You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
www.cihandergi.com<br />
08<br />
ÝÇÝN DE KÝ LER<br />
26<br />
Yayın akışı 5 vakit<br />
Irmak TV, yayın akışını beş<br />
vakit namazın etrafında<br />
şekillendiriyor. Sabah<br />
kuşağında kadınlara yönelik<br />
programlar yayınlanıyor.<br />
10<br />
44<br />
Ailesi umutla onu bekliyor<br />
Suriye’de kaybolan Filistinli<br />
gazeteci Bashar Fehmi<br />
Kadumi’nin eşi Arzu Kadumi,<br />
iki çocuğu ile birlikte hayat<br />
arkadaşının yolunu gözlüyor.<br />
12<br />
Ayşe Teyze iyi ki ekonomistleri dinlemedi<br />
Süleyman Yaşar, bürokrasi ve akademi<br />
dünyasından ekonomi yazarlığına geçen<br />
isimlerden. Ancak yazdıkları pek bildiğimiz<br />
ekonomi yorumlarına benzemiyor.<br />
Yaşar, ekonomistlerin bir konuyu anlatırken<br />
‘Ayşe Teyze’ tarzı ifadeler kullanılmasını<br />
sert bir dille eleştiriyor.<br />
Başkan’dan ısmarlama film<br />
ABD Başkanı Barack<br />
Obama’nın eşi Michelle<br />
Obama’nın, İran karşıtı<br />
‘Argo’ filminin Oscar ödülüne<br />
layık görüldüğünü açıklaması<br />
ise ABD politikalarındaki<br />
Hollywood etkisinin<br />
ispatı olarak yorumlandı.<br />
O Kalemin Efendisi<br />
Osman Akkuşak’a yazılarını<br />
kalemle yazıyor olmasından<br />
mülhem olsa gerek “kalem<br />
efendisi” deniyor. Kendisi<br />
de bunu teyit ediyor.<br />
22<br />
Haber sitelerine öncülük etti<br />
Ercüment İşleyen, internetteki<br />
yükselişi görerek ‘haber sitesi’<br />
projesi hazırlayıp milliyet.com.<br />
tr’yi hayata geçiren kişi.<br />
32<br />
Akil Japon gazeteciler<br />
Japonya’nın en çok satan<br />
üçüncü gazetesi<br />
Mainichi’nin Akşam Baskısı<br />
Editörü Yamada Michiko,<br />
halkın güvenini sağlamak<br />
için sıkı çalıştıklarını söyledi.<br />
18 Futbol dünyasının Baba Hayri’si<br />
64 Büyük Doğu ve Necip Fazıl<br />
66 Taraf’ta istifa depremi<br />
88 İngilizce<br />
54<br />
Türkçe Olimpiyatları<br />
Alanında dünyanın sayılı organizasyonlarından<br />
biri olan Türkçe<br />
Olimpiyatları’nın perde arkasında<br />
her yıl hummalı bir çalışma<br />
gerçekleşiyor. Tasarımcısından<br />
sesçisine, yüzlerce insan bu<br />
renkli festivali hazırlamak için<br />
emek sarf ediyor.
Maddi Manevi<br />
Kazançlısınız<br />
7’den 70’e herkese hitap eden kitaplar<br />
%30 indirimle tüm NT Mağazalarında.
CÝHAN HABER AJANSI VE<br />
REKLAMCILIK A.Þ. ADINA<br />
SAHÝBÝ: ABDÜLHAMÝT BÝLÝCÝ<br />
YAYIN EDÝTÖRÜ: FAHRİ SÖKE<br />
YAYIN KURULU: HAKAN İNCE,<br />
BEYTULLAH DEMİR, GÜRAY DEMİR,<br />
CEBRAİL ÇİLESİZ, YAKUP ŞALVARCI,<br />
CEMALETTİN ÇANDIR, HAMDİ ÖZEN,<br />
H.İBRAHİM EKİZ, ERDAL İNCE,<br />
YÜKSEL DURGUT, RAMAZAN SOLAK,<br />
AKİF ELBİSTAN, İLYAS GÜNEY<br />
GÖRSEL YÖNETMEN: FEVZÝ YAZICI<br />
SAYFA TASARIM: SEMİH GÖRTÜRK,<br />
DURMUŞ ÖZELÇİ<br />
SORUMLU MÜDÜR: ERDAL ÝNCE<br />
KAPAK TASARIM: ADNAN SARIKABAK<br />
FOTOÐRAFLAR: SELAHATTÝN SEVÝ,<br />
ALÝ ÜNAL, TUR GUT EN GÝN,<br />
KÜRÞAT BAYHAN, İSA ŞİMŞEK,<br />
MUSTAFA KÝRAZLI, BAHAR MANDAN,<br />
ONUR ÇOBAN<br />
TASHÝH: NAİL TAN<br />
ÝNGÝLÝZCE ÇEVÝRÝ: UFUK ÖZSOY<br />
REK LAM GRUP BAŞKANI:<br />
MUZAFFER KILIÇARSLAN<br />
PAZARLAMA DİREKTÖRÜ:<br />
ZÝYA YILDIRIM<br />
REKLAM SATIŞ YÖNETÝCÝLERİ:<br />
FATMA BETÜL FINDIKOĞLU<br />
DERYA KIRBAŞ - MUSA USTALAR<br />
SEDA ŞENER - ORHAN BEYAZIT<br />
ÜMRAN ÇELİK- FATMA SARE AKGÜN<br />
REKLAM REZERVASYON:<br />
Tel: 0212 454 88 09<br />
BASKI:<br />
NEŞE MATBAACILIK<br />
Tel: 0212 886 83 30<br />
YÖNETÝM YERÝ:<br />
Fevzi Çakmak Mah. A. Taner Kışlalı<br />
Cad. No: 6 34194 Yenibosna/Ýstanbul<br />
Tel: 0212 454 88 88 (Pbx)<br />
Faks: 0212 639 49 76-77<br />
www.cihan.com.tr<br />
www.cihandergi.com<br />
2013/05-06 YIL: 10 SA YI: 52<br />
MAYIS - HAZİRAN<br />
ISSN: 1304-4575<br />
Yayýnlanan yazý ve fotoðraflarýn bütün<br />
haklarý CÝHAN HABER AJANSI’na aittir. Kaynak<br />
gösterilmeden alýntý yapýlamaz. Ýlanlarýn<br />
sorumluluðu sahiplerine aittir.<br />
EDİ TÖR<br />
FAHRİ SÖKE<br />
f.soke@cihan.com.tr<br />
CİHAN, ödülleri topluyor<br />
Türkiye’nin her noktasında ulusal gündemin<br />
nabzını tutan Cihan Haber Ajansı<br />
muhabirleri ve kameramanları, tarafsız<br />
ve hızlı habercilik deneyimlerini başarıya<br />
dönüştürmeye devam ediyor.<br />
Cihan Haber Ajansı kameramanı<br />
Abdurrahman İtik, ‘Darülaceze sakinleri<br />
yalnızlıklarını atölyelerde vakit geçirerek<br />
unutmaya çalışıyor’ konulu çalışmasıyla,<br />
Medya Etik Konseyi’nin Görüntülü<br />
Haber Etik Ödülü’nü aldı.<br />
Helikopterinin düşmesi sonucu hayatını<br />
kaybeden merhum Muhsin Yazıcıoğlu<br />
ile ilgili çarpıcı haberlere imza atan<br />
muhabir Köksal Akpınar’a, bu yıl ilk defa<br />
verilen Muhsin Yazıcıoğlu Basın Ödülleri<br />
Özel Haber dalında ödül verildi.<br />
Türkiye Haber Kameramanları Derneği<br />
tarafından düzenlenen ödül gecesinde,<br />
Cihan Haber Ajansı (CİHAN)<br />
kameramanı Yalçın Kaya’ya “Okeye<br />
Dördüncü” görüntüsüyle Yılın En İyi<br />
Haber kategorisinde mansiyon ödülü<br />
layık görüldü.<br />
Kendisi yüzme bilmemesine rağmen,<br />
otomobiliyle sulama kanalına düşen<br />
anne ve bebeğini kurtaran Cihan Haber<br />
Ajansı muhabiri Burhan Demirci ise<br />
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti tarafından<br />
ödüle layık görüldü.<br />
Ödül alan muhabir ve kameraman arkadaşlarımızı<br />
tebrik ediyoruz.<br />
Aylar önce Suriye’de kaybolan Filistinli<br />
gazeteci Bashar Kadumi’nin eşi Arzu<br />
Kadumi, 2 çocuğuyla birlikte eşinden<br />
bir haber almayı bekliyor. Umudunu<br />
yitirmeden eşinin yolunu gözleyen<br />
Arzu Kadumi, Cihan Medya Haber<br />
Dergisi’ne konuştu. Arzu Kadumi, savaş<br />
muhabirliği tecrübesi bulunmayan eşinin<br />
çelik yeleksiz olarak Suriye’ye gönderilmesine<br />
sitem ediyor.<br />
Ekonomistlerin ‘Ayşe teyze’ ifadesini<br />
kullanmasının kendisini irite ettiğini<br />
belirten Süleyman Yaşar, bürokrasi<br />
ve akademi dünyasından ekonomi yazarlığına<br />
geçen isimlerden. Cihan Haber<br />
Ajansı Ekonomi Editörü Ramazan<br />
Solak, ekonomi yazarlığı, faiz lobisi ve<br />
güncel konular üzerine Süleyman Yaşar<br />
ile konuştu.<br />
Günde 60 milyon gazetenin satıldığı<br />
Japonya’da medya kuruluşları, objektif<br />
haber yapmanın ve olaylara tarafsız<br />
bakabilmenin yolunu Akil Adamlar<br />
formülüyle çözmüş. Türkiye’de yaşanan<br />
çözüm süreci sebebiyle gündemde<br />
olan Akil Adamlar’ın Japonya’daki gazeteler<br />
için karşılığı gazetenin objektif<br />
haber yapması ve krizler karşısında gazetenin<br />
tutumunu net sağlayabilmesi.<br />
Japonya’nın en çok satan üçüncü gazetesi<br />
olan Mainichi’nin Editörü Yamada<br />
Michiko ile muhabir arkadaşımız Tuncay<br />
Kayaoğlu görüştü.<br />
Magazin gazeteciliği denilince akla<br />
ilk gelen isimlerin başında geliyor Aykut<br />
Işıklar. Mesleğe daha 19’unda Hürriyet<br />
ile ‘merhaba’ diyen Işıklar, cemiyet<br />
ve sanat dünyasını merceğe alan haberleriyle<br />
ses getirdi. Sanatçıların topluma<br />
duyarlı olmadığından da dert yanan<br />
Işıklar, “Bunların hepsi kendine âşık,<br />
kendine hayran, mazoşist, kendinden<br />
başkasını tanımayan, hiç kimseyi sevmeyen<br />
insanlar. Bunlar parayı, gösterişi<br />
seven tipler. Aralarında halkına duyarlı,<br />
gelirinin dörtte birini dağıtan var<br />
mı” diyor. Şu sıralar Bugün’de yazan<br />
Aykut Işıklar, cemiyet hayatı, sanatçılar<br />
ve medya ile ilgili Cihan Medya Haber<br />
Dergisi’nin sorularını cevapladı.<br />
Mütevazı şartlarda başlayan ve<br />
bugün dünyanın sayılı organizasyonları<br />
arasında gösterilen Türkçe<br />
Olimpiyatları’nın 11.si başlıyor. Dünyaya<br />
Anadolu’nun renk ve desenlerini anlatmaya,<br />
kültürler arasında barış ve sevgi<br />
köprüleri kurmaya çabalayan Türkçe<br />
Olimpiyatları ’na bu sene 140 ülkeden 2<br />
bin öğrenci katılacak.<br />
İyi okumalar dileğiyle.....
RENKLERiN DiLi<br />
6 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
Podyuma annesiyle çıktı<br />
49. Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu’nun<br />
şampiyonu Torku Şekersporlu Mustafa<br />
Sayar, kupayı Cumhurbaşkanı Abdullah<br />
Gül’ün elinden aldı. USAME ARI / İSTANBUL1<br />
80 ülkeden 600 âlim İstanbul’da<br />
2<br />
Yeni Ümit ve Hira dergilerinin ortaklaşa<br />
düzenlediği “Ortak Yol Haritası: İcma ve<br />
Kolektif Şuur” konulu uluslararası sempozyum,<br />
İstanbul Kongre Merkezi’nde yapıldı.<br />
TURGUT ENGİN/ İSTANBUL
3<br />
Muhteşem İshak Paşa<br />
2006’da başlayan restorasyon çalışmaları<br />
büyük ölçüde tamamlanan İshak Paşa’nın<br />
tüm güzellikleri gün yüzüne çıkartıldı.<br />
OSMAN YAKUT / AĞRI<br />
MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
7<br />
4Teşekkürler Fenerbahçe<br />
UEFA Avrupa Ligi’nde yarı finale yükselerek<br />
tarihî bir başarı elde eden Fenerbahçe,<br />
Benfica engelini aşamayıp kupaya veda etti.<br />
M.BURAK BÜRKÜK / LİZBON
8 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
Bu televizyonda<br />
yayın akışı beş vakit<br />
Irmak TV, güne<br />
sabah namazıyla<br />
başlıyor. Kanal,<br />
yayın akışını beş<br />
vakit namazın<br />
etrafında şekillendiriyor.<br />
Sabah<br />
kuşağında kadınlara<br />
yönelik programlar<br />
yayınlanıyor.<br />
En ilgi çekecek<br />
yapıtlardan<br />
biri de hizmet<br />
annelerinin anlatıldığı<br />
program.<br />
BÜNYAMİN KÖSELİ<br />
llah ve Resulü’nün mesajını herkese duyurmak<br />
gayesiyle yayın hayatına başla-<br />
A<br />
yan Irmak TV’nin doğuş hikâyesi bundan<br />
üç yıl öncesine dayanıyor. Kanalın genel müdürü<br />
Süleyman Sargın, “İnsanlara dini anlatacaksanız<br />
çok hassas davranmanız gerekiyor çünkü<br />
anlattıklarınız bir referans olacak.” diyor.<br />
Çok kısa bir süre önce yayın hayatına başlayan<br />
Irmak TV’nin genel merkezine adım attığımızda<br />
tatlı bir telaş göze çarpıyor ilkin. Bilgisayarlarının<br />
başında hummalı bir çalışma yürüten<br />
personelin simalarında yeni bir televizyon kanalının<br />
doğuşuna tanıklık etmenin mutluluğu var.<br />
Televizyonun genel müdürü Süleyman Sargın,<br />
ekibiyle birlikte toplantı yapıyor. Tek bir gayeleri<br />
var, o da Allah ve Resulü’nün mesajını herkese<br />
duyurmak... Sargın, Irmak TV’nin açılış gecesinde<br />
kanalın yayın felsefesini mütevazı bir şekilde<br />
şöyle özetlemişti: “Dinî program yapan televizyon<br />
kanallarına rakip değil, kardeş olarak geldik.<br />
Hedefimizde Allah rızası ve Resulü’nün hoşnutluğu<br />
var. Temsil ettiği hakikatin kutsiyetine yakışır<br />
bir mahiyet ve ciddiyette olmaya gayret edeceğiz.<br />
Türkiye’de dinî içerikli çok sayıda program<br />
var. Irmak, onlara kardeş olarak geldi. Rakip olarak<br />
değil. Onların ayak izlerini başına taç yapacak<br />
ve hiçbir rekabete girmeyecektir. Sizin düşünceleriniz,<br />
yönlendirmeleriniz bizim için yol gösterici<br />
olacak. Bu, siz izleyicilerin kanalı olacaktır…”<br />
Irmak TV’nin doğuş hikâyesi bundan üç yıl<br />
öncesine dayanıyor. Sürekli Kur’an meali yayınlayan<br />
bir radyo ilham kaynağı oluyor. Ve “Acaba<br />
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin kasetlerini yayınlayan<br />
bir radyo kurulamaz mı” fikri oluşuyor.<br />
Konu, bir vesileyle Hocaefendi’ye soruluyor.<br />
Hocaefendi, her zamanki tevazuu gereği pek sıcak<br />
bakmıyor teklife. Ancak kendisine, böyle bir<br />
radyonun büyük bir boşluğu dolduracağı, kendisini<br />
bugüne kadar hiç dinleme fırsatı bulamayan<br />
kitleler için bir kolaylık sağlayacağı dile getiriliyor.<br />
En sonunda radyoyu kurmak için harekete<br />
geçiliyor. Türkiye genelinde yayın yapan İstanbul<br />
merkezli bir radyonun frekans hakkı satın<br />
alınıyor. İsmi, Radyo Cihan konuluyor.<br />
Hocaefendi’nin vaazlarını yayınlayan radyo,<br />
kısa süre içinde dinleyicilerinin beğenisini kazanıyor,<br />
büyük bir teveccüh alıyor, toplumun farklı
MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
9<br />
kesimlerinin hüsn-ü kabulüne mazhar oluyor.<br />
Radyonun e-posta adresine teşekkür<br />
ve övgü dolu mesajlar gönderiliyor, tebrikler<br />
yağıyor. Zaman Gazetesi yazarı Abdullah<br />
Aymaz, köşesinde bu e-postalardan bazılarını<br />
yayımlamıştı. Yayımlanan e-postalar,<br />
radyonun nasıl da sadra şifa olduğunu gösteriyordu:<br />
“Arabada geçirdiğimiz vakit boşa<br />
gitmiyor. Rabb’im hizmetinizi daim eylesin.<br />
Lütfen bu yayın akışını değiştirmeyin... Çok<br />
güzel böyle...”, “Bu sesi Brezilya’da dinliyorum...<br />
Ezan, Kur’an hasretini buradan gideriyorum.<br />
Allah emeği geçen herkesten râzı<br />
olsun.”, “Ben inşaat işçisiyim. Akşama kadar<br />
duvar örerken, hep zamanımı nasıl değerlendireyim<br />
diye düşünürdüm. Tâ ki sizi bulana<br />
kadar... Allah ebeden râzı olsun.”<br />
Radyodaki sese gösterilen bu teveccüh<br />
bir başka hizmet müessesesinin doğmasına<br />
vesile olur. Radyo Cihan’a gönderilen<br />
e-posta ve mektuplarda aynı formatta bir televizyon<br />
talebi seslendirilir. Hocaefendi’yle<br />
konuşma imkânı bulan pek çok kişi de böyle<br />
bir eksikliğin olduğunu ifade eder. Hatta<br />
Hocaefendi’ye söz konusu talebi içeren<br />
mektuplar da ulaşır. İşte böylesine bir ihtiyaç<br />
talebiyle Irmak TV yayın hayatına başlar.<br />
IRMAK, 80’E YAKIN PERSONELİN GAYRETLERİYLE<br />
EVLERİMİZE AKIYOR<br />
Irmak TV ekibi özellikle son üç aydır yoğun<br />
bir çalışma içindeydi. Feza Gazetecilik<br />
bünyesinde yayın yapan televizyon, Zaman<br />
Gazetesi’nin merkez binasında çalışmalarına<br />
başladı. Programlar ise şimdilik<br />
Bayrampaşa’da bir stüdyoda çekiliyor. Kanal<br />
için kendi alanlarında uzman görsel yönetmenler,<br />
yayın editörleri, kameramanlar<br />
ve ilahiyatçılar bir araya getirildi. Daha sonra<br />
bir yayın kurulu oluşturuldu. Bu kurul büyük<br />
bir titizlikle Hocaefendi’nin kasetlerini<br />
tek tek inceledi, konularına göre yirmişer<br />
dakikalık bölümler haline getirdi. Vaaz ve<br />
sohbetlerin başka ne gibi formatlarla seyirciye<br />
ulaştırılabileceği konusu tartışıldı, tartışılmaya<br />
da devam ediyor. Irmak’ın zahmetli<br />
bir hazırlık sürecinden sonra akmaya başladığını<br />
ifade eden Sargın, “İnsanlara dini anlatacaksanız<br />
çok hassas davranmanız gerekiyor<br />
çünkü anlattıklarınız bir referans olacak.<br />
Dinin ruhuna uygun davranmanız gerekiyor.”<br />
diyerek altına girdikleri manevî sorumluluk<br />
duygusunu özetliyor.<br />
24 SAAT DOLU DOLU YAYIN YAPIYOR<br />
Kanal, güne sabah namazıyla başlıyor. Yayın<br />
akışını beş vakit namazın etrafında şekillendiriyor.<br />
Sabah kuşağında kadınlara<br />
yönelik programlar yayınlanıyor. En ilgi çekecek<br />
yapıtlardan biri de hizmet annelerinin<br />
anlatıldığı program olacağa benziyor. Bütün<br />
bir hayatlarını talebelere burs bulmaya,<br />
eğitim faaliyetlerine destek vermeye adayan<br />
annelerin hikâyeleri ekranlara taşınacak.<br />
Irmak TV Genel Müdürü Süleyman<br />
Sargın, yayın akışıyla ilgili bilgi verirken sözü<br />
televizyon dünyasındaki keşmekeşliğe<br />
getirerek şunları söylüyor: “Günlük hayatın<br />
gürültüsünden, patırtısından insanlar<br />
sıkılıyor. Ekranlarda insanı tamamen dünyevi<br />
bir varlık olarak kabul eden içerikte<br />
yayınlar yapılıyor. Cinsellik, şiddet, ihanet,<br />
kavga, düşmanlık ve yalan bizi eğlendirmiyor,<br />
aksine vaktimizi çalıyor.” Sargın’a<br />
göre işte tam bu noktada Irmak TV büyük<br />
bir boşluğu dolduracak. Kanalın yayın akışı,<br />
bir Müslüman’ın 24 saati nazara alınarak<br />
ayarlanmış. Hatm-i şerifler, Cevşenler,<br />
günlük dualar, Kulûbu’d-Dâria, Kırık Dilekçe,<br />
tesbihat ve Hak dostlarının dillerinden<br />
sohbetler yayınlanıyor. Aile ve çocuklara<br />
hitap etmenin yanında hep ruhanî bir<br />
duyarlılıkla hareket ediliyor. Yurtdışındaki<br />
Türk okullarında çalışan öğretmenlerin<br />
fedakârlığını anlatacak bir program da izleyicilerin<br />
beğenisine sunulacak.<br />
İsim, tevazu ve mahviyeti simgeliyor<br />
Süleyman Sargın, kanal için seçilen<br />
ismin tevazu ve mahviyeti simgelediğini<br />
söylüyor. Tek gayesi hakikat okyanusuna<br />
kavuşmak olan Irmak, kimselere tepeden<br />
bakmıyor, kibirlenmeden, böbürlenmeden<br />
her gittiği yere hayat götürüyor Sargın’a<br />
göre. Herhangi bir ticari kaygıyla yola çıkmadıklarının<br />
altını çizen Sargın, “Gazete,<br />
dergi ya da televizyonlar yayın hayatına<br />
başlamadan önce piyasa araştırması yapar,<br />
ticarî kaygılarla arz ve talebi ölçmeye çalışır.<br />
Normalde arz talebi yönetirken bizde talep<br />
arzı yönetti. Hocaefendi neredeyse 50 yıldır<br />
vaazlarda, sohbetlerde Hakk’a hakikate<br />
tercümanlık yapıyor. İslâm’ın güzelliklerini<br />
kendi muhteşem beyanıyla gergef gergef<br />
işliyor insanların gönüllerine. Yüzlerce<br />
kaseti var. Bu çok büyük bir hazine. Böylesine<br />
büyük bir hazineyi izleyicilerle buluşturmayı<br />
hedefliyoruz.” diyor.<br />
ÇOCUKLAR DA UNUTULMADI<br />
Irmak TV’de çocuklar da unutulmamış. Kanal,<br />
nitelikli bir çizgi filmi yayına sokmaya<br />
hazırlanıyor. Çocuklara dinî vecibeleri anlatacak<br />
olan çizgi film, sabah ve öğleden sonra<br />
belirli saatlerde izlenebilecek. Kanal, gündüz<br />
kuşağında ağırlıklı olarak Hocaefendi’nin<br />
vaazlarını izleyicilerle buluşturacak. İlim Ufku<br />
programı tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf<br />
konularında, insanlara genel bilgileri<br />
verecek ve akıllara takılan soruları cevaplandıracak.<br />
Çeşitli üniversitelerden kendi alanlarında<br />
uzman hocalar her programda belli<br />
bir konu başlığı üzerinde duracak ve katılımcıların<br />
sorduğu soruları cevaplandıracak.<br />
Ayrıca şehir şehir gezilerek tarihî camilerde<br />
El-Kulubu’d-Daria isimli dua kitabı okunacak.<br />
Bizim Yuvamız isimli program da farklı<br />
şehirlerden yayın yapacak.<br />
Alanında isim yapmış psikologlar, aile<br />
içi iletişim uzmanları konferanslar düzenleyecek.<br />
Kanal, bu konferansları ekranlara<br />
taşıyacak. Ayrıca Hayata Derkenar<br />
başlığı altında çeşitli konularda küçük<br />
hatırlatmalar yapan, öğütler veren<br />
animasyonlar yayınlanacak.
10 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
SURİYE’DE KAYBOLAN FİLİSTİNLİ GAZETECİ BASHAR KADUMİ’NİN EŞİ ARZU KADUMİ:<br />
‘Eşimi Suriye’ye çelik<br />
yeleksiz gönderdiler’<br />
HÜSEYİN AYDIN<br />
ayıp yakını olmanın çok ağır olduğunu<br />
söylüyor Arzu Kadumi.<br />
K<br />
O aylardır kendisinden haber alınamayan<br />
Filistinli gazeteci Bashar Fehmi<br />
Kadumi’nin eşi. İki çocuğu ile birlikte<br />
hayat arkadaşının yolunu gözlüyor.<br />
Sesini duyurabilmek için her hafta Suriye<br />
Konsolosluğu önünde eylem yapıyor.<br />
“Ne zamana kadar eylem yapmaya devam<br />
edeceksiniz” diye sorduğumuzda,<br />
“Eşimden haber alıncaya kadar” cevabını<br />
veriyor. Yüreğindeki acı o kadar taşmış<br />
ki, ne zaman eşinden söz açılsa gözyaşlarını<br />
tutamıyor. Eşinin savaş muhabirliği<br />
tecrübesinin bulunmadığını anlatan<br />
Arzu Kadumi, onun çelik yeleksiz olarak<br />
Suriye’ye gönderilmesine sitem ediyor.<br />
Cihan Medya Haber Dergisi'ne konuşan<br />
Arzu Kadumi, eşi ile üniversite<br />
yıllarında tanıştıklarını söyledi. İki çocukları<br />
olduğunu anlatan Kadumi, eşi<br />
ile birlikte geleceğe yönelik hayalleri<br />
olduğunu belirterek şöyle devam etti:<br />
"Eşimle ortak istediğimiz bir şey vardı.<br />
Gelecekte Kudüs’e yerleşmek istiyorduk.<br />
Kendisine şöyle bir süre biçmişti.<br />
Üç yıl en fazla çalışıp, ondan sonra<br />
Kudüs’e yerleşmeyi planlıyordu. ‘Orada<br />
artık hayatımızı devam ettiririz’ diye,<br />
ikimiz de bu fikri benimsemiştik.<br />
Her Filistinli için Kudüs vazgeçilmezdir.<br />
Ailesi orada, orada doğmuş ve büyümüş.<br />
Evleri Mescid-i Aksa’ya çok yakın.<br />
O Kudüs’ten hiçbir zaman vazgeçmedi.<br />
Burayı hep bir gurbet olarak gördü.<br />
Hep kafasında Kudüs’e dönme düşüncesi<br />
vardı. Ben bunu hep bildim. Evlenirken<br />
de bunu bilerek eşimle evlendim.<br />
Ben de Kudüs’ü çok seviyorum.<br />
Kudüs benim için dünyanın en güzel<br />
şehri. Biz Kudüs’e gidip orada 20 gün<br />
veya bir ay kalıyorduk."<br />
Eşinin uluslararası birçok medya<br />
kuruluşunda çalıştığını dile getiren Kadumi,<br />
onun çelik yeleksiz Suriye’ye<br />
gönderilmesine sitem etti. Eşinin savaş<br />
muhabirliği tecrübesinin de bulunmadığını<br />
aktaran Kadumi şunları söyledi:<br />
“Eşimin çelik yeleği yoktu. Çelik yeleği<br />
olsaydı belki karnından yaralanmayacaktı.<br />
Ben hayatta nasibe ve kadere<br />
inanırım. O ayrı. Onu ayrı bir yere koyuyorum<br />
ama tedbirli de olmak gerekir.<br />
Bu konuda bir tedbir yok. Ne savaş eğitimi<br />
almış bir muhabir var ne de üzerinde<br />
çelik yeleği var. Bunların vebali<br />
ağırdır. Sorgulanması gerekir. Sigortasız<br />
çalıştırıyorlardı.”<br />
Son görüşmelerinde eşinin kendilerinden<br />
dua istediğini aktaran Kadumi,<br />
“Bana son görüşmemizde şöyle dedi:<br />
‘Ben yarın Halep’e gidiyorum. Dua<br />
edin benim için.’ Oğlumla da konuştu.<br />
Biz dua ettiğimizi söyledik. Ama ben<br />
Halep’e gitmesinden hiç memnun olmadım.<br />
Bunu biliyordum ama onu duymak<br />
beni çok rahatsız etti. Halep’e girdikten<br />
sonra telefonunu kapatmıştı. Bir
MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
11<br />
daha da ulaşamadım.” dedi.<br />
Gazeteci milletinin de vefasız olduğunu<br />
düşünen Kadumi, “Ben eşimin<br />
kendi arkadaşlarından bile desteğe geleni<br />
görmedim. Üç-beş arkadaşı vardı,<br />
fazla da yoktu. Beni her gören onu övüyordu.<br />
Kendisinin ne kadar yardımsever<br />
olduğunu anlatıyorlar ama destek<br />
noktasında fazla yok diyebiliriz.” şeklinde<br />
konuştu.<br />
Son olarak çocuklarının psikolojik<br />
tedavi amaçlı yardım aldığını anlatan<br />
Kadumi, “Çocuklar babaları hakkında<br />
benim bildiğimi biliyorlar. Babası<br />
Suriye’de dönecek biliyorlar. Ben onları<br />
pedagoga götürüyorum. Özellikle onların<br />
ümidini kırmamamı söyledi psikiyatrist<br />
bana. Enes özellikle babasının<br />
döneceğini düşünüyor; ama bana şöyle<br />
diyor: ‘Babamın başına bir şey gelmişse<br />
bunu benden saklama, ben artık büyüdüm’<br />
Eşimin hayatta olup olmadığını<br />
ben de bilmiyorum. Bilmediğim gerçeği<br />
söyleyemem. Ben de sabrediyor ve bekliyorum.”<br />
ifadelerini kullandı.<br />
‘İSTANBUL’DAN TRENE BİNİP KUDÜS’E GİT-<br />
MEK İSTİYORUM’<br />
Bashar Kadumi, Cihan Haber Ajansı’nın<br />
İBB Kültür A.Ş. adına hazırladığı ‘Yabancı<br />
Gazetecilerin Gözüyle İstanbul’ konulu<br />
kitap projesinde İstanbul ve Kudüs’e<br />
olan sevgisini kaleme almıştı. İşte o yazı:<br />
“Sadece dört yıl kalacaktım bu şehirde.<br />
Okul bitinceye kadar... Bakıyorum da<br />
on beş yıl geride kalmış. Dile kolay tam<br />
on beş uzun yıl.<br />
Çocukluğumu geçirdiğim şehirden,<br />
Kudüs’ten nasıl kopamadıysam<br />
İstanbul’dan da öyle kopamadım.<br />
İstanbul-Kudüs arasında mekik dokudum<br />
uzun seneler. Biri doğduğum,<br />
öbürü doyduğum şehirdi. Gel zaman<br />
git zaman, İstanbul’dayken Kudüs’ü,<br />
Kudüs’teyken de İstanbul’u özler oldum.<br />
Ne yalan söyleyeyim pek çok insan<br />
gibi İstanbul’da yaşamaktan sonsuz<br />
bir haz aldım.<br />
Birbirlerine öyle çok benziyor ki Kudüs<br />
ve İstanbul. Aynı ananın iki evladı<br />
gibiler... Geçmişleri ne kadar kadimse,<br />
gelecekleri de bir o kadar parlak. Aralarındaki<br />
benzerlik; sokaklarına, taşlarına,<br />
insanlarına, atmosferlerine, hemen<br />
her ayrıntısına sirayet etmiş bu iki şehrin.<br />
Ama İstanbul… Yaşananların izlerini,<br />
attığınız her adımda başka hangi şehirde<br />
böyle güçlü hissedebilirsiniz ki Ve hangi<br />
şehre böyle sımsıkı bağlanabilirsiniz<br />
Doğu’nun gizemli şehri Kudüs ve<br />
yüzünü hem doğuya hem de Batı’ya<br />
dönmüş İstanbul. Sokakları, mimarisi,<br />
yaşayan halkı, ibadethaneleri hep birbirine<br />
benziyor. Ha eski Kudüs’ün güneş<br />
girmeyen daracık sokaklarında yürümüşsünüz,<br />
ha Kapalıçarşı’da, Mısır<br />
Çarşısı’nda. Manzara farklı bile olsa<br />
Çamlıca’dan İstanbul’u seyretmekle,<br />
Zeytin Dağı’ndan Kudüs’e bakmak aynı<br />
coşkuyu verir insana. Kudüs’te yasemin<br />
ağaçları arasında içilen bol şekerli<br />
ve naneli çayın kokusu, Çorlulu Ali Paşa<br />
Medresesi’nde elma kokulu nargilenin<br />
dumanına karışır. Eminönü’ndeki<br />
çıngıraklı şıracılar, Kudüs’te Harrup dağıtır.<br />
Piyerloti bir aşkı hatırlatır bize, İstanbul<br />
aşkını. Öyle kadirşinas bir sevgilidir<br />
ki İstanbul, kendisini sevenin ismini<br />
verir bir tepesine. Şehirlerinin manevî<br />
havasını teneffüs etmek isteyen inananlar,<br />
İstanbul’da Süleymaniye’ye koşarlar,<br />
Kudüs’te Mescid-i Aksa’ya. Sanki<br />
bir bayram havası ya da bir iftar vaktidir<br />
bu vakitler. Bu manevi iklim sarar insanı;<br />
gelen bir daha dönmek istemez.<br />
Tarih boyunca öyle çok sevilmiş,<br />
öyle el üstünde tutulmuştur ki bu iki<br />
şehir, onları istiladan korumak için<br />
surlar inşa edilmesi boşuna değildir.<br />
Takdiri İlahi, o büyük, heybetli surlar<br />
Kudüs’ü Selahaddin’den nasıl saklayamadıysa,<br />
İstanbul’u da Fatih Sultan<br />
Mehmet’ten saklayamamıştır. Ve<br />
Kudüs huzuru Selahaddin’le, İstanbul<br />
Fatih’le bulmuştur.<br />
Üç dinin kutsal saydığı Kudüs ve<br />
Peygamber’in hadisine, övgüsüne mazhar<br />
olan İstanbul… Bugün bu iki şehir<br />
güçlü duruşlarını, içinde barındırdıkları<br />
manevî hazinelere borçlular belki de.<br />
Doğu’nun ağırbaşlı, hüzünlü, çileli<br />
çocuğu Kudüs bugün hüzünlü duruşuna<br />
rağmen vakarından bir şey kaybetmemiştir.<br />
Öte yandan İstanbul’u<br />
Kudüs’ten farklılaştıran yönü modern,<br />
Batıya dönük yüzüdür. Dünyanın en büyük<br />
metropollerinden biri olan İstanbul,<br />
tezatları kendi bünyesinde çatıştırmadan<br />
birleştirmeyi iyi bilmiş; eskiyle yeniyi,<br />
Doğu’yla Batı’yı harmanlamış, üstüne<br />
üstlük geçmişin görkemli mirasını günümüze<br />
taşımayı da başarmıştır.<br />
Henüz orayı görmeyenlerden yolu<br />
bir gün Kudüs’e düşenler, iki şehir arasındaki<br />
inanılmaz bağı hissetmekte zorlanmayacaktır.<br />
Hayır, sizin için yabancı<br />
bir memleket değildir orası. İnsan kendi<br />
kardeşinin evinde misafir olabilir mi hiç<br />
Kudüs’le İstanbul kardeş değil mi Konuşulan<br />
lisan farklı olsa bile gönlümüzün<br />
dili ortak değil mi<br />
Hâlâ şiirler onlara; şarkılar, marşlar<br />
onlara ve resimlerde hâlâ onlar var. Ve<br />
dünya döndükçe İstanbul ve Kudüs hep<br />
arzulanacaklar.<br />
Bu istek değil mi ki Hicaz<br />
Demiryolu’nu İstanbul’dan başlatan,<br />
Kudüs’e bağlayan, oradan da kutsal topraklara<br />
ulaştıran… Yorgun, mahzun beldelere<br />
İstanbul’dan, ab-ı hayat ulaştırmayı<br />
amaçlayan. Geçmişte kalan bu yolculuğun<br />
özlemi, İstanbul özlemi hâlâ devam<br />
etmekte gönüllerde...<br />
Geçmiş, an, gelecek… İstanbul hep<br />
İstanbul… Her zaman güçlü, dimdik ve<br />
örnek…<br />
Kudüs; kadim, vakur, çileli, ismi anıldığında<br />
gözler yaşartan…<br />
Bir gün İstanbul’dan trene binip,<br />
Kudüs’e gitmek istiyorum. Aradaki mesafelere<br />
inat, hayat suyunu götürmek istiyorum.<br />
Haydarpaşa’dan kalkan tren, gün<br />
olur belki yine Kudüs’e gider…”
12 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
Osman Akkuşak’a<br />
yazılarını kalemle<br />
yazıyor olmasından<br />
mülhem olsa<br />
gerek “kalem<br />
efendisi” deniyor.<br />
Kendisi de bunu<br />
teyit ederek arkadaşlarının<br />
yazılarını<br />
kalemle yazıyor<br />
olmasından<br />
dolayı kendisine<br />
“kalem efendisi”<br />
dediklerini ifade<br />
ediyor.<br />
ALTMIŞ YILLIK ‘KALEM<br />
EFENDİSİ’ OSMAN AKKUŞAK:<br />
“Sağcı ve solcu<br />
aydınların<br />
birbirini<br />
dışlamaları<br />
hataydı”<br />
HAKAN İNCE- SALİH KUL<br />
sman Akkuşak, altmış yıl önce kalemle başlayan<br />
O<br />
yazı hayatını hâlâ kalemle devam ettiriyor. Burada<br />
“kalem” vurgusu yapışım boşuna değil, neredeyse<br />
tüm yazarların yazılarını dijital ortamda yazdığı<br />
günümüzde eski alışkanlığını devam ettirerek kalem kullanmaya<br />
devam eden bir isim Akkuşak...<br />
Kütahya’nın Emet ilçesinde 20 Ağustos 1931 tarihinde<br />
dünyaya gelen Akkuşak’ın yazı hayatı 1952 yılında yani<br />
henüz 21 yaşındayken başlar. İstanbul Ekspres, Son Telgraf,<br />
Adalet, Zafer, Dünya, Tecüman, Son Havadis, Zaman, Güneş,<br />
Ortadoğu, Türkiye gazetelerinde yazılar yazan Akkuşak yazı hayatını<br />
Yeni Şafak’ta devam ettiriyor.<br />
“Yazılarımı hâlâ kalemle yazıyorum.” diyen Akkuşak, müs-
FOTOĞRAF: TURGUT ENGİN<br />
vedde olarak yazdığı yazıların gazeteye<br />
giriş hikâyesini şöyle anlatıyor: “Evde<br />
yazılarımı müsvedde kâğıtlara yazıyorum.<br />
Alışmışım, bir saat içinde en geç<br />
yazım biter. Gazeteye telefon ediyorum,<br />
bir araba gönderiyorlar. Atlar giderim.<br />
Vakit müsaitse aşağı iner, bir yemek<br />
yerim. Değilse saat 16.00’ya kadar<br />
zaten yazının yetişmesi gerekir. Orada<br />
çocuklar vardır, birine yazdırırım. Sonra<br />
çıkış alırlar, düzeltilecek bir yer var mı<br />
yok mu diye kontrol ederim, ilave edilecek<br />
bir yer varsa ilave ederim. Yazmak...<br />
Gönlünüzle ruhunuzla yazıyorsunuz.<br />
Beyninizle yazıyorsunuz. Sizi tedirgin<br />
eden bir şey, bir eksiklik varsa rahat<br />
edemezsiniz. Ben bir kelimeyi değiştirmek<br />
için kaç kere telefon etmişimdir...<br />
Böyle bir alışkanlık var.”<br />
Akkuşak’a yazılarını kalemle yazıyor<br />
olmasından mülhem olsa gerek “kalem<br />
efendisi” deniyor. Kendisi de bunu teyit<br />
ederek arkadaşlarının, yazılarını kalemle<br />
yazıyor olmasından dolayı kendisine “kalem<br />
efendisi” dediklerini söylüyor.<br />
Akkuşak’ın yazılarında en çok dikkat<br />
çeken şey büyük harf kullanmaması.<br />
Bunun nedenini sorduğumuz Akkuşak<br />
“Ben büyük harfin bir fonksiyonu,<br />
bir vazifesi, bir misyonu olduğuna kani<br />
değilim. Noktadan sonra diğer cümleye<br />
başlarken büyük harf yapalım diyorsunuz.<br />
Ben bunu iki nokta yapıyorum. Büyük<br />
harften vazgeçtim, büyük harf kazma<br />
dişi gibi... Özel isimlerin hepsinin ilk<br />
harfi büyük, bunların ne gereği var Ya<br />
siyah yap ya tırnak içine al, yahut hiç dokunma.<br />
Anlaşılmıyor mu zaten Zaten<br />
cümlenin gelişinden, isimlerin kendisinden<br />
anlaşılmıyor mu Büyük harf yaparken<br />
ikide bir duraklıyorsun, dikkatin<br />
dağılıyor, zaman kaybediyorsun yazar-
14 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
ken. İşin ahengini bozuyor. Eski Türkçede<br />
büyük- küçük harf mi vardı”<br />
SAĞCI VE SOLCU AYDINLAR BİRBİRİNİ ANLA-<br />
MAZLIKTAN GELDİ<br />
Söz konusu Cumhuriyet’in seksen yıllık<br />
döneminin altmış yılını kapsayan bir yazı<br />
hayatı olunca ünlü yazarlarla tanışıklığın<br />
olmaması da mümkün değil. Akkuşak’ın<br />
bu minvalde birçok isimle hatıraları bulunuyor.<br />
Bunların en başında ise Necip Fazıl<br />
Kısakürek geliyor. Daha sonra bu isimler<br />
arasında Osman Yüksel Serdengeçti, Peyami<br />
Safa, Abdi İpekçi, Halid Rıfkı Atay,<br />
Mehmet Kaplan, Ahmet Kabaklı, Nihat<br />
Sami Banarlı, Mümtaz Faik Fenik, Cihat<br />
Baban, Refi Cevat Dolunay, İsmail Hami<br />
Danişmend, Raif Ogan, Fahreddin Kerim<br />
Gökay ve daha birçok yazar bulunuyor.<br />
Akkuşak, İsmail Hami Danişmend’in<br />
Şişli’deki evinde her hafta cumartesi günleri<br />
sohbet olduğunu belirterek “Danişmend,<br />
8-9 dil bilen bir adamdır. Sümerce,<br />
Uygurca vesaire. Onun Şişli’deki evinde<br />
her hafta cumartesi günü düzenlenen sohbete<br />
Hamdullah Suphi, Seyfi Orhon gelir,<br />
Raif Ogan, Fahreddin Kerim Gökay gelirdi…<br />
Daha kimler gelmezdi ki... İsmail Hami<br />
Danişmend’in evinde çok yazar, şair,<br />
edebiyatçı ve devlet adamı ile tanıştık. 60’lı<br />
yıllarda her hafta giderdim. Bana ‘Molla’<br />
derdi. Ben ortaya sualler atardım, müzakereleri<br />
kızıştırırdım. Arif Dündar diye edebiyata<br />
hâkim, eski valilerden birisi vardı. Bana<br />
bir gün ‘Osman Bey çok zeki bir insansınız.<br />
Ortaya attığınız suallerle bu büyük<br />
edebiyatçıları meşgul ediyorsunuz.’ dedi”<br />
Akkuşak, Kemal Tahir ve kitabı<br />
“Devlet Ana” ile ilgili ilginç bir bilgiyi<br />
şöyle aktarıyor: “Çağdaş Türk Yazarları<br />
Komisyonu üyesiyim. Komisyonda<br />
Mehmet Kaplan, Nihat<br />
Sami Banarlı, Tarık Buğra,<br />
Ahmet Kabaklı, Ahmet Mühip<br />
Dıranas, Kenan Akyüz, Muharrem<br />
Ergin, Faruk Kadri Timurtaş<br />
var. Mehmet Kaplan,<br />
Kemal Tahir’in ‘Devlet<br />
Ana’ romanını basmayı<br />
teklif etti. Komisyon Başkanı<br />
Nihat Sami Banarlı,<br />
‘Hayır, ben solculuğu<br />
Türk gençliğine tavsiye<br />
etmiş bir adamın kitabını<br />
tavsiye edemem.’ dedi.<br />
Buz gibi bir hava… Ve<br />
karar alınamadı. Basılamadı.”<br />
Akkuşak, tam da bu noktada bir tespitte<br />
bulunarak “Lüzumsuz ideolojilerden,<br />
saplantılardan dolayı Türkiye’nin sağ<br />
ve sol aydınları birbirine cephe aldı.” diyor<br />
ve ekliyor: “Mesela Nazım Hikmet gerçek,<br />
mükemmel bir Türk şairidir. Benim onunla<br />
ilgili eserim duruyor hâlâ, bastıracağım.<br />
Nazım Hikmet, iktisadiyat hakkında, liberal<br />
ekonomi yahut devlet ekonomisi hakkında<br />
derin malumatı olan bir adam değil<br />
ama şiiri çok güzeldir. Rusya’ya gittiği vakit<br />
gerçekleri anlıyor ama iş işten geçmiş.<br />
O hakiki bir Türk’tür, hakiki bir vatanperverdir.<br />
Hakiki bir Osmanlıdır. O, dilin güzelliğini<br />
kullanıyor. ‘Gülüm’ diyor. ‘Gülüm’<br />
lafını kim söyler Türkçeyi en güzel<br />
şekilde ifade eden söyler. Türkçeyi bilen ve<br />
kullanan adamdır Nazım Hikmet.” Kendi<br />
kuşağının en büyük eksiğinin birbirini<br />
anlamamazlıktan gelmek olduğunu kaydeden<br />
Akkuşak şu tespiti yapıyor: “Solcusunda<br />
da güzel adamlar var, sağcısında<br />
da. Ama birbirlerini anlamazlıktan geldiler.<br />
Sağcı ve solcu aydınların birbirlerini<br />
dışlamaları hataydı.”<br />
NECİP FAZIL’IN SAATİ<br />
Akkuşak’ın altmış yıllık yazı hayatında<br />
Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in ayrı bir<br />
yeri var. Bir dönem Necip Fazıl’ın yanında<br />
çalışan Akkuşak, Üstad’ı “Üstad, büyük<br />
elem, ızdırap çeken bir adamdır, hafakanlarla<br />
dolu bir adamdır.” diye anlatıyor.<br />
Necip Fazıl’ın hatıralarını anlattığı “Yılanlı<br />
Kuyudan” kitabında kendisinden<br />
bahsettiğini ifade eden Akkuşak şunları<br />
söylüyor: “Ben Üstad’ın günlük gazete<br />
çıkardığı vakit edebiyat sayfası yaptım.<br />
Büyük Doğu’da edebiyat sayfası çalıştım.<br />
Benim bir Serkisof köstekli saatim vardı.<br />
Üstad’la beraberken bana saatin kaç olduğunu<br />
sordu. Saati çıkarınca ‘Aa, Osman,<br />
Serkisof mu Bakayım ona’ dedi, çıkardım<br />
verdim. Çok güzel olduğunu söyleyince<br />
‘Üstad’ım, beğendinizse size armağanım<br />
olsun’ dedim. Önce kabul etmek istemedi<br />
ama ben ‘Benim için size bir armağan sunmak<br />
şereftir Üstad’ım’ deyince kabul etti.<br />
Üstad hapse girince saat yere düşmüş,<br />
hapishane hatıralarında o saatten bahsediyor.<br />
‘Yakınlarımdan Osman Akkuşak’ın<br />
armağan ettiği saat’ diyor.”<br />
Konu Necip Fazıl olunca söz bir şekilde<br />
siyasete geliyor. Necip Fazıl’ın Adnan<br />
Menderes ile ilişkilerini sorduğumuz Akkuşak<br />
şunları anlatıyor: “Menderes’in yanına<br />
ben fazla girmedim. Bir iki sefer tokalaştık,<br />
bir iki konuşmasını dinledim o kadar. Şahsi<br />
münasebetim olmadı. Üstad, Menderes’le<br />
olan görüşmelerini ‘Girdim odasına ciddi<br />
konuları konuştuk. Halk Partisi’ni, İsmet<br />
Paşa’yı, önemli siyasî konuları konuştuk.<br />
İkimiz de öfkeliyiz, kızgınız.’ diye anlatıyor.<br />
Bana kalırsa Üstad, Menderes’i tahrik etti.<br />
İnönü aleyhine, Halk Partisi aleyhine tahrik<br />
etti... Üstad olmasaydı belki daha yumuşak<br />
münasebetler kurulacaktı. Üstad’ın rekabet<br />
duygusu, siyaset duygusu, şahsî emellerini<br />
tahrik ediyordu, teşvik ediyordu. Bana<br />
öyle geliyor ki Üstad, Menderes’i çok<br />
fazla tahrik etti.”<br />
Menderes’in, kabinedeki müşteki<br />
olduğu isimlerden Necip Fazıl’a bahsettiğini<br />
kaydeden Akkuşak, “Menderes,<br />
Üstad’a ‘Altımda var bir ağır yük,<br />
üstümde var bir ağır yük, iki şey arasında<br />
kaldım.’ demiş. Menderes’in üsttekinden<br />
bahsettiği Cumhurbaşkanı Celal<br />
Bayar, alttaki ise Başbakanlık Müsteşarı<br />
Ahmet Salih Korur. Korur masondu, mason<br />
olduğu biliniyordu. Bunu bilen bilirdi<br />
zaten. Pek dile getirilmezdi. Üstad bilirdi<br />
ve dile getirirdi. Cesur adamdı, masonlardan<br />
korkmazdı.” diyor.
16 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
Vehbi Koç için yazdığı<br />
kitap müzelik oldu<br />
Osman Akkuşak, bir gün otobüste Tercüman<br />
Gazetesi’nden tanıdığı Can Kaya<br />
ile karşılaşır. Kaya, emekli olduğunu<br />
şimdi ise Vehbi Koç’un basın müşavirliğini<br />
yaptığını söyleyince Akkuşak,<br />
Vehbi Koç’un “Hayatımın Hikayesi”<br />
isimli kitabını okuduğunu belirterek<br />
Koç’un tavsiyelerinin ve konuşmalarının<br />
bir broşür haline getirilirse<br />
gençliğe çok faydası dokunacağını ifade<br />
eder. Kaya, kendilerinin buna benzer<br />
bir çalışma yapmak istediklerini belirterek<br />
Vehbi Koç’un konuşmalarını,<br />
konferanslarını ve ayda bir çıkan “Sesimiz”<br />
isimli gazetede yazdığı yazıları bir<br />
kitap haline getirmesini Akkuşak’tan<br />
ister. Bunun üzerine Akkuşak çalışmaya<br />
başlayarak Vehbi Koç’un konuşma,<br />
konferans ve yazılarını derler. Akkuşak,<br />
350 sayfa tutan çalışma bitince Halkla<br />
İlişkiler Müdürü Tuğrul Kudatgu Bilig,<br />
Can Kaya, Koordinatör Erdoğan Karakoyunlu<br />
ile bir araya gelir. Akkuşak’ın<br />
çalışma için talep ettiği 2 milyon 500 bin<br />
lira çok bulunur. İşin başında bir anlaşma<br />
yapmamakla hata ettiğini anlayan<br />
Akkuşak kendisine teklif edilen 945 bin<br />
lirayı kabul eder.<br />
Akkuşak, yaklaşık 15-20 gün sonra<br />
Can Kaya’nın teklifi üzerine Vehbi<br />
Koç’a bir bayram tebriği yazar. Akkuşak<br />
“Benim münasebetsizliğim.” diye<br />
niteliği bir de not yazar tebriğin altına<br />
ve şöyle der: “Kitaplarınız, konuşmalarınız<br />
hakkında hazırladığım eserin değerini<br />
komisyon en alt seviyeden tespit<br />
etti. Haksızlık olduğu kanaatindeyim,<br />
bilginiz olsun diye haber veriyorum.”<br />
Akkuşak’ın bunu yazmasındaki sebep<br />
Vehbi Koç’un yapılan haksızlığı düzelteceğine<br />
olan inancıdır. Akkuşak’ın bu<br />
olayı “Benim münasebetsizliğim” diye<br />
nitelemesi ise bitmiş, anlaşması yapılmış<br />
bir işin tekrar hatırlatılmasından dolayı...<br />
Ancak, Vehbi Koç’un hazırlanan<br />
eserden dolayı bir ücret ödendiğinden<br />
haberi yoktur. Olay Koç’a “Bir yazar sizin<br />
konuşma ve konferanslarınızı derlemiş”<br />
diye intikal ettirilmiş. Vehbi Koç,<br />
Tuğrul Kudatgu Bilig’e “Siz bir de para<br />
mı ödediniz buna” diye tepki göstererek<br />
Akkuşak’a ödenen 945 lirayı Tuğrul<br />
Kudatgu Bilig’in maaşından kestirir.<br />
Durumu Can Kaya’dan öğrenen Akkuşak,<br />
Vehbi Koç’la görüşmek ister ancak<br />
muvaffak olamaz.<br />
Akkuşak, hazırladığı kitabın akıbetini<br />
sorduğu Can Kaya’dan çalışmanın<br />
basılmayacağı, müzeye konulacağı<br />
bilgisini alır.<br />
MİT’e çalışan<br />
gazeteciler<br />
Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) ve<br />
gazetecilerin ilişkileri, her dönemin<br />
merak edilen ve konuşulan<br />
konularından. Akkuşak’a kendi<br />
döneminde de ismi MİT ile anılan<br />
gazeteciler olup olmadığını sorduğumuzda<br />
şu cevabı veriyor: “Abdi<br />
İpekçi boş birisi değildi. Ya menfi<br />
manada ya da müspet manada<br />
devletin adamı idi ama tam bilemiyorum.<br />
Ama Mithat Perin’i<br />
biliyorum. Onun Menderes’in ve<br />
MİT’in adamı olduğunu herkes<br />
bilirdi. Kazım Akkaya vardı, o da<br />
MİT’in adamı idi. Servet Develioğlu<br />
MİT’in adamı idi. 12 Eylül olduktan<br />
sonra İstanbul Maarif (Milli<br />
Eğitim) Müdürü yaptılar onu.”<br />
Akkuşak, burada bir parantez<br />
açarak kendisinin Milliyet<br />
Gazetesi’nde çalışmasına vesile<br />
olan Abdi İpekçi ile ilgili bir konuyu<br />
paylaşıyor: “Gazetede çalışan<br />
Kemal Biselman diye birisi vardı.<br />
Milliyet’te Çetin Altan gibi köşe<br />
yazısı yazıyordu. Karakedi diye<br />
bir mizah dergisi çıkarmışlardı<br />
50’li yıllarda. Biselman’ı oradan<br />
tanıyorum. Bir kolu hafif çolaktır.<br />
Milliyet Gazetesi’nde Abdi İpekçi<br />
ile münakaşa etmişler. Biselman,<br />
İpekçi’ye ‘sen dönmesin’ demiş.<br />
İpekçi’nin ‘Derhal onu oradan kovun”<br />
diye emir vermesi üzerine Biselman<br />
gazeteden kovuldu.”<br />
Peyami Safa’yı Milliyet’ten çıkaran<br />
kişinin de Abdi İpekçi olduğunu<br />
söyleyen Akkuşak “Abdi bir<br />
sağ vurur, bir sol vurur, o böyledir.”<br />
diyor.
18 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
Baba Hayri: Gol atmasaydım<br />
evlenemeyecektim<br />
Yakın tarihimizde futbolseverlerin<br />
‘baba’ diye bağrına bastığı isimler yok<br />
gibidir. En son bu lakabı alan Hayri<br />
Ülgen’dir. Ülgen’in futbolculuğa başlaması,<br />
futbolculuğunun zirveye çıkması,<br />
sonraki yaşamı aynen klasik bir Türk<br />
filmi gibi gözüküyor.<br />
AHMET TEKİN<br />
ayri Baba veya Baba Hayri. Türk futbol tarihinde bugüne<br />
kadar birçok futbolcu, yeşil sahalarda boy gös-<br />
H<br />
terip adını tarihe yazdırıp köşelerine çekildi. Ancak<br />
bunlardan bazıları ise taraftarların gözünde o kadar değerli<br />
hale geldi ki onlara ‘baba’ lakabı verildi. Beşiktaş’ta<br />
büyük başarılar yakalayan Hakkı Yeten’e verilen ‘baba’<br />
lakabının ardından yakın tarihimize baktığımızda<br />
futbolseverlerin ‘baba’ diye bağrına bastığı isimler<br />
yok gibidir. En son bu lakabı alan Hayri Ülgen’dir.<br />
Anadolu’nun ücra köşelerinden birisi Şanlıurfa’da<br />
1956 yılında doğan Hayri Ülgen’nin, futbolculuğa<br />
başlaması, futbolculuğunun zirveye çıkması, sonraki<br />
yaşamı aynen klasik bir Türk filmi gibi gözüküyor. Aktif<br />
futbol hayatı ve teknik direktörlüğünün ardından şu anda<br />
Takvim Gazetesi’nin spor yazarlığının yanı sıra başta<br />
TRT olmak üzere birçok TV kuruluşunda yorumculuk yapan<br />
Hayri Ülgen, yaşadıklarını Baba Hayri adlı kitapta toplayarak<br />
okuyucuların beğenisine sundu.<br />
TOZLU SAHALARDAN GOL KRALLIĞINA GİDEN YOL<br />
Her Türk genci gibi futbolcu olmak isteyen Hayri Ülgen, mahalle<br />
aralarında tozlu topraklar arasında top koşturmaya başlar.<br />
Ancak aynı Türk filmlerinde olduğu gibi aileler o zamanın<br />
deyimi ile ‘Ne işin var topçulukta, oku adam ol veya bir<br />
meslek sahibi ol’ baskılarına başlar. Tabii ki yine günümüzde<br />
olduğu gibi küçük Hayri, babasından gizli gizli sokak aralarında<br />
futbol oynar. Oldukça yetenekli bu genç, tabiî ki birileri<br />
tarafından keşfedilir. Bu genç artık sokak aralarında tozlu<br />
sahalarda meşin yuvarlağın peşinden koşmaktadır. 10 yaşına<br />
gelen küçük Hayri, aşçı babasının karşısına dikilerek “Ben<br />
futbolcu olmak istiyorum.” der fakat babası kesinlikle buna<br />
izin vermeyeceğini söyler. Ancak o zamanlar küçük, çocuk<br />
olan Hayri Ülgen, futbolcu olmayı kafasına koymuştur. Çünkü<br />
onun için futbol topu bir yaşam biçimidir.<br />
O günleri gözleri dolarak anlatan Hayri Ülgen, kulüplerin<br />
kendisini maçlara götürdüğünü ve birçoğunu da babasından<br />
gizli yaptığını anlatıyor. Hatta bir gün Urfaspor’un deplasmanda<br />
Akçakalespor ile oynadığı deplasman maçına izinsiz<br />
giden Hayri Ülgen, babasının okula gitmediğini öğrenmesi<br />
üzerine de bir güzel dayak yediğini anlatıyor. Bu dayak<br />
olayından sonra da futboldan kopamayacağını anlayan<br />
küçük Hayri, Urfa’dan kaçarak futbolcu olmanın planları<br />
içine girer. Babasının karşı çıkmasına rağmen ağabeylerinin<br />
desteği ile Hayri Ülgen, mahalle takımı Kahramanspor’a<br />
seçilir, oradan da Şanlıurfaspor alt yapısına geçer. Hayri Ülgen,<br />
o günlere ait bir anısında da şunları anlatır: “Küçüklü-
MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
19<br />
ğümüzde lunaparklarda penaltı atışları olurdu.<br />
‘3 penaltı 10 kuruş, üçünü de atana 25<br />
kuruş’ verilirdi. Ben de her sıram geldiğinde<br />
penaltıları gole çevirir paraları alırdım. Bunu<br />
fark eden adamlar, ‘Paranı içerde vereceğiz’<br />
deyip beni bir odaya aldılar. ‘Nedir senden<br />
çektiğimiz’ diyerek beni bir güzel dövdüler.<br />
‘Sakın bir daha penaltı atmak için buraya<br />
gelme’ dediler. Küçücük çocukken yaşadığım<br />
bu anımı hâlâ unutamam.<br />
Hedefleri her zaman büyük olan Hayri<br />
Ülgen, bir şekilde büyük takımlarda oynamak<br />
istemektedir. Şanlıurfa’da kalsa bunu<br />
yapamaz. 13 yaşında İstanbul’da okuyan<br />
abisinin desteği ile İstanbul’un yolunu tutan<br />
Hayri Ülgen, ‘manevî babam’ dediği Mehmet<br />
Emin Bozanoğlu’nun yanında abisi ile<br />
birlikte komilik yaparken boş zamanlarda da<br />
yine mahalle aralarında futbol topunun peşinden<br />
kopmaz. Abisi ile bir göz odada yaşayan<br />
Hayri Ülgen, Davutpaşa Lisesi’nde okuluna<br />
devam eder. Bir taraftan çalışma hayatı,<br />
bir taraftan okul, bir taraftan futbol oynama<br />
isteği ve azmi... Bu zorlukların hiçbirisi<br />
onu yıldırmamıştır. Lokantanın müdavimleri<br />
olan İstanbulspor’un kalecisi Mete Bozkurt,<br />
onun futbolculuk hayalini bildiği için<br />
onu yapılacak seçmelere davet eder. Hatta<br />
seçmelere giderken hayatın ne kadar zor olduğunu<br />
görecektir. Çünkü cebinde yol parası<br />
olmayan Hayri Ülgen, Eyüp Stadı’nda yapılan<br />
seçmelerden sonra Çapa’ya yürüyerek<br />
geri dönmek zorunda bile kalmış. Seçildiğini<br />
öğrenen Hayri Ülgen için artık profesyonel<br />
futbol hayatı başlamak üzeredir. Gösterdiği<br />
başarılı performans sonuncunda İstanbul<br />
Amatör Karması’na çağrılan Baba Hayri,<br />
daha sonrasında Fenerbahçe’nin pilot takımı<br />
Çapa’ya transfer olur ve buradan A Milli<br />
Takım’a çağrılarak ‘Amatör takımdan A Milli<br />
Takım’a çağrılan ilk futbolcu’ unvanını, da<br />
alır. Hayri Ülgen, 1978 Dünya Kupası elemeleri<br />
için açıklanan 44 kişilik aday kadroda<br />
kendine yer bulur.<br />
İLK TRANSFER PARAMLA DÜKKÂN AÇTIM<br />
Çapa’ya transfer olduğu zaman kendisine<br />
verilen yüksek miktardaki parayı görünce<br />
neye uğradığını şaşıran Ülgen, ağabeyleri ile<br />
birlikte en azından bir yatırım olması adına<br />
bir dükkân bile açar. Hayri Ülgen ve ağabeyleri<br />
uzun bir süre bu dükkânı işletir.<br />
FENERBAHÇE’DEKİ GÜNLERİ<br />
Amatör takımdan A Milli Takım’a yükselmesi<br />
ve oynadığı takımlarda attığı goller<br />
dikkatleri üzerinde toplayan Hayri Ülgen,<br />
birçok kişinin kendisini dikkatle takip<br />
ettiğini bilmektedir. Özellikle Fenerbahçeli<br />
yöneticiler kendisini devamlı izlemektedir.<br />
Şanlıurfalı genç için artık Fenerbahçe<br />
dönemi başlamak üzeredir fakat<br />
bu durum fazla uzun sürmez. 21 yaşında<br />
Fenerbahçe’ye transfer olan genç futbolcu,<br />
aynı günümüzde olduğu gibi tecrübe<br />
kazansın diye Tekirdağspor’a kiralık verilir.<br />
Tekirdağspor forması ile başarılı bir sezon<br />
geçiren Hayri Ülgen, sezon başında tekrar<br />
Fenerbahçe’ye döner. Bu defada vatanî görev<br />
için yine Fenerbahçe’den ayrılmak zorunda<br />
kalır. Samsun’da askerlik yapan Ülgen,<br />
Samsunspor forması giymektedir. Fenerbahçe<br />
ile İstanbul’da oynanan maçta<br />
Samsunspor, Hayri Ülgen’in bir golü ve<br />
asisti ile Fenerbahçe’yi 2-1 yenmeyi başarır.<br />
Bir sonraki günün bütün gazetelerin manşetlerini<br />
Hayri Ülgen haberleri süslemektedir.<br />
Gazete manşetleri “Sarı-lacivertli defansa<br />
dalan Hayri, tek başına Fenerbahçe’yi<br />
parçaladı.” ile çıkmıştı. Bu olaydan sonra<br />
büyük kulüplerin Anadolu’ya kiralık olarak<br />
gönderdikleri futbolculara “Bize karşı oynanan<br />
maçlarda forma giyemez” maddeleri<br />
koydurmaya başladığını ifade ediyor.<br />
SARIYER, ONU ‘BABA HAYRİ’ YAPTI<br />
Fenerbahçe macerası istediği gibi gitmeyen<br />
Hayri Ülgen, Samsunspor’dan döndükten<br />
sonra bu defa Sarıyer’in yolunu tutar. O zamanın<br />
parası ile 2,5 milyon lira gibi yüksek<br />
bir para ile transfer gerçekleştirmiştir. Sarıyer<br />
forması altında o kadar başarılı sezonlar<br />
ve maçlar oynar ki herkesin sevgilisi konumuna<br />
gelmiştir. Taraftarlar, onu o kadar çok<br />
sevmektedir ki hâlâ Sarıyer’e gittiği zaman<br />
birçok kişi tarafından sevgiyle karşılanır. Taraftarların<br />
ona ‘Baba’ lakabını takmasını ise<br />
o günün heyecanı içinde Hayri Ülgen, şöyle<br />
anlatıyor:<br />
“Sarıyer için canımı dişime takarak oynuyorum,<br />
hatta bazı maçlarda sakat sakat<br />
forma giyiyorum. Taraftar benim sakat olduğumu<br />
biliyor ama takımım için özverimi<br />
de biliyor. Lüleburgazspor ile oynadığımız<br />
maçta sakat olduğum için antrenmanlara<br />
bile çıkmamıştım. Hoca beni ilk onbirde<br />
oynatmak istiyor. Bense sakat olduğum<br />
için oynayamayacağımı söyleyince mecburen<br />
yedekler arasında oturdum. Takım geriye<br />
düşünce tribünler Baba Hayri, Baba Hayri<br />
diye tezahürata başladı. Genel kaptan devre<br />
arasında soyunma odasında ‘Hayri ayağın<br />
kopsa da oynamalısın, başka çaremiz yok’<br />
dedi. Mecburen ikinci yarı sakat sakat sahaya<br />
çıktım. Ben ise ancak oyunda 20 dakika<br />
kalabilmiştim. 45. dakikada oyuna giren ben<br />
65. dakikada sahayı sedye ile terk etmek zorunda<br />
kalmıştım. Ancak ben bu sürede üç<br />
tane gol atmıştım. Sakatlanınca oyundan çıkarken<br />
bütün tribünlerde yine ‘Baba Hayri’<br />
tezahüratları vardı. Ben taraftarlarımızın bu<br />
bağırmalarını asla unutamam. Türk futbol<br />
tarihine baktığımız zaman 'Baba' lakabını<br />
alan futbolcu sayısı bir elin parmaklarını geçmez.<br />
O yüzden Sarıyer benim için hayatımın<br />
en güzel günlerinin geçtiği yerdir. 80 sonrası<br />
doğan çocukların isminin çoğu Hayri'dir.<br />
Halkla aramızdaki muhabbet bugün de devam<br />
ediyorsa, demek ki iyi işler yapmışız zamanında."<br />
GOL ATAMAZSAM EVLENEMEYECEKTİM<br />
Bir insanın en önemli günlerinden birisi de<br />
kuşkusuz düğününün olduğu günlerdir.<br />
Hayri Ülgen de, eşi Ayla Hanım ile düğün<br />
tarihini 30 Aralık 1980 olarak almışlar. Ancak<br />
Sarıyerspor’un 29 Aralık’ta Beykozspor<br />
ile çok önemli bir maçı vardır. Yöneticiler bu<br />
maçın mutlaka kazanılmasını istediği için takımı<br />
kampa almışlar ve Hayri Ülgen eve kaçar<br />
falan diye de ondan da evin anahtarlarını<br />
almışlar. Hayri Ülgen’e de “Bu maçı kazan,<br />
gerisini düşünme Baba Hayri” demişler.<br />
Hayri Ülgen devamını şöyle anlatıyor: ‘Arkadaşlara<br />
‘Benim için oynayıp maçı kazanalım,<br />
yoksa evlenemeyeceğim.” diyorum onlar da<br />
bana ‘Bize ne sen evleneceksin, 11 kişilik koş<br />
oyna, golleri at maçı kazan” esprisi yapıyorlar.<br />
Eksik kalmamıza rağmen benim attığım<br />
3 golle maçı kazanmıştık ve ben de ertesi günü<br />
rahat bir şekilde evlenebilmiştim.”<br />
RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN ÇENESİNİ KIRMASI<br />
Hayri Baba’nın en ilginç anılarından birisi de<br />
kuşkusuz Başbakan Recep Tayyip Erdoğan<br />
ile birlikte futbol oynaması ve bir pozisyonda<br />
Recep Tayyip Erdoğan’ın çenesini kırmasıdır.<br />
Mesela “Tayyip Erdoğan'ın çenesi kırıldı.”<br />
diye bir haber geçse, değil Türk med-
20 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
yası, dünya ajansları son dakika gelişmesi<br />
olarak duyurur bu olayı. Bundan 39 yıl önce<br />
bir maçta karşı karşıya gelir iki dost. Ülgen,<br />
Çapaspor'un forveti, Başbakan Erdoğan<br />
İETT'nin stoperidir. Hikayenin gerisini Baba<br />
Hayri'den dinleyelim: "Yıl 1974, soğuk bir<br />
kış günü. Eyüp Stadı tam bir çamur deryası.<br />
Ben Çapa'nın kaptanıyım, Tayyip Erdoğan<br />
da İETT'nin. Kazanırsak İstanbul şampiyonluğu<br />
için finale çıkacağız. Bizim mutlaka kazanmamız<br />
lazım. Çabalıyoruz ama gol atamıyoruz.<br />
Maçın bitmesine 20 dakika kalmış.<br />
İkili mücadelede sinirliyken geçirdim dirseği.<br />
Yere düştü. Acı içinde kıvranıyor. ‘Çenesi<br />
kırılmış' dediler. Ben golü attım ama maç<br />
1-1 bitti. Sonuç Anadoluhisarı şampiyon oldu.<br />
Olan Tayyip'in çenesine oldu."<br />
Hayri Ülgen, Başbakan Recep Tayyip<br />
Erdoğan’ın futbolcu kimliği hakkında şunları<br />
dile getiriyor: “Tayyip Bey, futbol takımında<br />
tüm maçlarını son derece ciddi bir yüz ifadesi<br />
ile oynardı… Hakemle, rakibiyle konuşurken<br />
o bildik ‘Kasımpaşa ağzı’ ile diklenir,<br />
karşısındakini sinirlendirirdi… Asla ve asla<br />
küfür etmezdi…”<br />
GALATASARAY’A NEDEN GİTMEDİM<br />
Sarıyerspor forması altında başarılı sonuçlar<br />
alan Hayri Ülgen, tabiî ki büyük takımların<br />
tekrar transfer listesine girmiştir. “Gazetelerde<br />
boy boy fotoğraflarım çıkıyor. Yönetim<br />
ise ‘Hayri ile şampiyonluk hedefliyoruz. Biz<br />
Hayri’yi satarsak taraftar bizi linç eder.’ diye<br />
satmak istemiyordu. Galatasaraylı Turgay<br />
Ece de bana ‘Biz seni almak istiyoruz. Sarıyer<br />
Kulübü vermiyor. Ben gazetecileri çağıracağım.<br />
Senin Galatasaraylı formanı çekeceğiz.<br />
Galatasaray’da oynamak istiyorum,<br />
diye açıklama yap. Böyle yaparsan transferin<br />
olur.’ dedi. O zaman ben de Turgay Ece’ye<br />
‘Bana gösterdiğiniz ilgi ve sevgi beni memnun<br />
etti. Ancak beni ben yapan Sarıyer taraftarlarına<br />
bunu yapamam. Halk beni çok<br />
seviyor. Baba Hayri lakabını takmışlar. Yıllarca<br />
futbol oynasam böyle bir sevgi saygı<br />
yakalanmaz Turgay abi. Ayrıca beni çok iyi<br />
tanıyorsun, asla insanları satamam. Yalan<br />
söyleyemem. Eğer kulübüm izin vermiyorsa<br />
onları zor durumda bırakamam. Para her<br />
şey değil. Bunun yanında kulübüm izin verse<br />
de ben o muhteşem Sarıyer seyircisinden<br />
izin almadan ayrılamam. diyerek teklifi kibarca<br />
reddettim…”<br />
BÜYÜK GOLCÜ, 23 DAKİKAYA 4 GOL SIĞDIRDI<br />
Oynadığı birçok takımda gol krallıkları yaşayan<br />
Hayri Ülgen, 23 dakika gibi kısa bir sürede<br />
takımına 4 gol kazandırdığı karşılaşmayı<br />
da asla unutmamaktadır. 77-78 yılında<br />
Tekirdağspor’da kiralık olarak forma giyerken<br />
sakat olduğu için ilk yarı oynayamaz.<br />
Takımın ona ihtiyacı vardır ama aslında<br />
bırakın koşmayı yürümesi bile imkansızdır.<br />
Mutlaka kazanılması gerektiği için hoca<br />
onu ikinci yarı sahaya sürer. Baba Hayri,<br />
50, 66, 88 ve 89. dakikalarda 4 gol atarak tarihe<br />
geçer.<br />
FUTBOLCULUĞUM SAYESİNDE HAYATTA KALDIM<br />
1980’li yıllarda Türkiye’de kaos ve kavga ortamı<br />
var. Bir gece Çapa’da evime dönüyorum.<br />
Çapa üniversite semti olduğu için hem<br />
sağcılar hem solcular bu semtte çok fazlaydı.<br />
Eve doğru yol alırken 3-4 kişi önümü kesip<br />
bir arabanın içine attı. Bana ‘Sağcı mısın solcu<br />
musun’ diye sordular. Ben de pratik zekâmı<br />
kullanarak ‘Ne sağcıyım, ne solcu. Ben futbolcuyum.’<br />
dedim. A Milli Takım’a seçildiğim<br />
gazete kupürlerini gösterince bundan bir<br />
şey olmaz diyerek beni bıraktılar. Futbolculuğum<br />
sayesinde hayatta kalmıştım.”<br />
ÇAVUŞESKU’NUN ÜLKESİNE NASIL GİRDİK<br />
“Günaydın Gazetesi'nde çalışırken, Galatasaray,<br />
Şampiyon Kulüpler Kupası yarı finalinde<br />
Hagi’nin de kadrosunda bulunduğu<br />
Steaua Bükreş ile eşleşmişti. Yıl 1989’du.<br />
İlk maç Romanya’daydı. Gazeteden İlker<br />
Ateş, Romanya'yı iyi bilen Hayati Telgeren,<br />
Ömer Güvenç ve ben, arabayla Romanya<br />
Hayri Ülgen kimdir<br />
yolunu tutmuştuk. Yorucu ama tatlı bir yolculuktan<br />
sonra Romanya gümrük kapısına<br />
vardık. Türkiye'den ve çevre ülkelerden çok<br />
seyirci geldiği için gümrükte 4-5 kilometre<br />
kuyruk oluşmuştu. O zamanlar Nikolay<br />
Çavuşesku zamanıydı ve komünizm daha<br />
çökmemişti. Her şey çok sıkıydı. Askerler<br />
ve polisler nefes aldırmıyordu. Hele Türkleri<br />
daha çok sıkıştırıyorlardı. Baktım, bizim<br />
gümrükten geçmemiz en az 5-6 saatimizi<br />
alır. ‘Hayati abi’ dedim, ‘Bir şeyler yapmamız<br />
lazım.’<br />
Hayati abi devreye girip askerlerle konuştu.<br />
Benim getirdiğim Kent sigarasını götürerek<br />
onlara verdi. Çok geçmeden koşarak<br />
yanımıza gelip beni askerlerin yanına<br />
götürdü. Hayati abi, benim Türkiye’nin çok<br />
önemli bir ismi olduğumu, Türkiye’ye gelirlerse<br />
halledemeyeceğim hiçbir işin olmadığını<br />
söylemiş onlara... Tabii bunları söylediğinden<br />
bizim haberimiz yok.<br />
Gittik… 20 kadar asker… Önce beni<br />
tutuklayacaklar sandım. Sonra baktım,<br />
hepsi benimle fotoğraf çektirmek istiyor.<br />
20 kadar asker etrafımda pervane gibi dönüyor.<br />
İçlerinden biri arabamın anahtarını<br />
alıp hemen gümrükten geçirdi. İnanılmaz<br />
bir olay yaşıyorduk. Hayati abi daha sonra<br />
olayın gerçek yüzünü anlatınca çok gülmüş<br />
ve çok eğlenmiştik. Romanyalı askerler bize<br />
bir paket sigara için mi yardım etmişti yoksa<br />
benim gerçekten çok önemli bir kişi olduğuma<br />
mı inanmıştı diye hâlâ düşünür ve<br />
kendi kendime gülerim.”<br />
16 Nisan 1956 tarihinde Urfa’nın kenar<br />
mahallelerinden birinde doğdu. Çocukluk<br />
yılları hep fakirlik, yokluk içinde<br />
geçti. En büyük hayali olan futbolculuk<br />
için İstanbul’un yolunu tuttu. Bir taraftan<br />
lokantada çalıştı, bir taraftan okudu,<br />
bir taraftan da futbolculuk ideali için<br />
idmanlarını aksatmadı. İstanbulspor’da<br />
başlayan futbol serüveni; Çapaspor,<br />
Amatör Milli Takım, A Milli Takım, Fenerbahçe,<br />
Tekirdağspor, Samsunspor,<br />
Sarıyer, Vefa ve Taksimspor takımlarında<br />
devam etti. Futbola Kınalıadaspor’da<br />
nokta koyup teknik adamlığa soyundu.<br />
Kapalıçarşı ve Yayla İdman Yurdu’nu<br />
çalıştırdı. Takım çalıştırmadığı dönemlerde<br />
gazetecilik yaptı. Günaydın, Sabah,<br />
Fotomaç ve Takvim gibi gazetelerde<br />
çalıştı. Başta TRT olmak üzere çeşitli<br />
kanallarda yorumculuk yaptı. Gazeteciliğe<br />
ve yorumculuğa devam eden Hayri<br />
Ülgen evli, Begüm ve Betül adında iki<br />
kız evlat babası, Sarper adında da bir torunun<br />
dedesi.
22 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
FOTOĞRAF: KÜRŞAT BAYHAN<br />
MİLLİYET.COM.TR YAYIN YÖNETMENİ ERCÜMENT İŞLEYEN:<br />
Haber siteleri, gazetelere<br />
altın devrini yaşatıyor<br />
“Gazeteciliğin<br />
çok değerli olduğu<br />
bir dönem<br />
başlıyor bence.<br />
Kendini buna<br />
uyarlayan, böyle<br />
konumlayan ve<br />
bir internet sitesi<br />
ile bunu paylaşarak<br />
yapan gazete<br />
batmaz.”<br />
E<br />
UĞUR ESKİER<br />
rcüment İşleyen, Türkiye’de ‘haber sitesi’<br />
projesini ilk olarak hayata geçiren<br />
isim... 2000’li yıllarda internetteki yükselişi<br />
görerek ‘haber sitesi’ projesi hazırlayan<br />
İşleyen, Milliyet Gazetesi yönetiminin onayı<br />
ile Türkiye’nin ilk ‘eş zamanlı habercilik’ yapan<br />
internet mecrasını hayata geçirmiş.<br />
“Milliyet’e Türkiye’de öncü bir misyon<br />
yüklemek için geldim ve onu yaptım.” diyen<br />
İşleyen, şimdi, Türkiye’de en çok tıklanan internet<br />
siteleri arasında yer alan, Türkiye’nin ve<br />
Kıta Avrupası’nın en çok tıklanan haber sitesi<br />
milliyet.com.tr’nin Yayın Yönetmeni.<br />
“Bence internet, gazetelerin altın devrini<br />
başlatıyor. Herkes gazeteler bitecek diye bakarken<br />
ben altın devrinin başladığını düşünüyorum.”<br />
tespiti yapan İşleyen ile internet gazeteciliğini<br />
konuştuk.<br />
İşleyen, milliyet.com.tr’nin doğuşunu, “Yabancı<br />
gazete sitelerindeki farklılaşmayı gördüm.<br />
Gazetelerin kopyalarını okuduğumuz siteler<br />
değil, yeni ve kendisini yenileyen yayınlardı.<br />
İnsanların ilgisinin buraya gittiğini gördüm.<br />
Sonra herkes geldi ve herkes başarılı oldu.”<br />
sözleri ile özetliyor.<br />
Milliyet.com.tr, Avrupa’da üçüncü, Kıta<br />
Avrupası’nda ve Türkiye’de ise ‘en çok tıklanan’<br />
internet sitesi. “İstatistiklere fazla takılmamak<br />
gerekiyor.” diyor İşleyen ve devam<br />
ediyor: “Yani sadece birincilikle övünüyor olmak<br />
iyi bir şey gibi gelmiyor bana. Bununla<br />
paralel giden bir gelir artışından söz ediyor<br />
olmak lazım. Gelirin büyüyor olması, etkinliğinin<br />
artıyor olması lazım. Günümüz internet<br />
gazetecilik vizyonu aslında kendine sak-
lamak yerine paylaşmak ve manipüle<br />
etmek. Manipüle etmek derken, internet<br />
haberlerini bir yerden bir yerlere<br />
sürükleyebilmek. Şimdi biz o gücümüzü<br />
görebiliyoruz. Biz bir haberi<br />
girdiğimiz zaman bir başkasının da<br />
aynı haberi kullanıyor olmasından rahatsız<br />
değiliz. Kaynak göstermesi hoşumuza<br />
gidiyor. Bunu istiyoruz. Ama<br />
göstermedi diye de olay çıkarmıyoruz.<br />
Ama haberlerimizle bu dünyanın<br />
gündemini oluşturuyor olmak ve bu<br />
gücü elimizde tutuyor olmak bize çok<br />
önemli avantajlar sağlıyor.”<br />
“HEP ÖNCÜ OLMAK İSTEDİK”<br />
İşleyen, amaçlarının gündemi doğru<br />
takip ettirmek olduğunu vurguluyor:<br />
“Anlık dilimlerde bir kesit halinde Türkiye,<br />
dünya ve sporu verebilmek. Her<br />
geldiğinde yeni bir siteyle karşılaşmasını<br />
sağlayabilmek. Bunu yaparken gündemi<br />
oluşturmak. Sokağı, ofis ortamlarını<br />
etkilemek ve belirlemek. Ama bunu<br />
yaparken Milliyet’in geleneksel tarafsızlığından<br />
ödün vermemek.”<br />
Ercüment İşleyen, “Milliyet’te hep<br />
öncü olmak istedik.” diyerek, şunları<br />
ekliyor: “Öncülüklerimiz neler, mesela<br />
çoklu manşeti biz başlattık. Aslında<br />
dünyada yok. Yabancı sitelere bakarsanız<br />
bir tane manşet vardır. Bu bir<br />
manşet bana yetmemeye başladı. Bir<br />
gün ‘çok olsun’ dedim, ‘10 tane olsun’<br />
dedim. Şimdi olmazsa olmaz oldu.<br />
Sonra geçen sene tepelere de 3 haber<br />
koyduk. O da olmazsa olmaz olmaya<br />
başladı. Yani ihtiyacı görürseniz<br />
herkes sizi takip eder. Milliyet.tv,<br />
skorer.tv de bizim öncülüğümüzdür.<br />
Şu an geçmişten bugüne kadar internette<br />
video yayını yapan birçok site<br />
var. Ama biz düzenli, akışı olan, talebe<br />
bağlı yayıncılık yapan bir televizyon<br />
kanalı kurduk. Biz strateji olarak<br />
genişleyerek büyümekten yanayız ve<br />
bunları milliyet.com.tr’den parça kopararak<br />
yapmaya çalışıyoruz.”<br />
Gazetelerin geleceğini değerlendirmesini<br />
istediğimiz İşleyen’e göre,<br />
internet, gazetelere altın devrini yaşatıyor<br />
ve yaşatacak.<br />
İşleyen’in bu konudaki öngörüsü<br />
şöyle: “Gazeteler matbu baskıdan<br />
vazgeçmez. Bence internet, gazetelerin<br />
altın devrini başlatıyor. Benim öngörüm<br />
böyle. Herkes gazeteler bitecek<br />
diye bakarken ben altın devrinin<br />
başladığını düşünüyorum. Çünkü<br />
internet, haber verici olarak rutin<br />
haber yükünü üstleniyor. Gazetelere<br />
bunu analiz etme, yorumlama<br />
ve detaylandırma fırsatı veriyor. Burada<br />
muhabirlerin ve editörlerin kalitesi<br />
önemli. Bir adliye muhabiri belki<br />
avukattan daha iyi bilecek o yasaları.<br />
Parlamento muhabiri, parlamentonun<br />
işleyişini, süreçleri milletvekili<br />
kadar, grup başkan vekilleri kadar<br />
bilecek. Ekonomi muhabirleri piyasaya<br />
hakim olacak. Böylece iyi gazetecilerin<br />
ve gazeteciliğin çok değerli olduğu<br />
bir dönem başlıyor bence. Kendini<br />
buna uyarlayan, böyle konumlayan<br />
ve bir internet sitesi ile bunu paylaşarak<br />
yapan gazete batmaz. İnternet<br />
siteniz haber yükünü okuyucuya<br />
iletecek, siz de o haberlerin ne demek<br />
olduğunu aktaracaksınız. Yani ‘haber<br />
yapıcı’ internet, ‘fikir verici’ olan da<br />
kâğıt gazete. Bunu yapmayan, hâlâ<br />
haber almaya çalışan batar.”<br />
Haber sitelerinin ve Türk gazetecilerinin<br />
iyi işler yaptığını vurgulayan İşleyen,<br />
Türk gazetelerinin internet mecrasına<br />
iyi uyum sağladığını ve dünyadaki<br />
meslektaşlara göre daha başarılı olduklarını<br />
belirtiyor. İşleyen, “Çok iyi işler<br />
çıkarıyorlar. Bu işi belirleyen insanlar<br />
kâğıt gazeteden gelenler.” diyor.<br />
“MARKALI HABER DEĞERLİDİR”<br />
İnternet sitelerindeki haberlerin güvenilirliği<br />
konusunda da önemli tespitleri<br />
var İşleyen’in… “İnternette çok<br />
sayıda haber var. Bunların bir bölümü<br />
sahte haber.” diyen İşleyen, şunları<br />
vurguluyor: “Sadece sosyal medyadan<br />
bahsetmiyorum. İnternette aslı<br />
olmayan, manipüle ve speküle için<br />
Saraybosna<br />
kuşatmasında<br />
gazete çıkardı,<br />
direnişe şahitlik etti<br />
Ercüment İşleyen,<br />
Saraybosna kuşatmasının<br />
6. yılında Bosna’nın önemli<br />
gazetelerinden Osloboenje<br />
(Kurtuluş) gazetesinde çalışan<br />
ender gazetecilerden<br />
biri. İşleyen, Bosna savaşındaki<br />
gazetecilik anısını<br />
anlattı: “Osloboenje, savaşta<br />
her gün çıktı ve direnişin<br />
simgesi oldu. O gazetecilerle<br />
dayanışmak için, ateş<br />
altında her gün gazete çıkararak,<br />
çocukların sokak<br />
sokak gazete dağıtarak<br />
umut vermesine destek için<br />
dünyanın her yerinden bir<br />
gazeteden, bir gazetecinin<br />
kendi imkânları ile<br />
Saraybosna’ya girip, 1 hafta<br />
çalışması kararlaştırıldı.<br />
Türkiye’den ben seçildim.<br />
Çok zor girdim ve 1 hafta<br />
onlarla ve bütün dünyadan<br />
gazetecilerle çalıştım.<br />
Benim meslek hayatımın en<br />
güzel 1 haftasıdır. Çok tat<br />
aldım. O dayanışma ruhu, o<br />
insanların onurlu direnişi<br />
çok etkilemişti beni.”
24 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
yapılmış haber de çok. Önemli olan,<br />
markalı haber. Markalı haberler değerlidir.<br />
Cihan, güvenilir bir markadır. Cihan<br />
Haber Ajansı’nın haberi ise biz onu<br />
Cihan’ın bir muhabirinin imzasını kullanarak<br />
haberin güvenilirliğini ve ciddiyetini<br />
göstermiş oluyoruz. Benim ziyaretçim<br />
o zaman ‘doğru haber kullanıyor’<br />
diyor. Ama çok iddialı bir haber,<br />
imzasız, kaynağı belirsiz; o kuşku yaratır.<br />
Şu anda markalı haber önemli. Bundan<br />
10 yıl önce şöyle bir düşünce vardı;<br />
‘Büyük medya kuruluşları bitti, artık<br />
sermaye gerekmiyor, herkes büyük<br />
medya kuruluşu olabilir, internet sitesi<br />
açar’ vs. Öyle olmadı ama... Sebebi bu,.<br />
İnsanlar güvenilir haber arıyor. Çünkü<br />
herkesin bir şekilde eli, ağzı yandı bu işten,<br />
internetten okuduğu haberin asılsız<br />
çıkması ile ilgili... Dolayısıyla güvenilir<br />
markalar önem kazanıyor.”<br />
“GÖZLER NEREDE İSE REKLAM ORAYA GİDER”<br />
Haber sitelerindeki videolarda kullanıcıların<br />
en çok şikâyet ettiği konu, görüntülerdeki<br />
reklamlardır. Milliyet.com.tr, ‘her<br />
kullanıcıya bir kere gösterilen’ reklamlar<br />
seçiyor. ‘Haber sitesi uzmanı’ İşleyen’e<br />
internet sitelerindeki reklamları da sorduk.<br />
Aldığımız cevap şöyle:<br />
“Okur, televizyon izleyicisi, internet<br />
takipçisi; ‘para vermeyeyim, reklam<br />
da izlemeyeyim ve de çok iyi şeyler izleyeyim’<br />
tavrı var. Televizyonlarda da<br />
reklam görmek istemiyor. İnternette de<br />
‘çok reklam var’ diyor. ‘Paralı yapalım,<br />
abone yapalım’, onu da istemiyor. Ama<br />
buraların bir şekilde hizmetlerini devam<br />
ettirmeleri için gelir ihtiyaçları var. Bunlar<br />
abone hizmeti değil, dolayısıyla katlanacaklar.<br />
Bir videoya bir reklam olabilir.<br />
Her açtığın videoda reklam çıkıyorsa<br />
ona da yazık.”<br />
“Reklamverenler için televizyon ve<br />
internet giderek artan oranda daha cazip<br />
aslında.” diyen İşleyen, “Yükseliş<br />
buralarda. Çünkü gözler nerede ise<br />
reklam da oraya gider. İnternetin ölçümleme<br />
avantajı var. Reklamverene<br />
fırsat sunuyor. Kullandığı paranın her<br />
bir kuruşunun karşılığını alıp almadığını<br />
kendisi ölçüp görebiliyor. Bu da tabii<br />
ki artırıyor. Onların hedef kitlesi olan<br />
çalışan, 24-35 yaş arası nüfus sürekli<br />
burada. Dolayısıyla reklamverenler için<br />
cazip bir alan. Bütçelerini artırıyorlar.”<br />
ifadelerini kullanıyor.<br />
“İNTERNETTE MÜSTEHCENLİK<br />
YARIŞINA GİREMEZSİNİZ”<br />
Haber sitelerindeki müstehcen içeriklere<br />
getirilen eleştirileri de değerlendiren<br />
Ercüment İşleyen, “Müstehcenlik<br />
yarışına internette giremezsiniz. Buna<br />
oynadığınız zaman kaybedersiniz.” diyor<br />
ve şöyle devam ediyor: “Bir; mevcut<br />
imajınızı kaybedersiniz. İki mesela pornonun<br />
‘p’sini yazın yeter, sonra kusun.<br />
Böyle bir şeyle yarışamazsınız. Biz galeriler<br />
yapıyoruz ve artan oranda galerileri<br />
bir haberin fotoğraflarından oluşturmaya<br />
çalışıyoruz. Bundan sonra da bu<br />
artacak, böyle bir kararımız var. Bunların<br />
hepsi seçim. Her seçimin pozitif ve<br />
negatif sonuçları vardır. Bunları iyi hesaplamak<br />
lazım. Hesabı geleceğe dönük<br />
yapmak lazım. Bütün gazete siteleri<br />
bundan hızlı bir şekilde arınıyor.”
26 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
FOTOĞRAF: MEHMET YAMAN<br />
SÜLEYMAN YAŞAR:<br />
‘Ayşe teyze’<br />
ekonomistleri<br />
dinlese, fakir kalırdı
MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
27<br />
S<br />
RAMAZAN SOLAK<br />
üleyman Yaşar, bürokrasi ve akademi<br />
dünyasından ekonomi yazarlığına<br />
geçen isimlerden. Ancak yazdıkları<br />
pek bildiğimiz ekonomi yorumlarına<br />
benzemiyor. Yazılarını kaleme alırken dikkat<br />
ettiği noktayı, “Olayı net olarak anlatmak,<br />
ortaya koyabilmek, yapmaya çalıştığım şey<br />
bu.” diyerek özetliyor. Konuları anlatırken,<br />
‘Ayşe Teyze’ tarzı ifadeler kullanılmasını sert<br />
bir dille eleştiriyor. Hatta bu durumun kendisini<br />
‘irite’ ettiğini vurguluyor. Yaşar’a göre<br />
halk, yatırımını nereye yapacağını profesyonel<br />
iktisatçıdan dahi iyi biliyor.<br />
Ekonomi yazarlığı, faiz lobisi ve güncel konular<br />
üzerine konuştuğumuz Süleyman Yaşar,<br />
söze köşe yazarlığı ile ilgili düşüncelerini<br />
aktarmakla başladı. Özellikle ekonomi üzerine<br />
yazanların yaptığı bir başka iş varsa bunu<br />
mutlaka yazılarının sonunda belirtmeleri<br />
gerektiğine vurgu yaptı. Yaşar, Cihan Medya<br />
Haber Dergisi’nin sorularını cevapladı.<br />
Konuları bu kadar net, anlaşılabilir anlatmanızda etkili<br />
olan şey nedir Çarşı –pazar geziyormusunuz Ayşe teyze<br />
tavsiyeleri..<br />
O bir küçük görme ifadesidir bence. Ayşe<br />
teyze, Fatma abla, o halkı küçümsemektir.<br />
Halk bilmez yani. Sen Ayşe teyzeye anlatıyorsun.<br />
Yok öyle bir şey. Mesela doğru<br />
ekonomik tercihleri vatandaş gayet güzel<br />
yapabiliyor. Profesyonel iktisatçıdan daha<br />
iyi yapabiliyor. Yıllarca, altın tutmayın’ dediler.<br />
Ne oldu, birden bire altın fırladı, kâr etti.<br />
Halk yatırımını nereye yapacağını, profesyonel<br />
iktisatçıdan daha iyi biliyor. Siz konuşurken<br />
ifadenizi anlaşılır kılmanız lazım. Sen<br />
biliyor musun, yani. Diğerlerinde de var aynı<br />
durum, siyasette, hukukta. Her mesleğin<br />
jargonu vardır. Doğru ama meslektaşlar arasında<br />
konuşmuyorsun ki. Tamam halka göre<br />
yazman lazım, küçümsemeyeceksin ama.<br />
Bu laf beni irite ediyor, küçümsüyorsun karşındakini.<br />
Televizyona çıkıp; Ayşe abla bak…<br />
Yani Ayşe ablanın hiçbir şeyden haberi yok,<br />
bir sen biliyorsun, ona da kafana göre tavsiye<br />
veriyorsun. O kendini tanrı gibi üstten sesleniyor<br />
görüyor. Bir ekonomist çıkıyor mesela,<br />
efendim Türkiye 90. sırada diyor. Tamam peki<br />
sen iktisatçı olarak kaçıncı sıradasın Kaç<br />
makalen yayımlanmış yurtdışında, kaç makalene<br />
atıf yapılmış Bir de şöyle cari açık,<br />
back to back krediler, yurtdışından da çok yazı<br />
geldi. Biz bilmiyorduk bunları diye, çünkü<br />
hep gizlenmiş. Neden Çünkü siz medyaya<br />
hep banka ekonomistlerini çıkarmışsınız.<br />
Veya Hazine’den şurdan burdan hep faydalandığınız<br />
insanları hep medyaya çıkartmışsınız.<br />
Ve gizlenmiş her şey.<br />
Bir kişi profesyonel iş hayatı ile birlikte<br />
köşe yazarlığı yapıyorsa, bunu yazısının altında<br />
belirtmeli. Ben köşe yazarlığı yaptığım<br />
için herhangi bir şirkette çalışmıyorum, herhangi<br />
bir danışmanlık yapmıyorum. Yani<br />
para karşılığı profesyonel bir iş yapmıyorum.<br />
Sadece İstanbul Üniversitesi’nde ders veriyorum.<br />
Akademik bir iş yapıyorsanız bu köşe<br />
yazarlığı ile çelişmiyor. Bir bankanın, şirketin<br />
genel müdürü, yönetim kurulu başkanı,<br />
üyesi, danışmanı iseniz, ya da bir siyasi<br />
partide görevli iseniz; tabii ki yazı yazma<br />
özgürlüğü var ama altına köşeye belirtmeniz<br />
gerekiyor. Yazmadığınız takdirde size<br />
okuyucu normal gazeteci gibi algılıyor fakat<br />
ordan siz şirket çıkarlarına ilişkin görüşler<br />
öne sürebilirsiniz, bu anlaşılmaz olabilir. Siz<br />
gazeteci olduğunuz için hangi ağızdan söylendiğini<br />
okuyucu anlayamaz. O anlamda<br />
etik bir problemi yaratır. Bence Türkiye’nin<br />
de böyle bir problem var. Mesela faiz lobisi<br />
olarak bahsettiğim bu lobinin bu şekilde elemanları<br />
var. Bu kişiler çeşitli finans kuruluşlarında,<br />
çeşitli bankalarda çalışıyorlar fakat<br />
aynı zamanda köşe yazarlığı yapıyorlar. Bu<br />
bir yerde medya etiği açısından uyuşmuyor.<br />
Mesela Türkiye’nin notu. Bir köşe yazarı diyor<br />
ki; bu bilimseldir. Oysa Türkiye’nin notu<br />
hak etmediği derecede altta. Bilimsel olarak<br />
değerlendirilecekse A seviyesinde; Polonya,<br />
İsrail seviyesinde olmadı. Çünkü Türkiye’nin<br />
temel makroekonomik göstergeleri bu seviyeyi<br />
bize veriyor. Sadece bir kuruluş döviz<br />
cinsinden yatırım yapılabilir derecede tutuyor.<br />
Şimdi siz köşe yazarı olarak, bu bilimseldir<br />
diyorsanız; özel bir çıkarınız var demektir<br />
ya da bu ülkeye düşmansınız demektir.<br />
Çünkü; Türkiye’nin notu düşük olunca<br />
ne oluyor Faizler yükseliyor. Türkiye<br />
Cumhuriyeti Devleti, vatandaşları yüksek<br />
faiz ödüyor. Bu hepimizin cebinden çıkıyor,<br />
Türkiye’yi ekonomik kayba uğratıyor.<br />
Bu gazetecilere de haksızlık oluyor. Çünkü<br />
sadece parasını gazeteden alan kişiye haksızlık<br />
oluyor. Ayrıca gazeteciliğe de zarar vermeye<br />
başladı.<br />
Mesela IMF konusu da öyle. Şimdi<br />
Türkiye’nin kamu bütçesinde herhangi bir<br />
sorun yokken, siz tutup birkaç tane işadamı<br />
yurt dışında para batırdı diye IMF’den gidin<br />
35 milyar dolar alın, aman almanız lazım,<br />
çok iyi olur diyerek hükümete köşelerden<br />
baskı kurmaya kalkarsanız, bu da bence<br />
aynı şey. Altına yazmanız gerekiyor, nerde<br />
çalışıyorsunuz siz<br />
Bana bu tip teklifler geldi ama ben olmaz<br />
dedim. Bu, çıkar çatışması yaratır. O da dedi<br />
ki; hepsi yapıyor köşe yazarlarının. Kimler<br />
yapıyor dedim; saydı şunlar, şunlar. Allah,<br />
Allah dedim. Bu bana göre doğru bir<br />
şey değil.<br />
Derin Ekonomi kitabınızda bahsettiğiniz kriz lobilerinde<br />
de böyle bir ilişki var mıdır<br />
Var tabii. Şöyle: Türkiye 1961’den beri 19 defa<br />
IMF’ye gitti. Neredeyse 2,5 yılda bir anlaşma<br />
yapmışız. Şimdi bu paralar nereye gitti<br />
Kamu maliyesi bir yerde soyuldu, IMF’ye gidildi.<br />
Kim soydu Bu, vesayet rejimini kullananlar.<br />
Bakın; ilk defa 2004 yılında kamu
28 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
harcama tasarımında bir değişiklik olduğunu<br />
görüyoruz. Sağlık ve eğitim harcamaları,<br />
askerî harcamaların üzerine çıktı. O yıllarda<br />
darbe planı olduğu çıkıyor savcıların yazdığı<br />
iddianamelerde. Demek ki Türkiye’de<br />
bu vesayetçi rejim bütün bütçeyi de yönetmiş.<br />
Bunu değiştirmeye kalkanları da bir yerde<br />
derhal bir darbe planı yapılıyor. Uzun yıllar<br />
bu iş böyle gelmiş. IMF’den alınan paralar<br />
da hep bu şekilde hakim sınıf tarafından<br />
kullanılmış.<br />
Hatta bunu Adam Smith’ta 200 yıl önce<br />
anlatıyor, Milletlerin Zenginliği kitabında,<br />
diyor ki; tekelci bir işadamları kitlesi vardır,<br />
bunlar o ülkedeki, Çin’den bahsediyor, asker<br />
ve memur kitlesi ile anlaşırlar, bu kitle küçük<br />
üreticiyi ve esnafı, girişimciyi soyar, onların<br />
büyümesini engeller. Fakat bu tekelci zümre,<br />
bunlara yasaları istedikleri gibi yaptırırlar<br />
ve tekellerini daha da büyütürler diyor. Çok<br />
tanıdık geliyor değil mi Bugün Türkiye’ye<br />
bakıyorsunuz, aynı şey tekelci bir ‘İstanbul<br />
sermayesi’ dediğimiz bir zümre var. Bakıyorsunuz<br />
Anadolu sermayesini yok etmek için<br />
darbe planları… Şimdiye kadar bunlar pek<br />
bilinmiyordu, iktidar değişimi sonrası, iddianamelerden<br />
sonra ortaya çıktı. Benzeri bir<br />
yapı aynen Türkiye’de oluşturulmuş; sivil,<br />
asker, bir bürokrat kesim, bir tekelci elit işadamları<br />
zümresi, kendilerine göre bir ekonomi<br />
ayarlamışlar. Çatışmanın büyük nedeni<br />
de buradan kaynaklanıyor. Orta ve küçük<br />
girişimci ile tekelci girişimci çatışıyor, zaten<br />
onlara sömürü ve aracı olarak kullandırılan<br />
aracı sivil, asker, bürokrat, onlar da bu çatışmanın<br />
bir tarafındalar. Bakıyorsunuz; Cumhuriyet<br />
Halk Partisi, TÜSİAD ve TOBB ile işbirliği<br />
içinde karşı çıkıyor. Anayasa değişikliğinde<br />
bakıyorsunuz, TÜSİAD, TOBB, CHP<br />
birleşiyorlar. Türk Ticaret Kanunu değişiyor,<br />
TÜSİAD, TOBB; CHP’ye bir emir veriyor.<br />
İlk kanun değişikliği teklifini onlar gönderiyor.<br />
Bunun ardından hükümet ile anlaşılıyor,<br />
4 parti anlaşıp bu sefer hükümet tasarısı<br />
geliyor. Sistem öyle kurulmuş ki; aynı<br />
Adam Smith’in 200 sene önce anlattığı olay<br />
Türkiye’de cereyan etmiş.<br />
TOBB ve TÜSİAD’ın isimlerini açıkça zikrettiniz, TOBB’un<br />
yarı kamu niteliği de var. Vesayetçi anlayışa destek verdiklerini<br />
söylediniz. Son dönemde her ikisinde de yönetimler<br />
değişti, Anadolu sermayesi diyebileceğimiz şirketlerin<br />
yöneticileri iş başında. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz<br />
Hiçbir değişiklik olmadı, kozmetik şeyler<br />
bunlar. Bunlar yine tekelci sermayenin temsilcileri.<br />
TÜSİAD yönetimini kim seçti Oradaki<br />
dar bir kadro, ‘derin TÜSİAD’ diyorlar<br />
buna. Göstermelik bence, herhangi bir temel,<br />
yapısal değişiklik değil. Tabanden gelen<br />
bir değişiklik değil. Üyelerin tümü seçmiyor<br />
yönetimi.<br />
TOBB’a gelince, o da öyle. CHP ile bütün<br />
işi. Şöyle: TEPAV diye bir kuruluşu var.<br />
Son 7-8 yılın bir kuruluşu. CHP’nin bütün<br />
programlarını yazan o kuruluş ve oradan bilgileniyorlar.<br />
CHP, onun verilerine dayanıyor<br />
ve bu kuruluş sürekli bilgi kirliliği yaratıyor<br />
dikkat ederseniz. Nasıl Bütçe harcamaları<br />
çok yüksek, saklıyorlar, yalan söylüyorlar<br />
diye açıklamalar yapıyor.<br />
Eleştirel bir bakışla mı yorumluyor verileri<br />
Hayır, eleştirmiyor. Eleştiri ayrıdır. Bilgi kirliliği<br />
yaratıyor.<br />
Bunu kasti yapıyor diyorsunuz<br />
Kasti yapıyor tabii. Bütçe açık veriyor, saklıyorlar,<br />
yalan söylüyorlar diyor. Peki 10 yıldır<br />
mı böyle, bütçe açık veriyor, yalan söylüyorlar.<br />
10 yıldır nasıl yalan söyleyebilirsiniz<br />
siz, IMF’ye, Dünya Bankası’na. Onlar da<br />
geliyorlar. Mümkün değil. Bilgi kirliliği yaratıyorlar.<br />
İkincisi mesela nerde bilgi kirliliği<br />
yaratıyor Türk Ticaret Kanunu şeffaflığın<br />
artırılmasında yine bu TEPAV’ın hazırladığı<br />
rapor CHP’ye veriliyor. Hatta Faik<br />
Öztrak bu rapora dayanarak, bunu TOBB<br />
başkanı da söylüyor, 6 milyar lira şirketlere<br />
denetim yükü getirilecekti, biz değiştirttik<br />
diyor. Bu da tamamen bilgi kirliliği, doğru<br />
değil. Neden Eğer firmalar denetlenseydi<br />
Türk Ticaret Kanunu’nun bu yeni hükümlerine<br />
göre, o hükümler değiştirilmeseydi, bugün<br />
KOBİ’ler, küçük şirketler çok daha ucuza<br />
kredi alacaktı. Neden Çünkü denetlenmiş<br />
bilançoya kredi veriliyor. Siz şimdi denetimi<br />
kaldırdığınız zaman banka bilançonuza<br />
güvenmediği için, diyelim yüzde 10-11 ile<br />
kredi kullanacaklar, 19-20 ile kullandırıyor.<br />
Tefecinin eline düşürdüler şu an.<br />
Bunun sorumlusu TOBB mu diyorsunuz<br />
Bunun sorumlusu da TOBB’dur. Çünkü gitsin<br />
baksın faizler ne olmuş KOBİ’ler nerden<br />
kullanıyor. Bir de şu var; kayıt dışı ekonomiyi,<br />
yüzde 40’ı diyoruz, kendileri de öyle söylüyor.<br />
Kayıt dışı ekonomi de bu şekilde devam<br />
ettiğine göre Türkiye ne kaybetti 6 milyar<br />
kazandırdık diyorlar. Bir defa topladığınız<br />
vergi kadar vergi kaybetmiş oluyorsunuz.<br />
Bir de bu haksız gelir dağılımına neden oluyor.<br />
Gelir dağılımında büyük bir adaletsizlik<br />
yaratıyor. Türkiye’nin gelişmesini önlüyor.<br />
Türkiye’nin kaynaklarının nasıl kullanıldığını<br />
da bilmiyorsunuz. Bakın, değiştirttirdikleri<br />
hükümler arasında neler var Her firma odit<br />
(hesap denetimi) yaptırıp web sitesinde yayınlayacaktı.<br />
Şimdi Devlet Yardımları Genel<br />
Müdürlüğü kuruldu, Avrupa Birliği’nin önerisiyle<br />
Hazine’de. Türkiye’de devlet yardımlarının<br />
ne kadar olduğunu hâlâ bilmiyoruz,<br />
kim ne kadar aldı, açıklanmadı.<br />
Devlet yardımlarından kastınız ne<br />
Teşvikler. Mesela öğrenciler para alıyor değil<br />
mi Şirketler para alıyor, vergi indirimleri,<br />
teşvik belgelerinden mazot desteğine,<br />
hepsine.<br />
Bu büyüklük bilinmiyor mu şu anda<br />
Bilinmiyor. Çünkü 13 ayrı kuruluş teşvik veriyor<br />
şu anda. Gümrük Birliği’ndesiniz, rekabet<br />
bozucu oluyor bir anlamda. Almanya’da<br />
bir tekstil fabrikasına hangi teşvikler veriliyorsa,<br />
burada da aynı teşviklerin verilmesi<br />
lazım. Mesela Fransa’da sütün kilosunda<br />
yarım Euro teşvik veriliyorsa, bizimkine<br />
verilmiyorsa, bizim çiftçimiz rekabet edemez.<br />
Dolayısıyla bunların bilinmesi gerekiyordu.<br />
Kanun 2010’da çıktı. Buradan geleceğim<br />
nokta şu: bu kişi bilançosunu web sitesinde<br />
yayınladığında devlete vergi mi veriyor,<br />
devletten yardım mı alıyor, onu görecektik.<br />
Bazıları diyor ki; ben vergi veriyorum.<br />
Halbuki belki verdiği vergiden çok teşvik alıyor,<br />
bu ortaya çıkacaktı. O zaman gerçek durum<br />
ortaya çıkacaktı. Onun için TÜSİAD ve<br />
TOBB’un işine gelmiyor bunlar. Şimdi bunu<br />
kim yaptı. Sayın Kılıçdaroğlu şeffaflıktan<br />
bahsediyor ama önce CHP yaptı bunu, kiminle<br />
TOBB ve TÜSİAD’la.<br />
TOBB’daki yönetim muhafazakâr ama..<br />
Muhafazakâr değil başkanları. Nerden çıktı<br />
muhafazakâr olduğu CHP muhafazakâr<br />
doğru, gerici anlamda. Bakın Türkiye’de durum<br />
Avrupa’nın tersinedir. Ben solcuyum<br />
diyenler, tutucu ve gerici, sağcıyım diyenler<br />
ilerici ve devrimcidir. Bakın AK Parti ileri<br />
ve devrimcidir. 1- Fakirlerin yanında duruyor.<br />
2- Türkiye’de sağlık ve eğitimde büyük<br />
bir değişim sağladı. Fert başına geliri 3<br />
katına katladı. Alt yapısında müthiş bir gelişme<br />
yaptı.<br />
TOBB ve TÜSİAD’a yönelik eleştirileriniz….<br />
Bakın bu eleştirileri ben yapmıyorum, üyeleri<br />
yapıyor. Seçim sistemi ile ilgili eleştirilerini..<br />
Birinde dar bir kadro seçiyor yönetimi, diğerinde<br />
seçim kısıtlanıyor. Para veriyoruz, malî<br />
durum yayınlanmıyor diyorlar. Biz de yazıyoruz.<br />
Sonra davalar bize açılıyor. Bunların<br />
paraları çok olduğu için sürekli dava açıyorlar.<br />
Mesela TOBB’un sürekli böyle bir dava
30 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
açma durumu var. Kendi üyesinin şikâyetini<br />
yayınladığınız, söylediğiniz zaman dava açıyor.<br />
Basına baskı yapıyor.<br />
Derin Ekonomi kitabında bahsettiğiniz konuya dönersek,<br />
ekonomide bu işler olup biterken, burada medyanın<br />
da bir rolü olduğunu söyleyebilir misiniz<br />
Vesayet sistemini destekliyor. Medyanın<br />
sahipleri zaten bu sistemin içindeler.<br />
Türkiye’de bu hep böyle geldi. Medyanın<br />
yapısı da bu sistemin getirdiği bir yapı. Ben<br />
soldayım diyen gazetenin finansörleri yine<br />
büyük holdingler çıkıyor. Birkaç gazete ve<br />
televizyonun dışında bağımsızlar yok. Mesela<br />
Türk Ticaret Kanunu ile ilgili değişiklikleri<br />
eleştiren Sabah Gazetesi oldu.<br />
Ergenekon yapılanmasında medyayı nerede görüyorsunuz<br />
Evet eksik kaldı. Bu yapının ekonomi ayağının<br />
iyi değerlendirilmesi lazım. 28 Şubat<br />
ile ilgili komisyon bu konuda ilgililerin görüşlerini<br />
aldı. Beni çağırmadılar, belki o dönem<br />
yazar olmadığım için ama rapora baktığımda<br />
benim bu konudaki yazılarıma atıf<br />
yapılmış. 2001 krizinde medya ne yapmış<br />
Çeşitli yönlendirmelerle bazılarının bankalarına<br />
el koydurmuşlar, bazıları paraya tahvil<br />
etmişler. Sonra 28 Şubat döneminde kamu<br />
kaynaklarının yağmalanma sürecinde<br />
medyada ne olmuş, kimler bunu desteklemiş,<br />
bütün bunlar tabii soruşturma konusu<br />
olmalı. İşadamları kısmı ele alınabilir. Çünkü<br />
kamu bankaları, kendi bankaları. Çünkü<br />
Ali Babacan’ın ifadesi; 380 milyar lira diyor,<br />
Haziye’ye maliyeti. Bu maliyet nasıl doğmuş.<br />
Şimdi insanları alın hapislere atın demiyorum<br />
ama bu paralar geri alınabilir mi Bakıyorsunuz<br />
cüzi bir kısmı alınmış ama daha<br />
fazlası alınabilinir mi Bütün mesele o. Türkiye<br />
Cumhuriyeti vatandaşlarının alın teri<br />
o, kaybolmuş. Bakıyorsunuz adamın bankası<br />
batmış ama varlık içinde yüzüyor. Milyarlarca<br />
dolar devlete zarar vermiş, hayatını<br />
aynı refah içinde sürdürüyor. Bu paranın<br />
tahsil edilmesi gerekiyor. İnsanlara en büyük<br />
ceza maddi cezadır. Bu, vatandaşın parasını<br />
almış. Ben bunu alayım da 2 milyarı alayım<br />
da diyor, 2-3 yıl hapis yatsam ne olur. Adam<br />
hapsi göze almış zaten. Bu para geri alınırsa<br />
canı yanar. Geri alma operasyonunu sağlıklık<br />
yapmak gerekiyor.<br />
Ekonomik suça ekonomik ceza mı diyorsunuz sizde…<br />
Bu adam hapis ceazasını göze almış zaten<br />
parayı almanız lazım. Türkiye’nin vergi cennetlerinde<br />
156 milyar dolar parası olduğunu<br />
söylüyor İngiliz araştırma kurumları. Bunlar<br />
da var. Ekonomik kaybı nasıl<br />
Bence üstüne gidilebilir. Bir örnek vereyim<br />
mesela. Tasfiye halindeki Emlak<br />
Bankası’nın genel müdürünün bir haberi<br />
çıktı 1 ay önce yanılmıyorsam. ‘800 milyon<br />
dolar alacağımız var’ diyor. ‘120 işadamı,<br />
hepsi de bilinen işadamları’ diyor. Neden<br />
alınamıyor bu Savcı istediği kadar soruşturma<br />
yapsın. Kamu kaynağı bu, çalmış<br />
ödemiyor. İşte yargı burada devreye girmeli.<br />
Banka bu alacaklarını kimden tahsil edeceğini<br />
biliyor. 1 milyon dolardan 800 tane en lüksünden<br />
okul yaparsın, 800 depreme dayananıklı<br />
okul yapılır. Bunu genel müdür söylüyor,<br />
kimseden de bir ses çıkmıyor. Ne zaman<br />
alınmış bu krediler 28 Şubat döneminde.<br />
Yazılarınız genelde pozitif, hiç eleştirilecek bir yön yok<br />
mu<br />
Ben genel gidişata ve bütçe harcamalarına<br />
bakıyorum. Fakirlerden yana bir bütçe var. 18<br />
milyon kişi 4,5 doların altında iken, düşmüş.<br />
Sağlık ve eğitim harcamaları askerî harcamalar<br />
üzerine çıkarılmış. Hükümetin aldığı ekonomik<br />
kararlara bakıyorsunuz, refahı yaygınlaştırmaya<br />
çalışıyor. Kamu maliyesinde<br />
ki Türkiye hep bu yüzden krize girmiş, şimdi<br />
yüzde 3’ün altında. Kamu borcunu yüzde<br />
94’ten yüzde 6,5’lere getirmiş. Önceden bütün<br />
parayı kamu çekiyordu. Baktığınızda hükümet<br />
burada doğru yapmış. Doğruya doğru.<br />
Özel sektör de gitmiş dışarıdan borçlanmış.<br />
Bu da cari açığı artırmış. Bunun bir kısmı<br />
da back to back dediğimiz bir cepten öbür cebe<br />
gitmiş. Bu, kırılganlığı azaltıyor. Kamu riskini<br />
iyi yönetmiş. Özel sektörün de riskini iyi<br />
yönetmesi gerekiyor. Şu anda cari açığın yönetimi<br />
özel sektörde. Eğer cari açık önemli<br />
bir risk olsaydı 2008’de büyük bir kriz çıkardı.<br />
Eleştirilecek tarafı şu; ben para politikasını<br />
doğru bulmuyorum. Çünkü ihracatı destekleyen<br />
bir kur politikası izlenmesi gerekiyordu.<br />
Burada da Merkez Bankası başkanlarını<br />
seçilmiş hükümet atayamadı 2010’a kadar.<br />
2006’da Adnan Büyükdeniz’i getirmek<br />
istediler, büyük kıyamet kopartıldı medyada,<br />
bu adam faize karşı diye. Mehmet Şimşek’i<br />
getirmek istediler o da olmadı. Yine kendi içlerinden<br />
Durmuş Yılmaz’ı yaptırdılar. Ne oldu,<br />
yine yüksek faiz düşük kur poltikasını devam<br />
ettirdi o da. Dolayısıyla para politikası<br />
vesayetçi adamların istediği gibi yönetildi<br />
para politikası. Erdem Başçı gelince kurların<br />
üzerindeki köpüğü aldı ve hakikaten o<br />
dönem Türkiye’yi büyük bir krizden kurtardı.<br />
2011 yazında hatırlayın gelişmekte olan<br />
ülkelerden büyük bir para çıkışı olduğunda<br />
yüzde 20-30 paraları değer kaybetti bazı ülkelerin.<br />
Türkiye’nin parası değer kaybetmedi<br />
o zaman.<br />
Mesela bu Merkez Bankası da yüzde<br />
2,2’lik büyüme, ısınan ekonomi, soğutalım<br />
dendi, çünkü cari açık yükseldi, azaltalım. Bir
MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
31<br />
hata yapıldı. Aşırı soğutma. Halbuki kredi faizlerini<br />
Haziran 2012’de indirmeye başlamalılardı.<br />
Burada Merkez Bankası hata yaptı.<br />
Kamu maliyesinin Başbakan Erdoğan tarafından<br />
iyi yönetildiğini düşünüyorum. Hatta<br />
Başbakan bir programda bunu söyledi, ‘Faizleri<br />
indirin diyorum, dinletemiyorum.’ dedi.<br />
Erdem Başçı’yı da bu hükümet getirdi başkanlığa..<br />
Korkuttular onu da. 2011 sonu 2012 başı faiz<br />
lobisi bir saldırı yaptı, dedi ki; Avrupa küçülecek,<br />
Türkiye döviz bulamayacak ve batacak.<br />
Müthiş bir spekülatif atak, kur 1,90’a<br />
gelmiş. Bunlar da yeni yönetime gelmiş tabii,<br />
korktular ve bu tür oynaklığı önlemek<br />
için faizi yüksek tuttular fakat o korku, bir de<br />
cari açık korkusu aşırıya kaçınca kredileri sınırladılar,<br />
birden iç talebi daraltınca, dış talep<br />
de zayıf mevcut konjonktür dolayısıyla. Ancak<br />
2,2 büyüdü. Veri setiniz var ama piyasayı<br />
da iyi görmek gerekiyor. Adam sıkışmış yani<br />
herkes bunu söyledi piyasada, para bulamıyoruz<br />
diye herkes söyledi. Aralık’ta son<br />
3 ayın büyümesi yüksek çıkacak dedi ama<br />
gördünüz küçük çıktı. Siz 2013 programını<br />
yapıyorsunuz, aşağı yukarı 3 ay var programı<br />
açıkladığınız tarihe 3,2 büyüme hızı diyorsunuz<br />
elinizde 9 aylık veri var, 3 ay sonrasını<br />
göremiyorsunuz. Bu da büyük bir hata.<br />
Yüzde 30 sapma. Demek ki veri seti doğru<br />
değil. Orada bir tecrübesizlik var. Şimdi<br />
de hiç beklenmeyen anlarda da faiz indirimine<br />
gidiyor. Bence seçilmiş kişiyi, Başbakan’ı<br />
dinlemeliler.<br />
Önümüzdeki dönemi nasıl görüyorsunuz Türkiye’yi ne<br />
bekliyor<br />
Çözüm süreci sağlıklı yürüyüp sonuç alındığı<br />
takdirde ki öyle görünüyor. 2018’de 108<br />
milyar dolarlık petrol ihracatına ulaşacak yanımızda<br />
bir Katar doğuyor. Gaz ayrı, bu rakama<br />
dahil değil. Bu petrolün pazarı ve çıkışı<br />
Türkiye, bu bölge halkına büyük bir refah<br />
getiriyor. 5 bin dolardan 55 bin dolara çıkıyor<br />
fert başına gelir. Bölgesel olarak büyük bir<br />
refah artışı olacak. İsrail ile özür ve ilişkilerin<br />
düzelmesi de önemli. Jeff Risaks !!<br />
5 kutup ülke var. ABD, AB, BRIC, Türkiye<br />
ve Nijerya. Çözüm süreci ile bu konsolide<br />
edilmiş olacak. Kamu maliyesinde bu bütçe<br />
yönetimi böyle yürütüldüğü takdirde kırılganlığı<br />
üstünden atıyor. Önemli olan bütçe<br />
yönetimi, dış şok, iç şok olabilir. Başbakan<br />
Erdoğan bütçe yönetimini böyle devam ettirirse<br />
bir kırılganlık görmüyorum.<br />
Risk olarak ne var<br />
Bölgedeki siyasî riskler var, ekonomik riskten<br />
ziyade. Katar’dan boru hattı yapılacak.<br />
Bu Suriye’den geçmek zorunda. Ayrıca İran<br />
riski var.<br />
Bir gününüz nasıl geçiyor; okuduğunuz gazete, kitaplar,<br />
izlediğiniz TV programları..<br />
Sabah ilk işim yabancı medyadaki ekonomi<br />
haberlerini okuyorum. Piyasalara bakıyorum.<br />
Programı yapıyoruz. Sonra dersim varsa<br />
ona gidiyorum. Yazarlardan çok haberlere<br />
bakıyorum. Kişileri takip etmeye başlarsanız<br />
bu iş sizi yanıltır. Kimse ile polemiğe girmiyorum.<br />
Bazen tuhaf yazanlar oluyor, size çatanlar<br />
oluyor. Bakarım, saldırı olursa ona cevap<br />
veririm, veriyorum. Yeni çıkan makroekenomi<br />
kitaplarını takip ediyorum. Ders verdiğim<br />
için sistematik bilgiden kopmuyorum.<br />
Koptuğunuzda bakış açınızı kaybedersiniz.<br />
MIT, Harward’ın ‘paper’larına bakıyorum.<br />
Hangi konulara eğiliyorlar, bakıyorlar. Yeni<br />
bir kitap var, bitirdim Faiz Lobisi adında.<br />
Faiz lobisi deyince kimi anlamamız lazım Hep bir elbise<br />
dikiyorsunuz ama kime<br />
Rant, haksız kazançtır. Kamudan rant<br />
kollayanlar var. Rant nasıl elde edilir 1-<br />
Bürokrasiye adamlarını yerleştiriyorsunuz,<br />
oradan. Yüksek gümrük duvarları,<br />
kotalar konuluyor. Son dönem Türkiye’de<br />
rant lobisi kimdir diyorsunuz Köşe yazıları<br />
yazılıyor. Mesela bu not bilimseldir<br />
diyor, Türkiye’nin kredi notu için. Düşük<br />
not verilmiş, bilimsel Bakıyorsunuz,<br />
Güney Kıbrıs 2011 yılının ortasına kadar<br />
A seviyesinde geldi. Yunanistan keza batmadan<br />
bir gün önce A. Dolayısıyla bunu<br />
tutup da Türkiye’nin bu notuna bilimsel<br />
diyorsanız, menfaatleniyorsunuz bir yerden.<br />
Türkiye’nin notunun düşük olması<br />
faizini yükseltiyor, riskini artırıyor. O zaman<br />
sizin bir avantajınız var demek. Benim<br />
yok, halkın yok. Ekmeğin fiyatını da<br />
etkiliyor bu, otobüsün de her şeyin. Lobi<br />
ne yapıyor Türkiye’nin notu bilimseldir<br />
diyor. Sonra ne yapıyor İran’a altın<br />
satıyor bunlar diyor. Amerikan Senatosu’na<br />
size şikayet y ediyor. Sizin cari açığınızı<br />
yüksek tutmak istiyor. Sonra yurtdışında<br />
yazı yazdırıyor. Mesela Ekonomist<br />
dergisini ele alalım. 150 yıllık bir dergi,<br />
durup dururken başyazarı seçim öncesi<br />
şu partiye oy verin diye yazı yazdı. Kim<br />
yazdırıyor bunu Böyle bir şey olabilir mi<br />
Yunanistan’da, İngiltere’de biz nasıl deriz,<br />
şuna oy verin. Yazamazsın böyle bir şey.<br />
Bir şey karşılığı yaparsın belki.<br />
Ne oluyor o zaman. Faiz yükseliyor.<br />
Hazine daha yüksek maliyetle borçlanıyor.<br />
Kamuyu soymuş oluyorsunuz. Mesela<br />
Türkiye’nin notu 2011’de yatırım yapılabilir<br />
seviyede olsa idi aşağı yukarı 14 milyar lira<br />
daha az faiz ödeyecekti.<br />
O zaman yurtdışında da uzantısı var bu lobinin<br />
Tabii tabii. Adam mesela, parayı da yurtdışına<br />
çıkarmış. Mesela Putin bir genelge yayımladı,<br />
3 ay içinde herkes yurtdışındaki parasını<br />
getirecek dedi. Türkiye’nin böyle şey yapması<br />
mümkün değil tabii, Rusya ile kambiyo<br />
rejimi bir değil. Bunu yaptığı zaman Türkiye<br />
bundan zarar görür. Türkiye ancak küresel<br />
kararlarla düzelebilir. G 20’nin aldığı kararlar<br />
var, ortak vergi anlaşmaları, vergi cennetlerinin<br />
kapatılması… Onlarla şeffaflaşır.<br />
Bu şeffaflaşmaya karşı çıkanlar mıdır, bu lobiler<br />
Parçaları tabii bunlar birbirine eklemleniyorlar.<br />
Şirketten para çekme yasaklanmıştı. Tekrar<br />
koydular. Faturaya isim konma kaldırıldı.<br />
Denetim, uluslararası denetim kaldırıldı.<br />
Patron kulüpleri bu faiz lobisinin içinde midir<br />
Bir kısmı var tabi ama hepsi için söylenmez<br />
bu. Çok homojen yapılar değil bunlar. Mesela<br />
Taraf gazetesinde yayınlandı, Wikileaks<br />
belgelerinde Koç Holding’in Yönetim Kurumu<br />
Başkanı Mustafa Koç, ABD Büyükelçisi<br />
ile konuşuyor. Bunlar IMF’siz bütçe yapıyor,<br />
batıracaklar Türkiye’yi diyor. Yaptırmayın,<br />
sizin menfaatlerinize de zarar verir, diyor. İtiraz<br />
da etmedi kendisi. Sonradan fikrini değiştirdiğini<br />
de açıkladı gerçi kendisi.<br />
Süleyman Yaşar iki nokta, sonrasında ne gelmesini istersiniz.<br />
İşini hakkıyla yapmaya çalıştı. İşinizi doğru<br />
yapıyorsanız, sonra takdir ediliyor. Kendimi<br />
net anlatmaya çalışıyorum. Olayı net olarak<br />
anlatmak, ortaya koyabilmek, yapmaya çalıştığım<br />
şey bu.<br />
Süleyman<br />
Yaşar<br />
kimdir<br />
İş hayatına Hazine Müsteşarlığı’nda başladı. 7 yıl çalıştıktan<br />
sonra Turgut Özal’ın telkifi yle Kamu Ortaklığı<br />
İdaresi’ne geçip Başkan vekilliğini yürüttü. Turgut Özal<br />
ile birlikte ayrıldı. Bir müddet özel sektörde çalıştı, sonra<br />
üniversiteye geçti. Halen İstanbul Üniversitesi İşletme<br />
Fakültesi’nde makroekonomi yönetimi ve para-banka<br />
dersleri veriyor. Köşe yazarlığına, Cengiz Çandar tavsiyesi<br />
üzerine Referans’ta başladı. Daha sonra 2007’de<br />
Taraf’ta 2007’de yazmaya başladı. Haziran 2010’da Sabah<br />
Gazetesi’ne transfer oldu.
32 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
Japon gazetelerinde<br />
güvenin sigortası:<br />
Akil adamlar<br />
TUNCAY KAYAOĞLU / TOKYO<br />
aponya'da gazeteler, objektif<br />
haber yapmanın ve<br />
J<br />
krizler karşısında yansız<br />
bakabilmenin basit bir yolunu<br />
bulmuş: Akil adamlar.<br />
Türkiye'de yaşanan süreç nedeniyle<br />
revaçta olan bu ifadenin<br />
Japonya'daki gazeteler için karşılığı<br />
gazetenin objektif haber yapması<br />
ve krizler karşısında gazetenin<br />
tutumunu net sağlayabilmesi.<br />
60 milyon kadar gazetenin satıldığı<br />
Japonya'nın en çok satan<br />
üçüncü gazetesi durumundaki<br />
Mainichi'nin Akşam Baskısı Editörü<br />
Yamada Michiko, halkın güvenini<br />
sağlamak için sıkı çalıştıklarını<br />
söyledi. Michiko, "Haftalık<br />
toplantısı var. Haberleri ve köşe<br />
yazılarını inceliyoruz. Kendi aramızda<br />
konuşuyoruz. Neden bir<br />
haberin ya da yazının neden öyle<br />
olduğunu tartışıyoruz. Bu kendi<br />
aramızdaki şey." diye konuştu.<br />
Michiko ayrıca gazetenin akil<br />
adamlar grubu olduğunu da anlattı.<br />
Michiko, "Avukat ve serbest<br />
gazetecilerin olduğu bir grup.<br />
Haberleri değerlendirip fikirlerini<br />
söylüyorlar." dedi. "Her haberi<br />
inceliyorlar mı yoksa tartışmalı<br />
haberlere mi bakıyorlar" şeklindeki<br />
sorumuza karşılık Yamada<br />
Michiko, "Gazetenin genelini<br />
kontrol ediyorlar. '11 Mart'taki<br />
çifte felaket zamanında gazetenin<br />
hareket tarzı nasıldı Yazdığı şeyler<br />
ne yöndeydi ABD, Irak'a savaş<br />
açtığı zaman gazete objektifliğini<br />
koruyabildi mi Gazete ne<br />
yazdı İki taraftan da bakabildi<br />
mi Nükleer enerji konusu hakkında<br />
objektif bir şekilde bakabildi<br />
mi' gibi konularda kafa yordular.<br />
Olaylara tek tek de bakıyorlar.<br />
Özel haberlere de bu şekilde bakıyorlar."<br />
diye cevapladı.<br />
Yamada Michiko, bazı durumlarda<br />
bir konu üzerinde bastıkları<br />
tüm haberleri bu isimlere<br />
dosya olarak gönderdiklerini söyledi.<br />
Michiko, "Fikirlerini istiyoruz.<br />
Onu da değerlendiriyorlar."<br />
ifadelerini kullandı. Akil adamların<br />
tartışmalı haberleri yazan<br />
isimlerle görüştüklerini, haberi<br />
neden öyle yazdıklarını sorduklarını<br />
kaydetti. Michiko, toplantı<br />
sonrası çıkan kararın da gazetede<br />
yayımlandığına dikkat çekti.<br />
11 Mart'taki çifte afet sonrası yaşanan<br />
nükleer krizle ilgili yaptıkları<br />
haberlerin, akil adamlar grubunda<br />
ele alındığını belirtti. Michiko,<br />
grup içinde yer alan bir aka-
MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
33<br />
Günlük 60 milyon gazetenin<br />
satıldığı Japonya’nın<br />
en büyük gazetelerinden<br />
Mainichi’nin Editörü<br />
Yamada Michiko, akil<br />
adamlar grubunu kuran<br />
ilk gazetenin Mainichi’nin<br />
olduğunu ifade ediyor.<br />
demisyenin, halkın Fukuşima'daki<br />
krizden ne öğrendiğine yönelik bir<br />
haber çalışmasını tavsiye ettiğini<br />
bildirdi. Yamada Michiko, grupta<br />
yer alan eski bir gazetecinin de,<br />
Mainichi'nin kriz sırasındaki tutumunu<br />
doğru bulduğu yorumunda<br />
bulunduğunu kaydetti.<br />
Akşam Baskısı Editörü Yamada<br />
Michiko, akil adamlar grubu fikrinin<br />
aslında devletten çıktığını ancak<br />
böyle bir grup kurmaları halinde<br />
gazetelerin objektifliğine zarar<br />
geleceğini düşündükleri için vazgeçtiklerini<br />
söyledi. Bunun ardından<br />
devletin, gazetelerin böyle bir<br />
grup kurmalarını talep ettiklerini,<br />
akil adamlar grubunu kuran ilk gazetenin<br />
de kendileri olduğunu vurguladı.<br />
Michiko, "Şimdi diğer gazetelerin<br />
de var. Haberlerde yanlış<br />
yaptığımız bir şey olursa onları buluyorlar.<br />
Halk problem görürse bu<br />
akil adamlara gidiyor. Bölgesel gazeteler<br />
de yapıyor." dedi.<br />
SİYASİLER BİZE KARIŞMAZ<br />
Türkiye'de artık yapılmayan akşam<br />
baskısı, Japonya'da her gazetenin<br />
yayımladığı bir gazete. Çoğu gazetenin<br />
akşam baskısı bulunuyor.<br />
Mainichi'nin Akşam Baskısı Editörü<br />
Yamada Michiko, son gelişmeleri<br />
halka bildirmek için bu baskıyı<br />
çıkardıklarını söyledi. Sayfa sayısı<br />
az olan bu baskı ancak 1 milyon<br />
civarında satıyor. Gazetenin sabah<br />
çıkan baskısının satışı ise 3 milyon<br />
civarında. Michiko, akşam baskısının<br />
bütün ülkeye değil sadece<br />
Tokyo bölgesine dağıtıldığını belirtti.<br />
Yamada Michiko, daha çok magazinsel<br />
haberlere yer verdiklerini<br />
söyledi. Son olarak işledikleri konulardan<br />
birinin ise Başbakan Şinzo<br />
Abe'nin pahalı restoranlarda yemek<br />
yemesi olmuş. Michiko, Başbakan<br />
Abe'nin neden böyle bir tutum<br />
sergilediğine yönelik çalışma<br />
yapıp bunu yayımladıklarını kaydetti.<br />
Başbakan Abe'nin yemek yediği<br />
insanların arasında gazete patronlarının<br />
da yer aldığını röportaj<br />
sırasında anlattı Yamada Michiko.<br />
"Bu, gazetenin objektifliğine gölge<br />
düşürmez mi" şeklindeki soruma<br />
karşılık Yamada Michiko, başbakan<br />
ile gazete patronlarının yemek<br />
yemesinin normal olduğunu<br />
söyledi. Michiko, "Objektiflik açısından<br />
sorun yok. Başbakanlar bize<br />
karışmaz." ifadelerini kullandı.<br />
Bu bilginin yanı sıra Michiko, Başbakan<br />
Abe'nin babasının, Mainichi<br />
Gazetesi’nde eskiden köşe yazarı
34 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
olduğunu da anlattı.<br />
PROMOSYON OLARAK DETERJAN VERİLMİŞTİ<br />
Mainichi Gazetesi’nin Akşam Baskısı Editörü Michiko,<br />
gazete satışlarını artırmak için eskiden promosyon<br />
verdiklerini söyledi. Bazı gazetelerin deterjan,<br />
bazılarının da maç bileti verdiklerini belirten<br />
Michiko, bu uygulamanın artık kalmadığını belirtti.<br />
Japonya'da gazetelerin abone sistemi üzerinden satıldığını,<br />
gazetelerin her sabah evlere ulaştığını kaydetti.<br />
Michiko, gazete satışının çok olmasını da ülkenin<br />
toprak olarak küçük olmasına bağladı. Yamada<br />
Michiko, "Hem dağıtımı kolaylaştırıyor hem<br />
de halkın bir arada bulunmasından dolayı daha çok<br />
satış oluyor." dedi. Ayrıca Japonya'da farklı milletlerden<br />
insan olmadığını, ABD gibi eyalet sistemi olmaması<br />
nedeniyle Tokyo'da alınan bir kararın bütün<br />
ülkeyi etkilediğine dikkat çeken Yamada Michiko,<br />
"Her yere aynı haberi yollamak daha mantıklı.<br />
Bu yüzden fazla satılıyor." dedi.<br />
Yamada Michiko, gazetenin pazarlama ekibinin<br />
satışlarını artırmak için pozitif yönde yardımı<br />
olduğunu da belirtti. Michiko, "Satışı yapan bölüm,<br />
hangi haberi sayfaya koyarsanız daha çok<br />
satarız diye düşünüyor. Mesela bir bölgede, beyzbol<br />
maçı daha fazla dikkat çekiyorsa bunu söyleyebiliyorlar.<br />
Ama bir konuyu yazmamız gerektiği<br />
bir şey söylemiyorlar. Pozitif taraftan yaklaşıyorlar."<br />
dedi. Akşam Editörü Michiko, gazete satışlarının<br />
son dönemde düşüş yaşadığını ancak bunun<br />
sadece internetin etkisine bağlanamayacağını<br />
vurguladı. Michiko, "En büyük etken gençler.<br />
Gençler hiçbir şey okumuyor. Gazeteci olmak isteyen<br />
gençler bile gazete okumuyor. Satışlar gitgide<br />
azalıyor. İnternetin yanı sıra gençliğin bir şey<br />
okumaması da etken." diye konuştu.<br />
GAZETECİ OLMAK KOLAY<br />
Peki bu kadar gazetenin satıldığı bir ülkede hangi<br />
kriterlere göre gazeteci olunuyor Yamada Michiko,<br />
gazeteci olmak isteyenlerin sınava tabii tutulduklarını<br />
kaydetti. Genel kültür ile kompozisyon sınavının<br />
ardından mülakatın yapıldığını, bunu geçen<br />
kişilerin işe başladıklarını söyledi. "Peki, ne yaparlarsa<br />
kovulurlar" şeklindeki sorum karşısında<br />
ise Yamada Michiko, bir süre düşünmek zorunda<br />
kaldı. Michiko, "Çok büyük bir suç işlerse kovulur.<br />
Başka birinin haberini alıp koysa uyarı alır. İnsan öldürürse<br />
falan kovulma olabilir." diye konuştu. Yamada<br />
Michiko, skandal durumlarda ise gazete çalışanlarının<br />
kovulmadan istifa ettiklerini de kaydetti.<br />
İYİ Kİ TÜRKİYE YOK<br />
Japonya ile Türkiye arasında var olan sıcak ilişkiye<br />
karşın gazetelerde Türkiye'ye ilişkin pek haber<br />
görülmüyor. Michiko, bunun aslında iyi bir şey olduğuna<br />
dikkat çekti. Michiko, "Dış haberlere bakın.<br />
Hep Japonya'nın sorun yaşadığı ülkelere ilişkin<br />
haberler vardır. Aslında iyi ki Türkiye yok." diye<br />
konuştu. Michiko, Türkiye'den ise bir kadının<br />
başbakan olduğunu hatırladığını kaydetti. Editör,<br />
"Bu zamana göre erken bir şeydi." diye konuştu.
36 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
‘Levent Kırca, çok ah aldı, yanında<br />
çalışanlar sürünüyor’<br />
BUĞRA KARDAN<br />
agazin gazeteciliği denilince akla ilk<br />
M<br />
gelen isimlerin başında gelir Aykut<br />
Işıklar. Mesleğe daha 19’unda Hürriyet<br />
ile ‘merhaba’ diyen Işıklar, cemiyet ve<br />
sanat dünyasını merceğe alan haberleriyle<br />
ses getirdi. Hürriyet’in ardından Günaydın<br />
ve Tercüman’da Magazin Müdürlüğü yaptı.<br />
Sabah’ta idareci olarak görev aldı. Sonrasında<br />
ise Akşam’da köşe yazılarını; HBB, ATV,<br />
Star TV ve Flash TV’de yaptığı programlar<br />
izledi. Aykut Işıklar, dizi yıldızlarının şöhreti<br />
taşıyamadığını vurguluyor.<br />
Sanatçıların topluma duyarlı olmadığından<br />
da dert yanan Işıklar, “Bunların<br />
hepsi kendine âşık, kendine<br />
hayran, mazoşist, kendinden<br />
başkasını tanımayan, hiç kimseyi<br />
sevmeyen insanlar. Bunlar<br />
parayı, gösterişi seven tipler.<br />
Aralarında halkına duyarlı,<br />
gelirinin dörtte birini dağıtan<br />
var mı” diyor.Şu sıralar<br />
Bugün’de yazan Aykut<br />
Işıklar, cemiyet hayatı,<br />
sanatçılar ve medya ile<br />
ilgili Cihan Dergi’nin sorularını<br />
cevapladı.<br />
Sosyete bu aralar bayağı dillendirilen<br />
bir kavram. Sosyete nedir<br />
Türkiye’de sosyeteden kast<br />
edilen kesim aslında kimler<br />
Türkiye’de sosyete;<br />
50 sene evvel zengin<br />
olan, Anadolu’dan gelip<br />
İstanbul’da köşeyi dönen, yaz<br />
tatilinde Avrupa’ya giden, yabancı<br />
arkadaşlarına göre giyinen<br />
bireylerdir. Hep ‘Avrupa’da<br />
böyle eğleniyorlar, yeni yılı böyle<br />
geçiriyorlar’ derler. Tabii o<br />
zamanlar zengin olup özünü<br />
bozmayan tüccarlar ve sanayiciler<br />
de var, onları unutmamak<br />
gerekiyor. Bakın şu an<br />
20-30 tane böyle İstanbul’da<br />
100 senelik zengin var, onların karıları kızları<br />
hanım hanımcık. Bir dönem ucuz zengin<br />
olmalar başladı; tekstilden, şundan<br />
bundan ticaretten 3-5 günde zengin olan<br />
görgüsüzler takımı çıktı. Onların kızları<br />
karıları kendilerini İngiltere Kraliçesi ile<br />
bir tutmaya başladılar. Neticede Türkiye’de<br />
sosyete yok, çünkü burjuva yok. Bizde sosyete<br />
denen grup topluma tepeden bakar,<br />
züppedir. Parayı görünce böyle özenmeye<br />
başlar, başlıyor, ne alayım ya da ne edeyim<br />
diye. Sanat tarihinden hiç anlamadığı halde<br />
evine oradan buradan tablolar alır. Ressamları<br />
bilmez, resimden anlamaz ama<br />
evine bak tablolardan geçilmez. ‘Bilmem<br />
neyin tablosu, ona 300 bin<br />
lira verdim’ der. Neden Özentiden,<br />
görgüsüzlük ve gösterişten.<br />
Peki, ekranlarda devamlı dillendirilen<br />
‘cemiyet hayatı’ nedir<br />
Cemiyet hayatı ,<br />
İstanbul’da 50 sanayici<br />
ve ailesinden teşekkül<br />
eder. Bunların muhtelif<br />
dernekleri falan<br />
vardır. Hanımları o<br />
derneklerde buluşur,<br />
davetler verir yardım<br />
ayağına. Esasında bu<br />
davetlerden amaçlanan,<br />
kadınların en<br />
son diktirdikleri elbiseleri,<br />
aldıkları son takıları<br />
vitrine çıkarmasıdır. Gazetede<br />
fotoğraflarının yayımlanmasıdır.<br />
Yazılarınızda yeraltı dünyasının<br />
sanat dünyasıyla olan ilişkilerine<br />
de yer yer değiniyorsunuz. Bu<br />
bağın temelinde yatan nedir<br />
Bir defa arada organik<br />
bir bağ var. Senelerce<br />
tüm gazino reklamları Cem<br />
Reklam’dan geçti. Cem Rek-
MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
37<br />
lam, Dündar Kılıç’ın idi. Yani eğlence<br />
dünyasına o kadar hâkimdi ki o kabadayı,<br />
o mafya... O ve adamları ile aran kötü ise<br />
çalışacak gazino bulamıyordun. Şarkıcısın,<br />
gazinoya bildiriyorlardı. Gazeteye talimatlar<br />
veriyorlardı. ‘Bak Leyla’nın çalıştığı gazinonun<br />
ilanı dolaşıyor o ilanı almayacaksın’<br />
diyorlardı. İlan çıkmadığında gazinocu<br />
sanatçıyı çalıştıramıyordu. Haliyle hayatın<br />
kararıyordu.<br />
Bir de mafya, geceleri dolaşmayı, hava<br />
atmayı sever. Gruplar halinde gazinoya<br />
gidip ellerinde tesbih ile sanatçılara hava<br />
atarlar. Sevgilileri oluyordu. Sanatçıların bir<br />
bölümü ‘baba’lardan yararlanıyordu. Adama<br />
cilve yapıyordu sanatçı. Adam da patrondan<br />
sanatçı için ricacı oluyordu. Alaaddin<br />
Çakıcı, pek çok kişiyi assolist yaptı.<br />
Bunun için İbrahimTatlıses’ten rica etti.<br />
Gülben Ergen, Huysuz Virjin ile müzikalde<br />
başrol oynadı. Erol Evcil sayesinde. Evcil<br />
kimdi Çakıcı’nın en iyi arkadaşı. Gülben<br />
Ergen ‘Fırat’ dizisinde Tatlıses ile oynayacak<br />
kapasite miydi Rahmetli Osman<br />
Yağmurdereli’den rica ettiler, o da Gülben’i<br />
dizide oynattı. Türkiye’de bir dönem Lazlar,<br />
Dündar Kılıç’ın ekibi vardı. Şu an başkaları<br />
var.<br />
Türkiye’de görevini layıkıyla yerine getiren hakiki manada<br />
sanatçı yok mu<br />
Sahneye çıkıp şarkı söylemekse, filmde oynamaksa<br />
sanatçı dolu, hem de kamyonla.<br />
Ama bana göre Türkiye’de sanatçı çok az.<br />
Sanatçınının aldığı ödüller, çok iyi oyuncu<br />
olup olmadığı, iyi gelir elde edip etmediği<br />
beni ilgilendirmez. Topluma bir şeyler veriyor<br />
mu, çocuklar onu görüp iyi bir şeyler<br />
öğreniyor mu, aileler onun yaptıklarından<br />
veya yaşamından bir şeyler alıyor mu, ben<br />
onlara bakarım. Bana sorarsan bu anlamda<br />
iyi bir örnek pek yok. Sanatçıların hepsi<br />
kendine âşık, kendine hayran, mazoşist,<br />
kendinden başkasını tanımayan, hiç kimseyi<br />
sevmeyen insanlar. Bunlar parayı, gösterişi<br />
seven tipler. Aralarında halkına duyarlı,<br />
gelirinin dörtte birini dağıtan var mı<br />
KENAN BALTA GİBİ, KIVANÇ’A ABD’DE GARSON<br />
VEYA ŞOFÖR ROLÜ VERİLİR<br />
Diziler ile parlayan belli başlı isimler var, bunlara ne<br />
diyorsunuz<br />
Bunlar şöhreti hak etmiyor, taşıyamıyor da.<br />
Ya, beğenilen bir dizide ben de oynasam<br />
ben de meşhur olurum. Bu parlayan isimler<br />
var ya, dizi biter de bir sene sonra başka<br />
dizi yapmazlarsa unutulurlar. Böyle kamyonla<br />
gençler geliyor, gidiyor. Üç sene evvel<br />
dizilerde oynayan pek çok simayı şu an<br />
hatırlamıyoruz. Bunlar bir dizide kalıyor.<br />
Adam oyunculuğun ne okuluna, ne işine<br />
gidiyor. Beren Saat… Fiilen nedir onlar ya<br />
Dizilerde oynamasa otobüs durağında görsen<br />
bakmazsın suratına. Öyle dolu kız var.<br />
Ama meşhur olduğu için çok güzel geliyor<br />
insana. Şöhret aldatır insanı. Kenan İmirzalıoğlu<br />
gibi kaç tane münibisçü var. Durağa<br />
bak. Ondan daha yakışıklı delikanlılar<br />
var. Kıvanç gibi çocuklar, Amerikan sinemasında<br />
garson veya şoför rolünü oynar.<br />
Kazık gibi. Orada ne yakışıklı tipler var.<br />
Amerika’da tip arıyorlar. Hollywood’a bakın<br />
başrol oynayanlar eğri büğrü herifler.<br />
Bebek yüzlü yumuşak tipler yok. Bunlar<br />
filmlerde sevgili veya kiralık katil oluyorlar.<br />
Ağlarken ve gülerken aynı yüz ifadesi.<br />
Kenan, efendi, iyi çocuk ama tam bir balta.<br />
Ağlıyor mu, gülüyor mu belli değil. Hiçbir<br />
ifade yok. Tabii gerçek aktör bizde de<br />
var. Fikret Hakan’ın gençliğine bak. Ekrem<br />
Bora’ya, Ayhan Işık’a bak. Gözü ile ne diyeceğini,<br />
diyebileceğini anlatıyor; bakışı ile<br />
kendini ele veriyor.<br />
Talk showları takip ediyor musunuz<br />
Mesut Yar’a katlanamıyorum. Sempatik<br />
değil. Allah öyle bir tip vermemiş. Koca kafası<br />
var, yüzü uygun değil adamın televizyona.<br />
‘Hava nasıl’ diyor, habire. Cevabı<br />
da hemen kendisi veriyor. Yapma ya, bırak<br />
sen yapma espriyi konukların yapsın. Saniyede<br />
bir espri yapmak, sempatik olmak,<br />
hazır cevap olmak, çok kültürlü olmak derdinde.<br />
Beyaz, yine kabul ettirdi kendini.<br />
Aptallığını, işini bilmediğini, konuşamadığını,<br />
Beyaz kabul ettirdi. Ama iyi aile çocuğu<br />
espirisi var, hayranları var. Ama Mesut,<br />
lütfen sen Beyaz’ı taklit etme. Kadir<br />
Çöpdemir’e katlanamıyorum. Komik değil.<br />
Yüz ifadesi, ses tonu olamaz.<br />
Tiyatrocu Levent Kırca saldırgan tavırlar ortaya koyuyor.<br />
Onu bu davranışa iten nedenler nelerdir<br />
Levent’i Levent yapan kişi Oya’dır… Bütün<br />
para işleri onun elindeydi, gerçek patron<br />
oydu. Levent metin yazıyor, oynuyor,<br />
makyaj yapıyordu. Sanatı ile uğraşan bir<br />
adamdı. Bütün politikaları Oya Başar belirliyor<br />
ve uyguluyordu. Patroniçe oydu. Kapıda<br />
bilet kesenleri bile o denetliyordu. Şimdi,<br />
bir şeyler oldu aralarında ve Oya bunu şutladı.<br />
Herhalde katlanamadı. Levent, bir kadeh<br />
içince sapıtıyordu. Hemen sarhoş oluyordu.<br />
‘Hiç içmem’ diyor ama hikâye. Şimdi,<br />
Levent yıkıldı. Oya, parasını aldı, büyük<br />
payı götürdü. Levent’e borçlar kaldı. Ondan<br />
sonra ne yaptıysa tutturamadı.Popüler<br />
başarılı günlerinin bittiğini anlayınca, insanlar<br />
arayanlar azalmaya başlayınca, bankada<br />
paralar azalınca çöktüğünü hissetmeye<br />
başladı. Eskiden günde 10 telefon çalarken,<br />
2’ye indiğini gördü. ‘Ben gidiyorum<br />
artık’ korkusuna kapıldı. Ondan sonra<br />
tutarsız bir siyaset ortaya koydu. Bir solcu<br />
oldu, bir bilmem ne. Bir de çok ah aldı.<br />
Levent Kırca’yı tanımak için yanında çalışan<br />
insanlar nasıl öldü, şu an nerede ne yapıyorlar<br />
onu araştırın. Adamlar, sürünüyor<br />
ya. Geçen biri otobüs bekliyordu durakta.<br />
Yanına gittim muhabbet ettim. Yaşlı, iri yarı<br />
bir adam vardı, Levent’in yanında hatırlanacaktır.<br />
Adamın durumu hiç de iyi değildi.<br />
‘Olacak O Kadar’da Cevat Kelle’yi oynayan<br />
Sinan Bengier vardı. O da anlatmaktan yana<br />
değil. ‘Konuşturma beni, bana yakışmaz’<br />
diyor. Onlara neler çektiklerini bir sorun. Sigortalarını<br />
yatırmamış, maaşlarını sallamış.<br />
Yine bir yazınızda kadınların idareciliğinden ve yazarlığından<br />
yakınmış, Ruhat Mengi’den örnek vermiştiniz.<br />
Size göre kadın gazeteciler ve yazarlar torpille mi<br />
bir yere geliyorlar<br />
Tabii. Ruhat benim yanımda moda muhabiriydi.<br />
Siyaset yazacak biri miydi Herhalde<br />
yazılarını Güngör (Mengi) ağabey yazıyor.<br />
Ruhat, birden ‘vatan, millet, nidaları<br />
ile ekranlarda belirdi. Kahraman oldu, Jeanne<br />
D’arc oldu. Ayşe Arman da Aktüel’de<br />
sıradan bir muhabirdi, orasını burasını gösterirdi.<br />
Haldun Dormen’in oğlu ile evlenince<br />
birden bir yerlere geldi. Birileri ardında,<br />
yoksa böyle olurlar mıydı Kadınlar<br />
medyada her zaman üç adım önde. Talihliler.<br />
Kadınlar hep erkeklerin önünde. Ondan<br />
sonra ağlıyorlar, ezildiklerini iddia ediyorlar.<br />
Bir defa bir yerlere girmeleri daha<br />
kolay, daha kaymak haberlere gitikleri<br />
de muhakkak. Bizim yöneticiler de bayılıyorlar,<br />
yazı işleri toplantısında kadınlara<br />
hava atmaya. Rahmetli Nezih Demirkent<br />
zamanında bile bu durum böyleydi.<br />
Ben uzun seneler Hürriyet ve Sabah’ta görev<br />
yaptım. Pek çok gazeteci arkadaşımın<br />
müdürlerle münasebeti vardı. Onlar sayesinde<br />
bir yerlere geldiklerini biliyorum.<br />
Burada merhum Duygu Asena iyi örnektir.<br />
Duygu’yu Hürriyet’ten özel hayatından<br />
dolayı attılar. İki senede 12 müdür ile beraber<br />
oldu. Duygu, zampara kadındı. Ama<br />
kimse Duygu’yu tavlayamazdı, o tavlardı.<br />
Herkes peşinden koşardı. Ondan yüz bulamayanlar<br />
aralarında kapıştı yönetim katında.<br />
Sonrasında Duygu’yu işten attılar.
38 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
Duygu da mahkemeye verdi. Ben de şahittim.<br />
Mahkemede ‘Hayır, Duygu namuslu<br />
kızdır, hiç kimse ile bir şeyini görmedim‘<br />
dedim. O zaman yani 1974’te 250 bin lira<br />
tazminat aldı, Hürriyet’ten.<br />
Magazin muhabirliği ile ilgili yorumlarınız neler<br />
Magazin gazetecilerinin en nefret ettiğim<br />
tarafları şu; bir kere gördüklerini hemen yazıyorlar…<br />
Birilerinin söylediklerini yazıyorlar.<br />
Ama iş öyle değil. Ben, bir makineyi görüyor,<br />
güzel olduğunu yazıyorum. Ama<br />
ben o makine ile ilgili detayları araştırmalıyım.<br />
Olayların görünen tarafı kadar görünmeyen<br />
tarafını da var. Kişilerin de öyle.<br />
Görünmeyeni, perdenin ardını, madalyonun<br />
arka yüzünü araştırıp hakikati yazmazsan<br />
gazeteci değilsindir. Şu an magazin<br />
gazetecileri birilerinin söylediğini, ya da<br />
gördüğünü aynen yazıyor; ucuza kaçıyor.<br />
Ya bir araştır. Bu adam nereden buraya gelmiş,<br />
Google’a gir araştır. Ne yapmış bak.<br />
Bununla konuşuyorum ama röportaja gitmeden<br />
evvel sor araştır bu adam ne yapmış.<br />
Seninle konuşuyoruz ama geçmişimi biliyor<br />
musun Bildiğin zaman soruların daha gerçekçi<br />
olur. Ben daha mantıklı, daha doğru<br />
cevap veririm sana. Ama beni tanımadığını<br />
belli edersen seninle dalga geçerim. Konuşurken<br />
insanlar gazetecinin gözünün içine<br />
bakar. Sana bir yoklama çeker, o konuya<br />
vâkıf değilsen sana doğru cevap vermez.<br />
GAZETECİYİ ÇAĞIRAN AYNUR AYDAN’DI<br />
Meslekte aktif olduğunuz dönemde eski İçişleri Bakanı<br />
Hasan Fehmi Güneş’in istifasına yol açan Haftasonu<br />
haberi hakkında malumatınız var mıydı<br />
Beni aradı Aynur Aydan. ‘Aykut, Hasan geliyor,<br />
sana müthiş haber’ dedi. Ben sevmem<br />
öyle şeyleri, karı reklam yapacak beni<br />
kullanacak. ‘Ne olmuş kızım geliyorsa<br />
gelsin, reklam mı yapmalısın’ dedim. Yüz<br />
vermedim. O zaman ‘Haftasonu’nda Tarık<br />
Ertuğ var. Onu aramış. Tarık fotoyu alıp<br />
gitmiş. Beşiktaş Barbaros’ta kapıdan girerken<br />
adamın resmini çekmiş. Adam da çıktı,<br />
münasebeti itiraf etti. Ya kadın, adamı baştan<br />
çıkarmış. Daha önce bir iki kere birlikte<br />
olmuşlar. Adam gelirken haber veriyor.<br />
Bu karılar böyle. Satar adamı. Adam da çıktı<br />
‘Evet hata yaptım, milletten özür diliyorum’<br />
deyip istifa etti, herkes de alkışladı.<br />
FOTOĞRAF: MEHMET YAMAN<br />
CEM UZAN’DAN TÜM PARASINI ALAN TEK KİŞİYİM<br />
Pek çok gazetede görev yaptınız. Bize patronlarınızı<br />
da değerlendirebilir misiniz<br />
Ben, Erol Simavi gibi patron tanımam. Her<br />
gece gazinodaydı, bütün ünlü kadınlar<br />
sevgilisiydi. Gündüz haberini yaptığım ile<br />
gece Erol Bey yatıyordu. Bunu da o kadınlardan<br />
öğrendim. Tercüman’da patronum<br />
rahmetli Kemal Bey çok iyi adamdı. Kemal<br />
Bey’in Tercüman’ın yanında bir gazetesi<br />
daha vardı: Bulvar. Bana, ‘Aykut, her işi<br />
yaptım ama ilk defa güzellik yarışması yapacağım.<br />
Bu yaştan sonra pezevenk olarak<br />
itham edecekler beni’ dedi. O yarışmayı<br />
ben organize ettim. Sene 1983 idi, o zaman<br />
60 milyon lira aldım. Zannediyorum, yarışmada<br />
Hülya Avşar birinci olmuştu.Dinç<br />
Bilgin de iyi adamdı, gerçek bir gazeteciydi.<br />
Aydın Bey de iyiydi. Gazetecilikten gelme<br />
patronları arıyorum açıkçası. İkincisi Cem<br />
Uzan’a 6 sene dışarıdan program yapan ve<br />
bütün parasını alan tek kişiyim. Uzan ile<br />
görüşüyorum, Facebook’tan.<br />
İğneleyici bir üslubunuz var. Bu başınıza iş açmadı mı<br />
Ben şurada, Ortaköy Camii’nin kapısında<br />
tetikçimle tanıştım. Bir tetikçi hapishaneden<br />
çıkıyor, emri Hülya Avşar’ın annesinden<br />
alıyor. Bunu bilen ve bana bildiren<br />
Akgün Otelleri’nin maliki Nihat Akgün.<br />
O bana ‘Aykut geceleri dolaşma, senin<br />
ipin kesildi, seni götürecekler. Bu işte<br />
polisin de parmağı var’ uyarısında bulundu.<br />
Bir şaşkınlık hali yaşadım, tabii korktum.<br />
Akgün’ün polis içinde adamları vardı.<br />
Cinayet Masası’nda kim ne yapıyor, polis<br />
ne yapıyor ilk Akgün öğreniyordu. Sonra<br />
araştırdım hakikaten Hülya Avşar, Cinayet<br />
masası’ndan bütün polisleri gazinoda ağırlıyor.<br />
Her gece balıkçıda Kaya Çilingiroğlu<br />
ile Hüseyin Kocadağ’a gece yemekleri filan.<br />
Akgün’ün uyarılarına kulak verip<br />
daha duyarlı ve dikkatli dolaşıyordum.<br />
Ortaköy Camii’nin orada biri ‘Aykut<br />
Işıklar sen misin’ diye sordu. Zavallı<br />
önünü göremiyor, içmiş içmiş gelmiş,<br />
ufak tefek bir adam. Adamın bir sağına,<br />
bir soluna girdim. Dirseğimle tabancanın<br />
adamın solunda olduğunu anladım.<br />
Çekerse ne yapacağımı planlıyordum.<br />
‘Oğlum, bak sen delikanlı mısın’<br />
diye seslendim. ‘Kendimize göre’ karşılığını<br />
verdi. ‘Sana soruyorum sen hapishaneden<br />
çıktın değil mi’ diye sordum.<br />
Çünkü Hülya Avşar’ın annesi açık<br />
vermişti: ‘Aykut, yakında göreceksin<br />
sen’ dedi. Yeğeni varmış Ulucanlar’da.<br />
O tezgâhlamış her şeyi. Tetikçiye sordum,<br />
‘Sen Ulucanlar’dan mı çıktın’ diye.<br />
Aptala döndü, ben korkmuyorum<br />
koluna girdim. Şaşırdı. Ondan sonra<br />
‘Hülya Avşar mı gönderdi seni’ diye<br />
sordum. İnkâr etti. ‘Kaç para aldın’ diye<br />
sordum. ‘Ne yapacaksın, aldım bir<br />
şeyler, hadi 250 milyon’ dedi. O sırada<br />
otoparkta bizim bitirim çocuklar vardı.<br />
Yanıma geldiler, durumu anladılar. ‘Arkadaş<br />
beni götürmeye gelmiş’ dedim.<br />
Ondan sonra biri atladı hemen tabancayı<br />
kaparak denize attı. Ona 2-3 çaktılar.<br />
Bu olayı en iyi bilen Mehmet Ağar’dır.<br />
İçtim, ağlayarak Ağar’ı aradım. Gecenin<br />
2’sinde. Benim arkadaşımdı.<br />
‘Benim arkadaşım Emniyet Genel<br />
Müdürü, ben vurulacağımı mafyadan öğreniyorum’<br />
diye sitem ettim. ‘Senin adamın<br />
Hüseyin Kocadağ bu işi tezgâhlıyor.’<br />
dedim. Ağar, ‘Dur Aykut hallederiz’ dedi.<br />
Sabah beni Hüseyin Kocadağ aradı. ‘Senin<br />
deden Erzincan Kemahlı mıydı Biz<br />
hemşehriyiz’ dedi. ‘Şimdi mi hatırladın<br />
hemşehri olduğumuzu, hadi sana hayırlı<br />
işler.’ diyip telefonu kapattım.
40 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
Erkeklere ‘güzellik’ kriteri<br />
koysak, çoğu yorumcu işsiz kalır<br />
FOTOĞRAF: MUSTAFA KİRAZLI<br />
Erkek egemenliğinin olduğu<br />
futbolda erkek yorumculara<br />
ince bir dokundurma da futbol<br />
üzerine kalem oynatan Banu<br />
Yelkovan’dan geldi.<br />
KÖKSAL AKPINAR<br />
utbol her ne kadar erkek<br />
F<br />
egemenliğinin olduğu bir<br />
oyun olsa da, kadın futbolcular<br />
da uzun yıllardır hatırı sayılır<br />
bir yer edindi yeşil sahalarda. Erkeklerin<br />
daha çok söz hakkı olduğu<br />
bu oyunda kadınlarımız da geçmişe<br />
oranla futbolu daha çok sevmeye<br />
ve ilgi duymaya başladı. Ama<br />
maçlardan sonra televizyonlarda izlediğimiz<br />
spor programlarındaki yorumcuların<br />
neredeyse tamamı erkek.<br />
Futboldan kopup farklı konulara<br />
girip tartışmalara da tanık oluyoruz<br />
zaman zaman. Tartışmalar o kadar<br />
ileri boyutlara taşındı ki RTÜK<br />
spor programlarına bir dizi kurallar<br />
koymak zorunda kaldı. Erkek yorumculara<br />
ince bir dokundurma da<br />
futbol üzerine kalem oynatan Banu<br />
Yelkovan’dan geldi. Yelkovan ile yeşil<br />
sahaların tozunu atarken, özellikle<br />
televizyondaki spor programlarını<br />
da masaya yatırdık. Yelkovan’a göre<br />
“erkeklere ‘güzellik’ kriteri koysak,<br />
çoğu yorumcu işsiz kalır.”<br />
Spor yazarlığı, hayalinizde olan bir meslek<br />
miydi<br />
Hayır değildi!.. Gazeteciliğe spor yazarı<br />
olacağım diye başlamadım. Üniversitede<br />
gazete ilanıyla part-time<br />
çevirmen aranıyordu. Müracaat ettim.<br />
Okulumuzda devam zorunluluğu<br />
yoktu ve Milliyet Gazetesi’nde<br />
başladım. Gençlik eki çıkarıyorduk.<br />
O günlerde yaptığımız ekleri hâlâ<br />
saklarım. İletişim mezunu değilim,<br />
gazetecilikte ‘alaylı’ denen gruptanım.<br />
Çok uzun yıllardır gazeteciliğin<br />
her kademesinde görev aldım. İlginçtir,<br />
hayatım boyunca CV’yle iş başvurusunda<br />
bulunmadım. Yaptığım<br />
iş beni bugünlere kadar getirdi. Çevirmenlikten<br />
muhabirliğe, muhabirlikten<br />
dergiciliğe, oradan yazı işlerine<br />
ve genel yayın müdürlüğüne. Gazeteciliğe<br />
başlamam neredeyse 20 yılı<br />
aştı. Panellerde söyleyince çocuklardan<br />
‘Kaç yasındasın’ sorusu geliyor.<br />
O yüzden artık söylemiyorum, ‘Çok<br />
uzun yıllar oldu’ diyorum.<br />
Futbola merak hep var mıydı<br />
Evet vardı. Büyürken Florya’da oturuyorduk.<br />
İster istemez Galatasaraylıydım.<br />
Semt takımını tutmak gibi<br />
bir şeydi. Aslında spor yazarlığına da<br />
sonradan yöneldim. Arşivlerde sağlık<br />
haberlerim, çeviri haberlerim, bir<br />
sürü röportajım vardır. 1999 senesinde<br />
Fransa’ya gittim. Paris’te yaşamak<br />
çocukluk hayalimdi. Orada fotoğrafçılık<br />
kursuna gittim. Dönünce<br />
artık gazetede tam zamanlı çalışmamaya<br />
karar vermiştim. Babamın işini<br />
denemeye, yapamazsam Fransa’ya<br />
dönüp, master talebimi kabul eden<br />
bir üniversitede devam etmeye karar<br />
vermiştim. Geri gitmek üzere gelmişim<br />
yani. Tam o dönemde spor yazarlığı<br />
teklifi geldi. Tekrar başladım.<br />
O dönem kadınların futbola merakı var mıydı<br />
Benim ilk maça gittiğim dönemler<br />
kadınların futbola çok tutkulu olmadığı<br />
zamanlardı. Allah’tan kız kardeşimle<br />
birlikte futbola merak salmıştık.<br />
Kimseye ihtiyaç duymadan beraber<br />
gidebiliyorduk. Babamla hiç futbol<br />
maçına gitmedim. Zaten babam<br />
Beşiktaşlı… Bizimki Florya’da şekillenen<br />
bir futbol sevgisi… Kulüp orada,<br />
antrenman sahası orada… Sokağa<br />
çıkıyorsun, futbolcular orada. Başkan<br />
bile orada. O zamanlar Florya<br />
köy gibiydi. Evimiz de çok yakın olduğu<br />
için, ister istemez kulübün içinde<br />
yaşıyor gibiydik. Hayatın normal<br />
bir parçasıymış gibi. Maçlara da kız<br />
kardeşimle gidiyorduk. Kimsenin bizi<br />
maça götürmesine ihtiyaç duymadık.<br />
MAÇA GİDECEĞİMİ BİLDİĞİM<br />
ANDA HEYECANLANIYORUM<br />
Hâlâ devam ediyor mu futbola olan bu sevgi
MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
41<br />
İşin içine girdikten sonra biraz mesafe<br />
oluyor. Ama hâlâ, hangi takımın maçı<br />
olduğunun bir önemi yok, merdivenleri<br />
çıkıp yeşil sahayı gördüğüm anda heyecanlanıyorum.<br />
Maça gideceğimi bildiğim<br />
anda heyecan basıyor. Stada yaklaşırken<br />
adımlarım hızlanıyor, neredeyse<br />
koşmaya başlıyorum. Ben maçla ilgili<br />
her şeyi merak ediyorum. Zaten bu işi<br />
sevmemin de sebebi bu. Futbolun en az<br />
ilgilendiğim tarafı istatistik tarafı. Şimdi<br />
bir de basın toplantısına girme avantajım<br />
var gazeteci olarak. Benim gibi bir<br />
meraklı için müthiş bir şey bu. Ben, futbolcunun,<br />
teknik direktörün arkasındaki<br />
‘insanı’ çok merak ediyorum. Bunu<br />
saha kenarından veya televizyondan<br />
izleyerek anlamak mümkün değil. Benim<br />
için her şey ilginç: Bir teknik direktör<br />
basın toplantısında kendisine sorulan<br />
bir soruyu nasıl dinliyor Nasıl cevap<br />
veriyor Havası tavrı, vücut dili vs.<br />
hepsi ilgimi çekiyor.<br />
Erkek egemenliğinin olduğu spor servislerinde<br />
kadın olmanın zorluklarını yaşadınız mı<br />
Fransa dönüşü Yiğiter Uluğ ve Uğur<br />
Vardan’ın Radikal Futbol’da yazma teklifini<br />
kabul ettikten sonra spor servisinin<br />
bilfiil içine girmedim. Ama aslında<br />
gazeteciliğin mutfağını yeri geldiğinde<br />
sayfa tasarımı yapacak kadar biliyorum.<br />
FourFourTwo’da tabii işin mutfağındaydım,<br />
başkasına sorsanız belki farklı cevap<br />
alırsınız ama bana zor gelmiyor.<br />
‘KADIN SPOR YAZARLARININ<br />
ÖNÜNÜ AÇAN UĞUR VARDAN OLDU’<br />
Banu Yelkovan’ın bir anlamda futbolun kadınlar<br />
tarafından sevilmesine kapı araladığını düşünüyor<br />
musunuz<br />
Bu işi ilk yapan aslında Gülengül Altınsay.<br />
Hep İbrahim Altınsay’ın eşi olduğu<br />
için yazarlık yaptığını zannederler, oysa<br />
Gülengül ondan önce girmiştir futbol işine.<br />
Ama bence çoğu kadın spor yazarlarının<br />
önünü açan Uğur Vardan’dır. Önce<br />
Aktüel’de şans verdi kadın yazarlara,<br />
sonra Radikal’de. Birçok gazeteden daha<br />
fazla kadın yazar yer aldı Radikal sayfalarında.<br />
Kadınların önünün açılmasında<br />
benim katkım var mı bilmiyorum, olmuşsa<br />
ne mutlu bana.<br />
Türk kadınının futbola<br />
ilgi duymasında<br />
çok önemli katkı<br />
sağlayan isimlerin<br />
başında geliyor<br />
Banu Yelkovan.<br />
FUTBOLU SEVDİĞİMİZE<br />
KİMSEYİ İNANDIRAMIYORUZ<br />
Spor medyasında daha çok kadın var ama yorumculuk<br />
koltuklarındaki erkek egemenliği için neler<br />
söyleyeceksiniz<br />
Evet tespit doğru. Yorumculuk koltuğunda<br />
erkek egemenliği çok fazla... Sonuçta<br />
bu oynayanıyla, seyredeniyle, yorumlayanıyla<br />
bir erkek oyunu... Erkekler<br />
de orayı pek kaptırmıyorlar. İngiltere’de,<br />
İtalya’da, İspanya’da da durum böyle<br />
ama oralarda sadece spiker değil, muhabir<br />
de birçok kadın var. Spor medyasında<br />
belli bir süre kadını ön plana çıkarmak<br />
gibi bir durum oldu. Kadınlar için<br />
ilk kıstas güzellik. Kadınlara uygulanan<br />
kriterleri erkeklere koysak, çoğu yorumcu<br />
işsiz kalır. Futbola meraklı olan kadınların<br />
durumunu Beckham’a benzetiyorum.<br />
Nasıl ki, Beckham’ın asıl işinin futbolcu<br />
olduğuna kimseyi inandıramıyorsan,<br />
adam yakışıklı ve sponsorlardan daha<br />
çok para kazandığı için, futbolu hobi<br />
olarak yapıyor izlenimi veriyorsa, biz de<br />
sırf kadın olduğumuz için futbolu sevdiğimize<br />
kimseyi inandıramıyoruz. Oysa<br />
İngiltere Milli Takımı’ndaki yeri hâlâ<br />
doldurulamadı. Beğen beğenme, bu yaşta<br />
hâlâ Paris Saint Germain’de oynayacak<br />
kapasitede. Biz de futbolu sevdiğimize,<br />
iyi kötü bildiğimize kimseyi inandıramıyoruz.<br />
Hobi olarak ilgileniyoruz<br />
gibi görüyorlar.<br />
ERKEKLER İLE AYNI EĞİTİMİ GÖREN KADIN<br />
TEKNİK DİREKTÖRLER, ŞANSSIZ<br />
Fatih Terim ile birlikte yardımcıları da ceza alınca<br />
yardımcısı Duygu Hoca’nın takımın başında sahaya<br />
çıkma ihtimali sizi heyecanlandırdı mı<br />
Evet gerçekten heyecanlandım. Duygu<br />
Hoca’nın bunu yapabileceğine de, Fatih<br />
Hoca’nın gerekirse tereddüt etmeden<br />
ona bu şansı vereceğine de eminim.<br />
Sonuçta futbol dünyasında kadın teknik<br />
direktörler de var. Başarılı işler de yapıyorlar.<br />
Teknik direktör olurken kadınlara<br />
farklı sınav uygulanmıyor ki Onlar<br />
da aynı eğitimi görüyor, aynı sorularla<br />
aynı sınava giriyor, aynı lisansı alıyor.<br />
Ama erkekler kadar şans bulabiliyorlar<br />
mı tartışılır.<br />
Anne olduktan sonra Banu Yelkovan’ın işinde ne<br />
gibi değişiklikler oldu<br />
Anne olmadan önce kadın-erkek farkı<br />
konusunda bir kez bile düşünmemiştim.<br />
Ama anne olduktan sonra ister istemez<br />
sorumlulukların değişiyor. Artık<br />
sabahlara kadar çalışma ‘lüksün’ kalmıyor.<br />
Bir anlamda kadın olduğunun farkına<br />
varıyorsun. Ben şunu gördüm. Erkeklerle<br />
kadınlar arasında bence en belirgin<br />
fark, onların tek konuya odaklanabilme<br />
becerisi. Kadınlar multi-fonksiyon. Aynı<br />
anda beş şeyi düşünüp organize etmek<br />
zorundalar. Çocuk olduktan sonra bunu<br />
daha çok fark ediyorsun. Ev kadınlarına<br />
büyük saygı duyuyorum; aşçılıktan psikologluğa,<br />
doktorluktan organizatörlüğe,<br />
temizlikçilikten hastabakıcılığa aynı<br />
anda kaç meslek yapıyorlar. Benim şansım,<br />
birçok kadının aksine, hayatta yapmak<br />
istediğim şeyi yapıyor oluşumdur.<br />
Bu fırsat Türkiye’de kadınların karşısına<br />
çok az çıkıyor.<br />
‘ANLAŞILAMAMAK BENİ ÇOK ÜZÜYOR’<br />
Yazdığınız yazıdan dolayı size tepki gösteren oluyor<br />
mu<br />
Bazen oluyor… Ama beni tepkilerden<br />
çok yanlış anlaşılmış olmak üzüyor. Bunu<br />
keşke yazmasaydım dediğim hiç olmadı.<br />
Ama ben bunu niye anlatamadım<br />
diye hayıflandığım çok olmuştur.<br />
Örnek verebilir misiniz<br />
En son Fatih Terim olayı ile ilgili bir<br />
yazı yazmıştım. Hayatta herkesin bir<br />
aşil tendonu, bir zayıf noktası olduğuna<br />
inanıyorum. Bence herkesi kızdıracak<br />
bir konu var. Sizinki ile benimki<br />
aynı olmayabilir. Ama hayat da öyle<br />
bir şey ki, sizi ne kızdırıyorsa sizin önünüze<br />
daha çok o çıkıyor. Ben normalde<br />
sakin bir tipim. Ama oğluma yemek<br />
yedirmeye çalışırken inanılmaz sinirli<br />
oluyorum. Herkesin öfkesini kontrol<br />
edemediği zamanlar oluyor. Ama 5 dakika<br />
sonra geriye dönüp, öfkeyle hiçbir<br />
şeyi çözemeyeceğini idrak edip, “Burada<br />
galiba bir şeyi yanlış yaptım” demesi<br />
lazım. Yazımda da bunu vurgulamaya<br />
çalıştım; “Basın toplantısını keşke yap-
42 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
masaydı, canlı yayına keşke katılmasaydı.<br />
Ya da çıktığında başka şeyler söyleseydi.<br />
Aynı sinirle devam etmeseydi”<br />
demeye çalıştım. Ama bu yüzden, “Sen<br />
Fatih Terim’i savunuyorsun, onun avukatı<br />
mısın” türü tepkiler de aldım. Burada<br />
anlatmak istediğimi iyi anlatamadım<br />
diye düşündüğüm oldu.<br />
‘FISTIKOĞLU-ÜMİT ÖZAT<br />
TARTIŞMASINDA ÜSLUP KÖTÜYDÜ’<br />
Futbol oynamayanlar ile oynamış olan yorumcular<br />
arasında yaşanan tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz<br />
Futbol oynamamış olmanın objektiflik<br />
açısından avantaj sağladığını düşünüyorum.<br />
Daha açık bakmaya çalışıyorsunuz.<br />
Kendinizi sürekli geliştirmeye çalışıyorsunuz.<br />
Bilmediğinizi peşinen kabul<br />
ettiğiniz için, daha çok okuyup öğrenmeye<br />
çalışıyorsunuz. Bu da bir artıdır<br />
bana göre. Elbette futbol oynamanın<br />
getirdiği daha çok avantaj var. Futbol<br />
oynamış olan, mutlaka başka bir gözle<br />
bakıyordur. Simge Fıstıkoğlu ile Ümit<br />
Özat’ın tartışmasında ben Ümit Özat’ın<br />
üslubundan hoşlanmadım. Gerçi Ümit<br />
Özat’ın da demek istediğini iyi ifade edemediğini<br />
düşünüyorum.<br />
Algı sorunu mu yaşandı size göre<br />
Evet.. Ümit Özat orada düşündüğünü,<br />
demek istediğini doğru ifade edemedi.<br />
Ama böyle cinsiyetçi, kadınların pozisyonunun<br />
bu kadar zor olduğu bir ülkede,<br />
keşke biraz daha düşünerek konuşsaydı,<br />
böyle bir genelleme yapmamış olsaydı.<br />
Kötü niyetle yapmadığına inanmakla<br />
birlikte yine de yapmasaydı ya da<br />
keşke sonrasında özür dileseydi diye düşünüyorum.<br />
Futbol 90 dk ama maç bittikten sonra 180 dk konuşuluyor.<br />
Avrupa’da durum nasıl<br />
Avrupa’da maçtan önceki programlar<br />
çok daha uzun. Maç bitince tersten yorumlamak,<br />
“A girdiyse niye B girmedi<br />
A taktiği ile oynandıysa, neden B taktiği<br />
değildi” demek daha kolay. Analiz<br />
programları ile ilgili bir sıkıntım yok.<br />
Fakat bazı programları seyrettikçe, insan<br />
kendini o gerçekliğe kaptırıp, sinirlenmeye<br />
başlıyor. Onları yabancılaşarak<br />
seyretmek gerek. İçine girmemek lazım…<br />
Hayatınızda kırılma anı olarak niteleyebileceğiniz<br />
maç hangisi<br />
Benim şans eseri ilk gittiğim Neuchâtel<br />
Xamax maçıdır. Okulu kırıp gitmiştik.<br />
Gerçi şimdi kime sorsan o maça gitmiş.<br />
Herkes oradaymış. Sanki 500 bin kişilik<br />
statta oynandı maç. Gitmeyen yok. Öyle<br />
bir maçtan sonra futbolu sevmemek<br />
gibi bir durumunuz kalmıyor. İnanılmaz<br />
bir atmosferdi.<br />
Türkiye’nin marka değerini yükselten bir maçtı<br />
diyebilir miyiz<br />
Türk futbolunun kırılma anı gibiydi. Sanki<br />
Türk futbolundaki bütün başarılar ve<br />
yükselme dönemi o maçla başladı.<br />
Banu Yelkovan’ın hafızasında Türkiye’ye gelen<br />
yabancılar arasında hangi futbolcular var<br />
Saymakla bitmez. Zaten Radikal’cilerin<br />
‘Biz takım tutmayız, adam tutarız’ diye<br />
bir lafı vardır. Futbolcuların, teknik direktörlerin<br />
hikâyeleri benim için daha etkili.<br />
O yüzden biyografi okumayı çok severim.<br />
Seyrettiğimiz maçların içeriden<br />
hikâyelerini sonradan okumak çok hoşuma<br />
gider. Biz ne duygularla seyretmiştik,<br />
onlar hangi duygularla oynamış karşılaştırması<br />
ilginç gelir.<br />
Futbol nedir<br />
İçinde 22 tane hayatın olduğu<br />
bir oyun. Artı hakemler,<br />
artı seyirciler...<br />
Sonsuz bilinmeyenli<br />
bir denklem...<br />
Asıl büyüsü<br />
de bu. Brian<br />
Clough’ın,<br />
‘Kâğıt üzerinde<br />
iyi olan takım bizdik. Maalesef maçı sahada<br />
oynadık’ diye bir lafı vardır. Bence<br />
futbol tamamen bu... Olaylar, senin kafandaki<br />
gibi gelişmiyor. Heyecanı da, büyüsü<br />
de burada.<br />
Türk futbolunu nasıl buluyorsunuz<br />
Bugüne kadar ülkemize gelmiş yabancı<br />
oyuncularla yaptığım röportajlarda bu<br />
soruyu hep sordum ve hep aynı yanıtı<br />
aldım. Kâğıt üzerinde, ağırlıklı olarak<br />
3, toplamda 5 takımın şampiyon olduğu<br />
bir ligiz. Uzaktan bakınca Hollanda<br />
ligi gibi bir lig algısı belirebilir kafalarda.<br />
Oysaki bizim ligimiz çok mücadeleci.<br />
Zeminler filan güzel olsa Premier Lig<br />
kadar mücadele var, sadece futbol temposu<br />
oraya göre oldukça yavaş o kadar.<br />
2000’lerin başında yorum yaparken,<br />
‘Önce mental devrim lazım. Önce Anadolu<br />
takımlarının maça çıkarken, büyük<br />
takımları yenebileceklerine inanarak<br />
maça çıkmaları lazım… Önce mücadele<br />
gelmeli, oyun kalitesi sonradan gelir’<br />
diyordum. Bence ilk aşama gerçekleşti.<br />
Mental devrim oldu. Bugün hiçbir Anadolu<br />
takımı İstanbul takımları ile oynayacakları<br />
maça, kaybettik psikolojisi<br />
ile çıkmıyor. Ama bundan<br />
sonra ikinci aşamaya geçmek<br />
lazım. Artık takımların<br />
nasıl bir fark ortaya<br />
koyacaklarını bulup,<br />
kendi değerlerini,<br />
kendi oyun kimliklerini<br />
yaratmaları<br />
lazım.
44 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
‘Alo Hollywood, Bay<br />
Başkan bir film istiyor!’<br />
ABD Başkanı<br />
Barack Obama’nın<br />
eşi Michelle<br />
Obama’nın, gümüş<br />
rengi kostümüyle<br />
milyonların önüne<br />
çıkarak, İran karşıtı<br />
‘Argo’ filmine bu<br />
ödülün layık görüldüğünü<br />
açıklaması<br />
ise ABD politikalarındaki<br />
Hollywood<br />
etkisinin ispatı olarak<br />
yorumlandı.<br />
İ<br />
HAKAN İNCE<br />
ran’da 1979’da şah yönetimini sona erdiren<br />
devrimin hemen ardından ABD büyükelçiliğinde<br />
yaşanan rehine krizi sırasında<br />
6 elçilik görevlisinin kurtarılmasını konu<br />
alan “Argo”ya “En İyi Film” Oscar’ı verilmesi;<br />
Beyaz Saray, Pentagon ve Hollywood arasındaki<br />
sıkı bağları tekrar gündeme getirdi. Törene Beyaz<br />
Saray’dan canlı bağlanan ABD Başkanı Barack<br />
Obama’nın eşi Michelle Obama’nın, gümüş rengi<br />
kostümüyle milyonların önüne çıkarak, İran<br />
karşıtı ‘Argo’ filmine bu ödülün layık görüldüğünü<br />
açıklaması ise ABD politikalarındaki Hollywood<br />
etkisinin ispatı olarak yorumlandı.<br />
Beyaz Saray'ın, sıkıntılı günlerde ülke içinde<br />
moral yükseltmek için film endüstrisiyle işbirliğine<br />
ihtiyaç duyduğu görülüyor.<br />
Yönetmen Barry Levinson'ın Türkiye'de<br />
‘Başkan'ın Adamları' ismiyle gösterilen WagtheDog<br />
(1997) filminde, Beyaz Saray danışmanlarından<br />
Robert De Niro, Başkan'ın adının karıştığı<br />
seks skandalını, seçimlere kısa bir süre kala<br />
medyanın ve Amerikan halkının gündeminden<br />
çıkarmak için ilginç bir yönteme başvurur.<br />
Hollywood yapımcısı rolündeki Dustin Hoffman<br />
ile bir araya gelerek, dikkatleri hayalî bir<br />
savaş senaryosuna yönlendiren De Niro, tüm<br />
dünyayı ilgilendiren krizi yönetmek için bir beyin<br />
takımı kurar ve kitleleri meşgul etmeyi başarır.<br />
Levinson'ın Amerikan siyaseti ve medya ahlakı<br />
üzerine ince eleştiriler yönelten filmi, Beyaz<br />
Saray ile Hollywood arasında uzun bir geçmişe<br />
dayanan koalisyonun şifrelerini belki de ilk kez<br />
gün yüzüne çıkarıyordu.<br />
ABD başkanları için sinema, politik kararlarına<br />
halkı hazırlamak ve uluslararası kamuoyunda<br />
Amerikan sempatizanlığı oluşturmak için ikna<br />
gücü yüksek bir propaganda aracı oldu. Mesajlar,<br />
kimi zaman politik kimi zaman da komedi ve aksiyon<br />
türünde yapımlarla verildi.<br />
'BU FİLM, SAVAŞI KAZANMAMIZA YARDIMCI OLACAK MI'<br />
1930'lu yıllar boyunca tüm dünyayı etkileyen<br />
ekonomik buhranda umutları yıkılan kitlelerin<br />
trajediden kaçış olarak sinemalara akın etmesi<br />
Başkan Franklin D. Roosevelt'in dikkatinden<br />
kaçmadı. Roosevelt, beyazperdenin, topluma<br />
yön verebilecek etkili bir politik araç olabileceğini<br />
o sırada keşfetti.<br />
Roosevelt, 1933'te hükümetin film yapımına<br />
doğrudan müdahalesini yasalaştırdı ve bunun<br />
karşılığında stüdyo sahiplerine sınırsız yetkiler<br />
verdi. Başkan Roosevelt, Amerika Birleşik<br />
Devletleri'nin 1. Dünya Savaşı sonrasında<br />
dünyada aktif bir rol oynaması konusunda kararlıydı.<br />
Ama kendisi gibi düşünmeyen Amerikan<br />
kamuoyunu buna hazırlamak için büyük<br />
çaba sarf ediyordu. Çoğu Amerikalı, Avrupa'da
MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
45<br />
devam eden 2. Dünya Savaşı'na tamamen<br />
ilgisiz kalmayı tercih ediyordu. Pearl<br />
Harbor saldırısı, bölünmüş Amerikalıları<br />
birleştirmişti; ancak savaşa karşı olan<br />
azımsanmayacak bir kesim vardı.<br />
Hollywood stüdyolarının kapılarını<br />
çalan Roosevelt'in imdadına Humphrey-<br />
Bogart ve IngridBergman'ı bir araya getiren<br />
1942 yapımı Kazablanka (Casablanca)<br />
filmi yetişti. Gişe rekoru kıran filmde,<br />
Alman toplama kamplarından kaçarak<br />
Kazablanka'ya gelen direnişçilerin Lizbon<br />
üzerinden ABD'ye iltica etmeleri, romantik<br />
bir aşk hikâyesi ekseninde gösteriliyordu.<br />
Konu, tarihi gerçeklerle hiç örtüşmese<br />
de Kazablanka, dikkatleri Pasifik'in öte kıyısında<br />
yaşananlara dikkat çekmeyi başarmıştı.<br />
Filmin ilk gösterimi bu yüzden, 1943<br />
Kasım'ında General Dwight Eisenhower<br />
komutasında Kuzey Afrika'daki Alman<br />
birliklerini yenerek Kazablanka'ya giren<br />
İngiliz ve Amerikan askerlerine yapıldı.<br />
Kazablanka'nın hemen ardından Savaş<br />
Bilgilendirme Ofisi (OWI) bünyesinde<br />
kurulan Sinema Dairesi'ne, milliyetçilik<br />
duygularını yükseltmek ve Amerikan<br />
ordusunun güçlü imajını yükseltmeyi<br />
amaçlayan propaganda filmleri üretme<br />
görevi verildi. Savaş yıllarında Paramount<br />
hariç film stüdyoları, OWI'nin tüm senaryoları<br />
çekim öncesinde okumasına ve rötuşlar<br />
yapmasına izin verdi.<br />
"Amerikan milliyetçiliğini anlatmak<br />
için propaganda enjekte etmenin en kolay<br />
yolu filmlerin içerisine orta şiddetli<br />
propaganda katmaktır." diyen dönemin<br />
OWI Müdürü ElmerDavis, önüne gelen<br />
senaryolar için sadece şu soruyu soruyordu:<br />
"Bu film, savaşı kazanmamıza yardımcı<br />
olacak mı"<br />
KOVBOY FİLMLERİNDE,<br />
ANTİ-KOMÜNİZM PROPAGANDASI<br />
Kazablanka'nın yapımcısı Warner Bross,<br />
Franklin D. Roosevelt'in sadık bir destekçisi<br />
oldu. Bunun karşılığında sinema, savaş<br />
yıllarında Avrupa kıtasında çalışmasına<br />
müsaade edilen ve kazancını artıran<br />
tek sektör oldu.<br />
II. Dünya Savaşı'nda Frank Capra,<br />
John Ford ve William Wyler gibi yönetmenler<br />
vatanseverlik duygularını okşayan<br />
Nazizm karşıtı filmlerle Amerikan kamuoyuna<br />
moral verdi. Capra, Savaşa Giriş<br />
(1942), Nazilere Darbe (1942), Britanya<br />
Savaşı (1943), Bölmek ve Fethetmek<br />
(1943), Düşmanın Japon'u Tanı (1945),<br />
Tunus Zaferi (1945) ve Neden Savaşıyoruz<br />
(Why We Fight) adlı propaganda<br />
amaçlı savaş belgeseli serileri yaptı. Kapalı<br />
gişe oynayan, Olmak ya da Olmamak (To<br />
Be or Not To Be 1942) isimli komedi filminde<br />
Hitler alaya alındı.<br />
OWI, 1945'te kapatıldı; fakat Beyaz<br />
Saray'ın Hollywood'la kurduğu örtülü<br />
koalisyon format değiştirerek devam etti.<br />
Sovyet rejiminin yayılma politikasına<br />
karşı sinema büyüsünü kullanan Beyaz<br />
Saray, kovboy filmleriyle ustaca düşünülmüş<br />
bir propaganda yolu izledi. Başkan<br />
Harry Truman ve Eisenhower dönemlerinde<br />
seri üretimle çekilen western<br />
filmlerinde, çitlerle çevrili özel mülkünde<br />
özgürce yaşayan ve pazar günleri ki-
46 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
liseyi aksatmayan muhafazakâr değerlere<br />
sahip aile modeli özendirilerek, komünizmin<br />
‘ortak mülkiyet' ve din konusundaki<br />
söylemlerine karşı bir model geliştirildi.<br />
Frank Capra, filmleriyle Amerikan<br />
Rüyası'nın ilham kaynağı oldu.<br />
Kovboyların amansız düşmanı ise halka<br />
korku salan, gerçekte Kızılordu'yu temsil<br />
eden ‘Kızıl'derililerdi… Posta Arabası<br />
(Stagecoach 1939) ve Çöl Aslanı (The-<br />
Searchers 1956) gibi türün önemli filmlerine<br />
imza atan John Ford, propaganda<br />
içerikli kovboy filmleriyle özdeşleşti. Stalin,<br />
kovboy filmleriyle beyazperdede Amerikan<br />
ikonu haline gelen ve sıkı bir antikomünist<br />
olan John Wayne için KGB'ye<br />
ölüm emri verdi. 1948’den 1954 yılına kadar<br />
Hollywood’da 40’dan fazla komünizm<br />
karşıtı film çekildi.<br />
Hollywood, Vietnam Savaşı'nın seslerinin<br />
duyulduğu 1962 yılında, 2. Dünya<br />
Savaşı'nda Amerikan askerlerinin kahramanlıklarını<br />
anlatan savaş filmlerinin seri<br />
üretimine başladı. Normandiya çıkarmasını<br />
anlatan 2 Oskar ödüllü En Uzun Gün<br />
(The Longest Day) filminde Richard Burton,<br />
John Wayne, Henry Fonda ve Robert<br />
Mitchum gibi dönemin ünlü yıldızları düşük<br />
ücretlerle oynadı. Film, Vietnam öncesinde,<br />
‘İnsanlığın güveni için çarpıştık, gerekirse<br />
yine yaparız.' mesajını veriyordu.<br />
Ne var ki Vietnam Savaşı'nda işler Beyaz<br />
Saray'ın planladığı gibi yolunda gitmedi.<br />
Warner Bross, bu kez Vietnam'dan<br />
gelen kötü haberleri perdelemek için çıkış<br />
yolu arayan Başkan Lyndon Johnson'ın<br />
tutunacağı bir can simidi oldu. Cepheden<br />
ulaşan iç karartıcı haberlere rağmen<br />
Vietnam'dan çekilmeyi politik çıkarları<br />
için göze alamayan Başkan Johnson, karşı<br />
propaganda için düğmeye bastı. Amerikan<br />
ordusunun ‘Ezileni kurtarmak' sloganıyla<br />
kurulan özel gücü Yeşil Bereliler'in<br />
Vietnam'da ‘kahramanca mücadelesi'ni<br />
konu alan The Green Berets (1968) filmi<br />
çekildi. Başrolde John Wayne'nin oynadığı<br />
filmde ‘Vietnam'da her şey yolunda' mesajı<br />
verildi. Oysa Yeşil Bereliler gösterimde<br />
olduğu sırada Pentagon, Vietnam'da tarihinin<br />
en büyük kayıplarını verdiğini rapor<br />
ediyordu.<br />
REAGAN, KAHRAMAN<br />
FİLMLERİYLE SİSTEMİNİ GÜÇLENDİRDİ<br />
Aktörlükten ABD Başkanlığı'na geçiş yapan<br />
Ronald Reagan da politikaları için sinemayı<br />
profesyonelce kullandı. Beyaz<br />
Saray, 1980'li yıllarda bir yandan Soğuk<br />
Savaş'ta galip taraf olmayı, diğer yandan da<br />
Vietnam yenilgisinin toplumda oluşturduğu<br />
ezikliği telafi etmeyi, gündeminin ilk sırasına<br />
aldı.<br />
Reagan'ın, özgürlüğünden taviz vermeyen,<br />
‘güçlü ve muhafazakâr Amerikalı'<br />
hayali kısa sürede yapımcıların elinde<br />
ete kemiğe büründü. Sylvester Stallone,<br />
Arnold Schwarzenegger, Chuck Norris ve<br />
Bruce Willis gibi oyuncular korkusuz kovboyların<br />
yerini alarak güçlü kaslarıyla kötülere<br />
hadlerini bildirdi.<br />
Stallone, Rambo 2'de (1985)<br />
Vietnam'da esir tutulan Amerikalı askerleri<br />
tek başına komünistlerin elinden kurtararak<br />
Vietnam yenilgisinin intikamını alır.<br />
Rambo 3'te (1988) Ruslara karşı özgürlük<br />
mücadelesi veren Afganlılara katılır ve onlara<br />
beyazperdede zafer kazandırır. Rocky<br />
4'te (1985) ise Amerikan bayraklı şortuyla<br />
Rus rakibi Ivan Drago'yu kendi ülkesinde<br />
ve Sovyet yöneticilerinin hazır bulunduğu<br />
salonda ringe seren Stallone, finalde "herkes<br />
değişebilir" tiradıyla komünist dünyaya<br />
çağrıda bulunur.<br />
Reagan döneminde, Vietnam Savaşı<br />
ve Watergate skandalıyla sarsılan Amerikan<br />
halkını birbirine kenetlemek için, ülkenin<br />
kuruluş yıllarında yaşanan İç Savaş ve<br />
sonrasını konu alan diziler üretildi. Kuzey<br />
ve Güney (North and South 1985), Şefler<br />
(Chiefs 1983), Mavi ve Gri (The Blue and-<br />
TheGray 1982) gibi tarihî dizi filmlerde milliyetçilik<br />
duyguları kabartıldı. İlk Kan (First<br />
Blood-1982) filmiyle toplum dışına itilen<br />
Vietnam gazilerine ‘sizi anlıyoruz' denildi.<br />
Top Gun (1986) filminde donanma pilotu<br />
Tom Cruise, Sovyetler'e ait MiG uçaklarıyla<br />
havada yaptığı mücadeleyi kazanır.<br />
Rakibi SSCB'nin kıtalar arası balistik<br />
füzelerinin uzaydan kontrol edilmesini öngören<br />
savunma programına Yıldız Savaşları<br />
(Star Wars) adını veren Reagan, medyanın<br />
desteğiyle kısa sürede ülkesini süper<br />
güç yapan kahraman bir başkomutan figürüne<br />
büründü.<br />
Time dergisi Reagan'ı ‘Yılın Adamı' seçerken,<br />
Hollywood ‘Süper Başkan' figürüne<br />
göndermeler yapan kahraman filmlerine<br />
ağırlık verdi. Superman (1983/1987),<br />
Robocop (1987), Batman (1989), Cehennem<br />
Silahı (LethalWeapon (1987), American<br />
Ninja (1985) filmleri gerçekte Reagan<br />
döneminin felsefesini parlatan yapımlar<br />
olarak dikkat çekti.<br />
Oliver Stone, Müfreze (Platoon 1986) filminde<br />
savaşın acımasızlığına vurgu yapsa da<br />
alt metinde ‘onlar savaştılar; ama kahramanca<br />
öldüler' mesajını vererek Vietnam'da zedelenen<br />
ulusal onuru onarma gayretine girişti.<br />
Stone'un, eleştirmenlerce en iyi işi kabul<br />
edilen Salvador (1986) filmi, ABD'nin Latin
MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
47<br />
Amerika ülkelerindeki uygulamalarını iğneleyen<br />
bir akış izlese de arka fonda, ‘bu coğrafyada<br />
yaşananlar Beyaz Saray'ın sistemli<br />
politikası değil, kişi ve kurumların kişisel hatası'<br />
düşüncesi aşılanır.<br />
JAMES BOND, 'GÜÇLÜ BATI' İMAJININ SEMBOLÜ<br />
Ian Fleming'in romanlarından sinemaya<br />
uyarlanan İngiliz ajan 007 James Bond, Soğuk<br />
Savaş döneminde kapitalist NATO ülkelerinin<br />
üstün teknolojisini de kullanarak<br />
dünyayı ‘kötü Ruslar'dan kurtaran politik<br />
bir sembol oldu. MI6 ajanı İngiliz olsa da<br />
tüm James Bond filmleri Hollywood desteğiyle<br />
çekildi.<br />
Küba krizinin dünyayı yeni bir savaşın<br />
eşiğine getirdiği 1963'te tamamlanan<br />
‘Rusya'dan Sevgilerle'de (FromRussiawith<br />
Love) James Bond, komünist Ruslar karşısında<br />
yüksek teknoloji sayesinde yüzü gülen<br />
taraf olur.<br />
1967 yapımı İnsan İki Kere Yaşar (You-<br />
Only Live Twice) filminde ise bu kez dünyayı<br />
tehdit eden ‘kötü', komünist Çin'dir.<br />
Yaşayan Gün Işıkları (The Living Daylights-<br />
1987) filminde ise Bond ülkesinden<br />
kaçan bir Rus generale yardım ederken,<br />
NATO ülkelerinin amansız düşmanı<br />
Sovyet gizli servisi, ilk kez sakıncasız olarak<br />
resmedilir. Serinin 19. filmi ‘Dünya Yetmez'<br />
(1999) filminde Bond, Sovyetler’in<br />
dağılmasının ardından bağımsızlıklarını<br />
ilan eden Kazakistan ve Azerbaycan'da<br />
uluslararası bir teröristin izini sürer. Artık<br />
ne ideolojik düşman vardır ne de KGB…<br />
Bond ezeli rakibi Ruslarla giderek yakınlaşırken,<br />
SSCB lideri Mihail Gorbaçov,<br />
‘ekim devrimi'nin 70. yıldönümündeki konuşmasında<br />
Stalin ve Troçki'yi eleştiriyor,<br />
Avrupa ve Asya'da yerleştirilmiş olan orta<br />
ve kısa menzilli füzelerin imha edilmesini<br />
kabul ederek yeni dönemin sinyalini<br />
veriyordu.<br />
Düşman algısının kısmen değişmesinin<br />
sebebi, Soğuk Savaş'ta yaşanan yeni<br />
süreçle yakından ilgiliydi. Sovyet lideri<br />
Gorbaçov, 1985 yılından itibaren ABD Başkanı<br />
Reagan ile Cenevre ve Reykjavik'te art<br />
arda zirve toplantıları yapmış, silahsızlanma,<br />
silahların denetimi, bilim, kültür, eğitim<br />
alanlarında bilgi alışverişi konuları ilk<br />
kez telaffuz edilmişti. Gorbaçov'un Soğuk<br />
Savaş'ı bitiren Perestroika (yeniden yapılanma)<br />
ve Glasnost (açıklık) adını verdiği<br />
reform çalışmaları sonunda Reagan,<br />
1987'de orta menzilli füzelerin imhası için<br />
antlaşma imzaladı.<br />
Soğuk Savaş'ta esen ılık rüzgârlar<br />
çok geçmeden Hollywood'da da etkisini<br />
gösterdi. Kaslarıyla ‘güçlü Amerikalı'<br />
projesinin prototipi olan Arnold Schwarzenegger,<br />
Kızıl Ateş (Red Heat 1988) filminde<br />
bu kez ABD'ye kaçan bir uyuşturucu<br />
kaçakçısını kovalayan disiplinli Rus<br />
polisini canlandırdı. Schwarzenegger'in,<br />
‘Ivan Danko' rolünü canlandırdığı Kızıl<br />
Ateş, Kızıl Meydan'da çekilen ilk ABD<br />
filmi oldu. Böylece kamuoyu, Beyaz Saray<br />
ile Kremlin arasında başlayan yakınlaşmaya<br />
hazırlatıldı.<br />
'KOMÜNİST' TEHDİT YERİNİ 'ARAP<br />
TERÖRİSTLER'E BIRAKTI<br />
Soğuk Savaş'ın ardından Hollywood kahramanlarının<br />
yeni düşmanı Arap teröristler<br />
oldu. Arnold Schwarzenegger, ‘Gerçek<br />
Yalanlar'da (True Lies 1994) ülkesini<br />
bir grup Arap teröristten kurtarır. Denzel<br />
Washington'ı, ‘Kuşatma' (The Siege 1998)<br />
filminde New York'ta bombalama eylemleri<br />
yapan Arap teröristlerin izini süren FBI<br />
ajanı rolünde görürüz.<br />
George W. Bush, başkanlığının ilk yılında<br />
yaşanan 11 Eylül saldırılarının ardından<br />
ABD güvenliğini tehdit eden İran, Irak<br />
ve Kuzey Kore gibi ülkeler için önleyici savaş<br />
doktrinini açıkladı. Afganistan müdahalesi<br />
ve Irak'ın işgalini takip eden Guantanamo<br />
ve Ebu Gureyb Hapishanesi gibi<br />
uygulamalar dünya kamuoyunda Amerikan<br />
karşıtı sivil eylemlerin artmasına sebep<br />
olunca, Hollywood tekrar göreve çağrıldı.<br />
Leonardo DiCaprio, ‘Yalanlar Üstüne'<br />
(Body of Lies 2008) filminde Ortadoğulu<br />
terörist bir liderin dünyanın çeşitli<br />
yerlerinde bombalama eylemi yapmasını<br />
engeller. Filmde Arap coğrafyası, güven<br />
vermeyen bir yer olarak gösterilir. 6 Oscar<br />
kazanan ‘Ölümcül Tuzak' (The Hurt Locker<br />
2008) filminde Amerikan askerlerinin<br />
kahramanlığı anlatılırken alt metinde<br />
‘Irak'ta herkesin potansiyel bir düşman'<br />
olduğu izleyiciye empoze edilir.<br />
Green Zone (2010) filminde CIA,<br />
Irak'ın bölünmemesi için uğraş veren<br />
ama başaramayan bir örgüt olarak gösterilir.<br />
Irak Savaşı'nı konu alan filmlerde,<br />
ABD'nin, gerçekte çıkarları için değil, bölge<br />
halkının özgürleştirilmesi için orada olduğu<br />
mesajı verilir.<br />
Ridley Scott'ın propaganda filmi ‘Kara<br />
Şahin Düştü'de (Black Hawk Down<br />
2001) 1993'te Birleşmiş Milletler gücüne<br />
bağlı olarak kötü adamları yakalamak için<br />
Somali'ye gönderilen bir grup Amerikan<br />
askerinin hikâyesi etkileyici bir görsellikle<br />
anlatılır. Alt metinde, ‘yerel halkın özgürlüğü<br />
için buradayız' mesajı dikkat çeker.<br />
ABD'nin Irak'ı işgal ettiği 2003 yılında<br />
gösterime giren Güneş'in Gözyaşları<br />
(Tears of The Sun) filminde, orduya bağlı<br />
özel kuvvetlerde görev yapan Bruce Willis,<br />
emrindeki mangayla, bir grup mülteciyi<br />
Nijerya'daki diktatörün elinden kurtarmaya<br />
çalışır. Film, Irak'taki varlığı tartışılan<br />
Amerikan askerleri için iyi bir propaganda<br />
olur.<br />
Michael Bay'ın, Transformers (2007)<br />
filminde Amerikan ordusu, doğal kaynakları<br />
ele geçirmek için başka bir gezegenden<br />
gelen kötü robotlardan dünyayı kurtarır.<br />
Bay, Armageddon (1998) filminde de ‘dünyayı<br />
kurtaran Amerikalı' temasını merkezine<br />
alır ve Dünya'ya çarpmak üzere olan bir<br />
astreoidi, petrol sondaj uzmanı Bruce Willis<br />
hayatını feda ederek yok eder. Bir anlamda<br />
'biz iyi adamız' mesajı alttan alta verilir.<br />
Wagthe Dog filminin gösterime girdiği<br />
1998 yılında ilginç bir olay yaşandı.<br />
ABD Başkanı Bill Clinton ile Beyaz Saray<br />
stajyerlerinden Monica Lewinsky arasında<br />
Beyaz Saray'da yaşanan seks skandalı<br />
Clinton'ı başkanlığını kaybetme tehlikesiyle<br />
karşı karşıya bıraktı. Clinton, Kongre'de<br />
bir konuşma yaparak Irak Devlet Başkanı<br />
Saddam Hüseyin'in nükleer silah yapımına<br />
göz yumduğunu öne sürdü ve<br />
Kongre'de Bağdat'a saldırı tehdidinde bulundu.<br />
Aralık ayında dört gün süren Çöl<br />
Tilkisi Operasyonu'nda Irak'ın farklı yerleri<br />
bombalanarak gözdağı verildi.
48 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
Gazeteciler Cemiyeti, İsmail Güneş’i<br />
65. basın şehidi ilan etmeli<br />
B<br />
KÜBRA KARA<br />
BP lideri Muhsin Yazıcıoğlu’nun ölümünün<br />
üzerinden 4 yıl geçti. Fakat<br />
olay hâlâ aydınlığa kavuşmuş değil.<br />
Gazeteci Köksal Akpınar, helikopter olayını<br />
didik didik araştırıp daha önce kimsenin ulaşamadığı<br />
bilgilere ulaşarak bunların bir bölümünü<br />
kamuoyu ile paylaşmıştı. Helikopter<br />
düştükten sonra gazeteci İsmail Güneş’in<br />
yaptığı telefon görüşmelerine de ulaşan Akpınar,<br />
buradan yola çıkarak olay anında neler<br />
yaşanmış olabileceğini de araştırdı. Elde ettiği<br />
bilgi ve belgelerin bir bölümünü kitap haline<br />
getiren Akpınar, ‘Kanlı Çukur’ ile helikopterin<br />
düşmesi sonucu Muhsin Yazıcıoğlu’nun<br />
ölümü olayına ışık tutuyor.<br />
Kanlı Çukur kitabında sök konusu olayın<br />
bir kaza değil suikast olduğunu belirten Akpınar,<br />
olayın tüm bilinmeyen yönlerini gün yüzüne<br />
çıkardı. Bugüne kadar kamuoyuna yansımayan<br />
bilgileri aktaran Akpınar, kitapta radar<br />
bilgisinden son yapılan telefon görüşmelerine,<br />
İsmail Güneş’in üzerinden çıkan paradan<br />
Yazıcıoğlu'nun, Ocak 2009’da yaptığı Almanya<br />
ziyaretinde Türkiye'ye dönmemesi yönünde<br />
aldığı uyarılara kadar birçok konuyu ele alıyor.
MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
49<br />
FOTOĞRAF: TURGUT ENGİN<br />
İSMAİL GÜNEŞ’İN ÖLDÜRÜLDÜĞÜNÜ<br />
DÜŞÜNÜYORUM<br />
Kitapta olay anını an be anlatan Akpınar,<br />
gazeteci İsmail Güneşi’in öldürüldüğüne<br />
inandığını söyledi. Akpınar,<br />
“İsmail Güneş’in otopsi raporu<br />
son derece çarpıcıdır. Güneş’in<br />
olay günü çenesinin kırıldığı kasıtlı<br />
olarak gizlenmişti. Ben hayretler<br />
içinde kalmıştım ki, bu haberi yazmak<br />
neredeyse 3 ayımı almıştı. Ne<br />
yazık ki İsmail Güneş’in öldürüldüğünü<br />
düşünüyorum. Gazeteciler<br />
Cemiyeti, İsmail Güneş’i 65. basın<br />
şehidi olarak ilan etmeli.” diyor.<br />
Kamuoyunda henüz bilinmeyen<br />
birçok belge üzerinde çalıştığını<br />
söyleyen Akpınar, olay yeri inceleme<br />
tutanağının tutulmadığına işaret<br />
etti. Akpınar, “Bu belgelerin her<br />
biri çok kıymetli. Fakat asıl olması<br />
gereken belgelerden biri olan ‘olay<br />
yeri inceleme tutanağı’ yok. Düşünün<br />
enkaz bulunuyor, çok önemli<br />
bir devlet adamıyla birlikte 6 kişi<br />
hayatını kaybetmiş ama olay yeri inceleme<br />
tutanağı maalesef tutulmamış.<br />
Enkazın çevresi olay yeri inceleme<br />
bandıyla da çevrilmemiş. Birçok<br />
belge olmasaydı ama olay yeri<br />
inceleme tutanağı olsaydı.” ifadelerini<br />
kullandı.<br />
Helikopter düştükten birkaç ay<br />
sonra, hayatını kaybedenlerle ilgili<br />
ayrı ayrı dosya tuttuğunu söyleyen<br />
Akpınar, dosyaların içeriğinde telefon<br />
görüşmeleri, otopsi tutanakları,<br />
teslim tutanakları ve ilgili tutanaklar<br />
olduğunu belirtti. Evrakları titizlikle<br />
incelediğinin altını çizen Akpınar,<br />
“İnceledikçe de dipsiz bir kuyunun<br />
içine girdiğimi anlamam zor olmadı.<br />
Ama DDK raporu açıklandıktan<br />
sonra olayın seyri elbette ki değişti.”<br />
diye vurguladı.<br />
DOSYA KAPANANA KADAR ARAŞTIRMA<br />
YAPMAYA DEVAM EDECEĞİM<br />
“Olay ile ilgili araştırmalar yapmaya<br />
devam ediyorum.” diyen Köksal<br />
Akpınar, bu konuda bildiklerinin<br />
dörtte üçünü kitaba dönüştürdüğünü<br />
aktardı. Dosyanın hala açık olduğunu<br />
vurgulayan Akpınar, “Dosya<br />
kapatılmış değil. Kapanana kadar<br />
hukuki netice alıncaya kadar da takip<br />
etmeye devam edeceğim.” şeklinde<br />
açıklamalarda bulundu.<br />
Üzerinden yıllar geçmesine rağmen<br />
olayın hâlâ aydınlanamamasıyla<br />
ilgili “Bu olay faili meçhul dosyaların<br />
içinde iyi bir yerde duruyor. 4 yıl<br />
geçti üzerinden. Ama 2 yıldır Özel<br />
Yetkili Malatya Cumhuriyet Savcılığı<br />
bakıyor dosyaya.” diyen Akpınar,<br />
“Bu olayda tek bir kişi hayatını<br />
kaybetmedi. Silahlı bir ateşleme yok.<br />
Bir helikopter düştü ve 6 kişi hayatını<br />
kaybetti. Elbette ki uzun sürecek<br />
soruşturma. Dünya üzerindeki tüm<br />
hava araçlarının kırıma uğraması çok<br />
daha uzun sürmüştür. 10-15 yıl soruşturması<br />
süren uçak düşme hadiseleri<br />
var. Ben Muhsin Yazıcıoğlu ve<br />
arkadaşlarının suikast sonucu hayatlarını<br />
kaybettiklerini söylüyorum,<br />
çünkü araştırmalarım neticesinde<br />
elde ettiğim bilgi ve belgeler bana<br />
bunu söyletiyor. Bu söylemimin de<br />
hukukî bir karşılığı günün birinde<br />
mutlaka olacak. Soruşturmanın davaya<br />
dönüşeceğine inanıyorum. Çok<br />
derinlemesine bir araştırma yapıldığını<br />
biliyorum.” diye konuştu.<br />
BBP lideri Muhsin<br />
Yazıcıoğlu ve beş<br />
arkadaşının hayatını<br />
kaybettiği helikopterin<br />
düşmesi olayının<br />
perde arkasını araştıran<br />
gazeteci Köksal<br />
Akpınar, tüm araştırmalarını<br />
‘Kanlı<br />
Çukur’ adlı kitabında<br />
topladı. Daha önce<br />
hiçbir yerde yayımlanmamış<br />
bilgi ve<br />
belgelerin bulunduğu<br />
kitap, 25 Mart 2009<br />
tarihinde yaşanan<br />
helikopterin düşmesi<br />
olayına ışık tutuyor.
50 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
Nevruz olaysız geçti<br />
çekecek fotoğraf<br />
bulamadım<br />
FOTOĞRAF: KÜRŞAT BAYHAN<br />
Usta gazeteci Savaş Ay,<br />
Akil İnsanlar’ın çözüm<br />
sürecine etkisi, yeni anayasanın<br />
Türkiye’ye ne<br />
kazandıracağı, Türkiye’nin<br />
Ortadoğu’ya<br />
yaklaşımı gibi birçok<br />
konu hakkındaki görüşlerini<br />
paylaştı.<br />
‘B<br />
KÜBRA KARA<br />
en haberimi hareketin içerisinden<br />
çıkartırım.’ ifadelerini kullanan<br />
usta gazeteci Savaş Ay, ‘Yolsuzlukların,<br />
büyük usulsüzlüklerin anlatıldığı<br />
bir gazeteci olmadım. Allah bana<br />
iyi ki de öyle bir yetenek vermemiş.’ diyor.<br />
Usta gazeteci Savaş Ay, Akil İnsanların<br />
çözüm sürecine etkisi, yeni anayasanın<br />
Türkiye’ye ne kazandıracağı,<br />
Türkiye’nin Ortadoğu’ya yaklaşımı gibi<br />
birçok konu hakkındaki görüşlerini<br />
Cihan Medya Haber Dergisi ile paylaştı.<br />
Türkiye’deki gazetecilik ve ülkenin<br />
gidişatı hakkında da yılların vermiş olduğu<br />
tecrübe ile bilgilerini paylaşan Savaş<br />
Ay gün içerisinde gazete köşe yazısı<br />
için araştırmalar yaptığını ve televizyon<br />
haberi için sokak röportajları yaptığını<br />
açıkladı. Esprili bir dille ‘Nevruz o kadar<br />
olaysız geçti ki çekecek fotoğraf bulamadım’<br />
diyen Savaş Ay, Nevruz öncesinde<br />
de Diyarbakır’a gidip vatandaşın nabzını<br />
tuttuğunu söyledi. Ay, “Meydanlarda<br />
dolaşıp esnafla konuştum. Kanaat önderleriyle,<br />
valiyle, müdürlerle görüştüm.<br />
Herkeste beklenti aynı. Herkes yaka silkiyor.<br />
Önce bir çözülsün, sonra arkadan<br />
içini doldurmak kolay.” dedi.<br />
Türkiye’nin gündemini nasıl değerlendiriyorsunuz<br />
Gazeteci olarak baktığımız zaman cennette<br />
yaşıyoruz. Her gün bir gündem<br />
değişikliği oluyor ki herhalde İsviçre’de<br />
senede 3 kere falan oluyordur böyle şeyler.<br />
Ben İsviçre’ye gittiğimde banka soygunu<br />
haberi vardı gazetelerde. Televizyonlarda<br />
herkes onu konuşuyordu. Bizde<br />
de o zamanlar günde 2-3 defa banka<br />
soyuluyor. İsviçre’deki gazetede ertesi<br />
gün de aynı banka soygunu haberini<br />
görünce aynı haberin neden ertesi gün<br />
de çıktığını sordum. ‘O banka zaten 3<br />
ay önce soyuldu’ dediler. Son 20 senede<br />
bir tane banka soyulmuş. Adamlar günlerdir<br />
onun haberini yapıyorlar. Çünkü<br />
gündem yok.<br />
TERÖR ÖNCE BİR ÇÖZÜLSÜN,<br />
ARKADAN İÇİNİ DOLDURMAK KOLAY<br />
Nevruz’da Diyarbakır’daydınız. Kutlamalar nasıl geçti<br />
Nevruz’da milat diyeceğimiz o kırılma<br />
noktasını gördük. Bu benim orada<br />
izlediğim 15. Nevruz. Genellikle<br />
Diyarbakır’daki kutlamalara gittim.<br />
Hakkari, Siirt, Mardin’de göreve de<br />
düşmüştüm daha önce. İlk defa bu kadar<br />
coşkulu, ilk defa herkesin çok sinir<br />
uçlarını kendiliğinden uyuşturup<br />
daha kolektif, akla yatkın, her şeyi alttan<br />
alıp baktığı bir Nevruz görünce çok<br />
umutlandım tabii. Zaten 3-4 gün önce<br />
gitmiştim. Nevruz öncesinde de vatandaşın<br />
nabzını tuttum. Meydanlarda<br />
dolaşıp esnafla konuştum. Kanaat<br />
önderleriyle, valiyle, müdürle konuştum.<br />
Herkeste beklenti aynı. Herkes<br />
yaka silkiyor. Önce bir çözülsün, sonra<br />
arkadan içini doldurmak kolay. Yani<br />
bir kan dursun, annelerin gözyaşı dursun.<br />
Nevruz’da da bunu görünce çok
MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
51<br />
geniş kitlelerin barış isteğini gördüm.<br />
Olaysızdı, çekecek fotoğraf bulamadık.<br />
Nevruz’dan sonra hemen dönmedim.<br />
Siirt, Mardin, Urfa, Gaziantep, Adana<br />
bölgelerinde dolaştım. ‘Türk bayrağı<br />
assalardı’ falan dışında bir eleştiri görmedim.<br />
Türk bayrağı meselesi de tabii<br />
bölgenin objektif koşullarını bilmeyince<br />
söylemek kolay. Oraya Türk bayrağı<br />
asılırsa, 3 tane provokatör çıkıp o<br />
bayrağı atsa çok daha büyük olay olurdu.<br />
Biraz o düşünüldü. Kimsenin Türk<br />
bayrağına kompleksi yok. Fanatiklerin<br />
vardır ama onun illa PKK’lı ya da Kürt<br />
olması gerekmez.<br />
AKİL İNSANLAR’IN SAYISI<br />
DAHA FAZLA OLABİLİRDİ<br />
Çözüm sürecinde Akil İnsanlar’ın<br />
sürece etkisi nasıl olur<br />
Buradaki mantık bence şu, birtakım insanlar<br />
çıkıp süreci anlatmaya çalışıyor.<br />
Adam profesör, televizyonlara çıkıp anlatıyor<br />
ama bu adam kim Konusunda<br />
uzman, son derece bilgili ama popüler<br />
kültürün içinde yer almadığı için izleyenler<br />
tanımıyor. Çok değerli insanlar<br />
var ve yüzleri bilinmiyor. Bizim millette<br />
tanıdığı bildiği, ailesinden kabul ettiği<br />
kişilere karşı bir sempati vardır, lafı<br />
dinlenir. O anlamda hükümet akıllı bir<br />
şey yaptı. Tanınmayan birisi gelmiş bir<br />
şeyler söyleyeceğine, vatandaş Orhan<br />
Gencebay’dan dinlesin. Türkiye’nin en<br />
aklı başında insanı gelecek, bilmem ne<br />
meydanında toplanacak desen kimse<br />
gelmez. Kadir İnanır gelecek desen koşa<br />
koşa giderler onları dinlemeye.<br />
Adamlar halkı dinleyecek. Asıl<br />
önemli olan o. Onları dinleyip<br />
devlet yetkililerine iletecekler.<br />
Akil adamların sayıları<br />
daha da fazla olabilirdi.<br />
YENİ ANAYASANIN<br />
BUNDAN DAHA KÖTÜ<br />
OLMA İHTİMALİ YOK<br />
Yeni anayasa çalışmaları<br />
da devam<br />
ediyor. Sizce<br />
bu süreç nasıl ilerler Nihayetinde<br />
Türkiye’yi neler bekliyor<br />
1982 Anayasası’ndan derhal kurtulmamız<br />
lazım. Darbe Anayasası var ve kapatılmış<br />
partiler dahi bu süreci sekteye<br />
uğratmak için uğraşıyorlar. Bu utanç<br />
verici bir şey. Yapılacak yeni anayasanın<br />
bundan daha kötü olma ihtimali<br />
yok. Darbelerle yapılmış anayasa var ve<br />
o anayasayı yapanlar kim O anayasanın<br />
özgür iradeyle bir alakası yok. Meclis<br />
açıldığı zaman CHP bir süre girmedi.<br />
Tutuklu milletvekili olayını öne sürmüşlerdi.<br />
Yine ayak diriyorlar. Yasalar,<br />
yaşamın gerisinde kalıyor. Yaşam kendini<br />
aşıyor, yaşam durdurulamıyor. Değil<br />
1982, 2002’de yapılmış olsa o bile bu<br />
yaşama yetişmeyecekti. İletişim çağı son<br />
10 senede fena patladı. Artık herkes neyin<br />
ne olduğunu görüyor. Kim ki yeni<br />
anayasa çalışmalarını engelliyorsa, kendine<br />
ve milletine iyi bir şey yapmıyordur.<br />
Zaten herkes aynı şekilde düşünse<br />
o Meclis kurulmazdı, çok partili düzen<br />
olmazdı.<br />
Türkiye’nin son 10 yılki gidişatı nasıl sizce<br />
Türkiye’nin son 10 yılı kötüye gidiyor<br />
dersek herhalde ayıp etmiş oluruz. Ben<br />
AK Partili değilim, hiçbir partili değilim.<br />
Sol sosyalist kökenliyim. Mesleğimden<br />
dolayı, zamanında vatandaş olarak da o<br />
hükümetlerin icraatlarını gördüm. Gazeteci<br />
olarak da son 40 yılda hepsinin liderlerini<br />
takip ettim, yöneticileriyle bire<br />
bir tanıştım. Özal zamanı çok sevindirici<br />
bir dönem olmuştu. AK Parti hükümetleri<br />
Türkiye’de devrim denilebilecek<br />
şeyler yaptı. Bunların<br />
başında sağlık gelir.<br />
Ben sağlığından sorunlu<br />
bir adam olarak, çok<br />
yakından yaşıyorum.<br />
Çünkü sağlık<br />
kurumlarına<br />
gazeteci<br />
olarak gider nerde ne var diye aksayan<br />
şeylerin peşinden gidiyordum. Şimdi<br />
de o gözle baktığımda aksayan şeyler<br />
azaldığı için doğru düzgün haber yapamıyorum.<br />
Aynı hastalıktan birkaç hasta<br />
yan yana geldiğimizde de konuşuyoruz.<br />
İlacını alıyor, doktor daha adam gibi<br />
davranıyor. Hâlâ 4 dörtlük değil hiçbir<br />
şey ama yavaş yavaş düzeliyor. Kentsel<br />
dönüşümü de destekliyorum.<br />
Türkiye’nin Ortadoğu’ya yaklaşımını<br />
nasıl değerlendiriyorsunuz<br />
Ben uzun yıllar savaş muhabirliği yaptım.<br />
Savaş bölgelerinin çevresindeki ülkelere<br />
sığınan ve dolayısıyla kamplarda<br />
toplanan Afrika’dan tut, Vietnam, Kamboçya,<br />
Pakistan’daki kampların hepsini<br />
gördüm. Bir de Türkiye’deki sığınma<br />
kamplarına bakıyorum. Bir ülkenin insana<br />
nasıl değer verdiği buradan belli<br />
olur, gücü, kudreti, ağabeyliği, anaçlığı.<br />
Öbür taraflarda saldım çayıra Mevlam<br />
kayıra. Türkiye’de ise aile düzeni<br />
kurulmaya çalışılıyor. Ülkelerin iyi niyeti<br />
ve gücü böyle durumlarda belli olur.<br />
Van’da deprem oldu, 6 ay sonra yeniden<br />
her şey inşa edildi. Marmara depreminde<br />
de ne hallere girdiğimizi biliyoruz. İcraatları<br />
destekliyorum. Ben gidişattan<br />
memnunum ama seçim olsa yine oyumu<br />
AK Parti’ye vermem o başka.<br />
AB KORKUYOR BİZDEN<br />
Avrupa, bizden korkuyor. Türkiye’nin<br />
potansiyelini görüyorlar. Türkiye çok<br />
genç bir nüfus, çok dinamik. Birbirini<br />
yemekten vazgeçtikten sonra daha<br />
da iyi yerlere gelecek. Başlarına<br />
çok da iyi bir rakip gelmiyor, bunun<br />
farkındalar. Türkiye’ye olan algı çok<br />
değişti. Bunu yurtdışına çıktığımız<br />
zaman fark ediyoruz. Daha saygın,<br />
daha ölçülü konuşuyorlar. Özellikle<br />
Arap ülkeleri ve Ortadoğu’da bayağı<br />
bir saygın yerimiz var. AB’ye gireceğimiz<br />
zaman bize öngörülen ve bizim<br />
de ‘yapacağız’ dediğimiz reformların<br />
ivmesi bir ara çok artmıştı. Bunu<br />
Avrupa istiyor diye değil de insanımız<br />
buna layıktır şekline dönüştürdüğümüzde<br />
reformlar önemli<br />
olur. Kovaladıkça Türkiye çok<br />
daha istenilen yere ulaşacak.
52 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
TÜRK BASINI HİÇBİR ZAMAN İYİ PUAN ALAMADI<br />
Medya kimin arabasına binerse onun<br />
düdüğünü çaldığı bir vakadır. Dün öyleydi,<br />
evveli gün öyleydi, bugün de öyledir.<br />
Ve ne yazık ki yarın da öyle olacak.<br />
Kemikleşmiş evrensel ölçülere uygunluk<br />
olmadığı için Tük basını iyi bir puan almadı<br />
ömrünün hiçbir döneminde. Hele<br />
ki büyük işadamları medya patronu<br />
haline geldikten sonra ister istemez hükümetle<br />
işleri oluyor. O zaman da ellerindeki<br />
medyayı çok fazla gerektiği gibi<br />
kullanmaları mümkün olmuyor. Bu sadece<br />
Türkiye’de değil, dünyada da bunların<br />
örneği var.<br />
BÜYÜK USULSÜZLÜĞÜN ANLATILDIĞI<br />
GAZETECİ OLMADIM<br />
Yaptığınız haberlerden pişmanlık<br />
duyduğunuz oldu mu<br />
40 yıldır insanlara vermiş<br />
olduğum bir şey<br />
var. İnsanlar gelip<br />
bana dedikodu<br />
yapmazlar, dertlerini anlatırlar. Gelip bir<br />
yolsuzluğu bana ihbar etmezler. Onun<br />
yerine kızının hastalığını, derdini anlatırlar.<br />
Yolsuzluğun, büyük usulsüzlüğün<br />
anlatıldığı gazeteci tarzı başka. Allah bana<br />
iyi ki de öyle bir yetenek vermemiş.<br />
Ben hareketi seven bir gazeteciyim. Haberimi<br />
hareketin içerisinden çıkartırım.<br />
Galatasaray Lisesi yandığında ben girip<br />
içeriyi çekiyorum.<br />
Gün içerisinde neler yapıyorsunuz,<br />
vaktiniz nasıl geçiyor<br />
Gazeteye çok vakit ayırıyorum. Her gün<br />
birkaç iş alıyoruz. Bölge ekleri yapıyoruz,<br />
ben de o eklerde koordinatör olarak<br />
çalışıyorum. Bana hangi bölge çıkarsa<br />
oraya gidiyorum. Belediye başkanları,<br />
kanaat önderleri, milli eğitim müdürü,<br />
müftü vs. onlarla görüşüyorum.<br />
Vatandaşlarla konuşuyorum. A<br />
Haber’e 6-7 dakikalık haber<br />
paketleri yapıyorum. TRT’ye<br />
belgeseller çekiyorum.<br />
Yapmak istediğiniz bir<br />
projeniz var mı<br />
Hep bir kitap projem oluyor.<br />
İstanbul’un kahvehaneleriyle ilgili bir<br />
kitabım İstanbul Büyükşehir Belediyesi<br />
Kültür A.Ş.’den çıktı. Sık sık dışarı çıkıp<br />
fotoğraf çekiyorum. Müzikle uğraşmayı<br />
çok seviyorum. Enstrümantalistim ben,<br />
piyanistim. Akordeon da iyi çalarım, ritimciyim<br />
ben.<br />
Hastalığınız şu an ne aşamada<br />
Hastalığıma dair tedavilerim devam<br />
ediyor, arada bir kemoterapi görüyorum.<br />
Beslenmeme dikkat ediyorum.<br />
Kendime göre bir diyet uydurdum.<br />
Doğal gıdalar yemeye çalışıyorum ama<br />
ne kadar doğal yiyebiliyoruz bilmiyorum.<br />
Öyle böyle idare etmeye çalışıyorum,<br />
durum böyle.<br />
Yıllarca savaş muhabirliği yaptınız.<br />
Bizimle bir anınızı paylaşır mısınız<br />
Beyrut’ta iç savaş olduğu zaman Coşkun<br />
Aral ile birlikte oraya gitmiştik.<br />
Askerden yeni gelmiştim. Asker havası<br />
üzerimde olduğu için insan daha<br />
atak oluyor. Gittiğimiz bölgede birkaç<br />
milis gruplar var, bizi bulunduğumuz<br />
yerden karşıya geçireceklerdi. Bir sokaktan<br />
geçerken bize dediler<br />
ki “Aman dikkat edin, karşıda<br />
snaypır var. Burada her<br />
gün 3-4 kişiyi avlar.” Çok<br />
dikkatli geçmeliydik. Gruptan<br />
bir tanesi önce geçti karşıya,<br />
sonra diğeri. Ardından da ben<br />
dikkatli bir şekilde geçtim. Benden<br />
sonra da Coşkun ve diğerleri<br />
geçti. Orada çalışmayı bitirdikten<br />
sonra akşam otele döndük. Masada<br />
bütün muhabirler oturduk, yemek<br />
yerken herkes kendi haberinden bahsetmeye<br />
başladı. Sıra bana geldiğinde<br />
ben de müthiş bir özveriyle bu olayı<br />
anlattım. ‘Çok tehlikeli bir sokaktan<br />
geçtik. Kendilerini feda edercesine bizi<br />
korudular. Bizden önce onlardan iki<br />
kişi geçti. Biz de güvenli olduğunu görünce<br />
arkalarından biz geçtik.’ dedim.<br />
Masadan bir kahkaha koptu. Niye güldüklerini<br />
sordum. Tabii onlar işin kurdu<br />
olmuşlar da ben de daha sonradan<br />
anladım. Birinci kişi geçtiğinde snaypır<br />
bakıyor. İkinci adam geçtiğinde snaypır<br />
nişan alıyor. Üçüncü adam geçtiğinde<br />
de snaypır indiriyor. Üçüncü<br />
olarak da ben geçmiştim. Snaypır olsaydı<br />
o gün, beni indirecekti.
54 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
Binbir emek<br />
binbir heyecan<br />
Alanında dünyanın sayılı organizasyonlarından<br />
biri olan Türkçe<br />
Olimpiyatları’nın perde arkasında her<br />
yıl hummalı bir çalışma gerçekleşiyor.<br />
Tasarımcısından sesçisine, yüzlerce<br />
insan bu renkli festivali hazırlamak<br />
için emek sarf ediyor.<br />
KEVSER KULAKSIZ<br />
ünyaya Anadolu’nun renk ve desenlerini<br />
anlatmaya,<br />
kültürler arasında barış ve sevgi<br />
köprüleri kurmaya çabalayan Türkçe Olim-<br />
piyatları serüveni, 2003’te 17 ülkeden 62 öğrencinin<br />
katılımıyla başladı. Bu sene 11.si düzenlenen olim-<br />
piyatlarda ise katılımcı ülke sayısı 140’a, öğrenci sa-<br />
yısı da 2000’e yükseldi. Yıllar içinde genişleyen bu<br />
uluslararası kültür ve dil festivali, beklentileri öylesi-<br />
ne büyüttü ki adeta<br />
haziran ayı ‘Türkçe Olimpiyat-<br />
ları bayramı’ haline geldi.<br />
D<br />
Mütevazı şartlarda başlayıp bugün bir ulus-<br />
lararası dil ve kültür festivali haline gelen Türk-<br />
çe Olimpiyatları’nın temeli, aslında bundan tam<br />
21 yıl önce vatanını ardında bırakıp yurtdışına gi-<br />
den fedakâr öğretmenlerin eğitim faaliyetine baş-<br />
lamasıyla atılır. Anadolu’dan çıkıp Türkçenin se-<br />
sini uzak diyarlara<br />
duyurmayı hedefleyen gönül<br />
insanları, o günlerde olimpiyatların yıllar son-<br />
ra böyle görkemli<br />
bir organizasyona dönüşeceği-<br />
ni ve dünya çapında ses getireceğini tahmin bile<br />
edemezdi. Zira Türkçe Olimpiyatları, 2003 yılında<br />
ilk olarak Çemberlitaş Fırat Kültür Merkezi’nde<br />
mütevazı bir yarışma şeklinde yola çıkar. Ancak<br />
organizasyonun<br />
içeriği de her geçen yıl artan<br />
ülke ve öğrenci<br />
sayısıyla doğru orantılı bir bi-<br />
çimde büyüyüp<br />
zenginleşir.<br />
Dil bilgisi, konuşma ve yazma olarak 3<br />
branşla başlayan bu etkinlik, geçtiğimiz yıl öğ-<br />
rencilerin 20 ayrı dalda hünerlerini gösterdiği<br />
bir dil ve kültür festivaline dönüşür. Olimpiyat<br />
çocukları, artık<br />
şarkı, şiir, halk oyunları, per-<br />
formans, hikâye başta olmak üzere 20 branşta<br />
birikim ve kabiliyetlerini yarıştırmaya başlar.
MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
55<br />
Organizasyonun büyümesiyle birlikte<br />
katılımcı ülkelerin sayısı da artar. İlk<br />
yapılan olimpiyatlarda katılımcı ülke<br />
sayısı 17 iken, bu sayı 2004 yılında 24’e,<br />
2005 yılında 32’ye, 2012’de 135 ülkeye<br />
yükselir. Aynı zamanda 2003’te 62 öğrenciyle<br />
başlayan olimpiyatların katılımcı<br />
sayısı da her sene 2 katı artış gösterir.<br />
Bu yılsa Türkçe Olimpiyatları’nda<br />
katılımcı sayısı 140 ülke ve 2000 öğrenciye<br />
kadar dayandı. Ancak dünya genelinde<br />
olimpiyatlara başvuran öğrenci<br />
sayısı 2 binle sınırlı değil. Bu yıl Türkçe<br />
Olimpiyatları’na yaklaşık 15 bin öğrenci<br />
başvuruda bulundu.<br />
ÜLKE FİNALLERİ AYRI BİR HEYECAN<br />
Katılımcı ülke ve öğrenci sayısı çoğaldıkça<br />
Türkiye’de yapılan finallerin<br />
önemsenme ve sunum düzeyi de genişledi.<br />
2003 yılında Türkçe Olimpiyatı<br />
finali sadece İstanbul’da yapılırken artık<br />
farklı branşlarda ve şehirlerde de final<br />
elemeleri gerçekleştiriliyor. Katılımcı<br />
ülkeler ise Türkiye’ye gelmeden önce<br />
kendi finallerini ülkelerinde gerçekleştiriyor.<br />
Bu elemelerle toplamda 3 veya<br />
5 öğrenci Türkçe Olimpiyatları’nda<br />
yarışmaya hak kazanıyor. 2013’teki<br />
Türkçe Olimpiyatları ülke elemeleri<br />
10 Şubat’ta Birleşik Arap Emirliği,<br />
19 Ocak’ta Kamboçya, 28 Ocak’ta da<br />
Filipinler’de gerçekleşti. Ülke elemeleri<br />
de en az Türkiye’deki final coşkusunda<br />
geçiyor. Hatta bu yıl Etiyopya’da bir<br />
ilk gerçekleştirildi ve 16 Mart’ta düzenlenen<br />
ülke finalinde dereceye giren öğrenciler<br />
SMS (kısa mesaj) sistemi ile oylanarak<br />
seçildi. Programdan önce numaralandırılan<br />
öğrencilerin sahneye<br />
çıkmasıyla birlikte seçmeler için bu sistem<br />
devreye sokuldu.<br />
KÜLTÜR ŞÖLENİNİN<br />
ARKASINDA BÜYÜK BİR EKİP VAR<br />
Uluslararası çapta bir organizasyonun<br />
arkasında büyük emek sarf eden ekiplerin<br />
bulunduğu bir gerçek. Nitekim<br />
olimpiyatların birçok ülke ve şehirde,<br />
farklı branşlarda, değişik zaman dilimlerinde<br />
gerçekleştiriliyor olması onlarca<br />
insanın çabasıyla mümkün oluyor.<br />
Türkçe Olimpiyatları’nda, Uluslararası<br />
Türkçe Derneği (TÜRKÇEDER) görevlilerinin<br />
dışında, öğretmeninden öğrencisine,<br />
sanatçısından sunucusuna, yönetmeninden<br />
reji ekibine, sahne tasarımcısından<br />
ışıkçısına, fotoğrafçısından<br />
kameramanına, reklamcısından medya<br />
planlamacısına, sanat yönetmeninden<br />
sosyal medya yöneticilerine, güvenlik<br />
görevlilerinden kostümcüsüne varıncaya<br />
kadar yüzlerce kişi hizmet veriyor.<br />
Ve her biri amatör heyecanıyla bu anlamlı<br />
bütünün gösterişsiz parçası olmaya<br />
çabalıyor.<br />
Olimpiyatlarda öne çıkan ve oldukça<br />
emek isteyen etkinliklerin başında<br />
geçtiğimiz yıl CNR Kültür Merkezi’nde<br />
düzenlenen kültür şenliği geliyor. Şenlik<br />
için ekipler günler öncesinden katılımcı<br />
ülkelerin bayraklarının asılı olduğu<br />
özel stantları kurarak işe başlıyor.<br />
Onlarca standın tasarımının hazırlanışı<br />
ve uygulanışı ise renkli görüntülere<br />
sahne oluyor. Örneğin geçen yıl stantlar<br />
için çalışan 100 kişilik ekip, bu hummalı<br />
çalışma esnasında 20 ton alüminyum,<br />
500 tabaka sunta malzemesi kullanıyor.<br />
Ressam ve heykeltıraşlar tarafından<br />
hazırlanan kültürel öğelerle bezenen<br />
stantlar, katılımcı ülkelerin coğrafyasına<br />
özgü evler, hayvan maketleriyle<br />
donatılıyor. Daha sonra yarışmacı<br />
öğrenciler kendi vatanlarından getirdikleri<br />
özel eşyaları stantlara yerleştiriyor.<br />
Böylece bu platformlarda her ülke,<br />
kıyafetinden yemeğine varıncaya kadar<br />
kültürel varlıklarını sergileme ve tanıtma<br />
imkânı buluyor. Olimpiyat çocukları<br />
ziyaretçilere bu bilgileri Türkçe sunuyor.<br />
Ayrıca artık farklı şehirlere de olimpiyat<br />
sergisi kuruluyor. Böylece sadece İstanbul<br />
ve Ankara değil, Türkiye’nin farklı<br />
coğrafyaları da dil ve kültür festivali<br />
heyecanına ortak olup Türkçe dostlarına<br />
misafirperverliklerini gösteriyor. Bu<br />
yönüyle bile her yıl bir önceki olimpiyatlara<br />
nazaran farklılıklara sahne olan<br />
Türkçe Olimpiyatları sadece bir kültürel<br />
organizasyon olmaktan çıkıyor. Kendi<br />
dilini ve kültürünü evrensel barışa hizmet<br />
etmek için kullanan binlerce kişinin<br />
emek harcadığı bir etkinlik halini alıyor.<br />
Her ne kadar mütevazı adımlarla ve
56 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
anlamlı bir gaye ile yola çıkılsa da bu<br />
çapta bir festivalin şeklî itibarıyla görsel<br />
bir şölene dönüşmesi de kaçınılmaz<br />
oluyor. Bu şöleni estetik bir biçimde<br />
sunabilme düşüncesiyle profesyonel<br />
bir sanat grubu olimpiyat çocuklarının<br />
görsel şovunu hazırlıyor. Her biri Türk<br />
Müziği Devlet Konservatuarı’nın ilgili<br />
bölümlerinden mezun, müzik ve halk<br />
dansları konusunda uzman 40’a yakın<br />
sahne sorumlusu, organizasyonun sahne<br />
çalışmalarını yürütüyor.<br />
HAZIRLIKLAR SÜRÜYOR<br />
Olimpiyatlara ‘stand-up’ ve gösterileriyle<br />
renk katacak öğrencilerin provaları<br />
son derece eğlenceli geçiyor. Bitmeyecek<br />
dostlukların ilk adımları da<br />
bu anlarda atılıyor. Zira olimpiyat çocukları<br />
burada farklı renk, kültür, din<br />
ve dilden yaşıtlarıyla birlikte vakit geçirme<br />
imkânına sahip oluyorlar. Yarışmacılar<br />
aynı zamanda Türkçenin inceliklerini<br />
göstermeleri gereken ‘stand-up’<br />
gösterileri sayesinde dilimizi kullanırken<br />
nelere dikkat edeceklerini de öğreniyorlar.<br />
İçlerinden oyuncu olmayı tercih<br />
edeceklerse şimdiden farklı kültürlerin<br />
renklerini görme şansı yakalıyor.<br />
Organizasyonda yarışmacı öğrencilerin<br />
kullanacağı kostümler de İstanbul<br />
Pendik’te hazırlanıyor. Örneğin<br />
geçtiğimiz yıl her kumaştan 500<br />
metre olmak kaydıyla 5-6 bin çeşit kumaş,<br />
ayakkabı ve aksesuarlarla çocukların<br />
kıyafetleri hazırlanmış. Bunun<br />
için de daha öğrenciler Türkiye’ye gelir<br />
gelmez ölçüleri alınıp kostüm hazırlıkları<br />
başlatılıyor. Olimpiyatlar esnasında<br />
herhangi bir karmaşa çıkmaması<br />
adına konaklama için öğrenciler<br />
gruplara bölünüp her grubun başına<br />
bir görevli veriliyor. Çocukların<br />
Türkiye’yi yakından tanıması için çeşitli<br />
gezi programları düzenleniyor.<br />
Tabii tüm bu saydığımız teknik detaylar,<br />
anlamlı bir bütüne hizmet ediyor.<br />
Ve 2003 yılında dünya çocuklarının<br />
Anadolu kültürünü ve Türkiye’nin<br />
renklerini öğrenmesi gayesiyle yola<br />
çıkan Türkçe Olimpiyatları’nın, bugün<br />
ne kadar büyük ve anlamlı bir etkinliğe<br />
dönüştüğünü gösteriyor. Artık<br />
dünya dilleri ve kültürlerinin bir araya<br />
gelip bize hoşgörü dersi verdiği bu<br />
organizasyon evrensel barışa hizmet<br />
ediyor. Gönüllerde inkişaf eden sevgi<br />
dilinin etkisi gösteriyor ki Uluslararası<br />
Dil ve Kültür Festivali’nin etkisi daha<br />
da büyüyecek. Çünkü bu yıl da yüzlerce<br />
ülkenin çocukları, kavga etmekten<br />
bir türlü yılmayan biz büyüklere,<br />
hep bir ağızdan Türkçe “Evrensel Barışa<br />
Doğru!” diyecek.<br />
Olimpiyatlara<br />
kimler, nasıl<br />
katılıyor<br />
2003’ten itibaren her yıl düzenlenen<br />
Türkçe Olimpiyatları’na katılım çağrısı<br />
yapmak amacıyla, Milli Eğitim Bakanlığı<br />
Avrupa Birliği Dış İlişkiler Genel<br />
Müdürlüğü’nün de aracılığıyla başta<br />
Türk okulları olmak üzere dünya genelinde<br />
Türkçe öğreten eğitim kurumlarına<br />
programa ilişkin bilgi gönderiliyor.<br />
Katılmak isteyenler olimpiyatların<br />
tertibinden sorumlu Uluslararası<br />
Türkçe Derneği’nin belirlediği şartlar<br />
ekseninde çalışmalarına başlıyor.<br />
Müracaatlarını ise www.turkceolimpiyatlari.org<br />
sitesinden yapıyor. Sonrasında<br />
Türkiye’de yapılacak finale iştirak<br />
edecek ekipler belirlenip ülkelerdeki<br />
elemeler sona eriyor. Resmî kayıt<br />
evresi (vize, sağlık raporu, aile izin belgesi<br />
vb.) olimpiyat heyecanı başlıyor.<br />
Her ülkede işin nüvesi olan gönüllü<br />
eğitimcilerin gözetiminde önce<br />
okul, sonra il, ardından ülke elemeleri<br />
yapılıyor. Şarkı, şiir, ses ve halk<br />
oyunları yarışmasına 12-16 yaş aralığındaki<br />
yarışmacılar katılabilirken,<br />
13-19 yaş aralığındaki ilk ve ortaöğretim<br />
öğrencileri de bu branş haricindeki<br />
dallarda hünerlerini gösteriyor.<br />
Bu yaş aralığının dışındaki başvurular<br />
ise kabul edilmiyor. Yarışmalardaki<br />
değerlendirmeyi ise TÜRKÇE-<br />
DER tarafından oluşturulan ve her<br />
yıl farklı isimlerin iştirak ettiği jüri yapıyor.<br />
Yarışmacılar, ödül törenine de<br />
millî kıyafetleriyle katılıyor.
58 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
Hâkim, karikatürünü<br />
çizme cezası verdi<br />
5 yaşında bir çocuk, annesinin yeni badana<br />
yaptığı evin duvarlarına, ocaktan aldığı<br />
kömürle insan suretleri çiziyor. Nereden aklına<br />
geldiğini de bilmiyor. Annesi ise değil kızmak,<br />
yavrusuna şefkatle bakıyor. Giresun’un<br />
Şebinkarahisar ilçesindeki küçük bir evde<br />
böyle başlıyor İbrahim Özdabak’ın hikâyesi.<br />
SAMET ALTINTAŞ<br />
brahim Özdabak, 30 yıldır Yeni Asya<br />
İ<br />
Gazetesi’nin karikatüristi. Bugüne kadar 10<br />
bin kadar çizim yapan Özdabak, içlerinden<br />
sadece dördünün ceza aldığını söylüyor. Ona göre<br />
Risale-i Nur, ilham kaynağı. Karikatürle olan sergüzeşti<br />
için ise “Ben çizebildiğim için bu işi yapıyorum.<br />
50 yıldır kendimi bu noktada yetiştiriyorum, bir de<br />
bana bu vazife verildi.” diyor.<br />
Beş yaşında bir çocuk, annesinin yeni badana<br />
yaptığı evin duvarlarına, ocaktan aldığı kömürle insan<br />
suretleri çiziyor. Kim olduğunu da tam olarak<br />
kestiremediği bu çehrelere tebessüm ediyor. Nereden<br />
aklına geldiğini de bilmiyor. Annesi ise değil<br />
kızmak, yavrusuna şefkatle bakıyor. Giresun’un<br />
Şebinkarahisar ilçesindeki küçük bir evde böyle<br />
başlıyor İbrahim Özdabak’ın hikâyesi. 30<br />
yılı aşkın bir süredir Yeni Asya Gazetesi’nde<br />
gündemle ilgili karikatürler çiziyor. Defterlerinin<br />
boş bulduğu yerlerine hemen bir<br />
şeyler karalayan Özdabak’ın resim aşkı, lise<br />
yıllarında iyice ayyuka çıkar. O günleri<br />
şöyle anlatıyor: “Önceleri matematiğe merakım<br />
vardı. Lise yıllarında resme yöneldim.<br />
16 yaşımda ‘resim öğretmeni olacağım’ dedim.<br />
Ortaokulda çok okurdum. Okudukça da yazmaya<br />
merakım oldu. Şiir yarışmalarında derece<br />
aldım. Okul gazetesini çıkarırdık. Hemen hemen<br />
yarısı bana ait olurdu, resimlerini de ben çizerdim.”<br />
İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü Resim<br />
Öğretmenliği’ni kazanır. Ve 1974’te İstanbul’a geldiğinde,<br />
17 yaşındadır. Özdabak’ın ilk karikatürleri<br />
Köprü Dergisi’nde yer alır.<br />
Okuldaki teknik eğitim yeterli gelmez<br />
Özdabak’a ve İstanbul’da nerede bir sergi varsa
MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
59<br />
üşenmeden, kar kış demeden gider.<br />
“Hikmet Onat’ın ilk ve son sergisine<br />
de gittim mesela.” diye göz kırpıyor o<br />
günleri anlatırken. Hattat Hamit Aytaç<br />
ve Süheyl Ünver gibi büyük isimlerin<br />
de meclisinde bulunur. Ünver’in,<br />
bugünkü çizimlerinde de etkisinin olduğunu<br />
söylüyor. Ünver’le ilgili bir<br />
hatırasını anlatıyor: “Gümüşsuyu’nda<br />
Güzel Sanatlar’a bağlı Konservatuvar<br />
Bölümü’nün binası vardı. Bir yıl ders<br />
görmüştük orada. Bir gün ders bitimi<br />
Süheyl Hoca, ben ve bir arkadaşımla<br />
Taksim’e beraber yürüdük. O gün<br />
de İstanbul’un en soğuk günlerinden<br />
biriydi. Rüzgâr kırbaç gibi yüzümüze<br />
iniyordu. Hocamız, belki de doktor<br />
olarak dedi ki: Şu hava İstanbul’un en<br />
sağlıklı havasıdır.”<br />
ANNEM MESLEĞİMİ SORANLARA ‘ÇOBAN’ DİYOR<br />
İbrahim Özdabak, 1977’de mezun olur<br />
ve resim öğretmenliğine başlar. Ancak<br />
çizme isteği baskın bir şekilde devam<br />
ediyordur. Köprü’nün dışında, Nur, Elif<br />
dergilerinde, Büyük ve Yeni Asya gazetelerinde,<br />
vinyet, portre, karikatür çalışmaları<br />
yayımlanır. Kendi döneminin<br />
en önemli karikatüristlerinden Vehip<br />
Sinan o sırada Yeni Asya’da da çizer.<br />
Sinan’dan sonra gazetenin bugüne<br />
dek karikatüristi İbrahim Özdabak olur.<br />
Çizdiği ilk karikatür ise TV’lerde sıklıkla<br />
reklamı yer alan ekmek israfıyla ilgili<br />
bir çalışmadır. Bu arada annesi, oğlunun<br />
ne iş yaptığını soranlara ‘çoban’<br />
diye cevap verir: “Mektep talebelerine<br />
çobanlık ediyordu. Sonra onu bırakıp<br />
hizmetkârlığa gitti.”<br />
Özdabak, sanat hayatının 30 yılını<br />
geride bırakmış bir çizer. Bugüne kadar<br />
10 bin karikatür çizmesi de onun velut<br />
bir karikatürist olduğunun göstergesi.<br />
Başarılı çizer, çok sayıdaki karikatürleri<br />
arasından sadece dört tanesinin<br />
mahkemeye verildiğini söylüyor: “Çavuşesku<br />
devrildiği zaman çizdiğim karikatürde<br />
aynaya bakan bir adam vardı.<br />
Savcılar, o şahsın Turgut Özal olduğu<br />
kanaatine varıp, cumhurbaşkanına<br />
hakaretten dava açmışlardı. Öyle<br />
bir niyetim olmadığı için ceza almadım.”<br />
İkinci dava ise çokça konuşulan<br />
‘guguk’ karikatürü olur. Hakim cübbesi<br />
giydirdiği bir baykuş, hukuka göndermede<br />
bulunduğu ‘guguk’ diye öter. Ve<br />
FOTOĞRAF: KÜRŞAT BAYHAN<br />
2007’de hakkında dava açılır: “Avukatlarım<br />
burada başsavcıya bir hakaret olduğunu<br />
ve hiçbir hakimin bu çizimi cezasız<br />
bırakmayacağını söyledi. Ancak<br />
Bakırköy’de huzuruna çıktığım hakim<br />
beni anladı. Hatta bir dahaki duruşmaya<br />
kadar kendisinin de bir karikatürünü<br />
çizme cezası verdi. Ben de ‘o zaman<br />
fotoğrafınızı verin’ dedim. Hakim ‘veremem<br />
yasak’ deyince çizmedim tabii.<br />
Sonuçta beraat ettim.”<br />
RİSALE-İ NUR İLHAM KAYNAĞIM<br />
İbrahim Özdabak, Risale-i Nur’da<br />
500’den fazla sanat kelimesi geçtiğine<br />
dikkat çekiyor. Bediüzzaman’ın, kâinatı<br />
Allah’ın sanatı olarak anlattığını hatırlatıyor.<br />
“Risale-i Nur, benim ilham kaynağım.”<br />
diye konuşan Özdabak, Üstad’ın<br />
kurduğu cümlelerin arasında çizdiği resimlere<br />
yakın tasvirlerin olduğunu belirtiyor.<br />
Bir risale sohbetindeyse zihninde<br />
en çok Zübeyir Gündüzalp’in canlandığını<br />
dile getiriyor. Son söz niyetine ünlü<br />
karikatürist mesleğiyle ilgili, “Ben çizebildiğim<br />
için bu işi yapıyorum. 50 yıldır<br />
kendimi bu noktada yetiştiriyorum, bir<br />
de bana bu vazife verildi. Her yüzde bir<br />
tebessüm olsun istiyorum.” diyor.<br />
ERDAL EREN BENCE MASUM<br />
12 Eylül cuntası tarafından yaşı büyütülerek<br />
idam edilen Erdal Eren, Özdabak’la<br />
aynı mahallenin çocuklarıymış. “Erdal,<br />
benden yaşça küçüktü. Mahallede çember<br />
çevirirdi.” diyen Özdabak, Eren’in<br />
masum olduğuna inanıyor: “Kendisiyle<br />
aynı fikirleri paylaşmasam da onun<br />
idam edildiğini duyduğumda ilmek sanki<br />
benim de boynuma geçti. Bence Erdal<br />
masumdu. Suçu başkası işledi. Yaşı küçük<br />
çabuk yırtar, diye onun üzerine attılar.<br />
Çok yazık oldu.” Özdabak ayrıca<br />
Berfo Ana, Ceylan Önkol, Uludere ile ilgili<br />
çizimlerin de sahibi.<br />
ARTIK KÂĞIDI KALEMİ ATTIK<br />
Özdabak, 1986’da bilgisayarla tanışır.<br />
Ama elle çizmeye belli bir müddet daha<br />
devam eder. Ünlü çizer, “2005’ten<br />
bu yana çizimlerimi bilgisayarda yapıyorum.<br />
Kâğıdı kalemi attık. Ama kendim<br />
için çizerken kâğıt var hayatımda.<br />
Bilgisayarda da kendimi elle çiziyor<br />
gibi görüyorum.” diye konuşuyor.<br />
Özdabak’a göre mizahın piri Nasreddin<br />
Hoca. Çünkü asırlardır hâlâ herkesi güldürebiliyor.<br />
Zaten Özdabak’ın da arzuladığı,<br />
mizah ile uğraşanların Nasreddin<br />
Hoca’nın ince zekâsını örnek almaları.<br />
POSTACI, ÇUVALLA MEKTUP GETİRİRDİ<br />
İbrahim Özdabak, 1980’den bu yana<br />
hayatta olan ve ‘ilk gözağrım’ dediği<br />
Can Kardeş çocuk dergisinin, bir<br />
okul olduğunu söylüyor: “O yıllarda<br />
öyle bir trend yakalamıştık ki yüzlerce<br />
mektup geliyordu. Postacı çuvalla getirirdi.<br />
Genç yazar ve çizerlere tavsiyeler<br />
adı altında bize gelen şiir, deneme, karikatürleri<br />
değerlendirirdim. Can Kardeş<br />
bu noktada bir okul oldu. Dağıstan<br />
Çetinkaya, Demirhan Kadı, Turgut Yılmaz<br />
gibi isimler yetişti.”
60 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
Özal'a suikast yapıldığı gün<br />
orada olmadığıma hâlâ yanarım<br />
EMRULLAH BAYRAK<br />
li Ünal, 27 yıldır fotoğraf makinesinin<br />
deklanşörüne basıyor.<br />
A<br />
Sayısız ödül alan Ünal, 27 yılda<br />
Türkiye'deki gelişim ve değişimleri, fotograflarla<br />
tarihe not etti. Acı tatlı birçok<br />
olaya şahit olan Ali Ünal'ın çektiği fotoğrafların<br />
yanında çekemediği için hayıflandığı<br />
kareler de bulunuyor. Bunlardan<br />
biri de rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut<br />
Özal'a başbakanlığı döneminde gerçekleştirilen<br />
suikast girişimi. Ünal, o olaydan<br />
sonra, hafta sonu dahi olsa önemli<br />
bir olay varsa izin kullanmıyor.<br />
O kareyi çekemediği için hâlâ pişmanlık<br />
duyduğunu vurgulayan Ünal,<br />
"Rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut<br />
Özal'a Atatürk Spor Salonu'nda yapılan<br />
suikast. O gün haftalık izin günümdü.<br />
O tarihlerde gazete de aktif<br />
gazetecilik yapılmamasından dolayı,<br />
kurum adına ismimiz bile verilmemişti.<br />
Keşke söz konusu olay hiç olmasaydı.<br />
Temennim bu. Fakat; o salonda, o<br />
gün olmak isterdim." diyor.<br />
Acı tatlı birçok olaya<br />
şahit olan Ali Ünal’ın<br />
çektiği fotoğrafların<br />
yanında çekemediği<br />
için hayıflandığı<br />
kareler de bulunuyor..<br />
Bunlardan biri<br />
de rahmetli<br />
Cumhurbaşkanı<br />
Turgut Özal’a başbakanlığı<br />
döneminde<br />
gerçekleştirilen suikast<br />
girişimi.<br />
Ali Ünal'ın unutamadığı fotoğraf karesi<br />
ise 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet<br />
Sezer'in arka tarafında duran eşinin<br />
saçlarını Sezer'in başına denk getirip<br />
çektiği fotoğraf. Bu fotoğraf, TFMD'de<br />
siyaset fotoğrafı dalında birinci oldu.<br />
Ünal, fotoğrafın kamuoyuna mal olmasından<br />
sonra fotoğraf çekilen ve tüm kameraman,<br />
muhabir ve foto muhabirlerine<br />
açık olan alanın yasaklandığını belirtiyor.<br />
Mekânın halen yasak olduğunu<br />
ifade ediyor.<br />
Tarihe post-modern darbe olarak geçen<br />
28 Şubat süreciyle ilgili ise Ali Ünal,<br />
Sincan caddelerinde medyaya özel görüntüler<br />
verildiğini belirterek bazı yerlerdeki<br />
tankların paletlerinin sökülerek<br />
eyleme arıza süsü verildiğine dikkat çekiyor.<br />
Akreditasyon sebebiyle halkın bayramı<br />
izlemek için girişine izin verilen kapıdan<br />
bile giremediğini anlatan Ünal,<br />
"Hatta bir defasında oradan vatandaş<br />
olarak girmek istediğimde, emniyetin<br />
kriminal minibüsü özel olarak fotoğraf
MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
61<br />
makinemin tetkiki için oraya getirildi.<br />
Makinem söküldü. Kimliğim alınarak<br />
psikolojik baskı uygulandı."<br />
şeklinde konuşuyor.<br />
Halen Zaman Gazetesi'nin Ankara<br />
Temsilciliği'nde foto muhabirliği<br />
yapan Ali Ünal, Cihan Medya Haber<br />
Dergisi'ne meslekî kariyerini ve<br />
yaşadıklarını anlattı.<br />
Fotoğraf çekme merakınız nereden geliyor<br />
Fotoğraf çekme merakım küçük yaşlarda<br />
başladı. Drama, mutluluk ve<br />
unutulmasını istemediğim anıların<br />
karelere işlenmesi, heyecanı hep aklımın<br />
bir kenarında yer edindi. Henüz<br />
Kızılcahamam Ortaokulu'nda<br />
iken oluşturulan grup içerisinde<br />
fotograf çalışmalarım başladı.<br />
Bu çerçeve de ilk sergim de ‘Kirmir<br />
Çayı'nda sel sonrasında ortaya çıkan<br />
ağaç köklerinden çektiğim fotoğraflarla<br />
oldu. Sonrasında beynimin bir<br />
başka köşesinde yer tutan çeltik (pirinç)<br />
tarlalarının fotoğraflarını çalışarak<br />
zor şartların ortaya koyduğu<br />
emeği kadraja işledim.<br />
Fotoğraf sizin için ne anlam ifade ediyor<br />
Genel olarak ‘alışılageldik' haliyle<br />
yazılı doküman belge olarak hafızalarda<br />
iz bırakmış olsa da gerçek<br />
en sağlam belge kaliteli fotoğraftır.<br />
Bu nedenle binlerce yazılı dokümanın<br />
yaşanmışlıkları ortaya koymasına<br />
karşın bir kare fotoğraf saniyeler<br />
içerisinde anlaşılır belgeyi belleğinize<br />
sunar. Fotoğraf benim için belgedir;<br />
belgelerin en sağlamıdır, en eğlencelisidir.<br />
Öncelikli olarak ben fotoğrafa<br />
böyle bakıyor, fotoğrafı böyle<br />
okuyorum.<br />
Fotoğraf çekmedeki zorluklar nelerdir<br />
Fotoğraf çekmede bilen için zorluk<br />
olduğunu düşünmüyorum. Yalnız<br />
haber fotoğrafçılığında sorunuzun<br />
geçerliliği söz konusu. Bunun birçok<br />
sebebi var. Özellikle de siyasî fotoğraflarda.<br />
Liderden, korumalardan ve<br />
önemli siyasilerin sürekli yanında<br />
görünme kaygısı taşıyan kişilerden<br />
kaynaklanan zorluklar. Öyle ki, çoğu<br />
zaman bazı siyasi liderlerin rutin etkinliklerinde<br />
düzgün fotoğraf çekebilmek<br />
mümkün olmuyor. Bazı koruma<br />
amirleri foto muhabirlerini bazen<br />
kendine bağlı çalışan polis memurları<br />
gibi görme gayreti içerisine<br />
girebiliyorlar. Hitapları da bu yönde<br />
olabiliyor. Aynı durum TSK etkinliklerinde<br />
de yaşanıyor. Bazı komutanlar<br />
ya da üniformalı ilgili kişiler foto<br />
muhabirleri ve muhabirlere görev<br />
sınırları dışında hitap ve davranışta<br />
bulunabiliyorlar. Genel olarak zorluklar<br />
görev sınır çizgisini bilmeyen<br />
görevlilerden kaynaklanıyor.<br />
Dijital fotoğraf makinelerinin çıkması, foto<br />
muhabirliğini nasıl etkiledi<br />
Dijital fotoğraf, aslında pratik çalışma<br />
sundu. Hızın günümüzde önemini<br />
düşünürsek, dijital teknolojinin<br />
aksini savunmanın gerçekçi olmadığını<br />
görürüz. Dijital fotoğraf teknolojisinin<br />
sunduğu kolaylıklar herkesin<br />
malumu. Bundan dolayı fo-<br />
FOTOĞRAFLAR: ALİ ÜNAL ARŞİVİNDEN
62 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
to muhabirlerinin dijital teknoloji ile birlikte<br />
bir anlamda işlerinin kolaylaştığını,<br />
buna karşın emeklerinin sanal dünyada<br />
kapanın elinde kaldığı bir hal aldığını<br />
görürüz. Bu da etik dışı kullanımla ilgili<br />
bir durum. Yani fotoğrafı çeken foto muhabiri<br />
her an her yerde kendi fotoğrafı ile<br />
karşılaşabiliyor.<br />
Hani bir söz var "Silah çıktı, mertlik bozuldu."<br />
Dijital fotoğraf makinelerinin çıkması, mesleğin<br />
mertliğini bozdu mu<br />
Dijital fotoğrafın sağladığı imkânları göz<br />
ardı edemeyiz. Ancak; dijital teknolojinin<br />
kaliteli ve kalitesiz çalışma becerisindeki<br />
ayırt etmeyi bir ölçüde ortadan<br />
kaldırdığını söyleyebilirim. Söz konusu<br />
teknoloji, teknik anlamda ehil foto<br />
muhabirlerinin becerisini kamufle etmiştir.<br />
Günümüzde herkesin bir şekilde<br />
elinde fotoğraf makinesi var. Dijital teknolojinin<br />
foto muhabiri için teknik kolaylığının<br />
yanında aleyhinde gelişen tarafları<br />
da var. Mesela; Başbakan Tayyip<br />
Erdoğan'ın makam aracının içerisinde<br />
kilitli kalıp Güven Hastanesi’ne gittiğinde,<br />
malum aracın camı balyoz ile kırıldıktan<br />
sonra Sayın Başbakan dışarı çıkarılabilmişti.<br />
Korumalar burada bir foto<br />
muhabirinin görüntü almasını engellemişlerdi.<br />
Fakat orada bulunan vatandaşların<br />
hemen hemen hepsi ellerindeki küçük<br />
makineler ve cep telefonları ile çok<br />
yakından görüntü çektiler. Korumalarda<br />
genel olarak foto muhabirleri ve kameramanlara<br />
yönelik panaroya derecesinde<br />
bir tutum söz konusu. Hatta; korumalarla<br />
foto muhabirleri birbirlerini genel<br />
olarak tanıdıkları ve her foto muhabirinin<br />
boynunda ilgili kurumun kartı olduğu<br />
halde, korumalar çoğu kez kendilerinin<br />
koruma olduğunu unutup nizam<br />
bekçisi gibi görev yapmaya yelteniyorlar.<br />
Tek işlerinin söz konusu meslek grubu<br />
çalışanlarını kontrol etmek olduğu şeklinde<br />
davranış sergiliyorlar. Dolayısıyla<br />
art niyetli kişiler gelip yazarkasa atabiliyor.<br />
Başbakanlık binasının önüne kadar<br />
gelip kendisini yakmaya yelteniyor ya da<br />
yakabiliyor. Bunun gibi çok sayı da vaka<br />
oluyor. Hatta Anıtkabir’de mozolenin<br />
başında devletin tüm yetkilileri saygı duruşunda<br />
iken defatle meczup eylemleri<br />
oldu. Allah korusun eylemci niyeti kötü<br />
olmuş olsaydı sonrasını düşünmek bile<br />
istemiyorum. Her foto muhabiri kameraman<br />
koruma tutumunun ağırlıklı olarak<br />
kendilerine yönelik olduğunu çok rahat<br />
hissederler.<br />
Filmli fotoğraf makineleri mi yoksa dijital mi tercihiniz<br />
Günümüz şartlarında bir gereklilik olarak<br />
tabii ki dijital teknoloji. Ben şahsen<br />
geçmişe bu anlamda takılıp kalmanın<br />
doğru olmadığı kanaatindeyim. Hem<br />
ekonomik hem teknolojik hem de hızlı<br />
üretim anlamında dijital gereklilik kaçınılmazdır.<br />
Burada uzun uzun farkları sebepleri<br />
saymak istemiyorum.<br />
Eline bir makine alan herkes 'ben fotoğrafçıyım'<br />
diyor. Gerçekten bu böyle midir Sizin gibi mesleğin<br />
duayenleri, bundan nasıl etkileniyor<br />
Eline packet makine alan herkes tabiiki<br />
fotoğrafçı değil. Fotoğraf emek harcamayı,<br />
ışığı, hızı kullanmayı gerektirir. Kişinin<br />
fotoğrafçı olabilmesi için mevcut dar<br />
imkânları ile birlikte gelişim aşamasını<br />
yükseğe taşıyan kişi olması gerekir. Ama<br />
bu işe gönül vermiş çok dar imkânlarla<br />
bir şeyler üretme gayreti içerisinde bulunan<br />
birçok kişiler var. Güzel işler de üretiyorlar.<br />
Bakış açısı, tek düze olsa da güzel<br />
emekleri ortaya çıkaranlar var. Özellikle<br />
yarı profesyonel makinelerle çok iyi<br />
işler çıkaran binlerce kişi var. Sevindirici<br />
taraf Türkiye'de çok iyi fotoğraf kulüplerinin<br />
ve ve fotoğraf weblerinin olması.<br />
Foto muhabirleri özellikle protokol görevlerinde<br />
yoğun olarak cep telefonu ile<br />
fotograf çalışması yaptığını zannedenlerin<br />
istilası içerisinde kalıyor. Bu kişiler<br />
teknik olarak fotoğrafın mümkün olmadığı<br />
ortam durumlarında fotoğraf çekebildiklerini<br />
zannediyorlar. Oysa fotoğrafı<br />
milyonlarca kişiye ulaştırmak üzere orada<br />
görev yapan foto muhabirlerine engel<br />
olmaktan başka bir şey yapmıyorlar.<br />
Geçmişten günümüze başkent Ankara'da binlerce<br />
fotoğraf çektiniz. En çok hangi alanda fotoğraf<br />
çekmeyi seviyorsunuz (Siyaset, spor, kültürsanat,<br />
doğa vs.)<br />
Öncelikle çektiğim fotoğraf sayısı milyonlarca.<br />
Bunu rahatlıkla söyleyebilirim.<br />
Spor ve içerisinde insan unsurlarının da<br />
olduğu doğa fotoğraflarını çalışmayı seviyorum.<br />
Siyaset fotoğrafı çalışmayı da<br />
bir ölçüde seviyorum.<br />
Çektiğiniz her fotoğraf dalının sizin için bir anlamı<br />
olur mu<br />
Mutlaka olur. Her alanın kendisine özgü<br />
incelikleri vardır. Siyasî fotoğraf siyaset<br />
içeriğini bilmeyi, spor fotoğrafı refleksi,<br />
sanat fotoğrafı edebiyatı, genel sanatları<br />
bilmeyi gerektirir vs...<br />
Unutamadığınız bir fotoğraf karesi var mıdır<br />
Bunlardan bir tanesini anlatmak isterim.<br />
Ahmet Necdet Sezer Cumhurbaşkanı<br />
iken Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nde<br />
resmî bir karşılama öncesinde bir fotoğraf<br />
çekmiştim. Sayın Cumhurbaşkanı’nın<br />
arka tarafında da eşi duruyordu. Açıyı<br />
bulup milimetrik bir simetri ile eşinin<br />
saçlarını Ahmet Necdet Sezer'in başına<br />
denk getirip çektim. Bu fotoğraf<br />
TFMD'de siyaset fotoğrafı dalında birinci<br />
olmuştu. Fotoğrafın kamuoyuna mal olması<br />
ile birlikte fotoğrafı çektiğim ve tüm<br />
kameraman, muhabir ve foto muhabirlerine<br />
açık olan alan yasaklandı. O tarihten<br />
bu yana da orası halen yasak. Oysa
aynı noktadan Cumhurbaşkanı Süleyman<br />
Demirel'i de Nazmiye Hanım’ın<br />
saçları ile birlikte çekmiştim. Fotoğraf<br />
Demirel tarafından tebessüm ile karşılanmıştı.<br />
Sezer döneminde söz konusu<br />
fotoğraftan dolayı yasaklanan<br />
yerden aslında cumhurbaşkanlarının<br />
duygusallığını, yalnızlığını ortaya koyan<br />
ve Türk tarihine girecek görüntüler<br />
çıkıyordu.<br />
Çekemediğiniz için hâlâ hayıfl andığınız bir fotoğraf<br />
karesi var mıdır<br />
Var. Rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut<br />
Özal'a Atatürk Spor Salonu'nda yapılan<br />
suikast. O gün haftalık izin günümdü.<br />
O tarihlerde gazetede aktif gazetecilik<br />
yapılmamasından dolayı kurum<br />
adına ismimiz bile verilmemişti.<br />
Keşke söz konusu olay hiç olmasaydı.<br />
Temennim bu. Fakat; o salonda o gün<br />
olmak isterdim.<br />
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın fotoğrafl a-<br />
rını çekmek zor mudur<br />
Evet öyle. Başbakan Sayın Recep Tayyip<br />
Erdoğan'ın ilk başbakan olduğu<br />
zamanlarda fotoğrafını çekmek kolay<br />
olduğu gibi iyi fotoğraflar çıkıyordu.<br />
Sonraki dönemlerde güvenlik gerekçesiyle<br />
yoğun tedbirler dikkat çekiyor.<br />
Bu durum doğal olarak iyi fotoğrafın<br />
ortaya çıkmasına engel oluyor. Sayın<br />
Başbakan’ın programlarında neredeyse<br />
dikkat çekici fotoğrafın görüntüye<br />
yansıtılması mucize gibi bir şey.<br />
Fotoğrafını çektiğiniz insanlarla ilişkileriniz<br />
hangi boyutta kalıyor veya hangi boyutlara<br />
ulaşıyor<br />
Özellikle siyasî parti liderleri ile vizör<br />
arkasında olsak da iletişim söz konusu.<br />
Bazen liderler bakışlarınızdan ne<br />
tarz fotoğraf istediğinizi tahmin edebiliyor.<br />
Siz talepte bulunmadan düşünceniz<br />
karşılık bulabiliyor. Çoğunlukla<br />
foto muhabirleri ile liderler arasında<br />
hafif baş sallayarak selamlaşma<br />
olur. Bu şekilde sinyali aldıysanız gönül<br />
rahatlığı ile istediğiniz fotoğrafları<br />
çekebilirsiniz. Bir lider başını sallayarak<br />
karşısındaki foto muhabirlerine<br />
selam vermişse; bilin ki keyfi yerindedir.<br />
Rahatlıkla fotoğraf isteyebilirsiniz;<br />
ters bir karşılık alma durumunuz<br />
söz konusu olamaz. Mahçup olacağınız<br />
bir cevap almazsınız. Hatta; karşılıklı<br />
espriler yapılabilir. Bu sebeple foto<br />
muhabiri karşı tarafın her an psikolojisini<br />
de değerlendirmek zorunda.<br />
Liderlerin çoğu foto muhabirlerinin<br />
birçoğunun isimlerini bilirler.<br />
Fotoğraf çekerken önyargılar ile sezgilerin önemi<br />
nedir<br />
Fotoğraf çekerken önyargıların oluşmadığını<br />
ama önsezilerimin oluştuğunu<br />
rahatlıkla söyleyebilirim. Önyargı<br />
işin içine girdiğinde foto muhabirinin<br />
başarılı olacağına inananlardan değilim.<br />
Bu sebeple önyargılarım oluşmuş<br />
olsa bile bunu görev bitene kadar otokontrol<br />
hapsinde tutarım. Burada görevin<br />
ve durumun gelişimi, ileriki aşamaları<br />
ve sonrası gelişmeler aşaması<br />
önsezim devreye girer. Zaten bu da<br />
tecrübeli iyi yetişmiş her foto muhabirinde<br />
olması gereken özellik. Zaten<br />
foto muhabiri ile fotoğraf sanatçısını<br />
da ayıran özelliklerden bir tanesi budur.<br />
Ben kendimin 27 yıllık fotoğrafçılık<br />
geçmişimde foto muhabirliğinin yanı<br />
sıra fotoğraf sanatçılığı yönümü de<br />
paralel götürmede başarılı olduğuma<br />
inanırım. Buna hep özen gösterdim.<br />
Genç foto muhabirlerine neler tavsiye edersiniz<br />
Yeni foto muhabirlerini nasıl değerlendiriyorsunuz<br />
Genç foto muhabirlerine öncelikli<br />
tavsiyem; iş disiplinidir. Amirlerinin<br />
görev vermesini beklemeden<br />
her boş vaktini geliştireceği projelerde<br />
değerlendirmeleridir. Meslekî anlamda<br />
önemli dergiler kitaplar ve yapıtları<br />
yakın takip etmeleri, genç foto<br />
muhabirinin gelişimi açısından önem<br />
arz eder. Bir foto muhabiri belediye<br />
kanalizasyonu haberinin fotoğrafını<br />
da cumhurbaşkanının fotoğrafını<br />
da aynı ciddiyet ve titizlikle çalışmalıdır.<br />
Genç foto muhabirlerine özellikle<br />
reflekslerinin gelişmesi açısından<br />
hareketli spor fotoğraflarını da çalışmalarını<br />
tavsiye ederim. Foto muhabirinin<br />
aklı her zaman hırslarının<br />
önünde olmalıdır. Bu çok önemli. Ne<br />
çekeceğini bilerek çalışmalı. Yeni foto<br />
muhabirlerinin istisnalar hariç iyi foto<br />
muhabiri anlamında iç açıcı olduklarını<br />
ne yazık ki söyleyemem. Plansız<br />
çalıştıklarını çoğunlukla da bilgisayar<br />
bağımlılığı seviyesinde, işe gitmeyi<br />
ihmal edecek kadar gevşek olduklarını<br />
gözlemliyorum.<br />
USTASINDAN FOTOĞRAF<br />
ÇEKME TÜYOLARI<br />
•Fotoğraf makinesini kavrama ve<br />
tutuş, genelde bir adım önde<br />
olmanızı sağlar. Sağ el ile makine<br />
gövdesi kavranır, sol elin avuç içi<br />
ve parmakları ile lensin (objektifin)<br />
zoom halkası kontrol edilir.<br />
•Fotoğraf makinesi gözün gördüğü<br />
renkleri direkt olarak algılamaz.<br />
Doğru bir pozlama ile en yakın<br />
renk değerlerini elde eder. Bunun<br />
için avcumuzun içinden örnek bir<br />
değerlendirme ölçümü yapmak<br />
bize fikir verir.<br />
•Foto muhabiri çift gözü de açık<br />
halde çalışmaya alışmıştır. Bu<br />
çoğu zaman avantaj sağlar. Şöyle<br />
ki; sol gözümüzü kapatıp vizörden<br />
kompozisyonumuza odaklandığımızda<br />
solda olup bitenden habersiziz<br />
demektir. Ancak sol gözümüz<br />
açık sağ gözümüz de vizördeyken<br />
hem vizör içine hem de vizör<br />
dışındaki hareketliliğe hakimiz<br />
demektir.<br />
•Kullanılan fotoğraf makinesi ve<br />
yardımcı unsurları (lensler, flaş ve<br />
aksesuarlar) belirli periyotlarda<br />
temizlenmelidir.<br />
•Ülke ve dünya gündemini yakından<br />
takip eden bir foto muhabiri<br />
gündeme ilişkin fotoğraflar üretmekte<br />
zorlanmaz.<br />
•Fotoğraf incelemeleri yapmak ve<br />
fotoğraf üzerine yazı – makale<br />
okumak, görüntüleme teknolojileri<br />
hakkında güncel bilgilere sahip<br />
olmak da foto muhabirini her<br />
zaman bir adım öteye taşır.<br />
•Foto muhabiri, refleksini sağlama<br />
ve koruma anlamında spor fotoğrafları<br />
başta olmak üzere ani<br />
atraksiyon gerektiren konular üzerinde<br />
zaman zaman çalışmalar<br />
yapmalıdır.
64 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
‘Büyük Doğu’<br />
kapaklarındaki Necip Fazıl<br />
Büyük Doğu’un böyle daha nice kapakları var. Daha çok İslamî fikir<br />
etrafında şekillenen kapakların en etkileyicileri Batı’nın Doğu’yu nasıl<br />
aşağıladığını anlatan ve bu bakış açısına tepki gösteren kapaklardı.<br />
SEVİNÇ ÖZARSLAN<br />
“<br />
G<br />
ayesizim, telkinsizim, plansızım,<br />
hesapsızım, bilgisizim..."<br />
8 Şubat 1946 tarihinde<br />
yayımlanan Büyük Doğu dergisinin<br />
kapağında yazan bu kelimeler,<br />
günümüz insanını bile anlatmıyor<br />
mu Başmuharrir Necip Fazıl<br />
Kısakürek önderliğinde, 1943'ten<br />
1978 yılına kadar aralıklarla haftalık<br />
olarak yayımlanan dergi, yayıncılık<br />
tarihimizde unutulmaz izler bıraktı.<br />
Özellikle Necip Fazıl'ın düşünme<br />
biçimini ve heyecanını yansıtan<br />
kapakları büyük ses getirdi. Dergi<br />
16 kez kapandı, Necip Fazıl yazıları<br />
nedeniyle cezalar aldı. Gerek tek<br />
parti döneminde, gerekse Demokrat<br />
Parti zamanında yürüttüğü muhalefetle<br />
iktidarın tepkisi çekti. 13<br />
Aralık 1946'da yayımlanan ‘Başımıza<br />
Kulak İstiyoruz' başlıklı kapağı<br />
bu anlamda fenomen oldu. Çünkü<br />
Necil Fazıl Kısakürek'in kapaktaki<br />
‘Devlet Reisinin Lisanından' yazısı<br />
iktidarın hoşuna gitmeyecek şeylerden<br />
bahsediyordu: “Vatandaş! Benim<br />
heykelimi dikme! Eğer ortada<br />
temsil ettiğim, senin de inandığın<br />
bir fikir varsa onun abidesini dik!<br />
Resmimi evlerin, toplantı yerlerinin,<br />
iş ve faaliyet çerçevelerinin ölü duvarlarına<br />
asıp ensenle seyretme! Seni<br />
kayırdığım, başa geçirdiğim zaman<br />
duyduğun nefsani haz yüzünden<br />
beni öğme!...”<br />
BÜYÜK DOĞU KAPAKLARINDAKİ TARİH<br />
Büyük Doğu'un böyle daha nice<br />
kapakları var. Daha çok İslamî fikir<br />
etrafında şekillenen kapakların<br />
bize göre en etkileyicileri Batı'nın<br />
Doğu'yu nasıl aşağıladığını anlatan<br />
ve bu bakış açısına tepki gösteren<br />
kapaklardı. Sefaköy Cennet Kültür<br />
Merkezi'nde 9 Mayıs'ta düzenlenen<br />
sempozyumda bütün bu kapaklar<br />
tartışıldı. “Özü Yüzden Okumak:<br />
Büyük Doğu'nun Kapakları”<br />
sempozyumunun fikir babası Fatih<br />
Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi<br />
Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr.<br />
Fatih Andı idi. Üç bölümden oluşan<br />
programın ilk bölümü saat 10.00'da<br />
başlayıp 18.00'de sona erdi. Burada<br />
konuşulan konu başlıkları bile kapakların<br />
karakterini özetlemek için<br />
yeterli: ‘Büyük Doğu kapaklarında<br />
eleştirel dil, düşüncenin dili, aktüel<br />
politik dil, Büyük Doğu kapaklarından<br />
çağı okumak, Büyük Doğu<br />
kapaklarından tarihi yorumlamak,<br />
Büyük Doğu kapaklarında ka-
MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
65<br />
dın, Büyük Doğu kapaklarında<br />
toplumsal kutupların dili,<br />
Necip Fazıl ve Demokrat Parti<br />
ilişkisinin Büyük Doğu kapaklarına<br />
yansıması, Büyük Doğu<br />
kapaklarında kavganın dili,<br />
Büyük Doğu kapaklarında Batı<br />
algısı…<br />
Etkinliğin akşam 20.00'de<br />
yapılan oturumunda ise Necip<br />
Fazıl'ın yanında bulunan,<br />
onu yakından tanıyan Rasim<br />
Özdenören, Mehmet Doğan,<br />
Ali Haydar Aksal, Musa Çağıl,<br />
Mehmed Niyazi gibi yazarların<br />
katılımlarıyla bir panel düzenlendi.<br />
Hatıraların tazeleneceği<br />
bu bölümde şahsi izlenimler<br />
üzerinden Necip Fazıl Kısakürek<br />
ve Büyük Doğu portresi ortaya<br />
konuldu.<br />
Fatih Andı'nın seçtiği 40<br />
kapaktan oluşan Büyük Doğu<br />
Kapakları sergisi ise heyecan<br />
verici bir projeydi. Nedenini<br />
Prof. Dr. Fatih Andı'dan dinleyelim:<br />
“Büyük Doğu, düşünce<br />
ve edebiyat hayatımızın önemli<br />
yayın organlarından biridir.<br />
1943'ten 78'e kadar yaklaşık<br />
35 yıllık yayın hayatında nesillerin<br />
yerli düşünceye ve sanata<br />
uyanışında, bu uyanışın ocağını<br />
canlandıran İslâmî heyecan<br />
ve azmin oluşmasında Mehmed<br />
Âkif'in Sırât-ı Müstakîm<br />
ve Sebîlü'r-Reşâd'ından sonra<br />
etkili olmuş en önemli dergidir.<br />
Bu bakımdan Büyük Doğu,<br />
yalnız bir neslin değil, nesillerin<br />
yetişmesinde etkili bir<br />
mektep, bir kürsüdür. Bu misyonu<br />
da derginin içeriğinde<br />
değil, kapağından son sayfasına<br />
kadar, her bir parçasında<br />
kendini gösterir. Hatta denilebilir<br />
ki, derginin kapakları,<br />
Büyük Doğu'nun “öz”ünün<br />
“yüz”üne yansıdığı birer vitrin<br />
niteliği kazanmış ve hatta<br />
kimi zaman muhtevadan daha<br />
fazla etkili olan, öne çıkan,<br />
konuşulan kapakları olmuştur<br />
derginin.” Andı'nın verdiği bilgiye<br />
göre sempozyum sonrasında<br />
bir albüm kitap yayımlanacak.<br />
Mayıs sonunda yayımlanacak<br />
ve bildirilerin bir araya<br />
getirileceği albümün sürprizi,<br />
40 kapağı 40 edebiyatçının<br />
yorumlayacağı bölüm olacak.<br />
Bu bölümde, aralarında<br />
Rasim Özdenören, Beşir Ayvazoğlu,<br />
Ali Ural, Sibel Eraslan<br />
gibi isimlerin bulunduğu yazarlar,<br />
seçtikleri kapağın kendilerinde<br />
uyandırdığı düşünceleri<br />
anlatacak.<br />
30. ölüm yıldönümünde<br />
Necip Fazıl<br />
Kısakürek etkinlikleri<br />
Bu yıl Necip Fazıl Kısakürek ile ilgili yapılacak<br />
en kapsamlı etkinlik Konya’da. 20 Mayıs’ta<br />
başlayıp 26 Mayıs’a kadar devam edecek etkinlikler<br />
arasında yarışmalar, konferanslar,<br />
sergiler, tiyatro ve film gösterileri var. 20-22<br />
Mayıs 2013 tarihleri arasında ise Konya Dedeman<br />
Hotel’de Uluslararası Necip Fazıl Kısakürek<br />
Sempozyumu düzenlenecek. Etkinliklerden<br />
biri de Mevlânâ Meydanı’na toplanan<br />
5 bin kişinin aynı anda Necip Fazıl’ı okuyacak<br />
olması. Ayrıntılı bilgi www.nfk.org.tr<br />
sempozyum@nfk.org.tr<br />
- Bir sempozyum da Kahramanmaraş’ta.<br />
Atatürk Kültür Merkezi, Türk Dil Kurumu ve<br />
Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi işbirliği<br />
ile 23-25 Mayıs 2013 tarihleri arasında,<br />
Kahramanmaraş'ta "Uluslararası Necip Fazıl<br />
Kısakürek Sempozyumu" düzenlenecek.<br />
Oğlu Mehmet Kısakürek de bu sempozyuma<br />
katılacak. Ayrıntılar için: http://nfk.ksu.edu.tr/<br />
- Hitit Üniversitesi’nde 26 Nisan 2013 Cumartesi<br />
günü eğitimci yazar Muzaffer Doğan<br />
ve yazar Necmettin Türünay'ın katılımlarıyla<br />
"Kaldırımlardan Sakarya'ya Necip Fazıl Kısakürek"<br />
paneli düzenlenecek. Saat: 14.30, Çorum<br />
Anitta Hotel Hattuşili Salon
66 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
İNÖNÜ İLETİŞİM FAKÜLTESİ DEKANI PROF. DR. KARATEPE:<br />
‘İnsanların en güvendiği haber<br />
kaynakları ajanslar’<br />
EŞREF AKGÜN<br />
ürkiye'de 57 iletişim fakültesi<br />
arasına yeni katılan Malatya<br />
T<br />
İnönü Üniversitesi İletişim Fakültesi<br />
iki yıldır faaliyet gösteriyor. Fakültede,<br />
130 öğrenci öğrenim görüyor.<br />
Türkiye’nin köklü iletişim fakültelerine<br />
göre daha yolun başında olan kurumun<br />
yöneticileri, kısa zamanda arayı<br />
kapatmayı hedefliyor. Bilgisi, tevazusu<br />
ve hayata bakış açısıyla pozitif bir kişiliğe<br />
sahip olan Dekan Prof. Dr. Selma<br />
Karatepe’nin öncülüğünde yoluna devam<br />
eden fakültede, gelecek yıl gazetecilik<br />
bölümünün, ardından da radyo<br />
televizyon ve sinema bölümünün açılması<br />
planlanıyor. Ekim ayında dekanlık<br />
görevine getirilen Prof. Dr. Karatepe,<br />
Cihan Haber Dergisi’ne, medyadan<br />
mevcut duruma ve iletişimcilerin<br />
sorunlarına kadar düşüncelerini anlattı.<br />
Fakülte olarak 2010 yılında öğrenim<br />
faaliyetlerine başladıklarını anlatan<br />
Karatepe, iki yıldır halkla ilişkiler bölümüne<br />
öğrenci aldıklarını, 130 öğrenciye<br />
eğitim imkanı sunduklarını söylüyor.<br />
Gelecek yıl gazetecilik bölümünü<br />
açmayı planladıklarını belirten Karatepe,<br />
Malatya’da fakülte için öğretim<br />
üyesi istihdam etmenin zorluğuna dikkat<br />
çekerek; “Yeni bir bölüm açılması<br />
için 3 öğretim üyesi kadrosunu bulundurma<br />
zorunluluğu var. Biz de gelecek<br />
yıl gazetecilik bölümünü açmayı istiyoruz.<br />
Ancak diğer üniversitelerden veya<br />
dışarıdan buraya öğretim üyesi getirebilmek<br />
günümüzde biraz zor. Herkes<br />
kendine göre bir düzen kurmuş. Onu<br />
bozmak istemiyor. Ancak tüm imkanlarımızı<br />
zorluyoruz.” diyor.<br />
Fakülteyi olabilecek en güzel noktaya<br />
getirmeyi amaçladıklarını vurgu-
MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
67<br />
layan Karatepe, “Kaliteli öğrenciler yetiştirirken,<br />
şehir ile iç içe, Malatya’daki gazetecilerle<br />
diyalog içinde olmayı istiyoruz.<br />
Bu çerçevede başladıktan sonra, iletişim<br />
alanında çok iyi bir noktada olan Anadolu<br />
Üniversitesi İletişim Fakültesi ile temasa<br />
geçtik. Birlikte projeler geliştirdik. Şu<br />
anda planladığımız 3-4 proje var. Bunun<br />
devamı da gelecek. Dünyadaki teknolojik<br />
gelişmelere paralel sektörün ihtiyaç<br />
duyduğu nitelikli insan gücünü yetiştirmek<br />
vizyonuyla eğitim –öğretim hayatına<br />
devam ediyoruz. Toplumsal konulara<br />
duyarlı, araştırmacı, sorgulayıcı, mesleki<br />
etik kurallarını özümsemiş, halkın<br />
doğru haber alma ve bilgi edinme hakkını<br />
teslim edecek nitelikte doğru haber<br />
alma ve bilgi edinme hakkını teslim<br />
edecek nitelikte, kalitede donanımlı iletişimciler<br />
yetiştirmeyi istiyoruz. İyi niyetle,<br />
güzel dileklerle yola çıktık. İnşallah<br />
başarırız.’ açıklamasında bulunuyor.<br />
“İletişim fakültelerinin kurulması diğerlerinden<br />
farklılık arz ediyor. Çünkü altyapı<br />
gerekiyor.” diyen Prof. Dr. Karatepe,<br />
“Gazetecilik için baskı makineleri, radyo<br />
televizyon bölümü için stüdyolar, kameralar<br />
olması lazım geliyor. Teknik araçlar<br />
gerekiyor. Sinema televizyon bölümünü<br />
ortada vadede açmayı planlıyoruz. Rektörlüğümüze<br />
sunacağımız öneriyle İnönü<br />
Üniversitesi’nde bir medya merkezi açmayı<br />
hedefliyoruz. Her tür donanımın<br />
olduğu, üniversite ile şehir arasında iletişimi<br />
sağlayan bir merkez olacak burası.<br />
Üniversitenin dışa açılan kapısı olacak.<br />
Gazetelerin basıldığı, yayınların basıldığı<br />
bir yer olacak. Önümüzde yapılacak<br />
çok işler var yani anlaşılan. Kaynak<br />
sıkıntısı çözüldüğünde bu proje hayata<br />
geçecek.” diye konuşuyor.<br />
Toplumsal konulara duyarlı, araştırmacı,<br />
sorgulayıcı, etik kurallarına bağlı ve<br />
donanımlı iletişimciler yetiştirmeyi benimsediklerini<br />
vurgulayan Karatape, “Belirlediğimiz<br />
hedefler doğrultusunda örencilerimizin,<br />
iletişim araçlarının toplum hayatındaki<br />
etkilerini kavrayıp, iyi birer medya<br />
okur-yazarı olmasını amaçlıyoruz. Bu<br />
anlamda öğrencilerimizin kendilerini geliştirebilecekleri<br />
birçok ders alarak farklı<br />
alanlarda da uzmanlaşma imkânı sunacağız.<br />
Lisans eğitimleri süresince kazandıkları<br />
bilgi ve becerileri lisansüstü düzeyde<br />
devam etmek isteyen öğrencilerimiz, gerek<br />
fakültemiz iletişim bilimleri yüksek lisans<br />
programı, gerekse üniversitemizde<br />
bulunan disiplinler arası çalışma yapabilecek<br />
ilgili yüksek lisans programlarıyla kendilerini<br />
geliştirme şansı yakalıyor.” şeklinde<br />
konuşuyor.<br />
İletişim fakültesi mezunlarının istihdam<br />
sorununa dikkat çeken Karatepe,<br />
“Öğrencilerimiz için mezun olduktan<br />
sonra iş bulamama sorunu var. Geçtiğimiz<br />
günlerde düzenlediğimiz bir panelde de<br />
konuşmuştuk. Hele Doğu ve Güneydoğu<br />
Anadolu’da kendi alanlarında iş bulamama<br />
sorunuyla karşı karşıya kalıyorlar. Bir<br />
de iletişim fakültesi mezunlarının çalışacağı<br />
alanlarda farklı fakültelerden mezun<br />
olan, alanında uzmanlık taşımayan kişiler<br />
çalışıyor. Buna dikkat edilmiyor sahada.<br />
Özellikle iletişim mezunu istihdam etme<br />
gibi bir anlayış yok. Uygulamada sıkıntı<br />
var. Bu yüzden iletişim fakültesinden<br />
mezun olup, farklı<br />
iş kollarında çalışan<br />
kişiler var. Çok ilgisiz<br />
yerlerde çalışanlar<br />
var. Yerel gazetelerde<br />
iletişim mezunu<br />
istihdam etme<br />
gibi bir anlayış<br />
da olmayınca işsiz<br />
kalıyorlar. İletişim<br />
fakültesinden<br />
mezun olmak hemen<br />
istihdam edilme<br />
imkânı tanımıyor<br />
diyebiliriz.” ifadelerini<br />
kullanıyor.<br />
İş bulma sıkıntısıyla<br />
karşılaşmak istemeyen<br />
öğrencilerin<br />
kendilerini iyi geliştirmesi gerektiğini<br />
dile getiren Karatepe, “Öğrencilerimiz<br />
kendilerini çok iyi geliştirmeliler. Genel<br />
yetenek düzeylerini artırmalılar. Gelişmelere<br />
çok yönlü bakabilmeli, öncelikle bölümlerine<br />
isteyerek, hedefleyerek seçmeliler.<br />
Ders kitapları ile kalmamalı, yakın tarihten<br />
edebiyata, sanattan bilime birçok<br />
kitabı okumalılar. Sadece diploma ile günümüz<br />
şartlarında iyi bir kariyere ulaşmak<br />
zor görünüyor. Dinamizmlerini ortaya koyarak<br />
kendilerini ispatlamalılar. Öncelikle<br />
farkındalık ortaya koymalılar.” diyor.<br />
Öğrencilerine teorik bilgilerle birlikte<br />
pratik bilgiler de vermeyi istediklerini aktaran<br />
Karatepe, yerel basın kuruluşları ile<br />
diyaloğa geçerek öğrencilerine buralarda<br />
bilgilerini pekiştirme olanağı sunmayı hedeflediklerini<br />
kaydetti.<br />
Öğrencilerine teorik<br />
bilgilerle birlikte<br />
pratik bilgiler de<br />
vermeyi istediklerini<br />
aktaran Prof. Dr.<br />
Karatepe, yerel<br />
basın kuruluşları ile<br />
diyaloğa geçerek<br />
öğrencilerine buralarda<br />
bilgilerini<br />
pekiştirme olanağı<br />
sunmayı hedeflediklerini<br />
kaydetti.
68 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
Ajansların Türkiye’nin en güvenilir<br />
ve en yaygın haber kaynağı<br />
olduğunu belirten Karatepe,<br />
haber ajanslarının servis ettiği<br />
haberlere güvenin en yüksek<br />
düzeyde olduğunu vurguluyor.<br />
Karatepe, şöyle devam ediyor:<br />
“Türkiye’nin güzide haber ajansları<br />
var. Başarılı bir geçmişleri, sürekli<br />
atılım içinde olan bir gelişim<br />
süreçleri, özverili personelleriyle<br />
çalışıyorlar. Türkiye’nin en ücra<br />
köşesindeki haberi ülke kamuoyu<br />
haber ajansları kanalıyla elde<br />
ediyor. Bu yüzden ajansların misyonu<br />
çok önemli. İnsanların büyük<br />
bir bölümü haber ajanslarına<br />
güveniyor. Çünkü haberler yalın,<br />
yorumsuz, nesnel bir şekilde sunuluyor.”<br />
Sosyal medyanın da yaygınlaşmasıyla<br />
Türkiye’de gazetecilikte<br />
çok sesliliğin sağlandığına inandığını<br />
ifade eden Karatepe, “Sosyal<br />
medya araçlarının yaygınlaşması<br />
habercilik anlayışına, habere farklı<br />
bir boyut kazandırıyor. Kameralı<br />
cep telefonları ile insanlar kendileri<br />
de sosyal medyada haberciliğe<br />
katkı sunuyor. Artık sosyal medyada<br />
çok konuşulanlar da Türkiye<br />
gündeminde yer buluyor. Medya<br />
için sosyal medyanın yaygınlaşması<br />
önemli bir dönüm noktası.<br />
Artık medyada alabildiğine çok<br />
seslilik var.” diyor.<br />
ÜNİVERSİTENİN HAVASINI KAMPÜS<br />
RADYO YANSITIYOR<br />
İnönü Üniversitesi İletişim Fakültesi<br />
bünyesinde kurulan Kampüs<br />
Radyo, düzeyli, dinamik yayın<br />
çalışmasıyla üniversitenin kendini<br />
şehre anlattığı bir iletişim aracı<br />
olarak faaliyetini sürdürüyor.<br />
Üniversitenin havasını, yaşamını,<br />
sıcak ortamını halka yansıtan<br />
bu radyo öncelikle üniversite<br />
öğrencilerinin sonra da Malatyalıların<br />
zevkle dinlediği frekanslar<br />
arasında bulunuyor. 92,1 frekansından<br />
yayın yapan Radyo<br />
Kampüs’te, akademisyenler ve<br />
öğrenciler, yaptıkları çalışmaları<br />
farklı programlarla anlatma fırsatı<br />
buluyor.
70 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
Cihan Haber Ajansı kameramanı Abdurrahman İtik, ‘Darülaceze<br />
sakinleri yalnızlıklarını atölyelerde vakit geçirerek<br />
unutmaya çalışıyor’ konulu çalışmasıyla, Medya<br />
Etik Konseyi’nin Görüntülü Haber Etik Ödülü’nü aldı.<br />
Cihan Haber Ajansı, ödülleri<br />
toplamaya devam ediyor<br />
T<br />
ENES BABACAN<br />
ürkiye’nin her noktasında muhabirleriyle<br />
gündemin nabzını tutan Cihan<br />
Haber Ajansı, üç farklı alanda ödüle layık<br />
görüldü.<br />
Bu yıl ilk defa verilen “Muhsin Yazıcıoğlu<br />
Basın Ödülleri” sahiplerini buldu. Özel haber<br />
dalındaki ödüle; yaptığı derin araştırmalar<br />
ve çarpıcı haberlerle gündem oluşturan Cihan<br />
Haber Ajansı muhabiri Köksal Akpınar layık<br />
görüldü. Ankara’da gerçekleştirilen “Muhsin<br />
Yazıcıoğlu Basın Ödülleri”nin dağıtıldığı geceye<br />
TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Büyük Birlik<br />
Partisi (BBP) Genel Başkanı Mustafa Destici<br />
ile Muhsin Yazıcıoğlu'nun eşi Gülefer Yazıcıoğlu<br />
ve çok sayıda davetli katıldı. Törende,<br />
helikopterinin düşmesi sonucu yaşamını yitiren<br />
Muhsin Yazıcıoğlu'nun hayatının anlatıldığı<br />
bir video izlettirildi. Konuşmaların ardından<br />
ödül törenine geçildi. Ödülünü AK Parti<br />
Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil’in<br />
elinden alan Köksal Akpınar gecede yaptığı
MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
71<br />
Bu yıl ilk defa verilen<br />
‘Muhsin Yazıcıoğlu Basın<br />
Ödülleri‘ sahiplerini<br />
buldu. Çarpıcı haberlerle<br />
gündem oluşturan<br />
Cihan Haber Ajansı muhabiri<br />
Köksal Akpınar’a<br />
Özel Haber dalında ödüle<br />
layık görüldü.<br />
Türkiye Haber Kameramanları<br />
Derneği tarafından<br />
düzenlenen ödül<br />
gecesinde, Cihan Haber<br />
Ajansı (Cihan) haberi<br />
kameramanı Yalçın<br />
Kaya’ya “Okeye Dördüncü”<br />
görüntüsüyle<br />
Yılın En İyi Haber kategorisinde<br />
mansiyon<br />
ödülü layık görüldü.<br />
Cihan Haber Ajansı Osmaniye Muhabiri Burhan Demircioğlu,<br />
adına ödülü alan Cihan Haber Ajansı İstanbul<br />
Muhabiri Serhat Dalgalıdere aldı.<br />
konuşmada “Gazeteci İsmail Güneşin<br />
koltuğu kızak yaparak 600 metre aşağıya<br />
tek başına kaydığına inanmıyorum<br />
ve olayın suikast olduğuna inanıyorum.”<br />
ifadelerini kullandı. Cihan muhabiri<br />
Köksal Akpınar, bu olayla ilgili<br />
60’a yakın habere imza atmıştı.<br />
Medya Etik Konseyi’nin düzenlemiş<br />
olduğu ödül töreninde Cihan Haber<br />
Ajansı kameramanı Görüntülü Haber<br />
Etik Ödülü Abdurrahman İtik'in ‘Darülaceze<br />
sakinleri yalnızlıklarını atölyelerde<br />
vakit geçirerek unutmaya çalışıyor' adlı<br />
haberi seçildi. Medya Etik Konseyi’nin<br />
Görüntülü Haber Etik ödülünün ikinci<br />
kez sahibi Cihan Haber Ajansı haber kameramanı<br />
Abdurrahman İtik oldu.<br />
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin 54<br />
yıldan beri sürdürdüğü Geleneksel Türkiye<br />
Gazetecilik Başarı Ödülleri, Taksim<br />
The Marmara Otel’de yapılan gece ile<br />
sahipleriyle buluştu. Gecede Cihan Haber<br />
Ajansı muhabiri Burhan Demircioğlu<br />
“Anne ve bebeğini kurtardı” haberi ile<br />
ödüle layık görüldü.<br />
Cihan Haber Ajansı Osmaniye<br />
muhabiri Burhan Demircioğlu, adına<br />
ödülü alan Cihan Haber Ajansı İstanbul<br />
muhabiri Serhat Dalgalıdere, haberden<br />
önce insana değer verdiği için<br />
Demircioğlu’nun çok önemli bir iş başardığını<br />
söyledi. Dalgalıdere sözlerine<br />
şöyle devam etti: “Habercilikten önce<br />
insanlığa önem verdiği için tüm gazeteciler<br />
adına ben Burhan Demircioğlu’na<br />
teşekkür ediyorum,” dedi. Kendisinin<br />
yüzme bilmemesine rağmen otomobiliyle<br />
sulama kanalına düşen anne ve bebeğini<br />
kurtarmayı başardığını söyleyen<br />
Dalgalıdere; “Ona bu ödülü layık gördüğü<br />
için Gazeteciler Cemiyeti’ne de<br />
teşekkür ediyorum.” dedi.<br />
Türkiye Haber Kameramanları Derneği<br />
tarafından her yıl geleneksel olarak<br />
düzenlenen ‘ Zoom Uluslararası Yılın<br />
En İyi Haber Görüntüleri Yarışması’nın<br />
18’inci ödül töreni yapıldı. Türkiye Haber<br />
Kameramanları Derneği tarafından düzenlenen<br />
ödül gecesinde, Cihan Haber<br />
Ajansı (Cihan) haberi kameramanı Yalçın<br />
Kaya’ya “Okeye Dördüncü” görüntüsüyle<br />
Yılın En İyi Haber kategorisinde<br />
mansiyon ödülü layık görüldü. Ankara<br />
Dikmen Vadisi’nde yıkım ekipleri ile gecekonduda<br />
oturanların silahlı kavgasında<br />
saldırıya uğrayıp yaralanan Bilal Oflaz’a<br />
da ‘onur ödülü’ verildi.
72 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
Patron müdahale etti,<br />
Oral Çalışlar istifa etti<br />
KÖKSAL AKPINAR<br />
enel Yayın Yönetmeni Ahmet<br />
G<br />
Altan ve Yardımcısı Yasemin<br />
Çongar’ın görevlerini bırakmasının<br />
ardından Taraf Gazetesi’nde,<br />
Radikal Gazetesi yazarı Oral Çalışlar,<br />
Altan’ın bıraktığı koltuğa oturmuştu.<br />
Fakat Çalışlarda çok fazla dayanamayıp<br />
3 ay sonra istifa etmesi gazetede yaşanan<br />
depremin şiddetini iyice artırdı.<br />
Çünkü Çalışlar’ın istifa nedeni Altan ve<br />
Çongar’ın istifaları gibi ‘ekonomi’ değil,<br />
patronun yazı işlerine müdahalesiydi.<br />
Yayın hayatına başladıktan kısa bir<br />
süre sonra yayımladığı belgeler ile Türk<br />
demokrasi tarihine kayda değer ‘not’ düşen<br />
Taraf Gazetesi’nin yakasını ekonomik<br />
sorunlar bir türlü yakasını bırakmadı.<br />
Bu soruna daha fazla dayanamayan<br />
gazetenin kurucularından ve olan Ahmet<br />
Altan ile Yasemin Çongar görevinden<br />
ayrıldı. Kısa bir süre sonra gazeteciyazar<br />
Oral Çalışlar gazetenin genel yayın<br />
yönetmeni oldu. Çalışlar, 1 Şubat 2013<br />
tarihinde yayın yönetmeni olduğu Taraf<br />
Gazetesi’ne 3 ay sonra “Ama’sız barışın<br />
gazetesi olduk” diyerek başladığı<br />
açıklamasıyla veda ediyordu. Oral Çalışlar<br />
açıklamasında, gazetenin sahibi Başar<br />
Arslan’ın, Yazı İşleri Müdürü Kurtuluş<br />
Tayiz’i ve Genel Yayın Koordinatörü<br />
Markar Esayan’ı görevden almasına<br />
tahammül edemediğini dile getiriyordu.<br />
Oral Çalışlar’ın bu çıkışına en<br />
önemli destek ise Taraf yazarlarından<br />
geldi. Gazetenin yazarlarından Yıldıray<br />
Oğur, Twitter’dan, “Taraf’ı başka<br />
bi tarafa çekmekteler. Biz o Taraf’a<br />
gelmiyoruz...” diyerek, sorulara toplu<br />
bir yanıt gönderdi. Altan ve Çongar’ın<br />
istifa nedenleri çalışanların maaşlarını<br />
alamaması olarak gösterilirken, bu<br />
kez Çalışlar’ın istifa nedeninin Oğur’un<br />
yazdıklarından politik olduğunu anlayabiliyorduk.<br />
Başar Arslan’ın gazetenin<br />
yayın yönetimine müdahalesine, Murat<br />
Belge, Alper Görmüş, Halil Berktay,<br />
Hidayet Şefkatli Tuksal, Gürbüz Özaltınlı,<br />
Mithat Sancar, Akın Özçer, Melih<br />
Altınok, Roni Marguiles, Kurtuluş<br />
Tayiz, Yıldıray Oğur, Oya Baydar, Markar<br />
Esayan, Ceren Kenar, Gülengül Altınsay,<br />
Tuğba Tekerek, Tuncer Köseoğlu,<br />
Demiray Oral, Erol Katırcıoğlu, Bekir<br />
Ağırdır, Pelin Cengiz, Ferhat Kentel,<br />
Tan Oral, Cahit Koytak, Vahap Coşkun,<br />
Ertan Altan, Gülden Tümer’in imza<br />
koydukları bildiriyle tepki geliyordu…<br />
Bildiri kısa ve özdü. “Başar Arslan,<br />
Taraf Gazetesi yazarları ve çalışanları<br />
olarak yazı işlerine yönelik bu tasarrufunuzu<br />
geri almanızı istiyoruz.”<br />
Sonuç itibarıyla Yıldıray Oğur ile<br />
birlikte dış politika yazarı Ceren Kenar,<br />
Cihan Aktaş, Halil Berktay, Roni<br />
Margulies ve Oya Baydar gazeteden<br />
ayrıldı. Genel Yayın Yönetmeni koltuğuna<br />
ise Altan ve Çongar ile birlikte<br />
gazeteden ayrılan Neşe Düzel oturdu.<br />
Neşe Düzel de tüm olup bitenler<br />
bir yana dursun, Genel Yayın Yönetmeni<br />
olarak çıkan Taraf Gazetesi’ndeki<br />
ilk yazısında Star Gazetesi yazarı Elif<br />
Çakır’ın iddiasına cevap veriyordu. Yazar<br />
Elif Çakır, bir gün önceki yazısında<br />
Neşe Düzel’in “Bundan sonra Erdoğan<br />
denilen o adamı Yüce Divan’a gönderecek,<br />
yargılanmasını sağlayacak bir yayın<br />
politikamız olacak.” dediğini iddia<br />
etmişti. Düzel bu iddiaya karşılık birinci<br />
sayfadaki köşesinden “Kimseye böyle<br />
bir söz söylemedim söylemem de.” diyerek,<br />
bu iddiaları Taraf’a karşı yapılan<br />
psikolojik savaş olarak değerlendirmişti.<br />
Düzel bir sonraki gün ise “Dostlara<br />
ve Düşmanlara” başlığını kullandığı<br />
yazısında “barışın kalıcı olması, demokrasinin<br />
kök salması, otoriterlik heveslerinin<br />
bitirilmesi için elimizden geleni<br />
yapacağız. Bu gazete bu amaçlarla<br />
doğdu, bu amaçlarla yaşayacak. Taraf,<br />
barış ve demokrasi için yaşayacak. Biz<br />
kavgaya da, dostluğa da hazırız.” mesajını<br />
iletiyordu. Neşe Düzel’in dediği<br />
gibi Taraf, barış ve demokrasi için ne<br />
kadar yaşayacak bilinmez ama gazeteden<br />
her gün veda yazıları gelmeye devam<br />
ediyor. Çalışanların 3 aydır maaşlarını<br />
alamamış olması, gazetedeki<br />
depremin en azından bir süre daha devam<br />
edeceğini gösteriyor.
74 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
İŞ DÜNYASI<br />
ZİYA YILDIRIM z.yildirim@cihan.com.tr<br />
Atlas’ın nano halıları, kendi kendini temizliyor<br />
Dünyada saygın bir yeri bulunan Türk halı<br />
sektöründe 45 yıllık köklü geçmişe sahip<br />
Atlas Halı’nın geliştirdiği kendi kendini temizleyebilen<br />
ve yüzeyindeki organik kirlerin<br />
ışık altında parçalanıp yok olmasını sağlayan<br />
nano halılar, Türkiye genelinde tüketicinin<br />
seçimine sunuldu.<br />
Suyun üzerinde yaşamasına rağmen<br />
su iticilik özelliğine sahip nilüfer çiçeğinden<br />
esinlenerek yaratılan Atlas nano halılar, sıvı<br />
itici gücü ile leke barındırmadığı gibi herhangi<br />
bir ışık kaynağından aldığı enerjiyle<br />
günlük yaşamdaki kir ve tozları kendi kendini<br />
temizleyerek yaşama benzersiz bir kolaylık<br />
ve keyif katıyor; halı temizleme sıkıntısına<br />
son veriyor.<br />
Atlas nano halıların üzerinde görülen<br />
bir leke olmasa bile, kendi kendini sürekli<br />
temizleme özelliği sayesinde sigara, duman,<br />
is, ayak kiri gibi yaşamın içerisinde<br />
bulunan gözle görünmeyen kirler barınamıyor.<br />
Yine bu üstün özelliği sayesinde halının<br />
renkleri zaman içinde birbirine karışmıyor,<br />
uzun yıllar boyunca ilk günkü gibi<br />
ışıl ışıl kalıyor. Atlas nano halı, odanızın havasındaki<br />
organik toksik gazları ve kokuları<br />
ışık aldığı sürece yok ediyor.<br />
Nano halı, ısı yalıtkanlığını azaltmadan,<br />
yüksek elektrik iletkenliği sayesinde, vücutta<br />
biriken statik elektriğin atılmasına yardımcı<br />
oluyor.<br />
Nem ve küfe karşı dayanıklı, bakteri,<br />
mantar ve ev akarları (mite) barındırmıyor!<br />
Uluslararası test ve değerlendirme kurumu<br />
(INTERTEK) raporlarına göre Atlas<br />
‘nano halı’nın içerdiği özel formülasyon ile<br />
yüzde 99,1 oranında bakteri barındırmıyor.<br />
Ayrıca zararlı kimyasal maddeler içermediği<br />
için evin her alanında güvenle kullanılabiliyor.<br />
T.C. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı<br />
tarafından yapılan gıda ile temas testinden<br />
de başarıyla geçen Atlas nano halı ürünleri<br />
ile ilgili detaylı bilgi için www.atlashali.com.<br />
tr ve www.nanohali.com adresini ziyaret<br />
edebilirsiniz. Destek talepleri için de 444<br />
2857 – 444 ATLS numaralı müşteri destek<br />
hattını arayabilirsiniz.<br />
Arow’la annelerin ayağı<br />
rahat, kalpleri ışıl ışıl..<br />
Arow’dan annelere “Çifte Hediye”..<br />
Arow, son moda ayakkabı ve çanta tasarımları<br />
ile anneniz için hediye seçimini<br />
kolaylaştırırken, uygun fiyat avantajıyla<br />
bütçenizi rahatlatıyor ve 100 TL ile üstü<br />
alışveriş yapanlara çekilişsiz kurasız, hemen<br />
çok şık özel bir “swarovski taşlı kolye”<br />
hediye ediyor. 12 Mayıs tarihine kadar<br />
Arow mağazalarından 100 TL ve<br />
üstü alışveriş yapanlar ister annelerine<br />
çifte hediye vermenin mutluluğunu yaşatacak<br />
isterse ikinci ürün alışverişlerinde<br />
19.90 TL’den başlayan ultra indirimli<br />
fiyatlarla hem kendisine hem de annesine<br />
özel bir hediye seçme şansı bulacak.<br />
Deri ve süet ağırlıklı malzemelerden<br />
üretilmiş ayakkabıların dikkat çektiği<br />
Arow’un kumaş ve satenden oluşan desenli,<br />
rengârenk sandalet ve babetler baharın<br />
en güzel tonlarını genç annelerin ayağına<br />
taşıyor. Birçok renk seçeneğinin yanı sıra<br />
siyah ve kahverengi gibi klasik alternatiflerin<br />
de bulunduğu kreasyonda çanta ve<br />
ayakkabı kombinasyonları da dikkat çekiyor.<br />
Arow’da annenizin şıklığından ödün<br />
vermeden rahat etmesini sağlayacak “rahat<br />
ve konforlu” ayakkabılar da bulunuyor.<br />
Ayakkabı modasında son yıllarda<br />
kaliteli ve iddialı tasarımları ile yer edinen<br />
Arow mağazalarında ayrıca Nike,<br />
Adidas, Converse, New Balance gibi<br />
dünyaca ünlü markaların özel koleksiyonları<br />
da sunuluyor. Ayakkabıdan sandalete,<br />
çantadan babete, spor ayakkabıdan<br />
abiyeye geniş ve zengin model, renk<br />
seçeneği sunan Arow’da yazın sıcaklığını<br />
ve canlılığını çağrıştıran renkler ve modeller<br />
öne çıkıyor.
MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
75<br />
Türkiye’nin marketi A101,<br />
güneydoğu yatırımı ile 2000 marketi aştı<br />
Türkiye’nin en büyük perakende<br />
zincirlerinden biri olan A101,<br />
2013’te market sayısını artırarak,<br />
5’inci yaşını yeni yatırımları ve<br />
yüksek istihdam desteği ile taçlandırdı.<br />
A101, yıl sonuna kadar<br />
450 market daha açarak, 2013<br />
yılını 2450 market ile bitirmeyi<br />
planlıyor. 2015 yılında da yurtdışı<br />
yatırımları için harekete geçecek.<br />
A101 İndirim Marketleri<br />
Zinciri’nin CEO’su Erhan Bostan,<br />
düzenlenen basın yemeği ile<br />
A101’in perakende sektöründe<br />
ulaşmayı hedeflediği rekor market<br />
sayısını, uzun vadedeki hedeflerini<br />
ve pazardaki son gelişmeleri<br />
paylaştı. Bunun yanı sıra, ünlü<br />
oyuncu Asuman Dabak’ın rol aldığı<br />
A101’in yeni reklam filmi de, ilk<br />
kez basın mensuplarına sunuldu.<br />
A101’in CEO’su Erhan<br />
Bostan, “A101 İndirim Marketleri<br />
Zinciri, 5 yılda rekor markete<br />
ulaşarak, şu anda 2000 market<br />
ve 10 bin çalışanı ile hızlı büyümesini<br />
sürdürüyor. A101 olarak<br />
2012 yılını 2,113 milyar TL ciro<br />
ile kapattık. 2013 yıl sonu ciro<br />
hedefimiz ise yüzde 55 büyüme<br />
ile 3,280 milyar TL. Yılın kalan 8<br />
ayındaki hedefimiz, 81 ilde 2450<br />
market ve 12 bin istihdam.”<br />
Beyin göçünü engelleme adına<br />
30 projeye 33 milyon lira yatırdı<br />
Dizayn Grup, Miracle, Ditroo<br />
ve Likkuid şirketlerini bünyesinde<br />
bulunduran Mir Teknoloji<br />
Holding, ‘Beyin Göçüne Karşı,<br />
Beyin Gücünü Teşvik Ediyoruz’<br />
adlı kampanya kapsamında<br />
30’u aşkın projeye 33 milyon<br />
lira katkı yaptı.<br />
Mir Teknoloji Holding<br />
Yönetim Kurulu Başkanı<br />
İbrahim Mirmahmutoğulları,<br />
‘Beyin Göçüne Karşı, Beyin<br />
Gücünü Teşvik Ediyoruz’ adlı<br />
kampanyayı basın toplantısı<br />
ile kamuoyuna tanıttı. Beyin<br />
göçünün türleri olduğunu belirten<br />
Mirmahmutoğulları,<br />
“Bunlardan biri iddialı projeleri<br />
takdir edilmeyen bireyler grubu.<br />
Burada dumura uğrayan<br />
grup, üretmemeyi tercih ediyor.<br />
Bu, bir beyin göçüdür. Diğeri<br />
ileri ülkelerin Ar-Ge alanlarına,<br />
fakültelerine, fabrikalarına giden<br />
beyin göçüdür. Öte yandan<br />
Türkiye’de ehemmiyet verilmeyen<br />
ilmî makalelerin Avrupa’da<br />
ele alınması, Ar-Ge alanında uygulanması<br />
dolaylı bir beyin göçüdür.”<br />
dedi.<br />
Bu bahar mutfaklar çiçek açıyor!<br />
GoldMaster Seda Serisi’nin kırmızı<br />
rengi ile dikkatleri üzerine toplayan<br />
çay makinesine rakip, yine<br />
GoldMaster’dan geldi. Mor bej ve<br />
bakır tonları da eklenen skalasında,<br />
kadınlar hangisini seçeyim<br />
diye düşünürken uzunca vakit geçireceğe<br />
benziyor. Asaletin rengi<br />
mor tercih edilen GTM-7308 Rosa<br />
çay makinesi ile mutfaklar oldukça<br />
renklenecek. 2200W performansı<br />
ile suyunuzu kısa sürede<br />
ısıtabilecek, 1,8 lt kapasiteli su ısıtıcısı<br />
ve 1,0 lt kapasiteli demliği<br />
ile bol bol çay keyfi yapabileceksiniz.<br />
Rahat kullanımı sağlayan<br />
360° dönebilme özelliği ile mutfakta<br />
işinizi kolaylaştıracak, susuz<br />
çalışmayı engelleyen emniyet sistemi<br />
ise boşa elektrik harcamanızı<br />
önleyecek.<br />
Paslanmaz çelik gizli rezistansı<br />
sayesinde ürünlerde<br />
paslanma derdi sona erecek.<br />
Yüksek sıcaklıklara karşı koruyan<br />
özel kaynama emniyet<br />
sigortası ise kaynar sulardan<br />
uzak tutacak.<br />
Kuveyt Türk, sermayesini 960 milyon TL<br />
artırarak 2 milyar 60 milyon TL’ye çıkarıyor!<br />
Katılım bankacılığının Türkiye’deki<br />
güçlü temsilcisi Kuveyt Türk, ana<br />
iştiraki KFH’nin (Kuwait Finance<br />
House) finansal desteğiyle sadece<br />
Türk bankacılık sektörü için değil<br />
ülke ekonomisi için de büyük bir<br />
önem taşıyan sermaye artırımına<br />
gidiyor. Kuveyt Türk’ün sermaye<br />
artırımıyla ilgili olarak 2 Nisan<br />
2013 Salı günü İstanbul’da basın<br />
toplantısı düzenlendi. Katılım<br />
Bankaları Birliği Başkanı ve<br />
Kuveyt Türk Genel Müdürü Ufuk<br />
Uyan’ın ev sahipliğinde gerçekleşen<br />
toplantıda sermaye artırımının<br />
yanında bankanın finansal<br />
performansı ve önümüzdeki döneme<br />
ait planlamalarının yanında<br />
sektördeki en son gelişmeler<br />
de ele alındı. 720 milyon TL’si nakit<br />
olacak Kuveyt Türk’ün 28 Mart<br />
2013 tarihinde yapılan genel kurul<br />
kararına göre banka sermayesini<br />
kademeli bir şekilde toplam<br />
960 milyon TL artıracak. Kuveyt<br />
Türk’ün sermayesi böylelikle 1<br />
milyar 100 milyon TL’den 2 milyar<br />
60 milyon TL’ye yükselecek.<br />
Artırılacak olan sermayenin birinci<br />
kısım ödemesi ortaklar tarafından<br />
3 ay içinde 600 milyon TL,<br />
ikinci kısım ödemesi işi yine ortaklar<br />
tarafından 15 ay içinde 360<br />
milyon TL şeklinde olacak.
76 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
TEK NO LO JÝ<br />
MURAT IŞIK m.isik@cihan.com.tr<br />
Kingston’dan altın USB<br />
Altın fiyatlarının büyük değer kaybetmesi sonucu yatırımcıların<br />
aşırı altın talebi üzerine çeyrek altın sıkıntısının<br />
yaşanndığı Türkiye’de dünyanın lider bellek<br />
üreticisi Kingston, teknoloji meraklılarına altın<br />
bir fırsat sunuyor. 24 ayar altın kaplama 8 ve 16 GB<br />
kapasiteli Kingston Data Traveler Gold USB bellek,<br />
Türkiye’deki teknoloji marketlerde satışa sunuldu.<br />
Mobil kurgu deneyimi<br />
Devrim niteliğindeki kamerasıyla geleneksel akıllı telefon sensörlerinden<br />
yüzde 300 daha fazla ışık toplayan HTC, sınıfının en<br />
iyisi f/2.0 diyafram aralığına sahip lensiyle de rakiplerinden ayrılıyor.<br />
HTC, Zoe özelliği ile artık fotoğrafınızın anısı oluşuyor. Fotoğraf<br />
çekerken 3 saniyelik videolar oluşturan HTC One, profesyonelce<br />
tasarlanmış montajlar, geçişler ve efektleri müzik ile<br />
birleştirerek yepyeni bir fotoğraf galerisi anlayışını sunuyor.<br />
3 boyutlu printer teknolojisi<br />
3-D Printer, Türkçe ifade ile ‘üç boyutlu yazıcı’ olarak biliniyor.<br />
3-D Printer teknolojisinin en genel tanımı, dijital<br />
tasarımları 3 boyutlu katı nesneler haline getirmeye yarayan<br />
bir teknoloji. Geleneksel makine tekniklerinden<br />
farklı bir yöntemle çalışan 3-D Printer’lar, CNC tezgahları<br />
gibi nesneyi sadece oyarak veya delerek şekil vermiyor.<br />
3-D Printer, dijital bir tasarımı ‘katılımlı süreç’ yani<br />
art arda gelen madde katmanlar şeklinde döşeyerek,<br />
birbirine peşi sıra ekleyerek meydana getiriyor.<br />
Galaxy Tab 3 görücüye çıktı<br />
Samsung, Android tabanlı en yeni tablet bilgisayarını teknoloji<br />
dünyasına sundu. Galaxy Tab 3, eski modellerine göre<br />
incelirken, daha kaliteli ekran çözünürlüğü ve büyük bir batarya<br />
ile geldi. Samsung, tablet bilgisayar sektöründe iPad’e<br />
karşı verdiği rekabeti Galaxy Tab 3 ile güçlendirme niyetinde.<br />
Sadece Wi-Fi ve Wi-Fi + 3G seçenekleriyle sunulan Galaxy<br />
Tab 3, birçok açıdan eski modellere kıyasla daha güçlü bir cihaz.<br />
7 inç (17,8 cm) ekran genişliğine sahip olan Galaxy Tab<br />
3, Android 4.1 (Jelly Bean) işletim sistemiyle çalışıyor.
MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
77<br />
Bir tablet iki ekran; ASUS Taichi 31<br />
ASUS, tablet bilgisayarların esnekliğine ek olarak dizüstü<br />
bilgisayarların performans ve özelliklerine sahip<br />
olan 13.3 inçlik çift ekranlı, şık tasarımlı Ultrabook<br />
modeli Taichi 31’i Türk kullanıcıların beğenisine sunuyor.<br />
Farklı kullanımlar için çift ekran ASUS Taichi 31,<br />
sırt sırta vermiş iki Full HD ekranıyla Windows 8 işletim<br />
sistemli bir tabletin en iyi yönlerini ve Ultrabook<br />
performansını şık bir tasarımda birleştiriyor.<br />
LG’den kavisli ekranlar<br />
Elektronik devi LG Electronics, kavisli OLED televizyonları gelecek<br />
ay Güney Kore’de piyasaya süreceğini açıkladı.LG, kavisli<br />
televizyonu satan ilk marka olacak. OLED (organik ışıkyayan<br />
diodlar) kullanımı, daha ince ve esnek ekran imalatını<br />
mümkün kılıyor. Satışlar şimdilik sadece Güney Kore ile sınırlı<br />
olacak. 55 inç (140 cm) ekran kavisli televizyonun satış fiyatı<br />
13 bin 550 dolar olarak belirlendi. OLED teknolojisi, elektriği<br />
ışığa dönüştüren karbon bazlı maddelere dayanıyor.<br />
Sony’den güçlü zoom<br />
Sony, birçok yeni gelişmiş özelliğinin yanı sıra şıklığı ile göz<br />
kamaştıran yeni Cyber-shot HX300 kompakt dijital fotoğraf<br />
makinesi ile fotoğraflarınızı daha da ileri bir düzeye taşıma<br />
imkanı sunuyor. Geliştirilen optik görüntü sabitleme<br />
ve daha hızlı otomatik odaklama sayesinde HX300, yüksek<br />
zum yapmış olsanız bile o kısa anları yakalamakta bugüne<br />
kadar hiç olmadığı kadar etkili . 50x optik zum aralığı<br />
ile Cyber-shot HX300 ek lens taşıma derdine son veriyor<br />
DSLR tarzı görünüm ve kullanımı ile dikkat çekiyor.<br />
Philips’ten Smart TV serisi<br />
Philips PFL4508 serisi, 81 cm’den (32 inç) 140 cm’ye kadar<br />
(55 inç’), farklı ekran boyutlarına sahip. Çekici bir tasarıma<br />
sahip PFL4508 TV’ler, ekranın çevresindeki çok<br />
ince alüminyum çerçeve ve koyu gümüş alüminyumdan<br />
yapılmış zarif ayaklıkla farkını gösteriyor. Entegre Wi-Fi<br />
sayesinde, yeni 3D-TV’ler, Philips Smart TV hizmetlerine<br />
ve uygulamalarına kolay kablosuz erişim sağlıyor. Philips<br />
PFL4508 serisi ve Philips PFL5008 serisi, Avrupa, Rusya<br />
ve Türkiye’de 2013 yılında piyasada olacak.
78 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
KÝ TAP<br />
FAHRİ SÖKE f.soke@cihan.com.tr<br />
DEMOKRATLARIN HEPSİNİ ASALIM<br />
KAMİL MAMAN<br />
Demokrat Parti kurucularından Refik Koraltan’ın anıları 51 yıl sonra ortaya<br />
çıktı Yıl: 1947, Yer: Köşk “DP kurucularının dosyaları hazır. Mahkemeye tevdi<br />
edersiniz, o gün bunların defteri dürülür. Bir hafta içinde onlarla birlikte 5-10<br />
kişi de sallandırılırsa tehlike önlenmiş olur.”<br />
Yıl: 1947 Yer: Senirkent “DP’ye iltihak eden köylülere meydan dayağı çekiliyor.<br />
Delikanlılar yere dört ayak yatırılıyor, şapkalarının içine insan pisliği dolduruluyor<br />
ve başlarına geçiriliyor. Jandarma sırtlarına biniyor.”<br />
Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1947 yılında İstiklal Mahkemelerini kurarak,<br />
Demokrat Partilileri astırmayı planladığı ortaya çıktı. DP kurucularından<br />
Refik Koraltan’ın 51 yıl sonra ortaya çıkan anıları, dönemin Başbakanı Recep<br />
Peker’in Çankaya’ya çağırılarak İsmet İnönü ve arkadaşları tarafından İstiklal<br />
Mahkemelerinin kurulması talimatı verildiğini gösteriyor.<br />
Köşk’te yapılan toplantıda Başbakan Recep Peker’in anlatımıyla yapılan teklif<br />
şöyle anlatılıyor: “Zaten Demokrat Parti kurucularının dosyaları hazırdır.<br />
Mahkemeye tevdi edersiniz, o gün bunların defteri dürülür. Bir hafta<br />
içinde daha onlarla birlikte 5-10 kişi de bunlarla sallandırılırsa tehlike önlenmiş<br />
olur.” Yassıada yargılamaları sırasında avukatlığını yapan kızı Ayhan<br />
Timurtaş’a (Koraltan) Ekim 1962’de Kayseri Devlet Hastanesi’nde yazdırdığı<br />
anıları gün yüzüne çıktı. Gazeteci Kamil Maman’ın imzasını taşıyan Refik<br />
Koraltan’ın Timaş Yayınları’ndan çıkan Demokratlar kitabında, DP’nin kuruluşunda<br />
yaşanan olayların perde arkası yer alıyor.<br />
BEDENDEN ÖTESİ<br />
NEJAT SEZİK<br />
Gazeteci-yazar Nejat Sezik’in, bedenin ve bedenî zevklerin, hazların<br />
ön plana çıktığı günümüzde, insanın bazı donanımlarının olduğunu<br />
hatırlatmak amacıyla kaleme aldığı ‘Bedenden Ötesi’ kitabı çıktı.<br />
İnsanın somut olanın dışındaki donanımlarına dikkat çekmek, duygu<br />
ve hislerin önemine vurgu yapmak, insanın yalnızca bedenden<br />
ibaret olmadığını anlatmak amacıyla yazılan ‘Bedenden Ötesi’, okuyucuyla<br />
buluştu. Nejat Sezik’in kaleme aldığı kitap, günümüz insanının<br />
en büyük problemini gözler önüne seriyor. Buna karşın, mevcut<br />
hastalığa manevî bir çare bulmanın kılavuzluğunu yapıyor.<br />
Hayat Yayın Grubu’ndan çıkan ‘Bedenden Ötesi’ kitabına ilişkin konuşan<br />
Sezik, insanın his, duygu gibi farklı donanımlarının olduğuna<br />
vurgu yaparak, “Yemek, içmek, alışveriş yapmak, eğlenmek, televizyon<br />
seyretmede aşırıya gitmek, film kolik olmak, internetin başında<br />
saatler harcamak en sık rastlanan bedensel zevkler arasındadır.<br />
Modern çağın insana dayattığı, yönlendirdiği ve bir anlamda ‘Hayat<br />
bundan ibarettir’ dediği bir anlayış gelişmiştir.” ifadelerini kullandı.<br />
Anlık hazlara yönelmenin insanı köreltip bedeni ön plana çıkaracağını<br />
söyleyen Sezik, “Anlık hazlar, insanı bedenin kölesi, onun<br />
her dediğini yapar hâle getirir. Nitekim olumsuz sonuçları ortadadır.<br />
Yaşadığımız çağ, bu beden ötesi araçların kullanımını en aza indirme<br />
çabası ve gayreti içindedir. Çağın bu yönlendirmesine karşılık<br />
bir duruş sergilemek, zihinsel ve psikolojik bir karşı duruş ortaya<br />
koymak gerekir.” şeklinde konuştu.
MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
79<br />
Balkan Harbi’nin Hazin Hikâyesi<br />
Yitik Hazine Yayınları<br />
Cihat Göktepe<br />
Siyasete bulaşmış bir<br />
ordu, kumandanını kaybetmiş<br />
asker, kaybolan<br />
devlet otoritesi, gaflet<br />
içindeki idareciler<br />
ve neticede yitirilen ata<br />
yadigârı topraklar, kurşunlara<br />
hedef olan çocuklar,<br />
bebekler; geride<br />
bırakılan binlerce şehit<br />
ve vatanını terk ederek<br />
Anadolu’ya yeniden avdet<br />
eden muhacirler…<br />
“Balkan Harbi” adlı kitap<br />
tüm bunların, savaşın<br />
ana hatlarıyla birlikte<br />
anlatıldığı ve ardından,<br />
çoğu ülkemizde ilk<br />
defa yayınlanan fotoğraflarla<br />
bezendiği bir<br />
çalışma.<br />
Alkımın Altından Kimse Geçemez<br />
Meydan Yayınları<br />
Ahmet Tezcan<br />
“Bana bak Devrâmel Kafa, sen<br />
alkımın altından geçebilin mi la”<br />
“Alkım ne”<br />
“Ebemguşâ”<br />
“Ebemguşâ mı O ne”<br />
“Gökkuşâ!”<br />
“Gökkuşâ ne”<br />
“Ebeyinki...”<br />
Demokrasi ve Laiklik adı altındaki<br />
vesayet rejiminden<br />
uzaklaştıkça, ulusal uzlaşma<br />
ve tarihsel barışma noktasına<br />
yaklaşıyoruz. Bu, her şeyden<br />
önce bütün bireylerin ve<br />
grupların hem kendilerini,<br />
hem de bir diğerini tanıma<br />
sürecidir. Ahmet Tezcan; aramızdaki<br />
perdeleri kaldırmanın<br />
yollarını, edebiyatımızda<br />
örneği bulunmayan “hayâlî<br />
olmayan roman” ile anlatıyor.<br />
Büyük Cihadın “Son Süvari”si<br />
Şahdamar Yayınları<br />
Ferîd el-Ensârî<br />
Çağımızın en büyük siması<br />
Bediüzzaman’ın hayatı<br />
ile ilgili bugüne kadar irili<br />
ufaklı binlerce eser yazıldı,<br />
yüzlerce konferans<br />
ve panel tertip edildi.<br />
Bediüzzaman’ı ve hayatının<br />
hikâyesini günümüze<br />
taşıyan Son Süvari, hayal<br />
âleminin koridorlarında<br />
kendisine eşlik eden,<br />
İstanbul’da, Barla’da,<br />
Urfa’da o’nu izleyen,<br />
mahkeme salonlarında<br />
sesine kulak veren, gözünün<br />
içine her baktığında<br />
kendi hakikatini keşfeden<br />
Ferid El-Ensârî’yi de unutulmaz<br />
kılacak kadar diri<br />
ve duru bir eser.<br />
Sultanın Rüyası<br />
Timaş Yayınları<br />
Mine Sultan Ünver<br />
IV. Murat’ın kızı Esmehan<br />
Kaya Sultan ile henüz<br />
çocukluğunda Sultan<br />
Ahmet’in lütfuna ermiş,<br />
Enderun’un zeki talebelerinden,<br />
Devlet-i Âli’nin<br />
Sadrazamlığında bulunmuş<br />
Melek Ahmet Paşa.<br />
Siyaseten yapılmış bir izdivaç…<br />
Bir yastığa baş<br />
koymadan geçen yedi<br />
sene… Aşkla yanmaya<br />
başladıktan sonra hasretle<br />
geçen aylar… Mine<br />
Sultan Ünver, ‘Nar-ı Aşk’<br />
ve ‘Hilalin İki Ucu’ romanlarında<br />
olduğu gibi<br />
Osmanlı’da yaşanmış,<br />
gerçek ve büyük bir aşkı<br />
akıllardan çıkmayacak bir<br />
romanla sunuyor okura.
80 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
SİNEMA<br />
KÖKSAL AKPINAR k.akpinar@cihan.com.tr<br />
Gitme Baba<br />
Suikast sonucu öldürülen Suyolcu’nun hayatı anlatılıyor<br />
‘Gitme Baba’ özetle baba - kız arasındaki ilişkiyi konu alıyor.<br />
Kuşadası’nda iki dönem belediye başkanlığı yapmış olan<br />
Mustafa Lütfi Suyolcu, 16 Mayıs 1995 tarihinde evinin önünde<br />
başına üç kurşun sıkılarak öldürülmüştü. Film, bu olayın siyasi<br />
ya da kriminal boyutundan çok Mustafa Lütfi Suyolcu’nun yaşam<br />
duruşunu ve kızı Çiğdem Suyolcu ile arasındaki özel ilişkiyi<br />
anlatıyor. Filmde bir baba ve kızı arasındaki sevginin varacağı<br />
en üst noktalar ve bir adamın ideallerine kendini çocuklarından<br />
ve eşinden ayıracak kadar bağlı kalması şeklinde iki temel<br />
olgu sorgulanıyor. “Gitme Baba”nın yapımcılığını, senaryosunu<br />
Mustafa Lütfi Suyolcu’nun kızı Çiğdem Suyolcu üstlendi.<br />
Aynı zamanda başrolde de oynayan Çiğdem Suyolcu’ya Murat<br />
Karasu, Şenay Gürler ile Payidar Tüfekçioğlu eşlik ediyor.<br />
Filmin yönetmen koltuğunda ise Ahmet Sönmez oturuyor. 6<br />
haftada tamamlanan “Gitme Baba”nın çekimleri Kuşadası’nda<br />
yapıldı. Gösterim tarihi: 10 Mayıs 2013<br />
Eski Dostlar<br />
Yaşlı olduklarına bakmayın!..<br />
Oscar ödüllü Al Pacino, Christopher Walken ve<br />
Alan Arkin’i bir araya getiren “Eski Dostlar”,<br />
emekli olmuş üç gangsterin geçmişleri ile karşı<br />
karşıya kalmalarını konu ediyor. Val, 28 yıllık<br />
cezasını çekmesinin ardından en iyi arkadaşı<br />
Doc, Val’ı o gün onu yalnız bırakmamak adına<br />
hapishane çıkışı karşılıyor. Doc ve Val yıllar<br />
sonra tekrar iyi bir ikili olup aralarına Hirsch’i<br />
de alıyor. Bu üç arkadaş yıllar geçmiş olsa da<br />
eskiden oldukları gibi ayrılmaz bir üçlü olurken,<br />
ilerlemiş yaşlarına rağmen hâlâ suç işleme<br />
potansiyeline sahip. İçlerinden biri, diğerlerinden<br />
bir sır saklıyor ve vakti de kısıtlı. Eski<br />
dostların tekrar bir araya gelmesiyle birlikte<br />
geçmişleri ile karşı karşıya kalmaları da çok<br />
da uzun sürmüyor. Fisher Stevens’in yönetmen<br />
koltuğuna oturduğu “Eski Dostlar”ın kadrosunda<br />
Al Pacino, Christopher Walken, Alan Arkin<br />
Julianna Margulies yer alıyor. Gösterim tarihi:<br />
3 Mayıs 2013
MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
81<br />
Kod Adı: Olympus<br />
Beyaz Saray kuşatılıyor<br />
Teröristler Beyaz Saray’ı ele geçirdiklerinde, gözden düşmüş bir gizli servis ajanı<br />
olan Mike Banning, ABD başkanını kurtarmak için işe koyuluyor. “Kod Adı: Olympus”,<br />
Yönetmen Antoine Fuqua tarafından çekilen heyecan dolu ve ustaca yapılmış bir aksiyon<br />
gerilim filmi. Titizlikle eğitilmiş olan ağır silahlarla donanmış bir grup terörist<br />
güpe gündüz Beyaz Saray’a pusu kurup, binayı ve Başkan Benjamin Asher’ı ve ekibini<br />
girilmesi imkânsız olan yeraltı sığınaklarında ele geçiriyor. Beyaz Saray’ın bahçesinde<br />
çatışma şiddetli bir şekilde sürerken, eski başkanlık koruması olan Mike<br />
Banning arbedeye karışır. Kendisini hayatta kalan tek gizli servis ajanı olarak kuşatılmış<br />
binanın içinde bulur. Banning, kapsamlı eğitimi ve detaylı bilgileri Başkan Vekili<br />
olan Allan Trumbull’ın gözü kulağı ve yol göstericisi olur. Gerard Butler, Melissa Leo,<br />
Morgan Freeman ile Aaron Eckhart’ın oynadığı “Kod Adı: Olympus”un kadrosunda<br />
yer alan isimler. Gösterim tarihi: 10 Mayıs 2013<br />
Devir<br />
Bu filmde bizzat çobanlar rol aldı<br />
“Anadolu’nun ortasında bir köyde doğduğunuzu ve hayatınız boyunca<br />
çobanlıkla uğraştığınızı hayal edin. Modern hayatın köye girmesinden<br />
önce o köyde yaşayan bir çoban için senenin iki önemli anı önemli<br />
olurdu. Bu anlardan biri çobanın sürüsüyle ilkbaharda yaylaya çıktığı<br />
zaman; öteki de sürüyle beraber sonbaharın başında yayladan köye indiği<br />
zamandı. Çobanlar eski dönemlerde sürüleriyle beraber sonbaharın<br />
başında yayladan köye tekrar indikleri zaman, sürülerini bir ‘arındırma’<br />
merasiminden geçirirlermiş. Koyun yıkama şenliği adı verilen bu<br />
‘arındırma’ seremonisi halen Burdur’a bağlı Hasanpaşa adlı bir köyde<br />
devam ediyor. Gösterim tarihi: 31 Mayıs 2013<br />
Ayın DVD’si<br />
Jack Reacher<br />
Eski bir asker olan Jack Reacher, Lee Child’ın çok satan romanından<br />
beyazperdeye uyarlanan ve eleştirmenlerin “sıkı, kuvvetli, sert ve<br />
havalı” olarak nitelendirdikleri bu bomba gibi aksiyonla karşımızda.<br />
Tüyler ürperten bir katliamın ardından bütün kanıtlar kendisini savunmak<br />
için sadece “Jack Reacher’ı Bulun!” diye not bırakan bir tutukluyu<br />
göstermektedir. Gerçeği bulmak için verdiği mücadele her<br />
ne kadar onu tutması gereken bir sır ve şiddete eğilimli beklenmedik<br />
bir düşmanla karşı karşıya getirse de kanunun sınırları vardır ancak<br />
Jack Reacher’ın yoktur.<br />
Yönetmen: Christopher McQuarrie<br />
Oyuncular: Tom Cruise, Rosamund Pike, Robert Duvall<br />
Özel seçenekler: Sakın Jack Recher’a Bulaşma: Dövüş ve Silahlar<br />
Diller: Türkçe 5.1, English 5.1, German 5.1<br />
Altyazı: Türkçe, Süre: 125 dk<br />
Üretici firma: Tiglon
82 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
1963<br />
01 HAZİRAN 1929<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
1 63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
63<br />
6<br />
KÜNYELERLE BABIÂLİ<br />
AKİF ELBİSTAN - a.elbistan@cihan.com.tr
83<br />
MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
30 NİSAN 1952<br />
30 EYLÜL 1934<br />
MAYIS-H<br />
ŞUBAT 1982<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
ŞU<br />
Ş BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BA<br />
BAT 19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
19<br />
1 82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82<br />
82
84 MAYIS-HAZİRAN 2013 ORHAN BEYAZIT o.beyazit@cihan.com.tr<br />
OTOMOBİL<br />
Karşınızda yenilenen BMW 3 serisinin en<br />
düşük hacimli motoruna sahip modeli, 3.16i<br />
Ö<br />
nceki kasası ile yenilenen kasa<br />
arasındaki bu radikal değişikliğin<br />
arkasındaki cesaret,<br />
BMW’nin premium sınıfın standartlarını<br />
belirleyen bir marka olmasından<br />
kaynaklanıyor. F 30 kodlu 3 serisi, yepyeni<br />
tasarımıyla herkesin bildiği gibi<br />
bu sınıfta en ciddi rakibi olan Mercedes<br />
Benz C serisinden 3 cm daha uzun<br />
hale geldi. Kaslı kaporta, uzatılan ön<br />
kaputu, agresif farları ve keskin çizgileri<br />
aracın ben buradayım demesini<br />
sağlıyor. Ledli kapı kolları karanlıkta<br />
şık bir görüntü oluşturuyor. Özellikle<br />
kullandığımız test aracı, Angel Eye<br />
farları, kırmızı rengi ve tasarımıyla tüm<br />
dikkatleri üzerine çekmesini biliyor.<br />
İç tasarımdan bahsedecek olursak;<br />
hava kanalları ön konsoldaki ayrıntılar<br />
klasik BMW çizgileri yansıtıyor.<br />
Krom kaplamalar, yüksek kalitedeki<br />
deri ve plastik malzeme konsol ile<br />
müthiş uyum sağlıyor. Ayrıca kaporta<br />
rengindeki deri koltuk dikişleri ve aynı<br />
renkteki torpido çıtaları ile de ufak<br />
moda dokunuşları yaratılmış. Koltukların<br />
en güzel özelliği sürücüyü kavrıyor<br />
olması. Gerçekten kavrıyor çünkü<br />
koltuğun altındaki bir tuşla, koltuk<br />
yan destekleri vücudunuza göre açabiliyor<br />
ve daraltabiliyorsunuz. Bu özellik,<br />
özellikle uzun yolculuklarda bel ağrısı<br />
çekenlerin çok hoşuna gidecek gibi<br />
görünüyor. Ön konsolun ortasında<br />
iDrive sistemi orta konsoldaki joystick<br />
ile kumanda ediliyor. Yüksek çözünürlükteki<br />
navigasyon sisteminin bulunduğu<br />
bu ekran standart olarak sunuluyor.<br />
3 boyutlu ses sunan Harman<br />
Kardon ses sistemi, ile kulaklarınızın<br />
pasını silebilirsiniz. 3 serisinde sunulan<br />
bol miktardaki kişiselleştirme seçenekleri<br />
sizi araca tamamen bağlıyorsenkronize<br />
ediyor. Arka koltuk arası<br />
mesafe ve tavan yüksekliğinin yeterli<br />
olması, arkada yolculuk yapanlara da<br />
konfor sağlıyor. Aracın bagaj hacmi 20<br />
lt artırılarak 480 lt’ye çıkarılmış.
MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
85<br />
1.6 litrelik turbo beslemeli ünite<br />
4350 d/d’de 136 hp güç üretiyor. Motor<br />
1.6 olmasına rağmen iyi bir performansla<br />
9,2 saniyede 100 km hıza ulaşıyor.<br />
Daha önce eleştirilen 316 modeli,<br />
turbo besleme ile bu soruna çözüm<br />
bulmuş gibi gözüküyor. Tüm modeller<br />
için sekiz ileri otomatik şanzıman<br />
motor ile uyumlu bir şekilde çalışarak<br />
vites geçişlerini hissettirmiyor. Start-<br />
Stop özelliği, devir tasarruf devri diyenler<br />
için güzel bir işlev.<br />
ECO PRO modlu sürüş deneyimi<br />
kontrolü dört sürüş programı ile birlikte<br />
sunulmuş. Aynı düğme ile kontrol<br />
edilebilen; spor, ultra spor, konforlu ve<br />
ekonomik sürüş modlarını o anki psikolojinize<br />
göre ayarlayabiliyor ve aracı da<br />
kendi modunuza sokabiliyorsunuz.<br />
Kalkış ve hızlanmalarda atikliğini<br />
gösteren araç, 180 km/s hıza kadar<br />
çok rahat fakat 180 km hızdan sonra<br />
biraz zorlanıyor, maksimum hızı<br />
ise 210 km/s. Çok hoş bir motor sesi<br />
olan 3.16i, dış sesleri yalıtımda başarılı<br />
ama yüksek hızlarda ufak bir rüzgâr<br />
sesi problemi oluyor.<br />
BMW’nin yeni 3 serisi EuroNcap,<br />
çarpışma testlerinden 5 yıldız aldı. Yakın<br />
bir tarihte, 3 serisi ile Ordu’nun<br />
derelerinde şarampole yuvarlanan,<br />
140 km/s hız ile 100 metre takla atan<br />
ve burnu bile kanamadan araçtan çıkan<br />
biri olarak 3 serisindeki güvenlik<br />
unsurunu en iyi test eden kişi olduğumu<br />
söyleyebilirim. Çok iyi hatırlıyorum<br />
da araçtan 4 kişi nasıl sağ çıktığımızı<br />
herkes hayretle izliyordu. Dolayısıyla<br />
BMW, benim çarpışma testimden<br />
5 yıldız aldı ve o gün bugündür<br />
benim için en sağlam araç BMW.<br />
Tabii burada önemli bir mesaj<br />
vermek istiyorum; emniyet kemerini<br />
de bu kazada test etmiş olduk ki, kemer<br />
takanlar (biri ben) takmayanlara<br />
oranla çok daha az hırpalanıyor. O<br />
gün bugündür bakkala giderken bile<br />
kemerimi takarım.<br />
Özetle izlenimlerimden bahsedecek<br />
olursak; Fonksiyonel direksiyon<br />
hızlandıkça ağırlaşıyor. 316’nın amortisörleri<br />
biraz sert fakat spor bir araca<br />
göre bu normal bir durum, ufak tefek<br />
çukurlarda sorun olmuyor. Süspansiyon<br />
sisteminin sert oluşu ve aracın aerodinamik<br />
yapısı savrulmayı önlüyor.<br />
BMW’nin diğer modellerinde olduğu<br />
gibi 3.16 da, kendinizi ayrıcalıklı hissetmenizi<br />
sağlıyor. İç mekan çok kaliteli,<br />
sade ve şık. Koltuklar sizi güvenle sarıyor<br />
ve kendinizi rahat hissediyorsunuz.<br />
Performansla birlikte sürüş keyfi<br />
tatmin ediyor. Daha ne olsun.! Bu fiyata<br />
ulaşabileceğinizin en iyisi diyebiliriz.<br />
Testimizde ortalama 8 lt/100 km yakıt<br />
tüketen 3.16i’den; EfficientDynamics<br />
motor teknolojisi sayesinde, 100km’de<br />
6,5 litre yakıt tüketimi gibi çok iyi sonuçlar<br />
da alabilirsiniz. Daha fazlasını<br />
istiyorsanız ancak daha fazlasını ödeyerek<br />
sahip olabilirsiniz. Turbo motor<br />
gaz pedalını biraz geç algılıyor olsa da<br />
saydığımız tüm özellikleri düşünürsek,<br />
3.16i keyif veren bir otomobil.<br />
Performansı merak edilen<br />
BMW 3 serisinin en küçük<br />
hacimli motoruna sahip<br />
olan 3.16i versiyonunu<br />
sizin için test ettik. 136 beygir<br />
güç üreten 1.6 litrelik<br />
motora sahip olan aracın<br />
yeni motoru turbo beslemeli<br />
üniteyle desteklenerek<br />
performansı yükseltildi.
86 MAYIS-HAZİRAN 2013<br />
Yayıncılığın geleceği dijitalde<br />
ORHAN AKKURT / NEW YORK<br />
BD’nin önemli haftalık haber dergilerinden<br />
Newsweek’in genel<br />
A<br />
yayın yönetmeni Tina Brown, yayıncılığın<br />
geleceğini dijitalde gördüğünü<br />
söyledi. Tina Brown, 4 Ocak’ta derginin<br />
yayın hayatına sadece dijital ortamda devam<br />
etme kararı almasını ve karar sonrası<br />
gelişmeleri Cihan Haber Ajansı’na (Cihan)<br />
değerlendirdi.<br />
Newsweek dergisinin, 2012 yılı sonunda<br />
matbu baskısını durdurarak yayın<br />
hayatına sadece dijital ortamda devam<br />
edeceğini duyurması çeşitli çevrelerde<br />
şaşkınlığa sebep olmuştu. Ancak derginin<br />
İngiliz kökenli genel yayın yönetmeni<br />
Tina Brown, Cihan’a yaptığı açıklamada<br />
bu değişimden son derece memnun<br />
olduklarını dile getirdi. Brown, dijital<br />
yayına niçin geçtikleri sorusunu “Bugün<br />
Amerika’da genç yaşlı herkes haberlerini<br />
ekranlarından almayı tercih ediyor. Telefonlar<br />
ve küçük el bilgisayarları bu iş için<br />
yaygın şekilde kullanılıyor. Bu sosyal değişim<br />
içinde yayına sadece dijital ortamda<br />
devam etme kararı almak yalnızca doğal<br />
bir sonuçtu.” şeklinde cevapladı.<br />
Newsweek’in matbu basımı durdurup<br />
sadece dijital yayına geçişinin çok yerinde<br />
ve doğru bir karar olduğunu ve zamanlamasının<br />
da çok elverişli olduğunu<br />
vurgulayan yayın yönetmeni, dijital yayının<br />
sağladığı alternatifler ve seçenek zenginliği<br />
ile kendisini matbu yayından çok<br />
daha fazla heyecanlandırdığını sözlerine<br />
ekledi. Brown, “Dijital ortam, yayınlarımızı<br />
renklendirmek, çeşitlendirmek, daha<br />
cazip ve daha estetik hale getirmek için<br />
bize çok daha fazla seçenek sunuyor. iPad<br />
versiyonumuz bir harika.” dedi. Okurlardan<br />
şu ana kadar olumlu tepkiler aldıklarını<br />
belirten Tina Brown, “İki ay gibi kısa<br />
bir sürede dijital abonelerimizin sayısının<br />
500 bini aşması da bunun en iyi göstergesi.”<br />
diyerek. sözlerini noktaladı.<br />
Matbu olarak 1933 yılında New York<br />
şehrinde basımına başlanan ve 12 ülkede<br />
dağıtımı yapılan Newsweek, ABD sıralamasında<br />
en çok okunan haftalık ikinci<br />
haber dergisiydi. Ancak 2008- 2012 yılları<br />
arasında hedef okur kitlesine yönelik<br />
çeşitli sıkıntılar yaşamış ve bu sıkıntıları<br />
2010 yılında fikir portalı The Daily Beast<br />
ile birleşerek aşmıştı. The Daily Beast ise<br />
daha önce The New Yorker ve Vanity Fair<br />
adlı dergilerin editörlüğünü de yapmış<br />
olan Tina Brown tarafından kurulmuş ve<br />
yayınlanmıştı. Brown, Newsweek ve The<br />
Daily Beast şirketlerinin birleşmesinin ardından<br />
genel yayın yönetmeni olarak görevine<br />
devam ediyor<br />
Twitter hesabı hacklenen AP<br />
1 günde yüzde 95 takipçi kaybetti<br />
U<br />
ORHAN AKKURT / NEW YORK<br />
luslararası Haber Ajansı Associated<br />
Press'in (AP) Twitter<br />
hesabından yayınlanan ‘Beyaz<br />
Saray'da iki patlama, Obama yaralandı'<br />
başlıklı yalan haber ABD'de hareketli<br />
saatlere neden oldu. Paylaşılan<br />
haber ile ilgili herhangi bir detayın olmamasına<br />
rağmen, olay kısa zamanda<br />
bütün dünyada yankı uyandırdı. Daha<br />
Boston’daki bombalı saldırıların şokunu<br />
atlatamayan Amerikalılar, gelen<br />
ikinci bir patlama haberi ile daha büyük<br />
panik yaşadı. Haberin yayılmasından<br />
sonra Beyaz Saray Sözcüsü Jay<br />
Carney “Başkan iyi, herhangi bir şeyi<br />
yok. Demin onun yanındaydım.” şeklinde<br />
bir açıklama yaptı. AP’nin Beyaz<br />
Saray muhabiri Julie Pace, söz konusu<br />
tweet’in doğru olmadığını anında duyurdu.<br />
AP'nin resmi twitter hesabından<br />
'Son dakika: Beyaz Saray'da iki patlama.<br />
Obama, yaralı' haberinin doğru olmadığı<br />
açıklandıktan sonra rahat bir nefes alındı.<br />
Haberle ilgili twitter üzerinden bir açıklama<br />
yapan AP, sözkonusu haberin gerçeği<br />
yansıtmadığı ve resmi Twitter hesaplarının<br />
hacklendigini duyurdu. Federal Büro Araştırma<br />
(FBI) olayla ilgili soruşturma başlattı.<br />
‘AP Entertainment' Twitter hesabından<br />
haberlerini paylaşmaya devam eden,<br />
haber ajansı, @AP resmi Twitter hesabının<br />
askıya alındığını bildirdi. Söz konusu<br />
yalan haberin, yayılmasından hemen<br />
sonra Down Jones Sanayi Endeksi 150<br />
puan kayıp gösterdi. Yatırımcılar, olayın<br />
yayılmasından sonra kısa süreli bir panik<br />
yaşadı. Haberin yalan olduğunun açıklanması<br />
ile birlikte endeks toparlandı.<br />
Edinilen bilgiye göre, söz konusu hackleme<br />
olayını ‘Suriyeli Elektronik Ordusu’<br />
isimli bir grup üstlendi. Grup, geçtiğimiz<br />
hafta CBS News’teki ‘60 minutes’ programının<br />
hacklenmesini de üstlendi. Son<br />
bir aydır AP’ye elektronik saldırılarda<br />
bulunan Suriyeli Elektronik Ordusu’nun<br />
İngiliz basın yayın organı BBC’ye zaman<br />
zaman saldırılarda bulunduğu belirtildi.<br />
İnternet korsanları, Associated<br />
Press'e (AP) pahalıya mal oldu. Twitter<br />
hesabı ele geçirilen ünlü haber ajansı,<br />
takipçilerinden yüzde 95'ini bir gün<br />
içinde kaybetti. AP'nin olay öncesinde<br />
1 milyon 903 bin olan takipçi sayısı 85<br />
bine kadar düştü.
90<br />
MAY-JUNE 2013<br />
If Aunt Ayşe would have listened the<br />
economists, she would became poor by now<br />
S<br />
üleyman Yaşar is one of the<br />
names who was transferred<br />
from the bureaucracy and academy<br />
world as an economy author.<br />
However the things he wrote are not<br />
similar with the economy comments<br />
we are familiar with. He is summarizing<br />
the points he draws attention<br />
when he is writing out by telling us as<br />
follows:” Telling and putting forward<br />
the situation net! This is the thing I<br />
am trying to do.” He is criticizing the<br />
authors harshly who are using terms<br />
when explaining the subjects such as<br />
“Aunt Ayşe”. He is emphasizing that<br />
he is even “irritated” from such writings.<br />
According to Yaşar, ordinary<br />
people know better where to invest<br />
in than the professional economists.<br />
We have talked with Süleyman<br />
Yaşar on the subjects of economy authorship,<br />
interest lobby and about current<br />
issues on the agenda and he began<br />
his words by conveying his thoughts<br />
about newspaper columnists.<br />
He underlined that especially those<br />
who are writing about economy should<br />
mention about their other jobs, if<br />
any, at the end of their writings. Yaşar<br />
had answered the questions of Cihan<br />
Media News Magazine. What<br />
are the factors that affect your writing<br />
and enable you explain the subjects in<br />
such a net and understandable way<br />
Do you visit the markets-bazaars<br />
Recommendations of Aunt Ayşe….<br />
I think that expression is a belittling<br />
expression. “Aunt Ayşe, Sister<br />
Fatma” are all expressions of belittling<br />
the ordinary people. That means;<br />
ordinary people do not know anything<br />
and so that you are explaining<br />
to that Aunt Ayşe, there is nothing like<br />
this! This is not true! For example,<br />
citizens can use their economic choices<br />
in a quite right way. They can make<br />
this much better than the professional<br />
economists. They told to people<br />
do not keep gold for many long years<br />
and what happened then Suddenly<br />
the gold prices soared up and brought<br />
profit to the people. Ordinary people<br />
better know where to invest in than<br />
the professional economists.
MAY-JUNE 2013<br />
91<br />
I<br />
Broadcast streaming is five times<br />
in a day in this television<br />
rmak TV had began to its broadcast<br />
life with the object of announcing<br />
the message of Allah and<br />
Prophet Hz. Mohammed (S.A.V) and its<br />
foundation story lies back three years ago<br />
from now. General Manager of the channel<br />
Mr. Süleyman Sargın says that; ”If<br />
you will tell religion to people, you should<br />
act quite sensitive, because the things<br />
you tell will be their reference.”<br />
As being founded very recently,<br />
when we entered into the general broadcast<br />
center of Irmak TV, we first see<br />
a sweet rush inside. On the faces of<br />
the personnel working densely in front<br />
of their computers, there is happiness<br />
of being witnessing to the birth of a<br />
new television channel. General Manager<br />
of the TV Mr. Süleyman Sargın<br />
is in a meeting with his team. They have<br />
only one target; that is to announce<br />
and spread the message of Allah<br />
and Prophet Hz. Mohammed (S.A.V)<br />
to everyone watching them… Sargın<br />
had humbly summarized the broadcasting<br />
philosophy of the channel during<br />
its opening night as follows:” We<br />
came here as a brother of the television<br />
channels broadcasting religious programs,<br />
not as a competitor. Our target<br />
comprises of the consent of Allah<br />
and contentedness of Prophet Hz. Mohammed<br />
(S.A.V). We will try to broadcast<br />
serious programs with congruous<br />
nature and content befitting to the<br />
holiness of the truth represented. There<br />
are too many religious contented<br />
programs in Turkey. Irmak TV came as<br />
a brother to them. Not as a competitor.<br />
Irmak TV will make their footprints<br />
as a crown to its head and it will never<br />
participate into any kinds of competition.<br />
Your thoughts and orientation will<br />
be guidance for us. This will be yours,<br />
the televiewers’ TV channel…”
92<br />
MAY-JUNE 2013<br />
“It was a mistake that rightist and leftist<br />
intellectuals externalize each other”<br />
O<br />
sman Akkuşak still continues<br />
his writing adventure that had<br />
started with a pencil sixty years<br />
ago from now. Here, I intentionally<br />
made the “pencil” emphasize. Today<br />
almost all the authors write their writings<br />
in digital media and Akkuşak is<br />
the only name who is continuing his<br />
old habit today by using his pencil…<br />
Akkuşak had born in Emet district<br />
of Kütahya city in August, 20 1931<br />
and his writing adventure had started<br />
in year 1952, when he was only 21<br />
ages old. Akkuşak had written in newspapers<br />
namely Istanbul Ekspres, Son<br />
Telgraf, Adalet, Zafer, Dünya, Tecüman,<br />
Son Havadis, Zaman, Güneş, Ortadoğu,<br />
Türkiye newspapers and today<br />
he is continuing his writing life in Yeni<br />
Şafak newspaper.<br />
Akkuşak says that “I am still writing<br />
with a pencil” and he is telling us the<br />
publishing story of his writings written<br />
as a draft as follows:” I am writing on<br />
scratch papers at home. I used to write<br />
like this and in maximum one hour my<br />
job is finished. Then I call the newspaper<br />
and they send me a car and I jump<br />
in it and go. If I have time, I go downstairs<br />
and eat something. If not, the column<br />
must be finished until 16:00hr at<br />
the latest. There are young people there<br />
and I ask them to write it on the digital<br />
media and then they print-out it. I<br />
check it whether there are any place needing<br />
corrections or not and if there are<br />
anything to add in, I add it too. Writing<br />
…. You are writing with your heart and<br />
soul, you are writing with your mind. If<br />
there is something bothering you; you<br />
cannot feel comfortable. I know this<br />
because I have called many times the<br />
newspaper in order to change just one<br />
word… This is a habit of mine…”
94<br />
MAY-JUNE 2013<br />
The insurance of trust in Japanese<br />
newspapers: Wisemen<br />
T<br />
he newspapers in Japan find a<br />
simple way to make objective<br />
news and to be impartial against<br />
the crises that is: Wisemen. This expression<br />
is quite popular nowadays in Turkey<br />
due to the peace process we are living<br />
now and its corresponding meaning in<br />
Japan for the newspapers is to make objective<br />
news and to enable the newspaper<br />
to stand net and clear against the crises.<br />
Nearly 60 millions of newspapers are<br />
being sold in Japan and as having the<br />
third mass circulation rate in Japan the<br />
Mainichi Newspaper’s Bulldog Edition<br />
Editor, Yamada Michiko says that they<br />
are working very hard in order to gain<br />
the trust of public. Michiko says that;<br />
“We have weekly meetings. We are reviewing<br />
the news and columns. We talk<br />
with each other among our colleagues.<br />
We are discussing why that news or column<br />
is written that way. This is something<br />
between us only.” Michiko also tells<br />
us that the newspaper has a Wisemen<br />
group too. Michiko says;” This is a group<br />
consisting of lawyers and free-lance journalists.<br />
They are evaluating the news and<br />
state their opinions about them.” We asked;<br />
“Are they reviewing each and all<br />
news or are they just looking at the disputable<br />
news” Yamada Michiko answered<br />
our question as follows:” They control<br />
the newspaper in general. How was<br />
the policy and behavior of the newspaper<br />
during the double-catastrophes<br />
on March 11th In which direction the<br />
things written were Did the newspaper<br />
protect its impartiality and objectiveness<br />
when the USA declared war to Iraq<br />
What did the newspaper write about it<br />
Did it manage to look on both sides Did<br />
the newspaper look the events objectively<br />
regarding the nuclear energy And<br />
so on. They think over such subjects and<br />
they look the events one by one. They also<br />
look at the special news like this way.”<br />
If we set a “beauty” criterion for<br />
the men; many commentators<br />
would be unemployed now<br />
D<br />
espite the fact that football is a male<br />
dominance game; women football<br />
players had also gained some remarkable<br />
place on the green fields since many<br />
long years. As the men had more right to<br />
speak about this game; our women when<br />
compared with past, started to love the football<br />
more and more and show their interests<br />
to this game. However, almost entire<br />
commentators in the sports programs after<br />
the matches we watch are men. Sometimes<br />
they lose the main track and we witness<br />
their discussions about the subjects other<br />
than football. Such discussions are gone<br />
so far that RTÜK is obliged to set some rules<br />
to these sports programs. Another elegant<br />
sarcasm for male commentators comes<br />
from Banu Yelkovan who is also writing about<br />
football. While we rough up the green fields<br />
with Yelkovan, we especially focused on<br />
the sports programs broadcasted in television.<br />
According to Yelkovan, “if we set a “beauty”<br />
criterion for the men; many commentators<br />
would be unemployed now.”
MAY-JUNE 2013<br />
95<br />
‘Hello Hollywood,<br />
Mr. President wants a movie!’<br />
T<br />
he movie “Argo” was given “The<br />
Best Movie Oscar” and it was about<br />
the rescue of 6 embassy officials<br />
during the hostage crisis lived n USA<br />
Embassy, soon after the revolution overthrown<br />
the shah regime in Iran in 1979.<br />
This event again brings on the agenda the<br />
tight connections and relationships between<br />
the White House, Pentagon and<br />
Hollywood. USA President Mr. Barack<br />
Obama’s wife Mrs. Michelle Obama had<br />
participated to live broadcast from the<br />
White House during the ceremony with<br />
her silver colored costume in front of the<br />
millions and she announced this anti-Iran<br />
movie “Argo” was deserved to be awarded.<br />
This was commented as a proof of<br />
the Hollywood effect on USA politics.<br />
It is seen that White House requires cooperation<br />
with the film industry during downturns<br />
in order to boost the morale of the people.<br />
In the “Wag the Dog” (1997) movie directed<br />
by Barry Levinson which was released<br />
with the name of “Men of the President”<br />
in Turkey; Robert de Niro as being consultant<br />
of the White House appeals an interesting<br />
method in order to keep the sex scandal<br />
in which the President’s name is included<br />
out of the agenda of the media and American<br />
people. He gathers together Dustin Hoffman<br />
as in the role of Hollywood producer and directed<br />
the attention of the people towards an<br />
imaginary war scenario. De Niro establishes a<br />
think –tank team in order to manage the crisis<br />
involving the world and he accomplished<br />
to keep busy of the minds of the large masses.<br />
This movie of Levinson elegantly criticizes<br />
the American politics and media morality<br />
and maybe it was bringing the light for<br />
the first time to the coalition made between<br />
the White House and Hollywood which has<br />
a long history.<br />
Cinema is one of the propaganda tools<br />
with highly persuasive power for many USA<br />
Presidents in order to prepare the people to<br />
their political decisions and to create an American<br />
sympathy and support throughout the<br />
international public opinion. The messages<br />
were given sometimes with political and sometimes<br />
with comedy-action movie types.
96 MAY-JUNE 2013<br />
Millions of efforts<br />
and millions<br />
of excitement<br />
T<br />
he newspapers in<br />
Japan find a simple<br />
way to make objec-<br />
tive news and to be impar-<br />
tial against the crises that<br />
is: Wisemen. This expres-<br />
sion is quite popular nowa-<br />
days in Turkey due to the<br />
peace process we are<br />
living<br />
now and its corresponding<br />
meaning in Japan for the<br />
newspapers is to make ob-<br />
jective news and to enable<br />
the newspaper to stand net<br />
and clear against the crises.<br />
Nearly 60 millions of<br />
newspapers are being sold<br />
in Japan and as having the<br />
third mass circulation<br />
ra-<br />
te in Japan the Mainic-<br />
hi Newspaper’s Bulldog<br />
Edition Editor, Yamada<br />
Michiko says that<br />
they<br />
are working very hard in<br />
order to gain the<br />
trust<br />
of public. Michiko says<br />
that; “We have we-<br />
ekly meetings.<br />
We<br />
are reviewing the<br />
news and columns.<br />
We talk with each<br />
other among our<br />
colleagues. We<br />
are discussing<br />
why that news<br />
or column<br />
is<br />
written that way. This is something<br />
between us only.”<br />
Michiko also tells us that the<br />
newspaper has a Wisemen<br />
group too. Michiko says;”<br />
This is a group consisting of<br />
lawyers and free-lance journalists.<br />
They are evaluating<br />
the news and state their<br />
opinions about them.” We<br />
asked; “Are they reviewing<br />
each and all news or are they<br />
just looking at the disputable<br />
news” Yamada Michiko<br />
answered our question<br />
as follows:” They control the<br />
newspaper in general. How<br />
was the policy and behavior<br />
of the newspaper during<br />
the double-catastrophes on<br />
March 11th In which direction<br />
the things written were<br />
Did the newspaper protect<br />
its impartiality and objectiveness<br />
when the USA declared<br />
war to Iraq What did<br />
the newspaper write about<br />
it Did it manage to look on<br />
both sides Did the newspaper<br />
look the events objectively<br />
regarding the nuclear<br />
energy And so on. They<br />
think over such subjects and<br />
they look the events one by<br />
one. They also look at the<br />
special news like this way.”
Emanetine dokunmadan, onu korumak ve<br />
büyütmek göreviyse bizim.<br />
<br />
444 0 123 www