14.01.2015 Views

ŜÃÙ çįĉPğQ

ŜÃÙ çįĉPğQ

ŜÃÙ çįĉPğQ

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

www.cihandergi.com<br />

08<br />

ÝÇÝN DE KÝ LER<br />

26<br />

Yayın akışı 5 vakit<br />

Irmak TV, yayın akışını beş<br />

vakit namazın etrafında<br />

şekillendiriyor. Sabah<br />

kuşağında kadınlara yönelik<br />

programlar yayınlanıyor.<br />

10<br />

44<br />

Ailesi umutla onu bekliyor<br />

Suriye’de kaybolan Filistinli<br />

gazeteci Bashar Fehmi<br />

Kadumi’nin eşi Arzu Kadumi,<br />

iki çocuğu ile birlikte hayat<br />

arkadaşının yolunu gözlüyor.<br />

12<br />

Ayşe Teyze iyi ki ekonomistleri dinlemedi<br />

Süleyman Yaşar, bürokrasi ve akademi<br />

dünyasından ekonomi yazarlığına geçen<br />

isimlerden. Ancak yazdıkları pek bildiğimiz<br />

ekonomi yorumlarına benzemiyor.<br />

Yaşar, ekonomistlerin bir konuyu anlatırken<br />

‘Ayşe Teyze’ tarzı ifadeler kullanılmasını<br />

sert bir dille eleştiriyor.<br />

Başkan’dan ısmarlama film<br />

ABD Başkanı Barack<br />

Obama’nın eşi Michelle<br />

Obama’nın, İran karşıtı<br />

‘Argo’ filminin Oscar ödülüne<br />

layık görüldüğünü açıklaması<br />

ise ABD politikalarındaki<br />

Hollywood etkisinin<br />

ispatı olarak yorumlandı.<br />

O Kalemin Efendisi<br />

Osman Akkuşak’a yazılarını<br />

kalemle yazıyor olmasından<br />

mülhem olsa gerek “kalem<br />

efendisi” deniyor. Kendisi<br />

de bunu teyit ediyor.<br />

22<br />

Haber sitelerine öncülük etti<br />

Ercüment İşleyen, internetteki<br />

yükselişi görerek ‘haber sitesi’<br />

projesi hazırlayıp milliyet.com.<br />

tr’yi hayata geçiren kişi.<br />

32<br />

Akil Japon gazeteciler<br />

Japonya’nın en çok satan<br />

üçüncü gazetesi<br />

Mainichi’nin Akşam Baskısı<br />

Editörü Yamada Michiko,<br />

halkın güvenini sağlamak<br />

için sıkı çalıştıklarını söyledi.<br />

18 Futbol dünyasının Baba Hayri’si<br />

64 Büyük Doğu ve Necip Fazıl<br />

66 Taraf’ta istifa depremi<br />

88 İngilizce<br />

54<br />

Türkçe Olimpiyatları<br />

Alanında dünyanın sayılı organizasyonlarından<br />

biri olan Türkçe<br />

Olimpiyatları’nın perde arkasında<br />

her yıl hummalı bir çalışma<br />

gerçekleşiyor. Tasarımcısından<br />

sesçisine, yüzlerce insan bu<br />

renkli festivali hazırlamak için<br />

emek sarf ediyor.


Maddi Manevi<br />

Kazançlısınız<br />

7’den 70’e herkese hitap eden kitaplar<br />

%30 indirimle tüm NT Mağazalarında.


CÝHAN HABER AJANSI VE<br />

REKLAMCILIK A.Þ. ADINA<br />

SAHÝBÝ: ABDÜLHAMÝT BÝLÝCÝ<br />

YAYIN EDÝTÖRÜ: FAHRİ SÖKE<br />

YAYIN KURULU: HAKAN İNCE,<br />

BEYTULLAH DEMİR, GÜRAY DEMİR,<br />

CEBRAİL ÇİLESİZ, YAKUP ŞALVARCI,<br />

CEMALETTİN ÇANDIR, HAMDİ ÖZEN,<br />

H.İBRAHİM EKİZ, ERDAL İNCE,<br />

YÜKSEL DURGUT, RAMAZAN SOLAK,<br />

AKİF ELBİSTAN, İLYAS GÜNEY<br />

GÖRSEL YÖNETMEN: FEVZÝ YAZICI<br />

SAYFA TASARIM: SEMİH GÖRTÜRK,<br />

DURMUŞ ÖZELÇİ<br />

SORUMLU MÜDÜR: ERDAL ÝNCE<br />

KAPAK TASARIM: ADNAN SARIKABAK<br />

FOTOÐRAFLAR: SELAHATTÝN SEVÝ,<br />

ALÝ ÜNAL, TUR GUT EN GÝN,<br />

KÜRÞAT BAYHAN, İSA ŞİMŞEK,<br />

MUSTAFA KÝRAZLI, BAHAR MANDAN,<br />

ONUR ÇOBAN<br />

TASHÝH: NAİL TAN<br />

ÝNGÝLÝZCE ÇEVÝRÝ: UFUK ÖZSOY<br />

REK LAM GRUP BAŞKANI:<br />

MUZAFFER KILIÇARSLAN<br />

PAZARLAMA DİREKTÖRÜ:<br />

ZÝYA YILDIRIM<br />

REKLAM SATIŞ YÖNETÝCÝLERİ:<br />

FATMA BETÜL FINDIKOĞLU<br />

DERYA KIRBAŞ - MUSA USTALAR<br />

SEDA ŞENER - ORHAN BEYAZIT<br />

ÜMRAN ÇELİK- FATMA SARE AKGÜN<br />

REKLAM REZERVASYON:<br />

Tel: 0212 454 88 09<br />

BASKI:<br />

NEŞE MATBAACILIK<br />

Tel: 0212 886 83 30<br />

YÖNETÝM YERÝ:<br />

Fevzi Çakmak Mah. A. Taner Kışlalı<br />

Cad. No: 6 34194 Yenibosna/Ýstanbul<br />

Tel: 0212 454 88 88 (Pbx)<br />

Faks: 0212 639 49 76-77<br />

www.cihan.com.tr<br />

www.cihandergi.com<br />

2013/05-06 YIL: 10 SA YI: 52<br />

MAYIS - HAZİRAN<br />

ISSN: 1304-4575<br />

Yayýnlanan yazý ve fotoðraflarýn bütün<br />

haklarý CÝHAN HABER AJANSI’na aittir. Kaynak<br />

gösterilmeden alýntý yapýlamaz. Ýlanlarýn<br />

sorumluluðu sahiplerine aittir.<br />

EDİ TÖR<br />

FAHRİ SÖKE<br />

f.soke@cihan.com.tr<br />

CİHAN, ödülleri topluyor<br />

Türkiye’nin her noktasında ulusal gündemin<br />

nabzını tutan Cihan Haber Ajansı<br />

muhabirleri ve kameramanları, tarafsız<br />

ve hızlı habercilik deneyimlerini başarıya<br />

dönüştürmeye devam ediyor.<br />

Cihan Haber Ajansı kameramanı<br />

Abdurrahman İtik, ‘Darülaceze sakinleri<br />

yalnızlıklarını atölyelerde vakit geçirerek<br />

unutmaya çalışıyor’ konulu çalışmasıyla,<br />

Medya Etik Konseyi’nin Görüntülü<br />

Haber Etik Ödülü’nü aldı.<br />

Helikopterinin düşmesi sonucu hayatını<br />

kaybeden merhum Muhsin Yazıcıoğlu<br />

ile ilgili çarpıcı haberlere imza atan<br />

muhabir Köksal Akpınar’a, bu yıl ilk defa<br />

verilen Muhsin Yazıcıoğlu Basın Ödülleri<br />

Özel Haber dalında ödül verildi.<br />

Türkiye Haber Kameramanları Derneği<br />

tarafından düzenlenen ödül gecesinde,<br />

Cihan Haber Ajansı (CİHAN)<br />

kameramanı Yalçın Kaya’ya “Okeye<br />

Dördüncü” görüntüsüyle Yılın En İyi<br />

Haber kategorisinde mansiyon ödülü<br />

layık görüldü.<br />

Kendisi yüzme bilmemesine rağmen,<br />

otomobiliyle sulama kanalına düşen<br />

anne ve bebeğini kurtaran Cihan Haber<br />

Ajansı muhabiri Burhan Demirci ise<br />

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından<br />

ödüle layık görüldü.<br />

Ödül alan muhabir ve kameraman arkadaşlarımızı<br />

tebrik ediyoruz.<br />

Aylar önce Suriye’de kaybolan Filistinli<br />

gazeteci Bashar Kadumi’nin eşi Arzu<br />

Kadumi, 2 çocuğuyla birlikte eşinden<br />

bir haber almayı bekliyor. Umudunu<br />

yitirmeden eşinin yolunu gözleyen<br />

Arzu Kadumi, Cihan Medya Haber<br />

Dergisi’ne konuştu. Arzu Kadumi, savaş<br />

muhabirliği tecrübesi bulunmayan eşinin<br />

çelik yeleksiz olarak Suriye’ye gönderilmesine<br />

sitem ediyor.<br />

Ekonomistlerin ‘Ayşe teyze’ ifadesini<br />

kullanmasının kendisini irite ettiğini<br />

belirten Süleyman Yaşar, bürokrasi<br />

ve akademi dünyasından ekonomi yazarlığına<br />

geçen isimlerden. Cihan Haber<br />

Ajansı Ekonomi Editörü Ramazan<br />

Solak, ekonomi yazarlığı, faiz lobisi ve<br />

güncel konular üzerine Süleyman Yaşar<br />

ile konuştu.<br />

Günde 60 milyon gazetenin satıldığı<br />

Japonya’da medya kuruluşları, objektif<br />

haber yapmanın ve olaylara tarafsız<br />

bakabilmenin yolunu Akil Adamlar<br />

formülüyle çözmüş. Türkiye’de yaşanan<br />

çözüm süreci sebebiyle gündemde<br />

olan Akil Adamlar’ın Japonya’daki gazeteler<br />

için karşılığı gazetenin objektif<br />

haber yapması ve krizler karşısında gazetenin<br />

tutumunu net sağlayabilmesi.<br />

Japonya’nın en çok satan üçüncü gazetesi<br />

olan Mainichi’nin Editörü Yamada<br />

Michiko ile muhabir arkadaşımız Tuncay<br />

Kayaoğlu görüştü.<br />

Magazin gazeteciliği denilince akla<br />

ilk gelen isimlerin başında geliyor Aykut<br />

Işıklar. Mesleğe daha 19’unda Hürriyet<br />

ile ‘merhaba’ diyen Işıklar, cemiyet<br />

ve sanat dünyasını merceğe alan haberleriyle<br />

ses getirdi. Sanatçıların topluma<br />

duyarlı olmadığından da dert yanan<br />

Işıklar, “Bunların hepsi kendine âşık,<br />

kendine hayran, mazoşist, kendinden<br />

başkasını tanımayan, hiç kimseyi sevmeyen<br />

insanlar. Bunlar parayı, gösterişi<br />

seven tipler. Aralarında halkına duyarlı,<br />

gelirinin dörtte birini dağıtan var<br />

mı” diyor. Şu sıralar Bugün’de yazan<br />

Aykut Işıklar, cemiyet hayatı, sanatçılar<br />

ve medya ile ilgili Cihan Medya Haber<br />

Dergisi’nin sorularını cevapladı.<br />

Mütevazı şartlarda başlayan ve<br />

bugün dünyanın sayılı organizasyonları<br />

arasında gösterilen Türkçe<br />

Olimpiyatları’nın 11.si başlıyor. Dünyaya<br />

Anadolu’nun renk ve desenlerini anlatmaya,<br />

kültürler arasında barış ve sevgi<br />

köprüleri kurmaya çabalayan Türkçe<br />

Olimpiyatları ’na bu sene 140 ülkeden 2<br />

bin öğrenci katılacak.<br />

İyi okumalar dileğiyle.....


RENKLERiN DiLi<br />

6 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

Podyuma annesiyle çıktı<br />

49. Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu’nun<br />

şampiyonu Torku Şekersporlu Mustafa<br />

Sayar, kupayı Cumhurbaşkanı Abdullah<br />

Gül’ün elinden aldı. USAME ARI / İSTANBUL1<br />

80 ülkeden 600 âlim İstanbul’da<br />

2<br />

Yeni Ümit ve Hira dergilerinin ortaklaşa<br />

düzenlediği “Ortak Yol Haritası: İcma ve<br />

Kolektif Şuur” konulu uluslararası sempozyum,<br />

İstanbul Kongre Merkezi’nde yapıldı.<br />

TURGUT ENGİN/ İSTANBUL


3<br />

Muhteşem İshak Paşa<br />

2006’da başlayan restorasyon çalışmaları<br />

büyük ölçüde tamamlanan İshak Paşa’nın<br />

tüm güzellikleri gün yüzüne çıkartıldı.<br />

OSMAN YAKUT / AĞRI<br />

MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

7<br />

4Teşekkürler Fenerbahçe<br />

UEFA Avrupa Ligi’nde yarı finale yükselerek<br />

tarihî bir başarı elde eden Fenerbahçe,<br />

Benfica engelini aşamayıp kupaya veda etti.<br />

M.BURAK BÜRKÜK / LİZBON


8 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

Bu televizyonda<br />

yayın akışı beş vakit<br />

Irmak TV, güne<br />

sabah namazıyla<br />

başlıyor. Kanal,<br />

yayın akışını beş<br />

vakit namazın<br />

etrafında şekillendiriyor.<br />

Sabah<br />

kuşağında kadınlara<br />

yönelik programlar<br />

yayınlanıyor.<br />

En ilgi çekecek<br />

yapıtlardan<br />

biri de hizmet<br />

annelerinin anlatıldığı<br />

program.<br />

BÜNYAMİN KÖSELİ<br />

llah ve Resulü’nün mesajını herkese duyurmak<br />

gayesiyle yayın hayatına başla-<br />

A<br />

yan Irmak TV’nin doğuş hikâyesi bundan<br />

üç yıl öncesine dayanıyor. Kanalın genel müdürü<br />

Süleyman Sargın, “İnsanlara dini anlatacaksanız<br />

çok hassas davranmanız gerekiyor çünkü<br />

anlattıklarınız bir referans olacak.” diyor.<br />

Çok kısa bir süre önce yayın hayatına başlayan<br />

Irmak TV’nin genel merkezine adım attığımızda<br />

tatlı bir telaş göze çarpıyor ilkin. Bilgisayarlarının<br />

başında hummalı bir çalışma yürüten<br />

personelin simalarında yeni bir televizyon kanalının<br />

doğuşuna tanıklık etmenin mutluluğu var.<br />

Televizyonun genel müdürü Süleyman Sargın,<br />

ekibiyle birlikte toplantı yapıyor. Tek bir gayeleri<br />

var, o da Allah ve Resulü’nün mesajını herkese<br />

duyurmak... Sargın, Irmak TV’nin açılış gecesinde<br />

kanalın yayın felsefesini mütevazı bir şekilde<br />

şöyle özetlemişti: “Dinî program yapan televizyon<br />

kanallarına rakip değil, kardeş olarak geldik.<br />

Hedefimizde Allah rızası ve Resulü’nün hoşnutluğu<br />

var. Temsil ettiği hakikatin kutsiyetine yakışır<br />

bir mahiyet ve ciddiyette olmaya gayret edeceğiz.<br />

Türkiye’de dinî içerikli çok sayıda program<br />

var. Irmak, onlara kardeş olarak geldi. Rakip olarak<br />

değil. Onların ayak izlerini başına taç yapacak<br />

ve hiçbir rekabete girmeyecektir. Sizin düşünceleriniz,<br />

yönlendirmeleriniz bizim için yol gösterici<br />

olacak. Bu, siz izleyicilerin kanalı olacaktır…”<br />

Irmak TV’nin doğuş hikâyesi bundan üç yıl<br />

öncesine dayanıyor. Sürekli Kur’an meali yayınlayan<br />

bir radyo ilham kaynağı oluyor. Ve “Acaba<br />

Fethullah Gülen Hocaefendi’nin kasetlerini yayınlayan<br />

bir radyo kurulamaz mı” fikri oluşuyor.<br />

Konu, bir vesileyle Hocaefendi’ye soruluyor.<br />

Hocaefendi, her zamanki tevazuu gereği pek sıcak<br />

bakmıyor teklife. Ancak kendisine, böyle bir<br />

radyonun büyük bir boşluğu dolduracağı, kendisini<br />

bugüne kadar hiç dinleme fırsatı bulamayan<br />

kitleler için bir kolaylık sağlayacağı dile getiriliyor.<br />

En sonunda radyoyu kurmak için harekete<br />

geçiliyor. Türkiye genelinde yayın yapan İstanbul<br />

merkezli bir radyonun frekans hakkı satın<br />

alınıyor. İsmi, Radyo Cihan konuluyor.<br />

Hocaefendi’nin vaazlarını yayınlayan radyo,<br />

kısa süre içinde dinleyicilerinin beğenisini kazanıyor,<br />

büyük bir teveccüh alıyor, toplumun farklı


MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

9<br />

kesimlerinin hüsn-ü kabulüne mazhar oluyor.<br />

Radyonun e-posta adresine teşekkür<br />

ve övgü dolu mesajlar gönderiliyor, tebrikler<br />

yağıyor. Zaman Gazetesi yazarı Abdullah<br />

Aymaz, köşesinde bu e-postalardan bazılarını<br />

yayımlamıştı. Yayımlanan e-postalar,<br />

radyonun nasıl da sadra şifa olduğunu gösteriyordu:<br />

“Arabada geçirdiğimiz vakit boşa<br />

gitmiyor. Rabb’im hizmetinizi daim eylesin.<br />

Lütfen bu yayın akışını değiştirmeyin... Çok<br />

güzel böyle...”, “Bu sesi Brezilya’da dinliyorum...<br />

Ezan, Kur’an hasretini buradan gideriyorum.<br />

Allah emeği geçen herkesten râzı<br />

olsun.”, “Ben inşaat işçisiyim. Akşama kadar<br />

duvar örerken, hep zamanımı nasıl değerlendireyim<br />

diye düşünürdüm. Tâ ki sizi bulana<br />

kadar... Allah ebeden râzı olsun.”<br />

Radyodaki sese gösterilen bu teveccüh<br />

bir başka hizmet müessesesinin doğmasına<br />

vesile olur. Radyo Cihan’a gönderilen<br />

e-posta ve mektuplarda aynı formatta bir televizyon<br />

talebi seslendirilir. Hocaefendi’yle<br />

konuşma imkânı bulan pek çok kişi de böyle<br />

bir eksikliğin olduğunu ifade eder. Hatta<br />

Hocaefendi’ye söz konusu talebi içeren<br />

mektuplar da ulaşır. İşte böylesine bir ihtiyaç<br />

talebiyle Irmak TV yayın hayatına başlar.<br />

IRMAK, 80’E YAKIN PERSONELİN GAYRETLERİYLE<br />

EVLERİMİZE AKIYOR<br />

Irmak TV ekibi özellikle son üç aydır yoğun<br />

bir çalışma içindeydi. Feza Gazetecilik<br />

bünyesinde yayın yapan televizyon, Zaman<br />

Gazetesi’nin merkez binasında çalışmalarına<br />

başladı. Programlar ise şimdilik<br />

Bayrampaşa’da bir stüdyoda çekiliyor. Kanal<br />

için kendi alanlarında uzman görsel yönetmenler,<br />

yayın editörleri, kameramanlar<br />

ve ilahiyatçılar bir araya getirildi. Daha sonra<br />

bir yayın kurulu oluşturuldu. Bu kurul büyük<br />

bir titizlikle Hocaefendi’nin kasetlerini<br />

tek tek inceledi, konularına göre yirmişer<br />

dakikalık bölümler haline getirdi. Vaaz ve<br />

sohbetlerin başka ne gibi formatlarla seyirciye<br />

ulaştırılabileceği konusu tartışıldı, tartışılmaya<br />

da devam ediyor. Irmak’ın zahmetli<br />

bir hazırlık sürecinden sonra akmaya başladığını<br />

ifade eden Sargın, “İnsanlara dini anlatacaksanız<br />

çok hassas davranmanız gerekiyor<br />

çünkü anlattıklarınız bir referans olacak.<br />

Dinin ruhuna uygun davranmanız gerekiyor.”<br />

diyerek altına girdikleri manevî sorumluluk<br />

duygusunu özetliyor.<br />

24 SAAT DOLU DOLU YAYIN YAPIYOR<br />

Kanal, güne sabah namazıyla başlıyor. Yayın<br />

akışını beş vakit namazın etrafında şekillendiriyor.<br />

Sabah kuşağında kadınlara<br />

yönelik programlar yayınlanıyor. En ilgi çekecek<br />

yapıtlardan biri de hizmet annelerinin<br />

anlatıldığı program olacağa benziyor. Bütün<br />

bir hayatlarını talebelere burs bulmaya,<br />

eğitim faaliyetlerine destek vermeye adayan<br />

annelerin hikâyeleri ekranlara taşınacak.<br />

Irmak TV Genel Müdürü Süleyman<br />

Sargın, yayın akışıyla ilgili bilgi verirken sözü<br />

televizyon dünyasındaki keşmekeşliğe<br />

getirerek şunları söylüyor: “Günlük hayatın<br />

gürültüsünden, patırtısından insanlar<br />

sıkılıyor. Ekranlarda insanı tamamen dünyevi<br />

bir varlık olarak kabul eden içerikte<br />

yayınlar yapılıyor. Cinsellik, şiddet, ihanet,<br />

kavga, düşmanlık ve yalan bizi eğlendirmiyor,<br />

aksine vaktimizi çalıyor.” Sargın’a<br />

göre işte tam bu noktada Irmak TV büyük<br />

bir boşluğu dolduracak. Kanalın yayın akışı,<br />

bir Müslüman’ın 24 saati nazara alınarak<br />

ayarlanmış. Hatm-i şerifler, Cevşenler,<br />

günlük dualar, Kulûbu’d-Dâria, Kırık Dilekçe,<br />

tesbihat ve Hak dostlarının dillerinden<br />

sohbetler yayınlanıyor. Aile ve çocuklara<br />

hitap etmenin yanında hep ruhanî bir<br />

duyarlılıkla hareket ediliyor. Yurtdışındaki<br />

Türk okullarında çalışan öğretmenlerin<br />

fedakârlığını anlatacak bir program da izleyicilerin<br />

beğenisine sunulacak.<br />

İsim, tevazu ve mahviyeti simgeliyor<br />

Süleyman Sargın, kanal için seçilen<br />

ismin tevazu ve mahviyeti simgelediğini<br />

söylüyor. Tek gayesi hakikat okyanusuna<br />

kavuşmak olan Irmak, kimselere tepeden<br />

bakmıyor, kibirlenmeden, böbürlenmeden<br />

her gittiği yere hayat götürüyor Sargın’a<br />

göre. Herhangi bir ticari kaygıyla yola çıkmadıklarının<br />

altını çizen Sargın, “Gazete,<br />

dergi ya da televizyonlar yayın hayatına<br />

başlamadan önce piyasa araştırması yapar,<br />

ticarî kaygılarla arz ve talebi ölçmeye çalışır.<br />

Normalde arz talebi yönetirken bizde talep<br />

arzı yönetti. Hocaefendi neredeyse 50 yıldır<br />

vaazlarda, sohbetlerde Hakk’a hakikate<br />

tercümanlık yapıyor. İslâm’ın güzelliklerini<br />

kendi muhteşem beyanıyla gergef gergef<br />

işliyor insanların gönüllerine. Yüzlerce<br />

kaseti var. Bu çok büyük bir hazine. Böylesine<br />

büyük bir hazineyi izleyicilerle buluşturmayı<br />

hedefliyoruz.” diyor.<br />

ÇOCUKLAR DA UNUTULMADI<br />

Irmak TV’de çocuklar da unutulmamış. Kanal,<br />

nitelikli bir çizgi filmi yayına sokmaya<br />

hazırlanıyor. Çocuklara dinî vecibeleri anlatacak<br />

olan çizgi film, sabah ve öğleden sonra<br />

belirli saatlerde izlenebilecek. Kanal, gündüz<br />

kuşağında ağırlıklı olarak Hocaefendi’nin<br />

vaazlarını izleyicilerle buluşturacak. İlim Ufku<br />

programı tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf<br />

konularında, insanlara genel bilgileri<br />

verecek ve akıllara takılan soruları cevaplandıracak.<br />

Çeşitli üniversitelerden kendi alanlarında<br />

uzman hocalar her programda belli<br />

bir konu başlığı üzerinde duracak ve katılımcıların<br />

sorduğu soruları cevaplandıracak.<br />

Ayrıca şehir şehir gezilerek tarihî camilerde<br />

El-Kulubu’d-Daria isimli dua kitabı okunacak.<br />

Bizim Yuvamız isimli program da farklı<br />

şehirlerden yayın yapacak.<br />

Alanında isim yapmış psikologlar, aile<br />

içi iletişim uzmanları konferanslar düzenleyecek.<br />

Kanal, bu konferansları ekranlara<br />

taşıyacak. Ayrıca Hayata Derkenar<br />

başlığı altında çeşitli konularda küçük<br />

hatırlatmalar yapan, öğütler veren<br />

animasyonlar yayınlanacak.


10 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

SURİYE’DE KAYBOLAN FİLİSTİNLİ GAZETECİ BASHAR KADUMİ’NİN EŞİ ARZU KADUMİ:<br />

‘Eşimi Suriye’ye çelik<br />

yeleksiz gönderdiler’<br />

HÜSEYİN AYDIN<br />

ayıp yakını olmanın çok ağır olduğunu<br />

söylüyor Arzu Kadumi.<br />

K<br />

O aylardır kendisinden haber alınamayan<br />

Filistinli gazeteci Bashar Fehmi<br />

Kadumi’nin eşi. İki çocuğu ile birlikte<br />

hayat arkadaşının yolunu gözlüyor.<br />

Sesini duyurabilmek için her hafta Suriye<br />

Konsolosluğu önünde eylem yapıyor.<br />

“Ne zamana kadar eylem yapmaya devam<br />

edeceksiniz” diye sorduğumuzda,<br />

“Eşimden haber alıncaya kadar” cevabını<br />

veriyor. Yüreğindeki acı o kadar taşmış<br />

ki, ne zaman eşinden söz açılsa gözyaşlarını<br />

tutamıyor. Eşinin savaş muhabirliği<br />

tecrübesinin bulunmadığını anlatan<br />

Arzu Kadumi, onun çelik yeleksiz olarak<br />

Suriye’ye gönderilmesine sitem ediyor.<br />

Cihan Medya Haber Dergisi'ne konuşan<br />

Arzu Kadumi, eşi ile üniversite<br />

yıllarında tanıştıklarını söyledi. İki çocukları<br />

olduğunu anlatan Kadumi, eşi<br />

ile birlikte geleceğe yönelik hayalleri<br />

olduğunu belirterek şöyle devam etti:<br />

"Eşimle ortak istediğimiz bir şey vardı.<br />

Gelecekte Kudüs’e yerleşmek istiyorduk.<br />

Kendisine şöyle bir süre biçmişti.<br />

Üç yıl en fazla çalışıp, ondan sonra<br />

Kudüs’e yerleşmeyi planlıyordu. ‘Orada<br />

artık hayatımızı devam ettiririz’ diye,<br />

ikimiz de bu fikri benimsemiştik.<br />

Her Filistinli için Kudüs vazgeçilmezdir.<br />

Ailesi orada, orada doğmuş ve büyümüş.<br />

Evleri Mescid-i Aksa’ya çok yakın.<br />

O Kudüs’ten hiçbir zaman vazgeçmedi.<br />

Burayı hep bir gurbet olarak gördü.<br />

Hep kafasında Kudüs’e dönme düşüncesi<br />

vardı. Ben bunu hep bildim. Evlenirken<br />

de bunu bilerek eşimle evlendim.<br />

Ben de Kudüs’ü çok seviyorum.<br />

Kudüs benim için dünyanın en güzel<br />

şehri. Biz Kudüs’e gidip orada 20 gün<br />

veya bir ay kalıyorduk."<br />

Eşinin uluslararası birçok medya<br />

kuruluşunda çalıştığını dile getiren Kadumi,<br />

onun çelik yeleksiz Suriye’ye<br />

gönderilmesine sitem etti. Eşinin savaş<br />

muhabirliği tecrübesinin de bulunmadığını<br />

aktaran Kadumi şunları söyledi:<br />

“Eşimin çelik yeleği yoktu. Çelik yeleği<br />

olsaydı belki karnından yaralanmayacaktı.<br />

Ben hayatta nasibe ve kadere<br />

inanırım. O ayrı. Onu ayrı bir yere koyuyorum<br />

ama tedbirli de olmak gerekir.<br />

Bu konuda bir tedbir yok. Ne savaş eğitimi<br />

almış bir muhabir var ne de üzerinde<br />

çelik yeleği var. Bunların vebali<br />

ağırdır. Sorgulanması gerekir. Sigortasız<br />

çalıştırıyorlardı.”<br />

Son görüşmelerinde eşinin kendilerinden<br />

dua istediğini aktaran Kadumi,<br />

“Bana son görüşmemizde şöyle dedi:<br />

‘Ben yarın Halep’e gidiyorum. Dua<br />

edin benim için.’ Oğlumla da konuştu.<br />

Biz dua ettiğimizi söyledik. Ama ben<br />

Halep’e gitmesinden hiç memnun olmadım.<br />

Bunu biliyordum ama onu duymak<br />

beni çok rahatsız etti. Halep’e girdikten<br />

sonra telefonunu kapatmıştı. Bir


MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

11<br />

daha da ulaşamadım.” dedi.<br />

Gazeteci milletinin de vefasız olduğunu<br />

düşünen Kadumi, “Ben eşimin<br />

kendi arkadaşlarından bile desteğe geleni<br />

görmedim. Üç-beş arkadaşı vardı,<br />

fazla da yoktu. Beni her gören onu övüyordu.<br />

Kendisinin ne kadar yardımsever<br />

olduğunu anlatıyorlar ama destek<br />

noktasında fazla yok diyebiliriz.” şeklinde<br />

konuştu.<br />

Son olarak çocuklarının psikolojik<br />

tedavi amaçlı yardım aldığını anlatan<br />

Kadumi, “Çocuklar babaları hakkında<br />

benim bildiğimi biliyorlar. Babası<br />

Suriye’de dönecek biliyorlar. Ben onları<br />

pedagoga götürüyorum. Özellikle onların<br />

ümidini kırmamamı söyledi psikiyatrist<br />

bana. Enes özellikle babasının<br />

döneceğini düşünüyor; ama bana şöyle<br />

diyor: ‘Babamın başına bir şey gelmişse<br />

bunu benden saklama, ben artık büyüdüm’<br />

Eşimin hayatta olup olmadığını<br />

ben de bilmiyorum. Bilmediğim gerçeği<br />

söyleyemem. Ben de sabrediyor ve bekliyorum.”<br />

ifadelerini kullandı.<br />

‘İSTANBUL’DAN TRENE BİNİP KUDÜS’E GİT-<br />

MEK İSTİYORUM’<br />

Bashar Kadumi, Cihan Haber Ajansı’nın<br />

İBB Kültür A.Ş. adına hazırladığı ‘Yabancı<br />

Gazetecilerin Gözüyle İstanbul’ konulu<br />

kitap projesinde İstanbul ve Kudüs’e<br />

olan sevgisini kaleme almıştı. İşte o yazı:<br />

“Sadece dört yıl kalacaktım bu şehirde.<br />

Okul bitinceye kadar... Bakıyorum da<br />

on beş yıl geride kalmış. Dile kolay tam<br />

on beş uzun yıl.<br />

Çocukluğumu geçirdiğim şehirden,<br />

Kudüs’ten nasıl kopamadıysam<br />

İstanbul’dan da öyle kopamadım.<br />

İstanbul-Kudüs arasında mekik dokudum<br />

uzun seneler. Biri doğduğum,<br />

öbürü doyduğum şehirdi. Gel zaman<br />

git zaman, İstanbul’dayken Kudüs’ü,<br />

Kudüs’teyken de İstanbul’u özler oldum.<br />

Ne yalan söyleyeyim pek çok insan<br />

gibi İstanbul’da yaşamaktan sonsuz<br />

bir haz aldım.<br />

Birbirlerine öyle çok benziyor ki Kudüs<br />

ve İstanbul. Aynı ananın iki evladı<br />

gibiler... Geçmişleri ne kadar kadimse,<br />

gelecekleri de bir o kadar parlak. Aralarındaki<br />

benzerlik; sokaklarına, taşlarına,<br />

insanlarına, atmosferlerine, hemen<br />

her ayrıntısına sirayet etmiş bu iki şehrin.<br />

Ama İstanbul… Yaşananların izlerini,<br />

attığınız her adımda başka hangi şehirde<br />

böyle güçlü hissedebilirsiniz ki Ve hangi<br />

şehre böyle sımsıkı bağlanabilirsiniz<br />

Doğu’nun gizemli şehri Kudüs ve<br />

yüzünü hem doğuya hem de Batı’ya<br />

dönmüş İstanbul. Sokakları, mimarisi,<br />

yaşayan halkı, ibadethaneleri hep birbirine<br />

benziyor. Ha eski Kudüs’ün güneş<br />

girmeyen daracık sokaklarında yürümüşsünüz,<br />

ha Kapalıçarşı’da, Mısır<br />

Çarşısı’nda. Manzara farklı bile olsa<br />

Çamlıca’dan İstanbul’u seyretmekle,<br />

Zeytin Dağı’ndan Kudüs’e bakmak aynı<br />

coşkuyu verir insana. Kudüs’te yasemin<br />

ağaçları arasında içilen bol şekerli<br />

ve naneli çayın kokusu, Çorlulu Ali Paşa<br />

Medresesi’nde elma kokulu nargilenin<br />

dumanına karışır. Eminönü’ndeki<br />

çıngıraklı şıracılar, Kudüs’te Harrup dağıtır.<br />

Piyerloti bir aşkı hatırlatır bize, İstanbul<br />

aşkını. Öyle kadirşinas bir sevgilidir<br />

ki İstanbul, kendisini sevenin ismini<br />

verir bir tepesine. Şehirlerinin manevî<br />

havasını teneffüs etmek isteyen inananlar,<br />

İstanbul’da Süleymaniye’ye koşarlar,<br />

Kudüs’te Mescid-i Aksa’ya. Sanki<br />

bir bayram havası ya da bir iftar vaktidir<br />

bu vakitler. Bu manevi iklim sarar insanı;<br />

gelen bir daha dönmek istemez.<br />

Tarih boyunca öyle çok sevilmiş,<br />

öyle el üstünde tutulmuştur ki bu iki<br />

şehir, onları istiladan korumak için<br />

surlar inşa edilmesi boşuna değildir.<br />

Takdiri İlahi, o büyük, heybetli surlar<br />

Kudüs’ü Selahaddin’den nasıl saklayamadıysa,<br />

İstanbul’u da Fatih Sultan<br />

Mehmet’ten saklayamamıştır. Ve<br />

Kudüs huzuru Selahaddin’le, İstanbul<br />

Fatih’le bulmuştur.<br />

Üç dinin kutsal saydığı Kudüs ve<br />

Peygamber’in hadisine, övgüsüne mazhar<br />

olan İstanbul… Bugün bu iki şehir<br />

güçlü duruşlarını, içinde barındırdıkları<br />

manevî hazinelere borçlular belki de.<br />

Doğu’nun ağırbaşlı, hüzünlü, çileli<br />

çocuğu Kudüs bugün hüzünlü duruşuna<br />

rağmen vakarından bir şey kaybetmemiştir.<br />

Öte yandan İstanbul’u<br />

Kudüs’ten farklılaştıran yönü modern,<br />

Batıya dönük yüzüdür. Dünyanın en büyük<br />

metropollerinden biri olan İstanbul,<br />

tezatları kendi bünyesinde çatıştırmadan<br />

birleştirmeyi iyi bilmiş; eskiyle yeniyi,<br />

Doğu’yla Batı’yı harmanlamış, üstüne<br />

üstlük geçmişin görkemli mirasını günümüze<br />

taşımayı da başarmıştır.<br />

Henüz orayı görmeyenlerden yolu<br />

bir gün Kudüs’e düşenler, iki şehir arasındaki<br />

inanılmaz bağı hissetmekte zorlanmayacaktır.<br />

Hayır, sizin için yabancı<br />

bir memleket değildir orası. İnsan kendi<br />

kardeşinin evinde misafir olabilir mi hiç<br />

Kudüs’le İstanbul kardeş değil mi Konuşulan<br />

lisan farklı olsa bile gönlümüzün<br />

dili ortak değil mi<br />

Hâlâ şiirler onlara; şarkılar, marşlar<br />

onlara ve resimlerde hâlâ onlar var. Ve<br />

dünya döndükçe İstanbul ve Kudüs hep<br />

arzulanacaklar.<br />

Bu istek değil mi ki Hicaz<br />

Demiryolu’nu İstanbul’dan başlatan,<br />

Kudüs’e bağlayan, oradan da kutsal topraklara<br />

ulaştıran… Yorgun, mahzun beldelere<br />

İstanbul’dan, ab-ı hayat ulaştırmayı<br />

amaçlayan. Geçmişte kalan bu yolculuğun<br />

özlemi, İstanbul özlemi hâlâ devam<br />

etmekte gönüllerde...<br />

Geçmiş, an, gelecek… İstanbul hep<br />

İstanbul… Her zaman güçlü, dimdik ve<br />

örnek…<br />

Kudüs; kadim, vakur, çileli, ismi anıldığında<br />

gözler yaşartan…<br />

Bir gün İstanbul’dan trene binip,<br />

Kudüs’e gitmek istiyorum. Aradaki mesafelere<br />

inat, hayat suyunu götürmek istiyorum.<br />

Haydarpaşa’dan kalkan tren, gün<br />

olur belki yine Kudüs’e gider…”


12 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

Osman Akkuşak’a<br />

yazılarını kalemle<br />

yazıyor olmasından<br />

mülhem olsa<br />

gerek “kalem<br />

efendisi” deniyor.<br />

Kendisi de bunu<br />

teyit ederek arkadaşlarının<br />

yazılarını<br />

kalemle yazıyor<br />

olmasından<br />

dolayı kendisine<br />

“kalem efendisi”<br />

dediklerini ifade<br />

ediyor.<br />

ALTMIŞ YILLIK ‘KALEM<br />

EFENDİSİ’ OSMAN AKKUŞAK:<br />

“Sağcı ve solcu<br />

aydınların<br />

birbirini<br />

dışlamaları<br />

hataydı”<br />

HAKAN İNCE- SALİH KUL<br />

sman Akkuşak, altmış yıl önce kalemle başlayan<br />

O<br />

yazı hayatını hâlâ kalemle devam ettiriyor. Burada<br />

“kalem” vurgusu yapışım boşuna değil, neredeyse<br />

tüm yazarların yazılarını dijital ortamda yazdığı<br />

günümüzde eski alışkanlığını devam ettirerek kalem kullanmaya<br />

devam eden bir isim Akkuşak...<br />

Kütahya’nın Emet ilçesinde 20 Ağustos 1931 tarihinde<br />

dünyaya gelen Akkuşak’ın yazı hayatı 1952 yılında yani<br />

henüz 21 yaşındayken başlar. İstanbul Ekspres, Son Telgraf,<br />

Adalet, Zafer, Dünya, Tecüman, Son Havadis, Zaman, Güneş,<br />

Ortadoğu, Türkiye gazetelerinde yazılar yazan Akkuşak yazı hayatını<br />

Yeni Şafak’ta devam ettiriyor.<br />

“Yazılarımı hâlâ kalemle yazıyorum.” diyen Akkuşak, müs-


FOTOĞRAF: TURGUT ENGİN<br />

vedde olarak yazdığı yazıların gazeteye<br />

giriş hikâyesini şöyle anlatıyor: “Evde<br />

yazılarımı müsvedde kâğıtlara yazıyorum.<br />

Alışmışım, bir saat içinde en geç<br />

yazım biter. Gazeteye telefon ediyorum,<br />

bir araba gönderiyorlar. Atlar giderim.<br />

Vakit müsaitse aşağı iner, bir yemek<br />

yerim. Değilse saat 16.00’ya kadar<br />

zaten yazının yetişmesi gerekir. Orada<br />

çocuklar vardır, birine yazdırırım. Sonra<br />

çıkış alırlar, düzeltilecek bir yer var mı<br />

yok mu diye kontrol ederim, ilave edilecek<br />

bir yer varsa ilave ederim. Yazmak...<br />

Gönlünüzle ruhunuzla yazıyorsunuz.<br />

Beyninizle yazıyorsunuz. Sizi tedirgin<br />

eden bir şey, bir eksiklik varsa rahat<br />

edemezsiniz. Ben bir kelimeyi değiştirmek<br />

için kaç kere telefon etmişimdir...<br />

Böyle bir alışkanlık var.”<br />

Akkuşak’a yazılarını kalemle yazıyor<br />

olmasından mülhem olsa gerek “kalem<br />

efendisi” deniyor. Kendisi de bunu teyit<br />

ederek arkadaşlarının, yazılarını kalemle<br />

yazıyor olmasından dolayı kendisine “kalem<br />

efendisi” dediklerini söylüyor.<br />

Akkuşak’ın yazılarında en çok dikkat<br />

çeken şey büyük harf kullanmaması.<br />

Bunun nedenini sorduğumuz Akkuşak<br />

“Ben büyük harfin bir fonksiyonu,<br />

bir vazifesi, bir misyonu olduğuna kani<br />

değilim. Noktadan sonra diğer cümleye<br />

başlarken büyük harf yapalım diyorsunuz.<br />

Ben bunu iki nokta yapıyorum. Büyük<br />

harften vazgeçtim, büyük harf kazma<br />

dişi gibi... Özel isimlerin hepsinin ilk<br />

harfi büyük, bunların ne gereği var Ya<br />

siyah yap ya tırnak içine al, yahut hiç dokunma.<br />

Anlaşılmıyor mu zaten Zaten<br />

cümlenin gelişinden, isimlerin kendisinden<br />

anlaşılmıyor mu Büyük harf yaparken<br />

ikide bir duraklıyorsun, dikkatin<br />

dağılıyor, zaman kaybediyorsun yazar-


14 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

ken. İşin ahengini bozuyor. Eski Türkçede<br />

büyük- küçük harf mi vardı”<br />

SAĞCI VE SOLCU AYDINLAR BİRBİRİNİ ANLA-<br />

MAZLIKTAN GELDİ<br />

Söz konusu Cumhuriyet’in seksen yıllık<br />

döneminin altmış yılını kapsayan bir yazı<br />

hayatı olunca ünlü yazarlarla tanışıklığın<br />

olmaması da mümkün değil. Akkuşak’ın<br />

bu minvalde birçok isimle hatıraları bulunuyor.<br />

Bunların en başında ise Necip Fazıl<br />

Kısakürek geliyor. Daha sonra bu isimler<br />

arasında Osman Yüksel Serdengeçti, Peyami<br />

Safa, Abdi İpekçi, Halid Rıfkı Atay,<br />

Mehmet Kaplan, Ahmet Kabaklı, Nihat<br />

Sami Banarlı, Mümtaz Faik Fenik, Cihat<br />

Baban, Refi Cevat Dolunay, İsmail Hami<br />

Danişmend, Raif Ogan, Fahreddin Kerim<br />

Gökay ve daha birçok yazar bulunuyor.<br />

Akkuşak, İsmail Hami Danişmend’in<br />

Şişli’deki evinde her hafta cumartesi günleri<br />

sohbet olduğunu belirterek “Danişmend,<br />

8-9 dil bilen bir adamdır. Sümerce,<br />

Uygurca vesaire. Onun Şişli’deki evinde<br />

her hafta cumartesi günü düzenlenen sohbete<br />

Hamdullah Suphi, Seyfi Orhon gelir,<br />

Raif Ogan, Fahreddin Kerim Gökay gelirdi…<br />

Daha kimler gelmezdi ki... İsmail Hami<br />

Danişmend’in evinde çok yazar, şair,<br />

edebiyatçı ve devlet adamı ile tanıştık. 60’lı<br />

yıllarda her hafta giderdim. Bana ‘Molla’<br />

derdi. Ben ortaya sualler atardım, müzakereleri<br />

kızıştırırdım. Arif Dündar diye edebiyata<br />

hâkim, eski valilerden birisi vardı. Bana<br />

bir gün ‘Osman Bey çok zeki bir insansınız.<br />

Ortaya attığınız suallerle bu büyük<br />

edebiyatçıları meşgul ediyorsunuz.’ dedi”<br />

Akkuşak, Kemal Tahir ve kitabı<br />

“Devlet Ana” ile ilgili ilginç bir bilgiyi<br />

şöyle aktarıyor: “Çağdaş Türk Yazarları<br />

Komisyonu üyesiyim. Komisyonda<br />

Mehmet Kaplan, Nihat<br />

Sami Banarlı, Tarık Buğra,<br />

Ahmet Kabaklı, Ahmet Mühip<br />

Dıranas, Kenan Akyüz, Muharrem<br />

Ergin, Faruk Kadri Timurtaş<br />

var. Mehmet Kaplan,<br />

Kemal Tahir’in ‘Devlet<br />

Ana’ romanını basmayı<br />

teklif etti. Komisyon Başkanı<br />

Nihat Sami Banarlı,<br />

‘Hayır, ben solculuğu<br />

Türk gençliğine tavsiye<br />

etmiş bir adamın kitabını<br />

tavsiye edemem.’ dedi.<br />

Buz gibi bir hava… Ve<br />

karar alınamadı. Basılamadı.”<br />

Akkuşak, tam da bu noktada bir tespitte<br />

bulunarak “Lüzumsuz ideolojilerden,<br />

saplantılardan dolayı Türkiye’nin sağ<br />

ve sol aydınları birbirine cephe aldı.” diyor<br />

ve ekliyor: “Mesela Nazım Hikmet gerçek,<br />

mükemmel bir Türk şairidir. Benim onunla<br />

ilgili eserim duruyor hâlâ, bastıracağım.<br />

Nazım Hikmet, iktisadiyat hakkında, liberal<br />

ekonomi yahut devlet ekonomisi hakkında<br />

derin malumatı olan bir adam değil<br />

ama şiiri çok güzeldir. Rusya’ya gittiği vakit<br />

gerçekleri anlıyor ama iş işten geçmiş.<br />

O hakiki bir Türk’tür, hakiki bir vatanperverdir.<br />

Hakiki bir Osmanlıdır. O, dilin güzelliğini<br />

kullanıyor. ‘Gülüm’ diyor. ‘Gülüm’<br />

lafını kim söyler Türkçeyi en güzel<br />

şekilde ifade eden söyler. Türkçeyi bilen ve<br />

kullanan adamdır Nazım Hikmet.” Kendi<br />

kuşağının en büyük eksiğinin birbirini<br />

anlamamazlıktan gelmek olduğunu kaydeden<br />

Akkuşak şu tespiti yapıyor: “Solcusunda<br />

da güzel adamlar var, sağcısında<br />

da. Ama birbirlerini anlamazlıktan geldiler.<br />

Sağcı ve solcu aydınların birbirlerini<br />

dışlamaları hataydı.”<br />

NECİP FAZIL’IN SAATİ<br />

Akkuşak’ın altmış yıllık yazı hayatında<br />

Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in ayrı bir<br />

yeri var. Bir dönem Necip Fazıl’ın yanında<br />

çalışan Akkuşak, Üstad’ı “Üstad, büyük<br />

elem, ızdırap çeken bir adamdır, hafakanlarla<br />

dolu bir adamdır.” diye anlatıyor.<br />

Necip Fazıl’ın hatıralarını anlattığı “Yılanlı<br />

Kuyudan” kitabında kendisinden<br />

bahsettiğini ifade eden Akkuşak şunları<br />

söylüyor: “Ben Üstad’ın günlük gazete<br />

çıkardığı vakit edebiyat sayfası yaptım.<br />

Büyük Doğu’da edebiyat sayfası çalıştım.<br />

Benim bir Serkisof köstekli saatim vardı.<br />

Üstad’la beraberken bana saatin kaç olduğunu<br />

sordu. Saati çıkarınca ‘Aa, Osman,<br />

Serkisof mu Bakayım ona’ dedi, çıkardım<br />

verdim. Çok güzel olduğunu söyleyince<br />

‘Üstad’ım, beğendinizse size armağanım<br />

olsun’ dedim. Önce kabul etmek istemedi<br />

ama ben ‘Benim için size bir armağan sunmak<br />

şereftir Üstad’ım’ deyince kabul etti.<br />

Üstad hapse girince saat yere düşmüş,<br />

hapishane hatıralarında o saatten bahsediyor.<br />

‘Yakınlarımdan Osman Akkuşak’ın<br />

armağan ettiği saat’ diyor.”<br />

Konu Necip Fazıl olunca söz bir şekilde<br />

siyasete geliyor. Necip Fazıl’ın Adnan<br />

Menderes ile ilişkilerini sorduğumuz Akkuşak<br />

şunları anlatıyor: “Menderes’in yanına<br />

ben fazla girmedim. Bir iki sefer tokalaştık,<br />

bir iki konuşmasını dinledim o kadar. Şahsi<br />

münasebetim olmadı. Üstad, Menderes’le<br />

olan görüşmelerini ‘Girdim odasına ciddi<br />

konuları konuştuk. Halk Partisi’ni, İsmet<br />

Paşa’yı, önemli siyasî konuları konuştuk.<br />

İkimiz de öfkeliyiz, kızgınız.’ diye anlatıyor.<br />

Bana kalırsa Üstad, Menderes’i tahrik etti.<br />

İnönü aleyhine, Halk Partisi aleyhine tahrik<br />

etti... Üstad olmasaydı belki daha yumuşak<br />

münasebetler kurulacaktı. Üstad’ın rekabet<br />

duygusu, siyaset duygusu, şahsî emellerini<br />

tahrik ediyordu, teşvik ediyordu. Bana<br />

öyle geliyor ki Üstad, Menderes’i çok<br />

fazla tahrik etti.”<br />

Menderes’in, kabinedeki müşteki<br />

olduğu isimlerden Necip Fazıl’a bahsettiğini<br />

kaydeden Akkuşak, “Menderes,<br />

Üstad’a ‘Altımda var bir ağır yük,<br />

üstümde var bir ağır yük, iki şey arasında<br />

kaldım.’ demiş. Menderes’in üsttekinden<br />

bahsettiği Cumhurbaşkanı Celal<br />

Bayar, alttaki ise Başbakanlık Müsteşarı<br />

Ahmet Salih Korur. Korur masondu, mason<br />

olduğu biliniyordu. Bunu bilen bilirdi<br />

zaten. Pek dile getirilmezdi. Üstad bilirdi<br />

ve dile getirirdi. Cesur adamdı, masonlardan<br />

korkmazdı.” diyor.


16 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

Vehbi Koç için yazdığı<br />

kitap müzelik oldu<br />

Osman Akkuşak, bir gün otobüste Tercüman<br />

Gazetesi’nden tanıdığı Can Kaya<br />

ile karşılaşır. Kaya, emekli olduğunu<br />

şimdi ise Vehbi Koç’un basın müşavirliğini<br />

yaptığını söyleyince Akkuşak,<br />

Vehbi Koç’un “Hayatımın Hikayesi”<br />

isimli kitabını okuduğunu belirterek<br />

Koç’un tavsiyelerinin ve konuşmalarının<br />

bir broşür haline getirilirse<br />

gençliğe çok faydası dokunacağını ifade<br />

eder. Kaya, kendilerinin buna benzer<br />

bir çalışma yapmak istediklerini belirterek<br />

Vehbi Koç’un konuşmalarını,<br />

konferanslarını ve ayda bir çıkan “Sesimiz”<br />

isimli gazetede yazdığı yazıları bir<br />

kitap haline getirmesini Akkuşak’tan<br />

ister. Bunun üzerine Akkuşak çalışmaya<br />

başlayarak Vehbi Koç’un konuşma,<br />

konferans ve yazılarını derler. Akkuşak,<br />

350 sayfa tutan çalışma bitince Halkla<br />

İlişkiler Müdürü Tuğrul Kudatgu Bilig,<br />

Can Kaya, Koordinatör Erdoğan Karakoyunlu<br />

ile bir araya gelir. Akkuşak’ın<br />

çalışma için talep ettiği 2 milyon 500 bin<br />

lira çok bulunur. İşin başında bir anlaşma<br />

yapmamakla hata ettiğini anlayan<br />

Akkuşak kendisine teklif edilen 945 bin<br />

lirayı kabul eder.<br />

Akkuşak, yaklaşık 15-20 gün sonra<br />

Can Kaya’nın teklifi üzerine Vehbi<br />

Koç’a bir bayram tebriği yazar. Akkuşak<br />

“Benim münasebetsizliğim.” diye<br />

niteliği bir de not yazar tebriğin altına<br />

ve şöyle der: “Kitaplarınız, konuşmalarınız<br />

hakkında hazırladığım eserin değerini<br />

komisyon en alt seviyeden tespit<br />

etti. Haksızlık olduğu kanaatindeyim,<br />

bilginiz olsun diye haber veriyorum.”<br />

Akkuşak’ın bunu yazmasındaki sebep<br />

Vehbi Koç’un yapılan haksızlığı düzelteceğine<br />

olan inancıdır. Akkuşak’ın bu<br />

olayı “Benim münasebetsizliğim” diye<br />

nitelemesi ise bitmiş, anlaşması yapılmış<br />

bir işin tekrar hatırlatılmasından dolayı...<br />

Ancak, Vehbi Koç’un hazırlanan<br />

eserden dolayı bir ücret ödendiğinden<br />

haberi yoktur. Olay Koç’a “Bir yazar sizin<br />

konuşma ve konferanslarınızı derlemiş”<br />

diye intikal ettirilmiş. Vehbi Koç,<br />

Tuğrul Kudatgu Bilig’e “Siz bir de para<br />

mı ödediniz buna” diye tepki göstererek<br />

Akkuşak’a ödenen 945 lirayı Tuğrul<br />

Kudatgu Bilig’in maaşından kestirir.<br />

Durumu Can Kaya’dan öğrenen Akkuşak,<br />

Vehbi Koç’la görüşmek ister ancak<br />

muvaffak olamaz.<br />

Akkuşak, hazırladığı kitabın akıbetini<br />

sorduğu Can Kaya’dan çalışmanın<br />

basılmayacağı, müzeye konulacağı<br />

bilgisini alır.<br />

MİT’e çalışan<br />

gazeteciler<br />

Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ve<br />

gazetecilerin ilişkileri, her dönemin<br />

merak edilen ve konuşulan<br />

konularından. Akkuşak’a kendi<br />

döneminde de ismi MİT ile anılan<br />

gazeteciler olup olmadığını sorduğumuzda<br />

şu cevabı veriyor: “Abdi<br />

İpekçi boş birisi değildi. Ya menfi<br />

manada ya da müspet manada<br />

devletin adamı idi ama tam bilemiyorum.<br />

Ama Mithat Perin’i<br />

biliyorum. Onun Menderes’in ve<br />

MİT’in adamı olduğunu herkes<br />

bilirdi. Kazım Akkaya vardı, o da<br />

MİT’in adamı idi. Servet Develioğlu<br />

MİT’in adamı idi. 12 Eylül olduktan<br />

sonra İstanbul Maarif (Milli<br />

Eğitim) Müdürü yaptılar onu.”<br />

Akkuşak, burada bir parantez<br />

açarak kendisinin Milliyet<br />

Gazetesi’nde çalışmasına vesile<br />

olan Abdi İpekçi ile ilgili bir konuyu<br />

paylaşıyor: “Gazetede çalışan<br />

Kemal Biselman diye birisi vardı.<br />

Milliyet’te Çetin Altan gibi köşe<br />

yazısı yazıyordu. Karakedi diye<br />

bir mizah dergisi çıkarmışlardı<br />

50’li yıllarda. Biselman’ı oradan<br />

tanıyorum. Bir kolu hafif çolaktır.<br />

Milliyet Gazetesi’nde Abdi İpekçi<br />

ile münakaşa etmişler. Biselman,<br />

İpekçi’ye ‘sen dönmesin’ demiş.<br />

İpekçi’nin ‘Derhal onu oradan kovun”<br />

diye emir vermesi üzerine Biselman<br />

gazeteden kovuldu.”<br />

Peyami Safa’yı Milliyet’ten çıkaran<br />

kişinin de Abdi İpekçi olduğunu<br />

söyleyen Akkuşak “Abdi bir<br />

sağ vurur, bir sol vurur, o böyledir.”<br />

diyor.


18 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

Baba Hayri: Gol atmasaydım<br />

evlenemeyecektim<br />

Yakın tarihimizde futbolseverlerin<br />

‘baba’ diye bağrına bastığı isimler yok<br />

gibidir. En son bu lakabı alan Hayri<br />

Ülgen’dir. Ülgen’in futbolculuğa başlaması,<br />

futbolculuğunun zirveye çıkması,<br />

sonraki yaşamı aynen klasik bir Türk<br />

filmi gibi gözüküyor.<br />

AHMET TEKİN<br />

ayri Baba veya Baba Hayri. Türk futbol tarihinde bugüne<br />

kadar birçok futbolcu, yeşil sahalarda boy gös-<br />

H<br />

terip adını tarihe yazdırıp köşelerine çekildi. Ancak<br />

bunlardan bazıları ise taraftarların gözünde o kadar değerli<br />

hale geldi ki onlara ‘baba’ lakabı verildi. Beşiktaş’ta<br />

büyük başarılar yakalayan Hakkı Yeten’e verilen ‘baba’<br />

lakabının ardından yakın tarihimize baktığımızda<br />

futbolseverlerin ‘baba’ diye bağrına bastığı isimler<br />

yok gibidir. En son bu lakabı alan Hayri Ülgen’dir.<br />

Anadolu’nun ücra köşelerinden birisi Şanlıurfa’da<br />

1956 yılında doğan Hayri Ülgen’nin, futbolculuğa<br />

başlaması, futbolculuğunun zirveye çıkması, sonraki<br />

yaşamı aynen klasik bir Türk filmi gibi gözüküyor. Aktif<br />

futbol hayatı ve teknik direktörlüğünün ardından şu anda<br />

Takvim Gazetesi’nin spor yazarlığının yanı sıra başta<br />

TRT olmak üzere birçok TV kuruluşunda yorumculuk yapan<br />

Hayri Ülgen, yaşadıklarını Baba Hayri adlı kitapta toplayarak<br />

okuyucuların beğenisine sundu.<br />

TOZLU SAHALARDAN GOL KRALLIĞINA GİDEN YOL<br />

Her Türk genci gibi futbolcu olmak isteyen Hayri Ülgen, mahalle<br />

aralarında tozlu topraklar arasında top koşturmaya başlar.<br />

Ancak aynı Türk filmlerinde olduğu gibi aileler o zamanın<br />

deyimi ile ‘Ne işin var topçulukta, oku adam ol veya bir<br />

meslek sahibi ol’ baskılarına başlar. Tabii ki yine günümüzde<br />

olduğu gibi küçük Hayri, babasından gizli gizli sokak aralarında<br />

futbol oynar. Oldukça yetenekli bu genç, tabiî ki birileri<br />

tarafından keşfedilir. Bu genç artık sokak aralarında tozlu<br />

sahalarda meşin yuvarlağın peşinden koşmaktadır. 10 yaşına<br />

gelen küçük Hayri, aşçı babasının karşısına dikilerek “Ben<br />

futbolcu olmak istiyorum.” der fakat babası kesinlikle buna<br />

izin vermeyeceğini söyler. Ancak o zamanlar küçük, çocuk<br />

olan Hayri Ülgen, futbolcu olmayı kafasına koymuştur. Çünkü<br />

onun için futbol topu bir yaşam biçimidir.<br />

O günleri gözleri dolarak anlatan Hayri Ülgen, kulüplerin<br />

kendisini maçlara götürdüğünü ve birçoğunu da babasından<br />

gizli yaptığını anlatıyor. Hatta bir gün Urfaspor’un deplasmanda<br />

Akçakalespor ile oynadığı deplasman maçına izinsiz<br />

giden Hayri Ülgen, babasının okula gitmediğini öğrenmesi<br />

üzerine de bir güzel dayak yediğini anlatıyor. Bu dayak<br />

olayından sonra da futboldan kopamayacağını anlayan<br />

küçük Hayri, Urfa’dan kaçarak futbolcu olmanın planları<br />

içine girer. Babasının karşı çıkmasına rağmen ağabeylerinin<br />

desteği ile Hayri Ülgen, mahalle takımı Kahramanspor’a<br />

seçilir, oradan da Şanlıurfaspor alt yapısına geçer. Hayri Ülgen,<br />

o günlere ait bir anısında da şunları anlatır: “Küçüklü-


MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

19<br />

ğümüzde lunaparklarda penaltı atışları olurdu.<br />

‘3 penaltı 10 kuruş, üçünü de atana 25<br />

kuruş’ verilirdi. Ben de her sıram geldiğinde<br />

penaltıları gole çevirir paraları alırdım. Bunu<br />

fark eden adamlar, ‘Paranı içerde vereceğiz’<br />

deyip beni bir odaya aldılar. ‘Nedir senden<br />

çektiğimiz’ diyerek beni bir güzel dövdüler.<br />

‘Sakın bir daha penaltı atmak için buraya<br />

gelme’ dediler. Küçücük çocukken yaşadığım<br />

bu anımı hâlâ unutamam.<br />

Hedefleri her zaman büyük olan Hayri<br />

Ülgen, bir şekilde büyük takımlarda oynamak<br />

istemektedir. Şanlıurfa’da kalsa bunu<br />

yapamaz. 13 yaşında İstanbul’da okuyan<br />

abisinin desteği ile İstanbul’un yolunu tutan<br />

Hayri Ülgen, ‘manevî babam’ dediği Mehmet<br />

Emin Bozanoğlu’nun yanında abisi ile<br />

birlikte komilik yaparken boş zamanlarda da<br />

yine mahalle aralarında futbol topunun peşinden<br />

kopmaz. Abisi ile bir göz odada yaşayan<br />

Hayri Ülgen, Davutpaşa Lisesi’nde okuluna<br />

devam eder. Bir taraftan çalışma hayatı,<br />

bir taraftan okul, bir taraftan futbol oynama<br />

isteği ve azmi... Bu zorlukların hiçbirisi<br />

onu yıldırmamıştır. Lokantanın müdavimleri<br />

olan İstanbulspor’un kalecisi Mete Bozkurt,<br />

onun futbolculuk hayalini bildiği için<br />

onu yapılacak seçmelere davet eder. Hatta<br />

seçmelere giderken hayatın ne kadar zor olduğunu<br />

görecektir. Çünkü cebinde yol parası<br />

olmayan Hayri Ülgen, Eyüp Stadı’nda yapılan<br />

seçmelerden sonra Çapa’ya yürüyerek<br />

geri dönmek zorunda bile kalmış. Seçildiğini<br />

öğrenen Hayri Ülgen için artık profesyonel<br />

futbol hayatı başlamak üzeredir. Gösterdiği<br />

başarılı performans sonuncunda İstanbul<br />

Amatör Karması’na çağrılan Baba Hayri,<br />

daha sonrasında Fenerbahçe’nin pilot takımı<br />

Çapa’ya transfer olur ve buradan A Milli<br />

Takım’a çağrılarak ‘Amatör takımdan A Milli<br />

Takım’a çağrılan ilk futbolcu’ unvanını, da<br />

alır. Hayri Ülgen, 1978 Dünya Kupası elemeleri<br />

için açıklanan 44 kişilik aday kadroda<br />

kendine yer bulur.<br />

İLK TRANSFER PARAMLA DÜKKÂN AÇTIM<br />

Çapa’ya transfer olduğu zaman kendisine<br />

verilen yüksek miktardaki parayı görünce<br />

neye uğradığını şaşıran Ülgen, ağabeyleri ile<br />

birlikte en azından bir yatırım olması adına<br />

bir dükkân bile açar. Hayri Ülgen ve ağabeyleri<br />

uzun bir süre bu dükkânı işletir.<br />

FENERBAHÇE’DEKİ GÜNLERİ<br />

Amatör takımdan A Milli Takım’a yükselmesi<br />

ve oynadığı takımlarda attığı goller<br />

dikkatleri üzerinde toplayan Hayri Ülgen,<br />

birçok kişinin kendisini dikkatle takip<br />

ettiğini bilmektedir. Özellikle Fenerbahçeli<br />

yöneticiler kendisini devamlı izlemektedir.<br />

Şanlıurfalı genç için artık Fenerbahçe<br />

dönemi başlamak üzeredir fakat<br />

bu durum fazla uzun sürmez. 21 yaşında<br />

Fenerbahçe’ye transfer olan genç futbolcu,<br />

aynı günümüzde olduğu gibi tecrübe<br />

kazansın diye Tekirdağspor’a kiralık verilir.<br />

Tekirdağspor forması ile başarılı bir sezon<br />

geçiren Hayri Ülgen, sezon başında tekrar<br />

Fenerbahçe’ye döner. Bu defada vatanî görev<br />

için yine Fenerbahçe’den ayrılmak zorunda<br />

kalır. Samsun’da askerlik yapan Ülgen,<br />

Samsunspor forması giymektedir. Fenerbahçe<br />

ile İstanbul’da oynanan maçta<br />

Samsunspor, Hayri Ülgen’in bir golü ve<br />

asisti ile Fenerbahçe’yi 2-1 yenmeyi başarır.<br />

Bir sonraki günün bütün gazetelerin manşetlerini<br />

Hayri Ülgen haberleri süslemektedir.<br />

Gazete manşetleri “Sarı-lacivertli defansa<br />

dalan Hayri, tek başına Fenerbahçe’yi<br />

parçaladı.” ile çıkmıştı. Bu olaydan sonra<br />

büyük kulüplerin Anadolu’ya kiralık olarak<br />

gönderdikleri futbolculara “Bize karşı oynanan<br />

maçlarda forma giyemez” maddeleri<br />

koydurmaya başladığını ifade ediyor.<br />

SARIYER, ONU ‘BABA HAYRİ’ YAPTI<br />

Fenerbahçe macerası istediği gibi gitmeyen<br />

Hayri Ülgen, Samsunspor’dan döndükten<br />

sonra bu defa Sarıyer’in yolunu tutar. O zamanın<br />

parası ile 2,5 milyon lira gibi yüksek<br />

bir para ile transfer gerçekleştirmiştir. Sarıyer<br />

forması altında o kadar başarılı sezonlar<br />

ve maçlar oynar ki herkesin sevgilisi konumuna<br />

gelmiştir. Taraftarlar, onu o kadar çok<br />

sevmektedir ki hâlâ Sarıyer’e gittiği zaman<br />

birçok kişi tarafından sevgiyle karşılanır. Taraftarların<br />

ona ‘Baba’ lakabını takmasını ise<br />

o günün heyecanı içinde Hayri Ülgen, şöyle<br />

anlatıyor:<br />

“Sarıyer için canımı dişime takarak oynuyorum,<br />

hatta bazı maçlarda sakat sakat<br />

forma giyiyorum. Taraftar benim sakat olduğumu<br />

biliyor ama takımım için özverimi<br />

de biliyor. Lüleburgazspor ile oynadığımız<br />

maçta sakat olduğum için antrenmanlara<br />

bile çıkmamıştım. Hoca beni ilk onbirde<br />

oynatmak istiyor. Bense sakat olduğum<br />

için oynayamayacağımı söyleyince mecburen<br />

yedekler arasında oturdum. Takım geriye<br />

düşünce tribünler Baba Hayri, Baba Hayri<br />

diye tezahürata başladı. Genel kaptan devre<br />

arasında soyunma odasında ‘Hayri ayağın<br />

kopsa da oynamalısın, başka çaremiz yok’<br />

dedi. Mecburen ikinci yarı sakat sakat sahaya<br />

çıktım. Ben ise ancak oyunda 20 dakika<br />

kalabilmiştim. 45. dakikada oyuna giren ben<br />

65. dakikada sahayı sedye ile terk etmek zorunda<br />

kalmıştım. Ancak ben bu sürede üç<br />

tane gol atmıştım. Sakatlanınca oyundan çıkarken<br />

bütün tribünlerde yine ‘Baba Hayri’<br />

tezahüratları vardı. Ben taraftarlarımızın bu<br />

bağırmalarını asla unutamam. Türk futbol<br />

tarihine baktığımız zaman 'Baba' lakabını<br />

alan futbolcu sayısı bir elin parmaklarını geçmez.<br />

O yüzden Sarıyer benim için hayatımın<br />

en güzel günlerinin geçtiği yerdir. 80 sonrası<br />

doğan çocukların isminin çoğu Hayri'dir.<br />

Halkla aramızdaki muhabbet bugün de devam<br />

ediyorsa, demek ki iyi işler yapmışız zamanında."<br />

GOL ATAMAZSAM EVLENEMEYECEKTİM<br />

Bir insanın en önemli günlerinden birisi de<br />

kuşkusuz düğününün olduğu günlerdir.<br />

Hayri Ülgen de, eşi Ayla Hanım ile düğün<br />

tarihini 30 Aralık 1980 olarak almışlar. Ancak<br />

Sarıyerspor’un 29 Aralık’ta Beykozspor<br />

ile çok önemli bir maçı vardır. Yöneticiler bu<br />

maçın mutlaka kazanılmasını istediği için takımı<br />

kampa almışlar ve Hayri Ülgen eve kaçar<br />

falan diye de ondan da evin anahtarlarını<br />

almışlar. Hayri Ülgen’e de “Bu maçı kazan,<br />

gerisini düşünme Baba Hayri” demişler.<br />

Hayri Ülgen devamını şöyle anlatıyor: ‘Arkadaşlara<br />

‘Benim için oynayıp maçı kazanalım,<br />

yoksa evlenemeyeceğim.” diyorum onlar da<br />

bana ‘Bize ne sen evleneceksin, 11 kişilik koş<br />

oyna, golleri at maçı kazan” esprisi yapıyorlar.<br />

Eksik kalmamıza rağmen benim attığım<br />

3 golle maçı kazanmıştık ve ben de ertesi günü<br />

rahat bir şekilde evlenebilmiştim.”<br />

RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN ÇENESİNİ KIRMASI<br />

Hayri Baba’nın en ilginç anılarından birisi de<br />

kuşkusuz Başbakan Recep Tayyip Erdoğan<br />

ile birlikte futbol oynaması ve bir pozisyonda<br />

Recep Tayyip Erdoğan’ın çenesini kırmasıdır.<br />

Mesela “Tayyip Erdoğan'ın çenesi kırıldı.”<br />

diye bir haber geçse, değil Türk med-


20 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

yası, dünya ajansları son dakika gelişmesi<br />

olarak duyurur bu olayı. Bundan 39 yıl önce<br />

bir maçta karşı karşıya gelir iki dost. Ülgen,<br />

Çapaspor'un forveti, Başbakan Erdoğan<br />

İETT'nin stoperidir. Hikayenin gerisini Baba<br />

Hayri'den dinleyelim: "Yıl 1974, soğuk bir<br />

kış günü. Eyüp Stadı tam bir çamur deryası.<br />

Ben Çapa'nın kaptanıyım, Tayyip Erdoğan<br />

da İETT'nin. Kazanırsak İstanbul şampiyonluğu<br />

için finale çıkacağız. Bizim mutlaka kazanmamız<br />

lazım. Çabalıyoruz ama gol atamıyoruz.<br />

Maçın bitmesine 20 dakika kalmış.<br />

İkili mücadelede sinirliyken geçirdim dirseği.<br />

Yere düştü. Acı içinde kıvranıyor. ‘Çenesi<br />

kırılmış' dediler. Ben golü attım ama maç<br />

1-1 bitti. Sonuç Anadoluhisarı şampiyon oldu.<br />

Olan Tayyip'in çenesine oldu."<br />

Hayri Ülgen, Başbakan Recep Tayyip<br />

Erdoğan’ın futbolcu kimliği hakkında şunları<br />

dile getiriyor: “Tayyip Bey, futbol takımında<br />

tüm maçlarını son derece ciddi bir yüz ifadesi<br />

ile oynardı… Hakemle, rakibiyle konuşurken<br />

o bildik ‘Kasımpaşa ağzı’ ile diklenir,<br />

karşısındakini sinirlendirirdi… Asla ve asla<br />

küfür etmezdi…”<br />

GALATASARAY’A NEDEN GİTMEDİM<br />

Sarıyerspor forması altında başarılı sonuçlar<br />

alan Hayri Ülgen, tabiî ki büyük takımların<br />

tekrar transfer listesine girmiştir. “Gazetelerde<br />

boy boy fotoğraflarım çıkıyor. Yönetim<br />

ise ‘Hayri ile şampiyonluk hedefliyoruz. Biz<br />

Hayri’yi satarsak taraftar bizi linç eder.’ diye<br />

satmak istemiyordu. Galatasaraylı Turgay<br />

Ece de bana ‘Biz seni almak istiyoruz. Sarıyer<br />

Kulübü vermiyor. Ben gazetecileri çağıracağım.<br />

Senin Galatasaraylı formanı çekeceğiz.<br />

Galatasaray’da oynamak istiyorum,<br />

diye açıklama yap. Böyle yaparsan transferin<br />

olur.’ dedi. O zaman ben de Turgay Ece’ye<br />

‘Bana gösterdiğiniz ilgi ve sevgi beni memnun<br />

etti. Ancak beni ben yapan Sarıyer taraftarlarına<br />

bunu yapamam. Halk beni çok<br />

seviyor. Baba Hayri lakabını takmışlar. Yıllarca<br />

futbol oynasam böyle bir sevgi saygı<br />

yakalanmaz Turgay abi. Ayrıca beni çok iyi<br />

tanıyorsun, asla insanları satamam. Yalan<br />

söyleyemem. Eğer kulübüm izin vermiyorsa<br />

onları zor durumda bırakamam. Para her<br />

şey değil. Bunun yanında kulübüm izin verse<br />

de ben o muhteşem Sarıyer seyircisinden<br />

izin almadan ayrılamam. diyerek teklifi kibarca<br />

reddettim…”<br />

BÜYÜK GOLCÜ, 23 DAKİKAYA 4 GOL SIĞDIRDI<br />

Oynadığı birçok takımda gol krallıkları yaşayan<br />

Hayri Ülgen, 23 dakika gibi kısa bir sürede<br />

takımına 4 gol kazandırdığı karşılaşmayı<br />

da asla unutmamaktadır. 77-78 yılında<br />

Tekirdağspor’da kiralık olarak forma giyerken<br />

sakat olduğu için ilk yarı oynayamaz.<br />

Takımın ona ihtiyacı vardır ama aslında<br />

bırakın koşmayı yürümesi bile imkansızdır.<br />

Mutlaka kazanılması gerektiği için hoca<br />

onu ikinci yarı sahaya sürer. Baba Hayri,<br />

50, 66, 88 ve 89. dakikalarda 4 gol atarak tarihe<br />

geçer.<br />

FUTBOLCULUĞUM SAYESİNDE HAYATTA KALDIM<br />

1980’li yıllarda Türkiye’de kaos ve kavga ortamı<br />

var. Bir gece Çapa’da evime dönüyorum.<br />

Çapa üniversite semti olduğu için hem<br />

sağcılar hem solcular bu semtte çok fazlaydı.<br />

Eve doğru yol alırken 3-4 kişi önümü kesip<br />

bir arabanın içine attı. Bana ‘Sağcı mısın solcu<br />

musun’ diye sordular. Ben de pratik zekâmı<br />

kullanarak ‘Ne sağcıyım, ne solcu. Ben futbolcuyum.’<br />

dedim. A Milli Takım’a seçildiğim<br />

gazete kupürlerini gösterince bundan bir<br />

şey olmaz diyerek beni bıraktılar. Futbolculuğum<br />

sayesinde hayatta kalmıştım.”<br />

ÇAVUŞESKU’NUN ÜLKESİNE NASIL GİRDİK<br />

“Günaydın Gazetesi'nde çalışırken, Galatasaray,<br />

Şampiyon Kulüpler Kupası yarı finalinde<br />

Hagi’nin de kadrosunda bulunduğu<br />

Steaua Bükreş ile eşleşmişti. Yıl 1989’du.<br />

İlk maç Romanya’daydı. Gazeteden İlker<br />

Ateş, Romanya'yı iyi bilen Hayati Telgeren,<br />

Ömer Güvenç ve ben, arabayla Romanya<br />

Hayri Ülgen kimdir<br />

yolunu tutmuştuk. Yorucu ama tatlı bir yolculuktan<br />

sonra Romanya gümrük kapısına<br />

vardık. Türkiye'den ve çevre ülkelerden çok<br />

seyirci geldiği için gümrükte 4-5 kilometre<br />

kuyruk oluşmuştu. O zamanlar Nikolay<br />

Çavuşesku zamanıydı ve komünizm daha<br />

çökmemişti. Her şey çok sıkıydı. Askerler<br />

ve polisler nefes aldırmıyordu. Hele Türkleri<br />

daha çok sıkıştırıyorlardı. Baktım, bizim<br />

gümrükten geçmemiz en az 5-6 saatimizi<br />

alır. ‘Hayati abi’ dedim, ‘Bir şeyler yapmamız<br />

lazım.’<br />

Hayati abi devreye girip askerlerle konuştu.<br />

Benim getirdiğim Kent sigarasını götürerek<br />

onlara verdi. Çok geçmeden koşarak<br />

yanımıza gelip beni askerlerin yanına<br />

götürdü. Hayati abi, benim Türkiye’nin çok<br />

önemli bir ismi olduğumu, Türkiye’ye gelirlerse<br />

halledemeyeceğim hiçbir işin olmadığını<br />

söylemiş onlara... Tabii bunları söylediğinden<br />

bizim haberimiz yok.<br />

Gittik… 20 kadar asker… Önce beni<br />

tutuklayacaklar sandım. Sonra baktım,<br />

hepsi benimle fotoğraf çektirmek istiyor.<br />

20 kadar asker etrafımda pervane gibi dönüyor.<br />

İçlerinden biri arabamın anahtarını<br />

alıp hemen gümrükten geçirdi. İnanılmaz<br />

bir olay yaşıyorduk. Hayati abi daha sonra<br />

olayın gerçek yüzünü anlatınca çok gülmüş<br />

ve çok eğlenmiştik. Romanyalı askerler bize<br />

bir paket sigara için mi yardım etmişti yoksa<br />

benim gerçekten çok önemli bir kişi olduğuma<br />

mı inanmıştı diye hâlâ düşünür ve<br />

kendi kendime gülerim.”<br />

16 Nisan 1956 tarihinde Urfa’nın kenar<br />

mahallelerinden birinde doğdu. Çocukluk<br />

yılları hep fakirlik, yokluk içinde<br />

geçti. En büyük hayali olan futbolculuk<br />

için İstanbul’un yolunu tuttu. Bir taraftan<br />

lokantada çalıştı, bir taraftan okudu,<br />

bir taraftan da futbolculuk ideali için<br />

idmanlarını aksatmadı. İstanbulspor’da<br />

başlayan futbol serüveni; Çapaspor,<br />

Amatör Milli Takım, A Milli Takım, Fenerbahçe,<br />

Tekirdağspor, Samsunspor,<br />

Sarıyer, Vefa ve Taksimspor takımlarında<br />

devam etti. Futbola Kınalıadaspor’da<br />

nokta koyup teknik adamlığa soyundu.<br />

Kapalıçarşı ve Yayla İdman Yurdu’nu<br />

çalıştırdı. Takım çalıştırmadığı dönemlerde<br />

gazetecilik yaptı. Günaydın, Sabah,<br />

Fotomaç ve Takvim gibi gazetelerde<br />

çalıştı. Başta TRT olmak üzere çeşitli<br />

kanallarda yorumculuk yaptı. Gazeteciliğe<br />

ve yorumculuğa devam eden Hayri<br />

Ülgen evli, Begüm ve Betül adında iki<br />

kız evlat babası, Sarper adında da bir torunun<br />

dedesi.


22 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

FOTOĞRAF: KÜRŞAT BAYHAN<br />

MİLLİYET.COM.TR YAYIN YÖNETMENİ ERCÜMENT İŞLEYEN:<br />

Haber siteleri, gazetelere<br />

altın devrini yaşatıyor<br />

“Gazeteciliğin<br />

çok değerli olduğu<br />

bir dönem<br />

başlıyor bence.<br />

Kendini buna<br />

uyarlayan, böyle<br />

konumlayan ve<br />

bir internet sitesi<br />

ile bunu paylaşarak<br />

yapan gazete<br />

batmaz.”<br />

E<br />

UĞUR ESKİER<br />

rcüment İşleyen, Türkiye’de ‘haber sitesi’<br />

projesini ilk olarak hayata geçiren<br />

isim... 2000’li yıllarda internetteki yükselişi<br />

görerek ‘haber sitesi’ projesi hazırlayan<br />

İşleyen, Milliyet Gazetesi yönetiminin onayı<br />

ile Türkiye’nin ilk ‘eş zamanlı habercilik’ yapan<br />

internet mecrasını hayata geçirmiş.<br />

“Milliyet’e Türkiye’de öncü bir misyon<br />

yüklemek için geldim ve onu yaptım.” diyen<br />

İşleyen, şimdi, Türkiye’de en çok tıklanan internet<br />

siteleri arasında yer alan, Türkiye’nin ve<br />

Kıta Avrupası’nın en çok tıklanan haber sitesi<br />

milliyet.com.tr’nin Yayın Yönetmeni.<br />

“Bence internet, gazetelerin altın devrini<br />

başlatıyor. Herkes gazeteler bitecek diye bakarken<br />

ben altın devrinin başladığını düşünüyorum.”<br />

tespiti yapan İşleyen ile internet gazeteciliğini<br />

konuştuk.<br />

İşleyen, milliyet.com.tr’nin doğuşunu, “Yabancı<br />

gazete sitelerindeki farklılaşmayı gördüm.<br />

Gazetelerin kopyalarını okuduğumuz siteler<br />

değil, yeni ve kendisini yenileyen yayınlardı.<br />

İnsanların ilgisinin buraya gittiğini gördüm.<br />

Sonra herkes geldi ve herkes başarılı oldu.”<br />

sözleri ile özetliyor.<br />

Milliyet.com.tr, Avrupa’da üçüncü, Kıta<br />

Avrupası’nda ve Türkiye’de ise ‘en çok tıklanan’<br />

internet sitesi. “İstatistiklere fazla takılmamak<br />

gerekiyor.” diyor İşleyen ve devam<br />

ediyor: “Yani sadece birincilikle övünüyor olmak<br />

iyi bir şey gibi gelmiyor bana. Bununla<br />

paralel giden bir gelir artışından söz ediyor<br />

olmak lazım. Gelirin büyüyor olması, etkinliğinin<br />

artıyor olması lazım. Günümüz internet<br />

gazetecilik vizyonu aslında kendine sak-


lamak yerine paylaşmak ve manipüle<br />

etmek. Manipüle etmek derken, internet<br />

haberlerini bir yerden bir yerlere<br />

sürükleyebilmek. Şimdi biz o gücümüzü<br />

görebiliyoruz. Biz bir haberi<br />

girdiğimiz zaman bir başkasının da<br />

aynı haberi kullanıyor olmasından rahatsız<br />

değiliz. Kaynak göstermesi hoşumuza<br />

gidiyor. Bunu istiyoruz. Ama<br />

göstermedi diye de olay çıkarmıyoruz.<br />

Ama haberlerimizle bu dünyanın<br />

gündemini oluşturuyor olmak ve bu<br />

gücü elimizde tutuyor olmak bize çok<br />

önemli avantajlar sağlıyor.”<br />

“HEP ÖNCÜ OLMAK İSTEDİK”<br />

İşleyen, amaçlarının gündemi doğru<br />

takip ettirmek olduğunu vurguluyor:<br />

“Anlık dilimlerde bir kesit halinde Türkiye,<br />

dünya ve sporu verebilmek. Her<br />

geldiğinde yeni bir siteyle karşılaşmasını<br />

sağlayabilmek. Bunu yaparken gündemi<br />

oluşturmak. Sokağı, ofis ortamlarını<br />

etkilemek ve belirlemek. Ama bunu<br />

yaparken Milliyet’in geleneksel tarafsızlığından<br />

ödün vermemek.”<br />

Ercüment İşleyen, “Milliyet’te hep<br />

öncü olmak istedik.” diyerek, şunları<br />

ekliyor: “Öncülüklerimiz neler, mesela<br />

çoklu manşeti biz başlattık. Aslında<br />

dünyada yok. Yabancı sitelere bakarsanız<br />

bir tane manşet vardır. Bu bir<br />

manşet bana yetmemeye başladı. Bir<br />

gün ‘çok olsun’ dedim, ‘10 tane olsun’<br />

dedim. Şimdi olmazsa olmaz oldu.<br />

Sonra geçen sene tepelere de 3 haber<br />

koyduk. O da olmazsa olmaz olmaya<br />

başladı. Yani ihtiyacı görürseniz<br />

herkes sizi takip eder. Milliyet.tv,<br />

skorer.tv de bizim öncülüğümüzdür.<br />

Şu an geçmişten bugüne kadar internette<br />

video yayını yapan birçok site<br />

var. Ama biz düzenli, akışı olan, talebe<br />

bağlı yayıncılık yapan bir televizyon<br />

kanalı kurduk. Biz strateji olarak<br />

genişleyerek büyümekten yanayız ve<br />

bunları milliyet.com.tr’den parça kopararak<br />

yapmaya çalışıyoruz.”<br />

Gazetelerin geleceğini değerlendirmesini<br />

istediğimiz İşleyen’e göre,<br />

internet, gazetelere altın devrini yaşatıyor<br />

ve yaşatacak.<br />

İşleyen’in bu konudaki öngörüsü<br />

şöyle: “Gazeteler matbu baskıdan<br />

vazgeçmez. Bence internet, gazetelerin<br />

altın devrini başlatıyor. Benim öngörüm<br />

böyle. Herkes gazeteler bitecek<br />

diye bakarken ben altın devrinin<br />

başladığını düşünüyorum. Çünkü<br />

internet, haber verici olarak rutin<br />

haber yükünü üstleniyor. Gazetelere<br />

bunu analiz etme, yorumlama<br />

ve detaylandırma fırsatı veriyor. Burada<br />

muhabirlerin ve editörlerin kalitesi<br />

önemli. Bir adliye muhabiri belki<br />

avukattan daha iyi bilecek o yasaları.<br />

Parlamento muhabiri, parlamentonun<br />

işleyişini, süreçleri milletvekili<br />

kadar, grup başkan vekilleri kadar<br />

bilecek. Ekonomi muhabirleri piyasaya<br />

hakim olacak. Böylece iyi gazetecilerin<br />

ve gazeteciliğin çok değerli olduğu<br />

bir dönem başlıyor bence. Kendini<br />

buna uyarlayan, böyle konumlayan<br />

ve bir internet sitesi ile bunu paylaşarak<br />

yapan gazete batmaz. İnternet<br />

siteniz haber yükünü okuyucuya<br />

iletecek, siz de o haberlerin ne demek<br />

olduğunu aktaracaksınız. Yani ‘haber<br />

yapıcı’ internet, ‘fikir verici’ olan da<br />

kâğıt gazete. Bunu yapmayan, hâlâ<br />

haber almaya çalışan batar.”<br />

Haber sitelerinin ve Türk gazetecilerinin<br />

iyi işler yaptığını vurgulayan İşleyen,<br />

Türk gazetelerinin internet mecrasına<br />

iyi uyum sağladığını ve dünyadaki<br />

meslektaşlara göre daha başarılı olduklarını<br />

belirtiyor. İşleyen, “Çok iyi işler<br />

çıkarıyorlar. Bu işi belirleyen insanlar<br />

kâğıt gazeteden gelenler.” diyor.<br />

“MARKALI HABER DEĞERLİDİR”<br />

İnternet sitelerindeki haberlerin güvenilirliği<br />

konusunda da önemli tespitleri<br />

var İşleyen’in… “İnternette çok<br />

sayıda haber var. Bunların bir bölümü<br />

sahte haber.” diyen İşleyen, şunları<br />

vurguluyor: “Sadece sosyal medyadan<br />

bahsetmiyorum. İnternette aslı<br />

olmayan, manipüle ve speküle için<br />

Saraybosna<br />

kuşatmasında<br />

gazete çıkardı,<br />

direnişe şahitlik etti<br />

Ercüment İşleyen,<br />

Saraybosna kuşatmasının<br />

6. yılında Bosna’nın önemli<br />

gazetelerinden Osloboenje<br />

(Kurtuluş) gazetesinde çalışan<br />

ender gazetecilerden<br />

biri. İşleyen, Bosna savaşındaki<br />

gazetecilik anısını<br />

anlattı: “Osloboenje, savaşta<br />

her gün çıktı ve direnişin<br />

simgesi oldu. O gazetecilerle<br />

dayanışmak için, ateş<br />

altında her gün gazete çıkararak,<br />

çocukların sokak<br />

sokak gazete dağıtarak<br />

umut vermesine destek için<br />

dünyanın her yerinden bir<br />

gazeteden, bir gazetecinin<br />

kendi imkânları ile<br />

Saraybosna’ya girip, 1 hafta<br />

çalışması kararlaştırıldı.<br />

Türkiye’den ben seçildim.<br />

Çok zor girdim ve 1 hafta<br />

onlarla ve bütün dünyadan<br />

gazetecilerle çalıştım.<br />

Benim meslek hayatımın en<br />

güzel 1 haftasıdır. Çok tat<br />

aldım. O dayanışma ruhu, o<br />

insanların onurlu direnişi<br />

çok etkilemişti beni.”


24 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

yapılmış haber de çok. Önemli olan,<br />

markalı haber. Markalı haberler değerlidir.<br />

Cihan, güvenilir bir markadır. Cihan<br />

Haber Ajansı’nın haberi ise biz onu<br />

Cihan’ın bir muhabirinin imzasını kullanarak<br />

haberin güvenilirliğini ve ciddiyetini<br />

göstermiş oluyoruz. Benim ziyaretçim<br />

o zaman ‘doğru haber kullanıyor’<br />

diyor. Ama çok iddialı bir haber,<br />

imzasız, kaynağı belirsiz; o kuşku yaratır.<br />

Şu anda markalı haber önemli. Bundan<br />

10 yıl önce şöyle bir düşünce vardı;<br />

‘Büyük medya kuruluşları bitti, artık<br />

sermaye gerekmiyor, herkes büyük<br />

medya kuruluşu olabilir, internet sitesi<br />

açar’ vs. Öyle olmadı ama... Sebebi bu,.<br />

İnsanlar güvenilir haber arıyor. Çünkü<br />

herkesin bir şekilde eli, ağzı yandı bu işten,<br />

internetten okuduğu haberin asılsız<br />

çıkması ile ilgili... Dolayısıyla güvenilir<br />

markalar önem kazanıyor.”<br />

“GÖZLER NEREDE İSE REKLAM ORAYA GİDER”<br />

Haber sitelerindeki videolarda kullanıcıların<br />

en çok şikâyet ettiği konu, görüntülerdeki<br />

reklamlardır. Milliyet.com.tr, ‘her<br />

kullanıcıya bir kere gösterilen’ reklamlar<br />

seçiyor. ‘Haber sitesi uzmanı’ İşleyen’e<br />

internet sitelerindeki reklamları da sorduk.<br />

Aldığımız cevap şöyle:<br />

“Okur, televizyon izleyicisi, internet<br />

takipçisi; ‘para vermeyeyim, reklam<br />

da izlemeyeyim ve de çok iyi şeyler izleyeyim’<br />

tavrı var. Televizyonlarda da<br />

reklam görmek istemiyor. İnternette de<br />

‘çok reklam var’ diyor. ‘Paralı yapalım,<br />

abone yapalım’, onu da istemiyor. Ama<br />

buraların bir şekilde hizmetlerini devam<br />

ettirmeleri için gelir ihtiyaçları var. Bunlar<br />

abone hizmeti değil, dolayısıyla katlanacaklar.<br />

Bir videoya bir reklam olabilir.<br />

Her açtığın videoda reklam çıkıyorsa<br />

ona da yazık.”<br />

“Reklamverenler için televizyon ve<br />

internet giderek artan oranda daha cazip<br />

aslında.” diyen İşleyen, “Yükseliş<br />

buralarda. Çünkü gözler nerede ise<br />

reklam da oraya gider. İnternetin ölçümleme<br />

avantajı var. Reklamverene<br />

fırsat sunuyor. Kullandığı paranın her<br />

bir kuruşunun karşılığını alıp almadığını<br />

kendisi ölçüp görebiliyor. Bu da tabii<br />

ki artırıyor. Onların hedef kitlesi olan<br />

çalışan, 24-35 yaş arası nüfus sürekli<br />

burada. Dolayısıyla reklamverenler için<br />

cazip bir alan. Bütçelerini artırıyorlar.”<br />

ifadelerini kullanıyor.<br />

“İNTERNETTE MÜSTEHCENLİK<br />

YARIŞINA GİREMEZSİNİZ”<br />

Haber sitelerindeki müstehcen içeriklere<br />

getirilen eleştirileri de değerlendiren<br />

Ercüment İşleyen, “Müstehcenlik<br />

yarışına internette giremezsiniz. Buna<br />

oynadığınız zaman kaybedersiniz.” diyor<br />

ve şöyle devam ediyor: “Bir; mevcut<br />

imajınızı kaybedersiniz. İki mesela pornonun<br />

‘p’sini yazın yeter, sonra kusun.<br />

Böyle bir şeyle yarışamazsınız. Biz galeriler<br />

yapıyoruz ve artan oranda galerileri<br />

bir haberin fotoğraflarından oluşturmaya<br />

çalışıyoruz. Bundan sonra da bu<br />

artacak, böyle bir kararımız var. Bunların<br />

hepsi seçim. Her seçimin pozitif ve<br />

negatif sonuçları vardır. Bunları iyi hesaplamak<br />

lazım. Hesabı geleceğe dönük<br />

yapmak lazım. Bütün gazete siteleri<br />

bundan hızlı bir şekilde arınıyor.”


26 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

FOTOĞRAF: MEHMET YAMAN<br />

SÜLEYMAN YAŞAR:<br />

‘Ayşe teyze’<br />

ekonomistleri<br />

dinlese, fakir kalırdı


MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

27<br />

S<br />

RAMAZAN SOLAK<br />

üleyman Yaşar, bürokrasi ve akademi<br />

dünyasından ekonomi yazarlığına<br />

geçen isimlerden. Ancak yazdıkları<br />

pek bildiğimiz ekonomi yorumlarına<br />

benzemiyor. Yazılarını kaleme alırken dikkat<br />

ettiği noktayı, “Olayı net olarak anlatmak,<br />

ortaya koyabilmek, yapmaya çalıştığım şey<br />

bu.” diyerek özetliyor. Konuları anlatırken,<br />

‘Ayşe Teyze’ tarzı ifadeler kullanılmasını sert<br />

bir dille eleştiriyor. Hatta bu durumun kendisini<br />

‘irite’ ettiğini vurguluyor. Yaşar’a göre<br />

halk, yatırımını nereye yapacağını profesyonel<br />

iktisatçıdan dahi iyi biliyor.<br />

Ekonomi yazarlığı, faiz lobisi ve güncel konular<br />

üzerine konuştuğumuz Süleyman Yaşar,<br />

söze köşe yazarlığı ile ilgili düşüncelerini<br />

aktarmakla başladı. Özellikle ekonomi üzerine<br />

yazanların yaptığı bir başka iş varsa bunu<br />

mutlaka yazılarının sonunda belirtmeleri<br />

gerektiğine vurgu yaptı. Yaşar, Cihan Medya<br />

Haber Dergisi’nin sorularını cevapladı.<br />

Konuları bu kadar net, anlaşılabilir anlatmanızda etkili<br />

olan şey nedir Çarşı –pazar geziyormusunuz Ayşe teyze<br />

tavsiyeleri..<br />

O bir küçük görme ifadesidir bence. Ayşe<br />

teyze, Fatma abla, o halkı küçümsemektir.<br />

Halk bilmez yani. Sen Ayşe teyzeye anlatıyorsun.<br />

Yok öyle bir şey. Mesela doğru<br />

ekonomik tercihleri vatandaş gayet güzel<br />

yapabiliyor. Profesyonel iktisatçıdan daha<br />

iyi yapabiliyor. Yıllarca, altın tutmayın’ dediler.<br />

Ne oldu, birden bire altın fırladı, kâr etti.<br />

Halk yatırımını nereye yapacağını, profesyonel<br />

iktisatçıdan daha iyi biliyor. Siz konuşurken<br />

ifadenizi anlaşılır kılmanız lazım. Sen<br />

biliyor musun, yani. Diğerlerinde de var aynı<br />

durum, siyasette, hukukta. Her mesleğin<br />

jargonu vardır. Doğru ama meslektaşlar arasında<br />

konuşmuyorsun ki. Tamam halka göre<br />

yazman lazım, küçümsemeyeceksin ama.<br />

Bu laf beni irite ediyor, küçümsüyorsun karşındakini.<br />

Televizyona çıkıp; Ayşe abla bak…<br />

Yani Ayşe ablanın hiçbir şeyden haberi yok,<br />

bir sen biliyorsun, ona da kafana göre tavsiye<br />

veriyorsun. O kendini tanrı gibi üstten sesleniyor<br />

görüyor. Bir ekonomist çıkıyor mesela,<br />

efendim Türkiye 90. sırada diyor. Tamam peki<br />

sen iktisatçı olarak kaçıncı sıradasın Kaç<br />

makalen yayımlanmış yurtdışında, kaç makalene<br />

atıf yapılmış Bir de şöyle cari açık,<br />

back to back krediler, yurtdışından da çok yazı<br />

geldi. Biz bilmiyorduk bunları diye, çünkü<br />

hep gizlenmiş. Neden Çünkü siz medyaya<br />

hep banka ekonomistlerini çıkarmışsınız.<br />

Veya Hazine’den şurdan burdan hep faydalandığınız<br />

insanları hep medyaya çıkartmışsınız.<br />

Ve gizlenmiş her şey.<br />

Bir kişi profesyonel iş hayatı ile birlikte<br />

köşe yazarlığı yapıyorsa, bunu yazısının altında<br />

belirtmeli. Ben köşe yazarlığı yaptığım<br />

için herhangi bir şirkette çalışmıyorum, herhangi<br />

bir danışmanlık yapmıyorum. Yani<br />

para karşılığı profesyonel bir iş yapmıyorum.<br />

Sadece İstanbul Üniversitesi’nde ders veriyorum.<br />

Akademik bir iş yapıyorsanız bu köşe<br />

yazarlığı ile çelişmiyor. Bir bankanın, şirketin<br />

genel müdürü, yönetim kurulu başkanı,<br />

üyesi, danışmanı iseniz, ya da bir siyasi<br />

partide görevli iseniz; tabii ki yazı yazma<br />

özgürlüğü var ama altına köşeye belirtmeniz<br />

gerekiyor. Yazmadığınız takdirde size<br />

okuyucu normal gazeteci gibi algılıyor fakat<br />

ordan siz şirket çıkarlarına ilişkin görüşler<br />

öne sürebilirsiniz, bu anlaşılmaz olabilir. Siz<br />

gazeteci olduğunuz için hangi ağızdan söylendiğini<br />

okuyucu anlayamaz. O anlamda<br />

etik bir problemi yaratır. Bence Türkiye’nin<br />

de böyle bir problem var. Mesela faiz lobisi<br />

olarak bahsettiğim bu lobinin bu şekilde elemanları<br />

var. Bu kişiler çeşitli finans kuruluşlarında,<br />

çeşitli bankalarda çalışıyorlar fakat<br />

aynı zamanda köşe yazarlığı yapıyorlar. Bu<br />

bir yerde medya etiği açısından uyuşmuyor.<br />

Mesela Türkiye’nin notu. Bir köşe yazarı diyor<br />

ki; bu bilimseldir. Oysa Türkiye’nin notu<br />

hak etmediği derecede altta. Bilimsel olarak<br />

değerlendirilecekse A seviyesinde; Polonya,<br />

İsrail seviyesinde olmadı. Çünkü Türkiye’nin<br />

temel makroekonomik göstergeleri bu seviyeyi<br />

bize veriyor. Sadece bir kuruluş döviz<br />

cinsinden yatırım yapılabilir derecede tutuyor.<br />

Şimdi siz köşe yazarı olarak, bu bilimseldir<br />

diyorsanız; özel bir çıkarınız var demektir<br />

ya da bu ülkeye düşmansınız demektir.<br />

Çünkü; Türkiye’nin notu düşük olunca<br />

ne oluyor Faizler yükseliyor. Türkiye<br />

Cumhuriyeti Devleti, vatandaşları yüksek<br />

faiz ödüyor. Bu hepimizin cebinden çıkıyor,<br />

Türkiye’yi ekonomik kayba uğratıyor.<br />

Bu gazetecilere de haksızlık oluyor. Çünkü<br />

sadece parasını gazeteden alan kişiye haksızlık<br />

oluyor. Ayrıca gazeteciliğe de zarar vermeye<br />

başladı.<br />

Mesela IMF konusu da öyle. Şimdi<br />

Türkiye’nin kamu bütçesinde herhangi bir<br />

sorun yokken, siz tutup birkaç tane işadamı<br />

yurt dışında para batırdı diye IMF’den gidin<br />

35 milyar dolar alın, aman almanız lazım,<br />

çok iyi olur diyerek hükümete köşelerden<br />

baskı kurmaya kalkarsanız, bu da bence<br />

aynı şey. Altına yazmanız gerekiyor, nerde<br />

çalışıyorsunuz siz<br />

Bana bu tip teklifler geldi ama ben olmaz<br />

dedim. Bu, çıkar çatışması yaratır. O da dedi<br />

ki; hepsi yapıyor köşe yazarlarının. Kimler<br />

yapıyor dedim; saydı şunlar, şunlar. Allah,<br />

Allah dedim. Bu bana göre doğru bir<br />

şey değil.<br />

Derin Ekonomi kitabınızda bahsettiğiniz kriz lobilerinde<br />

de böyle bir ilişki var mıdır<br />

Var tabii. Şöyle: Türkiye 1961’den beri 19 defa<br />

IMF’ye gitti. Neredeyse 2,5 yılda bir anlaşma<br />

yapmışız. Şimdi bu paralar nereye gitti<br />

Kamu maliyesi bir yerde soyuldu, IMF’ye gidildi.<br />

Kim soydu Bu, vesayet rejimini kullananlar.<br />

Bakın; ilk defa 2004 yılında kamu


28 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

harcama tasarımında bir değişiklik olduğunu<br />

görüyoruz. Sağlık ve eğitim harcamaları,<br />

askerî harcamaların üzerine çıktı. O yıllarda<br />

darbe planı olduğu çıkıyor savcıların yazdığı<br />

iddianamelerde. Demek ki Türkiye’de<br />

bu vesayetçi rejim bütün bütçeyi de yönetmiş.<br />

Bunu değiştirmeye kalkanları da bir yerde<br />

derhal bir darbe planı yapılıyor. Uzun yıllar<br />

bu iş böyle gelmiş. IMF’den alınan paralar<br />

da hep bu şekilde hakim sınıf tarafından<br />

kullanılmış.<br />

Hatta bunu Adam Smith’ta 200 yıl önce<br />

anlatıyor, Milletlerin Zenginliği kitabında,<br />

diyor ki; tekelci bir işadamları kitlesi vardır,<br />

bunlar o ülkedeki, Çin’den bahsediyor, asker<br />

ve memur kitlesi ile anlaşırlar, bu kitle küçük<br />

üreticiyi ve esnafı, girişimciyi soyar, onların<br />

büyümesini engeller. Fakat bu tekelci zümre,<br />

bunlara yasaları istedikleri gibi yaptırırlar<br />

ve tekellerini daha da büyütürler diyor. Çok<br />

tanıdık geliyor değil mi Bugün Türkiye’ye<br />

bakıyorsunuz, aynı şey tekelci bir ‘İstanbul<br />

sermayesi’ dediğimiz bir zümre var. Bakıyorsunuz<br />

Anadolu sermayesini yok etmek için<br />

darbe planları… Şimdiye kadar bunlar pek<br />

bilinmiyordu, iktidar değişimi sonrası, iddianamelerden<br />

sonra ortaya çıktı. Benzeri bir<br />

yapı aynen Türkiye’de oluşturulmuş; sivil,<br />

asker, bir bürokrat kesim, bir tekelci elit işadamları<br />

zümresi, kendilerine göre bir ekonomi<br />

ayarlamışlar. Çatışmanın büyük nedeni<br />

de buradan kaynaklanıyor. Orta ve küçük<br />

girişimci ile tekelci girişimci çatışıyor, zaten<br />

onlara sömürü ve aracı olarak kullandırılan<br />

aracı sivil, asker, bürokrat, onlar da bu çatışmanın<br />

bir tarafındalar. Bakıyorsunuz; Cumhuriyet<br />

Halk Partisi, TÜSİAD ve TOBB ile işbirliği<br />

içinde karşı çıkıyor. Anayasa değişikliğinde<br />

bakıyorsunuz, TÜSİAD, TOBB, CHP<br />

birleşiyorlar. Türk Ticaret Kanunu değişiyor,<br />

TÜSİAD, TOBB; CHP’ye bir emir veriyor.<br />

İlk kanun değişikliği teklifini onlar gönderiyor.<br />

Bunun ardından hükümet ile anlaşılıyor,<br />

4 parti anlaşıp bu sefer hükümet tasarısı<br />

geliyor. Sistem öyle kurulmuş ki; aynı<br />

Adam Smith’in 200 sene önce anlattığı olay<br />

Türkiye’de cereyan etmiş.<br />

TOBB ve TÜSİAD’ın isimlerini açıkça zikrettiniz, TOBB’un<br />

yarı kamu niteliği de var. Vesayetçi anlayışa destek verdiklerini<br />

söylediniz. Son dönemde her ikisinde de yönetimler<br />

değişti, Anadolu sermayesi diyebileceğimiz şirketlerin<br />

yöneticileri iş başında. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz<br />

Hiçbir değişiklik olmadı, kozmetik şeyler<br />

bunlar. Bunlar yine tekelci sermayenin temsilcileri.<br />

TÜSİAD yönetimini kim seçti Oradaki<br />

dar bir kadro, ‘derin TÜSİAD’ diyorlar<br />

buna. Göstermelik bence, herhangi bir temel,<br />

yapısal değişiklik değil. Tabanden gelen<br />

bir değişiklik değil. Üyelerin tümü seçmiyor<br />

yönetimi.<br />

TOBB’a gelince, o da öyle. CHP ile bütün<br />

işi. Şöyle: TEPAV diye bir kuruluşu var.<br />

Son 7-8 yılın bir kuruluşu. CHP’nin bütün<br />

programlarını yazan o kuruluş ve oradan bilgileniyorlar.<br />

CHP, onun verilerine dayanıyor<br />

ve bu kuruluş sürekli bilgi kirliliği yaratıyor<br />

dikkat ederseniz. Nasıl Bütçe harcamaları<br />

çok yüksek, saklıyorlar, yalan söylüyorlar<br />

diye açıklamalar yapıyor.<br />

Eleştirel bir bakışla mı yorumluyor verileri<br />

Hayır, eleştirmiyor. Eleştiri ayrıdır. Bilgi kirliliği<br />

yaratıyor.<br />

Bunu kasti yapıyor diyorsunuz<br />

Kasti yapıyor tabii. Bütçe açık veriyor, saklıyorlar,<br />

yalan söylüyorlar diyor. Peki 10 yıldır<br />

mı böyle, bütçe açık veriyor, yalan söylüyorlar.<br />

10 yıldır nasıl yalan söyleyebilirsiniz<br />

siz, IMF’ye, Dünya Bankası’na. Onlar da<br />

geliyorlar. Mümkün değil. Bilgi kirliliği yaratıyorlar.<br />

İkincisi mesela nerde bilgi kirliliği<br />

yaratıyor Türk Ticaret Kanunu şeffaflığın<br />

artırılmasında yine bu TEPAV’ın hazırladığı<br />

rapor CHP’ye veriliyor. Hatta Faik<br />

Öztrak bu rapora dayanarak, bunu TOBB<br />

başkanı da söylüyor, 6 milyar lira şirketlere<br />

denetim yükü getirilecekti, biz değiştirttik<br />

diyor. Bu da tamamen bilgi kirliliği, doğru<br />

değil. Neden Eğer firmalar denetlenseydi<br />

Türk Ticaret Kanunu’nun bu yeni hükümlerine<br />

göre, o hükümler değiştirilmeseydi, bugün<br />

KOBİ’ler, küçük şirketler çok daha ucuza<br />

kredi alacaktı. Neden Çünkü denetlenmiş<br />

bilançoya kredi veriliyor. Siz şimdi denetimi<br />

kaldırdığınız zaman banka bilançonuza<br />

güvenmediği için, diyelim yüzde 10-11 ile<br />

kredi kullanacaklar, 19-20 ile kullandırıyor.<br />

Tefecinin eline düşürdüler şu an.<br />

Bunun sorumlusu TOBB mu diyorsunuz<br />

Bunun sorumlusu da TOBB’dur. Çünkü gitsin<br />

baksın faizler ne olmuş KOBİ’ler nerden<br />

kullanıyor. Bir de şu var; kayıt dışı ekonomiyi,<br />

yüzde 40’ı diyoruz, kendileri de öyle söylüyor.<br />

Kayıt dışı ekonomi de bu şekilde devam<br />

ettiğine göre Türkiye ne kaybetti 6 milyar<br />

kazandırdık diyorlar. Bir defa topladığınız<br />

vergi kadar vergi kaybetmiş oluyorsunuz.<br />

Bir de bu haksız gelir dağılımına neden oluyor.<br />

Gelir dağılımında büyük bir adaletsizlik<br />

yaratıyor. Türkiye’nin gelişmesini önlüyor.<br />

Türkiye’nin kaynaklarının nasıl kullanıldığını<br />

da bilmiyorsunuz. Bakın, değiştirttirdikleri<br />

hükümler arasında neler var Her firma odit<br />

(hesap denetimi) yaptırıp web sitesinde yayınlayacaktı.<br />

Şimdi Devlet Yardımları Genel<br />

Müdürlüğü kuruldu, Avrupa Birliği’nin önerisiyle<br />

Hazine’de. Türkiye’de devlet yardımlarının<br />

ne kadar olduğunu hâlâ bilmiyoruz,<br />

kim ne kadar aldı, açıklanmadı.<br />

Devlet yardımlarından kastınız ne<br />

Teşvikler. Mesela öğrenciler para alıyor değil<br />

mi Şirketler para alıyor, vergi indirimleri,<br />

teşvik belgelerinden mazot desteğine,<br />

hepsine.<br />

Bu büyüklük bilinmiyor mu şu anda<br />

Bilinmiyor. Çünkü 13 ayrı kuruluş teşvik veriyor<br />

şu anda. Gümrük Birliği’ndesiniz, rekabet<br />

bozucu oluyor bir anlamda. Almanya’da<br />

bir tekstil fabrikasına hangi teşvikler veriliyorsa,<br />

burada da aynı teşviklerin verilmesi<br />

lazım. Mesela Fransa’da sütün kilosunda<br />

yarım Euro teşvik veriliyorsa, bizimkine<br />

verilmiyorsa, bizim çiftçimiz rekabet edemez.<br />

Dolayısıyla bunların bilinmesi gerekiyordu.<br />

Kanun 2010’da çıktı. Buradan geleceğim<br />

nokta şu: bu kişi bilançosunu web sitesinde<br />

yayınladığında devlete vergi mi veriyor,<br />

devletten yardım mı alıyor, onu görecektik.<br />

Bazıları diyor ki; ben vergi veriyorum.<br />

Halbuki belki verdiği vergiden çok teşvik alıyor,<br />

bu ortaya çıkacaktı. O zaman gerçek durum<br />

ortaya çıkacaktı. Onun için TÜSİAD ve<br />

TOBB’un işine gelmiyor bunlar. Şimdi bunu<br />

kim yaptı. Sayın Kılıçdaroğlu şeffaflıktan<br />

bahsediyor ama önce CHP yaptı bunu, kiminle<br />

TOBB ve TÜSİAD’la.<br />

TOBB’daki yönetim muhafazakâr ama..<br />

Muhafazakâr değil başkanları. Nerden çıktı<br />

muhafazakâr olduğu CHP muhafazakâr<br />

doğru, gerici anlamda. Bakın Türkiye’de durum<br />

Avrupa’nın tersinedir. Ben solcuyum<br />

diyenler, tutucu ve gerici, sağcıyım diyenler<br />

ilerici ve devrimcidir. Bakın AK Parti ileri<br />

ve devrimcidir. 1- Fakirlerin yanında duruyor.<br />

2- Türkiye’de sağlık ve eğitimde büyük<br />

bir değişim sağladı. Fert başına geliri 3<br />

katına katladı. Alt yapısında müthiş bir gelişme<br />

yaptı.<br />

TOBB ve TÜSİAD’a yönelik eleştirileriniz….<br />

Bakın bu eleştirileri ben yapmıyorum, üyeleri<br />

yapıyor. Seçim sistemi ile ilgili eleştirilerini..<br />

Birinde dar bir kadro seçiyor yönetimi, diğerinde<br />

seçim kısıtlanıyor. Para veriyoruz, malî<br />

durum yayınlanmıyor diyorlar. Biz de yazıyoruz.<br />

Sonra davalar bize açılıyor. Bunların<br />

paraları çok olduğu için sürekli dava açıyorlar.<br />

Mesela TOBB’un sürekli böyle bir dava


30 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

açma durumu var. Kendi üyesinin şikâyetini<br />

yayınladığınız, söylediğiniz zaman dava açıyor.<br />

Basına baskı yapıyor.<br />

Derin Ekonomi kitabında bahsettiğiniz konuya dönersek,<br />

ekonomide bu işler olup biterken, burada medyanın<br />

da bir rolü olduğunu söyleyebilir misiniz<br />

Vesayet sistemini destekliyor. Medyanın<br />

sahipleri zaten bu sistemin içindeler.<br />

Türkiye’de bu hep böyle geldi. Medyanın<br />

yapısı da bu sistemin getirdiği bir yapı. Ben<br />

soldayım diyen gazetenin finansörleri yine<br />

büyük holdingler çıkıyor. Birkaç gazete ve<br />

televizyonun dışında bağımsızlar yok. Mesela<br />

Türk Ticaret Kanunu ile ilgili değişiklikleri<br />

eleştiren Sabah Gazetesi oldu.<br />

Ergenekon yapılanmasında medyayı nerede görüyorsunuz<br />

Evet eksik kaldı. Bu yapının ekonomi ayağının<br />

iyi değerlendirilmesi lazım. 28 Şubat<br />

ile ilgili komisyon bu konuda ilgililerin görüşlerini<br />

aldı. Beni çağırmadılar, belki o dönem<br />

yazar olmadığım için ama rapora baktığımda<br />

benim bu konudaki yazılarıma atıf<br />

yapılmış. 2001 krizinde medya ne yapmış<br />

Çeşitli yönlendirmelerle bazılarının bankalarına<br />

el koydurmuşlar, bazıları paraya tahvil<br />

etmişler. Sonra 28 Şubat döneminde kamu<br />

kaynaklarının yağmalanma sürecinde<br />

medyada ne olmuş, kimler bunu desteklemiş,<br />

bütün bunlar tabii soruşturma konusu<br />

olmalı. İşadamları kısmı ele alınabilir. Çünkü<br />

kamu bankaları, kendi bankaları. Çünkü<br />

Ali Babacan’ın ifadesi; 380 milyar lira diyor,<br />

Haziye’ye maliyeti. Bu maliyet nasıl doğmuş.<br />

Şimdi insanları alın hapislere atın demiyorum<br />

ama bu paralar geri alınabilir mi Bakıyorsunuz<br />

cüzi bir kısmı alınmış ama daha<br />

fazlası alınabilinir mi Bütün mesele o. Türkiye<br />

Cumhuriyeti vatandaşlarının alın teri<br />

o, kaybolmuş. Bakıyorsunuz adamın bankası<br />

batmış ama varlık içinde yüzüyor. Milyarlarca<br />

dolar devlete zarar vermiş, hayatını<br />

aynı refah içinde sürdürüyor. Bu paranın<br />

tahsil edilmesi gerekiyor. İnsanlara en büyük<br />

ceza maddi cezadır. Bu, vatandaşın parasını<br />

almış. Ben bunu alayım da 2 milyarı alayım<br />

da diyor, 2-3 yıl hapis yatsam ne olur. Adam<br />

hapsi göze almış zaten. Bu para geri alınırsa<br />

canı yanar. Geri alma operasyonunu sağlıklık<br />

yapmak gerekiyor.<br />

Ekonomik suça ekonomik ceza mı diyorsunuz sizde…<br />

Bu adam hapis ceazasını göze almış zaten<br />

parayı almanız lazım. Türkiye’nin vergi cennetlerinde<br />

156 milyar dolar parası olduğunu<br />

söylüyor İngiliz araştırma kurumları. Bunlar<br />

da var. Ekonomik kaybı nasıl<br />

Bence üstüne gidilebilir. Bir örnek vereyim<br />

mesela. Tasfiye halindeki Emlak<br />

Bankası’nın genel müdürünün bir haberi<br />

çıktı 1 ay önce yanılmıyorsam. ‘800 milyon<br />

dolar alacağımız var’ diyor. ‘120 işadamı,<br />

hepsi de bilinen işadamları’ diyor. Neden<br />

alınamıyor bu Savcı istediği kadar soruşturma<br />

yapsın. Kamu kaynağı bu, çalmış<br />

ödemiyor. İşte yargı burada devreye girmeli.<br />

Banka bu alacaklarını kimden tahsil edeceğini<br />

biliyor. 1 milyon dolardan 800 tane en lüksünden<br />

okul yaparsın, 800 depreme dayananıklı<br />

okul yapılır. Bunu genel müdür söylüyor,<br />

kimseden de bir ses çıkmıyor. Ne zaman<br />

alınmış bu krediler 28 Şubat döneminde.<br />

Yazılarınız genelde pozitif, hiç eleştirilecek bir yön yok<br />

mu<br />

Ben genel gidişata ve bütçe harcamalarına<br />

bakıyorum. Fakirlerden yana bir bütçe var. 18<br />

milyon kişi 4,5 doların altında iken, düşmüş.<br />

Sağlık ve eğitim harcamaları askerî harcamalar<br />

üzerine çıkarılmış. Hükümetin aldığı ekonomik<br />

kararlara bakıyorsunuz, refahı yaygınlaştırmaya<br />

çalışıyor. Kamu maliyesinde<br />

ki Türkiye hep bu yüzden krize girmiş, şimdi<br />

yüzde 3’ün altında. Kamu borcunu yüzde<br />

94’ten yüzde 6,5’lere getirmiş. Önceden bütün<br />

parayı kamu çekiyordu. Baktığınızda hükümet<br />

burada doğru yapmış. Doğruya doğru.<br />

Özel sektör de gitmiş dışarıdan borçlanmış.<br />

Bu da cari açığı artırmış. Bunun bir kısmı<br />

da back to back dediğimiz bir cepten öbür cebe<br />

gitmiş. Bu, kırılganlığı azaltıyor. Kamu riskini<br />

iyi yönetmiş. Özel sektörün de riskini iyi<br />

yönetmesi gerekiyor. Şu anda cari açığın yönetimi<br />

özel sektörde. Eğer cari açık önemli<br />

bir risk olsaydı 2008’de büyük bir kriz çıkardı.<br />

Eleştirilecek tarafı şu; ben para politikasını<br />

doğru bulmuyorum. Çünkü ihracatı destekleyen<br />

bir kur politikası izlenmesi gerekiyordu.<br />

Burada da Merkez Bankası başkanlarını<br />

seçilmiş hükümet atayamadı 2010’a kadar.<br />

2006’da Adnan Büyükdeniz’i getirmek<br />

istediler, büyük kıyamet kopartıldı medyada,<br />

bu adam faize karşı diye. Mehmet Şimşek’i<br />

getirmek istediler o da olmadı. Yine kendi içlerinden<br />

Durmuş Yılmaz’ı yaptırdılar. Ne oldu,<br />

yine yüksek faiz düşük kur poltikasını devam<br />

ettirdi o da. Dolayısıyla para politikası<br />

vesayetçi adamların istediği gibi yönetildi<br />

para politikası. Erdem Başçı gelince kurların<br />

üzerindeki köpüğü aldı ve hakikaten o<br />

dönem Türkiye’yi büyük bir krizden kurtardı.<br />

2011 yazında hatırlayın gelişmekte olan<br />

ülkelerden büyük bir para çıkışı olduğunda<br />

yüzde 20-30 paraları değer kaybetti bazı ülkelerin.<br />

Türkiye’nin parası değer kaybetmedi<br />

o zaman.<br />

Mesela bu Merkez Bankası da yüzde<br />

2,2’lik büyüme, ısınan ekonomi, soğutalım<br />

dendi, çünkü cari açık yükseldi, azaltalım. Bir


MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

31<br />

hata yapıldı. Aşırı soğutma. Halbuki kredi faizlerini<br />

Haziran 2012’de indirmeye başlamalılardı.<br />

Burada Merkez Bankası hata yaptı.<br />

Kamu maliyesinin Başbakan Erdoğan tarafından<br />

iyi yönetildiğini düşünüyorum. Hatta<br />

Başbakan bir programda bunu söyledi, ‘Faizleri<br />

indirin diyorum, dinletemiyorum.’ dedi.<br />

Erdem Başçı’yı da bu hükümet getirdi başkanlığa..<br />

Korkuttular onu da. 2011 sonu 2012 başı faiz<br />

lobisi bir saldırı yaptı, dedi ki; Avrupa küçülecek,<br />

Türkiye döviz bulamayacak ve batacak.<br />

Müthiş bir spekülatif atak, kur 1,90’a<br />

gelmiş. Bunlar da yeni yönetime gelmiş tabii,<br />

korktular ve bu tür oynaklığı önlemek<br />

için faizi yüksek tuttular fakat o korku, bir de<br />

cari açık korkusu aşırıya kaçınca kredileri sınırladılar,<br />

birden iç talebi daraltınca, dış talep<br />

de zayıf mevcut konjonktür dolayısıyla. Ancak<br />

2,2 büyüdü. Veri setiniz var ama piyasayı<br />

da iyi görmek gerekiyor. Adam sıkışmış yani<br />

herkes bunu söyledi piyasada, para bulamıyoruz<br />

diye herkes söyledi. Aralık’ta son<br />

3 ayın büyümesi yüksek çıkacak dedi ama<br />

gördünüz küçük çıktı. Siz 2013 programını<br />

yapıyorsunuz, aşağı yukarı 3 ay var programı<br />

açıkladığınız tarihe 3,2 büyüme hızı diyorsunuz<br />

elinizde 9 aylık veri var, 3 ay sonrasını<br />

göremiyorsunuz. Bu da büyük bir hata.<br />

Yüzde 30 sapma. Demek ki veri seti doğru<br />

değil. Orada bir tecrübesizlik var. Şimdi<br />

de hiç beklenmeyen anlarda da faiz indirimine<br />

gidiyor. Bence seçilmiş kişiyi, Başbakan’ı<br />

dinlemeliler.<br />

Önümüzdeki dönemi nasıl görüyorsunuz Türkiye’yi ne<br />

bekliyor<br />

Çözüm süreci sağlıklı yürüyüp sonuç alındığı<br />

takdirde ki öyle görünüyor. 2018’de 108<br />

milyar dolarlık petrol ihracatına ulaşacak yanımızda<br />

bir Katar doğuyor. Gaz ayrı, bu rakama<br />

dahil değil. Bu petrolün pazarı ve çıkışı<br />

Türkiye, bu bölge halkına büyük bir refah<br />

getiriyor. 5 bin dolardan 55 bin dolara çıkıyor<br />

fert başına gelir. Bölgesel olarak büyük bir<br />

refah artışı olacak. İsrail ile özür ve ilişkilerin<br />

düzelmesi de önemli. Jeff Risaks !!<br />

5 kutup ülke var. ABD, AB, BRIC, Türkiye<br />

ve Nijerya. Çözüm süreci ile bu konsolide<br />

edilmiş olacak. Kamu maliyesinde bu bütçe<br />

yönetimi böyle yürütüldüğü takdirde kırılganlığı<br />

üstünden atıyor. Önemli olan bütçe<br />

yönetimi, dış şok, iç şok olabilir. Başbakan<br />

Erdoğan bütçe yönetimini böyle devam ettirirse<br />

bir kırılganlık görmüyorum.<br />

Risk olarak ne var<br />

Bölgedeki siyasî riskler var, ekonomik riskten<br />

ziyade. Katar’dan boru hattı yapılacak.<br />

Bu Suriye’den geçmek zorunda. Ayrıca İran<br />

riski var.<br />

Bir gününüz nasıl geçiyor; okuduğunuz gazete, kitaplar,<br />

izlediğiniz TV programları..<br />

Sabah ilk işim yabancı medyadaki ekonomi<br />

haberlerini okuyorum. Piyasalara bakıyorum.<br />

Programı yapıyoruz. Sonra dersim varsa<br />

ona gidiyorum. Yazarlardan çok haberlere<br />

bakıyorum. Kişileri takip etmeye başlarsanız<br />

bu iş sizi yanıltır. Kimse ile polemiğe girmiyorum.<br />

Bazen tuhaf yazanlar oluyor, size çatanlar<br />

oluyor. Bakarım, saldırı olursa ona cevap<br />

veririm, veriyorum. Yeni çıkan makroekenomi<br />

kitaplarını takip ediyorum. Ders verdiğim<br />

için sistematik bilgiden kopmuyorum.<br />

Koptuğunuzda bakış açınızı kaybedersiniz.<br />

MIT, Harward’ın ‘paper’larına bakıyorum.<br />

Hangi konulara eğiliyorlar, bakıyorlar. Yeni<br />

bir kitap var, bitirdim Faiz Lobisi adında.<br />

Faiz lobisi deyince kimi anlamamız lazım Hep bir elbise<br />

dikiyorsunuz ama kime<br />

Rant, haksız kazançtır. Kamudan rant<br />

kollayanlar var. Rant nasıl elde edilir 1-<br />

Bürokrasiye adamlarını yerleştiriyorsunuz,<br />

oradan. Yüksek gümrük duvarları,<br />

kotalar konuluyor. Son dönem Türkiye’de<br />

rant lobisi kimdir diyorsunuz Köşe yazıları<br />

yazılıyor. Mesela bu not bilimseldir<br />

diyor, Türkiye’nin kredi notu için. Düşük<br />

not verilmiş, bilimsel Bakıyorsunuz,<br />

Güney Kıbrıs 2011 yılının ortasına kadar<br />

A seviyesinde geldi. Yunanistan keza batmadan<br />

bir gün önce A. Dolayısıyla bunu<br />

tutup da Türkiye’nin bu notuna bilimsel<br />

diyorsanız, menfaatleniyorsunuz bir yerden.<br />

Türkiye’nin notunun düşük olması<br />

faizini yükseltiyor, riskini artırıyor. O zaman<br />

sizin bir avantajınız var demek. Benim<br />

yok, halkın yok. Ekmeğin fiyatını da<br />

etkiliyor bu, otobüsün de her şeyin. Lobi<br />

ne yapıyor Türkiye’nin notu bilimseldir<br />

diyor. Sonra ne yapıyor İran’a altın<br />

satıyor bunlar diyor. Amerikan Senatosu’na<br />

size şikayet y ediyor. Sizin cari açığınızı<br />

yüksek tutmak istiyor. Sonra yurtdışında<br />

yazı yazdırıyor. Mesela Ekonomist<br />

dergisini ele alalım. 150 yıllık bir dergi,<br />

durup dururken başyazarı seçim öncesi<br />

şu partiye oy verin diye yazı yazdı. Kim<br />

yazdırıyor bunu Böyle bir şey olabilir mi<br />

Yunanistan’da, İngiltere’de biz nasıl deriz,<br />

şuna oy verin. Yazamazsın böyle bir şey.<br />

Bir şey karşılığı yaparsın belki.<br />

Ne oluyor o zaman. Faiz yükseliyor.<br />

Hazine daha yüksek maliyetle borçlanıyor.<br />

Kamuyu soymuş oluyorsunuz. Mesela<br />

Türkiye’nin notu 2011’de yatırım yapılabilir<br />

seviyede olsa idi aşağı yukarı 14 milyar lira<br />

daha az faiz ödeyecekti.<br />

O zaman yurtdışında da uzantısı var bu lobinin<br />

Tabii tabii. Adam mesela, parayı da yurtdışına<br />

çıkarmış. Mesela Putin bir genelge yayımladı,<br />

3 ay içinde herkes yurtdışındaki parasını<br />

getirecek dedi. Türkiye’nin böyle şey yapması<br />

mümkün değil tabii, Rusya ile kambiyo<br />

rejimi bir değil. Bunu yaptığı zaman Türkiye<br />

bundan zarar görür. Türkiye ancak küresel<br />

kararlarla düzelebilir. G 20’nin aldığı kararlar<br />

var, ortak vergi anlaşmaları, vergi cennetlerinin<br />

kapatılması… Onlarla şeffaflaşır.<br />

Bu şeffaflaşmaya karşı çıkanlar mıdır, bu lobiler<br />

Parçaları tabii bunlar birbirine eklemleniyorlar.<br />

Şirketten para çekme yasaklanmıştı. Tekrar<br />

koydular. Faturaya isim konma kaldırıldı.<br />

Denetim, uluslararası denetim kaldırıldı.<br />

Patron kulüpleri bu faiz lobisinin içinde midir<br />

Bir kısmı var tabi ama hepsi için söylenmez<br />

bu. Çok homojen yapılar değil bunlar. Mesela<br />

Taraf gazetesinde yayınlandı, Wikileaks<br />

belgelerinde Koç Holding’in Yönetim Kurumu<br />

Başkanı Mustafa Koç, ABD Büyükelçisi<br />

ile konuşuyor. Bunlar IMF’siz bütçe yapıyor,<br />

batıracaklar Türkiye’yi diyor. Yaptırmayın,<br />

sizin menfaatlerinize de zarar verir, diyor. İtiraz<br />

da etmedi kendisi. Sonradan fikrini değiştirdiğini<br />

de açıkladı gerçi kendisi.<br />

Süleyman Yaşar iki nokta, sonrasında ne gelmesini istersiniz.<br />

İşini hakkıyla yapmaya çalıştı. İşinizi doğru<br />

yapıyorsanız, sonra takdir ediliyor. Kendimi<br />

net anlatmaya çalışıyorum. Olayı net olarak<br />

anlatmak, ortaya koyabilmek, yapmaya çalıştığım<br />

şey bu.<br />

Süleyman<br />

Yaşar<br />

kimdir<br />

İş hayatına Hazine Müsteşarlığı’nda başladı. 7 yıl çalıştıktan<br />

sonra Turgut Özal’ın telkifi yle Kamu Ortaklığı<br />

İdaresi’ne geçip Başkan vekilliğini yürüttü. Turgut Özal<br />

ile birlikte ayrıldı. Bir müddet özel sektörde çalıştı, sonra<br />

üniversiteye geçti. Halen İstanbul Üniversitesi İşletme<br />

Fakültesi’nde makroekonomi yönetimi ve para-banka<br />

dersleri veriyor. Köşe yazarlığına, Cengiz Çandar tavsiyesi<br />

üzerine Referans’ta başladı. Daha sonra 2007’de<br />

Taraf’ta 2007’de yazmaya başladı. Haziran 2010’da Sabah<br />

Gazetesi’ne transfer oldu.


32 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

Japon gazetelerinde<br />

güvenin sigortası:<br />

Akil adamlar<br />

TUNCAY KAYAOĞLU / TOKYO<br />

aponya'da gazeteler, objektif<br />

haber yapmanın ve<br />

J<br />

krizler karşısında yansız<br />

bakabilmenin basit bir yolunu<br />

bulmuş: Akil adamlar.<br />

Türkiye'de yaşanan süreç nedeniyle<br />

revaçta olan bu ifadenin<br />

Japonya'daki gazeteler için karşılığı<br />

gazetenin objektif haber yapması<br />

ve krizler karşısında gazetenin<br />

tutumunu net sağlayabilmesi.<br />

60 milyon kadar gazetenin satıldığı<br />

Japonya'nın en çok satan<br />

üçüncü gazetesi durumundaki<br />

Mainichi'nin Akşam Baskısı Editörü<br />

Yamada Michiko, halkın güvenini<br />

sağlamak için sıkı çalıştıklarını<br />

söyledi. Michiko, "Haftalık<br />

toplantısı var. Haberleri ve köşe<br />

yazılarını inceliyoruz. Kendi aramızda<br />

konuşuyoruz. Neden bir<br />

haberin ya da yazının neden öyle<br />

olduğunu tartışıyoruz. Bu kendi<br />

aramızdaki şey." diye konuştu.<br />

Michiko ayrıca gazetenin akil<br />

adamlar grubu olduğunu da anlattı.<br />

Michiko, "Avukat ve serbest<br />

gazetecilerin olduğu bir grup.<br />

Haberleri değerlendirip fikirlerini<br />

söylüyorlar." dedi. "Her haberi<br />

inceliyorlar mı yoksa tartışmalı<br />

haberlere mi bakıyorlar" şeklindeki<br />

sorumuza karşılık Yamada<br />

Michiko, "Gazetenin genelini<br />

kontrol ediyorlar. '11 Mart'taki<br />

çifte felaket zamanında gazetenin<br />

hareket tarzı nasıldı Yazdığı şeyler<br />

ne yöndeydi ABD, Irak'a savaş<br />

açtığı zaman gazete objektifliğini<br />

koruyabildi mi Gazete ne<br />

yazdı İki taraftan da bakabildi<br />

mi Nükleer enerji konusu hakkında<br />

objektif bir şekilde bakabildi<br />

mi' gibi konularda kafa yordular.<br />

Olaylara tek tek de bakıyorlar.<br />

Özel haberlere de bu şekilde bakıyorlar."<br />

diye cevapladı.<br />

Yamada Michiko, bazı durumlarda<br />

bir konu üzerinde bastıkları<br />

tüm haberleri bu isimlere<br />

dosya olarak gönderdiklerini söyledi.<br />

Michiko, "Fikirlerini istiyoruz.<br />

Onu da değerlendiriyorlar."<br />

ifadelerini kullandı. Akil adamların<br />

tartışmalı haberleri yazan<br />

isimlerle görüştüklerini, haberi<br />

neden öyle yazdıklarını sorduklarını<br />

kaydetti. Michiko, toplantı<br />

sonrası çıkan kararın da gazetede<br />

yayımlandığına dikkat çekti.<br />

11 Mart'taki çifte afet sonrası yaşanan<br />

nükleer krizle ilgili yaptıkları<br />

haberlerin, akil adamlar grubunda<br />

ele alındığını belirtti. Michiko,<br />

grup içinde yer alan bir aka-


MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

33<br />

Günlük 60 milyon gazetenin<br />

satıldığı Japonya’nın<br />

en büyük gazetelerinden<br />

Mainichi’nin Editörü<br />

Yamada Michiko, akil<br />

adamlar grubunu kuran<br />

ilk gazetenin Mainichi’nin<br />

olduğunu ifade ediyor.<br />

demisyenin, halkın Fukuşima'daki<br />

krizden ne öğrendiğine yönelik bir<br />

haber çalışmasını tavsiye ettiğini<br />

bildirdi. Yamada Michiko, grupta<br />

yer alan eski bir gazetecinin de,<br />

Mainichi'nin kriz sırasındaki tutumunu<br />

doğru bulduğu yorumunda<br />

bulunduğunu kaydetti.<br />

Akşam Baskısı Editörü Yamada<br />

Michiko, akil adamlar grubu fikrinin<br />

aslında devletten çıktığını ancak<br />

böyle bir grup kurmaları halinde<br />

gazetelerin objektifliğine zarar<br />

geleceğini düşündükleri için vazgeçtiklerini<br />

söyledi. Bunun ardından<br />

devletin, gazetelerin böyle bir<br />

grup kurmalarını talep ettiklerini,<br />

akil adamlar grubunu kuran ilk gazetenin<br />

de kendileri olduğunu vurguladı.<br />

Michiko, "Şimdi diğer gazetelerin<br />

de var. Haberlerde yanlış<br />

yaptığımız bir şey olursa onları buluyorlar.<br />

Halk problem görürse bu<br />

akil adamlara gidiyor. Bölgesel gazeteler<br />

de yapıyor." dedi.<br />

SİYASİLER BİZE KARIŞMAZ<br />

Türkiye'de artık yapılmayan akşam<br />

baskısı, Japonya'da her gazetenin<br />

yayımladığı bir gazete. Çoğu gazetenin<br />

akşam baskısı bulunuyor.<br />

Mainichi'nin Akşam Baskısı Editörü<br />

Yamada Michiko, son gelişmeleri<br />

halka bildirmek için bu baskıyı<br />

çıkardıklarını söyledi. Sayfa sayısı<br />

az olan bu baskı ancak 1 milyon<br />

civarında satıyor. Gazetenin sabah<br />

çıkan baskısının satışı ise 3 milyon<br />

civarında. Michiko, akşam baskısının<br />

bütün ülkeye değil sadece<br />

Tokyo bölgesine dağıtıldığını belirtti.<br />

Yamada Michiko, daha çok magazinsel<br />

haberlere yer verdiklerini<br />

söyledi. Son olarak işledikleri konulardan<br />

birinin ise Başbakan Şinzo<br />

Abe'nin pahalı restoranlarda yemek<br />

yemesi olmuş. Michiko, Başbakan<br />

Abe'nin neden böyle bir tutum<br />

sergilediğine yönelik çalışma<br />

yapıp bunu yayımladıklarını kaydetti.<br />

Başbakan Abe'nin yemek yediği<br />

insanların arasında gazete patronlarının<br />

da yer aldığını röportaj<br />

sırasında anlattı Yamada Michiko.<br />

"Bu, gazetenin objektifliğine gölge<br />

düşürmez mi" şeklindeki soruma<br />

karşılık Yamada Michiko, başbakan<br />

ile gazete patronlarının yemek<br />

yemesinin normal olduğunu<br />

söyledi. Michiko, "Objektiflik açısından<br />

sorun yok. Başbakanlar bize<br />

karışmaz." ifadelerini kullandı.<br />

Bu bilginin yanı sıra Michiko, Başbakan<br />

Abe'nin babasının, Mainichi<br />

Gazetesi’nde eskiden köşe yazarı


34 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

olduğunu da anlattı.<br />

PROMOSYON OLARAK DETERJAN VERİLMİŞTİ<br />

Mainichi Gazetesi’nin Akşam Baskısı Editörü Michiko,<br />

gazete satışlarını artırmak için eskiden promosyon<br />

verdiklerini söyledi. Bazı gazetelerin deterjan,<br />

bazılarının da maç bileti verdiklerini belirten<br />

Michiko, bu uygulamanın artık kalmadığını belirtti.<br />

Japonya'da gazetelerin abone sistemi üzerinden satıldığını,<br />

gazetelerin her sabah evlere ulaştığını kaydetti.<br />

Michiko, gazete satışının çok olmasını da ülkenin<br />

toprak olarak küçük olmasına bağladı. Yamada<br />

Michiko, "Hem dağıtımı kolaylaştırıyor hem<br />

de halkın bir arada bulunmasından dolayı daha çok<br />

satış oluyor." dedi. Ayrıca Japonya'da farklı milletlerden<br />

insan olmadığını, ABD gibi eyalet sistemi olmaması<br />

nedeniyle Tokyo'da alınan bir kararın bütün<br />

ülkeyi etkilediğine dikkat çeken Yamada Michiko,<br />

"Her yere aynı haberi yollamak daha mantıklı.<br />

Bu yüzden fazla satılıyor." dedi.<br />

Yamada Michiko, gazetenin pazarlama ekibinin<br />

satışlarını artırmak için pozitif yönde yardımı<br />

olduğunu da belirtti. Michiko, "Satışı yapan bölüm,<br />

hangi haberi sayfaya koyarsanız daha çok<br />

satarız diye düşünüyor. Mesela bir bölgede, beyzbol<br />

maçı daha fazla dikkat çekiyorsa bunu söyleyebiliyorlar.<br />

Ama bir konuyu yazmamız gerektiği<br />

bir şey söylemiyorlar. Pozitif taraftan yaklaşıyorlar."<br />

dedi. Akşam Editörü Michiko, gazete satışlarının<br />

son dönemde düşüş yaşadığını ancak bunun<br />

sadece internetin etkisine bağlanamayacağını<br />

vurguladı. Michiko, "En büyük etken gençler.<br />

Gençler hiçbir şey okumuyor. Gazeteci olmak isteyen<br />

gençler bile gazete okumuyor. Satışlar gitgide<br />

azalıyor. İnternetin yanı sıra gençliğin bir şey<br />

okumaması da etken." diye konuştu.<br />

GAZETECİ OLMAK KOLAY<br />

Peki bu kadar gazetenin satıldığı bir ülkede hangi<br />

kriterlere göre gazeteci olunuyor Yamada Michiko,<br />

gazeteci olmak isteyenlerin sınava tabii tutulduklarını<br />

kaydetti. Genel kültür ile kompozisyon sınavının<br />

ardından mülakatın yapıldığını, bunu geçen<br />

kişilerin işe başladıklarını söyledi. "Peki, ne yaparlarsa<br />

kovulurlar" şeklindeki sorum karşısında<br />

ise Yamada Michiko, bir süre düşünmek zorunda<br />

kaldı. Michiko, "Çok büyük bir suç işlerse kovulur.<br />

Başka birinin haberini alıp koysa uyarı alır. İnsan öldürürse<br />

falan kovulma olabilir." diye konuştu. Yamada<br />

Michiko, skandal durumlarda ise gazete çalışanlarının<br />

kovulmadan istifa ettiklerini de kaydetti.<br />

İYİ Kİ TÜRKİYE YOK<br />

Japonya ile Türkiye arasında var olan sıcak ilişkiye<br />

karşın gazetelerde Türkiye'ye ilişkin pek haber<br />

görülmüyor. Michiko, bunun aslında iyi bir şey olduğuna<br />

dikkat çekti. Michiko, "Dış haberlere bakın.<br />

Hep Japonya'nın sorun yaşadığı ülkelere ilişkin<br />

haberler vardır. Aslında iyi ki Türkiye yok." diye<br />

konuştu. Michiko, Türkiye'den ise bir kadının<br />

başbakan olduğunu hatırladığını kaydetti. Editör,<br />

"Bu zamana göre erken bir şeydi." diye konuştu.


36 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

‘Levent Kırca, çok ah aldı, yanında<br />

çalışanlar sürünüyor’<br />

BUĞRA KARDAN<br />

agazin gazeteciliği denilince akla ilk<br />

M<br />

gelen isimlerin başında gelir Aykut<br />

Işıklar. Mesleğe daha 19’unda Hürriyet<br />

ile ‘merhaba’ diyen Işıklar, cemiyet ve<br />

sanat dünyasını merceğe alan haberleriyle<br />

ses getirdi. Hürriyet’in ardından Günaydın<br />

ve Tercüman’da Magazin Müdürlüğü yaptı.<br />

Sabah’ta idareci olarak görev aldı. Sonrasında<br />

ise Akşam’da köşe yazılarını; HBB, ATV,<br />

Star TV ve Flash TV’de yaptığı programlar<br />

izledi. Aykut Işıklar, dizi yıldızlarının şöhreti<br />

taşıyamadığını vurguluyor.<br />

Sanatçıların topluma duyarlı olmadığından<br />

da dert yanan Işıklar, “Bunların<br />

hepsi kendine âşık, kendine<br />

hayran, mazoşist, kendinden<br />

başkasını tanımayan, hiç kimseyi<br />

sevmeyen insanlar. Bunlar<br />

parayı, gösterişi seven tipler.<br />

Aralarında halkına duyarlı,<br />

gelirinin dörtte birini dağıtan<br />

var mı” diyor.Şu sıralar<br />

Bugün’de yazan Aykut<br />

Işıklar, cemiyet hayatı,<br />

sanatçılar ve medya ile<br />

ilgili Cihan Dergi’nin sorularını<br />

cevapladı.<br />

Sosyete bu aralar bayağı dillendirilen<br />

bir kavram. Sosyete nedir<br />

Türkiye’de sosyeteden kast<br />

edilen kesim aslında kimler<br />

Türkiye’de sosyete;<br />

50 sene evvel zengin<br />

olan, Anadolu’dan gelip<br />

İstanbul’da köşeyi dönen, yaz<br />

tatilinde Avrupa’ya giden, yabancı<br />

arkadaşlarına göre giyinen<br />

bireylerdir. Hep ‘Avrupa’da<br />

böyle eğleniyorlar, yeni yılı böyle<br />

geçiriyorlar’ derler. Tabii o<br />

zamanlar zengin olup özünü<br />

bozmayan tüccarlar ve sanayiciler<br />

de var, onları unutmamak<br />

gerekiyor. Bakın şu an<br />

20-30 tane böyle İstanbul’da<br />

100 senelik zengin var, onların karıları kızları<br />

hanım hanımcık. Bir dönem ucuz zengin<br />

olmalar başladı; tekstilden, şundan<br />

bundan ticaretten 3-5 günde zengin olan<br />

görgüsüzler takımı çıktı. Onların kızları<br />

karıları kendilerini İngiltere Kraliçesi ile<br />

bir tutmaya başladılar. Neticede Türkiye’de<br />

sosyete yok, çünkü burjuva yok. Bizde sosyete<br />

denen grup topluma tepeden bakar,<br />

züppedir. Parayı görünce böyle özenmeye<br />

başlar, başlıyor, ne alayım ya da ne edeyim<br />

diye. Sanat tarihinden hiç anlamadığı halde<br />

evine oradan buradan tablolar alır. Ressamları<br />

bilmez, resimden anlamaz ama<br />

evine bak tablolardan geçilmez. ‘Bilmem<br />

neyin tablosu, ona 300 bin<br />

lira verdim’ der. Neden Özentiden,<br />

görgüsüzlük ve gösterişten.<br />

Peki, ekranlarda devamlı dillendirilen<br />

‘cemiyet hayatı’ nedir<br />

Cemiyet hayatı ,<br />

İstanbul’da 50 sanayici<br />

ve ailesinden teşekkül<br />

eder. Bunların muhtelif<br />

dernekleri falan<br />

vardır. Hanımları o<br />

derneklerde buluşur,<br />

davetler verir yardım<br />

ayağına. Esasında bu<br />

davetlerden amaçlanan,<br />

kadınların en<br />

son diktirdikleri elbiseleri,<br />

aldıkları son takıları<br />

vitrine çıkarmasıdır. Gazetede<br />

fotoğraflarının yayımlanmasıdır.<br />

Yazılarınızda yeraltı dünyasının<br />

sanat dünyasıyla olan ilişkilerine<br />

de yer yer değiniyorsunuz. Bu<br />

bağın temelinde yatan nedir<br />

Bir defa arada organik<br />

bir bağ var. Senelerce<br />

tüm gazino reklamları Cem<br />

Reklam’dan geçti. Cem Rek-


MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

37<br />

lam, Dündar Kılıç’ın idi. Yani eğlence<br />

dünyasına o kadar hâkimdi ki o kabadayı,<br />

o mafya... O ve adamları ile aran kötü ise<br />

çalışacak gazino bulamıyordun. Şarkıcısın,<br />

gazinoya bildiriyorlardı. Gazeteye talimatlar<br />

veriyorlardı. ‘Bak Leyla’nın çalıştığı gazinonun<br />

ilanı dolaşıyor o ilanı almayacaksın’<br />

diyorlardı. İlan çıkmadığında gazinocu<br />

sanatçıyı çalıştıramıyordu. Haliyle hayatın<br />

kararıyordu.<br />

Bir de mafya, geceleri dolaşmayı, hava<br />

atmayı sever. Gruplar halinde gazinoya<br />

gidip ellerinde tesbih ile sanatçılara hava<br />

atarlar. Sevgilileri oluyordu. Sanatçıların bir<br />

bölümü ‘baba’lardan yararlanıyordu. Adama<br />

cilve yapıyordu sanatçı. Adam da patrondan<br />

sanatçı için ricacı oluyordu. Alaaddin<br />

Çakıcı, pek çok kişiyi assolist yaptı.<br />

Bunun için İbrahimTatlıses’ten rica etti.<br />

Gülben Ergen, Huysuz Virjin ile müzikalde<br />

başrol oynadı. Erol Evcil sayesinde. Evcil<br />

kimdi Çakıcı’nın en iyi arkadaşı. Gülben<br />

Ergen ‘Fırat’ dizisinde Tatlıses ile oynayacak<br />

kapasite miydi Rahmetli Osman<br />

Yağmurdereli’den rica ettiler, o da Gülben’i<br />

dizide oynattı. Türkiye’de bir dönem Lazlar,<br />

Dündar Kılıç’ın ekibi vardı. Şu an başkaları<br />

var.<br />

Türkiye’de görevini layıkıyla yerine getiren hakiki manada<br />

sanatçı yok mu<br />

Sahneye çıkıp şarkı söylemekse, filmde oynamaksa<br />

sanatçı dolu, hem de kamyonla.<br />

Ama bana göre Türkiye’de sanatçı çok az.<br />

Sanatçınının aldığı ödüller, çok iyi oyuncu<br />

olup olmadığı, iyi gelir elde edip etmediği<br />

beni ilgilendirmez. Topluma bir şeyler veriyor<br />

mu, çocuklar onu görüp iyi bir şeyler<br />

öğreniyor mu, aileler onun yaptıklarından<br />

veya yaşamından bir şeyler alıyor mu, ben<br />

onlara bakarım. Bana sorarsan bu anlamda<br />

iyi bir örnek pek yok. Sanatçıların hepsi<br />

kendine âşık, kendine hayran, mazoşist,<br />

kendinden başkasını tanımayan, hiç kimseyi<br />

sevmeyen insanlar. Bunlar parayı, gösterişi<br />

seven tipler. Aralarında halkına duyarlı,<br />

gelirinin dörtte birini dağıtan var mı<br />

KENAN BALTA GİBİ, KIVANÇ’A ABD’DE GARSON<br />

VEYA ŞOFÖR ROLÜ VERİLİR<br />

Diziler ile parlayan belli başlı isimler var, bunlara ne<br />

diyorsunuz<br />

Bunlar şöhreti hak etmiyor, taşıyamıyor da.<br />

Ya, beğenilen bir dizide ben de oynasam<br />

ben de meşhur olurum. Bu parlayan isimler<br />

var ya, dizi biter de bir sene sonra başka<br />

dizi yapmazlarsa unutulurlar. Böyle kamyonla<br />

gençler geliyor, gidiyor. Üç sene evvel<br />

dizilerde oynayan pek çok simayı şu an<br />

hatırlamıyoruz. Bunlar bir dizide kalıyor.<br />

Adam oyunculuğun ne okuluna, ne işine<br />

gidiyor. Beren Saat… Fiilen nedir onlar ya<br />

Dizilerde oynamasa otobüs durağında görsen<br />

bakmazsın suratına. Öyle dolu kız var.<br />

Ama meşhur olduğu için çok güzel geliyor<br />

insana. Şöhret aldatır insanı. Kenan İmirzalıoğlu<br />

gibi kaç tane münibisçü var. Durağa<br />

bak. Ondan daha yakışıklı delikanlılar<br />

var. Kıvanç gibi çocuklar, Amerikan sinemasında<br />

garson veya şoför rolünü oynar.<br />

Kazık gibi. Orada ne yakışıklı tipler var.<br />

Amerika’da tip arıyorlar. Hollywood’a bakın<br />

başrol oynayanlar eğri büğrü herifler.<br />

Bebek yüzlü yumuşak tipler yok. Bunlar<br />

filmlerde sevgili veya kiralık katil oluyorlar.<br />

Ağlarken ve gülerken aynı yüz ifadesi.<br />

Kenan, efendi, iyi çocuk ama tam bir balta.<br />

Ağlıyor mu, gülüyor mu belli değil. Hiçbir<br />

ifade yok. Tabii gerçek aktör bizde de<br />

var. Fikret Hakan’ın gençliğine bak. Ekrem<br />

Bora’ya, Ayhan Işık’a bak. Gözü ile ne diyeceğini,<br />

diyebileceğini anlatıyor; bakışı ile<br />

kendini ele veriyor.<br />

Talk showları takip ediyor musunuz<br />

Mesut Yar’a katlanamıyorum. Sempatik<br />

değil. Allah öyle bir tip vermemiş. Koca kafası<br />

var, yüzü uygun değil adamın televizyona.<br />

‘Hava nasıl’ diyor, habire. Cevabı<br />

da hemen kendisi veriyor. Yapma ya, bırak<br />

sen yapma espriyi konukların yapsın. Saniyede<br />

bir espri yapmak, sempatik olmak,<br />

hazır cevap olmak, çok kültürlü olmak derdinde.<br />

Beyaz, yine kabul ettirdi kendini.<br />

Aptallığını, işini bilmediğini, konuşamadığını,<br />

Beyaz kabul ettirdi. Ama iyi aile çocuğu<br />

espirisi var, hayranları var. Ama Mesut,<br />

lütfen sen Beyaz’ı taklit etme. Kadir<br />

Çöpdemir’e katlanamıyorum. Komik değil.<br />

Yüz ifadesi, ses tonu olamaz.<br />

Tiyatrocu Levent Kırca saldırgan tavırlar ortaya koyuyor.<br />

Onu bu davranışa iten nedenler nelerdir<br />

Levent’i Levent yapan kişi Oya’dır… Bütün<br />

para işleri onun elindeydi, gerçek patron<br />

oydu. Levent metin yazıyor, oynuyor,<br />

makyaj yapıyordu. Sanatı ile uğraşan bir<br />

adamdı. Bütün politikaları Oya Başar belirliyor<br />

ve uyguluyordu. Patroniçe oydu. Kapıda<br />

bilet kesenleri bile o denetliyordu. Şimdi,<br />

bir şeyler oldu aralarında ve Oya bunu şutladı.<br />

Herhalde katlanamadı. Levent, bir kadeh<br />

içince sapıtıyordu. Hemen sarhoş oluyordu.<br />

‘Hiç içmem’ diyor ama hikâye. Şimdi,<br />

Levent yıkıldı. Oya, parasını aldı, büyük<br />

payı götürdü. Levent’e borçlar kaldı. Ondan<br />

sonra ne yaptıysa tutturamadı.Popüler<br />

başarılı günlerinin bittiğini anlayınca, insanlar<br />

arayanlar azalmaya başlayınca, bankada<br />

paralar azalınca çöktüğünü hissetmeye<br />

başladı. Eskiden günde 10 telefon çalarken,<br />

2’ye indiğini gördü. ‘Ben gidiyorum<br />

artık’ korkusuna kapıldı. Ondan sonra<br />

tutarsız bir siyaset ortaya koydu. Bir solcu<br />

oldu, bir bilmem ne. Bir de çok ah aldı.<br />

Levent Kırca’yı tanımak için yanında çalışan<br />

insanlar nasıl öldü, şu an nerede ne yapıyorlar<br />

onu araştırın. Adamlar, sürünüyor<br />

ya. Geçen biri otobüs bekliyordu durakta.<br />

Yanına gittim muhabbet ettim. Yaşlı, iri yarı<br />

bir adam vardı, Levent’in yanında hatırlanacaktır.<br />

Adamın durumu hiç de iyi değildi.<br />

‘Olacak O Kadar’da Cevat Kelle’yi oynayan<br />

Sinan Bengier vardı. O da anlatmaktan yana<br />

değil. ‘Konuşturma beni, bana yakışmaz’<br />

diyor. Onlara neler çektiklerini bir sorun. Sigortalarını<br />

yatırmamış, maaşlarını sallamış.<br />

Yine bir yazınızda kadınların idareciliğinden ve yazarlığından<br />

yakınmış, Ruhat Mengi’den örnek vermiştiniz.<br />

Size göre kadın gazeteciler ve yazarlar torpille mi<br />

bir yere geliyorlar<br />

Tabii. Ruhat benim yanımda moda muhabiriydi.<br />

Siyaset yazacak biri miydi Herhalde<br />

yazılarını Güngör (Mengi) ağabey yazıyor.<br />

Ruhat, birden ‘vatan, millet, nidaları<br />

ile ekranlarda belirdi. Kahraman oldu, Jeanne<br />

D’arc oldu. Ayşe Arman da Aktüel’de<br />

sıradan bir muhabirdi, orasını burasını gösterirdi.<br />

Haldun Dormen’in oğlu ile evlenince<br />

birden bir yerlere geldi. Birileri ardında,<br />

yoksa böyle olurlar mıydı Kadınlar<br />

medyada her zaman üç adım önde. Talihliler.<br />

Kadınlar hep erkeklerin önünde. Ondan<br />

sonra ağlıyorlar, ezildiklerini iddia ediyorlar.<br />

Bir defa bir yerlere girmeleri daha<br />

kolay, daha kaymak haberlere gitikleri<br />

de muhakkak. Bizim yöneticiler de bayılıyorlar,<br />

yazı işleri toplantısında kadınlara<br />

hava atmaya. Rahmetli Nezih Demirkent<br />

zamanında bile bu durum böyleydi.<br />

Ben uzun seneler Hürriyet ve Sabah’ta görev<br />

yaptım. Pek çok gazeteci arkadaşımın<br />

müdürlerle münasebeti vardı. Onlar sayesinde<br />

bir yerlere geldiklerini biliyorum.<br />

Burada merhum Duygu Asena iyi örnektir.<br />

Duygu’yu Hürriyet’ten özel hayatından<br />

dolayı attılar. İki senede 12 müdür ile beraber<br />

oldu. Duygu, zampara kadındı. Ama<br />

kimse Duygu’yu tavlayamazdı, o tavlardı.<br />

Herkes peşinden koşardı. Ondan yüz bulamayanlar<br />

aralarında kapıştı yönetim katında.<br />

Sonrasında Duygu’yu işten attılar.


38 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

Duygu da mahkemeye verdi. Ben de şahittim.<br />

Mahkemede ‘Hayır, Duygu namuslu<br />

kızdır, hiç kimse ile bir şeyini görmedim‘<br />

dedim. O zaman yani 1974’te 250 bin lira<br />

tazminat aldı, Hürriyet’ten.<br />

Magazin muhabirliği ile ilgili yorumlarınız neler<br />

Magazin gazetecilerinin en nefret ettiğim<br />

tarafları şu; bir kere gördüklerini hemen yazıyorlar…<br />

Birilerinin söylediklerini yazıyorlar.<br />

Ama iş öyle değil. Ben, bir makineyi görüyor,<br />

güzel olduğunu yazıyorum. Ama<br />

ben o makine ile ilgili detayları araştırmalıyım.<br />

Olayların görünen tarafı kadar görünmeyen<br />

tarafını da var. Kişilerin de öyle.<br />

Görünmeyeni, perdenin ardını, madalyonun<br />

arka yüzünü araştırıp hakikati yazmazsan<br />

gazeteci değilsindir. Şu an magazin<br />

gazetecileri birilerinin söylediğini, ya da<br />

gördüğünü aynen yazıyor; ucuza kaçıyor.<br />

Ya bir araştır. Bu adam nereden buraya gelmiş,<br />

Google’a gir araştır. Ne yapmış bak.<br />

Bununla konuşuyorum ama röportaja gitmeden<br />

evvel sor araştır bu adam ne yapmış.<br />

Seninle konuşuyoruz ama geçmişimi biliyor<br />

musun Bildiğin zaman soruların daha gerçekçi<br />

olur. Ben daha mantıklı, daha doğru<br />

cevap veririm sana. Ama beni tanımadığını<br />

belli edersen seninle dalga geçerim. Konuşurken<br />

insanlar gazetecinin gözünün içine<br />

bakar. Sana bir yoklama çeker, o konuya<br />

vâkıf değilsen sana doğru cevap vermez.<br />

GAZETECİYİ ÇAĞIRAN AYNUR AYDAN’DI<br />

Meslekte aktif olduğunuz dönemde eski İçişleri Bakanı<br />

Hasan Fehmi Güneş’in istifasına yol açan Haftasonu<br />

haberi hakkında malumatınız var mıydı<br />

Beni aradı Aynur Aydan. ‘Aykut, Hasan geliyor,<br />

sana müthiş haber’ dedi. Ben sevmem<br />

öyle şeyleri, karı reklam yapacak beni<br />

kullanacak. ‘Ne olmuş kızım geliyorsa<br />

gelsin, reklam mı yapmalısın’ dedim. Yüz<br />

vermedim. O zaman ‘Haftasonu’nda Tarık<br />

Ertuğ var. Onu aramış. Tarık fotoyu alıp<br />

gitmiş. Beşiktaş Barbaros’ta kapıdan girerken<br />

adamın resmini çekmiş. Adam da çıktı,<br />

münasebeti itiraf etti. Ya kadın, adamı baştan<br />

çıkarmış. Daha önce bir iki kere birlikte<br />

olmuşlar. Adam gelirken haber veriyor.<br />

Bu karılar böyle. Satar adamı. Adam da çıktı<br />

‘Evet hata yaptım, milletten özür diliyorum’<br />

deyip istifa etti, herkes de alkışladı.<br />

FOTOĞRAF: MEHMET YAMAN<br />

CEM UZAN’DAN TÜM PARASINI ALAN TEK KİŞİYİM<br />

Pek çok gazetede görev yaptınız. Bize patronlarınızı<br />

da değerlendirebilir misiniz<br />

Ben, Erol Simavi gibi patron tanımam. Her<br />

gece gazinodaydı, bütün ünlü kadınlar<br />

sevgilisiydi. Gündüz haberini yaptığım ile<br />

gece Erol Bey yatıyordu. Bunu da o kadınlardan<br />

öğrendim. Tercüman’da patronum<br />

rahmetli Kemal Bey çok iyi adamdı. Kemal<br />

Bey’in Tercüman’ın yanında bir gazetesi<br />

daha vardı: Bulvar. Bana, ‘Aykut, her işi<br />

yaptım ama ilk defa güzellik yarışması yapacağım.<br />

Bu yaştan sonra pezevenk olarak<br />

itham edecekler beni’ dedi. O yarışmayı<br />

ben organize ettim. Sene 1983 idi, o zaman<br />

60 milyon lira aldım. Zannediyorum, yarışmada<br />

Hülya Avşar birinci olmuştu.Dinç<br />

Bilgin de iyi adamdı, gerçek bir gazeteciydi.<br />

Aydın Bey de iyiydi. Gazetecilikten gelme<br />

patronları arıyorum açıkçası. İkincisi Cem<br />

Uzan’a 6 sene dışarıdan program yapan ve<br />

bütün parasını alan tek kişiyim. Uzan ile<br />

görüşüyorum, Facebook’tan.<br />

İğneleyici bir üslubunuz var. Bu başınıza iş açmadı mı<br />

Ben şurada, Ortaköy Camii’nin kapısında<br />

tetikçimle tanıştım. Bir tetikçi hapishaneden<br />

çıkıyor, emri Hülya Avşar’ın annesinden<br />

alıyor. Bunu bilen ve bana bildiren<br />

Akgün Otelleri’nin maliki Nihat Akgün.<br />

O bana ‘Aykut geceleri dolaşma, senin<br />

ipin kesildi, seni götürecekler. Bu işte<br />

polisin de parmağı var’ uyarısında bulundu.<br />

Bir şaşkınlık hali yaşadım, tabii korktum.<br />

Akgün’ün polis içinde adamları vardı.<br />

Cinayet Masası’nda kim ne yapıyor, polis<br />

ne yapıyor ilk Akgün öğreniyordu. Sonra<br />

araştırdım hakikaten Hülya Avşar, Cinayet<br />

masası’ndan bütün polisleri gazinoda ağırlıyor.<br />

Her gece balıkçıda Kaya Çilingiroğlu<br />

ile Hüseyin Kocadağ’a gece yemekleri filan.<br />

Akgün’ün uyarılarına kulak verip<br />

daha duyarlı ve dikkatli dolaşıyordum.<br />

Ortaköy Camii’nin orada biri ‘Aykut<br />

Işıklar sen misin’ diye sordu. Zavallı<br />

önünü göremiyor, içmiş içmiş gelmiş,<br />

ufak tefek bir adam. Adamın bir sağına,<br />

bir soluna girdim. Dirseğimle tabancanın<br />

adamın solunda olduğunu anladım.<br />

Çekerse ne yapacağımı planlıyordum.<br />

‘Oğlum, bak sen delikanlı mısın’<br />

diye seslendim. ‘Kendimize göre’ karşılığını<br />

verdi. ‘Sana soruyorum sen hapishaneden<br />

çıktın değil mi’ diye sordum.<br />

Çünkü Hülya Avşar’ın annesi açık<br />

vermişti: ‘Aykut, yakında göreceksin<br />

sen’ dedi. Yeğeni varmış Ulucanlar’da.<br />

O tezgâhlamış her şeyi. Tetikçiye sordum,<br />

‘Sen Ulucanlar’dan mı çıktın’ diye.<br />

Aptala döndü, ben korkmuyorum<br />

koluna girdim. Şaşırdı. Ondan sonra<br />

‘Hülya Avşar mı gönderdi seni’ diye<br />

sordum. İnkâr etti. ‘Kaç para aldın’ diye<br />

sordum. ‘Ne yapacaksın, aldım bir<br />

şeyler, hadi 250 milyon’ dedi. O sırada<br />

otoparkta bizim bitirim çocuklar vardı.<br />

Yanıma geldiler, durumu anladılar. ‘Arkadaş<br />

beni götürmeye gelmiş’ dedim.<br />

Ondan sonra biri atladı hemen tabancayı<br />

kaparak denize attı. Ona 2-3 çaktılar.<br />

Bu olayı en iyi bilen Mehmet Ağar’dır.<br />

İçtim, ağlayarak Ağar’ı aradım. Gecenin<br />

2’sinde. Benim arkadaşımdı.<br />

‘Benim arkadaşım Emniyet Genel<br />

Müdürü, ben vurulacağımı mafyadan öğreniyorum’<br />

diye sitem ettim. ‘Senin adamın<br />

Hüseyin Kocadağ bu işi tezgâhlıyor.’<br />

dedim. Ağar, ‘Dur Aykut hallederiz’ dedi.<br />

Sabah beni Hüseyin Kocadağ aradı. ‘Senin<br />

deden Erzincan Kemahlı mıydı Biz<br />

hemşehriyiz’ dedi. ‘Şimdi mi hatırladın<br />

hemşehri olduğumuzu, hadi sana hayırlı<br />

işler.’ diyip telefonu kapattım.


40 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

Erkeklere ‘güzellik’ kriteri<br />

koysak, çoğu yorumcu işsiz kalır<br />

FOTOĞRAF: MUSTAFA KİRAZLI<br />

Erkek egemenliğinin olduğu<br />

futbolda erkek yorumculara<br />

ince bir dokundurma da futbol<br />

üzerine kalem oynatan Banu<br />

Yelkovan’dan geldi.<br />

KÖKSAL AKPINAR<br />

utbol her ne kadar erkek<br />

F<br />

egemenliğinin olduğu bir<br />

oyun olsa da, kadın futbolcular<br />

da uzun yıllardır hatırı sayılır<br />

bir yer edindi yeşil sahalarda. Erkeklerin<br />

daha çok söz hakkı olduğu<br />

bu oyunda kadınlarımız da geçmişe<br />

oranla futbolu daha çok sevmeye<br />

ve ilgi duymaya başladı. Ama<br />

maçlardan sonra televizyonlarda izlediğimiz<br />

spor programlarındaki yorumcuların<br />

neredeyse tamamı erkek.<br />

Futboldan kopup farklı konulara<br />

girip tartışmalara da tanık oluyoruz<br />

zaman zaman. Tartışmalar o kadar<br />

ileri boyutlara taşındı ki RTÜK<br />

spor programlarına bir dizi kurallar<br />

koymak zorunda kaldı. Erkek yorumculara<br />

ince bir dokundurma da<br />

futbol üzerine kalem oynatan Banu<br />

Yelkovan’dan geldi. Yelkovan ile yeşil<br />

sahaların tozunu atarken, özellikle<br />

televizyondaki spor programlarını<br />

da masaya yatırdık. Yelkovan’a göre<br />

“erkeklere ‘güzellik’ kriteri koysak,<br />

çoğu yorumcu işsiz kalır.”<br />

Spor yazarlığı, hayalinizde olan bir meslek<br />

miydi<br />

Hayır değildi!.. Gazeteciliğe spor yazarı<br />

olacağım diye başlamadım. Üniversitede<br />

gazete ilanıyla part-time<br />

çevirmen aranıyordu. Müracaat ettim.<br />

Okulumuzda devam zorunluluğu<br />

yoktu ve Milliyet Gazetesi’nde<br />

başladım. Gençlik eki çıkarıyorduk.<br />

O günlerde yaptığımız ekleri hâlâ<br />

saklarım. İletişim mezunu değilim,<br />

gazetecilikte ‘alaylı’ denen gruptanım.<br />

Çok uzun yıllardır gazeteciliğin<br />

her kademesinde görev aldım. İlginçtir,<br />

hayatım boyunca CV’yle iş başvurusunda<br />

bulunmadım. Yaptığım<br />

iş beni bugünlere kadar getirdi. Çevirmenlikten<br />

muhabirliğe, muhabirlikten<br />

dergiciliğe, oradan yazı işlerine<br />

ve genel yayın müdürlüğüne. Gazeteciliğe<br />

başlamam neredeyse 20 yılı<br />

aştı. Panellerde söyleyince çocuklardan<br />

‘Kaç yasındasın’ sorusu geliyor.<br />

O yüzden artık söylemiyorum, ‘Çok<br />

uzun yıllar oldu’ diyorum.<br />

Futbola merak hep var mıydı<br />

Evet vardı. Büyürken Florya’da oturuyorduk.<br />

İster istemez Galatasaraylıydım.<br />

Semt takımını tutmak gibi<br />

bir şeydi. Aslında spor yazarlığına da<br />

sonradan yöneldim. Arşivlerde sağlık<br />

haberlerim, çeviri haberlerim, bir<br />

sürü röportajım vardır. 1999 senesinde<br />

Fransa’ya gittim. Paris’te yaşamak<br />

çocukluk hayalimdi. Orada fotoğrafçılık<br />

kursuna gittim. Dönünce<br />

artık gazetede tam zamanlı çalışmamaya<br />

karar vermiştim. Babamın işini<br />

denemeye, yapamazsam Fransa’ya<br />

dönüp, master talebimi kabul eden<br />

bir üniversitede devam etmeye karar<br />

vermiştim. Geri gitmek üzere gelmişim<br />

yani. Tam o dönemde spor yazarlığı<br />

teklifi geldi. Tekrar başladım.<br />

O dönem kadınların futbola merakı var mıydı<br />

Benim ilk maça gittiğim dönemler<br />

kadınların futbola çok tutkulu olmadığı<br />

zamanlardı. Allah’tan kız kardeşimle<br />

birlikte futbola merak salmıştık.<br />

Kimseye ihtiyaç duymadan beraber<br />

gidebiliyorduk. Babamla hiç futbol<br />

maçına gitmedim. Zaten babam<br />

Beşiktaşlı… Bizimki Florya’da şekillenen<br />

bir futbol sevgisi… Kulüp orada,<br />

antrenman sahası orada… Sokağa<br />

çıkıyorsun, futbolcular orada. Başkan<br />

bile orada. O zamanlar Florya<br />

köy gibiydi. Evimiz de çok yakın olduğu<br />

için, ister istemez kulübün içinde<br />

yaşıyor gibiydik. Hayatın normal<br />

bir parçasıymış gibi. Maçlara da kız<br />

kardeşimle gidiyorduk. Kimsenin bizi<br />

maça götürmesine ihtiyaç duymadık.<br />

MAÇA GİDECEĞİMİ BİLDİĞİM<br />

ANDA HEYECANLANIYORUM<br />

Hâlâ devam ediyor mu futbola olan bu sevgi


MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

41<br />

İşin içine girdikten sonra biraz mesafe<br />

oluyor. Ama hâlâ, hangi takımın maçı<br />

olduğunun bir önemi yok, merdivenleri<br />

çıkıp yeşil sahayı gördüğüm anda heyecanlanıyorum.<br />

Maça gideceğimi bildiğim<br />

anda heyecan basıyor. Stada yaklaşırken<br />

adımlarım hızlanıyor, neredeyse<br />

koşmaya başlıyorum. Ben maçla ilgili<br />

her şeyi merak ediyorum. Zaten bu işi<br />

sevmemin de sebebi bu. Futbolun en az<br />

ilgilendiğim tarafı istatistik tarafı. Şimdi<br />

bir de basın toplantısına girme avantajım<br />

var gazeteci olarak. Benim gibi bir<br />

meraklı için müthiş bir şey bu. Ben, futbolcunun,<br />

teknik direktörün arkasındaki<br />

‘insanı’ çok merak ediyorum. Bunu<br />

saha kenarından veya televizyondan<br />

izleyerek anlamak mümkün değil. Benim<br />

için her şey ilginç: Bir teknik direktör<br />

basın toplantısında kendisine sorulan<br />

bir soruyu nasıl dinliyor Nasıl cevap<br />

veriyor Havası tavrı, vücut dili vs.<br />

hepsi ilgimi çekiyor.<br />

Erkek egemenliğinin olduğu spor servislerinde<br />

kadın olmanın zorluklarını yaşadınız mı<br />

Fransa dönüşü Yiğiter Uluğ ve Uğur<br />

Vardan’ın Radikal Futbol’da yazma teklifini<br />

kabul ettikten sonra spor servisinin<br />

bilfiil içine girmedim. Ama aslında<br />

gazeteciliğin mutfağını yeri geldiğinde<br />

sayfa tasarımı yapacak kadar biliyorum.<br />

FourFourTwo’da tabii işin mutfağındaydım,<br />

başkasına sorsanız belki farklı cevap<br />

alırsınız ama bana zor gelmiyor.<br />

‘KADIN SPOR YAZARLARININ<br />

ÖNÜNÜ AÇAN UĞUR VARDAN OLDU’<br />

Banu Yelkovan’ın bir anlamda futbolun kadınlar<br />

tarafından sevilmesine kapı araladığını düşünüyor<br />

musunuz<br />

Bu işi ilk yapan aslında Gülengül Altınsay.<br />

Hep İbrahim Altınsay’ın eşi olduğu<br />

için yazarlık yaptığını zannederler, oysa<br />

Gülengül ondan önce girmiştir futbol işine.<br />

Ama bence çoğu kadın spor yazarlarının<br />

önünü açan Uğur Vardan’dır. Önce<br />

Aktüel’de şans verdi kadın yazarlara,<br />

sonra Radikal’de. Birçok gazeteden daha<br />

fazla kadın yazar yer aldı Radikal sayfalarında.<br />

Kadınların önünün açılmasında<br />

benim katkım var mı bilmiyorum, olmuşsa<br />

ne mutlu bana.<br />

Türk kadınının futbola<br />

ilgi duymasında<br />

çok önemli katkı<br />

sağlayan isimlerin<br />

başında geliyor<br />

Banu Yelkovan.<br />

FUTBOLU SEVDİĞİMİZE<br />

KİMSEYİ İNANDIRAMIYORUZ<br />

Spor medyasında daha çok kadın var ama yorumculuk<br />

koltuklarındaki erkek egemenliği için neler<br />

söyleyeceksiniz<br />

Evet tespit doğru. Yorumculuk koltuğunda<br />

erkek egemenliği çok fazla... Sonuçta<br />

bu oynayanıyla, seyredeniyle, yorumlayanıyla<br />

bir erkek oyunu... Erkekler<br />

de orayı pek kaptırmıyorlar. İngiltere’de,<br />

İtalya’da, İspanya’da da durum böyle<br />

ama oralarda sadece spiker değil, muhabir<br />

de birçok kadın var. Spor medyasında<br />

belli bir süre kadını ön plana çıkarmak<br />

gibi bir durum oldu. Kadınlar için<br />

ilk kıstas güzellik. Kadınlara uygulanan<br />

kriterleri erkeklere koysak, çoğu yorumcu<br />

işsiz kalır. Futbola meraklı olan kadınların<br />

durumunu Beckham’a benzetiyorum.<br />

Nasıl ki, Beckham’ın asıl işinin futbolcu<br />

olduğuna kimseyi inandıramıyorsan,<br />

adam yakışıklı ve sponsorlardan daha<br />

çok para kazandığı için, futbolu hobi<br />

olarak yapıyor izlenimi veriyorsa, biz de<br />

sırf kadın olduğumuz için futbolu sevdiğimize<br />

kimseyi inandıramıyoruz. Oysa<br />

İngiltere Milli Takımı’ndaki yeri hâlâ<br />

doldurulamadı. Beğen beğenme, bu yaşta<br />

hâlâ Paris Saint Germain’de oynayacak<br />

kapasitede. Biz de futbolu sevdiğimize,<br />

iyi kötü bildiğimize kimseyi inandıramıyoruz.<br />

Hobi olarak ilgileniyoruz<br />

gibi görüyorlar.<br />

ERKEKLER İLE AYNI EĞİTİMİ GÖREN KADIN<br />

TEKNİK DİREKTÖRLER, ŞANSSIZ<br />

Fatih Terim ile birlikte yardımcıları da ceza alınca<br />

yardımcısı Duygu Hoca’nın takımın başında sahaya<br />

çıkma ihtimali sizi heyecanlandırdı mı<br />

Evet gerçekten heyecanlandım. Duygu<br />

Hoca’nın bunu yapabileceğine de, Fatih<br />

Hoca’nın gerekirse tereddüt etmeden<br />

ona bu şansı vereceğine de eminim.<br />

Sonuçta futbol dünyasında kadın teknik<br />

direktörler de var. Başarılı işler de yapıyorlar.<br />

Teknik direktör olurken kadınlara<br />

farklı sınav uygulanmıyor ki Onlar<br />

da aynı eğitimi görüyor, aynı sorularla<br />

aynı sınava giriyor, aynı lisansı alıyor.<br />

Ama erkekler kadar şans bulabiliyorlar<br />

mı tartışılır.<br />

Anne olduktan sonra Banu Yelkovan’ın işinde ne<br />

gibi değişiklikler oldu<br />

Anne olmadan önce kadın-erkek farkı<br />

konusunda bir kez bile düşünmemiştim.<br />

Ama anne olduktan sonra ister istemez<br />

sorumlulukların değişiyor. Artık<br />

sabahlara kadar çalışma ‘lüksün’ kalmıyor.<br />

Bir anlamda kadın olduğunun farkına<br />

varıyorsun. Ben şunu gördüm. Erkeklerle<br />

kadınlar arasında bence en belirgin<br />

fark, onların tek konuya odaklanabilme<br />

becerisi. Kadınlar multi-fonksiyon. Aynı<br />

anda beş şeyi düşünüp organize etmek<br />

zorundalar. Çocuk olduktan sonra bunu<br />

daha çok fark ediyorsun. Ev kadınlarına<br />

büyük saygı duyuyorum; aşçılıktan psikologluğa,<br />

doktorluktan organizatörlüğe,<br />

temizlikçilikten hastabakıcılığa aynı<br />

anda kaç meslek yapıyorlar. Benim şansım,<br />

birçok kadının aksine, hayatta yapmak<br />

istediğim şeyi yapıyor oluşumdur.<br />

Bu fırsat Türkiye’de kadınların karşısına<br />

çok az çıkıyor.<br />

‘ANLAŞILAMAMAK BENİ ÇOK ÜZÜYOR’<br />

Yazdığınız yazıdan dolayı size tepki gösteren oluyor<br />

mu<br />

Bazen oluyor… Ama beni tepkilerden<br />

çok yanlış anlaşılmış olmak üzüyor. Bunu<br />

keşke yazmasaydım dediğim hiç olmadı.<br />

Ama ben bunu niye anlatamadım<br />

diye hayıflandığım çok olmuştur.<br />

Örnek verebilir misiniz<br />

En son Fatih Terim olayı ile ilgili bir<br />

yazı yazmıştım. Hayatta herkesin bir<br />

aşil tendonu, bir zayıf noktası olduğuna<br />

inanıyorum. Bence herkesi kızdıracak<br />

bir konu var. Sizinki ile benimki<br />

aynı olmayabilir. Ama hayat da öyle<br />

bir şey ki, sizi ne kızdırıyorsa sizin önünüze<br />

daha çok o çıkıyor. Ben normalde<br />

sakin bir tipim. Ama oğluma yemek<br />

yedirmeye çalışırken inanılmaz sinirli<br />

oluyorum. Herkesin öfkesini kontrol<br />

edemediği zamanlar oluyor. Ama 5 dakika<br />

sonra geriye dönüp, öfkeyle hiçbir<br />

şeyi çözemeyeceğini idrak edip, “Burada<br />

galiba bir şeyi yanlış yaptım” demesi<br />

lazım. Yazımda da bunu vurgulamaya<br />

çalıştım; “Basın toplantısını keşke yap-


42 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

masaydı, canlı yayına keşke katılmasaydı.<br />

Ya da çıktığında başka şeyler söyleseydi.<br />

Aynı sinirle devam etmeseydi”<br />

demeye çalıştım. Ama bu yüzden, “Sen<br />

Fatih Terim’i savunuyorsun, onun avukatı<br />

mısın” türü tepkiler de aldım. Burada<br />

anlatmak istediğimi iyi anlatamadım<br />

diye düşündüğüm oldu.<br />

‘FISTIKOĞLU-ÜMİT ÖZAT<br />

TARTIŞMASINDA ÜSLUP KÖTÜYDÜ’<br />

Futbol oynamayanlar ile oynamış olan yorumcular<br />

arasında yaşanan tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz<br />

Futbol oynamamış olmanın objektiflik<br />

açısından avantaj sağladığını düşünüyorum.<br />

Daha açık bakmaya çalışıyorsunuz.<br />

Kendinizi sürekli geliştirmeye çalışıyorsunuz.<br />

Bilmediğinizi peşinen kabul<br />

ettiğiniz için, daha çok okuyup öğrenmeye<br />

çalışıyorsunuz. Bu da bir artıdır<br />

bana göre. Elbette futbol oynamanın<br />

getirdiği daha çok avantaj var. Futbol<br />

oynamış olan, mutlaka başka bir gözle<br />

bakıyordur. Simge Fıstıkoğlu ile Ümit<br />

Özat’ın tartışmasında ben Ümit Özat’ın<br />

üslubundan hoşlanmadım. Gerçi Ümit<br />

Özat’ın da demek istediğini iyi ifade edemediğini<br />

düşünüyorum.<br />

Algı sorunu mu yaşandı size göre<br />

Evet.. Ümit Özat orada düşündüğünü,<br />

demek istediğini doğru ifade edemedi.<br />

Ama böyle cinsiyetçi, kadınların pozisyonunun<br />

bu kadar zor olduğu bir ülkede,<br />

keşke biraz daha düşünerek konuşsaydı,<br />

böyle bir genelleme yapmamış olsaydı.<br />

Kötü niyetle yapmadığına inanmakla<br />

birlikte yine de yapmasaydı ya da<br />

keşke sonrasında özür dileseydi diye düşünüyorum.<br />

Futbol 90 dk ama maç bittikten sonra 180 dk konuşuluyor.<br />

Avrupa’da durum nasıl<br />

Avrupa’da maçtan önceki programlar<br />

çok daha uzun. Maç bitince tersten yorumlamak,<br />

“A girdiyse niye B girmedi<br />

A taktiği ile oynandıysa, neden B taktiği<br />

değildi” demek daha kolay. Analiz<br />

programları ile ilgili bir sıkıntım yok.<br />

Fakat bazı programları seyrettikçe, insan<br />

kendini o gerçekliğe kaptırıp, sinirlenmeye<br />

başlıyor. Onları yabancılaşarak<br />

seyretmek gerek. İçine girmemek lazım…<br />

Hayatınızda kırılma anı olarak niteleyebileceğiniz<br />

maç hangisi<br />

Benim şans eseri ilk gittiğim Neuchâtel<br />

Xamax maçıdır. Okulu kırıp gitmiştik.<br />

Gerçi şimdi kime sorsan o maça gitmiş.<br />

Herkes oradaymış. Sanki 500 bin kişilik<br />

statta oynandı maç. Gitmeyen yok. Öyle<br />

bir maçtan sonra futbolu sevmemek<br />

gibi bir durumunuz kalmıyor. İnanılmaz<br />

bir atmosferdi.<br />

Türkiye’nin marka değerini yükselten bir maçtı<br />

diyebilir miyiz<br />

Türk futbolunun kırılma anı gibiydi. Sanki<br />

Türk futbolundaki bütün başarılar ve<br />

yükselme dönemi o maçla başladı.<br />

Banu Yelkovan’ın hafızasında Türkiye’ye gelen<br />

yabancılar arasında hangi futbolcular var<br />

Saymakla bitmez. Zaten Radikal’cilerin<br />

‘Biz takım tutmayız, adam tutarız’ diye<br />

bir lafı vardır. Futbolcuların, teknik direktörlerin<br />

hikâyeleri benim için daha etkili.<br />

O yüzden biyografi okumayı çok severim.<br />

Seyrettiğimiz maçların içeriden<br />

hikâyelerini sonradan okumak çok hoşuma<br />

gider. Biz ne duygularla seyretmiştik,<br />

onlar hangi duygularla oynamış karşılaştırması<br />

ilginç gelir.<br />

Futbol nedir<br />

İçinde 22 tane hayatın olduğu<br />

bir oyun. Artı hakemler,<br />

artı seyirciler...<br />

Sonsuz bilinmeyenli<br />

bir denklem...<br />

Asıl büyüsü<br />

de bu. Brian<br />

Clough’ın,<br />

‘Kâğıt üzerinde<br />

iyi olan takım bizdik. Maalesef maçı sahada<br />

oynadık’ diye bir lafı vardır. Bence<br />

futbol tamamen bu... Olaylar, senin kafandaki<br />

gibi gelişmiyor. Heyecanı da, büyüsü<br />

de burada.<br />

Türk futbolunu nasıl buluyorsunuz<br />

Bugüne kadar ülkemize gelmiş yabancı<br />

oyuncularla yaptığım röportajlarda bu<br />

soruyu hep sordum ve hep aynı yanıtı<br />

aldım. Kâğıt üzerinde, ağırlıklı olarak<br />

3, toplamda 5 takımın şampiyon olduğu<br />

bir ligiz. Uzaktan bakınca Hollanda<br />

ligi gibi bir lig algısı belirebilir kafalarda.<br />

Oysaki bizim ligimiz çok mücadeleci.<br />

Zeminler filan güzel olsa Premier Lig<br />

kadar mücadele var, sadece futbol temposu<br />

oraya göre oldukça yavaş o kadar.<br />

2000’lerin başında yorum yaparken,<br />

‘Önce mental devrim lazım. Önce Anadolu<br />

takımlarının maça çıkarken, büyük<br />

takımları yenebileceklerine inanarak<br />

maça çıkmaları lazım… Önce mücadele<br />

gelmeli, oyun kalitesi sonradan gelir’<br />

diyordum. Bence ilk aşama gerçekleşti.<br />

Mental devrim oldu. Bugün hiçbir Anadolu<br />

takımı İstanbul takımları ile oynayacakları<br />

maça, kaybettik psikolojisi<br />

ile çıkmıyor. Ama bundan<br />

sonra ikinci aşamaya geçmek<br />

lazım. Artık takımların<br />

nasıl bir fark ortaya<br />

koyacaklarını bulup,<br />

kendi değerlerini,<br />

kendi oyun kimliklerini<br />

yaratmaları<br />

lazım.


44 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

‘Alo Hollywood, Bay<br />

Başkan bir film istiyor!’<br />

ABD Başkanı<br />

Barack Obama’nın<br />

eşi Michelle<br />

Obama’nın, gümüş<br />

rengi kostümüyle<br />

milyonların önüne<br />

çıkarak, İran karşıtı<br />

‘Argo’ filmine bu<br />

ödülün layık görüldüğünü<br />

açıklaması<br />

ise ABD politikalarındaki<br />

Hollywood<br />

etkisinin ispatı olarak<br />

yorumlandı.<br />

İ<br />

HAKAN İNCE<br />

ran’da 1979’da şah yönetimini sona erdiren<br />

devrimin hemen ardından ABD büyükelçiliğinde<br />

yaşanan rehine krizi sırasında<br />

6 elçilik görevlisinin kurtarılmasını konu<br />

alan “Argo”ya “En İyi Film” Oscar’ı verilmesi;<br />

Beyaz Saray, Pentagon ve Hollywood arasındaki<br />

sıkı bağları tekrar gündeme getirdi. Törene Beyaz<br />

Saray’dan canlı bağlanan ABD Başkanı Barack<br />

Obama’nın eşi Michelle Obama’nın, gümüş rengi<br />

kostümüyle milyonların önüne çıkarak, İran<br />

karşıtı ‘Argo’ filmine bu ödülün layık görüldüğünü<br />

açıklaması ise ABD politikalarındaki Hollywood<br />

etkisinin ispatı olarak yorumlandı.<br />

Beyaz Saray'ın, sıkıntılı günlerde ülke içinde<br />

moral yükseltmek için film endüstrisiyle işbirliğine<br />

ihtiyaç duyduğu görülüyor.<br />

Yönetmen Barry Levinson'ın Türkiye'de<br />

‘Başkan'ın Adamları' ismiyle gösterilen WagtheDog<br />

(1997) filminde, Beyaz Saray danışmanlarından<br />

Robert De Niro, Başkan'ın adının karıştığı<br />

seks skandalını, seçimlere kısa bir süre kala<br />

medyanın ve Amerikan halkının gündeminden<br />

çıkarmak için ilginç bir yönteme başvurur.<br />

Hollywood yapımcısı rolündeki Dustin Hoffman<br />

ile bir araya gelerek, dikkatleri hayalî bir<br />

savaş senaryosuna yönlendiren De Niro, tüm<br />

dünyayı ilgilendiren krizi yönetmek için bir beyin<br />

takımı kurar ve kitleleri meşgul etmeyi başarır.<br />

Levinson'ın Amerikan siyaseti ve medya ahlakı<br />

üzerine ince eleştiriler yönelten filmi, Beyaz<br />

Saray ile Hollywood arasında uzun bir geçmişe<br />

dayanan koalisyonun şifrelerini belki de ilk kez<br />

gün yüzüne çıkarıyordu.<br />

ABD başkanları için sinema, politik kararlarına<br />

halkı hazırlamak ve uluslararası kamuoyunda<br />

Amerikan sempatizanlığı oluşturmak için ikna<br />

gücü yüksek bir propaganda aracı oldu. Mesajlar,<br />

kimi zaman politik kimi zaman da komedi ve aksiyon<br />

türünde yapımlarla verildi.<br />

'BU FİLM, SAVAŞI KAZANMAMIZA YARDIMCI OLACAK MI'<br />

1930'lu yıllar boyunca tüm dünyayı etkileyen<br />

ekonomik buhranda umutları yıkılan kitlelerin<br />

trajediden kaçış olarak sinemalara akın etmesi<br />

Başkan Franklin D. Roosevelt'in dikkatinden<br />

kaçmadı. Roosevelt, beyazperdenin, topluma<br />

yön verebilecek etkili bir politik araç olabileceğini<br />

o sırada keşfetti.<br />

Roosevelt, 1933'te hükümetin film yapımına<br />

doğrudan müdahalesini yasalaştırdı ve bunun<br />

karşılığında stüdyo sahiplerine sınırsız yetkiler<br />

verdi. Başkan Roosevelt, Amerika Birleşik<br />

Devletleri'nin 1. Dünya Savaşı sonrasında<br />

dünyada aktif bir rol oynaması konusunda kararlıydı.<br />

Ama kendisi gibi düşünmeyen Amerikan<br />

kamuoyunu buna hazırlamak için büyük<br />

çaba sarf ediyordu. Çoğu Amerikalı, Avrupa'da


MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

45<br />

devam eden 2. Dünya Savaşı'na tamamen<br />

ilgisiz kalmayı tercih ediyordu. Pearl<br />

Harbor saldırısı, bölünmüş Amerikalıları<br />

birleştirmişti; ancak savaşa karşı olan<br />

azımsanmayacak bir kesim vardı.<br />

Hollywood stüdyolarının kapılarını<br />

çalan Roosevelt'in imdadına Humphrey-<br />

Bogart ve IngridBergman'ı bir araya getiren<br />

1942 yapımı Kazablanka (Casablanca)<br />

filmi yetişti. Gişe rekoru kıran filmde,<br />

Alman toplama kamplarından kaçarak<br />

Kazablanka'ya gelen direnişçilerin Lizbon<br />

üzerinden ABD'ye iltica etmeleri, romantik<br />

bir aşk hikâyesi ekseninde gösteriliyordu.<br />

Konu, tarihi gerçeklerle hiç örtüşmese<br />

de Kazablanka, dikkatleri Pasifik'in öte kıyısında<br />

yaşananlara dikkat çekmeyi başarmıştı.<br />

Filmin ilk gösterimi bu yüzden, 1943<br />

Kasım'ında General Dwight Eisenhower<br />

komutasında Kuzey Afrika'daki Alman<br />

birliklerini yenerek Kazablanka'ya giren<br />

İngiliz ve Amerikan askerlerine yapıldı.<br />

Kazablanka'nın hemen ardından Savaş<br />

Bilgilendirme Ofisi (OWI) bünyesinde<br />

kurulan Sinema Dairesi'ne, milliyetçilik<br />

duygularını yükseltmek ve Amerikan<br />

ordusunun güçlü imajını yükseltmeyi<br />

amaçlayan propaganda filmleri üretme<br />

görevi verildi. Savaş yıllarında Paramount<br />

hariç film stüdyoları, OWI'nin tüm senaryoları<br />

çekim öncesinde okumasına ve rötuşlar<br />

yapmasına izin verdi.<br />

"Amerikan milliyetçiliğini anlatmak<br />

için propaganda enjekte etmenin en kolay<br />

yolu filmlerin içerisine orta şiddetli<br />

propaganda katmaktır." diyen dönemin<br />

OWI Müdürü ElmerDavis, önüne gelen<br />

senaryolar için sadece şu soruyu soruyordu:<br />

"Bu film, savaşı kazanmamıza yardımcı<br />

olacak mı"<br />

KOVBOY FİLMLERİNDE,<br />

ANTİ-KOMÜNİZM PROPAGANDASI<br />

Kazablanka'nın yapımcısı Warner Bross,<br />

Franklin D. Roosevelt'in sadık bir destekçisi<br />

oldu. Bunun karşılığında sinema, savaş<br />

yıllarında Avrupa kıtasında çalışmasına<br />

müsaade edilen ve kazancını artıran<br />

tek sektör oldu.<br />

II. Dünya Savaşı'nda Frank Capra,<br />

John Ford ve William Wyler gibi yönetmenler<br />

vatanseverlik duygularını okşayan<br />

Nazizm karşıtı filmlerle Amerikan kamuoyuna<br />

moral verdi. Capra, Savaşa Giriş<br />

(1942), Nazilere Darbe (1942), Britanya<br />

Savaşı (1943), Bölmek ve Fethetmek<br />

(1943), Düşmanın Japon'u Tanı (1945),<br />

Tunus Zaferi (1945) ve Neden Savaşıyoruz<br />

(Why We Fight) adlı propaganda<br />

amaçlı savaş belgeseli serileri yaptı. Kapalı<br />

gişe oynayan, Olmak ya da Olmamak (To<br />

Be or Not To Be 1942) isimli komedi filminde<br />

Hitler alaya alındı.<br />

OWI, 1945'te kapatıldı; fakat Beyaz<br />

Saray'ın Hollywood'la kurduğu örtülü<br />

koalisyon format değiştirerek devam etti.<br />

Sovyet rejiminin yayılma politikasına<br />

karşı sinema büyüsünü kullanan Beyaz<br />

Saray, kovboy filmleriyle ustaca düşünülmüş<br />

bir propaganda yolu izledi. Başkan<br />

Harry Truman ve Eisenhower dönemlerinde<br />

seri üretimle çekilen western<br />

filmlerinde, çitlerle çevrili özel mülkünde<br />

özgürce yaşayan ve pazar günleri ki-


46 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

liseyi aksatmayan muhafazakâr değerlere<br />

sahip aile modeli özendirilerek, komünizmin<br />

‘ortak mülkiyet' ve din konusundaki<br />

söylemlerine karşı bir model geliştirildi.<br />

Frank Capra, filmleriyle Amerikan<br />

Rüyası'nın ilham kaynağı oldu.<br />

Kovboyların amansız düşmanı ise halka<br />

korku salan, gerçekte Kızılordu'yu temsil<br />

eden ‘Kızıl'derililerdi… Posta Arabası<br />

(Stagecoach 1939) ve Çöl Aslanı (The-<br />

Searchers 1956) gibi türün önemli filmlerine<br />

imza atan John Ford, propaganda<br />

içerikli kovboy filmleriyle özdeşleşti. Stalin,<br />

kovboy filmleriyle beyazperdede Amerikan<br />

ikonu haline gelen ve sıkı bir antikomünist<br />

olan John Wayne için KGB'ye<br />

ölüm emri verdi. 1948’den 1954 yılına kadar<br />

Hollywood’da 40’dan fazla komünizm<br />

karşıtı film çekildi.<br />

Hollywood, Vietnam Savaşı'nın seslerinin<br />

duyulduğu 1962 yılında, 2. Dünya<br />

Savaşı'nda Amerikan askerlerinin kahramanlıklarını<br />

anlatan savaş filmlerinin seri<br />

üretimine başladı. Normandiya çıkarmasını<br />

anlatan 2 Oskar ödüllü En Uzun Gün<br />

(The Longest Day) filminde Richard Burton,<br />

John Wayne, Henry Fonda ve Robert<br />

Mitchum gibi dönemin ünlü yıldızları düşük<br />

ücretlerle oynadı. Film, Vietnam öncesinde,<br />

‘İnsanlığın güveni için çarpıştık, gerekirse<br />

yine yaparız.' mesajını veriyordu.<br />

Ne var ki Vietnam Savaşı'nda işler Beyaz<br />

Saray'ın planladığı gibi yolunda gitmedi.<br />

Warner Bross, bu kez Vietnam'dan<br />

gelen kötü haberleri perdelemek için çıkış<br />

yolu arayan Başkan Lyndon Johnson'ın<br />

tutunacağı bir can simidi oldu. Cepheden<br />

ulaşan iç karartıcı haberlere rağmen<br />

Vietnam'dan çekilmeyi politik çıkarları<br />

için göze alamayan Başkan Johnson, karşı<br />

propaganda için düğmeye bastı. Amerikan<br />

ordusunun ‘Ezileni kurtarmak' sloganıyla<br />

kurulan özel gücü Yeşil Bereliler'in<br />

Vietnam'da ‘kahramanca mücadelesi'ni<br />

konu alan The Green Berets (1968) filmi<br />

çekildi. Başrolde John Wayne'nin oynadığı<br />

filmde ‘Vietnam'da her şey yolunda' mesajı<br />

verildi. Oysa Yeşil Bereliler gösterimde<br />

olduğu sırada Pentagon, Vietnam'da tarihinin<br />

en büyük kayıplarını verdiğini rapor<br />

ediyordu.<br />

REAGAN, KAHRAMAN<br />

FİLMLERİYLE SİSTEMİNİ GÜÇLENDİRDİ<br />

Aktörlükten ABD Başkanlığı'na geçiş yapan<br />

Ronald Reagan da politikaları için sinemayı<br />

profesyonelce kullandı. Beyaz<br />

Saray, 1980'li yıllarda bir yandan Soğuk<br />

Savaş'ta galip taraf olmayı, diğer yandan da<br />

Vietnam yenilgisinin toplumda oluşturduğu<br />

ezikliği telafi etmeyi, gündeminin ilk sırasına<br />

aldı.<br />

Reagan'ın, özgürlüğünden taviz vermeyen,<br />

‘güçlü ve muhafazakâr Amerikalı'<br />

hayali kısa sürede yapımcıların elinde<br />

ete kemiğe büründü. Sylvester Stallone,<br />

Arnold Schwarzenegger, Chuck Norris ve<br />

Bruce Willis gibi oyuncular korkusuz kovboyların<br />

yerini alarak güçlü kaslarıyla kötülere<br />

hadlerini bildirdi.<br />

Stallone, Rambo 2'de (1985)<br />

Vietnam'da esir tutulan Amerikalı askerleri<br />

tek başına komünistlerin elinden kurtararak<br />

Vietnam yenilgisinin intikamını alır.<br />

Rambo 3'te (1988) Ruslara karşı özgürlük<br />

mücadelesi veren Afganlılara katılır ve onlara<br />

beyazperdede zafer kazandırır. Rocky<br />

4'te (1985) ise Amerikan bayraklı şortuyla<br />

Rus rakibi Ivan Drago'yu kendi ülkesinde<br />

ve Sovyet yöneticilerinin hazır bulunduğu<br />

salonda ringe seren Stallone, finalde "herkes<br />

değişebilir" tiradıyla komünist dünyaya<br />

çağrıda bulunur.<br />

Reagan döneminde, Vietnam Savaşı<br />

ve Watergate skandalıyla sarsılan Amerikan<br />

halkını birbirine kenetlemek için, ülkenin<br />

kuruluş yıllarında yaşanan İç Savaş ve<br />

sonrasını konu alan diziler üretildi. Kuzey<br />

ve Güney (North and South 1985), Şefler<br />

(Chiefs 1983), Mavi ve Gri (The Blue and-<br />

TheGray 1982) gibi tarihî dizi filmlerde milliyetçilik<br />

duyguları kabartıldı. İlk Kan (First<br />

Blood-1982) filmiyle toplum dışına itilen<br />

Vietnam gazilerine ‘sizi anlıyoruz' denildi.<br />

Top Gun (1986) filminde donanma pilotu<br />

Tom Cruise, Sovyetler'e ait MiG uçaklarıyla<br />

havada yaptığı mücadeleyi kazanır.<br />

Rakibi SSCB'nin kıtalar arası balistik<br />

füzelerinin uzaydan kontrol edilmesini öngören<br />

savunma programına Yıldız Savaşları<br />

(Star Wars) adını veren Reagan, medyanın<br />

desteğiyle kısa sürede ülkesini süper<br />

güç yapan kahraman bir başkomutan figürüne<br />

büründü.<br />

Time dergisi Reagan'ı ‘Yılın Adamı' seçerken,<br />

Hollywood ‘Süper Başkan' figürüne<br />

göndermeler yapan kahraman filmlerine<br />

ağırlık verdi. Superman (1983/1987),<br />

Robocop (1987), Batman (1989), Cehennem<br />

Silahı (LethalWeapon (1987), American<br />

Ninja (1985) filmleri gerçekte Reagan<br />

döneminin felsefesini parlatan yapımlar<br />

olarak dikkat çekti.<br />

Oliver Stone, Müfreze (Platoon 1986) filminde<br />

savaşın acımasızlığına vurgu yapsa da<br />

alt metinde ‘onlar savaştılar; ama kahramanca<br />

öldüler' mesajını vererek Vietnam'da zedelenen<br />

ulusal onuru onarma gayretine girişti.<br />

Stone'un, eleştirmenlerce en iyi işi kabul<br />

edilen Salvador (1986) filmi, ABD'nin Latin


MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

47<br />

Amerika ülkelerindeki uygulamalarını iğneleyen<br />

bir akış izlese de arka fonda, ‘bu coğrafyada<br />

yaşananlar Beyaz Saray'ın sistemli<br />

politikası değil, kişi ve kurumların kişisel hatası'<br />

düşüncesi aşılanır.<br />

JAMES BOND, 'GÜÇLÜ BATI' İMAJININ SEMBOLÜ<br />

Ian Fleming'in romanlarından sinemaya<br />

uyarlanan İngiliz ajan 007 James Bond, Soğuk<br />

Savaş döneminde kapitalist NATO ülkelerinin<br />

üstün teknolojisini de kullanarak<br />

dünyayı ‘kötü Ruslar'dan kurtaran politik<br />

bir sembol oldu. MI6 ajanı İngiliz olsa da<br />

tüm James Bond filmleri Hollywood desteğiyle<br />

çekildi.<br />

Küba krizinin dünyayı yeni bir savaşın<br />

eşiğine getirdiği 1963'te tamamlanan<br />

‘Rusya'dan Sevgilerle'de (FromRussiawith<br />

Love) James Bond, komünist Ruslar karşısında<br />

yüksek teknoloji sayesinde yüzü gülen<br />

taraf olur.<br />

1967 yapımı İnsan İki Kere Yaşar (You-<br />

Only Live Twice) filminde ise bu kez dünyayı<br />

tehdit eden ‘kötü', komünist Çin'dir.<br />

Yaşayan Gün Işıkları (The Living Daylights-<br />

1987) filminde ise Bond ülkesinden<br />

kaçan bir Rus generale yardım ederken,<br />

NATO ülkelerinin amansız düşmanı<br />

Sovyet gizli servisi, ilk kez sakıncasız olarak<br />

resmedilir. Serinin 19. filmi ‘Dünya Yetmez'<br />

(1999) filminde Bond, Sovyetler’in<br />

dağılmasının ardından bağımsızlıklarını<br />

ilan eden Kazakistan ve Azerbaycan'da<br />

uluslararası bir teröristin izini sürer. Artık<br />

ne ideolojik düşman vardır ne de KGB…<br />

Bond ezeli rakibi Ruslarla giderek yakınlaşırken,<br />

SSCB lideri Mihail Gorbaçov,<br />

‘ekim devrimi'nin 70. yıldönümündeki konuşmasında<br />

Stalin ve Troçki'yi eleştiriyor,<br />

Avrupa ve Asya'da yerleştirilmiş olan orta<br />

ve kısa menzilli füzelerin imha edilmesini<br />

kabul ederek yeni dönemin sinyalini<br />

veriyordu.<br />

Düşman algısının kısmen değişmesinin<br />

sebebi, Soğuk Savaş'ta yaşanan yeni<br />

süreçle yakından ilgiliydi. Sovyet lideri<br />

Gorbaçov, 1985 yılından itibaren ABD Başkanı<br />

Reagan ile Cenevre ve Reykjavik'te art<br />

arda zirve toplantıları yapmış, silahsızlanma,<br />

silahların denetimi, bilim, kültür, eğitim<br />

alanlarında bilgi alışverişi konuları ilk<br />

kez telaffuz edilmişti. Gorbaçov'un Soğuk<br />

Savaş'ı bitiren Perestroika (yeniden yapılanma)<br />

ve Glasnost (açıklık) adını verdiği<br />

reform çalışmaları sonunda Reagan,<br />

1987'de orta menzilli füzelerin imhası için<br />

antlaşma imzaladı.<br />

Soğuk Savaş'ta esen ılık rüzgârlar<br />

çok geçmeden Hollywood'da da etkisini<br />

gösterdi. Kaslarıyla ‘güçlü Amerikalı'<br />

projesinin prototipi olan Arnold Schwarzenegger,<br />

Kızıl Ateş (Red Heat 1988) filminde<br />

bu kez ABD'ye kaçan bir uyuşturucu<br />

kaçakçısını kovalayan disiplinli Rus<br />

polisini canlandırdı. Schwarzenegger'in,<br />

‘Ivan Danko' rolünü canlandırdığı Kızıl<br />

Ateş, Kızıl Meydan'da çekilen ilk ABD<br />

filmi oldu. Böylece kamuoyu, Beyaz Saray<br />

ile Kremlin arasında başlayan yakınlaşmaya<br />

hazırlatıldı.<br />

'KOMÜNİST' TEHDİT YERİNİ 'ARAP<br />

TERÖRİSTLER'E BIRAKTI<br />

Soğuk Savaş'ın ardından Hollywood kahramanlarının<br />

yeni düşmanı Arap teröristler<br />

oldu. Arnold Schwarzenegger, ‘Gerçek<br />

Yalanlar'da (True Lies 1994) ülkesini<br />

bir grup Arap teröristten kurtarır. Denzel<br />

Washington'ı, ‘Kuşatma' (The Siege 1998)<br />

filminde New York'ta bombalama eylemleri<br />

yapan Arap teröristlerin izini süren FBI<br />

ajanı rolünde görürüz.<br />

George W. Bush, başkanlığının ilk yılında<br />

yaşanan 11 Eylül saldırılarının ardından<br />

ABD güvenliğini tehdit eden İran, Irak<br />

ve Kuzey Kore gibi ülkeler için önleyici savaş<br />

doktrinini açıkladı. Afganistan müdahalesi<br />

ve Irak'ın işgalini takip eden Guantanamo<br />

ve Ebu Gureyb Hapishanesi gibi<br />

uygulamalar dünya kamuoyunda Amerikan<br />

karşıtı sivil eylemlerin artmasına sebep<br />

olunca, Hollywood tekrar göreve çağrıldı.<br />

Leonardo DiCaprio, ‘Yalanlar Üstüne'<br />

(Body of Lies 2008) filminde Ortadoğulu<br />

terörist bir liderin dünyanın çeşitli<br />

yerlerinde bombalama eylemi yapmasını<br />

engeller. Filmde Arap coğrafyası, güven<br />

vermeyen bir yer olarak gösterilir. 6 Oscar<br />

kazanan ‘Ölümcül Tuzak' (The Hurt Locker<br />

2008) filminde Amerikan askerlerinin<br />

kahramanlığı anlatılırken alt metinde<br />

‘Irak'ta herkesin potansiyel bir düşman'<br />

olduğu izleyiciye empoze edilir.<br />

Green Zone (2010) filminde CIA,<br />

Irak'ın bölünmemesi için uğraş veren<br />

ama başaramayan bir örgüt olarak gösterilir.<br />

Irak Savaşı'nı konu alan filmlerde,<br />

ABD'nin, gerçekte çıkarları için değil, bölge<br />

halkının özgürleştirilmesi için orada olduğu<br />

mesajı verilir.<br />

Ridley Scott'ın propaganda filmi ‘Kara<br />

Şahin Düştü'de (Black Hawk Down<br />

2001) 1993'te Birleşmiş Milletler gücüne<br />

bağlı olarak kötü adamları yakalamak için<br />

Somali'ye gönderilen bir grup Amerikan<br />

askerinin hikâyesi etkileyici bir görsellikle<br />

anlatılır. Alt metinde, ‘yerel halkın özgürlüğü<br />

için buradayız' mesajı dikkat çeker.<br />

ABD'nin Irak'ı işgal ettiği 2003 yılında<br />

gösterime giren Güneş'in Gözyaşları<br />

(Tears of The Sun) filminde, orduya bağlı<br />

özel kuvvetlerde görev yapan Bruce Willis,<br />

emrindeki mangayla, bir grup mülteciyi<br />

Nijerya'daki diktatörün elinden kurtarmaya<br />

çalışır. Film, Irak'taki varlığı tartışılan<br />

Amerikan askerleri için iyi bir propaganda<br />

olur.<br />

Michael Bay'ın, Transformers (2007)<br />

filminde Amerikan ordusu, doğal kaynakları<br />

ele geçirmek için başka bir gezegenden<br />

gelen kötü robotlardan dünyayı kurtarır.<br />

Bay, Armageddon (1998) filminde de ‘dünyayı<br />

kurtaran Amerikalı' temasını merkezine<br />

alır ve Dünya'ya çarpmak üzere olan bir<br />

astreoidi, petrol sondaj uzmanı Bruce Willis<br />

hayatını feda ederek yok eder. Bir anlamda<br />

'biz iyi adamız' mesajı alttan alta verilir.<br />

Wagthe Dog filminin gösterime girdiği<br />

1998 yılında ilginç bir olay yaşandı.<br />

ABD Başkanı Bill Clinton ile Beyaz Saray<br />

stajyerlerinden Monica Lewinsky arasında<br />

Beyaz Saray'da yaşanan seks skandalı<br />

Clinton'ı başkanlığını kaybetme tehlikesiyle<br />

karşı karşıya bıraktı. Clinton, Kongre'de<br />

bir konuşma yaparak Irak Devlet Başkanı<br />

Saddam Hüseyin'in nükleer silah yapımına<br />

göz yumduğunu öne sürdü ve<br />

Kongre'de Bağdat'a saldırı tehdidinde bulundu.<br />

Aralık ayında dört gün süren Çöl<br />

Tilkisi Operasyonu'nda Irak'ın farklı yerleri<br />

bombalanarak gözdağı verildi.


48 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

Gazeteciler Cemiyeti, İsmail Güneş’i<br />

65. basın şehidi ilan etmeli<br />

B<br />

KÜBRA KARA<br />

BP lideri Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümünün<br />

üzerinden 4 yıl geçti. Fakat<br />

olay hâlâ aydınlığa kavuşmuş değil.<br />

Gazeteci Köksal Akpınar, helikopter olayını<br />

didik didik araştırıp daha önce kimsenin ulaşamadığı<br />

bilgilere ulaşarak bunların bir bölümünü<br />

kamuoyu ile paylaşmıştı. Helikopter<br />

düştükten sonra gazeteci İsmail Güneş’in<br />

yaptığı telefon görüşmelerine de ulaşan Akpınar,<br />

buradan yola çıkarak olay anında neler<br />

yaşanmış olabileceğini de araştırdı. Elde ettiği<br />

bilgi ve belgelerin bir bölümünü kitap haline<br />

getiren Akpınar, ‘Kanlı Çukur’ ile helikopterin<br />

düşmesi sonucu Muhsin Yazıcıoğlu’nun<br />

ölümü olayına ışık tutuyor.<br />

Kanlı Çukur kitabında sök konusu olayın<br />

bir kaza değil suikast olduğunu belirten Akpınar,<br />

olayın tüm bilinmeyen yönlerini gün yüzüne<br />

çıkardı. Bugüne kadar kamuoyuna yansımayan<br />

bilgileri aktaran Akpınar, kitapta radar<br />

bilgisinden son yapılan telefon görüşmelerine,<br />

İsmail Güneş’in üzerinden çıkan paradan<br />

Yazıcıoğlu'nun, Ocak 2009’da yaptığı Almanya<br />

ziyaretinde Türkiye'ye dönmemesi yönünde<br />

aldığı uyarılara kadar birçok konuyu ele alıyor.


MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

49<br />

FOTOĞRAF: TURGUT ENGİN<br />

İSMAİL GÜNEŞ’İN ÖLDÜRÜLDÜĞÜNÜ<br />

DÜŞÜNÜYORUM<br />

Kitapta olay anını an be anlatan Akpınar,<br />

gazeteci İsmail Güneşi’in öldürüldüğüne<br />

inandığını söyledi. Akpınar,<br />

“İsmail Güneş’in otopsi raporu<br />

son derece çarpıcıdır. Güneş’in<br />

olay günü çenesinin kırıldığı kasıtlı<br />

olarak gizlenmişti. Ben hayretler<br />

içinde kalmıştım ki, bu haberi yazmak<br />

neredeyse 3 ayımı almıştı. Ne<br />

yazık ki İsmail Güneş’in öldürüldüğünü<br />

düşünüyorum. Gazeteciler<br />

Cemiyeti, İsmail Güneş’i 65. basın<br />

şehidi olarak ilan etmeli.” diyor.<br />

Kamuoyunda henüz bilinmeyen<br />

birçok belge üzerinde çalıştığını<br />

söyleyen Akpınar, olay yeri inceleme<br />

tutanağının tutulmadığına işaret<br />

etti. Akpınar, “Bu belgelerin her<br />

biri çok kıymetli. Fakat asıl olması<br />

gereken belgelerden biri olan ‘olay<br />

yeri inceleme tutanağı’ yok. Düşünün<br />

enkaz bulunuyor, çok önemli<br />

bir devlet adamıyla birlikte 6 kişi<br />

hayatını kaybetmiş ama olay yeri inceleme<br />

tutanağı maalesef tutulmamış.<br />

Enkazın çevresi olay yeri inceleme<br />

bandıyla da çevrilmemiş. Birçok<br />

belge olmasaydı ama olay yeri<br />

inceleme tutanağı olsaydı.” ifadelerini<br />

kullandı.<br />

Helikopter düştükten birkaç ay<br />

sonra, hayatını kaybedenlerle ilgili<br />

ayrı ayrı dosya tuttuğunu söyleyen<br />

Akpınar, dosyaların içeriğinde telefon<br />

görüşmeleri, otopsi tutanakları,<br />

teslim tutanakları ve ilgili tutanaklar<br />

olduğunu belirtti. Evrakları titizlikle<br />

incelediğinin altını çizen Akpınar,<br />

“İnceledikçe de dipsiz bir kuyunun<br />

içine girdiğimi anlamam zor olmadı.<br />

Ama DDK raporu açıklandıktan<br />

sonra olayın seyri elbette ki değişti.”<br />

diye vurguladı.<br />

DOSYA KAPANANA KADAR ARAŞTIRMA<br />

YAPMAYA DEVAM EDECEĞİM<br />

“Olay ile ilgili araştırmalar yapmaya<br />

devam ediyorum.” diyen Köksal<br />

Akpınar, bu konuda bildiklerinin<br />

dörtte üçünü kitaba dönüştürdüğünü<br />

aktardı. Dosyanın hala açık olduğunu<br />

vurgulayan Akpınar, “Dosya<br />

kapatılmış değil. Kapanana kadar<br />

hukuki netice alıncaya kadar da takip<br />

etmeye devam edeceğim.” şeklinde<br />

açıklamalarda bulundu.<br />

Üzerinden yıllar geçmesine rağmen<br />

olayın hâlâ aydınlanamamasıyla<br />

ilgili “Bu olay faili meçhul dosyaların<br />

içinde iyi bir yerde duruyor. 4 yıl<br />

geçti üzerinden. Ama 2 yıldır Özel<br />

Yetkili Malatya Cumhuriyet Savcılığı<br />

bakıyor dosyaya.” diyen Akpınar,<br />

“Bu olayda tek bir kişi hayatını<br />

kaybetmedi. Silahlı bir ateşleme yok.<br />

Bir helikopter düştü ve 6 kişi hayatını<br />

kaybetti. Elbette ki uzun sürecek<br />

soruşturma. Dünya üzerindeki tüm<br />

hava araçlarının kırıma uğraması çok<br />

daha uzun sürmüştür. 10-15 yıl soruşturması<br />

süren uçak düşme hadiseleri<br />

var. Ben Muhsin Yazıcıoğlu ve<br />

arkadaşlarının suikast sonucu hayatlarını<br />

kaybettiklerini söylüyorum,<br />

çünkü araştırmalarım neticesinde<br />

elde ettiğim bilgi ve belgeler bana<br />

bunu söyletiyor. Bu söylemimin de<br />

hukukî bir karşılığı günün birinde<br />

mutlaka olacak. Soruşturmanın davaya<br />

dönüşeceğine inanıyorum. Çok<br />

derinlemesine bir araştırma yapıldığını<br />

biliyorum.” diye konuştu.<br />

BBP lideri Muhsin<br />

Yazıcıoğlu ve beş<br />

arkadaşının hayatını<br />

kaybettiği helikopterin<br />

düşmesi olayının<br />

perde arkasını araştıran<br />

gazeteci Köksal<br />

Akpınar, tüm araştırmalarını<br />

‘Kanlı<br />

Çukur’ adlı kitabında<br />

topladı. Daha önce<br />

hiçbir yerde yayımlanmamış<br />

bilgi ve<br />

belgelerin bulunduğu<br />

kitap, 25 Mart 2009<br />

tarihinde yaşanan<br />

helikopterin düşmesi<br />

olayına ışık tutuyor.


50 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

Nevruz olaysız geçti<br />

çekecek fotoğraf<br />

bulamadım<br />

FOTOĞRAF: KÜRŞAT BAYHAN<br />

Usta gazeteci Savaş Ay,<br />

Akil İnsanlar’ın çözüm<br />

sürecine etkisi, yeni anayasanın<br />

Türkiye’ye ne<br />

kazandıracağı, Türkiye’nin<br />

Ortadoğu’ya<br />

yaklaşımı gibi birçok<br />

konu hakkındaki görüşlerini<br />

paylaştı.<br />

‘B<br />

KÜBRA KARA<br />

en haberimi hareketin içerisinden<br />

çıkartırım.’ ifadelerini kullanan<br />

usta gazeteci Savaş Ay, ‘Yolsuzlukların,<br />

büyük usulsüzlüklerin anlatıldığı<br />

bir gazeteci olmadım. Allah bana<br />

iyi ki de öyle bir yetenek vermemiş.’ diyor.<br />

Usta gazeteci Savaş Ay, Akil İnsanların<br />

çözüm sürecine etkisi, yeni anayasanın<br />

Türkiye’ye ne kazandıracağı,<br />

Türkiye’nin Ortadoğu’ya yaklaşımı gibi<br />

birçok konu hakkındaki görüşlerini<br />

Cihan Medya Haber Dergisi ile paylaştı.<br />

Türkiye’deki gazetecilik ve ülkenin<br />

gidişatı hakkında da yılların vermiş olduğu<br />

tecrübe ile bilgilerini paylaşan Savaş<br />

Ay gün içerisinde gazete köşe yazısı<br />

için araştırmalar yaptığını ve televizyon<br />

haberi için sokak röportajları yaptığını<br />

açıkladı. Esprili bir dille ‘Nevruz o kadar<br />

olaysız geçti ki çekecek fotoğraf bulamadım’<br />

diyen Savaş Ay, Nevruz öncesinde<br />

de Diyarbakır’a gidip vatandaşın nabzını<br />

tuttuğunu söyledi. Ay, “Meydanlarda<br />

dolaşıp esnafla konuştum. Kanaat önderleriyle,<br />

valiyle, müdürlerle görüştüm.<br />

Herkeste beklenti aynı. Herkes yaka silkiyor.<br />

Önce bir çözülsün, sonra arkadan<br />

içini doldurmak kolay.” dedi.<br />

Türkiye’nin gündemini nasıl değerlendiriyorsunuz<br />

Gazeteci olarak baktığımız zaman cennette<br />

yaşıyoruz. Her gün bir gündem<br />

değişikliği oluyor ki herhalde İsviçre’de<br />

senede 3 kere falan oluyordur böyle şeyler.<br />

Ben İsviçre’ye gittiğimde banka soygunu<br />

haberi vardı gazetelerde. Televizyonlarda<br />

herkes onu konuşuyordu. Bizde<br />

de o zamanlar günde 2-3 defa banka<br />

soyuluyor. İsviçre’deki gazetede ertesi<br />

gün de aynı banka soygunu haberini<br />

görünce aynı haberin neden ertesi gün<br />

de çıktığını sordum. ‘O banka zaten 3<br />

ay önce soyuldu’ dediler. Son 20 senede<br />

bir tane banka soyulmuş. Adamlar günlerdir<br />

onun haberini yapıyorlar. Çünkü<br />

gündem yok.<br />

TERÖR ÖNCE BİR ÇÖZÜLSÜN,<br />

ARKADAN İÇİNİ DOLDURMAK KOLAY<br />

Nevruz’da Diyarbakır’daydınız. Kutlamalar nasıl geçti<br />

Nevruz’da milat diyeceğimiz o kırılma<br />

noktasını gördük. Bu benim orada<br />

izlediğim 15. Nevruz. Genellikle<br />

Diyarbakır’daki kutlamalara gittim.<br />

Hakkari, Siirt, Mardin’de göreve de<br />

düşmüştüm daha önce. İlk defa bu kadar<br />

coşkulu, ilk defa herkesin çok sinir<br />

uçlarını kendiliğinden uyuşturup<br />

daha kolektif, akla yatkın, her şeyi alttan<br />

alıp baktığı bir Nevruz görünce çok<br />

umutlandım tabii. Zaten 3-4 gün önce<br />

gitmiştim. Nevruz öncesinde de vatandaşın<br />

nabzını tuttum. Meydanlarda<br />

dolaşıp esnafla konuştum. Kanaat<br />

önderleriyle, valiyle, müdürle konuştum.<br />

Herkeste beklenti aynı. Herkes<br />

yaka silkiyor. Önce bir çözülsün, sonra<br />

arkadan içini doldurmak kolay. Yani<br />

bir kan dursun, annelerin gözyaşı dursun.<br />

Nevruz’da da bunu görünce çok


MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

51<br />

geniş kitlelerin barış isteğini gördüm.<br />

Olaysızdı, çekecek fotoğraf bulamadık.<br />

Nevruz’dan sonra hemen dönmedim.<br />

Siirt, Mardin, Urfa, Gaziantep, Adana<br />

bölgelerinde dolaştım. ‘Türk bayrağı<br />

assalardı’ falan dışında bir eleştiri görmedim.<br />

Türk bayrağı meselesi de tabii<br />

bölgenin objektif koşullarını bilmeyince<br />

söylemek kolay. Oraya Türk bayrağı<br />

asılırsa, 3 tane provokatör çıkıp o<br />

bayrağı atsa çok daha büyük olay olurdu.<br />

Biraz o düşünüldü. Kimsenin Türk<br />

bayrağına kompleksi yok. Fanatiklerin<br />

vardır ama onun illa PKK’lı ya da Kürt<br />

olması gerekmez.<br />

AKİL İNSANLAR’IN SAYISI<br />

DAHA FAZLA OLABİLİRDİ<br />

Çözüm sürecinde Akil İnsanlar’ın<br />

sürece etkisi nasıl olur<br />

Buradaki mantık bence şu, birtakım insanlar<br />

çıkıp süreci anlatmaya çalışıyor.<br />

Adam profesör, televizyonlara çıkıp anlatıyor<br />

ama bu adam kim Konusunda<br />

uzman, son derece bilgili ama popüler<br />

kültürün içinde yer almadığı için izleyenler<br />

tanımıyor. Çok değerli insanlar<br />

var ve yüzleri bilinmiyor. Bizim millette<br />

tanıdığı bildiği, ailesinden kabul ettiği<br />

kişilere karşı bir sempati vardır, lafı<br />

dinlenir. O anlamda hükümet akıllı bir<br />

şey yaptı. Tanınmayan birisi gelmiş bir<br />

şeyler söyleyeceğine, vatandaş Orhan<br />

Gencebay’dan dinlesin. Türkiye’nin en<br />

aklı başında insanı gelecek, bilmem ne<br />

meydanında toplanacak desen kimse<br />

gelmez. Kadir İnanır gelecek desen koşa<br />

koşa giderler onları dinlemeye.<br />

Adamlar halkı dinleyecek. Asıl<br />

önemli olan o. Onları dinleyip<br />

devlet yetkililerine iletecekler.<br />

Akil adamların sayıları<br />

daha da fazla olabilirdi.<br />

YENİ ANAYASANIN<br />

BUNDAN DAHA KÖTÜ<br />

OLMA İHTİMALİ YOK<br />

Yeni anayasa çalışmaları<br />

da devam<br />

ediyor. Sizce<br />

bu süreç nasıl ilerler Nihayetinde<br />

Türkiye’yi neler bekliyor<br />

1982 Anayasası’ndan derhal kurtulmamız<br />

lazım. Darbe Anayasası var ve kapatılmış<br />

partiler dahi bu süreci sekteye<br />

uğratmak için uğraşıyorlar. Bu utanç<br />

verici bir şey. Yapılacak yeni anayasanın<br />

bundan daha kötü olma ihtimali<br />

yok. Darbelerle yapılmış anayasa var ve<br />

o anayasayı yapanlar kim O anayasanın<br />

özgür iradeyle bir alakası yok. Meclis<br />

açıldığı zaman CHP bir süre girmedi.<br />

Tutuklu milletvekili olayını öne sürmüşlerdi.<br />

Yine ayak diriyorlar. Yasalar,<br />

yaşamın gerisinde kalıyor. Yaşam kendini<br />

aşıyor, yaşam durdurulamıyor. Değil<br />

1982, 2002’de yapılmış olsa o bile bu<br />

yaşama yetişmeyecekti. İletişim çağı son<br />

10 senede fena patladı. Artık herkes neyin<br />

ne olduğunu görüyor. Kim ki yeni<br />

anayasa çalışmalarını engelliyorsa, kendine<br />

ve milletine iyi bir şey yapmıyordur.<br />

Zaten herkes aynı şekilde düşünse<br />

o Meclis kurulmazdı, çok partili düzen<br />

olmazdı.<br />

Türkiye’nin son 10 yılki gidişatı nasıl sizce<br />

Türkiye’nin son 10 yılı kötüye gidiyor<br />

dersek herhalde ayıp etmiş oluruz. Ben<br />

AK Partili değilim, hiçbir partili değilim.<br />

Sol sosyalist kökenliyim. Mesleğimden<br />

dolayı, zamanında vatandaş olarak da o<br />

hükümetlerin icraatlarını gördüm. Gazeteci<br />

olarak da son 40 yılda hepsinin liderlerini<br />

takip ettim, yöneticileriyle bire<br />

bir tanıştım. Özal zamanı çok sevindirici<br />

bir dönem olmuştu. AK Parti hükümetleri<br />

Türkiye’de devrim denilebilecek<br />

şeyler yaptı. Bunların<br />

başında sağlık gelir.<br />

Ben sağlığından sorunlu<br />

bir adam olarak, çok<br />

yakından yaşıyorum.<br />

Çünkü sağlık<br />

kurumlarına<br />

gazeteci<br />

olarak gider nerde ne var diye aksayan<br />

şeylerin peşinden gidiyordum. Şimdi<br />

de o gözle baktığımda aksayan şeyler<br />

azaldığı için doğru düzgün haber yapamıyorum.<br />

Aynı hastalıktan birkaç hasta<br />

yan yana geldiğimizde de konuşuyoruz.<br />

İlacını alıyor, doktor daha adam gibi<br />

davranıyor. Hâlâ 4 dörtlük değil hiçbir<br />

şey ama yavaş yavaş düzeliyor. Kentsel<br />

dönüşümü de destekliyorum.<br />

Türkiye’nin Ortadoğu’ya yaklaşımını<br />

nasıl değerlendiriyorsunuz<br />

Ben uzun yıllar savaş muhabirliği yaptım.<br />

Savaş bölgelerinin çevresindeki ülkelere<br />

sığınan ve dolayısıyla kamplarda<br />

toplanan Afrika’dan tut, Vietnam, Kamboçya,<br />

Pakistan’daki kampların hepsini<br />

gördüm. Bir de Türkiye’deki sığınma<br />

kamplarına bakıyorum. Bir ülkenin insana<br />

nasıl değer verdiği buradan belli<br />

olur, gücü, kudreti, ağabeyliği, anaçlığı.<br />

Öbür taraflarda saldım çayıra Mevlam<br />

kayıra. Türkiye’de ise aile düzeni<br />

kurulmaya çalışılıyor. Ülkelerin iyi niyeti<br />

ve gücü böyle durumlarda belli olur.<br />

Van’da deprem oldu, 6 ay sonra yeniden<br />

her şey inşa edildi. Marmara depreminde<br />

de ne hallere girdiğimizi biliyoruz. İcraatları<br />

destekliyorum. Ben gidişattan<br />

memnunum ama seçim olsa yine oyumu<br />

AK Parti’ye vermem o başka.<br />

AB KORKUYOR BİZDEN<br />

Avrupa, bizden korkuyor. Türkiye’nin<br />

potansiyelini görüyorlar. Türkiye çok<br />

genç bir nüfus, çok dinamik. Birbirini<br />

yemekten vazgeçtikten sonra daha<br />

da iyi yerlere gelecek. Başlarına<br />

çok da iyi bir rakip gelmiyor, bunun<br />

farkındalar. Türkiye’ye olan algı çok<br />

değişti. Bunu yurtdışına çıktığımız<br />

zaman fark ediyoruz. Daha saygın,<br />

daha ölçülü konuşuyorlar. Özellikle<br />

Arap ülkeleri ve Ortadoğu’da bayağı<br />

bir saygın yerimiz var. AB’ye gireceğimiz<br />

zaman bize öngörülen ve bizim<br />

de ‘yapacağız’ dediğimiz reformların<br />

ivmesi bir ara çok artmıştı. Bunu<br />

Avrupa istiyor diye değil de insanımız<br />

buna layıktır şekline dönüştürdüğümüzde<br />

reformlar önemli<br />

olur. Kovaladıkça Türkiye çok<br />

daha istenilen yere ulaşacak.


52 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

TÜRK BASINI HİÇBİR ZAMAN İYİ PUAN ALAMADI<br />

Medya kimin arabasına binerse onun<br />

düdüğünü çaldığı bir vakadır. Dün öyleydi,<br />

evveli gün öyleydi, bugün de öyledir.<br />

Ve ne yazık ki yarın da öyle olacak.<br />

Kemikleşmiş evrensel ölçülere uygunluk<br />

olmadığı için Tük basını iyi bir puan almadı<br />

ömrünün hiçbir döneminde. Hele<br />

ki büyük işadamları medya patronu<br />

haline geldikten sonra ister istemez hükümetle<br />

işleri oluyor. O zaman da ellerindeki<br />

medyayı çok fazla gerektiği gibi<br />

kullanmaları mümkün olmuyor. Bu sadece<br />

Türkiye’de değil, dünyada da bunların<br />

örneği var.<br />

BÜYÜK USULSÜZLÜĞÜN ANLATILDIĞI<br />

GAZETECİ OLMADIM<br />

Yaptığınız haberlerden pişmanlık<br />

duyduğunuz oldu mu<br />

40 yıldır insanlara vermiş<br />

olduğum bir şey<br />

var. İnsanlar gelip<br />

bana dedikodu<br />

yapmazlar, dertlerini anlatırlar. Gelip bir<br />

yolsuzluğu bana ihbar etmezler. Onun<br />

yerine kızının hastalığını, derdini anlatırlar.<br />

Yolsuzluğun, büyük usulsüzlüğün<br />

anlatıldığı gazeteci tarzı başka. Allah bana<br />

iyi ki de öyle bir yetenek vermemiş.<br />

Ben hareketi seven bir gazeteciyim. Haberimi<br />

hareketin içerisinden çıkartırım.<br />

Galatasaray Lisesi yandığında ben girip<br />

içeriyi çekiyorum.<br />

Gün içerisinde neler yapıyorsunuz,<br />

vaktiniz nasıl geçiyor<br />

Gazeteye çok vakit ayırıyorum. Her gün<br />

birkaç iş alıyoruz. Bölge ekleri yapıyoruz,<br />

ben de o eklerde koordinatör olarak<br />

çalışıyorum. Bana hangi bölge çıkarsa<br />

oraya gidiyorum. Belediye başkanları,<br />

kanaat önderleri, milli eğitim müdürü,<br />

müftü vs. onlarla görüşüyorum.<br />

Vatandaşlarla konuşuyorum. A<br />

Haber’e 6-7 dakikalık haber<br />

paketleri yapıyorum. TRT’ye<br />

belgeseller çekiyorum.<br />

Yapmak istediğiniz bir<br />

projeniz var mı<br />

Hep bir kitap projem oluyor.<br />

İstanbul’un kahvehaneleriyle ilgili bir<br />

kitabım İstanbul Büyükşehir Belediyesi<br />

Kültür A.Ş.’den çıktı. Sık sık dışarı çıkıp<br />

fotoğraf çekiyorum. Müzikle uğraşmayı<br />

çok seviyorum. Enstrümantalistim ben,<br />

piyanistim. Akordeon da iyi çalarım, ritimciyim<br />

ben.<br />

Hastalığınız şu an ne aşamada<br />

Hastalığıma dair tedavilerim devam<br />

ediyor, arada bir kemoterapi görüyorum.<br />

Beslenmeme dikkat ediyorum.<br />

Kendime göre bir diyet uydurdum.<br />

Doğal gıdalar yemeye çalışıyorum ama<br />

ne kadar doğal yiyebiliyoruz bilmiyorum.<br />

Öyle böyle idare etmeye çalışıyorum,<br />

durum böyle.<br />

Yıllarca savaş muhabirliği yaptınız.<br />

Bizimle bir anınızı paylaşır mısınız<br />

Beyrut’ta iç savaş olduğu zaman Coşkun<br />

Aral ile birlikte oraya gitmiştik.<br />

Askerden yeni gelmiştim. Asker havası<br />

üzerimde olduğu için insan daha<br />

atak oluyor. Gittiğimiz bölgede birkaç<br />

milis gruplar var, bizi bulunduğumuz<br />

yerden karşıya geçireceklerdi. Bir sokaktan<br />

geçerken bize dediler<br />

ki “Aman dikkat edin, karşıda<br />

snaypır var. Burada her<br />

gün 3-4 kişiyi avlar.” Çok<br />

dikkatli geçmeliydik. Gruptan<br />

bir tanesi önce geçti karşıya,<br />

sonra diğeri. Ardından da ben<br />

dikkatli bir şekilde geçtim. Benden<br />

sonra da Coşkun ve diğerleri<br />

geçti. Orada çalışmayı bitirdikten<br />

sonra akşam otele döndük. Masada<br />

bütün muhabirler oturduk, yemek<br />

yerken herkes kendi haberinden bahsetmeye<br />

başladı. Sıra bana geldiğinde<br />

ben de müthiş bir özveriyle bu olayı<br />

anlattım. ‘Çok tehlikeli bir sokaktan<br />

geçtik. Kendilerini feda edercesine bizi<br />

korudular. Bizden önce onlardan iki<br />

kişi geçti. Biz de güvenli olduğunu görünce<br />

arkalarından biz geçtik.’ dedim.<br />

Masadan bir kahkaha koptu. Niye güldüklerini<br />

sordum. Tabii onlar işin kurdu<br />

olmuşlar da ben de daha sonradan<br />

anladım. Birinci kişi geçtiğinde snaypır<br />

bakıyor. İkinci adam geçtiğinde snaypır<br />

nişan alıyor. Üçüncü adam geçtiğinde<br />

de snaypır indiriyor. Üçüncü<br />

olarak da ben geçmiştim. Snaypır olsaydı<br />

o gün, beni indirecekti.


54 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

Binbir emek<br />

binbir heyecan<br />

Alanında dünyanın sayılı organizasyonlarından<br />

biri olan Türkçe<br />

Olimpiyatları’nın perde arkasında her<br />

yıl hummalı bir çalışma gerçekleşiyor.<br />

Tasarımcısından sesçisine, yüzlerce<br />

insan bu renkli festivali hazırlamak<br />

için emek sarf ediyor.<br />

KEVSER KULAKSIZ<br />

ünyaya Anadolu’nun renk ve desenlerini<br />

anlatmaya,<br />

kültürler arasında barış ve sevgi<br />

köprüleri kurmaya çabalayan Türkçe Olim-<br />

piyatları serüveni, 2003’te 17 ülkeden 62 öğrencinin<br />

katılımıyla başladı. Bu sene 11.si düzenlenen olim-<br />

piyatlarda ise katılımcı ülke sayısı 140’a, öğrenci sa-<br />

yısı da 2000’e yükseldi. Yıllar içinde genişleyen bu<br />

uluslararası kültür ve dil festivali, beklentileri öylesi-<br />

ne büyüttü ki adeta<br />

haziran ayı ‘Türkçe Olimpiyat-<br />

ları bayramı’ haline geldi.<br />

D<br />

Mütevazı şartlarda başlayıp bugün bir ulus-<br />

lararası dil ve kültür festivali haline gelen Türk-<br />

çe Olimpiyatları’nın temeli, aslında bundan tam<br />

21 yıl önce vatanını ardında bırakıp yurtdışına gi-<br />

den fedakâr öğretmenlerin eğitim faaliyetine baş-<br />

lamasıyla atılır. Anadolu’dan çıkıp Türkçenin se-<br />

sini uzak diyarlara<br />

duyurmayı hedefleyen gönül<br />

insanları, o günlerde olimpiyatların yıllar son-<br />

ra böyle görkemli<br />

bir organizasyona dönüşeceği-<br />

ni ve dünya çapında ses getireceğini tahmin bile<br />

edemezdi. Zira Türkçe Olimpiyatları, 2003 yılında<br />

ilk olarak Çemberlitaş Fırat Kültür Merkezi’nde<br />

mütevazı bir yarışma şeklinde yola çıkar. Ancak<br />

organizasyonun<br />

içeriği de her geçen yıl artan<br />

ülke ve öğrenci<br />

sayısıyla doğru orantılı bir bi-<br />

çimde büyüyüp<br />

zenginleşir.<br />

Dil bilgisi, konuşma ve yazma olarak 3<br />

branşla başlayan bu etkinlik, geçtiğimiz yıl öğ-<br />

rencilerin 20 ayrı dalda hünerlerini gösterdiği<br />

bir dil ve kültür festivaline dönüşür. Olimpiyat<br />

çocukları, artık<br />

şarkı, şiir, halk oyunları, per-<br />

formans, hikâye başta olmak üzere 20 branşta<br />

birikim ve kabiliyetlerini yarıştırmaya başlar.


MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

55<br />

Organizasyonun büyümesiyle birlikte<br />

katılımcı ülkelerin sayısı da artar. İlk<br />

yapılan olimpiyatlarda katılımcı ülke<br />

sayısı 17 iken, bu sayı 2004 yılında 24’e,<br />

2005 yılında 32’ye, 2012’de 135 ülkeye<br />

yükselir. Aynı zamanda 2003’te 62 öğrenciyle<br />

başlayan olimpiyatların katılımcı<br />

sayısı da her sene 2 katı artış gösterir.<br />

Bu yılsa Türkçe Olimpiyatları’nda<br />

katılımcı sayısı 140 ülke ve 2000 öğrenciye<br />

kadar dayandı. Ancak dünya genelinde<br />

olimpiyatlara başvuran öğrenci<br />

sayısı 2 binle sınırlı değil. Bu yıl Türkçe<br />

Olimpiyatları’na yaklaşık 15 bin öğrenci<br />

başvuruda bulundu.<br />

ÜLKE FİNALLERİ AYRI BİR HEYECAN<br />

Katılımcı ülke ve öğrenci sayısı çoğaldıkça<br />

Türkiye’de yapılan finallerin<br />

önemsenme ve sunum düzeyi de genişledi.<br />

2003 yılında Türkçe Olimpiyatı<br />

finali sadece İstanbul’da yapılırken artık<br />

farklı branşlarda ve şehirlerde de final<br />

elemeleri gerçekleştiriliyor. Katılımcı<br />

ülkeler ise Türkiye’ye gelmeden önce<br />

kendi finallerini ülkelerinde gerçekleştiriyor.<br />

Bu elemelerle toplamda 3 veya<br />

5 öğrenci Türkçe Olimpiyatları’nda<br />

yarışmaya hak kazanıyor. 2013’teki<br />

Türkçe Olimpiyatları ülke elemeleri<br />

10 Şubat’ta Birleşik Arap Emirliği,<br />

19 Ocak’ta Kamboçya, 28 Ocak’ta da<br />

Filipinler’de gerçekleşti. Ülke elemeleri<br />

de en az Türkiye’deki final coşkusunda<br />

geçiyor. Hatta bu yıl Etiyopya’da bir<br />

ilk gerçekleştirildi ve 16 Mart’ta düzenlenen<br />

ülke finalinde dereceye giren öğrenciler<br />

SMS (kısa mesaj) sistemi ile oylanarak<br />

seçildi. Programdan önce numaralandırılan<br />

öğrencilerin sahneye<br />

çıkmasıyla birlikte seçmeler için bu sistem<br />

devreye sokuldu.<br />

KÜLTÜR ŞÖLENİNİN<br />

ARKASINDA BÜYÜK BİR EKİP VAR<br />

Uluslararası çapta bir organizasyonun<br />

arkasında büyük emek sarf eden ekiplerin<br />

bulunduğu bir gerçek. Nitekim<br />

olimpiyatların birçok ülke ve şehirde,<br />

farklı branşlarda, değişik zaman dilimlerinde<br />

gerçekleştiriliyor olması onlarca<br />

insanın çabasıyla mümkün oluyor.<br />

Türkçe Olimpiyatları’nda, Uluslararası<br />

Türkçe Derneği (TÜRKÇEDER) görevlilerinin<br />

dışında, öğretmeninden öğrencisine,<br />

sanatçısından sunucusuna, yönetmeninden<br />

reji ekibine, sahne tasarımcısından<br />

ışıkçısına, fotoğrafçısından<br />

kameramanına, reklamcısından medya<br />

planlamacısına, sanat yönetmeninden<br />

sosyal medya yöneticilerine, güvenlik<br />

görevlilerinden kostümcüsüne varıncaya<br />

kadar yüzlerce kişi hizmet veriyor.<br />

Ve her biri amatör heyecanıyla bu anlamlı<br />

bütünün gösterişsiz parçası olmaya<br />

çabalıyor.<br />

Olimpiyatlarda öne çıkan ve oldukça<br />

emek isteyen etkinliklerin başında<br />

geçtiğimiz yıl CNR Kültür Merkezi’nde<br />

düzenlenen kültür şenliği geliyor. Şenlik<br />

için ekipler günler öncesinden katılımcı<br />

ülkelerin bayraklarının asılı olduğu<br />

özel stantları kurarak işe başlıyor.<br />

Onlarca standın tasarımının hazırlanışı<br />

ve uygulanışı ise renkli görüntülere<br />

sahne oluyor. Örneğin geçen yıl stantlar<br />

için çalışan 100 kişilik ekip, bu hummalı<br />

çalışma esnasında 20 ton alüminyum,<br />

500 tabaka sunta malzemesi kullanıyor.<br />

Ressam ve heykeltıraşlar tarafından<br />

hazırlanan kültürel öğelerle bezenen<br />

stantlar, katılımcı ülkelerin coğrafyasına<br />

özgü evler, hayvan maketleriyle<br />

donatılıyor. Daha sonra yarışmacı<br />

öğrenciler kendi vatanlarından getirdikleri<br />

özel eşyaları stantlara yerleştiriyor.<br />

Böylece bu platformlarda her ülke,<br />

kıyafetinden yemeğine varıncaya kadar<br />

kültürel varlıklarını sergileme ve tanıtma<br />

imkânı buluyor. Olimpiyat çocukları<br />

ziyaretçilere bu bilgileri Türkçe sunuyor.<br />

Ayrıca artık farklı şehirlere de olimpiyat<br />

sergisi kuruluyor. Böylece sadece İstanbul<br />

ve Ankara değil, Türkiye’nin farklı<br />

coğrafyaları da dil ve kültür festivali<br />

heyecanına ortak olup Türkçe dostlarına<br />

misafirperverliklerini gösteriyor. Bu<br />

yönüyle bile her yıl bir önceki olimpiyatlara<br />

nazaran farklılıklara sahne olan<br />

Türkçe Olimpiyatları sadece bir kültürel<br />

organizasyon olmaktan çıkıyor. Kendi<br />

dilini ve kültürünü evrensel barışa hizmet<br />

etmek için kullanan binlerce kişinin<br />

emek harcadığı bir etkinlik halini alıyor.<br />

Her ne kadar mütevazı adımlarla ve


56 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

anlamlı bir gaye ile yola çıkılsa da bu<br />

çapta bir festivalin şeklî itibarıyla görsel<br />

bir şölene dönüşmesi de kaçınılmaz<br />

oluyor. Bu şöleni estetik bir biçimde<br />

sunabilme düşüncesiyle profesyonel<br />

bir sanat grubu olimpiyat çocuklarının<br />

görsel şovunu hazırlıyor. Her biri Türk<br />

Müziği Devlet Konservatuarı’nın ilgili<br />

bölümlerinden mezun, müzik ve halk<br />

dansları konusunda uzman 40’a yakın<br />

sahne sorumlusu, organizasyonun sahne<br />

çalışmalarını yürütüyor.<br />

HAZIRLIKLAR SÜRÜYOR<br />

Olimpiyatlara ‘stand-up’ ve gösterileriyle<br />

renk katacak öğrencilerin provaları<br />

son derece eğlenceli geçiyor. Bitmeyecek<br />

dostlukların ilk adımları da<br />

bu anlarda atılıyor. Zira olimpiyat çocukları<br />

burada farklı renk, kültür, din<br />

ve dilden yaşıtlarıyla birlikte vakit geçirme<br />

imkânına sahip oluyorlar. Yarışmacılar<br />

aynı zamanda Türkçenin inceliklerini<br />

göstermeleri gereken ‘stand-up’<br />

gösterileri sayesinde dilimizi kullanırken<br />

nelere dikkat edeceklerini de öğreniyorlar.<br />

İçlerinden oyuncu olmayı tercih<br />

edeceklerse şimdiden farklı kültürlerin<br />

renklerini görme şansı yakalıyor.<br />

Organizasyonda yarışmacı öğrencilerin<br />

kullanacağı kostümler de İstanbul<br />

Pendik’te hazırlanıyor. Örneğin<br />

geçtiğimiz yıl her kumaştan 500<br />

metre olmak kaydıyla 5-6 bin çeşit kumaş,<br />

ayakkabı ve aksesuarlarla çocukların<br />

kıyafetleri hazırlanmış. Bunun<br />

için de daha öğrenciler Türkiye’ye gelir<br />

gelmez ölçüleri alınıp kostüm hazırlıkları<br />

başlatılıyor. Olimpiyatlar esnasında<br />

herhangi bir karmaşa çıkmaması<br />

adına konaklama için öğrenciler<br />

gruplara bölünüp her grubun başına<br />

bir görevli veriliyor. Çocukların<br />

Türkiye’yi yakından tanıması için çeşitli<br />

gezi programları düzenleniyor.<br />

Tabii tüm bu saydığımız teknik detaylar,<br />

anlamlı bir bütüne hizmet ediyor.<br />

Ve 2003 yılında dünya çocuklarının<br />

Anadolu kültürünü ve Türkiye’nin<br />

renklerini öğrenmesi gayesiyle yola<br />

çıkan Türkçe Olimpiyatları’nın, bugün<br />

ne kadar büyük ve anlamlı bir etkinliğe<br />

dönüştüğünü gösteriyor. Artık<br />

dünya dilleri ve kültürlerinin bir araya<br />

gelip bize hoşgörü dersi verdiği bu<br />

organizasyon evrensel barışa hizmet<br />

ediyor. Gönüllerde inkişaf eden sevgi<br />

dilinin etkisi gösteriyor ki Uluslararası<br />

Dil ve Kültür Festivali’nin etkisi daha<br />

da büyüyecek. Çünkü bu yıl da yüzlerce<br />

ülkenin çocukları, kavga etmekten<br />

bir türlü yılmayan biz büyüklere,<br />

hep bir ağızdan Türkçe “Evrensel Barışa<br />

Doğru!” diyecek.<br />

Olimpiyatlara<br />

kimler, nasıl<br />

katılıyor<br />

2003’ten itibaren her yıl düzenlenen<br />

Türkçe Olimpiyatları’na katılım çağrısı<br />

yapmak amacıyla, Milli Eğitim Bakanlığı<br />

Avrupa Birliği Dış İlişkiler Genel<br />

Müdürlüğü’nün de aracılığıyla başta<br />

Türk okulları olmak üzere dünya genelinde<br />

Türkçe öğreten eğitim kurumlarına<br />

programa ilişkin bilgi gönderiliyor.<br />

Katılmak isteyenler olimpiyatların<br />

tertibinden sorumlu Uluslararası<br />

Türkçe Derneği’nin belirlediği şartlar<br />

ekseninde çalışmalarına başlıyor.<br />

Müracaatlarını ise www.turkceolimpiyatlari.org<br />

sitesinden yapıyor. Sonrasında<br />

Türkiye’de yapılacak finale iştirak<br />

edecek ekipler belirlenip ülkelerdeki<br />

elemeler sona eriyor. Resmî kayıt<br />

evresi (vize, sağlık raporu, aile izin belgesi<br />

vb.) olimpiyat heyecanı başlıyor.<br />

Her ülkede işin nüvesi olan gönüllü<br />

eğitimcilerin gözetiminde önce<br />

okul, sonra il, ardından ülke elemeleri<br />

yapılıyor. Şarkı, şiir, ses ve halk<br />

oyunları yarışmasına 12-16 yaş aralığındaki<br />

yarışmacılar katılabilirken,<br />

13-19 yaş aralığındaki ilk ve ortaöğretim<br />

öğrencileri de bu branş haricindeki<br />

dallarda hünerlerini gösteriyor.<br />

Bu yaş aralığının dışındaki başvurular<br />

ise kabul edilmiyor. Yarışmalardaki<br />

değerlendirmeyi ise TÜRKÇE-<br />

DER tarafından oluşturulan ve her<br />

yıl farklı isimlerin iştirak ettiği jüri yapıyor.<br />

Yarışmacılar, ödül törenine de<br />

millî kıyafetleriyle katılıyor.


58 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

Hâkim, karikatürünü<br />

çizme cezası verdi<br />

5 yaşında bir çocuk, annesinin yeni badana<br />

yaptığı evin duvarlarına, ocaktan aldığı<br />

kömürle insan suretleri çiziyor. Nereden aklına<br />

geldiğini de bilmiyor. Annesi ise değil kızmak,<br />

yavrusuna şefkatle bakıyor. Giresun’un<br />

Şebinkarahisar ilçesindeki küçük bir evde<br />

böyle başlıyor İbrahim Özdabak’ın hikâyesi.<br />

SAMET ALTINTAŞ<br />

brahim Özdabak, 30 yıldır Yeni Asya<br />

İ<br />

Gazetesi’nin karikatüristi. Bugüne kadar 10<br />

bin kadar çizim yapan Özdabak, içlerinden<br />

sadece dördünün ceza aldığını söylüyor. Ona göre<br />

Risale-i Nur, ilham kaynağı. Karikatürle olan sergüzeşti<br />

için ise “Ben çizebildiğim için bu işi yapıyorum.<br />

50 yıldır kendimi bu noktada yetiştiriyorum, bir de<br />

bana bu vazife verildi.” diyor.<br />

Beş yaşında bir çocuk, annesinin yeni badana<br />

yaptığı evin duvarlarına, ocaktan aldığı kömürle insan<br />

suretleri çiziyor. Kim olduğunu da tam olarak<br />

kestiremediği bu çehrelere tebessüm ediyor. Nereden<br />

aklına geldiğini de bilmiyor. Annesi ise değil<br />

kızmak, yavrusuna şefkatle bakıyor. Giresun’un<br />

Şebinkarahisar ilçesindeki küçük bir evde böyle<br />

başlıyor İbrahim Özdabak’ın hikâyesi. 30<br />

yılı aşkın bir süredir Yeni Asya Gazetesi’nde<br />

gündemle ilgili karikatürler çiziyor. Defterlerinin<br />

boş bulduğu yerlerine hemen bir<br />

şeyler karalayan Özdabak’ın resim aşkı, lise<br />

yıllarında iyice ayyuka çıkar. O günleri<br />

şöyle anlatıyor: “Önceleri matematiğe merakım<br />

vardı. Lise yıllarında resme yöneldim.<br />

16 yaşımda ‘resim öğretmeni olacağım’ dedim.<br />

Ortaokulda çok okurdum. Okudukça da yazmaya<br />

merakım oldu. Şiir yarışmalarında derece<br />

aldım. Okul gazetesini çıkarırdık. Hemen hemen<br />

yarısı bana ait olurdu, resimlerini de ben çizerdim.”<br />

İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü Resim<br />

Öğretmenliği’ni kazanır. Ve 1974’te İstanbul’a geldiğinde,<br />

17 yaşındadır. Özdabak’ın ilk karikatürleri<br />

Köprü Dergisi’nde yer alır.<br />

Okuldaki teknik eğitim yeterli gelmez<br />

Özdabak’a ve İstanbul’da nerede bir sergi varsa


MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

59<br />

üşenmeden, kar kış demeden gider.<br />

“Hikmet Onat’ın ilk ve son sergisine<br />

de gittim mesela.” diye göz kırpıyor o<br />

günleri anlatırken. Hattat Hamit Aytaç<br />

ve Süheyl Ünver gibi büyük isimlerin<br />

de meclisinde bulunur. Ünver’in,<br />

bugünkü çizimlerinde de etkisinin olduğunu<br />

söylüyor. Ünver’le ilgili bir<br />

hatırasını anlatıyor: “Gümüşsuyu’nda<br />

Güzel Sanatlar’a bağlı Konservatuvar<br />

Bölümü’nün binası vardı. Bir yıl ders<br />

görmüştük orada. Bir gün ders bitimi<br />

Süheyl Hoca, ben ve bir arkadaşımla<br />

Taksim’e beraber yürüdük. O gün<br />

de İstanbul’un en soğuk günlerinden<br />

biriydi. Rüzgâr kırbaç gibi yüzümüze<br />

iniyordu. Hocamız, belki de doktor<br />

olarak dedi ki: Şu hava İstanbul’un en<br />

sağlıklı havasıdır.”<br />

ANNEM MESLEĞİMİ SORANLARA ‘ÇOBAN’ DİYOR<br />

İbrahim Özdabak, 1977’de mezun olur<br />

ve resim öğretmenliğine başlar. Ancak<br />

çizme isteği baskın bir şekilde devam<br />

ediyordur. Köprü’nün dışında, Nur, Elif<br />

dergilerinde, Büyük ve Yeni Asya gazetelerinde,<br />

vinyet, portre, karikatür çalışmaları<br />

yayımlanır. Kendi döneminin<br />

en önemli karikatüristlerinden Vehip<br />

Sinan o sırada Yeni Asya’da da çizer.<br />

Sinan’dan sonra gazetenin bugüne<br />

dek karikatüristi İbrahim Özdabak olur.<br />

Çizdiği ilk karikatür ise TV’lerde sıklıkla<br />

reklamı yer alan ekmek israfıyla ilgili<br />

bir çalışmadır. Bu arada annesi, oğlunun<br />

ne iş yaptığını soranlara ‘çoban’<br />

diye cevap verir: “Mektep talebelerine<br />

çobanlık ediyordu. Sonra onu bırakıp<br />

hizmetkârlığa gitti.”<br />

Özdabak, sanat hayatının 30 yılını<br />

geride bırakmış bir çizer. Bugüne kadar<br />

10 bin karikatür çizmesi de onun velut<br />

bir karikatürist olduğunun göstergesi.<br />

Başarılı çizer, çok sayıdaki karikatürleri<br />

arasından sadece dört tanesinin<br />

mahkemeye verildiğini söylüyor: “Çavuşesku<br />

devrildiği zaman çizdiğim karikatürde<br />

aynaya bakan bir adam vardı.<br />

Savcılar, o şahsın Turgut Özal olduğu<br />

kanaatine varıp, cumhurbaşkanına<br />

hakaretten dava açmışlardı. Öyle<br />

bir niyetim olmadığı için ceza almadım.”<br />

İkinci dava ise çokça konuşulan<br />

‘guguk’ karikatürü olur. Hakim cübbesi<br />

giydirdiği bir baykuş, hukuka göndermede<br />

bulunduğu ‘guguk’ diye öter. Ve<br />

FOTOĞRAF: KÜRŞAT BAYHAN<br />

2007’de hakkında dava açılır: “Avukatlarım<br />

burada başsavcıya bir hakaret olduğunu<br />

ve hiçbir hakimin bu çizimi cezasız<br />

bırakmayacağını söyledi. Ancak<br />

Bakırköy’de huzuruna çıktığım hakim<br />

beni anladı. Hatta bir dahaki duruşmaya<br />

kadar kendisinin de bir karikatürünü<br />

çizme cezası verdi. Ben de ‘o zaman<br />

fotoğrafınızı verin’ dedim. Hakim ‘veremem<br />

yasak’ deyince çizmedim tabii.<br />

Sonuçta beraat ettim.”<br />

RİSALE-İ NUR İLHAM KAYNAĞIM<br />

İbrahim Özdabak, Risale-i Nur’da<br />

500’den fazla sanat kelimesi geçtiğine<br />

dikkat çekiyor. Bediüzzaman’ın, kâinatı<br />

Allah’ın sanatı olarak anlattığını hatırlatıyor.<br />

“Risale-i Nur, benim ilham kaynağım.”<br />

diye konuşan Özdabak, Üstad’ın<br />

kurduğu cümlelerin arasında çizdiği resimlere<br />

yakın tasvirlerin olduğunu belirtiyor.<br />

Bir risale sohbetindeyse zihninde<br />

en çok Zübeyir Gündüzalp’in canlandığını<br />

dile getiriyor. Son söz niyetine ünlü<br />

karikatürist mesleğiyle ilgili, “Ben çizebildiğim<br />

için bu işi yapıyorum. 50 yıldır<br />

kendimi bu noktada yetiştiriyorum, bir<br />

de bana bu vazife verildi. Her yüzde bir<br />

tebessüm olsun istiyorum.” diyor.<br />

ERDAL EREN BENCE MASUM<br />

12 Eylül cuntası tarafından yaşı büyütülerek<br />

idam edilen Erdal Eren, Özdabak’la<br />

aynı mahallenin çocuklarıymış. “Erdal,<br />

benden yaşça küçüktü. Mahallede çember<br />

çevirirdi.” diyen Özdabak, Eren’in<br />

masum olduğuna inanıyor: “Kendisiyle<br />

aynı fikirleri paylaşmasam da onun<br />

idam edildiğini duyduğumda ilmek sanki<br />

benim de boynuma geçti. Bence Erdal<br />

masumdu. Suçu başkası işledi. Yaşı küçük<br />

çabuk yırtar, diye onun üzerine attılar.<br />

Çok yazık oldu.” Özdabak ayrıca<br />

Berfo Ana, Ceylan Önkol, Uludere ile ilgili<br />

çizimlerin de sahibi.<br />

ARTIK KÂĞIDI KALEMİ ATTIK<br />

Özdabak, 1986’da bilgisayarla tanışır.<br />

Ama elle çizmeye belli bir müddet daha<br />

devam eder. Ünlü çizer, “2005’ten<br />

bu yana çizimlerimi bilgisayarda yapıyorum.<br />

Kâğıdı kalemi attık. Ama kendim<br />

için çizerken kâğıt var hayatımda.<br />

Bilgisayarda da kendimi elle çiziyor<br />

gibi görüyorum.” diye konuşuyor.<br />

Özdabak’a göre mizahın piri Nasreddin<br />

Hoca. Çünkü asırlardır hâlâ herkesi güldürebiliyor.<br />

Zaten Özdabak’ın da arzuladığı,<br />

mizah ile uğraşanların Nasreddin<br />

Hoca’nın ince zekâsını örnek almaları.<br />

POSTACI, ÇUVALLA MEKTUP GETİRİRDİ<br />

İbrahim Özdabak, 1980’den bu yana<br />

hayatta olan ve ‘ilk gözağrım’ dediği<br />

Can Kardeş çocuk dergisinin, bir<br />

okul olduğunu söylüyor: “O yıllarda<br />

öyle bir trend yakalamıştık ki yüzlerce<br />

mektup geliyordu. Postacı çuvalla getirirdi.<br />

Genç yazar ve çizerlere tavsiyeler<br />

adı altında bize gelen şiir, deneme, karikatürleri<br />

değerlendirirdim. Can Kardeş<br />

bu noktada bir okul oldu. Dağıstan<br />

Çetinkaya, Demirhan Kadı, Turgut Yılmaz<br />

gibi isimler yetişti.”


60 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

Özal'a suikast yapıldığı gün<br />

orada olmadığıma hâlâ yanarım<br />

EMRULLAH BAYRAK<br />

li Ünal, 27 yıldır fotoğraf makinesinin<br />

deklanşörüne basıyor.<br />

A<br />

Sayısız ödül alan Ünal, 27 yılda<br />

Türkiye'deki gelişim ve değişimleri, fotograflarla<br />

tarihe not etti. Acı tatlı birçok<br />

olaya şahit olan Ali Ünal'ın çektiği fotoğrafların<br />

yanında çekemediği için hayıflandığı<br />

kareler de bulunuyor. Bunlardan<br />

biri de rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut<br />

Özal'a başbakanlığı döneminde gerçekleştirilen<br />

suikast girişimi. Ünal, o olaydan<br />

sonra, hafta sonu dahi olsa önemli<br />

bir olay varsa izin kullanmıyor.<br />

O kareyi çekemediği için hâlâ pişmanlık<br />

duyduğunu vurgulayan Ünal,<br />

"Rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut<br />

Özal'a Atatürk Spor Salonu'nda yapılan<br />

suikast. O gün haftalık izin günümdü.<br />

O tarihlerde gazete de aktif<br />

gazetecilik yapılmamasından dolayı,<br />

kurum adına ismimiz bile verilmemişti.<br />

Keşke söz konusu olay hiç olmasaydı.<br />

Temennim bu. Fakat; o salonda, o<br />

gün olmak isterdim." diyor.<br />

Acı tatlı birçok olaya<br />

şahit olan Ali Ünal’ın<br />

çektiği fotoğrafların<br />

yanında çekemediği<br />

için hayıflandığı<br />

kareler de bulunuyor..<br />

Bunlardan biri<br />

de rahmetli<br />

Cumhurbaşkanı<br />

Turgut Özal’a başbakanlığı<br />

döneminde<br />

gerçekleştirilen suikast<br />

girişimi.<br />

Ali Ünal'ın unutamadığı fotoğraf karesi<br />

ise 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet<br />

Sezer'in arka tarafında duran eşinin<br />

saçlarını Sezer'in başına denk getirip<br />

çektiği fotoğraf. Bu fotoğraf, TFMD'de<br />

siyaset fotoğrafı dalında birinci oldu.<br />

Ünal, fotoğrafın kamuoyuna mal olmasından<br />

sonra fotoğraf çekilen ve tüm kameraman,<br />

muhabir ve foto muhabirlerine<br />

açık olan alanın yasaklandığını belirtiyor.<br />

Mekânın halen yasak olduğunu<br />

ifade ediyor.<br />

Tarihe post-modern darbe olarak geçen<br />

28 Şubat süreciyle ilgili ise Ali Ünal,<br />

Sincan caddelerinde medyaya özel görüntüler<br />

verildiğini belirterek bazı yerlerdeki<br />

tankların paletlerinin sökülerek<br />

eyleme arıza süsü verildiğine dikkat çekiyor.<br />

Akreditasyon sebebiyle halkın bayramı<br />

izlemek için girişine izin verilen kapıdan<br />

bile giremediğini anlatan Ünal,<br />

"Hatta bir defasında oradan vatandaş<br />

olarak girmek istediğimde, emniyetin<br />

kriminal minibüsü özel olarak fotoğraf


MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

61<br />

makinemin tetkiki için oraya getirildi.<br />

Makinem söküldü. Kimliğim alınarak<br />

psikolojik baskı uygulandı."<br />

şeklinde konuşuyor.<br />

Halen Zaman Gazetesi'nin Ankara<br />

Temsilciliği'nde foto muhabirliği<br />

yapan Ali Ünal, Cihan Medya Haber<br />

Dergisi'ne meslekî kariyerini ve<br />

yaşadıklarını anlattı.<br />

Fotoğraf çekme merakınız nereden geliyor<br />

Fotoğraf çekme merakım küçük yaşlarda<br />

başladı. Drama, mutluluk ve<br />

unutulmasını istemediğim anıların<br />

karelere işlenmesi, heyecanı hep aklımın<br />

bir kenarında yer edindi. Henüz<br />

Kızılcahamam Ortaokulu'nda<br />

iken oluşturulan grup içerisinde<br />

fotograf çalışmalarım başladı.<br />

Bu çerçeve de ilk sergim de ‘Kirmir<br />

Çayı'nda sel sonrasında ortaya çıkan<br />

ağaç köklerinden çektiğim fotoğraflarla<br />

oldu. Sonrasında beynimin bir<br />

başka köşesinde yer tutan çeltik (pirinç)<br />

tarlalarının fotoğraflarını çalışarak<br />

zor şartların ortaya koyduğu<br />

emeği kadraja işledim.<br />

Fotoğraf sizin için ne anlam ifade ediyor<br />

Genel olarak ‘alışılageldik' haliyle<br />

yazılı doküman belge olarak hafızalarda<br />

iz bırakmış olsa da gerçek<br />

en sağlam belge kaliteli fotoğraftır.<br />

Bu nedenle binlerce yazılı dokümanın<br />

yaşanmışlıkları ortaya koymasına<br />

karşın bir kare fotoğraf saniyeler<br />

içerisinde anlaşılır belgeyi belleğinize<br />

sunar. Fotoğraf benim için belgedir;<br />

belgelerin en sağlamıdır, en eğlencelisidir.<br />

Öncelikli olarak ben fotoğrafa<br />

böyle bakıyor, fotoğrafı böyle<br />

okuyorum.<br />

Fotoğraf çekmedeki zorluklar nelerdir<br />

Fotoğraf çekmede bilen için zorluk<br />

olduğunu düşünmüyorum. Yalnız<br />

haber fotoğrafçılığında sorunuzun<br />

geçerliliği söz konusu. Bunun birçok<br />

sebebi var. Özellikle de siyasî fotoğraflarda.<br />

Liderden, korumalardan ve<br />

önemli siyasilerin sürekli yanında<br />

görünme kaygısı taşıyan kişilerden<br />

kaynaklanan zorluklar. Öyle ki, çoğu<br />

zaman bazı siyasi liderlerin rutin etkinliklerinde<br />

düzgün fotoğraf çekebilmek<br />

mümkün olmuyor. Bazı koruma<br />

amirleri foto muhabirlerini bazen<br />

kendine bağlı çalışan polis memurları<br />

gibi görme gayreti içerisine<br />

girebiliyorlar. Hitapları da bu yönde<br />

olabiliyor. Aynı durum TSK etkinliklerinde<br />

de yaşanıyor. Bazı komutanlar<br />

ya da üniformalı ilgili kişiler foto<br />

muhabirleri ve muhabirlere görev<br />

sınırları dışında hitap ve davranışta<br />

bulunabiliyorlar. Genel olarak zorluklar<br />

görev sınır çizgisini bilmeyen<br />

görevlilerden kaynaklanıyor.<br />

Dijital fotoğraf makinelerinin çıkması, foto<br />

muhabirliğini nasıl etkiledi<br />

Dijital fotoğraf, aslında pratik çalışma<br />

sundu. Hızın günümüzde önemini<br />

düşünürsek, dijital teknolojinin<br />

aksini savunmanın gerçekçi olmadığını<br />

görürüz. Dijital fotoğraf teknolojisinin<br />

sunduğu kolaylıklar herkesin<br />

malumu. Bundan dolayı fo-<br />

FOTOĞRAFLAR: ALİ ÜNAL ARŞİVİNDEN


62 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

to muhabirlerinin dijital teknoloji ile birlikte<br />

bir anlamda işlerinin kolaylaştığını,<br />

buna karşın emeklerinin sanal dünyada<br />

kapanın elinde kaldığı bir hal aldığını<br />

görürüz. Bu da etik dışı kullanımla ilgili<br />

bir durum. Yani fotoğrafı çeken foto muhabiri<br />

her an her yerde kendi fotoğrafı ile<br />

karşılaşabiliyor.<br />

Hani bir söz var "Silah çıktı, mertlik bozuldu."<br />

Dijital fotoğraf makinelerinin çıkması, mesleğin<br />

mertliğini bozdu mu<br />

Dijital fotoğrafın sağladığı imkânları göz<br />

ardı edemeyiz. Ancak; dijital teknolojinin<br />

kaliteli ve kalitesiz çalışma becerisindeki<br />

ayırt etmeyi bir ölçüde ortadan<br />

kaldırdığını söyleyebilirim. Söz konusu<br />

teknoloji, teknik anlamda ehil foto<br />

muhabirlerinin becerisini kamufle etmiştir.<br />

Günümüzde herkesin bir şekilde<br />

elinde fotoğraf makinesi var. Dijital teknolojinin<br />

foto muhabiri için teknik kolaylığının<br />

yanında aleyhinde gelişen tarafları<br />

da var. Mesela; Başbakan Tayyip<br />

Erdoğan'ın makam aracının içerisinde<br />

kilitli kalıp Güven Hastanesi’ne gittiğinde,<br />

malum aracın camı balyoz ile kırıldıktan<br />

sonra Sayın Başbakan dışarı çıkarılabilmişti.<br />

Korumalar burada bir foto<br />

muhabirinin görüntü almasını engellemişlerdi.<br />

Fakat orada bulunan vatandaşların<br />

hemen hemen hepsi ellerindeki küçük<br />

makineler ve cep telefonları ile çok<br />

yakından görüntü çektiler. Korumalarda<br />

genel olarak foto muhabirleri ve kameramanlara<br />

yönelik panaroya derecesinde<br />

bir tutum söz konusu. Hatta; korumalarla<br />

foto muhabirleri birbirlerini genel<br />

olarak tanıdıkları ve her foto muhabirinin<br />

boynunda ilgili kurumun kartı olduğu<br />

halde, korumalar çoğu kez kendilerinin<br />

koruma olduğunu unutup nizam<br />

bekçisi gibi görev yapmaya yelteniyorlar.<br />

Tek işlerinin söz konusu meslek grubu<br />

çalışanlarını kontrol etmek olduğu şeklinde<br />

davranış sergiliyorlar. Dolayısıyla<br />

art niyetli kişiler gelip yazarkasa atabiliyor.<br />

Başbakanlık binasının önüne kadar<br />

gelip kendisini yakmaya yelteniyor ya da<br />

yakabiliyor. Bunun gibi çok sayı da vaka<br />

oluyor. Hatta Anıtkabir’de mozolenin<br />

başında devletin tüm yetkilileri saygı duruşunda<br />

iken defatle meczup eylemleri<br />

oldu. Allah korusun eylemci niyeti kötü<br />

olmuş olsaydı sonrasını düşünmek bile<br />

istemiyorum. Her foto muhabiri kameraman<br />

koruma tutumunun ağırlıklı olarak<br />

kendilerine yönelik olduğunu çok rahat<br />

hissederler.<br />

Filmli fotoğraf makineleri mi yoksa dijital mi tercihiniz<br />

Günümüz şartlarında bir gereklilik olarak<br />

tabii ki dijital teknoloji. Ben şahsen<br />

geçmişe bu anlamda takılıp kalmanın<br />

doğru olmadığı kanaatindeyim. Hem<br />

ekonomik hem teknolojik hem de hızlı<br />

üretim anlamında dijital gereklilik kaçınılmazdır.<br />

Burada uzun uzun farkları sebepleri<br />

saymak istemiyorum.<br />

Eline bir makine alan herkes 'ben fotoğrafçıyım'<br />

diyor. Gerçekten bu böyle midir Sizin gibi mesleğin<br />

duayenleri, bundan nasıl etkileniyor<br />

Eline packet makine alan herkes tabiiki<br />

fotoğrafçı değil. Fotoğraf emek harcamayı,<br />

ışığı, hızı kullanmayı gerektirir. Kişinin<br />

fotoğrafçı olabilmesi için mevcut dar<br />

imkânları ile birlikte gelişim aşamasını<br />

yükseğe taşıyan kişi olması gerekir. Ama<br />

bu işe gönül vermiş çok dar imkânlarla<br />

bir şeyler üretme gayreti içerisinde bulunan<br />

birçok kişiler var. Güzel işler de üretiyorlar.<br />

Bakış açısı, tek düze olsa da güzel<br />

emekleri ortaya çıkaranlar var. Özellikle<br />

yarı profesyonel makinelerle çok iyi<br />

işler çıkaran binlerce kişi var. Sevindirici<br />

taraf Türkiye'de çok iyi fotoğraf kulüplerinin<br />

ve ve fotoğraf weblerinin olması.<br />

Foto muhabirleri özellikle protokol görevlerinde<br />

yoğun olarak cep telefonu ile<br />

fotograf çalışması yaptığını zannedenlerin<br />

istilası içerisinde kalıyor. Bu kişiler<br />

teknik olarak fotoğrafın mümkün olmadığı<br />

ortam durumlarında fotoğraf çekebildiklerini<br />

zannediyorlar. Oysa fotoğrafı<br />

milyonlarca kişiye ulaştırmak üzere orada<br />

görev yapan foto muhabirlerine engel<br />

olmaktan başka bir şey yapmıyorlar.<br />

Geçmişten günümüze başkent Ankara'da binlerce<br />

fotoğraf çektiniz. En çok hangi alanda fotoğraf<br />

çekmeyi seviyorsunuz (Siyaset, spor, kültürsanat,<br />

doğa vs.)<br />

Öncelikle çektiğim fotoğraf sayısı milyonlarca.<br />

Bunu rahatlıkla söyleyebilirim.<br />

Spor ve içerisinde insan unsurlarının da<br />

olduğu doğa fotoğraflarını çalışmayı seviyorum.<br />

Siyaset fotoğrafı çalışmayı da<br />

bir ölçüde seviyorum.<br />

Çektiğiniz her fotoğraf dalının sizin için bir anlamı<br />

olur mu<br />

Mutlaka olur. Her alanın kendisine özgü<br />

incelikleri vardır. Siyasî fotoğraf siyaset<br />

içeriğini bilmeyi, spor fotoğrafı refleksi,<br />

sanat fotoğrafı edebiyatı, genel sanatları<br />

bilmeyi gerektirir vs...<br />

Unutamadığınız bir fotoğraf karesi var mıdır<br />

Bunlardan bir tanesini anlatmak isterim.<br />

Ahmet Necdet Sezer Cumhurbaşkanı<br />

iken Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nde<br />

resmî bir karşılama öncesinde bir fotoğraf<br />

çekmiştim. Sayın Cumhurbaşkanı’nın<br />

arka tarafında da eşi duruyordu. Açıyı<br />

bulup milimetrik bir simetri ile eşinin<br />

saçlarını Ahmet Necdet Sezer'in başına<br />

denk getirip çektim. Bu fotoğraf<br />

TFMD'de siyaset fotoğrafı dalında birinci<br />

olmuştu. Fotoğrafın kamuoyuna mal olması<br />

ile birlikte fotoğrafı çektiğim ve tüm<br />

kameraman, muhabir ve foto muhabirlerine<br />

açık olan alan yasaklandı. O tarihten<br />

bu yana da orası halen yasak. Oysa


aynı noktadan Cumhurbaşkanı Süleyman<br />

Demirel'i de Nazmiye Hanım’ın<br />

saçları ile birlikte çekmiştim. Fotoğraf<br />

Demirel tarafından tebessüm ile karşılanmıştı.<br />

Sezer döneminde söz konusu<br />

fotoğraftan dolayı yasaklanan<br />

yerden aslında cumhurbaşkanlarının<br />

duygusallığını, yalnızlığını ortaya koyan<br />

ve Türk tarihine girecek görüntüler<br />

çıkıyordu.<br />

Çekemediğiniz için hâlâ hayıfl andığınız bir fotoğraf<br />

karesi var mıdır<br />

Var. Rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut<br />

Özal'a Atatürk Spor Salonu'nda yapılan<br />

suikast. O gün haftalık izin günümdü.<br />

O tarihlerde gazetede aktif gazetecilik<br />

yapılmamasından dolayı kurum<br />

adına ismimiz bile verilmemişti.<br />

Keşke söz konusu olay hiç olmasaydı.<br />

Temennim bu. Fakat; o salonda o gün<br />

olmak isterdim.<br />

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın fotoğrafl a-<br />

rını çekmek zor mudur<br />

Evet öyle. Başbakan Sayın Recep Tayyip<br />

Erdoğan'ın ilk başbakan olduğu<br />

zamanlarda fotoğrafını çekmek kolay<br />

olduğu gibi iyi fotoğraflar çıkıyordu.<br />

Sonraki dönemlerde güvenlik gerekçesiyle<br />

yoğun tedbirler dikkat çekiyor.<br />

Bu durum doğal olarak iyi fotoğrafın<br />

ortaya çıkmasına engel oluyor. Sayın<br />

Başbakan’ın programlarında neredeyse<br />

dikkat çekici fotoğrafın görüntüye<br />

yansıtılması mucize gibi bir şey.<br />

Fotoğrafını çektiğiniz insanlarla ilişkileriniz<br />

hangi boyutta kalıyor veya hangi boyutlara<br />

ulaşıyor<br />

Özellikle siyasî parti liderleri ile vizör<br />

arkasında olsak da iletişim söz konusu.<br />

Bazen liderler bakışlarınızdan ne<br />

tarz fotoğraf istediğinizi tahmin edebiliyor.<br />

Siz talepte bulunmadan düşünceniz<br />

karşılık bulabiliyor. Çoğunlukla<br />

foto muhabirleri ile liderler arasında<br />

hafif baş sallayarak selamlaşma<br />

olur. Bu şekilde sinyali aldıysanız gönül<br />

rahatlığı ile istediğiniz fotoğrafları<br />

çekebilirsiniz. Bir lider başını sallayarak<br />

karşısındaki foto muhabirlerine<br />

selam vermişse; bilin ki keyfi yerindedir.<br />

Rahatlıkla fotoğraf isteyebilirsiniz;<br />

ters bir karşılık alma durumunuz<br />

söz konusu olamaz. Mahçup olacağınız<br />

bir cevap almazsınız. Hatta; karşılıklı<br />

espriler yapılabilir. Bu sebeple foto<br />

muhabiri karşı tarafın her an psikolojisini<br />

de değerlendirmek zorunda.<br />

Liderlerin çoğu foto muhabirlerinin<br />

birçoğunun isimlerini bilirler.<br />

Fotoğraf çekerken önyargılar ile sezgilerin önemi<br />

nedir<br />

Fotoğraf çekerken önyargıların oluşmadığını<br />

ama önsezilerimin oluştuğunu<br />

rahatlıkla söyleyebilirim. Önyargı<br />

işin içine girdiğinde foto muhabirinin<br />

başarılı olacağına inananlardan değilim.<br />

Bu sebeple önyargılarım oluşmuş<br />

olsa bile bunu görev bitene kadar otokontrol<br />

hapsinde tutarım. Burada görevin<br />

ve durumun gelişimi, ileriki aşamaları<br />

ve sonrası gelişmeler aşaması<br />

önsezim devreye girer. Zaten bu da<br />

tecrübeli iyi yetişmiş her foto muhabirinde<br />

olması gereken özellik. Zaten<br />

foto muhabiri ile fotoğraf sanatçısını<br />

da ayıran özelliklerden bir tanesi budur.<br />

Ben kendimin 27 yıllık fotoğrafçılık<br />

geçmişimde foto muhabirliğinin yanı<br />

sıra fotoğraf sanatçılığı yönümü de<br />

paralel götürmede başarılı olduğuma<br />

inanırım. Buna hep özen gösterdim.<br />

Genç foto muhabirlerine neler tavsiye edersiniz<br />

Yeni foto muhabirlerini nasıl değerlendiriyorsunuz<br />

Genç foto muhabirlerine öncelikli<br />

tavsiyem; iş disiplinidir. Amirlerinin<br />

görev vermesini beklemeden<br />

her boş vaktini geliştireceği projelerde<br />

değerlendirmeleridir. Meslekî anlamda<br />

önemli dergiler kitaplar ve yapıtları<br />

yakın takip etmeleri, genç foto<br />

muhabirinin gelişimi açısından önem<br />

arz eder. Bir foto muhabiri belediye<br />

kanalizasyonu haberinin fotoğrafını<br />

da cumhurbaşkanının fotoğrafını<br />

da aynı ciddiyet ve titizlikle çalışmalıdır.<br />

Genç foto muhabirlerine özellikle<br />

reflekslerinin gelişmesi açısından<br />

hareketli spor fotoğraflarını da çalışmalarını<br />

tavsiye ederim. Foto muhabirinin<br />

aklı her zaman hırslarının<br />

önünde olmalıdır. Bu çok önemli. Ne<br />

çekeceğini bilerek çalışmalı. Yeni foto<br />

muhabirlerinin istisnalar hariç iyi foto<br />

muhabiri anlamında iç açıcı olduklarını<br />

ne yazık ki söyleyemem. Plansız<br />

çalıştıklarını çoğunlukla da bilgisayar<br />

bağımlılığı seviyesinde, işe gitmeyi<br />

ihmal edecek kadar gevşek olduklarını<br />

gözlemliyorum.<br />

USTASINDAN FOTOĞRAF<br />

ÇEKME TÜYOLARI<br />

•Fotoğraf makinesini kavrama ve<br />

tutuş, genelde bir adım önde<br />

olmanızı sağlar. Sağ el ile makine<br />

gövdesi kavranır, sol elin avuç içi<br />

ve parmakları ile lensin (objektifin)<br />

zoom halkası kontrol edilir.<br />

•Fotoğraf makinesi gözün gördüğü<br />

renkleri direkt olarak algılamaz.<br />

Doğru bir pozlama ile en yakın<br />

renk değerlerini elde eder. Bunun<br />

için avcumuzun içinden örnek bir<br />

değerlendirme ölçümü yapmak<br />

bize fikir verir.<br />

•Foto muhabiri çift gözü de açık<br />

halde çalışmaya alışmıştır. Bu<br />

çoğu zaman avantaj sağlar. Şöyle<br />

ki; sol gözümüzü kapatıp vizörden<br />

kompozisyonumuza odaklandığımızda<br />

solda olup bitenden habersiziz<br />

demektir. Ancak sol gözümüz<br />

açık sağ gözümüz de vizördeyken<br />

hem vizör içine hem de vizör<br />

dışındaki hareketliliğe hakimiz<br />

demektir.<br />

•Kullanılan fotoğraf makinesi ve<br />

yardımcı unsurları (lensler, flaş ve<br />

aksesuarlar) belirli periyotlarda<br />

temizlenmelidir.<br />

•Ülke ve dünya gündemini yakından<br />

takip eden bir foto muhabiri<br />

gündeme ilişkin fotoğraflar üretmekte<br />

zorlanmaz.<br />

•Fotoğraf incelemeleri yapmak ve<br />

fotoğraf üzerine yazı – makale<br />

okumak, görüntüleme teknolojileri<br />

hakkında güncel bilgilere sahip<br />

olmak da foto muhabirini her<br />

zaman bir adım öteye taşır.<br />

•Foto muhabiri, refleksini sağlama<br />

ve koruma anlamında spor fotoğrafları<br />

başta olmak üzere ani<br />

atraksiyon gerektiren konular üzerinde<br />

zaman zaman çalışmalar<br />

yapmalıdır.


64 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

‘Büyük Doğu’<br />

kapaklarındaki Necip Fazıl<br />

Büyük Doğu’un böyle daha nice kapakları var. Daha çok İslamî fikir<br />

etrafında şekillenen kapakların en etkileyicileri Batı’nın Doğu’yu nasıl<br />

aşağıladığını anlatan ve bu bakış açısına tepki gösteren kapaklardı.<br />

SEVİNÇ ÖZARSLAN<br />

“<br />

G<br />

ayesizim, telkinsizim, plansızım,<br />

hesapsızım, bilgisizim..."<br />

8 Şubat 1946 tarihinde<br />

yayımlanan Büyük Doğu dergisinin<br />

kapağında yazan bu kelimeler,<br />

günümüz insanını bile anlatmıyor<br />

mu Başmuharrir Necip Fazıl<br />

Kısakürek önderliğinde, 1943'ten<br />

1978 yılına kadar aralıklarla haftalık<br />

olarak yayımlanan dergi, yayıncılık<br />

tarihimizde unutulmaz izler bıraktı.<br />

Özellikle Necip Fazıl'ın düşünme<br />

biçimini ve heyecanını yansıtan<br />

kapakları büyük ses getirdi. Dergi<br />

16 kez kapandı, Necip Fazıl yazıları<br />

nedeniyle cezalar aldı. Gerek tek<br />

parti döneminde, gerekse Demokrat<br />

Parti zamanında yürüttüğü muhalefetle<br />

iktidarın tepkisi çekti. 13<br />

Aralık 1946'da yayımlanan ‘Başımıza<br />

Kulak İstiyoruz' başlıklı kapağı<br />

bu anlamda fenomen oldu. Çünkü<br />

Necil Fazıl Kısakürek'in kapaktaki<br />

‘Devlet Reisinin Lisanından' yazısı<br />

iktidarın hoşuna gitmeyecek şeylerden<br />

bahsediyordu: “Vatandaş! Benim<br />

heykelimi dikme! Eğer ortada<br />

temsil ettiğim, senin de inandığın<br />

bir fikir varsa onun abidesini dik!<br />

Resmimi evlerin, toplantı yerlerinin,<br />

iş ve faaliyet çerçevelerinin ölü duvarlarına<br />

asıp ensenle seyretme! Seni<br />

kayırdığım, başa geçirdiğim zaman<br />

duyduğun nefsani haz yüzünden<br />

beni öğme!...”<br />

BÜYÜK DOĞU KAPAKLARINDAKİ TARİH<br />

Büyük Doğu'un böyle daha nice<br />

kapakları var. Daha çok İslamî fikir<br />

etrafında şekillenen kapakların<br />

bize göre en etkileyicileri Batı'nın<br />

Doğu'yu nasıl aşağıladığını anlatan<br />

ve bu bakış açısına tepki gösteren<br />

kapaklardı. Sefaköy Cennet Kültür<br />

Merkezi'nde 9 Mayıs'ta düzenlenen<br />

sempozyumda bütün bu kapaklar<br />

tartışıldı. “Özü Yüzden Okumak:<br />

Büyük Doğu'nun Kapakları”<br />

sempozyumunun fikir babası Fatih<br />

Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi<br />

Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr.<br />

Fatih Andı idi. Üç bölümden oluşan<br />

programın ilk bölümü saat 10.00'da<br />

başlayıp 18.00'de sona erdi. Burada<br />

konuşulan konu başlıkları bile kapakların<br />

karakterini özetlemek için<br />

yeterli: ‘Büyük Doğu kapaklarında<br />

eleştirel dil, düşüncenin dili, aktüel<br />

politik dil, Büyük Doğu kapaklarından<br />

çağı okumak, Büyük Doğu<br />

kapaklarından tarihi yorumlamak,<br />

Büyük Doğu kapaklarında ka-


MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

65<br />

dın, Büyük Doğu kapaklarında<br />

toplumsal kutupların dili,<br />

Necip Fazıl ve Demokrat Parti<br />

ilişkisinin Büyük Doğu kapaklarına<br />

yansıması, Büyük Doğu<br />

kapaklarında kavganın dili,<br />

Büyük Doğu kapaklarında Batı<br />

algısı…<br />

Etkinliğin akşam 20.00'de<br />

yapılan oturumunda ise Necip<br />

Fazıl'ın yanında bulunan,<br />

onu yakından tanıyan Rasim<br />

Özdenören, Mehmet Doğan,<br />

Ali Haydar Aksal, Musa Çağıl,<br />

Mehmed Niyazi gibi yazarların<br />

katılımlarıyla bir panel düzenlendi.<br />

Hatıraların tazeleneceği<br />

bu bölümde şahsi izlenimler<br />

üzerinden Necip Fazıl Kısakürek<br />

ve Büyük Doğu portresi ortaya<br />

konuldu.<br />

Fatih Andı'nın seçtiği 40<br />

kapaktan oluşan Büyük Doğu<br />

Kapakları sergisi ise heyecan<br />

verici bir projeydi. Nedenini<br />

Prof. Dr. Fatih Andı'dan dinleyelim:<br />

“Büyük Doğu, düşünce<br />

ve edebiyat hayatımızın önemli<br />

yayın organlarından biridir.<br />

1943'ten 78'e kadar yaklaşık<br />

35 yıllık yayın hayatında nesillerin<br />

yerli düşünceye ve sanata<br />

uyanışında, bu uyanışın ocağını<br />

canlandıran İslâmî heyecan<br />

ve azmin oluşmasında Mehmed<br />

Âkif'in Sırât-ı Müstakîm<br />

ve Sebîlü'r-Reşâd'ından sonra<br />

etkili olmuş en önemli dergidir.<br />

Bu bakımdan Büyük Doğu,<br />

yalnız bir neslin değil, nesillerin<br />

yetişmesinde etkili bir<br />

mektep, bir kürsüdür. Bu misyonu<br />

da derginin içeriğinde<br />

değil, kapağından son sayfasına<br />

kadar, her bir parçasında<br />

kendini gösterir. Hatta denilebilir<br />

ki, derginin kapakları,<br />

Büyük Doğu'nun “öz”ünün<br />

“yüz”üne yansıdığı birer vitrin<br />

niteliği kazanmış ve hatta<br />

kimi zaman muhtevadan daha<br />

fazla etkili olan, öne çıkan,<br />

konuşulan kapakları olmuştur<br />

derginin.” Andı'nın verdiği bilgiye<br />

göre sempozyum sonrasında<br />

bir albüm kitap yayımlanacak.<br />

Mayıs sonunda yayımlanacak<br />

ve bildirilerin bir araya<br />

getirileceği albümün sürprizi,<br />

40 kapağı 40 edebiyatçının<br />

yorumlayacağı bölüm olacak.<br />

Bu bölümde, aralarında<br />

Rasim Özdenören, Beşir Ayvazoğlu,<br />

Ali Ural, Sibel Eraslan<br />

gibi isimlerin bulunduğu yazarlar,<br />

seçtikleri kapağın kendilerinde<br />

uyandırdığı düşünceleri<br />

anlatacak.<br />

30. ölüm yıldönümünde<br />

Necip Fazıl<br />

Kısakürek etkinlikleri<br />

Bu yıl Necip Fazıl Kısakürek ile ilgili yapılacak<br />

en kapsamlı etkinlik Konya’da. 20 Mayıs’ta<br />

başlayıp 26 Mayıs’a kadar devam edecek etkinlikler<br />

arasında yarışmalar, konferanslar,<br />

sergiler, tiyatro ve film gösterileri var. 20-22<br />

Mayıs 2013 tarihleri arasında ise Konya Dedeman<br />

Hotel’de Uluslararası Necip Fazıl Kısakürek<br />

Sempozyumu düzenlenecek. Etkinliklerden<br />

biri de Mevlânâ Meydanı’na toplanan<br />

5 bin kişinin aynı anda Necip Fazıl’ı okuyacak<br />

olması. Ayrıntılı bilgi www.nfk.org.tr<br />

sempozyum@nfk.org.tr<br />

- Bir sempozyum da Kahramanmaraş’ta.<br />

Atatürk Kültür Merkezi, Türk Dil Kurumu ve<br />

Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi işbirliği<br />

ile 23-25 Mayıs 2013 tarihleri arasında,<br />

Kahramanmaraş'ta "Uluslararası Necip Fazıl<br />

Kısakürek Sempozyumu" düzenlenecek.<br />

Oğlu Mehmet Kısakürek de bu sempozyuma<br />

katılacak. Ayrıntılar için: http://nfk.ksu.edu.tr/<br />

- Hitit Üniversitesi’nde 26 Nisan 2013 Cumartesi<br />

günü eğitimci yazar Muzaffer Doğan<br />

ve yazar Necmettin Türünay'ın katılımlarıyla<br />

"Kaldırımlardan Sakarya'ya Necip Fazıl Kısakürek"<br />

paneli düzenlenecek. Saat: 14.30, Çorum<br />

Anitta Hotel Hattuşili Salon


66 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

İNÖNÜ İLETİŞİM FAKÜLTESİ DEKANI PROF. DR. KARATEPE:<br />

‘İnsanların en güvendiği haber<br />

kaynakları ajanslar’<br />

EŞREF AKGÜN<br />

ürkiye'de 57 iletişim fakültesi<br />

arasına yeni katılan Malatya<br />

T<br />

İnönü Üniversitesi İletişim Fakültesi<br />

iki yıldır faaliyet gösteriyor. Fakültede,<br />

130 öğrenci öğrenim görüyor.<br />

Türkiye’nin köklü iletişim fakültelerine<br />

göre daha yolun başında olan kurumun<br />

yöneticileri, kısa zamanda arayı<br />

kapatmayı hedefliyor. Bilgisi, tevazusu<br />

ve hayata bakış açısıyla pozitif bir kişiliğe<br />

sahip olan Dekan Prof. Dr. Selma<br />

Karatepe’nin öncülüğünde yoluna devam<br />

eden fakültede, gelecek yıl gazetecilik<br />

bölümünün, ardından da radyo<br />

televizyon ve sinema bölümünün açılması<br />

planlanıyor. Ekim ayında dekanlık<br />

görevine getirilen Prof. Dr. Karatepe,<br />

Cihan Haber Dergisi’ne, medyadan<br />

mevcut duruma ve iletişimcilerin<br />

sorunlarına kadar düşüncelerini anlattı.<br />

Fakülte olarak 2010 yılında öğrenim<br />

faaliyetlerine başladıklarını anlatan<br />

Karatepe, iki yıldır halkla ilişkiler bölümüne<br />

öğrenci aldıklarını, 130 öğrenciye<br />

eğitim imkanı sunduklarını söylüyor.<br />

Gelecek yıl gazetecilik bölümünü<br />

açmayı planladıklarını belirten Karatepe,<br />

Malatya’da fakülte için öğretim<br />

üyesi istihdam etmenin zorluğuna dikkat<br />

çekerek; “Yeni bir bölüm açılması<br />

için 3 öğretim üyesi kadrosunu bulundurma<br />

zorunluluğu var. Biz de gelecek<br />

yıl gazetecilik bölümünü açmayı istiyoruz.<br />

Ancak diğer üniversitelerden veya<br />

dışarıdan buraya öğretim üyesi getirebilmek<br />

günümüzde biraz zor. Herkes<br />

kendine göre bir düzen kurmuş. Onu<br />

bozmak istemiyor. Ancak tüm imkanlarımızı<br />

zorluyoruz.” diyor.<br />

Fakülteyi olabilecek en güzel noktaya<br />

getirmeyi amaçladıklarını vurgu-


MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

67<br />

layan Karatepe, “Kaliteli öğrenciler yetiştirirken,<br />

şehir ile iç içe, Malatya’daki gazetecilerle<br />

diyalog içinde olmayı istiyoruz.<br />

Bu çerçevede başladıktan sonra, iletişim<br />

alanında çok iyi bir noktada olan Anadolu<br />

Üniversitesi İletişim Fakültesi ile temasa<br />

geçtik. Birlikte projeler geliştirdik. Şu<br />

anda planladığımız 3-4 proje var. Bunun<br />

devamı da gelecek. Dünyadaki teknolojik<br />

gelişmelere paralel sektörün ihtiyaç<br />

duyduğu nitelikli insan gücünü yetiştirmek<br />

vizyonuyla eğitim –öğretim hayatına<br />

devam ediyoruz. Toplumsal konulara<br />

duyarlı, araştırmacı, sorgulayıcı, mesleki<br />

etik kurallarını özümsemiş, halkın<br />

doğru haber alma ve bilgi edinme hakkını<br />

teslim edecek nitelikte doğru haber<br />

alma ve bilgi edinme hakkını teslim<br />

edecek nitelikte, kalitede donanımlı iletişimciler<br />

yetiştirmeyi istiyoruz. İyi niyetle,<br />

güzel dileklerle yola çıktık. İnşallah<br />

başarırız.’ açıklamasında bulunuyor.<br />

“İletişim fakültelerinin kurulması diğerlerinden<br />

farklılık arz ediyor. Çünkü altyapı<br />

gerekiyor.” diyen Prof. Dr. Karatepe,<br />

“Gazetecilik için baskı makineleri, radyo<br />

televizyon bölümü için stüdyolar, kameralar<br />

olması lazım geliyor. Teknik araçlar<br />

gerekiyor. Sinema televizyon bölümünü<br />

ortada vadede açmayı planlıyoruz. Rektörlüğümüze<br />

sunacağımız öneriyle İnönü<br />

Üniversitesi’nde bir medya merkezi açmayı<br />

hedefliyoruz. Her tür donanımın<br />

olduğu, üniversite ile şehir arasında iletişimi<br />

sağlayan bir merkez olacak burası.<br />

Üniversitenin dışa açılan kapısı olacak.<br />

Gazetelerin basıldığı, yayınların basıldığı<br />

bir yer olacak. Önümüzde yapılacak<br />

çok işler var yani anlaşılan. Kaynak<br />

sıkıntısı çözüldüğünde bu proje hayata<br />

geçecek.” diye konuşuyor.<br />

Toplumsal konulara duyarlı, araştırmacı,<br />

sorgulayıcı, etik kurallarına bağlı ve<br />

donanımlı iletişimciler yetiştirmeyi benimsediklerini<br />

vurgulayan Karatape, “Belirlediğimiz<br />

hedefler doğrultusunda örencilerimizin,<br />

iletişim araçlarının toplum hayatındaki<br />

etkilerini kavrayıp, iyi birer medya<br />

okur-yazarı olmasını amaçlıyoruz. Bu<br />

anlamda öğrencilerimizin kendilerini geliştirebilecekleri<br />

birçok ders alarak farklı<br />

alanlarda da uzmanlaşma imkânı sunacağız.<br />

Lisans eğitimleri süresince kazandıkları<br />

bilgi ve becerileri lisansüstü düzeyde<br />

devam etmek isteyen öğrencilerimiz, gerek<br />

fakültemiz iletişim bilimleri yüksek lisans<br />

programı, gerekse üniversitemizde<br />

bulunan disiplinler arası çalışma yapabilecek<br />

ilgili yüksek lisans programlarıyla kendilerini<br />

geliştirme şansı yakalıyor.” şeklinde<br />

konuşuyor.<br />

İletişim fakültesi mezunlarının istihdam<br />

sorununa dikkat çeken Karatepe,<br />

“Öğrencilerimiz için mezun olduktan<br />

sonra iş bulamama sorunu var. Geçtiğimiz<br />

günlerde düzenlediğimiz bir panelde de<br />

konuşmuştuk. Hele Doğu ve Güneydoğu<br />

Anadolu’da kendi alanlarında iş bulamama<br />

sorunuyla karşı karşıya kalıyorlar. Bir<br />

de iletişim fakültesi mezunlarının çalışacağı<br />

alanlarda farklı fakültelerden mezun<br />

olan, alanında uzmanlık taşımayan kişiler<br />

çalışıyor. Buna dikkat edilmiyor sahada.<br />

Özellikle iletişim mezunu istihdam etme<br />

gibi bir anlayış yok. Uygulamada sıkıntı<br />

var. Bu yüzden iletişim fakültesinden<br />

mezun olup, farklı<br />

iş kollarında çalışan<br />

kişiler var. Çok ilgisiz<br />

yerlerde çalışanlar<br />

var. Yerel gazetelerde<br />

iletişim mezunu<br />

istihdam etme<br />

gibi bir anlayış<br />

da olmayınca işsiz<br />

kalıyorlar. İletişim<br />

fakültesinden<br />

mezun olmak hemen<br />

istihdam edilme<br />

imkânı tanımıyor<br />

diyebiliriz.” ifadelerini<br />

kullanıyor.<br />

İş bulma sıkıntısıyla<br />

karşılaşmak istemeyen<br />

öğrencilerin<br />

kendilerini iyi geliştirmesi gerektiğini<br />

dile getiren Karatepe, “Öğrencilerimiz<br />

kendilerini çok iyi geliştirmeliler. Genel<br />

yetenek düzeylerini artırmalılar. Gelişmelere<br />

çok yönlü bakabilmeli, öncelikle bölümlerine<br />

isteyerek, hedefleyerek seçmeliler.<br />

Ders kitapları ile kalmamalı, yakın tarihten<br />

edebiyata, sanattan bilime birçok<br />

kitabı okumalılar. Sadece diploma ile günümüz<br />

şartlarında iyi bir kariyere ulaşmak<br />

zor görünüyor. Dinamizmlerini ortaya koyarak<br />

kendilerini ispatlamalılar. Öncelikle<br />

farkındalık ortaya koymalılar.” diyor.<br />

Öğrencilerine teorik bilgilerle birlikte<br />

pratik bilgiler de vermeyi istediklerini aktaran<br />

Karatepe, yerel basın kuruluşları ile<br />

diyaloğa geçerek öğrencilerine buralarda<br />

bilgilerini pekiştirme olanağı sunmayı hedeflediklerini<br />

kaydetti.<br />

Öğrencilerine teorik<br />

bilgilerle birlikte<br />

pratik bilgiler de<br />

vermeyi istediklerini<br />

aktaran Prof. Dr.<br />

Karatepe, yerel<br />

basın kuruluşları ile<br />

diyaloğa geçerek<br />

öğrencilerine buralarda<br />

bilgilerini<br />

pekiştirme olanağı<br />

sunmayı hedeflediklerini<br />

kaydetti.


68 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

Ajansların Türkiye’nin en güvenilir<br />

ve en yaygın haber kaynağı<br />

olduğunu belirten Karatepe,<br />

haber ajanslarının servis ettiği<br />

haberlere güvenin en yüksek<br />

düzeyde olduğunu vurguluyor.<br />

Karatepe, şöyle devam ediyor:<br />

“Türkiye’nin güzide haber ajansları<br />

var. Başarılı bir geçmişleri, sürekli<br />

atılım içinde olan bir gelişim<br />

süreçleri, özverili personelleriyle<br />

çalışıyorlar. Türkiye’nin en ücra<br />

köşesindeki haberi ülke kamuoyu<br />

haber ajansları kanalıyla elde<br />

ediyor. Bu yüzden ajansların misyonu<br />

çok önemli. İnsanların büyük<br />

bir bölümü haber ajanslarına<br />

güveniyor. Çünkü haberler yalın,<br />

yorumsuz, nesnel bir şekilde sunuluyor.”<br />

Sosyal medyanın da yaygınlaşmasıyla<br />

Türkiye’de gazetecilikte<br />

çok sesliliğin sağlandığına inandığını<br />

ifade eden Karatepe, “Sosyal<br />

medya araçlarının yaygınlaşması<br />

habercilik anlayışına, habere farklı<br />

bir boyut kazandırıyor. Kameralı<br />

cep telefonları ile insanlar kendileri<br />

de sosyal medyada haberciliğe<br />

katkı sunuyor. Artık sosyal medyada<br />

çok konuşulanlar da Türkiye<br />

gündeminde yer buluyor. Medya<br />

için sosyal medyanın yaygınlaşması<br />

önemli bir dönüm noktası.<br />

Artık medyada alabildiğine çok<br />

seslilik var.” diyor.<br />

ÜNİVERSİTENİN HAVASINI KAMPÜS<br />

RADYO YANSITIYOR<br />

İnönü Üniversitesi İletişim Fakültesi<br />

bünyesinde kurulan Kampüs<br />

Radyo, düzeyli, dinamik yayın<br />

çalışmasıyla üniversitenin kendini<br />

şehre anlattığı bir iletişim aracı<br />

olarak faaliyetini sürdürüyor.<br />

Üniversitenin havasını, yaşamını,<br />

sıcak ortamını halka yansıtan<br />

bu radyo öncelikle üniversite<br />

öğrencilerinin sonra da Malatyalıların<br />

zevkle dinlediği frekanslar<br />

arasında bulunuyor. 92,1 frekansından<br />

yayın yapan Radyo<br />

Kampüs’te, akademisyenler ve<br />

öğrenciler, yaptıkları çalışmaları<br />

farklı programlarla anlatma fırsatı<br />

buluyor.


70 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

Cihan Haber Ajansı kameramanı Abdurrahman İtik, ‘Darülaceze<br />

sakinleri yalnızlıklarını atölyelerde vakit geçirerek<br />

unutmaya çalışıyor’ konulu çalışmasıyla, Medya<br />

Etik Konseyi’nin Görüntülü Haber Etik Ödülü’nü aldı.<br />

Cihan Haber Ajansı, ödülleri<br />

toplamaya devam ediyor<br />

T<br />

ENES BABACAN<br />

ürkiye’nin her noktasında muhabirleriyle<br />

gündemin nabzını tutan Cihan<br />

Haber Ajansı, üç farklı alanda ödüle layık<br />

görüldü.<br />

Bu yıl ilk defa verilen “Muhsin Yazıcıoğlu<br />

Basın Ödülleri” sahiplerini buldu. Özel haber<br />

dalındaki ödüle; yaptığı derin araştırmalar<br />

ve çarpıcı haberlerle gündem oluşturan Cihan<br />

Haber Ajansı muhabiri Köksal Akpınar layık<br />

görüldü. Ankara’da gerçekleştirilen “Muhsin<br />

Yazıcıoğlu Basın Ödülleri”nin dağıtıldığı geceye<br />

TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Büyük Birlik<br />

Partisi (BBP) Genel Başkanı Mustafa Destici<br />

ile Muhsin Yazıcıoğlu'nun eşi Gülefer Yazıcıoğlu<br />

ve çok sayıda davetli katıldı. Törende,<br />

helikopterinin düşmesi sonucu yaşamını yitiren<br />

Muhsin Yazıcıoğlu'nun hayatının anlatıldığı<br />

bir video izlettirildi. Konuşmaların ardından<br />

ödül törenine geçildi. Ödülünü AK Parti<br />

Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil’in<br />

elinden alan Köksal Akpınar gecede yaptığı


MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

71<br />

Bu yıl ilk defa verilen<br />

‘Muhsin Yazıcıoğlu Basın<br />

Ödülleri‘ sahiplerini<br />

buldu. Çarpıcı haberlerle<br />

gündem oluşturan<br />

Cihan Haber Ajansı muhabiri<br />

Köksal Akpınar’a<br />

Özel Haber dalında ödüle<br />

layık görüldü.<br />

Türkiye Haber Kameramanları<br />

Derneği tarafından<br />

düzenlenen ödül<br />

gecesinde, Cihan Haber<br />

Ajansı (Cihan) haberi<br />

kameramanı Yalçın<br />

Kaya’ya “Okeye Dördüncü”<br />

görüntüsüyle<br />

Yılın En İyi Haber kategorisinde<br />

mansiyon<br />

ödülü layık görüldü.<br />

Cihan Haber Ajansı Osmaniye Muhabiri Burhan Demircioğlu,<br />

adına ödülü alan Cihan Haber Ajansı İstanbul<br />

Muhabiri Serhat Dalgalıdere aldı.<br />

konuşmada “Gazeteci İsmail Güneşin<br />

koltuğu kızak yaparak 600 metre aşağıya<br />

tek başına kaydığına inanmıyorum<br />

ve olayın suikast olduğuna inanıyorum.”<br />

ifadelerini kullandı. Cihan muhabiri<br />

Köksal Akpınar, bu olayla ilgili<br />

60’a yakın habere imza atmıştı.<br />

Medya Etik Konseyi’nin düzenlemiş<br />

olduğu ödül töreninde Cihan Haber<br />

Ajansı kameramanı Görüntülü Haber<br />

Etik Ödülü Abdurrahman İtik'in ‘Darülaceze<br />

sakinleri yalnızlıklarını atölyelerde<br />

vakit geçirerek unutmaya çalışıyor' adlı<br />

haberi seçildi. Medya Etik Konseyi’nin<br />

Görüntülü Haber Etik ödülünün ikinci<br />

kez sahibi Cihan Haber Ajansı haber kameramanı<br />

Abdurrahman İtik oldu.<br />

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin 54<br />

yıldan beri sürdürdüğü Geleneksel Türkiye<br />

Gazetecilik Başarı Ödülleri, Taksim<br />

The Marmara Otel’de yapılan gece ile<br />

sahipleriyle buluştu. Gecede Cihan Haber<br />

Ajansı muhabiri Burhan Demircioğlu<br />

“Anne ve bebeğini kurtardı” haberi ile<br />

ödüle layık görüldü.<br />

Cihan Haber Ajansı Osmaniye<br />

muhabiri Burhan Demircioğlu, adına<br />

ödülü alan Cihan Haber Ajansı İstanbul<br />

muhabiri Serhat Dalgalıdere, haberden<br />

önce insana değer verdiği için<br />

Demircioğlu’nun çok önemli bir iş başardığını<br />

söyledi. Dalgalıdere sözlerine<br />

şöyle devam etti: “Habercilikten önce<br />

insanlığa önem verdiği için tüm gazeteciler<br />

adına ben Burhan Demircioğlu’na<br />

teşekkür ediyorum,” dedi. Kendisinin<br />

yüzme bilmemesine rağmen otomobiliyle<br />

sulama kanalına düşen anne ve bebeğini<br />

kurtarmayı başardığını söyleyen<br />

Dalgalıdere; “Ona bu ödülü layık gördüğü<br />

için Gazeteciler Cemiyeti’ne de<br />

teşekkür ediyorum.” dedi.<br />

Türkiye Haber Kameramanları Derneği<br />

tarafından her yıl geleneksel olarak<br />

düzenlenen ‘ Zoom Uluslararası Yılın<br />

En İyi Haber Görüntüleri Yarışması’nın<br />

18’inci ödül töreni yapıldı. Türkiye Haber<br />

Kameramanları Derneği tarafından düzenlenen<br />

ödül gecesinde, Cihan Haber<br />

Ajansı (Cihan) haberi kameramanı Yalçın<br />

Kaya’ya “Okeye Dördüncü” görüntüsüyle<br />

Yılın En İyi Haber kategorisinde<br />

mansiyon ödülü layık görüldü. Ankara<br />

Dikmen Vadisi’nde yıkım ekipleri ile gecekonduda<br />

oturanların silahlı kavgasında<br />

saldırıya uğrayıp yaralanan Bilal Oflaz’a<br />

da ‘onur ödülü’ verildi.


72 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

Patron müdahale etti,<br />

Oral Çalışlar istifa etti<br />

KÖKSAL AKPINAR<br />

enel Yayın Yönetmeni Ahmet<br />

G<br />

Altan ve Yardımcısı Yasemin<br />

Çongar’ın görevlerini bırakmasının<br />

ardından Taraf Gazetesi’nde,<br />

Radikal Gazetesi yazarı Oral Çalışlar,<br />

Altan’ın bıraktığı koltuğa oturmuştu.<br />

Fakat Çalışlarda çok fazla dayanamayıp<br />

3 ay sonra istifa etmesi gazetede yaşanan<br />

depremin şiddetini iyice artırdı.<br />

Çünkü Çalışlar’ın istifa nedeni Altan ve<br />

Çongar’ın istifaları gibi ‘ekonomi’ değil,<br />

patronun yazı işlerine müdahalesiydi.<br />

Yayın hayatına başladıktan kısa bir<br />

süre sonra yayımladığı belgeler ile Türk<br />

demokrasi tarihine kayda değer ‘not’ düşen<br />

Taraf Gazetesi’nin yakasını ekonomik<br />

sorunlar bir türlü yakasını bırakmadı.<br />

Bu soruna daha fazla dayanamayan<br />

gazetenin kurucularından ve olan Ahmet<br />

Altan ile Yasemin Çongar görevinden<br />

ayrıldı. Kısa bir süre sonra gazeteciyazar<br />

Oral Çalışlar gazetenin genel yayın<br />

yönetmeni oldu. Çalışlar, 1 Şubat 2013<br />

tarihinde yayın yönetmeni olduğu Taraf<br />

Gazetesi’ne 3 ay sonra “Ama’sız barışın<br />

gazetesi olduk” diyerek başladığı<br />

açıklamasıyla veda ediyordu. Oral Çalışlar<br />

açıklamasında, gazetenin sahibi Başar<br />

Arslan’ın, Yazı İşleri Müdürü Kurtuluş<br />

Tayiz’i ve Genel Yayın Koordinatörü<br />

Markar Esayan’ı görevden almasına<br />

tahammül edemediğini dile getiriyordu.<br />

Oral Çalışlar’ın bu çıkışına en<br />

önemli destek ise Taraf yazarlarından<br />

geldi. Gazetenin yazarlarından Yıldıray<br />

Oğur, Twitter’dan, “Taraf’ı başka<br />

bi tarafa çekmekteler. Biz o Taraf’a<br />

gelmiyoruz...” diyerek, sorulara toplu<br />

bir yanıt gönderdi. Altan ve Çongar’ın<br />

istifa nedenleri çalışanların maaşlarını<br />

alamaması olarak gösterilirken, bu<br />

kez Çalışlar’ın istifa nedeninin Oğur’un<br />

yazdıklarından politik olduğunu anlayabiliyorduk.<br />

Başar Arslan’ın gazetenin<br />

yayın yönetimine müdahalesine, Murat<br />

Belge, Alper Görmüş, Halil Berktay,<br />

Hidayet Şefkatli Tuksal, Gürbüz Özaltınlı,<br />

Mithat Sancar, Akın Özçer, Melih<br />

Altınok, Roni Marguiles, Kurtuluş<br />

Tayiz, Yıldıray Oğur, Oya Baydar, Markar<br />

Esayan, Ceren Kenar, Gülengül Altınsay,<br />

Tuğba Tekerek, Tuncer Köseoğlu,<br />

Demiray Oral, Erol Katırcıoğlu, Bekir<br />

Ağırdır, Pelin Cengiz, Ferhat Kentel,<br />

Tan Oral, Cahit Koytak, Vahap Coşkun,<br />

Ertan Altan, Gülden Tümer’in imza<br />

koydukları bildiriyle tepki geliyordu…<br />

Bildiri kısa ve özdü. “Başar Arslan,<br />

Taraf Gazetesi yazarları ve çalışanları<br />

olarak yazı işlerine yönelik bu tasarrufunuzu<br />

geri almanızı istiyoruz.”<br />

Sonuç itibarıyla Yıldıray Oğur ile<br />

birlikte dış politika yazarı Ceren Kenar,<br />

Cihan Aktaş, Halil Berktay, Roni<br />

Margulies ve Oya Baydar gazeteden<br />

ayrıldı. Genel Yayın Yönetmeni koltuğuna<br />

ise Altan ve Çongar ile birlikte<br />

gazeteden ayrılan Neşe Düzel oturdu.<br />

Neşe Düzel de tüm olup bitenler<br />

bir yana dursun, Genel Yayın Yönetmeni<br />

olarak çıkan Taraf Gazetesi’ndeki<br />

ilk yazısında Star Gazetesi yazarı Elif<br />

Çakır’ın iddiasına cevap veriyordu. Yazar<br />

Elif Çakır, bir gün önceki yazısında<br />

Neşe Düzel’in “Bundan sonra Erdoğan<br />

denilen o adamı Yüce Divan’a gönderecek,<br />

yargılanmasını sağlayacak bir yayın<br />

politikamız olacak.” dediğini iddia<br />

etmişti. Düzel bu iddiaya karşılık birinci<br />

sayfadaki köşesinden “Kimseye böyle<br />

bir söz söylemedim söylemem de.” diyerek,<br />

bu iddiaları Taraf’a karşı yapılan<br />

psikolojik savaş olarak değerlendirmişti.<br />

Düzel bir sonraki gün ise “Dostlara<br />

ve Düşmanlara” başlığını kullandığı<br />

yazısında “barışın kalıcı olması, demokrasinin<br />

kök salması, otoriterlik heveslerinin<br />

bitirilmesi için elimizden geleni<br />

yapacağız. Bu gazete bu amaçlarla<br />

doğdu, bu amaçlarla yaşayacak. Taraf,<br />

barış ve demokrasi için yaşayacak. Biz<br />

kavgaya da, dostluğa da hazırız.” mesajını<br />

iletiyordu. Neşe Düzel’in dediği<br />

gibi Taraf, barış ve demokrasi için ne<br />

kadar yaşayacak bilinmez ama gazeteden<br />

her gün veda yazıları gelmeye devam<br />

ediyor. Çalışanların 3 aydır maaşlarını<br />

alamamış olması, gazetedeki<br />

depremin en azından bir süre daha devam<br />

edeceğini gösteriyor.


74 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

İŞ DÜNYASI<br />

ZİYA YILDIRIM z.yildirim@cihan.com.tr<br />

Atlas’ın nano halıları, kendi kendini temizliyor<br />

Dünyada saygın bir yeri bulunan Türk halı<br />

sektöründe 45 yıllık köklü geçmişe sahip<br />

Atlas Halı’nın geliştirdiği kendi kendini temizleyebilen<br />

ve yüzeyindeki organik kirlerin<br />

ışık altında parçalanıp yok olmasını sağlayan<br />

nano halılar, Türkiye genelinde tüketicinin<br />

seçimine sunuldu.<br />

Suyun üzerinde yaşamasına rağmen<br />

su iticilik özelliğine sahip nilüfer çiçeğinden<br />

esinlenerek yaratılan Atlas nano halılar, sıvı<br />

itici gücü ile leke barındırmadığı gibi herhangi<br />

bir ışık kaynağından aldığı enerjiyle<br />

günlük yaşamdaki kir ve tozları kendi kendini<br />

temizleyerek yaşama benzersiz bir kolaylık<br />

ve keyif katıyor; halı temizleme sıkıntısına<br />

son veriyor.<br />

Atlas nano halıların üzerinde görülen<br />

bir leke olmasa bile, kendi kendini sürekli<br />

temizleme özelliği sayesinde sigara, duman,<br />

is, ayak kiri gibi yaşamın içerisinde<br />

bulunan gözle görünmeyen kirler barınamıyor.<br />

Yine bu üstün özelliği sayesinde halının<br />

renkleri zaman içinde birbirine karışmıyor,<br />

uzun yıllar boyunca ilk günkü gibi<br />

ışıl ışıl kalıyor. Atlas nano halı, odanızın havasındaki<br />

organik toksik gazları ve kokuları<br />

ışık aldığı sürece yok ediyor.<br />

Nano halı, ısı yalıtkanlığını azaltmadan,<br />

yüksek elektrik iletkenliği sayesinde, vücutta<br />

biriken statik elektriğin atılmasına yardımcı<br />

oluyor.<br />

Nem ve küfe karşı dayanıklı, bakteri,<br />

mantar ve ev akarları (mite) barındırmıyor!<br />

Uluslararası test ve değerlendirme kurumu<br />

(INTERTEK) raporlarına göre Atlas<br />

‘nano halı’nın içerdiği özel formülasyon ile<br />

yüzde 99,1 oranında bakteri barındırmıyor.<br />

Ayrıca zararlı kimyasal maddeler içermediği<br />

için evin her alanında güvenle kullanılabiliyor.<br />

T.C. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı<br />

tarafından yapılan gıda ile temas testinden<br />

de başarıyla geçen Atlas nano halı ürünleri<br />

ile ilgili detaylı bilgi için www.atlashali.com.<br />

tr ve www.nanohali.com adresini ziyaret<br />

edebilirsiniz. Destek talepleri için de 444<br />

2857 – 444 ATLS numaralı müşteri destek<br />

hattını arayabilirsiniz.<br />

Arow’la annelerin ayağı<br />

rahat, kalpleri ışıl ışıl..<br />

Arow’dan annelere “Çifte Hediye”..<br />

Arow, son moda ayakkabı ve çanta tasarımları<br />

ile anneniz için hediye seçimini<br />

kolaylaştırırken, uygun fiyat avantajıyla<br />

bütçenizi rahatlatıyor ve 100 TL ile üstü<br />

alışveriş yapanlara çekilişsiz kurasız, hemen<br />

çok şık özel bir “swarovski taşlı kolye”<br />

hediye ediyor. 12 Mayıs tarihine kadar<br />

Arow mağazalarından 100 TL ve<br />

üstü alışveriş yapanlar ister annelerine<br />

çifte hediye vermenin mutluluğunu yaşatacak<br />

isterse ikinci ürün alışverişlerinde<br />

19.90 TL’den başlayan ultra indirimli<br />

fiyatlarla hem kendisine hem de annesine<br />

özel bir hediye seçme şansı bulacak.<br />

Deri ve süet ağırlıklı malzemelerden<br />

üretilmiş ayakkabıların dikkat çektiği<br />

Arow’un kumaş ve satenden oluşan desenli,<br />

rengârenk sandalet ve babetler baharın<br />

en güzel tonlarını genç annelerin ayağına<br />

taşıyor. Birçok renk seçeneğinin yanı sıra<br />

siyah ve kahverengi gibi klasik alternatiflerin<br />

de bulunduğu kreasyonda çanta ve<br />

ayakkabı kombinasyonları da dikkat çekiyor.<br />

Arow’da annenizin şıklığından ödün<br />

vermeden rahat etmesini sağlayacak “rahat<br />

ve konforlu” ayakkabılar da bulunuyor.<br />

Ayakkabı modasında son yıllarda<br />

kaliteli ve iddialı tasarımları ile yer edinen<br />

Arow mağazalarında ayrıca Nike,<br />

Adidas, Converse, New Balance gibi<br />

dünyaca ünlü markaların özel koleksiyonları<br />

da sunuluyor. Ayakkabıdan sandalete,<br />

çantadan babete, spor ayakkabıdan<br />

abiyeye geniş ve zengin model, renk<br />

seçeneği sunan Arow’da yazın sıcaklığını<br />

ve canlılığını çağrıştıran renkler ve modeller<br />

öne çıkıyor.


MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

75<br />

Türkiye’nin marketi A101,<br />

güneydoğu yatırımı ile 2000 marketi aştı<br />

Türkiye’nin en büyük perakende<br />

zincirlerinden biri olan A101,<br />

2013’te market sayısını artırarak,<br />

5’inci yaşını yeni yatırımları ve<br />

yüksek istihdam desteği ile taçlandırdı.<br />

A101, yıl sonuna kadar<br />

450 market daha açarak, 2013<br />

yılını 2450 market ile bitirmeyi<br />

planlıyor. 2015 yılında da yurtdışı<br />

yatırımları için harekete geçecek.<br />

A101 İndirim Marketleri<br />

Zinciri’nin CEO’su Erhan Bostan,<br />

düzenlenen basın yemeği ile<br />

A101’in perakende sektöründe<br />

ulaşmayı hedeflediği rekor market<br />

sayısını, uzun vadedeki hedeflerini<br />

ve pazardaki son gelişmeleri<br />

paylaştı. Bunun yanı sıra, ünlü<br />

oyuncu Asuman Dabak’ın rol aldığı<br />

A101’in yeni reklam filmi de, ilk<br />

kez basın mensuplarına sunuldu.<br />

A101’in CEO’su Erhan<br />

Bostan, “A101 İndirim Marketleri<br />

Zinciri, 5 yılda rekor markete<br />

ulaşarak, şu anda 2000 market<br />

ve 10 bin çalışanı ile hızlı büyümesini<br />

sürdürüyor. A101 olarak<br />

2012 yılını 2,113 milyar TL ciro<br />

ile kapattık. 2013 yıl sonu ciro<br />

hedefimiz ise yüzde 55 büyüme<br />

ile 3,280 milyar TL. Yılın kalan 8<br />

ayındaki hedefimiz, 81 ilde 2450<br />

market ve 12 bin istihdam.”<br />

Beyin göçünü engelleme adına<br />

30 projeye 33 milyon lira yatırdı<br />

Dizayn Grup, Miracle, Ditroo<br />

ve Likkuid şirketlerini bünyesinde<br />

bulunduran Mir Teknoloji<br />

Holding, ‘Beyin Göçüne Karşı,<br />

Beyin Gücünü Teşvik Ediyoruz’<br />

adlı kampanya kapsamında<br />

30’u aşkın projeye 33 milyon<br />

lira katkı yaptı.<br />

Mir Teknoloji Holding<br />

Yönetim Kurulu Başkanı<br />

İbrahim Mirmahmutoğulları,<br />

‘Beyin Göçüne Karşı, Beyin<br />

Gücünü Teşvik Ediyoruz’ adlı<br />

kampanyayı basın toplantısı<br />

ile kamuoyuna tanıttı. Beyin<br />

göçünün türleri olduğunu belirten<br />

Mirmahmutoğulları,<br />

“Bunlardan biri iddialı projeleri<br />

takdir edilmeyen bireyler grubu.<br />

Burada dumura uğrayan<br />

grup, üretmemeyi tercih ediyor.<br />

Bu, bir beyin göçüdür. Diğeri<br />

ileri ülkelerin Ar-Ge alanlarına,<br />

fakültelerine, fabrikalarına giden<br />

beyin göçüdür. Öte yandan<br />

Türkiye’de ehemmiyet verilmeyen<br />

ilmî makalelerin Avrupa’da<br />

ele alınması, Ar-Ge alanında uygulanması<br />

dolaylı bir beyin göçüdür.”<br />

dedi.<br />

Bu bahar mutfaklar çiçek açıyor!<br />

GoldMaster Seda Serisi’nin kırmızı<br />

rengi ile dikkatleri üzerine toplayan<br />

çay makinesine rakip, yine<br />

GoldMaster’dan geldi. Mor bej ve<br />

bakır tonları da eklenen skalasında,<br />

kadınlar hangisini seçeyim<br />

diye düşünürken uzunca vakit geçireceğe<br />

benziyor. Asaletin rengi<br />

mor tercih edilen GTM-7308 Rosa<br />

çay makinesi ile mutfaklar oldukça<br />

renklenecek. 2200W performansı<br />

ile suyunuzu kısa sürede<br />

ısıtabilecek, 1,8 lt kapasiteli su ısıtıcısı<br />

ve 1,0 lt kapasiteli demliği<br />

ile bol bol çay keyfi yapabileceksiniz.<br />

Rahat kullanımı sağlayan<br />

360° dönebilme özelliği ile mutfakta<br />

işinizi kolaylaştıracak, susuz<br />

çalışmayı engelleyen emniyet sistemi<br />

ise boşa elektrik harcamanızı<br />

önleyecek.<br />

Paslanmaz çelik gizli rezistansı<br />

sayesinde ürünlerde<br />

paslanma derdi sona erecek.<br />

Yüksek sıcaklıklara karşı koruyan<br />

özel kaynama emniyet<br />

sigortası ise kaynar sulardan<br />

uzak tutacak.<br />

Kuveyt Türk, sermayesini 960 milyon TL<br />

artırarak 2 milyar 60 milyon TL’ye çıkarıyor!<br />

Katılım bankacılığının Türkiye’deki<br />

güçlü temsilcisi Kuveyt Türk, ana<br />

iştiraki KFH’nin (Kuwait Finance<br />

House) finansal desteğiyle sadece<br />

Türk bankacılık sektörü için değil<br />

ülke ekonomisi için de büyük bir<br />

önem taşıyan sermaye artırımına<br />

gidiyor. Kuveyt Türk’ün sermaye<br />

artırımıyla ilgili olarak 2 Nisan<br />

2013 Salı günü İstanbul’da basın<br />

toplantısı düzenlendi. Katılım<br />

Bankaları Birliği Başkanı ve<br />

Kuveyt Türk Genel Müdürü Ufuk<br />

Uyan’ın ev sahipliğinde gerçekleşen<br />

toplantıda sermaye artırımının<br />

yanında bankanın finansal<br />

performansı ve önümüzdeki döneme<br />

ait planlamalarının yanında<br />

sektördeki en son gelişmeler<br />

de ele alındı. 720 milyon TL’si nakit<br />

olacak Kuveyt Türk’ün 28 Mart<br />

2013 tarihinde yapılan genel kurul<br />

kararına göre banka sermayesini<br />

kademeli bir şekilde toplam<br />

960 milyon TL artıracak. Kuveyt<br />

Türk’ün sermayesi böylelikle 1<br />

milyar 100 milyon TL’den 2 milyar<br />

60 milyon TL’ye yükselecek.<br />

Artırılacak olan sermayenin birinci<br />

kısım ödemesi ortaklar tarafından<br />

3 ay içinde 600 milyon TL,<br />

ikinci kısım ödemesi işi yine ortaklar<br />

tarafından 15 ay içinde 360<br />

milyon TL şeklinde olacak.


76 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

TEK NO LO JÝ<br />

MURAT IŞIK m.isik@cihan.com.tr<br />

Kingston’dan altın USB<br />

Altın fiyatlarının büyük değer kaybetmesi sonucu yatırımcıların<br />

aşırı altın talebi üzerine çeyrek altın sıkıntısının<br />

yaşanndığı Türkiye’de dünyanın lider bellek<br />

üreticisi Kingston, teknoloji meraklılarına altın<br />

bir fırsat sunuyor. 24 ayar altın kaplama 8 ve 16 GB<br />

kapasiteli Kingston Data Traveler Gold USB bellek,<br />

Türkiye’deki teknoloji marketlerde satışa sunuldu.<br />

Mobil kurgu deneyimi<br />

Devrim niteliğindeki kamerasıyla geleneksel akıllı telefon sensörlerinden<br />

yüzde 300 daha fazla ışık toplayan HTC, sınıfının en<br />

iyisi f/2.0 diyafram aralığına sahip lensiyle de rakiplerinden ayrılıyor.<br />

HTC, Zoe özelliği ile artık fotoğrafınızın anısı oluşuyor. Fotoğraf<br />

çekerken 3 saniyelik videolar oluşturan HTC One, profesyonelce<br />

tasarlanmış montajlar, geçişler ve efektleri müzik ile<br />

birleştirerek yepyeni bir fotoğraf galerisi anlayışını sunuyor.<br />

3 boyutlu printer teknolojisi<br />

3-D Printer, Türkçe ifade ile ‘üç boyutlu yazıcı’ olarak biliniyor.<br />

3-D Printer teknolojisinin en genel tanımı, dijital<br />

tasarımları 3 boyutlu katı nesneler haline getirmeye yarayan<br />

bir teknoloji. Geleneksel makine tekniklerinden<br />

farklı bir yöntemle çalışan 3-D Printer’lar, CNC tezgahları<br />

gibi nesneyi sadece oyarak veya delerek şekil vermiyor.<br />

3-D Printer, dijital bir tasarımı ‘katılımlı süreç’ yani<br />

art arda gelen madde katmanlar şeklinde döşeyerek,<br />

birbirine peşi sıra ekleyerek meydana getiriyor.<br />

Galaxy Tab 3 görücüye çıktı<br />

Samsung, Android tabanlı en yeni tablet bilgisayarını teknoloji<br />

dünyasına sundu. Galaxy Tab 3, eski modellerine göre<br />

incelirken, daha kaliteli ekran çözünürlüğü ve büyük bir batarya<br />

ile geldi. Samsung, tablet bilgisayar sektöründe iPad’e<br />

karşı verdiği rekabeti Galaxy Tab 3 ile güçlendirme niyetinde.<br />

Sadece Wi-Fi ve Wi-Fi + 3G seçenekleriyle sunulan Galaxy<br />

Tab 3, birçok açıdan eski modellere kıyasla daha güçlü bir cihaz.<br />

7 inç (17,8 cm) ekran genişliğine sahip olan Galaxy Tab<br />

3, Android 4.1 (Jelly Bean) işletim sistemiyle çalışıyor.


MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

77<br />

Bir tablet iki ekran; ASUS Taichi 31<br />

ASUS, tablet bilgisayarların esnekliğine ek olarak dizüstü<br />

bilgisayarların performans ve özelliklerine sahip<br />

olan 13.3 inçlik çift ekranlı, şık tasarımlı Ultrabook<br />

modeli Taichi 31’i Türk kullanıcıların beğenisine sunuyor.<br />

Farklı kullanımlar için çift ekran ASUS Taichi 31,<br />

sırt sırta vermiş iki Full HD ekranıyla Windows 8 işletim<br />

sistemli bir tabletin en iyi yönlerini ve Ultrabook<br />

performansını şık bir tasarımda birleştiriyor.<br />

LG’den kavisli ekranlar<br />

Elektronik devi LG Electronics, kavisli OLED televizyonları gelecek<br />

ay Güney Kore’de piyasaya süreceğini açıkladı.LG, kavisli<br />

televizyonu satan ilk marka olacak. OLED (organik ışıkyayan<br />

diodlar) kullanımı, daha ince ve esnek ekran imalatını<br />

mümkün kılıyor. Satışlar şimdilik sadece Güney Kore ile sınırlı<br />

olacak. 55 inç (140 cm) ekran kavisli televizyonun satış fiyatı<br />

13 bin 550 dolar olarak belirlendi. OLED teknolojisi, elektriği<br />

ışığa dönüştüren karbon bazlı maddelere dayanıyor.<br />

Sony’den güçlü zoom<br />

Sony, birçok yeni gelişmiş özelliğinin yanı sıra şıklığı ile göz<br />

kamaştıran yeni Cyber-shot HX300 kompakt dijital fotoğraf<br />

makinesi ile fotoğraflarınızı daha da ileri bir düzeye taşıma<br />

imkanı sunuyor. Geliştirilen optik görüntü sabitleme<br />

ve daha hızlı otomatik odaklama sayesinde HX300, yüksek<br />

zum yapmış olsanız bile o kısa anları yakalamakta bugüne<br />

kadar hiç olmadığı kadar etkili . 50x optik zum aralığı<br />

ile Cyber-shot HX300 ek lens taşıma derdine son veriyor<br />

DSLR tarzı görünüm ve kullanımı ile dikkat çekiyor.<br />

Philips’ten Smart TV serisi<br />

Philips PFL4508 serisi, 81 cm’den (32 inç) 140 cm’ye kadar<br />

(55 inç’), farklı ekran boyutlarına sahip. Çekici bir tasarıma<br />

sahip PFL4508 TV’ler, ekranın çevresindeki çok<br />

ince alüminyum çerçeve ve koyu gümüş alüminyumdan<br />

yapılmış zarif ayaklıkla farkını gösteriyor. Entegre Wi-Fi<br />

sayesinde, yeni 3D-TV’ler, Philips Smart TV hizmetlerine<br />

ve uygulamalarına kolay kablosuz erişim sağlıyor. Philips<br />

PFL4508 serisi ve Philips PFL5008 serisi, Avrupa, Rusya<br />

ve Türkiye’de 2013 yılında piyasada olacak.


78 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

KÝ TAP<br />

FAHRİ SÖKE f.soke@cihan.com.tr<br />

DEMOKRATLARIN HEPSİNİ ASALIM<br />

KAMİL MAMAN<br />

Demokrat Parti kurucularından Refik Koraltan’ın anıları 51 yıl sonra ortaya<br />

çıktı Yıl: 1947, Yer: Köşk “DP kurucularının dosyaları hazır. Mahkemeye tevdi<br />

edersiniz, o gün bunların defteri dürülür. Bir hafta içinde onlarla birlikte 5-10<br />

kişi de sallandırılırsa tehlike önlenmiş olur.”<br />

Yıl: 1947 Yer: Senirkent “DP’ye iltihak eden köylülere meydan dayağı çekiliyor.<br />

Delikanlılar yere dört ayak yatırılıyor, şapkalarının içine insan pisliği dolduruluyor<br />

ve başlarına geçiriliyor. Jandarma sırtlarına biniyor.”<br />

Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1947 yılında İstiklal Mahkemelerini kurarak,<br />

Demokrat Partilileri astırmayı planladığı ortaya çıktı. DP kurucularından<br />

Refik Koraltan’ın 51 yıl sonra ortaya çıkan anıları, dönemin Başbakanı Recep<br />

Peker’in Çankaya’ya çağırılarak İsmet İnönü ve arkadaşları tarafından İstiklal<br />

Mahkemelerinin kurulması talimatı verildiğini gösteriyor.<br />

Köşk’te yapılan toplantıda Başbakan Recep Peker’in anlatımıyla yapılan teklif<br />

şöyle anlatılıyor: “Zaten Demokrat Parti kurucularının dosyaları hazırdır.<br />

Mahkemeye tevdi edersiniz, o gün bunların defteri dürülür. Bir hafta<br />

içinde daha onlarla birlikte 5-10 kişi de bunlarla sallandırılırsa tehlike önlenmiş<br />

olur.” Yassıada yargılamaları sırasında avukatlığını yapan kızı Ayhan<br />

Timurtaş’a (Koraltan) Ekim 1962’de Kayseri Devlet Hastanesi’nde yazdırdığı<br />

anıları gün yüzüne çıktı. Gazeteci Kamil Maman’ın imzasını taşıyan Refik<br />

Koraltan’ın Timaş Yayınları’ndan çıkan Demokratlar kitabında, DP’nin kuruluşunda<br />

yaşanan olayların perde arkası yer alıyor.<br />

BEDENDEN ÖTESİ<br />

NEJAT SEZİK<br />

Gazeteci-yazar Nejat Sezik’in, bedenin ve bedenî zevklerin, hazların<br />

ön plana çıktığı günümüzde, insanın bazı donanımlarının olduğunu<br />

hatırlatmak amacıyla kaleme aldığı ‘Bedenden Ötesi’ kitabı çıktı.<br />

İnsanın somut olanın dışındaki donanımlarına dikkat çekmek, duygu<br />

ve hislerin önemine vurgu yapmak, insanın yalnızca bedenden<br />

ibaret olmadığını anlatmak amacıyla yazılan ‘Bedenden Ötesi’, okuyucuyla<br />

buluştu. Nejat Sezik’in kaleme aldığı kitap, günümüz insanının<br />

en büyük problemini gözler önüne seriyor. Buna karşın, mevcut<br />

hastalığa manevî bir çare bulmanın kılavuzluğunu yapıyor.<br />

Hayat Yayın Grubu’ndan çıkan ‘Bedenden Ötesi’ kitabına ilişkin konuşan<br />

Sezik, insanın his, duygu gibi farklı donanımlarının olduğuna<br />

vurgu yaparak, “Yemek, içmek, alışveriş yapmak, eğlenmek, televizyon<br />

seyretmede aşırıya gitmek, film kolik olmak, internetin başında<br />

saatler harcamak en sık rastlanan bedensel zevkler arasındadır.<br />

Modern çağın insana dayattığı, yönlendirdiği ve bir anlamda ‘Hayat<br />

bundan ibarettir’ dediği bir anlayış gelişmiştir.” ifadelerini kullandı.<br />

Anlık hazlara yönelmenin insanı köreltip bedeni ön plana çıkaracağını<br />

söyleyen Sezik, “Anlık hazlar, insanı bedenin kölesi, onun<br />

her dediğini yapar hâle getirir. Nitekim olumsuz sonuçları ortadadır.<br />

Yaşadığımız çağ, bu beden ötesi araçların kullanımını en aza indirme<br />

çabası ve gayreti içindedir. Çağın bu yönlendirmesine karşılık<br />

bir duruş sergilemek, zihinsel ve psikolojik bir karşı duruş ortaya<br />

koymak gerekir.” şeklinde konuştu.


MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

79<br />

Balkan Harbi’nin Hazin Hikâyesi<br />

Yitik Hazine Yayınları<br />

Cihat Göktepe<br />

Siyasete bulaşmış bir<br />

ordu, kumandanını kaybetmiş<br />

asker, kaybolan<br />

devlet otoritesi, gaflet<br />

içindeki idareciler<br />

ve neticede yitirilen ata<br />

yadigârı topraklar, kurşunlara<br />

hedef olan çocuklar,<br />

bebekler; geride<br />

bırakılan binlerce şehit<br />

ve vatanını terk ederek<br />

Anadolu’ya yeniden avdet<br />

eden muhacirler…<br />

“Balkan Harbi” adlı kitap<br />

tüm bunların, savaşın<br />

ana hatlarıyla birlikte<br />

anlatıldığı ve ardından,<br />

çoğu ülkemizde ilk<br />

defa yayınlanan fotoğraflarla<br />

bezendiği bir<br />

çalışma.<br />

Alkımın Altından Kimse Geçemez<br />

Meydan Yayınları<br />

Ahmet Tezcan<br />

“Bana bak Devrâmel Kafa, sen<br />

alkımın altından geçebilin mi la”<br />

“Alkım ne”<br />

“Ebemguşâ”<br />

“Ebemguşâ mı O ne”<br />

“Gökkuşâ!”<br />

“Gökkuşâ ne”<br />

“Ebeyinki...”<br />

Demokrasi ve Laiklik adı altındaki<br />

vesayet rejiminden<br />

uzaklaştıkça, ulusal uzlaşma<br />

ve tarihsel barışma noktasına<br />

yaklaşıyoruz. Bu, her şeyden<br />

önce bütün bireylerin ve<br />

grupların hem kendilerini,<br />

hem de bir diğerini tanıma<br />

sürecidir. Ahmet Tezcan; aramızdaki<br />

perdeleri kaldırmanın<br />

yollarını, edebiyatımızda<br />

örneği bulunmayan “hayâlî<br />

olmayan roman” ile anlatıyor.<br />

Büyük Cihadın “Son Süvari”si<br />

Şahdamar Yayınları<br />

Ferîd el-Ensârî<br />

Çağımızın en büyük siması<br />

Bediüzzaman’ın hayatı<br />

ile ilgili bugüne kadar irili<br />

ufaklı binlerce eser yazıldı,<br />

yüzlerce konferans<br />

ve panel tertip edildi.<br />

Bediüzzaman’ı ve hayatının<br />

hikâyesini günümüze<br />

taşıyan Son Süvari, hayal<br />

âleminin koridorlarında<br />

kendisine eşlik eden,<br />

İstanbul’da, Barla’da,<br />

Urfa’da o’nu izleyen,<br />

mahkeme salonlarında<br />

sesine kulak veren, gözünün<br />

içine her baktığında<br />

kendi hakikatini keşfeden<br />

Ferid El-Ensârî’yi de unutulmaz<br />

kılacak kadar diri<br />

ve duru bir eser.<br />

Sultanın Rüyası<br />

Timaş Yayınları<br />

Mine Sultan Ünver<br />

IV. Murat’ın kızı Esmehan<br />

Kaya Sultan ile henüz<br />

çocukluğunda Sultan<br />

Ahmet’in lütfuna ermiş,<br />

Enderun’un zeki talebelerinden,<br />

Devlet-i Âli’nin<br />

Sadrazamlığında bulunmuş<br />

Melek Ahmet Paşa.<br />

Siyaseten yapılmış bir izdivaç…<br />

Bir yastığa baş<br />

koymadan geçen yedi<br />

sene… Aşkla yanmaya<br />

başladıktan sonra hasretle<br />

geçen aylar… Mine<br />

Sultan Ünver, ‘Nar-ı Aşk’<br />

ve ‘Hilalin İki Ucu’ romanlarında<br />

olduğu gibi<br />

Osmanlı’da yaşanmış,<br />

gerçek ve büyük bir aşkı<br />

akıllardan çıkmayacak bir<br />

romanla sunuyor okura.


80 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

SİNEMA<br />

KÖKSAL AKPINAR k.akpinar@cihan.com.tr<br />

Gitme Baba<br />

Suikast sonucu öldürülen Suyolcu’nun hayatı anlatılıyor<br />

‘Gitme Baba’ özetle baba - kız arasındaki ilişkiyi konu alıyor.<br />

Kuşadası’nda iki dönem belediye başkanlığı yapmış olan<br />

Mustafa Lütfi Suyolcu, 16 Mayıs 1995 tarihinde evinin önünde<br />

başına üç kurşun sıkılarak öldürülmüştü. Film, bu olayın siyasi<br />

ya da kriminal boyutundan çok Mustafa Lütfi Suyolcu’nun yaşam<br />

duruşunu ve kızı Çiğdem Suyolcu ile arasındaki özel ilişkiyi<br />

anlatıyor. Filmde bir baba ve kızı arasındaki sevginin varacağı<br />

en üst noktalar ve bir adamın ideallerine kendini çocuklarından<br />

ve eşinden ayıracak kadar bağlı kalması şeklinde iki temel<br />

olgu sorgulanıyor. “Gitme Baba”nın yapımcılığını, senaryosunu<br />

Mustafa Lütfi Suyolcu’nun kızı Çiğdem Suyolcu üstlendi.<br />

Aynı zamanda başrolde de oynayan Çiğdem Suyolcu’ya Murat<br />

Karasu, Şenay Gürler ile Payidar Tüfekçioğlu eşlik ediyor.<br />

Filmin yönetmen koltuğunda ise Ahmet Sönmez oturuyor. 6<br />

haftada tamamlanan “Gitme Baba”nın çekimleri Kuşadası’nda<br />

yapıldı. Gösterim tarihi: 10 Mayıs 2013<br />

Eski Dostlar<br />

Yaşlı olduklarına bakmayın!..<br />

Oscar ödüllü Al Pacino, Christopher Walken ve<br />

Alan Arkin’i bir araya getiren “Eski Dostlar”,<br />

emekli olmuş üç gangsterin geçmişleri ile karşı<br />

karşıya kalmalarını konu ediyor. Val, 28 yıllık<br />

cezasını çekmesinin ardından en iyi arkadaşı<br />

Doc, Val’ı o gün onu yalnız bırakmamak adına<br />

hapishane çıkışı karşılıyor. Doc ve Val yıllar<br />

sonra tekrar iyi bir ikili olup aralarına Hirsch’i<br />

de alıyor. Bu üç arkadaş yıllar geçmiş olsa da<br />

eskiden oldukları gibi ayrılmaz bir üçlü olurken,<br />

ilerlemiş yaşlarına rağmen hâlâ suç işleme<br />

potansiyeline sahip. İçlerinden biri, diğerlerinden<br />

bir sır saklıyor ve vakti de kısıtlı. Eski<br />

dostların tekrar bir araya gelmesiyle birlikte<br />

geçmişleri ile karşı karşıya kalmaları da çok<br />

da uzun sürmüyor. Fisher Stevens’in yönetmen<br />

koltuğuna oturduğu “Eski Dostlar”ın kadrosunda<br />

Al Pacino, Christopher Walken, Alan Arkin<br />

Julianna Margulies yer alıyor. Gösterim tarihi:<br />

3 Mayıs 2013


MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

81<br />

Kod Adı: Olympus<br />

Beyaz Saray kuşatılıyor<br />

Teröristler Beyaz Saray’ı ele geçirdiklerinde, gözden düşmüş bir gizli servis ajanı<br />

olan Mike Banning, ABD başkanını kurtarmak için işe koyuluyor. “Kod Adı: Olympus”,<br />

Yönetmen Antoine Fuqua tarafından çekilen heyecan dolu ve ustaca yapılmış bir aksiyon<br />

gerilim filmi. Titizlikle eğitilmiş olan ağır silahlarla donanmış bir grup terörist<br />

güpe gündüz Beyaz Saray’a pusu kurup, binayı ve Başkan Benjamin Asher’ı ve ekibini<br />

girilmesi imkânsız olan yeraltı sığınaklarında ele geçiriyor. Beyaz Saray’ın bahçesinde<br />

çatışma şiddetli bir şekilde sürerken, eski başkanlık koruması olan Mike<br />

Banning arbedeye karışır. Kendisini hayatta kalan tek gizli servis ajanı olarak kuşatılmış<br />

binanın içinde bulur. Banning, kapsamlı eğitimi ve detaylı bilgileri Başkan Vekili<br />

olan Allan Trumbull’ın gözü kulağı ve yol göstericisi olur. Gerard Butler, Melissa Leo,<br />

Morgan Freeman ile Aaron Eckhart’ın oynadığı “Kod Adı: Olympus”un kadrosunda<br />

yer alan isimler. Gösterim tarihi: 10 Mayıs 2013<br />

Devir<br />

Bu filmde bizzat çobanlar rol aldı<br />

“Anadolu’nun ortasında bir köyde doğduğunuzu ve hayatınız boyunca<br />

çobanlıkla uğraştığınızı hayal edin. Modern hayatın köye girmesinden<br />

önce o köyde yaşayan bir çoban için senenin iki önemli anı önemli<br />

olurdu. Bu anlardan biri çobanın sürüsüyle ilkbaharda yaylaya çıktığı<br />

zaman; öteki de sürüyle beraber sonbaharın başında yayladan köye indiği<br />

zamandı. Çobanlar eski dönemlerde sürüleriyle beraber sonbaharın<br />

başında yayladan köye tekrar indikleri zaman, sürülerini bir ‘arındırma’<br />

merasiminden geçirirlermiş. Koyun yıkama şenliği adı verilen bu<br />

‘arındırma’ seremonisi halen Burdur’a bağlı Hasanpaşa adlı bir köyde<br />

devam ediyor. Gösterim tarihi: 31 Mayıs 2013<br />

Ayın DVD’si<br />

Jack Reacher<br />

Eski bir asker olan Jack Reacher, Lee Child’ın çok satan romanından<br />

beyazperdeye uyarlanan ve eleştirmenlerin “sıkı, kuvvetli, sert ve<br />

havalı” olarak nitelendirdikleri bu bomba gibi aksiyonla karşımızda.<br />

Tüyler ürperten bir katliamın ardından bütün kanıtlar kendisini savunmak<br />

için sadece “Jack Reacher’ı Bulun!” diye not bırakan bir tutukluyu<br />

göstermektedir. Gerçeği bulmak için verdiği mücadele her<br />

ne kadar onu tutması gereken bir sır ve şiddete eğilimli beklenmedik<br />

bir düşmanla karşı karşıya getirse de kanunun sınırları vardır ancak<br />

Jack Reacher’ın yoktur.<br />

Yönetmen: Christopher McQuarrie<br />

Oyuncular: Tom Cruise, Rosamund Pike, Robert Duvall<br />

Özel seçenekler: Sakın Jack Recher’a Bulaşma: Dövüş ve Silahlar<br />

Diller: Türkçe 5.1, English 5.1, German 5.1<br />

Altyazı: Türkçe, Süre: 125 dk<br />

Üretici firma: Tiglon


82 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

1963<br />

01 HAZİRAN 1929<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

1 63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

63<br />

6<br />

KÜNYELERLE BABIÂLİ<br />

AKİF ELBİSTAN - a.elbistan@cihan.com.tr


83<br />

MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

30 NİSAN 1952<br />

30 EYLÜL 1934<br />

MAYIS-H<br />

ŞUBAT 1982<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

ŞU<br />

Ş BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BA<br />

BAT 19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

19<br />

1 82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82<br />

82


84 MAYIS-HAZİRAN 2013 ORHAN BEYAZIT o.beyazit@cihan.com.tr<br />

OTOMOBİL<br />

Karşınızda yenilenen BMW 3 serisinin en<br />

düşük hacimli motoruna sahip modeli, 3.16i<br />

Ö<br />

nceki kasası ile yenilenen kasa<br />

arasındaki bu radikal değişikliğin<br />

arkasındaki cesaret,<br />

BMW’nin premium sınıfın standartlarını<br />

belirleyen bir marka olmasından<br />

kaynaklanıyor. F 30 kodlu 3 serisi, yepyeni<br />

tasarımıyla herkesin bildiği gibi<br />

bu sınıfta en ciddi rakibi olan Mercedes<br />

Benz C serisinden 3 cm daha uzun<br />

hale geldi. Kaslı kaporta, uzatılan ön<br />

kaputu, agresif farları ve keskin çizgileri<br />

aracın ben buradayım demesini<br />

sağlıyor. Ledli kapı kolları karanlıkta<br />

şık bir görüntü oluşturuyor. Özellikle<br />

kullandığımız test aracı, Angel Eye<br />

farları, kırmızı rengi ve tasarımıyla tüm<br />

dikkatleri üzerine çekmesini biliyor.<br />

İç tasarımdan bahsedecek olursak;<br />

hava kanalları ön konsoldaki ayrıntılar<br />

klasik BMW çizgileri yansıtıyor.<br />

Krom kaplamalar, yüksek kalitedeki<br />

deri ve plastik malzeme konsol ile<br />

müthiş uyum sağlıyor. Ayrıca kaporta<br />

rengindeki deri koltuk dikişleri ve aynı<br />

renkteki torpido çıtaları ile de ufak<br />

moda dokunuşları yaratılmış. Koltukların<br />

en güzel özelliği sürücüyü kavrıyor<br />

olması. Gerçekten kavrıyor çünkü<br />

koltuğun altındaki bir tuşla, koltuk<br />

yan destekleri vücudunuza göre açabiliyor<br />

ve daraltabiliyorsunuz. Bu özellik,<br />

özellikle uzun yolculuklarda bel ağrısı<br />

çekenlerin çok hoşuna gidecek gibi<br />

görünüyor. Ön konsolun ortasında<br />

iDrive sistemi orta konsoldaki joystick<br />

ile kumanda ediliyor. Yüksek çözünürlükteki<br />

navigasyon sisteminin bulunduğu<br />

bu ekran standart olarak sunuluyor.<br />

3 boyutlu ses sunan Harman<br />

Kardon ses sistemi, ile kulaklarınızın<br />

pasını silebilirsiniz. 3 serisinde sunulan<br />

bol miktardaki kişiselleştirme seçenekleri<br />

sizi araca tamamen bağlıyorsenkronize<br />

ediyor. Arka koltuk arası<br />

mesafe ve tavan yüksekliğinin yeterli<br />

olması, arkada yolculuk yapanlara da<br />

konfor sağlıyor. Aracın bagaj hacmi 20<br />

lt artırılarak 480 lt’ye çıkarılmış.


MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

85<br />

1.6 litrelik turbo beslemeli ünite<br />

4350 d/d’de 136 hp güç üretiyor. Motor<br />

1.6 olmasına rağmen iyi bir performansla<br />

9,2 saniyede 100 km hıza ulaşıyor.<br />

Daha önce eleştirilen 316 modeli,<br />

turbo besleme ile bu soruna çözüm<br />

bulmuş gibi gözüküyor. Tüm modeller<br />

için sekiz ileri otomatik şanzıman<br />

motor ile uyumlu bir şekilde çalışarak<br />

vites geçişlerini hissettirmiyor. Start-<br />

Stop özelliği, devir tasarruf devri diyenler<br />

için güzel bir işlev.<br />

ECO PRO modlu sürüş deneyimi<br />

kontrolü dört sürüş programı ile birlikte<br />

sunulmuş. Aynı düğme ile kontrol<br />

edilebilen; spor, ultra spor, konforlu ve<br />

ekonomik sürüş modlarını o anki psikolojinize<br />

göre ayarlayabiliyor ve aracı da<br />

kendi modunuza sokabiliyorsunuz.<br />

Kalkış ve hızlanmalarda atikliğini<br />

gösteren araç, 180 km/s hıza kadar<br />

çok rahat fakat 180 km hızdan sonra<br />

biraz zorlanıyor, maksimum hızı<br />

ise 210 km/s. Çok hoş bir motor sesi<br />

olan 3.16i, dış sesleri yalıtımda başarılı<br />

ama yüksek hızlarda ufak bir rüzgâr<br />

sesi problemi oluyor.<br />

BMW’nin yeni 3 serisi EuroNcap,<br />

çarpışma testlerinden 5 yıldız aldı. Yakın<br />

bir tarihte, 3 serisi ile Ordu’nun<br />

derelerinde şarampole yuvarlanan,<br />

140 km/s hız ile 100 metre takla atan<br />

ve burnu bile kanamadan araçtan çıkan<br />

biri olarak 3 serisindeki güvenlik<br />

unsurunu en iyi test eden kişi olduğumu<br />

söyleyebilirim. Çok iyi hatırlıyorum<br />

da araçtan 4 kişi nasıl sağ çıktığımızı<br />

herkes hayretle izliyordu. Dolayısıyla<br />

BMW, benim çarpışma testimden<br />

5 yıldız aldı ve o gün bugündür<br />

benim için en sağlam araç BMW.<br />

Tabii burada önemli bir mesaj<br />

vermek istiyorum; emniyet kemerini<br />

de bu kazada test etmiş olduk ki, kemer<br />

takanlar (biri ben) takmayanlara<br />

oranla çok daha az hırpalanıyor. O<br />

gün bugündür bakkala giderken bile<br />

kemerimi takarım.<br />

Özetle izlenimlerimden bahsedecek<br />

olursak; Fonksiyonel direksiyon<br />

hızlandıkça ağırlaşıyor. 316’nın amortisörleri<br />

biraz sert fakat spor bir araca<br />

göre bu normal bir durum, ufak tefek<br />

çukurlarda sorun olmuyor. Süspansiyon<br />

sisteminin sert oluşu ve aracın aerodinamik<br />

yapısı savrulmayı önlüyor.<br />

BMW’nin diğer modellerinde olduğu<br />

gibi 3.16 da, kendinizi ayrıcalıklı hissetmenizi<br />

sağlıyor. İç mekan çok kaliteli,<br />

sade ve şık. Koltuklar sizi güvenle sarıyor<br />

ve kendinizi rahat hissediyorsunuz.<br />

Performansla birlikte sürüş keyfi<br />

tatmin ediyor. Daha ne olsun.! Bu fiyata<br />

ulaşabileceğinizin en iyisi diyebiliriz.<br />

Testimizde ortalama 8 lt/100 km yakıt<br />

tüketen 3.16i’den; EfficientDynamics<br />

motor teknolojisi sayesinde, 100km’de<br />

6,5 litre yakıt tüketimi gibi çok iyi sonuçlar<br />

da alabilirsiniz. Daha fazlasını<br />

istiyorsanız ancak daha fazlasını ödeyerek<br />

sahip olabilirsiniz. Turbo motor<br />

gaz pedalını biraz geç algılıyor olsa da<br />

saydığımız tüm özellikleri düşünürsek,<br />

3.16i keyif veren bir otomobil.<br />

Performansı merak edilen<br />

BMW 3 serisinin en küçük<br />

hacimli motoruna sahip<br />

olan 3.16i versiyonunu<br />

sizin için test ettik. 136 beygir<br />

güç üreten 1.6 litrelik<br />

motora sahip olan aracın<br />

yeni motoru turbo beslemeli<br />

üniteyle desteklenerek<br />

performansı yükseltildi.


86 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />

Yayıncılığın geleceği dijitalde<br />

ORHAN AKKURT / NEW YORK<br />

BD’nin önemli haftalık haber dergilerinden<br />

Newsweek’in genel<br />

A<br />

yayın yönetmeni Tina Brown, yayıncılığın<br />

geleceğini dijitalde gördüğünü<br />

söyledi. Tina Brown, 4 Ocak’ta derginin<br />

yayın hayatına sadece dijital ortamda devam<br />

etme kararı almasını ve karar sonrası<br />

gelişmeleri Cihan Haber Ajansı’na (Cihan)<br />

değerlendirdi.<br />

Newsweek dergisinin, 2012 yılı sonunda<br />

matbu baskısını durdurarak yayın<br />

hayatına sadece dijital ortamda devam<br />

edeceğini duyurması çeşitli çevrelerde<br />

şaşkınlığa sebep olmuştu. Ancak derginin<br />

İngiliz kökenli genel yayın yönetmeni<br />

Tina Brown, Cihan’a yaptığı açıklamada<br />

bu değişimden son derece memnun<br />

olduklarını dile getirdi. Brown, dijital<br />

yayına niçin geçtikleri sorusunu “Bugün<br />

Amerika’da genç yaşlı herkes haberlerini<br />

ekranlarından almayı tercih ediyor. Telefonlar<br />

ve küçük el bilgisayarları bu iş için<br />

yaygın şekilde kullanılıyor. Bu sosyal değişim<br />

içinde yayına sadece dijital ortamda<br />

devam etme kararı almak yalnızca doğal<br />

bir sonuçtu.” şeklinde cevapladı.<br />

Newsweek’in matbu basımı durdurup<br />

sadece dijital yayına geçişinin çok yerinde<br />

ve doğru bir karar olduğunu ve zamanlamasının<br />

da çok elverişli olduğunu<br />

vurgulayan yayın yönetmeni, dijital yayının<br />

sağladığı alternatifler ve seçenek zenginliği<br />

ile kendisini matbu yayından çok<br />

daha fazla heyecanlandırdığını sözlerine<br />

ekledi. Brown, “Dijital ortam, yayınlarımızı<br />

renklendirmek, çeşitlendirmek, daha<br />

cazip ve daha estetik hale getirmek için<br />

bize çok daha fazla seçenek sunuyor. iPad<br />

versiyonumuz bir harika.” dedi. Okurlardan<br />

şu ana kadar olumlu tepkiler aldıklarını<br />

belirten Tina Brown, “İki ay gibi kısa<br />

bir sürede dijital abonelerimizin sayısının<br />

500 bini aşması da bunun en iyi göstergesi.”<br />

diyerek. sözlerini noktaladı.<br />

Matbu olarak 1933 yılında New York<br />

şehrinde basımına başlanan ve 12 ülkede<br />

dağıtımı yapılan Newsweek, ABD sıralamasında<br />

en çok okunan haftalık ikinci<br />

haber dergisiydi. Ancak 2008- 2012 yılları<br />

arasında hedef okur kitlesine yönelik<br />

çeşitli sıkıntılar yaşamış ve bu sıkıntıları<br />

2010 yılında fikir portalı The Daily Beast<br />

ile birleşerek aşmıştı. The Daily Beast ise<br />

daha önce The New Yorker ve Vanity Fair<br />

adlı dergilerin editörlüğünü de yapmış<br />

olan Tina Brown tarafından kurulmuş ve<br />

yayınlanmıştı. Brown, Newsweek ve The<br />

Daily Beast şirketlerinin birleşmesinin ardından<br />

genel yayın yönetmeni olarak görevine<br />

devam ediyor<br />

Twitter hesabı hacklenen AP<br />

1 günde yüzde 95 takipçi kaybetti<br />

U<br />

ORHAN AKKURT / NEW YORK<br />

luslararası Haber Ajansı Associated<br />

Press'in (AP) Twitter<br />

hesabından yayınlanan ‘Beyaz<br />

Saray'da iki patlama, Obama yaralandı'<br />

başlıklı yalan haber ABD'de hareketli<br />

saatlere neden oldu. Paylaşılan<br />

haber ile ilgili herhangi bir detayın olmamasına<br />

rağmen, olay kısa zamanda<br />

bütün dünyada yankı uyandırdı. Daha<br />

Boston’daki bombalı saldırıların şokunu<br />

atlatamayan Amerikalılar, gelen<br />

ikinci bir patlama haberi ile daha büyük<br />

panik yaşadı. Haberin yayılmasından<br />

sonra Beyaz Saray Sözcüsü Jay<br />

Carney “Başkan iyi, herhangi bir şeyi<br />

yok. Demin onun yanındaydım.” şeklinde<br />

bir açıklama yaptı. AP’nin Beyaz<br />

Saray muhabiri Julie Pace, söz konusu<br />

tweet’in doğru olmadığını anında duyurdu.<br />

AP'nin resmi twitter hesabından<br />

'Son dakika: Beyaz Saray'da iki patlama.<br />

Obama, yaralı' haberinin doğru olmadığı<br />

açıklandıktan sonra rahat bir nefes alındı.<br />

Haberle ilgili twitter üzerinden bir açıklama<br />

yapan AP, sözkonusu haberin gerçeği<br />

yansıtmadığı ve resmi Twitter hesaplarının<br />

hacklendigini duyurdu. Federal Büro Araştırma<br />

(FBI) olayla ilgili soruşturma başlattı.<br />

‘AP Entertainment' Twitter hesabından<br />

haberlerini paylaşmaya devam eden,<br />

haber ajansı, @AP resmi Twitter hesabının<br />

askıya alındığını bildirdi. Söz konusu<br />

yalan haberin, yayılmasından hemen<br />

sonra Down Jones Sanayi Endeksi 150<br />

puan kayıp gösterdi. Yatırımcılar, olayın<br />

yayılmasından sonra kısa süreli bir panik<br />

yaşadı. Haberin yalan olduğunun açıklanması<br />

ile birlikte endeks toparlandı.<br />

Edinilen bilgiye göre, söz konusu hackleme<br />

olayını ‘Suriyeli Elektronik Ordusu’<br />

isimli bir grup üstlendi. Grup, geçtiğimiz<br />

hafta CBS News’teki ‘60 minutes’ programının<br />

hacklenmesini de üstlendi. Son<br />

bir aydır AP’ye elektronik saldırılarda<br />

bulunan Suriyeli Elektronik Ordusu’nun<br />

İngiliz basın yayın organı BBC’ye zaman<br />

zaman saldırılarda bulunduğu belirtildi.<br />

İnternet korsanları, Associated<br />

Press'e (AP) pahalıya mal oldu. Twitter<br />

hesabı ele geçirilen ünlü haber ajansı,<br />

takipçilerinden yüzde 95'ini bir gün<br />

içinde kaybetti. AP'nin olay öncesinde<br />

1 milyon 903 bin olan takipçi sayısı 85<br />

bine kadar düştü.


90<br />

MAY-JUNE 2013<br />

If Aunt Ayşe would have listened the<br />

economists, she would became poor by now<br />

S<br />

üleyman Yaşar is one of the<br />

names who was transferred<br />

from the bureaucracy and academy<br />

world as an economy author.<br />

However the things he wrote are not<br />

similar with the economy comments<br />

we are familiar with. He is summarizing<br />

the points he draws attention<br />

when he is writing out by telling us as<br />

follows:” Telling and putting forward<br />

the situation net! This is the thing I<br />

am trying to do.” He is criticizing the<br />

authors harshly who are using terms<br />

when explaining the subjects such as<br />

“Aunt Ayşe”. He is emphasizing that<br />

he is even “irritated” from such writings.<br />

According to Yaşar, ordinary<br />

people know better where to invest<br />

in than the professional economists.<br />

We have talked with Süleyman<br />

Yaşar on the subjects of economy authorship,<br />

interest lobby and about current<br />

issues on the agenda and he began<br />

his words by conveying his thoughts<br />

about newspaper columnists.<br />

He underlined that especially those<br />

who are writing about economy should<br />

mention about their other jobs, if<br />

any, at the end of their writings. Yaşar<br />

had answered the questions of Cihan<br />

Media News Magazine. What<br />

are the factors that affect your writing<br />

and enable you explain the subjects in<br />

such a net and understandable way<br />

Do you visit the markets-bazaars<br />

Recommendations of Aunt Ayşe….<br />

I think that expression is a belittling<br />

expression. “Aunt Ayşe, Sister<br />

Fatma” are all expressions of belittling<br />

the ordinary people. That means;<br />

ordinary people do not know anything<br />

and so that you are explaining<br />

to that Aunt Ayşe, there is nothing like<br />

this! This is not true! For example,<br />

citizens can use their economic choices<br />

in a quite right way. They can make<br />

this much better than the professional<br />

economists. They told to people<br />

do not keep gold for many long years<br />

and what happened then Suddenly<br />

the gold prices soared up and brought<br />

profit to the people. Ordinary people<br />

better know where to invest in than<br />

the professional economists.


MAY-JUNE 2013<br />

91<br />

I<br />

Broadcast streaming is five times<br />

in a day in this television<br />

rmak TV had began to its broadcast<br />

life with the object of announcing<br />

the message of Allah and<br />

Prophet Hz. Mohammed (S.A.V) and its<br />

foundation story lies back three years ago<br />

from now. General Manager of the channel<br />

Mr. Süleyman Sargın says that; ”If<br />

you will tell religion to people, you should<br />

act quite sensitive, because the things<br />

you tell will be their reference.”<br />

As being founded very recently,<br />

when we entered into the general broadcast<br />

center of Irmak TV, we first see<br />

a sweet rush inside. On the faces of<br />

the personnel working densely in front<br />

of their computers, there is happiness<br />

of being witnessing to the birth of a<br />

new television channel. General Manager<br />

of the TV Mr. Süleyman Sargın<br />

is in a meeting with his team. They have<br />

only one target; that is to announce<br />

and spread the message of Allah<br />

and Prophet Hz. Mohammed (S.A.V)<br />

to everyone watching them… Sargın<br />

had humbly summarized the broadcasting<br />

philosophy of the channel during<br />

its opening night as follows:” We<br />

came here as a brother of the television<br />

channels broadcasting religious programs,<br />

not as a competitor. Our target<br />

comprises of the consent of Allah<br />

and contentedness of Prophet Hz. Mohammed<br />

(S.A.V). We will try to broadcast<br />

serious programs with congruous<br />

nature and content befitting to the<br />

holiness of the truth represented. There<br />

are too many religious contented<br />

programs in Turkey. Irmak TV came as<br />

a brother to them. Not as a competitor.<br />

Irmak TV will make their footprints<br />

as a crown to its head and it will never<br />

participate into any kinds of competition.<br />

Your thoughts and orientation will<br />

be guidance for us. This will be yours,<br />

the televiewers’ TV channel…”


92<br />

MAY-JUNE 2013<br />

“It was a mistake that rightist and leftist<br />

intellectuals externalize each other”<br />

O<br />

sman Akkuşak still continues<br />

his writing adventure that had<br />

started with a pencil sixty years<br />

ago from now. Here, I intentionally<br />

made the “pencil” emphasize. Today<br />

almost all the authors write their writings<br />

in digital media and Akkuşak is<br />

the only name who is continuing his<br />

old habit today by using his pencil…<br />

Akkuşak had born in Emet district<br />

of Kütahya city in August, 20 1931<br />

and his writing adventure had started<br />

in year 1952, when he was only 21<br />

ages old. Akkuşak had written in newspapers<br />

namely Istanbul Ekspres, Son<br />

Telgraf, Adalet, Zafer, Dünya, Tecüman,<br />

Son Havadis, Zaman, Güneş, Ortadoğu,<br />

Türkiye newspapers and today<br />

he is continuing his writing life in Yeni<br />

Şafak newspaper.<br />

Akkuşak says that “I am still writing<br />

with a pencil” and he is telling us the<br />

publishing story of his writings written<br />

as a draft as follows:” I am writing on<br />

scratch papers at home. I used to write<br />

like this and in maximum one hour my<br />

job is finished. Then I call the newspaper<br />

and they send me a car and I jump<br />

in it and go. If I have time, I go downstairs<br />

and eat something. If not, the column<br />

must be finished until 16:00hr at<br />

the latest. There are young people there<br />

and I ask them to write it on the digital<br />

media and then they print-out it. I<br />

check it whether there are any place needing<br />

corrections or not and if there are<br />

anything to add in, I add it too. Writing<br />

…. You are writing with your heart and<br />

soul, you are writing with your mind. If<br />

there is something bothering you; you<br />

cannot feel comfortable. I know this<br />

because I have called many times the<br />

newspaper in order to change just one<br />

word… This is a habit of mine…”


94<br />

MAY-JUNE 2013<br />

The insurance of trust in Japanese<br />

newspapers: Wisemen<br />

T<br />

he newspapers in Japan find a<br />

simple way to make objective<br />

news and to be impartial against<br />

the crises that is: Wisemen. This expression<br />

is quite popular nowadays in Turkey<br />

due to the peace process we are living<br />

now and its corresponding meaning in<br />

Japan for the newspapers is to make objective<br />

news and to enable the newspaper<br />

to stand net and clear against the crises.<br />

Nearly 60 millions of newspapers are<br />

being sold in Japan and as having the<br />

third mass circulation rate in Japan the<br />

Mainichi Newspaper’s Bulldog Edition<br />

Editor, Yamada Michiko says that they<br />

are working very hard in order to gain<br />

the trust of public. Michiko says that;<br />

“We have weekly meetings. We are reviewing<br />

the news and columns. We talk<br />

with each other among our colleagues.<br />

We are discussing why that news or column<br />

is written that way. This is something<br />

between us only.” Michiko also tells<br />

us that the newspaper has a Wisemen<br />

group too. Michiko says;” This is a group<br />

consisting of lawyers and free-lance journalists.<br />

They are evaluating the news and<br />

state their opinions about them.” We asked;<br />

“Are they reviewing each and all<br />

news or are they just looking at the disputable<br />

news” Yamada Michiko answered<br />

our question as follows:” They control<br />

the newspaper in general. How was<br />

the policy and behavior of the newspaper<br />

during the double-catastrophes<br />

on March 11th In which direction the<br />

things written were Did the newspaper<br />

protect its impartiality and objectiveness<br />

when the USA declared war to Iraq<br />

What did the newspaper write about it<br />

Did it manage to look on both sides Did<br />

the newspaper look the events objectively<br />

regarding the nuclear energy And<br />

so on. They think over such subjects and<br />

they look the events one by one. They also<br />

look at the special news like this way.”<br />

If we set a “beauty” criterion for<br />

the men; many commentators<br />

would be unemployed now<br />

D<br />

espite the fact that football is a male<br />

dominance game; women football<br />

players had also gained some remarkable<br />

place on the green fields since many<br />

long years. As the men had more right to<br />

speak about this game; our women when<br />

compared with past, started to love the football<br />

more and more and show their interests<br />

to this game. However, almost entire<br />

commentators in the sports programs after<br />

the matches we watch are men. Sometimes<br />

they lose the main track and we witness<br />

their discussions about the subjects other<br />

than football. Such discussions are gone<br />

so far that RTÜK is obliged to set some rules<br />

to these sports programs. Another elegant<br />

sarcasm for male commentators comes<br />

from Banu Yelkovan who is also writing about<br />

football. While we rough up the green fields<br />

with Yelkovan, we especially focused on<br />

the sports programs broadcasted in television.<br />

According to Yelkovan, “if we set a “beauty”<br />

criterion for the men; many commentators<br />

would be unemployed now.”


MAY-JUNE 2013<br />

95<br />

‘Hello Hollywood,<br />

Mr. President wants a movie!’<br />

T<br />

he movie “Argo” was given “The<br />

Best Movie Oscar” and it was about<br />

the rescue of 6 embassy officials<br />

during the hostage crisis lived n USA<br />

Embassy, soon after the revolution overthrown<br />

the shah regime in Iran in 1979.<br />

This event again brings on the agenda the<br />

tight connections and relationships between<br />

the White House, Pentagon and<br />

Hollywood. USA President Mr. Barack<br />

Obama’s wife Mrs. Michelle Obama had<br />

participated to live broadcast from the<br />

White House during the ceremony with<br />

her silver colored costume in front of the<br />

millions and she announced this anti-Iran<br />

movie “Argo” was deserved to be awarded.<br />

This was commented as a proof of<br />

the Hollywood effect on USA politics.<br />

It is seen that White House requires cooperation<br />

with the film industry during downturns<br />

in order to boost the morale of the people.<br />

In the “Wag the Dog” (1997) movie directed<br />

by Barry Levinson which was released<br />

with the name of “Men of the President”<br />

in Turkey; Robert de Niro as being consultant<br />

of the White House appeals an interesting<br />

method in order to keep the sex scandal<br />

in which the President’s name is included<br />

out of the agenda of the media and American<br />

people. He gathers together Dustin Hoffman<br />

as in the role of Hollywood producer and directed<br />

the attention of the people towards an<br />

imaginary war scenario. De Niro establishes a<br />

think –tank team in order to manage the crisis<br />

involving the world and he accomplished<br />

to keep busy of the minds of the large masses.<br />

This movie of Levinson elegantly criticizes<br />

the American politics and media morality<br />

and maybe it was bringing the light for<br />

the first time to the coalition made between<br />

the White House and Hollywood which has<br />

a long history.<br />

Cinema is one of the propaganda tools<br />

with highly persuasive power for many USA<br />

Presidents in order to prepare the people to<br />

their political decisions and to create an American<br />

sympathy and support throughout the<br />

international public opinion. The messages<br />

were given sometimes with political and sometimes<br />

with comedy-action movie types.


96 MAY-JUNE 2013<br />

Millions of efforts<br />

and millions<br />

of excitement<br />

T<br />

he newspapers in<br />

Japan find a simple<br />

way to make objec-<br />

tive news and to be impar-<br />

tial against the crises that<br />

is: Wisemen. This expres-<br />

sion is quite popular nowa-<br />

days in Turkey due to the<br />

peace process we are<br />

living<br />

now and its corresponding<br />

meaning in Japan for the<br />

newspapers is to make ob-<br />

jective news and to enable<br />

the newspaper to stand net<br />

and clear against the crises.<br />

Nearly 60 millions of<br />

newspapers are being sold<br />

in Japan and as having the<br />

third mass circulation<br />

ra-<br />

te in Japan the Mainic-<br />

hi Newspaper’s Bulldog<br />

Edition Editor, Yamada<br />

Michiko says that<br />

they<br />

are working very hard in<br />

order to gain the<br />

trust<br />

of public. Michiko says<br />

that; “We have we-<br />

ekly meetings.<br />

We<br />

are reviewing the<br />

news and columns.<br />

We talk with each<br />

other among our<br />

colleagues. We<br />

are discussing<br />

why that news<br />

or column<br />

is<br />

written that way. This is something<br />

between us only.”<br />

Michiko also tells us that the<br />

newspaper has a Wisemen<br />

group too. Michiko says;”<br />

This is a group consisting of<br />

lawyers and free-lance journalists.<br />

They are evaluating<br />

the news and state their<br />

opinions about them.” We<br />

asked; “Are they reviewing<br />

each and all news or are they<br />

just looking at the disputable<br />

news” Yamada Michiko<br />

answered our question<br />

as follows:” They control the<br />

newspaper in general. How<br />

was the policy and behavior<br />

of the newspaper during<br />

the double-catastrophes on<br />

March 11th In which direction<br />

the things written were<br />

Did the newspaper protect<br />

its impartiality and objectiveness<br />

when the USA declared<br />

war to Iraq What did<br />

the newspaper write about<br />

it Did it manage to look on<br />

both sides Did the newspaper<br />

look the events objectively<br />

regarding the nuclear<br />

energy And so on. They<br />

think over such subjects and<br />

they look the events one by<br />

one. They also look at the<br />

special news like this way.”


Emanetine dokunmadan, onu korumak ve<br />

büyütmek göreviyse bizim.<br />

<br />

444 0 123 www

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!