PodioMag #5 Kasım
Türkiye'nin ilk Podcast Dergisi PodioMag #5 sayısı ile karşınızda. Podcast dünyası içinden haber, gelişme ve inceleme yazılarını bulabileceğiniz Kasım sayımızın kapağında Oyuncu & Podcaster Sergen Deveci bulunuyor.
Türkiye'nin ilk Podcast Dergisi PodioMag #5 sayısı ile karşınızda. Podcast dünyası içinden haber, gelişme ve inceleme yazılarını bulabileceğiniz Kasım sayımızın kapağında Oyuncu & Podcaster Sergen Deveci bulunuyor.
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
Sayı <strong>#5</strong> <strong>Kasım</strong> 2020<br />
Türkiye’nin ilk<br />
Podcast Ajansı<br />
Podfresh’in<br />
aylık yayın<br />
organıdır.<br />
podcast magazine<br />
Can Semercioğlu<br />
İki ekosistemin kesişimi<br />
Monokrom & Podfresh<br />
Çağatay Gültekin<br />
Podcast Reklamcılığı #2:<br />
Podcast Reklam Türleri<br />
Zeynep Karakurt<br />
Magazini Guilty Pleasure<br />
Olmaktan Çıkarmalıyız!<br />
PODCAST DÜNYASINDA YAŞANANLAR, HABERLER<br />
YAYINCILARLA RÖPORTAJLAR
5. sayıdan herkese merhaba!<br />
Yine keyifle tüketeceğinizi düşündüğümüz, podcast haberleri,<br />
gelişmeleri ve yazıları ile dolu bir <strong>PodioMag</strong> sayısı ile<br />
karşınızdayız.<br />
Öncelikle geçtiğimiz günlerde İzmir'de yaşanan ve hepimizi<br />
kahreden deprem nedeniyle hayatını kaybeden tüm<br />
vatandaşlarımıza rahmet, yaralılarımıza da<br />
acil şifalar diliyoruz.<br />
Podcast ekosistemi içinde önemli bir konumlandırmaya sahip<br />
olan Podiolab internet sitemizi yenilemeye ve daha güncel<br />
tutmaya başladık. Artık gün içinde dünya ve Türkiye'de gelişen<br />
podcast haberlerini anlık olarak podiolab.com veya Podiolab<br />
Twitter hesabımız üzerinden kolaylıkla takip edebileceksiniz.<br />
Bu sayıdan itibaren <strong>PodioMag</strong> içinde de Podiolab bölümümüz<br />
ile güncel podcast gelişme ve haberlerini sizlerle<br />
buluşturmaya başlıyoruz.<br />
<strong>Kasım</strong> ayı kapağımızda yer alan sevgili Sergen Deveci'ye<br />
sonsuz teşekkürler. Dedikleri gibi olsun,<br />
"Söylenenler yolunu bulur, biz kesin sarhoş oluruz."<br />
<strong>PodioMag</strong>, Roundtable ve Bülten yayınlarımıza öneri, konuk,<br />
sponsor olmak isteyenler bizlere ulaşabilir ve katkı<br />
sunabilirler. Telegram ve Slack kanallarımız üzerinde abonelerimizle<br />
anlık iletişimlerimiz de keyifli bir şekilde sürmekte.<br />
Bu kanallara abone olmak için yazı içinde yer alan linke<br />
tıklamanız yeterli olacaktır.<br />
Bu aylık bizden bu kadar, 1 Aralık günü görüşmek üzere!<br />
Uraz Kaspar / uraz@podfresh.co<br />
yayın yönetmeni<br />
uraz kaspar<br />
editör<br />
ilkan akgül<br />
çeviri<br />
oğuz bakır<br />
yorum ve öneriler<br />
feedback@podiomag.co<br />
basın & tanıtım<br />
editor@podiomag.co<br />
reklam & sponsorluk<br />
reklam@podiomag.co<br />
iletişim<br />
0531.3417109
hafta içi. her gün.
Podcast Reklamcılığı #2<br />
Podcast Reklam Türleri<br />
Previously on Podcast Reklamcılığı Dosyası<br />
Podcast Reklamcılığı Dosyası’nın ilk yazısında, biraz istatistiklere göz atmıştık. Türkiye’de<br />
dinlenme oranlarının artış trendinde olduğunu, bu sayede aslında markaların yavaş yavaş<br />
iştahlarının açıldığını belirtmiştim. Hemen ardından, pandeminin başlamasıyla markaların<br />
medya harcamalarını inceleyen iab, podcast reklamcılığına harcanan paranın artacağı yönünde<br />
bir sonuca ulaştığını konuşmuştuk. Yani şu ana kadar podcast reklamcılığının neden<br />
olması gerektiğine biraz medya ve istatistik açısından baktık. Nasıl olacağına çok küçük değinip<br />
bugüne pas atmıştım geçen yazıda. Şimdi oradan kalan topu tamamlayıp markaların<br />
podcast dünyasında, üretici, platform, network, gibi farklı partilerle nasıl ilerlediğini ele alalım<br />
derinlemesine.<br />
Hangi Tür Reklamlar Bulunuyor?<br />
İlk Reklam Türünde İki Yol Var<br />
Podcast reklamcılığı denildiğinde akla ilk gelen reklam, aslında diğer mecralarda da sıklıkla<br />
karşılaştığımız pre-roll, mid-roll ve post-roll olarak adlandırılan, içeriği tüketirken bir anda karşınıza<br />
çıkan reklamlar. “Yahu bir anda karşıma çıkmayan reklam mı kaldı artık?” dediğinizi duyar<br />
gibiyim fakat birazdan tekrar döneceğim bu sorunuza. YouTube’da video izler gibi karşılaştığınız<br />
bu reklamların size ulaşması temel olarak iki yolla gerçekleşir. İki seçenek dersek daha<br />
doğru olur. Birincisinde yayıncının herhangi bir sürece müdahil olmasına gerek kalmadan,<br />
doğrudan yayıncı veya dağıtıcı platform üzerinde (Spotify, Spreaker, Megaphone gibi) reklamverenlerin<br />
belirli alanlar satın alarak kendi reklam ses dosyalarını yüklemeleriyle gerçekleşiyor.<br />
Yayıncının burada yapması gereken tek şey, yayınını reklam alanlarına açmak. Pek çok hosting<br />
firması, “monetization program” dedikleri bu yolla, yayıncıların, bölümlerinde istedikleri<br />
alana reklam almalarına olanak sağlıyorlar.<br />
Bölüme ses kaydıyla reklam yerleştirmenin bir diğer yolu ise doğrudan, yayıncı tarafından<br />
bölüme kaydın yerleştirilmesi. Reklamveren tarafından üreticiye iletilen kayıt, hosting veya<br />
dinleme platformunun müdahalesine ihtiyaç duyulmadan doğrudan dinleyiciyle buluşmuş<br />
oluyor. Bu yöntem, yayıncıların reklamdan daha fazla gelir elde etmesine yardımcı oluyor<br />
çünkü aracı parti ortadan kalkıyor. Türkiye, maalesef bazı hosting firmaları tarafından reklam<br />
programlarına dahil edilmiyor. Podfresh’in bu alanda yaptığı çalışmalara birazdan değineceğim.<br />
Bu paragrafta “ürün yerleştirme” bulunmaktadır.<br />
Neredeyse tüm medya tüketimimize sirayet etmiş bir reklam türü olan ürün yerleştirme,<br />
podcast mecrasında da başvurulan bir reklam türü. Yayının türüne, konusuna, diline, hedef<br />
kitlesine gibi kriterlere daha fazla bakılan bu yolda, yayıncı bir nevi influencer veya marka<br />
elçisi olarak konumlanıyor. Örneğin teknoloji podcastinde, yeni çıkan bir ürünün ücretli şekilde<br />
tanıtımının yapılması bu reklam türüne girer. Burada bazı etik kurallar devreye giriyor. Bazı<br />
yayıncılar, yayında marka ile işbirliği yapıldığını açıkça dile getirirken bazı yayıncılar kendi fikirleri<br />
ve yorumlarıymış gibi yansıtabiliyorlar. Influencer pazarlamada da karşılaşılan bu etik sorun,<br />
ülkemizde yasal olarak net bir çerçeveye oturtulmadığı için bir süre daha devam edecek gibi<br />
görünüyor.
Ürün yerleştirmede de iki yöntem bulunuyor yine. Bir tarafta markanın doğrudan hazır bir<br />
metin ile yayıncıya ürünün tanıtımını yaptırması yer alıyor. Burada hem yayıncıyı hem markayı<br />
bazı zorluklar bekliyor. Reklamveren tarafından hazırlandığı sırıtmayan metinler yazmak için<br />
yayıncının dilini çok iyi kavramış olmak ve onun ağzından çıkıyormuşçasına yazılması gerekiyor<br />
cümlelerin. Bir diğer yöntemde bu zorluk bulunmuyor fakat bu sefer markayı başka bir<br />
risk bekliyor. Yayıncıya yalnızca ürünü veya hizmeti tedarik edip daha fazlasına karışmayan<br />
markalar, yayıncı tarafından ürün hakkında söylenenlere sınır ve hatta sansür koyamama<br />
tehlikesiyle karşı karşıya kalıyorlar. Bu durum bazı anlaşmalarda, “markanın onayı olmadan yayıncı<br />
bölümü yayınlayamaz” gibi maddelerle kısmen çözülse de dinleyiciler için en az reklam<br />
kokacak yöntem budur.<br />
Bursa’yı Sevenler ve Yaşatanlar Derneği’nin sunduğu yazımız devam ediyor.<br />
Televizyonda gördüğümüz “X markasının sunduğu dizi keyfi başlıyor” tarzı spotlara, podcast<br />
dünyasında da denk geliyoruz. Bu türde, reklamveren bir bölüme veya doğrudan programın<br />
tamamına sponsor olarak ismini verme hakkına sahip oluyor. Markanın kontrolünün en yüksek<br />
seviyede olduğu, oluşturmak istediği algıya kuvvetli bir şekilde destek veren sponsorluk<br />
seçeneğinde dikkat edilmesi gereken faktörler ise ürün yerleştirme reklamından daha fazla<br />
incelenmeli. Yani yayıncının sosyal medyadaki konuşmalarından, programın ismine genel konulardan;<br />
bölüm içeriğine, süresine, kullanılacak müziklere kadar üretim konularına kadar söz<br />
sahibi olmak isteyen markalar bu yöntemi tercih ediyorlar. Tabii ki daha yüksek oranda geri<br />
dönüş elde edilen bu programların bütçeleri de diğer reklamlara oranla daha yüksek.<br />
Sponsorlukla ilerleyen reklam türünde, “markalı iş” algısı diğer reklamlardan tabii ki daha fazla<br />
oluyor. Bu yayınlarda, doğrudan veya dolaylı bir şekilde kullanıcıya marka ismi veya logosuyla<br />
dinleyicilerin karşısına çıkıyor. Dinleyicilerin gözünde bu durumun hem avantajları hem dezavantajları<br />
bulunabiliyor. Bir marka tarafından hazırlanan içeriğin taraflı olabileceğini düşünen<br />
kullanıcılar olduğu kadar güven veren kurumlardan duyulan sözlerin inandırıcılığı ve etkisinin<br />
daha fazla olduğunu ifade eden önemli bir kitle de bulunuyor. Sponsorluk kararlı alırken bu iki<br />
yorum da göz önüne alınarak hareket edilmeli.
Podfresh’ten Türkiye Podcast Reklamcılığı için Önemli Adım<br />
Dünya genelinde önemli network ve yayıncıların tercih ettiği hosting firması Megaphone,<br />
geçtiğimiz aylarda Türkiye’ye giriş yaptığını duyurmuştu. Bu güzel gelişmenin arkasında, bu<br />
dergiyi size ulaştıran Podfresh’in girişimciliği ve başarısı yer alıyor. Türkiye podcast sektörü<br />
için oldukça önemli gelişmelerin habercisi olan bu gelişme, programatik podcast reklamcılığı<br />
konusunda altyapıyı hem yayıncılara hem marka ve ajans tarafına sunuyor. Podfresh kurucu<br />
ortağı Uraz ve Aykut’un Podfresh Daily’de detaylı bir şekilde ele aldığı bu haberi buradan<br />
dinleyebilirsiniz.<br />
Kuralları veya normları henüz belirlenmemiş ve belki de uzun bir süre daha belirlenmeyecek<br />
bir mecra podcast. O yüzden bu yazıda genel reklam türleri olarak bahsettiğim yöntemlerin<br />
dışında çok daha farklı ve yaratıcı mecra kullanımları, dinleyicilerin karşısına çıkabilir. Özellikle<br />
reklamcılık yarışmalarında, bu alanın ağırlığının artmasıyla renkliliğin artacağını düşünüyorum.<br />
Podcast reklamcılığı dosyamız bir sonraki ay devam edecek. Bu sırada sizin denk geldiğiniz<br />
ve “Bu çok iyi olmuş!” veya “Böyle de olmaz ki!” dediğiniz podcast reklam örnekleri varsa LinkedIn<br />
üzerinden (buradan) bana ulaşabilirsiniz.<br />
Önümüzdeki sayıda görüşmek üzere!<br />
Çağatay<br />
Gültekin
İlkan Akgül<br />
Podcastiniz ile<br />
gelir ve etkileşim<br />
Podcast yayınızdan para kazanma, en azından Türkiye’de belli kitlelere ulaşmadığı sürece<br />
tamamen sponsorluk ve reklam destekli bir modele bağlı. Ancak bunların da dezavantajları<br />
yok değil: Örneğin bir reklamveren ile anlaştığınızda onun hassasiyetleri üzerinden yayınınızı<br />
düzenlemeniz gerekebilir. Anlaşmadan çekildiğinde ise eğer bir bütçeniz onun tarafından<br />
karşılanıyorsa ondan mahrum kalabilirsiniz. Her şey yolunda gitse bile bölüm verilerini yükseltmek<br />
için kendinizi baskı altında hissedebilirsiniz. Bu yüzden reklamverenli bir model çok da<br />
çekici gelmeyebilir.<br />
Birçok podcast, içerikleri niş odaklı olduğu için geniş kitleler için tasarlanmıyor. Geniş bir kitleye<br />
ulaşamayıp anaakımlaşmaması ise adil bir para kazanma rekabetten mahrum bırakabiliyor.<br />
Böyle içerikler için ayrıca reklamveren bulmak da zor.<br />
Peki neler yapalım?<br />
Bağışlar<br />
Radyo yayıncılığı gibi, bazı podcast yayıncıları da süreklilik vadederek dinleyicilerinden bağış<br />
yapmasını isteyebilir. Tabi çoğu podcast oynatıcısı platform içerisinde dahili bir ödeme sistemine<br />
sahip olmadığı için bunun için Patreon vb. mecralar kullanılabilir. Pek çok dinleyici sevdiği<br />
şeyi desteklemeye istekli olsa da, Türkiye’de böyle bir ekonomik ortamda geri dönüş oranı<br />
düşük olma eğiliminde olabilir ancak deneseniz ne kaybederseniz? Hiçbir şey.
Özel Ücretli Topluluk<br />
Dinleyicilerinizle etkileşim kurmak ve geri<br />
dönüş almak, kaliteli bir içerik oluşturmak<br />
için oldukça önemli. Podcast mecrası<br />
samimi bir ortam olduğundan dolayı dinleyicilerinize<br />
ücretli bir topluluk sunabilirsiniz.<br />
Ayrıca bu sadece ek bir gelir kaynağı oluşturmakla<br />
kalmaz, çok hızlı bir fikir alışverişine<br />
de imkan tanıyabilir.<br />
Ücretli bir topluluk yaratabilmek için en<br />
az iki tane bağımsız platforma ihtiyacımız<br />
var. Birisi üyelikleri yönetmek, diğeri ise<br />
etkileşimi kolaylaştırmak adına. Örneğin bir<br />
Patreon ürünü olan Memberful’u kullanarak<br />
üyelerinize Discord veya bir Facebook<br />
ListenApp duydunuz mu?<br />
Listen, bir podcast oynatısında yerleşik olarak sağlam bir topluluk deneyimi sunan türünün ilk<br />
örneği. Dinleyicilerinizle aranızdaki mesafeyi kapatmak için özel olarak tasarlanmış bir platform.<br />
Platformun sevilmesini çok sağlayan özelliklerden bahsetmek gerekirse şunları söyleyebiliriz:<br />
Organik Entegre<br />
Her bölümünüz, sohbet ve paylaşım başlatabilmek için bir pano görevi görüyor. İçeriklerinizi<br />
farklı bir platform için tekrar kullanmak yerine, dinleyicilerinizle podcast’i dinledikleri her yerde<br />
iletişim kurabilirsiniz. ListenApp, bölümü dinleyen, takılan ve bölüm hakkında sohbet eden<br />
herkesi görebileceğiniz etkileşimli özel bölüm odalarına sahip. Hatta onları konuklarınızı ya da<br />
konunuzu tartışmaya davet edebilir ve dinleyicilerin akıllarına gelebilecek soru ve sorunları<br />
yanıtlayabilirsiniz. Türkiye’de yaşadığımız için orada bir grup kurmak zahmetli gibi olsa da,<br />
neden yapılamasın? Çünkü...<br />
Güvenli<br />
Diğer forumların aksine, size davetli olarak ulaşabiliyorlar ve istemediğiniz insanları bunun dışında<br />
tutmanıza imkan tanıyor. Dilediğiniz zaman da bir davet kodu oluşturabilir ve onları bu<br />
odaya davet ederek içeriklerinizi paylaşabilirsiniz.<br />
Organik Etkileşim<br />
İnsanlar içeriklerinize erişmek adına farklı platformlara gitmesine gerek kalmadan tek bir yerden<br />
kaydolup, dinleyip mecranın sosyal özelliklerine erişebilir. Yani dinleyicilerinize Facebook<br />
sayfanızı ziyaret etmelerini ya da Slack kanalınızı hatırlatmalarını istemenize gerek kalmaz.<br />
Çünkü sosyal medya etkileşimleri zaten arayüze entegre bir durumda.
Birinci sınıf bir marka deneyimi<br />
Sosyal etkileşimleriniz için seçtiğiniz platform, marka imajınızın bir parçasıdır. Listen Uygulaması,<br />
ürün tasarımında benzersiz bir şekilde öne çıkıyor ve dinleyicilerinizin hayal kırıklığına<br />
uğramayacağına dair size güven veriyor.<br />
Dinleyicilerinize doğrudan erişim<br />
VIP üyeliğinize katılırken, Listen uygulaması üyelerinizin bir e-posta sağlamasını ve onlarla<br />
iletişim kurmanız için size açık izin vermesini gerektiriyor. Yani çekirdek dinleyicilerinize doğrudan<br />
erişim sahibi oluyorsunuz.<br />
Açık bir podcast ekosistemi<br />
Podcastleri özel kılan diğer çoğu platformun aksine, Listen uygulaması geniş çapta yayın<br />
yaparken para kazanmanıza da olanak tanıyor. Herhangi bir podcast, uygulamanın dizinine<br />
gönderilip açık bir ekosistem desteklenebilir.<br />
Uzun sözün kısası, Türkiye’de şu anda bu ekosistem gelişmeye devam ederken, bir gelir modeli<br />
oluşturmak için illa buranın anaakım olmasını beklememize gerek yok. Biraz zahmet, biraz<br />
da yaratıcılık ile denemeye değer birçok seçenek bulabiliriz.
İki ekosistemin kesişimi:<br />
monokrom.me<br />
Can Semercioğlu<br />
Hafta sonları birçoğumuz için dinlenmek,<br />
gezmek, eğlenmek, zihni boşaltmak gibi<br />
aktivitelerin 48 saate sıkıştırıldığı bir zaman<br />
aralığı. Aynı zamanda yoğun geçen günlerden<br />
kafamızı kaldırıp dikkatimizi hoşumuza gidecek<br />
içeriklere yönelttiğimiz günler de genellikle<br />
hafta sonları. Eskiden bazı gazetelerin Pazar<br />
ekleri, hafta sonu dergileri daha entelektüel<br />
bir tüketim yapmamıza imkân verirdi. Medyanın<br />
durumu malum olunca bu yayınlar birer<br />
birer yok oldu. İrili ufaklı kimi yayınlar da niche<br />
içeriklerle hafta sonu tadını vermeye devam<br />
ediyor. Ancak dolu dolu bir yayın bulmak imkânsıza<br />
yakın.<br />
İşte Monokrom böyle bir ihtiyacın sonucu<br />
olarak, karantina günlerinde evde geçirilen<br />
günlerde yarattığım bir girişim. Monokrom’da<br />
hafta sonunda okunabilecek, zihninizi ve<br />
ruhunuzu doyurabilecek içerikleri her hafta<br />
Türkçe ve İngilizce kaynaklardan derliyorum.<br />
Her Pazar saat 10.00’da da e-posta kutunuza<br />
gönderiyorum. Bültende linkleri verip geçmiyorum,<br />
kendimce bir açıklama da getiriyorum<br />
olan bitene. Yeri geliyor birkaç hafta boyunca<br />
okuduğum 8-10 yazıyı bir araya getirip bir<br />
dosya konusu oluşturuyorum. Yurt dışında var<br />
olan longread (uzun okuma) deneyimini biraz<br />
Türkçeye taşımaya çalışıyorum.<br />
İngilizce içeriklere yer vermek bir handikap gibi<br />
gözükse de Monokrom abonelerinin İngilizceyle<br />
bir sorunu yok. Zaten Monokrom’da hızla<br />
büyüyüp on binlerce kişiye ulaşmak gibi bir<br />
derdim hiç olmadı, olmayacak da. Önemli olan<br />
abonelerin sürdürülebilirliği, Monokrom’un<br />
yarattığı içerik ekosisteminin doyuruculuğunu<br />
koruması.<br />
Monokrom her şeyi saniyeler içerisinde tüketmeye<br />
alışkın olanlar için uygun bir mecra değil.<br />
Bir bültendeki tüm içerikleri baştan sona,<br />
hakkını vererek okumak için 4-5 saat ayırmak<br />
gerekiyor. Monokrom’un 1600 küsür abonesinin<br />
birçoğunun bu vakti ayırdığını görmek<br />
mutluluk verici. Bu yüzden abonelerin içerik<br />
deneyimini geliştirmek için iş geliştirme planları<br />
yapıyorum. Muhtemelen bunu ilk kez<br />
söylüyorum ama Monokrom’u birkaç parçaya<br />
bölmek bu planlardan en olası olanı. Abonelere<br />
sağlam ve sıkı bir dosya, bir içerik listesi<br />
ve podcast, kitap, sanat ve videodan oluşan<br />
ayrı bir derleme göndermek sağlıklı bir sonuç<br />
verecekmiş gibime geliyor. Tabii bunu zaman<br />
gösterecek.<br />
Monokrom ekonomiden teknolojiye, edebiyattan<br />
yemek tariflerine, girişimcilikten felsefeye<br />
kadar geniş bir içerik portföyüne sahip.<br />
Tabii sadece yazıdan ibaret değil. Videolar,<br />
görseller, animasyonlar olduğu kadar bir<br />
dönem benim de ucundan kıyısından bulaştığım<br />
ama çeşitli gerekçelerle devam ettiremediğim<br />
podcast türü de Monokrom’un ayrılmaz<br />
bir parçası.<br />
İşte bu yüzden Podfresh’in kapısını çaldım ve<br />
işbirliği yapmak istediğimi söyledim. El sıkıştık<br />
ve artık Monokrom’un podcast kategorisini<br />
tamamen Podfresh yönetecek. Böylece<br />
podcast dinleyicisi Can’ın seçimleri yerine<br />
podcast ekosisteminde önemli bir yere sahip<br />
ve itici bir gücü olan Podfresh’in bakış açısıyla<br />
podcast önerisi koymak mümkün oluyor.<br />
Altını çizmek isterim, Monokrom ve Podfresh<br />
arasındaki işbirliği bir reklam anlaşması değil.<br />
Tersine birbirinden farklı ekosistemin birbirine<br />
güç verme, omuz omuza verme hamlesi.<br />
Bundan böyle ekosistemler sadece kendi<br />
dinleyicilerini ve abonelerini değil, birbirlerinin<br />
etki alanlarını da kapsayacak ve etkileyecek.<br />
Monokrom ve Podfresh’in iş birliğinde tek bir<br />
odak noktası var: Birbirimizi nasıl besleyebiliriz?<br />
Benimsediğimiz bu değeri diğer girişimlerde<br />
de görmek isteriz.
Magazini Guilty Pleasure Olmaktan<br />
Çıkarmalıyız!<br />
Podfireş bünyesinin nadide çıkışlarından <strong>PodioMag</strong>’deki ilk yazımdan herkese selam. Bu yazı<br />
diğer sayılar ve sayfalardaki gibi pek bilgi verici olmayacağından buradan sonrasını okuyan<br />
kişiler, sizlerle kaynaşmak isterim
girdiğinizi çok iyi biliyoruz. Bakın ben, çocuğumun doğumundan sonra disipline girmiş bir<br />
kadın olarak jdgcsh. Size bir tavsiyem, yazık biraz magazin bakın, kim kiminle nerede bunları<br />
takip edin.<br />
Guilty pleasure olarak kendinize başka şeyler bulun yahu, deep web falan. İnsanlar sabah işe<br />
başlamadan magazin sitelerini kontrol etmeden, arkadaşlarına gerekli gıybet linkleri yollamadan,<br />
sigara molalarında iki Youtuber çekiştirmeden ne yapıyor merak ediyorum? Etmiyorum<br />
aslında biliyorum. İşim gereği haftanın 5 günü ciddi metinler yazmak zorundayım, hatta yemek<br />
ve sigara molalarına yanlış hesaplama yapıp erken ya da geç inersem aynı ciddi metinlerin<br />
insan versiyonlarıyla karşılaşıyorum.<br />
Buna bir dur deme vaktidir dostlar! Magazini gizli sekmelerden çıkarıp boynumuza asmalı,<br />
kulağımıza, dişimize damlatmalıyız. Hatta aramızda konuştuklarımız kanayan yaramıza doğru<br />
akarken onu alıp bağıra bağıra, gururla anlatmalıyız.<br />
(Ne yaptım ya ben, İstiklal Marşı’na rakip mi oldum??)<br />
İşte bu sebepten dünya için küçük benim için büyük bu olaya girdim ve Audacity’nin kayıt<br />
tuşuna bastım. Kelimeler boğazımdan yukarı doğru çıktı ve sese dönüştü: (Alkışlar eşliğinde)<br />
Yaramızda Kalsın’dan herkese merhaba, bu bir magazin podcast programıdır!<br />
Zeynep<br />
Karakurt
M. Kıvanç<br />
Önder<br />
Milyonlar ve Yanlışlar!<br />
Bazı şeyleri, milyonlar aynı şekilde ve defalarca dile getirir fakat onu milyonlar söylüyor da<br />
olsa, yanlış yanlıştır. Buna “fikir birliği” ile oluşturulmuş “gerçeklik” diyebiliriz. Hatta buna daha<br />
da doğru bir ifade kullanıp “ağız birliği ile oluşuvermiş gerçek” demek daha da yerinde olabilir.<br />
Daha da açalım dersek; gerçek olmayan veya hatta var dahi olmayan bir bilgi, önce ufak bir<br />
grubun, ardından daha büyük kitlelerin dile getirmesi ile tekrarlanıyor da tekrarlanıyor, büyüyor<br />
da büyüyor. Bir süre sonra da konuya tamamen yabancı yeni bireyler için, yeni bir “gerçeklik”<br />
olarak algılanır oluyor. Bir safsata, sırf onu milyonlar dile getirdi diye “konsensüs yolu ile<br />
imal edilmiş yeni gerçek” halini alıveriyor.<br />
Marka iletişiminde yeni çağ<br />
Bir dönem geçerli olan iletişim paradigmaları ve bundan türemiş kurallar da -bugün her ne<br />
kadar milyonlar ve bazı mecralar sektörleri aksine ikna edebilmek için var güçleriyle uğraşıyor<br />
olsalar da- o kurallar artık yok..<br />
Bugün bir markanın bir ya da birkaç ürününü potansiyel alıcılarına ulaştırabilmesi için ihtiyaç<br />
duyduğu arena, onbinlerin, yüz binlerin ya da milyonların yan yana saf tuttuğu mecralar değil.<br />
Tam tersine markaların nitelikli, odaklı ve hatta olabildiğince daraltılmış bir hüzmeden dünyaya<br />
bakan keskin ve net mecralara ihtiyaç. Klasik cümleyi hepimiz biliyoruz. “Gazeteler bitti, televizyon<br />
bitti, radyolar bitti vs vs…” Fakat, açıkçası nitelikli iletişim arayışındaki markalar için bugün<br />
artık YouTube, Facebook, Instagram dahi bitti…Maalesef gerçek bu.<br />
Aşırı İdealize, Aşırı Stilize Hayatlar<br />
Görsellik denen şey aslında bizim ve yaptıklarımızın en zehirli katmanı. Meram ve öz açısından<br />
en “telmaşa” şeyler, olaylar, durumlar dahi, göze güzel göründüğü, abartılı biçimde stilize,<br />
idealize ve estetize edilebildiği sürece makbul/muteber muamelesi görüyor. Ve ne mutlu ki bu<br />
imkan podcast dünyasında yok. Bir podcast içerisinde abartılı biçimde estetize edebileceğiniz<br />
yegane şey sadece kendi sesiniz. Ki bunu da büyük bir ihtimalle başta siz istemeyeceksinizdir.<br />
Dolayısıyla podcast, yalın bir içerik biçimi olarak göze çarpıyor. Ve tam da bu, markalar için<br />
“mesaj kakafonisinden” kendilerini sıyırmak ve kurtarmak için bir “çıkış bileti” olabilir.<br />
Dingin, makul ve gerçekten strateji eksenli düşünebilen markalar, “normal şartlar altında”<br />
podcastlere yatırım yapmayı, herkesten daha fazla istiyor olmalılar.<br />
Marka yatırımları başladı<br />
Nitekim ne mutlu ki, bunu isteyen ve hatta uygulayan markalar da var.<br />
Geçtiğimiz haftalar içerisinde, Podfresh ve GarantiBBVA işbirliğinde Kodluyoruz - Achemist
Podcast adlı yeni bir podcast yayına başladı. Bu konuya dair yeterince bilgiyi zaten Podio-<br />
Mag’in <strong>Kasım</strong> sayısında okuyor olacaksınız. Bu, bir markanın bütçe ayırarak kendi dikeyindeki<br />
bir ya da birden fazla temaya uyan söylemleri içeren bir podcast yapımını, alanında uzman<br />
bir podcast ajansına ürettirdiği -benim takip edebildiğim kadarıyla- ilk ya da belki başlıca yerel<br />
örnek.<br />
Elbette bu örneğin benzeri ya da daha gelişmişi nice örnekler yavaş yavaş karşımıza çıkmaya<br />
başlayacak. Markalar, nitelikli içerik üreten, sesiyle, hitabetiyle, hissi olarak “oturuşu kalkışı”<br />
ile karşısındakine “güven” hissini geçirebilen podcast yapımcıları ve/veya yayıncıları ile benzer<br />
işbirliklerine gitmeye başlayacaklar.<br />
Kendim de bir podcast yapımı ve yayıncısı olmam nedeniyle, amacı başka olan bu yazım<br />
içerisinde spesifik marka adı anmaktan etik gerekçelerle geri duruyor olsam da şu kadarını<br />
belirteyim ki yapmakta olduğum Servus adlı uzun format söyleşi podcastime, kafamda marka<br />
karakteri olarak birebir uyan iki üç aday belirledim. Bunu yaparken temel kriter ise hep şu<br />
oldu: Ürettiğim içeriğin duruşu ya da bu içeriği aktaran “ses, karakter” olarak benim duruşum,<br />
aklımdan geçen o falanca markanın duruşu ile örtüşüyor mu? Buna samimi cevap vermek çok<br />
önemli zira uyuşmama halinde yaptığınız şey “boş hayal kurmanın” ötesinde bir şey olmayacak.<br />
İhtiyacınız olan şey, tüm podcast şovunuzun bir sponsora kavuşması, seçilmiş bazı ya da tüm<br />
bölümlerin içerisinde belirlenmiş reklam alanlarında (örneğin bölümün başında, ortasında ya<br />
da sonunda) bir veya daha fazla markanın reklam spotlarının çalması olabilir. Üçüncü ve yukarıda<br />
bahsettiğim GarantiBBVA ve Podfresh işbirliğine en yakın seçenek ise, “paid content”<br />
yani ücretli içerik üretimi modeli olabilir ki bu ilk iki modele kıyasla hem çok daha emek yoğun<br />
hem de daha fazla zaman gerektirecek bir modeldir<br />
Yakınlaşan Dünyaların Savaşı Çıkar mı?<br />
Podcast üreten, yayan ve temsil eden dünya ile markaları temsilen iletişim-medya planlama-medya<br />
satın alma ajansları dünyası birbirlerine yaklaşıyor ve bunun emareleri ortada. Bu<br />
yakınlaşma ayrıca yerinde ve iyi de bir şey. Peki şimdilik birbirine yaklaşıyor olarak görünen bu<br />
iki dünya, aradaki mesafe azaldıkça artan hızlarını kontrol edemeyip işi bir çarpışmaya doğru<br />
götürür mü?<br />
Ne demek istiyorum?<br />
Bir süre sonra, hemen her alanda olduğu gibi sermayeyi elinde tutan taraf, eseri üreten tarafı,<br />
eserini daha farklı üretmek konusunda sıkıştırmaya başlar mı? Bu konu bence yolun başındayken<br />
ilişki yönetiminin tasarlanması ile yönetilebilir. Aksi durumda ise diğer her konuda olduğu<br />
gibi, ekonomik derinliğin az olduğu Türkiye gibi ülkelerde sermaye, yani marka/ajans dünyası,<br />
içerik üreticisinin üzerinde tahakkümünü arttırarak sürdürmeyi içgüdüsel olarak, hatta<br />
kendisi dahi farkında olmaksızın eşyanın tabiatı gereği talep edebilir. Bu ilişkide haklı-haksız,<br />
suçlu-suçsuz aranmaz. Burada yapılması gereken: tüm tarafların açık ve şeffaf biçimde hareket<br />
etmesine elverişli ortamın yaratılması, içerik üretenlerin de yüksek ve nitelikli temsiliyet<br />
ile yekvücut olması, üzerinde düşünülmüş, çalışılmış ilkeler ve kaideler seti ile masaya oturup<br />
kalkması olmalı.<br />
‘Dayanışma ve ortak hedef’ ilkesi altında örgütlenip kurumsallaşan podcast yapımcı ve yayıncılarının,<br />
-her ne kadar “karşı dünya” diyerek karikatürize etmiş olsam da- marka, mecra ve<br />
iletişim dünyası ile kuracağı ilişkiyi de bir “paydaşlık” felsefesine oturtarak, benzer yaklaşımı<br />
onlardan da beklemesi, kendi sektör gelecekleri açısından hayati ve paha biçilemez olacak.<br />
Yani sözün özü, podcast ekosisteminde irili ufaklı bir yerleri tutan her oyuncunun, daha şimdiden<br />
yol yakınken bir nevi “meslek birliği” oluşumuna gitmesi kanımca önemli ve önceliklidir.
HİLMİ ÇALIŞ KULAK ULEMASI<br />
Saymak için insan algısının üzerinde bir zaman kavramına ihtiyaç duyduğumuz dünyanın yaşam çizgisinde hep<br />
geleceğe doğru ilerliyoruz. Bunun yanında bu dev küreyi kaplayan milyarlarca canlı türünden sadece biri olan<br />
biz insanlarsa bu zaman çizgisinin en başından beri varmışız gibi davranıyoruz. O kadar sahiplendik ki bu küreyi,<br />
ona istediğimiz gibi şekil vermeyi de, ondan başka küreleri ele geçirmeyi de hakkımızmış gibi davranmaktan geri<br />
durmuyoruz. Peki bilinen en eski kalıntıları 50 bin yıl öncesine giden primat DNA'lı bu canlı türü bunları nasıl başardı?<br />
Farklı bilim dallarında, farklı uzmanlıklara hakim insanlar tarafından farklı cevaplar arka arkaya sıralanabilir<br />
bu soruya. Benim taraftar olduğum görüş ise anlatmaktan geçiyor.<br />
1966 yılında Alman etnolog Kurt Ranke'nin ortaya attığı bir fikir pek aşina olmadığımız bir açıdan insanoğluna<br />
bakmamızı sağlıyor. Genetik olarak insanlığı farklı dönemleri başarabildikleri ile tanımlanır. Örneğin ayakta durabilmeyi<br />
başaran insan “Homo Erectus”, günümüzde yaşayan düşünebilen insan ise “Homo Sapiens”. Ranke bu<br />
sıralamaya bir halka daha ekleyerek bir adım daha öteye götürür. “Homo Narrans” adını verir bu yeni buluşuna.<br />
Yani “anlatan insan”. Masallar konusunda derin araştırmalar yapan Ranke, bu anlatılan masalların odak noktasının<br />
insan olduğunu ve korktuğu ve anlamaya çalıştığı şeyleri, kendinden önce yaşayan insanların tecrübelerini<br />
de kullanarak kendinden sonrakine anlatmaya başlar. Anlatmak kendi varlığının da bir kanıtıdır. Duvarlara el<br />
izlerini bırakarak da anlatır, resim çizerek de anlatır. Mitlerle de anlatır, semavi dinlerin tabularıyla da. Şiirle anlatır,<br />
romanla anlatır, sanatla anlatır, anlatır, anlatır. Ve insan anlattık sıra kaçınılmaz bir son olan ölümü de alt edeceğine<br />
inanır. Homo sapiens'e gelene kadar geçen süreçte hayvan bedenine sığdırdığı ruhuyla insan, ortaya koyduğu<br />
tüm başarıların arkasında işte bu sır vardır. Bana insanlığın başından bu yana değişmeyen şeyler nedir diye<br />
sorarsanız cevabım üçtür; yemek, nefes almak ve anlatmak.<br />
Şehirlerin daha da kalabalıklaştığı ve kendi özel alanımıza itildiğimiz bu yüzyılda da durum aynı. Herkes ya anlatmak<br />
istiyor ya da anlatılanı dinlemek. Güzel olan 3. millenium buna oldukça fazla seçenekle imkan sunuyor.<br />
İşte asıl mevzunun etrafında döndüğü podcast de insanın ilk dönemlerinden bu yana taşıdığı bir mirasın şekil<br />
değiştirmiş halidir. Her gün binlerce podcast yayıncısı, milyonlarca saat sürecek yayın yapabiliyorsa hissettikleri<br />
ama tam olarak anlamlandıramadıkları bu içgüdüyle hareket ettiklerindendir.<br />
Podcast yayıncılığı haricinde hali hazırda mesleğim olan turist rehberliğini de belki bu yüzden tercih etmiştim.<br />
Gün içinde yaklaşık sekiz ila on saat arasında bir süre içinde ve bir tur programı dahilinde bir şeyler anlatabilmek...<br />
Geçmişi, bugün ile bağlantısı, bizi ne şekilde etkilediği, gidilen yerin dağı, taşı, suyu ağacı artık her ne varsa<br />
hep anlatmak istedim ama yetmedi. Hep daha fazlasını anlatmak istedim ve bu isteğim neticesinde karşıma<br />
podcast camiası çıktı. Bu mecra bana daha fazla olanak sağladı. Mekana bağlı olmadan, hava şartlarından etkilenmeden,<br />
açlık-tokluk demeden ve bir de anlatılamayan hikayelerin hakkını verme olanağı tabii ki. Bizim rehber<br />
camiası meraklıdır. Araştırmayı ve bilgisinin üzerine daha da eklemeyi çok sever. Biriken bu bilgiyi de anlatmaktan<br />
zevk alır. Tek kriter iyi bir dinleyicidir bu alışverişte. Zerdüşt'ün yakındığı gibi 'beni dinlemiyorlar, ben bu kulaklara<br />
uygun ağız değilim'. Podcastlerin bana verdiği en büyük nimet de işte bu oldu. Kendi kulaklarımı buldum ve<br />
istediğim şeyin ulemalığını yapmaya başladım. Salgın anlattım, biyografi anlattım, mimari anlattım. Daha da var<br />
anlatacaklarım. Anlatılan hikayelerin omuzları üstünde yükselen İstanbul ve imparatorluk geleneğinin ekonomisi<br />
ve bunun kenti nasıl şekillendirdiği var.<br />
Örneğin şehrin en eski merkezi olan Haliç Kıyılarında küçük bir gezinti yapsanız ne hikayeler çıkar anlatılacak. Kurulduğu<br />
günden beri insan kalabalığında paranın bir elden diğerine geçtiği bir ticaret geleneği. Ya da karşı kıyıya<br />
bakalım. Pera, Galata, veya Venedikli bir baba ve Rum bir annenin gayrımeşru ilişkisinden dünyaya gelip sonradan<br />
Müslüman olmuş Alvise Giritti'nin anısına koyulan isimle Beyoğlu bize seslenir. Avrupa ticaretinin şekillendiği<br />
önemli bir merkez olan bu nokta, aynı zamanda İstanbul'da, Venediklilerin de paraya yön verdiği bir noktadır.<br />
Sıcak paranın bir şekilde buraya akması zamanla burayı bir finans merkezi haline getirir ve şu meşhur tabirle<br />
'Galata Bankerleri' kendilerine anlatılacak bir hikayede yer bulur. Özellikle 1800'lü yılların ortalarından itibaren, değişen<br />
ekonomik şartlara bağlı olarak Osmanlı Devleti de ihtiyaç duyduğu bankayı burada bulur. Adı Osmanlı ama<br />
sahipleri İngiliz-Fransız ortaklığı olan ilk banka Kırım savaşını takiben kurulur. Uzun soluklu olmaz bu teşebbüs.<br />
1863 yılında adını aldığı Osmanlı Devleti'nin de yönetime dahil olması ile daha güçlü bir yapıya ve bir kimliğe sahip<br />
olan bu girişim ilkinden daha uzun soluklu olur ve hatta Cumhuriyet'e dek uzanır. 1892 yılında da devletin ihtiyaç<br />
duyduğu maddi kaynakları toplayıp büyük rahatlama sağlayan Osmanlı Bankası için, Sultan II. Abdülhamit mimarı<br />
Alexandre Vallaury'yi görevlendirir. Bu ustanın elinden çıkan ikiz binalar hala daha yerlerinde hikayeleri ile beraber<br />
durmaktadır. Doğu ile Batı'nın kesişim noktasında bulunan Osmanlı Başkenti'ne yakışacak şekilde binaların<br />
ön yüzü Neo-klasik yani batılı, Haliç'e bakan yüzü ise Oryantalist yani doğulu süslemelerle taçlandırılır.<br />
Sahip olduğu hikayeleri bize cömertçe sunan İstanbul'un bu güzide iki binasından biri hala daha<br />
TCMB olarak hizmet veriyor. Diğeri ise 1999 yılına kadar faaliyetlerine devam eden Osmanlı Bankası'nın merkez<br />
binası olarak kullanılsa da bu bankanın 2001 yılında Garanti Bankası ile olan evliliğinden sonra müzeye çevrildi ve<br />
kendi hikayelerini hala daha anlatmaya devam ediyor.<br />
Şu kısa yazıda bile bir şeyler anlattım vaktinizi ve ilginizi bir parça çekerek. Çünkü tüm hikayeler sadece insanlar<br />
tarafından anlatılmıyor ama kaynağı her ne olursa olsun hep insanlar için anlatılıyor.<br />
Bu taş devrinde de aynıydı, bugün de aynı. Değişen sadece yol yöntem.
SOTE Podcast<br />
Sergen Deveci<br />
Çok büyük bir ekibimiz yok arkada. Akif ve ben yapıyoruz şu<br />
an. Ben kaydı alıyorum sonra her şeyi Akif hallediyor. Sanatçı<br />
psikolojisinden iyi anlayan bir arkadaş. Bölümlerimizin yayınlanmasında<br />
hiçbir sıkıntı yaşamadık.<br />
Yani işinde de iyi olduğunu belirtmezsem olmaz.<br />
Şu an için SOTE adına her şey güzel gidiyor.
Öncelikle şunu belirtmek istiyorum bu bizim SOTE ile konuk olduğumuz ilk yer. O yüzden<br />
bizim için hep özel kalacaksınız. Bu yolculuğumuzu fark etmiş olmanızdan dolayı da büyük<br />
mutluluk duyuyoruz.<br />
İlk klasik soruyu ben sorayım ve hikayemiz başlasın.<br />
“Nasıl tanıştınız?”<br />
SOTE benim tamamen kendi anlatmak istediklerimin, konuşmak istediklerimin doğrultusunda<br />
oluşan bir podcast programı. Üniversite yıllarımda özel bir radyoda çalışıyordum. Gece yayın<br />
yapıyordum ama o zamanlar örnek aldığım ve dinlediğim radyo programcıları kadar özgür değildim.<br />
Belirli formatların içerisinde ve gelen mesajlar ya da telefonlarla yürüyen bir programdı.<br />
E şimdi ister istemez diğerlerine özeniyorsun, onlar gibi özgür olmak istiyorsun ama kimse<br />
kimseye öyle kolay güvenemiyor. Tabii sonra yollarımız değişti derken radyodan ayrıldım ama<br />
hani bilirsiniz böyle bazı şeyler vardır çok dramatik olmayacağım ama bazı şeyler içinizde kalır<br />
ve hangi köprüden geçerseniz geçin onlar bir şekilde denizi aşarlar. Pandemi döneminde<br />
kendimle çok daha fazla konuştuğumu fark ettim ya da birçok şeyi daha fazla dert ettiğimi.<br />
Hatta ilk bölümü dinleme fırsatınız olursa, reklamımı yapayım hemen (: İlk bölüm “Konuşmazsam<br />
çıldıracaktım” diye başlıyor. Bu sefer e madem kendi kendime yapacağım o halde kendi<br />
istediğim şekilde olsun dedim. Müzik yok, reklam yok, telefon yok… Bunun benim için yarattığı<br />
özgürlük alanını anlatabiliyor muyum? Siz nasıl okursunuz bilemiyorum ama ben şu an<br />
yazarken dudaklarımı ısırıyorum. Seksi bir şeyden bahsetmiyorum tamamen verdiği keyiften<br />
bahsediyorum. O yüzden ben SOTE’yi çok sevdim. İlk başta bölüm dakikaları 20-23 dakika<br />
arasında iken son bölümlere doğru birden kendimi 40 dakika boyunca bir şeyler anlatırken<br />
buldum. Açıkçası birçok işe başlarken kaygılıyımdır. İnsanların sevmesi, beğenmesi konusunda.<br />
Dünyamızı biliyorsunuz. Her şey hakkında hemen yorum yapabiliyoruz ve hiç bilmediğimiz bir<br />
şey olsa bile beğenmiyoruz. Ben açıkçası “Bunları görmezden geliyorum” diyen insanlar kadar<br />
cesur değilim. Sadece kendi sevdiğim bir şeyi devam ettirecek gücü asla kendimde bulamam.<br />
Düşünsenize derdiniz bir şeyler anlatmak, sohbet etmek ama karşınızda kimse yok!<br />
Ne kadar korkunç…<br />
Programda da sık sık belirtiyorum; siz sevin diye yapıyorum çünkü ben çoktan sevdim ama<br />
gerçekten dinleyenlerden çok memnunum. Çok güzel geri dönüşler alıyorum. Şimdiden ilk<br />
sezonumuzda 19 bölüm kaydettik. Bu benim için ciddi bir rakam çünkü çok yeni girdiğimiz bir<br />
mecra. Bu işi yıllardır yapanları da elbette dinliyorum. Herkesin anlatmak istediği ya da aktarmak<br />
istediği başka bir hikâye olması çok güzel. Medya sektörüne birçok insan “kendini keşfetme”<br />
gibi bakıyor olabilir ama podcast ve SOTE benim için kesinlikle kaçış.<br />
Programının ismi oradan geliyor zaten. Sosyal medyada belirli bir kitleye ulaştıysanız eğer bazen<br />
bazı söylemlere daha dikkat etmek gerekiyor. Çünkü seni çok seven birisi senin sevdiğin<br />
bir şeyi sevmeyebilir. Onu kırmak ya da üzmek istemem ama muhakkak benim de kendi derdimi<br />
anlatacağım bir alanım olmalı. İşte SOTE benim ben olduğum yer gibi geliyor bana. İçini<br />
birazcık hikaye biraz da şakalarla süsleyince, bakın gerçekten kendi programım diye söylemiyorum<br />
ama o zaman nasıl geçiyor anlamıyorsunuz. Bana da dinleyenler söylüyor yani ben<br />
onların yalancısıyım.<br />
Çok büyük bir ekibimiz yok arkada. Akif ve ben yapıyoruz şu an. Ben kaydı alıyorum sonra her<br />
şeyi Akif hallediyor. Sanatçı psikolojisinden iyi anlayan bir arkadaş. Bölümlerimizin yayınlanmasında<br />
hiçbir sıkıntı yaşamadık. Yani işinde de iyi olduğunu belirtmezsem olmaz. Şu an için<br />
SOTE adına her şey güzel gidiyor.<br />
Umarım yolculuğumuz güzel olur ve yolumuz hep maviliklere çıkar.
* Bu yazı Oğuz Bakır tarafından "How to Craft Compelling Podcast Episode Titles" başlıklı yazıdan derlenmiştir.<br />
DİNLEYİCİLER İÇİN PODCAST<br />
BAŞLIKLARI ÖNEMLİDİR<br />
Oğuz Bakır<br />
Aralarında seçim yapmanız gereken yüzlerce podcast bölüm olduğunu düşünün. Hangi bölümü<br />
dinleyeceğinizi nasıl seçersiniz?<br />
Muhtemelen, yapacağınız seçimde bölüm başlıkları oldukça büyük bir etkiye neden olacaktır.<br />
Bu nedenle, başlıklarınızın dinleyicilerinizin ilgisini çekecek olması çokça önemlidir.<br />
İyi bir başlık, insanların bir bölümden tam olarak ne bekleyeceğini bir bakışta anlamasını sağlar.<br />
İdeal olarak, potansiyel dinleyicileri görür görmez içine çekmesini istersiniz. Ancak, yalnıltıcı,<br />
tık tuzağı olan başlıklardan uzak durmalısız. Elbette, sözlemesi her zaman yapmasından<br />
daha kolaydır.<br />
O zaman bu başlıkları nasıl daha ilgi çekici hale getirebileceğinizi şöyle sıralayabiliriz:<br />
CLICKBAIT BAŞLIKLAR KULLANMAYIN<br />
Elbette, bölümlerinizin başlıklarını insanların ilgisini çekmek için sansasyonel bir şekilde yazabilirsiniz.<br />
Ancak, clickbait ya da gerçekçi olmayan başlıklar kullanmamalısınız.<br />
Sadık bir dinleyici kitlesi oluşturmak istiyorsanız, onların güvenini kazanmanız gerekecektir ve<br />
clickbait başlıklar olası sadık dinleyicilerinizi direkt olarak yok edecektir. Bölüm başlıklarınızın<br />
vaat ettiklerini yerine getirmezseniz dinleyiciler size hemen sahtekar olarak nitelendirecek ve<br />
podcastinizi bird aha dinlemeyecektir.<br />
Podcast bölümünüzün en heyecan verici yerini<br />
seçip başlığınıza taşıyabilirsiniz. Ama bölüm adınızı<br />
“Şimdiye kadarki en utanç anım!” deyip, sonrasında<br />
bu konuyla ilgili belirsizlik olursa, işte bu<br />
clickbait bir başlık olacaktır. Başlıklarınızı, dinleyicilerin<br />
tam olarak ne dinleyeceği hakkında gerçek<br />
bir fikir vermek için kullanmak oldukça önemlidir.<br />
ANAHTAR KELİMELER EN İYİ ARKADAŞINIZDIR<br />
Bir dinleyici, sizin de içinde olduğu kategorideki bir içeriği arıyorsa, sizin podcatinizi bulması<br />
için olabildiğince bölüm başlığınız ile ilgili anahtar kelimeler kullanmalısınız.
Burada, kendinizi hedef dinleyicilerinizin yerine koyun. Podcatinizi bulmak için nasıl arama<br />
yapacaklar? Hangi kelimeleri kullanmalılar? Bu, “Amerika’da beyaz ayrıcalığı” ya da “COVID-19<br />
sırasında flört ve ilişkiler” gibi her şey olabilir.<br />
CLICKBAIT BAŞLIKLAR KULLANMAYIN<br />
Elbette, bölümlerinizin başlıklarını insanların ilgisini çekmek için sansasyonel bir şekilde yazabilirsiniz.<br />
Ancak, clickbait ya da gerçekçi olmayan başlıklar kullanmamalısınız.<br />
Sadık bir dinleyici kitlesi oluşturmak istiyorsanız, onların güvenini kazanmanız gerekecektir ve<br />
clickbait başlıklar olası sadık dinleyicilerinizi direkt olarak yok edecektir. Bölüm başlıklarınızın<br />
vaat ettiklerini yerine getirmezseniz dinleyiciler size hemen sahtekar olarak nitelendirecek ve<br />
podcastinizi bird aha dinlemeyecektir.<br />
Apple Podcasts ve Spotify gibi uygulamar, insanların bir şeyler aradığı zaman hepsini ayrı<br />
ayrı gösteriyor. Dolayısıyla, bunun gibi anahtar kelimeler SEO stratejiniz için harika olacaktır.<br />
Ancak daha insani bir düzeyde, başlıklarınızı da okunaklı hale getirecektir. Eğer insanlar podcast<br />
uygulamalarında arama yaparken, onlara kaliteli bir başlık sunarsanız, onlar da podcastinizin<br />
kendileri için uygun olup olmayacağını anlayacaktır.<br />
BAŞLIKLARINIZI İLGİ ÇEKİCİ HALE GETİRİN<br />
Elbette podcastinize dair ilk izlenimler her zaman oldukça önemlidir. Ancak, başlıklarınızı podcastinizin<br />
tonuna uygun seçmelisiniz. Örneğin, komedi kategorisinde bir yayın yapıyorsanız<br />
ciddi ya da akademik bir başlık kullanmanız, dinleyicilerin pek de ilgisini çekmeyecektir. Ayrıca,<br />
program kaydı öncesinde bölüm başlıklarınızı planlamalısınız. Halihazırda aklınızda bir başlık<br />
olması, kayıt sırasında nasıl bir yol izleyeceğinize de yardımcı olacaktır.<br />
BÖLÜM BAŞLIKLARI NE KADAR UZUN OLMALIDIR?<br />
Bölüm başlıklarınız olabildiğince kısa olmalıdır. Hatta mümkünse<br />
60 karakter kuralına uymanız gerekmektedir. Seçenekleri<br />
gözden geçiren insanların çok da sabrı olmayabilir.<br />
Başlığınız onlar için bir şey ifade etmezse direkt olarak<br />
başka bir yayına geçeceklerdir. O yüzden, başlıklarınızı hızlı<br />
ve kolay okunur yapmalısınız.<br />
Çok fazla karakter içeren başlıklar, podcast dinleme uygulamalarında<br />
'kırpılabilir'. Kırpılan bölümün nereden olduğu,<br />
uygulamalara ve cihazlara bağlıdır.
Kim Ki Bu<br />
Kimiz Ki Biz?<br />
Kimiz Ki Biz, Podfresh bünyesinde yayın yapan ve kendilerini “sohbetinden keyif alan iki arkadaşın<br />
(Çağatay ve Rafet) hem ciddi hem geyik konularda farklı görüşlerini ifade ettikleri ve “kimiz ki biz ya”<br />
diyerek bir karara varamadıkları bir sohbet muhabbet podcast kanalı” olarak tanımlayan bir yayın. Bugün,<br />
Kimiz Ki Biz’in Kim’leri Çağatay ve Rafet, Kimiz Ki Biz’in hikayesini anlatacak. Söz onlarda.<br />
1) Kimiz Ki Biz, Nasıl ve Neden Ortaya Çıktı?<br />
Rafet: Çağatay ile 5-6 senelik bir arkadaşlığımız var. Bunun 3 senesi aynı ekipte 1 senesi ise aynı<br />
ofiste yan yana masalarda geçti. Muhabbetimiz, sohbetimiz tüm bu dönemlerde gitgide daha keyifli<br />
bir hal almaya başlamıştı. Çevremizdeki dostlarımız enerjimizin uyumundan bahsediyorlardı. Uzunca<br />
bir süre “Bunu nasıl değerlendiririz?” sorusuna cevap aradık. Video içerik planlarımız oldu, başka başka<br />
mecraları düşündük fakat profesyonel yaşantımız da bir noktada bizi frenliyordu.<br />
Pandemi döneminin de başlamasıyla bunu değerlendirilebilir bir fırsat olarak gördük ve podcast<br />
yapmaya karar verdik. Bu noktada araştırmalara başladık, Podfresh’in kurucu ortakları Uraz, İlkan ve<br />
Aykut’un eğitimler katıldık. İkimiz de uzun süreler farklı farklı mecra ve markalara çeşitli içerikler ürettik.<br />
Artık kendimize de bir şeyler üretmenin vakti geldi diye düşünüyorduk. Düşüncelerimi ve fikirlerimi<br />
ifade etmeyi her zaman sevmişimdir. Podcast içerikleri üretmenin de yaratıcılığımın bu kısmındaki boşluğu<br />
ideal şekilde doldurabileceğini düşündüm. Çağatay da, Podfresh Daily’de konuk olduğu bölümde<br />
bu hikayeyi kendi açısından ele almıştı.<br />
2) Kimiz Ki Biz’de Bir Bölüm Nasıl Ortaya Çıkıyor, Neler Konuşuyorsunuz?<br />
Çağatay: Mikrofon sırası şimdi bende. Maalesef öyle ders niteliğinde bir hazırlık evremiz olmuyor bölüm<br />
öncesinde. Özet olarak üç tarz Kimiz Ki Biz bölümü olduğunu söyleyebilirim. İlkinde ağırlıklı olarak<br />
kendi hayatlarımızdan hikayeler sunduğumuz daha kişisel bölümler; ikinci türde bir konu hakkında (dijital<br />
ve reklam dünyası, oyunlar vb) farklı görüşlerimizi konuştuğumuz ve sürekli birbirimizi inkar ettiğimiz<br />
bölümler; son olarak da gündemle ilgili bazen yorum bazen de bilgilendirici özel bölümler kaydediyoruz.<br />
Kayda girmeden önce genel olarak anahtar kelimelerle kendimize küçük notlar alıyoruz. Burada ben<br />
Evernote’çuyum, Rafet ise Uraz Kaspar’ın önerisi üzerine Notion üzerinden ilerliyor. Kişisel konuların<br />
ağırlıklı olduğu bölümlerde, doğaçlamaya ve hikaye anlatımına özen gösteriyoruz. Bilgi vermenin<br />
önemli olduğu bölümlerde ise okumalar yapıp kaynaklar göstermeyi tercih ediyoruz. Bir Vikipedik<br />
Şeyler değiliz ama sonuçta Kimiz Ki Biz di mi?<br />
3) Kayıt sonrasında işler nasıl ilerliyor?<br />
Rafet: Burada önce ben devreye giriyorum. Online olarak kaydettiğimiz bölümü Adobe Auditon üzerinden<br />
editlemeye başlıyorum. Düzenleme, kesme-biçme, jingle eklemelerini burada yapıp pası Çağatay’a<br />
atıyorum.<br />
Çağatay: Rafet’in sağ kanattan ortaladığı topu göğsümde yumuşatıp dinlemesini yapıyorum ve final<br />
haline karar veriyoruz. Hosting sistemi olarak kullandığımız Megaphone üzerine bölümü yükleyip bölüm<br />
açıklamasını yazdıktan sonra gün içinde en fazla zaman geçirdiğim sitelerden birisi olan Canva’ya<br />
yolculuğa geçiyorum. Sosyal medya üzerinde paylaşılacak görseli tamamladıktan sonra Hootsuite<br />
isimli sosyal medya paylaşım aracına geçiyorum. Sosyal medya postunun zamanlamasını yaptıktan<br />
sonra işin artık dinleyici yorumlarını bekleme aşamasına geçiyoruz.
4) Dijital Dünyanın İçinden Podcastin Bugününü ve Yarınını Nasıl Görüyorsunuz?<br />
Rafet: Çağatay’la birlikte uzun zamandır Podcast dinler ve birbirimizle paylaşırız. Uzunca bir zamandır<br />
da aramızda Podcastlerin hem globalde hem de ülkemizde nasıl ilerlemeler kaydettiğine dair bir<br />
muhabbet vardı. “BU YIL MOBİLİN YILI ABİ!” gibi şakaları da bu minvalde değiştirir, takılırdık birbirimize.<br />
Bugün için artık ülkemizde podcast ekosisteminin emekleme dönemini aşmaya bağladığını düşünüyorum.<br />
Artık hem yayıncılar hem de dinleyiciler ayakları yere basar bir vaziyette bu ekosistemdeler.<br />
Çağatay: Otuz bölüme yaklaşan podcast maceramızda oldukça az kurduğum bir cümleyi kuracağım<br />
izninizle, “Rafet, sana katılıyorum.”. Podcast Reklamcılığı Dosyası’nda da karşıma çıkan sonuçlar,<br />
Türkiye’nin podcast alanında en hızlı büyüme yaşayan ülkelerden birisi olduğunu gösteriyor. Pandemi<br />
sebebiyle başlarda dijital dünyada artan üretim, tüketilme konusunda biraz yalpalasa da evde geçirilen<br />
günlere değer katmak isteyen kullanıcılar podcasti keşfetti. Uzun yıllardır tüketen bizler için de yeni<br />
seçenekler ortaya çıktı. Yarın, bu dünyanın daha sağlam temellerle ilerleyen ve kendi influencerlarını,<br />
markalarını yaratacak bir sistem olacağını düşünüyorum. 2010’ların başında YouTube’da içerik üretmek<br />
ne kadar öncü bir adımsa bu dönemde podcast üretimine başlamanın önemli olduğunu düşünüyorum.<br />
Hatta bu söylemimi bir tık öteye götürüp “bugün podcast yapmaya başlamak, 70’lerde Beylikdüzü’nden<br />
arsa almakla eşdeğer” diyorum.<br />
5) Hangi Podcast Yayınlarını Takip Ediyorsunuz?<br />
Çağatay: Bu sefer ben başlayayım. Podfresh ailesinin her üyesini en az birer bölüm dinlemişliğim<br />
vardır. Kaçırmadığım ve yeni bölümünü iple çektiğim yayınları düşündüğümde ilk olarak Vikipedik<br />
Şeyler, Kellerin Savaşı, ShortCAST, Verizekalılar, Kodluyoruz – Alchemist Podcast, Servus yayınlarını<br />
sayabilirim. Podfresh reklamı yapıyor gibi olacak ama güne, Podfresh Daily’de, Aykut İbrişim ve Uraz<br />
Kaspar’ın her gün podcastle ilgili yaptıkları konuşmaları dinlemek güzel geliyor. Özellikle seslerindeki<br />
enerji ve girişteki telefon zili uyandırma servisi olarak da oldukça iş görüyor. Onun dışında sıkı takip<br />
ettiğim Socrates Podcasts’te yer alan Socrates FC, bir podcast tarihi efsanesi olan Potacast, bizim de<br />
takipçimiz olan (Twitter’da öyle en azından) Sinan Güler’le Soyunma Odası, dinlemekten keyif aldığım<br />
yayınlardan. Rafet’in de söyleyeceğini tahmin ettiğim, sevgili Şimal’in hazırladığı fakat bir süredir sesini<br />
duyamadığım Montalk, sevdiğim yayınlar arasında yer alıyor. Son olarak, ilk başlarda reklamcılıkla ilgili<br />
dinlediğim ve hala takip ettiğim The Accidential Creative, çevreme tavsiye ettiğim bir program. Şimdi<br />
Rafet’e bağlanıyoruz.<br />
Rafet: Teşekkürler Çağatay. Bende durum şöyle, yerli ve yabancı birçok podcasti takip etmeye çalışıyorum.<br />
Kimisi rutin olarak her bölümü yayınlandıktan kısa süre sonra dinliyorum kimisinde ise biriktirip<br />
ilgimi çeken bölümleri dinleme yolunu seçiyorum. Öncelikle tabi Podfresh ailesinin kıymetli podcastlerinden<br />
başlamak lazım; Vikipedik Şeyler, Kellerin Savaşı, Merak Listesi ve Teknolog Baba keyifle dinlediğim<br />
programlardan bazıları. Ara ara açıp birçok podcastten de tadımlamayı severim. Bunun yanında<br />
Çağatay gibi, tam anlamı ile rutin haline getirdiğim Podfresh Daily’ de hem Podcast ekosistemine<br />
hakimiyetimi arttırmak hem de yeni şeyler keşfetmek için kaçırmadığım bir program. Arkadaşlarım tarafından<br />
üretilen podcastler de var; Basecast ve Montalk her ne kadar zaman zaman ara verseler de<br />
mutlaka yeni bölümünü takip ettiğim programlar. Geek’liğimi besleyen Pens & Pixels Popcast’i büyük<br />
bir keyifle takip ediyorum.<br />
6) Sizi Daha Sık Buralarda Görecek Miyiz?<br />
Çağatay: Rafet’le giriş yapmıştık, benimle son verelim. Evet efendim, artık yalnızca podcast platformlarında<br />
değil, çeşitli mecralarda da karşınıza çıkacağız. Bundan sonra her ay <strong>PodioMag</strong>’de, o ay ne konuştuk,<br />
ek olarak ne söylemek istiyoruz ve sonraki ay neler olacak gibi konulardan oluşan yazılarımız<br />
olacak. Bölüm 0.1 Güncellemesi bölümümüzde konuştuğumuz gibi farklı kanallarda bizi görebilirsiniz.<br />
Beklemede kalın!
onur uğur duyulmazlık iksiri<br />
21.yüzyıl “görünürlük” yüzyılı.<br />
Gözden kaçmak, dijital ayak izleri bırakmamak neredeyse imkansız… Saklayacak bir kusurumuz<br />
varsa 21.yüzyılda yaşamak büyük bir dezavantaj ancak görünmek istiyorsak büyük bir<br />
nimet. İş hayatındaki başarılarımız için LinkedIn, Kürk Montolu Madonna okuduğumuzu bildirmek<br />
için Instagram, 280 karakterle aklımıza gelen her konuda yorum yapmak için Twitter var.<br />
Bir anda kaybolmak istesek görünmezlik iksirinden başka kullanabileceğimiz hiç bir metot yok.<br />
Markalar da bunun farkında. Alışılagelmiş kanallar yerine görünürlüğün ürün olarak sunulduğu<br />
mecralara yatırım yapıyorlar. Tüketicilerinin eleştiri ya da övgülerini bu kanallarda yönetmeye<br />
çalışıyorlar. Üretim hatası olduğu savıyla ekşimiş yoğurdu aldığımız yere iade etmiyoruz<br />
mesela. Önce resmini çekip markayı etiketleyip paylaşımını yapıyoruz. Biz yandıysak başkası<br />
yanmasın diyoruz. Artık övgü ya da yergimiz etrafımızı etkileyebildiğimiz ölçüde derecelendiriliyor.<br />
Diğer taraftan markalar etkileşimlerle büyüyor. Sosyal sorumluluk projeleri veya yaptıkları<br />
eğitim destekleri müşterisi ile arasındaki buzları kırıyor. Bir ulusal kanala reklam vermektense<br />
bir influencer kullanmak ya da hashtag çalışması yapmak çok daha düşük maliyetli ve içten.<br />
Televizyonda izlediğimiz reklamlar artık o kadar da samimi gelmiyor değil mi? Hem birey hem<br />
marka bazında hayatın normal akışındaki görünürlüğü daha bizden, daha çıkarsız algılıyoruz.<br />
İşte tam olarak bu alanda işler karışıyor.<br />
Kanadalı iletişim kuramcısı Marshall McLuhan 1960’lı yıllarda yaptığı çalışmalarla iletişim kanallarına<br />
farklı bir bakış açısıyla bakmamızı sağladı. Kellerin Savaşı Podcast’in 12. Bölümünde “İnsanımız<br />
telesekretere konuşur mu, konuşmaz mı?” konusunu tartışırken McLuhan’a küçük bir<br />
göz kırpmıştık. İletişim bilimci “medium is the message” önermesiyle bizleri “içerik” kavramını<br />
sorgulamaya yöneltmişti. Ne söylediğimizin değil nerede söylediğimizin öneminin altını çizmişti.<br />
Burada küçük bir ek bilgi; McLuhan o yıllarda internet gibi yapıların dünyayı nasıl etkileyeceğine<br />
dair oldukça başarılı öngörülerde bulunmuştur. “Medium is the message” yani araç<br />
mesajdır teorisi içeriklerin önemsizliği üzerine bir önerme değil. İçerik elbette ki çok önemli<br />
ancak içeriğin sunulduğu ortam çok daha önemli… Radyoda iletilen bir mesaj ile televizyonda<br />
izlenilen bir mesajın kitleler üzerinde aynı etkiye sahip olmadığı kanıtlanmış bir gerçek.<br />
Bunu daha anlaşılabilir hale getirmek için hepimizin mutlaka yaşadığı bir örneği hatırlayabiliriz.<br />
Radyoda tam sizin için yapılmış bir şarkı var ve hemen müzik listenize eklemek istiyorsunuz.<br />
Uygulamalardan gelişi güzel bir şekilde şarkıyı bulup listenize atıyorsunuz. Sonra bir daha<br />
dinlemek istediğinizde şarkının klibini açıyorsunuz ve tombala. Şarkıyı bu kişi mi söylemiş? Kafanızdaki<br />
gibi değil aslında. Ya daha yukarıda ya da daha aşağıda bir lezzetle dinliyorsunuz.<br />
Hatta dinlediğinizde kadın olarak kafanızda canlanan sanatçı erkek çıkabiliyor. Demek ki müzik<br />
cinsiyetler üstüdür diye düşünüyorsunuz. Günlük yaşantımızda küçük bir zaman aralığında<br />
karşılaştığımız bir şarkı bile mesajın iletildiği kanal ile kafalarımızda şekilleniyor. Öyleyse görünürlük<br />
peşinde olduğumuz 21.yüzyılda artık duyulmak da hayati önem taşıyor. Cümlelerimizi<br />
karşımızdakinin hayal gücüyle birleştirmek, sesle verilen mesajımızı dinleyenin kafasındaki<br />
şekliyle sunmak bizi yakınlaştırıyor. Dinlediğim yayınlarda konuşanın mimiklerini düşünüyorum,<br />
anlattığı ciddi işlerde kaşlarını çattığını, eğlenceli içeriklerde çok eğlendiklerini hayal ediyorum.<br />
Sırf bu sebeple radyo programlarının canlı instagram yayınlarını asla açmıyorum. Kafamda<br />
küçücük bir masanın çevresinde, her yer kablolarla çevrilmiş şekilde bir mikrofon arkasında<br />
değiller çünkü. Evimin salonunda oturuyorlar, onlara değil onlarla gülüyorum.<br />
Görünmemek için görünmezlik iksiri konusunda ısrarcıyım. Yayıncılar ve markalar için ise şimdilik<br />
bir duyulmazlık iksiri gerekmiyor. Sesli yayınlar her ne kadar revaçtaymış gibi görünse de<br />
pazar halen çok bakir. Ama daha fazla duyulmak istiyorsak yapacaklarımız var. Çünkü sesli<br />
mecralar evrimleşiyor. Podcast denilen RSS kodlarının etrafında bambaşka bir iletişim ağı her<br />
geçen gün önem kazanıyor. Uyumak üzereyken dinlenilen bir podcastin mesajı iletme yetisi<br />
neredeyse yüksek maliyetli reklamların önüne geçmekte. Zamanın kısıtlılığı karşısında birden<br />
fazla konu başlığında çoklu görev halindeyken ulaştığımız sesli yayınlar bize sunulan reklamlar<br />
değil bilincimizin bir parçası olmakta. Dinlediğimiz kişinin sesi ve hayalimizde yarattığımız<br />
imaj öylesine birleşiyor ki artık karar alma süreçlerimiz kesişiyor. Görünürlüğün yanında duyulurluk<br />
kavramı kollarını bireylere ve markalara açıyor. Heyecan dolu bir hızda podcast habitatı<br />
genişliyor, hayatlarımızı yaşayış şeklimiz muazzam bir çeşitliliğe sahip oluyor.
Merhaba!<br />
Çiğdem Öztabak<br />
Podcaster I Head of Business<br />
Development Podfresh.co<br />
Her zaman öğrenecek yeni bir şeyler vardır<br />
bir Vikipedik Şeyler mottosudur :)<br />
Ben de hem Vikipedik Şeyler podcast’imin iki haftada bir<br />
yayınlanan bölümlerini bu sayıdan itibaren dergiye taşıyorum<br />
hem de siz tatlı podcast meraklılarına bilim, teknoloji<br />
ve kültür ekseninde mini haberler veriyorum. Umarım<br />
konular ilginizi çeker, yorum ve önerilerinizi beklerim.<br />
Ülke sınırları içinde bir yapay zeka tarafından<br />
yapılmış ilk podcast’i kaydetmiş olabilirim.<br />
Articoolo adlı bir platformdan faydalanarak yapay zeka hakkında bir makale ürettim. Articoolo’nun<br />
özelliği özgün içerik yazabilmek, siz de blog’larınız hatta podcast’leriniz için faydalanabilirsiniz.<br />
Kendisine 2,3 kelime veriyorsunuz ve hoop size özgün bir içerik üretiyor. Türkçe dil<br />
desteği yok şimdilik, İngilizce üretip üzerinde biraz düzeltme yapmanız gerekiyor.<br />
Ben de yeni Vikipedik Şeyler bölümümde, yapay zeka tarihinden ve son gelişmelerden bahsettim.<br />
Yapay zeka teknolojisi ile insanın yarışını aslında yine insanlar başlattı. Ünlü satranç dehası<br />
ve dünya şampiyona Gary Kasparov’u yenen IBM’in Deep Blue bilgisayarından sonra, Google<br />
Deepmind tarafından geliştirilen Alpha-go GO oyununu öğrenen ve oynanan bir yapay zekaydı<br />
ve Go oyununu dünyada en iyi oynayan kişi Lee Sedol’a karşı Ekim 2015‘de kazanmıştı.<br />
İnsanlar Go tahtasında kaybetti peki ya gerçek dünyada?<br />
Yapay zeka ile ilgili makinelerin okuyabildiklerini ama okuduklarını gerçekte anlamadıklarını<br />
iddia ediyorlar. Ancak bilgisayarlar yakın zamanda insan türünün yazmış olduğu her şeyi okumuş<br />
olacaklar. Bu da makinelere<br />
insanoğlundan daha öteye bakma yeteneğini verecek gibi duruyor.<br />
Aslında şöyle düşünün; bu gezegen üzerindeki tüm başarımız benzersiz zekamıza dayanıyor.<br />
Eğer daha fazla zekaya sahip olsaydık yapabileceklerimizin de sınırı yok gibi görünüyor.<br />
Burada soru şu; neden bazılarımız Stephen Hawking, Bill Gates ve Elon Musk gibi dahiler bile<br />
dahil, yapay zekanın insan türünün sonunu getirebileceğini düşünüyor? Sadece onlar da<br />
değil, bizzat yapay zeka ve bilgisayar biliminin babası diyebileceğimiz, insan ile yapay zekayı<br />
birbirinden ayırt etmek için bir test bile icat eden ve bu teste ismini veren Alan Turing de aynı<br />
fikirde;<br />
Endişesini aynen şöyle dile getirmiş. “Makineleri itaatkar bir pozisyonda tutabilsek bile, örneğin<br />
güç ünitelerini stratejik anlarda kapatarak, insan türü olarak bizler çok aşağılanmış hissedeceğiz.”<br />
Devamını öğrenmek isteyenleri bölüme davet ediyorum. :)
gözden kaçmasın köşesi<br />
Netflix’in Ekim dizisi Queen’s Gambit<br />
Bir dizi önerisi ile karşınızdayım ve bu dizi<br />
sonrası da yeni bir Vikipedik Şeyler bölümü<br />
geliyor. Konumuz : SATRANÇ<br />
Soğuk Savaş zamanında geçen ve karakterin<br />
yetişkinliğe geçiş evresine odaklanan bu<br />
dizi dahiliğin; Beth Harmon adındaki oldukça<br />
yetenekli bir satranç oyuncusunun kırılgan<br />
ama bir o kadar da özgüvenli hayatına odaklanıyor.<br />
Bir solukta bitirmek isteyeceğinize eminim.<br />
Özellikle sinematografisi ve prodüksiyon<br />
tasarımı ile de dikkat çekiyor çünkü hem<br />
kitaptan uyarlayan hem de yöneten aslında<br />
bildik bir isim olan Scott Frank. Kendisi Azınlık<br />
Raporu, Godless ve Logan gibi yapımların da<br />
yönetmeni ve 2 Oscar adaylığı bulunuyor.<br />
Ayrıca bu dizi için gerçek oyunculardan<br />
danışmanlık almışlar. Bunlardan biri de dünya<br />
satranç şampiyona ve ilk yapay zekaya<br />
yenilen Gary Kasparov. (Gerçi yapay zekaya<br />
yenilişinde hala şüpheleri var.)<br />
Oyuncuların dizideki tüm satranç oynadıkları<br />
sahnelerde, oyun açılışları, oyun kazanma<br />
taktikleri gerçek. Amerikalıların şu film olsa<br />
bile gerçekten role girmeleri için her şeyi<br />
öğrenmeleri şansını çok kıskanıyorum. Filmde<br />
oynuyorum ayağına hiç birimizin vakti, parası<br />
yetmeyecek şeyleri deneyimleme fırsatları<br />
olmuyormuş gibi, bir de gidip en usta isimlerden<br />
öğreniyorlar!<br />
Queen’s Gambit ismi de aslında bir satranç<br />
terimi. Onu da ve satranç hakkında bir çok<br />
bilgiyi de artık Vikipedik Şeyler’de anlatacağım.<br />
Neden satranç oynamıyoruz biz dedirten,<br />
hemen kendime bir satranç kulubü aratan<br />
bu diziyi şiddetle tavsiye ediyorum.
Yeryüzüne dair bir mecra: “Gezegen”<br />
yakında yayında<br />
P24 öncülüğünde, iklim ve çevre sorunlarını<br />
merkezine alan yeni bir mecra “Gezegen”<br />
Aralık ayı itibariyle yayın hayatına başlıyor.<br />
P24 bünyesinde başta iklim krizi ve çevre<br />
talanı olmak üzere yayın çizgisinde yeryüzünü<br />
merkezine alan yepyeni bir mecrayı<br />
hayata geçiriyoruz: Gezegen. Türkiye’nin<br />
yoğun gündeminde kaybolan yerkürenin<br />
sorunlarını bundan böyle bilgi odaklı bir bakış açısıyla Gezegen’de ele alıyoruz. İnternet adresimiz gezegen24.com<br />
Aralık ayından itibaren yayın hayatına başlıyor, YouTube ve podcast yayınlarıyla da zenginleşiyor.<br />
Gezegen, iklim ve çevre tartışmalarının rutin, “kullan at” bir habercilik anlayışıyla sınırlı kalmaması gerektiği<br />
inancıyla kuruldu. Bir an için bile göz ardı edilemeyecek, yakıcı sorunlara çözüm sunmanın, onları daha iyi<br />
anlamaktan ve anlatmaktan geçtiği inancıyla. Sadece konuşmak, farkındalık yaratmakla yetinmemek, ama<br />
sürekli sormak, konuların köküne inmek, araştırmak, bilgilendirmek, yeri geldiğinde de harekete geçirmek<br />
gerektiği inancıyla. Çünkü gezegen, gündemin gölgesinde kalmaktan çok daha iyisini hak ediyor.<br />
Gezegen öncelikle bir ağ. Türkiye’nin dört bir yanında yaşam alanları için mücadele veren yurttaş hareketlerinin,<br />
STK’ların, medya kuruluşlarının, avukatların, mühendislerin, akademisyenlerin ve çevre konusunda<br />
uzmanlığı olan herkesin buluşabileceği bir platform. Webinarlar vasıtasıyla çevre ile ilgili en can alıcı konuların,<br />
gündemde olsun veya olmasın, masaya yatırılacağı ve çözüm yollarının tartışılacağı, muhataplara söz<br />
veren, onları dinleyen ve seslerini aktaran bir mecra. Aynı zamanda çözüm gazeteciliği anlayışıyla özgün<br />
haberlere yer veren bir internet sitesi. Gezegen, sürdürülebilir yaşam alanlarına erişmek için önce izlediği<br />
konu başlıklarını gündemde tutan, belgeleyen, tartışmalara katma değer kazandıran, çeperleri genişleten<br />
ve fikri takibi ihmal etmeyen bir yayın çizgisi benimsiyor. Bunun için de çevre alanında habercilik deneyimi<br />
olan ya da uzmanlaşmak isteyen gazetecilerle çalışmayı hedefliyor. Araştırmaya dayalı haberciliğin yanı<br />
sıra, yaşam alanlarını koruyan ya da çevre talanı nedeniyle hayatları etkilenen yurttaşların hikâyelerini<br />
aktarmak, beri taraftan teknik ve teknolojik inovasyonlara yer vererek çözüm gazeteciliğinin gelişmesini de<br />
sağlamak Gezegen’in amaçları arasında. Kısaca, yeryüzüne dair her şey Gezegen’de.<br />
İklim ve çevre yayıncılığının nihai gayesi gezegen için değişime katkı sunmak. Bu yüzden Gezegen’de çeşitli<br />
konularda kampanyalar göreceksiniz. Araştırmacı ve sorgulayıcı yayıncılığın sağlayacağı birikimle politika<br />
değişikliği mücadelelerine zaman zaman Gezegen de destek verecek, desteğinizi isteyecek. Daha yaşanabilir<br />
bir ülke ve dünya temennisi taşıyan herkesle birlikte sorunlara daha fazla görünürlük katacak, çözüm<br />
yollarını da yüksek sesle savunacak.<br />
<strong>Kasım</strong> ayından itibaren Gezegen’in yayın akışı webinar buluşmalarıyla başlayacak. İlk altı<br />
webinar konu başlıklarımız ise şöyle:<br />
1- Çevre politikasızlığı: Talan kültürü, “greenwashing” ve duyarlı alternatifler.<br />
2- Gıdada sansür çabası: Gıda güvenliği ve şeffaflık.<br />
3- Enerji ve Madencilik: Yenilenebilir enerjide son durum, fosil yakıtlar, nükleer hazırlıklar. Maden Kanunu’nda<br />
öngörülen değişiklikler.<br />
4- ÇED raporları: Nedir, nasıl hazırlanır, neden önemlidir? Hazırlama süreci çıkar ilişkilerinden azade mi? Şirketler<br />
ÇED raporlarına karşı nasıl bir tutum izliyorlar?<br />
5- Covid-19 ve iklim: Hava kirliliği ve buna bağlı rahatsızlıklar Covid-19 gelişme riskini artırıyor mu? Tıbbi<br />
atıklarla evsel atıklar ayrıştırılıyor mu? Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de hükümet, ekonominin ıslahı için<br />
kirletici sanayilere desteklerini artıracak mı?<br />
6- Kanal İstanbul ve “mega şantiye” ekonomisi: Kanal İstanbul İstanbul’un geriye kalan yeşil alanlarını nasıl<br />
etkileyecek? Mega şantiye ve yeni konut inşaatına dayalı bir ekonomi anlayışından sürdürülebilir bir ekonomiye<br />
nasıl geçilebilir?<br />
Webinarların yanı sıra Gezegen’in internet sitesi Aralık ayından itibaren özel haberler, video-röportajlar, söyleşilerle<br />
sizlerle. Şimdi dikkatimizi yeryüzünün dertlerine çeviriyoruz.
podiolab.com<br />
podcast haberciliği<br />
Bu sayıdan itibaren <strong>PodioMag</strong>'de sizler için geçtiğimiz<br />
ayın öne çıkan Podcast haberlerini, Podiolab Özel sayfamızda<br />
sizlere ulaştırmaktan mutluluk duyacağız. Ekipman<br />
tanıtımlarından platform haberlerine, yeni başlayan<br />
program bilgilerinden podcaste dair her şey bu sayfada!<br />
Bu arada unutmayın! En yeni podcast haberleri her gün<br />
Podiolab'in web sitesinde sizleri bekliyor olacak!<br />
Spotify Üçüncü Çeyrek Raporunu Yayınladı<br />
Spotify tarafından yayınlanan üçüncü çeyrek raporuna göre, aylık aktif kullanıcı sayısı 320<br />
milyona, ücretli abone sayısı da 144 milyona yükseldi.<br />
Popüler dijital müzik platformu Spotify, 2020 yılının üçüncü çeyreğine ait finansal raporunu<br />
yayınlandı. Yayınlanan rapor ile beraber Spotify’ın aylık aktif kullanıcı sayısı da belli oldu. Dijital<br />
müzik hizmetinin kullanıcı sayısında geçtiğimiz yıla kıyasla ciddi bir artış yaşandı.<br />
Spotify, 2019 yılının üçüncü çeyreğinde 248 milyon milyon aylık aktif kullanıcı sayısına sahipti.<br />
Bu sayı 2020 yılının ikinci çeyreğinde 299 milyona yükselirken 2020 yılının üçüncü çeyreğinde<br />
ise 320 milyona ulaştı. Açıklanan verilere göre Spotify aylık aktif kullanıcı sayısı yıldan yıla %29<br />
oranında arttı.<br />
Ücretli abonelik (Premium üye) rakamlarına bakıldığında da, Spotify, 2019 yılının üçüncü çeyreğinde<br />
113 milyon ücretli aboneye sahipti. Bu sayı 2020 yılının ikinci çeyreğinde 138 milyona<br />
ulaşırken 2020 yılının üçüncü çeyreğinde ise 144 milyona erişti. Paylaşılan istatistiki bilgilere<br />
göre dünyanın en popüler müzik platformu olan Spotify, ücretli abone sayısı yıldan yılda %27<br />
oranında arttı.<br />
Ayrıca Spotify, 2020 yılının ikinci çeyreğinde yaklaşık olarak 1,5 milyon podcast içeriğine<br />
sahip iken, 2020 yılının üçüncü çeyreğinde 1,9 milyon podcast içeriğine ulaştı. Şirket ayrıca<br />
Spotify kullanıcılarının yüzde 22’sinin bu çeyrekte podcast içerikleri ile önceki çeyreğe kıyasla<br />
daha çok etkileşimde bulunduğunu açıkladı.
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu Podcast yayınlarına başladı<br />
Podcast kültürü kurumsal hayata sirayet etmeye devam ediyor! İstanbul Büyükşehir Belediye<br />
Başkanı Ekrem İmamoğlu, kendi ismi altında yeni bir podcast projesini hayata geçirdi. Bu podcast<br />
serisinde kendisi, iş hayatı ve tecrübeleriyle ilgili konuşan İmamoğlu'nun podcast serisi<br />
ilgi görmeye devam ediyor.<br />
Podiolab'de duyursunu yaptığımız T.C Ticaret Bakanlığı tarafından başlatılan podcast projesi<br />
sonrasında İmamoğlu’nun podcast kanalını hayata geçirmesi ve bunu kişisel olarak duyurması<br />
oldukça dikkat çekici.<br />
Deezer’dan 51 Ülkeye Podcast Erişimi Kararı<br />
Deezer, Apple Podcast ve Spotify’ın podcast alanındaki çalışmaları sonrasında 51 ülkede<br />
daha kullanıcılarına podcast erişimi sunacağını açıkladı.<br />
Deezer tarafından yapılan açıklamada, Avrupa ve Güney Amerika’daki kullanıcılarının artık<br />
podcast’lere erişebilecekleri belirtildi.<br />
32 Avrupa ve 19 Latin Amerika ülkesindeki kullanıcılar artık Deezer uygulamasındaki “Müzik”<br />
sekmesinin yanında bir de “Podcast” sekmesini görecek ve takip ettikleri podcastlere, kişisel<br />
podcast önerilerine erişebilecekler.<br />
Ayrıca, kullanıcıların içeriği konu başlığına göre sıralamasına yardımcı olacak 15 kategori ve<br />
uzmanlık alanına göre kategorize edilmiş çeşitli podcastler sunan bir “Koleksiyonlar” bölümü<br />
de bulunmaktadır. İşlevsellik açısından Deezer, dinleyicilerin bir podcaste geri dönmelerine ve<br />
kaldıkları yerden devam etmelerine olanak tanıyan bir “Devam Ediyor” aracı da ekledi. Kullanıcıların<br />
takip ettikleri podcastler tarafından yayınlanan yeni içeriği takip etmelerine yardımcı<br />
olmak için bir de “En Son Bölümler” bölümü eklendi.
Spotify Lisans Alarak Türkiye’de Temsilcilik Açacak<br />
Geçtiğimiz günlerde yaşanan RTÜK’ün Spotify’ın da aralarında bulunduğu platformların lisans<br />
almadığı takdirde erişim engeli başvurusu kararı sonrasında Spotify’ın RTÜK’ten lisans alacağı<br />
ve Türkiye’de temsilcilik açacağı açıklandı.<br />
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK); Netflix ve Amazon Prime gibi platformlar ile lisans<br />
konusunda anlaşma sağlarken, Spotify’a lisans alması konusunda 72 saat ek süre vermişti.<br />
RTÜK’ün Stockholm’deki merkeze ilettiği uyarı sonrasında, Spotify’ın, yayın lisansı alacağı ve<br />
Türkiye’de bir temsilcilik açacağı açıklandı.<br />
RTÜRK’ÜN 12 EKİM TARİHLİ DUYURUSU<br />
Radyo, Televizyon ve İsteğe Bağlı Yayınların İnternet Ortamından Sunumu Hakkında Yönetmeliğin<br />
“İnternet ortamından yayın lisansı almadan yapılan yayın hizmetleri” başlıklı 10. maddesi<br />
kapsamında;<br />
İnternet ortamından yürütülen yayıncılık faaliyetine ilişkin olarak yayın lisansı başvurusunda<br />
bulunabileceği, başvuru talebini içeren dilekçesi ve eki taahhütname ile birlikte üç aya tekabül<br />
eden yayın lisans ücretini peşin olarak ödemesi halinde üç ay süresince yayınlarına devam<br />
edebileceği,<br />
Belirtilen süre içerisinde internet ortamından yayın lisansı verilmesi işlemlerinin tamamlanmaması<br />
ve bu süre için de hesaplanacak yayın lisansı ücretini peşin olarak ödemesi halinde ilave<br />
üç ay daha yayın hizmetlerini sunabileceği,<br />
Başvuru talebini içeren dilekçesiyle birlikte taahhütnameyi sunmaz ve üç aya tekabül eden<br />
yayın lisans ücretini peşin olarak ödemez veya yayın hizmetlerine bu duyuruyu müteakiben<br />
yetmiş iki saat içerisinde son vermez ise, Üst Kurul tarafından 6112 sayılı kanunun 29/A maddesinin<br />
ikinci fıkrası uyarınca sulh ceza hâkiminden söz konusu yayınla ilgili olarak erişimin<br />
engellenmesi talebinde bulunulacağı ve ayrıca aynı kanunun 33. maddesinin birinci fıkrası<br />
uyarınca ilgililer hakkında suç duyurusunda bulunulacağı,<br />
İhtar olunur.