Erfolgreiche ePaper selbst erstellen
Machen Sie aus Ihren PDF Publikationen ein blätterbares Flipbook mit unserer einzigartigen Google optimierten e-Paper Software.
HABEReğitim Mart 2020, Sayfa - 2
Bu yazıyı yaşadığı çağa tanıklık eden
biri olarak hazırladım. Avrupa Türk
toplumuna ilişkin distopik gözlemlerimi
tahlillerimi ve biraz da beklentilerimi
anlatmaya çalışacağım. Sizin
de hiçbir ideolojik körlüğe saplanmadan
okumanızı ve yaşam biçimi olarak
görmenizi diliyorum. Distopya
ütopya kavramının karşılığı olarak ortaya
çıkmıştır. Ütopya gerçekte var
olmayan, ileriye yönelik hayali kurulan
ideal toplum biçimi anlamına
gelir. Distopya ise ütopyanın tam
tersi olan bir toplum şeklidir.
Hiçbirimiz bu topraklara keyfinden
gelmedi. Her birimizin kendine göre
haklı ve geçerli bir gerekçesi vardır.
Bunlar ağırlıklı olarak toplumsal, sosyal
veya ekonomik yetersizliklerdi.
Bir kısmımız Avrupa’ya geldikten
sonra banka kredisi ile zengin
olunamayacağını anladı; bir kısmımız
da yaşadığı çağın gerisinde kalan insanlara
güvenerek çağın gerisinden
geleceğe yönelik gerçekleşmesi imkânsız
hayaller kurdu. Bir kısmımız
da başkasının hayallerinin peşine
takılıp, kendi gerçeklerinden uzaklaşıp
gitti. Her nerede yaşanırsa yaşansın,
insanların kendi hayatını yaşamaktan
bir araya gelmeye fırsatları
olmadı.
“Gelişmiş toplumlar, örgütlü toplumlardır”
sloganının albenisine kapılan
bir avuç insan da kendini “çok kültürlülük”
sloganının büyüsüne kaptırarak
türlü derneklere bölündü. Oysa
içinde yaşadıkları toplumun bireylerinin
oluşturduğu derneklerinin, dini
cemaatlerinin, sosyal gruplarının
belli bir felsefi derinliği; köklü bir
geçmişi, kültürel arka planı var. Bizim
kurduğumuz dernekler sosyal yardımlaşma
ve dayanışma görüntüsü
altında daha çok dini, siyasi özellikli
olup görüşleri ile ayrımcı ve
tutumları ile ayrıştırıcı oldular. Oysa,
insan olan şöyle bir düşünebilse,
başını kaldırıp çevresinde olup biteni
görebilse, kendini sömürenin Batı
olmadığını; bölüp ayrıştıranın da
kendi içindeki cehalet olduğunu görecek.
Aklını kullanmayanları bağlayan
sanal zincir, sahibinin duvarları
aşmasına izin vermiyor. Sanki birilerinin
çıkıp “Kral çıplak!” demesi, çağı,
toplumsal ve sosyal hayatı onlarca yıl
önceki kültürde takılı kalan kafayla
değil, günün gerekliliklerine göre
aklın ve bilimsel düşünceyi rehber
edinen bir kafa yapısını gerektirdiğini
söylemesi gerekiyor. Avrupa Türk
toplumunun aydınlanması bu yolla
mümkün olur.
Avrupa Türk toplumu içinde en çok
rağbet gören unsurun din olduğu
herkesçe malum. Birleştirici olması
gereken din burada bu işlevini yitirmek
üzere. İnsanlar adeta dipsiz
kuyuya düşmüş; buradan çıkmak için
akıl tuğlalarına tutunmaları gerektiğini
bilmiyor gibi. Hesap günü
geldiğinde aklını kullanmayanlara
“Siz bize ibadet etmiyordunuz”
(Yunus 10/28) diyecekler. Hal böyle
olunca, toplumun zihinsel olarak aklı
ve bilimi rehber edinmekten başka
seçeneği yok. Bunun aksi durumlarda
insanlara anakronik, yani içinde
bulunduğu zamanın şartlarını görmezden
gelen bir dünya görüşüne
hapsolarak, güncel sorunlara çözüm
üretemeyeceğini, aksine mevcut
yapıyı daha da şizofrenik bir hale
dönüştüreceğini anlatmak gerekiyor.
Bu anakronik hayat; mikro düzeyde
bireyin, makro düzeyde de toplumun
davranışlarını, hareketlerini, gerçeği
algılayış şeklini ve düşüncelerini
çarpıtarak değiştirmekte, insanın ailesi
ve sosyal çevresi ile ilişkilerini
bozmakta, yaşam kültürünü geliştireceğine
gün be gün geriye götürmektedir.
Bu olgu ne yazık ki bazı
kesimlerce kültür ve kimliği koruma
adı altında teşvik edilerek istismar
edilmektedir.
Bilindiği üzere, yaşama kültürü gelişmemiş
toplumlardaki din algısı sosyal
çevreye göre şekil değiştirmektedir.
Avrupa Türk toplumu da
dindarlık adına hem etnik hem de
sosyolojik ve teolojik açıdan içe
AKADEMİSYEN
GÖRÜŞÜ
Prof. Dr.
MUSTAFA ÇAKIR
mcakir@anadolu.edu.tr
Coronavirus-Hotlines
und Hilfe auf einen Blick
Allgemeine Informationen zu Übertragung,
Symptomen, Vorbeugung
0800 555 621
Ütopya
veya
distopya
dönük bir süreç yaşamaktadır. Dışa
yönelen her adım kendi içinden
çıkan engellerle karşılanmakta, ötekileştirilmektedir.
Bu arada bireysel
menfaatler söz konusu olduğunda,
ne dinin emrettiği kul hakkı ne örf ve
hukukun yaptırımları hatırlanmaktadır.
Bu kesim içinden bir grup para
kazanmayı becermiş olsa bile zihni
taşrada kalmış olduğundan yaşadığı
çevreyi anlamaktan geri kalmış; zamanla
melez bir kimlik oluşturmuştur.
Bunların yaşadığı çevreye gevşek
bir aidiyet duygusu vardır. Onlara sadece
ait olduğu mensubiyet karşılığında
emeksiz cennet vaat edilmesi
yetmektedir. Cennet vaatleri, “hayırda
yarışma” Ortaçağ Avrupa’sında kiliselerin
yaptığı gibi maddiyata, bağışa
endekslenmiş görünmektedir. Luther
döneminde hayır sahiplerine verilen
endüljanslar gibi Avrupa Türk toplumu
içinde de yapılan hayırlara
vesile olduğunu gösteren belgeler
tanzim edilmeye başlanmış; ibadethanelerin
duvarlarına çakılan plaketler
sayesinde edilen dualarda kendine
yer bulmak umuduyla amel defterlerinin
kapanmayacağına inanan,
modern hayatın yaşam biçiminden
giderek uzaklaşan bir toplum modeli
ortaya çıkmaktadır. Halbuki Menteş’in
de dediği gibi (2014: 500)
“Ergin akılla düşünmek insanı Rabbine
götürür; her şey nihai olarak
Rabbine varır. Nihai hesap rabbinin
huzurunda (rabbikel münteha) görülür”
(Necm 53/42).
Farabi’nin de değindiği üzere, “Erdemlerin
en büyüğü bilimdir. İnsanlar
erdem sahibi olmazsa, şehir ve
yöneticiler de erdemli olmaz.” Bu
gerçekten hareketle, taşralı insanlar
ile şehirli insanları birbirine yaklaştıracak
tedbirlerin alınması ve
vakit geçirmeden hayata geçirilmesi
gerekir. Bu tedbirleri alıp uygulaması
gereken kültürün önderleri de ne
yazık ki İslam kültür ve medeniyetinde
“tekasür” olarak adlandırılan
süreci yaşamaktadır. Ne yazık ki
kendi içimizden çıkardıklarımızın
önemli bir kısmı da bu modaya ayak
uydurmuş görünmektedir. Tekasür,
yani insanların birbirine karşı sahip
olduğu malın çokluğu ve büyüklüğünden
kaynaklanan, kibirle karışık
“üstünlük” duygusudur. Orta Avrupalıların
kültüründe bu duygu baskındır
ve bu durum özellikle
ekonomik ve sosyal kriz dönemlerinde
yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve
İslamofobi ile daha belirgin bir
şekilde kendini göstermektedir. Hâlbuki
bunun yerine “hakikat, adalet,
merhamet, ehliyet ve meşveret” ilkeleri
benimsense, yönetim felsefesi
olarak öne çıkarılsa, şehir halkını bir
arada tutmak, ihtiyaçlarına çözüm
üretmek daha da kolaylaşır. Moda
deyişle “entegrasyon” sağlanır.
Ütopya veya distopya, hakikat veya
gerçek, toplumu doğru bilgilendirmek,
adalet, eşit davranmak, merhamet,
insanların yaşam alanlarını
Harun ile Karun misali ayrıştırmamak,
ehliyet, emanetin ehil ellere
verilmesi, meşveret… Bütün bunlar
toplumu yönetenlerin itibar edeceği,
ortak akla ulaşmak için
kullanacağı yöntemler olmalıdır.
Bizim geleneksel değerlerimiz olan
bu durum Batı kültüründe katılımcı
demokrasidir. Katılımcı demokrasinin
aktörleri olabilmek için de sosyal,
ekonomik olarak sınıf atlamayı sağlayan
eğitim ve eğitilmiş insan gücü
şarttır.
Belirtiler, Bulaşma ve Korunma
gibi genel bilgilere ulaşmak için
Avrupalı Türkler; bu devran böyle
dönmez. Size söylenenleri değil söylenmeyenleri
duymaya, gösterilenleri
değil gösterilmeyenleri görmeye;
nasıl bir kurmaca dünyada yaşadığınızı
anlamaya, birlik ve dirliğinizi
korumaya bakın. Bulunduğunuz
çevreyi daha yaşanılabilir bir yurt
yapmak için daha çok çalışmalı ve
yaşadığınız olumsuzlukları olumluya
dönüştürmek için toplumsal ve
sosyal hayatın içinde katılımcı bir
anlayışla yer almalısınız. Sizin
hayranlıkla izlediğiniz ve gelişmiş
medeniyetin temsilcileri olarak gördükleriniz,
binlerce yıllık insanlık medeniyetinin
ortak mirasıdır. Siz de
sahip olduğunuz kadim kültürün
taşıyıcısı olduğunuzu unutmadan,
geçmişten aldığınız gücü geleceğe
taşıyacak iradeyi ortaya koyun.
Şehir paylaşmayı bilenlerin mekânıdır.
Paylaşabildiğiniz kadar şehirlisiniz.
Topluma hizmet siyasi ikbal
veya geleceğe yatırım aracı olarak
görülmemeli, öncelikle insanlığın ahlaki
sorumluluğu olarak değerlendirilmelidir.
Paylaşırken, alan eli veren
ele muhtaç hale getirmemeli, yardım
faaliyetleriyle de yoksula yardım etmenin
ötesinde yoksulluğun kaynağının
ortadan kaldırılmasına çalışılmalıdır.
Aslında “Hayır olarak ne
yaparsanız, gerçekten Allah onu
hakkıyla bilir” (Bakara 2/215).
Gelinen noktada, Avrupa Türk toplumu,
varlığını sürdürmek ve yeni
baştan var olmak için, büyük inanç,
düşünce, bilim, sanat, edebiyat ve
eylem kahramanlarını, toplumsal liderlerini
ortaya çıkarmak ve bilinçli
bir şekilde onların yanında durarak
destek olmak zorundadır. İnsanın ve
toplumun din yorumları, kavrayış ve
uygulayışları değişse de din değişmez.
Türklerin içinde bulunduğu
anakronik durumdan İslam değil;
onun ruhundan uzaklaşan İslam
anlayışı sorumludur. Mesele anakronik
hayattan geleceğe yönelik
hayal kurmak değil, kalbi kalbin gerçek
sahibinin sevgisiyle doldurmak,
onun aşkıyla diri tutmak ve hayatın
gerçeklerini görmezden gelmemektir.
* * * * *
Kaynak: Melih Ümit MENTEŞ (2014).
Mesnevideki Bilgelik: Hz. Mevlana’nın
18 Sırrı. İstanbul: Cinius.
Foto: © Feydzhet Shabanov - stock.adobe.com
Coronavirus’e Karşı Destek
ve Yardım Hatları
Nur wenn Sie konkrete Symptome (Fieber, Husten,
Kurzatmigkeit, Atembeschwerden) haben
1450
Sadece şu açık belirtileriniz varsa (Ateş,
Öksürük, Nefes Darlığı, Nefes Almada Zorluk)
Rechtliche Fragen zu bereits gebuchten
Reisen (täglich von 9 bis 15 Uhr)
0800 201 211
Önceden rezervasyon yapılmış seyahatlerle
ilgili yasal sorular için (günlük 09:00 - 15:00)
Arbeitsrechtliche Fragen von Arbeitnehmern
0800 2212 0080
Çalışanlar için iş hukuku ile ilgili sorular için
Arbeitsrechtliche Fragen von Unternehmen
0590 900 4352
Şirketler için iş hukuku ile ilgili sorular için