurşun vücutta<br />

birikir ve düşük IQ’ya ve çocuklarda davranış bozukluklarına<br />

neden olabilir. Duvarları kazırken küflerden çıkacak gazlar<br />

da o ortamda solunacaktır. Ardından ciğerlerde birikerek<br />

balgam, hırlama, nefes alma zorluğu ve potansiyel astım<br />

hastalığına neden olabilir. Evinizin yaşı boyada kurşun olup<br />

olmadığının ipuçlarını verir. Özellikle 1978 yılından önce<br />

inşa edilen binalarda istemeseniz de buna maruz kalırsınız.<br />

Kapılarda, çerçevelerde, radyatörlerde ve süpürgeliklerde de<br />

bulunabilir.<br />

ÇÖZÜM: Boya yaparken kurşunla baş etmenin en<br />

kolay yolu eski boyanızın üstünü modern yeni bir<br />

boya ile kaplamaktır. Bu kurşunun size zarar vermesini<br />

engelleyecektir. Eğer kurşunlu eski boyayı kaldırmaya<br />

ihtiyacınız var ise profesyonel yardım almalısınız. Böylece<br />

boya kaldırılırken boya partiküllerinin evinizin başka<br />

yerlerine yayılmasını da engellemiş olursunuz.<br />

YERLERİ ZIMPARALARKEN<br />

CİĞERLERİNİZ ZARAR GÖREBİLİR<br />

Zımpara işi kolaylıkla teneffüs<br />

edebileceğimiz ince tozlar meydana<br />

getirdiğinden ciğerlerimize zarar verebilir. Bu ince tozlar deri<br />

üzerinde de tahribat yapabilir.<br />

ÇÖZÜM: Bu işlem sırasında toz geçirmez maske ve<br />

eldiven kullanılmalı. Ya da ıslak zımpara yapmalı, bunun için<br />

de özel bir zımpara kağıdı kullanmalısınız. Bu daha az toz<br />

meydana getirecektir ve ciğerleriniz ve derinizin daha az<br />

etkilenmesine yardımcı olacaktır.<br />

CİLA YAPARKEN ÇOCUĞUNUZ ASTIM OLABİLİR<br />

Boyada olduğu gibi ahşap üzerinde<br />

kullanılan cilalar da uçucu organik maddeler<br />

içerir. Teneffüs edildiğinde baş ağrısı, göz,<br />

burun ve boğaz rahatsızlıklarına neden<br />

olabilir. Bu tür kimyasallara maruz kalmış çocukların astım<br />

olma riski diğer çocuklara göre dört kat fazladır. Hayvanlar<br />

üzerinde yapılan çalışmalarda bu maddelerin kanserle<br />

bağlantısı bulunmuştur.<br />

ÇÖZÜM: Odada camlar açık bir şekilde çalışın. Daha iyisi<br />

açık alanda solvente dirençli koruyucu eldiven kullanarak<br />

çalışın. Kimyasala maruz kalma sürenizi sınırlayın ve sık sık<br />

ara verin; yarım saatte bir temiz hava almak için dışarı çıkın.<br />

DUVAR KAĞIDI TUTKALI EGZAMAYI TETİKLER<br />

Duvar kağıdı tutkalları küfü önlemek<br />

için mantar ilacı içerir, bu da bazı kişilerde<br />

deri problemlerini ve egzamayı tetikler. Ve<br />

cilt bir kere alerjik reaksiyon gösterirse aynı<br />

ortama her maruz kaldığında bunu tekrar<br />

edecektir.<br />

ÇÖZÜM: Duvar kağıdı tutkalına temas etmemek için<br />

eldiven kullanınız. Daha da iyisi eğer mümkünse mantar ilacı<br />

içermeyen yapıştırıcı kullanmaya özen gösteriniz.<br />

CAM YÜNÜ CİĞERLERİNİZE<br />

VE BOĞAZINIZA ZARAR VERİR<br />

Yalıtım malzemeleri cam yününden<br />

oluşmaktadır, derinizin içine nüfuz<br />

edebilir ve zarar verir. Ayrıca teneffüs<br />

edildiğinde ciğerleriniz ve boğazınız da<br />

tehlike altındadır.<br />

ÇÖZÜM: Elleriniz ve cildiniz eldivenle, yüzünüz maske ve<br />

gözlükle korunmalıdır.<br />

YEMEKLERİNİZİN ÜZERİNE<br />

ÇÖKEBİLİR, YILLARCA<br />

VÜCUDUNUZDA KALABİLİR<br />

Duvardan duvara halılar yanmayı<br />

geciktirici madde içerebilir. Ürünleri<br />

yanmaz hale getirmek için kullanılan<br />

kimyasallar, insanlar ve yaban hayatı üzerindeki etkilerinin<br />

kaygılarından dolayı zaman içinde yasaklandı.<br />

Hayvanlar üzerinde yapılan çalışmalarda meme<br />

kanseri ile bağlantılı olabileceği görüldü. Midyelerde ve<br />

deniz salyangozlarında kısırlık, farelerde ise düşüğe neden<br />

olduğu tespit edildi.<br />

Uzmanların insanlarda da aynı sonuçları doğuracağı<br />

ile ilgili ciddi kaygıları oluştu. Bromlu alev geciktiriciler<br />

bulundukları ortamda insanlar tarafından solunabilir hatta<br />

ev tozu ile karışıp yemeklerinizin üzerine çökebilir. Yağda<br />

çözülebilir olduklarından vücuttan atılmaları zordur ve<br />

yıllarca vücudumuzda kalabilir.<br />

ÇÖZÜM: Düzenli olarak evinizi süpürerek toz birikmesine<br />

engel olun. Yün, pamuk, jüt (hint keneviri) ve rattan gibi<br />

doğal ürünlerden yapılan halı satın almayı tercih edin.<br />

GÖZLERİNİZ, BURNUNUZ VE<br />

BOĞAZINIZ ZARAR GÖREBİLİR<br />

Çoğu ağartıcılar, küf ve kireç<br />

sökücüler Sodyum Hipoklorit adında<br />

bir kimyasalı içerir. Yüksek derecede<br />

yıpratıcıdır.<br />

Salgıladığı zehirli gazlar; gözler, burun ve boğaz için<br />

zararlı olabilir. Ağartıcı ve amonyaklı maddeler içeren<br />

ürünleri aynı odada kullanmak çok tehlikelidir. Bu karışım<br />

boğaza ve akciğerlere saldıran ölümcül bir gaz olan klorun<br />

açığa çıkmasına neden olur.<br />

ÇÖZÜM: Mümkün olduğunca çok pencere açarak odanın<br />

iyice havalanmasını sağlayın. Bir maske yardımı ile kendinizi<br />

açığa çıkan gazları teneffüs etmekten koruyun.<br />

Mimar Funda Varlık ve İç Mimar Oya Çavdar,<br />

son olarak dekorasyon ürünlerinin sağlık ve çevre<br />

unsurlarının düşünülerek dikkatle seçilmesi, bütün etiket<br />

ve açıklamaların okunması ve bir nevi ilaç kullanır gibi<br />

kullanılması gerektiği uyarısında bulundu.


SAĞLIK<br />

DİŞLER İÇİN<br />

10 YİYECEK<br />

EN ZARARLI<br />

SAĞLIKLI dişlere sahip olmak için günde 2 kere<br />

dişlerimizi fırçalamamız, diş ipi kullanmamız ve<br />

düzenli aralıklarla diş hekimi kontrolüne gitmemiz<br />

gerektiğini belirten Bağcılar Hospitadent Diş Hastanesi<br />

Başhekimi Diş Hekimi Oğuz Kara, “ Ancak bunun<br />

yanında hangi gıdaların dişlerimize ne kadar zarar<br />

verdiğini de bilmemiz gerekir. Özellikle dişler için<br />

en zararlı ve uzak durulması gereken şey yiyecek ve<br />

içeceklerin içerisindeki asittir. Asit, gıdaların içinde<br />

direk bulunabileceği gibi aldığımız besinlerdeki<br />

1<br />

SİGARA<br />

Diş ve diş<br />

etlerine zarar<br />

verir, ağız<br />

kokusuna<br />

neden olur.<br />

2<br />

ALKOL<br />

Tükürük<br />

ağızımızdaki<br />

plağın ve asidin etkisini<br />

azaltacak ilk savunmamızdır.<br />

Bu yüzden ağız kuruluğuna<br />

sebep olacak her şey diş için<br />

zararlıdır. Alkol de ağız<br />

kuruluğuna sebep olacağı<br />

için kullanılmaması<br />

gereken bir<br />

içecektir.<br />

3 MEYVE<br />

7<br />

SULARI<br />

PH’ı 7 den düşük olan<br />

gıdalar dişlere zarar<br />

verir. PH ‘I 2,5 olduğu<br />

için meyve suları da<br />

dişlere zararlıdır<br />

karbonhidratların ağızdaki bakteriler tarafından aside<br />

dönüşmesiyle de oluşur. Dişlere en çok zarar veren<br />

karbonhidrat ve asit içeren gıda ve içeceklerden<br />

mümkün olduğu kadar uzak durulması gerekmektedir”<br />

dedi.<br />

Bağcılar Hospitadent Diş Hastanesi Başhekimi Diş<br />

Hekimi Oğuz Kara,sağlıklı bir gülümseye sahip olmak<br />

için uzak durulması gereken 10 zararlı yiyeceği ve<br />

içeceği açıkladı.<br />

4<br />

5<br />

LİMON<br />

PH’ı 2<br />

olduğu için<br />

dişler için<br />

zararlıdır.<br />

KOLA<br />

En zararlı<br />

içeceklerden biridir.<br />

Çünkü hem fosforik<br />

asithem şeker<br />

hem de sitrik asit<br />

içerir.<br />

6<br />

ENERJİ<br />

İÇECEĞİ<br />

Sitrik asit ve şeker<br />

içerdiklerinden<br />

dolayı dişler için<br />

zararlıdırlar.<br />

YAPIŞIK<br />

GIDALAR<br />

(lokum, jeli bon vb.) :<br />

Tatlı şekerlemelerden<br />

daha zararlıdır. Çünkü<br />

daha fazla şeker verirler<br />

ve aynı zamanda sitrik<br />

asit içerirler.<br />

8<br />

9<br />

BUZ<br />

Buz çiğnemek iyi<br />

bir fikir değildir. Buz<br />

çok serttir. Eğer eski büyük<br />

dolgularınız varsa buz<br />

yediğiniz zaman çok kolay bir<br />

şekilde dişleriniz kırılabilir.<br />

Soğuk aynı zamanda<br />

dişlerinizin kamaşmasına<br />

sebep da olabilir.<br />

KURU<br />

MEYVE<br />

Kuru meyveler<br />

karbonhidrat ihtiva eder.<br />

Aynızamanda kuru meyveler<br />

yapışkanlığı sebebiyle ağız<br />

içinde daha uzun süre kalır.<br />

Sürekli kuru meyve yiyip<br />

dişlerinizi fırçalamamanız<br />

dişlerinizin çürümesine<br />

sebep olur.<br />

10<br />

BEYAZ<br />

EKMEK<br />

Tükürükte bulunan amiloz<br />

enzimi karbonhidratları<br />

şekere çeviren enzimdir. Fakat<br />

şekeri zararlı kılan şey ağızdaki<br />

bakterilerin şekeriyemesi ve asit<br />

ortaya çıkarmasıdır. Eğer ağızda<br />

hiç plak yoksa şekeri aside<br />

çevirecek ve diş çürüğü<br />

oluşturacak bir şey de<br />

yoktur.


29<br />

EKONOMİK SİSTEMLER NASIL ÇALIŞIR? (2.BÖLÜM)<br />

PİYASALARDAKİ ARZ-TALEP<br />

DENGESİZLİĞİNİN İKTİSADİ SONUÇLARI<br />

YAZI A.Taner AGÜN<br />

Her ekonominin belli ölçülerde karşılaştığı<br />

enflasyon/deflasyon, işsizlik, büyüme/resesyon<br />

ve cari açık (dış açık) gibi temel makroekonomik<br />

sorunlar çoğu zaman, karar alıcıların piyasalardaki<br />

iletişim eksikliklerinden ya da uyumsuzluklarından<br />

kaynaklanır. Başka bir deyişle, makroekonomik<br />

sorunlara, mikroekonomik alanda (piyasalarda)<br />

yaşanan arz-talep dengesizlikleri/şokları sebep olur.<br />

Ayrıca bir ülke ekonomisi diğer ekonomilerle ne kadar<br />

çok reel ve finansal ilişkiler içerisinde olursa, dış<br />

piyasalarda ortaya çıkan arz-talep dengesizliklerinden/<br />

dış ekonomik konjonktürden o kadar çok etkilenir ve<br />

iktisadi sorunları ithal etmiş olur. Bu durumları her bir<br />

piyasa özelinde açıklarsak;<br />

Yukarıda belirttiğim gibi ekonomilerin en temel<br />

sorunu kaynak kıtlığı olduğundan makroekonomik<br />

sorunların altında temel olarak faktör piyasalarındaki<br />

arz-talep uyumsuzluğu yatar. Bir ülkenin iktisadi<br />

kaynakları nitelik ve nicelik olarak ne kadar az ise<br />

(Faktör Arzı < Faktör Talebi) toplam üretim de o kadar


EKONOMİ<br />

düşük olacaktır. Yetersiz, ve etkin biçimde dağıtılamayan<br />

kaynaklar sebebiyle üretim yapılamaması, arz-talep<br />

dengesini arz aleyhine bozacak ve enflasyon sorunu<br />

yaşanacaktır. Çünkü kaynakların kıt olması onları daha<br />

pahalı hale getirecek bu durumda üretim maliyetleri<br />

artacak, firmalar da maliyet artışlarını fiyatlara<br />

yansıtacaktır (maliyet enflasyonu). Zaten arz ve talep<br />

arasındaki uyumsuzluğun ilk ve en belirgin göstergesi<br />

fiyatlardır. İktisadi büyümenin temel bileşenleri olan<br />

eğitimli emek (beşeri sermaye), sabit sermaye ve<br />

teknoloji ülkelerin kaderini belirler. Türkiye gibi beşeri<br />

sermaye birikimi yetersiz olan ve yatırım mallarıyla<br />

(sabit sermaye) teknolojiyi çoğunlukla ithal ederek<br />

üretim yapmaya çalışan ekonomiler uzun dönemde<br />

önemli yapısal sorunlara maruz kalırlar. Ayrıca Türkiye<br />

gibi yeterli düzeyde doğal kaynaklara (petrol, doğalgaz<br />

vs.) sahip olmayan ülkeler bu üretim faktörünü de<br />

hem tüketimde hem de üretimde kullanmak için ithal<br />

etmek zorundadırlar. Doğal kaynağı ve sabit sermayesi<br />

yeterli olmayan ülkelerin cari açık (X < M) sorunları da<br />

kronik bir hâl alır. Çünkü Türkiye gibi ihraç mallarının<br />

üretilmesi için enerji, sermaye ve teknolojiye ihtiyaç<br />

duyan ekonomiler bunları ithal edemedikçe ihracatlarını<br />

artıramazlar. İthalatın büyük bir kısmı bu pahalı<br />

faktörlerden oluştuğundan ihracatı artırmak istedikçe<br />

ithalat da artar ve cari açık sorunu süreklilik kazanır.<br />

Kısaca faktör talebinin faktör arzından fazla olması,<br />

yeterli üretim yapılamayacağından ülke ekonomisinin<br />

büyüyememesine, işsizliğe, enflasyona ve cari açığa<br />

sebep olacaktır. Ayrıca enerji maliyetlerinin yükselmesi<br />

1970’lerin başında dünya ekonomisinde gözlendiği gibi,<br />

aynı anda hem resesyona hem de maliyet enflasyonuna<br />

sebep olabilir (stagflasyon).<br />

Mal ve hizmet piyasalarında arzın, artan talebi<br />

karşılayamaması (AS < AD) ekonomide talep<br />

enflasyonuna sebep olabilir. Toplam talebin düşmesi<br />

ise resesyon ve deflasyon sorunlarını ortaya<br />

çıkarabilir. Çünkü düşük talep karşısında ürünlerini<br />

satamayan üreticiler, fiyatları daha da düşürecek ve<br />

bir sonraki dönem için de üretim motivasyonlarını<br />

kaybedeceklerdir. Bu durumda işten çıkarmalar<br />

da (işsizlik) artacaktır. Öte yandan, mal ve hizmet<br />

piyasasındaki aksaklığın ya da değişmenin müsebbibi<br />

–piyasadaki arz ve talep dengesizliği değil- direkt kamu<br />

sektörü de olabilir. Örneğin kamu harcamalarını artıran<br />

yani piyasadan mal ve hizmet talebini yükselten devlet<br />

bir süre GSYH’nin artmasına sebep olur. Ancak kamunun<br />

büyük miktarlı harcamaları genel fiyat düzeyinin<br />

artmasına ve dolayısıyla paranın fiyatı olan faizin<br />

de artmasına sebep olup özel sektörü (özel yatırım<br />

taleplerini) mal ve hizmet piyasasından dışlayabilir<br />

(crowding-out). Bu durumda uzun dönemde GSYH<br />

düşecektir. Mal ve hizmet piyasaları yabancı alıcı ve<br />

satıcılara da hitap etmektedir. Yabancılarla alışveriş, dış<br />

ticaret firmaların sorumluluğundadır. Dışa açık bir ülke<br />

ekonomisinin ihraç ettiği mallarına karşı talep esnekliği<br />

ne kadar yüksek, ithal ettiği mallara karşı kendi talep<br />

esnekliği de ne kadar düşükse cari açık o düzeyde<br />

yüksek olacaktır. Tabii ki dış ticaret, ülke gelirlerine<br />

de bağlıdır. İthalat yapan ülkelerin gelirleri ne kadar<br />

azalırsa, onlara mal satan ihracatçı ülkenin geliri de<br />

o kadar azalacak ve cari açık büyüyecektir. Cari açığı<br />

azaltmak isteyen hükûmetler, ihracat firmalarına vergi<br />

indirimi sağlama, lüks ithal mallarının gümrük vergilerini<br />

artırma gibi çeşitli politikalar uygulayabilirler.<br />

Makro sektörlerin finansal piyasalarda fon alışverişinde<br />

yaşadıkları aksaklıklar ya da amaç farklılığı<br />

da, makroekonomik sorunlara sebep olabilir. Örneğin<br />

–gerçekleşme sırasına göre açıklarsak- para arzının<br />

para talebini aşması (Ms > Md ) faizlerin düşmesine,<br />

yurtiçi ve ihracatçı firmaların yatırım taleplerinin<br />

artmasına, tüketimin artmasına ve sonuçta enflasyona<br />

yol açabilir. Para arzının azaltılması ya da faizlerin<br />

artırılması ise, tüketimin azalmasına, yatırım talebinin<br />

düşmesine ve dolayısıyla üretimin düşmesine<br />

(büyümenin azalmasına ya da daralmaya) ve işsizliğe<br />

sebep olabilir. Diğer yandan, reel faizlerin yükselmesi<br />

yabancıların tahvil, bono gibi enstrüman alımlarını<br />

(ülkeye sıcak para girişini) artırır. Sıcak para girişinin<br />

koşullara göre farklı sonuçları olabilir. Örneğin yüksek<br />

oranda finansal sermaye girişinin yaşandığı 2000’li<br />

yıllar Türkiye’sinde sıcak para girişiyle birlikte Türk<br />

Lirası (TL) yabancı paralar karşısında değer kazanmış,<br />

TL’nin değer kazanması döviz cinsinden borcu olan<br />

firmaların net değerini ve dolayısıyla yatırım taleplerini<br />

artırmıştır. Ayrıca değerli TL, sabit sermaye ithalatının<br />

ucuzlamasına, satın alım gücünün artması sebebiyle<br />

tüketimin artmasına ve dolayısıyla ekonominin<br />

canlanmasına sebep olmuştur. Ancak sıcak para<br />

girişinin (yüksek reel faiz-düşük kur) uzun vadeli<br />

sonuçları Türkiye için olumsuzdur. Türk Lirası’nın<br />

değerlenmesi, ihraç mallarının pahalılaşmasına yol<br />

açarak cari açığın artmasına sebep olmuştur. Sıcak<br />

paranın diğer bir olumsuz sonucu da kısa vadeli<br />

finansal sermaye akışkanlığının, Merkez Bankasının<br />

tam anlamıyla bağımsız bir para politikası uygulama<br />

becerisini zorlaştırmasıdır. Sonuçta, cari açığın artması<br />

ve iç tasarruf hacminin daralması gibi sorunlar üreten<br />

bu süreç, Türkiye’de iktisadi kaynakların etkin biçimde<br />

dağılımını bozarak özel sektörün dış borçlanmasına<br />

dayalı istikrarsız ve vasat bir büyüme trendi yaratmıştır.<br />

Şimdi de para piyasasında, reel döviz kurlarının


31<br />

yükseldiğini düşünelim. Bu durum, ithal sermaye<br />

(makine, aramalı, hammadde vs.) kullanan sanayilerde<br />

maliyetlerin artmasına sebep olacaktır. Döviz kurunun<br />

maliyetlere olumsuz etkisi fiyatlara yansıyacak ve<br />

enflasyon sorunu yaşanacaktır. Türkiye gibi yatırım<br />

mallarının (sabit sermaye) ve enerji ihtiyacının (doğal<br />

kaynaklar) büyük bir kısmını ithal eden ülkelerde<br />

ihraç mallarının üretimi de bu durumdan olumsuz<br />

etkilenecektir. Diğer yandan reel döviz kurunun<br />

yükselmesi yani yerli paranın değer kaybetmesi<br />

yabancılar için ihraç mallarını ucuz hale getireceğinden<br />

ihracatın artması gerekir. Ancak bahsettiğim yüksek<br />

maliyetler sebebiyle ihracatçı firmalar bunu<br />

başaramayabilir ve cari açık sorunu yaşanabilir. Basit<br />

bir ifadeyle bir ülkenin diğer ülkelerle olan reel ve<br />

finansal alış verişinde, sattığından daha çok satın<br />

alması ödemeler dengesinin bozulması anlamına<br />

gelir. Dolayısıyla cari açık bu bozulmanın sadece bir<br />

yüzüdür. Çünkü ülkeler yalnızca mal ve hizmet alış verişi<br />

yapmazlar; karşılıklı olarak reel yatırımlar (doğrudan<br />

yabancı yatırımlar -FDI) ve finansal yatırımlarda<br />

(portföy yatırımları) bulunurlar. İşte mal-hizmet vs.<br />

alış verişinden dolayı ortaya çıkan cari açık da; döviz<br />

borçlanması, FDI ve yabancıların portföy yatırımlarıyla<br />

finanse edilir.<br />

Ayrıca finansal piyasalardaki sığlık, uzun dönemde<br />

büyüme ve kalkınmayı engelleyen yapısal bir soruna<br />

dönüşür. Örneğin, Türkiye’de temel makroekonomik<br />

sorunlardan biri olan, iç tasarruf (S) miktarının düşük<br />

olması (Fon Arzı < Fon Talebi) sürdürülebilir büyümeyi<br />

olumsuz etkileyen yapısal bir sorundur.<br />

—<br />

Makroekonomik sorunlar da karşılıklı olarak<br />

birbirlerini etkileyebilir ve yeni sorunlar yaşanmasına<br />

sebep olabilir. Örneğin enflasyon, ekonomideki fiyat<br />

dengesini bozduğundan kaynakların dağılımında<br />

etkinsizliğe sebep olabilir. Dolayısıyla uzun dönemde<br />

enflasyon, ekonominin büyümesini engelleyebilir.<br />

Hükûmetler kısa dönemde enflasyon ve işsizlik arasında<br />

tercih yapmak zorunda kalabilirler (Phillips Eğrisi).<br />

Ancak uzun dönemde enflasyon ve işsizlik arasında<br />

bir değiş tokuş söz konusu değildir. Büyüme sorunu<br />

yaşayan ekonomilerde toplam üretim azaldığı ya da<br />

düşük seviyede olduğu için işsizlik sorunu da yaşanıyor<br />

demektir. Cari açık veren bir ekonomi, ihracatı aşan<br />

ithalat yoluyla sızıntı yaptığından, uzun dönemde<br />

büyüme sorunuyla karşı karşıya demektir. Ancak ilginç<br />

biçimde Türkiye örneğinde olduğu gibi, üretimleri<br />

faktör ithaline bağlı olan ülkelerde iç talep azlığından<br />

dolayı büyüme oranı düşerse, cari açık da düşme eğilimi<br />

gösterir. Çünkü yatırım motivasyonunun düştüğü bu<br />

durumda, toplam ithalatın büyük bir kısmını oluşturan<br />

yatırım (sermaye) malları ve petrol ürünleri ithalatı da<br />

düşecektir.<br />

PİYASA DIŞI İLETİŞİMİN İKTİSADİ SONUÇLARI<br />

Makroekonomik sorunların sadece piyasalar<br />

yoluyla ya da direkt olarak piyasalara yapılan devlet<br />

müdahalesiyle ortaya çıkmadığını göstermektedir.<br />

Kamu sektörü, piyasa dışında hane halkları ve iş<br />

dünyası sektörleriyle girdiği iletişim sebebiyle de<br />

ekonomik dengeleri değiştirebilir. Yani makroekonomik<br />

sorunlar bizzat hükûmetlerin piyasa dışında<br />

gerçekleştirdikleri vergi ve harcama politikalarından<br />

da kaynaklanabilir. Örneğin transfer harcamalarının<br />

azaltılması ve vergi oranlarının yükseltilmesi hem<br />

tüketimi hem de üretimi olumsuz etkileyerek resesyon,<br />

işsizlik ve deflasyon gibi sorunları ortaya çıkarabilir.<br />

Tabii ki piyasalardaki arz-talep uyumsuzluklarından<br />

kaynaklanan sorunları da devletin piyasa içinde ve/<br />

veya dışında kendisinin sebep olduğu sorunları da<br />

çözme sorumluluğu yine devletin/hükûmetlerin<br />

omuzlarındadır. Hükûmetler, piyasa içinde uyguladıkları<br />

para ve maliye politikalarının yanında, piyasa dışında<br />

uyguladıkları maliye politikalarıyla, ekonomik<br />

dengeyi ve gelirin adaletli biçimde yeniden dağılımını<br />

sağlamaya çalışırlar. Maliye Bakanlığı’nın yürüttüğü<br />

maliye politikası araçları; kamu harcamaları, vergiler<br />

ve devlet borçlarıdır. Merkez Bankasının para politikası<br />

araçları ise; faiz, zorunlu karşılıklar ve para arzı gibi<br />

değişkenlerdir. Kamu sektörünün yukarıda bahsedilen,<br />

özellikle kısa süreli iktisadi sorunları çözmek için<br />

başvurduğu iktisadi (para ve maliye) politikalarına<br />

istikrar politikaları, uzun dönemli ve arzı iyileştirmeye<br />

yönelik politikalarına da yapısal politikalar denir .<br />

Son olarak, “peki dünyada bu kadar iktisatçı<br />

varken, toplumların iktisadi sorunları neden bir türlü<br />

çözülemiyor?” diye sorabilirsiniz. Öncelikle iktisadi<br />

kaynaklar dünyanın sonuna kadar kıt olmaya devam<br />

edecektir. Uluslararası siyasi ve iktisadi ilişkilerin iç içe<br />

geçtiği günümüz ortamında, dünyanın nüfusu/ihtiyacı<br />

arttıkça kıtlığın şiddeti ve diğer iktisadi sorunların<br />

çeşitliliği/giriftliği de artacaktır. İktisadi sorunlar çok<br />

yönlü/çok değişkenli toplumsal olgular olduğundan,<br />

iktisatçıların her zaman aynı fikirde olmamaları bir<br />

yana, gelişmiş ekonometrik modellere sahip olmak da<br />

sorunları mutlak anlamda tespit etmeye ve çözmeye<br />

yetmez. Ayrıca ekonomilerin sorunlarını çözmeye<br />

çalışan ve son sözü söyleyen iktisadi politika yapıcıları<br />

iktisatçılar değil, farklı amaçları ve yetenekleri olan<br />

siyasi hükûmetlerdir.


PAMUKKALE - KARAHAYIT<br />

BİR DAĞIN ETEĞİNDEN İKİ SU ÇIKTI<br />

BİRİ BEYAZA BOYADI,<br />

BİRİ KIRMIZIYA...


33<br />

YAZI ve FOTOĞRAFLAR MEHMET ÖREN<br />

ÇÖKELEZ DAĞI’nın eteklerinde yaşayan bir oduncu<br />

ile her yeri çıban ve sivilceli bir kızı varmış. Kız, bu<br />

yüzden aynaya bile bakamaz, durgun sularda kendini<br />

seyredemez, utandığından kimselere görünemezmiş.<br />

Yolda ona rastlayanlar da yolunu değiştirirlermiş.<br />

Oğlan anaları, “Aman çirkin kız, Allah oğlumu senden<br />

esirgesin” diye dua ederlermiş, çirkin kızı her<br />

gördüklerinde. Ama bu çirkin kızın altın gibi bir kalbi<br />

varmış. Altın kalpli çirkin kız, çirkinliğine ve insanların<br />

ona reva gördüğü haksızlıklara hiç alışamamış. Bir<br />

gün çirkin kız çıkmış Çökelez Dağı’nın en tepesine ve<br />

kendini bırakmış aşağıya. Yuvarlana yuvarlana dağdan<br />

çıkan ve her tarafı beyazlara bürüyen suların içine<br />

düşmüş. Uzunca bir zaman suların içinde kalmış. Onu<br />

Çökelez Dağı’nda keklik avlamaya çıkan beyin oğlu<br />

bulmuş. Birde bakmış ki, su birikintisinin içinde sırma<br />

saçlı, güzel yüzlü bir kız. Onu alıp bir ağacın gölgesine<br />

yatırmış. Bir süre sonra kendine gelen oduncunun<br />

kızı “Ben ölmedim mi” diye ağlamaya başlamış.<br />

Neden ölmek istediğini sormuş beyin oğlu. Kız, çirkin<br />

olduğunu, bu nedenle herkesin kendisiyle alay ettiğini<br />

söylemiş.<br />

Bey oğlu, “Sen mi çirkinsin oduncu güzeli? Eğil<br />

suda kendine bir bak, senden güzeli var mı?” deyince,<br />

korkarak sudaki silüetine bakmış. Bir de ne görsün...<br />

Sivilceli, her tarafı yaralardan geçilmeyen kız gitmiş,<br />

onun yerine dünya güzeli kız gelmiş. Meğer, Çökelez’in<br />

taşlarını Pamukkale yapan sırlı sular, oduncunun kızını<br />

da eşi bulunmaz bir güzele çevirmiş.” Masalı anlatan<br />

söylemedi ama bütün masallardaki gibi beyin oğlu,<br />

muhtemelen bu oduncunun kızıyla evlenmiştir.<br />

Efsane böyle olunca o günden beri özellikle kadınlar<br />

şifa bulmak için Pamukkale’nin sularına akın akın<br />

gelmişler. Travertenlerin beyaz görüntüsü ve dağıttığı<br />

şifa dilden dile dolaşmış. Çevresindeki oteller yıkılınca<br />

Pamukkale şimdilerde beyazlığını yeniden kazanmaya<br />

başladı. Yeni yeni oluşan travertenlerle daha geniş bir<br />

alana yayılmış durumda.<br />

Oduncunun kızı Karahayıt’a da düşmüş mü bilinmez<br />

ama en az Pamukkale kadar ilgi çeken bir kaplıca<br />

daha var, Pamukkale’nin hemen yakınında. Kırmızı<br />

su travertenleri 60 derece sıcaklıkta çıkan termal su<br />

çevresinde oluşmuş. Kırmızı su travertenleri yaklaşık


PAMUKKALE - KARAHAYIT<br />

500 m² lik bir alandadır. Termal suyun içindeki<br />

maden oksitleri nedeniyle kırmızı, yeşil ve beyaz<br />

renkli traverten tabakaları oluşturmaktadır.<br />

Karahayıt’da ki termal kaynakların romatizma, kalp,<br />

damar sertliği, tansiyon ve deri rahatsızlıklarına<br />

iyi geldiği ifade ediliyor. Su ılık içildiğinde spazmlı<br />

mideleri rahatlattığı, idrar yolu iltihaplarında etkili<br />

olduğu ifade ediliyor.<br />

Pamukkale’deki oteller yıkılınca otellere<br />

Karahayıt bölgesi turistik tesis yapımına açılmış<br />

durumda. Bölgedeki bazı oteller, termal tedavi<br />

konusunda eğitim almış uzman personeliyle sağlık<br />

turizmine yönelik faaliyetlerini sürdürüyor.<br />

Bir yanda bembeyaz gelinlikler gibi Pamukkale,<br />

diğer yanda geçtiği her yeri kızıla boyayan kırmızı<br />

sularıyla Karahayıt. Yazın daha kalabalık, daha<br />

şenlikli olur buralar. Ama bana kalırsa son bahar en<br />

iyisi sıcak sulardan daha fazla yararlanmak için.<br />

TRAVERTENLER, çeşitli nedenlere ve ortamlara bağlı, kimyasal reaksiyon sonucu çökelme ile<br />

oluşan kayalardır. Pamukkale termal kaynağını meydana getiren jeolojik olaylar geniş bir bölgeyi<br />

etkiliyor. Bölgede sıcaklıkları 35-100 C arasında değişen 17 sıcak su alanı var. Kaynak, antik<br />

dönemlerden beri kullanılıyor. Termal su kaynaktan çıktıktan sonra, uzun bir kanal ile traverten<br />

başına gelerek, çökelmenin olduğu traverten katkatlarına dökülüyor. Kaynaktan çıkan sıcak<br />

yüksek miktarda Kalsiyum Hidro Karbonat bulunan suyun havadaki oksijen ile teması sırasında<br />

Karbondioksit ve Karbonmonoksit uçarak, kalsiyum karbonat çökelmekte ve zaman içinde<br />

sertleşmekte ve travertenler oluşmaktadır. Beyazlığın oluşumunda, hava şartları, ısı kaybı, akışın<br />

yayılımı ve süresi etkilidir. Termal sudaki karbondioksit ile havadaki karbondioksit dengeye<br />

gelene kadar, çökelme devam etmektedir.


35


DÜNYA ŞEHİRLERİ<br />

Santorini, Fira ve Oia<br />

Bugün Sophia Loren ile birlikte Brad Pitt & Angelina Jolie çiftinin de ev sahibi<br />

olduğu bu köy halen popülaritesini tüm hızıyla sürdürmektedir. Internet<br />

üzerinde Yunanistan diye bir araştırma yapıldığında rastlanacak ilk resimler Oia<br />

Köyü’nün mavi kubbeli şapellerinin resimleridir. Sadece Yunanistan’ın değil,<br />

dünyanın en çok ziyaret edilen yerlerinden birisidir Oia Köyü.<br />

YAZI - FOTOĞRAFLAR AYNUR GÜLEÇAL


37<br />

Yunanistan’ın meşhur adası Santorini’ye arabayla gidiyoruz<br />

kemerlerinizi bağlayın uzun bir yol sizi bekliyor. İlk varış yeri<br />

Atina. Mesafe 1135 km. Arabada şoför sayısı 2. Gün ağarmadan<br />

yola çıkılır bu saatler en sevdiğim saatlerdir. İstanbul sessizdir,<br />

gökyüzü farklı bir tondadır, hava estirir, ezan sesi ürpertir.<br />

Vakit erken olduğu için İpsala sınırından çok rahat geçilir.<br />

Yolumuz otoban. Vur kendini aşağıya Kavala iline kadar<br />

dümdüz bir yol. Kavala’dan Selanik (Thesalloniki) tabelasını<br />

takip et. Daha sonra sırayla Katerini, Lamia merkezlerini geç,<br />

bu kısım yazlıkların olduğu bir bölge, kalabalıklaşır hareket<br />

başlar, sonra ver elini Atina! Yolda araç sayısı az, sol şerit<br />

boş. Yolculuk boyunca sol şeritte giden araba göremedim.<br />

34 plakalı aracımız alışkanlıkla sol şeritte kaptırır, selektör<br />

yapmayı, kornaya basmayı özlemeden ilerler rahat bir yolculuk<br />

olur. İstanbul-Antalya 730 km arabayla gidildiğinde sersemletir<br />

Atina yolu ise şaşırtıcı bir şekilde kolay, yol alma süresini<br />

kısaltır. Yurdumun otobanından başka bir farkı çok sık paralı<br />

geçiş olması gişe sayısı fazla. Yine mi? Yine mi? Dedirten<br />

cinsten. Sanırım bu nedenle kullanılmıyor olabilir otoban sakin.<br />

Atina’ya vardığımızda Mikanos adasına gidecek olan<br />

İstanbullu arkadaşlarımızla buluşuyoruz. Atina’yı değil ama<br />

insanlarını sevdim, halk olarak çok benzetiyorum bize. Saat<br />

gece yarısı olduğunda Santorini adasına geçmek için feribot<br />

bileti alınmadığı hatırlanır.<br />

PİRE LİMANINA VARIŞ<br />

Şaşırıyorum, denizcilik gelişmiş, limanda bir koşuşturma<br />

mevcut, her milletten insan var, çekçekli valizleriyle gemilere<br />

inenler, çıkanlar, liman ve çevresi ışıl ışıl, tatil heyecanı sarıyor<br />

beni. Blue Star Delos feribot gişesi kapanmış sabah erkenden<br />

açılmasını bekleyeceğiz. Otele gidip uyumak istemiyorum Atina<br />

sokaklarında kaybolarak açık mekanlarda geceleyip birer birer<br />

kapatıyoruz mekanları.<br />

Yabancısı olduğumuz bu şehirde sabah 7’deki Pire-Santorini<br />

arabalı feribota biletlerimizi ayarlıyorum. Arabayla feribota<br />

binerken Santorini telaffuzumdan Türk olduğumu anlayan<br />

Dedeağaçlı Türk görevli “gil, gil” (gel-gel) diyerek arabamıza yol<br />

gösteriyor ardından “hepimiz Mehmetçiğiz “ diyor.<br />

Araba yolculuğumuz süresi kadar daha yol gideceğim ve<br />

yorgunum. Akıllık edip kabinli bilet alıyorum. Hemen odama<br />

çıkıyor yatağa atıyorum kendimi. Başka yunan adalarına<br />

uğrayıp yolcu indiriliyor bindiriliyor hiçbirini görmüyorum<br />

yorgunluktan uyuyorum ta ki kapım yumruklanana kadar.<br />

İngilizce bilmeyen görevli yunanca hararetli bir şeyler anlatıyor.<br />

Santorini Adası’na varış.<br />

Bundan sonrası çok kolay adada yaşayan tek Türk<br />

arkadaşımız Aytunç Yıldız var. Adaya gelmeden ne okuduk, ne<br />

araştırdık, ne inceledik, ne program, ne yer ayırttık, İstanbul’da<br />

ki kariyerini bırakıp ani bir kararla rehberlik yapmaya başlayan<br />

daha sonra Santorini’de yaşamaya başlayan arkadaşımız Aytunç<br />

Yıldız bizim için her şeyi ayarlamış. Otelimiz Oia köyünde.<br />

(Adanın en güzel yeri.) Renkli rehberimiz varken Santorini’yi<br />

anlatmak bana düşmez. Adayı Aytunç’un kaleminden<br />

aktaracağım. O kadar güzel anlattı ki, gezdirdi ki bir şeyleri<br />

atlamak istemiyorum. Enfes tarih bilgiyle, muhabbetiyle,<br />

neşesiyle tatilimize başka bir boyut kattı. Sevgili arkadaşımızın<br />

Santorini ile buluşması okuduğu bir kitapla başlamış olaylar<br />

tesadüfler silsilesiyle şu anda Santorini de yaşayan tek Türk<br />

kendisi.<br />

SANTORİNİ’DE YAŞAYAN<br />

TEK TÜRK AYTUNÇ YILDIZ ANLATIYOR<br />

Adanın naçizane tavsiyelerim üzerine gezilecek yerlerine<br />

göz atarsak, elbette ki en önemli iki yer Fira ve Oia köyleridir.<br />

Fira zaten adanın merkezidir ve resmi adıdır. Örneğin, uçak<br />

bileti alırken Santorini seçtiğinizde Fira (Thera) Havalimanı<br />

karşınıza çıkar.<br />

Oia Köyü; anlatılmaz, yaşanır. Dünyanın en çok fotoğraf<br />

çekilen yerlerinden birisi olmakla birlikte, Santorini’nin<br />

bugünkü popülaritesinde %100 katkısı olan yerdir. Hatta<br />

“Santorini’yi Santorini yapan Oia Köyü’dür!” dersek yanlış<br />

olmaz. Çünkü Oia Köyü olmazsa Santorini bugünkü Santorini<br />

olamazdı.<br />

19. yüzyılda Oia Köyü popülerliğini kazanmaya başlamıştı.<br />

Gemi kaptanları buradaki Cave House (Mağara Ev)’lara<br />

yerleşmeye başlamıştı olağanüstü manzarasından dolayı.<br />

1950’li yıllarda turizmin başlaması, 1960’lı yıllarda buradaki<br />

Cave House’ların yavaş yavaş otele dönüşmesine sebep<br />

olmuştur. Buradaki olağanüstü atmosferi keşfeden turistlerin<br />

adaya gösterdikleri yoğun ilgi, adanın tarıma ve balıkçılığa<br />

dayalı hayatının turizme yönelmesine sebep olmuştur.<br />

Bugün Sophia Loren ile birlikte Brad Pit & Angelina Jolie<br />

çiftinin de ev sahibi olduğu bu köy halen popülaritesini tüm<br />

hızıyla sürdürmektedir. Internet üzerinde Yunanistan diye bir<br />

araştırma yapıldığında rastlanacak ilk resimler Oia Köyü’nün<br />

mavi kubbeli şapellerinin resimleridir. Sadece Yunanistan’ın<br />

değil, dünyanın en çok ziyaret edilen yerlerinden birisidir<br />

Oia Köyü. Beyaz mermer yürüyüş yolları, merdivenlerle inilen<br />

yamaçları, sanat galerileri ve elbette yerel halkın katkıları ile bir<br />

estetik abidesi olarak karşımıza dikilmektedir.<br />

Romantik çiftlerin ya da balayı çiftlerinin en çok tercih<br />

ettiği yerlerden birisi olan Oia Köyü’nde Caldera manzaralı<br />

cafe ve restoranlarında yemek yemek ve bir kadeh şarap<br />

içmek en önemli ritüellerdendir. Tüm Ege Denizinde olduğu<br />

gibi, tadına doyulmaz bir günbatımı sunmaktadır Oia Köyü.<br />

Özellikle buradaki günbatımı, bir başka ritüeldir. Genellikle<br />

köyün en ucundaki Lotza Kalesi’nden izlenir ve güneş<br />

alkışlarla uğurlanır yeni geleceği bir sonraki gün için. Her<br />

akşamüstü, birçok grubun otobüslerle bu günbatımına şahit<br />

olmak için geldiklerini göreceksiniz. Eğer yüksek sezonda<br />

Santorini’deyseniz, günbatımı için yerinizi önceden almanız<br />

gerekir. Çünkü buradaki günbatımı başka hiç bir yere<br />

benzemediğinden, ilgisi de aynı orandadır.<br />

Caldera Koyu’na bakan yamaç evlerin balkonlarında ya<br />

da havuzlarında güneşlenenler, yollarda ellerinde kamerayla<br />

görüntü alanlar, bir restoranda oturup manzaranın keyfini<br />

çıkaranlar… Dünyanın her yerinden insanların gelip buluştuğu<br />

bir yerdir yaşadığım Oia Köyü. Santorini’nin merkezi Fira<br />

Köyü’dür fakat kalbi Oia Köyü’dür. Mavi kubbeli beyaz şapelleri


DÜNYA ŞEHİRLERİ<br />

ile Yunan Bayrağının sembolü olmuş, bir Kiklad<br />

Adasından farklı bir atmosferdir.<br />

Doğal güzelliği ve romantizmiyle dikkatleri<br />

çeken bu köy elbette ki romantik çiftlerin<br />

dikkatini de çekmekte gecikmemiştir. Bu büyüsü<br />

ile Santorini evlilik ve balayı konusunda da<br />

dünyanın en popüler yerlerinden birisi olmayı<br />

başarmıştır. Her yıl dünyanın her yerinden bini<br />

aşkın çift evlenmek ve balayılarını geçirmek için<br />

bu adaya gelirler. Özellikle yüksek sezon olan<br />

temmuz ve ağustos aylarında hergün birkaç evlilik<br />

törenine denk gelebilirsiniz. Olağanüstü büyüsü<br />

ve romantizmi sebebi ile Oia Köyü evlenmek<br />

için en çok tercih edilen yerdir. Hem Caldera<br />

manzaralı muhteşem evlendirme dairesi ile, hem<br />

de muhteşem atmosferi ile çiftler için en önemli<br />

seçenek olma özelliğini yıllardır korumaktadır.<br />

Burada evlenmek isteyen çiftler 5-6 ay öncesinden<br />

rezervasyonlarını yaptırırlar ki özellikle günbatımı<br />

rezervasyonları birkaç yıl önceden dolmaktadır.<br />

A.Güleçal- Oia Köyü’nde akşam yemeği mekânı<br />

tavsiyesi için araya gitmek istiyorum. (Bu tavsiyeler<br />

Aytunç Yıldız sayesinde keşfedilmiş denenmiş<br />

beğenilmiştir) Blue Sky Restaurant Oia Köyü.<br />

Bir akşam Aytunç Bey’in davetlisi olarak gittik.<br />

Çok neşeli bol muhabbetli bir akşamdı mekan<br />

sahiplerine bayıldım. Özellikle bayan olanı Türk<br />

dizilerini seyrederek Türkçeyi epey geliştirmiş Türk<br />

hayranıdır.<br />

Thera Köyü ise (Thira ya da Osmanlı döneminde<br />

çağırıldığı adıyla Fira Köyü) adanın merkezi<br />

olduğu için adadaki her yere ulaşımı buradan<br />

sağlayabilirsiniz. Fira köyünde hayat 24 saat<br />

sürmektedir. Gece hayatının tüm sezon boyunca<br />

aktif olduğu merkezdir. Elbette ki yazın turistlerle,<br />

kışın da yerlileriyle aktif bir yaşamı bulunmaktadır.<br />

Burada yaşayan insanlar çoğunlukla yaz sezonunda<br />

çalıştıklarından dolayı fazla ortalarda görülmezler.<br />

Sezon sona erdiğinde ancak ortaya çıkmaya<br />

başlarlar ve Fira’nın merkezindeki cafelerde ve<br />

restoranlarda görülürler. Bu bakımdan Fira, yazın<br />

turistlerle, kışın da adanın yerelleri ile her zaman<br />

aktif bir hayat önermektedir. Kışı Santorini’de<br />

geçiren bizim gibi yereller Kamari Plajında bile açık<br />

olan cafelere gideriz ve arkadaşlarımızla hoş vakit<br />

geçiririz.<br />

Oia Köyü, Fira Köyü’ne araçla ortalama yarım<br />

saat (hatta trafik yoksa 15-20 dakika) mesafededir.<br />

Fira’dan otobüsle Oia’ya geçebileceğiniz gibi,<br />

dileyenler taksiyle de gelebilirler. Araba kiralamak<br />

da makul yollardan birisidir.<br />

A.Güleçal- Fira denince aklıma güneşi<br />

batırmamız bekleyişimiz geliyor. Bir de Nicolas’ın<br />

yeri. Küçük bir dükkân küçük bir kuyruk sonrası<br />

masanıza oturabiliyorsunuz şirin lokantada yemek<br />

yemeden dönmeyiniz.<br />

Bir diğer görülmesi gereken yer, Oia<br />

Köyü’nün hemen yanında bulunan Ammudi’dir.<br />

Haritada çok belli olmamakla birlikte, Oia’dan<br />

Ammudi’ye geçmek arabası olmayanlar için<br />

biraz yorucu olabilir. Ammudi, özellikle akşam<br />

yemeği için tavsiye edilen bir yerdir. Çok güzel<br />

sahil tavernalarıyla oldukça renkli bir yerdir ve<br />

geleneksel Yunan Yemekleri’ni bulabileceğiniz en<br />

güzel yerdir. Bu bakımdan en azından Ammudi’de<br />

bir akşam yemeği yemenizi tavsiye ederim.<br />

A.Güleçal-Sevgili Aytunç’un tavsiyesiyle<br />

Ammudi de Katina adlı restoranda bir akşam<br />

yemeği yedik tadı damağımızda kaldı. Gezilerden<br />

aklımda kalan yemekler olması da ilginç. En güzel<br />

sohbetler leziz yemek eşliğinde masa başında olur<br />

diyerek kıvırayım.


39<br />

A.Yıldız- Adanın en önemli yerlerinden birisi, adanın en<br />

güneyinde bulunan Akrotiri’dir. Burası adanın tarihi bölgesi<br />

olup MÖ.1650 yılında gerçekleşen patlamadan önce bu<br />

adada yaşayan Minos Uygarlığının izlerinin “bozulmadan”<br />

görülebileceği bir yerdir. Bozulmamıştır, çünkü lavların altında<br />

kaldığı için korunmuştur. İlginç olan ise, o tarihte mümkün<br />

olmayan bir medeniyete ulaşılmış olunmasıdır. Kazılarda<br />

içlerinde “kanalizasyon sistemi” bulunan 3-4 katlı evler<br />

bulunmuş ve bu evlerin içindeki yatakların boylarının 1.20 –<br />

1.50 metre arasında oldukları tespit edilmiştir. Restorasyon<br />

sebebi ile uzun bir süredir kapalı olan Akrotiri, içinde<br />

bulunduğumuz 2012 yazında tekrar ziyarete açılmıştır. Ziyaret<br />

edenler Aktorini’nin sessizliği ve gizeminden eminim çok<br />

etkilenecektirler. Deniz-Kum-Güneş severler için en önemli<br />

alternatifler Perissa ve Kamari plajlarıdır. Kamari daha çok<br />

tercih edilendir ancak Perissa da bir o kadar güzel bir plajdır.<br />

Buna ilaveten, adanın en güzel plajı Akrotiri’dedir. Burada kızıl,<br />

beyaz ve kara plajları yan yana bulabilirsiniz. Ancak Akrotiri<br />

ulaşım açısından çok kolay değildir. Otobüsle 45 dakikalık<br />

bir yolculuğu takiben bir de yürünmesi gereken 200 metre<br />

civarında bir yol bulunmaktadır. Tüm bu plajlarda şezlong ve<br />

şemsiye de kiralayabilirsiniz. Fiyatları sezona göre değişmekle<br />

birlikte ortalama 8 Euro civarındadır. Yine Fira’dan bu plajlara<br />

otobüsle rahatlıkla ulaşabilirsiniz.<br />

İlyas Peygamber tepesi, adanın en yüksek noktasıdır.<br />

567 metre yüksekliğindedir ve imkanı olanlar için kesinlikle<br />

görülmesi gereken bir yerdir. Buradan adayı izlemek sizleri<br />

gerçekten başka duygular içine sokacaktır ki fotoğraf severlerin<br />

alacağı hazzı anlatmak mümkün değildir.<br />

Öncelikle Santorini hakkında en önemli noktaya<br />

değinmemiz gerek. Bu ada sürprizlerle doludur ve her an<br />

karşınıza sizi şaşırtacak bir şey çıkabilir. Santorini’nin şarapları<br />

da böyle bir şeydir, bu adadan beklenmeyen ve bir o kadar<br />

da yüksek aromalı. Öyle yüksek aroma içermekte ki, %13<br />

alkol oranı ile üretilmekte. Elbette bunun belli sebepleri<br />

bulunmaktadır. Bu açıdan açıklamakta fayda bulunmaktadır.<br />

Santorini, üzüm bağları ile dolu bir ada. Bunun dışında<br />

adada antepfıstığı, küçük domates, beyaz patlıcan gibi<br />

başka ürünler de yetişmekle birlikte başlıca ürünü, adanın<br />

üzümlerden elde edilen şaraplarıdır.<br />

Santorini gibi su sorunu olan kurak bir yerde bu üzüm<br />

bağları nasıl sulanır? Akla gelecek en önemli sorunun tek<br />

bir cevabı vardır; Tabiat Ana! Adada baraj ya da su kaynağı<br />

olmaması, gerek üzümler gerek diğer tarım ürünlerinin<br />

yetişmesi açısından ciddi bir sorun teşkil ediyor olsa da, adanı<br />

doğası bu soruna ilginç bir çözüm getirmiş. Caldera Koyu,<br />

korunaklı olduğundan adanın aşırı rüzgârından nispeten<br />

az etkilenmektedir. Bu sayede, koydaki sıcaklık adanın<br />

diğer bölgelerine göre daha yüksektir ve lise derslerinde<br />

gördüğümüz üzere “ısınan hava yükselir” mantığı ile, koyda<br />

biriken nem yükselir ve geceleri üzümlerin üzerine yağar. Bu<br />

sayede üzümler, bu gece yağan nem ile beslenir ve ilave suya<br />

ihtiyaç duymadan büyüyebilirler.<br />

Santorini Adasının bir diğer turistik argümanlarından<br />

birisidir Santorini’nin eşekleri. Bu eşeklerin bile bir hikayesi var<br />

ve bu hikaye onları bu kadar popüler hale getirmiştir.<br />

Adanın en büyük felaketi MÖ.1650 yıllarında gerçekleşmiş<br />

büyük volkanik patlamadır. Bu dönemde adada yerleşik<br />

olan Minos uygarlığına ait kalıntılar Akrotiri bölgesinde<br />

sergilenmektedir. Adanın şahit olduğu ikinci büyük felaket ise<br />

1956 yılı depremidir.<br />

1956 yılındaki bu depremden önce ada balıkçılık ve tarımla<br />

geçinen, yolu olmayan, yaklaşık 30.000 kişinin yaşadığı bir<br />

adaydı. Bu dönemde adanın tek ulaşım aracı eşeklerdi ve<br />

sadece patika yolları bulunmaktaydı. Hatta adanın en zenginleri<br />

bu eşeklerin sahipleriydi. Dönem itibarı ile anneler kızlarını<br />

dışarı gönderirlerken “Don’t kiss more than a man (Bir erkekten<br />

daha fazlasını öpme)” diye tavsiyede bulunurlardı.<br />

1956 yılında gerçekleşen büyük depremde adanın<br />

%70’i yıkıldı. Bu depremden sonra adanın yerleşiklerinin<br />

çoğu Atina ve belli başlı bölgelere göç etti ve adanın nüfusu<br />

5.000’lere kadar düştü. Ada için gerçekten yeni bir büyük<br />

felaket olan bu deprem aslında adanın kaderini de yeniden<br />

değiştirmiştir. Çünkü ada yeniden imar edilirken, adaya yollar<br />

yapılmaya başlandı. Bu yollarla birlikte araçlar da adaya<br />

gelmeye başladılar. Yine aynı şekilde, adada 2 kattan yüksek<br />

yapım yasaklandı ve mimarı olarak sadece “Kiklad mimarisi”<br />

öngörüldü. Bu sayede ada bugünkü şeklini kazanmaya<br />

başlamakla birlikte, adanın eşeklerinin önemi yapılan yollar<br />

ve arabaların adaya gelmeye başlaması ile giderek azalmaya<br />

başladı.<br />

Rehberlik hayatımda çok yer gördüm. Ancak Santorini’nin<br />

yeri bir başka oldu hep benim için. Her gelişim benim için ayrı<br />

bir heyecana sebep olmuştu. Şu an bu adada yaşamanın verdiği<br />

hazzı size tarif etmem mümkün değildir. O yüzden her zaman<br />

söylüyorum: Yolunuz bir gün Santorini’ye muhakkak düşecek ve<br />

ben her yolu düşenle burada buluşacağım!


TARİH<br />

PERİKLES’İN<br />

CENAZE<br />

TÖRENİ<br />

SÖYLEVLER<br />

Demokrasiye Övgü<br />

Thukydides’in Peloponnesos Savaşının Tarihi’nden<br />

Perikles’in Cenaze Töreni Söylevi<br />

Perikles İ. Ö. 495’te Atina’nın soylu bir ailesinde<br />

dünyaya gelmiştir. Annesi, anayasada büyük demokratik<br />

reformlar yapan Kleisthenes’in yeğeniydi. Perikles<br />

genç yaşında demokratik partinin önderi olarak<br />

siyasete girdiği zaman, aristokrasinin geleneksel<br />

kalesi olan Areiospagos adlı yukarı meclis, zaten<br />

yetkilerinden çoğunu beşyüzler kuruluna, halk meclis<br />

ve mahkemelerine kaptırmış bulunuyordu. O da<br />

demokratik programı daha ileri götürmüş, orduyu<br />

profesyonelleştirmiş, bütün jüri ve meclis üyelerini<br />

kurayla seçilen ücretli devlet memurları haline<br />

getirmiştir. Eski erdem anlayışlarını değiştirmiş,


41<br />

toplumsal hizmetleri geliştirmiştir. Perikles’in devleti,<br />

yoksulların tiyatro paralarını bile öder olmuştur. Güzel<br />

sanatlara yardım etmiş, Akropolis’teki Parthenon<br />

onun zamanında dikilmiştir, süslemelerini de dostu<br />

heykeltıraş Phidias’a yaptırmıştır. Perikles bunlar için<br />

gerekli parayı yayılımcı ve emperyalist bir dış politika<br />

güderek, bu arada Delos-Attika birliği hazinesini<br />

Atina’ya aktarmakla sağlamıştı. İ. Ö. 450’den itibaren,<br />

Perikles’in yönetimindeki yeri öylesine sivrilmişti ki,<br />

sonradan Thukydides bu dönem Atinasının sözde bir<br />

demokrasi olduğunu, aslında her şeyi bir numaralı<br />

yurttaşın yürüttüğünü söyleyecekti.<br />

Atina’ya “Altın Çağı”nı yaşatan Perikles’in ömrünün<br />

son yılları, bir yandan Atina’nın başarılarını kıskanan<br />

Sparta’nın tehdidi, bir yandan da halkın bağnazlığı<br />

yüzünden çeşitli sıkıntılar içinde geçmiştir. Sonunda<br />

Peloponnesosluların Atina’ya karşı açtıktan savaşın<br />

üçüncü yılında baş gösteren veba salgını Perikles’i de<br />

ölüme sürüklemiştir. (İ. Ö. 429).<br />

Savaşta ölenler için yapılan geleneksel konuşmada<br />

öz söyleme vakti gelince mümkün olduğu kadar çok<br />

kimsenin sesini işitebilmesi için mezarlığın önünde<br />

kurulmuş olan yüksek bir kürsüye çıkan Perikles şunları<br />

söyledi: “Başka ulusların yasalarına bakarak kurulmamış<br />

olan bir idare şeklimiz var; başkalarını taklit etmek<br />

şöyle dursun, biz kendimiz başkalarına örnek oluyoruz.<br />

İdare şeklimizin adı Demokratia’dır. Bu ad ona bir kaç<br />

kişiye değil, bütün yurttaşlara dayandığı için verilmiştir.<br />

Yasalarımız kişisel işlerde herkese aynı hakkı veriyor;<br />

devlet işlerinde herkesin alabileceği yer şu veya bu<br />

soydan oluşuna değil, gösterdiği yüksek yetenekle<br />

kazandığı üne göredir. Yurda iyiliği dokunabilecek bir<br />

yurttaşın şerefli bir yer kazanmasına da fakirliği, alçak<br />

bir sınıftan oluşu engel değildir. Devlet işlerinde çok<br />

serbest düşünüyoruz. Bu serbest düşünüşü günlük<br />

uğraşlarımızda da gösteriyor, birbirimizi tenkit için<br />

gözetlemiyoruz. Birisi bir kere gönlünün dilediği<br />

gibi işlemişse ona kızmadığımız gibi başkalarını<br />

cezalandırmayan, fakat can sıkan somurtkan bir yüz de<br />

takınmıyoruz. Özel yaşayışımızda hepimiz dilediğimizi<br />

işlediğimiz halde bütün yurttaşları ilgilendiren işlerde<br />

kötü bir şey yapmak korkusuyla çok sıkı davranıyor,<br />

baştakilerin, yasaların, bilhassa haksızlığa uğrayanları<br />

korumak için konulmuş olan, yazılı olmadıkları halde<br />

onları ayakları altına alanlara herkesin pek doğru ve<br />

yerinde bulduğu kötü bir ad kazandıran yasaların<br />

buyruklarından dışarı çıkmaktan çok çekiniyoruz.<br />

İyilik etmekten anladığımız da, birçoklarınınkinden<br />

büsbütün başkadır. İyilik görerek değil, iyilik ederek<br />

dost kazanıyoruz. İyilik edenin durumu daha sağlamdır.<br />

Çünkü yaptığı iyilik, iyilik ettiği kimseyi sevgi ile<br />

karşılığını yapmaya borçlu kılmaktadır. Yapacağı iyiliğin<br />

bir sevgi eseri değil, ödenen bir borç yerine geçeceğini<br />

bildiğinden teşekküre borçlu olan sallantıdadır. Yalnız<br />

biz sağlayacağımız yararı göz önünde tutarak değil,<br />

fikir ve ruh asilliğimizin bir kanıtı olarak hiç korkmadan<br />

başkalarına iyilik ediyoruz.<br />

Yavuz insanların gömüldüğü yer bütün topraklardır.<br />

Onların adını yalnız yurtlarındaki mezar taşı yazıları<br />

bildirmez, yabancı illerde de yazısız anıları taş, tunç<br />

üzerinde değil her insanın gönlünde, düşüncesinde<br />

yaşar durur. Siz şimdi onlar gibi olmaya çalışın;<br />

özgürlüğün öz mutluluk, yürekli olmanın özgürlük demek<br />

olduğunu düşünerek savaşın tehlikelerinden yılmayın.<br />

Yoksulluk içinde yaşayan, kendileri için iyi bir yaşayışa<br />

kavuşmak ihtimali olmayan kimselerin, mutluluklarını<br />

yitirerek bahtsızlığa düşmek tehlikesine uğrayacak,<br />

ayakları kayıp düşünce eskisinden pek başka şartlar<br />

içinde yaşayacak olanlardan daha haklı olarak canlarını<br />

tehlikeye atabilecekleri doğru değildir. Şeref duygusu<br />

olan bir insan için korkak davranmadan doğacak alçalma,<br />

yüreklilikle yurdunun zaferini umarak döğüşürken<br />

duyulmadan gelen ölümden pek daha acıdır.<br />

Artık hayatta olmayanı herkes över; ne kadar<br />

yavuzluk gösterirseniz gösterin, sizi bunlara denk<br />

tutmayacaklar, onlardan biraz aşağı olduğunuzu<br />

söyleyecekler. Hayatta olanlar rakiplerinin kıskançlığıyla<br />

çarpışırlar, kimseye engel olmayanın ise kıskanmadan<br />

iyiliği istenir, kendisine saygı gösterilir.<br />

YAZI MÜNÜR KUNDURACI


TARİH<br />

Cahillerin, softaların kurbanı bir alim<br />

GELENBEVİ İSMAİL<br />

YAZI MÜNÜR KUNDURACI<br />

Meşhur Osmanlı matematik âlimlerinden.<br />

1730 senesinde Aydın vilâyetinin Saruhan sancağında<br />

bulunan Gelenbe kasabasında dünyâya<br />

geldi. Adı İsmâil olmasına rağmen doğduğu<br />

yerden dolayı Gelenbevî olarak tanınmıştır. 1791<br />

(H.1206)’de Yenişehir’de vefât etti.<br />

Ataları Gelenbe kasabasında müftî ve müderrislik<br />

yapmışlardı. Kendisi ise küçük yaşta yetim<br />

kaldığından tahsîline başlayamamıştı. On iki-on<br />

üç yaşlarında bulunduğu sıralarda bir gün sokakta<br />

çocuklarla ceviz oynuyordu. Bunu gören baba<br />

dostlarından biri; “Çok yazık! Ata ve ecdâdın büyük<br />

âlim ve ilim sâhibiyken, sen sokaklarda dalgınlık<br />

ve başıboşluk içinde oyun oynuyorsun!”<br />

demesi üzerine, oyunu terk ederek o günden<br />

îtibâren ilim tahsîline başlamıştı. Sonra İstanbul’a<br />

gelerek Yâsinzâde ve diğer âlimlerden ilim<br />

tahsîlini tamamlayarak, bütün gayret ve çalışmalarını<br />

insanların yükselip, kemâl sâhibi olmaları<br />

için harcadı. 1763 senesinde müderris oldu. Aynı<br />

zamanda hocası ayaklı kütüphâne ismi ile anılan<br />

Müftîzâde Mehmed Efendi’nin evinde araştırma<br />

tarzında tahsile devâm ediyordu.<br />

Sultan Üçüncü Selim zamânında Kağıthâne’de<br />

askerî bir eğitim merâsiminde humbara<br />

atışı gösterileri yapılmıştı. Fakat yapılan atışların<br />

hiç birinin isâbet etmemesi üzerine bâzı<br />

yakınlarının aracılığıyle Gelenbevî İsmâil Efendi,<br />

Sultanın huzûruna çıkarıldı. Hesaplarının yapılıp<br />

yeniden atılması emrini alınca, hemen gerekli<br />

hesaplamaları yapıp humbarayı düzelttikten<br />

sonra atışları yaptırdı. Üç defâ tekrarlanan atışın<br />

üçü de hedefe tam isâbet etmişti. Pâdişâh bu<br />

durumdan çok memnun olarak kendisini günlük<br />

dört okka pirinç tahsis ve Mora’daki Yenişehir’e<br />

Mevleviyet ünvanıyla kadı tayin eder. Bu unvanla<br />

üçyüz dörtyüz akçe yevmiye alırdı. Padişah III.<br />

Selim’in Gelenbevi’ye olan teveccühü, Şeyh<br />

ül-İslam Hamidizade Mustafa Efendi’de bir kin<br />

bırakmış ve Fener Mollası iken İsmail Efendiye<br />

Tekdir yollu bir mektup göndermiştir. Buna çok<br />

üzülen ilmin kadrini bilen içli alim dimağ sektesinden<br />

1791 senesinde vefat eder.<br />

Şeyh ül-İslam’ın tekdir mektubunu göndermesinin<br />

sebebi bir dönemin zihniyetini anlamamız<br />

bakımından önemlidir.<br />

Hicri-Kameri aybaşlarının tespiti, Ruyet-i<br />

Hilal yani hilalin görülmesi ramazanın başlaması<br />

için gerekli olan şart iki şahidin hilali gördüğünü<br />

söylemesi idi. İki kişi hilali gördüğünü iddia<br />

ederek Gelenbevi’ye müracat ederler. Fakat<br />

Gelenbevi İsmail Astronomi ilmine vâkıf olduğundan<br />

hesaplamaları ile bu iki şahidin sözleri<br />

uyuşmamaktadır. Gelenbevi bu şahitlere durumu<br />

izah etmeye çalışsa da bu cahil adamlar kendi<br />

iddialarında ısrar ederler ve durumu Şeyh ül-İslam’a<br />

şikayet ederler. Şeyh ül-İslam Hamidizade<br />

Mustafa Efendi’de şahitlere inanarak fırsatı da<br />

ganimet bilip Gelenbevi’yeçok ağır bir mektup<br />

yazarak ölümüne sebep olur.<br />

Kendisi ilmin şehidi cehaletin kurbanı oldu.<br />

Zira bu dönemde, bütün pozitif ilimler alanında<br />

olduğu gibi, astronomi alanında da çalışmalar<br />

hemen hemen durmuş hatta bu ilim kolu evham<br />

ve hurafelere kurban olmuştu. Gelenbevî İsmâil<br />

Efendi’nin hemen hemen her ilimde derin bilgisi<br />

vardı. Eski matematik hesaplara âit müşkülleri<br />

hâlleden meşhurların sonuncusuydu. Eserleri,<br />

kıymetini meydana çıkardığı gibi, şöhret bulmasına<br />

da sebeb oldu. Gelenbevî’nin İstanbul’da<br />

bulunduğu sırada, Fransa’dan bir mühendis<br />

gelerek logaritma cetvelini Bâbıâlî’ye takdim<br />

etmişti. İstanbul’da bu ilmi kimsenin bilmediğini<br />

iddiâ etmesi üzerine Gelenbevî İsmâil Efendinin<br />

evine gönderildi. Evdeki durumu gören Fransız,<br />

Gelenbevî’yi hiç yerine koyarak, logaritmayla<br />

ilgili bir mesele bırakıp; “Falan vakte kadar<br />

cevâbını isterim.” dedi. Fransız, Hocanın<br />

evine tekrar netîceyi öğrenmek için<br />

geldiğinde cevap yerine İsmâil Efendi,<br />

yazdığı logaritma risâlesini takdim<br />

etti. Çok şaşıran Fransız, Bâbıâli’de<br />

Gelenbevî İsmâil Efendinin zekâ ve<br />

kâbiliyetine hayran olduğunu beyân<br />

etti. Reîsülküttâb Efendiye; “Şu adam<br />

Avrupa’da olsaydı ağırlığınca altın<br />

ederdi.” demesi samîmi bir ifâdesiydi.<br />

Ömrünün sonunda yazdığı Cebir<br />

kitabı, çok kıymetli olup, tek başına,<br />

Gelenbevî’nin adının dillerde kalmasına<br />

fazlasiyle kâfidir.


43<br />

TÜRK MUTFAK<br />

KÜLTÜRÜ<br />

Nihal KADIOĞLU ÇEVİK’in “TÜRK MUTFAK KÜLTÜRÜ” adlı makalesinden derlenmiştir.<br />

Türkiye’nin coğrafi konumu, tarihsel süreç içinde ilişki kurulan<br />

uygarlıklar, iki büyük imparatorluğun yeme-içme geleneğine<br />

getirdiği yeni açılımlar Türk mutfak kültüründeki çeşitliliğin<br />

belirleyici etkileridir. Türkiye’de yerel mutfakların özgün<br />

etkilerini içinde barındıran köklü ve çok yönlü bir mutfak kültürü<br />

yaşamaktadır.<br />

Orta Asya’da et ve mayalanmış süt ürünleri ile biçimlenen<br />

beslenme sistemi, Anadolu’ya bu etkileri taşırken;<br />

Mezopotamya’da gelişen tarıma bağlı olarak tahıl, Ege ve Akdeniz<br />

etkisiyle sebze ve meyve türleri ile çeşitlenen ve günümüze<br />

yansıyan Anadolu Mutfağını belirledi. Bizans, Ortadoğu, Avrupa ve<br />

Güney Akdeniz Mutfaklarının etkileşimi İmparatorluğun ulaştığı<br />

geniş alanda sürekli bir alış veriş çerçevesinde şekillendi.<br />

AKDENİZ MUTFAK KÜLTÜRÜ VE TÜRK MUTFAĞI<br />

9. Yüzyıldan itibaren İslam dünyasının egemenliği altına giren<br />

Akdeniz, 15. yüzyılda giderek önemini kaybetti. Süveyş kanalının<br />

açılması ile birlikte Akdeniz, uluslararası ticaret alanında yeniden<br />

kendine yer buldu. Bu dönemde Akdeniz tahıl, zeytin, şarap ve<br />

koyuna dayalı geleneksel ekonomi alışverişinin dışına çıkmaya<br />

başladı. Akdeniz kültürü; iklimi, coğrafi yapısı, florası ve köklü<br />

geçmişi ile evrensel bir bütünlüğe ulaşmıştır. Akdeniz mutfağı bu<br />

özgün kültürel yapının en önemli bölümlerinden birini oluşturur.


YEMEK KÜLTÜRÜ<br />

TAHIL VE BUĞDAY<br />

Geleneksel Akdeniz beslenme sistemi, çok genel<br />

hatlarıyla tahıl (özellikle buğday), zeytinyağı, sebzemeyve,<br />

su ürünleri, süt türevleri, baharat ve şaraba<br />

dayandırılmaktadır.<br />

Akdeniz beslenme sisteminde birinci sırayı alan<br />

tahılın, özellikle buğdayın, tarihin ilk dönemlerinden<br />

itibaren Akdeniz’de yetiştiği ifade edilir. Kaynakların<br />

bir bölümünde, buğday tarımının M.Ö. 5000 yıllarında<br />

Türkiye’nin kuzeyi ile Kafkasya’nın güneybatısında ortaya<br />

çıkarak Mısır ve Mezopotamya aracılığı ile Avrupa ve Asya’ya<br />

yayıldığı görüşü de yer almaktadır. Buğday, Akdeniz’in eski<br />

halklarının beslenme sistemlerinde ve ticari alışverişlerinde<br />

önemli yer tutar. Akdeniz havzası buğday gereksinimini 16.<br />

yüzyıla kadar Mısır, Sicilya, Arnavutluk ve Güney İtalya’dan<br />

karşılamaktadır. Buğdaydan elde edilen öncelikli ürün<br />

ekmektir. Ekmek, Anadolu, Orta ve Ön Asya’nın geleneksel<br />

ürünü olarak değerlendirilir.<br />

Tahıl, özellikle buğday ürünleri Türk Mutfağının da<br />

belirgin özelliklerinden biridir. Buğday unundan hazırlanan<br />

ekmek türleri, unlu ve hamurlu yiyeceklerimizde çeşit<br />

fazlalığı dikkati çekmektedir. Bulgur, kuskus, yarma, firik<br />

gibi buğday ürünlerinin mutfağımızdaki kullanımı tüm<br />

bölgelerimizde özellikle Akdeniz ve Güney’de yaygındır.<br />

ZEYTİN VE ZEYTİNYAĞI<br />

Zeytin ve zeytinyağı, geleneksel Akdeniz beslenme<br />

biçiminin ikinci önemli yönünü oluşturur. Zeytinin<br />

Akdeniz’deki tarihi çok eski dönemlere dayanır. Akdeniz’i<br />

çevreleyen nispeten sert ve kıraç topraklarda yetişen<br />

verimli zeytin ağaçları Romalı yazar Apicius’un yazdığı<br />

yemek kitabında anlatılmaktadır. Romalı yazar, eserinde<br />

zeytinyağı ile yapılan balık, et ve sebze kızartmalarına da<br />

yer vermektedir.<br />

Kaynaklar, “zeytinyağı” sözcüğüne, Türkçede ilk<br />

kez, Harzemşahlar döneminde yazılmış olan, Arapça-<br />

Türkçe Mukaddimetü’l-Edeb adlı sözlükte rastlandığını<br />

bildirmektedir.<br />

Akdeniz ikliminin en verimli türlerini yetiştirdiği<br />

Arabistan kaynaklı turunçgillerin yanında, Akdeniz mutfak<br />

kültürüne Ortadoğu’dan ve Atlas Okyanusu kanalından<br />

girmiş olan birçok sebze ve meyve çeşidi mutfak yapımıza,<br />

damak zevkimize uydurulmuştur.<br />

SOĞAN-SARIMSAK<br />

YABANİ OTLAR<br />

Yabani otların farklı şekillerde kullanıldığı ülkemizde<br />

her türlü yenilebilen ot, kök, mantar ve meyve<br />

türlerinden yararlanıldığını, bu kullanımın Ege ve Akdeniz<br />

bölgelerimizin yanında, coğrafyanın sunduğu olanaklar<br />

sonuna kadar değerlendirilerek diğer bölgelerimizde de<br />

sürdürüldüğünü görmekteyiz.<br />

Bugün olduğu gibi, eski Akdeniz havzasında da<br />

soğan, pırasa ve sarımsak üçlüsü Akdeniz’in en önemli<br />

besin maddeleri olarak görülmektedir. Anavatanının<br />

Akdeniz olduğu belirtilen beyaz ve kırmızı pancar, pazı,<br />

bamya; Hindistan kökenli olarak tanımlanan patlıcan<br />

ve salatalık Akdeniz’de tüketilen sebzelerden birkaçını<br />

oluşturur.<br />

Günümüzde de bu sebzelerden elde edilen<br />

yemek ve yiyeceklerin çokluğunu görmek ve tahılların<br />

eklenmesi ile zenginleştirilen örneklerini, bölgesel<br />

farklılıkları ile bulmamız mümkündür.


45<br />

ÜZÜM VE ŞARAP<br />

Akdeniz beslenme sisteminin diğer<br />

önemli yönünü oluşturan üzümün,<br />

Akdeniz’in, tarihi kadar eski bir ürünü<br />

olduğu belirtilmektedir. Bu konu Anadolu ve<br />

Akdeniz coğrafyasında Hititlere, Yunanlıların<br />

Dionysos törenlerine kadar ulaşan çok geniş<br />

bir kültürel alanı kapsamaktadır. Günümüzde<br />

olduğu gibi eski Akdeniz havzasında da<br />

üzümün şarap haline getirilerek tüketildiği<br />

bilinir. Üzüm ve şarap konusunu Türk<br />

Mutfağı içerisinde değerlendirdiğimizde,<br />

şarabın üzümden elde edilen diğer ürünlere<br />

göre oldukça düşük bir tüketim oranı<br />

izlediği görülür.<br />

Şu andaki bilgilerimize göre üzüm<br />

sözcüğü ilk olarak Uygur çağında<br />

görülmektedir. Üzümün kurutulduğu,<br />

üzümden tıp alanında yararlanıldığı konusu<br />

bundan sonraki Türk kaynaklarında da göze<br />

çarpar. Divan-ü Lügat-it Türk’de en çok adı<br />

geçen meyve üzümdür, sirke sözcüğüne de<br />

yer verilmiştir.<br />

Yine Türk Mutfağında bu konunun kısa<br />

değerlendirmesi yapıldığında; pekmez,<br />

şıra, pestil, muska, bulama, sucuk, şurup,<br />

şerbet, tükenmez vb. gibi birçok üzüm<br />

kaynaklı ürünün hemen her yöremizde<br />

yaygın olduğu göze çarpmakta, bu konudaki<br />

araştırmalar da çeşit zenginliği yönünden<br />

fikir vermektedir.<br />

SÜT VE SÜTTEN ELDE EDİLEN ÜRÜNLER<br />

Bu ürünlerin Akdeniz<br />

havzasındaki kullanımı ile ilgili<br />

yeterli bilgi bulunmamakla<br />

birlikte koyunculuğun bu<br />

coğrafyada eski dönemlerden<br />

beri var olduğu bilinmektedir.<br />

Yoğurt kavramının Türkler<br />

tarafından Anadolu’ya<br />

getirildiği, maya olarak çeşitli<br />

malzemelerin kullanıldığı kaynaklarca belirtilmektedir. Türk Mutfağını bu yönü ile<br />

değerlendirdiğimizde süt ve süt ürünlerinin yemek, yiyecek ve içecek türlerimizdeki<br />

kullanım fazlalığı dikkati çekmektedir.<br />

BAHARATLAR<br />

Akdeniz beslenme biçiminin<br />

bir başka özelliğini oluşturan<br />

baharatlar geçmiş dönemlerde<br />

Akdeniz havzasına Suriye yolu ile<br />

Yakın ve Orta Doğu bölgelerinden<br />

geliyordu. Mutfağımızın genel<br />

yapısında baharat çeşitleri sayıca<br />

az olmakla birlikte, Doğu Akdeniz<br />

ve Güney bölgelerimizde çeşidin<br />

ve kullanım oranının fazlalaştığını görmekteyiz.<br />

* “Türk Mutfağının, Akdeniz Mutfak Kültürünün Genel Özellikleri Yönünden Değerlendirilmesinin Önemi” Nihal KADIOĞLU ÇEVİK, 5.Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Maddi Kültür Seksiyon Bildirileri, Ankara 1997, Kültür<br />

Bakanlığı HAGEM Yayınları


MODA<br />

2016 MODASI ARTIK YAVAŞ YAVAŞ KATMANLARINI ATMAYA BAŞLIYOR.<br />

YAZ MODA TRENDLERİ BOL ALTERNATİFLİ VE FARKLI TARZLARI<br />

HARMANLAYARAK SOKAKLARA İLK ADIMLARINI ATMAYA BAŞLIYOR.<br />

2016 YAZ MODASI<br />

HAVVA İREM YILDIZ<br />

GEÇMİŞTEN ilham alan moda, geçtiğimiz sezonun izlerini<br />

daha da derinleştirmeye hazırlanıyor. Omuzların açık, 70’lerin<br />

ayak seslerinin daha gür, dantelin romantik, fırfırlı ve ispanyol<br />

kesimlerin daha keskin olduğu bir sezon bizi bekliyor. Bahar<br />

geldi! Şimdi modanın bahara uyup, yaza doğru ilerlemesine<br />

tanıklık etmenin zamanı!<br />

Bu sene birçok farklı şeyi bir arada görmeye hazırlıklı,<br />

aksesuarlarda cesur, desenlerde bonkör, detayları ise asla es<br />

geçilmemesi gerekiyor.<br />

Katmanları fırfır detaylara emanet ederken, önce gül<br />

bahçelerini kombinlere eklemeli, sonrasında da yaza zigzag<br />

desenler çizmeliyiz. Tabii ki her daim kontrolü elden bırakmadan<br />

ve çizmeyi aşmadan.<br />

Trend Lİstesİ<br />

1<br />

2<br />

3<br />

Geçtiğimiz yaz sezonundan hatırladığımız omuzları açık<br />

bluzlar, elbiseler yeniden üzerimize konmaya hazırlanıyor.<br />

Omuzları açıkta bırakan bluzlara X yaka faktörü de ekleniyor.<br />

Bol pantolonlar, şortlar ve jeanlerle kombinleyebilir,<br />

ayakkabı seçimine uygun salaş veya şık bir tarz yakalanabilir.<br />

Yeniden anvelop kesimler sokak modası müdavimleri<br />

arasına giriyor. Günlük kombin seçimleri için basic<br />

tişörtler ön planda olurken, şık kombinleri gömleklerle<br />

tamamlayabilir ya da tam takım kıyafetlerle sade ama zarif<br />

bir stilin sahibi olabilirsiniz.<br />

Katmanlı giyim kış sezonuna özgü tavrını yaz mevsimine<br />

fırfırla taşıyor. Fırfırlı etekler ve elbiselerle iddialı ve şık<br />

stiller ise bizi bekliyor.


47<br />

4<br />

Omuzlar sadece açıklığı ile ön planda değil.<br />

Karpuz kol ile gösterişli ve kabarık görünümlerde<br />

yaz trendleri sıralamasında kendine yer buluyor.<br />

Gündelik stilleri bir kat daha şıklığa yöneltmek<br />

omuzları kabartmaktan geçiyor.<br />

Gülçin Uzunalan Koleksiyonu<br />

Fötr şapkaya farklı yorumlar<br />

5<br />

Katmandan sonra katlanan kumaşlar pile detayı<br />

ile yine elegan bir tavrın simgesi oluyor. Gerek<br />

bluz gerek etek modelleri bu sene kendi içinde<br />

kendiliğinden katlanıyor.<br />

6<br />

Püskül artık haddini aşarak yeni sezonda da kendini<br />

eteklere, çantalara bağlıyor. Yaklaşık iki sezondur<br />

bizimle olan bu trend, artık aşina olduğumuz bir<br />

görünüme de vesile oluyor.<br />

7<br />

Bir kez düğüm atmak bele gömlek bağlama ile doğan<br />

ve şimdi yeni sezonla beraberde elbiselerin, bluzların<br />

aksesuarı haline gelen bir durum. Tişörtleri, etekleri,<br />

gömlekleri ve hatta elbiseleri giymekle kalmıyor bir<br />

de üzerimize bağlıyoruz.<br />

8<br />

Tül geçişler artık kombinlerin en dış katmanı oluyor.<br />

Elbise, etek, pantolon kombinlerinin üzerine şeffaf<br />

bir katman geçmek kendini olmazsa olmaz listesine<br />

resmen aday gösteriyor.<br />

9<br />

Dik yakalı, dantel detaylı elbise ve gömlekler günlük<br />

hayata sızmayı bekliyor. Şık ve zarif olmak adına her<br />

an tercih edilebilecek bir forma giriyor.<br />

10<br />

11<br />

Denim kumaş modası geçmeyenler listesinin başını<br />

çekiyor. Yırtık, yamalı, arma ile süslenmiş, püskül<br />

ve kesik paçaları ile yeni sezona girişte bizi kapıda<br />

karşılıyor.<br />

Asimetrik bluzlar, fiyonk detaylar, bohem, uzun<br />

elbiseler, yeniden 70’ler ve 90’lar yaz trendleri<br />

konusunun geri kalan kısmını tamamlıyor.<br />

Sıcak yaz günlerinde<br />

hem aksesuar, hem de<br />

işlevsel bir koruyucu olan<br />

fötr şapkaya Havva İrem<br />

Yıldız’ın eğlenceli penceresinden bakın...<br />

havvairemyildiz.com/view/baska-kafalar/


EURO 2016<br />

Euro 2016 Tahmİnlerİmİz<br />

Apsis Teknoloji: Mustafa Çiloğlu (2)<br />

Asg: Seçkin Sağlık (2)<br />

Ty Teknik: Uğur Dündar (2)<br />

Zrn Mühendislik: Emre Çıplak (2)<br />

v<br />

* Muhtemelen<br />

dergimiz elinize<br />

ulaştığında kupa<br />

alan takım belli<br />

olacaktır fakat biz<br />

de kendi aramızda<br />

böyle bir çalışma<br />

yapmak istedik.<br />

Bakalım CVSAir ailesi<br />

futbolla ne kadar<br />

ilgili. Tahminleri<br />

tutan 2 kişi tatile<br />

gönderilecektir.


Çalışmadan, öğrenmeden, yorulmadan rahat yaşamanın yollarını alışkanlık haline getirmiş milletler;<br />

evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.


OTOPARKLAR<br />

ARTIK NEFES<br />

ALACAK...<br />

Cvsair, tüm kapalı otopark alanları için<br />

araçlardan çıkan kirli gazları ve olası bir yangın<br />

durumunda oluşan tehlikeli dumanı tahliye eden<br />

optimum sistemleri dizayn eder, bu tasarımlara<br />

uygun ürünlerin üretim ve satışını yapar.<br />

www.cvsair.com.tr +90 216 417 12 48<br />

ARMADA ALIŞVERİŞ VE İŞ MERKEZİ, CROWNE PLAZA, ÖNAY GARDEN RECIDENCE, SİNPAŞ İSTANBUL SARAYLARI, ACIBADEM BODRUM HASTANESİ, AIRPORT<br />

PLAZA OFİS MERKEZİ, ARMADA AVM OTOPARK, ASTAY 16/9 REZİDANS, SİNPAŞ BOSPHORUS CITY, MERİNOS ÇARŞAMBA OTOPARK, TRİO ÖĞRENCİ YURDU,<br />

HANE PLUS REZİDANS, ANADOLU ADLİYE SARAYA, FER YAPI İSTWEST REZİDANS, KENT PLUS CENTRIUM REZIDANS, METROCITY AVM OTOPARK<br />

BLUE BOUTIQUE KONUTLARI REZIDANS, ÖNAY GARDEN REZIDANS, RADISSON BLU HOTEL, SELÇUKLU KONGRE MERKEZİ, SİNPAŞ LİVA REZİDANS,<br />

SİNPAŞ AQUACITY 2010, TERRACITY AVM, HAN PLUS, UMA PRESTİJ KONUTLARI, UMİ PLAZA İŞ MERKEZİ, VELEDROM SPOR<br />

SALONU, YTÜ TEKNOPARK OTOPARK, KENT PLUS NEWPORT REZİDANS, BÜYÜK ARENA SPOR SALONU, MAR G PLUS REZIDANS

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!