05.06.2013 Views

1914 çallı kuşağı'nın türk resim sanatına etkisi

1914 çallı kuşağı'nın türk resim sanatına etkisi

1914 çallı kuşağı'nın türk resim sanatına etkisi

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Selçuk Üniversitesi<br />

Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi<br />

Sayı 29, Sayfa 371 -392, 2010<br />

<strong>1914</strong> ÇALLI KUŞAĞI’NIN<br />

TÜRK RESİM SANATINA ETKİSİ<br />

Fatih Başbuğ<br />

Selçuk Üniversitesi<br />

Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi<br />

Güzel Sanatlar Eğitimi Bölümü<br />

Resim-İş Eğitimi Anabilim Dalı, fbasbug@gmail.com<br />

ÖZET<br />

Osmanlı Devleti’nde Batılılaşma hareketlerinin görüldüğü 19. yüzyılda ülke yeni<br />

eğitim modelleri, fikir birikimleri ve diğer alanlarıyla çağdaşlaşma yolunda<br />

önemli bir adım atmıştır. Takip eden yıllarda, Süleyman Seyyid ve Ahmet Ali<br />

Bey’in <strong>resim</strong> eğitimi almak amacıyla yurt dışına gönderilmeleriyle açılan<br />

kapıdan, Türkiye Cumhuriyeti ressamlarının da geçmesi ve ülkeye yeni sanat<br />

tekniklerini taşıması, dönüm noktası olarak görülmektir. Bütün bu olayların Türk<br />

<strong>resim</strong> eğitiminin gelişimine büyük katkı sağladığı bilinmektedir. Türk <strong>resim</strong><br />

sanatı, Batı’da 19. yüzyıl ortalarında gelişmeye başlayan anlayış ve tekniğe<br />

uygun olarak, <strong>1914</strong>’te yeni bir eğilime yönelmiş, çağdaş <strong>resim</strong> geleneklerinin<br />

çizdiği yolda ilerlemiştir. Avrupa’yı sarsan I. Dünya Savaşının <strong>etkisi</strong> ve Batıda<br />

bulunan genç ressamlarımızın yurda dönüşü ile bu süreç başlamıştır.<br />

Meşrutiyet’in ilânı ile birlikte 1908–<strong>1914</strong> yılları arasında Avrupa’ya gönderilen<br />

bu ressamlar, gittikleri şehirlerdeki sanat kurumlarında aldıkları eğitimle<br />

kendilerini geliştirme imkânı bulmuşlardır. Çallı Kuşağı olarak adlandırılan bu<br />

grup sanatçıları; Sami Yetik, Ali Sami Boyar, Hikmet Onat, Mehmet Ruhi,<br />

İbrahim Çallı, Nazmi Ziya, Feyhaman Duran, Avni Lifij ve Namık İsmail’den<br />

oluşmaktadır. Yurda dönüşlerinden sonra görev aldıkları çeşitli eğitim<br />

kurumlarında, öğrencilerine verdikleri sanat eğitimi ve deneyimleriyle Türk<br />

<strong>resim</strong> <strong>sanatına</strong> önemli katkılarda bulunmuşlardır. Makalenin amacı, bu katkıları<br />

ve etkileri ortaya koymak olarak belirlenmiştir. Konunun araştırılma aşamasında<br />

çok sayıda kaynak taraması yapılmış, arşivlerdeki belgeler taranmıştır.<br />

Anahtar Kelimeler: Türk Resim Sanatı, Çallı Kuşağı, Ressamlar, İzlenimcilik.


Selçuk Üniversitesi<br />

Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi<br />

Sayı 29, Sayfa 371-392, 2010<br />

THE EFFECT OF <strong>1914</strong> CALLI GENERATION<br />

ON TURKISH PAINTING<br />

Fatih Başbuğ<br />

Selçuk University<br />

Ahmet Keleşoğlu Education Faculty<br />

Fine Arts Department, fbasbug@gmail.com<br />

SUMMARY<br />

The Ottoman Empire had taken a big step on the path to modern with new<br />

education models, ecumulation of ideas and the other areas in the nineteenth<br />

century when the movement of westernization was seen. And in this century the<br />

empire began to open to the european countries. And the following years<br />

Suleyman Seyyid and Ahmet Ali Bey was sent to the abroad to study painting. It<br />

was a turning point for the Turkish Republic. The artists of the Turkish Republic<br />

were sent to study painting and they brought new art technics to the countries.<br />

The Turkish painting developed according to the modern painting traditions and<br />

in <strong>1914</strong> it tended to a new trend. With the effect of The World War I, which<br />

affected all of the European countries strongly, the artists in the abroad begun<br />

to turn back to the country and these devolopments started with this. They were<br />

sent to Europe to study painting between 1908-<strong>1914</strong> with the beginning of the<br />

constituional monarchy. And they could provide an important employment of<br />

the country. The artists, Sami Yetik, Ali Sami Boyar, Hikmet Onat, Mehmet<br />

Ruhi, İbrahim Çallı, Nazmi Ziya, Feyhaman Duran, Avni Lifij and Namık İsmail<br />

called the age of Çalli. They had important benefits to the Turkish painting with<br />

their experiences and with giving to their students. The aim of this thesis is to<br />

search these ages which form today’s sense of art. The article wants to show the<br />

effects and helps. During the searching the subject, a lot of literature review and<br />

the documents in the archive records were used.<br />

Key Words: Turkish Painting Art, Generation of Calli, Artists, Impressionism.


<strong>1914</strong> Çallı Kuşağı’nın Türk Resim Sanatına Etkisi<br />

GİRİŞ<br />

Başlangıcından günümüze uzunca bir süreçte varlığını gösteren Türk Sanatı,<br />

farklı coğrafyalarda gelişmiş, Anadolu’da modern tekniklerle yoğrularak, 21.<br />

yüzyıl’ın modern Türk Sanatı anlayışının şekillenmesine olanak sağlamıştır. Bu<br />

anlayış, <strong>resim</strong> sanatında farklı tekniklerin denenmesini kolaylaştırmış,<br />

ressamların kişisel gayretleri neticesinde kalıcı eserlere dönüşerek, Türk <strong>resim</strong><br />

sanatının ulusallaşma yolunu açmıştır. İşte bu ulusallaşmanın ilk mimarları olan<br />

<strong>1914</strong> Çallı Kuşağı’nın Türk resmine yeni bir ivme kazandırması, gelecek adına<br />

atılmış en etkili adımlardan olarak değerlendirilmelidir. Çünkü Türk sanat<br />

eğitimi kurumlarında yabancı hocalardan eğitim aldıktan sonra, kazandıkları<br />

sınav sonucu Avrupa’da bilgi ve birikimin yanı sıra ulusallaşmanın izlerini<br />

aramışlardır. Sanat eğitimi de bu anlamda, ulusallaşmanın önemli adımlarından<br />

birini teşkil etmektedir.<br />

Türk <strong>resim</strong> sanatı tarihinde bir dönüm noktası olarak ifade edilen Sanayi-i Nefise<br />

Mektebi, yetiştirdiği ressamlarla çağı aydınlatabilecek, sanatı ileri seviyelere<br />

taşıyabilecek gençlere imkân tanımıştır. Buradan yetişen genç ressamlar, Türkiye<br />

Cumhuriyeti’nin büyük sanatçıları ve eğitimcileri olarak doğrudan Türk <strong>resim</strong><br />

<strong>sanatına</strong> etki etmişlerdir. Ancak Cumhuriyet rejiminden önce Osmanlı ülkesinde<br />

sanat, yabancı hocalar ve ressamların elindedir. Bu dönemde yabancıların<br />

kurdukları akademiler, birliktelikler ve atölyeler, onlara küçük çapta olsa da bir<br />

sanat piyasası oluşturmuştur. Türk devletinde sanatı icra edenlerin yabancı<br />

kökenli olması ya da gayri Müslim olması konu gereği çok fazla bir önem<br />

taşımamaktadır. Ancak ortamı yansıtması ve ileride tartışmaların ana kaynağını<br />

oluşturması açısından önemlidir. Bu aşamada, Osman Hamdi Bey’in<br />

öncülüğünde kurulan Sanayi-i Nefise Mektebi’nin ilk kadrosu ve işlevi büyük<br />

önem taşımaktadır. Çünkü okulun eğitim kadrosu yabancı hocalardan<br />

oluşmuştur. Fakat okula eğitim amaçlı alınan genç öğrencilerin içinden birkaçı<br />

vardır ki Türk resmi, onların elinde değişecek, geliştirilecek, yenileşecek ve<br />

tartışmaların odağı haline gelecektir. <strong>1914</strong> Çallı Kuşağı olarak bilinen bu grup,<br />

Sanayi-i Nefise Mektebi Âlisi’nin ilk öğrencileri olarak çağdaş Türk <strong>resim</strong><br />

<strong>sanatına</strong> önemli katkıları olmuş sanat birlikteliğinin adıdır. Çallı Kuşağı<br />

ressamları, sanat alanında önemli bir akımın ve dönemin temsilcileri arasına<br />

girmiş, sanat alanına büyük yenilikler getirmiştir. Makalenin başlığı ve çıkış<br />

noktası olarak ele alınan bu kuşak, Türk <strong>resim</strong> <strong>sanatına</strong> doğrudan etki etmiş,<br />

üstlendiği görev ve sorumluluklarla, Cumhuriyet Türkiye’sinin sanatsal<br />

kimliğinin oluşumunda önemli noktada varlığını sürdürmüştür.<br />

<strong>1914</strong> Çallı Kuşağı<br />

1908 yılında ilân edilen II. Meşrutiyet Dönemi ile birlikte, ekonomik anlamda<br />

sıkıntılar sürmesine rağmen, ülkede beliren özgürlük ortamının tüm kurum ve<br />

kuruluşları olduğu kadar, sanat ortamını da olumlu anlamda etkilediğinden söz<br />

edilebilir. Bu dönemden sonra yetenekli gençlerin Avrupa’ya <strong>resim</strong> eğitimine<br />

gönderilmelerinde ya da resme ilgi duyan gençlerin kendi olanaklarıyla Batı’daki<br />

Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 29, Sayfa 371-392, 2010<br />

373


374<br />

Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 29, Sayfa 371-392, 2010<br />

F. Başbuğ<br />

akademilere gitmelerinde, hızlanma görülmüştür. Osmanlı Devleti’nin tarih<br />

sahnesinden kalkıp yerine genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına doğru<br />

akan süreçte, sanat ortamının egemenliği “<strong>1914</strong> Kuşağı ya da Çallı Kuşağı”<br />

olarak adlandırılan sanatçıların elindedir. <strong>1914</strong> yılında patlak veren savaş, Paris<br />

Güzel Sanatlar Akademisi’ndeki eğitimlerini sürdürdükleri sırada topluca yurda<br />

dönmelerine vesile olmuştur. Bu sanatçılar arasında Sami Yetik (1878–1945),<br />

Ali Sami Boyar (1880–1967), Hikmet Onat (1885–1977), Mehmet Ruhi (1880–<br />

1945), İbrahim Çallı (1882–1960), Nazmi Ziya (1881–1937), Feyhaman Duran<br />

(1885–1970), Avni Lifij (1886–1927) ve Namık İsmail’den (1890–1935)<br />

oluşmaktadır (Gören, 2002: 273).<br />

Çallı Kuşağı’nın Türk Resim Sanatına Etkisi<br />

Çallı Kuşağı sanatçıları, Osmanlı’nın son dönemi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin<br />

ilk yıllarını gözlemlemiş bir birliktelik olarak, Türk resminde önemli bir konuma<br />

sahiptir. Çallı Kuşağı sanatçıları, rastgele düşüncelerle tuvalleri başına<br />

geçmemişler, plânlı ve programlı olarak bazı imgeleri <strong>resim</strong>lerine taşımışlardır.<br />

Kadın da bu imgelerden biri olarak sıklıkla kullanılmıştır. Böylece Cumhuriyet<br />

dönemi resminin yapılanmasında önemli rol oynayarak, Türk resminde konu<br />

zenginliğine ciddi anlamda katkıda bulunmuşlardır. Özellikle “Asker Ressamlar<br />

Kuşağı”ndan sonra, ilgi gösterilen manzara, ölü doğa ve figür, <strong>1914</strong> Kuşağı<br />

sanatçıları tarafından olgunlaştırılmıştır (Sarıoğlan, 2004: 251). Bu ressamlar<br />

arasında İbrahim Çallı’nın yapmış olduğu “Hatay’ın Anavatana Hasreti” isimli<br />

çalışma irdelenirken, 1910’ların ortaları ile 1920’lerin başlarında kadın<br />

imgesinin, sıra dışı bir görüntü verdiğinden söz edilmemiştir. Bu tablo, özel<br />

eğitim almış, farklı bir görüntü çizen, yabancı dil bilen, Batı ile bağları olan,<br />

kendine güvenen biraz ürkülerek bakılan, giyimiyle dikkati çeken Türk kadınının<br />

farklı bir biçimde yansımasıdır. Kadının toplumsal anlamda desteğine en büyük<br />

gereksinim, Cumhuriyet döneminde duyulmuştur. Çallı Kuşağı’nın <strong>resim</strong>lerinde<br />

kadın, toplumun genel görüntüsünden soyutlanarak ülküselleştirilmiş, Nazmi<br />

Ziya’nın “Taksim Meydanı” adlı yapıtında da görüldüğü gibi kentin merkezinde<br />

telaşla yürüyen, çağdaş giyimli, kentin dinamikleri içine katılan bir figüre<br />

dönüşmüştür (Tekin, 2008: 68).<br />

Abdülmecid Efendi’nin sanatı sevdiği ve <strong>resim</strong> çalıştığı bilinmektedir.<br />

Abdülmecid Efendi’nin, 19. yüzyıl sonlarından <strong>1914</strong> yılına kadar akademik bir<br />

anlayışla çalışmasına rağmen bu tarihten sonra <strong>resim</strong>lerinde serbest fırça<br />

darbeleri, figürlerde erimeye başlayan konturlarıyla izlenimci sanatçılara yakın<br />

tarzı dikkati çekmektedir. Buna sebep olarak yakın arkadaşları olan <strong>1914</strong> Kuşağı<br />

ressamlarından Avni Lifij ve Namık İsmail’in <strong>etkisi</strong>, tavsiyeleri doğrultusunda<br />

<strong>resim</strong> yapması gösterilebilir (Öner, 1993: 90).<br />

Çallı Kuşağı’nın Cumhuriyet dönemi resmine, konu çeşitliliği yönünden olduğu<br />

kadar, ışık kullanımı, biçimin parçalanması ve soyuta yöneliş bakımından da<br />

katkısının olduğu gözlenmektedir. Bununla birlikte <strong>1914</strong> Kuşağı, Cumhuriyet<br />

döneminin ilk sanatçı gruplarından Müstakiller ve “d” Grubu’nun karşı çıkıp


<strong>1914</strong> Çallı Kuşağı’nın Türk Resim Sanatına Etkisi<br />

aşmaya çalıştığı çizginin temsilcileri olmuşlardır (Germaner, 1999: 16). Bir<br />

bakıma kendilerinin öğrencilik dönemlerinde eleştirmekten çekinmedikleri<br />

atölye hocalarının yerine, Çallı Kuşağı ressamları geçmiştir. Müstakiller ya da<br />

“d” Grubu gibi sanatçı yapılanmalarını yetiştiren Çallı ve arkadaşları, şimdi<br />

kıyasıya eleştirilmekten kurtulamıyorlardı. Yetiştirdikleri öğrencilere<br />

değinmeden önce <strong>1914</strong> Kuşağı ressamlarının yaşadığı Cumhuriyet rejiminin<br />

toplum üzerindeki <strong>etkisi</strong>nden de bu aşamada söz edilebilir. Cumhuriyeti<br />

kuranlar, yeni rejimin kökleşebilmesi için hiç şüphesiz kendilerini Osmanlı<br />

mirasıyla ciddi bir biçimde hesaplaşmak zorunda hissetmişlerdir. Bu da öncelikli<br />

olarak bir zihniyet devrimini gerektirmiştir. Açıkçası Cumhuriyet inkılâplarının<br />

asıl hedefi, zihniyette geri dönülmez bir dönüşümü gerçekleştirmektir. Böylece<br />

genç Türkiye’nin Osmanlı mirasıyla bütün bağlarını koparıp aydınlanma<br />

sürecine katılmak suretiyle, Avrupa medeniyetinin bir parçası haline gelmektir.<br />

Bunun için önce Osmanlı’nın yüz çizgilerini belirleyen temel kurumlar (hilafet,<br />

tekke ve zaviyeler, medreseler, vakıflar vb.) ya ortadan kaldırılmış yahut<br />

fonksiyonlarını icra edemez hale getirilmiştir (Ayvazoğlu, 1998: 2947). Ancak<br />

gerçek aydınlanmanın kurumlarda yapılacak değişimlerle ortaya çıkacağını<br />

düşünen dönemin idarecileri, geleceğin eğitim biçiminin şekillenmesine yön<br />

vermişlerdir. Düşünce devrimleri uygulama biçimlerine dönüştürülerek,<br />

toplumda farklı duyguların oluşması sağlanmıştır. Değişimin en gözle görülebilir<br />

halini yine Çallı Kuşağı sanatçılarının önderlik ettiği, İnkılâp Sergisi’nde bulmak<br />

mümkündür. Çallı Kuşağı’nın hedef olarak seçtiği kitle, sanatsever ve bir o kadar<br />

da İnkılâbın destekleyicisi konumundadır. İnkılâp Sergisi’nde Ankara’da buluşan<br />

sanatsever topluluk, ileriki nesillere bırakacağı tarihsel konuları, birer masal<br />

destanları gibi topluma aktarma düşüncesindedir. Böylece sanat daha önceki<br />

dönemlere göre daha işlevsel hale getirilerek, kurgusal renkler ve figür<br />

yapılanmalarıyla halka anlatılmıştır. Fransa’nın sanat kokan ikliminden<br />

faydalanan bu ressamlar, pek tabi kişisel üslup gelişimlerine paralel olarak eser<br />

üretip, ticari kaygılar güdebilirlerdi. Ancak vatan ve yurt kelimesini iyi<br />

özümseyerek, savaşın verdiği bütünlük kavramını eyleme dökerek, görsel dilin<br />

kelimelerini aramışlardır. Bu kapsamda, grubun bir nevi temsilcisi konumunda<br />

olan İbrahim Çallı’nın sanatsal yapısının irdelenmesi gerekmektedir.<br />

İbrahim Çallı sağlığında kendisi ile yapılan görüşmelerde, 1910 yılında Paris’e<br />

gittiğinde, Anadolu’nun Çal kasabasından Avrupa’nın sanat başkentine gelen bir<br />

gencin duyduğu endişeyi, sanatsal heyecanıyla bertaraf ettiğinden söz<br />

etmektedir. <strong>1914</strong>’te yurda döndüğünde ise sanatsal birikimi olan, yeteneklerini<br />

geliştirmiş, tecrübesini Türk <strong>resim</strong> sanatı için harcamaya inanmış bir sanatçı<br />

adayı ve iyi bir ressam olduğunu eserleriyle kanıtlamıştır. Paris’te onun <strong>sanatına</strong><br />

etki edecek, çağdaş sanatta bir kübizm olgusunun ve dinamiğinin yaşanması,<br />

Kandisky’nin soyut sanatı önerdiği yıllarla, Çallı’nın sanat hayatının kesişmesi<br />

ilginçtir. Fakat esas ilginç olan Çallı’nın sanki kulaklarını tıkarcasına etrafında<br />

olan sanat hareketlerine duyarsız ve kayıtsız kalışıdır. Sanatçı bu dinamikle sanki<br />

hiç ilgilenmemiş ve sanki bu solukla hiç solumamış bir rahatlıkla, dört yılda<br />

kolunun altında bir çeşit klasik/izlenimci karışımı biçemle yurda dönmüştür.<br />

Ayrıca Çallı, bir karışım olarak değerlendirilen yaklaşımını, yurda döndükten<br />

Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 29, Sayfa 371-392, 2010<br />

375


376<br />

Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 29, Sayfa 371-392, 2010<br />

F. Başbuğ<br />

sonra, ölümüne değin kendi içinde kimi yumuşatmalara ve rahatlamalara karşın<br />

sürdürmüş ve yaşam kesitini etkileyen, ne kübizm, ne bir soyutlama<br />

denemelerine hiç eğilim duymamıştır. Bu olgunun nedenleri, çağdaş Türk <strong>resim</strong><br />

sanatı için, imparatorluk öncesi ile Cumhuriyet sonrasına bağlanan bir kesitte,<br />

tüm yapısıyla ilginç bir kimliktir (Çakaloz, 1982: 357). İbrahim Çallı,<br />

<strong>resim</strong>lerinde yerel bir atmosferin tadını kazandırırken, izlenimci sınırları aşan bir<br />

duyarlılığı yansıtmıştır (Atan, 2006: 193). Farklı arayışların, yönelişlerin<br />

yaşandığı çağda, Çallı kendi yolunu arayan yerel bir ressam gibi davranmakta,<br />

halkın içinde ve tam bir halk adamı gibi yaşamaktadır.<br />

Güzel Sanatlar Akademisine hoca olan İbrahim Çallı, bir taraftan tablolarıyla, öte<br />

yandan yetiştirdiği talebeleriyle Türk <strong>resim</strong> sanatının gelişim çizgisini ellerinde<br />

hissetmiştir (Üzümeri vd., 1956: 18). Türk resminin kaderi bu genç sanatçıların<br />

ellerindedir. Bu dönemde Çallı’da göze çarpan başlıca özellik; renk parlaklığı,<br />

saydamlığı ve açık hava ressamlığıdır. Sanatta yenilik arayışlarının öncüsüdür.<br />

Portre, peyzaj, natürmort ve nü’lerinde dönemin kalıplarını yıkan bir tavır<br />

sergilemiştir. Öğrencilerinden Cemal Tollu, Çallı’yı diğerlerinden ayıran ve<br />

“onun büyüklüğü bence, ne getirdiği yeniliklerde ne talebelerine öğrettiği teknik<br />

ve estetik bilgilerdendir. O, talebelerine sonsuz bir sanat aşkı aşılamak kudreti<br />

göstermek suretiyle kuvvetli bir neslin yetişmesine imkân vermiştir.” diyerek<br />

İbrahim Çallı’nın sanat eğitimciliğine vurgu yapmıştır. Sanatçı kimliğinin özgür<br />

ortamlarda gelişeceğine inanan Çallı, sanatın insana has bir özellik olduğunu<br />

vurgulayarak, “isterim ki vatandaş resmi sevsin. Bu iş para ile pulla değildir.<br />

İlhamı cemiyet sipariş eder, sanatkâr da yaratır.” demiştir (Başaran, 2008: 88).<br />

Görülmektedir ki Çallı, sanatı bir nevi halka indirmek istemekte, maddi bir<br />

gelirden ziyade, değiş tokuş yapabileceği bir eşya gibi görmektedir.<br />

Öğrencilerine de bu mütevazılığı aşılamakta hiç tereddüt etmemiştir. Fakat sanat<br />

ortamı ya da <strong>resim</strong> etkinlikleri, 1910’lu yıllarda yabancı ressamların tekelindedir.<br />

Sanayi-i Nefise Mektebi, farklı ifadeyle kuşatılmış bir kale olarak<br />

değerlendirilebilir. Bütün umutlar bu mütevazı gençlerin yurda dönüşlerinde<br />

aranmaktadır. İşte böyle bir ortamda yurda dönüş gerçekleştikten sonra, vatanın<br />

kaleleri teker teker feth edilmelidir. İlk başta hedef gösterilen mekân, sanatın<br />

kalbinin attığı yer olarak değerlendirilen Sanayi-i Nefise Mektebi’dir.<br />

Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin sanatsal yayın organı olan Cemiyet<br />

Gazetesi’nden bu dönemde adeta bir haykırış yükselmiştir. “Oskan Efendiler,<br />

Mösyö Vallauri’ler, Mösyö Valery’lerle bu yüksekokul hiçbir zaman Türk Güzel<br />

Sanatları’nı temsil edemez. Bu kişilerin geçmişteki hizmetlerini inkâr edemem.<br />

Bununla birlikte hocalıklarını da düşünürüm. Oskan Efendi saygı gösterilecek<br />

bir sanatçı, Mösyö Valery klasik metotları bilen bir artisttir. Eserleri<br />

müzelerimizi zenginleştirecek iki yetenektir. Ancak bu ülkenin çocuklarına güzel<br />

sanatları, milli sanatı aşılayacak hoca değillerdir” (Anonim, <strong>1914</strong>: 229). Diye<br />

yazılan Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi’nin bir sayısında, Türk ressamı<br />

millileşmek ülküsüyle haykırmaktadır. Ancak bu haykırışın imzasız oluşu da<br />

ayrıca düşündürücüdür. Fakat Türk ressamının gözü artık açılmıştır. Eleştiride<br />

haklılık payı vardır. Kendinden önceki ya da çağdaşı olan okullarda okuyan


<strong>1914</strong> Çallı Kuşağı’nın Türk Resim Sanatına Etkisi<br />

gençler dönemin sosyal, siyasal olaylarını tartışırken bu gençler bastırılmış<br />

duygularla olayları sadece izlemektedirler. Oysa Fransız İhtilâlinde, Rusya’da<br />

Ekim Devrimi’nde, Almanya’da hatta İtalya’da devrimlerin görsel tanıkları<br />

ressamlar olmuşlar, onların eserleri halka önderlik etmiştir. Ülke I. Dünya Savaşı<br />

gibi zorlu bir dönemece girerken, Meşrutiyet ilân edilirken, Cumhuriyet<br />

kurulurken, sessiz sedasız olan Çallı Kuşağı ressamlarının neden olayları seyirci<br />

gibi izledikleri hiç tartışılmıyordu. Aslında neden basitti, mektep hocaları<br />

yabancılardan kurulu ve onlar ülkede birer misafir gibi gezmekte, öğrencilerine<br />

aşılayacakları hiçbir vatan sevgisi yoktur. Sadece Türk figürlerini yabancılaştıran<br />

birer ressamdılar. Artık değişim zamanıydı, Osmanlı ressamı yenilik<br />

hareketlerinin ülkeye katkısını fark etmiştir. Bu değişim rüzgârları eserken,<br />

büyük umutlarla yurda dönen <strong>1914</strong> Kuşağı, kendilerini birden Sanayi-i Nefise<br />

Mektebi’nin eğitim kadrolarında buldular. Ancak bazı devrimler aniden<br />

gerçekleşmez, zamana yayarak, direkleri sağlamlaştırmak gereklidir. Bu nedenle<br />

yabancı hocaların yardımcılıkları görevleri dağıtılarak, tecrübelerinin biraz daha<br />

artması sağlanmıştır. Bu arada Çallı Kuşağı’nın açacağı sergilerde merak<br />

konusudur. Çünkü Çallı ve arkadaşlarının yurtdışında nasıl bir eğitim aldıkları ya<br />

da hangi sanat akımından etkilendikleri, kısacası eserlerinin neler olduğu büyük<br />

merak konusu haline gelmiştir. Açılan ilk Galatasaray Sergisi’ne giden<br />

izleyiciler, aydınlar, ressamlar, sanatseverler, gördükleri <strong>resim</strong>ler karşısında<br />

hayrete düşmüşlerdir. Belirli bir köşesi, yazı gücü olan yazarlar, tenkitlerine<br />

konu etmişlerdir. Batıdan bir sanat yurda ithal edilmişti, ama seçilen akım,<br />

Avrupa’da eskimiş bir sanat tekniği olarak değerlendiriliyordu.<br />

Örneğin Akademi’de müdürlük görevinde bulunmuş Burhan Toprak şöyle bir<br />

eleştiride bulunmuştur; Öğrenime gittikleri vakit Paris’te yeni gerçekleri<br />

seçemediler… Matisse, Cezanne’ı bir usta olarak ilân etmiş ve Fovistlerin başı<br />

sayılmıştı. Bundan sonra Kübizm, Dışavurumculuk gibi daha neler gelmedi.<br />

Oysa 1910 ile <strong>1914</strong> yılları arasında bu çevrede yaşadılar ve bu kaynaşan<br />

dünyadan bize hiçbir haber getirmediler (Toprak, 1966: 57). Yazıdan da<br />

anlaşıldığı gibi ülkede haber bekleyenler, ülke sanat ortamını yeni çağdaş<br />

fikirlere hazırlamamışlardır. Bu nedenle Çallı Kuşağı’ndan da yeni haberler<br />

beklemek biraz abartılı olurdu. Buna rağmen sanatsal anlamda iyi niyetli olan<br />

Çallı Kuşağı, Batılı teknikleri ve çeşitli sanat denemelerini yurda ithal ettikleri<br />

halde, farklı üsluplarda çalışarak, kişisel bazı özellikler göstermişlerdir. Yani salt<br />

olarak edindikleri izlenimlerle kalmamışlar, yurtiçinde yeniyi arama gayreti<br />

içinde olmuşlardır. Öncelikle Çallı Kuşağı’na göre <strong>resim</strong>, tabiatın aynasıdır. Elli<br />

yıllık Türk resmi, <strong>1914</strong> dönemine kadar, sınırlı çerçeve içinde değerli eserler<br />

vermiş, ama değişimin, yeni bir havaya kavuşmanın zamanı artık gelmiştir. Bu<br />

yeni hava, Galatasaraylılar Yurdu’ndaki sergiyi biraz daha iyimser olarak<br />

gezenlerin gözüne şöyle çarpmıştır: İlkin, konularda genişleme vardır. Ressamlar<br />

açık havaya çıkmış, İstanbul’un çeşitli görünümlerini izleyip şövalyelerini<br />

diledikleri yerlere kurmuşlardır. Osman Hamdi dışında hiçbir Türk ressamının<br />

yanaşamadığı yeni figür ve portre türleri doğmuştur. Ressam, çıplak kadını da<br />

resme sokmuş, Türk <strong>resim</strong> <strong>sanatına</strong> cesaretin en büyüğü, belki de birçok seyirciyi<br />

şaşırtan, utandıran bir çıplaklık imgesini dile getirmiştir. Ressam, böylece<br />

Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 29, Sayfa 371-392, 2010<br />

377


378<br />

Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 29, Sayfa 371-392, 2010<br />

F. Başbuğ<br />

topluluğun da tanığı olmuştur artık. Saray sahneleri, yemiş, çiçek natürmortları,<br />

eski sokak ve mezarlıklar, park ve bahçeler gibi dondurulmuş konulara sırt<br />

çevrilmiş, bundan böyle ilgisini çeken, yaşayan insanların, kadın ve erkeklerin<br />

yüzleri <strong>resim</strong>lerin temasını oluşturmuştur. Toplumun keder ve sevinçleri,<br />

tükenmez bir konu kaynağı olan İstanbul’un binbir görünümü plâstik sanatlara<br />

girmiştir (Berk ve Gezer, 1973: 24).<br />

İzlenimcilik ve modern resmin Türkiye’ye yayılmasında başlıca etken olan Çallı<br />

Grubu, manzarada olduğu kadar natürmort ve portre konularında da ışık ve<br />

gölgeyi ustalıkla kullanmışlardır (Toros, 2000: 86). Özellikle İbrahim Çallı’nın<br />

eserlerinde figürün arkasındaki desenin boyayla kapatılmış izlenimi veren<br />

görüntüsü, akademik bir kariyerin sağlamlığını yansıtmaktadır (Özsezgin, 1993a:<br />

43). Figür kullanımının, Türk resmi içinde en önemli temsilcisi konumunda olan<br />

Osman Hamdi’den sonra kazandığı ivme, Çallı Kuşağı ile çağdaşlaşma yoluna<br />

gitmiştir. Türk resmine kaba fırça darbeleri ve yoğun boya kullanımını getiren<br />

<strong>1914</strong> Kuşağı, manzara ve ölü doğada uyguladıkları aynı tekniği, portre ve diğer<br />

figüratif konularda da başarıyla uygulamışlardır.<br />

Portrecilik konusunda, kuşağın önemli temsilcilerinden biri olan Feyhaman<br />

Duran’a bir parantez açmak gereklidir. Çağdaş Türk <strong>resim</strong> sanatında, portrecilik<br />

yeteneğiyle ün kazanmış Duran, tarihi <strong>resim</strong>leriyle ve natürmortlarıyla olduğu<br />

kadar manzaralarıyla da diğer kuşak ressamları arasında saygın bir yer<br />

edinmiştir. Ancak özellikle geçmişten günümüze ulaşan süreçte, çağdaş Türk<br />

<strong>resim</strong> sanatı denildiği zaman en önemli isim olarak karşımıza çıkan Feyhaman<br />

Duran, kendisinden sonra yetişen genç kuşaklara bir çığır açarak, portrelerindeki<br />

anatomik sağlamlığı kadar ifadeciliği de yansıtmıştır. Çallı Kuşağı, Türkiye’de<br />

<strong>resim</strong> kaderinin üzerinde, büyük oranda etki etmiş olan yeni akımların ülkeye<br />

taşınmasında bir köprü vazifesi görmüştür. Türk aydınını yeni ufuklara<br />

götürmeye çalışan neslin içinde, sınırları belirli, ölçüleri kesin bir sanatı yurda<br />

yaymak için uğraşanlardan biri olan Çallı’da yine övgüye değer bir ressam<br />

olarak karşımıza çıkmaktadır (Sarı, 1994: 73). Türk <strong>resim</strong> <strong>sanatına</strong> imza atan<br />

ressamların neredeyse hepsi Çallı Kuşağı ressamlarının atölyelerinden geçmiştir.<br />

Özellikle <strong>1914</strong> yılından 1937 yılına kadar geçen 23 yıllık süreçte, Akademi’de<br />

<strong>resim</strong> öğrenimine katılan gençler, iki temel atölyede yetişmişlerdir. Bu iki temel<br />

atölye Çallı ve Hikmet Onat’ın atölyeleridir. Bir yıllık hazırlık sınıfı olan<br />

karakalem atölyesi Hikmet Onat’ın öğretisinde tamamlanır, ardından İbrahim<br />

Çallı’nın yağlıboya sınıfında eğitime devam edilirdi. Hikmet Onat atölyesi<br />

incelikli araştırılar, titiz uygulamalarla, kılı kırk yaran desen çalışmaları ile<br />

disiplinli bir atölye olarak anılmıştır. Böylece İbrahim Çallı’nın sınıfına geçenler,<br />

Hikmet Onat’ın baraj olan hazırlık sınıfını başarmış olanlardan oluşurdu. İşte<br />

tam bu aşamada İbrahim Çallı’nın güçlü kimliği, sanatçı yetileri biçimlendirmek<br />

üzere devreye girerdi (Giray, 2000: 137).<br />

Öğrencilerine daima sevgi ve saygı aşılayan Çallı, emekli oluncaya dek<br />

yetiştirdiği ressamlarla, çağdaş Türk resmine verdiği eser kadar, emekte


<strong>1914</strong> Çallı Kuşağı’nın Türk Resim Sanatına Etkisi<br />

harcamıştır. Yıllar sonra onun emekliliğinde hazırlatılan veda kitapçığında<br />

ressam Cemal Tollu, hocasını duygu yüklü kelimelerle ifade etme yoluna<br />

gitmiştir;<br />

“Meşrutiyet devrinde yetişen sanat nesli içinde Çallı, Hikmet Onat, Feyhaman<br />

Duran, Nazmi Ziya ve arkadaşları ayrı mizaçlar ve ayrı zevklerle muayyen bir<br />

anlayışı getirdiler ve birbirlerini tamamladılar. Çallı’yı diğerlerinden ayıran ve<br />

onun büyüklüğünü yapan bence, ne getirdiği yeniliklerde, ne de talebelerine<br />

öğrettiği teknik ve estetik bilgilerdedir. O, talebelerine sonsuz sanat aşkı<br />

aşılamak kudretini göstermek suretiyle kuvvetli bir neslin yetişmesine imkân<br />

vermiştir” (Anonim, 1947: 11). Gerçektende bir <strong>resim</strong> atölyesinden bu kadar çok<br />

ünlü ressamın yetişmesi, öğrencilerini sanat ortamına iyi hazırlaması ve onları<br />

doğru yönlendirerek, her birinin sanatçı olmaları için gerekli şartları<br />

hazırlamasında yatmaktadır.<br />

Çallı Kuşağı’nın bir başka sanatçısı Nazmi Ziya daha yolun başında iken<br />

seçimini yapmış, yolunu çizmiştir. Müzelere hiçbir zaman derin bir ilgi ile<br />

yaklaşmamıştır. Etkilenmekten çok çekinir görünse de eserlerini izlenimci<br />

akımın tesirinden kurtaramamıştır. Bu akımın öncülerini sevmiş, İzlenimci <strong>resim</strong><br />

yapma yöntemini içtenlikle benimsemiştir. İzlenimciliğin en rahat ve verimli<br />

uygulama alanının açık havada manzara türü olabileceğini sezmiş, kendini<br />

manzara türüne adamıştır. İzlenimci yöntemi, izlenimci renk kavramını ve<br />

izlenimci fırça vuruşu portre ve insan figüründe de uygulamayı bir sorunsal<br />

olarak benimseyebilecek, akademik figürcülüğün dönüşümünü, figürü<br />

yenileştirmeyi deneyebilecekken bu konuya bir sorun olarak girmemiştir. Resim<br />

sanatının mutlaka halkın hizmetinde olması gerektiğini ısrarla öne sürmüştür.<br />

“Bir tablo, izleyiciye rahatlık, huzur ve mutluluk duygusu vermelidir.”<br />

Görüşlerini bazen ideolojik denebilecek bir yaklaşımla savunmuş ve bu nedenle<br />

modern resme karşı olduğunu söylemekten geri kalmamıştır. Ancak<br />

manzaralarının birçoğunda önemli oranda öznelliğe yaklaşmış, çağdaşı Türk<br />

ressamları arasında, bir bakıma modern <strong>resim</strong>ler üreterek (Erol, 1995: 29), ayrı<br />

bir yol çizmiştir. Her ne kadar Claude Monet’den altmış küsür yıl sonra, onun<br />

yaptıklarını tekrarlamışsa da Türk resmi için yine yenilik olarak<br />

değerlendirilmelidir (Güvemli, 1982b: 47). Özellikle Paris’te öğrendiği <strong>resim</strong><br />

tekniklerini yurda döndükten sonra uygulayarak, Osmanlı başkenti İstanbul’un<br />

toplumsal çevresini <strong>resim</strong>lerine taşımıştır. Kalın boya dokusu ve hareketli fırça<br />

darbeleriyle Türk resmine farklılık getirmiştir.<br />

Nazmi Ziya’nın öğrencisi Bedri Rahmi’ye söyledikleri de kendi sanat görüşünü<br />

yansıtması bakımından önemlidir;<br />

“Ben Harbi Umumiye’ye (Dünya Savaşı) kadar, daha doğrusu mütarekeye kadar<br />

sanatı yalnız sanat için yapanların taraftarı idim. Yalnız sanatkârlar tarafından<br />

tadılan ve halk üzerinde hiçbir tesir yapmayan bu telakkiyi değiştirmeseydim<br />

belki ben de modernlerin peşinden gidecektim.” görüşüyle, modern sanatın<br />

Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 29, Sayfa 371-392, 2010<br />

379


380<br />

Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 29, Sayfa 371-392, 2010<br />

F. Başbuğ<br />

halktan kopuk bir şekilde yaşamasına, karşı bir tutum sergilemiştir (Erol, 1995:<br />

27).<br />

<strong>1914</strong>’lere kadar doğayı kopya etmekle yetinip herhangi bir yorumsal girişimden<br />

kaçınan Osmanlı ressamı, doğayı kendine göre yorumlayan bu genç sanatçılar<br />

sayesinde, saplanıp kaldığı “manzara” ve “natürmort” türlerine yepyeni bir<br />

görüş, duyuş ve teknikle, tek figürü, insan resmini, benzetilmiş portreyi, çeşitli<br />

konuları dile getiren “sahne”leri katarak “tür”lerini çeşitlendirmiştir. Dönemin<br />

edebiyatını kuşatan karamsar hava, İzlenimcilerin tablolarında, yaz ve güz<br />

bahçelerinin renkleriyle aydınlanmış, ışıkla yıkanmış güzelliklere dönüşerek,<br />

savaş bezgini insanlara moral kaynağı olmuştur. Osmanlı İzlenimcileri,<br />

tuvallerinde, eleştiriden uzak bir tutumla, içinde yaşadıkları doğayı ve insanını<br />

görselleştirmeye, Batı kültürünün hayatımıza sızdığı kadarını dışlaştırmaya<br />

çalışmışlardır. Ülkedeki baskı rejimini, söz sanatlarının imkânlarına sığınarak<br />

eleştirirken, karanlık tablolar çizmeyi yeğleyen Edebiyat-ı Cediceciler’e karşılık,<br />

<strong>1914</strong> Kuşağı ressamları, gelenek bağını açıkça ret etmeseler de pek<br />

umursamamışlardır. İzlenimciliği kendi görüşleriyle bağdaştırarak, kendilerinden<br />

öncekilerin koyu gölgeli geleneksel paletini güneş ışınlarının parlaklığı ile<br />

değiştirmişlerdir. Böylece siyasal, sosyal ve ekonomik şartların bunalttığı<br />

insanları ışıklı, aydınlık renklerle boyadıkları tablolarıyla ferahlatmışlardır. Bu<br />

ressamlar, dönemin edebi eserlerini, bilinçaltı bir tepkiyle, <strong>resim</strong> diliyle protesto<br />

ederek yaşanan zamandan bunalan ruhların tesellisi olmuşlardır. Düşüncelerini<br />

sembol ve alegorilerin arkasına saklayarak sistemi eleştiren edebiyatçıların<br />

araçlarını kullanamayacakları için de, İzlenimciliğin teknik imkânlarından<br />

yararlanmışlardır (Buğra, 2007: 255).<br />

Nazmi Ziya’nın Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan bir yazısı adeta <strong>1914</strong> Kuşağı<br />

ressamlarının duygularına tercüman olmuştur. “Benim resme başladığım<br />

günlerden beri geçen otuz beş sene zarfında neler olmadı? Harpler, ihtilâller,<br />

inkılâplar, icatlar ve ihtiraların ruhlarımızda doğurduğu buhranlar ve<br />

mütemadiyen değişen kanaatlerimizle geçirdiğimiz merhaleleri ve bu çapraşık<br />

yolun nasıl kat edildiğini göstermek istedim. Ta ki bizden sonra gelenler<br />

tecrübelerinde ve yoklayışlarında zorluk çekmesinler ve vakit kazansınlar.<br />

Şükran ve minnetle görüyorum ki birçok genç, gelip sergiyi dikkatle geziyor. Bu<br />

suretle küçük bir hizmet yapmış olduğumu sanıyordum.<br />

...<br />

Ben isterim ki <strong>resim</strong> memleket sevgisi ve kardeş sevgisi versin. Akşam yorgun<br />

argın evine gelen kimseye rahat ve sükûn versin, yuva ve aile sevgisi tattırsın,<br />

istikbalin sahibi olan gençleri karanlık sinema salonlarından vareste kılsın ve<br />

ahlâk hastalıklarından korusun (Ziya, 1937: 5).<br />

<strong>1914</strong> Kuşağı içinde Sami Yetik’in ayrı bir yeri vardır. Grubun faaliyetlerine bazı<br />

dönemlerde direk olarak katılmamasına rağmen bazı araştırmacılarca, grup çatısı<br />

altında görülmüştür. Ayrıca <strong>1914</strong> Kuşağı ile ortak noktaları bulunmasıyla birlikte<br />

farklı eğilimleri de olan bir sanatçıdır. Askeri Eğitim Müfettişi olan Tevfik<br />

Paşa’nın yardımıyla Paris’e <strong>resim</strong> eğitimine giden Sami Yetik, iki yıllık sürede


<strong>1914</strong> Çallı Kuşağı’nın Türk Resim Sanatına Etkisi<br />

akademik sanatın her türlü inceliklerini öğrenmiştir (Gören, 1995: 64). Paris’teki<br />

eğitimi sırasında Julian Akademisi ve Ecole Pijieve’de <strong>resim</strong> eğitimi aldığı<br />

dönemde, Laurens’in atölyesiyle tanışmış, burada sağlam desen anlayışı ve renk<br />

kullanımını daha da ilerletmiştir. Sanatçı bu eğitimler sırasında daha önceden<br />

edindiği klâsik akademik eğitimden kurtularak, renkçi bir anlayışı benimsemeye<br />

başlamıştır (Çoruhlu, 1996:105). Sanayi-i Nefise’de eğitim aldığı dönemlerde,<br />

Valery’nin model karşısındaki ayrıntıcı ve fotoğrafik tavırlarını beğenmeyen<br />

Yetik, hocasının modele çok bağımlı kaldığını ve resmin esiri durumuna<br />

düştüğünü ifade etmiştir (Özsezgin, 1997: 18). Oysa sanatçı yapmış olduğu<br />

resme kendisinden de bir şeyler koymalı ve eserinde yansıttığı figürlere adeta ruh<br />

vermeliydi. Dolayısıyla bu dönem ressamlarında görülen temel değerlerden biri<br />

de budur. Doğayı ya da toplumu irdelerken, salt olanı yansıtmaktan ziyade,<br />

görüneni kendi biçimlerine göre yeniden ele almak ve sanatçının süzgecinden<br />

yansıyanları izleyiciye sunmak olarak belirmiştir.<br />

Resim sanatında bu tarz endişeler duyan Sami Yetik, asker olma bilincini <strong>resim</strong><br />

<strong>sanatına</strong> aktarmış, Sanayi-i Nefise Birliği içinde etkin görevlerde bulunmuştur.<br />

Birliğin 1927 yılında düzenlediği Galatasaray Sergisi’nin sorumluluğu Sami<br />

Yetik başkanlığında bir kurula verilmiştir. Dönemin örgütlü sanatsal etkinliği<br />

olarak bu sergiler, çevresi ateş çemberiyle kuşatılmış olan Osmanlı Devleti’nin<br />

içte ve dışta önemli sorunlarla karşı karşıya olduğu karışık bir dönemde, asker ve<br />

sivil kökenli sanatçıların özverili desteğiyle, varlığını 1950’li yıllara kadar<br />

sürdürmüştür. Dönemin basınındaki tartışmalar, sanatçıları bir araya toplayan bu<br />

etkinliğe karşın, Akademi çatısı altında gruplaşan ressamlarla, dışarıda kalanlar<br />

arasında bir tür “saygınlık” arayışının sürdüğünü göstermektedir. Osmanlı<br />

Ressamlar Cemiyeti’nin güdümündeki Galatasaray Sergileri de bu açıdan zaman<br />

zaman eleştiriye uğramıştır (Özsezgin, 1997: 16–17). Aslında yeni bir toplum<br />

yaratılırken, devrimlerin halka aktarılması aşamasında sıkıntıya düşen<br />

idarecilerin yaşadıklarına benzer sıkıntıları da Çallı Kuşağı ressamları<br />

yaşamışlardır. Bir boy gösterisi ve yeni arayışların ifadesi olan bu sergilerde,<br />

işlenen konular da dâhil olmak üzere, toplum ve eser kaygısını yaşayan<br />

sanatçıların kıyasıya eleştirilmesi kaçınılmazdır. Halkın anlayabileceği tarzı,<br />

yakalamak, aynı zamanda kendilerini sanatsal anlamda tatmin edebilme uğraşı<br />

veren <strong>1914</strong> Kuşağı ressamlarının üstlendiği görev, sosyal bir mesele haline<br />

gelmiştir. Eğitim verdikleri kurumlarda, amatör ve sanat öğrencisi yetiştiren bu<br />

kuşağın, sergilerde eleştiri hedefi haline getirilmesi, kendi durumlarını da<br />

etkilemektedir.<br />

Ancak ortada mücadeleye alışkın bir nesil vardır. Kendi deyimleriyle savaşlar,<br />

ihtilâller görmüş bu kuşağı eleştirilerin yıldırması beklenemezdir. Zaten Türk<br />

sanat ortamına kazandırdıkları öğrencilerden de bu başarı anlaşılmaktadır.<br />

Ayrıca Çallı Kuşağı ile Türk <strong>resim</strong> <strong>sanatına</strong> giren portre, figür ve çıplaklık<br />

konuları, artık diğer ressamlara özgüven ve cesaret getirmiştir. Ancak<br />

izlenimcilik sevdasına kapılan ve bu akımı eskimiş olarak nitelendiren kesim,<br />

ileride yurda getirilecek olan Kübizm ve yeni eğilimleri modern sanat olarak<br />

nitelendirmiştir. Oysa Avrupa’da farklı akımların ardı arkası kesilmemiş ve<br />

Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 29, Sayfa 371-392, 2010<br />

381


382<br />

Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 29, Sayfa 371-392, 2010<br />

F. Başbuğ<br />

yeniye dair her şey 1930’lu yıllardan itibaren eski olarak nitelendirilmiştir.<br />

Avrupa’da kütüphane ve müzeleri ateşe vermekten bahseden manifestolar<br />

yayınlandığı tarihte, <strong>1914</strong> Kuşağı ressamları, yurtta Türk <strong>resim</strong> sanatını ileriye<br />

taşıyabilecek adımları atıyorlardı. Kuşağın amacı ya da İzlenimcilikten anladığı,<br />

ruhlarına hitap eden sevdikleri renkleri tuval üzerinde özgürce kullanabilen<br />

özgür bir anlayıştır. Ancak Kuşağı bir akım olarak değerlendiren çevre,<br />

ressamların yaptıklarını görmezden gelerek, adeta bir tasfiye eylemine<br />

kalkışmıştır. Aslında Akademi’nin yeni kimlik ve yeni görev hedefiyle Çallı<br />

Kuşağı’nı sindirme çabası başarılı olmuştur. Levy’nin gelişide bunun en güzel<br />

örnekleri arasındadır.<br />

Çallı Kuşağı temsilcileri, Batı’da aldıkları <strong>resim</strong> eğitiminin dışına çıkarak, yurda<br />

dönüşlerinde özgür, çağa uygun bir görüş ve sanatsal tutum içerisinde<br />

olmuşlardır. Genç sanatçılar, getirdikleri -doğayı tekrar etmekten- ziyade, ona<br />

kişisel bir yorum, bir anlam katmak olan yeni anlayışı, halka sunmak için<br />

1926’da Galatasaraylılar Yurdu’nda açılan sergileri kullanmışlardır. Galatasaray<br />

Yurdu daha sonra Galatasaray Lisesi’ne dönüştürülmüştür. Galatasaray<br />

Lisesi’nde çeşitli ressamların yapıtları sergilenmiştir. Bu sergiler yılda bir kez<br />

yaz aylarında daha çok Ağustos aylarında açılmış, orta büyük salonda “Usta”<br />

tablolar, yandaki sınıflarda da amatör gençlerin bazen de Sanayi-i Nefise<br />

Mektebi öğrencilerinin çalışmaları yer almıştır. Sergiye girişte “duhuliye”<br />

denilen bir ücret alınmıştır. Sergiler, halk ve aydınlar için sabırsızlıkla beklenen<br />

önemli bir kültür olayı olmuştur. Sergilerde önemli devlet adamlarının ya da<br />

temsilcilerinin bulunması, Cumhuriyet’in ilk yıllarında <strong>resim</strong> sergilerine olan<br />

ilgiyi de gözler önüne sermektedir. Hatta sanatçıların eserlerinin satın alınarak<br />

desteklenmesi, bir sonraki sergiler için sanatçıları motive etmiştir. Günümüzde<br />

belli başlı devlet kurumlarının koleksiyonlarında olan bu eserler o yıllarda satın<br />

alınan eserlerdir.<br />

<strong>1914</strong> Çallı Kuşağı için düşünülen en önemli konulardan biri olan İzlenimcilik ya<br />

da İzlenimci ressamlar söylemi, kuşak sanatçıları tarafından benimsenmemesi de<br />

ilginçtir. Yine bu konuda da örnek vermek gerekirse Hikmet Onat, bazı<br />

eleştirmenlerce izlenimci bir ressam olarak değerlendirilmiştir. 2 Şubat 1977<br />

yılında Akbank Osmanbey Sanat Galerisi’nde ölümünden tam bir ay önce açtığı<br />

ilk ve son kişisel <strong>resim</strong> sergisinde, kendisine yöneltilen bir soruya verdiği<br />

“Hiçbir zaman izlenimci bir endişem olmamıştır” cevabıyla kısmen bu<br />

değerlendirmeye karşı çıkmıştır (Çakaloz, 1982: 90). Görülmektedir ki<br />

İzlenimciliği grup olarak ya da temsil etme gibi bir anlayış içinde olmamışlardır.<br />

Ürettikleri eserlerde de farklı eğilimler gösterdiklerine göre, direk olarak<br />

İzlenimci Kuşak değerlendirmesi de yine bu kuşak üzerine çok ta oturan bir<br />

terim değildir. Doğa <strong>resim</strong>lerinden başka bazı <strong>resim</strong>lerde görülen ve dönemin<br />

sosyal, toplumsal, siyasal olaylarına duyulan ilginin de <strong>resim</strong>lere konu olduğu<br />

görülmektedir. Picasso’nun meşhur “Guernica”sı (1937) İspanya İç Savaşı<br />

sırasında Nazi Almanya’sına ait 28 bombardıman uçağının 26 Nisan 1937<br />

yılında İspanya’nın Guernica şehrini bombalamasını anlatan gerçek bir abidedir.<br />

Şüphesiz ki Picasso, bu eseriyle savaşın vahşet verici felaketini bütün dünyaya


<strong>1914</strong> Çallı Kuşağı’nın Türk Resim Sanatına Etkisi<br />

duyurabilmiştir. Türk ressamlarında da aynı endişe ve kararlılık olduğu halde<br />

pek çok Türk ressam, Cumhuriyet için verilen mücadeleyi tuvallerine yansıttığı<br />

halde ulusallaştırma adına Guernica’nın yarattığı etkiyi sağlayamamıştır. Ancak<br />

buna rağmen tüm kısıtlı şartlarda yapılan bu eserler, Türk halkı üzerinde önemli<br />

etkiler bırakmıştır. Bu örneklerden biri de İbrahim Çallı’ya ait olan “Hatay’ın<br />

Anavatana Hasreti” isimli tablodur. Görülüyor ki <strong>1914</strong> Kuşağı ressamları sadece<br />

doğa <strong>resim</strong>leri yaparak, yurdun cennet köşelerini <strong>resim</strong>lerine taşımamışlardır. Bir<br />

görev sorumluluğu içinde halkı aydınlatmak amacıyla, Türk tarihinin şanlı<br />

savaşlarını adeta görsel hikâyelere çevirerek, destan yazan halkı<br />

efsaneleştirmişlerdir.<br />

Zorunlu dönüşe rağmen Türk resmine kazandırdıkları yeni kimlik, ileriye dönük<br />

ressam olarak yetişecek nesle yol gösterici olmuştur. Ayrıca aydınların,<br />

yazarların kısacası Türk tarihine önemli hizmetlerde bulunmuş pek çok kişinin<br />

portresine imza atan dönem sanatçıları, ortaya sanatsal değerleri koymalarının<br />

yanı sıra tarihi belge niteliğinde olan yapıtlara da hayat vermişlerdir. Bunlardan<br />

bazıları İbrahim Çallı’nın yaptığı tarihçi Ahmet Refik ve Fethi Okyar portreleri,<br />

Feyhaman Duran’ın şair Hüseyin Siret Özsever, ressam Hoca Ali Rıza,<br />

musikişinas Rauf Yekta, Tuğrakeş İsmail Hakkı Altınbezer, Abdülhak Adnan<br />

Adıvar, İbnülemin Mahmut Kemal İnal portreleri örnek olarak sayılabilir (Naci,<br />

1965: 46).<br />

Özellikle <strong>1914</strong> Çallı Kuşağı içinde değerlendirilen Ali Sami’nin (Boyar) yazıları,<br />

dönemin sanatını en iyi anlatması ve yorumlaması bakımından oldukça önemli<br />

tespitlerdir. Yine bir yazısında yazar; “Eğer birisi çıkar da, “sizin teknik<br />

dediğiniz şey benim elimi, kolumu bağlıyor, onu düşündükçe ellerim titriyor,<br />

şaşırıyorum, serbest hareketime mani oluyor” derse, o da doğrudur. Bunun<br />

manası, o adam henüz tekniğine hâkim olmamış demektir. Hatta böyle ellerde<br />

teknik bir düşmandır. Sonra bir diğeri çıkar da: “İşte ben bütün akademik<br />

bilgilere hâkim oldum, teknik benim elimde evire çevire kullanabileceğim bir alet<br />

haline geldi, ilmi malumatım da az değildir. Büyük üstatların sanat hakkında<br />

yazdıkları bütün kitapları okudum, hatta ezberledim, fakat gene orijinal bir şey<br />

yaratamıyorum” derse, o da doğrudur. Bu zat da birincisi gibi sanat görüşünü<br />

denk getirememiş, yaratıcı kabiliyeti gelişmemiş demektir. Ressamlık için<br />

açıkladığımız bu iki olay ya da görüş birbirini tamamlayan iki önemli<br />

kabiliyettir. Sanat ne sade teknikten, fikirden ve histen, ne de eski bir ruhiyat<br />

tabirine göre iradeden doğar. O, bunların hepsinin bir araya toplanmasından<br />

meydana gelir” (Sami, 1934b: 216–217) diyerek, topluma sanatı anlatma gayesi<br />

içinde olan Ali Sami, gerek yazılarıyla, gerekse ürettiği sanat eserleri ve<br />

yetiştirdiği öğrencileriyle, hem Çallı Kuşağı’nı en iyi biçimde temsil etmiş, hem<br />

de gelecek nesillerin yetişmesinde önemli bir görev üstlenmiştir. Esasında <strong>1914</strong><br />

Kuşağı ressamlarının, Türk resminde ilk Batı tarzında yapılan akademik anlayışı<br />

aşarak, yenilikler ve çağdaşlık dönemini başlatması (Bingöl, 1994: 29), Türk<br />

resmi içindeki farklı arayışları da tetiklemiştir. Özellikle <strong>1914</strong> Kuşağı<br />

öğrencilerinden olan Mahmut Cuda, Şeref Akdik, Saim Özeren, Zeki Kocamemi,<br />

Ali Avni Çelebi, Muhittin Sebati, Nurullah Berk, Refik Epikman gibi<br />

Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 29, Sayfa 371-392, 2010<br />

383


384<br />

Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 29, Sayfa 371-392, 2010<br />

F. Başbuğ<br />

ressamların eserlerinde görülen figüratif yaklaşımlarda, farklı yöntemlerin<br />

denendiği göze çarpmaktadır. Özellikle yeni figüratif dilin getirisi olarak,<br />

Almanya’da ki eğitim süreçlerinin <strong>etkisi</strong> olduğu düşünülebilir. Ancak köşeli<br />

hatlar ya da lekeci bir anlayışla kontura varan bir ifadeciliğin hayat bulduğu<br />

<strong>resim</strong>lerinde, geleneksel halk kültürüne yönelmeleri <strong>resim</strong> <strong>sanatına</strong> yeni bir ivme<br />

kazandırmıştır. Bu kazanımlarda şüphesiz ki Çallı Kuşağı’nın açtığı özgür üslup<br />

deneme yolunun <strong>etkisi</strong> büyüktür. <strong>1914</strong> Kuşağı ressamları, kendi atölyelerindeki<br />

eğitimleri esnasında Avrupalı gibi düşünme ve uygulama biçimlerini iş<br />

disiplinine aktararak, öğrencilerine de bu kazanımları iyi yansıtabilmişlerdir.<br />

Özellikle ilerleyen süreçte her biri ülkenin çeşitli eğitim kurumlarında görev alan<br />

bu ressamlar, yetiştirdikleri öğrencilerle bu zincirin halkasını genişletmişlerdir.<br />

Avrupa’da 19. yüzyıl ortalarında (1860–1870) beğeni bulan Empresyonizm<br />

akımı, Türk yurdunda her ne kadar ilk örneklerini Hüseyin Zekai Paşa ya da<br />

Halil Paşa’da verse de, Çallı Kuşağı sanatçılarının paletinde daha gerçekçi ve<br />

halkçı bir anlayışa doğru yönelim göstermiştir. Özellikle halkın gündelik<br />

olaylarını izleyen Türk sanatçısı, doğa karşısındaki izleniminin boyutlarını<br />

değiştirerek halka doğru bir yönelim göstermiştir. (Resim 1).<br />

<strong>1914</strong> Kuşağı içinde toplumsal konulara değinen bir başka ressam da Namık<br />

İsmail’dir. Özellikle yaptığı köy yaşantılarıyla dikkati çeken Namık İsmail, Türk<br />

resminde toplumsal gerçekçi konuları işleyen ressamların öncülerindendir.<br />

Sanatçının “Harman” (Resim 2) isimli çalışması toplumsal gerçekçi anlayışta<br />

yapılmış önemli çalışmalardan biridir. Cumhuriyet’in ilk ressamları olarak<br />

gösterilen Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği’nin Çallı Kuşağı için dile<br />

getirdiği “Anadolu’yu tanımıyorlar” söyleminin de bu çalışma için pek geçerli<br />

olmadığı açıktır. Namık İsmail’in yaptığı diğer “Harman” konulu çalışmalarda<br />

da çalışkan Anadolu insanının ülke kalkınması için döktüğü ter ve emek yine<br />

<strong>resim</strong>lerle anlatılmıştır. Dolayısıyla Anadolu halkının yaşantısı, Çallı Kuşağı<br />

ressamları tarafından işlenmiştir.<br />

Anadolu yaşantısı, ilerleyen yıllarda daha farklı bir hal alarak, yeni sanat<br />

anlayışıyla birlikte, farklı tekniklerde ele alınmış ve <strong>resim</strong>lerde işlenmeye devam<br />

edilmiştir. Özellikle Müstakil Ressamlar ve Heykeltıraşlar Birliği’nin bazı<br />

mensupları, toplumsal konuları <strong>resim</strong>lerine taşımışlardır. Toplumsal konuların<br />

yanında özellikle Çallı’nın “Manolyalar” konulu natürmortlarından etkilenen,<br />

Müstakiller grubu ressamlarından olan Şeref Akdik’inde benzer konuyu işlemesi<br />

dikkati çekmektedir.<br />

Müstakiller’den başka, 1930’lu yıllardan sonra ortaya çıkan “d” Grubu<br />

ressamları da <strong>resim</strong>lerinde, Cumhuriyet’in on yıllık olgunlaşma sürecini konu<br />

alan toplumsal ve kültürel konulara ilişkin çalışmalar yapmışlardır. Eserlerinde<br />

kullandıkları teknik, Çallı Kuşağı’ndan çok ta farklı olmayan gerçekçi, kübik ve<br />

dışavurumculuğu anımsatmaktadır.<br />

<strong>1914</strong> Kuşağı ressamları uyguladıkları teknikle, dıştan bakınca dönemin<br />

edebiyatçılarının benimsediği “sanat için sanat” anlayışını paylaşıyor gibi


<strong>1914</strong> Çallı Kuşağı’nın Türk Resim Sanatına Etkisi<br />

görünmüşlerdir. Resimlerinde, edebiyatçıların sembollerle kurguladığı dünyayı<br />

yedi rengin envai çeşidine bulamışlar, kendi gerçekliği içinde yansıtıp, bir<br />

anlamda “toplum için sanat” yapmışlardır. Ruhlarında meydana gelen yaşantı<br />

biçimleri, doğadan aldıkları birtakım izlenimleri senteze tabi tutarak ifadeye<br />

ulaştırmışlardır. Böylece madden ve manen çökmüş insanlara, hayatın her şeye<br />

rağmen yaşanmaya değer olduğunu hissettirmişlerdir. Sanatçılarla onları saran<br />

toplumsal çevre arasında bir uyuşmazlığın bulunduğu yerde ortaya çıkan “sanat<br />

için sanat”a dönüştürmüşlerdir. Türk resmi, onlar sayesinde durağan biçimlerden<br />

kurtulup, yeni bir havaya bürünmüştür. Toplumun tanığı olmaya başlayan<br />

ressam, saray sahneleri, yemiş, çiçek natürmortları, eski sokak, mezarlıklar, park<br />

ve bahçeler gibi dondurulmuş konulardan uzaklaşarak ilgisini yaşayan insanların,<br />

kadın ve erkeklerin yüzlerine çevirmiş; toplumun keder ve sevinçlerini,<br />

İstanbul’un binbir görünümünü tuvallerine taşımıştır (Buğra, 2007: 255–256).<br />

İşte bu toplumsal konuların ileriki yıllarda öğrencileri olacak Yeniler Grubu için<br />

önemi büyüktür. Dönem, savaşların uluslararası antlaşmalarla zayıf ülkeler<br />

üzerinde ciddi baskılara dönüşen tutumlarına sahne olmaktadır. Geniş Pazar<br />

ekonomisi bazı ülkeleri zenginleştirirken, bazı ülkeleri daha fakirleştirmiş,<br />

emeğin sömürüldüğü, işçi ve köylü sınıfın üretiminden elde edilen payın eşit<br />

şekilde dağıtılmadığı, ekonomik bunalımların yaşandığı bir döneme girilmiştir.<br />

Kısacası siyasal olaylar, sanata konu edinilmeye başlanmıştır. Cumhuriyet<br />

Türkiye’sinin en hareketli yılları sayılabilecek bu dönemde, Çallı Kuşağı<br />

ressamlarının atölyelerinde bir grup genç, sanatı daha farklı bir dille ifade etme<br />

çabası içindedir.<br />

Aralarında Nuri İyem, Avni Arbaş, Abidin Dino, Mümtaz Yener gibi ustaların<br />

bulunduğu Yeniler için, Osman Hamdi Bey’den başka Namık İsmail ve İbrahim<br />

Çallı gibi sanatçıların figüratif çalışmaları kaynak olmuştur (Berksoy, 2000: 58).<br />

Özellikle Çallı Kuşağı’nın 1940’lı yıllara kadar <strong>etkisi</strong>ni sürdürdüğü çalışmalar<br />

düşünüldüğünde, Türkiye’de uzunca bir süre genç ressamlar, Çallı Kuşağı<br />

ressamları tesiri altında kalmıştır. Buna sebep olarak 1936 ile 1937 tarihleri<br />

arasında Güzel Sanatlar Akademisi’nin eğitimci kadrosunda bulunan Nazmi<br />

Ziya, İbrahim Çallı, Hikmet Onat ve Feyhaman Duran’ın atölyeleri gösterilebilir.<br />

Bu sanatçıların ve eğitimcilerin atölyelerinde yetişen Ferruh Başağa, Nuri İyem,<br />

Selim Turan, Turgut Atalay, Agop Arad, Avni Arbaş, Mümtaz Yener, Fethi<br />

Karakaş ve Haşmet Akal’ın 1940’lı yıllardan itibaren “Yeniler” grubu çatısı<br />

altında, Türk <strong>resim</strong> <strong>sanatına</strong> yeni bir sanat anlayışını taşıma gayreti içinde<br />

olmuşlardır. Yine Çallı Kuşağı’nın bu ressamlar üzerindeki tesiri dikkate<br />

değerdir. Figür geleneğini farklı boyutlarda işleyen çalışmalarıyla dikkati çeken<br />

bu genç ressamlar, çağdaş Türk <strong>resim</strong> sanatının 1970 ve 1980’li yıllarına kadar<br />

etkili olmuşlardır.<br />

Yeniler Grubu, kendilerini yaşadıkları toplumun bir parçası olarak görmüşlerdir.<br />

O nedenle de <strong>resim</strong>lerinde, toplum yaşamından ve kültüründen sahneleri<br />

işlemekle, önceki kuşaklara göre daha büyük istek duymuşlardır. Örneğin Namık<br />

İsmail’in “Harman” (Resim 2), Mehmet Ruhi Arel’in “Taş Kıranlar” (Resim 3),<br />

İbrahim Çallı’nın “Topçular” ve “Zeybekler” (Resim 4), Avni Lifij’in<br />

“Kalkınma” (Resim 5) konulu <strong>resim</strong>leri, Hikmet Onat’ın “Siperde Mektup<br />

Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 29, Sayfa 371-392, 2010<br />

385


386<br />

Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 29, Sayfa 371-392, 2010<br />

F. Başbuğ<br />

Okuyanlar” (Resim 6) gibi Türk resminde toplumsal içerikli konuları, bu<br />

ressamlar için ilk örneklerdir. Bireysel çıkış olarak değerlendirilmesi gereken bu<br />

kompozisyonların, “Yeniler”le grup kimliğine ve ortak etkinliğe dönüşmüş<br />

olduğu da bir gerçektir. “Yeniler”, bu tür konularda sürekliliği ve kararlılığı<br />

temsil ederek, sanatçıların dikkatini insan ve yaşam üzerine çekmekte etkili<br />

olmuşlardır (Atar, ty., 84).<br />

Çallı Kuşağı atölyelerinde eğitim alarak toplumsal konulara değinen bir başka<br />

ressam da Bedri Rahmi Eyüboğlu’dur. Türk resminde önemli eğitimci, sanatçı ve<br />

şair kimliğiyle de tanınan Bedri Rahmi Eyüboğlu, Anadolu halkının yaşantısını<br />

konu ettiği <strong>resim</strong>lerinde, kendine has tarzıyla dikkati çekmektedir. Resim<br />

dünyası hakkındaki endişesini dile getiren Bedri Rahmi, Anadolu halkının<br />

folklorik ve kültürel değerlerine sahip çıkmış, Türk resminin geleneksel<br />

örneklerini yansıtmıştır. Dolayısıyla, aslında konu ya da yorumlama benzerliği<br />

taşımasa da hocası İbrahim Çallı’dan ilk sanat disiplinini kazanmıştır.<br />

Akademi’deki öğrencilik yıllarında İbrahim Çallı ve Levy arasındaki rekabete<br />

yazılarında değinen Eyüboğlu, iki hocadan övgüyle söz ederek, Türk <strong>sanatına</strong><br />

önemli katkıları olduğundan bahsetmektedir. Şüphesiz ki Cumhuriyet’in ilk<br />

yıllarından itibaren Türk resmine önemli hizmetleri dokunmuş bu kuşak,<br />

yetiştirdiği öğrencilerle Türk resminin gelecek kuşaklara aktarılmasına vesile<br />

olmuştur. Değişen ve yenilenen zaman düzeni içinde teknolojik gelişimlerin<br />

verdiği destekle, farklı arayışlarda bulunan genç ressamların, yeni eğilimlere<br />

yönelim göstermesi gayet normaldir. Bunun içindir ki Çallı Kuşağı’nın<br />

üstlendiği görev, sanatın anlatılması, öğretilmesi ve yeni arayışlar için özgürlük<br />

tanınması şeklinde olmuştur.<br />

SONUÇ<br />

Her alanda olduğu gibi günümüzde sanat alanında da farklı insan tiplerinin<br />

yaratıcılıklarını ortaya koyduğu çeşitlemeler vardır. Yaşamak, yaşamda<br />

yükselmek için çalışan sanatçılar olduğu gibi yaratmak için yaşayan sanatçılar da<br />

vardır (Yetkin, 1965: 8). Çallı Kuşağı ressamları, hayatları boyunca çalışarak,<br />

üreterek Türk resminin gelişime katkı sağlama gayreti içinde olmuşlardır.<br />

Yetiştirdikleri öğrenciler, Cumhuriyet döneminin ilk ressamları olmuşlar ve<br />

Cumhuriyet tarihinin ilk sanatçı birliğini kurmuşlardır. Cumhuriyet devrinin aynı<br />

zamanda bir toplumsal değişim olarak düşünülmesi gerekirse, Çallı Kuşağı aydın<br />

ve ilerici görüşüyle, çağın gerisinde kalmamıştır.<br />

Bu bağlamda Cohen’in “Topluluğun Simgesel Kuruluşu” adlı kitabından<br />

toplumsal değişimle ilgili satırlarını anımsamakta fayda vardır. Toplumsal<br />

değişim esnasında toplulukların kendi sınırlarının dışından gelen etkilere gittikçe<br />

daha fazla maruz kalmalarından ötürü, biçim ya da görünüşteki işlev ve yerli<br />

anlam arasında bir karışıklık yapma sorunu; toplumsal değişim bağlamında<br />

önemli bir sorundur. İç içe geçen sanayileşme ve kentleşme süreçleri, para<br />

ekonomisinin ve kitlesel üretimin egemenliği, pazarların merkezleşmesi, kitle<br />

iletişim araçlarının gelişerek toplumsal hareketliliğin artması, bunların hepsi


<strong>1914</strong> Çallı Kuşağı’nın Türk Resim Sanatına Etkisi<br />

topluluk sınırlarının temellerini zayıflatmaktadır (Yaşarov, 2005: 33). Bütün bu<br />

topluluk değerlerinin zayıflamasına rağmen Çallı Kuşağı’nın yaptığı “İnkılâp<br />

Resimleri” ve kahramanlık tabloları, halk-sanatçı kaynaşmasının bir ürünü olarak<br />

değerlendirilebilir. Halkını kahramanlaştıran sanatçı, toplum karşısında sosyal<br />

bilinçle hareket ederek, adeta kendi ulusunu <strong>resim</strong>lerle yüceltmektedir.<br />

Sanatçılar, kendi toplumunu belli sınırlar içinde tutmuş, toplumsal biçimlerini<br />

Batılı tekniklerle ifade etmiş ve belirli bir akıma dâhil olmadan görselleştirildiği<br />

ifadelere dönüştürmüştür (Cohen,1999: 47). Batılı <strong>resim</strong>lerde görülen, yaşayan<br />

toplulukların aile yapıları, politika, eğitim kurumları, ekonomik süreçleri ve<br />

dinsel faaliyetleri, Çallı Kuşağı tarafından yansıtılmamıştır. Ancak eleştirilerin<br />

başladığı nokta olan ithal sanat kavramı, Çallı Kuşağı için çok da doğru bir<br />

kavram değildir. Batılı ressamların evrensellik anlayışı, Çallı Kuşağı ressamları<br />

tarafından daha farklı bir şekilde ele alınmıştır. Kısacası evrensellik kavramı,<br />

Türk ressamında biraz daha millileştirilmiştir. Sebahattin Eyüboğu, Cohen’i<br />

Türk sanatçısı bağlamında şu cümlelerle ifade etmiştir; “Avrupa ne kadar bizden<br />

yana gelse de bizim sanat okulumuz yine Avrupa’da olacaktır. Ulusal<br />

değerlerimize de ancak bu okulda kazanacağımız bilinçle varabiliriz. Dünya<br />

sanat tarihinde ulusal değerler, hep ulusların yabancı kültürlere çevrildiği hatta<br />

kendilerinden çok onlara değer verildiği zamanlarda ortaya çıkmıştır.<br />

Shakespeare Latin dünyasında, Grothe İtalya’ya, Sinan Bizans’a bağlanmakla<br />

daha az ulusal mı olmuşlardı? İnsan her zaman kendini, içine kapanarak değil,<br />

dışına çıkarak buluyor” (Eyüboğlu, 2000: 81). Çallı Kuşağı ressamları şüphesiz<br />

ki kendilerini Fransa ya da Avrupa’nın diğer ülkelerinde bulmadılar. Onlar,<br />

içindeki yeteneği geliştirme ve tecrübe kaynağını yeni birikimlere emanet için<br />

yurtdışına gittiler. Eğitim aldıkları hocalardan öğrendikleri sanat birikimleri, yeni<br />

teknikleri Türk resminde ve eğitiminde uygulayarak, gelecek nesillerin<br />

yetişmesine gayret ettiler.<br />

Sebahattin Eyüboğlu’nu bu şekilde düşünmeye iten gerçekse, kuşkusuz Batı’ya<br />

giden Cumhuriyet dönemi ressamlarının, orada bariz ve “tanımlanmış” Doğu’yla<br />

karşılaşmış olmalarıdır. Eyüboğlu bu şaşkınlık verici durumu şöyle<br />

yorumlamıştır; “Cumhuriyet döneminde Avrupa’yla ilişkilerimiz sıklaşıp da<br />

ressamlarımız bize Paris’ten yeni eğilimleri, yani bizim eski nakışlarımızı<br />

andıran tabiat dışı bir <strong>resim</strong> anlayışını getirdikleri zaman, elbette şaşıracaktık.<br />

Koca Avrupa bula bula bizim eskilerimizi, bitpazarına dökülmüş suretli suretsiz,<br />

insanı insana, ağacı ağaca benzemeyen renk ve çizgi oyunları mı buluyordu?<br />

Gerçekten birçok yeni <strong>resim</strong>ler bizim karagöz figürlerini, kelimelerin<br />

anlamlarından sıyrılıp yalın bir nakış haline gelen eski yazılarımıza ne kadar<br />

yakın görünüyordu. Fakat bu yalınlık aslında Avrupa resminin doğulaşması<br />

demek değildi” (Eyüboğlu, 2000: 81). Avrupa’nın doğulaşması mümkün değildi,<br />

çünkü “sınırsız biz anlatım özgürlüğüne varmıştı” ve bu sınırsızlık içinde her<br />

türlü form yerini bulabiliyordu. Bir Doğulunun resminde aynı temalar, geleneğin<br />

sınırlarına hapis olmaktan kurtulamadığı anlamına gelebilirdi. Resim sanat, nakış<br />

zanaattır. Yeni Türk ressamının kendi geçmişindeki nakışları, bireyci bir bilinç<br />

açısından ve Avrupalı bir ressam gözüyle değerlendirmesi gerekiyordu (Yaşarov,<br />

Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 29, Sayfa 371-392, 2010<br />

387


388<br />

Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 29, Sayfa 371-392, 2010<br />

F. Başbuğ<br />

2005: 35). İşte tam bu sırada ortaya çıkan ve çoğunluğunu Çallı Kuşağı’nın<br />

yetiştirdiği öğrencilerin oluşturduğu bir grup ressam, Yakın ve Uzakdoğu<br />

Sanatı’nın sergilendiği Musse Cernuschi’de “Peintures Turkues d’Aujourd hui-<br />

Turquie d’Autrefois” (Bugün Türk Resimleri, Bir Zamanların Türkiyesi) başlığı<br />

altında bir sergi düzenlemiştir. Düzenlenen sergiye Hakkı Anlı, Avni Arbaş,<br />

Nurullah Berk, Sabri Berkel, Cevat Dereli, Nejat Devrim, Halil Dikmen, Bedri<br />

Rahmi Eyüboğlu, Eren Eyüboğlu, Hamit Göreli, Zeki Faik İzer, Arif Kaptan,<br />

Fikret Mualla, Zühtü Müridoğlu, Nusret Suman, Cemal Tollu, Eşref Üren,<br />

Turgut Zaim ve Fahrülnisa Zeid katılmışlardır. Serginin bir başka bölümünde ise<br />

geleneksel Türk sanatları yer almıştır. Paris’te Paris Ekolü’nün Türkiye’ye<br />

taşınmasında bir başka önemli etken de kuşkusuz yayınlanan dergilerdir.<br />

“Aujurd’hui”, “Prisme des Arts”, “XXe Siecle”, “Cimaice” gibi dergilerin yanı<br />

sıra, özellikle Nurullah Berk ve Cemal Tollu’nun yazdıkları yazılar, Fikret Adil<br />

ve Safa Yurdakul’un eleştirileri ve çevirileriyle Paris Ekolü içinde yaşanan<br />

gelişmeler, Türk resmine taşınmıştır. Burada önemli olan, altı çizilmesi gereken<br />

nokta Türk ressamları, Paris Ekolü’nün yaşadığı elektrik ve dünyaya açık<br />

özelliğinin de <strong>etkisi</strong>yle, Paris Ekolü’nün bileşenlerinden birini oluşturmuşlardır<br />

(Yaşarov, 2005: 53). Bu sergiyle ilgili Ferit Edgü’nün yazısı sosyal gelişimin<br />

geldiği son noktayı değerlendirmesi açısından önemlidir. Osmanlı döneminden<br />

bu yana Türk ressamları için bir okul olan Paris’te yaşanan bu değişimin<br />

Türkiye’yi de etki alanına alması kaçınılmazdır; Kim ne derse desin, savaşın<br />

hemen sonrasından başlayarak, 1960’lara uzanan yıllarda, Paris’te yaşayıp da,<br />

soyut sanatın çekim alanına girmemek neredeyse olanaksızdı. Paris’te yaşayan o<br />

dönemin Türk ressamları, Selim Turan, Mübin Orhon, Hakkı Anlı, sanki<br />

kendiliğinden ve tartışmasız bir biçimde benimsemişlerdi soyut resmi. Onlardan<br />

önce Nejad’ın figüratiften soyuta geçişi, bir Nikolas de Stael’in, 1950’lerin<br />

başlarında soyuttan figüratif resme geçişi gibi olmuştu; Resmin dilini, özünü<br />

değiştirmeden, doğal bir gelişmenin sonucu gibi (Edgü, 2000: 10). Paris’te<br />

eğitim alarak yurda dönen Çallı Kuşağı, soyut resme hiç yönelmemiş olsalar da<br />

dışavurum ve sembolizmin getirdiği ruhsal bunalımı eserlerine taşımışlardır.<br />

Paris’e gidip orada çağın sosyal, kültürel, sanatsal, teknolojik olaylarını yakından<br />

takip edebilme imkânı bulan <strong>1914</strong> Kuşağı sanatçılarının açtığı bu yoldan, daha<br />

sonraki kuşaklarda geçmiştir. Böylelikle bu sanatçılar günümüz sanat ortamının<br />

oluşmasına öncülük etmişlerdir.


<strong>1914</strong> Çallı Kuşağı’nın Türk Resim Sanatına Etkisi<br />

RESİMLER<br />

Resim 1: Sami Yetik, “Kurban Bayramı”, Resim 2: Namık İsmail, “Harman”,<br />

200x165cm, tüyb, 1920. 110x140cm, tüyb, Özel Koleksiyon.<br />

Resim 3: Mehmet Ruhi, “Taş Kıranlar”, Resim 4: İbrahim Çallı, 44.5x53.5cm,<br />

1926, tüyb İRHM. “Zeybekler”, 118x154cm, tüyb, ARHM.<br />

Resim 5: Avni Lifij, “Kalkınma”, Resim 6: Hikmet Onat,<br />

173,5x505cm, tüyb, “Siper de Mektup Okuyanlar”,<br />

1916–1917 İRHM. 141x120cm, 1915, tüyb, İRHM.<br />

Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 29, Sayfa 371-392, 2010<br />

389


390<br />

NOTLAR<br />

Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 29, Sayfa 371-392, 2010<br />

F. Başbuğ<br />

Bu makale, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Güzel Sanatlar Eğitimi<br />

Anabilim Dalı Resim Öğretmenliği Bilim Dalı’nda hazırlanmış olan (2009)<br />

“<strong>1914</strong> Çallı Kuşağı’nın Türk Resim Sanatı ve Eğitimine Etkisi” isimli tezin bir<br />

bölümünün özetidir. Araştırmada, yönlendirme ve görüşleriyle bana yardımcı<br />

olan Prof. Dr. Remzi Duran, Prof. Dr. Tahsin Hancıoğlu, Doç. Dr. Melek Gökay,<br />

Doç. Dr. Osman Altıntaş, Doç. Dr. Sadettin Sarı, Yrd. Doç. Dr. Tahsin Samur ve<br />

Yrd. Doç. Nihat Şirin’e teşekkür ederim.<br />

KAYNAKLAR<br />

Anonim (<strong>1914</strong>), “Sanayi-i Nefise Mektebi İçin”, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti<br />

Gazetesi, Sayı: 15, Yıl: 2.<br />

Anonim (1947), “İbrahim Çallı”, İstanbul: Güzel Sanatlar Akademisi<br />

Neşriyatından.<br />

Atan, A. (2006), “Resimli Resim Sözlüğü”, Ankara: Asil Yayın ve Dağıtım.<br />

Atar, A. (tarih belirtilmemiş), “Türk Plâstik Sanatlar Tarihi”, Eskişehir: Anadolu<br />

Üniversitesi Lisans Tamamlama Programı Yayını.<br />

Ayvazoğlu, B. (1998), “Cumhuriyetin Estetik Macerası”, Yeni Türkiye<br />

Ansiklopedisi, Yıl: 4, Sayı: 23-24, Ankara.<br />

Başaran, S. (2008), “Tuvallerde Ölümsüzleşen Yatlarımız”, Artist Modern<br />

Dergisi, Sayı:7, S: 88, İtanbul: Artist Yayın Endüstrisi.<br />

Berk, N. ve Gezer, H. (1973), “50 Yılın Türk Resim ve Heykeli”, İstanbul: İş<br />

Bankası Yayınları.<br />

Berksoy, F. (2000), “Sosyal Olayların Türk Resmine Yansıması ve Batı<br />

Etkileri”, 27-29 Kasım 1998, Uluslararası Sanatta Etkileşim Sempozyumu Bildiri<br />

Kitabı, Ankara: Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü.<br />

Bingöl, Y. (1994), “Cumhuriyet Döneminde Plastik Sanatlar Eğitimi Veren<br />

Öncü Kurumlar”, Sanat, Ankara: TC Kültür Bakanlığı Yayını.<br />

Buğra, H. B. (2007), “<strong>1914</strong>’lerden 1940’lara Türk Resim ve Romanında<br />

Gerçekçilik”, İstanbul: Ötüken Neşriyat.<br />

Cohen, A. (1999), “Topluluğun Simgesel Kuruluşu”, Dost Kitabevi.<br />

Çakaloz, O. Z. (1982), “Eleştiriler”, İstanbul: Urart Sanat Galerisi Yayınları.


<strong>1914</strong> Çallı Kuşağı’nın Türk Resim Sanatına Etkisi<br />

Çoruhlu, T. (1996), “Askeri Müze’de Asker Ressam Sami Yetik” Antik ve Dekor<br />

Dergisi, Sayı: 36.<br />

Edgü, F. (2000), “Paris Okulu ve Türk Ressamları, Paris 1945-1960,”, İstanbul:<br />

Yapı Kredi Yayınları.<br />

Erol, T. (1995), “Nazmi Ziya”, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.<br />

Eyüboğlu, S. (2000), “Mavi-II”, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.<br />

Germaner, S. (1999), “Cumhuriyet Döneminde Türk Resim Sanatı”,<br />

Cumhuriyet’in Renkleri Biçimleri, İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları.<br />

Giray, K. (2000), “Çallı ve Atölyesi”, İstanbul: Türkiye İş Bankası Yayınları.<br />

Gören, A. K. (1995), “Ustaların Ustası Cormon”, Sanatsal Mozaik Dergisi, Sayı:<br />

1.<br />

Gören, A. K. (2002), “Cumhuriyet’in Kuruluşundan Günümüze Türk Resim<br />

Sanatı”, Türkler Ansiklopedisi, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları.<br />

Güvemli, Z. (1982b), “Nazmi Ziya Güran”, Türk Resminden Örnekler, İstanbul:<br />

Ak Yayınları.<br />

Naci, E. (1965), “İstanbul Saraylarında Adım Adım Topkapı Sarayı Resim<br />

Galerisi”, Hayat Tarih Mecmuası, Cilt: 2, S:8, İstanbul: Tifdrut Matbaacılık.<br />

Öner, S. (1992), “Dolmabahçe Sarayı Resim Koleksiyonu’ndaki Yapıtlarıyla<br />

Halife Abdülmecid Efendi”, Osman Hamdi Bey ve Dönemi Sempozyumu, 17-18<br />

Aralık 1992, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.<br />

Özsezgin, K. (1993a), “Çağdaş Resmimizin Bir Efsanesi İbrahim Çallı”,<br />

Hürriyet Gösteri Dergisi, Sayı: 156.<br />

Özsezgin, K. (1997), “Sami Yetik”, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.<br />

Sami, A. (1934b), “Yaratıcı Artist ve Sanatta Muvazene”, Ülkü Dergisi, Sayı:<br />

21, Cilt: 4.<br />

Sarı, S. (1994), “Ressam İbrahim Çallı’nın Hayatı, Kişiliği ve Sanatı”, Yüksek<br />

Lisans Tezi, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Resim Eğitimi Ana<br />

Bilim Dalı, Konya.<br />

Tekin, K. (2008), “Peyami Safa’nın Eserlerindeki İmgelerin Dönemin Resmiyle<br />

İlişkisi”, İstanbul: Hürriyet Gösteri Sanat Edebiyat Dergisi, Sayı: 294.<br />

Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 29, Sayfa 371-392, 2010<br />

391


392<br />

Toprak, B. (1966), “Sanat Tarihi”, İstanbul: İnkılâp ve Aka Kitabevi.<br />

Toros, T. (2000), “O Güzel İnsanlar”, İstanbul: Aksoy Yayıncılık.<br />

Selçuk Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı 29, Sayfa 371-392, 2010<br />

F. Başbuğ<br />

Üzümeri, E., Dinçer, S., Kazancı, S. (1956), Türkiye Ansiklopedisi, Ankara:<br />

Yıldız Matbaacılık, Cilt: V.<br />

Yaşarov, N. (2005), “Gelenek ve Çağdaşlık Bağlamında Cumhuriyet Dönemi<br />

Türk Resmi”, Yüksek Lisans Tezi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi<br />

Sosyal Bilimler Enstitüsü Resim Ana Sanat Dalı Resim Programı, İstanbul.<br />

Yetkin, S. K. (1965), “Gerçek Sanatçı Üzerine Düşünceler”, Sayı: 6, Yıl: 1,<br />

Sanat ve Sanatçılar Aylık Plâstik Sanatlar Dergisi, Ankara: Ankara Üniversitesi<br />

Basımevi.<br />

Ziya, N. (1937), “Resim Sergisi Hakkında”, Cumhuriyet Gazetesi, 12 Eylül<br />

1937.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!