23.08.2015 Views

ÇAĞDAŞ TÜRK TİYATROSU - ATILIM ÜNİVERSİTESİ Kurumsal Arşivi

ÇAĞDAŞ TÜRK TİYATROSU - ATILIM ÜNİVERSİTESİ Kurumsal Arşivi

ÇAĞDAŞ TÜRK TİYATROSU - ATILIM ÜNİVERSİTESİ Kurumsal Arşivi

SHOW MORE
SHOW LESS
  • No tags were found...

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

ÇAĞDAġ TÜRK TĠYATROSUKonu: ÇağdaĢ Türk TiyatrosuKonuĢmacı: Prof. Dr. AyĢegül YükselYer: Atılım Üniversitesi Seyhan Cengiz Konferans SalonuTarih: 28.04.2008Atılım Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Oya Batum MenteĢe:Sevgili Hocalar, Sevgili Öğrenciler bugün burada çok değerli bir bilim kadınını ve çokdeğerli bir meslektaşımı konuk etmekten dolayı çok mutluyum. Ne kadar değerlieserler verdiğini ve ne kadar zengin bir bilim hayatı ve geçmişi olduğunu bilmemiziçin Prof. Dr. Ayşegül Yüksel‟i size özellikle tanıtmak istiyorum. İnşallah aranızdanonun gibi birkaç tane çıkacak ilerde bekliyoruz. Prof. Dr. Ayşegül Yüksel; ÜsküdarAmerikan Kız Lisesi; İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve EdebiyatıBölümü mezunu. (1964‟te mezun olmuş). Fulbright bursuyla Amerika‟ya gitmiş veNewyork Üniversitesi‟nde 1966‟da mastır derecesini almış. Sonra kısa bir süre tekrarTürkiye‟ye dönmüş. Yayın hayatına atılmış. Ama 1969‟da Newyork‟ta The NewSchool‟da Tiyatro Edebiyatı derslerine katılmış ve 1970‟de Ankara‟ya yerleşmiş, tabiio arada evlenmiş ve iki çocuğu olmuş. Doktorasını 1981‟de Ankara Üniversitesi Dil veTarih-Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümünde tamamlamış. 1970-87 yılları arasındaODTÜ‟de görev yapmış. 1982‟de Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya FakültesiTiyatro bölümünde ders vermeye başlamış. 1985‟de Doçent; 1992‟de Profesörolmuş. 1987‟de yine Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi İngiliz Dili Edebiyatı ana bilimdalında görev yapmış. 2003-2006 tarihleri arasında Ana Bilim Dalı Başkanı olarakgörevini devam ettirmiş. 2006‟da kendi isteğiyle emekli olmuş, ama halen Dil veTarih-Coğrafya Fakültesinde hem master hem de lisans öncesi dersleri vermektedir.Ayşegül Hocanın eserleri: “Yapısalcılık Ve Bir Uygulama Melih Cevdet AndayTiyatrosu” başlıklı eseri; 1982‟de Yazko İnceleme Özendirme ödülü kazanmış.1982‟de Türk Dil Kurumu İnceleme ödülüne layık görülmüş. “Haldun Taner Tiyatrosu”başlıklı kitabı; 1993‟de Kültür Bakanlığı Tiyatro İnceleme ve Araştırma ödülü almış.Harold Pinter‟in “Git gel dolap” oyunundaki “Anlatım Dizgeleri” başlıklı makalesi1993‟de Kültür Bakanlığı Eleştiri ödülü almış, 1990‟da Tiyatro ve Televizyon YazarlarıDerneğince verilen Tiyatro Hizmetleri ödüllerini almış. 2005‟de Eren Uluergüvenanısına Tiyatroya emek Verenler Onur ödülüne sahip olmuş. 2006‟da Sanat KurumuOnur ödülüne de değer bulunmuş. 2007‟de 12. Uluslararası Ankara TiyatroFestivalinde Emek Ödülü almış.Ayşegül Hocanın 1975‟ten bu yana yazdığı bir sürü makale var. Özgür İnsan, Bilimve Sanat, Milliyet Sanat, Tiyatro Tiyatro, Evrensel, Kitaplık, Felsefe, Yazın, Oyundergilerinde yayınlanmış. İngilizce‟den çevirdiği “Aslan Asker Şvayk”, “Rüya YorumMetodu”, “Cumartesi gecesi ve Pazar Sabahı”, “John Arden‟in yaptığı Musgrave‟inDansı” eserleri Ankara Devlet Tiyatrosunda oynanmış ve basılmıştır. CumhuriyetGazetesi alanlarınız varsa, yazıları 2 haftada bir Cumhuriyet‟teki Sahnedenköşesinde çıkmakta, burada da benim elimde de en az 50 tane makale adı var. Amaşimdi okumayacağım. Yoksa bugün burada bütün günü senin eserlerini okumaklageçireceğiz. Böylece arkadaşlar size hem anne, hem eş, hem hoca, hem bilim kadını,hem araştırmacı, hem de çok ödül kazanmış bir yazar olan bir insanı burada konuketmekten büyük bir zevk duyuyorum.Prof. Dr. AyĢegül Yüksel:1


Çok teşekkür ederim. Benim için burada olmak, büyük bir onur. Sevgili OyaHocamızla uzun bir meslek yaşamını birlikte paylaştık, paylaşıyoruz. Şuanda sizinhocalarınız aynı zamanda, idarecileriniz bir dolu öğrencim dediğim genç ve tatlıkişilerdir. Güzel bir meslek doğrusu hiç pişman olmadım bu mesleği seçmeklediyebilirim. Bir nokta ilerisi için plan yapanlar için önemli olabilir. Oya Hanım çokdoğru belirledi. Benim yüksek lisans diplomamla, doktora diplomamın arasına birevlilik ve iki çocuk girdi; bu bir seçim, tabii fakat ikisi birden yürümüş oldu, o fenadeğil. Genellikle önce akademik çalışmalarımı bitireyim ondan sonra aile hayatımadöneyim, diye bir düşünce var. İkisi de olabiliyor, herhalde. Size kalmış bir şey. Bendoktoramı geç bir zamana ertelediğim için açıkçası çok pişman olmadım. Bunu niyesöylüyorum, özellikle bir acelecilik var; doktorayı da biran önce alamadım gibi. Yanihazır olduğunuz herhangi bir aşamada da yapabilirsiniz doktorayı. O bakımdan daben üzgün değilim. Yani doktorayı çok daha önceki yıllarda da alabilirdim, böyle oldu.Başka türlü de olabilirdi.Sizlerle bugün paylaşmak istediğim konu, Türk Tiyatrosunun nereden geldiği ve bunailişkin birkaç temel çıkış noktasını belirlemek, sonra belirli bir gelişim çizgisi içindebugün hangi noktada –belki isterseniz, birlikte tartışabiliriz de– bundan sonra nereyegidebilir? Niye bu konunun güncelliği var? Hala tiyatro seyircisi Türkiye‟de çok az,tiyatro sanatını yapanlar, nüfusa oranladığımız zaman çok az, ki biz büyük kentortamında çok fazla heveslisi var diye düşünüyoruz ama Türkiye nüfusuna yayıldığızaman ne yazık ki böyle değil, daha da ötesi Devlet Tiyatrolarının birkaç yıldır,özelleştirmesi söz konusu olabiliyor. Halbuki ucuz sanat hizmeti veren, bütünkusurlarına rağmen tiyatroyu yaygınlaştırma bağlamında önemli de işlev gören, birkurum.Bir nokta da hepimizin çocukluğunun geleceğini ilgilendiren hangi konu şöyle bir anahatlarıyla üstünden geçelim diye düşündüm. Bir de şöyle bir nokta var: Bir ülkenintiyatrosundan veya sanatından söz ederken, muhakkak o sanatı üretenlerden sözetmemiz lazım. Yoksa bir yabancı oyunu mükemmel sahnelemekle, bir ülkenin tiyatrosanatı oluşmuyor. O ülkenin tiyatro sanatının özelliği şudur denemiyor. Sadece Batılıanlamda çok güzelmiş, oyuncuları var, güzel oynanıyor. Bravo! İngiltere‟deki temsileyakın yetkinlikte bir temsildi falan deniyor. Ama bundan bir Türk Tiyatrosu sonucuçıkartamıyorsunuz bunun için her şeyden önce yazar gerekli. Kendi yazarlarıolmayan bir ülkede, o ülkenin tiyatrosu ne olabilir? Dolayısıyla biraz da yazarlıkçizgisine değinmek istiyorum. Arkasından tabii oyunculuk ve tiyatroculuk çizgisineister istemez geleceğiz. Çünkü oyunculuk da biçem açısından her ülkede olduğu gibiulusal bir kimliğin yansıması olarak da ortaya çıkabiliyor. Türk Tiyatrosu var,diyebilmemiz için oyunculuğumuzun, sahneye koyuculuğumuzun, tiyatromekanlarımızın da bir özelliği olmak zorunda. Kısaca şunu söylemek istiyorum.Sadece biz Avrupa gibi, onun düzeyinde sahne olayları yaratıyoruz veyayaratamıyoruz, demekle Türk Tiyatrosunun varlığını ya da yokluğunu tartışamıyoruz.Çünkü gerçekten de artık Cumhuriyet Türkiye‟sinde 85. yıla geldik. Gerçekten dezaman zaman seyrek bile olsa, Avrupa‟daki pek çok benzerini kıskandıracak düzeydeyapımlar da çalışmalar da çıkmıştır. Ama bu Avrupa‟dan tiyatroda biz daha iyiyizanlamına tabii ki gelmez. Dolayısıyla bizim tiyatromuzun bir gelişme çizgisi ve birgeleceği olacaksa nasıl bizim topraklarımıza özgün özellikler var, oradan isterseniz,yola çıkalım. İster istemez geleneksel dediğimiz popüler tiyatromuza da çok kısa birdönüş yapacağız. Hacivat, Karagöz‟ü anlatacak değilim size. Ama kesinlikle onlarlabaşlamak durumundayız.2


Metin Ant hocamız Evliya Çelebi‟den kanıtlar getirerek birer birer izler onu. Amabesbelli ki birbirine çok benzeyen tipleri aynı, senaryoları aynı olan, doğaçlama olangüldürü temelli olan, bu tarafta Müslüman, öbür tarafta Hıristiyan bir takım popüleroyunların oynaması.Bizim meddah orta oyunu Karagöz ve Köy Seyirlik veya esnaf loncası oyunlarımızbizim yerli geleneğimizi oluşturuyor. Ondan sonra da 19. yüzyılın ikinci yarısındaTanzimat‟la birlikte 1838‟den sonra da Batı modelindeki tiyatroyu kabul etmişiz. Öylebir değerlendirme yaptığımız zaman Batı modelindeki tiyatroyu kabul edişimiz, öncütoplulukları, yabancı azınlıkları için yapılmış tiyatroları düşünerek 19. yüzyılın başınakadar inelim, isterseniz. 2008‟deyiz, hadi biz başlatalım, 1808‟de aşağı yukarı bir 200yıllık bir Batı tiyatrosu tarihimiz var. Batı tiyatrosunun kendi tarihi, Eski Yunan‟danbaşlatacak olursak, M.Ö 5. yüzyıldan öyle tahmin ediyoruz; başlatacak olursak, 25yüzyıllık. Şimdi 25 yüzyıl nerede, 2 yıl nerede çok büyük, bir defa Batı kültüründenuzak kalıp da, ondan sonra bütünleşmişliğimiz söz konusu. Bu bir avantaj mı,dezavantaj mı? Bunu isterseniz, sonra tartışırız. Benim çok üstünde durduğum birkonu değil. Biz ne yapalım? Biz “300 yüzyıl geç başladık bu işe. Tabii bu kadar olurdemek gibi gülünç bir tartışma çıkmasının yeri yok onu sonra göreceğiz.İsterseniz, öce bu Anadolu‟da oluşmuş popüler tiyatro geleneğinin temel özelliklerinelerdir, onlara bakalım ve de isterseniz, Batıyla da mukayese ederek bakalım. Şimdibir tanesi çok önemli bir özellik o da şu; açık alanda ve orta alanda oynanıyor,oyunlarımız; tıpkı Eski Yunanlı da olduğu gibi. Şimdi bunun içine neler giriyor? Ortaoyunlar, ta 20. yüzyılın başı hatta Cumhuriyet kurulana kadar hatta daha da sonrabizde yazlık sinema kültürü vardır. Açık havada orada tiyatro falan da oynar. Açıkalanda ve mümkünse de orta alanda oynanan oyunlar olma özelliği, bu çok belirleyicibir şey, çünkü tiyatro mekanı çok belirleyicidir. Yani oyun mekana göre yapılır. Buözelliği unutmuyoruz ve de şaşırarak görüyoruz ki işte o Batının, sokak tiyatrosu veyaorta alanlarda oynanan özgür tiyatrosu ortaçağda, karnavallar zamanında, panayırlarzamanında tabii ki varmış. Unutulmuş, şimdi yeni bir akım olarak yavaş yavaş ortayaçıkıyor, değil mi? İstanbul Festivali mesela açılış oyunu Taksim Meydanındabalonlarla, dev kuklalarla falan bütün böyle halkı şenliğe çağıran, tiyatroya çağıran biratmosfer oluşturarak yapılıyor. Bu zaten bizim kültürümüzde var ve açık hava, hemhalk tiyatrosu dediğimiz, meddah orta oyunu, Karagöz-Hacivat; tabii o açık havada daoynatılır, ama ışık tertibatı olmak zorunda onu aklımızdan çıkartmayalım. Bu özelliktebir başka özelliği getiriyor. Her oyunun açık havada oynanması söz konusu değil,tabii Neden? Çünkü tiyatro tıpkı Batı tiyatrosunun başlangıcında olduğu gibi şenlikortamlarında veya özel günlerde oynayarak, sahnelenerek; gösteri alanına getirilerekbaşlamış. Ritüel kökenli tiyatro ki tüm tiyatrolar zaten ritüel kökenli onu biliyoruz. Birşenlik atmosferi içinde, açık havada sahnelenebilen oyunların nasıl bir niteliği olsun kio mekanla, o olay ve seyirci bütünleşebilsin. Bir özellik hemen gündeme daha geliyor.Bizim Anadolu kökenli veya Anadolu‟da gelişmiş tiyatromuzda mutlaka ve mutlakaşarkı ve dans var. Bakıyoruz, Antik Yunan tiyatrosunda da aynı şey var ve dolayısıylada hep bir cümbüş, hep bir şenlik olgusu nitekim erkek köçekler, kadın dansçılar herdönemde bunları minyatürlerde falan bol bol görebiliriz sonra kantocular hep bizimtarihsel tiyatromuzun bir parçası olarak erkek ve kadın dansçılar her şeyde ve deorkestralar, yani muhakkak orkestra birkaç parça müzik aletiyle müzik yapan insanlarher zaman var. Peki dans var, şarkı var, müzik aletiyle müzik icrası var. Orta alandaoynanıyor, açık havada oynanabiliyor. Nedir, nasıl bir dekor olacak? Sahne araçgereci ne olacak?4


Onlara baktığımız zaman ister istemez sahne araç gereci ve dekor anlayışındamüthiş bir soyutlama olduğunu görüyoruz. Antik Yunan tiyatrosuna baktığımız zamanböyle bir soyutlama yok. Benzerlikleri kuruyoruz ama soyutlama orada yok, oradazaten bir saray önü veya bir mabet önü olarak varsayılan bir binanın içinde başlıyor,son derece de hareketsiz. Oyunlar biliyorsunuz, Kral Oidipus vs nasıl geliştiğinibiliyorsunuz. Bizim tiyatromuzda ise araç gereç soyut biçimde her biçime girebiliyor.Örneğin meddah, bir tane mendili vardır, bir tane sopası vardır. O sopası eşeği olur,falakası olur, sazı olur, bastonu olur; artık anlattığı hikayeye göre. İşte o mendil kadınkılığına girdiği zaman başına örter, köylü kılığına geldiği zaman terini siler, başka biraşamada peçe yapar. O mendille çıkın yapar, sopasının ucuna koyar omzuna asar,yola çıkar. Soyut bağlamda tıpkı Shakespeare döneminden önceki İngiliz ortaçağtiyatrosunda olduğu gibi onlarda biliyorsunuz Pazar yerinde oynanıyordu, ortaçağoyunları, ibret oyunları falan isterler. Tamamen seyircinin muhayyelesine açık birdekor ve sahne araç gereci anlayışı yerleşmiş oluyor. İşte orta oyununda paravanagibi bir şey vardır, ev denir. O evdir, herkes onu ev beller. İşte şu da dükkandır.Karagöz tasvirlerinden hatırlayacaksınız ve dekor parçaları tipiktir. Ortaya çıktımı haZeynel‟in evi dersiniz, mesela. Böyle bir soyut sahneleme anlayışı bu, çok önemli,çünkü bu Batı tiyatrosunda neredeyse ve neredeyse absürt tiyatroyla yani ikincidünya savaşı noktalanmak üzere olduğu zamanlarda ortaya çıkacak. Ondan önceçok fazla soyutlama yok. Çünkü git gide gerçekçi yöne gitmiş, Batı tiyatrosu. Bizim enbaştan böyle bir soyutlama var ve o muhafaza edilmiş. Bir başka özellik bizimtiyatromuzda; Antik Yunan tiyatrosunun tam tersine, bizim tiyatromuz güldürüözellikte, yani bizim tiyatromuz düşündürme gücü ortaya çıkmamış, güldürmek,eğlendirmek için ortaya çıkmış. Esas mesele de zaten bu galiba, bir türlü ikisinin yanidüşündüren tiyatroyla, hoşça vakit geçirilen tiyatroyu buluşturmakta herhalde zorlukçıkışı, çekişimiz bu nedenle olsa gerek. Peki nasıl güldürü yapılıyor? Çok önemli birözelliği var. Şimdi bugünün yazarlarına tabii ki seslenerek biraz da bunu söylüyoruz.Çok incelikli söz güldürüsü yapılabiliyor. Neden? Özellikle Osmanlıca Türkçe‟sini iyibiliyorsanız. Çok kinayeli, çok incelikli, çok zarif yani İngiliz tiyatrosunda “wittydialogue” nükteli söyleşim dediğimiz tarzda bir dil oyunlarıyla, söz oyunlarıyla çok hoşbir sahne diliyle diyalogu oluşturmanız mümkün. Dahası tabii ki küfür konusunda dabir numara bizim Anadolu dilimiz, küfürlü güldürü bağlamında da, küfürlü sözoyunları; her gün söylenen lafın müstehcen bir anlamının yakalanması, çekilmesi; buyolda oluşturulan güldürü de bizim sanatımızın, tiyatro sanatımızın, kaba güldürüdeyin isterseniz, kesinlikle bir özelliği. Peki ortaçağ tiyatrosunda bu yok muydu?Avrupa‟da tabii ki vardır. Roma tiyatrosunda ne kadar vardı, bilemiyoruz. Çünkümimleri bilmiyoruz. Mim Roma Mimus metinlerini bilmiyoruz. Büyük bir ihtimalleonlarda çok küfürlü ama biz Plautus‟u Terentius‟u biliyoruz, bayağı terbiyeli adamlaronlar. Kaba güldürü, ince güldürü, güldürünün her türlüsü farz, düşme kalkma, tokatatma gibi her tür insanı güldüren çoğunlukla da düşünmeden güldüren güldürüöğeleri söz konusu olunca da oyuncunun da güldürücülüğü ortaya çıkıyor; jestte,mimikte ve harekette. Şimdi bu jest, mimik ve hareket özellikleri ustacakullanıldığında işte o eski dönemin, direkleri diyelim en azından benim herhaldebüyükbabamın gitmiş olduğu sizin büyük büyükbabanızın belki gitmiş olduğu, izlemişolduğu eğlencelerdeki ustaları düşünüyoruz. Şimdi bunun bugüne olan yansımalarıne yazık ki çok iç bunaltıcı, çok üzücü televizyonda görüyoruz, değil mi? Hemenhemen bütün dizilerde hemen iki tane komik karakter bulunuyor. Genellikle ya kapıcıya uşak ya hizmetçi ve onlar böyle ağızlarını, burunlarını çarpıtarak, seslerini biçimsizyönlere, çekerek ve de garip bir köylü konuşması değil, şehirli konuşması değil, varoşkonuşması değil; garip konuşma Türkçe kullanımı yolunda güldürücü unsur olmaya5


çalışanları görüyoruz ve çok kötü oluyoruz. Neden? Çünkü, o gelenekten gelmeölçülülüğü bilmedikleri gibi çağdaş güldürü anlayışından da haberleri olmadığı içinsadece bir zevzeklik olarak ortaya çıkıyor. Ne yazık ki bizim değerli olan tiyatrogeleneğimizin en yozlaşılmış biçimini gösterdiği için 74 milyon her gece bu kişileriizlediği için de ne yazık ki izleyici olarak tiyatro beğenimizin, tiyatro zevkimizin, tiyatrokalitesi anlayışımızın git gide düştüğünü görüyoruz. Yani madem bunu televizyondagösteriyorlar. Madem her dizide veya her filmde var, madem herkes ona gülüyor,demek ki, iyi olan bu gibi bir anlayış. Televizyondaki şeylere, benim ucuz güldürülereçok fazla itirazım yok, şayet siz tiyatro eseri okuyan, tiyatroya giden insanlarsanızaradaki farkı zaten görürsünüz. Ama tiyatro adına tek görülen şey televizyondaizlenen ise o bizim Türk tiyatrosunu müthiş bir tıkanıklığa getiriyor.Şimdi kaldığımız yerden devam edelim. Mesela soyutlama dekorda nasıl kullanılıyor?Seyirli köylü oyunlarında belki TRT1‟de gösteriyorlar, görmüşünüzdür. Mesela geliniata bindirecekler, bir köyden bir köye götürecekler. Binek hayvanı ne oluyor? Üç kişiyan yana duruyor, üstüne bir battaniye örtüyorlar. İki tane işte hayvanın belirli birüstüne semer gibi bir şey konuyor. İşte yular gibi bir şey tutuluyor. Tamamen yalangelinde üstüne oturuyor, yürüyor. Şimdi bu müthiş yaratıcılık isteyen bir şey, yani ikikalas bir heves denen olay; benim öyle sahnelere, araca gerece, tekniğe ihtiyacımyok. Ben istersem gelini ata bindireceksem, hemen bir battaniye iki tane oyuncuylabu işi hallederim ve de çok sanatsal bir iş yapmış olurum gibi bir iddiası da var.Gerçekten de böyle dünya tiyatrosu artık hep bu tür dekor düzenlemesine gidiyor.1970‟li yıllarda mesela Avrupa tiyatrosunda devamlı perdeli sahneler de inşaatyaparlardı. Yani inşaat ne demek? Koskoca bir apartman diker, sahneye; her katındabir başka hadise oynanır. İşte her birinin ışığı farklıdır. Başka bir teknikle, başka birdram dile getirilir. Bizde böyle hayran hayran adamlara bakarız. Artık sahneye bilekoskocaman apartmanı kuruyorlar. Ahhh biz neredeyiz, diye izlerdik. Ama Batı omodayı hemen tüketiverdi. Dolayısıyla şimdi çok daha kolay taşınabilir, çok dahaincelikli, çok daha muhayyeneye seslenen buluşlarla ilerlemeye çalışıyor ve o yöndetabii çok iyi. Bir başka özellik; bu özellik bize ne yazık ki tiyatromuzun gelişmesineçelme takmış bir özelliktir. O da geleneksel tiyatromuzda karakter dediğimiz yaniboyutlu insan, üç boyutlu insan konseptine yakın kişilerin canlandırılmayışı, kişilerintipleme düzeyinde değerlendirilişidir. O nedenle Batı anlamında tiyatroya geçildiğindeyıllar sonra bile hep Türk tiyatrosunda bir türlü karakter yaratılamadı tartışması hepdevam etmiştir; doğrudur. Biz tipleme seyretmeye alışık, bir toplum olduk. Tiplemeyazmaya alışık bir toplumuz. İstisnalar yok mu tabii ki yüzlerce var, yani sırası gelinceçok başarılı örneklerinden birkaç tane örnek sayacağım.Bir başka çok değerli saydığımız özellikte şu; geleneksel tiyatromuzda ister köyortamında olsun, ister kasaba, ister büyük kent ortamında olsun. Mutlaka ve mutlakasahnedeki tiyatro olayının içinde toplumun genel bir görünümünün sunulması. Bu nedemek? Karagöz‟le Hacivat vardı biliyorsunuz, Arnavut girer, –Osmanlı tabii çeşitlietnik grupların bir arada olduğu bir toplum– onun bir kendisine güldürüsü vardır, Arapgirer efendim işte zenne girer, katip efendi girer. Birbirlerine aşık olurlar. Arap Bacıvardır. Terzi vardır, Yahudi tefeci vardır o toplumu oluşturan. Hiçbiriaşağılanmayarak, hiçbiri birbirine tercih edilmeyerek, son derece objektif, son derecegüleç ve hoşgörülü bir yüzle; bu insanların nasıl renkli bir toplum oluşturdukları ortayaçıkarılır ki bugün bizim siyaset manzarası içinde belki de çok çok değerli saymamızgereken bir resimdir bu, Osmanlı‟da olan bir resim çok çok daha daralmışken sankiesaslı ayrımlar varmış gibi gösterilirken işte bu özellik, yani çeşitli etnik grup, dil, din6


ve kültürel düzeylerden gelen insanlarımızda bir arada gülerek, birbirine hoşgörüylebakarak, birbirini bağışlayarak ve birbirini destekleyerek yaşadığını gösteren,yaşayabileceğini gösteren bir geleneksel tiyatro geçmişimiz var. Bence en önemlideğerlerimizden biri budur. Şimdi bunun örneklerini mesela “Keşanlı Ali Destanı”oyununda, çok net olarak görürüz, tabii ki Haldun Taner bilinçli olarak kullanmıştır.Mehmet Baydur‟un “Yangın Yerinde Orkideler” diye son derece modern çizgide biroyunu vardır. Gelenekselle hiç alakası olmayan, aynı biçimde bir toplumun portresi,bir İstanbul‟daki sanki Galata Rıhtımı gibi bir ortamda dile getirilir. Henüz oynamaktaolan devlet tiyatrosundaki Ahmet Kutsi Tecer‟in 1940‟larda yazdığı “Köşe Başı” adlıyapıtında, işte o köşe başı mahallenin, İstanbul‟da bir mahallenin 24 saatini anlatanbir hikayedir. Yine her çeşit insanın nasıl birbiriyle kaynaştığının, birlikte nasılyaşadığını gösterir. Bu da bir geleceğin tiyatrosuna yönelik değerli bir veri olarakortaya çıkıyor, tiyatro geleneğimizde. Taklit çok fazla, ne dedik çeşitli etnik gruplardeyince tabii ağız taklit çok fazla var. Ama siz bunu televizyonda zaten bol bolizlediğiniz için, yinelemeye gerek yok, biliyorsunuz. Yani taklidi çok seven, taklityapıldığı zaman çok gülen insanlarız zaten. Fakat burada bir kere daha altını çizmekistiyorum. Tabii ki abartılı bir oyunculuk gerektiriyor, değil mi? Taklide dayalı olursaabartmadır. İşte bu abartının da belirli görenekler doğrultusunda ölçüsününbulunması çok önemli, İsmail Dümbüllü‟yü aranızda hiç izleyebilmiş olan yoktur.Halbuki televizyon için yapılmış siyah beyaz filmleri vardır, arada bir göstererilir. Beno filmlerden izleyebildim. Kendisiyle aynı devirde yaşadık, ama kendisini izlemeşansım olmadı. Müthiş bir orta oyun sanatçısı, Kavuklu oynayan büyük bir sanatçı,şimdi onun bir esprisi vardır. Biri ağlıyor, ah yavrum diye, bunu koca adam kendisi,kucağına almış. Ben senin annenim işte yıllardır seni göremedim, kaybettim. Ah çokşükür sana kavuştum, kırk yaşında adam; elli, elli beş, altmış yaşında bir kadınınkoynunda; kadın ağlıyor, güya. O da der ki, tamam tamam off ne güzel kafam iyiceıslandı. Ne olur iki sabunda yap da bari başımda yıkanmış olsun der, mesela. Şimdibunu ben yaptığım zaman komik değil. O öyle bir ustaca söyler ki (İsmail Dümbüllü)dayanamazsınız, katılarak gülersiniz. Neden? O ölçüsünü, şıklığını, gustosunu bilenbir sanatçı. Bizim dizilerde izlediğimiz acemi ve heveskar ve de hırslı oyuncularadöndüğüm zaman onlarda böyle bir gusto, bir zarafet, bir yerli yerinde güldürüyükotarma anlayışı yok, ne yazık ki. Bu sanatçılarımızı gün geçtikçe yavaş yavaşkaybediyoruz, geleneksel oyunculuklara sahip çıkmadığımız için. Mesela ensonuncularından biri benim hala hayran olduğum Gazanfer Özcan‟dır. O büyükustalardan yetişmedir. Ne yazık ki artık sahnelere çıkmayan Münir Özkul‟dur. Birazsulandırsa bile Erol Günaydın‟dır. Sunuculuğu bırakıp bu işle meşgul olsa budüzeyde iyi bir sanatçı olacak Okan Bayülgen‟dir. Tabii ki Ferhan Şensoy‟dur. Yanigit gide azalıyor, ama yani o DNA‟lardan da bir yana geliyor; bir güçlü yanımız da bu.Hatta hatta belki aklını başına toplarsa Cem Yılmaz‟dır, bir noktada. Yani o damaryok olmuş değil. Annemin rahmetli bir lafı vardır. Bu Türk insanı maymun gibidir. Herkılığa girer, derdi. Gerçekten öyle yani işte Avrupalı gibi, Amerikalı gibi, pop şarkısısöylemeyi, dans etmeyi falan çoktan öğrendik, zaten. Hollywood filmlerini bire birtaklit etmeyi de öğrendik. Ama kendi geleneğimize de bu sözünü ettiğim endersanatçılar umarım gelecekteki oyunculara sahip çıkabilecekler ve el verecekler.Hakikaten hoş insanlar, siz de biliyorsunuz. Yani o insanları seyrettiğiniz zamanbaşka türlü bir algılama içine giriyorsunuz. Tekrar tiyatro geleneğimizin içine geridöndüğüm zaman şöyle bir özellik çıkıyor. Bizim tiyatromuz açık biçim bir tiyatro, yanibir İhsen tiyatrosu gibi veya bir Arthur Miller tiyatrosu gibi; Cadı Kazanını hemendüşünecek olursak, kapalı bir biçimde olay örgüsü içine yerleştirilmiş. Başı ve sondançıkışı olmayan o mantık içinde toparlanıp, anlamını ifade etmesi gereken tür tiyatro,7


una kapalı biçim tiyatro diyoruz. Gerçekçi akımın uzantıları, farkındayız ki,postmodern döneme geçildiğinde Batı tiyatrosu da tabii ki Brecht‟le birlikte tiyatronunmodern döneminde de, modernist dönemi diyelim isterseniz ve absürt tiyatroyageçildiğinde bana göre Avrupa tiyatrosunda modernist dönem, modern dönemIbsen‟le, Çehov‟la başlıyor da modernist dönem Brecht tiyatroyla ve absürd tiyatroylagelişiyor ve oluşuyor. O aşamada da zaten kapalı biçim Avrupalılar tarafındanterkedilmiş oldu. Bizde ise açık biçim yani aradan bir parça çıkarılabilecek, yeni birşey eklenebilecek, sonu değiştirilebilecek, başı değiştirilebilecek. Senaryoyuoluşturana da oynayana da sınırsız olanaklar tanıyan dolayısıyla da açık biçim oluşunedeniyle oyunsu olan. Tamam, Biz size bir gösteri sunacağız. Siz de izleyicisiniz,sizin burada olduğunuzu da biliyorum. Sıkıldığınızı yüzünüzden anlayacağım, belki.Daha çok güldürmeye çalışacağım. Öyle bir oyunun içindeyiz. Hadi başlayalım.Başlar mısın, başlayalım mı? İşte Karagöz‟ün evini taşlayalım mı falan gibi zatengirer. O oyunsuluk tabii Batı tiyatrosunda çok daha yeni yeni keşfediliyor. Batıtiyatrosu postmodern zamanlarda artık nereye gideceğini şaşırdığı için. Artık böyle buoyunsuluklara, kıvraklıklara falan ulaşıyor. Tabii kendi geleneğinde de var, kendimimus geleneğinde de var. Ama bizim geleneğimizde çok gelişmiş, o mimusgeleneğini de Batı çok da fazla devam ettirmemiş. Bizde hala yaşayabiliyor. Bir deoyunculuk üslubu olarak kapalı biçimin oyunculuk üslubu biliyorsunuz. Bu sene birkısmınızın izlemiş olduğu İbsen‟nin “Bir Halk Düşmanı” oyunundaki gibi gerçeğigerçekten yaşıyormuş gibi yaparak oynamak, buna benzetmeci biçem; yani ilizyoncu,yanılsamacı oyunculuk diyoruz. Halbuki bizim Anadolu tiyatromuzda biçemgöstermecidir. İngilizcesi „presentation‟ yani ben bunu size sunuyorum. Halbuki kapalıbiçemde „representation‟ oluyor, değil mi? Bu göstermeci biçeminde tabii çokkatmanlarda ve değerlendirilme olasılığı var. O nedenle bizim gelecekteki tiyatromuziçin. zengin bir oyunculuk potansiyeli de söz konusu olabiliyor. Dolayısıyla işte buözellikler bu şekilde toparlanmış iken. Dinlemekte olan Osmanlı İmparatorluğuylabirlikte tiyatromuzda meddahıyla, işte Karagözü‟yle ve de orta oyunlarıyla devamederken, biz 19. yüzyılın başında diyelim artık perdeli tiyatroları olan Batı modelindekitiyatroya geçiyoruz. Tabii ki bunu önce yabancı azınlıkları için kurulan tiyatrolaroluşturuluyor. Arkasından zaten çok önemli bir Ermeni tiyatrosu geleneği var,özellikle İstanbul‟da ama Anadolu‟nun pek çok yerinde İzmir‟de de onların zatenyapmış olduğu tiyatrolar var. Bir Ermeni olan Metin And‟ın, Muhsin Ertuğrul‟dan daüstün gördüğü sevgili hocamızın Güllü Agop adlı kişi, Osmanlı tiyatrosunu kuruyor veböylece doğaçlama metinden yazılı metne; açık hava tiyatrosundan, perdeli kapalıtiyatroya ve de göstermeci biçemdeki oyunculuktan, açık biçim oyunlardan kapalıbiçimde benzeşmeci tür bir oyunculuğa geçiyor. En büyük sıkıntı tabii yazarlama;hemen Şinasi aklınıza gelecek, Ahmet Refik Paşa aklınıza gelecektir. NamıkKemal‟in ilk yapıtları; Abdülhak Hamit‟in ilk yapıtları aklınıza gelecektir. Bunların enotantik olanı Şinasi‟nin, “Şair Evlenmesi”dir. Çünkü gerçekten bizim halk tiyatrosuylabağını koparmadan yazılmış bir metindir; yerli bir metindir. Ama Namık Kemal‟inyazdıkları hep Victor Hugo‟dan pek çok nedenle yani o romantizm, idealizm, vatanseverlik, romantizmin içerdiği bütün duyguları da yaşadığı için Namık Kemal kuşağıtamamen Victor Hugo‟dan öğrenilmiş. Shakespeare‟i Victor Hugo‟u dolayısıylaözümsemiş bir kültürün ürünleri olarak ortaya çıkarlar. Onlar da çok büyükhizmettirler. Ama Shakespeare‟in tersine tabii ki bu yazarların hiçbiri yazdığı trajediolamamıştır. Tıpkı Victor Hugo‟nun yazdıkları gibi melodram düzeyinde kalmıştır.Yani Victor Hugo çok büyük bir şair ama melodram yazarı, yani büyük tiyatro yazarıfalan diyebilmemiz mümkün değil. İşte bu aşamadan sonra iki tane sorun çıkıyor. Bir,oyunlarımızı kim yazacak?8


Türk yazar çok az okumuş insan çok az. İkincisi bu üsluba göre nasıl bir oyunculuksistemi ortaya çıkacak? Hemen dedim ya annemin dediği gibi Türk tiyatrosu, Türkinsanları her kılığa giriveriyor. Bakıyor, orta oyuncular elden gidiyor, zanaat. Çünkü oBatı tiyatrosu perdeli tiyatro başlamış. Hemen bir tiyatro icat ediyorlar, adı Tulüattiyatrosu. Tulüat tiyatrosu, yani neredeyse Cumhuriyet döneminde bile kısmenyaşamış olmalı. Ne yapıyor? Batı‟daki metinleri doğaçlama metin haline getiriyor vemelodram olarak fevkalade mübalağalı bir biçimde oynuyor. İşte direkler arasıdöneminin ünlü Tulüat oyunları bunlar, mesela Otello‟nun Arap‟ın İntikamı diyeoynanması falan, herhalde çok keyifli bir şey ve Türk aklı, Anadolu geleneğiyle, Batıgeleneğini buluşturuveriyor, orada. Ne yazık ki o tulüatın o çok zeki ustaları da artıktabii ki aramızda yoklar. Yazılı metinleri yok, kalmamış durumda. Neler oluyor? Şimdiyavaş yavaş Cumhuriyet‟e doğru ilerlersek, işte bir yandan Müslüman erkek sanatçıyetiştirmeye çalışıyorlar, düzgün Türkçe konuşabilsin diye. Kadınlar malum sahneyeçıkamıyor. Ama onu o kadar fazla dert etmiyoruz. Zaten yani Batı‟da da sahneyeçıkmaları o kadar çok yüzyıl almış ki, biz hele bizim gibi Müslüman toplumda eh neyapalım, diyoruz. 1920‟lere gelindiğinde artık kadınlar sahneye çıkmak istiyor. Haladoğru dürüst oyun yazarı, ben işte oyun yazarıyım, işte bu sezon şu oyunlaroynanacak diyebileceğimiz bir oyun yazarı ekibimiz buluşmamış. Darülbedaikuruluyor. Cumhuriyet‟le birlikte de tiyatro okullarımıza kavuşuyoruz. İstanbul ŞehirTiyatroları, Devlet Tiyatroları kuruluyor. Artık okullu sanatçılar yetiştirmeye başlıyoruzve de yazarlarımız o aşamada yavaş yavaş ortaya çıkıyor. 1920‟li dönemlerde bir tekMüsahip Zade Celal‟ den söz edebiliriz. Yani büyük yazar olarak herkes oyunyazıyor, o başka. Çünkü neden Muhsin Ertuğrul yakasından yoldan geçeni çevirip,senin elin kalem tutuyor, bir oyun yaz, getir diyor. İşte Nazım Hikmet‟e zorla oyunyazdırmış. Bir dolu yani edebiyatçı olan kişiler yazmışlar. O metinlerin hiçbiri bugünoynanmıyor. Yani Nazım Hikmet‟inkiler dışında, hiçbiri bugün oynanmıyor. Onubiliyoruz, ama o zamanlarda çok önemli bir işlev taşımışlar. 1940‟larda Cevat FehmiBaşkut gibi, Ahmet Kutsi Tecer gibi, Reşat Nuri Güntekin gibi artık bugün deoynanan, hatta dizi bağlamında, bugün de diziler bağlamında çok popüler olanyazarlarımızın ortaya çıktığını görüyoruz. Fakat patlama 1950‟lili yıllarda oluyor.Onlarca yazar ortaya çıkmış; Haldun Taner, Melih Cevdet, yani en ünlüleri AzizNesin, Refik Erduran, Necati Cumalı en önemlilerini şöyle sıradan geçiriyorum. Pekine yapıyorlar, bu insanlar? 1950‟lilerde özellikle deneysel metinler yazıyorlar. Yavaşyavaş Batı‟daki absürt tiyatrosuna yakın şeyler yazıyorlar. Aziz Nesin mesela kendineözgü hiç Batı tiyatrosunu izlemediği halde bir absürt tiyatro anlayışı geliştiriyor.Haldun Taner, yavaş yavaş göstermeci tiyatroya geçen oyunlar yazmaya başlıyor.Ama hepsi yine de kapalı biçim ve benzetmeci türde metinlerdir. Refik Erduran‟ın daöyle, Melih Cevdet‟inkiler öyle. Melih Cevdet Anday, bir sonraki dönemde ortayaçıkacak ve karakter yaratan oyun yazarlarının içinde artık ön sırada yer almayabaşlayacak. Fakat deniyor ki, biz Batı taklitçiliği yapıyoruz. Tamam yazarlarımızdaçıktı, ama. İşte onlar Batı gerçekçiliğini taklit ediyorlar falan demeye kalmıyor. 1960‟lıyıllarda 27 Mayıs 1961 Anayasasının ardından daha önce hiç bilmediğimiz Brechtgibi, Ionesco gibi yazarlar çeşitli nedenlerle ya sakıncalı bulunmuş, ya bizim kültüreuzak bulunmuş, hiç gelmemiş. Ortaya çıkıyor ve tabii yazarlık skalası gelişiyor. Bugelişmeyle birlikte yazarlar düşünmeye başlıyor. (Haldun Taner, Turgut Özakman,Güngör Dilmen, Turan Oflazoğlu. Sermet Çağan tabii o çok Brecht, o çok Brecht amadoğru, tabii en önemli örneklerden biri). Düşünmeye başlıyorlar, biz nasıl bir tiyatroyapmalıyız ki hem geçmişimizin değerlerine, deminden beri saya geldiğimiz değerleresahip çıkalım. Hem de bugünün modern dünyasının batı modelinde tiyatroyla dayarışabilecek bir içerik oluşturabilir.9


Biçim zenginliği var, ama içeriğimiz yok. Yani daha çok gündelik şeyler, işte buyazarlarla Sermet Çağan‟ın “Ayak Bacak Fabrikası” o dönemin en ünlü politik oyunuilk epik tiyatro ürünü Türk tiyatrosunun ve de büyük kilometre taşlarından biridir.Arkasından Haldun Taner bugün beş gün beş haftada bir yerde sahnelenen“Gözlerimi Kaparım”, “Keşanlı Ali Destanı” “Ah Biz Eşekler”, “Sersem Kocanın KurnazKarısı” çok popüler oyunları var, onları yazıyor. Turgut Özakman, “Resimli OsmanlıTarihi”, “Bir Şehnaz Oyun”, “Fehim Paşa Konağı” gibi bu popüler metinleri yazıyor vebiz selametle 1970‟lere geliyoruz. Oyuncularımız yetişmiş, Yıldız Kenter‟lerimiz var,artık. Cüneyt Gökçer‟lerimiz var; Genco Erkal‟larımız olmuş ve git gide bugüne kadarhakikaten oyuncu konusunda bir sıkıntımız yok, bunu kabul edelim. Batı anlamındatiyatroda gerçekten, Batı‟daki örnekleriyle çok rahat yarışacak bir dolu kuşak büyüksanatçı yetiştirmiş durumdayız. Kendilerine teşekkür ediyoruz. Yani bugün 20yaşında, 22 yaşında da paşa güreşmeye hazır insanlarımız var; kadın olsun, erkekolsun. 1970‟ler aşamasında işte Oktay Arayıcı gibi, Vasıf Öngören gibi; 1980‟lerdeMehmet Baydur gibi gerçekten çok parlak yazarlar çıkıyor. Ferhan Şensoy banasorarsanız, Türkiye‟nin gelmiş geçmiş Türk tiyatrosunun en talihli noktası; çünkü,yazar tiyatrosu gibi bir olguyu 20 küsur yıldır, sürdürmekte. Her sene bir oyunyazarak, her sene en aşağı üç oyun sahneleyerek, bu işi yapmış, bir kişi. Çok yalnızbırakılmış, bir kişi. Ama inanılmaz bir yetenek, bence. Ama git gide azalarak yani birdolu oyun yazarı adı sayabilirken, artık daha az saymaya başlıyoruz. Siyasi krizler,ekonomik krizler, siyasi darbe dönemleri hep tiyatromuzu engelliyor. Çünkü, sürekliolarak sansürleniyoruz. Oto sansür yapma durumunda kalıyoruz. Bu nedenle birazgerileyip, az ileri giderek bugünlere ulaşıyoruz. Bugünlere ulaştığımızda bir bakıyoruzki o Haldun Taner‟in, Güngör Dilmen‟in, Turgut Özakman‟ın; Doğu tiyatrosuyla, Batıtiyatrosu arasında köprü kurarak yaptıkları, hem teknik bakımından orijinal, hemiçerik bakımından yoğun metinler çok daha yeteneksiz bir dolu yazar tarafından, diziyazarları da buna dahil yinelene yinelene yani taklit edile edile yıpratılıyor ve sonundatüketiliyor. Şu içinde bulunduğumuz noktada ne yazık ki bir dolu parlak yazarımızınaştığı kapıların her biri tıkanmıştır; kötü ellerde yıpratılarak, hantallaştırılarakkullanıldığı için. O nedenle yeni çıkış noktaları aramak durumundayız. Ama şunugörüyoruz; statükoyla tiyatronun mücadelesi her zaman olmuştur. Bundan sonradaolacaktır. Yani ondan da tiyatrocular ve bu toplum yılacak değildir. Ama şunu görmekzorundayız. Artık Batı tiyatrosunda da müthiş 200 yıllık büyük birikimimiz var. Tabii kiadım adım koskoca bir ortaçağdan geçerek falan Batı tiyatrosu gibi gelişmedi. Hazırmalzemeyi sindirebildik de, ama mevcut zenginliklerimizle Batı‟nın içeriğini, Batı‟nındeneyselliğini, Batı‟nın kendisini sorgulayışını mutlaka muhafaza ederek yenigirişimler içinde olmamız lazım. Tiyatro yazarlığı açısından, tiyatroculuk üslubuaçısından, sahneleme üslupları, mekan kullanımları, her türlü sahneyle ilgilitasarımlar açısından sorgulayıcı, araştırmacı, yaratıcı ve de umutlu olmakzorundayız. Olmadığımız takdir de bu iş burada bitmiştir, diye düşünüyorum. Bunu dadüşünmek istemiyorum. Çok teşekkür ederim.Atılım Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Oya Batum MenteĢe:Sevgili hocamıza çok teşekkür ediyoruz. Gerçekten çok dolu dolu genel kültür veren,Türkiye‟nin problemlerine parmak basan bir konuşmaydı. Çok teşekkür ederiz. Ben okadar yararlandım ki, anlatamam. Soru sormak isteyen var mı, arkadaşlar? Arkadabir el var.Prof. Dr. AyĢegül Yüksel: Evet. Buyurun.10


Soru: Hocam ben İngiliz Dili Edebiyatı Bölümü, 2. sınıf öğrencisi Müge.Gelenekselliğe sahip çıkan oyuncular olarak Gazanfer Özcan, Münir Özkul, FerhanŞensoy, Erol Günaydın, Okan Bayülgen gibi aktörleri saydınız. Acaba bu isimlerarasına konulabilecek bir kadın oyuncu var mı, yok mu?Atılım Üniversitesi Dekanı Prof. Dr. Oya Batum MenteĢe: Çok güzel.Prof. Dr. AyĢegül Yüksel: Düşünüyorum, düşünüyorum…Şimdi hemen DemetAkbağ aklıma geliyor. Ama çok fazla Yılmaz Erdoğan‟ın güdümünde kaldığınıdüşünüyorum. Mesela Perran Kutman‟da değil. Şimdi Sumru Yavrucuk tabii onlar çokdeğerli oyuncular, yani Tilbe Saran bir başka yani en büyüklerden biri. Onlar bizimAnadolu kültürümüzün yönünde kendilerini geliştirmiş oyuncular değil. Yıldız Kenter‟ide Batı Tiyatrosu çizgisine ben koyarım. Adile Naşit, tabii ki hemen o aklıma geldi.Ama o, küçük kompozisyonların insanıdır. Tabii hayran olduğumuz bir kişilik.Soru: Hocam size bir sorum daha olacak. Nazım Hikmet‟in yazdığı oyunu zamansızkılan unsur nedir acaba?Prof. Dr. AyĢegül Yüksel: Zamansız da yani bütün oyunlarında değil, tabii kimioyunlarından bahsediyoruz. Çok oyun yazmış. 24-25-30‟a kadar sayabilenler var.Çok temel insan ilişkilerini belirleyen, insan yaşamını özlemlerini ve de gerilimlerinibelirleyen çok temel bir noktadan yola çıkmıştır. Diyalektik materyalizm dediğimizMarxçı bakış açısından yola çıktığı için zamansızdır metinleri.11

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!